You are on page 1of 43

DÜRZÎLİK

 Fâtimi halifelerinden Hâkim Biemrillah döneminde  Vezir


Hamza b. Ali tarafından kurulan aşırı bir fırkadır. Bu fırka
mensupları, kendisinden önce gelen bütün dinî inanışların
yanlış olduğunu kabul ederek
Hâkim Biemrillâh'ın ulûhiyyetine ve onun yarattığı ulvî
varlıklar hiyerarşisine inanırlar.

 Dürzîlik, ilk defa Mısır'da ortaya çıkmasına rağmen burada


tutunamayarak Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin
coğrafyasında yayılıp taraftar bulmuş, kapalı toplum özelliğini
muhafaza ederek günümüze kadar ulaşmış bir mezheptir.
 Dürzî öğretilere yansıması  İsmailiyye aracılığıyla
olmuştur. Bu itibarla Dürzî mezhebi, İsmailiyye ekolü
içerisinden doğup gelişmiş ve Dürzî düşüncenin
temelini de İsmailî kaynaklı fikirler oluşturmuştur.
1. İsimlendirme Meselesi
 Batılı bazı araştırmacılar, Dürzilerin Haçlı Seferleri sırasında Lübnan
Dağları'na yerleşmiş olan Dreux Kontu ve adamlarının soyundan
geldiğini savunarak Dürzî sözcüğünün de Dreux'den türediğini iddia
etmişlerdir.
 Bu iddiaya göre 1190 senesinde Kudüs Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından
fethedildiği zaman bir Haçlı alayının kumandanı olan Kont de Dreux'nün
yolu kesilince Kont, Engaddi yakınında bulunan bir kaleye iltica etmek
zorunda kalmıştı.
• Bu Haçlılar kırk sene boyunca Müslümanların müteaddit
saldırılarına mukavemet ederek komşuları olan İsmaili halkın
ve civar kasabaların halklarının arasına karıştılar. Burada
Müslümanlara karşı ortak bir kinle bağlı bulunan

