Professional Documents
Culture Documents
1986-10 Kara Kızın Ölümü
1986-10 Kara Kızın Ölümü
2.8.2008
İlkyaz gelince konu komşu şehir evini bırakıp ailecek bağ evlerine taşınır-
lardı. Hemen çamur çukurları kurulur, damların çatlakları onarılır; hamur
gibi yapılmış çamurlar duvar çatlaklarına sıvanırdı. Geçen yıldan kalmış
ot artıkları temizlenir; kimseler götürmesin diye ahıra istif edilmiş odun
parçaları çıkarılıp bahçenin bir köşesindeki tandırın yanına tepelemesine
kayılırdı.
Tüm bir yaz boyunca kendilerine hizmet edecek olan bahçenin bir
köşesindeki su kuyusunun etrafı intizamla temizlenir; iç bahçenin
kenarlarına ve kuyu başına türlü çeşit çiçekler ekilirdi.
derlerdi.
İlkyaz kıvılcımı çakınca kurda kuşa, yaban yazıya kan yürür; etraf yaşam
bayramı olurdu. Dört-beş ay karaltında donan tabiat elini çabuk tutar,
gün günü aratır bir hızda yaprak verir, kuş yavrusu olur, çiçek açar,
tohuma dururdu. Kimi zaman ise ilk çiçeklerini Mart vurgununa yedirip,
eli böğründe kalıverirdi.
Bu yıl da havalar önden iyi gitmişti. Ardından evlat aldatan baba gibi,
erken açılıp çiçeğe durmuş elma, kayısı, şekerpare, vişne ne varsa alıp
götürmüştü. Çoluk çocuğun rızkını vurgun yemişti. Allah'ın hikmetinden
sual olunacak değil ya; o denli horanta veren Allah deldiği boğazı da aç
koyacak değildi. Ama yine de herkesin yüzü yerde, üzgündü.
İlkyaz ulaşıp da; konu komşu anlaşmış gibi yakın tarihlerde bahçe
evlerine sökün edince, akşama değin ahırlarda zırzır zırlayan düvelerle
ineklerin, buzağılarla tosunların sığıra teslimi kaçınılmaz olurdu. Sabah
er vakit bağırış çığırış arasında her biri bir köşeye konmuş evlerden
mallar çıkarılır, yetişkinler veya çocuklar ardlarına düşüp onları
Musabyası’nın(*) yukarısındaki köprü başında toplarlardı. Az sonra da
ilerden önce bir toz bulutu yükselir, ardından “ohaaaaa, çüşşşş ,hölölö-
lööö” sesleriyle inek, öküz, camız gibi hayvanlardan oluşmuş sığırı
yöneten bir iki çobanın sesi duyulurdu. Onların sesi, inek ma-lamalarına,
buzağı cırlamasına karışır, etraf deli bayramına dönerdi. Bekleşen mal-
ları da önlerine katan çobanlar alır onları aşağıdaki yazılara sürer, mallar
orada akşama değin ot niyetine yer çimlerini kirpiştirip dururlardı.
Mal sürüsünün en gerisinde de her adımında gidip gitmeme konusunda
bir gelgit geçiren uzun kulaklı kır eşşek bulunurdu. Çobanlar onun
üzerine saz otundan örme bir hasır yüklük yerleştirir, belki başkaları alır
diye, daha sabahın köründen itibaren inek boklarını elleriyle harmanlayıp
kır eşşeğin dalına doldururlardı. İnekler o kadar çok bok üretirlerdi ki,
zavallı kır eşşek akşam olup da sığır dönüşü başladı mı artık belini ikiye
ayırır, kendinde adım atacak takat bulamazdı. Ardından dürtülen
sopaların korkusu olmasa, kimse ona şuradan şuraya bir adım bile
attıramazdı.
o incecik imdat sesiyle annesini çağırdı mı, ana inek sesiyle göğsünü
yırtardı. Bir o ma-lar, öteki yanıtını verirdi. Komşu inek ve yavrularının da
sesleri yükseliverir, böylece kaynaşan ma-lamalar ortamında bir deli
bayramı daha yaşanırdı.
