Professional Documents
Culture Documents
NLP Ki̇tap1
NLP Ki̇tap1
Nil Gün
© KURALDIŞI YAYINCILIK
Nil Gün
NLP
Zihninizi Kullanma Kılavuzu
ISBN 978-975-275-214-6
E-kitap 1. Sürüm Nisan 2013, İstanbul
Mart 2012 tarihli 40. Basım esas alınarak hazırlanmıştır.
Kuraldışı Yayıncılık
Fener Kalamış Cad. No: 93/7 34726 Kadıköy-İstanbul
Tel: 0216 449 98 05 pbx Faks: 0216 348 00 69
yayin@kuraldisi.com www.kuraldisi.com
Sertifika No: 10540
Dostum, Biricik Sevgilim, Ruh Eşim, Yaşam ve İş Partnerim, Aynam, Oyun
Arkadaşım Saim’e.
Bu kitap da, diğerleri de senin desteğinle yazıldı ve yazılacak. Bilgisayar
başındayken kahvemi, yemeğimi getiren sendin, tembellik etmeye teşebbüs ettiğimde
beni çalışmaya teşvik eden sendin, öpücüklerinle yorgun saatlerimi canlandıran
sendin.
Yaşamımın her boyutunda yaratıcılığımı doğurttuğun ebemsin.
Sevmeyi ne güzel biliyorsun. Seninle sürekli çoğalıyorum.
Seni kendimi sevdiğim kadar seviyorum.
NİL GÜN HAKKINDA
Türkiye’ye ilk döndüğüm yıllardı. 1989 yılında NLP eğitimi vermek için bir takım
yerlere ilan vermiştim. Sadece bir kişi yanıt vermişti çağrıma. Ama diğer verdiğim
eğitimlere talep vardı. Bu bile şaşırtıcıydı. Çünkü eğitimlerim bireysel gelişimle
ilgiliydi. O yıllarda bireysel gelişim kavramı yayın dünyasına da eğitim dünyasına
da henüz girmemişti. Ben de NLP sözcüklerini kullanmadan her eğitimimde NLP
öğretilerini bir şekilde aktardım. NLP eğitimine o yıllarda ilgi gösteren tek kişi, daha
sonra tüm diğer eğitimlerime katıldı. Şu anda ODTÜ’de öğretim üyesi. Bir
üniversitenin kendisini geliştirmeye ilgi gösteren ve kendi olanaklarıyla gelişimine
maddi ve manevi yatırım yapan bir öğretim üyesine sahip olması o öğrenciler için
ne harikulade bir rol modeli örneği. Böyle bir insanın öğrencisi olmayı isterdim
doğrusu.
Bugün ise artık birçok kişi NLP denilen bir “şey”in varlığından haberdar.
NLP insan yaşamını kökten değiştirebilecek detayları sunduğu için tüm dünyada
böylesine hızlı yayıldı. I970’li yılların sonunda yaşadığım yer olan San Francisco’da
ilk hipnoterapi eğitimimi aldığımda NLP de öğretiliyordu. Çünkü NLP ve
hipnoterapi birbirinden ayrılmaz bir bütün.
NLP bütünsel bir yaklaşıma sahip. Mikro detaylarla uğraşan holistik bir
farkındalık yöntemi. Yeterliliği geliştirmeye odaklı. Modellemeyle hem bilinci hem
bilinçaltını etkin bir duyarlıkla kullanmaya yönelik. Pratik. Dili yüksek kapasitede
kullanan, zihinsel sürece odaklanan ve hızlı sonuç alan bir teknik. Çözümlerde etik
ve saygı temel alınıyor.
NLP’nin içinde yeni hiçbir şey yok. Tüm bilgiler yaşamı, insanı dikkatle
gözlemleyerek elde edilmiş.
Başarı ve başarısızlığın, sağlığın ve hastalığın kader olmadığını bize anlatmaya
çalışan yaşamın dilidir NLP.
NLP için yaşamın değişik hallerinin zihin laboratuarındaki formülasyonu da
diyebiliriz. Formülü bilen ve kullanan yaşam piyangosunda mutluluk ve başarıya
hak kazanıyor. Bu kadar basit. Bazı insanlar formülü kendiliğinden uyguluyor,
formülün ne olduğunu bilmeden. Zaten NLP de bu tür insanları modelleme ile
ortaya çıkan bir sistem.
NLP gülü yaratmıyor. Ama herkesin gül tohumuna sahip olduğu gerçeğini
biliyor. Hangi hallerin gülün en sağlıklı açmasını sağlayan koşullar olduğunu tespit
ediyor. Gül yetiştirmek isteyenlerin harikulade bulduğu, gül yetiştirmek istediği
halde devedikeni yetiştiren kişilerin ise kullanmadığı bir kılavuz.
NLP’nin derinliklerine indiğinizde her türlü kaynakla bağlantılı olduğunu da
keşfedersiniz. Bedenle, duyguyla, zihinle ve ruhla.
Gelişkin ülkelerde bir terapi yöntemi olarak başlayan NLP, daha sonra halk
tarafından keşfedilmiştir. İş dünyasına girişi, eğitime katılan bireylerin NLP’nin
yararlarını görüp kendi iş yerlerine taşımasıyla olmuştur. Ordu, devlet katlarına ise
daha sonra ulaşmıştır. Üçüncü dünya ülkelerinde önce devlet mensuplarının,
ordunun, polisin, istihbaratın aldığı bir eğitim olmuştur. İş dünyası daha sonra
keşfetmiştir. Sağlık kesimi iş dünyasını takip etmiş ve son olarak da halk NLP’ye ilgi
göstermeye başlamıştır.
NLP manipülasyon aracına kolaylıkla dönüşebilir. Ateşin hem pişirmeye, hem
yakmaya hizmet ettiği gibi.
NLP son dönemlerde bütünselliğinden, ruhsallığından arındırılarak salt teknoloji
olarak sunulduğu için böyle bir tehlike vardır. Ayakta kalması doğallığını
yitirmemesine bağlıdır. NLP sadece bilgilerin aktarılmasından ibaret kalır, zihinsel
boyuttan öteye geçemezse ruhunu kaybeder.
NLP ile nasıl daha fazla satış yapılır?
NLP ile nasıl özdeğişim yaratılır?
NLP ile nasıl spesifik başarı elde edilir?
NLP ile nasıl kendin olunur?
İnsanların çoğu birinci ve üçüncü soruların yanıtını daha ilginç buluyor. İkinci
ve dördüncü soruların yanıtının onlara istediklerinin daha da fazlasını sunacağını
bilmeden.
Çağımız hap dünyası, şimdiyi kurtar dünyası.
Bu benim yazdığım ilk NLP kitabım. Günümüzdeki NLP öğretilerinin temel
bilgilerini sunmadan bir ilk kitap yazılamayacağının farkındayım. NLP bilgeliğinin
kitap aracılığıyla aktarılamayacağının da zorluğunu yaşıyorum. Çoğu eğitmenin
yaşadığı gibi. Kitap bilgiyi aktarabilir sadece. Bilgelik özneldir. Teoriyi bilerek bilgili
oluruz, pratik ise bize bilgelik kazandırır.
NLP bütünsel açıdan bakarak detaylara odaklanır. Budur günümüz dünyasında
eksik olan. Sadece detaylar var. Bütünsellik gözden kaçmış durumda.
NLP’nin iş dünyasında, aktivite dünyasında kullanımına dair birçok kitap var. Bu
kitapların hepsi yararlı. Her birinden öğreneceğiniz çok şey var. Aslında NLP’nin
özünü kavradığınızda onu yaşamınızın her alanında kullanabilirsiniz.
Bu konudaki ilk kitabımı yazarken nöro-linguistik programlamanın yaygın
bilinen ABC’sine değinmeye kendimi zorunlu hissettim, içimden daha derine
dalmak gelse de. Ama Temel NLP eğitimi alınmadan ileri seviye eğitim bilgileri
anlaşılamaz. ABC bilinmeden XYZ anlaşılamayacağı gibi.
12. sayfadaki Temel NLP şemasına baktığımızda temelinde uyum ve esnekliğin
olduğunu görüyoruz. Sütunları ise Kalibrasyon ve Meta Model oluşturuyor. Bu
nedenle kitapta öncelikle uyum ve esneklik yani temel, sonra sütunlar anlatılıyor.
Anlatımı bölmemesi için bazı temel egzersizler kitabın son bölümünde yer aldı.
Hem bir arada olması, hem de kolaylıkla bulmak açısından. Egzersizleri kitaptan
okuyarak uygulamanın zorluğunu biliyorum. Bu nedenle eğer ihtiyaç duyarsanız
sizler için hazırladığım NLP kasetlerini dinleyerek egzersizleri uygulayabilirsiniz.
Evde, işte, her yerde.
Kitabın sonuna koyduğum Türkiye’de çıkmış NLP ile ilgili kitapların listesinden
yararlanacağınızı umuyorum. Tabii gözden kaçırdığım ya da bilmediğim başka
kitaplar da olabilir.
Nil Gün
Haziran 2001, İstanbul
GİRİŞ
NLP NEDİR?
Her insan içinde var olan potansiyeli, yetenekleri, gücü kullanabilme şansına(!)
erişmek ister, en azından erişmek istediğini söyler -parmağını oynatmak için çaba
göstermese de. Kişinin NLP denilen büyülü yöntemi öğrenmesi ve uygulaması ise
yaşamını şans ve tesadüflere bırakmak yerine, kendi istediği biçimde yaratma ve
inşa etmeyi seçmesi yani kendi yaşamının sorumluluğunu üstlenmesi anlamına
gelir.
Neuro-Linguistic Programming sözcüklerinin baş harfleriyle anılan NLP’yi Duyu-
Dil Programlaması olarak çevirebiliriz.
NLP hem bilimdir, hem sanattır.
NLP bilimdir. Bilim nesnel deneyimlerin sistematik doğasını inceler. NLP öznel
deneyimlerin sistematik doğasını inceler. Her birimiz özgün bireyler olsak da, iç
dünyamızda olup bitenlerin dış dünyamıza yansımaları farklı farklı olsa da, içsel
oluşumun basamakları harika bir sistemin işleyişiyle gerçekleşir. Tıpkı, hiçbirimizin
diğeriyle tıpa tıp aynı olmamasına rağmen, hepimizin anne rahmine
düştüğümüzden itibaren, doğana kadar aynı oluşum sürecinden geçmemiz gibi.
NLP sanattır. Sanat insanın yeteneklerini ve yaratıcılığını kullanarak, iç
dünyasının renklerini, müziğini, duygularını en estetik bir sunuşla ifade etme ve
başkalarına aktarabilme gücüdür. NLP, insanın “kendisinin en iyi versiyonu
olabilme” sanatıdır -içsel ve dışsal başarının uyumlu ve dengeli bir biçimde ifade
bulduğu bir yaşam sanatı.
Düşünce, duygu ve davranışlarımız birlikte çalışarak yaşam deneyimlerimizi
yaratır. Çoğu zaman bu deneyimleri bilinçsizce yaratırız. Robotlaşan düşünceler,
dondurulmuş ya da bastırılmış duygular ve otomatik davranışlarla yaratılan yaşam
deneyimleri doğal olarak bilinçsizce olur. Durmuş saatin bile günde iki kez doğruyu
gösterdiğini düşünürsek, bilinçsizce sürülen bir yaşamda arada bir şans ya da
tesadüf dediğimiz “doğrular” yüzümüzü güldürür. Geri kalan zamanlarda hayatın
bizim istediğimiz şekilde seyretmemesinin nedenini şanssızlık, talihsizlik ya da
kader olarak açıklamaya eğilimliyizdir.
Biyoloji, dil bilimi ve bilgi temeline dayalı, kendine özgü kuramları olan
beyin/zihin faaliyeti bilimi ve bilinçli deneyim yaratma sanatı olan NLP,
yaşamımızdaki “şanslı” anları “tesadüf” olamayacak kadar sıklıkta yaratmamızı
sağlar.
NLP robotlaşan düşüncelere esneklik getirir. Bir fırtınada esnek bir cisim mi, katı
bir cisim mi daha çabuk kırılır? Bir ağaç, rüzgarın yönüne doğru eğilerek gösterdiği
uyum ve esneklik sonucu, fırtına dindikten sonra yine dimdik ayakta kalır. Ya
binaların camlarına ne olur?
NLP dondurulmuş ya da bastırılmış duygulara akışkanlık kazandırır. Böylece
içimizde kaskatı bir halde durup bize zarar veren duyguları akıtarak yerini bize haz
veren duygularla doldurabiliriz. Örneğin; değişik korkularımızın bizi tıkadığı, adım
atmamızı engellediği anlar olmasaydı acaba yaşamımız nasıl seyrederdi?
Sadece reddedilme korkusundan bile nice aşkları, nice işleri sırf inisiyatif
alamadığımız için kaybettiğimizi düşünürsek zararın boyutlarını bir derece olsun
anlayabiliriz.
NLP, otomatik davranışlarımızla yarattığımız olumsuz yaşam deneyimlerini
otomatik tepkilerle tekrarlama kısır döngüsüne son vermemizi sağlar. Bu -
otomatik- davranışların en zarar verici olanları, çeşitli fobilerimiz ve obsesif-
kompulsif davranışlarımız/ bağımlılıklarımızdır.
İnsanlar alkol, sigara gibi bağımlılıklardan, temizlik hastalığı, panik atak gibi
hayatı zindana çeviren sorunlardan kurtulmak için uzun süreli tedaviler görüyor.
Çoğu kez de iyileşmedikleri gibi kullandıkları ilaçların bağımlısı oluyor. NLP
yöntemleri ile böylesine devasa sorunlar 10-30 dakika gibi kısa sürelerde
çözümlenebiliyor. İnanılması zor ama gerçek. Bu kitapta yıllarca sorunları ile ilgili
tedavi gördükleri halde sorunlarını yenememiş ve çaresizliğin ve umutsuzluğun
batağına saplanmış kişilerin, son umutla aldıkları NLP eğitimi sonucunda
yaşadıkları değişimin öykülerinden bazılarına da tanık olacaksınız. NLP yöntemleri
tıbbi teşhis ve tedaviyi içermez. Bu yöntemlere uygulamalı eğitim de diyebilirsiniz.
Terapi denilen şey aslında kişinin yaşantısıyla derin ilişki kurabilmeyi öğrenme
becerisidir.
BİRİNCİ BÖLÜM
UYUM VE ESNEKLİK
İlk başlarda terapistler için oluşturulan NLP inanılmaz iddialarla ortaya çıkmıştı.
NLP prensiplerini kullanarak kalıcı ve derin değişimler yapmak çabucak ve kolayca
gerçekleşiyordu. Birkaç seansta sigara, alkol, çok yemek yemek, uykusuzluk vb. gibi
bağımlılıkları ortadan kaldırmak mümkün oluyordu. Bir saatten daha az zamanda
fobilerden ve korkulardan özgürleşiliyordu. “Öğrenme özürlü” çocuk ve
yetişkinleri, öğrenen kişilere dönüştürmek, birkaç seansta sadece psikosomatik
olanları değil, bazı fiziksel problemleri de iyileştirmek mümkün oluyordu. Çiftler ve
aile üyeleri arasında, iş yaşamı içinde insan ilişkilerini daha doyumlu ve üretken
hale dönüştürmek NLP’nin iddiaları arasındaydı.
Bu güçlü iddialar, somut örneklerle destekleniyordu. Ama yine de bu sonuçlar
büyücülüğün ta kendisi değil miydi? O zamana dek bu tür tedaviler aylar, seneler
sürüyordu. Yine de sonuç alınamayabiliyordu. Freud döneminde aylar, yıllar süren
terapiler 1960’lı yıllarda Gestalt, Transaksiyonel Analiz, Psikodrama gibi
yöntemlerle birkaç aya inmişti, ama birkaç seans ya da bir saat, hatta daha kısa
sürede sonuç alabilmek..?
3. İletişim = Tepki
İletişimin anlamı, niyetimize bakılmaksızın etkileşimin tepkisiyle belirlenir.
Amaç, verilen mesajın (niyetin) nasıl anlaşıldığıyla (tepkiyle) uyumlu olmasıdır.
Karşımızdaki kişinin tepkisi, beklediğimiz tepkiden farklı ise sorumluluk bize aittir.
Başarılı bir iletişimci, istediği tepkiyi alabilmek için çeşitli yolları dener ve iletişim
kurmayı becerir.
İletişimde amaç, karşımızdaki kişinin istediğimiz sonucu alabileceğimiz tepkiyi
vermesini sağlamaktır. Bir bardak su isterken de, beni seviyor musun, diye
sorarken de, Eskimo’ya buzdolabı satmaya çalışırken de, sevgilimize ya da
arkadaşımıza kırgınlığımızı susarak ifade ederken de sözlü ya da sözsüz
iletişimimizin amacı kendi açımızdan iyi niyet taşır. Ama iletişimi sağlıklı
kuramazsak bir bardak su başımızdan aşağı boca edilebilir; eşimiz, öff, seviyoruz
dedik ya, yanıtını verebilir; Eskimo rakip firmanın buzdolabını almaya karar
verebilir; arkadaşımız kırgınlığımızı -ne olur, gel tamir et, eskisi gibi olalım, mesajı
yerine- kendisini artık sevmediğimiz şeklinde yorumlayarak uzaklaşabilir.
Cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu hatırlayalım. Sadece
ne söylediğimiz değil, nasıl söylediğimiz de alacağımız tepkiyi belirler.
9. Eğer Dünyada Bir Kişi Bile Bir Şeyi Yapabilmişse Bunu Benim de
Yapabilmem Mümkündür
Tek mesele nasıl olacağıdır. Bu da ileride paylaşacağımız gibi farklı stratejiler
(Temsil Sistemleri) aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Her insan yapmak istediği tüm
şeyler için yeterli kaynağa sahiptir.
Bu ilkeyi eğitimlerde ilk söylediğimde sıklıkla gelen tepki, “Ben de Van Gough vb.
olabilir miyim?” şeklinde oluyor.
Tabii ki Van Gough olabilmek için özel yetenekler gerekiyor. Ama yeterli eğitim
aldığınızda ve kendinizi adadığınızda iyi resim yapan biri olabilirsiniz. Zaten kendini
bir şeye adamak bir başarıdır -Van Gough olamasanız bile. Ben de Van Gough
olabilir miyim, türü uç örnekler vermek, kişinin kendisini başarısızlığa mahkum
etmesinin göstergesidir.
Başarılı insanların bir ortak özelliği var: enerji -yaşları ne olursa olsun. Eğer sağır
Beethoven beste yapabiliyorsa, eğer sağır, dilsiz ve kör Helen Keller pedagog oluyor
ve birçok dili öğrenip birçok kitap yazabiliyorsa bizim için de her şey mümkündür.
Hümanistik psikolojinin babası Abraham Maslow, insanların ne olduğu ile değil
ne olabileceği ile ilgilenmiş bir bilim insanı. İnsan Potansiyeli kavramını bize
kazandıran Abraham Maslow’un İnsan Olmanın Psikolojisi (Kuraldışı Yayınları)
kitabı benim hayatımda dönüm noktası oluşturan bir kitap oldu. Maslow’u okumak
bana kendimin ve başkalarının yeteneklerine zihinsel sınır koymamayı derinden
öğretti.
Her birimiz belki özel yetenekleri olan kişilerin yaptığını onlar kadar iyi
yapamayız ama çok şeyi yapabiliriz. Dört dakikada bir mil koşabilen Roger
Bannister olmadan önce bilim insanları hiç kimsenin bir mili dört dakikada
koşacağına inanmıyordu. Ama Roger Bannister’ın bu rekoru kırmasından sonra 1
yıl içinde 37 koşucu ve daha sonraki yıllarda ise 300’ü aşkın koşucu onun rekoruna
ulaştı. Sınırı koyan şey zihnimiz ve inançlarımız.
Her birimiz her şeyi yapmayı öğrenebiliriz. Yeterince zaman, enerji yatırımı
yaptığımız ve kendimizi adadığımız takdirde.
O çok hayran olduğunuz harika satıcı, harika eş, harika arkadaş var ya? Siz de
olabilirsiniz. Siz kendinize Van Gough ya da Helen Keller kadar inanıyor musunuz?
