You are on page 1of 223

« JRTACAGDA

ENTELEKTÜELLER
ORTAÇAĞDA ENTELEKTÜELLER • Jacques Le Goff

Jacques Le Goff
Fransızcadan çeviren: M ehm et Ali Kılıç bay

MAYUNTl
JACQUES LEGOFF
1924'te Toulon'da doğdıı. Ecole Normale Supérieure’ü bitirdi.
Tarih agrégc’si oldu. Sorbonnc, Prag, Oxford (Lincoln Collè­
ge) ve Roma üniversitelerinde eğitim gördü, incelemeler yaptı.
Lucien Febvre ve Fernand Braudcl’dcn sonra. 1972-1977 ara­
sında Ecole pratique des hautes etudes'ün VI. kısmının baş­
kanlığını yaptı.
Özellikle Batı Orta Çağının kültür, duyarlık ve zihniyet
tarihiyle ilgilenmektedir. Çok sayıda makalesinin dışında
başlıca eserleri:
- M a rch a n d s et b a n q u ie rs du M o yen A g e, P.U.F.. 1955 (Orta­
çağ tüccar ve bankacıları).
- L e M o yen A g e , Bordas, 1962 (Orta Çağ).
- L a c iv ilisa tio n d e l'O c c id e n t m é d ié v a l, Arthaud. 1964 (Balı
Ortaçağ uygarlığı).
- P o u r un a u tre M o y en A g e , Gallimard, 1977 (Başka bir Orta­
çağ için).
- L a N a issa n c e d u P u r g a to ire , Gallimard, 1981 (Araf ın doğu­
şu).
- L ’A p o g é e d e la C h rétien té, Bordas, 1982 (Hıristiyanlığın
zirvesi).
Editörlüğünü yaptığı ortaklaşa eserler.
- H é r é sie s e t s o c ié té s d a n s l'E u r o p e p ré in d u strie lle , X I e-
X V II Ie- s iè c le s M o u t o n , 1968 (Ö n e n d ü s t r i A v r u p a s ı 'n d a
sa p k ı n h a r e k e t l e r v e t o p l u m l a r , X 1.-XVIII. y ü z y ılla r )
- F a ire d e l ’h isto ire, 3 cilt, Gallimard, 1973 (Tarih yapmak),
Pierre Nora’yla birlikte.
Ecole Françai­
- F a m ille e t p a r e n té d a n s V O c c id e n t m é d ié v a l,
se de Rome, 1977 (Batı Ortaçağında aile ve akrabalık).
George Duby'yle birlikte.
- La N o u v e lle H isto ire, Retz, 1978 (Yeni Tarih), R. Charticr
ve J. RevelTe birlikte.
Krakow ve Louvain üniversitelerinin h o n o ris c a u sa dok­
torluk unvanı verdikleri Le Goff, T a rih se l ve b ilim s e l ç a lış ­
m a la r k o m ite si üyesidir. Ayrıca, Marc Bloch ve Lucien Febv­
re tarafından 1929’da kurulmuş olan ünlü ve prestijli A n n a les
(E .S .C .) dergisinin iki yöneticisinden biridir.
A yrıntı: 95
Tarih dizisi: 5

O rtaçağda Entelektüeller
Jacques Le GojJ

Fransızcadan çeviren
M ehm et A li K ılışbay

Y ayım a hazırlayan
Işık Ergiiden

Kitabın özgün adı


Les Intellectııels ait moyen âge

Editions du S e u i l / 1957
basım ından çevrilm iştir.

Kapak resmi
Quentin M etsy
Aziz H ieronym us derin düşünürken
15. yiizyıl İtalyan geleneğine uygun olarak yapılm ış Flaman resmi

Kapak düzeni
A ıslan Kahraman

B asım a hazırlık
Renk Yapımevi (0 212) 516 94 15

Baskı
Renk Basım evi (0 212) 518 54 36

Birinci basım
H aziran 1994

ISBN 975-539-041-3

AYRINTI YAYINLARI
Piycr Loti Cad. 17/2 34400 Çemberlitaş—İstanbul Tel: (0 212) 518 76 19 F a x :(0 2 12 )5 16 45 77
Jacques Le Goff
ORTAÇAĞDA
ENTELEKTÜELLER

AYUNTI
T A R İ H D İ Z İ S İ

ŞÖ V A L Y E, K A D IN VE R A H İP
Feodal F ra n s a 'd a Evlilik
Georyes Dubv

ERKEK ORTAÇAĞ
A şka D air ve D iğer D enem eler
Georges Dulıy

K A P İT A L İZ M K Ü L TÜ R Ü
Alan Maciarlane

1780'D EN G Ü N Ü M Ü ZE
M İL L E T L E R V E M İL L İY E T Ç İL İK
P ro g ra m , M it, G erçeklik
Eric Hobsbatvm

ORTAÇAĞDA EN TELEK TÜ ELLER


Jacques Lc Goff

H a z ırla n an K ita p la r

T O P L U M L A R N A SIL H A T IR L A R
Paul Connerlon
İÇİNDEK İLER

ÖNSÖZ 7

XII. YÜZYIL-ENTELEKTÜEFLERİNİN DOĞUŞU 19


XII. yüzyılda kentlerin yeniden doğuşu ve entelektüelin doğuşu 21
Bir Karolcnj röncsansı oldu mu? 23 XII. yüzyılın modernliği
eskiler ve modemler 27 Yunan-Arap katkısı 32 Çevirmenler 33
Paris: Babil mi yoksa Kudüs mü? 38 Goliardlar 42 Entelektüel
serserilik 43 Ahlâkdışılık 45 Toplumun eleştirisi 49 Abeltırd 55
Heloi'se 58 XII. yüzyılda kadın ve evlilik 60 Yeni kavgalar 63
Aziz Bemard ve Abelard 64 Mantıkçı 67 Ahlâkçı 67 Hümanist 69
Chartres ve Chartres zihniyeti 69 Charlrcs nalüralizmi 71
Chartres hümanizması 74 Mikrokozmos insan 77 Fabrika ve
Homo Faber 80 Çehreler 81 Işıma 82 Entelektüel işçi ve
kentsel şantiye 84 Araştırma ve öğretim 85 Aletler 86
XIII. YÜZYIL-OLGUNLUK VE SORUNLARI 89
XIII. yüzyılın profili 91 Kilise iktidarına karşı 92 Laik
iktidarlara karşı 94 Papalığın desteği ve duruma el koyması 96
Üniversitesi Loncasının iç çelişkileri 98 Üniversite loncasının
örgütlenişi 100 Eğitimin örgütlenmesi 102 Programlar 104
Sınavlar 105 Ahlâki ve dinsel iklim 108 Üniversite imanı 109
Aletler 112 Alet olarak kitap 113 Yöntem: Skolastik 117
Kelime haznesi 117 Diyalektik 117 Otorite 118 Akıl: Bilim
olarak ilahiyat 119 Alıştırmalar: Quaestio, Disputalio,
Quadlıbcl 120 Çelişkiler: Nasıl yaşamalı? Ücret mi, Kâr mı? 124
Kurallılar ve laikler kavgası 128 Skolastiğin çelişkileri: Eskinin
taklidinin tehlikeleri: 137 Doğalcılığın Çağrıları 139 İman ile
aklın zor dengesi: Arislotelesçilik ile İbn Rüşdcülük 142 Akıl
ve deney arasındaki bağlar 151 Teori ile pratik arasındaki
ilişkiler 151

ÜNİVERSİTELİDEN HÜMANİSTE 157


Ortaçağın gerilemesi 159 Üniversitelilerin talihinin değişmesi 161
İrsi bir aristokrasiye doğru 164 Kolejler ve üniversitelerin
aristokratlaşması 168 Skolastiğin evrimi 172 Akıl ve imanın
birbirlerinden kopmaları 172 Deneysel bilimin sınırları 174
Enteleklüalizm-karşıtlığı 175 Üniversitelerin millileştirilmesi:
Yeni Üniversite coğrafyası 180 Üniversite mensupları ve
siyaset 184 İlk ulusal üniversite: Prag 187 Paris: Üniversite
siyasetinin başarıları ve zayıflıkları 189 Skolastiğin
köhneleşmesi 193 Üniversiteliler hümanizmaya açılıyorlar 196
Şiire ve sofuluğa geri dönüş 200 Aristoteles’in çevresinde:
Güzel dile geri dönüş 203 Aristokrat hümanist 205 Kıra geri
dönüş 207 Bilim ve öğretimin birbirinden kopması 211

BİBLİYOGRAFYA 213
KRONOLOJİ 214
KÜÇÜK SÖZLÜK 217
ÖNSÖZ

İnsanların çoğu basm aka lıp, içeriği olgularla ö rtü şm e y en , tekrar­


landığı için doğru sayılan sözleri ikide bir ileri sürm eyi d ü ş ü n m e k
sanıyor. B u ndan dah a kötüsü, insanların d ü şü n c e ve vicd an la rın a
h ü k m e d e n ve genel o la ra k “kana at ö n d e r i” başlığı altında anılan,
ç o k çeşitli k e s im le rd e n “a y d ın la n m ış ” k işiler de çoğu z a m a n bu
cins söylemleri hem sürdürm ek te, hem de ne yazık ki onların
o lu ş m a s ın a k atkıda b u lu n m a k ta d ırla r.
Bu cins peşin h ü k ü m lü ve içeriksiz, “p o p ü le r ” y arg ılardan n a ­
sibini a lm a m ış h em en hiç b ir d ü şü n c e alanı yoktur. Ö ze llik le bi­
zimki gibi ülkelerde herkes hekim, hukukçu, iktisatçı, tarihçi o l­
m aktadır. İnsanların her şeyi bildikleri to p lu m lard a gerçeklerin
ortay a çıkması ancak nadiren m ü m k ü n olabilm ektedir. G en e bu

7
cins toplum larda, bilimin temel karakteri olan doğruların zam an
içindeki değişim i adeta hiç kimseyi ilg ilendirm em ekte ve “d o ğ ru ”
bir kerede eb e diyete k adar geçerli o lm a k üzere bulunan bir şey
olarak k avranm aktadır. Bu d u ru m d a insanların öğrendiklerini
“d o ğ ru ” olarak kabul etmeleri ve bunları m inik vatanlar olarak sa­
vunm aları son derece doğal sayılm aktadır. G r e s h a m ’a mal edilen
“kötü p ara iyisini k o v a r ” ö zdey işinin g enişle tilm e sin d e sakınca
yoktur: B aşta T ü rk iy e o lm a k üzere, d ü n yanın hem en her yerinde,
ceh alet ve kolaycılıktan beslenen dem ag oji, bilim sel düşünceyi
k o vm a ktad ır. Başka bir ifadeyle, d o ğruyu kendi terim leriyle ifade
eden ve bunu n üzerine k ap a n arak her tür dış m ü dahaleyi redd eden
ve bu d u r u m d a kendi terimleri içinde y anlışlanm ası m ü m k ü n ol­
m a y a n “ kapalı id e o lo ji” , yan lışla n m ası dışsal o la ra k m ü m k ü n
olan “açık ideoltıji”y i , yani bilim sel d ü şünc eyi dev re dışı bırak­
m aktadır. Bu kapsam lı k o v m a faaliyetin den galip çık arak yerleşik
hale gelen ve üstelik bir de kendi doğrularını bilim diye kabul
eden cehalet ( “ay d ın lan m ış ceh alet” ) ve d em agoji, ortaç ağ k o n u ­
su nda da, bu kez kendini ak la m a y a yönelik bir ideoloji geliştir­
m iştir.
O rtaçağ, insanların çoğu için her türlü geriliğin, karanlığın, c e ­
haletin, gaddarlığın, b ağnazlığın vb. eg e m e n olduğu bir d ö nem dir.
O rta ç a ğ ın aşılm ası ise, tüm bu “k ö tü lü k le r in ” aşılm ası a n la m ın a
gelm ektedir. M o d e rn insanların büyük çoğunluğ u, ortaçağa, hiç de
hak etm ediği bu kulpları takarken, adeta mistik ve dinsel bir arın­
m a ayin in d en g eçm iş gibi olm ak tadırlar. Ç oğu için geçerli olm ak
üzere, o lu ş u m u n a hiç de katılm adıkları, herhangi bir bedel ö d e m e ­
den y a ln ız c a maddi o la n ak la rın d an y ararland ıkları ç a ğ d aş d ü n y a ­
ya h acm en m e n su p olm a n ın , onları bu o lu m s u z değerlerin u z a ğ ın ­
da tuttuğunu, dolayısıyla olum lu değerlerle yüklü olduklarını
sa n m ak tad ırla r. Bu n o k ta d a insanların kafalarının nasıl çalıştığ ın a
ilişkin bir örnek, b iz im d ilim izde de var olan “o rtaç ağ kalıntıları"
terimi tarafınd an sa ğ lan m ak ta d ır. O rta ç a ğ a ilişkin hiçbir geçm işi
olm a yan bir to plum insanlarının, o anda var olan tüm gerilikleri
ortaç ağa ait olarak görm eleri bir arınm a ey le m in d e n b aş k a hiçbir
an lam a gelm em ekted ir. Ç ü n k ü bunlar ne o rtaç ağa aittir ne de k a ­
lıntıdır. Bütün bu gerilik, bağnazlık, gaddarlık vb. ta m a m e n o

8
çağın insanlarının eseridir, yani çağdaştır. D e m e k ki bu insanlar
çağı geri bir şekilde y a ş a m a k ta d ırla r. B u n d a n ortaçağı so rum lu
tutarak arınm ak istemek, biiyü y ap m a k ta n farksız bir tavırdır.
Z aten ortaç ağ h a k k ın d a geliştirilen b a s m ak a lıp d üşü nc ele rin
hiçbiri doğru da değildir veya hem en hem en. Bir kere ortaçağ k a v ­
ramı itibaridir ve yereldir. Ne insanlığın tü m ü nü kapsar ne de b e ­
lirlediği m ekân içinde zam ansal olarak türdeştir. İkincisi, o dönem
insanlarının kendi varoluşlarını h issetm e biçim lerin i ak tarm anın
uzağındadır. Ü çüncüsü ve en önem lisi, ortaçağ kendine atfedilen
o lu m su z değerleri, diğer herhangi bir çağdan d ah a büyük ölçekte
belirleyici ö ğ e le r o la ra k ne y aş am ış ne de üretm iştir. B u n a bağlı
olarak, ortaçağı olu m su zlu ğ u n sim gesi olarak kavram ak, onun
olum lu değerlerinin ısk a la n m asın a yol açm aktadır.
O rtaçağ terimi itibaridir ve yereldir, yani insanlık tarihinin e v ­
rensel bir kategorisi olm ayıp, ço k belirgin bir coğrafyanın, Batı
A v r u p a ’nın bir dönem ini ifade e tm ek ted ir ve üstelik bu c o ğ ra fy a ­
nın her parçası için de aynı zam ansal süreç ve y o ğ u n lu k ta ortaya
çık m am ıştır. R ö n e sa n s o lu ş u m u sırasında, kendi d ö n e m le rin in
farklılığını vurg u lam ak isteyen hüm anistlerin, ben z em ek istedik le­
ri antikite ile kendi aralarına bir gü nah keçisi koym aları g e r e k m iş ­
tir. İşte olum lu değerlerin yüklendiği antikite ile daha üst d ü z e y ­
den yeni olum lu değerleri (R önesans d ö n em i) ayıran tarihsel
süreye meclio evo, o rta ç a ğ adı verilm iş ve aşılm ak istenilen tüm
o lu m s u z değerler buraya mal edilmiştir.
Öte yand an ortaçağın, o lu m s u z değerlerin tercihli alanı o lm a ­
sından 18. yüzyılın “ a y d ın la n m a ” hareketi ile on un öz ço cuğu olan
19. yüzyılın tüm düşü nsel akım ları da so ru m lu d u r. 18. y ü z y ıld a
Batı A v ru p a ’da gerçekleştirilen siyasal devrim ler, aslında hiç de
ortaçağ a ait olm adıkları halde, onun ürünü olarak gösterilen m u t­
lak m onarşileri k ö tü le m e k ve kendi m eşruluk larını k u rm ak üzere,
orta ç a ğ a karşı y apıldıkların ı sö y le m işlerdir. B u n u n yanı sıra, 19.
yüzyıl pozitivizm i insanlığın sürekli bir ilerlem e halinde olduğu
varsayım ı içinde, idealist felsefeden de y ardım alarak, ortaçağı
B a tı’nın ç o c u kluk dönem i o la ra k görm üştür. Ö te yandan, bilimsel
te k nik le rin ve en başta d a tarih araştırm ası araçlarının gerilik ve
yetersizliği nedeniyle, 19. yüzyıl tarihçileri ortaçağı k a v ra y a b ilm e ­

si
nin u z a ğ ın d a kalm ışlardır; bu d u r u m d a kendi eksikliklerini bu d ö ­
nem e yansıtarak, ünlü “karanlık ça ğ la r” efsan esinin yeşerm esin in
baş m im arları olm u şlard ır. B ü tü n b un la rın ö te sinde , B a tı’nın tüm
dün y ay ı y u tm a süreci içinde, b ü y ü k çaplı kim lik sorunları y a ş a ­
m a y a başlay a n d ü n y an ın d iğ e r kesim leri de B a tı’nın a y n a sın d a
kendilerine hayali “ortaç ağ la r” icat etm işlerdir. Bu dö n em in o l u m ­
suzluk K âbesi o lm a sında , bu sonradan Batılı olan toplum ların
b ü y ü k katkısı vardır. K endi ü lk e lerin d e en ağır insanlık suçlarının
işlendiği bu insanların, o rtaçağı “ geri” bir d ö n em o la ra k a lg ıla m a ­
larındaki k ara m izah, aklın sınırlarını zo rlayacak kad a r üst d ü z e y ­
dedir.
A y rıca ortaçağ, asıl vatanının her nokta sın d a da aynı y o ğ u n ­
luk, b o y u t ve ren kle rde y a ş a n m a m ıştır. F azla u z a k la ra g itm ede n,
iki k om şu b ölge ara sında bile derin farklılıkların o ld u ğ u n u b elirt­
m ekle yetinm eliyim . Z aten ortaçağ ın en büy ü k özelliklerinden biri
de bu rengârenkliğidir.
O rta ç a ğ a ilişkin o la ra k o lu ştu ru la n b a s m a k a lıp yargılar, o
d ö n e m insanların ın kendileri ve içinde yaşadıkları d ü n y a h akk ın -
daki y argılarıyla h em en hem en hiç ö r tü şm e m ek ted ir. Tarihi an lat­
m a y a k alk ışm a k , devrini ço k tan d o ld u r m u ş bir 19. yüzyıl tavrıdır,
ç ü n k ü bu tavır tarihin b u g ü n ü n g ö z lü ğ ü n d en o k u n m a s ın d a n başka
bir şey o lm a y a c a k ve so n u ç ta bir y arg ıla m a y a d ö nüşe ce ktir. İn­
sanları y aş am a d ık la rı b ir çağ ın d e ğ e r yarg ılarıy la m a h k û m e t m e ­
nin tutarsızlığı, 19. yüzyıl ve 20. y ü zyılın ilk yarısının ta rih çiliğ i­
nin de tutarsızlığının b elk em iğ in i olu ştu rm a k ta d ır. G ü n ü m ü z
tarihçisi tarihi an la m a y a uğ raşm a k ta d ır, bu ise onu kendi terimleri
içinde y eniden inşa e tm e k d em ektir. O rtaç ağ a bu açıdan b a k ıld ı­
ğında, bu d ön em insanlarının hangi m a y a la n m a la r içinde o ld u k la ­
rını g ö rm e k m ü m k ü n olacaktır.
V e son olarak, ortaçağ ken dine atfedilen o lu m s u z değerlerin
hiçbirini başka herhangi bir ça ğ d a n d a h a derin ve yoğun y a ş a m a ­
mıştır. O rta ç a ğ sa v aşla rım , kitle im h a silahlarının b ü y ü k bir r a ­
hatlıkla kullanıldığı m o d e rn , “ç a ğ d a ş ” sa v aşla ra n azaran dah a
gad d a r b ulm a k nasıl m ü m k ü n olur? N a p a lm ile kargı arasın da y a l­
nızca teknik bir düzey farkı mı g ö rm e k gerekir, y ok sa zihinsel bir
iklim farklılığı m ı? O rta ç a ğ d a hiçbir savaşçı kendi hayatını te h li­

10
keye atm ada n hasm ını yok etm e ola n ağ ın a sahip değildi, bugün
b una sportm enlik diyoruz. Ç ünkü bu bir zihinsel yapıyı belirle­
m ektedir. H içb ir o rtaç ağ sa vaşçısının aklına, rakibini kendini te h ­
likeye atm adan öld ü rm e k gelem ezdi, gelse bile bunu hem en uzak-
laştırırdı, çünkü bu ahlaki değildi ve bilindiği, iyice bilindiği
üzere her toplum belli bir ahlak üzerinde temellenir. O rtaçağın a h ­
lakı ise şö v a ly e ahlakıydı ve h iç b ir şöva lye kendini, hayatını k u r ­
tarm a gibi küçük bir çık ar u ğ ru n a küçü ltem ez d i. O y sa H iro şim a
vey a N a g a z a k i’de 3 0 0 .0 0 0 kişiyi bir kerede ö ld ü ren “s a v a şç ı” ,
H a le p ç e ’ye bom ba-ı k im y a atan “ k a h r a m a n ” herhangi bir riske gir­
m em işti. O rtaç ağ ın din savaşları da ne a n tik ite nin (H ıristiyan ları
aslanlara parçalatan R om alılar) ne de m odern çağın (Y ahudi katli­
am ı) din sa v aşla rın d an hiç de d a h a g a d d a r o lm a m ıştır. Bu konuy u
so n su z a kada r uzatabilirim , fakat tek bir noktayı v urgulaya ra k k o ­
nuyu uza tm a m a y ı tercih ediyorum : Y argılayan yarg ılan an d a n daha
te m iz olm alıdır.
O rtaçağın olu m lu değerlerini sa ym ak ise biter tü ke nir gibi bir
iş değildir. Ç o k açıkçası, m o d e rn Batı d eğ e rlerin in (başlıcaları iti­
barıyla: İnsan hakları, d em okra si, ayrıcalıkların reddi an lam ın d a
eşitlik, kentsel u y g arlık vb.) n e re d e y se tam am ı o rta ç a ğ d a o lu ş m a ­
ya başlam ıştır. Bu arada entelektüel ve üniversite de B a tı’da o r ta ­
çağın içinde d o ğ m uşlard ır. E ntelektüelin y alnızc a bilgili bir insan
olm a d ığ ın ı v u rg u la m a k gere k m ek te d ir. Bu gerekli koşuldur, am a
yeterli değildir. Entelektüelin ortaya çıkabilm esi için, bazı insanla­
rın bilgilerini a ktarm aların ın (yazarak, öğreterek, k onuşa ra k, o y ­
nayarak, çalarak) karşılığında geçim lerini sağlayab ilm eleri ve res­
men görevli olm adıkları halde, düşüncelerini, bedelini ö d e m e y e
razı olarak açıklam aları gerekir. Parantez içinde söyle m e liy im ki,
o rtaçağın bu denli k aralanm asının n ede nle rinde n biri bu noktada
gizlidir. E ntelektüeli üreten bu çağ, bu yeni türün düzeni eleştir­
m esine de tanık olm uştur. D üze n muhafızları, diğ e r her yerde o l ­
duğ u gibi, bu n d an h o şla n m a m ışla r ve ya rg ıla m a la r ile infazlar
gırla gitm iştir. A m a dikkatli olunm ası gereken husus olarak, bu
k a d a r ço k yargı ve infazın varlığı, ortaçağ to p lu m u n u n k o n u ş k a n ­
lığının göstergesi olduğu dur. D iğer to p lum larda ise böylesin e y a r­
g ılam aların olm a m a sı, onların hoşgörülerinin değil; entelektüel

11
denilen insan türüne sahip olm a m a ların ın göstergesidir.
Ç ok kısaca söylem ek gerekirse entelektüel, bir hü küm darın
veya b ir zeng inin him a y esin d e ve o n u n u şa klarıyla aynı statüde
olan bir kim se değildir. E ntelektüel altın kafeste yetişm ez. Ve
altın kafesteki kişi ne kadar bilgili olu rsa olsun, bu bilgisini y a l­
nız ca belirli bir k esim e su n m a k ta d ır, to p lu m s a lla ş m a m ış tır ve
to p lu m sa lla şılm a d a n entelektüel o lm a k da m ü m k ü n değildir. Bu
açıdan entelektüel ta m am en o rtaçağa ait bir ü r ü n d ü r ve hal böyley-
ken, hâlâ entelektüeli o lm a yan toplum ların ortaçağı k ü ç ü m s e m e le ­
ri de an laşılır gibi değildir.
Ü niv ersite de, olm ası g erek en haliyle, yani özerk, ta rtışm aya
ve a ra ştırm ay a dayalı bir ö ğ ren im ku ru m u ola ra k ortaç ağ d a ortay a
çıkm ıştır. A n n ale s o k u lu n u n ö n d e gelen te m silcile rinden olan
ünlü tarihçi Jacques Le G o ff bu kitabında o r taç ağ d a entelektüelin
ve üniversitenin o lu şu m u n u incelem ektedir. Bu kitap, bizimki gibi
bir şey in adına sahip o lu n m a sıy la k e n d in e de sahip o lunacağını
sa nanla rın ç o ğ u n lu k ta oldukları ülkeler aç ısından ufuk açıcıdır.
B ir yere üniversite adının verilm esiyle oranın üniversite o la m a y a ­
cağının, birine entelektüel d enilm esiyle on un entelektüel o la m a y a ­
cağın ın bilgisinin üretilm esi, bunların olu şu m süreçlerinin k a v ra n ­
m a sın d a n geçm éktedir.

M e h m e t Ali K ılıçbay
K asım 1991
O rtaç ağ ın s o n u n d a d ü n y an ın ç e ­
şitli “d u r u m ’Marını -yani to p lu ­
m u n farklı g ru plarım - g e r ile m e k ­
te olan bu d önem in duyarlılığının
z irv e sin e ulaştığı hiçliğe doğru
g ötüren ö lü m dansı, kralların,
soyluların, kilise m e nsuplarının,
burjuv aların, halktan insanların
yanı sıra, keşişle r ve p a p a z la r la
h er z a m a n k a r ıştırılm a y a n o k u ­
m uş rahibi de sü rüklem ekte d ir.
Bu o k u m u ş rahip (d e r e ) Batı o r ­
ta ç a ğ ın a ö zgü bir soyun ardılıdır:
Yani en telektüeller soyunun.
N ed e n bu kitab a adını veren bu
kelim e seçilm iştir? Bu keyfi bir
tercih değildir. Bilgin, doktrin sa­
hibi, o k u m u ş a d a m , d ü ş ü n ü r gibi
b irço k adın a ra sın d a (d ü şü n c e
dü n y asın ın term inolojisi her
za m a n b ula n ık o lm u ştu r) ente-

15
lektüel, sın ırla n iyice b elirlenm iş olan b ir ortam ı işaret e t m e k t e ­
dir: Y ani o kul h o calarının ortam ını. Bu o rtam o rtaç ağın b aş ların ­
d a kendini belli e tm e y e başlam ış, XII. y ü z y ıld a k en t o k u lla rın d a
g elişm iş ve XIII. y ü zy ıld an itibaren üniv e rsitelerd e serpilm iştir.
E n telek tüel kelim esi, m eslekleri d ü şü n m e k ve d üşün celerin i ö ğ ­
retm ek olan kim seleri belirtm ek tedir. D ü ş ü n m e e y lem in in k işisel­
liği ile bunun eğitim y o luyla y a yılm a sının bu birlikteliği, e n te le k ­
tüeli b elirlem ek teydi. Hiç k u şk u su z bu ortam , ç a ğ d aş d ö n e m e
gelininceye kadar hiçbir zam an, o rtaçağda olduğ u kadar iyi belir­
len m em iş ve kendi h ak k ın d a bu k a d a r yü k se k bir bilince sahip o l­
m am ıştır. Bu grup, ikircikli bir k elim e olan o k u m u ş rahip, bilgili
k işi (elere) yerine, kendini, Siger de B r a b a n t’ın XIII. y ü z y ıld a en
büy ü k savunu cusu old uğu p h ilo s o p h u s o la ra k a d la n d ır m a y a ç a lış ­
mıştır, a m a ben bunu da d ev re dışı b ıraktım , çü n k ü f ilo z o f b iz im
için ta m a m e n farklı bir kişidir. Bu k e lim e an tikite den alınm ıştır.
A quinolu A ziz T o m m a s o ’nun ve S ig e r ’nin d ö n e m in d e b ü y ü k harf
F ile F ilo zof, en üstün f i l o z o f A risto te les’tir. A m a ortaç ağ d a bu,
H ıristiyan bir filo z o f halin e gelm iştir. XII. y ü zy ıld an X V . y üzy ıla
kadarki d ö n e m d e okulların ülküsü olan, H ıristiyan h ü m a n izm ası-
mn ifadesi olm uştur. F a k a t h ü m a n ist b izim aç ım ız d a n b aşka c i n s ­
ten bir bilgini, X V . ve X V I. y ü zy ılla r R ö n e s a n s f nın bilgili k işisi­
ni işaret e tm e k te d ir ve bu kişi de ö zellikle o rtaç ağ entele k tü e liy le
z ıtla ş m a k ta d ır .
Bu sö y lediklerim izin anlam ı, zengin ortaçağ dü şü n c esin in ünlü
tem silcilerin in bu taslağın -eğ e r b u g ü n beş para lık hale g elm iş
olan bu terim lerin faz lasıy la iddialı ve k ö tüye kulla n ılm ış o l m a ­
sından k a y g ılan m asa y d ım , taslağa “Batı en tele ktü e linin tarihsel
s o sy o lo jisin e g ir iş ” alt başlığını v e rird im - d ışın d a k a ld ık la rıd ır.
N e kendilerini m a nastırlara kapatan m istikler ne de okul d ü n y a s ı­
nın u z a ğ ın d a kalarak, b a ş k a o r ta m la r a d alm ış olan şa irler veya
tarih yazarları, ö n e m s iz d u r u m la r dışında, bu ç a lış m a d a o rta y a çı­
kacaklardır. Batı ortaçağ d ü şü n c e sin e e g e m e n olan D an te bile, d e ­
vasa siluetini bu k itaba ancak gölg e o y u n u figürleri gibi y an s ıta b i­
lecektir. D ante üniversitelere d ev a m etm iş ve (ve ac a b a P a r is ’te
F ouarre C a d d e s i’ne gerç ek te n gelm iş midir?), eserleri X IV . y ü z y ı­
lın so n u n d a İtaly a’da açık la n arak anlatılan m e tinle r haline gelmiş,

16
S ig e r'n in görüntüsü o nun C e n n e t'inde, garip sayılan dizelerde o r ­
taya çıkm ış olsa da, V e r g iliu s ’u karanlık o rm an ın ötesinde, bizim
en telektü eller ta rafından açılan ve üzerinden gidilen yollardan
farklı y olla rd a izlemiştir. Bir R u tebeu f, b ir Jean de M e u n g , bir
C haucer, bir Villon b u rad a okullard an geçm e derecelerine göre,
yaln ızc a entelektüel sıfatlarıyla anılacaklardır.

D em ek ki b urada ortaçağ d ü şüncesinin görün tü le rin d e n yalnızca


birini, diğerleri arasında yalnızc a tek bir bilgili insan tipini ele alı­
yorum . D iğ e r d üşün c e ailelerinin, diğ e r m a n e v iy a t ustalarının ne
varlığım ne de önem ini b ilm e şd e n geliyorum . F akat entelektüel
b a n a Batı d ü şü n c e tarihi açısından o kada r anlam lı, o k a d a r dikkat
çekici ve sosyolojik olarak o kada r iyi ta n ım la n m ış gözüktü ki,
o nun sim gesi ve tarihi dikkatim i çekti. Z aten bu kelim eyi hatalı
olarak, tekil b iç im iyle k u lla n ıy o ru m ; o y sa ço k çeşitlidir -ileriki
sayfalarda b u n u n görüleceğini um arım . A b e la r d ’dan O c k h a m ’a,
B üyük A lb e r t’den Jean G e r s o n ’a, S iger de B r a b a n t’dan Bessari-
o n 'a ne k a d a r çok farklı, hatta zıt huy, k ara kter ve ilgi alanı vardır.

Bilgin ve hoca, m eslek gereği d ü şü n ü r olan entelektüel aynı z a ­


m a n d a zih n iyetlerden yansıyan, sertleşebilen; alışkanlık, m ania
haline gelebilen bazı k ara k ter kıvrımları aracılığıyla ortaya ç ık a b i­
len bazı psikolojik çizgilerle de tanımlanabilir. A kıl yürütücü olan
en telek tüel, kılı kırk y a rm a y a y u v a r la n m a te hlikesiyle karşı k arşı­
yadır. B ilim adamı olarak kuruluk yolunu gözler. Eleştirm en o la ­
rak da, ilke olarak tahrip etm eyecek, sistem gereği y erm ey ecek
m id ir? Ç a ğ d a ş d ü n y a d a onu günah keçisi y a p m a y a uğraşan k arşıt­
ları hiç de ek sik değildir. O rtaçağ, fosilleşm iş skolastiklerle alay
ettiyse de o n la ra karşı o kada r da adaletsiz o lm am ıştır. K u d ü s ’ün
kaybından üniversite hocalarını veya A z inc o urt bozgu n u n d a n Sor-
bonne takım ım so ru m lu tutm am ıştır. O rtaçağ adalet tutkusunu, b i­
lim in ark asında h akikat açlığını, eleştirinin ark asın da dah a iyinin
aranm asını g ö rm eyi bilmiştir. D an te XIII. yüzyılın en bü y ü k e n t e ­
lektüel çehreleri olan A ziz T o m m a s o ’yu, A ziz B o n a v e n tu re ’yi ve
S iger de B r a b a n t’ı uzlaştırıp, C e n n e t’e yerleştirerek, entelektüel
d ü şm a n la rın a y ü zy ılla rd a n beri karşılık v erm ektedir.

