You are on page 1of 8

Necdet Saraç’ın Şubat 2011 tarihinde çıkan Alevilerin Siyasal Tarihi kitabı üzerine

internet ortamında ve yazılı basında, Merdan Yanardağ, Dr. Ali Murat İrat, Yaşar
Seyman, Erdoğan Aydın, Hasan Harmancı, Doğan Şimşek, Kemal Bülbül, İshak
Kocabıyık, C.Suat Çoşkun, Fehmi İlhan’a kadar kitabı öven olumlayan yazılar
okuduk.
Alevilerin siyasal tarihi adı altında kitap yazmak iddialı bir iştir, Sn. Saraç bunu
yapmış, bu cesaretinden dolayı onu kutlamak gerek. Kitaba övgülere gelince: Bu
övgüleri okuyunca, duyunca içimde ki kitabı okuma isteği iyice arttı.
Hani kitabı okumaya başlamadan önce ihtiyatlıydım da, çünkü N.Saraç’ın Alevi
tarihi ve inancı üzerine herhangi bir yazısını okumamıştım. Bu tür öyle makaleleri
de var mıydı; bilmiyordum, Ancak onun ülkemizin siyasal, sosyal gündemine ait
bazı yazılarını okumuştum, tv’de de kimi programlarını izlemiştim, anlayacağınız
sıkı takipçisi de değildim.
Niye ihtiyatlıydım, Çünkü geçmişte Aleviliğin bağlanmadığı millet, Antik çağların
devletleri ve etnik yapısı vs. üzerine denmedik kalmadı, Fahişe tapınakları Alevi
dergâhı yapıldı, papazlar pir, İncil ise Buyruk olarak gösterildi.
Hitit saraylarında semah döndürüldü, Tanrılar 12 İmamdan sayıldı, tapınak
hizmetleri Cem yapıldı, şamanlar dede oldu. Alevilik bir taraftan Kürt öz inancı
olurken, diğer birileri onu Türk öz inancı yaptı. Kimi İslamlaştırdı, kimi
ateistleştirdi, kimileri, İncil’in üzerindeki tozları kaldırdığımızda, Alevilik ortaya
çıkar dedi. Aleviliği orada bulacağımız söylendi. Ve daha neler, neler dendi, o
nedenle ihtiyatlıydım.
Konumuza dönersek: Sn. Saraç kitabının arka kapağında “Alevilerin Siyasal tarihi;
inanca dair her hangi bir tartışma yapmadan kolay olmasa da “ resmi Alevi
tarihinin” dışına çıkardık” demiş. Yani resmi tarihi, avcıların yazdığı tarihi değil
de, Alevilerin tarihini yazacağını söylemiş.
Benim eleştirim sonrasına olacak. Yazar kitaba “Uzun bir önsöz” başlığı ile
başlamış. Kitaptan beklentim, resmi tarih dışında bizim tarihimizi okumaktı, ancak
ilk sayfa sonrası – arka kapak sayfası dâhil- bende hayal kırıklığı yarattı. Kullanılan
ilk sözcükler resmi dilin diliydi.
Yazar “ iki kitap olarak kurgulanan “Alevilerin Siyasal Tarihi”nde kolay olmasa da
“ resmi tarihin” yanı sıra abartılarla, efsanelerle beslenmiş ezberin dışına çıkmaya
çalıştım S:8” demiş ve ana başlıklarla, kısaca kitabın konu anlatımını yapmış
.
-1501’de Hacı Bektaş dergâhına Postişin olan Balım Sultan’ın, Osmanlı memuru
olduğunu, onun Hünkâr’ın soyundan gelmediğini ve Anadolu’daki “gayri Sünni”-
Aleviler, Kalender, Haydariler vs. – dergâhları, tekkeleri, Hacı Bektaş’a
bağladığını,
-Alevilerin –Dedelerin- şecerelerini Osmanlıdan aldığını, Osmanlının dedelere
şecere düzenlediğini iddia ediyor.
-Şah İsmail’in “zalim” olduğunu, katliam yaptığını, -katillik yaptığını- ve Şah Kulu
ayaklanmasından gelenleri, isyan ettikleri için öldürdüğünü iddia ediyor.
-Anadolu’da, söylenti de olsa, Hacı Bektaş’tan önce “12 alevi ocağının olduğunu,
daha sonra bu ocakların 40’a, sonra da 120’ye çıktığını iddia ediyor. s(.24)” ve bu
ocakları, yaptığı alıntılarla, Yeseviliğe bağlıyor.
Bu yazının konusu genelde bu iddiaları sorgulamak olacak. Öncelikle şunu baştan
