You are on page 1of 710

DR.

ABDULLAH CEVDET

Ömer Hayyam
RUBAİLERİ

OŞULE
.... DOĞU K L A S İK L E R İ----
Dr. ABDULLAH CEVDET
(9 Eylül 1869, Arapgir - 29 Kasım 1932 İstanbul)
Türk siyasetçi, göz hekimi, düşünür, şair, çevirmen ve Türkiye’de Batıcılık akı­
mının önde gelen temsilcilerinden. Öğrenim yıllarında edebiyata ilgi duydu. Abdülhak
Hamid, Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem ve Halid Ziya’dan etkilendi. 1889’da
Tıbbiye’deki dört arkadaşı ile birlikte daha sonra İttihad ve Terakki’ye dönüşecek olan
İttihad-ı Osmani Cemiyetini kurdu. Öğrencilik yıllarında birkaç kez tutuklandı, sürgüne
gönderildi. Cenevre’ye yerleştikten sonra Jön Türklerle buluştu. Burada Osmanlı Gaze-
tesi’ni çıkardı, çeviriler yaptı. 1904’de İctihad adlı basımevifıi kurup aynı adlı bir dergi
çıkardı. 1908’de Reinhardt Dozy’nin Essai sur l’Historique de l ’Islamisme adlı eserini
“Tarih-i İslâmiye” adıyla çevirerek iki cilt halinde yayımladı. Peygamber aleyhinde sal­
dırgan yazılar içermesi dolayısıyla bu kitap toplatılarak yasaklandı. 1910’da İstanbul’a
döndü ve kendi matbaası olan İctihad Evi’ni kurdu, Kütübhane-i İctihad dizisini çıkar­
dı. Seçkin insanların yetişmesine yönelik bir eğitim sistemini ve biyolojik materyalizmi
savundu. Türkiye’nin ilk kadın ve işçi hakları savunucuların biri oldu.
Belli Başlı eserleri şunlardan ibarettir: Şiir kitapları: Hiç (1890), Türbe-i Masu­
miyet (1890), Tulûât (1891), Mensur kitaplar: Dimağ (1890), Ramazan Bahçeleri
(1891), Fiyolocyâ-i Tefekkür (1892), Fünûn ve Felsefe (1897). Çeviriler: W eber’den
Asırların Panoraması, Hayyam’dan Rubaiyat, Mevlana’dan Divan’dan Seçmeler, Gus-
tave Le Bon’dan Dün ve Yarın, İlm-i Rûh-i İçtimaî ve Amelî Ruhiyat.

M EH M ET KANAR
01.01.1954 tarihinde Konya’da doğdu. İlkokulu Konya Gazi Mustafa Kemal İl-
kokulu’nda, ortaokulu İstanbul Kartal Maltepe Ortaokulu, liseyi Vefa Lisesi’nde tamam­
ladı. 1970-1971 öğrenim yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars
Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’ne girdi. 1974-1975 akademik yılında bu bölümü bitirdik­
ten sonra 1975 Kasım’ında aynı bölümün Fars Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nde doktora tah­
siline başladı. Kasım 1979’da “Çağdaş İran Edebiyatının Doğuşu ve Gelişmesi" adlı te­
ziyle Doktor ünvanını aldı. 1986 tarihinde Yardımcı Doçent oldu. 1990 tarihinde Fars Di­
li ve Edebiyatı Bilim Dalı’nda Doçentliğe, 1996 tarihinde de Profesörlüğe yükseltildi.
2007 tarihi itibarıyla emekliliğe ayrıldı. Halen Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakül­
tesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde ders vermektedir. Evli ve bir çocuk babasıdır.

Yayımlanmış eserlerinden bazıları:


Alacakaranlık, Sadık Hidayet; Anadolu’da İslâmiyet, Franz Babinger, Fuad Köp­
rülü; Aylak Köpek, Sadık Hidayet; B ir Şeftali Bin Şeftali, Samed Behrengi; B ugünkü İran
Edebiyatı Hakkında Bir İnceleme, Muhammed-i Isti’lâmî; Çağdaş İran Edebiyatının Do­
ğuşu ve Gelişmesi-, Çağdaş İran Öyküleri (Seçki); Çözümlü Farsça Metinler, Çözümlü
Osmanlı Türkçesi Metinleri; Deli Dumrul, Samed Behrengi; Diri Gömülen, Sadık Hida­
yet; Gülistan, Sâdi-i Şirâzî; Hacı Aga, Sadık Hidâyet; H anü’l-İhvân, Dostlar Sofrası, Nâ-
sır-ı Hüsrev; Hayyam’ın Teraneleri, Sâdık Hidâyet; Hidâyetnâme, Sadık Hidayet; Hikmet
ve Sanat, Golamrizâ E ’vânî; içtimaiyat Dersleri; İçtimaiyat Mecmuası; İran Edebiyatın­
da Şiir- Kaçarlar Devri-, Modern İran ve Afgan Öyküleri Antolojisi; Modern İran Şiiri
Antolojisi; Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı Dr. Muhammed Emîn-i Riyâhı;
Ömer Hayyam, Rubailer, Dr. Abdullah Cevdet, Hüseyin Daniş, Hüseyin Rifat; Sekiz Ki­
tap, Sohrâb-i Sipihrî; Vejetaryenliğin Yararlan, Sadık Hidayet; Züleyha’mn A şk Derdi,
Hz. Y usuf Kıssası, Celâl Settârî; Helmut Ritter, Doğu Mitolojisinin Edebiyata Etkisi.

profkanar@yahoo.com
profkanai@gmail.com
Şule Yayınlan : 431
Doğu Klasikleri Dizisi : 20

Editör:
Tuna Yukay

İç Düzen:
Fatma Betül Çifçi

Kapak:
Ramazan Erkut

Baskı - Cilt:
Alioğlu Matbaacılık

Sertifika No: 12404


ISBN: 978-605-4498-59-8

Şule Yayınları
Alayköşkü Cad. No: 2-4 K: 4 Cağaloğlu/İSTANBUL
Tel: (0212) 528 23 57 - 528 11 46 Faks: (0212) 528 25 89
e-mail: iletisim@suleyayinlari.com
www.suleyayinlari.com
DR. ABDULLAH CEVDET

ÖMER HAYYAM
RUBAİLERİ

Yayma Hazırlayan ve Çeviren:


Prof. Dr. MEHMET KANAR

ŞULE YAYINLARI
Nisan 2013
İÇİNDEKİLER

S u n u ş...................................................................................................................... 7
Hakîm Ömer Hayyam
Mütercimin Önsözü (İkinci Baskı İç in )...........................................................9
Birinci Baskının Ö n sözü .................................................................................. 61
Rubailer................................................................................................................75
Teşekkür............................................................................................................ 653
Bir Takrizden ................................................................................................... 655
Rubailerin F ih risti........................................................................................... 657
Ortak Rubai Listesi ......................................................................................... 677
SUNUŞ

Dr. Abdullah Cevdet tarafından çevirisi yapılan ve notlandı­


rılan bu çalışma üç kitaptan oluşan Hayyam çevirileri dizisinin son
kitabıdır. Batı edebiyatını iyi bilen, kendisi de bir şair olan Abdul­
lah Cevdet, Hayyam rubailerinin mensur çevirilerini yaptıktan son­
ra Hayyam etkisinin Batı dünyasındaki izlerini sürmüş, getirdiği
örneklerle çalışmasını âdeta bir karşılaştırmalı edebiyat kitabı hali­
ne getirmiştir. Kitabın her iki baskısının önsözlerinde yer alan tah­
lil kısımları da bu esere ayrı bir değer katmıştır.
Bu eser yayma hazırlanırken şu uygulamalar yapılmıştır:
Kitabın dili bugünkü nesil tarafından zor anlaşılacağı için
sadeleştirme işlemi yapılmıştır.
Her rubainin mensur çevirisinden sonra tarafımızdan yapılan
o rubainin manzum çevirisine yer verilmiştir.
Çalışmanın son bölümünde alfabetik sırada rubai listesi ha­
zırlanmış, daha sonra Hüseyin Rifat’ın, Hüseyin Dâniş’in ve çevi­
risi tarafımızdan yapılan ve Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan Sa­
dık Hidayet, “Hayyam’m Teraneleri” adlı eserdeki rubailerin ortak
listesi sunulmuştur.
Kitabın son bölümünde de genel dizin verilmiştir.
Prof. Dr. Mehmet Kanar
7 Haziran 2011, Bakırköy

7
HAKÎM ÖMER HAYYAM
MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ (İkinci baskı için)

“Rubâiyât-ı Hayyam ve Türkçeye Tercümeleri” bundan on se­


ne evvel ilk defa basıldı. Eser beklenilmeyen bir ilgiye mazhar oldu.
Yayımlanmasının ardından İran sefiri, İran ediplerinden ve âlimlerin­
den İhtişâmü’s-Saltana Mahmud Han Kâcâr hazretleri mütercimi he­
yecanlandırıcı bir takdirname ile teşvik ve takdir etti. “Rûznâme-i
Hâver” o senenin 25 numaralı nüshasmda aynen şu satırları yazdı:
Takrîz-i Rubâiyât-ı Hayyam
“Fâzil-i edîb o hakîm-i hâzik-i lebîb Cenâb-ı Doktur Abdul­
lah Cevdet Beg ki yekî ez âzâdegân-i mutlak-i bîkaydî yu nevîsen-
degân-i Osmânî ve be hilye-i dâniş o ferheng ârâste ve kasbu’s-se-
bek râ ez hemgonan robûde ve tâ konûn âsâr-i mofîde vu mosenne-
fât-i adîde tercome ve tehrîr nomûde ve âlem-i edeb o m e’rifet râ
meclûb-i hidemât-i-i maddiye vo me’neviye-i hod sâhte est; înek be
tâzegî rubâiyât-i Heyyâm râ ez zebân-i azbo’l-beyân-i pârsî be ze-
bân-i şîrîn-i hoşedâ-yi torkî bâ sebkî yo uslûbî tâze ve nefâsetî bî-
endâze tercome vu temsîl fermûde ve âlem-i edebiyât-i pârsî yu tor­
kî râ rovnek-i mehsûs bahşîde est. Hosûsen der mukaddime-i kitâb
temâm-i hâlât-i ruhiye vu sevânih-i omriye-i cihân-i ferheng u hik-
met-i Heyyâm-i şehir râ nokte be nokte bast o îzâh ve eş’âr-i hike-

9
miye vu riyâziye-i hakîm-i moşârunileyh râ bâ edille vo şevâhid-i
edebîyye ve felsefiyye-yi hokemâ-yi islâmiye te’vîl u tefsîr ve se-
nâ-yi umûm-i sâlikân u teşnegân-i vâdi-yi edeb râ be hod celb no-
mûde’end. Der âhir-i kitâb yegâne dânişver-i bîmedânî edîb-i erîb
agayi Mirzâ Hoseyn Dâniş Han tekrîz-i becâ vu bâmovki’î râ teh-
rîr ve hidemât-i ma’neviye-i motercim-i mohterem râ berâvorde-i
zebân-i te’zîm o tekrîm fermûde’end. Hakîkaten in eser-i mohim
mânend-i bâkiyetu’s-sâlihât der defter-i e ’mâl-i Doktur-i moezze-
munileyh tâ dâmine-i kıyâmet becâ hâhed mând. Bilumûm moşte-
rikîn-i hod u dûstdârân-i ilm u edeb râ be iktinâ vo herîdârî-yi in se-
fer-i celîl teşvîk nomûde, movaffakiyyet-i motercim u morettibeş râ
ez dergâh-i İlâhî mes’elet mînomâ’îm.
Seyyid Tevfîk
Modîr-i Rûznâme-i Hâver

[Saygıdeğer edebiyatçı ve hakim Dr. Abdullah Cevdet Bey


özgür düşünceli, bilgili, kültürlü Osmanlı yazarlarından biridir.
Şimdiye kadar birçok yararlı telif ve tercüme eserler bırakmış, bu
çalışmalarıyla ilim ve edebiyat dünyasının dikkatlerini üzerine çek­
miştir. Son olarak Hayyam’ın rubailerini Farsçadan Türkçeye ne­
fis ve yeni bir üslupla çevirmiş, bu çevirisiyle Fars ve Türk edebi­
yatlarına canlılık kazandırmıştır. Özellikle kitabın mukaddime kıs­
mında Hayyam’ın ruhî hallerini, ömründe karşılaştığı olayları ay­
rıntılı olarak ele almış, Hayyam’ın şiirlerini İslam filozoflarının
edebî ve felsefî delil ve şahitleriyle tevil ve tefsir etmiştir. Kitabın
son bölümünde benzersiz âlim ve edip Hüseyin Dâniş’in takrizine
yer vermiş, Hüseyin Dâniş mütercimin çalışmalarını takdirle karşı­
lamıştır. Dr. Cevdet’in bu çalışması kıyamete kadar değerini yitir­
meyecektir. Tanrı’dan mütercim için başarılar dilerim.
Seyyid Tevfik
Hâver Gazetesi Müdürü [M. Kanar]

İhtişâmü’s-Saltana hazretlerinin mektubunu teberrüken bu­


raya aynıyla kaydediyoruz:
ABDULLAH CEVDET i ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Ambassade de Perse, 2 Janvier 1918


E. MAHMOUD KADJAR

Mon cher Bey


J ’ai pris connaissance de votre traduction d’Omer Khayam,
que vous avezbien voulu m ’adreser, et je viens, avec mes
remercîments pour votre gracieux envoi, vous exprimer toutes mes
felicitations pour cette traduction qui rend avec aukant de fidelite
que d’elegance la pensee de l ’original.
Traduire ainsi ce n ’est ;lus une tâche ordinaire, mais. c ’est
collaborer en quelque sorte avec l ’auteur.- Je vous assure, en toute
sincerite, que votre livre est certainement parmi tout ce que j ’ai lus
dans les autres langues meme, celui qui rend le mieux l ’impression
du texte persan.- Ames felicitations, je joins done mes
remerciments, auxquels, je suis heureux d ’ajouter, mon cher Bey,
l ’assurance de mes sentiments de Considerations les plus
distinguees.
Mahmoud Kadjar

Tercümesi:
İran sefarethanesi, 2 Ocak 1918
E.Mahmoud Kâcâr

Aziz Beyim,
Bana göndermek lütfunda bulunduğunuz Ömer Hayyam ter­
cümenizi gördüm. Lütufkâr ihdânızdan dolayı teşekkür etmekle be­
raber, asim fikrini sadakatle olduğu kadar zarîfane ifade eden bu ter­
cümeden dolayı bütün tebrikâtımı arz ediyorum. Bu suretle tercüme
etmek alelade bir iş değildir. Bu âdeta müellifle teşrîk-i mesai et­
mek, müellifle beraber çalışmaktır. Bütün ihlas ve samimiyet ile si­
zi temin ederim ki kitabınız hiç şüphesiz diğer lisanlarda okudukla­
rım arasında dahi fârisî metnin kuvvet ve tesirini en iyi eda edendir.

11
Binaenaleyh tebrikâtıma teşekkürlerimi de ilave ve teşekkür
etmede pek mümtaz hissiyât-ı ihtiramkâranemin arzını terdîf ede­
rim, beyim.
Mahmud Kâcâr

O sırada intişar eden Türkçe, Fransızca ve Almanca gazete­


ler, bilhassa Osmanischer Lloyd gazetesi Rubâiyat-ı Hayyam’ın
Türkçeye tercümesine ve mütercimine uzun tedkiknameler ve tak-
dirkâr yazılar tahsis ve neşrettiler. İran ve Turan’m bu rağbet ve
hüsn-i kabulü neticesi olarak kitabın yedi sekiz seneden beri nüsha­
sı kalmamıştır. Müstamel nüshaları iki üç liraya satın almak için
aranmaktadır. Vâkıa benim kitabımın neşrinden yedi sekiz sene
sonra Rıza Tevfik Bey ve Hüseyin Dâniş Han daha müstahsen gör­
dükleri ve zaten bazı İngiliz mütercimler tarafmdan kabul ve takip
edilmiş bir usûl dahilinde yani rubaileri mevzu ve mânâlarına göre
tasnif ederek bir “Rubâiyât-ı Hayyam” vücuda getirdiler. Tâbi’im
İkbal Kütüphanesi sahibi Hüseyin Efendi tarafmdan nefis bir suret­
te basıldı. Eser muteber ve meşkûrdur. Ve lâyıkı veçhile itibar gör­
müştür. M a’ahâza her şeye kendi adını vermeyi, herkesi kendi adıy­
la çağırmayı sevenler benim tercümemi aramaktan vazgeçmiyor­
lardı. Zaten Rubâiyât-ı Hayyam gibi yüksek eserin iki nevi değil,
muhtelif mütercim ve tâbi’ler tarafmdan ayrı ayrı her memleket ve
her lisanda yüz on iki nevi tab’ı olsa çok değildir.
Her mütercim, tercümesi üzerine bu tercüme ne kadar sadık
ve mûşikâfâne olursa olsun, şahsiyetinin damgasmı az çok mutlaka
basar. İngilizcede, Fransızcada, Almancada vs. “Rubâiyât-ı Hay-
yaıri’ın müteaddit mütercimleri, tâbi’leri vardır ve bu tercümelerin
ekseri resimlidir ve muhtelif ressamlar tarafmdan tezyin olunmuş­
tur. Alman müsteşriklerinden muhibbim Prof. Dr. Kari Süssheim
Münih’ten yazdığı bir mektupta, 1913 senesi zarfında yalnız İngiliz
lisanında yüz yirmi muhtelif tab’ımn çıktığını bildiriyordu. Aslın­
dan tercüme olarak Fransızcada Nicolas, Grolleau, Martholde, Cla-
ude Anet, Franz Toussaint namlannda dört zat tarafından yapılmış
dört tercümesi vardır. Bunlardan birincisi Fransa imparatoru Üçün-

12
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

cü Napolyon’un iradesiyle Matbaa-i İmparatorîde tab’olunmuştur.


Tercümelerin karşılarında rubailerin Farsça asıllan da vardır.
Nicolas’m tercümelerinde hayli isabetsizlik ve solaklık var­
dır. Claude Anet bu kusurların bir miktarım kendi tercümesinin
mukaddimesinde isabetle ortaya koymuştur. Mirza MuhammedTe
müştereken yaptığı tercümesinin medhalinden şu iki fıkrayı buraya
aynen alıyorum:
Nicolas a donne une traduction integrale d’Ömer Khayam.
Nicolas s’obstine â prendre Khayam pour un mystique. Cela
l’entrâine â de singulieres meprises. Nicolas, drogman â la legation
de France â Teheran savait sans doute le persan mais n ’avait qu’une
connaissance mediocre du français. II a reussi dans la tâche difficile
d’obscurcir la lumineuse beaute du pobme persan et ce qu’il nous
donne est â degoûter de Khayam...ainsi Nicolas se plait a manier les
fines pierres gravees par Khayam de ses mains lourdes
probablement en duites de glaise...
Hayyam’m Fransızcaya ikinci mütercimi Martholde hakkın-
da böyle bir tenkid yürütmek mümkün değildir. Claude Anet’nin li-
san-ı tenkidi E. Fitz Gerald hakkında dahi pek mülayim değildir.
Fakat ilerde görüleceği veçhile bu İngiliz mütercimin tercümeleri
vefasız bir güzel gibi güzeldir. Bununla beraber Hayyam için İngil­
tere’de ve Amerika’da coşkun ve ölümsüz bir hayranlık uyandıran
odur.
İngilicede matbu, resimli ve resimsiz “Rubâiyat-ı Hayyam”
tercümelerinin mükemmel bir koleksiyonunu vücuda getirmek an­
cak ehemmiyetli bir servet sahibinin yapabileceği bir şeydir. Al­
manya’da eski kütüb-i şarkiyye satan bir kitapçıdan muhibbim
Prof. Dr. Kari Süssheim’ın himmet ve yardımıyla elde ettiğim ve
Elihu Wedder isminde Amerikalı bir ressam tarafından yapılan re­
simlerle süslenmiş büyük ve muhteşem bir İngilizce “Rubâiyât-ı
Hayyam”ın fiyatı 25 İngiliz lirasıdır. Ve şimdi nüshası kalmadığın­
dan daha yüksek bir bedel ile de elde etmek her hayyâmîye nasip
olmaz.
* * *

13
Dünya Savaşının ikinci senesinden beri kitabımın musavver,
işlemeli, tashihli olarak bir ikinci tab’ını hazırlamakla uğraşıyor­
dum. Avrupa’nın muhtelif memleketlerinde, muhtelif lisanlarda re­
simli olarak yayımlanan nüshaların başlıcalannı tedarik ettim. Bu
kitaplardaki resimlerin en güzelleri ve rubailerin meallerine en mu­
vafık olanları seçilerek kitabımıza konuldu.
Rubailerin tertip yöntemleri muhafaza olunmuştur. Yani
kafiyelerin nihayet harflerine ve bunların alfabe tertibine göre ru­
bailer sıralanmıştır. Kitabın nihayetine alfabetik bir fihrist ilave
edilmiştir. Her rubainin ilk mısraının ilk iki kelimesi alınmak su­
retiyle bu tertip vücuda getirilmiştir. Tertibi hayli zahmetli ve
uzun bir iş olan böyle bir fihristin ne kadar faydalı olduğunu erba­
bı lâyıkı veçhile takdir eder. Böyle bir fihrist tertibi fikri İran’ın
Türkiye eski sefiri, muhterem dostum İhtişâmü’s-Saltana hazret­
leri tarafından ilham olunmuştur. Onun babası Mahmud Han’m
kıymetli eseri olan “Keşf-i ebyât-i Mesnevî”de de bu tertip ilk de­
fa ihya edilmiştir.

* * *

Rubâiyât-ı Hayyam’m her tab’ı ve neşrinde insan mutlaka


içinden çıkılması pek güç olan bir mesele karşısında bulunuyor:
Rubâiyât-ı Hayyam adı altmda toplanan rubailerin tümü Hay­
yam ’m mıdır? Hangileri Hayyam’ın, hangileri Hayyam’m değil?
Bunları tayin etmek için elde kat’î bir ölçü ve tartı yoktur. Birbiri­
ne pek benzeyen rubailer çoktur. Bunlardan bir kısmının tanzir ve
taklit olduğuna ve bir şekilde Hayyam’m rubaileri araşma sokuldu­
ğuna ihtimal verilebilir. Meal itibarıyla birbirini nakzeden rubailer
de var. Bu tenakuz keyfiyeti bence hiç kuvvetli ve emin bir m i’yar
değildir. En metin adamın maddi, manevi muhtelif etkenler altmda
çelişkili hislere ve görüşlere kapıldığı her gün görülmüyor mu? İşi
güçleştiren mühim nokta, rubailerin yazıldıkları tarihlerin malum
olmamasıdır. Bir insanın ömründe ne kadar azim değişimler geçir­
diğini görmüyor muyuz? Hayyam’m hayatında uhrevi hayat, cen-

14
ABDULLAH CEVDET I ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

net ve cehennem itikat esaslarına mutekid olduğu bir devirden son­


ra artık bunlara inanamadığı diğer bir devir de olmuştur. Şairin fik­
ri hayatında bu muhtelif devirlere ait rubailerin kumaşlarının birbi­
rine benzemesi ve mânâca mütenakız bulunması tabiî ve zarurî de­
ğil midir? Şüphesiz Hayyam’m hakîm ve galip bir şiarı var ve
Ömer Hayyam’ı Ömer Hayyam yapan, bu galip şiardır. Rubâiyât-ı
Ömer Hayyam hakkında sabûrane ve verimli tetkikler ve tahkikat
yapmış ve Fransızca olarak “Recherches sur les Rubaîyat de Ömer
Khayam” yani “Ömer Hayyam’ın Rubaileri Hakkında Tedkikat”
ünvanıyla hayyâmîler için pek mühim bir kitap yazmış olan Dani­
markalI Dr. Arthur Christensen rubâiyât-ı Hayyam hakkındaki fik­
rini şu satırlarda icmal ediyor:
Les Rubaîyat sont une encyclopedie poetique de la vie
intellectuelle des Persans, et, â ce point de vue, elleş sont
incontestablement une des oeuvres les plus remarquables qu’a
produites la litterature persane.
Tercümesi:
Rubaiyat Îranîlerin fikri hayatlarının şairane bir ansiklopedi­
sidir ve bu bakımdan hiç şüphe yok, İran edebiyatının vücuda ge­
tirdiği en ilginç eserlerden biridir.
Bunların böyle olduğunu tasdik etmek tabiî görünür. Arabis­
tan'ın kılıç kuvvetiyle İran’a kabul ettirilen dininin İran düşünce
hayatında acı bir isyan kaynağı olarak hâlâ yaşamakta olduğunun
farkına varmak hiç de güç değildir.
Bu fikir ve nazarı Emest Renan şu satırlarda ihya etmişti:
Khayam est peut-etre l ’homme le pluscurieux â etudier pour
comprendre ce qu’a pu devenir le libre genie de la Perse sous
l ’etreinte du dogmatisme musulman.
Tercümesi:
Müslüman nassperestliğinin cebr ve tazyiki altmda İran’ın
hür dehasının ne hale girdiğini anlamak için Ömer Hayyam, müta­
laası belki en ziyade câzip olan adamdır.1

1. Journal Asiatique,1868.

15
Büyük Firdevsî-i Tûsî’nin

Zi şîr-i şotor horden o sûsmâr


Arab râ becâyî resîdest kâr
Ki tâc-i kiyân râ konend ârizû
Tufû ber to ey çerh-i gerdan tufû!2

haykırışı bu vaziyete karşı yükselen asi, acı haykırışlardandır.


Fakat mesele haddizatında Araplık, Acemlik meselesi değil­
dir. Mesele bir akaid sisteminin müfekkirelere zorla kabul ettiril­
mek istenilmesidir. Ömer Hayyam’ın İslam dininin yasakladığı
şeylerden olan şarap ile ve uhrevî hayat mefhumuyla İslam mantı­
ğına hücum etmesi Ömer Hayyam’m Arap olmamasıyla hiçbir ala­
ka ve irtibata sahip değildir. Arap oğlu Arap olan Ebu’l-alâ el-
M a’arrî - ki bence dünyanın en büyük mütefekkir şairlerinden biri­
dir- Ömer Hayyam’m alaya alıp aşağıladığı düşünüşleri ve inanış­
ları Ömer Hayyam’dan daha az şiddetle mi tehzil ve tezlil etmiş­
tir?3 Abbasi halifelerinden el-Mansur’un zamanında (miladî 771-
785) Süfyan b. Muâviye’nin si’âyetiyle elleri, ayaklan, burnu, ku­
lağı sıra ile kesilip kendi gözü önünde fınna atılarak yakıldıktan
sonra kolsuz, bacaksız, burunsuz, kulaksız kalmış fakat henüz can­
lı olan vücudu da kızgın fırına atılan şair İbni Mukaffa, Kelîle ve
Dimne’nin Farsçadan üstadane bir surette Arapçaya mütercimi İb­
ni Mukaffa bu hür düşünceli ve yüksek görüşlü şair, Arap değil
miydi? Acem miydi?4 Bu mesele zannederim ki bu noktada bundan
fazla ısrar ve tafsile muhtaç olmadığı gibi kitabımıza tahsis ettiği­
miz hacim de fazla misallere ve izahlara mütehammil değildir.
Müslümanlık dininin bidayet-i tebliğinde bizzat Arapların namazm

2. Tercümesi: İş bir raddeye geldi ki deve sütü içen ve yılan eti yiyen araplar, Rey­
lerin (yani eski İran şehinşahlannın) tacını istiyorlar. Tu senin yüzüne ey kahpe
felek!
3. Tarih-i İslamiyet Unvanlı tercüme kitabımızın 444.-449. sayfalarına balan.
4. Histoire des philosophes et des theologiens musulmans, par Gustave Dugat, page
70.-71.

16
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

secde hareketini icradan imtina ettikleri ve Hazreti Muhammed’in


bu secdeye varmak hareketini bizzat kendi ashabına bin müşkilat
ile kabul ettirdiği bütün İslam tarihlerinde yazılı değil midir?

* % *

Son zamanlarda yapılan tedkikat Ömer Hayyam’ın klasik


tercüme-i hali5 üzerine ehemmiyetli nurlar saçmıştır. Dr. Christen-
sen 1905 tarihinde uzun tedkikatmdan sonra yayımlanan ve yuka­
rıda adı geçen kitabında bu tedkikatmı şu şekilde icmal ediyor:
Gıyâseddin Ebu’l-feth Ömer b. İbrahim el-Hayyâmî her ih­
timale göre miladın 1025 ve 1050 seneleri arasında Nişabur’da
doğmuştur. Sağlam bir terbiye, muhtelif istidatlarını inkişaf ettir­
mişti. K ur’ân’a, ilm-i hadise, Arap ve Fars şiirlerine lâyıkıyla mut­
tali olduğu gibi felsefe ve riyazi ilimler havzasmda da yetki sahi­
biydi. Hayatım büyük bir kalp bağlılığı ile hasretmiş olduğu ilmi
uğraşlarını parasızlık yüzünden terk etmeye mecbur olmuştu. Fakat
Ebû Tahir isminde bir ilm ve irfan hamisi Ömer Hayyam’ı himaye
ve ilmi çalışmalarına geri dönmesini temin etti. Hayyam tabii bi­
limlere dâir birçok eser yazdı ve bir âlim şöhretini kazandı. İlimle­
rin terakkiyatı için büyük bir gayretle çalışan Melikşah ve sadraza­
mı Nizamülmülk, Hayyam’ı mükemmel bir takvim hazırlamaya
memur ederek maiyetlerine aldılar [miladî : 1074]. Avrupa’da bile
birçok takdir ve hayranlık celbetmiş olan bu takvim Sultan Celaled-
din Melikşah’m ismine nisbetle “Takvîm-i Celâlî” adlandırıldı.6
Ömer Hayyam ve arkadaşları Ebu’l-Muzaffer İsfezârî, Mey-
mûn İbnu’n-Necîb el-Vâsıtî vesaire ile beraber rasad yapmaya me­
mur edildiler. Ömer Hayyam’m bu tedkikata başkanlık etmesi neti­
cesi olarak, yapılan tedkiklerin hülasasını hâvi ve Zîc-i Melikşâhî
ismi verilen cetvelleri vücuda getirdiği anlaşılıyor. Ömer Hayyam
zamanının âdetine uymak, muhtelif vesilelerle astrolojik keşiflerde

5. Bu kitabın ilk tab’ınm bu tab’da da aynen muhafaza edilen mukaddimesine bakın.


6. Coğrafyâ-yı Ebülfidâ (V. Reinaud kalemiyle Arapçadan Fransızcaya tercümesi,
medhal, s. ci).

17
bulunmak, bazı hadisatı gerçekleşmeden önce haber vermek mec-
buriyetindeydi. 1114 senesi ile 1115 senesi arasında hükümdar Mu-
hammed b. Melikşah ava çıkmak için en uygun olan bir günün han­
gi gün olduğunu Ömer Hayyam’dan sordurdu. Ömer Hayyam me­
teoroloji bilgileri7 sayesinde uygun bir gün tayin etmeye muvaffak
oldu. Fakat Nizâmî-i Arûzî Ömer Hayyam’ın astrolojik keşif ve ih­
barlara çok güvendiğini asla görmüyordu.8 Cebir alanında Ömer
Hayyam yeni keşiflerle meşhur oldu9 ve riyaziyata ait yazdıkları
bugün de takdir ve hayranlık mevzu’u olmaktadır. Diğer meseleler­
de de önde gelenlerden olduğu, eski tabirle hâiz-i kasbu’s-sabak ol­
duğu teslim olunmuştu.
Felsefe ile çok meşgul oluyordu. Felsefî fikirleri esas itiba­
rıyla İbni Sina’mn fikirleriydi. Fakat bu nokta hakkında şevahide
sahip değiliz.10 Herhalde kuvvetli ve materyalist bir zekâ olarak
şöhret kazanmıştı. Hâlbuki taraftarları onu Hüccetü’l-Hak Unvanıy­
la tebcil ediyorlardı.11
Arap şiirinde müşkül noktalara tesadüf edildiği vakit Ömer
Hayyam’a müracaat olunurdu.12 Hatta şerh-i karâinde âlimlerin ön­
deri olarak tanınmıştı.13 Doktorluk da yapardı ve bu ilimdeki ma-

7. Çihar Makale, tercüme-i Mr. Browne, JRAS, Teşrîn-i evvel 1899.


8. Sâbıkülarz eser.
9. İbni Haldun, Mukaddime-i Tarih, tercüme-i De Slane (notlar ve fıkralar XXI, say­
fa 137): “Şarkın birinci derecede riyazilerinden birinin 16 nev’in haricinde denk­
lemlerin adedini çoğalttığı ve miktarını yirmiden ziyadeye çıkardığı bütün bu ne­
viler için emin ve geometrik ispatlar üzerine müesses usûl-i haller keşfetmiş oldu­
ğunu öğrendik.” denir. Woepcke’ye nazaran İbni Haldun’un bu veçhile mevzu-i
bahis ettiği riyazi Ömer Hayyam’dır.
10. el-Gazzâlî riyâziyûnu bir raybîler mezhebi ehli olarak zikreder. Ömer Hayyam’ın
bunlardan olduğu zannedilebilir. Ömer Hayyam şu delili ileri sürer: İnsan için en
yakın ve en mühim inceleme konusu bizzat insandır. Yani ben ve sen diyerek da­
ima müracaat ettiği bu asıl “essence”dir. Hâlbuki bu aslın hayatı, zatı (substance)
ve sıfâtı hakkında ne kadar münakaşalar, ne kadar nazar ihtilafları carî ve mevcut­
tur? Kendinize en yakın bir mevzu hakkında mütereddit bulunduğunuz halde sizin
teslim ettiğiniz veçhile size en uzak ve en ulvî olan mevzular hakkında hükümler
verebileceğinize nasıl inanılabilir? (Schmelders-Essai sur les Ecoles philosophiqu-
es chez les Arabes. page : 116)
11. Çihar makale, ci.
12. Firdevsu’t-tevârih.
13. Şehrizûrî.

18
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

hareti o derecede güven verirdi ki çiçek çıkarmış olan genç emir


Sencer, Ömer Hayyam’a tedavi ettirildi.14 Bundan başka hukuk ve
tarih ilimlerinde derin bilgi sahibiydi.15
Ömer Hayyam zamanın ulemasından çoğuyla, ezcümle, bi­
lahare emir Sencer’in veziri olan Abdürrezzak, Reisülkurrâ Ebu’l-
Hasen el-Gazzâlî, meşhur hakîm Ebû Hâmid el-Gazzâlî16 ve şair
Nizâmî-i Arûzî ile dostça münasebetlerini sürdürürdü. Ömer Hay­
yam’ın muasırlarından olup Ömer Hayyam hakkında malumat bı­
rakan yalnız bu sonuncu zattır. Ömer Hayyam’dan daima Hace
İmam Ömer diyerek hürmetle bahseder.
Melikşah’ın 1092’de vefatından sonra gökyüzü rasadlan
durdu. Dahilî mücadeleler, saray isyanları, ayaklanmaları başladı.
Ömer Hayyam eğitim öğretime pek meyilli değildi17 ve hasımlan
her şekilde onu halkın husumetine arz etmeye çalışmaktan geri
kalmıyorlardı.18 Bununla beraber Ömer Hayyam’m türlü mücade­
leler ve karışıklık müddetince ders vermek suretiyle ekmeğini Ni-
şabur’da kazanmış olması ihtimali pek vardır. Cebir kitabında
Ömer Hayyam bizzat şu sözleri yazar: “Şimdi bir küçük bir züm­
reye irca edilmiş ve kederlerinin çokluğuyla mütenasip olarak
adetleri az olan ve talihin bu mihnet ve şiddetleri kendilerini bir
ilim ile ve yalnız bir ilmin araştırmalarıyla meşgul olmaya mec­
bur etmiş bulunan ilim adamlarının çöküşüne şahit olduk. Fakat
zamanımızda âlim geçinen kimselerin ekseri, yalanı hakikatin ye­
rine ikame ediyor, hakikatin simasını değiştiriyorlar. Tafra sat­
mak, hile, ukalalık hududunu geçmiyorlar ve sahip oldukları ilmi
maddî ve hasis maksatlardan başka bir şey için kullanmıyorlar.
Hayatını gerçeği araştırmaya hasretmiş ve doğruluğa yürekten

14. Hasta emirin yanından çıkarken vezir Ömer Hayyam’a sordu: “Hastayı nasıl bul­
dunuz ve ne ilaç tavsiye ettiniz?” Hayyam “Emir son derecede tehlikeli bir vazi­
yettedir.” cevabını verdi. Bir zencî köle Ömer Hayyam’m bu cevabım emire haber
verdi. Emir sağlığına kavuştuktan sonra Hayyam’a kırgın kaldı. Fakat kırgınlığım
fiilî bir husumet halinde göstermedi (Şehrizûrî).
15. Şehrizûrî.
16. Şehrizûrî.
17. Şehrizûrî.
18. Şehrizûrî.

19
bağlanmış olmakla mümtaz bir adama rast geldikleri vakit bu söz­
de ulema övünmeyi ve yalanı bırakmaya, gösteriş ve entrikayı
terk etmeye çalışarak bu mümtaz adamı istihkar ve istihzalarına
konu ediyorlar”.19
Ahmed Hayyât takma adı altında ve Ömer Hayyam’ın ha­
yat ve eserleri hakkında şark kaynaklarında ilgi çekici bazı tedkik-
lerde bulunmuş olan zat 171 numaralı İctihad’da Ömer Hay-
yam’ın romantik hayatına dâir hayli yeni malumat vermiştir. Bu
zata göre, Mehistî ismiyle tanınan Nişaburlu şaire Ömer Hay-
yam’ın maşukası olmuştur. Ömer Hayyam ve Mehistî, Sultan Sen-
cer’in sarayında nedim ve nedime olarak bulunmuşlardır. Ömer
Hayyam’ın hayatı üzerine düşen bu tamamen yeni ışık bazı tered­
dütleri giderecek gibi görünmektedir. Hayyam’m rubaileri içinde
pek âşıkane olanlarının da bulunması, bundan sonra tereddüt ve
hayreti mucip olmayacaktn. Mehistî, Gence’de doğmuş ve Nişa-
bur’da yetişmiş ve Kurretu’l-ayn gibi gönülçelen bir Türk dilberi
fakat bir İran şairesidir. Ömer Hayyam’m romantik hayatı üzerine
açılacak bir görüş alışverişi ne kadar zayıf olursa olsun, herhâlde
bir kıymeti haizdir.

Hâhî zi firak der figan dâr merâ


Hâhî zi visâl şâdmân dâr merâ
Men bâ to negûyem ki çisan dâr merâ
Zansan dil-i to hâst, çonan dâr merâ

mbaisinde “Benim için en büyük saadet ben öldükten sonra beni


hatnlayacağım düşünmemdir. Fakat beni hatnlamak sana hüzün ve
elem verirse, senin tarafından unutulmaya da razıyım.” demiş ölan
büyük Shakespeare’in kalbi çarpmıyor mu?

* * *

19. Woepcke’nin tercümesi, s.3-4; Arapça metin, s.2-3.

20
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Nişabur Sünnîliğin sığmaklarından biriydi. Burada dinî taas­


sup İslam âleminin her şehrinde olduğundan daha ziyade şiddetliy­
di.20 Nişabur şehri genel kargaşanın tesirlerinden masûn kalmadı.
1095 tarihinde bir Horasan emiri şehre, vakıa başarısız hücum etti,
fakat biraz zaman sonra bu din savaşı çıktı. Şafiîlerle Hanefîler bir­
leştiler. Allah’a bir vücud-i İnsanî atfeden ve Abdullah Muhammed
el-Karmatî21 tarafından müesses bir mezhep ehli olan Karâmite
üzerine hücum ettiler. Karâmite mağlup ve mezhepleri yok oldu.22
Muhtemel ki bu esnada doğum yeri olan şehirde kalmayı fazla teh­
likeli bularak Ömer, Sünnîliğini ve itikadının selametini göstermek
üzere mi hacca gitti? Yoksa bir dindarlık nöbetine tutularak mı bu­
nu yaptı? Bunu bilmiyoruz. Bir İranlmm ruhu pek girifttir. Bunun­
la beraber hafiye korkusunun kendisini merdümgüriz kılmış oldu­
ğu sanılır. Bir suretle ki, Bağdat’a varışında kendisini ziyaret etmek
için can atan ilim adamlarına kapısmı kapamış, ziyaretlerini kabul
etmemişti.23
Tahmin olunabilir ki az çok ihtiyarî olan bu sürgün hayatı se­
nelerce devam etmiştir. 1112-1113 tarihinde onu Belh şehrinde bu­
luyoruz. Orada kadim arkadaşı İsfezârî’nin ve genç Nizâmî-i Arû-
zî’nin hazır bulunduğu bir mecliste “Mezarım öyle bir yerde ola­
caktır k i.ağaçlar çiçeklerini üzerine saçacaklardır.” diyerek gele­
cekten haber vermişti. Hayyam gibi bir adamın boş sözler söyleme­
yeceğini bilmekle beraber bu keyfiyet Nizamî’ye imkânsız gibi gö­
rünüyordu.
îki sene sonra Ömer Hayyam Merv’de sadrazam Sadreddin
Ebu’l-Muzaffer’in nezdinde misafir bulunuyordu. Hükümdar av

20. A Year Amongst the Persians yani “İranlIlar Arasında Bir Sene” Unvanlı eserinin
479. sayfasında Prof. Brovvne tarafından zikredilen Nâsır-ı Husrev’in öğrencilerin­
den birinin üstadının tanrıtanımazca şiirlerini okuduğundan dolayı softalar tarafından
nasıl parçalandığı hikâye olunmuştur. Bu rivayet tamamen ve aynen mevsuk olmasa
da, Nişabur sakinlerinin dînî taassup ile meşhur olduğunu kafi derecede gösterir.
21. Kâmûsü’l-a’lâm’m 3616. sayfasında Ş. Sami Bey merhum bu ismi Ebû Ali Haşan
b. Ahmed-i Karmatî şeklinde kaydetmiştir. (A.C.)
22. Defermery’nin “Berkyâruk’un Saltanat Dönemi Hakkında Tedkîkat”ı, 5. seri, II.
cilt, s.235) İbnü’l-Esîr’e nazaran.
23. Târihu’l-hukemâ, tercüme-i Woepcke, s.71; metn-i arabî, s.52.

21
için müsait bir zaman tayin ve evvelden ihbar etmesi için Ömer
Hayyam’ı çağırmıştı.
Ömer Hayyam’ın 1123 yılında vukubulan ölümü aşağıdaki
gibi anlatılmıştır. Bir gün İbni Sina’nın Kitabu’ş-Şifâ’sımn ilahiyat
bahsini mütalaa etmekte olduğu halde altından bir kürdan ile dişle­
rini temizliyordu. “el-Vâhid ve ‘1-kesir” bahsine gelince kürdanı ki­
tabın iki yaprağının arasına koydu. Kalktı; namazını kıldı. Son va­
siyetlerini yaptı. O gün bir şey yemedi, bir şey içmedi ve yatsı na­
mazını kıldıktan sonra “Ey Allah’ım, kapasitem dahilinde seni bil­
dim. Binaenaleyh bana mağfiret et. Hakikaten seni bilmem vesile-
i guffanımdır.” diyerek secdeye vardı; ruhunu teslim etti (Rahme-
tullahi aleyh).24
Vefatından 12 sene sonra Nizamî-i Arûzî Nişabur’da Hîre
mezarlığında Ömer Hayyam’ın kabrini buldu. Bir bahçe duvarının
dibindeydi. Bahçe tarafındaki armut ve zerdali ağaçlarının dallan
duvarın üzerinden aşarak mezarlık tarafında Ömer Hayyam’ın kab­
rinin üstüne sarkıyordu. Bu dallardan Ömer Hayyam’m kabri üstü­
ne o kadar çiçek dökülmüştü ki bu çiçeklerin altında Ömer Hay­
yam’m mezannm toprağı görünmez olmuştu.
Arûzî diyor ki: “O zaman Belh şehrinde kendisinden işitmiş
olduğum sözleri hatırladım ve ağlamaya başladım. Çünkü yeryü­
zünde onun gibi bir insan bulmadım.”25
Âlemşümul olan ilmi ve fikri alakasına rağmen Ömer, velûd
bir müellif değildi. Yazmaya olduğu kadar ders vermeye de meyli
azdı.26 Bununla birlikte çoğu Arapça olarak muhtelif eserler telif
etti. Aşağıdakilere bugün sahibiz:
Mesâil-i cebriye’nin hal ve isbâtı,27
Euclide’in eserindeki bazı müşkülat,28
Rubaiyât.

24. Şehrizûrî.
25. Çihar makale.
26. Şehrizûrî, Tarih-i Elfî.
27. Woepcke tarafından tercüme ve neşrolunmuştur.
28. Leiden kütüphanesinde elyazısı olarak mevcuttur.

22
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Şunlar ise yalnız ismen malumdur:


Zîc-i Melikşâhî,29 Cezr-i murabba ve muka’ablar çıkarmak
için hendelîlerin usullerinin sıhhati,30 Kitâb-i ulûm-i tabiiye,31 el-
Vücûd, el-Kevn ve’t-Teklîf. Bu son iki eser metafiziğe dâirdir.32
Mîzânu’l-hikem (kıymetli taşlarla müzeyyen eşyanın kıymetini, bu
taşları çıkarmaksızın tayin etmek usulü hakkında),33 Levâzimu’l-
emkine (dört mevsimin tarifi ve iklimlerin muhtelif şehir ve mem­
leketlerde değişme sebebi hakkında),34 Eş‘âr-i arabiye.35 Görülüyor
ki yalnız üç kasidesi36 mevcut olan Arapça şiirlerinden başkası ta­
mamen ilmi eserlerdir.
Ömer meslekten şair değildi ve vatandaşları tarafından
böyle bir şair olarak hiçbir zaman tanınmamıştır. Biyografi kitap­
larında daima astronomlar yani felekiyat mütehassısları, münec­
cimler arasında zikrolunmuştur ve tercüme-i hali arasına bazen
tesadüf olaraktır ki şiir yazmaktaki kolaylığına dâir bir fıkra so­
kulmuştur.

29. Hacı Halife, Flügel’in tab’ı, M/570.


30. Ömer Hayyam’m bu eseri Woepcke tarafından tercüme ve tab’olunan cebir kita­
bının 3. ve metn-i arabîsinin 9. sayfasında bizzat Ömer Hayyam tarafından zikro­
lunmuştur.
31. Şehrizûrî.
32. Şehrizûrî.
33. Târih-i Elfî.
34. Târih-i Elfî.
35. Şehrizûrî; İbnu’l-Kıftî.
36. Bu kasidelerin biri İbnu’l-Kıftî tarafından zikredilmiştir. Woepcke, s.VI; metn-i
arabî, s.52. Diğer üçü Şehrizûrî’nin NuzhetuT-ervâh’ının elyazısında bulunur. Bu
elyazısı M. Ross tarafından kullanılmıştır. Hâlbuki Shukowski’nin istifade ettiği
Farsça tercümesi iki Farsça rubaiyi içerir. Bu rubailer Whienfiel.d’in, karşılarında
İngilizce manzum tercümeleri bulunan rubaiyat kitabının 193. ve 230. rubaileridir.
Bunlardan biri “Gûyendbe haşr goftigû hâhed bûd”,diğeri “Ez vâki’e ’î torâ haber
hâhem kerd” mısralanyla başlayan rubaidir.
Bunlardan başka zamanının ulemasıyla Hayyam’m teâtı ettiği mektuplardan mü­
teşekkil bir risale merhum Halis Efendi tarafından elde edilmiştir. Hayyam ile ala­
kamı bilen merhum bunu bana heyecanla haber vermişti. İstinsahına memur etti­
ğim genç o günlerde hastalanmış ve Ortaköy’e giderek bu işi görememişti. Biraz
sonra Halis Efendi, kütüphanesini Maarif Nezaretine satmış ve o günlerde vefat et­
mişti. Bu elyazısı mecmua satdan kitaplar arasında bulunmak gerektir. Her tarafta
Ömer Hayyam’m mektuplarının teşkil ettiği bu mecmuayı aramaya devam ve bir-
gün ulaşacağımı ümit ediyorum. (A.C.)

23
Arapça şiirleri var, fakat bunlardan bize ulaşanlar azdır. Şun­
lar Hüseyin Dâniş Han ve Rıza Tevfik Bey’in “Rubâiyât-ı Ömer
Hayyam”ma dercedilmiştir:
Sebektu’l-âlimîne ile’l-M e’âlî

Tercümesi:
Doğru düşünüş ve yüksek himmetim delaletiyle M a’âlî’ye
vusul emrinde ulemayı geçtim. Dalaletin karanlık gecelerinde be­
nim hikmetimin hakikat nuru parladı. Muannidler o nuru söndür­
meyi istiyorlar. Hâlbuki Allah onu itmâma sâ’îdir.37

El’aklu ya’cibu fî tasarrufihi


Mimmen ale’l-eyyâm yettekil
Fenevâluha ke’r-rîh munkalib
Ve na’îmuhâ ke’z-zıll muntakil

Tercümesi:
Zamaneye güvenen kimseye akıl şaşar. Zamanenin ihsanı
rüzgâr gibi her saat değişmeye maruzdur ve nimeti gölge gibi geçi­
cidir.
El-Kıftî’nin AhbâruT-ulemâ bi AhyâriT-ulemâ adlı eserinde
Hayyam’m Arapça şiirlerinden şu parça yazılıdır ve yukarıda belir­
tilen “Rubâiyat-ı Hayyam” tercümesi başmda mezkurdur:
İzâ razaytu nefsî bimeysur bulga

Tercümesi:
Keffâf-i nefse yani ihtiyacatımı hadd-i asgarîsine indirmeye
razı olunca bunu bana el emeğim temin eder.

37. Bu son beyit Muallim Naci merhumun şu beytini hatırlatıyor:


Söner mi söndü demekle o nûr-i nâmütenâhî
Nefesle kabil-i itfa mıdır çerağ-ı İlâhî?

24
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Ben hadiselerin değişmeleriyle mahzun ve müteessir olmak­


tan masûnum, ey zamanım. Beni sen ister tebşir et, istersen tehdit
et. İster mübeşşir ol, ister münzir ol. Devriyle bütün saadetleri
uğursuzluğa iade eden feleklerin hükmü değil mi? Ey nefsim, sab­
ret. Feleklerin de temellerinin çöktüğünü ve zerrelerinin baş aşağı
olduğunu göreceksin.
Güneşin ve ayın fevkinde yerlerim vardır ve Fırkadeyn yıl­
dızlarının fevkinde yükseliş yerim bulunur. Sen dünyana yaklaştık­
ça dünya senden uzaklaşır. Ne tuhaftır ki yakın göründüğü vakit
uzaktır. Hayatın mahsulü ölüm olduktan sonra oturanın ve uğraşa­
nın akibet halleri eşittir.

* * *

Şu iki parça Arapça şiiri de Şehrizûrî’nin Nuzhetu’l-ervâh


ve ravzatu’l-efrâh adlı kitabında mazbuttur:
Tedeyyen lî’d-dunyâ beli’s-seb’a’a-ulâ

Receytu dehren tavîlen fî iltimâs....


Tercümeleri:
Tab’ım cûş u hurûşa gelince dünya yedi kat gök ve hatta arş-
ı a’zam bana boyun eğer.38 Sırf iffet saikasıyla, açık, kapalı fuhuş­
tan münezzehim. Yaradanı tahkik ve takdis, bu ruhani orucun ifta­
rıdır. Birçok fırkalar doğru yoldan çıktıktan sonra, Hakk’ın damla
damla gelen nurlu feyzi sayesinde tekrar Hak yoluna döndüler. Be­
nim doğru yolum körlük vadisi üzerine köprüler gibi atılmıştır.
Kendisini hain zannettiğim zamanda bile benim dostluğuma
riayet edecek bir kardeşi uzun müddet aradım durdum. Nice kimse­
lerle, kardeş olmayarak, ülfet ve kendileriyle kardeşlik ettim. Nice

38. Bâde der cûşiş esîr-i cûş-i mâst


Çerh der gerdiş esîr-i hûş-i mâst
(Şarap kaynamada bizim coşup kaynamamıza esir düşmüş, felek dönerken bizim
aklımıza tutsak olmuştur.)

25
defalar kardeşleri kardeşlerle bedel tutarız. Vaktaki aradığım bulun­
maz, nâdirül-vücud bir şey olduğu anlaşıldı, o zaman kendi kendi­
me dedim ki Allah aşkına, yaşadıkça insan ile ülfet etme!

* * *

Dikkate şayandır ki Ömer Hayyam Arapça terennüm ederken


artık üstad Ömer Hayyam değildir. Ancak Ebu’l-alâ el-Ma’arrî’nin
kuvvetli bir öğrencisidir. Hiç şüphe etmeyiz ki M a’arratu’n-
nu’man’m Milton’undan, Londra’nm Milton’undan hiç de daha az
büyük olmayan bu pek basiretli a’mâ şairden Ömer Hayyam geniş
ölçüde ilham almıştır. Fakat bunun sesi ne kadar daha gür ve daha
vakurdur? Evet, Ebu’l-alâ el-Ma’arrî, Ömer Hayyam’ın müjdecisi
olmuştur. el-Ma’arrî’nin lisan ve beyanındaki saltanat ve ihtişam
başka bir saltanat ve ihtişamdır. Nazımlarında bir gök gürlemesi ve
bir şimşek çakması heybet ve azameti vardır. Mesela şu kıtaya bakın:
Ve nahnu vallahu....

Tercümesi:
Vallahi biz öyle berbat bir zamandayız ki rüyada görseydik,
korkuyla uyanırdık. Kötü hallerden insanlar öyle fena bir vaziyet­
tedirler ki ölenleri tebrik edilmeye müstahak oldu.
“Sakta’z-zend” ünvanlı divanında “ve kâle min bâbi’l-fahr”
başlığı altodaki şu muhteşem manzûme de unutulmaz ve ölmez sa­
nat ve deha eserlerindendir:
İllâ fi sebîli’l-mecd mâ ene fâil...
İşte bu fahriyenin meâli:

Biliniz ki mecd ve şeref yolunda benim yaptıklarım, iffet, ik­


dam, hazm ve ihsandır. Cihanın sırlarını bildiğim halde, indimde
gammazm kabul yüzü görmesi yahut dilencinin reddolunması
mümkün müdür? Benim en küçük i ’râzım sana buğzetmek, en ko-

26
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

lay terk ve feragatim seni bırakıp gitmektir. Birtakım adamların ya­


nında günahlarım sayılır durur. Hâlbuki benim erdemlerden, yüce­
liklerden başka günahım yoktur. Aramızda muhalif rüzgâr estiği
vakit en ehemmiyetsiz şey çekiştiricilerin söyledikleridir. Zamana
ve ehl-i zamana her ne vakit baskm çıksam, insanlar için intikam
hırslarına maruz olarak ricat eder gibiyim. Benim namım şanım
beldelere yayıldı. İnsanlar için güneşi gizlemek istemekte ne fayda
vardır? Onun nuru bellidir. Benim gönlümde olan bazı şeylere ge­
celer tahammül etmez. Benim hâmil olduğum bazı şeylerin altında
Razavî Dağı ezilir. Vakıa ben son zamanda geldim. Fakat evvel ge­
lenlerin yapmaya kadir olmadıklarını yaparım. Sabah karşıma yalın
kılıç halinde çıkacak da olsa, ben sabaha doğru yoluma devam ede­
rim. Karanlık, ordular da olsa, yine ben gecelemeden kalmam. Ben
dizgini bırakılmayan bir atım. Ve pas içinde bırakılmış ve Yemen
çeliğinden mamul kılıcım. Eğer insanın elbisesinde insan için bir
şeref varsa, kılıca ne lüzum var? Kını ve askısı kafi.39 Benim öyle
bir konuşma gücüm vardır ki makamım “Semmâk-i râmih” ve
“Semmâk-i a’zel” yıldızlan arasında olsa, konuşma kudretim bu
makamın son menzilim olmasına razı olmaz. İnsanların arasında
cehaletin yaygın olduğunu görünce ben de cahil göründüm. Ben de
cahil zannolundum. Ne tuhaf ki nice eksik olanlar üstünlük iddia
ediyor ve yazık ki nice fâzıllar eksiklik gösteriyor. Firkadeyn yıl­
dızlarına kement atıldı. Kuşlar yuvalannda nasıl rahat uyusunlar?
Bu günüme, benimle müşerref bulunduğu için dünkü günüm gıpta
eder ve seherlerim ikindi vakitlerime haset eder. Benim bilgim za­

39. Bir şair-i İranı


Merdî ki hîç cârae nedâred be ittifak
Bihter zi câme-î ki der û hîç merd nîst
der ki “Üzerinde hiç giysi bulunmayan bir insan, içinde hiç insan bulunmayan giy­
siden daha iyidir.”

Şeyh Sadî’nin şu beyti de aym müeddâdadır:

Anrâ ki akl o dâniş o tedbîr o rây nîst


Hoş goft perdedâr ki kes der serây nîst
Mânâsı şudur: Aklı, bilgisi, tedbiri, re’yi olmayan kimse hakkında perde çavuşu
‘Sarayda kimse yok’ sözünü ne güzel söylemiştir!”

27
mana ve idaresine şâmildir. Zaman kime hücum ederse etsin, aldır­
mam. Kol kemiğim kırılsa omuzum teessüf etmez. Kol kemiğim öl­
se parmaklarım ağlamaz.
Pintiliğiyle tanınan “mâder” sehâsıyla meşhur olan Tâ’î ’yi
cimrilik ve pintilikle tavsif edince ahmaklığıyla meşhur Bakıl, feta-
netiyle meşhur Kasâ’yı acizlikle tahkirde bulununca, Süha yıldızı
güneşe ‘Sen gizlisin ve gece, ey sabah senin rengin donuktur’ de­
yince çakıllar ve taşlar yıldızlara kurum satınca, ey ölüm, gel, ha­
yat zemîmedir. Ey nefis, doğru söylüyorum. Senin hayatın gece ya-
nsındadır. Ben giderim, gece kendisine teessüf ederek ağlar. Yıldız
gurûba mayii bir halde bulunur. Rüzgâr gibi bir atla, altm bedenli,
gümüş halhallı, Sabâ rüzgârı gibi hızlı giden bir atla (ilham atıyla)
giderim. Sanki bâd-ı sabâ dizginini benim elime vermiş, eyerimin
üstünde, kâh eşkin yürüyüşle götürür kâh bir gediğe, bir taşa bas­
madan uçurur.
Elimde iki gece var. Birinin ortası yıldızlarla süslü; diğeri
yıldızsız. Simsiyah. Sanki onun karanlığı bir hicrandır ki sabahı bir
vuslatın vadeleşme yeridir. Fecir aydınlığı da bir muhabbet nazıdır.
Berikiyle bir deniz geçtim ki dalgalan çalkanıyor. Şafaktan başka
bir sahili de yok. Her korkunç yerin ortasında korkumu gideren bir
gece yolculuğuna ahitli bir arkadaştır ki şemâili asla bir kararda
kalmaz. Başının ta tepesi ağarmış ve zor kımıldayacak bir surette
bağlanmış olgun bir zenci gibidir. Sanki Süreyya sabahtan kork­
muş, topallamış, sendeleyip duruyor. Sen saadet mazharı olduğun
vakit bütün kabileler sana hiddetli hiddetli göz ucuyla baksalar bi­
le ehemmiyet vermezsin ve saadet kahramanlannın omuzlarındaki
mızraklar seni korur. Kınlarındaki kılıçlar sana heybet verir. Düş­
manlar sana oklarını çevirecek olsalar bile o oklar gerisin geriye
döner, kendilerini deler. Devenin somunları, atın tırnakları musibet­
lerinden salim kalır. Bütün felaketler tepelerine, omuzlarına yükle­
nir. Nitekim mızrakların geri tarafları salim kalır da uçları zırhlı gö­
ğüslere saplanır. Binaenaleyh sen izzet istersen mutedil ve orta öl­
çüde bir izzet iste. Çünkü her uzanan, nihayete gelince kısalır. Be­
dirler hilal iken noksandan mahfuz bulunur. Hâlbuki kemale erince
eksilmeye başlar.

28
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

* * *

Merhum dostum Corci Zeydan Efendi’nin 1 Kânûn-i sânî


1907 tarihli ve 95 numaralı el-Hilâl gazetesinde Ebu’l-alâ el-
M a’arrî’ye tahsis edilmiş makalede mezkur şu M a’arrî manzumesi
Hayyam’ın ilhamlanna tekaddüm etmiş ve belki hayyamâne tefek­
kürlere meşk olmuştur:
Acibtu likisrâ ve işyâ’uh....

Tercümesi şudur:
Şaşarım Kisrâya ve ümmetleri olan Mecûsilere! Şaşarım sı­
ğır sidiğiyle yüzlerini yıkamalarına! Şaşarım Yahudilere ki kan akı­
tılmasını ve yanık et kokusunu seven bir Allah’a itikad ederler! Şa­
şarım Hıristiyanlara ki işkence altına alınmış ve diri diri asılmış ve
imdadına gelen olmamış bir hüdaya inanırlar! Şaşarım Müslüman-
lara ki çakıl taşı atmak (şeytan taşlamak) ve bir kaya parçasını (Ha-
cer-i Esved’i) öpmek için uzak memleketlerden gelirler! Bunlar ne
acep, ne saçma itikadlardır! Hakikati görmek hususunda bütün in­
sanlar âmâ mıdırlar?40
El-Luzûmiyât yahut Luzûmu mâ yelzem ünvanlı muazzam
şiir mecmuasmdan şu manzûmeyi de okuyalım:
Ûlu’l-fazl fî evtânihim gurebâ...

Tercümesi:
Fazilet ve kemal sahipleri kendi vatanlarında gariptirler.41
Onlar yalnız kalır ve akrabaları onlardan uzaklaşır. Safa elde etmek

40. Târih-i İslâmiyet Unvanlı tercüme eserimizin ikinci cildinin 443. sayfasmda başla­
yan bahsi de okuyun.
41. Nûr-i dîde ile gençliğimizin şu nağmesini de okuyun:
Çöllerde hatîb olduk.
Vatanda garîb olduk.
El bizi hasta etti.
Biz ele tabîb olduk. (A. Cevdet)

29
için bir bardak kırmızı şarap içmemişlerdir. İffet ve namus ehli ka­
dınlan esir etmemişlerdir.
Uluvv-i cenabı, kendi kendisine hürmeti bulunan bir kimse­
nin sadaka olarak verilen sefil bir gıda ile iktifaya mecbur olması
hayatm zillet ve ayıbı değil midir?42
Gençlik ateşi söndükten sonra neşatım zehirlendi. Şimdiden
sonra isterlerse çadmmı yıldızlann arasına kursunlar (ne fayda?).
Ey gençlik! Bana bezlettiğin aşk ve muhabbet için eğer bu
hareketim senin seyrini durdurabilseydi, senin her arzuna uyardım.
On beş yaşını geçtikten sonra artık mesut çocukluk yoktur. Kırk ya­
şını geçtikten sonra aşk ve muhabbet tesellisi artık kapanmıştır. Ri­
ca ederim, giysi olarak, köylülerin abasına razı olma. Zira sükut ve
sükun köşesine çekilerek dokumuş olduğun kumaşı görünce, seni
ahmaklıkla suçlarlar.43
Bu yerküre üzerinde ağaçlar ve bitkiler ile örtülü mahaller
vardır. Bu ağaçların ve bitkilerin içinde “Alendî” ağacı gibi parlak
alevlerle yananlar bulunduğu halde “Kebâ” ağacı gibi yalnız du­
man neşrederek sönüp bitenler de vardır.
Üreme ipi benimle Hazreti Âdem arasında bir rabıta tesis et­
ti. Fakat ben erkekliğimi dişilikle birleştirmedim. (İzdivaçtan da­
ima kaçındım.)
Hâlid esnediği vakit sirayet güdüsüyle Amr da esnedi. Fakat
esnemek bana geçmedi. Halk hakkında edindiğim fikir halka el
koymaktan beni tamamen fariğ kıldı. Pek iyi biliyorum: Âlemler
(mükevvinat) bir toz zerresidir.

42. Şeyh Sadî


Dervîş-i nîksîret o ferhonderây râ
Nân-i ribât o lokme-i deryûze gû mebâş
[İyi huylu ve güzel düşünceli yoksulun tekke ekmeği ile dilenilmiş bir lokması var­
sın olmasın!]
43. Bu bir telmihtir:
Tarz-ı selefe takdîm ile
Bir başka lügat tekellüm eyle
demek istiyor. Galib Dede metafizik âlemden böyle bir ses işitmişti. Müteakip be­
yit bunu biraz tenvir eder.

30
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Ölen bir kimse kuru sazlar yanığının ateşini alevlendirdikten


sonra artık hayata nasıl geri dönebilir?44
Talihin istibdadı tecelli edince Bağırtlak Kuşu uçmak için
kanadını kımıldatmadı ve melahat ve ismetle mümtaz güzel kızlar
izdivaç talibi bulmadı. Razavî Dağı askerin hücumuna uğradı ve al­
dırmadı. Küba da düzenli ordunun bayraklarıyla sarıldı. Baba oğul­
larına karşı canidir. İsterse bunlar memleketlere hükmeden valiler
olsunlar. Oğulların ne kadar necîb olursa, onlardan uzaklaşman ve
onların sana kinleri o nispette artar. Zira görülür ki bir baba kendi­
lerini akıl sahiplerinin çözmekten aciz kaldıkları sağlam bir bend
içine atmıştır. Her millette insanları yalana davet eden bir edipler
topluluğu vardır. Dağların sapa yollarında ve tepe uçlarında bizi
öyle ölümler takip eder ki onların yine kendi cinslerinden birtakım
nakibleri yani sunucuları vardır. Açlık tesiriyle cüretleri artan ars-
lanlar kılıç ağzından korktukları vakit ceylanlar kılıcın hükümleri­
ne nasıl karşı koyabilir? Onlardan nasıl korkmazlar?

* * *

Devletşah’m kitabı gibi şairlere mahsus biyografi kitapları


Ömer Hayyam’ı ancak yeri gelmişken zikrederler. Bunun başlıca se­
bebi şudur: Ömer Hayyam bir şiir divanı tertip etmemiştir. Divan ter­
tibi ise hakikî şair tanınmak isteyen için âdeta mecbur idi. Zaman za­
man zihnine bir fikir geldikçe bir rubai yazar, yahut irticalen söyler­
di. Bu rubaileri bizzat toplamış mıdır yahut vefatından sonra dostları
mı toplamıştır? Buraları bizce malum değildir, kanlıların Ömer Hay-
yam’dan ihtiyatla bahsetmelerinin bir sebebini de, kendilerine has
olup “ketman” dedikleri mümeyyiz vasıflarında buluyorum. Bu key­
fiyet Conte de Gobineau tarafından pek güzel tasvir olunmuştur.45
Ketman kanlıların felsefi görüşlerinde ve dini hayatlarında
büyük bk rol oynayan mazbut ve mürettep (sistematique) b k nevi
muvâza’a (simulation)dır. Ca’lî bk vaziyettk. Hasmmm hoşuna gi­

44. Hayyam ise “Dağılan lale bir daha açmaz” diyor.


45. Les religions et le philosophes de l ’Asie centrale (Paris,1865), page:15.

31
decek olan her “âmentü” okunur. En ziyade boş ve saçma olduğu­
na kani bulunulan âyinler icrâ olunur. Bizzat kendi kitapları kendi­
leri tarafından tahrif olunur. Bütün iğfal vasıtaları kullanılır. Nefsi­
nin ve akrabasının selametini temin etmek ve muhterem bir imanı,
imansızların (yani böyle yüksek bir iman ve içtihadı kabul edip an­
layacak bir akıl ve izan mertebesinde bulunmayan nâpuhtelerin, ha-
mervahlann) mekruh temasına arz etmemiş bulunmak, kısacası, bu
imansızı aldatarak, dalaletinde kendisini teyid ve rûhânî rezilliği ve
sefilliği içinde terk etmek memnuniyet ve zaferi bu suretle kazanı­
lır. Asyâî felsefenin bütün devirlerinin ve mezheplerinin bildiği ve
icra ettiği ve “ketman” denilen şey işte budur.
Kendiliğinden anlaşılır ki ketman hem hür düşüncelilerin hem
mezhepperestlerin iltica yeridir. İranlılar kuşkuculuklarının ve itikat­
sızlıklarının meydana çıkmasını sevmezler. Mutasavvıfların ruhuna
hâkim olanın da az çok bu zihinsel durum olduğu kanaatindeyim.
Ömer Hayyam’ın;

Reftîm o zi mâ zemâne âşofte bemand


Bâ anki zi sad goher yekî softe bemand
Efsûs ki sed hezâr m a’nî-yi dakîk
Ez bî hiredî-yi halk nâgofte bemand

rubaisinde bu dert pek sarihtir. “Heyhat ki halkın kafasızlığı yüzün­


den binlerce dakik mânâlar söylenememiş olarak kaldı!” diyor.
Arap zekileri de Arap ahmaklarından yalanarak “Yedîku sadrî velâ
yentalik lisânı” demezler mi? “Ağzımda bin türlü söz var, fakat du­
daklarımda telaffuz cüreti yok,” demek olan “Hezâr güne sohen der
dehân o leb hâmûş,” mısraı da aynı şikâyettedir.
Zavallı büyük Örfî;
Mâ zebân-i şikve ber sorme hâbânîde’îm
Ey sipihr-i bîmuruvvet der cefâ merdâne bâş46
dediği vakit bütün şikâyetlerini bir defada eda etmiştir.

32
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Ömer Hayyam’a kayd-ı ihtiyatsız, itikatsız bir materyalist


sıfatı verilmese de Ömer Hayyam kafiyen itikatsız ve materyalist
tanınmıştı ve şiirlerinin gerek mevzularının gerek klasik şeklinin
hoşa gittiğini itirafa cesaret olunmuyordu. Manidar bir gerçektir ki
büyük klasik şairler Attar, Celâleddin-i Rûmî, Sadî, Hafız müstes­
na olarak hiçbir lirik şair yoktur ki eseri Ömer Hayyam’ın eseri ka­
dar sık sık tekrar tab’olunsun. Zaten mutasavvıfın XIII. asırdan be­
ri Rubâiyât-ı Ömer Hayyam’ı kendi görüşlerine göre tefsir etmeye
çalışmışlarsa da Nişaburlu bilgeyi kötü şöhretinden kurtaramamış-
lardır. Bu keyfiyet ise, bu tebcil teşebbüsünün de bir maske olduğu
hakkında bir şüphe uyandırmıştır.
“İbrîk-i mey-i merâ şikestî rabbî” vb. rubaisine ilişkin olan
ve ekseriya tekrar edilen hikâye de Ömer Hayyam’ı bir mutasavvıf
olarak göstermeye, yukarıda açıklanan “ketman” zihniyeti sebebiy­
le kâfi değildir.

* * *

De Gobineau’nun bu sayfası son derecede dikkate değer.


Ömer Hayyam’m ictihad ve itikad tarzı hakkındaki asırlar görmüş
görkemin mahiyetini ortaya koyuyor. Gerek çihar makale sahibinin
gerekse Hayyam’ın biyografisine dâir diğer yazı yazanların da ay­
nı zihniyetin etkisi altında kaldıkları istidlal olunabilir.
Hayyam’ın ruhuna en iyi bakmış görünen Mirza Muham-
med-i Kazvînî’yi dinleyelim: “Ömer Hayyam’m metîn ve şüphe­
den arınmış rubailerinde tespit etmiş olduğu fikirler o kadar saf
ve berraktır ki bunların içine karışan yabancı unsurlar bunlarla
asla imtizaç etmezler ve leke gibi bu fikirlerin üstünde kalır ve
görünürler. Çünkü Ömer Hayyam olanca ruh temizliği ile hem
imana hem kuşkuya karşı kayıtsızdır. Onun kanaatine göre ne 46

46. “Biz şekvâ dilini sürmeye bandık. Ey mürüvvetsiz felek! Cefa etmekte insaflı dav­
ran.” demektir. Sürmeye banmak tabirine gelince, kadim bir itikada göre papağa­
nın dili sürmeye banılınca artık söylemez olurmuş. Örfî “Benim lisanım artık şikâ­
yet kelimesi için ebediyen lâl olmuştur.” demek istemiştir. (A. Cevdet)

33
tedkik, ne muhakeme, ne şuur bizlere tam bir şey öğretmez. Ev­
ren bulmacasım ister din ister ilim ile çözmeye uğraşanların her
ikisi de aynı derecede acizdir. O der ki; hiçbir hakikati hakkıyla
idrak edemeyiz ve toprağm ötesinde ne bir mesutluk vardır ne de
bir ceza. Hayatımızın iki sının demek olan iki yokluk arasında
geçen ömür kısa bir teneffüs zamanıdır ki ondan muvakkaten ol­
sun istifadeye koşmalıyız. Onun itikadmca şarap, gençlere ve gü­
zellere âşık olmak, şahnişinlere düşen mehtap, kırlan ve bağlan
ihtizaza getiren Irak neyi, seher yeli, yeni açmış güller, bir rüya­
da gibi gelip geçen ömür günleri yegâne hakikati işte bunlardır.
Benî İsrail’in Esfâr’ından sonra Hayyam bizlere bir kere daha,
“Her şey boş ve fanidir. Öyleyse hemen zevkimize bakalım ki ha­
yatın gayesi budur.” der.47
Açık, kapalı bütün bu işaretlerden ve Hayyam’m malı oldu­
ğunda asla şüphe olmayan rubailerin ruhundan elde ettiğim kanaat
şudur ki Ömer Hayyam, bilgin dostumuz Mirza Hüseyin Dâniş
Han’ın bu baskıda da muhafaza ettiğim takrizinde söylediği gibi
tam mânâsıyla bir “niçerî” yani natüralisttir. Arada sırada “rabbî”
demesi ise ketman zihniyeti sebebiyledir. “An kovm ki seccâdepe-
restend, herend.” diyen bir adam başka türlü olamaz. “Yâreb, to gi-
lem sirişte’î, men çi konem?” demesi, kabul ettiği rabbin, âyidlerin-
ce ne kadar mantıksız bir mabud olduğunu göstermek maksadıyla­
dır. Şarap sürahisini rüzgâr devirdiği vakit söylediği rubaiyi de Al­
lah’a “Sarhoş musun? Şarabı ben içiyorum. Sarhoşluk, bedmestlik
eden sensin,” denilebildiğini göstermek veya bunu demekle içini
arındırmak için yazmış veya söylemiştir kanaatindeyim.48 Bir İran-
lı, De Gobineau’nun isabetli fikrince, şimdi benim yerimde olsaydı
“kanaatindeyim” diyerek kesip atmaz, her ihtimale karşı “kanaatin­
deyim” kelimesinin akabinde bir de “Allahu a’lem bissevab”ı ya­
pıştırırdı.

47. Köprülüzade Fuat Bey’in 1, 2 ve 5 Eylül 1922 tarihli İkdam gazetesinde yayımlan­
mış ve “Rübâiyât-ı Ömer Hayyam” başlıklı üç makalesinin üçüncüsünden.
48. Böyle bir rubai asla Hayyam’a ait olamaz. Hayyam T ann’ya ve bütün yaratılmış­
lara karşı saygısızlık etmeyen bir yaratılıştadır. Saldırganlık, edepsizlik, saygısız­
lık Hayyam’ın varlığa bakış anlayışıyla uyuşmaz. [M. Kanar]

34
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Hakikî hürriyetin bulunmadığı yerde insanlar ve herhâlde


zayıf insanlar şeffaf ve doğrucu olmaktan tabiatıyla ve zorunlu ola­
rak men’ ve riyakârlığa, yalancılığa sevk olunurlar.
Rubaiyât-ı Ömer Hayyam’m Fransız mösyö Ch. Grolleau ta­
rafından neşredilen tercümesi münasebetiyle yirmi sene evvel bir
Fransız eleştirmen şu pek güzel satırları yazmıştı:
Nice asırlar evvel “gece”nin ve “ölüm”ün, “aşk”ın ortak te­
siri altında bir sam haline düşen Hallucine prensine (yani Prens
Hamlet’e) Shakespeare’in, bu büyük İngilizin nefhedebilmiş oldu­
ğu mhun kardeşi olan bir ruh (yani Ömer Hayyam). Hayal kırıklı­
ğına uğrayan yüreklere, hayatın döktüğü acılıkları binlerce meşhur
manzûmelerden daha ziyade beliğ ve daha ziyade vakûr rubailer
halinde yoğunlaştırarak ifade edebilmiştir.
Soğukkanlı Goethe’nin müstehzi tebessümlerin boğduğu şa­
hikalardan müteşekkil Divan’ı, Hanri Heine’nin büyük elemlerden
yapılmış küçük şarkıları, Leopardi’nin manzûmelerindeki feci
ümitsizlik, Çinli Li-taipe’nin matemi nakaratı Rubâiyat’ın derinli­
ğine varmamıştır ve bu rubailer okunurken hissedilen heyecanın
yerine hiçbir şey geçemez. Gizli konuşulduğunu işitmekten ileri
gelen bir nevi korku bu heyecana karışır. Aşağı yukarı bin sene ev­
vel susmuş olan bu İranlInın bizim kelimelerimize pek benzer keli­
melerle kulağa bir şeyler söylediğini, bir şeyler fısıldadığını işit­
mek dehşeti bu heyecana can olur.

* * *

Hayyam’ın 158 rubaisini nefis bir nesir ile tercüme eden bu


müsteşrik Grolleau ise eserinin mukaddimesinde bizzat şu mütala­
aları serdetmektedir:
Ömer Hayyam Hamlet’in bir kardeşidir. Ömer Hayyam’ın
iradeti dahi yararsız olduğunu kendisine zekâsının gösterdiği bir
ameli emrediyor. Bu iki kutup arasında, kendisini çarmıha gerilmiş
gibi hissediyor. Mutlak umutsuzluk şiddetinin tesiriyle sakinleşen
teselli kabul etmez umutsuzluk, hicivli coşkuların derinliklerinde

35
toplanan tasvir edilemez iğrenmeyi “gülüş”ün faciavî kudreti altın­
da keskinleşir. Bu dünyadan başka bir dünya yok. Binaenaleyh bu
dünyadan mümkün olduğu kadar yararlanmak, yaşamak ve mestlik
ile hayatı on misli artırmak gerekir. “Mey nûş ki omrhât mîbâyed
hoft.” der.
Birbirine benzemeyen iki zihniyet, matematikçi ve şair zih­
niyetleri aynı mevcutta birleştiği vakit ürettiği melankoliye hiçbir
şey denk olamaz. Meydana gelen şiddetli ebedî ayrılık derdidir.
İlim onu umutsuzluktan kurtarmadı.
Ömer Hayyam da Lucrece gibi insanlık kervanının sürüklen­
diği yolda fazla ileri gitmiş, insanlık kervanından pek uzaklaşmış
olduğundan Lucrece gibi o da bazı kimselerin korkularını teskin,
bazı kimselerin de ihtiraslarını tatmin etmek için kurulmuş olan bü­
tün korkuluk (simulacre)ları bırakmıştı. Karanlıkların eşiğinde, sır­
rı gizleyen perdenin önünde kendisini yalnız buldu.
Sim hafife alan Lucrece, kendisine ruhunu tatmin eden bir
sistem yapmış idi. Hâlbuki Ömer Hayyam elleri boş döndü.
Körü körüne kabul edilen naslar aciz yahut mahdut zekâla­
rın tembellik yahut korkaklık eseri olarak, kanaatleri gibi telakki et­
tikleri faraziye, hep bunlar onun arkadaşlarına isyan hissi veriyor­
du ve bunların ekserisi, mutasavvıfların aralık ettikleri kapıdan
“gayri meşhud [invisible] âleme” firar ediyorlardı.
Heyhat, Ömer Hayyam orada ekseriya onların teşne müfek­
kirelerinin tecessüm ettirdiği karanlıklardan başka bir şey bulmu­
yordu.
Binaenaleyh Hayyam yalandan usanmış zekâların tepkisini
kendinde topluyor ve temsil ediyordu.
Izdırabm ve ölümün gerçekliğini aynı derecede hissediyor­
du.
Melankolik nağmelerini, muhabbet tebessümüyle hemen hiç
de taravetlendirmiyordu. Kalbi eski Doğu üzerinde hakikî bir nur­
dur; bir çıplak kalptir. Ve çıplak bir kalp kadar açık bir yürek kadar
hiçbir şey samedanî değildir!

36
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Etrafındaki âteşin çekişme bu zekânın zenginliğini gösterir.


Mahir ellerinde bütün bir filon49 olduğu halde geri dönmekle iftihar
edebilecek madenci yoksa da hafretmiş olanların cümlesi bu zekâ
madeninden biraz altın tozu getiriyorlar ve bu bazı ruhları zengin
etmeye kâfi geliyor.

* * *

Ömer Hayyam, Haşan Sabbah ve Nizâmülmülk’ün mektep


arkadaşlıklarına dâir olarak, Hayyam’m klasik biyografilerinde da­
ima zikredilen hikâye ve maceranın mevsukiyetini son zamanlarda
yapılan araştırmalar çok sarsmıştır. Fakat Nuruosmaniye Kütüpha­
nesinde mevcut ve bundan yedi yüz altmış sene evvel yazılmış
Farsça ve .gayri matbu bir kitap, bu şüphe üzerine yeni bir nur sevk
etmektedir. Kütüphanenin katalogunda 3103 numara ile mukayyed
“Cihanguşâ fi’t-târih” adlı bu kitabın müellifi meşhur ve Tarih-i Ci-
hanguşâ sahibi Alaaddin Cuveynî’nin yakın akrabasından olduğu
anlaşılan Muhammed Bahaeddin Cuveynî’dir.
Güzel ve okunaklı talik hat ile ipek kâğıt üzerine yazılmış
olan bu nüsha Sultan Üçüncü Osman tarafından vakfedilmiştir ve
üzerinde vakfının imzası vardır. Kitabın sondan yirmi sayfasını iş­
gal eden bölümün başlığı “Zikr-i Hasan-ı Sabbah ve tecdîd-i û da-
vet-i melâhide ki anrâ davet-i cedide hânend” dir ve tamamen Ha­
şan Sabbah’ın ahfâd ve müridleri vasıtasıyla 171 sene saltanat sür­
mesini temin etmiş olan ve Hülagu tarafından zaptı, Doğu İsmaili-
ye saltanatına nihayet veren Almuta (Kartal Yuvası) Kalesine ve
orada bulduğu kitaplara dâirdir. Muhammed Bahaeddin Cuveynî
Ömer Hayyam’a da sövüp sayıyor. Fakat bu esnada yakası açılma­
mış hakikatleri de ortaya koyuyor. Muhtelif satır ve sayfalarda söy­
lediklerinin hülasası şöylece yapılabilir:
“Haşan Sabbah ve Ömer Hayyam aym fikri ekmişlerdir. Bi­
rinin fikriyat ülkesinde yaptığmı - daha doğrusu yıktığını - diğeri
maddiyat âleminde yapmış -daha doğrusu- yıkmıştır. Ömer Hay-

49. Filon maden daman demektir.

37
yam da Haşan Sabbah da isyan etmiş, gökteki ve yerdeki hâkimi
çamura atmışlardır.
Hayyam ilim, fikir, mantık ile silahlı olduğu halde, Haşan
Sabbah hançer, bıçak ve haşhaş ile silahlanmıştı. Ömer Hayyam’ın
stratejisi tamamen manevî olan mantık ve akl-ı selim âleminde câ­
ri ve müterakkî idi. Haşan Sabbah maddî ve cismânî kudret ve kuv­
veti kullanıyordu. Herhâlde Ömer Hayyam ile Haşan Sabbah ara­
sında bir arkadaşlık, bir yoldaşlık vardır.

* * *

Muhammed Bahaeddin Cuveynî’nin yirmi sayfasından öze­


tin özeti olarak çıkan açık mânâ budur. Bu görüş herhâlde bizce ye­
ni bir görüştür. Bu iki yıkıcı, bu iki ayaklanmacı, bu iki asi arasın­
daki fark büyük ve Ömer Hayyam’ın lehine olarak bariz olmakla
beraber her ikisinin de ruhları çalışmakta hâlâ berdevamdır. Biri
manevî saltanatı, diğeri maddî saltanatı yerle bir etmekte devam et­
miyorlar mı? Ömer Hayyam’m imtihana çektiği ve sorguladığı
kudret sahibi ve hayat dolu mevhûmeler onun imtihan ve tahlilin­
den ekseriya yok olmuş ve bazen cansız çıkıyorlar.
Gessler’in zırhlı göğsünü parçalayan ok, Wilhelm Tell’in ya­
yından çıkan ok sürat ve şiddetim Haşan Sabbah’ın ruhundan yahut
Haşan Sabbah’taki ruhtan almıştı. Nâsırüddin Şâh’ı yere seren han­
çer, Bâbî Rıza’nın hançeri Haşan Sabbah’ın ruhu üzerine sürülerek
zağlanmıştı.
Evet, Muhammed Bahaeddin Cuveynî’nin görüşü isabetli,
münevver ve yeni bir görüştür.
Şunu da kaydetmeliyiz ki Muhammed Bahaeddin Cuveynî
Almuta Kalesini muhasara ve zapteden Hülagu ordusunda fırka kâ­
tibi olarak bulunmuş ve kalenin düşüşünde kaleye ilk girenlerden
biri olmuştur. Kaleye girince her şeyden evvel kalenin kütüphane­
sine koşmuş ve Bâtıniyelerin mezhebi ve siyasi felsefelerini tedki-
ke koyulmuştur. Bu hakikat da kendi ifadesinin üslubundan anlaşıl-

38
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

maktadır. Cuveynî, hükmünü mutlaka bu eserleri mütalaasından


hasıl olan kanaat üzerine bina etmiştir.

* * *

Hayyam bir meyus, bir ümitsizdir.


“Kâş ez pey-i sad hezar sâl ez dil-i hâk
Çon sebze ommîd-i berdemîden bûdî!”
mısraları bunun yüreği kanlı şahididir. Fakat umutsuz Hayyam bir
şahika kendisini boğar boğmaz, bir nevha, bir ağlama tufanı yüre­
ğinde belirir belirmez yüzüne bir tebessüm maskesi takmayı pek iyi
bilir. Franz Toussaint’in Rubaiyât-ı Hayyam tercüme-i zarifinin
mukaddimesinde dediği gibi bu elim dingin ruhu Hayyam cehdsiz
ve yarasız fethetmiş değildir.
Hayyam materyalisttir. Fakat bu materyalizm asla kaba bir
materyalizm değildir. Kadını ve şarabı canhıraş bir şevk ve hararet­
le yüceltir. Akidelere ve akîdefuruşlara karşı kinayeleri, istihzaları,
küfürleri bir raybînin değil, bir asinin isyan etmiş bir ruhudur.
Gökyüzünün ve hayatın karanlıkları huzurunda Descartes,
analitik geometri yapar. Pascal, Allah’ın karşısında bozulup oturur.
Leipnitz, ahlak ve akıl teolojisini telif etmek projesini tertip eder.
Dehası bu üç filozofun dehaları fevkinde olan Ömer Hayyam cesa­
retle cahilliğini ve bilhassa ispatı mümkün olmayandan istikrahım
itiraf etmiştir.

* * *

Ömer Hayyam’m aynı zamanda bir matematikçi, bir natüra-


list ve şair olmasını harikulade görenler var. Aynı mülahaza Goet-
he hakkında da varid görülüyor. Böyle düşünenler, bilmede ve ya­
ratmada en yüksek şiirin bulunduğunu teslim etmemiş olanlardır. F.
de Lesseps, Cuvier, E. Jenner, Lamarck, Pasteur, Edison, Marconi,
Dr. Roux vb. hep şiirleri insanlık dünyasmda güneş sönünceye ka­

39
dar, gezegenimiz donuncaya kadar yaşayacak ve yaşatacak olan şa­
irler olmuşlardır. Yazılan şiir olduğu kadar da yapılan şiir vardır.
Şair beyitler yapan bir şairse yaratıcı bir mimar da evler yapan, abi­
deler yaratan bir şairdir. Bunların ikisinde de yüksek şairlikler var­
dır. Fransa’nın sabık başvekili ve meclis-i mebusan reisi M.E. Her-
riot bu nazarı ne güzel ifade etmiştir:
“İlmin kendisi de bir şiirdir. İlim bilgili adama, cahilin ha­
tır ve hayalinden geçmeyen hudutsuz lirizm menbaları açar. İlim
tabiatı tedkik ve müşahedede insana yeni yeni hayranlık ve heye­
can sebepleri buldurur. Hakikî riyazi (mathematicien) bir şairdir.
Bir damla su, bir kar tanesi, kırılmış bir kaya, istiareler kullanıl­
maksızın tarif ve tasvir olunduğu için az şairane midir? Bir böcek,
bir nebat, bilen için bilmeyen için olduğundan pek çok daha ziya­
de zengin şairane (lyrique) olayların mevzuları değil midir? En
alelade bir yer sarmaşığı kadife sapıyla, tırtıllı büyük yapraklarıy­
la, bir haladyun çiçeği, bir duvar üzerinde, bahar mevsimlerinde
çayırları san renklerle bezeyen düğün çiçeği, hep bunlar, hayatla­
rının sırrını anlamayı merak eden bir müdekkik, bir gözlemci için
sonsuz tefekkür mevzulan arz eder. Fabre’ın lirizmi Mistral’in li­
rizmine muadildir.50
Clovis Hugues Mission de Poete Unvanlı fıkrasında ne güzel
söylemiştir: “La poesie n ’est grande que si elle complete le reve
l ’idee et l ’idee par l ’action.” ki “Şiir, hayali fikir ile ve fikri fiil ve
icra ile tamamlarsa ve ancak böyle olursa, büyüktür.” demektir.

* * *

Ömer Hayyam’m dünyanın her tarafında bilhassa Anglosak­


son cemiyetlerinde ve Avrupa’da kazanmış olduğu büyük edebi
şöhretten bu kitabın ilk tab’ımn mukaddimesinde bir nebze malu­
mat vardır. Birkaç tamamlayıcı hatırayı da kaydetmeyi faydasız
bulmuyorum:

50. E. Herriot Cr6er, I, page:21-22.

40
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Kraliçe Victoria merhumun şairi ve muasır İngiliz şairlerinin


en büyüğü olan Alfred Tennyson’un Rubaiyât-ı Hayyam tercümesi
münasebetiyle mütercimi Fitz Gerald’a yazdığı tebrik manzume­
sinde şu mısralar vardır:

- Your golden Eastem lay,


Than which I know no version done.
In English more divinly well;
A planet cast it, that large infidel,
Your Omer;-

Tercümesi şudur:
“Sizin altın Şark nağmeniz, İngiliz lisanında bundan daha
İlahî bir surette güzel yapılmış tercüme bilmiyorum. Büyük kafir
Ömer’iniz bir gezegendir ki kendisini fezaya fırlatmış olan güneşe
muâdildir.”
Aynı zat diğer bir yerde “Rubaiyat samedanî bir surette iyi
vücuda getirilmiş bir eserdir.” der.
Ömer Hayyam Kulübünde 1897 senesi Ocak ayında Ameri­
kalı miralay John Hay irad ettiği bir nutukta Rubaiyat-ı Hayyam’ın
daha büyük bir övgüsünde bulunmuştur:
Ömer Hayyam’m rubailerinin Fitz Gerald tarafından yapılan
tercümesini ilk defa gördüğüm gün hissettiğim heyecanı asla unu­
tamayacağım. Homer’in şiirlerinin şair Chapman tarafından yapı­
lan tercümesi üzerine yazdığı bir sonede bu ihtisası şair Keats şu
beyitiyle çok beliğ bir surette tasvir etmiştir:

Then felt i like some watcher of the skies


When a new planet swims into his ken

ki “ O zaman (yani onu ilk defa okuduğum zaman) merceğin için­


de ansızın yeni bir gezegenin yüzdüğünü gören (yani birdenbire bir

41
yıldız keşfeden) bir gökyüzü gözlemcisinin hissettiği şevk ve heye­
canı hissettim.” demektir.
Amerikalı miralay sözüne devam ile şunları ilave etmişti:
“Şekilde enfes güzellik ve mutlak mükemmellik bu hariku­
lade kıtaların sade, külfetsiz dilberliği... Beni hayrete düşüren yal­
nız bunlar olmadı. Gösterdiği pek geniş felsefe, hayatın anlamını
yüksek anlayışı, çekinmesiz cesareti, hayat ve ölümün son iki bilin­
meyenli denklemini göz önüne getirirken koruduğu ruh sakinliği
beni aynı ölçüde şaşkınlığa düşürdü ve hayran etti.”
Thomas Balley Aldrich şu kıtasıyla Hayyam’ın ölümsüzlü­
ğünü tahlil eder:

Sultan and slave alike have gonetheir way


With Bahram Gur, but whither men may say
Yet he who charmed the wise at Nai'shapour
Seven centeries since stili charms the wise to-day.

Tercümesi şudur:
Sultan ve köle Behram-ı Gûr gibi göçüp gittiler. Fakat nere­
ye gittiklerini kimse söyleyemez. Hâlbuki Nişabur’da, yedi asırdan
beri hakimlere rûhânî zevk veren zat (Hayyam) bugünün hakimle­
rine de daima rûhânî zevk vermektedir.

* * *

“Rubaiyât-ı Ömer Hayyam’ın Avrupa’da bu kadar büyük


şöhret ve rağbete mazhar olması sebebi acaba nedir?” suali sorula­
bilir. Şüphesiz rubaiyatm edebi kıymeti yüksektir. Fakat edebi kıy­
met noktasından şüphesiz rubaiyatm fevkinde eserler, Arap ve Fars
lisanlarında pek çok vardır.
Nathan Haskel Dole, Rubâiyat-ı Hayyam’ın Fitz Gerald ta­
rafından yapılan tercümesinin nail olduğu rağbetin sebebini pek iyi
izah etmiştir.

42
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Aşağıdaki satırlar Amerika’da basılmış küçük bir tab’mm


mukaddimesinde yazılıdır:
“Ümitsizlik ile dolu bir bedbinlik, yarın öleceğimiz için ya­
şanılan ânın hazlanndan yararlanmaya sevk eden bir felsefe öne­
ren bir manzûmeden başka bir şey olmayan ve ilhada götürücü
vasfıyla tavsif edilebilen rubaiyata gösterilen bu harikulade rağbe­
tin nereden kaynaklandığı suali sorulabilir. Bunun sebebi şudur:
Çünkü bu manzûme, bu rubailer yüzyılımızın sıkı suallerine, isa­
beti sabit olmayan bir iyimserlik bıraktığı hoşnutsuzluğa cevap
veriyor. Çünkü meçhul karşısında felsefe bakımından tavır alma­
sı ve bir Allah'ın adaletsizliği ihtimallerine insanın meydan oku­
ması cesaretim ilan ediyor. Çünkü biraz acı olmaktan ziyade selim
ve afiyet verici bir tesire sahiptir. Çünkü kaçınılmaz olan bir şeye
karşı mukavemet etmek için değil, kaçınılmaz olan şeyin geldiği­
ni metanetle görmek için toplanmış insanların feyyaz zümresini
temsil ediyor.”
Dole’un bu sözlerini tercüme ve naklederken 25 sene evvel
tabedilen Fievre d’Ame ünvanlı şiir kitabımda oğluma hitabettiğim
vasiyetâmiz bir manzûme hafızamda canlandı. Fransızca nazımda
bazı müptedîlik kusurlarına rağmen bu manzûmeyi biri Anado­
lu’nun ortasında, diğeri Amerika’da doğan iki adamın birbirini ta­
nımadan ve sözlerini işitmeden, okumadan nasıl aynı tarzda düşü­
nebildiklerini görmek okuyucular için belki haz verici olur ümidiy­
le kaydediyorum:

HOMME!
Homme! Souffrir et vivre au milieu des cadavres
De nos semblables et de nos parents aime’s,
Supporter les douleurs qui dechirent et navrent
Les âmeres les coeurs de pities animes.

Tel est nötre destin, destin aveugle inique


Car d’implacables lois regissent l ’univers.
La, des morts entasses pour un plaisirpervers,
Ici des ingenus victimes de panique.

Invogue le Diable ou sollicite les Dieux:


Tout reste sans effet pas une clemence
Ne vient le caresser dans ta misere immense;
Ces acteurs infemaux jouent leur role odieux.

Que de levres en fleurs et que d’yeux adorables.


Sont sar ton sein , ö Terre, en putrefaction!
La Mort que l’on appelle, â tort, Inaction,
Est le cours tenebreux d’une oeuvre interminable.

Nötre mort, sache-le, est une mort sans phrase;


Mais, homme, sois viril et sans frissonnement,
Sans de lâches regrets, marche vers le Neant,
Vers cet immense Tout qui fait l ’homme et l ’ecrasse.

Sois homme-souverain, comme fait le poete,


Aux foudres u genie ouvre ton vaste front;
Ne te fais pas bercer d’une esperancebete,
Ainsi que les chatre’s, pareil â des poltrons!

Oui; pense, tranforme, et, sans etre ruineux,


Soulage les douleurs, etravive les joies.
Mais ne procure point â la Mort d’autres proies.
Apres toi, laisse seul un sillon lumineux.
Wien, le 26.X.1900

44
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

* * *

La Revue Persane’da yayımlanan ve Ömer Hayyam ile


Ömer Hayyam’dan sekiz yüz sene sonra doğan J.M.Guyau
arasındaki ruhanî kardeşliği gösteren şu fıkrayı da nakletmeyi
münasip görüyorum:

OMAR KHAYYAM ET S.M. GUYAU


Le lecteur s’etonnera peut-etre un peu, en lisant ce titre. En
effet il est curiemc de vouloir etabilir une parente-spritvelle bien
entendu-entre Omar Khayyam, poete qui a vecu il ya neuf cents
ans, et le philosophe français mort en 1888. Mais que de penseurs
n ’ont ils pas exprime, â peu pres par les memes mots, une meme
pensee, malgre la distance de temps et de lieux qui les separait!
L’illustre poete et naturaliste Goethe avait admirablement raison
lorsqu’il disait: “Les âmes soeurs se saluent de loin.”
Les quatrains d ’Omar Khayyam, vers profondement
philosophiques, et rendus celebres surtout par la merveilleuse
traduction du poete anglais Ed. Fit-Gerald renferment des idees
reellement belles et comparables â celles des philosophes et des
poetes les plus eminents de nos jours. Ebul Ala-el-Muarri, le poete
avfeugle de l’Arabie, qui preceda Khayyam, avait egalement resume
en un vers tout le systeme de Darwin et la doctrine de la generation
spontanee:
Ellezî hâret.....
Voici la traduction de ce vers profond: L’etre (l’homme) qui
etonna le monde (par ses oeuvres) est un animal transferine de la
matiere inanimee.
Je crois qu’il est impossible de ne pas convenir que la
conception du systeme danvinien et de la generation spontanee ne
peut pas etre plusclaire et plus precisement formulee. Deux gros
volumes de vers d’El-Muarri, presque tous de haute philosophie
sociale, intitules El Luzoumiyat (Les indispensebles) contiennent

45
les germes d ’idees et de vues qui nous paraissent, aujord’hui
encore, toutes neuves.
De la correspondance rEl-Muarri, traduite an anglais par la
Professeur Margolioth, s’exhalle un parfüm non presenti qui nous
mene vers des spheres de reves et de pensees dont Monsieur
Bergson reussit parfois â nous presenter le mirage. Mais il est
presque certain que ni Guyau ni M.Bergson n ’ont lu Khayyam ou
el-Muarri.
La vie animale a une seule et meme source: toute vie est
engendree par le soleil, toute energie est le produit de la radiation
solaire. Nous puisons done, nous tous, nötre existence du soleil.
Nous sommes les gouttes d’eau du meme ocean, nous sommes les
vagues de la meme mer. Mais laissons ces reflexions pour examiner
la parente qui nous occupe. Lisons ce quatrain d’Omar Khayyam.

Âkil be hurûş-i lâ ilâhe illâ hûst


Gâfil be goman ki doşmenest veyâ dûst
Deryâ be vucûd-i hîş movcî dâred
Hes pindâred ki in keşâkeş bâ ûst

“Le sage s’enivre de l ’idee de l ’infinite de la Nature.-


L’ignorant, inquiet, se demande si la Nature lui est hostile ou
favorable - L’Aceau se meut spontanement suivant les louis de sa
propre essence- et la paille que les flots emportent, s’imagine que
la fureur et les luttes de l ’ocean sont dirigees contre elle.”
Comparons ce quatrain au passage suivant de J.M. Guyau,
que nous empruntens â son meilleur ouvrage, l’Esquisse d ’une
morale sans obligation ni sanction :
“La nature seule est assez infatigable pour etre etemelle.
Nous parlons aussi d’un idealinous croyons que la nature a un but,
qu’elle va quelque part. C ’est que nous ne la comprenons pas: nous
la prenons pour un fleuve qui roule vers son embouchure, et y
arrivera un jour. Mais la nature est un ocean. Donner un but â la

46
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

nature ce şerait la retrecir, car un but est un terme. Ce qui est


immense n ’a pas de but.”51
Omar Khayyam et J.M. Guyau ne semblentils pas fratemiser
dans cette profonde et meme pensee? Et comment pourrait-il en
etre autrement pour les grands genies?
'Dr. Abdullah Cevdet
Le 17 Juin 1921, Imm. Idjtihad

Kainatı görüş nokta-i nazarından Ömer Hayyam ile müte-


kaddim ve müteahhir şairler, mütefekkirler arasında ortak ve birbi­
rine benzer hatlar ve şemail pek çoktur. Alman Goethe’nin Fa-
ust’unda, Amerikalı Longfellovv’un Keramos’unda, İngiliz
Byron’m Chield Harold’mda, yine İngiliz Shakespeare’in Ham-
let’inde ve sonnelerinde milattan 95 sene evvel doğan ve 41 yaşın­
da hayatına son veren Latin şairi Lucrece’in De Rerum Natura
(Mahiyet-i Eşya)’smda vs. Hayyam’ın fikirleri yer yer parlar durur.
Nispeten en ziyade aşina olduğumuz Fransız müteahhir şa­
irlerinde Hayyam’dan mülhem olanlar veyahut Hayyam ilhamıyla
mülhem bulunanlar pek çoktur. Aramızda dostluk câri olan Fran­
sız şairi budist Jean Lahore ki hakiki ismi Henri Casalis’tir, bütün
şiirlerinde hayyamî bir renk ve neşe vardır. Dilmestî-yi Mevla-
na’ya zeylen tercüme ve orada neşrettiğimiz “Rubaiyât-ı Gazzâlî”
(Les Quatrains d’ Al Gazali)'sinin birinci kitabı olan Kitab-ı Aşk’ı
Ömer Hayyam’a ithaf etmiş ve bu suretle de Ömer Hayyam’dan ne
kadar mülhem olduğunu gizlememiştir. Kitabın üstüne şu kıtayı
yazmıştır:

A Khayam, au sage divin


Dont les quatrains versent a l ’âme
L’ivresse extatique et sans fin
O’Allah, du vin et de la femme.

51. Ouvrage çite de Guyau, p.51.

47
Ekserisi müteahhir Fransız şairlerine ait şiirler içinde Hay-
yam ruh ve neşesiyle yaşayan ve neşvedar olan birkaç parça şiiri
burada tespit etmeyi münasip görüyoruz. Ronsard’m İhtiyarlık (vi-
eillesse) ünvanlı manzûmesinden:

Vivez, si m ’en eroyez, n’attendez â demain


Vueillez des aujourd’hui les roses de la vie

Şu beyit Protestanlığın vâzı’ı olan meşhur Luther’e matuf ve


Cermen âleminde dillerde dolaşır:

Wer nicht liebt Wein, Weib und Gesang


Der bleibt ein Narr sein Leben lang.

(Şarabı, kadını, şiiri, musikî ve şarkıları sevmeyen kimse


ömür boyunca bir ahmak, bir hödük kalır).
Şu parçalar Theophlie Gautier’nin La Comedie de la Mort
ünvanlı eserindendir:

Console-toi... - la mortdonne la vie.- Edose


A l ’ombre d’un croix l ’eglantine est plus rose
Et le gazon plus veri.

Cette petite fleur, qui, toute rejouie


Fait baiser au soleil sa bouche epanouie
Est fille de la mort.
En plongeant sous le sol peut-etre sa racine
Dans quelques cendres cheres a pris l ’odeur divine,
Qui vous charme si fort.

Hamlet faciasında Ophelie sevginin şiddeti ve umutsuzlu­


ğu ile delirdiği ve kendisini suya atarak boğulduğu vakit, kardeşi
Laert, nazenin, dilber ve dilberliği nispetinde bedbaht kızkardeşi

48
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

defnolunurken şu sözü söyler; daha doğrusu şu sözü Shakespeare


onun ağzına koyar:

... Lay her i ’the earth;


And from her fair and impolluted flesh
May violets spring!

(Onu toprağa koyunuz. Pek güzel, pek dilber, pek saf vücu­
dundan menekşeler bitsin!)
Hayatın sâri ve şamil olduğu fikrini derin bir hassasiyetle te­
rennüm eden şu manzûme Paul Albert’indir.

Votre herbe â vous, elle a je ne sais quelle grâce;


Vos oiseaux ont la voix plus disçrete et plus basse,
Comme au chevet d ’un âtre cher;
Et vous sentez parfois vos freres, les grands arbres,
Pousser joyeusement par les fentes des marbres
Leurs mains qui viennent les toucher.
Et le merle qui glisse amourreux sous les branches
Et le gazon tout fier de ses pousses plus frîches,
Et les rameaux feuillus et forts,
Et l ’insecte qui court sur la pierre attiedie,
Tout ce fourmillement intense dela vie,
Tout cela c ’est votre oeuvre, ö morts!
Tu les as repris etemelle Nature!
Leur etre sous tes mains vit et se trans figüre.
En innombrable floraison.
Dans la brise du soir, c’est leur âme qui chante;
Ils sont la fiğe, ils sont la seve qui fermente,
Ils sont la grâce des saisons.

49
Racine, Athalie gülbanginde şu nağmeyi terennüm ettirir:
Rions, chantons, dit cette troupe impie.
De fleurs en fleurs, de plaisir en plaisirs,
Promenons nos desisr,
ur ravenir l’insense qui sefıe.
De nos ans passagers le nombre est incertain:
tons-nous aujord’hui de jouir de la vie:
Qui sais si nous serons demain?