F 2 / O n a ç ra ğ E n te le k t ü e ll e n 17
XII. YÜZYIL
ENTELEKTÜELLERİN DOĞUŞU
XII. Y Ü Z Y I L D A K E N T L E R İ N
Y E N İ D E N D O Ğ U S U VI !
I N I I I E K ' H 1.1 İN I X X i U . S U

B a şla n g ıçla ken tler vardır. O r t a ­


çağ entelektüeli - B a t f d a - onlarla
birlikte doğm uştur. Entelektüel,
kentlerin ticari ve endüstriyel -
daha m ütevazı bir şekilde z.anaat-
sal diy e lim - işlere bağlı olan atı­
lmalarıyla birlikte, iş b ö lü m ü n ü n
kendini dayattığı bu şehirlere
yerleşen m eslek ad a m la rın d an
biri olarak o rta y a çıkm ıştır.
Bundan daha önceki tarihlerde
top lum sal sınıfların A d alb e ren de
Laoıı tarafından ancak söyleşine
bir ayrım ı y a p ılm ışlı: D ua e d e n ­
ler -rahipler-, koruyanlar
soylular-, ç a lışanla r -seriler-. Bu
ayrım , insanların gerçek u z m a n ­
la şm a ta rz ların a d enk d ü ş m e k ­
teydi. S erf tarlayı işlese de. aynı
za m a n d a zanaatkardı. A sker olan
soylu, aynı za m a n d a mülk s ah i -

7i
bi, yargıç ve yöneticiydi. R u h b a n -özellikle m a n a s t ır k eş işle ri-
çoğu za m a n bu nların hepsi birden o lm a kta yd ı. Zihni ça lışm a o n la ­
rın faaliy etlerind en y aln ızc a biriydi. Bu cins ç a lış m a bizatihi bir
am aç değil de hayatın diğer kesimleri tarafından e m re d ile n ve
Y asa tarafından T a n r ı’y a yönelik olarak d ü ze n le n en bir faaliyet ol­
m a k tay d ı. K e şişle r m a n a stır h aya tının rastlan tıların a göre hoca,
bilgin veya yaz ar kim liğ in e bürü n m ek tey d ile r. Bu onların kişilik­
lerinde her za m a n ikincil bir yere sahip olan, elden kaçıveren bir
g ö rü n tü d e n ibaretti. B u n ların g elec ek yüzyılların entelektüellerini
habe r verenleri bile, henüz entelektüel haline g elem em işlerd i. Bir
A lcuin her şeyden ön ce yü k se k dereceli bir m em ur, C h a rlem a g -
n e ’ın k ü ltü r bakanı olm uştur. B ir L o u p de F errie res her şeyden
önce, kitaplarla ilgilenen ve m e k tu p la rın d a C i c e ro n ’u zikretm ekten
h o şla n a n b ir başra h ip ti.
M esleği y azm ak veya ö ğretm ek -veyahut daha doğrusu ikisi bir­
den- olan biri, hocalık ve bilginliği profesyonel olarak yapan biri,
kısacası bir entelektüel ancak kentlerle birlikte o rta y a çıkm ıştır.
Bu adam g erçekten ancak XII. yü zy ıld a ele gelir bir du ru m k a ­
zanm ıştır. K u ş k u s u z o rtaç ağ kenti bu d ö n e m d e B a tı’da, bir m a n ­
tar gibi aniden b itm em iştir. H a tta tarihçiler bu kenti ta m am en
o lu ş m u ş bir halde IX., X. y ü z y ılla rd a b u lm a k ta d ırla r ve k o n u n u n
uzm an ı olan dergilerin her sayısı k e ndileriyle birlikte şehirlerin
do ğ u şu n u yen id en belirlerler -z a m a n içinde dah a gerilere giderek.
K u şk u su z B a tı’d a h e r za m a n k e n tle r olm u ştu r, fakat A şağı İ m ­
paratorluk dönem in in R o m a kentlerinin “kad a v rala rı” surlarının
içinde y aln ızc a bir av u ç insan barın d ırm ışlard ır ve b unla r askeri,
yönetsel veya dinsel bir önderin etrafında toplanm ış d u ru m d a d ır ­
lar. Özellikle, piskop osluk m akam ı olan kentlerde laik kesim , k e n ­
dinden biraz daha kalabalık bir ruhban g ru b u n u n çe vresinde zayıf
bir topluluk olu ştu rm a k ta ve gün d elik ihtiyaçlara yönelik k üçük bir
yerel p azardan başka bir e k o n o m ik hayata sahip o lm a m a ktaydı.
İlk çekirdek kentler - “p o r tu s la r ”- m u h te m e len , özerk olarak
veya piskop osluk ların v eyah ut askeri “b o u r g ”ların e te ğ in e y a p ı ş ­
mış olarak, X. belki IX. y ü z y ıld a n itibaren hiç k u ş k u su z Ş a m ’ın,
F u s ta t’ın, T u n u s ’un, B a ğ d a t ’ın, K u r t u b a ’nın çok sayıdaki şehirli
müşterileri için b arb a r B a tı’dan h a m m a d d e -tahta, kılıç, kürk,

22
köle- talep eden İslam d ü n y a s ın ın çağrısı üze rin e g elişm e y e b a ş­
lamışlardır. Fakat bu olgu, a n c ak XII. yü zy ıld a yeterli bir gen işli­
ğe ula şm ış ve bu ta rihlerde B a tı’nın e k o n o m ik ve toplum sal y a p ı­
larını d erin lem e sin e d eğiştirerek k o m ü n hareketiyle de siyasal
y apıları alt üst e t m e y e b aş lam ıştır.
Bu d evrim lere kültürel olan bir diğeri dah a katılm aktadır. Bu
y u m u rta d a n ç ık m a la ra veya bu y en iden doğuşlara, entelektüel
olan bir tanesi d a h a eklen m e k te d ir. Bu kitabın ana hatlarını ç i z m e ­
ye çalıştığı şey, işle bu ö n c ü le r in , o n la rın a rd ılların ın b ir b a ş k a
"Y e n id en D o ğ u ş ” a (R ö n esan s) ve o rtaç ağ denilen dö n em in son una
kadarki serüvenlerinin tarihidir.

BİR K A RO L EN J R Ö N E SA N SI O L D U MU?

XII. yüzyıldan önce yeteri kadar gelişkin gerçek bir kentsel yeniden
doğuşun olduğunu kabul etm ek güçse de uygarlık alanında Karo-
lenj R öne san sı olarak a d lan d ırm a n ın âdet old u ğ u b ir d ö n em -VIII.
yüzyılın sonu, IX. yüzyılın ilk yarısı- g örm ezden gelinebilir mi?
İşi o n u n varlığını in k â r e tm e y e ve bazı tarihçilerin yaptıkları
gibi sö zd e R ö n e s a n s ’tan söz e tm e y e v ardırm a ksızın, y aln ızc a onun
sınırlarını b e lirle m e k istiyoruz.
Bu k av ra m bize, bir R ö n e s a n s ’a ilişkin hiçbir niceliksel çizgiye
sahipm iş gibi g ö zü k m e m e k te d ir. Saray o k u lu n d a eğitilen s o y lu la­
rın erkek ço cu klarının, bazı b ü y ü k m a n astır vey a pisk o p o slu k
m e rk e zle rin d e yetiştirilen g eleceğin bilgili rahiplerinin kü ltü r d ü ­
zeyini y ü k se ltm işse de M e ro v e n j m a nastırlarının civarlarındaki
kırsal b ölg e çoc ukla rı ara sın d a yayg ın laştırd ığ ı ilkel eğ itim in son
kalıntılarını da adeta ta m a m e n y ok etmiştir. İm p a ra to r Sofu
L o u is ’ye A ziz B e noit d ’A niane ta rafından ilham edilen ve ilk Be-
nediktin m a n astırcılığının içe k a p a n m a ilkesini k utsallaştıran Be-
ııediktin tarikatının 8 1 7 'd e k i b ü y ü k ıslahatı sırasında m a n a s tırla ­
rın “ d ış” okulları k apatılm ıştır. R ö n e sa n s , K arolenjleriıı r u h b a n a
dayalı h iyerarşisine küçük bir y ö neticiler ve siy asetçiler fidanlığı
o lu ş tu rm a y a yönelik, kapalı -sayısal olarak k ü ç ü k - bir elit için söz
konusudur. Fransız cu m huriyetçi tarih ders kitapları, aslında
o k u m a y azm ası o lm a y a n bir C lıa rle m a g n e ’ı okul gençliğinin koru-

23
yuctısu ve Jules F e rry 'n in ön cü sü olarak populerlestirirlerkeıı iyice
y a n ı lm ış la r d ır .
M o n a rşin in ve kilisenin y ö n etim i için e le m a n y etiştirm e d ışın ­
da K arolenj dönem i entelektüel hareketi; bir düşünce y a y m a g a y ­
reti içinde olm adığı gibi ne araçları ne de zihniyeti itibarıyla çık ar
g özeten bir tavır sergilem iştir.

24
Sain t-G a l m a n a stın

D önem in muhteşem yazm a eserleri lüks kitaplardır. Bunların


güzel bir yazıyla yazılmaları, -çünkü güzel yazı; çirkin yazıdan
daha büyük ölçüde, kitap talebinin düşük olduğu cahil bir d önem in
sim gesidir- saray veya az sayıdaki laik ya da kilise mensubu önem li
şahıs için görkemli bir şekilde süslenm elerine harcanan zamlın, ki­
tapların dolaşım hızının çok düşük oldu ğunu açığa çıkarm aktadır.
D a h a da iyisi, bıı kitaplar o k u n m a k için iiretilm em ekteydiler.
B u n lar kiliselerin ve zengin özel kişilerin hâzinelerini büyü tm e y e
yöneliktiler. M anevi o lm a kta n çok, e k o n o m ik bir maldılar. B u n lar­
dan b azılarının yazarları, eskilerin veya kilise b ab aların ın c ü m le le ­
rinden alıntılar y apa rak , eserlerinin m anevi değerini artırdıklarını
id dia etm ektey diler. V e onların sözün e inanılm aktay dı. A m a bu da
onların fiyatına ek len m e k te y d i. C h a rleın a g n e güzel elyazm aların-
dan bazılarını sa d a k a d ağ ıtm a k için satm ıştır. K ita p lar değerli
sofra ta kım la rın dan d a h a farklı bir nitelikte gö rü lm e m ek te d irler.
M a n a stırla rın sc rip to ria larında onları sürekli çalışarak ç o ğ a l­
tan keşişler, bunların içerikleriyle anc ak ikincil o la ra k ilg ile n m e k ­
ledirler -o nlar için aslolan, yaptıkları işe gösterdikleri özen, h a rc a ­
dıkları za m a n, y az ark en k i y org u n lu k la rıd ır-. Bu onları gök
k a tların a y ü k se lte c e k olan bir tövbe ve istiğfar ç a lışm asıd ır. Z aten
yukarı ortaçağ kilisesi liyakat ve zahm e tle rin değerlendirilm esini
ta rifeye b a ğ lam a âdetini b arb a r y asala rından almıştır; b ö y le ce k e ­
şişler, A r a f ’taki b e k le m e sürelerini, yazdıkları sayfa, satır, harf
sayısına göre satın alarak azaltm a k ta veya b u n u n tersine, bir harfi
d ikkatsizlik son u c u atlam alarının A r a f ’taki sürelerini artırm a sın ­
dan y a k ın m a k ta d ırla r. A rdıllarına, onları rah a tsız etm e işinde u z ­
m a n la ş m ış şu şey tan y a v r u s u n u n adını, A n a to l e F r a n c e ’ın y e n i­
den bulacağı, n üsha çoğaltanların iblisi T itiv illu s ’un adını
bırakacaklardır.
İçlerinde birer b arba r u y u kla yan bu hıristiyanlar için bilim bir
hazinedir. O nu öze n le sa k lam ak gerekm ektedir. K apalı e k o n o m i­
nin yanında, kapalı kültür. K arolenj R öne san sı to h u m atm ak y e ri­
ne, elindekileri sıkı sıkı sak lam ayı te rcih etmiştir. A c a b a b u rad a
cimri bir R ö n e san s mı söz k o n u su d u r?
Karolenj d önem i bir tür gayri iradi cöm ertlik sayesinde, her
şeye r ağ m e n bu u nv anı ko ru y ab ilm iştir. Bu d ö n e m in k u ş k u s u z en
özgün ve en güçlü d ü şü n ü rü olan Jean S cot E rig en e kendi ç a ğ d a ş ­
larının hiç ilgisini ç e k m e m iş tir ve anc ak XII. y ü z y ıld a tanınm ış,
an laşılm ış ve y a ra rla n ılm ıştır. F a k a t bu ta rih lerd e, K a ro le n j scip-
/ o m d a r ı n d a çoğ a ltılm ış olan y a z m a kitaplar, A lc u i n ’in V. yüzyıl
hatiplerinden M a rtia n u s C a p p e l la ’dan aldığı yedi d ü şü n c e sanatı
k avram ı, gene A lcuin tarafından o rta y a atılan tra n sla tio stu d ii fikıi

26
ile -uygarlık ocağı o larak B a tı’nın, dah a da kesin olarak G a ly a ’nın
A tin a ve R o m a ’dan nöbeti d evralm ası-, bütün bu birikm iş bilgi h â ­
zineleri d o la şım a so ku la ca k ve kentsel o k u lla rın p o ta sın a akıtıla­
rak, XII, yüzyıl R öne sansı tarafından antik katkının sonu ncu ta b a ­
kası olarak özüm leneceklerdir.

XII. YÜZYILIN M O DERNLİĞİ ESKİLER VE M O D E RN L ER

Yeniyi y ap m ak, yeni insanlar olm ak: XII. yüzyıl entelektüelleri bu


k o n u d a canlı bir d u y g u y a sahiptiler. Y enide n d oğuş d u y g u su o l­
m adan R öne sans o lu r m u? X V I. yü zy ıld a y eniden d oğanları, R abe-
la is’yi d ü şü n e lim .
Öte yandan, bunların kendi dönem lerinin yazarlarını ifade
etm ek için dudaklarının ve kalem lerinin u cu n a gelen kelim e m o ­
dern olm aktadır. M o d em le r, işte oldukları ve olm ayı bildikleri
budur. Fakat bunlar Eskilerle hiç kavga etm eyen modernlerdir;
k av ga etm ek yerine, tersine, onları taklit etmekte, onlardan beslen­
mekte, onların o m uz larına tünemektedirler. Pierre de Blois “ C eh a ­
let ka ra n lıkla rın d a n bilim in ışığına ancak, eğ e r eskilerin eserleri
lıer seferin d e daha canlı b ir a şkla ye n id en okunursa g e ç ile b ilir ”
diye haykırm aktadır. ‘‘K ö p e kler havlasın, d o m u zla r h o m u rd a n sın !
Bu neden d en ötiirü E skilere daha az b a ğlanacak değilim . B ütün
özen im o n la r için o la c a ktır ve şa fa k h e r sab a h beni onları in c ele r­
ken bulacaktır. ”
Ünlii bir ö ğrencinin, Salisburyli J e a n ’ın derlediği ders notlarına
göre, B e rn a rd H o c a tarafından XII. yüzyılın en ünlü okul m e rk e z ­
lerinden biri olan C h a rtre s ’d a verilen temel eğitim şöyleydi: “N e
k a d a r ço k d isip lin bilinirse, b u n la r o k a d a r etkili o la c a k la rd ır, y a ­
za rla rın (E sk ile r) h a k lılık la rı d a h a iyi k a v ra n a c a k ve b u n la r
d a h a a çık b ir şe kild e ö ğ re tile ce kle rd ir. B ütün b u n la r b ir öykünün,
b ir tem anın, b ir h a yva n h ik â ye sin in ham m a lze m e sin d e n ha reketle,
ve ta m a m la n m ış eseri b ütün sa n a tla rın b ir im g esi h a lin e g etiren
b ü yü k b ir se n tez ve g ü çlü kılına sa n a tın ın ve tüm bu d isip lin le rin
y a rd ım ıy la ya p ıla n re sim le m e veya re n k le n d irm e o la ra k ç e v ire b i­
le ce ğ im iz d ia crisis sa y esin d e o labilm ektedir. G ra m er ve ş iir bir-
b irle riy le sıkı sık ıy a ka y n a şm a k ta ve konu n u n b ü tü n ü n ü k a p s a ­


(L a n c lsb erg li H e r in d e a ın'ne. fe ls e fe ve d iişiin c e s a n ıld ım )

m a kta d ırla r. M a n tık isp a t d ü şü n c esin i g etirerek, a kla d a ya lı k a n ıt­


larını bıı a lana altın p a rla k lığ ıyla aktarm a kta d ır; h ita b e t ikna ve
g iizel k o n u ş m a n ın p a r la k lığ ıy la g ü m ü şü n p a rıltıs ın ı d a v e t e tm e k ­
tedir. K en d i a ra b a la rın ın te ke rlek le ri ta ra fın d a n sü rü k len e n m ate-

28
ım ılik d iğ e r san a tla rın izlerinin üzerin d en g eç m ek te ve ca zib esin i
so n su z ren kle riy le b irlikte a rk a sın d a b ıra km a kta d ır. F izik d o ğ a n ın
sırla rın ı a ra ştırd ık ta n sonra, n ü a n sla rın ın ç o k lu ç e k ic iliğ in i g e tir ­
m ektedir. S on o larak d a fe ls e fe d a lla rın ın en y ü c e si olan, o o lm a k ­
sızın filo z o fu n a d ın ın bile o la m a ya c a ğ ı A h lâ k , esere g etird iğ i
va ka r ile d iğ e r h ep sin i aşm a kta d ır. E plııche, V ergiliııs veya Lıtca-
nııs ve ö ğ rettiğ in fe ls e fe h a n g isi o lu rsa olsun, onun içinde a h lâ ka
u yu m sa ğ la y a ca ğ ın şe y le r bula ca ksın . B u ko n u d a , h o ca n ın y e te n e ­
ği ve ö ğ re n cin in b ec eri ve iştiyakı, esk i y a za rla rın eserle rin in her-
şe yd e n ö n ce o k u n m a sın d a n sa ğ la n a c a k ya ra rın d erec esin i b e lir ­
leyecektir. Bu, B e rn a rd de C h a r tr e s ’m izled iğ i yö n tem olup,
G a ly a ’d a m o d ern za m a n la rd a y a z ın ın en b o l ka y n a ğ ın ı o lu ştu r­
m a kta d ır... ”
A m a ac a b a bu taklit kölelik değil m idir? A n tikitede n alınan iyi
h a z m e d ilm e m iş , iyi u y a rla n m a m ış borçların Batı k ü ltü rü n d e yol
açtığı bo şlu k lar ileride gö rülecektir. F a k a t XII. y ü z y ıld a b ütün
b unla r yenidir!
O k u m u ş rahipler ve iyi h ıristiyanlar olan bu h o ca la r eğ e r te x t­
b o o k olarak V e rg iliu s’u E c c le s ia ste ’a, P la to n ’u A ziz A u g u stin u s’a
tercih ettilerse, bunun tek nedeni V ergilius ve P la to n ’un ahlâki ö ğ ­
retilerinin zenginliği ve k a buğun altında ö zü n olduğu k o n u su n d a
(K u tsa l Kaz/’da veya kilise b abalarınd a dah a çok öz yok m udur?)
ikna o lm u ş olm aları değildir; bu h o c a la r aynı z a m a n d a E n eid es ve
T im e a u s 'u ö n c e lik le b ilim se l e s e r le r o la r a k kabul e t m e k t e d ir le r
-yani b ilg in le r ta ra fından y a z ılm ış ve u z m a n la ş m ış , te knik bir
eğitim in araçları o la bilecek nitelikte; o y sa kutsal yazı ve kilise b a ­
balarının eserleri de bilim sel m a lz e m e b ak ım ın d a n on la r kadar
zengin olabilirken (Ö rneğin Y a ra d ılış bir doğal bilim ler ve k o z m o ­
loji kitabı değil midir?) ancak ikincil olarak bilimseldirler-. E sk i­
ler, yerlerini u zm a n la ş m ış bir eğ itim d e d ah a iyi bulan u zm a n la rd ır
-yani d iişiince sa n a tla rı, o k ullarda öğretilen disiplinler alanında-,
o y sa kilise b ab a la n veya kutsal yazı d a h a ço k ilahiyat alanında yer
alm aktadır. XII. yüzyıl entelektüeli, m alze m e sin i eskilerin o lu ştu r­
duğu ve başlıca tekniği de eskilerin taklidi olan bir profesyoneld ir.
Ama, İtalyan gemilerinin zengin D oğu kaynaklarına gitmek için
denizi kullanm alan gibi, eskiler de daha ileri gitmek için kullanıldılar.

29
( C l ı ı ı r i r e s : G ü n e y v itr a y ı, X I I I . y ii z v ıl )
/>’/- d e v l e r i n o m u z l a r ı n a t ü n e m i ş c ü c e l e r i z .

Bernard de C h a r t ıc s ’ın o r taç ağ d a büyük yankı yaratan ünlü


cü m le s in in anlamı işte bö yledir: "B iz d evlerin o m u zla rın a tü n e ­
m iş cü celeriz. B ö ylece on la rd a n dalnt ço k şeyi ve d a h a u za kla rı
y ü rü yo ru z; bunun n ed e n i g ö zü m ü zü n d a h a keskin olm a sı veya
d a h a uzun bo ylu o lm a m ız değil, onla rın b izi h a va d a ta şım a la rı ve
d ev a sa b o yları k a d a r yü k se kle re ka ld ırm a la rıd ır. ’’

M)
H ip p o kra U 's ve (Ja lia n ııs (A ııa g ıü jr e s k o s u )

K ültürün ilerlediği d u y g usu ; işte ünlü im ge bunu ifade e t m e k ­


tedir. Kısacası tarihin ilerlediği duygusu. T arih yukarı ortaç ağ d a
d u rm u ştu r, B a tı’da zafer kaz ana n kilise bun u g erçekleştirm iştir.
Freysingli O lhon A ziz A ııgustinus’un iki keıık k a v r a y ış ım y e n i ­
den ele alarak şöyle ilân etm ekted ir: "S a d ec e biitiin in sa n la rın
değil, b irk a ç istisna d ışın d a im p a ra to rla rın bile K atolik o ld u kla rı
and a n itibaren, bana öyle g e liy o r ki iki kentin değil, a slın d a K ilise
o la ra k a d la n d ırd ığ ım tek b ir kentin ta rih in i yazdım . "
Feodallerin çağ ın ı b ilm e zd en g elm e ir a d e s i’nden -ve onlarla
birlikte, feodal y a p ılarla b ü tü n le şm iş k e ş işle rd e n de- söz e d i lm iş ­
tir. B u rju vazinin siyasal zaferine ulaşan G uizot, tarihin de sonu na
u la şıld ığ ın a inanacaktır. XII. yüzyıl e n tele ktüe lleri, her şeyin d o ­
laşım a girdiği ve m ü b a d ele edildiği, kendini inşa etm ekte olan bu
* Augustinusçu bağlam içinde iki hüküm ranlık alanı. Çev.
kentsel d ek or içinde, tarih m akinesini harekete geçirm ekte ve ö n ­
celikle za m a n içinde görevlerini tanım lam aktadırlar: G en e B e m a rd
de Chartres “V entas, f ilia te m p o r is ” dem ektedir.

Y U N A N -A R A P KATKISI

Z a m a n ın kızı olan hakikat, aynı z a m a n d a coğrafi m e k ân ın da ç o ­


cu ğ u d u r. Kentler, fikirleri m allar gibi y ü k le m iş olan insanların d o ­
laşım ların ın k a v ş a k nokta ları, m ü b a d e le yerleri, e n tele k tü e l alış­
verişin pazarları ve b u lu ş m a yerleridir. B a t ı ’nın h e n ü z y aln ızc a
h a m m a d d e ihraç e d e b ild iğ i - d o k u m a c ılık a tılım ının b a ş la m ış o l­
m a sın a rağm e n - bu XII. y ü z y ıld a nad ir ürünler, değerli eşyala r
D o ğ u ’dan, B iz a n s'ta n , Ş a m ’dan, B a ğ d a t’tan, K u rtu b a ’dan g e lm e k ­
tedir. B a h aratla birlikte, ipek ve elyazm aları H ıristiyan B a tı’ya
Y u n a n -A ra p kültürünü getirm ektedir.
N ite k im A ra p ç a h er şe y d en ö n c e bir aracıdır. A ris to te le s ’in,
E u c lid e s ’in, P to le m e ia u s ’un, G a li a n u s ’un eserleri, D o ğ u ’d a sapkın
H ıristiy a nla ra - İs a ’nın y aln ızc a insani doğası old u ğ u n u söyleyen
m o n o p h y s ite ’\er ve N asturiler- ve B izans tarafından k o v u ştu ru la n
Y ah u d ilere eşlik e tm işle r ve o n la r ta ra fından M ü s lü m a n k ü tü p h a ­
nelerine ve o k u lla rın a bırak ılm ışlard ır. M ü s l ü m a n la r bu eserlere
ku ca k açm ışlardır. Bu e s e rle r şim di ters y ö n d e y o lc u lu ğ a çıkarak ,
Batı H ıristiy a n lığ ın ın k ıy ıla r ın a y a n a şm a k ta d ırla r. D o ğ u ’daki
L atin devletin in olu ştu rd u ğ u dar şeridin rolü son de re c e ikincil o l­
m uştur. Batı ile İsla m iy e t a ra sın d ak i bu b u lu ş m a c e p h e s i h e r şe y ­
den ö n c e askeri bir ce ph edir, silahlı bir ç a tış m a alanıdır, H açlı s e ­
ferlerinin cephesidir. F ikirler ve kita p la r değil de, kılıç darbeleri
m ü b a d e le e dilm e ktedir. Bu ç a r p ış m a alanın ın sınırla rından içeri
ancak ço k az sayıda es er sızabilm ekted ir. D oğ u y azm alarını esas
olarak iki başlıca te m as alanı kabul etm ek tedir: İtalya ve o n d a n da
fazlası Ispanya. B u ralard a ne M ü slü m a n la rın Sicilya ve Calab-
ria ’ya geçici olarak yerleşm eleri ne de H ıristiya n re co n q u ista d a l­
gaları, barışçıl d eğ işim leri h iç b ir z a m a n e n g e lle m e m iştir.
Y u n a n ve A rap e ly a z m a la r ın ın peşin e düşen H ıristiy a n eski
es er avcıları P a l e r m o ’y a k a d a r u la şm ışlard ır. Bu k entte, S ic il­
y a ’nın N o rm a n kralları, d a h a sonra da II. Friedrich üç dili birden

32
-Y un anca, Latince, A ra p ça - k ullanan kançılary alarının ortasında,
yeniden d o ğ m a k ta olan ilk İtalyan sarayının etkilerini, I 0 8 7 ’de
M ü slü m a n la rd a n geri alınan ve H ıristiyan çe v irm en lerin b a ş p isk o ­
pos R a y m o n d ’un ( 1 1 2 5 -1 1 5 1 ) k o rum ası altında çalıştıkları T ole-
d o ’ya k a d a r y ay m ıştır.

Ç E V İR M E N L E R

Ç e v ir m e n le r bu R ö n e sa n s ın öncüleri olm uşlard ır. Batı artık Y u ­


nanc a a n lam a m a k tad ır. A bela rd bu B a tı’ya a c ım a k ta ve Parac-
let’deki rahibeleri bu boşluğu d o ld u rm a y a ve böylece erkekleri
kültür alanında a ş m a y a dav e t etm ek tedir. B ilim dili L atince o l­
muştur. Ö z g ü n A ra p ç a eserler, Y u n a n c a m etinlerin A ra p ç a versi­
yonları, ö z g ü n Y u n a n c a m e tin le r b ö ylece y a tek b aşlarına kişiler
ya da d a h a sıklıkla rastlandığı gibi ç e v irm en ekipleri tarafından
çevrilm ek tedirler. Batı H ıristiyanları, İslam e ge m e nliği -M ü rsiye
m elikleri- altında y a ş a m ış olan İsp an y o l H ıristiy a n la rın d a n , Ya-
hudilerden, hatta M ü slü m a n la rd a n bile y ardım alm aktadırlar. B ö y ­
lece tü m u z m a n lık la r bir ara y a getirilm iş olm a k ta d ır. Bu e k ip le r­
den biri ü n lü dür: Bu takım , C l u n y ’nin m e şh u r başrahibi S aygın
Pierre tarafından, K u ra n çevirisi için oluştu ru lm u ştu r. C lu n y tari­
katının r e c o n q u ista ’nın ilerlem e süreci içinde ortaya çıkan m a n a s ­
tırlarını d e n e tle m e k üzere İ s p a n y a ’da bir teftiş turnesine çıkan
Saygın Pierre, M ü slü m an la rı askeri alanda değil de entelektüel
alan d a y e n m e k gerektiği d ü şü n c esin i o rta y a atan ilk kişi o l m u ş ­
tur: O nların öğretilerini çürütm ek için, bu öğretiyi ta n ım a k gerekir
-bize çok doğal bir g erç ek gibi g ö zü k e n bu düşünce, H açlı seferle­
ri ça ğ ın d a cüretkârlıktır-.
“M u h a m m e d ç i h a ta y a isten ild iğ i k a d a r u ta n d a c a k sa p k ın lık
veya iğ ren ç p u ta ta p a r lık adı verilsin, o na ka rşı ey le m e g eçm ek,
y a n i y a zm a k gerekir. F akat L a tin le r ve ö ze llik le de M o d ern ler,
a n tik kü ltü rü n y o k o ld u ğ u şu sıralarda, eskid en ço k d il b ilen h a v a ­
rilere h a yra n olan Y ahud ilerin sö zü n e u ygun olarak, d o ğ d u kla rı
u lk en in k in d e n b a şk a d il b ilm e m e kted irler. B u g ü n bu h a ta n ın ne
b ü y ü k lü ğ ü a n la şıla b iliy o r ne de y o lu tıka n a b iliyo r. B u yü zd en k a l­
b im i a le v le r sa rd ı ve bu a te ş b en i d e rin d ü şü n c e le rim sır a sın d a

1 -3/ O r t a ç a ğ E n t e l e k t ü e l l e n 33
yaktı, l.ııtiıılcriıı hu d o ğ ru yo ld a n a y rılm a la rın ın n e d e n in i b ilm e ­
m ele rin e ve buna d ire n m e ça rele ri ko n u su n d a k i c e h a le tle rin e ö fk e ­
len d im ; çiinkii kim se ceva p verm iyordu, çü n kü kim se bilm iyordu.
B u n u n üzerine, bu ze h rin d ü n ya n ın y a n s ın d a n fa z la s ın ı a ğ u la m a -
sın a y o l a çan A ra p d ili ko n u su n d a u zm a n la r aradım . O n la rı dua
ve p a r a sa yesin d e, bu za v a llın ın ta rih i ve d o k trin i ile K uran d e n i­
len y a sa sın ı A r a p ç a ’dan L a tin c e ’y e ç e virm eye ikna ettim . Ve ç e v i­
rinin a slın a u yg u n lu ğ u n u n tam olm ası ve h iç b ir hatanın tam a n la ­
m a m ızı en g ellem em esi için, H ıristiya n çe virm en le rin y a n m a b ir de
M ü slü m a n kattım . İşte H ıristiy a n la rın a d la rı: K e tte n li R obert,
D a lm a ç y a h H erm am ı, T oled o lu P edro; M ü slü m a n ın adı M ıtham -
m e d idi. B u takım , bu b a rb a r h a lk ın k ü tü p h a n e le rin i d ib in e k a d a r
a ra ştırd ık ta n sonra, o n la rın L atin o k u y u c u la r için y a y ın la d ık la rı
ka lın b ir kila p buldu. B u ça lışm a Is p a n y a ’ya g ittiğ im ve o ra d a İs ­
p a n y a la rın m u za ffe r im p a ra to ru se ııy ö r A lfo n s o ’y la g ö rü ştü ğ ü m
yıld a , y a n i E fe n d im izin (İsa ) 1 142 y ılın d a ya p ıld ı. ”
S a y g ın P ie r r e ’in ö rn ek o la ra k a ld ığ ım ız g irişim i, bizi m eşgul
ed e n çeviri hareketinin kıyısında y e r alm aktad ır. I s p a n y a ’nın H ı­
ristiyan çevirm enleri İslam iyetin değil, Y unan ve A rap bilimsel
eserlerinin ö n ü n d e gitm ektedirler. C luny m anastırı başrahibin in
vurguladığı üzere, uzm anların h izm etin d en an c ak yüksek ücretler
ö d e y e r e k y ara rla nab ilm iştir. P ro fesy o n e l çalışm ala rın ı geçici o la ­
rak b ır a k m a la rın ın karşılığını o n la ra pahalı ö d e m e k gere k m iştir.
XII. yüzyıl çe v irm en lerin in m e y d a n a getirdiği bu ilk ara ştırm a­
cı ve u z m a n la ş m ış e n tele k tü e l tipi B a t ı ’y a ne g etirm iştir? B i­
z a n s ’ta ve K uzey İtaly a’da bir V enedikli G ia c c o m o ’nun, bir Pisalı
B u r g o n d io ’nun, bir B erg a m o lu M o i s e ’in, bir L eon T u s c u s ’un; S i­
c i ly a 'd a bir P alerm olu A ristip p e ’nin; I s p a n y a ’da bir Bathlı Ade-
lard'ııı, bir Tivolili P la to n 'u n , bir D a lm a ç y a h H e r m a n n ’ın, bir
Kettenli R o b e rt’in, bir Santallalı H u g o ’nun, bir G o n d is a lv i’nin, bir
C rem o n alı G e r a r d ’ın ne katkıları o lm u ş tu r?
B u insa nla r L atin m irasının Batı k ü ltü rü n d e bıraktığı b o ş lu k la ­
rı d o ldu rm uşla rdır: F elsefe ve ö zellikle de bilim. E u c lid e s ’le m a te ­
matik, P lo le m a iu s ’la astronom i, H ip pokrates ve G a lia n u s ’la, A ris­
to te le s ’le fizik, m an tık ve ahlâk, işte bu işçilerin d e v a sa katkıları
bunlardır. Ve belki konu dan d a h a çok y ö n te m h a k k ın d a katkıları

34
■uU uıınm cd. t M. T. d 'A le r n y 'ııin D e u x T ra d u c tio n s Ix itin e s d u C o ra n au
M o y en A g e in d a ( O r ta ç a ğ d a İki L a tin c e K u ra n Ç e v irisi) v e r a la n X I!. y iizv ıl
o rijin a lin d e n h a re k e tle ,/. Ita llrıısa ilis ta ra lın d a n y a p ıla n d esen.

olm uştur. M erak, akıl y ürü tm e ve A risto te le s’in bütün L o g ica


N o v a 'sı: Yani iki A n a ly tiq u es (p rio ra ve p o ste n o ra ). T o p iq u es ve
T le n c h i'd c tSo p lıistici E lenchi) yer alanlar; bütün bunlar Boeti-
u s 'u n eserleri b oyu n ca tanınan ve itibarının zirvesinde olan Logicct
V e to s ’a -Hski M antık- eklenm işlerdir. A ntik H ele n iz m in , D oğu ve
A frika üzerinden yaptığı uzun yolcu luğun s o n u n d a B a tı’ya aktar­
dığı ders, m e y d an a getirdiği şok ve g ü d ü le m e işte budur.
B u n la r a , ta m a m e n A ra p la ra ait olan k atk ıy ı da e k le y e lim .