 Hristiyanlar ve İsmaililer birleşerek yeni bir cemiyet


teşekkül ettirmişler.dir. İşte bu cemiyet "Dreux" isminin
muharref şekli olan "Dürzi" ismi ile bilinen topluluktur
 Bazı âlimler, Dürzi fırkasını Bâtınilikte aşırı giden, Hâkim
Biemrillah'ın ulûhiyyetine inanan, inançlarının özünde aynı ol
salar da zahirde İsmailiyye firkasından ayrılan ve her ne
kadar hoşlanmasalar da eski bir Mecûsî olan dâîlerden
Neştekin ed-Derezî'ye nispet edilen bir firka olarak tarif
ederler.
 Bu fırkanın bu isimle anılmasının sebebi , olumlu ve olumsuz
olmak üzere iki şahısla ilişkili olmasından
kaynaklanmaktadır. 
 Bu şahıslardan birincisi başlangıçta Hâkim bi Emrillâh’ın ilâh
olduğunu savunan, ancak daha sonra kendi taraftarlarını
oluşturup mezhep aleyhinde propaganda yürüten ve
Dürzilere göre tevhîdi düşünceden saptığı için öldürülen
“Muhammed b. İsmâil ed-Derezi adlı kişidir
 Dürzîlerin ilk vatanı kabul edilen Vadiü't-Teym'de bu firkayı
yaymıştır.
 Diğer bir kimse ise, Hâkim’in komutanlarından olan “Ebu
Mansûr Enuştekin ed-Dürzi” dir.
 Dürzîler  ed-Derezî’nin kendi görüşlerinden saptığını iddia ederek
“Dürzî” ismini reddetmiş ve kendilerini “birleyenler” anlamına gelen
“Muvahhidûn” olarak ya da "tevhid ehli" olduklarını iddia
ederler.
 İnançlarını  da "Mezhebü't-Tevhid" diye isimlendirirler.
 Kimi zaman da “Benû Marûf” ismini kullanmışlardır.
 Burada dile getirilen diğer bir isim de "el-Hakimiyye"dir. Bu isimle
anılmalarının gerekçesi ise Hakim Biemrillah'ın ulûhiyyeti inancının
mezhebin temel görüşünü oluşturmasıdır. Bununla birlikte
"Hakimiyye" ismi pek yaygın değildir
MUVAHHİDÛN
 Muvahhid (birleyen)” Dürzî toplumunun kendini tanımlarken
kullandığı ve benimseyip kabul ettiği bir isimdir.
 Bu isim aynı zamanda Kutsal Dürzî Risalelerinde de
kullanılır. Ancak buradaki “tevhîd” Müslümanların ibadet
ettiği Allah’ın birlenmesi anlamında değildir. 
 Burada kastedilen mana el-Hâkim bi-Emrillâh'ın
birlenmesindeki samimiyet anlamındadır. Hamza b. Ali
“Mevlâ'nın birlenmesi Şehadeteyne bedeldir” demekle
kendilerinin tevhîdden kastettikleri manayı açıklamaktadır.
 Dürzilerin isimlendirmesi kadar etnik kökenleri de tartışmalı bir konu olup farklı
iddialar ileri sürülmüştür.
 Dürzilerin kökenini Hititlere ya da Galatlara kadar götürenler vardır. Bazı
araştırmacılar, Mazdeizm ile Dürzilik arasındaki benzerliklerden yola çıkarak
Dürzîleri, eski İran kavimlerinden Perslerle ve Medlerle ilişkilendirmişlerdir.
 Dürzilerin kökeni konusunda en çok kabul gören görüşe göre Dürziler, Yemen'deki
Süryanî kökenli Araplar olup büyük sel felaketinden sonra buradan ayrılarak kuzeye
göç etmişlerdir. İslam'ın ya yılmasıyla da bu yeni dini benimseyerek Lübnan'ın
dağlık yörelerinde yaşamaya devam etmişlerdir.
2. Dürzîliğin Teşekkül Süreci ve
Tarihî Arka Planı
 Dürzilik’in tarihsel süreci Fâtimilerin altıncı halifesi
Hâkim bi Emrillâh ile lakablanan Ebû Ali el-Mansûr el-Fâtımî’nin tarih sahnesine
çıkması ile birlikte zuhur etmiştir ve bütünüyle el-Hâkim'in ulûhiyet iddiaları
üzerine dayandırılmaktadır.
 Derezî'nin daveti açıklamasının ardından Hicri 408 senesinin ilk günlerinde hâkim
imzasıyla bir ferman yayınladı. Bu fermanda Tanrı'nın kendisinde zuhur ettiğini
açıkladı. Bir iddiaya göre ise Dürzî inancının temelini oluşturan,
Hâkim Biemrillah'a ulûhiyyet izafe etme fikrini ilk ortaya atan Hasan b. Haydara el-
Fergânî'dir 
