You are on page 1of 128

SONSUZLUK İÇİNDE

KÜÇÜK BİR BEN

Kaybolmaya Yüz Tutmuş Hayatlara Dokunan

İnsanlar Var

Burak GÜNDOĞDU
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |1
İÇİNDEKİLER

ANAHTAR............................................................................1
AFFET BİZİ ERVA...............................................................1
ALAMETİFARİKA..............................................................1
ALLAH RIZKA KEFİLDİR...............................................1
AŞKIN DERDİ YANMAKTIR..........................................1
AŞK NASİP İŞİDİR……………………………………...29

BANA DERDİNİ SÖYLE....................................................1


BEN GELDİM AÇMADI GÖKLER !!...............................1
BİTMEYEN AŞK KUDÜS..................................................1
BİZE ÇOMAKLAR LAZIM KARDEŞ..............................1
BİZE KIRK ADAM LAZIM...............................................1
BU VATAN BİZİM..............................................................1
CANLI BOMBA...................................................................1
DEVAM ETMEYİ ÖĞRENDİM........................................1
ERTELEMEKTEN VAZGEÇ!.............................................1
GURBET BUĞDAYI............................................................1
HADİ DURSANA................................................................1
HAYDİN FELAHA..............................................................1
HEPSİ ONUN.......................................................................1
|2Burak GÜNDOĞDU
HİÇ CENNET UCUZA OLUR MU ?..............................1
İYİKİ VARSIN EREN..........................................................1
KASIMPATI ........................................................................1
NE İÇİN VARIM ?...............................................................1
SAKIN OKUMAAA............................................................1
SANA DİYORUM SANA...................................................1
SELAMLIYORUM SENİ....................................................1
YÜCELTEN AZİZ BİR YÜK...............................................1
SON SÖZ NİYETİNE..........................................................1
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |3
ÖNSÖZ NİYETİNE
Buyurun sizi şöyle önden alalım.
Ama içeri girmeden tüm sıfatları, kimlikleri, bizim
sandığımız ama aslında bize "emanet" olan her şeyi
dışarıda bırakın da öyle girin içeri.
Bana ait bildiklerinizi de koyun kenara. Eğer beni
tanımıyorsanız da oh ne ala
İşte şimdi dolaşabilirsiniz gönlünüzce sayfaların
arasında, kelimelerden birini yakalayıp sarılın ona.
"Bir kitap okudum hayatım değişti!" der misiniz
bilmem bu kitabımı okuduktan sonra.
Ama hayatınızı değiştirecek kitap bu değil ki
aslında.
Meleklerin aracı olduğu kitapta arayın o sırlı
mucizeyi.
Gelin biz dertleşelim, dizimizdeki yaranın acısını
nasıl azal- tırız onu konuşalım, maddeden sıyıralım
kendimizi, dost kazandım diyebilelim, bir kalbe düştüm
eridim piştim diyelim, annemi sevdim, evladımı
alnından öpebildim, yalnız kaldım. Kalbime döndüm ve
"Bana Allah yeter dedim" diyebilelim.
Sen türkü dinle, ben arabeskten yana olayım
Bazen seyyah olalım, ama Mardin'de de bir
duralım. Dünyaya bir de oradan bakalım.
|4Burak GÜNDOĞDU
Gel, uykudan daha hayırlı olan zamanlarda
kavuşalım. O vakitler güneşin busesini hissedelim, öyle
ayrılalım.
Bir anahtar var sayfaların arasında onu bul
mutlaka. Bam telini sızlatan yerde biraz dur, ben ne
yaşarken becerebildim ağlamayı nede bu satırları
yazarken sen okurken benim yerime de ağla...
Ömür boyu unutamayacağım bir düğüne şahit
oldum ben,
Gel mutlaka, o düğünde beni yalnız bırakma.
El âlem ne der diye çok yorulma ve servi ağacı
altında hayal kurmaktan sakın geri durma.
Boynu kıldan ince adamları tanımadan onları
çaresiz sanma.
Âşık olmak nasip meselesidir unutma!
Adamlığın cinsiyetle değil şahsiyetle ilgili
olduğunu es geçip adam kelimesine takılma eğer
haddimi aşarsam tut beni ne olur, bırakma!
Bir de hayatının başrolünü kimseye kaptırma.
Sözümün önü bu kadar.
Hayat yolculuğumda bana eşlik eden hikâyemin
güzel insanlarına teşekkürler.
Gel biz hele sefere çıkalım zafere sonra bakalım.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |5

"Film jenerik ile başlar"


Cümlesini üniversitedeyken online bir derste
Bir hocamdan öğrenmiştim.
Bense kabul etmemiştim bu kuralı
Bana göre film jenerik ile değil, fragman ile başlar.
Çünkü fragman,
Filmi izleyicinin gündemine sokar ve seyirciyi
izleyeceği filme hazırlar.
Kitap yazımında ana kriter nedir bilmiyorum ama
ben bu kitabın fragmanı olarak bu bölümü (Anahtar)
hazırladım.
Birazdan okuyacağınız bu kitabın sayfaları ile ilgili
Size ipucu vermesi,
Belli belirsiz göz kırpması ve
Kalbimdeki atmosferi yansıtması niyetiyle...
|6Burak GÜNDOĞDU
Kabul buyurun lütfen...

ANAHTAR
Öyleyse hadi anlat bana!
Hangi hayal rüzgâr söküp attı gönül yamaçlarına
ekilen tohumları da böyle mahzun kaldı baharımız?
Hangi diploma yüceltti seni de kaldı bu dava
ayaklarının altında?
Hangi havuzlu sitenin sosyal alanı hapsetti, hangi
süslü mekânlar gasp etti senin kızıl elmaya vurgun
ruhunu?
Kaldır başını Kardeşim!
Umudun nakış nakış işlendiği gözlerini göreyim.
Konuş benimle... Susmak, dönüp gitmek, kenara
çekilmek de ne?
Kardeşim, haydi sen de bana sor!
Hangi heves alıkoydu, sana Peygamber'i (sav)
anlatmaktan
Beni?
Hangi telaş dolandı ayaklarıma da taşıyamadım
bu davanın aşkını senin kalbine?
Hangi balyoz viran etti sana geldiğim
merdivenleri, hangi çorak çöllere saçtım, yadigâr
tohumlarını bu kadim medeniyetin?
Teselli et beni Kardeşim!
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |7
Biraz cesaret ver bana ki bakabileyim o parlayan
gözbebeklerine.
Işıl ışıl sermayesini bitirdim bu mukaddes
yolculuğun, kay bettim yönümü, göremiyorum önümü,
dermanı kesildi dizlerimin, varamadım menziline
Kurtuluş Vadisi'nin.
Hele biraz omuz ver taşıdığım yüke...
İnandır beni Kardeşim!
Anlıyorum de, benim dilime dolanan kelimelere
yüklü olan
Manayı.
Duyuyorum de, susturulmuş feryatlarını.
Elimi göğsüne daya, dolsun bu kirli avuçlarımın
içine kalp atışların.
İşte bu yürek diyeyim, bu yürektir yuvası kutlu
sevdanın.
Sahip çık Kardeşim!
Şerefelerinden güvercinler kanat çırpan bu
minareler senin. Bu motifler yadigâr sana atandan.
Dedenden mirastır sana bu kavga. Gölgesinde abı-
hayat olan çınarlar sana emanet.
Farkına var kendinin Kardeşim! Canlar alınan,
başlar verilen bu cenk meydanının yiğidi
Sensin.
Malazgirt'ten şahlanan atın süvarisi sen.
|8Burak GÜNDOĞDU
Mazlumun gözyaşına mendil, yarınlara yön
verecek pusula sendedir.
Kirlendi kulaklarımız küfrün çığlıklarıyla, kurtar
bizi bu ömür yiyen sessizlikten, mırıldan bize marşını
sevdamızın...
Hazırlan genç adam!
Sebepsiz yaprak kımıldamazmış bu âlemde,
sorgula! Gaflet divanı rahattır, ardına bakmadan çekip
gitmekse kolay, uyan!
Derdini seccadene fısılda, ağla!
"Ne derler?" diye diye tükettik sonu belli olmayan
günleri... Emr olunanı gündemine al.
İşittik ve iman ettik de! Zamanın ardından
mektuplar yaz bugünlerimize.
Mahcup et umutsuz gönülleri, heyecanlandır bir
gül için
Bin gönül feda edenleri.
Dirilsin bağrımızda cesareti özgürlüğün
Büyüsün ruhun, genişlesin göğsün, taşsın sığ
koylarından madde aleminin.
Göklerden gelen nidaya muhatap sensin.
Diril, çalış ve haykır.
Unutma
Kilitli kapıların anahtarı sensin.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |9

Hayatımızın fragmanı, O'nun adı ile okumak,


O'nun kuralları ile yaşamak

ve O'na kavuşmak...
Gerisi sinemadaki patlamış mısır,
olsa da olur olmasa da....
|10Burak GÜNDOĞDU

AFFET BİZİ ERVA


Yeryüzünde yetişen ilk ağaçmış zeytin ağacı.
Efsane bu ya, zeytin ağacı filizlendikten sonra kurulmuş
dünya.
Romalılarda da Zeus'un ikiz çocukları Apollon ve
Artemis zeytinlikte doğmuş diye kutsal sayılmış. Hz.
Meryem'in saflığı zeytin dalı ile resmedilmiş. Mısır
mitolojisinde, Güneş Tanrı'nın şehri zeytin ağaçlarıyla
süslüymüş Nah Peygamber'in tufan sonrası dünyanın
düzene girip girmediğini anlamak için gönderdiği beyaz
güvercin, ağzında zeytin dalı ile geri dönmüş.
İşte böyle cancağızım...
Yani sade bir ağaç değildir zeytin ağacı
Hisleri vardır, hikmeti vardır, sevgiye, barışa ve
iyilere uzanan bir dalı muhakkak vardır.
Şimdi, gözünün önüne alabildiğince büyük, zeytin
ağaçlarıyla dolu bir tarla getir.
Güneşli olsun hava, dalların arasından sürmesi
değişsin ışığın, aydınlığın. Gir o tarlaya ve yaklaş
ağaçlara. Seç birini, otur altına. Sırtını yasla o ağaca.
Hazır olduğunda dinle ve fark et!
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |11
Duyuyor musun ne fısıldıyor sana zeytin ağacı:
"Herkese aitim ve kimseye ait değilim, siz gelmeden
önce de buradaydım, siz gittikten sonra da burada
olacağım."
O zeytin ağaçlarının birinin altında, saçlarının
örgüsüyle ölüm uykusuna dalmış bir melek var...
Dokunmayın sakın! Görmek için geç kaldık zira,
yetişemedik ona. Bırakın, Erva'nın saçlarının örgüsünü
annesi gelip kendi elleriyle açsın. Önce yıkasın sonra
tarasın. Siz bırakın Erva'nın oyun saatinin ne zaman
biteceğine kendi kafanıza göre karar vermeyi.
Rengarenk dünyalarına siyahlar bulayıp griler çalmayı
da bırakın artık çocukların.
"Zalim Esad'ın saldırılarından kaçan 4 yaşındaki minik
Erva çölde kayboldu ve donarak öldü..."
"İdlib'deki bombardımandan kaçan ve anne
babasını kaybeden minik Erva, zeytin ağaçlarının
altında donarak can verdi...
"Küçük kız çocuğunun bedeni zeytin ağacı altında
cansız bir şekilde bulundu."
"Zeytin ağacı altındaki Suriyeli Erva 20 gün
dayanabildi..."
Kalbiniz nasıl kabullendi de atabildiniz bu
manşetleri? Yüreğinizin sıkışmışlığına nasıl dur dediniz
de yan yana getirdiniz
Bu sözleri?
|12Burak GÜNDOĞDU
Yoksa ciğerinizi buz ettiniz de öyle mi görmediniz
o son fotoğraf karesini?
Ahhh çocuk ah!
Yeryüzündeki milyar insan gelip sarılsa, ısıtır mı
seni bu saatten sonra Ateşler içindeyiz ama cayır cayır
üşüyoruz be Erva... Zeytin ağacı altında bir de nefessiziz
artık, kalplerimiz sağ olsa da. Cennetin oyun bahçesinde
olduğumuzdan şüphemiz de yok ama Kevser Irmağı'nın
kıyısında çözüldüyse dilin damağın,
Allah'ın önünde doğrul ve haykır!
Dışını süslemekten içine vakit bulamayanların
gamsızlığımızdan şikâyet et, taşla bizi!
Sesin yetmezse, Bilal Habeşi ile duyur feryadını,
derin uykularda ölen Müslümanları göster!
Hz. Ömer'i de al yanına, adaletin kılıcını getir
boynumuza yasla Saçların hala örgülüyse, Resulullah
söylesin sana annenin yetişeceğini, teselli etsin seni o
yetim sevgili. Gölgesinde can verdiğin zeytin ağacını da
şahit tut yaşadıklarına, bir daha doğrul ve yine haykır
sonra! Şikâyet et firavunların karşısında dikilemeyen
beni, bizi Yaradan'a, Bir bayram sabahında giyemediğin
bayramlığının ve kundak gibi bedenine sarılan kefeninin
altında ez bizi, göm bizi yerin dibine….
Kavrulurken içimiz, mosmor dudaklarımız ne
ateşten ne de soğuktan,
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |13
Sensiz bir günü daha bitirmekten, çocuklara
yetememekten. Her şeyi bulup da insanlığımızı
kaybetmenin sancısından, israfın içinde boğulup yine de
doymamaktan donuyoruz.
Efsane indirim günleri peşine koşarken seni
unutmaktan, sesine yabancılaştığımız vicdan
yoksunluğundan, göstermelik etiketlerden, her şeyin
fazlasından, harcadığımız dostlarımızın ahlarından,
yarıda bıraktığımız sevdalardan yanıyoruz….
Aylarca bayatlayamayan paketli ambalajlara
hapsolmaktan yorgancıları, zerzevatçıları, mahalle
sütçülerini eski sayıp onları cahil ve varoş görmekten,
devamlı yanış halinde yaşamaktan, son
Sürat koşarken günde beş vakit
soluklanamamaktan perişanız...
Ruhumuzu dijital kodlara sıkıştırmaktan, sanal
dünyayı gerçek sanmaktan, zenginliği sadece paraya
şartlamaktan, değerlerimizi satılığa çıkarmaktan, harami
masum göstermeye çalışmaktan, adaletin terazisini
yanlış yerde tutmaktan, düze nim bozulmasın diye hep
alttan almaktan, güçlü sansınlar diye ağlayamamaktan,
aman laf olur diye adım atamamaktan, akışta kalacağız
derken savrulmaktan, kalabalıklar içindeki yalnızlık-
tan, üst aklın planına razı olmaktan, eyvallah
kelimesinin içini boşaltmaktan, sahibinden az
kullanılmış merhamet bolluğundan, yağmuru çamur
|14Burak GÜNDOĞDU
görüp karda üşüyoruz diye mızmızlanmaktan, ölümü
hep uzak evlerde sanmaktan, savaşın çocuklarını
etkileşim ve beğeni alacağımız postlara alet ederken
onları duasız bırakmaktan: işte bunlardan dolayı
mosmor dudaklarımız, griye çaldı vicdanlarımız.
Ama gökyüzü inadına mavi hâlâ
Yaradan'ın iradesi umudu hep boyuyor yeşile,
sarıya. Hiç tanımadığın bir çocuğun masumiyetine
gözün kapalı inanacak kadar insan olabildin mi sen?
Kimliklerinden sıyrılıp, benim dediğin ve
fazlalıklarından arındığında ortada kalan "sen" ile
yüzleşme cesareti göstere- bildin mi hiç? Hâlâ gelmiyor
mu sesi? Duymuyor musun seni?
Evet seni, kendini, vicdanını...
Ulan dünya!
Ne olur biraz zaman tanı çocuklara.
Artık akşam ezanını bile beklemiyorsun onları
sokaktan almaya
Ne saatin var ne yerin...
Ne vicdanın var ne merhametin….
Ne yüreğin var ne de kalbin...
İzin ver, bari bir mevsim yaşasın çocuklar... Bir
bahar olsun güzel yaşasınlar. Adına bin bir türlü
çiçeklerden isimler bulsunlar.
Müsaade et kardeleni seçsinler.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |15
Bilir misin yapraklarıyla baharın getirdiği yeni
başlangıçları bize sunan kardelenin hikâyesini?
Kar yağar, ardından açar kardelen. Sabreder.
Güneşi önce diğer çiçeklere dağıtır, kendi boynunu
büker. Fedakârdır. Bembeyazdır, gelin gibi, umut gibi,
Erva gibi...
Hasret çekmeye razıyız be Erva.
Biz razıyız da... Sana soramadık bağışla. Zaten
vedalaşamadık da...
|16Burak GÜNDOĞDU

Bir kucaktan düşmüş çağlayan bir kevserin


Nefesinde gezinen ceylanları vurdular.
Ayak sesi deşilmiş kanayan bir cevherin
Bedenine gül döküp muradını yaktılar.
Taşla bizi ey çocuk bir daha kalkmayalım
Kına bizi bir sefer yeter ki ayağa kalk
Yine koş bahçemizde topla söz yaşlarını
Ekmek yerine kurşun, yediğin günleri anlat.
Bir kursaktan korkarak yığılmış bir yağmurun
Tanesidir bin tane sana hüzün bırakan
Topraktan fışkıracak ebedi kanlı uykun
Ağır gelirse sana bize güz ortası yan.
Bir kırlangıç ağzımda kaçarım mı diyorsun
Kanadığın yerlerden kanatlanacak feryat
Bir başlangıç yaparım göçerim mi diyorsun
Bir sayfa sonrasında seni bağışlayacak
Cennete de kurulur anne sesli salıncak. Ben altında
öldüğüm ağacın zeytiniyim
Kardeşime doğranmış ekmeğin arasında
Sepetim olmasa da Nil’in son yetimiyim
Vurduğum kıyılardan toplasın beni Musa.
Keşke bir göç yolunda alsaydık selamını
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |17
Annenin eteğini çiçeklere bansaydın
Keşke okumasaydı garip kuşlar selanı
Seni öldürenleri zalim diye ansaydın.

ALAMETİFARİKA...

