You are on page 1of 43

“Milyonuncu kez gidiyorum karşılamaya deneyimin gerçekliğini ve dövmeye ruhumun örsünde ulusumun yaratılmamış vicdanını…”

Sanatçının bir genç adam olarak portresi, James JOYCE

HEVAL, JÜLİDE, AHMET, RIZA

VAROLUŞÇU
PSİKOLOJ
“Milyonuncu kez gidiyorum karşılamaya deneyimin gerçekliğini ve dövmeye ruhumun örsünde
ulusumun yaratılmamış vicdanını…”
Sanatçının bir genç adam olarak portresi, James JOYCE

“Yaşamak, yanılmak, düşmek, kazanmak, hayattan hayatı yaratmak! … İleri ve ileri ve ileri ve ileri!
James Joyce'un yarı otobiyografik bu romanı, genç Stephen Dedalus'un bir sanatçı olabilme
arzusuyla, hayal gücünü boğan ve yaratıcılığını sindiren kiliseye, okula ve topluma başkaldırışını
anlatıyor. Roman boyunca entelektüel, cinsel ve manevi gelişimini adım adım izlediğimiz
Stephen, aldığı dinî eğitim ve ilkgençlik yılları boyunca kendisini öğretmenlerinden, ailesinden ve
çevresinden ayrı tutanın ne olduğunu fark edeceği bir uyanış anına doğru ilerlemektedir.
"Joyce tek eliyle 19. yüzyılı yerle bir etti." -T.S. Eliot-
Jung tarafından Joyce'a yazılan mektup;
'Efendim,
"Ulysses" adlı yapıtınız öyle tedirgin edici bir psikoloji sorunu çıkardı ki dünyanın başına, psikolojide yetkili
saydıkları bana başvuranlar çok oldu.
"Ulysses"kırılması kolay cevizlerden değilmiş meğer, beynimi patlattım anlayabilmek için (bir bilimci olarak
ifade etmem gerekirse) bana oldukça pahalıya mal olan "tebdili mekanlara" neden oldu. Kitabınız ne belalar
açtı başıma;bir kere ,elime alıp okumaya başlamadan, üç yıl kumrular gibi düşündüm. Ancak size de ,dev
yapıtınıza da çok şey borçluyum, çok şey öğretti bana doğrusu. Hoşuma gidip gitmediği konusunda bir şey
demiyeceğim. Kesinlikle bilmiyorum da ondan. Ancak sinirlerimi aşındırdığı, iliğimi emdiği
kesin."Ulysses"üzerindeki yazımın sizce beğenilip beğenilmediğini bilmiyorum. Ancak ne kadar sıkıldığımı,
homurdanıp durduğumu, küfrettiğimi ve ne kadar hayran kaldığımı açıklamaktan kendimi alamadım. Sonraki noktasız
virgülsüz kırk sayfa tam psikolojik bir ziyafet. Şeytanın ninesi gerçek kadın psikoloji konusunda meğer neler
biliyormuş,doğrusu ben o kadarını bilmiyorum.
Gene de o kısa denememi okusanız iyi olur, Ulysses'inizin dehlizlerinde yolunu yitiren,sonradan sırf bir şans eseri
yeniden yolunu bulup çıkmayı başaran, tamamen yabancı birinin girişimi sayın. Denememden göreceğiniz gibi
bakın bencileyin sözde dengeli bir psikoloğu ne hale soktu.
İÇİNDEKİLER

RIZA - AHMET - JÜLİDE - HEVAL

1. VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ…………………………………………………...............RIZA
2. VAROLUŞÇULUK VE SANAT
3. VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ KURAMCILARI…………………………………...….
….AHMET
4. TEMEL KAVRAMLAR
5. KAYGI
6. VAROLUŞÇU TEMALAR
7. KİŞİLİK KURAMI ve BİREYİN GELİŞİMİ
8. SAĞLIKLILIK ve FONKSİYONSUZLUK…………………………………………..
…...JÜLİDE
9. TERAPİNİN DOĞASI
10.TERAPİ SÜRECİ
11.TERAPÖTİK TEKNİKLER
12.STAN OLGUSUNA VAROLUŞÇU TERAPİNİN UYGULANMASI
13.ÇOK KÜLTÜRLÜ BAKIŞ AÇISINDAN VAROLUŞÇU PSİKOLOJİK
DANIŞMA…...HEVAL
14.VAROLUŞÇU YAKLAŞIMIN KATKILARI
15.VAROLUŞÇU YAKLAŞIMIN SINIRLILIKLARI VE GETİRİLEN ELEŞTİRİLER
16.VAKA ÖRNEKLERİ
1. VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ…………………………………………………...............RIZA
2. VAROLUŞÇULUK VE SANAT

VAROLUŞÇU
PSİKOLOJ
VAROLUŞÇULU
K
“Yaşayacak bir nedeni olan kişi, herşeyin üstesinden gelebilir”
"He who has a why to live can bear almost any how."
NİETZSCHE

“Sevgi, ölüm kadar güçlüdür.”


V. FRANKL

“Yaratıcı süreç, biçim için duyulan bu tutkunun dışa vurumudur. Parçalanmaya karşı
bir mücadeledir yaratıcı süreç; uyum ve bütünleşmeyi doğuracak olan yeni varlık türlerinin
varoluşa getirilmesi mücadelesi.”
ROLLO MAY
VAROLUŞÇULU
K
VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Varoluşçuluk 19. Yüzyılın ikinci yarısında temelleri atılan ve 20.yüzyıl içersinde
önemli ölçüde taraftar bulan bir felsefe akımıdır.
Bireysel varoluş, özgürlük ve seçim yapabilme kudreti gibi
temel varoluşçu esaslar çerçevesinde eser vermiş pek çok yazarın ortak çabalarının
bir ürünü gibi görülebilir.
Varoluşçu terapi kuramcılarının en temel felsefesine göre,

‘İnsan özgürdür.
Kendi yaşantılarından kendisi sorumludur.
Kendini gerçekleştirme kapasitesine sahiptir.’

Varoluşçu yazarlar düşüncelerini açıklarken sistematik bir yöntem takip etmezler.


Felsefelerini aforizmalar,manzum eserler, roman veya tiyatro oyunları gibi sanat
eserleri aracılığıyla ortaya koymuşlardır.
VAROLUŞÇULU
K
ve
Batılı sanatçılarda özellikle XX. yy. başından itibaren belirginleşen iç dünyaya yöneliş eğilimleri, bu dönemin sanatına
belirgin bir şekilde damgasını vurdu ve içinde bulunulan dönemin kendine özgü taleplerini karşılayacak kendine özgü
yaklaşımlara ihtiyaç duyuldu.

