You are on page 1of 10

Belge Yönetimine Giriş I

Ders 5

MEZOPOTAMYA VE ÇEVRESİNDE
ARŞİVLER VE ARŞİVCİLİK MESLEĞİ

Arşivciliğin günümüzde ulaşmış olduğu seviye, binlerce yıldır


süregelen gelişmelerle mümkün olmuş; bugünkü modern
görüntüsüne ve bilimsel niteliğine de, yüzyıllar boyunca
tapınaklarda / saraylarda (yönetim merkezlerinde) görev almış
olan kayıt tutucularının (kâtip) ve koruyucularının (arşivci) fedakâr
gayretleri sayesinde ulaşılmıştır. Onların bu gayretleri, arşivcinin
karakterini, mesleğin de örgütsel rolünü belirlemiştir. Yine, arşiv
malzemesinin depolandığı alanlar ve bunların korunma
yöntemleri, bilimsel ve içeriksel yapıları ile düzenlenme metotları,
arşivciler için birçok mesleki işlev açısından büyük rol oynamış; bu
durum, hem arşivcilerin hem de arşivlerin bugünkü mesleki
faaliyet alanlarının şekillenmesinde önemli ölçüde belirleyici
olmuştur.
Arşivlerin eski dönemlerde bile bilgiye ihtiyaç duyulması
halinde ve talep söz konusu olduğunda yararlanılabilir durumda
olduğu üzerinde durulmaktadır. Ancak bunun arşiv sahiplerinin
yararına ve hizmetine yönelik bir durum arz ettiği belirtilmelidir.
Yani, eski dönemlerde arşivlerden neredeyse sadece arşiv sahipleri
yararlanırlardı. Arşiv hizmetleri de bu amaca yönelik olarak
şekillendirilmişti. Sadece bu açıklamadan bile, çok eski
dönemlerde arşivlerin düzenleri, korunmaları ve bürokrasi içindeki
işlevleri hakkında bir fikir elde edilebilmektedir.
Devlet yönetiminin genişleyip güçlenmesinin her geçen gün
arşiv belgelerinin artmasına neden olduğu daha önceleri de ifade
edilmişti. Bunun, tarih boyunca güce ve paylaşmaya dayalı çıkar
ilişkileri çerçevesinde kurulan bütün siyasal oluşumlarda benzer
şekilde gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Hal böyle iken, yani
idari belgelerin çoğalmaya başladığı zamandan itibaren bu
belgelerin toplandığı yerlerin varlığı da düşünülmesi gereken bir
konudur. Zira kurumsal bürolar, işlemleri sonucunda üretmiş
oldukları belgelerin tamamını çalışma mahallinde koruma şansına
ve fırsatına sahip olamazlar. Güncel kullanım değerine sahip
belgeler ile güncelliğini yitiren belgelerin birbirinden ayrılarak
farklı mekânlarda korumaya alınmalarını gerektirebilecek olan bu
durumun doğal bir sonucu olarak idari arşivler ile tarihi arşivler
birbirlerinden ayrılmışlardır. Yine, arşivler ve bunlarla ilgilenen
kişiler, arşivciler, belki tam olarak dönemsel bir netlikle
belirtilemeyecek süreçten bugüne kadar varlıklarını korumuşlar ve
yönetim içindeki ağırlıklarını hissettirmişlerdir.
Sümerce ilk belgeler 3200 yıllarına tarihlenmektedir. Ancak
ortaya çıkartılan belgelerin çok büyük bir bölümü, 2800 gibi
oldukça geç bir tarihe aittir. Bunlar arasında 2800 yılına
tarihlenen Ur tabletleri (280 adet), 2500 yıllarında yazılmış Fara
(Şuruppak, 1000 adet) ve Abu Salabih (500 adet) yazıtları
sayılabilir. Erken Sümer hanedanlığı dönemine ait en büyük tablet
grubu Lagaş kentinde bulunmuştur (1500 adet) (Bkz. Fotoğraf 1).
Bir Sümer kenti olan Nippur (Nuffar)’da İnanna Tapınağı’nda
bulunan on bin ve Girsu (Tello)’da kırkbin tabletin çoğu Akkad
egemenliği sonrasında Sümerlerin coğrafyaya yeniden hâkimiyet
kurdukları III. Ur Hanedanlığı (2112–2000) dönemine aittir.

