You are on page 1of 6

Anima Animus

Zeynep "Felix" Ergen Pekmen

Her erkek ve kadında eşit bir biçimde bir Persona Gölge vardır, tek fark eden
erkeğin gölgesinin başka bir erkek, kadının gölgesinin de bir başka kadın
olmasıdır. Bilinçdışı, bilincin bakış açısını bütünler, bir erkeğin bilinçdışında
bütünleyici bir dişi öğeyi, bir kadının bilinçdışı ise bir erkek öğeyi barındırır. Jung
Terminolojisinde Dişi olan Anima Erkek Olan Animus’tur.

Erkeğin tümüyle erkek, kadının da tümüyle bir kadın olmadığı paradoksal gözükse
de, ancak bir kişide hem dişi hem de erkeksi eğilimler bulunması olağandır.
Erkeklerin en “erkek” olanı çocuklara, karşı çok nazik olabilir ya da en mantıklı
erkekler özel yaşantılarında tutkulu duygulara kapılarak denetimi yitirebilirler ve
hem duygusal hem de akıldışı davranabilirler. Bütün bunlar bir erkekte daha açık
bir anlatımla “efeminelik” denilen kadınsı özellikler olarak kabul edilmektedir.
Erkekteki bu gizli kadınlık, erkeğin bilinçdışında varolan kadının kollektif bir imajı,
kadın doğasını kavramasına yardımcı olan “anima”sıdır. Fakat erkeğin bu biçimde
kavradığı yalnızca genel olarak kadındır. Çünkü bu imaj bir arketip, erkeğin
kadınla yüzyıllar boyu süregelen deneyimidir.

Her ne kadar birçok kadın en azından dış görünüş olarak bu imaja uyarsa da, bu
imaj, hiçbir bakımdan birey olarak bir kadının gerçek karakterini temsil etmez. Bu
imaj erkeğin tüm yaşamı boyunca, kadınlarla olan gerçek ilişkileriyle bilinçli ve
hissedilir bir duruma gelir. Erkeğin bir kadınla ilk ve kendisini biçimlendirmede en
güçlü deneyimi annesidir. Annelerinin büyüleyici etkisinden sonuna kadar
kurtulamayan erkekler vardır. Fakat bu deneyiminin öznelliği yalnızca annenin
nasıl davrandığı değil, çocuğun annesinin davranışını nasıl hissettiğidir. Her
çocukta bulunan anne imajı, annenin doğru bir portresi değil, bir kadın imajı
yaratmada doğuştan varolan kapasitenin yani “anima”nın ortaya çıkardığı ve
renklendirdiği portredir. Sonra bu imaj, erkeğin yaşamı boyunca ilgi duyacağı
kadınların üzerine yansıtılacaktır. Belki her erkek her kadında Annesini
arayacaktır. Doğaldır ki, bu da sayısız yanlış anlamalara yol açacaktır. Çünkü,
erkeklerin bir çoğu kendi kafalarındaki kadın portresini farklı bir başka kadına
yönelttiklerinin farkında olmazlar. Açıklaması güç birçok ilişki ve düş kırıklığıyla
sonuçlanan evlilikler bu yüzden ortaya çıkar. Bu yansıtma olayı akılcı biçimde
denetlenemediğinden, yansıtmayı erkek bilinçli olarak kendisi yapmaz,
kendiliğinden erkeğin içinde ortaya çıkan bir olaydır. “Her anne ve her sevgili,
erkeğin içindeki derin gerçekliği oluşturan, her zaman var olan, bu öncesiz imajın
taşıyıcısı olmak zorunda kalır.

Kollektif bilinçdışının arketipi bu imaj, çağlar boyunca erkeklerin, kendileri için


önemli olan kadınları tanımlamalarında yeniden yeniden ortaya çıkar. Farklı
dönemlerde bu imaj biraz değiştirilebilir ancak bazı özellikleri hiç değişmez.
Anima zamana bağlı değildir. Uzun yıllara dair deneyimi hissedilir ancak
genellikle gençtir. Akıllıdır, ancak alt edilemeyecek kadar değil. Daha çok “Garip
bir biçimde anlamlı bir şey, bir giz ya da gizli bir
bilgelik ile kuşanmıştır. Anima, aynı zamanda iki
görünümdedir, biri saf, iyi ve soylu bir Tanrıça,
Öteki fahişe, baştan çıkarıcı ve cadı… Yani Kadındaki
Aydınlık ve Karanlık…

