Professional Documents
Culture Documents
ABDULLAH CEVDET
Ömer Hayyam
RUBAİLERİ
OŞULE
.... DOĞU K L A S İK L E R İ----
Dr. ABDULLAH CEVDET
(9 Eylül 1869, Arapgir - 29 Kasım 1932 İstanbul)
Türk siyasetçi, göz hekimi, düşünür, şair, çevirmen ve Türkiye’de Batıcılık akı
mının önde gelen temsilcilerinden. Öğrenim yıllarında edebiyata ilgi duydu. Abdülhak
Hamid, Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem ve Halid Ziya’dan etkilendi. 1889’da
Tıbbiye’deki dört arkadaşı ile birlikte daha sonra İttihad ve Terakki’ye dönüşecek olan
İttihad-ı Osmani Cemiyetini kurdu. Öğrencilik yıllarında birkaç kez tutuklandı, sürgüne
gönderildi. Cenevre’ye yerleştikten sonra Jön Türklerle buluştu. Burada Osmanlı Gaze-
tesi’ni çıkardı, çeviriler yaptı. 1904’de İctihad adlı basımevifıi kurup aynı adlı bir dergi
çıkardı. 1908’de Reinhardt Dozy’nin Essai sur l’Historique de l ’Islamisme adlı eserini
“Tarih-i İslâmiye” adıyla çevirerek iki cilt halinde yayımladı. Peygamber aleyhinde sal
dırgan yazılar içermesi dolayısıyla bu kitap toplatılarak yasaklandı. 1910’da İstanbul’a
döndü ve kendi matbaası olan İctihad Evi’ni kurdu, Kütübhane-i İctihad dizisini çıkar
dı. Seçkin insanların yetişmesine yönelik bir eğitim sistemini ve biyolojik materyalizmi
savundu. Türkiye’nin ilk kadın ve işçi hakları savunucuların biri oldu.
Belli Başlı eserleri şunlardan ibarettir: Şiir kitapları: Hiç (1890), Türbe-i Masu
miyet (1890), Tulûât (1891), Mensur kitaplar: Dimağ (1890), Ramazan Bahçeleri
(1891), Fiyolocyâ-i Tefekkür (1892), Fünûn ve Felsefe (1897). Çeviriler: W eber’den
Asırların Panoraması, Hayyam’dan Rubaiyat, Mevlana’dan Divan’dan Seçmeler, Gus-
tave Le Bon’dan Dün ve Yarın, İlm-i Rûh-i İçtimaî ve Amelî Ruhiyat.
M EH M ET KANAR
01.01.1954 tarihinde Konya’da doğdu. İlkokulu Konya Gazi Mustafa Kemal İl-
kokulu’nda, ortaokulu İstanbul Kartal Maltepe Ortaokulu, liseyi Vefa Lisesi’nde tamam
ladı. 1970-1971 öğrenim yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars
Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’ne girdi. 1974-1975 akademik yılında bu bölümü bitirdik
ten sonra 1975 Kasım’ında aynı bölümün Fars Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nde doktora tah
siline başladı. Kasım 1979’da “Çağdaş İran Edebiyatının Doğuşu ve Gelişmesi" adlı te
ziyle Doktor ünvanını aldı. 1986 tarihinde Yardımcı Doçent oldu. 1990 tarihinde Fars Di
li ve Edebiyatı Bilim Dalı’nda Doçentliğe, 1996 tarihinde de Profesörlüğe yükseltildi.
2007 tarihi itibarıyla emekliliğe ayrıldı. Halen Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakül
tesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde ders vermektedir. Evli ve bir çocuk babasıdır.
profkanar@yahoo.com
profkanai@gmail.com
Şule Yayınlan : 431
Doğu Klasikleri Dizisi : 20
Editör:
Tuna Yukay
İç Düzen:
Fatma Betül Çifçi
Kapak:
Ramazan Erkut
Baskı - Cilt:
Alioğlu Matbaacılık
Şule Yayınları
Alayköşkü Cad. No: 2-4 K: 4 Cağaloğlu/İSTANBUL
Tel: (0212) 528 23 57 - 528 11 46 Faks: (0212) 528 25 89
e-mail: iletisim@suleyayinlari.com
www.suleyayinlari.com
DR. ABDULLAH CEVDET
ÖMER HAYYAM
RUBAİLERİ
ŞULE YAYINLARI
Nisan 2013
İÇİNDEKİLER
S u n u ş...................................................................................................................... 7
Hakîm Ömer Hayyam
Mütercimin Önsözü (İkinci Baskı İç in )...........................................................9
Birinci Baskının Ö n sözü .................................................................................. 61
Rubailer................................................................................................................75
Teşekkür............................................................................................................ 653
Bir Takrizden ................................................................................................... 655
Rubailerin F ih risti........................................................................................... 657
Ortak Rubai Listesi ......................................................................................... 677
SUNUŞ
7
HAKÎM ÖMER HAYYAM
MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ (İkinci baskı için)
9
miye vu riyâziye-i hakîm-i moşârunileyh râ bâ edille vo şevâhid-i
edebîyye ve felsefiyye-yi hokemâ-yi islâmiye te’vîl u tefsîr ve se-
nâ-yi umûm-i sâlikân u teşnegân-i vâdi-yi edeb râ be hod celb no-
mûde’end. Der âhir-i kitâb yegâne dânişver-i bîmedânî edîb-i erîb
agayi Mirzâ Hoseyn Dâniş Han tekrîz-i becâ vu bâmovki’î râ teh-
rîr ve hidemât-i ma’neviye-i motercim-i mohterem râ berâvorde-i
zebân-i te’zîm o tekrîm fermûde’end. Hakîkaten in eser-i mohim
mânend-i bâkiyetu’s-sâlihât der defter-i e ’mâl-i Doktur-i moezze-
munileyh tâ dâmine-i kıyâmet becâ hâhed mând. Bilumûm moşte-
rikîn-i hod u dûstdârân-i ilm u edeb râ be iktinâ vo herîdârî-yi in se-
fer-i celîl teşvîk nomûde, movaffakiyyet-i motercim u morettibeş râ
ez dergâh-i İlâhî mes’elet mînomâ’îm.
Seyyid Tevfîk
Modîr-i Rûznâme-i Hâver
Tercümesi:
İran sefarethanesi, 2 Ocak 1918
E.Mahmoud Kâcâr
Aziz Beyim,
Bana göndermek lütfunda bulunduğunuz Ömer Hayyam ter
cümenizi gördüm. Lütufkâr ihdânızdan dolayı teşekkür etmekle be
raber, asim fikrini sadakatle olduğu kadar zarîfane ifade eden bu ter
cümeden dolayı bütün tebrikâtımı arz ediyorum. Bu suretle tercüme
etmek alelade bir iş değildir. Bu âdeta müellifle teşrîk-i mesai et
mek, müellifle beraber çalışmaktır. Bütün ihlas ve samimiyet ile si
zi temin ederim ki kitabınız hiç şüphesiz diğer lisanlarda okudukla
rım arasında dahi fârisî metnin kuvvet ve tesirini en iyi eda edendir.
11
Binaenaleyh tebrikâtıma teşekkürlerimi de ilave ve teşekkür
etmede pek mümtaz hissiyât-ı ihtiramkâranemin arzını terdîf ede
rim, beyim.
Mahmud Kâcâr
12
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
13
Dünya Savaşının ikinci senesinden beri kitabımın musavver,
işlemeli, tashihli olarak bir ikinci tab’ını hazırlamakla uğraşıyor
dum. Avrupa’nın muhtelif memleketlerinde, muhtelif lisanlarda re
simli olarak yayımlanan nüshaların başlıcalannı tedarik ettim. Bu
kitaplardaki resimlerin en güzelleri ve rubailerin meallerine en mu
vafık olanları seçilerek kitabımıza konuldu.
Rubailerin tertip yöntemleri muhafaza olunmuştur. Yani
kafiyelerin nihayet harflerine ve bunların alfabe tertibine göre ru
bailer sıralanmıştır. Kitabın nihayetine alfabetik bir fihrist ilave
edilmiştir. Her rubainin ilk mısraının ilk iki kelimesi alınmak su
retiyle bu tertip vücuda getirilmiştir. Tertibi hayli zahmetli ve
uzun bir iş olan böyle bir fihristin ne kadar faydalı olduğunu erba
bı lâyıkı veçhile takdir eder. Böyle bir fihrist tertibi fikri İran’ın
Türkiye eski sefiri, muhterem dostum İhtişâmü’s-Saltana hazret
leri tarafından ilham olunmuştur. Onun babası Mahmud Han’m
kıymetli eseri olan “Keşf-i ebyât-i Mesnevî”de de bu tertip ilk de
fa ihya edilmiştir.
* * *
14
ABDULLAH CEVDET I ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
1. Journal Asiatique,1868.
15
Büyük Firdevsî-i Tûsî’nin
2. Tercümesi: İş bir raddeye geldi ki deve sütü içen ve yılan eti yiyen araplar, Rey
lerin (yani eski İran şehinşahlannın) tacını istiyorlar. Tu senin yüzüne ey kahpe
felek!
3. Tarih-i İslamiyet Unvanlı tercüme kitabımızın 444.-449. sayfalarına balan.
4. Histoire des philosophes et des theologiens musulmans, par Gustave Dugat, page
70.-71.
16
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* % *
17
bulunmak, bazı hadisatı gerçekleşmeden önce haber vermek mec-
buriyetindeydi. 1114 senesi ile 1115 senesi arasında hükümdar Mu-
hammed b. Melikşah ava çıkmak için en uygun olan bir günün han
gi gün olduğunu Ömer Hayyam’dan sordurdu. Ömer Hayyam me
teoroloji bilgileri7 sayesinde uygun bir gün tayin etmeye muvaffak
oldu. Fakat Nizâmî-i Arûzî Ömer Hayyam’ın astrolojik keşif ve ih
barlara çok güvendiğini asla görmüyordu.8 Cebir alanında Ömer
Hayyam yeni keşiflerle meşhur oldu9 ve riyaziyata ait yazdıkları
bugün de takdir ve hayranlık mevzu’u olmaktadır. Diğer meseleler
de de önde gelenlerden olduğu, eski tabirle hâiz-i kasbu’s-sabak ol
duğu teslim olunmuştu.
Felsefe ile çok meşgul oluyordu. Felsefî fikirleri esas itiba
rıyla İbni Sina’mn fikirleriydi. Fakat bu nokta hakkında şevahide
sahip değiliz.10 Herhalde kuvvetli ve materyalist bir zekâ olarak
şöhret kazanmıştı. Hâlbuki taraftarları onu Hüccetü’l-Hak Unvanıy
la tebcil ediyorlardı.11
Arap şiirinde müşkül noktalara tesadüf edildiği vakit Ömer
Hayyam’a müracaat olunurdu.12 Hatta şerh-i karâinde âlimlerin ön
deri olarak tanınmıştı.13 Doktorluk da yapardı ve bu ilimdeki ma-
18
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
14. Hasta emirin yanından çıkarken vezir Ömer Hayyam’a sordu: “Hastayı nasıl bul
dunuz ve ne ilaç tavsiye ettiniz?” Hayyam “Emir son derecede tehlikeli bir vazi
yettedir.” cevabını verdi. Bir zencî köle Ömer Hayyam’m bu cevabım emire haber
verdi. Emir sağlığına kavuştuktan sonra Hayyam’a kırgın kaldı. Fakat kırgınlığım
fiilî bir husumet halinde göstermedi (Şehrizûrî).
15. Şehrizûrî.
16. Şehrizûrî.
17. Şehrizûrî.
18. Şehrizûrî.
19
bağlanmış olmakla mümtaz bir adama rast geldikleri vakit bu söz
de ulema övünmeyi ve yalanı bırakmaya, gösteriş ve entrikayı
terk etmeye çalışarak bu mümtaz adamı istihkar ve istihzalarına
konu ediyorlar”.19
Ahmed Hayyât takma adı altında ve Ömer Hayyam’ın ha
yat ve eserleri hakkında şark kaynaklarında ilgi çekici bazı tedkik-
lerde bulunmuş olan zat 171 numaralı İctihad’da Ömer Hay-
yam’ın romantik hayatına dâir hayli yeni malumat vermiştir. Bu
zata göre, Mehistî ismiyle tanınan Nişaburlu şaire Ömer Hay-
yam’ın maşukası olmuştur. Ömer Hayyam ve Mehistî, Sultan Sen-
cer’in sarayında nedim ve nedime olarak bulunmuşlardır. Ömer
Hayyam’ın hayatı üzerine düşen bu tamamen yeni ışık bazı tered
dütleri giderecek gibi görünmektedir. Hayyam’m rubaileri içinde
pek âşıkane olanlarının da bulunması, bundan sonra tereddüt ve
hayreti mucip olmayacaktn. Mehistî, Gence’de doğmuş ve Nişa-
bur’da yetişmiş ve Kurretu’l-ayn gibi gönülçelen bir Türk dilberi
fakat bir İran şairesidir. Ömer Hayyam’m romantik hayatı üzerine
açılacak bir görüş alışverişi ne kadar zayıf olursa olsun, herhâlde
bir kıymeti haizdir.
* * *
20
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
20. A Year Amongst the Persians yani “İranlIlar Arasında Bir Sene” Unvanlı eserinin
479. sayfasında Prof. Brovvne tarafından zikredilen Nâsır-ı Husrev’in öğrencilerin
den birinin üstadının tanrıtanımazca şiirlerini okuduğundan dolayı softalar tarafından
nasıl parçalandığı hikâye olunmuştur. Bu rivayet tamamen ve aynen mevsuk olmasa
da, Nişabur sakinlerinin dînî taassup ile meşhur olduğunu kafi derecede gösterir.
21. Kâmûsü’l-a’lâm’m 3616. sayfasında Ş. Sami Bey merhum bu ismi Ebû Ali Haşan
b. Ahmed-i Karmatî şeklinde kaydetmiştir. (A.C.)
22. Defermery’nin “Berkyâruk’un Saltanat Dönemi Hakkında Tedkîkat”ı, 5. seri, II.
cilt, s.235) İbnü’l-Esîr’e nazaran.
23. Târihu’l-hukemâ, tercüme-i Woepcke, s.71; metn-i arabî, s.52.
21
için müsait bir zaman tayin ve evvelden ihbar etmesi için Ömer
Hayyam’ı çağırmıştı.
Ömer Hayyam’ın 1123 yılında vukubulan ölümü aşağıdaki
gibi anlatılmıştır. Bir gün İbni Sina’nın Kitabu’ş-Şifâ’sımn ilahiyat
bahsini mütalaa etmekte olduğu halde altından bir kürdan ile dişle
rini temizliyordu. “el-Vâhid ve ‘1-kesir” bahsine gelince kürdanı ki
tabın iki yaprağının arasına koydu. Kalktı; namazını kıldı. Son va
siyetlerini yaptı. O gün bir şey yemedi, bir şey içmedi ve yatsı na
mazını kıldıktan sonra “Ey Allah’ım, kapasitem dahilinde seni bil
dim. Binaenaleyh bana mağfiret et. Hakikaten seni bilmem vesile-
i guffanımdır.” diyerek secdeye vardı; ruhunu teslim etti (Rahme-
tullahi aleyh).24
Vefatından 12 sene sonra Nizamî-i Arûzî Nişabur’da Hîre
mezarlığında Ömer Hayyam’ın kabrini buldu. Bir bahçe duvarının
dibindeydi. Bahçe tarafındaki armut ve zerdali ağaçlarının dallan
duvarın üzerinden aşarak mezarlık tarafında Ömer Hayyam’ın kab
rinin üstüne sarkıyordu. Bu dallardan Ömer Hayyam’m kabri üstü
ne o kadar çiçek dökülmüştü ki bu çiçeklerin altında Ömer Hay
yam’m mezannm toprağı görünmez olmuştu.
Arûzî diyor ki: “O zaman Belh şehrinde kendisinden işitmiş
olduğum sözleri hatırladım ve ağlamaya başladım. Çünkü yeryü
zünde onun gibi bir insan bulmadım.”25
Âlemşümul olan ilmi ve fikri alakasına rağmen Ömer, velûd
bir müellif değildi. Yazmaya olduğu kadar ders vermeye de meyli
azdı.26 Bununla birlikte çoğu Arapça olarak muhtelif eserler telif
etti. Aşağıdakilere bugün sahibiz:
Mesâil-i cebriye’nin hal ve isbâtı,27
Euclide’in eserindeki bazı müşkülat,28
Rubaiyât.
24. Şehrizûrî.
25. Çihar makale.
26. Şehrizûrî, Tarih-i Elfî.
27. Woepcke tarafından tercüme ve neşrolunmuştur.
28. Leiden kütüphanesinde elyazısı olarak mevcuttur.
22
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
23
Arapça şiirleri var, fakat bunlardan bize ulaşanlar azdır. Şun
lar Hüseyin Dâniş Han ve Rıza Tevfik Bey’in “Rubâiyât-ı Ömer
Hayyam”ma dercedilmiştir:
Sebektu’l-âlimîne ile’l-M e’âlî
Tercümesi:
Doğru düşünüş ve yüksek himmetim delaletiyle M a’âlî’ye
vusul emrinde ulemayı geçtim. Dalaletin karanlık gecelerinde be
nim hikmetimin hakikat nuru parladı. Muannidler o nuru söndür
meyi istiyorlar. Hâlbuki Allah onu itmâma sâ’îdir.37
Tercümesi:
Zamaneye güvenen kimseye akıl şaşar. Zamanenin ihsanı
rüzgâr gibi her saat değişmeye maruzdur ve nimeti gölge gibi geçi
cidir.
El-Kıftî’nin AhbâruT-ulemâ bi AhyâriT-ulemâ adlı eserinde
Hayyam’m Arapça şiirlerinden şu parça yazılıdır ve yukarıda belir
tilen “Rubâiyat-ı Hayyam” tercümesi başmda mezkurdur:
İzâ razaytu nefsî bimeysur bulga
Tercümesi:
Keffâf-i nefse yani ihtiyacatımı hadd-i asgarîsine indirmeye
razı olunca bunu bana el emeğim temin eder.
24
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
* * *
25
defalar kardeşleri kardeşlerle bedel tutarız. Vaktaki aradığım bulun
maz, nâdirül-vücud bir şey olduğu anlaşıldı, o zaman kendi kendi
me dedim ki Allah aşkına, yaşadıkça insan ile ülfet etme!
* * *
Tercümesi:
Vallahi biz öyle berbat bir zamandayız ki rüyada görseydik,
korkuyla uyanırdık. Kötü hallerden insanlar öyle fena bir vaziyet
tedirler ki ölenleri tebrik edilmeye müstahak oldu.
“Sakta’z-zend” ünvanlı divanında “ve kâle min bâbi’l-fahr”
başlığı altodaki şu muhteşem manzûme de unutulmaz ve ölmez sa
nat ve deha eserlerindendir:
İllâ fi sebîli’l-mecd mâ ene fâil...
İşte bu fahriyenin meâli:
26
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
27
mana ve idaresine şâmildir. Zaman kime hücum ederse etsin, aldır
mam. Kol kemiğim kırılsa omuzum teessüf etmez. Kol kemiğim öl
se parmaklarım ağlamaz.
Pintiliğiyle tanınan “mâder” sehâsıyla meşhur olan Tâ’î ’yi
cimrilik ve pintilikle tavsif edince ahmaklığıyla meşhur Bakıl, feta-
netiyle meşhur Kasâ’yı acizlikle tahkirde bulununca, Süha yıldızı
güneşe ‘Sen gizlisin ve gece, ey sabah senin rengin donuktur’ de
yince çakıllar ve taşlar yıldızlara kurum satınca, ey ölüm, gel, ha
yat zemîmedir. Ey nefis, doğru söylüyorum. Senin hayatın gece ya-
nsındadır. Ben giderim, gece kendisine teessüf ederek ağlar. Yıldız
gurûba mayii bir halde bulunur. Rüzgâr gibi bir atla, altm bedenli,
gümüş halhallı, Sabâ rüzgârı gibi hızlı giden bir atla (ilham atıyla)
giderim. Sanki bâd-ı sabâ dizginini benim elime vermiş, eyerimin
üstünde, kâh eşkin yürüyüşle götürür kâh bir gediğe, bir taşa bas
madan uçurur.
Elimde iki gece var. Birinin ortası yıldızlarla süslü; diğeri
yıldızsız. Simsiyah. Sanki onun karanlığı bir hicrandır ki sabahı bir
vuslatın vadeleşme yeridir. Fecir aydınlığı da bir muhabbet nazıdır.
Berikiyle bir deniz geçtim ki dalgalan çalkanıyor. Şafaktan başka
bir sahili de yok. Her korkunç yerin ortasında korkumu gideren bir
gece yolculuğuna ahitli bir arkadaştır ki şemâili asla bir kararda
kalmaz. Başının ta tepesi ağarmış ve zor kımıldayacak bir surette
bağlanmış olgun bir zenci gibidir. Sanki Süreyya sabahtan kork
muş, topallamış, sendeleyip duruyor. Sen saadet mazharı olduğun
vakit bütün kabileler sana hiddetli hiddetli göz ucuyla baksalar bi
le ehemmiyet vermezsin ve saadet kahramanlannın omuzlarındaki
mızraklar seni korur. Kınlarındaki kılıçlar sana heybet verir. Düş
manlar sana oklarını çevirecek olsalar bile o oklar gerisin geriye
döner, kendilerini deler. Devenin somunları, atın tırnakları musibet
lerinden salim kalır. Bütün felaketler tepelerine, omuzlarına yükle
nir. Nitekim mızrakların geri tarafları salim kalır da uçları zırhlı gö
ğüslere saplanır. Binaenaleyh sen izzet istersen mutedil ve orta öl
çüde bir izzet iste. Çünkü her uzanan, nihayete gelince kısalır. Be
dirler hilal iken noksandan mahfuz bulunur. Hâlbuki kemale erince
eksilmeye başlar.
28
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
Tercümesi şudur:
Şaşarım Kisrâya ve ümmetleri olan Mecûsilere! Şaşarım sı
ğır sidiğiyle yüzlerini yıkamalarına! Şaşarım Yahudilere ki kan akı
tılmasını ve yanık et kokusunu seven bir Allah’a itikad ederler! Şa
şarım Hıristiyanlara ki işkence altına alınmış ve diri diri asılmış ve
imdadına gelen olmamış bir hüdaya inanırlar! Şaşarım Müslüman-
lara ki çakıl taşı atmak (şeytan taşlamak) ve bir kaya parçasını (Ha-
cer-i Esved’i) öpmek için uzak memleketlerden gelirler! Bunlar ne
acep, ne saçma itikadlardır! Hakikati görmek hususunda bütün in
sanlar âmâ mıdırlar?40
El-Luzûmiyât yahut Luzûmu mâ yelzem ünvanlı muazzam
şiir mecmuasmdan şu manzûmeyi de okuyalım:
Ûlu’l-fazl fî evtânihim gurebâ...
Tercümesi:
Fazilet ve kemal sahipleri kendi vatanlarında gariptirler.41
Onlar yalnız kalır ve akrabaları onlardan uzaklaşır. Safa elde etmek
40. Târih-i İslâmiyet Unvanlı tercüme eserimizin ikinci cildinin 443. sayfasmda başla
yan bahsi de okuyun.
41. Nûr-i dîde ile gençliğimizin şu nağmesini de okuyun:
Çöllerde hatîb olduk.
Vatanda garîb olduk.
El bizi hasta etti.
Biz ele tabîb olduk. (A. Cevdet)
29
için bir bardak kırmızı şarap içmemişlerdir. İffet ve namus ehli ka
dınlan esir etmemişlerdir.
Uluvv-i cenabı, kendi kendisine hürmeti bulunan bir kimse
nin sadaka olarak verilen sefil bir gıda ile iktifaya mecbur olması
hayatm zillet ve ayıbı değil midir?42
Gençlik ateşi söndükten sonra neşatım zehirlendi. Şimdiden
sonra isterlerse çadmmı yıldızlann arasına kursunlar (ne fayda?).
Ey gençlik! Bana bezlettiğin aşk ve muhabbet için eğer bu
hareketim senin seyrini durdurabilseydi, senin her arzuna uyardım.
On beş yaşını geçtikten sonra artık mesut çocukluk yoktur. Kırk ya
şını geçtikten sonra aşk ve muhabbet tesellisi artık kapanmıştır. Ri
ca ederim, giysi olarak, köylülerin abasına razı olma. Zira sükut ve
sükun köşesine çekilerek dokumuş olduğun kumaşı görünce, seni
ahmaklıkla suçlarlar.43
Bu yerküre üzerinde ağaçlar ve bitkiler ile örtülü mahaller
vardır. Bu ağaçların ve bitkilerin içinde “Alendî” ağacı gibi parlak
alevlerle yananlar bulunduğu halde “Kebâ” ağacı gibi yalnız du
man neşrederek sönüp bitenler de vardır.
Üreme ipi benimle Hazreti Âdem arasında bir rabıta tesis et
ti. Fakat ben erkekliğimi dişilikle birleştirmedim. (İzdivaçtan da
ima kaçındım.)
Hâlid esnediği vakit sirayet güdüsüyle Amr da esnedi. Fakat
esnemek bana geçmedi. Halk hakkında edindiğim fikir halka el
koymaktan beni tamamen fariğ kıldı. Pek iyi biliyorum: Âlemler
(mükevvinat) bir toz zerresidir.
30
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
31
decek olan her “âmentü” okunur. En ziyade boş ve saçma olduğu
na kani bulunulan âyinler icrâ olunur. Bizzat kendi kitapları kendi
leri tarafından tahrif olunur. Bütün iğfal vasıtaları kullanılır. Nefsi
nin ve akrabasının selametini temin etmek ve muhterem bir imanı,
imansızların (yani böyle yüksek bir iman ve içtihadı kabul edip an
layacak bir akıl ve izan mertebesinde bulunmayan nâpuhtelerin, ha-
mervahlann) mekruh temasına arz etmemiş bulunmak, kısacası, bu
imansızı aldatarak, dalaletinde kendisini teyid ve rûhânî rezilliği ve
sefilliği içinde terk etmek memnuniyet ve zaferi bu suretle kazanı
lır. Asyâî felsefenin bütün devirlerinin ve mezheplerinin bildiği ve
icra ettiği ve “ketman” denilen şey işte budur.
Kendiliğinden anlaşılır ki ketman hem hür düşüncelilerin hem
mezhepperestlerin iltica yeridir. İranlılar kuşkuculuklarının ve itikat
sızlıklarının meydana çıkmasını sevmezler. Mutasavvıfların ruhuna
hâkim olanın da az çok bu zihinsel durum olduğu kanaatindeyim.
Ömer Hayyam’ın;
32
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
46. “Biz şekvâ dilini sürmeye bandık. Ey mürüvvetsiz felek! Cefa etmekte insaflı dav
ran.” demektir. Sürmeye banmak tabirine gelince, kadim bir itikada göre papağa
nın dili sürmeye banılınca artık söylemez olurmuş. Örfî “Benim lisanım artık şikâ
yet kelimesi için ebediyen lâl olmuştur.” demek istemiştir. (A. Cevdet)
33
tedkik, ne muhakeme, ne şuur bizlere tam bir şey öğretmez. Ev
ren bulmacasım ister din ister ilim ile çözmeye uğraşanların her
ikisi de aynı derecede acizdir. O der ki; hiçbir hakikati hakkıyla
idrak edemeyiz ve toprağm ötesinde ne bir mesutluk vardır ne de
bir ceza. Hayatımızın iki sının demek olan iki yokluk arasında
geçen ömür kısa bir teneffüs zamanıdır ki ondan muvakkaten ol
sun istifadeye koşmalıyız. Onun itikadmca şarap, gençlere ve gü
zellere âşık olmak, şahnişinlere düşen mehtap, kırlan ve bağlan
ihtizaza getiren Irak neyi, seher yeli, yeni açmış güller, bir rüya
da gibi gelip geçen ömür günleri yegâne hakikati işte bunlardır.
Benî İsrail’in Esfâr’ından sonra Hayyam bizlere bir kere daha,
“Her şey boş ve fanidir. Öyleyse hemen zevkimize bakalım ki ha
yatın gayesi budur.” der.47
Açık, kapalı bütün bu işaretlerden ve Hayyam’m malı oldu
ğunda asla şüphe olmayan rubailerin ruhundan elde ettiğim kanaat
şudur ki Ömer Hayyam, bilgin dostumuz Mirza Hüseyin Dâniş
Han’ın bu baskıda da muhafaza ettiğim takrizinde söylediği gibi
tam mânâsıyla bir “niçerî” yani natüralisttir. Arada sırada “rabbî”
demesi ise ketman zihniyeti sebebiyledir. “An kovm ki seccâdepe-
restend, herend.” diyen bir adam başka türlü olamaz. “Yâreb, to gi-
lem sirişte’î, men çi konem?” demesi, kabul ettiği rabbin, âyidlerin-
ce ne kadar mantıksız bir mabud olduğunu göstermek maksadıyla
dır. Şarap sürahisini rüzgâr devirdiği vakit söylediği rubaiyi de Al
lah’a “Sarhoş musun? Şarabı ben içiyorum. Sarhoşluk, bedmestlik
eden sensin,” denilebildiğini göstermek veya bunu demekle içini
arındırmak için yazmış veya söylemiştir kanaatindeyim.48 Bir İran-
lı, De Gobineau’nun isabetli fikrince, şimdi benim yerimde olsaydı
“kanaatindeyim” diyerek kesip atmaz, her ihtimale karşı “kanaatin
deyim” kelimesinin akabinde bir de “Allahu a’lem bissevab”ı ya
pıştırırdı.
47. Köprülüzade Fuat Bey’in 1, 2 ve 5 Eylül 1922 tarihli İkdam gazetesinde yayımlan
mış ve “Rübâiyât-ı Ömer Hayyam” başlıklı üç makalesinin üçüncüsünden.
48. Böyle bir rubai asla Hayyam’a ait olamaz. Hayyam T ann’ya ve bütün yaratılmış
lara karşı saygısızlık etmeyen bir yaratılıştadır. Saldırganlık, edepsizlik, saygısız
lık Hayyam’ın varlığa bakış anlayışıyla uyuşmaz. [M. Kanar]
34
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
* * *
35
toplanan tasvir edilemez iğrenmeyi “gülüş”ün faciavî kudreti altın
da keskinleşir. Bu dünyadan başka bir dünya yok. Binaenaleyh bu
dünyadan mümkün olduğu kadar yararlanmak, yaşamak ve mestlik
ile hayatı on misli artırmak gerekir. “Mey nûş ki omrhât mîbâyed
hoft.” der.
Birbirine benzemeyen iki zihniyet, matematikçi ve şair zih
niyetleri aynı mevcutta birleştiği vakit ürettiği melankoliye hiçbir
şey denk olamaz. Meydana gelen şiddetli ebedî ayrılık derdidir.
İlim onu umutsuzluktan kurtarmadı.
Ömer Hayyam da Lucrece gibi insanlık kervanının sürüklen
diği yolda fazla ileri gitmiş, insanlık kervanından pek uzaklaşmış
olduğundan Lucrece gibi o da bazı kimselerin korkularını teskin,
bazı kimselerin de ihtiraslarını tatmin etmek için kurulmuş olan bü
tün korkuluk (simulacre)ları bırakmıştı. Karanlıkların eşiğinde, sır
rı gizleyen perdenin önünde kendisini yalnız buldu.
Sim hafife alan Lucrece, kendisine ruhunu tatmin eden bir
sistem yapmış idi. Hâlbuki Ömer Hayyam elleri boş döndü.
Körü körüne kabul edilen naslar aciz yahut mahdut zekâla
rın tembellik yahut korkaklık eseri olarak, kanaatleri gibi telakki et
tikleri faraziye, hep bunlar onun arkadaşlarına isyan hissi veriyor
du ve bunların ekserisi, mutasavvıfların aralık ettikleri kapıdan
“gayri meşhud [invisible] âleme” firar ediyorlardı.
Heyhat, Ömer Hayyam orada ekseriya onların teşne müfek
kirelerinin tecessüm ettirdiği karanlıklardan başka bir şey bulmu
yordu.
Binaenaleyh Hayyam yalandan usanmış zekâların tepkisini
kendinde topluyor ve temsil ediyordu.
Izdırabm ve ölümün gerçekliğini aynı derecede hissediyor
du.
Melankolik nağmelerini, muhabbet tebessümüyle hemen hiç
de taravetlendirmiyordu. Kalbi eski Doğu üzerinde hakikî bir nur
dur; bir çıplak kalptir. Ve çıplak bir kalp kadar açık bir yürek kadar
hiçbir şey samedanî değildir!
36
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
* * *
37
yam da Haşan Sabbah da isyan etmiş, gökteki ve yerdeki hâkimi
çamura atmışlardır.
Hayyam ilim, fikir, mantık ile silahlı olduğu halde, Haşan
Sabbah hançer, bıçak ve haşhaş ile silahlanmıştı. Ömer Hayyam’ın
stratejisi tamamen manevî olan mantık ve akl-ı selim âleminde câ
ri ve müterakkî idi. Haşan Sabbah maddî ve cismânî kudret ve kuv
veti kullanıyordu. Herhâlde Ömer Hayyam ile Haşan Sabbah ara
sında bir arkadaşlık, bir yoldaşlık vardır.
* * *
38
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
* * *
39
dar, gezegenimiz donuncaya kadar yaşayacak ve yaşatacak olan şa
irler olmuşlardır. Yazılan şiir olduğu kadar da yapılan şiir vardır.
Şair beyitler yapan bir şairse yaratıcı bir mimar da evler yapan, abi
deler yaratan bir şairdir. Bunların ikisinde de yüksek şairlikler var
dır. Fransa’nın sabık başvekili ve meclis-i mebusan reisi M.E. Her-
riot bu nazarı ne güzel ifade etmiştir:
“İlmin kendisi de bir şiirdir. İlim bilgili adama, cahilin ha
tır ve hayalinden geçmeyen hudutsuz lirizm menbaları açar. İlim
tabiatı tedkik ve müşahedede insana yeni yeni hayranlık ve heye
can sebepleri buldurur. Hakikî riyazi (mathematicien) bir şairdir.
Bir damla su, bir kar tanesi, kırılmış bir kaya, istiareler kullanıl
maksızın tarif ve tasvir olunduğu için az şairane midir? Bir böcek,
bir nebat, bilen için bilmeyen için olduğundan pek çok daha ziya
de zengin şairane (lyrique) olayların mevzuları değil midir? En
alelade bir yer sarmaşığı kadife sapıyla, tırtıllı büyük yapraklarıy
la, bir haladyun çiçeği, bir duvar üzerinde, bahar mevsimlerinde
çayırları san renklerle bezeyen düğün çiçeği, hep bunlar, hayatla
rının sırrını anlamayı merak eden bir müdekkik, bir gözlemci için
sonsuz tefekkür mevzulan arz eder. Fabre’ın lirizmi Mistral’in li
rizmine muadildir.50
Clovis Hugues Mission de Poete Unvanlı fıkrasında ne güzel
söylemiştir: “La poesie n ’est grande que si elle complete le reve
l ’idee et l ’idee par l ’action.” ki “Şiir, hayali fikir ile ve fikri fiil ve
icra ile tamamlarsa ve ancak böyle olursa, büyüktür.” demektir.
* * *
40
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
Tercümesi şudur:
“Sizin altın Şark nağmeniz, İngiliz lisanında bundan daha
İlahî bir surette güzel yapılmış tercüme bilmiyorum. Büyük kafir
Ömer’iniz bir gezegendir ki kendisini fezaya fırlatmış olan güneşe
muâdildir.”
Aynı zat diğer bir yerde “Rubaiyat samedanî bir surette iyi
vücuda getirilmiş bir eserdir.” der.
Ömer Hayyam Kulübünde 1897 senesi Ocak ayında Ameri
kalı miralay John Hay irad ettiği bir nutukta Rubaiyat-ı Hayyam’ın
daha büyük bir övgüsünde bulunmuştur:
Ömer Hayyam’m rubailerinin Fitz Gerald tarafından yapılan
tercümesini ilk defa gördüğüm gün hissettiğim heyecanı asla unu
tamayacağım. Homer’in şiirlerinin şair Chapman tarafından yapı
lan tercümesi üzerine yazdığı bir sonede bu ihtisası şair Keats şu
beyitiyle çok beliğ bir surette tasvir etmiştir:
41
yıldız keşfeden) bir gökyüzü gözlemcisinin hissettiği şevk ve heye
canı hissettim.” demektir.
Amerikalı miralay sözüne devam ile şunları ilave etmişti:
“Şekilde enfes güzellik ve mutlak mükemmellik bu hariku
lade kıtaların sade, külfetsiz dilberliği... Beni hayrete düşüren yal
nız bunlar olmadı. Gösterdiği pek geniş felsefe, hayatın anlamını
yüksek anlayışı, çekinmesiz cesareti, hayat ve ölümün son iki bilin
meyenli denklemini göz önüne getirirken koruduğu ruh sakinliği
beni aynı ölçüde şaşkınlığa düşürdü ve hayran etti.”
Thomas Balley Aldrich şu kıtasıyla Hayyam’ın ölümsüzlü
ğünü tahlil eder:
Tercümesi şudur:
Sultan ve köle Behram-ı Gûr gibi göçüp gittiler. Fakat nere
ye gittiklerini kimse söyleyemez. Hâlbuki Nişabur’da, yedi asırdan
beri hakimlere rûhânî zevk veren zat (Hayyam) bugünün hakimle
rine de daima rûhânî zevk vermektedir.
* * *
42
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
HOMME!
Homme! Souffrir et vivre au milieu des cadavres
De nos semblables et de nos parents aime’s,
Supporter les douleurs qui dechirent et navrent
Les âmeres les coeurs de pities animes.
44
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
45
les germes d ’idees et de vues qui nous paraissent, aujord’hui
encore, toutes neuves.
De la correspondance rEl-Muarri, traduite an anglais par la
Professeur Margolioth, s’exhalle un parfüm non presenti qui nous
mene vers des spheres de reves et de pensees dont Monsieur
Bergson reussit parfois â nous presenter le mirage. Mais il est
presque certain que ni Guyau ni M.Bergson n ’ont lu Khayyam ou
el-Muarri.
La vie animale a une seule et meme source: toute vie est
engendree par le soleil, toute energie est le produit de la radiation
solaire. Nous puisons done, nous tous, nötre existence du soleil.
Nous sommes les gouttes d’eau du meme ocean, nous sommes les
vagues de la meme mer. Mais laissons ces reflexions pour examiner
la parente qui nous occupe. Lisons ce quatrain d’Omar Khayyam.
46
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
47
Ekserisi müteahhir Fransız şairlerine ait şiirler içinde Hay-
yam ruh ve neşesiyle yaşayan ve neşvedar olan birkaç parça şiiri
burada tespit etmeyi münasip görüyoruz. Ronsard’m İhtiyarlık (vi-
eillesse) ünvanlı manzûmesinden:
48
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
(Onu toprağa koyunuz. Pek güzel, pek dilber, pek saf vücu
dundan menekşeler bitsin!)
Hayatın sâri ve şamil olduğu fikrini derin bir hassasiyetle te
rennüm eden şu manzûme Paul Albert’indir.
49
Racine, Athalie gülbanginde şu nağmeyi terennüm ettirir:
Rions, chantons, dit cette troupe impie.
De fleurs en fleurs, de plaisir en plaisirs,
Promenons nos desisr,
ur ravenir l’insense qui sefıe.