 Onun "Allah'a ibadet eden bir kimse, ibadetini ruhu olmayan bir ferde tahsis
etmiştir", "Tanrı, bir şahıs veya bedendir", "Mâbud, Emirü'l-Mü'minin olan Hâkim
Biemrillah'tır," şeklinde ortaya koyduğu aşırılıklar, Dürzi inancının ilk nüvelerini
oluşturur. Bu fikirler Neştekin ed-Derezî ve Hamza b. Ali tarafından da kabul
edilmiştir. El-Fargânî'nin bir suikast sonucu öldürülmesiyle onun başlattığı hareketin
liderliği Neştekin ed-Derezî ve Hamza b. Ali'ye kalmıştır.
 Hamza b. Ali, İranlı İsmaili bir dâî iken hicri 405 senesinde Kahire'ye gelmiş ve kısa
zamanda Halife Hâkim Biemrillah'ın dikkatini çekerek gözdesi olmuş ve kısa bir
zaman sonra da Dürzi inançlarının fikri altyapısını oluşturmuştur.
 Dürzilik, ismi Neştekin ed-Derezî'nin adına nispet edilmesine ve fikri temeli de el-
Fergânî tarafından oluşturulmuş olmasına rağmen Hamza b. Ali tarafından
kurumsallaştırılmış tır. Dolayısıyla Hamza b. Ali mezhep kurucusu olarak kabul
edilmektedir.
 Hamza'dan sonra davetin liderliğine getirilen Muktena Bahâeddin, 434/1042 yılında
son risalesini yazarak gaybete girmiştir. O tarihten itibaren Dürzilik, hudud
makamında olan ve Dürzî risalelerini yazan Hamza b. Ali, İsmail b. Mu hammed b.
Hamid et-Temimi ve Muktena Bahâeddin'in ortaya koyduğu pren siplere sıkı sıkıya
bağlı kalan, gruba girmek isteyenlere izin vermeyen, çıkmak isteyenlere de
müsamaha göstermeyen kapalı bir mezhep halini almıştır.¹
a. Tarihsel Arka Plan: Hâkim
Biemrillah'a Kadar Fâtimîler
 İslam Dünyasında mezhep mücadeleleri yoğun olarak yaşanmakta, bazı felsefi
akımların Müslümanlar arasında yaygınlaşmaya başlamakla beraber sosyopolitik
yönden de oldukça karmaşık bir görünüm arz etmekte idi.
 İslam dünyasında irili ufaklı birçok hanedanlık hüküm sürmekte, hilafetin kendi
hakkı olduğunu iddia eden Abbasîler, Endülüs Emevileri ve Fâtimiler olmak üzere üç
büyük devlet İslam dünyasına hâkim olmaya çalışıyordu.
 Dürzilik ortaya çıkış sürecini daha iyi anlayabilmek için İsmaililiği ve dolayısıyla
Fâtimi Devleti'ni bir nebze tanımak faydalı olacaktır.
 İsmaili esaslar üzerine kurulan Fâtimîler Devleti, adını Hz. Peygamber'in kızı Hz.
Fatıma'dan almaktadır. Ancak Fâtimi halifelerinin kendilerini Ehl-i Beyt'e nispet
etmeleri, Şii hareketin Altıncı İmâmı Cafer-i Sadık'ın büyük oğlu İsmail'in neslinden
geldiklerini iddia etmeleri tartışmalı, hatta kendileri dışındakilerce reddedilen bir
husustur.
 Ismaili dâîlerden Ebû Abdillah eş Şii, bir hac mevsiminde Kutâme kabilesi
mensuplarını görüşleriyle etkilemiş, ardından Kuzey Afrika'ya giderek orada İsmaili
düşünceyi hızla yaymaya başlamıştır. 
 Ebû Abdillah eş-Şii, birçok şehir ve kasabayı kontrolüne aldıktan sonra Ubeydullah
el-Mehdi'yi davet etmiştir.
 Ağlebî Hanedanlığı'na son veren Ubeydullah el-Mehdi,909-910 yılında "Mehdi Li-
dinillah" ve "Emirü'l-Mü'minîn" lakaplarıyla kendisini halife ilan ederek Fâtimi
hilafetini resmen başlatmıştır
 Fâtimiler, ezeli düşmanları olan Abbasîler dışında Endülüs Emevileri, Bizans,
Bahreyn Karmatîleri, Mağrib Sünnileri, Hariciler ve Fâtimi İsmaililiğine muhalif olan
İsmaililerle mücadele etmek zorunda kaldılar.
 El-Mehdi,920 senesinde Mehdiye şehrini kurarak başkenti buraya taşımıştı. Ardından
İslam dünyasına hâkim olma arzusuyla Mısır'a iki defa sefer düzenlemiş fakat başarılı
olamamıştır.
b. Felsefi-Dini Arka Plan:
İsmaililiğin Dürzîliğe Etkisi
 İsmaili dâilerin Hâkim Biemrillah hakkındaki aşırı düşüncelerinin kökleri, Şiî gulat