Lamartin’in Premieres meditations ünvanlı mecmua-i eş’ârı-


mn “Ümitsizlik” (Desespoi) başlıklı manzûmesinden şu mısralar da
âdeta Ömer Hayyam’dan harfiyyen tercüme edilmiştir:

Quel erime avons-nous fait pour meriter de naıtre


L’insensible neant a-t-il demande l ’âtre
Ou 1’a-t-il accepte?

* * *

Şu iki kıta
Leconte de Lisle’in Barbares Poeme’inde Ultra Coelos baş­
lıklı manzûmesinden ve pek maruftur:

Nature immensite si tranquille et si belle;


Majestu eux abîme ou dört l ’oubli sacre,
Quene me plongeais tu dans le paix inmortelle
Quand je n ’avais encor ni souffert ni pleure!

Je n ’auraipas senti le poids des ansfunebres


Ni sombre ni joyeux, ni vainqueur, ni vanicu,

50
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Paurai passe par la lumiere et les tenebres


Aveugle comme un Dieu’je n ’aurai pas vecu!

* * *

AvusturyalI bir şair olan Josephine Knorr’un pek güzel bir


nüktesi vardır ki kayda değer. Büyük şairimiz Fuzûlî’nin “Bilmek
bu yeter ki bilmez olmaz.” isabetli hükmünü teyid eder. Bu şaire,
Eden yani behiştin kapısını açmaya müştak bir şahıstan bahseder.
Bu şahsın elindeki anahtar yanlış ve o kilide uymayan bir anahtar­
dır. Zavallı adam anahtarı kilidin içinde sürekli ve boşuna çevirir
durur. Şairenin Eden’den murad ettiği tabiatın sırlan ve hayatın as­
lıdır. Bu muazzam ebedi sırrın kapısını açacak anahtar bizim elimi­
ze verilmemiştir, demek istemiştir.
Victor Hugo’nun Les Voix Interieures (Derûnî Sırlar) ünvan-
lı şiir mecmuasından şu mısralar Hayyam’dan mütercem gibi değil
midir?

Vous allez tous â la tombe!


Vous allez â l’inconnu.
Aigles, vautour, ou colombe.
Et d’ou rien n ’est revenu!

V. Hugo’nun muhtelif şiirleri arasında şu parçalar hep Hay-


yam’ın ruhunu bizar eden tasavvur ve tefekkürlerin m a’kesidirler.

D ’ou viens-tu? Je ne sais-Ou vas-tu? Je l’ignore.-


L’homme ainsi parle â l ’homme et l ’onde au flot sonore.
Tout va, tout vient, tout meurt, tout fuit.
Nous voyons fuir la fleche et l ’ombre est sur la cible.
L’homme est lance. Par qui? vers qui?-Dans l ’invisible.
L’infini semble â peine.
Pouvoir contenir l’inconnu.
Un spectre m ’attendait dans un grand angle d’ombre,
Et m ’a dit:
Le muet habite dans le sombre.
L’infini reve, avec un visage irrite.
L’homme parle et dispute avec l ’obscurite.
Et la larme de l’oeil rit du bruit de la bouche,
Tout ce qui vous emporte est rapide et farouche
sais-tu pourquoi tu vis? sais-tu pourquoi tu meurs?
Les vivants orageux passent dans les rumeurs,
Chiffres tumultueux, flot de l ’ocean Nombre,
Vous n ’avez â vous qu’um soffle dans de l ’ombre.

L’homme est un point qui vole avec deux grandes ailes,


Dont l ’un est la pensee et dont i ’autre est l ’amour.

Hayyam bir gönlün yıkılmasını bir Kabe’nin harap olmasın­


dan büyük bir musibet ve masiyet görürken Hugo’ya :

Une minute peut blesser un siecle, helas!

mısraını söyleten heyecanı duymuştu. Aynı şairin;

Le mur etait solide et droit comme un heros,


Torches vous jetterez de rouges etincelles,
Qui tour billonneront comme un esprit trouble.

L’ocean devant lui se prolongeait immense.


Comme l ’espoir juste aux portes du tombeau,

52
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Les fleurs chastes, d’ou şort un invisible flamme,


Sont les conseils que Dieu seme sur le ehemin,
C’est l’âme qui les doit cueillir, et non la main.

mısrâlarındaki lahutî ve ruhanî taam Rubaiyat-ı Hayyam’m ekse­


rinde tadılır.
Victor Hugo’nun L’Ane yani Eşek ünvanlı şiir mecmuasın­
dan şu parça da tamamen Ömer Hayyam’m ruhuyla zindedir:

Non frere l ’homme, il faut se faire une raison


Nous sommes vous et nous dans la meme prison;
La porte en est massive et la voûte en est dure;
Tu regardes parfois au trou de la serrure.
Et tu nommes celâ Science; mais tu n ’as.
Pas de clef pour ouvrir le fatal cadenas.

Bu parçanın üçüncü mısraı bir İranlı şairin

Bend-i diğer be pây-i dilet ez veten menih


Bîrûn nereften ez kafes-i âsmân besest

[Vatan ile gönül ayağma bir zincir daha vurma. Şu gökyüzü


kafesinden çıkamamak yeter de artar bile.] [M. Kanar]
beytini hatırlatır ki kozmopolitizmin beliğ ve geniş bir düs­
turu olabilir.
Madam Le Ackermann’m La Nature â l ’Homme ünvanlı be­
liğ manzûmesinin şu son iki kıtası da dikkat çekicidir:

Toi-meme qui te erois la couronne et le faîte


Du monument divin quin n ’est point aeheve,

53
Homme qui n ’es au fond que l ’ebauche imparfaite
Du chef- d’oeuvre que j ’ai reve,

A ton tour, â ton heure, il faut que tu perisses.


Ah ! ton orgueil a beau s’indigner et souffrir,
tu ne seras jamais dans mes mains creatrices
Que de l ’argile â repetrir.52

Lamartin’in şu beyti de hem Fuzulî’nin hem Josephin’in na-


zar-ı hayyamânesini terennüm etmiştir:

Tu creuseras en vain le ciel, la mer, la terre,


Pour m ’y trouver un nom; je n ’en ai qu’un Mystere!

* * *

Muasır Fransız şairlerinin en kuvvetlilerinden H. de Regni-


er, La Nuit des Dieux'sunda şu güzel mısraları yazar:

Sois homme, mange, pleure etris tour â tour.


Les oesir est plus bref que tu ne crois. L’amour
Dure â peine le temps d ’effeuiller une rose.
Prends la fleur, Mords au truit. Vis â meme les choses.
Şans plus t ’inquieter de ce qui fut divin.

* * *

Le Golfe de Baia ünvanlı manzûmesinde ise Lamartine şöy­


le terennüm etmiştir:

52. Oeuvre de L.Ackemıann, p. 113.

54
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Ainsi tout change, ainsi tout passe;


Ainsi nous-meme nous passons.
Helas! sans laisser plus de trace
Que cette barque ou nous glissons
Sur cette mer ou tout s’efface.

Bir Fransız şairinin şu beyti tasvir edilemez tefekkürata in­


şam sevk ve gark eder:

Nous sommes ce que l ’air chasse au vent de son aile.


Nous sommes les flocons de la neige etemelle.
Dans T etemelle obscurite.

Meşhur filozof Taine eserlerinden birinde aynı fikir ve haya­


li şu tarzda ihya eder:

On peut se repressenter la Nature comme une grande aurore


boreale. Un ecoulement üniversel, une succession intarissable de
meteores qui ne flamboient que pour s’eteindre et se rallumer et
s’eteindre encore sans trevenifin, tels sont les caracteres du monde
lorsqu’il se reflechit dans le petit meteore qui est nous meme.53
Merhum dostumuz Jean Lahor, Ombre d’un Reve ünvanlı
bir manzûmesinde şu mahzun kıtaları yazmıştır:

Parmi ces rencontres d’atomes,


Ne sachant pour quoi je suis ne,

53. Taine’in bu mülahazası bizim


Kulzüm-i canda çalkalanıp duracak.
Hilkatin hayır ve şerri, nîk ü bedi
Ölürüz biz, fakat hayat ölmez.
Şule-i fânidir iştiâl-i ebedî.
kıtamızda ifade edilen fikir ve nazarla canlanmıştır.
Je marche comme hallucine.
En un tourbillon de fantömes!

Vague etincelle entre deux nuits.


Entre deux neants ombre d’etre,
Ala veille de disparaître
Je ne sais encor qui je suis.

Ömer Hayyam, Allah’ı kainat ve kainatı Allah bilir. Onun


için panteisttir demek tamamen doğru olmasa gerektir. Onun mev­
kii bir panteistin fikir ve itikad mevkiinden daha yüksektir. Bir ru­
baisinde “Bu yolda o kadar terakki et ki birliğe vasıl olasın ve iki­
lik ortadan kalksın,” der. İngiliz şairlerinden Blake’in şu mısrala­
rında söylediği de fakat kinâî bir surette söylediği de odur.

I give you the end of a golden string:


Only wind it into a ball.
It will lead you in at Heaven’s gate
Built in Jerusalem wall.

Tercümesi:
Sana bir altın sırma telinin ucunu veriyorum. Yalnız bunu
yumak halinde sarmak zahmetine katlan. Bu sırma tel seni Kudüs-
i şerifin surları içinde bina edilmiş olan Cennet’e ulaştıracaktır.
Jean Marie Gouyeau’nun “L’Art au Point de Vue Sociologi-
que” isimli kitabının “Şiirde Felsefî ve İçtimâi Fikirler” başlıklı
bahsinde, tamamen Hayyam’ın ruhuyla yazılmış sayfalar vardır.
263. sayfada Leconte de Lisle’in Qain yani Kabil semameli man-
zûmesini bahis konusu eder. Bu manzûmedeki hayyamâne fikir ve
mütalaaları tahlil ve takdir eder. Kabil malumdur ki Hz. Adem’in
ve Hz. Havva’mn bedbaht oğludur. Habil’in katilidir. Hz. Havva,
Hz. Adem ile beraber Cennet’ten kovulduğu vakit Kabil anasının

56
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Tahmindeydi. Gouyeau diyor ki: Kabil, Leconte de Lisle’in manzû-


mesinde beşeriyetin timsalidir. Beşeriyeti ızdırap ve şer için yapan
Allah, şerrin ve ızdırabm hakikî âmilidir. Habil’in hakikî katili Al­
lah’tır. Ve adalet fikri bizzat beşerin sinesinden doğacak ve bu fikir
Allah fikrini, eseri nâtamam, fena ve kendisi kusur ve noksandan
münezzeh bulunan zat fikrini [yani “zat-ı eceli ve a’lâ” mefhumu­
nu] tahtından indirecektir. Kabil’in nasıl doğduğunu, cennetten çık­
tığı sırada, vücudu üryan olarak müthiş bir yalnızlığa atılırken ken­
disini Havva’nın nasıl doğurduğunu anlattığı şu nazımda fâci’ ve
müheyyic bir belagat ihtişamı hüküm sürer:

Mourante, echelevee, elle succombe enfin


Et dans un eri d’horreur enfante sur la ronce.
Ta vietime Jahveh! celui qui fut Qain.
Onuit! dechirements enflammes de la nue,
Cedres deracines, torrents souffles hurleurs,
O lamentation de mon pere, 6 dourleurs,
O remords, vous avez accuelli ma venue.
Et ma mere a brûle ma levre de ses pleurs.
Buvant avec mont lait la terreur qui l ’enivre.
A son câte gisant livide et sans abri,
Lafondre a repondu seule â mon premier eri.
Celui qui m ’engendra m ’a reproehe de vivre,
Celle qui m ’a conçu nem’a jamais souri.

Gouyeau aynı hayyamâne görüş ile hali derpîş ederek “Ha­


kîkî mücrim, cihanı çıkarmak için Ademin huzurunu ihlal eden zat­
tır. Şekil ve hayat nefheden ve şekilsiz kaos (chaos) üzerinde yüzen
ruh (esprit)tur.” diyor. Qaın devam eder:

Emporte sur les eaux de la nuit primitive.


Au muet tourbillon d’un vain reve pareil.

57
Ai-je affermi l ’abime, allume le soleil,
Et pour penser: je suis! pour quela fange vive,
Ai-je trouble la paix de l ’etemel sommeil?
Ai-je dit â l ’argile inerte: Souffre et pleure!
Aupres de la defense ai-je mis le desir.
L’ardent attrait d’un bien impossible â saisir,
Et le songe immortel dans le neant de l’heure?
Ai-je dit de vouloir et puni d’obeir?

Gouyeau ilave ediyor:


“Bu ruhu olan canlı toprağın derinliğinden, bütün hayvan iç­
güdülerine yem olan ve hayvan gibi kanla kirlenmiş bulunan bu can­
lı topraktan bir kuvvet, ahlaksız tabiata hak ve hakikat fikirleri ve ilim
ile karşı koyacak bir kuvvet zuhur edecektir. Bizzat Allah’ı imha ede­
rek Allah’tan beşerin intikamım alan, o zaman, ilim olacaktır. Gouye­
au sonra Kabil’in lisanından Leconte de Lisle’in şu beytini yazıyor:

Et les petits enfants des nations vengees


Ne sachant plus ton nom, riront dans leurs berceaux!

Leconte de Lisle’in şu Qain’inde serâpa hâkim olan ruh


Hayyam’ın ruhudur.
Ömer Hayyam’ın “Der pây-i ecel ço men ser etkende şe-
vem” mısraıyla başlayan rubaisiyle Casimir Delavigne’in şu parça­
sı arasındaki benzerlik pek aşikârdır:

Alors que ma froide paupiere


Pressera mes yeux â jamais,
Onaîs pour faveur demiere
Couronne moi de myrthes frais.
Pare comme en un jour de fete,

58
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Une coupe vide â la main.


J ’offrirai la siante image
De ce convive heureux et sage
Qui sommeille apres un festin.

Aynı şairin “Qu’est-ce done ce monde et qu’y venons nous


faire?” suali Ömer Hayyam’ın sorduğu ve asla cevap almadığı su­
allerdendir. Hayret sorusunun âvazıdır gelen sesler!

* * *

Hayyamâne fikirleri, Hayyam’m tabiata ve sonsuza sorduğu


ve yankısından başka cevap almadığı sualleri terennüm ve tekrar et­
miş şairler ve şiirler hiç nadir değildir. Bunların cümlesinden örnek
almaya küçük bir kitap dibacesi takat getirmez. Evet, hayat, nihayeti
mutlaka sönmek olan bir şuledir. Parlamanın devam müddeti az ve
mahduttur. Fakat bu mahdut zamanda nâmahdut bir hat tahsil ve bun­
dan yararlanmayı talim ve senâ etmek haktır ve ezcümle biz şairlerin
doğal vazifemiz ve hakkımızdır. Hayat, ebediyete teşnedir. Bu teşne-
liktir ki semaya ser çeken Mısır ehramlarını, muazzam ve mualla ni­
ce abideleri vücuda getirmiştir. Ömer Hayyam’m rubaileri içinde, bü­
tün bu abidelerden daha ziyade müebbed ve müeyyed olanları vardır.
O bu fani hayata ebedîlik çeşnisi verenlerden ve aym zamanda

Aime, chante et de reves supremes


Fais jaillir de joyeux printemps,
Car tu rentreras au nean.
La bouche pleine de blasphemes54

54. ABJDJ. La Lyre Turque, Page 29.


Bu kıtayı ihtiva eden küçük manzumeyi Paris’in seçkin bestekârlarından Suzanne
Mesureur bestelemiş ve bu beste güftesiyle beraber Nos Lectures mecmuasının 30
Avril 1911 tarihli ve 94 numaralı nüshasmda yayımlanmıştır. Teganni ve piyano
için olan bu nota 70 numaralı İctihad’a aynen alınmıştır.

59
gibi güçlendirici ve yiğit nağmeler ilham edenlerdendir. Vakıa şule
fanidir, fakat alevlenme ebedîdir ve biz alevlenmelerin çocuklarıyız.

* * *

Ömer Hayyam’ı takdis edelim ki şairlerin Allah’ı birdir. O


da cesurane söylenilen hakikattir diyen Kirmanlı şairin cezbesini
tanımıştır. Memleketinden “ketman” denilen müzmin zihniyetin
korkak ve zararlı tesiri ile en az müteessir bir mütefekkir şair ola­
rak yaşamıştır. İncitmeye incinmeyi tercih eden bir ahlak felsefesi­
nin vâzı’ı olmasa da, herhâlde Ebu’l-Alâ el-Ma’arrî gibi bu ahlak
ve faziletin en yüksek ve en iştiyaklı müterennim ve müdafi’i olan
bir hakîm şair olmuştur.
20 Nisan 1924 İctihad Evi
Abdullah Cevdet

60
BİRİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ

Ömer Hayyam’in- mufassal bir biyografisini yazmak fikrin­


de değilim. Müşkül, uzun, mesuliyetli bir iştir. Bir şairin, bir haki­
min hal tercümesinin anlatılması, şiirlerinin ve eserlerinin algılan­
ma tarzı üzerinde büyük bir müessir rolü oynar.
Mükemmel bir biyografi yazmak, biyografisi yazılan zatı ır­
kî, coğrafyâî, ictimâî, iktisâdı, hasılı maddî ve manevî her türlü
muhit ve ahvaliyle beraber yaşatmak ve o zatın ruh dokusunun na­
sıl dokunduğunu göstermek demektir. Ömer Hayyam gibi bir dâ­
hiye ilişkin olunca, bu işin ehemmiyeti ve tehlikesi ne kadar çoğa­
lır, meydandadır. Bu sebeple ben, mahiyet-i Hayyam’m en bâriz
hatlarını çizmekle iktifa edeceğim. Rubaiyat-ı Hayyam’ın iyi anla­
şılmasına, fena ve yanlış anlaşılmamasına medar olacak noktaları
kaydedeceğim.
Ömer Hayyam tarihçilerin çoğuna göre Horasan'ın Nişabur
şehrinde ve miladi XI. asrın ilk yansında doğmuştur. Doğum yeri­
nin Nişabur (Nişapur) olması kesin değildir. Şemsad adlı bir köy­
de doğduğunu iddia edenler de vardır. Doğum yeri neresi olursa ol­
sun, hayatınm büyük kısmım Nişabur şehrinde geçirmiştir. Bu mu­
hakkaktır.

61
Ömer Hayyam ve zamanı hakkında en iyi incelemeyi Mrs.
Batson tarafından Rubaiyât-ı Hayyam’m tefsirat ve izahatına has­
redilen bir kitaba biyografik bir önsöz olarak yazan Mr. E. Denison
Ross’un55 beyanına göre Ömer Hayyam miladın 1040 tarihinde ve
muhibbi Haşan Sabbah’tan on sene evvel doğmuştur.
Hal tercümesini yazanlarca Ömer Hayyam’ın babası İbra­
him bir çadırcı idi. Ömer zamanının âdetine uyarak bir mahlas seç­
meye mecburdu. Ekseri şairler Enverî, Firdevsî, Berki gibi debde­
beli ve muhteşem mahlaslar alırken, o mütevaziane bir ünvan ola­
rak Hayyam mahlasını seçti.
Bu mahlas alma meselesi dikkate şâyan bir keyfiyettir. Şa­
irin Enverî, Asmânî, Firdevsî gibi az çok soyut anlamlar ifade eden
kelimelere tercihan Hayyam yani çadırcı mahlasını alması eşyanın
hakikatine, mücerredattan daha ziyade merbut mütevazi ve doğru­
cu bir ruh olduğunu gösterir. Ömer Hayyam’ın çadırcılık sanatını
icra ettiğine dâir hiçbir emare bulunmamıştır. Zaten almış olduğu
irfan ve terbiye, zamanını çadırcılıkla geçirmiş bir kimsenin kaza­
nabileceği irfan ve terbiye değildir.
Ömer Hayyam tahsilini Nişabur’da tamamlamıştır. Bazı
menkıbelere nazaran Hayyam meşhur bir âlim ve birçok değerli
kitapların müellifi ve şârihi olan Muvaffaküddin’in öğrencisiy­
di.56 Abdulkâsım ve Haşan Sabbah, Ömer Hayyam’m ders arka­
daşı olmuşlardı. Abdulkâsım bilahare Nizâmülmülk ünvanıyla
Alparslan’ın veziri oldu. Alparslan Selçuklularm ikinci pâdişâhı
idi.
Haşan Sabbah’a gelince, İsmailiye denilen mezhebin müthiş
vâzı’ı oldu. Bunun mutaassıp ve hunhar mürit ve tâbileri Moğol is-

55. Bu zat elyevm Londra’da Finsbury Circus’ta yer alan School of Oriental Studies
London İnstitution yani Londra Tedkikat-ı Şarkiye Enstitüsyonu Mektebi ünvanlı
ilmi müesseseninn müdürüdür. [İkinci baskının dipnotu] A. Cevdet.
56. Muvaffaküddin Abdüllatif İbnu’l-libâd, âlim, hakim ve tabip idi. Hadîse, tabîyya-
ta, tıbba dair birçok kitaplar yazmış, M ısır’da, Kudüs’te, Şam’da, Harran’da, Bağ­
dat’ta ders vermiştir. Merhum Rıfat Bey’in Lugât-ı tarihiye ve coğrafyâî’sinde İb­
nu’l-libâd maddesine bakın. Üstadmın bir tabip ve natüralist olması Ömer Hay-
yam ’ın fikrî teşekkül ve tekemmülünün sebepleri ve kaynaklan arasında mühim
bir mevki almak lâzrm gelir kanaatindeyim. [A. Cevdet]

62
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

tilasma kadar katliam yapmayı kendilerine âdet ve ibadet etmekte


devam etti.57
İmam Muvaffak’m öğrencilerinin mutlaka en yüksek ikbal
mertebesine ulaştığı yaygın itikadı vardı. Bu itikadın tesir ve nü­
fuzu altında bu üç ders arkadaşı yani Ömer Hayyam, Abdulkâsım,
Haşan Sabbah içlerinden hangisi daha evvel iktidar ve ikbal ma­
kamına ulaşırsa, diğer iki arkadaşına yardım etmek üzere sözleş-
mişlerdi.
En evvel yüksek bir mevkie vasıl olan Abdulkâsım oldu.
Abdulkâsım, Alparslan'ın kolayca gözüne girmek maharet ve dira­
yetini gösterdi ve az zaman zarfında özel kâtip, müsteşar ve niha­
yet vezir (yani sadrazam) oldu ve Nizamülmülk namını alarak da­
ha sonra bu ad ile anıldı.
Ömer Hayyam ve Haşan Sabbah pür nüfuz ve pür iktidar
olan dostlarına yani Nizamülk’e müracaat ve ahidlerinin hükmünü
icra etmesini talep etmekte gecikmediler. Nizamülmülk bunlara
hüsn-i kabul gösterdi. Ömer Hayyam’a sultan sarayında bir memu­
riyet teklif etti. Sade ve mütevazi tabiatlı ve bir köşede refah-ı hal
ile yaşamaktan gayrı bir emel beslemeyen Ömer Hayyam bu teklifi
reddetti ve vezire “Bana yapabileceğiniz en büyük lütuf, saye-i sa­
adetinizde bir köşeye çekilip ilmin feyizlerini etrafıma dağıtmak ve
ömrünüzün uzun olması için Allah’a dua etmeme müsaade etmek­
tir.” dedi. Bu reddin samimiyet ve hülusundan pek duygulanan ve­
zir ısrar etmedi. Kadim arkadaşına 1200 miskal58 altın maaş bağlat­
tı. Şair köyüne çekilerek ilim, fen, edebiyat, matematik, astronomi,
araştırma ve bunları vatandaşlarına öğretmeye hayatını hasretti.
Haşan Sabbah ise Ömer Hayyam’m istemediği hizmeti ka­
bul etti. Son derece makam düşkünü ve kıskanç olan Haşan Sabbah
velinimeti Nizamülmülk’ü gözden düşürmeyi denemek için kendi

57. Haşan Sabbah’ın tesis ettiği İsmailiye mezhebi ve İsmailîler hakkında ayrıntılı bil­
gi edinmek için Tarih-i İslamiyet adlı tercümemizin 337. sayfasından 408. sayfa­
sına kadar mütalaa etmeyi tavsiye ederim. [A. Cevdet]
58. Bir miskal iki buçuk dirhemdir. Bir altın lira üç dirhem olduğuna göre altın para
ile 1200 miskal altın takriben 1000 lira eder ki bugün bile bir ilim adamım rahat­
ça yaşatacak bir maaştır, (ikinci baskının dipnotu).

63
mevkiinden istifade etti. Fakat Nizamülmülk tedbirli davranarak
felaketin önünü aldı; Haşan Sabbah saraydan çıkarıldı.
Haşan Sabbah işte bu suretle kovulmasının ardından İsma-
iliye mezhebini tesis etmiştir. Alparslan’ın vefatında tahta geçen
oğlu Ebulfeth Celaleddin Melikşah’m zamanında Nizamülmülk
nüfuz sahibi olmaya ve meliki daha ziyade kudret ve metanetle
idare etmeye devam etmiş ise de Haşan Sabbah’ın ilk kurbanı ol­
muştur.
Nizamülmülk, Celaleddin Melikşah tarafından azledilmiş
ve çok geçmeden maktul olarak bulunmuştur. Haşan Sabbah tara­
fından gönderilen bir mutaassıp İsmailînin hançeriyle öldürül­
müştü. Nizamülmülk’ün vefatından sonra çok vakit geçmeden
Melikşah Bağdat’ta 1092 tarihinde vefat ediyor ve onunla beraber
Selçuklu İmparatorluğu çöküyordu. Melikşah’ın vefatıyla Sultan
Sencer’in tahta cülusu arasında geçen 25 senelik bir müddet esna­
sında dahilî harpler, isyanlar ile memleket hercümerç oluyordu.
Haşan Sabbah, ümmeti olan mutaassıp katiller güruhuyla katil ve
cinayetleri kendilerine iş ve eğlence etmekte, hırs ve hararetle ber­
devam idi.
Ömer Hayyam Nişabur’da silah gürültülerinden uzak olarak
bilime, şiir ve edebiyata hasredilmiş huzurlu ve nurlu bir hayat ya­
şıyordu. Akşamlan mehtapta, evinin taraçası üzerine atılmış bir
seccade üzerinde şen davetlilere sıra ile şarap dolu kâseler sunan
bir saki huzurunda, mugannilerin ve sazların ortasında oturup soh­
bet etmeyi severdi.
Hazreti hakime ait menkıbelerin birinde böyle bir akşam bir
rüzgâr darbesi ışıklan söndürmüş ve şarap dolu testiyi yere yuvar-
lamıştı. Hiddete gelmiş olan şair şu rubaiyi irticalen inşad etmiştir:

İbrîk-i mey-i merâ şikestî rabbî


Ber men der-i eyş râ bebestî rabbî
Ber hâk fikendî mey-i gulgûn-i merâ
Hâkem be dehen, meğer to mestî rabbî?

64
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM ■RUBAİLERİ

Tercümesi:
Ey Rabbim! Şarap sürahimi kırdın. Ey Rabbim! Bana işret
kapısını kapadın. Gül renkli şarabımı yere döktün. Ey Rabbim! Ol­
maya ki -haşa- sarhoş olasın!
Ömer Hayyam’m hayatına ait ve muhakkak olarak bildiği­
miz şudur ki; Ebulfeth Celaleddin Melikşah tarafından 1074 tari­
hinde, diğer yedi müneccim ile beraber Târih-i Celâlî’yi vaz’ ve te­
sis etmiştir. Bağdat rasathanesi müdüriyetinin de kendisine verildi­
ği ve orada “Zîc-i Melikşâhî” denilen rasad cetvellerini tanzim et­
tiği de tarihte kayıtlıdır.
Ömer Hayyam, Melikşah’m etrafını alan ve kasideler yaza­
rak sitayişini göklere çıkaran dalkavuk şairlere hiç benzemezdi.

Der dehr an ki nîm nânî dâred


Yez behr-i nişest âşiyânî dâred
Ne hâdim-i kes buved, ne mahdûm-i kesî
Gû şâd bezî ki hoş cihânî dâred

rubaisi Hayyam’m ne tavda bir demir ahlaklı can olduğunu gösterir.


AvusturyalI meşhur müsteşrik Hammer von Purgstall Hay­
yam’m 25 rubaisini ilk defa Almancaya tercüme etmiş ve İran Ede­
biyatı Tarihi adlı kitabında neşr ile Ömer Hayyam’ı Avrupa’ya ta­
nıtmıştı. Bu müsteşrik Ömer Hayyam’ı Şark’ın Voltaire’i sıfatıyla
tavsif etmişti.
Almanya’nın en büyük ve en ziyade hakimane tavırları ve fi­
kirleri ile mümtaz şairlerinden Rückert ki Firdevsî’nin Şehname’si
gibi hakikaten edebi harikalardan olan büyük bir edebi eserin Al­
mancaya nazmen mütercimidir, Ömer Hayyam’m pek şevkli ve se­
vimli bir şair olduğunu yazmış ve manzum olarak birkaç rubaisini
Almancaya tercüme etmişti.
Bilahare gerek şeklinin güzelliği ve gerek rubailerin maz­
munlarını tamamen nakletmesi itibarlarıyla Hayyam’ı Almancaya

65
en güzel tercüme eden zat Nathan H. Dole’ye göre Alman şairi Bo-
denstedt olmuştur.
Rubaiyat-ı Hayyam’m Almancaya mütercimleri arasmda ez­
cümle Franz von Siller ile A. F. Graf von Schack isimleri de zikro-
lunmalıdır.
Rubaiyat-ı Hayyam’ı İtalyancaya Dr. Halo Pizzi tercüme et­
miştir ve bu tercüme 1894’de sayfa sayısı 495’e bâliğ iki nefis cilt
olarak tab’ ve neşrolunmuştur.
Ömer Hayyam kadim Latin dünyasınm hakim şairi ve De
Rerum Natura yani tabiatın hakikati yahut eşyanın hakikati Unvan­
lı muazzam ve manzum eserin müellifi Lucrece zekâsmda ve Epi-
cure mizacında Ebu’l-alâ el-Ma’arrî şâikasmda ve timsal yaratan
Örfî kuvvetinde hilkatin bir güzidesidir.
Yalnız Emest Renan, Ömer Hayyam için “Zâhirde mutasav­
vıf, hakikatte sefih, küfrü esrarperver İlahîlere, istihzayı sırrı
(mystique) itikadsızlara mezceden katmerli bir riyakârdır.” demiş­
ti. Bu sözleri 1868’de Societe Asiatique’e Rubaiyat-ı Hayyam’m
Nicolas tarafından yapılan tercümesine dâir verdiği makalesinde
yazıyordu. Bu hüküm ekseri Fransız araştırmacılarına has olan
“acele hüküm vermek” itiyadmın mahsulü idi. Ömer Hayyam’m
rubailerini nazmen Fransızcaya tercüme etmiş olan Mösyö F.
Henry’nin Renan’m vermiş olduğu bu hüküm hakkında görüşü şu
merkezdedir: “Pek derin olmayan bir tercümenin hiç derin olmayan
sathî bir hızlı mütalaasıyla verilen hüküm böyle olur.” F. Henry pek
haklıdır. Çünkü rubaiyatm mazmunları bu yüzeysel hükmü şiddet­
le yıkar ve yakar.

Gâvîst der âsmân o nâmeş pervîn59


Yek gâv-i diğer nihofte der zîr-i zemîn
Çeşm-i hiredet goşây çon ehl-i yakîn
Zîr o zeber-i do gâv moştî her bîn

59. Pervin, Ülker dediğimiz bir takımyıldızdır ki Sevr burcuna dahildir.

66
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

rubaisini yazan bu ve bu gibi rubaileri neşirden çekinmeyen Hay-


yam riyakâr olamaz.
Eski İran’da mevcut olan bâtıl bir itikad ile ancak bu kadar
istihza olunabilir. Bu itikada göre yerküre bir öküz ve öküz bir ba­
lık ve balık hayat menşei olan bir deniz üzerinde bulunurdu.
Rubainin tercümesini burada da tekrar edeyim:
Pervin ismiyle gökte bir öküz (burc-i sevr) vardır. Bir öküz de
yerin altında gizlidir! Ehl-i yakînin yaptığı gibi akıl gözünü aç. Bu
iki öküzün arasında birkaç eşeği (yani cahil ve gafil insanları) gör.
Hemen her rubaisinde yorgunluk getirecek bir surette şarap
mevzuunun, şarap övgüsünün tekrarlanması genellikle eleştirilir.
Müsteşrik Darmesteter’e göre, Ömer Hayyam’m şarabı bir
sembol, bir timsaldir. Şarap Ömer Hayyam’ın şiirlerinde din ve iti­
kadın bazı batıl şekillerine karşı isyan ve ayaklanma timsalidir. F.
Henry’nin dediği gibi o, hakikat-ı halde belki hiç içmemiş olduğu
şarabı terennüm etmiştir.
Rubaiyat-ı Hayyam’m Fitz Gerald tarafından İngilizceye man­
zum tercümesini asıl alarak Ömer Hayyam’ın 101 rubaisini Fransız-
caya başarı ve ustalıkla nazmen nakleden F. Henry’yi dinleyelim:
“Unutmayalım ki şair evren bilmecesini çözmeyi düşünmek­
ten, âlemin sırları hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmaktan fariğ ol­
mayan bir hakimdir. Âlemin sırlarını idrakinin üstünde görüyor; yük­
seliyor, fakat vasıl-ı meram olamayarak ve olamayacağını anlayarak
hüzün ve elemle hayret vadisine düşüyor. Şaraptan istediği, içine düş­
müş olduğu hüzün ve hiçliği uyuşturmak, idrak acizliğini unuttur­
maktır. Şuurlu sefaletinin üzerine bir unutkanlık nehri akıtmaktır.
Zekâsının isyanlarını ve yüreğinin kaynamasını muzafferane
teskin edecek olan şaraba, benge (yani esrara) müracaat eder gibi mü­
racaat ediyor. Nefsinden tecerrüd ederek belki sonunda kendisini ka­
rarsız eden dünya sırlarının anahtarını şaraptan alacağım ümit ediyor.”
Biz bir başka türlü ve Hayyam için daha yüceltici bir tarzda dü­
şünüyoruz. Biz bir telakkimizde isabetli olduğumuza kaniyiz. Okuyu­
cularımızın bu noktayı gözden uzak tutmamalarını temenni ederiz.

67
Hayyam’ın belki pek fazla tekrar ve sena ettiği şarap ve mes­
ti, maddî şarap ve onun verdiği neşe değildir. Şarabın ve bütün uya­
rıcıların verdiği geçici ve akibeti berbat olan bir neşat ve uyanıklık
hiçbir zaman Hayyam gibi bir bilge hakim tarafından bu kadar se­
na ve tebcil olunamaz. Okuyucularımız bilmelidir ki Hakim Ömer
Hayyam’ın sena ve tavsiyesinde ısrar ettiği sarhoşluk hali Ellick
M om ’un L’ivresse psycologique dediği ve bizim dilmestî (gönül
sarhoşluğu) dediğimiz haldir ki azim ve iradetle insanın kendi ruhu­
na ifaze edebildiği ulvî ve müteceddid bir sevinç ve uyanıklık. El­
lick M om ’un Ton de Vitalite tabir ettiği hayat perdesini yükselten
bir psikolojik sarhoşluk ve uyan ile hayat her gün tazelenir. Bu ruh
sarhoşluğunun hiçbir mahmurluğu olmaz ve alkolizm ile hiçbir mü­
nasebeti yoktur. Ömer Hayyam’m “hezeyan-ı mürteiş” [titrek heze­
yan] veya buna yakın zehirlenme arazlan ile hastanelerde, şifahane-
lerde hayatını terk etmiş olan bazı sarhoş veya morfinman, esrarkeş
şairlere hiçbir benzerliği yoktur. O, Goethe, S. Prodom, Tenisin gi­
bi vakur, mazbut ve muntazam, münevver bir hayat yaşamıştır. Pa­
ul Verlaine, Charles Baudelaire ve Thomas de Quincey, Ömer Hay­
yam neslinden değillerdir.60 Grolleau istediği kadar Ömer Hay-
yam’ı Henri Heine’ye, Swinbume’e, Ch. Baudelaire’e benzetsin,
Ömer Hayyam mestlik nasibini meyden değil, bilhassa ve ezcümle
sakiden, güzellik ve hikmet sakisinden, tefekkür kadehinden alıyor­
du kanaatindeyiz. Sadî;

Mest-i mey bîdâr bâşed nîmşeb


Mest-i sâkî der kıyâmet bâmdâd

dediği vakit o mesti ve dilmestîyi bahis ve terennüm konusu etmiştir.

* * *

60. İngiliz şairi Thomas de Quincey’in psikolojisi ve şairlik vasıflan hakkında pek ca­
zip ve kıymetli malumat ve mütalaatı Dr. Paul Voivenel ile Dr. Remond’un ortak
eseri olan Dehâ-yı edebî (Le Genie Litteraire) adlı kitabın XI. bölümünde 151 ilâ
153, 156 ve 192. sayfalannda bulursunuz, (ikinci baskı dipnotu).

68
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Tevazu, arzularda itidal, hasenat, vicdan hürriyeti, hulus ve


samimiyet yani olduğu gibi görünmek ve yazmak ve göründüğü ve
yazdığı gibi olmak, ızdırap ve ölüme karşı tevekkül ve teslimiyet,
ruh cesareti, medeni cesaret, yalana, riyaya buğz ve lanet. İşte
Ömer Hayyam hep bu ahlak erdemlerini koyuyor. Ömer iyidir.
Onun buğz ve kini zühd ve takva cübbesi altında temiz olmayan bir
yürek taşıyan sahte riyakârlara yöneliktir. İyiliği iyilik için sever.
“Bu cihanın hallerini ne kadar ziyade tedkik edersem, o kadar daha
ziyade anlıyorum ki dünyada iyilikten başka bir nimet yoktur.” der.
Taassubun düşmanıdır. Hoşgörülü ve merhametlidir. Haksızlıktan,
adaletsizlikten nefret eder. Fenalığı görmekten elem duyar. Bed­
baht şair başkalarının bedbaht edilmesini istemez.”
XVII. asrın ilk yarısında Ömer Hayyam T İngiltere’ye ve
Amerika’ya Veterum Persarum Religio Unvanlı eseri delaletiyle ilk
defa tanıttıran Oxford Üniversitesi İbranî ve Arap lisanları profe­
sörlerinden Thomas Hyde’dir. “Kadim İranilerin, Medlerin ve Part-
lann Dinler Tarihi” adlı kitabında Ömer Hayyam’ı mevzu-i bahis-
etmişti. Bu kitabın ilk tab’ı 1700 tarihindedir.
Kısa ömrünün büyük bir kısmını Ömer Hayyam’m rubaiya-
tım tedkik ve derlemeye hasr ve vakfetmiş olan bir kadın, yani Mrs.
H. M. Cadell Ömer Hayyam’ın rubailerinin miktarını 1200’e çıkar­
mıştır. Muhterem müellif bu miktar rubainin kamilen Ömer Hay-
yam’ın eseri olduğunu herkesin teslim etmeyeceğini ve kesin ola­
rak Ömer Hayyam’m kaleminden çıkmış olan rubailer miktarının
250 ilâ 300 raddesinde bulunduğunu teslim ediyor.
Mr. John Payne, Hayyam’m 800 rubaisini İngilizceye tercü­
me ve bunların asıllanyla beraber 1898’de Londra’da tabetmiştir.
Nüshası süratle tükenmiş ve bugün elde edilmesi güç olan bu kita­
bı Londra’da merhum dostum Mr. Gibb’in kütüphanesinde gör­
müştüm. 1882’de münteşir, Whienfield’in tercümesi de asıllanyla
beraberdir ve 253 rubaiyi muhtevidir.
Asıl ve tercümelerini okuyucularıma takdim edeceğim ru­
bailerin adedi 464’tür ve J.B. Nicolas toplamıştır. Bu zat Fransa
hükümetinin İran Sefarethanesi Baştercümanlığı’nda uzun müddet

69
kalmış ve o esnada Rubaiyat-ı Hayyam’ı İran âlim ve ediplerinin
yardımlarıyla ve Avrupa araştırma ve inceleme yöntemleri ile der­
leyip tercüme etmiştir. Kitap aslı ve tercümesiyle beraber Paris’te
1867 tarihinde imparator Üçüncü Napolyon’un iradesiyle hükümet
matbaasmda tabolunmuştur. Nicolas’mn derleme ve tercümesi bir­
çok sehiv ve zühulleriyle beraber Ömer Hayyam’ı mütalaa edecek­
ler için yine değerli bir kaynak ve hazine kalacak ve büyük hizmet­
ler edecektir. Fakat Ömer Hayyam’ın adını edipler arasında yay­
maya büyük bir yardım etmiş değildir. Fitz Gerald’ın pek parlak
tercümesi61 delaleti ile şan ve şöhret kapısını İranlı şaire tamamen
açmak büyük şerefi İngiltere’ye, her büyüğün, her nevi büyüklü­
ğün beşiği, doğuş yeri olan İngiltere’ye, Shakespeare’nin, Mil-
ton’un, Byron’m, Shelley’in, Thomas Carlyl’ın, Charles Dar-
win’in, Jenner’in muazzam ve feyizli vatanına aittir. Bu İran şahe­
serini Fitz Gerald’a tanıtan fakültede Sanskrit Mektebi reisi ve
hayranlık uyandıran ve derin bir mütebahhir olan E. Byles Cowell
olmuştur. Calcutta Revue’de bu zat Ömer Hayyam’ın rubaileri
hakkında pek güzel ve müteaddit istişhadlarla müeyyed bir maka­
le neşretmişti.
Bugün İngiltere’nin ve Amerika’nın klasik edebi eserleri
içinde Rubaiyat-ı Hayyam’m gayet muayyen ve muteber bir maka­
mı vardır. Eğer bazı kıt görüşlülerin görmüş oldukları ve müteessi-
fane söylüyorum, görecek oldukları gibi İngilizler ve Amerikalılar
güzellikten yararı ve yarardan güzelliği ayırmayan bu amelî ve çe­
likten insanlar Ömer Hayyam’da meyperest bir sefih ve dinsiz gör­
selerdi, bugün Ömer Hayyam’m ismini bile kitaplarında zikretmek
istemezlerdi.

61. Fitz Gerald 3 Eylül 1858 tarihiyle Coıvell’e yazdığı mektubunda “Birçok rubaiyi
hamur ettim. Bir rubai yaptım. Bu suretle Ömer Hayyam’m en büyük meziyeti
olan sadelikten biraz zayi etmiş olmaktan korkuyorum.” der. Binaenaleyh Fitz Ge-
rald’ın bazı rubai tercümelerinin aslım Farsça metinde bulmak mümkün olmaz.
Fitz Gerald’ın Rubaiyat-ı Hayyam adlı nazımlarının Farsça kaynaklan hakkındaki
eserinde (M. Heron Ailen), Fitz Gerald’m Mantıkuttayr’dan ve Pendname-i At-
tar’dan mülhem olduğunu göstermiştir. Bu ilham bizim için zaten aşikârdır. Hariç­
ten gelen bazı sızıntılarla beraber Hayyam’m fikri ve ruhi şemailinin esaslan hari­
cine asla çıkılmamıştır. A. Cevdet (ikinci baskının dipnotu).

70
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Evet, bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de


edebiyatla en uzaktan nisbeti olan bir fert bulamazsınız ki Ömer
Hayyam ismine yabancı olsun. Londra’da hiçbir hususî kütüphane
görmedim ki Ömer Hayyam’ın Fitz Gerald tarafından çevrilmiş,
muhtelif kıtalarda ve yanm şilinden 25 İngiliz lirasına kadar paha­
ları, kitabın ziynet ve hacmine göre değişen İngilizce tercümeleri
bulunmasın.
İngiltere’de Hayyam ve eserlerine verilen ehemmiyeti an­
latmak için Dr. Rıza Tevfik Bey’den dinlediğim şu fıkrayı zikre­
deyim:
Rubaiyat-ı Hayyam’m İngilizce tercümesinin cildi üzerine
yapılacak resim ve nakış için İngiliz hükümeti The Graphic gazete­
siyle bir müsabaka açmış ve bu resim ve nakış için iki bin İngiliz
lirası mükâfat koymuştur. Mükâfatı kazanan resim, kanatları açık
ve cildin hemen bütün sathını altından yelekleriyle kaplamış bir ta­
vus tasviridir. Cildin etrafına yapılan İran-ı kadim üslubunda ve
İran’a ait resimler bu tavus resmine âdeta bir çerçeve teşkil eder.

* * *

Ömer Hayyam’ı şair olmayan İngilizler de bilirler. Hayyam


için bir hayranlık ayini ihya ve idame edenler, peygamberlerinin
yani Hayyam’m doğduğu ve öldüğü günlerde Omar Khayyam’s
Club yani Ömer Hayyam Kulübü dedikleri mahfillerini kırmızı
güllerle donatır ve kırmızı şarap içerek ayin yaparlar. Bundan bir­
kaç sene evvel bu Ömer Hayyam Kulübü üyelerini, Ömer Hay-
yam’ın gömülü olduğu küçük bir bahçeden getirilmiş iki gül fida­
nım Hayyam’ın İngilizceye mütercimi Fitz Gerald’ın mezarı üze­
rine diktirmişlerdir.
Bizde ise, bundan yirmi üç sene kadar evvel Muallim Feyzi
Efendi tarafından tercüme ve tabedilen Hayyam adlı küçük bir an­
tolojiden başka Ömer Hayyam’a ait bir eser yoktur. Daha ziyade
ağlanacak ve ağlatacak cihet var: Bizzat İranlılar Ömer Hayyam’m
mükemmel ve şanına lâyık bir matbu kitabına sahip değildirler.

71
Söz bu noktaya gelince, dostum Halil Halid Bey’in Profsör
Mr. Browne’dan naklen bir gün bana anlatmış olduğu hayret ve sı­
kıntı verici şu vaka hatırıma geldi:
Muzaffereddin Şah Avrupa’da dolaştığı ve Londra’da bulun­
duğu sırada Ömer Hayyam Cemiyeti, Fars lisanına aşina üyelerin­
den bir heyet seçmiş ve şahın yanma giderek Ömer Hayyam’ın me­
zarı üzerine bir türbe yapmalarına şahtan izin istemişlerdi. Heyet
Hayyam’ın uluslararası saygınlığını hatırlattıktan sonra şahtan te­
şekkür beklerlerken, şah yanında bulunan sadrazama dönüp “Ağa!
İn Ömer Heyyâm çi çîzest?” yani “Bu Ömer Hayyam da ne nesne­
dir ağa?” diyerek cehaletini göstermiş ve orada bulunanları hayret
içinde bırakmıştır. Eğer vakanın şahit ve râvisi Mr. Browne ve Ha­
lil Halid Bey olmasalardı, havsalasûz ve gaddarlık istidadı ve sa-
dizm temayülatı yanında

Ez moşebbekhâ-yi rengâreng yek pertov fotâd


Kufr u dîn, deyr o herem şod, sobhe şod, zonnâr şod
Sâkî-i rûz-i ezel çon cor’e ’î ber hâk rîht
Tâk şod, engûr şod, mey şod, nasîb-i yâr şod

[Rengârenk hazeranlardan bir ışık girdi.


Küfür, din, manastır, harem oldu, tespih, zünnar oldu.
Ezel gününün sakisi yere bir yudum dökünce,
Asma oldu, üzüm oldu, mey oldu, yârin nasibi oldu] [M. Kanar]

kıtası gibi ince, yüksek ve derin şiirlerin şairliğini de yaşatmış bir


babanın oğlunda bu kadar cehaletin ve hödüklüğün bulunabileceği­
ne kolay kolay inanılmazdı!
İran’da mütedavil mecmua-i rubaiyat Hindistan’ın Kalküta
şehrinde taşbasmasıyla berbat bir halde tabedilmiştir. Baba Tahir-i
Hemedânî’nin62 şiirleriyle beraber diğer bir taşbasması nüshası da
İstanbul’da çıkmıştır. Aynı neviden bir de Tahran tab’ı vardır.

72
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Ömer Hayyam’m vefat tarihi 83. yaşına rastlar (541 sene-i


hicriye). Dokuz on kitap telif ve terk etmiştir. Bunlardan üçü tabii
bilimler üzerine yazılmıştır. Dördü riyaziyata aittir. İkisi metafizik
hakkındadır; biri şiir mecmuasıdır.
Bu on kitaptan yalnız üçüne ulaştık: Biri meşhur cebir kita­
bıdır ki 1851’de Paris’te F. Woepcke tarafından basılmıştır. İsmi
“el-Risâle fî berâhîni’l-cebr ve’l-mukâbele”dir.
İkincisi Euclide’in bazı tarifatı hakkında mülahazattan mü­
teşekkildir.
Üçüncüsü Rubaiyat ünvanlı şiir mecmuasıdır.
Biz şimdi yalnız bu şiir mecmuası ile meşgul olacağız. Meş­
gul olmayanların mukadder ve müstahak nasibi ölüm ve karanlıktır.
Biz hayata ve nura gidiyoruz. Biz hayata ve nura götüreceğiz.
1 Şubat 1914
İctihad Evi
Dr. Abdullah CEVDET62

62. Rubâiyât-ı Baba Tâhir-i Hemedânî (Uryânî) 1902 senesinde Londra’da Edvvard
Heron Ailen tarafından tabedilmiştir. Metinden başka rubailerin nazmen İngilizce­
ye tercümesi ve her rubainin altında Farsça izahları vardır. Baba Tahir’in biyogra­
fisine dair en mühim kaynaklar, Mecma’u ’l-fusehâ ve Riyâzu’l-ârifm sahibi Rıza
Kuli Han'ın (Tahran 1295 hicrî) eserleridir. Bu kitaplarda Baba Tahir’in hicri 410
yılında vefat ettiği rivayet edilir ki bu tarih Firdevsî’nin hayatta olduğu zamana ve
Ömer Hayyam’a tekaddüm eden devre müsadiftir.
Mr. Browne kitabın mütercimine gönderdiği mektupta diyor ki:
Paris’te Schefer’in koleksiyonunda bulunan ve Selçukluların tarihinden bahseden
elyazısı bir eserde Baba Tahir’den bahsedildiğini gördüm. Bu eserin adı “Râha-
tu’s-sudûr ve âyetu’s-surûr’dur. Müellifi de Necmeddin Ebûbekr Muhammed b.
Ali b. Süleyman b. Muhammed b. Ahmed b. el-Huseyn b. Hamât el-Râvendî’dir
ki bu kitabı Selçuklulardan Ebulfeth Keyhusrev b. Alauddevle İzzeddin Kılıçars-
lan b. Süleyman adma telif etmiştir. Telif tarihi hicri 599 yahut 600 senesi olduğu
gibi, istinsah edildiği tarih de 635’tir.
Bu kitapta yazıldığına göre Tuğrul Bey (saltanat tarihi: 1037-1063) Hemedan’ı zi­
yaret ettiği sırada Baba Tahir’i görmüş ve hayır duasına mazhar olmuştur. Bu
mevsuk ve hakikî malumata göre Baba Tahir’in miladi on birinci asır ortalarında
hayatta olduğu anlaşılır. Rıza Kulihan’ın verdiği haber de bu tarzda tahakkuk et­
mektedir.

73
R U B A İL E R
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 1 -

Âmed seherî nida zi meyhâne-i mâ


Key rind-i herâbâtî-i dîvâne-i mâ
Berhîz ki por konim peymâne zi mey
Zan piş ki por konend peymâne-i mâ

Bir sabah meyhanemizden şöyle bir nida geldi: Ey bizim di­


vanemiz, rind-i harâbâtî! Kalk ki peymanemiz doldurulmadan (ya­
ni ömrümüz bitmeden, kafatasımız toprakla doldurulmadan) evvel
peymanemizi şarapla dolduralım.63

[Meyhanemizden bir ses geldi seher vakti,


Hey, divane meyhane rindimiz, dedi.
Kalk, dolduralım kadehleri meyle,
Kadehimiz doldurulmadan önce.] [M. Kanar]

63. Bu nefis rubaiyi Fitz Gerald İngilizceye rengin ve zengin güzelliklerle şöyle nak-
letmiştir:
Dreaming when Dawn’s Left Hand was in the Sky,
I heard a Voice within the Tavem ciy,
A wake, my little ones and fiil the cup
Before Life’s Liquor it’s cup be dry.
Blockmann bu rubaiyi mutasavvıfane bulur (A.M. W hinfield’in haşiyesidir.).

77
- 2 -

Ey an ki gozîde-i cihânî to merâ


Hoşter zi do dîde’î yo cânî to merâ
Ez cân, sanemâ, azîzter çîzî nîst
Sed bâr azîzter zi cânî to merâ

Ey bence bütün bir cihanın güzide âferidesi olan sen! İki


gözümden ve canımdan daha muazzezsin. Ey perestîde! Ey sa­
nem! Candan aziz bir şey yoktur. Sen bana candan da yüz kere da­
ha azizsin.

[Dünyanın seçkinisin benim için.


iki gözümden, canımdan hoşsun benim için.
Sevgilim, candan aziz bir şey yoktur.
Canımdan yüz kez azizsin benim için.] [M. Kanar]

78
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-3 -

îmşeb ber-i mâ mest ki âverd torâ?


Vez perde bedin dest ki âverd torâ?
Nezdîk-i kesî ki bî to der âteş bûd
Çon bâd-i sabâ çost ki âverd torâ?

Bu gece böyle mahmur olarak seni bize kim getirdi? Harem­


den çıkararak bu tarafa seni kim sevk etti? Senden ayrı olduğu hal­
de ateş içinde yanan kimsenin ateşini alevlendirmek için seni latif
rüzgâr gibi serî kim getirdi?

[Bu gece seni bize böyle sarhoş kim getirdi?


Haremden bu tarafa seni kim getirdi?
Sensiz yaşayan kişi ateş içinde yanar.
Seher yeli gibi seni çarçabuk kim getirdi?] [M. Kanar]

79
-4-

Zin dehr ki bûd moddetî menzil-i mâ


Nâmed becoz ez belâ vo gam hâsil-i mâ
Fusûs ki hail negeşt yek moşkil-i mâ
Reftîm o hezâr hesret ender dil-i mâ

Bir müddetçik bize karar yeri olan bu dünyada gam ve bela­


dan gayri bir şey kazanmadık. Yazık ki hiçbir müşkülümüz hallo­
lunmadı! Yüreğimizde bin hasret bulunduğu halde dünyadan gittik.

[Şu dünya oldu bir süre konak yerimiz.


Bela ile gam oldu sadece ele geçenimiz.
Yazık çözülmedi hiçbir sorunumuz!
Giderken bin hasret doluydu yüreğimiz.] [M. Kanar]

80
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-5 -

Ey hâce! Yekî kâm revâ kon mâ râ


Dem derkeş o ez behr-i Hodâ kon mâ râ
Mâ râst revîm, velîk to kec bînî
Rov, çâre-i dîde kon, rehâ kon mâ râ.

Ey hâce! Yalnız bir dileğimizi kabul et. Sesini kes; bizi Al­
lah aşkına bırak. Biz dosdoğru gidiyoruz, fakat sen eğri görüyor­
sun. Git, gözlerini tedavi ettir. Bizi rahat bırak.

[Efendim, kabul et sadece bir dileğimizi.


Sus, Allah aşkına rahat bırak bizi.
Biz düz gidiyoruz, sen eğri görüyorsun.
Git, gözüne baktır; bırak artık bizi.] [M. Kanar]

81
- 6 -

Berhîz o biyâ botâ berây-i dil-i mâ


Hail kon be morâd-i hîş yek moşkil-i mâ
Yek kûze-i mey biyâr tâ nûş konim
Zan piş ki kûzehâ konend ez gil-i mâ

Güzelim, kalk, hatmmız için gel. Muradımızca bir müşkülü­


müzü hallet. Bir testi şarap getir; ta ki bedenimizin toprağından tes­
tiler yapılmadan evvel testiden içelim.

[Hatırımız için kalk gel ey sevgili.


Cemalinle hallet şu müşkülümüzü.
Toprağımızdan testi yapılmadan önce,
içelim, getir bir testi meyi.] [M. Kanar]

82
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-7 -

Çon fovt şevem, be bâde şûyîd merâ


Telkîn zi şerâb o câm gûyîd merâ
Hâhîd be rûz-i heşr yâbîd merâ
Ez hâk-i der-i meykede cû’îd merâ

Ben öldüğüm vakit beni şarap ile yıkayınız. Mezarımın üze­


rinde telkine bedel şarabın ve şarap kâsesinin senâsına dâir şiirler
terennüm ediniz. Haşır günü beni bulmak isterseniz, meykede ka­
pısının toprağında arayınız.

[Ölünce bâdeyle yıkayın beni.


Saf şarapla telkin edin beni.
Bulmak isterseniz mahşer günü beni.
Meyhane kapısının toprağında arayın beni.] [M. Kanar]

83
-8-

Çon ohde nemîkoned kesî ferdâ râ


Hâlî hoş kon to in dil-i sovdâ râ
Mey nûş be nûr-i mâh, ey mâh ki mâh
Bisyâr betâbed o neyâbed mâ râ

Mademki yarının ne olacağım kimse temin edemez, sen de­


li gönlüne neşe doldur. Ey ay gibi güzel olan güzel! Ay ışığında şa­
rap iç. Zira biz hayata veda ettikten sonra ay pek çok defa doğacak,
fakat bizi bulamayacaktır.64

[Madem garanti edemez kimse yarını,


Hoş tut şimdi sen sevdalı gönlünü.
Şarap iç mehtapta ey ay yüzlü çünkü ay,
Ay çok doğar da bulamaz bizi.] [M. Kanar]

64. Ömer Hayyam’m bu kameri Mösyö Henry’nin dediği gibi şairlerin Brovvning ta­
rafından terennüm edilmiş olan
That pale, soft, sweet and disempassioned moon.
Wich smiles in forgiveness
“O solgun, mülayim, şirin, ihtiraslara yabancı olan ve yavaş yavaş af ve gufran sa­
çarak bize tebessüm eden kamer”le biraz kardeş değil midir? Kamer dahi latin şa­
iri Manilius’un
Soncia fati
Sidera diversos hominum varientia casus
beytinde söylediği “Talihin mutemedleri olan ve insanların çeşitli mukadderatına
hakim bulunan yıldızlardan biri” değil midir? O solgun ve suskun ay maziye ve is­
tikbale ait bize neler neler söyler!
Le soleil s’est couche, la lune de ses lueurs
Hesite d ’effleurer ma candeur gemissante
beytiyle başlayan ve Vida Semperflorens muhteviyatından olan sonemi yazarken
onunla ne acı hasbıhallerde bulunmuştuk! A.C.

84
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-9 -

Âşık heme rûze mest u şeydâ bâdâ


Dîvâne vu şûrîde vu rosvâ bâdâ
Der huşyârî gosse-i her çîz horîm
Çon mest şevîm, herçi bâdâ bâdâ

Âşık bütün gün mest, şeyda, divane, şûrîde, rüsva olsun! Zi­
ra aklımız başımızda iken her şeyin kaygısını çekeriz. Mest oldu­
ğumuz vakit, ne olursa olsun!

[Âşık yıl boyu mest, meczup olsun.


Deli, heyecanlı, rezil olsun.
Ayıkken her şeyin tasasını çekeriz.
Sarhoş olduk mu, ne olursa olsun!] [M. Kanar]

85
- 10 -

Âkil be çi ummîd derin şûmserâ


Ber dovlet-i û nihed dil ez behr-i Hodâ?
Ankes ki merâ nâm herâbâtî kerd
Der asi herâbât kocâ boved? Ancâ.

Allah aşkma söyleyin: Aklı olan, bu meş’um sarayın yani


dünyanın devlet ve ikbaline ne ümit ile bel bağlar?65 Bana haraba­
ti namı veren, yanılıyor. Çünkü asıl harabat neresidir? İşte orası
(dünya)dır.

[Nasıl bağlanır, gönül verir şu uğursuz dünyaya,


Bir kimse aklı başındaysa, Allah aşkına?
Bana harabati diyenler var ya,
Harabat neresi biliyorlar mı? Dünyadır dünya.] [M. Kanar]

65. Mahfî mahlasıyla tahallus eden ve

Der sohen “mahfî” şodem çon beyt-i gul der âb-i gul
Her ki dâred meyl-i dîden, der sohen bîned merâ

nazik beytinin sanatkâr şairi olan banlı bir hanım kızın şu beytini hatırlatıyor:

Nihâi serkeş u gul bîvefâ vu lâle do reng


Derin çemen be çi ummîd âşiyân bendem?

Birinci beytin tercümesi:


Ey Mahfî! Gülsuyunda gül kokusunun gizlendiği gibi ben de şiirimde Mahfî ol­
dum. Beni görmek arzu eden beni sözümde (şiirimde) görür,
ikinci beytin tercümesi:
Nihal serkeş, gül vefasız, lale iki renkli. Ben bu bahçede ne ümit ile yuva yaparım?

86
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 11 -

K ur’ân ki bihîn kelâm hânend û râ


Gehgâh ne ber devâm hânend û râ
Der hatt-i piyâle âyetî rovşen hest
Kender heme câ modâm hânend û râ

Sözün en güzeli denilen K ur’ân’ı daima değil, ara sıra okur­


lar. Piyalenin ağzında pümur bir âyet vardır ki onu her yerde, da­
ima okumaktan mütelezziz olurlar.

[Kur’ân en büyük kelamdır derler.


Kur’ânı sürekli değil, arada bir okurlar.
Piyalenin üstünde parlak bir yazı var.
Onu her yerde devamlı okurlar.] [M. Kanar]

87
- 12 -

Ger mey nehorî, ta’na mezen mestan râ


Ger tövbe dehed, tövbe konem Yezdan râ
To fahr be an konî ki men mey nehorem
Sed kâr konî ki mey golâm est an râ

, Sen şarap içmiyorsan, mestlere ta’netme. Eğer Allah tövbe


nasip ederse, tövbe ederim. Sen, şarap içmiyorum diye iftihar edi­
yorsun, fakat yüzlerce iş görüyorsun ki şarap onlara nazaran bin ke­
re zemzemle yıkanmıştır.

[Şarap içmiyorsan, sarhoşları kınama,


Nasip ederse, Tövbe ederim ben Tanrı’ya.
Şarap içmem diye bana övünüp durma.
Şarap temiz kalır çevirdiğin fırıldaklar yanında!] [M. Kanar]

88
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 13-

Herçend ki reng u rûy zîbâst merâ


Çon lâle roh u çon serv bâlâst merâ
M a’lûm neşod ki der tarabhâne-i hâk
Nakkâş-i men ez behr-i çi ârâst merâ?

Vâkıa yüzüm ve rengim güzeldir. Yanaklarım lale gibi kırmı­


zıdır. Servi gibi yüksek boyluyum. Fakat tarabhâne-i hâkte benim
nakkaşım ne için beni nakş ve tezyin etti? Burası malum olmadı.

[Rengim güzel, yüzüm güzel ise her ne kadar;


Yanağım lale, boyum serviye benzerse her ne kadar,
Anlaşılmadı şu toprağın neşe yurdunda,
Niye bezedi ezel ressamı beni o kadar?] [M. Kanar]

89
- 14-

Bot goft be botperest: Key âbid-i mâ


Dânî zi çi rûy geşte’î sâcid-i mâ?
Ber mâ be cemâl-i hod tecellî kerde est
Ankes ki zi tost nâzir o şâhid-i mâ

Put kendine tapmanlara dedi ki: Ey bana tapman! Sen bana ne­
den secde edici oldun? Bilir misin? Senden bana nâzır ve şahid olan
kimse (yani vicdanın) cemali ile benim üzerimde tecelli etmiştir.66

Put putpereste dedi: Ey tapman bana!


Bilir misin neden secde edersin bana?
Cemaliyle tecelli etti bende,
Senden bana bakan vicdanın var ya!] [M. Kanar]

66. Gülşen-i râz'ıh 800. sayfasına da bakın.

90
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 15 -

Hâhî zi firâk der figân dâr merâ


Hâhî zi visâl şâdmân dâr merâ
Men bâ to negûyem ki çisan dâr merâ,
Ansan ki dilet hâst, çonan dâr merâ.

İstersen beni ayrılıktan âh ü figan içinde tut. İstersen beni sa­


na k/ıvuştur, şad et. Bana nasıl muamele etmeni istediğimi sana
söylemem. Gönlün nasıl isterse, bana öyle muamele et.67

[İster ayrılıktan inlet beni.


İster vuslatınla sevindir beni.
Ben demem sana ne yapacağını,
Canın nasıl isterse, öyle tut beni.] [M. Kanar]

67. Men nemîgûyem ziyan kon yâ be fıkr-i sûd baş


Ey zi forset gafil’ Ender herçi hâhî, zûd bâş. [Bîdil]

[Ben sana ‘zarar et’ ya da ‘kâr peşinde ol’ demiyorum be eline geçen fırsatları bil­
mez adam! Ne istiyorsan, haydi durma, çabuk ol!]

91
- 16-

Tâ betvânî, rence megerdan kes râ;


Ber âteş-i hışm-i hîş menşan kes râ
Ger râhet-i câvidan tama’ mîdârî,
Mîrenc hemîşe vo merencan kes râ

Elinden geldiği kadar kimseyi incitme; kimseyi hışım ateşin­


le yakma. Eğer ebedî gönül huzuru istersen, daima incin ve kimse­
yi incitme.68

[Elinden geldikçe incitme kimseyi.


Kendi öfke ateşinle yakma kimseyi.
Ebedî huzur talep ediyorsan,
incin ama incitme kimseyi.] [M. Kanar]

68. Muhibbim Hüseyin Kazım Kadri Bey’in Beyrut’ta Yesûîlerin kütüphanesinde bi­
limsel araştırmaları esnasında bulup bana hediye ettiği ve ekseri nüshalarda gayri
mevcut ve ancak son zamanlarda malum olmuş rubailerdendir. Journal Asiati-
que’in beşinci serisinin dokiızuncu cildinde ve 1857 yılında Garcin de Tassy tara­
fından neşrolunmuştur. Bunlar Mr. Oaseley’in Oxford Kütüphanesinde bulunan
bir elyazması Rubaiyât-ı Hayyam’dan nakledilmiştir. Bu zâtın rivayetine göre
mezkur nüshada 158 rubai vardır. Kitapta 866 hicri yılında (1460-1461) Şiraz’da
yazılmıştır. Dostumun himmetiyle meydana çıkan diğer beş rubai de sıralan gel­
dikçe dere ve işaret edilecektir.

92
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 17 -

Ey kerde zi lutf u kahr-i to sun’-i Hodâ


Der ahd-i ezel, behişt o dûzah ber pâ!
Bezm-i to behiştest o mera cormî nîst
Çûnest ki der behişt reh nîst merâ?

Ey ezelde ilahi yaratışın, lütfunla cenneti, kahrınla cehenne­


mi vücuda getirmiş olduğu maşukam! Ülfet meclisin cennettir; ben
ise hiçbir günah işlemiş değilim. Şu halde cennetin kapısı bana na­
sıl kapalı olur?

[Sevgili Tanrım; lütfunla, kahrınla,


Ezelde cenneti, cehennemi diktin ayağa.
Senin meclisin cennettir: Benim cürmüm yok oysa,
Neden cennet yolu kapanır bana?] [M. Kanar]

93
- 18-

Ber dest yekî tîğ ço âbest merâ


Kez vey heme sâl feth-i bâbest merâ
Peyveste dil-i hasm kebâbest merâ
Vez kelle-i û câm-i şerâbest merâ

Benim elimde zağlı bir kılıç vardır ki onun sayesinde daima


kapılar bana açılır ve daima hasmın yüreği kebap, kafatası bana şa­
rap kadehi olur.

[Elimde pırıl pırıl bir kılıç vardır.


Yıl boyu bütün kapılar bana açılmaktadır.
Düşmanın kalbi hep kebap olmaktadır.
Onu kellesi benim için şarap kadehidir.] [M. Kanar]

94
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 19-

Mey kuvvet-i cism o kuvvet-i cânest mera


Mey kâşif-i esrâr-i nihânest merâ
Dîger taleb-i donyâ vu ukbâ nekonem
Yek cor’e bih ez her do cihânest merâ

Şarap bedenimin kuvveti, canımın gıdasıdır. Sırlan bana


keşfeder. Artık dünyayı ve ahireti istemem. Şarabın bir damlası her
iki cihandan iyidir.

[Şarap beden, can kuvvetidir benim için.


Şarap gizli sırların kaşifidir benim için.
Artık dünyayı, ahireti talep etmem.
Bir yudumu iki dünyaya bedel benim için.] [M. Kanar]

95
- 20 -

Sâkî, kadehî, ki kârsâzest Hodâ


Der rahmet-i hod bendenevâzest Hodâ
Mey hor be behâr o bâr-i tâ’at mefurûş
Kez tâ’at-i halk bîniyâzest Hodâ

Ey saki! Bir kadeh sunmaya bak. Zira Allah işleri düzeltici­


dir. Merhametinden yumuşaklıkla muamele eder. Ömrünün baha­
rında şarap iç; sofuluk satma. Hâlik, mahlukun tâ’at ve ibadetine
muhtaç değildir.

[Saki, bir kadeh getir, işleri yoluna koyar Tanrı.


Rahmetiyle kullarını okşar Tanrı.
Baharda iç bâdeyi; sofuluk satma.
Halkın ibadetine muthaç değildir Tanrı. [M. Kanar]

96
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-21 -

Sâkî, nazarî be bîkesan behr-i Hodâ!


Bişken but-i mâ bulhevesan, behr-i Hoda!
Mâ mâhî-yi morde’îm o to âb-i heyât,
Mâ râ be visâl-i hod resan, behr-i Hodâ!

Ey saki! Allah aşkma olsun, kimsesizlere bir nazar atfet. Biz


maymun iştahlıların putunu kır. Biz sudan çıkmış balığız; sen âbı-
hayatsın. Allah aşkma, bizi sana kavuştur!

[Saki, kimsesizlere de bak Allah aşkına.


Kır biz maymun iştahlıların putunu Allah aşkına.
Biz ölü balığız, sensin hayat suyu.
Bizi vuslatına erdir Allah aşkına.] [M. Kanar]

97
- 22 -

Çendan bohorem şerâb kin bûy-i şerâb


Âyed zi torâb çon revem zîr-i torâb.
Tâ ber ser-i hâk-i men resed mahmûrî
Ez bûy-i şerâb-i men şeved mest o herâb

O kadar çok şarap içeyim ki toprağın altına girdiğim vakit


topraktan şarap kokusu gelsin. Mezarımın başma gelen bir çakırke­
yif bu rayihanın tesiriyle mest ü harap olsun.

[O kadar içeyim şarap ki gelsin topraktan,


Şarap kokusu. Girersem toprağa ben,
Geçerse bir mahmur mezarımdan,
Olsun zilzurna sarhoş şarabımın kokusundan.] [M. Kanar]

98
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-2 3 -

Der kûy-i niyâz her dilî râ deryâb


Der kûy-i huzûr mukbilî râ deryâb
Sad K a’be-i âb o gil be yek dil neresed
Ka’be çi rovî? Boro, dilî râ deryâb.

Ümit sahasında her gönlü kendine raptet. Huzur sahasında


bir kamil dost ile rabıta tesis et. Zira bil ki toprak ve su ile yapılan
yüz Kabe bir gönül kıymetinde olamaz. Kâbe’ye ne gidiyorsun?
Bir yürek, bir gönül bulmaya bak.69

[Bir gönül kazan niyaz sokağında.


Makbul birini bul huzur sokağında.
Topraklı, sıvalı yüz Kabe etmez bir gönül.
Niçin gidersin Kâbe’ye? Git, kazan bir gönül.] [M. Kanar]

69. Ey govm-i beh hac refte! Kocâyîd? Kocâyîd?


M a’şûka der incâst. Biyâyîd, biyâyîd. [Mevlânâ]
Mânâsı: Ey hacca gitmiş olan kavim! Neredesiniz? Neredesiniz? Maşuka burada­
dır. Geliniz, geliniz.
Nizâmı de:
Ka’be-i gil secdegeh-i hâkiyân
Kâ’be-i dil kıble-i eflâkiyân
[Toprak Kâbe bu dünyaya ait olanların secde ettiği yerdir. Gönül Kâbesi ise yüce
kişilerin kıblesidir] der.
Şeyh Sa’dî ise “Pârsâyân rûy der mahlûk, poşt ber kıble konend nemâz”[Zâhidler
yüzlerini mahluka, sırtlarım kıbleye dönük olarak namaz kılarlar] diyor. Bunların
her üçü de gafillerin zühdünden ve zahidane gafletten insanları sakındırma ve ten­
zih emelindedir. [A. Cevdet]

99
- 24 -

Rûzî ki be dest ber nihem câm-i şerâb


Vez gâyet-i horremî şevem mest o herâb
Sad mu’cize peydâ konem ender her bâb
Zin tab’i ço âteş u sohenhâ-yi ço âb

Elime şarap kâsesini aldığım ve mesûdiyetimin çokluğundan


mest ü harap olduğum gün ateş gibi olan bu tab’dan ve berrak bir
su gibi akan bu sözlerden her vadide yüz mucize peyda ederim.

[Ne zaman alsam elime şarap kadehi,


Mutluluğum mest, harap eder beni.
Her konuda gösteririm yüz mucize.
Tabiatım ateş, sözlerim su gibi.] [M. Kanar]

100
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-2 5 -

Rûzî do ki mohletest mîhor mey-i nâb


Kin omr-i gozeşte der neyâbî, der yâb
Dânî ki cihân rû be herâbî dâred
To nîz şeb u rûz çonan bâş herâb

Ömründen kalan bir iki günlük zamanı saf şarap içerek ge­
çir. Bu hayatı, dikkat et ki bir daha bulamazsın. Bilirsin ki cihanın
akıbeti harap olmaktır. Sen de dünyamn akıbeti gibi gece gündüz
mest ü harap ol.

[Bir iki gün mühlet var; iç saf şarabı,


iki günlük ömür geçer, dönmez geri.
Bilir misin, dünya haraplığa gidiyor,
Sen de gece gündüz harap ol e mi!] [M. Kanar]

101
-26-

Ber pây-i to bûse dâden, ey şem’-i tarab


Bih zan bâşed ki dîgeran râ ber leb
Dest-i men o dâmen-i hiyâlet heme rûz
Pây-i men o costen-i visâlet heme şeb.

Ey neşe mumu! Senin ayağım öpmek, başkalarının dudağını


öpmekten iyidir. Her gün elim hayalinin eteğinden ayrılmaz. Aya­
ğım ise geceleri sürekli visalini takip ile meşguldür.70

[Ayağını öpmek, ey neşe mumu,


Başkalarının dudağını öpmekten iyi.
Ellerim bırakmaz hayalinin eteğini gün boyu.
Ayaklarım vuslatını arar geceler boyu.] [M. Kanar]

70. Viola Semper Florens Unvanlı şiir mecmuamın muhteviyatından bir sonedeki şu
mısraları hatırlatıyor:
Le jour ton image me pdnetre
Et dans mes nuits tu fais apparaître
Des reves d ’etoiles parsemds.

102
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-27-

M â’îm nihâde ser be fermân-i şerâb


Cân kerde fedâ-yi leb-i handân-i şerâb.
Hem sâkî-yi mâ hulk-i surâhî der dest
Hem ber leb-i sâgar âmede cân-i şerâb.

Biz başım şarabın fermam altına koyanlarız. Canını şarabın


gülen dudağına feda etmişleriz. Hem sürahinin boynu sakinin eli
içinde, hem şarabın canı kadehin dudaklarına gelmiş.71

[Baş koymuşuz biz şarabın fermanına.


Can feda etmişiz şarabın gülen dudaklarına.
Sakimizin eli sürahinin boynunda.
Şarabın canı da kadehin dudağında.] [M. Kanar]

71. Bir elinde gül, bir elde câm, geldin sâkiyâ!


Hangisin alsam? Gülü yahut ki câmı ya seni? [Nedim]

103
- 28 -

M â’îm u mey u mutrib u in konc-i herâb


Cân u dil u câme kerde der rehn-i şerâb
Fâriğ zi ommîd-i rahmet u bîm-i ezâb
Azâd zi bâd u hâk u ez âteş u âb

Bu gûşe-i harap, mey ve mutrip bize kâfidir. Rahmet ümi­


dinden, azap korkusundan fâriğiz. Canımızı, gönlümüzü, elbisemi­
zi şarap için rehin etmişizdir. Havadan, topraktan, ateşten, sudan
âzadeyiz.

[Biz varız, mey, mutrip var, bir de harap ocak.


Biz rahmet ümidinden, azap korkusundan uzak.
Can, gönül, kadeh, giysi bulanmış şarap tortusuna.
Topraktan, rüzgârdan, ateşten, sudan olduk uzak.] [M. Kanar]

104
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 29 -

Ez menzil-i kufr tâ be dîn yek nefesest.


Vez âlem-i şek tâ be yakîn yek nefesest.
İn yek nefes-i azîz râ hoş mîdâr
Çon hâsil-i omr-i mâ hem in yek nefesest.

Dini ilhaddan ayıran mesafe bir nefesliktir. Şüphe âleminden


yakîn âlemine kadar olan mesafe bir nefesin alınmasıyla verilmesi
arasındaki bir mesafe kadardır. Bu bir nefesi kıymetli tut. Zira bü­
tün ömrümüzün hasılı bir nefesten ibarettir.72

[Küfür ile din konağı arası bir nefes.


Şüphe ile yakîn âlemi arası bir nefes.
Aman hoş tut şu bir nefeslik zamanı zira.
Ömrümüzden kazancımız sadece şu bir nefes.] [M. Kanar]

72. V. Hugo’nun H onor Unvanlı manzumesinde

L ’ingini reve avec un visage irritĞ


L ’homme parle et dispute avec l ’obscruitö

dedikten sonra yine insanlara hitap ettiği şu beytini de okuyun:

Chiffres tumultueux flots de l ’ocöan Nombre,

Vous n ’avez rien â vous qu’un souffle dans de l ’ombre.


Victor Hugo Ömer Hayyam’dan ne eksik ne fazla bir şey söylemiş olmuyor. Fakat
her ikisi de mağrur insanların eşekliğini ne kadar şiddetli bir projektörün ışığı al­
tına koyuyor! [A. Cevdet]

105
-30-

Ey çerh-i felek! Herâbî ez kîne-i tust!


Bîdâdgerî §îve-i dîrîne-i tust
Ey hâk! Eğer sîne-i to beşkâfend,
Bes govher-i kıymetî ki der sîne-i tust.

Ey çarkıfelek! Viranlık senin kininin neticesidir. Zorbalık


senin kadim şîvendir. Ey toprak! Senin sinen yarılacak olsa, ne ka­
dar kıymetli gevherler (yani ne kadar yutulmuş) olarak bulunur!

[Ey çarkıfelek! Yıkıp dökmek, kininden senin.


Zulüm eski mesleğindir senin.
Ey toprak! Yarsalar karnını senin,
Nice kıymetli mücevher karnında senin.] [M. Kanar]

106
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-31 -

Hârî ki zîr-i pây-i her heyvânîst,


Zulf-i sanemî yu ebrû-yi cânânîst,
Her hişt ki ber kungure-i eyvânîst,
Engoşt-i vezrn yu ser-i sultânîst.

Hayvanlann ayaklan altmda çiğnenen her diken bir güzelin


zülfü, bir maşukanın kaşıdır. Sarayların kubbesindeki her tuğla bir
vezirin parmağı ve bir sultanın başı eczâsındandır.

[Her hayvanın ayağı altındaki diken,


Bir dilberin zülfü, cânanın kaşı.
Saray kubbesindeki her kerpiç parçası,
Bir vezirin parmağı, bir sultanın başı.] [M. Kanar]

107
- 32 -

İn yek do se rûz novbet-i omr gozeşt


Bogzeşt çonanki bogzered bâd be deşt
Tâ men bâşem, gam-i do rûze nehorem,
Rûzî ki neyâmedest, rûzî ki gozeşt

Birkaç günlük ömür nöbetim geçti. Sahradan rüzgârın geç­


mesi gibi geçti. Yaşadığım müddetçe şu iki günün gamını çekmem:
Gelmeyen gün; geçen gün.

[Ömrümüzden iki üç gün daha geçti.


Geçenler kırlardaki rüzgâr gibi geçti.
Ben ben oldukça çekmem iki günün tasasını,
Gelmeyen gündür biri; diğeri o gün ki geçti.] [M. Kanar]

108
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-33-

An la’l-i giranbehâ zi kân-i digerest


Van durr-i yegâne râ nişan digerest
Endîşe-i în u ân hiyâl-i men u tust
Efsâne-i aşk râ zeban digerest

O ağır kıymetli yakut (dudak) başka bir madendendir. O ye­


gâne incinin başka nişanesi vardır. Onu ve bunu düşünmek benim,
senin kuruntumuzdur. Aşkın hikâyesi başka bir lisanla ifade olunur.

[O kıymetli lal dudağın madeni başkadır.


O biricik incinin işareti başkadır.
Onu, bunu düşünmek senin benim hayalim.
Aşk masalının dili bir başkadır.] [M. Kanar]

109
-34-

İmrûz ki novbet-i cevânî-i menest


Mey nûşem ezan ki kâmrânî-yi menest
Eybeş mekonîd ezan ki telhest, hoşest
Telhest ezan ki zindegânî-yi menest.

Bugün benim gençlik nöbetimdir. Şarap içerim. Zira benim


mutluluğum bundadır. Acıdır diye hakkında fena söylemeyiniz. O
hoştur. Acı olması benim sırf hayatım olduğundandır.

[Bugün benim gençlik sıramdır.


Mey içerim; onda mutluluğum vardır.
Acı, tatlı diye kusur bulmayın ona.
Acıdır; çünkü benim hayatimdir.] [M. Kanar]

110
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-35-

Ey dil, çu nasîb-i to heme hûn şodenest.


Ehvâl-i to her rûze digergûn şodenest
Ey cân, to derin ten be çikâr âmede’î?
Çon âkibet-i kâr-i to bîrûn şodenest.

Ey gönül! Mademki senin nasibin kanamaktır, her gün peri­


şan olman mukarrerdir; ey ruh! Sonun bir gün çıkıp gitmek olduğu
halde bu bedene ne diye geldin?

[Gönlüm, madem nasibin kanamaktır.


Halin her gün bir başka olmaktır,
Ruhum! Bu bedene niçin geldin?
Çünkü işinin sonu dışarı çıkmaktır.] [M. Kanar]

111
-36-

İmrûz torâ destres-i ferdâ nîst


Vendîşe-i ferdât becoz sovdâ nîst
Zâyi’ mekon indem er dilet bîdârest
Kin bâkî-yi omr râ bekâ peydâ nîst73

Bugün sen yarına hâkim değilsin ve yannın endişesiyle bî-


zar olmak delilikten gayri bir şey değildir. Eğer gönlün uyanık ise,
hâl-i hazin zayi etme. Mütebaki ömrün bekâsına elde hiçbir sened
yoktur.

[Bugünden yarına kavuşman mümkün değil.


Yarını düşünmen sevdadan başka bir şey değil.
Zâyi etme şu ânı, uyanıksa gönlün eğer.
Geri kalan ömrünün miktarı belli değil.] [M. Kanar]

73. Sadî aynı fikri şöyle terennüm etmiştir:

Sa’diyâ, dey reft o ferdâ hemçonan movcûd nîst


Der miyân-i în u ân forset şomâr imrûz râ

[Ey Sadî! Dün geçti gitti. Yarın ise daha bugünden belli değil. O halde bu ikisinin
arasındaki bugünü fırsat bil.]

112
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-37-

Ez herze beher derî nemîbâyed taht


Bâ nîk u bed-i zemâne mîbâyed sâht
Ez tâsek-i çerh o ka’beteyn-i takdir
Her nakş ki peydâst, heman bâyed bâht

Yüzsüzcesine her kapıyı çalmak lazım değildir. Zamanın


germ ü serdine alışmak gerektir. Çarkın zar fincanından atılan tak­
dir zarlarının üzerinde ne nakış ve nokta varsa, ona göre oynamak
lazımdır.

[Boşu boşuna her kapıya koşmamak gerek.


Zamanın iyisiyle, kötüsüyle geçinmek gerek.
Felek tasından, takdir zarlarından,
Ne çıkarsa karşımıza, oynamak gerek.] [M. Kanar]

113
- 38 -

în kûze ço men âşık-i zârî bûdest


Der bend-i ser-i zulf-i nigârî bûdest
In deste ki gerden-i û mîbînî
Destîst ki ber gerden-i yârî bûdest74

Bu testi (belki) benim gibi bir âşık-ı zâr olmuştur ve bir güzel
kadının ser-i zülfüne bağlanmıştır. O testinin boynunu iki taraftan
ihâta eden kulplar bir yârin boynuna sarılan kollar, eller olmuştur.

[Bu testi vaktiyle benim gibi perişan âşıkmış.


Bir dilberin zülüflerine bağlanmış.
Boynunda gördüğün şu kulp yok mu,
Bir elmiş, yârin boynuna sarılmış.] [M. Kanar]

74. Hâk-i râhî ki beril mîgozerî, sâkin bâş


Ki uyûnest u cufünest u hudûdest u kudûd [Sa’dî]
[Üstüne basıp geçtiğin toprağa dikkat et. Çünkü bastığın toprak gözdür, yüzdür,
yanaktır, sevgilinin endamıdır.]
Ebu’l-alâ el-ma’a n î’yi de dinleyelim:

Sir ini’steta’te fî’l-hevâ ruveydâ


Lâ ihtiyâlen alâ rufâti’l-ibâd
Haffifi’l-vat’e mâ ezunnu edim
el-Erzi illâ min hâzihi’l-ecsâd

Tercümesi şöyle olabilir: İbâdullahın eczâ-yı bedenine ihtirâmen elinden gelirse,


toprağa basmayarak havada yürü. Adımlarım hafif at. Zannederim ki kaşr-ı arz bu
ecsâddan teşekkül etmiştir.
Yine Şeyh Sa’dî’nin

Be hâk ber nerov ey âdemi be nahvet u nâz


Ki zîr-i pây-i tu hemçon tu âdemîzâdest

beyti âdeta koca Ebu’l-alâ el-M a’arrî’den mütercem gibidir. Meâli şudur: Toprak
üzerinde, ey ademoğlu! gurur ve ihtişam ile yürüme. Çünkü ayaklarının altında se­
nin gibi adam evladı vardır (yani kardeşlerinin hâk-i bedenleri vardır).

114
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-39-

Pîş ez men u to leyi u nehârî bûdest


Girdende felek zi behr-i kâri bûdest
Zinhâr kadem be hâk âheste nihî!
Kan merdomek-i çeşm-i nigârî bûdest

Benden ve senden evvel çok tulûlar ve gurûblar olmuştur.


Dönücü semanın hareket-i devriyesi boşu boşuna olmamıştır. Top­
rak üzerine ayağını yavaş basmaya dikkat et. Zira bu toprak muh­
temel ki bir vakitler bir maşukanın göz bebeği idi.

[Benden senden önce gece gündüz olmuştur.


Dönen felek bir iş için dönüp durmuştur.
Toprağa yavaş bas ayağını aman!
O toprak bir dilberin göz bebeği olmuştur.] [M. Kanar]

115
- 40-

Bothâne vo Ka’be hâne-i bendegîst


Nâkûs zeden terâne-i bendegîst
Mihrâb o kilîsiyya vo tesbîh u salîb
Hakkâ ki heme nişâne-i bendegîst75

Puthane ve Kâbe ibadet evidir. Çan çalmak ibadet teranesi­


dir. Mihrap, kilise, tespih, salip, cümlesi aslında kulluk nişanesidir.

[Puthane ile Kâbe kulluk evidir.


Çan çalmak kulluk teranesidir.
Mihrap, kilise, tespih, haç tümü,
Gerçekten de kulluk nişanesidir.] [M. Kanar]

75. Miyân-i K a’be vo bothâne hîç farkî nîst


Beher taraf ki nigeh mîkonî, berâber-i ûst [Hafız]

[Kâbe ile puthane arasında hiçbir fark yoktur. Hangi tarafa bakarsan' bak, hepsi bir­
birinin aynıdır.]

116
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-41 -

Ber lovh nişân-i bûdenîhâ bûdest


Peyveste kadem zi nîk u bed âsûdest
Der rûz-i ezel herançi bâyest bedâd
Gam horden o kûşîden-i mâ bîhûdest

Ezelî levh-i mahfuzda vücutların resimleri mevcut olmuştur.


Kalem iyi ve kötü yazmaktan daima uzaktır. Ezelî ve ebedî tabiat
kanunlarına ne gerekse, o verilmiştir. Fıtratın asla değişmeyen hü­
kümlerine karşı gam yememiz, uğraşmamız beyhudedir.76

[Kader levhasına yazılacaklar yazılmış,


iyi, kötü peşinde koşmaktan kalem yorulmuş.
Ezelden yazılanlar mutlak bir borçmuş.
Gam çekmemiz, çalışmamız hep boşmuş!] [M. Kanar]

76. Enverî’nin
Eğer muhavvil-i kâr-i cihâniyân ne kazâst
Çerâ mecârî-i ehvâl ber hilâf-i rizâst?
Belî fezâst beher nîk u bed inankeş-i halk
Ezan serâst ki tedbîrhâ-yi comle hetâst

[Dünyada yaşayanların işlerim değiştiren şey kazâ değilse, neden herkesin hali is­
tediğinin tam tersinedir? Halkı yönlendiren her iyi ve kötü şey başka bir fezadan
ileri gelmektedir. Buna karşı alınacak her türlü tedbir ise hatadan başka bir şey ola­
maz.] [M. Kanar]
kıtasında mündemiç fikirdir. Hayyam’m söylediği tevekkül ve teslimiyet değil, ta­
biatın değişmez kanunlarının çelikten kayalarıyla kafa tokuşturmamak lüzumudur.
[A. Cevdet].

117
- 42-

Bâ her bed u nîk râz netvânem goft


Kûteh sohenem derâz netvânem goft
Hâlî dârem ki şerh netvânem dâd
Râzî dârem ki bâz netvânem goft

Her iyiye, her kötüye (her önüme gelene) surum söyleye


mem. Sözü kısa söylerim, uzun söyleyemem. Bir hal ve mevkide
yim ki tasvir edemem. Bir sırrım var ki izhar edemem.

[Her iyiye, kötü sırrımı açamam.


Kısa sözümü uzun edemetn,.
Bir halim var; anlatamam.
Bir sırrım var; söyleyemem.] [M. Kanar]

118
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-43-

Bâ mâ direm-i kalb nemîgîred coft


Cârûb-i tarabhâne-i mâ pâk beroft
Pîrî zi harâbât burun âmed u goft:
Mey hor ki be omrhât mîbâyed hoft

Bizim aramızda sahte para geçmez. Süpürge bizim neşe yur­


dumuzu temiz süpürmüştür. Yalandan ve riyadan77 temizlemiştir.
Hârâbattan bir pîr çıkageldi ve şöyle söyledi: Şarap içmeye bak. Zi­
ra asırlarca uyumaya mecbur olacaksın.

[Sahte para geçmez bizde,


Neşe yurdunu iyi süpürmek gerek bize.
Bir pîr geldi meyhaneden, dedi:
Asırlarca uyuyacaksın; bak içmeye.] [M. Kanar]

77. Sahte para tabirinden muradı, sûfı akidelerine muhasım olan erbab-ı taassubun
saçma fikirleri, yalan ve riyalarıdır.

119
- 44-

Bâ hokm-i Hodâ becoz rizâ der negirift


Bâ halk becoz rûy u riyâ der negirift
Her hîle ki der tasavvur-i akl âyed
Kerdîm velîk bâ kazâ der negirift

Hüdâ’mn hükümleri ve kanunları önünde rızadan başka bir


şey işe yaramaz. İhsanların önünde gösteriş ve riyadan gayri bir şey
fayda etmez. Aklın tasavvur edebildiği her tedbire tevessül ettim.
Lâkin kadere karşı sonuçsuz kaldı.

[Tanrı hükmüne ancak razı olunur.


Halka ikiyüzlü, riyakâr davranılır.
Aklın alabildiği her yönteme başvurduk.
Kadere karşı hiçbir çare bulamadık.] [M. Kanar]

120
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-4 5 -

Bîgâne eğer vefâ koned, hîş-i menest


Ver hîş cefâ koned, bedendîş-i menest
Ger zehr muvafakat koned, tiryâkest
Ver nûş muhâlefet koned, nîş-i menest

Eğer bir yabancı vefakârlık ederse, akrabamdandır. Eğer ak­


rabam bana cefa ederse, benim düşmanımdır. Eğer zehir şifa verir­
se, panzehirdir. Bal hasta ederse, bal değil, zehirdir.

[Yabancı vefalı olursa bana, yakınımdır.


Yakınım cefa ederse bana, düşmanımdır.
Zehir iyi gelirse, panzehirdir bana.
Bal dokunursa, zehir gelir bana.] [M. Kanar]

121
-46-

Pur hûn zi fîrâket cigerî nîst ki nîst


Şeydâ-yi to sâhibnazarî nîst ki nîst
Bâ anki nedârî ser-i sovdâ-yi kesî
Sovdâ-yi to der hîç serî nîst ki nîst

Hiçbir yürek yoktur ki senin ayrılığınla pürhun olmasın.


Hiçbir görüş sahibi yoktur ki meftûnun olmasın. Senin gönlünde
hiçbir kimsenin sevdası olmadığı halde hiçbir gönül yoktur ki sev­
dan ile meşgul ve alevlenmiş olmasın.

[Ayrılığından kanlanmamış ciğer yok.


Sana meftun olmayan görüş sahibi yok.
Gönlünde olmasa da kimsenin sevdası.
Sevdana tutulmamış bir baş yok.] [M. Kanar]

122
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-4 7 -

Tâ huşyârem, merâ tarab noksânest


Çon mest şodem, berem hired nâdânest
Hâlîst miyân-i mestî yu huşyârî
Men bende-i an ki zindegânî ânest

Aklım başımda oldukça, neşemde noksan bulunur. Mest ol­


duğum vakit bende akıl cahil olur. Mestlik ile ayıklık arasında mu­
tavassıt bir hal vardır ki ben o hale köle olurum. Zira hayat odur.

[Ayık olduğum sürece neşem eksik kalır.


Sarhoş oldum mu, akıl yanımda cahil kalır.
Sarhoşlukla ayıklık arasında bir hal var.
O halin kuluyum, işte hayat o halde var.] [M. Kanar]

123
-48-

Terkîb-i piyâle râ ki derhem peyvest?


Beşkesten-i an koca revâ dâred mest?
Çendin ser o sâk-i nâzenîn u kef u dest
Ez mihr-i ki peyvest o be kîn-i ki şikest?

Piyalenin terkibini kim vücuda getirdi? Mest onu kırmayı


nasıl reva görür? O kadar nazenin başları, kolları, elleri, bilekleri
hangi muhabbet yarattı? Hangi kin mahvetti?78

[Kim birleştirdi kadehteki onca parçayı?


Sarhoş nasıl reva görür onu kırmayı?
Bunca zarif başı, kolu, eli, ayayı,
Hangi sevgi var etti; hangi kin becerdi kırmayı?] [M. Kanar]

78. Hayyam mahlukatın aynı kudret tarafından icat ve tahrip olunmalarındaki mantık­
sızlığı muaheze ediyor. Fakat Hayyam’m mantığı başka, Hayyam’ı yaratan tabi­
atın mantığı yine başkadır. [A.Cevdet]

124
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-49-

Ters-i ecel u vehm-i feiıâ mestî-yi tust


Veme zi fena şâh-i bekâ hâhed rast.
Tâ ez dem-i îsevî şodem zinde be can
Merg-i ebed ez vücûd-i men dest beşust

Ecel korkusu ve yokluk vehmi senin sersemliğinin eseridir.


Zira şüphe yok bu “fenâ”dan bir “bekâ” dalı çıkacaktır. İsâ’î bir aşk
nefesi ve marifetle yeni bir hayat bulduğum günden beri ebedî ölüm
benim vücudumdan el çekmiştir.79

[Ecel korkusu, yokluk kuruntusu senin sarhoşluğundur.


Yoksa yokluktan kalıcılık dalı çıkacaktır.
İsa nefesiyle dirildiğimden beri,
Ebedî ölüm benim vücudumdan el çekmiştir.] [M. Kanar]

79. Şu beyti de okuyun:

Ba’dez vefât turbet-i mâ der zemîn mecûy


Çon sînehâ-yi merdom-i dânâ mezâr-i mâst

Mânâsı şudur: Biz vefat ettikten sonra bizim türbemizi yeryüzünde arama. Zira bi­
zim mezarımız fikir ve ilim adamlarının sineleridir.
Christensen’in “Rubâiyat-i Hayyam Hakkında Tedkikat” Unvanlı kitabının 29.
sayfasındaki cetvele nazaran bu 49. rubai Efzal-i Kâşî’nindir.

125
- 50 -

Çon lâle be novrûz kadeh gîr be dest


Bâ lâlerohî eğer torâ forset hest
Mey nûş be horremî ki in çerh-i kebûd
Nâgâh torâ ço hâk gerdâned pest

Lalenin yaptığı gibi, nevruzda, eğer fırsat sana müsaade


ederse, lale yanaklı bir dilberle beraber eline kadehi al. Neşat ile şa­
rap iç. Zira bu gök kubbe seni ansızın toprak gibi (yani yerküreye
yaptığı gibi) altına alır, ezer.

[Lale gibi al eline nevruzda kadehi.


Buldunsa fırsatı, al yanma lale yanaklı dilberi.
Iç keyifle bâdeni. Bu çarkıfelek zira,
Alçaltacak apansız toprak gibi seni.] [M. Kanar]

126
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-51 -

Çon kâr ne ber murâd-i mâ hâhed reft


Endîşe vu cehd-i mâ kocâ hâhed reft?
Peyveste nişeste’îm der hasret-i ank
Dîr âmedeîm ve zûd mîbâyed reft

Mademki iş muradımız veçhile gitmeyecek; tasavvurları­


mız, cehdlerimiz neye yarar? Daima içimizi çekerek “Geç geldik,
erken gideceğiz.” der dururuz.

[Madem işler istediğimiz gibi yürümeyecek,


Düşüncemiz, çabamız ne işe yarayacak?
Oturmuş, hayıflanır dururuz:
Geç geldik ama çabuk gitmemiz gerek.] [M. Kanar]

127
- 52 -

Çon çerh-i felek hîç be kâm-ı to negeşt


Hâhî to felek heft şumur, İlâhî heşt
Tâ mîbâşem, gam-i do rûze nehorem:
Rûzî ki neyâmedest o rûzî ki gozeşt.

Mademki çarkıfelek muradmca devretmedi, göklere ister ye­


di kat de, ister sekiz kat say. Ben şu iki günün gamını hiç çekmem:
Gelmemiş olan gün, geçmiş olan gün.

[Çarkıfelek değil mi ki dönmedi muradımızca.


ister yedi kat, ister sekiz kattır de gökyüzüne.
Ben ben oldukça iki günün tasasını çekmem.
Biri gelmeyen gündür; diğeri geçen gün.] [M. Kanar]

128
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-53-

Hayyâm, zi behr-i goneh in mâtem çîst?


Yez horden-i gam fâide bîş u kem çîst?
Anrâ ki goneh nekerd, gufran nebuved
Gufran zi berâyi goneh âmed; gam çîst?

Ey Hayyam! İşlenmiş günah için bu kadar hüzün ve mateme


ne mahal var? Gam yemeden, az olsun, çok olsun, ne fayda var?
Günah işlemeyen için gufran olmaz. Gufran günah için gelmiştir.
Korkacak, gam yiyecek ne var?

[Hayyam, günah için bu kadar tasa nedir?


Üzülmenin az veya çok faydası nedir?
Günah olmayan şey için gufran olmaz.
Gufran günah için geldi: bu gam da nedir?] [M. Kanar]

129
-54-

Der perde-i esrâr kesî râ reh nîst


Zan ta’biye çon cân-i kesî âgeh nîst
Coz der dil-i hâk hîç menzilgeh nîst
Efsûs ki in fesâne hem kûteh nîst.

Perde-i esrarın arkasına gitmek için kimseye yol yoktur.


Zünkü bu tabiyeye kimsenin ruhu agâh değildir. Toprağm koynun-
dan başka hiçbir menzilgâh yoktur. Eyvah ki bu efsane de çok söz
götürür.

[Kimsenin sırlar perdesine giriş izni yok.


Kimsenin bu düzen hakkında bilgisi yok.
Toprağın altında bir başka yurt yok.
Dinle şunu: Bu masalların kısası yok.] [M. Kanar]

130
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-5 5 -

Der âlem-i bîvefâ ki menzilgeh-i mâst


Bisyâr becostem be kıyâsî ki merâst
Çon rûy-i to, mâh nîst rovşen, goftem
Çon kadd-i to serv nîst, mîgûyem, râst

Menzilimiz olan vefasız âlemde bana has olan kıyas ile çok
aradım, söyledim: Ay senin yüzün kadar parlak değildir. Söylüyo­
rum: Servi senin boyun kadar dilâram değildir.

[Meskenimiz olan şu vefasız dünyada,


Kıyas ettim, çok aradım. Doğru söylüyorum,
Senin gibi parlak yüzlü ay görmedim.
Senin gibi selvi boyluya rastlamadım.] [M. Kanar]

131
-56-

Der sovme’e vu medrese ve deyr u kinişt


Tersende zî dûzehend u cûyâ-yi behişt
Ankes ki zi esrâr-i Hodâ bâheberest
Zin tohm der enderûn-i hod hîç nekişt80

Camide, medresede, kilisede, ateşkedede hep cehennemden


korkar ve cenneti ararlar. Allah’ın esrarına muttali olan kimsenin
derûnunda ise bu tohum hiçbir zaman yeşermez.

[Tekkede, medresede, mabette, kilisede,


Korkarlar cehennemden, ararlar cenneti.
Kimin varsa Tanrı sırlarından haberi,
Gönlüne bu tohumları hiç ekmedi.] [M. Kanar]

80. Kiştzâr-i emelim şûrezemîn olduğuna


Katre-i şefkat ile ebr-i bahârân ağlar [Nâbî]
[Emel tarlamın kıraç olmasına bahar yağmurları bile şefkat damlaları ile yağarak
ağlar.]

132
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-57-

Donyâ dîdî yu herçi dîdî, hîçest


Van nîz ki gofti yu şenîdî, hîçest
Sertâser-i âfâk devîdî, hîçest
Van nîz ki der hâne hazîdî, hîçest.

Dünyayı gördün ve ne gördünse hiçtir. Ne söyledinse ne işit-


tinse o da hiçtir. Ufukları baştan başa dolaştınsa yine hiçtir. Hane­
nin bir köşesine çekildin, orada büzülüp oturdunsa yine hiçtir.

[Gördün dünyayı; ne gördünse bir hiçtir.


Dediklerin, duydukların da bir hiçtir.
Bütün ufukları dolaştın ya; bir hiçtir.
Evde oturup kalman da bir hiçtir.] [M. Kanar]

133
-58 -

Der hâb budem, merâ hiredmendî goft


Kez hâb kesî râ gul-i şâdî neşikuft
Kârî çi konî ki bâ ecel bâşed coft?
Mey hor ki be zîr-i hâk mîbâyed hoft.

Uyuyordum. Rüyamda bir hakîm bana dedi ki: Uykuda kim­


se için şevk ve sevinç gülü açmadı. Ölüme benzeyen bir işi neden
işliyorsun? Şarap iç. Zira toprağın altında bol bol uyuyacaksın.

[Uyuyordum, akıllı biri bana dedi:


Kimsenin uyku ile açmadı sevinç çiçeği,
Neden yaparsın ecele eş olan işi?
Toprak altında uyuyacaksın; iç meyi.] [M. Kanar]

134
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 59 -

Dil sırr-i heyât eğer kemâhî dânist


Der movt hem esrâr-i İlâhî dânist,
Eknun ki to bâhodî nedânistî hîç
Ferdâ ki zi hod revî, çi hâhî dânist?

Gönül eğer hayatın sırrım lâyıkıyla bilseydi, ölümdeki İlahî


sırlan da anlardı. Sen şimdi kendinden geçmemiş olduğun halde
hiçbir şey bilmiyorsun. Yarın kendi kendinden geçtiğin vakit (yani
öldüğün vakit) ne bilebilirsin?81

[Bilseydi gönül lâyıkıyla yaşam sırrını,


Anlardı ölümde de Tanrı’nın sırrını.
Kendindeyken bugün anlamadın hiçbir şey;
Yarın çekip gidince, nasıl anlarsın sırrını?] [M. Kanar]

81. Confucius da şakirtlerinden Li Kou’n ba’delmevt insanın ne olduğu hakkında va­


ki olan sualine “Mademki hayatın mahiyeti malum değildir, ölümün ne olduğu na­
sıl bilinebilir?” cevabını vermiştir. [Lun-Yu, Discours et entretiens de Confucius,
XI, 11 citd par M. Bourdeau, p.34].
Cakia-Mouni der ki: Hayat iki odunun sürtünmesinden oluşan kıvılcım gibidir.
Alevlenir, sonra söner. Nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmeyiz.

Victor Hugo’yu da dinleyelim:

Tout se ereuse sitöt que tu taches de voir;


Le ciel estle puits clair, la mort est le puits noir,
Mais la clarte de l ’un meme auh yeux de l ’aporte,
N ’a pas moins de terreur que la noirceur de l ’autre.

135
-60-

Rûzî ki şeved “ize’s-semâ inşakkat”


An dem ki şeved “ize’n-nucûm’unkederet”
Men dâmen-i to begîrem ender “suilet”
Gûyem sanemâ “bi-eyyi zenbin kutilet”

“Gök yanldığı vakit”82 hakikati aşikâr olduğu gün ve “yıl­


dızlar karardığı zaman”83 hükmü bilfiil zahir olduğu zaman, ben
“suilet”84 vadisinde senin eteğinden tutarım ve “ey sanem, beni
hangi günahımdan dolayı öldürdün?” derim.