İnsanın kalbine en çok yakışan duygudur


merhamet. Peki, bir insan merhametli olduğunu nasıl
anlayabilir?
Yanına küçük bir kuş konar yahut bir komşu
rahatça kapısını çalar.
Mesela bir yaşlı güvenle elini tutar, bir yetimin
duasında adı geçer.
Ya da ona bakınca bir kadın, gözlerinin içi güler.
Hayatında bunlar yoksa eğer seslen kendine, ruhunu
omuzlarından tutup silkele, bütün aklınla düşün ve sor:
"Kalbimin süsü, insanlığımın alametifarikası ve varoluşun
dengesi... Neredesin ey merhamet?"
Sonra bak camdan dışarı yağan kara ve söyle ona:
Yağ be mübarek!
Hem benim hem Iğdır’ın üstüne.
Yağ da:
Kapat üzerimizdeki kirleri.
Yağ be mübarek!
Bu gece arındır kirlerimizden bizleri.
Yağ da:
Altında kalsın gurur da kibir de.
|18Burak GÜNDOĞDU
Yağ be mübarek!
Bu gece arındır nefsimizden bizleri.
Yağ da:
Dirilt içimizdeki merhameti...
ALLAH RIZKA KEFİLDİR
Evlerin duvarlarına asılan tablolar o evin
ziynetidir. Özel olmalıdır, konuşmalıdır, değer
katmalıdır eve ve evdekilere
En önemlisi de hatırlatmalıdır, hatırlamaya değer
olanları... Mutlaka görmüşsündür, evlerin girişlerine, dış
kapının üstlerine, duvarlarına işlenen yarılar olurdu,
dövme gibi nakış nakış:
"Bismillah."
"Mülk Allah'ındır."
"Maşallah” gibi...
Çocukluğumuzu peşinden koşturarak idman
ettirdiğimiz, ateş kırmızısı bir doç kamyonu vardı Recep
Amca'nın. İlk defa Recep Amca'nın evinin duvarında
görmüştüm koca koca harflerle yazılmış o yazıyı.
Sonradan öğrendim ayet olduğunu.
"Allah rızka kefildir."
İşittik ve iman ettik.
Peki, nedir rızık?
Yediğin, içtiğin, giydiğin mi? Yoksa günün
sonunda elinde kalan mı? Mal mı, mülk mü? Rızık;
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |19
Allah'ın kalbine koyduğu muhabbettir, sevgidir. Asıl
rızık, Allah için konuştuğunda kalbini dolduran aşktır.
Rızık anaların, babaların, komşuların, mazlumların
duasıdır.
Evet, rızka kefildir Yaradan!
Özlediğin, düşlediğin, sözde değil, özde sevdiğin,
davasını güttüğün, yoluna düştüğün, kılıcını
kuşandığın, rızasını kazanmaya çalıştığın Rab olsun...
Bak o zaman nasıl donatır kalbini rızkıyla
Yaradan!
|20Burak GÜNDOĞDU

Yola çıkmıştık ki o geri döndü, vazgeçti.


Yolun yarısında çekip gitti.
Yetmedi, bir de ayağımın altına taşlar ekti.
Ama ben bu yoldaki taşlara da dikenlere
de razıydım, orayı hesaplayamadı.
Enayi...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |21

AŞKIN DERDİ YANMAKTIR


Bir başkasına nasihat etmenin müthiş keyfi
dururken, kendine söz dinletebilmenin muazzam
ıstırabına talip olmak ancak seçkinlerin kârıdır.
Seçkinlerin kârıdır diyorum çünkü bu dert talep
etmekle ele geçmez. Istıraptır diyorum çünkü bu derdin
lütfedildiği bir kul olmak, bedelini ödemeden dermanın
ele geçeceği manasına gelmez. Hem lütuf olacak hem
gayret edilip bedel ödenecek ki bu sızıdan bir derman
doğsun. Dertten derman doğar mı?
Doğar. Hatta dert o ki; dermanı kendisi olsun.
Allah devasız dert yaratmamış derler, doğrudur.
Peşinden ilave ederler: Ölümden gayrı her şeyin devası
vardır; yanlıştır. Çünkü ölüm dert değil devadır,
doğmak derdinin devasıdır ölüm. İlle de içinde ölüm
geçen bir dert bulacaksak kendimize, ölmeden evvel
ölmek, dertlerin hasıdır. Uğrunda yaşanılası, aşkına
ölünesi bir derttir, ölmeden ölmek.
|22Burak GÜNDOĞDU
İnsan derdi ile varsa ve derdi kadarsa, insanı var
edecek en mühim dert işte bu ölmek/olmak derdidir. Bu
derde düşenler derman aramazlar, dertlerinin
çoğalmasını isterler. Çünkü bilirler ki o dert dermanın ta
kendisidir. Çoğaldıkça sahibini yok eden, yok ettikçe
dermanını var eden bir dert...
Eşya zıddıyla kaimdir derler, siyah beyazla, gece
gündüzle, güzel çirkinle kaimdi. İtiraz edeni de bulunur
bu ifadenin. Her şey onunla kaimdir, eşya zıddıyla
anlaşılır der, onlar da... Zıddıyla kaim diyenin de hayır
yaratanla kaim ancak zıddıyla anlaşılır diyenin de itiraz
edemediği husus şudur: Bir şey en son noktaya kadar
vardı mı, tersinden aslına irca olunur. O muazzam misal
ile ifade etmek gerekirse: Allah zuhurunun şiddetinden
gaiptir.
Ölmeden evvel ölmek, başka bir ifade edişle
‘olmak’ derdudermanı arandıkça azalır ve öldürür
sahibini, kendisi arttıkça dermana yaklaştırır ve oldurur.
Hakiki dert zuhurunun şiddetince dermana dönüşür. Bu
derde düçar olanlar kalplerine acz ve şevk ile şu
hakikati susarlar:
"Derman arardim derdime
Derdim bana derman imiş”
Beki de bu sebepten kendilerine 'herkes gibi ol
kurtul' reçetesini sunan hekimlere dönüp derler ki:
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |23
"Aşk derdiyle hoşem el çek ilacumdantabib
Kılma derman kim helâku
zehridermanundandır"(FUZULİ /EL ÇEK
İLACIMDAN)

Bu hastalar bu derde talip olup da sahip olmuş


değillerdir. Bilakis hastalıkları sebebiyle dertten başka
bir şey talep etmeyi bilmemektedirler. Bilmeleri gerekir
mi? Sanmam...
"Gerçi cânân dil-i şeyda için kámisterem
Sorsa canan bilmezem kâm-ı dil-i şeyda nedir"
(Gerçi çılgına dönen kalbim için sevgiliden bir
lütuf istiyorum;
Ama sevgili çılgın gönlümün arzusunu sorsa,
onu da bilmiyorum)
İstediklerinin ne olduğunu bilmeseler de ne
istemeleri gerektiğini bilir âşıklar, yetmez mi? Sahip
oldukları şeyin bilgi- sinden mahrum olmaları,
bilmedikleri şeyin kendisine sahip olmadıkları manasına
gelmez. Yüzlerinde ta 'elest'tenkalma bir iz vardır
onların, özleri o ize bürünene kadar yahut o izin
üzerindeki bütün lekeler tasfiye olana kadar sürer gider
macera...
"Mest olan mestane geldi tà ezelden tàebed
Içtiler aşkın şarabın áb-ı engür olmadan"
|24Burak GÜNDOĞDU
(Mest olup mestâne geldim tâ ezelden tâebed
İçdiler aşkın şarâbınâb-ı engûr olmadan)
Onlar daha sarhoşluk yaratılmadan evvel,
sevgilinin dudağının sırları ile sarhoş olanlardır. Üzüm
yaratılmadan evvel ruhları şaraba kâse olanlardan
ayıklık beklemek revâ mıdır?
"Adem’den gelmeden bezm-i vücuda bâde ol
demden
Lebnünesrârinun biz vâlih ü hayranıyuzcânâ"
(Kadeh (içki) henüz yokluk yurdundan varlık
bulup meydana gelmemişti ki biz senin dudağının
esrarıyla kendimizden geçip mest olmuştuk (ve hâla o
sarhoşluk üzereyiz) ey sevgili !)
Onları bir gören olsa dertlerinin çokluğuna bakar
da kendi hâline şükreder. Oysa âşıklar derdi çok değil,
tek eylemişlerdir. Derdi çok olanın dermanı zor bulunur
da derdi tek olana o dert derman olur.
"Aşk derdinden olur âşık mizacı müstakim
Aşkın derdine dermán etseler bimár olur”
(Aşığın mizacı aşk derdiyle mükemmelleşir.
Aşığın derdine derman olunursa o hastalanır)
Ateşe düşen su arar, aşka düşen daha çok ateş...
Aşıklar kendilerinde yanacak bir şey kalmayasıya
yanmak isterler. Kendilerinde kendilerinden eser
kalmayasıya yanmak... Öyle bir yanmak ki, o yangında
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |25
aşıktan geriye mâşuktan başka bir şey kalmasın.
Ayrılığa yer yoktur orada, vuslata hacet yok.
"Kıyamazsan baş u câna
Irak dur girme meydâna
Bu meydanda nice başlar
Kesilir hiç sorar olmaz”
Canını terk etmeyenin cânánavasil olamayacağı
raconudur bu yolun, âşıklar bilirler. Terk edenin de
vuslata ihyacı yoktur, bileceklerdir. Aşıkmâşuk, can
cânân bir olanda kim kimden nasıl aynı düşsün, kim
kime niçin kavuşsun?
"Aşk derdinündevasi terk-i cânetmekdedür
Terk-i cân derler bu derdin mu'teberdermânina"
Canı için cânân arayanların sevdikleri canlarıdır,
cână değil. Onlar sevgiliye kavuşmak isterler, vuslatın
yolunu gözlerle. Belaya tahammülleri, ıstıraba takatleri
yoktur. Oysaki
“Aşık oldur kim kilurcânınfedâ cananına
Meyl-i canân etmesin her kim ki kıymaz canına”
Canan için can taşıyanların her şeyleri canandır.
Onları sevgiliye kavuşmak teselli etmez, sevgili olmak
paklar ancak Biri yåre kavuşmak ister, diğeri yâr olmak.
Biri canana sahip olmak ister, diğeri canın sahibinin
kendisi olmadığını bilir.
"Câncânân dilemiş vermemek olmaz ey dil
Ne nizA eyleyelim ol ne senindir ne benim"
|26Burak GÜNDOĞDU
Mesele bu kadardır işte. Aşığın cânı kendisine ait
değildir, olduğu her şey ise sevgiliden bir iz taşıdığı
nispette onun nazarında itibar kazanır.
"Çıkarmak etseler tenden çekip peykânın ol
servin
Çıkan olsun dil-i mecrühpeykân olmasın ya Rab"
Sevgili bir ok atıp yaralamıştır aşığın gönlünü.
Hakiki âşıklar, bir tabip el atıp da oku çıkaracak, yarayı
sağaltacak olsa, gönlün yerinden çıkmasını, okun
gönülden çıkmasına tercih ederler.
La'yı aşk ile ıskat eyleyenlerin her zerresinden
yükse len 'illa hû yangını tevekkeli değildir.
"Can Canan ittihadı fariğ eyler cismden
Camdenagah olan can vasil-ı canan değül”
İşleri güçleri, suları ekmekleri, azıkları nefesleri,
dertleri dermanları ciğer yakan bir 'ah'tıraşıkların. Áh
bir gelse diyorum; binlerce âh geliyor, bir sen
gelmiyorsun dedikleri o gül yüzlü sevgiliye ah değil,
sevgili elinden ah hiç değil, sevgili ah....
Hal böyledir amma yine de derler ki:
“Söyleme derdini sen derdindeki ah'a bile
Çün söyleyemez ehl-i dil derdini Allah'a bile”
(Söylemem derdimi dert ortağım olan âha bile.
Gönül ehli söyleyemez derdini Allah'a bile.)
Åh...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |27

AŞK NASİP İŞİDİR

"Ben sevdim."
"Ben söyledim."
"Ben inandım."
"Ben kazandım."
"Ben başardım."
Düşe kalka yaşadığımız şu dünyada hep "ben"
dersen, yani "ene" dersen, sonuç keder olur.
Ama "sen" dersen, her zaman "Allah" dersen,
keder dönüşür kader olur. Her şey sana hizmet eder o
vakit.
İşte aşk, kederden kadere dönüşme becerisidir.
"Ben" diye seversen, ene için bencilce... Keder
dolar hayatına. Ama Allah için işlersen işini, Allah için
aşkı yoldaş edersen cana, o zaman cennet olur aldığın
her nefes.
Aşkın tabiatı binlerce yıldır hep aynıdır; o
değişmez.
|28Burak GÜNDOĞDU
O yakacak...
O aklını başından alacak. O kuyulara atacak.
Yahut dağlara, tepelere savuracak elbet. Aklını
başından alacak, evet...
Çünkü "ben yaptım", "ben bildim", "ben sevdim"
dersen, e tabii akıl lazım sana ve dünyaları önüne sersen
de doyuramayacağın egona da lazım o akıl!
Ama aşka güvenirsen, sadece "sen" dersen...
Lütfun da kahrın da hoş dersen... Hayır da senden şer
de dersen....
Allah'ın ipine sarılırsın o vakit. O'nu vekil kılarsın.
Hasbunallah-ı venilmel vekil
O zaman akıl baştan gider işte.
O andan itibaren gönül vardır artık: teslim olmuş,
huzurlu bir gönül, bak işte o zaman olacaklara...
O yapar...
O yürütür seni sırlar vadisinde...
O kanatsız uçurur seni cehalet ve bencilliğin
ötesine... O'nun gölgesinde serinler, O'nun ateşinde
pişersin... Bütün bunlar aşk ile....
Akılsız baş ile....
Teslim olmuş gönül ile....
Aklın da gerek elbet, atmayasın yabana...
"Ben! Ben!" diye kükrediğinde nefsin (ki kükrer
bilirim. Aynı, seni parçalamak isteyen bir aslan gibi...)
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |29
işte ona, yani nefsine "Benim varlığım ve yokluğum,
azım ve çoğum, iyim ve kötüm, işim ve aşım, her şeyim
ancak Allah içindir" diyeceksin, aklınla!
Ama kadere yön veren aklın değil, senin kalbin.
Aşkın kanatlarıyla bu çetin vadileri geçme kabiliyetin
var mı? Aşka güvenebilme cesaretin?
Aşktan ibaret olabilecek mi niyetin? Bu soruların
cevabı akla karanlık, aşka aydınlıktır. Akla uzaktır, aşka
yakın.
Akla ateştir, aşka ise kanat...
Kuyulara atar aşk, Yusuf'un sırrı kalbine işlesin
diye. Bir vakit kalacaksın o kuyuda. Tevekkül ve
teslimiyet azığın olacak. Sonra alacaklar kuyudan seni,
köle yapacaklar. İşte ne olacaksa o zamandan sonra
olacak.
Öyle güzel köle olmalısın ki -ne yaparsan aşkla
yap diyorlar ya öyle kendini yaşamalısın ki, nefsinin
meyillerine karşı Allah'ın da yardımı seninle olsun!
Canım kardeşim!
Merhamet beklediğinin, ferahlık arzuladığının,
mutluluk talep ettiğinin, rahatlık ve kendini değerli
hissetmek istediğinin farkındayım ama az biraz
sabredesin, bir de zindanda demlenesin... Aşk öyle
pişirir adamı, kendi ateşinde...
Aşktan korkma, yoksun da kalma...
|30Burak GÜNDOĞDU
Tekkeye gelene aşık olup olmadığı, aşkın tadını
bilip bilmediği sorulur önce. Cevap hayır ise geri
gönderilir ve "Aşkla tanış sonra gel" denir.
Çünkü aşk toprağa düşen tohum gibi seni
kabuğundan arındırır, sonra filizlendirir. Aşk kendi
yolculuğunu tamamlamaktır.
İnsan iki kanatlı -akıl ve kalp- bir ebediyet
yolcusudur. Hiç kimse akıllı, zeki, diplomalı ama
merhametten yoksun birine kalbinin sırrını açmak
istemez değil mi? Doğru.
Lakin akılsız, sadece geçici bir sarhoşluk içinde
savrulan divane âşıkların da mutluluktan çok nasibi
yoktur...
Âşık olunan MELEK ‘de olsa da, aşk yolcusunun
son menzili, Zümrüdüanka kanatlarıyla kendi benliğine,
hiçliğine ve gerçekliğe varmaktır.
Kendi özünü bilen, kendi özünü seven, kendini
gerçekleştiren akıllı kişilerin dayanabileceği bir
yolculuktur aşk... Yoksa kırık kanatlarını taşımaya
çalışırken savrulur gidersin. Feryat etmekle geçer bir
daha geri gelmeyecek o güzelim ömrün....
Bilirim ne ağırdır o kanatlar..
O feryat ne acıdır... Ama yine de baş tacıdır aşk
Bende bunlar var aşktan yana sana
söyleyebileceğim.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |31

Aşık olmak nasip işidir.


Aşktan nasibi olmayan canını tenine zül bilsin.
Aşka ömrüne nefes eden, gönül kervanında yer
edinsin...