.15
XIII. yü zyılın babında Pisalı L e o n a r d o ’nun, aslında Hindıı olan,
am a H iııd ’den A raplar ta rafından getirildiği için A ra p ç a denilen ra­
kam ları tanıtm asını bek lerk en E l- H a r iz m i’nin C e b ir i’yle aritmetik.
R a z i 'y le -H ıristiyanlar o n a R h a zès adım v erm e k tedirler- ve ö z e l­
likle de tıp ansiklopedisi veya K a n u n u (C anon) Batılı h ekim lerin
b aşucu kitabı o lacak olan İbn S in a veya A v ic e n n a ile birlikte tıp.
A stro nom lar, botanikçiler, tarım bilginleri, bun d an da fazlası, La-
tinlere iksir a ra m a ateşini aşılayan sim yacılar. S on o la ra k da A ris ­
to te le s ’ten yola çıkarak El Farabi ve İbn S in a ’yla birlikte güçlü
sen tez ler oluşturan felsefe. E serle rle birlikte sayı (chiffre), sıfır
(zéro), cebir (algèbre) kelim eleri de A ra p la r tarafından H ıristiyan-
lara verilm iştir; A ra p la r aynı sıralarda o n la ra ticarete ilişkin k eli­
meleri de verm ektedirler: G ü m r ü k (douane, O sm a n lıc ası duhan),
p a z a r (bazar), fonduk (fondouk, fo n d a c c o ), tuz vergisi (gabelle),
çe k (ch èq u e) vs.
Böylece, N o rw ic h p iskoposuna, geçtiği entelektüel güzergâhı
anlatan şu D anie l o f M o rley a dındak i İngiliz gibi bilg iy e susam ış
birçok k im senin İtalya ve İ s p a n y a ’ya g itm elerinin nedeni anlaşıl­
m aktadır.
“Ö ğ ren m e tu tk u m b e n i İ n g ilte r e ’d en d ışa rı a tm ıştı. B ir sü re
P a r is ’te kaldım . B u ra d a ya ln ızc a , önlerinde, ü ze rlerin d e U lpia-
nu s ’un d erslerin i a ltın h a rflerle k o p y a ed en m u a zza m k ita p la r ta ­
şıy a n iki üç tane ta b u re n in b u lu n d u ğ u kü rsü lerin d e, e llerin d ek i
k u rşu n k a lem le rle k ita p la rın ü ze rin e y ıld ız c ık la r ve o b o le ’le r [
çizen, va ka rlı b ir o to rite y le o tu ra n va h şile rd en b a şk a b ir şe y g ö r ­
m edim . C ehaletleri o n la rın sta tü ye ö n em verm elerin e ve b u n u k o ­
ru m a ya ça lışm a la rın a y o l a çm a k ta yd ı; fa k a t k e n d ile ri b ilg ile rin i
sü k û t ed e re k g ö ste rd ik le rin i id d ia etm ekteyd iler. A ğ ızla rın ı a ç m a ­
ya ka lkıştıkla rın d a , y a ln ızc a ço c u k la ra ö zg ü k e lim e le r d u y u y o r ­
dum . D u ru m u a n la d ık ta n sonra, bu te h lik ele rd en k u rtu lm a n ın ve
K u tsa l K ita p la rı a y d ın la ta n “s a n a tla r ı”, o n la rı g e ç erken
se lâ m la m a veya ke stirm e d e n g id e re k o n la rla k a rşıla şm a k ta n k a ­
ç ın m a n ın d ışın d a k i ka v ra m a y o lla rın ı b u la b ilm e n in ç a r e le ri ü z e ­
rin d e d ü şü n m ey e b a şla d ım . Ö te y a n d a n g ü n ü m ü zd e, h em e n ta m a ­
m ıy la q u a d riviu m s a n a tla rın d a n 2 m ey d a n a gelen, A ra p la rın

1. Hataları belirten verev çizgiler.

36
T oledo ’d a ki eğ itim le ri h erkese a çık o lduğundan, b u ra d a d ü n ya n ın
en b ilg in filo z o fla r ı ta ra fın d a n verilen d ersleri d in le ye b ilm e k için
ora ya g itm e kle a ce le ediyordum . D o stla r b en i ça ğ ırd ık la rı ve İs ­
p a n y a ’d a n g eri d ö n m ey e d a v e t ettiklerinde, İn g ilte re 'y e d eğ e rli b ir
k ita p y ü k ü y le geldim . B a n a bu b ö lg e lerd e d ü şü n c e sa n a tla rın ın
ö ğ retim in in bilinm ediği, A risto te le s ve P la to n ’un derin b ir ıınutuT
m uşlıık için d e old u kla rı, b u n a ka rşılık Titııs ile S e v ııs ’un ön p la n ­
d a o ld u k la rı sö ylen d i. A c ım biiyiik oldu ve R o m a lıla rın a ra sın d a
tek Yunanlı o la ra k k a lm a m a k için, bıı tü r in c e le m e le ri ye şe rtm e y i
ö ğ re n eb ileceğ im b ir y e r b u la b ilm e k iizere y o la koyuldu m ... E ğ e r
d ü n y a n ın y a r a d ılışın ı ele a lırke n k ilise b a b a la rın ın d e ğ il d e p u ta -
ta p a r filo z o fla r ın ta n ık lık la rın ı a n a rsa m kim se h ey ec a n la n m a sın ,
çü n kü bu d ü şü n ü rle r m ü m in le r a ra sın d a y e r a lm a m a kla birlikte,
m a d em ki sö zlerin in bazıla rı im anla yüklü, bizim ö ğ re tim im ize
d a h il ed ilm elidir. B iz de M ıs ır ’dan g ize m cilikle ku rtu ld u ğ u m u z
için, E fe n d im iz (Isa) b ize M ısırlıla rın h â zin e le rin i a la ra k b u n la rla
Ib ra n ileri zen g in etm e m izi buyurdu. B ö ylece E fe n d im izin b u y r u k la ­
rına u yg u n o la ra k ve o n u n y a rd ım ıy la p ııta ta p a r filo zo fla rın b ilg e ­
lik le rin i ve h ita b e tle rin i alalım , bu im ansızları, o n la rın v a r lık la ­
rıyla im an için d e ze n g in le şm e m iz için h e r şe yle rin d e n yo k su n
b ıra ka lım . ”
M orleyli Daniel, P a ris’in ancak geleneksel, g erilem ekte olan,
a şılm ış ç e h re sin i g ö r m ü ş tü r . XII. y üzyıl P a r is i’n d e b aş k a şe y le r
de vardır.
İsp anya ve İtalya, Y u n an -A ra p kökenli m a lze m e n in ancak ilk
işlenişine tanık o lm u ş la rd ır, yani Batılı e n te le k tü e lle r ta ra fın d an
ö z ü m le n m e le rin e o la n a k verecek olan şu çeviri ça lışm asına.
D o ğ u katkısının H ıristiyan kültürüne dahil edildiği m e rk e zle r
b aşka y erle rde bulun m a k ta d ır. Bunların en ön em lileri C hartres ve
P aris’tir; buraları dah a geleneksel m erkezler olan Laon, R eim s,
O rléans ta rafından çevrelen m ek tedir. Bu merkezler, K uzey d ü n y a ­
sı ile G ü n e y d ü n y a s ın ın b irbirleriyle buluştukları şu d iğ e r m ü b a ­
dele ve m am ul mal» üretimi alanında yer alm akladırlar. Loire ile
Ren arasında, tam da uluslararası ticaret ve bankacılığın C h a m ­
p ag ne fuarlarına yerleştikleri bölgede, A lc u in 'in ön g ö rd ü ğ ü ,

2. Yani bilimler.
C h rétien de T r o y e s ’nm dile getirdiği gibi F r a n s a ’yı Y unan ve
R o m a ’nın ilk mirasçısı haline getirecek olan kültür y o ğ ru lm a k ta ­
dır.

PARİS: BA B İL Mİ Y O KSA K U DÜS M Ü ?

Bu m e rk e zle rin arasında, C a p et krallığının arlan prestiji tarafından


teşvik edilen Paris en parlak olanıdır. H o c a la r ve ö ğ re n c ile r ya
C ité ’de veya buradaki katedral okulunda, ya d a d a h a büyük bir ba­
ğ ım sızlık tan yararlandık ları ve gide re k k alab a lık hale geldikleri
Sol K ıy ı’da y ığ ılm aktadırla r. B o u c h erie c a d d es iy le G a rla n d e c a d ­
desi arasındaki S ain t-Julien-le-P auvre civarında; daha d oğ u d a
S aint-V ictor katedral ok u lu n u n çevresinde; g ü n e y d e diğer büyük
o k u lu y la S a in te -G e n e v iè v e m a nastırının taçlandırdığ ı M o n t a g n e ’a
doğ ru çık ark en b u lu nm a kta dırlar. N o tr e - D a m e katedral o k ulunun
d ev a m lı h o calarının yanı sıra S a in t-V ic to r ve S ain te -G e n ev iè v e
rahipler kurulu üyeleri, daha bağ ım sız hocalar, pisk o p o s adına
ders v erm e yetkisi (licen tia d o ce n d i) a lm ış o la n a g r e g a tu s ’lar gi­
dere k artan say ıda öğrenciyi kendilerin e çe k m e k te, bu öğrenciler
ya kendi e vlerind e ya da kendilerine açık olan S aint-V icter veya
S ain te -G e n ev iè v e m a n astırların d a k alm aktad ırlar. Paris ününü ö n ­
celikle, okul disiplinlerinin tepesinde y e r alan ilahiyat öğretim inin
p arlaklığına borçludur, am a kısa bir süre so nra bu ününü esas o la ­
rak, A ristotelesçi katkıyı so n u n a k ad a r k u llan an ve akıl y ü rü tm e y e
b a ş v u rm a n ın da y a rd ım ıy la zihnin rasyonel girişim lerini zafere
götüren felsefe dalının, diyalektiğin sayesinde elde ed e ce k ve bunu
sürdürecektir.
B öy lec e Paris bazıları için g erç ekte ve sim gesel olarak fener-
kent, her tür entelektüel tatm inin kaynağı; diğ e r bazıları için de
felsefi b o z u l m a n ı n ağ ın a d ü ş m ü ş z ih in le rin y o z la ş m ış lığ ıy la
kendini k u m a ra , şaraba, k a d ın la ra ad a m ış bir haya tın b a y a ğ ılık la ­
rının birb irlerin e karıştığı, şe ytanın inidir. B u ü ü y ü k k en t k a y b o l­
m anın yeridir; Paris m odern B a b il’dir. Saint Bernard, Parisli hoca
ve ö ğ re n c ile re şöyle h a y k ırm ak ta d ır: “B a b il o rta m ın d a n ka çın ız,
k a ç ın ız ve ru h la rın ızı ku rta rın ız. G e ç m işin izd e n p işm a n lık g etire -

38
ceğiııiz, şim d ik i za m a n ı b a ğ ışla n m a için d e y a ş a y a b ile c e ğ in iz ve
g elec eğ i in a n çla b e k le y e b ile c e ğ in iz sığ ın a k k e n tle re (yani m a n a s ­
tırlara,) d o ğ ru hep b irlikte ııçıınıız- O rm a n la rd a k ita p la rd a k in d en
ço k d a h a fa z la şe y b u la c a ksın . A ğ a ç la r ve ta şla r sa n a h e rh a n g i
b ir h o ca d a n çok d a h a fa z la s ın ı öğreteceklerd ir. ”
Ve şu diğer C iteauxlu rahip Pierre de C elles de şöyle d e m e k te ­
dir: “E y P aris, ruhları ce zb e tın ey i ve h a y a l k ırık lığ ın a u ğ ra tm a y ı
ne d e iyi b iliyo rsu n ! G ünah ağları, belâ tuzakları, ceh en n e m o k la ­
rı sen in b a ğ rın d a m asuın ka lp le ri y o k ediyor... B u n u n te rsin e
İ s a ’nın ka lp lerim ize b ilg e liğ in in sö zlerin i öğrettiği, d ers g ö rm ed e n
ve ça lışm a d a n eb ed i h a ya tın y ö n te m in i ö ğ re n d iğ im iz o ku l ne
m u tlu o ku ld u r! B u ra d a kita p sa tın alınm az, ya zı h o c a sın a ü cret
öd en m ez, b u ra d a h iç b ir tartışın a olm az, a llâ m e ce d ü şü n c ele rin
m ü d a h a lesi olm az, b ütün so ru n la rın çö zü m ü b u ra d a basittir, b u ra ­
d a h e r şeyin n ed e n i ö ğ renilir. ”
Kutsal C ehalet Partisi b öyle ce inzivanın o k u lu n u gürültünün
okuluyla, m anastırın oku lu n u kent okuluyla, İ s a ’nın o k u lun u A ris ­
toteles ve H ip p o k r a te s ’in o k u lu y la karşı k a rşıy a k o y m a k tad ır.
K entlerin yeni o k u m u ş rahipleriyle, XII. yüzyıl ıslahatıyla bir­
likte Batı B enediktinliği hareketinin evrim inin ötesinde, ilk m anas-
tırcılığın uç eğilim lerini y en id en bulan m a n astır çevreleri a ra sın ­
daki temelli zıtlaşma, A ziz B e r n a r d ’ın sam im i dostu olan C iteaux
ta rik atın d a n rahip G u illa u m e de S a in t- T h ie r r y ’nin şu ş a ş k ın lığ ı­
nın için de p atlam ıştır: “M o n t-D ie u k a rd eşle ri! B u n la r B a tı’nın
ka r a n lık la rın a D o ğ u 'n ıın ışığ ın ı ve G a ly a ’nın so ğ u k lu ğ u n a eski
M ıs ır ’ın d in se l ateşini, y a n i g ö k se l h a y a t ta rzın ın a yn a sı o lan
m ü n zev i h a ya tı g etirm işle rd ir. ”
Böylece, kent entelektüelleri B a tı’yı kaıak te ıiz e ed e ce k ve
onu n entelektüel gücü n ü o lu ştu ra ca k olan zihni m ayayı ve d ü ş ü n ­
ce yöntemlerini -akıl yürütm enin açıklığı, kesin olma kaygısı, b u n la ­
rın ikisine birden duyulan inanç ve bunlara dayanan akıl- Y unan-Arap
k a y n a ğında n alırlarken, m anastır ruhaniliği ilginç bir paradoksla,
B a tı’nın tam göbeğinde, D o ğ u ’nuıı m istisizm ine d önülm esin i talep
etm ek tedir. Belirleyici bir an: K ent entelektüelleri B a tı’yı başka
bir A s y a ’nın ve b aş k a bir A f r ik a ’nın seraplarından; yani mistik
orm a n ve çöl seraplarından uzaklaştıracak lardır.

39
M anastır kurucusu Aciz Bernard (¡iargonya okulu, XV. y ü z y ıl)
Kıuliis.

F akat bizzat keşişlerin inz ivaya çe k ilm esi hareketi, yeni o k u l­


ların atılım ı için yolu açmıştır. 1131 tarihli R e im s ruhani m eclisi,
keşişlerin m a n a s tırla r d ışın d a h e k im lik y a p m a la r ı m y a s a k l a m ı ş ­
ın': H ip p o k r a t e s ’in ö nü açılm ıştır.
Parisli o k u m u ş rahipler A ziz B e r n a r d ’a kulak asm am ışla rdır.
S alisburyli Jean I 164’te T h o m a s B e c k e t’ye şöyle y azm aktadır:
"Y o lu m u u za ta ra k P a r is ’ten geçtim . B u ke n tte ki y iye ce k b o llu ğ u ­
nu, in sa n la rın rahatlığını, o k u m u şla rın g ö rd ü k le ri itibarı, K ilis e ­
nin tü m ü n ü n y ü c e lik ve şanını, filo z o fla r ın . ç e şitli fa a liy e tle r in i
g ö rd ü kten sonra, tep esi g ö ğ e tem a s eden ve inen çıkan m ele klerle
d olu o lan Y a ku b 'u n m erd ive n in i biiyük b ir h a yra n lık la g ö rm ekte
o ld u ğ u m u sandım . B u m u tlu h a c ziy a retin d en h e y e c a n la n m ış o la ­
rak, itir a f etm eliyim ki, E fe n d im iz b u ra d a d ır ve ben bunu b ilm iy o r­
dum . Ve şa irin şu sö zü a klım a geldi: B u ra sın ı m ekâ n tuta n için ne

41
m u tlu s ü r g ü n .” V e b aşra h ip P h illippe de H arvengt, kentsel e ğ iti­
m in sağladığı z e n g in le şm e n in bilincin de o la ra k şöyle y a z m a k ta ­
dır: “B ilim a şk ıyla sü rü k le n e re k n ih a y e t P a ris'e g e ld in ve ne
k a d a r d a çok kim sen in a rzu la d ığ ı bu K u d ü s 'ü buldun. B u ra sı
D a v u d ’un, b ilg e S ü le y m a n ’ın m a ka m ıd ır. B u ra d a ö ylesin e b ir y a ­
rışm a va r ki, o k a d a r ço k o k u m u ş ra h ip b u ra d a y ığ ılm ış ki, b u n ­
la r ke n tin ka la b a lık la ik n ü fu su n u g e ç m e k üzereler. K u tsa l k ita p la ­
rın b ü y ü k b ir iştiy a k la o ku n d u k la rı, k a r m a ş ık sır la rın ın K u tsa l
R u h ’un b a ğ ışla d ığ ı y e te n e k le r sa y e sin d e çözü ld ü ğ ü , ç o k sa y ıd a
ü n lü h o ca n ın b u lu n d u ğ u , ke n te bilim şe h ri ad ın ı ve rd ire ce k d ü ze y ­
d e b ir ila h iya t b ilim in e sa h ip olan m u tlu kent. ”

G O L İA R D L A R

P a r is ’e d ü zülen bu m eth iy e konserinin içinden bir ses, benzersiz


bir gü çle y ü k selm ektedir; bu, G o lia rd lar denilen garip b ir e n tele k ­
tüeller gru b u n u n sesidir. O n la ra göre Paris d ü n ya cenneti, d ü n y a ­
n ın g ü lü , e v re n in ıtı r ı ’dır.
P a ra d isiu s ınundi P arisiııs, ınundi rosa, b a lsa m u n i orbis. K im ­
d ir bu G olia rd lar? H e r şey, onların çehresini bizden s a k la m a k için
zekice dü ze n le r kurm aktadır. İçlerinden çoğ u n u örten isimsizlik,
b az ıla rın ın biz za t k e n d ilerin in çık ard ık la rı efsaneler, d ü ş m a n la rı­
nın yaydıkları söylentiler -b irç ok iftiranın ve d ed ik o d u n u n ara sın ­
da-, m o d e rn allâm e ve ta rih çile rin o r ta y a attıkları r iv a y e tle r o n la ­
rın ö n y a rg ıla rla kö rleşm iş sahte ben z erlik lerin içinde k a y ­
bo lm a la rın a n eden olm a k ta d ırlar. Bazı kişiler ruhani m e clislerden,
kilise kurul to p la ntılarından ve XII. ile XIII. yüzyılın bazı kilise
y azarlarından k ay n a k la n an m a h k û m iy e t kararlarını te k ra rla m a k ta ­
dırlar. Bu G oliardicjue veya g ez gin o k u m u şla ra serseri, ahlâksız,
h o k k a b a z , şeytan m u a m e le si y a pılm ıştır. Bu a d a m la r b o h e m ,
s a h le - ö ğ r e n c i h a lin e g e tir ilm iş , o n la r a b a z e n ü z ü n t ü y le -genç­
liğin g eçm esi gerekir-, bazen de kaygı ve k ü ç ü m s e m e y le bak ıl­
mıştır: İşleri k arıştıran ve d ü z e n i hiçe sa y an k işiler o la ra k , te h li­
keli insanlar d eğiller m iy d i? B u n u n tersine, d a h a b a ş k a kişiler o n ­
larda bir cins k e n t en telija n siy a sı, f e o d a liz m e karşı ilân ed ilm iş
tüm m uhalefet b içim lerine açık bir devrim ci ortam görm ektedirler.

42
G erçek nerededir?
E ğ e r bizatihi G oliard terim inin etim o lojik kökenini bir yana bı­
rakırsak; bu nun T a n rın ın d ü şm a n ı şe y tan ın b e d e n e b ü r ü n m ü ş
hali olan G o lia th ’dan veya bu g ru b a m e n su p kimseleri pisboğaz
(g o in fre) veya gırtlağı güçlü hale getireb ilm ek için g ııla 'dan (gue-
ııle, gırtlak, çene) türeten fantezi etim olojileri devre dışı b ırak ır­
sak, G oliardların üyesi oldukları bu ta rikatın ku ru cusu olan ta rih ­
sel bir G o lia s ’ı b e lirlem e nin olanaksızlığ ın ı kabul ede rsek, bize
bazı G o lia rd la rın y a ş a m ö y k ü le r in e ilişkin bazı ayrıntılar, onların
adı altına k o n u lm u ş bazı şiir d erle m eleri -b ire y se l v e y a ortaklaşa,
ca rm in a b urana- ve onları m a h k û m eden vey a k aralayan ça ğd aş
m etinler kalm aktadır.

E N T E L E K T Ü E L SER SER İLİK

B unların, yerleşik to p lu m d ü z e n in e y ö nelik eleştirilerin keyifle


geliştiği bir o rtam o lu ştu rd u k la rın d a n hiç b ir k u şk u yoktur. K entli,
köylü, hatta soylu kökenli olan bu kişiler ö n ce likle gezgin olup
nüfus p atlam asının, ticaretin c a n la n m asın ın , kentlerin inşa e d ilm e ­
lerinin feodal yapıları h av a y a uçurduğ u; kö k le rin d en kopanları,
cüretkârları, m utsuzları yollara atıp, bunları bu yolların kavşak
noktaları olan kentlere yığdığı bir d ö n e m in tipik tem silcileridir.
Goliardlar, XII. yüzyılın karakteristiği olan bu toplum sal h areketli­
liğin ü rünüdürler. G elenek selci zihinler için, yerleşik yapılardan
kaçan bu kişiler ilk rezaleti m e y d a n a getirm ektedirler. Y ukarı o r ­
taçağ herkesi yerine, görevine, tabakasına, k o n u m u n a b a ğ lam a y a
çalışm ıştı. G o lia rd la r ise k aç aklardır. H iç b ir m addi olanağ ı o l m a ­
yan bu kaçaklar, kent o k ullarında sa d ak a lar sa yesin de yaşayan, ta­
lihli sın ıf ark adaşların ın uşağı olan, d ile n cilik y a p a r a k geçinen
fakir öğ ren c iler g rub unu o luşturm a kta d ırlar, çü n k ü A lm a n Ev-
r a r d ’ın dediği gibi, “P aris ze n g in le r için b ir ce n n etse de, fa k ir le r
için a va su sa m ış b ir b a ta k lık tır ”’, aynı kişi P arisia n a fa m e s , P a ­
risli fakir öğ ren c ilerin açlığı k a rşıs ın d a g özya şı d ö k m e k te d ir.
B u n lar hayatlarını kaz an a b ilm ek için b az en h o k kabazlık ve
soytarılık y ap m ak ta , b ö y le ce o n la ra sıklıkla y akıştırılan sıfatlar
buradan gelm ektedir. A m a jo c u la to r, h o k k a b a z sıfatının o d ö n e m ­

43
de tehlikeli görülen, to p lu m u n dışına atılm ak istenilen herkesin
k a f a s ın a fırlatıldığını da d ü ş ü n m e k gerekir. B ir jo c ııla to r bir
“ kız ıl” , bir asidir.
H içb ir sabit m ekânları, gelirleri, hiçbir mülkleri o lm a y a n bu
fakir ö ğ re n c ile r böylece, h oşla rına giden hocayı izleyerek, ün k a ­
za nan h ocanın y anına gide re k e n tele ktüe l m a c e ra y a atılm akta, v e ­
rilen eğ itim in p eşin d e kentten kente do la şm a k tad ırla r. G e n e XII.
yüzyılın çok karakteristik yanların d an biri olan okullu serseriler
birliklerini de o lu ştu rm a k ta d ırlar. XII. y ü zy ıla m aceracı, hercai,
g ö z ü p e k edasını v e rm e y e k atkıda b u lu nm a kta dırlar. A m a bir sınıf
o lu ştu rm a m a k ta d ırla r. Farklı k ö k en lerd en olup, farklı tutk u lara s a ­
hiptirler. K u şk u s u z ö ğ ren im i s a v a şa te rcih etm işlerdir. A m a o n la ­
rın k ardeşleri o rd u ların , H açlı b irliklerinin m ev cu tların ı a r tırm ış ­
la rdır ve A v ru p a ile A sy a y o lla n b o y u n c a d ö v ü şm e k te d irler, bir
süre so n ra da İ sta n b u l'u y ağ m ala y ac ak la rd ır. O k u m ay ı y eğ le y e n le ­
rin hepsi eleştirilerde b u lu n u y o r s a da, içlerinden bazıları, belki de
çoğu, bir gün eleştirdikleri gibi o lm a n ın d ü şü n ü k u rm ak tadır. Pri-

44
m a t den ilen O rléansli H u g u es, O rléa n s ve P a r is ’te başarılı dersler
vermiş ve ince bir alaycı o lm a ü n ü n ü elde e tm işse de (D eca m e-
/ w i ’daki P rim a sse tipinin ilh a m ın ı o verm iştir.), hep beş parasız
bir hayat sürm üşe ve her zam an uyanık bir zihne sahip olm u şa b e n ­
ze m ektedir; K o lo n y a ’nın şairi azam i, F rie d rich B a r b a r o s s a ’nın
baş nazırı olan A lm a n y ü k se k din görevlisi D asselli R e g in a ld ’ın
sayesinde g eç in m e k te ve o n a yağcılık etm ektedir. W iltonlu Serlon
İngiliz K raliçesi M a th ild a ’nın partisine (hizibine) b a ğ la n m ış ve
eski h ay a tın d a n p iş m a n lık g etirerek C ite a u x m a n a stırın a g ir m iş ­
tir. Lilleli G autier II. Henri P la n ta g e n é t’nin sarayında, sonra R eim s
b a ş p is k o p o s u n u n k o n a ğ ı n d a y a ş a m ış ve k ated ral k u ru lu üyesi
olarak ölm üştür. B unların hepsi de c ö m e r t bir k o ru y u c u n u n , yağlı
bir arpalığın, bolluk içinde ve m utlu bir hayatın d üşü n ü g ö r m e k t e ­
dirler. Ö yle g ö z ü k ü y o r ki, toplum sal düzeni değiştirm e k ten se ,
o n u n yeni yararlanıcıları halin e g e lm e k istem ektedirler.

A H LÂ K D IŞ IL IK

F akat yazdıkları şiirlerin te m a la r ın d a bu to p lu m a a m a n s ız c a sal­


dırm aktadırlar. B u n lard an ço ğ u n u n içerdiği devrim ci niteliği re d ­
d e tm e k güçtür. K u m ar, şarap, aşk: İşte ö n c e lik le te re n n ü m e ttik le ­
ri üçlü -ki bu da o d ö n e m in m ü m in ruhlarını öfk ele n d irm iş, am a
m o d e m tarihçileri de daha çok hoşgörü tarafına yöneltmiştir-.

H a fif b ir şeyim ,
K a s ırg a n ın o y n a d ığ ı y a p r a k g ib i

K ü rek çisi o lm a d a n sü rü k len en k ayık g ib i,


H a v a y o lla r ın d a b a ş ıb o ş d o la ş a n b ir ku ş g ib i,
B en i ne ç ıp a ne d e h a la tla r b a ğ lı tutar.

K ız la rın g ü z e lliğ i b a ğ rım ı y a r a la d ı.


D e ğ e m e d ik le rim e k a lb im le sah ibim .

B e n d e ik in ci o la ra k k u m a rım a k ızıyo rla r. A m a k u m a r b en i


Ç ıp la k v e üşü m ü ş b ir b e d e n le b ıra k tık ç a zih n im ısın ır.
İşte ilh am p e r im o za m a n en g ü z e l şa r k ıla rın ı b e s te le r.
Ü çüncü o la ra k m eyh a n elerd en s ö z edelim .

45
M e y h a n e d e ö lm ek isle rim
Ş a ra p la r ın ö lm e k le u la n ın a ğ zın a ya k ın old u ğ u y e r d e ,
S o n ra m e le k le r k o ro su şu n u s ö y le y e re k in ecek tir:
“T a n rı hu iy i iç k ic iy e k a rşı b a ğ ış la y ıc ı olsu n . "*

Bu şiir tehlikesiz g ö z ü k m e k te ve deh a yanı hariç, V illo n ’u


h aber v e rm e k ten b aş k a bir şey y a p m a m a k ta d ır. A m a dikkatli
o lm a k gerekir; şiirin d a h a ısırgan çizgileri de vardır:

E b e d i se lâ m e tte n ço k ih tira sa su s a m ış oldu ğu m dan .


R uh ö liin c e a n c a k b e d e n için k a yg ıla n ırım .

D o ğ a y ı e v c ille ş tirm e k n e k a d a r gü ç!

* Je suis chose lé g è re ,/ Telle la feuille dont l'ouragan se jo u e ./ .../ Tel l'e sq u il


voguant sans p ilo te ,/ Com m e un oiseau errant p a r les chem ins de l ’a ir,/ Je ne
suis fixé ni p a r l ’ancre, n i p a r les co rd e s/ .../L a beauté des filles a blessé ma
p o itrin e ./ Celles que je ne puis toucher, je les possède de co e u r./ .../O n me rep­
roche en second lieu le jeu. M ais sitôt que le je u / M ’a laissé nu et le corps froid,
m on esprit s ’échauffe./ C ’est alors que ma m use com pose ses m eilleurs chan­
so n s,/ En troisèm e lieu parlons du cabaret./ .../J e veux m ou rir à la taverne/ Là
où les vins seront proches de la bouche du m ou ra n t,/ Après les choeurs des
Anges descendront en ch a n ta n t:/ “A ce bon buveur que Dieu so it clément. ”

46
Ve b ir g iize l g ö rü n c e a k lı b a şın d a kalm ak.
G e n ç le r bu k a d a r k atı b ir y a s a y a u y a m a zla r
Ve lıa ztr h a le g e lm iş o la n b e d e n le r in i ra h a tla tm a m a y a ra zı o la m a z la r *

Bu tahrik edici ahlâk dışılıkta, bu ero tizm m e th iy e sin d e -ki bu

* Plus avide de volupté que de salut é te rn e l,/L ’âm e morte, je ne m e soucie que
de la c h a ir./.../ Q u'il est d u r de dom pter la n a ture !/ Et, à la vue d'une belle, de
rester p u r d'esp rit./ Les je u n e s ne peuvent suivre une loi si d u re / E t n 'a vo ir cure
de le u r corps dispos.

48
G o lia rd lard a çoğu za m a n m ü ste h c e n e ula şm a k tad ır- doğal bir
ahlâkın, kilisenin ve geleneksel ahlâkın ö ğ retilm esinin reddinin bir
taslağım b ulursak fazla mı c ü re tk â r d a v ra n m ış o lu ru z ? G oliard ,
davranış ve söz ö z g ürlüğü y o lu y la zihin ö zg ü rlü ğ ü n ü h ede fleye n
büyük h ovardalar ailesine m en sup değil m idir?
Serseri o k u m u şların şiirlerinde sürekli o la ra k g eç en T alih
Ç e m be ri (Çarkı F ele k) im g e sin d e , şiirsel bir te m a d a n b aşk a bir
şey dah a vardır ve hiç kuşkusuz, bu im geyi kated rallerd e k u r n a z ­
lık y ap m a d a n veya hiç değilse art niyetsiz bir şekilde temsil eden
çağdaşların ın o n d a g ö rd ü k le rin d e n d a h a fazla bir şey vardır.
Fakat d ö n m e k te olan ve ebedi bir geri d ö n ü şe h ü k m e d e n Talih
Ç e m be ri, başarıları tersine çe viren k ö r rastlantı, özleri itibarıyla
devrim ci te m alar değillerdir: B u n lar gelişm eyi inkâr etm ekte, tari­
hin bir anlamı olduğ unu reddetm ektedirler. T o p lu m u n alt üst o lm a ­
sını kabul edebilirler, am a bu on ların bizatihi yarınlara karşı ilgi­
siz k alm aların a yol açm aktadır. İşte, d evrim yerine isyan gibi
tem alara yönelik eğilim, tam da bu d u r u m d a n k ay n aklan m aktadır.
G o liard lar bunları şiirlerinde te re n n ü m edip m in y a tü rlerin d e te m ­
sil etmektedirler.