De nos ans passagers le nombre est incertain:
tons-nous aujord’hui de jouir de la vie:
Qui sais si nous serons demain?
* * *
Şu iki kıta
Leconte de Lisle’in Barbares Poeme’inde Ultra Coelos baş
lıklı manzûmesinden ve pek maruftur:
50
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
52
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
53
Homme qui n ’es au fond que l ’ebauche imparfaite
Du chef- d’oeuvre que j ’ai reve,
* * *
* * *
54
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
Tercümesi:
Sana bir altın sırma telinin ucunu veriyorum. Yalnız bunu
yumak halinde sarmak zahmetine katlan. Bu sırma tel seni Kudüs-
i şerifin surları içinde bina edilmiş olan Cennet’e ulaştıracaktır.
Jean Marie Gouyeau’nun “L’Art au Point de Vue Sociologi-
que” isimli kitabının “Şiirde Felsefî ve İçtimâi Fikirler” başlıklı
bahsinde, tamamen Hayyam’ın ruhuyla yazılmış sayfalar vardır.
263. sayfada Leconte de Lisle’in Qain yani Kabil semameli man-
zûmesini bahis konusu eder. Bu manzûmedeki hayyamâne fikir ve
mütalaaları tahlil ve takdir eder. Kabil malumdur ki Hz. Adem’in
ve Hz. Havva’mn bedbaht oğludur. Habil’in katilidir. Hz. Havva,
Hz. Adem ile beraber Cennet’ten kovulduğu vakit Kabil anasının
56
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
57
Ai-je affermi l ’abime, allume le soleil,
Et pour penser: je suis! pour quela fange vive,
Ai-je trouble la paix de l ’etemel sommeil?
Ai-je dit â l ’argile inerte: Souffre et pleure!
Aupres de la defense ai-je mis le desir.
L’ardent attrait d’un bien impossible â saisir,
Et le songe immortel dans le neant de l’heure?
Ai-je dit de vouloir et puni d’obeir?
58
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
59
gibi güçlendirici ve yiğit nağmeler ilham edenlerdendir. Vakıa şule
fanidir, fakat alevlenme ebedîdir ve biz alevlenmelerin çocuklarıyız.
* * *
60
BİRİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ
61
Ömer Hayyam ve zamanı hakkında en iyi incelemeyi Mrs.
Batson tarafından Rubaiyât-ı Hayyam’m tefsirat ve izahatına has
redilen bir kitaba biyografik bir önsöz olarak yazan Mr. E. Denison
Ross’un55 beyanına göre Ömer Hayyam miladın 1040 tarihinde ve
muhibbi Haşan Sabbah’tan on sene evvel doğmuştur.
Hal tercümesini yazanlarca Ömer Hayyam’ın babası İbra
him bir çadırcı idi. Ömer zamanının âdetine uyarak bir mahlas seç
meye mecburdu. Ekseri şairler Enverî, Firdevsî, Berki gibi debde
beli ve muhteşem mahlaslar alırken, o mütevaziane bir ünvan ola
rak Hayyam mahlasını seçti.
Bu mahlas alma meselesi dikkate şâyan bir keyfiyettir. Şa
irin Enverî, Asmânî, Firdevsî gibi az çok soyut anlamlar ifade eden
kelimelere tercihan Hayyam yani çadırcı mahlasını alması eşyanın
hakikatine, mücerredattan daha ziyade merbut mütevazi ve doğru
cu bir ruh olduğunu gösterir. Ömer Hayyam’ın çadırcılık sanatını
icra ettiğine dâir hiçbir emare bulunmamıştır. Zaten almış olduğu
irfan ve terbiye, zamanını çadırcılıkla geçirmiş bir kimsenin kaza
nabileceği irfan ve terbiye değildir.
Ömer Hayyam tahsilini Nişabur’da tamamlamıştır. Bazı
menkıbelere nazaran Hayyam meşhur bir âlim ve birçok değerli
kitapların müellifi ve şârihi olan Muvaffaküddin’in öğrencisiy
di.56 Abdulkâsım ve Haşan Sabbah, Ömer Hayyam’m ders arka
daşı olmuşlardı. Abdulkâsım bilahare Nizâmülmülk ünvanıyla
Alparslan’ın veziri oldu. Alparslan Selçuklularm ikinci pâdişâhı
idi.
Haşan Sabbah’a gelince, İsmailiye denilen mezhebin müthiş
vâzı’ı oldu. Bunun mutaassıp ve hunhar mürit ve tâbileri Moğol is-
55. Bu zat elyevm Londra’da Finsbury Circus’ta yer alan School of Oriental Studies
London İnstitution yani Londra Tedkikat-ı Şarkiye Enstitüsyonu Mektebi ünvanlı
ilmi müesseseninn müdürüdür. [İkinci baskının dipnotu] A. Cevdet.
56. Muvaffaküddin Abdüllatif İbnu’l-libâd, âlim, hakim ve tabip idi. Hadîse, tabîyya-
ta, tıbba dair birçok kitaplar yazmış, M ısır’da, Kudüs’te, Şam’da, Harran’da, Bağ
dat’ta ders vermiştir. Merhum Rıfat Bey’in Lugât-ı tarihiye ve coğrafyâî’sinde İb
nu’l-libâd maddesine bakın. Üstadmın bir tabip ve natüralist olması Ömer Hay-
yam ’ın fikrî teşekkül ve tekemmülünün sebepleri ve kaynaklan arasında mühim
bir mevki almak lâzrm gelir kanaatindeyim. [A. Cevdet]
62
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
57. Haşan Sabbah’ın tesis ettiği İsmailiye mezhebi ve İsmailîler hakkında ayrıntılı bil
gi edinmek için Tarih-i İslamiyet adlı tercümemizin 337. sayfasından 408. sayfa
sına kadar mütalaa etmeyi tavsiye ederim. [A. Cevdet]
58. Bir miskal iki buçuk dirhemdir. Bir altın lira üç dirhem olduğuna göre altın para
ile 1200 miskal altın takriben 1000 lira eder ki bugün bile bir ilim adamım rahat
ça yaşatacak bir maaştır, (ikinci baskının dipnotu).
63
mevkiinden istifade etti. Fakat Nizamülmülk tedbirli davranarak
felaketin önünü aldı; Haşan Sabbah saraydan çıkarıldı.
Haşan Sabbah işte bu suretle kovulmasının ardından İsma-
iliye mezhebini tesis etmiştir. Alparslan’ın vefatında tahta geçen
oğlu Ebulfeth Celaleddin Melikşah’m zamanında Nizamülmülk
nüfuz sahibi olmaya ve meliki daha ziyade kudret ve metanetle
idare etmeye devam etmiş ise de Haşan Sabbah’ın ilk kurbanı ol
muştur.
Nizamülmülk, Celaleddin Melikşah tarafından azledilmiş
ve çok geçmeden maktul olarak bulunmuştur. Haşan Sabbah tara
fından gönderilen bir mutaassıp İsmailînin hançeriyle öldürül
müştü. Nizamülmülk’ün vefatından sonra çok vakit geçmeden
Melikşah Bağdat’ta 1092 tarihinde vefat ediyor ve onunla beraber
Selçuklu İmparatorluğu çöküyordu. Melikşah’ın vefatıyla Sultan
Sencer’in tahta cülusu arasında geçen 25 senelik bir müddet esna
sında dahilî harpler, isyanlar ile memleket hercümerç oluyordu.
Haşan Sabbah, ümmeti olan mutaassıp katiller güruhuyla katil ve
cinayetleri kendilerine iş ve eğlence etmekte, hırs ve hararetle ber
devam idi.
Ömer Hayyam Nişabur’da silah gürültülerinden uzak olarak
bilime, şiir ve edebiyata hasredilmiş huzurlu ve nurlu bir hayat ya
şıyordu. Akşamlan mehtapta, evinin taraçası üzerine atılmış bir
seccade üzerinde şen davetlilere sıra ile şarap dolu kâseler sunan
bir saki huzurunda, mugannilerin ve sazların ortasında oturup soh
bet etmeyi severdi.
Hazreti hakime ait menkıbelerin birinde böyle bir akşam bir
rüzgâr darbesi ışıklan söndürmüş ve şarap dolu testiyi yere yuvar-
lamıştı. Hiddete gelmiş olan şair şu rubaiyi irticalen inşad etmiştir:
64
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM ■RUBAİLERİ
Tercümesi:
Ey Rabbim! Şarap sürahimi kırdın. Ey Rabbim! Bana işret
kapısını kapadın. Gül renkli şarabımı yere döktün. Ey Rabbim! Ol
maya ki -haşa- sarhoş olasın!
Ömer Hayyam’m hayatına ait ve muhakkak olarak bildiği
miz şudur ki; Ebulfeth Celaleddin Melikşah tarafından 1074 tari
hinde, diğer yedi müneccim ile beraber Târih-i Celâlî’yi vaz’ ve te
sis etmiştir. Bağdat rasathanesi müdüriyetinin de kendisine verildi
ği ve orada “Zîc-i Melikşâhî” denilen rasad cetvellerini tanzim et
tiği de tarihte kayıtlıdır.
Ömer Hayyam, Melikşah’m etrafını alan ve kasideler yaza
rak sitayişini göklere çıkaran dalkavuk şairlere hiç benzemezdi.
65
en güzel tercüme eden zat Nathan H. Dole’ye göre Alman şairi Bo-
denstedt olmuştur.
Rubaiyat-ı Hayyam’m Almancaya mütercimleri arasmda ez
cümle Franz von Siller ile A. F. Graf von Schack isimleri de zikro-
lunmalıdır.
Rubaiyat-ı Hayyam’ı İtalyancaya Dr. Halo Pizzi tercüme et
miştir ve bu tercüme 1894’de sayfa sayısı 495’e bâliğ iki nefis cilt
olarak tab’ ve neşrolunmuştur.
Ömer Hayyam kadim Latin dünyasınm hakim şairi ve De
Rerum Natura yani tabiatın hakikati yahut eşyanın hakikati Unvan
lı muazzam ve manzum eserin müellifi Lucrece zekâsmda ve Epi-
cure mizacında Ebu’l-alâ el-Ma’arrî şâikasmda ve timsal yaratan
Örfî kuvvetinde hilkatin bir güzidesidir.
Yalnız Emest Renan, Ömer Hayyam için “Zâhirde mutasav
vıf, hakikatte sefih, küfrü esrarperver İlahîlere, istihzayı sırrı
(mystique) itikadsızlara mezceden katmerli bir riyakârdır.” demiş
ti. Bu sözleri 1868’de Societe Asiatique’e Rubaiyat-ı Hayyam’m
Nicolas tarafından yapılan tercümesine dâir verdiği makalesinde
yazıyordu. Bu hüküm ekseri Fransız araştırmacılarına has olan
“acele hüküm vermek” itiyadmın mahsulü idi. Ömer Hayyam’m
rubailerini nazmen Fransızcaya tercüme etmiş olan Mösyö F.
Henry’nin Renan’m vermiş olduğu bu hüküm hakkında görüşü şu
merkezdedir: “Pek derin olmayan bir tercümenin hiç derin olmayan
sathî bir hızlı mütalaasıyla verilen hüküm böyle olur.” F. Henry pek
haklıdır. Çünkü rubaiyatm mazmunları bu yüzeysel hükmü şiddet
le yıkar ve yakar.
66
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
67
Hayyam’ın belki pek fazla tekrar ve sena ettiği şarap ve mes
ti, maddî şarap ve onun verdiği neşe değildir. Şarabın ve bütün uya
rıcıların verdiği geçici ve akibeti berbat olan bir neşat ve uyanıklık
hiçbir zaman Hayyam gibi bir bilge hakim tarafından bu kadar se
na ve tebcil olunamaz. Okuyucularımız bilmelidir ki Hakim Ömer
Hayyam’ın sena ve tavsiyesinde ısrar ettiği sarhoşluk hali Ellick
M om ’un L’ivresse psycologique dediği ve bizim dilmestî (gönül
sarhoşluğu) dediğimiz haldir ki azim ve iradetle insanın kendi ruhu
na ifaze edebildiği ulvî ve müteceddid bir sevinç ve uyanıklık. El
lick M om ’un Ton de Vitalite tabir ettiği hayat perdesini yükselten
bir psikolojik sarhoşluk ve uyan ile hayat her gün tazelenir. Bu ruh
sarhoşluğunun hiçbir mahmurluğu olmaz ve alkolizm ile hiçbir mü
nasebeti yoktur. Ömer Hayyam’m “hezeyan-ı mürteiş” [titrek heze
yan] veya buna yakın zehirlenme arazlan ile hastanelerde, şifahane-
lerde hayatını terk etmiş olan bazı sarhoş veya morfinman, esrarkeş
şairlere hiçbir benzerliği yoktur. O, Goethe, S. Prodom, Tenisin gi
bi vakur, mazbut ve muntazam, münevver bir hayat yaşamıştır. Pa
ul Verlaine, Charles Baudelaire ve Thomas de Quincey, Ömer Hay
yam neslinden değillerdir.60 Grolleau istediği kadar Ömer Hay-
yam’ı Henri Heine’ye, Swinbume’e, Ch. Baudelaire’e benzetsin,
Ömer Hayyam mestlik nasibini meyden değil, bilhassa ve ezcümle
sakiden, güzellik ve hikmet sakisinden, tefekkür kadehinden alıyor
du kanaatindeyiz. Sadî;
* * *
60. İngiliz şairi Thomas de Quincey’in psikolojisi ve şairlik vasıflan hakkında pek ca
zip ve kıymetli malumat ve mütalaatı Dr. Paul Voivenel ile Dr. Remond’un ortak
eseri olan Dehâ-yı edebî (Le Genie Litteraire) adlı kitabın XI. bölümünde 151 ilâ
153, 156 ve 192. sayfalannda bulursunuz, (ikinci baskı dipnotu).
68
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
69
kalmış ve o esnada Rubaiyat-ı Hayyam’ı İran âlim ve ediplerinin
yardımlarıyla ve Avrupa araştırma ve inceleme yöntemleri ile der
leyip tercüme etmiştir. Kitap aslı ve tercümesiyle beraber Paris’te
1867 tarihinde imparator Üçüncü Napolyon’un iradesiyle hükümet
matbaasmda tabolunmuştur. Nicolas’mn derleme ve tercümesi bir
çok sehiv ve zühulleriyle beraber Ömer Hayyam’ı mütalaa edecek
ler için yine değerli bir kaynak ve hazine kalacak ve büyük hizmet
ler edecektir. Fakat Ömer Hayyam’ın adını edipler arasında yay
maya büyük bir yardım etmiş değildir. Fitz Gerald’ın pek parlak
tercümesi61 delaleti ile şan ve şöhret kapısını İranlı şaire tamamen
açmak büyük şerefi İngiltere’ye, her büyüğün, her nevi büyüklü
ğün beşiği, doğuş yeri olan İngiltere’ye, Shakespeare’nin, Mil-
ton’un, Byron’m, Shelley’in, Thomas Carlyl’ın, Charles Dar-
win’in, Jenner’in muazzam ve feyizli vatanına aittir. Bu İran şahe
serini Fitz Gerald’a tanıtan fakültede Sanskrit Mektebi reisi ve
hayranlık uyandıran ve derin bir mütebahhir olan E. Byles Cowell
olmuştur. Calcutta Revue’de bu zat Ömer Hayyam’ın rubaileri
hakkında pek güzel ve müteaddit istişhadlarla müeyyed bir maka
le neşretmişti.
Bugün İngiltere’nin ve Amerika’nın klasik edebi eserleri
içinde Rubaiyat-ı Hayyam’m gayet muayyen ve muteber bir maka
mı vardır. Eğer bazı kıt görüşlülerin görmüş oldukları ve müteessi-
fane söylüyorum, görecek oldukları gibi İngilizler ve Amerikalılar
güzellikten yararı ve yarardan güzelliği ayırmayan bu amelî ve çe
likten insanlar Ömer Hayyam’da meyperest bir sefih ve dinsiz gör
selerdi, bugün Ömer Hayyam’m ismini bile kitaplarında zikretmek
istemezlerdi.
61. Fitz Gerald 3 Eylül 1858 tarihiyle Coıvell’e yazdığı mektubunda “Birçok rubaiyi
hamur ettim. Bir rubai yaptım. Bu suretle Ömer Hayyam’m en büyük meziyeti
olan sadelikten biraz zayi etmiş olmaktan korkuyorum.” der. Binaenaleyh Fitz Ge-
rald’ın bazı rubai tercümelerinin aslım Farsça metinde bulmak mümkün olmaz.
Fitz Gerald’ın Rubaiyat-ı Hayyam adlı nazımlarının Farsça kaynaklan hakkındaki
eserinde (M. Heron Ailen), Fitz Gerald’m Mantıkuttayr’dan ve Pendname-i At-
tar’dan mülhem olduğunu göstermiştir. Bu ilham bizim için zaten aşikârdır. Hariç
ten gelen bazı sızıntılarla beraber Hayyam’m fikri ve ruhi şemailinin esaslan hari
cine asla çıkılmamıştır. A. Cevdet (ikinci baskının dipnotu).
70
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
* * *
71
Söz bu noktaya gelince, dostum Halil Halid Bey’in Profsör
Mr. Browne’dan naklen bir gün bana anlatmış olduğu hayret ve sı
kıntı verici şu vaka hatırıma geldi:
Muzaffereddin Şah Avrupa’da dolaştığı ve Londra’da bulun
duğu sırada Ömer Hayyam Cemiyeti, Fars lisanına aşina üyelerin
den bir heyet seçmiş ve şahın yanma giderek Ömer Hayyam’ın me
zarı üzerine bir türbe yapmalarına şahtan izin istemişlerdi. Heyet
Hayyam’ın uluslararası saygınlığını hatırlattıktan sonra şahtan te
şekkür beklerlerken, şah yanında bulunan sadrazama dönüp “Ağa!
İn Ömer Heyyâm çi çîzest?” yani “Bu Ömer Hayyam da ne nesne
dir ağa?” diyerek cehaletini göstermiş ve orada bulunanları hayret
içinde bırakmıştır. Eğer vakanın şahit ve râvisi Mr. Browne ve Ha
lil Halid Bey olmasalardı, havsalasûz ve gaddarlık istidadı ve sa-
dizm temayülatı yanında
72
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
62. Rubâiyât-ı Baba Tâhir-i Hemedânî (Uryânî) 1902 senesinde Londra’da Edvvard
Heron Ailen tarafından tabedilmiştir. Metinden başka rubailerin nazmen İngilizce
ye tercümesi ve her rubainin altında Farsça izahları vardır. Baba Tahir’in biyogra
fisine dair en mühim kaynaklar, Mecma’u ’l-fusehâ ve Riyâzu’l-ârifm sahibi Rıza
Kuli Han'ın (Tahran 1295 hicrî) eserleridir. Bu kitaplarda Baba Tahir’in hicri 410
yılında vefat ettiği rivayet edilir ki bu tarih Firdevsî’nin hayatta olduğu zamana ve
Ömer Hayyam’a tekaddüm eden devre müsadiftir.
Mr. Browne kitabın mütercimine gönderdiği mektupta diyor ki:
Paris’te Schefer’in koleksiyonunda bulunan ve Selçukluların tarihinden bahseden
elyazısı bir eserde Baba Tahir’den bahsedildiğini gördüm. Bu eserin adı “Râha-
tu’s-sudûr ve âyetu’s-surûr’dur. Müellifi de Necmeddin Ebûbekr Muhammed b.
Ali b. Süleyman b. Muhammed b. Ahmed b. el-Huseyn b. Hamât el-Râvendî’dir
ki bu kitabı Selçuklulardan Ebulfeth Keyhusrev b. Alauddevle İzzeddin Kılıçars-
lan b. Süleyman adma telif etmiştir. Telif tarihi hicri 599 yahut 600 senesi olduğu
gibi, istinsah edildiği tarih de 635’tir.
Bu kitapta yazıldığına göre Tuğrul Bey (saltanat tarihi: 1037-1063) Hemedan’ı zi
yaret ettiği sırada Baba Tahir’i görmüş ve hayır duasına mazhar olmuştur. Bu
mevsuk ve hakikî malumata göre Baba Tahir’in miladi on birinci asır ortalarında
hayatta olduğu anlaşılır. Rıza Kulihan’ın verdiği haber de bu tarzda tahakkuk et
mektedir.
73
R U B A İL E R
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 1 -
63. Bu nefis rubaiyi Fitz Gerald İngilizceye rengin ve zengin güzelliklerle şöyle nak-
letmiştir:
Dreaming when Dawn’s Left Hand was in the Sky,
I heard a Voice within the Tavem ciy,
A wake, my little ones and fiil the cup
Before Life’s Liquor it’s cup be dry.
Blockmann bu rubaiyi mutasavvıfane bulur (A.M. W hinfield’in haşiyesidir.).
77
- 2 -
78
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-3 -
79
-4-
80
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-5 -
Ey hâce! Yalnız bir dileğimizi kabul et. Sesini kes; bizi Al
lah aşkına bırak. Biz dosdoğru gidiyoruz, fakat sen eğri görüyor
sun. Git, gözlerini tedavi ettir. Bizi rahat bırak.
81
- 6 -
82
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-7 -
83
-8-
64. Ömer Hayyam’m bu kameri Mösyö Henry’nin dediği gibi şairlerin Brovvning ta
rafından terennüm edilmiş olan
That pale, soft, sweet and disempassioned moon.
Wich smiles in forgiveness
“O solgun, mülayim, şirin, ihtiraslara yabancı olan ve yavaş yavaş af ve gufran sa
çarak bize tebessüm eden kamer”le biraz kardeş değil midir? Kamer dahi latin şa
iri Manilius’un
Soncia fati
Sidera diversos hominum varientia casus
beytinde söylediği “Talihin mutemedleri olan ve insanların çeşitli mukadderatına
hakim bulunan yıldızlardan biri” değil midir? O solgun ve suskun ay maziye ve is
tikbale ait bize neler neler söyler!
Le soleil s’est couche, la lune de ses lueurs
Hesite d ’effleurer ma candeur gemissante
beytiyle başlayan ve Vida Semperflorens muhteviyatından olan sonemi yazarken
onunla ne acı hasbıhallerde bulunmuştuk! A.C.
84
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-9 -
Âşık bütün gün mest, şeyda, divane, şûrîde, rüsva olsun! Zi
ra aklımız başımızda iken her şeyin kaygısını çekeriz. Mest oldu
ğumuz vakit, ne olursa olsun!
85
- 10 -
Der sohen “mahfî” şodem çon beyt-i gul der âb-i gul
Her ki dâred meyl-i dîden, der sohen bîned merâ
nazik beytinin sanatkâr şairi olan banlı bir hanım kızın şu beytini hatırlatıyor:
86
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 11 -
87
- 12 -
88
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 13-
89
- 14-
Put kendine tapmanlara dedi ki: Ey bana tapman! Sen bana ne
den secde edici oldun? Bilir misin? Senden bana nâzır ve şahid olan
kimse (yani vicdanın) cemali ile benim üzerimde tecelli etmiştir.66
90
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 15 -
[Ben sana ‘zarar et’ ya da ‘kâr peşinde ol’ demiyorum be eline geçen fırsatları bil
mez adam! Ne istiyorsan, haydi durma, çabuk ol!]
91
- 16-
68. Muhibbim Hüseyin Kazım Kadri Bey’in Beyrut’ta Yesûîlerin kütüphanesinde bi
limsel araştırmaları esnasında bulup bana hediye ettiği ve ekseri nüshalarda gayri
mevcut ve ancak son zamanlarda malum olmuş rubailerdendir. Journal Asiati-
que’in beşinci serisinin dokiızuncu cildinde ve 1857 yılında Garcin de Tassy tara
fından neşrolunmuştur. Bunlar Mr. Oaseley’in Oxford Kütüphanesinde bulunan
bir elyazması Rubaiyât-ı Hayyam’dan nakledilmiştir. Bu zâtın rivayetine göre
mezkur nüshada 158 rubai vardır. Kitapta 866 hicri yılında (1460-1461) Şiraz’da
yazılmıştır. Dostumun himmetiyle meydana çıkan diğer beş rubai de sıralan gel
dikçe dere ve işaret edilecektir.
92
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 17 -
93
- 18-
94
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 19-
95
- 20 -
96
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-21 -
97
- 22 -
98
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-2 3 -
99
- 24 -
100
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-2 5 -
Ömründen kalan bir iki günlük zamanı saf şarap içerek ge
çir. Bu hayatı, dikkat et ki bir daha bulamazsın. Bilirsin ki cihanın
akıbeti harap olmaktır. Sen de dünyamn akıbeti gibi gece gündüz
mest ü harap ol.
101
-26-
70. Viola Semper Florens Unvanlı şiir mecmuamın muhteviyatından bir sonedeki şu
mısraları hatırlatıyor:
Le jour ton image me pdnetre
Et dans mes nuits tu fais apparaître
Des reves d ’etoiles parsemds.
102
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-27-
103
- 28 -
104
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 29 -
105
-30-
106
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-31 -
107
- 32 -
108
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-33-
109
-34-
110
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-35-
111
-36-
[Ey Sadî! Dün geçti gitti. Yarın ise daha bugünden belli değil. O halde bu ikisinin
arasındaki bugünü fırsat bil.]
112
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-37-
113
- 38 -
Bu testi (belki) benim gibi bir âşık-ı zâr olmuştur ve bir güzel
kadının ser-i zülfüne bağlanmıştır. O testinin boynunu iki taraftan
ihâta eden kulplar bir yârin boynuna sarılan kollar, eller olmuştur.
beyti âdeta koca Ebu’l-alâ el-M a’arrî’den mütercem gibidir. Meâli şudur: Toprak
üzerinde, ey ademoğlu! gurur ve ihtişam ile yürüme. Çünkü ayaklarının altında se
nin gibi adam evladı vardır (yani kardeşlerinin hâk-i bedenleri vardır).
114
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-39-
115
- 40-
[Kâbe ile puthane arasında hiçbir fark yoktur. Hangi tarafa bakarsan' bak, hepsi bir
birinin aynıdır.]
116
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-41 -
76. Enverî’nin
Eğer muhavvil-i kâr-i cihâniyân ne kazâst
Çerâ mecârî-i ehvâl ber hilâf-i rizâst?
Belî fezâst beher nîk u bed inankeş-i halk
Ezan serâst ki tedbîrhâ-yi comle hetâst
[Dünyada yaşayanların işlerim değiştiren şey kazâ değilse, neden herkesin hali is
tediğinin tam tersinedir? Halkı yönlendiren her iyi ve kötü şey başka bir fezadan
ileri gelmektedir. Buna karşı alınacak her türlü tedbir ise hatadan başka bir şey ola
maz.] [M. Kanar]
kıtasında mündemiç fikirdir. Hayyam’m söylediği tevekkül ve teslimiyet değil, ta
biatın değişmez kanunlarının çelikten kayalarıyla kafa tokuşturmamak lüzumudur.
[A. Cevdet].
117
- 42-
118
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-43-
77. Sahte para tabirinden muradı, sûfı akidelerine muhasım olan erbab-ı taassubun
saçma fikirleri, yalan ve riyalarıdır.
119
- 44-
120
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-4 5 -
121
-46-
122
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-4 7 -
123
-48-
78. Hayyam mahlukatın aynı kudret tarafından icat ve tahrip olunmalarındaki mantık
sızlığı muaheze ediyor. Fakat Hayyam’m mantığı başka, Hayyam’ı yaratan tabi
atın mantığı yine başkadır. [A.Cevdet]
124
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-49-
Mânâsı şudur: Biz vefat ettikten sonra bizim türbemizi yeryüzünde arama. Zira bi
zim mezarımız fikir ve ilim adamlarının sineleridir.
Christensen’in “Rubâiyat-i Hayyam Hakkında Tedkikat” Unvanlı kitabının 29.
sayfasındaki cetvele nazaran bu 49. rubai Efzal-i Kâşî’nindir.
125
- 50 -
126
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-51 -
127
- 52 -
128
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-53-
129
-54-
130
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-5 5 -
Menzilimiz olan vefasız âlemde bana has olan kıyas ile çok
aradım, söyledim: Ay senin yüzün kadar parlak değildir. Söylüyo
rum: Servi senin boyun kadar dilâram değildir.
131
-56-
132
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-57-
133
-58 -
134
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 59 -
135
-60-
82. K ur’ân, LV/37. Âyetin tam tercümesi: “Sonra gök yarılıp da yağ gibi erimiş ola
rak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman.”
83. K ur’ân, LXXXI/2. Âyetin tam tercümesi: “Yıldızlar bulanıklaşıp döküldüğü za
man.”
84. Kur’ân, LXXXI/8-9. âyetlere telmih vardır. Âyetin tam tercümesi: “Ve ‘diri diri
toprağa gömülen kızcağıza’ sorulduğu zaman: “Hangi suçtan dolayı öldürüldü?”.
Âyet, Cahiliye devrinde diri diri mezara gömülen kız çocukları hakkında varid ol
muştur. El’an bizim de kızlarımızı diri diri mezara gömdüğümüz “İctihad” mec
muasının 42 numaralı nüshasında “Tatar Kızı” Unvanlı hikâyenin mütalaasından
şiddetle anlaşılır. [Haşiye-i tab’-ı evvel] [A.Cevdet]
136
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-61 -
85. Mösyö Nicola’nın bu rubaiye tahsis ettiği şerhe nazaran, Ömer Hayyam burada
Allah'ına sitem ediyor. İnsanların kötülerine ifşa edilemeyecek İlahî sırlara mutta
li olanların batmî ateşlerine söndüremeyerek çektikleri ızdıraba telmih ediyor. Hal
ka izhar edemediğim sırlarından beni niye haberdar kıldın? diyor. Fransızların
XIX. asırda, bizce en büyük hakimi, aym zamanda şair olan M. Guyau ise:
diyor ki “ Bilirim, hakikate bilgi sahibi olmak azap verir. Görmek belki ölmektir.
Ne ehemmiyeti var, ey gözüm, sen yine bak.” demektir.
Fazıl muhibbim Tokadîzade Şekîb Beyefendi’nin işaret etmiş olduğu üzere bu ru
bainin kafiyeleri zayıftır. [A.Cevdet]
137
-6 2 -
138
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 63 -
Bütün bir ömrü elinde bâde olduğu halde, güller içinde gezi
nerek geçirdim. Cihanda hiçbir işim düz gitmedi. Şaraptan hiçbir
muradım hasıl olmadı diyerek bir yolda yürümekte sebat eden
adam geriye avdet edemez.
139
-64-
140
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 65 -
141
-66-
86. Kâbın kelimesi çeyiz yahut ağırlık kelimeleriyle de tercüme olunabilir. Maksat, ni
kâh akdi için peşin veya daha sonra verilen veya verilmesi taahhüt olunan meblağ
veya maldır.
142
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-67-
87. Örfî:
diyor. Hayyam burada “Lemmâ tekûlûne mâ lâ tef’alûn” yani “Kendiniz icra et
mediğiniz şeyi başkalarına neden tavsiye ve vaaz ediyorsunuz?” hitab-ı itâbma lâ
yık olan sahte sofulara telmih ediyor. Yoksa Hayyam’ın cennet umudu olmasa da
dini ve dünyası olduğu muhakkaktır. Onun maksadı burada riyakâr muttakîleri kır
baçlamaktır.
143
-68-
88. Bir adamı tavşan uykusuyla uyutmak yahut bir adama tavşan uykusu vermek de
mek, onu aldatmak demektir.
144
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-69-
89. Aynı fikir Elisabeth Brovvning’in şu sözlerinde vardır: “Arza, şüphesiz vücudumuz
kadar beşerî olan yeşil arza bakınız.” Hayatin hiç de gayr-i makul olmayan âlem
şümul olması yani hayatm hayvanat ve nebatata ve hatta cansız varlıklara şâmil ve
sâri olması fikri pek kadîm ve yaygındır.
L.Bourdeau’nun Le Probleme de la Mort (Ölüm Meselesi) ünvanh kitabının 144.
sayfasında zikrettiği Marco Polo der ki: “Hindistanlı Yoghiler hiç yeşil bir şey ye
mezler. Çünkü ‘yeşil şeylerin bir ruhu vardır’ derler.” Herhâlde Hayyam’ın bu ru
baisinde vücutların tenasühü fikri mevcuttur. [A. Cevdet]
145
-70-
146
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-71 -
147
-72-
148
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-73-
Benim şarap içişim keyif için değildir. Fesat için, din ve ede
bi terk etmek için de değildir. İstiyorum ki bîhudluk sayesinde bir
nefes alayım. Benim şarap içmem ve mest olmam bu sebepledir.
149
-74-
150
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-75-
151
- 76 -
152
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 11 -
153
-78-
154
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-79-
94. Gûr kelimesinin iki mânâsı vardır. Biri yabanî eşek, diğeri mezardır. Hayyam bu
rada bu iki mânâlı gûr kelimesiyle oynuyor. Sâsâniler hanedanından ve Yezdi-
cerd’in oğlu ve halefi olan Behrâm, gûr yani yabanî eşek avma pek meraklı ve bun
da pek mahir olduğundan Behrâm-ı Gûr lakabım almıştır. Bu zât bir gün avda ya
banî eşek sürüsünü takip ederken gemi ağzma alan atı Behrahı’ı bir bataklığa gö
türmüş; hem at hem Behrâm-ı Gûr orada boğulmuş, kaybolmuştur.
155
-80-
156
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-81 -
157
- 82 -
158
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-83-
159
-84-
95. Hayyam burada kendisini dinsizlikle itham eden mutaassıp ve yanlış görüşlü sofu
lara telmih ediyor. “Halkın elinden başımın üzerinde tuttuğum elimi,” tabiri bizce
menus değildir. Fuzûlî’nin
beyti de gösterir ki elleri yukarı kaldırmak, göklere açmak bir zulümden veya za
limden Allah’a sığınmak demektir.
Hazreti Sadî de
[Ellerin T ann’ya yalvarmak ve şikâyette bulunmak için açılmasına neden olan ki
şilere liderlik verilmesi hatadır.] der. [A. Cevdet]
160
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-85-
161
- 86 -
96. İran müneccimleri gökyüzünü yedi kat sayarlardı. Kur’ân’da da “Seb’ semavât”
yani yedi gök tabiri çok tekrarlanır. Bu yedi katm Dünyaya en yakın olan birinci
sinde “Kamer” (Ay), İkincisinde Utarid (Merkür), üçüncüsünde Zühre (Venüs),
dördüncüsünde Şems (Güneş), beşincisinde Merih (Mars), altmcısmda Müşteri
(Jüpiter), yedincisinde Zuhal (Satürn) bulunur. Fakat bu yedi kat gökten başka fe-
lekü’l-eflâk ismiyle bir sekizinci sayarlar ki bütün diğer yıldızlan içine alır ve fe-
lekü’l-atlas ismiyle bir dokuzuncu kat daha kabul ederler ki mezkur sekiz kat gö
ğü içinde barındırır. Bu sistem Batlamyus sistemidir.
162
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-87-
97. Bu fikir Thomas Cariyle tarafından tekrar olunmuştur: “Asla rikkat, sahte merha
met, fazla hassasiyet gönlünde yer bulmasın. Durma, vur! Fakat bilhassa ve her te
sadüf ettiğin yerde... Cehalete, aptallığa, hayvanlığa. Mahbeslerle, darağaçlanyla,
haçlarla hücum et. Ömrün oldukça ve bunlar var oldukça rahat durma, vur! Fakat
Hak adına vur, mağfur ve mukaddestir o kimse ki vazifesini bulmuştur ve başka
gufran ve takdis istemez."
163
- 88 -
Bir musikâr ve içimi hoş şarap ile bir huri yüzlü ve melek
özlü bir refikanın refakatinde ve eğer bulunursa, bir çemenzarda
yüce haslardan hasibini al. Bundan daha iyi bir şey arama; sönmüş
cehennemi alevlendirme (yani günaha girme). Eğer cennet varsa,
muhakkak bundan başka bir şey değildir.
[ Ç a l g ı c ı , m e y , b i r d e h u r i t a b i a t l ı d i l b e r v a r s a ,
Y a d a a k a r s u v e y a t a r l a k e n a r ı v a r s a ,
B u n d a n i y i s i n i i s t e m e , s o ğ u k c e h e n n e m i k ı z d ı r m a .
G e r ç e k t e n d e b u n d a n b a ş k a s ı d e ğ i l d i r , c e n n e t v a r s a . [ M . K a n a r ]
164
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-89-
165
-90-
[ S a k i n i n g a y r e t i y l e b i r a z c ı k c a n ı m k a l d ı .
H a l k l a s o h b e t t e n g e r i y e v e f a s ı z l ı k k a l d ı .
D ü n k ü b â d e d e n a n c a k b i r k a d e h k a l d ı .
B i l m e m k i ö m r ü m d e n g e r i d a h a n e k a l d ı ? ] [ M . K a n a r ]
166
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-91 -
Şimdi ki cihan için şen olmak fırsatı vardır. Her dinç gönül,
sahraya çıkmak iştiyakı duyar. Her dalda Musâ-yı Kelîm’in yed-i
beyzâsmdaki feyiz ve her nefeste mucize nefesli İsa’nm hayat ve
rici kudreti bahirdir.
167
-92-
[ G ü l m e v s i m i , s u b a ş ı v e e k i n k e n a r ı ;
Y a n ı n d a h u r i y a r a t ı l ı ş t ı b i r k a ç d i l b e r ;
G e t i r k a d e h i . Z i r a s a b û h ş a r a b ı n ı iç e n le r ,
M e s c i t t e n d e , c e n n e t t e n d e â z a d e k a l ı r l a r .] [ M . K a n a r ]
168
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-93-
169
- 94 -
[ H a y y a m , v ü c u d u n b e n z e r t ı p k ı ç a d ı r a .
C a n b i r s u l t a n d ı r ; m e n z i l i d â r ı b e k â .
E c e l ç a d ı r c ı s ı b a ş k a b i r m e n z i l i ç i n ,
Ç a d ı r ı s ö k m e z m i s u l t a n k a l k ı n c a ? ] [ M . K a n a r ]
170
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-95-
99. Küre (Qoure) demirci veya madenci ocağı demektir. Bu kelime Fransızcada ve
Türkçede müstameldir.
100. Bu rubai bana Goethe’nin Faust’unu düşündürüyor. [A.Cevdet]
171
- 96 -
[ H a n i h u r i g i b i b i r d i l b e r , b a h a r m e v s i m i n d e ,
T a r l a k e n a r ı n d a b i r k a d e h m e y v e r s e ,
H a l k ı n k a t ı n d a k ö t ü o l s a d a b u ,
K ö p e k t e n b e t e r o l a y ı m c e n n e t i g e t i r i r s e m d i l e ! ] [ M . K a n a r ]
172
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-91 -
173
- 98 -
[ M e y s i z , s a k i s i z d ü n y a n ı n d ö n ü ş ü h o ş d e ğ i l .
I r a k n e y i n i n e z g i s i y o k s a , h o ş d e ğ i l .
D ü n y a n ı n h a l l e r i n e b a k ı y o r u m d a ,
S o n u ç t a h e p i y i l i k v a r . G e r i s i h o ş d e ğ i l .] [ M . K a n a r ]
174
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-99-
,175
- 100 -
[ G i t m e k m a d e m g e r ç e k ; p e k i k a l m a k n e d e n ?
T a m a h l a n m a k , i m k â n s ı z a k o ş m a k n e d e n ?