Uzakdoğu kültürü de bazan bu etkilerden bir tanesi oldu; bazan da bu etkileri oluşturan sebeplerden bir tanesi. Diğer
bir deyişle Batılı sanatçılar hem bu kültürü tanıdılar ve ilginç buldular; hem de içinde bullundukları dönemin
şartlarından ötürü benzeri zihinsel ve/veya duygusal yaşantılar içinde olmak zorundaydılar.Benlikleriyle ilişkilerini
kaybetmek için her türlü koşulun varolduğu bir dönemin insanı idiler çünkü. Bir yandan sosyal bilimsel ve düşünsel
anlamda baş döndürücü bir hızla yaşanan bir değişim sürecinin anaforuna ayak uydurmaya çalışırken, bir yandanda
iki dünya savaşı felaketinin yaralarını sarmak durumundaydılar. Bu durum iç yaşantı ve fiziksel gerçeklik arasındaki
dengelerin yeniden kurulmasını talep ediyordu. Herşeyi yeni baştan kurmak, yeni yaşam biçimleri
üretmek ve doğal olarak bunları yeni bir şekilde ifade etmek gerekiyordu.

Böylelikle, Batı sanatının dönüm noktalarından bir tanesi olan sanatsal dışavurum fikrinin
gelişim süreci başladı. Resim sanatının ağırlık merkezi doğal ya da sosyal dış dünyanın
resimlenmesi ya da tasviri kavramından sanatçının dünyaya ait deneyimleri doğrultusunda
geliştirdiği bireysel tepkilerin ifadesi kavramına dönüştü. Bunun sonucunda ifadenin
ağırlığında resmi oluşturan biçim ve renklerin neyi resmettiğinden çok kendi özel anlatım
dilleri aracılığıyla ne söyledikleri önem kazandı. Nesnelerin renkleri gerçek dünyada olduklarından
farklı olmaya başladı; aynı şekilde biçimler de basitleştirilmeye, düzleştirilmeye ve abartılmaya başlandı. Boşluk artık
Rönesans’ın perspektife dayalı resimsel boşluğu değildi. Geleneksel resimde figürler fondan kolayca ayrılabiliyorken
artık fon da figürler kadar önemliydi. Bu resmi parçalayarak okumayı engelleyen yapı, çok daha genel bir görsel etki
yaratıyordu. Böylece gerçek dışı renkleri, bozulmuş biçimleri daha düz bir boşluk yapısı ve “overall” kompozisyonuyla
resimler, dünyadaki nesnelerin ikincil kopyaları olmaktansa kendine özgü yaşamları ve kimlikleri olan
varlıklar haline geliyorlardı: Anlam ve duygu ifade etme gücüne sahip düzenlenmiş yüzeyler...
Bu ilişkilerin kurulması süreci içersinde içgüdü
ve kendiliğindenlik önem kazandı.
Doğaya dönüş ve nesnelerle empatik ve çok boyutlu, kavrayıcı bir ilişki
kurma ve benliğin koşullanmalarının ötesindeki öznel benlikle buluşmanın
yolları arandı. Uzakdoğu ve özellikle Zen Kültürünün doğayla kopuk
ilişkilerinin onarılması, yabancılaşmanın sağaltımına yönelik yaklaşımı bu
bağlamda oldukça etkileyici idi.

Batılı sanatçının öznel


ve nesnel gerçekliklerini uzlaştırma ve bu uzlaşmanın
toplamı olan varoluşunu ifade etme çabası içersinde Uzakdoğudan da etkilenerek
geliştirdiği fikirleri şu ana kategorilerde toplamak mümkün:

1- İfadeci biçim
2- Biçimin bağımsız varlığı; soyutlama
3- Bilincin farklı düzeyleri
4- Zihin-beden bütünlüğü
5- Süreklilik fikri
6- Zihnin yokluğu; kendiliğindenlik
“SANATIN ÖYKÜSÜ, E. H. GOMBRICH, “SONU OLMAYAN OYKU”

En içten dileğim, kitabın başında "Sanat diye bir şey yoktur aslında,"
diyerek (sayfa 15), bu anlayışa - ki bir süre sonra bu anlayış bir modaya dö­
nüşmüştür - bir katkıda bulunmuş olmamam. Benim asıl söylemek istedi­
ğim, "sanat" teriminin farklı zamanlarda farklı şeyleri ifade ettiğiydi. Ör­
neğin Uzakdoğu'da, kaligrafi en çok saygı gören "sanat"tır. Eğer bir şey, 0-
na duyduğumuz hayranlıktan dolayı, yapıtın gerçek amacını sormayı
unutturacak kadar mükemmel yapılmışsa o zaman "sanaf'tan söz etmekte
olduğumuzu söylemiştim {sayfa594-595). Bunun, resim sanatında nasıl
gittikçe artarak meydana geldiğini ima ettim. İkinci Dünya Savaşı sonrası
gelişmeleri beni haklı çıkardı. Eğer resim yapma sanatı dediğimiz zaman,
sadece resmin tuvale uygulanmasından söz ediyorsak, bunun nasıl yapıl­
dığı dışında hiçbir şeye hayranlık duymayan uzmanlar bulabiliriz. Geç­
mişte bile sanatçının boyaları kullanışına, fırça vuruşlarındaki canlılığa ya
da dokunuşlarındaki inceliğe önem verilirdi. Ama bu, resmin bütününde
sağlanan genel etki açısından ele alınırdı. Tiziano'nun, modelin boynun­
daki fırfırı verirken boyayı kullanış biçimine hayran olmak için sayfa 334,
resim 213'e veya Rubens'in Faunus'un sakalını boyarken uyguladığı fırça
sürüşlerindeki ustaca güvenin tadına varabilmek için sayfa 403, resim 260'a
tekrar dönelim. Ya da Çinli ressamların becerikli fırçalarının ipek üstünde
oluşturduğu o hassas ton derecelendirmelerinin ne kadar doğal ve rahat
olduğunu görelim {sayfa 153, resim 98). Fırça sürüşündeki ustalık özellikle
en çok Çin'de söz konusu edilmiş ve değer görmüştür. Hatırlarsanız, Çinli
ustaların amacı, fırçanın ve mürekkebin kullanımında mükemmel bir be­
ceri kazanmaktı. Böylece, esinlendiklerinde, tıpkı mısralarını yazan bir
ozan gibi, hayallerindeki imgeyi hızla kâğıda geçirebileceklerdi. Nitekim,
Çinliler için yazmanın ve resim yapmanın birçok ortak yönü vardır. Biraz
önce Çinlilerin "kaligrafi" sanatından söz etmiştim. Bu sanatta Çinlilerin
asıl hayran kaldığı şey yazı karakterinin güzel biçimlerinden çok, her fırça
Franz Kline
vuruşuna yansıyan ustalık ve esin duygusudur. Beyaz biçimler, 1955
İşte, resmin keşfedilmeyi bekleyen bir yönü de buydu: herhangi başka Tuval üstüne
bir amaç gözetmeden sadece boyayı kullanış şekline odaklanmak. Fırçanın yağlıboya, 188.9 x 127.6
bıraktığı iz ya da lekeyi öne çıkaran bu anlayış, Lekecilik (Taşizm) adını al­ cm; The Museum of
Modern Art, New
dı.
York. Philip
Johnson'un bağışı
Bu konuda, boyaları kullanmadaki yeni tekniği ile Amerikalı Jackson
Pollock (1912-1956) ilgi çekti. Pollock, önce Sürrealizmle ilgilenmişti, ama
yavaş yavaş, tablolarını dolduran garip imgelerden uzaklaşıp, soyut sanat
çalışmalarına başladı. Alışılmış yöntemlere karşı sabrı tükenen sanatçı, tu­vali
döşemeye sermiş, boyayı damla damla akıtarak, dökerek ya da fırlata­rak şaşırtıcı
biçimler elde etmiştir (resim 393). Çinli ressamların da böyle kural dışı yöntemler
kullandığını ve Amerika yerlilerinin büyü amacıyla kuma resimler çizdiğini
hatırlamış olmalı. Sonuçta ortaya çıkan çizgi kar­maşası, XX. yüzyıl sanatının iki karşıt
beklentisini doyurmaktadır: Bunlar­dan birincisi, çocukların daha imge oluşturmayı
bile bilmedikleri dönem­lerinde yaptıkları karalamaları anımsatan çocukça bir
sadeliğe ve kendiliğindenliğe duyulan özlemdi. İkincisi ise, terazinin öteki kefesinde
yer alan
ve "saf resim"in sorunlarına karşı duyulan entelektüel ilgiydi. Böylece Pol-
lock, "aksiyon resmi" (action painting) ya da Soyut Ekspresyonizm olarak
adlandırılan yeni bir üslubun yaratıcılarından birisi olarak karşılandı. Pol-
lock'u izleyen ressamların hepsi, onun aşırı yöntemlerini kullanmasa bile,
anlık güdülere kendilerini teslim etmenin gerekliliği konusunda hemfikir­
diler. Çin kaligrafisinde olduğu gibi, bu anlayışta oluşturulan resimler de
çabuk yapılmalıydı. Daha önce üstlerinde fazla düşünülmeden, bir anlık
patlamayı andıran bir biçimde ortaya çıkmalıydılar. Kuşkusuz, sanatçılar
ve eleştirmenler, bu yöntemi savunurken, yalnızca Çin sanatından değil,
genel Uzakdoğu gizemciliğinden, özellikle de bu sanatın Batı'da yayılan ve adına
Zen Budizm denilen biçiminden etkilenmişlerdir. Bu yeni akım, bu açıdan da, XX.
yüzyıl sanatının önceki geleneğini sürdürmüştür. Kan-
dinsky, Klee ve Mondrian gibi gizemci sanatçıların daha üstün bir gerçeğe ulaşmak
için, gözle görünenin oluşturduğu perdeyi yırtmak istediklerini {sayfa570,578,582),
Sürrealistlerin ise "kutsal delilik"e varmayı amaçladık­larını (sayfa 592)
hatırlıyoruz. Zen öğretisinin bir bölümü de (ki bu en önemli bölümü değildir),
ruhen aydınlanmak için, mantıksal alışkanlıkla­rımızdan bir şok etkisiyle
uzaklaşmamız gerektiğini savunur. Pierre Soulages
3 Nisan 1954,
1954 Tuval üstüne
yağlıboya, 194.7 X 130
cm; Albright-Knox Art
Gallery, Bufallo.
Savaş sonrasının öncü Varoluşçularından (Existentialism) Jean Paul
Sartre’ın da ifade ettiği gibi, kişinin kendini dünyaya göre
tanımlamasının yolu eylemdir.