6. Herkes, kişisel olarak kendileri için önemli olan şeyler hakkında konuşmayı
tercih eder.
Var mı itirazı olan?
10. Herkes toplumsal maske takar. Kişiyi görebilmek için maskenin ardına bakmak
gerekir.
Sık duyulan şikayetlerden biri de: Beni tanımadan yargılıyor. Ben onun sandığı
gibi biri değilim. Ben aslında çok iyi/güzel/ dürüst/zeki bir insanım, türü
yakınmalardır. Maskenin amacı takanın kimliğini gizlemesidir. Bir anlamda kişiyi
korur. En içi dışı bir insan bile kendisiyle yakın frekansta olmayan bir topluluk
içinde toplumsal maske takma ihtiyacı duyar.
Toplumun iki yüzlü olduğu gerçeğini inkar edemeyiz. Her insanın yaşamında,
olan ile olması gereken arasında açı vardır. Açı ne kadar büyükse maskeler o kadar
kalın ve çeşitlidir.
Maskenin ardına bakmak isteyecek kadar bize yakınlık duyan kişiye yeterince
güven duyduğumuzda maskeyi çıkarırız, tabii toplumun önüne çıkarken tekrar
takmak üzere. Herkesin toplumsal maskesi vardır. Kiminin kalın kiminin ince,
kiminin çok kiminin az. Ama bir kimseyi yüzde yüz tanıdığınızı söyleyebilir
misiniz? Buna kendiniz de dahil. En azından kör noktalarımız ve henüz ortaya
çıkmamış potansiyel yeteneklerimiz hakkında bilgi sahibi değiliz.
Bir workshop çalışmasında 16 senedir evli ve üç çocuklu bir çift boşanmaya
karar vermeden önce son bir çabayla eğitime katılmıştı. İkisi de birbirlerine öfke
doluydu. Çalışmada maskeler düştü... ve kel yerine sırma saçlar göründü. Çift ilk kez
birbiriyle maskelerini çıkartarak tanıştı. Birbirini gerçekten gördü. Maskenin
ardındaki yüzü beğenmeme riskinden korkuyorlardı 16 yıldır. Oysa gerçek yüz
daima maskeden daha güzeldir. Gerçek yüzün sahibi “ben”dir, maskenin ise “ego”.
Evet, bu özellikler her insanda var. Yoksa siz sadece kendinizde olduğunu mu
sanıyordunuz?
Eğitimlerde bu maddeleri sayarken katılımcıların yüzünde bir rahatlama
yakalıyorum her nedense. En çok da kendilerinde bencillik olarak nitelendirdikleri
zaaflarının(!) insani bir özellik olduğunun bilincine vardıklarında.
1. Bir toplantıda sizi çok etkileyen biriyle tanıştınız. Onu düşündüğünüzde, önce;
a. Yüzünü, giyimini kuşamını hatırlarım.
b. Bana söylediği sözleri hatırlarım.
c. Elimi sıkarken avuçlarının sıcaklığını hatırlarım.
2. Size birisi adres tarifi yaparken hangi yolla yapmasını tercih edersiniz?
a. Bir kağıda gideceğim yolu çizmesini isterim.
b. Bildiğim binaları ve yerleri referans olarak kullanarak bana gideceğim yolu
anlatmasını isterim.
c. Gerekli bilgileri aldıktan sonra gideceğim yeri sezgilerimle kolaylıkla bulurum.
Yön duyguma güvenirim.
9. Sevişirken;
a. Görmek beni heyecanlandırır.
b. Çıkarılan sesler beni heyecanlandırır.
c. Hissettiklerim beni heyecanlandırır.
14. Bir iş için eşit yetenekte üç kişi müracaat ediyor. Hangisine öncelik tanırdınız?
a. Güzel/yakışıklı, düzgün görünümlü ve mesafeli kişi.
b. Sıradan görünümlü ama sizinle uyumlu çalışacağını düşündüğünüz kişi.
c. Tarzıyla alışageldik olmayan ama sizde güven ve rahatlık hissi uyandıran kişi.
Gözlerin Dili
Bilgi toplamak ve öğrenmek beş duyu aracılığıyla olur. Topladığımız bilgileri ve
deneyimlerimizi ise bir yerlere depolarız. Bir bilgiyi ne kadar çok duyu eşliğinde
almışsak o kadar iyi hatırlarız. Örneğin; bir şeyin nasıl yapıldığını hem görmüşsek,
hem birisi bize anlatmışsa, hem de yapmışsak onu unutmak zordur. Yani ne kadar
çok nörolojik yapımızı devreye sokarsak o kadar çabuk ve iyi öğreniriz.
Gerçek ressam renklerin sesini duyar, gerçek müzisyen notaların rengini bilir,
hatta tadını bilir kokusunu duyar, gerçek sanatın aktardığı mesajı ruhumuzda
hissederiz.
Bilgi ve deneyimlerimiz bilincimizde ve bilinçaltımızda yine beş duyu aracılığı ile
depolanır. Ama içsel ve dışsal deneyimlerimizle olan ilişkilerimizi üç temel kanalla
(temsil sistemi ile) kurarız. Bu bilgilere erişmek istediğimizde öncelikle görsel, işitsel
ve kinestetik kanallarımızdan birini kullanırız. Hangi kanalı öncelikli
kullandığımıza göre gözlerimizi değişik şekillerde hareket ettiririz. Görsel ağırlıklı
kişiler bir şey hatırlamaya çalışırken ya da tasarlarken gözlerini yukarıya doğru
çevirir. Sanki tavanın sol ya da sağ köşesinde bir şeyler görüyordur. İşitsel kişiler
sanki kulaklarını görmek istiyorlarmış gibi gözlerini iki yana oynatır. Kinestetik
kişiler ise sağ tarafa doğru gözlerini aşağıya indirirler.
Görsel ve işitsel kişilerde sol tarafa bakmak bir şeyin hatırlandığını gösterir.
Örneğin; dün akşam ne yedin, sorusunu yanıtlamak için görsel, sol yukarı bakarak
yediklerini zihin gözünde görmeye çalışır. İşitsel yemekle ilgili konuşmalarla,
yemek sırasındaki seslerle bağlantı kurarak ne yediğini düşünürken sol kulak
tarafına gözlerini çevirir. Eşinin, “fasulyeyi uzat” ya da “köfteler lezzetli olmuş, fazla
var mı” dediğini hatırlar.
Sağ tarafa bakmak bir şeyin henüz olmadığını, tasarlandığını gösterir. Örneğin;
yarın ne giyeceksin, sorusuna görsel sağa bakarak duruma uygun hangi giysiyi
giyebileceğini gözünde canlandırarak yanıt verir. İşitsel, hangi giysinin kendisine
hitap edeceğini, lacivert benekli bej kravatını takarsa yine iltifat alacağını düşünür.
Issız bir adaya düşseydiniz yanınıza tek şey alma hakkınız olsaydı ne alırdınız ya
da mor çizgili, yeşil renkli, uçan bir fil düşünün, gibi sorularda gözler sağa gider.
Tabii yalan söylerken de. Yalan da tasarımdır.
Şimdi sevgilinizin gözlerine dikkatle bakıp, beni hiç aldattın mı, diye soracak
mısınız? Verdiğim eğitimden çıkan bir katılımcı, akşam eve gittiğinde eşine soracağı
soruların listesini hazırlamış ve gruba okumuştu. Soruların yaratıcılığına hepimiz
gülmüştük. Kendisi için bir kopya isteyenlerin sayısı da az değildi hani.
Kinestetikler hatırlamak için de tasarlamak için de sağ el tarafına aşağıya bakar.
Dün akşam ne yediğini düşünürken yemeğin tadını, kokusunu, yemeğin
lezzetinden aldığı haz duygusunu, kestaneli pastanın yumuşaklığını, içindeki
çikolata parçacıklarının kaygan sertliğini, midesindeki doygunluk hissini hatırlar.
Yarın giyeceği giysi için de yine sağ aşağıya bakarken giysinin içinde kendisini nasıl
hissedeceğini, ipek bluzun tenine temasını, seçeceği giysinin eşinin hoşuna gidip
gitmeyeceğini düşünür.
Sol aşağıya bakmak iç konuşma yaptığımızı gösterir. Kendimizle yaptığımız
konuşmaları, bir sorunla ilgili içsel konuşmalarımızı, içimizdeki ebeveynin
yargılayıcı, eleştirel sözlerini sol aşağıya bakarak dinleriz. Kendimize söylediğimiz
aşağılayıcı sözleri düşünürken ya da zor durumdan yakamızı nasıl kurtaracağımızın
planlarını yaparken gözümüz sol aşağıya gider. Burada genellikle olumsuz içsel
konuşmalar yapılır. Yere doğru uzun süre bakmak bile kişinin enerjisini düşürür.
Yolda yere bakarak yürüyen insanların suratında hiç mutlu ifadeye şahit oldunuz
mu?
Göz pozisyonları insanların yüzde beşinde zıt bağlantılarla çalışır. Genellikle
solaklarda sağ ve sol göz pozisyonları tersine çalışır. Ama bu bir kural değildir.
Sağlaklar içinde de bazen göz pozisyonları ters bağlantılı olabilir.
Bir şeyi en iyi kendi öncelikli kanalımız aracılığıyla öğreniriz. Lise yıllarında
derse kalkan bir arkadaşımın öğretmen tarafından, tavana bakıp durma. Orada
yanıtı bulamazsın, diye azarlandığını hatırlıyorum. Oysa bu arkadaş görseldi.
Sorunun yanıtını gözlerini yukarı çevirerek hatırlamaya çalışıyordu.
O zamanlar pek fazla görsel malzemenin kullanılmadığı sınıflarda bu arkadaşın
konuları kavramaktaki zorluk nedenini şimdi anlıyorum. Arkadaşın en sevdiği ders
tarihti. Aslında tarihe karşı özel bir ilgisi olduğu da söylenemezdi. Tarih hocasının
olayları göz önünde canlandıracak kadar detaylı anlatımıydı ona bu dersi sevdiren.
Tarih hocası da görsel olduğu için bu arkadaşla uyum içindeydi. Ben ise bu detaylı
anlatımdan sıkılırdım. Bu arkadaş başarılı bir bilgisayar tasarımcısı oldu. Tipik bir
görsel meslek. Bir tatile giderken bile fotoğraf makinesini ya da video kamerasını
yanıma almayı unutan ben ise görselliğimin öncelikli kanal olmadığını size NLP
öğrenmeden önce de söyleyebilirdim.
İşitsel kişiler siz konuşurken size bakmak yerine kulaklarını size doğru çevirir.
Siz de göz kontağı kurmadığı için ona kızabilirsiniz. Söylediklerinizi dinlemediğini
sanırsınız. Oysa o can kulağıyla dinliyordur. Hatta gözlerini sağa sola oynattığı için
onun “kaypak” biri olduğunu bile düşünebilirsiniz.
Bir iş görüşmesinden dönen bir tanıdığım, işveren hakkında aynen böyle
düşünmüştü. Adamın saygısız ve göz kontağı kurmaktan kaçındığı için özgüvenden
yoksun olduğuna karar vermişti. Oysa işveren, görüşmenin sonunda kendisini
arayacaklarını söylemişti. Nitekim işi de aldı.
İşitsel bir öğrenciyi, yüzüme bak ve bana yanıt ver, diye zorlayan bir öğretmen
çocuğu en güçlü öğrenme kanalından mahrum eder.
Kinestetik kişiler dokunarak, yaparak, hareket ederek öğrenmeyi sever. Siz
konuşurken odayı arşınlayan bir kişi sinirinizi bozabilir. Otursa da bir çift laf
edebilsem diye düşünürsünüz. Oysa bu kişi bilgiyi hareket halindeyken en iyi alır.
Kinestetik çocuklar okulda hiperaktif ya da yaramaz damgasını yiyebilir.
Konuşurken ellerini kollarını daha çok kullanan kinestetikler için hazır olda
durmak zordur. Duyguları aracılığıyla bilgiye ulaştıkları için aşağıya sağ ellerine
doğru bakarak konuşurlar. Aynı zamanda içe dönük bir yapıları varsa gözlerini
aşağı indirerek konuştukları ya da düşündükleri için yanlışlıkla utangaç izlenimi de
bırakabilirler.
Özetle, her algı kanalı farklı bir dil gibidir. Öncelikli kanalları farklı olan kişilerin
anlaşmaya çalışması, farklı dil konuşan ve birbirlerinin dilini bilmeyen insanlara
benzer. Bu nedenle kendi algı dilimizi bilmenin yanı sıra diğer dillerin kullanımını
görsel, sözel ve davranışsal boyutta bilmek de başarı ve uyum için çok önemlidir.
Bir dil bir insan, iki dil iki insan üç dil üç insan, derler. Çok doğru bir söz.
Öncelikli kanal kişinin bilgiye ulaştığı ve içsel bilgisine danıştığı ilk kanaldır. Daha
sonra bu bilginin doğru olup olmadığını ikinci kanala yani referans kanalına
başvurarak kontrol eder. Üçüncü kanal en zayıf olan kanaldır ve genellikle
yaşadığımız sorunlar bu kanalla ilintilidir. Üçüncü kanal çoğu kişide farkındalığa
kapalıdır.
Genellikle insanlar öncelikli ve ikincil kanallarını kullanır. Stresli oldukları
zamanlar hariç. O zaman sadece ilk kanalla fonksiyonlarını sürdürürler. İkinci ve
üçüncü kanalları bilinç dışında kalır. İnsanların büyük çoğunluğu tek kanalla
iletişim kuruyor. Bu da çoğu insanın sürekli stres altında yaşamasından
kaynaklanıyor olabilir. Bilinç dışı derken, kişinin herhangi bir anda farkında
olmadığı her şeyi kastediyorum.
Örneğin: Öncelikli kanalı görsellik olan kişi en gelişkin haliyle fotoğrafik belleğe
sahip olurken, üçüncü kanalı görsellik olan kişi yüzleri hatırlamakta güçlük
çekebilir, yön duygusu zayıf olabilir, matematiksel ve üç boyutlu düşünmede
zorluk çekebilir.
Referans kanalının rolü kişi bilgiyi öncelikli kanal ile bilince çıkardıktan sonra
devreye girer. Ama stres yaşarken referans kanalımız kapanır.
Örneğin; Görsel kişimize, en sevdiğin şarkı nedir, diye sorduğunuzda, gözleri
önce sol yukarıya gider. Sevdiği şarkıyı dinlediği bir anı gözünde canlandırır.
Referans kanalı işitselse şarkının melodisini hatırlamak için gözleri bir an sol yana
gider, kinestetikse gözlerini aşağıya indirerek şarkının içinde yarattığı duyguyu
hatırlar ve size yanıt verir. Tabii tüm bu göz hareketleri son derece hızlı olur.
İnsanlar bilgiyi algılamak için tüm kanalları kullanır ve zihinde tüm duyuların
verileriyle depolar. Ama bilince çıkarmak için öncelikli kanalı kullanır. Deminki
görsel kişimiz, en sevdiği şarkının ne olduğu sorusuna, onun yukarı bakmasını
engelleyebilseydiniz yanıt vermekte zorluk çekerdi. Gözlerimiz kapalıyken bile
düşünebilmek için gözlerimizi hareket ettiririz.
Duyusal algılamayı en objektif biçimde yapabildiğimiz anlar beş duyumuzun da
devrede olduğu ama içsel kanallarımızın sessiz olduğu anlardır. Zihnimizde bir
resim belirirken, içimizdeki ses avaz avaz bağırırken, duygularımız hareket
halindeyken objektif algılayamayız. İçsel kanallarımızın verileri kendi haritamız,
kendi realitemizdir.
Öncelikli kanalımızın ne olduğunu bilmenin amacı kendimize “etiket” takmak
değildir. Etiket insanı sınırlar. Amaç “ne olduğumuzu bilmek” değil, başka
seçimlerimiz olduğunun da farkında olmak ve davranışlarımızı nasıl
değiştirebileceğimizin yetisini kazanmaktır. Karşımızdaki kişinin öncelikli kanalının
bizimkinden farklı olması halinde, onunla uyumlu olabilme yetimizi geliştirmektir.
Nice işler nice aşklar iletişimsizlikten dolayı başarısızlıkla sonuçlanmıyor mu?
Kendinizi görsel, işitsel ya da kinestetik olarak düşünmek yerine, bir kanalınızı
rafine hale getirmiş olduğunuzu düşünün. Diğer kanallarınızı da öncelikli
kanalınızın rafineliğine ve yaratıcılığına ulaştırmak için artık zaman ve enerji
harcayabilirsiniz. Etiketler tuzaktır; bizim potansiyelimizi ve yaratıcılığımız sınırlar.
İnsanların yüzde 85’i tek kanalını (temsil sistemini), yüzde 12’si iki kanalını,
sadece yüzde 3’ü üç kanalını birden kullanıyor. Peki gerçek başarıyı yakalamış
insanların oranı nedir dersiniz? Bildiniz.Yüzde üç. Burada başarı kavramını, kişinin
yaşamında amaçlarını gerçekleştirebilme, hem süreçte hem sonuçta doyum
yaşama, genel yaşam kalitesini artırma, kendisinin ve başkalarının saygı ve
sevgisini kazanması anlamında kullanıyorum. Başarılı hatiplerin, başarılı yazarların
ortak özelliği konuşmalarında ve kitaplarında her üç temsil sistemine hitap
etmeleridir. Klasik olarak nitelenen kitapların hepsinde üç temsil sistemi ile
anlatımı bulursunuz.
Kısaca;
GÖRSEL- Dışsal olarak görür, içsel olarak anıları resim olarak depolar.
İŞİTSEL- Dışsal olarak işitir, içsel olarak anılarındaki kendisiyle olan
konuşmalarını dinler.
KİNESTETİK- Dışsal olarak duyuları hissederek algılar, içsel olarak gerçek ya da
hayaldeki anıları duygularla hatırlar. Tat ve koku duyusunun yanı sıra sezgisellik de
kinestetik algılamanın bir parçasıdır.
Diğer insanların öncelikli iletişim sistemleriyle iletişim kurmak onların
dünyasına girebilmek açısından önemlidir. Unutmayın, UYUM SAĞLANMADAN
HİÇBİR SONUÇ ALINAMAZ.
Görsel, işitsel ve kinestetik insanların kullandıkları sözcükler görsel, işitsel ve
kinestetik ağırlıklı olur.
Görsel, ilk bakışta aşık olur, işitsel anında frekans tutturur, kinestetiğin yüreği
tutuşur.
Görselin gözüne hoş gelir, işitsele hitap eder, kinestetiğin ruhu okşanır.
Görsel dünyayı pespembe görür, işitsel için dünya ahenk içindedir, kinestetik için
hayat tatlıdır.
Görselin bakış açısını görmelisiniz, işitselin söylediklerini kulak ardı
etmemelisiniz, kinestetiğin üzerinde baskı kurmamalısınız.
İletişimin çoğunlukla telefonla ve e-maille kurulduğu çağımızda karşımızdaki
kişinin ağırlıklı olarak kullandığı sözcüklerden onun öncelikli temsil sistemini
anlayabiliriz. Konuşmada ve yazışmalarda onun temsil sistemine uygun sözcükler
kullandığımızda uyum sağlarız. Aynı dilden konuşan iki insan çok daha sağlıklı
iletişim kurar.
Aşağıda Duyusal Kaynaklı Sözcükler ve Deyimler listesine bir göz atarsanız,
kendinize bu sözleri hatırlatarak insanlarla daha kolay temas kurabilirsiniz.
GÖRSELLİK
Nüfusun yüzde 60’ının görsel olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunda televizyonun
ve daha sonra hızla yayılan bilgisayarın etkin rolü olduğunu düşünüyorum.
Görseller ışık hızıyla düşündükleri için hızlı konuşur. Bu nedenle de hızlı ve sığ
nefes alırlar. Başları hafif yukarı kalkık durumda konuşup, dinledikleri için diğer
insanlara “tepeden bakıyor” izlenimini verebilirler. Olağanüstü fotoğrafik belleğe
sahip olan Demirel’in başını tutuş şeklini gözünüzün önüne getirin.