D ü n y a h a y a t ı n a i z i n v e r i l m e y e c e k m a d e m ,
S e f e r k a y d ı n d a n u z a k t a h u z u r l u o l m a k n e d e n ? ] [ M . K a n a r ]
176
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 101 -
177
- 102-
[ M e y h a n e n i n m a m u r l u ğ u b i z i m m e y i ç m e m i z d e n .
İ k i b i n t ö v b e n i n k a n ı b o y n u m u z d a b i z i m .
B e n g ü n a h a g i r m e s e m , r a h m e t n e i ş e y a r a r ?
R a h m e t i n g ü z e l l i ğ i b i z i m g ü n a h a g i r m e m i z d e n .] [ M . K a n a r ]
178
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 103 -
179
- 104-
[ Ş e h v e t , h e v a h e v e s p e ş i n d e n m i g i d e c e k s i n ?
B e n d e n s a n a s ö y l e m e s i , z a v a l l ı o l a r a k g i d e c e k s i n .
K e n d i n e b a k s a n a b i r k e z , n e r e d e n g e l m i ş s i n ?
Ş u n u i y i b e l l e : N e y a p ı y o r s u n ? N e r e y e g i d e c e k s i n ? ] [ M . K a n a r ]
180
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 105 -
181
- 106 -
Ben isyan etmiş bir kulum; nerede senin rızan? Ben kalbi ka
rarmış bir adamım; nerede senin nûr u safân? Eğer sen bize cenneti
tâ’at ve ibadet ettiğimiz takdirde bahşediyorsan, biz bunu o sûretle
hak etmiş oluruz; nerede senin lütuf ve bağışın?104
[ B e n â s i k u l u m ; s e n i n r ı z a n n e r e d e ?
G ö n l ü m k a r a r m ı ş ; s e n i n ı ş ı ğ ı n n e r e d e ?
İ b â d e t e k a r ş ı v e r i r s e n c e n n e t i b i z e ,
S a t ı ş t ı r b u ; s e n i n l ü t f ü n n e r e d e ? ] [ M . K a n a r ]
182
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 107 -
183
- 108 -
[ B e n m e y i ç e r i m ; s a ğ d a n s o l d a n m u h a l i f l e r ,
“ Ş a r a p i ç m e ; d i n i n d ü ş m a n ı d ı r ," d e r le r .
Ö ğ r e n d i m ; ş a r a p d i n d ü ş m a n ı y m ı ş .
V a l l a h i i ç e r i m ; d ü ş m a n k a n ı n ı i ç m e k h e l a l d i r .] [ M . K a n a r ]
184
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 109-
[Al, ver; söyle, dinle. Böyle geceler uyku vakti değildir.] beytim can kulağıyla ve
heyecanla okumuştu. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.” [A. Cevdet]
185
- 110 -
[ i y i l i k , k ö t ü l ü k i n s a n ı n y a r a t ı l ı ş ı n d a d ı r .
S e v i n ç i l e n e ş e k a z a , k a d e r d e v a r d ır .
F e l e ğ e h a v a l e e t m e iş i , a k ı l y o l u n d a , -
F e l e k s e n d e n b i n b e t e r z a v a l l ı d ı r .] [ M . K a n a r ]
186
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 111 -
187
- 112 -
[ H a n g i g ö n ü l d e d ü n y a d a n s o y u t l a n m a s e r m a y e s i e k s i k i s e ,
H e r g ü n p i ş m a n l ı k l e r i ç i n d e y ü z e r b i ç a r e .
S e v i n ç l i b i r g ö n l ü n d ı ş ı n d a n e v a r s a ,
G a m s e b e p l e r i d i r g e r i y e k a l a n n e v a r s a .] [ M . K a n a r ]
188
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 113 -
189
- 114 -
[ B e n i m k a r a k t e r i m i y o ğ u r d u ğ u n d a T a n r ı,
B i l i y o r d u h a r e k e t l e r i m d e n n e o l a c a ğ ı n ı .
H e r g ü n a h ı b e n o n u n h ü k m ü y l e i ş l e r i m .
K ı y a m e t t e b e n i y a k m a n ı n n e d i r s e b e b i ? ] [ M . K a n a r ]
190
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERÎ
- 115 -
Eğer bir hafta her gün şarap içmedinse, cuma gününü de şa
rap içmeksizin sakın elinden kaçırma! Bizim mezhebimizde cuma
ve cumartesi günleri farksızdır. Güne tapar olma, cebbârperest ol.
(Yani kudret-i külliyeye tap; günlerin tapıcısı olma.)
191
- 116 -
[ Y â R a b b i ; s e n k e r i m s i n . K e r i m o l m a k k e r e m d i r .
A s i n i ç i n İ r e m B a ğ l a r ı ’n ı n h a r i c i n d e d i r ?
İ b â d e t i m l e b a ğ ı ş l a r s a n b e n i , b u o l m a z k e r e m .
G ü n a h ı m l a b a ğ ı ş l a r s a n , i ş t e b u k e r e m d i r .] [ M . K a n a r ]
192
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 117 -
193
- 118 -
[ M u t l u l u k a r a ; z i r a ö m r ü n h a s ı l ı b i r d e m .
H e r t o p r a k z e r r e s i n i n s a h i b i K e y k u b a d i l e b i r C e m .
D ü n y a n ı n h a l l e r i i l e ş u ö m r ü n a s l ı f a s l ı ,
B i r r ü y a , b i r h a y a l , a l d a t m a c a , b i r d e m .] [ M . K a n a r ]
194
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 119 -
Ey saki! Bir kadeh sun. Zira dünyanın işi bir nefesten ibaret
tir. Cihandan bir lahza memnun olursan, o da kâfidir. Karşına çıkan
hadiseleri geniş ve fütursuz yürekle karşıla. Zira cihan hiçbir za
man hiçbir kimsenin tamamen arzu ettiği gibi olmaz.
195
- 120 -
[ N i c e y e d e k m e s c i d i n ç e r a ğ ı , m a n a s t ı r ı n d u m a n ı ?
N i c e y e d e k c e n n e t i n k a z a n c ı , c e h e n n e m i n z i y a n ı ?
“ O l a c a k l a r o l u r .” y a z m ı ş k a d e r ü s t a d ı e z e l d e ,
G i t d e g ö r b i r k e n d i k a d e r l e v h a n ı .] [ M . K a n a r ]
196
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 121 -
109. Menfâ-yi ihtiyarımız olmuş olan İsviçre’nin Lee Lemon sahilinde yazdığım ve ar
kadaşım Abdurrahman Bedirhan Bey’e ithaf ettiğim bir Farsça gazel şudur:
197
- 122 -
[ E y ş a r a p ! B ı r a k m a y â r i n l â l d u d a ğ ı n ı .
Ç ü n k ü ş a ş ı r t a c a k d e r e c e d e y a p ı y o r s u n b u n u .
G ö n ü l k a n ı y l a s e v g i l i n i n d u d a ğ ı n ı e l d e e tti.
L â l d u d a k t a n n a s i p l e n m e s i n i n s e b e b i b u y d u .] [ M . K a n a r ]
198
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 123 -
Akıllı insan lâhûti sırra bakmaktan hasıl olan zevk ü şevk ile
coşmaktadır. Gafil ise kudret-i külliyenin kendisine dost mu yahut
düşman mı olduğu fikir ve endişesiyle meşguldür. Denizin hareket
ve dalgalanması kendi tabiatı gereğincedir. Dalganm üzerindeki sa
man çöpü ise ummanın kendisiyle uğraştığmı zanneder! [Ne gaflet!]
199
- 124-
[ S a k i ; b e n i m g ö n l ü m g i d e c e k s e e l d e n ,
B i r d e n i z d i r ; k e n d i d ı ş ı n d a n e r e y e g i d e r ?
S û f i d a r b i r k a b a b e n z e r , s ı r l a r l a d o l u ,
B i r y u d u m e k l e r s e n , h e m e n ta ş a r .] [ M . K a n a r ]
200
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-125-
201
- 126 -
[ S a k i , s e n i n k a p ı n d a n a y r ı l m a y a c a ğ ı z .
O l d ü r s e n , b u n d a n k a ç ı n m a y a c a ğ ı z .
T o p r a k t a n h a ç ı m ı z ı k a l d ı r m a m ı z ı i s t e m e z s i n .
S e n i n y o l u n d a n b a ş ı m ı z ı k a l d ı r m a y a c a ğ ı z .] [ M . K a n a r ]
202
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 127 -
203
- 128 -
[ V a r o l a n h e r ş e y d e n g e r i y e k a l a n , h a v a m a d e m ,
H e r ş e y d e v a r b i r e k s i k l i k , b i r k u s u r m a d e m ,
S a y k i â l e m d e o l m a y a n h e r ş e y v a r .
S a y k i â l e m d e o l a n h e r ş e y y o k ! ] [ M . K a n a r ]
204
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 129-
Muhteşem’in
[Hangi selvi boylu sümbül ile ayaklarına zincir vurdu da gönlünü aldı götürdü? Şe
hirdeki tüm dilberler feda olsun sana! Naz atım sür güzellerin yanından. Çünkü sen
biri için perişansın; yüz tanesi senin için.] [M. Kanar]
rubaisi ne güzeldir!
205
- 130 -
[ D ü n y a n ı n s ı r l a r ı d e f t e r i m i z d e y a z ı l ı d ı r .
S ö y l e n e m e z b u ; b a ş ı m ı z a v e b a l o lu r .
C a h i l h a l k a r a s ı n d a y o k e h i l b ir i .
İ ç i m i z d e k i ş e y l e r u l u o r t a s ö y l e n i r m i ? ] [ M . K a n a r ]
206
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 131 -
207
- 132 -
[ Ş a r a p e r i m i ş y a k u t , s ü r a h i o n u n m a d e n i .
C i s m i k a d e h , ş a r a b ı o n u n c a m .
O b i l l u r k a d e h g ü l e r m e y ile ,
i ç i n d e g ö n ü l k a n ı g i z l i g ö z y a ş ı .] [ M . K a n a r ]
208
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 133 -
209
-1 3 4 -
[ S a k i , ç i ç e k l e r a ç m ı ş , ç i m e n l e r y e m y e ş i l o l m u ş .
D i k k a t e t ; h a f t a y a o l a c a k b u n l a r t o p r a k .
İ ç b â d e y i , k o p a r g ü l ü . G ö z a ç ı p k a p a y a n a d e k
Ç i m e n l e r ç e r ç ö p o l a c a k , ç i ç e k l e r t o p r a k .] [ M . K a n a r ]
210
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 135 -
112. Hayyam’ın burada hayvani insanın ne kadar ehemmiyetsiz bir çer çöp yığını oldu
ğunu göstermek istiyor.
Ch. Baudelaire’in pek meşhur olan La Charogne manzumesinde ihya etmiş oldu
ğu fikir ve nazar bu fikir ve nazardır. [A. Cevdet]
211
- 136 -
[ D ü n y a y ü z ü n d e b i r k e r p i c i m v a r s a ,
M e y p a r a s ı d ı r , a d ı ç i r k i n o l s a d a .
Y a r ı n k i ş a r a p p a r a n y o k , d i y o r l a r b a n a ,
C ü b b e i l e s a r ı ğ ı M e r y e m A n a d o k u m a d ı y a ! ] [ M . K a n a r ]
212
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 137 -
213
- 138 -
[ D e r l e r k i : C e n n e t h u r i l e r l e h o ş tu r .
B e n d e d e r i m k i : Ü z ü m s u y u h o ş tu r .
A l ş u p e ş i n i , b i r a d e r , ç e k e l i n i v e r e s i y e d e n .
Ç ü n k ü d a v u l s e s i u z a k t a n h o ş t u r .] [ M . K a n a r ]
113. Dûrdan hoş gelür âvâz-i dohol. [Gâlib Dede] [Davulun sesi uzaktan kulağa hoş
gelir.]
214
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 139 -
215
- 140-
[ S a k i , b i r k a d e h v e r ; g ö n ü l m u m u y a n m ı y o r .
G ö n ü l a t e ş i y l e h a y a t y e n i d e n b a ş l a m ı y o r .
S e n i n l â l ş a r a b ı n n a s ı l b i r s a f ş a r a p t ı r k i,
D u d a ğ ı n ı k o y a n b i r d a h a k a l d ı r m ı y o r ! ] [ M . K a n a r ]
216
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 141 -
217
- 142-
[ A ş k b i r b e l a o l s a d a T a n r ı ’ n ı n h ü k m ü d ü r .
H a l k n a s ı l i t i r a z e d e r ? B u T a n r ı ’ n ı n h ü k m ü d ü r .
H a l k ı n i y i s i k ö t ü s ü T a n r ı ’n ı n t a k d i r i y l e d i r .
P e k i h a l k ı n k ı y a m e t t e h e s a b a ç e k i l m e s i d e n e d i r ? ] [ M . K a n a r ]
218
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 143-
219
- 144 -
[ S a k i n i n d u d a ğ ı f e r a h l a t a n b i r y a k u t t u r .
O n u n g a m ı g ö n ü l k u v v e t i , c a n a z ı ğ ı d ı r .
K i m ö l m e d i y s e o n u n g a m t u f a n ı n d a n ,
N u h ’ u n g e m i s i n d e t a b u t i ç i n d e b i r i d i r .] [ M . K a n a r ]
220
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 145 -
221
- 146-
[ S a k i , b a k b a n a ; g ö n l ü m d e e n d i ş e y o k .
A s l a n l a r g i t m i ş ; o r m a n d a k i m s e y o k .
F e l e k ş i ş e s i h e r g e c e k ö p ü r ü r d u r u r d u .
B u g ü n b i z i m d e v r i m i z ; ş i ş e d e b i r ş e y y o k . ] [ M . K a n a r ]
116. Hayyam gökyüzünü bir şarap kâsesine benzetiyor. Her gece gökyüzünde saçılmış
görünen yıldızlan şarap kabarcıklarına benzer görüyor. Garip ve muazzam bir ta
savvurdur!
222
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 147 -
223
- 148 -
[ B i r k a d e h , ş a r a p , s a k i b i r d e t a r l a k e n a r ı .
B u n l a r b e ş i n i m p e n i m ; c e n n e t s e n i n v e r e s i y e n .
D i n l e m e k i m s e d e n c e n n e t , c e h e n n e m l a f ı n ı ,
K i m g i t m i ş c e h e n n e m e ? K i m g e l m i ş c e n n e t t e n g e r i ? ] [ M . K a n a r ]
224
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM - RUBAİLERİ
- 149-
beytinden mülhem görünür. Aynı hayali daha nazik fakat daha az muhteşem bir
manzara altında canlandırır. Bunlardan birincinin mânâsı şudur: Şarap, altın saçan
bir güneştir ki, onun billur kadehi, semasıdır. Sakinin eli doğusu, cânanenin duda
ğı da batısıdır.
Muaviyezâde Yezid’e ait olan Arapça beytin meâli şöyle ifade olunabilir: Küçük
üzüm güneşinin (yani şarabın) burcu, küpünün derinliğidir. Doğusu sâkîdir. Batı
sı ağızdır. [A. Cevdet]
225
- 150 -
[ B e n d e n s e n d e n ö n c e p e k ç o k k a d ı n , e r k e k o l m u ş t u r .
B u n l a r ı n s a y e s i n d e u f u k l a r s ü s l e n m i ş t i r .
Ç a b u k o l ; b e d e n i n t o p r a k o l a c a k , z i r a ,
S e n i n t o p r a ğ ı n b i n l e r c e i n s a n ı n b e d e n i o l m u ş t u r .] [ M . K a n a r ]
226
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 151 -
227
- 152 -
[ G e l i p g i t t i ğ i m i z ş u d a i r e n i n ,
N e b a ş ı b e l l i , n e d e s o n u .
K i m s e d o ğ r u s ö y l e m i y o r ş u â l e m d e ,
N e r e d e n g e l i y o r , n e r e y e g i d i y o r u z ? ] [ M . K a n a r ]
228
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 153 -
118. Nasihî
[Aşkı yaşayıp anlamış kişinin şu özlü sözünü dinle: Aşkı tadarak ölen biri aşksız
yaşayandan iyidir.] [M. Kanar]
dediği gibi Muhammed Nasır Han d a .
der ki “ Her baş ki aşktan bihaberdir, hiç durma; onu taşın başına vur. Zira o baş
değildir.” demektir.
229
- 154 -
[ D ü n y a d a h a k i k a t a ğ a c ı h i ç m e y v e v e r m e d i .
B u y o l d a z i r a k i m s e d ü r ü s t d e ğ i l d i .
H e r k e s g e v ş e k b i r d a l a e l i n i v e r d i .
Y a r ı n i l k g ü n k ü g i b i , b u g ü n d e d ü n g i b i y d i .] [ M . K a n a r ]
Meali şudur: Asırlar gelir, asırlar gider. Farkına varmadığımız halde bunlar geçer
gider. Bununla beraber havsalamızın alamadığı ebediyete kıyasen asırlara bakılır
sa, asırlar nedir?
230
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 155 -
231
- 156 -
[ Ü s t ü n l ü k d a v a s ı n d a n v a z g e ç , s a r ı l k a d e h e .
C e n n e t i , c e h e n n e m i b ı r a k , b a ş l a ş a r a p i ç m e y e .
S a t s ı r m a l ı s a r ı ğ ı ş a r a p i ç i n , k o r k m a ,
E k s i k o l s u n s a r ı ğ ı n ; b i r ş e r i t d o l a b a ş ı n a .] [ M . K a n a r ]
232
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 157-
233
- 158 -
[ N e r d e ç a l g ı c ı i l e m e y ? V e r e y i m s a b u h u n h a k k ı n ı .
N e m u t l u o g ö n ü l e k i y â d e d e r s a b u h u !
B i z i m i ç i n ü ç ş e y d e ğ e r l i d i r : B u n l a r ,
S a r h o ş l u k , â ş ı k l ı k , s a b u h u n f e r y a d ı . ] [ M . K a n a r ]
121. Sabûh sabahleyin içilen şaraptır. Bir mânâsı da matara yahut sürahidir. Feryâd-i
sabûha sabahleyin teganni ve terennüm yahut sürahiden boşaltılan şarabın sesi mâ
nâlarından biri verilebilir.
Hâfız’m
[Dün gece çiçekler arasında ve şarap meclisi kurulmuşken bülbül ne de güzel ses
lendi: Ey mestler! Getirin sabûhu; hazırlayın kadehleri!] [M. Kanar]
beytindeki sabûh da Hayyam’ın sabûhundandır. [A. Cevdet]
234
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 159 -
123. Gorre aym başındaki hilâl-i kamere, selh aym nihayetindeki hilâl-i kamere denilir
se de tercümede buna dikkat olunmadı.
235
- 160 -
[ A c a y i p g e ç i y o r ş u ö m ü r k e r v a n ı !
B i l d e ğ e r i n i ; g e ç i y o r n e ş e z a m a n ı .
H e y s a k i , n e d e n ç e k e r s i n b a ş k a l a r ı n ı n i s t i k b a l g a m ı n ı ?
G e t i r ş u k a d e h i ; g e ç i y o r g e c e z a m a n ı .] [ M . K a n a r ]
236
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 161 -
237
- 162 -
[ H e y h a b e r s i z l e r ! D ü n y a n ı n i ş v e s i n e a l d a n m a y ı n .
H a b e r i n i z v a r o y s a o n u n t ü m h a l l e r i n d e n .
A z i z ö m r ü n ü z ü b o ş a h a r c a m a y ı n .
Y â r a r a y ı n k e n d i n i z e , ş a r a p i ç i n , d u r m a y ı n .] [ M . K a n a r ]
238
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 163 -
239
- 164-
[ O n l a r b u d ü n y a y a g e l i p c o ş t u l a r .
N a z a , n e ş e y e , i ç k i y e k a p t ı r d ı l a r ,
B i r k a d e h i ç i p k e n d i l e r i n d e n g e ç t i l e r ,
Y o k l u k u y k u s u n a k u c a k l a ş ı p v a r d ı l a r .] [ M . K a n a r ]
240
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 165-
124. Hayyam gökyüzünü yaratılırken yeryüzünün etrafında hızlı seyrinden dolayı sırtı
na eyer konulamamış olan azgm bir ata benzetiyor. Yıldızlar ve gezegenler âlemi
ni altm tablo muazzam ve köpürmüş bir ata benzetmek pek hoştur.
241
-1 6 6 -
[ Y a z ı k k i p i ş k i n e k m e k h a m i n s a n l a r ı n e l i n d e !
A k l a g e l e n h e r ş e y y a r ı m a d a m l a r ı n e l i n d e .
T ü r k l e r i n g ü z e l g ö z l e r i g ö n l ü n s e y i r y e r i d i r .
B u m ü l k d e ç ö m e z l e r i n , k ö l e l e r i n e l i n d e .] [ M . K a n a r ]
242
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 167 -
243
- 168 -
[ G ö n l ü m i l i m d e n h i ç m a h r u m k a l m a d ı .
Ç ö z e m e d i ğ i m b i r s ı r d a p e k k a l m a d ı .
G e c e g ü n d ü z y e t m i ş i k i y ı l y a ş a d ı m ,
A n l a d ı m k i h i ç b i r ş e y m a l u m o l m a d ı ! ] [ M . K a n a r ]
244
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 169 -
245
- 170 -
[ H a n i s e c c a d e y e t a p a n l a r y o k m u ; e ş e k tir .
H e r b i r i r i y a k â r l ı k y ü k ü ç e k m e k t e d i r .
H e p s i n d e n i l g i n c i , z ü h d p e r d e s i n d e
M ü s l ü m a n l ı k s a t a r a m a k â f i r d e n b e t e r d i r :] [ M . K a n a r ]
246
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 171 -
Mânâsı şudur: Allah şarabı haram etti. Sebebi şudur ki: Araplar şarap içmekle den
gesiz olmaları sebebiyle edepsiz oldular. Acemler yakınsalar, revadır. Çünkü
Arapların kuru dimağlı (kafasız) olmaları yüzünden Acemler kuru dudaklı (dudak
larını şarap ile ıslatamaz) oldular.
247
- 172-
[ M u t l u l u k t a n y a n a ş i m d i n a m d a n b a ş k a s ı k a l m a d ı .
O l g u n b i r d o s t o l a r a k h a m m e y d e n b a ş k a s ı k a l m a d ı .
Ç e k m e n e ş e e l i n i m e y k a d e h i n d e n .
B u g ü n k a d e h t e n b a ş k a y a r d ı m c ı k a l m a d ı .] [ M . K a n a r ]
248
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 173 -
249
- 174-
[ Ö m r ü m ü n f i d a n ı b i r g ü n s ö k ü l ü n c e ,
P a r ç a l a r ı m b i r b i r i n d e n d a ğ ı l ı n c a ,
Y a p a r l a r s a t o p r a ğ ı m d a n b i r s ü r a h i ,
D i r i l e c e k t i r b â d e i l e d o l u n c a .] [ M . K a n a r J
250
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 175 -
128. Bu rubainin “Ger mey nehorem, ilm-i Hodâ cehl buved” mısraını muhtevi olan ru
baiye cevap ve Nasîr-i Tûsî’ye ait olduğu ihtimalini Hüseyin Dâniş Bey ileri sürü
yorsa da, bizim anlayışımıza ve tercümemize göre böyle bir faraziyeye lüzum kal
mıyor. [ikinci baskının haşiyesi]
251
- 176 -
[ i s t e m e d i m b e n ; z o r l a b e n i v a r e tti.
H a y r e t d ı ş ı n d a h a y a t ı m a n e i l a v e e t t i ?
G i d i y o r u z i k r a h l a ş i m d i ; b i l m i y o r u z n e y d i ,
B u n d a n a m a ç : G e l d i , k a l d ı , g i t t i ? ] [ M . K a n a r ]
252
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 177 -
253
- 177-
[ E l l e r i k i l i ç i n d e ş u t e s t i c i l e r v a r y a ,
D e v ş i r s i n l e r a r t ı k a k ı l l a r ı n ı b a ş l a r ı n a .
D a h a n e k a d a r g i r i ş e c e k l e r s i l l e t o k a t ç a m u r a ?
İ n s a n t o p r a ğ ı d ı r b u ; n e s a n ı y o r l a r a c a b a ? ] [ M . K a n a r ]
254
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 179-
255
- 180-
[ O n l a r d ü n y a n ı n t o z u n u a t m ı ş l a r d ı r ,
O n u t a l e p l e i k i d ü n y a y ı t u r l a m ı ş l a r d ı r ,
B i l d i ğ i m ş u k i o n l a r a s l a
D ü n y a h a l i n i a n l a m a m ı ş l a r d ı r .] [ M . K a n a r ]
129. Buradaki zamir ya Allah’la yahut dünyanın sonu ile ilişkilidir. Her iki cihandan
muradı ukbâ ve dünya cihanları olsa gerektir.
256
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 181 -
257
- 182 -
[ Ş u m a k a m m e v k i s a h i b i e k â b i r z ü m r e s i ,
G a m i ç i n d e c a n l a r ı n d a n b e z m i ş l e r .
V a r s a o n l a r g i b i h ı r s l ı o l m a y a n b ir i ,
i l g i n ç t i r ! G ö r m e z a s l a a d a m m u a m e l e s i .] [ M . K a n a r ]
258
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 183 -
259
- 184 -
[ Y a z ı k , g e n ç l i ğ i n d e f t e r i d ü r ü l d ü g i t t i !
H a y a t ı n o t a z e b a h a r ı g ü z o l d u g i t t i !
A d ı n a g e n ç l i k d e n i l e n ş e y v a r y a ,
A n l a m a d ı m k i ; n e z a m a n g e l d i , n e z a m a n g i t t i ! ] [ M . K a n a r ]
260
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 185 -
Sana bir vakadan haber vermek ve bunu iki kelime ile özet
lemek isterim. Senin aşkınla toprağa gireceğim; senin şefkatinle,
senin muhabbetinle topraktan çıkacağım.132
132. Mihr kelimesi hem muhabbet, hem güneş, hem nur mânâsınadır. Aşkın ateş özel
liği taşımasına nazaran “Senin nârınla hâk olacağım; senin nurunla topraktan çıkıp
yükseleceğim.” demek istiyor.
Şeyh Sadî’nin
Aceb nîst ez hâk eğer gul şikoft
ki çendîn gulendam der hâk hoft
262
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 187 -
[Topraktan gül bitiyorsa, buna şaşmamalı. Çünkü bunca gülendam güzeller topra
ğın altında yatmaktadır.]
263
- 188 -
[ A k ı l y o l u n d a g i t , a k ı l d ı ş ı n a ç ı k m a ,
i y i a r k a d a ş ı n v a r s a , k ö t ü y a n ı n d a d u r m a .
H e r k e s ç e t a k d i r e d i l m e k i s t i y o r s a n ,
M u t l u o l h a l i n d e n , b u r n u b ü y ü k o l m a .] [ M . K a n a r ]
264
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 189-
133. Bu rubaiyi dostlarımızdan Mirza Yahya Aga şu suretle müstezad haline koydu:
265
- 190 -
[ Y o k l u k s u y u y l a t o h u m u m u s a ç t ı l a r .
G a m a t e ş i y l e r u h u m u t u t u ş t u r d u l a r .
D ü n y a y ı d o l a n ı r ı m a v a r e r ü z g â r g i b i .
T o p r a ğ ı m ı n a l ı n d ı ğ ı y e r e k a d a r . [ M . K a n a r ]
134. Genellikle kadim şairlerin yaptığı gibi Hayyam eski hakimlerin dört unsurunu ya
ni suyu, havayı, toprağı, ateşi topladığı bu rubaisi ile, mukaddimede zikredilen
mısraını andırır.
266
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 191 -
267
- 192-
[ Y a r ı n v e r i l i n c e b a h t ı a ç ı k l a r ı n n a s i b i
B e n p e r i ş a n r i n d i d e g ö r s ü n l e r b a r i,
i y i ç ı k a r s a m , o n l a r d a n s a y s ı n l a r b e n i .
K ö t ü ç ı k a r s a m , o n l a r a b a ğ ı ş l a s ı n l a r b e n i .] [ M . K a n a r ]
268
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 193 -
269
- 194-
Ezelî aşk benim vücudumu inşa ettiği vakit bana evvela aşk
dersini yazdırdı. Müteakiben benim yüreğimin altın parçasından
mânâlar hâzinelerinin anahtarım yaptı.135
[ E z e l î a ş k b e n i m v a r l ı k e v i m i y a p t ı ğ ı n d a ,
i ç i m i a ş k d e r s i y l e d o l d u r d u b a ş l a n g ı ç t a .
S o n r a y ü r e ğ i m d e k i s a h t e a l t ı n ı ,
D ö n ü ş t ü r d ü m â n â l a r h â z i n e s i n i n a n a h t a r ı n a .] [ M . K a n a r ]
135. Bu rubainin üçüncü mısraındaki “zer-i kalb-i merâ” ibaresi îhamlıdır, iki manâlı
dır. “Benim kalb altınımdan” mânâsı olduğu gibi bizim tercih ettiğimiz şekilde
“kalbimizin altınından” mânâsı da vardır.
270
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 195 -
271
- 196 -
[ E z e l a v c ı s ı t u z a ğ a y e m k o y d u .
B i r a v t u t t u , a d ı n ı Â d e m k o y d u .
D ü n y a d a k i h e r i y i y i , k ö t ü y ü ,
O y a p a r a m a , b a h a n e y i i n s a n ı n s ı r t ı n a k o y d u .] [ M . K a n a r ]
272
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 197 -
273
- 198 -
[ F e l e k k ı r ı n t ı s ı d ı r o n l a r , d ü n y a y ı s ü s l e r l e r .
G e l i r , g id e r , t e k r a r d ü y a y a g e l i r l e r .
G ö k y ü z ü n ü n e t e ğ i n d e , y e r y ü z ü n ü n y a k a s ı n d a ,
B i r h a l k t ı r ; T a n r ı v a r o l d u k ç a ü r e r l e r .] [ M . K a n a r ]
Şeyh Sa’dî’nin Gülistan’da (hikaye 28) yazıldığı gibi Keyhusrev’in tacmda şu kı
ta mahkûk idi:
274
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 199 -
Saadet yolunda dolaşan akıl sana günde yüz defa der ki: Şu
bir lahzalık az çok sohbetin kadrini bil. Zira sen biçildikten sonra
tekrar biten tere değilsin.
[Pek çok yıllar boyunca ve uzun ömürler sürerek nice insan toprağımızın üstünden
gelip geçecek. Mülk nasıl elden ele bize ulaştıysa, aym şekilde elden ele dolaşarak
başka ellere de geçecektir.] [M. Kanar]
275
- 200 -
[ T o p r a k t e s t i d e n d ö k , h a n i d i h k a n d a v a r .
İ ç i m d e ş i d d e t l i b i r s u s u z l u k v a r .
Ç ı k a r a r z u g ü l ü n ü b a ş ı n d a n ; d ü n y a n ı n
T o p r a k a l t ı n d a n e ç o k a r z u s u v a r ! ] [ M . K a n a r ]
139. Bu rubaide “gul” ve “gil” kelimeleriyle oynamıştır. Birisi malum “çiçek”, diğeri
“toprak” demektir.
276
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-201 -
Bâ in do se nâdân ki cihândârânend,
Ez cehl ki dânâ-yi cihan îşânend.
Hoş bâş ki ez fart-i hamâkat be mesel
Herkû ne herest, kâfireş mîdânend.
277
- 202 -
[ M e y h a n e r i n d l e r l e d o l s u n t a ş s ı n .
Z a h i d l e r i n z ü h d e t e ğ i n e a t e ş d ü ş s ü n .
İ k i y ü z p a r ç a l ı h ı r k a i l e m a v i y ü n
T o r t u l u ş a r a p i ç e n l e r i n .a y a k l a r ı a l t ı n d a k a l s ı n .] [ M . K a n a r ]
278
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 203 -
279
-20 4 -
[ T ö v b e e t m e , e ğ e r ş a r a b ı n v a r s a
Y ü z p i ş m a n l ı k t ö v b e s i p e ş i n d e n g e l i r s o n r a .
G ü l ü s t ü n ü y ı r t ı y o r , b ü l b ü l f e r y a t t a .
B ö y l e b i r v a k i t t e t ö v b e e t m e k d o ğ r u m u a m a ? ] [ M . K a n a r ]
280
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-205 -
281
-2 0 6 -
[ H e r g e c e â h ı m ç ı k a r i k i z l e r B u r c u n a .
G ö z y a ş ı s e l i m u l a ş ı r d e n i z l e r e .
B a n a d e r s i n : Ö b ü r g ü n ş a r a p i ç e y i m s e n i n l e .
B e l k i b e n i m ö m r ü m ç ı k m a z y a r ı n a . ] [ M . K a n a r ]
282
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 207 -
283
-208 -
[ H a k i k i v a r l ı k i n s a n d a n b a ş k a s ı o l m a z .
B u s ö z ü a n l a m a k h e r k e s i ç i n k o l a y o l m a z .
İ ç b i r y u d u m ş u g ö r ü ş ş a r a b ı n d a n .
B ö y l e c e T a n r ı m a h l u k a t ı g ö z ü n d e b i r o l m a z .] [ M . K a n a r ]
141. Mesnevi sahibinin baş döndürecek derecede yüksek ve derin olan şu beyitlerini de
okuyun:
Tercümesi şudur: Bâde bizi mest etmedi. Biz bâdeyi mes ettik. Kalıp (yani beden)
bize vücut vermedi, ona biz vücut verdik. Coşan bâde bizim coşmamızın esiridir.
Dönmekte olan felekler bizim aklımızın esiridir.
Gerek Mevlana, gerek Hayyam mevcudiyeti meşrû’iyetle kâim tutuyor ve şuurun,
idrakin haricinde varlık tanımıyor demektir. İnce ve uzun bir murakabe ve müla
hazadan sonra bu telakki şekline ve hükme iştirak etmek güç olmaz. [A. Cevdet]
284
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 209 -
285
- 210 -
[ T a k v a s a h i p l e r i b a n a d e r l e r ;
Ö l e n l e r , ö l d ü k l e r i g i b i k a l k a r l a r .
B i z m e y il e , s e v g i l i i l e o t u r u r u z .
B a k a r s ı n m a h ş e r d e b i z i ö y l e k a l d ı r ı r l a r .] [ M . K a n a r ]
[Herkes dairenin bir tarafına gitti. Biz bir kaldık aynı yerde, bir senin hayalin.] [M.
Kanar]
286
ABDULLAH CEVDET ! ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-211 -
287
- 212 -
[ i ç m e y e t ö v b e e t m e z s e b a t ı o l a n lc i§ i.
Ç ü n k ü h a y a t s u y u d u r b u iç k i .
R a m a z a n a y ı n d a t ö v b e e d e r s e b ir i .
N a m a z l a r d a n m u a f o l s u n b a r i ! ] [ M . K a n a r ]
288
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 213 -
289
-2 1 4 -
[ H a y y a m , ş u g ö k k u b b e ç a d ı r ı n ı k u r m u ş ,
T a r t ı ş m a k a p ı s ı n ı h e r k e s i n y ü z ü n e k a p a m ı ş .
E z e l s a k i s i v a r l ı k k a d e h i n d e k a b a r c ı k m i s a l i
B i n l e r c e H a y y a m v ü c u d a g e t i r m i ş .] [ M . K a n a r ]
290
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 215 -
143. Kırân-i ahteran iki veya daha ziyade yıldızın mıntıkatü’l-burucun aynı noktasında
suvetî olarak bir araya gelmesi demektir. Eski İran müneccimlerine göre kıran-i
ahteran daima büyük hadiselerin yaklaştığına alamet addolunurdu ve onların kana
atine göre tufan, Hazreti İsa ve Musa'nın gelmesi ve emsali büyük hadiseler hep
kıran-ı ahteram müteakip vukûa gelmiştir.
291
-2 1 6 -
[ M u t l u o l ; b u â l e m g e l i p g e ç e c e k .
R u h u n b e d e n i n p e ş i n d e b a ğ ı r ı p ç a ğ ı r a c a k .
G ö r d ü ğ ü n i h t i r a s d o l u k a f a t a ş l a r ı y a r ı n
T e s t i c i l e r i n t e k m e s i a l t ı n d a k a l a c a k .] [ M . K a n a r ]
292
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-217-
144. Sîmurg İran mitolojisinde âlemin yaratılışı sırasında mevcut olmuş, muhteşem,
iyiliksever, hayırkâr, muhib ve insan hamisi bir kuştur. Fakat arkadaşının nankör
lüğü ve ahlak bozukluğu kendisini bizar etmiş olduğundan Kaf dağına çekilmişti.
Bu dağın zirvesi güneşe pek yakın ve kaidesi zümrüttendi. Semanın lacivert rengi
İran mitolojisine göre bu büyük zümrüt kitlesinin parlamasından hâsıldır. Doğar
doğmaz pederi Sam tarafından terk edilen Rüstem’in babası Zal bu kuşun dişisi ta
rafından bakılmış, onun sütüyle büyütülmüştür. Yunan mitolojisinin Promethee’si-
ni Sîmurg az çok andırır.
293
-218 -
[ G ü l i l e ş a r a b ı n h a l i n i b â d e d ü ş k ü n l e r i b ilir .
S a n m a k i g ö n l ü , e l i d a r o l a n l a r b ilir .
G a f i l l e r m a z u r d u r g a f i l l i k l e r i y l e .
B u n d a b i r z e v k v a r d ı r ; b u n u m e s t l e r b ilir . [ M . K a n a r ]
294
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 219 -
145. Hayyam burada da K ur’ân’da yer yer görülen ve yazılı olan takdîr-i ezelî ve ilm-i
ezelî akidesine telmih ediyor. “Allah’ın mest olarak yarattığı ve öyle olmasını mu-
rad ettiği adamın ayık olması mümkün müdür?” demek istiyor. [A. Cevdet]
295
- 220 -
[ B i r z a m a n b o ş u m u t l a r a k a p ı l d ı m .
H a y a t ı m d a b i r g ü n b i l e m u t l u o l m a d ı m .
K o r k u m o k i z a m a n f ı r s a t v e r m e z b a n a .
F ı r s a t v e r s e z a m a n d a n ö c ü m ü a l ı r ı m .] [ M . K a n a r ]
296
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-221 -
146. Hayyam’ın bîhaberliği cehalet değil, nâfiz ve kavrayıcı bir ilim ve idraktir ki yük
sek şam hayrete vasıl olmaktır. İlim ve bilgi dairemiz büyüdükçe hayret ve hay
ranlık sahamız büyüyüp gidecektir. [A. Cevdet]
297
- 222 -
[ E z e l d e ş u m a v i k u b b e n i n ç a t d d ı ğ ı g ü n ,
G ü n e ş i n i k i z l e r i n o r t a s ı n a k o n u l d u ğ u g ü n ,
T ı p k ı m u m u n ü z e r i n d e k i a l e v g i b i
B i n b a ğ i l e b i z e b a ğ l a n d ı a ş k ı n .] [ M . K a n a r ]
298
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-223 -
299
-2 2 4 -
[ D ü n y a d a k i m i n v a r s a y a r ı m e k m e ğ i ,
V a r s a b i r d e o t u r a c a k m e s k e n i ,
N e k i m s e n i n h i z m e t ç i s i o l u r n e e f e n d i ,
G ü z e l d ü n y a s ı v a r d ı r ; y a ş a s ı n i y i .] [ M . K a n a r ]
300
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-225 -
301
-2 2 6 -
[ T a n r ı m b e n i m i b a d e t i m l e s e n i n m ü l k ü n d e n e a r t t ı ?
İ ş l e d i ğ i m g ü n a h l a r d a n s a n a k u s u r m u g e l d i ?
