Professional Documents
Culture Documents
Ders 6
1. Belgelerin Korunması
Öncelikle tartışılması gereken konu, ilk zamanlarda birbirinden
ayrılmadığını bildiğimiz arşiv ve kütüphane kavramları ile bunların sahip
oldukları malzeme tipleridir. Bunu yaparken de zamanın bakış açılarından
yararlanmak gerekmektedir. Yukarıda ifade edildiği gibi, ilk dönemlerde bu iki
kavram arasında veya içerik bakımından farklı olan bu türler arasında
depolama yeri bakımından bir ayrım gözetilmemiştir. Ancak, arşiv ve
kütüphane arasında hem fonksiyonel, hem de materyal açısında (günümüzde
olduğu gibi) bir fark olması gerekmektedir. Bu fark ise, öncelikle, bu
malzemelerin ilişkili ve sahip oldukları fonksiyonlardan ileri gelmektedir. Bu
bakış açısıyla arşivler, kurumların yönetimsel fonksiyonları çerçevesinde
üretilen veya hayatın fenomenlerinin kaydedildiği ve yönetimsel, yasal,
ekonomik prosedürler doğrultusunda kullanılan belgelerle ilgilenirken;
kütüphaneler de, temelde zihinsel faaliyetlerin ürünü olan din, edebiyat,
matematik, felsefe vb. konular kapsamında üretilen çalışmaların toplandığı ve
hemen veya daha sonra insanlara bilgi hizmeti vermek için kurulan
kurumlardır.
Olof Pedersén, eski Ortadoğu’nun arşivleri ve kütüphaneleri üzerine
yapmış olduğu araştırmasında, kazılar sonucunda ortaya çıkartılan
tabletlerin iki temel kurumla (arşivler ve kütüphanelerle) ilişkili olduklarını
belirtmenin mümkün gözüktüğünü ifade etmektedir. Pedersén,
araştırmasında ortaya koyduğu 253 ayrı kuruma (arşiv ve kütüphane) ait
tabletlerin değerlendirilmesi sonucunda, bunların 27’sinin bir kütüphane
veya arşiv olarak tanımlanamadığını, aksine bunların arşiv–kütüphane (arşiv
kısmı olan kütüphane) veya kütüphane–arşiv (kütüphane kısmı olan arşiv)
biçiminde ele alınabileceğini ortaya koymuştur. Bu durum, ilgili kurumun
hangi kısmının daha büyük veya daha fazla belge barındırdığıyla ilgilidir. Bu
bilgiler, arşiv ile kütüphane kurumu arasında temel ayrımların gözetildiğini
ve bu bakış açısıyla değerlendirilerek materyallerin kurumsal anlamda
birbirinden ayrıldığını otaya koymaktadır. İlgili konunun ve coğrafyanın
önemli araştırmacılarından olan G. Goossens da, “Görünen o ki, gerçekte,
Mezopotamya ve komşu ülkelerde, bizim şu anda yaptığımız gibi, arşiv
malzemesi ile kütüphane malzemesi ayrı ayrı korunuyordu” şeklindeki
ifadesiyle benzer bir bakış açısına sahip olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Söz konusu arşiv ve kütüphane kurumları arasında bir değerlendirme
yapan Petersén, ele aldığı 253 kurumdan %89’unun, içerdikleri metin
tipinden dolayı arşiv karakterine sahip bulunduğunu veya bağlantılı arşiv
olarak tanımlanabileceğini belirtmektedir. Bu 253 kurumdan 55’i (%22) ise,
sadece kütüphane veya bir arşivin kütüphane bölümü idi. Petersén, bölgeler
bazında yaptığı değerlendirmelerle de bu sonuçları doğrulamıştır. Örneğin
Orta Babil’deki 15 arşiv ve kütüphanenin 12’si sadece arşiv fonksiyonunu icra
edebilecek belgelerden oluşmaktaydı. Hitit bölgesinde ortaya çıkartılan 42
arşiv ve kütüphanenin ise sadece 16’sı kütüphane veya birleştirilmiş arşiv
veya kütüphane olarak dikkat çekmektedir.