Ressamlık, fotoğrafçılık, mimarlık, makine mühendisliği, pilotluk görsellerin
oyun sahasıdır. Floresan ampulün ve alternatif akımın kaşifi Nikola Tesla keşiflerini
tüm detaylarıyla bitmiş şekilde önce gözünde canlandırırdı. Bilim dünyasının diğer
görselleri arasında Stephen Hawking, Thomas Edison, Charles Darvin ve Sigmund
Freud’u sayabiliriz. Freud egonun bilinçdışı ile bağlantısını okyanustan yükselen bir
ada olarak tanımlıyordu.
Görseller, duygularına işitsellere göre daha uzaktır. Çünkü ışık en hızlı, ses daha
yavaş, duygular ise daha da yavaş frekanslardan oluşur. Görsel kişi eğer
kinestetiğini geliştirmemişse, aşk acısı çeken yeni ayrıldığı sevgilisinin ya da eşinin
duygularını anlamakta zorlanır. Gözden ırak olan sevgili ya da arkadaş, görsel için
kolaylıkla gönülden de ırak olabilir. Sadece görselliği güçlü ama kinestetiği
gelişmemiş politikacıların halkın duygularını anlamadığı için umursamaması gibi.
Onlar için dün dündür bugün de bugün. Ne yazık ki günümüz lider politikacılarının
çoğunluğu kinestetik temsil sisteminin varlığından bile haberdar değil.
Görseller düşünürken kağıt üzerine şekiller çizmeyi sever. Çocukken arkadaşlar
arasında “gizli kodlar” oluşturur. Bol mimikle konuşur. Mektup yerine kart
göndermeyi tercih eder. Sinemaya gitmekten ve video izlemekten hoşlanır.
Eğitimde şemalarla anlatım onların ilgisini canlı tutar. Kategorisel sunulan bilgiler
akıllarında daha iyi kalır.
Eğitimlere katılan görselliği zayıf kişilere hangi konularda zorluk çektiklerini
sorduğumda işte aldığım yanıtlardan bazıları:
Basit bir aritmetik işlemi bile yapmakta bazen zorluk çekiyorum.
Okulda geometri, cebir, trigonometri derslerini hiç sevmezdim.
Yeni bir kente gittiğimde, hatta ilk kez gittiğim bir binada sık sık kaybolduğumu
bilirim. Bazen birkaç kez gittiğim yerde bile yönümü bulamadığım olmuştur.
İmgeleme yapmakta zorlanıyorum.
Bazen sağımı solumu karıştırıyorum.
İnsanların yüzlerini hatırlamakta güçlük çekiyorum.
Resim yeteneğim çöp adam çizebilme sınırında.
Renk tonlarını ayırt edemiyorum.
Görsel puanları yüksek katılımcılara çocukluklarında nelere ilgi duyduklarını
sorduğumda aldığım cevaplar, size çocuğunuzun görselliğini geliştirmesine
yardımcı olmanız açısından ışık tutabilir.
Sayı saymayı çok severdim. Her şeyi sayardım. Basamakları, ağaçları, arabaları
vb.
Okulda matematiğe yatkınlığım nedeniyle öğretmenimden takdir alırdım.
Matematiği bana annem sevdirmişti.
Atlasta annemle ve babamla şehir bulma oyunu oynardık.
Belgesel filmler izlemeyi severdim hala da severim.
Lego en sevdiğim oyuncaktı.
Simetrik dizilimlerden zevk alırdım.
Aklıma takılan her konuda neden-sonuç ilişkileriyle ilgili sorularımla anne
babamı ve öğretmenlerimi bıktırırdım.
Resim yapmayı, çizmeyi, karalamayı severdim. Bir keresinde sanatımı salonun
duvarında icra ettiğimde, annem bana -bağırıp çağırmak yerine- resmin kağıda
yapılacağını söylemiş ve duvarı bana sildirerek evin duvarlarına resim
yapılmayacağını öğretmişti.
Oyuncaklarımı parçalara ayırıp yeniden birleştirebilmekten keyif alırdım. Bunun
için, zaman zaman da olsa azar işitmeyi bile göze alırdım.
Kumdan kaleler inşa etmek, iskambil kağıtlarını değişik şekillerde dizmek çok
eğlenceli gelirdi.
Rüyalarımı renkli, net ve detaylı olarak hatırlardım. Bazılarını hala hatırlıyorum.
Gittiğim bir yolu aradan uzun zaman geçse de kolaylıkla hatırlardım. Hiçbir
yerde kaybolmaktan korkmazdım.
Hep resimlerle düşünür, herkesin de benim gibi düşündüğünü sanırdım.
İletişimde uyum, iki insanın birbirini anlaması demektir. Türkçe bilmeyen bir
Amerikalı ile İngilizce konuştuğumuzda onun diliyle uyum içine girer ve
birbirimizin ne dediğini anlarız demiştik.
Şimdi aşağıdaki çiftimizin konuşmalarına kulak verelim:
SEVGİ: Sana bu akşam oraya gideceğimizi geçen hafta kaç kez söyledim.
Söylediklerimi dinlemiyorsun bile.
CEM: Sana önce işte, iş randevularımı gözden geçirmem gerekir dememiş miydim?
Bazı sorunları sana yansıtmamaya çalışıyorum ama sen benim durumumu hiç göz
önüne almıyorsun.
CEM: İşte gördün mü bak? Neyse akşam akşam sana iç karartıcı bir tablo çizmek
istemiyorum.
SEVGİ: Sen de benimle diyalog kurmadığın sürece böyle ayrı tellerden çalmaya
devam ederiz.
Gerçekten de bu çift ayrı tellerden çalıyor. Çünkü bakış açıları farklı. Cem görsel,
sevgi ise işitsel öncelikli kanala sahip. Sevgi, Cem’in getirdiği çiçeklerin sevgi
gösterisi olduğunu da anlamıyor. O, “seni seviyorum” kelimelerini duymak istiyor.
Sevgi, Cem’e sık sık onu sevdiğini söylüyor ama Cem sevildiğini görmek istiyor.
Sevgi’nin onun için daha özenli giyinmesi, onun yanında bigudilerle gezmemesi
gibi.
Cem ve Sevgi’nin birbirlerinin temsil sistemleri hakkında bilgileri olsaydı,
birbirlerinin dilini kullanarak sağlıklı bir iletişim kurabilirlerdi. Cem işitsel, Sevgi
görsel sözcükler kullanarak iki tarafı da mutlu eden bir çözüm bulabilirlerdi.
Nice iş konuşmaları iki taraf benzer şeyleri söylediği halde farklı temsil sistemleri
kullandığı için anlaşmazlıkla sona eriyor. İşte bir örnek:
TÜRKAN: Sıkıntını görüyorum. Belki soruna odaklanırsak, çözüm için bir bakış açısı
kazanabiliriz.
TÜRKAN: Bana, birlikte sorunu kolayca görebiliriz gibi geliyor... Önce raporlarını
yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor, belki soruna farklı bir boyutta yaklaşabiliriz.
SERDAR: Ama Türkan, raporlardan bir şey yakalamamız mümkün değil. Çünkü
işimi yapmam gerektiği gibi yapıyorum. Daha çok sayıda müşteriyle bağlantı
kuruyorum. Ama yine de satışlarımda artış olmuyor.
SERDAR: Bazen merak ediyorum Türkan. Acaba söylediğim tek kelimemi işittin mi?
Bana gerçekten yardım etmek istediğini biliyorum. Bu hoşuma da gidiyor ama beni
gerçekten dinlemiyorsun gibi geliyor.
TÜRKAN: Sen de bir görüş birliğine varmamak için sanki bütün engelleri
koyuyorsun. Bugün izin al, biraz dinlen ve durumu yeniden sakin kafayla gözden
geçir, tamam mı?
Serdar öfkeli, sinirli bir şekilde odayı terk ediyor. Türkan’ın onu hiç anlamadığını
düşünüyor. Kendisini konuşma öncesinden bile daha kötü hissediyor. Türkan ise
başını hayretle sallayarak Serdar’ın arkasından bakakalıyor. Onun neden sorunuyla
yüzleşmek istemediğine, desteğini ve yardımını kabul etmediğine bir anlam
veremiyor. Oysa ne kadar iyi niyetle yaklaşmıştı Serdar’a.
Cehenneme giden yol da iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Siz taşlarınızı döşemeden
önce yolun cennete giden yol olduğunu öncelikle tespit ediyorsunuz, değil mi?
Bir müşterinizle görüşürken öncelikle hangi temsil sistemini kullandığını
bulmanızda yarar vardır.
Gözden geçirmek, görünüşe aldanmamak, görebildiğim kadarıyla vb. sözleri
ağırlıklı olarak kullanan -görsel- müşterinize: “Bu ürüne bakış açınızı görebildiğim
kadarıyla....”;
Söylemek, işitmek ve okumakla ilgili kelimeleri ağırlıklı olarak kullanan
müşterinize: “Bu ürünle ilgili söylediklerinizden anladığıma göre...”;
Hissetmek, kavramak, dokunmak gibi kavramlarla kendisini ifade eden
müşterinize: “Bana verdiğiniz bilgilerden kavradığım kadarıyla...” diye söze
başladığınızda müşteriniz anlaşıldığını bilerek rahatlayacaktır.
ODAKLANMA VE MOTİVASYON
İnsanda iki temel dürtü vardır: haz ve acı. Sobaya elimizi değdirmekten kaçarız.
Çünkü bize acı verir. Masanın üzerinde duran çikolataya yöneliriz. Çünkü bize haz
verir.
Kilolu arkadaşıma, zayıflamanın yolunun egzersizi günlük yaşamına
sokmasından geçtiğini söylüyorum. O, egzersizi yorucu ve sıkıcı bir şey olarak
algıladığı için egzersizden çeşitli bahanelerle kaçıyor. Ben ise egzersizi günlük
yaşamımda bana enerji veren, enerjimi artıran bir aktivite olarak algılıyorum.
İstediğim şeyleri yapmam için çok enerjiye ihtiyacım var, enerji jeneratörü olan
egzersiz benim için harika bir şey diye düşünüyorum... ve hazza yöneliyorum. Ben
haftanın yedi günü egzersiz yaparken, arkadaşım -gerekli olduğunu bildiği halde-
yapmıyor; çünkü o, acıdan uzaklaşmaya odaklı.
Başka bir arkadaşım asansöre binmekten korktuğu için (acıdan uzaklaşmak)
merdivenleri oflaya puflaya çıkıyor. Ben yürüyerek çıkmayı sağlığıma yararlı
bulduğum için (hazza yaklaşmak) asansöre binmiyorum. Komik olan yedi- sekiz
yaşındaki çocukların bile bana neden asansöre binmediğimi sormaları oluyor.
Büyüklerin çoğu da asansöre binmekten korktuğumu varsayıyor. Özellikle on
beşinci kata yürüyerek çıktığımı gördüklerinde. İnsan nüfusunun çoğunluğunu
uzaklaşma odaklılar oluşturuyor.
Metaprogramları bilmenin yararlarından biri de, eğer kendi metaprogramımız
önümüzde bir engel teşkil ediyorsa onu yeniden programlayarak hizmete
sokmaktır.
Örneğin; egzersizi enerji artırıcı hazza yönelik harika bir şey olarak değil de,
yorucu, sıkıcı bir şey olarak algılayan arkadaşım motive olamaz. O şişmanlıktan
kaçmaya çalışıyor. O zaman acıdan kaçmayı sağlayan bir yöntem bulmak
gerekiyor. Şişman olmaktan duyduğu rahatsızlık tek başına onu motive etmiyor.
Zayıfladığında bedeninin sağlığa ya da güzelliğe kavuşması da onu motive etmeye
yetmiyor. Onu motive edecek şey, kaybetmeyi göze alamayacağı bir şey olabilir. Bir
doktorun sağlığını kaybedebileceği uyarısı, eşini evlilik dışı ilişkilerle kaybetmek,
hatta yaşamını kaybetmek olabilir. Bazen iddiayı kaybetmek bile motive edici
olabiliyor.
Bu arkadaşıma her gün egzersiz yapacağına dair söz vermesini istiyorum.
Sözünü tutacağını biliyorum. Ama henüz söz vermeye karar veremedi. Çünkü söz
verip de yapmamanın utancını göze alamıyor. Herkesin kendi değer hiyerarşisine
göre, kaybetmekten (acıdan) kaçınacağı bir şey vardır. Herkes her şeyi yapabilir.
Önemli olan kişiye özgü kaçınacağı ya da yaklaşacağı kaldıraç noktasını
bulabilmektir.
Yeme bağımlılığı da bir acıdan kaçma, bastırılmış incinmeleri avutma yoludur.
Ancak bu kaçışın bedeli olan şişmanlık, kaybetmeyi göze alamayacağı daha büyük
bir bedeli ödemeyi karşılamıyorsa aşırı yemekten vazgeçeriz. Bir acıdan kaçmayı,
daha küçük bir acıdan kaçma bedeliyle ödemenin temelinde de kişinin daha az acı
olan “Hazza odaklanması” yatar. Bu acıdan kaçmanın hazzı(!) sizin için ne ise.
Alkol, uyuşturucu, uyarıcı (buna yasal uyuşturucu olan antidepresanlar ve
Prozac gibi yasal uyarıcılar da dahil) gibi maddelerin yaygın kullanımında kişilerin
amacı acıdan kaçmaktır. Duygusal acıların hissedilmemesini kişi geçici bir haz
duygusu olarak algılasa da.
Eğitimlere katılanlarda bunu sıkça gözlüyorum. Eğer kişi kendini geliştirme
hazzına odaklanmışsa eğitimleri ne pahasına olursa olsun kendisiyle yüzleşmeyi
göze alarak sonuna kadar götürüyor. Eğer katılımcı acıdan kaçmaya odaklı biriyse
eğitimlere ancak dibe vurduğunda katılıyor. Eğitimlerde yaşadığı farkındalıklar ve
deneyimlerle kendisini iyice hissetmeye başladığında ise eğitimi bırakıyor. Onun
istediği sadece acıdan kaçmak, kendini daha da geliştirmek değil. Hatta eğitim
kendisiyle yüzleşmeyi gerektirdiği için o eğitimi bırakarak “acıdan kaçıyor” -neleri
kaçırdığını, daha kaliteli bir yaşam olanağında neleri kaybettiğini bilemeden. Daha
sonra daha büyük bir bedel ödeyeceği gerçeğini kısa vadede erteliyor ya...
Eğitimin “Kendin Olmak” bölümüne zamanı elvermediği(!) için çok istediği
halde(!) katılamadığını söyleyen bir katılımcının sonradan itiraf ettiği, “Aslında ne
kadar gelişkin biri olduğumu kanıtlamak için eğitimlere başlamıştım, ama eğitim
ilerledikçe hiç de sandığım gibi biri olmadığımı gördüm. Bunun daha fazla ortaya
çıkmasından korktuğum için de kaçtım” sözünü hiç unutmuyorum.
O kendisini her zaman mutlu ve olumlu düşünen biri olduğuna inandırmayı
seçmişti. Grup arkadaşları ise onun zaaflarını görebiliyordu.. Bu arkadaş aslında
eğitimden değil, kendisiyle yüzleşmekten kaçıyordu. İnsan kendisinden ne kadar
kaçabilir ki? Özgürleşmenin yolu zaaflarımızı kabul etmekle başlıyor.
“Aslında öyle büyük sorunlarım yok ama hayattan tam anlamıyla keyif aldığımı
da söyleyemem.”
“Mutsuz değilim ama mutlu da değilim.”
“Kendimi geliştirmeye ihtiyacım var” bakış açısıyla eğitimlere katılanlar ise hem
tüm eğitimleri tamamlıyor hem de büyük dönüşümler yaşayarak mutlu olmanın
bir bilinç boyutu olduğunu zihinlerinde ve yüreklerinde idrak ediyorlar. Bu tür
hazza odaklı kişiler için kendileriyle yüzleşerek kendilerini kucaklayabilmek,
kendileriyle kucaklaşarak özgürleşmek çekici ve geliştirici bir süreç olarak
algılanıyor. Yaşamda her sorun, bir algılama sorunudur. Her türlü gelişim de
algılamanın genişlemesiyle mümkün oluyor.
Özgürleşmek, acıdan kaçmaya odaklı kişi için bağımlılık maddesi olan nesne, kişi
ya da aktiviteden “yoksun kalmak”, gelişme arzusu içindeki kişi için ise
“potansiyelini ortaya çıkarmak” anlamına gelir. Örneğin; acıdan kaçmaya odaklı
kişinin sigarayı bırakmak istediğini düşünelim. O, sigaradan “yoksun” kalacağına
odaklandığı sürece sigaradan özgürleşemeyecektir. Hazza yönelik kişi ise, sigarayı
bıraktığında kendini sağlıklı hissedeceği ödülüne odaklanarak sigaradan özgürleşir.
KALİBRASYON
Yargılamak
Kişinin kendi modelini, haritasını, kurallarını başkalarına dayatmasıdır.
Zihin Okuma
Zihin okuma kişinin başkasının ne düşündüğünü ve hissettiğini bildiğine
inanmasıdır.
Neden-Sonuç Çarpıtması
Bir şeyin ya da bir kişinin bir sonuca neden olarak gösterilmesidir.
Genelleme Yapmak
Bir ya da birkaç deneyimden yola çıkarak sonucu “mutlak doğru” olarak kabul
etmektir. Bir ağaçtan yola çıkarak ormanı tanımlamaktır.
Zorunluluk/Seçimsizlik
Kişinin seçimlerini, olanaklarını, ihtiyaçlarını kurallara dönüştürmesi hayatı
sınırlar.
Varsayımda Bulunmak
Gerçeği bilmek için yeterince veri olmadan sonuca varmaktır.
Beni görmezlikten geliyor.
Bana ilgi gösteriyor.
Belirsizlik
Olayların, kişilerin ve nesnelerin belirsiz olduğu cümlelerde boşluklar haritalara
göre dolar.
Gazetede iki ilan görüyorsunuz:
b) 25-35 yaş arası erkekse askerliğini yapmış, enerjisi dokuzla beş arası
sınırlanmayan, yakın gelecekte bölge temsilcisi sorumluluğunu taşıyabilecek,
seyahatten hoşlanan, girişken biriyseniz, henüz deneyiminiz olmasa da ABC
firmasında satış elemanı olarak işe başlayabilirsiniz.
İkisi de aynı firma tarafından verilmiş ilan örnekleri. Siz ikinci ilanda talep edilen
niteliklere sahip olsaydınız birinci ilana yanıt verir miydiniz.
Çoktandır beklediğiniz bir buluşma için hangi e-maili almayı tercih ederdiniz?
Sadece bu Meta Model ihlali bile ne çok yanlış anlaşılmalara sebep olabiliyor.
Meta Model ihlali yapmadan iletişim kurmayı öğrendikten sonra şirket çalışanları
gereksiz yazışmaların yüzde seksen azaldığını bildirmişti.
Kim, ne, hangisi, ne zaman, nasıl sorularıyla kastedilen kişiyi ya da olayı belirleyin.
Siz bu soruları sormazsanız “akşam eve geç geleceğim” diyen çocuğunuza
kızmaya ne hakkınız var? Onun için geç sabah 3 iken, sizin için gece 9 olabilir.
Eve sabah döneceğim diyen kızınız, bir hafta sonra sabah döndüğünde yalan mı
söylemiş oluyor?
Özetle Meta Model, dilin gücünü kullanma sanatıdır. “Müzik kulağımda” ile
“kulağım müzikte” arasında fark vardır. Aynı kelimeler kullanıldığı halde sıralama
anlam farkı yaratır.
Meta Model dil ile deneyim arasında bağlantı kurmayı amaçlar. Meta Model
ihlalleri ise dil ile deneyim arasında filtre oluşturur ve yanlış anlaşılmalara yol açar.
Meta Modellere özen gösterdiğinizde iş yaşamınızda, eğitimde, terapide güçlü bir
araç kazanırsınız.