BANA DERDİNİ SÖYLE


Sana kim olduğunu söyleyeyim, diyebilseydim
keşke Kim olduğumu bilememek gibi bir derdim
olmasa, bana derdini söylediğinde kim olduğunu
söylemeye cüret edebilirdim.
Oysa bütün yapabileceğim, kendisi olamayan
çocukluğuna dönüp bakan gençliğini 1 söze mağrur
eden bir adamın hikayesini sana bir başkası gibi
anlatmak: Adam, kırmızı bir bisikletti çocukken.
Alınacağına söz verilen ama bir türlü alınmayan
kırmızı bir bisiklet.
Çocuk günler boyunca inciler akıttı gözlerinden,
ağladı, kırmızı. Kimi ağlarken görse sebebini bir çırpıda
bilecek kadar çok ağladı. Dallas’ın Süelin'indan, vefat
eden eşinin taze hatırasıyla cami avlusunda gözyaşı
döken Adil amcaya kadar.
|32Burak GÜNDOĞDU
Hadi pis Ceyar o kadına bir bisiklet almıyordu
ama Adil amca bisiklet alacak kadar parası varken niye
ağlıyordu ki?
Elindeki şekeri keyifle yiyen çocuğa 'adın ne' diye
sorup, çocuğun, şeker demesi üzerine 'bu çocukta istidat
var, kendisini meşgul olduğu şey zannediyor' diyen
veliden haberi yoktu henüz, adı o zamanlar kırmızı
bisiklet olan çocuğun. Gençliğine kadar hafta içi her gün
okul oldu adam.
Dünyanın en büyük derdiydi çünkü sabah
erkenden kalkıp okula gitmek. Asla bir işe
yaramayacağını bildiğin bir sürü şeyi sırf sınavda iyi not
alabilmek için ezberlemek zorunda kalmak da çabası.
Okulu bitirenlere verilen diploma, bundan sonraki
hayatınızda sonsuz mutlu olabilirsiniz belgesinin
okulcasıydı hatta. Sabahın köründe uyanmak gibi. bir
derdin yoksa üzülmeye değecek ne vardı ki dünyada?
İsmi kendi kalbinde okula çıkan o gencin, henüz,
bir Necip Fazıl şiirinde kendisine taş ve gül atılan
adamdan başka, Mansur'un kim olduğundan haberi
yoktu.
Adam daha aşkı bilmezken, âşık olduğu güzel
gözlü kız oldu yıllarca.
İnsan neydi ki gözden başka?
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |33
Şarkıların ne işe yaradığını, şiirin ne işe
yaramadığını bir çift gözden öğrendi. Limonun sadece
salataya sıkılan bir şey olmadığını, çekirdekleri itinayla
ayıklamayanların saçlarımda limon çiçeği açacağını.
Güllerin hangi bahçeden nasıl çalınıp, ne yapılırsa
çiçekçiden alınmış gibi gözüktüğünü, hep o zaman...
Ve sabahlara dek hasretle ağlarken anladı, hiç
uyumadığın bir gecenin sabahında uyanmanın da
gerekmeyeceğini, diplomanın bir adının da onu bir daha
görememe ihtimali olduğunu, Adil amcayı ağlatanın
kırmızı bir bisiklet olmadığını... Aşk olduğu güzel gözlü
kıza bürünen o adam, Mecnun'un nereden geldiğinden
nereye gittiğine ve hatta kendi ismine kadar, sorulan her
soruya neden Leyla diye cevap verdi. Anlar gibi oldu.
Ödeyemediği borçların mahcubiyetiydi adam,
evliliğinin ilk yıllarında. Günü geçmiş senetler, yıl
geçmiş borçlar, hep hakaret hakaret çalan yeni çıkmış bir
cep telefonu, asla geçilmemesi gereken uzunca bir
sokaklar listesi ve aşina dudaklardan koro halinde
dökülen, inan ki bende de yok, cümle siydi o zamanlar
yaşamak
Bir arkadaşının işyerine bilmem kaçıncı kez borç
istemek için gidip yine utancından isteyemeden evinin
yoluna düşerken istemek zillettir'in ne demek olduğunu
öğrendi. İstenmeden vermeye, verdiğini istememeye,
|34Burak GÜNDOĞDU
istemek zorunda kalacağını vermemeye o zaman ahd
etti.
"Kande baksam gözüme of dilber-i rana görünür"
mısrasını işte o vakitler yeni yeni diline dolamıştı bay
ödenemeyen borçların mahcubiyeti Bir güzelin elinden
tutup, "Ben kabul ettim" deyince kendisine el oldu
adam.
Kendisinin kendisinden bir başkası olduğunu,
kendisi kalmayan bir aynaya bakınca bildi. Yok etmeyen
aşkın var olmadığını, aşkın var olanlara yar olmadığını
bildi. Ustasına güvenenin kütük gibi olması gerektiğini
fark etti. Görmenin göle, konuşmanın dudakla, duymanı
kulakla, yürümenin ayakla olmayacağını bildi diyemem,
sezdi. Bilmenin bildiğinden ibaret olmadığını bildi,
bildiğinin yanıldığına yetmeyeceğini bildi. Gel gör ki
kendisinin kim olduğunu bilemedi, âşığın ne yapıp yok
olacağını, kütüğün ne yapmayıp düşünmeyeceğini,
gözsüz görmenin nasıl'ını, dudaksız konuşmanın
niye'sini, sözün kulaksız duyulanını, yolun ayaksız
yürünenini bilemedi, göremedi, anlayamadı gitti.
O kendisine el olan adam, hâlini beyan için değil
ahvâlini bilene niyaz için tenha geceler boyunca bir
başkasına söyler gibi kendisine Salih Baba'dan bir şiir
okudu.
"Bihamdillah kamu varım sen oldun
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |35
Her eşyâdatalebkâroiım sen oldun
Neye baksam seni anda görürem
Bu mânâdanmededim sen oldun"
Hasılıcancağızım,
Ne bu hikâye bitti ne de dert.

Dert insanın kalp kâğıdı. Kafa kağıdımızdan kim


olduğumuzu başkası anladı, kalp kağıdımızdan
kendimizden bir başkası olduğumuzu, biz Dertlerin
suretine büründük, kendimize kendimizmiş gibi
göründük.
Dert hep çok olunca derman hiç tek olmadı.
Süründük.
O adam ne mi oldu?
Kırmızı bir bisiklet oldu, okul oldu, bir çift güzel
göz oldu, mahcubiyet oldu, ilme tabi oldu, Iğdır’da
imam hatip oldu aynaya bir baktı kendisine el oldu.
Kendisinden başka her bir şey oldu.
Bir tek kendisi olamadı.
Kendi hakikatini hiç dert etmedi ki!
Kendinden başka herkse derman oldu
Nasıl kendisi olsun o adam?
|36Burak GÜNDOĞDU

BEN GELDİM AÇMADI GÖKLER !!


Kim olduğunu hatırlayamadığı için kendisi,
nereden geldiğini unutamadığı için bir başkası
olamayan Gündoğdu’nun dilemması bizimki.
Çok örselenmiş, çok hırpalanmış, asırlar boyu
yediği dayaklardan üstü başı kan revan, yüzü gözü mor
içinde; aynaya baktığı vakit kendisini değil kendisine
dayak atanların bıraktığı izleri seyreden bir adamın
acısı.
Hadisâtı başkasının kelimeleriyle yorumlamaktan
kalbini, başkasının aklıyla düşünmekten kelimelerini,
kelimeleriyle konuşmaktan kendini yitiren bir adamın
trajedisi. Ahvalimiz budur, biz buyuz.
Bir deniz kenarında kaybettik içimizdeki Hızır'ı ve
Musa'sız kaldık. Bir deniz ortasında fark ettik neyi
kaybettiğimizi, heyhat asâsız kaldık Bir zamanlar kendi
hiçliğimizi fark edecek kadar her şeyin sahibini bilirdik
oysa. Yahut her şeyin sahibini bilecek kadar kendi
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |37
hiçliğimizin farkındaydık. Canımızı emanet niyetine
taşır, herhangi bir şeyden, 'benim' diye bahsetmeye
utanırdık. Hülasa ne sen senindin ne de ben benim. Her
şeyin bir tek sahibi vardı.
"Seninki senin, benimki benim" demeye
başladığımız vakit hayranlıkla yâd etmeye başladık
"seninki senin, benimki de senin" dediğimiz günleri.
Sonra bir de baktık ki; 'hepsi benim' oluvermiş.
Bir şadırvanda abdest alan, benzi aşk sarısı
gençlerdik o zamanlar. Ensemize bir tokat atan olsa
farkına bile varmayacak kadar tokadın sahibiyle
meşguldük. Başımızı çevirip 'kim vurdu' diye bakar
olduk önce, sonra kalkıp bir tokat da biz aşk ettik
ensemize vurana. En son, ne o şadırvan kenarında
oturmuşluğumuz kaldı ne ensemize bir tokat atan ne de
o şadırvandan bir haber...
Sarı çekildi hayatımızdan ve başımıza gelmeyen
kalmadı.
"Biz ne yaptık ki başımıza bunlar geldi" demedik
hiç Her şey yolundayken kerameti hep kendimizden
bildik, işler sarpa sarınca kabahati yükledik başkalarına.
'Fail-i Mutlak la rabıtamızdı yitirdik.
Lütfedilen güzellikleri kendimizin elde ettiği,
tecelli eden kahırlanın başkaları sebebiyle başımıza
geldiği vehmine öyle kaptırdık ki kendimizi, Kahrın da
|38Burak GÜNDOĞDU
hoş lütfün da hoş hikmeti, yalnızca bir şiirin en güzel
mısralarından birisi oldu çıktı.
Hikmete şiir muamelesi yapan şuursuzluğumuz,
kalbimizi manasına serlevha yaptığımız şiiri,
salonumuzun duvarına yakıştırıp asıverdi, çerçevesi
mobilyamızla uyumlu:
Ne kahn dest-i adádan ne lütfu dşinddar bil
Umarun Hakka tefla et Cendb- Kibriyd'dan bil
(“Ne kahrı düşman elinden, ne de lûtfu
dostlarından bil!
Sen işlerini Allâh’ahavâle et ve her şeyin Cenâb-ı
Kibriyâ’dan geldiğini bil!..”)
"Ağlatan da O'dur, güldüren de O sırrını unutalı
beri gözyaşlarımızın tadı tuzu yok, gülüşlerimiz eğreti.
Sebepleri yaratandan gâfil, sebebe itimat etmemiz
sebebiyle, işimiz olunca sebebe teşekkür ediyor,
olmayınca sebeple kavga ediyoruz artık.
Hakikatini kalbimizden süzdüğümüz hikmet
incileri, fiyakalı sözlere dönüştü dilimizde. İçimize
sustuğumuz murakabe ve muhakeme çilingiri
hikmetler, dışımıza haykırdığımız biblo anahtarlıklara
döndü. Allah aynı Allah oysa hakikat aynı hakikat, köy
aynı köy....
Yağmur yağmamış hani günlerce. Bir tek bulut yok
gök- yüzünde. Köylü perişan. Ters giyilen cübbeler
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |39
nafile, yağmur duaları icabetsiz. Açı doyurmuşlar, fakiri
giydirmişler, yetimin başını okşamışlar, yok yine yok.
Bir dervişin yolu o köye düşende ahvali anlatıp
arz-ı hal eylemişler. "Nerede bir yanlış ettik bilmiyoruz
ama vaziyet bu, bize bir yol gösterin, bir de siz ellerinizi
yağmurun Rabbine açın." diye niyaz etmişler.
Derviş onları iyice dinledikten sonra; "bu köyde ne
kadar küçük çocuk varsa hepsini buraya toplayın"
demiş. Şaşırmışlar ama vardır bir hikmeti deyip isteneni
yapmış köylüler.
Derviş baba çocuklarla biraz sohbet etmiş, her
birini tek tek dinlemiş. Sıra küçük bir çocuğa gelince
tebessüm ederek köylüleri çağırmış yanına. Bakın
demiş, dinleyin bu gül yüzlüyü ve anlayın yağmur niçin
yağmıyor.
O gül yüzlü biraz da mahcup anlatmaya başlamış,
"babam, bayram için bana yeni bir ayakkabı aldı. Ben
her gece uyurken Allah'ım diyorum ne olur yağmur
yağmasın.
Yağmur yağıp da yeni ayakkabılarım çamur
olmasın." Yani böyle işte... Bu kadar gönlünü yapmışlar
çocuğun, "Biz sana yeni bir ayakkabı daha alırız."
demişler. Bulutlar duymuş çocuğun razı olduğunu,
yağmurun Rabbi, haydi demiş bulutlara, köylü çifte
bayram eylemiş Allah aynı Allah, hakikat aynı hakikat,
köy aynı köy....
|40Burak GÜNDOĞDU
Bir tek biz kendimiz gibi bakmayı unuttuk
hadisata. Kendimiz gibi düşünmeyi, hissetmeyi,
kavramayı, yorumlamayı, anlamayı unuttuk.
Yağmur yağmıyor hiç ve biz bir çocuğun gönlünü
etmeyi getirmiyoruz aklımıza. Teknik olarak böyle bir
şey yok çünkü. Bulutların gözyaşlarının bir çocuğun
potinlerindeki tebessüme bağlı olabileceğine dair yeterli
veriye sahip değiliz. Bilim adamları henüz bu sonucun o
sebepten doğabileceğini ispatlayan bir deney
yapmadılar. Yüzümüzdeki morluklar, yumruklarından
hatıra olan muasır Batı'da henüz bu iki olayı birbiriyle
irtibatlandıran bir makale yazılmadı.
Bir dervişin gönlüyle bakmayı unuttuk. Kendimiz
gibi soramadığımız sorularımıza başkaları gibi cevaplar
veriyoruz artık. Cevaplarımız tekniğe boğuldu,
suallerimiz hikmetten mahrum.
Hâlbuki bir sorabilsek kendimize:
"Çocuk kim, potin neyin nesi, bulut nereye denk
düşer, derviş baba niçin çıkıp gelmiyor?" Sormuyoruz,
soramıyoruz bir türlü. Akıllımız hikmete masal
muamelesi yapıyor, delimiz bulutlara sövüyor,
okumuşumuz başka bir şey yetiştirmeyi öneriyor,
zenginimiz stokunu çoktan yapmış, tecrübelimiz köyü
terk ediyor.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |41
Sizi bilmem ama ben bayram olsam böyle bir köye
gelmezdim!

BİTMEYEN AŞK KUDÜS


Yine en nazlısı olacaksın şehirlerin, en cazibelisi...
Her Aşık sana sahip olmak için yine talip olacak ve sen
yine kimseye yar olmayacaksın...
Biliyorum...
Hüzünlüsün, yorgunsun, küskünsün.
Ama gelecek yine dostların; seni "Şehri Emin
Belde" diye ilan eden Ömerler develerinden inerek yine
çıplak ayaklarıyla yürüyecek sana doğru.
Huzurunu kimsecikler kaçırmasın diye etrafına
çevrili surlara taş taşıyan, "Sana hükmetmeye değil
hizmet etmeye niyetliyim" diyen Selahaddinlerin yine
gelecek.
Hz. İbrahim’i bütün dinlerin kesişme noktası
olarak bilen, kapılarına "La ilahe illallah İbrahim
Halilullah" yazan Şeyh Edebali'nin talebeleri, Osmanları
yine senin aşkınla kavrulacak.
|42Burak GÜNDOĞDU
"Bu şehir kardeşliğin, merhametin, sevginin,
tebessümün ve hoşgörünün hanıdır. Her yolcunun
uğrayıp nefesleneceği bir han" diye adına fermanlar
yayınlayan Yavuzlar yine gelecek...
Yine dizler kırılıp minberinin kenarına "Hakimü'l
Haremeyn değil. "Hadimü’l Haremeyn" diye okunan
hutbeler dinlenecek.
Değerini kanla kantara vuran, para teklif edenlerin
önüne bedenini, saltanatını, devletini çelikten siper eden
Abdülhamidlerin yine gelecek.
Gelecekler!
Umudunu kaybetmeden, aşkını yitirmeden... Vakti
zamanı geldiğinde bir gün mutlaka gelecekler.
Hz. Adem yaratılırken senin toprağından emanet
alınmıştı. O emaneti nasıl gelip sana teslim ettiyse
Âdem, evlatları da öyle gelecek.
Bugün, yarın veya ertesi gün... Bir gün mutlaka
gelecekler.
İşte o günü görürsem, varsa nasibimde
kavuşmak... Ayasofya da öylede hiçbiri senin gibi değil
ki Geçeceğim karşısına Aksa'nın, vuslatın helali ile göz
göze gelip bir çift söz söyleyeceğim:
"Ayaklarıma Kudüs gücü verene hamdolsun.
Yüreğime Kudüs aşkını nakşedene rahmet olsun."
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |43
(Yedi güzel adamın devrimci ağabeyi Nuri Pakdil
Hoca'ya saygıyla, sevgiyle, rahmetle...)

BİZE ÇOMAKLAR LAZIM KARDEŞ


|44Burak GÜNDOĞDU
Korku...
Toplumsal travmalar...
Yabancı hayranlığı...
Adına ne dersen de arkadaş Herkes hayatı kendi
avlusu kadar zannediyor.
Zamanın ruhunu okuyabilen, dilini konuşabilen ve
çok daha güzel işler yapabilecek bir dolu insan var
etrafımızda. Hepsi de bizim evlatlarımız, bizim
gençlerimiz. Elde imkân da var, iktidar var, güç var.
Ama ne yok biliyor musun?
"Sevdiği kadar sövebilen, sövdüğü kadar sevebilen
insan."
İşte bu dengedir, olması gerekendir.
Bak, yazın pişiriyor Rabbim, kışın üşütüyor. Bu da
dengedir, ahenktir.
Şimdi topraktan uzak, kendinden, davasından
uzak yaşıyor insanlar.
Kışın üşümüyoruz artık, kalorifer var...
Yazın terlemiyoruz artık, klimalar var...
Sağlıklı beslenmiyoruz örneğin.
Canlı su içmiyoruz, damacanalara mahkûmuz.
Fıtratımıza ters bir âlemde akıntıya karşı kürek
çekiyoruz. Gündelik geliş melet, oturduğumuz geçici
makamlar ve dilimizden dökülen samimiyetsiz
söylemler, bizi biz yapan mücadelemizden fersah fersah
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |45
uzağa düşürüyor bizi. Mahalle esnafıyla selamlaşmıyor,
hal hatır sormuyoruz, dert dinlemiyor, karşımızdaki
insanın pirinin içine bakmıyoruz, değer vermiyor, yara
sarmıyoruz. Etrafımızdaki cevherleri görmüyoruz.
Görsek de hak ettikleri ilgiyi göstermiyoruz.
Bir de bütün bunların yanında bir sürü toksin şeye
maruz kalıyoruz: kimyasal ürünler, radyoaktif dalgalar,
helal olmayan kazançlar
Kendimizi kaybetmişiz, akıştan çıkmışız.
Hiçbir şeyi zamanında yapmıyoruz. Kışın
domatesin, yazın suni kar pistlerinin peşindeyiz.
Ne akıl ne ruh ne de beden sağlığımız için
mücadeleye girişiyoruz. Önümüze konan ne varsa ya
böyle olması gerekiyor ya da kaderimiz deyip razı
oluyoruz.
Yarınlara dair endişeleri konuşuyoruz hem de
bugünün der dini çözmeden. "Bizim zamanımızda böyle
miydi?" diye dilimize pelesenk olmuş bir cümleyle
tespitler, analizler yapıyoruz.
Ayağımıza takılan yoldaki tapi kaldırıp kenara
koymak aklımıza gelmiyor. Gelse de niye ben diyoruz
kibir dağının zirve sinden. İşimiz kolay. Uzandığımız
kanepeden suçu başkalarına atıyor, rahatlıyoruz.
Abalının adı gençler olmuş, her gelen onlara
vuruyor. Sanki yabancı hayranlığımızın suçlusu gençler.
Sanki siyah camlı arabaların arka koltuklarında gizlenen
|46Burak GÜNDOĞDU
gençler. Sanki nerden geldiğini unutan, yeni bir dünya
inşa etmeye yeminli siz değil de biz gençler.
Bu davanın tekerleğini yokuşta bırakan kim?
İlk önce kabul etmeniz gereken, günümüz
gençlerinin beyin hücrelerinin sizinkilerle aynı
olmadığıdır. Siz eskiler kadar arı, sizin kadar
mukavemetli değil.
Bende gencim az buçuk hatırlıyorum Sığınacak
limanlarımız vardı bizim. Ev sohbetlerimiz, duvar dibi
çay muhabbetlerimiz. Sabah namazı buluşmalarımız
Kütüphanelerde okumalarımız, satırlarında
kaybolduğumuz kitaplarla arkadaşlıklarımız vardı.
Bakışlarımızın kucaklaştığı, yüreklerimizin dertleştiği,
kelimelerimizin sertleştiği masalarımız, gölgesinde
serinlediğimiz çınarlarımız vardı bizim. Şimdi. ki
gençlik bir tek dikili ağacın olmadığı meydanlarda,
çırılçıplak, savunmasız.
Bizden öncekilerin de bizimle aynı değildi beyin
hücreleri. Dostlukları vardı onların, fedakârlıkları,
sabırları, sebatları... En önemlisi de şükürleri vardı. Bir
de bir ömür aynı yastıkta besledikleri aşkları, sevdaları.
Şimdi akranlarıma bakıyorum da, Necip Fazıl'ı
duyan yok. Kimse bilmiyor Nurullah Genç'in
Rüveyda’sını.
Ama herkes herkesi seviyor, onda sıkıntı yok.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |47
Herkes sevgi pıtırcığı maşallah...
Arkadaş!
Bize dövecek adam lazım, bize biraz kış gerek.
Eee... Ne yapacağız peki? Nasıl kurtulacağız bu
sarmaldan?
Kimse kaçmasın sanık sandalyesinden. Sayılı
günlerimizi lime lime eden bu çarkı durduracağız.
Dişlilerin arasına çomak sokacağız!
Evet çomak....
Çomak lazım bize, hatta çomaklar. Kırılmaya,
yanmaya, paramparça olmaya gönüllü çomaklar... Çark
durana, şafak sökene kadar dövüşecek; alınamaz,
satılamaz etiketli çomaklar lazım bize.
Ben hazırım çomak olmaya. Sen de hazırsan +1
ekleyelim listeye.