Şöyle diyordu Sartre: “İnsan özünü kendisi yaratmalıdır; bu


kendini dünyaya fırlatmaktadır; orda acı çekmektedir, onunla kavga
vermektedir, böylelikle -azar azar- kendisini tanımlar.” Bireysellik ve
öznel deneyimin tekliği konusunda öylesine ısrarlıydılar ki herhangi
bir terim, akım yada öğretiye bağlı olma fikrini hep reddettiler. Savaş
sonrası Amerikan Sanatı açısından Varoluşçuluk, en belirgin etkisini
1945’den sonra yaptı; Kafka, Sartre, sonra Heidegger’in ingilizce
çevirilerinin belirmeye başlamalarıyla birlikte. Kierkegaard,
Dostoyevski ve Nietzsche zaten daha önceden çevrilmişti ve modern
sanat ve düşünce alanında oldukça etkili durumdaydılar.
Sartre’ın korku, başarısızlık ve ölümle ilgili kabullenişleri;
endişe ve şüpheye yüklediği önem, ve hepsinden önemlisi kişinin
kendisiyle direk ve kendiliğinden karşılaşması tüm varoluşçu
yazarları karakterize eder. Sartre’nin bakış açısından kişi varolur,
kendisiyle karşılaşır ve ancak ondan sonradır ki kendisini tanımlar.

Bu noktadan hareketle “Action Painting” in isim babası Harold


Rosenberg, “Her sanatçının kendisi için gerçek olan herşeyin
sadece ve sadece kendi kurduğu şeyler olduğunun ölümcül
derecede farkında olduğunu” söylüyor(1947).
New York Okulu sanatçıları, giderek artan bir şekilde bilinçdışı düşünceyi ve hayal
gücünü işlemek ve dönüştürmek yerine; bilinçli bir deneyime fiziksel gerçeklik
kazandırmak üzere kullanmaya başladılar. 0tomatizmin işlevini de bilinçaltınının
imgelerin biçimlendiricisi olmaktan çok, bizzat öznel deneyimin taşıyıcısı olarak
düşünmekteydiler. Yoğun şekilde hissedilen deneyimin boyayla ifadesi zaten kendi
biçim ve konusunu taşımaktaydı. Karşılaşma ne -psikolojik nede sanat tarihsel-
geçmişte aranmalıydı; ne de gelecekten beklenmeliydi; sanatçı resmi tamamiyle “şu
anda” yaşardı. Böylece yaratma eyleminin kendiliğindenliği; resmin yapılış şeklini,
ressamı, ve hatta sanatın kendisini tanmlayan bir süreç olarak görülür. Nesnelere
kavramsal yakıştırmalar yapmaktan vazgeçtiler. Her resmi bitirilmemiş bir çalışma
olarak gördüler. Sanatçının sanatı, onu yapış süreci içersinde tanımladığı bir
yöntemdi bu. Action painting sürecinin hiç bir aşaması teknikten ibaret değildi;
resimdeki her unsur, her hareket, her eylem, sanatçının yaşam deneyiminin
tarihinden ayırdedilemez anlamlı bir ifadeydi.