AYNA VE AHENK
1. Zihinsel Yol
2. Duygusal Yol
Zihinsel Yol
Duyularımızın belirli bir duyguyla bağlantısı olmaksızın oluşan çapalardır. Bir
reklamı bin kere izlersek ya da işitirsek ürün zihnimizde çapa oluşturur. Bir
reklamın ilk cümlesini duyduğumuzda gerisini getiririz. Marlboro sigarasının
kırmızı üçgenini, McDonalds’ın altın renkli arkını gördüğümüzde markaları hemen
tanırız. “Her gün her şekilde daha iyiye gidiyorum” türü cümleleri kendimize
tekrarlayarak yaptığımız pozitif düşünme -afirmasyon (olumlama)- çalışmalarında
aynı sözü her gün çok kez tekrarlamak önemlidir.
Günlük yaşamda tekrar tekrar gördüğümüz, işittiğimiz bir şey bir süre sonra
belleğimize kazınır. Beynimiz günlük yaşamda uykuda olmadığımız anlarda
saniyede 14 ve üstü frekansta Beta dalgaları yayar. Sol beyin ağırlıklı bu
algılamaların bilinçli zihnimizde yerleşmesi için çok tekrarı gerekir. Koku ve tat
duyularıyla ilgili çapalar için görsel ve işitsel duyular kadar tekrar gerekmez. Çünkü
koku ve tat ve dokunma duyularının merkezi farklıdır.
Bir pastanede yediğimiz leziz profiterolü, o pastanenin önünden geçerken
yeniden hatırlamamız çok daha kolaydır. Oysa pastanenin adını tat bağlantısı
olmadan hatırlamak tekrarı gerektirir. Bir şeyi yaparak öğrenmek, sadece görerek
ya da dinleyerek öğrenmekten daha kolaydır. Daha az tekrarı gerektirir. Araba
kullanmayı, bisiklete binmeyi öğrenmenizi hatırlayın.
Duygusal Yol
Bu yolla bazen tek bir çapa kalıcı olabilir. Duygusal yoğunluk yaşadığımız
anlarda beş duyumuz her şey ile duygumuz arasında bağlantı kurar. Sürekli
gördüğümüz ve reklamını işittiğimiz Mc Donalds’a gitmek için ikna olmamız belki
bin kez tekrarı gerektirir. Ama hayatımızın aşkına bir Mc Donalds önünde
rastlamışsak, bilinçaltımız bu iki olayı birbirine bağlar ve biz her Mc Donalds’ın
önünden geçişimizde nedense iyi duygular hissederiz. Ya da sevgilimiz bizden
ayrılmak istediğini bir Mc Donalds’ta söylemiş ve biz gözyaşları içindeyken kalkıp
gitmişse Mc Donalds’ın altın arkını bile gördüğümüzde kendimizi iyi
hissetmeyeceğimiz açıktır -aradan yıllar geçmiş bile olsa. Bilinçaltının bağlantısı,
duvarların rengini, o anda çalınan müziği, burnumuza gelen kokuları vb. her şeyi
kapsar.
Gözümüz kapalı bir şeyi dinlediğimiz durumda, örneğin meditasyon yaparken,
beynimiz Alfa frekansında faaliyet gösterir. 8-13 arası frekansta faaliyet gösteren
Alfa boyutunda bir şeyin çapa oluşturması için 21-30 kez tekrarı gerekir. Bu nedenle
NLP tekniğiyle hazırladığım hipnomeditasyon kasetlerinin A yüzünün 21 gün
boyunca her gün dinlenmesi gerekir.
4-7 frekans arasında faaliyet gösteren Theta boyutu limbik sistem ya da orta
beyini hedef alır ve kinestetik çapalamalar için idealdir. Sadece bir ya da iki kez
tekrarı gerektirir. Bunun için üzerinde çalıştığımız kişiyi derin duygusal yoğunluğa
sokarak yaptığımız çapalamalar hızlı değişim sağlar. Kişiyi, değiştirmek istediği
duyguya Theta boyutunda soktuğumuzda istenilen yeni duyguyu yerine kolayca
koyabiliriz. Limbik sistem kaç ya da savaş komutunun verildiği yerdir. Bu yüzden
fizyolojinin değişmesiyle değişimin sağlanabilir olması anlaşılır hale gelir. Çünkü
fizyoloji kinestetiktir. Kinestetik değişim en zor ama en kalıcı değişimdir.
Çocuğunuzun iki yıl boyunca yattığı oyuncak ayısını ya da battaniyesini ondan
almaya kalkın. Değişimin zorluğunu anlarsınız. Başı önüne eğik, omuzları çökük,
sesi bitkin birisini dik durmaya, başını kaldırmaya ve yüksek sesle “Evet” demeye
zorlayın. Yaparsa değişimin kolaylığını anlarsınız.
Frekansı 3’ten aşağı olan Delta boyutunda değişim için tek çapa yeter. Daha
doğrusu çapaya gerek yoktur. Çünkü o boyutta her şey çapadır. Koma halinde,
anestezi altında ve hayatımızın ilk iki yılında Delta boyutunda yaşamı algılarız.
Apandisit ameliyatı olmak için hastaneye yatan bir kadına genel anestezi
uygulanır. Ameliyat esnasında doktorlardan birisi kadının göğüslerinin çirkinliği
üzerine espriler yapar. Anestezi altındaki kadın bu esprileri Delta boyutunda
“duyar”. Ameliyat başarıyla sona erer ama kadın bir süre sonra göğüs kanseri olur.
Kanser ilerler ve kadın “çirkin göğüslerinden” ameliyatla “kurtulur”. Bilinçaltı
gücünü görebiliyor musunuz? Ameliyathanelerde hastanın başucunda sarf edilen
sözlere dikkat ve özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Oğlum burun ameliyatı olduğunda ben de ameliyat odasına girdim. Tabii hastane
yönetiminin itirazlarını doktorun göğüslemesiyle. O narkoz altındayken ben de
stres ve çakra kasetlerinin B yüzünü sürekli çaldım ve çabucak bedeninin kendini
toparlaması, kendisini enerjik hissetmesi, egzersiz yapması, sağlıklı beslenmesiyle
ilgili telkinler verdim. Oğlum gerçekten çok çabuk iyileşti. Ameliyattan altı gün
sonra yaşadığı yer olan Amerika’ya döndü. Nedense her gün egzersiz yapmaya ve
sağlıklı beslenmeye başladığını, kısa zamanda 12 kilo verdiğini telefonda öğrendim.
Çocuklar yaşamlarının ilk iki yılını Delta ve Theta, 2-6 yaş arasını Alfa boyutunda
geçirir.
Mantık yani Beta altı yaşından sonra başladığı için çocuğun ilk altı yılında
yaşamla ilgili edindiği izlenimler salt duygu boyutunda olur. Çocuk kendisine
söylenen her şeyi sünger gibi emer ve her görüntü, her ses, her dokunuş, her tat,
her koku onda çapa oluşturur. Bunları değiştirmek semptomları geçirmekle olmaz.
Yeniden programlama gerekir.
37 yaşındaki bir adam iş yaşamında güven duyduğu erkeklerin hepsinin gözlüklü
olduğunun farkına vardı. Çünkü kendisi üç yaşında iken ölen babası gözlüklüydü.
Cenaze boyunca ve evdeki karmaşa esnasında sadece gözlüklü erkeklerin kucağına
oturmuştu. Eşi de gözlüklüydü.
Genç adam, çevresindeki herkesin karşı çıktığı bir kadınla evlenmek istiyordu.
Kadının kullandığı parfüm, bebekliğinde kendisine sevgiyle bakan akrabasının
kullandığı parfümün aynısıydı. O, bunu nereden bilebilirdi ki? O parfümün sevgi,
şefkat ile özdeşleştiğini nereden bilebilirdi ki?
Genç adamın kadın kavgası içeren porno filmlere saplantısı vardı. Yabancı
ülkelerden bu tür porno kasetleri getirtmek için elindekini avucundakini
harcıyordu. Fahişeler dışında hiçbir kadınla ilişkiye giremiyordu. Fahişeler müşteri
kapmak (onunla birlikte olmak) için mücadele veriyordu. Tıpkı o küçük bir
çocukken babası öldükten sonra halası ile annesinin onu kendi saflarına çekerek
büyütmek için mücadele verdikleri gibi. Kadınlar onun için mücadele etmeliydi.
Duygusal anlar beynimizde değişik dalgalarla kayda geçer. İki yaşına kadar Delta
ve Theta ile, İki -altı yaş arası Alfa ile, daha sonra ise Beta ve tüm diğerleri ile.
Bizde bir alışkanlık yaratan çapalar tekrarla oluşur. Araba kullanmak, dişimizi
fırçalamak, sigara içmek, her öğünde ekmek yemek gibi. Alışkanlıkları değiştirmek
için yeni yolların tekrarı gerekir.
Bağımlılıklar duygusal içeriklidir. İçkiyi ilk içtiğimizde içki tek başına bağımlılık
kazandırmaz. Utangaçlığı yenmek, kendimizi rahat hissetmek duygusuyla farkında
bile olmadan çapaladığımızda içki bağımlılık haline gelir. Artık bilinçli olarak
utangaçlığı yenmek ya da arkadaşlarla uyum sağlamak için olmadığını söylesek bile
içki ya da herhangi bir bağımlılık maddesi bizde rahatlama uyandıran bir haz
maddesi haline gelmiştir.
İnsanlar ya hazza yönelmek ya acıdan kaçmak için bağımlılıklar geliştirir. Her
bağımlılık, aslında bize hizmet etmeyen, ama hizmet ettiğini sandığımız bir çapadır.
Bağımlılıklarımız bize zarar verse de hala acıdan kaçmamıza ya da haz duymamıza
yardım ettiğini sanırız.
Bu noktada NLP’nin temel savlarından birini hatırlayalım. Her davranışın altında
olumlu bir niyet yatar. Her bağımlılığın ardında olumlu bir niyet yatar. Kimse
kanser olmak için sigara içmez. Kendisini rahatlattığı için sigara içer. Kimse
şişmanlamak için yemek yemez. Yiyecek ona bir şekilde güven duygusu sağladığı
için tıkınır. Kimse kendisine kötü davranan bir insanla evliliğini sürdürmez. Evlilik
ona güven, ait olma duygusu, prestij, ekonomik güvence, toplum önünde saygınlık,
yalnızlık duygusunu aşma yanılgısı gibi “gizli” kazançlar verdiği için kişi bağımlılığı
sürer. “Gizli” kazançlar kişinin belki farkında bile olmadığı “iyi niyet”in diğer adıdır.
Bu satırları yazarken hemen aklıma bir örnek geldi:
Elli beş yaşında bir kadın son on yıldır kötürümdü. Kadın, ailesinin tüm
sorumluluğu üstlenmesiyle yaşamını sürdürüyordu. Tuvalete bile birilerinin
yardımıyla gidiyordu. Son on yıldır birilerinin yardımı olmadan evden dışarı
adımını atmamıştı. Ailesi onu birçok psikiyatriste götürmüştü. Bakırköy’de on ay
süren bir fizik tedavi görmüştü. Kötürümlüğünün fiziksel bir nedeni yoktu. Ama
yürüyemiyordu işte.
Bir şekilde benim sorununu çözeceğime inanmış olduğu için hiç zamanım
olmadığı halde randevu almayı başardı. Ona tekrar yürümek isteyip istemediğini
sordum. Yürümek istediğini söyledi. Ne kadar bedel ödemeye hazır olduğunu
sordum. Miktarını söyledi. Bu miktarın ancak dört seansa yeteceğini, bu süre içinde
iyileşip iyileşmeyeceğine inanıp inanmadığını sordum. İnanmıyorsa parası boşa
gidecekti. Belki başka bir yere gitmeyi seçebilirdi. Neden bana gelmesi gerektiği
konusunda benim ikna olmam gerekiyordu.
İlk buluşmamızda, çocukluğundan beri ailenin hizmetçisi olduğu ortaya çıktı.
Diğer kardeşler kendi hayatını yaşarken o herkese hizmet etmek durumundaydı.
Sessiz ve içedönük bir yapısı vardı. Çocukluğunda yediği dayaklar kendi deyimiyle,
uç uca eklendiğinde Fatih köprüsünün uzunluğunu geçiyordu.
Genç kız olmuş ve bir bankaya girmişti. Aldığı maaşı hemen ailesine teslim
etmek, işlerinin yanı sıra herkesin bakımını yine üstlenmek zorundaydı. Bir gün
kötürüm oldu. Artık aile ona hizmet etmek durumundaydı. Kötürüm olmak
başkalarına hizmet etmekten özgürleşmek anlamına geliyordu.
Tüm bunları iki seansta fark etti. İkinci seansın sonunda bana tutunmadan
yakınımızdaki parka kadar yürüdü. Ona, düşerse kendisini tutmayacağımı
söylemiştim. Üçüncü seansta trafik ışıklarının olmadığı bir kavşakta karşıdan
karşıya geçmeyi başardı. Dördüncü seans için tek başına Bakırköy’den Erenköy’e
gelmeyi başardı, hem de yağmurlu ve rüzgarlı bir günde -ve tek başına.
On yıldır yürüyemeyen, tuvalete bile tek başına gidemeyen bir insan.
İnanabiliyor musunuz? Tabii son seansa gerek kalmadı. Kahve içerek ve pasta
yiyerek kutladık onun başarısını. Daha sonra bir başka kente taşındı ve tek başına
yaşamaya başlayarak kutladı yaşamı.
Çapalama egzersizinde önemli olan niyet ile uyarı arasındaki bağlantıyı kopararak
yeni bir bağlantı oluşturmaktır.
Bu kadın iki sene sonra yine kötürüm oldu ve ailesinin bakımına muhtaç
duruma düştü. Telefonda niye yeniden kötürüm olmayı seçtiğini sorduğumda
verdiği yanıt acı vericiydi: “Yalnız olmaktan sıkıldım. Daha önce benimle
ilgilenenler artık arayıp sormuyordu.”
Onunla niyet ile uyarı arasında yeni bir bağlantı sağlamıştık; özgür olmakla
kötürüm olmamak arasındaki bağlantı. Ama tek başına olmakla özgürlük
arasındaki bağlantıyı sağlamaya dört seans yetmemişti. Ayrıca elli beş yaşında
yalnız bir kadın olarak bu bağlantıyı kurmayı göze almaya istekli de değildi. İstek
olmayınca insana yardım edemezsiniz.
İLK ÇAPALAR
İnsan ana rahmine düştüğü andan itibaren çapalarla şekillenen bir varlıktır.
Hamilelik boyunca annenin yaşadığı deneyimler, hissettiği duygular, beslenme
şekli bebeği şekillendirir. Çocuk istenip istenmeyen bir bebek olduğunu bile
“hisseder”.
Belki de doğuştan getirdiğimiz karakterimiz, anne rahminde yaşadığımız
deneyimlerle bağlantılıdır. Tıpkı kişiliğimizin şekillenmesinin doğumdan sonra aile
ve çevre etkisiyle oluşması gibi. Anne rahminde yaşanan her türlü deneyim
çocuğun bilinçdışında Theta ve Delta boyutunda kayda geçer. Çocuk doğduktan
sonra da ilk iki yılı bu frekanslarla algılar.
Yaşamımızın her anı tüm kayıtlarıyla birlikte bilinçaltımızda depolanır. Bilinçaltı
ve bilinçdışı tüm yaşamımızın kaydını içeren “üç boyutlu hayat DVD’si” gibidir.
Tüm kayıt derken ana ait beş duyuyla gelen algıların, düşüncelerin, duyguların,
hayallerin toplamını kastediyorum. Örneğin; siz bilinçli olarak hatırlamasanız bile
dördüncü doğum gününüzde annenizin pişirdiği pastanın kokusu, tadı, mutfağın
parkelerinin deseni, duvarların rengi, annenizin üzerindeki giysi, radyoda çalan
Beatles şarkısı, akan nezleli burnunuzu çekmeniz, sizin aklınızdan geçen “annem
beni seviyor” düşüncesi, salonda parlak ambalajlı hediye paketinin içinde ne
olduğuna dair hayalleriniz ve merakınız, babanızın yanınızda olmamasının verdiği
buruk duygu vb. hepsi ama hepsi anın kaydına geçer.
Akıl ve zihin birbirinden farklıdır.
Akıl, geçmiş anlara ait tüm kayıtları içeren bilgilerin lineer biçimde sıralanmış
“tüm anlar”toplamıdır.
Bu alışık olmadığınız “akıl” tanımını görsel olarak canlandıralım. Akıl, lineer
biçimde sıralanmış kayıtlar toplamı dedik. Üst üste konularak sıralanmış kasetleri
düşünün. Her kaset bir ana ait tüm kayıtları içeriyor. Bu kasetlerde sadece görsel ve
işitsel deneyimlerin değil, tat, koku, dokunmak, düşünceler, duygular, imgelerle
oluşan duygusal deneyimlerin de kaydı var.
Bu kayıt sistemi şu anlama geliyor. Her birimizin aklı geçmiş deneyimlerimizden
oluşan milyonlarca kasete sahip. Bu yüzden herkesin haritası farklı. Her insanın
realitesi farklı.
Peki hiç kayda geçmeyen, kaset oluşturmayan anlar var mı? Elbette. Total
farkındalıkla yaşanan anların deneyimleri duygusal kaset oluşturmaz. Geçmiş
oluşturmaz. Anlar dolu dolu tam farkındalıkla yaşandığında geçmişe ait duygusal
bağımlılıklar da oluşmaz. Tam farkındalıkla yaşanan anda gelecek korkusu ve
endişesi de yoktur. Sadece anın sonsuzluğu vardır. Geçmişe ait tam farkındalıkla
yaşanan anlar duyusal bellek olarak zihnimizde kalır. (Duyusal bellek zihnin bir
fonksiyonudur.) Kişi ancak zihin faaliyetinin olduğu yerde bilincini geliştirir.
Duygusal belleğin yani akıl kasetinin olduğu yerde bilinç gelişemez. (Duygusal
bellek aklın bir fonksiyonudur.) Çünkü insan duygusal belleğinde kayda geçmiş
“anı”ları tekrar tekrar hatırlayarak acı çeker. Bu yüzden de geçmişte yaşar. Zeka
denilen şey, bireyin zihnini kullanma kapasitesidir. Bilinç ise deneyimlenmiş
zekadır. Geçmişin kasetleriyle tıka basa dolu bir akıl, kendisini geçmişin
karanlığında yaşamaya mahkum eder. Bu karanlık, cehaleti, bencilliği, bağımlıkları
doğurur. Eksik yaşanan anlar, tamamlanmak ister. Bu yüzden sürekli bizi geçmişe
doğru çeker. Her şey doğası gereği tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak ister.
Tüm dikkatimizi vermeden geçirdiğimiz anlar tamamlanamadığı için daha sonra
tamamlanmak umuduyla bellekte “kaset” olarak kayda geçer. Bu kasetler öyle
çoğalır ki zamanla insanın tüm yaşamı, kasetlerle yönetilir hale gelir. Ve kişi
robotlaşır. Robot ya da mekanik insan sağlıklı bir değerlendirme yapamaz, berrak
bir görüşe sahip olamaz. Duygusal kasetlerin esiri insan, özgürleşemez. Daima bir
şeylere bağımlı olma ihtiyacı duyar. Dine, kişilere, politik ideolojilere, nesnelere,
unvanlara, koltuklara. Böylece güven gereksinimini sağlayacağını umar.
Gerçek güven bilincin gelişmesiyle kazanılır. Bilinçli insan duygusal değil
duyarlıdır. Bu duyarlılık zihnimizde zeka, yüreğimizde sevgi olarak tezahür eder.
Her insan “ben” olarak dünyaya gelir. Ben, bilincin bireyselleşmiş halidir. Ben,
akıl denilen duygusal kasetlerle özdeşleştiğinde “ego” oluşur. Ego bilinci tutsak
kılar. Dış dünyadan ve iç dünyamızdan gelen verileri ben’e ulaştırmak üzere postacı
görevini yapması gereken ego, an’ın sorumluluğunu üstlenmediğimiz için bir süre
sonra kendisini efendi sanmaya başlar. İletmesi gereken mektupları açıp okumaya
ve dilediği gibi yorumlamaya başlar. Hizmetkar iken efendiliği ele geçirmiştir artık.