[O gün gök yanldığı vakit,


Yıldızların bulanıp karardığı an,
Suilet vadisinde tutarım eteğini.
Sorarım sevgilim “Beni hangi suçla öldündün?] [M. Kanar]

82. K ur’ân, LV/37. Âyetin tam tercümesi: “Sonra gök yarılıp da yağ gibi erimiş ola­
rak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman.”
83. K ur’ân, LXXXI/2. Âyetin tam tercümesi: “Yıldızlar bulanıklaşıp döküldüğü za­
man.”
84. Kur’ân, LXXXI/8-9. âyetlere telmih vardır. Âyetin tam tercümesi: “Ve ‘diri diri
toprağa gömülen kızcağıza’ sorulduğu zaman: “Hangi suçtan dolayı öldürüldü?”.
Âyet, Cahiliye devrinde diri diri mezara gömülen kız çocukları hakkında varid ol­
muştur. El’an bizim de kızlarımızı diri diri mezara gömdüğümüz “İctihad” mec­
muasının 42 numaralı nüshasında “Tatar Kızı” Unvanlı hikâyenin mütalaasından
şiddetle anlaşılır. [Haşiye-i tab’-ı evvel] [A.Cevdet]

136
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-61 -

Sır ez heme nâkesan nihan bâyed dâşt


Râz ez heme bulbulan nihân bâyed dâşt
Binger ki be cân-i merdomân mî çi konî
Çeşm ez heme merdomân nihân bâyed dâşt

Bütün sefillerden sırrımızı saklı tutmak mecburiyetindeyiz.


Bütün bülbüllerden bile sırrımızı gizlemeliyiz. Bütün insanların na­
zarlarından gizlenmeye mecbur etmekle canlara neler yaptığım
gör.85

[Bütün namertlerden sırrı saklamak gerek.


Bütün bülbüllerden sırrı saklamak gerek.
Canlara ne yapıyorsun? Bak bir kere.
Herkesten uzakta, saklı olmak gerek.] [M. Kanar]

85. Mösyö Nicola’nın bu rubaiye tahsis ettiği şerhe nazaran, Ömer Hayyam burada
Allah'ına sitem ediyor. İnsanların kötülerine ifşa edilemeyecek İlahî sırlara mutta­
li olanların batmî ateşlerine söndüremeyerek çektikleri ızdıraba telmih ediyor. Hal­
ka izhar edemediğim sırlarından beni niye haberdar kıldın? diyor. Fransızların
XIX. asırda, bizce en büyük hakimi, aym zamanda şair olan M. Guyau ise:

Le Vrai, je sais, fait souffrir,


Voir c’est peut-etre mourir;
Qu’ importe, 6 mon oeil, regarde!

diyor ki “ Bilirim, hakikate bilgi sahibi olmak azap verir. Görmek belki ölmektir.
Ne ehemmiyeti var, ey gözüm, sen yine bak.” demektir.
Fazıl muhibbim Tokadîzade Şekîb Beyefendi’nin işaret etmiş olduğu üzere bu ru­
bainin kafiyeleri zayıftır. [A.Cevdet]

137
-6 2 -

Sâkî, çu zemâne der şikest-i men u tust,


Dünyâ ne serâçe-i nişest-i men u tust
Ger zanki be dest-i men u tu câm-i meyest
Mîdân beyakîn ki hak be dest-i men u tust.

Ey saki! Mademki zaman seni ve beni kırmakta, ezmektedir;


dünya senin ve benim için bir dinlenme yeri olamaz. Fakat müste­
rih ol ve yakînen bil ki şarap sürahisi seninle benim aramızda mev­
cut bulundukça hak seninle benim elimizdedir.

[Saki, zamane seni, beni kırmaktadır.


Dünya senin, benim oturma yerimiz değildir.
Senin, benim elimde mey kadehi oldukça,
iyi bil ki hak bizim elimizdedir.] [M. Kanar]

138
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 63 -

Omrî be gul u bâde bereftîm u begeşt


Yek kâr-i men ez dovr-i cihan râst negeşt
Ez mey ço neşod hîç morâdî hâsil
Râhî ki bereft râhrov u bâz negeşt.

Bütün bir ömrü elinde bâde olduğu halde, güller içinde gezi­
nerek geçirdim. Cihanda hiçbir işim düz gitmedi. Şaraptan hiçbir
muradım hasıl olmadı diyerek bir yolda yürümekte sebat eden
adam geriye avdet edemez.

[Bir ömür gezdik tozduk gül ile, bâde ile,


Bir işim rast gitmedi dünyanın dönüşüyle.
Meyden hiç bir murat geçmeyince ele,
Bu yolda giden yolcu döndü geriye.] [M. Kanar]

139
-64-

Mey der kef-i men nih ki dilem der tâbest


Yin omr-i gurîzpây çon sîmâbest
Berhîz ki bîdârî-i dovlet hâbest
Berhîz ki âteş-i cevânî âbest.

Şarap kâsesini benim elime koy. Zira gönlümde hararet var


ve bu ömür civa gibi kaçıp gidiyor. Kalk! Zira talihin uyanıklığı
(yani ikbal ve saadet) rüya gibi çabuk yok olur. Kalk! Zira gençlik
ateşi akıp giden su gibidir.

[Mey ver elime, içim yanıyor.


Ömrüm tıpkı civa gibi kaçıyor.
Anla şunu: Gençlik ateşi benzer suya.
Dikkat et: Talih açıklığı benzer uykuya.] [M. Kanar]

140
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 65 -

Mâ kâfir-i ışkîm u moselman digerest.


Mâ mûr-i za’îfîm u Soleymân digerest
Ez mâ roh-i zerd o câme-i köhne taleb
Bâzârçe-i kasbfurûşân digerest

Biz aşk kâfiriyiz; Müslüman başkadır. Biz zayıf karıncayız;


Süleyman başkadır. Bizden aşk ve muhabbet tesiriyle sararmış çeh­
re ile sade ve mütevazi giysi iste. Sırmalı kumaş satılan pazar bu­
rada değil, başka yerdedir.

[Biz aşk kâfiriyiz, Müslüman başkadır.


Biz zayıf karıncayız; Süleyman başkadır.
Sararmış yüz ile eski giysi iste bizden.
iyi gömlek satanların çarşısı başkadır.] [M. Kanar]

141
-66-

Mey horden u şâd bûden âyîn-i menest


Fâriğ bûden zi kufir u dîn dîn-i menest
Goftem be arûs-i dehr: Kâbîn-i to çîst?
Goftâ: Dil-i horrem-i to kâbîn-i menest

Şarap içmek ve neşeli olmak benim âyinimdir. Küfürden ve


dinden fariğ olmak benim dinimdir. Dünya gelinine “Senin mehrin
nedir?” diye sordum. “Benim mehrim senin kalp açıklığın, senin
münşerih gönlündür.” dedi.86

[Şarap içmek, şen olmak âyinimdir benim.


Uzak olmak küfür ve dinden, dinimdir benim.
Dedim dünya dedikleri geline: Nedir senin mehirin?
Dedi: Senin hürrem gönlün mehirimdir benim.] [M. Kanar]

86. Kâbın kelimesi çeyiz yahut ağırlık kelimeleriyle de tercüme olunabilir. Maksat, ni­
kâh akdi için peşin veya daha sonra verilen veya verilmesi taahhüt olunan meblağ
veya maldır.

142
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-67-

Ne tâlib-i mescidem, ne mâil be kinişt


İzed dâned gil-i merâ ez çi sirişt
Çon kâfir-i dervîşem u çon kahbe-i zişt
Ne dîn u ne donyâ vu ne ummîd-i behişt

Ne mescide talibim, ne ateşkedeye mâilim. Benim toprağımı


ne ile yoğurduğunu Allah bilir. Fakat kâfir, çirkin fahişe gibiyim.
Ne dinim var, ne dünyam var. Ne de cennet ümidim var!87

[Ne mescide talibim, ne ateşkedeye meylim var.


Beni ne ile yoğurdu, bunu bilen Allah var.
Kâfir derviş ya da çirkin fahişe gibiyim.
Ne din, ne dünya, ne cennet ümidim var.] [M. Kanar]

87. Örfî:

Kufr nî, İslâm nî, islâm-i kufrâmîz nî


Hikmet-i İzed nedânem çîst der îcâd-i men?

[Küfrüm yok, Müslümanlığım yok; küfre bulanmış Müslümanlığım da yok. Aca­


ba T ann’nın beni yaratmaktaki hikmeti neydi? Bilemiyorum.] [M. Kanar]

diyor. Hayyam burada “Lemmâ tekûlûne mâ lâ tef’alûn” yani “Kendiniz icra et­
mediğiniz şeyi başkalarına neden tavsiye ve vaaz ediyorsunuz?” hitab-ı itâbma lâ­
yık olan sahte sofulara telmih ediyor. Yoksa Hayyam’ın cennet umudu olmasa da
dini ve dünyası olduğu muhakkaktır. Onun maksadı burada riyakâr muttakîleri kır­
baçlamaktır.

143
-68-

Nefset be seg-i hâne hemîmâned râst


Coz bang-i miyantohî ezû hîç nehâst
Rûbeh sıfatest u hâb-i hergûş dehed
Reftâr-i peleng dâred u gorg-i değâst.

Ey insan! İhtirasın bir ev köpeğine, her noktada benzer. On­


dan kuru gürültüden gayrı bir şey gelmez. Tilki gibidir; tavşan uy­
kusu verir. Onda kaplan tabiatı var ve dessaslık kurdudur.88

[Nefsin ev köpeğine tıpatıp benzer.


Çıksa çıksa ondan kuru gürültü çıkar.
Tilki sıfatlıdır, uyutur aldatır.
Kaplan tabiatlı, hilekârlık kurdudur.] [M. Kanar]

88. Bir adamı tavşan uykusuyla uyutmak yahut bir adama tavşan uykusu vermek de­
mek, onu aldatmak demektir.

144
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-69-

Her sebze ki der kenâr-i cû’î roste est


Gû’î zi leb-i feriştehû’î roste est
Hân! Ber ser-i sebze pâ be hârî nihî!
Kan sebze be hâk-i lâlerû’î roste est.89

Bir suyun kenarında yetişen her yeşillik, melek yaratılışlı bir


güzelin dudağından yetişmiştir, diyebilirsin. Yeşillik üzerine ayağı­
nı gurur ve istihfaf ile sakın basma! Çünkü o, lale yüzlü bir güzelin
toprağından hasıl olmuştur.

[Her yeşillik ki bir su kenarında bitmiştir.


Sanki melek huylu birinin dudağından bitmiştir.
Her yeşilliğe küçümseyerek basma ayağını.
O yeşillik lale yüzlü birinin toprağından bitmiştir.] [M. Kanar]

89. Aynı fikir Elisabeth Brovvning’in şu sözlerinde vardır: “Arza, şüphesiz vücudumuz
kadar beşerî olan yeşil arza bakınız.” Hayatin hiç de gayr-i makul olmayan âlem­
şümul olması yani hayatm hayvanat ve nebatata ve hatta cansız varlıklara şâmil ve
sâri olması fikri pek kadîm ve yaygındır.
L.Bourdeau’nun Le Probleme de la Mort (Ölüm Meselesi) ünvanh kitabının 144.
sayfasında zikrettiği Marco Polo der ki: “Hindistanlı Yoghiler hiç yeşil bir şey ye­
mezler. Çünkü ‘yeşil şeylerin bir ruhu vardır’ derler.” Herhâlde Hayyam’ın bu ru­
baisinde vücutların tenasühü fikri mevcuttur. [A. Cevdet]

145
-70-

Her dil ki derû nûr-i muhabbet besirişt


Ger sâkin-i mescidest u ger z ’ehl-i kinişt
Der defter-i ışk her ki râ nâm nevişt
Âzâd zi dûzehest u fariğ zi behişt

Muhabbet nuruyla nurlanan her gönül ister mescitte sâkin


olsun, isterse ateş ehli bulunsun, bir kere aşk defterine namını yaz­
dırmış olmak haysiyetiyle o, cehennem korkusundan azade ve cen­
net ümidinden fâriğ bulunur.

[Hangi gönülde yoğurulmuşsa muhabbet nuru.


İster mescitte otursun, ister ateşkede mensubu.
Aşk defterine kim yazdırmışsa adını,
Cehennemden uzaktır; cennet olmaz umuru.] [M. Kanar]

146
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-71 -

Yek cor’e-yi mey zi mulk-i Kâvus bihest


Vez taht-i Kubâd u mulket-i Tûs bihest
Her nâle ki âşıkî berâred be seher
Ez na’ra-yi zâhidân-i sâlûs bihest

Bir damla şarap Keykâvus’un90 mülkünden, Kubâd’m91 tah­


tından ve Tûs’un92 topraklanndan iyidir. Bir âşığın seherde ettiği
nâle riyakâr zahidlerin narasından iyidir.

[Bir yudum mey Kâvus’un mülkünden iyidir.


Kubâd’m tahtından, Tûs’un mülkünden iyidir.
Bir rindin seher vakti çektiği inilti,
Düzenbaz zahidlerin narasından iyidir.] [M. Kanar]

90. Keyâniyan sülalesinden ikinci hükümdardır, banklarla TuranlIlar arasındaki acı­


masızca muharebeler bu sülale zamanında olmuştur.
91. Kubâd yahut Keykubâd, Keyâniyan sülalesinin birincisidir. Pîşdâdiyan (yani ilk
adalet dağıtıcıları) hanedanının onuncusu Nevzer, Turan padişahı Efrasyab tarafın­
dan öldürüldüğü vakit Keykubâd Demavend civarında Elburz dağlarına çekilerek
yaşamakta bulunuyordu. İran tarihçileri böyle yazar.
92. Tûs, Pîşdâdiyan sülalesinden bir prens ve kahramandır. Horasan’da yerleşik ve
İmam Gazzâlî’nin meşhur hakim Nasîruddîn-i Tûsî’nin, Firdevsî’nin doğdukları
yer olan Tus şehri bu Tûs b. Nevzer tarafından bina veya imar olunmuştur ve bu
ismi almıştır.

147
-72-

Herçend ki ez günâh bedbahtem o zişt


Novmîd niyem ço botperestân-i kinişt
Emmâ seheri ki mîrem ez mahmûrî
Mey hâhem u m a’şûka; çi dûzeh, çi behişt.

Vâkıa günahtan bedbaht ve çirkinim. Fakat mâbetleri, ilah-


lannın mağfiretinden umutsuz olan putperestler gibi umutsuz deği­
lim. Mahmurluktan öleceğim sabah şarap ve maşukamın huzurunu
isterim. Cehennem nedir? Cennet nedir?

[Günahlarım yüzünden bedbahtım, çirkinim.


Ama putperestler gibi de umutsuz değilim.
Bir seher vakti öleceksem mahmurlukla,
Cenneti, cehennemi değil, mey ile sevgilimi isterim.] [M. Kanar]

148
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-73-

Mey horden-i men ne ez berây-i tarabest


Ne zi behr-i fesâd u terk-i dîn u edebest
Hâhem ki zi bîhodî berârem nefesî
Mey horden u mest bûdenem zin sebebest.

Benim şarap içişim keyif için değildir. Fesat için, din ve ede­
bi terk etmek için de değildir. İstiyorum ki bîhudluk sayesinde bir
nefes alayım. Benim şarap içmem ve mest olmam bu sebepledir.

[Eğlenmek için değil benim şarap içmem.


Neşelenmek, edebi, dini terk etmek için değil.
Kendimden geçip derin bir nefes almak isterim.
Bu yüzden mest olur, mey içerim.] [M. Kanar]

149
-74-

Gûyend mera ki dûzehî bâşed mest


Kovlîst hilâf; dil ber û netvan best.
Ger âşık u mest dûzehî hâhed bûd,
Ferdâ bâşed behişt hemçon kef-i dest.

Bana diyorlar ki: Mest olan, cehennemlik olur. Bu yanlış bir


iddiadır; gönlüm buna inanamaz. Eğer âşıklar ve mestler cehen­
nemlik olsalardı, yarın cennet avucumun içi gibi bomboş kalırdı.

[Derler ki cehennemlik olacak âşık ile sarhoş.


İnanmak mümkün mü hiç? Bir sözdür bu boş.
Cehennemlik olacaksa eğer âşık ile sarhoş,
Yarın avuç içi gibi kalacak cennet bomboş.] [M. Kanar]

150
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-75-

Gûyend mehor bâde ki şa’bân ne revâst


Ne mâh-i receb ki an meh hâss-i Hodâst
Şa’bân u receb mâh-i Hodâst u resul;
Mâh-i remezân horîm kan hâsse-i mâst.

Şaban ayında şarap içme, zira caiz değildir. Kezâlik, Receb


ayında da içme. Çünkü o Hûda’ya has bir aydır, derler. Mademki
Şaban ve Receb Hûda’nın ve Resûl’ün ayıdır, Ramazan ayında şa­
rap içeriz. Çünkü o ay bize mahsustur.

[Derler ki: Şarap içme; Şaban ayıdır.


Recep ayında içme; bu ay Allah’indir.
Şaban ile Recep Allah ile Resul’ün ayıdır.
Ramazanda içeriz; bu da bizlerin ayıdır.] [M. Kanar]

151
- 76 -

Amed remezân u movsim-i bâde bereft


Dovr-i mey-i nâb u râyic-i sâde bereft
Her bâde ki dâştîm nâhorde bemand
Her kahbe ki yâftîm, nâgâh bereft.

Ramazan geldi, bâde mevsimi gitti. Saf şarap içme zamanı


ve gül yüzlülerle ülfet devri geçti. Elimizde bulunan bâde içilme­
miş olarak kaldı. Bulduğumuz her dilber kadın, elimiz dokunmamış
olarak gitti.93

[Ramazan ayı geldi, hac mevsimi gitti.


Saf şarap ile fıstıklarla muhabbet devri gitti.
Elimizdeki şaraplar içilmeden kaldı şurda.
Bulduğumuz fahişeler, el sürülmeden gitti.] [M. Kanar]

93. Bu rubainin son mısraını aynen tercüme etmedik. [A. Cevdet]

152
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 11 -

İn köhne ribât râ ki âlem nâmest,


Ârâmgeh-i ablak-i subh u şâmest.
Bezmîst ki vâmânde-i sad Cemşîdest
Gûrîst ki tekyegâh-i sad Behrâmest.

Bu eski kervansaray ki adı âlemdir, sabahın ve akşamın aklı


karalı atının istirahat yeridir. Yüzlerce Cemşid’den arta kalan bir
eğlence meclisidir. Yüzlerce Behram’ın konağı olmuş bir mezardır.

[Şu köhne kervansaray ki âlemdir adı,


Sabahla akşam denen alaca atın konağı.
Yüz Cemşid' in meclisinin artığı,
Yüz Behram’ın uyku yeri, mezarı.] [M. Kanar]

153
-78-

Eknun ki gul-i se’âdetet porbârest,


Dest-i to zi câm-i mey çerâ bîkârest?
Mey hor ki zemâne doşmen-i gaddârest.
Der yâften-i çonin rûz doşvârest.

Saadet çiçeğin bugün taravettar olduğu halde niçin elinde şa­


rap kadehi yok? Şarap iç ki zamane gaddar bir düşmandır. Böyle bir
günü bir daha ele geçirmek güçtür.

[Saadet çiçeğin çimdi tomurcuklanmıştır,


Elin neden mey kadehsiz kalmıştır?
içmeye bak, zamane gaddar düşmandır.
Böyle bir günü bir daha bulmak kolay mıdır?] [M. Kanar]

154
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-79-

An kasr ki Behrâm der û câm girift


Âhû beççe kerd, rûbeh ârâra girift
Behrâm ki gûr mîgiriftî heme omr
Binger ki çigûne gûr Behrâm girift?

Behram’m içinde şarap içtiği kasrın yerinde şimdi ceylanlar


doğuruyor; tilki yuva yapıyor. O Behrâm ki kement ile gûr (yani ya­
banî eşek) avlıyordu, gûr (yani mezar) Behram’ı nasıl avladı; gör.94

[O kasır ki Behrâm onda kadeh tuttu,


Ceylan yavruladı, tilki mesken tuttu,
O Behrâm ki ömür boyu yaban eşeği tuttu.
Gördün mü mezar onu nasıl tuttu!] [M. Kanar]

94. Gûr kelimesinin iki mânâsı vardır. Biri yabanî eşek, diğeri mezardır. Hayyam bu­
rada bu iki mânâlı gûr kelimesiyle oynuyor. Sâsâniler hanedanından ve Yezdi-
cerd’in oğlu ve halefi olan Behrâm, gûr yani yabanî eşek avma pek meraklı ve bun­
da pek mahir olduğundan Behrâm-ı Gûr lakabım almıştır. Bu zât bir gün avda ya­
banî eşek sürüsünü takip ederken gemi ağzma alan atı Behrahı’ı bir bataklığa gö­
türmüş; hem at hem Behrâm-ı Gûr orada boğulmuş, kaybolmuştur.

155
-80-

Ebr âmed u bâz ber ser-i sebze girîst.


Bîbâde-i gulreng nemîbâyed zîst
İn sebze ki imrûz temâşâgeh-i mâst
Tâ sebze-i hâk-i mâ temâşâgeh-i kîst?

Bulutlar geldi. Yine çemenzann başı ucunda gözyaşlarını


döktü. Gül renkli şarapsız yaşamamalıdır. Bugün bu çemenzar bi­
zim seyir yerimizdir. Yarın bizim toprağımızdan çıkacak çimenler
kimin seyir yeri olacak?

[Geldi bulut, ağladı hüngür hüngür çayırlıklara;


Yaşanamaz bu durumda olmadan gül renkli şarap.
Bugün bizim seyir yerimiz şu çayırlık.
Yarın kimin yeri acep toprağımızda bitecek çayırlık?] [M. Kanar]

156
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-81 -

Imrûz ki âdîne mer ûrâ nâmest


Mey nûş kun ez kadeh, çi cây-i câmest.
Her rûz eğer to yek kadeh mey hordî,
Imrûz do hor ki seyyîdu’l-eyyâmest.

Bugün ki adı Cuma’dır, kadehin ne ehemmiyeti var? Bar­


dakla şarap iç. Eğer her gün bir kadeh şarap içiyorsan, bugün iki
kadeh iç. Zira bugün günlerin seyyididir.

[Günlerden bugün Cumadır.


Kadeh şöyle dursun, bardakla şarap iç.
Her gün bir kadeh şarap içiyorsan
Bugün iki kadeh iç. Çünkü günlerin efendisidir.] [M. Kanar]

157
- 82 -

Ey dil; ço zemâne mîkoned gamnâket,


Nâgeh bereved zi ten revân-i pâket
Ber sebze nişin be kâm-i dil rûzî çend
Zan piş ki sebze ber demed ez hâket.

Ey gönül! Mademki bu dünya seni kederlendiriyor, madem­


ki senin temiz ruhun bir gün ansızın teninden ayrılacak, senin top­
rağında çimenler bitmeden bir çemenzarda birkaç gün otur.

[Gönlüm, zamane seni kederlendiriyor madem,


Temiz ruhun bedeninden ansızın ayrılacak madem,
Otur bir çimenliğe birkaç gün dilediğin gibi,
Toprağında çimenler bitmeden önce.] [M. Kanar]

158
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-83-

An bâde ki kâbil-i suverhâst be zât


Gâhî heyvân mîşeved u gâh nebât
Tâ zan neberî ki nîst gerded heyhât
Movsûf be zâtest eğer nîst sıfat.

Bizâtihi birçok suretler, şekil ve tecellîler kabul eden o şara­


bın, ki kâh canlı kâh nebat olur, yok olacağını zannetme. Sıfatı ol-
masada o zâtı ile mevsuftur.

[O şarap şekillere bürünür zatıyla.


Bazen hayvan olur, bazen dönüşür nebata.
Bunların tümü yok olur gider sanma,
Sıfatı yoksa da mevsuftur o sıfatıyla.] [M. Kanar]

159
-84-

Ez âteş-i in me’âsiyem dûdî nîst.


Vez hîçkesem ummîd-i bihbûdî nîst.
Destî ki zi dest-i halk ber ser dârem,
Der dâmen-i her ki mîzenem, sûdî nîst.

Bu günahlarımın ateşinden asla duman çıktığını görmedim.


Yani benim günah ateşim kimseyi yakmıyor. Hiçbir kimseden bana
daha iyi bir saadet ve selamet hali verilmesine ümit beslemem. Hal­
kın elinden, başımın üzerinde tuttuğum yani göklere açtığım bu eli­
mi her kimin eteğine götürdümse, boş ve beyhude oldu.95

[Günahlarımın ateşinden duman çıktığı yok.


Kimseden yana benim iyileşme umudum yok.
Halktan dolayı kaldırırım elimi göklere,
Kimin eteğine sarılsam, yararı yok.] [M. Kanar]

95. Hayyam burada kendisini dinsizlikle itham eden mutaassıp ve yanlış görüşlü sofu­
lara telmih ediyor. “Halkın elinden başımın üzerinde tuttuğum elimi,” tabiri bizce
menus değildir. Fuzûlî’nin

Çekme dümen nâz idüb üftâdelerden vehm kıl


Göklere açılmasın eller ki dâmâmndadır

beyti de gösterir ki elleri yukarı kaldırmak, göklere açmak bir zulümden veya za­
limden Allah’a sığınmak demektir.
Hazreti Sadî de

Riyâset be dest-i kesânî hetâst


Ki ez destişan desthâ ber Hodâst

[Ellerin T ann’ya yalvarmak ve şikâyette bulunmak için açılmasına neden olan ki­
şilere liderlik verilmesi hatadır.] der. [A. Cevdet]

160
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-85-

Ankes ki becomlegî torâ tekye ber ûst,


Çon çeşm-i hired bâz konî, doşmenet ûst.
An bih ki derin zemâne kem gîrî dûst
Bâ ehl-i zemâne sohbet ez dûr nikûst.

Eğer akıl gözünü açarak bakarsan, en ziyade emniyetle gü­


vendiğin kimsede kendi düşmanım görürsün. Bu zamanede az dos­
tun olmak evlâdır. Zamane ehliyle uzaktan sohbet iyidir.

[Bu zamanda az dost edin. Budur iyisi,


insanlarla uzaktan konuş. Budur iyisi.
Aç akıl gözünü, gör iyice;
Düşmanındır gerçek dost sandığın kişi.] [M. Kanar]

161
- 86 -

Ey bîhaber, in cism-i mocessem hîçest.


Vin târem-i noh sipihr-i erkam hîçest.
Hoş bâş ki der neşîmen-i kovn u mekân
Vâbeste-i yek demîm u ân hem hîçest.

Ey gafil adam! Bu cism-i mücessem hiçtir. Bu dokuz kat96


gökten mürekkep yüksek kubbe hiçtir. Kevn ü fesad neşîmeninde
müsterih yaşa. Bizim hayatımız burada bir lahzadır. O lahza dahi
hiçtir.

[Behey habersizler! Gördüğünüz şekil bir hiçtir.


Şu nakışlı, süslü dokuz kubbe de bir hiçtir.
Mutlu olmaya bak; şufesâd âleminde zira,
Bir âna bağlıyız biz. O an da bir hiçtir.] [M. Kanar]

96. İran müneccimleri gökyüzünü yedi kat sayarlardı. Kur’ân’da da “Seb’ semavât”
yani yedi gök tabiri çok tekrarlanır. Bu yedi katm Dünyaya en yakın olan birinci­
sinde “Kamer” (Ay), İkincisinde Utarid (Merkür), üçüncüsünde Zühre (Venüs),
dördüncüsünde Şems (Güneş), beşincisinde Merih (Mars), altmcısmda Müşteri
(Jüpiter), yedincisinde Zuhal (Satürn) bulunur. Fakat bu yedi kat gökten başka fe-
lekü’l-eflâk ismiyle bir sekizinci sayarlar ki bütün diğer yıldızlan içine alır ve fe-
lekü’l-atlas ismiyle bir dokuzuncu kat daha kabul ederler ki mezkur sekiz kat gö­
ğü içinde barındırır. Bu sistem Batlamyus sistemidir.

162
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-87-

Ger ber felekî, be hâk bâz ârendet


Ver ber ser-i nâzî, be niyâz ârendet.
Filcomle benih to cehl tâ betvânî
Azâr mecûy tâ niyâz ârendet.

Gökyüzünün üstünde olsan, seni tekrar yere indirirler. Arş-


ı nazda bulunsan, niyaz derkesine getirirler. Sen elinden geldiği
kadar cehli yok etmeye ve kimseyi incitmemeye bak ta ki incitil­
meyesin.97

[Gökyüzünün üstünde olsan, yere indirirler seni.


Nazın doruğunda olsan, niyaza getirirler seni.
Elinden geliyorsa, bırak cehaleti bir kenara.
Kimseyi incitme, yoksa incitirler seni.] [M. Kanar]

97. Bu fikir Thomas Cariyle tarafından tekrar olunmuştur: “Asla rikkat, sahte merha­
met, fazla hassasiyet gönlünde yer bulmasın. Durma, vur! Fakat bilhassa ve her te­
sadüf ettiğin yerde... Cehalete, aptallığa, hayvanlığa. Mahbeslerle, darağaçlanyla,
haçlarla hücum et. Ömrün oldukça ve bunlar var oldukça rahat durma, vur! Fakat
Hak adına vur, mağfur ve mukaddestir o kimse ki vazifesini bulmuştur ve başka
gufran ve takdis istemez."

163
- 88 -

Bâ mutri’b u mey hûrsiriştî ger hest,


Bâ âb-i revân u leb-i kiştî ger hest,
Bih zin metaleb; dûzeh-i fersûde metâb
Hakka ki coz in nîst behiştî ger hest.

Bir musikâr ve içimi hoş şarap ile bir huri yüzlü ve melek
özlü bir refikanın refakatinde ve eğer bulunursa, bir çemenzarda
yüce haslardan hasibini al. Bundan daha iyi bir şey arama; sönmüş
cehennemi alevlendirme (yani günaha girme). Eğer cennet varsa,
muhakkak bundan başka bir şey değildir.

[ Ç a l g ı c ı , m e y , b i r d e h u r i t a b i a t l ı d i l b e r v a r s a ,

Y a d a a k a r s u v e y a t a r l a k e n a r ı v a r s a ,

B u n d a n i y i s i n i i s t e m e , s o ğ u k c e h e n n e m i k ı z d ı r m a .

G e r ç e k t e n d e b u n d a n b a ş k a s ı d e ğ i l d i r , c e n n e t v a r s a . [ M . K a n a r ]

164
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-89-

Pîrî zi harâbât burûn âmed mest


Seccâde be dûş u kâse-i bâde be dest
Goftem: Şeyhâ, torâ çi hâl âmed pîş?
Goftâ: Mey hor ki kâr-i âlem bâdest.

Harabattan bir pîr, omuzunda seccade, elinde bâde kâsesi ol­


duğu halde, mest olarak çıkageldi. Ey şeyh, başına ne geldi? dedim.
“Ciharım işi hebâ ve havadır. Şarap içmeye bak.” dedi.

[Meyhaneden çıktı bir pîr, sarhoştu.


Seccade omuzda, bâde kâsesi eldeydi.
Dedim: Şeyhim, rı’oldu sana?
“İçmeye bak; dünyanın işi havadır!” dedi.] [M. Kanar]

165
-90-

Ez men ramakî be sa’y-i sâkî mânde est


Der sohbet-i halk bîvefâkî mânde est
Ez bâde-i dûş yek menî bîş nemand
Vez omr, nedanem ki çi bâkî mânde est?

Sakinin himmet ve itinası sayesinde bende henüz bir nefes


kalmışta. Fakat insanlar arasında baki ve hükümran olan vefasız­
lıktır. Dün akşamki şaraptan bir men’den (yani altı litreden) ziyade
kalmadı. Ömrümden ne kadar zaman kaldı, bilmiyorum.

[ S a k i n i n g a y r e t i y l e b i r a z c ı k c a n ı m k a l d ı .

H a l k l a s o h b e t t e n g e r i y e v e f a s ı z l ı k k a l d ı .

D ü n k ü b â d e d e n a n c a k b i r k a d e h k a l d ı .

B i l m e m k i ö m r ü m d e n g e r i d a h a n e k a l d ı ? ] [ M . K a n a r ]

166
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-91 -

Eknun ki cihan râ be hoşî destresîst


Her zindedilı râ sûy-i sehrâ hevesîst
Ber her şâhî tulû-i Mûsâ destîst
Der her nefesî hurûş-i İsâ nefesîst

Şimdi ki cihan için şen olmak fırsatı vardır. Her dinç gönül,
sahraya çıkmak iştiyakı duyar. Her dalda Musâ-yı Kelîm’in yed-i
beyzâsmdaki feyiz ve her nefeste mucize nefesli İsa’nm hayat ve­
rici kudreti bahirdir.

[Şimdi dünya için şen olmak fırsatı var.


Her dinç gönülde kırlara çıkma arzusu var.
Her dalda Musa’nın parlak elinin nuru var.
Her nefeste Isa nefesinin coşkusu var.] [M. Kanar]

167
-92-

Fasl-i gul u tarf-i cûybâr u leb-i kişt


Bâ yek do se ehl u lu’betî hûrsirişt
Pîş âr kadeh ki bâdenûşân-i sabûh
Asûde zi mescidend u fâriğ zi kinişt.

Gül faslı, akarsular yanında, ekin kenarında, birkaç aşina ile


beraber, huri tabiat ve melahatında bir güzelin huzurunda bana ka­
dehi getir. Zira sabuh şarabım içenler mescitten âzâde, kiliseden fâ-
riğdirler.98

[ G ü l m e v s i m i , s u b a ş ı v e e k i n k e n a r ı ;

Y a n ı n d a h u r i y a r a t ı l ı ş t ı b i r k a ç d i l b e r ;

G e t i r k a d e h i . Z i r a s a b û h ş a r a b ı n ı iç e n le r ,

M e s c i t t e n d e , c e n n e t t e n d e â z a d e k a l ı r l a r .] [ M . K a n a r ]

98. S u lly -P r u d h o m m e ’u n p e k z a r if v e rak ik o la n “A u b o rd d e l ’ea u ü n v a n lı “ v e


S ’a s se o ir fo u s d e u x au b ord d u flo t q u i p a sse ,
L e v o ir passer;
m a tla ıy la b a şla y a n m a n z u m e s i b u ru b aid en m ü lh e m görü n ü r. [A .C e v d e t]

168
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-93-

Çon bulbul-i mest râh der bûstan yâft


Rûy-i gul u câm-i bâde râ hendân yâft
Âmed be zebân-i hâl; der gûşem goft:
Deryâb ki omr-i refte râ netvan yâft

Gülün aşkıyla mest olan bülbül bostana girip gülün ve şarap


kadehinin yüzünü güler bulduğu vakit geldi; hal dili ile kulağıma
dedi: Dikkat et! Fırsatı ganimet bil. Gözünü aç. Zira geçen ömrün
bir daha elde edilmesi mümkün değildir.

[Sarho§ bülbül bağa bahçeye girdi.


Gülün yüzünü, bâde kadehini güler buldu.
Geldi, hal diliyle kulağıma dedi:
Geçen ömür gelmez geri; anla bunu.] [M. Kanar]

169
- 94 -

Hayyâm tenet be hayme’î mâned râst


Sultân rûhest ve menzileş dâr-i fenâst
Ferrâş-i ecel zi behr-i dîger menzil
Vîrân koned in hayme çu sultân berhâst.

Ey Hayyam! Senin vücudun tıpkı bir çadır gibidir. Ruh o ça­


dırda oturan sultandır ve son menzili dâr-ı fenâdır. Sultan çadırdan
çıkıp gidince başka bir menzilde tekrar kurmak için ecel hizmetçi­
si çadırı yıkar, kaldırır.

[ H a y y a m , v ü c u d u n b e n z e r t ı p k ı ç a d ı r a .

C a n b i r s u l t a n d ı r ; m e n z i l i d â r ı b e k â .

E c e l ç a d ı r c ı s ı b a ş k a b i r m e n z i l i ç i n ,

Ç a d ı r ı s ö k m e z m i s u l t a n k a l k ı n c a ? ] [ M . K a n a r ]

170
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-95-

Hayyâm ki heymehâ-yi hikmet mîdûht,


Der kûre-i gam futâd nâgâh u besûht"
Mikrâz-i ecel tenâb-i omreş bobrîd
Dellâl-i acil berâyegâneş befrûht.

Hayyam ki felsefe çadırları dikiyordu, ansızın gam küresine


düştü ve yandı. Ecel makası ömür çadırının iplerini kesti. Aceleci
tellal onu pek ucuz, yok pahasına sattı.99100

[Hayyam hikmet çadırları dikerdi.


Gam potasına ansızın düşüverdi.
Ecel makası ömür ipini kesti.
Emel tellalı bedavaya satıverdi.] [M. Kanar]

99. Küre (Qoure) demirci veya madenci ocağı demektir. Bu kelime Fransızcada ve
Türkçede müstameldir.
100. Bu rubai bana Goethe’nin Faust’unu düşündürüyor. [A.Cevdet]

171
- 96 -

Der fasl-i behâr bâbet-i hûr sirişt


Yek kûze-i mey eğer buved ber leb-i kişt
Herçend be nezd-i âmme bed bâşed u zişt
Ez seg beterem eğer konem yâd-i behişt.

Fasl-ı baharda, bir su kenarında hüsn ve hilkatçe hûru andı­


ran bir güzelin refakatinde bir testi şarap elime geçince, nezd-i âm­
mede her ne kadar bu sözüm fena ve çirkin olursa da, eğer cenneti
yâd edersem, köpekten aşağı olayım!

[ H a n i h u r i g i b i b i r d i l b e r , b a h a r m e v s i m i n d e ,

T a r l a k e n a r ı n d a b i r k a d e h m e y v e r s e ,

H a l k ı n k a t ı n d a k ö t ü o l s a d a b u ,

K ö p e k t e n b e t e r o l a y ı m c e n n e t i g e t i r i r s e m d i l e ! ] [ M . K a n a r ]

172
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-91 -

Der câm-i tarab bâde-i gulreng hoşest


Bâ nağme-i ûd nâle-i çeng hoşest
Zâhid ki haber nedâred ez câm-i şerâb
Dûr ez ber-i mâ hezâr ferseng hoşest.

Neşe kadehinin içinde gül renkli şarap hoştur. Ud nağmesiy­


le çeng nalesi hoştur. Şarap kadehinin zevkinden bihaber olan sofu­
nun bizden bin fersah uzak bulunması pek hoştur.

[Neşe kadehinde gül renkli bâde ne hoş!


Ud nağmesiyle çengin ezgisi ne hoş!
Zahidin haberi yoktur şarap kadehinden.
Bizden bin fersah uzak olsun, ne hoş!] [M. Kanar]

173
- 98 -

Dovrân-i cihânî bî mey u sâkî hoş nîst


Bî zemzeme-i nây-i ırâkî hoş nîst
Herçend der ehvâl-i cihan mînigerem
Hâsıl heme nîkîyest u bâkî hoş nîst.

Şarap ve saki olmaksızın, nay-ı ırakînin zemzemesini dinle-


meksizin dünyanın dönüşü hoş değildir. Dünyanın hallerini her ne
kadar tahkik edersem edeyim, tahkik ve müşahedemin neticesi şu
oluyor ki yegâne kâr insana yüce hazlar temin eden iyilik yapmak­
tır. İyiliğin gayrı ne varsa, cümlesi boştur.101

[ M e y s i z , s a k i s i z d ü n y a n ı n d ö n ü ş ü h o ş d e ğ i l .

I r a k n e y i n i n e z g i s i y o k s a , h o ş d e ğ i l .

D ü n y a n ı n h a l l e r i n e b a k ı y o r u m d a ,

S o n u ç t a h e p i y i l i k v a r . G e r i s i h o ş d e ğ i l .] [ M . K a n a r ]

1 0 1 . H a y y a m bu rad a e n y ü k s e k v e b ü tü n c a n lıla ra ş â m il h a y ır h a h lık v e iy ilik s e v e r lik


fe ls e f e s in i ö z e tle m iş tir . İ y iliğ in , d o ğ r u lu ğ u n , h ak k ın , m u h a b b e tin , m er h a m e tin h a ­
r ic in d e k a la n h er ş e y b o ştu r , d e m e k le e n y ü k se k a r iflik m e r te b e s in e y ü k se lm iştir .
B u y ü k s e k fik ir v e n azarlar V ic to r H u g o ’n u n şu n e fis ş iir in i L e s c o n te m p la tio n s ’da
B o u c h e d ’o m b re U n van lı b ir m a n z u m e d e bu lu rsu n u z:
T u d is:- j e v o is le m a l e t j e v e u x le r em ed e,
J e c h e r c h e le le v ie r e t j e s u is A rch im fede-
L e r e m e d e e s t c e c i: F a is le b ie n . L e le v ie r ,
L e v o ic i: T o u t a im e r e t n e rie n en v ie r .
H o m m e , v e u x -tu tro u v e r le vrai? C h e r ch e le ju ste .

174
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-99-

Deryâb ki ez rûh codâ hâhî reft


Der perde-i esrâr-i Hodâ hâhî reft.
Mey hor ki nedânî zi koca âmede’î
Hoş bâş; nedânî, be kocâ hâhî reft.

Gözünü aç ki bir gün canından ayrılacaksın. Tanrı’nın sırlar


perdesinin arkasına gideceksin. Nereden geldiğini, nereye gidece­
ğini bilmiyorsun. Şarap içmeye ve neşeli olmaya bak.

[Ruhundan ayrılacaksın; anla şunu!


Sırlar perdesi ardında bulacaksın yokluğu.
Nereden geldiğini bilmezsin; iç bari şarabı.
Nereye gideceğini bilmezsin; ol mutlu.] [M. Kanar]

,175
- 100 -

Reften çu hakîkatest, pes bûden çîst?


Râh-i tama’ u muhâl peymûden çîst?
Câ’î ki be maslahat nehâhend gozâşt,
Fariğ zi sefer bûden u âsûden çîst?

Mademki ölmek muhakkaktır, o halde, olmak neden? Tamah


ve muhal yolunda yorulmak, didişmek neden? Mademki burada
uzun kalmamıza tabiatıyla müsaade edilmeyecek, sefer kaydından
fâriğ ve âsude olmak neden?102

[ G i t m e k m a d e m g e r ç e k ; p e k i k a l m a k n e d e n ?

T a m a h l a n m a k , i m k â n s ı z a k o ş m a k n e d e n ?

D ü n y a h a y a t ı n a i z i n v e r i l m e y e c e k m a d e m ,

S e f e r k a y d ı n d a n u z a k t a h u z u r l u o l m a k n e d e n ? ] [ M . K a n a r ]

1 0 2 . B u ru b a id e H a y y a m ’m ç e liş k iy e d ü ştü ğ ü n e in an an lar var. F ak at h a k sızd ır. H a y -


y a m arada p a n te ist görü n ü r. O n u n iç in s e fe r h a z ır lığ ın d a b u lu n m a k , n â sû tiy ette n
a y ır m a d ığ ı lâ h û tiy e t ile m e ş g u l o lm a k ta n v e o n u n m u h a b b e t k a d e h in i b o ş a ltm a k ­
tan ibarettir. H a y y a m , H a z r eti M u h a m m e d g ib i b ilir k i”E fd a lu ’l - a ’m â l b a ’d e ’l-
îm â n b illa h , e t-te v e d d u d i l e ’n -n â s ”tır. (H a d is) Y a n i, a m e lle r in e fz a li, A lla h ’a
im a n d a n s o n ra in sa n la rı s e v m e k v e on lara h iz m e t etm ek tir.

176
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 101 -

Omrîst ki meddâhî-yi mey vird-i menest.


V ’esbâb-i meyest herçi der gird-i menest.
Zâhid, eğer ostâd-i to aklest incâ
Hoş bâş ki ostâd-i to şâgird-i menest.

Bütün bir ömür müddetince şarap medhini etmek dilimin


virdi oldu. Etrafımda şarabın ve vesait vesâilinden gayri bir şey bu­
lunmadı. Ey zahid! Eğer dünyada senin üstadın akıl (hikmet) ise,
iyi bil ki senin üstadın benim öğrencimdir.

[Benim virdim bir ömür boyu mey meddahlığıdır.


Çevremde ne varsa, meyin sebepleridir.
Zahid! Burada senin üstadın akılsa,
Mutlu ol; senin üstadın benim öğrencimdir!] [M. Kanar]

177
- 102-

Âbâdî-yi meyhâne zi mey horden-i mâst.


Hûn-i do hezâr tövbe der gerden-i mâst.
Ger men nekonem gonâh, rahmet nekoned.
Ârâyiş-i rahmet ez goneh kerden-i mâst.

Meyhanenin mamurluğu bizim şarap içmemiz sayesindedir.


Bizim boynumuzda iki bin tövbenin kanı vardır. Ben günah işleme­
sem, rahmet neye yarar? Rahmetin ziynet ve şerefi bizim günah iş­
lememiz sayesinde hasıldır.

[ M e y h a n e n i n m a m u r l u ğ u b i z i m m e y i ç m e m i z d e n .

İ k i b i n t ö v b e n i n k a n ı b o y n u m u z d a b i z i m .

B e n g ü n a h a g i r m e s e m , r a h m e t n e i ş e y a r a r ?

R a h m e t i n g ü z e l l i ğ i b i z i m g ü n a h a g i r m e m i z d e n .] [ M . K a n a r ]

178
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 103 -

Fâsık hânend merdomânem peyvest


Men bîgonehem; hiyâlişan bîn ki çi hest?
Ber men be hilâf-i şer’, ey ehl-i salâh,
Coz gadr o livâta vu zinâ corm ne est.

İnsanlar bana lâyenkati fâsık derler. Ben günahsızım. Şunla-


nn ham hayallerine bak. Ey salah ehli! Bence şeriatın hilafına ola­
rak zulümden, oğlancılıktan, zinâdan gayri cürm yoktur.

[insanlar fasık diyorlar hep bana.


Ben günahsızım; bak şunların hayallerine!
Ey salah sahipleri! Şeriata aykırıdır bence,
Zulüm, oğlancılık ve zinadan büyük suç yok bence.] [M. Kanar]

179
- 104-

Ger ez pey-i şehvet u hevâ hâhî reft,


Ez men haberet ki bînevâ hâhî reft.
Binger, çi kesî ve ez kocâ âmede’î?
Mîdan ki çi mîkonî; kocâ hâhî reft?

Eğer şehvetin ve heves düşkünlüğünün peşini bırakmayacak


olursan, benden sana haber olsun ki zavallı olarak gideceksin. He-
vaperestlikle uğraşacağına nefsinin mahiyet ve hakikatini, nereden
geldiğim öğren. Ne yaptığını, nereye gideceğini bil.

[ Ş e h v e t , h e v a h e v e s p e ş i n d e n m i g i d e c e k s i n ?

B e n d e n s a n a s ö y l e m e s i , z a v a l l ı o l a r a k g i d e c e k s i n .

K e n d i n e b a k s a n a b i r k e z , n e r e d e n g e l m i ş s i n ?

Ş u n u i y i b e l l e : N e y a p ı y o r s u n ? N e r e y e g i d e c e k s i n ? ] [ M . K a n a r ]

180
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 105 -

Gerdûn kemeri zi omr-i fersûde-i mâst.


Ceyhûn eseri zi eşk-i âlûde-i mâst.
Dûzeh şererî zi renc-i bîhûde-i mâst.
Firdovs demi zi vakt-i âsûde-i mâst.

Gerdun, solgun ömrümüzden kalma bir kemerdir. Ceyhun


kanla karışık gözyaşlanmızdan bir eserdir. Cehennem, beyhude
çektiğimiz sıkıntı ü meşakkatin bir kıvılcımıdır. Cennet, huzurlu ve
mesut geçen vaktimizden bir dem, bir lahzadır.

[Felek dediğin, bir örnek iki büklüm boynumuzdan.


Ceyhun dediğin bir iz, süzülen gözyaşımızdan.
Cehennem dediğin bir kıvücım, boşuna zahmetimizden.
Cennet dediğin bir an, huzur dolu vaktimizden.] [M. Kanar]

181
- 106 -

Men bende-i âsiyem, rizâ-yi to kocâst?


Târîkdilem; nûr u sefâ-yi to kocâst?
Mâ râ to behişt eğer be-tâ’et bahşî,
în mozd buved; lutf u etâ-yi to kocâst?103

Ben isyan etmiş bir kulum; nerede senin rızan? Ben kalbi ka­
rarmış bir adamım; nerede senin nûr u safân? Eğer sen bize cenneti
tâ’at ve ibadet ettiğimiz takdirde bahşediyorsan, biz bunu o sûretle
hak etmiş oluruz; nerede senin lütuf ve bağışın?104

[ B e n â s i k u l u m ; s e n i n r ı z a n n e r e d e ?

G ö n l ü m k a r a r m ı ş ; s e n i n ı ş ı ğ ı n n e r e d e ?

İ b â d e t e k a r ş ı v e r i r s e n c e n n e t i b i z e ,

S a t ı ş t ı r b u ; s e n i n l ü t f ü n n e r e d e ? ] [ M . K a n a r ]

1 0 3 . B u ru b ai H â c e A b d u llâ h -i E n s â r î’y e d e m atuftu r.


1 0 4 . Ö m e r H a y y a m bu rad a A lla h ’a ş u n u d e m e k istiy o r: M a d e m k i s e n ilm - i e z e l î v e
ilm - i k ü ll i le a lîm b i- z â t i’s-su d û r su n , m a d em k i b ü tü n m a h lu k a tm h a rek etleri, e y ­
le m le r i s e n in ira d en ta a llu k e tm e d ik ç e k a tiy y e n v a k i v e m e v c u t o la m a z , d e m e k iy i­
liğ in d e fe n a lığ ın d a y a r a tıc ıs ı se n sin . O h a ld e s e n in ir a d e tin le v a k i o lu y o r . G ü n a h
iş le y e n le r i su ç la m a k a d a le tin e s ığ m a z . T âat v e ib a d et ü z e r e ola n la r, c e n n e tin e h a k
e tm e d e n g ir m e z ler . Y o k s a b ü tü n g ü n ah lar, h a s ılı b ü tü n fe n a lık la r , ç ir k in lik le r s e ­
n in arzu v e ir a d e -i s a m e d a n iy e n e r a ğ m e n v ü c u t v e v u k u b u lu y o r . [A .C e v d e t]

182
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 107 -

Men hîç nedânem ki merâ an ki sirişt


Bûd ehl-i behişt-i hûb veya dûzeh-i zişt
Câmî yu botî yu barbetî ber leb-i kişt
İn her se merâ nakd o torâ nisye behişt.

Beni yaratan, beni güzel cennet veya çirkin cehennem ehlin­


den mi yaptı? Hiç bilmem. Bir sürahi şarap, tapılacak kadar güzel
bir nazenin, yeşillikler içinde müterennim bir kitâre. Bugün bana
bu üçü verilsin; yarın için vaat edilen cennet senin olsun!

[Yaratan beni cennete mi sokacak,


Berbat cehenneme mi? Hiç bilmem.
Çimenlikte kadeh, dilber v e bir de saz.
Üçü benim peşinim, cennet de senin veresiyen! ] [M. Kanar]

183
- 108 -

Men mey horem o muhâlifân ez çep u râst


Gûyend: mehor to mey ki dîn râ adâst
Çon dânistem ki mey adû-yi dînest
Vallah bohorem hûn-i adû râ ki revâst.

Ben şarap içerim; muhalifler sağdan soldan bana “İçme, zi­


ra şarap dinin düşmanıdır.” derler. Mademki şarabın din düşmanı
olduğunu öğrendim, vallahi içerim. Zira düşmanın kanı helâldir.

[ B e n m e y i ç e r i m ; s a ğ d a n s o l d a n m u h a l i f l e r ,

“ Ş a r a p i ç m e ; d i n i n d ü ş m a n ı d ı r ," d e r le r .

Ö ğ r e n d i m ; ş a r a p d i n d ü ş m a n ı y m ı ş .

V a l l a h i i ç e r i m ; d ü ş m a n k a n ı n ı i ç m e k h e l a l d i r .] [ M . K a n a r ]

184
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 109-

Mehtâb be nûr dâmen-i şeb beşkâft.


Mey hor ki demî çonin ne betvânî yâft.105
Hoş bâş o berendîş ki mehtâb besî
Ender ser-i hâk-i yekbeyek hâhed tâft.

Mehtap, nuruyla gecenin eteğini yırttı. Şarap iç. Böyle bir


zamanı her vakit bulamazsın. Neşeli ve neşat üzere ol ve düşün ki
(bizden sonra) mehtap her birimizin mezarlarımız üzerinde pek çok
zamanlar parlayıp duracak.

[Mehtap açtı nuruyla gecenin eteğini,


Şarap iç; bulamazsın bundan iyi bir demi.
Bak mutlu olmaya ve düşün ki mehtap,
Kaç defa mezarlarımız üstünde bir bir doğacak?] [M. Kanar]

105. Şiir seven bir nazenin geçmişte, bir mehtapta

Besitân o bedeh; begûy u bişnov:


Şebhâ-yi çonin ne vakt-i hâbest!

[Al, ver; söyle, dinle. Böyle geceler uyku vakti değildir.] beytim can kulağıyla ve
heyecanla okumuştu. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.” [A. Cevdet]

185
- 110 -

Her nık o bedî ki der nihâd-i beşerest


Şâdî yo gamî ki der kazâ vu kaderest
Bâ çerh mekon hevâle kender reh-i ışk
Çerh ez to hezâr bâr bîçâreterest.

İnsanın fıtratı olan her iyilik ve her kötülük, kaza ve kader­


de olan neşat ve gam, bunların hiçbirini çarkıfeleğe (talihe) isnat ve
havale etme. Çünkü aşk yolunda çarkıfelek senden bin defa daha
ziyade biçaredir.106

[ i y i l i k , k ö t ü l ü k i n s a n ı n y a r a t ı l ı ş ı n d a d ı r .

S e v i n ç i l e n e ş e k a z a , k a d e r d e v a r d ır .

F e l e ğ e h a v a l e e t m e iş i , a k ı l y o l u n d a , -

F e l e k s e n d e n b i n b e t e r z a v a l l ı d ı r .] [ M . K a n a r ]

1 0 6 . Ö m e r H a y y a m ’ın n a z a r ın d a k a in a t Z â t-ı S u b h â n î’n in iş tiy a k şa ra b ıy la m e s t v e ih ­


tiy a rı e lin d e n g itm iş , a vare b ir âşık tır. C e la le d d in R û m î ile G a z z a lî d e b ö y le d ü şü ­
nürler. B ö y le d ü şü n m e k y a ln ız şa ira n e d e ğ il, b e lk i h a k îm a n ed ir d e . F a k a t su b h â n i-
y e t H a y y a m ’ın n a za rın d a n ed ir? A s ı l n o k ta bu dur. [A . C e v d e t]
G e ç e n le r d e y a y ım la n a n “D ilm e s tî-i M e v lâ n a ”d a b u v a d id e c id d e n d ü şü n d ü rü cü
p a rça la r vard ır. (İk in ci b a s k ın ın h a ş iy e s i.)

186
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 111 -

Tîrî ki ecel keşed, siperhâ hîçest.


Vin muhteşemî-yi sîm u zerhâ hîçest.
Çendan ki be rûy-i kârhâ der nigerem
Nîkîst ki nîkest, digerhâ hîçest.

Ecelin attığı oka karşı kalkan işe yaramaz ve bu gümüşlerin,


altınların ihtişamı hiçtir. Âlemin hallerini ne kadar çok tetkik eder­
sem, o kadar ziyade anlıyorum ki yalnız iyilik iyidir; bakîsi hiçtir.

[Ecel okunu atarsa, kalkan bir hiçtir.


Bu altının, gümüşün ihtişamı bir hiçtir.
Şu olup bitenlere bakar dururum.
İyilik iyi bir şey, gerisi bir hiçtir.] [M. Kanar]

187
- 112 -

Her dil ki der û mâye-i tecrîd kem est.


Bîçâre heme rûze nedîm-i nedemest.
Coz hâtir-i fâriğ ki neşâtî dâred,
Bâkî heme herçi hest esbâb-i gamest.

Kendisinde tecrid sermayesi107 eksik olan her gönül bîçare­


dir ve her gün pişmanlığın, hayıflanmanın nedimidir. Endişelerden
âzade, sevinçli bir yürekten başka dünyada ne varsa cümlesi gam
sebepleridir.108

[ H a n g i g ö n ü l d e d ü n y a d a n s o y u t l a n m a s e r m a y e s i e k s i k i s e ,

H e r g ü n p i ş m a n l ı k l e r i ç i n d e y ü z e r b i ç a r e .

S e v i n ç l i b i r g ö n l ü n d ı ş ı n d a n e v a r s a ,

G a m s e b e p l e r i d i r g e r i y e k a l a n n e v a r s a .] [ M . K a n a r ]

1 0 7 . S o y u tla n m a n ın fe ls e f e d e n e d e m e k o ld u ğ u n u ayrın tılı ola ra k an la m a k iç in “İ n g iliz


K a v m i” b a ş lık lı ç e v ir im iz in b ir in ci k ita b ın ın 3 7 -4 3 . s a y fa la n d ik k a tle o k u n m a lı­
dır. [A . C e v d e t]
1 0 8 . G o lâ m -i h im m e t-i â n e m k i z îr -i ç e r h -i k eb û d
Z i h erçi r en g -i te a llu k p e z îr e d , â zâ d e st. [H â fız]

[Ş u g ö k k u b b e n in a ltın d a k e n d is in i b a ğ la y a n şey le r d e n azad o lm u ş k iş in in k ö le s i-


y im b e n .] [M . K anar]

188
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 113 -

Her kû tarabî zi akl der dil mîkâşt


Yekrûz zi omr-i hîş zâyi’ negzâşt
Yâ der taleb-i rizâ-yi Yezdân kûşîd
Yâ râhet-i hod guzîd u sâger berdâşt

Gönlüne neşat saçmak fetanetine mâlik olan her fert, ömrü­


nün tek bir gününü (kederle) zayi etmiş değildir. Böyle bir adam ya
Tann’nm nzasım talep ile meşgul olmuştur yahut kadehe sarılarak
gönül huzurunu tercih etmiştir.

[Aklına güvenip gönlüne neşe saçan,


Bir gün bile kaybetmemiştir hayatından.
Ya Tanrı’nın rızasını almaya çalışır,
Ya rahatı tercih eder, eline kadeh alır.] [M. Kanar]

189
- 114 -

Yezdân ço gil-i vucûd-i mâ râ ârâst


Dânist zi fi’l-i mâ çi hâhed berhâst
Bîhokmeş nîst her gonâhî ki merâst
Pes sûhten-i kıyâmet ez behr-i çi hâst?

Allah benim tiynetimi yoğurduğu vakit, hareketlerimin ne


olacağmı biliyordu. İşlediğim günahları ben onun hükmü olmaksı­
zın işliyor değilim. O halde kıyamet günü beni cehennemde yak­
manın makul sebebi nedir?

[ B e n i m k a r a k t e r i m i y o ğ u r d u ğ u n d a T a n r ı,

B i l i y o r d u h a r e k e t l e r i m d e n n e o l a c a ğ ı n ı .

H e r g ü n a h ı b e n o n u n h ü k m ü y l e i ş l e r i m .

K ı y a m e t t e b e n i y a k m a n ı n n e d i r s e b e b i ? ] [ M . K a n a r ]

190
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERÎ

- 115 -

Yek hefte şerâb horde bâşî peyvest


Hân tâ nedehî be rûz-i âdîne zi dest!
Der mezheb-i mâ şenbe vu âdîne yekîst
Cebbârperest bâş, ne rûzperest.

Eğer bir hafta her gün şarap içmedinse, cuma gününü de şa­
rap içmeksizin sakın elinden kaçırma! Bizim mezhebimizde cuma
ve cumartesi günleri farksızdır. Güne tapar olma, cebbârperest ol.
(Yani kudret-i külliyeye tap; günlerin tapıcısı olma.)

Bir hafta boyu şarap içtinse,


Cuma gününü de ihmal etme.
Yolumuzda birdir cuma ile cumartesi,
Güne tapar olma, tap İlahî kudrete. [M. Kanar]

191
- 116 -

Yârab tu kerîmî yu kerîmî keremest.


Âsî zi çi rû burun zi bâğ-i İremest?
Bâ tâ’atem er bebahşî, an nîst kerem.
Bâ ma’siyetem eğer bebahşî, keremest.

Ey Allah! Sen kerimsin; kerimlik af ve mağfirettir. İlk gü­


nahkâr (Hazreti Adem) niçin cennetten tardolundu? Benim taatime
mukabil bana hüsnü muamele edersen, bu bir lütuf olmaz. Ben âsi
ve günahkâr olduğum halde bana atf u safh ile muamele edersen, o
zaman keremkârlık etmiş olursun.

[ Y â R a b b i ; s e n k e r i m s i n . K e r i m o l m a k k e r e m d i r .

A s i n i ç i n İ r e m B a ğ l a r ı ’n ı n h a r i c i n d e d i r ?

İ b â d e t i m l e b a ğ ı ş l a r s a n b e n i , b u o l m a z k e r e m .

G ü n a h ı m l a b a ğ ı ş l a r s a n , i ş t e b u k e r e m d i r .] [ M . K a n a r ]

192
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 117 -

Der comle-i deşt-i hâveran ger hârîst,


Agişte-i hûn-i âşık-i ayyârîst,
Hercâ ki perîruhî ya golruhsârîst,
Mâ râ heme derhorest u moşkil kârîst.

Bütün dünyanın sahralarında bir diken yoktur ki can feda bir


•âşığın kanıyla mülemma olmasın. Her peri çehreli, her gül yanaklı
güzel müstahak olduğum bir haktır, fakat müşkül iştir.

[Dünyanın kırlarında ne kadar diken varsa,


Kanına bulanmıştır canını feda eden âşık kanına.
Nerede peri yüzlü, gül yanaklı dilber varsa,
Hepsi lâyıktır bize; bu güç bir iştir ama. [M. Kanar]

193
- 118 -

Şâdî betaleb ki hâsil-i omr demîst.


Her zerre zi hâk Keykubâdî yu Cemîst.
Ehvâl-i cihân u asl-i in omr ki hest,
Hâbî yo hiyâlî yu ferîbî-i demîst.

Neşat tahsiline bak ki ömrümüzün hasılı bir nefestir. Her


zerre bir Keykubad’ın ve bir Cemşid’in bedeninin toprağındandır.
Dünyanın halleri ve bu hayatın aslı bir lahzalık bir rüyadan, bir ha­
yalden, bir aldanıştan başka bir şey değildir.

[ M u t l u l u k a r a ; z i r a ö m r ü n h a s ı l ı b i r d e m .

H e r t o p r a k z e r r e s i n i n s a h i b i K e y k u b a d i l e b i r C e m .

D ü n y a n ı n h a l l e r i i l e ş u ö m r ü n a s l ı f a s l ı ,

B i r r ü y a , b i r h a y a l , a l d a t m a c a , b i r d e m .] [ M . K a n a r ]

194
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 119 -

Sâkı, kadehi! ki kâr-i âlem nefesîst.


Ger şâdî ezû yeknefes, an nîz besîst.
Hoş bâş zi herçi pîşet âyed, ki cihân
Hergiz neşeved çonanki dilhâh-i kesîst.

Ey saki! Bir kadeh sun. Zira dünyanın işi bir nefesten ibaret­
tir. Cihandan bir lahza memnun olursan, o da kâfidir. Karşına çıkan
hadiseleri geniş ve fütursuz yürekle karşıla. Zira cihan hiçbir za­
man hiçbir kimsenin tamamen arzu ettiği gibi olmaz.

[Saki, kadeh ver; âlemin işi bir nefestir.


Sevinç ondan bir nefes olsa, yine de çoktur.
Mutlu ol; dünyada ne olursa,
Kimsenin istediği gibi olmayacaktır.] [M. Kanar]

195
- 120 -

Tâ key zi çerâğ-i mescid u dûd-i kinişt?


Tâ key zi ziyân-i dûzeh u sûd-i behişt?
Rov, ber ser-i lovh bîn, ki ostâd-i kazâ
Ender ezel ançi bûd u nîbûd, nevişt.

Daha ne zamana kadar mescidin mumu, ateşkedenin duma­


nı söz konusu olacak? Cehennemin azabından, cennetin hazlaruı-
dan bahis ne zamana kadar sürecek? Tabiat levh-i mahfuzunun ba­
şına git, gör. Zira ezelde üstad-ı fıtrat her olacağı ve her olmayaca­
ğı yazmıştır. (Niyaz ve ibadet hiçbir şeyi değiştiremez.)

[ N i c e y e d e k m e s c i d i n ç e r a ğ ı , m a n a s t ı r ı n d u m a n ı ?

N i c e y e d e k c e n n e t i n k a z a n c ı , c e h e n n e m i n z i y a n ı ?

“ O l a c a k l a r o l u r .” y a z m ı ş k a d e r ü s t a d ı e z e l d e ,

G i t d e g ö r b i r k e n d i k a d e r l e v h a n ı .] [ M . K a n a r ]

196
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 121 -

Sâkî gam-i men bolendâvâze şodest.


Sermestî-yi men burûn zi endâze şodest.
Bâ mûy-i sefîd serhoşem kez mey-i to
Pîrâneserem behâr-i dil tâze şodest.

Benim gamım feryat perdesini yükseltti. Ruhumun sarhoşlu­


ğu hadden fazla oldu.109Saçlarım ağarmış olduğu halde mestim; zi-
. ra sunduğun şarap ruhumun baharım tazeletti.110

[Saki, benim gamım her yere yayılmıştır.


Sarhoşluğum ölçünün dışına çıkmıştır.
Ak saçlarımla sarhoşum; çünkü meyinden,
Yaşlılığımda ikinci bahar başlamıştır.] [M. Kanar]

109. Menfâ-yi ihtiyarımız olmuş olan İsviçre’nin Lee Lemon sahilinde yazdığım ve ar­
kadaşım Abdurrahman Bedirhan Bey’e ithaf ettiğim bir Farsça gazel şudur:

Pur cûş şod zi kahr-i zemân ıztırâb-i mâ


Bâşed zi hûn-i şâh-i sitemger şerâb-i mâ

Ey cânişîn-i zovk! mecû herf-i iltifat.


Yek mushaf-i belâst serâpâ kitâb-i mâ.

Eyyâm-i mâ gozeşt be gorbet velî çi gam?


İşrâk-i şark şod eser-i iğtirâb-i mâ.

Maksûd-i mâst yekdilî yu feyz-i hâkiyân


Dâred ziyâ-yi mihr-i ‘amîm âfitâb-i mâ.

Ez merg-i mâ mebâd ferehyâb ehl-i zolm!


Sad tûbî-yi kıyâm ber âred torâb-i mâ!

(2 Ağustos 1898, Cenevre, Kahriyyât, sayfa:95)

197
- 122 -

Ey mey! leb-i la’l-i yâr mîdâr be dest.


Zanrû ki şigerf dârî in kâr be dest.
Zan şod zi leb-i la’l kadeh berhordâr
K ’âvord be hûn-i dil leb-i yâr be dest.

Ey şarap! Yârin kırmızı dudağım iyi tut. Çünkü bu nimeti


mahirane elde etmişsin. Kadeh yarin gül dudağım öpmeye muvafık
oldu. Çünkü bu yolda gönül kam döktü.

[ E y ş a r a p ! B ı r a k m a y â r i n l â l d u d a ğ ı n ı .

Ç ü n k ü ş a ş ı r t a c a k d e r e c e d e y a p ı y o r s u n b u n u .

G ö n ü l k a n ı y l a s e v g i l i n i n d u d a ğ ı n ı e l d e e tti.

L â l d u d a k t a n n a s i p l e n m e s i n i n s e b e b i b u y d u .] [ M . K a n a r ]

[Zamanenin verdiği sıkıntı ve kahırdan dolayı ızdırabımız arttıkça arttı. İçeceğimiz


şarap zalim şahın katımdan olsun!
Ey zevk tahtının halefi! Bizden iltifatlı sözler bekleme. Bizim kitabımız baştan ba­
şa bir bela mushafıdır.
Günlerimiz gurbette geçmiş; ne tasa? Gurbette yazdığımız eserimiz Doğu’nun gü­
neşi oldu.
İnsanların birlikteliği ve feyzi bizim amacımızdır. Bizim güneşimiz parıl parıl par­
layan bir güneştir.
Zalimler bizim ölümümüzle rahat yüzü görmesinler! Mezarımızın toprağından yüz
isyan tubası çıkar çünkü.] [M. Kanar]

110. Ruhum henüz yirmi beş yaşındadır.


Bakma saçlarımda coşan aklara. [A. Cevdet]

198
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 123 -

Âkil be hurûş-i lâ ilâhe illâ hûst


Gâfil be goman ki doşmenest veyâ dûst
Deryâ be vucûd-i hîş movcî dâred
Hes pindâred ki in keşâkeş bâ ûst.

Akıllı insan lâhûti sırra bakmaktan hasıl olan zevk ü şevk ile
coşmaktadır. Gafil ise kudret-i külliyenin kendisine dost mu yahut
düşman mı olduğu fikir ve endişesiyle meşguldür. Denizin hareket
ve dalgalanması kendi tabiatı gereğincedir. Dalganm üzerindeki sa­
man çöpü ise ummanın kendisiyle uğraştığmı zanneder! [Ne gaflet!]

[Akıllı insan “Yoktur Allah’tan başka ilah!” der coşar.


Gafil olan, bana dost mu, düşman mı? diye bakar?
Deniz kendi tabiatı gereği dalgalanır durur.
Saman çöpü ise denizin onunla uğraştığını sanır.] [M. Kanar]

199
- 124-

Sâkî dil-i men zi dest eğer hâhed reft


Bahrest, kocâ zi hod be der hâhed reft?
Sûfî ki ço zarf-i teng ez hîşperest
Yek cor’e eğer dehî, be ser hâhed reft.

Ey saki! Benim gönlüm elden çıktıysa da, o deryadır. Kendi


kendinin haricinde nereye gidebilir? Sûfî, kendi esrarıyla dolu dar
bir zarf gibidir. Ona bir damla koysan, taşar dökülür. [ O bizim gi­
bi deryadil değildir.]

[ S a k i ; b e n i m g ö n l ü m g i d e c e k s e e l d e n ,

B i r d e n i z d i r ; k e n d i d ı ş ı n d a n e r e y e g i d e r ?

S û f i d a r b i r k a b a b e n z e r , s ı r l a r l a d o l u ,

B i r y u d u m e k l e r s e n , h e m e n ta ş a r .] [ M . K a n a r ]

200
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-125-

Sâkî! dil-i mâ ki dâne-i mihr-i to kâşt,


Mihr-i to nihofte tâ ebed hâhed dâşt,
Dâmen mefeşan zi nâz ber ehl-i niyâz.
Kez dâmen-i to dest nehâhîm gozâşt.

Ey saki! Senin muhabbetinin tohumunu gönlümüze kim


ekti? Senin muhabbetin orada ilelebed gizli kalacak. Niyaz ehlin­
den naz ile eteğini çekme. Zira biz senin fazilet dolu eteğinden el
çekmeyiz.

[Saki; gönlümüze sevginin tohumunu kim ekti?


Sevgin ilelebet kalacaktır gönlümüzde gizli.
Eteğini silkme niyaz sahiplerinden naz ile,
Çünkü eteğinden çekmeyeceğiz biz elimizi.] [M. Kanar]

201
- 126 -

Sâkî zi deret sefer nehâhîm girift.


Ger hem bekoşî, hazer nehâhîm girift.
Gîrem ki zi hâk ber negîrî ser-i mâ
Mâ ser zi reh-i to ber nehâhîm girift.

Ey saki! Senin kapından ayrılmak istemeyiz. Bizi öldürmek


istesen de bundan kaçınmayız. Başımızı yerden kaldırmak isteme­
diğini farz edeyim. Biz zaten senin yolundan başımızı kaldırmak
istemeyiz.

[ S a k i , s e n i n k a p ı n d a n a y r ı l m a y a c a ğ ı z .

O l d ü r s e n , b u n d a n k a ç ı n m a y a c a ğ ı z .

T o p r a k t a n h a ç ı m ı z ı k a l d ı r m a m ı z ı i s t e m e z s i n .

S e n i n y o l u n d a n b a ş ı m ı z ı k a l d ı r m a y a c a ğ ı z .] [ M . K a n a r ]

202
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 127 -

Nâzem be harâbât ki ehleş ehlest,


Çon nîk nazar konî, bedeş hem sehlest.
Yek ehl-i dil ez medrese nâyed bîrûn,
Vîrân şeved in harâbe dâru’l-cehlest.

Harabat ile iftihar ederim. Çünkü harabat ehli ehil adamlar­


dır. Dikkatle nazar edersek, onların kusurları da basittir. Medrese­
den hiçbir gönül sahibi yetişmez. Yere batsm bu harabe! Cehalet-
hanedir!

[.Meyhaneyle iftihar ederim. Müdavimi adam gibi adamdır,


iyi bakarsan, kötüsü de affedilir niteliktedir.
Şu medreseden bir gönül ehli çıkmadı.
Yıkılsın bu harabe! Cehalet yuvasıdır.] [M. Kanar]

203
- 128 -

Çon nîst zi herçi hest coz bâd be dest


Çon nîst be herçi hest noksân o şikest
Pindâr ki herçi hest der âlem, nîst
Engâr ki herçi nîst der âlem, hest

Mademki mâmelekten elde havadan gayri bir şey kalmıyor,


mademki var olan için yok olmak yoktur; âlemde her var olanı yok
farzet. Her yok olanı var kıyas et.

[ V a r o l a n h e r ş e y d e n g e r i y e k a l a n , h a v a m a d e m ,

H e r ş e y d e v a r b i r e k s i k l i k , b i r k u s u r m a d e m ,

S a y k i â l e m d e o l m a y a n h e r ş e y v a r .

S a y k i â l e m d e o l a n h e r ş e y y o k ! ] [ M . K a n a r ]

204
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 129-

An but ki dilem zi behr-i û zâr şodest


Û cây-i diğer be gam giriftâr şodest
Men der taleb-i ilâc-i hod kûşem
Çon an ki tabîb-i mâst, bîmâr şodest111

Kendisi için gönlümün perişan olduğu güzel, başka bir yer­


de gama giriftar oldu. Ben kendime ilaç bulmak için nasıl çalışabi­
lirim? Çünkü bizim tabibimiz olan, hasta oldu!

[Gönlüm o dilber için perişan olmuştur.


O başka bir yerde aşk derdine tutulmuştur.
Kendi tedavim için nasıl uğraşayım?
Benim doktorum, sevgilim hasta olmuştur.] [M. Kanar]

111. Kahriyyât’ta Humây-ı ilhamın şu kıtasım da okuyun:

Humâ demir kafestedir.


Kanatlan şikestedir.
Deva şifayı öldürür.
Tabibimiz de hastadır.

Muhteşem’in

Kodâm serv zi sunbul nihâde bend be pâyet


Ki borde dil zi to ey dilberân-i şehr fedâyet!
Betâz gom zi nikûyân semend-i nâz ki hestî
To ez berâyi yeki zâr o sad hezâr berâyet

[Hangi selvi boylu sümbül ile ayaklarına zincir vurdu da gönlünü aldı götürdü? Şe­
hirdeki tüm dilberler feda olsun sana! Naz atım sür güzellerin yanından. Çünkü sen
biri için perişansın; yüz tanesi senin için.] [M. Kanar]
rubaisi ne güzeldir!

205
- 130 -

Esrâr-i cihan çonanki der defter-i mâst


Goften netevan, zanki vebâl-i ser-i mâst
Çon nîst derin merdom-i nâdân ehlî
Netvan goften herançi der hâtir-i mâst

Defterimizde yazılı olduğu gibi cihanın sırları söylenemez.


Çünkü sonra başımız belaya girer. Mademki bu cahil halk içinde
hitap edilecek bir ehil adam yoktur, hatırımızda her bulunanın söy­
lenmesi mümkün ve caiz değildir.

[ D ü n y a n ı n s ı r l a r ı d e f t e r i m i z d e y a z ı l ı d ı r .

S ö y l e n e m e z b u ; b a ş ı m ı z a v e b a l o lu r .

C a h i l h a l k a r a s ı n d a y o k e h i l b ir i .

İ ç i m i z d e k i ş e y l e r u l u o r t a s ö y l e n i r m i ? ] [ M . K a n a r ]

206
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 131 -

Der çeşm-i muhakkikan çi zîbâ vu çi zişt


Menzilgeh-i âşıkân çi dûzeh, çi behişt
Pûşîden-i bîdilan çi atlas, çi pelâs
Zîr-i ser-i âşıkân çi bâlîn u çi hişt

Muhakkakların nazarında güzel ve çirkin hep birdir. Âşıkla­


rın menzili ister cehennem olsun, ister cennet olsun, birdir. İhtiyâ-
nm yâre terk etmiş olanların giysisi ister atlas, ister palas olsun, hep
birdir. Âşıkların başlan altında kuş tüyü yastık yahut kerpiç olmuş,
hep birdir.

[Muhakkıklar gözünde güzel, çirkin birdir.


Cennet, cehennem açıkların gözünde birdir.
Açıklar için çul ile atlas giymek birdir.
Yastık ile kerpiç âçıkların gözünde birdir.] [M. Kanar]

207
- 132 -

Mey la’l-i mozâbest u surâhî kânest


Cismest piyâle vo şerâbeş cânest
An câm-i billûrîn ki zi mey hendânest
Eşkîst ki hûn-i dil der û pinhânest.

Şarap erimiş yakuttur. Sürahi onun madenidir. Piyale beden


dir, şarap candır. Şarabı İhtiva etmekle memnun ve mütebessim gö
rünen billur bardak, içinde gönül kanı gizlenen bir gözyaşıdır.

[ Ş a r a p e r i m i ş y a k u t , s ü r a h i o n u n m a d e n i .

C i s m i k a d e h , ş a r a b ı o n u n c a m .

O b i l l u r k a d e h g ü l e r m e y ile ,

i ç i n d e g ö n ü l k a n ı g i z l i g ö z y a ş ı .] [ M . K a n a r ]

208
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 133 -

Ber zarf-i sipihr hâtırem rûz-i nohost


Lovh u kalem o behişt o dûzeh mîcost
Pes goft merâ moallim ez ilm-i dorost
Lovh u kalem o behişt o dûzeh bâ tost

İlk gün gökyüzünde levh’i, kalemi, cenneti, cehennemi ara­


dım. Sonra üstad sağlam bir vukuf ile bana “levh, kalem, cennet,
cehennem hep seninle beraberdir. Hep senin ruhundadır.” dedi.

[Gönlüm ilk gün arıyordu gökyüzünde,


Levh, kalem, cennet, cehennem nerede?
Hocam dedi bana sonra sağlam bilgisiyle:
Levh, kalem, cennet, cehennem hep seninle.] [M. Kanar]

209
-1 3 4 -

Sâkî; gol u sebze bes tarabnâk şodest.


Deryâb ki hefte-i diğer hâk şodest.
Mey nûş u golî beçîn ki to der nigerî
Gol hâk şodest o sebze hâşâk şodest

Ey saki! Gül ve çemen çok neşe verici olmuş. Dikkat et ki


bir hafta sonra bunlar toprak olur. Şarap iç; bir gül koparmaya bak.
Zira göz açıp kapayana kadar gül toprak, yeşillik çer çöp olur.

[ S a k i , ç i ç e k l e r a ç m ı ş , ç i m e n l e r y e m y e ş i l o l m u ş .

D i k k a t e t ; h a f t a y a o l a c a k b u n l a r t o p r a k .

İ ç b â d e y i , k o p a r g ü l ü . G ö z a ç ı p k a p a y a n a d e k

Ç i m e n l e r ç e r ç ö p o l a c a k , ç i ç e k l e r t o p r a k .] [ M . K a n a r ]

210
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 135 -

Çon morden-i to morden-i yekbâregîst


Yek bâr bemîr; in çi bîçâregîst?
Hûnî yo necâsetî yo moştî reg u pûst
Engâr nebûdî; in çi gamhâregîst?

Mademki ölümün bir kerelik ölümdür, bir kere öl. Nedir bu


tazallüm ve sefalet? Bir avuç kanın, necasetin, damarın, derinin hiç
de olmamış olduğunu farzet. Bu kadar gam yemenin ne yeri var?112

[Ölümün olacak madem bir kere,


Öl bir kere; bu çaresizlik niye?
Kan, pislik, bir avuç damar, deri.
Yok sayıver; bu kadar dert etmek niye? [M. Kanar]

112. Hayyam’ın burada hayvani insanın ne kadar ehemmiyetsiz bir çer çöp yığını oldu­
ğunu göstermek istiyor.
Ch. Baudelaire’in pek meşhur olan La Charogne manzumesinde ihya etmiş oldu­
ğu fikir ve nazar bu fikir ve nazardır. [A. Cevdet]

211
- 136 -

Der rûy-i zemin eğer merâ yek hiştest,


An vech-i meyest o gerçi nâm ziştest.
Gûyend torâ vech-i mey-i ferdâ nîst,
Dorrâ’e vo destâr ne Meryem rişte est!

Eğer dünya yüzünde bir kerpiçim bulunuyorsa, adı ne kadar


fena görünürse görünsün, mutlaka bedeliyle şarap almam içindir.
“Yannın şarabım almak için bir şeyin kalmıyor,” diyorlar. Cübbe­
yi, sarığı Hazreti Meryem dokumamıştır a!

[ D ü n y a y ü z ü n d e b i r k e r p i c i m v a r s a ,

M e y p a r a s ı d ı r , a d ı ç i r k i n o l s a d a .

Y a r ı n k i ş a r a p p a r a n y o k , d i y o r l a r b a n a ,

C ü b b e i l e s a r ı ğ ı M e r y e m A n a d o k u m a d ı y a ! ] [ M . K a n a r ]

212
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 137 -

Bâ doşmen u dûst fi’l-i nîkû nîkûst,


Bed key koned an ki nîkiyeş âdet-i ûst?
Bâ dûst ço bed koni, şeved doşmen-i to
Bâ doşmen eğer nîk konî, gerded dûst.

Düşmana ve dosta iyi muamele etmek iyidir. Âdeti iyilik


olan kimse nasıl fenalık yapabilir? Dostuna fenalık edersen, düş­
manın olur. Düşmana iyilik edersen, dostun olur.

[Dosta düşmana iyi davranmak iyidir,


iyiliğe alışan biri nasıl kötülük eder?
Dosta kötülük edersen, düşmanın olur.
Düşmana iyilik edersen, dostun olur.] [M. Kanar]

213
- 138 -

Zâhid gûyed: Behişt bâ hûr hoşest.


Men mîgûyem ki âb-i engûr hoşest.
İn nakd begîr o dest ezan nisye bedâr.
K ’âvâz-i dohol şenîden ez dûr hoşest.

Zahid “Hûriler ile meskun olan ülke [yani cennet] hoştur.”


diyor. Ben üzüm suyu âlâdır diyorum. Bu peşini al, o veresiyeden
vazgeç. Zira davulun sesi uzaktan hoş gelir.113

[ D e r l e r k i : C e n n e t h u r i l e r l e h o ş tu r .

B e n d e d e r i m k i : Ü z ü m s u y u h o ş tu r .

A l ş u p e ş i n i , b i r a d e r , ç e k e l i n i v e r e s i y e d e n .

Ç ü n k ü d a v u l s e s i u z a k t a n h o ş t u r .] [ M . K a n a r ]

113. Dûrdan hoş gelür âvâz-i dohol. [Gâlib Dede] [Davulun sesi uzaktan kulağa hoş
gelir.]

214
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 139 -

Dânende ço terkîb-i tebâyi’ ârâst,


Ez behr-i çi û fikendeş ender kem u kâst?
Ger nîk âmed, şikesten ez behr-i çi bûd?
Ver nîk neyâmed in suver, eyb kirâst?

Her şeyi bilen Allah, tabiatların terkibini vücuda getirdiği


vakit niçin bu terkipleri eksik ve kusurlu yaptı? Eğer terkip iyi ol­
duysa, niçin kırıyor, döküyor? Eğer bu suretler iyi olmadıysa, ayıp
kime aittir?

[Her şeyin sahibi Tanrı mademki yarattı doğayı,


Ne sebeple verdi ona eksiği, kusuru?
Çirkin olduysa bu mahluk, kimin kusuru?
İyi oldu madem; neydi yıkmaktaki zoru?”] [M. Kanar]

215
- 140-

Sâkî, kadehi ki şem’-i dil der negirift.


Ez âteş-i mey zindegî ez ser negirift.
Âh ez mey-i la’let ki berin bâde-i nâb
Herkes ki lebi nihâd, leb ber negirift.

Ey saki! Bir kadeh daha ver; gönül mumu yanmadı. Şarabın


ateşi olmayınca hayat tazelenmez. Ah o senin lâl şarabın öyle saf
bir bâdedir ki üzerine bir kere dudağım koyan bir daha kaldıramaz.

[ S a k i , b i r k a d e h v e r ; g ö n ü l m u m u y a n m ı y o r .

G ö n ü l a t e ş i y l e h a y a t y e n i d e n b a ş l a m ı y o r .

S e n i n l â l ş a r a b ı n n a s ı l b i r s a f ş a r a p t ı r k i,

D u d a ğ ı n ı k o y a n b i r d a h a k a l d ı r m ı y o r ! ] [ M . K a n a r ]

216
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 141 -

Der nây-i gerâbe golgol-i mey çi hoşest!


Âvâz-i semâ’ o nâle- i ney çi hoşest!
Der ber bot-i dilfirîb o der ser mey-i nâb
Fariğ zi gam-i zemâne hey hey çi hoşest!114

Sürahinin boynunda şarabın gulgulu ne güzeldir! Semâ âva-


zesi, ney nâlesi ne güzeldir! Kucakta cânane ve başta saf şarap ol­
duğu halde zamanenin gamından âzade olmak ne güzeldir!

[Sürahinin boynunda meyin dökülüşü ne güzeldir!


Sema sesi, ney ezgisi ne güzeldir!
Kucağında gönül çelen bir dilber, başta mey,
Zamane gamından uzak olmak ne güzeldir!] [M. Kanar]

114. Farkest miyân-i an ki yâreş der ber


Bâ anki do çeşm-i intizâreş ber der [Sa’dî]
[Sevgilisi kucağında olanla, gözü kapıda sevgilisini bekleyen arasında fark vardır.]
[M. Kanar]

217
- 142-

Aşk erçi belâst, an belâ hokm-i Hodâst.


Ber hokm-i Hodâ melâmet-i halk ne râst.
Çon nîk o bed-i halk be takdîr-i Hodâst,
Pes rûz-i pesîn hisâb ber bende çirâst?

Aşk bela ise de, bu bela Hûda'nın hükmüdür. Tann’nm hük­


münden dolayı halkı muâheze etmek doğru değildir. Mademki hal­
kın iyi veya kötü olması Hûda’nın takdiriyledir, kıyamette kuldan
hesap sorulmak ne içindir?115

[ A ş k b i r b e l a o l s a d a T a n r ı ’ n ı n h ü k m ü d ü r .

H a l k n a s ı l i t i r a z e d e r ? B u T a n r ı ’ n ı n h ü k m ü d ü r .

H a l k ı n i y i s i k ö t ü s ü T a n r ı ’n ı n t a k d i r i y l e d i r .

P e k i h a l k ı n k ı y a m e t t e h e s a b a ç e k i l m e s i d e n e d i r ? ] [ M . K a n a r ]

115. Eğer rîgî be kefş-i hod nedârî


Çirâ bâyest şeytân âferîden?
[Ayakkabına girmiş bir çakıl taşı yoksa,
Şeytan yaratmalım ne lüzumu var?] [M. Kanar]

218
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 143-

Sîm erçi ne mâye-i hiredmendânest,


Bîsîmân râ bâğ-i cihan zindânest.
Ez dest-i tohî benefşe ser ber zânûst,
Der kâse-i zer dehân-i gul hendânest.

Vâkıa hakîm adamlann sermayesi para değildir, fakat para­


sızlar için cihan bağı zindandır. Eli boşluktan, menekşe başmı dizi
üstüne bükmüştür. Kendisinin altın kâsesi için gül, güler.

[Gümüş para akıllıların işi değildir


Ama parasızlar için dünya bahçesi zindandır.
Eli boş diye menekşenin başı dizinde;
Gül altın kese içinde gülmektedir:] [M. Kanar]

219
- 144 -

Sâkî ki lebeş moferrih-i yâkûtest,


Dil râ gam-i û kuvvet u can râ kûtest.
Herkes ki neşod koşte be tûfân-i gameş,
Der keştî-yi Nûh zinde der tâbûtest.

Dudağı yakuttan bir müferrih olan sakinin gamı gönüle kuv­


vet, cana gıdadır. Onun gam tufanında ölmeyen, Nuh’un gemisinde
tabut içinde bulunan bir diridir.

[ S a k i n i n d u d a ğ ı f e r a h l a t a n b i r y a k u t t u r .

O n u n g a m ı g ö n ü l k u v v e t i , c a n a z ı ğ ı d ı r .

K i m ö l m e d i y s e o n u n g a m t u f a n ı n d a n ,

N u h ’ u n g e m i s i n d e t a b u t i ç i n d e b i r i d i r .] [ M . K a n a r ]

220
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 145 -

Coz Hak hokmî ki hokm râ şâyed, nîst.


Hestî ki zi hokm-i û burûn âyed, nîst.
Her çîz ki hest, ançonan mîbâyed.
An çîz ki ançonan nemîbâyed, nîst.

Hak’tan gayri hüküm olmaya layık olanı yoktur. Onun hük­


mü haricine çıkan hiçbir varlık yoktur. Her mevcut olanın bulundu­
ğu gibi olması, gerekene muvafıktır. Gerekene muvafık olmayan,
mevcut olamaz.

[Tanrı’dan başka hüküm verecek yoktur.


Onun hükmü dışında bir varlık yoktur.
Var olan her şey onun hükmüyle var.
Onun hükmü yoksa, o şey de yoktur.] [M. Kanar]

221
- 146-

Sâkî, nazarî, ki dil zi endîşe tohîst.


Şîrân heme reftend o ser-i bîşe tohîst.
Her şeb zi hibâb kef zedî şîşe-i çerh,
Imrûz ki dovr-i mâ buved, şîşe tohîst.

Ey saki! Bana teveccüh et. Zira gönül endişeden uzaktır.


Arslanlann cümlesi gitmiş; orman boş kalmıştır. Felek şişesi her
gece şarap köpüğü saçarken116 benim devrim olan bugün, şişe
boştur.

[ S a k i , b a k b a n a ; g ö n l ü m d e e n d i ş e y o k .

A s l a n l a r g i t m i ş ; o r m a n d a k i m s e y o k .

F e l e k ş i ş e s i h e r g e c e k ö p ü r ü r d u r u r d u .

B u g ü n b i z i m d e v r i m i z ; ş i ş e d e b i r ş e y y o k . ] [ M . K a n a r ]

116. Hayyam gökyüzünü bir şarap kâsesine benzetiyor. Her gece gökyüzünde saçılmış
görünen yıldızlan şarap kabarcıklarına benzer görüyor. Garip ve muazzam bir ta­
savvurdur!

222
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 147 -

Berhîz o bedeh bâde; çi cây-i sohenest?


İn comle merâ ve hem torâ geşte behişt.
Meşnov sohen-i behişt o dûzeh ez kes.
Ki refte be dûzeh o ki âmed zi behişt?

Bir çemenzann kenarında cam, şarap ve bir gül yüzlü saki;


bunların tümü benim ve senin için cennettir. Cehennem ve cennet
lafına hiç kulak asma. Cehenneme giden kim? Cennetten gelen
kim?

[Kalk, şarap getir; konuşmanın sırası mı?


Senin, benim cennetim bunların tamamı.
Dinleme kimseden cennet, cehennem lafını,
Kim gitmiş cehenneme? Kim gelmiş cennetten geri?] [M. Kanar]

223
- 148 -

Câmî yo meyî yo sâkiyî ber leb-i kişt


İn comle merâ ve hem torâ geşte behişt.
Meşnov sohen-i behişt o dûzeh ez kes
Ki refte be dûzeh o ki âmed zi behişt?

Bir çemenzann kenarında cam, şarap ve bir gül yüzlü saki,


bunların tümü benim ve senin için cennettir. Cehennem ve cennet
lafına hiç kulak asma. Cehenneme giden kim? Cennetten gelen
kim?

[ B i r k a d e h , ş a r a p , s a k i b i r d e t a r l a k e n a r ı .

B u n l a r b e ş i n i m p e n i m ; c e n n e t s e n i n v e r e s i y e n .

D i n l e m e k i m s e d e n c e n n e t , c e h e n n e m l a f ı n ı ,

K i m g i t m i ş c e h e n n e m e ? K i m g e l m i ş c e n n e t t e n g e r i ? ] [ M . K a n a r ]

224
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM - RUBAİLERİ

- 149-

Bolbol ço be bâğ nâle ber dest girift,


Mîbâyed hemço lâle ber dest girift,
Zan pîş ki merdoman ez ser-i cehl
Gûyend folân piyâle ber dest girift.

Sıradan insanlar, cehaletleri ve taassupları eseri olarak, hak­


kımızda ‘Merhum filanın elinde şarap piyalesi görülmüştü.’ deme­
lerinden evvel, bülbül gülistanlarda feryada başladığı vakit elimiz­
de lale gibi şarap bulunmalıdır.117

[Bülbül bahçede şakımaya başladı.


Ele kadeh almak gerek lale gibi,
insanlar cahillikle demeden önce,
Filan da kadehi eline aldı.] [M. Kanar]

117. Al deste eğer lâle bulunmazsa piyâle,


Ver hükmünü ey nahl-i çemen behânn [Nedim]

Mey âftâb-i zerfeşan


Câm-i billûreş âsmân
Maşrık kef-i sâkiyeş dân
Mağrib leb-i yâr âmede.

kıtası ki Muaviye’nin oğlu Yezid’in


Şumeysetu kermin burcuhâ k a’ru dûnehâ
Ve maşrıkuhâ es-sâkî ve mağribuhâ femun

beytinden mülhem görünür. Aynı hayali daha nazik fakat daha az muhteşem bir
manzara altında canlandırır. Bunlardan birincinin mânâsı şudur: Şarap, altın saçan
bir güneştir ki, onun billur kadehi, semasıdır. Sakinin eli doğusu, cânanenin duda­
ğı da batısıdır.
Muaviyezâde Yezid’e ait olan Arapça beytin meâli şöyle ifade olunabilir: Küçük
üzüm güneşinin (yani şarabın) burcu, küpünün derinliğidir. Doğusu sâkîdir. Batı­
sı ağızdır. [A. Cevdet]

225
- 150 -

Bîş ez men u to merd o besî zen bûdest.


K’âfâk zi comleşan mozeyyen bûdest.
Zûdâ ki ten-i to hâk gerded zîrâ
Hâk-i to diğer hezârhâ ten bûdest.

Benden senden evvel birçok erkek ve kadm yaşamış ve bun­


ların cümlesi âfâkın ziyneti olmuşlardır. Yalanda senin tenin top­
rak olacaktır. Zira senin toprağın binlerce diğer kimselerin teni ol­
muştur.

[ B e n d e n s e n d e n ö n c e p e k ç o k k a d ı n , e r k e k o l m u ş t u r .

B u n l a r ı n s a y e s i n d e u f u k l a r s ü s l e n m i ş t i r .

Ç a b u k o l ; b e d e n i n t o p r a k o l a c a k , z i r a ,

S e n i n t o p r a ğ ı n b i n l e r c e i n s a n ı n b e d e n i o l m u ş t u r .] [ M . K a n a r ]

226
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 151 -

Mey hor ki be zîr-i gil besî hâhî hoft.


Bîmûnis o bîharîf o bîhemdem o coft
Zinhar be kes megû to in râz-i nihoft
Her lâle-i pejmorde nehâhed beşkoft.

Şarap içmeye bak. Zira mûnissiz, adamsız, hemdemsiz, ar­


kadaşsız olarak toprak altında çok uyuyacaksın. Sakın bu sim kim­
seye söyleme! Gizli tut. Solan her lale bir daha açılmaz. Çürüyen
lale bir daha açmaz.

[İçmeye bak. Çünkü toprak altında uyuyacaksın çok.


Arkadaş yok, eş yok, dost yok, hemdem yok.
Söyleme sakın bu gizli sırrı kimseye!
Solduktan sonra açacak gül yok!] [M. Kanar]

227
- 152 -

Dovrî ki der û âmeden o reften-i mâst,


An râ ne hidâyet, ne nihâyet peydâst.
Kes mînezened demi derin ma’nî râst.
Kin âmeden ez koca ve reften be kocâst?

Bizim geldiğimiz ve gittiğimiz devrin ne başı vardır, ne so­


nu. Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz? Bu konuda kimse doğru
bir görüşte bulunmaya kadir değildir.

[ G e l i p g i t t i ğ i m i z ş u d a i r e n i n ,

N e b a ş ı b e l l i , n e d e s o n u .

K i m s e d o ğ r u s ö y l e m i y o r ş u â l e m d e ,

N e r e d e n g e l i y o r , n e r e y e g i d i y o r u z ? ] [ M . K a n a r ]

228
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 153 -

Eyvây ber an dil ki derû sûzî nîst!


Sovdâzede-i mihr-i dilefrûzî nîst.
Rûzî ki to bâde beser hâhî bord,
Zâyi’ter ezan rûz torâ rûzî nîst.

Yazıklar olsun o gönüle ki içinde bir ateş yoktur ve gönül


parlatan bir güzelin sevdalısı değildir!118 Mest olmaksızın geçirdi­
ğin gün kadar heder olmuş bir günün hiç yoktur.

[Yazık o gönüle! içinde bir yangı yok.


Yüreğinde gönül parlatan bir dilberin sevgisi yok.
Aşksız geçireceğin bir gün olursa,
O günden daha yitik bir günün yok.] [M. Kanar]

118. Nasihî

Bişnov in nokte-i sencîde zi perverde-i ışk


Ki bih ez zinde-i bî ışk buved morde-i ışk

[Aşkı yaşayıp anlamış kişinin şu özlü sözünü dinle: Aşkı tadarak ölen biri aşksız
yaşayandan iyidir.] [M. Kanar]
dediği gibi Muhammed Nasır Han d a .

Her ser ki zi ışk bâhaber nîst


Hân ber ser-i seng zen ki ser nîst

der ki “ Her baş ki aşktan bihaberdir, hiç durma; onu taşın başına vur. Zira o baş
değildir.” demektir.

229
- 154 -

Der dehr ber-i nihâl-i tahkîk nerost.


Zîrâ ki der in râh kesî nîst dorost.
Herkes zede est dest der şâhî sost
İmrûz ço dey şinâs o ferda ço nohost.

Dünyada tahkik ağacının meyvesi kemâle ermemiştir. Zira


bu vadide hiçbir kimsenin tuttuğu yol doğru değildir. Herkes çürük
dala tutunmuştur. Sen iyi bil ki “bugün” “yann”ın ve “yarın” da ilk
günün aynıdır.119

[ D ü n y a d a h a k i k a t a ğ a c ı h i ç m e y v e v e r m e d i .

B u y o l d a z i r a k i m s e d ü r ü s t d e ğ i l d i .

H e r k e s g e v ş e k b i r d a l a e l i n i v e r d i .

Y a r ı n i l k g ü n k ü g i b i , b u g ü n d e d ü n g i b i y d i .] [ M . K a n a r ]

119. Helionde’un şu kıtası aynı anlamdadır:

Aeonen kommen und Aeonen gehn,


Doch unbeachtet rollen sie vorüber;
Denn was sind selbst Aeonen wenn gesehn,
Der unbegriffenen Evvigkeit genüber?

Meali şudur: Asırlar gelir, asırlar gider. Farkına varmadığımız halde bunlar geçer
gider. Bununla beraber havsalamızın alamadığı ebediyete kıyasen asırlara bakılır­
sa, asırlar nedir?

230
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 155 -

Her zerre ki ber rûy-i zemînî bûdest,


Horşîdrohî, zohrecebînî bûdest.
Gerd ez roh-i âstîn be âzerm feşan
Kan hem roh-i hûb-i nâzenînî bûdest.

Yeryüzündeki her zerre vaktiyle güneş yanaklı ve zühre alın­


lı bir vücudun beden parçalarından olmuştur. Eteğin yüzünden tozu
hilim ve şefkatle süpür. Çünkü o toz da güzel bir nazeninin yüzü ol­
muştur.

[Yeryüzünde gördüğün her bir tozu,


Bil bir dilber; zühredir alnı, güneştir yüzü.
Dikkatle silk kol yeninden tozu,
O tozdu vaktiyle bir nâzeninin güzel yüzü.] [M. Kanar]

231
- 156 -

Ez fazl inan bepîç o der sâger pîç


Ez hold u sakar bogzer o der kovser pîç.
Destâr-i kasab be bâde befrûş u meters
Kem kon kasabî pes tarafı ber ser pîç.

Fazl ü tefazzül davasından geç. Kadehe sarıl. Cennet ve ce­


hennem ümit ve endişelerinden sarfınazar et. Kevsere (şaraba) bak.
Karşılığında şarap almak için sırmalı sarığını sat. Korkma; sarığın
eksik olsun. Başına bir şerit dolayı ver.

[ Ü s t ü n l ü k d a v a s ı n d a n v a z g e ç , s a r ı l k a d e h e .

C e n n e t i , c e h e n n e m i b ı r a k , b a ş l a ş a r a p i ç m e y e .

S a t s ı r m a l ı s a r ı ğ ı ş a r a p i ç i n , k o r k m a ,

E k s i k o l s u n s a r ı ğ ı n ; b i r ş e r i t d o l a b a ş ı n a .] [ M . K a n a r ]

232
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 157-

Binger, zi cihan çi tarf ber bestem? Hîç.


Vez hâsil-i eyyâm çi der destem? Hîç.
Şem’-i tarabem velî ço binşestem? Hîç.
Men câm-i cemem, velî ço beşkestem? Hîç.120

Bak, cihandan kazancım ne oldu? Hiç. Geçen günlerden


elimde ne kaldı? Hiç. Ben neşe mumuyum, fakat bir kere bu mum
sönünce ne kalacak? Hiç. Ben Cem kadehiyim, fakat kırıldığım va­
kit ne olacağım? Hiç.

[Bak ne kazandığıma dünyadan: Hiç.


Nedir ömrümden geriye kalan: Hiç.
Neşe mumuyum ben; ya söndüğüm zaman? Hiç.
Câm-ı cemim ben; ya kırıldığım zaman? Hiç.] [M. Kanar]

120. Bu rubai Hâkânî’nin rubaileri arasında görülmüştür.


S'neque le Tragique’in şu mısralanyla mukayese edin:
Post morfem est ipsaque mors nihili
ki “Ölümden sonra hiçbir örf yoktur.” demektir.

233
- 158 -

Kû mutrib o mey tâ bedehem dâd-i sabûh?


Hoş vakt dilî ki mîkoned yâd-i sabûh.
Mâ râ be cihan çe çîz mîbâyed hoş:
Sermestî yo âşıkî yo feryâd-i sabûh.

Nerede çalgıcı? Nerede şarap? Söyle, ta ki sabuhun cömert­


liğini göstereyim. Mesuddur bir gönül ki sabûh vaktinde yâd eder.
Benim için şu üç şey muazzezdir: Dilmestlik, muhabbet, sabuhun
feryadı.121

[ N e r d e ç a l g ı c ı i l e m e y ? V e r e y i m s a b u h u n h a k k ı n ı .

N e m u t l u o g ö n ü l e k i y â d e d e r s a b u h u !

B i z i m i ç i n ü ç ş e y d e ğ e r l i d i r : B u n l a r ,

S a r h o ş l u k , â ş ı k l ı k , s a b u h u n f e r y a d ı . ] [ M . K a n a r ]

121. Sabûh sabahleyin içilen şaraptır. Bir mânâsı da matara yahut sürahidir. Feryâd-i
sabûha sabahleyin teganni ve terennüm yahut sürahiden boşaltılan şarabın sesi mâ­
nâlarından biri verilebilir.
Hâfız’m

Der halka-i gul u mul hoş hânde dûş bülbül


Hâti’s-sabûh heyyû yâ eyyuhe’s-sukârâ

[Dün gece çiçekler arasında ve şarap meclisi kurulmuşken bülbül ne de güzel ses­
lendi: Ey mestler! Getirin sabûhu; hazırlayın kadehleri!] [M. Kanar]
beytindeki sabûh da Hayyam’ın sabûhundandır. [A. Cevdet]

234
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 159 -

Çon mîgozered omr çi şîrîn o çi telh


Çon cân beleb âmed, çi Nişâpûr u çi Belh122
Mey nûş ki ba’dez men o to mâh besî
Ez selh be gorre âyed, ez gorre be selh.

Ömür geçtikten sonra acı veya tatlı olarak geçmiş olmasının


ne ehemmiyeti var? Can dudağa geldiği vakit Nişabur’da veya
Belh’te bulunmanın ne farkı var? Şarap iç. Çünkü benden ve sen­
den sonra kamer, hilalden dolunaya ve dolunaydan hilale birçok ke­
reler çıkıp inecek.123

[Acı veya tatlı, ömür gelir geçer,


Can ağıza gelmiş, Nişabur, Belh, ne fark eder?
Mey iç; benden senden sonra,
Ne aylar gelir, ne aylar geçer!] [M. Kanar]

122. Racan’in şu parçasını okuyun:

Les lois de la mort sont fatales


Aussi bien aux maisons royales
Qu’aux taudis couverte de roseaux:
Tous nos jours sont sujets aux Pâques:
Ceux des bergers et des monarques
Sont coupe’s desmemes ciseaux.

Kadim transız şairlerinden C. de Lestoille de aym fikri şöyle nazmetmiştir:


La mort est toujours Mort, quelque part qu’elle arrive:
Et qui fînit ses jours, eouchd bien mollement.
Entre les draps d ’un liet pare superbement,
Ne revit pas plus tost que qui meurt sur la roue;
Et mort on n ’est pas mieux dans l ’or que dans la boue.

123. Gorre aym başındaki hilâl-i kamere, selh aym nihayetindeki hilâl-i kamere denilir­
se de tercümede buna dikkat olunmadı.

235
- 160 -

İn kâfile-i omr aceb mîgozered!


Deryâb demî ki ez tarab mîgozered.
Sâkî gam-i ferdâ-yi harîfân çi horî?
Pîş âr piyâle râ ki şeb mîgozered.

Bu ömür kervanı ne acayip geçiyor! Dikkat et; böyle geçip


giden mutluluk vaktidir. Ey saki! Hamervahlann yarının gamını ne
çekiyorsun? Haydi, sen her şeyden evvel kadeh getir. Gece geçiyor.

[ A c a y i p g e ç i y o r ş u ö m ü r k e r v a n ı !