gruplarının kurgularına dayanmaktadır
 Hâkim Biemrillah öncesi aşırı Şii grupların inanç ve kabulleri değerlendirildiğinde
"hulûl, tecsim, teşbih, tecsid" vb. inançların bir şekilde dile getirildiği görülür
 Örneğin Key sâniyye" olarak isimlendirilen firka, Hz. Ali'nin oğullarından Muhammed
b. el-Hanefiyye'nin ölmediğine, onun beklenen Mehdî olduğuna, Radva Da ğı'nda
gizlendiğine ve gaybetten bir gün çıkacağına inanmaktadır.
 Hamza b. Umare daha da ileri giderek Muhammed el-Hanefiyye'nin Tanrı, ken disinin
de nebi olduğunu ileri sürmüştür.
 İlahın ruhunun el-Hanefiyye'ye geçinceye kadar peygamberlerde ve imâmlarda
dönüp dolaştığını (devir/ devriye), sonra Muhammed el-Hanefiyye'nin oğlu Ebû
Hâşim'e ve ondan da kendisine geçtiğini iddia ettiği rivayet edilmektedir.
 Muğire b. Said, Al lah'ı başında taç bulunan nurdan bir adama benzetip onun insanlar
gibi uzuvlarının olduğunu iddia etmiştir. Ebû Mansûr el-İclî  ise kendisinin göklere
çıktığını, Tanrı ile konuştuğunu ve Tanrı'nın, kendisinin başını okşayıp kendisine bazı
görevler verdiğini iddia ederek Allah'ı insan nitelikleriyle tanımlamıştır.
 Gulat hareketlerin birçoğu, Allah'ın özünün değişik biçim ve varlıklar olarak ortaya
koyan Tanrısal bir ruh ya da ışık olduğunu iddia etmişlerdir. Sonuçta Tanrısal özün
özellikle imâmlar olmak üzere insan vücuduna girdiği (hulûl) veya bu vücutta
yeniden doğduğu inancına vardılar.
 Bazı firkalar bu yolla Tanrısal ruhun imâmda tecelli edeceğine inanırken bazıları ise
imâmı Allah'ın emrinde dünyada hüküm süren ikinci dereceden bir Tanrı olarak kabul
edi yorlardı. Bu durum, gulat firkalarındaki Tanrı ve imâm anlayışı, ruh ve beden
ilişkisi ve ölüm ötesi gibi konuların yeniden ele alınmasına sebep oldu. Böyle ce
birçok firka tenasüh fikrine inanmaya başladı.
 Şii-Ismaililikle sıkı bir ilişkisi bulunan Hattâbiyye" gibi hicri II. yüzyılın ikinci
yarısında ortaya çıkan Muhammise'ye göre, Hz. Muhammed Tanrı'dır ve Muhammed,
Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin olmak üzere beş ayrı bedende vü cut bulmuştur. Fakat
bu kutsal beş bedenden sadece Muhammed'in bedeni gerçektir ve manayı temsil
eder. Bu görüşlerin daha sonra Şii fırkalarla birlikte Dürzilik üzerinde de etkili
olduğu söylenebilir.
 Dürziliğin yayıldığı bölgelerde etkili olan ve Dürzi inançlarıyla da benzer yön lerin
bulunabileceği Yahudilik, Hristiyanlık, Zerdüştlük, Maniheizm, Mez dekizm, Budizm
ve Hinduizm gibi inanışlarında Dürziliğin şekillenmesinde etkili olduğu düşünülebilir.
 Müslümanlar arasında etkili olan felsefi akımlardan İhvân-ı Safa'nın etkisiyle
düşüncelerini yeniden şekillendir mişlerdir. Felsefelerini insanın, gücü ölçüsünde
Tanrı'ya benzemesi şeklin de tanımlayan İhvân-1 Safa'ya göre evrendeki bütün
varlıklar, evrenin kü çük bir örneğini oluşturur. İnsanın varoluş gayesi; Tanrı'yı,
varlığın hikme tini ve gerçekliğini bilmesidir. İhvân-1 Safa'daki, Tanrı'nın
vahdâniyyetinin nurundan Faal Akl'ı yaratması, ondan külli nefs ve maddelerin
yaratılması ve buradaki varlıklar hiyerarşisi, olduğu gibi İsmaililiğe22, buradan da
Dür ziliğe geçmiştir.
3. Dürzîliğin Temel Prensipleri
 Hâkim Biem rillah'a uluhiyyet izafe eden ve Müslüman toplumda ortaya çıkan
Dürziliğin inanç esasları net değildir. Bununla birlikte mezhebin inanç ve amelle
ilgili esasları dört ana başlıkta ele alınabilir.
 a. Hâkim Biemrillah'ın Ulûhiyyetine İnanmak