Fotoğraf 1: Kil sıraların üzerinde tabletler (Lagaş)


Akadca ve Akkad lehçeleriyle tutulan kayıtları içeren çok
sayıda arşivler de oldukça geniş bir bölgede bulunmuştur. Bir Orta
Anadolu şehri olan Kayseri (Kaniş, Kültepe)’de bulunan Assurlu
tüccarlara ait arşivler ikinci binyılın başlarına aittir. Fırat Nehri
üzerindeki Mari’de de aynı döneme ait önemli bir arşiv
bulunmuştur. Orta ve Yeni Assur Krallığı’nın devlet ve eyalet
merkezleri ile büyük kentlerinden Assur (Kalat Şergat), Kalhu
(Nimrud), Dur-Şarrukin (Horsabad), Ninive (Koyuncuk), Şanlıurfa–
Huzirina (Sultantepe), Mardin-Girnavaz, Diyarbakır-Giricano ve
Ziyarettepe’de kamu ve özel nitelikli ikiyüzün üzerinde arşiv ortaya
çıkartılmıştır. Bunların önemli bir miktarı Yeni Assur dönemine
(1000–612) aittir.
Dur-Kurigalzu (Akar Kuf), Babil, Nippur, Ur, Uruk (Warka),
Sippuar (Abu Habbah) ve Tel İmlihiye gibi kentlerde de Orta ve Yeni
Babil dönemleri ile Tel ed-Der’de (1629 yılından önceye ait) arşivler
bulunmuştur. Bunların yanı sıra, Ras-Şamra (Ugarit, 13.–12.
yüzyıllar), Ebla (Tel Mardih, 2400), Nuzi (Yorgantepe), Arrapha
(Kerkük) Alalah (Tel Açana), Emar ve Mısır’daki el-Amarna ile Pers
İmparatorluğu dönemine ait Persepolis, Susa, Kabnak (Haft Tepe)
ve Anşan (Tall-i Malyan) gibi kentlerde de arşivler bulunmuştur.
Bütün bunlar, uzun bir süreç içinde, coğrafyada nüfuz sahibi çok
sayıda siyasi merkez ve şehirler ile bunlara ait bürokratik
aktiviteler sonucunda üretilen belgeler ve bunların birikmesiyle
oluşturulmuş arşivlerin varlığına işaret etmektedir.
Arşivlerin ve arşivcilerin varlığı, belki de kamusal işlerin
yürütülmesinde ileri derecede örgütsel bir davranışı
sergilemektedir. Kamusal kurumlar arasında fonksiyonlara dayalı
yetki paylaşımının gerçekleşmesi veya modern anlamda olduğu
gibi kurumların uzmanlık alanlarına göre iş paylaşımına sahip
olmaları, bağımsız arşiv yapılarının oluşmasına öncülük etmiştir.
İleri derecede uzmanlaşma, dönemin meslek yapılarında
kendini göstermektedir. Örneğin, çömlek çarkının kullanılmaya
başlanmasından sonra seramik üretiminde yaygın bir iş
paylaşımının görülmesi bu süreçte dikkat çekmektedir. Bu ileri
seviyenin eşgüdüm sağlayan kimseler olmaksızın
gerçekleştirilemeyeceği, iş örgütlenmesindeki (mesleki
örgütlenmedeki) uzmanlaşma ile merkezi oluşumların kurulması
arasındaki ilişkiye de işaret eder. Nihayet daha geniş yerleşim
yerlerinin kurulması ve bunlar arasındaki her türden ilişkiler,
uzmanlaşmış mesleklerin bağımsızlığı yönünde önemli bir aşama
olmuştur.