söylemeliyim bu iddialar resmi tarihin söylemleridir. Yazar, bu iddialarını
güçlendirmek için Uzunçarşılı’dan, İnalcık’tan, A.Yaşar Ocak’tan, Köprülü’den,
Gölpınarlı’dan alıntılar yapmış.
Balım Sultan, Hacı Bektaş’ın soyundandır. Hacı Bektaş ocağının piri olduğu,
Anadolu’daki talipleri ve Şah İsmail, Pir Sultan Abdal gibi Hakk âşıkları
tarafından da kabul gördüğü bilinmelidir, Onun hakkındaki söylentiler,
egemenlerin söylemleri olup, 1552 sonrası kurulan “Babağanlar”ın desteklediği
görüştür, bu Alevi tarihine uymaz.
Balım Sultan’ın annesinin Sırp kızı olduğu –olabilir- veya kendisinin Sırp veya
babası Mürsel Balı’nın 90 yaşından sonra çocuk sahibi olmasının mümkün
olmayacağı gibi söylencelerle yola çıkarak onu soy ile değil de Yol ile Hacı Bektaş’a
bağlamak, Hacı Bektaş ocağına ve bu ocağın taliplerine haksızlıktır.
Balım Sultan’ın, 1501’de Dimetoka’da Kızıldeli tekkesinde Postişin iken, Osmanlı
padişahı 2. Beyazıt tarafından Hacı Bektaş’a Postişin atanması mümkün müdür?
Bunun için o dönemin yani 1500’lü yılların, siyasal yapısına ve coğrafi yerleşimine
bakmak gerekir.
O dönemde Osmanlı sınırları, Kızılırmak ile çizilmiş olup doğusunda Dulkadir’liler
rakip beylik olarak hâkimdi. Bunlardan birinin, diğerinin topraklarındaki, inanç
merkezine hükmetmesi, oraya postişin ataması söz konusu olabilir mi? Tabi ki
hayır.
Gerçi yazar, “ Osmanlı artık doğuya yönelmiş, Sulucakarahöyük’ün de içinde yer
aldığı Dulkadir beyliği dâhil… S:44” demekte ise de yine de bu resmi söylemden
kendini kurtaramamış, çelişkiye düştüğü gibi bu iddiasını kitabın çeşitli
bölümlerinde tekrar tekrar dile getirmiş.
Bu başlıkta söylenecek diğer bir söz, Alevi ocaklarında atama ile Dedelik, Pir’lik
olmadığıdır. Bilindiği gibi, Pir’lik “soy”dan gelmektedir, O nedenle 2. Beyazıt
ataması bizim söylemimiz olmamalı. Zaten böyle bir atama da yoktur.
Eğer öyle olsaydı, o dönemde Balım Sultan o dergâhta oturamazdı, Çünkü Dulkadir
padişahları, kendi toprağında, Osmanlı ajanı, memuru, adamını oturtmazdı ve
Kalender Şah ve diğer Çelebiler de onu Dergâhta tutmazdı.
Aklımıza o zaman başka sorularda gelmekte. Balım Sultan eğer Osmanlı memuru
ise, Osmanlı’ya yarayan ne işler yaptı, kimi gammazladı, kimi astırdı, kimi kestirdi,
hangi Alevi köyünü, il’ini Sünnileştirdi diye sormak ve örnek gösterilmesini istemek
gerekir.
Balım Sultan hakkında, Alevi Âşıkların deyişlerinden buraya örnekler atalım ki,
tarihimizde âşıklarımız, toplumumuz Balım Sultan’a nasıl bakmış görelim:
Gaziler dertlere derman bulunur Sultan Balım’dan
Sınık gönüllere merhem bulunur Sultan Balım’dan
Budur âlemler âlisi cümle gerçekler velisi
Gaziler aşkın dolusu sunulur Sultan Balım’dan
El benliğin dilden kesip nefsin ejderhasın basıp
Gümansız talibe nasip verilir Sultan Balım’dan
Aşıka ta’n etme yani Dergâh’a döndürmüş yönü
Dünü günü kudret hunu sürülür Sultan Balım’dan
Can Hatayi’m der bendesi nazar etmiş haslar hası
Sinik gönüller aynası silinir Sultan Balım’dan
(İ. Arslanoğlu, Şah İsmail Hatayi, İstanbul–1992, s. 430)
Kıbrızlı kapında bende
Muhtaç etme ol namerde
Kemlik bende kerem sende
Aman Mürvet Balım Sultan.
(Ali Haydar Avcı, Pir Sultan Abdal- 1. baskı 2006 S:183)
Dediler bu imiş cihanın varı
Urum halifesin Horasan Pir’i
Ol Balım Sultan’ım hem yarı gari