Karanlık çöker ayak şehirde çalışan erkekler de dönmeye başlardı. Eşek
sırtındaki yolculuklarıyla ma’lama bayramına ya katılırlar, ya da hemen
ondan sonra sökün ederlerdi. Daha henüz ineklerin sağımına
başlamamış olan kadınlar sokak başlarında kendiliğinden
öbekleşiverirler:
-Öle mi? Aman pek bi sevindüm, fındıg gırsın garısı gayri, biz de buralarda
atın itin ortasında helag olup dururuz….
-Senin şeherevin nesi var gıı ? Suyu çıkmadı ya? Saray gibi valla. On Angaraya
değeşmem vilayetimi valla. Hepiciği tanıdık bildik.Kim kimsen olmayınca garip
şeheri zor olur,bilmen gibi gonuşun sen de gııı…
Yukardan 'çüşşş-dehhh' sesleri arasında erkeklerin gelişi duyulmaya
başlayınca tatlı laflama son bulur, kadınlar erlerinin akşam yemeğini
hazırlamaya yönelirlerdi.
Erken gelmiş olanlarla şehire gitmeyen kimi erkekler daha önceden ana
sokağın köşesindeki kesme taşın üzerine, kenarına dizilirlerdi. Kimi
duvara sırt verir tabaka tütünü sarar, kimisi de İkinci’lerini ağızlığa
yerleştirip karşılıklı keyif cigarası üfürürlerdi. Gelen geçene de ya
başlarıyla, ya ağızlarıyla selam alıp verirlerdi.
-O senin bildiğin hiyerif, cacıklanıp durma ,hökümat gadar başına taş düşer,
taş…
-Tövbe de la; böyüg Allah’ıma karşı gelme çarpılın valla, bişeycikleri yok
ineğin, geçen gış şeherde altparnağın mustanın ineği de aynı şeeldi.
Gerisinden bir cıara tüttürtdüler heç bişeciği galmadı. Hinci bir buzağısı
var, maşallah…
-VaIla gine sen bilen emme, banaalsa fururum bıçağı getsin, it kursağına
gideceğine insan boğazına girsin,dert düşmüş mala gulağasma gayri.
-Gorkma Vadettt, senin inek bu yıl gısırdı, beşinciyi geden baar guzladı,
onun derdi gerisinde, get bi tosun çektir…
Baba Vahdet lafların hepsini topladı, koydu yan yatık kasket altına evine
yollandı.Bahçe kapısından girip kendini açıktaki tandır başının toprak
sekisine bıraktı. Gözlerini büzdü, ceviz altının temiz havasından bir nefes
çekti, içindeki tüm birikmiş dertleri sonuna kadar üfledi. Ardı sıra da
ünledi:
Sesi duyan dışarı fırladı. Çoluk çocuk, kadın kız etrafını sardı. Bir hizmet
yarışı başladı. Yer sofrasını kuruvermek için alta sofra bezi sarılıp,
üstüne un eleği ters kondu. Üstüne sini, sini üstüne de tahta kaşıklarla
bir tane Bursa bıçağı yerleştirildi. Tandır üstünde el yapımı incecik kuru
yufka ekmekler çoktan sulanmış, alışsın diye bez arasında mapus
yapılmıştı. Ana kadın becerikli elleriyle bezleri açıverdi, suyunu yemiş
yufkaları dörde beşe katlayıp siniyi fır etraf dolduruverdi. Tarhana
çorbasıyla, içine kurutulmuş et konmuş olan patates yemeğinin kokusu
toprak tencerelerin içinden yayılıp geldi.