Ne bu hareket dahilindeki resimlerin tümü soyuttu, ne de tümü dışavurumcu. Fakat


genel kabul itibarıyla, sanatçının çalışmasına kendiliğinden yaklaşımı ve bilinçsiz
zihninin yaratıcılığını özgür bırakma isteği ortak payda oldu.
Jackson Pollock Bir No 31
Tarih: 1950, Teknik: Tuval üzeri Yağlıboya, Orijinal Boyut: 269,5 x 530,8 cm, Museum of Modern Art New York.
Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937'de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası'na ait 28
bombardıman uçağının 26 Nisan 1937'de İspanya'daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49
m yüksekliğinde anıtsal resimdir.
İspanya bir iç savaşla çalkalanmaktadır. Bu iç savaş, İspanya’da ordu birliklerinin tutucu ve gerici güçlere dayanarak
cumhuriyet yönetimine karşı giriştiği darbeyle başlayan kanlı bir çatışmadır.(1936-39). Bu asiler milliyetçiliği savunan
general Franco önderliğinde birleşmişlerdir. Ve savaş da bu asilerin üstünlüğüyle sona ermiştir . Picasso’nun işte bu
savaşın etkisiyle yaşadığı duyguları yansıttığı en ünlü eseri, herkesin yakından bildiği “Quernica” tablosudur. Eser,
1937’e tarihlenir. Eserinde betimlediği Guernica kasabası Alman uçakları tarafından bombalarla yerle bir edilmiştir.
Yapıtta zulüm, kin, direnme gibi konular sembolik figürlerle dile getirilmiştir. Örneğin azgın at savaşçıyı
çiğnemektedir. Bu, General Franco’nun militan gücünü direnen halkı ezişinin sembolik değerlendirilmesidir. Soldaki
boğa ise İspanya’yı simgeler. Elindeki meşaleyi ata doğru uzatan bir kadın, Franko Rejiminin karanlığını aydınlatmayı
amaçlamaktadır. Bir başkası ise kaçmaya çalışmakta ancak tutmaz olmuş bacakları kendisini taşıyamamaktadır.
Zen

Zen, kişinin kendisine ait biricik yaşantısına vurgu yapar. Öznel deneyim herşeyden önemlidir. Kişi bizzat yaşayıp öğrenmediği sürece
bir bilgiyi “kendine ait” kılamaz. Dolayısıyla kişi, kendisini eylemleri aracılığıyla farkeder ve “bilincine” varır. Sanatçılar için de, tualle
kurdukları ilişki kendilerini tanıma ve farklı bilinç düzeylerini araştırmanın yolu olarak önemli olmuştur. Sonuç yoktur; sadece süreç
vardır. Sanat yapıtı ve sanatçıdan oluşan bütünün durmaksızın birbirlerini dönüştürürken birbirlerine dönüştükleri zaman dilimi.
Kişinin çekirgeye ve çekirgenin kişiye yani...

Benlik sanat eserini oluştururken o da benliği yeniden tanımlar. Nitekim Zen’de de sabit bir benlik kavramı yoktur; ben,
sürekli bir oluşum ve dönüşüm sürecinin ifadesidir. Bu durum, eserlerin karakteristik özelliklerinden olan
“bitmemişlik”lerinde de karşımıza çıkar. “Yaşamın sıcak soluğunu taşıyor olmaları” onları canlı kılan ve aslında insanın gerçek
ifadesi yapan özellikleridir.

Zen, evrenle içinde bulunulan ilişkiyi farklı bir bilinç düzeyinde kavramaya çalışır, ruhsal ve sosyal boyutuyla bireysel gelişim
tarihi boyunca kişi tarafından oluşturulan belirli algılayış şekillerinin kısır döngüsünden onu kurtarıp daha özgün bir bakış
edinmeye ve böylece asıl benliğiyle bağlantı kurmaya iter ki bu da “olanca kendiliğindenliğiyle varoluşunu kavramaya ve ifade
etmeye çalışan” sanatçı zihni demektir.

Zen Sanatı:

1- İfadeci biçim
2- Biçimin bağımsız varlığı; soyutlama
3- Bilincin farklı düzeyleri
4- Zihin-beden bütünlüğü
5- Süreklilik yanılsaması
The Zen enso, a symbol of the interplay between Form and Void 6- Zihnin yokluğu; kendiliğindenlik
KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME

“Logoterapi”, “Anlam Odaklı Terapi”, Freud ve Adler’den sonra 3. akım olarak geçiyor. Freud
hayatta en güçlü yönlendiricinin haz olduğunu söylerken, Adler üstünlük isteminden bahseder. Frankl
ise bu ikisinin aksine, insanı temel güdüleyen şeyin anlam isteminin temel olduğunu söylüyor.
(Logos, Yunancada duyguları kavrama anlamındaki pathos sözcüğünün karşıt anlamı olan us ile kavrama
anlamındadır. Herakleitos'un varlık anlayışının temelinde yer alan ve başka bir dile çevrilemeyen logos
sözcüğü söz, düşünme, akıl, oran, ölçü gibi çok anlamlı bir sözcüktür.)

“İnsanın Anlam Arayışı” kitabında anlama dair şöyle der Frankl; “Tek kelime ile her insan yaşam
tarafından sorgulanır ve herkes, sadece kendi yaşamı için cevap verir; sadece sorumlu olarak bunu
yapabilir.” Acı ile ilgili de şunu söylüyor; “Cesurca acı çekmeyi kabul edince, yaşam da son ana kadar
bir anlama sahip olur ve bu anlamı kelimenin tam anlamıyla sonuna kadar korur. Başka bir deyişle,
yaşamın anlamı koşulsuzdur, çünkü kaçınılmaz acının potansiyel anlamını bile kapsar.” Frankl,
ihtiyaçlar hiyerarşisini geliştiren Maslow’un aksine, kendini gerçekleştirmenin ihtiyaçlar olarak tanımlanan
ön koşullara bağlı olmadığını savunuyor, ona göre kişinin kendini gerçekleştirmesi “kendini aşmanın” bir
yan ürünü.

Ve bu da 3 şekilde mümkün;

1- Bir eser yaratarak/ bir iş yaparak,


2- Bir şey yaşayarak veya insanla etkileşime geçerek (iyiliği, güzelliği, doğayı yaşamak veya bir insanı
sevmek).
3- Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.
“Logoterapi”, “Anlam Odaklı Terapi”, Victor Frankl’ın kısa bir videosu:

https://www.youtube.com/watch?v=Y_Cey-UZX-E
VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ

Birinci Viyana psikoterapi okulu olarak adlandırılan Freud ve, onun Psikoanaliz kuramına
göre insan ‘haz istenci’ne göre yönlenir, özellikle Cinsel dürtü (libido) . Psikanalize göre sevgi
gibi ben sen arasında ki ilişki cinsellik-id yani hayvansal dürtülere indirgenmiştir. Freud’un
adaciyosu “homo homin lipus’tur” yani insan insanın kurdudur.

İkinci Viyana psikoterapi Okulu olarak adlandırılan Adler’e,ve kuramı olan Bireysel
Psikolojiye göre insan sosyal bir varlıktır ve Adler’e göre insanı ‘güç istenci’ motive eder. Bu
ekole göre sevgi her yerde hazır ve nazır toplumsallık olarak yorum bulur. Adlerin’in adagiosu
Aristonun sözü olan “İnsan politik bir hayvandır”.