Son Uruk Dönemi’nden kalma yazılı belgelerden resmi
görevlilerin unvanları ve meslek adları öğrenilebilmektedir. Bu
listeler, önce en yüksek görevlilerden başlayan bir sıralamayla
oluşturulmuş; memurlar, din adamları ve uzmanlık gerektiren
meslek adları bu sıralamayı takip etmiştir. Listenin en sonunda
ise, basit denilebilecek uğraşlara ve bunlara ait mesleklere yer
verilmiştir. Bu liste, açıkça hiyerarşik ve toplumsal önem sırasını
gösteren bir derecelendirmeyi anlatmaktadır. Söz konusu listede
asıl ilginç olan, makam ve mesleklerin de kendi içinde alt gruplar
biçiminde iç bölünmüşlüğü, yani çok ayrıntılı mesleki bir
uzmanlaşmayı ortaya koymasıdır. Dönemin özelliği olan iş
paylaşımı ve uzmanlaşma, arşivcilik alanına da etki etmiş
olmalıdır.
Arşiv hizmetlerinin gelişmesi ve mesleğin eriştiği saygınlık, iyi
örgütlenmiş bir uygarlığı anlatmaktadır. Mezopotamya’nın eski
şehirlerinde de kendine has binasıyla ve oturmuş sistemiyle
düzenli bir arşiv servisinin mevcudiyetine dair deliller
bulunmaktadır. Eğer o devirde arşivler varsa, mesleğin
uygulayıcıları olan arşivcileri eğitmek için de bazı düzenlemelere
gidilmiş olduğu düşünülebilir. Ancak, söz konusu bu eğitimin,
daha çok çıraklık yoluyla (usta–çırak ilişkisiyle) gerçekleştirilmiş
olabileceği şeklindeki bir öngörüde bulunmanın dışında bir şeyler
söyleyebilecek durumda değiliz. Buna rağmen, Sümerlerde
arşivciler, toplum içinde saygın bir konuma sahip olmanın
yanında, ekonomik olarak dikkate alınır bir mesleğin de birer
üyeleriydiler.
Söz konusu toplumda eğitimin uzun sürmesi ve dolayısıyla da
bunun aile bütçesine önemli bir yük getirmesi, daha çok, eğitimli
insanların yeterli ekonomik desteğe sahip ailelerden gelmelerine
neden olmaktaydı. Assurolog Nikolaus Schneider, 1946 yılında,
2000 yıllarına ait olan yönetimsel belgelerden (tabletlerden), kâtip
olarak çalışmakta olan memurların daha iyi tanımlanması için
kendi adları yanında baba ad ve mesleklerinin de kaydedildiğini
ortaya çıkartmıştır. Bu kâtiplerin baba meslekleri arasında kent
babaları, elçiler, valiler, tapınak yöneticileri, üst düzey vergi
memurları gibi üst düzey ve toplumsal olarak dikkate alınan saygın
meslekler yanında arşivciden de söz edilmektedir. Bu durum,
Sümerlerde, çocuklarını dönemin şartları çerçevesinde iyi bir
eğitimden geçirebilecek ailelerden birisinin de arşivciler olduğunu
göstermektedir. Bundan çıkartılabilecek başka bir sonuç ise, bu
meslek grubu üyelerinin gelir düzeyinin iyi olduğu veya en azından
çocuklarının yeterli bir eğitim almalarını sağlayabilecek düzenli bir
gelire sahip bulunduklarıdır.
Eski Ön Asya’da yazının hazırlanışından yazıcılar (kâtipler),
bunların korunmasından da arşivciler sorumlu idi. Zaten uygarlık
tarihinin önemli bir gelişmesi olarak Édubba, yani Tablet Evi adıyla
bilinen Sümer okullarının ilk amacı mesleki diyebileceğimiz bir
eğitim vermek ve Sümer bürokrasisinin ihtiyaç duyduğu kamu
personelini yetiştirmek, yani ülkenin yönetim alanındaki personel
ihtiyacını karşılamaktı. Buralarda eğitilen kâtiplerin sayısı, o
dönemde binlerle ifade edilmektedir. Bu kâtipler, aynı zamanda,
eriştikleri niteliği gösterir biçimde farklı kategorilere ayrılmışlardır:
Acemi ve başkâtipler, kraliyet ve tapınak kâtipleri, yönetimsel
etkinliklerin belli alanlarında uzmanlaşmış kâtipler ve yönetimde
üst derecelere yükselmiş kâtipler.
Yukarıdaki sonuca varmak için inandırıcı veriler söz
konusudur. Örneğin, mahkemelerin arşivlerinde yargıçların
isminden hemen önce, mahkeme için davanın hazırlıklarını
yapmakla ve mahkeme işlemlerinin ayrıntılarına dikkat etmekle
görevli bir tür kâtip ve mübaşir olan Maşkim ismi zikredilmektedir.