Sultan Garip Musa Sultan geldim.


(Âşık İsmail. Age S: 369
Ey İsmail Hacı Bektaş Veli’m var
İntikam tanrısı Sultan Balım var
Bile idim ayrılık var ölüm var
Saatim gün geçer günüm bin yıldır.
(Âşık İsmail, age: S:183
Evvel bahar erdi karlar eridi
Taşlar sular dalgalandı çoşu var
Yeryüzü türlü çiçek bürüdü
Daha Balım sultan dağlarının kışı var.
(Kalender age S:184)
Gazi Dertlere derman
Bakınur Sultan Balım’dan
Sınık gönüllere ferman
Alınır Sultan Balım’dan
….
Pir Sultan’ım çekme yası

Nazar etme haslar hası


Sınık gönüller aynası
Silinir Sultan Balım’dan.
(Age:188)
Pir Sultan’ım kork Allah’ın işinden

Tesellimiz aldık pınar başından


Bizde geçtik ol delikli taşından
Ziyaret eyledim Balım Sultan’ı.

(Age: S:190)
Balım Sultan Er koçağı
Keser kılıncı bıcağı
Erenlerin bal çiçeği
Hünkâr Hacı Bektaşi Veli.
(Pir Sultan, age; S;192)
Bizlere bu dolu Ali’den geldi
Bir sen iç sevdiğim birde bana ver
Balım Sultan kızıl deliden geldi
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver.
(Pir Sultan age: 193)
Pir Sultan’ım biat ettik ol erden