A f f e t , t u t m a b e n i , a n l a d ı m z i r a ;
G e ç y a k a l a r s ı n , ç a b u k b a ğ ı ş l a r s ı n a m a .] [ M . K a n a r ]
302
ABDULLAH CEVDET / ÖMER BAYYAM - RUBAİLERİ
-227-
303
-228 -
[ D ü n y a d a k i m s e b i r g ü l y a n a k l ı y a e r i ş e m e d i .
B u n u n i ç i n y ü r e ğ i n e z a m a n e d i k e n i n i g i r d i .
B a k a r m ı s ı n t a r a ğ a , y ü z p a r ç a o l m a d a n
B i r d i l b e r i n z ü l ü f u ç l a r ı n a e r i ş e m e d i .] [ M . K a n a r ]
304
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 229 -
305
-2 3 0 -
[ B i z g i t t i k ; z a m a n e g i t m e m i z e ş a ş t ı k a l d ı .
Ç ü n k ü y ü z i n c i d e n s a d e c e b i r i d e l i n m i ş o l d u .
N e y a z ı k k i y ü z b i n i n c e m â n â
H a l k ı n a k ı l s ı z l ı ğ ı n d a n d e l i n m e m i ş k a l d ı ! ] [ M . K a n a r ]
149. Delinmemiş inci yaratılış sırlarının timsali sayılır. Yaratılış sırlarından yalnız şu sı
ra bilgi sahibi olduk ki o da topraktan çıktığımız, toprağa gideceğimizdir, demek
istiyor.
306
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-231 -
307
-2 3 2 -
Ben bana bigâne edildiğim ve benim bir gün var olmuş ol
duğum bir efsaneden bahsedilircesine yâd edildiği gün - bu sözü
söylemeye pek cesaret edemiyorum- arzu ederim ki benim vücudu
mun toprağından şarap sürahisi yapsınlar.
[ B e n i m b a n a y a b a n c ı e d i l d i ğ i m g ü n ,
V a r l ı ğ ı m ı n e f s a n e y l e a n ı l d ı ğ ı g ü n ,
S ö y l e y e m e z o l a c a k s a m d a b u s ö z l e r i
T o p r a ğ ı m d a n y a p ı l s ı n ş a r a p s ü r a h i s i .] [ M . K a n a r ]
308
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-233 -
309
-2 3 4 -
[ G a m l a r s a n a b a s k ı n e t m e d e n ö n c e ,
S ö y l e , g e t i r s i n l e r g ü l r e n k l i b â d e .
B e h e y c a h i l g a f i l ! A l t ı n d e ğ i l s i n s e n ,
T o p r a ğ a g ö m s ü n l e r d e ç ı k a r s ı n l a r y i n e . ] [ M . K a n a r ]
150. Bu hitabın cismânî ölümden sonra dirilişin aldamcı veya aldatıcı taraflarına tevcih
edildiğini Hayyam’ın müfessirleri yazar. [A. Cevdet]
310
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 235 -
311
-2 3 6 -
[ Y ü c e T a n r ı h e r b i r s ı r r ı n ı b ili r .
K ı l k ı l , d a m a r d a m a r s e n i b ilir .
D i y e l i m k i a l d a t ı r s ı n h a l k ı h i l e y l e ,
N e y a p a r s a n y a p , b i r b i r b ili r .] [ M . K a n a r ]
312
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-237-
313
-2 3 8 -
[ S e v i n m e y e b a k s e n ; b i r g ü n g e l e c e k
H e r k e s t o p r a ğ ı n a l t ı n a g i r e c e k .
I ç b â d e y i , ç e k m e d ü n y a n ı n g a m ı n ı .
D ü n y a d a k a l a c a k l a r ç e k s i n o n u n g a m ı n ı .] [ M . K a n a r ]
314
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 239 -
315
-2 4 0 -
[ G e ç e n l e r d e n a m a z a , o r u c a g ö n l ü m m a y i i o l d u ,
D e d i m : i ş t e g ö n l ü m ü n m u r a d ı h a s ı l o ld u .
Y a z ı k ! A b d e s t i m b i r o s u r u k l a b o z u l d u !
O r u c u m y a r ı m y u d u m m e y i l e b â t ı l o l d u .] [ M . K a n a r ]
316
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-241 -
317
-2 4 2 -
[ T a b i a t ı m d a v a r ; d ö n e r i m b e n g ü l y ü z e .
E l i m g i d e r h e p s a f ş a r a p k a d e h i n e .
H e r ş e y d e n n a s i b i m i a l a y ı m ,
C ü z l e r k ü l l e k a t ı l m a d a n ö n c e .] [ M . K a n a r ]
318
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 243 -
319
-2 4 4 -
[ N e z a m a n a d e k g e ç s i n ö m r ü n k e n d i n i b e ğ e n m i ş l i k l e ?
N e z a m a n a d e k v a r l ı k , y o k l u k d a v a s ı y l a ?
İ ç m e y e b a k . P e ş i n d e g a m o l a n ş u ö m ü r ,
i y i s i m i , g e ç s i n u y k u y l a y a d a s a r h o ş l u k l a .] [ M . K a n a r ]
320
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-2 4 5 -
Yarın firak152 dağını aşacağım. Mesud bir talih ile şarap içe
ceğim. Maşuka tab’ıma muvafıktır. Zamane de muradım üzeredir.
Bugün neşe tahsil etmezsem, ne vakit edeceğim?
152. Bazı nüshalarda firak kelimesi yerine nifak yazılıdır. Biz bu şekli daha nezih ve şa
irane buluyoruz. [A. Cevdet]
321
- 246 -
[ K i m i l e r i s a ç m a l a d ı , g u r u r a k a p ı l d ı .
K i m i l e r i C e n n e t k ö ş k ü , h u r i p e ş i n e t a k ı l d ı .
A n l a ş ı l ı r n e z a m a n k i p e r d e l e r k a l k t ı ,
B u n l a r s e n d e n n e k a d a r u z a k t a k a l d ı .] [ M . K a n a r ]
322
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 247 -
323
-248 -
Derler ki: Cennet, huri, kevser olacak. Orada saf şarap, bal
ve şeker bulunacak. Sen şarap kadehini doldur, bana ver. Bir peşin
bin alacaktan iyidir.153
[ D e r l e r k i : C e n n e t v a r , h u r i v e k e v s e r v a r .
M e y ı r m a ğ ı v a r , s ü t , b a l v e ş e k e r v a r .
D o l d u r b â d e k a d e h i n i , v e r e l i m e ;
B i n v e r e s i y e d e n i y i b i r p e ş i n v a r .] [ M . K a n a r ]
153. Ebu’l-Alâ el-M a’arrî der ki: Ahirette verileceği vaadolunan süt ve şarap için ben
elimdeki kadehi bırakır mıyım? Hayat, sonra ölüm, öldükten sonra da haşır varmış.
Ey ömrün annesi! öldükten sonra dirilmek martavaldır.
324
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 249 -
İki günlük bir ekmeği ve kırık bir testide soğuk suyu bulu
nan kimse kendisinden aşağı bir adamm hükmü altına neden girme
lidir? Yahut kendisi gibi bir adamın hizmetçiliğini neden etmelidir?
325
- 250 -
[ V e n ü s i l e A y g ö k y ü z ü n d e b e l i r d i ,
L â l r e n k l i m e y d e n i y i s i n i k i m g ö r d ü ?
Ş a r a p s a t a n l a r a ş a ş ı y o r u m b e n ;
O n u s a t ı p , n e a l a c a k l a r o n d a n i y i ? ] [ M . K a n a r ]
326
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-251 -
327
- 252 -
[ A ş k y o l u n d a t e m i z o l m a k g e r e k .
E c e l i n p e n ç e s i n d e n i h a y e t h e l â k o l m a k g e r e k .
G ü z e l y ü z l ü s a k i , b o ş d u r m a .
V e r ş a r a b ı , s o n u n d a t o p r a k o l m a k g e r e k .] [ M . K a n a r ]
328
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 253 -
329
- 254 -
[ D a ğ a b â d e v e r i r s e n ; r a k s a g e tir ir .
B â d e y e ç a m u r a t a n ı n k e n d i s i e k s ik tir .
N i ç i n b â d e y e t ö v b e e t m e m i i s t e r s i n ?
O b i r r u h t u r , i n s a n ı e ğ i t i r .] [ M . K a n a r ]
330
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 255 -
331
-256-
[ D i y o r l a r : R a m a z a n a y ı g i r d i .
A r t ı k b â d e e t r a f ı n d a d ö n ü l ü r m ü ?
Ş a b a n a y ı n d a ö y l e i ç e y i m k i ş a r a p ,
R a m a z a n ’d a n b a y r a m a k a d a r o l a y ı m h a r a p ! ] [ M . K a n a r ]
332
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-257 -
333
- 258 -
Hayat şerbeti kâh saf olur kâh tortulu olur. Giysimiz kâh çul
parçası kâh burd156 olur. Akıllı adam için bunların tümü basit ve
ehemmiyetsizdir. Ölmenin kaçınılmaz olması da sade ve önemsiz
midir?
[ H a y a t ş e r b e t i b a z e n s a f b a z e n t o r t u l u d u r .
G i y s i m i z b a z e n ç u l b a z e n Y e m e n b u r d u d u r .
B u n l a r ı n t ü m ü c e h a l e t t i r a k ı l l ı l a r a g ö r e .
Ö l ü m ü n ş a r t o l m a s ı y a b a n a a t ı l a c a k ş e y m i d i r ? ] [ M . K a n a r ]
334
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 259 -
335
- 26 0 -
[ M u t l u y a ş a , k e s t a m a h ı d ü n y a d a n .
K o p a r b a ğ ı n ı d ü n y a n ı n i y i s i n d e n k ö t ü s ü n d e n .
Y e , iç , b i r d i l b e r i n z ü l ü f l e r i n i t u t h e m e n .
Ç a b u k g e l i r g e ç e r ş u b i r k a ç g ü n .] [ M . K a n a r ]
336
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-261 -
337
-262-
[ D e r l e r k i m a h ş e r g ü n ü k o n u ş m a l a r o l a c a k .
O a z i z y â r ç o k s e r t h u y l u o l a c a k .
H a y ı r y a p a n s a d e c e i y i l i k y a p a r .
R a h a t o l . S o n u p e k i y i o l a c a k .] [ M . K a n a r ]
157. Kur’ân’ın Sûretu’l-burûc’unda (LXXXV) 12. âyet olan “İnne batşe rabbike le şe-
dîdun” âyetine telmih vardır ki “Dîn-i islamı kabul etmemiş olanlar için kıyamet
günü şüphesiz Rabbinin savleti pek şiddetli olacak.” meâlindedir.
338
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-263 -
Bir sanat dehası ve şairi olan Cenab Şehabeddin Bey’in manzumesini ve her man
zumesini okuyun. Onlarda daima bir ziyafet ve rûhânî gezinti bulur ve yararlanır
sınız. [A. Cevdet]
339
- 264 -
[ Ş a r a p i ç ; g ö n l ü n d e n a z l ı ğ ı , ç o k l u ğ u g ö tü r ü r .
Y e t m i ş i k i m i l l e t i n k a y g ı s ı n ı g ö t ü r ü r .
Ş u k i m y a l ı s u d a n u z a k d u r m a a m a n !
B i r b a t m a n i ç t i n m i , b i n d e r d i g ö t ü r ü r .] [ M . K a n a r ]
340
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-265 -
341
-266-
[ M e y h a r a m d ı r ; b a k b a k a l ı m , k i m i ç i y o r ?
N e k a d a r i ç i y o r ? K i m l e i ç i y o r ?
B u ü ç ş a r t y e r i n e g e l d i y s e , s ö y l e b a n a :
M e y i â l i m i n s a n i ç m e s i n d e k i m i ç s i n ? ] [ M . K a n a r ]
342
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-267 -
162. Yekmen bir batman demekse de. Iran-ı kadimde büyük bir bardağa alem olduğu
anlaşılıyor. K â’ânî
[Acı şarabı çeker, mechusî meyini içerim. Kös sesiyle bir batmanlık kadehleri di
kerim.]
diyor ki burdan da “piyâle-i yekmen” bir batmanlık bardak demek olmadığı istid
lal olunuyor.
163. Duhter-i rez, bintu’l-ineb şarabın isimlerindendir. Bizde şimdi “üzüm kızı” deme
ye başlarsak, bir gün gelir, duhter-i rez tabiri kadar alışılmış ve müstamel olabilir.
343
-268-
Ben şarap içerim ve benim gibi her ehil olan kimsenin şarap
içmesi Allah'ın nazarında ehemmiyetten âlîdir. Benim şarap içece
ğimi Allah ilm-i ezelîsi ile bildi. Ben şimdi içmeyecek olsam, Al
lah'm ilmi cehl olur.
[ B e n m e y i ç e r i m , b e n i m g i b i l e r e h i l o lu r .
M e y i ç e n i a f f e t m e k T a n r ı k a t ı n d a k o l a y o lu r .
T a n r ı e z e l d e b i l i y o r d u m e y i ç e c e ğ i m i ,
M e y i ç m e z s e m , T a n r ı ’ n ı n i l m i c e h i l o l u r ! ] [ M . K a n a r ]
344
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-269-
165. Zümrütten muradı ya esrar (beng = haşhaşjdır ki zümrüt gibi yeşil bir renktedir ya
hut yılana zümrüt gösterilince gözü kör olur ve insana artık bir zarar veremez bir
hale gelir itikadına telmihtir. Kırmızı hokkadan muradı, içinde kırmızı şarap bulu
nan bardaktır. Haşhaşın fizyolojik etkileri düşünülürse, bu rubaideki düşünce ve
anlamlar daha ziyade takdir edilir.
345
-270-
[ T a l e p y o l u n d a b i r k a ç g e c e s a b a h l a m a d a n ,
K e n d i d ı ş ı n d a o l a n l a r i ç i n a d ı m a t m a d a n ,
H a s k i s v e s i n e b ü r ü n m ü ş b i r k a ç h ö d ü k ,
B i r k a ç i y i i n s a n ı n a d ı n ı ç ı k a r m ı ş k ö t ü y e .] [ M . K a n a r ]
346
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM - RUBAİLERİ
- 271 -
[ G ö k k u b b e d e d u r a n § u g ö k c i s i m l e r i ,
A k ü s a h i p l e r i n i n t e r e d d ü t s e b e p l e r i .
A m a n a k l ı m ı k a ç ı r ı r ı m d e m e s a k ı n !
T e d b i r l i g e ç i n e n l e r , b u y o l u n a v a r e l e r i .] [ M . K a n a r ]
348
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-273 -
167. Bu mısra “der çeşm-i sehâb çeşmehâ begşâyend” şeklinde de mesturdur. Sadî’nin
oğluna yazdığı bir mersiyeden şu yakıcı ve nazik parçayı da okuyun:
[Bahar mevsimidir. Gül, lale ve nesrin çıkıyorlar topraktan. Sen neden toprakta
sın? Bahar bulutu gibi gidip senin toprağının üstünde öylesine ağlayayım ki sen de
topraktan çıkasın.] [M. Kanar]
Abdülhak Hâmid Bey’in pek nefis bir manzumesinden şu beyti de sunayım:
349
- 274 -
[ A m a n g ö n l ü n d e t a s a y a , d e r d e y e r v e r m e !
B e y a z g ü m ü ş , s a r ı a l t m t o p l a r ı m d e m e !
S ı c a k n e f e s i n s o ğ u m a d a n ö n c e ,
Y e d o s t u n l a . D ü ş m a n ı n y i y e c e k a k s i t a k d i r d e .] [ M . K a n a r ]
350
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-275 -
351
-276-
[ N e z a m a n k i m e n e k ş e g i y s i s i n i b o y a r ,
S a b a h m e l t e m i g ü l ü n e t e ğ i n e e l k o y a r ;
A k ı l l ı o n a d e r i m b e n : B i r g ü m ü ş t e n l i y l e
i ç e r m e y i ; b â d e k a d e h i n i t a ş a ç a l a r .] [ M . K a n a r ]
352
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-277-
353
-278 -
[ H a z ı r o l a n i ş r e t m e c l i s i i h m a l e d i l e m e z .
V e f a s ı z o l a n y â r e g ü v e n i l e m e z .
Ö m r ü n ü g a n i m e t b i l s e n .
N a m a z g i b i k a z a e d i l e m e z . [ M . K a n a r ]
354
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-279-
355
-280-
[ D o s t l a r , i ç k i m e c l i s i n d e b i r a r a y a g e l i n .
B i r b i r i n i z i n y ü z ü n e b a k ı n , k e n d i n i z i § â d e d in .
S a k i m u g l a r ı n m e y i n i e l i n e a l ı n c a ,
B i ç a r e f i l a n c a y ı d a d u a i l e y â d e d i n .] [ M . K a n a r ]
356
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-281 -
169. Bizce İran’ın en kuvvetli ve en ince şairi olan Orfî’nin şu titreyen, ağlayan ve ka
nayan nazik hayalini de okuyun:
[Biz bu gam evine küple, alihimiz bir olarak geldik. Kanlı gözyaşları dökmeden
dudağımıza gülümseme gelmez.] [M. Kanar]
357
-282-
Şarap dolu bir cam, yüz dil ve din değer. Bir yudum şarap
Çin ülkesine değer. Yeryüzünde kırmızı şaraptan gayrı bir acı yok
tur ki bin tatlı can değsin.
[ B i r k a d e h ş a r a p y ü z g ö n ü l i l e d i n d e ğ e r .
B i r y u d u m ş a r a p Ç i n m ü l k ü n e d e ğ e r .
L â l ş a r a p t a n b a ş k a ş e y y o k d ü n y a d a ,
O n u n a c ı s ı , b i n t a t l ı c a n d e ğ e r .] [ M . K a n a r ]
358
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-283-
359
-284-
[ A k ı l l a r ı y l a iş e d e n le r ,
Y a z ı k , h e p ö k ü z s a ğ a r l a r !
i y i d e ğ i l m i e b l e h l i k g i y s i s i n i g i y e n l e r ,
B u g ü n a k l a t e r e s a t m a s a l a r l ] [ M . K a n a r ]
170. Bu nefis rubaiyi Hayyâmîlerden Hüseyin Rıfat Bey nazraen şöyle tercüme etmiş
ve muvaffak olmuştur:
Orfî’nin :
360
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 285 -
[Aşkın nüktesini anlamak nerede, bunu anlayacak akıl nerede? Kimse dilenciye
şahlara yakışır hediye vermez. Bu muhabbet çemenidir ey cennetlikler, dikkat
edin! Bizim gülümüz akıl yer, akıl!] [M. Kanar]
[Akıldan yüz çevirme. Emin bir kılavuzdur çünkü. Vehme kapılma. İftiracı bir se
fihtir çünkü.]
361
-286-
[ E b e d i h a y a t v e r e n ş a r a b ı iç .
G e n ç l i k l e z z e t i n i n s e r m a y e s i ş a r a b ı iç .
A t e ş g i b i y a k ı c ı d ı r a m a g a m i ç i n
Ö l ü m s ü z l ü k s u y u g i b i y a p ı c ı ş a r a b ı i ç .] [ M . K a n a r ]
362
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-287 -
363
-288 -
[ D o s t u m v a r a y o ğ a n e d e n t ü k e t i r s i n k e n d i n i ?
B o ş y e r e d ü ş ü n e r e k y a r a l a r s ı n g ö n l ü n ü .
M u t l u y a ş a ; s e v i n ç l e g e ç i r ö m r ü n ü .
S a n a s o r u l m a d ı y a ş u d ü n y a n ı n d ü z e n i ! ] [ M . K a n a r ]
364
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-289-
171. Bedreddin Simâvî’nin Vâridât’ını okursanız, işin doğrusunu anlarsınız. Ali Emîrî
Efendi merhumun bıraktığı kütüphanede aslı Arapça olan Vâridât’ın Şeyhülislam
Musa Kâzım efendi tarafından yapılmış Türkçe bir tercümesi vardır. [A. Cevdet]
365
-290-
[ G ö n l ü m , d ü n y a d a k i h e r m u r a d ı n ı i s t e m i ş s a y .
N e ş e b a h ç e n y e ş i l l i k l e b e z e n m i ş s a y .
S o n r a ç a y ı r l ı ğ a b i r g e c e ş e b n e m g i b i
O t u r u p s a b a h k a l k m ı ş s ı n s a y .] [ M . K a n a r ]
366
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-291 -
367
-292-
[ S e f i l l e r i k o r u y a n f e l e ğ i n d ö n ü ş ü n d e n ,
Y ü z g a m , d e r t i ç i n d e g e ç i y o r ö m r ü m .
D a r a l m ı ş y ü r e ğ i m l e d ü n y a g ü l i s t a n ı n d a k i g o n c a y ı m .
D ü n y a b a h ç e s i n d e c i ğ e r i k a n l ı b i r l a l e y i m .] [ M . K a n a r ]
368
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-293 -
369
-294-
[ S a f ş i ş e d e d u r a n o l â l ş a r a b ı g e tir .
Ö z g ü r l e r i n m a h r e m i n i , d o s t u n u g e tir .
B i l i y o r s u n m a d e m d ü n y a h a y a t ı
E s i p g e ç e r r ü z g â r d ı r ; b â d e g e t i r .] [ M . K a n a r ]
370
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-295 -
174. Bu rubaide yüksek bir felsefe yer almaktadır. Edası inkarcıdır. Alman humoristle-
rinden Johann Paul Richter [1763-1825]’in şaheseri sayılan bir romanının bir fas
lını andırır. Büyük yazar bu fasılda bir yaz akşamı bir dağ başında uykuya dalmış
olduğu vakit gördüğü şu rüyayı hikâye eder: “Gece yansı uyanır. Kendisini bir me
zarlığın ortasında bulur. Bütün mezarlar açılır. Çocuklar müstesna, bütün ölüler
mezarlarından çıkar; havaya yükselir. Bu manzara önünde dehşete düşen Richter,
mezarlığın bitişiğindeki kiliseye sığınır. Orada mihrab (autel)a yukandan, yüzü
tüllü fakat tasvir edilemez bir ızdırap ile intibâdar Hazreti İsa’nın nüzul ettiği gö
rünür. Aynı zamanda “Ey İsa! Hiç Allah yok mu?” diye ölülerin bağırdıklan ve
İsa’nın “Allah yoktur!” cevabını verdiği işitilir. O zaman İsa güneşlerin üstüne
yükselerek, semaların tenhalığını geçerek, girdaba bakarak, âlemleri nasıl dolaştı
ğını ve mahzâ kendisinin de onlar gibi zavallı bir yetimden başka bir şey olmadı
ğını mertebe-i subûta vardırmak için babasım çağırdığını hikâye eder.”
Bu felsefî parça Madame de Stael’in De l ’Allemage ünvanlı kitabının 378. sayfa
sında “Un Songe” başlığıyla yazılıdır.
AvusturyalI şair Hammerling’in Sinnen und Minnen yani “Sevmek ve Düşünmek”
ünvanlı şiir kitabında buna benzer ve daha müthiş bir parça vardır. Mevzû-i bahis
bir ilâhenin denizin kenarında, mukaddes ormanda kâin Tabemacle’ım muhafaza
371
-296-
[ Y â r i m l e b i r l i k t e y k e n ş a r a p k a d e h i iy id ir .
B e n g a m l ı y k e n g ö z ü n y a ş l ı o l m a s ı iy id ir .
S e f i l d ü n y a n a s ı l o l s a v e f a g ö s t e r m e y e c e k ,
S e f i l d ü n y a d a m e s t , h a r a p o l m a k i y id ir .] [ M . K a n a r ]
ya memur olan bir Hertha rahibidir. Bir uzun kış gecesi bu Beytülhararrun muha
fızı ilahenin gizli yüzünü örten örtüyü kaldırmak merakına mağlup olur. Bu saygı
sızca muamele ilahe Hertha’nın nurlu gizemli yüzünü izhar edecek yerde, gözleri
onu görmeye gayret ettiği nispette zulmeti artan, daha ziyade kararan, açık bir gir
daptan müthiş bir karanlık kuyudan başka bir şey göstermez. Rahip dehşete kapı
lır; geri çekilir. Ayağı kayar ve denizin dalgalan içine düşer. Diğer rahipler koşar
lar. İlâhenin intikamcı bakışı arkadaşlanmn üzerinde bir yıldınm tesiri yapmış ol
duğuna kâni olurlar. Halbuki onun ölüm sebebi ancak “yokluğu” kendi gözüyle
görmenin verdiği bir baş dönmesi olmuştu.
“İlahî yokluk” başlıklı şu kıta da bana böyle bir karanlık ve hayret vadisinde mül
hem olmuştur:
Hertha bir Cermen mâbudesidir. Dünya Tannçası idi. Dini bütün Almanya’da ve
özellikle Hercunia ormanında yayılmıştı. Bu din İsveç’te uzun müddet yaşamıştır.
XH. asırda Waldemar tarafından imha edilmiştir. [A. Cevdet]
372
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 297 -
373
-298 -
[ T a n r ı ’ ıtır ı v e r d i ğ i n d e n b a ş k a s ı n a s a h i p o l a m a z s ı n .
B ö y l e m u r a t p e ş i n d e k o ş m a k l a k e n d i n i ü z m e m e l i s i n .
G ö n l ü n e b u k a d a r a ğ ı r y ü k ü y ü k l e m e b o ş u n a ,
i ş i n s o n u n d a h e r ş e y i b ı r a k ı p g ö ç e c e k s i n . ] [ M . K a n a r ]
374
ABDULLAH CEVDET / ÖMER RAYYAM ■RUBAİLERİ
-299-
375
-300-
[ G e ç i r m i ş s e n y â r i l e b i r ö m ü r ,
T a t m ı ş s a n d ü n y a z e v k l e r i n i b i r ö m ü r ,
G ö ç ü p g i d e c e k s i n n a s ı l o l s a s o n u n d a ,
G ö r d ü k l e r i n r ü y a o l u r b i r ö m ü r .] [ M . K a n a r ]
376
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-301 -
175. Aslında zift yokken mütercim bu kelimeyi nereden çıkardı diyecekler. Hayyam
“Taş ye!” diyor. Fakat biz “Şarap yemiyorsan ben ne yapayım? Taş ye!” diye har-
fiyyen tercüme edemeyiz.
377
-302-
[ C a n ı n s ı k ı l d ı k ç a e s r a r iç .
Y a d a b i r i k i k a d e h g ü l r e n k l i ş a r a p iç .
B u n u i ç m e z s i n , o n u i ç m e s i n b e h e y s a l a k !
S e n i n l â y ı ğ ı n z ı k k ı m d ı r ; z ı k k ı m i ç ! ] [ M . K a n a r ]
378
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 303 -
379
- 304 -
[ B â d e i ç e c e k s e n , a k ı l l ı l a r l a b i r l i k t e iç .
L a l e y a n a k l ı , g ü l e r y ü z l ü b i r d i l b e r i l e iç .
Ç o k i ç m e , i f ş a e t m e , d i l i n e d o l a m a .
A z iç , a r a d a s ı r a d a iç , g i z l i g i z l i i ç .] [ M . K a n a r ]
380
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-305 -
381
-306-
[ E v l a d ı m , k a l k , o l d u s e h e r v a k t i .
L â l ş a r a p l a d o l d u r k r i s t a l k a d e h i .
Ş u y o k l u k m a n a s t ı r ı n d a k i e ğ r e t i b i r d e m i ,
Ç o k a r a r s ı n , b u l a m a z s ı n b i r d a h a o d e m i .] [ M . K a n a r ]
382
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-307 -
179. Hazreti Meryem ortada bir eşi bulunmaksızın gebe kaldığı vakit gebeliğini gizle
mek isteyerek yüzünü bir peçe ile örtmüş ve şarkın tenha bir tarafına çekilmişti.
Maksadı açlıktan ölmekti. Bir gün yapraksız, kuru bir hurma ağacmın altında bu
lunduğu sırada doğum sancılan birdenbire bîçare M eryem’i yakalamıştı. O zaman
Cebrail [aleyhisselam] geldi. Hazreti Meryem’i keder etmemeye ve birdenbire
üzeri gayet leziz meyve ile dolu olan ağacm meyvesiyle beslenmeye davet etti.
Kur’ân’ın Meryem sûresinin 16. ve müteakibi âyetleriyle Âl-i İmran suresinin 32.
âyetinin tercümelerine bakılsın. Bu sonuncu âyette Zekeriva’nın “mâder-i bâkir”i
ihtimam ve korumasıyla ihata ettiği ve Zekeriya, gizli köşesinde doğumunu yap
mış olan Meryem’i her ziyarete gittikçe Meryem’in yanında yiyecek bulduğu be
yan olunur. Zekeriya “Bu yiyecek size nereden geliyor?” diye Meryem’e sorduğu
vakit Meryem “O Allah’tan gelen nimettir, istediğini Allah bol bol nzıklandınr,
besler.” cevabım verirdi.
Ömer Hayyam’ın murad ettiği gıda işte bu Meryem gıdasıdır. Değil bir kadeh şa
rabı, hatta kadehin kokusunu Meryem’in bu gıdasına tercih ediyor. Elbet bu şarap,
ruhanî ve fikrânî bir şaraptır ki hakîm Ömer Hayyam bu kadar haz ve iştiyak ile
övgüde bulunuyor!
383
-308 -
[ i n s a n ı n e l i n e g e ç e n , ş u i k i k a p ı l ı y e r d e
G ö n ü l d e r d i v e c a n v e r m e k t e n d e ğ i l ö t e .
B i r n e f e s l i k o l s u n y a ş a m a y a n d ı r m u t l u ;
A n a s ı n d a n h i ç d o ğ m a y a n k i ş i d i r â s û d e .] [ M . K a n a r ]
180. İki kapıdan murad beşik ve mezardır. Ana rahminden çıkmak, sonra mezara gir
mektir.
181. Zavallı Muallim Naci:
demişti.
384
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-3 0 9 -
182. Aynı tavsiyeyi V. Hugo şu mısralarda tekrar ve tevsî ve gerekçesi ile teyid etmiştir:
Helas! aimez, vivez, eueillez des premeveres,
Dansez, riez, brûlez vos coeurs, buvez vos verres,
Comme au sombre ocean arrive tout ruisseau,
Le şort donne pour but an festin, au berceau,
Aux meres adorant l ’enfance epanouîe
Aux baisers de la chair dont 1‘âme est eblouie,
Aux chansons, au sourire â 1‘amour frais et beau
Le refroidissement lugubre de tombeau
(V. Hugo, Les Pauvres Gens)
385
- 310 -
[ E y g ö n ü l , m e c a z d ı r m a d e m d ü n y a n ı n g e r ç e ğ i ;
N e d e n ç e k e r s i n b u u z u n ç i l e y i , b u n c a z i l l e t i ?
T e s l i m o l k a d e r e ; a l ı ç t ı r d e r d e k e n d i n i ;
Ç ü n k ü d ö n m e z y a z ı l a n l a r s e n i n i ç i n g e r i .] [ M . K a n a r ]
386
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-311 -
387
- 312 -
j S ı ı u z u n y o l d a g i d e n l e r d e n b i r i
v ■ ' ■ m e k i ç i n b i z e s ı r r ı d ö n m ü ş m ü g e r i ?
i k i y o l a ğ z ı n d a , a m a n , h e r d i l e ğ i n i
E ı m e i h m a l ; ç ü n k ü g e l m e y e c e k s i n g e r i ! ] [ M . K a n a r ]
388
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 313 -
389
- 314 -
[ B u f e l e k a ç m a z k i m s e y e s ı r r ı n ı .
S i t e m e d e r ö l d ü r ü r b i n M a h m u d ile A y a z ’ ı.
Ö m ü r t e k r a r v e r i l m e y e c e k ; i ç ş a r a b ı n ı .
B u d ü n y a d a n g i d e n b i r d a h a g e l m e z g e r i .] [ M . K a n a r ]
184. Sebüktegin’in oğlu ve Gazne hanedanından ilk sultandır. Felsefî kitap alıp satma
yı, okumayı idam ile cezalandırmış, düşünme özgürlüğünü suç saymış ve İslam
düşüncesine bu suretle suikast etmiştir.
185. Sultan Mahmud-i Gaznevî’nin gözdesi idi. Âdi bir köylü olduğu halde devlet man
sıplarının en yükseğine ulaşmıştı.
390
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-3 1 5 -
391
- 316 -
[ E y g a m z e l i , r e n k t e n r e n g e g i r e n , h o ş b a k ı ş l ı d i l b e r !
O t u r l ü t f e n ; b i n f i t n e k o p a r m a , k a l k m a .
S o n r a e m r e d i y o r s u n b a n a : B a k m a o n a !
B u d e m e k t i r : K a d e h i e ğ r i t u t , d ö k m e a m a l ] [ M . K a n a r ]
392
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 317 -
393
- 318 -
[ H a ş ı r n e ş i r o l t e m i z , a k ı l l ı i n s a n l a r l a .
E h i l o l m a y a n l a r d a n k a ç b i n f e r s a h u z a k l a r a .
İ ç , a k ı l l ı b i r i z e h i r v e r i r s e s a n a ,
Y e r e d ö k , e h i l o l m a y a n d a n b a l g e l i r s e s a n a ] [ M . K a n a r ]
394
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 319 -
395
-3 2 0 -
[ S ı r l a r â l e m i n d e n g e l e n b i r ş a h i n id i m ,
A l ç a k l a r d a n y ü k s e k l e r e a ğ a y ı m d e d i m .
K a f a d e n g i b i r s ı r d a ş b u l a m a d ı m b u r d a ,
G e l d i ğ i m y e r d e n y i n e ç ı k t ı m g i t t i m .] [ M . K a n a r ]
396
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-321 -
397
-3 2 2 -
[ G i t t i l e r ; g i d e n l e r d e n b i r i d ö n m e d i g e r i .
A n l a t a c a k t ı s a n a s ı r l a r p e r d e s i a r d ı n d a k i n i .
i ş i n n i y a z i l e y o l a g ir e r , d e ğ i l n a m a z l a .
N a m a z n e y e y a r a r d o ğ r u l u k v e n i y a z y o k s a ? ] [ M . K a n a r ]
398
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 323 -
399
-3 2 4 -
[ T a n r ı m s a n a i t a a t i n c i l e r i n i d e l m e d i m h iç .
G ü n a h t o z u n u y ü z ü m d e n s i l m e d i m h i ç .
Y i n e d e u m u t s u z d e ğ i l i m k e r e m i n d e n .
Ç ü n k ü b i r e i k i d e m e d i m h i ç .] [ M . K a n a r ]
400
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-325 -
189. “Tekbîr kerden ber dûstî-yi folân” filanın dostluğundan tamamen yüz çevirmek,
artık admı işitmek istememek demektir. Gönülden nefret ve şiddetle çıkarmak de
mektir.
401
-326 -
[ B i z k u k l a y ı z , k u k l a c ı i s e f e l e k .
D e ğ i l d i r b u m e c a z , g e r ç e k t i r g e r ç e k .
O y n a d ı k o y u n u m u z u b u s a h n e d e b i r m ü d d e t ,
G i t t i k y o k l u k s a n d ı ğ ı n a y i n e t e k t e k .] [ M . K a n a r ]
402
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 327 -
403
- 328 -
[ Â ş ı ğ ı z , p e r i ş a n ı z , m e s t i z b u g ü n .
G ü z e l l e r s o k a ğ ı n d a ş a r a p i ç i y o r u z b u g ü n .
K u r t u l m u ş u z k e n d i v a r l ı ğ ı m ı z d a n t a m a m e n ,
E l e s t m i h r a b ı n a d ö n m ü ş ü z b u g ü n .] [ M . K a n a r ]
404
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM - RUBAİLERİ
- 329 -
Maşukam - ömrü gamım gibi uzun olsun! - bugün yeni bir lü
tufkârlık gösterdi. Gözlerime bir nazar atfetti; yani “iyilik et de su
ya at” hükmünü icra etti.
405
- 330 -
[ S e h e r v a k t i d i r ; n a z l ı m , k a l k h a y d i .
U s u l u s u l b â d e iç , ç a l u d u n u .
U y u y a n l a r b i l m i y o r l a r d ı s ı r r ı .
G i d e n l e r b i r d a h a d ö n m e y e c e k g e r i .] [ M . K a n a r ]
406
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-331 -
407
-3 3 2 -
[ B u a l t ı n t a s n e z a m a n b a ş l a d ı d ö n m e y e ?
B u i y i t e m e l n e z a m a n y ü z t u t a c a k v i r a n e y e ?
B i l i n m e z a s l a b u a k l ı n ö l ç ü s ü y l e ,
T a r t ı l m a z a s l a k ı y a s t e r a z i s i y l e .] [ M . K a n a r ]
408
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM ■RUBAİLERİ
-333 -
409
-334-
[ G e l e c e k z a m a n d a o l a c a k l a r ı s o r m a .
G e l e n h e r ş e y k a l ı c ı d e ğ i l d i r , s o r m a .
Y a ş a d ı ğ ı n b i r a n ı g a n i m e t b i l .
G i d e n i d ü ş ü n m e , g e l e c e ğ i s o r m a .] [ M . K a n a r ]
192. Reveille-toi et combats yani “uyan ve uğraş” Unvanlı kitabın müellifi aynı fikri şu
satırlarda ifade etmiştir:
Vivre dans le present en oubliant le passe et sans preoccupation de Pavenir, voilâ
le secret de la divine enfance et de la jeunesse persistante.
Meali şudur: Maziyi unutarak ve gelecek için endişede bulunmayacak halde yaşa
mak. İşte samedanî çocukluğun ve kalıcı gençliğin sim . (adı geçen kitap, s.70)
Şair ve hassa De Musset ise balanız ne diyor:
Tout ce qui dtait n ’est plus; tout ce qui sera n ’est pas encore. Ne cherchez point ail-
leurs le secret de nos maux. [Guyeau, Sosyolociya nokta-i nazarından sma’at,
s.287]
410
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 335 -
411
- 336 -
[ B i r ö ğ ü t v e r e y i m , k u l a k v e r b a n a .
A l l a h a ş k ı n a r i y â g i y s i s i n i g iy m e .-
A h i r e t e b e d î d i r ; d ü n y a h a y a t ı b i r a n .
B i r a n i ç i n e b e d î l i k ü l k e s i n i s a t m a . [ M . K a n a r ]
412
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 337 -
413
- 338 -
Ey Hayyam; eğer bâde ile mest isen (iç), afiyet olsun. Eğer
gül yanaklı bir güzel ile oturuyorsan, otur eğlen. Mübarek olsun.
Mademki cihanın akıbeti yokluktur, varken de kendini yoksun kı
yas et. Yüce hazlardan nasibini almaya bak.
[ H a y y a m , o l m u ş s a n b â d e i l e m e s t , b a k k e y f i n e .
O t u r m u ş s a n b i r g ü z e l y a n a k l ı y l a , b a k k e y f i n e .
M a d e m k i y o k l u k v a r ş u c i h a n ı n s o n u n d a .
S a y k i y o k s u n c a n ı m ; v a r m ı ş ı n g i b i b a k k e y f i n e ! ] [ M . K a n a r ]
414
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 339 -
Dün bir testi yapılan yere gittim. İki bin testi gördüm. Bazı
ları söylüyordu, bazılan sâkitti. Her biri bana zeban-ı hal ile şöyle
söylediler: Nerede testi yapan? Nerede testi satın alan? Nerede tes
ti satan?194
194. Cümlemiz topraktan geldik, toprağa rücû ediyoruz. Yaratılış denizinde hepimizin
toprağı asırlarca çalkanıyor. Bedenimizin eczası muhtelif ve farklı şeylerin unsur
larım teşkil ediyor. Bu testiler Hayyam’a soruyor: Hangimiz testi yapanın, hangi
miz testi alanın, hangimiz testi satanın eczâ-yı bedenindeniz? diyorlar.