Bundan başka, kâtiplerden kendini gösteren bir kısmının da diğer
üst düzey kamu kurumlarında görev almış olduklarını
düşünmemek için bir neden yoktur.
Bu bilgiler, zamansal farklılıklarıyla birlikte, hemen hemen
aynı coğrafyada yaşamış olan ve yönetim geleneklerini, bölgeye
veya bölge yakınlarına hâkim olmuş Roma, Bizans ve Sâsânî
geleneklerinden alan Abbasî ve Fatımî Devletlerinin yönetimsel,
arşivsel ve eğitimsel gelenekleriyle büyük ölçüde benzerlikler
göstermektedir. Bir kere, Ortadoğu bölgesinde kurulmuş olan
devletler, kendi kamu çalışanlarını, en önemli bürokratik
işlemlerin yürütüldüğü dîvân denilen bir kurum içinde ve usta–
çırak ilişkisiyle beceri ve kabiliyet kazandırarak eğitirler ve bunlar,
zamanla, yetenek ve becerileri ölçüsünde çeşitli kamu
kurumlarında görev alırlardı. Öncelikle, bu bakımdan bir benzerlik
kurmak mümkündür. Yine dîvânda çalışan personel, farklı
fonksiyonlara ve uzmanlaşmaya göre ayrılmış olan işleri yürütür
ve buna göre de bir unvan alırdı. Bir Fatımî devlet adamı olan
İbnüssayrafî (M.S. 1071–1147), daha çok teşkilat tarihi açısından
önem taşıyan eserinde, resmi yazışmalarda görev alan kâtiplerin
yaptıkları iş ve derecelerine göre farklı farklı adlandırıldıklarını
belirtmektedir.1 Zamanla üst düzey bürokratlar olarak da
atanabilen bu görevliler, daha çok belgelerin oluşumundan ve ilk
düzenlenmelerinden sorumlu idiler; ancak bu belgelerin arşivde
korunmasından da başka bir görevli sorumluydu ve buna da
arşivci anlamına gelen hâzin unvanı verilmişti.
İlk arşiv hizmetlerinin görüldüğü eski Ön Asya uygarlıklarına
ait bir arşivci tanımından ve niteliklerinden kesin şekilde söz etmek
şimdilik mümkün değildir. Buna karşın, arşiv hizmetlerinin iyi
örgütlenmiş olduğu bu kültürlerde arşivciden en azından teorik
olarak söz edilebilir. Mezopotamya coğrafyasına ve bu coğrafyanın
kültürel etki alanına yakın oluşu dolayısıyla, Ortadoğu’da kurulan
daha sonraki devlet yönetimlerinde arşiv ve arşivcinin varlığı
bilinmektedir. Bu da, daha eski medeniyetlerde arşivcinin varlığına
bir işaret olarak görülebilir ve burada var olan eski bir geleneğin
bir tür kültürel etkileşimle daha sonraki medeniyetleri etkilediği
üzerinde durulabilir. Abbasî (M.S. 749-1258) ve özellikle de Fatımî
(M.S. 909-1171) dönemlerine ilişkin mesleki bilgiler, bu konuda
tatminkâr ayrıntılar sunmaktadır.