Sevdiğini çok belli etme, şımarır


diyorlar.

|48Burak GÜNDOĞDU

BİZE KIRK ADAM LAZIM


Nereden başlayayım bilmiyorum...
Aklımdakileri, yüreğimdekileri hangi kelimelere,
hangi cümlelere sarıp sarmalayayım da anlatayım? Üç
kuruşluk uykum vardı o da kaçtı, sığındım yine
kaleme....
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |49
Şöyle bir de müzik dokunsun ki incelsin toz
duman arasın da diri kalmaya çalışan ruhum
Şöyle aradım ne var ne yok; eskilerden bir türkü
mü dinlesem, klasik bir sanat musikisi mi? Ya da
yabancı bir müzik açıp sadece müziğin ritmine mi
bıraksam kendimi?
Bir de yeni müzikler var...
Yaşlı da değilim bende daha gencim yirmimdeyim
ama uzak geliyor bana. Alışamadım. Hele bazıları var ki
gerçekten ne oluyor diye bir durup düşünüyorum. Biz
yeniye yabancı, yeniler bize. Nerede buluşulur
bilmiyorum.
Eski nedir? Eskiyen kimdir?
Yeni olmak neden eskiye kör, sağır ve hissiz
olmayı gerektirir?
Bize niye solmayan renk, kaybolmayan gerçek,
muazzam bir mazi "eski" diye öğretilir!
O eşsiz elyazması kitaplar, o resimler, o tezhip ve
hat eserle, o incecik ipek kumaşlar, o altın yaldızlı
süsler, o kocaman kapılı konaklar, o dilden dile anlatılan
hikâyeler, o dedemin hac hatıraları, o nenemin dilinde
dolaşan hasret türküleri, o mahalle bakkalının
duvarında asılı karınca duası...
Eski mi bütün bunlar? Oysa eski diye görmezden
geldiğimiz bütün zenginliğimiz, kimliğimizin rengi, aslı,
|50Burak GÜNDOĞDU
ruhu değil midir? Medeniyetler ne kadar eski
olduklarıyla övünür.
Peki bu güzelim medeniyetten kaçma, utanma hep
biraz daha fakir ve güçsüz bırakmaz mı bizi tam da
böyle bir zamanda; uyanış ve diriliş hülyalarının gayret
ve azimle gerçeğe dönüştürülmeye başlandığı bu
zamanda?
Gençlerimizin aidiyet duygusunun gelişmesi
gerekiyor. Bunun için insana şuur lazım... Şuursuz insan
aramaz, bulmaz, bulsa da kıymet bilmez. Şuursuz insan
akıl ve mantık da yürütemez.
Nedir şuur?
Şuur, insanların kendi şahsiyetleri, zaman, mekân
ve hadiseler hakkında bilgili olmalarını sağlayan ve
yüksek beyin merkezlerinin birlikte çalışması sayesinde
gerçekleşen bilgili bir uyanıklık halidir. Uyku hali,
normal olan bir şuur kaybıdır zaten. Şuurlu insan, içinde
bulunduğu zamanı, mekânı, hadislerin mekân ve
zamanla olan münasebetlerini bilir.
Peki, nerede gizlidir şuur, biliyor musun?
Dilde... Dil dediğin pak, zengin ve doyurucu
olacak Dil, şuurun oluşması ve gelişmesi için temel
öğedir. Çünkü kelimeler direkt bilinçaltında
anlamlandırılır ve dosyalanır.
Love... Aşk... Sevmek.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |51
Basitliğe, tekdüzeliğe ve sapkınlığa bak şimdi.
Kedi de love.
Kardeş de love.
Hoca da love.
Sevgili de love.
Hepsini attın mı aynı dosyaya; bilinç hepsini aynı
algılıyor, sapkınlıklara zemin oluyor.
Köklü ve zengin öz Türkçeye gel. Büyüğe hürmet,
küçüğe baki muhabbet, hayvana şefkat, sevgiliye yaren.
Ayrı ayrı...
İnanmanın anahtarıdır şuur.
Bize kırk inanmış adam lazım. Şuurlu kırk
Müslüman...
Hatırla!
Sahabe sayısı kırk olunca neler oldu neler...
Birbirini Allah için seven kırk dost, kırk kardeş. Sayı
kırka tamamlanınca taştı nur memba-i Erkam'ın evinden
Mekke sokaklarına.
Mücadele...
Istırap…
Sabır…
Bir yardan diğer bir diyara hicret…
Veda Hutbesi... Ayrılık... Özlem...
Türlü fitnelerin darboğazından geçip zamana
dümen tuttu yolcusu Müslümanlar olan bu gemi.
|52Burak GÜNDOĞDU
Kardeş kavgası gibi dev dalgalarla boğuşa boğuşa,
elden elden verildi bu geminin sancağı. Mekke'den
Medine'ye. Emevilerden Abbasilere, Şam'dan Küfe'ye,
Mısır'a elden ele.
Kimi hükmetmeye çalıştı bu sancağa yezit oldu.
Kimi hizmet etme şerefine nail oldu, Hüseyin'le
susuzluktan dudakları çatladı Kerbela'da...
Kimi de adaletin kılıcını alıp eline, Hak'tan
gayrısına ümit bağlamadan, aydınlansın diye vurgun
yemiş dünyası ümmetin kızgın çölleri bir şimşek hızıyla
adımladı, Yavuz oldu.
Trablusgarp'tan Yemen'e, Kut'ulAmare'den
Çanakkale'ye kuruyan topraklara kanla can suyu oldu
bu sancak. Bugün bir varoluşun, teslim oluşun vücut
bulmuş hali olarak dalgalanıyor Anadolu'nun bağrında.
Gölgesi özgürlük,
Rüzgârı bereket, tek sevdası şahadet...
Sancak manadır, namustur, emanettir, şereftir. Bu
bilincin dönülmez yollarında, yar göğsünden mahrum
kaldı bu memleketin evlatları.
Ama durmadı yürüyüşü bu gülistan pusulasının.
Bir yanıyla ayak uydururken zamana, öbür yanıyla
özüne sözüne sadık kaldı.
Bazıları türlü rotalar çizmeye çalışsa da o asli
duruşunu hep korudu.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |53
Koca bir coğrafyaya şemsiye olan bu nazlı duvağın
bezden, renkten ibaret olmadığını bil ve şunu da bil ki,
bu sancağa sıradan bir gözle nazar etmek hadsizliktir,
bilmemezliktir, uyku halidir.
Uyanmak ve kendine gelmek gerek.
Hilalinin anlamını kavramak, yıldızının temsil
ettiklerine hürmet etmek ve renginin anlattıklarını
dinlemek gerek. Mevzi ile mevzu, can ile canan yan
yana, iç içe bu sancakta
Bu girift bilmeceyi çözünce o an mukaddes yüke
hamal oluyorsun...
Aklıyla ilmin sokaklarında yorulmadan koşan,
gönlü ile inci mercan yüklü derinliklere usul usul dalan
kırk Yunus gönüllü hamal...
Kafası karıştığında, yorulduğunda, karanlık bir
sokakta kaybolmaktan korktuğunda, sığınıp bir dost
eşiğine Süreyya yıldızı gibi Peygamber'in izini arayacak
ve yolunu sönmez Kuran nuru ile aydınlatacak sağlam
yürekli kırk hamal
Aşkın ruhuna verdiği sırrı, gençlik
hovardalıklarına kurban ermeyen, perdede yansıyan
gölgeye değil, perdenin ardındaki hakikate aç ve susuz
Mevlana gönüllü kırk hamal...
Duracağa yerin ve koşacağa menzilin farkında,
mukaddes yüke hamal, akıl ve feraset sahibi tam kırk
adam...
|54Burak GÜNDOĞDU
Hadi, şimdi ben neredeyim diye sor kendine... Sen
eksik dişlisisin bu çarkın. Deniz fenerisin yükü insanlık
olan bu geminin.
Diriliş bestesinin en güzel notasısın.
Adalet ve merhamet kalıcının kabzasındaki nakış
hasretle özlenen, beklenen bakışsın sen.....
İşte!
Sen dahil kırk adam lazım bize kardeş. Kırk atlı,
kırk ateş bakışlı, kırk zırhlı.
Kılı kırk yaran, yüreği yay gibi gerilmiş hazır ve
cesur kırk adam. Şuurlu kırk Müslüman!
Gündoğdu derki Şunu iyi bil unutma dostum:
Adam olmak, otuz dokuzu kırka tamamlamaktır.

BU VATAN BİZİM
"Esselatüvesselamualeyke ya Resulullah
Esselatüvesselamualeyke ya Habiballah
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |55
Esselatúvesselamüaleyke ya NureArşillah
Esselatüvesselamualeyke ya Hayrahalgillah
Esselatúvesselamualeyke ya seyyidel evveline
vel ahirin velhamdulillahirabbilAlemin!"
("Ey Allah'ın Resulü, salat ve selam senin üzerine
olsun Ey Allah'ın Habibi, salat ve selam senin üzerine
olsun Ey Allah'inargininmiru, salat ve selam senin
üzerine olsun Ey Allah'in mahlukatlarının en hayırlısı,
salat ve selam senin üzerine olsun Ey bundan önceki
ve sonrakilerin efendisi, salat ve selam se nin üzerine
olsun Hamt, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur!")
Salalar okunuyor.
Ölümü bildirmek için okunur sala genellikle, öyle
biliriz biz. Ama bu sefer başka bir çağrı, başka bir meyan
vardı okunan salalarda. Bu gece ölüm yok diyordu.
Diril! Uyan! Koş! Bu vatan senin diyordu. İşiten
işleyen yüreklere. Karanlık bir gecede, ölümün
serinliğinde ama korku yok yüreklerde. Korkudan
arınmıştı o gece imanlı bedenler.
Bu vatan benim, ucunda olsa da zulüm, Gelin beni
alnımdan öpsün şeref bildiğim ölüm...
O gece meydanlarda kendi salasını dinleyen koca
koca adamlar vardı, şahadete sevdalı. Hazırlık vardı süs
havuzlarının başında, tıpkı Bedir kuyularında olduğu
gibi... Temizlendi eller ve yüzler, serinledi abdeste gark
olan bedenler.
|56Burak GÜNDOĞDU
"Yunus öldü diye sala verirler, ölen hayvan imiş
aşıklar ölmez."
Aşkın adı vatandı ve âşıklar vardı meydanda o
gece. Şahitler de vardı. Anladılar ve hissettiler
meydanlarda ölmeyen ruhların varlığını o gece.
Hikayelerden dinlediğimiz yeşil cüppeliler gelmişti
beyaz atlarıyla. Sadece iman penceresinden
görünebilenler oradaydı o gece, melekler, evliyalar,
enbiyalar....
Kıyam salaları okunuyor ve küllenmiş bir sevda
diriliyordu. Öldürülmeye, sindirilmeye, korkutulmaya
çalışılmış, alıştırılmış bir millet, uzun bir aradan sonra
ayağa kalkıyordu, diriliyordu. Ölüm bu topraklarda
şehitlikler yeşertti öbek öbek.
İnsanı en canlı tutan hasretle büyüdü bir nesil, "Bu
vatan benim, bu bayrak benim" demenin hasretiyle.
Çünkü İmam Hatiplileri katsayı zulmü ile
dışladılar. İmam Hatip okuduysan askeriyede bir subay
olamazsın, polis olamazsın, istediğin üniversite okumak
için aldığın puan kırılır. Hayallerin kırılır. Başörtülü isen
okuyamazsın. Ya başını açacaksın ya da okuldan
atılacaksın. Hatta bir teklif daha sundular; ya da Suudi
Arabistan'a gideceksin!
Öz vatanında sürgün yaşadı yıllarca bir nesil.
Hadi okudun diyelim.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |57
Kılık kıyafet kanunu var, başörtülü devlet memuru
olamazsın. Özel sektörün ödü kopuyor zaten, kimse seni
işe de almaz. Başörtülü isen, asker oğlunun yemin
törenine almazlar seni. Okulu birincilikle bitirir ama
mezuniyet törenine katılamazsın başörtülü olduğun
için. Namaz kıldığın için işinden atılırsın. Hele bir de
özgürlük istiyoruz diye sesini çıkarttıysan, terörist gibi
DGM'lerde yargılanırsın. Bu memleketin güzel
evlatlarını, en güzel çağında mahpus damlarına
mahkûm ettiler yıllarca. Karakaşlı Halillerin
gençliklerini çaldılar. Kara bir bulut gibi çöktüler
hayallerinin, umutlarının üzerine. Yetmedi, canını da
aldılar.
O kadar özledi ki bir nesil, "Bu vatan benim!"
demeyi. Yasaklanın nefislerimizi daralttığı, gönlümüzü
incelttiği, sabrımız yorduğu zamanlara tanıklık etti akıp
giden hüzünlü, kasvetli günlerimiz... Hani derler ya
"Ölmekten beter!" diye, işte öyle bir dönem yaşandı
yıllarca bu topraklarda...
Her üç günü bir mevsim yaşadığımız doksanların
sonunda.
Öyle dualar edildi ki geceleri gözyaşları içinde.
Dudaklarda daima dua ve kalplerde daima inanç
Köklerimiz derinde, dualarımız göklerde, biliyorduk ki
bu vatan bizim ve dualarımız yön verecek akıp giden
zamana. Sonra yavaş yavaş bir bahar geldi ülkeme. Bir
|58Burak GÜNDOĞDU
bir yıkıldı zulüm duvarları. Yasaklar birer birer kalktı.
İmam Hatipli olmak artik bir gurur kaynağıydı hatta
cumhurbaşkanı bile olunuyordu. Atılan füzelerin
başörtüsüne takılmadığı da kanıtlandı İHA'ların
ekibinde yer alan başı örtülü, tesettürlü mühendis
kardeşlerimiz sayesinde.
Özgürce, saygıyla, kardeşçe yaşamanın keyfini
sürüyorduk yarım nefesle de olsa. Ederi bir Amerikan
doları olan nasipsiz bir avuç insanın hadsiz bir
hareketiyle, bu milletin malı, tankı, uçağı, helikopteri,
mermisi, namlusu masum ve silahsız halka çevrilince
kükredi millet, şaha kalktı "o" gece.
Aziz milletim diyerek yıllarca ölümüne bir
sevdayla, "Biz bu yola kefenimizi giydik de çıktık" diyen
bir uzun adamın aşkına ortak, sevdasına ortak, hedefine
ortak, genci, yaşlısı, kadını, erkeği doldurmuştu
meydanları...
Direniş değil bu, bu bir duruş!
Söz milletindir diyen adamın yanında milletçe
dimdik bir duruş.
Daha önce defalarca bu milletin değerlerini,
meyveye durmuş fidanlarını, yapılan her güzel şeyi
tanklarla ezmeye heves edenlere karşı bir duruş.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |59
Şaha kalkmış bir sevdanın son dönemeci bu gece.
"Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın"
diyen Akif'in kabul olmuş duası bu gece.
Öyle dualar edildi ki geceleri gözyaşları içinde.
Dudaklarda daima dua ve kalplerde daima inanç Bir
millet destan yazıyor şimdi. Çanakkale'deki ruh
dirilmişti. Derinlerde bir hüzün vardı, kanayan yaraları
vardı insanların kalbinde,
Geçmiş darbelerde bu millete yapılan ihanetin
izleri taptaze zihinlerde.
Merhum Başbakan Menderes'in ağıtlarını yakanlar
uyandı ve söz verdi "Seni onun yalnızlığına terk
etmeyeceğiz" diye.
15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı İstanbul’a
havaalanına indiğinde ağlık çığlığa insanlar ve sevgi seli
ve bir duruş vardı adam gibi, "Biz sağ oldukça seni
kimseye vermeyiz" diye bağırıyordu herkes, Bir uzun
adamın arkasında birlik oldu insanlar. Çünkü o
bağlayan, birleştiren, ayakta tutan bir kilit taşıydı
Tüm dünyaya anlattık o gece: Burası Türkiye!
Burası yıkılmaz kale!
Saatler yavaş yavaş ilerliyordu. Karanlık, sıcak,
uzun bir gece... Tankları alkışlayanların, darbe oluyor
diye sevinç çığlıkları atanların sevinçleri bir saman alevi
gibi sönüyor, gecenin karanlığına karışıp gidiyordu.
Sıcak bir gece ve düştü eridi maskeler.
|60Burak GÜNDOĞDU
Mahallemiz yanarken ruj sürenlerini ve o gecenin
sevinenlerini yazdı tarih...
Tırsıp sıvışanları, sırra kadem basanları, zalime
alkış tutanları, marketlere koşanları, sosyal medyada
atılan sevinç çığlıklarını yazdı o gece tarih.
Bir de "ölümüne ölümüne" meydanlara koşanları
yazdı tarih. Tankların önüne yatanları, kurşuna kafa
atanları, öleceksek adam gibi ölelim diyen bağrı açık
adamları, Çerkez atlılarını, mahir yüreklileri, çarşaflı
Nene Hatun'un gelinlerini, Bozkurt bakışlı cengâverleri,
ay yüzlü yiğitleri de yazdı o gece tarih.
Bir meclisin gazi oluşunu, günlerce meydanda
vatan nöbeti tutanları, yaralıları, göğsüne madalya
takılanları ve 251 şehidin adını yazdı o gece tarih. Hem
de şanla şerefle...
O gece 251 can düştü toprağa Şehitlerimiz vardı.
Kendi salasını dinleyip şahadete koşan şehitlerimiz....
Vatan için, bayrak için, ezan için şahadete koşan
251 YI- GIT! Dirilen bir sevdanın, uyanan bir milletin,
aydınlık bir sabahın kınalı koçları, aziz şehitleri!
Bilir misiniz dostlar, onların anısına 15 Temmuz
Şehitler Köprüsü'ndeki şehitler makamına tam 251 servi
ağacı dikildi. Servi gibi eğilmeyen, dayanıklı, güçlü,
dimdik bir duruşun anısına... Kökleri ile toprağa sıkıca
tutunan, Hakk'ın huzurunda başını eğerek gövdesi ise
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |61
dimdik büyüyen, doğruluğun, dürüstlüğün ve
vahdaniyetin simgesi servi ağaçları...
Bağımsız ve özgür rüzgârlar estikçe "hu" çeker,
durmadan her daim zikreder o servilerin yemyeşil
yaprakları. Maziden atiye bir ölümsüzlük şarkısı söyler
duyabilenlere.
Dinle hele...
Duy, sevin, haykır: "Bu vatan bizim!"