B i l d e ğ e r i n i ; g e ç i y o r n e ş e z a m a n ı .

H e y s a k i , n e d e n ç e k e r s i n b a ş k a l a r ı n ı n i s t i k b a l g a m ı n ı ?

G e t i r ş u k a d e h i ; g e ç i y o r g e c e z a m a n ı .] [ M . K a n a r ]

Talihin merhametsizliğini ve bu dünyaya ait şeylerin boşluğunu derin bir hüzün ve


elem ile ifade eden bu rubai,
“Ez âmeden-i behâr o ez reften-i dey
Ovrâk-i vucûd-i mâ hemî gerded teyy”
mısralarını ihtiva eden rubaiye ilham yakınlığı arz eder. [A. Cevdet]

236
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 161 -

An kes ki zemîn o çerh o eflâk nihâd


Bes dâğ ki û ber dil-i gamnâk nihâd.
Bisyâr leb ço la’l o zolfeyn ço mişk
Der tabl-i zemîn o hokke-i hâk nihâd.

Yeryüzünü, çerh ve felekleri yapan, insanın gamlı yüreğine


ne kadar çok dağ açtı! Kırmızı yakut gibi ince dudakları, mis gibi
nice saçları yeryüzünün tablasına, toprağın hokkasına koydu!

[O ki yer ile felekleri yarattı,


Gamlı gönlümü ne de çok dağladı.
Nice lâl dudaklıyı, mis zülüflüyü
Yer tahtasına, toprak hokkasına bıraktı.] [M. Kanar]

237
- 162 -

Ey bîhaberan, işve-i donyâ meharîd.


Çon ez heme hâlhâ-yi û bâhaberîd.
Vin-omr-i azîz-i hîş medehîd be bâd
Hân yâr taleb konîd o hîn bade horîd.

Mademki cihanın bütün hallerinden haberdarsınız; ey gafil­


ler, dünyanın işvesine aldanmayınız ve aziz ömrünüzü heder etme­
yiniz. Haydi; vakit kaybetmeksizin, yâr arayınız. Haydi; vakit zâyi
etmeksizin şarap içiniz.

[ H e y h a b e r s i z l e r ! D ü n y a n ı n i ş v e s i n e a l d a n m a y ı n .

H a b e r i n i z v a r o y s a o n u n t ü m h a l l e r i n d e n .

A z i z ö m r ü n ü z ü b o ş a h a r c a m a y ı n .

Y â r a r a y ı n k e n d i n i z e , ş a r a p i ç i n , d u r m a y ı n .] [ M . K a n a r ]

238
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 163 -

Ey hemnefesan, mera zi mey kût konîd.


Vin rây-i ço kehrubâ ço yâkût konîd
Çon morde şevem, be mey beşûyîd merâ
Vez çûb-i rezem tahta-i tâbût konîd.

Muazzez arkadaşlarım; bana gıdayı şaraptan yapınız ve bu


kehribar gibi olan yüzümü yakut gibi ediniz. Öldüğüm vakit beni
şarap ile yıkayınız ve tabutumun tahtasını asma ağacından yapınız.

[Dostlarım, beni meyle besleyin.


Kehribar yüzümü yakuta çevirin.
Öldüğümde beni meyle yıkayın.
Tabutumun tahtasını asma kütüğünden yapın.] [M. Kanar]

239
- 164-

Ânan ki der âmedend o der cûş şodend


Aşofte-yi nâz o tarab o nûş şodend,
Hordend piyâleî yo medhûş şodend.
Der hâb-i adem comle hemâğûş şodend.

Dünyaya gelip hayat kavgasına karışanlar nazın, neşenin ve


içmenin musahhar ve meftunu oldular. Sonra yokluk uykusunda
cümleten kucaklaştılar.

[ O n l a r b u d ü n y a y a g e l i p c o ş t u l a r .

N a z a , n e ş e y e , i ç k i y e k a p t ı r d ı l a r ,

B i r k a d e h i ç i p k e n d i l e r i n d e n g e ç t i l e r ,

Y o k l u k u y k u s u n a k u c a k l a ş ı p v a r d ı l a r .] [ M . K a n a r ]

240
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 165-

An rûz ki tûsen-i felek124 zîn kerdend


V ’ârâyiş-i Moşterî yo Pervîn kerdend.
İn bûd nasîb-i mâ zi dîvân-i kazâ
Mâ râ çi goneh? Kısmet-i mâ in kerdend.

Feleğin atı, eyerlenerek hazırlandığı ve Müşteri ve Pervin


yıldızlan gökyüzünün süsü olarak halkolunduğu gün, dîvân-ı kazâ-
dan bizim nasibimiz bu oldu. Bizim ne kusurumuz var? Bize kıs­
met olarak bu verildi.

[0 gün felek atına eyer vurdular.


Müşteri ile Pervin yıldızını bezediler.
Kader divanında buymuş nasibimiz.
Bizim günahımız ne? Kismetimizi böyle verdiler.] (M. Kanar]

124. Hayyam gökyüzünü yaratılırken yeryüzünün etrafında hızlı seyrinden dolayı sırtı­
na eyer konulamamış olan azgm bir ata benzetiyor. Yıldızlar ve gezegenler âlemi­
ni altm tablo muazzam ve köpürmüş bir ata benzetmek pek hoştur.

241
-1 6 6 -

Efsûs ki nân-i pohte hâmân dârend


Esbâb-i temâm nâtemâmân dârend.
Çeşm-i hoş-i torkân be temâşâgeh-i dil
Molkîst ki şâgird u golâmân dârend.

Yazık ki pişkin ekmek çiğ adamların elinde kalmıştır! Yazık


ki tam saadet ve refah vasıtalarına malik olanlar, nâtamamlar , ek­
sik insanlardır! Türk güzellerinin güzel gözleri yüksek ve hür gö­
nüllerin temaşalarına has olduğu halde çömezlerin, kölelerin nimet-
lendikleri bir malikâne olmuştur.

[ Y a z ı k k i p i ş k i n e k m e k h a m i n s a n l a r ı n e l i n d e !

A k l a g e l e n h e r ş e y y a r ı m a d a m l a r ı n e l i n d e .

T ü r k l e r i n g ü z e l g ö z l e r i g ö n l ü n s e y i r y e r i d i r .

B u m ü l k d e ç ö m e z l e r i n , k ö l e l e r i n e l i n d e .] [ M . K a n a r ]

242
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 167 -

Ez defter-i omr pak mîbâyed şod


Der dest-i ecel helak mîbâyed şod
Ey sâkî-yi hoşlikâ! To hoş hoş mâ râ
Âbî der dih ki hâk mîbâyed şod,

Hayat defterinden ismimizin silinmesi kuşkusuzdur. Ölü­


mün kucağında can vermemiz muhakkaktır. Mademki insanın sonu
kara toprak olmaktır, ey güzel yüzlü saki! Bize sen güzel güzel âb
getir; şarap getir.

[Hayat defterinden adımızın silinmesi gerek,


Ecelin pençesinde nihayet helâk olmak gerek,
Güzel yüzlü saki, boş durma.
Ver şarabı, sonunda toprak olmak gerek.] [M. Kanar]

243
- 168 -

Hergiz dil-i men zi ilm mahrûm neşod.


Kem mând zi esrâr ki mefhûm neşod.
Çon nîk hemî bingerem ez rûy-i hired125
Omrem begozeşt o hîç m a’lûm neşod.

Gönlüm asla ilimden mahrum bulunmadı. Bilmediğim sır


azdır itikadındayım. Bununla beraber akıldan yardım alarak kendi
kendimi muayene ettiğim vakit, ömrümün geçmiş ve hiçbir şeyin
malum olmamış olduğunu görüyorum.126

[ G ö n l ü m i l i m d e n h i ç m a h r u m k a l m a d ı .

Ç ö z e m e d i ğ i m b i r s ı r d a p e k k a l m a d ı .

G e c e g ü n d ü z y e t m i ş i k i y ı l y a ş a d ı m ,

A n l a d ı m k i h i ç b i r ş e y m a l u m o l m a d ı ! ] [ M . K a n a r ]

125. Bu mısra şu şekilde de yazılmıştır:


Heftâd o do sâl omr hâsıl kerdem
[72 yıl ömür sürdüm.]
Bu rubai 1888 tarihinde Jukovvski tarafından Petersburg şehrinde tab’edilen nâdir
nüshada bulunmuştur. Fakat Şemseddin Sami Bey merhum Kâmûsü’l-a’lâm’ında
rubaiyi Fahr-i Râzî’ye atfetmiştir. [A. Cevdet]
126. Hayyam’ın bu rubaisiyle Ebû Alî Sînâ’mn şu nefis rubaisini de mukayese edebiliriz:

Dil gerçi derin bâdiye bisyâr şitâft


Yek mûy nedânist velî mûy şikâft.
Ender dil-i men hezâr horşîd betâft.
Ahir be kemâl zerre’î râh neyâft.

Tercümesi şöyle olabilir:


Gönül bu badiyede gerçi çok dolaştı; kılı kırk yardı. Ama kıl kadar bir şey anlama­
dı. Gönlümde binlerce güneşler doğdu, fakat sonunda bir zerrenin mahiyetine ulaş­
mak için bu güneşler bana bu karanlıklar ülkesine bir yol açamadı.

244
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 169 -

Hayyâm torâ ço dâhil-i kabr konend,


Ez pors nekîreyn koca sabr konend?
Key ez keremeş gozâred Ağam Alî?
Anhâ do nefer be yek nefer cebr konend.

Ey Hayyam! Mezara koydukları zaman Münker ve Nekir


adlı sual meleklerinin seni sorguya çekme hususunda sabırsızlık et­
memeleri mümkün müdür? Fakat onların iki kişi olarak bir kişiyi
sıkboğaz etmelerine Ağam Ali’nin kerem ve inayeti nasıl razı olur?

[Hayyam, seni mezara koyduklarında,


Nekir ile Münker derhal başlar sorguya.
Kerem sahibi Ağam Ali razı olmaz buna,
iki kişi bir kişiye cebr uygularsa.] [M. Kanar]

245
- 170 -

An kovm ki seccâdeperestend, herend.


Zîrâ ki be zîr-i bâr-i sâlûs-derend.
Vin ez heme torfeter ki der perde-i zohd
İslâm forûşend o zi kâfir beterend.

O kavim ki seccadeye taparlar, eşektirler. Zira riyakârlık yü­


kü altındadırlar. Şurası daha acayiptir ki zühd ve takva perdesi al­
tında Müslümanlık satarlar. Hâlbuki hakikatte kafirden beterdirler.

[ H a n i s e c c a d e y e t a p a n l a r y o k m u ; e ş e k tir .

H e r b i r i r i y a k â r l ı k y ü k ü ç e k m e k t e d i r .

H e p s i n d e n i l g i n c i , z ü h d p e r d e s i n d e

M ü s l ü m a n l ı k s a t a r a m a k â f i r d e n b e t e r d i r :] [ M . K a n a r ]

246
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 171 -

İzed behişt va’de ber mâ mîkerd


Ber halk derin cihan harâmeş key kerd?
Şahsî zi arab nâke-i Hamza pey kerd
Peygamber-i mâ harâm-i mey ber vey kerd.

Allah bize cennette şarap vadetti. İş böyle iken bu dünyada


şarabı nasıl haram eder? Bir gün sekr halinde bir arap, Hamza’nın
dişi devesini nişan almış, vurmuş. Bizim Peygamberimiz şarap iç­
meyi o araba haram etmiş.127

[Tanrı cennette bize şarap vaat etti,


Peki bu dünyada şarabı ne diye haram etti?
Ar abın biri Hamza’nın devesini öldürdü,
Peygamberimiz şarabı ona haram etti!] [M. Kanar]

127. Herâm kerd Hodâ bâde râ ezan k e’râb


Zi bîtemîzî ez bâde bîedeb koştende
Sezed acem ki benâlend ez arab ki acem
Zi hoşkmağzî-i e ’râb hoşkleb geştend [Ebû Alî Sînâ]

Mânâsı şudur: Allah şarabı haram etti. Sebebi şudur ki: Araplar şarap içmekle den­
gesiz olmaları sebebiyle edepsiz oldular. Acemler yakınsalar, revadır. Çünkü
Arapların kuru dimağlı (kafasız) olmaları yüzünden Acemler kuru dudaklı (dudak­
larını şarap ile ıslatamaz) oldular.

247
- 172-

Eknun ki zi hoşdilî be coz nâm nemând


Yek hemdem-i pohte coz mey-i hâm nemând
Dest-i tarab ez sâger-i mey bâz megîr
Imrûz ki der dest be coz câm nemând

Mademki şimdi gönül hoşluğunun adından gayri bir şey kal­


madı; mademki pişkin bir hemdem olarak ancak ham şarap kaldı;
tarab elini şarap testisinden çekme; zira bugün elinde câmdan baş­
ka bir şey kalmadı.

[ M u t l u l u k t a n y a n a ş i m d i n a m d a n b a ş k a s ı k a l m a d ı .

O l g u n b i r d o s t o l a r a k h a m m e y d e n b a ş k a s ı k a l m a d ı .

Ç e k m e n e ş e e l i n i m e y k a d e h i n d e n .

B u g ü n k a d e h t e n b a ş k a y a r d ı m c ı k a l m a d ı .] [ M . K a n a r ]

248
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 173 -

Ey bes ki nebâşîm o cihan hâhed bûd


Nî nâm o nî nişân hâhed bûd.
Zin pîş nebûdîm o nebod hîç halel.
Zin pes ço nebâşîm, heman hâhed bûd.

Dünyada artık biz bulunmadıktan ve bizim nam ve nişanı­


mız kalmadıktan sonra, dünya daha ne kadar çok payidar olacak?
Biz dünyaya gelmemiş olduğumuz zaman dünyanın hiçbir eksiği
yoktu. Biz dünyadan gittiğimiz zaman dahi dünyaya hiçbir noksan
arız olmayacaktır.

[Olmasak da biz, dünya var olacak.


Bizden geri ne bir nam, ne iz kalacak.
Yoktuk bundan önce, yoktu dünyada bir eksik.
Olmasak da bundan sonra, eskiden olan olacak.] [M Kanar]

249
- 174-

Angeh ki nihâl-i omr-i men kende şeved,


Eczâm zi yekdiger perâkende şeved.
Ger zanki sorâM’î konend ez gil-i men
Angeh ki zi bâde por şeved, zinde şeved.

Ömrümün ağacı kökünden kopanldığı vakit, toprağımdan


sürahi yapılacak ve bu sürahi bâde ile doldurulacak olursa, topra­
ğım dirilir, hayat bulur.

[ Ö m r ü m ü n f i d a n ı b i r g ü n s ö k ü l ü n c e ,

P a r ç a l a r ı m b i r b i r i n d e n d a ğ ı l ı n c a ,

Y a p a r l a r s a t o p r a ğ ı m d a n b i r s ü r a h i ,

D i r i l e c e k t i r b â d e i l e d o l u n c a .] [ M . K a n a r J

250
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 175 -

Ankes ki goneh be nezd-i û sehl buved,


İn nokte beyan koned ki hod ehl buved.
İlm-i ezelî illet-i isyân kerden.
Nezdîk-i hakîm gâyet cehl buved.

Ey nezdinde günah ehemmiyetsiz olan! Kendisi de ehil olan


kimse şu nükteyi ileri sürer: İlm-i ezelîyi insanların ukubata düçar
olması sebebi yapmak hakimin indinde son derece abestir.128

[Kim günaha aldırış etmezse,


Ehil olan kimse şu cevabı verir:
Ezeli ilim isyan sebebi olamaz.
Hakim nezdinde bu cehalettir:] [M. Kanar]

128. Bu rubainin “Ger mey nehorem, ilm-i Hodâ cehl buved” mısraını muhtevi olan ru­
baiye cevap ve Nasîr-i Tûsî’ye ait olduğu ihtimalini Hüseyin Dâniş Bey ileri sürü­
yorsa da, bizim anlayışımıza ve tercümemize göre böyle bir faraziyeye lüzum kal­
mıyor. [ikinci baskının haşiyesi]

251
- 176 -

Âvord be iztirârem evvel be vucûd,


Coz hayretem ez heyât çîzî nefzûd.
Reftîm be ikrâh o nedânîm çi bûd,
Zin âmeden o mânden o reften maksûd?

Evvela benim rızam tahsil olunmaksızın dünyaya vücuda


getirildim. Hayatta hayretimden gayri bir şeyim artmadı. Sonra yi­
ne gayri ihtiyarî olarak dünyadan göçüyoruz ve gelmeden, kalma­
dan, göçmekten maksat neydi, bilmiyoruz.

[ i s t e m e d i m b e n ; z o r l a b e n i v a r e tti.

H a y r e t d ı ş ı n d a h a y a t ı m a n e i l a v e e t t i ?

G i d i y o r u z i k r a h l a ş i m d i ; b i l m i y o r u z n e y d i ,

B u n d a n a m a ç : G e l d i , k a l d ı , g i t t i ? ] [ M . K a n a r ]

252
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 177 -

Endîşe-i cormem ço be hâtir gozered,


Ez âteş-i sîne âbem ez ser gozered.
Lîken şartest bende çon tövbe koned.
Movlây be lotf ez ser-i an dergozered.

Günahlarımı hatırladıkça, yüreğimin ateşinden almm terler.


Fakat kul pişman olduğu vakit efendinin lütuf ile muamele etmesi
kaidedir.

[Günah düşüncesi gelince aklıma,


Kaynar sular dökülür başımdan aşağıya.
Şartı vardır, kul tövbeye başlayınca,
Allah bağışlar, lütfeder kuluna.] [M. Kanar]

253
- 177-

İn kûzegerân ki dest der gil dârend


Akl o hired o hûş ber an bogmârend.
Moşt o leged o miyançe tâ çend zenend
Hâk-i bedenest; tâ çi mîpindârend?

Ellerini daima çamurda tutan ve zekâlarını, akıllarını ve me­


lekelerini balçık yoğurmaya hasreden bu çömlekçiler bu çamuru
ayaklarıyla çiğnemeye, elleriyle tokatlamaya ne zamana kadar de­
vam edecekler? Bu balçık insan vücudunun toprağıdır. Çömlekçiler
ne zannediyorlar?

[ E l l e r i k i l i ç i n d e ş u t e s t i c i l e r v a r y a ,

D e v ş i r s i n l e r a r t ı k a k ı l l a r ı n ı b a ş l a r ı n a .

D a h a n e k a d a r g i r i ş e c e k l e r s i l l e t o k a t ç a m u r a ?

İ n s a n t o p r a ğ ı d ı r b u ; n e s a n ı y o r l a r a c a b a ? ] [ M . K a n a r ]

254
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 179-

Ânân ki holâse-yi cihan îşânend,


Ber ovc-i felek Burâk-i fikret rânend.
Der m a’rifet-i zât-i to mânend-i felek
Sergeşte-i semigûn u sergerdânend.

Onlar ki cihanın hülasası, irfan ve faziletleri haysiyetiyle ci­


hanın zübdesi, mâye-i iftiharıdırlar, ilim Burakıyla fikren feleğin en
yükseklerinde devir ve seyahat ederler, senin hakikat-ı zâtım anla­
mak, öğrenmek için felek gibi başları dönmüş bir halde semigun ve
sergerdandırlar.

[Dünyanın özü sayılan kimseler


Düşünce Burakını gökyüzüne sürerler.
Zatını anlamak için felek gibi
Aciz, tepe takla, avaredirler.] [M. Kanar]

255
- 180-

Ânân ki cihân zîr-i kadem fersûdend,


Vender talebeş her do cihan peymûdend,
Âgâh nemîşevem ki îşân hergiz,
Zin hâl çonanki hest âgeh bûdend?

Cihanı ayaklarının altında eskitenler ve onu129 talep ederek


her iki cihanı dolaşanlar, cihanın hakikî hal ve mahiyetini zannet­
mem ki anlamış olsunlar.

[ O n l a r d ü n y a n ı n t o z u n u a t m ı ş l a r d ı r ,

O n u t a l e p l e i k i d ü n y a y ı t u r l a m ı ş l a r d ı r ,

B i l d i ğ i m ş u k i o n l a r a s l a

D ü n y a h a l i n i a n l a m a m ı ş l a r d ı r .] [ M . K a n a r ]

129. Buradaki zamir ya Allah’la yahut dünyanın sonu ile ilişkilidir. Her iki cihandan
muradı ukbâ ve dünya cihanları olsa gerektir.

256
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 181 -

Efsûs ki sermâye zi kef bîrûn şod!


Vez dest-i ecel besî cigerhâ hûn şod.
Kesî nâmed ez an diyâr tâ porsem ezû
Kehvâl-i mosâfirân-i âlem çon şod?

Yazık ki sermaye elimden çıktı! Ecelin elinden çok yürekler


kan ağladı! Ahirete gidenlerden hiçbir kimse geri dönmüyor ki ci­
handan göçenlerin orada ne halde olduklarını sorayım.

[Yazık ki sermaye elden gider oldu!


Ecelin ayağı altında nice ciğer kan doldu!
Gelen olmadı öte dünyadan ki sorayım ona:
Dünyadan gelen yolcuların hali nic’oldu?] [M. Kanar]

257
- 182 -

İn cem’-i ekâbir ki menâsib dârend


Ez gosse vo gam zi cân-i hod bîzârend.
Vankes ki esîr-i hırs çon îşân nîst.
İn torfe ki âdemîş mîneşmârend!

Mansıp sahipleri olan bu ekâbir zümresi gussa ve gamın


pençeleri içinde canlarından bezmişlerdir. Garibi şurasıdır ki onlar
kendileri gibi hırs esiri olmayanları adam yerine koymazlar!

[ Ş u m a k a m m e v k i s a h i b i e k â b i r z ü m r e s i ,

G a m i ç i n d e c a n l a r ı n d a n b e z m i ş l e r .

V a r s a o n l a r g i b i h ı r s l ı o l m a y a n b ir i ,

i l g i n ç t i r ! G ö r m e z a s l a a d a m m u a m e l e s i .] [ M . K a n a r ]

258
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 183 -

în çerh-i cefâpîşe-i âlîbonyâd


Hergiz girih-i kâr-i kesî râ negşâd
Hercâ ki dilî dîd ki dâğî dâred,
Dâğ-i digerî ber ser-i an dâğ nihâd130

Âdeti cefa etmek olan bu yüksek yapılı çark hiçbir kimsenin


müşkülünü halletmemiştir. Her nerede yaralı bir yürek görmüşse, o
yararım üzerine diğer bir yara açmıştır.

[Temeli yüksek şu zalim felek


Çözmedi kimsenin müşkülünü.
Nerede yüreği dağlı birini görse
Bir dağ daha vurdu dağlı yer üstüne.] [M. Kanar]

130. Bu rubai Sadî’nin şiirleri içinde de vardır.

259
- 184 -

Efsûs ki nâme-i cevânî tey şod!


Vin tâze behâr-i şâdmânî dey şod.
An morg-i tarab ki nâm-i û bûd şebâb,
Feryâd! Nedânem ki key âmed? Key şod?

Heyhat ki gençlik kitabı okunup bitti! Sevinç ve neşe ilkba­


harı sonbahar oldu! Adı gençlik olan şevk ve neş’e kuşu, feryat! Ki
ne vakit geldi, ne vakit uçtu; bilmiyorum.

[ Y a z ı k , g e n ç l i ğ i n d e f t e r i d ü r ü l d ü g i t t i !

H a y a t ı n o t a z e b a h a r ı g ü z o l d u g i t t i !

A d ı n a g e n ç l i k d e n i l e n ş e y v a r y a ,

A n l a m a d ı m k i ; n e z a m a n g e l d i , n e z a m a n g i t t i ! ] [ M . K a n a r ]

260
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 185 -

Dil çerâğîst ki nûr ez roh-i dilber gîred,


Ver bemîred zi gameş, zindegî ez ser gîred.
Sıfat-i şem’ be pervânedilî bâyed goft,
Kin hadîsîst ki der sûhtegân der gîred.131

Gönül bir çerağdır ki nurunu maşukanın yanağından aln.


Onun gamıyla ölürse, yeniden hayat bulur. Mumun sıfatı pervane
yürekli olana söylenmeli. Zira bu bir sözdür ki yanmışlara tesir eder.

[Gönül bir kandildir, dilber yanağından alır ışığını.


Gamdan ölürse, yeniden başlatır hayatını.
Pervane gönüllüye söylemek gerek mumun sıfatını.
Bu öyle bir sözdür ki yakar yanıklarını.] [M. Kanar]

131. Rubai vezninde değildir.


- 186 -

Ez vâki’a’î torâ haber hâhem kerd


Vanrâ be do herf mohteser hâhem kerd.
Bâ ışk-i to der hâk furû hâhem şod.
Bâ mihr-i to ez hâk borü hâhem kerd.

Sana bir vakadan haber vermek ve bunu iki kelime ile özet­
lemek isterim. Senin aşkınla toprağa gireceğim; senin şefkatinle,
senin muhabbetinle topraktan çıkacağım.132

[Sana bir olayı haber vereceğim.


Bunu iki kelimeyle özetleyeceğim.
Senin aşkınla toprağa gireceğim.
Senin sevginle topraktan kalkacağım.] [M. Kanar]

132. Mihr kelimesi hem muhabbet, hem güneş, hem nur mânâsınadır. Aşkın ateş özel­
liği taşımasına nazaran “Senin nârınla hâk olacağım; senin nurunla topraktan çıkıp
yükseleceğim.” demek istiyor.

Hâfız’m şu muharrik nevası şimdi kulağı okşamaz mı?

Gîrem ne der-i vefâ guşûdîm.


Ne mihr be mihr ber fuzûdîm
Ez dûstî ançi mînumûdîm
Ahir ne men ou to dûst bûdîm
Ahd-ı to şikest o men hem ânem .'

[Diyelim ki vefa kapışım açmadık. Sevgimizi sevgiyle pekiştirmedik. Gösterdiği­


miz bu dostluk yapmacık bir dostluktan ibaret kalmış oldu, şu halde biz seninle
dost olmadık. Sen ahdini bozmuş oldun. Ama ben yine eskisi gibiyim.]

Şeyh Sadî’nin
Aceb nîst ez hâk eğer gul şikoft
ki çendîn gulendam der hâk hoft

262
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 187 -

Gerdîm zi zemîn hîç gulî ber nâred.


Keş neşkened o bâz be gil nespâred.
Ger ebr ço âb hâk râ berdâred,
Tâ heşr heme hûn-i azîzân bâred.

Tabiat topraktan hiçbir gül çıkarmaz ki soldurup kurutarak


tekrar toprağa kalb ve iade etmesin. Eğer bulut buhar halinde suyu
cezb ve yağmur halinde iade ettiği gibi toprağı da böylece cezb ve
iade etseydi, karada sabah haşre kadar azizler, sevgilililer kam ya­
ğardı.

[Felek yeşertirse toprakta bir gülü,


Kırar onu, toprağa döndürür yine yüzünü.
Bulut kaldırsa havaya su gibi toprağı,
Haşre kadar yağdırır azizler kanını.] [M. Kanar]

[Topraktan gül bitiyorsa, buna şaşmamalı. Çünkü bunca gülendam güzeller topra­
ğın altında yatmaktadır.]

ince beytini andıran bu rubai ekseri rubaiyât-i Hayyam mecmualarında mevcut şu


rubai ile aym kavramı paylaşır:

Der her deştî ki lâlezârî bûdest.


An lâle zi hûn-i şehriyârî bûdest.

Her berg-i benefşe kez zemîn mîrûyed


Hâlîst ki ber roh-i nigârî bûdest.

263
- 188 -

Der râh-i hired be coz hired râ mepesend.


Çon hest refîk-i nîk, bed râ mepesend.
Hâhî ki heme cihan torâ bepsendend,
Mîbâş be hoşdilî yo hod râ mepesend.

Akıl yolunda akıldan gayri bir şeye kulak asma. Mademki


iyi arkadaş vardır, fena arkadaştan sarfınazar et. Seni bugün ciha­
nın beğenmesini istersen, halinden memnun ol; kendini beğenme.

[ A k ı l y o l u n d a g i t , a k ı l d ı ş ı n a ç ı k m a ,

i y i a r k a d a ş ı n v a r s a , k ö t ü y a n ı n d a d u r m a .

H e r k e s ç e t a k d i r e d i l m e k i s t i y o r s a n ,

M u t l u o l h a l i n d e n , b u r n u b ü y ü k o l m a .] [ M . K a n a r ]

264
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 189-

Eyd âmed o kârhâ nikû hâhed kerd.


Sâkî mey-i nâb der sebû hâhed kerd.
Efsâr-i nemâz o pûzbend-i rûze
Eyd ez ser-i an herân furû hâhed kerd133

Bayram geldi; işleri düzeltecek. Saki saf şarabı sürahiye dol­


duracak. Ramazan bayramı namaz yularını ve oruç burunluğunu
eşeklerin başından çıkaracak.

[Bayram geldi, işler yoluna girecek.


Saki lâl renkli şarabı sürahiye koyacak.
Namaz yularını, oruç burunluğunu
Bayram bu eşeklerin başından çözecek.] [M. Kanar]

133. Bu rubaiyi dostlarımızdan Mirza Yahya Aga şu suretle müstezad haline koydu:

Eyd âmed o kârhâ nikû hâhed kerd.


Mânend-i arûs.

Sâkî mey-i nâb der sebû hâhed kerd.


Çon çeşm-i hurûs.

Efsâr-i nemâz o pûzbend-i rûze


Yek bâr-i diğer.

Eyd ez ser-i an herân furû hâhed kerd.


Efsûs! Efsûs!
[Bayram geldi, işler yoluna girecek.
Gelin gibi.
Saki lâl renkli şarabı sürahiye koyacak.
Horoz gözü gibi.
Namaz yularım, oruç burunluğunu
Bir kez daha
Bayram bu eşeklerin başından çözecek.]
Yazık! Yazık! [M. Kanar]

265
- 190 -

Ez âb-i adem tohm-i merâ kâşte’end


Ez âteş-i gam rûh-i men efrâşte’end
Sergeşte ço bâd mîrevem gird-i cihan.
Tâ hâk-i men ez çi cây berdâşte’end

Tohumumu yokluk suyuyla ektiler; ruhumu gam ateşiyle


alevlendirdiler. Toprağımın almdığı yere gidinceye kadar cihanı pe­
rişan rüzgâr gibi serseri dolaşıp duracağım.134

[ Y o k l u k s u y u y l a t o h u m u m u s a ç t ı l a r .

G a m a t e ş i y l e r u h u m u t u t u ş t u r d u l a r .

D ü n y a y ı d o l a n ı r ı m a v a r e r ü z g â r g i b i .

T o p r a ğ ı m ı n a l ı n d ı ğ ı y e r e k a d a r . [ M . K a n a r ]

134. Genellikle kadim şairlerin yaptığı gibi Hayyam eski hakimlerin dört unsurunu ya­
ni suyu, havayı, toprağı, ateşi topladığı bu rubaisi ile, mukaddimede zikredilen

“Nous sommes ce que l ’air chasse au vent de son aile”

mısraını andırır.

Zavallı Muallim Naci’nin şu beyti ne kadar hazindir:

Havada yaprağa döndürdü rüzgâr beni.


Hazâna muntazınm ömrümün baharında!

266
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 191 -

Megzâr ki gosse der kenâret gîred


V ’endûh-i mohâl rûzgâret gîred
Megzâr kitâb o leb-i yâr o leb-i kişt
Zan pîş ki hâk der kenâret gîred

Etrafını gam ve gussamn almasına ve ömrünü mânâsız ke­


derlerin istilasma meydan verme. Seni toprak [yani mezar] kucak­
lamadan evvel kitabı, cânanenin sohbetini ve çemenzan terk etme­
meye bak.

[izin verme, keder seni kucaklamasın.


Olmayacak kederleri zamanını almasın.
Su ile tarla kenarını bir an bile terk etme.
Toprak seni sarıp kuşatmadan önce.] [M. Kanar]

267
- 192-

Ferdâ ki nasîb-i nîkbahtân bahşend.


Kısmî be men-i rind-i perîşân bahşend.
Ger nîk âyem, merâ ez îşân şomorend.
Ver bed bâşem, merâ bedîşan bahşend.

Yarın salihlerin nasipleri verildiği vakit ben perişan rinde de


bir hisse versinler. Salih bulunursam, beni onlardan addederler. Gü­
nahkâr çıkarsam, beni onlara bağışlarlar.

[ Y a r ı n v e r i l i n c e b a h t ı a ç ı k l a r ı n n a s i b i

B e n p e r i ş a n r i n d i d e g ö r s ü n l e r b a r i,

i y i ç ı k a r s a m , o n l a r d a n s a y s ı n l a r b e n i .

K ö t ü ç ı k a r s a m , o n l a r a b a ğ ı ş l a s ı n l a r b e n i .] [ M . K a n a r ]

268
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 193 -

Anrâ meniger ki zûfunûn âyed merd


Der ahd u vefâ niger ki çon âyed merd
Ez uhde-i ahd eğer burûn âyed merd
Ez herçi goman berî, fuzûn âyed merd

Bir insanın hünerver ve âlim olmasına bakma. Verdiği sözü


tutması derecesine, vefakârlıktaki mertebesine bak. Sözünde duran
zat tasavvur edebildiğin en yüksek mertebelerin üstündedir.

[Bakma ona, hünerli insan nasıl olur adam.


Ahdine, vefasına bak, nasıl olur adam.
Sözünde durursa, vefalıysa o adam,
Sandığından da adamdır o adam.] [M. Kanar]

269
- 194-

Çon aşk-i ezel bûd-i merâ inşâ kerd


Ber men zi nohost ders-i aşk imlâ kerd
Yangâh korâze-i zer-i kalb-i merâ
Miftâh-i der-i hazâ’in-i m a’nâ kerd

Ezelî aşk benim vücudumu inşa ettiği vakit bana evvela aşk
dersini yazdırdı. Müteakiben benim yüreğimin altın parçasından
mânâlar hâzinelerinin anahtarım yaptı.135

[ E z e l î a ş k b e n i m v a r l ı k e v i m i y a p t ı ğ ı n d a ,

i ç i m i a ş k d e r s i y l e d o l d u r d u b a ş l a n g ı ç t a .

S o n r a y ü r e ğ i m d e k i s a h t e a l t ı n ı ,

D ö n ü ş t ü r d ü m â n â l a r h â z i n e s i n i n a n a h t a r ı n a .] [ M . K a n a r ]

135. Bu rubainin üçüncü mısraındaki “zer-i kalb-i merâ” ibaresi îhamlıdır, iki manâlı­
dır. “Benim kalb altınımdan” mânâsı olduğu gibi bizim tercih ettiğimiz şekilde
“kalbimizin altınından” mânâsı da vardır.

270
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 195 -

Der çeşm-i to âlem erçi mî ârâyend,


Megrây beran çi âkilân negrâyend.
Bisyâr ço to şodend o bisyâr âyend
Borbây nasîb-i hîş ki ket borbâyend.

Senin nazarında dünyayı ne kadar süslerse süslesinler, akıl


sahiplerinin fazla iltifat etmediği şeye sen de fazla iltifat etme. Ni­
ce senin gibi insanlar gitmişler ve geleceklerdir. Nasibini almaya
bak. Zira alınacaksın.

[Alemi gözünde süsleyip bezeseler de,


İnanma akıllıların inandığı şeye.
Senin gibi çok kişi gitti, gelir çoğu.
Al nasibini çünkü alacaklar seni de.] [M. Kanar]

271
- 196 -

Sayyâd-i ezel ço dâne der dâm nihâd,


Saydî begirift o âdemeş nâm nihâd.
Her nîk o bedî ki mîreved der âlem,
U mîkoned ve behâne ber ‘âm nihâd.

Taneyi tuzağa koyan ezelî avcı bir av yakaladı. Adım Âdem


koydu. Dünyada iyi, kötü ne hâdis oluyorsa, cümlesi bu ezel avcı­
sından sâdır oluyor. Sonra bunları şuna buna atıf ve isnad ediyor.136

[ E z e l a v c ı s ı t u z a ğ a y e m k o y d u .

B i r a v t u t t u , a d ı n ı Â d e m k o y d u .

D ü n y a d a k i h e r i y i y i , k ö t ü y ü ,

O y a p a r a m a , b a h a n e y i i n s a n ı n s ı r t ı n a k o y d u .] [ M . K a n a r ]

136. Bizim Nâbî

Ne bizimdir, ne değildir görünen şenlikler


Nâbiyâ sûret-i muhtârda mecbûruz biz

derken aynı fikri dermeyan etmek istemiştir. [A. Cevdet]

272
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 197 -

Yârân-ı muvâfık heme ez dest şodend.


Der pây-i ecel yegan yegan pest şodend.
Bûdend be yek şerâb der meclis-i omr.
Dovr-i do se bîşter zi mâ mest şodend.

Uygun dostlar elden çıktılar. Birer birer ecelin ayağı altına


düştüler. Hayat meclisinde bulundular; bizimle beraber içtiler. Biz­
den bir iki kadeh fazla içtiler; mest oldular.137

[Kafa dengi dostlar hep elden gittiler;


Ecelin ayağı altında bir bir çiğnendiler.
Elimizde şarap, ömür meclisindeydik;
Bir tur evvel bizden, mest oldu gittiler.] [M. Kanar]

137. Bu rubai rubai, mecmualarının çoğunda yoktur. Whienfîeld’in derleyip İngilizce


çevirilerini karşılarına dercettiği rubai mecmuasmda 219. rubaidir. Elhak, Ömer
Hayyam’m daha ismini bile işitmemiş olduğum ve henüz şiire başladığım gençlik
zamanımda yazılmış uzunca bir manzumemin şu kıtası Ömer Hayyam’m bu ruba­
isine yakınlığıyla dikkat çekici görülse gerektir:

Yârân mı kıldı gark ü nâbûd


Bir cûş sükûn-i leyl-i zulmâ
Bir devir taraf taraf yıkıldı
Ben k â’im-i îş ü nûş hâlâ. [A. Cevdet]

273
- 198 -

Anhâ ki felekrîze-i dehr ârâyend,


Âyend o revend o bâz bâ dehr âyend.
Der dâmen-i âsmân o der cîb-i zemin,
Halkîst ki tâ Hodâ nemîred, zâyend.

Onlar ki dünyanın ufuklarına ihtişam ve ziynet verirler; ge­


lirler, giderler ve tekrar dünyaya gelirler. Gökyüzünün eteğinde ve
yeryüzünün cebinde bir mahlukat âlemi vardır ki Allah ölmedikçe,
doğmaya devam ederler.138

[ F e l e k k ı r ı n t ı s ı d ı r o n l a r , d ü n y a y ı s ü s l e r l e r .

G e l i r , g id e r , t e k r a r d ü y a y a g e l i r l e r .

G ö k y ü z ü n ü n e t e ğ i n d e , y e r y ü z ü n ü n y a k a s ı n d a ,

B i r h a l k t ı r ; T a n r ı v a r o l d u k ç a ü r e r l e r .] [ M . K a n a r ]

138. Hayyam’ın bu rubaisi âlemdeki yıldızların ve gezegenlerin bir taraftan sönerek,


dağılarak, diğer taraftan teşekkül ve iştial ederek sonsuza kadar yaşaması destanı­
nı veyahut temsilî bir surette büyük kimselerin ve sıradan insanların gelmelerini ve
göçmelerim terennüm etmiştir.
Sosyal bilimlerde biricik üstadımız merhum dostuma ithaf ettiğim şu kıtayı da bu­
raya kaydediyorum:

Nevâsız, âşinasız, iştikâsız, ârif ve mechûl


Bu isyânzân geçmek bînişan şan-ı muhabbettir.
Semalarda yanan hâmuş ve bîhârâm meş’aller
O canlardır ki mecmû ve perişan-ı muhabbettir.

Şeyh Sa’dî’nin Gülistan’da (hikaye 28) yazıldığı gibi Keyhusrev’in tacmda şu kı­
ta mahkûk idi:

274
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 199 -

An akl ki der reh-i se’âdet pûyed,


Rûzî sad bâr hod torâ mîgûyed.
Deryâb to in yekdeme sohbet ki ne’î
An terre ki bedrevend o dîger rûyed.

Saadet yolunda dolaşan akıl sana günde yüz defa der ki: Şu
bir lahzalık az çok sohbetin kadrini bil. Zira sen biçildikten sonra
tekrar biten tere değilsin.

[Şu akıl var ya, saadet yolunda yürür,


Günde yüz kez sana seslenir durur.
Bir anlık ömrün kıymetini bil,
Tere değilsin sen, biçilince tekrar biter.] [M. Kanar]

Çi sâlhâ-yi ferâvân o omrhâ-yi dirâz


Ki halk ber ser-i mâ ber zemin behâhed reft.
Çonanki dest bedest âmedest molk be mâ
Be desthâ-yi diğer hemçonin behâhed reft.

[Pek çok yıllar boyunca ve uzun ömürler sürerek nice insan toprağımızın üstünden
gelip geçecek. Mülk nasıl elden ele bize ulaştıysa, aym şekilde elden ele dolaşarak
başka ellere de geçecektir.] [M. Kanar]

275
- 200 -

Zan ser be gilî ki pîr-i dihkân dâred,


Por kon ki dilem teşnegî-yi an dâred.
Ez ser gul-i ârizû beder kon ki cihan
Der zîr-i gil ârizû ferâvan dâred.

Köy ağalarında bulunan topraklı kûzeden kadehi doldur.


Ona gönlüm çok susamıştır. Baştan arzu gülünü çıkar; arzumun gü­
lüne gün göster. Zira toprağm altmda cihanın çok arzuları vardır.139

[ T o p r a k t e s t i d e n d ö k , h a n i d i h k a n d a v a r .

İ ç i m d e ş i d d e t l i b i r s u s u z l u k v a r .

Ç ı k a r a r z u g ü l ü n ü b a ş ı n d a n ; d ü n y a n ı n

T o p r a k a l t ı n d a n e ç o k a r z u s u v a r ! ] [ M . K a n a r ]

139. Bu rubaide “gul” ve “gil” kelimeleriyle oynamıştır. Birisi malum “çiçek”, diğeri
“toprak” demektir.

276
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-201 -

Bâ in do se nâdân ki cihândârânend,
Ez cehl ki dânâ-yi cihan îşânend.
Hoş bâş ki ez fart-i hamâkat be mesel
Herkû ne herest, kâfireş mîdânend.

Cihan [yani gafil olan halkın genelini] ellerinde tutan iki üç


kişi cahil oldukları içindir ki kendilerini dünyamn en büyük âlimi
zannederler. Sen işine bak. Onlar eşek oğlu eşek olduklarından ken­
dileri gibi eşek olmayanı dinsiz sayar, kâfir addederler.

[Şu iki üç cahil dünyaya hükmeder.


Cehaletten kendilerini allame sanır.
Mutlu ol sen. Ahmaklıktan onlar,
Eşek olmayanı kâfir bellerler.] [M. Kanar]

277
- 202 -

Peyveste harâbât zi rindân hoş bâd.


Der dâmen-i zohd-i zâhidan âteş bâd.
An delk-i do sad pâre vo an sûf-i kebûd
Oftâde be zîr-i pây-i dordîkeş bâd.140

İçki meclisi daima ehl-i dillerle dolu ve pümeşat olsun. Za-


hidlerin zühd eteklerine ateş düşsün. O yüz parçadan yapılmış hır­
ka ve o mavi sof, gönülleri şarap ile mest ve huzursuz olanların
ayaklan altında çiğnensin.

[ M e y h a n e r i n d l e r l e d o l s u n t a ş s ı n .

Z a h i d l e r i n z ü h d e t e ğ i n e a t e ş d ü ş s ü n .

İ k i y ü z p a r ç a l ı h ı r k a i l e m a v i y ü n

T o r t u l u ş a r a p i ç e n l e r i n .a y a k l a r ı a l t ı n d a k a l s ı n .] [ M . K a n a r ]

140. “dord” ve “dordî” tortulu şarap demektir.

278
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 203 -

Tâ çend esîr-i reng o bû hâhî şod?


Çend ez pey-i her zişt u nîkû hâhî şod?
Ger çeşme-i zemzemî yu ger âb-i heyât,
Ahir be dil-i hâk furû hâhî şod.

Renk ve rayihanın ne vakte kadar esiri olacaksın? Ne vakte


kadar kötünün, iyinin arkasında koşacaksın? İster zemzem çeşme­
si ol, ister ab-ı hayat ol, sonunda senin için mansıp toprağın dibi
olacaktır.

[Ne zamana kadar rengin, kokunun esiri olacaksın?


Ne zamana kadar iyinin, kötünün peşinde koşacaksın?
Zemzem çeşmesi olsan, hayat pınarı olsan,
Sonunda toprağın dibini boylayacaksın.] [M. Kanar]

279
-20 4 -

Tovbe mekon ez mey egeret mey bâşed,


Ber tövbe do sad nedâmet ez pey bâşed.
Gul câmederân o bolbolan na’rezenan
Der vakt-i çonin tövbe revâ key bâşed?

Eğer şarabın varsa, şarap içmeye tövbe etme. Tövbeden son­


ra iki yüz pişmanlık gelir. Güller gömleklerini yırtıyor, bülbüller
feryat ediyor. Böyle bir zamanda tövbe nasıl caiz olur?

[ T ö v b e e t m e , e ğ e r ş a r a b ı n v a r s a

Y ü z p i ş m a n l ı k t ö v b e s i p e ş i n d e n g e l i r s o n r a .

G ü l ü s t ü n ü y ı r t ı y o r , b ü l b ü l f e r y a t t a .

B ö y l e b i r v a k i t t e t ö v b e e t m e k d o ğ r u m u a m a ? ] [ M . K a n a r ]

280
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-205 -

Çendan boro in reh ki doyî berhîzed.


Şek nîst, doyî zi rehrovî berhîzed.
To û neşevî velîk ger cehd konî,
Câ’î beresî kez to toyî berhîzed.

İkilik ortadan kalkıncaya kadar bu yolda yürü. Şüphe yok ki


ikilik bu yolda devam ve sebat sayesinde yok olur. Sen o olmazsm,
fakat cehdedersen bir makama ulaşırsın ki senden senlik kalkar.

[Bu yolda öyle yürü ki kalksın ikilik.


Şüphesiz bu yolda gidersen, kalkar ikilik.
Sen o olmazsın ama çaba gösterirsen
Bir yere varırsın, senden gider ikilik.] [M. Kanar]

281
-2 0 6 -

Şeb nîst ki âh-i men be covzâ neresed,


Vez girye-yi men seyl be deryâ neresed.
Goftî ki be to bade horem pesferdâ
Şâyed ki merâ omr be ferdâ neresed.

Gece yoktur ki âhım İkizler burcuna yükselmesin ve gözya-


şımın seli denize vasıl olmasın. Sen diyorsun ki seninle yarın değil,
öbür gün şarap içeriz. Fakat olabilir ki ömrüm öbür güne değil, ya­
rma kadar bile vefa etmez.

[ H e r g e c e â h ı m ç ı k a r i k i z l e r B u r c u n a .

G ö z y a ş ı s e l i m u l a ş ı r d e n i z l e r e .

B a n a d e r s i n : Ö b ü r g ü n ş a r a p i ç e y i m s e n i n l e .

B e l k i b e n i m ö m r ü m ç ı k m a z y a r ı n a . ] [ M . K a n a r ]

282
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 207 -

Sûdî to derin kovm çi kerdî ki herend.


Dâniş çi beri ki ez to dâniş neherend.
Sâlî yek bâr âb-i cûyet nedehend.
Rûzî sed bâr âb-i rûyet beberend.

Bu kavim içinde sen ne istifade edebilirsin ki eşektirler. îlim


ve irfan ne getiriyorsun? Onlar ilim ve irfan satın almazlar. Senede
bir defa sana bir yudum su vermezler. Günde yüz defa sana yüzsu-
yu döktürürler.

[Ne fayda gördün şu eşek milletten?


Ne ilimden söz edersin? Anlamazlar ilimden.
Yılda bir kez çay suyu vermezler sana,
Günde yüz kez yüzsuyunu götürürler senden!] [M. Kanar]

283
-208 -

Movcûd-i hakîkî be coz insan nebuved.


Ber fehm-i kesî in sohen âsân nebuved.
Yek cor’e ezin şerâb-i bîniş mîkeş.
Tâ halk-i Hodâ pîş-i to yeksan nebuved.

Hakîkî mevcut yalnız şuurlu insandır. Bu sözü anlamak her­


kes için kolay değildir. Bu görmek ve anlamak şarabından bir kat-
re iç. Ta ki Hûda’nın mahlukları sence aynı kalmasın.141

[ H a k i k i v a r l ı k i n s a n d a n b a ş k a s ı o l m a z .

B u s ö z ü a n l a m a k h e r k e s i ç i n k o l a y o l m a z .

İ ç b i r y u d u m ş u g ö r ü ş ş a r a b ı n d a n .

B ö y l e c e T a n r ı m a h l u k a t ı g ö z ü n d e b i r o l m a z .] [ M . K a n a r ]

141. Mesnevi sahibinin baş döndürecek derecede yüksek ve derin olan şu beyitlerini de
okuyun:

Bâde ez mâ mest şod, nî mâ ezû.


Kâlib ez mâ hest şod, nî mâ ezû.

Bâde der cûşiş esîr-i cûş-i mâst.


Çerh der gerdiş esîr-i hûş-i mâst.

Tercümesi şudur: Bâde bizi mest etmedi. Biz bâdeyi mes ettik. Kalıp (yani beden)
bize vücut vermedi, ona biz vücut verdik. Coşan bâde bizim coşmamızın esiridir.
Dönmekte olan felekler bizim aklımızın esiridir.
Gerek Mevlana, gerek Hayyam mevcudiyeti meşrû’iyetle kâim tutuyor ve şuurun,
idrakin haricinde varlık tanımıyor demektir. İnce ve uzun bir murakabe ve müla­
hazadan sonra bu telakki şekline ve hükme iştirak etmek güç olmaz. [A. Cevdet]

284
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 209 -

Çon nîst derin zemâne sûdî zi hired


Coz bîhired ez zemâne ber nemîhored.
Pîş âr ez anki û hired râ bebered.
Tâ bû ki zemâne sûy-i mâ ber nigered.

Mademki bu zamanede akıldan fayda yoktur, akılsızlardan


gayri kimse zamaneden yararlanamaz. Aklı yok eden şeyden biraz
getir. Belki zamane [akıldan tecerrüd ettiğimi görerek] bana bir il­
tifat eder.

[Aklın yararı yok şu zamanede,


Ancak akılsızlar nasipleniyor zamanede,
Getir meyi, götürüyor zira aklı.
^ »karsın bizi de görür zamane.] [M. Kanar]

285
- 210 -

Gûyend heran kesan ki bâperhîzend


Zansan ki bemîrend çonan berhîzend.
Mâ bâ mey o ma’şûke ezânîm mukîm142
Bû tâ kî be haşr-i mâ çonan engîzend.

Daima derler ki takva sahipleri ne halde yaşar ve ölürlerse,


kıyamette o suretle haşrolurlar. Şaraptan ve maşukadan bir an ay­
rılmıyoruz. Ta ki ölürken bunlarla beraber olduğumuz halde öle­
lim de kıyamet günü bunlarla beraber olduğumuz halde mahşere
çıkarsınlar!

[ T a k v a s a h i p l e r i b a n a d e r l e r ;

Ö l e n l e r , ö l d ü k l e r i g i b i k a l k a r l a r .

B i z m e y il e , s e v g i l i i l e o t u r u r u z .

B a k a r s ı n m a h ş e r d e b i z i ö y l e k a l d ı r ı r l a r .] [ M . K a n a r ]

142. Sadî’nin şu güzel beyti hatıra gelir:

Heryek ez dâire-i cem’ becâyî reftend.


Mâ bemandîm o hiyâl-i to beyekcây mukîm

[Herkes dairenin bir tarafına gitti. Biz bir kaldık aynı yerde, bir senin hayalin.] [M.
Kanar]

286
ABDULLAH CEVDET ! ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-211 -

Tâ yâr şerâb-i canfezâyem nedehed,


Sed bûse felek ber ser u pâyem nedehed,
Gûyend ki tövbe kon eğer vakt âmed,
Çon tövbe konem eğer Hodâyem nedehed?

Yâr bana cana can katan şarap vermedikçe felek başımı ve


ayağımı yüz kere öpmez. Bana, vakti gelince tövbe et derler. Eğer
Allah benim tövbe etmemi nasip etmezse, ben nasıl tövbe ederim?

[Cana can katan şarap vermezse bana sevgili,


Felek yüz kere öpmez ayağımı, elimi.
Derler ki: Tövbe et, gelince vakti.
Nasıl tövbe ederim, nasip etmezse Tanrı?] [M. Kanar]

287
- 212 -

Tovbe nekoned herki sebâteş bâşed


Ez bâde ki çon âb-i heyâteş bâşed.
Ender remezan eğer kesî tövbe koned,
Bârî zi nemâzhâ necâteş bâşed.

Sebatı olan kimse şarap içmeye tövbe etmez. Çünkü abıha­


yattır. Bir adam onu içmeye Ramazanda tövbe ederse, bari namaz­
lardan halas olsun!

[ i ç m e y e t ö v b e e t m e z s e b a t ı o l a n lc i§ i.

Ç ü n k ü h a y a t s u y u d u r b u iç k i .

R a m a z a n a y ı n d a t ö v b e e d e r s e b ir i .

N a m a z l a r d a n m u a f o l s u n b a r i ! ] [ M . K a n a r ]

288
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 213 -

Çon morde şevem hâk-i merâ gom sâzîd,


Ehvâl-i merâ ibret-i merdom sâzîd.
Pes hâk-i merâ bebâde âğişte konîd
Vez kalbodem hişt-i ser-i hom sâzîd.

Öldüğüm vakit mezarımı yok ediniz ve benim bu halimi in­


sanlara ibret dersi yapınız. Sonra toprağımı şarap ile yoğurunuz.
Vücudumdan şarap küpünün ağzına kapak yapmız.

[Ölünce ben, kaybedin toprağımı.


Halka ibret edin benim halimi.
Bulayın bâdeye bedenimin toprağını.
Küp üstüne koyun toprağımdan mamul tuğlamı.] [M. Kanar]

289
-2 1 4 -

Hayyâm egerçi hergeh-i çerh-i kebûd


Zed heyme vo der best der-i goft u şunûd,
Çon şekl-i hobâb-i bâde der câm-i vücûd,
Sâkî-yi ezel hezâr Hayyâm numûd.

Ey Hayyam; her ne kadar gökkubbe dünya üzerine çadırını


açmış ve münakaşa kapışım kapamış ise de (muhakkaktır ki) ezel
sakisi yaratılış kadehinde şarap kabarcıkları gibi binlerce diğer
Hayyam vücuda getirmiştir.

[ H a y y a m , ş u g ö k k u b b e ç a d ı r ı n ı k u r m u ş ,

T a r t ı ş m a k a p ı s ı n ı h e r k e s i n y ü z ü n e k a p a m ı ş .

E z e l s a k i s i v a r l ı k k a d e h i n d e k a b a r c ı k m i s a l i

B i n l e r c e H a y y a m v ü c u d a g e t i r m i ş .] [ M . K a n a r ]

290
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 215 -

Hoş bâş ki gosse bîkeran hâhed bûd.


Ber çerh kırân-i ahteran143 hâhed bûd.
Hiştî ki zi kâlib-i to hâhend zeden
Eyvân-i serây-i dîgeran hâhed bûd.

Neşeli ol. Çünkü kederin sınırı, sonu yoktur. Gökyüzünde


kırân-ı ahteran yine meydana gelir. Senin vücudunun toprağından
yapılan tuğlalarla diğer kimselere saraylar yapılır.

[Mutlu olmaya bak; hüznün çok olacak.


Gökyüzünde yıldızlar kıran edecek.
Senin kalıbından kerpiç dökülecek.
Bu kerpiç başkalarının sarayında kullanılacak.] [M. Kanar]

143. Kırân-i ahteran iki veya daha ziyade yıldızın mıntıkatü’l-burucun aynı noktasında
suvetî olarak bir araya gelmesi demektir. Eski İran müneccimlerine göre kıran-i
ahteran daima büyük hadiselerin yaklaştığına alamet addolunurdu ve onların kana­
atine göre tufan, Hazreti İsa ve Musa'nın gelmesi ve emsali büyük hadiseler hep
kıran-ı ahteram müteakip vukûa gelmiştir.

291
-2 1 6 -

Hoş bâş ki âlem gozeran hâhed bûd.


Rûh ez pey-i ten na’rezenan hâhed bûd.
An kâse-i ser ki bulheves mîbînî,
Zîr-i kadem-i kûzegeran hâhed bûd.

Vaktini hoş geçirmeye bak. Zira çok seyyahlar bu dünyadan


gelip geçecek. Ruh, ayrıldığı ceset için feryat edecek. İhtiraslar,
emeller ile dolu görmekte olduğun bu kafatası çömlekçilerin ayak­
ları altında çiğnenecek.

[ M u t l u o l ; b u â l e m g e l i p g e ç e c e k .

R u h u n b e d e n i n p e ş i n d e b a ğ ı r ı p ç a ğ ı r a c a k .

G ö r d ü ğ ü n i h t i r a s d o l u k a f a t a ş l a r ı y a r ı n

T e s t i c i l e r i n t e k m e s i a l t ı n d a k a l a c a k .] [ M . K a n a r ]

292
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-217-

Horremdil an kesî ki ma’rûf neşod


Der cobbe vu dorrâ’e vu der sûf neşod.
Sîmorg-sifat be arş pervâzî kerd.
Der konc-i herâbe-i cihân bûf neşod.

Gönlü bahtiyardır o kimsenin ki meçhul olarak yaşamıştır.


Ne cübbe ne biniş ne sûf giyinmemiştir. Cihan viranesinde baykuş
olmayarak simurg gibi arşa uçup gitmiştir.144

[Mesut olan kişi tanınmış olmadı.


Cübbeye, zırha, yüne bürünmedi.
Simurg gibi kanatlandı arşa.
Benim gibi harabe köşesinde baykuş olmadı.] [M. Kanar]

144. Sîmurg İran mitolojisinde âlemin yaratılışı sırasında mevcut olmuş, muhteşem,
iyiliksever, hayırkâr, muhib ve insan hamisi bir kuştur. Fakat arkadaşının nankör­
lüğü ve ahlak bozukluğu kendisini bizar etmiş olduğundan Kaf dağına çekilmişti.
Bu dağın zirvesi güneşe pek yakın ve kaidesi zümrüttendi. Semanın lacivert rengi
İran mitolojisine göre bu büyük zümrüt kitlesinin parlamasından hâsıldır. Doğar
doğmaz pederi Sam tarafından terk edilen Rüstem’in babası Zal bu kuşun dişisi ta­
rafından bakılmış, onun sütüyle büyütülmüştür. Yunan mitolojisinin Promethee’si-
ni Sîmurg az çok andırır.

293
-218 -

Hâl-i gul u mul bâdeperestan dânend.


Ne tengdilân o tengdestân dânend.
Ez bîhaberî bîhaberan m a’zûrend.
Zovkîst derin şîve ki mestan dânend.

Gülün ve şarabın halini ancak bâdeperestler anlar. Hamer-


vahlar ve cebâbire değil. Bihaberler bîhaberlikte mazurdurlar. Bu
şivede bir zevk vardır ki ancak mestler bilirler.

[ G ü l i l e ş a r a b ı n h a l i n i b â d e d ü ş k ü n l e r i b ilir .

S a n m a k i g ö n l ü , e l i d a r o l a n l a r b ilir .

G a f i l l e r m a z u r d u r g a f i l l i k l e r i y l e .

B u n d a b i r z e v k v a r d ı r ; b u n u m e s t l e r b ilir . [ M . K a n a r ]

294
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 219 -

Der meykede coz be mey vuzû netvan kerd.


Van nâm ki zişt şod nîkû netvan kerd.
Mey dih ki kunun perde-yi mestûrî-yi mâ
Bedrîde çonan şod ki rufû netvan kerd.

Meyhanede ancak şarapla abdest alınabilir ve kötü olmuş


olan isim iyi olamaz. Şarap ver. Zira bizim takva perdemiz tamir
kabul etmeyecek derecede yırtılmıştır.145

[Meyhanede mey dışındakiyle abdest alınmaz.


Ad kötüye çıktı mı, bir daha düzeltilmez.
Bak keyfine sen; gizlilik perdemiz
Öyle yırtıldı ki mümkün değil, onarılmaz.] [M. Kanar]

145. Hayyam burada da K ur’ân’da yer yer görülen ve yazılı olan takdîr-i ezelî ve ilm-i
ezelî akidesine telmih ediyor. “Allah’ın mest olarak yarattığı ve öyle olmasını mu-
rad ettiği adamın ayık olması mümkün müdür?” demek istiyor. [A. Cevdet]

295
- 220 -

Dâdem be omîd rûzgârî ber bâd


Nâbûde zi rûzgâr-i hod rûzî şâd.
Zan mîtersem ki rûzgârem nedehed
Çendanki zi rüzgâr bestânem dâd.

Hayatımda bir gün şâd olmaksızın, hayatımın bir kısmını


beyhude ümit ile heba ettim. Şimdi felekten öc alacak kadar zaman
bana mühlet ve fırsat vermeyecek diye korkuyorum.

[ B i r z a m a n b o ş u m u t l a r a k a p ı l d ı m .

H a y a t ı m d a b i r g ü n b i l e m u t l u o l m a d ı m .

K o r k u m o k i z a m a n f ı r s a t v e r m e z b a n a .

F ı r s a t v e r s e z a m a n d a n ö c ü m ü a l ı r ı m .] [ M . K a n a r ]

296
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-221 -

Derdâ ki dilem be hîç derman neresîd!


Cânem be leb âmed o be cânân neresîd.
Der bîhaberî omr be pâyân âmed
Efsâne-i aşk-i û be pâyân neresîd.

Yazık ki gönlüm hiçbir derman bulmadı! Canım dudağıma


geldi, canana erişmedi. Ömrüm hayret içinde146 sona erdi. Onun
aşk efsanesi son bulmadı.

[Yazık! Gönlüm hiç derman bulmadı.


Can ağzıma geldi, gönül canana ermedi.
Ömrüm gafillik içinde geçti gitti.
Onun aşk efsanesi sona ermedi.] [M. Kanar]

146. Hayyam’ın bîhaberliği cehalet değil, nâfiz ve kavrayıcı bir ilim ve idraktir ki yük­
sek şam hayrete vasıl olmaktır. İlim ve bilgi dairemiz büyüdükçe hayret ve hay­
ranlık sahamız büyüyüp gidecektir. [A. Cevdet]

297
- 222 -

An rûz ki in gonbed-i mînâ bestend


Vin nokta ço ber miyân-i covzâ bestend.
Tâ rûz-i ezel besân-i âteş ber şem’
Işket be hezâr rişte ber mâ bestend

Bu mavi kubbenin kurulduğu ve bu altın nokta (yani güneş


yahut ay) Cevza’nm beline bağlandığı gün, mum üzerinde şule gi­
bi senin aşkın da bana bin bağ ile bağlandı.

[ E z e l d e ş u m a v i k u b b e n i n ç a t d d ı ğ ı g ü n ,

G ü n e ş i n i k i z l e r i n o r t a s ı n a k o n u l d u ğ u g ü n ,

T ı p k ı m u m u n ü z e r i n d e k i a l e v g i b i

B i n b a ğ i l e b i z e b a ğ l a n d ı a ş k ı n .] [ M . K a n a r ]

298
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-223 -

Der âlem-i cân behûş mîbâyed bûd


Der kâr-i cihân hamûş mîbâyed bûd
Tâ çeşm o zebân o gûş ber câ bâşed,
Bîçeşm o zebân o gûş mîbâyed bûd.

Can âleminde âkılane bulunmak lâzımdır. Cihanın işleri


hakkında sükut etmek gerektir. Gözümüz, dilimiz, kulağımız yerle­
rinde mevcut oldukça gözsüz, dilsiz, kulaksız olmamız yani bu âzâ-
mızı mahal ve zaman münasebetinde akılane kullanmamız gerekir.

[Ruhlar âleminde uyanık olmak gerek.


Dünya işlerinde suskun kalmak gerek.
Göz, dil, kulak yerinde oldukça
Gözsüz, dilsiz, sağır olmak gerek.] [M. Kanar]

299
-2 2 4 -

Der dehr her an ki nîm nânî dâred,


Vez behr-i nişest âşiyânî dâred,
Ne hâdim-i kes buved, ne mahdûm-i kesî.
Gû şâd bezi ki hoş cihânî dâred.

Bu dünyada yarım ekmeği, sığınacak bir evceğizi bulunan,


ne kimsenin hizmetçisi, ne kimsenin hizmet edileni olmayan her
fert, şâd ve mesut yaşasın. Zira onun âlemi en iyi âlemdir.

[ D ü n y a d a k i m i n v a r s a y a r ı m e k m e ğ i ,

V a r s a b i r d e o t u r a c a k m e s k e n i ,

N e k i m s e n i n h i z m e t ç i s i o l u r n e e f e n d i ,

G ü z e l d ü n y a s ı v a r d ı r ; y a ş a s ı n i y i .] [ M . K a n a r ]

300
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-225 -

Der dil netevan diraht-i endûh nişand.


Hemvâre-i kitâb-i horremî bâyed hând.
Mîbâyed hord u kâm-i dil bâyed rând.
Peydâst ki çend der cihân hâhî mând.

Gönlüne keder ağacı dikilmez. Daima mesudiyet kitabı oku­


malıdır. Şarap içmeli ve gönlünün arzularım icra etmelidir. Dünya­
da kaç gün kalacağm meydandadır.

[Gönüle dikilemez keder fidanı.


Her zaman okunmalı mutluluk kitabı.
İçmeli, gönlün muradınca yaşamalı.
Belli bu; dünyada ne kadar kalmalı.] [M. Kanar]

301
-2 2 6 -

Der molk-i to ez tâ’etî çîzî nefuzûd


Vez m a’siyetem herçi der û naks nebûd147
Bogzâr o megîr çonki m a’lûmem şod
Gîrende-i dîrî yo gozârende-yi zûd.

Senin mülkünde, ey Allah, benim tâat ve ibadetim yüzünden


hiçbir şey artmadı. Benim m a’siyetim sebebiyle de ülkenin şan ve
azametine hiçbir noksan gelmedi. Affet! Cezalandırma! Zira ben
bilirim; sen çabuk affedersin, geç cezalandırırsın.

[ T a n r ı m b e n i m i b a d e t i m l e s e n i n m ü l k ü n d e n e a r t t ı ?

İ ş l e d i ğ i m g ü n a h l a r d a n s a n a k u s u r m u g e l d i ?

A f f e t , t u t m a b e n i , a n l a d ı m z i r a ;

G e ç y a k a l a r s ı n , ç a b u k b a ğ ı ş l a r s ı n a m a .] [ M . K a n a r ]

147. Bu mısra aşağıdaki şekilde de görülmüştür:


Ver m a’siyetî ki reft, noksânî bûd?

302
ABDULLAH CEVDET / ÖMER BAYYAM - RUBAİLERİ

-227-

Dest-i ço menî ki câm o sâger gîred,


Heyfest ki û moshef o minber gîred.
To zâhid-i hoşkî yo menem fâsık-i ter
Âteş neşenîde’em ki der ter gîred.

Kadeh tutan elim gibi bir el lâyık değildir ki K ur’ân tutsun


ve minbere dokunsun. Sen kuru bir sofusun; ben yaş günahkârım.
Ateşin kuruyu bırakıp yaşı yaktığını işitmedim.

[Benim gibi birinin eli kadeh tutar.


Defter tutup minbere oturursa, yazık olur!
Sen kuru zahidsin, ben ıslak, kalbi bozuk biri.
Ben hiç duymadım ateş ıslağı yakar!] [M. Kanar]

303
-228 -

Der dehr herkesî be gul’izârî neresîd.


Tâ ber dileş ez zemâne hârî neresîd.
Der şâne niger ki tâ be sad şâh neşod,
Desteş be ser-i zolf-i nigârî neresîd.

Zamane tarafından gönlüne bir diken batınlmaksızın bir gül


yanaklıya kimse destres olmamıştır. Tarağı gör ki gönlüne yüz şer­
ha açılmaksızm eli bir nigânn ser-i zülfüne erişmemiştir.148

[ D ü n y a d a k i m s e b i r g ü l y a n a k l ı y a e r i ş e m e d i .

B u n u n i ç i n y ü r e ğ i n e z a m a n e d i k e n i n i g i r d i .

B a k a r m ı s ı n t a r a ğ a , y ü z p a r ç a o l m a d a n

B i r d i l b e r i n z ü l ü f u ç l a r ı n a e r i ş e m e d i .] [ M . K a n a r ]

148. Ez fîkr şerha şerha dilâ hemço şâne bâş.


Âsân nemîtevan ser-i zolf-i sohen girift. [Zehâvî merhum]
[Ey gönül; Düşünce ile tarak misali şerha şerha ol. Çünkü söz denilen zülfün ucu
öyle kolay kolay kavranamaz.] [M. Kanar]

304
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 229 -

Der dest hemîşe âb-i engûrem bâd.


Der ser heves-i botân-i çon hûrem bâd.
Gûyend merâ: Hodâ torâ tövbe dehed.
Û hod bedehed, men bekonem? Dûrem bâd!

Elimde daima üzüm suyu olsun. Başımda huri gibi güzelle­


rin muhabbeti bulunsun. Bana derler ki: Allah sana tövbe etmeyi
emreder. O istediği kadar emretsin; tövbe mi edeyim? Böyle bir fi­
kir benden uzak olsun!

[Başımda huri gibi dilberlerin hevesi olsun.


Elimde her zaman üzüm suyu olsun.
Diyorlar ki: Allah tövbe nasip etsin sana.
O nasip etmezse, etmem ben de. Uzak olsun!] [M. Kanar]

305
-2 3 0 -

Reftîm o zi mâ zemâne âşofte bemând.


Bâ anki zi sed goher yekî softe bemând.
Efsûs ki sed hezâr m a’nâ-yi dakik
Ez bîhiredî-yi halk nâgofte bemând!

Göçtük; zamane bizim göçmemizden gönlü kanlı ve şaşkın


kaldı. Şu sebeple ki yüz inciden yalnız biri delindi.149 Yazık ki hal­
kın akılsızlığı yüzünden yüz bin ince mânâ söylenmemiş kaldı!

[ B i z g i t t i k ; z a m a n e g i t m e m i z e ş a ş t ı k a l d ı .

Ç ü n k ü y ü z i n c i d e n s a d e c e b i r i d e l i n m i ş o l d u .

N e y a z ı k k i y ü z b i n i n c e m â n â

H a l k ı n a k ı l s ı z l ı ğ ı n d a n d e l i n m e m i ş k a l d ı ! ] [ M . K a n a r ]

149. Delinmemiş inci yaratılış sırlarının timsali sayılır. Yaratılış sırlarından yalnız şu sı­
ra bilgi sahibi olduk ki o da topraktan çıktığımız, toprağa gideceğimizdir, demek
istiyor.

306
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-231 -

Rûzîst hoş u hevâ ne germest o ne serd


Ebr ez roh-i golzâr hemîşûyed gerd
Bolbol be zebân-i hâl-i hod bâ gol-i zerd
Feryâd hemîzened ki mîbâyed herd.

Bugün latif bir gündür. Hava ne sıcak ne soğuk. Bulut gülza-


nn yanağından tozlan yıkıyor. Bülbül hal dili ile san gülün karşısın­
da feryat ederek “Tam şarap içilecek zaman bu zamandır!” diyor.

[Güzel bir gün; hava ne sıcak ne soğuk.


Bulut gül bahçesinin yüzünden yıkıyor toz toprak.
Bülbül sarı güle hal diliyle
Feryat ediyor, diyor: içmek gerek!] [M. Kanar]

307
-2 3 2 -

Rûzî ki merâ zi hîş bigâne konend,


Vez hestî-yi men yâd be efsâne konend.
Bâ an ki men in sohen neyârem goften,
Tâ ez gil-i men sebû-yi meyhâne konend.

Ben bana bigâne edildiğim ve benim bir gün var olmuş ol­
duğum bir efsaneden bahsedilircesine yâd edildiği gün - bu sözü
söylemeye pek cesaret edemiyorum- arzu ederim ki benim vücudu­
mun toprağından şarap sürahisi yapsınlar.

[ B e n i m b a n a y a b a n c ı e d i l d i ğ i m g ü n ,

V a r l ı ğ ı m ı n e f s a n e y l e a n ı l d ı ğ ı g ü n ,

S ö y l e y e m e z o l a c a k s a m d a b u s ö z l e r i

T o p r a ğ ı m d a n y a p ı l s ı n ş a r a p s ü r a h i s i .] [ M . K a n a r ]

308
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-233 -

Zan pîş ki nâm-i to zi âlem bereved,


Mey hor ki ço mey resed, zi dil gam bereved.
Bogşây ser-i zolf-i botî bend zi bend
Zan pîş ki bend-i bendet ez hem bereved.

Namın âlemde unutulmadan evvel şarap iç. Zira şarap gelin­


ce, gönülden gam gider, Bedeninin eczası birer birer dağılmadan
evvel bir maşukanın saçmı bend bend aç, dağıt.

[Adın şu âlemden silinmeden önce,


Mey iç. Gam gider mey gönüle gelince.
Aç bir dilberin zülüflerini tek tek
Her bir mafsalın çözülmeden önce.] [M. Kanar]

309
-2 3 4 -

Zan pîş ki gamhât şebîhûn ârend


Fermây botâ! Tâ mey-i gulgûn ârend.
To zer ne’î? Ey âkil-i nâdân ki torâ
Der hâk nihend o bâz bîrûn ârend.

Ey güzel; emret ki gamlar sana gece baskını yapmadan ev­


vel gül renginde şarap getirsinler. Sen, be hey akıllı geçinen cahil!
Altın değilsin ki toprak içine gömüldükten sonra tekrar topraktan
çıkarılasın!150

[ G a m l a r s a n a b a s k ı n e t m e d e n ö n c e ,

S ö y l e , g e t i r s i n l e r g ü l r e n k l i b â d e .

B e h e y c a h i l g a f i l ! A l t ı n d e ğ i l s i n s e n ,

T o p r a ğ a g ö m s ü n l e r d e ç ı k a r s ı n l a r y i n e . ] [ M . K a n a r ]

150. Bu hitabın cismânî ölümden sonra dirilişin aldamcı veya aldatıcı taraflarına tevcih
edildiğini Hayyam’ın müfessirleri yazar. [A. Cevdet]

310
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 235 -

Z ’âverden-i men nebûd dovrân râ sûd.


Vez borden-i men câh o celâleş nefzûd.
Vez hîçkesî nîz do gûşem neşnûd
K ’âverden o borden-i men ez bchr-i çi bûd?

Benim dünyaya getirilmemden devrana fayda yoktur. Benim


göçüp gitmemden de onun makamı, azameti artmaz. Benim getiril­
memin, götürülmemin ne sebeple olduğu hakkında da hiçbir kim­
seden iki kulağım bir söz işitmedi.

[Yoktu feleğin çıkarı gelmemden benim.


Artmadı mevkii, celâli, gitmemden benim.
Duymadı iki kulağım kimseden benim
Sebep neydi gelmemden, gitmemden benim? ] [M. Kanar]

311
-2 3 6 -

Sirret heme dânâ-yi felek mîdâned.


Kû mûy be mûy u reg be reg mîdâned.
Gîrem ki be zerk halk râ befirîbî,
Bâ an çi konî ki yek be yek mîdâned.151

Senin bütün esrânnı dânâ-yı felek (yani Allah) bilir. O ince­


den inceye her damarım tanır. Riyakârlıkla halkı aldatabileceğim
farz edeyim. Fakat bir bir her şeye vâkıf olan ile ne yapacaksın?

[ Y ü c e T a n r ı h e r b i r s ı r r ı n ı b ili r .

K ı l k ı l , d a m a r d a m a r s e n i b ilir .

D i y e l i m k i a l d a t ı r s ı n h a l k ı h i l e y l e ,

N e y a p a r s a n y a p , b i r b i r b ili r .] [ M . K a n a r ]

151. Bu rubai 1146’da vefat eden Muizzî’ye de matuftur.

312
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-237-

Sovdâzede râ bâde per u bâl buved.


Mey ber roh-i hâtûn-i hired hâl buved.
Mâh-i remezân bâde nehordîm o bereft.
Bârî şeb-i eyd-i mâh-i şevval buved.

Âşık için bâde kanat olur. Şarap, bânû-yi fıtnatm yanağında


ben olur. Ramazan ayında şarap içmedik. Ramazan geçti. Hiç ol­
mazsa Şevval ayıran bayram gecesi olsun, içelim.

[Sevdaya şarap kol kanat olur.


Şarap akıl hatununun yanağında ben olur.
Ramazan ayında şarap içmedik, geçti.
Şevval ayının bayram gecesi içelim bari.] [M. Kanar]

313
-2 3 8 -

Şâdîhâ kon ki an zeman hâhed bûd.


Şahs heme der hâk nihan hâhed bûd.
To bâde hor u gam-i cihan hîç mehor.
Hod gam hored ar; ki der cihan hâhed bûd.

Şevk ve mutluluk ile yaşa. Zira o zaman gelecek ki herkesin


vücudu toprak altında yok olacak. Sen bâde iç ve cihanın gammı
hiç çekme. Cihanda kalacaklar gam yesin.

[ S e v i n m e y e b a k s e n ; b i r g ü n g e l e c e k

H e r k e s t o p r a ğ ı n a l t ı n a g i r e c e k .

I ç b â d e y i , ç e k m e d ü n y a n ı n g a m ı n ı .

D ü n y a d a k a l a c a k l a r ç e k s i n o n u n g a m ı n ı .] [ M . K a n a r ]

314
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 239 -

Şeb nîst ki akl der tehayyor neşeved.


Vez girye kenâr-i men por ez dorr neşeved.
Por mîneşeved kâse-i zer ez sovdâ
Her kâse ki semigûn buved, por neşeved.

Hiçbir gece yoktur ki akıl tahayyürde olmasm ve gözyaşın­


dan eteklerim inci ile dolmasın. Kafatasım sevda ile dolup taşmaz.
Zira baş aşağı çevrilmiş olan kâse dolu olamaz.

[Bir gece yok ki aklım hayrette kalmasın.


Ağlamaktan eteğim inci ile dolmasın.
Dolmaz insanın kafası sevda ile.
Dolmaz asla kâse, baş aşağı ise.] [M. Kanar]

315
-2 4 0 -

Tab’em be nemâz o rûze çon mâil şod,


Goftem ki morâd-i dil-i men hâsil şod.
Efsûs ki an vuzû be bâdî beşkest!
Van rûze be nîm cor’e mey bâtil şod!

Tab’ım omç tutmaya ve namaz kılmaya mâil olunca, gönlü­


mün muradı hasıl oldu, dedim. Yazık ki o abdest bir ufacık yellen­
me ile bozuldu! O oruç da yarım yudum şarap ile fâsid oldu!

[ G e ç e n l e r d e n a m a z a , o r u c a g ö n l ü m m a y i i o l d u ,

D e d i m : i ş t e g ö n l ü m ü n m u r a d ı h a s ı l o ld u .

Y a z ı k ! A b d e s t i m b i r o s u r u k l a b o z u l d u !

O r u c u m y a r ı m y u d u m m e y i l e b â t ı l o l d u .] [ M . K a n a r ]

316
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-241 -

Horşîd kemend-i sobh ber bâm efkend.


Keyhusrov-i rûz bâde der câm efkend.
Mey hor ki muezzin-i seherhîzân bûd
K ’âvâze-i “eşribû” der eyyâm efkend.

Güneş doğuş kemendini dama attı. Gündüz şehriyan şarabı


kâseye doldurdu. Şarap iç. Çünkü sabahleyin erkenden kalkanların
müezzinleri “eşribû” [içiniz] nidâsıyla ortalığı çınlattı.

[Güneş sabah kemendini dama attı.


Gündüz sultam kadehe şarap döktü.
Şarap iç. Sabah kalkanların müezzini
“için” sesiyle ortalığa velvele saldı.] [M. Kanar]

317
-2 4 2 -

Tab’em heme bâ rûy-i çol gul peyvended.


Destem heme bâ sâger-i mol peyvended.
Ez her cozvî nasîb-i hod berdârem.
Zan pîş ki cozv-i men be koli peyvended.

Gönlüm daima güzel yüzlüye bağlıdır. Elim daima şarap ka­


dehine bitişiktir. Benim vücûd-i cüz’üm vücûd-i külliye ulaşıncaya
kadar her cüzü’den nasibimi alırım.

[ T a b i a t ı m d a v a r ; d ö n e r i m b e n g ü l y ü z e .

E l i m g i d e r h e p s a f ş a r a p k a d e h i n e .

H e r ş e y d e n n a s i b i m i a l a y ı m ,

C ü z l e r k ü l l e k a t ı l m a d a n ö n c e .] [ M . K a n a r ]

318
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 243 -

Aşkî ki mecâzî buved, âbeş nebved.


Çon âteş-i nîm morde tâbeş nebved.
Âşık bâyed ki mâh u sâl u şeb u rûz
Arâm u karâr u hord u hâbeş nebved.

Mecazî olan aşkın kuvveti yoktur. Yan sönmüş ateş gibidir;


alevi olmaz. Âşık için lâzımdır ki ay, sene, gece, gündüz, rahatı, ka­
ran, yemesi, uykusu olmasın.

[Mecazî aşkın canlılığı olmaz.


Ölgün ateş gibi parıltısı olmaz.
Ay, yıl, gece, gündüz boyu âşıkta
Huzur, yeme, içme, uyku olmaz.] [M. Kanar]

319
-2 4 4 -

Tâ key omret be hodperestî gozered?


Ya der pey-i nîstî yo hestî gozered?
Mey hor ki çonin omr ki merg ez pey-i ûst.
An bih ki be hâb ya be mesti gozered.

Ömrün ne vakte kadar kendini beğenmişlik ile yahut dünya­


nın varı yoğu endişesiyle geçecek? Şarap iç. Zira bir ömür ki ecel
takip edecektir, uyku ile veya mestlik ile geçsin, daha iyidir.

[ N e z a m a n a d e k g e ç s i n ö m r ü n k e n d i n i b e ğ e n m i ş l i k l e ?

N e z a m a n a d e k v a r l ı k , y o k l u k d a v a s ı y l a ?

İ ç m e y e b a k . P e ş i n d e g a m o l a n ş u ö m ü r ,

i y i s i m i , g e ç s i n u y k u y l a y a d a s a r h o ş l u k l a .] [ M . K a n a r ]

320
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-2 4 5 -

Ferdâ alem-i fîrâk teyy hâhem kerd.


Bâ tâli’-i sa’d kasd-i mey hâhem kerd.
M a’şûka movâfikest o eyyâm be kâm
İn dem nekonem neşât; key hâhem kerd?

Yarın firak152 dağını aşacağım. Mesud bir talih ile şarap içe­
ceğim. Maşuka tab’ıma muvafıktır. Zamane de muradım üzeredir.
Bugün neşe tahsil etmezsem, ne vakit edeceğim?

[Yarın ayrılık âlemini geçeceğim.


Kutlu talihimle mey içeceğim.
Sevgili hazır, günler muradımca.
Şimdi değil de ne zaman neşeleneceğim?] [M. Kanar]

152. Bazı nüshalarda firak kelimesi yerine nifak yazılıdır. Biz bu şekli daha nezih ve şa­
irane buluyoruz. [A. Cevdet]

321
- 246 -

Kovmî zi gozâf der gurûr oftâdend.


Kovmî zi pey-i hûr u kusûr oftâdend.
M a’lûm şeved ço perdehâ berdârend.
Kez kûy-i to çend dûr dûr oftâdend?

Bir kavim fertleri laf ü güzaf ile gurura düşmüşlerdir. Diğer


bir kavim efradı huriler ve köşkler peşindedirler. Perdeler ortadan
kaldırılınca anlaşılacaktır ki onlar senin civarından (ey hakikat)
uzak, uzak, pek uzak düşmüşlerdir.

[ K i m i l e r i s a ç m a l a d ı , g u r u r a k a p ı l d ı .

K i m i l e r i C e n n e t k ö ş k ü , h u r i p e ş i n e t a k ı l d ı .

A n l a ş ı l ı r n e z a m a n k i p e r d e l e r k a l k t ı ,

B u n l a r s e n d e n n e k a d a r u z a k t a k a l d ı .] [ M . K a n a r ]

322
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 247 -

Gûyend behişt o hûr-i iyn hâhed bûd.


Vencâ mey-i nâb o engebîn hâhed bûd.
Ger mâ mey o m a’şûkaperestîm, revâst.
Çon âkibet-i kâr hem in hâhed bûd.

Derler ki cennet olacak. Cennette kara gözlü güzel kızlar, saf


şarap ve bal bulunacak. Eğer biz şarap ve maşukaya tapmıyorsak,
en sonra işin akibeti böyle olmayacak mı?

[Derler ki: Cennet ve hûriaynlar olacak.


Orada saf şarap ve ballar olacak.
Mey ile maşukayı tercih ettikse ne var korkacak?
Nasıl olsa işin sonunda bunlar olacak! ] [M. Kanar]

323
-248 -

Gûyend behişt u hûr u kovser bâşed.


Vancâ mey-i nâb o şehd o şekker bâşed.
Por kon kadeh-i bâde vo der destem dili.
Nakdî zi hezâr nisye bihter bâşed.

Derler ki: Cennet, huri, kevser olacak. Orada saf şarap, bal
ve şeker bulunacak. Sen şarap kadehini doldur, bana ver. Bir peşin
bin alacaktan iyidir.153

[ D e r l e r k i : C e n n e t v a r , h u r i v e k e v s e r v a r .

M e y ı r m a ğ ı v a r , s ü t , b a l v e ş e k e r v a r .

D o l d u r b â d e k a d e h i n i , v e r e l i m e ;

B i n v e r e s i y e d e n i y i b i r p e ş i n v a r .] [ M . K a n a r ]

153. Ebu’l-Alâ el-M a’arrî der ki: Ahirette verileceği vaadolunan süt ve şarap için ben
elimdeki kadehi bırakır mıyım? Hayat, sonra ölüm, öldükten sonra da haşır varmış.
Ey ömrün annesi! öldükten sonra dirilmek martavaldır.

324
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 249 -

Yek nân be do rûz eğer şeved hâsil-i merd,


Vez kûze-i şikeste dem âbî serd.
Mahkûm kem ez hodî çerâ bâyed bûd?
Yâ hidmet-i çon hodî çerâ bâyed kerd?

İki günlük bir ekmeği ve kırık bir testide soğuk suyu bulu­
nan kimse kendisinden aşağı bir adamm hükmü altına neden girme­
lidir? Yahut kendisi gibi bir adamın hizmetçiliğini neden etmelidir?

[Bir adam iki günde bir ekmek kazanıyorsa,


Kırık testiden biraz soğuk su içiyorsa,
Neden başkasının emrine girsin?
Neden kendisi gibi birine hizmet etsin?] [M. Kanar]

325
- 250 -

Tâ zohre vo meh der âsmân geşt pedîd,


Bihter zi mey-i la’l kesî hîç nedîd.
Men der acebem zi meyfurûşan k ’îşân
Bih zanki furûşend, çi hâhend herîd?

Zühre ve Ay semada göründükleri zamandan beri hiçbir


kimse yakut renkli şaraptan daha iyi bir şey görmemiştir. Ben şarap
satıcılarına şaşarım! Zira sattıklarından daha iyi ne satm alabilirler?

[ V e n ü s i l e A y g ö k y ü z ü n d e b e l i r d i ,

L â l r e n k l i m e y d e n i y i s i n i k i m g ö r d ü ?

Ş a r a p s a t a n l a r a ş a ş ı y o r u m b e n ;

O n u s a t ı p , n e a l a c a k l a r o n d a n i y i ? ] [ M . K a n a r ]

326
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-251 -

Ânân ki muhît-i fazl o âdâb şodend.


Der cem’-i kemâl şem’-i eshâb şodend.
Reh zin şeb-i târik nebordend burûn
Goftend fesâne’î yo der hâb şodend.

Fazilet ve edebe mazhar ve ilm ü kemalleriyle dostlarına me­


şale olanlar, yolu bu karanlık gecenin dışarısına çıkaramadılar.154
Bazı efsaneler söylediler, sonra uykuya daldılar.

[Onlar ki fazilet, âdâb sahibi oldular.


Olgunlukta dostların ışığı oldular.
Çıkamadılar şu karanlık geceden gündüze.
Bir masal söyleyip uykuya dalar oldular.] [M. Kanar]

154. Toujours la nuit! jamais l’azurljamais l ’aurore!


Nous Marchons. Nous n ’avons point fait un pas encore.
Nous revons ce qu’Adam reva:
La creation fiotte et fuit, des vents battue.
Nous distingnons l ’ombre une immense statue;
Et nous lui disons: “Jehovah!”
[V. Hugo-Les Contemplations, p.261.]

327
- 252 -

Ender reh-i ışk pâk mîbâyed şod.


Ber çeng-i ecel helâk mîbâyed şod.
Ey sâki-yi hoşlikâ; to fariğ menşîn.
Âbî der dih ki hâk mîbâyed şod.

Aşk yolunda temiz olmak lâzımdır. Ecelin pençesinde helâk


olmak kaçınılmazdır. Ey güzel yüzlü saki! Sen boş durma; âb (ya­
ni şarap) ver. Zira toprak olmamız muhakkaktır.

[ A ş k y o l u n d a t e m i z o l m a k g e r e k .

E c e l i n p e n ç e s i n d e n i h a y e t h e l â k o l m a k g e r e k .

G ü z e l y ü z l ü s a k i , b o ş d u r m a .

V e r ş a r a b ı , s o n u n d a t o p r a k o l m a k g e r e k .] [ M . K a n a r ]

328
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 253 -

Pîrâneserem ışk-i to der dâm keşîd


Veme zi kocâ dest-i men o câm-i nebîd
An tövbe ki akl dâd, cânân beşkest.
Vez câme ki sabr dûht, eyyâm derîd.

İhtiyar başımı senin aşkın tuzağa düşürdü. Yoksa benim elim


ile şarap kadehi nereden birbirini bulurlardı? Aklın verdiği tövbeyi
canan bozdu ve sabrın dokuduğu giysimi günler parçaladı.

[Yaşlı halimde aşkın beni tuzağa çekti.


Yoksa elim şarap kadehine yetişir miydi?
Aklımın verdirdiği tövbeyi canan bozdurdu.
Zamane yırttı sabrımın diktiği giysiyi.] [M. Kanar]

329
- 254 -

Ger bâde be kûr der dihî, raks koned.


Nâkis buved an ki bâde râ naks koned.
Ez bâde merâ tövbe çi mîfermâ’î?
Rûhîst ki û terbiyet-i şahs koned.

Dağa şarap versen, şevkinden oynar. Şarabı hafife alan kim


se kâmil adam değildir. Bize neden şarap içmeye tövbe etmeyi em
rediyorsun? O bir ruhtur ki şahsı terbiye eder.155

[ D a ğ a b â d e v e r i r s e n ; r a k s a g e tir ir .

B â d e y e ç a m u r a t a n ı n k e n d i s i e k s ik tir .

N i ç i n b â d e y e t ö v b e e t m e m i i s t e r s i n ?

O b i r r u h t u r , i n s a n ı e ğ i t i r .] [ M . K a n a r ]

155. Bedmâye olan anlaşılır meclis-i meyde


İşret güher-i âdemi temyize mihektir. [Ziya Paşa]

330
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 255 -

Geh geh dil-i men derin kafes teng âyed.


Ez hemrehî-yi âb u gileş neng âyed.
Goftem ki meğer beşkenem in zindan râ
Pâyem zi rikâb-i şer’ ber seng âyed.

Bazı kere gönlüm bu kafes içinde sıkılır ve bu kafesin suyu


ve toprağıyla refakatten utanır. Bu zindanı yıkayım (yani intihar
edeyim) derim; fakat şeriatın üzengisi üzerinden kayan ayağım taş
üzerine çarpılır.

[Zaman olur yüreğim, kafesinde daralır.


Suyu, toprağıyla yoldaşım diye utanır.
Derim: Parçalasam şu zindanı hani
Ayağım şeriat üzengisine tökezlenir.] [M. Kanar]

331
-256-

Gûyend ki mâh-i remezan geşt pedîd.


Min ba’d be gird-i bâde netvan gerdîd.
Der âhir-i şe’bân bohorem çendan mey
K ’ender remezan mest beyoftem tâ eyd.

Diyorlar ki Ramazan ayı göründü. Artık bâdenin etrafında


dolaşılmaz. Şaban ayının sonunda o kadar şarap içeyim ki bayrama
kadar bütün Ramazan mest kalayım.

[ D i y o r l a r : R a m a z a n a y ı g i r d i .

A r t ı k b â d e e t r a f ı n d a d ö n ü l ü r m ü ?

Ş a b a n a y ı n d a ö y l e i ç e y i m k i ş a r a p ,

R a m a z a n ’d a n b a y r a m a k a d a r o l a y ı m h a r a p ! ] [ M . K a n a r ]

332
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-257 -

Ger yâr-i menîd, terk-i tâmât konîd.


Gamhâ-yi merâ be mey mokâfât konîd.
Çon hâk şevem, hâk-i merâ hişt zenîd.
Der rahne-i dîvâr-i harâbât konîd.

Eğer benim dostum iseniz, şathiyatı bırakınız. Benim gam­


larımı şarap ile tedavi ediniz. Toprak olduğum vakit toprağımdan
tuğla yapımz. Onu meyhanenin duvarım tamir için kullanınız.

[Dostumsanız, laflan bırakın.


Gamlarımı mey ile karşılayın.
Ölünce, toprağımdan kerpiç kesin.
Meyhane duvarının gediğine tıkayın.] [M. Kanar]

333
- 258 -

Geh şerbet-i eyş sâf bâşed geh dord.


Geh puşiş-i mâ pelâs bâşed geh bord.
înhâ heme cehl est be nezd-i âkil.
İn vâkı’e sehlest ki mîbâyed mord.

Hayat şerbeti kâh saf olur kâh tortulu olur. Giysimiz kâh çul
parçası kâh burd156 olur. Akıllı adam için bunların tümü basit ve
ehemmiyetsizdir. Ölmenin kaçınılmaz olması da sade ve önemsiz
midir?

[ H a y a t ş e r b e t i b a z e n s a f b a z e n t o r t u l u d u r .

G i y s i m i z b a z e n ç u l b a z e n Y e m e n b u r d u d u r .

B u n l a r ı n t ü m ü c e h a l e t t i r a k ı l l ı l a r a g ö r e .

Ö l ü m ü n ş a r t o l m a s ı y a b a n a a t ı l a c a k ş e y m i d i r ? ] [ M . K a n a r ]

156. Burd Arabistan’da ve Yemen’de dokunur, nefis, pahalı bir kumaştır.

334
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 259 -

Kes moşkil-i esrâr-i ezel râ negşâd.


Kes yek kadem ez nihâd bîrûn nenhâd.
Men mînigerem zi mobtedî tâ ostâd.
Aczest be dest-i her ki ez mâder zâd.

Ezel sırları hakkında kimse bilgi sahibi olmadı. Hiç kimse


tabiat sınırlarından harice bir adım atmadı. Öğrenciden üstada ka­
dar bakıyorum, anadan her doğanın elinde acizlikten gayri bir şey
görmüyorum.

[Ezel sırlarını çözen biri çıkmadı.


Tabiatın dışına kimse adım atamadı.
Bakıyorum da öğrenciden hocaya kadar,
Anasından doğanın elinde acizlik kaldı.] [M. Kanar]

335
- 26 0 -

Kem kon tama’-i cihân o mîzî horsend.


Ez nîk o bed-i zemâne bogsil peyvend.
Hân mey hor o zolf-i dilberî gîr ki zûd
Hem bogzered o nemâned in rûzî çend.

Tamahını azalt ve mesut olarak yaşa. Dünyanın iyiliğine kö­


tülüğüne alakanı azalt. Şen ol, mest ol ve bir güzelin zülfüne sarıl.
Zira bu birkaç gün dahi çok sürmez; o da geçer.

[ M u t l u y a ş a , k e s t a m a h ı d ü n y a d a n .

K o p a r b a ğ ı n ı d ü n y a n ı n i y i s i n d e n k ö t ü s ü n d e n .

Y e , iç , b i r d i l b e r i n z ü l ü f l e r i n i t u t h e m e n .

Ç a b u k g e l i r g e ç e r ş u b i r k a ç g ü n .] [ M . K a n a r ]

336
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-261 -

Kes râ pes-i perde-i kaza râh neşod.


Vez sıır-i Hodâ hîçkes âgâh neşod.
Heftâd o do sâl fikr kerdem şeb u rûz,
M a’lûm negeşt o kıssa kûtâh neşod.

Kader perdesinin arkasına gitmek için kimseye yol verilme­


miştir. Allah’ın sırrından kimse haberdar olmamıştır. Yetmiş iki yol
gece ve gündüz düşündüm. Bir şey anlamak, öğrenmek mümkün
olmadı. Muamma hallolunmamış kaldı.

[Kimse kader perdesinin arkasına geçemedi.


Tanrı sırlarından kimse haberdar olamadı.
Yetmiş iki yıl düşündüm gece gündüz,
Bir şey anlamadım; muamma çözülmedi.] [M. Kanar]

337
-262-

Gûyend be haşr goftigû hâhed bûd.


Yan yâr-i azîz tondhû hâhed bûd.
Ez hayr-i mahz coz nikû’î nâyed.
Hoş bâş ki âkibet nikû hâhed bûd.

Derler ki kıyamette güftügû olacak ve o aziz yâr gazaba ge­


lecek.157 Mahz hayır olandan, iyilikten gayri bir şey sudûr etmez.
Müsterih ol. Akıbet iyi olacaktır.

[ D e r l e r k i m a h ş e r g ü n ü k o n u ş m a l a r o l a c a k .

O a z i z y â r ç o k s e r t h u y l u o l a c a k .

H a y ı r y a p a n s a d e c e i y i l i k y a p a r .

R a h a t o l . S o n u p e k i y i o l a c a k .] [ M . K a n a r ]

157. Kur’ân’ın Sûretu’l-burûc’unda (LXXXV) 12. âyet olan “İnne batşe rabbike le şe-
dîdun” âyetine telmih vardır ki “Dîn-i islamı kabul etmemiş olanlar için kıyamet
günü şüphesiz Rabbinin savleti pek şiddetli olacak.” meâlindedir.

338
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-263 -

Gerdûn zi sehâb nesteren mîrîzed.


Gûyî ki şikûfe der çemen mîrîzed.
Der câm-i ço süsen mey-i gulgûn rîzem.
Kez ebr-i benefşegûn semen mîrîzed.

Sema buluttan nesteren158 yağdırıyor. Zannedersin ki çime­


ne çiçek yağıyor. Susam çiçeği şeklinde olan kadehe ben de gül
renginde şarap doldurayım. Zira menekşe renkli buluttan yere ya­
seminler dökülüyor.159

[Gökyüzü buluttan nesteren döküyor.


Sanki çimenlik üstüne çiçek döküyor.
Süseni andıran kadehe gül renkli şarap dökeyim.
Menekşe renkli bulut yasemin döküyor.] [M. Kanar]

158. Yabani gül ve Ağustos gülü dediğimiz çiçek.


159. Kar yağan bir kış gününün nefis ve üstadane bir Hayyamca tasviridir. Bizim Ce-
nab Şehabeddin Bey de kar yağışmı tasviren bir şaheser vücuda getirmiştir. Şu bir
iki parça yüksek bir sanat eseri olan “Elhân-i şitâ” unvanlı o manzumedendir:

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş.


Eşini kaybeylemiş bir kuş
gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbahân arar

Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir.


Berg-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-i ter...
Dök ey sema,-revân-ı tabiat gunûdedir!-
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî riyâz-ı melekûtun...

Bir sanat dehası ve şairi olan Cenab Şehabeddin Bey’in manzumesini ve her man­
zumesini okuyun. Onlarda daima bir ziyafet ve rûhânî gezinti bulur ve yararlanır­
sınız. [A. Cevdet]

339
- 264 -

Mey hor ki zi dil kesret o kıllet bebered.


Vendîşe-i heftâd o do millet bebered.
Perhiz mekon zi kimyâ’î ki ez û
Yek men bohorî, hezâr illet bebered.

Şarap iç ki gönlünden çokluk, azlık düşüncesini ve yetmiş


iki160 millet endişesini yok edecek odur. Bir men’i161 bin illeti iyi
eden bir iksire perhiz etme.

[ Ş a r a p i ç ; g ö n l ü n d e n a z l ı ğ ı , ç o k l u ğ u g ö tü r ü r .

Y e t m i ş i k i m i l l e t i n k a y g ı s ı n ı g ö t ü r ü r .

Ş u k i m y a l ı s u d a n u z a k d u r m a a m a n !

B i r b a t m a n i ç t i n m i , b i n d e r d i g ö t ü r ü r .] [ M . K a n a r ]

160. Ceng-i heftâd o do millet heme râ ozr bedih


Çon nedîdend hakikat; der-i efsâne zedend.
[Yetmiş iki milleti de mazur gör. Gerçeği göremeyince, efsane yolunu seçtiler.]
beyti de aynı anlamdadır.
161. İran’da bir men yaklaşık olarak bir buçuk kiloluk bir ağırlık ölçüsüdür.

340
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-265 -

İn akl ki der reh-i se’âdet pûyed,


Rûzî sed bâr hod torâ mîgûyed,
Deryâb to in yekdeme vaktet ki ne’î
An terre ki bedrevend o dîger rûyed.

Saadet arkasından koşan bu akıl bizzat günde yüz defa sana


der ki bir lahza demek olan ömrünü haz ve neş’e ile geçirmeye ih­
timam et. Zira sen biçildikten sonra tekrar biten tere otu değilsin.
[Bir kere öldükten sonra dirilmen yoktur. Haberin olsun!]

[Şu akıl var ya, saadet yolunda yürür.


Günde yüz kez sana seslenir durur.
Bir anlık ömrün kıymetini bil.
Tere değilsin sen, biçilince tekrar biter.] [M. Kanar]

341
-266-

Mey gerçi herâmest velî tâ ki hored.


Vangâh çi mikdâr o key o bâ ki hored.
Her gâh ki in çihâr şart âmed cem’,
Mîrâ, becoz ez merdom-i dânâ ki hored?

Vakıa şarap haramdır, fakat içene ve içilen miktara, içildiği


zamana ve kendisiyle beraber içilene nazaran haramdır. Bu dört
şart matlûba muvafık olarak bir araya geldikçe şarabı hakîm adam­
lar içmez de kim içer?

[ M e y h a r a m d ı r ; b a k b a k a l ı m , k i m i ç i y o r ?

N e k a d a r i ç i y o r ? K i m l e i ç i y o r ?

B u ü ç ş a r t y e r i n e g e l d i y s e , s ö y l e b a n a :

M e y i â l i m i n s a n i ç m e s i n d e k i m i ç s i n ? ] [ M . K a n a r ]

342
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-267 -

Men bâde be câm-i yek menî hâhem kerd.


Hod râ be do câm-i mey ganî hâhem kerd.
Evvel se telâk-i akl o dîn hâhem dâd.
Pes dohter-i rez râ be zenî hâhem kerd.

Ben yek men162 kadehe şarap dolduracağım. Böyle iki kadeh


şarapla kendimi tatmin etmek isterim. Evvela akıl ve dini talâk-i se-
lâse ile boşayacağım. Sonra üzüm kızı163 ile evleneceğim.

[Bir batmanlık şarap alacağım,


iki kadeh meyle zengin olacağım.
Önce aklı, dini boşayacağım.
Sonra üzümün kızını nikâhıma alacağım.] [M. Kanar]

162. Yekmen bir batman demekse de. Iran-ı kadimde büyük bir bardağa alem olduğu
anlaşılıyor. K â’ânî

Şerâb-i telh mîkeşem, mey-i mecûs mîhorem.


Piyâlehâ-yi yekmenî be bang-i küs mîhorem.

[Acı şarabı çeker, mechusî meyini içerim. Kös sesiyle bir batmanlık kadehleri di­
kerim.]
diyor ki burdan da “piyâle-i yekmen” bir batmanlık bardak demek olmadığı istid­
lal olunuyor.
163. Duhter-i rez, bintu’l-ineb şarabın isimlerindendir. Bizde şimdi “üzüm kızı” deme­
ye başlarsak, bir gün gelir, duhter-i rez tabiri kadar alışılmış ve müstamel olabilir.

343
-268-

Men mey horem o her ki ço men ehl buved,


Mey horden-i û nezd-i hodâ sehl buved.
Mey horden-i men Hak zi ezel mîdânist,
Ger mey nehorem, ilm-i Hodâ cehl buved164

Ben şarap içerim ve benim gibi her ehil olan kimsenin şarap
içmesi Allah'ın nazarında ehemmiyetten âlîdir. Benim şarap içece­
ğimi Allah ilm-i ezelîsi ile bildi. Ben şimdi içmeyecek olsam, Al­
lah'm ilmi cehl olur.

[ B e n m e y i ç e r i m , b e n i m g i b i l e r e h i l o lu r .

M e y i ç e n i a f f e t m e k T a n r ı k a t ı n d a k o l a y o lu r .

T a n r ı e z e l d e b i l i y o r d u m e y i ç e c e ğ i m i ,

M e y i ç m e z s e m , T a n r ı ’ n ı n i l m i c e h i l o l u r ! ] [ M . K a n a r ]

164. “Allah’ın istediğinden gayri bir şey isteyemezsiniz.” âyetini kastediyor.

344
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-269-

Meyhâre eğer ganî buved, ûr şeved.


Vez arbede’eş cihan por ez şûr şeved.
Der hokke-i la’l ez an zomorrod rîzem
Tâ dîde-yi e f’î-yi gamem kûr şeved.

Eğer şarap içen zengin ise, kötü olur. Onun arbedesinden


dünyaya şer yayılır. Kırmızı hokkaya o zümrütten165 dökerim ta ki
gamımm yılanının gözü kör olsun.

[Şarap içen zenginse kötü olur.


Dünyayı onun şamatası doldurur.
Lâl hokkasına o zümrütten dökerim.
Böylece gam yılanımın gözü kör olur.] [M. Kanar]

165. Zümrütten muradı ya esrar (beng = haşhaşjdır ki zümrüt gibi yeşil bir renktedir ya­
hut yılana zümrüt gösterilince gözü kör olur ve insana artık bir zarar veremez bir
hale gelir itikadına telmihtir. Kırmızı hokkadan muradı, içinde kırmızı şarap bulu­
nan bardaktır. Haşhaşın fizyolojik etkileri düşünülürse, bu rubaideki düşünce ve
anlamlar daha ziyade takdir edilir.