Buradan anlaşılan, kurumların, fonksiyonları ve barındırdıkları belgeler
itibariyle önemli ölçüde birbirinden ayrı olarak kuruldukları ve faaliyetlerini
sürdürdükleri veya (belki de) kurumların ihtiyaç duydukları bilgi gereğince,
kendilerine destekleyici nitelikte başka tür yeni materyaller edindikleridir.
Bundan hareketle, arşivlerin, bağlı bulundukları kurumun bünyesinde
(ancak arşiv birimi içinde) yeni bir bölüm açtıkları düşünülebilir. Günümüzde
arşivlerin çoğunun araştırmacıların araştırmalarını destekleyici bir de
kütüphaneye sahip olması, bu bağlamda bir benzerlik olduğunu
hatırlatmaktadır. Ancak bu benzerliğin, o günün arşivlerinde muhtemelen
araştırma yapılmamış olması dolayısıyla, günümüzdeki gibi fonksiyonel bir
benzerliğe işaret etmediği üzerinde durulması gerekmektedir.
İlk arşivlerin depolama alanlarıyla ilişkili oldukları düşüncesiyle depo
mahallerinin yanına yerleştirildikleri de görülmektedir. Bunu, arşivlerin
gelişiminin ilk aşaması olarak kabul etmek mümkündür. 3000’lerde Cemde’t–
Nasr’da örnekleri görülen bu depolara Sümerce’de Édubba / Tablet Evi
denilmekteydi.1 Yine mühür anlamına gelen kisib kelimesiyle de Ékisibba yani
Mühür Evi ve depo anlamına gelen bir kavram kullanılmıştır. Bundan sonraki
gelişmeler gerçekten dikkat çekicidir. Örneğin, III. Ur Hanedanlığı
zamanından (2112–2000) kalma bir belgede, çeşitli belgelerin tablet evine
getirildiği yazılıdır. Bu da, yönetimsel belgelerin depolandığı (belki de merkezi)
bir arşivin varlığına işaret etmektedir. Akkadlar’da da Sümerce Édubba gibi
Bittuppi, Bitkunukki adı verilen tablet evleri vardı. Bunlar, depolama alanı ile
1 Sümerce’de Édubba kelimesi okul anlamında da kullanılmış olup, bu durum, bize; okul,
depo ve arşiv kelimeleri arasında bir bağ olduğunu, en azından aynı bina içerisinde ve iç içe
bir durum arz ettiklerini göstermektedir.
arşiv arasındaki ilişkiyi dil bilimsel açıdan ispat etmekte; arkeolojik kazılardan
elde edilen bilgiler de bu sonuçları desteklemektedir.
III. Ur Hanedanlığı’na ait iki arşiv binasının ortaya çıkartılması da,
bunların (plan bilgilerinden hareketle) arşiv fonksiyonunu icra etmek üzere
planlandığını ve özgün arşiv binalarının bu dönemde inşa edilmeye
başlandığını göstermektedir. Bu arşivde, birbirine dar geçitlerle bağlanan
odalarda 70.000 tablet bulunmuştur. Daha küçük olmakla birlikte, bunların
benzerleri Nuzi, Kalhu, Sippar ve Der’de yapılan kazılarda da ortaya
çıkartılmıştır. Nuzi’de bulunan arşiv odası ise, bir duvarla tapınaktan ayrılmış
gibidir. Bu arşive merdivenler vasıtasıyla girilmekteydi. Özgün arşiv
binalarında simetrik olmayan plan yansımaları, bu binaların artan belge
yığınları karşısında yetersiz kaldıklarını ve yeni ihtiyaçlar doğrultusunda
binaya yeni ilavelerin yapıldığını (Bkz. Fotoğraf 1) düşündürmektedir.