T O P L U M U N ELEŞTİRİSİ

G o liard ların şiirinin -bu tavrın b u rju v a edebiy a tın ın ortak bir n o k ­
tası o lm a sın d a n çok önceleri- yukarı ortaçağ d üzeninin tüm te m s il­
cilerine saldırması anlamlıdır: R u h b a n a, soyluya, hatta köylüye.
G oliardlar kilise içinde, toplum yapılarına, toplum sal, siyasal
ve ideolojik olarak en sıkı bağlarla bağlı olan kişileri en bü y ü k h e ­
defleri haline getirm ektedirler: Papa, piskopo s, keşiş.
G o lia rd ların papa karşıtı ve R o m a karşıtı ilham ları, b irb irle ri­
ne k arışırlar am a şu d iğ e r iki ak ım ın içine k atılm a zlar: Ö ze llik le
p ap alığın dü nyev i iddialarına kızan ve p ap a lık p artisine karşı im ­
paratorluk partisini d estekleyen gib elin akım ı; papayı ve R o m a sa­
rayını dünyevi zevklere, lükse, para tutk u su n a y ö n elm ek le su ç la­
yan ahlâkçı akım. İm p arato rlu k partisinin içinde hiç k u şk u su z
G oliardlar -K o lo nya ş a ir i a za m i gibi- y e r alm ış a m a G o lia rd şiir­
leri, g eleneksel hale gelm iş ve sertliğind en arınm ış bir te m ay la

1-1/ O r t a ç a ğ E n t e l e k t ü e l l e n 49
yetin d ik le ri d u r u m la rd a bile, p ap a lık karşıtı ta şla m a la rın b a ş la n ­
gıcını olu ştu rm u şlard ır. A m a G o lia rd la r tonları ve zihn iy etleri iti­
barıyla, g ib e lin lerden ço k açık bir şek ild e fark lıla şm ış la r d ır . R o ­
malı papa ile çe v resin d e ö n c e başkanı ve to plum sal, siyasal,
ideolojik bir düzenin garantileri olanları h ed e flem e k te dirler; aslın­
da b un d an da fazlası hiyerarşik bir top lum sal d ü z e n e sa ld ır m a k ta ­
dırlar, çü nkü G o lia rd lar d evrim ci o lm a k ta n ço k anarşisttirler. P a­
palığın G re g o riu sçu ıslahattan beri feodal y a p ılard an sıyrılm ak
istediği ve eski toprak g ü cü n ü n yanı sıra, paranın yeni g ü c ü n e d a ­
y a n m a k istediği sırada, G o lia rd lar eski g eleneğ e de saldırm ayı sür­
d ü rerek bu yeni y ön elim i ifşa etm ektedirler.
VII. G re g o riu s şöyle ilân etm iştir: “E fe n d im iz ‘b en im adım
ö r f d e m e m iş tir .” G o lia rd lar o n u n ardıllarını, İ s a ’ya “B e n im adım
p a ra ” d edirtm iş o lm a k la su çlam aktadırlar:
K U T S A L İN C İL 'İN G Ü M Ü Ş M A R K 'A G Ö R E B A Ş L A N G IC I:
P a pa o ç a ğ d a R o m a lıla ra şö y le d em iştir: İn sa n o ğ lu y iic e m a k a m ı­
m ıza g elin ce ona ö n ce şö yle deyin iz: “D o st! N e d en g e ld in ? ” Ve
e ğ e r size h iç b ir şe y ve rm ed e n ka p ıyı ça lm a y a d ev a m ed e rse d ış
ka ra n lık la ra atılsın. ” F a kir b ir okıınııış rahip b ir g ü n E fe n d im iz
p a p a n ın sa ra y ın a g e le re k o ra d a şö y le y a lv a rd ı: “P a p a n ın k a p ıc ı­
ları b a n a acıyınız, ç ü n k ü fa k ir liğ in eli b a n a tem a s etti. Z a va llı ve
yo ksu lu m . İşte bu n ed e n d en ö tü rü size y a lva rıyo ru m , y o k su llu ğ u ­
m a ve se fa le tim e ça re b u lm a k iizere y a rd ım ım a geliniz. ” O nu d in ­
leyen ka p ıc ıla r ö fk e le n d ile r ve d e d ile r ki: “D ost, fa k ir liğ in senin
ka y b n ıa y o l a çm ak iizere se n in le b irlikle olsun. D e fo l şe yta n , p a r a ­
nın n e le r y a p a b ile c e ğ in i hiç bilm iyo rsu n . A m in , am in. B u n u sa n a
sö ylü yo ru m : Son ku ru şu n u verm ed en E fe n d i’nirı se v in c in e k a tıla ­
m azsın. " Ve fa k ir o radan gitti, palto su , en ta risi ve n esi varsa h e p ­
sin i sa ttı ve p a ra y ı ka rd in a lle re, ka p ıcıla ra , k ile rc ile re verdi. A m a
o n la r d e d ile r ki: “B u k a d a r a d a m için bu k a d a r m ı? ” Ve onu k a p ı­
nın ö n ü n e koydular. Ve ko v u la n adam , h iç te selli b u la m a d a n acı
acı a ğ la d ı.
B u n d a n so n ra sa ra y a zengin, şişk o ve ya ğ lı b ir o k u m u ş rahip,
g ö ste riş içinde geldi; bu ad a m b ir a ya k la n m a e sn a sın d a b ir c in a ­
y e t işlem işti. B u kişi ö n ce ka p ıc ıy a verdi; so n ra k ile r c iy e ve ü ç ü n ­
cü o la ra k da ka rd in a lle re verdi. Ve b u n la r a ra la rın d a , o n u d a h a

50
ço k tırtık la m a ya k a r a r verdiler.
P apa E fen d im iz ka rd in a lle rin ve d iğ e r g ö re vlilerin bıı a d a m d a n
b irç o k b a ğ ış a ld ık la rın ı ö ğ ren in ce, a ğ ır b ir h a sta lığ a tutuldu.
A m a zen g in adam ona a ltın ve g ü m ü şten b ir ila ç gö n d erin ce,
h em en iyileşti. P apa E fe n d im iz b u n u n ü ze rin e a d a m la rın ı to p la d ı
ve o n la ra d ed i ki: ‘‘B iraderler, kim sen in sizi boş sö zle rle b a şta n
ç ıka rtm a m a sın a d ik k a t ediniz. B en size bu k o n u d a ö rn ek o lu y o ­
rum . B en im ya k a la d ığ ım g ib i ya ka la yın . ” ■
S o y lu lu k la u zlaşm a içinde olan ruhban şimdi de ticaret k o d a ­
m a nlarıyla uyu şm a k ta dır. F eodallerle birlikte u luyan kilise, tüc­
carlarla birlikte havlam aktadır. Laik bir kültürü kutsal bir ç e r ç e v e ­
nin içinde harekete g eç irm ey e uğraşan bu e n tele ktüe l grubun
sözcüleri olan G oliardkır bu gelişm eyi v u rgu lam aktadır.

“R u h ban ta b a k a sı
L aikin k ü çü m sem esin e u ğ ra r;
İ s a ’nın n işa n lısı s a tılık h a le g e lir,
H a n ım k en f a h iş e olu r.
( İ s a ’nın n işa n lısı [ k a r ıs ı] tic a r i m a l olur, h an ım ken h erk e sin k adın ı
olur).*

P aranın yukarı o r ta ç a ğ d a sahip old u ğ u d ü şü k rol, din ara cılı­


ğıyla ç ık a r sa ğlanm asını sınırlandırm aktayd ı. A m a ö n e m in in art­
ması bu işin g e n e lle ş m e s in e yol açm a k tay d ı.
G o liard ların R o m a n dilinde y az ılm ış grotesk öy k ü le rd e k i z ih ­
niyeti ta şıya n yırtıcı ta şla m ala rı; h a y v a n halin e so k u lm u ş r u h b a n ­
dan oluşan bir dekoru geliştirm ekte, top lu m u n ön c e p h esin d e, ru h ­
banın fahişeliğinin m e y d a n a getirdiği bir dün y ay ı ortaya
çıkartm aktadır. P ap a-a slan her şeyi yutm akta, p isk o p o s -d a n a o bur
bir ço ban olarak otu k u zu larından ön ce yolm akta; onu n başdiyako-
z.u avı o r ta y a çıkartan bir vaşak olm aktadır; dekanı ise bir av k ö ­
peği o lup diğer kilise görevlileriyle, yani piskopo sun avcılarıyla
birlikte avlara tuzak kurup yakalam aktadır. G oliardcı ed e biy ata
göre “o yu n u n k u r a lı” böyledir.

‘ "L’Ordre du cle rgé / tombe dans le m épris du la iq u e ;/la Fiancée du C hrist d e vi­
ent vénale,/ de dame, femm e pub liq u e./ (Sponsa Christi fis mercalis, generosa,
generalis)
1. O. Dobiache-R ojdesvensky çevirisi.

51
K ö y papazı, h iyerarşinin kurbanı ve sefalet ile s ö m ü rü d e hal­
kın k ad e r arkadaşı o la ra k görülüp, g en e ld e G o lia rd lar tarafından
d o k u n u lm a d a n b ıra k ılıy o rsa d a keşişe şiddetle sa ld ırılm a k ta d ır.
Bu saldırılard a o burluk, tem bellik, u çk u ru n a d ü ş k ü n lü k gibi kötü
alışkanlıkları üzerine geleneksel ta k ılm a la rd a n d a h a fazlası var­
dır. K eşişlerin fak ir köy p ap a z la rın d a n tö v b e k a r ve m ü m in lerd en
ödentileri, sök üp aldıklarını açık layan -laik zihniyete yakın- d ü n ­
yevi zihniy et vardır. Bu kavga bir sonraki yü zy ıld a üniversitelerde
d a h a da sivri bir şekilde yeniden ortay a çıkacaktır. A m a hepsinden
fazlası, H ıristiya nlığın k o sk o c a bir k e sim inin reddi vardır: Y a ş a ­
dığı ça ğ d a n k o p m a k isteyen; bu dünyayı reddeden; ve inzivayı, za-
hidiliği, fakirliği, nefse ege m e n olm ayı, hatta zihinsel m alların
reddi a n lam ın a gelen cehaleti bile kapsayan bir tavır söz k o n u su ­
dur. İki hayat tarzı; faal hayat ile redde d a y a n an hayat arasında uç
n o k ta s ın a u la şm ış bir ç a rp ışm a ; tu tk u y la ö te d ü n y a d a ara nan
se lâ m e te karşı: d ü n y a ü ze rin d e o lu ş tu ru la c a k c e n n et, işte keşişle
G o l i a r d ’ı karşı karşıya koy an ve bu s o n u n c u su n u R ö n e sa n s h ü m a ­
nistinin ön cüsü haline getiren tem el zıtlık budur. G en ç bir o k u m u ş
rahibi m a n astır hayatından v azgeçiren D eııs pater, aeliuva şairi,
V alla adındaki birinin geııs cııcıtllarcı’yd (kukuletalılar kabilesi)
y ö n e lik saldırılarını ilân etm ektedir.
K ent insanı olan G oliard, kırsal d ü n y a y a karşı d u y d u ğ u k ü ­
ç ü m se m e y i de açığa v u rm ak ta ve bu alanı temsil eden kaba köylü
k a rşıs ın d a y a ln ız c a nefret d u y m a k ta ve bu kişiyi ünlü K öylünün
Y ü kse lişi ’nde kötülem ektedir.

Un se fil
bu k a b a k ö ylü d en
bu ş e y ta n a
bu h ırsız
e y h aydu t!
bu y a ğ m a c ıd a n

Bu m e lu n la r
bu se fillerd en
bu y a la n c ıla r a
bu h a y ta la r
e y lâ n etlile r!
bu im a n sızla rd a n

N ihayet soylu da sonun cu hedeftir. O nu n d o ğ u m d a n gelen ayrı­


calığını redde tm ektedir:

S oylu to p ra ğ ın so y lu k ıld ığ ıd ır :
S o ysu z h iç b ir erd em in ze n g in lc ş tirm e d iğ id ir.

Eski düzenin karşısına, liyakate dayalı yeni bir düzen çık art­
maktadır:

İnsanın so ylu lu ğ u , ta n rıs a llığ ın im g e si olan ruhtur,


İnsanın so ylu lu ğ u , e rd e m le rin p a r la k so y lu zin cirid ir,
İnsanın so ylu lu ğ u , k en d in e eg em en o lm a d ır,
İnsanın so ylu lu ğ u , a lt d iize y d e k ile riıı y ü k se lm e le rid ir,
İnsanın so ylu lu ğ u , d o ğ a sın d a n gelen h a k la rıd ır,
İnsanın so ylu lu ğ u , a lç a k lık ta n b a şk a b ir şe y d e n ç e k i n m e m e k t i r "

Soylu kişiliğinin içinde, G o lia ıd , ayııı z a m a n d a subay ve as k e r­


den de nefret etm ekledir. Kent entelektüeli için zihinsel kavgalar
ve diyalektik düellolar, y üce lik açısından silah şakırtılarının ve
askeri başarıların y e rin e geç m işlerd ir. K o lo n y a şairi azam i a s k e r ­
lik m esleğinden du y d u ğ u iğrenm eyi belirtm iştir (nıe te r m it la h o r
m ilita ris): T ıpkı en b ü y ü k G o liardcı şairlerden biri olan A bélard
gibi. A b é la r d 'in bu k o n u daki eserleri, tıpkı bugün m o d a şarkıların
m ırıldanıldığı gibi, M o n ta g n e Sain teT G enev iève’dc ez bere sö y le n ­
m ekte veya şarkı olarak te re n n ü m ed ilm e kteydi, ancak b u n la r ne
yaz ık ki k ay b o lm u şla rd ır.
‘ Ce vilain/ de ce rustre/ à ce tferfero (1)/ ce voleur/ ô b rigand!/ p a r ce p illa rd /
ces m audits/ de ces m isérables/ à ces m enteurs/ ces vauriens/ ô détestables!/
p a r ces infidèles.
” Le noble c ’est celui que la terre a en n ob li;/ Le dégénéré c'est celui qu'aucune
vertu n ‘a enrichi.
" " La noblesse de l ’homme, c ’e st l ’esprit, im age de la divinité,/ La noblesse de
l'homme, c ’est l ’illustre lignage des vertus,/ La noblesse de l’homme, c ’est la
m aitrise de s o i,/ La noblesse de l ’h omme, c ’est la prom otion des hum bles,/ La
noblesse de l ’homme, ce sont les droits q u ’il tient de la n a ture / La noblesse de
l'homme, c ’est de ne craindre que la turpitude.
(1) Bu şeytana (teufel)

53
S o y lu -a sk e r ile yeni tarz entelektüel arasındaki ça tışm a h erha l­
de en iyi, sosyolog için özel bir önem i olan bir alanda ifade edil­
miştir: C in s le r arası ilişkiler. O k u m u ş ile şö v a ly e a r a s ın d a c e r e ­
yan e d e n ve ço k say ıd a şaire ilham k aynağı olan ünlü tartışm a n ın
d erinliklerinde, iki top lu m sal gru b u n kadın karşısındaki rekabeti
yer alm aktadır. G oliardlar, feo d a ller karşısındaki ü stünlüklerini en
iyi, k adınların k en dilerine yönelik eğ ilim leriyle ö v ü n ere k belirt­
m ektedirler: K a d ın la r bizi tercih etm ekte; o k u m u ş, şöva ly ede n
d a h a iyi aşk yap m ak ta d ır. S o sy o lo g bu iddiada, top lu m sal gruplar
arasındaki bir m ü c ad e len in ayrıcalıklı bir ifadesini g ö r m e k d u r u ­
m und adır.
C h a n so n de P h yllis et de F lo re ’da, k ah ra m an la rd an biri bir
o k u m u ş u , diğeri de bir şö valyey i (m iles) sevm ektedir; k a h r a m a n ­
lar deneyleri s o n u c u n d a, saraylı aşkın dan çıkan dersleri taklit
e de n bir sonu ca, şu ö z d e y iş h alin d e u la şm a k tad ırla r:

'‘B iliıııe uygun o la ra k


A d e tle r e uygun o la ra k
O k u m u ş, a şk a
Ş ö v a ly e d e n d a lıa ya tk ın g ö zü k m ek ted ir.

G o lia rd lar ön em lerin e rağ m e n, entelektüel hareketin kıyısına


a tılm ışlard ır. K u ş k u s u z g e le c e ğ e ilişkin te m a la r ö n e s ü r m ü ş le r ­
dir, am a bunlar, uzun süren talihli dönem leri süresince sivri y a n la ­
rını yitirm işle rd ir; ö z g ü r le ş m e açlığı içindeki bir o r ta m ın en ate ş­
li temsilcileri olm uşlar; bir sonraki y üzyıla doğal ahlâka, âdet veya
d ü şü n c e serbestisine, dinsel to p lu m u n eleştirisine ilişkin birçok
d ü şü n c e y i b ıra k m ış la rd ır ve bu d ü ş ü n c e le r ü n iv e rsite m e nsupla rı
arasında, R u t e b e u f ün şiirlerinde, Jean de M e u n g ’ün G ülü n R om a-
nı 'ııda, P a ris'te 12 77’de m a h k û m edilen önerilerin bazılarında y e ­
niden ortay a ç ıkm ışlard ır. F ak at XIII. yüzyıl onların o rtada n silin­
m elerine tanık olm uştu r. T a k ip le r ve m a h k û m iy e tle r onları
etkilem iş, ta m a m e n ta h rip k âr bir eleştiriye do ğru olan eğilim leri
on la ra üniversite o rta m ın d a bir y e r sağlam am ış, o n la r da bazen bu

' "Conformément à la s cie n ce / Conform ém ent aux usages/ Le clerc se révèle à


l'a m o u r/ Plus apte que le chevalier"

54
ur lumdan kaçarak, kolay y aş am koşull arının veya serseri bir haya-
ia at ılma fırsatlarının peş inden k o ş m u ş l a r v ey ah u t ent elektüel h a ­
reketi, üniversitelerin o l uşt urduğu örgütlü me r ke zl e r de sabitleştir­
menin yollarını aramışlardı r, a m a bu sabitleşme, bu gezginci
liirünün so n u nd a yitip giden bir gr up o l ma sı na yol açmıştır.

A BE LA R D

Paris or t amı nı n şanını oluşt uran Pierre Ab el a r d, Gol i a r d ol duysa


da onl a rd a n çok daha fazla bir an l a m taşımış ve çok d aha büyü k
katkılarda bulunmuştur. Abelar d ilk büy ük entelektüel çehredir,
- moder nliği n XII. yüzyıldaki sınırları içinde- Abelar d ilk lıo c a 'dır.
Öncelikle, bir insan açısı ndan, kariyeri şaşırtıcıdır. N an l e s y a ­
kınlarındaki P allet' de 1079’da d o ğ a n bu Bı öton, parasal e k o n o m i ­
nin ilk adı mlarını at mas ı nı n kar şı s ın da hayatı zor l a şan kü çü k
soylul uğa mensuptur. Askerlik mesleğini sevinçle er ke k kar de şl e­
rine bır akarak, i ncel eme, a r aş t ı r ma â l emi ne atılmıştır.
Ab e l a rd s a vaşçının silahlarını r eddettiyse, b u n u b a ş ka ç a r p ı ş ­
ma l ar a gi r mek için yapmıştır. He r za ma n müc ade l ec i olan
Abelard, Paul V i g n a u x ’nun sözleriyle d iy a le k tik şö v a ly e si o l a ca k ­
tır. H e r za ma n hareket halindedir ve nerede k a v ga varsa o r ay a git­
mektedir. He r z a ma n insanların düşünceleri ni uyar an bir kişi o l a ­
rak, adımını attığı her yer de tutkul u t art ı şmal ar d oğ ur ma k t adı r .
Bu entelektüel Haçlı seferi onu k aç ı nı l maz olarak P ar i s’e ul aş­
tırmıştır. Bur ada kar akter inin bir çizgisi d a h a açığa çıkmıştır:
Putları y ı k m a ihtiyacı. Hiç saklamadığı kend i ne olan güveni
-genellikle, m e p resın n en s (önyar gılarım) demektedir , a m a bunu n
anlamı k e n d i h a k k ım d a a şırı ö n y a r g ılı o ld uğ u m değil de k e n d i d e ­
ğ erim in b ilin cin d e o ld ıığ ın n ’dur-, o nun Parisli hocaların en ünlüsü
olan Gu i l l a u me de C h a m p e a u x ’ya sa l dı r mas ı na yol açmıştır. Onu
tahrik etmekte, onu mevzil erine geri çe k i l mek z or unda b ı r a k m a k ­
ta, dinleyicilerini kendi y a n m a çekmektedi r. G ui l l a ume da onu git­
me ye zorlamaktadır. Fakat bu genç yeteneği b oğ ma k için arlık çok
geçtir. O da hoca olmuştur. Di nl e y eb i l mek için onu M e l u n ’de,
sonra da okul kurduğu Co r b ei l ’de izlemektedirler. Yalnızca akıl
için yaş ay an bu a da mı n bedeni aniden teklemiştir: Hast alandığı
için birkaç yıl B r ö t a n y a ’ya ç e ki l m e k zor und a kalmıştır.
İyileştikten sonr a eski d ü ş ma nı G u i l l a um e de C h a m p e a u x ’yu
P a r i s ’te yeni den bulmuştur. Yeni düellolar; sarsılan G u i l l a um e
g enç karşıtının eleştirilerini h es ab a kat arak, doktrinini d eğ i şt i r e­
cektir. Fakat tatmin o l ma nı n uza ğı nd a kalan Abél a r d saldırılarım
kat lamış ve o k ada r ileri gitmiştir ki, M e l u n ’e geri ç e k i l m e k ve
k a v g a y a or adan d e v a m e t m e k z o r un da kalmıştır. A n c a k Guillau-
m e ’un zaferi bir bozgundur . T ü m öğrencileri onu terk etmiştir. Y e ­
nilen yaşlı hoca ders ve r me kt en vazgeçmişt ir. Ab él a r d muz af fe r
bir şekilde geri d ö n m ü ş ve tam d a yaşlı rakibinin terk ettiği yere
yerleşmiştir; yani M o n t a g n e S a i n t e - G e n e v i è v e ’e. Z a r la r a t ıl mı ş­
tır. Paris kültürünün merkezi bun dan sonra Cité adasında değil de
artık hep M o n t a g n e ’da, Sol Y a k a ’da olacaktır: Bu kez bir semtin
kaderini tek bir kişi belirlemiştir.
Abél a r d artık kendi ça pı n da bir rakibinin o l m a m a s ı n d a n acı
çe kmektedi r. Zaten mantıkçı olarak, ilahiyatçıların herkesin üst ü­
ne k on u l ma s ı n a kızmakt adır . Y e m i n etmiştir: O da ilahiyatçı o l a ­
caktır. Yeni de n öğrenci o l mu ş ve L a o n ’da o dö n em i n en ünlıi ila­
hiyatçısı A n s e l m e ’in derslerini i z le me y e koşmuş t u r . A n s e l m e ' i n
şanı, b u r n un d a n sol uya n g e l e n ek karşıtının put kırına tutkusu k a r ­
ş ı s ı nd a f az l a t u t u n a m a m ı ş t ı r .
“Ü nünü y e te n e k veya k ü ltü rü n d e n çok, ile rle m iş y a şın a b o rç lu
o la n bu ih tiy a r a d a m a ya kla ştım . K esin b ir ka ra ra va ra m a d ıkla rı
b ir ko n u h a kk ın d a fik rin i a lm a k için ona y a k la şa n herkes, d a h a da
kararsız, o larak ayrılm aktaydı. E ğ e r onu d inlem ekle yetiııilirse, h a y ­
ra n lık verici o la ra k g ö zü k m e kted ir, aına eğ e r so ru so ru lu rsa b o ş
o k lu ğ u o rtaya çıkıyo rd u . L a f ka la b a lığ ı o la ra k h arika, a k ıl o la ra k
işe ya ra m a z, m a n tık o la ra k boştur. A teşi, evi a y d ın la tm a k ta n ço k
d u m a n a b o ğm aktadır. U zaktan ta m a m en y a p ra k la rla ka p lı o la ra k
g ö zü k en ağ acı g ö zle ri k e n d in e çekm ekted ir, a m a y a k ın d a n ve d a h a
ö ze n li o la ra k b a kıld ığ ın d a , h iç b ir m ey ve sin in o lm a d ığ ı g ö rü lm e k ­
tedir. M ey ve to p la m a k için o na ya k la ştığ ım d a . E fe n d im izin
la n e tle d iğ i in c ir a ğ a cın a veya L u c a n u s ’un P o m p e u s ’la b ir tu ttu ğ u
şu y a ş lı m eşe a ğ a c ın a b e n z e d iğ in i görd ü m .

56
Biiyük b i r a dın g ö l g e s in d e dıtrıtr,
Tıpkı ta r l a l a r ı n o r t a s ı n d a k i yiice b i r m e ş e gibi. *

Ö ğ ren e ce ğ im i ö ğ re n d iğ im d en o kulda zam an kayb etm ed im . "

Aynı nı y a p m a s ı için A n s e l m e ’e de m e y d a n o k u m u ş o da dü el ­
lo için suratı na çarpılan eldiveni geri çevirmemişti r. Ona, felsefeyi
der inl eme si n e bili yorsa da ilahiyatın cahili o l duğu nu söylemiştir.
Abel a r d da aynı y önt e mi n ilahiyat için de yeterli olacağı cevabını
vermiştir. De n e yi ms i z l i ğ i ileri sür ül müşt ür. “B en de d ers verirken
e sk ile rin y a z d ık la rın a b a şv u rm a n ın â d etim olm adığı, k e n d i z ih n i­
m in k a y n a k la rın a b a şv u rd u ğ u m ce va b ın ı verdim . ” Bunu n üzerine
İ ş a y a ’nın keha net ler i ni n y o r u m u n u d o ğ a ç l a m ad a n ya pmı ş ve di n­
leyicilerini heyecanlandırmıştır . Bu ko nf er ans t a tutulan notları ç o ­
ğal tabi lme k için, insanlar bunları birbirlerinden k ap a r olmuşlardır.
Gi der ek bü yü y en bir dinleyici kitlesi onu, y or u mu n u sür dür mey e
zor l a makt adı r . Bu işi d e v a m et ti r mek üzere P a r i s ’e geri d ö n m ü ş ­
tür.

HELOİSE

Bu, zafer, Heloi'se’la macerası nede ni yl e 1 118’de aniden kesintiye


uğr amı şt ı r . Bu ol a yı n ayr ınt ılar ını ol a ğandı ş ı bi r ö z y a ş a m ö y k ü ­
sü olan H isto ria C a la m ita tu ın ’dan ( Mut s u z l uk l a r ı mı n Öykü sü ) ,
kesin biçimini a l m am ı ş İtira fla r’ından biliyoruz.
Bu m a c e r a tıpkı T e h lik e li İlişk ile r gibi baş l amı şt ı r . Ab el a rd
d üz e n b a z ve çıkarcı biri değildir. Fakat 39 yaş ına geldiği halde
aşkı yal nı zc a O v i d i u s ’un ki t aplarından ve kendi bestelediği şarkı­
lardan - deneyle değil de Goliardcı zihniyet içinde- tanıyan bu en t e ­
lektüel, or ta yaş aşkının kendini istila e t m e s i n e ses ç ı ka r ta n ı nmı ş ­
ım. Şan ve gurur un un dor uğundadır . B unu itiraf etmektedir:
D ü n ya d a b en d e n b a şk a tek b ir filo z o f b ile o lm a d ığ ın ı sa n ıy o r ­
dum ... Heloi'se, aklın fethine ekl enmesi ger eken baş k a bir fetihtir.

’ Il se tient à l'om bre d'un grand n o m ,/ Tel un chêne superbe au m ilieu des
champs.
Ve tensel bir olay ol ma kt a n çok, bir kafa işidir. Bir meslektaşı nın,
katedral o k u l un d a h o ca olan F u l b e r t ’in yeğeninin varlığını ö ğ r e n ­
miştir: Bu kız 17 yaşındadı r, g üz e l d ir ve o k ad a r kül t ür lüdü r ki
bilgisi daha şi mdiden tüm F r a n s a ’d a ünlüdür. Bu o n a ger eken k a ­
dındır. Bi r aptala asla d a y a n a m a z ; bu k ada r güzel olması da h o ş u ­
na gitmektedir. Z e v k ve prestij sorunu. He r türlü beklentinin ö t e ­
sinde başarılı ol a n bir planı s o ğ u kk a nl ı l ı kl a hazırlamıştı r.
Katedral kurulu üyesi, genç H é l o ï s e ’i on a öğrenci olarak e ma n et
ederken, yeğ e ni ne böylesine bir h oca b ul mu ş ol ma kt a n ötürü k o l ­
lukları kabarmıştı r. İş ücretin s a p t a n m a s ı n a gelince, Ab é l a rd t u ­
lumlu Fulbert tarafından ayni olarak ö d e m e y e kolaylıkla razı edi l­
miştir: Y e m e k ve yatak. Ş eytan d ur u m u gözl eme kt e di r. H o c a ile
öğ renc i s i n i n ar asına y ıl dı rı m d ü ş mü ş t ür : E n t e l ek t üe l alışveriş,
kısa bir süre sonr a da tensel alışveriş. B e d e n i n e şeytan giren
Abélard, derslerini ve ça l ı ş ma l a r ı m bırakmıştır. M a c e r a s ü r m e k ­
te, d er inl eşmektedir. A ş k d o ğ m u ş t u r ve artık hiç bi t meye ce kt i r .
Ö n c e sıkıntılara, sonr a da d r a m a dönecektir.
İlk sıkıntı: Yakalanırlar. Ab é l a rd aldatılan ev sahibinin k o n u ­
t undan ay r ı l mak zo r un d a kalır. B a ş k a yer lerde b ul uşmakt a dı r l ar .
K aç ama k olan ilişkileri, kısa süre sonr a tekrar or t aya çıkar. K e n d i ­
lerini rezaletin ötesinde saymaktadırlar.
İkinci sıkıntı: Hél o ï se ha mi l e kalmıştır. Ab él a r d F u l b e r t ’in bir
süre yok o l ma sı nd a n yararlanarak, metresini rahibe kılığına s o k a ­
rak B r ö t a n y a ’daki kız kar deşinin evi ne kaçırır. Hél o ï se burada,
Usturlab (A stro la b e) adı takılan bir oğlan ço c uk doğurur. E n t e l ek ­
tüel bir çiftin ç oc u ğu ol ma nı n tehlikeleri vardır.
Ü ç ü nc ü sıkıntı: Evlilik sorunu. Abélard, F u l be r t ’e i st emeye is­
l emeye giderek, hatasını H é l o ï s e ’le evl enerek telâfi etmeyi teklif
eder. Bu ünlü çifte ilişkin hayranlık verici i ncelemesinde, Etienne
Gilson, A b é l a r d ’in bu konudaki çekingenliğinin rahip ol ma niteli­
ğinden k a y na kl a nmadı ğı nı göstermiştir. G ü n a h ç ı k a r t ma ve p a ­
pazlık görevleri y a p ma y an basit bir din adamı olarak e v l enme si n e
bir engel yoktur. A m a evlendiği z a ma n hocalık kariyerinin yara
al acağı ndan ve okul dü nyas ı nı n alay konusu o la ca ğ ı n dan e n d i ş e ­
lenmektedir.

59
XII. YÜZY I LDA KADI N VE EVLİLİK

Nitekim XII. yüzyıl güçlü bir evlilik karşıtı a k ı m a tanık o l m u ş ­


tur. T a m da kadı nın özgürleştiği, arlık erkeğin mül kü v eya çocuk
y a p ma makinesi olarak gör ülmediği, artık bir r uhunun ol up o l m a ­
dığını n tart ışma dışı kaldığı -bu yüzyı l B a l ı ' d a Ba ki r e M e r y e m
t apı nı şı nı n atılım yaptığı d önemdi r - bir a nd a evlilik soylu ç e v r e ­
lerde o l duğu k ada r -tensel v ey a zihinsel saraylı aşkı ancak evlilik
dışında var olabilmekte. Tristan ve Iseult, Lanc el ot ve Gen i è vr e

60
ile büt ünl e şme kt edi r- bir yüzyıl sonra, Jean de M e u n g ’ün G iiliin
K o ın a n ı’nda tekrar gör ülecek olan ko s k o c a bir doğal aşk teorisinin
olu şt ur ul duğ u okul çevr eleri nde de gözde n d üşmektedir.
D e m e k ki kadın me vc ut t ur ve H e l o ı s e ’in A b el a r d ’ın yanı nda
gözükmesi ve bunun Goliardl ar tarafından destekl enen ve papalar
da dahil r uhbanın t ümü için tensel zevklere ula şabi lme hakkını
talep eden hareketin üzerine ekl enmesi, XII. yüzyıl ent elektüelleri­
nin yeni çehrelerinin bir g ör ünt üs ünü çok parlak bir şekilde açığa
çıkartmaktadır. Bu entelektüelin h üma ni z ma s ı on un t a m a m e n
insan olmasını istemektedir. Kendi benliğinin azalması olarak gör ­
dü ğü her şeyi reddetmekt edir . Kendini t a m am l a y a b i l me k için yanı
baş ında k adı na ihtiyacı vardır. Gol i a r dl ar kel ime h aznel er inin ser ­
bestliği içinde h em Eski hem de Yeni A h i d ’den yaptıkları alıntı­
lardan des tek alarak kadın ve er keğin kullanımlarını k ü ç ü m s e m e ­
meleri ger ek en o rg anl a r l a d onat ıl mı ş ol dukl a r ı nı n altını
çi zmektedirl er . Ço k sayıdaki açık saçık ve kuşkulu alayın a nı la­
rından kur tu l ma k ve pat layacak olan dr amı n kaps amı nı d aha iyi
k avr ayabi l mek ve A b e l a r d ’ın duygularını d ah a iyi anl aya bi l me k
için bu iklimin, bu psikolojinin üzer inde düşünelim.
Özellikl e Heloi'se’in duyguları ifade edi lmektedi r. Şaşırtıcı bir
mektupta, A b e l a r d ’ı evlilik d üşü n c es i nd en v az g eç m e y e ç a ğ ı r m a k ­
tadır. M e y d a n a getirecekleri fakir entelektüeller birliğinin imgesini
akt armakt adır. O n a "B ir ka rıyla ve fe lse fe y le a ynı özen le ilg ilen e-
n ıe z s in ” demektedir. “O ku ld a ki d ersleri ve hizm etçileri, k ü tü p h a ­
n eleri ve b eşikleri, kita p la rı ve örekeleri, ka le m le ri ve m ek ikleri
u yu ştu rm a k n a sıl m ü m kü n o la c a k tır? ila h iy a t veya fe ls e fe a la n ın ­
da d erin d ü şü n c ele re d a lm a k zo ru n d a olan kim se b eb e k a ğ la m a sı­
na, d a d ıla rın nin n ilerin e, ka d ın lı erk e k li h izm e tç i k a la b a lığ ın ın
g ü rü ltü lerin e d a y a n a b ilir m i? K üçük ço cu kla rın sü re kli o la ra k y a ­
ra ttıkla rı p islik le re n a sıl h o şg ö rü g ö ste rile b ilir? iç in d e in ziva y a
çe k ile c e k k a d a r g en iş b ir sa ra y ı veya ko n a ğ ı olan, va rlığ ın d a n
ö tü rü m a sra fa a ldırm ayan, h e r gün m a d d i so ru n la rla uğ ra şm a ya n
ze n g in le r b u n u yapab ilirler. A m a en tele ktü elle rin (filo zo fla r) d u r u ­
m u b ö yle d eğ ild ir; p a ra ile ve m a d d i k a y g ıla rla u ğ ra şm a k zo ru n d a
o la n la r ke n d ile rin i ila h iya tç ılık veya filo z o flu k m esleğ in e a d a ya -
m azlar. ”

61
Zat en bu k o n u m u destekl eyen ve bilgenin evliliğini ma h k û m
eden m a k am l a r da vardır. Ve bunlar T h éo p h r a s t e ’i v eya ond an
daha ço k da, XII. yüzyı lda çok mo d a olan ve o nun kanıtlarını A d ­
versas Jo viıü a n ıım adlı ki t abı nda tekrarlayan Aziz J é r o m e ’u zik­
retmektedirler. Bunlar, T a r e nt i a ’dan boşa nd ı k t a n sonra, dostu Hir-
t i u s ’un kız kar deşiyle e v lenme y i r edde de n antik d üş ün ür
C i c e r o n ’u kilise babalarını n ya n ı n a yerleştirmektedirler.
Fakat Abélard, Héloi'se’in kur ban edilmesini kabul e t m e m e k t e ­
dir. Evliliğe kar ar verilmiştir, a m a gizli t utul makt adır . Yatıştırıl­
ma k istenilen Fulber t d u r u md a n haber dar edi lmiştir ve evlilik kut­
s a m a s ı n a bile katılmıştır.
F a k a t çeşitli o yuncul ar ın çıkarları aynı do ğr ul t u d a değildir.
Vi c d an ı r ahatlayan Ab él a rd işinin başına d ö n m e k ist emektedi r,
HéloYse’i karanlıkta bırakmaktadır. Fulbert ise evliliği ilân etmek,
sağladığı tatmini herkese bildi rmek ve herhalde af fetmediği
A b é l a r d ’in kredisini d ü şü r me k istemektedir.
Çaresiz kalan Abélar d bir strateji tasarlar. Héloi'se Argenteuil
ma nast ırı na kapa nar ak, rahibe çırağı kıyafetine bür ünecektir . Bu,
söylentileri ö nl e me n in en kesin yoludur. Art ık A b é l a r d ’inkilerden
baş ka istekleri o l ma y a n Héloi'se, bu tebdili kıyafet altında sö yl e n ­
tilerin yat ışmasını bekl eyecektir . Bu ise, al datı ldığına inanan Ful-
b e r t ’in he s aba k a t ıl ma ma s ı demekti r. A b é l a r d ’in Héloi'se’i baş ın ­
dan attığını, o nu tarikata sokarak evliliği sona erdirdiğini
düşünme kt e d i r . V e gecel eyin A b é l a r d ’in e v i ne yapı lan c e za l a nd ı r ­
ma harekâtı, sakatlama, sokakta toplanan kal abalık ve ertesi sabah
rezalet.
Abélar d utancını Sai nt - Deni s ma nast ırı nda saklayacaktır. Y u ­
kar ı da s öylenenl er e bakarak, u m u t s u z l u ğu n un bü y ü k lü ğ ü anlaşıl­
maktadır. Bir hadı m hâlâ bir er kek olabilir mi?
Artık k o n u m u z a ait o l ma kt a n çıkan Héloi'se'i bur ada terk e d i ­
yoruz. İki âşığın bir ma n as t ır da n diğerine, ö l üm ayı rana kada r
nasıl hayranlık verici bir ruhsal alışveriş sür dürdükl er i b i l i n m e k ­
tedir.