1. Hâkim Biemrillah'ın Hayatı, Şahsiyeti ve Ölümü ile İlgili İddialar


Hâkim Biemrillah'ın tenakuzlarla dolu bir fitrata ve garip bir ahlâk anlayışı na sahip
olduğu hususunda araştırmacılar ittifak etmektedirler. O, sert mizaçlı, merhametsiz,
insanları öldürmekten âdeta zevk alan, kendisine nasihat edenle re zulümle karşılık
veren," bazen aşırı cömert bazen cimri, ilmi sevip âlimler den intikam alan, küçük
büyük her türlü suçu şiddetle cezalandıran bir kişi idi. 
 Araştırmacılar Hâkim'in hilafetteki zamanını birbirinden farklı dört devreye
ayırırlar:24 Birinci devre (386/996-390/1000), halife ilan edilişinden Bercevan'ın
öldürülmesine kadar vesayet altında bulunduğu dönemdir. Bu dönemde idari işlerin
hiçbirinde söz sahibi değildir. İkinci devre (390/1000-395/1005), yaşı kü çük
olmasına rağmen güçlü bir otorite kurduğu, İsmaili inançlara aşırı taassup gösterdiği,
bir yandan Müslüman olmayanlara baskı uygularken diğer yandan da Şii olmayan
Müslümanlara acımasız davrandığı dönemdir.
 Bazı kiliseleri tahrip ederek kutsal eşyaları çarşılarda sattırdı. Ayrıca Hz. Ali'nin
yanında yer almayan sahabeye küfrettirdi. Küfür ifa delerinin yazılarak sokaklara,
dükkân ve cami duvarlarına asılmasını emretti.
 Üçüncü devrede (396/1006- 401/1010) taassup politikasını değiştirdi. Bu de ğişimde
Endülüs Emevileri soyundan gelen Ebú Rekva'nın büyük bir orduyla Mısır sınırını
tehdit etmesinin ve Nil Nehri'nin suyunun azalıp kıtlığın baş gös termesinin etkili
olduğu kabul edilir. Teravih namazını yasaklaması, medreseler inşa edip oralara
hocalar atadıktan sonra onları öldürüp medreseleri yıktırması dengesiz kişiliğinin
devam ettiğini göstermektedir. 
 Dördüncü devre (401/1010 411/1020) ise aklının iyice karıştığı, zikzaklı bir yol
izlediği, din ve mezhep fark lılıklarına bakılmaksızın bütün halkına baskı ve şiddet
uyguladığı bir dönemdir.Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in kabirlerini açtırmak istemiş,
hatip minberde is mini zikrettiğinde halkın saf halinde ayağa kalkmalarını
emretmiştir
 Ahlâkî bozulmayı sebep göstererek kadınlara ayakkabı yapılmasını, onların sokağa
çıkmasını yasaklamış, cariye ve kölelerin satışının yapıldığı pazarı şehir dışına taşıt
mış, kendisi de köle ve cariyelerini azat etmiş, devlet arazilerini yoksul halka
dağıtmıştır. Bir ara taze hurma ve üzüm satışını yasaklamış, üzüm bağla rını
söktürmüş, musikiyle meşgul olmayı, satranç oynamayı, Nil üzerin de sandalla
gezmeyi yasaklamış, ilm-i nücûm ile uğraşılmasını menederek müneccimleri sürgüne
göndermiş, Kahire'de bulunan dükkânların gündüz kapatılıp gece açılmasını ve