Üçüncü Viyana okulu olarak adlandırılan V. Frankl’ın Varoluşçu Analizine göre her iki
motivasyon teorisi de geçerlidir ama eksiktir. Frankl, insanı koşullarından bağımsız olarak
güdülendiren şeyin “anlam arayışı”, “anlam istenci” olduğunu ortaya koyar.
Anlam, kısaca sevilecek bir kişi veya adanacak bir dava dır veya bir duruştur. Kısaca,
kendi dışında gerçekleştirilmesi gereken bir amaçtır. Vicdanın gösterdiğidir. Yani insanı
güdeleyen şey anlam arayışı ve bulunan anlamların veya değerlerin hayata geçirilmesidir.
Logoterapide, kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç temel yolu vardır:

1- Bir eser yaratmak ya da bir iş yapmak:


Kişi anlamsız bulduğu işini değiştirebilir ya da insanlar için bir şeyler üreterek
kendini verimli ve anlamlı bulur. Ayrıca saldırganlıkla ilgili olarak, Carolyn
Vood Sherif tarafından yürütülen bir deneyde, izci grupları arasında yapay
saldırganlık oluşturmayı başarmış ve saldırganlığın, sadece gençler kendilerine
ortak bir amaca-kampa yiyecek getiren arabayı çamurdan kurtarma görevine-
verdikleri zaman ortadan kalktığını gözlemlemiştir. Bir amaç ortaya konur
konmaz, bunu bir meydan okuma olarak almakla kalmamış, bir anlam
etrafında birleşmişlerdir.

2- Bir şey yaşamak yada bir insanla etkileşime girmek.


Örneğin, sadece işte değildi, sevgide de anlam bulunabilir. Kişinin güzel bir
birlikteliğinin olması gibi.

3) Mutsuzluğundan utanmak yerine, çektiği acıyla gurur duyması ve bunu onur


verici bir şey olarak değerlendirmesi.
Örneğin, değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun
çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir. Acı çeken
ve bundan kurtulması olanaksız olan bir insan, çektiği acıyla gurur duyarak,
kendini daha da güçlenmiş hisseder.
Varoluşçuluğun merkez kavramı “otantiklik”, cesaret ve kararlılığı gerektirir ve
bu da varolmama kaygısıyla yüzleşmeye istekli olmakla ilgilidir. Sağlık bu
şekilde bakıldığında olabildiğince az nevrotik kaygı ile yaşamak demektir ama
aynı zamanda da bir insan olarak kaçınılmaz olarak yaşanacak olan kaygı ile de
başedebilmek demektir.

“Kendiniz olun; zaten başka herkes alınmıştır.” Oscar Wilde

İngilizce “authentic” kelimesinin karşılığı olarak kullanılan otantik kelimesi


doğal, içten, samimi, doğru anlamına gelmektedir (Turhan, 2007:4). Yaşamda
otantiklik bireyin kendinin farkında olması, kabul etmesi ve yaşamını buna göre
şekillendirmesi anlamında kullanılmaktadır (Yener, 2018). Harter, otantikliği,
bireyin içsel deneyimlediği değerler, arzular ve duygularla tutarlı yollarla
kendini açıklaması ve göstermesi olarak tanımlamıştır (2002). Kernis ve
Goldman (2006) otantikliği, bireyin günlük yaşantısında gerçek benliğini
engellenmemiş bir biçimde yaşama geçirmesi olarak tanımlamaktadırlar.
Kısacası otantiklik, başka insanlar tarafından algılanabilecek, kendine karşı
dürüst olma duygusu, bireyin gerçek benliğinin farkındalığı, kendine bağlılık ve
kendini ifade etme öğesine sahiptir (Chan vd., 2005).

Otantik olmak, olduğun gibi olmaktır. “Gerçek” olmak...


3. VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ KURAMCILARI…………………………………...….
….AHMET
4. TEMEL KAVRAMLAR
5. KAYGI
6. VAROLUŞÇU TEMALAR
7. KİŞİLİK KURAMI ve BİREYİN GELİŞİMİ

VAROLUŞÇU
PSİKOLOJ
VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ KURAMCILARI
Victor Emil Frankl (1905-1997)
Rollo Reese May (1909-1994)
Irvin David Yalom (1931-...)
James Frederick Th omas Bugental (1915-2008)

Viktor Emil Frankl, Hayatın anlamı ile ilgili özgün teorisinin, çocukluk yıllarında temellendiği söylenebilir.
Dört yaşları sırasında bir akşam uyumak üzereyken küçük Viktor, herkes gibi bir gün kendisinin de öleceği fikriyle
ansızın irkildiğinden bahseder. Yaşadığı bu tecrübe O’nda ölüm korkusundan çok, hayatın anlamının bunca
yaşananlarla birlikte ölümle yok olup olmayacağı sorusunu gündeme getirmiş ve bu nedenle büyük bir endişeye yol
açmıştı. Özellikle okul sırasında karşılaştığı iki olay onun geleceğini derinden etkileyecekti. II. Dünya Savaşı sırasında 4
ayrı kampta geçirdiği dramatik 4 yıl, Logoterapinin hem gerçek hüviyetine kavuşmasında hem de tutarlılığının test
edilmesinde önemli tecrübelere sahne olmuştur.

Rollo May’a göre, özgürlük ve kaygı madalyonun iki yüzü gibidir. Kaygı yeni bir fikrin doğmasıyla gelen heyecanla
ilişkilidir. Buna göre, bilinenden bilinmeyen alanlara geçme özgürlüğümüzü kullandığımızda kaygı yaşarız.
Varoluşçu terapi, yaşam ve ölüm, başarı ve başarısızlık, özgürlük ve sınırlama, belirginlik ve kuşku gibi varoluşun
paradokslarıyla başa çıkılmasında danışanlara yardımcı olmaktadır. Bireyler acı ve üzüntüyle yüzleşme gerçeğini kabul
ettikleri sürece, yaşamlarını sürdürme ve kaygının yüzeysel olarak alınmasıyla yapılan temel hatalarıyla mücadele
etmeleri gerekmektedir

-Van Deurzen-Simith, Varoluşçu terapinin temel hedeflerinin yaşamı daha kolay ve daha güvenli göstermek değil, güvensizliklerini
ve kaygılarını oluşturan kaynakların farkına varmaları ve bunlarla başa çıkmaları için danışanları cesaretlendirmek olduğunu
ileri sürmektedir.
Varoluş kaygısıyla yüzleşmek, yaşamı koruma sağladığı varsayılan güvencelerin arkasına gizlenmek değil, yaşamı bir macera gibi
algılamaktır. Smith’in de vurguladığı gibi, ‘‘Kolay yanıtları sorgulamamız ve bunlardan kaçınmamız ve kendimizi, gerçekten ve
gerektiği gibi yaşama döndürecek bazı kaygılara açık bırakmamız gerekir.’’Cooper, ‘Bireyi merkeze alan yaklaşımla aynı, yalnızca
daha ızdıraplıdır.’ demiştir.

Randall’a göre, ‘Herkesin yaşamı düşmanca veya vurdumduymaz olan bu dünyada gerçekten uçsuz bucaksız bir dramdır.
Yaşamın amacı belli değildir. Ama insanın kendisinin istekli bir şekilde sorumluluk olarak ayarlayacağı bilinçli hareketleriyle her
an yeniden belirlenmeyi gerektirir. Bir insan başka bir insana kendini ne kadar yakın hissetse de, temelde yalnızdır.’

Varoluşçu terapi kuramcıları, insanın sevgi ve yaratıcılık kapasitelerini kabul eder. İnsanın ulaşacağı en üst amaç sevgidir.
Kurtuluşu sevmek ve sevilmektir.
TEMEL KAVRAMLAR

Varoluş Tarzları: Varoluşçu terapi kuramcıları, farklı varoluş


yollarının olduğunu kabul ederler ve genellikle farklı adlar
kullanırlar. Bunlar:

Umwelt: fiziksel dünyadaki varoluşumuz.