Kaşıklar siniye hızla inip kalktı, Babavadet yemeği çok, ekmeği az yiyen
çoçuklara arada bir söylendi:
Birer ikişer yemekten kalktılar. Babavadet yemek artığı ağzını avuç içine
sıvarken
diye söylendi. Ana kadın göğ gözleriyle özür diledi, büzülüp küçüldü:
- Nörim, bir halline bagmak ilazım, zabah ezanı bir çimcik süt zor aldımıdı,
hincik temelli kesti. Ne daylı çaldı bilmem ki? Dirler ki,pahırcı Hilmi'nin gözü
pek değermiş. Gışın gelip ahurdan saman ne aldıydı. Gözü neyim deymiş
olmasın ?
Vadet baba kubardı:
-Get işine garııı, başlarım hincik pahırcı hilminin gözüne… Malın derdini cümle
alem söyler durur. Belkim tosun ister, belkim cığara. Olmazsa aspirin vermek
ilazım.
İneğin hali hal değildi. Kemikleri artık et içinde durmak istemiyor, kalça
üstlerinden başlayarak adeta eti yarıp dışarı çıkmak istiyorlardı. Kara
inek koca gözlerini pelpel açmış göz uçlarından suları sarkıtmış, yemek
sofrasındaki kalabalığa bakış atıp duruyordu. Babavadet içlendi:
-Valla içim eriyor gııı, şuna bak gözünü dikmiş de nasıl süzüyor….Yavırtsız da
kaldık bu yaz, tüh.
Yerinden kalktı. İlk olarak Aspirin denemeye karar verdi. En kolayı oydu.
İki aspirini parmak arasında bir tas içine ezdi. Su ekleyip ineğin yanına
gitti. İneğin başını gözünü sevdi:
Aradan bir-iki gün geçti. İnekte hiçbir düzelme olmadığı gibi, giderek
kemikleri etten daha çok ayrıldı.Önceleri sığıra giderken artık evde kalır
olmuştu. Çobanlar:
-Alın anam ineğinizi, peşi sıra gopturamıyoruz, yolda neğim galır da vebali bize
gelir, bağınızda bakın gayri…
Ne var ki ertesi ve sonraki günlerde inekte bir düzelme olmadığını
görünce artık hastalığın tosunluk olduğuna kesin kani oldu:
Üç gün sonra bir öğle bitimi boğayı alıp geldiler .Boğa da boğaydı hani.
Vücudunda hiç kemik yok, her yanına et torbaları bağlanmıştı.Boz boğa
dalap dalap yanıyor,başını yere doğru hafif eğip karakızın ardına
geçmeye çalışıyordu.
Kara ineği bahçe içindeki bir kalın direğe tam boynundan bağladılar.
diye Babavedet ile Topalsüleyman hafif neşelendiler. İki kişi ineğin iki
yanına geçmiş onu kıskaca almışlardı, yön değiştirmesini önlemeye
çalışıyorlardı.Birisi öteki eliyle de ineğin kuyruğunu yan çekiyor, tosuna
yol açıyordu.
Tosun geliyor, kara kızın ardına dolaşıyor,gelip kuyruk altını yalayıp
dudaklarını burnunun içine götürüp derin derin nefesIeniyor, ardından
bahçede koşarcasına bir tur atıp tekrar geliyordu.İneğin bir sağına
geçiyor,bir soluna dolanıyordu. Topalsüleyman:
-Hölölölöööö
Çoluk çocuk, kadın kız tüm ahali, kimi bahçe duvarının kenarında, kimi
evin avlusunda, kimi de dam üstünde tünemiş olarak kara kızın tosun
hastalığının tedavisini izliyorlardı.Ya kikreşiyorlar, ya da iri gözleriyle pel
pel bakıyorlardı.
Tosun hala kara kızın üzerindeydi ama sanki yerde sayılırdı. O esnaya
kadar ineğin ardından başka yere bakmayan Baba Vadet gözünü kara
kızın başına çevirince:
- Amanınnn…!
diye ünledi.
Kara kız gözlerini araladı, içindeki tüm nefesi topladı, başına tünemiş
Baba Vadetle Topal Süleyman’ın gözlerine üfledi.
Ekim1986
Paris
S.Kaçmaz
*****
Vadet/Vahdet: Vahdettin