"Masiva" nedir bilir misin?


|62Burak GÜNDOĞDU

CANLI BOMBA
Kendi öz bedenimizden başlayarak, elbiselerimiz,
odamız, mahallemiz, şehrimiz, ülkemiz, dünyamız,
galaksi, evren ve ötesi, hepsi birden bizim dışımızdır.
Ruhunun mânâsına gerçek bir idrak ile erebilen kişi için,
bedeni ile evrenin en uzak noktası arasında, kendi dışı
olmak itibari ile hiç bir fark yoktur.
Bir yıldızı umarsızca yutuveren kara delikten, bir
çocuğun gözlerinde aniden beliriveren ışıltıya, başımıza
düşen kar tanelerinden, Osmanlı'nın güneydoğusuna
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |63
yağan bombalara kadar her şey bizim dışımızda ve fakat
aslında aynı mesafeden cereyan etmektedir.
Bu şuur düzleminde, sorumluluk açısından,
gözümüze kaçan toz zerresinden, gözümüzü kamaştıran
güneşe kadar yaratılmış her bir şey gözümüz kadar
bizim; sahiplik mânâsına ise, görmeyiverse kâinatımızın
simsiyah bir perdeden ibaret kalacağı gözümüz dahi,
kâinat üzerinde herhangi bir hak iddia
edemeyişimizden daha kesin ve keskin bir ölçü ile
katiyen bizim değildir.
İşte bu dengeyi alt üst etmekle başladı, canlı
bomba oluş hikâyemiz.
Sahiplik arzumuz sorumluluk ihmaline dönüştü.
Her şey bizim olsun derken biz kendimizden bir başkası
olup çıktık. Sorumluluktan anlamadığımız sahiplikten
anladığımızı değiştirdi. Kendimize dahi sorumsuz
oluşumuz, bizim bize ait olmadığımızı unutturdu bize.
İçimiz ve dışımız arasındaki muazzam irtibat ve ahenk
böylece kayboldu.
Hayır! Reddediyorum bu ifadeyi! Levrâ irtibat, iki
şey arasında olur. Afak ve enfüs, zâhir ve batın, iç ve dış
birdir. Bu ikiyi bir görememek şaşılıktır!
Şaşkınlığımızla üst alt olan dengemiz işte böyle
şaşılığa dönüştü.
Nazarımızı içe çevirdikçe, dışımızda olan biteni
net görebilme kabiliyetimiz, bakışlarımızı dışa
|64Burak GÜNDOĞDU
çevirdikçe içimizde olup bitmeyene kör oluşumuzla
neticelendi.
İçimizle meşgulken, dünyanın bize en uzak
köşesinde açlıktan kıvranan bir insanın varlığı,
kendisinden haberimiz olmasa bile kalbi bir sezişle -
niye'sini bilemesek de iştahımızı kaçırır, sofradan
kaldırırdı bizi. İnsan olmak böyle bir şeydi.
Dışımızda yaşanan her şeyden haberdar
olduğumuz bu çağda, aynı adamın açlıktan ölüş
haberini sofra başında seyrederken ziyafete devam
edebilişimiz, o adamın sadece haberi, bizim kendi
içimizde ölüşümüzün ise tescilidir. İnsafsan kalamamak
da böyle bir şey...
Artık hepimiz canlı bombayız.
Canlı bombasıyız kendimizin hepimiz.
Kalbimizden başlayarak bizi insan kılan her neyimiz
varsa işte onları ve nihayet ömrümüzü patlatmakla
geçiyor ömrümüz.
Gece gündüz patlatıyoruz kendimizi. Çektiğimiz
pimlerin, bomba yapımında kullandığımız
malzemelerin adı değişiyor sadece: Nefsimiz, heba ve
hevesimiz, dünya sevgimiz, ölüm korkumuz, gelenekten
kopuşumuz, gelecek algımız, savrukluğumuz,
dengesizliğimiz, şuursuzluğumuz, ilimsizliğimiz,
amelsizliğimiz, ihlâssızlığımız...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |65
İçimizde patlayan her bombayla beraber,
irfanımız, izanımız, insafımız yaralanıyor, iyiliğimiz,
güzelliğimiz, kardeşliğimiz can çekişiyor, adaletimiz,
insanlığımız, iddiamız ölüyor, görmüyoruz.
Kendimizi değil sadece, mazimizi, istikbalimizi,
son bir umutla bize dikilen mazlum gözleri, bizim kim
olduğumuzu hatırlamamız niyazı ile göğe açılan elleri,
hâlinden mustarip, olması gerekenden habersiz ruhları
patlatıyoruz, farkında değiliz.
İçimizde patlayan her bir bombayla beraber Lala
Paşa’nın minarelerinden süzülen bin mânâ ölüyor.
Erzurum’un asırlarca kendisine virde ettiği ulvi
hakikatin tespihi bir yerinden daha parçalanıyor,
anlamıyoruz.
Kendisini bile görmekten aciz gözlerimizi öylesine
dışa çevirmiş, öyle itimat etmişiz ki, onların var
zannettirdiklerine, yokluğu hâlinde varlığın ve
varlığımızın hiç bir anlamı kalmayacağı içimize yok
muamelesi yapıyoruz.
Hâlbuki dönüp bir baksak;
İçimizde letáiflerden örülü bir İslâm coğrafyası
var. İstanbul'u kalp olan ve sözüm ona baharı, gafil
alınan her nefesle kulluk kulluk yaprak döken bir
sonbahara dönüşen.
|66Burak GÜNDOĞDU
İçimizde ahlaksız bir medya var. İşine gelen zehri
allayıp pullayıp bal diye, işine gelmeyen şerbeti döküp
saçıp zehir diye sunmaktan utanmayan.
İçimizde bir muhalefet var. Allah'ın emrettiği her
doğruya yanlış diye haykıran.
İçimizde aydın görünümlü nice namussuz
Ahlâk-ı zemime var. İyi insan olmayalım diye her
fırsatta nefsimize arka çıkan. İçimizde hendekler var.
Kendimize varmayalım diye kendimizce kazılan.
Bu iman mülkünü, sahibine hakiki bir baharla
teslim edip, bu medyayı 'Allah ne der' ölçüsüne ihlâsla
mıhlayıp, bu muhalefeti ruh iktidarının potasında
göklerden nur sağarak eritip, bu namussuzların sahte
aydın apoletini sökerek, nurlu ahlâki hamideye tebdil
edip, bu hendekleri de aşkla kapatabildiğimiz gün, ne
dinimize el uzatabilirler nede kuranıma sünnetime
emanetime dışımızda halledemeyeceğimiz hiç bir
mesele kalmayacak.
Unutmamalıyız ki, dışarıdaki dünyaya diriltici
hayatı sunabilecek olanlar, ancak kendi içindeki canlı
bombadan kurtulabilenlerdir.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |67

DEVAM ETMEYİ ÖĞRENDİM


Bu yaşına kadar ne öğrendin diye sorarsanız şayet,
devam etmeyi derim.
Zamanın akıp gitmelerine aldırmadan devam
etmelerimi söylerim. Çocukluğumun ıslak izi olan
yağmurlara rağmen nasıl devam ettiğimi anlatırım. Ama
o öyle güzel bir yağmurdur ki yeşertir insanı,
filizlendirir umutlarını, büyütür hayallerini. En önemlisi
de özgürlüğü ve özgüveni aynı damlada sunar ama
sadece inatla yürüyenlere.
"Saçlarım sırılsıklam, üşümem artık Dışarıda
fırtına, olsun, korkmam artık."
Yağmurla ilgili öyle güzel hatıralarım var ki,
anlatsam roman olur denilen türden.
Ama şimdi mevzu başka... Benim hikâyemin ıslak
izi bir başkasının hayalleri olabiliyormuş.
Bugüne kadar ne olduysa veya bundan sonra ne
olacaksa, ben yine de devam ederim!
|68Burak GÜNDOĞDU
Devam etmenin ne demek olduğunu yolun
yarısından azı on dokuzumdan sonra yirmi yaşımda bir
kez daha öğrendim. Hem de altı yaşındaki Arakanlı
Ayodele'den...
Kaderinin yarıldığı coğrafyada siyahî bir çocuk!
Koşuyor. Kuraklıktan çatlamış topraklarda, yalınayak
oyun peşinde Onun bu halini görenin hemen aklına şu
ayet düşüyor:
"Kim Allah'tan daha güzel bir renk verebilir?"
-Bakara Suresi, 138
İşte, öyle güzel bir çocuk. Gözlerinin içi cam gibi
parlıyor. bembeyaz gözbebeği Nefes nefese kalıncaya
dek oynuyor. Kızgın güneş, bugünde yine en tepede, bir
mızrak boyu.
Sivrisinekler birbiriyle yarışta. Gözünüzün önüne
geldi mi o mavi leğen. Hemen pencerenin altında?
O günlük bitiyor oyunu. Başına geleceklerden
habersiz Ayodele.
Hayat yolculuğu daha çok yeni. Henüz altı
yaşında. Hikayesinin ilk satırları belki daha.
Eve giderken denk gelirse çamurlu bir damla su,
köşede top- lanmış küçük bir sızıntı, bir avuç kadar
ferahlık, yudumluyor. O da varsa işte sağda solda. Suyu
sayarak içiyor, hamt ediyor.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |69
Şükürleri, hayatta kalmaya. Anneler evlatlarına
sahip çıkmaya, evin büyükleri kardeşlerine göz kulak
olmaya, en küçükler de babasız anasız kalmamaya dua
ediyorlar. Dünyayı da hep böyle bir yer olarak
görüyorlar.
Aç, susuz, sefil ve kurak bir yer... Yaşıyorlar yine
de çoğu zaman, sivrisinek dolu mahallelerinde, en
yükseğe hangi sinek uçtu yarışıyla kafa dağıtarak
Bir gün birileri çıkıp geliyor köye, Müslümanların
ortak dili ile selam veriyorlar. Uzaklardan geldiklerini
söyleyerek hemen işe koyuluyorlar.
Günlerce kuyu kazıyorlar.
Umutla, gayretle devam ediyorlar. Fakat hiçbir
değişiklik yoktur. Merakla bekleyenler -en önde
Ayodele- ve kuraklık, bir de çalışan makinenin kara
dumanı...
Devam ediyorlar kazmaya. Durmadan, bikmadan,
yılmadan...
Ve günlerden bir gün, ay yüzlü Ayodele sonunda
temiz suyla karşılaşıyor.
Siyah avuçlarının içinde daha önce hiç görmediği
berraklıkta bir su; tertemiz, renksiz, serin, ışıl ışıl
yansıyor. Daha önce hiç karşılaşmamış, tarifsiz bir hali
var. O avuçlarının arasından akan hafifliğin adının ne
olduğunu bilmeden içiyor kana kana. Bir daha içiyor,
sonra bir daha, bir daha... Kalp atışı hızlanıp,
|70Burak GÜNDOĞDU
gözpınarları heyecandan ve şaşkınlıktan büyüyünceye
kadar içiyor.
Sonra bağırıyor etrafa.
Çocuk yerinde duramıyor, çığlıklar atıyor. Kim var
kim yok herkese sesleniyor. Boyunca zıplıyor. Neşesi
çocuk, kalbi çocuk, sevinci gerçek bir çocuk: Bağırıyor
Ayodele:
"Bu şekerli su... Şekerli su bu!" diye bağırıyor sesi
yettiğince.
Herkes pencerede, çocuğun sevincini izliyor.
Çocuk bir daha kana kana yudumluyor suyu. Ağlamaklı
an nesi ilk kez görüyor belki de onu böyle.
Ya Rabbi, bu nasıl bir sevinç!
Bu nasıl büyük bir şükür! Bu nasıl bir hamt!
Suya hasret coğrafyalarda yaşam mücadelesi veren
bir çocuğun temiz suyla tanışma hikâyesine bende şahit
olamadım bizzatihi ama şahitleri ve video kayıtlarda
ortak oldum. İmkânsızlıkların içinde, yoksulluğa
mahkûm olmanın sıkışmışlığı altında, hayata bir gün
temiz suya kavuşma umuduyla tutunan insanlar var bu
dünyada. Çamurlu suyu içip sivrisineklerin ortasında
oyun saatini geçiren çocukların temiz suyu "şekerli su"
diye adlandırdığı bir yaşam var oralarda.
Bereketin, nefesin, varoluşun, ömrün ve sıhhatin
en değerli damlası su değil de nedir?
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |71
Her gün temiz suyu kana kana içebilen bir
coğrafyada yaşa- yan bizler için bu belki küçük bir
ayrıntı. Bereketli Anadolu topraklarının yüzyıllardır
ekmeğini yiyen bizler için belki çok uzak bir hadise.
İklimlerin her birinin aynı ayrı yaşandığı memleketiz
için belki de günlük, gelip geçici bir olay. Ama şunu
sakin unutma! Temiz suyu, kardeşinle birlikte
içebilmektir asıl nimet.
Uluslararası kuruluşlar görmez Arakan'dan
paylaşılan bir fotoğrafı ama sen gör.
Dünyanın türlü birlikleri sessiz kalır bazılarının
susuzluğuna ama sen onlara ses ol, su ol.
Süper güçlerin yöneticileri Arakan'lı çocukların
haklarını savunmaz, sen o çocuklara kol kanat ol.
Dünyanın vicdanı, duyarsızlığın enkazı altında kalırken,
sen Arakan çocuklarına, temiz suyun olduğu bir
dünyaya ulaşmak için umut ol.
Büyük akıllar kelimeleri kirletseler de sen onlara
kirlenmeyecek kitaptan bir ayet üfleyecek yürek ol.
"Sakın ümidini kesenlerden olma."
- Hicr Suresi, 55
Gel! Gel ki tüm endişelerin yerle bir olsun.
Korkma oyun oynamaktan. Sokakların tozlansa da
gönlünü temiz bırak. Belki tertemiz bir suyu, kardeşinle
bir gün sen de yudumlarsın... Üzerine afiyet.
|72Burak GÜNDOĞDU
Bu hikâyeden öğrendiğim en güzel bir diğer şey de
sivrisineklerin vızıltısına takılmamak.
Her halinle ve her anınla mutlu olmak. Hangi
sineğin daha yükseğe uçabildiğini seyretmek ve
gerekirse onu takdir etmek. Ayodele gibi, her şeye
rağmen hayata devam etmek.
Devam etmek nedir biliyor musunuz? Çocukların
özgür olma mücadelesinde onlara öncü olan, en karanlık
dönemde dahi Mekke sokaklarında kız çocuklarını
omzunda taşıyan, Ayodele'nin de sevgilisi, rahmet
Peygamberi Hz. Muhammed'in (sav) izinde durmadan,
yorulmadan yürümektir.
Bu hikâyeden sonra bir soru da ben sormak
istiyorum sana, müsaadenle.
Sahi, sen bu hayata hangi boşluğu doldurmaya
geldin? Şimdi zor gelirse Bir ara yazarsın bana...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |73

ERTELEMEKTEN VAZGEÇ!
Biz ne yapıyoruz Allah aşkına?
Bu dağınıklık, bu boş vermişlik, bu kırka
bölünmek de niye? Elimizde tuttuğumuz ipler
avucumuzu biçiyor...
Sırtımıza aldığımız her yük, her geçen gün
belimizi büküyor.
Bu dağınıklık niye?
Lütfen toparlanalım.
Bu anlamsız yükün altında ezilip heba etmeyelim
canımızı. Biz insanız. İki elimiz, iki ayağımız, iki
gözümüz, iki kulağımız ve bir tane de kalbimiz var.
Aklımız olmuş bir milyon....
Ve gün sadece 24 saat.
Yarım işleri rafa kaldırıp durma!
O raf bir gün göçer. Altında kalan emeğine
yazıktır, ömrüne yazıktır.
Bir şeyi planla, başla ve bitir. Sonra sıradaki işe
koyul; planla, başla ve bitir.
|74Burak GÜNDOĞDU
Yıllık, aylık, haftalık, günlük, saatlik planların
olsun. Hiçbir şeyi atlama ve aksatma.
En önemli toplantıyı da kahve saatini de erteleme.
İkisine de aynı özen ve değeri ver.
Kendini bırakırsan rüzgâr seni savurur.
Dağılanları toplayacak kadar vaktin de olmayabilir.
iyi dinlen, iyi koş!
Hiç durmadan, dinlenmeden, koşarak varılmaz
gideceğin yere sadece tükenirsin.
Bir kardeş, bir arkadaş, bir abi gibi rica ediyorum
senden.
Kafanın içini düzene koy ve bunun için gayret sarf
et.
Kolay da olur, zor da... O önemli değil. Sen yeter ki
bir kenardan başla.
Sabırlı ol!
Gerekiyorsa -bence kesinlikle- destek al.
Bir büyükten, bir bilenden yahut damdan düşen
birinden...
Karışmasın aklın, ayakların dolanmasın.
Her şey yolunda.
Her şey mükemmel bir akışta.
Bir dur...
Bir gör...
Bir hisset...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |75
Ve ona göre kanat çarp ki ne rüzgâr heba olsun ne
de kanatların ve hakkı gözet.
Bir işi yaparken tüm benliğinle, varlığınla, kalbinle
orada ol! Biriyle mi konuşuyorsun, gözlerinin içine bak,
tüm varlığınla onu dinle ve orada ol!
Yürüyor musun? Sadece yürü, tastamam ve
sapasağlam adımlarla.
Dinlenecek misin? Gözlerini yumduğunda o
karanlığa teslim ol
Karanlığın seni dinlendirmesine izin ver. O
karanlıkta kalbinin seni aydınlatmasına izin ver!
Yıldızları görmemizi engelleyen kör sokak
lambaları gibi kaçak ışıklar arama zihninde.
Dur!
Sessizlik ve karanlıktan ihtiyacın olanı
öğrenemezsen çıkmaz sokaklarda yorulursun.
Bir durulsun zihnin. Bir bak sakin sakin. Her şey
yavaşça yerini aldığında başla! Zamanına esirdir ya her
şey sonuçta. Zamanla, planla, çalış, bitir, şükret!
İş çok, zaman kıymetli, hemen diğerine koyul; çalış
ve bitir! Bak gör, kısa bir süre sonra bir sürü bitmiş işin
olacak ve bu durum bambaşka hissettirecek sana
kendini. Hiçbir düşüncenin rafta kalıp tozlanmasına izin
verme. Hemen planla, zamanla, yap ve bitir. Yarın
zaman olmayabilir veya daha da acısı sen
olmayabilirsin.
|76Burak GÜNDOĞDU
Kurtul sana yük olanlardan!
Elinde kocaman bir malzeme çantası varken
çalışamazsın, değil mi?
Onu kenara bırak. Yanına sadece sana gereken
aletleri al ve
İşe koyul.
Dağınıklık yorar insanı...
Kendine de, sana yol arkadaşlığı edene de, yola da
yazık edersin.
Etme!
Sığınma çocukça mazeretlere.
Plansız bir akıl, başkasının planlarına meze olur.
Olma!
Hadi anlat bana beklentilerini, amaçlarını desem?
Nerden başlayacaksın? Hangisini öne çekeceksin?
Aklındakileri nasıl tasnif edeceksin? Ya unuttukların?
Bir dipten bir baştan mı gireceksin mevzuya? Sen
anlatırken
Ben de dinlerken yoruluruz değil mi?
Çok iş var çoook.
Ve bizim zayi edecek ne bir topal koyunumuz ne
bir tek günümüz ne de gecemiz var.
Her şey bir nizam ve intizam içerisinde hızla
akıyor. Bu akış, bu hıza ayak uydurmak ve hiçbir özneyi
israf etmeden yol almak zorundayız.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |77
Bunun için dur. Karar ver ve yola koyul. Niyetini
her adımda yenile, tazele.
Allah'ın yeni başlayanları yalnız koymadığını bil!
Burak kardeşin derki Vakit geç olmadan, vade
dolmadan kalk! Bir çay koy üstüne ve her şeye ya başla
veya yeniden başla.