Mitwelt: kişilerarası dünyadaki varoluşumuz.
Eigenwelt: içsel psikolojik dünyamızı gösterir.

Gerçekten otantik varolma bu üçüne birlikte katılmakla olur.


Ancak birinde veya ikisinde kendimizi rahat hissettiğimiz için
hepsini kullanmayız.
KAYGI VE SAVUNMALAR

-Kaygı

Kuramcılar herkesin kaygı yaşadığını kabul ederler; May Yalom “kaygı bizim
hayatta kalma, yaşamamızı sürdürme, varlığımıza anlam katma ihtiyacımızdan
kaynaklanır” derler. kişinin ölümlü olduğunun farkında olması yani varoluşçu
kaygı hiçbir psikolojik semptoma eşlik etmeyen anlamlı bir duygu
rahatsızlığıdır. Bu kuramcılara göre kaygıdan kaçılmamalı ve yok
edilmemelidir.

-Savunmalar

Kaygı sonucunda da savunmalar devreye girer. Yalom’a göre ölümü fark


etmemek için 2 temel savunma vardır:

1. Kendini özel hissetmek.


2. Nihai bir kurtarıcının olduğuna inanmak.
VAROLUŞÇU TEMALAR

Yalom insan varlığı için 4 temel varoluşçu temanın bulunduğunu belirlemiştir.


Ölüm, özgürlük, izolasyon ve anlamsızlık.

1-Ölüm = Yalom’a göre nihai konulardan birisi ölümün her an tepemizde


olmasıdır.
Psikolojik fonksiyonumuzu yerine getiremememiz aslında ölüm ve kaygı
tarafından tetiklenmektedir. Ama ölümün farkında olmak da yaşamımıza anlam
verir.

2-Özgürlük (Sorumluluk, Seçim ve Özgürlük) = İnsan varlığının temel bir özelliği onun
özgür olmasıdır.
Kişinin kendi yaşamının, seçimlerinin ve eylemlerinin yazarı kendisidir.
Özgürlük seçim ve sorumluluk gerçeği varoluşçu suçluluk gerçeğiyle ilişkilidir.

3-İzolasyon (Yalıtılmışlık) = Biz her zaman ve de nihayette yalnızız.


Eğer bir insan ölümlü olduğunu, özgürlüğünü ve sorumluluğunu kabul ederse o
zaman izole olduğu gerçeğini kavraması da kaçınılmazdır.

4-Anlamsızlık = Varoluşçu terapistlerin çoğu insanların bir anlama sahip olarak


dünyaya gelmediğini düşünürler ama Frankl her insanın yaşamının anlamının
da kendine özgü olduğunu söyler.
KİŞİLİK KURAMI ve BİREYİN GELİŞİMİ

Bu konu varoluşçu terapi anlayışına uymamaktadır. Çünkü


o zaman normlara göre bir durum ortaya çıkacaktır ve bu
da bireyin biricikliğine zarar verecektir. Ayrıca terapistler
danışanların geçmişlerinden çok şu anı ile
ilgilenmektedirler.
8. SAĞLIKLILIK ve FONKSİYONSUZLUK…………………………………………..
…...JÜLİDE
9. TERAPİNİN DOĞASI
10.TERAPİ SÜRECİ
11.TERAPÖTİK TEKNİKLER
12.STAN OLGUSUNA VAROLUŞÇU TERAPİNİN UYGULANMASI

VAROLUŞÇU
PSİKOLOJ
Rollo May: İnsanın İkilemi

https://www.youtube.com/watch?v=abWCh5G6g3U&app=desktop
SAĞLIKLILIK ve FONKSİYONSUZLUK
Sağlığın ne olduğunun tanımı otantiklik (neysen o olmak) şeklinde olacaktır. Otantiklik, cesaret ve
kararlılığı gerektirir ve bu da varolmama kaygısıyla yüzleşmeye istekli olmakla ilgilidir. Sağlık bu
şekilde bakıldığında olabildiğince az nevrotik kaygı ile yaşamak demektir ama aynı zamanda da bir
insan olarak kaçınılmaz olarak yaşanacak olan kaygı ile de başedebilmek demektir.

-KAYGI VE SAVUNMALAR
-Kaygı
Kuramcılar herkesin kaygı yaşadığını kabul ederler; May Yalom “kaygı bizim hayatta kalma,
yaşamamızı sürdürme, varlığımıza anlam katma ihtiyacımızdan kaynaklanır” derler. kişinin ölümlü
olduğunun farkında olması yani varoluşçu kaygı hiçbir psikolojik semptoma eşlik etmeyen anlamlı bir
duygu rahatsızlığıdır. Bu kuramcılara göre kaygıdan kaçılmamalı ve yok edilmemelidir.

-Savunmalar
Kaygı sonucunda da savunmalar devreye girer. Yalom’a göre ölümü fark etmemek için 2 temel
savunma vardır:

1. Kendini özel hissetmek.


2. Nihai bir kurtarıcının olduğuna inanmak.
Yalom’a göre, öleceğimizi hissettiğimizi için psikolojik fonksiyonumuzu yerine getirememekteyiz.
Ölüm gerçeğiyle uğraşırken, kendini özel hissetmek ve birisinin kurtarıcı mekanizmasına başvururuz.
Yalom kendini özel hissetmenin paranoyaya, narsizme bağlı olduğunu düşünmektedir.

-Nihai kurtarıcı inancı da bizi fonksiyonsuzluğa sürükler. Yalom’a göre bu savunma kendini özel
hissetmeye göre daha az bir etkiye sahiptir. Kişinin bir kurtarıcı bekleyişi içinde kalması kendini
kaybetmesine ve sınırlandırılmış bir yaşam sürmesine neden olur.
Psikolojik fonksiyonsuzluğa bir diğer bakış açısı Bugental ve Bracke tarafından sunulmuştur. Son
yıllarda yaşanan popüler kültürün insanları bir amaç veya anlam arayışına yöneltmek yerine bireysel
başarıya odaklaştırdığını, boşluk ve narsizmi teşvik ettiğini savunmaktadırlar.
TERAPİNİN DOĞASI

Değerlendirme: Terapistler pek formel bir değerlendirme yapmazlar; pek çoğu değerlendirmenin
danışan ile danışman arasında mesafe yarattığını, etkili bir terapi için gerekli olan otantik etkileşimi
engellediğini ileri sürmektedirler.
Terapötik Atmosfere Genel Bakış: Varoluşçu terapi danışan ve terapistin anlık sübjektif yaşantılarına
odaklanır. Aktif olmadıkları gibi terapistler danışanlarının problemlerine bir çözüm önermeye de
çalışmazlar. Gerçekte danışanlarına karşı meydan okuyucu bir duruşları vardır. Bu da danışanın nihai
konularla yüzleşme cesaretini vermek içindir.