Ortaçağ’a kadar korunduğu izlenimini veren bu kültürün
günümüze kadar kesintiye uğramaksızın gelip gelmediğini de
burada tartışmak yerinde olacaktır. Her ne kadar, Ortaçağ’ın
Ortadoğu ülkelerinde arşivlerden ve arşivcilerden söz etmek
mümkünse da, bu kültürün daha sonraki dönemlere intikalinin
gerçekleşip–gerçekleşmediği üzerinde de düşünülebilir. Dönemi
Doğu kanalıyla değerlendirecek olursak, Osmanlı Devleti’nde bir
arşivci istihdamından söz etmek mümkün değildir. Bu durum,
ancak Tanzimat dönemi ve sonrasında değişerek, 1845 yılında
kurulan Hazine-i Evrak’ta evrak koruyucusu (müstahfız-ı evrak)

1 Verdiği bilgilerle İbnüssayrafî, Dîvânü’r-resâil (Kitabet Bürosu)’in bürokratik


yapılanmasını gerçek bir iş paylaşımına dayandırmaktadır. Bununla, dîvân
içindeki iş paylaşımının belli bir ahenge sahip olduğu ve ast–üst ilişkisinin
nasıl düzenlendiği konusu oldukça açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu
büronun çalışanları arasında dîvân başkanı, dîvân başkanının vekili,
yazışmaları düzenleyen, hazırlanan yazıyı muhatabına ulaştıran, yüksek
dereceli devlet memurlarının yazışmalarıyla ilgilenen, tali yazıları yazan,
menşurları hazırlayan, bütün yazıları sicillere kaydeden, bunların bir
nüshasını depoya (arşive) teslim eden ve bütün yazıları gramer ve inşa
bakımından inceleyen ve yaptıkları işe göre farklı unvanla adlandırılan
kâtipler, çeşitli dillerde yazılan yazıları tercüme eden mütercim ve sultanın
mührüyle belgeleri mühürleyen görevlilerden başka, belgelerin
korunmasından ve belli bir düzen içinde saklanmasından sorumlu hâzin
(arşivci) ve belgelerin korunduğu depoda bekçilik görevini üstlenmiş olan hâcib
zikredilebilir.
adıyla arşivci istihdam edilmiştir. Konu, güney (Kuzey Afrika,
İspanya ve Sicilya) ve batı (Avrupa) kanalından değerlendirildiğinde
ise, Ortaçağ Avrupa’sında yine arşivci istihdamına ilişkin bir bulgu
bulunmamaktadır. Bir ara Fatımî kontrolünde kalan Sicilya, bu
konuda bir köprü işlevi görerek, Ortadoğu’da var olan arşivsel
kültürün önce Orta Avrupa’ya, ardından da bu kıtanın diğer
bölgelerine yayılmasını sağlamıştır. Bu etkinin izleri, Sicilya’nın
tekrar Hıristiyan kontrolüne geçtiği dönemde kurum ad ve
işleyişleri ile bürokraside üretilen defter adlarının aynen
korunmasından anlaşılmaktadır. Sicilya’nın yeni yöneticileri
tarafından devralınan bu idari miras, daha da geliştirilmiş ve
Avrupa’nın yeni ortaya çıkan devlet ve feodalleri tarafından da
benimsenerek gelişimini sürdürmüştür.
Konuyu Avrupa arşivciliği açısından ele alacak olursak,
İtalya’da ve çoğunlukla da Güneybatı Almanya’da hissedilen ilk
arşivcilik pratiğinin, Ortadoğu’da oluşmuş olan ve kökünü
Mezopotamya’dan aldığı söylenebilecek olan geleneğe paralel bir
tarzda geliştiği görülür. Birçok arşivsel gelişmenin ilk kez
Güneybatı Almanya’da gerçekleşmesi, bu bakımdan tesadüfi
değildir. Kayıt yerine ilk kez arşiv kavramının Venedik’te Balthasar
Bonifacius tarafından kullanılmış olması (İtalya, 1632), yani
evrakın üretildiği yer ile arşiv arasında bir ayrımın yapılması da
böyle bir gelişmenin ürünü sayılabilir. Yine registrator (kâtip) yerine
archivarius (arşivci) kavramının (bu gelişmelerden uzun bir süre
sonra da olsa) kullanılması (Frankfurt, 1660) Abbasî ve Fatımîlerde
varlığı bilinen hâzin (arşivci) kavramına paralel bir gelişme olarak
değerlendirilebilir. İlk arşivsel düzenlemelerin başlatıldığı ve arşiv
personeli istihdamının görüldüğü yer olarak Stuttgart’ın ön planda
durması da bu çerçevede düşünülmesi gereken başka bir önemli
ayrıntıdır. Diğer yandan, ilerleyen dönemlerde Avrupa ülkelerinde
arşivcinin bürokrasi içinde ayrı bir görevli olarak yer alması, bu
geleneğin Sicilya üzerinden alınmış olma ihtimalini
güçlendirmektedir.
Arşivcilik tarihinde mesleki gelişmelerin ilk kez görüldüğü
tarihin bu döneminde, arşivcilerin niteliklerini de sorgulayabiliriz.