Değer görmediğin yerde çok kalma iki


gözüm.
Sıradanlaşırsın,
alışkanlık olur da sen de unutursun kendi
değerini...
|78Burak GÜNDOĞDU

GURBET BUĞDAYI
Girmesin O Kelime Lügatime Sevemediğim bir
kelime var. Isınamadık birbirimize. Öncesi sancılı
sonrası efkârlı... Nereye koysan sizi, nereden bakarsan
bak puslu. Çölün ortasında güneşin altında da gelse akla
soğuk, nisan başında baharı müjdeleyen bir ağacın
altında da aklına gelse, yine soğuk.
İnsan hikâyeleri biriktirmenin kıymetini, Sultan
Süleyman'a kalmayan bu dünyaya kazık çakacağını
zanneden birine anlat- maya kalkmayın, anlayamaz.
Bir gönül hanesinde yer edinmenin kıymetini,
yastığının kenarında altın olmadan uyuyamayan birine
anlatmaya çalışmayın, değerini bilemez.
Halil İbrahim sofrasında helal bir ekmeği
bölüşmenin nasıl bir hazine olduğunu, malındaki fakirin
hakkını verip servetini temizlemeyen birine anlatmayın,
kavrayamaz.
Tarih: 8 Mart 2019 Konum: Mezopotamya Gençlik
Kampı Kültür Gezimizden
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |79
Renklerin kardeşliği diye bir maval var ya
gündemde... Yok efendim öyle bir şey!
Çünkü renklerin ötesinde bir kardeşlik bizimkisi.
"Kırmızı olanın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü
yoktur" diyen Peygamber (sav) düsturu bizimkisi...
Kadına dair ne kadar hasret türküsü yazılmışsa,
bunların en içlisi bu topraklarda yazılmıştır,
Mezopotamya'da. Hasretin külü, iki gözün çiçeği,
acıların bakiliği de ağıtların bolluğu da yine bu
topraklarda.
Bak kardeşim!
İnsan olmak ne demek biliyor musun?
"Dedin mi o yâre bir kere helalim diye? Sevdiğin
gözyaşı döktüğünde damlası daha dudağa değmeden
yetişip, yüzündeki yaşı silmektir insan olmak.
Mardin'de tanıştığım adı Sare olan bir ablamdan
aldım bu sözü.
Kadınlar yolun kenarında toplanmış
Mezopotamya’nın en eski buğdayı olan Sorgul
ayıklıyorlar.
İlk kez orada gördüm ben de. Daha önce hiç
duymamıştım. Sorgul buğdayı, geleneksel yöntemlerle,
herhangi bir zirai ilaca gerek olmaksızın yetiştirilen,
glüten miktarı az, bitkisel proteini yüksek bir buğday
türüymüş Bırakın Türkiye'yi, dünyanın en iyi, en kaliteli
buğdayıymış.
|80Burak GÜNDOĞDU
Ahhhahhh!
Şu memleket bize gözü gibi bakıyor da bizim
gözümüz hep bilmeyende.
Neyse Konuştuk, derin derin Sare Abla'yla
geldiğimi, Mardin'de kampa gelip bugünde kültürel
gezi olduğunu söyledim. "Geçerken selam verip bir hal
hatır sormaktı niyetimiz." dedim. Sare Abla ayaküstü
GBT mi çekiverdi hemen. Sonuç olarak da "Burak sen
iyi bir gençsin. Yüzünle dilin ayni şeyi söylüyor" dedi.
Elhamdülillah, bir şahit daha ekledik heybeye..
İşten güçten sordum, o da annemden babamdan.
"Yaşıyorlarsa selam söyle bizden." dedi. İnsan hiç
tanımadığı insana neden selam gönderir? Kalpten kalbe
bir yol kurmak böyle bir şey mi acaba?
Gençleri konuştuk biraz, benimde dahil olduğum
zamane gençlerini...
Buğday tarlasını görmeden, bu tarlalarda verilen
emekten haberdar olmadan, ekmeğe yüz çevirenlerin
halinden yandı biraz. Yine de hepsi bizim evlatlarımız
deyip ele güne kurban vermedi gençleri. Anlattı da
anlattı. Merhameti, kardeşliği, acıları, ağrıları. Bir ara
sesi çatallaştı, sustu. Uzaklara baktı donuk donuk
Yutkunurken, alnındaki çizgilere kadar kendini nasıl
sıktığını, bir ömür unutmam,
Yedi çocuk... Yedi can yarısı...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |81
Yedi ömürlük emaneti vardı Sare Abla'nın, kimi
İstanbul’da, kimi Adana'da. Ekmek kavgasına göç
etmişler doğduğu topraklardan doyacakları diyarlara. İş
yok, fabrika yok, tarla da yetmiyor o kadar boğaza... Bir
de terör belası vardı tabii. Yuvaları dağıtan, karaları
bağlatan. Anaları ağlatan. Yani sizin anlayacağınız, kırk
sebep bir araya gelmiş, sabretmek de Sare Abla'ya
düşmüş. Bir annenin yavruları yanında değilse, hayatın
tadı tuzu olmuyormuş.
Sare Abla'da gördüm onu
Zehredir sabır!
Ama sonunda bahar, sonunda gülistan vardır...
Hz. Yakup'un alsa da gözlerini, verdi ona
yavrusunu sultan olarak, peygamber olarak...
Alsa da bütün güzelliğini, servetini Züleyha'nın,
verdi ona Yusuf'una (as) ve dahi ondan öte hakiki aşkı...
Hz. Hacer annemizin sızısına karşın vermedi mi
çöl ortasında ona zemzemi!
Sorgul buğdayına hayatımıza benzettik Sare
Abla'yla Ham olduk, pistik, güneşe selam verdik,
boynumuzu büktük ve göçtük gittik. Başka neydi ki
hayat zaten? Bir gönülde iz bırakmaktan başka, neydi
sahiden bu hayat?
Sanki hayat yolculuğumuzda hep yan yanaydık. O
anlatırken hele de o sesinin çatalını, gözünün pusunu
saklamaya çalıştığı anlarda öyle kanımda, canımda,
|82Burak GÜNDOĞDU
kalbimde hissettim ki onu işte o an. Sare Abla da
hayatımın en güzel birikimleri, en kıymetli insanları
arasında yerini aldı. Hiç tanımadığın birinin hüznüne
ortak olduğun kadar insansın çünkü.
Ben ortak oldum onun hikâyesine, o da benim
canıma. Selametle ayrılırken oradan, ben de
Mezopotamya'nın bereketli buğday tarlalarına, o çok
sevdiğim Hz. Ömer’in sözünü serptim bir çarpıda, tüm
ruhumla:
"Dağların tepelerine buğdaylar serpin ki
Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler...”
Bir fotoğrafımız var Sare Ablayla. Dedim ya 8 Mart
Kadınlar Günü demişler adına paylaştım.
Ben de Sare Abla'yla olan fotoğrafı hikâyemden
Altına da yazdım bir iki satır:
"Kadın helalinden kazancı ak sütüyle eritip
evine, esine, yuvasına feda edendir.
Kadın yoklukların içinde dahi evdeki ocağını
hep tüttüren ,aşı ve buğdayı eksik etmeyendir.
Kadın, bedeli ödenmiş davaların arkasında yeri
geldiğinde en sağlam direnişi gösteren güçtür.
Kadın acısı ne kadar büyük olursa olsun
gözyaşımı içine akıtıp yanındakiler anlamasın diye,
kimse üzülmesin diye kendini sessizliğiyle terbiye
edendir.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |83
Kadın yeryüzündeki aşkın, emeğin, fedakârlığın,
gece yarısı nöbetlerinin, güler yüzle karşılamanın,
merhametle sevdiğine sarılmanın, koşulsuz sevgiyle
hep daha fazla şefkatin, bereketin, semalara edilen
kalbi duaların, dokunduğu her yerdeki güzelliğin, yeri
geldiğinde haklı vazgeçişlerin, en sert coğrafyalardaki
yaşam mücadelesinin en güzel resmidir.
Ve Sare Abla da yedi çocuğunu da uzak ellere
veren, evlat özlemiyle içi kavrulan, bir Mardin
kadınıdır." dedim.
O günden sonra da bir daha hiç sevemedim o
kelimeyi. Anayla evladı ayıran GURBET, dilerim ki
girmeyesin lügatime.
|84Burak GÜNDOĞDU
Kısa metraj hayat filmimde kopmaz dediğim
bağlarım vardı.

Fakat koptu işte günün birinde...

Bitmez dediklerim de vardı ömür bitmeden...

Bitti işte günü gelince.

Dosttu, sevgiliydi, önemliydi, kıymetliydi...

Hem sırra hem de sırta perdeydi.

Akla düşendi, başa gelendi, nefes verendi, yüzü


güzeldi...

Herkes gibi o da baki değil faniydi.

O yüzden de gitti işte zoru görünce...

Bitti film.

En zevkli, en heyecanlı yerinde kapandı perde,

gemi gidince, başrol ölünce

HADİ DURSANA
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |85
Zamanın akışında birçok insanın beceremediği
şeydir durmak. Ama nerede, ne zaman, nasıl bir
durmak? Bir gönülde en güzel şekilde durmak mesela,
orada hayat bulmak. Kıyama durmak, sözünde durmak,
bir konu üzerinde durmak.
Bedensel bir duruş değil kastettiğim; kalbinin,
gönlünün sabit durması
Kalp kırmakla Kâbe’yi yıkmak aynı tutulmuş.
Çünkü insanın gönlüdür Kâbe'si.
Kâbe yerinde duruyor, çok şükür. Gönlün Kâbe
gibi dursun ki bütün varlığın, gücün, aklın onun
etrafında deveran etsin.
Daha duracağın çok yer var....
Mesela ihtiyacı olanın yanında durmak. Hürmet
ettiğinin arkasında durmak. Zarar gelebileceğini
düşündüğün sevdanın önünde durmak. Sonra huzura
durmak, tüm bedeninle ve gönlünle... Durmak gerek
durulması gereken yerde; bir adım ileri gitmeden, biri
zorla ittirmeden.
"Hepimiz sonsuz karelerden oluşan bir film
içindeyiz" derdi bir hocam. Film bitmeden yapman
gereken ilk şey, durmak.
Zamanın ömür törpüleyen çarkları arasından
kurtulup inandığın çizgide durmak. Hava akışına göre
yer aramayacaksın. O zaman kaygan zemine denk gelir,
yuvarlanır gidersin. Mesul olduğun kadar, gücün
|86Burak GÜNDOĞDU
yettiği, aklın kestiği kadar, ait olduğun noktada
sapasağlam durursan, fırtına, kar, boran seni yerinden
oynatamaz.
Yapman gereken tek şey durmak.
Korkma durunca kaybederim diye....
İnsanın nesi var ki kaybetsin!
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |87

HAYDİN FELAHA...
Namaz bir iklimdir.
Bu iklimden uzaklaşırsak, Batı'nın o kokuşmuş
medeniyetinin içinde aranız kendimizi.
Nereye döneceğimizi, nerede dikileceğimizi,
nerede eğileceğimizi, nereden isteyeceğimizi bulamadan
|88Burak GÜNDOĞDU
savruluruz belirsiz yönlere... Bulamadıkça çırpınır,
çırpındıkça da batarız.
Huzur iklimidir namaz.
Giremezsek bu dairenin içine, depresyona gire çıka
asabi, tutarsız bir insan oluruz.
Öyleyse yalvar benimle kalpten yakarışları
cevapsız bırakmayana.
Namazım, gözümün nuru...
Dört bir yandan kuşatsa da gafletim beni, elime
ayağıma dolansa da telaşı dünyanın, aklım karmakarışık
olsa da bazen; ne olur bırakma beni, ihmal etme,
unutma, sonraya atma beni...
Tut beni!
Sen tut ki ayağım kaymasın.
Bakışlarım bulanmasın, gönlüm kendini bu fani
dünyaya ait zannetmesin.
Beni bana bırakma Ey Namaz!
Kaldır beni; ölümden sonra diriliş gibi, mucizenin
tek şahidi gibi kaldır ayağa
Nur dolsun kalbime, hayatım bereketlensin,
gözlerim güne in ilk aşklarını görsün, şifa olsun.....
İstemeden ya da isteyerek içime dolan her türlü
pislikten anındır beni. Kulaklarım kumruların ve
güvercinlerin zikrini duysun. Ciğerlerime dolsun
seherin tertemiz serin havası ve çelik gibi sapasağlam
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |89
olsun yüreğimin içi. Ciğeri olmayanlar ya da ciğeri beş
para etmeyenler yüz metreden dahi belli olur bilir
misin? Onlar bir anda vazgeçmeye ya da yön
değiştirmeye müsaittir her zaman.
Koru beni Ey Namaz!
Hak'tan gayrısına dönmesin yönüm, daima
istikamet üze- rinde olsun kalbim.
Bırakma beni Ey Namaz! Can yoldaşım...
Herkes gittiğinde, her şey bittiğinde senden başka
kimse kalmayacak yanımda biliyorum.
Sen... Ben...
Bir de toprak...
Tut beni Ey Namaz!
Bitmeyen, azalmayan hırsıma, gözümü kör,
kulağımı sağır eden hızıma, sonu gelmeyen yalan
sevdalarıma rağmen tut Bırakma sonu hüsran, acı ve
pişmanlık olan bu akışa Durdur beni huzurda. Bir parça
soluklansın yüreğim. Sığınayım hesap gününün
sahibine ve af dileyeyim, rahmet dileyeyim, bereket
dileyeyim kendime, anama, babama, kardeşime,
dostuma ve tüm İslami cihana....
Hatırlat bana Ey Namaz! Çalışmak ibadettir diye
öğrendiğim hakikati hatırlat ve rızkı veren Allah’tır de.
O'ndan uzaklaşarak sahip olduğum her şeyin
hesap günü ağır bir sorgusunun olacağını fısılda
kulağıma ve nefsime....
|90Burak GÜNDOĞDU
Kişi için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Bırakma
beni tembelliğe, miskinliğe, acizliğe. Doğduğum gün
edilen duaları hatırlat bana. Anasına, babasına, vatana,
millete hayırlı bir evlat olsun diyen dudakları anımsat...
Getir beni kendime Ey Namaz!
Kendime gelemesem düşerim hırsımın ve nefsimin
gayya kuyusuna.(cehennemde 1 ceza kuyusu)
Kaybolurum sokaklarında bitmek bilmeyen
emellerimin. Bırakırsan beni, tembellik ve miskinlik
dolanır dallarıma bir zehirli sarmaşık gibi.
Sararır yapraklarım, dökülür birer birer, öğütür
materyalist dünyanın dişlileri gençliğimi.
"Namaz kıldıktan sonra yeryüzüne dağılın ve
Allah'ın lütfünden nasibinizi arayın. Allah'ı çok anın
ki kurtuluşa eresiniz."
Cuma Suresi, 10
Ararken dağıldım, yoruldum, yaralandım,
"kara"landım.... Sağa sola, aşağı yukarı koşturdum
durdum. Bazen yemek yemeyi, bazen çay içmeyi,
bazense annemi aramayı unuttum.
Sen beni unutma Ey Namaz! Salahım ve felahım!
Bilir misiniz, bu topraklarda okunan ezanlara
dokunmaya çalıştılar bir zamanlar...
Allahu Ekber'i "Tanrı uludur."a çevirdiler. Tam 18
yıl Müslümanların kulaklarından girip yüreklerini
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |91
dağladılar. Güya Arapça ezanı anlamıyormuş millet.
Satır satır, harf harf Türkçeleştirdiler. Her duyan
anlayacak ezanın ne dediğini ne anlattığını. Yalnız bir
bölüm hariç... "Hayyaalel-felah"takifelah, kurtuluş
demekti. Ama minarelerden söylemediler namazın
kurtuluş olduğunu. "Haydin felaha..." dediler...
Kurtuluşun yalnız sende olduğunu bana
unutturma Ey Namaz! Döndür yönümü Alemlerin
Rabb'ine, rahman ve rahim olana. Ben kulum, acizim
elbet, daya gönlümü gücü her şeye yete
ne, ol deyince oldurana..
Unutma beni Ey Namaz!
Unutursan bilemem, göremem, bulamam yönümü.
Unutma beni...
Unutturma bana. "iyyakeneğbüdü ve
iyyakenesteğin" diye verdiğim sözü, yalnız sana kulluk
edeceğimizi ve yalnız senden isteyeceğimizi.
Ve yine unutturma bana; Veda Hutbesi'nde rahmet
peygamberinin beni kardeş kıldığını tüm
Müslümanlara.
|92Burak GÜNDOĞDU

HEPSİ ONUN
İnsan kaderine yürür.
Hayatı şahdamarından yakalamak için, yürümek
yetmez sana.
Sen, seni adam edecek değerlerin peşinden koş
Koş...
Koş...
Yudum yudum iç adımlarını...
Yürüdüğün yol da, yolda karşılaştıkların da ilham
kaynağın olsun.
Ulvi gayelerden uzaklaşmadan, kendine yabancı
durmadan, sana lütfedilen bu ömür servetine sahip çıka
çıka koş Yorulduğundan haberdar olsun ciğerin ve
dinlenmek için yurt edin güzel bir gönülde...