345
-270-

Nâborde be sobh der taleb şâmî çend,


Nenhâde zi hîşten burûn gâmî çend.
Der kisvet-i hâs âmede ez âmmî çend,
Bednâm konende-i nîknâmî çend.

Birkaç gece hakikati aramakla meşgul olarak sabahlamamış


ve nefsinin haricine birkaç adım asla atmamış olan avâma mensup
birkaç kimse havas kisvesine bürünerek bazı iyi ad sahiplerini kö-
tülemişlerdir.

[ T a l e p y o l u n d a b i r k a ç g e c e s a b a h l a m a d a n ,

K e n d i d ı ş ı n d a o l a n l a r i ç i n a d ı m a t m a d a n ,

H a s k i s v e s i n e b ü r ü n m ü ş b i r k a ç h ö d ü k ,

B i r k a ç i y i i n s a n ı n a d ı n ı ç ı k a r m ı ş k ö t ü y e .] [ M . K a n a r ]

346
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM - RUBAİLERİ

- 271 -

Vaktî ki tulû-i sobh-i ezrak bâşed,


Bâyed be kefet câm-i murevvak bâşed.
Gûyend ki hak telh buved der efvâh,
Bâyed ki be in delil mey hak bâşed.

Sabah vaktinde elinde saf kadeh bulunması lâzımdır. Hak


ağızlarda acı olur166 derler. Bu delili ile mey hak olmak gerektir.

[Sabah doğarken hava masmavi olur.


Kadeh dediğin şeyde saf şarap olur.
Derler ki, ağızlarda acılık olur.
Demek ki bu delile göre mey hak olur!] [M. Kanar]

166. “el-Hakku muırun” yani” Hak acıdır” hükmüne telmihtir.


-272-

Ecrâm ki sâkinân-i in eyvânend,


Esbâb-i tereddud-i hiredmendânend.
Hân tâ serrişte-i hired gom nekonî!
K ’ânân ki mudebbirend, sergerdânend.

Semada sakin yıldızlar aklı başmda olanların tereddütlerine


sebep teşkil ederler. Sakın akıl ipinin ucunu kaçırmayasın! İnsanla­
rın talihini tayin ettiğine zâhib olduğun yıldızların kendileri ezelî ve
ebedî tabiat kanununun hükmü altında zebun ve avaredirler.

[ G ö k k u b b e d e d u r a n § u g ö k c i s i m l e r i ,

A k ü s a h i p l e r i n i n t e r e d d ü t s e b e p l e r i .

A m a n a k l ı m ı k a ç ı r ı r ı m d e m e s a k ı n !

T e d b i r l i g e ç i n e n l e r , b u y o l u n a v a r e l e r i .] [ M . K a n a r ]

348
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-273 -

Vakte st ki ez sebze cihân ârâyend,


Mûsâ-sifetân zi şâh kef bonmâyend.
îsâ-sifetan zi hâk bîrûn âyend,
Der çeşme-i sehâb dîdehâ bogşâyend.167

Şimdi cihanın yeşilliklerle süslendiği, dallarda “yed-i beyzâ-


yı Kelim” gibi filizlerin zuhur ettiği, Isa’mn ölü diriltici nefhasıyla
vaki olan hayat yenilenmesine mümasil nebâtatm topraktan çıktığı,
bulutun cisminde gözlerin açıldığı bir zamandır.

[Bu vakitte seher yeli, ile dünya süslenir.


Bulutun gözünden çeşmeler boşanır.
Musa elli çiçekler dallarından avuç gösterir.
Isa nefesliler topraktan fışkırır.] [M. Kanar]

167. Bu mısra “der çeşm-i sehâb çeşmehâ begşâyend” şeklinde de mesturdur. Sadî’nin
oğluna yazdığı bir mersiyeden şu yakıcı ve nazik parçayı da okuyun:

Eyyâm-i behârest, gul u lâle vu nesrin


Ez hâk ber âyend ; to der hâk çerâyî?
Çon ebr-i behârân berevem, zâr begiryem.
Ber hâk-i to çendan ki to ez hâk berâyî.

[Bahar mevsimidir. Gül, lale ve nesrin çıkıyorlar topraktan. Sen neden toprakta­
sın? Bahar bulutu gibi gidip senin toprağının üstünde öylesine ağlayayım ki sen de
topraktan çıkasın.] [M. Kanar]
Abdülhak Hâmid Bey’in pek nefis bir manzumesinden şu beyti de sunayım:

Eyyâm-ı balıâr oldu; çiçekler bütün açtı.


Kalsın mı benim gonçefemim hasret-i güftâr?

349
- 274 -

Hân tâ nenihî ber ten-i hod gosse vo derd!


Tâ cem’ konî sîm-i sefîd o zer-i zerd.
Zan pîş ki gerded nefes-i germ-i to serd,
Bâ dûst bohor ki doşmenet hâhed kerd.

Beyaz gümüş ve san altm toplamak için sakın kendine gus-


sa ve dert getirme! Sıcak nefesin soğuk olmadan evvel dost ile ye,
iç. Zira sonra düşmanın yiyecektir.

[ A m a n g ö n l ü n d e t a s a y a , d e r d e y e r v e r m e !

B e y a z g ü m ü ş , s a r ı a l t m t o p l a r ı m d e m e !

S ı c a k n e f e s i n s o ğ u m a d a n ö n c e ,

Y e d o s t u n l a . D ü ş m a n ı n y i y e c e k a k s i t a k d i r d e .] [ M . K a n a r ]

350
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-275 -

Her cor’e ki sâkiyeş be câm efşâned,


Der dîde-yi germ âteş-i gam benşâned.
Sobhânallâh zi bâde mîpindârî,
Abî ki zi sad derd-i dilet berhâned.

Sakinin kadehe boşalttığı her katre hararetli gözlerindeki


gam ateşlerini söndürür. Sübhanallah; bâdeye seni yüz gönül der­
dinden kurtaran bir iksir nazarıyla neden bakmazsın?

[Sakinin kadehe boşalttığı her yudum,


Söndürür hararetli gözdeki gam ateşini.
Allah Allah! Neden bakmazsın bâdeye,
Seni yüz gönül derdinden kurtaran iksir diye?] [M. Kanar]

351
-276-

Hergeh ki benefşe câme ber reng zened,


Der dâmen-i gol bâd-i sabâ çeng zened,
Hoşyâr kesî buved ki bâ sîmberî,
Mey nûşed u câm-i bâde ber seng zened.

Menekşe giysisini mora boyadığı, bad-ı saba gülün eteğine


sarıldığı vakit akıllı adam o adamdır ki bir gümüş göğüslü maşuka
ile şarap içer ve şarap kadehini taşa çarpar [sermest olur],

[ N e z a m a n k i m e n e k ş e g i y s i s i n i b o y a r ,

S a b a h m e l t e m i g ü l ü n e t e ğ i n e e l k o y a r ;

A k ı l l ı o n a d e r i m b e n : B i r g ü m ü ş t e n l i y l e

i ç e r m e y i ; b â d e k a d e h i n i t a ş a ç a l a r .] [ M . K a n a r ]

352
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-277-

Zâhid kerem-i torâ ço mâ neşnâsed,


Bîgâne torâ ço âşinâ neşnâsed,
Goftî ki goneh konî, be dûzeh beremet, >
İn râ be kesî gû ki torâ beşnâsed.

Zahid senin inayet ve keremini bizim kadar anlayamaz. Ya­


bancı seni aşina kadar anlayamaz. Eğer günah işlersen seni cehen­
neme koyarım diyorsun. Sen bunu bize değil, seni anlayanlara anlat.

[Zahid keremini bizim gibi anlayamaz.


Yabancı seni tanıdık gibi tanıyamaz.
“Günaha girersen, cehenneme atarım!" dersin.
Bunu seni tanıyana anlat. [M. Kanar]

353
-278 -

Eyşî ki moheyyâst, rehâ netvan kerd.


Ser der ser-i yâr-i bîvefâ netvan kerd.
Omrî ki torâ hest, ganimet mîdâr.
Kanrâ ço nemâzhâ kaza netvan kerd.

Hazırlanmış olan iyş ü nûş ihmal edilemez. Vefasız yâre gü-


venilemez. Kalan ömrünü ganimet bil. Zira ömrün namazlar gibi
kazası mümkün değildir.

[ H a z ı r o l a n i ş r e t m e c l i s i i h m a l e d i l e m e z .

V e f a s ı z o l a n y â r e g ü v e n i l e m e z .

Ö m r ü n ü g a n i m e t b i l s e n .

N a m a z g i b i k a z a e d i l e m e z . [ M . K a n a r ]

354
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-279-

Yek cor’e-yi mey molk-i cihan mî erzed.


Hişt-i ser-i hom hezar cân mî erzed.
An kefe ki leb be mey ezû pâk konend,
Hakkâ ki hezâr taylesân mî erzed.

Bir yudum şarap mülk-i cihan değer. Şarap küpünün ağzın­


daki kerpiç bin can değer. Şaraplı dudağı silmek için kullanılan tül-
bend, hakikat-ı halde, bin taylesan168 değer.

[Bir yudum şarap dünya mülküne değer.


Küpün üstündeki kerpiç bin cana değer.
Ağız silinen tülbent bezi yok mu,
Gerçekten bin taylesana değer. ] [M. Kanar]

168. Taylesan, sarığın omuz üzerine sarkıtılan ucu ki sûfîliğin alametidir.

355
-280-

Yârân heme ittifâk-i m î’âd konîd.


Hod râ be cemâl-i yekdiger şâd konîd.
Sâkî ço mey-i mogâne ber kef gîred.
Bîçâre folan râ be doâ yâd konîd.

Dostlar, cümleniz [vefatımızdan sonra] bir buluşma yeri ta­


yin ediniz. Birbirinizi olgun cemalinizle şâd ediniz. Saki eski şarap
kadehini eline aldığı vakit biçare filanı [biçare Hayyam’ı] dua ile
yâd ediniz.

[ D o s t l a r , i ç k i m e c l i s i n d e b i r a r a y a g e l i n .

B i r b i r i n i z i n y ü z ü n e b a k ı n , k e n d i n i z i § â d e d in .

S a k i m u g l a r ı n m e y i n i e l i n e a l ı n c a ,

B i ç a r e f i l a n c a y ı d a d u a i l e y â d e d i n .] [ M . K a n a r ]

356
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-281 -

Yekrûz felek kâr-i merâ sâz nedâd.


Hergiz sûy-i men demî hoş-âvâz nedâd.
Yekrûz demî zi şâdmânî nezedem.
K ’anrûz be dest-i sad gamem bâz nedâd.169

Hiçbir gün felek bana yâr ve yaver olmadı. Temennilerime


asla rıza ve yumuşaklıkla cevap vermedi. Bir gün olmadı ki me-
sûdane bir nefes alayım da o gün tekrar yüz gamın pençesine düş­
meyeyim.

[Felek bir gün bile işime yardım etmedi.


Bana hiçbir zaman güzellikle seslenmedi.
Bir gün bile sevinç ile nefes almadım.
Her gün beni yüz gama müptela etti.] [M. Kanar]

169. Bizce İran’ın en kuvvetli ve en ince şairi olan Orfî’nin şu titreyen, ağlayan ve ka­
nayan nazik hayalini de okuyun:

Mâ der in gamkede hem tâli’ zi hom âmede’îm


Hande bîgirye-yi hûnîn be leb-i mâ neresed.
[Örfî, Dilmestî-yi Mevlânâ’dan]

[Biz bu gam evine küple, alihimiz bir olarak geldik. Kanlı gözyaşları dökmeden
dudağımıza gülümseme gelmez.] [M. Kanar]

357
-282-

Yek câm-i şerâb sad dil o dîn erzed.


Yek cor’e-yi mey memleket-i Çîn erzed.
Coz bâde-i la’l nîst der rûy-i zemîn
Telhî ki hezâr cân-i şîrîn erzed.

Şarap dolu bir cam, yüz dil ve din değer. Bir yudum şarap
Çin ülkesine değer. Yeryüzünde kırmızı şaraptan gayrı bir acı yok­
tur ki bin tatlı can değsin.

[ B i r k a d e h ş a r a p y ü z g ö n ü l i l e d i n d e ğ e r .

B i r y u d u m ş a r a p Ç i n m ü l k ü n e d e ğ e r .

L â l ş a r a p t a n b a ş k a ş e y y o k d ü n y a d a ,

O n u n a c ı s ı , b i n t a t l ı c a n d e ğ e r .] [ M . K a n a r ]

358
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-283-

Mey hor ki tenet be hâk der zerre şeved.


Hâket pes ez an piyâle vo homre şeved.
Ez dûzeh o ez behişt fâriğ mîbâş.
Âkil be çenin çîz çerâ gorre şeved?

Şarap içmeye bak. Zira vücudun toprak içinde zerrelere ay­


rılacaktır. Sonra da toprağından kadeh ve şarap küpü yapılacak. Ce­
hennemi, cenneti aklından çıkar. Akıllı bir adam böyle şeye neden
inansın?

[Şarap iç; bedenin zerre zerre toprak olacak.


Sonra toprağından kadehler, küpler yapılacak.
Cenneti, cehennemi kafana takma hiç.
Akıllı olan böyle şeylere güvenir mi hiç?] [M. Kanar]

359
-284-

Ânân ki be kâr-i akl der mîkûşend,


Heyhât ki comle gâv-i ner mîdûşend.
An bih ki libâs-i eblehi der pûşend.
K ’imrûz be akl terre mînefrûşend.

Yalnız aklı kendilerine rehber ve medâr-ı istinad edinenle­


rin cümlesi, yazıklar olsun, öküz sağarlar (abesle iştigal ederler).
Bunların gaflet elbisesini giyinmeleri evladır. Zira bugün çarşıya
çıkarılsa, akıl mukabilinde (akıl almak için) bir deste tere veren
olmaz.170

[ A k ı l l a r ı y l a iş e d e n le r ,

Y a z ı k , h e p ö k ü z s a ğ a r l a r !

i y i d e ğ i l m i e b l e h l i k g i y s i s i n i g i y e n l e r ,

B u g ü n a k l a t e r e s a t m a s a l a r l ] [ M . K a n a r ]

170. Bu nefis rubaiyi Hayyâmîlerden Hüseyin Rıfat Bey nazraen şöyle tercüme etmiş
ve muvaffak olmuştur:

Aklı rehber edinenler eyler


Öküzü sağmak için sarf-ı zaman.
Böyle eblehçe fikirler şimdi
Etmiyor çarşıda bir torba saman.

Orfî’nin :

Nokte-i ışk kocâ, hovsele-i akl kocâ?


Tohfe-i şâh kesî pîş-i gedâyî nekeşed

İn çemen-i muhabbeteset elehazer ey behiştiyân


Bûy-i gol-i mâ mağz-i dimâğ mîhored.

360
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 285 -

Eflak ki coz gara nefzâyend diğer.


Nenhend be câ tâ nerobâyend diğer.
Nââmedegân eğer bedânend ki mâ
Ez dehr çi mîkeşîm, nâyend diğer.

Gamdan gayrı bir şey artırmayan felekler dünyaya hiçbir


şey getirmez ki tekrar onu yerinden koparıp almasın. Dünyaya
gelmemiş olanlar bizim felekten ne çektiğimizi bilseler, dünyaya
gelmezler.

[Felekler arttırmazlar gamdan öte asla.


Almadıkça koymazlar yerli yerine asla.
Bir bilseler neler çekiyoruz felekten;
Gelmeyenler, gelmez, gelmez asla! [M. Kanar]

[Aşkın nüktesini anlamak nerede, bunu anlayacak akıl nerede? Kimse dilenciye
şahlara yakışır hediye vermez. Bu muhabbet çemenidir ey cennetlikler, dikkat
edin! Bizim gülümüz akıl yer, akıl!] [M. Kanar]

Hakîm ve feyyaz şair Feyzî-yi Hindi ise bilakis şu fikirdedir:


Ez akl ser mekeş ki moşîrîst m o’temen
Ber vehm dil menih ki sefîhîst mofterî.

[Akıldan yüz çevirme. Emin bir kılavuzdur çünkü. Vehme kapılma. İftiracı bir se­
fihtir çünkü.]

361
-286-

An mey ki heyât-i câvîdânîst, bohor.


Sermâye-yi lezzet-i cevânîst, bohor.
Sûzende ço âteş est liken gam râ
Sâzende ço âb-i zindegânîst, bohor.

İç o şarabı ki ebedi hayattır. İç o şarabı ki gençliğin lezzet


sermayesidir. İç o şarabı ki ateş gibi yakıcıdır. Fakat kedere karşı
abıhayat gibidir. Onu eritir.

[ E b e d i h a y a t v e r e n ş a r a b ı iç .

G e n ç l i k l e z z e t i n i n s e r m a y e s i ş a r a b ı iç .

A t e ş g i b i y a k ı c ı d ı r a m a g a m i ç i n

Ö l ü m s ü z l ü k s u y u g i b i y a p ı c ı ş a r a b ı i ç .] [ M . K a n a r ]

362
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-287 -

Der dâire-yi sipihr-i nâpeydâ govr


Mey nûş be hoşdilî ki dovrest be covr
Novbet ço be dovr-i to resîd, âh mekon
Câmîst ki comle râ çeşânend be dovr.

J u sonsuz felek dairesi içinde gönül safasıyla şarap iç. Zira


devran cefa ve zulme alışkındır. Kurban olmak sırası sana gelince
sızlanma. Bu herkesin sıra ile tattığı bir sahbâdır (ecel kadehidir).

[Dibi görünmez şu felek dairesinde,


İç keyifle mey. Zira nam salmış devran zulme.
Geldi mi sıra sana, sızlanma, etme âh.
Herkese sırayla tattırılacak bir kadeh.] [M. Kanar]

363
-288 -

Ez bûdenî ey dûst çi dârî tîmâr?


Vez fikret-i bîhûde dil o cân efgâr.
Horrem to bezî; cihan be şâdî gozeran.
Tedbîr ne bâ to kerde’end âhir-i kâr.

Ey dost; sen hayat sırrını aramakla niye yorulursun? Beyhu­


de fikirlerle dil ve canını ne üzersin? Neşeli yaşa. Zamanı şadlıkla
geçir. Herhâlde mevcûdat yaratıldığı ve nizâm-ı âlem vaz’olundu­
ğu vakit senin tedbir ve re’yin sorulmadı.

[ D o s t u m v a r a y o ğ a n e d e n t ü k e t i r s i n k e n d i n i ?

B o ş y e r e d ü ş ü n e r e k y a r a l a r s ı n g ö n l ü n ü .

M u t l u y a ş a ; s e v i n ç l e g e ç i r ö m r ü n ü .

S a n a s o r u l m a d ı y a ş u d ü n y a n ı n d ü z e n i ! ] [ M . K a n a r ]

364
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-289-

İn ehl-i kubûr hâk geştend o gobâr.


Her zerre zi her zerre giriftend kenâr.
Âh in çi şerâbest ki tâ rûz-i şomâr
Bîhod şode vo bîhaberend ez heme kâr.

Bu mezar ehli toprak ve gubar olmuşlardır. Vücutlarım teş­


kil eden zerreler birbirinden ayrılmış ve her biri bir tarafa dağılmış­
tır. Ah, bu ne şaraptır ki insanoğlunu kıyamete kadar bîhud ve bü­
tün hallerden ve gerçeklerden bihaber tutar!171

[Toz toprak oldu şu kabristan ehli.


Birbirinden ayrıldı her bir zerresi.
Ah, nasıl şaraptır bu? Kıyamete kadar
Geçmiştir kendinden, hiçbir şeyden yok haberi.] [M. Kanar]

171. Bedreddin Simâvî’nin Vâridât’ını okursanız, işin doğrusunu anlarsınız. Ali Emîrî
Efendi merhumun bıraktığı kütüphanede aslı Arapça olan Vâridât’ın Şeyhülislam
Musa Kâzım efendi tarafından yapılmış Türkçe bir tercümesi vardır. [A. Cevdet]

365
-290-

Ey dil; heme esbâb-i cihân hâste gîr.


Bâğ-i tarabet be sebze ârâste gîr.
Hoş baş der in neşîmen-i kovn u fesâd.
Rûzî do se benşeste vo ber hâste gîr.

Ey gönül; cihanın bütün izzet ve refah sebeplerini hazır say


ve bu haneyi nimette dolu ve müzeyyen kıyas et. Bu kevn ü fesâd
durağında rahat yaşa. Burada iki üç gün oturduktan sonra kalkıp gi­
deceğini bil.

[ G ö n l ü m , d ü n y a d a k i h e r m u r a d ı n ı i s t e m i ş s a y .

N e ş e b a h ç e n y e ş i l l i k l e b e z e n m i ş s a y .

S o n r a ç a y ı r l ı ğ a b i r g e c e ş e b n e m g i b i

O t u r u p s a b a h k a l k m ı ş s ı n s a y .] [ M . K a n a r ]

366
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-291 -

Sostî mekon o farîza-yi Hak begozâr.


Van lokme ki dârî zi kesân bâz medâr.
Der hûn-i kes o mâl-i kesî kasd mekon.
Der uhde-yi an cihan menem; bâde biyâr.

Miskinlik etme. Hakk’ın farîzalanm eda et. Sahip olduğun


bir lokma ekmeği başkalarından esirgeme. Kimsenin malına, canı­
na kasdetme. Bunları yaptıktan sonra öteki dünyayı benden iste.
Onu ben sana vaat ve taahhüt ederim. Şarap getir!

[Miskinlik etme, Tanrı’nın farizasını getir yerine.


Sahip olduğun lokmayı kimseden esirgeme.
Kimsenin canına, malına kasdetme.
Ahireti garantilerim sana; getir şimdi bâde.] [M. Kanar]

367
-292-

Ez gerdiş-i in zemâne-yi dûnperver


Bâ sad gam o derd mîberem omr be ser
Çon gönce be golzâr-i cihân bâ dil-i teng,
Çon lâle zi bâğ-i dehr bâ hûn-i ciğer.

Aşağılıkları koruyan olan bu zamanenin sîret ve tavırları yü­


zünden ömrüm gam ve dert içinde geçiyor. Cihan gülzânnda gön­
lüm bir gonca gibi darlıkta, sıkılmış bir haldeyim. Cihan bağında
lale gibi ciğer kanma boyanmış bulunuyorum.

[ S e f i l l e r i k o r u y a n f e l e ğ i n d ö n ü ş ü n d e n ,

Y ü z g a m , d e r t i ç i n d e g e ç i y o r ö m r ü m .

D a r a l m ı ş y ü r e ğ i m l e d ü n y a g ü l i s t a n ı n d a k i g o n c a y ı m .

D ü n y a b a h ç e s i n d e c i ğ e r i k a n l ı b i r l a l e y i m .] [ M . K a n a r ]

368
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-293 -

Eyyâm-i cevânîst, şerâb ovlâter.


Bâ hûrveşân bâde-yi nâb ovlâter.
İn âlem-i fânî ço herâbest be âb,
Ez bâde der û mest o herâb ovlâter.

Gençlik günleridir; şarap evlâdır. Melek yüzlülerle, üzümün


saf ve berrak usâresini içmek evlâdır. Mademki bir kere bu fani
dünya su ile harap olmuştur,172 bunda bâde ile mest ve harap bulun­
mak evlâdır.

[Gençlik çağıdır, şarap içmek iyidir.


Yeni yetme gençlerle şarap içmek iyidir.
Âlem dediğin bir harabeden ibaret.
Harabede bâde ile harap olmak iyidir.] [M. Kanar]

172. Tûfân-ı âlem rivayetine telmih ediyor.

369
-294-

An la’l der âbgîne-yi sâde biyâr.


Van mahrem o mûnis-i her âzâde biyâr.
Çon mîdânî ki âlemî âmede hâk,
Bâdîst ki zûd bogzered; bâde biyâr.

Saf billur bardaktaki o yakutu,173 o her hür adamın mahrem


ve munisini getir. Alemin topraktan geldiğini elbette bilirsin. Hayat
âlemi çabuk geçen bir rüzgârdır. Bâde getir.

[ S a f ş i ş e d e d u r a n o l â l ş a r a b ı g e tir .

Ö z g ü r l e r i n m a h r e m i n i , d o s t u n u g e tir .

B i l i y o r s u n m a d e m d ü n y a h a y a t ı

E s i p g e ç e r r ü z g â r d ı r ; b â d e g e t i r .] [ M . K a n a r ]

173. Yakuttan muradı kırmızı şaraptır. Boileau

Ou la joie en sono lustre attirait les regards


Et le vin en rubis brillait de toutes parts

beytinde de kırmızı şarap ile yakutu münasebetdâr göstermiştir.

370
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-295 -

Ey der taleb-i to âlemî der şerru şûr!


Der pîş-i to derviş o tevanger heme ûr.
Ey bâ heme der hadîs, gûş-i heme ker,
Vey bâ heme der huzûr, çeşm-i heme kûr.

Ey kendisini taleb ve taharri yolunda bütün bir âlemin şerr ü


şûrda bulunduğu zât! Senin huzumnda fakir ve zengin hep şaşıdır.
[Şaşkındır; gerçeğe dikkatle bakmaktan âcizdir.] Ey kendisiyle mü-
kalemede herkesin kulağı sağır olan! Ey huzurunda cümlenin gözü
kör olan!174

[Ey talep yolunda âleme şer salan!


Ey yoksulu zengini gözünde çıplak olan!
Ey kendisiyle konuşanların kulağı sağır olan!
Ey huzurunda herkesin gözü kör olan!] [M. Kanar]

174. Bu rubaide yüksek bir felsefe yer almaktadır. Edası inkarcıdır. Alman humoristle-
rinden Johann Paul Richter [1763-1825]’in şaheseri sayılan bir romanının bir fas­
lını andırır. Büyük yazar bu fasılda bir yaz akşamı bir dağ başında uykuya dalmış
olduğu vakit gördüğü şu rüyayı hikâye eder: “Gece yansı uyanır. Kendisini bir me­
zarlığın ortasında bulur. Bütün mezarlar açılır. Çocuklar müstesna, bütün ölüler
mezarlarından çıkar; havaya yükselir. Bu manzara önünde dehşete düşen Richter,
mezarlığın bitişiğindeki kiliseye sığınır. Orada mihrab (autel)a yukandan, yüzü
tüllü fakat tasvir edilemez bir ızdırap ile intibâdar Hazreti İsa’nın nüzul ettiği gö­
rünür. Aynı zamanda “Ey İsa! Hiç Allah yok mu?” diye ölülerin bağırdıklan ve
İsa’nın “Allah yoktur!” cevabını verdiği işitilir. O zaman İsa güneşlerin üstüne
yükselerek, semaların tenhalığını geçerek, girdaba bakarak, âlemleri nasıl dolaştı­
ğını ve mahzâ kendisinin de onlar gibi zavallı bir yetimden başka bir şey olmadı­
ğını mertebe-i subûta vardırmak için babasım çağırdığını hikâye eder.”
Bu felsefî parça Madame de Stael’in De l ’Allemage ünvanlı kitabının 378. sayfa­
sında “Un Songe” başlığıyla yazılıdır.
AvusturyalI şair Hammerling’in Sinnen und Minnen yani “Sevmek ve Düşünmek”
ünvanlı şiir kitabında buna benzer ve daha müthiş bir parça vardır. Mevzû-i bahis
bir ilâhenin denizin kenarında, mukaddes ormanda kâin Tabemacle’ım muhafaza­

371
-296-

Bâ yâr hoşem, câm-i şerâb ovlâter.


Vez dest-i gamem dîde por âb ovlâter.
Çon âlem-i dûn vefâ nehâhed kerden,
Der âlem-i dûn mest o herâb ovlâter.

Dostumla beraber bulunduğum vakit en ziyade hoşuma gi­


den şarap kadehidir. Hüzün ve kederin pençesinde bulunduğum va­
kit münasip olan, gözün yaşla dolu olmasıdır. Mademki vefa etme­
yecek, bu sefil dünyada mest ve harap bulunmak evlâdır.

[ Y â r i m l e b i r l i k t e y k e n ş a r a p k a d e h i iy id ir .

B e n g a m l ı y k e n g ö z ü n y a ş l ı o l m a s ı iy id ir .

S e f i l d ü n y a n a s ı l o l s a v e f a g ö s t e r m e y e c e k ,

S e f i l d ü n y a d a m e s t , h a r a p o l m a k i y id ir .] [ M . K a n a r ]

ya memur olan bir Hertha rahibidir. Bir uzun kış gecesi bu Beytülhararrun muha­
fızı ilahenin gizli yüzünü örten örtüyü kaldırmak merakına mağlup olur. Bu saygı­
sızca muamele ilahe Hertha’nın nurlu gizemli yüzünü izhar edecek yerde, gözleri
onu görmeye gayret ettiği nispette zulmeti artan, daha ziyade kararan, açık bir gir­
daptan müthiş bir karanlık kuyudan başka bir şey göstermez. Rahip dehşete kapı­
lır; geri çekilir. Ayağı kayar ve denizin dalgalan içine düşer. Diğer rahipler koşar­
lar. İlâhenin intikamcı bakışı arkadaşlanmn üzerinde bir yıldınm tesiri yapmış ol­
duğuna kâni olurlar. Halbuki onun ölüm sebebi ancak “yokluğu” kendi gözüyle
görmenin verdiği bir baş dönmesi olmuştu.
“İlahî yokluk” başlıklı şu kıta da bana böyle bir karanlık ve hayret vadisinde mül­
hem olmuştur:

Hep boşluğa çıktı hücûm-i aklım.


Yumruklarım bîfâide sıkıldı:
Yırtılan perde-i râz arkasından,
Üstüme bir Kaf-ı zulmet yıkıldı!

Hertha bir Cermen mâbudesidir. Dünya Tannçası idi. Dini bütün Almanya’da ve
özellikle Hercunia ormanında yayılmıştı. Bu din İsveç’te uzun müddet yaşamıştır.
XH. asırda Waldemar tarafından imha edilmiştir. [A. Cevdet]

372
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 297 -

Bâ sifle-yi tondhûy-i bî akl o vekâr


Zinhâr mehor bâde ki rene âred bâr.
Bedmestî yo şûr u arbede der şeb-i târ
Derd-i ser o ozrhâhiyeş rûz-i homâr.

Titiz tabiatlı, akılsız, vekarsız hamervahlarla sakın şarap iç­


me! Zira mutlaka kalbini kırar. Bütün gece bedmestlik, kavga gü­
rültü eder. Ertesi gün özür dilemeleriyle başım ağrıtır.

[Akılsız, vakarsız, huysuz sefillerle


Sakın şarap içme! Seni üzerler.
Gece boyu hır çıkarır, dağıtırlar,
Mahmur olduğun zaman başını ağrıtırlar. [M. Kanar]

373
-298 -

Çon nîst torâ coz an ki û dâde karâr,


Çendin zi pey-i morâd dil rence medâr.
Hân tâ nenihî ber dil-i hod çendin bâr,
Bogzâşten o gozeşten est âhir-i kâr.

Mademki sana nasip yazılmış olandan gayri bir şeye ulaş­


mak yoktur; gönlünün arzusu arkasında koşarak kendine fazla zah­
met verme. Gönlünü o kadar ağır yük altmda ezme. İşin akıbeti
(bütün sahip olunanlardan) geçmektir ve göçmektir.

[ T a n r ı ’ ıtır ı v e r d i ğ i n d e n b a ş k a s ı n a s a h i p o l a m a z s ı n .

B ö y l e m u r a t p e ş i n d e k o ş m a k l a k e n d i n i ü z m e m e l i s i n .

G ö n l ü n e b u k a d a r a ğ ı r y ü k ü y ü k l e m e b o ş u n a ,

i ş i n s o n u n d a h e r ş e y i b ı r a k ı p g ö ç e c e k s i n . ] [ M . K a n a r ]

374
ABDULLAH CEVDET / ÖMER RAYYAM ■RUBAİLERİ

-299-

Cânâ, mey-i sâf-i nâmoşevveş mîhor.


Ber yâd-i botân-i nağz-i dilkeş mîhor.
Mey hûn-i rezest o rez torâ mîgûyed:
Hûn ber to helâl kerde’em; hoş mîhor.

Canım; saf ve berrak şarap iç. Gönül çekici güzel maşukala­


rı yâd ederek iç. Şarap üzümün kanıdır ve üzüm sana der ki kanımı
sana helâl ettim. Kana kana iç.

[Canım, saf ve berrak şarap iç.


Gönül çekici güzel dilberleri anarak iç.
Mey üzümün kanıdır; üzüm sana der ki:
Kanımı sana helâl ettim; afiyetle iç.] [M. Kanar]

375
-300-

Bâ yâr ço ârmîde bâşî heme omr,


Lezzât-i cihân çeşîde bâşî heme omr.
Hem âhir-i omr rihlet bâyed kerd,
Hâbî bâşed ki dîde bâşî heme omr.

Bütün ömrünü sevgilinle geçirmiş ve dünya zevklerini tat­


mış olsan da yine ömrünün sonunda dünyadan göçmek kaçınılmaz
ve bütün ömrünün bir rüyadan başka bir şey olmadığını görmen
muhakkaktır.

[ G e ç i r m i ş s e n y â r i l e b i r ö m ü r ,

T a t m ı ş s a n d ü n y a z e v k l e r i n i b i r ö m ü r ,

G ö ç ü p g i d e c e k s i n n a s ı l o l s a s o n u n d a ,

G ö r d ü k l e r i n r ü y a o l u r b i r ö m ü r .] [ M . K a n a r ]

376
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-301 -

Der movsim-i gul bâde-yi gulreng bohor.


Bâ nâle-yi nây o nağme-yi çeng bohor.
Men mîhorem o eyş konem bâ dil-i şâd.
Ger to nehorî, men çi konem? Seng bohor.

Gül mevsiminde, gül renginde şarap iç. Ney nalesiyle , çeng


nağmesiyle şarap iç. Ben pür neşe şarap içiyorum. Rûhanî zevk ü
safa tahsil ediyorum. Sen şarap içmiyorsan, ben ne yapayım? Zift
iç.175

[Gül mevsiminde gül renkli bade iç.


Ney nalesiyle, çeng ezgisiyle iç.
Şen gönlümle mey içer, i§ret ederim.
Sen içmezsen, ben n’apayım? Zıkkım iç!] [M. Kanar]

175. Aslında zift yokken mütercim bu kelimeyi nereden çıkardı diyecekler. Hayyam
“Taş ye!” diyor. Fakat biz “Şarap yemiyorsan ben ne yapayım? Taş ye!” diye har-
fiyyen tercüme edemeyiz.

377
-302-

Her geh ki dilet teng şeved, beng bohor.


Yâ yek do kadeh bâde-yi golreng bohor.
Ger in nehorî, an nehorî, ey ahmak,
Pes lâyik-i to seng buved; seng bohor.

Gönlün sıkıldıkça esrar yut; yahut gül renginde bir bardak-


çık şarap iç. Onu içmezsin, bunu içmezsin. Ahmak herif ! Sana lâ­
yık olan zifttir. Zift iç.176

[ C a n ı n s ı k ı l d ı k ç a e s r a r iç .

Y a d a b i r i k i k a d e h g ü l r e n k l i ş a r a p iç .

B u n u i ç m e z s i n , o n u i ç m e s i n b e h e y s a l a k !

S e n i n l â y ı ğ ı n z ı k k ı m d ı r ; z ı k k ı m i ç ! ] [ M . K a n a r ]

176. Bundan evvelki haşiye aynen burada da tekrar edilebilir.

378
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 303 -

Dey kûzegerî bedîdem ender bâzâr


Ber târok-i gil leged hemîzed bisyâr.
Van gil be zebân-i hâl bâ vey mîgoft:
Men hemçu to bûde’em; merâ nîkû dâr.

Dün pazarda bir çömlekçi gördüm. Yoğurduğu çamuru sü­


rekli olarak tekmeliyordu. O çamur hal dili ile ona “Ben de senin
gibi bir vücut idim. Beni hoş tut; hırpalama.” diyordu.

[Bir testici gördüm dün çarşıda.


Ne çok tekme atıyordu kil parçasına.
Kil hal diliyle diyordu ona:
Ben de senin gibiydim; iyi davran bana.] [M. Kanar]

379
- 304 -

Ger bâde horî to, bâ hiredmendân hor.


Yâ bâ sanemi lâleroh-i hendan hor.
Bisyâr mehor; vird mekon; fâş mesâz.
Endek hor o gehgâh hor o pinhân hor.

Eğer şarap içersen, irfan ve iz’an sahipleriyle yahut lale ya­


naklı ve dudaklarında tebessüm dolaşan bir maşuka ile iç. Çok iç­
me. İçmeyi alışkanlık haline getirme. Az iç; ara sıra iç; gizli iç.

[ B â d e i ç e c e k s e n , a k ı l l ı l a r l a b i r l i k t e iç .

L a l e y a n a k l ı , g ü l e r y ü z l ü b i r d i l b e r i l e iç .

Ç o k i ç m e , i f ş a e t m e , d i l i n e d o l a m a .

A z iç , a r a d a s ı r a d a iç , g i z l i g i z l i i ç .] [ M . K a n a r ]

380
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-305 -

Mey ber roh-i dilberâri-i çâlâk bohor.


E f’î-yi gamet gezîde; tiryâk bohor177
Men mîhorem o eyş konem; nûşem bâd!
Ger to nehorî, men çi konem? Hâk bohor!

Şarabı müstesna güzellerin yanaklarından iç.178 Gam yılanı


seni ısırınca esrar ye. Ben şarap içerim; neş’e tahsil ederim. Bana
afiyet olsun. Sen içmiyorsan, ben ne yapayım? Geber!

[Kıvrak dilberlerin yüzüne karşı şarap iç.


Gam yılanı sokmuş seni; panzehir iç.
Ben mey içip eğleniyorum; değsin canıma.
Sen içmezsen, napayım ben? Bok iç.] [M. Kanar]

177. Gûl-i heves râhzen o e f î-yi gam cangezâ. [Feyzî-yi Hindî]


[Heves çiçeği yol kesmede ve gam yılanı can sokmada.]
178. Hayyam’ın bir şarabı da güzellerin yanan ve yakan yanaklarındaki samedânî reng
ü ândır.

381
-306-

Vakt-i seherest, hîz ey sâdepeser


Por bâde-i la’l kon billûrîn sâger
Kin yek dem-i âriyet derin deyr-i fenâ,
Bisyâr becû‘î yo neyâbî dîger

Seher vaktidir, ey delikanlı, kalk. Billur sâgan yakut renkli


şarap ile doldur. Zira bu yokluk mabedinde bize eğreti olarak veri­
len bu bir lahzayı çok ararsın da bir daha bulamazsın.

[ E v l a d ı m , k a l k , o l d u s e h e r v a k t i .

L â l ş a r a p l a d o l d u r k r i s t a l k a d e h i .

Ş u y o k l u k m a n a s t ı r ı n d a k i e ğ r e t i b i r d e m i ,

Ç o k a r a r s ı n , b u l a m a z s ı n b i r d a h a o d e m i .] [ M . K a n a r ]

382
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-307 -

Yek cor’e mey ez memleket-i Cem hoşter.


Bûy-i kadeh ez gezâ-yi Meryem hoşter.
Âh-i seherî zi sîne-yi hommârî
Ez nâle-yi Bû Sa’îd o Edhem hoşter.

Bir yudum şarap Cemşid’in bütün ülkesine değer. Kadehin


kokusu Meryem’in gıdasından daha hoştur.179 Bu sarhoş gönlün si­
nesinden seher vakti çıkan iştiyak ve hasret âhı, Bû Sa’îd’in ve Ed-
hem’in şekvâlarına fâiktir.

[Bir yudum şarap Cem’in ülkesinden iyidir.


Kadeh kokusu Meryem’in yemeğinden iyidir.
Mahmur göğüsten yükselen seher ahlan,
Ebû Saîd’in, Edhem’in iniltisinden iyidir.] [M. Kanar]

179. Hazreti Meryem ortada bir eşi bulunmaksızın gebe kaldığı vakit gebeliğini gizle­
mek isteyerek yüzünü bir peçe ile örtmüş ve şarkın tenha bir tarafına çekilmişti.
Maksadı açlıktan ölmekti. Bir gün yapraksız, kuru bir hurma ağacmın altında bu­
lunduğu sırada doğum sancılan birdenbire bîçare M eryem’i yakalamıştı. O zaman
Cebrail [aleyhisselam] geldi. Hazreti Meryem’i keder etmemeye ve birdenbire
üzeri gayet leziz meyve ile dolu olan ağacm meyvesiyle beslenmeye davet etti.
Kur’ân’ın Meryem sûresinin 16. ve müteakibi âyetleriyle Âl-i İmran suresinin 32.
âyetinin tercümelerine bakılsın. Bu sonuncu âyette Zekeriva’nın “mâder-i bâkir”i
ihtimam ve korumasıyla ihata ettiği ve Zekeriya, gizli köşesinde doğumunu yap­
mış olan Meryem’i her ziyarete gittikçe Meryem’in yanında yiyecek bulduğu be­
yan olunur. Zekeriya “Bu yiyecek size nereden geliyor?” diye Meryem’e sorduğu
vakit Meryem “O Allah’tan gelen nimettir, istediğini Allah bol bol nzıklandınr,
besler.” cevabım verirdi.
Ömer Hayyam’ın murad ettiği gıda işte bu Meryem gıdasıdır. Değil bir kadeh şa­
rabı, hatta kadehin kokusunu Meryem’in bu gıdasına tercih ediyor. Elbet bu şarap,
ruhanî ve fikrânî bir şaraptır ki hakîm Ömer Hayyam bu kadar haz ve iştiyak ile
övgüde bulunuyor!

383
-308 -

Çon hâsil-i âdemî derin deyr-i do der


Coz derd-i dil o dâden-i can nîst dîger.
Horremdil an ki yeknefes zinde nebved.
V ’âsûde kesî ki hod nezâd ez mâder.

Mademki bu iki kapılı180 dünyada gönül derdi almaktan ve


can vermekten gayrı adamın bir hasılı yoktur, mesuttur o kimse ki
bir nefes berhayat olmamıştır. Huzurludur o kimse ki anasından
doğmamıştır.181

[ i n s a n ı n e l i n e g e ç e n , ş u i k i k a p ı l ı y e r d e

G ö n ü l d e r d i v e c a n v e r m e k t e n d e ğ i l ö t e .

B i r n e f e s l i k o l s u n y a ş a m a y a n d ı r m u t l u ;

A n a s ı n d a n h i ç d o ğ m a y a n k i ş i d i r â s û d e .] [ M . K a n a r ]

180. İki kapıdan murad beşik ve mezardır. Ana rahminden çıkmak, sonra mezara gir­
mektir.
181. Zavallı Muallim Naci:

Şarapsız duramam, neşeden de bîzânm.


Hased âverende ki âsûdedir mezarında!

demişti.

384
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-3 0 9 -

Ez gerdiş-i rüzgâr behre dergîr.


Ber taht-i tarab nişîn, be leb sâger gîr.
Ez tâ’et o ma’siyet Hodâ mostağnîst.
Bârî to morâd-i hod zi âlem bergîr.

Hayat akışından nasibini al. Şevk ve neşe tahtı üzerine otur.


Şarap kadehini dudağına götür. Allah ibadet ve günaha karşı müs­
tağnidir. Bâri âlemde muradmca haz ve zevk almaya bak.182

[Nasip almaya bak köhne cihandan herdem.


Zevklenip niyetlenerek eline her dem kadeh al.
İbadete, günaha sanma Tanrı’yı muhtaç.
Eldeki fırsatı kaçırma, dilberden kâm al.] [M. Kanar]

182. Aynı tavsiyeyi V. Hugo şu mısralarda tekrar ve tevsî ve gerekçesi ile teyid etmiştir:
Helas! aimez, vivez, eueillez des premeveres,
Dansez, riez, brûlez vos coeurs, buvez vos verres,
Comme au sombre ocean arrive tout ruisseau,
Le şort donne pour but an festin, au berceau,
Aux meres adorant l ’enfance epanouîe
Aux baisers de la chair dont 1‘âme est eblouie,
Aux chansons, au sourire â 1‘amour frais et beau
Le refroidissement lugubre de tombeau
(V. Hugo, Les Pauvres Gens)

385
- 310 -

Ey dil, ço hakîkat-i cihânest mecâz,


Çendin çi horî to gam ezin renc-i dirâz?
Ten râ be kazâ sipâr o bâ derd besâz.
Kin refte kalem zi behr-i to nâyed bâz.

Ey gönül! Mademki cihanın hakikati bir kaybolan gölgeden


ibarettir, bu sonsuz sıkıntı ve meşakkat girdabına neden bu kadar
kendini kopar koyuverirsin? Vücudunu talihe bırak. Dert ile uyuş.
Zira takdir kalemi senin için ne yazmışsa, bir daha silinmek ihtima­
li yoktur.

[ E y g ö n ü l , m e c a z d ı r m a d e m d ü n y a n ı n g e r ç e ğ i ;

N e d e n ç e k e r s i n b u u z u n ç i l e y i , b u n c a z i l l e t i ?

T e s l i m o l k a d e r e ; a l ı ç t ı r d e r d e k e n d i n i ;

Ç ü n k ü d ö n m e z y a z ı l a n l a r s e n i n i ç i n g e r i .] [ M . K a n a r ]

386
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-311 -

Leb ber leb-i kûze bordem ez gâyet-i âz


Tâ zû talebem vâsite-yi omr-i dirâz.
Leb ber leb-i men nihâd o pinhân mîgoft:
Mey hor ki bedin cihân nemî âyî bâz.

Çok yaşamanın çaresini sorup öğrenmek için hasretle duda­


ğımı testinin dudağına dayadım. O da dudağını benim dudağıma
yapıştırarak gizlice “Şarap içmeye bak. Bu dünyaya bir daha gele­
cek değilsin.” dedi.

[Hırsla dayadım testinin dudağına dudağımı,


Sormak için ona uzun ömrün yolunu.
Dayadı dudağını dudağıma dedi: Bak!
Gelmeyeceksin bu dünyaya bir daha; içmeye bak.] [M. Kanar]

387
- 312 -

Ez comle-yi reftegân-i in râh-i dirâz


Bâz âmede’î kû ki haber porsem bâz?
Zinhâr derin serâçe ez rûy-i niyâz,
Çîzî negozârî ki nemî âyî bâz!

Bu uzun yola (yani ahirete) gitmiş olanlardan geri dönmüş


olan nerededir? (gösterin) Ta ki bir haber sorayım. Bir ümit ve emel
sâikasıyla yüce ve ruhanî hazlardan, bu saraycıkta (yani dünyada)
hiçbirini terk etmemeye gayret et. Çünkü tekrar gelmen ihtimali
yoktur.

j S ı ı u z u n y o l d a g i d e n l e r d e n b i r i

v ■ ' ■ m e k i ç i n b i z e s ı r r ı d ö n m ü ş m ü g e r i ?

i k i y o l a ğ z ı n d a , a m a n , h e r d i l e ğ i n i

E ı m e i h m a l ; ç ü n k ü g e l m e y e c e k s i n g e r i ! ] [ M . K a n a r ]

388
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 313 -

Ez omr-i to çonki mîterâşed şeb u rûz,


Megzâr ki ber-i to hâk pâşed şeb u rûz.
Rûz u şeb-i hîşten be şâdî gozeran.
Ey bes ki nebâşî to vu bâşed şeb u rûz.

Mademki geceler ve gündüzler ömründen yontarlar;183 gece­


lerin, gündüzlerin seni aldatmasına, seni hüzün ve kedere düşürme­
sine müsaade etme. Gündüzlerini, gecelerini neşe ile geçir. Sen
dünyada artık bulunmadığın zamandan sonra pek çok, pek çok ge­
celer ve gündüzler yaşayacak.

[Ömründen yontar gece ile gündüz.


Üstüne toprak saçmasın gece ile gündüz.
Gece gündüzünü sevinçle geçir.
Sen kalmazsın ama devam eder gece gündüz.] [M. Kanar]

183. Günler, geceler gelir geçerler.


Yerler beni, hûnumu içerler.
Deycûr ile cûbi hududu
Makber kazar, kefen biçerler.
[A. Cevdet, Türbe-i masumiyet]

389
- 314 -

İn çerh ki bâ kesî nemîgoşâyed râz.


Koşte be sitem hezâr Mahmûd u Ayâz,
Mîhor ki be kes omr dobâre nedehend,
Herkes ki şod, ez cihân nemî âyed bâz.

Sırlannı kimseye söylemeyen bu felek, binlerce Mahmud184-


lan, Ayazlan185 acımasızca öldürmüştür. Şarabı iç. Zira felek kim­
seyi iki defa yaşatmaz. Dünyadan bir defa giden bir daha gelmez.

[ B u f e l e k a ç m a z k i m s e y e s ı r r ı n ı .

S i t e m e d e r ö l d ü r ü r b i n M a h m u d ile A y a z ’ ı.

Ö m ü r t e k r a r v e r i l m e y e c e k ; i ç ş a r a b ı n ı .

B u d ü n y a d a n g i d e n b i r d a h a g e l m e z g e r i .] [ M . K a n a r ]

184. Sebüktegin’in oğlu ve Gazne hanedanından ilk sultandır. Felsefî kitap alıp satma­
yı, okumayı idam ile cezalandırmış, düşünme özgürlüğünü suç saymış ve İslam
düşüncesine bu suretle suikast etmiştir.
185. Sultan Mahmud-i Gaznevî’nin gözdesi idi. Âdi bir köylü olduğu halde devlet man­
sıplarının en yükseğine ulaşmıştı.

390
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-3 1 5 -

Ey ber heme serverân-i âlem fîrûz!


Dânî ki çi vakt mey buved rûhefrûz?
Yekşenbe vo doşenbe vo seşenbe vo çâr
Pencşenbe vo âdine vo şenbe der rûz.

Ey büyüklerin üstünde olan! Şarap ne vakit ruha zevk ve ne­


şe verir, bilir misin? Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cu­
ma, cumartesi günleri.

[Ey âlem önderlerinin üstünde olan dilber.


Bilir misin, ruhu şenlendirir mey hangi günler?
Pazar, pazartesi, salı ve çarşamba
Perşembe, cuma, gece gündüz bütün günler.] [M. Kanar]

391
- 316 -

Ey hoşnezer-i gamzeger-i rengâmîz!


Benşîn o hezâr fitne benşân o mehîz.
To hokm hemîkonî ki der men meniger.
în hokm çonan buved ki kec dâr o merîz.

Ey güzel bakışlı, gamzeger ve mütelevvin dilber! Otur. Yük­


sek boyun, gönül karıştıran tavırlarınla gönlümde bin heyecan kı­
yameti koparmamak için kalkma. Sen “bana bakma” diye devamlı
emrediyorsun. Bu hüküm, ‘bardağın ağzını aşağı çevir ve içindeki-
ni dökme’ demeye benzer.

[ E y g a m z e l i , r e n k t e n r e n g e g i r e n , h o ş b a k ı ş l ı d i l b e r !

O t u r l ü t f e n ; b i n f i t n e k o p a r m a , k a l k m a .

S o n r a e m r e d i y o r s u n b a n a : B a k m a o n a !

B u d e m e k t i r : K a d e h i e ğ r i t u t , d ö k m e a m a l ] [ M . K a n a r ]

392
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 317 -

Bâ to be harâbât hemîgoftem râz


Bih zan ki konem bîto be mihrâb nemâz.
Ey evvel o âhir-i heme halk toî,
Hâhî to merâ besûz u hâhî benevâz.

Seninle beraber meyhanede bulunup sana gizli fikirlerimi


söylemeyi, sensiz mihrap önünde namaz kılmaya tercih ederim.186
Ey mevcûdatm başı, sonu! Sen ister beni yak, istersen taltif et.

[Sensiz mihrapta namaza durmaktansa


Yeğdir sırlarımı meyhanede açmak sana.
Tüm varlıkların başı, sonu sensin.
İster yak beni, istersen okşa. [M. Kanar]

186. Sîne sâf olsun heman rayb ü riyâdan zâhidâ!


Elde tesbîhe bedel câm olsa da, mâni değil. [Nedim]

393
- 318 -

Bâ merdom-i pâkbâz o âkil âmîz.


Ez nâehlân hezâr ferseng gorîz.
Ger nîş dehed torâ hiredmend, benûş.
Ver nûş resed zi dest-i nâehl, berîz.

Namuslu ve akıllı adamlarla ülfet et. Ehil olmayanlardan bin


fersah uzağa kaç. Akıllı adam sana zehir bile verse, iç. Ehil olma­
yan sana bal bile verse, dök.

[ H a ş ı r n e ş i r o l t e m i z , a k ı l l ı i n s a n l a r l a .

E h i l o l m a y a n l a r d a n k a ç b i n f e r s a h u z a k l a r a .

İ ç , a k ı l l ı b i r i z e h i r v e r i r s e s a n a ,

Y e r e d ö k , e h i l o l m a y a n d a n b a l g e l i r s e s a n a ] [ M . K a n a r ]

394
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 319 -

Be rûy-i gul ez ebr nikâbest henüz,


Der tab’-i dilem meyl-i şerâbest henüz.
Der hâb merov, çi cây-i hâbest henüz?
Cânâ, mey hor ki âftâbest henüz.

Gülün yüzünde henüz buluttan örtü mevcut. Gönlümde he­


nüz şaraba meyil var. Yatmaya gitme. Uyumanın henüz vakti değil.
Ey canan! Şarap iç; güneş henüz ufuktadır.

[Gülün yüzünde bulut örtüsü var henüz.


Gönlümde şarap içmeye meyil var henüz.
Uyumasana; uykunun zamanı mı şimdi?
Şarap ver canım; güneş batmadı henüz.] [M. Kanar]

395
-3 2 0 -

Bâzî bûdem, perîde ez âlem-i râz,


Tâ bû ki resem men ez neşîbî be ferâz.
İncâ ço neyâftem kesî mahrem-i râz,
Zan der ki der âmedem, burun reftem bâz.

Daha yüksek bir makama erişeyim diye sırlar âleminden uç­


muş bir atmaca idim. Burada sır mahremi bir kimseyi bulamayınca
girdiğim kapıdan tekrar çıktım gittim.

[ S ı r l a r â l e m i n d e n g e l e n b i r ş a h i n id i m ,

A l ç a k l a r d a n y ü k s e k l e r e a ğ a y ı m d e d i m .

K a f a d e n g i b i r s ı r d a ş b u l a m a d ı m b u r d a ,

G e l d i ğ i m y e r d e n y i n e ç ı k t ı m g i t t i m .] [ M . K a n a r ]

396
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-321 -

Hokmî ki ez û mohâl bâşed, perhiz.


Fermûde vo emr kerde kez vey begorîz.
Angâh miyân-i emr o nehyeş âciz.
Dermânde cihâniyan ki kec dâr o merîz.

Sen bizi kaçınılması mümkün olmayan bir hüküm ile bağla­


dın. Sonra yine hüküm ve emrediyorsun. “Ondan uzak dur.” diyor­
sun. Zavallı insanoğlu bu emir ve yasağın arasında âciz ve şaşkın
kalmıştır. Bu keyfiyet, bardağın ağzmı aşağı çevirmeyi emir ve
içindekini dökmeyi yasaklamak gibidir.187

[Gerçekleşmesi imkânsız hükümden uzak dur.


Emrettin; imkânsız şeyden kaç, uzak dur.
Emir ile yasak arasında âciz kaldı insan.
Hem bardak eğilecek, hem dökülmeyecek!] [M. Kanar]

187. Hayyam burada da cismânî mükafat ve uhrevi cezalandırma itikadıyla eğleniyor.


Bizi günah işlemeye sevkeden sâik, Allah’tan olduğu gibi, o sâike tâbi olmamak
emri de Allah’tandır. Bu halde bir taraftan “su dolu bardağı baş aşağı çevir” demek,
diğer taraftan “suyu dökme” emrini vermek mantıksız değil midir? demek istiyor.

397
-3 2 2 -

Reftend o zi reftegân yekî nâmed bâz


Tâ bâ to begûyed sohen ez perde-yi râz.
Kâret zi niyâz mîgoşâyed, ne nemâz.
Bârî çi buved nemâz bîsıdk u niyâz?

Gittiler ve gidenlerden hiçbiri geri dönmedi ki sırlar perde­


sinin arkası hakkında sana bir söz söylesin. (Ey sofu!) Senin işin
namaz ile değil, niyaz ile yoluna girer. Sıdk u niyâz olmaksızın na­
maz neye yarar?

[ G i t t i l e r ; g i d e n l e r d e n b i r i d ö n m e d i g e r i .

A n l a t a c a k t ı s a n a s ı r l a r p e r d e s i a r d ı n d a k i n i .

i ş i n n i y a z i l e y o l a g ir e r , d e ğ i l n a m a z l a .

N a m a z n e y e y a r a r d o ğ r u l u k v e n i y a z y o k s a ? ] [ M . K a n a r ]

398
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 323 -

Rov, ber ser-i eflâk-i cihân hâk endâz.


Mey mîhor o gird-i hûbrûyân mîtâz.
Çi cây-i ibâdetest o çi cây-i niyâz?
Kez comle revendegân yekî nâmed bâz.

Haydi, cihan feleklerinin başının üstüne toprak at.188 Şarap


iç ve güzel yüzlülerin, güzel özlülerin etrafında koş. Mademki gi­
denlerden hiçbiri geri dönmedi, niyaz ve ibadetten bahsin ne yeri
var?

[Haydi toprak at feleklerin başına.


Mey iç, koştur güzel yüzlülerin etrafında,
ibadetin, niyaz etmenin yeri mi şimdi?
Gidenlerden biri bile dönmedi geri.] [M. Kanar]

188. Yani bunları hiçe say; bunlara ehemmiyet verme.

399
-3 2 4 -

Ger govher-i tâ’etî nesoftem hergiz,


Ger gerd-i goneh zi roh neroftem hergiz,
Novmîd niyem zi bârgâh-i keremet.
Zîrâ ki yekî râ do negoftem hergiz.

Vâkıa tâat incisini delmedim. Günah tozunu yüzümden asla


silmedim. Bununla beraber kerem katından ümitsiz değilim. Zira,
asla bire iki demedim.

[ T a n r ı m s a n a i t a a t i n c i l e r i n i d e l m e d i m h iç .

G ü n a h t o z u n u y ü z ü m d e n s i l m e d i m h i ç .

Y i n e d e u m u t s u z d e ğ i l i m k e r e m i n d e n .

Ç ü n k ü b i r e i k i d e m e d i m h i ç .] [ M . K a n a r ]

400
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-325 -

Kerdîm diğer şîve-yi rindî âğâz,


Tekbîr hemî zemin der penc nemâz.
Her câ kî sorâhîst, mâ râ bînî,
Gerden ço sorâhî sûy-i an kerde dirâz.

Rindlik şivesine tekrar başlıyoruz. Beş vakit namazın canına


okuyoruz.189 Nerede bir sürahi bulunursa, sürahi boynu gibi boynu­
muzun ona doğru uzandığını görürsün.

[Tekrar rintlik yoluna adım attık.


Beş vakit namaza veda ettik.
Nerede kadeh varsa, orada görürsün bizi.
Sürahi gibi boynumuzu oraya uzattık.] [M. Kanar]

189. “Tekbîr kerden ber dûstî-yi folân” filanın dostluğundan tamamen yüz çevirmek,
artık admı işitmek istememek demektir. Gönülden nefret ve şiddetle çıkarmak de­
mektir.

401
-326 -

Mâ lo’betekânîm o felek lo’betbâz.


Ez rûy-i hakîkatî, ne ez rûy-i mecaz.
Bâzîçe hemîkonîm ber nat’-i vucûd
Reftîm be sandûk-i adem yek yek bâz.

Biz kuklalarız; felek kukla oynatıcıdır. Bu bir mecaz değil,


bir hakikattir. Dama tahtası üzerinde hepimiz oyuncaklarız. (Oyun
oynandıktan sonra) Birer birer yokluk sandığına gireriz.

[ B i z k u k l a y ı z , k u k l a c ı i s e f e l e k .

D e ğ i l d i r b u m e c a z , g e r ç e k t i r g e r ç e k .

O y n a d ı k o y u n u m u z u b u s a h n e d e b i r m ü d d e t ,

G i t t i k y o k l u k s a n d ı ğ ı n a y i n e t e k t e k .] [ M . K a n a r ]

402
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 327 -

Mîporsîdî ki çîst an nakş-i mecâz?


Ger bergûyem hakîkateş, hest dirâz.
Nakşîst pedîd âmede ez deryâ’î
Vangâh şode be ka’r-i an deryâ bâz.

Dünyanm bu nakşı, deseni nedir diye sordun. Eğer onun ha­


kikatini söylemek istesem, uzun olur. O bir deryadan gelmiş bir na­
kıştır ki hemen yine o deryanın derinliklerine tekrar gidecektir.190

[Soruyordun bu mecazi nakşın ne olduğunu.


Uzun sürer, anlatırsam hakikati.
Denizden çıkıp gelmiş bir nakıştır.
Sonra denizin derinliklerine gitmiştir.] [M. Kanar]

190. Emest Bersot’nun şu satırlarını da okuyun: “İnsanlar ummanın sathında beliren


hava kabarcıklarıdırlar. Bunların talihleri muhteliftir. Bazılan geceleri, bulutlar al­
tında tevellüd ederler. Hiçbir güneş ışığı onlan ziyarete gelmez. Kendilerini daha
mesud zanneden bazdan gündüzün yansıyan ışığıyla parlarlar. Fakat cümlesinin
akibetleri birdir. Bunlar doğar doğmaz ya rüzgânn yahut bir damla suyun sadme­
siyle patlar, sönerler ve bunlan teşkil eden azıcık hava genişlik içinde yok olur.”
Taine tabiatı muazzam bir kuzey fecrine benzetir. “Cihanşümul bir cereyan, kesin­
tisiz sönmek ve tekrar parlamak için ve ancak bunun için yanan bitmez tükenmez
fecr-i kâzibler, dünyanın canlı küçük fecr-i kâziblerde, yani bizlerde mütecelli ve
yansıyan seciyeleri işte bunlardır” der. [Taine bu fıkrasının Fransızca aslı ikinci
baskı mukaddimesinde mevcuttur. s.86’ya bakın]

403
- 328 -

Mâ âşık u âşofte vu mestîm imrûz.


Der kûy-i botân bâdeperestîm imrûz.
Ez hestî-yi hîşten be kollî reste,
Peyveste be mihrâb-i elestîm imrûz.

Biz bugün aşk ve muhabbetle büyülenmişiz ve dilmestiz.


Sanemlerin mabedinde Cemşid âyinini icra ediyoruz; şarap içiyo­
ruz. Bugün kendi varlığımızdan tamamen ayrılmış ve elest mihra­
bına, ezeliyet ve ebediyet mihrabına yönelmiş bulunuyoruz.

[ Â ş ı ğ ı z , p e r i ş a n ı z , m e s t i z b u g ü n .

G ü z e l l e r s o k a ğ ı n d a ş a r a p i ç i y o r u z b u g ü n .

K u r t u l m u ş u z k e n d i v a r l ı ğ ı m ı z d a n t a m a m e n ,

E l e s t m i h r a b ı n a d ö n m ü ş ü z b u g ü n .] [ M . K a n a r ]

404
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM - RUBAİLERİ

- 329 -

M a’şûk ki omreş ço gamem bâd dirâz,


Imrûz zi nov telettufî kerd âğâz.
Ber çeşm-i men endâht demî çeşm o bereft.
Ya’nî ki nikû’î kon o der âb endâz.

Maşukam - ömrü gamım gibi uzun olsun! - bugün yeni bir lü­
tufkârlık gösterdi. Gözlerime bir nazar atfetti; yani “iyilik et de su­
ya at” hükmünü icra etti.

[Sevgilimin ömrü uzun olsun gamım gibi.


Bugün yine bana lütfetti,
Gözlerimi ya§arttı da gitti.
Yani iyilik yap denize at dedi.] [M. Kanar]

405
- 330 -

Vakt-i seherest, hîz ey mâye-i nâz,


Nermek nermek bâde hor o ûd nevâz.
Anhâ ki behâbend, nedânendî râz.
Zanhâ ki şodend, kes nemîâyed bâz.

Seher vaktidir ey naz ve işve mayesi! Kalk; azar azar şarap


iç ve ud çal. Zira uykuda olanların hiçbiri sırra vâkıf değildi. Göç­
müş olanların hiçbiri bir daha geri dönmeyecek.

[ S e h e r v a k t i d i r ; n a z l ı m , k a l k h a y d i .

U s u l u s u l b â d e iç , ç a l u d u n u .

U y u y a n l a r b i l m i y o r l a r d ı s ı r r ı .

G i d e n l e r b i r d a h a d ö n m e y e c e k g e r i .] [ M . K a n a r ]

406
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-331 -

Ey vâkıf-ı esrâr-i zamîr-i hemekes!


Der hâlet-i acz destgîr-i hemekes!
Yârab to mera tövbe deh u ozr pezîr.
Ey tovbedih o ozrpezîr-i hemekes!

Ey herkesin içindeki sırlara vâkıf olan! Ey düşenleri elinden


tutup kaldıran! Bana tövbe etmek iktidarı ver ve özrümü kabul et.
Ey Allah; ey sen ki herkese istiğfar etmek kuvvetini verir ve herke­
sin özrünü kabul edersin!

[Herkesin içindeki sırları bilen!


Acizlik halinde herkesin elinden tutan!
Tanrım, bana tövbeyi nasip, özrümü kabul et.
Tövbeyi nasip, özrü kabul eden Tanrım.] [M. Kanar]

407
-3 3 2 -

Âğâz-i devan geşten-i in zerrin tâs,


V ’encâm-i herâbî-yi çonin nîk esâs,
Dâniste nemîşeved be m i’yâr-i ukûl,
Sencîde nemîşeved be mikyâs-i kıyâs.

Bu altın tasm (yani semavatın) dönmeye başlaması ve böyle


iyi yapının akıbet-i harâbîsi akıl miyarıyla bilinmez ve kıyas ölçe­
ğiyle tayin edilmez.191

[ B u a l t ı n t a s n e z a m a n b a ş l a d ı d ö n m e y e ?

B u i y i t e m e l n e z a m a n y ü z t u t a c a k v i r a n e y e ?

B i l i n m e z a s l a b u a k l ı n ö l ç ü s ü y l e ,

T a r t ı l m a z a s l a k ı y a s t e r a z i s i y l e .] [ M . K a n a r ]

191. Mâ zi âğâz o zi encâm-i cihan bîhaberîm.


Evvel o âhir-i in köhne kitâb oftâdest. [Kelîm]
[Dünyanın başlangıcından da habersiziz, sonundan da. Başı da düşmüştür bu eski
kitabın, sonu da.] [M. Kanar]

408
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM ■RUBAİLERİ

-333 -

Morgî dîdem nişeste ber bâre-yi Tûs.


Der pîş nihâde kelle-yi Keykâvûs.
Bâ kelle hemîgoft k i : Efsûs! Efsûs!
Kû bang-i cereshâ vo kocâ nâle-yi kûs?

Tus şehrinin kalesi üzerinde ve Keykavus’un kuru kafası


önünde konmuş bir kuş gördüm. Kafaya, “Efsus, efsus ! Çanların
ve boruların ne oldu? Köslerin, nakkarelerin naleleri nerede?” de­
yip duruyordu.

[Bir ku§ gördüm, Tûs burcuna konmuş,


Keykâvûs’un başını pençesine almış,
Diyordu kelleye: Yazık, çok yazık!
Nerede çan sesi? Kös iniltisi nerede kalmış?] [M. Kanar

409
-334-

Ez hâdise-yi zemân-i âyende mepors.


Vez herçi resed, ço nîst pâyende, mepors.
İn yekdem-i nakd râ ganîmet mîdân.
Ez refte meyendîş o zi âyende mepors.

Gelecek zamanın hadisesinden sorma. Mademki hiçbiri ka­


lıcı değildir, her vukûa gelenden de sorma. Halihazırın bir nefeslik
ömrünü ganimet bil. Gideni düşünme; geleceği sorma.192

[ G e l e c e k z a m a n d a o l a c a k l a r ı s o r m a .

G e l e n h e r ş e y k a l ı c ı d e ğ i l d i r , s o r m a .

Y a ş a d ı ğ ı n b i r a n ı g a n i m e t b i l .

G i d e n i d ü ş ü n m e , g e l e c e ğ i s o r m a .] [ M . K a n a r ]

192. Reveille-toi et combats yani “uyan ve uğraş” Unvanlı kitabın müellifi aynı fikri şu
satırlarda ifade etmiştir:
Vivre dans le present en oubliant le passe et sans preoccupation de Pavenir, voilâ
le secret de la divine enfance et de la jeunesse persistante.
Meali şudur: Maziyi unutarak ve gelecek için endişede bulunmayacak halde yaşa­
mak. İşte samedanî çocukluğun ve kalıcı gençliğin sim . (adı geçen kitap, s.70)
Şair ve hassa De Musset ise balanız ne diyor:
Tout ce qui dtait n ’est plus; tout ce qui sera n ’est pas encore. Ne cherchez point ail-
leurs le secret de nos maux. [Guyeau, Sosyolociya nokta-i nazarından sma’at,
s.287]

410
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 335 -

Ez nâmedehâ zerd mekon çihre-yi hîş.


Vez âmedehâ âb mekon zehre-yi hîş.
Berdâr zi donyâ-yi denî behre-yi hod.
Zan pîş ki dehr berkeşed dehre-yi hîş.

Vukûa gelmemiş şeylerin düşüncesiyle yüzünün rengini sa­


rartma. Vukûa gelmiş şeylerden korkma. Dünya senin üzerine ora­
ğım çekmeden evvel dünyada yüce hazlardan nasibini al.

[Gelmemiş şey için yüzünü sarartma.


Gelmiş şeylerden de korkma.
Sefil dünyadan almaya bak nasibini.
Dünya çekmeden önce orağını. [M. Kanar]

411
- 336 -

Pendî dehemet eğer be men dârî gûş,


Ez behr-i Hodâ câme-yi tezvîr mepûş.
Ukbâ heme sâ’etest o donyâ yekdem,
Ez behr-i demî molk-i ebed râ mefurûş.

Beni dinlersen, sana bir nasihat vereyim. Allah aşkına, riya­


kârlık giysisini giyinme. Ukbâ ebedîdir; dünya bir lahzadır. Bir lah­
za mukabilinde ebedî ülkeyi satma.

[ B i r ö ğ ü t v e r e y i m , k u l a k v e r b a n a .

A l l a h a ş k ı n a r i y â g i y s i s i n i g iy m e .-

A h i r e t e b e d î d i r ; d ü n y a h a y a t ı b i r a n .

B i r a n i ç i n e b e d î l i k ü l k e s i n i s a t m a . [ M . K a n a r ]

412
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 337 -

Tâ çend konem arze-yi nâdânî-yi hîş?


Begrift dil-i men ez perîşânî-yi hîş.
Zonnâr-i mogâne ber miyan hâhem best.
Dânî zi çi çîz? Ez moselmânî-yi hîş.

Cehaletimden ne zamana kadar bahsedeyim? Kendi perişan­


lığımdan yüreğim muzdariptir. Belime muğlann193 zünnannı bağ­
layacağım. Bu neden, bilir misin? Kendi müslümanlığımm nev’i ve
tabiatı muktezâsmdan.

[Ne zamana kadar cahilliğimi anlatayım?


Perişanlıktan ızdırap çekiyor gönlüm.
Muğ zünnarını belime bağlayacağım.
Neden mi? Kendi müslümanlığım için.] [M. Kanar]

193. Muğ, mûğ: Ateşperest.

413
- 338 -

Hayyâm, eğer zi bâde mestî, hoş bâş.


Bâ sâderohî eğer nişestî, hoş bâş.
Çon âkibet-i kâr-i cihan nîstîst.
Engâr ki nîstî, ço hestî hoş bâş.

Ey Hayyam; eğer bâde ile mest isen (iç), afiyet olsun. Eğer
gül yanaklı bir güzel ile oturuyorsan, otur eğlen. Mübarek olsun.
Mademki cihanın akıbeti yokluktur, varken de kendini yoksun kı­
yas et. Yüce hazlardan nasibini almaya bak.

[ H a y y a m , o l m u ş s a n b â d e i l e m e s t , b a k k e y f i n e .

O t u r m u ş s a n b i r g ü z e l y a n a k l ı y l a , b a k k e y f i n e .

M a d e m k i y o k l u k v a r ş u c i h a n ı n s o n u n d a .

S a y k i y o k s u n c a n ı m ; v a r m ı ş ı n g i b i b a k k e y f i n e ! ] [ M . K a n a r ]

414
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 339 -

Der kârgeh-i kûzegerî reftem dûş.


Dîdem do hezâr kûze gûyâ vo hamûş.
Heryek be zebân-i hâl bâ men goftend:
Kû kûzeger o kûzeher o kûzefurûş?

Dün bir testi yapılan yere gittim. İki bin testi gördüm. Bazı­
ları söylüyordu, bazılan sâkitti. Her biri bana zeban-ı hal ile şöyle
söylediler: Nerede testi yapan? Nerede testi satın alan? Nerede tes­
ti satan?194

[Bir testicinin dükkânındaydım dün.


Konuşan, susan iki bin testi gördüm.
Dediler bana her biri hal diliyle o an:
Nerede testici; hani testi alan, testi satan?] [M. Kanar]

194. Cümlemiz topraktan geldik, toprağa rücû ediyoruz. Yaratılış denizinde hepimizin
toprağı asırlarca çalkanıyor. Bedenimizin eczası muhtelif ve farklı şeylerin unsur­
larım teşkil ediyor. Bu testiler Hayyam’a soruyor: Hangimiz testi yapanın, hangi­
miz testi alanın, hangimiz testi satanın eczâ-yı bedenindeniz? diyorlar.

415
- 340-

Sermest be meyhane gözer kerdem dûş.


Pîrî dîdem mest o sebû’î ber dûş.
Goftem zi Hodâ şerm nedârî ey pîr?
Goftâ ki kerem ez Hodâst; rov, bâde benûş.

Dün sermest olarak meyhaneden geçtim. Omuzunda bir şa­


rap testisi götüren mest bir ihtiyar gördüm. Dedim: Ey ihtiyar! Sen
Allah’tan utanmaz mısın? Cevap verdi: Kerem Allah’tandır. Haydi,
bâde içmeye bak.

[ S a r h o ş t u m , m e y h a n e y e u ğ r a d ı m d ü n g e c e .

B i r s a r h o ş i h t i y a r g ö r d ü m ; t e s t i v a r d ı o m u z u n d a .

D e d i m : i h t i y a r ! U t a n m a z m ı s ı n A l l a h ’t a n ?

D e d i : K e r e m T a n r ı ’d a n g e l i r ; s u s , m e y iç , d u r m a .] [ M . K a n a r ]

416
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-341 -

Gam çend horî be kâr-i nâ âmede pîş?


Rencest nasîb-i merdom-i dûrendîş.
Hoş bâş o cihan teng mekon ber dil-i hîş.
Kez horden-i gam kazâ negerded kem o bîş.

Gerçekleşmeyen iş için ne zamana kadar gam yiyeceksin?


Geleceği fazla düşünenlerin nasibi zahmet ve can azabıdır. Müste­
rih ol; cihanı gönlüne zindan etme. Zira gam yemekle tabiatın eze­
lî ve ebedî hüküm ve kanunlarında hiçbir değişim hasıl olmaz. Ne
azalır, ne çoğalır.

[Ne kadar üzüleceksin daha olmamış iş için?


Izdıraptır nasibi ileriyi düşünenlerin.
Mutlu ol; dünyayı dar etme gönlüne.
Üzülmekle değişiklik göstermez kaderin.] [M. Kanar]

417
-3 4 2 -

Mey râ ki hired hoceste dâred pâseş,


Û âb-i heyâtest o menem İlyâseş.
Hîn kuvvet-i dil o kuvvet-i rûheş hanem.
Çon goft Hodâ: Menâfi’ li’n-nâseş.

Aklı başında bir adamın takdir etmeyi bildiği şarap, âb-ı ha­
yattır. Ben o âb-ı hayatın İlyas’ıyım.195 Ben ona gönül gıdası ve ruh
kuvveti derim. Çünkü şarapta nâs için nef’196 bulunduğunu Allah
söylemiştir.

[ A k l ı b a ş ı n d a a d a m ı n s a y d ı ğ ı ş a r a p ,

H a y a t s u y u d u r ; b e n d e o n u n İ l y a s ’ ı.

G ö n ü l e , r u h a k u v v e t v e r i r d e r i m o n a .

Ç ü n k ü T a n r ı i n s a n l a r i ç i n y a r a r l a r v a r d e d i o n a .] [ M . K a n a r ]

195. Ilyas’tan murat, Hazreti İlyas’tır ki an’aneye göre suyunu içenlerin ebedî hayat ile
muammer olduğu bir menbaı bulmuş ve suyundan kana kana içmiştir. Âb-ı hayat,
karanlıkların ötesinde imiş. Hızır karanlıklan geçmiş, âb-ı hayat menbaına varmış.
Zulmetlerden geçerek nur âlemine varan her fert ve her millet âb-ı hayata da tâb-ı
hayata da vasıl olmuş olmaz mı?
196. Burada Ömer Hayyam Kur’ân’da Bakara sûresinin 219. âyetine telmih ediyor. O
âyet şudur; Yes’elûneke ani’l-hamri ve’l-meysiri. Kul fîhimâ ismun kebîrun ve
menâfî’u li’n-nâs. Mânâsı:” Şarap ve kumar hakkında senden rey sorarlarsa de ki:
Onlarda büyük günah ve halk için menâfi vardır. Fakat zararları neflerine galib-
dir.” demektir. [A. Cevdet]

418
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 343 -

Câmîst ki akl âferîn mîzenedeş.


Sad bûse zi mihr ber cebin mîzenedeş.
Vin kûzeger-i dehr çonin câm-i latif
Mîsâzed o bâz zemin ber mîzenedeş.

İnsan aklın beğendiği ve hayranlık heyecanıyla alnından öp­


tüğü bir kadehtir. İşe bakın ki böyle bir latif bir kadehi dünya testi­
cisi vücuda getirdikten sonra yere çarpar, kırar!197

[Öyle bir kadeh ki akıl alkışlar onu.


Sevgiyle yüz kez alnından öper onu.
Şu felek çömlekçisi böylesi latif kadehi
Yapar da sonra yere çalar onu.] [M. Kanar]

197. Câm’dan murad ettiği insandır. Ebu’l-alâ el-M a’arrî’nin şu kıtası da Hayyam da­
ha dünyaya gelmemiş bulunduğu bir zamanda bunu tasrih ve terennüm etmiştir ki
meali şudur: “Güldün; gülmemiz beyinsizliğimizdendir. Yeryüzünün sakinleri ağ-
lasa, doğru olur. Zamanın değişkenliği bizi şişe gibi kırar. Fakat bu şişenin tamir
ve ihyâsı imkânı yoktur.”
Lamartine’in Le Desespoir ünvanlı manzumesi de Allah’a yükseltilen bu tür acı
feryat ve sitemlerle doludur. Ezcümle bu manzumenin şu ilk satırlarını görün:
Lorsque du crcateur la parole feconde.
Dans une heure fatale eut enfante le monde.
Des germes du Chaos,
De son oeuvre imparfaite il detouma sa face.
Et d ’un pied dedaigneux le lançant dans l ’espace,
Rentra dans son repos.

419
-3 4 4 -

Mey gerçi herâmest, modâmeş mînûş


Bâ nağme vo çeng sobh u şâmeş mînûş
Câmî zi mey-i la’l geret dest dehed
Yek katre rehâ mekon, temâmeş mînûş

Şarap her ne kadar yasaklanmışsa da, sen devamlı iç. Teren­


nümler ve rebap sesleri arasında sabah ve akşam iç. Eline yakut gi­
bi şarap ile dolu bir kadeh düşerse, bir damlasını dökme; tamamı­
nı iç.198

[ Ş a r a p h a r a m o l s a d a s ü r e k l i iç .

N a ğ m e il e , ç e n g i l e s a b a h a k ş a m iç .

E l i n e g e ç e r s e b i r k a d e h l â l ş a r a p ,

B i r d a m l a s ı n ı d ö k m e , h e p s i n i i ç .] [ M . K a n a r ]

198. Hayyam mütercimi Nicolas’nm rivayetine göre şarap kadehini dudağa götürmeden
evvel bir damlasını yere dökme eski âdeti hâlâ İran’da varmış. Bu, cömertliğe ve
aynı zamanda bardağın muhtevasının son damlasına kadar içileceğine alamet imiş.
Hayyam “Bu âdete riayet etme!” diyor.

420
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM - RUBAİLERİ

-345-

Heftâd o do milletend der dîn kem o bîş


Ez millethâ aşk-ı to dârem der pîş
Çi kofr, çi İslâm, çi tâ’et, çi gonâh
Maksûd to’î; behâne berdâr ez pîş.

Dinde insanlar aşağı yukarı yetmiş iki millete ayrılmıştır.


Ben o milletten olmayı ihtiyar ettim ki peygamberi senin aşk ve
muhabbetindir; sana iştiyaktır. Küfr nedir? İslam nedir? Tâ’at ne­
dir? Masiyet nedir? Maksat sensin; bahaneyi ortadan kaldır.

[Aşağı yukarı yetmiş iki dinin mensuplan vardır.


Dinler arasında senin aşkın benim dinimdir.
Kâfirlik, Müslümanlık, ibadet, günah, geçiniz.
Maksat sensin; kaldır bahaneyi önümden.] [M. Kanar]

421
-3 4 6 -

Yek yek honerem bîri o goneh deh deh bahş.


Her corm ki reft hasbetenlillah bahş.
Ez bâd-i hevâ âteş-i kîn râ mefrûz.
Mâ râ be ser-i hâk-i Resûlullah bahş.

Hünerlerimi birer birer say; günahlarımı onar onar affet. İş­


lenmiş her cürmü hasbetenlillah bağışla. İhtiras rüzgârıyla kin ate­
şini alevlendirme. Resûlullah’ın toprağı şerefine bize af ve saflı ile
muamele et.199

[ H ü n e r l e r i m i b i r b i r g ö r , g ü n a h l a r ı m ı o n o n b a ğ ı ş l a .

B i r c ü r m ü m o l d u y s a , A l l a h r ı z a s ı i ç i n b a ğ ı ş l a .

H e v e s r ü z g â r ı y l a k i n a t e ş i n i h o r l a n d ı r m a .

R e s u l u l l a h ’ ın t o p r a ğ ı ş e r e f i n e b i z i b a ğ ı ş l a .] [ M . K a n a r ]

199. Bu bir alaylı ricadır ki Hayyam’a karşı “Bre habis zındık!” diye köpüren hamer-
vahlara yöneltiliyor.

422
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 347 -

Mey der kadeh insâf ki cânîst latif


Der kâlbod-i şişe revânîst latif.
Lâyik nebuved hiç geran hemdem-i men
Coz sâger-i bâde kan gerânîst latif.

İnsaf et, şarap, kadeh içinde latif bir candır. Şişenin bede­
ninde şarap bir latif ruhtur. Hiçbir ağır ruhlu bana hemdem olma­
ya lâyık değildir. Şarap şişesi müstesna; çünkü o hem cisimdir hem
ruhtur.200

[Kadehteki mey gerçekten latif bir candır.


Şişenin bedeninde o latif bir ruhtur.
Meyle hemdem olamaz hiç kimse.
Çünkü bâde kadehi değerli bir madendir.] [M. Kanar]

200. Hayyam burada iki manâlı olan “geran” kelimesiyle oynuyor. Üçüncü mısrada
“ağır ruhlu, sevimsiz” demek olduğu halde, dördüncü mısrada “geran” kelimesi
“kesif sulb, ağır” demektir.

423
- 348 -

Ey çerh-i felek; ne nân şinâsî, ne nemek.


Peyveste merâ birehne sâzî ço semek.
Ez çerh-i zem ço halk pûşîde şeved.
Pes çerh-i zenî bih ez to ey çerh-i felek.

Ey çarkıfelek! Ne ekmek hakkı bilirsin, ne tuz hakkı. Daima


bizi balık gibi üryan bırakıyorsun. Mademki bir kadınm çıkrığının
çarkı halkın üryan vücudunu örtüyor; bu halde bir kadının çıkrığı­
nın çarkı, ey çarkıfelek, senden daha iyidir.

[ E y ç a r k ı f e l e k ! N e e k m e k n e t u z h a k k ı b i l i r s i n .

B e n i b a l ı k g i b i ç ı r ı l ç ı p l a k e d e r s i n .

B i r k a d ı n ç ı k r ı ğ ı n ı n ç a r k ı ö r t e r b i r v ü c u d u .

D e m e k b i r k a d ı n ç ı k r ı ğ ı s e n d e n i y i d i r ç a r k ı f e l e k ! ] [ M . K a n a r ]

424
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-349-

Hayyâm zemâne ez kesî dâred neng


Kû der gam-i eyyâm nişîned dilteng
Mey hor to der âbgîne be nâle-i çeng
Zan pîş ki âbgîne âyed ber seng

Ey Hayyam! Dünya gamıyla gönlünü sıkıntı içinde tutan


kimseden zamane utanır. Billur,201 taşa çarpılmadan evvel rebap
nağmeleriyle billur içinde iç.

[Zamane utanır, ar eder ondan.


Ki günlerin geçişine üzülür, sıkılır hiç yoktan.
İç çeng nalesiyle şarabı billur şişeden,
Billur şişe bir taşa gelip çarpmadan.] [M. Kanar]

201. Hayatı, nazik ve çabuk kırılır olması sebebiyle billur şişeye benzetiyor.

425
-3 5 0 -

Ger gul nebuved nasîb-i mâ, hâr înek.


Ver nûr nemîresed, nâr înek.
Ver hirka vo hânekâh o şeyhî nebuved
Nâkûs u kilîsâ vo zonnâr înek.

Eğer nasibimiz gül olmazsa, diken hazırdır. Eğer nur bize


vasıl olmazsa, nâr hazırdır. Hırka, tekke, şeyhlik yoksa, çan, kilise,
zünnar hazırdır.

[ N a s i b i m i z g ü l d e ğ i l s e , i ş t e d i k e n .

N u r g e l m i y o r s a b i z e , i ş t e a t e ş .

H ı r k a , t e k k e , ş e y h l i k y o k m u ?

i ş t e ç a n , i ş t e k i l i s e , i ş t e z ü n n a r . [ M . K a n a r ]

426
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-351 -

Ger solh neyâbem zi felek, ceng înek.


Ver nâm-i nikû nebâşedem, neng înek.
Câm-i mey u la’l-i erguvanreng înek.
Ankes ki nemîhored, ser o seng înek.

Eğer felek benimle sulh etmezse, cenk hazırdır. Eğer iyi ad


bulamazsam, fena ad hazırdır. Ey Hayyam! İşte erguvan renkli kır­
mızı şarap. İçmeyen için işte baş, işte taş.

[Felekle barınamazsam, işte savaş.


Adım iyi olmazsa, işte kötü ad.
İşte kadeh, işte erguvanı lâl şarap.
Kim içmiyorsa, baş orada, işte taş!] [M. Kanar]

427
-35 2 -

Hîn sobh demîd o dâmen-i şeb şod çâk.


Berhîz o sabûh zen. Çerâ’î gamnâk?
Mey nûş dilâ ki sobh bisyâr demed.
Û rûy be mâ kerde vo mâ rûy be hâk.

İşte şafak söktü; gecenin eteği yırtıldı. Kalk, sabuh iç. Niçin
kederlisin? Ey gönül; şarap iç. Zira birçok sabahlar açılacak ve yü­
zünü bize çevirecek. Fakat bizim yüzümüz toprağa çevrilmiş bulu­
nacak!

[ H a y d i k a l k ; s a b a h o l d u , y ı r t ı l d ı g e c e n i n e t e ğ i .

N e d e n ü z g ü n s ü n b ö y l e ? İ ç s a b a h ş a r a b ı n ı .

G ö n l ü m i ç m e y e b a k m e y i . Ç o k s a b a h o lu r ,

O y ü z ü n ü b i z e d ö n e r ; t o p r a ğ a ç e v i r i r i z b i z y ü z ü m ü z ü . ] [ M . K a n a r ]

428
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 353 -

în sûret-i kovn comle nakşest o hiyâl.


Ârif nebuved her ki nedâned in hâl.
Benşîn, kadeh-i bâde benûş o hoş bâş.
Fariğ şov ezin nakş o hiyâlât-i mohâl.

Bu dünyada her ne varsa, cümlesi bir hayal nakşıdır. Bu ha­


li bilmeyen kimse arif değildir. Otur; şarap kadehini boşaltmaya ve
keyfine bak. Subût ve sebatı imkânsız olan bu nakış ve hayallerin
endişelerinden vazgeç.

[Gördüğün varlıklar birer nakış ile hayal.


Arif olan bilir, nedir bu hal.
Otur, iç bâdeyi, mutlu ol.
Bu imkânsız hayallarden uzak kal.] [M. Kanar]

429
-3 5 4 -

Bâ servkadî tâzeter ez harman-i gul


Ez dest medih câm-i mey o dâmen-i gul.
Zan pîş ki nâgeh şeved ez bâd-i ecel
Pîrâhen-i omr-i to ço pîrâhen-i gul.

Selvi boylu ve yeni açmış gülden daha taze maşukanla şara­


bın kadehini ve gülün eteğini elinden bırakma. Ömrünün gömleği
gülün gömleği gibi ecel rüzgârıyla parça parça edilmeden evvel bu­
nu yapmaya bak.

[ G ü l d e m e t i n d e n t a z e s e l v i b o y l u d i l b e r l e

M e y k a d e h i n i , g ü l e t e ğ i n i t u t h e p e l i n d e .

E c e l k u r d u ü s t ü n e ç u l l a n m a d a n ö n c e

Ö m ü r g ö m l e ğ i n b e n z e m e s i n g ü l g ö m l e ğ i n e .] [ M . K a n a r ]

430
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 355 -

Çend ez gam o gosse-i cihan kâlakâl?


Berhîz o be şâdî gozeran hâlâhâl.
Ez sebze ço şod rûy-i zemîn rengâreng,
Der keş mey-i la’l ez kadeh mâlâmâl.

Cihanın gamından, gussasmdan ne zamana kadar şikâyet


edip duracaksın? Kalk; her dakikanı neşe ile geçir. Yeryüzü baştan­
başa yeşilliklerle donandı. Yakut gibi şarapla ağzma kadar dolu ka­
dehi başına dik.

[Ne zamana kadar şikâyet edeceksin dünya derdinden?


Kalk, güzel güzel neşeyle geçir günlerini şimdiden.
Yeryüzü yeşeren bitkilerle rengârenk oldu.
Ağzına kadar dolu şarap kadehlerini iç durmadan.] [M. Kanar]

431
- 356 -

Der ser megozâr hîç sovdâ-yi mohâl.


Mey hor hemedem zi sâger mâlâmâl.
Bâ dohter-i rez nişîn o eyşî mîkon.
Dohter be herâm bih ki mâder be helâl.

Olamayacak şeyin sevdasını başına uğratma. Bütün sene şa­


rap iç ve daima kadehin dopdolu olsun. Üzüm kızı ile otur, eğlen.
Kızla, haram olarak hembezm olmak, ana ile helâl olarak hembezm
olmaktan iyidir.202

[ H i ç i m k â n s ı z h a y a l l e r e k a p ı l m a .

Y ı l b o y u d o l u k a d e h i d e v i r , d u r m a .

O t u r ü z ü m ü n k ı z ı y l a , g ü z e l c e y a ş a .

H e l â l a n a d a n i y i d i r o l m a k h a r a m k ı z ı y l a .] [ M . K a n a r ]

202. Burada şaraba “duhter-i rez, bintü’l-ineb” isimleri verilmiş olması üzerine kurulu
bir lafız oyunu var. Şarap üzümün kızı olunca, üzümün ana olması tabiîdir. Haram
olan kız yani şarap, helâl olan anadan yani üzümden daha iyidir, diyor. Şarap po­
sasız üzümdür. Hayyam ruh istiyor. Büyük bir kısmı atılmak iktiza eden gıdalar is­
temiyor. [A. Cevdet]

432
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-357-

Esrâr-i hakikat neşeved hal be soâl.


Ne nîz be derbâhten-i ni’met o mâl.
Tâ cân nekenî, hûn nehorî penceh sâl.
Ez kâl torâ rû nenomâyed be hâl.

Hakikatin sırlan ne ötekinden berikinden sormakla, ne de ni­


met ve mal feda etmekle hallolunamaz. Elli sene can tüketmedİKçe,
kan yutmadıkça, kâl’den hâl’e giden yol senin için açılmaz.

[Hakikat sırları çözülmez soruyla.


Çözülmez mal, nimet vermekle.
Elli yıl çabalayıp kan yutmadıkça,
Hal yüz göstermez sana konuşmakla.] [M. Kanar]

433
- 358 -

Mey ber kef-i men nih o berâver golgol.


Bâ nâle-yi andelîb o sovt-i bolbol.
Bînağme eğer revâ budî mey horden,
Mey ez ser-i şîşe mînekerdî golgol.

Şarap kâsesini benim avucuma koy. Nağmeni bülbül nalesi-


ne, bülbül şakımasına karıştır. Eğer nağmesiz şarap içmek caiz ol­
saydı, şişeye şarap doldurulurken şarap, şişenin ağzında gulu gulu
âhengini husûle getirmezdi.

[ Ş a r a b ı v e r e l i m e ; l ı k ı r l ı k ı r s e s i n i .

K a r ı ş t ı r b ü l b ü l ü n ş a k ı m a s ı y l a .

N a ğ m e s i z ş a r a p i ç m e k r e v a o l s a y d ı ,

M e y ş i ş e d e n d ö k ü l ü r k e n l ı k ı r d a m a z d ı .] [ M . K a n a r ]

434
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 359 -

Kes huld u cehîm râ nedîdest ey dil.


Gûyî ki ezan cihânî resîdest, ey dil.
Ommîd o herâs-i mâ becoz nîst kezan
Coz nâm o nişânî ne pedîdest ey dil.

Ey gönül! Cenneti ve cehennemi gören kimse yoktur. Ey gö­


nül! O cihandan dönüp gelmiş olan kimse var mıdır? Bizim ümit­
lerimizin ve korkularımızın esası ve mevzu’u olan şey adından baş­
ka bir şeyi bulunmayan bir mevhumdan, bir ism-i bîmüsemmâdan
ibarettir.

[Cenneti, cehennemi kimse görmedi, gönül.


Söyle haydi, kim geldi öte dünyadan gönül?
Umudumuz, korkumuz öyle bir şeyden ki
Adından, sanından başka nesi belli gönül?] [M. Kanar]

435
- 360-

Ez hâlik-i kirdigâr o ez Rabb-i rahîm


Novmîd meşov be corm-i isyân-i azîm.
Ger mest o herâb morde bâşî imrûz,
Ferdâ bahşed ber ostohanhâ-yi remîm.

İşlenmiş büyük günahtan dolayı şefkatli Tann’dan, merha­


metli Mevla’dan ümidini kesme. Bugün mest ü harap olarak ölecek
olsan da, yarın senin çürük kemiklerini bağışlar, mağfiret eder.

[ Y a r a t ı c ı , r a h i m A l l a h ’t a n y a n a

i s y a n ı m b ü y ü k d i y e u m u t s u z d e ğ i l i m .

B u g ü n k ö r k ü t ü k s a r h o ş ö l ü p z ı b a r s a m d a ,

Ç ü r ü m ü ş k e m i k l e r i b a ğ ı ş l a r y a r ı n o l u n c a .] [ M . K a n a r ]

436
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-361 -

Ey moftî-yi şehr, ez to porkârterîm


Bâ inheme mesti ez to huşyârterîm
To hûn-i kesan horî yo mâ hûn-i rezan
İnsâf bedeh; kodam hunhârterîm?

Ey şehrin müftüsü! Biz senden daha ziyade çalışkanız. Bü­


tün bu mestliğimizle beraber senden daha ziyade aklımız başımız-
dadır. Sen insanların kanını içiyorsun; biz üzümlerin kanını içiyo­
ruz. İnsaf et; hangimiz daha ziyade hunharız?

[Şehir müftüsü! Senden daha çalışkanız.


Bu kadar sarhoşken biz, senden ayığız.
Sen insanların kanını içersin, bizim üzümün,
insaf et; hangimiz daha hunharız ?] [M. Kanar]

437
-3 6 2 -

An bih ki be câm-i bâde dil şâd konîm


Vez âmede vo gozeşte kem yâd konîm
Vin âriyetî revân-i zindânî râ
Yek lehze zi bend-i akl âzâd konîm

Akilane hareket, şarap kâsesiyle gönlümüzü şenlendirmek-


tir. Gelip geçmişin yâdıyla çok zihin yormamaktır. Bize ödünç ve­
rilen ve bizde mahpus olan ruhu bir lahza olsun akıl bendinden
âzad etmektir.

[ i y i s i m i ş a r a p k a d e h i y l e g ö n l ü m ü z ü ş â d e d e l i m .

G e l m i ş i g e ç m i ş i a z y â d e d e l i m .

Ş u h a p i s t e d u r a n e ğ r e t i r u h u m u z u

B i r a n a k ı l b a ğ ı n d a n â z â d e d e l i m .] [ M . K a n a r ]

438
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 363 -

An lehze ki ez ecel gorîzan gerdem.


Çon berg zi şâh-i omr rîzân gerdem.
Âlem be neşât-i dil be gırbâl konim.
Zan piş ki hâk-i hâkrîzân gerdem.

Ecelin elinden kaçırabildiğim birkaç lahzayı, kopmuş yap­


rak gibi ömür ağacından düşürdüm. Toprağım kalburdan geçirilme­
den evvel büyük bir neşat ve kalp sevinci ile kainatı kalburdan ge­
çirelim.203

[Ecelin elinden kaçırdığım birkaç ânı,


Yaprak gibi ömür ağacından düşüreyim.
Toprağım kalburdan geçirilmeden önce,
Gönül sevinciyle âlemi elekten geçireyim.] [M. Kanar]

203. Hayyam şunu demek istiyor: Yarın toprak olacağız. Toprağımız kalburdan geçiri­
lecek, elenecek. Biz daha evvel davranalım; kainatı kalburdan geçirelim. Muhake­
me ve tedkik kalburunun üstünde ve altında kalanı görelim.

439
-3 6 4 -

İn çerh-i felek ki mâ der û heyrânîm


Fânûs-i hiyâl ez û misâlî dânîm
Horşîd çerâğ dân o âlem fânûs
Mâ çon suverîm o ender û gerdânîm.

İçinde sersem olduğumuz bu çarkıfeleği bir hayal fanusuna


benzetirim. Güneş çerağdır; âlem fanustur. Biz o fanus içinde dö­
nen suretleriz.

[ i ç i n d e ş a ş k ı n k a l d ı ğ ı m ı z ş u ç a r k ı f e l e k ,

B i l i r i z k i h a y a l f a n u s u o n d a n b i r ö r n e k .

G ü n e ş i ç e r a ğ b i l , â l e m i d e f a n u s .

i ç i n d e d ö n m e k t e y i z ş e k i l ş e k i l , b e n e k b e n e k .] [ M . K a n a r ]

440
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 365 -

Yareb to gilem silişte’î; men çi konem?


Peşm o kasabem to rişte’î; men çi konem?
Her nîk o bedî ki âyed ez mâ be vucûd
To ber ser-i men nevişte’î; men çi konem?

Yârab, benim toprağımı sen terkip ettin; ben ne yapayım?


Yünümü ipeğimi sen eğirdin, sen dokudun; ben ne yapayım? Ben­
den iyi veya kötü her ne sâdır olursa, cümlesini benim altlıma sen
yazdm; ben ne yapayım?204

[Beni sudan, balçıktan yoğurmuşsun; ben ne yapayım?


Bu yünü, keteni sen eğirmişsin; ben ne yapayım?
Yaptığım ne kadar iyi, kötü iş varsa
Alnıma sen yazmışsın; ben ne yapayım?] [M. Kanar]

204. Fransız mütefekkirlerinden M.E. Thiaudiere yazar: “Ey Allah; eğer sen nâhüdala-
n n düşündükleri gibi kainatın zaruri mihanikiyeti değilsen, sen kainatın dikkatli
nâzımı isen, hayatımızda işlediğimiz günahların cezasmı bize muhakkak çektire­
ceksin. Fakat mâni olabildiğin halde bu günahları işlemeye bizi bıraktığından [bi­
zi günah işlemek istidadıyla yarattığından] dolayı bizzat seni kim cezalandıracak?
İtalyan filozoflarından Ponponazzi şu acı itirazları dermeyan eder: Kâdir-i küll ol­
duğu ve insanların kusurlarım ezelden beri görmüş bulunduğu halde niçin insanla­
rı bu kusurlardan kurtamuyor? Böyle bir ihmal insan için bir günah olduğu halde,
Allah bu ihmaliyle günah işlemiş olmuyor mu?

“Rahip Meliye’nin Vasiyetnamesi” Unvanlı küçük kitabımıza da bakın.


Lamartine’in Jocelyn’inde şu beyti de okuyun:

Si c ’est Dieu qui l ’a fait pourquoi moi qui l’expie?


L ’innocent â ses yeux paye-t-il pour l ’impie?

441
-3 6 6 -

Ey dûst, biya tâ gam-i ferdâ nehorîm.


Vin yekdem omr râ ganîmet şomorîm.
Ferdâ ki ezin deyr-i kohen dergozerîm.
Bâ heft hezâr sâlikân hemseferîm.

Ey dost, gel; yanmn ganimi yemeyelim ve bir nefeslik öm­


rü ganimet bilelim. Yarın bu köhne manastırdan [dünyadan] göçtü­
ğümüz vakit, bundan yedi bin sene evvel göçmüşlerin yoldaşları
olacağız.

[ E y d o s t ; g e l , ç e k m e y e l i m y a r ı n ı n d e r d i n i .

G a n i m e t b i l e l i m ö m r ü m ü z ü n ş u b i r d e m i n i .

G ö ç e c e ğ i z y a r ı n ş u k ö h n e m a n a s t ı r d a n m a d e m ,

Y e d i b i n y ı l ö n c e g ö ç e n l e r l e o l a c a ğ ı z h e m d e m .] [ M . K a n a r ]

442
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-367 -

Bîbâde mebâş tâ tevânî yekdem


Kez bâde şeved akl u dil u dîn horrem.
İblîs eğer bâde bohordî yekdem
Kerdî do hezâr secde pîş-i Adem

Elinden gelirse, şarapsız bir lahza durma. Zira şaraptan akıl,


gönül ve din neşelenir. Eğer şeytan bir defa şarap içmiş olsaydı,
Âdem’in önünde bir değil, iki bin secde ederdi.205

[Elinden geldikçe şarapsız durma.


Bâde olunca akıl, dil, din mesut olur.
iblis bir an bâdeyi içseydi
Âdem önünde iki bin secde ederdi.] [M. Kanar]

205. Sûre-i Bakara yani “İnek” sûresinin 34. ayetine telmih ediyor. O âyet şudur: “Ve
izâ kulnâ li’l-melâiketi’scudû li’l-âdeme fesecidû illâ iblise. Ebâ ve’stekbere”. Mâ­
nâsı: “Adem’e secde edin diye meleklere emrettiğimiz vakit melekler secde ettiler.
Yalnız İblis adlı melek emrimize itaat etmedi. Topraktan yapılan Adem’e secde et­
meyi izzet-i nefsine yediremedi. Bu suretle kafir oldu” demektir. Bir Arap şairi ise
bu ibâ ve istiğnasından dolayı İblis’e beliğ ve muhteşem manzum bir tebcilname
yazmıştır. [Bu haşiyenin ilk satırlarındaki “inek” kelimesi, bir öküz kafalının taas­
subuna dokunmuş ve mütercime can düşmanı olmuş, elinden gelen fenalıktan yap­
mıştır ve mütercime bu suret-i tercüme hayli pahalıya oturmuştur. Bu çiğ adam, ri­
yakâr, uğursuz bir karakuvvetçi olmayıp, ihlas sahibi olsaydı, gördüğüm zulümle­
rine rağmen ismini zikr ve tebcil bile ederdim.]

443
- 368 -

Berhîz u bekûb pây ki mâ dest zenîm


Mey der nazar-i nergis-i sermest zenîm
Der bîst zeden zovk nedâred çendan
Zovk-i aceb an buved ki der şest zenîm

Kalk ve raks et ta ki biz de ayaklarının ahengine ellerimizin


ahengini uyduralım. Şarabı mahmur nergislerin206 huzurunda içe­
lim. Yirmi yaşında iken şarap içmenin o kadar zevki yoktur. Asıl âlî
zevk altmış yaşında iken şarap içmektedir.

[ K a l k , r a k s e t , b i z d e a l k ı ş t u t a l ı m .

S a r h o ş n e r g i s i n ö n ü n d e ş a r a p i ç e l i m .

Y i r m i y a ş ı n d a ş a r a p i ç m e k o k a d a r z e v k l i d e ğ i l ,

A s ı l z e v k i a l t m ı ş y a ş ı n d a a l a l ı m .] [ M . K a n a r ]

206. Nergislerden murat olunan mavi ve güzel gözlerdir.

444
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-369-

Ber hod der-i kâm u ârizû râ bestem


Vez minnet-i her nâkes u kes vârestem
Coz dûst ço kes nîst ki gîred destem
Men dânem u û; çonan ki hestem, hestem.

Kendi üzerime murat ve arzu kapısını kapadım. Bu surette


nâmertlerin de, mertlerin de minnetleri altından kurtuldum. Ma­
demki dosttan gayri elimden tutacak yoktur; ben nasıl olursam ola­
yım, bu ancak benimle onun bileceğimiz bir şeydir.

[Murat, arzu kapısını üzerime kapadım.


Merde, nâmerde minnetten kurtuldum.
Dosttan başka elimden tutacak yok.
Bir ben bilirim, bir o: Nasılsam öyleyim.] [M. Kanar]

445
-37 0 -

Peyveste zi gerdiş-i felek gamgînem.


Bâ tab’-i hasîs-i Mşten der kînem.
İlmî ne ki ez ser-i cihan ber hîzem.
Aklî ne ki fâriğ zi cihan benşînem.