Erkeğin kadınsı özünü bastırarak, değersiz saydığı ve


kadınları aşağılayıp umursamadığı durumlardaki
karanlık kendini gösterir. Bazen iyi veya kötü ruhlu
periler Eski Sirenler, ya da bugünkü temsilcileri gibi
erkekleri işlerinden ve evlerinden kopartır. Mitolojide
ve edebiyatta tanrıça ve “Femme Fatale” “binlerce
gemiyi yoldan çıkaran yüz” ya da peri masallarından
deniz kızı, su perisi, yarı-tanrıça, bir erkekten
kendisini sonsuza kadar sevmesini isteyen, yoksa
boğulması için onu cazibesiyle su altına çeken Su
Tanrıçaları… Ya da Aslında Suya Ana Rahmindeki
Karanlığına Dönme Arzusu…

Anima’nın zorlayıcı gücü, imajının kollektif bilinçdışına özgü bir Arketip


olmasından kaynaklanmaktadır. Bu imaj, temsil ettiği portrenin kendi üzerine
asılması için küçük bir kanca olmayı öneren herhangi bir kadının üzerine bile
yansıtılır. Erkeğin ruhudur. Ancak ölümsüz bir karaktere sahip bulunan ruh değil,
ilkellerin anladığı anlamda “Ruh” olarak, yani kişiliğin bir parçasıdır. Bu yüzden
karışıklığı önlemek için ruh yerine Anima sözcüğünü kullanır. Psikolojik bakımdan
bu sözcük “fonksiyondan bağımsız olan yarı-bilinçli ruhsal bir kompleksin
varlığının tanınmasını” ima etmektedir.

Anima, ruhsal değerler taşımaktadır ve bu yüzden onun imajı yalnızca Paganların


Tanrıçalarına değil, Meryem Ana’ ya da yansıtılmıştır. Ancak Anima, doğaya daha
yakın, hassas, yaşamla ilgili karmaşık bir istek olan,hanımefendi Ruhtur. Aynı
zamanda insanları aşka ve umutsuzluğa, yaratıcı etkinlik ve felakete yöneltebilen
çekici bir peridir. Üstad Jung onu anlatırken, ruhun yaşayan süreçlerini, bilimsel
formüllerden çok daha kesin bir biçimde ileten genellikle dramatik ve mitolojik bir
yaklaşım seçer. Anima, bir erkeğin yaşamında, aynı zamanda fanteziler, ruh
durumları, önseziler ve duygusal patlamalarda da kendini gösterir.

Kadınlardaki Animus erkekteki Anima'nın karşılığıdır. Anima gibi o da üç kökten


türemiş gibi görünmektedir. Bir kadına miras kalan erkeğin kollektif imajı, yaşamı
boyunca erkeklerle olan ilişkilerinden kaynaklanan erkeklikle ilgili kendi deneyimi
ve içindeki gizli erkeksi köken…
Animus, yani, kadınlardaki erkeksi imaj kadınların savaş yıllarındaki
çalışmalarında oldukça olumlu bir sonuç vermiştir. O zamanlar, daha önceleri
erkeklere ayrılmış bulunan bir çok işi, yeterli biçimde kadınların da yapabileceği
ortaya çıkmıştır. Fakat bu tür belirtileri yalnızca olağanüstü bir durum ortaya
çıkarmaktadır. Kadınlara daha geniş etkinlik alanları açılması için güncel bir
eğilim vardır. Fakat genel olarak bu etkinlik, öğretmenlik, hastabakıcılık, sosyal
çalışmalar gibi kendileriyle bazı yakınlıkları bulunan bir konumda daha iyi yerini
bulmaktadır. Kural olarak kişisel ilişkiler, nesnel gerçeklikler ve aralarındaki
bağlantılardan daha önemli ve daha ilginçtir. Ticaret, politika, teknoloji ve bilimin
geniş ufuklarını, yani erkeksi aklın uygulamaları olan bu gerçeklikleri, Animus’un
dişi bilinci yarı-karanlık alanlarına iteler, öte yandan sayısız ince farklılıkların
erkekten bütünüyle uzak olduğu kişisel ilişkilerde ise ayrıntılı bir bilinçlilik
geliştirir. Genellikle, kadının düşünmesi ve erkeğin sezgi ve duyguları bilinçdışının
etki alanındadır. Gerçek anlamıyla bilinçli ve yönlenmiş düşünce yerine, bilinçdışı
varsayımlarla Anima ruh durumlarını, Animus ise düşünceleri üretir.