Deki: Biz insanız, biz cahiliz. Her şeyi bilmek gibi


bir gayemiz, derdimiz olmadı hiçbir zaman, olmasın da.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |93
En kolay, en çabuk nasıl oluruz? Onun peşindeyiz hep.
Onun için koşuyoruz nefessiz.

Ona de ki: Olmak için ne gerekiyorsa, onu


yapıyoruz, yapmalıyız da. Koşmak gerekiyorsa
koşacağız, durmak gerekiyorsa duracağız. Yönümüzü
sağa sola kırmadan, rotadan çıkmadan. Şu kâinatta
insandan daha değerli, daha kıymetli bir şey görmedim.
İnsanları sevmek için gayret edeceğiz, fedakârlık
yapacağız.
Sevilmek için uğraşmak, bencilliktir. Uzak
duracağız.
Ona de ki: Allah'ın ve Resul'ünün rızayı ilahisi
için, yaşamaya gayret ediyoruz. Edeceğiz de.
Bu zor değildir. Bu yolda bize yardım edecek olan,
her şeye gücü yeten Allah'tır.

Ona de ki: Allah'tan başka hiçbir güce sırtımızı


dayamayacak, ondan başkasına güvenmeyeceğiz.
Güvenmiyoruz da ve tam teslim olacağız.
Buna karar verdiğimizde, işte o zaman:
Gönül de onun...
Ömür de onun...
Ferman da onun..
Bizim gönlümüz ferman kuludur, bileceğiz.
Sevdiğimiz onun sevdiğidir.
|94Burak GÜNDOĞDU
Yerdiğimiz de onun yerdiğidir diyeceğiz.

İşte duracağımız nokta.


Başka da ekleyeceğim bir şey yok, nokta!

HİÇ CENNET UCUZA OLUR MU?


Sevgimizi anlatamadığımız gibi derdimizi de
anlatamıyoruz Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Ah Osmanlı
Türkçesi ah, ne engin bir memba idi.
Elem-i manevi...(vicdan azabı)
Elem-i fikri...(düşüncedeki acı)
Elem-i dembedem...(ara ara gelen acı)
Elem-i yeis...(ümitsizlik/gam/usanç)
Bilir misin anlamlarını?
Bunların hepsine karşılık şimdi tek bildiğimiz:
"Depresyondayım." Gireriz tabii depresyona, derdimizi
anlatamıyoruz ki! "Simamda bir ok var, derunumda bir
acı..." diyemiyoruz.
Aklın vitrinidir dil. Biz ise dil fakiriyiz. Dili
olmayanın aklı da olmuyor.
Hele benim, hiç aklım yok.
İnsana huzur batarmış ya hani, benimki de o
hesap...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |95
Akıl nedir bilir misin?
Akıl mükellef olmaktır.
Akıl halife olmaktır.
Oysa insanın nefsi ne mükellefiyet ister ne de
hilafet.
Nefis, ipini koparmış deli tay gibi koşuyor ateşe...
İpini tutamazsan kor ateş yazık eder sana.
Şeytanlaşırsın... Sonra da isyan edersin:
"Onun gözü kara, benimki niye değil?"
"Onun yüzü güzel, benimki niye çirkin?"
"Onun boyu uzun, benimki niye kısa?"
"Onun babası zengin, benimki niye fakir?"
Peki, bu soruları kime soruyorsun? Allah'a
soruyorsun! Hesabın sahibinden, her şeyi yoktan var
edenden hesap soruyorsun haddini bilmeden.
İsyan uçurumunun kenarında taklalar atıyorsun.
Ha düştün ha düşüyorsun...
Allah muhafaza!
İbadetlerine dikkat eden bir adam ıssız bir adada
mahsur kalmış.
Dua etmiş "Allahım beni kurtar." diye, gece
gündüz yalvarmış. Sonra bir kayık gelmiş ama adam
"Yok, beni Allah kurtarır." deyip binmemiş. Tekrar
Yaradan'a "Beni buradan kurtar" diye dua etmiş,
yalvarmış. Ertesi gün uçak gelmiş, ona da "Allah beni
kurtarır." demiş binmemiş. Sonra da o adada ölmüş
|96Burak GÜNDOĞDU
gitmiş. Öldükten sonra Yaradan'ın huzuruna çıkmış
adam ve sitem etmiş "Niye beni kurtarmadın?" diye.
Allah-u Teâlâ demiş ki: "Ey kulum, duanı duydum ve
icabet ettim. Sana kayık gönderdim binmedin, uçak
gönderdim binmedin. Ben sana daha ne yapayım?"
Anlayacağın, akıl olmazsa muhatap da
olamıyorsun...
Anlatamıyorum işte haletiruhiyemi.
Ya aklım yok ya da vitrinim boş.
Neyse sen boş ver beni...
Çok samimi bir arkadaşım vardı. O da hep
depresyon, bunalım, buhranlar içindeydi.
Hani kişi anlatmak ister ya kalbindeki sıkıntıları
son damlasına kadar ama bulamaz yarasının karşılığı
olan kelimeleri, cümleleri... Anlatamazdı o da keserdi
muhabbeti. Onu şöyle teselli ederdim: "Bu dünya için
fazla dertliyiz, būtün sorun bu!"
Bende genelde gökyüzümü seyrederim ama
evdeysem ara sıra usulca tavanı seyrediyorum.
Badana detaylarını izlerken dolaşıyorum geçmişin
dar sokaklarında.
Boş bir banka oturup boş boş baktığım da oluyor
etrafa.
Hikâye gibi yaşadığımız bu hayatı anlatamıyoruz,
yetmiyor kelimeler.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |97
"Ben anlatamadıklarımı hep ağladım." diyor ya
şair....
Ben de rahatlamak için, kırıkları toparlamak,
eskileri hatırlamak için ağlamak istiyorum da olmuyor
oldum olası ağlayamam Sessizce aksın ya gözyaşlarım
art arda, ama gözüm doluyor da düşmüyor işte öyle
ağlıyorum.
Herkesin vardır tam manasıyla anlatamadığı bir
hikâyesi. Acı, tatlı, uzun, kısa, güzel, çirkin, anlamlı,
anlamsız, beğenilen, beğenilmeyen...
Nihayetinde hepsi hikâye, yalan dünyanın
figüranları, ıstırap dolu senaryoları... Gerçeğe odaklan
sen. Perdenin arkasına geçmenin yollarını düşün.
Ama sana şunu söyleyeyim, ruhunu, gönlünü
rahatlatmak için kulluk yapacaksın kulluk. Yaratılmışa
değil, sadece tek olan Yaradan'a kul olacaksın, hepsi bu!
"Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur."
Rad Suresi, 28
Şartlar ne olursa olsun, hangi çağa, hangi zamana,
hangi kuşağa ait olursan ol:
Unutma Sen Halife'sin!
Unutma Sen Mükellef'sin!
Unutma Sen İnsan'sın!
Kendinden ve gücünün yettiği her şeyden de
mesulsün...
|98Burak GÜNDOĞDU
Dostluğun cirit attığı merhamet limanına sıkıca
bağla tekneni!
Çaresizliğin sokaklarında kaybolan pusulasız
yolcuların kalbini kırma, gülme onlara.

Bir el, bir söz bekleyene; bir formül dileyene, bir


çıkış yolu arayana, "Sen depresyona mı girdin? Ah
canım benim..." deme.
De ki:
"Cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz
değil...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |99

İYİKİ VARSIN EREN


Tüm insanlığın tek bir gayesi vardır bu dünyada, o
da uyanmak Uyananların da tek bir derdi olmalı, o da
uyuyanları uyandırmak
Maçka dağlarının kara lastikli sarı çiçeği, şehidim,
Erenim.... Nefes alıp verenlerin derin uykularda öldüğü
bir anda uyanmıştı o küçücük kalbin hakikate. Uyandın
ve hesap kitap yapmadan adım atanların ardı sıra
yürüdün. Rüzgârın dağlara çarparak kulakları sağır
ettiği bir ikindi vakti, kanat seslerini duydun bir- birine
senin şahadetini müjdeleyen cennet kuşlarının...
O kadar büyüdün, o kadar yükseldin ve o kadar
var oldun ki sen çocuk, varlık ve ölümsüzlük
bahçesinde hazırlandı yerin. İsminin anlamında gizliydi
adanmışlığın ve yazılmıştı kaderin yaylaların patika
yollarına, peşinden koştuğun kuzuların adımlarına.
Ah Eren, ah!
Sen Maçka dağlarında hainlerin izini sürerken,
savunurken izzettin sembolü toprağımızı; biz Avmlerde
indirim fırsatlarının peşinde heba ediyorduk
|100Burak GÜNDOĞDU
ömrümüzün baharını. Sen varlığın tatlı şerbetini
yudumlarken üzerine siper olan
Bir şehidin avucundan, biz "selfie" çekiyorduk
meşhur bir kahvecinin kağıttan bardaklarıyla...
Kara dumanların içinde kaybolup giden haysiyet
treninin geç kalmış yolcularıyız biz.. Uzanacak bir ele
muhtaç gönlümüzle, yorgun ve mahcup bir ömürle el
sallıyoruz ardından.
İyi ki vardın Erenim!
Sen ki uyandın...
Sen ki var oldun...
Şehit oldun, şahit oldun....
Biz de iman ederiz ki Erenim, şehitler ölmez.
İçtiğin cennet sularından serp yüzümüze her seher
vakti, serp ki gönlümüz uyansın.
Söyle bize bir Maçka türküsü Erenim..
Söyle ki titresin bam teli memleket sevdamızın...

(Çatışma esnasında Eren'i korumak için üzerine


kapanan ve 41 kurşunla 41 yaşında toprağa düşen,
Eren'le el ele ölümsüzlüğe yürüyen Jandarma
Astsubay Kıdemli Başçavuş Ferhat Gedik'e hürmetle...
Rahmetle.)
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |101

KASIMPATI ..
|102Burak GÜNDOĞDU
Çiçek hastası annenin olduğu bir evde çiçekleri
sevmemek, saksılarla haşır neşir olmamak fıtrata aykırı
bir şey olurdu. Küçükken de severdim, büyükken de
sevdim çiçekleri. Tohumlar, fideler, saksılar....
Çocukluktan aşinayımdır şebboy ve karanfil
kokusuna, kasımpatına.
Mevsimleri sınıf duvarlarındaki mutlu aile
tablolarından öğrenen şanslı çocuklardık biz.
Mevsimlerin hepsini ayrı severdik...
Duygusal bir yüreğe sahip olanların limanıdır
sonbahar.
Ama yazı da severdik, kışı da.
İlkbahar zaten lale, menekşe, sümbül...
Gönlümüz ise hep hazan...
Ondan bu denli seviyoruz belki de sonbaharı.
Aylar, mevsimler...
Koşa koşa nereye gidiyor zaman, bizi nereye
götürüyor; hangi mevsime, hangi bahara?
Zamanı durdurmak istediği anları olur ya insanın.
Ben bunu çok düşündüm.
Gezindim durdum yılların, yolların, gecelerin,
yağmurun, gözyaşının, taze çay kokusunun, efkârla
tüten sigara dumanları içinde.
Durdurmak istediğim bir "an" aradım. Sevmekten
öte tutuklu kaldığım bir an.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |103
Ne çok kişiyi sevmişiz...\
Ne çok mekâna, eşyaya gönül vermişiz.
Hak edeni de sevmişiz, layık olmayanı da...
Her şeye rağmen sevmişiz yine de, aklımız
erdiğince, gönlümüz değdiğince. Kalabalıklar içinde
yüksek sesle bağırarak konuşmayı da sevmişiz,
yalnızlığı ve sessizliği de.

Çayla aramız istemesem de hep iyiydi, kahveyi de


sevdim bazen. Ama acı olanını...
Tarihi bir handa, el arabasının üstüne kurduğu
tezgâhtan kahve pişirip satan bir usta anlatmıştı bana acı
kahvenin yapılış sırrını. "Bu işin dört olmazsa olmazı
vardır; muhabbet, ateş, duman ve sabır" demişti.
Sonra tarife geçti:
"Böyle usulca koyacaksın cezveyi köze. Acele
etme... Kahve yavaşça suya bırakır, kırk yıllık hatırı, acı
acı" diye de eklemişti.
Yüreğini işine katanları da hep sevdik. Sevdik işte
uzayan geceleri, ayazda üşümeyi.
Bazen sobanın başında yüzümüz kızarana kadar
ısınmayı da. Birkaç lokma ile doyup aç karnına deli
danalar gibi akşam ezanına kadar sokaklarda
koşturmayı da sevdik.
|104Burak GÜNDOĞDU
Özlemeyi, hüzünlü türküler dinlemeyi, tam
beceremesek de günlük tutmayı, kenarı süslü kâğıtlara
mektup yazmayı da....
Böyle güzel sevmelerin olduğu zamanlarda
büyüdük biz. Ama bu güzelliklerden öte de, sevdik
sevgiliyi; sevilmenin en çok yakıştığı Muhammedül
Emin'i.
Bir ıslak toprak kokusu tadında adını taşıyan
çocukları da sevdik...
Hatta sevmek de neymiş; biz sana yazılan şiirlerde,
naatlarda, merhametinin işlendiği hikâyelerinde,
ümmetim diye düşen gözyaşlarında ve âlemi kuşatan
aşkında tutuklu kaldık.
Hasretin kemendi boynumuzda, yalvarıyoruz...
Keşke bir gölge kadar yolunda dursaydık. İşte o an
zamanı durdurup o mücella çehreni izleseydik, ebedi...

Veysel'e gönderdiğin hırkada bir nakış, ashabın


gibi sana sırılsıklam bir bakışta biz olsaydık ya
Resulullah...
Ey âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber
(sav)! Canımız sana feda olsun.
Adını anmak, yolunda olmak, gül kokunu cihana
yaymak tek gayemiz.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |105
Gündoğdu haykırıyor Yoksa o kadar zor ki
tutunmak bu yüzyılın dikenli tellerine...

Yatırımı dışına,
eline yüzüne bedenine değil, içine yap.
Unutma,
hiçbir pahalı marka insanın ucuz
karakterini kapatamaz.
.

NE İÇİN VARIM ?
|106Burak GÜNDOĞDU

Ancak bu soruyu kendisine hiç sormayanların ve


bu sorunun cevabını bulup hakkını verebilenlerin mutlu
olduğu bir şey yaşamak dediğin
Hiç sormayanlar mutlu çünkü ne sorulan var ne de
cevap bulmak gibi bir dertleri... Çelişki yok. Yaşıyorlar
sadece, bir ağaç kadar, bir kuş kadar yaşıyorlar. Dal
budak saldıkça, yağmur suyunu buldukça, kanatları
güçlendikçe, yavrulan oldukça mutlular. Bu neşeli
taifenin, var olmanın varlığı- yokluğu ile niçin'i nasıl'ı ile
öncesi-sonrası ile bir alıp veremedikleri yok. Onlar
kendilerinin varlığından ziyade sahip oldukları şeylerin
varlığı ve yokluğu ile ilgililer. Hayatlarını devam
ettirmek için lazım olanların sürekliliği, miktarının
artırılması, standardının yükseltilmesi onları daha
mutlu kıl maya yeterken, bütün bunların tam tersi
şekilde gerçekleşmesi de mutsuzluklarının yegâne
sebebi. Mottoları şu: "Bu dünya yalan, hayat çok kısa,
gününü gün etmeye bak!"
Bu kritik sorunun cevabını verip, o cevabın
gerektirdiği şekilde yaşayabilenler de mutlu çünkü
aradıklarını bulmuşlar, olmaları gerektiği gibi olmuşlar.
Çelişki yok. Yaşıyorlar sadece, bir yolcu gibi, bir misafir
kadar yaşıyorlar. Adımları hızlandıkça, menzile
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |107
yaklaştıkça, yükleri hafifledikçe, ev sahibini memnun
ettikçe mutlular. Bu neşeli taife hazerátinin varlık ve
yokluk, niçin ve nasıl, nereden ve nereye meselesini
nasıl hallettiklerine dair maalesef bilgim yok. Şayet olsa
idi birazdan zikredeceğim ve içine dâhil olduğum
üçüncü ve Mütemadiyen mutsuz arada kalmışlar
taifesine asla dâhil olmaz, bilakis bu zevatın aralarına
karışıverirdim. Onların nasıl olduklarına dair bilgimin
olmaması, bilmekle onlar gibi olunmayacağını bilmeme
mani değil. Bu da hiç yoktan iyi bir şey galiba. Bu
taifenin mottosu şu: "Bu dünya yalan, hayat çok kısa,
anını an etmeye bak."
Bu iki ayrı dünya ehlinin, yani sadece dünyayı
yaşayanların da, dünyada sadece yaşayanların da
mottolarının küçük bir farkla nasıl aynı olabildiği
meselesine unutmazsam geleceğim ama önce iki cami
arasında beynamaz, daimi huzursuzlar diye tarif
edebileceğimiz bir üçüncü taifeden bahis açalım. Bunlar
'ne için varım' sorusunu kendi- sine soran ve fakat bu
soruya bir türlü cevap bulamayanlardır. Yahut soruyu
sorup cevabı bulup bir türlü o cevabın gerektirdiği gibi
olamayanlar. Yahut bulduğu cevabın hakkını verişi ne
yapsalar sürekli kılamayanlar,
Medcezir gönüllüler, dilemmâq ruhlular, çelişki
yumakları, benim sevgili kardeşlerim. Gönülleri
bırakmaz ki eşkiyalık etsinler, nefisleri bırakmaz ki
|108Burak GÜNDOĞDU
evliya olsunlar. Bunların bütün yapabildikleri evliyanın
hâline bakıp hakikatini sezemeseler de gıpta ile iç
geçirmek, eşkiyanın hâline bakıp gerçek olmadığını
bilseler
de hevesle yutkunmaktır. Bu dünyada yaralı bir
kuş gibi, ay sonunu getiremeyen bir kiracı gibi yaşarlar.
Kanatları ol masa uçmak gibi bir dertleri olmayacağı
için, yolculuğu fark etseler eğlenip kalmayacakları için
belki de mutlu olacaklardır. Ama hem uçmanın ne
olduğunu bilip kanatları kink olduğu için
uçamadıklarından hem de yolu bilip yolcu olduklarını
unutarak kaldırım taşlarında oturup kalışlarından
mutsuzdurlar. Mottonları yoktur, sayıklamaları şudur:
"Bu dünya yalan, hayat çok kısa, yaşamak dediğin bu
değil!"
Yaşamanın bu olmadığını bilirler, ne olduğundan
haberleri de vardır ama ellerinden bir şey gelmez
gariplerin. Soruyu fark etmenin mi mükâfat, cevabı
bilememenin mi ceza olduğunu bilmez, bilemez,
tenhalarda Yunus'tan mısralar mırıldanırlar
gözyaşlarıyla: "Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez"
Dergâha odunun bile eğrisinin giremediğini her
andıkça inceden sızlayan kalpleri, 'emrolundukları gibi
dosdoğru olamadıkları günler boyunca bir Tapduk
ateşiyle yanar durur. Yanmanın deva olduğunu bilecek
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |109
kadar nasipleri vardır aşktan, kalplerinin devayı bulacak
kadar yanmaya ta- kati yoktur. Heyhat ki heyhat, eyvah
ki eyvah, ah ki ah!