62
YENİ K A V G A L AR

Entelektüel tutku A b e l a r d ’ı iyileştirmiştir. Yaraları sarıldıktan


sonr a ka v ga cı l ı ğ ın a yen i de n k av uş mu ş t u r . Ca hi l ve k a b a keş işler
o n a bat makt adır . Gur ur lu o l du ğ u için o da keşişlere bat makt a, ü s­
telik bir de hocadan ders al mak için yalvaran öğrencilerin kalaba-
11 kliği inzivalarını b o z d u ğ u için o n a ayrıca öf kelenmekt edir ler.
Abelar d bu öğr enc i l er için ilk ilahiyat ders kitabını yazmıştır. Bu
ç a l ı ş m a n ın k az an d ığ ı başarı baz ı l a r ı nı n h o ş u n a gi t memi şt i r . R u ­
h a n i m ec lis adıyla sü slen en k ü ç ü k h ir heyet, onu yar gı l ama k üzere
I 1 21’de S o i s s o n s ’d a t op la n m ı ş t ı r . T u t k u l u bi r a t m o s f e r i ç in d e
-düşmanl arı onu et kilemek üzere, linç et mek l e tehdit eden k al ab a­
lığı a y a kl a ndı rmı şl a rdı r- ek bir s or u ş t u r m a talep ede n Chart res
p i s k opo s unun ça b al ar ına r a ğ m e n kitabı yakı lmış ve Ab el a r d h a y a ­
tının son yıllarını bir ma na s t ır da ge ç ir m e ye m a h k û m edilmiştir.
S a i n t - D e n i s ’ye d ö n m ü ş ve b ur ad a keşişlerle yen id en k a v g a y a
tutuşmuştur . H i l d u i n ’in ma nast ırı n k u r u c u s u n a ilişkin olarak y a z ­
dığı ünlü sayfaların t a m a m e n u y d u r m a old u ğ u nu ve ilk Paris pi s­
k o po s u nu n Aziz P a u l ’ün Hıristiyan yaptığı kişiyle hiçbir ilgisinin
olmadığını göstererek, onları kö rü k le me k t e değil midir? Ertesi yıl
kaçmış ve nihayet T ro y es p i s ko po s u n u n y a n ı n d a bir sığınak b u l ­
muştur. O n d a n N o g e n t- su r- S ei n e yakı nl ar ınd a bir toprak edi nmiş,
bur aya tek baş ı na yer le ş mi ş ve b ur ad a Kutsal Tesl is adı na küçük
bir te kke inşa etmiştir. H i ç bi r şeyi un u tma mı ş t ı r , m a h k û m edi len
kitap Kutsal T es l i s ’e adanmıştı.
Sığınağı kısa bir süre sonra çömezleri tarafından keşfedilmiş ve
inziva yerine doğr u bir h ü c u m olmuştur. Çadır lar ve kulübeler den
oluşan bir okul köyü m e y d a n a gel mekt edir . Bü yüt ül en ve taştan
inşa edilen m i m b e r P ar ac l et ’ye ( A b e la r d ’ın N o g e n t - su r -S e i n e ’de
kurduğu ve başrahibesi Helo'ı'se olan manastır. Çev.) ithaf e d i l mi ş ­
tir; bu tahrik edici bir yeniliktir. Hazırlıksız köylülere kentin z ev k­
lerini yal nızca A b e l a r d ’m dersleri unutturabilirdi. Bu sonradan
ol ma köylüler "ö ğ ren cilerin kentte, ke n d ile rin e g erek en h e r tiir k o ­
la y lık ta n y a r a r la n d ık la r ın ı’' melankol iyle hatırlamaktadır.
A b e l a r d ’ııı huzur u uzun sürmemiştir. Dediği ne göre, iki ye n i

63
h a va r i on a karşı bir k o m p l o dü ze nlemişler dir. Bu n l a r P re mo nt r es
manast ırı nın k ur uc us u olan A zi z N o r b e r t ’le, Ci teaux manastırını
ıslah ed e n A zi z B e r n a r d ’dır. A b e l a r d ’ı ö y l e bir takibata al mışl ar ­
dır ki, D o ğ u ’ya ka ç ma yı d üş ün me kt e di r . “A lla h b ilir ya, b irço k
k e r e le r d erin b ir u m u tsu zlu ğ a diiştiim , H ıristiya n to p ra k la rın ı terk
ederek, h ıtzu r iç in d e y a ş a m a k ve h a ra ç ö d e y e re k I s a ’nın d ü şm a n ­
ları a ra sın d a H ıristiy a n o la ra k y a ş a m a y ı k u rd u m (Jean de M e u n g
çevirisinde Sarrazinlerin, yani Mü sl ü ma n l a r ı n yanı na g it mek d i ye ­
rek, d ur u mu d ah a da kesinleştirecektir). K u rb a n ı o ld u ğ u m ith a m ­
lara in a n a rak benim ne ka d a r az, H ıristiyan olduğum u düşünürlerse,
b a n a o k a d a r fa z la h ü sn ü ka b u l g ö ste re c e k le rin i d ü şü n ü yo rd u m . ”
Bu uç ç ö z ü m e - yaşadığı d ü n y a k ar şı s ın d a u mu t s u z l u ğ a k a p ı ­
lan e nt elektüelin birinci eğilimi- b a ş v u r m a k t a n kurtulmuşt ur.
Bi r Br öt o n ma na s t ır ı na b aş ra h i p seçilmiştir. Yeni u y u ş m a z l ı k ­
lar çı kmışt ır; kendi ni bar ba r l a r ar as ı nd a kal mı ş sa ymakt adı r . B u ­
rada yal n ı zc a eski Br ö t o n c a k on uş ul m a kt a dı r . K eşi şl er i n a nı l ma z
de r e c e d e kabadırlar. Onları terbi ye e t m ey e uğr aşmı ş, onlar da onu
z e h i r l em e y e kal kı şmı şl ar dı r . 1 1 32’de b u r ad a n kaçmıştır.
113 6 ’da M o n ta g n e S a in t e - Ge ne v ie ve ’de y eni den ortaya çı k­
mış, g ö r ü l m e m iş de r ec e de kal abalık bir öğr enci g r ub u na ders v er ­
me y e baş l amı şt ı r . K e n t t e kar ışı klık t o h u ml a r ı atıldığı için İ tal­
y a ’dan sınırdışı edi len Brescialı A r na ul d, P a r i s ’e sığınarak,
A b e l a r d ’la ilişki k ur mu ş ve o n a y a ş a y a b i l m e k için dilenen fakir
çömezler ini dinleyici olarak getirmiştir. Abelar d eserinin Sois-
s on s ’da m a h k û m edi lmesinden, sonra y a z m a y a ara vermemiştir.
Fa ka t dü şma nl a r ı o nu n eser ler ine karşı y en id e n saldırıya anc ak
114 0 ’ta geçmişler dir . R o ma l ı s ür günl e ol a n bağlantıları d ü ş m a n ­
larının husume t i ni zi rvesine çı kar tmı ş olmalıdı r. Kentsel d i y a l e k ­
tik ile d emo kr a ti k k o mü n hareketi ar asındaki ittifakın, hasımları na
anl aml ı gel mi ş olması nor mal dir.

AZİZ B E R N A R D VE A B E L A R D

Bu has ımları n baş ı n da A z i z B e m a r d b ul u n ma kt a d ır . Ci tea ux b a ş ­


rahibi p e de r C h e n u ’nün uygun ifadesine göre, Bernar d H ıris tiy a n ­
lığ ın b a şk a b ir s ın ı r ın d a ’dır. Bi r feodal ol a r a k kal mı ş olan bu kır

64
adamı, her şeyden önce bir as ker olup, kent e n te lija n siy a su u anl a­
ma ya uyg un bir yapı da değildir. S a p k ın a veya ima nsı z a karşı tek
bir yol bilmektedir: Güç. Silahlı Haçlı seferinin ş a mpi y onu olarak,
entelektüel Haçlı seferine ina nmamak t a dı r . S aygı n Pierre ondan,
M u h a m m e d ’e kal eml e ce vap vermesi için Kuran çevirisini o k u m a ­
sını istediğinde, c e va p ver memişt ir. Ma nastı rı n inzivasında, d ü ­

şüncelerini mistik t efekkürden s a ğl amakt a -bu dü şünc eyi zi rvesi­


ne çı kar makt adır - d ün y a y a adalet dağıtıcı olarak geri
dönmektedir. Bu münzevi hayat havarisi, kendi ne tehlikeli olarak
gözüke n yeniliklerle müc ade l e et mek için her z a ma n yollardadır.
Hayatının son yıllarında, emirlerini p ap a ya dikte ederek, askeri ta­
rikatların k ur ul ma sı na alkış tutarak, B a t ı ’yi İ s a ’nın askeri gücü
haline get ir menin düşün ü kurarak, Hıristiyan âlemini gerçekte o
yönet mekt edir : Z a m a n ı n d a n önce bir baş engi zis yoncu.

1 O tlaçuğ K n ldektüclleı 65
A b e l a r d ’la aralarında bir ç a t ı ş ma olması kaçınılmazdı. Saldırıyı
A zi z B e r n a r d ’ın baş yar dı mc ı sı ol a n G u i ll a u m e de Saint- Thierr y
yönet mişt ir. Azi z B e r n a r d ' a yazdığı bir me kt up t a y e n i ila h iy a t­
çı ’yı ihbar et mekt e, ünlü d ost u nu onu k o v u ş t u r m a y a tahrik e t m e k ­
tedir. A z i z Be r n a r d P ar i s’e gitmiş, öğrencileri a y a r t ma ya çalış­
mış, a m a bilindiği gibi pe k bir başarı el de e d e m e m i ş , A b e l a r d ’ın
yaydı ğı kö tü lü k tohu ml ar ını n vaha me t i k o n u s u n d a ikna olmuştur.
İki ada m arasındaki g ö r ü ş me hiçbir sonuç vermemiştir. A b e l a r d ’ın
ç öm e z l e r i nd en biri, S e n s ’da ilahiyatçıların ve piskoposlar ın ö n ü n ­
de tartışmalı bir toplantı yapı lma s ı nı öner mi ştir . H oc a , h a y r a n l a ­
rını bir kez d ah a a y a ğ a kaldırmıştır. A z i z Be r na r d ise el altından,
t oplantını n t üm niteliğini değiştirmiştir. Dinleyicileri ruhani m e c ­
lise, rakibini sanığa d ö n dü r m ü ş t ü r . T ar tı ş mal a r ın önce si nde ki
gece piskoposları toplayarak, onlara A b e l a r d ’ı tehlikeli bir sapkın
olarak gösteren, iyi haz ı r l anmı ş bir d o s y a vermiştir. Abel a r d e r te ­
si gün meclisin yetkisini r ed de t me k ve p ap ay a çağr ıda b u l u n m a k ­
tan b aş k a bir şey y a p ama mı ş t ı r. P i s k o p os l a r R o m a ’ya ç o k t a vs a ­
mış bir m a h k û m i y e t kararı akt ar mışl ar dır . A l a r m d u r u m u n a
geçen A zi z Be r n a r d h e m e n onların y an ı n a gelmiştir. Sekreteri,
o n a ço k bağlı olan kar di na l l e re birer m e k t u p ulaştırmış, o nl a r da
p a p a d an A b e l a r d ’ın m a h k û m i y e t kararını kopar tmışlardır , bun un
üzerine ho ca nı n kitapları Sanct us Pet ı u s k a p e ll a sı nda yakılmıştır.
Haberi yo ld a öğr en en Abel a r d, Cl un y ma na s t ı rı n a sığınmıştır. Bu
kez artık ma hv ol muş t ur . On u s onsuz bir m e rh ame t l e ko nu k eden
S aygı n Pierre, Aziz B e r n a r d ’la aralarını bul muş , R o m a ’nın aforoz
kararını kal dır ması nı sağlamış ve o nu 21 Nisan 1 I 4 2 ’de öleceği
C h â l o n - s u r - S a ö n e ’daki S ai n t - Ma r c el ma n as t ır ı na yollamıştır.
Cl un y ma nast ırı nı n b üy ü k başrahibi o n a yazılı bir g ü n a h b ağ ı ş l a­
ma belgesi gö nd e r mi ş ve son un c u bir incelikle, onu Paraclet baş-
rahibesi HeloYse’e geri vermiştir.
H e m tipik bir var oluş h e m de sıra dışı bir kader. A b e l a r d ’ın
o l dukça b üy ü k bir h ac me sahip olan eserlerinden, b ur ad a ancak
birkaç belirleyici çizgiyi ortaya koyabiliyoruz.

66
MANT I KÇI

Abél a r d öncelikl e bir mantıkçı ol mu ş ve bütün büy ük filozoflar


gibi öncelikl e bir y ön te m getirmiştir. B ü y ü k bir diyalekt ik ş a m p i ­
yonudur . Yeni B a şla y a n la r İçin M a n tık E lk ita b ı (L ó g ica in g red i-
entibııs) adlı eseriyle ve özellikle de 1122 tarihli S ic e t N o n 'uyla
( Eve t ve Hayır), Batı d üş ün c es i n e ilk Yöntem Ü zerine S ö y le v ’ini
vermiştir. Bu eserlerinde, parlak bir yalınlıkla, akıl y ü r üt me ye
b a ş v u r ma nı n gerekliliğini k anı tlamakt adır . Kilise babaları hiçbir
k o n u d a an l a ş m a hal inde o l ma mı ş l ar dı r ; birinin b e y a z dediğine,
diğeri siyah demek t e di r -Sic et Non-,
Bu y üz de n bir dil bili mine ihtiyaç vardır. Kel i mel er anlamları
işaret e t m e k için vardırlar -nom inalizm -, a m a bunların temelleri
ger ç ekl e re d aya nma kt ad ı r. An l am l ar ı nı n işaret ettikleri şeylere te­
kabül et mekt edirler. Ma nt ı ğ ın bütün çabası, dilin açığa çıkardığı
g er çeğe anlamlı bir şekilde uyg un olmasını s a ğ l a m a y a yönel ik o l ­
malıdır. Bu d o yu m s u z beyin için dil gerçeğin örtüsü değil, onun
ifadesidir. Abélard, aletinin - sözün- anl ambi limsel değer ine i na n­
maktadır.

AHLÂKÇI

Bu mantıkçı aynı z a m a n d a bir ahlâkçıdır. A h lâ k veya K en d i K e n ­


d in i T anı (E tílica sen scito te ipsum ) adlı eserinde, antik felsefeden
bes l ene n bu Hıristiyan kendi kendi ne bakı şa (introspectio ), m a ­
nastır kökenli mistikler kadar, Aziz Bernard ve Gui l l a u me de
Saint-Thierry kada r bü y ük bir ö n e m vermektedir. A m a M. de Gan-
di l l ac’ın dediği gibi, “C itea u x ta rika tı m en su p la rı için ‘H ıristiya n
S o k r a te sç iliğ i' h e r şe yd e n önce g ü n a h k â r insa n ın g ü ç sü zlü ğ ü ü z e ­
rin e d erin b ir d ü şü n c e iken, insanın ke n d i k e n d in i ta n ım a sı E tíli­
c a ’da, g ü n a h ı m ey d a n a g etire n T anrı nın in sa n la rı küçiik g ö r m e ­
sin in ka b ıd veya red d in i m üm kü n kılan ö zg ü r rıza n ın bir
ç ö zü m lem esi o la ra k o rtaya çıkm a kta d ır. ”
A zi z B e r n a r d ’m “G ü n a h ta n d o ğ m a g ü n a h k â rla r olan bizler,
g ü n a h k â r la r d o ğ u ru yo ru z; b o rçlu la rd a n b orçlu o la ra k d o ğ d u k;
67
y o z la şm ışla r d a n y o z la şm ış o la ra k d o ğ d u k; k ö le le rd e n k ö le o la ra k
d o ğ d u k. Hu diiııyaya g ird iğ im iz a n d a n itibaren, o ra d a yaşadığım ız,
.siirece ı v o ra d a n çıka rk en y a ra lıy ız; a y a k ta b a n ım ızd a n b a şım ıza
k a d a r sa ğ lık lı h iç b ir şe y im iz y o k ” diye haykırdığı yerde, Abel a r d
günahı n bir eksiklik o ldu ğu cevabı nı vermektedi r: ‘‘G ü n a h iş le ­
m ek ya ra tıcım ızı kü çü k görm ek, y a n i onun için va zg eçm em izin
ö d e v im iz o ld u ğ u n a in a n d ığ ım ız e y le m leri y a p m a k ta n sa k ın m a m a k -
tır. G ü n a h ı b ö ylec e a yıp la n a sı h a re ke tlerd en v a zg eç m e ye rek veya
b u n u n tersine, uygun h a re ke tleri ya p m a ya ra k, ta m a m en o lu m su z
b ir şe k ild e ta n ım la y a ra k , g ü n a h ın b ir öz o lm a d ığ ın ı, va rlıkta n ço k
y o k lu k ta n o rta y a çıktığını, bu y o k lu ğ u n ta n ım la n a b ilir k a r a n lık la r
g ib i o ld u ğ u n u a çıkç a g ö ste rm iş o lu y o ru z: Işığın g e re k tiğ i y e rd e
ışığ ın o lm a m a sı gibi. ” Ve insan için rıza hakkını, ahlâki hayatın
m e rk e zi nd e yer alan d oğ r ul uğ a bağlı olan kabul veya red hakkını
talep et mektedir.
Bö yl ec e Abel a r d Hıristiyanlığın esas kutsal d ay a nakl ar ından
biri olan kefaret koşull arının altüst ed i lme si ne büy ük kat kı da b u ­
l unmuş t ur. Kesi n olarak kötü insan karşısında, bar barlı k d ö n e m i ­
nin kilisesi, gün ah listeleri dü ze nl e mi ş ve barbar yasalarının ü ze r i­
ne oturan kefaret tarifeleri ol uşt ur muş t ur . Bu tö vb e d efterleri,
yukarı ortaçağ insanı için önemli olanın gü nah ve b und a n har eket ­
le, b una verilen ce za o ld uğ u na tanıklık etmektedir. Abel a r d bu
tavrı tersine çe vi r me y ön ün dek i eğilimi ifade et miş ve onu g ü ç l e n ­
dirmiştir. Artık önemli olan günahkâr , yani o nu n niyetidir ve k e f a­
retin başat eyl emi pişmanlı k, t övbe olacaktır. Abel a r d “içten
g elen p iş m a n lık g ü n a h ı y o k eder, y a n i T anrı 'yı h iç e sa y m ış o lm a ­
yı veya k ö tü lü ğ e rıza g ö ste rm iş o lm a yı o rta d a n ka ld ırır. Ç ü n kü bu
in le m ey i ilh a m eden ta n rısa l m e rh a m e t g ü n a h la u y u ş m a z ” diye
yaz ma kt adı r. Yüzyılın so n un d a görülen gün ah çı kartmaları de r le ­
yen kitaplar, bu tersine d ön üş ü - eğer ilahiyat değilse- kefaret psi­
kolojisiyle bütünleştireceklerdir. Böy l ec e kentlerde ve kent o k u l l a ­
rında psikol ojik ç ö z ü m l e m e d er i n le ş me kl e ve kutsallaştırmalar,
kel ime ni n t a m anl amı yl a insanileştirmektedir. Batılı insanın zi hni ­
yeti açısı ndan ne k ada r bü y ü k bir ze nginleşme!

68
H Ü MA N İ S T

İlahiyatçı yan ı na ilişkin olarak tek bir çizgiyi v ur gulayalım. Akıl


ile i manın birliğini k ims e Abel a r d k ada r talep et memiştir. Bu al an­
da yeni ilahiyatın b ü y ü k kur ucusu olan A zi z T o m m a s o bekl enir ­
ken, Abelard, bir önceki y üzy ı lda şu verimli f o r mü l ü ileri sür müş
olan Aziz A n s e l m e ’i ger ide bırakmıştır: Aklı ar ayan iman (fides
q u a eren s intellectum ).
Abelard bu birlik talebiyle, ilahiyat al anında "in sa n i ve fe ls e fi
k a n ıtla r öne siiren ve sö y le n e c e k le rd e n ço k a n la şıla c a k şe y le r
ta lep e d e n ” okul çevrelerinin ihtiyaçlarını gidermekleydi. Bu
çe vr e mensupları " a n la şılırh k ta ıı yo k su n k e lim e le r n e y e y a r a r ? "
demekteydiler. “A n la şıla m a y a n a in a n ılm a z ve ne ke n d in in n e de
d in le y ic ile rin a kıl y o lu y la ka v ra y a m a d ık la rın ı b a şk a la rın a ö ğ r e t­
m ek g ü lü n çtür. ”
Bu hümanist, C l u n y ’deki hayatının son birkaç ayı boyunca,
büyü k bir sükûnet içinde B ir F ilo z o f (pııtatapar). B ir Yahudi ve B ir
H ıristiya n A ra sın d a k i D iy a lo g adlı eserini y a z m a y a girişmiştir.
Bur ad a ne ilk günahı n ne de b e de n e b ür ü n me n i n insanlık tarihinde
mu t l ak bir kopuş o l u ş t u r d u ğ u n u g ö s t e r m e y e çalışmıştır. İnsan
d ü şü nc esi ni n toplamını temsil eden üç din de ortak olan her şeyi
açığa ç ı kar tma nı n yollarını ar a makt a ydı . H e r i nsanda T a n n ’nın
o ğ l u n u n varlığının t a nı nma sı na o l a n ak v er ecek olan doğal y as al a­
rı, dinlerin ötesinde ar amaktaydı. O n u n h ü m a n i z m a s ı hoşgör üyl e
t a m a m l a n m a k t a y d ı ve insanları bir bir inden ayıran şeylere karşı,
insanları birleştiren şeyin ne o l d u ğ u n u ararken, " T a n rı'n ın m ü l­
kü n d e ço k e v " b ul un du ğ un u akl ında tutmaktaydı. Abelar d Paris o r ­
tamının en yüksek derecedeki ifadesi idiyse de, d o ğ ma k t a olan e n ­
telektüelin diğer çizgilerini C h a r t r e s ' d a ar amak gerekmektedir.

CH A RT RE S VE C H AR T RE S ZİHNİYETİ

Chart res o yüzyılın büyü k bilimsel merkezidir. T rivium sanatları


deni len gramer, hitabet, ma nt ı k b u r ad a küçük gö r ülmemektedir :
Bu d u r u m Bernar d de Cha rt re sTn derslerinde gözl enmektedir.

69
Fakat Chart res bu voces (kelimeler) incelemesi yerine, qu a d rivi-
ıım ’u oluşt uran aritmetik, geometri, müz i k ve as t ronomi ni n k o n u ­
su olan res (şeyler) i ncelemesini yeğl emektedir.
C h a rtres zih n iye tin i işte bu y ö ne l im belirlemektedir. B u merak,
gö zl em, ar aştır ma zihniyeti, Y u n a n - A r a p bil i mi nd e n bes l enmi şt i r
ve ışıklarını y a k ı n d a saçacakt ır . Ö ğ r e n m e açlığı o k a d a r y a y g ı n ­
laşacaktı r ki yüzyı lın en ünlü basitleştiricisi olan Aut unl ü deni len
Honori us, bu d u r u m u çarpıcı bir f ormül le özetleyecektir: İn sa n ın
sü rg ü n ü cehalet, vatanı bilim dir.
Bu me r a k gel enekselci zi hniyet mensuplarını kızdırmaktadır.
Saint-Victorlu Absal on d ü n y a n ın y a p ılışı, u n su rla rın d o ğ a sı, y ı l­
d ızla rın yerleri, h a y v a n la rın do ğ a sı, rü zg â rın şiddeti, b itk i ve k ö k ­
lerin h a ya tı gibi kon ul a ra ilgi duy ul ma sı n ı rezalet olarak g ö r m e k ­
tedir. Gu i l l a u me de Saint- Thierr y A zi z B e r n a r d ’a, ilk insanın
y a r a t ı l ı ş ı n ı “T a n r ı’d an h a re k e tle d e ğ il d e ru h la rd a n ve y ıld ız la r ­
d a n h a r e k e tle ” açıklayan kişilerin b u l u n d u ğu n u ihbar e t m e k için
m e kt up yaz ma kt adı r. G u i l l a u me de Co n c h e s ise b una şöyle ce v ap
vermektedir: “D o ğ a n ın g ü ç le rin in ca h ili o ld u k la rın d a n b izinı de
c e h a le tle rin e b a ğ la n m a m ızı istiyo rla r, a ra ştırm a h a k k ım ızın o ld u ­
ğ u n u re d d ed iy o rla r ve b izi ka b a k ö y lü le r g ib i a kla d a ya lı o lm a ya n
b ir in a n ç içinde ka lm a y a m a h kû m ediyorlar. ”
Böyl ece, Hır istiyanlaştır ılarak bilginin simgeleri, b ilg in in e fsa ­
n ev i b ü yü k a ta la rı haline gel en geç mi ş i n bazı büyü k çehreleri, y ü ­
celtilmiş ve p o p ü le r hal e getirilmiştir.
Sü le y ma n ( Sa l o mo n ) t ü m D o ğ u ve İbrani biliminin üstadıdır;
sadece Eski A h i t ’in B ilg e si değil, aynı z ama nd a Sihirsel Bilgiler
An si k lo pe di s i ’ne adını v er mi ş Gizil B i l i m ’in bü y ük temsilcisidir
de; bunu n yanı sıra sırlar üstadı, bilimin sırlarının sahibi olarak
kabul edilmektedir.
İ s k en d er ( Al e x a nd re ) h er ş ey den ö n ce ar aştırmacıdır. Hoca sı
Aristoteles o n a ar aştır ma t ut kusunu, bilimin anası olan me ra kı n
he ye ca nı n ı aşılamıştır. H o c a s ı n a H i n d ’in harikalarını anlattığı,
eski bir d ü z m e c e me kt up y ay ı ml a n makt adı r . İ s k en d e r ’in bir f ilozo­
fu bilimsel ar aştır manı n yönet ici si yapt ığına, d ü n y an ı n her bir y a ­
nma gönder il en bir kâşifl er kur ul un u n b aş ına get ir diğine da i r Pli-
ınısTın efsanesi yeniden ele alınmaktadır. Yolculukların, fetihlerinin

70
devindirici gücü bilgi açlığı olmalıdı r. D ü n y ay ı d ol a ş m a k l a yet in­
meyer ek, diğer unsurları da d eş meyi istediği söylenmektedir .
U ça n bir halının üzerinde, h a v a d a dolaşmışt ır. Öze llikl e de c a m ­
dan fıçılar yapt ır tmış ve bat iskafın bu atasıyla den i zi n d ibine d a l ­
mıştır, bu dalış e s n a s ı n d a b al ı k l a rı n dav r anı şl a r ı nı ve deni zaltı
bitkilerini incelemiştir. Al ex an d re N e c k a m , “N e y a z ık ki bu g ö z ­
le m le rin i b ize a kta rm a m ıştır, " diye yazmaktadı r.
Son olarak da Vergilius, dör dü ncü e p ilo g ’da İ s a ’yı h a b e r ver di­
ği, mezarını n üzerinde Aziz P a u l u s ’un du a ettiği ve E n eid e adlı k i­
tabında antik dünyanı n t üm bilgilerini bir ar a ya topladığı söyl e ni ­
len Vergilius. Be r na r d de Chart res o nun ilk altı şiir kitabını,
G e n e s is ’le (Yaradılış) aynı d üz e y d e o l m a k üzere, bili msel eserler
olarak yor umlamıştı r. Bö yl ec e D a n t e ’nin m e y d a n a getirdiği hari­
k a kişi ye yönel ti l e ce k olan ef sa ne o lu şma k ta dı r ; D iv in a C om m e-
d i a 'sı nda yeraltı d ü n y as ı nı n ke ş fi n e gi r i şe ce k ol a n kişiye: Tu
duca, tu sig n o re et tu m aestro.
A n c a k ar aştır ma zihniyeti Chartreslı ent elektüeller in baş ka bir
eği li mi ne çarpacaktır: Akılcı zihniyet. M o d e r n ça ğı n eşiğinde, b i ­
limsel zihniyetin iki temel tavrı ç oğ u z a ma n ç at ı ş ma hal inde o l­
muştur. XII. yüzyıl bilginleri için den e y ancak olgulara, g ör ün t ü l e ­
re ulaşabi lmekt edir. Bilim, gerçeği akıl yü rü t me yoluyla
k a vr aya bi l me k için bunl a r a sırtını dönmelidir. Or t aç ağ bilimi ü z e ­
rinde ç ok ağır etkileri olan bu karşıtlığı ileride göreceğiz.

C H A RT RE S N A TÜ RA L İ Z Mİ

Bu Chart res r asyonalizminin temeli “D o ğ a ” nın t am bir güce sahip


o l d u ğ u n a ilişkin inançtır. Chart reslıl ara göre D o ğ a ö ncelikl e dölle-
yici, sürekli olarak yaratıcı, t ü ke nm e z kaynakları olan bir m a te r
g e n e r a tio n is ’tir. XII. yüzyılın, yani atılım ve g e n i ş l e me yü zy ı l ı ­
nın doğacı iyimserliğinin tabanı bu olmaktadır.
F akat d oğa aynı z a m a n d a k o z m o s ’tur, yani d ü z e nl e n mi ş ve
akli bir bütündür. Varlığı evrenin akılcı bir bilimini m ü m k ü n ve
gerekli kılan yasaların me y d a n a getirdiği bir ağdır. Di ğer bir i yi m­
serlik kaynağı s a çma değil anlaşılmaz, d üze ns i z değil uy uml u
olan d ü n ya n ı n aklileştirilebilirliğidiı-. Hatta Chartreslıların ihtiyaç

71
İskcnder-bııliskalfa

duyd ukl a r ı evr en d e dü ze n düşünc esi , içlerinden ç o ğ u n u başlan­


gıçta bir kaos ol duğu dü ş ün c es i ni r e d d e t me y e gö t ü r mü şt ür . Bu,
G ui l l a ume de C o nc he s ve A r n a ud de B o n n e v a l ’in k o n u mu du r ; bu
sonuncusu G e n e s is 'i şu teri mler le y o r u ml a ma k ta dı r : “T a n rı y e r le ­
rin ve a d la rın ö ze llik lerin i ayırarak, n e sn e le re k e n d ile rin e u yg u n

12
ö lç ü le r ve işle v le r ve rm iş ve o n la rı d e v a sa b ir g ö vd e n in o rg a n la rı
g ib i ya p m ıştır. Bıı ç o k eski za m a n d a (Y a ra d ılış) b ile T a n r ı’da k a ­
rışık o la n h iç b ir şey, şe k ils iz h iç b ir şe y o lm a m ıştır, çiinkii n e s n e ­
lerin m a d d e si d a h a y a ra d ılışın d a n itibaren, y e rin e tıp a tıp ııyan
c in sle r h a lin d e b içim len d irilm iştir. ”
Charlreslılar, artık doğal yasalara göre açıklanan Y ar ad ı l ı ş a
işte bu zihniyet içinde yor uml a mak t a dı r lar . S im g ec iliğ e k ar şı fiz i-
sizm . Ve Kitabı M u k a d d e s metnini fiz iğ e g öre ve ha rfiyen (secıın-
d u m p h ysica n ı et a d L ittera m ) y o r u ml a ma k isteyen Thierry de
Chartres böyle yapmaktadır . Abelard da kendi cephesinden, E xpo-
sitio in H exam eroıı adlı eserinde böyle yapmaktadır .
Bu Hıristiyanlar, bu ina nçl a ra ko la yc a u la şamamı ş l ar dı r . Esas
sorun d o ğ a ile Tanrı arasındaki ilişkilerdir. Chart reslıl ara göre
Tanr ı d oğayı y a r at mı şs a da, onu tabi kıldığı yas al a ra saygı g ös t e r­
mektedi r. T a n r ı ’nın s ons uz gücü d et e r mi ni z ml e zı tlaşmamaktadır .
M u c i ze doğal düzeni n içinde iş görmekt edir. Gui l l a u me de Con-
ches, “Ö n eınli olan T a n rı'n ın b u n u y a p a b ilm iş o lm a sı değil, b u n u
in celem ek, a kli o la ra k a çıklam ak, a m a ç ve ya ra rın ı g ö ste rm ek tir.
K u ş k u su z T anrı h e r şe y i ya p a b ilir, a m a ö n e m li o la n şu n u veya
b u n u y a p m ış o lm a sıd ır. H iç ku şku y o k tu r k i Tanrı, k ö y lü le rin d e ­
d iğ i g ib i b ir ağaç g ö vd e sin d e n b ir d a n a yapabilir, am a bıınıı hiç
y a p tı m ı ? ” diye yazmaktadı r.
D o ğ an ı n k ut sallı ktan ar ındı rıl ması , simgec i l i ği n eleştirisi işi
böyle sürdürül mekt edir. Bunl ar Pierre D u h e m ’in gösterdiği üzere,
Hıristiyanlığı n y ay ı l ma sı nd a n itibaren doğanı n, yıldızların, o l g u ­
ların Tan r ıl a r gibi kabul edilmelerini önleyer ek -antik bilimin de
yaptığı gibi- ve onları T a n r f n m yarattığı şeyler olarak sunarak
m ü m k ü n kıldığı bilimsel bilgi ye ön hazırlıklardır. Yeni aş ama, bu
yar adılışın r asyonel karakterini ön e çıkar tmaktadı r. Bö y l ec e d ah a
ö nc e söylendiği gibi “evren in sim g e se l o larak y o ru m la n m a sı y a n ­
lıla rın a karşı, T anrı ’n ın ey le m in e b a ğ lı olan, b ir ö ze rk ik in c il n e ­
d e n le r d ü ze n in in v a r old u ğ u id d ia s ı” y ükse l me k t edi r . Hiç k u ş k u ­
suz XII. yüzyıl hâlâ simgelerle doludur, a m a bu yüzyıl
entelektüelleri d aha şi mdi den ibreyi r asyonel bili me doğr u d ö n d ü r ­
müşl er di r .