Muhabbet kokusu geliyor serden


Katardan ayırma ey şahı merdan
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var.
(age S:187)
-Şah İsmail’in zalimliğine ve Şah Kulu taliplerinden bazılarını ayaklanma
nedeniyle! öldürmesi konusuna gelirsek:
Şah İsmail iki yaşından itibaren 10 yıl kaçak yaşamış ve ölüm hep peşinden
gelmiştir, 1501 de devlet kurduğunda 12 yaşındadır, Bu devlet kılıç zoru ile
kurulmuştur. Dönem orta çağdır, güçlü olan, güçsüzü ezip geçmekte. İslam
coğrafyasında biat ettiğin sürece yaşarsın yoksa savaşacaksın. İktidarın sürmesi,
hâkimiyetinin devamı gücüne bağlıdır.
Aleviler de güç kullanmıştır. Baba İshak’tan Şah Kulu’na, İmam Hüseyin’den Şah
Kalendere, Şah İsmail’e kadar bu güç kullanılmıştır, Şah İsmail bir imparatorluk
kurmuştur. Hâkimiyet alanında her inançtan, her ırktan topluluklar vardır.
Kendisi ile savaşanlara karşı savaşın gerektirdiğini yapması ile devlet kurmuştur,
Alevi devletini kurmuştur.
Şah İsmail’in, Şah Kulu ayaklanmasından geriye kalanların bir kısmını
öldürmesine gelince: Bu, 2. Beyazıt’a karşı ayaklanmalarıyla ilgili değildir. Safevi
tarihçisi Rumlu Hasan, (Ahsenü’t Tevarih) Şah İsmail Tarihi, Ardınç yayınları
,Şubat 2004, isimli eserinde şöyle yazıyor: “…… Erzincan’a yöneldiler, bu belde
civarında bulundukları sırada 500 tüccarın çok miktarda mal ile Tebriz’den Rum’a
gelmekte olduğunu öğrendiler. Tamah güçleri harekete geçti ve ansızın gelen bela
gibi o çaresizlere saldırdılar ve hepsini öldürdüler.
Şiir.
Onlardan kurtulan olmadı
Ecelden başka canını kurtaran olmadı.
Onların malını yağmaladıktan sonra yüce dergâha yöneldiler, o sırada Hakan
İskender Şan -Şah İsmail-, Horasandan dönmüş ve Rey yakınındaki Şehriyar’da
konuşlanmıştı,
Tekeli sufiler, padişah alayına katıldılar ve niyaz ile onurlandılar, Hazret, tüccarları
öldürdükleri gerekçesi ile onların komutanlarını cezalandırdı ve askerlerini emirleri
arasında bölüştürdü.” S:155,)
Yani, Şah İsmail, 2. Beyazıt’a ayaklanmadan dolayı Şah Kulu taliplerini
öldürmemiştir. Kervana saldırmaları ile ilgilidir ve Cezalandırılmışlardır.
Şah Hatai halen cemlerimizde yaad ettiğimiz ulu ve HAKK aşığımızdır,
hizmetlerimizi onu deyiş ve duazları ile tamamlarız, onu “zalimlik ve katillikle”
suçlamak alevi araştırmacıların, tarihçilerin işi olmamalı, Bu sözleri zaten hâkim
inancın araştırmacıları, tarihçileri söylemekte, bu bizim işimiz değil.
Siz hiç Sünnilerden Ömer’e, Osman’a, Bekir’e veya Türkçülerden Osmanlı
padişahlarına bu sözleri söyleyen araştırmacı duydunuz mu? Bizi bugünlere taşıyan
değerlerimize sahiplenmemiz düşüncesindeyim.
-Alevi dedelerinin Osmanlının oluşturduğu Nakibu’l Eşraflık kurumundan Soy
Şecereleri alması, olası mıdır?
Bilindiği gibi, Aleviler dede ve talip topluluğudur. Bu topluluklar genelde soydan
gelmekte olup ezelden beri birlikte yaşamaktadırlar. Birlikte yaşadıkları yerlerde
yine birbirlerini sosyal, inançsal etkinliklerde görmekteler ve bilmekteler. O nedenle
Alevi dedelerinin Osmanlı’dan şecere almasını gerektiren bir durum yoktur.
Aleviler kendilerini katledenlere gidip benim şu sana ayaklanan soyumu bir onayla
der mi? Hadi dedi diyelim, Osmanlı bunu yapar mı? Fatih, Otman Babayı; 2.
Beyazıt ise, 2-3 kez Tekeli ve Batı Anadolu Alevilerini Balkanlara ve Akdeniz
adalarına sürgün etmiştir. Bu durumdaki padişahlar Alevi dedesine şecere verir
mi? Ancak onların vergi defterini tutar.
Bu konuda kesin konuşmamakla birlikte henüz elimizde Alevi ocaklarından her
hangi birinde Osmanlı Nakibu’l Eşraflı kurumundan şecere alanı yoktur, Olur ya
belki önümüzdeki zamanlarda çıkabilir, o nedenle olmayan şeyi var gibi sunmamak