Bir Niyazi Misrinutk-i şerifinde kaybederler


kendilerini, bir İbrahim Ethem menkıbesinde bulurlar.
Okunu kendisine doğrultmuş Belh padişahına lisân-ı hâl
ile "Sen bunun için yaratılmadın." diyen o ceylanın hiç
görmedikleri bakışlarıyla parçalanır ciğerleri. Ne
yapsalar, nereye gitseler, neyle uğraşsalar içlerinde bir
ceylan inceden feryat eder durur. Başlarını yastığa
koyarlar yorgan bağırır: "Sen bunun için yaratılmadın."
diyerek, bir kahve içecek olsalar fincan dile gelir,
yürüseler adımları haykırır, otursalar koltuklar dikene
döner, başlarını göğe tutsalar yağmur taneleri birer
kelime olup dökülür göklerden, ağlasalar gözyaşları
heceye döner, hep o cümleyi tekrar eder durur her bir
şey: "Sen bunun için yaratılmadın!"
Kul olmak için yaratıldık derler. Kulluğun
ibadetten far- kanı bilecek kadar okumuşlukları vardır.
Aldıkları nefesten, yedikleri lokmaya kadar her bir
şeylerinin Allah için olmasının hakiki kulluk olduğunu
sezecek kadar irfanları vardır. İbadet, kişinin
yaptıklarından Allah'ın razı olması; ubudiyet, Allah'ın
yaptıklarından kulun hoşnut olmasıdır diyecek kadar
|110Burak GÜNDOĞDU
hikmete meftunluklar, lügate aşinalıkları da vardır ama
olmaz bir türlü

"Bilinmeyi murad ettim, insanı yarattım" diyen


Rabbimi bilemiyorsam, insanlığımın ne anlamı var, var
olmamın ne kıymeti var diye soracak kadar akılları
vardır. "Hatta bilinmeyi mi tanınmayı mı?" diye soracak,
bilmekle tanımanın farkına varacak kadar irfandan
behreleri de vardır. Nefsini bilenin Rabbini tanıyacağı
gerçeğinden hareketle bilmek- ten geçip tanıma derdine
düşecek bir ihsana muhatap olmuşlukları da yalan
değildir. Bilinmeyi murad ettim ifadesindeki muradın
'sevdim'e denk düştüğünü de bilirler biraz. Bilinmek mi
önce sevmek mi diye sorarlar kendilerine, çıkamazlar
işin içinden.
Kul olmanın tanımakla, tanımanın sevmekle,
sevilmenin kullukla irtibatını sezerler. Yüzleri güler bir
an. Tanımadıklarına kulluk ettiklerini, sevdiklerini
tanımadıklarını fark ederler, çatılır kaşları. Fark etmek
mutluluğu ile olamamak huzursuzluğu bir sarkaç olur
zonklar durur beyinlerinin orta yerinde. O zonklayış
kelimelere bürünür ve yapışır kalplerinin yakasından,
sonra 'sen bunun için yaratılmadın' diyen ceylanın
alnının çatına bir ok olur süzülür. O okun vınlaması
zaman ve mekânı aşan bir feryada dönüşür: "Bunun için
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |111
yaratılmadığımı ben de biliyorum, ne için yaratıldığımı
da biliyorum. Niçin'den geçtim nasıl'dan haber ver bana.
Nasıl, nasıl, nasıl?"

Ses gelmez ceylanların bakışından. Gülerler kendi


hâllerine. Oturur Salzburg’u bir öğle vaktinde soğuktan
buz tutmuş elleriyle klavyeyi döverek bir yazı yazarlar.
İki aynı mottonun arasındaki küçük farkı yazmaya söz
verdiklerini unutmuş değildirler. Ama bilmediklerini
nasıl sayıklayacaklarını bilemezler. Bilgisayarı
kapatırken bir kahve daha söylerler kendilerine, Mozart
çalar uzaktan, dünya hep yalandır çünkü hayat hala çok
kısa ama yaşamak asla bu değil!
|112Burak GÜNDOĞDU

SAKIN OKUMAAA
Nedir sıkıntın?
Bir işe yaramak, bir boşluk doldurmak, bir işin
ucundan batmak, bir davanın, bir kavganın adamı mı
olmak istiyorsun? Peki, yeryüzünde kaç dil
konuşuluyorsa hepsini bilecek, lakin tek olanı, bir olanı,
Hak olanı konuşacaksın. Sorumlu olduğun topluluğa
hutbe okuyacak, cuma kıldıra- cak kadar hazır
olacaksın.
Elinden kitabın alındığında "Hafizamdaki
sayfaları da alamazsınız ya!" diyebilecek kadar hafız
olacaksın.
Gözünün gördüğünden korkmayacak, Hz.
Hamza'yı utandırmayacaksın. Zulüm yağmur olsa sen
mazluma çatı olacaksın.
O'ndan geldiğini ve eninde sonunda dönüşün yine
O'na olacağından her daim emin olacaksın.
Zalime, güçlüye, haksızlığa boyun eğmeyi
çıkaracaksın lügatinden. Hasbi olacaksın.
Tercümana lüzum olmadan yaşayarak
anlatacaksın derdini. Özüne, sözüne, Yaradan Rabbi’n'in
adıyla okuduklarına ve inandıklarına sadık olacaksın.
Yalnız ona yaslayacaksın sırtını.
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |113
Dik duran bedeninle firavunla hesaplaşacaksın.
Masa'nın sancağını Tur Dağı'na sen taşıyacaksın.
Yazgında varsa bedel ödemek, zindanlardaki
nöbetini şeref bilecek, demir parmaklıkların
soğukluğunu tebessümlerinle eriteceksin.
Gün gelecek, vurulacaksın sırtında taşıdıklarından,
ihanetle tanışacaksın. Belki de kafeslere kapatılacak,
işkencelere maruz kalacak, yaralanacaksın.
Anadan, yardan, candan ayrılacaksın.
Belki de unutulduğunu düşüneceksin ücra
köşelerde, haketmediğin halde ateşlere reva
görüldüğüne ağlayacaksın, yanacaksın.
İşte o an! Narında nurunu göreceksin O'nun.
Öleceksin! Yeniden diriltildiğinde,
"İyyakenağbüdü ve iyyakenestağin!" yani,"Senden
gayrısına kul olmadım ve senden başka kimseden
istemedim" diyeceksin.
Ve giderken bu fani diyarlardan piramitleri
gölgede bırakacaksın.
"Zindanından Yusuflar eksik olmayacak mı ey
Mısır!"ağıtlarını, kulağına küpe edeceksin.
iki kapılı bu handa adam gibi yolcu olmak kolay
değil! Bileceksin. Bebeklerin ninnilerinde bir
kahramanlık mısrası olarak yer alacak, kurşuni renklerle
Esma'ya şiirler yazılırken bir virgül de sen olacaksın.
|114Burak GÜNDOĞDU
Mısır konuşulurken Yusuf’tan sonra akla
gelenlerden olacak. Yusuf yürekli adamların hep var
olduğunu unutmayacaksın.
Ezcümle!
Adam olmak, mısır zindanlarında Muhammed
Mursiolmaktır .
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |115

Her işini nasıl da kitabına


uyduruyorsun!
Oysa, kitaba uymak gibi bir vazifen
varken...
|116Burak GÜNDOĞDU

SANA DİYORUM SANA


Hangi yalancı baharın çiçeği çeldi aklını da
unuttun gülistandaki gülleri?
Bahçıvanlar, öyle zahmetler çeker, öyle emekler
sarf eder ki bir gül yetiştirmek için.
Bin dikene su dökerler bir goncanın hatırına.
Kaç bahar vaat ettiler sana ölümsüzlüğü
unutturmak için! Oysa sen ruhunla, insan oluşunla
zamanın ve mekânın ötesine geçme gücüne sahipsin.
Bunu bugün bir düşün. Zira bugün düşündüklerin sana
yol gösterecek.
Yarın yine düşün. Zira yarın ayrıntıları fark
edeceksin. Öbür gün yine düşün. Zira o zaman
ihtimalleri de göreceksin.
Yeter yorulmadan soluklandığın, harekete geç!
Maddi manevi bir ufkun, bir vizyonun, bir
serüvenin namzedisin sen. Boş verme, "Bana mı kaldı
canım?" deme. "Ben varım!" de.
Gir yükün altına biraz.
"Bismillah!" de, "Ya Allah!" de gir hele. Kendini
keşfet!
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |117
Sen de şaşıracaksın bak o zaman. Kazanmaya
programlanmış bir yazılım var genlerinde.
Özelliklerinin bilincinde ol, donanımındaki şifreyi çöz.
Elde ettiğin her başarı, sana biraz daha ileri adım atma
cesareti verecek.
Daha güçlü, daha inançlı adımlar taşıyacak seni,
bu davanın işte "kırılmaz halka" denildiği noktasına.
"Kim var inanan?" diye sorulduğunda, "Ben
varım!" diyecek cesaret, güç, azim ve kararlılıkla dikil
ayağa, ruhunu kenetle bu davaya. Bu membadan beslen,
bu meydanda büyü, burada var ol ve uzatılacak bir el
bekleme hiçbir zaman, uzanacak el ol.
Senden rica ediyorum derttaşım, yalvarıyorum!
Senden önce uzanan bir eli tutamamış, bataklığa
sürüklenmiş her bir güzel ruh, her bir çaresiz gönül için,
kalbinin her atışında ıstırap duy, Zira bu ıstıraptır,
anlamanı beklediğim melalim.
Kâinatta kutsala dair ne varsa insan içindir.
Allah katında en kıymetlisi amelin, insana
hizmettir. Peki ama hangi insana?
Bizim kafedeki çocuklara mı? Bizim mahalledeki
ablalara, arkamızdan gelen gençlere mi? Yaşıtlarına mı?,
sana mı? Arkadaşlarına mı ? Kime kime ?
Ben söyleyeyim mi hangi insana?
Dünyanın öbür ucundaki insana! Sana
şahdamarından yakın olanın seni kardeş ilan ettiği
|118Burak GÜNDOĞDU
yüreklere ulaş. Dokunamadığın her yaralı gönülden,
anlatmadığın her hikâyeden, yaşamadığın her
hakikatten mesulsün.
Vazifeni hatırla!
Konuş, çözülsün dilinin bağı. Bak, BURAK
konuşuyor, sen neden konuşmayasın?
Hayalleri olanlar, umutlarını canlı tutanlar,
bedeller ödeyenler sustu mu ki, sen sessizliği katık ettin
aşına? Haberin yok mu yıldızlardan, duymadın mı
aşkından meczup olanları!
Ben susarsam kim anlatacak bir asaya yaslanıp
"SABIR" diyenlerin teslimiyetini, kınalı koçlar gibi
cepheye koşanları, besmelesiz toprağa ayak
basmayanları? İşte bu yüzden ben susamam canım
kardeşim. Sen de susma olur mu?
Hele beni dinle.....
Hele beni anla…
Gönlünü aç, anla melalimi(hüzün, dert tasa)
kardeşim!
Sesimi taşa bir saf ileriye, derdimi taşı...
Yüreğimdeki aşkı taşı can suyu bekleyen solgun
güllere.
Değişiyor değişim üzerine kurulu bu dünya.
Geçiyor zaman, göçüyor kervan ey yolcu, kaçırma!
Dua et veya kabul edilmiş bir duaya dâhil olmaya çalış!
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |119
Her bir nimetin hesabı olduğunu unutma. Korkma, çık
bunalımlardan, depresyonlardan, kurtul
vurdumduymazlık sarmalından.
Ezilmesin omuzların, çözülmesin dizlerinin bağı,
gücün kadar mesulsün.
Dava senin değil sen davanın olursan kurtulursun.
Hamt et, olana da nasip olmayana da!
Hepsine gücün yetmezse bile gayret et! Her
ustanın arzusu bir ölümsüz eser bırakmaktır geriye. Bu
medeniyetin yükünü taşıyan gemide bir çakılı çivin
olsun.
İste!
Arzula!
Yalvar!
Yalvar ki Allah için yapılan bir işte sana da bir
hizmet nasip olsun.
Dua et!
Gayret et!
Gözünü dört aç!
Hazırlıklı ol.
Zira vakti gelince şaha kalkacak at, yiğit ister.
Çeliği dövülmüş Zülfikar, Ali gibi yürek ister. Öyle
güzel adamların üzerine doğdu ki bu güneş
Gölgesinden istifade et, o bile sana yeter sen yeter
ki bir şeyler için çabala ...
|120Burak GÜNDOĞDU

Kimsenin hayatının kötü


senaryosu
senin gerçeğin olamaz,
kalabalıkların beynini yiyen
uğultularından sıyrıl.
Sen hele bir yola çık,
bak o yol nasıl da açık...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |121

SELAMLIYORUM SENİ

EsselamuAleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu


Ebeden ve daimen...
İşte, bizim delilik dediğimiz aslında sadece yalın,
tertemiz bir iman. Ebedi ve daima...
Bilir misin, dünyanın dört bir bucağında kaç
milyon insan bekler seni; sırf buluşmak, tanış olmak,
dertleşmek, birleşmek, ağlaşmak, ayağa kalkmak için ve
nefes alabilmek için....
Bilirsin elbet cancağızım.
Çünkü Somali'de tedavi olmayı bekleyen çocuklar,
senin de derdindir.
Çin'de zulüm gören Türkler, Türkistan Arakan
Filistin senin de ciğerini dağlayan yaradır. Almanya'da
okunan ezanı duyunca senin de gözlerinden iplik iplik
dökülür mutluluğun...
Bosna'da Serebrenisca'da ağlayan anaların elleri
kınalı, kalpleri hüzünlüdür... Bilirsin.
Bu sebeple ne zaman Mostar düşerse aklına, senin
de yüreğinden kan damlar.
|122Burak GÜNDOĞDU
Endonezya'da tsunami olur, sen boğulursun,
Karabağ’da sen ölürsün. Yemen'de utancından sen yerin
dibine girersin.
Medine'de saklıdır gonca gülün, aşkın.
Mekke'de yağan yağmur senin de tenine, ruhuna
şifa. Kudüs hüzünlü kara sevdan, Ayasofya nazlı
yarin.... Sahi, sen kimsin yahu? Nerelisin?
Kimlerdensin?
Ne çok ortak imtihanımız var seninle, ne çok
benziyoruz seninle ben.
Hadi, konuş şimdi benimle! Dönsün dilin, anlat,
tanıt kendini seninle her şeyi benzeyen bana. Merak
etme. Ben de tanıyorum seni. O'sun sen!
Kitab-ı Mukaddes'te, yol gösteren Azimuşşan'da
müjdele- nen kardeşimsin sen.

"Innemelmü'minuneihvetun
(Bütün inananlar kardeştir)"ayetinin
muhataplarıyız seninle ben.
O halde kardeşliğin ortak paydasından ortak dili
ile sesleneyim sana.
Elimi yüreğimin üzerine koyarak eğeyim
boynumu, selamlayayım seni.
Bütün samimiyetimle...
Bütün benliğimle...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |123
Ebeden ve daima... EsselamuAleykum ve
Rahmetullahi ve Berekatuhu

YÜCELTEN AZİZ BİR YÜK


Ah!
Ah ki ahhh!
Siyer-i nebi. O sevgilinin hayatı... Okudukça
insanın yüreği demlenir. Gözleri nemlenir. Ruhu
dinlenir.
Abdulmuttalib dua eder, on oğlu olursa birini
kurban edeceğini söyler.
Allah da ona on oğul verir.
Sonra da rüyasında ona "Ahdini yerine getir" der.
On oğul, on can yâresi, on ciğerparesi, boynu kıldan ince
on oğul... Allah'ın buyruğu başımız üstüne diyorlar.
Kura çekiliyor...
Abdullah çıkıyor kurada.
Kura yenileniyor... Sonuç değişmiyor. Kurban
olacak olan Abdullah'tır.
Abdulmuttalib'in boynu kıldan ince...
Çünkü söz vermişti on oğuldan birini kurban
edecek... Abdullah başını Kâbe'nin kurban taşına
koyuyor... Boynu kıldan ince Abdullah.
Melekler niyaz ediyor, yalvarıyor, soruyorlar
Rab'lerine. "Bu ne iştir?"
|124Burak GÜNDOĞDU
"İşte bu, boynu kuldan ince adamların evlatları
ile imtihanıdır" diyor Yaradan...
Ama kader bu. Boynu kıldan ince adamları alır
Peygamber'e (sav) ata/baba yapar. Allah'ın şanı ne
yücedir!
Boynu kıldan ince adamların omuzlarına bir yük
koyar Yaradan ki o yükle aziz olsunlar, o yükle
yücelsinler.
Öyle mukaddes bir yüktür ki o, arar bulur boynu
kıldan ince adamları VESSELAM...
Sonsuzluk İçinde Bir Ben |125

SON SÖZ NİYETİNE


Ey hakikatin ve aşkın yolcusu!

Zamanın hangi dişlileri arasında, mekânın hangi


vadisinde, ovasında yahut dik yamaçlarında bu satırları
kendine yoldaş ettin bilmiyorum...

Ama gönül dünyanda benimle hasbihal ettin. Beni tam


kalbimden dinledin.

Çay içmeyi, şiir okumayı, her şeye rağmen sevmeyi,


güneşin doğuşunu tahiyyatta seyretmeyi ve bir de türkü
dinlemeyi ihmal etme!

Hadi kal sağlıcakla...

Görüş belirtmek, hasbihal etmek istersen eğer gönül


kapım daima açıktır bana bu kutlu yolculukta eşlik ettin
ki her konuda yanındayım bilesin istediğin zaman
mekan fark etmeden bu kardeşini rahatsız edebilirsin
tek derdimiz bu olsun 😊

You might also like