73
C H AR T RE S H ÜMA N İ Z MA SI

F a ka t Cha rt re s zihniyeti her şeyden ö n c e bir h ü ma ni zm a d ır . S ad e­


ce, doktrinini antik kültüre daya n dı r ar ak inşa e t me s in de n k a y n a k ­
lanan bu ikincil a n l a md a değil; özellikle insanı biliminin, felsefesi­
nin ve âde t a ilahiyatının me r k e zi n e yerleştirdiği için böyledir.
Bu zi hniyet e gör e insan Y a r ad ı l ı ş ’ın h e m nesnesi h e m de m e r ­
kezidir. P e de r C h e n u ’nün C ur D eu s hoıno t a r t ı ş m a s ı n a ilişkin o l a ­
rak har ika bir şekilde gösterdiği üzere, bu dinsel tart ışmanın anl a­
mı budur. A z i z Gr e gori us tarafından yeni den ele alınan ve insanı
yar a d ı l ı şı n bir kaz as ı , bir ersatz, deliği kapatan bir tıpa olarak
kabul eden, isyanlarından sonr a yeni k düşen mel ekl er i n yerine y e ­
nilerini k o y m a k için T a n r ı ’nın baş v ur d uğ u bir yol olarak gören
gel ene ksel tezin karşısına, A z i z A n s e l m e ’in eserini geliştiren
Chart es, insanın Y ar at ıc ı ’nın pl a nı nda her z a m a n ö n g ö r ü l dü ğü ve
hat ta d ü n y a n ı n on un için yapıldığı fikrini çı kar tmaktadı r.
Aut u nl ü H o nor i us ünlü bir metinde, Chart res tezini basitleştir­
miştir; ve şöyl e d e mekt e d i r : “A k ıl y o lu y la k a n ıtla n m ış o la n ın d a n
b a şk a h a k ik a t yo k tu r; o to riten in b ize in a n m a yı ö ğ re ttiğ i şeyi, a kıl
k e n d i k a n ıtla rıy la d o ğ ru la r. K u tsa l Y a zı’n m a ş ik â r o to ritesin in
ilâ n ettiğ in i, ta rtışm a c ı a kıl ka n ıtla r: B iitiin m e le k le r g ö kte k a ls a ­
la rd ı bile, insan b ü tü n a rd ılla rıy la b irlikte g e n e d e ya ra tılırd ı.
Ç ü n kü bu d ü n y a in sa n için y a p ılm ıştır ve d ü n y a d e d iğ im iz za m a n
g ö ğ ii ve y e ri ve evren in için d e va r o lan h e r şe y i a n lıy o ru m ; ve tüm
m e le k le rin va rlık la rın ı sü rd ü rm e leri d u ru m u n d a , evren in onun
için y a r a tıld ığ ın ı o k u d u ğ u m u z in sa n ın y a r a tılm a m ış o lm a sı b ir
sa ç m a lık o lurdu. ”
Geç er ke n vur gul ayal ı m ki, ortaçağ ilahiyatçıları me l ek l er k o ­
n us u n d a -ve hatta cinsiyetleri k o n u su n da - tartıştıklarında h e m e n
her z a m a n insanı d ü şü n me kt e y d i l e r ve aklın gel eceği k o n us u n d a
bu g ö r ü n ü ş t e b o ş un a olan t a r t ışma l ar dan d ah a ö n e m l i hiçbir şey
olmamıştır.
Chart reslıl ar insanı öncelikl e akli bir varlık o la ı ak g ö r me k t e d ir ­
ler. XII. yüzyıl ent elektüellerinin temel öğr eti ler inden biri olan, şu
akıl ile imanın faal birlikteliği insanda m e y d a n a gel mekt edir . Ben
onları n -insanı değerli kılan karşıt varlı klar olarak- h a y va nl a ra

74
S im g e sel H a y v a n l a r
olan b üy ü k ilgilerini bu bakı ş açısı içinde g ö r ü y o r u m . Vahşi -
insan zıtlığı bu yüzyı lın en büy ük eğr et i l e mel er inden (metaforla-
rından) biridir. R o m a n dillerinde yazılmış h a y va n hikâyelerinde,
D o ğ u ’dan gel mi ş olan ve gel eneksel hayal g üc ü nü n kendi s imge c i­
liği için y eni den ürettiği bu grotesk dünyada, okul çevresi tersine
bir h ü m a n i z m a gör mekt edir . Zat en Gotik, heykeltı raşlara yeni bir
modeli, insanı ilham et me k üzere, bu gel enekten kopacaktır.
Yunanl ı lar ı n ve Arapların bu h ü ma ni st r as y o na l i z me katkıları­
nın o l du ğ u anl aşı lmakt adır . Bu kon uda, I s p a n y a ’da uzu n y o l c u ­
luklar yapan, ç e vi r me n ve f ilozof Bathlı A d e l a r d ’ınkinden d ah a iyi
bir ör nek olamaz.
T a m da h ay va nl a r üzer inde bir tart ışma öner en bir gel enekçiye
şöyl e c e v a p vermiştir: “H a y v a n la r ü zerin d e ta n ış m a k b en im için
giiçtür. N itek im A ra p h o ca la rım d a n aklı re h b er o la ra k a lm a yı ö ğ ­
rendim , sen ise kıssa d a n h isse çıka rta n b ir otoriteyi, onun zin cirli
kö lesi o la ra k izlem ekle yetin iyo rsu n . Z in cirin o to ritesin e b a şka ne
a d ve rileb ilir? Tıpkı a p ta l h a yv a n la rın zin c irle giidiilm eleri, n ereye
ve n için g ö tü rü ld ü k le rin i b ilm e m e le ri ve onları bağlı tutan ipi izle­
m ek le y e tin m e le ri gibi, ço ğ u n u z d a h a yv a n la ra ö zg ü b ir inancın
esirisin iz; y a zılı o la n ın otoritesine, te h lik eli in a n ç la rla b a ğ lı o la ­
rak, sizi o ra y a b u ra y a g ö tü rm e lerin e a ld ırm ıyo rsu n u z. ”
A y r ı c a şunları d a s öylemişt ir : “A risto te le s canı eğ le n m e k iste ­
d iğ in d e, o n a ka rşı h a k ik a ti sa v u n a n d in le y ic ile rin in ka rşısın d a ,
ço k in c elm iş b e c e risin in sa yesin d e, d iy a le k tiğ in k a n ıtla rıy la y a n lı­
şı sa v u n u rd u . B u n u n a n la m ı, d iğ e r tü m sa n a tla rın a n c a k d iy a le k ti­
ğ e h izm e t e tm e le ri k o şu lu y la sa ğ la m b ir şe k ild e ile rle ye b ilm eleri;
a m a o o lm a d a n a y a k la rın ın d o la şm a sı ve d e n g e siz d u ru m d a k a l­
m a la rıd ır. O n u n için m o d e r n le r ta rtışm a la rın y ü r ü tü lm e sin d e , bu
sa n a tta en b e c e r ik li o la n la ra b a şv u rm a kta d ırla r. ”
Bathlı Adelar d bizi d a h a d a ileri g i t meye da v e t et mekt edir . XII.
yüzyı l entelektüellerini n, otoritelere atıf yap a ra k y a r g ı da b u l u n m a ­
ya alışmı ş k i ms e l e r i n k ar şı s ın d a c ü r e t k â r g ö z ü k m e m e k için, e s k i ­
lerin ve Ar a pl a r ı n adı al tında gizledikleri şeyin ö zü n ü, d ü ş ü n c e l e ­
rinin ka yna kl a rı nda n, kend i ler inde n el de edi p et medi kleri
k u ş k u l u d u r -bu d ü ş ü n c e l e r yeni de olsa-, İşte şöyl e itiraf e t m e k ­

76
tedir: “B izim k u şa k, m o d e rn le rd e n k a y n a k la n d ığ ım sa n d ığ ı h e r
şe y i re d d etm e k g ib i k ö k lü b ir k u su ra sahiptir. Ö yle sin e ki k işise l
b ir fi k i r b u ld u ğ u m d a ve bunu y a y ım la m a k isted iğ im d e o n u ba şka
b irin e a tfe d iy o r ve şö y le ilân ed iyo ru m : ‘B u n u sö y ley en ben d eğ il
d e ş u d u r ’. Ve bana ta m a m en in a n ılm a sı için, b ü tü n ka n a a tle rim e
ilişkin o la ra k şö y le sö y lü yo ru m : 'B u n la rı b u la n ben d e ğ il de,
ş u d u r ’. B en im gibi b ir ca h ilin fik ir le r in i k e n d i ka y n a k la rın d a n ç ı­
k a rd ığ ı g ib i sa k ın ca lı b ir d ü şü n c e y i ö n le m e k için, o n la rı A ra p
k a y n a k la rın ı in c ele m em so n u c u o rta y a ç ık a rd ığ ım ın sa n ılm a sın ı
sa ğ lıyo ru m . E ğ er sö y le d ik le rim g e r i ze k â lıla rın h o şu n a g itm ezse,
o n la rın h o şu n a g itm e y e n in ben sa n ılm a sın ı ö n le m e k istiyo ru m .
G erçek b ilg in lerin sıra d a n in sa n la rın ııe zd in d e ki k a d e rin i b iliy o ­
rum . B ö y le c e ken d i d a va m ı değil, A ra p la rın k in i yü rü tü yo ru m . ”
En yeni nokta, akıl sahibi olan ve bö ylece bizatihi Yaratıcı ta­
rafından akli olarak dü z e nl e n mi ş bir doğayı inceleyip, k av r a y a b i ­
len bir insanın da Chartreslılar tarafı ndan d o ğ a olarak kabul edi l­
mesi ve böylece dün yan ı n d üze n i y l e m ü k e m m e l bir şekilde
bütünl e şme si di r .

Mİ K R O K O Z M O S İ NSAN

Eski m ikro ko zm o s insan imgesi b ö yl e c e ca nl a nd ı r ı lmı ş ve on a


derin bir anl am y ük l e nmi ş olmaktadır. Bu tez Bernar d Silvest-
ris’ten A d a m de Lill e’e kadar, d ü n y a ile insan arasındaki, insanın
m e y d a n a getirdiği şu mi n ya t ü r evr enle m e g a k o z m o s arasındaki
analoji den hareketle gelişmiştir. İ nsanda dört un su r un bul un du ğ u
ve anolojilerin s a çma bir nokt aya ka da r götür üldüğü bizi t e bessüm
ettiren ç öz üml e me l er in ötesinde, bu ka v ra m devrimcidir.
İnsanı bütün olarak ve öncelikle de bedeniyle birlikte ele almaya zor­
lamaktadır. Bathlı Adelard’ın Bü y ü k Bilimsel Ansiklopedisi insan
anatomi ve fizyolojisi üzerinde uzun uzadıya durmakt adır. Bu
d u r u m tıp ve hijyen al anındaki gel i şme l er l e atbaşı g it me k t e ve
onları destekl emektedi r. Bedeni ke n d i ne geri verilmiş olan bu
insan, böylece XII. yüzyılın en b ü y ük olaylarından biri olan insan

77
Hirgrnli f l i l d e g a n l e 'a g ö r e ın ik ro k o z m o s insan (Lııcca Liber Divinorunı Öpe­
nini cİYtiznuısı)
78
se vgisinin keşfine y a ­
n aş ma k t adı r . A b e l a r d bu
keşfi trajik bir şekilde
y a ş a m ı ş ve D e n i ş de
R o u g e m o n t bu ol guyu
ele alan ünlü ve tartış­
malı bir kitap yazmıştır .
Bu mi kr ok oz mos - in s a n
aynı z a m a n d a kendini,
bir benzerini o lu şt u r du ­
ğu, u y u m içinde olduğu,
iplerini ç e k m e y e yet e­
nekli olduğu, d ü nya yl a
b e n z e ş m e içinde olan bir
evrenin me r ke zi ne yer ­
leştirilmiş ol a r a k b u l ­
maktadır. Bi r Aut unl ü
H o n o r i u s ’un ve belki de
on da n d aha fazla ol ma k
üzere, L ib e r S civia s ve
L ib e r D iviniorıını O pe-
rum ad ı nda iki kitabı b u ­
lunan ve bu kitaplarda
yeni teorilerle geleneksel
ma nast ır mistisizmini
b ir b i r in e k ar ış t ır an şu
o la ğ an d ış ı k a dı n, b a ş r a ­
hibe Bi ngenli Hi l de gar de
ta rafı ndan basitleştirilen
sonsuz perspektifler bu
mi k r ok o z mo s- i n sa n a
a ç ı l mı ş o l ma kt a d ır .
H e m e n ünlü olan m i n y a ­
türler bu perspektiflere
istisnai bir ö n e m ka z an ­
dır mı şl ar dı r . B e d en i n

79
m o d e l i ne sevgi d u y a n ve m i k r o k o z m o s insanı çıplak halde g ös t e ­
ren mi nya t ü r ü ör nek olarak verelim. Bu mi nya t ür XII. yüzyıl e n t e­
lektüellerinin h ü ma ni z ma s ı n ı n, biçimlerin, estetik d u yg u su n un ha­
kiki o ranl a r a olan sevgiyle birleştiği bu boyutu kend i ne mal e t me k
için öteki Röne sans ı bek l eme d i ğ i n i açığa çı kartmaktadı r.
Bu h ü m a n i zm a n ı n son sözü hiç kuşkusuz , insanın do ğa o l d u ­
ğu, doğayı akılla anl ayabildiği ve o nu eyl emi yl e deği ştirebi ldiği­
dir.

F AB Rİ KA VE H O M O F ABER

Kents el ş antiyenin or t ası na yerleştirilmiş olan XII. yüzyı l ent e­


lektüeli bu şantiyenin i mge s i nd e bir evren, yani tezgâhların g ür ü l ­
tüsüyl e h o m u r d an a n geniş bi r f abrika gör mekt edir . Stoacı fabrika-
dü n y a eğretilemesi, d ah a d i n a mi k ve ço k daha etkin bir k ap sa ma
sahip ol a n bir d ü n y a d a ye n i de n ele alınmıştır. “B iitün d ü n ya n ın
o lu ştu rd u ğ u bu b ü yü k fctb rika (d a n ), şu b ir tü r evren a tö ly e si
(n d e/ı)... (illa m agııa totius, m im di, fa b r ic a e t qııaedem u n iversa lis
officina), ” L ib e r de A e d ifıc io D ei adlı e s er ind e söz ed e n kişi Reic-
hersbergli G e r lo c h ’tur.
i ns a n kendini bu şantiyede, d ö n ü şt ür ü c ü ve yaratıcı bir z a n a ­
at kar ol a r a k kanı tl a makt ad ı r : Y a r a d ı l ı ş ’ta T a n r ı ’yla ve d o ğ ay l a iş­
birliği yap a n H om o f a b e r ’m y en id en keşfi. Gu i l l a u me de Co nc hes,
“H e r e s e r y a ra tıc ın ın eseridir, d o ğ a n ın e s e rid ir veya d o ğ a yı ta k lit
eden za n a a tk a r-in sa n ın e s e rid ir" demektedir.
İnsan t op lu mu imgesi de d eği şme kt edi r . Yüzyıl ın e k o n o m i k ve
top l u msal yapı lar ı na kendi anl amı nı ver e n bu di n a mi k bakış açısı
içinde al gılanan bu imge, insanların çalışan t üm unsurlarını içer­
mektedir. E me ğ e itibarının bö ylece iade edi lmesiyle, dün ün küçük
görülenleri, Tanrı kent inin i mgesi ol a n insani kent le büt ünl eşmi ş
olmaktadırl ar. Salisburyli Je an P o ly cra tiu s adlı eserinde, tarım
emekçilerini t opl uma yeni den kabul et mektedir: " T a rla la rd a , ç a ­
yırla rd a , b a h ç e le rd e ç a lış a n la r " ; sonr a d a zanaatkarları y eni den
kabul et mektedir: “ Yün işin d e ç a lış a n la r ve tahta, dem ir, tu n ç ve
d iğ e r m a d e n le ri işleyen tüm ö te k i m a k in e işçileri. ” Bu ba kı ş açısı
içinde, yedi serbest sanattan oluşan eski okul çerçevesi pa r ça l a n ­

80
maktadır. Ö ğr e t i m yal nızca diyalektik, fizik, ahl âk gibi yeni disi p­
linlere değil, aynı z a m a n d a insan faaliyetlerinin esas parçaları ndan
biri olan bilimsel ve zanaatsal tekniklere de y er ve r me k z o r u n da ­
dır. Hugııes de Sai nt - Vi ct or D id a sc a lio n adlı kitabının eğitim
pr ogramı b ö l ümü n de , bu yeni kavrayışı ona y l ama kt a dı r . Aut un l ü
H ono r i us ise bu kavrayışı şu ünlü f o rm ü l ü y l e gel işti rmektedir:
“İn sa n ın sü rg ü n ü cehalet, vatanı b ilim d ir .’’ Ni t e k im bu f ormül e
şunu ek l eme k t e di r : “Bıı vatana, k o n a k la m a k e n tle ri g ib i o lan d ü ­
şü n c e sa n a tla rı sa y e sin d e u la şılır. ” İlk kent gr amer, İkincisi hita­
bet, üçünc üsü diyalektik, dö r d ün c ü sü aritmetik, beşincisi müzik,
altıncısı geometri, yedincisi astronomidir. B ur ay a k a d a r gel eneksel
ol a n dan baş ka bir şey söz k on us u değildir, a m a yol h e n üz sona e r ­
memişt ir. Sekizinci si, “H ip p o k r a te s ’in h a cıla ra otların , a ğ a ç la ­
rın, m a d en lerin , h a yv a n la rın erd em ve d o ğ a la rın ı ö ğ r e ttiğ i” fizik­
tir. D o ku zu n c u s u “h a cıla rın m aden, odun, m e rm e r işlem esin i,
resim , h e y k e l ve tüm el sa n a tla rın ı y a p m a sın ı ö ğ r e n d ik le r i” m e k a ­
niktir. “N e m ru t k u le sin i m ek a n ik sa y e sin d e y ü k se ltm iş ve S ü le y ­
m a n ta p ın a ğ ın ı b ö yle ya p m ıştır. N u h g e m is in i bu sa y e d e inşa
etm iş, ta h k im a t sa n a tın ı ve ç e şitli d o k u m a c ılık işle rin i ö ğ r e tm iş ­
tir. " O n birincisi iktisattır. “B u in sa n ın va ta n ın ın k a p ısıd ır. D e v ­
le tle r ve m a k a m la r a y a r la n ır bu a landa, b u ra d a işle v le r ile ta b a ­
ka la r b irb irin d en a yrılır. B u ra d a va ta n la rın a k a v u şm a k için a ce le
ed en insanlara, liy a k a tle rin e g ö re m ele klerin h iy e ra rşisin e n a sıl
ka tıla c a kla rı öğretilir. ” Böy l ec e XII. yüzyıl ent elektüellerini n hü-
m a n i z m a yolculukları siyaset bilimiyle sona ermektedir.

Ç E HR E LE R

Bu ent elektüeller arasında ve hatta C h a rt r es ’da bile kişiliklerle k a ­


rakterleri birbirlerinden ayı rmak gerekir. Be rna r d esas olarak ö ğ ­
rencilerine sağlam bir g ra m e r eğitimi, temel bir kültür ve yönt e m,
dü ş ü nc e sistemi k a z a n d ı r ma y a gayret eden bir hocaydı. Be r n a r d
Silvestris ve G ui l l a ume de Conc hes esas olarak b ilim a d a m la rı o l ­
muşl ar dı r ve bu açıdan Chart res zihniyet inin en ö z g ü n y ö n e l i m i ­
nin sadık temsilcileridir. B u yüzyıl onların sayesinde, birçok k i m ­
seyi c e zbe t mi ş olan edebi zihniyeti yerinden etmiştir. A b e l a r d ’ın

Hft/ O r t a ç a ğ E n t e l e k t ü e l l e n 81
I l e l o i se ’c dediği gibi, “h ita b etten çok ö ğ re tim i ö n em sed iğ im için,
h ita b e tte n ç o k ifad en in a çıklığ ın a , ed e b i siislii ko n u şm a d a n çok
a n la m a ö zen g ö steriyo ru m . ” G ü z e l l i k p eş i nd e k o ş a n ve aslına
sadık k a l may a nl a r d a n nefret eden ç e vi r men l er de bu ilkeyi izle­
mektedi rler. Chesterli Robert, Saygı n P i e r r e’e şöyle yazmaktadı r:
“M u h te şe m bin a n ızı ko ru m a n ız için size g erek en m a lze m e le ri h is ­
se d ilir b ir şe k ild e ne b u d a d ım ne d e bozdııın; o n la rı a n la ş ılır k ıl­
m a k d ışın d a ., ve se fil ve değersiz, b ir m a lze m e y i a ltın la ka p la m a y a
g ir iş m e d im .’’ B u n a karşılık bir Salisburyli Jean d ah a çok, bizim
için bildik hale gel miş an l a md a bir hümanisttir, kültürü sevimli
k ı lmakta ve bir mutluluk aracı haline getirmektedir. Fakat Chart-
reslı olarak bir edebiyatçı dır. Dahası, başarılı bir den ge y i k o r u m a ­
y a çalışır. “T ıpkı aklın a y d ın la tm a d ığ ı h ita b e tin c ü r e tk â r ve k ö r
o lm a sı gibi, tıpkı k e lim e le ri k u lla n m a sın ı b ilm e ye n b ilim in z a y ıf
ve k o f o lm a sı gibi; in sa n la r d a y e te n e k le ri a ra sın d a y e r a la n h ita ­
b etten yo k su n kalırlarsa, h a y v a n la r g ib i olurlar. ”
Gilberl de la Porree bir düş ünü r dür , belki de yüzyı lın en b ü y ü k
metafizikçisidir. Uğradığı felâketler -o da gel enekçil erin ve Aziz
B e r n a r d ’ın kurbanı ol muş t ur - ço k sayıdaki ç ö me z ini (bunların
arasında A d a m de LiHe, Nichol as d ’A m i e n s gibileri yer a l ma k t a ­
dır) coş turması nı ve y öne t imi nde ki Poitiers d i y a k o z l u ğ u n d a halk
kadar ruhbanın da onu içten bir şekilde sevmesini engellememiştir.

IŞI MA

Chart res özellikle ö nc ü l e r yetiştirmiştir. P a r i s ’te A b e l a r d ’ın yol


açtığı fırt ınal ardan sonra, ılımlı kişiler, yeni l i kç i l e rd e n rezalete
yol a ç m a d a n alınabilecek her şeyi kilisenin gel eneksel eğitimiyle
b ü t ü nl e ş t i rme ç a b a s ı n a girişmişlerdir. Bu bi l ha ssa p is k o p os Pier-
re L o m b a r d ile O b u r P i e r re ’in -kitap obur u o l ma gibi büyük bir
ünü vardır- gayretleriyle olmuştur. Pierre L o m b a r d ’ın H ik m e tle r
K itabı, o bu r Pier re’in de K ilise T arih i -bu kitaplar felsefi hak i kat ­
lerle Kitabı M u k a d d e s ’te b ulunan tarihsel olguların sistematik
açıklamalarıdır- adlı kitapları XIII. yü zy ı l da üniversi te eği timi nin
temel ders kitapları olacaktır. T emk in li l e r kitlesi bu kitaplar sa ye­
sinde, az sayıdaki cüretkârın keşifl erinden g ene de y a r a r l a na c ak ­
lardır.

82
’ie r re L o m b a r d ir O hm d ie n e
E N T E L E KT ÜE L İŞÇİ VE KENTS EL ŞANTİ YE

Bu entelektüel tipi anc ak kent çerçevesi içinde gelişebiİmiştir.


Yeni türden kentleri ve entelektüelleri aynı lanetin içinde sayan ha-
sımları ve d üş ma nl a rı bun u iyice gör müşl e rdi r. Yüz y ı l ı n s o n u n d a
Sa i nt e - Ge ne v i é v e manastırı başrahibi olan Etienne de T ourna i , ila­
hiyatın “d isp ııta tio ”r\un ist ilasına u ğr ama sı k a r ş ı s ı n d a şaşıp k a l ­
m ı ş t ı r : “T a n rısa llığ ın sırları, söziin b ed e n e b ü rü n m e s i ko n u la rı,
k u ts a l ya sa la rın ih la li p a h a sın a , h erke sin g ö zü ö n ü n d e ta rtış ılı­
yor. B ö lü n m e z T eslis y o l a ğ ızla rın d a ke silm iş ve p a rç a la n m ıştır.
N e k a d a r d o k to r varsa, o k a d a r hata; ne k a d a r ko n u şm a sa lo n u
varsa, o k a d a r rezalet; ne k a d a r ka m u sa l alan varsa, o k a d a r kü fü r
vardır. ” Parisli hocalar için de “sö z tü c c a r la r ı” (v e n d ito res verbo-
rııın) demektedir.
Böyl ec e, yüzyı lın b a ş ında kent o kul l a r ı nda k end i yl e alay e di l­
diğini öğr en e n ve bunu n üzerine cesaretle ma nast ırı ndan çıkarak,
d ü şma nl a r ı n ı n ortasına, ke n t e gel en D eu t z başrahibi R u p e r t ’in
söylediklerini t ekrarl amaktadı r. Başr ahip bu er ke n tarihte bile, her
s oka k b aş ı nd a t a r t ış ma g ö r m ü ş ve k öt ü l ü ğ ü n yay ı lac ağ ı nı ö n g ö r ­
müştür. Büt ün kent k ur ucuları nın, bir geçiş yeri olan y e r y ü z ü n d e
ça dı r l ar da k o na k l a m a k yerine, b u r a y a yerleşen ve baş kal a rı nı da
yerleştiren dinsi zler olduklar ını hatırlatmaktadır. T ü m Kitabı Mu -
k a d d e s ' i satır satır araştırarak, içinden d e v a s a bir kent karşıtı fres-
ko çıkartmıştır. Kabil tarafı ndan kurulan ilk kent ten sonra,
Y o ş u a ’nın kutsal bor az anl a rı nı n yıktığı E r i h a ’da n itibaren E nok,
Babil, Asur, N i n o v a ’yı sa ymakt adır . Tanrının kentleri ve kentlileri
sevmedi ğini söylemektedir. V e hocalar ile öğrencilerin yararsız
tartışmalarıyla u ğul da y an g ü n ü m ü z kentleri, S o d o m ile G o mo r -
rarnın hor t l amı ş b iç iml e ri nd e n b a ş ka bir şey değillerdir.
XII. yüzyılın kent entelektüeli kendini tam olarak diğer kentli­
lerin bir benzeri, bir zanaatkar, bir lonca me ns ub u gibi h is s et me k­
tedir. işlevi d ü şü n c e s a n a tla r ı’nın incelenmesi ve öğretilmesidir.
A m a bir sa n a t nedir? Bi r bilim değil de bir tekniktir. A rs,
“te k n e ”dir, yani m a r a ng oz veya demircininki gibi, h ocanı n u z ­
manlık alanıdır. H u g u e s de S ai n t- Vi c to r’dan sonra, ertesi y üzyı lda
Aziz T o m m a s o bu k o n u m d a n bütün sonuçları çıkartacaktır. Bi r

K4
s a n a t, zihnin maddi ol duğu kada r entelektüel araçlar imalatına da
uyguladığı her tür akli ve doğr u faaliyettir; sanat, bir şey y a p m a ­
nın zekice tekniğidir. A rs est recta ratio fa c tib iliu m . Böyl ece ent e­
lektüel, bir zanaatkardır: “B ütü n b ilim le r a ra sın d a (diişiince s a ­
n a tla rın a ) sa n a t d en ilm iştir, çiinkü b u n la r y a ln ızc a b ilg i değil,
a yn ı za m a n d a d o ğ ru d a n a kılla b a ğ la n tılı olan b ir ü retim g e r e k tir ­
m ekted irler, örneğ in inşa (gram er), k ıy a s (diyalektik), sö y le v (h ita ­
bet), sa yı (a ritm etik), ölçii (geom etri), m elo d i (m iizik) ve y ıld ızla ­
rın y o lu n u n h e sa b ın ın (a stro n o m i) işle v le ri böyledir. ”
Abélar d sefalete m a h k û m ol duğu gün, toprak işl emekten aciz
ve dil e nme kt en utanır o l d uğu nu fark ettiğinde, hocalığa (scolarıım
reg im en ) geri dö nmü ş t ü r . “B ild iğ im m esleğ e g eri dön ü yo rd u m ,
elim le ça lışm a kta n a ciz o ld u ğ u m için, d ilim in h izm e tin d e n y a r a r ­
la n m a k z o r u n d a y d ım ."

ARAŞTIRMA VE ÖĞRETİM

L o n c a me ns u bu olan entelektüel, yüklendiği mesleğin bilincinde­


dir. Bilim ile ö ğr eti m arasındaki gerekli bağlantıyı bilmektedir.
Art ık bilimin biriktirilip s a k l a n m a s ı n a i na nma m a k ta dı r , d ol a şı ma
soku l mas ı nı n gerekliliğine ikna olmuştur. O kul l a r fikirlerin, tıpkı
mallar gibi ihraç edildikleri atölyelerdir. H o c a kentsel şantiyede,
za naa t ka r ve t üccarla aynı üretici atılım içinde o m u z omuzadır .
Abélar d H él oï s e’e, bilimlerini kendilerine saklayan ve hem k e n di ­
lerini h e m de başkalarını b u nd a n y a r a r l a nma kt an al ıkoyanların
dar kafalılar (P h ilistin s) o l duğ unu hatırlatmaktadır. “B ize gelince,
I z a k ’a d ö n elim ve d a rk a fa lıla r e n g e l çık a rtsa la r ve d ire n se le r bile,
Iz a k 'la b irlikte taze su ku y u la rı açalım , on u n la b irlikte inatla ku yu
a çm a ya d eva m edelim ki, bize de 'ken d i kü p lerin in ve ken d i k u y u ­
la rın ın su y u n u i ç ’ (Prov. V, 15) d en ilsin ve ö yle b ir ka za lım ki,
m e y d a n la rım ızd a k i k u y u la r b o l su y la dolsun, taşsın, b ö ylece K u t­
sa l K ita p la r ’ııı b ilim i b izim le sın ırlı olm asın, d iğ e rle rin e de b u n ­
d an iç m e sin i öğretelim . ” Entelektüelin cömertliği. Bu nda n ilk y a ­
rarlanacak kişinin kendi o ldu ğ un u bilmektedir. Dalmaçyalı
H e r m a n n bir dostuna “E ğ e r bu kita b ı ya za b ild im se , bu h a sım la rı-

85
ıııın sa ld ırıla rın a h a lk o k u lla rın d a göğiis g e rm iş o lm a m sa y e s in ­
d e d ir ”, diye y azmaktadı r.

AL ET LE R

Ev r e n denilen hu bü yü k fabrikada, entelektüel kendi yerinde, k e n ­


dine ö z g ü yet enekler iyle, y o ğ r u l m a k t a olan yaratıcı ça l ı ş ma y l a iş­
birliği y a p m a k zor undadır. Zat en alet olarak yal nızca zihnine
değil, iş aletleri olan kitaplarına da sahiptir. Onl ar la birlikte yukarı
or t aç ağı n sözel e ğ i t i mi n d e n nasıl da uzaklaşılmaktadır! Barrili Gi-
r au d şöyle açıklıyor: ”B ug iin o ku m a sı ya zm a sı o lm a ya n ra h ip le r
tıpkı sa v a şçı y e te n e k le ri o lm a ya n so y lu la r g ib id irler. Ç o c u kla r
için y a p ılm ış b ir o ku m a k ita b ın ı görü n ce, tıpkı a n id e n b ir tiy a tro
g ö s te r is iy le k a r ş ıla ş m ış ç a s ın a a p ışıp ka lm a k ta d ırla r, çü n k ü d e ­
m irc in in , a ğın b a lık ç ın ın a ra c ı o ld u ğ u n u ve b a lık ç ın ın d a örs ile
çekicin d em ircin in a le tle ri old u ğ u n u b ilm e lerin e ve h iç b irin in d i­
ğ erin in sa n a tın ı ya p a m a m a sın a , bu a le tle rin n a sıl k u lla n ıld ığ ın ı
ve te k n iğ in i b ilm e m e le rin e rağm en, ad la rın ı sa y a b ilm e le rin e k a r ­
şın, bu c a h ille r ru h b a n ın a le tle rin in ne o ld u ğ u n u b ilm e m e k te d ir ­
ler... ”
XII. yüzyılın kentsel atılımı içinde idmanlı hale gelen bu zihin
zanaatkarları için arlık geriye, k omüna l hareketle taçlanan lonca
har eketini n içinde ö r g ü t l e n m e k kalmıştır. Bü h oca ve öğrenci l on ­
caları, kel ime ni n dar a n l a mı n d a ü n iv e rsite le r olacaklardır. Bu
XIII. yüzyılın eseri olacaktır.

86
XIII. YÜZYIL
OLGUNLUK VE SORUNLARI
.h ts ıı ıs V a n ( H u n i t a r a f ı n d ı m y a p ı l a n Hiiytik A l b e r t p o r t r e s i

no
X III. Y Ü Z Y I L I N P R O F İL İ

XIII. yüzyıl üniversitelerin y ü z ­


yılıdır, ç ü n k ü loncaları n y ü z y ı l ı ­
dır. Ö ne ml i sayıda üyeyi bir
ar a ya getiren bir mesleğin b u l un­
du ğu her kentte, bu meslek m e n ­
supları çı karlarını s avu nma k ,
kendi yar ar l a r ı na tekel ol uş t ur ­
ma k üzere örgütleıımektedirler.
Bu, ka z an ı l mı ş siyasal ö z g ü r l ü k ­
leri K o m ü n l e r halinde, eko n om i k
al anda kazanı lan mevkileri lon­
calar hal inde maddileştir en k e n t ­
sel at ılımın k ur ums a l a ş a m a s ı ­
dır. Ö z g ür l üğ ü n anlamı bur ada
ikirciklidir: B a ğı ms ı zl ı k mı ayr ı­
calık mı? Bu an l am belirsizliği
üniversi te l on c as ı nda da kar şı­
mı z a çıkacaktır. L o n c a ö r g üt l e n­
mesi d ah a ş i md i de n yer l eşt i r ­
diği şeyleri d on du r ma k t ad ı r . Bir
g e l iş me ni n s on uc u ve cezası ola-
rak bir tıknefeslilik baş göst e rmekt e , bir ger il emeyi b aş l a t m a k t a ­
dır. Yüzyıl la ııyıım içinde olan XIII. yüzyıl üniversiteleri için de
böyle ol muş t u r . N ü fu s artışı zi rvesindedir, a m a ya v a ş l a m a kt a dı r
ve Hıristiyan âl emi nin nüfusu bir süre sonra duraklayacaktır. Bu
insan fazlasının beslenmesi için gerekli olan yeni toprakların tarı­
m a açılması hareketi y a v a ş l a m ı ş ve d ur mu ş t u r . înşa at atılımı, bu
d aha kalabalık Hıristiyan halk için yeni bir zihniyetin ürünü olan
yeni bir kiliseler ağı kur muştur , a m a bü y ük gotik katedraller çağı
bu yüzyı lla birlikte kapanmıştır. Üni ver si t er k on j onk t ü r de aynı
eğriyi izlemiştir: Bol ogna, Paris, O x f or d hiçbir z a ma n bu kada r
çok h oca ve öğr enciye sahip olamayacaklar dır . V e üniversiter y ö n ­
t em -skolastik-, Büy ük Alber t' in, Halesli A l e x a n d r e ’in, Ro g e r
B a c o n ’ın, Aziz B o n a v e n t u r e ’iin, Aqui no l u A zi z T o m m a s o ’nun
derlemeleri kadar parlak anıtları bir d ah a yiikseltemeyecektir.
Kentteki yerini f ethetmiş olan entelektüel, kend i ne sunulan se­
çe ne k l e r karşısında, ge l ec eğe ilişkin çö z üml e r i n tercihi k o n u s u n ­
da g en e de aciz kal makt adır . G e l i şme ni n ü r ünü o l d uğ u d ü ş ü n ü l e ­
bilecek ve o lg unl uğu n uyarıları olan bir dizi b un a l ı m karşısında,
g en ç l e ş me d e n y an a seçim y a p ma y ı bi l e me me k t e , topl umsal y ap ı ­
ların ve boc a la yı p dur acağı ent elektüel al ışkanlıkların içine y er ­
leşme kt edi r .
Üniversit e loncalarının kökenleri bi z i m için, diğer meslek k u r u ­
luşlarının kökenleri ka da r k ar anlıkta k al makt adır . Bu loncalar bir­
birlerini izleyen fetihlerle, birer fırsat da olan olayların rastlantıları
içinde, yavaşça ör gütlenmekledir ler . Üniver sit e yasaları, gen e l l i k­
le bu kazanmaları ancak gecikmeli olarak onayl ama kt a dı r. Bu y a ­
saların el imizde olanlarının, bunları n ilkleri o l du ğ u nd a n pek emin
değiliz. Bu d u r u m d a ş a şılacak bir şey yoktur . B u loncaları n o l u ş ­
ma kt a oldukları kentlerde, üniversiteler üyelerinin sayı ve niteli­
ğiyle, diğer iktidar odaklarını endi şel end i r en bir güç g ö s t e r m e k t e ­
dirler. Özerkliklerini, bazen kilise iktidarıyla, bazen de laik iktidar
o dakl ar ı yl a mü ca d el e e d e re k k azanmışlardı r.