aydınlatılmasını emretmiştir.
 Onu birçok değişiklik yapmış bir inkılapçı olarak görenlerin yanında onun deli
olduğunu söyleyen tarihçiler de vardır. Dürzîler ise bu tavırlarını onun Tanrı
olduğunun delili olarak görürler.
 Bazı sıra dışı yaşayış ve uygulamalarının sebebi şöyle izah edilebil mektedir: Saçını
ve tırnaklarını uzatması, yün elbise giymesi," binek olarak eşeği tercih etmesi, onun
tevazusu ve zahidâne bir hayat sürmesinin sonucu dur. Aslında onun emirleri ve
yasaklarının çoğu dinî, iktisadi ve ahlâkî kaygı ların ürünüdür. Örneğin köpekleri ve
domuzları öldürtmesi, bazı hastalıklara sebebiyet verdikleri düşünüldüğü için; içki
yasağı ve kadınlara uygulanan ya saklar, toplumun ahlâkî yaşantısını düzeltmek için;
şehrin geceleri aydınlatılıp dükkânların açık tutulması, üretimi artırmak ve ülkesinin
ne kadar güvenli bir yer olduğunu göstermek için yaptığı uygulamalar olarak
görülebilir.
 Saltanatının yirmi beşinci senesinde, otuz yedi yaşında iken öldürülmüş ya da
kaybolmuş, birkaç gün sonra eşeği ve hançer lenmiş gömleğinden başka bir şey
bulunamamıştır. 
 Dürziler ise Hâkim'in kayboluşunu, inananlara bir imtihan olsun diye Tan risal
varlığın kendi isteği ile gayba çekilmesi olarak yorumlamışlardır. Dürzi kaynaklara
göre Hâkim, Mukaddam Dağı'na gitmiş ve orada 411/1021 yılının sonuna kadar iki ay
üç gün beklemiş, daha sonra gaybet etmiş, kimse onun izine rastlamamıştır. Hâkim
ile birlikte Hamza b. Ali ve beraberindeki yar dımcılarından İsmail b. Muhammed,
Muhammed b. Vehb ve Seleme b. Ab dilvahhab da gaybete girmiştir. Dürzilere göre,
Hâkim'in bu gaybeti kıyamet gününe kadar sürecek ve o güne kadar bir daha zuhur
etmeyecektir.3
 Dürzilerdeki bu anlayış, Şiilerdeki gaybet ve ric'at fikirlerinin bir başka versi
yonudur. Dürzilere göre Tanrı, Hâkim'in suretinde insanlara görünmüştür. Tanrı'nın
ölmesi söz konusu olmayacağı için o göğe yükselmiştir. Kıyamet günü vakti
geldiğinde geri dönecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır.
2]Dürzi İnancında Tanrı Anlayışı ve Hâkim Biemrillah'ın Ulûhiyyeti

 Dürzilerin inanç esaslarından en önemlisi Hâkim Biemrillah'ın ulûhiyyetine iman


etmektir. Bu esasa göre Hâkim'in, birbirinden ayrılmayan lâhútilik ve nâsûtîlik olmak
üzere iki yönü vardır. Tanrı'nın bu iki yönünü birbirinden ayrılmaz bir bütün kabul
etmek tevhidin gereğidir.32 Lâhûtî yönü duyularla anlaşılamaz ve hiç kimse hiçbir
şekilde bunu idrak edemez. Nâsûtî yönü ise görüldüğünün aynısı değildir. O, hiçbir
isim ve sıfatla tanımlanamaz, hiçbir dil onu ifade edecek bir tabire sahip değildir ve
her türlü tariften de münezzehtir. 

You might also like