Annenin oğlan çocuğu için Anima imajının ilk taşıyıcısı olması gibi, Baba da kız
çocuk için Animus imajını biçimlendirir. Bu ilişki kızın aklında derin ve sürekli bir
büyüleyici etki taşır. Normal yaşam sürecinde Animus bir çok erkek üzerine
yansıtılır, kadın, erkeğin kendi gördüğü biçimde, Animus imajı biçiminde olduğunu
kabul etmektedir ve kadın için erkeği gerçekte olduğu durumuyla kabul etmek
hemen hemen olanaksızdır. Bu tutum kişisel ilişkilerde oldukça tedirginlik
verebilir. Böylesi ilişkiler ancak erkek, kadının kendisi üzerine ürettiği
varsayımlara uygun davrandığı sürece düzgün bir biçimde sürer.

Animus, kadının gelişimine bağlı olarak, en ilkelinden en yüce olanına kadar


herhangi bir erkek figürü ile kişileştirilebilir. Rüyalarda bir erkek çocuk gibi
görülebilir ve genellikle yalnızca bir ses olarak işitilir. Sürekli tek bir kadın gibi
görülen Anima’dan farklı olarak Animus, bir çok erkeğin birleşmesidir. Kadın
Animus imajını bir çok erkekten kurar. Jung‘a göre Animus, tartışılamaz, mantıklı
yargılar ileri süren bir tür baba ya da soylular topluluğuna benzer. Bu kesin
yargılar, çoğunlukla çocukluktan beri bilinçsizce toparlanmış görüşler, kurallar
kitabına uygun genel gerçeklikler, adil mantıklı önyargıların genel bir özetidir.
Bazen sağlıklı sağduyu biçimindedir, bazen de öykünmedir; “İnsanlar bunu hep
öyle yapmışlar” ya da “Herkes bunun böyle olduğunu söylüyor.”

Animus’un eleştirel yargıları bazen aşırı bir vicdanla, kadına yönlenir, ona aşağılık
duygusu verir ve inisiyatifini köreltir. Başka zamanlarda bütünüyle yıkıcı ve
rasgele biçimde kadının çevresindekilere yöneltilir. Kadın, komşularını eleştirir,
gerçek kanıtlar olmaksızın başkalarını yerden yere vurur, ya da kendi ailesine,
birlikte çalıştığı iş arkaşlarına “onların iyiliği için” diyerek alçaltıcı sözler söyler.
“Onları şımartmamak gerekir” gibi sözler tipik Animus sözleridir.
Zeki ve Eğitimli bir kadın da Animus’u gücünün az eğitimli
kız kardeşi Kader kurbanı olabilmektedir. Az eğitim görmüş
kızkardeş, günlük gazeteleri ya da ‘onlar’ dediği belirsiz
kişilerden alıntılar vererek kendi inançlarını desteklerken,
eğitimli olanı yetkili bir kuruma, üniversiteye, ideallere,
devlete, ya da tarihsel bir belgeye dayanacaktır. Her ikisi
de, düşünceleri soru ile karşılanırsa tartışmacı ve
dogmatiktir. Kadın bu yönüyle iktidar olma isteğindedir ve
günlük yaşantısında ne kadar nazik ve uyumlu olursa olsun,
Animus’u harekete geçirilince acımasız ve saldırgan olur,
her türlü mantığa karşı büyük ölçüde körleşir. Bu Animus
etkinliği kadının önyargısız biçimde düşünmesini gerçekten
zorlaştırmaktadır. Kendisine sürekli olarak “bu böyle olmalıdır” ya da “bunu
yapmaları lazım” diyen olayları olduğu gibi görmesini engelleyen içindeki sese
karşı sürekli bekçilik yapma zorunluluğuna sahiptir. Yine de Animus’un çok gerekli
bir işlevi vardır. Animus’un cesareti agresifliği kadının gereksinimi olduğu
durumlarda kadını güçlendirir. Genel sınırlarını eleştirel olarak anlamaya çalışan
Kadın, bilgisiyle amaçlı çalışmalara yönlenebilir.