KİLİSE İ KT İ DAR I N A KARŞI

Önc e kilisenin iktidar od a kl ar ına karşı. Üniver sit eli ler r uhbana

92
mensupturlar. Bul undukl ar ı yerin pi skopos u onları uyrukları s a y­
maktadı r. Öğ re t i m kilisenin işlevidir. Okul l arı n başı olan p i s k o ­
pos, bu konudaki yetkilerini o l du kç a uzun bir z a ma nd a n beri, m e ­
mu r la r ı nd a n birine devretmişt ir. Bu gör evli ye XII. yüzyı lda
genellikle okul yöneticisi (s c o la stic u s) adı ver il mek t e yk en, artık
d aha çok şansölye deni lmektedi r. Bu görevli, tekelinin d el i nme si ­
ne razı değildir. Bu tekelin artık mut l ak o lma kt a n çıktığı, m a n a s ­
tırların güçl ü bir o k u l l a ş m a k o n u m u n a ulaştıkları yerlerde, ü n i ­
versite loncalarının di ğe r rakipleri bu manastırlardır. Son olarak
da kültür bir iman sor unudur; pisk opo s bun un denetiminin kendi
işi o l du ğu n u iddia et mekt edir .
Ş ansölye P ar i s’te 1213’te, lic en c e (lisans) ver me imtiyazını,
yani ders ver me iznini u y g u l a m a d a kaybetmiştir. Bu hak ün i v e r si ­
te hocalarına geçmiştir. Ş an s ö l y e 1 21 9 ’da, Dilenci tarikatı ü y el er i­
nin üniversi teye girmeleri nedeniyle, bu yeni liğe karşı ç ı km a k is­
te mi ş ve son ayrıcalı klarını d a k aybetmi ştir . H a t t a 1301 ’de
okullar ın r esmi baş kanı o l m a k t a n da çıkmıştır. 1 2 2 9 - 1 2 3 l ’deki
b üy ü k grev sırasında, üniversite p is kopo s un yargı yetkisinin d ı ­
şın da kalmıştır.
O x f o r d ’da, üniversi teden 120 mil uzaklıktaki Lincoln p i s k o po ­
su, şansölyesi ar acılı ğıyla ün i v e r si tey e r esmi ol a r a k b aş kanl ı k
ede r ken, O s e n ey manast ırı başrahibi ile S. F ri de sw i de başrahibi
yal nı zc a onursal u nv an l ar ıyl a y e t i n m e k d u r u m u n d a kalmışlardır.
A m a kısa bir süre sonra, ş a ns ö l ye üniversi te k a p s a m ı n a al ınmış,
on un tarafından seçilerek, p i s ko pos un me mu r u o l ma k yerine, ü ni ­
versitenin bir görevlisi hal ine gelmiştir.
B o l o g n a ’daki d u r u m d a h a karmaşıktı r. Kilise laik bir faaliyet
olarak g ö r d üğ ü h u k u k eğ i ti mi ne karşı uzun süre ilgisiz kalmıştır.
Ün iver sit e anc ak 1 219 ’da B o l o g n a baş di ya k oz un u baş kan olarak
kabul edecektir; bu kişi nin şansölyel ikle b e n ze r bir işlevi b u l u n ­
ma k t a ve baz en de bu un van altında at anmaktadır. A m a gerçekte
otoritesi ün iversi teni n dışı nda geçerlidir. Terfi o t u r u m l a r ı na b a ş ­
kanlık e t mek , üniversi te üyel erine yapı lan saldırıları d ef et mek l e
yet inmektedir.

93
P a p a ve i m p a r a t o r l i o l o g n a ü n ivers itesin e a yr ıca lık la r ın ı verirlerken.

LAİK İ KT İ DAR L AR A KARŞI

Lai k iktidarlara ve öncelikl e krallık iktidarına karşı. Hük ümd a r la r,


krallıklarına zenginli k ve prestij sağlayan, me mur lar ın ı d e v ş i r e c e ­
ği bir fidanlık oluşt uran loncalara el koy ma nı n çarelerini a r a m a k ­
taydılar. Krallıklarının kent lerindeki üniversitelere m e n s u p olan
uy r uklar ına ise, XIII. y ü zyı ld a krallığın me rk e zi l eş m e s i y le k e n d i ­
ni daha da hissettirecek olan bir otoriteyi d a y at ma k i st eme kt e y di ­
ler.
P a r i s’te öğrencilerle krallık kolluk güçlerini karşı karşıya get i­
ren kanlı 1229 olaylar ından sonra, üniversite özerkliği bir daha
k a y b e d i l m e me k üzere kazanılmıştır. Bu k av g a es nasında, birçok
öğrenci krallık çavuşları t arafı ndan öl dü r ül müşt ür . B u n u n üzer ine
üniversitenin büyük bö lü mü greve giderek O r l e a n s ’a çekilmiştir.
İki yıl b oy u n c a Par i s' te h e m e n hiç ders yapı lmamıştı r. A zi z Loııis
ve Bl anche de Castille ancak 1231 ’de üniversitenin özerkliğini res­
me n tanımışlar ve P h i l i p p e - A u g u s t e ’ün on a 1 20 0 ' d e tanıdığı ayrı-

94
çalıkları y e n i le m i ş l e r ve geni şl e t mi şl er di r .
O x f o r d ’da üniversite ilk özgürlükl erini, aforoz edi lmiş olan
T o pr a ks ı z J e a n ’ın iktidarının g er il eme d ö n e m i n e girmesi sa y esi n ­
de, 12 14’te elde etmiştir. Üniversitelilerle kral ar asında 1232,
1238 ve I 2 4 0 ’la m e y d a n a gelen bir dizi çatışma, üniversi teni n bir
b ö l ü m ü n ü n S i mo n de M o n l f o r t ’a sağladı ğı d es tek kar şısında d e h ­
şete kapı lan III. H e n r y ’nin bo y u n e ğ m e s i y l e sonuç l anmı şt ı r .
A m a aynı z a m a n d a komünal iktidarla da mü c ad e le e d il me kt e ­
dir. K o m ü n burjuvaları üniversite t o pl ul uğu nun kendi yargı yetki­
leri dışı nda kal ma s ı n da n h uy l a n ma k t a ; bazı öğr enc i l er i n faili o l ­
d u ğu kavga, gürültü, hırsızlık ve c i nay e t l e r de n e ndi şel enme kt e,
hocaların ve öğr enciler in kiraları düşür er ek, zahire fiyatlarına
narh konul ma sı nı daya t a ra k ve ticari i şl eml er de adalet ölçülerine
saygı gösterilmesini sağlayarak, kendilerinin e k o n o m i k güçlerini
s ı n ı rlandır mal ar ına rıza g ös te r meme kt e d i r l er .
Krallık polisi 1 2 2 9 ’da P ar is’te öğr enciler le bur juval ar ın ar asın­
daki kavga l a rı n er tesinde çok sert bir şekilde m ü d a h a l e etmiştir.
O x f o r d ’da, 1209’da bir kadının öl dür ül mesi üzerine ö fk eye k a p ı­
lan burjuvaların, iki üniversite öğrencisini keyfi bir şekilde a s m a ­
ları üzerine, üniversi te 1214 ’te b ağ ı m s ı z l ı ğa d o ğ r u ilk adımlarını
atacaktır. Son olarak da Bo l o g n a ' d a , üniversite ile bur juval ar ara
sındaki çatışma, K o m ü n ’ün i mpa r at or luğ un uzaktaki üst e g e m e n ­
liği altında, kenti 12 78 ’e kada r u y g u l a ma d a hiçbir rakibi o l ma da n
y ön et m e s i n d en ötürü d aha d a şiddetli olmuş tur. İ mp a r at o r Fried­
rich Ba r b a r o s s a 115 8 ’de h oca ve öğr enc i l er e ayr ıcalı klar tanımış
o ld u ğu n d a n , bu ç at ı ş ma giderek alevlenmiştir. K o m ü n , hocaları
sürekli i k a me t e zor lamış, onları m e m u r hal ine getirmiş, u n v a n l a ­
rının ver i l mesi ne m ü d a ha l e etmiştir. B a ş d i y a k o z l u k k u r u m u k o­
m ü n ü n üni ve r s i te işlerine k a r ış ma s ı nı sını rl a ndı r mı şt ır. Ü n i v e r s i ­
te me n su pl a r ı n ı n Vi ce nze , Arezzo, P a d o v a ve S i e n a ’y a sığınarak
kent ten ayr ı l mal a r ı nı n ve gr evleri n ardı nd a n ba ş l a y a n bir ça t ı ş­
m a l ar dizisi, k o m ü n ü u z l aş m a y a y a n a ş m a k z o r u n da bır akmıştır.
Son mü c a d e l e 1321 ’de olmuştur. Üniversit e artık bir d ah a k o m ü ­
nün m ü da h a l e s i n e m a ru z kal mamıştır .
Ün i v er si t e loncaları bu k a v ga l a r d a n nasıl galip çı kmı şl ar dı r?
Ö nce l i kl e birbirlerine bağlılıkları, tutarlılıkları ve kararlılıkları sa­

tt S
yesinde. Grev ve kenti terk et me gibi bir silahı k u ll a nma kl a tehdit
eder ek ve gerçekten de kullanarak. Sivil iktidar ve kilise iktidarı
üniversitelerin varlı ğından fazlasıyla avantaj sağlamaktaydılar;
bu nl a r hiç de ihmal e di l em e y ec e k bir müşteri kitlesi, d an ı ş m a n ve
m e mu r l a r için ye g â ne fidanlık, parlak bir prestij kaynağı ol uş t ur ­
maktaydı lar; bu d u r u m d a onların bu s a v un ma yönt e ml e r i ne d i r en ­
me k olanaksı zdı.

PAPALIĞIN DESTEĞİ VE DURUMA EL KOYMASI

Fakat daha da bü y ü k bir neden, üniversitelerin papalık gibi çok


güçl ü bir mütt efik bulmalarıdır.
P a r i s’te l oncaya ilk ayrıcalıklarını tanıyan, P ap a III. Celesti-
n u s ’tur, ona özerkliği ise esas olarak III. Innocentius ve IX. Gre go-
rius tanımışlardır. Papal ık temsilcisi Kardinal Rob e rt de C ou r s on
12 15’te üniversiteye ilk resmi statülerini vermiştir. 1231 ’de P ap a
IX. Gregori us, Paris p i s k opo s un u beceriksizlikle suçladıktan ve
Fr a n s a kralıyla annesini razı o l m a y a zorladıktan sonra, ünlü Pa-
rens sc ien tia ru m f er man ı yl a üniversi teye yeni statüler v er mi ştir ve
bunları n üniversitenin M a g n a C a r ta 'sı o l duğ u söylenmişt ir. P apa
12 29 ’d a p is k o po s a şöyle yazma kt adı r: “ila h iy a t a la n ın d a b ilg in
o la n b ir k işi sisin o rta sın d a p a rıld a y a n sa b a h y ıld ızın a b e n ze d iğ i
ve va ta n ın ı A zizle rin ih tişa m ıy la a y d ın la tm a k ve u y u ş m a z lık la rı
y a tıştırm a k zo ru n d a o ld u ğ u halde, sen bu ö d ev in i ih m a l e tm e kle
ka lm a d ın , ayııı za m a n d a sö zü n e in a n ılır k işile rin id d ia la rın a
göre, R u h iilku d ü s'iin liitfundan so n ra evre n sel K ilisen in ce n n etin i
su la ya n ve verim li kılan ed e b iy a t eğ itim i nehri, senin çe vird iğ in
d o la p la r so n u c u ya ta ğ ın d a n çıktı, y a n i şim d iy e k a d a r sa ğ la m b ir
şe k ild e y a y ıld ığ ı P a ris ke n tin d e n a yrıldı. B u n d a n so n ra b ir ç o k y e r
a ra sın d a b ölü n erek, tıp kı y a ta ğ ın d a n çıkıp, b irç o k d e r e y e a yrıla n
b ir n eh rin ku ru m a sı gibi, b ir hiç d ü ze y in e düştü. ”
O x f o r d ’da da ün i ve r si tey e b ağ ı ms ı z lı ğı n ı n baş l ang ı cı nı s a ğ l a­
yan gene III. I nno ce n t i u s ’un bir temsilcisi, Kardinal Nicol as de
T u s c u l u m olmuştur. Üniver sit eyi III. Fl enr y’ye karşı S a ııctu s P et-
ru s'u n ve p a p a n ın ko ru m a sı a ltın a koyan IV. I nn oc e nt i u s ’tur; bu
aynı papa Londra ve Salisbury piskoposlarına üniversiteyi krallığın

96
P itp a n m B ir P is k o p o su n A le y h i n e Aktığı D a v a ( G r a l i a n u s K a r a r n a m e s i aıllı
kitaptan minya tür).

gi r işi ml er ine karşı k u r u m a görevini vermiştir.


B o l o g n a ’da üniversi teni n başına, onu K o m ü n ’e karşı sa vunan
b a ş di ya ko z u getiren Papa III. H o n o r i u s ’tur. Kent I 2 7 8 ’de papayı
Bol og na senyörii olarak kabul ettiğinde, üniversite kesin olarak öz-
gürleşmiştir.
Bu papalık desteği başat bir olaydır. Papal ık ma k am ı k u ş k u ­
suz, entelektüel faaliyetin ön em ve değerini kabul etmektedir; a m a
müdahalelerini çı kar g öz e tme de n yap ı yor değildir. Üniversiteleri

1-7/ Onaı,:ı^ l/mek’küıdk-n 97


laik yargı yet kisinden çı karmayı , onları kilisenin yargı yet kisine
tabi kılmak için yapmaktadır: Böyl ece, entelektüeller bu belirleyici
desteği s a ğ layabilmek için, onları laikliğe doğru yönelten güçlıi
akı mı n tersine, kiliseye m e ns up o l ma yolunu se çme k zo ru n da kal­
maktadırlar. Papa üniversite mensuplarını yerel kiliselerin den e t i ­
mi nd e n kurtardıysa -fakat tam olarak değil, çünk ü ilerideki yüz y ı l ­
larda, piskoposların entelektüel alanda verdikleri m a h k û mi ye t
kararlarının önemi görülecektir- bunun nedeni onları papalık m a ­
k a m ı n a tabi kılmak, kendi siyasetiyle bütünleşti rmek, üniversi tel e­
re kendi amaçlarını ve denetimini dayatmaktır.
Böyl ec e entelektüeller, tıpkı yeni tarikatlar gibi evcill eşti rmek
için kendilerini teşvik ed e n papalık m a k a m ı n a bağı mlı d u r u m a
gel mekt edirler. Bu papalık k or uması nın, Dilenci tarikatları XIII.
y ü zyı lda kar akter ve amaç l ar ı n da n nasıl saptırdığı bili nmekt edir.
Özellikle, Assisili Aziz Francesco' ııun, T ar i ka l ’ının gösterdiği bu
s a p m a karşısındaki kararsızlığı ve acılı geri çeki l mesi b i l i n me k t e ­
dir, çü nk ü bu tarikat artık dünyevi entrikalara, sapkınlığı n güç kul ­
lanarak bastırılmasına, R o m a siyaset ine bulaşmıştır. E n t e l ek t ü e l ­
ler aynı k o n u m a bağı msızlık, eği tim ve ar aştır mayı çıkar
g ö z e t m e d e n yü rü t me k onu l a r ı nd a düşmüş l er di r . 12 29 ' d a p a p a l a ­
rın ço k hızlı çı kardıkları bir k ar ar n ame y le , s a pkınlığa karşı m ü c a ­
dele et me k üzere kurulan T oul ous e üniversitesinin m e y d a n a getir­
diği uç ör neğe kada r gitmeden, bütün üniversitelerin bu
dolandır ıcıl ığa ma ru z kaldıkları söylenebilir. K u ş k u s u z bu s a y e ­
de, ço k d ah a z or ba olan yerel güç l er e karşı bağı msızlıklar ını k a ­
za n ma kt a , ufuklarını ve parıltılarını Hır istiyanlık boy ut l a r ınd a
y a y m a olanağını el de e t me k l e ve bir çok d u r u m d a geniş görüşlü
o ldu ğu n u kanıtlamış olan bir iktidara tabi olmaktadırl ar . A m a bu
kazanmalarının bedelini ağır ödemekt e di r l er . Batılı entelektüeller,
belki bir öl çüde ol ma k üzere, a m a hiçbir k u ş k u y a yer b ı r a k m a y a ­
cak şekilde, papalığı n ajanları hal ine gel mişl erdir.

ÜNİVERSİTE LONC A SI NI N İÇ ÇELİ ŞKİ LERİ

D a h a şimdiden, üniversite loncası nın istisnai yanlarını ve toplum

98
içindeki an la m ik irc ik liğ in i, onu yapısal bun al ıml a r a m a r u z b ır a­
kan d u r u mu n u g ör m e k ger ekmektedir .
Bu her şeyden önce kilise içinde y er alan bir loncadır. Ü y el e r i ­
nin hepsinin kilise hiyerarşisi içinde y er a l ma ma s ı na , hatta safları
ar as ı nda d ü p e d ü z laik kişilerin sayılarını n gid e r e k artmış o l m a s ı ­
na r ağmen, üniversite m e n s u p l a n r u hband a n sayılmakta, kilise
yargısına, hatta bundan da ötesi, R o m a ’nın yargı yet kisine tabi o l­
maktadırlar. Laikliğe yönel ik bir hareketten d oğma l a r ına r ağmen,
kilisenin içindedirler ve hatta k ur u ms a l olarak o nun dışı nda k al ­
ma y a çalıştıkları nda bile bu böyl e olmaktadır.
A ma c ı y e re l tekel k u r m a k olan ve ulusal veya yerel atılmalar­
dan geniş öl çüde yararlanan (Paris Ü ni v e r si t es i ’ni Ca pe t h an e d a n ı ­
nın g üc ü n ü n geni şl e mes i nd en a yı r ma k m ü m k ü n değildir; O x f o r d
Üniversit esi İngiliz krallığının g ü çl e nm e s i n e bağlıdır; Bo lo gn a
Üniversitesi ise İtalyan k omü nl e r in i n canlıl ığından y a r a r l a nm a k t a ­
dır) üniversite loncası, üyeleri -her ül ke den gelen ho ca ve ö ğr en c i ­
ler-, faaliyet alanı -sınır t a nı ma ya n bilim-, statü gereği en bü yü k
üniversi tel erden m e zu n olanların yararlandıkları licen tia ııbicjue
do ccn d i, yani her yerde ders ver e bi l me hakkı yla belirlenen ufku
itibarıyla emsal siz ve u lu s la r a r a s ı’dır. D i ğe r loncalar gibi yerel p i ­
ya s ada tekel kur mamakt a d ı r . Alanı Hıristiyan âl emi nin t ümüdür .
Bu niteliğinden ötürü, zaten, içinde do ğd u ğ u kentin çe rç e ve si ­
nin dı şı na t aşmaktadır . H a t t a d ah a do ğr usu, kentlilerle e k o n o m i k
o ldu ğu kadar, hukuki ve siyasal d ü z l eml er de de -bazen çok şiddet­
li o l m a k üzere- zı t l a şmak z o r u n d a kal makt adır .
Bö yl e c e bütün sını f ve topl umsal gr uplar la ya r ı ş m a y a m a h k û m
edi lmişe benz emekt e di r . H e r k es e ihanet et mek zor und a kal ıyor g i ­
bidir. Kilise, devlet ve kent açısı ndan o bir T r u v a atı olabilir. Onu
sı nı fl andı r mak m ü m k ü n değildir.
İrlandalı D o mi n i k e n rahip T h o m a s yüzyı lın so nu n d a şöyle
yaz ma kt ad ı r: “P aris k e n ti A tin a g ib i iiç kısm a b ö lü n m ü ştü r: B u n ­
la rda n b iri tüccar, za n a a tk â r ve h a lk a ait olup biiyiik ke n t d e n il­
m ekted ir; d iğ e ri kra lın sarayının, kilise n in ve k a ted ra lin b u lu n d u ­
ğu C ité deııilenidir; ü çüncüsii ö ğ re n cilerin ve ko lejlerin ke sim i
olup, Ü n iversite d iy e a d la n d ırılm a kta d ır. "

99
S o r h o ı ı ı ı e ı c c ı v a n ( H â l e /¡ h ım ).

ÜNİVERSİTE LONCASI NI N ÖRGÜTLENİ Şİ

Patis üniversite loncası tipik örnek olarak ele alınabilir. Bu lonca


XIII. yüzyıl b o y u nc a h em yönetsel hem de mesleki örgütü nitele­
miştir. Dör t f akült eden o l u ş m a k t a d ı r (Sanatlar, D écréta n t veya
D in se l H ukuk- Papa III. Hon or i us bu üniversitenin medeni hukuk
öğr etmesini 121 9’da y asaklamışt ır- , T ıp v s İlahiyat), her bir f akü l ­
te üniversitenin içinde ayrı bir lonc a ol uşt urmaktadır. Ü stle r diye
anılan D écrétant, Tıp ve İla h iy a t fakülteleri d a i m a hocalar veya
n a ip le r tarafından y ön et il me k t e , b aş lar ında bir d eka n b u l u n m a k t a ­
dır. Diğerlerini fersah fersah geride bı r aka ca k k ad a r kal abalık olan
Sanallar Fakültesi m ille tle r sistemi ne göre kur ulmuştur . Ho c a l a r
ve öğr enciler bu fakültede, ço k kaba ca kö ken yerlerine d en k düşen
bir dağı lı ma göre biraraya gel mişlerdir. P a r i s ’te dört millet vardır:
T ran sız, P ik a n liya lt, N o rn ıa n d iya lı ve Ing iliz. H e r milletin başın-

100
da naipler tarafından seçilen bir v e k ilh a rç bulunma kt a d ı r . Dört ve­
kilharç, S anat lar Fakül t e si ni n başı olan r e k tö r ’ü n yar dımcılar ıdır .
Üniversit enin dört fakülte için ortak olan organları da b u l un­
maktadı r. A n c a k bun l a r pek ot u r ma mı ş t ı r, ç ü n k ü fakültelerin bir­
likte tartışacakları ço k az s or un vardır. Surları n dışı ndaki Pre-
aux-clercs o y u n alanı hariç, loncanın b ü t ün ün e ait olan toprak
v eya bina yoktur. Üniversite, fakültelerin ve milletlerin aynası ol a­
rak, k on u k sıfatıyla ağırlandığı kilise v eya ma nas t ır l ar da top l a n­
maktadır. Sai nt - Jul i en- le- Pauvr e’da D o m i n i k e n l e r veya Fransis-
kenlere k o n u k olmakta; Be rna r di nl er v ey a Citeauxluları n bölgeler
s a lonunda t opl anmakt a; d a ha da sık olarak Ma t huri nl er i n y e m e k ­
hanesini kullanmaktadı r. Üniversit enin naip olan veya o l ma ya n h o ­
ca l arından ol uşan genel kurulu da b u r a d a t opl a nma kt adı r.
Son o larak da yüzyı l e s na s ı nd a o r t a y a bir üniversi te başkanı da
çıkmıştır: S anat lar Fakül t esi ni n rektörü. Bu fakülteyi üniversi te­
nin le a d e r ’i haline getiren e vr ime geri döneceği z. Bu fakülte ö n c e ­
liğini, üye sayısının ç ok l uğun a , onu harekete geçiren zihniyete ve
heps inden çoğu, mali rolüne borçludur. Üniversit e mâliyesini y ö ­
neten fakülte rektörü, genel kur ula baş k an l ı k et mekt edir . Yüzyılın
s o n u n d a loncanın başı ol a r a k kabul edilmiştir. Bu k o n u m u n u , ile­
ride sözü edi lecek olan laikler ile kurallılar arasındaki mü c ade l el er
es n as ı n d a kesin olarak kazanmıştır. F ak a t yetkisi z a m a n içinde
hep sınırlı kalacaktır. Ye n i de n seçilebilir o l m a kl a birlikte, görevi
yal nı zc a üç aylık süre için geçerlidir.
Bu örg üt l e nme, ç oğu za ma n öneml i değişikliklerle birlikle
di ğ e r üniversi tel er de de kar şı mı za çı kmakt adı r . O x f o r d ' d a tek bir
rektör yoktur . Üni ver si t eni n başı ş a n s ö ly e ’û\r, ama daha ö n ce gö r ­
d ü ğ ü m ü z üzere, kısa bir süre sonr a meslektaşları tarafı ndan seçil e­
cektir. M ille t sistemi O x f o r d ’da 1274’ten itibaren or tadan kal kınış­
tır. K u ş k u s u z b un u n açıklaması, üniversi te me ns upl a r ı nı n esas
olarak bölgesel kaynaklı olmalarıdır. Bu tarihten sonra arlık K u ­
zeyliler veya B o rea les -İskoçları da kap s ama kt adı r- ve Gü neyli ler
veya A u stra le s - Galliler ve İrlandalIlar da dahil- ayrı gr uplar o l u ş ­
turmaktadırlar.
B o l o g n a ’daki ilk ö z g ün yan, hocaların üniversiteye m e ns up o l­
mamal ar ıdır . Üniver sit e loncası yal nızca öğrencileri k aps ama kl a-

101
dil I İm . 1 l;ıı tlo k lo rla r çö lle rin in ’unu oluşt ur ma kt a dı r l ar . Asl ı nd a
Mologna' da birçok üniversite vardır. H e r fakülte ayrı bir lonca
m e yd an a getirmektedir. Fakat iki hukuk üniversitesinin -medeni ve
dinsel hukuk- üstünlüğü hemen h emen tamdır. Bu üstünlük, bu iki
o r g a ni z ma nı n u y g u l a m a d a birleşmiş olmaları n edeniyle, yüzyıl
b o y u n c a güçl enmi ştir. Ç oğ u z a ma n k u r u m u n b aş ın da tek bir r ek­
tör vardır. B o l o g n a ' d a k i m illet sistemi Paris' teki gibidir, a m a çok
d a ha canlı ve karmaşıktı r. Mi l let ler C itram ontaiıüeT ve U ltram on-
ta iııler o l ma k üzere iki f ede ra syon halinde toplanmışlardır. B u n ­
l ardan her biri d e ğ i ş k e n sayıda, b i r ç o k k ı s m a b ö l ü n m ü ş t ü r
- U ltra m o n ta in ’lerde bu sayı on altıya kadar çı kabi l mekt e, bu kı­
s ımlar dan her biri, rektör nezdinde önemli rolleri olan d a n ı ş m a n ­
lar (co ıısilia rii) tarafından temsil edilmektedirler-.
Üniversite loncası nın gücü üç esas ayr ıcalı ğa daya nma kt ad ı r:
Hukuki özerklik -kilise çerçevesi içinde, bazı yerel kısı tlamalar ve
p a pa ya t e myize gidilebiİmesiyle birlikte-, grev ve kentten ayrıl ma
hakkı, üniversite unvanlarını ver me lekeli.

EĞİTİMİN ÖRGÜTLENMESİ

Üniversite statüleri daha sonra, eğitimin ör gütlenmesi ni dü zenle­


mektedirler. Bu nl a r eği timi n süresini, ders programlarını , sınav
koşullarını d üze ne bağl ama kt a dı rl ar .
Öğrenci ler in y aş ına ve eği tim süresine ilişkin bilgiler ne yazık
ki belirsiz ve çoğu za ma n çelişkilidirler. Bu n l a r za ma n ve m e k ân a
göre deği şiklik g öst e r mi şl e r d i r ve bu bilgilere yapı lan dağı nık
atıflar, u y g ul a ma n ı n baz en teorinin çok uzağımı d ü şt üğ ü n ü bize
hissettirmektedirler.
Ve ilk olarak, üniversiteye hangi yaşta ve hangi birikimle giril­
mekteydi ? Kuş k us uz çok gençken, a m a bur ada sorun çıkmaktadır:
G ra me r okulları üniversiteye dahil miydi, değil miydi, örneğin
yazı eğitimi üniversiteye gir meden önce mi ver ilmekteydi, yoksa
Istvan H a j na l ’ın iddia ettiği gibi on un esas i şl evleri nden biri
miydi? Bir olgu kesindir: Ortaçağ, eğitim düzenlerini çok iyi ayır-
mamıştır: Or t açağ üniversiteleri yal nızca y ü ks e köğr e ti m k u r u m l a n
değildir. Bi zim ilk ve or taöğr et imimiz de or ada kı smen verilmekte
102
103
veya hu öğretim mıun tarafından denetlenmekteydi. C ollegiıım
(Kolej) sistemi -ileride s özünü edeceğiz- 8 yaş ından itibaren ö ğ ­
renci kabul ed e r ek , bu karışıklığı d ah a da artırmıştır.
K a b a ca o l ma k üzere, üniversitelerde -sa n a tla r alanında- temel
eği timi n 6 yıl sür düğü ve b ur aya 14-20 yaşları ar a sı nda d e v a m
edildiği söylenebilir; P ar is’le Robe rt de C o u s s o n ’un statülerinin
h ü k me bağladığı d u r u m budur. Bu eği timi n iki aşaması b u l u n ­
ma kt aydı : Y a k l a ş ı k iki yıl s o n u n d a ulaşılan b a ka lo rya ve bu eği ­
timin s onunda d oktora. T ı p ve hu k u k b unda n sonra, 20- 25 yaşları
arasında öğr enil mekteydi. Paris Tıp Fakültesini n ilk yasaları, tıpta
lisans veya doktor a elde edilebilmesi için -sanat ustalığı (m a ster)
el de edildikten sonra- 6 yıllık bir eğitimin gerektiğini h ü k m e b a ğ ­
lamaktadırlar. Ni hayet ilahiyat d aha uzun soluklu bir iş o l m a k t a y ­
dı. Robert de Cous s o n yasaları 8 yıllık bir eği tim ile d o k t or a d e r e ­
cesini el de ede b i l mek için en az 35 yaş h ü k m ü n ü get irmektedir.
İlahiyatçının eğitim süresi u y g u l a m a d a 15-16 yıl s ü r m ü ş e b e n z e ­
mektedir: İlk altı yıl b o y u n c a yal nızca dinleyiciyken, d ah a sonr a
staj y a p m a k zorundadır: Özellikl e dört yıl süreyle Kitabı M u k a d -
d e s ’i ve iki yıl b oyun ca da Pierre L o m b a r d ’ın H ik m e tle r ’ini aç ı k ­
lamak.

P R O G R A M L AR

Eğiti m esas olarak metinlerin y o r u mu n a dayalı oldu ğun da n , yas a­


lar üniversite programlarındaki eserleri de zikretmektedirler. Bu
al anda da yazar lar z a m a n a ve m e k ân a göre deği şmektedir ler. S a ­
natlar Fakültesinde, en az ından Aristoteles yor uml a r ı n ı n yapıldığı
P ar i s’te mantık ve diyalekt ik öne çı kmakt adır ; B o l o g n a ’da A ri st o­
t eles’ten sadece parçalar açıklanır ve esas olarak, C i c e r o n ’un D e
h n c n t io n e 'si ve H e r r e n iu s ’a H ita b e t'iyle hitabet üzerinde d ur ul ur
ve başta Eucl ides ile P t o l em a i os ' u n ma t emat i k ve astronomi b i l i m­
leri incelenir. Din hukukçuları için G ra t i a n us ’un D e c r e tu m ’u temel
ders kitabıdır. Bol ognalı lar buna IX. G r e g o r i u s ’un D e c r e ta le s ’m ı,
C le m e ııtin e s’i ve E x tra v a g a n te s’i eklemektedirler. Me de n i huk uk
al anında y o r uml a r üç bölüml ü P aıulectea üzerinde olmaktaydı: D i-

104
g estu m Vetus, lııfo rtia tu m ve D i-
gestu m N ovıtm ; ayrıca Yasalar ve
Just in i anu s ' un N o v e lla e ’siniıı L a ­
tince çevirileri olan Institu tio n es
ile A ııth e n tic a ’dan ol uş a n ve Vo-
lıım en veya Vohım en P arvıım d e ­
nilen bir i ncelemeler derlemesini
de ele almaktadırlar. B o l o g n a ' d a
bunlara Loı nbard yasalarının d er ­
lemesi olan L ib e r F eııdorıım da
ekl enmekteydi. T ı p Fakültesi.
Afrikalı Cons tanti nus tarafından
XI. yüzyı lda derlenen ve Hi ppok-
ıates ile G al i an u s’un eserlerini
kapsayan, sonradan bunlara İbıı
S i n a ’nın K a n ıtn ’u, İbn R ü ş d ’üıı
C ollig et veya C o r re c lo n u m ' u,
R a z i ’nin A lm a n s o r ’u gibi büyük
Ar a p derlemel erinin yer aldığı,
bir metinler bütünü olan A rs M e-
d e c in a e 'y e d ay anmaktaydı . İ lahi­
yatçılar, Kitabı Muk a d des' in y a ­
nına temel metinler olarak, Pierre
L o m b a r d ’ın H ik m e tle r K ita b ı’m
ve O b u r Pi er re’in H isto ria Scbo-
la tic a ’sim kat makt aydıl ar.