415
- 340-
[ S a r h o ş t u m , m e y h a n e y e u ğ r a d ı m d ü n g e c e .
B i r s a r h o ş i h t i y a r g ö r d ü m ; t e s t i v a r d ı o m u z u n d a .
D e d i m : i h t i y a r ! U t a n m a z m ı s ı n A l l a h ’t a n ?
D e d i : K e r e m T a n r ı ’d a n g e l i r ; s u s , m e y iç , d u r m a .] [ M . K a n a r ]
416
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-341 -
417
-3 4 2 -
Aklı başında bir adamın takdir etmeyi bildiği şarap, âb-ı ha
yattır. Ben o âb-ı hayatın İlyas’ıyım.195 Ben ona gönül gıdası ve ruh
kuvveti derim. Çünkü şarapta nâs için nef’196 bulunduğunu Allah
söylemiştir.
[ A k l ı b a ş ı n d a a d a m ı n s a y d ı ğ ı ş a r a p ,
H a y a t s u y u d u r ; b e n d e o n u n İ l y a s ’ ı.
G ö n ü l e , r u h a k u v v e t v e r i r d e r i m o n a .
Ç ü n k ü T a n r ı i n s a n l a r i ç i n y a r a r l a r v a r d e d i o n a .] [ M . K a n a r ]
195. Ilyas’tan murat, Hazreti İlyas’tır ki an’aneye göre suyunu içenlerin ebedî hayat ile
muammer olduğu bir menbaı bulmuş ve suyundan kana kana içmiştir. Âb-ı hayat,
karanlıkların ötesinde imiş. Hızır karanlıklan geçmiş, âb-ı hayat menbaına varmış.
Zulmetlerden geçerek nur âlemine varan her fert ve her millet âb-ı hayata da tâb-ı
hayata da vasıl olmuş olmaz mı?
196. Burada Ömer Hayyam Kur’ân’da Bakara sûresinin 219. âyetine telmih ediyor. O
âyet şudur; Yes’elûneke ani’l-hamri ve’l-meysiri. Kul fîhimâ ismun kebîrun ve
menâfî’u li’n-nâs. Mânâsı:” Şarap ve kumar hakkında senden rey sorarlarsa de ki:
Onlarda büyük günah ve halk için menâfi vardır. Fakat zararları neflerine galib-
dir.” demektir. [A. Cevdet]
418
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 343 -
197. Câm’dan murad ettiği insandır. Ebu’l-alâ el-M a’arrî’nin şu kıtası da Hayyam da
ha dünyaya gelmemiş bulunduğu bir zamanda bunu tasrih ve terennüm etmiştir ki
meali şudur: “Güldün; gülmemiz beyinsizliğimizdendir. Yeryüzünün sakinleri ağ-
lasa, doğru olur. Zamanın değişkenliği bizi şişe gibi kırar. Fakat bu şişenin tamir
ve ihyâsı imkânı yoktur.”
Lamartine’in Le Desespoir ünvanlı manzumesi de Allah’a yükseltilen bu tür acı
feryat ve sitemlerle doludur. Ezcümle bu manzumenin şu ilk satırlarını görün:
Lorsque du crcateur la parole feconde.
Dans une heure fatale eut enfante le monde.
Des germes du Chaos,
De son oeuvre imparfaite il detouma sa face.
Et d ’un pied dedaigneux le lançant dans l ’espace,
Rentra dans son repos.
419
-3 4 4 -
[ Ş a r a p h a r a m o l s a d a s ü r e k l i iç .
N a ğ m e il e , ç e n g i l e s a b a h a k ş a m iç .
E l i n e g e ç e r s e b i r k a d e h l â l ş a r a p ,
B i r d a m l a s ı n ı d ö k m e , h e p s i n i i ç .] [ M . K a n a r ]
198. Hayyam mütercimi Nicolas’nm rivayetine göre şarap kadehini dudağa götürmeden
evvel bir damlasını yere dökme eski âdeti hâlâ İran’da varmış. Bu, cömertliğe ve
aynı zamanda bardağın muhtevasının son damlasına kadar içileceğine alamet imiş.
Hayyam “Bu âdete riayet etme!” diyor.
420
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM - RUBAİLERİ
-345-
421
-3 4 6 -
[ H ü n e r l e r i m i b i r b i r g ö r , g ü n a h l a r ı m ı o n o n b a ğ ı ş l a .
B i r c ü r m ü m o l d u y s a , A l l a h r ı z a s ı i ç i n b a ğ ı ş l a .
H e v e s r ü z g â r ı y l a k i n a t e ş i n i h o r l a n d ı r m a .
R e s u l u l l a h ’ ın t o p r a ğ ı ş e r e f i n e b i z i b a ğ ı ş l a .] [ M . K a n a r ]
199. Bu bir alaylı ricadır ki Hayyam’a karşı “Bre habis zındık!” diye köpüren hamer-
vahlara yöneltiliyor.
422
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 347 -
İnsaf et, şarap, kadeh içinde latif bir candır. Şişenin bede
ninde şarap bir latif ruhtur. Hiçbir ağır ruhlu bana hemdem olma
ya lâyık değildir. Şarap şişesi müstesna; çünkü o hem cisimdir hem
ruhtur.200
200. Hayyam burada iki manâlı olan “geran” kelimesiyle oynuyor. Üçüncü mısrada
“ağır ruhlu, sevimsiz” demek olduğu halde, dördüncü mısrada “geran” kelimesi
“kesif sulb, ağır” demektir.
423
- 348 -
[ E y ç a r k ı f e l e k ! N e e k m e k n e t u z h a k k ı b i l i r s i n .
B e n i b a l ı k g i b i ç ı r ı l ç ı p l a k e d e r s i n .
B i r k a d ı n ç ı k r ı ğ ı n ı n ç a r k ı ö r t e r b i r v ü c u d u .
D e m e k b i r k a d ı n ç ı k r ı ğ ı s e n d e n i y i d i r ç a r k ı f e l e k ! ] [ M . K a n a r ]
424
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-349-
201. Hayatı, nazik ve çabuk kırılır olması sebebiyle billur şişeye benzetiyor.
425
-3 5 0 -
[ N a s i b i m i z g ü l d e ğ i l s e , i ş t e d i k e n .
N u r g e l m i y o r s a b i z e , i ş t e a t e ş .
H ı r k a , t e k k e , ş e y h l i k y o k m u ?
i ş t e ç a n , i ş t e k i l i s e , i ş t e z ü n n a r . [ M . K a n a r ]
426
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-351 -
427
-35 2 -
İşte şafak söktü; gecenin eteği yırtıldı. Kalk, sabuh iç. Niçin
kederlisin? Ey gönül; şarap iç. Zira birçok sabahlar açılacak ve yü
zünü bize çevirecek. Fakat bizim yüzümüz toprağa çevrilmiş bulu
nacak!
[ H a y d i k a l k ; s a b a h o l d u , y ı r t ı l d ı g e c e n i n e t e ğ i .
N e d e n ü z g ü n s ü n b ö y l e ? İ ç s a b a h ş a r a b ı n ı .
G ö n l ü m i ç m e y e b a k m e y i . Ç o k s a b a h o lu r ,
O y ü z ü n ü b i z e d ö n e r ; t o p r a ğ a ç e v i r i r i z b i z y ü z ü m ü z ü . ] [ M . K a n a r ]
428
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 353 -
429
-3 5 4 -
[ G ü l d e m e t i n d e n t a z e s e l v i b o y l u d i l b e r l e
M e y k a d e h i n i , g ü l e t e ğ i n i t u t h e p e l i n d e .
E c e l k u r d u ü s t ü n e ç u l l a n m a d a n ö n c e
Ö m ü r g ö m l e ğ i n b e n z e m e s i n g ü l g ö m l e ğ i n e .] [ M . K a n a r ]
430
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 355 -
431
- 356 -
[ H i ç i m k â n s ı z h a y a l l e r e k a p ı l m a .
Y ı l b o y u d o l u k a d e h i d e v i r , d u r m a .
O t u r ü z ü m ü n k ı z ı y l a , g ü z e l c e y a ş a .
H e l â l a n a d a n i y i d i r o l m a k h a r a m k ı z ı y l a .] [ M . K a n a r ]
202. Burada şaraba “duhter-i rez, bintü’l-ineb” isimleri verilmiş olması üzerine kurulu
bir lafız oyunu var. Şarap üzümün kızı olunca, üzümün ana olması tabiîdir. Haram
olan kız yani şarap, helâl olan anadan yani üzümden daha iyidir, diyor. Şarap po
sasız üzümdür. Hayyam ruh istiyor. Büyük bir kısmı atılmak iktiza eden gıdalar is
temiyor. [A. Cevdet]
432
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-357-
433
- 358 -
[ Ş a r a b ı v e r e l i m e ; l ı k ı r l ı k ı r s e s i n i .
K a r ı ş t ı r b ü l b ü l ü n ş a k ı m a s ı y l a .
N a ğ m e s i z ş a r a p i ç m e k r e v a o l s a y d ı ,
M e y ş i ş e d e n d ö k ü l ü r k e n l ı k ı r d a m a z d ı .] [ M . K a n a r ]
434
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 359 -
435
- 360-
[ Y a r a t ı c ı , r a h i m A l l a h ’t a n y a n a
i s y a n ı m b ü y ü k d i y e u m u t s u z d e ğ i l i m .
B u g ü n k ö r k ü t ü k s a r h o ş ö l ü p z ı b a r s a m d a ,
Ç ü r ü m ü ş k e m i k l e r i b a ğ ı ş l a r y a r ı n o l u n c a .] [ M . K a n a r ]
436
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-361 -
437
-3 6 2 -
[ i y i s i m i ş a r a p k a d e h i y l e g ö n l ü m ü z ü ş â d e d e l i m .
G e l m i ş i g e ç m i ş i a z y â d e d e l i m .
Ş u h a p i s t e d u r a n e ğ r e t i r u h u m u z u
B i r a n a k ı l b a ğ ı n d a n â z â d e d e l i m .] [ M . K a n a r ]
438
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 363 -
203. Hayyam şunu demek istiyor: Yarın toprak olacağız. Toprağımız kalburdan geçiri
lecek, elenecek. Biz daha evvel davranalım; kainatı kalburdan geçirelim. Muhake
me ve tedkik kalburunun üstünde ve altında kalanı görelim.
439
-3 6 4 -
[ i ç i n d e ş a ş k ı n k a l d ı ğ ı m ı z ş u ç a r k ı f e l e k ,
B i l i r i z k i h a y a l f a n u s u o n d a n b i r ö r n e k .
G ü n e ş i ç e r a ğ b i l , â l e m i d e f a n u s .
i ç i n d e d ö n m e k t e y i z ş e k i l ş e k i l , b e n e k b e n e k .] [ M . K a n a r ]
440
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 365 -
204. Fransız mütefekkirlerinden M.E. Thiaudiere yazar: “Ey Allah; eğer sen nâhüdala-
n n düşündükleri gibi kainatın zaruri mihanikiyeti değilsen, sen kainatın dikkatli
nâzımı isen, hayatımızda işlediğimiz günahların cezasmı bize muhakkak çektire
ceksin. Fakat mâni olabildiğin halde bu günahları işlemeye bizi bıraktığından [bi
zi günah işlemek istidadıyla yarattığından] dolayı bizzat seni kim cezalandıracak?
İtalyan filozoflarından Ponponazzi şu acı itirazları dermeyan eder: Kâdir-i küll ol
duğu ve insanların kusurlarım ezelden beri görmüş bulunduğu halde niçin insanla
rı bu kusurlardan kurtamuyor? Böyle bir ihmal insan için bir günah olduğu halde,
Allah bu ihmaliyle günah işlemiş olmuyor mu?
441
-3 6 6 -
[ E y d o s t ; g e l , ç e k m e y e l i m y a r ı n ı n d e r d i n i .
G a n i m e t b i l e l i m ö m r ü m ü z ü n ş u b i r d e m i n i .
G ö ç e c e ğ i z y a r ı n ş u k ö h n e m a n a s t ı r d a n m a d e m ,
Y e d i b i n y ı l ö n c e g ö ç e n l e r l e o l a c a ğ ı z h e m d e m .] [ M . K a n a r ]
442
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-367 -
205. Sûre-i Bakara yani “İnek” sûresinin 34. ayetine telmih ediyor. O âyet şudur: “Ve
izâ kulnâ li’l-melâiketi’scudû li’l-âdeme fesecidû illâ iblise. Ebâ ve’stekbere”. Mâ
nâsı: “Adem’e secde edin diye meleklere emrettiğimiz vakit melekler secde ettiler.
Yalnız İblis adlı melek emrimize itaat etmedi. Topraktan yapılan Adem’e secde et
meyi izzet-i nefsine yediremedi. Bu suretle kafir oldu” demektir. Bir Arap şairi ise
bu ibâ ve istiğnasından dolayı İblis’e beliğ ve muhteşem manzum bir tebcilname
yazmıştır. [Bu haşiyenin ilk satırlarındaki “inek” kelimesi, bir öküz kafalının taas
subuna dokunmuş ve mütercime can düşmanı olmuş, elinden gelen fenalıktan yap
mıştır ve mütercime bu suret-i tercüme hayli pahalıya oturmuştur. Bu çiğ adam, ri
yakâr, uğursuz bir karakuvvetçi olmayıp, ihlas sahibi olsaydı, gördüğüm zulümle
rine rağmen ismini zikr ve tebcil bile ederdim.]
443
- 368 -
[ K a l k , r a k s e t , b i z d e a l k ı ş t u t a l ı m .
S a r h o ş n e r g i s i n ö n ü n d e ş a r a p i ç e l i m .
Y i r m i y a ş ı n d a ş a r a p i ç m e k o k a d a r z e v k l i d e ğ i l ,
A s ı l z e v k i a l t m ı ş y a ş ı n d a a l a l ı m .] [ M . K a n a r ]
444
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-369-
445
-37 0 -
[ F e l e ğ i n d ö n ü ş ü n d e n h e p g a m l ı y ı m .
S e f i l t a b i a t ı m a k a r ş ı k i n l i y i m .
D ü n y a d a n v a z g e ç e c e k k a d a r i l m i m y o k .
D ü n y a y ı u m u r s a m a y a c a k k a d a r a k l ı m y o k . ] [ M . K a n a r ]
446
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 371 -
447
-3 7 2 -
[ S e n i n r a h m e t i n v a r k e n g ü n a h ı d ü ş ü n m e m .
S e n i n a z ı ğ ı n v a r k e n , y o l z a h m e t i n i d ü ş ü n m e m .
S e n i n l ü t f ü n a k ç ı k a r ı r s a y ü z ü m ü ,
K a r a a m e l d e f t e r i m i z e r r e k a d a r d ü ş ü n m e m .] [ M . K a n a r ]
448
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 373 -
449
-374-
[ N e z a m a n a k a d a r h e r g ü n k ü a k l ı m ı z ı n e s i r i o l a c a ğ ı z ?
D ü n y a d a y ü z y ı l m ı , b i r g ü n m ü y a ş a y a c a ğ ı z ?
Ş u ş a r a p k â s e s i n i i y i t u t m a y a ç a l ı ş s e n ; n a s ı l o l s a
T e s t i c i n i n a t ö l y e s i n d e b i r g ü n t e s t i o l a c a ğ ı z .] [ M . K a n a r ]
450
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 375 -
451
- 376 -
[ H a n i l e p a d i ş a h ı n t a c ı n ı s a t a l ı m .
S a r ı ğ ı , g ö m l e ğ i n e y s e s i n e s a t a l ı m .
Y a l a n d o l a n o r d u s u n u n u l a ğ ı d ı r t e s p i h ,
H e m e n b i r y u d u m m e y e s a t a l ı m .] [ M . K a n a r ]
452
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-377-
453
- 378 -
[ N e z a m a n a k a d a r o n u n b u n u n c e f a s ı y l a e z i l e l i m ?
Ş u r e n k s i z z a m a n e n i n a t e ş i y l e y a n a l ı m ?
K a l k , d ü n y a n ı n g a m ı n ı ç e k m e , m e r t i s e n ,
B a y r a m d ı r , g e l , g ü l r e n k l i ş a r a p i ç e l i m .] [ M . K a n a r ]
454
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-379-
207. Genellikle Ömer Hayyam, başkalarım muaheze etmek istediği vakit, muahezeye
mevzû olan hali kendisine atfederek kendi kendisini muaheze eder. Nazik ve asil
bir usûldür. Ömer Hayyam bu rubaide en yüksek ve en metin bir ahlak prensibini
vaz’ediyor. Ahlakın en sağlamı odur ki cenneti ve cehennemi hep insanm vicdanı
na koyar. İşlenilen günahı affetmek hakkını hiçbir kimseye vermez. Her türlü hay
dutluğu yaptıktan, canlar ve vicdanlar yaktıktan sonra Kâbe’ye gitmekle yahut bir
çok namaz kılmakla bütün habasetlerin, cinayetlerin affedileceğine kâil olan ahlak,
yüksek ve sağlam bir ahlak olmaktan çok, pek çok uzaktır.
455
-380-
[ S e v g i l i m , s e r tle b e n b i r p e r g e l e b e n z e r i z ,
i k i b a ş ı m ı z v a r a m a b i z b i r b e d e n i z .
Ş i m d i d a i r e g i b i b i r n o k t a d a d ö n e r d u r u r u z .
S o n u n d a b a ş l a r ı m ı z ı b i r y e r d e b i r l e ş t i r i r i z .] [ M . K a n a r ]
456
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-381 -
208. Bu rubainin ilk mısraını Muallim Feyzi Efendi merhum başka türlü anlamış, baş
ka türlü tercüme etmiş. Hayyam’m bir tab’mda “hatâ’îst azîm” yerine “ezâbîst
elîm” denmiş.
457
-382-
[ G ö r ü n ü ş t e c a m i y e d u a i ç i n g e l d i m .
S a n m a k i b u r a y a n a m a z i ç i n g e l d i m .
B i r g ü n b u r a d a n s e c c a d e ç a l d ı y d ı m ,
0 e s k i d i ; y e n i s i n i a l m a k i ç i n g e l d i m .] [ M . K a n a r ]
209. Riyakâr, bazı hırsız ve hayırsız namazcılann ağzından, Hazreti Hayyam riyasızca
söylüyor.
458
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-383 -
459
-384-
[ Z a m a n e n i n t o k a d ı n ı y e m e d e n b i z ,
B u g ü n b i r l i k t e ş a r a p i ç m e l i y i z .
Ş u ç a r k ı f e l e k g i d e r k e n b i z ,
F ı r s a t v e r m e z ; b i r y u d u m s u i ç e m e y i z .J [ M . K a n a r ]
460
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-385 -
461
- 386-
[ V a r l ı k d a i r e s i n e g e ç g e l d i k ,
i n s a n l ı k d e r e c e s i n d e n a ş a ğ ı d ü ş t ü k .
Ö m ü r m u r a d ı m ı z c a g e ç m i y o r .
B i t s e y d i k e ş k e . Z i r a b ı k t ı k .] [ M . K a n a r ]
462
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 387 -
463
- 388 -
[ E c e l i n a y a ğ ı a l t ı n d a b o y n u m b ü k ü l ü n c e ,
E c e l i n e l i y l e k u ş g i b i k a n a d ı m y o l u n u n c a ,
A m a n ş a r a p s ü r a h i s i y a p ı n t o p r a ğ ı m d a n .
D i r i l i r i m b a k a r s ı n m e y k o k u s u y l a .] [ M . K a n a r ]
464
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 389 -
465
-390-
[ D ü n y a n ı n i ş l e r i n e b a k ı y o r u m d a ,
H e r k e s i b e d a v a y a k o n m u ş g ö r ü y o r u m .
A l l a h A l l a h ! H e r n e y e b a k s a m ,
K e n d i m u r a t s ı z h ğ ı m ı o r a d a g ö r ü y o r u m ! ] [ M . K a n a r ]
211. Bazı mesut ve müreffeh kimselerin saadet ve refahı liyakat ve kıymetleri eseri de
ğil, riyakârlıkları, entrikacılıkları, hilekârlıkları eseridir, demek istiyor.
466
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-391 -
467
-392-
[ G e c e l e r g e ç t i , y u m m a d ı k g ö z ü m ü z ü a s la .
İ n d i r e l i m t e k m e y i g a m ı n t e p e s i n e n e ş a t l a .
K a l k a l ı m , d e m ç e k e l i m , o l m a d a n s a b a h ,
B i z k o n u ş a m a y a c a ğ ı z a m a ç o k o l a c a k s a b a h .] [ M . K a n a r ]
468
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 393 -
469
- 394 -
[ S a b a h v a k t i ; i ç e l i m b i r a z g ü l r e n g i ş a r a b ı .
T a ş a ç a l a l ı m ş ö h r e t , a r ş i ş e s i n i .
Ç e k e l i m e l i m i z i u z u n e m e l l e r d e n ,
T u t a l ı m u z u n z ü l ü f l e r i , ç e n g i n t e l l e r i n i .] [ M . K a n a r ]
470
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-395-
471
-396-
[ O l d u m o l a s ı h i ç a y ı k o l m a d ı m .
B u g e c e K a d i r g e c e s i , b e n y i n e m e s t i m .
D u d a ğ ı m k a d e h i n d u d a ğ ı n d a , g ö ğ s ü m k ü p ü n ü s t ü n d e ,
S a b a h a k a d a r s ü r a h i n i n b o y n u n d a d ı r e l i m .] [ M . K a n a r ]
472
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 397 -
473
-398 -
[ V a r l ı ğ ı n , y o k l u ğ u n z a h i r i n i b i l i r i m b e n .
H e r i n i ş i n , ç ı k ı ş ı n b â t ı n ı n ı b i l i r i m b e n .
S a r h o ş l u k t a n ö t e b i r m e r t e b e b i l i y o r s a m ,
U t a n a y ı m i l m i m d e n , i r f a n ı m d a n b e n ! ] [ M . K a n a r ]
474
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-399-
212. Elimi “şarap kadehinden başka bir şeye uzatmam; kadehten başka bir şeye el uzat
mam” demekle Hayyam, sadakaya, fitreye, diş kirasına, cer parasına elini uzatan,
avucunu açan açgözlü ve aç özlü bîçarelere veyahut herkesin malına göz diken ve
gasp etmek için saldıran aç kurt tabiatinde müstebidlere telmih ediyor.
475
-400-
[ M a h r e m b i r i y s e n a z ç ı t l a t a y ı m s a n a ,
 d e m ’ i n iç i n e y d i ta i ç in h a ç ı n d a .
M i h n e t v u r g u n u y d u , y o ğ u r u l m u ç g a m ç a m u r u y l a ,
B i r g ü n b u r a d a k a l d ı , ç e k t i g i t t i o r a y a .] [ M . K a n a r ]
476
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-401 -
A li
-402-
[ B ü t ü n y a r a t ı l ı ş ı n m a k s a d ı b i z i z .
A k ı l g ö z ü n d e g ö r ü ş c e v h e r i b i z i z .
Ş u d ü n y a d a i r e s i b e n z e r y ü z ü ğ e .
K u ş k u s u z y ü z ü k k a ş ı n d a k i l e r b i z i z .] [ M . K a n a r ]
478
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 40 3 -
479
- 404 -
[ R a m a z a n ’d a o r u ç y i y o r i d i y s e m ,
H a b e r s i z y e d i ğ i m i s a n m a s a k ı n .
O r u ç s ı k ı n t ı s ı n d a n g e c e y e d ö n m ü ş t ü g ü n d ü z ü m .
B e n d e s a h u r y e m e ğ i y i y o r u m s a n m ı ş t ı m .] [ M . K a n a r ]
480
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-405 -
481
-406-
[ G ü l m e v s i m i d i r ; b i r a r z u m u g e r ç e k l e ş t i r e y i m .
Ş e r i a t a a y k ı r ı b i r i ş e d e y i m .
L a l e y a n a k l ı t a z e g ü z e l l e r l e b i r k a ç g ü n ,
K ı r m ı z ı ş a r a p s a ç a r a k ç i m e n l i ğ i l a l e z a r a ç e v i r e y i m .] [ M . K a n a r ]
482
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-407-
483
-408 -
[ M a d e m i s t e m e d i T a n r ı b e n i m i s t e d i ğ i m i ,
B e n i m i s t e d i ğ i m d o ğ r u o l a b i l i r m i ?
O n u n i s t e d i ğ i d o ğ r u i s e e ğ e r ,
B e n i m i s t e d i ğ i m h e p t e n h a t a d e ğ i l m i ? ] [ M . K a n a r ]
484
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-409-
485
-410-
[ B u f e l e ğ i n t u z a ğ ı n a k u ş g i b i d ü ş t ü k .
Z a m a n d a n g ö n l ü m ü z y a r a l a n d ı , h e p p e r i ş a n d ü ş t ü k .
Ş u k a p ı s ı z b a c a s ı z d a i r e d e d ö n d ü k h a d ö n d ü k .
M u r a d a e r e m e d i k , m u r a t s ı z d ü ş t ü k .] [ M . K a n a r ]
486
ABDULLAH CEVDKT / ÖMER İIAYYAM ■RUBAİLERİ
-411 -
487
-412-
[ C e m k a d e h i n i a r a m a k i ç i n d ü n y a y ı d o l a n d ı k .
G ü n d ü z o t u r m a d ı k , g e c e u y u m a d ı k .
Ü s t a t t a n C e m k a d e h i n i n v a s f ı n ı d u y d u k .
C e m ’ in d ü n y a y ı g ö s t e r e n k a d e h i d i y e k e n d i m i z i b u l d u k .] [ M . K a n a r ]
213. Bu rubai nefistir ve “mestî-i psikolocyâî” tabir ettiğimiz ruhanî mestlik ile Ömer
Hayyam’ın neşe ve mestlik tahsil etmiş olduğuna kat’î bürhandır.
488
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 413 -
214. İzzet-i nefis, insaf, merhamet sahibi olan böyle olur. Ekmeğini insanın tuzuna de
ğil karıma batırarak yiyenler ve vicdanlarında hiçbir minnet ve mihnet hissetme
yenler ne kadar çoktur!
489
-414-
[ H a y d i h a r a b a t t a ş e v k e g e l e l i m .
M e y h a n e y e g i d e l i m , c o ş a l ı m .
Ş a r a p i ç i n s a t a l ı m s a r ı ğ ı , k i t a b ı .
M e d r e s e d e n v a z g e ç i p o m u z s i l k e l i m .] [ M . K a n a r ]
490
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-415-
491
-416-
[ A z d a o l s a d ü n y a n ı n g a m ı n ı ç e k m e y i z , m u t l u y u z .
Ö ğ l e n y e m e ğ i ç ık a r , a k ş a m ı n k i ç ı k m a z s a , m u t l u y u z .
M u t f a k t a n p i ş m i ş y e m e k g e l m e z s e b i z e ,
K i m s e d e n h a m t a m a h t a b u l u n m a y ı z , m u t l u y u z .] [ M . K a n a r ]
492
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-417 -
493
-418 -
[ S a n m a b e n k e n d i l i ğ i m d e n v a r o l d u m .
V e y a b u k a r a n l ı k y o l u k e n d i m y ü r ü d ü m .
B e n i m h a k i k a t i m o n u n l a m e v c u t i s e ,
B e n k i m d i m , n e r d e y d i m , n e z a m a n v a r d ı m ? ] [ M . K a n a r ]
494
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 419 -
217. Âb-ı dîde, âteş-i dil, bâd ve hâk kelimeleriyle yine eskilerin dört unsurunu topla
mıştır. Londra’da yazdığım bir manzumenin şu son kıtasını da okuyun:
Merhum İngiliz müsteşrik Mr. Gibb’in bendenize yazdığı bir mektubunda bu kıta
için şu satırlar vardı: “Hangi lisanda olursa olsun, bu kıta kadar güzel ve aynı za
manda müthiş bir şiire nadiren tesadüf olunur.” [A. Cevdet]
495
-420-
[ B i r g ü n b i l e â l e m b a ğ ı n d a n k u r t u l m u ş d e ğ i l i m .
K e n d i v a r l ı ğ ı m d a n b i r a n b i l e h o ş n u t d e ğ i l i m .
Z a m a n e y e n e ç o k ç ı r a k l ı k e t t i m a m a ,
Ş u d ü n y a d e v r i n d e h â l â ü s t a t d e ğ i l i m .] [ M . K a n a r ]
496
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-421 -
218. Orfî’nin :
Kufr ne, İslâm ne, islâm-i kufrâmîz ne.
Hikmet-i îzed nedânem çîst der îcâd-i men
demesini andırır ki “Küfr değil, İslâm değil, küfrle karışık İslâm da değil. Allah'ın
beni yaratmasındaki hikmet nedir, bilmem.” demektir.
497
-422-
[ M u s t a f a ’y a s e l a m s ö y l e y i n b e n d e n .
S o n r a s o r u n o n a s a y g ı d a k u s u r e t m e d e n .
E y H a ş i m i e f e n d i s i ! E k ş i a y r a n n e d e n ,
Ş e r i a t t a h e l â l d i r d e , h a r a m d ı r s a f ş a r a p ? ] [ M . K a n a r ]
498
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-423 -
Mânâsı: Ben helâli haramdan ayırmayacak adam değilim. Seninle içildiği zaman
şarap helâldir. Sensiz içildiği zaman su haramdır.
499
-424-
[ G ö n ü l f a r k e t m i y o r y e m i l e t u z a ğ ı .
M e s c i t t e d i r b i r a k l ı , k a d e h t e d i r b i r a k l ı ,
i ş t e b i z v a r ı z , m e y i l e m a ş u k v a r ,
M e y h a n e d e p i ş m i ş i , m e s c i t t e h a m ı .] [ M . K a n a r ]
500
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-425-
501
-426-
[ V a r l ı k â l e m i n i n ö z ü s ü n s e n .
Z a r a r z i y a n k a y g ı s ı n ı a t k a f a n d a n .
B i r ş a r a p k a d e h i a l ö l ü m s ü z s a k i n i n e l i n d e n .
S o n r a k u r t u l i k i d ü n y a n ı n k a y g ı s ı n d a n .] [ M . K a n a r ]
502
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 427 -
503
-428-
[ K i m h a b e r d a r s a d ü n y a h a l l e r i n d e n ,
S e v i n ç , g a m , s ı k ı n t ı k o l a y g e l i r o n a .
D ü n y a n ı n i y i s i , k ö t ü s ü s o n b u l a c a k m a d e m ,
İ s t e r b a ş t a n b a ş a d e r t o l s u n , i s t e r d e r m a n .] [ M . K a n a r ]
504
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-429-
505
-430-
[ B a k , k a d e h i n c i s m i c a n a k a l m ı ş g e b e .
T ı p k ı y a s e m i n g i b i e r g u v a n a g e b e .
H a y ı r , h a y ır , y a n l ı ş d e d i m ; b â d e l ü t f u n d a n ,
B i r s u d u r k ı z g ı n a t e ş e k a l m ı ş g e b e .] [ M . K a n a r ]
506
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-431 -
507
-432-
[ H a l i s k a d i m d o s t u m ; d i n l e b e n i .
D ü ş ü n m e u ç s u z b u c a k s ı z f e l e ğ i .
K a n a a t m e y d a n ı n ı n k ö ş e s i n e o tu r .
S e y r e t f e l e ğ i n o y u n l a r ı n ı .] [ M . K a n a r ]
508
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-433 -
beyti aynı ahlak prensibini terennüm eder. Mânâsı: “Ey Hafız! Şarap iç, rindlik et.
Keyfine bak. Fakat başkaları gibi Kur’ân’ı tezvir tuzağı yapma.” demektir. Hâ-
fız’ın şârihine göre bu beytin ikinci mısraındaki “digeran” kelimesi yırtıcı ve des
sas bir kuşun ismidir. Bu kuş hoş sesiyle Kur’ân okurmuş. Bu suretle salih ve mut
taki görünürmüş. Etrafına masum kuşlar toplanırmış. Sonra birdenbire “digeran”
ağzında Kur’ân nağmeleri olduğu halde masum kuşların üzerine hücum eder; par
çalar, yermiş!
509
-434-
[ T o p r a k , d ü n y a n ı n c a n ı d ı r , d ü n y a i s e t ü m ü y l e b e d e n .
M e l e k l e r s ı n ı f ı b u b e d e n i n s e ç k i n l e r i .
F e l e k l e r , d ö r t u n s u r , m a d e n l e r b e d e n i n u z u v l a r ı .
T e v h i d d e d i ğ i n b u d u r , s a ç m a l ı k t ı r g e r i s i . [ M . K a n a r ]
510
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-435 -
224. Bu rubai Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’a da atfedilir. “Benim aşkıma iç!“ diyenin Allah
olması fikri bu rubaiye tad verir.
511
-436-
[ İ s t e r m i s i n f e l e k b o y u n e ğ s i n s a n a ?
C a n ı n ı b e s l e m e k o l s u n i ş i n d a i m a ?
B e n i m g i b i i t i k a t e t m e n g e r e k ,
Ş a r a p i ç i p d ü n y a g a m ı n ı ç e k m e m e k .] [ M . K a n a r ]
512
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-437 -
513
-438 -
[ A y n a y a b e n z e y e n f e l e ğ i n c e f a s ı n ı ç e k e r i m .
S e f i l l e r i k o r u y a n a ş a ğ ı l ı k z a m a n e n i n d ö n ü ş ü n d e n .
Y a n a k l a r ı m d a n k a d e h g i b i g ö z y a ş l a r ı m a k a r ,
G ö ğ s ü m d e s ü r a h i g i b i k a n d o l u y ü r e ğ i m v a r .] [ M . K a n a r ]
514
ABDULLAH CEVDET 1 ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-4 3 9 -
515
-440-
Dün [seher vakti] güzel bir sevgili ve gül renginde şarap do
lu bir sürahi ile bir su kenarında bulunuyordum. Önümde bir sedef
vardı ki içinden sabahın nöbet çalıcısı çıktı.225
[ D ü n b i r s u k e n a r ı n d a b i r d i l b e r ile ,
B e n v a r d ı m , g ü l r e n k l i ş a r a p k a d e h i b i r d e .
B i r s e d e f k o y m u ş t u ö n ü n e . O n u n i n c i s i n d e n ,
G e r ç e k s a b a h ı n h a b e r c i s i ç ı k ı y o r d u d ı ş a r ı .] [ M . K a n a r ]
225. Şarap kâsesini sedefe ve incisini [yani muhtevasını] doğuşa ve doğuşu güneşin
doğuşunu haber vermek için nöbet çalıcıya benzetiyor. Hülasa, kadehten tahsil et
tiği yüce neşat ve şevki karanlık bir geceye nihayet veren bir güneş doğuşuna ben
zetiyor.
516
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-441 -
517
-442-
[ U t a n m a z m ı s ı n i ş l e r i b ö y l e h a r a p e t m e k t e n ?
E m i r l e r i , y a s a k l a r ı k u l a k a r d ı e t m e k t e n ?
D i y e l i m k i d ü n y a m ü l k ü s e n i n o l d u h e p ,
B a ş k a ç a r e n v a r m ı h e p s i n i t e r k e t m e k t e n ? ] [ M . K a n a r ]
518
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-443 -
Yerküre dediğimiz kır at üzerine binmiş bir rind, bir ehl-i dil
gördüm. Nü küfr, ne İslâm, ne dünya, ne din, ne hak, ne hakikat, ne
şeriat, ne yakîn tammıyor. Bunların hiçbiri için bir para vermiyor
du. Dünyada ve ukbâda bu cesaret kime nasip olur?227
519
-444-
[ K i m i l e r i m e z h e p t e , d i n d e k a f a y o r a r d u r u r .
K i m i l e r i ş e k i l e y a k i n a r a s ı n d a h a y r e t t e k a lır .
P u s u d a n a n s ı z ı n ç ı k a r b i r i s e s l e n i r :
B e h e y g a f i l l e r , y o l u n u z n e o d u r n e b u d u r ! ] [ M . K a n a r ]
520
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-445 -
Gökte Pervin adlı bir öküz vardır. Diğer bir öküz de yerkü
renin altında gizlidir. Fetânet ve bilgi sahiplerinin yaptığı gibi akıl
gözünü aç da iki öküzün arasında birkaç eşeğin tepiştiğini gör.228
228. Yerkürenin öküz boynuzu üzerinde bulunduğuna dair olan masal ile eğleniyor.
521
-446-
[ B a n a d e r l e r : B u n d a n d a h a a z i ç m e y i .
V a z g e ç m e s z i n , n e d i r m a z e r e t i n p e k i ?
Ö z r ü m y â r i n y a n a ğ ı i l e s a b a h ş a r a b ı .
İ n s a f e t ; b i r ö z ü r o l u r m u b u n d a n i y i ? ] [ M . K a n a r ]
229. Hayyam’m içtiği kırmızı şarap belki gül renkli yanaklarda mütecelli gördüğü ila
hi güzellik ve güzelliğin dahiliğidir. Hayatı ve hayattarlığı ateşli bir ruhani alaka
ile sevdiren bu muhabbet ve hikmet şarabından keşke hepimiz dilmest olsak! [Bi
rinci baskının haşiyesi.]
522
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-447-
523
-448 -
[ T a n r ı g i b i o l s a y d ı i m k â n ı m f e l e ğ e h ü k m e t m e k ,
D ü ş e r d i b a n a b u f e l e ğ i y o k e t m e k .
Y a p a r d ı m y e n i d e n ö y l e b i r f e l e k ,
K i k o l a y o l u r d u ö z g ü r i ç i n m u r a d a e r m e k .] [ M . K a n a r ]
230. Fitz Gerald bu rubai ile daha bir iki diğer rubaiyi meze ve Hayyam’ın fikir ve na
zarını teksif ve teşdid ederek LXXXI numaralı şu fevkalade müthiş rubaisini vü
cuda getirmiştir:
“Ey sen ki insanı adi bir çamurdan yaptın, cennetle beraber yılanı [İblisi] yarattın.
İnsan günah işledi. Bundan yüzü siyah oldu. Onu affet ve ondan af dile!” demek
tir. Hayyam’ın insanı Allah’tan af talep ediyor. Fakat bu affı Allah’ın yüzüne fır
latmak için istiyor. Bu ne müthiş mantıklı duruştur! Allah bu muhakemenin huzu
runda pek perişan bir hal almıştır. Çanakkale mülhamesinin ilhamıyla yazdığımız
Karagüneş manzumesinin şu beytim de buraya kaydedebiliriz:
524
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 449 -
525
-450-
[ Ş u d ö n e n k u b b e d e k ö t ü i k b a l i g ö r .
D o s t l a r g i t t i ; d ü n y a n ı n b o ş a l d ı ğ ı n ı g ö r .
E l i n d e n g e l i y o r s a , b i r a n m u t l u o l.
B a k m a y a r ı n a , a r a m a d ü n ü , ş i m d i y i g ö r . ] [ M . K a n a r ]
526
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-451 -
527
-452-
[ Z a m a n e y e u y a r ı l a r ı n l a f ı n ı d i n l e m e .
N i y a z i ç i n g e l e n l e r d e n s a f ş a r a p i s t e k e n d i n e .
Ö n c e d e n g e l e n l e r b i r e r b i r e r ç e k t i g i t t i .
G e l e n l e r d e n h a b e r v e r m i y o r k i m s e .] [ M . K a n a r ]
528
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-453-
529
-454-
[ i y i d i r i y i b i r a d l a m e ş h u r o l m a k .