Ego’nun bize ben diye yutturmaya çalıştığı maskesi, bizi kendisine inandırmak için
gurur denilen aracı kullanır. Ego gururludur, ben onurludur. Ego, aynı kasetleri
tekrar tekrar çalarak güvence (haklılık) ve onay peşinde koşar.
Peki aklın amacı nedir? Aklın tek bir amacı vardır. Varlığını sürdürmek. Akıl,
varlığını sürdürmek ister. Kendisini “ben” sandığı için, özdeşleştiği her şey uğruna
mücadele verir. Akıl Ben ile özdeşleştiğinde “ego” oluşur. Kasetler sadece duyusal
belleklerden ibaret olsaydı, yani her an tüm farkındalık ile yaşanabilseydi tam
bilinçlilik hali olurdu. O zaman Ben, sağlıklı olarak kendi özgün bireyselliğini ifade
eder, evrensel bilince kendi yaratıcılığının katkısını yaparak bütünü genişletirdi.
Ego, kendisini parasıyla özdeşleştirmişse parası uğruna hayatını bile tehlikeye
atabilir. Ego kendisini yazdıklarıyla özdeşleştirmişse bir yazar yazdıklarını
kurtarmak üzere alevler içinde kalan binaya dalabilir. Kimisi yanan binaya
altınlarını, kimisi çocuklarını, kimisi kocasını kurtarmak için dalar. Kişi kendisini
kahramanlıkla, vatanseverlikle özdeşleştirmişse koşa koşa savaşa gider. Kişi
kendisini bir dinle ya da ideoloji ile özdeşleştirmişse üzerine bombayı sararak
ölüme, cihada gözünü kırpmadan gider. Böyle durumlarda ego yani akıl varlığını
sürdürebilmek için, bedenini öldürecek bir şeyi yapmaktan çekinmez.
Duygusal bellekten oluşan ve Ben ile özdeşleşen Akıl yani Ego’nun tek bir amacı
vardır. KENDİ VARLIĞINI NE PAHASINA OLURSA OLSUN KORUMAK.
Egosunu, yani gururunu korumak için namus uğruna cinayet işler, erkekliğiyle
özdeşleştiyse kendisini Rock Hudson’a benzeten arkadaşını bıçakla delik deşik eder,
sevgilisiyle özdeşleştiğinde kendisini terk eden sevgiliyi “bana yar olmayanı
kimseye yar etmem” diyerek dan dan vurur öldürür, yüzüne kezzap döker, yaralar.
Konumuyla, unvanıyla, koltuğuyla özdeşleşmişse kendisine tehdit olarak algıladığı
her duruma ve kişiye karşı saldırgan tutum sergiler.
EGONUN VARLIĞINI KORUMA YOLU HAKLI OLMAKTAN GEÇER.
Haklı olmak için kasetleri tekrar tekrar çalar. Akıl kasetlerindeki duygusal
deneyimler egonun çarpık değerlendirmesiyle bakış açılarına, inançlara,
düşüncelere, kararlara dönüşür. Kişi kendi aklının bakış açısını, inançlarını,
düşüncelerini ve kararlarını tek doğru olarak kabul eder. Onlara yapılan herhangi
bir eleştiriyi ya da karşılaştığı farklı inancı, düşünceyi, kararı ya da bakış açısını bir
saldırı olarak algılar.
Kişiler, gruplar, partiler, ideolojiler ve ülkeler arasındaki her çatışmada “ben
haklıyım sen haksızsın” bakış açısı, inancı, düşüncesi ve kararı vardır.
Nietzsche aklın kendisinin haklı olduğunu kanıtlamak ve kontrol edebilmek için
her şeyi yaptığını kitaplarında anlatır. Akıl mutlu olmak peşinde değil, haklı olmak
peşindedir. Bunun için ölümü bile göze alır. İntihar, haklı olduğunu tüm dünyaya
gösterme eylemidir.
Ben mutlu olmak ister, ego haklı olmak.
Ego, kendisini korumak için kabul görmek ister, onaylanmak ister. Kendine
benzeyenlerle birlikte olmak ister. Böylece bakış açısında, inançlarında,
düşüncelerinde, kararlarında haklı çıkacak seçimlerde ve davranışlarda bulunur.
Bir fareyi labirente koyduğunuzda eğer daha önce peyniri üçüncü tünelde
bulmuşsa önce oraya gider. Bulamayınca bir iki kez daha üçüncü tünele girer çıkar.
Sonra diğer tünellere girip çıkarak peyniri bulmaya çalışır. Eninde sonunda peyniri
bir tünelde bulur. Çünkü amacı peyniri bularak mutlu olmaktır.
İnsan ise egosunun kontrolü altında üçüncü tünelde peynir olduğunu hatırlar.
Bu peynir kendisi için sevgi, başarı, sağlıklı beden vb. gibi herhangi bir şey olabilir.
Derhal üçüncü tünele dalar. Peyniri bulamayınca tekrar girer. Peynirin orada
olması gerektiğinde ısrarlıdır.
O haklı olmak zorundadır.. Bir zamanlar orada bulmuştu peyniri ya. Yine orada
olmalı.
Ömür boyu üçüncü tünelde koşturur durur. Peyniri bulacağım diye. Aynı
hataları tekrar eder durur ve her seferinde neden peyniri bulamadığı konusunda
mazeretler üretir. Çoğu insan peynirine kavuşamadan yaşamını tüketir. Oysa bu
dünyada istediği peynire kavuşan insanlar da var. Unutmayın; bir insan bir şeyi
başarmışsa onu siz de başarabilirsiniz. Yeterince emek, zaman yatırımı yapmak ve
istekli olmak kaydıyla.
Konunun daha iyi anlaşılması için kasetleri şema haline getirelim.
Kasetler
Şemada görüldüğü gibi iki ayrı kaset yığını vardır: Yaşamı sürdürmek için gerekli
kasetler ve yaşamı sürdürmek için gerekli olmayan kasetler.
Kategori 1
Bir Numaralı Deneyim
Bu deneyimler acı, darbe, yarım ya da tam bilinçsizlik halini içerir. Tabii ki
yaşamı tehdit edici olarak algılanan deneyimlerdir. Yüksek seviyede acı, kısmi
anestezi gibi yarı bilinçsizlik halleri ya da uyku ve koma gibi tam bilinçsizlik
durumlarında yaşanan deneyimlerde beyin Beta dalgalarıyla algı yapmaz. Algılar
Theta ve Delta düzeyinde olur. Bu yüzden bilinçaltının derinliklerine gömülür.
Faaliyetlerini orada Beta bilincinden gizli sürdürür. Bir numaralı deneyime bir
örnek verelim.
Küçük Ayşe dört yaşında. Altı yaşındaki ağabeyi Erol ve annesi ile parkta
geziniyor. Yanlarında fino köpeği Şirin de kuyruğunu sallayarak dolaşıyor. Birden
Erol, oyun olsun diye Ayşe’nin elindeki oyuncak ayıyı kapıp kaçıyor. Ayşe de
ağlayarak abisinin peşinden koşuyor. Şirin de havlayarak oyuna katılmak istiyor.
Birden birkaç basamaktan oluşan merdivenin önüne gelmiş olan Ayşe’nin bacakları
arasına dolanıyor. Ayşe dengesini kaybederek merdivenlerden düşüyor. Ve
dizlerini, dirseklerini, kafasını merdivenin basamaklarına çarpıyor.
Bu durumda bir numaralı deneyim için gereken her şey var. Başını çarptığı anda
acı, darbe, yarı bilinçsizlik hali ve tabii ki yaşamın tehdit edilmesi.
Ayşe düşerken annesi “Ayşe, Ayşe” diye bağırıyor, köpek havlıyor. Annesi
koşarak küçük Ayşe’yi kucağına alıyor. Ayşe biraz kendine gelmiş ağlarken kızın
üzerine eğilmiş annenin gözlüklerinden güneş ışığı yansıyor. Şirin suratını yalıyor
ve ağabeyi Erol korkuyla bağırıyor: “Ben bir şey yapmadım. Ben bir şey
yapmadım.”
Anne Erol’a oyuncağı Ayşe’ye geri vermesini söylüyor. Anne başı ağrıyan ve
midesi bulanan küçük kızı eve götürüp yatağa yatırıyor. Ona en sevdiği çikolatadan
veriyor. Uyuyunca her şeyin geçeceğini söylüyor. Küçük kız iki saat sonra uyanıyor.
Kendisini gayet iyi hissediyor. Yaşama kaldığı yerden devam ediyor. Bir numaralı
deneyimin sonu.
Bir numaralı deneyime birçok örnek verilebilir. Araba çarpması. Ağaçtan
düşmek. Bisikletle bir yere çarparak düşmek ve kafayı vurmak. Çocuğun kucaktan
düşürülmesi vb. En büyük bir numaralı deneyim ise, DOĞUM.
Evet, doğum. Bir cennette yaşıyorsunuz. Gün boyu yiyecek size zahmetsizce
pompalanıyor. Mükemmel bir sıcaklık, gürültüden uzak, yumuşacık bir ortamda
gel keyfim gel. O kadar rahatsınız ki kendiniz için nefes almak zorunda bile
değilsiniz. Nefes de size hazır sunuluyor.
Tam her şey yolunda giderken birden zelzele başlıyor. Evreninizin duvarları sizi
sıkıştırarak daracık bir tünele sokuyor. Tüneli böylesine dar yapan mimara kızıyor
ve kendisinin bu tüneli hiç kullanmamış olduğuna karar veriyorsunuz. Başınız
sıkışıyor, sıkışıyor, sıkışıyor. Birden beyaz önlüklü bir canavar başınızı elleriyle ya
da metal aletlerle kavrıyor ve kendinizi Antartika kadar soğuk bir ortamda
buluyorsunuz. Aynı beyaz önlüklü canavar, çektiğiniz bunca işkence yetmiyormuş
gibi sizi baş aşağı çeviriyor ve poponuza iki şaplak atıyor. Ciğerlerinize dolan
havanın verdiği acı da çabası.
Yok mu beni kurtaran diye avazınız çıktığı kadar yaygarayı basıyorsunuz. Ama
size dokuz ay ev sahipliği yapmış cadı, sizi apar topar evden attığı yetmezmiş gibi
bir de inleyip duruyor. Göbek deliğinizden uzanan kordonu da birisi kestiğinde
geriye dönme umudunuz tümüyle yok oluyor. Artık kendi başınıza nefes almak gibi
yorucu işler yapmak zorundasınız. Siz bir adet memeyle teselli bulurum belki diye
düşünürken bir başka beyaz önlüklü sizi sarıp sarmalayıp, sizin gibi birçok
kurbanın bulunduğu bir odaya götürüyor. Bir kutu içinde yalnız başınıza
kalıyorsunuz. Avazınız çıktığı kadar bağırıyorsunuz ama odadaki diğer kurbanların
ağlamaları sizi bastırıyor.
Tüm bunların bir düş olduğu, uyandığınızda yine kendinizi annenizin içinde
rahat ortamda bulacağınız hayaliyle çaresizce uykuya dalıyorsunuz.
Bundan daha ala bir numaralı deneyim olur mu? Acı var, darbe var, görece bir
bilinçsizlik hali var ve kesinlikle yaşamınıza tehdit var.
Hepimiz hayata bir numaralı deneyimle başlıyoruz. Suda doğum gibi ortamlarda
ve bebeğin doğar doğmaz göbeği kesilmeden annenin kucağına verildiği
durumlarda bu deneyim çok daha hafif ve barışçıl olarak yaşanıyor.
İleri yaşlarda yaşadığımız birçok sorunun kökeni doğum deneyimiyle bağlantılı
oluyor. Kişi doğum anına geri döndürülerek sorunu kaynağından çözmek de
mümkün oluyor.
Yıllarca panik atak tedavisi görmüş ve panik atağını geçiremediği gibi Xanax
bağımlısı olmuş bir genç adam Almanya’dan gelerek “Kendin Olmak” eğitimine
katılmıştı. Uçağa binmesi mümkün olmadığı için ilaçlarla kendini uyuşturarak otuz
saatlik bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşmıştı. Eğitim sırasında doğum anına
dönen genç adam, istenmeyen bebek olduğunu “hatırladı”. Bir türlü doğmak
istemiyordu. Daha sonra annesinden öğrendiği üzere gerçekten çok zor bir
doğumla dünyaya gelmişti. Panik atağı doğum anına dayanıyordu. Ve yirmi dokuz
yaşına geldiğinde yaşadığı bir olay panik atağı ortaya çıkarmış daha doğrusu
tetiklemişti. Bu sorun yaşamını felç eder boyuta gelmişti. Genç adam önce asansöre,
sonra dolmuşa bindi.
Yıllardır önünden bile geçmediği sinemaya gidebildiği için çok mutluydu.
Eğitimin son günü de elinde uçak biletini sallayarak salona girdi. Hepimiz sevinçle
ona sarıldık.
Kategori 2
İki Numaralı Deneyim
İki numaralı deneyimde kasetin oluşması için şok edici bir kayıp ve bu kayba
eşlik eden güçlü bir olumsuz duygu olması gerekir. Örneğin; tüm ölümler bir çocuk
için beklenmedik ve şok edicidir. Bu kaybın bir numaralı deneyimle herhangi bir
bağlantısı olduğunda iki numaralı deneyim oluşur.
Şimdi birinci örneğimize dönelim: Küçük Ayşe yedi yaşına geldi ve okula gidiyor.
Her sabah olduğu gibi bu sabah da Şirin onu yolcu ediyor.
Ayşe caddenin karşısına geçtiğinde korkunç bir fren sesiyle irkilerek geriye
bakıyor. Şirin’in ön tekerleklerin önünde boylu boyunca yattığını görüyör. Şoför
arabadan inerek Şirin’i kenara çekiyor. Küçük Ayşe gözyaşlarına boğulmuş bir
şekilde köpeğinin üzerine kapanıyor. Köpeğin bedeninin yanında çöp tenekesinden
düşen bir parça salatalık duruyor.
Şimdi burada Ayşe için yaşamını tehdit edici bir durum ya da darbe yok. Ama şok
edici acı bir kayıp var. Özellikle Şirin, onun yaşadığı bir numaralı deneyiminin bir
parçası olarak yüzünü yalamıştı. Ayşe’nin kasetinde köpeğin, onun yaşamını
sürdürmesiyle bağlantısı vardı.
Ayşe hıçkıra hıçkıra ağlarken annesi koşarak geliyor ve küçük kızı kucağına
alarak eve götürüyor. Ona yine biraz çikolata vererek yatağına yatırıyor. Küçük kız
bir süre ağladıktan sonra uykuya dalıyor. İki numaralı deneyimin sonu.
Kategori 3
Üç Numaralı Deneyim
Üç numaralı deneyim aklın bir ya da iki numaralı deneyimle bağlantı kurduğu
herhangi bir şey olabilir. Egonun “mantığı” kendine özgüdür. Ego mantığına göre A
eşittir B, B eşittir C, C eşittir D, D eşittir E diye gider. Ego mantığı, tepkiyi tetikleyen
uyarıcı olarak bir ya da iki numaralı deneyimle bağlantılı olan her şeyi Tehdit
olarak algılayabilir.
Ayşe’nin bir numaralı deneyimindeki elementlerden herhangi biri Ayşe’nin
tepkilerini tetikleyebilir.
Ayşe şimdi yirmi bir yaşında alımlı bir genç kız oldu. Sevgilisi Murat’la güneşli bir
yaz gününde pikniğe gidiyorlar. Murat güneş gözlüğü takıyor. Ayşe çimenlere
uzanıp gökyüzüne bakarken Murat yavaşça eğiliyor ve Ayşe’yi öpmeye çalışıyor.
Ayşe başını aniden çevirdiğinde Murat’ın dudakları Ayşe’nin yanağını ıslatıyor.
Uzandığında sırtına denk gelen bir taş Ayşenin canını yakıyor ve suratını
buruşturmasına neden oluyor. Murat toparlanarak, “Ben bir şey yapmadım. Bir şey
yapmadım” diyor. O anda Murat’ın gözlüklerinden yansıyan ışık Ayşe’nin gözünü
alıyor.
Güneş gözlüğü, “Ben bir şey yapmadım” diyen erkek sesi, ıslak yanak (Şirin
küçük kızın yanağını yalamıştı)...
Birden Ayşe’nin başı ağrımaya, midesi bulanmaya başlıyor. Eve gitmek istediğini
söylüyor.
Egonun kendine özgü mantığı var demiştik. Aynı olayda Ayşe’nin başı
ağrımayabilir ama canı birdenbire çikolata yemek isteyebilirdi. Ya da içinden
ağlamak gelebilirdi.
Ayşe ayrıca her nedense salatalıktan da nefret ediyor. Kokusu midesini
bulandırıyor. Böylesine tepki göstermesine de bir anlam veremiyor. Çok istemesine
rağmen şimdiye kadar girdiği her ehliyet sınavında da başarısız oluyor. Çabuk
öğrenen zeki bir kız olmasına rağmen, ehliyet konusundaki başarısızlığı onda
kompleks yaratıyor. Ayşe’nin egosu, köpek eşittir ölüm eşittir salatalık eşittir araba
eşittir sürücü gibi bir mantık yürütüyor. Ama O tüm bunlardan habersiz ehliyet
sınavını geçemediği için kendisine çok kızıyor.
Tüm sorunlarımız aslında bir numaralı deneyimlerimizle bağlantılı -bazıları iki
numaralı deneyimler aracılığıyla da olsa. Herhangi bir numaralı deneyimin
kasetine ulaşıldığında onu yeniden yaşayarak ama bu kez tamamlayarak yok
etmek mümkün. Bu deneyimle bağlantılı tüm iki ve üç numaralı deneyim kasetleri
de kendiliğinden yok olur. Ödünç verilip geri alınmayan kaset gibi. Kasetin boşluğu
bilinçle dolar. Bilince çıkan her deneyim etkisini yitirir. Kasetler gücünü
bilinçaltının karanlığından alır. Panik atağı geçen genç adam duygularını, karnının
içinden sanki kocaman bir ur alınmış ve urun yarattığı boşluğu yaşam sevincinin
doldurması olarak tanımlıyordu.
Deneyimin yerini mantık, inanmak, ümit etmek, kıyaslamak gibi kavramlar
tutamaz.
Mantık aklın ürünüdür. Her akıl kendi mantığını yürütür. Ve daima haklıdır.
Yapamam diyorsanız da haklısınız. Yapabilirim diyorsanız da haklısınız. Halkımız
arasında “Aklı pazara çıkarmışlar. Herkes kendi aklını beğenmiş” diye bir söz vardır.
Akıl haklı çıkmak için uygun bir mantığı yürütmede ustadır. Kendisine yalan söyler,
özdeşleşir, hayalleri gerçekle karıştırır ve buna da gerçekmiş gibi inanır. Önce
sonucu yaşar, sonra sonuca uygun bir savunma mantığı yürütür. Bu nedenle her
davranışın altında olumlu bir niyet yatar.
Sevdiğim bir Temel fıkrasını paylaşayım sizinle.
Temel İstanbul’a bir akrabasını ziyarete gelmiş. Akrabası entel biri olmuş ve
evinde boydan boya kütüphanesi varmış. Temel kitaplara hayretle bakarken bir
kitabı raftan çekmiş. Kitabın başlığında “Mantık” yazılı. Mantık nedir diye sormuş
Temel. Akrabası anlatmaya çalışmış. Odadaki akvaryumu göstererek: “Bu
akvaryumda ne görüyorsun?” Temel yanıt vermiş, “Su, kum, balıklar, midye
kabukları.” “Peki bunlar sana neyi çağrıştırıyor?” Temel yüzünde kocaman bir
gülümseme ile, “Plajda dolaşan bikinili güzel kızları” demiş. Akraba
anlatabildiğinden memnun, “İşte bu mantıktır” demiş.
Temel kitabı kolunun altına alıp memleketine dönmüş, Evin kapısında yeğenine
rastlamış. Yeğen kitabın konusunu sorduğunda “Mantık” demiş temel gururla. “E,
mantık nedir?” diye sormuş yeğen. Temel izah edeceğinden emin bir şekilde “Sen
akvaryum sever misin?” diye sormuş yeğenine. “Hayır, sevmem” demiş yeğen.