Anima ve Animus bilinçli ve bilinçdışı akıl arasındaki arabuluculardır. Fantezilerde,


rüyalarda , vizyonlarda ortaya çıktıklarında, o zamana kadar bilinçdışı olarak
kalmış bir şeyin anlaşılması araştırılması için fırsat yaratırlar. Jung‘un dilinde
rüyalar doğanın sesidirler. Kişi eğer rüyalardaki figürlerin Dünyanın Kadim
Bilgisini taşıyan Arketiplerle bağları inceler, tanıdık insanlar, mitoloji ve şiirlerdeki
figürler, kitaplardaki ya da oyunlardaki karakterlerle olan ilişkileri saptarsa,
rüyanın bilinçdışı etkisinin farkına varılabilir. Bu büyük bir kazançla, kişilik daha
özgür olarak, gizlisini keşfeder, insanlarla olan ilişkilerinde rahatlar, bu ilişkiler
artık, hayallerimizle örtünen, mümkün olan, olmayan her şeye sahip figürler
yerine, oldukları gibi görülür oldukları gibi yaşanır.

Anima ve Animus’un kavranması, Personanın ya da Gölgenin kavranmasından


çok daha güçtür. Personadan en azından birini tanıyan ya da Gölgesinin varlığını
anlayabilen insan, Anima ve Animus’ un aldatıcılığında karışır ki her iki imaj da
bilinçle tam olarak bütünleşmez. Hep bir şeyler kollektif bilinçdışının karanlığında
gizlenir.

Bir erkek, Anima’sını kabul ederek, bilmeyi öğrenerek daha anlayışlı olabilir ya da
sezgilerini, geliştirebilir. Ancak, Tanrıça’ nın ya da Meryem Ana’nın niteliklerine
sahip olamaz. Bu nitelikler karakterinde sevecenlik, iyilik, yardımseverlik, gibi
görünebilir, fakat gerçekte onun istencine bağlı değildirler, bazen istencine karşın
çalışırlar ve onun isteğiyle hemen gözükmezler, aynı girişkenliği elde eden
kadınların, kollektif bilinçdışıyla ilgili apayrı bir şekilde kendini gösteren erkeklik
ruhuna sahip olmaması gibi…
Buna rağmen Anima ve Animus ile ilgili öğrenen biri, hem kendisini hem de diğer
insanları harekete geçiren güçler üzerinde bilgi sahibi olacaktır. Kollektif
Bilinçdışının derinliklerinden bir şeyler çıkarabilir ancak, tüketemez. İçindekilerin
ayıklanmasının söz konusu bile olamadığı bu sonsuz alemde, sayısız arketipler
arasında yapılabilecek olan yegane şey, sadece sınırları çizmek ve üzerimizde en
güçlü etkisi olanlarla tanışmaktır.