Bununla birlikte, “hangi niteliklere sahip bir kişi arşivci olarak
istihdam edilebilir?” sorusunun Mezopotamya’ya özgü cevabını
bulmak ise oldukça zordur. Bu konuya yönelik bir cevap, ancak
daha sonraki dönemlerden hareketle bulunabilir ve bu da ancak
bir tahminden ibaret olabilir. Ortadoğu, Anadolu ve Avrupa
geleneklerini dikkate alacak olursak, okur–yazar olan, bürokratik
işleyişte tecrübe sahibi olan, belgelerin düzenlenmesi pratiğini
kolaylıkla uygulayabilen, inanç sahibi, dürüst, makul, güvenilir,
astlarının denetimini asla elinden bırakmayan, sadakati bütün
kuşkulardan uzak olan bir kimsenin arşivci olabileceği
söylenebilir. Daha eski arşivci niteliklerinin de benzer özelliklere
sahip olabileceği, verilen bu bilgilerden hareketle ve kolaylıkla
öngörülebilir.
Bu dönemin arşivsel gelişiminde veya pozisyonunda dikkati
çeken bir diğer konu da, sonraki dönemlerde kesin olarak farklı
kurumlara ayrılmış olmakla birlikte, başlangıçta arşiv ve
kütüphane malzemelerinin, yani yönetimsel ve edebi belgelerin
aynı mekân içerisinde depolandıkları, birbirlerinden
ayrılmadıklarıdır. Bu, eski Ön Asya kadar onun yanı başındaki
Mısır’da da genel olarak görülen bir durumdur. Ancak bu
uygulamanın çok fazla sürmediğini de ifade etmek gerekmektedir.
Zira bir süre sonra arşiv ve kütüphane malzemesi farklı
kurumlarda korunmaya ve farklı şekillerde düzenlenmeye
başlanmıştır.

Arşivlere ve arşivciye dair ilk izler – birkaç örnek


Sümerlerin son hanedanlığı, yani III. Ur Hanedanlık
Dönemi’nde (M.Ö. 2112-2005) sistematik bir biçim arz eden farklı
türden listelerin hazırlanması söz konusudur. Bu dönemde,
hayvanların ve eşyaların listesinin hazırlandığı hatta meslek
adlarının da aynı şekilde mantıklı bir yöntem ile liste halinde kayıt
altına alındığı bilinmektedir. Kamu görevlilerinin unvanları ve
meslek adlarının bu listelerde görülmesi mümkündür. Bu listeler;
en yüksek kamu görevlilerinden başlayan bir sıralama
oluşturmaktaydı (memurlar, din adamları, meslek adları vs.). Bu
listede makam ve meslekler kendi içinde alt gruplar biçiminde
hiyerarşik olarak bölünmüş ve sıralanmıştır. Bu tür bir çabanın
genel anlamda bir sistematikleşme eğilimine işaret ettiği
söylenebilir. Böylelikle bir bütünü oluşturan temel yapılar /
kütleler anlamlı bir gruplandırma ile hiyerarşik olarak
sıralanabilirdi / listelenebilirdi. Listelerde, kurumlarda kâtip
olarak çalışmakta olanların kendi adları yanında baba ad ve
mesleklerinin de kaydedildiği örnekler mevcuttur (M.Ö. 2000
yıllar). Bu kâtiplerin baba meslekleri arasında kent babaları,
elçiler, valiler, tapınak yöneticileri, üst düzey vergi memurları gibi
üst düzey ve toplumsal olarak dikkate alınan saygın meslekler
yanında arşivciden de söz edilmiştir. Buradan hareketle,
arşivcilerin toplumsal olarak -çok fazla olmasa da- üst sınıflara
denk gelen bir pozisyonda oldukları bir ölçüde söylenebilir. Çünkü
çocuklarını okula gönderip eğitim alabilmelerini sağlayabilecekleri
düzenli ve yeterli bir gelire sahiptiler. Bu örnek; arşivcilerin bir
kamu görevlisi olarak sadece kendine (ve aile masrafları için) yeterli
bir gelire sahip olmadıklarını aynı zamanda çocuklarının eğitim
masraflarını da karşılayabileceklerini göstermektedir.