Temel hışımla bağırmış, “Ula, sen ibne misun?”.
İşte mantık. Uzakdoğu felsefeleri “Aklını kaybet, Kendini bul” mesajını asırlardır
veriyor.
Mantıklı olmak sağduyulu olmakla karıştırılır. Sağduyu adı üzerinde beynin
yaratıcı, bütünsel, sezgisel sağ beyin lobunun faaliyeti.
Bilinçli Çapalama
Gizli Çapalama
Bu yol, yoğun duygular içinde olan birisini ona söyleyerek ya da söylemeyerek
çapalama yoludur. Karşınızdaki kişinin böyle bir beklentisi olmadığı için çok da
kolay ve etkilidir.
Bunu arkadaşlarıma ve çocuklarıma yapmaktan hoşlanırım. Sevdiğiniz birinin
çok olumlu duygular yaşadığı bir anda onun belirli bir yerine dokunarak, ona her
zaman takabileceği ya da görebileceği bir armağan vererek bunu
gerçekleştirebilirsiniz.
Örneğin; bir arkadaşım kendini çok başarılı hissettiği ve başarısını cıvıl cıvıl bir
sesle yerinde duramayarak benimle paylaştığı bir anda hemen boynumdaki kolyeyi
çıkardım, onun boynuna taktım. Kolyenin ucunu avcuna sımsıkı almasını söyledim.
Başarıyı tıpkı bu kolyeyi tuttuğun gibi avcunda sağlıkla tut, dedim. Onu
kucaklarken ensesini ovdum. Bak, değerli kolyemi sana verdim. Her zaman
takmanı isterim, demeyi de ihmal etmedim. Bunu iki sene önce yapmıştım.
Daha önceleri sık sık soğuk algınlığı geçiren arkadaşım nedense iki senedir
sadece bir kez soğuk algınlığı geçirdi... Onu azıcık neşesiz görsem hemen sarılıp
ensesini ovuveriyorum. Birden canlanıyor. Kolyesini de sık sık boynunda
görüyorum. Onunla farkında olmadan oynayıp duruyor. Arkadaşımın romantik
ilişkisi bile bozulma noktasından çok iyiye gidiyor. Çünkü kendisini şimdi daha
değerli buluyor ve karşısındakine kendine verdiği değer kadar değer veriyor. Eee,
değerli kolyem, değerli bir insana layıktı. (Maddi değeri yüksek değildi ama ben o
kolyeyi seviyordum.) Bu örnekte üç kanallı bir çapalama yapıldı.
Sevdiklerinizi telefonda da çapalayabilirsiniz. Sizinle mutlu bir anı paylaşan
arkadaşınıza söyleyeceğiniz belirgin bir söz, onda işitsel bir çapalama yapar. O sözü,
ihtiyacı olduğu bir zamanda kullandığınızda yaratacağı duygu değişimini gözleyin.
Telefonda nefes nefese bedava iki haftalık tatil kazandığı müjdesini benimle
paylaşan arkadaşıma, “Eee, sen türü neredeyse yok olan kelaynak kadar değerlisin.
Bunu hak etmiştin. Kelaynağım benim” dedim. Şimdi ona ne zaman, kelaynağım
benim, diye hitap etsem harika bir havaya giriyor. Eşimle aramızda da
kullandığımız belirli bir söz vardır. Aramız limoni olduğunda birimizden birimiz
inadı kırıp bu sözü söylediğinde gevşememek ne mümkün. Daha o anda tüm
kızgınlığımın geçtiğini hissediyorum ve yüreğim ona duyduğum sevgiyle doluyor.
Onda da aynı değişimleri anında gözlüyorum.
Sevgilinizle ya da eşinizle limoni durumlar yaşadığınızda size önemli bir ikaz:
Ona kendinizi affettirmek için sakın sakın kalıcı bir armağan vermeyin. Çünkü o
armağan ona sürekli aranızdaki problemi çağrıştıracaktır. Çiçek, çikolata vb.
geçiciliği olan armağanlar verin. Nasıl olsa çikolata yenip bitecek, çiçek birkaç gün
içinde solup atılacaktır. Ama mutlu bir anınızda ona, kalıcı bir armağan, mesela
saksıda bir çiçek verebilirsiniz. Çiçek yetiştirmek, tıpkı sevgi gibi emek ve bakım
ister. Büyüdüğünü geliştiğini görmek ilişkiniz için ne güzel bir semboldür.
Bitmiş ilişkiniz sizde olumsuz anılar bırakmışsa o ilişkiye ait sembolleri derhal
evinizden atın.
Sık sık yeniden okuma ihtiyacı duyduğum kitaplardan biri de Karen Kingston’un,
Yaşamınızda Feng Shui (Ötesi Yayıncılık) adlı kitabıdır. Yazarın çapalama konusunda
hepimize öğreteceği çok şey var. Her satırı pratik yaşama yönelik bu kitapta verdiği
bir örneği sizinle paylaşmak istiyorum.
“Evinizde kötü şeyler çağrıştıran eşyalar varsa size daha ne kadar süre hizmet
edeceklerinin hiçbir önemi yoktur; alanınızda ve ruhunuzda döküntüye neden
olurlar. Onlardan hemen kurtulun.
“Yıllar öncesi, tepesi attığında sağa sola tekmeler savuran bir erkek arkadaşım
olmuştu. Bir gün portatif teybim bundan nasibini aldı. İlişki fazla sürmedi ama teybi
sakladım. Ne zaman kullansam, üzerindeki izi görüyor, bu izi bırakan olayı
hatırlıyordum. Ama yine de kullanmaya devam ediyordum, çünkü gayet güzel
çalışıyordu. Bu, bir yılı aşkın bir süre böylece devam etti.
“Derken günlerden bir gün teybe bakıp, durmadan aynı şeyi hatırlamak
istemediğime karar verdim. Bunun simgesel olarak zihnimde erkeklerin
davranışlarının yarattığı düş kırıklığını çağrıştırdığının bilincine varmıştım. Hemen
gidip yeni bir teyp aldım, eskisini de ihtiyacı olan bir kız arkadaşıma verdim. Çok
mutlu oldu. Üstünde küçük bir parça plastiğin neden kalktığını bilmiyordu,
umurunda da değildi zaten. Böyle belli belirsiz kusuru olan bir teyp, hiç
olmamasından çok daha iyiydi kuşkusuz.
“Bana gelince, benim için taşıdığı olumsuz çağrışım onu her görüşümde enerjimi
düşürüyordu. Kurtulmak içimi rahatlattı.”
Cinsel yaşamda da çapalama kullanılabilir. Kimi erkek için eşinin cinsel davet
olarak kullandığı bir parfüm, giydiği bir gecelik, bir göz kırpışı, belirli bir deyim,
kullandığı beden dili aşka davet anlamına gelir.
Çapalar bazen çok eskiye de dayanır. Psikolojik cinsel bozuklukların her birinde
çoğu kez bilinçaltında gizlenen bir çapa vardır.
Çapalar öylesine güçlü ki. Daha önce bahsi geçen genç adamın ilk koklamada
çarpıldığı ve bir hafta içinde evlendiği eşinin parfümünün ona bebekliğinde sevgiyle
bakan akrabasının parfümüyle aynı olduğunu keşfettiğinde yaşadığı şaşkınlığı
düşünebiliyor musunuz?
Çapalama doğal bir süreç. Farkında olsak da olmasak da zihnimiz her an bir şeyle
bir şeyin bağlantısını kuruyor. Bu doğal süreci bilinçli bir şekilde kullandığımızda
yaşamımızda çok şeyi değiştirebiliriz. Şansımızı kendimizin yaratabilmesi hiç de
mucize değil.
Olumsuz çağrışımlar yapan şeyleri hayatınızdan çıkarırsanız, Karen Kingston’un
deyimiyle, “alanı temizlerseniz”, yaşamınızda mucizevi değişikliklere tanık
olursunuz.
Evimde geçmişe ait bende olumsuz çağrışımlar yaratan fotoğraflara yer yoktur.
“Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum” ya da “dertleri zevk edindim bende neşe
ne arar” gibi şarkılar çalınmaz. “Erdi bahar sardı yine neşe cihanı” şarkısını
söylerseniz size coşkuyla iştirak edebilirim. Sürekli arabesk türü müzik dinleyen
neşeli, canlı, hayat dolu bir insana hiç rastladınız mı?
Hayatta mutlu olmak kolay. Hayatı zorlaştıran olumsuz bakış açımızdır.
Mutluluk iç dünyamızla dış dünyamız arasında uyum kurabilmektir.
Çapalama egzersizleri için sayfa 203-205’e bakınız.
BİLİNÇALTINIZIN SİNEMALARI
Ses sayısı (kimin, kimlerin sesleri; müzik var mı, gürültü var mı?)
Geldiği yer (uzak, yakın, önünüzden, arkanızdan, yanınızdan?)
Stereo mu, mono mu?
Tempo (hızlı mı yavaş mı?)
Net/uğultulu
Volüm (alçak mı yüksek mi?)
Ritmik mi, düzensiz mi?
Sürekli mi, kesik kesik mi?
İnce mi, kalın mı?
Hepimizin yaşamında beynimizin içindeki bir sesin bizi rahat bırakmadığı anlar
olmuştur. Vır vır konuşur durur bu ses. Yargılayıcı bir ebeveyn sesi gibi bize
durmadan şöyle ya da böyle yapmamız/yapmamamız gerektiğini söyler. Bazen
başımızı ağrıtacak kadar yüksek olur bu ses.
Bu sesin beyninizin hangi tarafından geldiğini tespit edin. Onu başınızın dışına
çıkarın. Sesini radyonun sesini kısar gibi kısın. İstediğiniz kadar kısın.
Sadece iki alt sistemi değiştirmek bile zihinsel sağlığınıza önemli ölçüde katkıda
bulunacaktır.
Kafasındaki annesinin dırdırından şikayet ederken bu egzersizi yapan bir kadın
baş ağrısının bir anda geçtiğini söylerken çok mutluydu.
Bir firmada üst düzey yöneticilik yapan bir kişinin en büyük korkularından biri
kalabalık izleyici önünde konuşma yapmaktı. Kendisine reddedemeyeceği bir kişi
tarafından yapılan konuşmacı olma teklifine “hayır” diyememişti. Ama konuşma
günü yaklaştığında ecel terleri dökmeye başlamıştı. Uyku düzeni bile bozulmuş,
kendisini hasta edip yatağa düşmesine az kalmıştı. Hasta olup gidememeyi de
gururuna yediremiyordu. Ayrıca bu korkusunu aşmak da istiyordu. Bu yüzden ne
çok fırsatlar kaçırmıştı iş yaşamında. NLP eğitimi almıştı ama öğrendiklerini
kullanamayacak kadar gergindi.
Konuşma yapacağı günü hayalinde canlandırmasını istedim. Görsel alt sistemleri
karanlık bir tabloyu çiziyordu. Burada örnek olması açısından işitsel alt
sistemlerinin üzerinde durmak istiyorum.
Ses sayısı çoktu. İnsanların sesi, otelde çalan fon müziği, ayak sesleri, gürültü,
kendi kalbinin güm güm atan sesi, “sen bu işi beceremeyeceksin” diyen içsel sesi.
Ses ve gürültü önden, iç sesi sağ kulağının doğrultusundan geliyordu.
Net olarak anlayamadığı sesler uğultulu, hızlı bir tempodaydı. Düzensiz, kesik
kesik ve yüksekti. Kendi sesini cılız ve ince olarak tanımlıyordu.
Böylesine bir ses karmaşası içinde olmak, hayalde bile kişiyi germeye yeter.
Bedeni de stres tepkisini açıkça veriyordu.
Gözlerini açmasını söyledim. Yeni bir duyguya sokmadan önce kişiyi eski
duygudan çıkarmak gerekir. Sislendirme dediğimiz duygu bağlantısını kesme işlemi
konuyla hiç ilgisi olmayan saçma sapan bir soru sormakla yapılabilir. “Akşama ne
yemeyi planlıyorsun?” gibi.
Bu kez, sevdiği bir dostuyla derin sohbet içinde olduğu, kendisini konuşkan,
hoşsohbet, esprili, içten, canlı, enerjik, neşeli hissettiği bir anı düşünmesini istedim.
Önce bir yurtdışı seyahatinde arkadaşlarıyla içip eğlendikleri bir akşam aklına geldi.
O akşam belki hoşsohbetti ama konuşma yapmadan önce bir şişe viskiyi
yuvarlamasını istemediğim için başka bir anı yakalamasını istedim. İçkisiz bir
hoşsohbet anı. Üniversite yıllarında en yakın arkadaşıyla çıktıkları bir tatilde yaptığı
bir sohbet aklına geldi. Gelecekten beklentilerini, hayallerini coşkuyla, heyecanla,
kahkahalarla paylaştıkları bir akşamdı. Bu anı uygundu.
Gözlerini kapadı. Görsel alt sistemler hala capcanlıydı. Yine o sohbet anının
zevkini yaşadığını görebiliyordum. Sıra işitsel alt sistemlere geldiğinde ses sayısı
birkaç taneydi. Kendi sesi, arkadaşının sesi, rüzgarın sesi ve kuşların sesi, kaldıkları
otelin bahçesinden gelen müzik sesi. Hatta bitişik odada duş alan kişinin su sesini
bile hatırladı. Sesler önden geliyordu. Sadece duş sesi arkada kalıyordu. Kendi sesi
ve arkadaşının sesi kulağındaydı. Tempo hızlı, net, ritmik ve düzenliydi. Kendi sesi
tok, ritmik ve canlıydı. En uygun olduğunu hissettiğim anda sağ kulak memesine
dokundum. Gülerek gözlerini açtı. Çapalandığını biliyordu.
Alt sistemlere ne kadar detaylı girerseniz o kadar etkili olur.
Artık konuşma yapacağı anda kullanacağı kaynaklar hazırdı. Herkes kendisi için
gereken kaynağa sahiptir. Sislendirme için bir iki cümle geyik muhabbeti yaptıktan
sonra hayalinde konuşma yapacağı günü yaşamaya hazırdı.
Gözlerini kapamasını ve sağ kulak memesini tutarak konuşma yapacağı anı
yeniden yaşamasını söyledim. Görsel alt sistemlerle resmi parlaklaştırdı,
panoramik, hareketli, üç boyutlu ve aydınlık yaptı. Film iki kaşının arasındaki
noktada zihninde oynuyordu. İşitsel alt sistemleri tek tek değiştirdik. Artık
kalabalıktan çıkan ses ona ritmik geliyordu. Tempo hızlıydı. Kalbi sakin sakin
atıyordu. İçindeki ses, bugüne kadar ne çok şeyi başardığını hatırla, bunu da
başaracaksın hem de keyifle, diyordu. Sesi tok ve canlı çıkıyordu. Aldığı alkışların
volümü ise çok yüksekti.
Daha sonra kinestetik alt sistemleri de kendisine kaynak olacak biçimde
değiştirdik. Enerjinin tüm bedeninde dolaştığını hissediyordu. Konuşmadan sonra
içeceği suyun ve kahvenin tadını bile hissetti.
Kendisinin çok başarılı, esprili, doğal ve sıcak bir konuşma yaptığını ve bol alkış
aldığını, arkadaşının konuşma bitiminde gelip elini sıkarak teşekkür ettiğini gördü,
duydu, hissetti.
Korkulan gün, beklenen güne dönüştü. Konuşmanın tam da hayalinde yaşadığı
gibi geçtiğini bir saat sonra bana açtığı telefondan öğrendim. Sağ kulak memesiyle
oynayarak kürsüye çıktığını söyledi. Bu üç yüz kişinin önünde yaptığı ilk
konuşmaydı. Ama konuşmacı olmanın zevkini bir kez tatmıştı ya. Geçen günler onu
bir televizyon programında izledim. Daha önce televizyon programlarından aldığı
davetleri bir gerekçeyle reddedecek kadar fobisi olduğunu paylaşmıştı benimle.
Çocukluğuna dayanan olumsuz bir deneyimle oluşmuştu fobisi.
Fobiler tek bir deneyimle oluşur. Olay çoğu kez unutulur ama etkileri yıllarca
sürer. Fobinin böylesine hızlı oluşumu bizim öğrenme yeteneğimizin kapasitesini
gösterir. Öyleyse bir seansta yok edilebileceğine inanmak niye zor geliyor çoğu
kişiye? Beyin çok hızla çalışır. Size “Yeşil elma düşünün ama biraz sonra” dediğimde
siz çoktan yeşil elmayı zihninizde oluşturmuş olursunuz Biraz sonrayı beklemez
zihniniz, değil mi?
Televizyonda diğer konukların yanında o çok daha canlı ve espriliydi. Keyifle
kahvemi yudumlarken, insanların en büyük engellerinin kendileri, en büyük
güçlerinin yine kendileri olduğunun kanıtının hazzını yaşadım.
İnsan ancak hayal edebildiği bir şeyi gerçekleştirebilir. İnsan, kapasitesini ancak
hayallerinin sınırına kadar kullanabilir.
Lotodan büyük ikramiye kazanan bir adamın hayalini hatırlıyor musunuz?
Gazetelerin yazdığına göre büyük ikramiyeyi kazandığında ne yapacağı sorusuna
şöyle yanıt vermişti: “Önce elli milyon lirayı çekip gönlümce harcayacağım, sonra
kendime Murat 124 alacağım.” Herhalde Murat 124 onun gençlik rüyasıydı.
Kinestetik alt sistemlerde de her soru, her sorun için uygun olmayabilir. Yanıt
verebilecekleriniz üzerine farkındalığınızı verin. Kinestetik alt sistemler dokunma,
koku ve tatla ilgili olduğu gibi duygularla da ilgilidir. Duygular kendi kendine
oluşmaz. Çoğu kez bize öyle gelse de. Duyguların basıncı, yoğunluğu, bedendeki
konumu farklıdır. Genellikle olumlu duygular bedende daha geniş alanı kapsar.
Kıskançlık, öfke, nefret, kızgınlık gibi duyguları bedenimizin belirli bölgesinde daha
yoğun hissederiz.
Duygularımıza göre kas gerginliği/yumuşaklığı, dudak yapısı, nefes sıklığı ve
derinliği, cildimizin ısısı da değişir. Alt sistemleri değiştirerek duygularımızı
değiştirebiliriz. Duygularımızı yöneten biz olduğumuzda duygular iç dünyamızda
olan biteni bize gösteren harika pusulalardır. Ama duygularımızın yönetimi altına
girdiğimizde tutarsız, çalkantılı, öz denetime sahip olmayan tepkiler veririz. Daha
önce de belirttiğimiz gibi bu tür insanlara duygusal insan deriz. (Duygusallık,
duyarlı olmaktan farklıdır.) Amacımızı gerçekleştirmemizi engelleyen duyguların
yerine bize destek olacak duyguları koymak yaşamımızı kolaylaştırır.
İlk kez Bungee jumping yapmak üzere güle oynaya tepeye tırmanmıştım.
Önümdeki insanlar sırayla duraksamadan atlıyordu. Oğlum bizim grubun içinde ilk
atlayan olmuştu. Ama sıra bana geldiğinde aşağıya baktığım anda paralize oldum.
Kaslarım gerilmiş, yüzümün rengi atmış, kalbim deli gibi çarpıyordu. Avuçlarımın
nem oranı iyice artmıştı. Göğsümün ortasında basınç hissediyordum ve bu basınç
kesik kesik kalp atışı gibiydi. Yanımdaki arkadaşıma korkuyorum, dedim. O ise
hayır, heyecan duyuyorsun dedi. Korkunun adı ne zamandan beri heyecan
olmuştu? Ama onun bu sözü beni kendime getirdi. Gerçekten de aşağıya bakana
dek heyecan duyuyordum. Çünkü bunu hep yapmak istemiştim. Şimdi ise donmuş
kalmıştım. Oğlumun aşağıdan, “Hadi anne atla, yapabilirsin” diyen sesini
duyuyordum.
Aşağıya bir daha baktım. Oğlum mini minnacık görünüyordu. Gel de korkma.