A r d ı r f e l e ğ i n ç e v r i y l e h a s t a o l m a k .
K e n d i z ü h d ü n l e m a ğ r u r o l m a k t a n s a ,
i y i d i r ş a r a p k o k u s u y l a m a h m u r o l m a k .] [ M . K a n a r ]
530
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 455 -
Yârab, benim esir gönlüme mağfiret et. Gam ihtiva eden si
neme mağfiret et. Harabata231 giden ayağıma, kadeh tutan elime
mağfiret et.232
231. Harabat meyhane demektir. Fakat tabiatın ve ulûhiyetin sırlarından haberdar ol
mak için şarabı içilen mabet demektir. Bu meyhanenin aşklısma rind, ehl-i dil, ehl-
i Hak derler. Bahaeddin’in
531
-456-
[ T a n r ı m , b e n i u z a k , k ı s a y o l l a r d a n k u r ta r .
K e n d i n l e m e ş g u l e t ; b e n i b e n d e n k u r ta r .
A y ı k o l d u k ç a , b i l i r i m i y i y i , k ö t ü y ü .
M e s t e t b e n i ; i y i y i , k ö t ü y ü b i l m e k t e n k u r t a r .] [ M . K a n a r ]
532
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-457-
533
-458-
[ A y r ı l ı n c a t e m i z c a n ı m ı z b e d e n d e n s e n i n l e b e n i m ,
İ k i k e r p i ç k o y a r l a r m e z a r ı m ı z a s e n i n l e b e n i m .
B a ş k a l a r ı n ı n m e z a r ı n a k e r p i ç o l s u n d i y e s o n r a ,
D ö k e r l e r b i r k a l ı b a t o p r a ğ ı m ı z ı s e n i n l e b e n i m .] [ M . K a n a r ]
534
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 459 -
234. Kû, nerededir? mânâsında olan “kocâ” kelimesinin muhaffefidir. Kumru, nerede
bu sarayda ikamet etmiş olan hükümdarlar? Nerede servet ü samanları? Nerede şan
ve iclalleri? diyordu, demektir.
535
- 460 -
[ G e l i p g i t m e m i z i n f a y d a s ı n e r e d e ?
Ö m ü r d e d i ğ i m i z v a r l ı k k u m a ş ı n ı n a t k ı s ı n e r e d e ?
B u n c a t e m i z k i ş i n i n c a n ı f e l e k ç e m b e r i n d e ,
Y a n ı p t o p r a k o l u y o r ; d u m a n ı n e r e d e ? ] [ M . K a n a r ]
235. Bu rubainin ikinci mısraı Hind tab’mda “Vez târ-i omr-i mâ pûdî kû?” tarzında ya
zılıdır. Bu rubaide genel olarak Hayyam şunu söylemek istiyor: Her şeyin helâk ol
duğu, her şeyin yok olduğu, her şeyin ilk kaynak olan cansız varlıklara dönüştüğü
bu yerküre inkılab üzerinde zuhur eden bu kadar âlimler, hakimler, bayağı ve ava
mı itikadlardan ârî kâmil zatlar dünyada ne bıraktılar?
536
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-461 -
537
-462-
[ D u d a ğ ı n d a e b e d i h a y a t g i z l i o l a n s e v g i l i ,
i z i n v e r m e k a d e h i n d u d a ğ ı ö p s ü n d u d a ğ ı n ı .
A d a m d e ğ i l i m i ç m e z s e m s ü r a h i n i n k a n ı n ı !
K i m o l u y o r d a d u d a ğ ı n a k o y u y o r d u d a ğ ı n ı ? ] [ M . K a n a r ]
[Mademki kadeh her nefeste o şeker yağdıran lâl şarabı öper, felek bari toprağımı
zı kadehe dönüştürse, ne iyi olur!] [M. Kanar]
538
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-463-
539
-464-
[ E y g ü z e l ; a l e l i n e t e s t i i l e k a d e h .
D ö n s u k e n a r ı n a , b u l b i r ç i m e n l i k .
N i c e a y y ü z l ü d i l b e r i n v ü c u d u y l a b u f e l e k ,
Y ü z t e s t i y a p t ı , y ü z d e f a d a k a d e h . ] [ M . K a n a r ]
540
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-465-
[Babam cennet-i a’lâyı iki buğdaya sattı. Ben bir arpaya satmazsam, nankör olu
rum.]
541
-466-
[ V a r m ı d ü n y a d a g ü n a h a g i r m e y e n ? S ö y l e .
G ü n a h i ş l e m e y e n n a s ı l y a ş a r ? S ö y l e .
B e n k ö t ü e d i y o r u m , s e n k ö t ü c e v a p v e r i y o r s u n .
N e d i r ö y l e y s e a r a m ı z d a k i f a r k ? S ö y l e .] [ M . K a n a r ]
542
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 467 -
238. Bedahşan Horasan’da ve Arapların Belhıs dedikleri bir şehirdir ki güzel yakut ma
deniyle meşhurdur.
543
-468-
[ M e y d ı ş ı n d a k i ş e y l e r d e n u z a k d u r m a k iy id ir .
O t a ğ d i l b e r l e r i n i n e l i n d e n ş a r a p i ç m e k iy id ir .
S a r h o ş l u k , k a l e n d e r l i k , t a ş k ı n l ı k iy id ir .
B i r y u d u m ş a r a p d ü n y a d a k i h e r ş e y d e n i y id ir .] [ M . K a n a r ]
239. 445. rubaide bahsi geçen ve yerküreyi boynuzu üzerinde tuttuğu sanılan öküz bir
balık üstündedir. “Zi mâh ta mâhî” yani “kamerden balığa kadar” tabirlerinin men
şei bu itikaddır.
544
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-469-
545
-470-
[ E y s e v g i l i , ş u z a m a n e d e n h e p u z a k o l.
Z a m a n e k e d e r i n e k a p ı l m a b o ş y e r e .
Ö m ü r e l b i s e s i p a r ç a l a n ı n c a ü s t ü n d e ,
Y a p m ı ş , d e m i ş , b u l a ş m ı ş ; ö n e m i n e ? ] [ M . K a n a r ]
546
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-471 -
547
-472-
[ Ş u f e l e k b e n z e r b a ş a ş a ğ ı d u r a n ta s a .
B ü t ü n a k ı l l ı l a r z e b u n o l m u ş o r d a .
B a k ı n s ü r a h i i l e k a d e h i n d o s t l u ğ u n a .
D u d a k d u d a ğ a l a r a m a k a n g i r m i ş a r a y a ! ] [ M . K a n a r ]
240. Bu rubaideki hayal kadar ince ve yürek ürpertici, derin bir şairane hayal azdır. Şa
rap testisiyle şarap kasesini, aşk ile mest iki âşığa benzetiyor ki aralarında en
amansız kin alameti olan kan aktığı halde aşk ve muhabbetin sevk ve şevkiyle du
dak dudağa öpüşürler. [A. Cevdet]
548
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-473 -
549
-474-
[ D a m l a a ğ l a d ı : D e n i z d e n a y r ı y ı z h e p i m i z .
D e n i z d a m l a y a g ü l d ü : B i z h e p i m i z i z .
A s l ı n d a b a ş k a s ı y o k ; h ü d â î y i z h e p i m i z .
A m a b i r n o k t a n ı n d ö n m e s i y l e a y r ı y ı z h e p i m i z .] [ M . K a n a r ]
241. Bir noktadan murat olunan “hüda” kelimesinin ilk harfinin üzerindeki noktadır. Bu
nokta hareket ve harfin altma nüzul edince hüda’yı cüda yapar.
Sahibini bilmediğim şu beyit de aynı mealde ve güzeldir:
Tercümesi şudur: Vakıa bir damlayız; sen denizsin. Fakat birbirimize yabancı de
ğiliz. Şendeniz, şendeniz. Çünkü damla da denizden çıkmıştır. [Buhar halinde ha
vaya kalkan cüz’ denizdir.]
Rubai vezninde olmayan bu kıta acaba hakikaten Hayyam’m mıdır?
242. “Hodâ’îm heme” kelimelerini “cümlemiz hüdayız” suretinde tercüme etmişken,
muazzez üstad Abdülhak Hâmid “cümlemiz hüdâîyiz” suretinde tercüme olunma
sını hatırlattı ve gerçekten de isabet buyurdu.
550
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-475 -
551
-476-
[ S e v g i l i m s e n h a n g i e l d e n ç ı k t ı n ?
P a r l a k y ü z ü n l e a y ı n g ü z e l l i ğ i n i e k s i l t t i n .
D ü n y a g ü z e l l e r i s ü s l e r y ü z ü n ü b a y r a m d a .
S e n b a y r a m ı k e n d i y ü z ü n l e s ü s l e d i n .] [ M . K a n a r ]
552
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-477-
553
-478-
[ Z a l i m z a m a n ı n g a m m a a l d ı r m a .
E s k i l e r i n s ı k ı n t ı s ı n ı c a n ı n a a n l a t m a .
G ö n l ü n ü v e r b i r g ü m ü ş t e n l i p e r i k ı z ı n a .
Ö m r ü n ü y e l e v e r m e ; b â d e s i z d u r m a .] [ M . K a n a r ]
554
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-479-
555
-480-
[ H e y i n s a n o l a r a k g i d i p h a y v a n o l a r a k d ö n e n !
i n s a n l a r a r a s ı n d a u n u t u l d u g i t t i i s m i n .
T ı r n a k l a r ı n t o p l a n d ı t o y n a k o l d u .
S a k a l ı n k ı ç ı n a g i r d i , k u y r u k o l d u ! ] [ M . K a n a r ]
556
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-481 -
557
-482-
Bak sabâ rüzgârı ile güllerin eteği nasıl yırtıldı. Bak, bülbül
gülün güzelliğinden ne kadar neşeleniyor. Gül ağaçlarının gölgesi
altında istirahat et. Zira bu güller pek çok defalar toprak üzerine dö
külecek ve biz toprak olmuş bulunacağız.
[ B a k s a b a h m e l t e m i y l e y ı r t ı l m ı ş g ü l ü n e t e ğ i .
G ü l ü n c e m a l i y l e g e l m i ş b ü l b ü l ü n k e y f i ;
O t u r g ü l a ğ a c ı n ı n g ö l g e s i n e z i r a b i r ç o k g ü l ,
T o p r a k t a n ç ı k m ı ş , g i t m i ş t o p r a ğ a g e r i . ] [ M . K a n a r ]
558
ABDULLAH CEVDET ! ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-483 -
559
-484-
[ M u r a d ı n c a y a ş a d ı n s a y ; n ’ o l a c a k y a n i ?
Ö m ü r m e k t u b u n u o k u d u n s a y ; n ’ o l a c a k y a n i ?
S a y k i y ü z y ı l y a ş a d ı n g ö n l ü n ü n m u r a d ı n c a ,
Y ü z y ı l d a h a y a ş a d ı n s a y ; n ’o l a c a k y a n i ? ] [ M . K a n a r ]
matla’ını andırır ki “Ey gönül, cihanı arzu ettiğin gibi gördüğünü farzet. Cihanda
Nuh gibi bin sene ömürlü ve mesud olduğunu farzet.” demektir.
560
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-485 -
245. Selvi hürriyetin, susam sükûtun timsalidir. Hayyam selvinin müteaddit dallarım
kollara benzetiyor ki bazı mollaların kollan gibi başkalarının mallarım almak için
uzanmaz. İkincisinin taç yapraklan yüz ağıza malik olduğu halde Hayyam’m ve
hayyâmîlerin muhaliflerinin yaptıklan gibi hiçbiri iftira için açılmaz.
561
- 486 -
Ey saki! O nefis şarabı bana ver. Bir taze gelin gibi nâzenin
olan kadehi benim elime ver. Ben divane oldum, [sürahiden barda
ğa akarken] o zincirlenen şarabı getir; benim elime koy.
[ S a k i , o l e z z e t l i ş a r a b ı v e r e l i m e .
S e v g i l i y i a n d ı r a n k a d e h i v e r e l i m e .
Z i n c i r l e n e r e k d ö k ü l e n o m e y i .
D e l i r d i m , g e tir , v e r e l i m e .] [ M . K a n a r ]
562
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-487-
563
-488 -
[ H e r ş e y e t ö v b e e d e r i m , m e y e e t m e m .
H e r ş e y i n ç a r e s i b u l u n u r , m e y i n o l m a z .
A c a b a M ü s l ü m a n o l a b i l i r m i y i m b e n ?
M e y h a n e m e y i n i t e r k e d e r m i y i m ? E t m e m .] [ M . K a n a r ]
246. Müslüman kelimesinden Hayyam’m burada murad ettiği, Müslüman görünen, şak
laban, riyakâr kimselerdir. Birkaç sene evvel bu türlü şaklaban bir Suriyeli Müslü
man köprünün üzerinde sol kolunu göstererek gelip geçene “Ey Muhammed üm
meti! Şimdi ben bu kolumu keseyim mi? Ne yapayım? Bir gavura dokundu, necis
ooldu!” diye bağınyormuş. Oradan geçen bir ehl-i Hak “Sus, terbiyesiz adam!
Şimdi gavur falan yok. Herkes Türkiye vatandaşıdır. Namuslu adamlar, dinleri ne
olursa olsun, hep temiz ve birbirine eşittir.” diyerek herife bir tokat aşketmiş. He
rif “Efendim, ben hoşa gider diye böyle söylüyordum. İsterseniz, gavurlar karde-
şimizdir diye bağırayım.” ‘Ene şaklaban’ yani ‘Ben şaklabanım’ demiş. Bunun
üzerine tokatı şaklatan zat şaklabana, tokatın nakit kısası olarak bir mecidiye vere
rek çekilmiş gitmiş. Hayyam’ın böyle şaklaban bir Müslüman olması ihtimali var
mıdır? diye Allah’tan sorması haklı değil mi?
564
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 489 -
565
- 490 -
[ Â ş ı ğ ı z , m e s t i z , m e y d ü ş k ü n ü y ü z h e p i m i z .
M e y h a n e b u c a ğ ı n d a o t u r m u ş u z h e p i m i z .
G e ç t i k g ü z e l l i ğ i , ç i r k i n l i ğ i , v e h m i , h a y a l i .
A k ı l b e k l e m e b i z d e n ; m e s t i z h e p i m i z .] [ M . K a n a r ]
247. Hayyam insanı hayvanlaştırdığını, akıl ve muhakemeyi yok ettiğini mollaların id
dia ettiği şarabı içtiklerinden dolayı mutasavvıfayı muâheze eden mutaassıp mol
laların delillerini çürütüyor. “Biz aşk-ı samedânîmizin, sence sarhoşluk sanılan,
şevk ve cezbesiyle mest olduğumuz vakit, senin fikrince, biz küfelik sarhoşuz. Ey
cahil vaiz! O halde niçin bizden inama hasıl olan bir tarzda akıl ve muhakeme is
tiyorsun?” diyor.
566
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-491 -
567
-492-
[ N e k a d a r t ö v b e e t t i k s e , b o z d u k y i n e .
A r n a m u s k a p a t t ı k y ü z ü m ü z e .
A y ı p l a m a y ı n b e n i k e n d i n i b i l m e z l i k e d e r s e m .
H e p i m i z s a r h o ş u z a ş k b â d e s i y l e . ] [ M . K a n a r ]
568
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAVYAM ■RUBAİLERİ
-493 -
569
- 494 -
[ B i r y u d u m e s k i ş a r a p y e n i d e v l e t t e n iy id ir .
Ş a r a p d ı ş ı n d a k i ç ı k ı ş y o l u n u u n u t m a k iy id ir .
F e r i d u n m ü l k ü n d e n y ü z k e z i y i b i r k a d e h v a r ,
K ü p ü n k e r p i ç k a p a ğ ı K e y h u s r e v t a c ı n d a n iy id ir .] [ M . K a n a r ]
570
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-495-
248. Bu rubainin Hayyam’a ait olduğu şüpheli ise de pek iyi bir tasvir ve itiraf olduğun
dan buraya alınması faydalı görüldü.
- 496 -
[ E y g ö n ü l , b u m u a m m a y ı ç ö z m e y e e r e m e z s i n .
B i l g e l e r n e d i y o r ? O n ü k t e y e e r e m e z s i n .
Y a p b u r a d a k e n d i n e b i r c e n n e t k a d e h i l e m e y d e n .
Ö t e y a n d a k i c e n n e t e y a e r e r y a e r e m e z s i n ! ] [ M . K a n a r ]
572
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-497 -
573
- 498 -
[ G ö n l ü m , o t u r d u n s a o g ü z e l i n m e c l i s i n d e .
K e n d i n d e n k u r t u l u r s u n , g e l i r s i n k e n d i n e .
Y o k l u k k a d e h i n d e n b i r y u d u m i ç t i n s e .
T a m a m e n k u r t u l d u n d e m e k t i r n e v a r n e y o k i s e .] [ M . K a n a r ]
574
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-499-
575
-500-
[ Ş a r a p t e s t i m i k ı r d ı n b e T a n r ı m !
i ş r e t k a p ı s ı n ı k a p a d ı n y ü z ü m e b e T a n r ı m !
B e n ş a r a p i ç i y o r u m , s e n d a ğ ı t ı y o r s u n .
T ö v b e t ö v b e ; s a r h o ş m u s u n n e s i n b e T a n r ı m ! ] [ M . K a n a r ]
576
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-501 -
Sen her tarafa iki yüz tuzak kuruyorsun. Eğer bunlardan bi
rine ayağım basarsan, seni öldürürüm, diyorsun. Tuzağı kendin ku
ruyorsun ve kimin ayağı tuzağa basarsa yakalıyorsun, öldürüyor
sun. Adım da âsi, günahkâr koyuyorsun.
[ H e r t a r a f t a i k i y ü z t u z a k k u r a r s ı n .
O r a y a a d ı m a t a r s a n , s e n i ö l d ü r ü r ü m ! d e r s i n .
S e n t u z a k k u r a r s ı n , o t u z a ğ a b a s a r .
Y a k a la r , ö ld ü r ü r , b i r d e o n a â s i d e r s i n ! ] [ M . K a n a r ]
578
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 503 -
579
- 504 -
Eğer cihanın işi hep taklitten ibaret olsaydı, her gün bayram
olurdu. Eğer bu beyhude tehdit252 olmasaydı, dünyada herkes mu
radına vasıl olurdu.
[ B u d ü n y a n ı n i ş i t a k l i t l e o l s a y d ı ,
H e r g ü n a s l ı n d a b a y r a m o l u r d u .
Ş u b e y h u d e t e h d i t o l m a s a y d ı ,
H e r k e s k e n d i m u r a d ı n a e r e r d i .] [ M . K a n a r ]
nakaratlı bir şarkı irticai ve terennüm ederler. Kebabın ve şarabın, musikînin, nağ
menin tesiriyle aşka gelen misafir de nakaratı dervişlerle beraber tekrar eder. Sa-
580
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-505 -
bah olur, yola düşecek seyyah eşeğini ister. İşi anlatırlar. Kendisinin de nakaratı
okuyarak emr-i vâki’i tasdik ettiğini söylerler. M e’yus seyyah “Evet ama ben bu
nu sizi taklit etmek için yaptım.” der.
Yani “ Onları taklit etmek beni berbat etti. O taklide iki yüz kere lanet olsun!” di
ye sızlanarak yayan yola düşer.
581
- 506 -
[ G ö n l ü m , b e d e n t o z u n d a n a r ı n ı r s a n ,
M ü c e r r e t r u h s u n , g ö k l e r e y ü k s e l i r s i n .
O t u r a c a k y e r i n a r § tı r ; u t a n m a l ı s ı n .
G e l ir , y e r y ü z ü n e p o s t u s e r e r s i n ! ] [ M . K a n a r ]
582
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-507-
583
-508 -
[ G ü l ü m , b e n z i y o r s u n b i r d i l b e r i n y ü z ü n e .
E y ş a r a p ! B e n z i y o r s u n c a n a c a n k a t a n ş a r a b a .
K a v g a c ı t a l i h i m ! H e r a n s e n b a n a ,
D a h a y a b a n c ı s ı n a m a a ş i n a g ö r ü n ü r s ü n b a n a .] [ M . K a n a r ]
584
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-509-
585
- 510 -
[ i n s a n l a r ı n k a l b i n i k ı r m a y a l ı m b i r g e c e .
Y a R a b b î ! n i d a s ı y ü k s e l m e s i n a m a n b i r g e c e .
M a l ı n a , g ü z e l l i ğ i n e p e k d e g ü v e n m e .
O n u g ö t ü r ü r l e r b i r g e c e , b u n u d a b i r g e c e .] [ M . K a n a r ]
586
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 511 -
587
-512-
[ K e ş k e d u r u p d i n l e n e c e k b i r y e r o l s a y d ı !
Y a d a ş u u z u n y o l a ç ı k m a k m ü m k ü n o l s a y d ı !
K e ş k e y ü z b i n y ı l s o n r a t o p r a ğ ı n b a ğ r ı n d a n .
O t l a r g i b i y e ş e r m e u m u d u o l s a y d ı ! ] [ M . K a n a r ]
588
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 513 -
589
- 514 -
[ G e l i r i l k b a h a r , g i d e r s o n b a h a r l a r .
D ö k ü l ü r h a y a t d e f t e r i m i z d e n y a p r a k l a r .
D e m i ş k i h a k î m : Ç e k m e k e d e r , i ç m e y ,
D ü n y a n ı n k e d e r l e r i b i r z e h i r ; p a n z e h i r i d e m e y .] [ M . K a n a r ]
590
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-515-
591
- 516 -
[ T a ş a ç a l d ı m d ü n ç i n i t e s t i y i .
S a r h o ş t u m y a p t ı ğ ı m d a b u e d e p s i z l i ğ i .
D i y o r d u b a n a h a l d i l i y l e t e s t i :
S e n i n g i b i y d i m b e n ; s e n d e o l u r s u n b e n i m g i b i .] [ M . K a n a r ]
592
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 517 -
593
-518-
[ Y a t a ğ ı n d a n f ı r l a , k a l k h a y d i s a k i .
V e r h a y d i , v e r ş u s a f ş a r a b ı s a k i .
K a f a t a s ı n d a n t e s t i y a p ı l m a d a n ö n c e ,
T e s t i d e n k â s e y e ş a r a p d ö k s a k i .] [ M . K a n a r ]
255. Bunun, gönlüme aşk doldur, şevk doldur, iman doldur, can doldur, heyecan doldur!
demek olduğunu unutmayın.
594
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 519 -
595
-520-
[ B i l g i l i b i r i y s e n , s o r g u l a k e n d i n i .
B a ş t a n e g e t i r d i n , n e g ö t ü y o r s u n ş i m d i ?
D i y o r s u n : Ş a r a p i ç m e y i m , ö l m e k v a r .
i ç s e n d e i ç m e s e n d e ö l m e k v a r .] [ M . K a n a r ]
596
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-521 -
597
-522-
Deva bulmak istersen, dert ile anlaş. Şifa bulmak için ağla
yıp sızlanma. Fakirlik zamanında şükret. Fütura düşme. Tâ ki so
nunda servet ve zenginliğe eresin.
[ D e r t l e a n l a ş d e v a b u l m a k i s t e r s e n .
I z d ı r a p t a n s ı z l a n m a , ş i f a b u l m a k i s t e r s e n .
D a r l ı k z a m a n ı ç a l ı ş ş ü k r e t m e y e .
S o n u n d a e r e r s i n v a r l ı ğ a . [ M . K a n a r ]
257. İran’ın bizce en yüksek ve herhâlde en kuvvetli lirik âlicenab şairi Orfî-i Şîrâzî’nin
[Himmet sahibi biriysen eğer, mürüvvet peşinde olma. Yüz yerde şehit ol da düş
mandan istemeye kalkma] matlaıyla başlayan gazelinde
[Nefsine vuslat müjdesi gelirse öl. Ölümden sonra gelecek olursa, can dostunu is
teme] beyti gibi fâci ve ilahi güzellikler, şa’şaalı ve müheyyic bedî’alar vardır.
“Dilmestî-yi Mevlânâ” Unvanlı küçük kitabımızın 107. ve 108. sayfalarına bakın.
[A. Cevdet]
598
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-523 -
258. Hafız:
Nişân-i ahd-i vefa nîst der tebessom-i gol
Benâl bolbol-i bîdil ki cây-i feryâdest
[Yok gülün tebessümünde ahde vefa izi. İnle aşık bülbül inle. Feryadın zamanı
şimdi.] der. Avamdan bir Türk şairimiz aynı vadi-yi mülahazada
599
-524-
Bir sürahi kırmızı şarap, bir şiir divanı isterim. Hayatta bir
huzur ânı ile yarım ekmek gerektir. Bunlar olunca seninle beraber
bir viranede bulunmak, bir sultanın ülkesinde bulunmaktan daha
hoş ve daha ulvîdir.
[ B i r s ü r a h i l â l r e n g i ş a r a p i s t e r i m , b i r d e d i v a n .
A z b i r h a r ç l ı k i s t e r i m , b i r d e y a r ı m s o m u n .
S o n r a o t u r a y ı m s e n i n l e b i r h a r a b e y e ,
i n a n d a h a h o ş o l u r b u s a l t a n a t t a n . ] [ M . K a n a r ]
600
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 525 -
259. Havâss-ı hamse (Beş duyu): Sâmia (işitme duyusu), bâsıra (görme duyusu), lâmi-
se (dokunma duyusu), zâika (tatma duyusu), şâmme (koklama duyusu).
260. Anâsır-ı erba’a (dört unsur): Toprak, su, hava, ateş.
601
-526-
[ Y a s i n , B e r a t b a h s i n e z a m a n a k a d a r s a k i ?
Y a z b i r b o n o m e y h a n e y e s a k i .
B e r a t ı m ı z m e y h a n e y e g ö t ü r ü l d ü ğ ü g ü n ,
B e r a t g e c e s i n d e n d a h a i y i d i r s a k i . [ M . K a n a r ]
261. Birinci “berat" kelimesi Kur’ân’ın Berat sûresi demektir. İkinci “berat", “bono”
demektir ki şair bunun mukabilinde ideal şarap alacak, üçüncü “berat”, Allah’ın
ehl-i azaba tevzi ettiği beraat ve necat demektir. Dördüncü “berat” ki “şeb-i berat”
sûretindedir, necat ve gufrâmn tevzi olunduğu gece demektir. “Leyle-i berat” is
miyle maruftur.
602
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-527 -
262. İran’ın Turan’a karşı şiddetli muharebelerinde şöhret alan İranlı kahraman.
263. Hâtem-i Tay yahut Hâtem-i T â’î bir Arap kabilesinin reisidir ki cömertliği ve ke-
remkârlığı darbımesel hükmünü almıştır.
603
-528 -
[ L â l d u d a ğ a , m e y k a d e h i n e h e v e s e t t i k ç e ,
D e f , ç e n g , n e y s e s i p e ş i n d e y ü r ü d ü k ç e ,
B u n l a r a y r ı n t ı d ı r h e p ; T a n r ı b ili r .
B i r h i ç s i n s e n , b a ğ l a r ı t e r k e t m e d i k ç e .] [ M . K a n a r ]
604
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 529 -
605
- 530 -
[ B a k ı y o r u m d a h e r b i r y a n a ,
B a h ç e d e k e v s e r s u l a r ı a k m a k t a ,
K e s c e h e n n e m l a f ı n ı ; c e n n e t e d ö n m ü ş s a h r a .
O t u r c e n n e t t e c e n n e t y ü z l ü b i r f ı s t ı k l a . ] [ M . K a n a r ]
606
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-531 -
607
-532-
[ i k i ş e y b i l g i l i o l m a n ı n k a y n a ğ ı .
S ö y l e n m e m i ş h e r s ö z d e n d a h a iy i.
Y e m e m e k h e r ş e y i y e m e k t e n d a h a iy i.
Y a l n ı z l ı k h e r ş e y i k o n u ş m a k t a n d a h a iy i .] [ M . K a n a r ]
264. Bu rubaiyi ben böyle anlarım. Nicolas’mn Paris tab’mın tercümesinde başka türlü
ve yanlış anlamıştır.
608
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 533 -
İlkbaharda bağda ekşi olan koruk nasıl tatlı oldu? Şarap hu
sule geldiği vakit neden acı oldu? Bir ağaç parçasından keser vası
tasıyla bir kimse rebap yapmışsa [bunu hayretle görürsün] daima
ney yetiştiren orman için ne dersin?265
265. Hayyam bu rubai ile vazıh bir fikir ve nazar ifade etmiyor. Fakat biraz tefekkürle
derin ve yüksek endişesi meydana çıkıyor. Üzümü ekşi iken tatlı yapan, tatlı ol
duktan sonra acı yapan tabiat laboratuvanna hayranlığı izhar ediyor. Bir adamın
yaptığı rebabı hayretle temaşa ediyoruz. Hâlbuki kamış ormanları sürekli olarak
ney yetiştiriyor. Asıl hayret yeri oradır diyor.
609
- 534-
[ T a n a ğ a r ı r k e n s e h e r h o r o z u ,
B i l i r m i s i n n e d e n y a k a r a ğ ı t ı ?
Y a n i d e r k i : G ö s t e r d i l e r s a b a h a y n a s ı n d a ,
G e ç t i ö m ü r d e n b i r g e c e ; y o k a m a h a b e r i n ! ] [ M . K a n a r ]
610
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYTAM - RUBAİLERİ
- 535 -
611
- 53 6 -
[ E r g u v a n r e n k l i m e y i v e r s a k i .
K e d e r d e n c a n ı m b u r n u m d a e y s a k i .
B a k a r s ı n g e ç e r i m k e n d i m d e n , k u r t u l u r u m ,
Z a m a n e d e n b i r z a m a n e y s a k i .] [ M . K a n a r ]
612
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-537 -
613
- 538 -
[ H i k m e t t e A r i s t o o l s a n , B o z o r c m i h r o l s a n ,
K u d r e t t e K a y s e r o l s a n , F a ğ f u r o l s a n ,
I ç ş a r a b ı C e m k a d e h i n d e n , s o n u n d a z i r a ,
M e z a r a g i r e c e k s i n n i h a y e t ; B e h r a m o l s a n .] [ M . K a n a r ]
266. Geniş malumatından dolayı vezir Bozorcmihr’in lakabıdır. Aslı Bozorgmihr ol
mak muhtemel olan bu kelimeyi Şemseddin Sami Bey merhum Bozorcmihr sure
tinde Kâmûsü’l-a’lâm’a almış. İran’ın Sâsâniyan hanedanından Keyhusrev ve Kis-
râ adlarıyla da anılan Nûşirvân’ın veziri idi. Nûşirvân saltanatının başlarında ih
malkâr ve zâlimdi. Bu sebeple İran viran olmuştu. Bir gün veziriyle beraber gezer
ken Nûşirvân bir duvar üzerinde iki baykuş gördü. Baykuşlar birbirleriyle bir şey
söyleşirler gibi başbaşa gelmişlerdi. Hükümdarın dikkatini celbetti. Vezirine
“Bunlar ne yapıyorlar?” diye sordu. Vezir “Konuşuyorlar ve ne konuştuklarım da
anladım. Fakat ferman buyurmazsanız söyleyemem,” dedi. Hükümdar ferman et
ti. Vezir “ Sağ taraftaki baykuş sol taraftaki baykuşun kızım oğluna almak istiyor.
Kızın annesi çeyiz olarak verilecek şeylerin tayin edilmesini ve özellikle taze ge
linin meskeni olmak üzere bir viran köyün bulunmasını istiyor. O da cevaben:
614
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 539 -
Yani zamanımız bu zaman ve padişah bu (yani Nûşirvân) oldukça, ben sana bir de
ğil yüz bin viran köy veririm, diyor!” dedi. Bu dersten sonra Nûşirvân hayatını, ül
kesinde adalet ve refahın hükümran olmasına hasretti; aklını başına topladı. Nûşir-
vân-i âdil ismiyle anıldı. “Nûşirvân dünyadan gideli çok zaman olduğu halde Nû-
şirvân’ın yüce adı adalet ve hayr ile meşhur ve muhterem olarak yaşamaktadır!”
demek olan
615
-540-
Eğer habîr isen yani hakayıka aşina isen, bîhaberliği seç. Ya
ni dünyanın ruha elem veren işleriyle alakadar olma ki ezel mestle
rinin elinden safa şarabını içebilesin. Fakat sen hakikatte yabancı
sın. Öyle bilgece yaşayışı tercih etmek senin kârın değildir. Gerçe
ğe vâkıf olmayanlara benim gösterdiğim hikmet tarzından nasip ay
rılmamıştır.
[ H a y d i , h a b e r s i z l i ğ i s e ç , h a b e r l i i s e n ,
E z e l m e s t l e r i n i n e l i n d e n b â d e i ç s e n .
S e n h a b e r s i z s i n , h a b e r l i o l m a k i ş i n d e ğ i l .
B i l g e c e y a ş a y ı ş h e r h a b e r s i z i n n a s i b i d e ğ i l .] [ M . K a n a r ]
616
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-541 -
Dikkat et; şimdi muktedir iken aziz bir canın azap yükünü
hafiflet. Zira bu âtıfet ve melahat devleti baki değildir. Başkaları
nın elinden çıkmış olduğu gibi bir gün birdenbire senin de elinden
çıkar.
617
-542-
[ Ö l ü n ü n , d i r i n i n i ş i n i g ö r e n s e n s i n .
Ş u d a ğ ı n ı k f e l e ğ i n s a h i b i s e n s i n .
K ö t ü o l s a m d a , b e n k u l u n e f e n d i s i s e n s i n .
K i m s e n i n g ü n a h ı y o k . Y a r a t ı c ı s e n s i n .] [ M . K a n a r ]
618
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 543-
619
-544-
İşte nur, işte şarap, işte mehtap ey saki! İşte saf yakut gibi
cazibeli bir güzellik ey saki! Ateş gibi yanan bu kalbimi267 toprak
la alakadar zannetme. Rüzgâra verme; âb268 getir.
[ M u m v a r , ş a r a p v a r , m e h t a p v a r s a k i !
S a f l â l g i b i d i l b e r g ö r ü r s ü n s a k i !
Ş u a t e ş l i g ö n ü l t o p r a k t ı r d e m e .
V e r m e g ö n l ü n ü y e l e , m e y g e t i r s a k i .] [ M . K a n a r ]
267. La Lyre Turque’ün 66. sayfasında Fantaisie isimli bir manzumem şöyle başlar:
Mon coeur est fait de feu, mon cerveau de soleil.
L ’univers se resume en mon etre eph'mere:
J ’ai des chauts roucoulants et des larmes ameres
D ’epouvantables nuits et l ’horiron vermeil.
“Yüreğim ateştendir. Dimağım güneşten yapılmıştır.” mânâsında olan ilk mısra ile
Hayyam’ın bu sözü arasında bir yakınlık görünüyor.
268. Ab kelimesini aynen bırakıyorum. Çünkü su kelimesinde âb kelimesindeki şarap,
letafet, kuvvet, revnak mânâları yoktur.
620
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-545-
621
-546-
[ H o ş g e l d i n ; r u h u m u n r a h a t ı s ı n s e n .
G ö z l e r i m e i n a n a m ı y o r u m , s e n m i s i n g e l e n ?
T a n r ı i ç i n d e ğ i l , b e n i m g ö n l ü m i ç i n ,
Ö y l e ş a r a p i ç k i b i l m e y i m o m u s u n s e n .] [ M . K a n a r ]
622
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-547-
Bir şeyh bir fahişeye “Sen sarhoşsun ve her lahza bir adamın
tuzağına düşüyorsun,” dedi. Fahişe şeyh efendiye “Evet, dedikleri
nin hepsi doğrudur. Ben senin dediğin ve göründüğüm gibiyim. Fa
kat ey şeyh efendi! Sen de göründüğün gibi misin?” dedi.269
[Şeytanın şe’si, eşeğin (har) ha’sı ve Yezid’in ye’sini topladılar. Şeyh lafzı ortaya
çıktı.]
623
-548-
[ Â l e m d ü ş s e b i r to p g i b i ç u k u r a ,
S a r h o ş o l u p u y u m u ş u m , b e n c e d e ğ e r i b i r a r p a .
D ü n g e c e r e h i n a l d ı l a r b e n i h a r a b a t t a ,
M e y h a n e c i d i y o r d u : i y i r e h i n s i n a m m a ! ] [ M . K a n a r ]
624
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 549 -
625
-550-
[ A b a t e t s e n s e n y e r y ü z ü n ü ,
G ö n ü l a l m a k g i b i o l m a z h i ç b i r i .
L u t f i l e k u l e t s e n b i r ö z g ü r ü ,
A z a t e t m e k t e n i y i d i r b i n k ö l e y i . ] [ M . K a n a r ]
626
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-551 -
627
-552-
[ G ö n l ü n ü n h u z u r u n u g ö r ü r s e n ş u n d a ,
H u z u r l u b i r i n i d ü ş ü r d ü n s e g a m a ,
A k l ı n ı n m a t e m i n i t u t a r s ı n ö m ü r b o y u n c a .
A l l a h c e z a n ı v e r s i n ; b u k a d a r c a h i l l i k o l m a z y a ! ] [ M . K a n a r ]
628
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-553 -
629
-554-
Eğer eline iki men271 şarap geçerse, her mahfilde, her mec
liste iç. Zira böyle yapan kimse senin gibi adamın bıyığım, benim
gibi adamın sakalını görmek tatsızlığından kurtulur.272
[ E l i n e i k i b a t m a n l ı k ş a r a p g e ç e r s e
M e y i ç h e r m e c l i s t e , m a h f i l d e .
D ü n y a d a n f a r i ğ o l a n z a t ,
U ğ r a ş m a z s e n i n b ı y ı ğ ı n b e n i m s a k a l ı m i l e .] [ M . K a n a r ]
271. Men: Takriben bir buçuk kiloluk bir ağırlık olduğu yukarıda kaydedilmişti.
272. Sûfîlere küçümseyerek bakan zengin müttakilere telmih olunur. Bıyığım veya sa
kalım göstermek, azamet satmak, istihkâr etmek mânâsında Farsça bir tabirdir.
Bizde “bıyık bükmek” tabiri bunu biraz andırır. [A. Cevdet]
630
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-555-
273. Hayyam bu rubaide, halkın başında değirmen taşı döndüren, halkın kanlarını don
duran, yüreklerini zulüm ateşiyle kebap eden, etlerini diden zalimlere telmih edi
yor. Bunlara bedel bir ekmek, bir koyun külbastısı ve şarap ile mütena’im olarak
hüsn-i samedânîyi ve samedaniyet-i hüsnü mihrap edinmek her padişaha nasip ol
mayan bir nimettir diyor. [A. Cevdet]
631
-556-
[ A d ı n ç ı k a r s a ş e h i r d e , e n b e l a l ı i n s a n s ı n .
B ö r k ö ş e y e ç e k i l s e n , v e s v e s e y e d ü ş e r s i n .
H ı z ı r İ l y a s b i l e o l s a n , e n i y i s i ,
K i m s e t a n ı m a s ı n s e n i , s e n t a n ı m a k i m s e y i .] [ M . K a n a r ]
274. Bütün nüshalarda “Hızr u İlyâsî” suretinde yazılıdır. Fakat Hızır, İlyas’ın lakabı
dır ve İlyas abıhayat içerek ebedî hayata nail olmuş bulunduğuna itikad edilen ne-
bî-i İsrailîdir.