-Danışan ve Danışman Rolleri: VT geleneğinde terapist, danışanı için gerçekten derin bir özen gösteren
ve daha çok fikri alınan bir kişi olarak tanımlanmaktadır. Kendi varoluş sınavını tamamlayan bir
terapist, otorite olma veya terapötik nötrlük gibi kalıpların arkasında saklanmayacak danışanı ile eşit
ilişki kuracaktır. Walsh ve McElwain danışan ve danışmanın terapötik etkileşim için ortak olarak
yatırım yaptıklarını ve risk aldıklarını vurgulamaktadır.

-Amaçlar: Norcross varoluşçu terapinin amacını şöyle özetlemiştir:


“ psikoterapinin amacının insanları özgür yapmak semptomlarından kurtulmak, kendi olasılıklarının
farkına varmak ve yaşama özgürlüğü olmak ”
Varoluşçu terapi danışmanları danışanlarının otantik bir yaşam sürmelerini isterler ki bu yaşam şekli
varoluşun nihai konularını, daha da önemlisi kendi ölümümüzün kaçınılmaz olduğunu kabul etmeyi
içerir.
TERAPİ SÜRECİ

-Bugental ve Kleiner’a göre Varoluşçu Terapi’nin temel ilkeleri:


1.Varoluşçu bir yönelimde, psikolojik sıkıntının altında daha derindeki varoluş konularının olduğu
kabul edilir.
2.Varoluşçu bir yönelimde, her bir danışanın kendine özgü bireyselliğine ve insan oluşuna öncelikle
saygı duyulur.
3.Varoluşçu bir yönelimde, danışanın kendi kendisi oluşu ve farkındalığı esas olarak alınır.
4.Varoluşçu bir yönelimde, her şeyin geçici olduğu –şu andaki yaşam- vurgulanır, bu nedenle geçmiş ve
geleceğe temelde şu an’a ilişkisi bakımından bakılır.

-Fischer ve arkadaşları, günümüz Varoluşçu Terapi yaklaşımlarında gözlenen 3 temel tema olduğunu
söylemişlerdir: ilişki, anlama, esneklik
Terapist ilişki içinde olmalı ve nüanslara dikkat etmelidir.

Anlamak, danışmanın danışanın dünyasına girmek için samimi olarak çaba göstermesidir.
Bireyin biricik olduğu fikri; terapistlerin danışanlara yaklaşırken esnek olmasını, zaman zaman
değişik yaklaşımları kullanabilmesini gerekli kılmaktadır.

-Varoluşçu Terapi terapistleri nihai konular ile ilgili kendi görüşlerini her zaman kendilerine
saklarlasa da, Yalom bunun tüm danışanlar için aynı olmayacağını hatırlatmaktadır.
Yalom, “terapinin kuramla değil ilişki ile yürütülebileceği” konusunda uyarmaktadır.

-Tüm Varoluşçu Terapi terapistleri varoluşçu etkileşim için ilişkiyi esas olarak alır, ki bu otantik
(gerçek) ve güven verici bir ilişki olmalıdır.
En iyi terapi, hem terapist hem de danışan tamamen orada olduğunda gerçekleşir.
IRVIN YALOM “BAĞIŞLANAN TERAPİ” KİTABINDAN ALINTI
(Bölüm 18)

BURADA VE ŞİMDİDE SORUNLAR ÜZERİNDE ÇALIŞMAK


(SÜREKLİ ÖZÜR DİLEYEN NANCY’NİN TERAPİSİNDEN KISA BİR KESİT)

Menteşesi kırık olan tel kapı ve her hafta kapıyı kapatmak için uğraşıp, kapıyı kapatamadığı için
sürekli özür dileyen Nancy’e ;
IRVIN YALOM ; “Nancy” ; “Özür dilemen dikkatimi çekiyor. Kırık kapı benim olmasına ve benim onu
tamir ettirme konusundaki tembelliğime rağmen, bu nedense senin hatan oluyor.”
NANCY ; “Haklısınız,bunu biliyorum. Ama yapmaya devam ediyorum.
IRVIN YALOM ; “Nedeni konusunda bir fikrin var mı?”
NANCY ; Sanırım sizin ve terapinin benim için çok önemli olmanız ve sizi herhangi bir şekilde
gücendirmediğimden emin olma isteğimle ilgili.”
IRVIN YALOM ; “Nancy,senin her özür dileyişinde benim neler hissettiğim konusunda bir tahminde
bulunabilir misin?”
NANCY ; “Sizi kızdırıyor olabilir.”
IRWIN YALOM ; Başımı salladım. “Bunu inkar edemem. Ama bunu çok çabuk söyledin .-Senin için
bildik bir deneyim olmalı- Geçmişte böyle bir şey yaşadın mı?”
NANCY ; Daha önce pek çok kez duydum aynı şeyi. Kocamı deliye çevirdiğimi söyleyebilirim. Bir sürü
insanı kızdırdığımı biliyorum, ama yapmaya da devam ediyorum.”
IRWIN YALOM ; Demek özür dileme ve kibar olma görüntüsü altında insanları kızdırıyorsun. Dahası,
bunu bilmene rağmen kendini durdurmakta güçlük çekiyorsun. Senin için bir karşılığı olmalı bunun.
Acaba ne?”
Bunun üzerine bu görüşme ve sonraki seanslar oldukça verimli yerlere götürdü bizi, özellikle de
herkese karşı duyduğu öfkeye; kocasına, annesine, babasına, çocuklarına ve bana. Alışkanlıklarında
çok titiz biri olduğu için kırık kapının onu ne kadar sinirlendirdiğini açıkladı. Hem yalnızca kapı
değil,dağınık kitap yığınlarıyla dolu dağınık masam da. Ayrıca onunla daha hızlı çalışmadığım için bana
karşı ne kadar sabırsız olduğunu da belirtti.
Terapi sürecinde 4 aşama (Bugental- Kleiner):

-ittifak oluşturma,
-danışanın konularına derinleşme,
-içsel keşfetme,
-direnç ile çalışma ve bunu açığa çıkarma

Direnç konusu, kişinin nihayette varolmayacağı tehditine karşı bir kalkan olarak kullanma
çabalarının bir sonucudur.

Terapistin görevi, dünyada varolan bir insan olarak danışanın biricikliğini anlamaktır.
TERAPÖTİK TEKNİKLER

-Sözsüz Davranışlara Dikkat Etme


Varoluşçu Terapi’de odak noktası, kişinin varoluşu olduğundan, Varoluşçu Terapi danışmanları danışanın sözsüz
ifadelerini gözlemlemeye ve onların dikkatini buna çekmeye önem verirler.

-Kendini Açığa Vurma


Varoluşçu Terapi uygulayıcılarının kendi kişisel reaksiyonlarını danışanları ile paylaşmaları oldukça yaygındır.
Danışmanın kendini açması 2 şekilde olur: terapi süreci hakkında veya terapistin kendi varoluşçu mücadelesi hakkında

-Paradoksal Niyet
En iyi bilinen Varoluşçu Terapi tekniklerinden biridir.
Frankl tarafından geliştirilmiştir.
Burada danışana sıkıntı veren bir problem ve yaşantıyı bilerek “sonuna kadar” yaşaması için onu cesaretlendirme
vardır. Korkumuzu sonuna kadar yaşayınca bu korkumuz bizim insanca kendimize gülme kapasitemiz ile bağlantı
kurar ve problemimizden uzaklaşırız.