Ama oğluma rezil olmak da vardı. Bu kez de ben onu örnek almalıydım. Derhal
biraz önce duyduğum heyecanı, korkunun yerine koymam gerekiyordu. Gözlerimi
kapayıp nefesimi iyice yavaşlattım ve karından nefes almaya başladım. Göğsümün
ortasındaki basıncı bedenimin her yerine dağıtarak hafiflettim. Avuçlarımın kuru
ve serin olduğunu, başarının heyecanı ile bedenimin sarmalandığını düşündüm.
Kendimi atlamış ve oğlumun bana sarılarak başardın dediğini zihin gözümde
gördüm ve işittim.
Tüm bunları yazmak uzun sürüyor ama topu topu bir dakika içinde gerçekten
korkumun yerini tatlı bir heyecan almıştı. Yüzümü kocaman bir gülümseme
kapladığında kendimi boşlukta buldum. Havada uçarken zafer çığlıkları atıyor, o
anın hiç bitmemesini istiyordum. Çünkü çok zevkliydi.
Kinestetik alt sistemler değişimini, görsel ve işitsel alt sistemler değişimiyle
birlikte kullanmak, özellikle madde ve yiyecek bağımlılıklarını aşmak için çok
etkilidir.
Size zararlı olduğunu bildiğiniz ama sevdiğiniz için fazlasıyla tükettiğiniz bir
yiyeceğin alt sistemlerini tespit edin. Sonra sevmediğiniz bir yiyecek için aynı işlemi
yapın. Sevmediğiniz yiyeceğin alt sistem temsillerini sevdiğiniz yiyeceğin
temsilleriyle değiştirdiğinizde artık o yiyecek size çekici gelmeyecektir. Deneyin. Alt
sistemleri değiştirmek öznel bir deneyimdir. Teoride anlatması oldukça uzun
sürüyor ama uygulaması çabuktur, özellikle birkaç uygulamadan sonra. İkna
olmanızın yolu kendi deneyiminizle sonucu yaşamaktır.
Alt temsil sistemlerini daha iyi anlamak için yaşamınızda biri olumsuz, diğeri
olumlu iki deneyim tespit edin. Sayfa 207-208’deki Alt Sistemler Farkındalık
Formunda yer alan Olumlu Deneyim ve Olumsuz Deneyim kolonlarını doldurun.
Beyninizin bu deneyimleri nasıl farklı kodladığını kağıt üzerinde görmek heyecan
verici ve farkındalığınızı artıran bir deneyim olacaktır.
Bu egzersizi duygularınızı, istemediğiniz alışkanlıklarınızı, herhangi bir durumda
perspektifinizi değiştirmek, spesifik durumlarda yaşadığınız korkuları yenmek için
kullanabilirsiniz.
Duygularınızı değiştirmek için ya alt sistemlerinizi değiştirin ya fizyolojinizi.
Başınız dimdik, yüzünüzde tebessüm, sırtınız dik, kaslarınız rahat ve gözleriniz
ileriye doğru bakarken öfkeli olabilir misiniz? Çok kızgın olduğunuz zaman yere
boylu boyunca uzanıp kaslarınızı tümüyle gevşettiğinizde kızgınlığınızdan eser kalır
mı? Kötü bir söz söylemeden önce on kere derin nefes al diyen büyüklerimiz bilgece
bir şey söylüyor bize.
Temsil sistemleri, alt temsil sistemleri, göz hareketlerinin nöronsal bağlantıları
beynimizdeki kendimize özgü haritanın yapıtaşlarıdır -molekülün yapıtaşlarının
atom olması gibi. Haritamızın en küçük yapıtaşları alt sistemlerimizin beynimizdeki
kodlarıdır. Bu kodlar modüler olduğu için sadece ihtiyaç duyduğumuz kodları
değiştirip, diğerlerini olduğu gibi bırakmak elimizde.
NLP kendimizle iletişim kurmanın, kendimizi anlamanın sistematik bir yoludur
demiştik. Aynı zamanda başkalarıyla iletişim kurmanın, başkalarının haritalarını
anlamanın yoludur da.
İletişimin temeli esneklik ve uyumdur.
Her şeyden önce değişimi gerçekten istemek önemlidir. İnsan tüm canlılar gibi
acıdan kaçan hazza yönelen bir varlıktır. Bir değişimi yapmalıyım, yapabilirim,
yapacağım, yapıyorum ve yaptım arasında dağlar kadar fark vardır. Şimdiki
seçiminiz size zarar veriyor bile olsa zihninizde hazla bağlantısı varsa, bu, değişimi
gerçekten istemenizi engeller. Sadece istediğinizi söylemekle kalırsınız.
Zayıflamak istiyorum, ama bir türlü zayıflayamıyorum diyen bir tanıdığım
diyetten diyete koşuyor. Ama ciddi bir egzersiz programına yanaşmıyor. Yememesi
gerektiğini söylediği kurabiyenin lezzetinden bahsederken gözleri parlıyor. Bu
kurabiye zihninde ışıl ışıl bir konumda ve haz duygusuyla bağlantılı olduğu sürece
ondan kaçamaz. İradesiyle belki bir süre yemez ama sonra bir oturuşta bir tepsiyi
götürebilir. Egzersiz ise zihninde acı bağlantılı olduğu için onu diş fırçalamak gibi
gündelik yaşamına sokmakta güçlük çekiyor.
Diyetler daima başarısızlıkla sonuçlanan kısır bir döngüdür. Sizi başarısızlık
modeline mahkum eder. Zayıflarsınız ama bir süre sonra kaybettiğiniz kiloların
daha fazlasını almak üzere. İnsan kaybettiği bir şeyi bulmak ister.
Gerçekten istemenin tek göstergesi aksiyondur. Sonra değil, şimdi.
Diğer önemli bir konu da gizli kazançlar engelidir. İyileştiği halde iki sene sonra
yeniden kötürüm olmayı seçen kadın örneğini hatırlayın. Gizli kazancı olan ilgi ve
yalnızlıktan kurtulma arzusu, yürüme ve özgür bir birey olma arzusundan daha
güçlüydü. Çoğu kez gizli kazancımızın ne olduğunu bile bilmeyiz. Bu konu başlı
başına bir kitap yazmayı gerektiriyor. Sadece insanların şişman olmaktan
sağladıkları gizli kazançlar konusunda bugüne dek karşılaştığım örnekleri birer
satırla yazmaya kalksam birkaç sayfayı bulur.
Her davranışın, her seçimin altında iyi niyet yatar. Bu iyi niyet artık bize zarar
veriyor bile olsa bilinçaltı bunu anlamaz. Çocuklarını “çok seven” annelerin,
çocuklarının gelişimine, birey olmalarına, özgüvenlerine ne büyük ölçüde zarar
verdiklerini bilmedikleri gibi. Çocuklarını çok severken kendi gizli kazançlarını,
kendi sevilme ihtiyaçlarının karşılanmasını, çocuklarını kendilerine bağımlı kılarak
garantiye alma arzusu olduğunu akıllarına bile getirmezler. Bu konuyla
ilgileniyorsanız Kuraldışı Yayınlarından çıkan, Çok Seven Anneler - Dikkat!
Çocuğunuza Zarar Veriyorsunuz, adlı kitabı okumanızı öneririm.
Nedense iyi niyet deyince derhal aklıma sevgi adına verilen zararlar geliyor.
Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşelidir sözünü yine hatırlıyorum.
Bilinçaltımızdaki “iyi niyet”i tespit etmek, değişimin yolunu açmak için çok
önemli. İyi niyetin daima “olumlu” bir amacı vardır. İyi niyetin ne olduğunu tespit
ettiğimizde, bu amaca hizmet eden daha sağlıklı bir yol bulmamız da mümkün
olacaktır.
Niyet daima “olumludur” -niyetin farkında olmasak da. Ama davranışı görürüz.
Bu davranış da bizi -bazen başkalarını da- mutsuz eder. Ve kendimizi zararlı
davranışları yapmaktan alıkoyamadığımız için iradesiz, zavallı, güçsüz, zayıf diye
yargılarız. Unutmayın, milyonlarca kişiyi öldüren Hitler’in niyeti de “olumluydu”.
Almanya’nın, “aşağılık” Yahudi ırkından temizlenip, “üstün” Ari ırkın
hakimiyetinde daha güçlü olacağına inanıyordu. Patolojik davranışlar da “iyi
niyetin” ürünüdür. Akıl hastaları denilen kişilerin niyetlerini keşfetmek, tedavide
önemli rol oynar.
Bir kadın, uzun vadeli ilişki yaşamayı çok istediği halde, kıskançlık krizleriyle
sevgililerini kendinden uzaklaştırıyor. İyi niyeti ise, onu sahiplenmek ve babasının
annesini terk ettiği gibi, sevgilisinin kendisini terk etmesini engellemek.
Bir erkek, iş yaşamında tüm çalışanlarını eleştiriyor, her şeyde bir kusur buluyor.
Çalışanlar ondan yaka silkiyor. Cenazesi kalksa kimse isteyerek cenazeye
katılmayacak kadar nefret uyandırmış durumda. İyi niyeti ise, babasının ona
davrandığı gibi, kusurlar gösterildiğinde insanların değişeceğine ve daha üretken ve
başarılı olacağına inanması. (Kendisi iş sahibi olduğu için üretken ve başarılı
olduğuna inanıyor.)
Bir çocuk, sürekli okulda yaptığı yaramazlıklarla başını derde sokuyor. Son üç
yılda beş okul değiştirmek zorunda kalıyor. Ailesi, hiperaktif teşhisi konduğu için
çocuklarını ilaçla tedavi etmeye ve daha “pahalı” okullarda okutarak atılmamasını
sağlamaya çalışıyor. Çocuğun iyi niyeti ise, ailesinin başka yollarla çekemediği
ilgisini bu yolla çektiğine inanması ve anne ve babasının kendisi sayesinde “ortak
hedef” doğrultusunda birbirlerine yaklaşmalarını sağlaması.
Bir kadın regl dönemi dışında da kanama ve ağrılardan dolayı doktor doktor
geziyor. Doktorların tespit edebildiği bir sorun yok. Kadının iyi niyeti, kocasıyla ne
kadar az ilişkiye girerse o kadar “namuslu” olacağına inanması. Çünkü
çocukluğundan beri, namusla cinsellik arasında kurduğu bağlantıyla annesi
tarafından beyni yıkanmış.
Bir erkek erken boşalma sorunu yaşıyor. Sadece karısıyla, kendisini denemek
için gittiği fahişelerle değil. Karısını sevdiğini söylüyor ve bu duruma bir anlam
veremiyor.
Sevişmek istediği bir günde, kayınpederinin ölüm yıldönümünü hatırlamadığı
için karısı tarafından bencillikle suçlanması, erkeğin iyi niyetinin temelini de atıyor:
Bencil olmadığını göstermek. Bunu da cinselliğini dolu dolu yaşamayarak yapıyor.
Orta yaşlı bir adam alerji sorunu yaşıyor. Özellikle bahar polenlerinin sebep
olduğu bir alerji. Ayrıca evde sardunya bulunması da onda alerji yaratıyor.
İyi niyeti, kendisi altı yaşındayken bir bahar günü ölen annesinin ölüm
döşeğinde oğluna, “Beni hep hatırla, babanın eve getirdiği sardunyaları da at” dediği
için onun arzusunu yerine getirmesi. Adam bir başkasıyla ilişkisi olan babasının eve
getirdiği sardunyaların annesinde temsil ettiği anlamı bilmiyordu. Annesinin
kendisine söylediği son sözleri de “iyi niyet”iyle ilişkiye geçene kadar
hatırlamıyordu.
Yukarıda anlattığımız örneklerdeki gerçek kişiler kendilerine zarar veren “iyi
niyet”lerinin farkında değildi. Bu konuda dünya nüfusu kadar örnek çıkarmak
mümkün. Kimi az, kimi çok engelleyici.
Her davranışın ardında bir iyi niyet yatar. Önemli olan niyeti gerçekten iyiye
çevirmek. Bunun için de önce keşfedilmesi gerekir. Sonra yapılacak olan ise yerine
doyum sağlayacak sağlıklı alternatifi bulmak.
Kendinizle ilgili kontrol edemediğiniz en “kötü” gerçeği düşünün.
Onaylamadığınız bir yönünüzü düşünün. Çok mu yemek yiyorsunuz? Çok mu içki
içiyorsunuz? Çocuklarınıza kötü mü davranıyorsunuz? İşyerinde sevilmiyor
musunuz? Hep karşınıza “kötü” partnerler mi çıkıyor? Sinirlerinize hakim mi
olamıyorsunuz? Tam başarıya ulaştığınızda bir şeyler mi yanlış gidiyor? Sık sık
hastalanıyor musunuz? Ay sonuna kadar bütçenizi bir türlü denkleştiremiyor
musunuz? Kendinize ayıracak zamanı bir türlü bulamıyor musunuz? Tüm bu
davranışların ardında ne gibi bir iyi niyet olabilir?
Gerçeklerle yüzleşmek istememek de bir iyi niyettir. Kişinin ben sandığı egosunu
koruma iyi niyeti. Bu yönünüzden “nefret” etseniz de.
Nefret ettiğimiz yönlerimizi yok sayarız, görmezlikden geliriz, başkalarına
yansıtırız. Bizi kıskandığını düşündüğümüz arkadaşımızı aslında bizim
kıskandığımız gerçeğini görmeden. Devekuşu gibi başımızı kuma sokarız.
Bu, gerçeği değiştirmez. Başkalarının görmesini engellemez. Sadece kendi
görüşümüzü engeller. Böylece acıdan kaçtığımızı sanırız.
Kişinin kör olması, başkalarının görüşünü engellemez ki. Ama bizi “kurban”
konumuna sokar. Kendimizle ilgili yadsıdığımız her gerçek boyunduruğumuz olur.
Boyunduruk altındaki insan kıpırdayamaz, konumunu değiştiremez.
Kabul etmediğimiz ya da bilmediğimiz bir şeyi değiştiremeyiz.
Öncelikle değiştirmek istediğimiz yönümüzü ne kadar zor, acı verici olursa olsun
kabul etmek ilk adımdır. Gizli iyi niyeti görmezlikten gelip sadece davranışımızı
değiştirmeye çalışmanın kalıcı çözüm olmadığını biliyoruz. Sadece davranışı
değiştirebilmek kalıcı çözüm olsaydı, diyetlerimize devam ederek zayıflayabilirdik,
kendimize zarar verici davranışları tekrar etmezdik, ilaçlarla kazandığımız sakinliği
ve mutluluk duygusunu sürdürebilirdik. Tüm bunları geçici olarak yapabiliyoruz ya
da yerine daha kötü seçimleri koyuyoruz. Titanikte koltuk değiştirmek gibi.
Burada kendimize sorulacak soru şu. Bu davranış bana ne kazandırıyor?
Davranışı yapmamak için kendimizi engellediğimizde bir süre sonra o davranışın
çok daha fazlasını yaparız. Çünkü yapmamaya odaklandığımız şey, kendisini üretir.
Düşünce neye odaklanırsa onu üretir. Beyin “yapma” komutunu bilmez. Kırmızı fili
düşünme demek gibi. Kırmızı filden başka ne gelir ki aklımıza. Bu durumda kırmızı
filden kurtulmak için sarı papatyayı düşünmeye odaklanmak daha sağlıklıdır. Yeni
iyi niyet yolları.
İçinizde canlı olan bir yönünüzü, iyi niyeti öl demekle öldüremezsiniz. Davranışı
geçici olarak değiştirerek de niyeti öldüremezsiniz. Niyet, egoyla, ego ben ile
özdeşleştiğinde kendinizi iradesiz olmakla suçlarsınız. Bu, niyetin davranışla bütün
olma yanılgısından kaynaklanır. Oysa zaman içinde niyet ve davranış birbirinden
ayrılmıştır.
Bunun için memnun olmadığınız, tekrar tekrar kendinizi başarısız hissettiğiniz
davranışlarınızın listesini yapın.
Bu davranış bana ne kazandırıyor? Bu davranış benimle ilgili ne mesaj veriyor?
Sonucunda nasıl gelişiyorum?
Aklınıza ne geliyorsa yazın. Ya da bir arkadaşınızla düşüncelerinizi yüksek sesle
paylaşın. Soruları tekrar tekrar sorun. İyi niyeti buluncaya kadar.
Bu listede sizi en etkileyen ne?
Davranışlar semptomdur. İyi niyetler daha derinde olan nedenlerdir.
1. Büyütmek
2. Küçültmek
3. İçeriği Değiştirmek
4. Niteliği Değiştirmek
1) Büyütmek
Sorun spesifik bir şey ise, konuya daha geniş açıdan bakmak yararlı olabilir.
Sorun bir detaydan kaynaklandığında kişi bu sorunu gereğinden daha önemli hale
getirebilir ve bütünün kendisine sağlayacağı avantajları gözden kaçırabilir.
Bir arkadaşım, kira için belirlediği miktarın az üzerinde olan bir daireyi sırf bu
nedenle tutamayacağını söylerken güzel bir daireyi kaçıracağından dolayı üzgündü.
Sadece kira miktarına takıldığı için diğer avantajları göremiyordu. Ona, evin
konumunun işine tek vasıta ile gitmeye uygun olduğunu (şimdiki evinden işe
gitmek için iki vasıta kullanıyordu) ve yürüyüş yapmayı çok sevdiği için güzel
günlerde yürüyerek bile gidebileceğini, böylece günlük egzersizini de yaparken yol
masrafından yapacağı tasarrufun kira farkını rahat rahat çıkaracağını, hem de tam
istediği gibi aydınlık bir evde oturacağını söylediğimde güle oynaya giderek evi
tuttu.
2) Küçültmek
Sorun genel bir şeyden kaynaklanıyorsa, sorunu parçalara ayırarak çözüm
üretmek yararlı olabilir. Küçük lokmalar, büyük lokmalara göre daha rahat yutulur.
“Peşin fiyatına 12 ay taksitle satılan ürün” bize daha cazip gelmiyor mu? Bir detayın
önemi vurgulandığında bütüne ilişkin fikrimiz değişebilir. Uzun bir yolun sadece ilk
kilometresini bitirmeye odaklandığınızda yol daha kısa gelir. Sonra bir kilometre
daha, sonra bir kilometre daha. Her uzun yol ilk küçük adımla başlar.
Gelin sizinle egzersizi günlük yaşamıma nasıl kalıcı olarak kattığımın hikayesini
paylaşayım. İki yıl önce günlerden bir gün, arada bir yerine genç kızlığımda olduğu
gibi yine her gün egzersiz yapmam gerektiğine karar vermiştim. Her gün yarım
saat egzersiz yapacağım diye kendime söz vermiş ama daha birinci haftanın
sonunda kaytaracak bahaneler bulmaya başlamıştım. Sadece bir gün kaytardıktan
sonra kendime verdiğim sözü tutmamanın yarattığı acı, kaytarmanın hazzından
daha fazla olmuştu. Hemen gözümde büyüyen yarım saati küçültmeye karar
verdim. Yarım saat otuz kocaman dakikaydı. Bunu günde iki kez on beşer dakikaya
bölersem gözüme daha kolay görüneceğine karar verdim. Ama on beş dakika
dolduğunda akşama yeniden yapmak yerine devam etmeyi tercih ettim. Birbiri
ardına iki on beş dakikalık egzersiz yapma düşüncesi bir bütün olarak yarım saatlik
egzersizden daha cazip gelmişti zihnime. Kendimi mi kandırıyordum? Evet. İşe
yaradı mı? Evet. Son iki senedir egzersizimi aksatmış olduğum gün sayısı beşi
geçmez. Hem de çoğu günler 45 dakika ya da bir saate kadar uzuyor. Daha başka
değişiklikler de yaptım tabii sorunumu yeniden çerçevelerken.
3) İçeriği Değiştirmek
Bir şeyin anlamını yeniden tanımlamak bazen yeniden çerçevelemek için yeterli
olabilir. Egzersiz yapmak çoğu insana sıkıcı gelir. Herkes yapılmasını gerektiğini
bilse de. Doğruyu söylemek gerekirse, egzersizin sonuçlarını hiç terlemeden elde
etmemiz mümkün olsaydı kaçımız egzersiz yapmayı sürdürürdük? Egzersiz
bağımlıları bile egzersizi terlemekten zevk aldığı için değil, egzersiz sırasında beynin
bol miktarda salgıladığı endorfinlerin yarattığı mutluluk duygusuna bağımlı
oldukları için yapıyor.