Bu konuda bir diğer örnek Babil Krallığı dönemine (M.Ö. 1830-
1530) aittir. Babil kralından Larsa valisine bir emir gönderilmiş ve
validen arşivci istenmiştir. Larsa valisine gönderilen söz konusu
emirnamede; “Kral emrediyor! Buraya (Babil’e) iki arşivci gönder!
Bunlardan biri, memuriyetini kötüye kullanan birinin yerine
geçecektir.” denmektedir. Bu örnek, her şeyden önce ilgili dönemde
arşivlerin varlığından bizi haberdar etmektedir. Yine merkezi devlet
yapılanmalarında merkezi devlet kurumlarında arşivlerin olması
yanında taşra merkezlerinde de arşiv kurumlarının teşekkül
ettirilmiş olduğunu göstermektedir. Ülkenin başkenti Babil’de
arşiv kurumu vardır. Babil’in bir taşra idare merkezi olan Larsa’da
da aynı şekilde taşra idari birimlerine (kurumlarına) hizmet eden
bir arşiv kurulmuştu. Bu örnekten çıkartılabilecek diğer bir sonuç
ise arşivcilerin nitelikleri ve kurumlardaki istihdam sayılarıdır.
Anlaşılan, Larsa’da bile sayısı ikiden fazla olan arşivci istihdam
edilmişti. İki arşivcinin başkente gönderilecek olması ve Larsa’nın
kurumlarının arşiv hizmetlerini görecek arşivciye ihtiyaç olması
bunu doğrulamaktadır. Çünkü bir arşiv kurumunda çalışanların
tamamının aynı anda başka bir arşiv kurumuna tayin ve istihdam
edilmeleri düşünülemez. İki arşivci gönderildikten sonra Larsa’nın
kurumlarında arşivsel hizmetlerin görülmesine duyulacak ihtiyaç
bunu teyit etmektedir. Yine başkentte görevini kötüye kullanan
arşivciler olmuştur ve işledikleri bu suç nedeniyle görevden el
çektirilmişlerdir. Larsa’dan istenen de bunlardan boşalacak
pozisyonların Larsa’dan gelecek arşivciler ile doldurulmasıdır. Bu
durumda, arşiv hizmetlerinde dürüst karakterli arşivcilere ihtiyaç
duyulduğu açıktır. Ayrıca beceri ve deneyimlerine güvenilen
birilerinin başkente davet edilmiş olması gerekir. Bu da, taşra
merkezlerinde bir kralın güvenebileceği derecede işini iyi bilen,
tecrübeli arşivcilerin olduğuna işaret eder.
Bir diğer örnek Pers hâkimiyeti altındaki Babil ile ilgilidir.
Babil, Pers hâkimiyeti altına girince, orada yaşayan Yahudiler, Pers
Kralı Daryüs’e, bir mabedin yerine yeni bir mabet yapmalarının
engellendiğini söylemişler, Daryüs de, arşivde böyle bir belge olup
olmadığını araştırmak üzere bir arşivci görevlendirmiştir. Şikayetin
doğrulandığı belge Babil’deki arşivde değil, Ekbatana denilen
yerdeki arşivde bulunmuştur. Bu örnek ise -ilgili dönemde-
arşivlerin, arşivcilerin ve arşivlerde bulunan belgelerin yasal
anlamda kanıt değeri taşıdığının bilincinde olunduğu anlamına
gelmektedir. Arşivlerde bulunan belgelerin kanıt olarak kullanıldığı
bir başka örnekten de, M.Ö. 2000-1800 yıllarında Güney
Mezopotamya’da yaşanan aile anlaşmazlığı dolayısıyla haberdar
olmaktayız. Bu aile arşivi bir adama, onun oğullarına, akrabalarına
hatta kendinden sonraki kuşağa aittir ve ailenin yedi kuşağına ait
belgelerden oluşmaktadır. Babil Kralı Samsuiluna’nın 5. yılında
aile anlaşmazlığının çözümü için yapılan bir aile uzlaşması
sırasında, aynı ailenin 125 yıl önceki belgelerinden yararlanılmıştır
ve sorun bu belgelerden hareketle çözüme kavuşturulmuştur.

You might also like