Dünyanın gidişinden daima gamlıyım. Sefil hilkatime karşı


daima kinim vardır. Ne cihandan elimi çekecek kadar ilmim var, ne
de cihanı hiç endişe etmeksizin cihanda oturacak kadar aklım.

[ F e l e ğ i n d ö n ü ş ü n d e n h e p g a m l ı y ı m .

S e f i l t a b i a t ı m a k a r ş ı k i n l i y i m .

D ü n y a d a n v a z g e ç e c e k k a d a r i l m i m y o k .

D ü n y a y ı u m u r s a m a y a c a k k a d a r a k l ı m y o k . ] [ M . K a n a r ]

446
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 371 -

Der mefreş-i hâk hoftegân mîbînem


Der zîr-i zemîn nihuftegân mîbînem.
Çendan ki be sahrâ-yi adem mînigerem
Nââmedegân o reftegân mîbînem.

Arzın üzerinde uykuda olanlar görüyorum. Toprağın altında


gizlenmişler görüyorum. Yokluk sahrasına baktıkça henüz gelme­
mişler ve gelip gitmişler görüyorum.

[Toprak yatakta uyuyanlar görürüm.


Yerin altına gizlenenler görürüm.
Ne kadar taksam yokluk meydanına,
Gelmeyenler ve gidenler görürüm.] [M. Kanar]

447
-3 7 2 -

Bâ rahmet-i to men ez goneh nendîşem.


Bâ tûşe-yi to zi renc-i reh nendîşem.
Ger lotf-i toem sefîdrû gerdâned,
Yekzerre zi nâme-yi siyeh nendîşem.

Senin rahmetin varken günahım beni düşündürmez. Senin ba­


na verdiğin azığın varken yol zahmeti düşünmem. Senin lütfün be­
nim yüzümü ak ederse, kara amel defterinden zerre kadar korkmam.

[ S e n i n r a h m e t i n v a r k e n g ü n a h ı d ü ş ü n m e m .

S e n i n a z ı ğ ı n v a r k e n , y o l z a h m e t i n i d ü ş ü n m e m .

S e n i n l ü t f ü n a k ç ı k a r ı r s a y ü z ü m ü ,

K a r a a m e l d e f t e r i m i z e r r e k a d a r d ü ş ü n m e m .] [ M . K a n a r ]

448
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 373 -

Tâ zan neberî ki ez cihan mîtersem,


Vez morden o ez reften-i can mîtersem.
Morden ço hakîkatest; zan bâkem nîst.
Çon nîk nezîstem, ezan mîtersem.

Zannetmeyiniz ki cihandan korkarım ve ölmekten, canımın


gitmesinden korkum vardır. Ölmek kaçınılmaz olduğu için ondan
korkum yoktur. Korkum iyi yaşamamaktandır.

[Sanma ki dünyadan korkuyorum.


[Ölmekten, ruhumun gitmesinden korkuyorum.
Ölüm bir gerçek; korkmuyorum bundan.
İyi yaşamadım; işte bundan korkuyorum.] [M. Kanar]

449
-374-

Tâ çend esîr-i akl-i her rûze şevîm?


Der dehr çi sad sâle, çi yekrûze şevîm.
Der dih to be kâse mey ezan pîş ki mâ
Der kârgeh-i kûzegeran kûze şevîm.

Ne zamana kadar gündelik aklımızın esiri olacağız? Bu dün­


yada yüz sene veyahut bir gün kalmamızın ne ehemmiyeti var?
Sen, vücudumuz testi yapanların imalhanesinde testi olmadan ev­
vel kâsemize şarap koymaya bak.

[ N e z a m a n a k a d a r h e r g ü n k ü a k l ı m ı z ı n e s i r i o l a c a ğ ı z ?

D ü n y a d a y ü z y ı l m ı , b i r g ü n m ü y a ş a y a c a ğ ı z ?

Ş u ş a r a p k â s e s i n i i y i t u t m a y a ç a l ı ş s e n ; n a s ı l o l s a

T e s t i c i n i n a t ö l y e s i n d e b i r g ü n t e s t i o l a c a ğ ı z .] [ M . K a n a r ]

450
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 375 -

Tâ çend melâmet konî ey zâhid-i hâm?


Ma rind-i herâbâtî yo mestîm modam.
To der gam-i tesbîh o riyâ vo telbîs
Mâ bâ mey o m a’şûka modâmîm be kâm.

Ne zamana kadar bize suçlayıp kınayacaksın ey ham sofu?


Biz harabatın gönül sahipleriyiz ve daima dilmestiz. Sen tespihin,
riyakârlığın, entrikanın arkasını bırakmazsın. Biz şarap ile maşuka
ile daima beraberiz; muradımız üzereyiz.

[Ham zahid! Ne zamana kadar bu kınama?


Meyhane rindiyiz, sarhoşuz daima.
Gam çekiyorsun, tespihinde var hile hurda.
Mey ile, sevgiliyleyiz biz muradımızda.] [M. Kanar]

451
- 376 -

Tâ efser-i hân o tâc-i key befrûşîm.


Destâr o kasab be bang-i ney befrûşîm.
Tesbîh ki peyk-i leşker-i tezvîrest,
Nâgâh be yek piyâle mey befrûşîm.

Hakan tacım, key tacmı, sarığı, ipek cübbeyi ney ahengine


bedel satalım. Tezvir askerinin ulağı olan tespihi bir kâse şarap be­
deli olarak verelim.

[ H a n i l e p a d i ş a h ı n t a c ı n ı s a t a l ı m .

S a r ı ğ ı , g ö m l e ğ i n e y s e s i n e s a t a l ı m .

Y a l a n d o l a n o r d u s u n u n u l a ğ ı d ı r t e s p i h ,

H e m e n b i r y u d u m m e y e s a t a l ı m .] [ M . K a n a r ]

452
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-377-

An rûz ki nîst der ser âb-i tâkem.


Zehrî buved er dehr dehed tiryâkem.
Zehrest gam-i cihan o tiryâkeş mey.
Tiryâk horem, zi zehr nâyed bâkem.

Şarap içmediğim gün dünya bana panzehir verse, zehir olur.


Cihanın gamı zehirdir. Panzehiri şaraptır. Ben panzehir yiyorum;
zehirden ne korkum olur?

[O gün üzüm suyuyla kıyaksa kafam,


Zehir olur dünya bana panzehir verse.
Dünya gamı zehirdir, panzehiri mey.
İçerim panzehiri, zehirden korkmam.] [M. Kanar]

453
- 378 -

Tâ key zi cefâ-yi herkesi neng keşim?


Vin âteş-i rûzgâr-i bîreng keşim?
Berhîz o gam-i cihan mehor ger merdi,
îdest, biyâ tâ mey-i golreng keşim.

Herkesin irtikap ettiği zulüm ve cevirden dolayı ne zamana


kadar utanacağız? Bu renksiz, meşrepsiz rüzgârın ateşiyle ne zama­
na kadar yanacağız? Eğer adam isen, kalk; cihanın gammı yeme.
Bayramdır. Gel, gel ki gül renginde şarap içelim.

[ N e z a m a n a k a d a r o n u n b u n u n c e f a s ı y l a e z i l e l i m ?

Ş u r e n k s i z z a m a n e n i n a t e ş i y l e y a n a l ı m ?

K a l k , d ü n y a n ı n g a m ı n ı ç e k m e , m e r t i s e n ,

B a y r a m d ı r , g e l , g ü l r e n k l i ş a r a p i ç e l i m .] [ M . K a n a r ]

454
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-379-

Bâ nefs hemîşe der neberdem; çi konem?


Vez kerde-yi hîşten bederdem; çi konem?
Gîrem ki zi men der gozerânî be kerem,
Zan şerm ki dîdî ki çi kerdem, çi konem?

Nefsimle daima mücadeledeyim; ne yapayım? Ettiklerim­


den dolayı vicdanım dert ve keder içindedir; ne yapayım? Haydi,
farz edeyim ki lütuf ve kereminle affedersin. Benim işlemiş oldu­
ğum günahı gördüğünü bildiğimden, gönlümde hasıl olan şerm ve
haya azabını ne yapayım?207

[Nefsimle didişip duruyorum, ne yapayım?


Yaptıklarımdan acı duyuyorum, ne yapayım?
Say ki affettin beni kereminle,
Ne yaptığımı gördün. Utanıyorum; ne yapayım?] [M. Kanar]

207. Genellikle Ömer Hayyam, başkalarım muaheze etmek istediği vakit, muahezeye
mevzû olan hali kendisine atfederek kendi kendisini muaheze eder. Nazik ve asil
bir usûldür. Ömer Hayyam bu rubaide en yüksek ve en metin bir ahlak prensibini
vaz’ediyor. Ahlakın en sağlamı odur ki cenneti ve cehennemi hep insanm vicdanı­
na koyar. İşlenilen günahı affetmek hakkını hiçbir kimseye vermez. Her türlü hay­
dutluğu yaptıktan, canlar ve vicdanlar yaktıktan sonra Kâbe’ye gitmekle yahut bir­
çok namaz kılmakla bütün habasetlerin, cinayetlerin affedileceğine kâil olan ahlak,
yüksek ve sağlam bir ahlak olmaktan çok, pek çok uzaktır.

455
-380-

Cânâ men u to numûne-yi pergârîm.


Ser gerçi do kerde’îm o yek ten dârîm.
Ber nokta revânîm kunûn dâirevâr,
Tâ âhir-i kâr ser behem bâz ârîm.

Sevgilim, sen ve ben pergel gibiyiz. Her ne kadar başımız iki


ise de, vicdanımız birdir. Şimdi ikimiz de dâirevârî bir nokta etra­
fında dönüyoruz. Sonra başlanmız tekrar birleşecektir.

[ S e v g i l i m , s e r tle b e n b i r p e r g e l e b e n z e r i z ,

i k i b a ş ı m ı z v a r a m a b i z b i r b e d e n i z .

Ş i m d i d a i r e g i b i b i r n o k t a d a d ö n e r d u r u r u z .

S o n u n d a b a ş l a r ı m ı z ı b i r y e r d e b i r l e ş t i r i r i z .] [ M . K a n a r ]

456
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-381 -

Çon nîst mekâm-i mâ derin deyr mokîm,


Pes bî mey u m a’şûka hetâ’îst azîm.
Tâ key zi kadîm o mohdes ey merd-i selîm,
Çon men reftem, cihan çi mohdes, çi kadîm.

Mademki bu dünyada makamımız payidar değildir; bu hal­


de şarapsız ve maşukasız yaşamak büyük bir hatadır. Kadim ve
muhdes davalarıyla, ey akl-ı selim sahibi adam, ne zamana kadar
uğraşacaksın? Ben gittikten sonra cihan muhdes olmuş, kadim ol­
muş, ne ehemmiyeti var?208

[Olmadıktan sonra yerimiz bu dünyada sağlam,


Merysiz, maşuksuz kalmak büyük hata! Kalamam.
Ne zamana dek yeniden, eskiden umam ve korkam?
Dünya yeniymiş, eskiymiş, bana ne ben gittiğim zaman!] [M. Kanar]

208. Bu rubainin ilk mısraını Muallim Feyzi Efendi merhum başka türlü anlamış, baş­
ka türlü tercüme etmiş. Hayyam’m bir tab’mda “hatâ’îst azîm” yerine “ezâbîst
elîm” denmiş.

457
-382-

Der mescid egerçi bâniyâz âmede’em,


Hakkâ ki ne ez behr-i nemâz âmede’em.
Rûzî ki incâ seccâde’î dozdîdem.
An köhne şodest; bâz bâz âmede’em.

Vâkıa mescide ibadet vesilesiyle geldim. Fakat doğrusunu is­


tersen, namaz kılmak için gelmedim. Bir gün burada bir seccade çal­
dım. O seccade eskidi (Bir yenisini aşırmak için) tekrar geldim.209

[ G ö r ü n ü ş t e c a m i y e d u a i ç i n g e l d i m .

S a n m a k i b u r a y a n a m a z i ç i n g e l d i m .

B i r g ü n b u r a d a n s e c c a d e ç a l d ı y d ı m ,

0 e s k i d i ; y e n i s i n i a l m a k i ç i n g e l d i m .] [ M . K a n a r ]

209. Riyakâr, bazı hırsız ve hayırsız namazcılann ağzından, Hazreti Hayyam riyasızca
söylüyor.

458
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-383 -

Dîger gam-i in gerdiş-i gerdûn nehorîm.


Coz bâde-yi nâb-i sâf-i gulgûn nehorîm.
Mey hûn-i cihânest o cihan hûnî-yi mâ.
Mâ hûn-i dil-i hûnî-yi hod çon nehorîm?

Artık bu dünyanın gamını yemeyelim. Saf, berrak ve gül


renkli bâdeden gayri bir şey içmeyelim. Şarap cihanın kanıdır. Ci­
han bizim kanımıza susamışta". Bizim kanımızı içmeye kastedenin
kanını biz nasıl içmeyiz?

[Feleğin dönüşü yüzünden gam çekmeyelim.


Gül renkli saf şaraptan başkasını içmeyelim.
Mey dünyanın kanıdır; dünya bizim kanlımız.
Biz kanlımızın gönül kanını neden içmeyelim?] [M. Kanar]

459
-384-

Zan pîş ki ez zemâne tâbî bohorîm,


Bâ yekdiger imrûz şerâbî bohorîm.
Kin çerh-i felek be vakt-i reften mâ râ
Çendan nedehed eman ki âbî bohorîm.

Zamanın bir sadmesini yemeden evvel bugün hep beraber


şarap içelim. Zira bu felek göçme vakti gelince, şarap şöyle dursun,
bir yudum su içmek için bile aman vermez.

[ Z a m a n e n i n t o k a d ı n ı y e m e d e n b i z ,

B u g ü n b i r l i k t e ş a r a p i ç m e l i y i z .

Ş u ç a r k ı f e l e k g i d e r k e n b i z ,

F ı r s a t v e r m e z ; b i r y u d u m s u i ç e m e y i z .J [ M . K a n a r ]

460
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-385 -

Der aşk-i to sad güne melâmet bekeşem.


Ver beşkenem in ahd, gerâmet bekeşem.
Ger omr vefâ koned cefâhâ-yi torâ,
Hâhed dilem an ki tâ kıyâmet bekeşem.

Senin için beslediğim muhabbet yüzünden yüz türlü kınan­


maya katlanırım. Eğer bu ahdimi bozarsam, cezasını çekmeye ha­
zırım. Gönlüm ister ki ömrüm vefa etsin de senin cefalarını kıya­
mete kadar çekeyim.210

[Aşkın için yüz türlü kınamaya muhatap olayım.


Sözümden dönersem, ceremesini çekeyim.
Cefalarına ömrüm vefa ederse
Bugün değil, kıyamete kadar çekeyim.] [M. Kanar]

210. Bin can olaydı kâşki ben dilşikestede


Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana [Fuzulî]

461
- 386-

Der dâire-yi vucûd dîr âmede’îm.


Vez pâye-yi merdomî be zîr âmede’îm.
Çon omr ne ber morâd-i mâ mîgozered.
Ey kâş ser âmedî ki sîr âmede’îm!

Varlık dâiresine geç geldik. İnsanlık mertebesinden aşağı


düştük. Mademki ömrümüz muradımızca geçmiyor, keşke nihaye­
te erseydi! Zira bıktık.

[ V a r l ı k d a i r e s i n e g e ç g e l d i k ,

i n s a n l ı k d e r e c e s i n d e n a ş a ğ ı d ü ş t ü k .

Ö m ü r m u r a d ı m ı z c a g e ç m i y o r .

B i t s e y d i k e ş k e . Z i r a b ı k t ı k .] [ M . K a n a r ]

462
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 387 -

Donyâ ço fenâst, men coz fen nekonem.


Coz yâd-i neşât o bezm-i rûşen nekonem.
Gûyend merâ ki îzedet tövbe dehed.
Û hod nedehed; ver bedehed, men nekonem.

Dünya mademki baki değildir, ben dünyadan kurnaz davra­


nırım. Neşattan, berrak şaraptan başka bir şey düşünmem. Bana di­
yorlar ki Tanrın sana tövbe etmeyi nasip etsin! O tövbe etmeyi ba­
na nasip etmez. O nasip etse bile ben tövbe etmem.

[Dünya fani değil mi; ilimden başka şey yapmam.


Neşeden, parlak meyden başka şey düşünmem.
Bana diyorlar: Allah sana tövbe nasip etsin.
O nasip etsin, etmesin; ben etmem!] [M. Kanar]

463
- 388 -

Der pây-i ecel ço men serefkende şevem,


Der dest-i ecel ço morg-i per kende şevem.
Zinhar gilem becoz sorâhî mekonîd.
Bâşed ki be bûy-i mey demî zinde şevem.

Başım sarkık olarak ecelin ayağı altında kaldığım, kanatlan


kınlmış bir kuş gibi ölümün pençesine düştüğüm zaman vücudu­
mun toprağından sakın sürahiden başka bir şey yapmayınız! Olabi­
lir ki şarabın kokusuyla bir lahza dirilirim.

[ E c e l i n a y a ğ ı a l t ı n d a b o y n u m b ü k ü l ü n c e ,

E c e l i n e l i y l e k u ş g i b i k a n a d ı m y o l u n u n c a ,

A m a n ş a r a p s ü r a h i s i y a p ı n t o p r a ğ ı m d a n .

D i r i l i r i m b a k a r s ı n m e y k o k u s u y l a .] [ M . K a n a r ]

464
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 389 -

Bâ zolf-i to ger destdirâzî kerdem,


Ez rûy-i hakikat, ne mecâzî kerdem.
Der zolf-i to dîdem dil-i dîvâne-i mâ.
Men bâ dil-i hîş dest bâzî kerdem.

Zülfüne elimi uzattımsa, mecazî değil, hakikî bir muhabbet­


le uzattım. Zülfünde kendi gönlümü gördüm. Ben elimi kendi gön­
lüme uzattım.

[El uzattımsa senin zülüflerine,


Mecazî değil, gerçekten uzattım.
Zülüflerinde divane gönlümü gördüm.
Ben kendi gönlüme elimi uzattım.] [M. Kanar]

465
-390-

Zingûne ki men kâr-i cihan mîbînem,


Âlem heme râyegan ber an mîbînem.
Subhânallâh, be herçi der mînigerem,
Nâkâmî-yi hîş ender an mîbînem.

Ben cihan görüşüme göre, insanların cümlesini istihkaksın


mütena’im buluyorum.211 Süphanallah! Her neye baksam, kendi
muratsızhğımı görüyorum.

[ D ü n y a n ı n i ş l e r i n e b a k ı y o r u m d a ,

H e r k e s i b e d a v a y a k o n m u ş g ö r ü y o r u m .

A l l a h A l l a h ! H e r n e y e b a k s a m ,

K e n d i m u r a t s ı z h ğ ı m ı o r a d a g ö r ü y o r u m ! ] [ M . K a n a r ]

211. Bazı mesut ve müreffeh kimselerin saadet ve refahı liyakat ve kıymetleri eseri de­
ğil, riyakârlıkları, entrikacılıkları, hilekârlıkları eseridir, demek istiyor.

466
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-391 -

Serkerde-yi rindân-i herâbât menem.


Oftâde be m a’siyet zi tâmât menem.
Ankes ki şeb-i dirâz ez bâde-yi nâb,
Ez hûn-i ciğer koned monâcât, menem.

Harâbat rindlerinin serkerdesi benim. Mahalsiz sözler yü­


zünden günaha giren benim. Saf şarap içerek uzun geceleri uyku­
suz geçiren ve ciğer kanıyla münacat eden benim.

[Meyhane rindlerinin başı benim.


Yersiz sözlerle günaha giren benim.
Şarap içerek uzun geceleri,
Ciğer kanıyla yakararak geçiren benim.] [M. Kanar]

467
-392-

Şebhâ gozered ki dîde berhem nezenîm.


Tâ pây-i fîrâk ber ser-i gam nezenîm.
Berhîz ki dem zenîm pîş ez dem-i sobh,
Kin sobh besî demed ki mâ dem nezenîm.

Ayrılık hüzün ve kederine nihayet vermedikçe geceler geçer


ki kirpiğimizi kirpiğimizin üstüne koymayız. Kalk, sabah vaktin­
den evvel dem çekelim. Zira bu sabah bizde hayat esintisi artık kal­
mamış olduğu zamanlar, pek çok kereler hayat esintisi ile hayatdar
olarak açılacak.

[ G e c e l e r g e ç t i , y u m m a d ı k g ö z ü m ü z ü a s la .

İ n d i r e l i m t e k m e y i g a m ı n t e p e s i n e n e ş a t l a .

K a l k a l ı m , d e m ç e k e l i m , o l m a d a n s a b a h ,

B i z k o n u ş a m a y a c a ğ ı z a m a ç o k o l a c a k s a b a h .] [ M . K a n a r ]

468
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 393 -

Çendan ki zi hod nîstterem, hestterem.


Herçend bolendpâyeter, pestterem.
Zin torfeter an ki ez şerâb-i hestî,
Her lehze ki hoşyârterem, mestterem.

Kendi kendimden ne kadar ziyade geçersem, o derecede


kendi kendime gelirim. Pâyem ne kadar yükselirse, o nispette alça­
lırım. Şurası en ziyade gariptir ki varlık şarabıyla ne kadar ziyade
ayık bulunursam, o nispette daha ziyade sarhoş olurum.

[Ne kadar geçersem kendimden, o kadar kendime gelirim.


Derecem ne kadar yükselirse, o kadar alçalırım.
Şaşılacak şeydir! Varlık şarabından dolayı,
Ayık olduğum an, bir o kadar sarhoşum.] [M. Kanar]

469
- 394 -

Sobh est o demî ber mey-i golreng zenîm.


Vin şîşe-yi nâm o neng ber seng zenîm.
Dest ez emel-i dirâz-i hod bâz keşîm.
Der zolf-i dirâz o dâmen-i çeng zenîm.

Sabah vaktidir. Gül renginde şaraptan biraz içelim. İyi nam


ve iyi şöhret şişesini taşa çalalım. Uzun emellerden elimizi çeke­
lim. Maşukanın uzun saçlarını okşamakla ve rebabın eteğine sarıl­
makla yetinelim.

[ S a b a h v a k t i ; i ç e l i m b i r a z g ü l r e n g i ş a r a b ı .

T a ş a ç a l a l ı m ş ö h r e t , a r ş i ş e s i n i .

Ç e k e l i m e l i m i z i u z u n e m e l l e r d e n ,

T u t a l ı m u z u n z ü l ü f l e r i , ç e n g i n t e l l e r i n i .] [ M . K a n a r ]

470
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-395-

Ger men zi mey-i mogâne mestem, hestem.


Ver kâfir u gebr u botperestem, hestem.
Her tâife’î be men gomânî dârend.
Men zân-i hodem; çonanki hestem, hestem.

Eğer ben ateşperestlerin şarabıyla sarhoş isem, ne var? Öy­


leyim. Eğer kâfirsem, Zerdüştî isem, putperest isem, ne var? Ola­
yım. Her taife benim hakkımda başka başka fikirler beslerler. Ben
kendi kendimin memlûküyüm. Nasıl olursam olayım.

[Şarapla olmuşsam ben sarhoş, öyleyim.


Kâfir, ateşperest, putperestsem, öyleyim.
Herkesin bir zannı var hakkımda benim.
Ben kendime aitim; nasılsam, öyleyim.] [M. Kanar]

471
-396-

Huşyâr nebûde’em demî tâ hestem.


İn şeb şeb-i kadrest o men imşeb mestem.
Leb der leb-i câm o sîne ber sîne-yi hem,
Tâ rûz be gerden-i sorâhî destem.

Dünyaya geleli mest olmadığım bir an olmadı. Bu gece Ka­


dir gecesidir. Ben bu gece mestim. Dudaklarım kadehin dudakları;
sinem şarap küpünün sinesi üzerinde ve elimde sürahinin boynu
bulunduğu halde sabahlayacağım.

[ O l d u m o l a s ı h i ç a y ı k o l m a d ı m .

B u g e c e K a d i r g e c e s i , b e n y i n e m e s t i m .

D u d a ğ ı m k a d e h i n d u d a ğ ı n d a , g ö ğ s ü m k ü p ü n ü s t ü n d e ,

S a b a h a k a d a r s ü r a h i n i n b o y n u n d a d ı r e l i m .] [ M . K a n a r ]

472
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 397 -

Meylem be şerâb-i nâb bâşed dâ’im.


Gûşem be ney u rebâb bâşed dâ’im.
Ger hâk-i merâ kûzegerî kûze koned,
An kûze por ez şerâb bâşed dâ’im.

Meylim daima saf şarabadır. Kulağım daima ney ve rebapta-


dır. Testici benim vücudumun toprağından testi yaparsa, o testi da­
ima şarap dolu olur.

[Meylim saf şarabadır daim.


Kulağım ney ile rebap sesindedir daim.
Testici toprağımdan testi yapsa,
O testi şarapla dolu olur daim.] [M. Kanar]

473
-398 -

Men zâhir-i nîstî yo hestî dânem.


Men bâtin-i her ferâz o pestî dânem.
Bâ inheme ez dâniş-i hod bîzârem.
Ger mertebe’î verâ-yi mestî dânem.

Ben varlığın ve yokluğun dış yüzünü bilirim. Ben her yük­


seğin ve her alçağın iç yüzünü bilirim. Bunların cümlesiyle beraber
eğer insanda ruhanî mestlik mertebesinin fevkinde bir mertebenin
bulunduğuna kail olursam, bütün bu bilgilerim bende mahvolsun!

[ V a r l ı ğ ı n , y o k l u ğ u n z a h i r i n i b i l i r i m b e n .

H e r i n i ş i n , ç ı k ı ş ı n b â t ı n ı n ı b i l i r i m b e n .

S a r h o ş l u k t a n ö t e b i r m e r t e b e b i l i y o r s a m ,

U t a n a y ı m i l m i m d e n , i r f a n ı m d a n b e n ! ] [ M . K a n a r ]

474
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-399-

Men bâde horem velîk mestî nekonem.


İllâ be kadeh dirâzdestî nekonem.
Dânî, garazem zi meyperestî çi buved?
Tâ hemçu to hîştenperestî nekonem.

Ben şarap içerim, fakat sarhoşluk, bedmestlik etmem. Ka­


dehten başka bir şeye elimi uzatmam.212 Bilir misin, benim şaraba
tapındığım niçindir? Senin gibi kendi kendime tapmamak için.

[Ben bâde içerim ama pis sarhoş olmam.


Kadeh dışında bir şeye elimi uzatmam.
Bilir misin mey düşkünlüğünden nedir amacım?
Senin gibi kendini beğenmiş biri olmam.] [M. Kanar]

212. Elimi “şarap kadehinden başka bir şeye uzatmam; kadehten başka bir şeye el uzat­
mam” demekle Hayyam, sadakaya, fitreye, diş kirasına, cer parasına elini uzatan,
avucunu açan açgözlü ve aç özlü bîçarelere veyahut herkesin malına göz diken ve
gasp etmek için saldıran aç kurt tabiatinde müstebidlere telmih ediyor.

475
-400-

Mahrem hestî ki bâ to gûyem yek dem,


Kez evvel-i kâr-i hod çi bûdest âdem.
Mihnetzede-i silişte ender gil-i gam,
Yekçend cihan bohord u berdâşt kadem.

Eğer sır saklar mahrem bir adamsan, Âdem’in cemaziyülev-


veli ne olduğunu sana bir iki kelime ile söyleyim: Gam çamuruyla
yoğurulmuş bir mihnetzede idi. Cihanda biraz kamım doyurdu.
Kamı doyunca, kalktı, yolu tuttu.

[ M a h r e m b i r i y s e n a z ç ı t l a t a y ı m s a n a ,

 d e m ’ i n iç i n e y d i ta i ç in h a ç ı n d a .

M i h n e t v u r g u n u y d u , y o ğ u r u l m u ç g a m ç a m u r u y l a ,

B i r g ü n b u r a d a k a l d ı , ç e k t i g i t t i o r a y a .] [ M . K a n a r ]

476
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-401 -

Mâ cây-i nemâz ber leb-i hom kerdîm.


Hod râ be mey-i la’l ço merdom kerdîm.
Der kûy-i herâbât meğer betvan yâft.
An omr ki der sövme’ehâ gom kerdîm.

Biz seccadeyi şarap küpünün kenarına serdik. Yakut renkli


şarap içerek kendimizi insana benzettik. Mâbetlerde zâyi ettiği­
miz zamanımızı istiğna âlemi olan harabatta belki telafi edebiliriz
ümidindeyiz.

[Biz seccademizi küp kenarına serdik.


[Kendimizi lâl renkli §arapla adama benzettik.
[Meyhane sokağında buluruz belki ömrümüzü.
O ömrü biz mabetlerde kaybettik.] [M. Kanar]

A li
-402-

Maksûd zi comle âferîniş mâ’îm.


Der çeşm-i hired covher-i bîniş mâ’îm.
İn dâire-yi cihan ço enguşterîst.
Bî hîç şekkî nakş-i nigîneş mâ’îm.

Bu hilkatten maksat biziz. İdrak gözünde basiret cevheri bi-


ziz. Bu cihan dairesi bir yüzük gibidir. Hiç şüphe yok ki o yüzüğün
taşmm nakşı, yazısı biziz.

[ B ü t ü n y a r a t ı l ı ş ı n m a k s a d ı b i z i z .

A k ı l g ö z ü n d e g ö r ü ş c e v h e r i b i z i z .

Ş u d ü n y a d a i r e s i b e n z e r y ü z ü ğ e .

K u ş k u s u z y ü z ü k k a ş ı n d a k i l e r b i z i z .] [ M . K a n a r ]

478
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 40 3 -

Mâ kez mey-i bîhodî tarabnâk şodîm.


Vez mâye-yi dûn ber ser-i eflâk şodîm.
Âhir heme z’âlâyiş-i ten pâk şodîm.
Ez hâk ber âmedîm o der hâk şodîm.

Biz ki kendini kaybetmiştik şarabıyla neşelendik; mayamız


düşük olduğu halde feleklerin başına çıktık. Nihayet ten alakaların­
dan yıkandık. Topraktan çıkmıştık; toprağa girdik.

[Biz kendini kaybetme şarabıyla neşelendik.


Düşük mayamızla feleklerin üstüne yükseldik.
Sonunda arındık tüm beden alakalarından,
Topraktan gelmiştik, toprağa döndük.] [M. Kanar]

479
- 404 -

Men der remezân rûze eğer mîhordem,


Tâ zan neberî ki bâhaber mîhordem.
Ez mihnet-i rûze rûz-i men çon şeb bûd.
Pindâşte bûdem ki seher mîhordem.

Ben eğer Ramazan’da oruç yedimse, Ramazan’dan haberim


vardı zannetme. Orucun verdiği meşakkat ve yorgunluk tesiriyle
gündüzüm gece olmuştu. Sahur diye yiyordum.

[ R a m a z a n ’d a o r u ç y i y o r i d i y s e m ,

H a b e r s i z y e d i ğ i m i s a n m a s a k ı n .

O r u ç s ı k ı n t ı s ı n d a n g e c e y e d ö n m ü ş t ü g ü n d ü z ü m .

B e n d e s a h u r y e m e ğ i y i y o r u m s a n m ı ş t ı m .] [ M . K a n a r ]

480
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-405 -

Mâ’îm ki sermest-i şerâbîm modâm.


Der meclis-i mâ nîst becoz bâde vo câm.
Bogzâr heme nasihat ey zâhid-i hâm.
Mâ bâde perestîm o leb-i yâr be kâm.

Biz ki daima şarap ile sermestiz, bizim meclisimizde bâde-


den, kadehten gayrı bir şey bulunmaz. Ey hamervah zâhid! Biz her
nasihatten müstağniyiz. Bizimle beyhude meşgul olma. Biz bâdeye
ve yârin dudağına taparak muradımıza ermişiz.

[Biz şarap sarhoşuyuz daima.


Bulunmaz meclisimizde bâde ile kadehten başka.
Ham zahidi Bırak bize öğüt vermeyi.
Bâdeye, yârin dudağına taparız; erdik muradımıza.] [M. Kanar]

481
-406-

Hengâm-i golest; ihtiyârî bokonem.


Vangân be hilâf-i şer‘ kârî bokonem.
Bâ sebzhetân-i lâleroh rûzî çend
Ber sebze zi cor’e lâlezârî bokonem.

Gül mevsimidir. Arzularımdan birini icra edeyim. Şer‘in hi­


lafına bir iş işleyeyim. Lale yanaklı, taze güzellerle birkaç gün kır­
mızı şarap saçarak yeşil çimeni Mezara çevireyim diyorum.

[ G ü l m e v s i m i d i r ; b i r a r z u m u g e r ç e k l e ş t i r e y i m .

Ş e r i a t a a y k ı r ı b i r i ş e d e y i m .

L a l e y a n a k l ı t a z e g ü z e l l e r l e b i r k a ç g ü n ,

K ı r m ı z ı ş a r a p s a ç a r a k ç i m e n l i ğ i l a l e z a r a ç e v i r e y i m .] [ M . K a n a r ]

482
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-407-

Gul goft ki men Yûsuf-i Mısr-i çemenem.


Yâkût-i giranmâye-yi por zer dehenem.
Goftem: Ço to Yûsufî, nişânî bonmây.
Goftâ k i : be hûn-i garka niger pîrehenem.

Gül “Ben çemenistan Mısır’ının Yusuf’uyum. Ağzı altınla


dolu yüksek kıymetli yakutum.” dedi. “Sen mademki Yusuf’sun,
delil göster.” dedim. Cevaben, “ Kana boyanmış gömleğimi görmü­
yor musun?” dedi.

[Gül dedi: Ben çimen Mısır’ının Yusuf uyum.


Ağzı altın dolu, değerli bir yakutum.
Dedim: Madem Yusuf’sun, bir işaret ver.
Dedi: Kana bulanmış, bak, gömleğim.] [M. Kanar]

483
-408 -

îzed ço nehâst ançi men hâste’em,


Key gerded râst ançi men hâste’em?
Ger comle sevâbest ki û hâste est,
Pes comle hetâst ançi men hâste’em.

Mademki benim istemiş olduğumu Allah istememiştir; be­


nim istemiş olduğum nasıl doğru olur? Onun her istediği sevap ise,
o halde benim istediklerimin ve işlediklerimin cümlesi hatadır.

[ M a d e m i s t e m e d i T a n r ı b e n i m i s t e d i ğ i m i ,

B e n i m i s t e d i ğ i m d o ğ r u o l a b i l i r m i ?

O n u n i s t e d i ğ i d o ğ r u i s e e ğ e r ,

B e n i m i s t e d i ğ i m h e p t e n h a t a d e ğ i l m i ? ] [ M . K a n a r ]

484
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-409-

Yârab men eğer gonâhî bîhod kerdem,


Ber cân o cevânî yu ten-i hod kerdem.
Çon ber keremet vusûk-i kullî dârem,
Bergeştem u tövbe kerdem o bed kerdem.

Ey Rabbim! Eğer ben çok günah işledimse kendi canıma ve


gençliğime ettim. Senin kerem ve affına tam itikadım varken rücû
ettim; tövbe ettim. Tövbe ve rücû etmem fena oldu.

[Tanrım, farkında olmadan günaha girdimse,


Canıma, gençliğime, bedenime ettim.
Senin keremine tam itimadım var.
Döndüm, tövbe ettim, kötü ettim.] [M. Kanar]

485
-410-

M â’îm der ûftâde çon morg be dâm.


Dilheste-yi rüzgâr o âşofte modâm.
Sergeşte derin dâire-yi bî der o bâm.
Nâ’âmede ber morâd o nârefte be kâm.

Biz tuzağa düşmüş kuşlar gibi hayat kemendine düşmüşüz-


dür. Daima zamanın sıkıntı ve mihnetine maruz ve halimiz perişan­
dır. Biz kapısız ve damsız bu daire içinde serseri bir halde buraya
gelirken arzumuzla gelmedik. Buradan giderken de rey ve irade­
mizle gidecek değiliz.

[ B u f e l e ğ i n t u z a ğ ı n a k u ş g i b i d ü ş t ü k .

Z a m a n d a n g ö n l ü m ü z y a r a l a n d ı , h e p p e r i ş a n d ü ş t ü k .

Ş u k a p ı s ı z b a c a s ı z d a i r e d e d ö n d ü k h a d ö n d ü k .

M u r a d a e r e m e d i k , m u r a t s ı z d ü ş t ü k .] [ M . K a n a r ]

486
ABDULLAH CEVDKT / ÖMER İIAYYAM ■RUBAİLERİ

-411 -

Efsûs ki bîfâyide fersûde şodîm!


Vez dâs-i sipihr-i semigûn sûde şodîm!
Derdâ vo nedâmetâ ki tâ çeşm zedîm,
Nâbûde be kâm-i hîş nâbûde şodîm.

Yazık ki beyhude yıprandık. Feleğin eğri orağıyla biçildik.


Yazık, çok yazık ki gözümüzü açıp kapayacak kadar kısa bir za­
manda ve arzumuz veçhile yaşamamış olduğumuz halde yok olu­
yoruz.

[Yazık! Boşuna solduk, tebah olduk!


Feleğin orağıyla tepetakla olduk!
Eyvahlar olsun! Bir göz açıp kapayana dek,
Eremeden muradımıza, yok olduk!] [M. Kanar]

487
-412-

Der costen-i câm-i Cem cihan peymûdîm.


Rûzî nenişestîm o şebî negunûdîm.
Zistâd ço vasf-i câm-i Cem beşnûdîm,
Hod câm-i cihannomâ-yi Cem mîbûdîm.

Câm-i Cem aramak için cihanı dolaştık. Bir gün oturmadık.


Bir gece tam uyumadık. Üstaddan Cem kadehinin evsafını işitince,
dünyayı gösteren Cem kadehini kendi kendimizde bulduk.213

[ C e m k a d e h i n i a r a m a k i ç i n d ü n y a y ı d o l a n d ı k .

G ü n d ü z o t u r m a d ı k , g e c e u y u m a d ı k .

Ü s t a t t a n C e m k a d e h i n i n v a s f ı n ı d u y d u k .

C e m ’ in d ü n y a y ı g ö s t e r e n k a d e h i d i y e k e n d i m i z i b u l d u k .] [ M . K a n a r ]

213. Bu rubai nefistir ve “mestî-i psikolocyâî” tabir ettiğimiz ruhanî mestlik ile Ömer
Hayyam’ın neşe ve mestlik tahsil etmiş olduğuna kat’î bürhandır.

488
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 413 -

Hergiz be tarab şerbet-i âbî nehorem.


Tâ ez kef-i endûh şerâbî nehorem.
Nânî nezenem der nemek-i hîç kesî.
Tâ ez ciger-i hîş kebâbî nehorem.

Akabinde gam ve keder ile bize acı şarabım sunmaksızın


hiçbir zaman neşat ve sevinç ile saadet şerbeti içtiğimiz olmaz ve
akabinde kendi ciğerimizden yapılmış kebap yemeksizin kimsenin
tuzuna ekmeğimizi batırdığımız olmaz.214

[Neşe ile mutluluk suyu içtiğim olmadı.


İçtiysem, keder elinden şarap içtim.
Kendi ciğerimin kebabını yemedikçe,
Kimsenin tuzuna ekmeğimi basmam.] [M. Kanar]

214. İzzet-i nefis, insaf, merhamet sahibi olan böyle olur. Ekmeğini insanın tuzuna de­
ğil karıma batırarak yiyenler ve vicdanlarında hiçbir minnet ve mihnet hissetme­
yenler ne kadar çoktur!

489
-414-

Hân tâ be harâbât hurûşî bezenim.


Ber meykede bogzerîm o cûşî bezenim.
Destâr o kitâb râ furûşîm be mey,
Ez medrese bogzerîm o dûşî bezenim.

Haydi harabata koşalım. Meykededen geçelim. Pür aşk u


şevk olalım. Bedeliyle şarap almak üzere sarığı ve kitabı satalım.
Medreseden omuz silkerek geçelim.

[ H a y d i h a r a b a t t a ş e v k e g e l e l i m .

M e y h a n e y e g i d e l i m , c o ş a l ı m .

Ş a r a p i ç i n s a t a l ı m s a r ı ğ ı , k i t a b ı .

M e d r e s e d e n v a z g e ç i p o m u z s i l k e l i m .] [ M . K a n a r ]

490
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-415-

Her sobhgehî ki der harâbât şevem.


Hemrâh-i kalenderân-i tâmât şevem.
Çon âlem-i sirr ve’l-hâfiyât to’î;
Tovfîk dehem tâ be monâcât şevem.

Her sabah vaktinde harabata giderim. Saçmalayan kalender­


lerle yoldaşlık ederim. Mademki sırların, gizli şeylerin bilicisisin,
tevfikini bana refik et de ben de meyhanelerde böyle kalenderlerle
hemrah olacak yerde ibadet ve tâat ile meşgul olayım.

[Her sabah vakti meyhaneye giderim.


Saçmalayan kalenderlerle bir olurum.
Madem gizli şeylerin âlemi sensin;
Yardım et bana, sana yakarayım.] [M. Kanar]

491
-416-

Yek cov gam-i eyyam nedârîm, hoşîm.


Ger çâşt buved, şâm nedârîm, hoşîm.
Çon pohte be mâ nemîresed ez matbah,
Ez kes tama’-i hâm nedârîm; hoşîm.215

Bir arpa tanesi kadar bile günlerin gamım taşımayız. Hali­


mizden memnunuz. Öğle taamımız olursa, akşam yiyeceğimiz ol­
masa da şikâyet etmeyiz. Mutfaktan bize pişmiş yemek gelmediği
zaman kimseden çiğ temennide bulunmayız; hoşnutuz.

[ A z d a o l s a d ü n y a n ı n g a m ı n ı ç e k m e y i z , m u t l u y u z .

Ö ğ l e n y e m e ğ i ç ık a r , a k ş a m ı n k i ç ı k m a z s a , m u t l u y u z .

M u t f a k t a n p i ş m i ş y e m e k g e l m e z s e b i z e ,

K i m s e d e n h a m t a m a h t a b u l u n m a y ı z , m u t l u y u z .] [ M . K a n a r ]

215. Bu rubai Ebû Saîd’in rubaileri arasında da görülmüştür.

492
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-417 -

Men bî mey-i nâb zîsten netvânem.


Bîbâde keşîd-i bâr-i ten netvânem.
Men bende-i an demem ki sâkî gûyed.
Yek câm-i diğer begîr o men netvânem.

Saf şarapsız yaşayamam. Ten yükünü [bâr-ı hayatı] şarapsız


çekemem. Ben o lahzaya köle olurum ki saki bana bir kadeh daha
al der de ben almaya muktedir olamam.

[Saf şarap olmadan yaşayamam ben.


Olmadan bâde, beden yükünü çekemem ben.
Saki desin: Al eline bir kadeh daha.
Kalmasın içecek halim; işte o ânın kuluyum ben.] [M. Kanar]

493
-418 -

Tâ zan neberî ki men be hod mevcûdem!


Yâ in reh-i târîk be hod peymûdem.
Çon bud u hakîkat-i men ez û bûdest;
Men hod ki budem; kocâ budem; key bûdem?

Ben kendi arzumla mevcut yahut bu karanlık yolu şuurlu


olarak geçtim zannetme. Benim varlığım tabiat-ı külliyede bulun­
maktadır. Yoksa ben kim idim, nerede idim, ne zaman geldim?216

[ S a n m a b e n k e n d i l i ğ i m d e n v a r o l d u m .

V e y a b u k a r a n l ı k y o l u k e n d i m y ü r ü d ü m .

B e n i m h a k i k a t i m o n u n l a m e v c u t i s e ,

B e n k i m d i m , n e r d e y d i m , n e z a m a n v a r d ı m ? ] [ M . K a n a r ]

216. Heme herçi hestend, ez an kemterend,


K î bâ hestiyeş nâm-i hestî berend.
[Herkes olduklarından daha aşağıdadır da onun varlığı sayesinde varlıktan söz
ederler.] [M. Kanar]
beyti aynı muazzam meseleye temas eder. Bugünün en derin ve en baş döndürücü
varlık meselesidir.
154 ve 155 numaralı İctihâd’a bakın. Dr. Geley’in kitabım okuyun.

494
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 419 -

Pâk ez adem âmedîm o nâpâk şodîm.


Âsûde der âmedîm o gamnâk şodîm.
Bûdîm zi âb-i dîde der âteş-i dil,
Dâdîm be bâd omr u der hâk şodîm.

Yokluktan temiz geldik; kirlendik. Kedersiz geldik; müked-


der olduk. Gözyaşı halinde gönlün ateşi üzerine döküldük. Ömrü
havaya verdik, toprak olduk.217

[Yokluktan temiz geldik, kirlendik.


Huzurlu geldik, gamlandık.
Gönül ateşine düşmüş gözyaşı idik.
Ömrü yele verip toprağa girdik.] [M. Kanar]

217. Âb-ı dîde, âteş-i dil, bâd ve hâk kelimeleriyle yine eskilerin dört unsurunu topla­
mıştır. Londra’da yazdığım bir manzumenin şu son kıtasını da okuyun:

Şeb-i ademde sükûnperver ve günüde iken,


Sürükledi beni bir mahşere kemend-i hayat

Hudutsuz olan eşfâkıma mücâzâten


Hudud-i mevtte oldum prangabend-i hayat.

Merhum İngiliz müsteşrik Mr. Gibb’in bendenize yazdığı bir mektubunda bu kıta
için şu satırlar vardı: “Hangi lisanda olursa olsun, bu kıta kadar güzel ve aynı za­
manda müthiş bir şiire nadiren tesadüf olunur.” [A. Cevdet]

495
-420-

Yek rûz zi bend-i âlem âzâd niyem.


Yek dem zeden ez vucûd-i hod şâd niyem.
Şâgirdî-yi rüzgâr kerdem bisyâr,
Der dovr-i cihan henüz ostâd niyem.

Alemin kaydından bir gün bile âzâd olmam. Vücudumdan


memnun olarak tek bir nefes aldığım yoktur. Zamaneye bu kadar
çok çıraklık ettiğim halde, dünya devrinde hâlâ üstat değilim.

[ B i r g ü n b i l e â l e m b a ğ ı n d a n k u r t u l m u ş d e ğ i l i m .

K e n d i v a r l ı ğ ı m d a n b i r a n b i l e h o ş n u t d e ğ i l i m .

Z a m a n e y e n e ç o k ç ı r a k l ı k e t t i m a m a ,

Ş u d ü n y a d e v r i n d e h â l â ü s t a t d e ğ i l i m .] [ M . K a n a r ]

496
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-421 -

Yek dest be Moshefîm o yek dest be câm.


Geh merd-i helâlîm o gehî merd-i herâm.
Mâ’îm derin gonbed-i fîrûzefâm.
Ne kâfir-i mutlak, ne moselmân-i temam.

Bir elimiz Mushaf’ta, bir elimiz peymânededir. Kâh merd-i


helâliz, kâh merd-i haramız. Bu mavi renkli kubbe-i semanın için­
de biz ne mutlak surette kâfiriz, ne de tam müslümanız.218

[Bir elimiz Kur’ân’da, bir elimiz kadehte.


Bazen helâlin adamı, bazen haramın adamıyız.
Şu gökkubbe altında bizler,
Ne tam kâfir ne tam Müslümanız.] [M. Kanar]

218. Orfî’nin :
Kufr ne, İslâm ne, islâm-i kufrâmîz ne.
Hikmet-i îzed nedânem çîst der îcâd-i men

demesini andırır ki “Küfr değil, İslâm değil, küfrle karışık İslâm da değil. Allah'ın
beni yaratmasındaki hikmet nedir, bilmem.” demektir.

Orfî’nin şu enfes beyti de burada hatırlatılmalıdır:

Âşık hem ez İslâm herâbest, hem ez kufr.


Pervane çerâğ-i harem o deyr nedâned.

Mânâsı şudur: Âşığm İslâmdan da küfrden de hali haraptır. Pervane, Beytullah’ın


mumunun şulesiyle kilisenin mumunun şulesini birbirinden ayıramaz. Her ikisin­
de aynı aşk ile cayır cayır yanar.

497
-422-

Ez men ber Mustafâ resânîd selâm.


Angâh begûîd be i ’zâz-i temâm.
Key seyyid-i Hâşimî, çerâ dûğ-i torş,
Der şer’ helâlest o mey-i nâb herâm?

Benden cenab-ı Mustafa’ya selam götürünüz ve orada büyük


bir hürmet ve tazim ile deyiniz k i : Ey seyyid-i Hâşimî! Şeriatta ek­
şi ayran helâl de, saf ve berrak şarap neden haramdır?

[ M u s t a f a ’y a s e l a m s ö y l e y i n b e n d e n .

S o n r a s o r u n o n a s a y g ı d a k u s u r e t m e d e n .

E y H a ş i m i e f e n d i s i ! E k ş i a y r a n n e d e n ,

Ş e r i a t t a h e l â l d i r d e , h a r a m d ı r s a f ş a r a p ? ] [ M . K a n a r ]

498
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-423 -

Ez men ber Hayyâm resânîd peyâm.


Vangâh begûîd ki hâmî Hayyam.
Men key goftem ki mey herâmest? Belî.
Ber pohte helâl âmede, ber hâm herâm.

Tarafımdan Hayyam’a selam arz ediniz ve deyiniz ki: Ey


Hayyam! Sen hamlık ediyorsun. Ben ne vakit şarap haramdır dedim?
Evet, şarap pişkin adamlar için helâl, ham adamlar için haramdır.219

[Benden selam söyleyin Hayyam’a.


Sonra “Hamlık ediyorsun Hayyam” deyin ona.
“Mey haramdır” lafını ne zaman dedim?
Evet, pişkine helâldir; haramdır ham olana. [M. Kanar]

219. Men ân niyem ki helâl ez herâm neşnâsem.


Şerâb bâ to helâlest o âb bî to herâm.

Mânâsı: Ben helâli haramdan ayırmayacak adam değilim. Seninle içildiği zaman
şarap helâldir. Sensiz içildiği zaman su haramdır.

499
-424-

Dil fark nemîkoned hemî dâne zi dâm.


R e’yeş be mescidest o re’yeş be câm.
Bâ inheme mâ vo mey o m a’şûk modâm,
Der meykede pohte bili ki der sovme’e hâm.

Gönül taneyi tuzaktan, yakalanmayı kurtulmadan ayıramaz.


Bir taraftan mescide, diğer taraftan şaraba iltifat eder. Bunların
cümlesiyle beraber ben, sürekli şarap ve maşuka ile bir arada ola­
rak meyhanede pişkin olmayı [pişmeyi] mescidde yalnız başıma
ham olarak yaşamaya tercih ederim.220

[ G ö n ü l f a r k e t m i y o r y e m i l e t u z a ğ ı .

M e s c i t t e d i r b i r a k l ı , k a d e h t e d i r b i r a k l ı ,

i ş t e b i z v a r ı z , m e y i l e m a ş u k v a r ,

M e y h a n e d e p i ş m i ş i , m e s c i t t e h a m ı .] [ M . K a n a r ]

220. Bisyâr sefer bâyed tâ pohte şeved hâmî


Sûfî neşeved sâfî tâ der nekeşed câmî [Sadî]
[Hamın pişmesi için çok sefer etmesi gerek.
Saf olmaz sûfî çekmedikçe bir kadeh.] [M. Kanar]

500
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-425-

Ey geşte şeb u rûz be donyâ nigeran !


Endîşe nemîkonî to ez rûz-i geran.
Âhir nefesi bebîn o bâz ây behod.
K ’eyyâm çigûne mîkoned bâ digeran

Ey gece ve gündüz gözünü aşın hırs ve tamahla dünyaya di­


ken! Senin nhlet gününden endişen yok mu? Son nefesini düşün.
Kendine gel. Zamanın başkalanna ne muamele ettiğini gör.

[Ey gece gündüz dünyaya hırsla bakan!


Buradan göçüş gününü düşünsene bir an.
Düşün son nefesini; kendine gel.
Başkalarına neler ediyor devran?] [M. Kanar]

501
-426-

Ey an ki toî holâse-yi kovn u mekân!


Bogzâr demî vesvese-yi sûd u ziyân.
Yek câm-i mey ez sâkî-yi bakî bestân.
Tâ bâz rehî ez gam-i in her do cihan.

Ey kendisini kevn ü mekânın hülasası sanan sen! [Ey insan!]


Bir lahza kazanç ve ziyan endişelerinden uzak ol. Ebedî sakinin
elinden bir şarap al, iç. Bu suretle hem bu dünyanın, hem öteki dün­
yanın gamından kurtul.

[ V a r l ı k â l e m i n i n ö z ü s ü n s e n .

Z a r a r z i y a n k a y g ı s ı n ı a t k a f a n d a n .

B i r ş a r a p k a d e h i a l ö l ü m s ü z s a k i n i n e l i n d e n .

S o n r a k u r t u l i k i d ü n y a n ı n k a y g ı s ı n d a n .] [ M . K a n a r ]

502
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 427 -

Ez gerdiş-i in dâire-yi bîpâyân


Berhordârî do nov’-i merdom râ dân.
Yâ bâhaberî temâm ez nîk o bedeş;
Yâ bihaberi ez hod o ez kâr-i cihan.

Bu sonsuz dairenin devrinden berhürdar olmanın şu iki nevi


adamlara müyesser olduğunu bil: Cihanın bütün iyiliğini, fenalığı­
nı bilenler; yahut kendi kendilerinden ve dünyadan bihaber olanlar.

[Şu sonsuz felek dairesinin dönüşünden


Nasibini almaktadır iki tür insan.
Birinin her iyiden, kötüden haberi vardır.
Birinin kendinden, dünyadan haberi yoktur.] [M. Kanar]

503
-428-

An râ ki vukûfest ber ehvâl-i cihan,


Şâdi yo gam o rene berû şod âsân.
Ço nık o bed-i cihan beser hâhed şod;
Hâhî heme derd bâş o hâhî derman.

Cihanın hallerine vâkıf olan adam için sevinç, gam, meşak­


kat eşittir. Mademki dünyanın nimeti de nikmeti de son bulacaktır;
ister baştan başa dert, isterse derman olsun.221

[ K i m h a b e r d a r s a d ü n y a h a l l e r i n d e n ,

S e v i n ç , g a m , s ı k ı n t ı k o l a y g e l i r o n a .

D ü n y a n ı n i y i s i , k ö t ü s ü s o n b u l a c a k m a d e m ,

İ s t e r b a ş t a n b a ş a d e r t o l s u n , i s t e r d e r m a n .] [ M . K a n a r ]

221. Omr ger hoş gozered, zindegî-yi Nûh kemest.


Ver be telhî gozered, mm nefes bisyârest.
Yani “ Eğer hayat mesut olursa, Nuh ömrü [yani bin yıl] azdır. Eğer açlıkla geçer­
se, yarım nefes bile fazladır.” diyen şair de var.

504
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-429-

Eknun ki zened hezâr destân destân,


Coz bâde-yi la’l ez kef-i mestân mestân.
Berhîz o biyâ ki gol be şâdî beşkuft.
Rûzî do se dâd-i hod zi bostân bestân.

Şimdi ki bülbülün nağmeleri dalgalanıyor, dilmestlerin elin­


den yakut renkli şaraptan gayn bir şey almayı düşünme. Kalk; zira
gül, neşat ve şevk rayihası yayarak açıldı. İki üç gün içinde bağ ve
bostandan bütün arzularını al.

[Bülbül destan okuyor işte şimdi.


Al eline sarhoşların elindeki kırmızı meyi.
Gül ne güzel açtı; kalk gel haydi.
İki üç gün de olsa yaşa bahçenin keyfini.] [M. Kanar]

505
-430-

An cism-i piyâle bîn be cân âbisten.


Hemçon semenî be erguvan âbisten.
Nî nî galatem; piyâle ez gâyet-i lutf,
Âbîst be âteş-i revân âbisten.

O piyalenin cisminin cana gebe olduğunu gör. Erguvana ha­


mile kalan yasemin gibidir. Hayır; şarabın son derecede letafet ve
berraklığı beni şaşırttı. Yanlış söyledim. Kadeh akan ateşten gebe
kalmış bir sudur.

[ B a k , k a d e h i n c i s m i c a n a k a l m ı ş g e b e .

T ı p k ı y a s e m i n g i b i e r g u v a n a g e b e .

H a y ı r , h a y ır , y a n l ı ş d e d i m ; b â d e l ü t f u n d a n ,

B i r s u d u r k ı z g ı n a t e ş e k a l m ı ş g e b e .] [ M . K a n a r ]

506
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-431 -

Berhîz o mehor gam-i cihan-i gozeran.


Hoş bâş demî be şâdmânî gozeran.
Der tab’-i cihan eğer vefâ’î bûdî,
Novbet be to hod neyâmedî ez digeran.

Kalk. Geçici cihanın gamım yeme. Müsterih ol. Bu bir lah­


zayı mutlulukla geçir. Eğer cihanın tabiatında kalıcı bir vefa bulun­
saydı, lütuf ve vefa görmek sırası başkalarından sana gelmezdi.

[Kalk, çekme fani dünyanın gamını.


Mutlu ol, sevinçle geçir her bir demini.
Olsaydı vefa denilen şey dünyanın tabiatında,
Gelmezdi sana vefa sırası başkalarından.] [M. Kanar]

507
-432-

Bişnov zi men ey zobde-i yârân-i kohon.


Endîşe mekon zin felek-i bîser o bon.
Ber gûşe-yi arsa-yi kanâ’at benşîn.
Bâzîçe-yi çerh râ temâşâ mîkon.

Ey eski dostların zübdesi! Beni dinle. Endişe etme. Kanaat


arsasının bir köşesine çekil. Dünyanın muhtelif oyunlarım temaşa
et.222

[ H a l i s k a d i m d o s t u m ; d i n l e b e n i .

D ü ş ü n m e u ç s u z b u c a k s ı z f e l e ğ i .

K a n a a t m e y d a n ı n ı n k ö ş e s i n e o tu r .

S e y r e t f e l e ğ i n o y u n l a r ı n ı .] [ M . K a n a r ]

222. Muallim Naci Efendi merhum dahi

İhtilâfâtıyla uğraşmakta dehrin zevk yok


Zevk onun mirsâd-ı ibretten temâşâsmdadır

diyordu. Acaba ne dereceye kadar haklı idi?

508
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-433 -

Tâ betvânî, hidmet-i rindân mîkon.


Bonyâd-i nemâz o rûze vîran mîkon.
Bişnov sohen-i râst zi Hayyâm ey dûst!
Mey mîhor o reh nemîzen; ihsan mîkon.

Hikmet ve irfan ehline elinden geldiği kadar hizmette bulun.


Namazın, orucun temelini yık. Ey dost! Doğru sözü Hayyam’dan
işit. Şarap iç; yol kesme. İhtiyaç içinde bulunanlara ihsan et.223

[Elinden geliyorsa, rintlere hizmet et.


Namazın, orucun temelini viran et.
Ömer Hayyam’dan doğru bir söz dinle!
Mey iç, yol kes ama ihsan et.] [M. Kanar]

223. “Uğru ol, harami ol, doğruluktan ayrılma.” [Türk darbımeseli]


Hâfız’ın

Hâfızâ mey hor o rindi kon o hoş bâş, velî


Dâm-i tezvir mekon çon digeran Kor’ân râ

beyti aynı ahlak prensibini terennüm eder. Mânâsı: “Ey Hafız! Şarap iç, rindlik et.
Keyfine bak. Fakat başkaları gibi Kur’ân’ı tezvir tuzağı yapma.” demektir. Hâ-
fız’ın şârihine göre bu beytin ikinci mısraındaki “digeran” kelimesi yırtıcı ve des­
sas bir kuşun ismidir. Bu kuş hoş sesiyle Kur’ân okurmuş. Bu suretle salih ve mut­
taki görünürmüş. Etrafına masum kuşlar toplanırmış. Sonra birdenbire “digeran”
ağzında Kur’ân nağmeleri olduğu halde masum kuşların üzerine hücum eder; par­
çalar, yermiş!

509
-434-

Hak cân-i cihânest o cihan comle beden.


V ’esnâf-i melâ’ike hevâss-i in ten.
Eflâk o enâsir o mevâlîd-i a ’zâ,
Tovhîd hemînest o digerhâ heme fen.

Hak cihanın canıdır. Cihan cümleten bedendir. Melekler sı­


nıfı bu bedenin havassıdır. Felekler, anâsır ve mevâlîd [hayvanat,
nebatat, madenler] o bedenin uzuvları makamındadır. Tevhîd bun­
dan ibarettir. Bu bâbda başka ne söylenirse, saçmadır.

[ T o p r a k , d ü n y a n ı n c a n ı d ı r , d ü n y a i s e t ü m ü y l e b e d e n .

M e l e k l e r s ı n ı f ı b u b e d e n i n s e ç k i n l e r i .

F e l e k l e r , d ö r t u n s u r , m a d e n l e r b e d e n i n u z u v l a r ı .

T e v h i d d e d i ğ i n b u d u r , s a ç m a l ı k t ı r g e r i s i . [ M . K a n a r ]

510
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-435 -

Dîşeb zi ser-i sıdk safâ-yi dil-i men,


Der meykede an rûhfezâ-yi dil-i men,
Câmî be kefem dâd ki bestân o bohor.
Goftem: Nehorem. Goft: Berây-i dil-i men!

Dün gece meykedede gönlümün o ruhfezası samimi bir eda


ile ve neşe vermek arzusuyla bana bir kadeh şarap sundu. “Al, iç.”
dedi. “İçmem.” dedim. Cevaben “Benim aşkıma iç.” dedi.224

[Gönlüme safa veren var ya, dün gece sıdk ile,


Hani içimdeki ruhu şenelten, meyhanede,
Elime bir kadeh verdi: “Al bunu, iç.” dedi!
Dedim: “İçmem.”, “Benim için iç.” dedi.] [M. Kanar]

224. Bu rubai Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’a da atfedilir. “Benim aşkıma iç!“ diyenin Allah
olması fikri bu rubaiye tad verir.

511
-436-

Hâhî ki nihed pîş-i to gerdûn gerden;


Kâr-i to buved hemîşe can perverden.
Hemçon menet i ’tikâd bâyed kerden.
Mey horden o endûh-i cihan nâhorden.

Cihanın muradın üzere olmasını, cihanın sana boyun eğme­


sini, işinin daima ruhunu kuvvetlendirmek olmasını istersen, şarap
içmek ve cihanın gam zehrini içmemekten ibaret olan içtihadıma
iştirak etmelisin.

[ İ s t e r m i s i n f e l e k b o y u n e ğ s i n s a n a ?

C a n ı n ı b e s l e m e k o l s u n i ş i n d a i m a ?

B e n i m g i b i i t i k a t e t m e n g e r e k ,

Ş a r a p i ç i p d ü n y a g a m ı n ı ç e k m e m e k .] [ M . K a n a r ]

512
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-437 -

Der âlem-i hâk ez keran ta be keran,


Çendan ki nazar konend sâhibnazarân,
Hâsil zi cihân-i bîvefâ çîzî nîst.
îllâ mey-i la’l o âriz-i sîmberân.

Hakimler, görüş sahipleri, toprak âlemi bir ucundan öteki


ucuna kadar istedikleri kadar tedkik ve tahkik-i nazardan geçirsin­
ler, vefasız cihanda gül renkli şaraptan, güzel yüz ve güzel özden
gayri itinaya değer bir şey bulamazlar.

[Şu toprak âlemde bir uçtan bir uca,


Görüş sahipleri ne kadar boksalar da,
Vefasız dünyadan bir şey geçmez ellerine.
Lâl renkli şarap ve gümüş bedenlilerin yanağından başka.]
[M. Kanar]

513
-438 -

Dârem zi cefâ-yi felek-i âynegûn,


Vez gerdiş-i rûzgâr-i hesperver-i dûn.
Ez dîde rohî hemço piyâle por eşk.
Der sîne dilî hemço sorâhî por hûn.

Aynaya benzeyen feleğin cefasından, lütuf ve iltifatım mün­


hasıran süflî ruhlara lâyık gören zamanın gidişinden yanaklarım
gözlerimden akan gözyaşı ile kadeh gibi doludur. Göğsümde yüre­
ğim sürahi gibi kanla doludur.

[ A y n a y a b e n z e y e n f e l e ğ i n c e f a s ı n ı ç e k e r i m .

S e f i l l e r i k o r u y a n a ş a ğ ı l ı k z a m a n e n i n d ö n ü ş ü n d e n .

Y a n a k l a r ı m d a n k a d e h g i b i g ö z y a ş l a r ı m a k a r ,

G ö ğ s ü m d e s ü r a h i g i b i k a n d o l u y ü r e ğ i m v a r .] [ M . K a n a r ]

514
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-4 3 9 -

To âmede’î be pâdşâhî kerden.


Bâ hîşten ây zin tebâhî kerden.
Çîzî nebudî dey o nebâşî ferdâ.
Peydâst ki imrûz çi hâhî kerden.

Sen padişahlık etmeye geldin. Kendini böyle mahvedip tü­


ketmekten vazgeç. Dün bir şey değildin. Yarın da bir şey olmazsın.
Şu halde bugün ne yapman lâzım, ortadadır.

[Gelmişsin sen padişahlık etmeye.


Kendini tüketmekten vazgeçsene.
Dün bir şey değildin, olmazsın yarın da.
Bugün ne yapacaksın, besbelli, ortada.] [M. Kanar]

515
-440-

Dî ber leb-i cûy bâ nigârî movzûn,


Men bûdem o sâger-i şerâb-i gulgûn.
Der pîş nihâde sadefî kez gohereş
Novbetzen-i sobh-i sâdik âyed bîfûn.

Dün [seher vakti] güzel bir sevgili ve gül renginde şarap do­
lu bir sürahi ile bir su kenarında bulunuyordum. Önümde bir sedef
vardı ki içinden sabahın nöbet çalıcısı çıktı.225

[ D ü n b i r s u k e n a r ı n d a b i r d i l b e r ile ,

B e n v a r d ı m , g ü l r e n k l i ş a r a p k a d e h i b i r d e .

B i r s e d e f k o y m u ş t u ö n ü n e . O n u n i n c i s i n d e n ,

G e r ç e k s a b a h ı n h a b e r c i s i ç ı k ı y o r d u d ı ş a r ı .] [ M . K a n a r ]

225. Şarap kâsesini sedefe ve incisini [yani muhtevasını] doğuşa ve doğuşu güneşin
doğuşunu haber vermek için nöbet çalıcıya benzetiyor. Hülasa, kadehten tahsil et­
tiği yüce neşat ve şevki karanlık bir geceye nihayet veren bir güneş doğuşuna ben­
zetiyor.

516
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-441 -

Rûzî ki zi to gozeşte şod, yâd mekon.


Ferdâ ki neyâmedest, feryâd mekon.
Ez âmede vo gozeşte bonyâd mekon.
Hâli hoş bâş o omr ber bâd mekon.226

Ömründen geçip giden günü düşünme. Gelmemiş olan yarın


için feryat etme Gelmiş ve geçmiş üzerlerine temel kurma. Bir an
olsun, halinden hoşnut bir adam ol; ömrünü berbat etme.

[Geçen gününü hiç yâd etme.


Yarın gelmedi diye feryat etme.
Geleni, geçeni takma kafaya,
Mutlu ol çimdi, ömrünü berbat etme.] [M. Kanar]

226. Leconte de Liste’in şu kıtasını da okuyun:


N ’importe le passe, n ’importe l ’avenir,
La chose la meilleure.
Est croire que jamais, elle ne doit finir,
L ’illusion d ’une heure.

517
-442-

Şermet nâyed ezin tebâhî kerden?


Zin terk-i evâmir o nevâhî kerden?
Gîrem ki serâser-i in cihan molk-i to şod.
Coz an ki rehâ konî, çi hâhî kerden?

Yaramazlıktan, emirleri terk ve yasaklan irtikap etmekten sı­


kılmıyor musun? Farz edelim ki baştanbaşa bu cihan senin mülkün
oldu. Bırakıp gitmekten başka ne yapabileceksin?

[ U t a n m a z m ı s ı n i ş l e r i b ö y l e h a r a p e t m e k t e n ?

E m i r l e r i , y a s a k l a r ı k u l a k a r d ı e t m e k t e n ?

D i y e l i m k i d ü n y a m ü l k ü s e n i n o l d u h e p ,

B a ş k a ç a r e n v a r m ı h e p s i n i t e r k e t m e k t e n ? ] [ M . K a n a r ]

518
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-443 -

Rindî dîdem nişeste ber hing-i zemîn.


Ne kufr u ne İslâm o ne donyâ vo ne dîn.
Ne hak, ne hakikat, ne şeriat, ne yakîn.
Ender do cihan kirâ boved zehre-yi in?

Yerküre dediğimiz kır at üzerine binmiş bir rind, bir ehl-i dil
gördüm. Nü küfr, ne İslâm, ne dünya, ne din, ne hak, ne hakikat, ne
şeriat, ne yakîn tammıyor. Bunların hiçbiri için bir para vermiyor­
du. Dünyada ve ukbâda bu cesaret kime nasip olur?227

[Bir rint gördüm, binmiş dünya atına.


Ne küfr kalmış, ne Islâm, ne dünya, ne din.
Ne Hakk kalmış, ne hakikat, ne şeriat, ne yakîn.
iki dünyada da kimin cesareti var buna?] [M. Kanar]

227. Habîbu’s-siyer’in ve ondan naklen Riyâzu’l-cenne’nin beyanına göre bu rubai Şah


Sincan’ındır ve Kutbeddin Haydar’ın vasfında söylenmiştir.

519
-444-

Kovmî motefekkirend der mezheb o dîn.


Cem’î moteheyyirend der şekk u yakîn.
Nâgâh monâdi’î ber âyed zi kemîn.
K ’ey bîhaberan râh ne ânest o ne în.

Bir kavim mezhep ve din işlerini düşünmekle meşgul, bir ta­


ife şüphe ve yakîn arasında hayretler içinde bulunuyor. Bir münadi
pusudan ansızın fırlayacak ve “Ey gafil adamlar! Yolun doğrusu ne
odur, ne budur.” diye bağıracaktır.

[ K i m i l e r i m e z h e p t e , d i n d e k a f a y o r a r d u r u r .

K i m i l e r i ş e k i l e y a k i n a r a s ı n d a h a y r e t t e k a lır .

P u s u d a n a n s ı z ı n ç ı k a r b i r i s e s l e n i r :

B e h e y g a f i l l e r , y o l u n u z n e o d u r n e b u d u r ! ] [ M . K a n a r ]

520
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-445 -

Gâvîst der âsmân o nâmeş pervîn.


Yek gâv-i diğer nihofte der zîr-i zemîn.
Çeşm-i hiredet goşây çon ehl-i zemîn.
Zîr o zeber-i do gâv moştî her bîn.

Gökte Pervin adlı bir öküz vardır. Diğer bir öküz de yerkü­
renin altında gizlidir. Fetânet ve bilgi sahiplerinin yaptığı gibi akıl
gözünü aç da iki öküzün arasında birkaç eşeğin tepiştiğini gör.228

[Gökte var bir öküz, Ülker’dir ismi.


Var bir öküz daha, dünyanın altındadır yeri.
Yakin ehli gibi aç akıl gözünü.
Gör iki öküzün arasında bir avuç eşeği.] [M. Kanar]

228. Yerkürenin öküz boynuzu üzerinde bulunduğuna dair olan masal ile eğleniyor.

521
-446-

Gûyend merâ ki mey bohor kemter ezin,


Ahir be çi ozr ber nedârî ser ezin?
Ozrem roh-i yâr o bâde-yi sobhdemest.
İnsaf bedih; çi ozr rûşenter ezin?

Bana diyorlar ki şarabı bu kadar çok içme. Hem de hangi ma­


zeretle bunu büsbütün terk etmiyorsun? Mazeretin yârin229 yanağı­
dır ve sabah bâdesidir. İnsaf et; bundan daha parlak özür var mıdır?

[ B a n a d e r l e r : B u n d a n d a h a a z i ç m e y i .

V a z g e ç m e s z i n , n e d i r m a z e r e t i n p e k i ?

Ö z r ü m y â r i n y a n a ğ ı i l e s a b a h ş a r a b ı .

İ n s a f e t ; b i r ö z ü r o l u r m u b u n d a n i y i ? ] [ M . K a n a r ]

229. Hayyam’m içtiği kırmızı şarap belki gül renkli yanaklarda mütecelli gördüğü ila­
hi güzellik ve güzelliğin dahiliğidir. Hayatı ve hayattarlığı ateşli bir ruhani alaka
ile sevdiren bu muhabbet ve hikmet şarabından keşke hepimiz dilmest olsak! [Bi­
rinci baskının haşiyesi.]

522
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-447-

Sayyâd ne’î, hadîs-i nahcîr raekon.


Çîzî ki nehande’î, to tefsir mekon.
Çon pîr-i hakikat ez to m a’nî porsed;
Ez dîde bokon rivâyet; ez pir mekon.

Avcı değilsin; avdan bahsetme. Okumadığın bir şeyi tefsir


etme. Eğer hakikat üstadı senden mânâ sorarsa, kendi gördüğünü
anlat; pirin gördüğünü değil.

[Avcı değilsin, avdan bahsetme.


Hiçbir şey okumadın; tefsir etme.
Senden mânâ sorarsa hakikat pîri,
Gördüğünü söyle, pirden nakletme.] [M. Kanar]

523
-448 -

Ger ber felekem dest bodî çon Yezdân,


Berdâştemî men in felek râ zi meyan.
Ez hod felek-i diğer çonan sâhtemî,
K ’âzâde be kâm-i dil resîde âsân.

Eğer kainatta Allah gibi kudret sahibi olsaydım, bu cihanı


ortadan kaldırırdım. İçinde hür adamların muratlarına kolaylıkla
vasıl olacağı diğer bir cihanı kendi elimle kurardım.,230

[ T a n r ı g i b i o l s a y d ı i m k â n ı m f e l e ğ e h ü k m e t m e k ,

D ü ş e r d i b a n a b u f e l e ğ i y o k e t m e k .

Y a p a r d ı m y e n i d e n ö y l e b i r f e l e k ,

K i k o l a y o l u r d u ö z g ü r i ç i n m u r a d a e r m e k .] [ M . K a n a r ]

230. Fitz Gerald bu rubai ile daha bir iki diğer rubaiyi meze ve Hayyam’ın fikir ve na­
zarını teksif ve teşdid ederek LXXXI numaralı şu fevkalade müthiş rubaisini vü­
cuda getirmiştir:

Oh Thou, who Man of baser Earth dids make.


And ev’n with Paradise devise the Snake:
For ali the Sin where with the Face of Man
Is blacken’d- Man’s forgiveness give-and take!

“Ey sen ki insanı adi bir çamurdan yaptın, cennetle beraber yılanı [İblisi] yarattın.
İnsan günah işledi. Bundan yüzü siyah oldu. Onu affet ve ondan af dile!” demek­
tir. Hayyam’ın insanı Allah’tan af talep ediyor. Fakat bu affı Allah’ın yüzüne fır­
latmak için istiyor. Bu ne müthiş mantıklı duruştur! Allah bu muhakemenin huzu­
runda pek perişan bir hal almıştır. Çanakkale mülhamesinin ilhamıyla yazdığımız
Karagüneş manzumesinin şu beytim de buraya kaydedebiliriz:

Yoğur gözy aşınla humk ü gufranı,


Çehre-i Rahmân’a savur, Dardanel! [A. Cevdet]

524
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 449 -

Miskîn dil-i derdmend-i dîvâne-yi men,


Hoşyâr neşod zi aşk-i cânâne-yi men.
Rûzî ki şerâb-i âşıM mîdâdend,
Der hûn-i ciğer zedend peymâne-yi men.

Benim biçare dertli divane gönlüm benim cananemin aşk


sarhoşluğundan ayılmadı. Âşıklık şarabı verildiği gün benim kade­
himi ciğer kanma batırdılar.

[Dertli, yıkık, miskin gönlüm,


Sevgilimin aşkından ayrılmam.
Âşıklık şarabının verildiği gün,
Ciğer kanına daldırıldı kadehim. [M. Kanar]

525
-450-

Vez gonbed-i gerdende bed ikbâli bin.


Vez reften-i dûstân cihan hâli bin.
Tâ betvânî to yek nefes hod râ bâş.
Ferdâ meniger, dey metaleb; hâli bin.

Bu dönücü felekten sâdır olan fena muameleleri gör ve dost­


ların ölümleriyle cihanın boşaldığına dikkat et. Elinden geldiği ka­
dar - bir nefes olsun - kendine gel. Yarına bakma; dünü arama. Yal­
nız hali gör.

[ Ş u d ö n e n k u b b e d e k ö t ü i k b a l i g ö r .

D o s t l a r g i t t i ; d ü n y a n ı n b o ş a l d ı ğ ı n ı g ö r .

E l i n d e n g e l i y o r s a , b i r a n m u t l u o l.

B a k m a y a r ı n a , a r a m a d ü n ü , ş i m d i y i g ö r . ] [ M . K a n a r ]

526
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-451 -

Mey horden u gird-i nîkuvan gerdîden


Bih zan ki be zerk zâhidî verzîden.
Ger âşık-i mest dûzehî hâhed bûd,
Pes rûy-i behişt kes nehâhed dîden.

Şarap içmek, güzel yüzlülere ve güzel özlülere mülazemette


bulunmak, riyakârca züht ve takva arkasında koşmaktan daha iyi­
dir. Eğer sarhoş âşık cehenneme gidecek olsa, kimse cennetin yü­
zünü görmek istemez.

[Mey içmek, iyilerin yanında bulunmak,


iyidir ikiyüzlülükle sofuluk etmekten.
Sarhoş âşık olacaksa cehennemlik,
Demek ki kimse cennet yüzü görmeyecek!] [M. Kanar]

527
-452-

Meşnov sohen-i zemâne sâz âmedegân.


Mey gîr morevvek ez niyâz âmedegân.
Reftend yegan yegan ferâz âmedegân.
Kes mînedehed nişan zi bâz âmedegân.

Oportünistlerin yani zamaneye daima uygun gelenlerin sö­


züne kulak asma. Dünyaya mücedded ve müteceddit, güzel gelen­
lerin elinden saf şarap al. Evvel gelenlerin cümlesi birer birer gitti­
ler. Geri dönmüşlerden bir nişan veren yok.

[ Z a m a n e y e u y a r ı l a r ı n l a f ı n ı d i n l e m e .

N i y a z i ç i n g e l e n l e r d e n s a f ş a r a p i s t e k e n d i n e .

Ö n c e d e n g e l e n l e r b i r e r b i r e r ç e k t i g i t t i .

G e l e n l e r d e n h a b e r v e r m i y o r k i m s e .] [ M . K a n a r ]

528
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-453-

Netvan dil-i şâd râ be gam fersûden.


Vakt-i hoş hod be seng-i mihnet sûden.
Kes gayb nedâned ki çi hâhed bûden.
Mey bâyed o m a’şûk u be kâm âsûden.

Şâd gönlü gamla soldurmamalıdır. Hoş zamanlan mihnet ta­


şı altmda ezmemelidir. [Mademki] Gaybı, akıbetin ne olacağını
kimse bilmez, lâzım olan şaraptır, maşukadır ve murat olunduğu gi­
bi huzurlu ve müsterih olmaktır.

[Gamla pörsütmek doğru değil şâd gönlü.


Mihnet ateşine çalmak şu hoş vakti.
Ne olacak, kimse bilmez gaybı.
Mey, maşuk gerekli; murada erip huzur bulmalı.] [M. Kanar]

529
-454-

Nîkest be nâm-i nîk meşhûr şoden.


Ârest zi covr-i çerh rencûr şoden.
Mahmûr be bûy-i âb-i engûr şoden.
Bih zan ki be zohd-i hîş mağrûr şoden.

İyi nam ile meşhur olmak iyidir. Zamanenin haksızlıklarından


elem duymak ayıpta. Üzüm suyunun rayihasıyla mest bulunmak, in­
sanın kendi zühd ü takvasıyla mağrur olmasından daha iyidir.

[ i y i d i r i y i b i r a d l a m e ş h u r o l m a k .

A r d ı r f e l e ğ i n ç e v r i y l e h a s t a o l m a k .

K e n d i z ü h d ü n l e m a ğ r u r o l m a k t a n s a ,

i y i d i r ş a r a p k o k u s u y l a m a h m u r o l m a k .] [ M . K a n a r ]

530
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 455 -

Yârab be dil-i esîr-i men rahmet kon.


Ber sîne-yi gampezîr-i men rahmet kon.
Ber pây-i harâbâtrov-i men bahşây.
Ber dest-i piyâlegîr-i men rahmet kon.

Yârab, benim esir gönlüme mağfiret et. Gam ihtiva eden si­
neme mağfiret et. Harabata231 giden ayağıma, kadeh tutan elime
mağfiret et.232

[Tanrım, esir olmuş gönlüme merhamet et.


Gamlanan göğsüme merhamet et.
Meyhaneye giden ayağımı bağışla.
Kadeh tutan elime merhamet et.] [M. Kanar]

231. Harabat meyhane demektir. Fakat tabiatın ve ulûhiyetin sırlarından haberdar ol­
mak için şarabı içilen mabet demektir. Bu meyhanenin aşklısma rind, ehl-i dil, ehl-
i Hak derler. Bahaeddin’in

To pindârî ki rindî der harâbât


Harâbâtî şoden; heyhât! Heyhat!

beytinden de anlaşıldığı gibi. Mânâsı: “Sen zannediyorsun ki harabatta bir rindsin.


Harabat mensubu olmak sana ne kadar uzak!”
232. İnsan öldükten sonra ruh, ilk kaynağı olan Allah’a döner. Toprakta kalan ayağa,
kola, ele Allah’ın mağfiret veya ikâb etmesi itikadım kurnazca hicvediyor.

531
-456-

Yârab zi reh-i bîş o kemem bâz rehan.


Meşgul-i hodet kon; zi hodem bâz rehan.
Tâ huşyârem, nık o bedî mîdânem.
Mestem kon o ez nîk o bedem bâz rehan.233

Ey Hak! Beni ziyade eksik endişelerden kurtar. Münhasıran


seninle meşgul et. Beni benden kurtar. Ayık bulundukça iyiyi kötü­
yü bilirim. Mest et. İyiyi kötüyü bilmekten beni kurtar.

[ T a n r ı m , b e n i u z a k , k ı s a y o l l a r d a n k u r ta r .

K e n d i n l e m e ş g u l e t ; b e n i b e n d e n k u r ta r .

A y ı k o l d u k ç a , b i l i r i m i y i y i , k ö t ü y ü .

M e s t e t b e n i ; i y i y i , k ö t ü y ü b i l m e k t e n k u r t a r .] [ M . K a n a r ]

233. Bu rubaînin birinci mısraında kafiye malûldür.

532
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-457-

în çerh-i felek behr-i helâk-i men o to


Kasdî dâred be cân-i pâk-i men o to.
Ber sebze nişîn, biyâ ki bes dîr nemâned.
Tâ sebze burun demed zi hâk-i men o to.

Bu çarkıfelek benim ve senin helâkimiz için meşguldür. Be­


nim ve senin masum canlarımıza bir kastı vardır. Gül, çemen üze­
rinde gezin. Zira çok geçmeden benim ve senin toprağımızdan baş­
ka çemenler çıkacak.

[içmeye bak. Çünkü felek helâkimiz için senin, benim,


Kastı var temiz canımıza senin, benim.
Çimenliğe otur, Gel haydi; uzun sürmez.
Bu yeşillik çok biter toprağımızdan senin, benim.] [M. Kanar]

533
-458-

Ez ten ço bereft cân-i pâk-i men o to,


Hiştî do nihend ber moğâk-i men o to.
Vangeh zi berâyi hişt-i gûr-i digeran,
Der kâlbodî keşend hâk-i men o to.

Senin ve benim masum ve saf canlarımız tenlerimizden ay­


rılınca, senin ve benim mezarlarımızın başlarına iki kerpiç koyar­
lar. Sonra başkalarının mezarlarına kerpiç yapmak için senin ve be­
nim vücudumuzun toprağım kerpiç kalıbına çekerler.

[ A y r ı l ı n c a t e m i z c a n ı m ı z b e d e n d e n s e n i n l e b e n i m ,

İ k i k e r p i ç k o y a r l a r m e z a r ı m ı z a s e n i n l e b e n i m .

B a ş k a l a r ı n ı n m e z a r ı n a k e r p i ç o l s u n d i y e s o n r a ,

D ö k e r l e r b i r k a l ı b a t o p r a ğ ı m ı z ı s e n i n l e b e n i m .] [ M . K a n a r ]

534
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 459 -

An kasr ki ber çerh hemîzed pehlû,


Ber dergeh-i û şehân nihâdendî rû.
Dîdîm ki ber kongre’eş fâhte’î,
Benşeste hemîgoft ki kû kû kû kû!

Semalara baş çeken ve vaktiyle eşiğine padişahların yüz sür­


düğü o kasrın kubbesine konmuş bir kumru gördüm. Sürekli olarak
“Kû kû kû?” diyordu.234

[O kasır ki feleğe dayamıştı yanını


Eşiğine şahlar sürerdi alnını;
Gördük ki burcunda bir kumru
Konmuş, derdi: “Ku, ku, nerde, hani?”] [M. Kanar]

234. Kû, nerededir? mânâsında olan “kocâ” kelimesinin muhaffefidir. Kumru, nerede
bu sarayda ikamet etmiş olan hükümdarlar? Nerede servet ü samanları? Nerede şan
ve iclalleri? diyordu, demektir.

535
- 460 -

Ez âmeden o reften-i mâ sûdî kû?


Ver bâr-i omîd der cihan bûdî kû?
Der çenber-i çerh cism-i gendin pâkân,
Mîsûzed o hâk mîşeved; dûdî kû?

Bizim dünyaya gelmemizden ve dünyadan gitmemizden


fayda nedir? Bizim cihanda ömür sürmemiz ümidinin meyvesi ne­
rede? Çarkın çemberinde bu kadar pâk ve âlî adamların vücutları
yandı, kül oldu. Dumanlan nerede?235

[ G e l i p g i t m e m i z i n f a y d a s ı n e r e d e ?

Ö m ü r d e d i ğ i m i z v a r l ı k k u m a ş ı n ı n a t k ı s ı n e r e d e ?

B u n c a t e m i z k i ş i n i n c a n ı f e l e k ç e m b e r i n d e ,

Y a n ı p t o p r a k o l u y o r ; d u m a n ı n e r e d e ? ] [ M . K a n a r ]

235. Bu rubainin ikinci mısraı Hind tab’mda “Vez târ-i omr-i mâ pûdî kû?” tarzında ya­
zılıdır. Bu rubaide genel olarak Hayyam şunu söylemek istiyor: Her şeyin helâk ol­
duğu, her şeyin yok olduğu, her şeyin ilk kaynak olan cansız varlıklara dönüştüğü
bu yerküre inkılab üzerinde zuhur eden bu kadar âlimler, hakimler, bayağı ve ava­
mı itikadlardan ârî kâmil zatlar dünyada ne bıraktılar?

536
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-461 -

Çon bâde horî, zi akl bîgâne meşov.


Medhûş mebâş o cehl râ hâne meşov.
Hâhî ki mey-i la’l helâlet bâşed,
Âzâr-i kesî mecûy u dîvâne meşov.

Şarap içtiğin vakit akla yabancı olma. Kendini kaybetme.


Cehalet evi olma. Eğer gül renkli şarabın sana helâl olmasmı ister­
sen, kimseyi incitme. Herkese faydalı ol; divane olma.

[Bâde içeceksen, aklına yabancı olma.


Kaybetme kendini, cehaletin evi olma,
istersen lâl renkli mey helâl olsun sana.
Kimseyi incitme, divane olma.] [M. Kanar]

537
-462-

Ey âb-i heyât mozmer ender leb-i to,


Megzâr ki bûsed leb-i sâger leb-i to.
Ger hûn-i sorâhî nehorem, merd niyem.
Û hod ki buved ki leb nihed ber leb-i to?236

Ey dudağında abıhayat gizli olan! Kadehin dudağının senin


dudağını öpmesine müsaade etme. Eğer sürahinin kanını içmez­
sem, adam değilim. O kim oluyor ki dudağmı senin dudağının üze­
rine koyuyor?

[ D u d a ğ ı n d a e b e d i h a y a t g i z l i o l a n s e v g i l i ,

i z i n v e r m e k a d e h i n d u d a ğ ı ö p s ü n d u d a ğ ı n ı .

A d a m d e ğ i l i m i ç m e z s e m s ü r a h i n i n k a n ı n ı !

K i m o l u y o r d a d u d a ğ ı n a k o y u y o r d u d a ğ ı n ı ? ] [ M . K a n a r ]

236. Sultan Cem ise bakın ne diyor:

Çiin öper her nefes ol la’l-i şekerbân kadeh


Rûzigâr eylese toprağımızı bari kadeh.

[Mademki kadeh her nefeste o şeker yağdıran lâl şarabı öper, felek bari toprağımı­
zı kadehe dönüştürse, ne iyi olur!] [M. Kanar]

538
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-463-

Anem ki pedîd geştem ez kodret-i to,


Perverde şodem be nâz der ni’met-i to.
Sad sâl be imtihân goneh hâhem kerd.
Yâ corm-i menest bîş yâ rahmet-i to.

Ben senin kudretinin yarattığı haldeyim. Senin naz ve nime­


tinle beslendim. Yüz sene daha yaşamak seni imtihan ve tecrübe
için yüz sene günah işlemek isterim. Bakayım senin rahmetin mi
yoksa benim günahım mı ziyade olacak?

[Var eden beni senin kudretin.


Büyüdüm, ihtiyacım için verdin nimetin.
Yüz yıl yaşayıp günaha girsem,
Hangisi çok acaba? Benim günahım; senin rahmetin?] [M. Kanar]

539
-464-

Ber dâr piyâle vo sebû ey dilcû,


Bergerd be gird-i sebzezâr o leb-i cû.
Kin çerh besî kad-i botân-i mehrû,
Sad bâr piyâle kerd o sad bâr sebû.

Ey güzel! Kadehi ve testiyi al. Yeşillik ve su kenarı ara. Zi­


ra bu çark nice ay yüzlü güzellerin vücutlarından yüz kere kadeh,
yüz kere testi yapmıştır.

[ E y g ü z e l ; a l e l i n e t e s t i i l e k a d e h .

D ö n s u k e n a r ı n a , b u l b i r ç i m e n l i k .

N i c e a y y ü z l ü d i l b e r i n v ü c u d u y l a b u f e l e k ,

Y ü z t e s t i y a p t ı , y ü z d e f a d a k a d e h . ] [ M . K a n a r ]

540
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-465-

M â’îm harîdâr-i mey-i köhne vu nov.


Vangâh furûşende-i âlem be do cov.237
Dânî ki pes ez merg kocâ hâhî reft?
Mey pîş-i men âr o her kocâ h â h î, rov.

Biz eski ve yeni şarap satm alıcısıyız. Aym zamanda cihanı


iki arpa tanesine satanlardanız. Öldükten sonra nereye gideceğini bi­
liyor musun? Sen bana şarabı getir de, sen nereye istersen oraya git.

[Eski, yeni olsun, şarabın alıcısıyız biz.


Âlemi iki arpaya satarız biz.
Biliyor musun, ölümden sonra gideceğin yeri?
Nereye gideceksen git; önce getir sen meyi.] [M. Kanar]

237. Pederem cennet-i a’lâ be do gendom befrûht


Nâhalef bâşem eğer men be covî nefrûşem! [Hafız]

[Babam cennet-i a’lâyı iki buğdaya sattı. Ben bir arpaya satmazsam, nankör olu­
rum.]

541
-466-

Nâkerde gonâh der cihan kîst? begû.


Vankes ki goneh nekerd, çon zîst? begû.
Men bed konem o to bed mokâfât dehî.
Pes fark miyân-i men u to çîst? begû.

Cihanda günah işlememiş olan kimdir? Söyle. Günah işle­


meyen nasd yaşar? Söyle. Ben fenalık ediyorum; sen de bu fenalı­
ğa fena bir ceza ile mukabele ediyorsun. O halde seninle benim ara­
mızdaki fark nedir? Söyle.

[ V a r m ı d ü n y a d a g ü n a h a g i r m e y e n ? S ö y l e .

G ü n a h i ş l e m e y e n n a s ı l y a ş a r ? S ö y l e .

B e n k ö t ü e d i y o r u m , s e n k ö t ü c e v a p v e r i y o r s u n .

N e d i r ö y l e y s e a r a m ı z d a k i f a r k ? S ö y l e .] [ M . K a n a r ]

542
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 467 -

Yâkût leb-i la’l-i bedehşânî kû?


Van rahet-i rûh u rûh-i reyhânî kû?
Gûyend harâm der moselmânî şod.
To mîhor o gara mehor. Moselmânî kû?

Dudakları yakuttan olan maşuka, o la’l-i bedahşânî238 nere­


de? Ruha rahat veren o ıtırlı şarap nerede? İslâmlarca şarap haram
oldu diyorlar. Sen şarap içmeye bak. Gam yeme; İslâm nerede?

[Bedahşan lâli gibi yakut dudak nerede?


Ruha rahat veren, reyhanî şarap nerede?
Derler: Müslümanlıkta haram oldu şarap.
Sen mey iç, üzülme; Müslümanlık nerede?] [M. Kanar]

238. Bedahşan Horasan’da ve Arapların Belhıs dedikleri bir şehirdir ki güzel yakut ma­
deniyle meşhurdur.

543
-468-

Ez herçi becoz meyest kûtâhî bih.


Mey hem zi kef-i botân-i hergâhî bih.
Mestî yo kalenderi yo gomrâhî bih.
Yek cor’e-yi mey zi mâh tâ mâhî bih.

Şevk ve neşe olmayan her şeyden el çekmek iyidir. Otağ gü­


zellerinin elinden şarabı almak iyidir. Bir yudum şarap mâhtan mâ-
hiye239 kadar ne varsa, cümlesinden daha iyidir.

[ M e y d ı ş ı n d a k i ş e y l e r d e n u z a k d u r m a k iy id ir .

O t a ğ d i l b e r l e r i n i n e l i n d e n ş a r a p i ç m e k iy id ir .

S a r h o ş l u k , k a l e n d e r l i k , t a ş k ı n l ı k iy id ir .

B i r y u d u m ş a r a p d ü n y a d a k i h e r ş e y d e n i y id ir .] [ M . K a n a r ]

239. 445. rubaide bahsi geçen ve yerküreyi boynuzu üzerinde tuttuğu sanılan öküz bir
balık üstündedir. “Zi mâh ta mâhî” yani “kamerden balığa kadar” tabirlerinin men­
şei bu itikaddır.

544
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-469-

Ez ders-i ulûm u zohd bogrîzî bih.


V ’ender ser-i zolf-i dilber âvîzî bih.
Zan pîş ki rüzgâr hûnet rîzed,
To hûn-i kmîne der kadeh rîzî, bih.

İlim dersinden, zühd ü takvadan kaçman ve âşığının ruhuna


yükseklik, genişlik, nur ve hararet veren bir maşukun zülfüne gön­
lünü bağlaman evlâdır. Rüzgâr senin kamm dökmeden evvel, süra­
hinin kanını kadehe senin dökmen evlâdır.

[Kaçsan tümüyle ilim dersinden, iyi olur.


Asılsan bir dilberin zülüflerine, iyi olur.
Dökmeden önce zamane senin kanını,
Döksen kadehe sürahinin kanını, iyi olur.] [M. Kanar]

545
-470-

Ey yâr, zi rüzgâr bâş âsûde.


V ’endûh-i zemâne kem hor ez bîhûde.
Çon kisvet-i omr ber tenet çâk şeved,
Çi kerde vo çi gofte vo çi âlûde.

Ey dost! Rüzgârın incitmesinden âzâde ol. Zamanenin gidi­


şinden beyhude kederlenme. Vücudunun üzerindeki hayat giysisi
bir kere parçalanınca, yapmış, söylemiş, bulaşmış olmanın ne
ehemmiyeti var?

[ E y s e v g i l i , ş u z a m a n e d e n h e p u z a k o l.

Z a m a n e k e d e r i n e k a p ı l m a b o ş y e r e .

Ö m ü r e l b i s e s i p a r ç a l a n ı n c a ü s t ü n d e ,

Y a p m ı ş , d e m i ş , b u l a ş m ı ş ; ö n e m i n e ? ] [ M . K a n a r ]

546
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-471 -

Ey nîk nekerde vo bedîhâ kerde,


Vangâh be lotf-i Hak tevellâ kerde.
Ber afv mekon tikye ki hergiz nebved
Nâkerde ço kerde, kerde çon nâkerde.

Ey hiç iyilik etmemiş ve fenalıklar işlemiş ve aynı zamanda


Allah’ın mağfiretine istinad etmiş olan adam! Allah’ın affına gü­
venme. Zira hiçbir şey yapmamış olan kimse, günah işlemiş kimse
ile ve günah işlemiş kimse hiçbir şey yapmamış kimse ile hiçbir za­
man eşit olamaz.

Ey iyilikler, kötülükler eden kimse!


Sonra Tanrı’nın lütfuna güvenen kimse!
Her zaman Tanrı’nın affına güvenirim deme.
Yapılmamış yapılmış, yapılmış yapılmamış sayılmaz öyle.] [M. Kanar]

547
-472-

İn çerh ço tâsîst nigûn oftâde.


Der vey heme zîrekân zebûn oftâde.
Der dûstî-yi şîşe vo sâger nigerîd.
Leb ber leb o der miyâne hûn oftâde.

Bu gökkubbe başımızın üzerinde, ağzı aşağı çevrilmiş bir tas


gibidir. Zeki adamların tümü onun altında zebun ve perişandır. Şi­
şe ile şarabın arasındaki dostluğa bakınız ki dudak dudağa gelmiş­
lerdir fakat aralarında kan dökülüyor!240

[ Ş u f e l e k b e n z e r b a ş a ş a ğ ı d u r a n ta s a .

B ü t ü n a k ı l l ı l a r z e b u n o l m u ş o r d a .

B a k ı n s ü r a h i i l e k a d e h i n d o s t l u ğ u n a .

D u d a k d u d a ğ a l a r a m a k a n g i r m i ş a r a y a ! ] [ M . K a n a r ]

240. Bu rubaideki hayal kadar ince ve yürek ürpertici, derin bir şairane hayal azdır. Şa­
rap testisiyle şarap kasesini, aşk ile mest iki âşığa benzetiyor ki aralarında en
amansız kin alameti olan kan aktığı halde aşk ve muhabbetin sevk ve şevkiyle du­
dak dudağa öpüşürler. [A. Cevdet]

548
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-473 -

Ey men der-i meyhâne be siblet rofte,


Terk-i bed o nîk-i her do âlem gofte.
Ger her do cihan ço gûy be çovgân ofted,
Ber men be covî ço mest bâşem hofte.

Senin meyhanenin eşiğini bıyığımla süpürdüm. Dünya ve


ahiretin iyisini, kötüsünü terk ettim. Ben mest olarak uyuduktan
sonra dünya ve ukbânın iki top gibi çevgenin ağzına düşmesi benim
indimde bir arpa tanesinin bir çukura düştüğünü görmek kadar te­
sirli olamaz.

[Kim süpürmüşse bıyığıyla meyhane kapısını,


Terk etmişse âlemin kötüsünü, iyisini,
iki dünya top olup düşse çukura,
Bir arpalık değeri yoktur bir sarhoş uyuduğunda.] [M. Kanar]

549
-474-

Katre begirîst ki ez bahr codâ’îm heme.


Bahr ber katre behandîd ki mâîm heme.
Der hakikat diğeri nîst, hodâ’îm heme.
Lîk ez gerdiş-i yek nokta241 codâ’îm heme.

Damla, ummandan ayrıldığına ağladı. Umman yine “Hep bi­


riz, hep beraberiz,” diyerek damlanın ayrılması sanısıyla ağlamasına
güldü. Hakikatte başka hiçbir kimse yoktur. Cümlemiz hüdâîyiz. An­
cak bir noktanın afsunuyla birbirimizden ayrılmış görünüyoruz.242

[ D a m l a a ğ l a d ı : D e n i z d e n a y r ı y ı z h e p i m i z .

D e n i z d a m l a y a g ü l d ü : B i z h e p i m i z i z .

A s l ı n d a b a ş k a s ı y o k ; h ü d â î y i z h e p i m i z .

A m a b i r n o k t a n ı n d ö n m e s i y l e a y r ı y ı z h e p i m i z .] [ M . K a n a r ]

241. Bir noktadan murat olunan “hüda” kelimesinin ilk harfinin üzerindeki noktadır. Bu
nokta hareket ve harfin altma nüzul edince hüda’yı cüda yapar.
Sahibini bilmediğim şu beyit de aynı mealde ve güzeldir:

Gerçi mâ katre, to deryâ’î yobîgâne ne’îm


Ez to’îm, ez to ki hem katre zi deryâ berhâst.

Tercümesi şudur: Vakıa bir damlayız; sen denizsin. Fakat birbirimize yabancı de­
ğiliz. Şendeniz, şendeniz. Çünkü damla da denizden çıkmıştır. [Buhar halinde ha­
vaya kalkan cüz’ denizdir.]
Rubai vezninde olmayan bu kıta acaba hakikaten Hayyam’m mıdır?
242. “Hodâ’îm heme” kelimelerini “cümlemiz hüdayız” suretinde tercüme etmişken,
muazzez üstad Abdülhak Hâmid “cümlemiz hüdâîyiz” suretinde tercüme olunma­
sını hatırlattı ve gerçekten de isabet buyurdu.

550
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-475 -

Tâ key gam-i an horem ki dârem ya ne ?


Y ’in omr be hoşdilî gozârem ya ne.
Por kon kadeh-i bâde ki ma’lûmem nîst.
K ’in dem ki furû bordem, ber ârem ya ne.

Zenginlik yahut fakirlik gamını ne zamana kadar yiyeyim?


Bu ömrü rahatlık içinde geçirmeli miyim yahut öyle geçirmemeli
miyim, sualini kendime ne zamana kadar soracağım? Şarap kadehi­
ni doldur, zira aldığım nefesi verebileceğim bence malum değildir.

Ne zamana dek gam çekeceğim, zengin miyim, aksi mi?


Bu ömrü mutlulukla mı geçireceğim, aksi mi?
Doldur bâde kadehini; bilmiyorum zira.
Aldığım şu nefesi verecek miyim, aksi mi? [M. Kanar]

551
-476-

Cânâ zi kodam dest ber hâste’î?


Kez tal’at-i hîş mâh râ kâste’î.
Hûbân-i cihan be iyd rûy ârâyend.
To iyd be rûy-i hîş ârâste’î.

Sevgilim, sen hangi elden çıktın ki parlak yüzünle ayın gü­


zelliğini düşürdün? Cihanın güzelleri bayramda yüzlerini bezerler.
Sen yüzünle bayramı bezedin.

[ S e v g i l i m s e n h a n g i e l d e n ç ı k t ı n ?

P a r l a k y ü z ü n l e a y ı n g ü z e l l i ğ i n i e k s i l t t i n .

D ü n y a g ü z e l l e r i s ü s l e r y ü z ü n ü b a y r a m d a .

S e n b a y r a m ı k e n d i y ü z ü n l e s ü s l e d i n .] [ M . K a n a r ]

552
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-477-

Gorre çi şevî be mesken o kâşâne?


Ber omr ki hest hâsileş efsâne.
Hemhâbe-yi bâdî yo to efrâzî şem’.
Ber rehgozer-i seyl çi sâzî hâne?

Meskene, kâşâneye ve neticesi efsane olan ömre ne mağrur


oluyorsun? Sen rüzgârla beraber yatıyorsun ve mum yakıyorsun.
Sel ağzına ne diye hane bina ediyorsun?

[Neden mağrursun mesken, kâşâne ile.


Bu ömrün sonucu bir efsane.
Rüzgârla yatıyor, mum yakıyorsun.
Sel yoluna neden ev yapıyorsun?] [M. Kanar]

553
-478-

Ten der gam-i rûzgâr-i bîdâd medih.


Cân râ sohen-i gozeştegân yâd medih.
Dil coz be ser-i zolf-i perîzâd medih.
Bîbâde mebâş o omr ber bâd medih.

Vücudunu gaddar rüzgârın kederine yem etme. Ölmüşlerin


sözünü cana hatırlatma. Gönlünü tatlı sözlü ve melek yüzlü bir ma­
şukanın zülfünden gayri bir şeye bağlama. Bâdeden mahrum kal­
ma. Ömrünü berbat etme.

[ Z a l i m z a m a n ı n g a m m a a l d ı r m a .

E s k i l e r i n s ı k ı n t ı s ı n ı c a n ı n a a n l a t m a .

G ö n l ü n ü v e r b i r g ü m ü ş t e n l i p e r i k ı z ı n a .

Ö m r ü n ü y e l e v e r m e ; b â d e s i z d u r m a .] [ M . K a n a r ]

554
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-479-

Tâ çend zi mescid o nemâz u rûze ?


Der meykedehâ mest şov ez deryûze.
Hayyâm bohor bâde ki in hâk-i torâ,
Geh câm konend o geh sebû, geh kûze.

Camiden, namazdan, oruçtan bana ne zamana kadar bahse­


deceksin? Meykedelerde mest ol. Bunun için istersen dilenmek lâ­
zım gelsin. Ey Hayyam! Şarap içmeye bak. Senin bu vücudunun
toprağından bazen kadeh, bazen sürahi, bazen testi yapacaklardır.

Ne zamana kadar mescit, namaz, oruç bahsi?


Meyhanelerde dilencilik et, sarhoş ol.
Hayyam iç şarabı; bu şarap seni,
Bazen kadeh yapar, bazen sürahi veya testi.] [M. Kanar]

555
-480-

Ey refte vo bâz âmede “bel hum” geşte.


Nâmed zi meyân-i merdoman gom geşte.
Nâhon-i heme cem’ âmede vo som geşte.
Rîşet zi akab der âmede, dom geşte.

Ey gidip hayvan olarak geri dönen! ismin insanlar arasında


unutulmuştur ve bütün parmaklarının tırnakları toplanıp hayvan
tırnağı olmuş ve sakalın da kıçının üzerine toplanarak kuyruğa dö­
nüşmüş.243

[ H e y i n s a n o l a r a k g i d i p h a y v a n o l a r a k d ö n e n !

i n s a n l a r a r a s ı n d a u n u t u l d u g i t t i i s m i n .