Madem egzersiz yapmak için zaman ayırıyordum, bu zamanı iki şey birden
yaparak değerlendirebilirdim. Zamanı rasyonel kullanmak açısından benim için iyi
bir fırsattı. Kütüphanemde birikmiş, dinlemeye fırsat bulamadığım birçok kitap
kaseti, katıldığım ve verdiğim konferansların kasetleri, eğitim kasetleri, meditasyon
kasetleri, müzik kasetleri ve yine seyretmeye fırsat bulamadığım ama yıllardır alıp
biriktirdiğim değişik başlıklı video eğitim kasetleri vardı. Bu kasetlere dünyanın
parasını yatırmış ama yeterince değerlendirmemiştim. Artık hem zihnimi, hem
bedenimi aynı anda eğitebilirdim.
İster parkta yürüyüşe çıkayım, ister evde eliptik bisikletimin üzerinde olayım
kulağımda walkmen oluyor. Televizyonun karşısında eğitim kasetlerini ya da
sevdiğim bir programı izlerken egzersiz yapmak da keyif veriyor. Artık egzersiz
zamanı yok, kendimi geliştirmek için ayırdığım zaman var. İçerik değiştiğinde
motivasyonum da harika bir şekilde arttı.
Yapmanız gereken, ama motivasyon eksikliğinden dolayı ertelediğiniz şeyleri
çekici kılmak. Bunun için onlara yeni bir anlam vermeniz yeterli. Sonuç da harika
oluyor.
Bir şeyi yapmaktan hoşlanmıyorsak, onu yapmayı dört gözle beklemeyiz. Çünkü
enerjimiz yapmamız gereken şeye doğru akmaz, tersine azalır. Kullanılmayan
enerji azalmaya mahkumdur. İşleyen demirin ışıldadığı gibi, enerji kullanıldıkça
artar.
Hayatlarını, kendi istekleri yerine, başkalarınınkini karşılamaya odaklamış
insanların sıkça depresyon yaşaması bundandır. Depresyon, düşük enerji ile
yaşamda var olma halini tanımlar. Amaçsızlık da kişinin enerjisini azaltır. Kişi
amaçsızca bir takım “eğlencelerle” kendini geçici olarak oyalasa da gittikçe
tükendiğini hisseder. Bir süre sonra hayattan zevk alamaz hale gelir.
Bir amacın bizi harekete geçirmesi için ödülün bedelden daha yüksek olduğuna
inanmamız gerekiyor.
Hayatta başarılı olmak, sadece yaptığınız şeylerle ilgili değildir. Daha da önemlisi,
gün be gün nasıl hissettiğiniz, nasıl düşündüğünüz ve nasıl olduğunuzla
bağlantılıdır.
Gerçekten başarılı insan her yaşam anını dolu dolu üreterek geçirdiği gibi ölümü
de yaşamın bir parçası olarak kabul eder. Ölümden korkanın yaşamdan da
korktuğunu bilir.
Yaşamda her gelişimin bedeli olduğunu hatırlayın.
Gerçek anlamda mutlu olmanız ne yaptığınızla değil, ne olduğunuzla belirlenir.
Mutluluk yapılan bir şey değil, olunan bir şeydir. Başarı da öyle. İkisi aynı şeydir.
Amaçlarınızı en az yılda bir kez gözden geçirin.
Dengeli bir yaşam sürün.
Sevmeyi ve sevilmeyi bilin.
Sahip olduklarınızın değerini bilin... ve yetinmeyin. Çünkü yetinmek belki
rahatlık duygusu verir ama sizi rahatlık alanında tutsak kılar. Rahatlık alanının
rahatlığı içinde gelişmenin hazzından kendinizi mahrum edersiniz.
Sahip olduklarınızın değerini bilmek şükretmeyi bilmek anlamına gelir.
Şükretmeyi bilmek de mutlu insanların ortak özelliklerinden biridir.
Kendinizi ömür boyu bir öğrenci olarak görün. Ve bildiklerinizi öğrenmek
isteyenlere öğretin.
Her gün yeni bir şey öğrenin, her gün başkalarına bir şekilde katkıda bulunun.
İnsanların ne kadar iyi olduklarıyla değil, arkalarında ne kadar iyi şeyler
bıraktıklarıyla hatırlandıklarını unutmayın.
Kim ve ne olduğunuzu hatırlayın. Siz kendi özgün varlığınızı ifade etmek için
şimdi ve buradasınız.
Hayat bir süreçtir.
Ne kadar uzun yaşadığınız değil, nasıl yaşadığınız önemlidir.
Sevgi ve sevinçle yaşayın.
İstiridyelerin, içlerine girerek onlara rahatsızlık veren kum tanesine kızmak
yerine kumu inciye dönüştürme bilgeliklerine saygı duyarak.
EGZERSİZLER
Sizi çok rahatsız eden bazı duyguları değiştirmek için bazen birden fazla kaynak
kullanmaya ihtiyaç duyabilirsiniz. Örneğin, kızgınlık duygusunu kontrol
edemediğiniz için başınız sık sık derde giriyor. Sizi böylesine ele geçirmiş bir
duygunun kontrolunu yeniden ele geçirmeniz için birden fazla kaynak kullanmanız
etkili olur.
Şemada görüldüğü gibi yıkıcı kızgınlık tepkisi vermeyi, güvenli olmak, sabırlı
olmak ve sevgi dolu olmak gibi üç kaynağı birden kullanarak sağlıklı tepki vermeye
dönüştürebilirsiniz.
Bu durumda yine basit çapalama basamaklarını kullanacaksınız. Ama çapa 3 ve
çapa 4’ü de oluşturarak 2, 3 ve 4 nolu çapayı aynı anda tetiklemeniz gerekecektir.
Bunun için parmak eklemlerini kullanabilirsiniz. Parmak eklemlerini diğer elinizin
parmaklarıyla aynı anda tetiklemek kolay olacaktır. Çapa 3 ve 4’ü tek tek
oluştururken yaşamınızın farklı alanlarından spesifik örnekler seçin.
III- Alt Sistemler Farkındalık Formu
GÖRSEL OLUMSUZ DENEYİM OLUMLU DENEYİM
Obje sayısı
Konum (sağda, solda, yukarıda, aşağıda)
Uzaklık (yakın/uzak)
Çerçeveli/Panoramik
Renkli/Siyah-Beyaz
Hareketli/Hareketsiz
Hızlı/Yavaş
Boyut (gerçek boyutundan büyük/küçük)
Net/Bulanık
İzleyici/Katılımcı
Üç boyutlu/İki boyutlu
Parlak/Solgun
Aydınlık/Loş
Ön/Arka fon kontrastı
İŞİTSEL
Ses sayısı/Kaynakları
Önünüzde/Arkanızda/Yanınızda
Ses kaynağı nereden (uzak/yakın)
Müzik/Gürültü/Ses (Kimin?)
Stereo/Mono
Tempo (hızlı/yavaş)
Net/Karışık
Volüm (alçak/yüksek)
Ritmik/Düzensiz
Sürekli/Kesik kesik
İnce/Kalın
KİNESTETİK
Hareketli/Durgun
Basınç (yumuşak/sert)
Süre (Ne kadar sürüyor?)
Konum (Bedeninizin neresinde?)
Yoğunluk (güçlü/zayıf)
Isı (sıcak/serin)
Nem
Doku (pürüzlü/kaygan)
Duygular (sürekli/kesik kesik)
Koku/Tat
IV- Swish Tekniği
Adımlar
Özsaygı
Yüksek özsaygı, kişinin hem değerli hem yeterli olduğunu hissetmesidir. Sevmeye ve sevilmeye
layık olduğunu derinden bilmektir. Hayatın her alanında kendi sorumluluğunu yüzde yüz alabilme
gücüdür. Kendinin ve başkalarının içindeki iyiyi ortaya çıkarabilme yetisidir. Özdeğer, özgüven,
özfarkındalık, özsaygı, özsevgi ve özsorumluluğun bir arada olmasıdır. Sevebilme ve empatik olabilme
yetisidir. Hem alçakgönüllü hem cesur olabilmektir. Hayat boyu gelişime ve yeniliklere açık olmaktır.
Yüksek özsaygı, kendini beğenmişlik değildir. “Başkaları ne düşünür”e göre davranmak değildir.
Kendini başkalarından üstün ya da aşağıda görmek değildir. İş hayatındaki başarılarla, ünle, parayla,
konumla, unvanla geliştirilemez çünkü dışsal kaynaklı değildir.
0-6 yaş arasında temeli oluşan özsaygımızı bilinçlenerek geliştirebiliriz.
ÖZSAYGI, “evet” demek istediğinde “evet”, “hayır” demek istediğinde “hayır” diyebilmektir.
ÖZSAYGI, evde tek başına iken aynada gördüğün kişiyi güvenilir bulmak, ona saygı ve sevgi
duyarak gülümseyebilmek, bu insan benim dostum diyebilmek, karşı cins olsaydı onu eş olarak
seçmeyi arzu edebilmektir.
ÖZSAYGI, kendini beğenmişlikten kendini beğenmeye doğru yapılan bir yolculuktur.
Grup dinamiği oyunları ile değerlilik ve yeterlilik duygularınızı geliştireceğiniz bu bireysel gelişim
workshopu, derin bir kendi gücünü keşif çalışmasıdır.
En iyi şeyleri hak ettiğinizin farkına varmanız; yaşamın her alanında en iyiyi elde etmeniz ve
kendinizin en iyi versiyonunu yaşamanız için geliştirilen bu eğitimde yeteneklerinizi, kaynaklarınızı,
zamanınızı, inisiyatif kullanma yeteneğinizi, cesaretinizi ve enerjinizi maksimum düzeye çıkarmayı
öğreneceksiniz.
İlişkiler
Sürekli aynı ölümcül tuzağa düşüp ışığına çekildiği ateşte kavruluveren pervanelere dudak bükeriz.
Peki ya biz? Bizi düş kırıklığından başka bir yere götürmeyen aynı kalıpları tekrarlayıp durmaktan ne
kadar özgürüz?
Ya şu sorulara yanıtlarınız?
BEKÂRSANIZ;
Bu kez farklı olacak diye başladığınız ilişkilerinizin sonu hep hüsran mı oluyor?
Karşı cinsle iletişim kurmakta güçlük çekiyor musunuz?
Kadınları/erkekleri anlamak mümkün değil diye mi düşünüyorsunuz?
Aşk, tutku, alışkanlık ve sevgi arasındaki farkı biliyor musunuz?
Kadınlar/erkekler konusunda şanssız olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
Geçmiş ilişkilerinizdeki partnerlerinizin ortak özellikleri var mı?
EVLİ YA DA BİRLİKTEYSENİZ;
İlişkinizi farklı bir açıdan değerlendirip sorunlarınızın gerçek nedenlerinin farkına varabilir,
kendinizi ve ihtiyaçlarınızı daha iyi tanıyarak daha sağlıklı ilişki kurabilirsiniz.
İletişim
İlk öğrendiğimiz şeylerden birisi konuşmak olduğu için iletişimi “bildiğimizi” varsayarız.
Konuşmaktan çok daha öte olan iletişimi gerçekte ne kadar biliyoruz?
NEDEN bazı insanlara anında kanımız kaynıyor ama en sevdiğimiz arkadaşımızın arkadaşı
tanıştığımız an bizi rahatsız ediyor?
NEDEN çocuklarımızdan birine kendimizi yakın hissederken diğerine aynı duyguyu
hissedemiyoruz?
NEDEN ilk bakışta sevimli bulduğumuz insan bir süre sonra bizi ilk anda çeken özellikleri
yüzünden itici hale geliyor; gözümüze, bonkörlüğü müsrifliğe, rahatlığı sorumsuzluğa, kendine
güveni ukalalığa dönüşüyor?
NEDEN başka şirkette çalışırken bin bir zahmetle kadromuza aldığımız eleman, şimdi bize hiçbir
işe yaramadığı duygusu veriyor?
NEDEN yıllardır en derin sırlarımızı paylaştığımız dostumuzla artık iletişimin koptuğunu
hissediyoruz?
NEDEN iyi niyetli davranışlarımıza bile olumsuz tepkiler alıyoruz?
NEDEN zor insanlar karşısında zorlanıyoruz?
NEDEN insanlar bizi yanlış anlıyor?
NEDEN zaman zaman da olsa kırıcı olabiliyoruz?
NEDEN sonradan pişmanlık duyacağımız tepkileri veriyoruz?
NEDEN sık sık istemediğimiz sonuçlarla karşılaşıyoruz?
NEDEN her zaman yeterince inisiyatif alamıyoruz?
NEDEN insanlarla eşit ilişki kurmakta zorlanıyoruz?
Sözlü iletişim, iletişim buzdağının tepesidir. İletişimin yazılı olmayan “yasalarının” bilincine
varmak, kişiyi şişe içindeki mesajını denize emanet etmekten kurtarır. Birey, iletmek istediği mesajın
etkin taşıyıcısı haline gelir.
Bütünsel Kinesiyoloji
Bütünsel Kinesiyoloji ya da kısaca PiKi dediğimiz, uygulayan insanların hayatında derin
dönüşümler yaratan bu harika yöntem nedir?
PiKi, Batı’nın keşfi olan Kas Testi ile Doğu’nun binlerce yıllık bilgeliğinin harika bir sentezidir.
Değişik kültürlerde Prana, Chi, Ki gibi değişik isimlerle bilinen yaşam enerjisi, bedenin meridyen
denilen akupunktur çizgileri boyunca akar. Pi sonsuzluğu, Ki enerjiyi temsil eder. PiKi, dengesi
bozulmuş yaşam enerjisini dengelemeyi amaçlar.
Bütünsel Kinesiyoloji bir enerji çalışmasıdır. Enerji fizyolojiyi yansıtır ve etkiler.
1. Beden/zihin/ruh daima dengeyi arar. PiKi bedene bu desteği vererek sağlığı koruma sürecini
hızlandırır.
2. Bedenin dilini öğrendiğimizde, beden bize dengemizi sağlamak için yol gösterir. PiKi teknikleri
size bedenin dilini öğretir.
3. Kas Testi ile beden/zihin/ruh boyutunda olanı biteni takip edebilir, bedeninizle doğrudan iletişime
geçebilirsiniz.
PiKi eğitimi, Temel, Orta, İleri, Master ve Trainer aşamalarından oluşan bir paket programdır.
PiKi eğitimleri hem kendilerini geliştirmek ve sağlıklı bir yaşam sürme becerilerini kazanmak
isteyenler için hem de bu alanda uzmanlaşmak isteyenler için hazırlanmış eğitimlerdir.
Herkes için: Temel, Orta ve İleri seviyede yer alan modüller, özellikle herkesin yararlanmasına
yönelik uygulamaları içerir.
Uzmanlaşmak isteyenler için: Master ve Trainer eğitimleri ise bu alanda uzmanlaşarak eğitmen
veya danışman olmak isteyenlere yönelik eğitimlerdir.
NLP
NLP her şeyin kendiliğinden, beklenenin de ötesinde bir kolaylıkla yoluna girdiği tesadüfi anların
ardında yatan dinamiği inceleme ve uygulama bilmidir. NLP bu anların sizin seçiminiz doğrultusunda
bilinçli olarak yaratılmasının bilmidir.
NLP ÖĞRENMEK SİZE NE KAZANDIRIR?
NLP tekniklerinin öğrenilmesi ve uygulanması kolay, yarattığı sonuçlar güçlü olduğu için sonuçları
anında göreceksiniz.
NLP, iletişim kurmayı arzuladığınız her insanın kendine özgü dilini anlama ve o kişiyle kendi
anladığı bireysel dilde iletişim kurabilme sanatıdır.
Edilgen insanın yaşamı tesadüflere bağlıdır.
Etkin insan yaşamını kendisi belirler.
Edilgen insan için anlaşılmak önemlidir.
Etkin insan için anlamak önemlidir.
Edilgen insan “Kimse beni anlamıyor” der.
Etkin insan “Seni anlıyorum” der.
NLP, “etkin insan olmak” sanatıdır.
Zihinsel Denge
(Temel/Seviye 1)
Zihinsel Denge, üç aşamalı PiKi Temel eğitiminin birinci seviye eğitimidir.
Zihinsel Denge eğitiminde, Beden/Zihin/Duygu/Ruh bütünlüğünün ağırlıklı olarak zihinsel boyutu
üzerinde çalışma yapılır.
Bu eğitimde:
Sizi sabote eden inançlarınızı sizi destekleyen inançlara dönüştürme becerisi kazanacaksınız.
Beynin hem sağ hem sol yarıküresini birlikte kullanarak, “Zihin Balansı” yapabileceksiniz.
Zihin gücünüzü ve belleğinizi geliştirmeyi öğreneceksiniz.
Günlük yaşamda sıkça kullanacağınız uygulamaları hayatınızın doğal bir parçası haline
getireceksiniz.
Sizi sabote eden inanç kalıplarına ulaşabilme ve dilediğiniz doğrultuda değiştirebilme yetisi,
PiKi’nin en güçlü boyutlarından biridir.
Yaşadığınız ve anlam veremediğiniz düşünce ve duygularınızın kökeni inançlarımızda yatıyor
olabilir. Bu duyguların kökeninin yanıtını kaslarınızdan alabilirsiniz.
PiKi inançlarınızla teması sağlayan, harika bir “varlığımızın bütünüyle” iletişime geçme aracıdır;
bedenimizle, bilincimizle, ruhumuzla!
Kendinizle Yüzleşin
Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutlarıyla insan bir bütündür. Bu boyutlardan sadece
birinde bile dengeyi sağlayamazsa mutsuz olur. Mutsuzluğunun nedeninin de kendisini tanımamaktan
kaynaklandığının farkına varmaz.
İnsan, yaşamı boyunca karşısına çıkan olaylar, insanlar, koşullar sayesinde deneyimler kazanarak
kendini tanıma (olgunlaşma) yolunda ilerler. Yaşlıların, “şimdi bildiklerimi keşke gençlik yıllarında
bilseydim” diye yakındıklarını duyarız. Bu, onların eğer yaşamlarını yeni baştan yaşama imkânı
olsaydı tercihlerini farklı şekillerde yapacaklarının göstergesidir.
Yani kendini tanımanın (olgunlaşmanın) bedeli uzun yıllar, hatta tüm bir ömürdür. Uzun ömrün
bile olgunlaşmayı garantilemediği sıkça görülen bir gerçek. İnsanlar bedensel yetişkinliğe zamanla
ulaşıyorlar ama ya ruhsal yetişkinliğe?
Kendinizle Yüzleşin workshopu “Hayatın Özet Panoraması”dır.
İnsanın yaşam alanını dört maddeye ayırabiliriz.
İşte, uygulamalı egzersizler dizisinden oluşan workshop, özellikle üçüncü maddenin çoğu ile
dördüncü maddenin bir kısmını bireyin bilincine çıkarmayı amaçlıyor.
İnsanlara “Kendinizi tanıyor musunuz?” diye sorduğumuzda çoğunun vereceği yanıt genellikle,
“Tabii ki tanıyorum” olur. Oysa “tanımak” kavramı ile kastedilen, sadece birinci ve ikinci maddelerdir.
Yıllar sonra birikmiş “Keşke”leriniz olmaması için,
Çünkü değerlisiniz.
Gölgelerden Aydınlığa
Kendinizden sevgiyi nasıl esirgiyorsunuz?
İlişkilerinizi nasıl sabote ediyorsunuz?
Hayallerinizi neden gerçekleştiremiyorsunuz?
Kendinizi, kendinizden (ve başkalarından) gizlemenin bedelini zihinsel, duygusal, fiziksel
sağlığınızla ödediğinizin farkında mısınız?
Enerjinizi tüketen ve sizi güçsüz kılan davranışlarınızı nasıl değiştirebilirsiniz?
Geçmişinizle nasıl barışabilirsiniz?
Kendinizi (ve başkalarını) nasıl affedebilirsiniz?