632
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-557-
633
- 558 -
[ M e y iç . D ü n y a z a r i f l e r i R e y ş e h r i n d e .
T e r g ö r ü r s ü n m e y d e n g ü z e l l e r i n k u l a k d i p l e r i n d e .
N e z a m a n a k a d a r d i y e c e k s i n : E y v a h ! B o z d u m t ö v b e m i ?
Y ü z t ö v b e b o z m a k k o l a y d ı r b i r t e s t i m e y y e r i n e .] [ M . K a n a r ]
634
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-559-
276. Kur’ân’da kıssa-i Nuh’un muhtelif beş veya altı âyette tekrar edilmiş olduğuna tel
mihtir. Hayyam bunu fazla tekerrür buluyor. [Paris baskısının dipnotu]
635
-560-
[ N e v u s l a t ı n a e r i ş e b i l i y o r u m .
N e b i r n e f e s l i k a y r ı l ı ğ ı n a d a y a n a b i l i y o r u m .
N e b u g a m ı b i r i n e a n l a t a c a k c e s a r e t i m v a r .
N e m ü ş k ü l b i r iş , n e t u h a f g a m , n e h o ş h e v e s ! ] [ M . K a n a r ]
636
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 561 -
277. Hayyam’ın içtiği şarap ruhanî ve rahmanı bir şaraptır. Ruhu mest eden iyilik ve
güzellik şarabıdır. Allah muhabbeti ibadullah muhabbetidir. İbadullaha muhabbet
ve hizmet eden için yapay ve usulen tâat ve ibadet nağmesi dinlemeye ne hacet
var? [A. Cevdet]
637
-562-
[ S a b û h i ç m e v a k t i , e y a y a ğ ı k u t l u g ü z e l !
B i r t e r a n e s ö y l e ; g e t i r m e y .
H a z i r a n ı n g e l i ş i , A r a l ı k ı n g i d i ş i ,
Y e r e s e r d i b i n l e r c e C e m , b i n l e r c e K e y .] [ M . K a n a r ]
638
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-563 -
639
-564-
[ İ s t e r d i m k i T a n r ı d ü n y a y ı b i r b a ş k a y a r a t s a y d ı .
Ş i m d i y a r a t s a y d ı d a g ö z ü m g ö r s e y d i .
A d ı m ı h a y a t d e f t e r i n d e n s i l s e y d i .
Y a d a g a y b h â z i n e s i n d e n r ı z k ı m ı a r t ı r s a y d ı .] [ M . K a n a r ]
640
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-565-
641
Der gûş-i dilem goft felek pinhânî
Hokmî ki kazâ bûd zi men mîdânî?
Der gerdiş-i hîş eğer merâ dest budî,
Hod râ berehandemî zi sergerdânî.
[ F e l e k e ğ i l d i k u l a ğ ı m a , d e d i g i z l i d e n :
K a d e r d e y a z ı l ı h ü k m ü b i l i r m i s i n b e n d e n ?
D u r d i y e b i l s e y d i m k e n d i d ö n ü ş ü m e ,
K u r t a r ı r d ı m k e n d i m i a v a r e l i k t e n .] [ M . K a n a r ]
-567-
643
-5 6 8 -
t
[ E y l e z z e t l i ş a r a p ; k a d e h t e d u r m a m t e r c i h e d e r i m .
Ç ü n k ü a k ı l a y a ğ ı i ç i n b i r b a ğ s ı n s e n .
K i m s e n i i ç t i y s e , a m a n v e r m e d i n .
i ç e n i n c e v h e r i n i a v u c u n a k o y a r s ı n .] [ M . K a n a r ]
644
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- 569 -
645
-5 7 0 -
[ M i s k o k u l u l â l ş a r a b ı v e r s a k i
D e d i k o d u l a r d a n k u r t u l a y ı m s a k i .
İ k i m i z d e t o p r a k o l m a d a n ö n c e s a k i
Ş u r d a n b i r t e s t i m e y v e r s a k i .] [ M . K a n a r ]
[Kuzey rüzgârıdır senin benim toprağımı sağa sola savuran. İnsan, söylendiği gibi
bir cam-ı Cem ise, ecel taşı testi gibi kırar onu.]
646
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-571 -
[Değerli ömrün yazın ne yiyeyim, kışın ne içeyim derdiyle geçti gitti!] demişti. İs
mini hatırlamadığım bir İranlı şair:
[Giysiden amaç sıcağa ve soğuğa karşı korunmaktır. Yiğit olan ziynet derdine düş
mez.] der.
Schiller’in Die Führer des Lebens yani Hayatın Kılavuzları Unvanlı ve manidar bir
manzumesi vardır ki o da “Dikkat et ki aziz ömrünü artık şeyler elde etmek için
satmış olmayasın!” fikrini terviç eder yoldadır.
647
-5 7 2 -
[ Y ü z ü m ü s u r e n g i n d e b u l d u ğ u n g ü n ,
G ö n l ü m ü n k ö ş e s i n d e ç o k h a r a b e b u l u r s u n .
İ k i g ö z ü m ü n d e n i z i n e d a l a r s a n ,
K a y b o l m a z s a n , s u p e r i s i b u l u r s u n .] [ M . K a n a r ]
284. Bu rubai gayetince bir şiir ve hayal ihtiva ediyor. Paul Verlaine’in “Un veuf par-
le” ünvanlı manzumesini ve bu manzumeden şu iki nefis kıtayı hatırlatır:
Je vois un groupe sur la mer
Quelle mer celle de mes larmes.
Mes yeux mouilles du vent amer ,
Dans cette nuit d ’ombre et d ’alarmes.
Sont deux etoiles sur la mer.
648
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 573 -
649
-5 7 4 -
[ A m a n m e c a z l a r m e y h a n e s i n e g e l m e .
K a l e n d e r l e r i n i ş i n i h a l l e t m e d e n g e l m e .
Ü s t ü n i n s a n l a r ı n y o l u d u r b u y o l .
S a k ı n e ğ l e n m e k i ç i n b u s o k a ğ a g e l m e .] [ M . K a n a r ]
650
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- 575 -
651
TEŞEKKÜR
653
b ir t a k r iz d e n
655
bir şikâyet sesidir. Bir de Hayyam’da, cevabını ne makulattan ne
menkulattan alamamış olduğu şeylere karşı pek hazin ve umutsuz
luk dolu bir felsefe vardır. Bakın ünlü İngiliz edibi Fitz Gerald’m
bir sihirli bir lisan ile tercüme ettiği şu rubaiye:
285. Niçeri, natüraliste mukabilidir. Niçer İngilizce tabiat edemek olan nature kelime
sinden alınmış ve Arapçalaştınlmıştır.
286. Tercümesi şöyle olabilir:
Arz cevap veremiyordu. Efendileri (yani güneş) kendilerini terk ettiği vakit dalga
lı mor renge bürünerek matem tutan denizler, gecenin ve sahm yeniyle sürekli ör
tülen ve açılan ebedî işaretleri (yani yıldızlan) ile dönen gökler dahi bana cevap
vermiyordu.
J.M. Guyau’nun şu acı kıtasını da okuyun:
656
RUBAİLERİN FİHRİSTİ
657
An lehze ki ez ecel gorîzan gerdem. (363)
An mâye zi donyâ ki horî yâ pûşî, (571)
An mey ki heyât-i câvîdânîst, bohor. (286)
An râ ki vukûfest ber ehvâl-i cihan, (428)
An rûz ki in gonbed-i mînâ bestend ' (222)
An rûz ki nîst der ser âb-i tâkem. (377)
An rûz ki tûsen-i felek zîn kerdend (165)
Ânan ki der âmedend o der cûş şodend (164)
Ânân ki be kâr-i akl der mîkûşend, (284)
Ânân ki cihân zîr-i kadem fersûdend, (180)
Ânân ki holâse-yi cihan îşânend, (179)
Ânân ki muhît-i fazl o âdâb şodend. (251)
Anân ki zi piş refte’end ey sâkî, (497)
Ânem ki pedîd geştem ez kodret-i to, (463)
Angeh ki nihâl-i omr-i men kende şeved, (174)
Anhâ ki felekrîze-i dehr ârâyend, (198)
Ankes ki becomlegî torâ tekye ber ûst, (85)
Ankes ki goneh be nezd-i û sehl buved, (175)
Anrâ meniger ki zûfunûn âyed merd (193)
Âşık heme rûze mest u şeydâ bâdâ (9)
Aşk erçi belâst, an belâ hokm-i Hodâst. (142)
Aşkî ki mecâzî buved, âbeş nebuved. (243)
Âvord be iztirârem evvel be vucûd, (176)
Âzâr-i dil-i halk mecû’îm şebî. (510)
Bâ bâde-yi golreng derin kâşâne (481)
Bâ derd besâz tâ devâ’î yâbî. (522)
Bâ doşmen u dûst fi’l-i nîkû nîkûst, (137)
Bâ her bed u nîk râz netvânem goft (42)
Bâ hokm-i Hodâ becoz rizâ der negirift (44)
Bâ in do se nâdân ki cihândârânend, (201)
Bâ mâ direm-i kalb nemîgîred coft (43)
658
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
659
Binger zi sabâ dâmen-i gol çâk şode. (482)
Binger, zi cihan çi tarf ber bestem? Hîç. (157)
Bişnov zi men ey zobde-i yârân-i kohon. (432)
Bolbol ço be bâğ nâle ber dest girif, (149)
Bot goft be botperest: Key âbid-i mâ (14)
Bothâne vo Ka’be hâne-i bendegîst (40)
Câmî yo meyî yo sâkiyî ber leb-i kişt (148)
Câmîst ki akl âferiiı mîzenedeş. (343)
Cânâ men u to numûne-yi pergârîm. (380)
Cânâ zi kodam dest ber hâste’î? (476)
Cânâ, mey-i sâf-i nâmoşevveş mîhor. (299)
Coz Hak hokmî ki hokm râ şâyed, nîst. (145)
Çend ez gam o gosse-i cihan kâlakâl? (355)
Çendan bohorem şerâb kin bûy-i şerâb (22)
Çendan boro in reh ki doyî berhîzed. (205)
Çendan ki nigâh mîkonem her sû’î, (530)
Çendan ki zi hod nîstterem, hestterem. (393)
Çendin gam-i bîhûde mehor; şâd bezi. (575)
Çon aşk-i ezel bûd-i merâ inşâ kerd (194)
Çon bâde horî, zi akl bigâne meşov. (461)
Çon bulbul-i mest râh der bûstan yâft (93)
Çon çerh-i felek hîç be kâm-ı to negeşt (52)
Çon fovt şevem, be bâde şûyîd merâ (7)
Çon hâsil-i âdemi derin deyr-i do der (308)
Çon kâr ne ber murâd-i mâ hâhed reft (51)
Çon lâle be novrûz kadeh gir be dest (50)
Çon mîgozered omr çi şîrîn o çi telh (159)
Çon morde şevem hâk-i merâ gom sâzîd, (213)
Çon morden-i to morden-i yekbâregîst (135)
Çon nîst derin zemâne sûdî zi hired (209)
Çon nîst mekâm-i mâ derin deyr mokîm, (381)
660
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
661
Der gûş-i dilem goft felek pinhânî (566)
Der hâb budem, merâ hiredmendî goft (58)
Der her tarafı der û do sad dâm nihî. (502)
Der hikmet eğer Aristo vo Cumhûr’î, (538)
Der kârgeh-i kûzegerî kerdem rây. (539)
Der kârgeh-i kûzegerî reftem dûş. (339)
Der kûy-i niyâz her dilî râ deryâb (23)
Der meclis-i uşşâk nişestîm heme. (483)
Der mefreş-i hâk hoftegân mîbînem (371)
Der mescid egerçi bâniyâz âmede’em, (382)
Der meykede coz be mey vuzû netvan kerd. (219)
Der molk-i to ez tâ’etî çîzî nefuzûd (226)
Der movsim-i gul bâde-yi gulreng bohor. (301)
Der nây-i gerâbe golgol-i mey çi hoşest! (141)
Der pây-i ecel ço men serefkende şevem, (388)
Der perde-i esrâr kesî râ reh nîst (54)
Der râh-i hired be coz hired râ mepesend. (188)
Der rûy-i zemin eğer merâ yek hiştest, (136)
Der ser megozâr hiç sovdâ-yi mohâl. (356)
Der sovme’e vu medrese ve deyr u kinişt (56)
Der şo’bedehâne-yi cihan yâr mecûy. (531)
Derdâ ki dilem be hiç derman neresîd! (221)
Deryâb ki ez rûh codâ hâhî reft (99)
Dest-i ço meni ki câm o sâger gîred, (227)
Dey ber leb-i cûy bâ nigârî movzûn, (440)
Dey kûzegerî bedîdem ender bâzâr (303)
Diğer gam-i in gerdiş-i gerdûn nehorîm. (383)
Dîşeb zi ser-i sıdk safâ-yi dil-i men, (435)
Dil çerâğîst ki nûr ez roh-i dilber gîred, (185)
Dil fark nemîkoned hemî dâne zi dâm. (424)
Dil sırr-i heyât eğer kemâhî dânist (59)
662
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
663
Ey bihaber, in cism-i mocessem hîçest. (86)
Ey bîhaberan, işve-i donyâ meharîd. (162)
Ey çerh, dilem hemîşe gamnâk koni. (505)
Ey çerh-i felek! Herâbî ez kîne-i tust! (30)
Ey çerh-i felek; ne nân şinâsî, ne nemek. (348)
Ey der taleb-i to âlemî der şerru şûr! (295)
Ey dil! Mey o ma’şûka becû der bâkî. (515)
Ey dil, ço bezm-i an sanem binşestî, (498)
Ey dil, ço hakîkat-i cihânest mecâz, (310)
Ey dil, çu nasîb-i to heme hûn şodenest. (35)
Ey dil, to be idrâk-i moammâ neresi. (496)
Ey dil, zi gam-i cism eğer pâk şevi, (506)
Ey dil; ço zemâne mıkoned gamnâket, (82)
Ey dil; heme esbâb-i cihan hâste gir. (290)
Ey Dûst, biya tâ gam-i ferdâ nehorîm. (366)
Ey ez harem-i zât-i to akl âgeh nî. (503)
Ey geşte şeb u rûz be donyâ nigeran ! (425)
Ey gol! to be rûy-i dilrobâ mîmânî. (508)
Ey hâce! Yeki kâm revâ kon mâ râ (5)
Ey hemnefesan, merâ zi mey kût konîd. (163)
Ey hoşnezer-i gamzeger-i rengâmîz! (316)
Ey kâşki cây-i âremîden bûdî! (512)
Ey kerde zi lutf u kahr-i to sun’-i Hodâ (17)
Ey kûzegerem begûş eğer hoşyârî, (507)
Ey men der-i meyhâne be siblet rofte, (473)
Ey mey! leb-i la’l-i yâr mîdâr be dest. (122)
Ey moftî-yi şehr, ez to porkârterîm (361)
Ey nîk nekerde vo bedîhâ kerde, (471)
Ey refte vo bâz âmede “bel hum” geşte. (480)
Ey sûhte-yi sûhte vo sûhtenî! (565)
Ey vâkıf-ı esrâr-i zamîr-i hemekes! (331)
664
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
665
Fâsık hânend merdomânem peyvest (103)
Fasl-i gul u tarf-i cûybâr u leb-i kişt (92)
Ferdâ alem-i firâk teyy hâhem kerd. (245)
Ferdâ ki nasîb-i nîkbahtân bahşend. (192)
Feryâd ki reft omr ber bîhûde! (487)
Gam çend horî be kâr-i nâ âmede pîş? (341)
Gâvîst der âsmân o nâmeş pervîn. (445)
Geh geh dil-i men derin kafes teng âyed. (255)
Geh geşte nihan, rû be kesî nenmâyî. (549)
Geh şerbet-i eyş sâf bâşed geh dord. (258)
Ger âmadenem be hod budî, nâmedemî. (557)
Ger bâde be kûr der dihî, raks koned. (254)
Ger bâde horî to, bâ hiredmendân hor. (304)
Ger ber felekem dest bodî çon Yezdân, (448)
Ger ber felekî, be hâk bâz ârendet (87)
Ger dest dehed zi mağz-i gendom nânî, (555)
Ger ez pey-i şehvet u hevha hâhı reft, (104)
Ger govher-i tâ’etî nesoftem hergiz, (324)
Ger gul nebuved nasîb-i mâ, hâr înek. (350)
Ger men zi mey-i mogâne mestem, hestem. (395)
Ger mey nehorî, ta’na mezen mestan râ (12)
Ger rûyizemîn be comle âbâd konî (550)
Ger solh neyâbem zi felek, ceng înek. (351)
Ger şâdî-yi hîşten der an mîdânî, (552)
Ger şohre şevî be şehr, şerro’n-nâsî, (556)
Ger yâr-i menîd, terk-i tâmât konîd. (257)
Ger zanki be dest âyed ez mey do menî. (554)
Gerdîm zi zemîn hîç gulî ber nâred. (187)
Gerdûn kemerî zi omr-i fersûde-i mâst. (105)
Gerdûn zi sehâb nesteren mîrîzed. (263)
Gorre çi şevî be mesken o kâşâne? (477)
666
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
667
Her cor’e ki sâkiyeş be câm efşâned, (275)
Her dil ki der û mâye-i tecrîd kem est. (112)
Her dil ki derû nûr-i muhabbet besirişt (70)
Her geh ki dilet teng şeved, beng bohor. (302)
Her kû tarabî zi akl der dil mîkâşt (113)
Her nîk o bedî ki der nihâd-i beşerset (110)
Her sebze ki der kenâr-i cû’î roste est (69)
Her sobhgehî ki der harâbât şevem. (415)
Her tövbe ki kerdîm, şikestîm heme. (492)
Her zerre ki ber rûy-i zemînî bûdest, (155)
Herçend ki ez günâh bedbahtem o zişt (72)
Herçend ki reng u rûy zîbâst merâ (13)
Hergeh ki benefşe câme ber reng zened, (276)
Hergiz be tarab şerbet-i âbî nehorem. (413)
Hergiz dil-i men zi ilm mahrûm neşod. (168)
Hin sobh demîd o dâmen-i şeb şod çâk. (352)
Hokmî ki ez û mohâl bâşed, perhiz. (321)
Horremdil an keşi ki ma’rûf neşod (217)
Horşîd kemend-i sobh ber bâm efkend. (241)
Hoş bâş ki âlem gozeran hâhed bûd. (216)
Hoş bâş ki gosse bîkeran hâhed bûd. (215)
Huşyâr nebûde’em demi tâ hestem. (396)
îzed ço nehâst ançi men hâste’em, (408)
İbrîk-i mey-i merâ şikestî rabbî. (500)
Imrûz ki âdine mer ûrâ nâmest (81)
İmrûz ki novbet-i cevânî-i menest (34)
Imrûz torâ destres-i ferdâ nîst (36)
İmşeb ber-i mâ mest ki âverd torâ? (3)
İn akl ki der reh-i se’âdet pûyed, (265)
İn cem’-i ekâbir ki menâsib dârend (182)
İn çerh ço tâsîst nigûn oftâde. (472)
668
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
669
Mâ’îm der ûftâde çon morg be dâm. (410)
Mâ’îm harîdâr-i mey-i köhne vu nov. (465)
Mâ’îm ki sermest-i şerâbîm modâm. (405)
Mâ’îm nihâde ser be fermân-i şerâb (27)
Mâ’îm u mey u mutrib u in konc-i herâb (28)
Ma’şûk ki omreş ço gamem bâd dirâz, (329)
Mahrem hestî ki bâ to gûyem yek dem, (400)
Maksûd zi comle âferîniş mâ’îm. (402)
Megzâr ki gosse der kenâret gîred (191)
Mehtâb be nûr dâmen-i şeb beşkâft. (109)
Men bâde be câm-i yek menî hâhem kerd. (267)
Men bâde horem velîk mestî nekonem. (399)
Men bende-i âsiyem, rizâ-yi to kocâst? (106)
Men bî mey-i nâb zîsten netvânem. (417)
Men der remezân rûze eğer mîhordem, (404)
Men hîç nedânem ki merâ an ki sirişt (107)
Men mey horem o muhâlifân ez çep u râst (108)
Men mîhorem o her ki ço men ehl buved, (268)
Men tövbe konem ez heme çîz, ez mey ne. (488)
Men zâhir-i nîstî yo hestî dânem. (398)
Meşnov sohen-i zemâne sâz âmedegân. (452)
Mey ber kef-i men nih o berâver golgol. (358)
Mey ber roh-i dilberân-i çâlâk bohor. (305)
Mey der kadeh insâf ki cânîst latîf (347)
Mey der kef-i men nih ki dilem der tâbest (64)
Mey gerçi herâmest velî tâ ki hored. (266)
Mey hor ki be zîr-i gil besî hâhî hoft. (151)
Mey hor ki tenet be hâk der zerre şeved. (283)
Mey hor ki zarîfân-i cihan râ der Rey (558)
Mey hor ki zi dil kesret o kıllet bebered. (264)
Mey horden u gird-i nîkuvan gerdîden (451)
670
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
671
Pîş ez men u to leyi u nehârî bûdest (39)
Pur hûn zi fırâket cigerî nîst ki nîst (46)
Reften çu hakîkatest, pes bûden çîst? (100)
Reftend o zi reftegân yeki nâmed bâz (322)
Reftîm o zi mâ zemâne âşofte bemând. (230)
Rindi dîdem nişeste ber hing-i zemin. (443)
Rov, ber ser-i eflâk-i cihân hâk endâz. (323)
Rov, bîhaberî gozîn eğer bâhaberî, (540)
Rûzî bini merâ to mest oftâde. (489)
Rûzî do ki mohletest mîhor mey-i nâb (25)
Rûzî ki be dest ber nihem câm-i şerâb (24)
Rûzî ki dilem be reng-i âbî yâbî (572)
Rûzî ki merâ zi hîş bigâne konend, (232)
Rûzî ki şeved “ize’s-semâ inşakkat” (60)
Rûzî ki zi to gozeşte şod, yâd mekon. (441)
Rûzîst hoş u hevâ ne germest o ne serd (231)
Sâkî dil-i men zi dest eğer hâhed reft (124)
Sâkî gam-i men bolendâvâze şodest. (121)
Sâkî gul u sebze bes tarabnâk şodest. (134)
Sâkî ki lebeş moferrih-i yâkûtest, (144)
Sâkî zi deret sefer nehâhîm girift. (126)
Sâkî! dil-i mâ ki dâne-i mihr-i to kâşt, (125)
Sâkî, çu zemâne der şikest-i men u tust, (62)
Sâkî, kadehi ki şem’-i dil der negirift. (140)
Sâkî, kadehi! ki kâr-i âlem nefesîst. (119)
Sâkî, kadehi, ki kârsâzest Hodâ (20)
Sâkî, mey-i hoşguvâr ber destem nih. (486)
Sâkî, nazarî be bîkesan behr-i Hodâ! (21)
Sâkî, nazarî, ki dil zi endîşe tohîst. (146)
Sayyâd ne’î, hadîs-i nahcîr mekon. (447)
Sayyâd-i ezel ço dâne der dâm nihâd, (196)
672
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
673
Tâ der ten-i tost ostohân o reg o pey, (527)
Tâ efser-i hân o tâc-i key befrûşîm. (376)
Tâ huşyârem, merâ tarab noksânest (47)
Tâ key gam-i an horem ki dârem ya ne ? (475)
Tâ key omret be hodperestî gozered? (244)
Tâ key zi cefâ-yi herkesi neng keşim? (378)
Tâ key zi çerâğ-i mescid u dûd-i kinişt? (120)
Tâ key zi gam-i zemâne mahzûn bâşî? (569)
Tâ yâr şerâb-i canfezâyem nedehened, (211)
Tâ zan neberî ki ez cihan mîtersem, (373)
Tâ zan neberî ki men be hod mevcûdem! (418)
Tâ zohre vo meh der âsmân geşt pedîd, (250)
Tab’em be nemâz o rûze çon mâil şod, (240)
Tab’em heme bâ rûy-i çol gul peyvended. (242)
Ten der gam-i rûzgâr-i bîdâd medih. (478)
Terkîb-i piyâle râ ki derhem peyvest? (48)
Ters-i ecel u vehm-i fenâ mestî-yi tust (49)
Tîrî ki ecel keşed, siperhâ hîçest. (111)
To âmede’î be pâdşâhî kerden. (439)
Tongî mey-i la’l hâhem o dîvânî. (524)
Tövbe mekon ez mey egeret mey bâşed, (204)
Tövbe nekoned herki sebâteş bâşed (212)
Vakt-i seherest, hîz ey mâye-i nâz, (330)
Vakt-i seherest, hîz ey sâdepeser (306)
Vaktest ki ez sebze cihân ârâyend, (273)
Vaktî ki tulû-i sobh-i ezrak bâşed, (271)
Vez gonbed-i gerdende bed ikbâli bîn. (450)
Yâkût leb-i la’l-i bedehşânîkû? (467)
Yârab be dil-i esîr-i men rahmet kon. (455)
Yârab men eğer gonâhî bîhod kerdem, (409)
Yârab tu kerimî yu kerîmi keremest. (116)
674
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
675
ORTAK RUBAİ LİSTESİ
- A-
Âbâdî-yi meyhâne zi mey horden-i mâst. (D: 271)
Âdem ço sorâhî buved u rûh ço mey, (C: 553)
Âgeh ço ne’î, dilâ, zi her esrârî, (D: 380)
Âğâz-i devan geşten-i in zerrin tâs, (C, 332; D:
Âkil be çi ummîd derin şûmserâ (C: 10)
Âkil be hurûş-i lâ ilâhe illâ hûst (C: 123)
Âlem eğer ez behr-i to ârâyend, (H: 45)
Âlem heme ger ço gûy ofted be guvî, (C: 548)
Âlem heme mihnetest u eyyam gam est. (D: 376)
Amed remezân u movsim-i bâde bereft (C: 76)
Amed seherî nidâ zi meyhâne-i mâ (C: 1; H: 1;
An akl ki der reh-i se’âdet pûyed, (C: 199)
An bâde ki kâbil-i suverhâst be zât (C: 83)
An bîhaberân ki dorr-i ma’nî softend, (H: 14)
677
An bih ki be câm-i bâde dil şâd konim (C: 362; D: 94; R: 47)
An bih ki derin zemâne kem gîrî dûst, (D: 292)
An bot ki dilem zi behr-i û zâr şodest, (C: 9)
An but ki dilem zi behr-i û ar şodest (C: 129)
An cism-i piyâle bîn be cân âbisten. (C: 430; D: 344)
An kâse ki bes nikûş perdâhte’end. (D: 344)
An kasr ki Behrâm der û câm girift (C: 79; D: 25; H: 54)
An kasr ki ber çerh hemîzed pehlû, (C: 459; D. 23); H: 56
An kes ki zemin o çerh o eflâk nihâd (C: 161)
An kovm ki seccâdeperestend, herend. (C: 170)
An la’l der âbgîne-yi sâde biyâr. (C: 294; D: 104)
An la’l-i giranbehâ zi kân-i digerest (C: 33)
An lehze ki ez ecel gorîzan gerdem. (C: 363)-
An mâye zi donyâ ki horî yâ pûşî, (C: 571; D: 141)
An merd niyem kez ademem bîm âyed; (D: 310; R: 127)
An mey ki heyât-i câvîdânîst, bohor. (C: 286; D: 265)
An mey ki Hızr-i hoceste dâred pâseş, (D: 393)
An râ ki vukûfest ber ehvâl-i cihan, (C: 428)
An rûz ki in gonbed-i mînâ bestend (C: 222)
An rûz ki nîst der ser âb-i tâkem. (C: 377; D: 352)
An rûz ki tûsen-i felek zîn kerdend (C: 165; D: 229)
Anan ki der âmedend o der cûş şodend (C: 164)
Ânân ki be kâr-i akl der mîkûşend, (R: 121; D: 22; C: 284)
Ânân ki cihân zîr-i kadem fersûdend, (C: 180)
Ânân ki der âmedend u der cûş şodend (D: 239; R: 28)
Ânân ki esâs-i kâr ber zerk nihend, (D: 321)
Ânân ki esîr-i akl u temyiz şodend, (D: 316; H:84)
Ânân ki holâse-yi cihan îşânend, (C: 179; D: 391)
Ânân ki muhît-i fazl o âdâb şodend. (C: 251; D: 2; R: 123; H: 12)
Ânân ki zi piş refte’end ey sâkî, (C: 497; D: 154; H: 13)
Ânem ki pedîd geştem ez kodret-i to, (C:463; R: 21)
678
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-B -
Bâ bâde nişîn, ki molk-i Mahmûd înest, (D: 146; H: 134)
Bâ bâde-yi golreng derin kâşâne (C: 481)
Bâ bet mîgoft mahî’î der teb u tâb: (D: 122)
Bâ derd besâz tâ devâ’î yâbî. (C: 522)
Bâ doşmen u dûst fi’l-i nîkû nîkûst, (C: 137)
Bâ her bed u nîk râz netvânem goft (C: 42)
Bâ hokm-i Hodâ becoz rizâ der negirift (C: 44)
Bâ in do se nâdân ki cihândârânend, (C: 201)
Bâ mâ direm-i kalb nemîgîred coft (C: 43)
Bâ mâ to herançi gû’î, ez kîn gû’î. (C: 521)
Bâ merdom-i pâkbâz o âkil âmîz. (C: 318; D: 347; R: 52;)
Bâ mey be kenâr-i cûy mîbâyed bûd. (D: 189)
Bâ mutrib u mey hûrsiriştî ger hest, (C: 88; D: 392)
679
Bâ nefs hemîşe der neberdem; çi konem? (C: 379; D: 333)
Bâ rahmet-i to men ez goneh nendîşem. (C: 372; D: 390)
Bâ servkadî tâzeter ez harman-i gul (C: 354; D: 128)
Bâ sifle-yi tondhûy-i bî akl o vekâr (C: 297)
Bâ to be harâbât hemîgoftem râz (C: 317)
Bâ yâr ço ârmîde bâşî heme omr, (C: 300; D: 58; H: 20)
Bâ yâr hoşem, câm-i şerâb ovlâter. (C: 296)
Bâ zolf-i botî be bend u best âmede’îm, (R: 5)
Bâ zolf-i to ger destdirâzî kerdem, (C: 389)
Bâzı bûdem, peride ez âlem-i râz, (C: 320)
Be rûy-i gul ez ebr nikâbest henüz, (C: 319)
Begrift merâ melâlet zerrâkî. (C: 519)
Ber çihre-yi gul nesîm-i novrûz hoş est. (D: 113; H: 120)
Ber dâr piyâle vo sebû ey dilcû, (C: 464)
Ber dest yekî tîğ ço âbest merâ (C: 18)
Ber gîr zi hod hisâb eğer bâhaberî, (C: 520)
Ber hod der-i kâm u ârizû râ bestem (C:369)
Ber kûzegerî perîr kerdem gözeri (D: 49; H: 69)
Ber lovh nişân-i bûdenîhâ bûdest (C: 41; H: 26)
Ber mefreş-i hâk hoftegân mîbînem, (C: 371; D: 27; R: 154; H. 52)
Ber pây-i to bûse dâden, ey şem’-i tarab (C: 26)
Ber rehgozerem hezâr câ dâm nihî. (D: 222)
Ber rûy-i gul ez ebr nikâbest henüz. (D:325)
Ber rûy-i nikûy u leb-i cûy u mul u verd, (D: 149)
Ber seng zedem dûş sebûy-i kâşî. (C:516; D: 41; R: 129; H: 67)
Ber zarf-i sipihr hâtırem rûz-i nohost (C: 133; D: 254)
Berceh, berceh zi cây-i hâb ey sâkî! (C: 518; D: 107)
Berdâr piyâle vu sebû, ey dilcû, (D: 100; H: 66)
Bergîr zi hod hisâbî er bâhaberî. (D :382)
Berhîz o bedeh bâde; çi cây-i sohenest? (C: 147; D. 260)
Berhîz o biyâ botâ berây-i dil-i mâ (C: 6; D. 176)
680
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
Berhîz o mehor gam-i cihan-i gozeran. (C: 431; D: 125; R: 76; H: 124)
Berhîz u bekûb pây ki mâ dest zenîm (C: 368; D. 369)
Berhîz u devâ-yi in dil-i teng beyâr. (261)
Berhîzem u azm-i bâde-yi nâb konem. (263)
Beşkoft ço gol rûy-i nigâr ey sâkî! (C: 517; R: 29)
Bîbâde mebâş tâ tevânî yekdem (C: 367; R: 147)
Bigâne eğer vefâ koned, hîş-i menest (C: 45)
Bîş ez men u to merd o besî zen bûdest. (C: 150)
Binger zi sabâ dâmen-i gol çâk şode. (C: 482; D: 50; 139;
R: 78; H: 60)
Binger, zi cihan çi tarf ber bestem? Hîç. (C: 157; D: 57; H: 107)
Bisyâr begeştîm be gird-i der u deşt; (D: 6; H: 49)
Bişnov zi men ey zobde-i yârân-i kohon. (C: 432; D: 313)
Bolbol ço be bâğ nâle ber dest girift, (C: 149)
Bot goft be botperest: Key âbid-i mâ (C: 14)
Bothâne vo Ka’be hâne-i bendegîst (C: 40; R: 27)
-C -
Câmî yo meyî yo sâkiyî ber leb-i kişt (C: 148; D: 383)
Câmîst ki akl âferîn mîzenedeş. (C: 343; D: 12; H: 43)
Cânâ men u to numûne-yi pergârîm. (C: 380; D: 394)
Cânâ zi kodam dest ber hâste’î? (C: 476)
Cânâ, mey-i sâf-i nâmoşevveş mîhor. (C: 299)
Cânem be fedâ-yi anki û ehl buved, (D: 329)
Coz Hak hokmî ki hokm râ şâyed, nîst. (C: 145)
Coz râh-i kalenderân-i meyhâne mepûy. (D: 130; H: 96)
- Ç-
Çend ez gam o gosse-i cihan kâlakâl? (C: 355)
Çend ez pey-i hırs u âz ten fersûde (D: 80)
681
Çendan bohorem şerâb kin bûy-i şerâb (C: 22; D: 213; R: 89; H: 80)
Çendan boro in reh ki doyî berhîzed. (C: 205)
Çendan ki nigâh mîkonem her sû’î, (C: 530; D: 262)
Çendan ki zi hod nîstterem, hestterem. (C: 393)
Çendîn gam-i mâl u hasret-i donyâ çîst? (D: 293)
Çendin gam-i bîhûde mehor; şâd bezi. (C: 575;D: 169)
Çon âb be cûybâr u çon bâd bedeşt, (D: 132)
Çon âmadenem be men nebud rûz-i nohost, (D: 109; R: 40; H: 94)
Çon aşk-i ezel bûd-i merâ inşâ kerd (C: 194)
Çon bâde horî zi akl bigâne meşov, (77)
Çon bâde horî, zi akl bigâne meşov. (C: 461; R: 77)
Çon bulbul-i mest râh der bûstan yâft (C: 93)
Çon çerh-i felek hiç be kâm-ı to negeşt (C: 52; D: 76; H: 40)
Çon ebr be novrûz roh-i lâle beşost, (D: 48; H: 62)
Çon fovt şevem, be bâde şûyîd merâ (C: 7; H: 79)
Çon hâsil-i âdemi derin deyr-i do der (C: 308; D: 65; H: 23)
Çon hâsil-i âdemi derin şûristân, (D: 86; R: 66)
Çon her nefeset zi zindegânî gozered, (D: 264)
Çon huşyârem, tarab zi men pinhânest; (D: 166)
Çon kâr ne ber murâd-i mâ hâhed reft (C: 51; D: 81)
Çon lâle be novrûz kadeh gir be dest (C: 50; D: 101; H: 122)
Çon mîgozered omr çi şîrîn o çi telh (C: 159; D: 99; R: 99)
Çon mînedehed ecel emân ey sâkî, (D :370)
Çon morde şevem hâk-i merâ gom sâzîd, (C: 213; D: 210,212; H: 78)
Çon morden-i to morden-i yekbâregîst (C: 135; D: 84)
Çon nîst derin zemâne sûdî zi hired (C: 209; D: 353; R: 11)
Çon nîst hakikat u yakîn ender dest, (D: 17)
Çon nîst mekâm-i mâ derin deyr mokîm, (C: 381; D: 96; R: 145; H: 93)
Çon nîst torâ coz an ki û dâde karâr, (C: 298)
Çon nîst zi herçi hest coz bâd be dest (C: 128; D: 291; R: 85; H: 106)
Çon ohde nemîkoned kesî ferdâ râ (C: 8; D: 117; H: 112)
682
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
-D -
Dâdem be omîd rûzgârî ber bâd (C: 220)
Dânende ço terkîb-i tebâyi’ ârâst, (C: 139; D: 8; R: 33; H: 11)
Dânî ki sepîdedem hurûs-i seherî, (C: 534; D: 134)
Dânî zi çi rûy ûftâdest o çi râh (C: 485)
Dârem zi cefâ-yi felek-i âynegûn, (C: 438)
Der âlem-i bîvefâ ki menzilgeh-i mâst (C: 55; D: 374)
Der âlem-i cân behûş mîbâyed bûd (C: 223; D:343)
Der âlem-i hâk ez keran ta be keran, (C: 437)
Der aşk-i to sad güne melâmet bekeşem. (C: 385; R: 152)
Der bâğ ço bod gûre-yi torş evvel-i dey, (C: 533)
Der câm-i tarab bâde-i gulreng hoşest (C: 97)
Der câm-i to yâkût-i revan ey sâkî ! (C: 537)
Der comle-i deşt-i hâveran ger hârîst, (C: 117)
Der costen-i câm-i Cem cihan peymûdîm. (C: 412)
Der çeşm-i muhakkikan çi zîbâ vu çi zişt (C: 131; D: 240)
Der çeşm-i to âlem erçi mî ârâyend, (C: 195; D: 190)