Anima ve Animus’tan sona, yaşamımızda etkin olabilecek iki Arketip, Yaşlı Bilge
Adam ve Büyükanne arketipleridir. Üstad Jung’a göre, Yaşlı bilge, Anlatımın
Arketipidir. Bilge, Kral, Kahraman, Doktor, Kurtarıcı… Bu arketip harekete
geçirildiğinde, kişilik için ciddi tehlike oluşturabilir, erkek kendisinin figürün temsil
ettiği büyük güç ve bilgeliğe sahip olduğuna inanabilir. Böylece mucizeler
sunmak, hastaları iyileştirebilecek yeteneklerini sergilemek için, etrafına
yandaşlar toplayabilir, izleyicileri büyüler. Kendini Mesih ilan edebilir, Deccal‘a
karşı savaş açabilir, çünkü dünyayı kurtaracaktır.(!!!) Bilinçdışı bilgisi gerçekten
‘diğerlerinden’ daha ilerdedir. Ancak bu bilinçdışı arketipsel durum, gerçek
değerinin somutlaşması için gerekli, bilinçli eleştiri ve kavrayış bilgeliğine sahip
değildir. Mevcut imkanları ya da belki yetenekleri bilgelikten kopuktur. Eğer
gerçekten bilinçdışından bir fikir ortaya çıkarak, bir insan bunu kendi
düşüncelerinin sesi ve kendi gücünün işareti olduğuna inanıyorsa, o kişi kendini
kaybetmek üzeredir ve megalomanyaklık tehlikesi içindedir. Buna rağmen kişi
bilinçdışının sesini sakince dinleyebilir ve bu
gücün kendi denetimiyle değil, kendisi
aracılığıyla işlediğini anlayabilirse, gerçek bir
kişilik kazanma yolunda ilerleyebilir hatta
Arketipi gerçekleştirebilir. Ruhsal idraki
arketipteki değere ulaşabilir. Gerçekten bir
Savaşçı gerçekten bir Şifacı olma yoluna
girebilir. Büyükanne Arketipi de kadın üzerinde
benzer şekilde etkiler. Bu figürün etkisinde
Kadın, sınırsız sevgi, anlayış, hoşgörü yardım
ve koruma kapasitesiyle, kendisini başkalarının
hizmetinde tüketir, herkesin her şeyi
olabileceğini zanneder, herkes mutlu olursa
kendi de mutlu olacaktır sanrısında, etki alanındaki herkes kendi çocuklarıdır,
hepsi kendisine bağımlıdır. Bu ısrarlı ve zeki zalimlik aşırılaştığında, diğerlerinin,
kişiliklerine zarar verir.

Jung Terminolojisinde, bu Arketiplerin etkisinde kalmak Şişme (inflation)dir. Kişi


kendisine çok büyük, kişisel yönü taşımayan bütünüyle kollektif nitelikli bir (rol,
durum,…) şey tarafından şişirilmektedir. Şişmeyle elde edinilen ‘İlahi Seçilmiş
Olma’ hissi aldatmacadır. Çok kısa bir zaman için sahip olduğumuz üstün
cesaretli, zeki, merhametli halimiz, kişiselliğimizin ötesinde istencimizle hakim
olamayacağımız bir durumdur. Oysa bu Arketipsel duruma ilişkin tavrımız,
egomuzun sonsuz gücüne dair inancımızdan biraz kurtulmuş ise, mücadeleyle
elde ettiğimiz değerlerimizle, canlı yaşama arzusuyla etkin bilinç ve bilinçdışı
arasında yeni bir yerde durabiliriz. Yani Ego Özü gereğince Yeni bir Kişilik
kazanabilir. Bu yeni kişilik merkezi Öz (Self)dür. Ego sadece bilincin merkezidir ki
Ego kendine kendisine, ‘Bilinçdışı Kollektif’ içerikler katmaya çalışırsa, yok olma
tehlikesine düşer. Gemi batabilir, Kişisel bilinçdışı alanı zayıflar. Bununla beraber
Öz, hem bilince hem de bilinçdışına ait olanı kapsayarak, kişiliğin birbirinden ayrı
unsurlarını ve bilinçdışı süreçleri birbirine çeker,

Öz’ ün bütünlüğünde toplar. Öz’ ün merkezinde erkek ve kadındaki, bilinç ve


bilinçdışındaki, iyi ve kötüdeki, eril ve dişildeki tüm karşıtlıklar birleşir, biçimlerini
değiştiren işlev gerçekleşir. İktidar erilde ne dişidedir iktidar yoktur artık
bütündedir. Yani Arketiplerin tekrarındaki döngüyü kırarak Arketipi
gerçekleştirmiştir. Olmuştur… Üstad ölümünden kısa bir süre önce rüyasında,
yüksek bir yerde tepede, güneşin altında bir kayada şu yazıyı okuyordu; “Bunu
ulaştığın bütünlüğün ve olduğun tekliğin bir işareti olarak kabul et.” Bu rüya
yolculuğunun tamamlandığını göstermiştir, elbet… Üstad ömrünü bilimin
sağduyusu ile sezgilerinin rehberliğiyle tamamlayarak geçirmiştir. Jung Rüyacının
Üstadı, Dünyanın Bilgelerindendir. Üstadın adımlarından geçerek, esrarlı
sembolleri görebilmeyi, kadim Arketipleri duyabilmeyi ve bütünlüğe
yaklaşabilmeyi dileyerek…

OLmaya…

You might also like