-Dikkati Dış Dünyaya Yöneltme


Frankl tarafından önerilmiştir.
Frankl, bazı sıkıntılı insanların kendi içindeki süreçlere çok fazla odaklaşma eğilimi içinde olduğunu görüp, bununla
başetmek üzere kullanmıştır.

-Rüya Analizi
Yalom, psikanalistlerin yaptığı gibi psişik varlıkların bilinçaltı çatışmalarına bakmak yerine, Varoluşçu Terapi terapisti
danışanın getirdiklerine onun nihai konularının bir görünümü olarak bakmaktadır.

-Paranteze Alma
Varoluşçu Terapi danışmanının, kendi inançlarını ve yanlılıklarını danışanın dünyasını tamamen anlayabilmek için
askıya alması.

-Yönlendirilmiş Fantazi
Yalom, ölüm farkındalığını arttırmak için fantaziden yararlanır. Danışandan kendi ölümünü düşünmesi istenir.
13.ÇOK KÜLTÜRLÜ BAKIŞ AÇISINDAN VAROLUŞÇU PSİKOLOJİK
DANIŞMA…...HEVAL
14.VAROLUŞÇU YAKLAŞIMIN KATKILARI
15.VAROLUŞÇU YAKLAŞIMIN SINIRLILIKLARI VE GETİRİLEN ELEŞTİRİLER
16.VAKA ÖRNEKLERİ

VAROLUŞÇU
PSİKOLOJ
ÇOK KÜLTÜRLÜ BAKIŞ AÇISINDAN VAROLUŞÇU PSİKOLOJİK DANIŞMA

Çok Kültürlü Psikolojik Danışmadan Katkıları


Varoluşçu yaklaşım insanların evrensel özelliklerini temel aldığından dolayı kültürel açıdan farklılık
gösteren danışanlarla çalışırken uygulanacak en uygun yaklaşımdır.
Varoluşçu yaklaşımın diğer güçlü yanı, danışanlar verdikleri kararlarla ilgili ödeyecekleri bedeli
araştırmak üzere teşvik edilmektedir.
Danışanlar yaşadıkları ortamı nasıl değiştirebileceklerini öğrenmekte ve ayrıca yaşadıkları zor
duruma olan katkılarının farkına varmak için kendilerine yönelmeleri konusunda da
yüreklenmektedir.

-Çok Kültürlü Psikolojik Danışmada Sınırlılıkları


Sistematik bakış açısını benimseyenler için varoluşçular, çok aşırı bireysel olmaları ve insanların
sorunlarına neden olan sosyal faktörleri göz ardı ettikleri şeklindeki gerçeklerle eleştirilebilirler.
Örneğin, dış mahallelerden veya gecekondu semtlerinden gelen farklı özelliklere sahip danışanlarla
çalışırken, danışman bu gibi danışanlara sürekli yaşamlarını daha iyi bir hale getirmek için
seçenekleri olduğunu söylerse, bu kişiler kandırıldıklarını ve yanlış anlaşıldıklarını düşünebilirler.

-Birçok ırksal ve etnik azınlığın kendilerini bağlı hissettikleri


karmaşık sosyal kimlikleri dikkate almayarak kendisi üzerinde çok fazla odaklanmasıdır.
Yönlendirmeden yoksun olmasıdır. Danışanlar konuşma
ve anlaşılma fırsatı bulup kendilerini daha iyi hissetmelerine
rağmen, yaşam konumlarına değişiklik getirmesi için danışmanın bir şeyler yapmasını beklerler.
VAROLUŞÇU YAKLAŞIMIN KATKILARI

Bireyin yeniden ilgi odağı haline gelmesine yardımcı olmuştur.


Yaşama anlam kattığı için, ölüme olumlu bir güç olarak bakmaktadırlar.
Endişenin, suçluluk duygusunun, düş kırıklığının, yalnızlığının ve
yabancılaşmanın anlaşılmasına yeni boyutlar getirmişlerdir.
Başlıca katkılarından biri, terapötik ilişkide ilişki kurmanın kalitesine verdiği
önemdir.
VAROLUŞÇU YAKLAŞIMIN SINIRLILIKLARI VE GETİRİLEN
ELEŞTİRİLER

Bu yaklaşıma yönelik başlıca eleştiri, kuramsal ilkelerin ve uygulamaların


sistematik bir yapısını olmayışıdır.
Bazı psikolojik danışmanlar, kuramın mistik dilini ve kavramlarını anlamakta
güçlük çekmektedirler.
Terapistler terapötik tarzlarını, kendini gerçekleştirme, söyleşiye dayalı
etkileşim, otantiklik gibi üstü örtülü ve küresel terimlerle açıklamaktadırlar.
Bu kesin olmayan açıklamalar karmaşıklığa neden olmakta ve varoluşçu
yaklaşımın işlemleri ve sonuçları üzerinde araştırma yapılmasını
güçleştirmektedir.
VAKA ÖRNEKLERİ / Frankl ve Amerikalı diplomat
Frankl’ın Viyana’daki ofisine, New York’tan beş yıl önce başladığı psikanalitik tedavisi devam
ettirmek amacıyla, yüksek düzeyli Amerikalı bir diplomat gelir.

İlk önce, niçin analize devam etmesinin gerekli olduğunu düşündüğünü, her şeyden önce de neden
analize başladığı sorulur. Hastanın kariyerinden hoşnut olmadığı ve Amerika’nın dış politikasına
uymayı zor bulduğu ortaya çıktı.

Ne var ki, psikanalisti danışana, babasıyla uzlaşması gerektiğini tekrar tekrar anlatıp, durmuş. Çünkü
ona göre ABD Hükümeti gibi diplomatın üstleri de birer baba imajından ‘‘başka bir şey değildir.’’
Dolayısıyla işinde başarılı olmamasının nedeni, bilinçdışında babasına karşı duyduğu nefrettir.

Beş yıl süren analiz boyunca hasta, sembollerden ve imgelerden oluşan ağaçlara bakmaktan, gerçeklik
ormanını göremeyecek duruma gelinceye kadar, analistinin yorumlarını kabul etmeye zorlanmış.
Birkaç görüşmeden sonra, mesleğinin, anlam istemini engellediği ve gerçekte başka bir işle uğraşmayı
özlediği açıklık kazandı. Mesleğini bırakıp bir başka iş tutmaması için hiçbir neden yoktu. Danışan
işini değiştirdi ve son derece doyurucu sonuçlar aldı.

Danışan daha sonra, bunu izleyen son beş yıl içerinde yeni işinden memnun kalmış ve mutlu bir hayatı
olduğunu ifade etmiştir.
Bu vak’ada Logoterapi, danışana kendi yaşamında anlam bulması için yardım etmeyi bir görev
saymaktadır. Logoterapi, danışanın kendi varoluşunun gizli logos’unun(anlamının) farkına varmasını
sağlayan analitik bir süreçtir

You might also like