T ı r n a k l a r ı n t o p l a n d ı t o y n a k o l d u .

S a k a l ı n k ı ç ı n a g i r d i , k u y r u k o l d u ! ] [ M . K a n a r ]

243. Bu rubainin dayandığı hikâye Sefînetu’ş-şuerâ’mn 331. sayfasında aynen şu veç­


hile mesturdur:
“Hayyam tenasüh itikadına inanırmış. Bir zamanlar Nişabur’da büyük bir deprem
olunca bütün mescitler, medreseler harabeye dönmüş. Daha sonra bir medresenin
onarım çalışmaları yürütülürken eşekler ile kerpiç taşınıyormuş. Eşeklerden biri
sofa basamağından asla yukarı çıkmak istemezmiş. Sonuçta hayvanın inadı büyük
sıkıntı yaratmış. O sırada Ömer Hayyam orada bulunuyormuş. Hemen kalkıp eşe­
ğin kulağına bu rubaiyi okuyunca eşek hareketlenmiş ve yükünü yerine ulaştırmış.
Orada bulunanlar bu hali sorunca Hayyam demiş ki bu bedene ait ruh bir müder­
risin ruhuydu ve bundan evvel bu bölgede yaşardı. YUkselmeyip de iniş halinde
kalınca bu hale girdi, ki bazıları indinde cehennem ancak bu şekilde olur. Bunun
sofaya çıkmamasından utanmıştı. Bir aşinanın sözünü dinleyince hiç beklemeden
harekete geçti.”

556
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-481 -

Bâ bâde-yi golreng derin kâşâne,


Amîziş ez an cihet kon ey ferzâne.
Kez hâk-i to her zerre ki ber bâd dehend.
Sermest reved tâ be der-i meyhâne.

Gül renkli şarap ile bu kâşânede, ey hakim, o suretle ülfet et


ki toprağının rüzgârla havaya kaldırılan her zerresi sermest olarak
aşk ve irfan meyhanesinin kapışma kadar gitsin.

[Şu kâşânede gül renkli bâde ile,


Öyle bir dostluk kur ki ey bilge.
Toprağından rüzgârda savrulan her zerre,
Sarhoş olarak gitsin meyehane eşiğine.] [M. Kanar]

557
-482-

Binger zi sabâ dâmen-i gol çâk şode.


Bolbol zi cemâl-i gol tarabnâk şode.
Der sâye-yi gol nişîn ki bisyâr in gol
Der hâk furû rîzed o mâ hâk şode.

Bak sabâ rüzgârı ile güllerin eteği nasıl yırtıldı. Bak, bülbül
gülün güzelliğinden ne kadar neşeleniyor. Gül ağaçlarının gölgesi
altında istirahat et. Zira bu güller pek çok defalar toprak üzerine dö­
külecek ve biz toprak olmuş bulunacağız.

[ B a k s a b a h m e l t e m i y l e y ı r t ı l m ı ş g ü l ü n e t e ğ i .

G ü l ü n c e m a l i y l e g e l m i ş b ü l b ü l ü n k e y f i ;

O t u r g ü l a ğ a c ı n ı n g ö l g e s i n e z i r a b i r ç o k g ü l ,

T o p r a k t a n ç ı k m ı ş , g i t m i ş t o p r a ğ a g e r i . ] [ M . K a n a r ]

558
ABDULLAH CEVDET ! ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-483 -

Der meclis-i uşşâk nişestîm heme.


Ez mihnet-i eyyâm berestîm heme.
Ez bâde-yi şovkeş kadehî nûşîdîm.
Azâde vo âsûde vo mestîm heme.

İşte cümlemiz âşıklar meclisinde toplandık. Cümlemiz za­


manenin mihnetinden âzâdeyiz. Onun şevk badesinden bir kadeh
içtik. Cümlemiz hürüz, âsûdeyiz, dilmestiz.

[Âşıklar meclisinde oturduk hepimiz.


Günlerin mihnetinden kurtulduk hepimiz.
Onun şevk bâdesinden içtik bir yudum.
Özgürüz, huzurluyuz, mestiz hepimiz.] [M. Kanar]

559
-484-

Donya be morâd rânde gîr, âhir çi?


Vin nâme-yi omr hânde gîr, âhir çi?
Gîrem ki be kâm-i dil bemândî sad sâl,
Sad sâl-i diğer bemânde gîr, âhir çi?

Farzet ki dünyada muradın üzere yaşadın. Ee sonra? Bu


ömür mektubun okunup bitti farzet; ee sonra? Gönlünün bütün ar­
zularım elde etmiş olduğun halde yüz sene yaşamış olduğunu far-
zedeyim; ee sonra? Yüz sene daha yaşayacağım farzet; ee sonra?244

[ M u r a d ı n c a y a ş a d ı n s a y ; n ’ o l a c a k y a n i ?

Ö m ü r m e k t u b u n u o k u d u n s a y ; n ’ o l a c a k y a n i ?

S a y k i y ü z y ı l y a ş a d ı n g ö n l ü n ü n m u r a d ı n c a ,

Y ü z y ı l d a h a y a ş a d ı n s a y ; n ’o l a c a k y a n i ? ] [ M . K a n a r ]

244. Şey Sa’dî’nin

Ey dil be kâm-i hîş cihan râ to dîde gîr


Der vey hezâr sâl ço Nûh ârmîde gîr.

matla’ını andırır ki “Ey gönül, cihanı arzu ettiğin gibi gördüğünü farzet. Cihanda
Nuh gibi bin sene ömürlü ve mesud olduğunu farzet.” demektir.

560
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-485 -

Dânî zi çi rûy ûftâdest o çi râh


Âzâdî-yi serv u süsen ender efvâh?
İn dâred deh zeban velîken hâmûş
Vanrâst do sad dest velîken kûtâh.

Selvinin ve susamın özgürlüklerini bilir misin nasıl da diller­


de destandır? Birincisinin on ağzı varken sâkittir. İkincisinin iki
yüz eli varken hiçbirini uzatmaz.245

[Bilir misin nasıl, ne şekilde,


Selvi ile süsen düştü dillere?
Birinin on dili vardır; susar.
Diğerinde iki yüz el var; kısadır.] [M. Kanar]

245. Selvi hürriyetin, susam sükûtun timsalidir. Hayyam selvinin müteaddit dallarım
kollara benzetiyor ki bazı mollaların kollan gibi başkalarının mallarım almak için
uzanmaz. İkincisinin taç yapraklan yüz ağıza malik olduğu halde Hayyam’m ve
hayyâmîlerin muhaliflerinin yaptıklan gibi hiçbiri iftira için açılmaz.

561
- 486 -

Sâkî, mey-i hoşguvâr ber destem nih.


Van sâger-i çon nigâr ber destem nih.
Van mey ki ço zencîr bepîçed ber hod,
Dîvâne şodem; biyâr; ber destem nih.

Ey saki! O nefis şarabı bana ver. Bir taze gelin gibi nâzenin
olan kadehi benim elime ver. Ben divane oldum, [sürahiden barda­
ğa akarken] o zincirlenen şarabı getir; benim elime koy.

[ S a k i , o l e z z e t l i ş a r a b ı v e r e l i m e .

S e v g i l i y i a n d ı r a n k a d e h i v e r e l i m e .

Z i n c i r l e n e r e k d ö k ü l e n o m e y i .

D e l i r d i m , g e tir , v e r e l i m e .] [ M . K a n a r ]

562
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-487-

Feryâd ki reft omr ber bîhûde!


Hem lokme herâm o hem nefs âlûde.
Fermûde-yi nâkerde siyehrûyem kerd.
Feryâd zi kerdehâ-yi nâfermûde!

Yazık! Ömür beyhude geçti! Hem lokma haram, hem nefsi­


miz bulaşık. İcrası emrolunan amelin icra edilmemesi yüzümü ka­
ra etti. İşlenilmesi caiz olmadığı halde işlenen amellerden feryat!

[Eyvah eyvah! Ömrüm bo§a geçti!


Lokma haram oldu, nefsim kirlendi.
Uygulamadığım emirler yüzümü kararttı.
Emredilmeyip de benim yaptıklarım mı? Eyvah!] [M. Kanar]

563
-488 -

Men tövbe konem ez heme çîz, ez mey ne,


Kez comle gozîrem buved u ez vey ne.
Ayâ buved an ki men moselman gerdem?
Der terk-i mey-i mogâne dârem pey? Ne.

Ben her şeye tövbe ederim; şarap içmeye, rûhânî sarhoşluğu


tahsil etmeye asla! Zira her ziyam tazmin etmenin yolu bulunur; rû­
hânî şarabı içmemiş olmak ziyanının tazmini asla! Acaba benim
Müslüman olmam246 ve eski şarabı terkte sabit kadem kalmam
mümkün olabilir mi? Asla!

[ H e r ş e y e t ö v b e e d e r i m , m e y e e t m e m .

H e r ş e y i n ç a r e s i b u l u n u r , m e y i n o l m a z .

A c a b a M ü s l ü m a n o l a b i l i r m i y i m b e n ?

M e y h a n e m e y i n i t e r k e d e r m i y i m ? E t m e m .] [ M . K a n a r ]

246. Müslüman kelimesinden Hayyam’m burada murad ettiği, Müslüman görünen, şak­
laban, riyakâr kimselerdir. Birkaç sene evvel bu türlü şaklaban bir Suriyeli Müslü­
man köprünün üzerinde sol kolunu göstererek gelip geçene “Ey Muhammed üm­
meti! Şimdi ben bu kolumu keseyim mi? Ne yapayım? Bir gavura dokundu, necis
ooldu!” diye bağınyormuş. Oradan geçen bir ehl-i Hak “Sus, terbiyesiz adam!
Şimdi gavur falan yok. Herkes Türkiye vatandaşıdır. Namuslu adamlar, dinleri ne
olursa olsun, hep temiz ve birbirine eşittir.” diyerek herife bir tokat aşketmiş. He­
rif “Efendim, ben hoşa gider diye böyle söylüyordum. İsterseniz, gavurlar karde-
şimizdir diye bağırayım.” ‘Ene şaklaban’ yani ‘Ben şaklabanım’ demiş. Bunun
üzerine tokatı şaklatan zat şaklabana, tokatın nakit kısası olarak bir mecidiye vere­
rek çekilmiş gitmiş. Hayyam’ın böyle şaklaban bir Müslüman olması ihtimali var
mıdır? diye Allah’tan sorması haklı değil mi?

564
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 489 -

Rûzî bînî merâ to mest oftâde.


Ber pây-i to ser nihâde, pest oftâde.
Destâr zi ser, kadeh zi dest oftâde.
Der halka-yi zolf-i botperest oftâde.

Bir gün beni bîhuş ve senin ayağının üzerine başımı koy­


muş, yere yıkılmış göreceksin. Baştan sarık, elden kadeh gitmiş ve
beni senin yüzüne tapan putperest saçlarının halkasına düşmüş gö­
receksin.

[Görürsün bir gün beni nasıl da sarhoş olmuş.


Ayağına başım koymuş, alçalmış.
Sarık baştan, kadeh elden düşmüş.
Kâfir zülüflerinin halkasına düşmüş.] [M. Kanar]

565
- 490 -

Mâ âşık o mest o meyperestîm heme.


Der küy-i harâbât nişestîm heme.
Bogzeşt zi hosn u kobh o ez vehm o hiyâl.
Ez mâ metaleb hûş ki mestîm heme.

Cümlemiz âşığız, mestiz, meyperestiz. Cümlemiz harabatta


toplandık. Çirkinlikten, güzellikten, vehim ve hayalden uzaklaşmı­
şız. Bizden “alelade akıl” isteme. Zira cümlemiz mestiz.247

[ Â ş ı ğ ı z , m e s t i z , m e y d ü ş k ü n ü y ü z h e p i m i z .

M e y h a n e b u c a ğ ı n d a o t u r m u ş u z h e p i m i z .

G e ç t i k g ü z e l l i ğ i , ç i r k i n l i ğ i , v e h m i , h a y a l i .

A k ı l b e k l e m e b i z d e n ; m e s t i z h e p i m i z .] [ M . K a n a r ]

247. Hayyam insanı hayvanlaştırdığını, akıl ve muhakemeyi yok ettiğini mollaların id­
dia ettiği şarabı içtiklerinden dolayı mutasavvıfayı muâheze eden mutaassıp mol­
laların delillerini çürütüyor. “Biz aşk-ı samedânîmizin, sence sarhoşluk sanılan,
şevk ve cezbesiyle mest olduğumuz vakit, senin fikrince, biz küfelik sarhoşuz. Ey
cahil vaiz! O halde niçin bizden inama hasıl olan bir tarzda akıl ve muhakeme is­
tiyorsun?” diyor.

566
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-491 -

Nakşîst ki ber vucûd-i mâ rîhte’î.


Sad bu’l-acebî zi ma ber engîhte’î.
Men zan bih ezin nemîtevânem bûden.
Kez bûte merâ çonin furû rîhte’î.

Vücudumuz üzerine intiba ettirdiğin bir nakış var. Bu intiba-


larrn eseri olarak bizden yüz türlü garabet zuhur ettiriyorsun. Ben
bundan daha iyi olmaya muktedir değilim. Zira sen beni potadan
kalıba bu terkip ve tabiatla döktün.

[Vücudumuza bu nakşı işledin.


Yüz ilginç şeyi üstümüzde uyguladın.
Bundan daha iyi olamıyorum ben,
Çünkü potadan beni böyle döktün.] [M. Kanar]

567
-492-

Her tövbe ki kerdîm, şikestîm heme.


Ber hod der-i nâm o neng bestîm heme.
Eybem mekonîd bîhodî ger kerdîm,
Kez bâde-i aşk mest hestîm heme.

Her ettiğimiz tövbeyi bozduk. Şöhret ve melamet kapısmı


üzerimize kapadık. Aklı başında olmayanların yapacağı şeyleri ya­
pacak olursak, bizi ayıplamayınız. Zira biz ana rahminden beri aşk
şarabıyla sarhoşuz.

[ N e k a d a r t ö v b e e t t i k s e , b o z d u k y i n e .

A r n a m u s k a p a t t ı k y ü z ü m ü z e .

A y ı p l a m a y ı n b e n i k e n d i n i b i l m e z l i k e d e r s e m .

H e p i m i z s a r h o ş u z a ş k b â d e s i y l e . ] [ M . K a n a r ]

568
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM ■RUBAİLERİ

-493 -

Ey bihaber ez kâr-i cihan; hiç ne’î.


Bonyâd be bâdest; ezan hiç ne’î.
Şod hadd-i vucûd der miyân-i do adem.
Etrâf-i bûd-i to der miyân hiç ne’î.

Ey cihanın faaliyet tarzından bihaber olan adam! Sen hiçbir


şey değilsin. Temel hava üzerine kurulmuş olduğu için sen hiçbir
şey değilsin. Vücudun hududu iki yokluk arasındadır. İki taraf var­
dır. Sen hiçbir şey değilsin.

[Hey, dünyadan habersiz! Hiçbir şey değilsin.


Varlığın hava üstünde: Hiçbir şey değilsin.
Varlık sınırı iki yokluk arasında,
Senin varlığın ortada; hiçbir şey değilsin.] [M. Kanar]

569
- 494 -

Yek cor’e mey-i köhne zi molk-i nov bih.


Vez her çi ne mey tarîk-i bîrûn şov bih.
Câmîst bih ez molk-i ferîdûn sed bâr.
Hişt-i ser-i hom zi tâc-i keyhosrov bih.

Bir yudum eski şarap yeni bir imparatorluktan iyidir. Şarap


olmayan, neşe ve can hazzı olmayan her şeyi atmak evlâdır. Bir pi-
yale Feridun’un ülkesinden yüz kere daha iyidir. Şarap küpünün
kapağı Keyhusrev’in tacından efzaldır.

[ B i r y u d u m e s k i ş a r a p y e n i d e v l e t t e n iy id ir .

Ş a r a p d ı ş ı n d a k i ç ı k ı ş y o l u n u u n u t m a k iy id ir .

F e r i d u n m ü l k ü n d e n y ü z k e z i y i b i r k a d e h v a r ,

K ü p ü n k e r p i ç k a p a ğ ı K e y h u s r e v t a c ı n d a n iy id ir .] [ M . K a n a r ]

570
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-495-

Çon şîr-i derende der şikârîm heme.


Dâim be hevâ-yi hîş yârîm heme.
Çon perde zi rûy-i kâr-i mâ ber hîzed,
M a’lûm şeved ki der çi kârîm heme.248

Yırtıcı arslan gibi cümlemiz avdayız. Daima kendi heva ve


hevesimizin mülâzımıyız. İşimizin yüzünden perde kalkınca cüm­
lemizin ne işte olduğumuz malum olur.

[Yırtıcı aslan gibi avdayız hepimiz.


Heva hevesimiz üzere gideriz hepimiz.
Kalkınca işlerimizin üstündeki perde.
Anlaşılır, ne yapıyoruz hepimiz.] [M. Kanar]

248. Bu rubainin Hayyam’a ait olduğu şüpheli ise de pek iyi bir tasvir ve itiraf olduğun­
dan buraya alınması faydalı görüldü.
- 496 -

Ey dil, to be idrâk-i muammâ neresî.


Der nokte-yi zîrekân-i dânâ neresî.
İncâ be mey o câm-i behiştî mîsâz.
K ’ancâ ki behiştest, resî yâ neresî.

Ey gönül! Muammayı idrake muvaffak olamazsın. Bahadır


hakimlerin vasıl oldukları nükteye erişemezsin. Sen burada yüce
hazlar ile bir cennet vücuda getirmeye bak. Bihişte [yani ahiretteki
cennete] ya erişirsin ya erişemezsin.

[ E y g ö n ü l , b u m u a m m a y ı ç ö z m e y e e r e m e z s i n .

B i l g e l e r n e d i y o r ? O n ü k t e y e e r e m e z s i n .

Y a p b u r a d a k e n d i n e b i r c e n n e t k a d e h i l e m e y d e n .

Ö t e y a n d a k i c e n n e t e y a e r e r y a e r e m e z s i n ! ] [ M . K a n a r ]

572
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-497 -

Ânân ki zi pîş refte’end ey sâkî,


Der hâk-i gurûr hofte’end ey sâkî.
Rov, bade hor o hakikat ez men bişnov.
Bâdest her ançi gofte’end ey sâkî.

Ecel süpürgesinin daha evvel süpürüp götürdüğü kimseler,


ey saki, gurur ve nahvetleriyle toprak içine gömülerek uyumuşlar­
dır. Haydi git, şarap içmeye bak ve sözün doğrusunu benden al. On­
lar ne söyledilerse, hepsi boştur, havadır, ey saki!

[Evvelce gelip geçenler yok mu saki,


Gurur toprağında yatmaktalar be saki.
Hele iç bâdeyi; dinle benden gerçeği:
Her dedikleri havadır hava be saki!] [M. Kanar]

573
- 498 -

Ey dil, ço bezm-i an sanem binşestî,


Ez hîş borîdî yo be hod peyvestî.
Ez câm-i fenâ ço cor’e ’î nûşîdî,
Ez bûd u nebûdegân be kullî restî.

Ey gönül! O sanemin bezmine dahil olduğun vakit nefsinden


çıkmış ve kendi kendine gelmiş olursun. Yokluk kadehinden bir yu­
dum içtikten sonra mevcut olanların ve artık mevcut olmayanların
cümlesinden kâmilen ayrılır, kurtulursun.

[ G ö n l ü m , o t u r d u n s a o g ü z e l i n m e c l i s i n d e .

K e n d i n d e n k u r t u l u r s u n , g e l i r s i n k e n d i n e .

Y o k l u k k a d e h i n d e n b i r y u d u m i ç t i n s e .

T a m a m e n k u r t u l d u n d e m e k t i r n e v a r n e y o k i s e .] [ M . K a n a r ]

574
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-499-

Oftâd merâ bâ mey o mestî kân.


Halkem be çi mîkoned melâmet bârî?
Ey kâş ki her herâm mestî kerdî!
Tâ men be cihan nedîdemî hoşyârî!

Benim nasibime şarap ve mestlik düştü. Halk beni neden kı­


nıyor? Ah, ah, keşke her haram olan şey insanı sarhoş etseydi de
dünyada ayık tek bir adam görmeseydim!

[Meye, mestliğe işim düştü diye,


Halk beni azarlar ne diye?
Keşke her haram sarhoş etseydi!
Dünyada bir kişi görmezdim ayık diye.] [M. Kanar]

575
-500-

İbrîk-i mey-i merâ şikestî rabbî.


Ber men der-i iyş râ bebestî rabbî.
Ber hâk fikendî mey-i gulgûn-i merâ249
Hâkem bedehen! meğer to mestî rabbî!

Benim şarap testimi kırdın ey Rabbim! Şevk ve neşe kapısı­


nı bana kapadm ey Rabbim! Gül renkli saf şarabımı toprağın üze­
rine döktün ey Rabbim! Olmaya ki sermest olasın ey Rabbim!

[ Ş a r a p t e s t i m i k ı r d ı n b e T a n r ı m !

i ş r e t k a p ı s ı n ı k a p a d ı n y ü z ü m e b e T a n r ı m !

B e n ş a r a p i ç i y o r u m , s e n d a ğ ı t ı y o r s u n .

T ö v b e t ö v b e ; s a r h o ş m u s u n n e s i n b e T a n r ı m ! ] [ M . K a n a r ]

249. Bu mısra şu suretle dahi görülmüştür:


Men mey horem o to mîkonî bedmesti
Tercümesi şudur: Şarabı ben içiyorum; sarhoşluğu, bedmestliği sen yapıyorsun.

576
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-501 -

Ey an ki netîce-yi çihâr o heftî,


Der heft o çihâr dâim ender teftî.
Mey hor ki çihâr bâr bîşet goftem,
Bâz âmedenet nîst; ço reftî, reftî!

Ey sen ki dörtün250 ve yedinin251 neticesisin. Şarap iç, mu­


habbet ve irfan şarabı iç. Zira sana dört defadan daha ziyade söyle­
dim. Bir defa öldün mü öldün. Artık bir defa daha dirilmek yok.

[Hey sen! Ki yediyle dörtten zuhur ettin;


Yediyle dört yüzünden hep telaş ettin.
İçmeye baksana; bin kez dedim sana:
Yok geriye dönüşün; gittin mi tam gittin!] [M. Kanar]

250. Dörtten muradı dört unsurdur.


2 5 1 . Y e d id e n m u r a d ı y e d i k a t g ö k tü r. Y a h u t y e d i b u rç tu r.
- 502 -

Der her tarafî dur û do sad dâm nihî.


Gû’î koşemet eğer der û gâm nihî.
Hod dâm nihî, her ki der û gâm nihed.
Gîrî yo koşî yo âsiyeş nâm nihî.

Sen her tarafa iki yüz tuzak kuruyorsun. Eğer bunlardan bi­
rine ayağım basarsan, seni öldürürüm, diyorsun. Tuzağı kendin ku­
ruyorsun ve kimin ayağı tuzağa basarsa yakalıyorsun, öldürüyor­
sun. Adım da âsi, günahkâr koyuyorsun.

[ H e r t a r a f t a i k i y ü z t u z a k k u r a r s ı n .

O r a y a a d ı m a t a r s a n , s e n i ö l d ü r ü r ü m ! d e r s i n .

S e n t u z a k k u r a r s ı n , o t u z a ğ a b a s a r .

Y a k a la r , ö ld ü r ü r , b i r d e o n a â s i d e r s i n ! ] [ M . K a n a r ]

578
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 503 -

Ey ez harem-i zât-i to akl âgeh m.


Vez ma’siyet o tâ’et-i mâ mosteğnî.
Mestem zi gonâh o ez recâ hoşyârem.
Ommîd be rahmet-i to dârem ya’nî.

Ey hakikatinin künhüne akıl erişmeyen ve ey m a’siyet ve tâ-


ata karşı müstağni bulunan [Allah]! Ben günah ile mestim. Ümit ile
ayığım. Yani rahmetine itimadım var.

[Zatının haremine akıl ermez Tanrım.


Günahımızdan, ibadetimizden müstağnisin Tanrım.
Günah sarhoşuyum ama umut içindeyim.
Rahmetinden umudum var Tanrım.] [M. Kanar]

579
- 504 -

İn kâr-i cihan eğer be taklîdestî,


Her rûz be cây-i hîşten eydestî.
Herkes be morâd-i hîş desti bezedi.
Ger zanki ne in bîhode tehdîdestî.

Eğer cihanın işi hep taklitten ibaret olsaydı, her gün bayram
olurdu. Eğer bu beyhude tehdit252 olmasaydı, dünyada herkes mu­
radına vasıl olurdu.

[ B u d ü n y a n ı n i ş i t a k l i t l e o l s a y d ı ,

H e r g ü n a s l ı n d a b a y r a m o l u r d u .

Ş u b e y h u d e t e h d i t o l m a s a y d ı ,

H e r k e s k e n d i m u r a d ı n a e r e r d i .] [ M . K a n a r ]

252. Müslümanlığın emirlerim yapmayanlar ve nehiylerinden kaçmayanlar hakkında


Kur’ân’ın tehditlerine telmih ediyor. İmân-ı ictihâdînin imân-ı taklîdîye müreccah
olduğunu göstermek için Mevlana hazretlerinin Mesnevî’sinde “Seyyahın sûfıye
tarafından satılan eşeği” ünvanlı bir hikâyesi vardır. İcmâlen şöyledir: Eşeğe bin­
miş bir seyyah, sûfîlerin hankahına misafir iner. Mutasavvıf dervişler iyi karşılar­
lar. Biri seyyahın abasım kaldırır, diğeri elbisesinin tozunu alır. Bir diğeri seyya­
hın elini, yüzünü, ayağım siler. Bir dördüncü derviş misafiri kabul salonuna götü­
rür. Bir beşinci derviş seyyahın eşeğini ahıra çeker. Saman, arpa verir. Misafir pek
memnun kain. Misafire ikram etmek için ne yiyecekleri, ne paraları bulunmaz; te­
laşa düşerler. Uzun müzakereden soma eşeğini satmaya karar verirler. Eşeği satar­
lar. Parasıyla kuzu kızartmlar; şarap ahriar. Mükemmel mızıkacılar getirirler. Ak­
şam olur. Yerler, içerler, musikî dinlerler.

“Her bereft o her bereft o her bereft.”


“Gitti dostum, eşek gitti.”

nakaratlı bir şarkı irticai ve terennüm ederler. Kebabın ve şarabın, musikînin, nağ­
menin tesiriyle aşka gelen misafir de nakaratı dervişlerle beraber tekrar eder. Sa-

580
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-505 -

Ey çerh, dilem hemîşe gamnâk konî.


Pîrâhen-i horremî-yi men çâk konî.
Bâdi ki resed be men, tuş âb konî.
Abî ki horem, to der dehen hâk konî.

Ey zamane! Gönlümü daima kederle dolduruyorsun. Benim


şâdlık gömleğimi parçalıyorsun. Bana doğru esen rüzgârı suya kal-
bediyorsun. İçtiğim suyu ağzımda sen toprak ediyorsun.

[Felek! Gönlümü hep gamlandırıyorsun.


Mutluluk gömleğimi parçalıyorsun.
Bana esen rüzgârı ate§ ediyorsun.
içtiğim suyu ağzımda toprak ediyorsun.] [M. Kanar]

bah olur, yola düşecek seyyah eşeğini ister. İşi anlatırlar. Kendisinin de nakaratı
okuyarak emr-i vâki’i tasdik ettiğini söylerler. M e’yus seyyah “Evet ama ben bu­
nu sizi taklit etmek için yaptım.” der.

“Mer mera taklîdişan ber bâd dâd


Ki do sad la’net ber an taklîd bâd!”

Yani “ Onları taklit etmek beni berbat etti. O taklide iki yüz kere lanet olsun!” di­
ye sızlanarak yayan yola düşer.

581
- 506 -

Ey dil, zi gam-i cism eğer pâk şevî,


To rûh-i mocerredî; ber eflâk şevî.
Arşest neşîmen-i to; şermet bâdâ!
K ’â’î yo mokîm-i hitte-yi hâk şevî!

Ey gönül! Hayvaniyete bağlı gamlardan müberra olduğun


zaman, sen rûh-i mücerred semaların üzerine çıkarsın. Senin yerin
arştır. Yücelik arşından inip mezellet toprağında yerleşmiş olmak­
tan utanmalısın!

[ G ö n l ü m , b e d e n t o z u n d a n a r ı n ı r s a n ,

M ü c e r r e t r u h s u n , g ö k l e r e y ü k s e l i r s i n .

O t u r a c a k y e r i n a r § tı r ; u t a n m a l ı s ı n .

G e l ir , y e r y ü z ü n e p o s t u s e r e r s i n ! ] [ M . K a n a r ]

582
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-507-

Ey kûzegerem begûş eğer hoşyârî,


Tâ çend konî ber gil-i âdem hârî?
Engoşt-i Ferîdûn u kef-i Keyhosrov,
Ber çerh nihâde’î; çi mîpindârî?

Ey çömlekçi! Aklın başında ise dikkat et, insan toprağına


ne zamana kadar hakaret edeceksin? Feridun’un parmağım, Key-
husrev’in elini çarkın üzerine koyuyorsun. Acaba sen ne zannedi­
yorsun?

[Hey çömlekçi! Dikkat et, ne yapıyorsun!


İnsan toprağı bu, hırpalıyorsun!
Feridun’un parmağını, elini Keyhusrev’in,
Çarkına koymuşsun; sen ne sanıyorsun?] [M. Kanar]

583
-508 -

Ey gol! to be rûy-i dilrobâ mîmânî.


V ’ey mol! To be la’l-i canfezâ mîmânî.
Ey baht-i sitîzekâr! Her dem bâ men
Bîgâneterî yo âşinâ mîmânî.

Ey gül! Sen taze ve güzel bir kız yüzüne benziyorsun. Ey şa­


rap! Sen cana can katan bir kırmızı dudağa benziyorsun. Ey değiş­
ken kavgacı talih! Sen bana her gün daha ziyade yabancısın. Fakat
bana aşina gibi görünüyorsun.

[ G ü l ü m , b e n z i y o r s u n b i r d i l b e r i n y ü z ü n e .

E y ş a r a p ! B e n z i y o r s u n c a n a c a n k a t a n ş a r a b a .

K a v g a c ı t a l i h i m ! H e r a n s e n b a n a ,

D a h a y a b a n c ı s ı n a m a a ş i n a g ö r ü n ü r s ü n b a n a .] [ M . K a n a r ]

584
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-509-

Ez matbah-i donyâ to heme derd horî.


Tâ çend gam-i bûde vo nâbûd horî?
Donyâ ki ber ehl-i û ziyânîst azîm,
Ger terk-i ziyan konî, heme sûd horî.

Dünya mutfağmda sen dumandan gayri bir şey yemiyorsun.


Ne zamana kadar varlık ve yokluk gamım yiyeceksin? Yüce hazla-
n tatmayanlar ve yüksek bir mefkûreye gönül vermeyenler için dün­
ya, büyük bir ziyandır. Ziyam terk edersen, sana yalnız kâr kalır.

[Dünya mutfağından hep dert yersin.


Neden vara yoğa hep kendini üzersin?
Dünya dediğin ehline büyük zarardır.
Zararı terk edersen, hep kâr edersin.] [M. Kanar]

585
- 510 -

Âzâr-i dil-i halk mecû’îm şebî.


Tâ ber nekeşend “Yârabbî” nîm şebî.
Ber mâl o cemâl-i hîşten tikye mekon.
K ’anrâ be şebî berend o in râ be şebî.

Halkın gönlünü incitmeyelim. Ta ki gece yarısı “Aman Ya


Rabbî!” diyerek feryat etmeyeler. Mal ve cemâle güvenme. Zira
malı bir gece, cemali diğer bir gece gasp ve talan edebilirler.

[ i n s a n l a r ı n k a l b i n i k ı r m a y a l ı m b i r g e c e .

Y a R a b b î ! n i d a s ı y ü k s e l m e s i n a m a n b i r g e c e .

M a l ı n a , g ü z e l l i ğ i n e p e k d e g ü v e n m e .

O n u g ö t ü r ü r l e r b i r g e c e , b u n u d a b i r g e c e .] [ M . K a n a r ]

586
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 511 -

Evvel be hodem ço âşinâ mîkerdî,


Âhir zi hodem çerâ codâ mîkerdî?
Çon terk-i menet nebûd ez rûz-i nohost,
Sergeşte be âlemem çerâ mîkerdî?

Mademki başlangıçta beni kendime aşina ettin, sonra beni


kendimden niçin ayırdın? Mademki ezelden beri terk etmek fikrin­
de değilsin, âlemde beni niçin serseri ve perişan ettin?

[Başlangıçta aşina ettin beni kendine,


Neden ayırdın beni kendinden sonra?
Madem beni terk fikrinde değildin ezelde.
Neden avare ettin beni şu âlemde?] [M. Kanar]

587
-512-

Ey kâşki cây-i âremîden bûdî!


Yâ in reh râ ser resîden bûdî!
Kâş ez pey-i sad hezâr sâl ez dil-i hâk
Çon sebze ommîd-i ber demîden bûdî!253

Ah keşke bir huzur ve rahat yeri bulunsaydı ve takip ettiği­


miz yol oraya çıksaydı! Ah keşke yüz bin sene sonra toprağın için­
den yeşil ot gibi yeniden çıkmamız, dirilmemiz ümidi olsaydı!

[ K e ş k e d u r u p d i n l e n e c e k b i r y e r o l s a y d ı !

Y a d a ş u u z u n y o l a ç ı k m a k m ü m k ü n o l s a y d ı !

K e ş k e y ü z b i n y ı l s o n r a t o p r a ğ ı n b a ğ r ı n d a n .

O t l a r g i b i y e ş e r m e u m u d u o l s a y d ı ! ] [ M . K a n a r ]

253. Der in ommîd be ser şod derîğ omr-i azîz,


Ki ançi der dilemest, ez derem ferâz âyed.
Ommîd-i beste ber âmed velî çi fâide zank
Ommîd nîst ki omr-i gozeşte bâz âyed [Şey Sa’dî]

[Ne yazık ki aziz ömrüm, gönlümdekinin gerçekleşmesi umuduyla geçti gitti!


Ümidim gerçekleşti ama ne fayda? Geçen ömrün geri gelme umudu yok!]
J.M. Guyau’nun L ’Irreligion de l ’Avenir Unvanlı nefis kitabının 338. sayfasmda şu
samimî ve sıcak satırlar okunur:
“ ... Başlarımızın üzerinde Allah’ın bulunduğundan pek emin değiliz. Zekâmızdan
başka bir ışığımız yoktur. Ve bu basit parıltı ile geceye doğru istikamet almamız
gerekiyor. Bari bizden başkalarının vasıl olacaklan bir arz-ı m ev’ûd bulunduğun­
dan ve çölün bir şeye varacağından emin olsaydık! Fakat hayır, bu kanaatten de
mahrumuz. Yeni bir âlem anyoruz ve bu yeni âlemin mevcut olduğunu iddia ede­
miyoruz. Kimse bu âleme gitmemiş, kimse bu âlemden geri dönmemiştir. Orada
karar kılmadan evvel bu âlemi keşfetmemiz icabediyor. Bununla birlikte, yorul­
maz bir ümidin sevk ve tahrikiyle ilerliyoruz.”

588
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 513 -

Ez defter-i aşk mîguşûdem fâlî,


Nâgâh zi sûz-i sine sâhibcemâlî,
M îgoft: Hoşâ kesî ki der hane-yi û,
Yârîst ço mâhî yo şebî çon sâlî!

Aşk kitabından fala baktım. Birdenbire bir hakîm yüreğinin


ateşiyle şöyle söyledi: Bahtiyardır o kimse ki evinde ay gibi güzel
bir refikası, yıl kadar uzun bir gecesi olur!

[Aşk defterinden açtım falı.


Gönül yangısıyla, ansızın bir gönül sahibi.
Dedi: Ne mutlu o kimseye! Elinde,
Var ay gibi bir yâri; bir yıl sürer gecesi!] [M. Kanar]

589
- 514 -

Ez âmeden-i behâr o ez reften-i dey


Ovrâk-i vucûd-i mâ hemîgerded tey.
Mey hor. Mehor endûh ki goftest hakîm:
Gamhâ-yi cihân ço zehr o tiryâkeş mey.

Bahann gelmesi, hazânm gitmesi daima hayat defterimizin


yapraklarım döker. Şarap iç; keder etme. Zira hakîm “Cihanın gam­
lan zehir gibidir. Panzehiri şaraptır.” demiştir.

[ G e l i r i l k b a h a r , g i d e r s o n b a h a r l a r .

D ö k ü l ü r h a y a t d e f t e r i m i z d e n y a p r a k l a r .

D e m i ş k i h a k î m : Ç e k m e k e d e r , i ç m e y ,

D ü n y a n ı n k e d e r l e r i b i r z e h i r ; p a n z e h i r i d e m e y .] [ M . K a n a r ]

590
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-515-

Ey dil! Mey o ma’şûka becû der bakî.


Sâlûs rehâ kon o mekon zerrâkî.
Ger peyrov-i Ahmedî, horî câm-i şerâb.
Zan hovz ki Mortezâş bâşed sâkî.254

Ey gönül! Şarap ve maşukanı zevali olmayan yücelikler ve


fikriyat âleminde ara. Riyayı bırak; hilekârlık etme. Eğer güzellikle­
rin peşinde isen, Ali el-Murtaza’sı saki olan havuzdan şarap içersin.

[Gönlüm; meyi, sevgiliyi yüceliklerde ara.


Bırak riyayı, üçkâğıtçılığa kalkışma.
Ahmed’in izindeysen, içersin şarap kadehini,
Murtaza’dır bu havuzun başındaki saki.] [M. Kanar]

254. Sully-Prudhomme’un Ici-bas Unvanlı manzumesini de görün:


Ici bas tous les lilas meurent,
Tous les chants des oiseaux sont courts;
Je reve aux etes qui demeurent
Toujours
Ici-bas les levres effleurent
Şans rien laisser de leur velours;
Je reves aux baisars qui demeurent
Tojours...
Ici-bas tous les hommes pleurent
Leurs amities ou leurs amours;
Je reve aux couples qui demeurent
Toujours...
Bu güzel şeyleri Hayyam tek bir mısrada söylemiş değil midir? [A. Cevdet]

591
- 516 -

Ber seng zedem dûş sebûy-i kâşî.


Sermest budem ki kerdem in ovbâşî.
Bâ men be zebân-i hâl mîgoft sebû:
Men çon to budem, to nîz çon men bâşî.

Fağfurî bardağı dün akşam taşa çarptım. Bu yaramazlığı sar­


hoş olduğumdan yaptım. Bardak hal dili ile bana dedi ki: Ben senin
gibiydim; sen de benim gibi olacaksın.

[ T a ş a ç a l d ı m d ü n ç i n i t e s t i y i .

S a r h o ş t u m y a p t ı ğ ı m d a b u e d e p s i z l i ğ i .

D i y o r d u b a n a h a l d i l i y l e t e s t i :

S e n i n g i b i y d i m b e n ; s e n d e o l u r s u n b e n i m g i b i .] [ M . K a n a r ]

592
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 517 -

Beşkoft ço gol rûy-i nigâr ey sâkî!


Dest ez amel-i zohd bedâr ey sâkî!
Zan pîş k ’ecel kemîn koned, rûzî çend
Câm-i mey-i erguvân biyâr ey sâkî!

Yârin yüzü gül gibi açıldı ey saki! Zühd ve takva işinden el


çek ey saki! Ecel canımıza kasdetmeden evvel birkaç gün bize kır­
mızı şarap piyalesi getir ey saki!

[Sevgilinin yüzü gül gibi açıldı saki.


Zahidlik işlerinden el çek saki.
Ecel pusu kurmadan önce bir kaç gün
Erguvan renkli mey kadehini getir saki.] [M. Kanar]

593
-518-

Berceh, berceh zi cây-i hâb ey sâkî!


Der dih, der dih şerâb-i nâb ey sâkî!
Zan pîş ki kâse-yi seret kûze konend,
Ez kûze be kâse kon şerâb ey sâkî!

Yatağından fırla, kalk ey saki! Saf şarap doldur, saf şarap


doldur ey saki! Kafatasımızdan testi yapılmadan evvel testiden kâ­
seye şarap doldur ey saki!255

[ Y a t a ğ ı n d a n f ı r l a , k a l k h a y d i s a k i .

V e r h a y d i , v e r ş u s a f ş a r a b ı s a k i .

K a f a t a s ı n d a n t e s t i y a p ı l m a d a n ö n c e ,

T e s t i d e n k â s e y e ş a r a p d ö k s a k i .] [ M . K a n a r ]

255. Bunun, gönlüme aşk doldur, şevk doldur, iman doldur, can doldur, heyecan doldur!
demek olduğunu unutmayın.

594
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 519 -

Begrift merâ melâlet zerrâkî.


Berhîz o sebok bâde biyar ey sâkî!
Seccâde vo teylesan be mey sâz girov.
Tâ bû ki şeved lâf-i men ender bakî.

Riyakârlıktan gönlüme sıkıntı bastı ey saki! Kalk, pümeşe


bâde getir. Seccadeyi ve sarığı rehin ederek şarap al ki benim ifti­
harım esaslı olsun.

[Riyakârlıktan sıkıntılar bastı gönlümü.


Kalk, çabuk bâde getir saki.
Seccadeyi, sarığı rehin et mey karşılığı.
Belki bu lafım geçici değil, olur baki.] [M. Kanar]

595
-520-

Ber gîr zi hod hisâb eğer bâhaberî,


K ’evvel to çi âvordî yo âhir çi berî?
Gû’î nehorem bade ki mîbâyed mord.
Mîbâyed mord eğer horî yâ nehorî.

Eğer akim başında ise, kendi kendini imtihan et. Gelirken ne


getirdin; giderken ne götüreceksin? Sen diyorsun ki “Şarap içmem.
Zira ölmek var.” Ölmek içsen de var, içmesen de.

[ B i l g i l i b i r i y s e n , s o r g u l a k e n d i n i .

B a ş t a n e g e t i r d i n , n e g ö t ü y o r s u n ş i m d i ?

D i y o r s u n : Ş a r a p i ç m e y i m , ö l m e k v a r .

i ç s e n d e i ç m e s e n d e ö l m e k v a r .] [ M . K a n a r ]

596
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-521 -

Bâ mâ to herançi gû’î, ez kîn gû’î.


Peyveste merâ molhid o bîdîn gû’î.
Men hod mokirrem ber ançi hestem lîken,
İnsâf bedeh, torâ resed kîngû’î?

Bana ne söylüyorsan, cümlesini kin ve garaz şevkiyle söylü­


yorsun. Bana daima mülhid, dinsiz diyorsun. Ben ne olduğumu ik­
rar ve itiraf etmekten çekinmiyorum. Fakat insaf et; bana dinsiz de­
mek, bana bu yolda muamele etmek senin yapacağın iş midir?256

[Bize ne dersen, kinle dersin.


Hep dinsizlikle, ilhadla suçlarsın.
Ben neysem, itiraf ediyorum ama,
İnsaf et; kincilik sana yakışıyor mu, ne dersin?] [M. Kanar]

256. “Dahleden dinimize bari Müslüman olsa!” demek istiyor.

597
-522-

Bâ derd besâz tâ devâ’î yâbî.


Vez rene menâl tâ şifâ’î yâbî.
Mîbâş be vakt-i bînevâ’î şâkir.
Tâ âkibetu’l-emr nevâ’î yâbî.257

Deva bulmak istersen, dert ile anlaş. Şifa bulmak için ağla­
yıp sızlanma. Fakirlik zamanında şükret. Fütura düşme. Tâ ki so­
nunda servet ve zenginliğe eresin.

[ D e r t l e a n l a ş d e v a b u l m a k i s t e r s e n .

I z d ı r a p t a n s ı z l a n m a , ş i f a b u l m a k i s t e r s e n .

D a r l ı k z a m a n ı ç a l ı ş ş ü k r e t m e y e .

S o n u n d a e r e r s i n v a r l ı ğ a . [ M . K a n a r ]

257. İran’ın bizce en yüksek ve herhâlde en kuvvetli lirik âlicenab şairi Orfî-i Şîrâzî’nin

Ger merd-i himmetî, zi morovvet nişan mehâh.


Sad câ şehîd şov, diyet ez doşmenan mehâh

[Himmet sahibi biriysen eğer, mürüvvet peşinde olma. Yüz yerde şehit ol da düş­
mandan istemeye kalkma] matlaıyla başlayan gazelinde

Ger mojde-yi visâl resed der nefs, bemîr


Vez ba’d merg eğer beresed, dûst-i cân nehâh.

[Nefsine vuslat müjdesi gelirse öl. Ölümden sonra gelecek olursa, can dostunu is­
teme] beyti gibi fâci ve ilahi güzellikler, şa’şaalı ve müheyyic bedî’alar vardır.
“Dilmestî-yi Mevlânâ” Unvanlı küçük kitabımızın 107. ve 108. sayfalarına bakın.
[A. Cevdet]

598
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-523 -

Pîrî dîdem be hâne-yi hammârî.


Goftem: Nedehî zi reftegân ahbârî.
Goftâ: Mîhor ki hemço mâ bisyârî
Reftend o kesî bâz neyâmed bârî.

Aşk ve irfan şarabı içilen meyhanede bir ihtiyar gördüm.


“Ölenlerden haber vermez misin?” dedim. Cevaben “ Şarap içme­
ye bak. Zira bizim gibi pek çok kimseler gitti. Bir tanesi olsun bir
kerecik geri dönmedi” dedi.258

[Bir pîr gördüm, yeri aşk meyhanesi.


Dedim: Haber ver; gidenlerin çıkmaz sesi.
Dedi: Bak içmeye; bizim gibi nicesi
Gitti de gelmedi geri bir tanesi.] [M. Kanar]

258. Hafız:
Nişân-i ahd-i vefa nîst der tebessom-i gol
Benâl bolbol-i bîdil ki cây-i feryâdest

[Yok gülün tebessümünde ahde vefa izi. İnle aşık bülbül inle. Feryadın zamanı
şimdi.] der. Avamdan bir Türk şairimiz aynı vadi-yi mülahazada

Gelenler hep sabî geldi; gidenlerden haber gelmez.


Bu bir sırr-ı İlâhîdir; gelen bilmez, giden bilmez,
der.

599
-524-

Tongî mey-i la’l hâhem o dîvânî.


Sedd-i ramakî bâyed o nısf nânî.
Vangeh men o to nişeste der vîrânî.
Hoşter buved ez memleket-i sultânî.

Bir sürahi kırmızı şarap, bir şiir divanı isterim. Hayatta bir
huzur ânı ile yarım ekmek gerektir. Bunlar olunca seninle beraber
bir viranede bulunmak, bir sultanın ülkesinde bulunmaktan daha
hoş ve daha ulvîdir.

[ B i r s ü r a h i l â l r e n g i ş a r a p i s t e r i m , b i r d e d i v a n .

A z b i r h a r ç l ı k i s t e r i m , b i r d e y a r ı m s o m u n .

S o n r a o t u r a y ı m s e n i n l e b i r h a r a b e y e ,

i n a n d a h a h o ş o l u r b u s a l t a n a t t a n . ] [ M . K a n a r ]

600
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 525 -

Tâ çend hadîs-i “penc” o “çâr” ey sâkî?


Moşkil çi “yekî”, çi “sadhezâr” ey sâkî!
Hâkîm heme; çeng feşâr ey sâkî!
Bâdîm heme; bâde biyâr ey sâkî !

Beş259 ve dört260 davaları ne zamana kadar sürecek ey saki?


Birini anlamaktaki güçlük, yüz binini anlamaktaki güçlüğe eşittir.
Cümlemiz toprağız. Rebabı kır ey saki! Cümlemiz bâdız [rüzgâr gi­
bi geçiciyiz]; bâde getir ey saki!

[Dört unsur, beş duyu lafı niceye dek saki?


Sorun bir veya yüz bin, ne fark eder saki?
Toprağız hepimiz; çal sazını çalgıcı.
Havayız biz; getir bâdeyi be saki!] [M. Kanar]

259. Havâss-ı hamse (Beş duyu): Sâmia (işitme duyusu), bâsıra (görme duyusu), lâmi-
se (dokunma duyusu), zâika (tatma duyusu), şâmme (koklama duyusu).
260. Anâsır-ı erba’a (dört unsur): Toprak, su, hava, ateş.

601
-526-

Tâ çend zi Yâsîn o Berât ey sâkî?


Benvîs be meyhâne berât ey sâkî!
Rûzî ki berât-i mâ be meyhâne berend,
Anrûz bih ez şeb-i Berât ey sâkî!

Yasin’den ve Berat’tan daha ne kadar bahsedeceksin ey sa­


ki? Meyhane üzerine çekilmiş bir bono yaz ey saki! Meyhaneye bo­
nomun getirildiği gün benim için mübarek Berat gecesinden daha
iyi bir gün olur ey saki!261

[ Y a s i n , B e r a t b a h s i n e z a m a n a k a d a r s a k i ?

Y a z b i r b o n o m e y h a n e y e s a k i .

B e r a t ı m ı z m e y h a n e y e g ö t ü r ü l d ü ğ ü g ü n ,

B e r a t g e c e s i n d e n d a h a i y i d i r s a k i . [ M . K a n a r ]

261. Birinci “berat" kelimesi Kur’ân’ın Berat sûresi demektir. İkinci “berat", “bono”
demektir ki şair bunun mukabilinde ideal şarap alacak, üçüncü “berat”, Allah’ın
ehl-i azaba tevzi ettiği beraat ve necat demektir. Dördüncü “berat” ki “şeb-i berat”
sûretindedir, necat ve gufrâmn tevzi olunduğu gece demektir. “Leyle-i berat” is­
miyle maruftur.

602
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-527 -

Tâ der ten-i tost ostohân o reg o pey,


Ez hâne-yi takdir menih bîrûtı pey.
Gerden menih er hasm buved Rostem-i Zâl,
Minnet menih er dûst buved Hâtem-i Tey.

Vücudunda kemik, damar, sinir bulundukça ayağım hürriyet


ve istiklal evinin dışarısına koyma. İsterse Zaloğlu Rüstem262 ol­
sun, hasma boyun eğme. İsterse Hâtem-i Tay263 olsun, dostundan
seni minnet altına alacak bir şey isteme.

[Bedeninde kemik, damar, sinir oldukça,


Takdir evi dışına ayağını koyma.
Boyun eğme hasmın Zaloğlu Rüstem olsa,
Minnet etme dostun Hâtem-i Tâî olsa.] [M. Kanar]

262. İran’ın Turan’a karşı şiddetli muharebelerinde şöhret alan İranlı kahraman.
263. Hâtem-i Tay yahut Hâtem-i T â’î bir Arap kabilesinin reisidir ki cömertliği ve ke-
remkârlığı darbımesel hükmünü almıştır.

603
-528 -

Tâ der heves-i la’l-i leb o câm-i meyi,


Tâ der pey-i âvâz-i def o çeng o neyî,
İnhâ heme heşvest; Hodâ mîdâned.
Tâ terk-i teallok nekonî; hîç ne’î.

îstediğin kadar dudak kırmızılığı, şarap kadehi hevesinde


bulun; istediğin kadar def, saz ve ney sesleri arkasında koş; Allah
bilir ki bunların cümlesi haşivdir; teferruattır. Sıradan insanları
bağlayan kayıtları terk etmedikçe sen hiçbir şey olamazsın.

[ L â l d u d a ğ a , m e y k a d e h i n e h e v e s e t t i k ç e ,

D e f , ç e n g , n e y s e s i p e ş i n d e y ü r ü d ü k ç e ,

B u n l a r a y r ı n t ı d ı r h e p ; T a n r ı b ili r .

B i r h i ç s i n s e n , b a ğ l a r ı t e r k e t m e d i k ç e .] [ M . K a n a r ]

604
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 529 -

Mîkûş ço zîr-i felek-i bîbâkî.


Mey nûş ço der cihân-i âteşnâkî.
Çon evvel o âhiret be coz hâkî nîst,
Engâr ki ber hâk ne’î; der hâkî.

Mademki aman bilmez gökkubbenin altındasın; uğraş. Ma­


demki ateşli cihandasın; şarap iç. Mademki evvel ve âhirin toprak­
tan gayri bir şey değildir, farzet ki toprağın üzerinde değilsin de
toprağın içindesin.

[Çalış. Çünkü korkusuz feleğin altındasın.


Şarap iç. Çünkü afet dolu bir cihandasın.
Mademki topraktan ibarettir başın sonun,
Say ki toprağın üstünde değil de altındasın.] [M. Kanar]

605
- 530 -

Çendan ki nigâh mîkonem her sû’î,


Ez sebze behiştest o zi kovser cû’î.
Sahrâ ço behiştest, zi dûzeh kem gûy.
Benşîn be behişt bâ behiştîrû’î.

Etrafa her baktıkça cennetten bir bahçe, kevserden bir nehir


görüyorum. Mademki sahra cennet halini almıştır, cehennemden
bahsi bırak. Bu cennette bir melek yüzlü ile muhabbet etmeye bak.

[ B a k ı y o r u m d a h e r b i r y a n a ,

B a h ç e d e k e v s e r s u l a r ı a k m a k t a ,

K e s c e h e n n e m l a f ı n ı ; c e n n e t e d ö n m ü ş s a h r a .

O t u r c e n n e t t e c e n n e t y ü z l ü b i r f ı s t ı k l a . ] [ M . K a n a r ]

606
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-531 -

Der şo’bedehâne-yi cihan yâr mecûy.


Bişnov zi men in hadîs o zinhâr megûy.
Bâ derd besâz o hîç derman metaleb.
Bâ gam benişîn horrem o gamhâr mecûy.

Cihan denilen bu hokkabaz evinde dost arama. Benden bu


sözü işit ve sakın kimseye söyleme! Dert ile uzlaş. Derman için
kimseye boyun eğme. Gam ile beraber şen ve şatır olarak otur.
Gamhar arama; gam ortağı arama.

[Dünya denilen hokkabazlık evinde yâr arama.


Dinle şu lafımı ama kimseye açma.
Alış derde, hiç derman isteme.
Gamla mutlu ol, otur; dert ortağı arama.] [M. Kanar]

607
-532-

Do çîz ki hest mâye-yi dânâ’î.


Bihter zi heme hadîs-i nâgûyâ’î.
Ez horden her çi hest nâhorden bih.
Vez sohbet her çi hest, bih tenhâ’î.

İki şey vardır ki fazl ve hikmetin mâyesidir ve söylenmemiş


kıssaların cümlesinden yüksektir. Her yenilebilen şeyi yemekten
hiçbir şey yememek evlâdır. Her önüne gelenle sohbet ve ülfet et­
mektense, hiçbir kimse ile sohbet ve ülfet etmeyerek tenhada kal­
mak evlâdır.264

[ i k i ş e y b i l g i l i o l m a n ı n k a y n a ğ ı .

S ö y l e n m e m i ş h e r s ö z d e n d a h a iy i.

Y e m e m e k h e r ş e y i y e m e k t e n d a h a iy i.

Y a l n ı z l ı k h e r ş e y i k o n u ş m a k t a n d a h a iy i .] [ M . K a n a r ]

264. Bu rubaiyi ben böyle anlarım. Nicolas’mn Paris tab’mın tercümesinde başka türlü
ve yanlış anlamıştır.

608
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 533 -

Der bâğ ço bod gûre-yi torş evvel-i dey,


Şîrîn zi çi geşt o telli çon âmed mey?
Ez çûb be tîşe ger kesî kerd rebâb,
Ez bîşe çi gû’î ki hemî rûyed ney?

İlkbaharda bağda ekşi olan koruk nasıl tatlı oldu? Şarap hu­
sule geldiği vakit neden acı oldu? Bir ağaç parçasından keser vası­
tasıyla bir kimse rebap yapmışsa [bunu hayretle görürsün] daima
ney yetiştiren orman için ne dersin?265

[ilkbaharda asmalıkta ekşi koruk vardı.


Nasıl tatlandı da mey olunca acılaştı?
Keserle tahtadan rebap yaptıysa biri,
Ormanda hep saz biter; diyecek sözün var mı? ] [M. Kanar]

265. Hayyam bu rubai ile vazıh bir fikir ve nazar ifade etmiyor. Fakat biraz tefekkürle
derin ve yüksek endişesi meydana çıkıyor. Üzümü ekşi iken tatlı yapan, tatlı ol­
duktan sonra acı yapan tabiat laboratuvanna hayranlığı izhar ediyor. Bir adamın
yaptığı rebabı hayretle temaşa ediyoruz. Hâlbuki kamış ormanları sürekli olarak
ney yetiştiriyor. Asıl hayret yeri oradır diyor.

609
- 534-

Dânî ki sepîdedem hurûs-i seherî,


Her lehze çerâ hemîkoned novhegerî?
Ya’nî ki numûdend der âyîne-yi sobh,
Kez omr şebî gozeşt o to bihaberi

Bilir misin sabah horozu neden sürekli olarak feryat ediyor?


Ömründen bir gece daha geçtiğini sabah aynasında sana gösterdik­
leri halde sen bundan bihabersin diye bağırıyor.

[ T a n a ğ a r ı r k e n s e h e r h o r o z u ,

B i l i r m i s i n n e d e n y a k a r a ğ ı t ı ?

Y a n i d e r k i : G ö s t e r d i l e r s a b a h a y n a s ı n d a ,

G e ç t i ö m ü r d e n b i r g e c e ; y o k a m a h a b e r i n ! ] [ M . K a n a r ]

610
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM - RUBAİLERİ

- 535 -

Der dih mey-i la’l-i lâlegûn-i sâfî.


Bogşây zi holk-i şîşe hûn-i sâfî.
K ’imrûz burun zi câm-i mey nîst merâ.
Yek dûst ki dâred enderim sâfî?

Lale renginde saf kırmızı şarap sun. Sürahinin boğazından


saf kanım dök. Zira bugün şarap kadehinden gayri bir dost görmü­
yorum ki içi pak, yüreği saf olsun.

(Sun lâl ile lale renkli saf şarabı.


Sürahinin ağzından boşalt kan rengi şarabı.
Bugün mey kadehinden başka dostum yok.
Kimin var gönlünde böyle saf dostu?] [M. Kanar]

611
- 53 6 -

Der dih mey hemço erguvân ey sâkî!


Kez gosse be leb resîd cân ey sâkî!
Tâ bû ki şevem bihaber o bâz rehem
Ez hîş o zemâne yek zemân ey sâkî!

Erguvan renginde şarabı boşalt ey saki! Zira üzüntüden ca­


nım dudağıma geldi ey saki! Olabilir ki körkütük sarhoş olarak ken­
di kendimden ve zamaneden bir lahza habersiz olur, kurtulurum.

[ E r g u v a n r e n k l i m e y i v e r s a k i .

K e d e r d e n c a n ı m b u r n u m d a e y s a k i .

B a k a r s ı n g e ç e r i m k e n d i m d e n , k u r t u l u r u m ,

Z a m a n e d e n b i r z a m a n e y s a k i .] [ M . K a n a r ]

612
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-537 -

Der câm-i to yâkût-i revan ey sâkî!


Befrûz ço yâkût heman ey sâkî!
Ber nih be kefem câm-i geran ey sâkî!
Tâ zinde konem zi câm cân ey sâkî!

Ey saki! Senin kadehinde mayi yakut var. Ruhumu derhal


yakut gibi parlat ey saki! Elime dolu bardağı ver ta ki bu şarapla ru­
huma bir taze hayat vereyim ey saki!

[Kadehinde dökülen yakut var saki.


Parlat yakut şarabı hemen saki.
Ver elime büyük kadehi saki.
Kadehle ihya edeyim canımı saki.] [M. Kanar]

613
- 538 -

Der hikmet eğer Aristo vo Cumhûr’î,


Der kudret egerçi Kayser o Fağfûrî,
Mey nûş zi câm-i Cem ki der âhir-i kâr,
Ger Behrâmî, akıbet ender gûrî.

Hikemiyatta Aristo ve Cumhur,266 şevkette Kayser ve Fağ­


fur olsan da câm-ı Cem’den muhabbet şarabı iç. Zira herkesin son
merhalesi mezardır. Behram da olsan, mezar son makamındır.

[ H i k m e t t e A r i s t o o l s a n , B o z o r c m i h r o l s a n ,

K u d r e t t e K a y s e r o l s a n , F a ğ f u r o l s a n ,

I ç ş a r a b ı C e m k a d e h i n d e n , s o n u n d a z i r a ,

M e z a r a g i r e c e k s i n n i h a y e t ; B e h r a m o l s a n .] [ M . K a n a r ]

266. Geniş malumatından dolayı vezir Bozorcmihr’in lakabıdır. Aslı Bozorgmihr ol­
mak muhtemel olan bu kelimeyi Şemseddin Sami Bey merhum Bozorcmihr sure­
tinde Kâmûsü’l-a’lâm’a almış. İran’ın Sâsâniyan hanedanından Keyhusrev ve Kis-
râ adlarıyla da anılan Nûşirvân’ın veziri idi. Nûşirvân saltanatının başlarında ih­
malkâr ve zâlimdi. Bu sebeple İran viran olmuştu. Bir gün veziriyle beraber gezer­
ken Nûşirvân bir duvar üzerinde iki baykuş gördü. Baykuşlar birbirleriyle bir şey
söyleşirler gibi başbaşa gelmişlerdi. Hükümdarın dikkatini celbetti. Vezirine
“Bunlar ne yapıyorlar?” diye sordu. Vezir “Konuşuyorlar ve ne konuştuklarım da
anladım. Fakat ferman buyurmazsanız söyleyemem,” dedi. Hükümdar ferman et­
ti. Vezir “ Sağ taraftaki baykuş sol taraftaki baykuşun kızım oğluna almak istiyor.
Kızın annesi çeyiz olarak verilecek şeylerin tayin edilmesini ve özellikle taze ge­
linin meskeni olmak üzere bir viran köyün bulunmasını istiyor. O da cevaben:

Ger molk înest o hemin rüzgâr,


Men dih-i vîrân dehemet sad hezâr

614
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 539 -

Der kârgeh-i kûzegerî kerdem rây.


Der pâye-yi çerh dîdem ostâd be pây.
Mîkerd delîr, kûze râ deste vo ser.
Ez kelle-yi pâdşâh o ez pây-i gedây.

Bir çömlekçinin imalhanesine, mütefekkir girdim. Çömlek­


çi çarkının önünde ustayı ayakta gördüm. Çömlekçi fütursuzca, pa­
dişah kellesinden ve dilenci ayağmdan testiye baş ve kulp yapmak­
la meşguldü.

[Uğradım bir testicinin dükkânına;


Ustayı gördüm, geçmiş çarkın başına.
Yapıyordu pervasızca padişah başından kulp.
Dilencinin elinden baş, testiye.] [M. Kanar]

Yani zamanımız bu zaman ve padişah bu (yani Nûşirvân) oldukça, ben sana bir de­
ğil yüz bin viran köy veririm, diyor!” dedi. Bu dersten sonra Nûşirvân hayatını, ül­
kesinde adalet ve refahın hükümran olmasına hasretti; aklını başına topladı. Nûşir-
vân-i âdil ismiyle anıldı. “Nûşirvân dünyadan gideli çok zaman olduğu halde Nû-
şirvân’ın yüce adı adalet ve hayr ile meşhur ve muhterem olarak yaşamaktadır!”
demek olan

Zinde est nâm-i ferroh-i Nûşirvân be adi


Gerçi besî gozeşt ki Nûşirvân nemând

beytini Sa’dî’ye ilham edecek adalet ve kerem eserleri bıraktı.

615
-540-

Rov, bîhaberî gozîn eğer bâhaberî,


Tâ ez kef-i mestân-i ezel bade horî.
To bîhaberî; bîhaberî kâr-i to nîst.
Her bîhaberî râ neresed bîhaberî.

Eğer habîr isen yani hakayıka aşina isen, bîhaberliği seç. Ya­
ni dünyanın ruha elem veren işleriyle alakadar olma ki ezel mestle­
rinin elinden safa şarabını içebilesin. Fakat sen hakikatte yabancı­
sın. Öyle bilgece yaşayışı tercih etmek senin kârın değildir. Gerçe­
ğe vâkıf olmayanlara benim gösterdiğim hikmet tarzından nasip ay­
rılmamıştır.

[ H a y d i , h a b e r s i z l i ğ i s e ç , h a b e r l i i s e n ,

E z e l m e s t l e r i n i n e l i n d e n b â d e i ç s e n .

S e n h a b e r s i z s i n , h a b e r l i o l m a k i ş i n d e ğ i l .

B i l g e c e y a ş a y ı ş h e r h a b e r s i z i n n a s i b i d e ğ i l .] [ M . K a n a r ]

616
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-541 -

Zinhar kunun ki mîtevânî bârî,


Berdâr zi hâtir-i azîzî bârî.
Kin memleket-i hosn nemâned câvîd.
Ez dest-i to hem burun reved yek bârî.

Dikkat et; şimdi muktedir iken aziz bir canın azap yükünü
hafiflet. Zira bu âtıfet ve melahat devleti baki değildir. Başkaları­
nın elinden çıkmış olduğu gibi bir gün birdenbire senin de elinden
çıkar.

[Aman şimdi elinden geliyorsa,


Dostların hatırından kaldır yükü.
Ebedî kalmaz bu güzellik memleketi.
Elinden çıkıp gidiverir âni. [M. Kanar]

617
-542-

Sâzende-yi kâr-i morde vo zinde to’î.


Dârende-yi in çerh-i perâkende to’î.
Men gerçi bedem; hâce-yi in bende to’î.
Kes râ çi goneh ki âferînende to’î.

Ölünün ve dirinin işini gören sensin. Bu dağınık cihanı mu­


hafaza eden sensin. Vakıa ben fena bir kulum, fakat bu fena kulun
efendisi sensin. Hâlik sen olduktan sonra kimin ne kabahati olur?

[ Ö l ü n ü n , d i r i n i n i ş i n i g ö r e n s e n s i n .

Ş u d a ğ ı n ı k f e l e ğ i n s a h i b i s e n s i n .

K ö t ü o l s a m d a , b e n k u l u n e f e n d i s i s e n s i n .

K i m s e n i n g ü n a h ı y o k . Y a r a t ı c ı s e n s i n .] [ M . K a n a r ]

618
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 543-

Şâhâ zi mey o motribî yo encomenî.


Der movsim-i gol koca şekîbed ço menî?
Bihter zi behişt o hûr u kovser bâşed.
Bâğî yo gorâbe-yi mey o çengzenî.

Şahım! Gül mevsiminde şarap, mutrib, dostlar meclisi hazır


bulunduğu vakit benim gibi bir adam nasıl sabredebilir? Bir bahçe,
şarap dolu bir kırba, rebap nağmeleri, bunların hepsi cennetten, Mi­
rîlerden, kevserden iyidir.

[Şahım; mey, mutrip ve eğlence meclisi.


Gül mevsiminde sabreder mi benim gibisi?
Cennetten, huriden, kevserden iyidir.
Bir bahçe, mutrip ile mey sürahisi.] [M. Kanar]

619
-544-

Şem’est o şerâb o mâhtâb ey sâkî!


Şâhid bînî ço la’l-i nâb ey sâkî!
Ez hâk megû in dil-i por âteş râ.
Ber bâd medih, biyâr âb ey sâkî.

İşte nur, işte şarap, işte mehtap ey saki! İşte saf yakut gibi
cazibeli bir güzellik ey saki! Ateş gibi yanan bu kalbimi267 toprak­
la alakadar zannetme. Rüzgâra verme; âb268 getir.

[ M u m v a r , ş a r a p v a r , m e h t a p v a r s a k i !

S a f l â l g i b i d i l b e r g ö r ü r s ü n s a k i !

Ş u a t e ş l i g ö n ü l t o p r a k t ı r d e m e .

V e r m e g ö n l ü n ü y e l e , m e y g e t i r s a k i .] [ M . K a n a r ]

267. La Lyre Turque’ün 66. sayfasında Fantaisie isimli bir manzumem şöyle başlar:
Mon coeur est fait de feu, mon cerveau de soleil.
L ’univers se resume en mon etre eph'mere:
J ’ai des chauts roucoulants et des larmes ameres
D ’epouvantables nuits et l ’horiron vermeil.
“Yüreğim ateştendir. Dimağım güneşten yapılmıştır.” mânâsında olan ilk mısra ile
Hayyam’ın bu sözü arasında bir yakınlık görünüyor.
268. Ab kelimesini aynen bırakıyorum. Çünkü su kelimesinde âb kelimesindeki şarap,
letafet, kuvvet, revnak mânâları yoktur.

620
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-545-

Ey bâde-yi nâb o ey mey-i mînâ’î!


Çendan bohorem torâ men-i şeydâ’î.
Kez dûr merâ herki bîned, gûyed:
Ey hâce-i şerâb ez kocâ mîâyî?

Ey saf şarap, ey mina renkli bâde! Muhabbet şevkiyle deli


olan ben, seni o kadar içeyim, şaraba o derece istihale edeyim ki
uzaktan beni gören “Şarap efendi, nereden geliyorsun?” desin.

[Ey saf, mine renkli şarap!


Seni öyle içeyim ki olayım harap.
Uzaktan beni gören desin:
Nereden geliyorsun Molla Şarap?] [M. Kanar]

621
-546-

Şâd âmedî ey râhet-i cânem ki to’î.


To âmedî yo men ne ber ânem ki to’î.
Ez behr-i Hodâ ne, ez berây-i dil-i men
Çendan mey hor ki men nedânem ki to’î.

Hoşgeldin ey sen ki ruhumun ârâmısın. Sen geldin, fakat


gözlerime inanamıyorum. Allah aşkma değil, gönlümün aşkına o
kadar şarap iç ki senin sen olduğunu bilemem.

[ H o ş g e l d i n ; r u h u m u n r a h a t ı s ı n s e n .

G ö z l e r i m e i n a n a m ı y o r u m , s e n m i s i n g e l e n ?

T a n r ı i ç i n d e ğ i l , b e n i m g ö n l ü m i ç i n ,

Ö y l e ş a r a p i ç k i b i l m e y i m o m u s u n s e n .] [ M . K a n a r ]

622
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-547-

Şeyhî be zen-i fâhişe goftâ: Mestî.


Her lehze be dâm-i dîgerî pâ bestî.
Goftâ: Şeyhâ, herançi gû’î, hestem.
Emmâ to çonanki mînomâ’î, hestî?

Bir şeyh bir fahişeye “Sen sarhoşsun ve her lahza bir adamın
tuzağına düşüyorsun,” dedi. Fahişe şeyh efendiye “Evet, dedikleri­
nin hepsi doğrudur. Ben senin dediğin ve göründüğüm gibiyim. Fa­
kat ey şeyh efendi! Sen de göründüğün gibi misin?” dedi.269

[Şeyhin biri dedi bir fahişeye: Sarhoşsun sen.


Her lahza birinin tuzağına düşersin sen.
Dedi: Efendi, ne dersen, oyum ben.
Acaba göründüğün gibi misin sen? [M. Kanar]

269. Şu beyit Mevlana’nın Mesnevî-i Şeıîfmdendir:

“Şîn” zi şeytân, “hâ” zi har, “yâ” ez Yezîd


Cem’ kerdend, lafz-i şeyh âmed pedîd. [birinci baskının dipnotu]

[Şeytanın şe’si, eşeğin (har) ha’sı ve Yezid’in ye’sini topladılar. Şeyh lafzı ortaya
çıktı.]

623
-548-

Âlem heme ger ço gûy ofted bekuvî,


Men mest o herâb hofte; ber men becovî.
Dûşem be herâbât girov mîkerdend.
Hammâr hemîgoft ki nîkû girovî.

Ben şarap içerek mest ve harap uyuduktan sonra bütün cihan


bir top gibi bir çukura düşse, benim için bir arpa tanesinin bir çu­
kura düşmesi kadar tesirsiz kalır. Dün harabatta beni [içtiğim bir
kâse şarabın borcu için] rehin olarak alıkoydular. Harabatın üstadı
aleddevam “Sen ne a’lâ rehinsin!” diyordu.

[ Â l e m d ü ş s e b i r to p g i b i ç u k u r a ,

S a r h o ş o l u p u y u m u ş u m , b e n c e d e ğ e r i b i r a r p a .

D ü n g e c e r e h i n a l d ı l a r b e n i h a r a b a t t a ,

M e y h a n e c i d i y o r d u : i y i r e h i n s i n a m m a ! ] [ M . K a n a r ]

624
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 549 -

Geh geşte nihan, rû be kesî nenmâyî.


Geh der suver-i kovn u mekân peyda’î.
İn cilvegerî be hîşten bonmâyî.
Hod eyn iyân hestî yo hod bînâ’î.

Bazı kere gizlenirsin; kimseye yüzünü göstermezsin. Bazı


kere kevn ü mekânın suretlerinde görünürsün. Bu cilveyi muhak­
kak sen kendin için yapıyorsun. Zira temaşa olunan da temaşa eden
de sensin.

[Bazen gizlenirsin, yüzünü göstermezsin.


Bazen varlık âleminde görünürsün.
Görünürsen, kendin için görünürsün.
Ortada olan sensin, iyi gören sensin.] [M. Kanar]

625
-550-

Ger rûyizemîn be comle âbâd konî270


Çendan nebuved ki hâtırî şâd konî.
Ger bende konî be lotf âzâdî râ,
Bihter ki hezâr bende âzâd konî.

Bütün yeryüzünü mamur etmen, bir hatırı hoşnut etmek ka­


dar büyük bir iş olamaz. Bir hür adamı lütuf ile kendine köle etmen,
bin köleyi âzâd etmenden evlâdır.

[ A b a t e t s e n s e n y e r y ü z ü n ü ,

G ö n ü l a l m a k g i b i o l m a z h i ç b i r i .

L u t f i l e k u l e t s e n b i r ö z g ü r ü ,

A z a t e t m e k t e n i y i d i r b i n k ö l e y i . ] [ M . K a n a r ]

270. Kâmûsü’l-a’lâm’da bu mısra şu şekilde mestûrdur:


Sad hâne eğer be tâ’et âbâd konî.

626
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-551 -

Gûyend mehor mey ki belâkeş bâşî.


Der rûz-i mokâfât ço âteş bâşî.
İn hest velî zi her do âlem hoşter
An yek deme kez şerâb bîhuş bâşî.

Diyorlar ki şarap içme. Sonra muzdarip olursun ve kıyamet


günü ateşte yanarsın. Bu böyledir, fakat dünyanın ve ahiretin bütün
nimet ve hazlan şarabın verdiği neşe ile mest geçen bir lahzadan
daha iyi ve evlâ olabilir mi?

[Şarap içme; başın belaytı gireri derler.


Kıyamet günü ateşe girersin! derler.
Bu doğru ama iyidir âlem mülkünden,
Bir an kafayı bulmak şaraptan.] [M. Kanar]

627
-552-

Ger şâdî-yi hîşten der an mîdânî,


K ’âsûdedilî râ be gamî benşânî,
Der mâtem-i akl-i hîş bâşî heme omr.
Mîdâr mosîbet ki aceb nâdânî.

Eğer sen kendi sevinç ve saadetini, huzurlu bir gönlü gama


düşürmekte bilirsen, bütün ömründe aklının matemini tut; Allah
belanı versin! Çünkü sen garip bir cahilsin!

[ G ö n l ü n ü n h u z u r u n u g ö r ü r s e n ş u n d a ,

H u z u r l u b i r i n i d ü ş ü r d ü n s e g a m a ,

A k l ı n ı n m a t e m i n i t u t a r s ı n ö m ü r b o y u n c a .

A l l a h c e z a n ı v e r s i n ; b u k a d a r c a h i l l i k o l m a z y a ! ] [ M . K a n a r ]

628
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-553 -

Âdem ço sorâhî buved u rûh ço mey,


Kâlib ço neyî, revân sedâyî der ney.
Dânî çi buved âdem-i hâkî, Hayyâm?
Fânûs-i hiyâlî yo çerâğî der vey.

Adamın bedeni sürahi ve ruh da sürahinin içindeki şarap gi­


bidir. Kalıp ney, can ise neydeki şada makammdadır. Ey Hayyam!
Evvel ve âhiri toprak olan adamın mahiyeti nedir, bilir misin? Bir
hayal fanusu ve içindeki bir ışık.

[İnsan sürahi, ruh mey gibidir.


Beden ney, ruh ney sesidir.
Hayyam, bilir misin toprak insan nedir?
Bir hayal fanusu ile içindeki ışıktır.] [M. Kanar]

629
-554-

Ger zanki be dest âyed ez mey do menî.


Mîhor to be her mahfil o her encomem.
K ’ankes ki çonan kerd, ferâget dâred
Ez siblet-i çon to’î yo rîş-i ço menî.

Eğer eline iki men271 şarap geçerse, her mahfilde, her mec­
liste iç. Zira böyle yapan kimse senin gibi adamın bıyığım, benim
gibi adamın sakalını görmek tatsızlığından kurtulur.272

[ E l i n e i k i b a t m a n l ı k ş a r a p g e ç e r s e

M e y i ç h e r m e c l i s t e , m a h f i l d e .

D ü n y a d a n f a r i ğ o l a n z a t ,

U ğ r a ş m a z s e n i n b ı y ı ğ ı n b e n i m s a k a l ı m i l e .] [ M . K a n a r ]

271. Men: Takriben bir buçuk kiloluk bir ağırlık olduğu yukarıda kaydedilmişti.
272. Sûfîlere küçümseyerek bakan zengin müttakilere telmih olunur. Bıyığım veya sa­
kalım göstermek, azamet satmak, istihkâr etmek mânâsında Farsça bir tabirdir.
Bizde “bıyık bükmek” tabiri bunu biraz andırır. [A. Cevdet]

630
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-555-

Ger dest dehed zi mağz-i gendom nânî,


Vez mey do menî, zi gûsfendî rânî.
Bâ lâlerohî nişeste der vîrânî
Eyşî buved in, ne hadd-i her sultânî.

Buğday unundan bir ekmeğe, iki men şaraba, koyun budun­


dan bir külbastıya malik bulununca, lale yanaklı bir güzel ile (hat­
ta) bir viranede oturmak her sultana nasip olmayan bir haz ve sa­
adettir.273

[Mümkün olursa bir buğday ekmeği,


iki batmanlık şarap ile koyun külbastısı.
Viranede bir de lale yanaklı biri,
Ne saadettir; değil her sultanın nasibi.] [M. Kanar]

273. Hayyam bu rubaide, halkın başında değirmen taşı döndüren, halkın kanlarını don­
duran, yüreklerini zulüm ateşiyle kebap eden, etlerini diden zalimlere telmih edi­
yor. Bunlara bedel bir ekmek, bir koyun külbastısı ve şarap ile mütena’im olarak
hüsn-i samedânîyi ve samedaniyet-i hüsnü mihrap edinmek her padişaha nasip ol­
mayan bir nimettir diyor. [A. Cevdet]

631
-556-

Ger şohre şevî be şehr, şerro’n-nâsî,


Ver gûşenişîn şevî , heme vesvâsî.
Bih zan nebuved ger Hızr-i İlyâsî274
Kes neşnâsed torâ, to kes neşnâsî.

Bir şehirde meşhur olursan, insanların en kötüsü addolunur­


sun. Eğer bir köşeye çekilir oturursan, sana müfsid nazarıyla bakar­
lar. Hızır-ı İlyas olsan bile, en iyisi kimseyi tanımamak ve kimse ta­
rafından tanınmamaktır.

[ A d ı n ç ı k a r s a ş e h i r d e , e n b e l a l ı i n s a n s ı n .

B ö r k ö ş e y e ç e k i l s e n , v e s v e s e y e d ü ş e r s i n .

H ı z ı r İ l y a s b i l e o l s a n , e n i y i s i ,

K i m s e t a n ı m a s ı n s e n i , s e n t a n ı m a k i m s e y i .] [ M . K a n a r ]

274. Bütün nüshalarda “Hızr u İlyâsî” suretinde yazılıdır. Fakat Hızır, İlyas’ın lakabı­
dır ve İlyas abıhayat içerek ebedî hayata nail olmuş bulunduğuna itikad edilen ne-
bî-i İsrailîdir.

632
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-557-

Ger âmadenem be hod budî, nâmedemî.


Ver nîz şoden bemen budî, key şodemî?
Bih zan nebudî ki enderin kovn u fesâd
Ne âmedemî, ne şodemî, ne budemî.

Cihana gelmek benim elimde olsaydı, gelmezdim. Kezalik


dünyadan gitmemek elimde olsaydı, elbette gitmezdim. Fakat en
iyisi şu olurdu ki ben kevn ü fesâd âlemine ne geleydim, ne burada
bulunaydım, ne de gideydim!275

[Gelmezdim dünyaya, elimde olsaydı.


Gider miydim dünyadan, elimde olsaydı?
Ne gelirdim, ne giderdim, ne kalırdım.
Şu harabe dünyada; daha iyisi olmazdı.] [M. Kanar]

275. Bu rubai Harâbat’ta Bayezid-i Bistâmî’nin adına kayıtlıdır.

633
- 558 -

Mey hor ki zarîfân-i cihan râ der Rey.


Ber gird-i bonâgûş zi mey bînî hvey.
Tâ key gûyî : Tövbe şikestem hey hey?
Sad tövbe şikeste bih ki yek kûze-yi mey.

Şarap iç, zira Tahran’da cihan güzellerinin şakaklarında içi­


len şaraptan mütehassıl ve inci taneleri gibi ter görürsün. Ne vakte
kadar “Eyvah eyvah, tövbemi bozdum!” diyeceksin? Yüz tövbe
kırmak (tövbe bozmak) bir şarap testisi kırmaktan ehvendir.

[ M e y iç . D ü n y a z a r i f l e r i R e y ş e h r i n d e .

T e r g ö r ü r s ü n m e y d e n g ü z e l l e r i n k u l a k d i p l e r i n d e .

N e z a m a n a k a d a r d i y e c e k s i n : E y v a h ! B o z d u m t ö v b e m i ?

Y ü z t ö v b e b o z m a k k o l a y d ı r b i r t e s t i m e y y e r i n e .] [ M . K a n a r ]

634
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-559-

Mâ vo mey o m a’şûk u sabûh ey sâkî!


Ez mâ nebuved tövbe nasûh ey sâkî!
Tâ key hânî kıssa-yi Nûh ey sâkî?
Pîş âr sebok râhet-i rûh ey sâkî!

Biz şarap, maşuka, sabah ferahlığı. İşte cemiyetimiz tamam


ey saki! Bizde artık tövbe-i nasuh aranmaz ey saki! Nuh276 kıssası­
nı ne zamana kadar okuyacaksın? Her şeyden evvel, çabuk ol; bize
ruhun rahatını getir ey saki!

[Biz, mey, maşuk, sabah var saki.


Bizden doğru dürüst tövbe gelmez saki.
Ne zamana kadar Nuh hikâyesi saki?
Ruhun rahatını getir çabuk saki.] [M. Kanar]

276. Kur’ân’da kıssa-i Nuh’un muhtelif beş veya altı âyette tekrar edilmiş olduğuna tel­
mihtir. Hayyam bunu fazla tekerrür buluyor. [Paris baskısının dipnotu]

635
-560-

Ne sûy-i visâl-i to merâ destresî,


Ne tâket-i hicrâxı-i to dârem nefesi,
Ne zehre ki bâz gûyem in gam be kesî
Moşkil kâri, torfe gamî, hoş hevesi.

Ne senin visaline elim varıyor, ne bir nefes senden ayrılığa


takatim var, ne çektiğim derdi kimseye söylemeye cesaretim var.
Ne müşkül iş! Garip dert! Ne güzel iştiyak!

[ N e v u s l a t ı n a e r i ş e b i l i y o r u m .

N e b i r n e f e s l i k a y r ı l ı ğ ı n a d a y a n a b i l i y o r u m .

N e b u g a m ı b i r i n e a n l a t a c a k c e s a r e t i m v a r .

N e m ü ş k ü l b i r iş , n e t u h a f g a m , n e h o ş h e v e s ! ] [ M . K a n a r ]

636
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 561 -

Hengâm-i sabûhest u hurûş ey sâkî!


Mâ vu mey u kûy-i meyfurûş ey sâkî!
Çi cây-i salâtest? Hamûş ey sâkî!
Bogzer zi hadîs-i zohd, nûş ey saki!

Sabah şarabı içmek ve coşmak zamanıdır ey saki! Biz şarap


ve şarap satanın mahalli (meyhane), cümlemiz hazırız ey saki! Na­
maz, cami ne demek? Sus! Zühd ve takva sözünden vazgeç. Neşe
tahsil ve tevzi et ey saki!277

[Sabuh içip coşma zamanıdır saki.


Biz, mey, meyhane sokağı hazır saki.
Namazın yeri mi şimdi? Sus saki.
Zahidlik lafım bırak, iç haydi saki.] [M. Kanar]

277. Hayyam’ın içtiği şarap ruhanî ve rahmanı bir şaraptır. Ruhu mest eden iyilik ve
güzellik şarabıdır. Allah muhabbeti ibadullah muhabbetidir. İbadullaha muhabbet
ve hizmet eden için yapay ve usulen tâat ve ibadet nağmesi dinlemeye ne hacet
var? [A. Cevdet]

637
-562-

Hengâm-i sabûh ey sanem-i ferrohpey!


Bersâz terâne’î yo pîş âver mey.
K ’efkende be hâk sad hezâran Cem o Key
İn âmeden-i tîr meh o reften-i dey.

Ey arkası sıra saadet gelen sanem! Ey güzel mabud! Sabah


ezanı okunuyor.278 Nağmeni oku, şarap sun. Zira bu “Tîr” ayının
gelmesi “Dey”279 ayının gitmesi yüz binlerce Keyhüsrev ve Cem-
şid’i yere vurmuştur.

[ S a b û h i ç m e v a k t i , e y a y a ğ ı k u t l u g ü z e l !

B i r t e r a n e s ö y l e ; g e t i r m e y .

H a z i r a n ı n g e l i ş i , A r a l ı k ı n g i d i ş i ,

Y e r e s e r d i b i n l e r c e C e m , b i n l e r c e K e y .] [ M . K a n a r ]

278. Bu mânâ Paris baskısında bulunan izahı dipnottan anlaşılıyor.


279. Tîr ve Dey Müslümanlıktan evvel ve elan İran'ın güneş takvimince iki mevsimin
isimleridir.

638
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-563 -

Hân tâ ber mestân be doroştî neşevî!


Yâ ez der-i nîkuvan be ziştî neşevî!
Mey hor ki be horden o be nâhorden-i mey
Ger âteş-i dûzehî, behiştî neşevî.

Sakın muhabbet şarabıyla mest olanlar hakkında kaba dav­


ranma. İyi adamların kapısından istiskal ile uzaklaştınlmamaya
dikkat et. Şarap iç. Zira eğer cehennem ateşine lâyık şakâvet ehlin­
den isen, şarap içip içmemekle cennet ehli olamazsın.

[Sakın sarhoşlara kabalık ederim deme.


İyi insanların kapısından uzaklaştırılma edepsizlikle.
Mey iç zira mey içsen de içmesen de,
Cehennemliksen, giremezsin cennete. ] [M. Kanar]

639
-564-

Yezdân hâhem cihan digergûn konedî.


V ’eknûn konedî tâ nigerem çon konedî.
Yâ nâm-i men ez cerîde bîrûn konedî.
Yâ rûz-i men zi gayb efzûn konedî.

Ne olurdu, Allah dünyayı başka türlü yapsaydı ve şimdi yap­


saydı tâ ki nasıl yarattığım göreydim. İsterdim ki ya benim adımı
hayat defterinden çıkarsın yahut arzularımı tatmin edecek derecede
gayb hâzinesinden nasibimi çoğaltsın.

[ İ s t e r d i m k i T a n r ı d ü n y a y ı b i r b a ş k a y a r a t s a y d ı .

Ş i m d i y a r a t s a y d ı d a g ö z ü m g ö r s e y d i .

A d ı m ı h a y a t d e f t e r i n d e n s i l s e y d i .

Y a d a g a y b h â z i n e s i n d e n r ı z k ı m ı a r t ı r s a y d ı .] [ M . K a n a r ]

640
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-565-

Ey sûhte-yi sûhte vo sûhtenî!


Vey âteş-i dûzeh ez to efrûhtenî!
Tâ key gû’î ki ber Ömer rahmet kon?280
Hak râ to kocâ be rahmet âmohtenî?

Ey yanmış olan için yanan ve yanmaya lâyık olan! Ey sen ki


cehennem ateşi seninle tutuşturulsa, yeri vardır! Ne zamana kadar
“Ey Allah, Ömer Hayyam’a rahmet et,” diyeceksin? Sen nerede,
Hazreti Hakk’a af ve merhamet etmeyi öğretmek nerede?

[Ey yanmışa yanmış, daha da yanası!


Cehennem ateşi seninle tutuşası!
Niceye dek diyeceksin “Rahmet et Ömer’e”?
Sana mı düştü Tanrı’ya rahmet öğretmek tasası?] [M. Kanar]

280. Bu mısra şu suretle de mevcuttur:

Tâ key talebi rahmet-i Hak ber Hayyâm?


[Ne zamana kadar Hayyam için T ann’nın rahmetim dileyeceksin?]

641
Der gûş-i dilem goft felek pinhânî
Hokmî ki kazâ bûd zi men mîdânî?
Der gerdiş-i hîş eğer merâ dest budî,
Hod râ berehandemî zi sergerdânî.

Gönlümün kulağma felek gizlice dedi ki: Tabiatın ezelî ka-


nunlannm hükmü cari oldukça, bu hükmü benden biliyorsun. Ben
kendim fail-i muhtar olsaydım, böyle devredip durmazdım. Kendi
kendimi avarelikten kurtarırdım.281

[ F e l e k e ğ i l d i k u l a ğ ı m a , d e d i g i z l i d e n :

K a d e r d e y a z ı l ı h ü k m ü b i l i r m i s i n b e n d e n ?

D u r d i y e b i l s e y d i m k e n d i d ö n ü ş ü m e ,

K u r t a r ı r d ı m k e n d i m i a v a r e l i k t e n .] [ M . K a n a r ]

281. 254 numaralı rubaiyi hatırlayın.


ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

-567-

Sobhî hoş o horremest; hîz ey sâkî!


Der şîşe kon an şerâb er şod bâkî.
Câmî be men âr o dem ganîmet mîdân.
Ferdâ ço resed, to nîz hişt-i tâkî.

Latif bir sabahtır; kalk. Akşamdan şarap kalmışsa, şişeye


koy. Ondan bana bir bardak ver ve bu anı ganimet bil. Zira yarın
sen de bir kemerin tuğlası olacaksın.

[Ne güzel, hoş bir sabah! Saki kalksana!


Geceden kalan şarabı sürahiye koysana!
Bir kadeh getir bana; ganimet bil şu ânı.
Bir kemer kerpici olacaksın, gelince sıra sana.] [M. Kanar]

643
-5 6 8 -

Ey bâde-yi hoşguvâr! Der câm bihî.


Ber pây-i hired temâm bend o girihî.
Herkes ki zi to hord, emâneteş nedehî.
Tâ govher-i vey ber kef-i desteş nenihî.

Ey leziz şarap! Kadehin içinde iyisin. Aklın ayağında bir bağ


ve düğümsün. Senden içeni, ruhî mahiyetini ortaya koymadıkça bı­
rakmazsın.

t
[ E y l e z z e t l i ş a r a p ; k a d e h t e d u r m a m t e r c i h e d e r i m .

Ç ü n k ü a k ı l a y a ğ ı i ç i n b i r b a ğ s ı n s e n .

K i m s e n i i ç t i y s e , a m a n v e r m e d i n .

i ç e n i n c e v h e r i n i a v u c u n a k o y a r s ı n .] [ M . K a n a r ]

644
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

- 569 -

Tâ key zi gam-i zemâne mahzûn bâşî?


Bâ çeşm-i por âb o dil-i por hûn bâşî?
Mey nûş u be eyş kûş u hoşdil mîbâş.
Zan pîş kezin dâire bîrûn bâşî.

Zamane gamıyla ne vakte kadar mahzun olacaksın? Ne za­


mana kadar gözün yaşlı ve yüreğin yaralı olacak? Hayat dairesin­
den çıkarılmadan evvel şarap içmeye bak. Şen ve şatır bir hayat ya­
şamaya çalış.

[Zamane gamıyla ne zamana kadar mahzun olacaksın?


Gözleri yaşlı, gönlü kan dolu biri olacaksın?
İç şarabı, güzel yaşa, mutlu olmaya bak,
Nasıl olsa bu dairenin dışına çıkacaksın.] [M. Kanar]

645
-5 7 0 -

Der dih mey-i la’l-i mişkbû ey sâkî!


Tâ bâz rehem zi goftigû ey sâkî!
Yek kûze-yi mey bedeh ezan pîş ki dehr
Hâk-i men o to koned sebû ey sâkî!

Ey saki! Mis kokulu kırmızı şarabı kâseme doldur ki dediko­


dudan kurtulayım. Senin ve benim bedenimin toprağından testi ya­
pılmadan evvel bir testi şarap ver ey saki!282

[ M i s k o k u l u l â l ş a r a b ı v e r s a k i

D e d i k o d u l a r d a n k u r t u l a y ı m s a k i .

İ k i m i z d e t o p r a k o l m a d a n ö n c e s a k i

Ş u r d a n b i r t e s t i m e y v e r s a k i .] [ M . K a n a r ]

282. Hâk-i men o tost ki bâd-i şomâl


Mîberedeş sûy-i yemîn o şomâl
Ver be mesel câm-i Cemest âdemî
Bişkenedeş seng-i ecel çon sofâl. [Sa’dî]

[Kuzey rüzgârıdır senin benim toprağımı sağa sola savuran. İnsan, söylendiği gibi
bir cam-ı Cem ise, ecel taşı testi gibi kırar onu.]

646
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-571 -

An mâye zi donyâ ki horî yâ pûşî,


M a’zûrî eğer der talebeş mîkûşî.
Bâkî heme râyegan torâ; hîn hoş dâr.
Tâ omr-i giranmâye bedan nefrûşî!

Yemeye ve giymeye283 ait zarurî ihtiyaçlarını elde etmek


için çalışırsan haklısın. Fakat zevâid için didinmek fazladır. Dikkat
et; sakın zevâid için kıymetli ömrünü heder etme!

[Yiyecek, giyecek dünyalıktan yana,


Mazursun çalışıyorsan uğrunda.
Gerisi boştur; topla aklını başına,
Değerli ömrünü satma üç beş kuruşa.] [M. Kanar]

283. Zavallı büyük Sa’dî


Omr-i giranmâye derin sarf şod
Tâ çi horem sayf o çi pûşem şita?

[Değerli ömrün yazın ne yiyeyim, kışın ne içeyim derdiyle geçti gitti!] demişti. İs­
mini hatırlamadığım bir İranlı şair:

Garaz ez câme d e f-i harr o berdest


Nedâred meyl-i zînet an ki merdest

[Giysiden amaç sıcağa ve soğuğa karşı korunmaktır. Yiğit olan ziynet derdine düş­
mez.] der.

Schiller’in Die Führer des Lebens yani Hayatın Kılavuzları Unvanlı ve manidar bir
manzumesi vardır ki o da “Dikkat et ki aziz ömrünü artık şeyler elde etmek için
satmış olmayasın!” fikrini terviç eder yoldadır.

647
-5 7 2 -

Rûzî ki dilem be reng-i âbî yâbî


Der konc-i dilem besî herâbî yâbî.
Der bahr-i do dîde’em eğer govte horî,
Ger gom neşevî, merdom-i âbî yâbî.

Yüzümü neşeli gördüğün bir gün bile gönlümün bucağında


birçok harabe ve hüzün bulursun. Eğer sen dalgıçsan, iki gözümün
ummanında gark ve yok olmazsan, su perisi bulursun.284

[ Y ü z ü m ü s u r e n g i n d e b u l d u ğ u n g ü n ,

G ö n l ü m ü n k ö ş e s i n d e ç o k h a r a b e b u l u r s u n .

İ k i g ö z ü m ü n d e n i z i n e d a l a r s a n ,

K a y b o l m a z s a n , s u p e r i s i b u l u r s u n .] [ M . K a n a r ]

284. Bu rubai gayetince bir şiir ve hayal ihtiva ediyor. Paul Verlaine’in “Un veuf par-
le” ünvanlı manzumesini ve bu manzumeden şu iki nefis kıtayı hatırlatır:
Je vois un groupe sur la mer
Quelle mer celle de mes larmes.
Mes yeux mouilles du vent amer ,
Dans cette nuit d ’ombre et d ’alarmes.
Sont deux etoiles sur la mer.

Et paix au groupe sur la mer


Sur cette mer de bonnes larmes!
Mes yeux joyeux dans le ciel clair,
Par cette nuit sans plusd’alaımes.
Sont deuxbeaux anges sur la mer.

648
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 573 -

Hâhî ki pesendîde-i eyyâm şevî,


Makbûl-i kabûl-i hâsse vo âm şevî,
Ender pey-i mo’min o cohûd u tersâ şevî,
Bedgûy mebâş ta nikûnâm şevî.

Zamanenin beğenileni ve avam ve havassm makbulü olmak


istersen, iyi şöhret ve kudret kazanmcaya kadar Müslümanm, Ya-
hudinin, Hıristiyamn haklarmda fena söyleme. Bir defa kudrete
ulaşıp iyi ad elde ettikten sonra bunların her üçünün de dinlerine
tırpan atabilirsin.

[ister misin zamanenin makbulü olasın?


Seçkinlerin, avamın makbulü olasın?
Mümin, Hıristiyan, Yahudinin arkasından,
Kötü konuşma; iyi adlı biri olabilirsin.] [M. Kanar]

649
-5 7 4 -

Hân tâ be herâbât-i mecâzî nâyî!


Tâ kâr-i kalenden nesâzî, nâyî!
İn reh reh-i merdân-i serefrâzânest.
Zinhâr derin kûçe be bâzî nâyî!

Dikkat et; arifler meclisine itinasız gelmeyesin! Fedakârlık


ve hürriyet erkânım tamamlamadan sakın oraya uğrama! Bu yol üs­
tün insanların yoludur. Sakın bu tarafa eğlence kabilinden bir ge­
zinti yapayım deme!

[ A m a n m e c a z l a r m e y h a n e s i n e g e l m e .

K a l e n d e r l e r i n i ş i n i h a l l e t m e d e n g e l m e .

Ü s t ü n i n s a n l a r ı n y o l u d u r b u y o l .

S a k ı n e ğ l e n m e k i ç i n b u s o k a ğ a g e l m e .] [ M . K a n a r ]

650
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- 575 -

Çendin gam-i bîhûde mehor; şâd bezî.


Vender reh-i bîdâd to bâ dâd bezî.
Çon âhir-i kâr-i in cihân nîstîst,
Engâr ki nîstî; to âzâd bezî.

Beyhude yere o kadar gam yeme. Sen yaşa. Bu zulüm ve is­


tibdat vadisinde sen merhamet ve adalet ile yaşa. Mademki bu ci­
hanın encamı yokluktur; kendini yok farzet. Âzâd ve âsûde yaşa.

[Boş yere bu kadar üzülme; mutlu yaşa.


Bu zulüm yolunda sen adaletle yaşa.
Bu dünyanın sonu yokluk değil mi?
Say ki yoksun şimdi; özgürce yaşa.] [M. Kanar]

651
TEŞEKKÜR

Bu ikinci baskıyı hazırlarken bilimsel yardımlarını gördü­


ğüm ve görüşlerinden yararlandığım âlimlerden Tokadîzade Şekib,
Hüseyin Kâzım Kadri, Baha Saîd, Naci, M. Selim Beylere, İran
Meclis-i Mebûsânı üyelerinden Aga-yi Hac Mirza Yahya Devletâ-
bâdî, Mirza Hüseyin Dâniş Han’a, Rûznâme-i Hâver müdürü Sey-
yid Muhammed Tevfik Han’a, rubaiyatm muhtelif İngihzce tercü­
meleriyle Ömer Hayyam’ın felsefesine dâir ve nüshaları nadir bir­
kaç kitabı tedarik ve bunlardan istifademi temin etmiş olan Ameri­
kalı Mr. Goodsell, Münihli Prof.Dr. K. Süssheim dostlanma, Arap
lisan ve edebiyatmda üstad Hamdi Efendi’ye ve diğer irşadkâr aşi­
nalarıma teşekkürlerimi arz ederim.
A. Cevdet

653
b ir t a k r iz d e n

İran’ın şiir ve irfan mensuplarından Mirza Hüseyin Dâniş


Han kardeşimizin ilk baskımızda dercedilmiş olan teveccühkâr tak­
rizinden şu birkaç satın teberrüken bu baskımıza da alıyoruz:
Dr. Abdullah Cevdet Bey selim bir edebî maksadın şevkiyle
Hayyam’ın rubailerini Türkçeye tercüme etmeyi üstüne aldı. Bu iş
maddeten mühim olduğu kadar, manen sorumluluk gerektiriyordu.
Fakat azimli Doktor çalıştı, pek çok çalıştı. Rubaiyatın meâlini
Türkçe nesre, Farsçadaki kuvvet ve sağlamlığıyla aktarmayı kendi­
ne hedef edindi. Kitabın Fransızca ve İngilizce müteaddit tercüme­
lerine müracaat etti. Muhtelif Farsça metinleri araştırdı ki bu çalış­
ma tercümenin matlûba muvafık olması için zarurî idi.
İşin bir müşkül tarafı daha vardı ki o da matbû Farsça metin­
lerde yer alan rubaiyatın tümünün Hayyam’m olup olmadığı mese­
lesi idi. Abdullah Cevdet Bey bunun için de birçok vesaitten yarar­
landı ve hatta fakir ile istişareye de tenezzül etti. Her halde muhte­
rem Doktorun neşrettiği bu kitap şimdiye kadar Türk lisanında Ru-
baiyat-ı Hayyam’m yegâne ve mükemmel bir tercümesidir.
Hayyam’m rubaileri her şeyden evvel Zerdüştî, Niçerî285 ve
Ariyen İran'ın boynuna geçirilen Sami boyunduruğuna karşı fasih

655
bir şikâyet sesidir. Bir de Hayyam’da, cevabını ne makulattan ne
menkulattan alamamış olduğu şeylere karşı pek hazin ve umutsuz­
luk dolu bir felsefe vardır. Bakın ünlü İngiliz edibi Fitz Gerald’m
bir sihirli bir lisan ile tercüme ettiği şu rubaiye:

Earth could not answer; nor the Seas that moum


In flowing Purple, of the Lord forlom;
Nor rolling Heaven, with ali his Signs reveal’d
And hidden by the sleeve of Night and Moum285286
Filetimle Hayyam asıl İran’ın, kadim İran'ın, âriyen İran’ın
necip ve asil bir oğlu, kerim ve özgür evladıdır.
HÜSEYİN DÂNİŞ

285. Niçeri, natüraliste mukabilidir. Niçer İngilizce tabiat edemek olan nature kelime­
sinden alınmış ve Arapçalaştınlmıştır.
286. Tercümesi şöyle olabilir:
Arz cevap veremiyordu. Efendileri (yani güneş) kendilerini terk ettiği vakit dalga­
lı mor renge bürünerek matem tutan denizler, gecenin ve sahm yeniyle sürekli ör­
tülen ve açılan ebedî işaretleri (yani yıldızlan) ile dönen gökler dahi bana cevap
vermiyordu.
J.M. Guyau’nun şu acı kıtasını da okuyun:

Non, nulle certitude oû l ’âme se repose:


Les grands cieux ont garde leur silence sacre.
Mais du sombre inlini j ’ai senti quelque chose
Entrer, en le blessant, dans mon coeur enivrd.

Tercümesi şöyle olabilir:


Hayır, ruhun huzuruna medar olacak hiçbir kanaat, hiçbir ilm-i yakin yoktur. Yü­
ce semalar mukaddes sükûtlannı muhafaza ettiler. Fakat sonsuz karanlıktan mest
yüreğini yaralayarak içine bir şeyin girdiğini hissettim.
Pascal ise “Le silence etemel de ces espaces infinis m ’effraye” yani “Bu nâmüte-
nâhî mesafelerin ebedî sükûtu beni dehşete düşürüyor.” diyordu.