gerekir.
-Alevi Ocakları ve Yesevilik
Aleviliğin Yesevilikle bağı olmadığını herkes bilmekte. Artık resmi tarihçiler de
bunu iddia etmiyor. Ve yine biliyoruz ki, Yesevilik Sünni bir tarikat, Alevilikle ilgisi
yok.
Hacı Bektaş Velâyetnamesinde geçen “Yesevi” sözünün kaynağı, anılan kitabın
Osmanlı sarayında yazılmasındandır.
Yazar, ocaklar konusunda şöyle yazıyor: “Hacı Bektaş öncesi Alevi ocakları…….
(..) Anadolu’da ilk ocak sayısı 12 olarak kabul edilir..(…) Anadolu’da ki ilk ocak
kurucuları 4. İmam Zeynel Abidin oğlu Zeyd soylulardır, Bunlar, Battal Gazi,
Mineyik, Ebul Vefa, Aguçan Ve Veli Baba Ocaklarıdır.
13. yy’dan sonra ocak sayısı giderek artar, Dede Garkın, Sinemil, Baba İshak, Baba
İlyas, Şeyh Hasan, Şeyh Ahmed Dede, Şıh Bahşiş, Kureyşan (Seyyid Mahmud
Hayrani), Bamasor (Baba Mansur), Düzgün Baba (Şeyh Haydar), Sultan Hıdır
(Uryan Hızır), Munzur Baba, Aguçan, Şıh Delili, Berhecan, Sarı Saltuk (Sarı
İsmail), Seyyid Koca Süleyman, Seyyid Gabani, Şıh Hüsameddin Aşeli, Deviş
Cemal, Sarı Saltuk, Battal Gazi, Hubyar Sultan, Piri Baba, Dur Hasan Baba, Ahı
Mahmut Veli, Kececi Baba vb. Ocakzade soyluları …….(..) 1240- 73 yıllarında 12
ocak iken 40 olur,… Nüfus çoğalmasıyla ocak sayısı 120 olur. …S:24”
Kaynak olarak da Ali Kenanoğlu-İsmail Onarlı, Hubyar Ocağı ve Beydili Saraç
toplulukları” olarak göstermektedir, Bu kaynak makale mi? Kitap mı? O meçhul
kalmış.
Yazarımız Hacı Bektaş Veli’den önce 12 Ocak var demişse de bu ocakların
isimlerini vermemiş veya verememiş. Zaten böyle bir olgu da bilindiği kadarıyla
yoktur.
Şimdi verilen ocakları bir bir inceleyelim, bakalım bunların içinden hangileri
ocaktır:
Mineyik: Arguvan’ın bir köyü. Bu köyde Avuçan ocağı üyeleri vardır. (Soyadı
Orhan ve Temiz olanlar)
Ebu’u Vefa: Ocak değil, bir erendir. İmam Zeynel Abidin’in torunlarındandır.
Irak’ın Kusan yöresinde doğmuş, daha sonra Nercisiye Kürtlerinin yaşadığı bölgeye
gitmiş, bu nedenle Kürdi olarak anılmaya başlamıştır. Avuçan şecerelerinde yer
alır.
Veli Baba; Ocak değil, Hubyar ocağının bir kolu.
Şeyh Hasan: Ocak değil Aşiret. Şeyh Hasan aşiretinin dede ocağı Derviş Cemal ve
Şeyh (Şıh) Ahmet’tir.
Düzgün Baba: Ocak değil ziyaretgâh.
Munzur Baba: Ocak değil ziyaretgâh
Seyit Koca Süleyman: Ocak değil, Belki bir Ocağın kerametli dedesi olabilir.
Seyit Gabani: Ocak değil. Belki bir ocağın dedesi olabilir.
Şıh Hüsamettin Aşeli: Ocak değil.
Dur Hasan Dede: Yanyatır Ocağı kurucusu, yani ocak adı Yanyatır olacak.
Ahi Mahmut Veli: Keçeci Baba ocağının kurucusu. Doğrusu, Keçeci baba ocağı
olacak.
Kureyşan Ocağı: Kurucusu Hacı Kuryeş, Asıl adı, Mahmud-ül Kebir (Büyük
Mahmud)
Bu ocağımızın, Seyyid Mahmud Hayrani ile bir ilişkisi yoktur. Hayrani, Akşehir’de
yatmakta olup Türkmen kökenlidir, Sünnidir.
Baba İlyas ve Baba İshak ocakları geçmişte olsa da, 1240 yılında Baba Resul
olayında katliamlar neticesinde bu ocaklarımız kapanmıştır, Şu anda canlı değildir.
Kaynak: Hamza Aksüt. (Aleviler, Yurt Kitap-Yayın; Alevi Erenlerin İlk Savaşı,
Yurt Kitap-Yayın)
Yazar, yukarıda itiraz ettiğim, eleştirdiğim konuları tekrar gözden geçirmelidir,
Çünkü kurgu yanlış olunca gerisi de eksik ve yanlış olmakta. Kitabın diğer
sayfalarında da aynı kurgu üzerine iddialarını sürdürmekte, eksiklikte ve yanlışta
devam etmektedir.
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse, gerisi de yanlış iliklenir.
Ve benim bu gördüklerimi, bu kitabı öven o ünlü yazarlar görmedi mi?
Yoksa konuyu bilmiyorlar mı?
Ya da o yazıları hatır için mi yazdılar?
Bülent İŞCANOĞLU-Alevigundem

You might also like