Der dâire-yi sipihr-i nâpeydâ gûr (C: 287; D: 123; H: 125)
Der dâire-yi vucûd dîr âmede’îm. (C: 386)
Der dehr ber-i nihâl-i tahkik nerost. (C: 154; D: 269)
Der dehr her an ki nîm nânî dâred, (C: 224; D: 158)
Der dehr herkesî be gul’izârî neresîd. (C: 228; D: 247)
Der dest hemîşe âb-i engûrem bâd. (C: 229)
Der dih mey hemço erguvân ey sâkî ! (C: 536)
Der dih mey-i la’l-i lâlegûn-i sâfî. (C: 535)
Der dih mey-i la’l-i mişkbû ey sâkî! (C: 570)
683
Der dil netevan diraht-i endûh nişand. (C: 225; D: 108)
Der fasl-i behâr bâbet-i hûr sirişt (C: 96; D: 268; R: 138)
Der golşen eşkfeşân mîgeştem dûş, (R: 13)
Der gûş-i dilem goft felek pinhânî (C: 566; D: 227; H: 33)
Der hâb budem, merâ hiredmendî goft (C: 58; D: 97; R: 82)
Der her deştî ki lâlezârî bûde est. (D: 36)
Der her tarafî der û do sad dâm nihî. (C: 502; R: 61)
Der hikmet eğer Aristo vo Cumhûr’î, (C: 538)
Der kârgeh-i kûzegerî kerdem rây. (C: 539; D: 30; H: 71)
Der kârgeh-i kûzegerî reftem dûş. (C: 339; D: 29; R: 2; H: 73)
Der kûy-i niyâz her dilî râ deryâb (C: 23)
Der kûzegerî perîr kerdem gozerî, (R: 115)
Der meclis-i uşşak nişestîm heme. (C: 483)
Der mescid egerçi bâniyâz âmede’em, (C: 382; D: 196; R: 151)
Der meykede coz be mey vuzû netvan kerd. (C: 219; D: 270)
Der molk-i to ez tâ’etı çîzî nefuzûd (C: 226; D: 386)
Der movsim-i gul bâde-yi gulreng bohor. (C: 301; D: 319; R: 30)
Der nây-i gerâbe golgol-i mey çi hoşest! (C: 141)
Der pây-i ecel ço men serefkende şevem, (C: 388; D: 90; R: 88; H: 82)
Der perde-i esrâr kesî râ reh nîst (C: 54; D: 21)
Der râh-i hired be coz hired râ mepesend. (C: 188)
Der rûy-i zemîn eğer merâ yek hiştest, (C: 136; D: 345; R: 110)
Der ser heves-i botân-i çon hûrem bâd. (D: 208)
Der ser megozâr hîç sovdâ-yi mohâl. (C: 356;D: 153)
Der sövme’e vu medrese ve deyr u kinişt (C: 56; D: 275)
Der şo’bedehâne-yi cihan yâr mecûy. (C: 531)
Derdâ ki dilem be hîç derman neresîd! (C: 221)
Derdih mey-i la’l-i lâlegûn ey sâki. (D: 119)
Derdih mey-i la’l-i lâlegûn-i sâfî, (D: 163)
Derdih mey-i la’l-i mişkbûy ey sâkî, (D: 161)
Dervîş, zi ten câme-yi sûret berken. (D: 326)
684
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-E -
Ebr âmed u bâz ber ser-i sebze girîst. (C: 80; D; 40; H: 61)
Ecrâm ki sâkinân-i in eyvânend, (C: 272; D: 14; H: 9)
Eczâ-i piyâle râ ki derhem peyvest (D; 7; H: 44)
Eflâk ki coz gam nefezâyend diğer. (C: 285; D: 72; R: 150; H: 28)
Efsûs ki bîfâyide fersûde şodîm! (C: 411; D: 88; H: 19)
Efsûs ki nâme-i cevânî tey şod! (C: 184; D: 43; R; 34; H: 35)
Efsûs ki nân-i pohte hâmân dârend (C: 166)
Efsûs ki sermâye zi kef bîrûn şod, (C: 181; D: 51; H: 36)
685
Eğer gerdiş-i in dâ’ire-yi bîpâyân (D: 242)
Eknun ki cihan râ be hoşî destresîst (C: 91)
Eknun ki gul-i se’âdetet porbârest, (C: 78; D: 178; R: 68)
Eknun ki zened hezâr destân destan, (C: 429; D: 252)
Eknun ki zi hoşdilî be coz nâm nemând (C: 172; D: 191; H: 21)
Endâze-yi omr bîş ez şest menih. (D: 306)
Ender reh-i ışk pâk mîbâyed şod. (C: 252; D: 307; R: 69)
Endîşe-i cormem ço be hâtir gozered, (C: 177)
Esrâr-i cihan çonanki der defter-i mâst (C: 130)
Esrâr-i ezel râ ne to dânî yu ne men; (D: 1; H: 7)
Esrâr-i hakikat neşeved hal be soâl. (C: 357)
Evvel be hodem ço âşinâ mîkerdî, (C: 511)
Ey âb-i heyât mozmer ender leb-i to, (C: 462)
Ey an ki gozîde-i cihânî to merâ (C: 2; R: 4)
Ey an ki netîce-yi çihâr o heftî, (C: 501; D: 283; H: 29)
Ey an ki toî holâse-yi kovn u mekân! (C: 426)
Ey bâde-yi hoşguvâr! Der câm bihî. (C: 568; D: 317)
Ey bâde-yi nâb o ey mey-i mînâ’î! (C: 545; R: 71)
Ey ber heme serverân-i âlem fîrûz! (C: 315; D: 201)
Ey bes ki nebâşîm o cihan hâhed bûd (C: 173; D: 78; R: 54; H: 51)
Ey bihaber ez kâr-i cihan; hiç ne’î. (C: 493)
Ey bihaber, in cism-i mocessem hîçest. (C: 86; D: 54; H: 101)
Ey bîhaberan, işve-i donyâ meharîd. (C: 162)
Ey çerh heme hasis râ çiz dehî; (D: 79)
Ey çerh zi gerdiş-i to horsend niyem. (D: 337; R: 8)
Ey çerh, dilem hemîşe gamnâk koni. (C: 505; D: 334; R: 146)
Ey çerh-i felek! Herâbî ez kîne-i tost! (C: 30; D: 64; H: 39)
Ey çerh-i felek; ne nân şinâsî, ne nemek. (C: 348)
Ey der taleb-i to âlemi der şerru şûr! (C: 295)
Ey dil ço hakîkat-i cihân hest mecâz, (C: 310; D: 220; H? 32)
Ey dil ço zemâne mîkoned gamnâket, (C: 82; D: 156; R: 131)
686
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
687
Eyd âmed o kârhâ nikû hâhed kerd. (C: 189; D: 372)
Eykâş ki cây-i âremîden bûdî, (D: 62; H: 22)
Eyşî ki moheyyâst, rehâ netvan kerd. (C: 278)
Eyvây ber an dil ki derû sûzî nîst! (C: 153; D: 294)
Eyyâm-i cevânîst, şerâb ovlâter. (C: 293)
Eyyâm-i zemâne ez kesî dâred neng, (H: 127)
Ez âb u gilem silişte’î, men çi konem? (D: 228)
Ez âb-i adem tohm-i merâ kâşte’end (C: 190)
Ez âmeden o reften-i mâ sûdî kû? (C: 460; D: 11; H: 18)
Ez âmeden-i behâr o ez reften-i dey (C: 514; D: 173; H: 128)
Ez âmedenem nebûd gerdûn râs, (D: 15; D: 3)
Ez âteş-i in me’âsiyem dûdî nîst. (C: 84)
Ez bâde şeved tekebbür ez serhâ kem. (D: 295)
Ez bûdenî ey dûst çi dârî tîmâr? (C: 288)
Ez cirm-i hazîz-i hâk tâ ovc-i zuhel (D; 246; R: 24)
Ez comle-yi reftegân-i in râh-i dirâz (C: 312; D: 82; H: 46)
Ez defter-i aşk mîguşûdem fâlî, (C: 513; D: 350; R: 44)
Ez defter-i omr pâk mîbâyed şod (C: 167)
Ez ders-i ulûm u zohd bogrîzî bih. (C: 469; D; 150; H: 126)
Ez fazl inan bepîç o der sâger pîç (C:156)
Ez gerdiş-i in dâire-yi bîpâyân (C: 427)
Ez gerdiş-i in zemâne-yi dûnperver (C: 292)'
Ez gerdiş-i rüzgâr behre dergîr. (C: 309; D: 152; R: 153)
Ez hâdise-yi zemân-i âyende mepors. (C: 334; D: 235)
Ez hâlik-i kirdigâr o ez Rabb-i rahîm (C: 360; D: 332; R: 31)
Ez her çi horî bâz şerâb ovlâter. (D: 396)
Ez herçi becoz meyest kûtâhî bih. (C: 468; D: 360)
Ez herze beher derî nemîbâyed tâht (C: 37; D: 387)
Ez matbah-i donyâ to heme derd horî. (C: 509)
Ez men ber Hayyâm resânîd peyâm. (C: 423)
Ez men ber Mustafâ resânîd selâm. (C: 422)
688
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
Ez men ramakî be sa’y-i sâkî mânde est (C: 90; D: 89; H: 100)
Ez menzil-i kufr tâ be dîn yek nefesest. (C: 29; D: 95; R: 63; H: 108)
Ez nâmedehâ zerd mekon çihre-yi hîş. (C: 335)
Ez omr-i to çonki mîterâşed şeb u rûz, (C: 313)
Ez refte kalem hîç digergûn neşeved. (D: 221)
Ez ten ço bereft cân-i pâk-i men o to, (C: 458; D: 26; R:111;H: 57)
Ez vâki’a’î torâ haber hâhem kerd (C: 186)
-F -
Fâsık hânend merdomânem peyvest (C: 103)
Fasl-i gul u tarf-i cûybâr u leb-i kişt (C: 92; D: 133; H: 119)
Ferdâ alem-i firâk teyy hâhem kerd. (C: 245; D: 98; R: 75; H: 141)
Ferdâ ki nasîb-i nîkbahtân bahşend. (C: 192)
Feryâd ki reft omr ber bîhûde! (C: 487;D: 397)
-G -
Gam çend horî be kâr-i nâ âmede pîş? (C: 341; D: 137)
Gâvîst der âsmân o nâmeş pervîn. (C: 445; D: 193; R: 25; H: 15)
Geh geh dil-i men derin kafes teng âyed. (C: 255)
Geh geşte nihan, rû be kesî nenmâyî. (C: 549)
Geh şerbet-i eyş sâf bâşed geh dord. (C: 258)
Ger âmadenem be hod budî, nâmedemî. (C: 557; D: 66; H: 17)
Ger bâde be kûr der dihî, raks koned. (C: 254; D: 216; R: 90)
Ger bâde horî to, bâ hiredmendân hor. (C: 304; D: 248)
Ger bâde horî, zi akl bîgâne meşov. (D: 368)
Ger ber felekem dest bodî çon Yezdân, (C: 448; D: 83; R: 36; H: 25)
Ger ber felekî, be hâk bâz ârendet (C: 87)
Ger dest dehed zi mağz-i gendom nânî, (C: 555)
Ger ez pey-i şehvet u hevha hâhî reft, (C: 104; D: 20)
689
Ger govher-i tâ’etî nesoftem hergiz, (C: 324; D: 298)
Ger gul nebuved nasîb-i mâ, hâr bes est. (C: 350; D: 282; R: 132)
Ger men zi mey-i mogâne mestem, hestem. (C: 395; D: 234; H: 74)
Ger mey nehorî, ta’na mezen mestan râ (C: 12; R: 45)
Ger mey nûşed gedâ, be mîrî beresed. (D: 249; R: 139)
Ger molk-i to Mısr u Rûm u Çîn hâhed bûd, (D: 181)
Ger rûyizemîn be comle âbâd konî (C: 550; D: 241; R; 126)
Ger solh neyâbem zi felek, ceng înek. (C: 351)
Ger şâdî-yi hîşten der an mîdânî, (C: 552)
Ger şohre şevî be şehr, şerro’n-nâsî, (C: 556; D: 389)
Ger yâr-i menîd, terk-i tâmât konîd. (C: 257; R: 39)
Ger zanki be dest âyed ez mey do menî. (C: 554; D: 251)
Gerdîm zi zemîn hîç gulî ber nâred. (C: 187)
Gerdûn kemen zi omr-i fersûde-i mâst. (C: 105; D: 243; R: 32; H: 142)
Gerdûn zi sehâb nesteren mîrîzed. (C: 263; D: 286)
Gerdûn zi zemîn hîç golî bemâred, (D: 38; R: 156)
Goftem ki diğer bâde-yi gulgûn nehorem. (D :351)
Gorre çi şevî be mesken o kâşâne? (C: 477)
Gul goft ki men Yûsuf-i Mısr-i çemenem. (C: 407; D: 320; R: 92)
Gul goft: bih ez likâ-yi men rûyî nîst, (D: 74; R: 17)
Gul sobhdemî behod berâşoft u berîht (D: 39)
Gûyend be haşr goftigû hâhed bûd. (C: 262)
Gûyend behişt o hûr-i ayn hâhed bûd. (C: 247; D: 203; R: 142; H: 88)
Gûyend behişt u hûr u kovser bâşed. (C: 248; D: 159; R: 73; H: 89)
Gûyend heran kesan ki bâperhîzend (C: 210; D: 233; R: 125)
Gûyend kesan ki behişt bâ hûr hoşest, (D: 192; R: 149; H:90)
Gûyend ki mâh-i remezan geşt pedîd. (C: 256)
Gûyend mehor bâde ki şa’bân ne revâst (C: 75)
Gûyend mehor mey ki belâkeş bâşî. (C: 551; D: 336)
Gûyend merâ ki dûzehî bâşed mest (C: 74; H: 87)
Gûyend merâ ki mey bohor kemter ezin, (C: 446; D: 198)
690
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-H -
Hâhî ki esâs-i omr mohkem yâbî, (D: 266)
Hâhî ki nihed pîş-i to gerdûn gerden; (C: 436)
Hâhî ki pesendîde-i eyyâm şevi, (C: 573)
Hâhî zi firak der figân dâr merâ (C: 15)
Hak cân-i cihânest o cihan comle beden. (C: 434)
Hâl-i gul u mul bâdeperestan dânend. (C: 218)
Hân kûzegerâ bepây eğer huşyârî, (D: 31; R: 113; H: 70)
Hân tâ be harâbât hurûşî bezenîm. (C: 414)
Han ta be herabat-ı mecazı nayı! ' (C: 574)
Hân tâ ber mestân be doroştî neşevî! (C: 563)
Hân tâ nenihî ber ten-i hod gosse vo derd! (C: 274; D: 135)
Hârî ki zîr-i pây-i her heyvânîst, (C: 31)
Hayyâm egerçi hergeh-i çerh-i kebûd (C: 214)
Hayyâm ki heymehâ-yi hikmet mîdûht, (C: 95: D: 44)
Hayyâm tenet be hayme’î mâned râst (C: 94; D: 348)
Hayyâm torâ ço dâhil-i kabr konend, (C: 169)
Hayyâm zemâne ez kesî dâred neng (C: 349; D: 162)
Hayyâm, eğer zi bâde mestî, hoş bâş. (C: 338; D: 92; R: 60; H: 140)
Hayyâm, zi behr-i goneh in mâtem çîst? (C: 53; D: 338)
Heftâd o do milletend der dîn kem o bîş (C: 345; D: 384)
Hengâm-i golest; ihtiyârî bokonem. (C: 406)
Hengâm-i sabûh ey sanem-i ferrohpey! (C: 562; D: 143; H: 116)
Hengâm-i sabûhest o hurûş ey sâkî! (C: 561)
Hengâm-i sepîdedem hurûs-i seherî, (H: 114)
Her cor’e ki sâkiyeş be câm efşâned, (C: 275)
Her dil ki der û mâye-i tecrîd kem est. (C: 112)
Her dil ki derû nûr-i muhabbet besirişt (C: 70)
Her geh ki dilet teng şeved, beng bohor. (C: 302)
Her kû rakamî der dil bengâşt, (R: 53)
Her kû tarabî zi akl der dil mîkâşt (C: 113)
691
Her nîk o bedî ki der nihâd-i beşerest (C: 110; R: 98)
Her sebze ki der kenâr-i cû’î roste est (C: 69; D: 37; R: 148; H: 63)
Her sobh ki rûy-i lâle şebnem gîred, (D; 301)
Her sobhgehî ki der harâbât şevem. (C: 415)
Her tövbe ki kerdîm, şikestîm heme. (136)
Her tövbe ki kerdîm, şikestîm heme. (C: 492; R: 136)
Her zerre ki ber rûy-i zemînî bûdest, (C: 155; H: 58)
Herçend ki ez günâh bedbahtem o zişt (C: 72)
Herçend ki reng u rûy zîbâst merâ (C: 13; D: 9; R: 74; H: 1)
Hergeh ki benefşe câme ber reng zened, (C: 276; D: 124; H: 123)
Hergeh ki tulû’-i sobh-i ezrak bâşed, (D: 274)
Hergiz be tarab şerbet-i âbî nehorem. (C: 413)
Hergiz dil-i men zi ilm mahrum neşod. (C: 168; D: 339; R: 134)
Hîn sobh demîd o dâmen-i şeb şod çâk. (C: 352; D: 385)
Hokmî ki ez û mohâl bâşed, perhîz. (C: 321)
Horremdil an kesî ki ma’rûf neşod (C; 217; D: 342)
Horşîd kemend-i sobh ber bâm efkend. (C: 241; D: 356)
Hoş bâş ki âlem gozeran hâhed bûd. (C: 216; D: 346)
Hoş bâş ki gosse bîkeran hâhed bûd. (C: 215; D: 341)
Hoş bâş ki pohte’end sovdâ-yi to dey, (D: 278)
Huş dâr ki rüzgâr şûrengîzest. (D: 309)
Huşyâr nebûde’em demî tâ hestem. (C: 396; D: 115; R: 128)
-İ-
îzed behişt va’de ber mâ mey kerd; (R: 103)
îzed ço nehâst ançi men hâste’em, (C: 408; D: 327)
İbrîk-i mey-i merâ şikestî rabbî. (C: 500;D: 273)
Imrûz ki âdîne mer ûrâ nâmest (C: 81)
Imrûz ki novbet-i cevânî-i menest (C: 34; H: 16)
Imrûz torâ destres-i ferdâ nîst (C: 36; D: 147; H: 135)
692
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-K -
Katre begirîst ki ez bahr codâ’îm heme. (C: 474)
Kavmî mutefekkirend der mezheb u dîn; (D: 5)
Kavmî zi gozâf der gurûr oftâdend, (D: 4)
Kem hor gam-i rûzgâr-i nâsâz şode. (R: 55)
Kem kon tama’-i cihân o mîzî horsend. (C: 260; D: 184)
Kerdîm diğer şîve-yi rindî âğâz, (C: 325; R: 96)
Kes huld u cehîm râ nedîdest ey dil. (C: 359; D: 19; R: 51; H: 91)
693
Kes moşkil-i esrâr-i ezel râ negşâd. (C: 259)
Kes râ pes-i perde-i kazâ râh neşod. (C: 261)
Koncî yu do kors ez cihân bogzîdem, (D: 311)
Kovmî motefekkirend der mezheb o dîn. (C: 444)
Kovmî zi gozâf der gurûr oftâdend. (C: 246; R: 109)
Kû mutrib o mey tâ bedehem dâd-i sabûh? (C: 158)
Kunh-i hiredem derhor-i isbât-i to nîst. (D: 330)
Kur’ân ki mihîn kelâm hânend û râ, (C: 318)
Kur’ân ki bihîn kelâm hânend û râ (C: 11; D: 318)
-L -
Leb ber leb-i kûze bordem ez gâyet-i âz (C: 311; D: 180; H: 139)
-M -
Mâ âşık o mest o meyperestîm heme. (C: 490)
Mâ âşık u âşofte vu mestîm imrûz. (C: 328)
Mâ cây-i nemâz ber leb-i hom kerdîm. (C: 401; D: 366)
Mâ efser-i hân u tâc-i key befrûşîm. (D: 197)
Mâ kâfır-i ışkîm u moselman digerest. (C: 65)
Mâ kez mey-i bîhodî tarabnâk şodîm. (C: 403)
Mâ lo’betekânîm o felek lo’betbâz. (C: 326; D: 45; H: 50)
Mâ râ gûyend dûzehî bâşed mest. (D: 202)
Mâ vo mey o ma’şûk u sabûh ey sâkî! (C: 559)
Mâ’îm'be lotf-i hak tevellâ kerde, (D: 279)
Mâ’îm der ûftâde çon morg be dâm. (C: 410; D: 85)
Mâ’îm harîdâr-i mey-i köhne vu nov. (C: 465; D: 206; R: 143)
Mâ’îm ki sermest-i şerâbîm modâm. (C: 405)
Mâ’îm nihâde ser be fermân-i şerâb (C: 27)
Mâ’îm u mey u mutrib u in konc-i herâb (C: 28; D: 323)
694
ABDULLAH CEVDET / ÖMlüt UAYYAM RUBAtLKKt
695
Mey horden u gird-i nîkuvan gerdîden (C: 451; D: 276; R: 83)
Mey horden u şâd bûden âyîn-i menest (C: 66; D: 118; H: 75)
Mey horden-i men ne ez berây-i tarabest (C: 73; D: 253)
Mey kuvvet-i cism o kuvvet-i cânest merâ (C: 19)
Mey la’l-i mozâbest u surâhî kânest (C: 132)
Mey nûş ki omr-i câvidânî înest. (D: 157; R: 46; H: 133)
Mey nûş konem velîk mestî nekonem. (D: 255)
Mey râ ki hired hoceste dâred pâseş, (C: 342)
Mey-i la’l muzâbest u sorâhî kânest. (D: 296)
Meyhâre eğer ganî buved, ûr şeved. (C: 269)
Meylem be şerâb-i nâb bâşed dâ’im (C: 397)
Mîkûş ço zîr-i felek-i bîbâkî. (C: 529)
Mîporsîdî ki çîst an nakş-i mecâz? (C: 327; D: 331; H: 42)
Miskin dil-i derdmend-i dîvâne-yi men, (C: 449; D: 381; R: 37)
Morgî dîdem nişeste ber bâre-yi Tûs. (C: 333; D: 28; R: 80; H: 55)
Movcûd-i hakîkî be coz insan nebuved. (C: 208)
-N -
Nâborde be sobh der taleb şâmî çend, (C: 270)
Nâkerde gonâh der cihan kîst? begû. (C: 466; D: 272)
Nakşîst ki ber vucûd-i mâ rîhte’î. (C: 491)
Nâzem be harâbât ki ehleş ehlest, (C: 127; D: 359; R: 12)
Ne sûy-i visâl-i to merâ destresî, (C: 560)
Ne tâlib-i mescidem, ne mâil be kinişt (C: 67; D: 60)
Nefset be seg-i hâne hemîmâned râst (C: 68)
Netvan dil-i şâd râ be gam fersûden. (C: 453; D: 160; R: 97)
Nîkest be nâm-i nîk meşhûr şoden. (C: 454; D: 371)
Nîkî yu bedî ki der nihâd-i beşerest, (D: 224; H: 34)
696
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
- o -
-P -
Pâk ez adem âmedîm o nâpâk şodîm. (C: 419)
Pendî dehemet eğer be men dârî gûş, (C: 336)
Peyveste harâbât zi rindân hoş bâd. (C: 202)
Peyveste zi gerdiş-i felek gamgînem. 370)
( C :
- R -
697
Rûzî bînî merâ to mest oftâde. (C: 489; D: 367)
Rûzî do ki mohletest mîhor mey-i nâb (C: 25; D: 299; R: 100)
Rûzî ki be dest ber nihem câm-i şerâb (C: 24)
Rûzî ki dilem be reng-i âbî yâbî (C: 572)
Rûzî ki merâ zi hîş bîgâne konend, (C: 232)
Rûzî ki nihâl-i omr-i men kende şeved, (H: 81)
Rûzî ki şeved “ize’s-semâ inşakkat” (C; 60)
Rûzî ki zi to gozeşte şod, yâd mekon. (C: 441; D: 112; R: 20)
Rûzîst hoş u hevâ ne germest o ne serd (C: 231; D: 142; H: 118)
-S -
Sâgar por kon, ki berfgûn âmed rûz. (D: 182)
Sahrâ roh-i hod râ be ebr-i novrûz beşost. (D: 106)
Sâkî beberem ger bot-i yâkûtlebest, (D: 71; R: 93)
Sâkî dil-i men zi dest eğer hâhed reft (C: 124)
Sâkî gam-i men bolendâvâze şodest. (C: 121; D: 185; H: 97)
Sâkî gul u sebze bes tarabnâk şodest. (C: 134; D:120; H: 121)
Sâkî ki lebeş moferrih-i yâkûtest, (C: 144)
Sâkî zi deret sefer nehâhîm girift. (C: 126)
Sâkî! dil-i mâ ki dâne-i mihr-i to kâşt, (C: 125)
Sâkî, çu zemâne der şikest-i men u tust, (C: 62)
Sâkî, kadehî ki şem’-i dil der negirift. (C; 140)
Sâkî, kadehî! ki kâr-i âlem nefesîst. (C: 119; D: 177; R: 130)
Sâkî, kadehî, ki kârsâzest Hodâ (C: 20)
Sâkî, mey-i hoşguvâr ber destem nih. (C; 486)
Sâkî, nazarî be bîkesan behr-i Hodâ! (C: 21)
Sâkî, nazarî, ki dil zi endîşe tohîst. (C: 146)
Sâzende-yi kâr-i morde vo zinde to’î. (C: 542)
Serdefter-i âlem-i me’ânî aşkest. (D: 250)
Serkerde-yi rindân-i herâbât menem. (C: 391)
698
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-ş-
Şâd âmedî ey râhet-i cânem ki to’î. (C: 546)
Şâdî betaleb ki hâsil-i omr demîst. (C: 118; D: 77; H: 109)
Şâdîhâ kon ki an zeman hâhed bûd. (C: 238)
Şâhâ zi mey o motribî yo encomenî. (C: 543)
Şâhâ, feleket be hosrevî ta’yîn kerd. (D: 284)
Şeb nîst ki âh-i men be covzâ neresed, (C: 206)
Şeb nîst ki akl der tehayyor neşeved. (C: 239)
Şebhâ gozered ki dîde berhem nezenîm. (C: 392)
Şem’est o şerâb o mâhtâb ey sâkî! (C: 544; R: 6)
Şermet nâyed ezin tebâhî kerden? (C: 442)
Şeyhî be zen-i fâhişe goftâ: Mestî. (C: 547; D: 194; H: 86)
-T -
Tâ bâz şinâhtem men in pây zi dest, (D: 145)
Tâ betvânî, hidmet-i rindân mîkon. (C: 433; D: 215; R: 144)
699
Tâ betvânî, rence megerdan kes râ; (C: 16; D: 288)
Tâ çend esîr-i akl-i her rûze şevîm? (C: 374; D: 110)
Tâ çend esîr-i reng o bû hâhî şod? (C: 203; D: 69)
Tâ çend hadîs-i “penc” o “çâr” ey sâkî? (C: 525; D: 155)
Tâ çend konem arze-yi nâdânî-yi hîş? (C: 337)
Tâ çend melâmet konî ey zâhid-i hâm? (C: 375; R: 3)
Tâ çend zenem be rûy-i deryâhâ hişt? (H: 6)
Tâ çend zi mescid o nemâz o rûze ? (C: 479; D: 214)
Tâ çend zi Yâsîn o Berât ey sâkî? (C: 526)
Tâ der heves-i la’l-i leb o câm-i meyî, (C: 528)
Tâ der ten-i tost ostohân o reg o pey, (C: 527)
Tâ dest be ittifâk berhem nezenîm, (D: 114; H: 138)
Tâ efser-i hân o tâc-i key befrûşîm. (C: 376; R: 118)
Tâ hâk-i merâ be kâlıb endâhtend, (D: 223; H: 30)
Tâ huşyârem, merâ tarab noksânest (C: 47)
Tâ key gam-i an horem ki dârem ya ne ? (C: 475; D: 91; H: 137)
Tâ key omret be hodperestî gozered? (C: 244)
Tâ key zi cefâ-yi herkesî neng keşîm? (C: 378; D: 362)
Tâ key zi çerâğ-i mescid u dûd-i kinişt? (C: 120; D: 232; H: 31)
Tâ key zi gam-i zemâne mahzûn bâşî? (C: 569; D: 171)
Tâ yâr şerâb-i canfezâyem nedehened, (C: 211)
Tâ zan neberî ki ez cihan mîtersem, (C: 373)
Tâ zan neberî ki men be hod mevcûdem! (C: 418; D: 328)
Tâ zohre vo meh der âsmân geşt pedîd, (C: 250; R: 116; H: 110)
Tab’em be nemâz o rûze çon mâil şod, (C: 240; D: 355; R: 14)
Tab’em heme bâ rûy-i çol gul peyvended. (C: 242; D: 105; R: 102)
Ten der gam-i rûzgâr-i bîdâd medih. (C: 478; D: 111; R: 62)
Ten zen ço be zîr-i felek-i bîbâkî. (D: 167; R: 48; H:131)
Terkîb-i piyâle râ ki derhem peyvest? (C: 48; R: 91)
Ters-i ecel u vehm-i fenâ mestî-yi tust (C: 49)
Tîrî ki ecel keşed, siperhâ hîçest. (C: 111)
700
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM ■RUBAİLERİ
- V-
Vakt-i seherest, hîz ey mâye-i nâz, (C: 330; H: 115)
Vakt-i seherest, hîz ey sâdepeser (C: 306; D: 165; R: 86)
Vaktest ki ez sebze cihân ârâyend, (C: 273; D: 322)
Vaktî ki tulû-i sobh-i ezrak bâşed, (C: 271; R: 35)
Vez gonbed-i gerdende bed ikbâlî bîn. (C: 450)
-Y
Yâkût leb-i la’l-i bedehşânî kû? (C: 467; D: 363; R: 95)
Yârab be dil-i esîr-i men rahmet kon. (C: 455; D: 287)
Yârab goşây ber men ez rızk den (R: 56)
Yârab men eğer gonâhî bîhod kerdem, (C: 409)
Yârab tu kerimî yu kerimî keremest. (C: 116; R: 15)
Yârab zi reh-i bîş o kemem bâz rehan. (C: 456)
Yârân ço be ittifâk dîdâr konîd. (D: 277; H: 83)
Yârân heme ittifâk-i mî’âd konîd. (C: 280; D: 285; R: 22)
Yârân-ı muvâfık heme ez dest şodend. (C: 197; D: 42; H: 38)
Yareb to gilem sirişte ’î; men çi konem? (C: 365)
Yâreb, to cemâl-i an meh-i mihrengîz, (D: 200)
Yek câm-i şerâb sad dil o dîn erzed. (C: 282; D: 289; R: 117)
Yek cor’e mey-i köhne zi molk-i nov bih. (C: 494)
Yek cor’e mey ez memleket-i Cem hoşter. (C: 307)
Yek cor’e-yi mey molk-i cihan mî erzed. (C: 279;D: 205)
Yek cor’e-yi mey zi mulk-i Kâvus bihest (C: 71; D: 195)
701
Yek cov gam-i eyyâm nedârîm, hoşîm. (C: 416)
Yek dest be Moshefîm o yek dest be câm. (C: 421; R: 135)
Yek hefte şerâb horde bâşî peyvest (C: 115)
Yek katre-yi âb bûd u bâ deryâ şod, (H: 41)
Yek nân be do rûz eğer şeved hâsil-i merd, (C: 249; D: 245)
Yek rûz zi bend-i âlem âzâd niyem. (C: 420)
Yek yek honerem bîn o goneh deh deh bahş. (C: 346)
Yekçend be kûdekî be ostâd şodîm, (D: 52; H: 37)
Yekrûz felek kâr-i merâ sâz nedâd. (C: 281)
Yezdân ço gil-i vucûd-i mâ râ ârâst (C: 114; D: 231; R: 50)
Yezdân hâhem cihan digergûn konedî. (C: 564)
-Z -
Z’âverden-i men nebûd dovrân râ sûd. (C: 235; R: 112)
Zâhid gûyed: Behişt bâ hûr hoşest. (C: 138)
Zâhid kerem-i torâ ço mâ neşnâsed, (C: 277)
Zan bâde ki omr râ heyâtî digerest, (D: 164)
Zan kûze-yi mey ki nîst der vey zararî (D: 103; H: 68)
Zan mey ki merâkût-i revânest, bedih. (D: 121; R: 49)
Zan pîş ki ez zemâne tâbî bohorîm, (C: 384; D: 102; R: 122)
Zan pîş ki gamhât şebîhûn ârend (C: 234; D: 219)
Zan pîş ki nâm-i to zi âlem bereved, (C: 233; D: 129; H: 129)
Zan rûh ki râh-i nâb mîhânendeş (D: 297; R: 70)
Zan ser be gilî ki pîr-i dihkân dâred, (C: 200)
Zin dehr ki bûd moddetî menzil-i mâ (C: 4)
Zin gonbed-i gerdende bed efâlî bîn. (D: 174; R: 18)
Zin pîş nişân-i bûdenîhâ bûde est, (D: 225)
Zingûne ki men kâr-i cihan mîbînem, (C: 390)
Zinhâr kunun ki mîtevânî bârî, (C: 541; D: 379)
702
İNDEKS
703
-B - Cuvier 39
Çihar Makale 18, 22, 33
Baba Tahir-i Hemedânî 72
Bâbî Rıza 38
Bağdat 21, 62, 64, 65 -D -
Bâkıl 28 Darmesteter 67
Barbares Poeme’inde Ultra De Rerum Natura
Coelos 50 (Mahiyet-i Eşya) 47, 66
Behram-ı Gûr 42 Descartes 39
Belh 21, 22, 235, 683 Devletşah 31
Benî İsrail 34 Dilmestî-yi Mevlana 47
Berkî 62 Dr. Arthur Christensen 15
Blake 56 Dr. Halo Pizzi 66
Bodenstedt 66 Dr. Rıza Tevfik Bey 71
Byron 47, 70 Dr. Roux 39
Dünya Savaşı 14
-c,ç-
Calcutta Revue 70 -E - •
Casimir Delavigne 58 E. Byles Cowell 70
Celâleddin-i Rûmî 33 E. Denison Ross 62
Cezr-i murabba ve muka’ablar E. Fitz Gerald 13
çıkarmak için hendelîlerin E. Jenner 39
usullerinin sıhhati 23 E. Mahmoud Kadjar
Ch. Baudelaire 68, 211 (Mahmud Kâcâr) 11
Ch. Grolleau 35 Ebû Hâmid el-Gazzâlî 19
Chapman 41 Ebû Tahir 17
Charles Baudelaire 68 Ebu'l-alâ el-Ma'arrî 16,26,29,60,
Charles Darwin 70 66, 114, 324, 419
Chield Harold 47 Ebu'l-Hasen el-Gazzâlî 19
Cihanguşâ fi't-târih 37 Ebu'l-Muzaffer İsfezârî 17
Claude Anet 12, 13 Ebulfeth Celaleddin Melikşah 64,
Clovis Hugues 40 65
Conte de Gobineau 31 Edison 39
Corci Zeydan 29 El-Kıftî 24
704
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
705
Horasan 21, 61, 147, 543 John Hay 41
Hüccetü'l-Hak 18 John Payne 69
Hülagu 37, 38 Josephin 54
Hüseyin Dâniş Han 12, 24, 34, Josephine Knorr 51
653, 655
Hüseyin Efendi 12
-K -
Kâbe 52, 99, 116, 455
-İ-
Kabil 24, 56, 57, 58
İbni Mukaffa 16 Kadim İranilerin, Medlerin ve
İbni Sina 18, 22 Partların Dinler Tarihi 69
İbrahim 17, 62 Kalküta 72
İctihad 20, 59, 60, 73, 136 Karâmite 21
İctihad Evi 60, 73 Kasa 28
İhtişâmü’s-Saltana Mahmud Han Keats 41
Kâcâr 9 Kelîle ve Dimne 16
İkbal Kütüphanesi 12 Keramos 47
İmam Muvaffak 63 Keşf-i ebyât-i Mesnevi 14
İngiltere 13, 69, 70, 71 Kisrâ 614
İran 9, 11, 12, 14-16, 20, 65, 67, Kitab-ı aşk 47
69, 70-72, 147, 162, 291, Kitâb-i ulûm-i tabiiye 23
293, 340, 343, 357, 420, Kitabu’ş-Şifâ 22
598, 603, 614, 638, 653, Kraliçe Victoria 41
655, 656
Küba 31
İran Edebiyatı Tarihi 65
Kudüs 56, 62
İsfezârî 17, 21
Kur'ân 17, 87,136, 162, 295, 303,
İsmailiye 37, 62-64 338, 383, 418, 497, 509,
İstanbul 72 580, 602, 635, 669, 694
Kurretu’l-ayn 20
- J-
J. M. Guyau 45-47 -L -
Jean Lahore 47 L'Ane 53
Jean Marie Gouyeau 56 L’Art au Point de Vue
Jenner 39, 70 Sociologique 56
706
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
-N -
-M -
Nâsuliddin Şâh 38
M.E. Herriot 40 Nathan Haskel Dole 42
Ma’arratu’n-nu’man 26 Nicolas 12, 13, 66, 69, 70, 420,
Madam Le Ackermann 53 608
Mahmud Han 9, 14 Nişabur 17, 19-22, 42, 61, 62, 64,
Marconi 39 235, 556
Martholde 12, 13 Nizâmî-i Arûzî 18, 19, 21
Matbaa-i İmparatorî 13 Nizamülmülk 17, 63, 64
Mecûsiler 29 Nuruosmaııiye Kütüphanesi 37
Mehistî 20 Nuzhetu’l-ervâh ve
Melikşah (Sultan Celaleddin) ravzatu’l-efrâh 25
17-19, 64, 65
Merv 21
Mesâil-i cebriye’nin hal ve isbâtı
22
707
-o, ö- -S,ş-
Omar Khayyam’s Club 71 S. Prodom 68
Ombre d’un Reve 55 Sadî 27, 30, 33, 68,112,160, 259,
Ophelie 48 262, 286, 349, 500
Örfî 32, 33, 66, 143, 357, 360, Sadreddin Ebu'l-Muzaffer 21
497, 598 Saktu'z-zend 26
Osmanischer Lloyd gazetesi 12 Selçuklu İmparatorluğu 64
Oxford Üniversitesi 69 Semmâk-i a’zel 27
Ömer Hayyam Cemiyeti 72 Semmâk-i râmih 27
Ömer Hayyam Kulübü 71 Seyyid Tevfik 10
Shakespeare 20, 35,47, 49, 70
-P - Shelley 70
Paris 31, 59,70,73, 608, 635, 638 Societe Asiatique 66
Pascal 39, 656 Sultan Sencer 20, 64
Pasteur 39 Sultan Üçüncü Osman 37
Paul Albert 49 Süfyan b. Muâviye 16
Paul Verlaine 68, 648 Süha 28
Premieres meditations 50 Süreyya 28
Prof. Dr. Kari Süssheim 12, 13 Svvinbume 68
Profsör Mr. Browne 72 Şafiîler 21
Şehname 65
-Q- Şemsad 61
Qain 56-58
-T -
-R - Tahran 72, 634
Razavî Dağı 27, 31 Taine 55
Rıza Tevfik Bey 12, 24 Takvîm-i Celâli 17
Ronsard 48 Târih-i Celâli 65
Rubaiyât-ı Gazzâlî (Les Quatrains Tarih-i Cihanguşâ 37
d’ Al Gazali) 47 Tenisin 68
Rubâiyât-ı Hayyam ve Türkçeye The Graphic 71
Tercümeleri 9 Theophlie Gautier 48
Rückert 65 Thomas Balley Aldrich 42
708
ABDULLAH CEVDET / ÖMER HAYYAM - RUBAİLERİ
Thomas Cariyi 70
Thomas de Quincey 68
Thomas Hyde 69
Türkiye 14, 564
- Ü-
Üçüncü Napolyon 12, 70
- V-
Veterum Persarum Religio 69
Victor Hugo 51,53,105,135,174
Voltaire 65
- W-
Whienfield 23, 69, 273
Wilhelm Teli 38
- Y-
Yahudiler 29
-Z -
Zîc-i Melikşâhî 17, 23, 65
709
B a tı e d e b iy a t ın ı iy i b ile n , k e n d is i de b ir ş a ir o la n A b d u lla h C e v d e t,
d ü n y a s ın d a k i iz le r in i s ü rm ü ş , g e t ir d iğ i ö r n e k le r le ç a lış m a s ın ı adeta b ir
E s e r y a y ın a h a z ır la n ır k e n k ita b ın d i l i b u g ü n k ü n e s il ta ra fın d a n zo r
H ü s e y in R if a t ’ ın , H ü s e y in D a n iş ’ in ve ç e v ir is i ta ra fım ız d a n y a p ıla n , S a d ık
ISBN: 978-605-4498-59-8
9 7 8 6 0 5 4 4 9 8598