656
RUBAİLERİN FİHRİSTİ

Âdem ço sorâhî buved u rûh ço mey, (553)


Âğâz-i devan geşten-i in zerrin tâs, (332)
Âkil be çi ummîd derin şûmserâ (10)
Âkil be hurûş-i lâ ilâhe illâ hûst (123)
Âlem heme ger ço gûy ofted bekuvî, (548)
Âmed remezân u movsim-i bâde bereft (76)
Amed seherî nidâ zi meyhâne-i mâ (D
An akl ki der reh-i se’âdet pûyed, (199)
An bâde ki kâbil-i suverhâst be zât (83)
An bih ki be câm-i bâde dil şâd konîm (362)
An but ki dilem zi behr-i û ar şodest (129)
An cism-i piyâle bîn be cân âbisten. (430)
An kasr ki Behrâm der û câm girift (79)
An kasr ki ber çerh hemîzed pehlû, (459)
An kes ki zemîn o çerh o eflâk nihâd (161)
An kovm ki seccâdeperestend, herend. (170)
An la’l der âbgîne-yi sâde biyâr. (294)
An la’l-i giranbehâ zi kân-i digerest (33)

657
An lehze ki ez ecel gorîzan gerdem. (363)
An mâye zi donyâ ki horî yâ pûşî, (571)
An mey ki heyât-i câvîdânîst, bohor. (286)
An râ ki vukûfest ber ehvâl-i cihan, (428)
An rûz ki in gonbed-i mînâ bestend ' (222)
An rûz ki nîst der ser âb-i tâkem. (377)
An rûz ki tûsen-i felek zîn kerdend (165)
Ânan ki der âmedend o der cûş şodend (164)
Ânân ki be kâr-i akl der mîkûşend, (284)
Ânân ki cihân zîr-i kadem fersûdend, (180)
Ânân ki holâse-yi cihan îşânend, (179)
Ânân ki muhît-i fazl o âdâb şodend. (251)
Anân ki zi piş refte’end ey sâkî, (497)
Ânem ki pedîd geştem ez kodret-i to, (463)
Angeh ki nihâl-i omr-i men kende şeved, (174)
Anhâ ki felekrîze-i dehr ârâyend, (198)
Ankes ki becomlegî torâ tekye ber ûst, (85)
Ankes ki goneh be nezd-i û sehl buved, (175)
Anrâ meniger ki zûfunûn âyed merd (193)
Âşık heme rûze mest u şeydâ bâdâ (9)
Aşk erçi belâst, an belâ hokm-i Hodâst. (142)
Aşkî ki mecâzî buved, âbeş nebuved. (243)
Âvord be iztirârem evvel be vucûd, (176)
Âzâr-i dil-i halk mecû’îm şebî. (510)
Bâ bâde-yi golreng derin kâşâne (481)
Bâ derd besâz tâ devâ’î yâbî. (522)
Bâ doşmen u dûst fi’l-i nîkû nîkûst, (137)
Bâ her bed u nîk râz netvânem goft (42)
Bâ hokm-i Hodâ becoz rizâ der negirift (44)
Bâ in do se nâdân ki cihândârânend, (201)
Bâ mâ direm-i kalb nemîgîred coft (43)

658
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Bâ mâ to herançi gû’î, ez kîn gû’î. (521)


Bâ merdom-i pâkbâz o âkil âmîz. (318)
Bâ mutrib u mey hûrsiriştî ger hest, (88)
Bâ nefs hemîşe der neberdem; çi konem? (379)
Bâ rahmet-i to men ez goneh nendîşem. (372)
Bâ servkadî tâzeter ez harman-i gul (354)
Bâ sifle-yi tondhûy-i bî akl o vekâr (297)
Bâ to be harâbât hemîgoftem râz (317)
Bâ yâr ço ârmîde bâşî heme omr, (300)
Bâ yâr hoşem, câm-i şerâb ovlâter. (296)
Bâ zolf-i to ger destdirâzî kerdem, (389)
Bâzî bûdem, perîde ez âlem-i râz, (320)
Be rûy-i gul ez ebr nikâbest henüz, (319)
Begrift merâ melâlet zerrâkî. (519)
Ber dâr piyâle vo sebû ey dilcû, (464)
Ber dest yekî tîğ ço âbest merâ (18)
Ber gir zi hod hisâb eğer bâhaberî, (520)
Ber hod der-i kâm u ârizû râ bestem (369)
Ber lovh nişân-i bûdenîhâ bûdest (41)
Ber pây-i to bûse dâden, ey şem’-i tarab (26)
Ber seng zedem dûş sebûy-i kâşî. (516)
Ber zarf-i sipihr hâtırem rûz-i nohost (133)
Berceh, berceh zi cây-i hâb ey sâkî! (518)
Berhîz o bedeh bâde; çi cây-i sohenest? (147)
Berhîz o biyâ botâ berây-i dil-i mâ (6)
Berhîz o mehor gam-i cihan-i gozeran. (431)
Berhîz u bekûb pây ki mâ dest zenîm (368)
Beşkoft ço gol rûy-i nigâr ey sâkî! (517)
Bîbâde mebâş tâ tevânî yekdem (367)
Bîgâne eğer vefâ koned, hîş-i menest (45)
Bîş ez men u to merd o besî zen bûdest. (150)

659
Binger zi sabâ dâmen-i gol çâk şode. (482)
Binger, zi cihan çi tarf ber bestem? Hîç. (157)
Bişnov zi men ey zobde-i yârân-i kohon. (432)
Bolbol ço be bâğ nâle ber dest girif, (149)
Bot goft be botperest: Key âbid-i mâ (14)
Bothâne vo Ka’be hâne-i bendegîst (40)
Câmî yo meyî yo sâkiyî ber leb-i kişt (148)
Câmîst ki akl âferiiı mîzenedeş. (343)
Cânâ men u to numûne-yi pergârîm. (380)
Cânâ zi kodam dest ber hâste’î? (476)
Cânâ, mey-i sâf-i nâmoşevveş mîhor. (299)
Coz Hak hokmî ki hokm râ şâyed, nîst. (145)
Çend ez gam o gosse-i cihan kâlakâl? (355)
Çendan bohorem şerâb kin bûy-i şerâb (22)
Çendan boro in reh ki doyî berhîzed. (205)
Çendan ki nigâh mîkonem her sû’î, (530)
Çendan ki zi hod nîstterem, hestterem. (393)
Çendin gam-i bîhûde mehor; şâd bezi. (575)
Çon aşk-i ezel bûd-i merâ inşâ kerd (194)
Çon bâde horî, zi akl bigâne meşov. (461)
Çon bulbul-i mest râh der bûstan yâft (93)
Çon çerh-i felek hîç be kâm-ı to negeşt (52)
Çon fovt şevem, be bâde şûyîd merâ (7)
Çon hâsil-i âdemi derin deyr-i do der (308)
Çon kâr ne ber murâd-i mâ hâhed reft (51)
Çon lâle be novrûz kadeh gir be dest (50)
Çon mîgozered omr çi şîrîn o çi telh (159)
Çon morde şevem hâk-i merâ gom sâzîd, (213)
Çon morden-i to morden-i yekbâregîst (135)
Çon nîst derin zemâne sûdî zi hired (209)
Çon nîst mekâm-i mâ derin deyr mokîm, (381)

660
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Çon nîst torâ coz an ki û dâde karâr, (298)


Çon nîst zi herçi hest coz bâd be dest (128)
Çon ohde nemîkoned kesî ferda râ (8)
Çon şîr-i derende der şikârîm heme. (495)
Dâdem be omîd rûzgârî ber bâd (220)
Dânende ço terkîb-i tebâyi’ ârâst, (139)
Dânî ki sepîdedem hurûs-i seherî, (534)
Dânî zi çi rûy ûftâdest o çi râh (485)
Dârem zi cefâ-yi felek-i âynegûn, (438)
Der âlem-i bîvefâ ki menzilgeh-i mâst (55)
Der âlem-i cân behûş mîbâyed bûd (223)
Der âlem-i hâk ez keran ta be keran, (437)
Der aşk-i to sad güne melâmet bekeşem. (385)
Der bâğ ço bod gûre-yi torş evvel-i dey, (533)
Der câm-i tarab bâde-i gulreng hoşest (97)
Der câm-i to yâkût-i revan ey sâkî ! (537)
Der comle-i deşt-i hâveran ger hârîst, (117)
Der costen-i câm-i Cem cihan peymûdîm. (412)
Der çeşm-i muhakkikan çi zîbâ vu çi zişt (131)
Der çeşm-i to âlem erçi mî ârâyend, (195)
Der dâire-yi sipihr-i nâpeydâ govr (287)
Der dâire-yi vucûd dîr âmede’îm. (386)
Der dehr ber-i nihâl-i tahkîk nerost. (154)
Der dehr her an ki nîm nânî dâred, (224)
Der dehr herkesî be gul’izârî neresîd. (228)
Der dest hemîşe âb-i engûrem bâd. (229)
Der dih mey hemço erguvân ey sâkî ! (536)
Der dih mey-i la’l-i lâlegûn-i sâfî. (535)
Der dih mey-i la’l-i mişkbû ey sâkî! (570)
Der dil netevan diraht-i endûh nişand. (225)
Der fasl-i behâr bâbet-i hûr sirişt (96)

661
Der gûş-i dilem goft felek pinhânî (566)
Der hâb budem, merâ hiredmendî goft (58)
Der her tarafı der û do sad dâm nihî. (502)
Der hikmet eğer Aristo vo Cumhûr’î, (538)
Der kârgeh-i kûzegerî kerdem rây. (539)
Der kârgeh-i kûzegerî reftem dûş. (339)
Der kûy-i niyâz her dilî râ deryâb (23)
Der meclis-i uşşâk nişestîm heme. (483)
Der mefreş-i hâk hoftegân mîbînem (371)
Der mescid egerçi bâniyâz âmede’em, (382)
Der meykede coz be mey vuzû netvan kerd. (219)
Der molk-i to ez tâ’etî çîzî nefuzûd (226)
Der movsim-i gul bâde-yi gulreng bohor. (301)
Der nây-i gerâbe golgol-i mey çi hoşest! (141)
Der pây-i ecel ço men serefkende şevem, (388)
Der perde-i esrâr kesî râ reh nîst (54)
Der râh-i hired be coz hired râ mepesend. (188)
Der rûy-i zemin eğer merâ yek hiştest, (136)
Der ser megozâr hiç sovdâ-yi mohâl. (356)
Der sovme’e vu medrese ve deyr u kinişt (56)
Der şo’bedehâne-yi cihan yâr mecûy. (531)
Derdâ ki dilem be hiç derman neresîd! (221)
Deryâb ki ez rûh codâ hâhî reft (99)
Dest-i ço meni ki câm o sâger gîred, (227)
Dey ber leb-i cûy bâ nigârî movzûn, (440)
Dey kûzegerî bedîdem ender bâzâr (303)
Diğer gam-i in gerdiş-i gerdûn nehorîm. (383)
Dîşeb zi ser-i sıdk safâ-yi dil-i men, (435)
Dil çerâğîst ki nûr ez roh-i dilber gîred, (185)
Dil fark nemîkoned hemî dâne zi dâm. (424)
Dil sırr-i heyât eğer kemâhî dânist (59)

662
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Do çîz ki hest mâye-yi dânâ’î. (532)


Donya be morâd rânde gîr, âhir çi? (484)
Donyâ ço fenâst, men coz fen nekonem. (387)
Donyâ dîdî yu herçi dîdî, hîçest (57)
Dovrân-i cihânî bî mey u sâkî hoş nîst (98)
Dovrî ki der û âmeden o reften-i mâst, (152)
Ebr âmed u bâz ber ser-i sebze girîst. (80)
Ecrâm ki sâkinân-i in eyvânend, (272)
Eflâk ki coz gam nefezâyend diğer. (285)
Efsûs ki bîfâyide fersûde şodîm! (411)
Efsûs ki nâme-i cevânî tey şod! (184)
Efsûs ki nân-i pohte hâmân dârend (166)
Efsûs ki sermâye zi kef bîrûn şod, (181)
Eknun ki cihan râ be hoşî destresîst (91)
Eknun ki gul-i se’âdetet porbârest, (78)
Eknun ki zened hezâr destân destân, (429)
Eknun ki zi hoşdilî be coz nâm nemând (172)
Ender reh-i ışk pâk mîbâyed şod. (252)
Endîşe-i cormem ço be hâtir gozered, (177)
Esrâr-i cihan çonanki der defter-i mâst (130)
Esrâr-i hakikat neşeved hal be soâl. (357)
Evvel be hodem ço âşinâ mîkerdî, (511)
Ey âb-i heyât mozmer ender leb-i to, (462)
Ey an ki gozîde-i cihânî to merâ (2)
Ey an ki netîce-yi çihâr o heftî, (501)
Ey an ki toî holâse-yi kovn u mekân! (426)
Ey bâde-yi hoşguvâr! Der câm bihî. (568)
Ey bâde-yi nâb o ey mey-i mînâ’î! (545)
Ey ber heme serverân-i âlem fîrûz! (315)
Ey bes ki nebâşîm o cihan hâhed bûd (173)
Ey bihaber ez kâr-i cihan; hiç ne’î. (493)

663
Ey bihaber, in cism-i mocessem hîçest. (86)
Ey bîhaberan, işve-i donyâ meharîd. (162)
Ey çerh, dilem hemîşe gamnâk koni. (505)
Ey çerh-i felek! Herâbî ez kîne-i tust! (30)
Ey çerh-i felek; ne nân şinâsî, ne nemek. (348)
Ey der taleb-i to âlemî der şerru şûr! (295)
Ey dil! Mey o ma’şûka becû der bâkî. (515)
Ey dil, ço bezm-i an sanem binşestî, (498)
Ey dil, ço hakîkat-i cihânest mecâz, (310)
Ey dil, çu nasîb-i to heme hûn şodenest. (35)
Ey dil, to be idrâk-i moammâ neresi. (496)
Ey dil, zi gam-i cism eğer pâk şevi, (506)
Ey dil; ço zemâne mıkoned gamnâket, (82)
Ey dil; heme esbâb-i cihan hâste gir. (290)
Ey Dûst, biya tâ gam-i ferdâ nehorîm. (366)
Ey ez harem-i zât-i to akl âgeh nî. (503)
Ey geşte şeb u rûz be donyâ nigeran ! (425)
Ey gol! to be rûy-i dilrobâ mîmânî. (508)
Ey hâce! Yeki kâm revâ kon mâ râ (5)
Ey hemnefesan, merâ zi mey kût konîd. (163)
Ey hoşnezer-i gamzeger-i rengâmîz! (316)
Ey kâşki cây-i âremîden bûdî! (512)
Ey kerde zi lutf u kahr-i to sun’-i Hodâ (17)
Ey kûzegerem begûş eğer hoşyârî, (507)
Ey men der-i meyhâne be siblet rofte, (473)
Ey mey! leb-i la’l-i yâr mîdâr be dest. (122)
Ey moftî-yi şehr, ez to porkârterîm (361)
Ey nîk nekerde vo bedîhâ kerde, (471)
Ey refte vo bâz âmede “bel hum” geşte. (480)
Ey sûhte-yi sûhte vo sûhtenî! (565)
Ey vâkıf-ı esrâr-i zamîr-i hemekes! (331)

664
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Ey yâr, zi rüzgâr bâş âsûde. (470)


Eyd âmed o kârhâ nikû hâhed kerd. (189)
Eyşî ki moheyyâst, rehâ netvan kerd. (278)
Eyvây ber an dil ki derû sûzî nîst! (153)
Eyyâm-i cevânîst, şerâb ovlâter. (293)
Ez âb-i adem tohm-i merâ kâşte’end (190)
Ez âmeden o reften-i mâ sûdî kû? (460)
Ez âmeden-i behâr o ez reften-i dey (514)
Ez âteş-i in me’âsiyem dûdî nîst. (84)
Ez bûdenî ey dûst çi dârî tîmâr? (288)
Ez comle-yi reftegân-i in râh-i dirâz (312)
Ez defter-i aşk mîguşûdem fâlî, (513)
Ez defter-i omr pâk mîbâyed şod (167)
Ez ders-i ulûm u zohd bogrîzî bili. (469)
Ez fazl inan bepîç o der sâger pîç (156)
Ez gerdiş-i in dâire-yi bîpâyân (427)
Ez gerdiş-i in zemâne-yi dûnperver (292)
Ez gerdiş-i rüzgâr behre dergîr. (309)
Ez hâdise-yi zemân-i âyende mepors. (334)
Ez hâlik-i kirdigâr o ez Rabb-i rahîm (360)
Ez herçi becoz meyest kûtâhî bih. (468)
Ez herze beher derî nemîbâyed tâht (37)
Ez matbah-i donyâ to heme derd horî. (509)
Ez men ber Hayyâm resânîd peyâm. (423)
Ez men ber Mustafâ resânîd selâm. (422)
Ez men ramakî be sa’y-i sâkî mânde est (90)
Ez menzil-i kufr tâ be dîn yek nefesest. (29)
Ez nâmedehâ zerd mekon çihre-yi hîş. (335)
Ez omr-i to çonki mîterâşed şeb u rûz, (313)
Ez ten ço bereft cân-i pâk-i men o to, (458)
Ez vâki’a’î torâ haber hâhem kerd (186)

665
Fâsık hânend merdomânem peyvest (103)
Fasl-i gul u tarf-i cûybâr u leb-i kişt (92)
Ferdâ alem-i firâk teyy hâhem kerd. (245)
Ferdâ ki nasîb-i nîkbahtân bahşend. (192)
Feryâd ki reft omr ber bîhûde! (487)
Gam çend horî be kâr-i nâ âmede pîş? (341)
Gâvîst der âsmân o nâmeş pervîn. (445)
Geh geh dil-i men derin kafes teng âyed. (255)
Geh geşte nihan, rû be kesî nenmâyî. (549)
Geh şerbet-i eyş sâf bâşed geh dord. (258)
Ger âmadenem be hod budî, nâmedemî. (557)
Ger bâde be kûr der dihî, raks koned. (254)
Ger bâde horî to, bâ hiredmendân hor. (304)
Ger ber felekem dest bodî çon Yezdân, (448)
Ger ber felekî, be hâk bâz ârendet (87)
Ger dest dehed zi mağz-i gendom nânî, (555)
Ger ez pey-i şehvet u hevha hâhı reft, (104)
Ger govher-i tâ’etî nesoftem hergiz, (324)
Ger gul nebuved nasîb-i mâ, hâr înek. (350)
Ger men zi mey-i mogâne mestem, hestem. (395)
Ger mey nehorî, ta’na mezen mestan râ (12)
Ger rûyizemîn be comle âbâd konî (550)
Ger solh neyâbem zi felek, ceng înek. (351)
Ger şâdî-yi hîşten der an mîdânî, (552)
Ger şohre şevî be şehr, şerro’n-nâsî, (556)
Ger yâr-i menîd, terk-i tâmât konîd. (257)
Ger zanki be dest âyed ez mey do menî. (554)
Gerdîm zi zemîn hîç gulî ber nâred. (187)
Gerdûn kemerî zi omr-i fersûde-i mâst. (105)
Gerdûn zi sehâb nesteren mîrîzed. (263)
Gorre çi şevî be mesken o kâşâne? (477)

666
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Gul goft ki men Yûsuf-i Mısr-i çemenem. (407)


Gûyend be haşr goftigû hâhed bûd. (262)
Gûyend behişt o hûr-i ayn hâhed bûd. (247)
Gûyend behişt u hûr u kovser bâşed. (248)
Gûyend heran kesan ki bâperhîzend (210)
Gûyend ki mâh-i remezan geşt pedîd. (256)
Gûyend mehor bâde ki şa’bân ne revâst (75)
Gûyend mehor mey ki belâkeş bâşî. (551)
Gûyend merâ ki dûzehî bâşed mest (74)
Gûyend merâ ki mey bohor kemter ezin, (446)
Hâhî ki nihed pîş-i to gerdûn gerden; (436)
Hâhî ki pesendîde-i eyyâm şevi, (573)
Hâhî zi firak der figân dâr merâ (15)
Hak cân-i cihânest o cihan comle beden. (434)
Hâl-i gul u mul bâdeperestan dânend. (218)
Hân tâ be harâbât hurûşî bezenîm. (414)
Hân tâ be herâbât-i mecâzî nâyî! (574)
Hân tâ ber mestân be doroştî neşevî! (563)
Hân tâ nenihî ber ten-i hod gosse vo derd! (274)
Hân ki zîr-i pây-i her heyvânîst, (31)
Hayyâm egerçi hergeh-i çerh-i kebûd (214)
Hayyâm ki heymehâ-yi hikmet mîdûht, (95)
Hayyâm tenet be hayme’î mâned râst (94)
Hayyâm torâ ço dâhil-i kabr konend, (169)
Hayyâm zemâne ez kesî dâred neng (349)
Hayyâm, eğer zi bâde mestî, hoş bâş. (338)
Hayyâm, zi behr-i goneh in mâtem çîst? (53)
Heftâd o do milletend der dîn kem o bîş (345)
Hengâm-i golest; ihtiyârî bokonem. (406)
Hengâm-i sabûh ey sanem-i ferrohpey! (562)
Hengâm-i sabûhest o hurûş ey sâkî! (561)

667
Her cor’e ki sâkiyeş be câm efşâned, (275)
Her dil ki der û mâye-i tecrîd kem est. (112)
Her dil ki derû nûr-i muhabbet besirişt (70)
Her geh ki dilet teng şeved, beng bohor. (302)
Her kû tarabî zi akl der dil mîkâşt (113)
Her nîk o bedî ki der nihâd-i beşerset (110)
Her sebze ki der kenâr-i cû’î roste est (69)
Her sobhgehî ki der harâbât şevem. (415)
Her tövbe ki kerdîm, şikestîm heme. (492)
Her zerre ki ber rûy-i zemînî bûdest, (155)
Herçend ki ez günâh bedbahtem o zişt (72)
Herçend ki reng u rûy zîbâst merâ (13)
Hergeh ki benefşe câme ber reng zened, (276)
Hergiz be tarab şerbet-i âbî nehorem. (413)
Hergiz dil-i men zi ilm mahrûm neşod. (168)
Hin sobh demîd o dâmen-i şeb şod çâk. (352)
Hokmî ki ez û mohâl bâşed, perhiz. (321)
Horremdil an keşi ki ma’rûf neşod (217)
Horşîd kemend-i sobh ber bâm efkend. (241)
Hoş bâş ki âlem gozeran hâhed bûd. (216)
Hoş bâş ki gosse bîkeran hâhed bûd. (215)
Huşyâr nebûde’em demi tâ hestem. (396)
îzed ço nehâst ançi men hâste’em, (408)
İbrîk-i mey-i merâ şikestî rabbî. (500)
Imrûz ki âdine mer ûrâ nâmest (81)
İmrûz ki novbet-i cevânî-i menest (34)
Imrûz torâ destres-i ferdâ nîst (36)
İmşeb ber-i mâ mest ki âverd torâ? (3)
İn akl ki der reh-i se’âdet pûyed, (265)
İn cem’-i ekâbir ki menâsib dârend (182)
İn çerh ço tâsîst nigûn oftâde. (472)

668
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

İn çerh ki bâ kesî nemîgoşâyed râz. (314)


İn çerh-i cefâpîşe-i âlîbonyâd (183)
İn çerh-i felek behr-i helâk-i men o to (457)
İn çerh-i felek ki mâ der û heyrânîm (364)
İn ehl-i kubûr hâk geştend o gobâr. (289)
İn kâfile-i omr aceb mîgozered! (160)
İn kâr-i cihan eğer be taklîdestî, (504)
İn köhne ribât râ ki âlem nâmest, (77)
İn kûze ço men âşık-i zârî bûdest (38)
İn kûzegerân ki dest der gil dârend (177)
İn süret-i kovn comle nakşest o hiyâl. (353)
İn yek do se rûz novbet-i omr gozeşt (32)
İzed behişt va’de ber mâ mîkerd (171)
Katre begirîst ki ez bahr codâ’îm heme. (474)
Kem kon tama’-i cihân o mîzî horsend. (260)
Kerdîm diğer şîve-yi rindî âğâz, (325)
Kes huld u cehîm râ nedîdest ey dil. (359)
Kes moşkil-i esrâr-i ezel râ negşâd. (259)
Kes râ pes-i perde-i kazâ râh neşod. (261)
Kovmî motefekkirend der mezheb o dîn. (444)
Kovmî zi gozâf der gurûr oftâdend. (246)
Kû mutrib o mey tâ bedehem dâd-i sabûh? (158)
Kur’ân ki bihîn kelâm hânend û râ (11)
Leb ber leb-i kûze bordem ez gâyet-i âz (311)
Mâ âşık o mest o meyperestîm heme. (490)
Mâ âşık u âşofte vu mestîm imrûz. (328)
Mâ cây-i nemâz ber leb-i hom kerdîm. (401)
Mâ kâfir-i ışkîm u moselman digerest. (65)
Mâ kez mey-i bîhodî tarabnâk şodîm. (403)
Mâ lo’betekânîm o felek lo’betbâz. (326)
Mâ vo mey o ma’şûk u sabûh ey sâkî! (559)

669
Mâ’îm der ûftâde çon morg be dâm. (410)
Mâ’îm harîdâr-i mey-i köhne vu nov. (465)
Mâ’îm ki sermest-i şerâbîm modâm. (405)
Mâ’îm nihâde ser be fermân-i şerâb (27)
Mâ’îm u mey u mutrib u in konc-i herâb (28)
Ma’şûk ki omreş ço gamem bâd dirâz, (329)
Mahrem hestî ki bâ to gûyem yek dem, (400)
Maksûd zi comle âferîniş mâ’îm. (402)
Megzâr ki gosse der kenâret gîred (191)
Mehtâb be nûr dâmen-i şeb beşkâft. (109)
Men bâde be câm-i yek menî hâhem kerd. (267)
Men bâde horem velîk mestî nekonem. (399)
Men bende-i âsiyem, rizâ-yi to kocâst? (106)
Men bî mey-i nâb zîsten netvânem. (417)
Men der remezân rûze eğer mîhordem, (404)
Men hîç nedânem ki merâ an ki sirişt (107)
Men mey horem o muhâlifân ez çep u râst (108)
Men mîhorem o her ki ço men ehl buved, (268)
Men tövbe konem ez heme çîz, ez mey ne. (488)
Men zâhir-i nîstî yo hestî dânem. (398)
Meşnov sohen-i zemâne sâz âmedegân. (452)
Mey ber kef-i men nih o berâver golgol. (358)
Mey ber roh-i dilberân-i çâlâk bohor. (305)
Mey der kadeh insâf ki cânîst latîf (347)
Mey der kef-i men nih ki dilem der tâbest (64)
Mey gerçi herâmest velî tâ ki hored. (266)
Mey hor ki be zîr-i gil besî hâhî hoft. (151)
Mey hor ki tenet be hâk der zerre şeved. (283)
Mey hor ki zarîfân-i cihan râ der Rey (558)
Mey hor ki zi dil kesret o kıllet bebered. (264)
Mey horden u gird-i nîkuvan gerdîden (451)

670
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Mey horden u şâd bûden âyîn-i menest (66)


Mey horden-i men ne ez berây-i tarabest (73)
Mey kuvvet-i cism o kuvvet-i cânest merâ (19)
Mey la’l-i mozâbest u surâhî kânest (132)
Mey râ ki hired hoceste dâred pâseş, (342)
Meyhâre eğer ganî buved, ûr şeved. (269)
Meylem be şerâb-i nâb bâşed dâ’im (397)
Mîkûş ço zîr-i felek-i bîbâkî. (529)
Mîporsîdî ki çîst an nakş-i mecâz? (327)
Miskin dil-i derdmend-i dîvâne-yi men, (449)
Morgî dîdem nişeste ber bâre-yi Tûs. (333)
Movcûd-i hakîkî be coz insan nebuved. (208)
Nâborde be sobh der taleb şâmî çend, (270)
Nâkerde gonâh der cihan kîst? begû. (466)
Nakşîst ki ber vucûd-i mâ rîhte’î. (491)
Nâzem be harâbât ki ehleş ehlest, (127)
Ne sûy-i visâl-i to merâ destresî, (560)
Ne tâlib-i mescidem, ne mâil be kinişt (67)
Nefset be seg-i hâne hemîmâned râst (68)
Netvan dil-i şâd râ be gam fersûden. (453)
Nîkest be nâm-i nîk meşhûr şoden. (454)
Oftâd merâ bâ mey o mestî kârî. (499)
Omrî be gul u bâde bereftîm u begeşt (63)
Omrîst ki meddâhî-yi mey vird-i menest. (101)
Pâk ez adem âmedîm o nâpâk şodîm. (419)
Pendî dehemet eğer be men dârî gûş, (336)
Peyveste harâbât zi rindân hoş bâd. (202)
Peyveste zi gerdiş-i felek gamgînem. (370)
Pîrâneserem ışk-i to der dâm keşîd (253)
Pîrî dîdem be hâne-yi hommârî. (523)
Pîrî zi harâbât burun âmed mest (89)

671
Pîş ez men u to leyi u nehârî bûdest (39)
Pur hûn zi fırâket cigerî nîst ki nîst (46)
Reften çu hakîkatest, pes bûden çîst? (100)
Reftend o zi reftegân yeki nâmed bâz (322)
Reftîm o zi mâ zemâne âşofte bemând. (230)
Rindi dîdem nişeste ber hing-i zemin. (443)
Rov, ber ser-i eflâk-i cihân hâk endâz. (323)
Rov, bîhaberî gozîn eğer bâhaberî, (540)
Rûzî bini merâ to mest oftâde. (489)
Rûzî do ki mohletest mîhor mey-i nâb (25)
Rûzî ki be dest ber nihem câm-i şerâb (24)
Rûzî ki dilem be reng-i âbî yâbî (572)
Rûzî ki merâ zi hîş bigâne konend, (232)
Rûzî ki şeved “ize’s-semâ inşakkat” (60)
Rûzî ki zi to gozeşte şod, yâd mekon. (441)
Rûzîst hoş u hevâ ne germest o ne serd (231)
Sâkî dil-i men zi dest eğer hâhed reft (124)
Sâkî gam-i men bolendâvâze şodest. (121)
Sâkî gul u sebze bes tarabnâk şodest. (134)
Sâkî ki lebeş moferrih-i yâkûtest, (144)
Sâkî zi deret sefer nehâhîm girift. (126)
Sâkî! dil-i mâ ki dâne-i mihr-i to kâşt, (125)
Sâkî, çu zemâne der şikest-i men u tust, (62)
Sâkî, kadehi ki şem’-i dil der negirift. (140)
Sâkî, kadehi! ki kâr-i âlem nefesîst. (119)
Sâkî, kadehi, ki kârsâzest Hodâ (20)
Sâkî, mey-i hoşguvâr ber destem nih. (486)
Sâkî, nazarî be bîkesan behr-i Hodâ! (21)
Sâkî, nazarî, ki dil zi endîşe tohîst. (146)
Sayyâd ne’î, hadîs-i nahcîr mekon. (447)
Sayyâd-i ezel ço dâne der dâm nihâd, (196)

672
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Sâzende-yi kâr-i morde vo zinde to’î. (542)


Serkerde-yi rindân-i herâbât menem. (391)
Sermest be meyhâne gözer kerdem dûş. (340)
Sır ez heme nâkesan nihan bâyed dâşt (61)
Sîm erçi ne mâye-i hiredmendânest, (143)
Şirret heme dânâ-yi felek mîdâned. (236)
Sobh est o demî ber mey-i golreng zenîm. (394)
Sobhî hoş o horremest; hîz ey sâkı! (567)
Sostî mekon o farîza-yi hak begozâr. (291)
Sovdâzede râ bâde per u bâl buved. (237)
Sûdî to derin kovm çi kerdî ki herend. (207)
Şâd âmedî ey râhet-i cânem ki to’î. (546)
Şâdî betaleb ki hâsil-i omr demîst. (118)
Şâdîhâ kon ki an zeman hâhed bûd. (238)
Şâhâ zi mey o motribî yo encomenî. (543)
Şeb nîst ki âh-i men be covzâ neresed, (206)
Şeb nîst ki akl der tehayyor neşeved. (239)
Şebhâ gozered ki dîde berhem nezenîm. (392)
Şem’est o şerâb o mâhtâb ey sâkî! (544)
Şermet nâyed ezin tebâhî kerden? (442)
Şeyhî be zen-i fahişe goftâ: Mestî. (547)
Tâ betvânî, hidmet-i rindân mîkon. (433)
Tâ betvânî, rence megerdan kes râ; (16)
Tâ çend esîr-i akl-i her rûze şevîm? (374)
Tâ çend esîr-i reng o bû hâhî şod? (203)
Tâ çend hadîs-i “penc” o “çâr” ey sâkî? (525)
Tâ çend konem arze-yi nâdânî-yi hîş? (337)
Tâ çend melâmet konî ey zâhid-i hâm? (375)
Tâ çend zi mescid o nemâz o rûze ? (479)
Tâ çend zi Yâsîn o Berât ey sâkî? (526)
Tâ der heves-i la’l-i leb o câm-i meyî, (528)

673
Tâ der ten-i tost ostohân o reg o pey, (527)
Tâ efser-i hân o tâc-i key befrûşîm. (376)
Tâ huşyârem, merâ tarab noksânest (47)
Tâ key gam-i an horem ki dârem ya ne ? (475)
Tâ key omret be hodperestî gozered? (244)
Tâ key zi cefâ-yi herkesi neng keşim? (378)
Tâ key zi çerâğ-i mescid u dûd-i kinişt? (120)
Tâ key zi gam-i zemâne mahzûn bâşî? (569)
Tâ yâr şerâb-i canfezâyem nedehened, (211)
Tâ zan neberî ki ez cihan mîtersem, (373)
Tâ zan neberî ki men be hod mevcûdem! (418)
Tâ zohre vo meh der âsmân geşt pedîd, (250)
Tab’em be nemâz o rûze çon mâil şod, (240)
Tab’em heme bâ rûy-i çol gul peyvended. (242)
Ten der gam-i rûzgâr-i bîdâd medih. (478)
Terkîb-i piyâle râ ki derhem peyvest? (48)
Ters-i ecel u vehm-i fenâ mestî-yi tust (49)
Tîrî ki ecel keşed, siperhâ hîçest. (111)
To âmede’î be pâdşâhî kerden. (439)
Tongî mey-i la’l hâhem o dîvânî. (524)
Tövbe mekon ez mey egeret mey bâşed, (204)
Tövbe nekoned herki sebâteş bâşed (212)
Vakt-i seherest, hîz ey mâye-i nâz, (330)
Vakt-i seherest, hîz ey sâdepeser (306)
Vaktest ki ez sebze cihân ârâyend, (273)
Vaktî ki tulû-i sobh-i ezrak bâşed, (271)
Vez gonbed-i gerdende bed ikbâli bîn. (450)
Yâkût leb-i la’l-i bedehşânîkû? (467)
Yârab be dil-i esîr-i men rahmet kon. (455)
Yârab men eğer gonâhî bîhod kerdem, (409)
Yârab tu kerimî yu kerîmi keremest. (116)

674
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Yârab zi reh-i bîş o kemem bâz rehan. (456)


Yârân heme ittifâk-i mî’âd konîd. (280)
Yârân-ı muvâfık heme ez dest şodend. (197)
Yareb to gilem sirişte’î; men çi konem? (365)
Yek câm-i şerâb sad dil o dîn erzed. (282)
Yek cor’e mey-i köhne zi molk-i nov bih. (494)
Yek cor’e mey ez memleket-i Cem hoşter. (307)
Yek cor’e-yi mey molk-i cihan mî erzed. (279)
Yek cor’e-yi mey zi mulk-i Kâvus bihest (71)
Yek cov gam-i eyyâm nedârîm, hoşîm. (416)
Yek dest be Moshefîm o yek dest be câm. (421)
Yek hefte şerâb horde bâşî peyvest (115)
Yek nân be do rûz eğer şeved hâsil-i merd, (249)
Yek rûz zi bend-i âlem âzâd niyem. (420)
Yek yek honerem bîn o goneh deh deh bahş. (346)
Yekrûz felek kâr-i merâ sâz nedâd. (281)
Yezdân ço gil-i vucûd-i mâ râ ârâst (114)
Yezdân hâhem cihan digergûn konedî. (564)
Z’âverden-i men nebûd dovrân râ sûd. (235)
Zâhid gûyed: Behişt bâ hûr hoşest. (138)
Zâhid kerem-i torâ ço mâ neşnâsed, (277)
Zan pîş ki ez zemâne tâbî bohorîm, (384)
Zan pîş ki gamhât şebîhûn ârend (234)
Zan pîş ki nâm-i to zi âlem bereved, (233)
Zan ser be gilî ki pîr-i dihkân dâred, (200)
Zin dehr ki bûd moddetî menzil-i mâ (4)
Zingûne ki men kâr-i cihan mîbînem, (390)
Zinhâr kunun ki mîtevânî bârî, (541)

675
ORTAK RUBAİ LİSTESİ

[C: Abdullah Cevdet; D: Hüseyin Dâniş; R: Hüseyin Rifat; H:


Sadık Hidayet (Hayyam’ın Teraneleri, YKY Yayınları)]

- A-
Âbâdî-yi meyhâne zi mey horden-i mâst. (D: 271)
Âdem ço sorâhî buved u rûh ço mey, (C: 553)
Âgeh ço ne’î, dilâ, zi her esrârî, (D: 380)
Âğâz-i devan geşten-i in zerrin tâs, (C, 332; D:
Âkil be çi ummîd derin şûmserâ (C: 10)
Âkil be hurûş-i lâ ilâhe illâ hûst (C: 123)
Âlem eğer ez behr-i to ârâyend, (H: 45)
Âlem heme ger ço gûy ofted be guvî, (C: 548)
Âlem heme mihnetest u eyyam gam est. (D: 376)
Amed remezân u movsim-i bâde bereft (C: 76)
Amed seherî nidâ zi meyhâne-i mâ (C: 1; H: 1;
An akl ki der reh-i se’âdet pûyed, (C: 199)
An bâde ki kâbil-i suverhâst be zât (C: 83)
An bîhaberân ki dorr-i ma’nî softend, (H: 14)

677
An bih ki be câm-i bâde dil şâd konim (C: 362; D: 94; R: 47)
An bih ki derin zemâne kem gîrî dûst, (D: 292)
An bot ki dilem zi behr-i û zâr şodest, (C: 9)
An but ki dilem zi behr-i û ar şodest (C: 129)
An cism-i piyâle bîn be cân âbisten. (C: 430; D: 344)
An kâse ki bes nikûş perdâhte’end. (D: 344)
An kasr ki Behrâm der û câm girift (C: 79; D: 25; H: 54)
An kasr ki ber çerh hemîzed pehlû, (C: 459; D. 23); H: 56
An kes ki zemin o çerh o eflâk nihâd (C: 161)
An kovm ki seccâdeperestend, herend. (C: 170)
An la’l der âbgîne-yi sâde biyâr. (C: 294; D: 104)
An la’l-i giranbehâ zi kân-i digerest (C: 33)
An lehze ki ez ecel gorîzan gerdem. (C: 363)-
An mâye zi donyâ ki horî yâ pûşî, (C: 571; D: 141)
An merd niyem kez ademem bîm âyed; (D: 310; R: 127)
An mey ki heyât-i câvîdânîst, bohor. (C: 286; D: 265)
An mey ki Hızr-i hoceste dâred pâseş, (D: 393)
An râ ki vukûfest ber ehvâl-i cihan, (C: 428)
An rûz ki in gonbed-i mînâ bestend (C: 222)
An rûz ki nîst der ser âb-i tâkem. (C: 377; D: 352)
An rûz ki tûsen-i felek zîn kerdend (C: 165; D: 229)
Anan ki der âmedend o der cûş şodend (C: 164)
Ânân ki be kâr-i akl der mîkûşend, (R: 121; D: 22; C: 284)
Ânân ki cihân zîr-i kadem fersûdend, (C: 180)
Ânân ki der âmedend u der cûş şodend (D: 239; R: 28)
Ânân ki esâs-i kâr ber zerk nihend, (D: 321)
Ânân ki esîr-i akl u temyiz şodend, (D: 316; H:84)
Ânân ki holâse-yi cihan îşânend, (C: 179; D: 391)
Ânân ki muhît-i fazl o âdâb şodend. (C: 251; D: 2; R: 123; H: 12)
Ânân ki zi piş refte’end ey sâkî, (C: 497; D: 154; H: 13)
Ânem ki pedîd geştem ez kodret-i to, (C:463; R: 21)

678
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Angeh ki nihâl-i omr-i men kende şeved, (C:174; D: 218)


Anhâ ki felekrîze-i dehr ârâyend, (C: 198; D: 46)
Anhâ ki keşende-yi nebîd-i nâbend, (D: 308)
Anhâ ki kohen şodend u anhâ ki nevend, (D:53)
Ankes ki becomlegî torâ tekye ber ûst, (C:85)
Ankes ki goneh be nezd-i û sehl buved, (C: 175)
Ankes ki zemîn u çerh u eflâk nihâd, (D: 63; H: 24)
Ankû der-i meyhâne be siblet rofte, (D: 377)
Anıâ ki vukûf şod ber esrâr-i cihân (D: 258)
Anrâ meniger ki zûfunûn âyed merd (C: 193;D: 238)
Âşık heme rûze mest u şeydâ bâdâ (C: 9; D: 236)
Aşk erçi belâst, an belâ hokm-i Hodâst. (C: 142)
Aşkî ki mecâzî buved, âbeş nebuved. (C: 243; D: 324)
Avord be iztirârem evvel be vucûd, (C: 176; R: 87; D: 3; H: 2)
Âzâr-i dil-i halk mecû’îm şebî. (C: 510)

-B -
Bâ bâde nişîn, ki molk-i Mahmûd înest, (D: 146; H: 134)
Bâ bâde-yi golreng derin kâşâne (C: 481)
Bâ bet mîgoft mahî’î der teb u tâb: (D: 122)
Bâ derd besâz tâ devâ’î yâbî. (C: 522)
Bâ doşmen u dûst fi’l-i nîkû nîkûst, (C: 137)
Bâ her bed u nîk râz netvânem goft (C: 42)
Bâ hokm-i Hodâ becoz rizâ der negirift (C: 44)
Bâ in do se nâdân ki cihândârânend, (C: 201)
Bâ mâ direm-i kalb nemîgîred coft (C: 43)
Bâ mâ to herançi gû’î, ez kîn gû’î. (C: 521)
Bâ merdom-i pâkbâz o âkil âmîz. (C: 318; D: 347; R: 52;)
Bâ mey be kenâr-i cûy mîbâyed bûd. (D: 189)
Bâ mutrib u mey hûrsiriştî ger hest, (C: 88; D: 392)

679
Bâ nefs hemîşe der neberdem; çi konem? (C: 379; D: 333)
Bâ rahmet-i to men ez goneh nendîşem. (C: 372; D: 390)
Bâ servkadî tâzeter ez harman-i gul (C: 354; D: 128)
Bâ sifle-yi tondhûy-i bî akl o vekâr (C: 297)
Bâ to be harâbât hemîgoftem râz (C: 317)
Bâ yâr ço ârmîde bâşî heme omr, (C: 300; D: 58; H: 20)
Bâ yâr hoşem, câm-i şerâb ovlâter. (C: 296)
Bâ zolf-i botî be bend u best âmede’îm, (R: 5)
Bâ zolf-i to ger destdirâzî kerdem, (C: 389)
Bâzı bûdem, peride ez âlem-i râz, (C: 320)
Be rûy-i gul ez ebr nikâbest henüz, (C: 319)
Begrift merâ melâlet zerrâkî. (C: 519)
Ber çihre-yi gul nesîm-i novrûz hoş est. (D: 113; H: 120)
Ber dâr piyâle vo sebû ey dilcû, (C: 464)
Ber dest yekî tîğ ço âbest merâ (C: 18)
Ber gîr zi hod hisâb eğer bâhaberî, (C: 520)
Ber hod der-i kâm u ârizû râ bestem (C:369)
Ber kûzegerî perîr kerdem gözeri (D: 49; H: 69)
Ber lovh nişân-i bûdenîhâ bûdest (C: 41; H: 26)
Ber mefreş-i hâk hoftegân mîbînem, (C: 371; D: 27; R: 154; H. 52)
Ber pây-i to bûse dâden, ey şem’-i tarab (C: 26)
Ber rehgozerem hezâr câ dâm nihî. (D: 222)
Ber rûy-i gul ez ebr nikâbest henüz. (D:325)
Ber rûy-i nikûy u leb-i cûy u mul u verd, (D: 149)
Ber seng zedem dûş sebûy-i kâşî. (C:516; D: 41; R: 129; H: 67)
Ber zarf-i sipihr hâtırem rûz-i nohost (C: 133; D: 254)
Berceh, berceh zi cây-i hâb ey sâkî! (C: 518; D: 107)
Berdâr piyâle vu sebû, ey dilcû, (D: 100; H: 66)
Bergîr zi hod hisâbî er bâhaberî. (D :382)
Berhîz o bedeh bâde; çi cây-i sohenest? (C: 147; D. 260)
Berhîz o biyâ botâ berây-i dil-i mâ (C: 6; D. 176)

680
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Berhîz o mehor gam-i cihan-i gozeran. (C: 431; D: 125; R: 76; H: 124)
Berhîz u bekûb pây ki mâ dest zenîm (C: 368; D. 369)
Berhîz u devâ-yi in dil-i teng beyâr. (261)
Berhîzem u azm-i bâde-yi nâb konem. (263)
Beşkoft ço gol rûy-i nigâr ey sâkî! (C: 517; R: 29)
Bîbâde mebâş tâ tevânî yekdem (C: 367; R: 147)
Bigâne eğer vefâ koned, hîş-i menest (C: 45)
Bîş ez men u to merd o besî zen bûdest. (C: 150)
Binger zi sabâ dâmen-i gol çâk şode. (C: 482; D: 50; 139;
R: 78; H: 60)
Binger, zi cihan çi tarf ber bestem? Hîç. (C: 157; D: 57; H: 107)
Bisyâr begeştîm be gird-i der u deşt; (D: 6; H: 49)
Bişnov zi men ey zobde-i yârân-i kohon. (C: 432; D: 313)
Bolbol ço be bâğ nâle ber dest girift, (C: 149)
Bot goft be botperest: Key âbid-i mâ (C: 14)
Bothâne vo Ka’be hâne-i bendegîst (C: 40; R: 27)

-C -
Câmî yo meyî yo sâkiyî ber leb-i kişt (C: 148; D: 383)
Câmîst ki akl âferîn mîzenedeş. (C: 343; D: 12; H: 43)
Cânâ men u to numûne-yi pergârîm. (C: 380; D: 394)
Cânâ zi kodam dest ber hâste’î? (C: 476)
Cânâ, mey-i sâf-i nâmoşevveş mîhor. (C: 299)
Cânem be fedâ-yi anki û ehl buved, (D: 329)
Coz Hak hokmî ki hokm râ şâyed, nîst. (C: 145)
Coz râh-i kalenderân-i meyhâne mepûy. (D: 130; H: 96)

- Ç-
Çend ez gam o gosse-i cihan kâlakâl? (C: 355)
Çend ez pey-i hırs u âz ten fersûde (D: 80)

681
Çendan bohorem şerâb kin bûy-i şerâb (C: 22; D: 213; R: 89; H: 80)
Çendan boro in reh ki doyî berhîzed. (C: 205)
Çendan ki nigâh mîkonem her sû’î, (C: 530; D: 262)
Çendan ki zi hod nîstterem, hestterem. (C: 393)
Çendîn gam-i mâl u hasret-i donyâ çîst? (D: 293)
Çendin gam-i bîhûde mehor; şâd bezi. (C: 575;D: 169)
Çon âb be cûybâr u çon bâd bedeşt, (D: 132)
Çon âmadenem be men nebud rûz-i nohost, (D: 109; R: 40; H: 94)
Çon aşk-i ezel bûd-i merâ inşâ kerd (C: 194)
Çon bâde horî zi akl bigâne meşov, (77)
Çon bâde horî, zi akl bigâne meşov. (C: 461; R: 77)
Çon bulbul-i mest râh der bûstan yâft (C: 93)
Çon çerh-i felek hiç be kâm-ı to negeşt (C: 52; D: 76; H: 40)
Çon ebr be novrûz roh-i lâle beşost, (D: 48; H: 62)
Çon fovt şevem, be bâde şûyîd merâ (C: 7; H: 79)
Çon hâsil-i âdemi derin deyr-i do der (C: 308; D: 65; H: 23)
Çon hâsil-i âdemi derin şûristân, (D: 86; R: 66)
Çon her nefeset zi zindegânî gozered, (D: 264)
Çon huşyârem, tarab zi men pinhânest; (D: 166)
Çon kâr ne ber murâd-i mâ hâhed reft (C: 51; D: 81)
Çon lâle be novrûz kadeh gir be dest (C: 50; D: 101; H: 122)
Çon mîgozered omr çi şîrîn o çi telh (C: 159; D: 99; R: 99)
Çon mînedehed ecel emân ey sâkî, (D :370)
Çon morde şevem hâk-i merâ gom sâzîd, (C: 213; D: 210,212; H: 78)
Çon morden-i to morden-i yekbâregîst (C: 135; D: 84)
Çon nîst derin zemâne sûdî zi hired (C: 209; D: 353; R: 11)
Çon nîst hakikat u yakîn ender dest, (D: 17)
Çon nîst mekâm-i mâ derin deyr mokîm, (C: 381; D: 96; R: 145; H: 93)
Çon nîst torâ coz an ki û dâde karâr, (C: 298)
Çon nîst zi herçi hest coz bâd be dest (C: 128; D: 291; R: 85; H: 106)
Çon ohde nemîkoned kesî ferdâ râ (C: 8; D: 117; H: 112)

682
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

Çon omr beser resed, çi Bağdâd çi Belh, (H: 95)


Çon rûzî yu omr bîş u kem netvan kerd. (H: 27)
Çon şîr-i derende der şikârîm heme. (C: 495)

-D -
Dâdem be omîd rûzgârî ber bâd (C: 220)
Dânende ço terkîb-i tebâyi’ ârâst, (C: 139; D: 8; R: 33; H: 11)
Dânî ki sepîdedem hurûs-i seherî, (C: 534; D: 134)
Dânî zi çi rûy ûftâdest o çi râh (C: 485)
Dârem zi cefâ-yi felek-i âynegûn, (C: 438)
Der âlem-i bîvefâ ki menzilgeh-i mâst (C: 55; D: 374)
Der âlem-i cân behûş mîbâyed bûd (C: 223; D:343)
Der âlem-i hâk ez keran ta be keran, (C: 437)
Der aşk-i to sad güne melâmet bekeşem. (C: 385; R: 152)
Der bâğ ço bod gûre-yi torş evvel-i dey, (C: 533)
Der câm-i tarab bâde-i gulreng hoşest (C: 97)
Der câm-i to yâkût-i revan ey sâkî ! (C: 537)
Der comle-i deşt-i hâveran ger hârîst, (C: 117)
Der costen-i câm-i Cem cihan peymûdîm. (C: 412)
Der çeşm-i muhakkikan çi zîbâ vu çi zişt (C: 131; D: 240)
Der çeşm-i to âlem erçi mî ârâyend, (C: 195; D: 190)
Der dâire-yi sipihr-i nâpeydâ gûr (C: 287; D: 123; H: 125)
Der dâire-yi vucûd dîr âmede’îm. (C: 386)
Der dehr ber-i nihâl-i tahkik nerost. (C: 154; D: 269)
Der dehr her an ki nîm nânî dâred, (C: 224; D: 158)
Der dehr herkesî be gul’izârî neresîd. (C: 228; D: 247)
Der dest hemîşe âb-i engûrem bâd. (C: 229)
Der dih mey hemço erguvân ey sâkî ! (C: 536)
Der dih mey-i la’l-i lâlegûn-i sâfî. (C: 535)
Der dih mey-i la’l-i mişkbû ey sâkî! (C: 570)

683
Der dil netevan diraht-i endûh nişand. (C: 225; D: 108)
Der fasl-i behâr bâbet-i hûr sirişt (C: 96; D: 268; R: 138)
Der golşen eşkfeşân mîgeştem dûş, (R: 13)
Der gûş-i dilem goft felek pinhânî (C: 566; D: 227; H: 33)
Der hâb budem, merâ hiredmendî goft (C: 58; D: 97; R: 82)
Der her deştî ki lâlezârî bûde est. (D: 36)
Der her tarafî der û do sad dâm nihî. (C: 502; R: 61)
Der hikmet eğer Aristo vo Cumhûr’î, (C: 538)
Der kârgeh-i kûzegerî kerdem rây. (C: 539; D: 30; H: 71)
Der kârgeh-i kûzegerî reftem dûş. (C: 339; D: 29; R: 2; H: 73)
Der kûy-i niyâz her dilî râ deryâb (C: 23)
Der kûzegerî perîr kerdem gozerî, (R: 115)
Der meclis-i uşşak nişestîm heme. (C: 483)
Der mescid egerçi bâniyâz âmede’em, (C: 382; D: 196; R: 151)
Der meykede coz be mey vuzû netvan kerd. (C: 219; D: 270)
Der molk-i to ez tâ’etı çîzî nefuzûd (C: 226; D: 386)
Der movsim-i gul bâde-yi gulreng bohor. (C: 301; D: 319; R: 30)
Der nây-i gerâbe golgol-i mey çi hoşest! (C: 141)
Der pây-i ecel ço men serefkende şevem, (C: 388; D: 90; R: 88; H: 82)
Der perde-i esrâr kesî râ reh nîst (C: 54; D: 21)
Der râh-i hired be coz hired râ mepesend. (C: 188)
Der rûy-i zemîn eğer merâ yek hiştest, (C: 136; D: 345; R: 110)
Der ser heves-i botân-i çon hûrem bâd. (D: 208)
Der ser megozâr hîç sovdâ-yi mohâl. (C: 356;D: 153)
Der sövme’e vu medrese ve deyr u kinişt (C: 56; D: 275)
Der şo’bedehâne-yi cihan yâr mecûy. (C: 531)
Derdâ ki dilem be hîç derman neresîd! (C: 221)
Derdih mey-i la’l-i lâlegûn ey sâki. (D: 119)
Derdih mey-i la’l-i lâlegûn-i sâfî, (D: 163)
Derdih mey-i la’l-i mişkbûy ey sâkî, (D: 161)
Dervîş, zi ten câme-yi sûret berken. (D: 326)

684
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Deryâb ki ez rûh codâ hâhî reft (C: 99; D: 18)


Deryâb ki omr-i nâzenîn migzered. (D: 378)
Dest-i ço meni ki câm o sâger gîred, (C: 227; D: 361)
Dey ber leb-i cûy bâ nigârî movzûn, (C: 440)
Dey kûzegerî bedîdem ender bâzâr (C; 303; D: 32)
Didem be ser-i imâretî merdi ferd, (H: 65)
Diğer gam-i in gerdiş-i gerdûn nehorîm. (C: 383)
Dîşeb zi ser-i sıdk safâ-yi dil-i men, (C: 435)
Dil çerâğîst ki nûr ez roh-i dilber gîred, (C: 185)
Dil fark nemîkoned hemî dâne zi dâm. (C: 424; D: 303; R: 72)
Dil goft merâ ilm-i ledunnî hevesest. (D; 302)
Dil sırr-i heyât eğer kemâhî dânist (C: 59; D: 10; R; 79; H: 5)
Do çiz ki hest mâye-yi dânâ’î. (C: 532)
Donya be morâd rânde gir, âhir çi? (C: 484; D: 56; H: 103)
Donyâ ço fenâst, men coz fen nekonem. (C: 387; D: 305; R: 108)
Donyâ dîdî yu herçi dîdî, hîçest (C: 57; D: 55; H: 102)
Donyâ ne makâm-i tost, ne cây-i nişest. (D: 170; R: 140)
Dovrân-i cihânî bî mey u sâkî hoş nîst (C: 98; D: 127; H: 136)
Dovrî ki der û âmeden o reften-i mâst, (C: 152; H: 10)
Dûşîne pey-i şerâb mîgerdîdem, (D: 75)

-E -
Ebr âmed u bâz ber ser-i sebze girîst. (C: 80; D; 40; H: 61)
Ecrâm ki sâkinân-i in eyvânend, (C: 272; D: 14; H: 9)
Eczâ-i piyâle râ ki derhem peyvest (D; 7; H: 44)
Eflâk ki coz gam nefezâyend diğer. (C: 285; D: 72; R: 150; H: 28)
Efsûs ki bîfâyide fersûde şodîm! (C: 411; D: 88; H: 19)
Efsûs ki nâme-i cevânî tey şod! (C: 184; D: 43; R; 34; H: 35)
Efsûs ki nân-i pohte hâmân dârend (C: 166)
Efsûs ki sermâye zi kef bîrûn şod, (C: 181; D: 51; H: 36)

685
Eğer gerdiş-i in dâ’ire-yi bîpâyân (D: 242)
Eknun ki cihan râ be hoşî destresîst (C: 91)
Eknun ki gul-i se’âdetet porbârest, (C: 78; D: 178; R: 68)
Eknun ki zened hezâr destân destan, (C: 429; D: 252)
Eknun ki zi hoşdilî be coz nâm nemând (C: 172; D: 191; H: 21)
Endâze-yi omr bîş ez şest menih. (D: 306)
Ender reh-i ışk pâk mîbâyed şod. (C: 252; D: 307; R: 69)
Endîşe-i cormem ço be hâtir gozered, (C: 177)
Esrâr-i cihan çonanki der defter-i mâst (C: 130)
Esrâr-i ezel râ ne to dânî yu ne men; (D: 1; H: 7)
Esrâr-i hakikat neşeved hal be soâl. (C: 357)
Evvel be hodem ço âşinâ mîkerdî, (C: 511)
Ey âb-i heyât mozmer ender leb-i to, (C: 462)
Ey an ki gozîde-i cihânî to merâ (C: 2; R: 4)
Ey an ki netîce-yi çihâr o heftî, (C: 501; D: 283; H: 29)
Ey an ki toî holâse-yi kovn u mekân! (C: 426)
Ey bâde-yi hoşguvâr! Der câm bihî. (C: 568; D: 317)
Ey bâde-yi nâb o ey mey-i mînâ’î! (C: 545; R: 71)
Ey ber heme serverân-i âlem fîrûz! (C: 315; D: 201)
Ey bes ki nebâşîm o cihan hâhed bûd (C: 173; D: 78; R: 54; H: 51)
Ey bihaber ez kâr-i cihan; hiç ne’î. (C: 493)
Ey bihaber, in cism-i mocessem hîçest. (C: 86; D: 54; H: 101)
Ey bîhaberan, işve-i donyâ meharîd. (C: 162)
Ey çerh heme hasis râ çiz dehî; (D: 79)
Ey çerh zi gerdiş-i to horsend niyem. (D: 337; R: 8)
Ey çerh, dilem hemîşe gamnâk koni. (C: 505; D: 334; R: 146)
Ey çerh-i felek! Herâbî ez kîne-i tost! (C: 30; D: 64; H: 39)
Ey çerh-i felek; ne nân şinâsî, ne nemek. (C: 348)
Ey der taleb-i to âlemi der şerru şûr! (C: 295)
Ey dil ço hakîkat-i cihân hest mecâz, (C: 310; D: 220; H? 32)
Ey dil ço zemâne mîkoned gamnâket, (C: 82; D: 156; R: 131)

686
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Ey dil metaleb visâl-i ma’lûlî çend. (D: 290)


Ey dil to be idrâk-i muamma neresi, (C: 496; D: 16; H: 4)
Ey dil zi zemâne resm-i ihsân metaleb. (D: 73; R: 107)
Ey dil! Mey o ma’şûka becû der bakî. (C: 515)
Ey dil, ço bezm-i an sanem binşestî, (C: 498)
Ey dil, çu nasîb-i to heme hûn şodenest. (C: 35)
Ey dil, heme esbâb-i cihân hâste gir; (C: 290; D: 148)
Ey dil, zi gam-i cism eğer pâk şevi, (C: 506; D: 335)
Ey dûst, biya tâ gam-i ferdâ nehorîm. (C: 366; D: 151; H: 130)
Ey dûst, gam-i cihân bîhûde mehor; (D: 179; R: 120)
Ey ez harem-i zât-i to akl âgeh nî. (C: 503)
Ey geşte şeb u rûz be donyâ nigeran ! (C: 425)
Ey gol! to be rûy-i dilrobâ mîmânî. (C: 508)
Ey hâce! Yeki kâm revâ kon mâ râ (C: 5)
Ey hâce-yi fakîh çon torâ nîst haber, (R: 26)
Ey hemnefesan, merâ zi mey kût konîd. (C: 163; D: 211; R: 38)
Ey hoşnezer-i gamzeger-i rengâmîz! (C: 316)
Ey kâşki cây-i âremîden bûdî! (C: 512; R: 16)
Ey kerde zi lutf u kahr-i to sun’-i Hodâ (C: 17)
Ey kûzegerem begûş eğer hoşyârî, (C: 507)
Ey mânde be tezvîr-i ferîbende girov. (D :187)
Ey men der-i meyhâne be siblet rofte, (C: 473)
Ey mey! leb-i la’l-i yâr mîdâr be dest. (C: 122; D: 388)
Ey moftî-yi şebr, ez to porkârterîm (C: 361; D: 237; H: 85)
Ey nîk nekerde vo bedîhâ kerde, (C: 471; D: 280)
Ey pîr-i hiredmend, pegehter berhîz, (H: 59)
Ey refte be çovgân-i kazâ hemço gû! (D: 349)
Ey refte vo bâz âmede “bel hum” geşte. (C: 480)
Ey sûhte-yi sûht'e vo sûhtenî! (C: 565; R: 58)
Ey vâkıf-ı esrâr-i zamîr-i hemekes! (C: 331)
Ey yâr, zi rüzgâr bâş âsûde. (C: 470)

687
Eyd âmed o kârhâ nikû hâhed kerd. (C: 189; D: 372)
Eykâş ki cây-i âremîden bûdî, (D: 62; H: 22)
Eyşî ki moheyyâst, rehâ netvan kerd. (C: 278)
Eyvây ber an dil ki derû sûzî nîst! (C: 153; D: 294)
Eyyâm-i cevânîst, şerâb ovlâter. (C: 293)
Eyyâm-i zemâne ez kesî dâred neng, (H: 127)
Ez âb u gilem silişte’î, men çi konem? (D: 228)
Ez âb-i adem tohm-i merâ kâşte’end (C: 190)
Ez âmeden o reften-i mâ sûdî kû? (C: 460; D: 11; H: 18)
Ez âmeden-i behâr o ez reften-i dey (C: 514; D: 173; H: 128)
Ez âmedenem nebûd gerdûn râs, (D: 15; D: 3)
Ez âteş-i in me’âsiyem dûdî nîst. (C: 84)
Ez bâde şeved tekebbür ez serhâ kem. (D: 295)
Ez bûdenî ey dûst çi dârî tîmâr? (C: 288)
Ez cirm-i hazîz-i hâk tâ ovc-i zuhel (D; 246; R: 24)
Ez comle-yi reftegân-i in râh-i dirâz (C: 312; D: 82; H: 46)
Ez defter-i aşk mîguşûdem fâlî, (C: 513; D: 350; R: 44)
Ez defter-i omr pâk mîbâyed şod (C: 167)
Ez ders-i ulûm u zohd bogrîzî bih. (C: 469; D; 150; H: 126)
Ez fazl inan bepîç o der sâger pîç (C:156)
Ez gerdiş-i in dâire-yi bîpâyân (C: 427)
Ez gerdiş-i in zemâne-yi dûnperver (C: 292)'
Ez gerdiş-i rüzgâr behre dergîr. (C: 309; D: 152; R: 153)
Ez hâdise-yi zemân-i âyende mepors. (C: 334; D: 235)
Ez hâlik-i kirdigâr o ez Rabb-i rahîm (C: 360; D: 332; R: 31)
Ez her çi horî bâz şerâb ovlâter. (D: 396)
Ez herçi becoz meyest kûtâhî bih. (C: 468; D: 360)
Ez herze beher derî nemîbâyed tâht (C: 37; D: 387)
Ez matbah-i donyâ to heme derd horî. (C: 509)
Ez men ber Hayyâm resânîd peyâm. (C: 423)
Ez men ber Mustafâ resânîd selâm. (C: 422)

688
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Ez men ramakî be sa’y-i sâkî mânde est (C: 90; D: 89; H: 100)
Ez menzil-i kufr tâ be dîn yek nefesest. (C: 29; D: 95; R: 63; H: 108)
Ez nâmedehâ zerd mekon çihre-yi hîş. (C: 335)
Ez omr-i to çonki mîterâşed şeb u rûz, (C: 313)
Ez refte kalem hîç digergûn neşeved. (D: 221)
Ez ten ço bereft cân-i pâk-i men o to, (C: 458; D: 26; R:111;H: 57)
Ez vâki’a’î torâ haber hâhem kerd (C: 186)

-F -
Fâsık hânend merdomânem peyvest (C: 103)
Fasl-i gul u tarf-i cûybâr u leb-i kişt (C: 92; D: 133; H: 119)
Ferdâ alem-i firâk teyy hâhem kerd. (C: 245; D: 98; R: 75; H: 141)
Ferdâ ki nasîb-i nîkbahtân bahşend. (C: 192)
Feryâd ki reft omr ber bîhûde! (C: 487;D: 397)

-G -
Gam çend horî be kâr-i nâ âmede pîş? (C: 341; D: 137)
Gâvîst der âsmân o nâmeş pervîn. (C: 445; D: 193; R: 25; H: 15)
Geh geh dil-i men derin kafes teng âyed. (C: 255)
Geh geşte nihan, rû be kesî nenmâyî. (C: 549)
Geh şerbet-i eyş sâf bâşed geh dord. (C: 258)
Ger âmadenem be hod budî, nâmedemî. (C: 557; D: 66; H: 17)
Ger bâde be kûr der dihî, raks koned. (C: 254; D: 216; R: 90)
Ger bâde horî to, bâ hiredmendân hor. (C: 304; D: 248)
Ger bâde horî, zi akl bîgâne meşov. (D: 368)
Ger ber felekem dest bodî çon Yezdân, (C: 448; D: 83; R: 36; H: 25)
Ger ber felekî, be hâk bâz ârendet (C: 87)
Ger dest dehed zi mağz-i gendom nânî, (C: 555)
Ger ez pey-i şehvet u hevha hâhî reft, (C: 104; D: 20)

689
Ger govher-i tâ’etî nesoftem hergiz, (C: 324; D: 298)
Ger gul nebuved nasîb-i mâ, hâr bes est. (C: 350; D: 282; R: 132)
Ger men zi mey-i mogâne mestem, hestem. (C: 395; D: 234; H: 74)
Ger mey nehorî, ta’na mezen mestan râ (C: 12; R: 45)
Ger mey nûşed gedâ, be mîrî beresed. (D: 249; R: 139)
Ger molk-i to Mısr u Rûm u Çîn hâhed bûd, (D: 181)
Ger rûyizemîn be comle âbâd konî (C: 550; D: 241; R; 126)
Ger solh neyâbem zi felek, ceng înek. (C: 351)
Ger şâdî-yi hîşten der an mîdânî, (C: 552)
Ger şohre şevî be şehr, şerro’n-nâsî, (C: 556; D: 389)
Ger yâr-i menîd, terk-i tâmât konîd. (C: 257; R: 39)
Ger zanki be dest âyed ez mey do menî. (C: 554; D: 251)
Gerdîm zi zemîn hîç gulî ber nâred. (C: 187)
Gerdûn kemen zi omr-i fersûde-i mâst. (C: 105; D: 243; R: 32; H: 142)
Gerdûn zi sehâb nesteren mîrîzed. (C: 263; D: 286)
Gerdûn zi zemîn hîç golî bemâred, (D: 38; R: 156)
Goftem ki diğer bâde-yi gulgûn nehorem. (D :351)
Gorre çi şevî be mesken o kâşâne? (C: 477)
Gul goft ki men Yûsuf-i Mısr-i çemenem. (C: 407; D: 320; R: 92)
Gul goft: bih ez likâ-yi men rûyî nîst, (D: 74; R: 17)
Gul sobhdemî behod berâşoft u berîht (D: 39)
Gûyend be haşr goftigû hâhed bûd. (C: 262)
Gûyend behişt o hûr-i ayn hâhed bûd. (C: 247; D: 203; R: 142; H: 88)
Gûyend behişt u hûr u kovser bâşed. (C: 248; D: 159; R: 73; H: 89)
Gûyend heran kesan ki bâperhîzend (C: 210; D: 233; R: 125)
Gûyend kesan ki behişt bâ hûr hoşest, (D: 192; R: 149; H:90)
Gûyend ki mâh-i remezan geşt pedîd. (C: 256)
Gûyend mehor bâde ki şa’bân ne revâst (C: 75)
Gûyend mehor mey ki belâkeş bâşî. (C: 551; D: 336)
Gûyend merâ ki dûzehî bâşed mest (C: 74; H: 87)
Gûyend merâ ki mey bohor kemter ezin, (C: 446; D: 198)

690
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

-H -
Hâhî ki esâs-i omr mohkem yâbî, (D: 266)
Hâhî ki nihed pîş-i to gerdûn gerden; (C: 436)
Hâhî ki pesendîde-i eyyâm şevi, (C: 573)
Hâhî zi firak der figân dâr merâ (C: 15)
Hak cân-i cihânest o cihan comle beden. (C: 434)
Hâl-i gul u mul bâdeperestan dânend. (C: 218)
Hân kûzegerâ bepây eğer huşyârî, (D: 31; R: 113; H: 70)
Hân tâ be harâbât hurûşî bezenîm. (C: 414)
Han ta be herabat-ı mecazı nayı! ' (C: 574)
Hân tâ ber mestân be doroştî neşevî! (C: 563)
Hân tâ nenihî ber ten-i hod gosse vo derd! (C: 274; D: 135)
Hârî ki zîr-i pây-i her heyvânîst, (C: 31)
Hayyâm egerçi hergeh-i çerh-i kebûd (C: 214)
Hayyâm ki heymehâ-yi hikmet mîdûht, (C: 95: D: 44)
Hayyâm tenet be hayme’î mâned râst (C: 94; D: 348)
Hayyâm torâ ço dâhil-i kabr konend, (C: 169)
Hayyâm zemâne ez kesî dâred neng (C: 349; D: 162)
Hayyâm, eğer zi bâde mestî, hoş bâş. (C: 338; D: 92; R: 60; H: 140)
Hayyâm, zi behr-i goneh in mâtem çîst? (C: 53; D: 338)
Heftâd o do milletend der dîn kem o bîş (C: 345; D: 384)
Hengâm-i golest; ihtiyârî bokonem. (C: 406)
Hengâm-i sabûh ey sanem-i ferrohpey! (C: 562; D: 143; H: 116)
Hengâm-i sabûhest o hurûş ey sâkî! (C: 561)
Hengâm-i sepîdedem hurûs-i seherî, (H: 114)
Her cor’e ki sâkiyeş be câm efşâned, (C: 275)
Her dil ki der û mâye-i tecrîd kem est. (C: 112)
Her dil ki derû nûr-i muhabbet besirişt (C: 70)
Her geh ki dilet teng şeved, beng bohor. (C: 302)
Her kû rakamî der dil bengâşt, (R: 53)
Her kû tarabî zi akl der dil mîkâşt (C: 113)

691
Her nîk o bedî ki der nihâd-i beşerest (C: 110; R: 98)
Her sebze ki der kenâr-i cû’î roste est (C: 69; D: 37; R: 148; H: 63)
Her sobh ki rûy-i lâle şebnem gîred, (D; 301)
Her sobhgehî ki der harâbât şevem. (C: 415)
Her tövbe ki kerdîm, şikestîm heme. (136)
Her tövbe ki kerdîm, şikestîm heme. (C: 492; R: 136)
Her zerre ki ber rûy-i zemînî bûdest, (C: 155; H: 58)
Herçend ki ez günâh bedbahtem o zişt (C: 72)
Herçend ki reng u rûy zîbâst merâ (C: 13; D: 9; R: 74; H: 1)
Hergeh ki benefşe câme ber reng zened, (C: 276; D: 124; H: 123)
Hergeh ki tulû’-i sobh-i ezrak bâşed, (D: 274)
Hergiz be tarab şerbet-i âbî nehorem. (C: 413)
Hergiz dil-i men zi ilm mahrum neşod. (C: 168; D: 339; R: 134)
Hîn sobh demîd o dâmen-i şeb şod çâk. (C: 352; D: 385)
Hokmî ki ez û mohâl bâşed, perhîz. (C: 321)
Horremdil an kesî ki ma’rûf neşod (C; 217; D: 342)
Horşîd kemend-i sobh ber bâm efkend. (C: 241; D: 356)
Hoş bâş ki âlem gozeran hâhed bûd. (C: 216; D: 346)
Hoş bâş ki gosse bîkeran hâhed bûd. (C: 215; D: 341)
Hoş bâş ki pohte’end sovdâ-yi to dey, (D: 278)
Huş dâr ki rüzgâr şûrengîzest. (D: 309)
Huşyâr nebûde’em demî tâ hestem. (C: 396; D: 115; R: 128)

-İ-
îzed behişt va’de ber mâ mey kerd; (R: 103)
îzed ço nehâst ançi men hâste’em, (C: 408; D: 327)
İbrîk-i mey-i merâ şikestî rabbî. (C: 500;D: 273)
Imrûz ki âdîne mer ûrâ nâmest (C: 81)
Imrûz ki novbet-i cevânî-i menest (C: 34; H: 16)
Imrûz torâ destres-i ferdâ nîst (C: 36; D: 147; H: 135)

692
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

îmşeb ber-i mâ mest ki âverd torâ? (C: 3)


îmşeb mey-i câm-i yek menî hâhem kerd. (D: 217; H: 77)
İn akl ki der reh-i se’âdet pûyed, (C: 265; D: 175; R: 23)
İn bahr-i vucûd âmede bîrun zi nihoft, (H: 8)
İn cem’-i ekâbir ki menâsib dârend (C: 182)
İn çerh ço tâsîst nigûn oftâde. (C: 472; D: 67)
İn çerh ki bâ kesî nemîgoşâyed râz. (C: 314; D: 136)
İn çerh-i cefâpîşe-i âlîbonyâd (C: 183; D: 340; R: 59)
İn çerh-i felek behr-i helâk-i men o to (C: 457; D: 126)
İn çerh-i felek besî ço mâ kişt u durûd. (D: 230)
İn çerh-i felek ki mâ der û heyrânîm (C: 364; D: 61; H: 105)
İn dehr ki bûd moddetî menzil-i mâ, (R: 7)
İn ehl-i kubûr hâk geştend o gobâr. (C: 289; D: 47; R: 101)
İn kâfile-i omr aceb mîgozered! (C: 160; D: 140; H: 113)
İn kâr-i cihan eğer be taklîdestî, (C: 504)
İn köhne ribât râ ki âlem nâmest, (C: 77; D: 24; R: 19; H: 53)
In kûze ço men âşık-i zârî bûdest (C: 38; D: 34; R: 104; H: 72)
İn kûzegerân ki dest der gil dârend (C: 177: D: 33)
İn sûret-i kovn comle nakşest o hiyâl. (C: 353; D: 357)
İn yek do se rûz novbet-i omr gozeşt (C: 32)
İzed behişt va’de ber mâ mîkerd (C: 171)

-K -
Katre begirîst ki ez bahr codâ’îm heme. (C: 474)
Kavmî mutefekkirend der mezheb u dîn; (D: 5)
Kavmî zi gozâf der gurûr oftâdend, (D: 4)
Kem hor gam-i rûzgâr-i nâsâz şode. (R: 55)
Kem kon tama’-i cihân o mîzî horsend. (C: 260; D: 184)
Kerdîm diğer şîve-yi rindî âğâz, (C: 325; R: 96)
Kes huld u cehîm râ nedîdest ey dil. (C: 359; D: 19; R: 51; H: 91)

693
Kes moşkil-i esrâr-i ezel râ negşâd. (C: 259)
Kes râ pes-i perde-i kazâ râh neşod. (C: 261)
Koncî yu do kors ez cihân bogzîdem, (D: 311)
Kovmî motefekkirend der mezheb o dîn. (C: 444)
Kovmî zi gozâf der gurûr oftâdend. (C: 246; R: 109)
Kû mutrib o mey tâ bedehem dâd-i sabûh? (C: 158)
Kunh-i hiredem derhor-i isbât-i to nîst. (D: 330)
Kur’ân ki mihîn kelâm hânend û râ, (C: 318)
Kur’ân ki bihîn kelâm hânend û râ (C: 11; D: 318)

-L -
Leb ber leb-i kûze bordem ez gâyet-i âz (C: 311; D: 180; H: 139)

-M -
Mâ âşık o mest o meyperestîm heme. (C: 490)
Mâ âşık u âşofte vu mestîm imrûz. (C: 328)
Mâ cây-i nemâz ber leb-i hom kerdîm. (C: 401; D: 366)
Mâ efser-i hân u tâc-i key befrûşîm. (D: 197)
Mâ kâfır-i ışkîm u moselman digerest. (C: 65)
Mâ kez mey-i bîhodî tarabnâk şodîm. (C: 403)
Mâ lo’betekânîm o felek lo’betbâz. (C: 326; D: 45; H: 50)
Mâ râ gûyend dûzehî bâşed mest. (D: 202)
Mâ vo mey o ma’şûk u sabûh ey sâkî! (C: 559)
Mâ’îm'be lotf-i hak tevellâ kerde, (D: 279)
Mâ’îm der ûftâde çon morg be dâm. (C: 410; D: 85)
Mâ’îm harîdâr-i mey-i köhne vu nov. (C: 465; D: 206; R: 143)
Mâ’îm ki sermest-i şerâbîm modâm. (C: 405)
Mâ’îm nihâde ser be fermân-i şerâb (C: 27)
Mâ’îm u mey u mutrib u in konc-i herâb (C: 28; D: 323)

694
ABDULLAH CEVDET / ÖMlüt UAYYAM RUBAtLKKt

Mâ’im derû fotâde çon morg be dâm, (R: 64)


Ma’şûk ki omreş ço gamem bâd dirâz, (C: 329; R: 10)
Mâhî-yi omîd-i omrem ez şest bereft. (D: 375)
Mahrem hestî ki bâ to gûyem yek dem, (C: 400; D: 70)
Maksûd zi comle âferîniş mâ’îm. (C: 402; D:281)
Megzâr ki gosse der kenâret gîred (C: 191; D: 188)
Mehtâb be nûr dâmen-i şeb beşkâft. (C: 109; D: 144; H: 111)
Men bâde be câm-i yek menî hâhem kerd. (C: 267; R: 65)
Men bâde horem velîk mesti nekonem. (C: 399; R: 84)
Men bende-i âsiyem, rizâ-yi to kocâst? (C: 106; D:354; R: 94)
Men bî mey-i nâb zîsten netvânem. (C: 417; D: 186; H: 76)
Men der remezân rûze eğer mîhordem, (C: 404; D: 204)
Men hiç nedânem ki mera an ki sirişt (C: 107; D: 207; R: 141; H: 92)
Men mey horem o muhâlifân ez çep u râst (C: 108)
Men mîhorem o her ki ço men ehl buved, (C: 268; D: 314; R: 43)
Men tövbe konem ez heme çiz, ez mey ne. (C: 488)
Men zâhir-i nişti yo hestî dânem. (C: 398; D: 300; R: 41; H: 99)
Men zin dil-i bihaber be cân âmede’em. (D: 87; R: 106)
Meşnov sohen-i zemâne sâz âmedegân. (C: 452)
Mey ber kef-i men nih ki dilem der tâbest. (H: 132)
Mey ber kef-i men nih o berâver golgol. (C: 358)
Mey ber roh-i dilberân-i çâlâk bohor. (C: 305)
Mey der kadeh insâf ki cânîst latif (C: 347; D: 312)
Mey der kef-i men nih ki dilem der tâbest (C: 64)
Mey gerçi herâmest velî tâ ki hored. (C: 266; D:315)
Mey hor ki be zîr-i gil besi hâhî hoft. (C: 151; D: 199; R: 137; H: 47)
Mey hor ki felek behr-i helâk-i men u to, (H: 64)
Mey hor ki modâm râhet-i rûh-i to ûst (D: 267; R: 124)
Mey hor ki tenet be hâk der zerre şeved. (C: 283; D: 256)
Mey hor ki zarîfân-i cihan râ der Rey (C: 558)
Mey hor ki zi dil kesret o kıllet bebered. (C: 264; D: 168)

695
Mey horden u gird-i nîkuvan gerdîden (C: 451; D: 276; R: 83)
Mey horden u şâd bûden âyîn-i menest (C: 66; D: 118; H: 75)
Mey horden-i men ne ez berây-i tarabest (C: 73; D: 253)
Mey kuvvet-i cism o kuvvet-i cânest merâ (C: 19)
Mey la’l-i mozâbest u surâhî kânest (C: 132)
Mey nûş ki omr-i câvidânî înest. (D: 157; R: 46; H: 133)
Mey nûş konem velîk mestî nekonem. (D: 255)
Mey râ ki hired hoceste dâred pâseş, (C: 342)
Mey-i la’l muzâbest u sorâhî kânest. (D: 296)
Meyhâre eğer ganî buved, ûr şeved. (C: 269)
Meylem be şerâb-i nâb bâşed dâ’im (C: 397)
Mîkûş ço zîr-i felek-i bîbâkî. (C: 529)
Mîporsîdî ki çîst an nakş-i mecâz? (C: 327; D: 331; H: 42)
Miskin dil-i derdmend-i dîvâne-yi men, (C: 449; D: 381; R: 37)
Morgî dîdem nişeste ber bâre-yi Tûs. (C: 333; D: 28; R: 80; H: 55)
Movcûd-i hakîkî be coz insan nebuved. (C: 208)

-N -
Nâborde be sobh der taleb şâmî çend, (C: 270)
Nâkerde gonâh der cihan kîst? begû. (C: 466; D: 272)
Nakşîst ki ber vucûd-i mâ rîhte’î. (C: 491)
Nâzem be harâbât ki ehleş ehlest, (C: 127; D: 359; R: 12)
Ne sûy-i visâl-i to merâ destresî, (C: 560)
Ne tâlib-i mescidem, ne mâil be kinişt (C: 67; D: 60)
Nefset be seg-i hâne hemîmâned râst (C: 68)
Netvan dil-i şâd râ be gam fersûden. (C: 453; D: 160; R: 97)
Nîkest be nâm-i nîk meşhûr şoden. (C: 454; D: 371)
Nîkî yu bedî ki der nihâd-i beşerest, (D: 224; H: 34)

696
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

- o -

Oftâd merâ bâ mey o mestî kârî. (C: 499; D: 257; R: 119)


Omret çi do sad buved, çi sisad, çi hezâr, (D: 68; R: 57)
Omret tâ key be hodperestî gozered (D: 131; H: 143)
Omrî be gul u bâde bereftîm u begeşt (C: 63; R: 67, 81)
Omrîst ki meddâhî-yi mey vird-i men est. (395)
Omrîst ki meddâhî-yi mey vird-i menest. (C: 101; D: 395; R: 157)

-P -
Pâk ez adem âmedîm o nâpâk şodîm. (C: 419)
Pendî dehemet eğer be men dârî gûş, (C: 336)
Peyveste harâbât zi rindân hoş bâd. (C: 202)
Peyveste zi gerdiş-i felek gamgînem. 370)
( C :

Pîrâneserem ışk-i to der dâm keşîd (C: 253; D: 183,259)


Pîrî dîdem be hâb-i mestî hofte, (D: 364)
Pîrî dîdem be hâne-yi hommârî. (C: 523; D: 138; H: 48)
Pîrî zi harâbât burûn âmed mest (C: 89)
Pîş ez men u to leyi u nehârî bûdest (C; 39; D: 35; R: 133)
Pur hûn zi fırâket cigerî nîst ki nîst (C: 46)

- R -

Reften çu hakîkatest, pes bûden çîst? (C: 100)


Reftend o zi reftegân yekî nâmed bâz (C: 322)
Reftîm o zi mâ zemâne âşofte bemând. (C: 230)
Rindî dîdem nişeste ber hing-i zemîn. (C: 443; D: 59; H: 104)
Rov, ber ser-i eflâk-i cihân hâk endâz. (C: 323)
Rov, bîhaberî gozîn eğer bâhaberî, (C: 540)
Rûhî ki monezzeh est zi âlâyiş-i hâk, (D: 358)

697
Rûzî bînî merâ to mest oftâde. (C: 489; D: 367)
Rûzî do ki mohletest mîhor mey-i nâb (C: 25; D: 299; R: 100)
Rûzî ki be dest ber nihem câm-i şerâb (C: 24)
Rûzî ki dilem be reng-i âbî yâbî (C: 572)
Rûzî ki merâ zi hîş bîgâne konend, (C: 232)
Rûzî ki nihâl-i omr-i men kende şeved, (H: 81)
Rûzî ki şeved “ize’s-semâ inşakkat” (C; 60)
Rûzî ki zi to gozeşte şod, yâd mekon. (C: 441; D: 112; R: 20)
Rûzîst hoş u hevâ ne germest o ne serd (C: 231; D: 142; H: 118)

-S -
Sâgar por kon, ki berfgûn âmed rûz. (D: 182)
Sahrâ roh-i hod râ be ebr-i novrûz beşost. (D: 106)
Sâkî beberem ger bot-i yâkûtlebest, (D: 71; R: 93)
Sâkî dil-i men zi dest eğer hâhed reft (C: 124)
Sâkî gam-i men bolendâvâze şodest. (C: 121; D: 185; H: 97)
Sâkî gul u sebze bes tarabnâk şodest. (C: 134; D:120; H: 121)
Sâkî ki lebeş moferrih-i yâkûtest, (C: 144)
Sâkî zi deret sefer nehâhîm girift. (C: 126)
Sâkî! dil-i mâ ki dâne-i mihr-i to kâşt, (C: 125)
Sâkî, çu zemâne der şikest-i men u tust, (C: 62)
Sâkî, kadehî ki şem’-i dil der negirift. (C; 140)
Sâkî, kadehî! ki kâr-i âlem nefesîst. (C: 119; D: 177; R: 130)
Sâkî, kadehî, ki kârsâzest Hodâ (C: 20)
Sâkî, mey-i hoşguvâr ber destem nih. (C; 486)
Sâkî, nazarî be bîkesan behr-i Hodâ! (C: 21)
Sâkî, nazarî, ki dil zi endîşe tohîst. (C: 146)
Sâzende-yi kâr-i morde vo zinde to’î. (C: 542)
Serdefter-i âlem-i me’ânî aşkest. (D: 250)
Serkerde-yi rindân-i herâbât menem. (C: 391)

698
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Sermest be meyhâne gözer kerdem dûş. (C: 340; D: 365; R: 105)


Seyyâd ne’î, hadîs-i nahcîr mekon. (C: 447)
Seyyâd-i ezel ço dâne der dâm nihâd, (C: 196; D: 226; R: 114)
Sır ez heme nâkesan nihan bâyed dâşt (C: 61)
Sîm erçi ne mâye-i hiredmendânest, (C: 143; D: 244)
Şirret heme dânâ-yi felek mîdâned. (C: 236)
Sobh est o demî ber mey-i golreng zenîm. (C: 394; D: 116; H: 117)
Sobhî hoş o horremest; hîz ey sâkî! (C: 567; D: 172)
Sonnet mekon u ferîze râ hem megzâr. (D: 373)
Sostî mekon o farîza-yi hak begozâr. (C: 291)
Sovdâzede râ bâde per u bâl buved. (C: 237)
Sûdî to derin kovm çi kerdî ki herend. (C: 207; R: 155)

-ş-
Şâd âmedî ey râhet-i cânem ki to’î. (C: 546)
Şâdî betaleb ki hâsil-i omr demîst. (C: 118; D: 77; H: 109)
Şâdîhâ kon ki an zeman hâhed bûd. (C: 238)
Şâhâ zi mey o motribî yo encomenî. (C: 543)
Şâhâ, feleket be hosrevî ta’yîn kerd. (D: 284)
Şeb nîst ki âh-i men be covzâ neresed, (C: 206)
Şeb nîst ki akl der tehayyor neşeved. (C: 239)
Şebhâ gozered ki dîde berhem nezenîm. (C: 392)
Şem’est o şerâb o mâhtâb ey sâkî! (C: 544; R: 6)
Şermet nâyed ezin tebâhî kerden? (C: 442)
Şeyhî be zen-i fâhişe goftâ: Mestî. (C: 547; D: 194; H: 86)

-T -
Tâ bâz şinâhtem men in pây zi dest, (D: 145)
Tâ betvânî, hidmet-i rindân mîkon. (C: 433; D: 215; R: 144)

699
Tâ betvânî, rence megerdan kes râ; (C: 16; D: 288)
Tâ çend esîr-i akl-i her rûze şevîm? (C: 374; D: 110)
Tâ çend esîr-i reng o bû hâhî şod? (C: 203; D: 69)
Tâ çend hadîs-i “penc” o “çâr” ey sâkî? (C: 525; D: 155)
Tâ çend konem arze-yi nâdânî-yi hîş? (C: 337)
Tâ çend melâmet konî ey zâhid-i hâm? (C: 375; R: 3)
Tâ çend zenem be rûy-i deryâhâ hişt? (H: 6)
Tâ çend zi mescid o nemâz o rûze ? (C: 479; D: 214)
Tâ çend zi Yâsîn o Berât ey sâkî? (C: 526)
Tâ der heves-i la’l-i leb o câm-i meyî, (C: 528)
Tâ der ten-i tost ostohân o reg o pey, (C: 527)
Tâ dest be ittifâk berhem nezenîm, (D: 114; H: 138)
Tâ efser-i hân o tâc-i key befrûşîm. (C: 376; R: 118)
Tâ hâk-i merâ be kâlıb endâhtend, (D: 223; H: 30)
Tâ huşyârem, merâ tarab noksânest (C: 47)
Tâ key gam-i an horem ki dârem ya ne ? (C: 475; D: 91; H: 137)
Tâ key omret be hodperestî gozered? (C: 244)
Tâ key zi cefâ-yi herkesî neng keşîm? (C: 378; D: 362)
Tâ key zi çerâğ-i mescid u dûd-i kinişt? (C: 120; D: 232; H: 31)
Tâ key zi gam-i zemâne mahzûn bâşî? (C: 569; D: 171)
Tâ yâr şerâb-i canfezâyem nedehened, (C: 211)
Tâ zan neberî ki ez cihan mîtersem, (C: 373)
Tâ zan neberî ki men be hod mevcûdem! (C: 418; D: 328)
Tâ zohre vo meh der âsmân geşt pedîd, (C: 250; R: 116; H: 110)
Tab’em be nemâz o rûze çon mâil şod, (C: 240; D: 355; R: 14)
Tab’em heme bâ rûy-i çol gul peyvended. (C: 242; D: 105; R: 102)
Ten der gam-i rûzgâr-i bîdâd medih. (C: 478; D: 111; R: 62)
Ten zen ço be zîr-i felek-i bîbâkî. (D: 167; R: 48; H:131)
Terkîb-i piyâle râ ki derhem peyvest? (C: 48; R: 91)
Ters-i ecel u vehm-i fenâ mestî-yi tust (C: 49)
Tîrî ki ecel keşed, siperhâ hîçest. (C: 111)

700
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ

To âmede’î be pâdşâhî kerden. (C: 439)


Tongî mey-i la’l hâhem o dîvânî. (C: 524; R: 42; H: 98)
Tövbe mekon ez mey egeret mey bâşed, (C: 204; D: 209)
Tövbe nekoned herki sebâteş bâşed (C: 212)

- V-
Vakt-i seherest, hîz ey mâye-i nâz, (C: 330; H: 115)
Vakt-i seherest, hîz ey sâdepeser (C: 306; D: 165; R: 86)
Vaktest ki ez sebze cihân ârâyend, (C: 273; D: 322)
Vaktî ki tulû-i sobh-i ezrak bâşed, (C: 271; R: 35)
Vez gonbed-i gerdende bed ikbâlî bîn. (C: 450)

-Y
Yâkût leb-i la’l-i bedehşânî kû? (C: 467; D: 363; R: 95)
Yârab be dil-i esîr-i men rahmet kon. (C: 455; D: 287)
Yârab goşây ber men ez rızk den (R: 56)
Yârab men eğer gonâhî bîhod kerdem, (C: 409)
Yârab tu kerimî yu kerimî keremest. (C: 116; R: 15)
Yârab zi reh-i bîş o kemem bâz rehan. (C: 456)
Yârân ço be ittifâk dîdâr konîd. (D: 277; H: 83)
Yârân heme ittifâk-i mî’âd konîd. (C: 280; D: 285; R: 22)
Yârân-ı muvâfık heme ez dest şodend. (C: 197; D: 42; H: 38)
Yareb to gilem sirişte ’î; men çi konem? (C: 365)
Yâreb, to cemâl-i an meh-i mihrengîz, (D: 200)
Yek câm-i şerâb sad dil o dîn erzed. (C: 282; D: 289; R: 117)
Yek cor’e mey-i köhne zi molk-i nov bih. (C: 494)
Yek cor’e mey ez memleket-i Cem hoşter. (C: 307)
Yek cor’e-yi mey molk-i cihan mî erzed. (C: 279;D: 205)
Yek cor’e-yi mey zi mulk-i Kâvus bihest (C: 71; D: 195)

701
Yek cov gam-i eyyâm nedârîm, hoşîm. (C: 416)
Yek dest be Moshefîm o yek dest be câm. (C: 421; R: 135)
Yek hefte şerâb horde bâşî peyvest (C: 115)
Yek katre-yi âb bûd u bâ deryâ şod, (H: 41)
Yek nân be do rûz eğer şeved hâsil-i merd, (C: 249; D: 245)
Yek rûz zi bend-i âlem âzâd niyem. (C: 420)
Yek yek honerem bîn o goneh deh deh bahş. (C: 346)
Yekçend be kûdekî be ostâd şodîm, (D: 52; H: 37)
Yekrûz felek kâr-i merâ sâz nedâd. (C: 281)
Yezdân ço gil-i vucûd-i mâ râ ârâst (C: 114; D: 231; R: 50)
Yezdân hâhem cihan digergûn konedî. (C: 564)

-Z -
Z’âverden-i men nebûd dovrân râ sûd. (C: 235; R: 112)
Zâhid gûyed: Behişt bâ hûr hoşest. (C: 138)
Zâhid kerem-i torâ ço mâ neşnâsed, (C: 277)
Zan bâde ki omr râ heyâtî digerest, (D: 164)
Zan kûze-yi mey ki nîst der vey zararî (D: 103; H: 68)
Zan mey ki merâkût-i revânest, bedih. (D: 121; R: 49)
Zan pîş ki ez zemâne tâbî bohorîm, (C: 384; D: 102; R: 122)
Zan pîş ki gamhât şebîhûn ârend (C: 234; D: 219)
Zan pîş ki nâm-i to zi âlem bereved, (C: 233; D: 129; H: 129)
Zan rûh ki râh-i nâb mîhânendeş (D: 297; R: 70)
Zan ser be gilî ki pîr-i dihkân dâred, (C: 200)
Zin dehr ki bûd moddetî menzil-i mâ (C: 4)
Zin gonbed-i gerdende bed efâlî bîn. (D: 174; R: 18)
Zin pîş nişân-i bûdenîhâ bûde est, (D: 225)
Zingûne ki men kâr-i cihan mîbînem, (C: 390)
Zinhâr kunun ki mîtevânî bârî, (C: 541; D: 379)

702
İNDEKS

- A- 190, 192, 199, 215, 247,


253, 256, 274, 287, 295,
A. F. Graf von Schack 66 302, 305, 312, 337, 344,
Abdulkâsım 62, 63 351, 371, 383, 385, 397,
Abdullah Cevdet 7, 9, 10, 47, 60, 407, 412, 416, 418, 419,
73, 655, 677 422, 436, 441, 463, 466,
Abdullah Muhammed el-Karmatî 484, 497, 511, 524, 531,
21 547, 564, 579, 588, 602,
Abdürrezzak 19 604, 622, 628, 637, 640,
Âdem 30, 272, 443, 476, 629, 641
657, 677 Almanya 13, 65, 372
Ahbâru'l-ulemâ bi ahyâri'l-ulemâ Almuta Kalesi 38
24 Alparslan 62-64
Ahmed Hayyât 20 Amerika 13,43, 69-71
Alaaddin Cuveynî 37 Amerika Birleşik Devletleri 71
Alfred Tennyson 41 Anadolu 43
Allah 21, 22, 24, 26, 29, 34, 39, Arabistan 15, 334
43, 47, 56-58, 60, 63, 81, Asmânî 62
86, 88, 96, 97, 132, 137, Attar 33, 70
143, 151, 160, 176, 182, Avrupa 14, 17,40,42, 65, 70, 72

703
-B - Cuvier 39
Çihar Makale 18, 22, 33
Baba Tahir-i Hemedânî 72
Bâbî Rıza 38
Bağdat 21, 62, 64, 65 -D -
Bâkıl 28 Darmesteter 67
Barbares Poeme’inde Ultra De Rerum Natura
Coelos 50 (Mahiyet-i Eşya) 47, 66
Behram-ı Gûr 42 Descartes 39
Belh 21, 22, 235, 683 Devletşah 31
Benî İsrail 34 Dilmestî-yi Mevlana 47
Berkî 62 Dr. Arthur Christensen 15
Blake 56 Dr. Halo Pizzi 66
Bodenstedt 66 Dr. Rıza Tevfik Bey 71
Byron 47, 70 Dr. Roux 39
Dünya Savaşı 14
-c,ç-
Calcutta Revue 70 -E - •
Casimir Delavigne 58 E. Byles Cowell 70
Celâleddin-i Rûmî 33 E. Denison Ross 62
Cezr-i murabba ve muka’ablar E. Fitz Gerald 13
çıkarmak için hendelîlerin E. Jenner 39
usullerinin sıhhati 23 E. Mahmoud Kadjar
Ch. Baudelaire 68, 211 (Mahmud Kâcâr) 11
Ch. Grolleau 35 Ebû Hâmid el-Gazzâlî 19
Chapman 41 Ebû Tahir 17
Charles Baudelaire 68 Ebu'l-alâ el-Ma'arrî 16,26,29,60,
Charles Darwin 70 66, 114, 324, 419
Chield Harold 47 Ebu'l-Hasen el-Gazzâlî 19
Cihanguşâ fi't-târih 37 Ebu'l-Muzaffer İsfezârî 17
Claude Anet 12, 13 Ebulfeth Celaleddin Melikşah 64,
Clovis Hugues 40 65
Conte de Gobineau 31 Edison 39
Corci Zeydan 29 El-Kıftî 24

704
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

El-Luzûmiyât 29 Gıyâseddin Ebu’l-feth Ömer b.


El-Mansur 16 İbrahim el-Hayyâmî 17
El-Risâle fî berâhîni’l-cebr ve’l- Gibb 69,495
mukâbele 73 Goethe 35, 39, 45, 47, 68, 171
El-Vücûd, el-Kevn ve’t-Teklîf 23 Grolleau 12, 35, 68
Elihu Wedder 13
Ellick Mom 68 -H -
Enverî 62, 117
Epicure 66 H. de Regnier 54
H. M. Cadell 69
Emest Renan 15, 66
Esfâr 34 Habil 56, 57
Hacer-i Esved 29
Eş'âr-i arabiye 23
Hafız 33, 509, 541
Euclide 22, 73
Halil Halid Bey 72
Euclide’in eserindeki
bazı müşkülat 22 Hallucine 35, 56
Hamlet 35, 47, 48
Hammer von Purgstall 65
-F -
Hanefîler 21
F. de Lesseps 39 Hanri Heine 35
F. Henry 66, 67 Haşan Sabbah 37, 38, 62-64
F. Woepcke 73 Hâver Gazetesi 10
Fabre 40 Havva 56, 57
Faust 47,171 Hayyam 7, 9-22, 24, 26, 29, 31-
Fievre d’Ame 43 42, 45, 47, 48, 50-53, 56,
Firdevsî-i Tûsî 16 58-73, 129, 170, 171, 245,
Firkadeyn 27 290, 356, 414, 425, 427,
Fransa 12, 40, 69 499, 509, 555, 629, 641,
Franz Toussaint 12, 39 653, 655, 656, 677
Franz von Siller 66 Henri Casalis 47
Henri Heine 68
Fuzûlî 51,160
Hıristiyanlar 29
Hîre mezarlığı 22
-G -
Hilâl gazetesi 29
Gence 20 Hindistan 72
Gessler 38 Homer 41

705
Horasan 21, 61, 147, 543 John Hay 41
Hüccetü'l-Hak 18 John Payne 69
Hülagu 37, 38 Josephin 54
Hüseyin Dâniş Han 12, 24, 34, Josephine Knorr 51
653, 655
Hüseyin Efendi 12
-K -
Kâbe 52, 99, 116, 455
-İ-
Kabil 24, 56, 57, 58
İbni Mukaffa 16 Kadim İranilerin, Medlerin ve
İbni Sina 18, 22 Partların Dinler Tarihi 69
İbrahim 17, 62 Kalküta 72
İctihad 20, 59, 60, 73, 136 Karâmite 21
İctihad Evi 60, 73 Kasa 28
İhtişâmü’s-Saltana Mahmud Han Keats 41
Kâcâr 9 Kelîle ve Dimne 16
İkbal Kütüphanesi 12 Keramos 47
İmam Muvaffak 63 Keşf-i ebyât-i Mesnevi 14
İngiltere 13, 69, 70, 71 Kisrâ 614
İran 9, 11, 12, 14-16, 20, 65, 67, Kitab-ı aşk 47
69, 70-72, 147, 162, 291, Kitâb-i ulûm-i tabiiye 23
293, 340, 343, 357, 420, Kitabu’ş-Şifâ 22
598, 603, 614, 638, 653, Kraliçe Victoria 41
655, 656
Küba 31
İran Edebiyatı Tarihi 65
Kudüs 56, 62
İsfezârî 17, 21
Kur'ân 17, 87,136, 162, 295, 303,
İsmailiye 37, 62-64 338, 383, 418, 497, 509,
İstanbul 72 580, 602, 635, 669, 694
Kurretu’l-ayn 20
- J-
J. M. Guyau 45-47 -L -
Jean Lahore 47 L'Ane 53
Jean Marie Gouyeau 56 L’Art au Point de Vue
Jenner 39, 70 Sociologique 56

706
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

La Comedie de la Mort 48 Meymûn İbnu’n-Necîb el-Vâsıtî


La Nature â l’Homme 53 17
La Nuit des Dieux 54 Mısır ehramları 59
La Revue Persane 45 Mîzânu’l-hikem 23
Laert 48 Milton 26, 70
Lamarck 39 Mirza Muhammed 13, 33
Lamartin 50, 54 Mirza Muhammed-i Kazvînî 33
Le Golfe de Baia 54 Mistral 40
Leconte de Lisle 50, 56-58 Mrs. Batson 62
Leipnitz 39 Muallim Feyzi Efendi 71, 457
Leopardi 35 Muhammed b. Melikşah 18
Les Voix Interieures 51 Muhammed Bahaeddin Cuveynî
Levâzimu’l-emkine 23 37,38
Li-taipe 35 Muvaffaküddin 62
Londra 26, 62, 69,71-73,495 Muzaffereddin Şah 72
Longfellow 47 Münih 12
Lucrece 36, 47, 66 Müslümanlar 29
Luther 48

-N -
-M -
Nâsuliddin Şâh 38
M.E. Herriot 40 Nathan Haskel Dole 42
Ma’arratu’n-nu’man 26 Nicolas 12, 13, 66, 69, 70, 420,
Madam Le Ackermann 53 608
Mahmud Han 9, 14 Nişabur 17, 19-22, 42, 61, 62, 64,
Marconi 39 235, 556
Martholde 12, 13 Nizâmî-i Arûzî 18, 19, 21
Matbaa-i İmparatorî 13 Nizamülmülk 17, 63, 64
Mecûsiler 29 Nuruosmaııiye Kütüphanesi 37
Mehistî 20 Nuzhetu’l-ervâh ve
Melikşah (Sultan Celaleddin) ravzatu’l-efrâh 25
17-19, 64, 65
Merv 21
Mesâil-i cebriye’nin hal ve isbâtı
22

707
-o, ö- -S,ş-
Omar Khayyam’s Club 71 S. Prodom 68
Ombre d’un Reve 55 Sadî 27, 30, 33, 68,112,160, 259,
Ophelie 48 262, 286, 349, 500
Örfî 32, 33, 66, 143, 357, 360, Sadreddin Ebu'l-Muzaffer 21
497, 598 Saktu'z-zend 26
Osmanischer Lloyd gazetesi 12 Selçuklu İmparatorluğu 64
Oxford Üniversitesi 69 Semmâk-i a’zel 27
Ömer Hayyam Cemiyeti 72 Semmâk-i râmih 27
Ömer Hayyam Kulübü 71 Seyyid Tevfik 10
Shakespeare 20, 35,47, 49, 70
-P - Shelley 70
Paris 31, 59,70,73, 608, 635, 638 Societe Asiatique 66
Pascal 39, 656 Sultan Sencer 20, 64
Pasteur 39 Sultan Üçüncü Osman 37
Paul Albert 49 Süfyan b. Muâviye 16
Paul Verlaine 68, 648 Süha 28
Premieres meditations 50 Süreyya 28
Prof. Dr. Kari Süssheim 12, 13 Svvinbume 68
Profsör Mr. Browne 72 Şafiîler 21
Şehname 65
-Q- Şemsad 61
Qain 56-58
-T -
-R - Tahran 72, 634
Razavî Dağı 27, 31 Taine 55
Rıza Tevfik Bey 12, 24 Takvîm-i Celâli 17
Ronsard 48 Târih-i Celâli 65
Rubaiyât-ı Gazzâlî (Les Quatrains Tarih-i Cihanguşâ 37
d’ Al Gazali) 47 Tenisin 68
Rubâiyât-ı Hayyam ve Türkçeye The Graphic 71
Tercümeleri 9 Theophlie Gautier 48
Rückert 65 Thomas Balley Aldrich 42

708
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ

Thomas Cariyi 70
Thomas de Quincey 68
Thomas Hyde 69
Türkiye 14, 564

- Ü-
Üçüncü Napolyon 12, 70

- V-
Veterum Persarum Religio 69
Victor Hugo 51,53,105,135,174
Voltaire 65

- W-
Whienfield 23, 69, 273
Wilhelm Teli 38

- Y-
Yahudiler 29

-Z -
Zîc-i Melikşâhî 17, 23, 65

709
B a tı e d e b iy a t ın ı iy i b ile n , k e n d is i de b ir ş a ir o la n A b d u lla h C e v d e t,

H a y ya m ru b aile rin in m ensur ç e v irile rin i yaptıktan sonra H a y ya m e tk isin in B a tı

d ü n y a s ın d a k i iz le r in i s ü rm ü ş , g e t ir d iğ i ö r n e k le r le ç a lış m a s ın ı adeta b ir

k a r ş ıla ş tır m a lı e d e b iy a t k ita b ı h a lin e g e tirm iş tir. K it a b ın h e r ik i b a s k ıs ın ın

önsözünde yer alan ta h lil k ıs ım la rı da bu esere ayrı b ir değer katm ıştır.

E s e r y a y ın a h a z ır la n ır k e n k ita b ın d i l i b u g ü n k ü n e s il ta ra fın d a n zo r

anlaşılacağı iç in sadeleştirme yoluna g id ild i.

H e r ru b a in in m ensur ç e v iris in d e n sonra ta ra fım ızd a n y a p ıla n m anzum

çe virisine de yer v e rild i.

Ö te yan d an a lfa b e t ik s ıra d a ru b a i lis t e s i h a z ır la n d ı. B u n u n a rd ın d an

H ü s e y in R if a t ’ ın , H ü s e y in D a n iş ’ in ve ç e v ir is i ta ra fım ız d a n y a p ıla n , S a d ık

H id a y e t, H a y y a m ’ ın T e ra n e le ri a d lı eserdeki ru b a ile rin ortak liste s i sunularak

karşılaştırm a im kânı sağlandı.

Sunulan ça lışm a n ın ik i y ara rı şudur. H a y y a m 'ın ru b a ile rin i Farsçasından

o k u y ara k ş iird e k i m u s ik in in ruhuna ve ritm in e u laşm ak m ü m kündür. İk in c is i,

b ir dere ce ye k ad a r F a rs ç a b ile n le r , F a rsça m e tin le ri v e ç e v ir ile r i o k u y a ra k

b ild ik le ri Farsçam n dü zeyin i ço k yukarıya çekebilirler.

ISBN: 978-605-4498-59-8

9 7 8 6 0 5 4 4 9 8598

You might also like