S INAVL AR

Son olarak da sınavlar ve derece


elde edilmesi h ük me b a ğ l a n m ı ş ­
tır. B ur ad a da her üniversitenin
kendi adetleri vardır ve bunlar
zamanla de ğ i ş mi şl e r d i r . İşle
tipik iki okul c ıırricu lu m 'u : Bun-
lardan biri B o l o g n a ’da hukıık di­
ğeri de P ar i s’te sa n a t o ku ya n a
aittir. Bolognalı yeni doktor a sa­
hibi, derecesini iki a ş ama da elde
et mekl eydi : Asıl sınav (exam en
veya exam en p riv a tıım ) ve her ke­
se açık sınav (coııventus, coııveıı-
tııs publicıtm , docto ra tııs); bu
İkincisi d ah a çok bir unvan
ver me töreni niteliğindeydi.
Kapalı s ınavdan belli bir süre
önce, aday kendi milletinin con-
silia ru s'ü tarafı ndan rektöre t a k­
d im e di l me kt e ve d anı şma n
on un yasalar tarafından belirle­
nen koşulları yer ine getirdiğine
ve onu sınavdan geçireceklere
rüşvet v e r m e y e c e ğ i n e ye m i n et­
mekleydi . Sı n av da n önceki hafta
içinde, ho ca l a r d a n biri on u baş-
diy a ko za ta kdi m e t me k te ve sı­
nava girecek kapasit ede o l d u ğ u ­
na garanti ver mekteydi . Sınav
sabahı R u h ü l k u d ü s m e s s ia h ’sına
katıldıktan sonra, aday doktora
sahipleri kurulu ö n ün e çıkmakta,
ve içlerinden biri o na y o r u m l a ­
ması için iki pasaj vermekteydi.
Bu yorumu haz ı r l amak için
evi ne ç e k i l m e k te ve hazırlığım
a k ş ama , hal ka açık bir yer de
( çoğu z a ma n katedralde), m ü d a ­
hale hakkı o l m a y a n b a ş di yako-
zun da b u lun du ğu bir do kt or a sa­
hipleri j ür isine s unmaktaydı.
İstenilen y o r u md a n sonra, yük-
sek bilginlerin sorularına ce va p ver mekteydi . Bunl ar daha sonra
kendi aralarında toplanıp, oy ver mekteydi ler . Kar ar çoğu nl ukl a
al ınma kt a, b a ş d i ya ko z s on uc u aç ı kl a ma kt ay dı .
S ı na vd a başarılı olan aday lisans m e z un u olma kt a , a m a d o k t o ­
ra sahibi unvanı nı a l a m a m a k t a y dı ; bu unvanı ve hocalık y a p m a
hakkını an c ak k a m u y a açık sına vdan sonra el de ed e bilmekteydi.
Lisans me z u n u o gün kat edrale gösterişli bir alayla götür ülmekte,
or ad a bir söylev verip, h uku ğun herhangi bir alanı ko nusunda ki te­
zini o k u ma kt a, d ah a sonra bunu, o n a saldıran öğr enciler e karşı s a ­
vu nma kt ay dı ; b öyl e ce ilk kez bir üniversite tar t ışma sı nd a hoca
rolü o y n am ı ş o lma kt a ydı . B a ş d i y a k o z b und a n sonr a o n a r esme n
öğr et i m y apa bi l me belgesini ver mekt e ve o n a gör evinin
alâmetlerini teslim et mekt eydi : Bi r kürsü, açık bir kitap, altın bir
yüzük, bir külah veya bere.
Parisli genç sa n a t m e zu m t'n u ön bir der ece verilmekteydi.
Bu n u kesin bir şekilde iddia e t me n i n m ü m k ü n o l m a ma s ı n a r a ğ ­
men, öğr encinin d eterm in a tio deni len bu ilk sınavdan sonra b a c h e ­
lie r olması mü mk ü n d ü r . D e te r m in a tio ’m n ar kasından m u h t e m e ­
len iki sınav d ah a gel mekt eydi. A d a y öncelikle, C a r ê m e yortusu
ö nce s i nde , aralık ayı es na s ı n d a yapı lan r e s p o n sio n e s’te, bir h o ca y ­
la tartışması ger eki y or du, sınav da bu ar a da yapı lma kt aydı . Eğer
b u n d a n başarılı çı kar sa, exam en d eterm in a n tım ı v eya bcıccalarian-
d o r tım ’a kabul edi lmekteydi ; bu sınav statülerin statülerin ö n g ör ­
dü ğü koşulları yerine getirdiğini kanı tl a mak ve hoca l a r da n ol uşan
bir j ür inin sorularına ce va p vererek, p ro gr amd a y er alan yazarları
bildiğini gö st e r m e k z o r unda ydı . Bu a ş am a atlatıldıktan sonra, k a r ­
ş ı s ı n a d eterm iııario çı kmakt aydı . C a r ê m e yor tusu es nas ı nda bir
dizi ders vermekteydi;' bu dersler es nası nda üniversite kariyerini
sür dür e ce k kapasit ede o ld uğu nu göstermeliydi.
İkinci aşama: Li sans ve d o k to r a y a götüren esas sınav. B u ­
rada da birçok a ş a m a bu l un ma kt a y d ı. Bunl ar ı n en önemlisi bir
dizi y o r u m d a n ve ş an s öl y e v eya ş an s öl ye nai binin b a ş k a n l ı ğ ı n d a ­
ki dört h oca dan oluşan jür i ni n ö n ü n d e sorulara ce va p ver mekt en
m e y d a n a gel iyor du. Başarılı olan aday, birkaç gün sonra, yal nızca
f ormalit eden ibaret olan bir konf er ans (c o lla tio ) vereceği tören e s ­
nasında, lisansını ş an s öl yede n r e s me n al makt aydı. B un da n y a kl a ­

107
şık altı ay sonra, B o l o g n a ' d a k i co n v eııtııs'a denk d üş e n iııceptio
e s n a s ı nd a fiilen dokt or a sahibi olmaktaydı. Bu sınavın arifesinde,
“ a k ş a m d u a s ı " (vép res) deni len resmi bir ta rt ışma ya k a t ıl m a k t a y ­
dı. In c e p tio ’m n o l du ğ u gün, fakült e me ns u p l a rı n ı n ö n ü n de açılış
dersini ver mekt e ve der ecesinin alâmetlerini almaktaydı.
Üniver sit e statüleri son olarak da diğer loncaların ör neğine
uy gu n olarak, üniversite loncasının ahlâki ve dinsel iklimini ta­
n ıml aya n bir dizi h ü k ü m içermekteydiler.

A H LÂKİ VE Dİ NS E L İKLİM

L o n c a l a r bayr a ml ar ı ve or takl aşa eğlenceleri h e m h ü k m e b ağl ıy or ­


lar h e m de sınırlandırıyorlardı. N i t e ki m sınavlar a r ma ğa n v e r il me ­
sine, c o ş k u y a ve şöl e n l e r e - masr a fl a rı d er ec e k az a n a n kişi kar şı ­
lamakt aydı- yol açmakta, bu nl a r gr ubun ma nevi birliğini ve yeni
bir kişinin aralarına k at ılmasını v ur gul amakt a yd ı l a r . İlk l on c al a ­
rın içki i çme toplantıları, p o ta c io n e s gibi, bu gösteriler de l o nc a­
nın derin d a y a n ı ş m a bilincini olu şt ur d uğ u ayinlerdi. E nt e l ek tü e l ­
ler kabilesi bu o y u nl a r da kendini d ış a vu rm a k t a ve her ülke b u n a
ba z en gel eneksel t onunu kat makt aydı: İ t al ya’da balolar, İspan-
y a ’d a b o ğ a güreşleri.
A c e mi çaylak, toy oğlanı ve bi z i m metinlerin s a n g a g a
(b é ja u n e ) di ye adl andırdığı yeni öğr enci yi üni ve r si teye v ar ışı nda
kar şı l aya n ve statüler t arafı ndan r es mi l eş t i r i l me mi ş k abul a y i n l e ­
rini de bunlara ekleyelim. Bu ayinleri daha sonraki d ö neml er e ait
olan, XV . yüzyı lın s o n u n d a yaz ı l mı ş M a n u a le S colariın n adlı il­
ginç bir bel geden biliyoruz. Bu k a y na k sayesinde öğrenci
âdetlerinin uzak kökenlerini fark edebi l mekt eyi z. Yeni öğr encinin
kabul ü bir “a r ı n m a ” töreni olarak tasvir edilmiştir, bu törenin
amacı y eni yetmeyi köyl ül üğü nd e n, hatta ilkel hayva n l ı ğ ı ndan k ur ­
tarmaktır. Vahşi h a y v a n ı n k in e b e n z ey e n k o ku s uy la , bakışlarını
kaç ı r mas ı yl a , uzun kulaklarıyla, fildişi gibi dişleriyle alay e d i l­
mekte; hayali b o y nu z ve ekl enti lerinden kurtarılmaktadır. Son r a
yı ka nmakt a, dişleri ovul ma k t a dı r . Son olarak da bir g ü n ah çı kar t ­
ma parodisiyle, olağandışı günahl ar ını itiraf et mekt edi r . Böy l ec e

108
geleceğin entelektüeli, o d ö n em i n hiciv edebiyatındaki köylü, kaba
saba a d a m imgelerine fazlasıyla benz ey e n eski k o n u m u n u terk e t ­
mektedir. H ayv a nl ı kt a n insanlığa, k öyl ül ük t en kend i li ğe geçişi b e ­
lirleyen bu törenler, ilkel temel i k a y b o l m u ş ve içeriği boşa l mı ş
o l ma k l a birlikte, ent elektüelin kırsal dün y a d an , tarım uyg ar lı ğı n­
dan, vahşi topr ak l ar dan k o par tı lar ak alındığını hat ırlatmaktadır.
A nt r op ol og un, o k u m u ş rahiplerin psikanalizi h ak k ı n d a s öy l e yec ek
sözü olur.

Ü Nİ VE RS İ T E İ MANI

S t atül er son olarak d a i m a n a ilişkin işleri, üniversite l oncası nın


ger çekleştir mesi ger eken hayı r işlerini h ü k m e b ağl ama kt a dı r . Bu
hü k ü m l e r lonca me nsupl a r ı nı n bazı ibadetlere, bazı dinsel geçi t l e­
re katılmalarını, bazı t a p on l ar ı n s ür dür ül me s i ne k at kı d a b u l u n m a ­
larını zorunlu kılmaktadır.
İlk sırada pirlere ve en baş ta da öğrencilerin piri olan A z i z Ni-
col as ile heki mlerin piri olan Aziz C ö m e ve Aziz D a m i a n u s ’a ve
diğerlerine dua et mek ger ekmektedir . Üniversit enin i mgeler d ü n ­
yas ı nda, kutsal dü n y a y ı loncaları n dindışı d ü n y a s ı n a sıkı sıkı ya
kar ışt ır ma k o nus und a ki lonca eğilimi, çok özel bir süreklilikle o r ­

109
taya çı kmakt adır . Bu i mgeler dünyası İsa' yı doktorların or tası nda
göst e rmekt e n, Azizleri hocaların al âmetleriyle temsil etmekten,
o nl a r a hocaların tören kıyafetlerini g i ydi r me kt en hoşlaıımaktadır.
Üniversite imanı, büyiik ruhani akı mlar içinde yer almaktadır.
XIV. yüzyılda, A ve M aria adlı bir Paris kolejinin yasalarında, h oca­
ların ve öğrencilerin, o sıralarda pek rağbette olan İsa' nın eti
( ekmek) ve kanı (şarap) üzerine ibadet törenlerine nasıl katıldıkları,
C o rp u s C lıristi geçil törenlerinde nasıl yer aldıkları görülmektedir.
Entelektüellerin dininde, XIII. yüzyı ldan itibaren, kentsel d ü n ­
yanı n tanımladığı mesleki çer çevelerin içine kat ıl ma y a yönel ik bir
ruhanilik eğilimi görülmektedir. Me sl e k ahlâkı dinin öncelikli k e ­
simlerinden biri haline gelmektedir. To pl umsa l grupların kendi ler i­
ne ö zgü faaliyetlerine u yu m sa ğl am a kaygısını taşıyan gü na h ç ı ­
kartanlar için yazılan el kitapları, gü na h itiraflarını ve kefaretleri
me sl e k gruplarına göre h ü k m e bağl amakl a; köylülerin, tüccarların,
zanaatkârları n, yargıçların vs... günahl ar ını sını fl a ndı r makt a ve ta­
nıml amaktadırl ar . Bunlar, entelektüellerin, üniversite me ns up l a rı ­
nın gü nahl ar ı na özel bir dikkat göstermektedirler.
Fakat o k u m u ş rahiplerin dini, sof uluk akımlarını i zlemekle y e ­
t inmemektedir. Bu din bazen onları y ö nl e nd i r men i n veya onların
ar asında kendi ne özgü bir kesim t a nı ml a ma nı n yollarını a r a m ak t a ­
dır. Bu k o nu y a ilişkin olarak, ent elektüeller ar asındaki Bâkire
M e r y e m inanışını in ce l e me k öğretici olacaktır. Bu inanış bu ç e v ­
r elerde çok güçl üydü. XIII. yüzyı lın b aş lar ından itibaren üni ve r si ­
te çevr eleri nde, sırf Bâki r e M e r y e m ’e a d a n mı ş şiirler d o l a ş m a k ­
taydı; Parisli hoca Jean de G a r l a n d e ’a ait olan S tella M aris, bu
şiirlerden yapılan derlemelerin en ünlüsüydü. Goliardların mirasına
r ağmen, esas olarak bir er kekler ve bekâ r l ar çevresi olan bu or t ama
kadı n me vc ud i y e ti n i get ir en bu inanışta şaşılacak bir ya n yoktur.
F a k a t entelektüellerin Bâkir e M e r y e m inanışının k en di ne ö zg ü ni­
telikleri vardır. Bu inanış her z a m a n ilahiyatın d am g a s ı n ı t a şı ­
ma k t adı r ve l e kelenmeden d o ğ u m y a p m a k on u s u n d a tutkulu tar­
t ı ş ma l a r a yol a ç ma kt ad ı r. D u n s S c o t bu t a rt ışmalar ın ateşli
şa mp i yo n u olarak, aslında bir yüzyıl öncesi ni n en b ü y ü k Bâkire
M e r y e m inanışı sofusu olan Aziz B e r n a r d ’ın k o n u mu nu bu noktada
izleyen Aquinolu Aziz T o m m a s o ’nun do gma ti k nedenlerle yaptığı

110
R ıılc b e u f H a kire M eryem 'e dua ederken.

muha l ef et le karşılaşacaktır. Ent e l ek t ü e l l e r Bâki r e M e r y e m i na nı ­


şına esas olarak ent elektüel yankı lar v er m e k istemişlerdir. Bunl ar
bu inanışın fazla d u ygu s a l bir i ma n haline d ön ü şme s i ni i s t e m e ­
miş ve zihnin "beklentileriyle kalbin atılımları ar asında bir denge
k u r m a y a ç a l ı ş mı şa b en z em e k t e d i r l er . Jean de G a r l an d e S tella
M a r is ’in ö n sö z ü n d e bu eği limi safiyane bir şekilde ifşa e t m e k t e ­
dir: “P aris S a in te -G e n e v ie v e k ü tü p h a n esin d e b u ld u ğ u m a n la tıla r ­
d a n B â kire M e ry e m 'e ilişkin m u c ize le ri b ir ara ya g etird im ve
P a ris 'teki ö ğ re n c ile rim e canlı b ir ö rnek sa ğ la y a b ilm e k için o n la rı
şiirleştird im ... B u kita b ın m a d d i nedeni, Ş a n lı B â k ire M e r y e m 'in
m u cizelerid ir. A m a b u n la rın için e fiz ik , a stro n o m i ve ila h iya ta iliş­
kin o lg u la r d a ka ttım ... N ih a i a m a ç a slın d a I s a ’ya karşı o lan s ü ­
rekli im andır. B ö ylcce ila h iya t ve ha tta fizik ve a stro n o m iy i de

III
k a p s a m a k la d ır .” Gö r ü l d ü ğ ü üzere, üniversite m e n s u p l a n bu D en iz
Y ıld ızı ’nın [Stella Maris ] aynı z a m a n d a bilim ışığı ol ma sı nı da is­
tiyorlardı.

A L ET L E R

Bir meslek m e ns u bu olan üniversite loncası üyesi, XIII. yüzyı lda


eksiksiz bir alet k ut us u na sahip olmuştur. Yazar, o k uy uc u, hoca
olarak, bu faaliyetleri için ger eken aletlerle donanmıştı r. Parisli
h o ca Jean de G ar l an d e T n S ö z liik ’ün d e şunları oku yo r uz : “İşte
o ku m u ş ra h ip lere g erek en a le tle r: K itaplar, b ir sıra, için d e ya ğ ı
o la n b ir g ec e lâ m b a sı ve b ir kandil, b ir fe n e r ve için d e m ü re k k e ­
b iyle b ir hokka, b ir kalem , b ir ku rşu n tel ve b ir cetvel, b ir m a sa ve
b ir d eğnek, b ir kiirsii, b ir kara tahta, b ir b ile y i ve p o n za taşı ve te ­
beşir. S ıra y a (p u lp itıım ) F ra n sızca d a lııtrin (letru ın ) d e n ilm e k te ­
dir; sıra n ın o ku m a y ı k o la y la ş tırm a k ü zere ta b la sın ın d ü ze y in i
y ü k se lte c e k d iş y u v a la rın a sa h ip o ld u ğ u n u fa r k etm ek gerekir,
ç ü n k ü lu tritı ü ze rin e k ita b ın k o n u ld u ğ u şe yin adıdır. S istire
(p la n a ) p a rşö ın en cileriıı p a rşö m e n h a zır la d ık la rı d e m ir a le tin
a d ıd ır. ”
Hepsi de o k u m u ş r ahipl er tarafı ndan kul l a nı l mı ş o l ma s a d a ö r­
neğin nüsha çoğal t anl ar gibi onları n yar dı mcı l a r ı na yarayanları da
dahil, b a ş ka aletler de keşfedilmiştir: Ör ne ği n özellikle n ü s h a ç o ­
ğaltılırken kalınan yeri b u l m a y a yar ayan bir p ar ş ö me n ucu ve
kü çü k bir rulet.
Entelektüel, bir u z m a n ol duğu için, esas itibariyle sözel bir e ğ i ­
time dayan dı ğı nd a n, nadi r e l ya z ma l ar ın ı n çoğaltı lması y ö n ü n d e
fazla bir araç gerece sahip o l m a y a n ve zaten bu işi öncelikl e e s te ­
tik kaygılarla yapan yukarı or taçağ o k u m u ş rahi bi nden ç o k öteler
de y er al masına neden olan k os ko c a bir birikime sahiptir.
Üniversite eğ i ti mi nde sözlü alıştırmalar hâl â esas u ns ur olarak
kal ma k t a y s a da, kitap öğr et i mi n temeli haline gelmiştir. Art ık e n ­
telektüelleri çevr eleyen birikimin büyük l ü ğü ve maddi d on an ı mı n
gerekli ve giderek istilacı hale geldiği görülünce, diğer nedenlerin
yanı sıra, yoksull uktan y an a bir havari olan Assisili A zi z Frances-
c o ’nun, bu f aaliyete karşı ol ma s ı an l aşı lmakt adır .

1 12
A L E T O L A R A K K İT A P

Üniver sit e kitabı, yukarı or taçağ kitabından t a m a m e n farklı bir


nesnedir. Bu kitap t a m a m e n yeni bir teknik, toplumsal ve e k o n o ­
mik b ağl amı n içinde yer al makt adır . Ba şk a bir u ygar lı ğın if adesi­
dir. Yazıtım kendisi bile d eğ i ş me kt e ve Henri P i r e nn e ' i n çok iyi
gö r dü ğü üzere, yeni koşull ara u y u m sağlamaktadır : " iş le k ya zı
(cu rsivc), ya zın ın to p lu lu ğ u n o ld u ğ u kadar, b ire ylerin h a ya tın d a
da va zg e ç ilm e z o ld u ğ u b ir u y g a rlığ a ka rşılık d ü şm e k te d ir; kiiçiik
h a rfli ya zı (K a ro le n j d ö n em i) eğ itim in te ke lin i elinde tu ta n ve
ke n d i iç in d e sü rd ü re n o ku m u ş b ir s ın ı f ta ra fın d a n b e n im se n m iş
olan g iizel b ir ya zıd ır. C u rsive y a z ın ın X III. y ü z y ılın ilk ya rısın d a ,
y a n i tam da to p lu m sa l ilerlem en in ve ek o n o m i ile laik kü ltü rü n g e ­
lişm e sin in ya zı ih tiy a c ın ı ye n id e n g e n e lle ştir e c e ğ i b ir d ö n em d e
kü ç ü k h a rfli y a zın ın y a n ı sıra ye n id e n o n a y a ç ıkm a sı çok a n la m lı­
dır. ” P e d e r D e s t r e z ’niıı güzel ç a l ı ş ma l a r ı 1 XIII. y üzyı lda kitap
tekniği al anında gerçekleştirilen ve sahnesi de üniversite atölyeleri
olan devrimi tüm ka p s amı içinde göstermiştir.

I ;K/ O r t a ç a ğ l i n t e l c k ı ü e l l c ı 113
Pr og r a md a yer alan yazarların hocalar ve öğr enc i l er tarafından
ok un ma sı z o run l u l uğun un yanı sıra hocaların verdikleri dersleri
muh a f a za e t me k de ger ekmekteydi. Öğr e nci ler bu derslerde not tu­
tuyorlardı (relationes), bunl a rda n bir kısmı g ü n ü m ü z e kalmıştır.

1. La pecia dans les m anuscrita universitaires du X IIIe et du X IV e s., 1935.


Da h a da iyisi, bu dersler y a y ı m l a n m a k t a y d ı ve sınav za ma nı nd a
öğr enci l er i n çalışabilmeleri için bu işin hızla yapı lması ve yeterli
sayıda yazılmaları gerekmekteydi. Bu ça l ı ş man ı n temeli
p e c ia ’dır. P e d e r D e s t r e z ’nin tasvirini okuyal ım: “D o la şım a s o k u l­
m a k isten en eserin ilk n ü sh a sı b irb irin d e n b a ğ ım sız d ö rt fo lio lu k
d e fte rle re ya zılm a kta d ır. B u d e fte rle rin h e r b iri d ö rd e k a tla n m ış
b ir k o y u n d e r isin d e n y a p ılm ış tır r e bu p a r ç a n ın a d ın ı ta ş ır :
P ecia . N ü sh a ç o ğ a lta n la rın b irb iri a rd ın a ele a ld ık la rı ve h ep sin in
b irle ş tirilm e siy le e x e m p la r ad ın ı a la n bu p a r ç a la r sayesin d e, tek
b ir n ü sh a ç o ğ a ltıc ısın ın tek b ir n ü sh a y a p m a sı için g erek en z a ­
m a n d a , ö rn e ğ in a ltm ış k a d a r p a rç a d a n o lu şa n b ir kita b ın ü re til­
m e si için kırk k a d a r n ü sh a ç o ğ a ltıc ısı ça lışa b ilm e kte , b u n la rın
h ep si ü n iv ersiten in d e n e tim in d e d ü ze ltilm iş ve b ir b a kım a resm i
h a le g elm iş b ir m etin ü ze rin d e iş g ö re b ilm e k te d ir. ”
Üniver sit elerde bu resmi ders metninin yayı ml a n ma s ı başat bir
ö n e m e sahip olmuştur. P a do v a üniversitesi yasaları 1264’te şunu
ilan etmektedir: “E x e m p la r o lm a sa y d ı ü n iv ersite olm azdı. "
Ün i v er si t e me ns u p la rı n ı n kitap k u l l a n ı m ı m y oğ u nl a ş t ı r ma l a r ı ­
nın bir dizi sonuçları olmuştur. P a r ş ö m e n i ma l i nd e kayd e d i l e n g e ­
lişmeler, d ah a az kalın, d ah a e sne k ve eski el yaz mal ar ınd ak i l er den
da ha az sarı yaprakların elde e di lme si ne o l a nak vermektedirler.
Tekni ğin en ileride o l duğu İ t al ya’da, yapr akl ar ç ok ince ve parlak
bir beyazlıktadır.
Kitabın boyutları d eğ i şme k t edi r . Eski de n, bizim şimdiki iki
ya p ra k lık fo r m a kitaplarımız gibiydiler. “Bu a n ca k m a n a stırla rd a
y a z d a n ve o ra la rd a ka lm a sı zo ru n lu e ly a z m a la n n a uygun b ir b o ­
yu ttu r. ” Kitap artık ç oğ u za ma n başvurulur , bir yer den bir yere ta­
şınır hale gelmiştir. F o rma sı d a h a kü çü k, d a h a kullanışlı hale g e l ­
miştir.
Gotik k ü ç ü k harfler, d ah a ç a b u k yazı l abi l mekt e olduklarından,
eski harflerin yerine geçmektedi rler. Bu harfler üniversitesine göre
deği şme kt edi r ; Parisli, İngiliz, Bol ognal ı olanları vardır. Bu da
teknik bir g el i ş me ye d en k dü şme kt e d ir : S az d an kal em k amı şı nı n
terk edilerek, “ça lışırk en d a h a b ü yü k b ir k o la y lık ve h ı z ” sağlayan
kuş, daha da genel olarak kaz t üy ün ün beni mse nmesi .
Kitapların süslemeleri azal makt adır: Süslii başhar fl er ve m i n ­
yatürler seri olarak üretilmektedir. H uk ukç ul a r genelde zengin bir
sınıl'a me ns u p o ld uğun da n hukuk elyazmaları çoğu nl ukl a hâlâ lüks
kalsa da. buna karşılık, ç oğu nl ukl a fakir olan filozofların ve ilahi­
yatçıların kitapları ancak istisnai olarak miny a t ür içermektedir.
N ü s h a çoğaltanlar, mütevazı bir oku y u cu n u n kitabı bu haliyle ala­
bilmesi ve daha zengin bir müşterinin de buralara süsl eme yaptıra-
bilmesi için, çoğu za ma n süslü başharflerin ve minyatürlerin yerle­
rini boş bı r akmaktadır lar .
Bu anlamlı ayrıntılara, kısaltmaların giderek bollaştığını - çabuk
ür et mek ger ekmekledir -, sayfa numarası, başlık ve içindekiler k o ­
n u l ma s ı nd a ki gelişmeleri, kimi z a ma n bir kısaltma listesi ve ba ş ­
vuru konulmasını , m ü m k ü n olduğu her seferinde s u n u md a al fabe­
tik sıraya baş vurulması nı da ekl eyelim. Büt ün bunlar kitaptan
hızla yararlanılması için dev r ey e sokulmuşlardır. Entelektüel m e s ­
leğin gel işmesi, elkilapları dö ne mi n i b aş lat mıştı r -ele gel ir ve
el den d ü ş m e y e n kitap-. Bu da yazılı kültürün dolaşımı ve y a z ıl ma
hızının artışının parlak bir tanığıdır. Bi r ilk d e v r i m g er çekl e şt i r il ­
miş olma k t a dı r: Kitap artık lüks bir eş ya değildir, bir alet o l m u ş ­
tur. Bu, mat baanı n icadını bekl erken, bir yeni den doğuştan çok,
bir doğuştur .
Alet olan kitap, endüstri yel ürün ve ticari mal haline gelmiştir.
Üniversitelerin çe vr esi nde kos k o ca bir nü sh a çoğaltıcılar -bunlar
çoğu z a ma n bu işten e k m e k paralarını k az ana n fakir öğrencilerdir-
ve kitapçılar (sta tio n a rii) topl ul uğ u gelişmiştir. Üni ver si t e şanti­
yesi için vazgeçilmez nitelikte olan bu insanlar, kendilerini bur aya
tam hak ka sahip işçiler olarak kabul ettirmektedirler. Üniversite
me nsupl a r ı nı n ayrıcalı klarından y ar a r l a nma hakkını el de e t me k t e
üniversitenin yargı yetkisinin içine girmektedirler. Lon ca nı n m e v ­
cutlarını şişirmekte, onu k o s k o c a bir yardımcı z a naa t k a r l a r m a r ­
jıyl a büyütmektedirler. Entelektüel endüstrinin kendi ek ve yan e n ­
düstrileri vardır. Bu üretici ve tüccarlar dan bazıları d ah a ş imdiden
büyü k kişilerdir. “Faaliyetleri el den d ü ş m e bazı eserlerin p e r a k e n ­
de satışıyla sınırlı olan z a na a tk a r l a r ı n ” y a n ı n d a başkaları “bu f aa­
liyeti uluslararası yayı ncı l ığa k ad ar geni şletiyor lar dı. ”

] 16
Y Ö N T E M : S K O L A S T İK

Entelektüel teknisyen, aletleriyle birlikte kendi yö nt e mi ne de sa­


hiptir: Skolastik, Başta M o n s e n y ö r G r a b m a n n ol ma k üzere, ünlü
bilgi nler bu y ö n te mi n o luş ma s ı n ı ve tarihini anlatmışlardır. P ed er
Ch e n u A g u in o lu A ziz T o m n u ıso ’nun İn c e le n m e sin e G iriş adlı kita­
bı n da bu k o n u d a aydınlatıcı bir s u n u m yapmıştır: Lai klerin y e r g i ­
lerinin kurbanı olan ve eği timden g e ç m e d e n teknik özelliklerine
ç o k güç ulaşılabilen bu skolastiği n kap s amı nı ve çehresini açığa
ç ı k a r t ma y a çalışalım. P ed e r C h e n u ’nün şu sözü bize rehberli k
edecektir: “D ü şü n m ek, y a s a la rı ö ze n le sa p ta n m ış b ir m eslektir. ”

K E Lİ ME HAZNESİ

Öncelikle dil yasaları. E ğe r gerçekçi lerle adçılar arasındaki ünlü


zı tlaşma, or ta ç ağ d ü ş ü n c e s i n d e ö neml i bir y er işgal edi yorsa,
bu nun nedeni o çağ entelektüellerinin kel imeler e haklı olarak bir
güç at fetmeleri ve bun un içeriğini t a n ı ml a ma y a uğraşmalarıdı r.
O nl a r için kelime, k avr am, varlık ar asında hangi ilişkilerin var o l ­
d uğ un u b il me k başat bir ö n e m t a şımaktadı r. Skolast iğin lâf k a l a­
balığı y a p m a k l a suçlanması -aslı nda bu k o n u m a XIII. yüzyı lda
baz en ve d a h a sonraki d ö n e m l e r d e sıklıkla d ü şmüş tü r - bu k a y g ı ­
nın t a m a m e n karşıt y ö n ü n d e y er al makt adır . O r t aç ağ düşünür ler i
ve hocaları neden söz ettiklerini bi l mek istemektedirler. Skol ast i­
ğin temeli gramerdir. Skolastikler Bernar d de Chart res ile
A b e l a r d ’nı mirasçılarıdır.

Dİ YAL E KT İ K

S on ra k a n ıt l a ma yasaları. Skolast iğin ikinci katı diyalektik, yani


bilgi nesnesini bir sorun haline getiren, onu sergileyen, saldıranlara
karşı s a vunan, sor unun düğü ml e r ini çöz er ek dinleyici veya o k u y u ­
cuyu ikna eden yöntemlerin bütünüdür. Buradaki tehlike, boşl ukt a
akıl yü r üt ül me s i di r -ar tı k lâf kalabalığı değil de boş söz-. Di yal ekt i ­
ğe yal nı zc a k el imeler den değil, aynı z a m a n d a etkin d üş ü n ce d e n
oluşan bir içerik ver mek ger ekmektedir . Üniversite mensupları,
“m a n tık k e m li b a şım ı k a n sız ve k ıs ır ka lır; e ğ e r b a şk a la rı ta r a ­
fın d a n ka v ra n a m a zsa , h iç b ir diişiiııce ü rü n ü taşım az, ” diyen Sa-
lisburyli Jeaıı’ın ardıllarıdır.

O T OR İ T E

Skolastik, metinlerden beslenir. Otorite yöntemidir, d aha önceki


uygarlı kların çifte kat kısına dayanır: Hır istiyanlık ve d ah a ö nce
g ö r d ü ğ ü m ü z üzere. Arapların dol a mbaç l ı sözleriyle zenginleştir i­
len antik düşünce. Skolastik bir anın, bir r önesansı n ürünüdür.
Batı uygarlı ğının geçmişini ke n d i ne mal eder. Kitabı M u ka dd e s ,
kilise babaları, Platon, Aristoteles ve Ara pl a r bilginin verileri, e s e­
rin malzemeleridir. Buradaki tehlike tekrar, papağanl ık, köleleşti­
ren taklittir. Skolast ikler XII. yüzyıl entelektüellerinden, tarihin ve
d ü şün c en i n ö n l e ne me z ve zorunlu g el i şmesi ne dair sivri fikri
VlrMlunlK* ^
pvprtceuj#' t ■{ UıU» lorbu* '
miras almışlardır. M a l z e me l er i y l e kendi eserlerini inşa e t m e k t e ­
dirler. Temel l e r i n üzerine yeni katlar çı kmakt a, özgü n binalar y a p ­
maktadı rlar. Da ha uzağı g ö r m e k için eskilerin o m z u n a çı kmı ş
olan Be r na r d de C h a rt r es ’ın soyuııdandırlar. Gilberd de Tourııai.
“E ğ er zaten b u lu n m u ş o la n la ye tin irsek , g e r ç e ğ i asla b u la m a yız...
B izd en ö n ce y a z a n la r bizim e fe n d ile rim iz değil, rehberlerim izd ir.
G erç ek h erke se açıktır, ta m a m ın a h en iiz k im se sa h ip o la m a d ı ” d e ­
mektedir. “H e r şey sö y le n d i ve b iz d ü n y a y a çok g eç geld ik, ” h ü ­
zü n lü sö z ün ün karşıtı olan, ent elektüel iyimserliği n hayranlık ver i­
ci atılımı.

AKİL: BİLİM O L A R A K İ LAHİ YAT

S kolast ik akıl yasalarını taklit yasalarına, bilimin kanıtlarını


otoritelerin hük üml e r in e bağl amaktadır. Hatt a daha iyisi -ve bu;
yüzyılın belirleyici bir ilerlemesini göst e rmekt e di r - ilahiyat akla
ç ağr ıda b ul unmakt a, bir bilim haline gel mekt edir . Skolast ikler m ü ­
mini, imanını akıl yol uy l a k a v r a m a y a çağıran Kutsal Kitabın üstü
örtük davetini geliştirmektedirler: “S ize so ru so ra n h e r kim o lu rsa
olsun, o n u h e r zam an tatm ine, sizd e im an ve um ut o la ra k var olan
h e r şe ye h a k verm eye h a zır o lu n u z ” (IP, tr., 3, 15). İmanı “g ö r ü l­
m e y e n şe y le rin k a n ıtı" (a rg u m en tıım non a p p a re n tiu m ) (Heb. XI,
I) olarak kabul eden Aziz P au l u s ’un çağrısına ce va p v er me kl e d ir ­
ler. Bu ko nu n u n öncüs ü olan G u i l l a um e d ’A u v e r g n e ’den, ilahiyat
bili minin en güvenilir açıklamasını y ap a ca k olan Aziz Toıııma-
s o ’ya kadar, skolastikler ilahiyatçı akla, im a n la a y d ın la tılm ış a kla
(ratio f i d e illııstra ta ) baş vur muş lar dı r . Aziz A n s e l m e ’in derin for­
mülü “fid e s quaeretıs in te lle etu s” (aklın peşindeki iman). Aziz
T o m m a s o “T anrı liitjü d o ğ a yı y o k etm ez, o nu ta m a m la r " (gratia
n o n to llis n a tu r a m s e d p e r fic is) düşünc esi n i ilke olarak k o y d u ­
ğ u n d a aydınlanacaktır.
Kı vı l c ı ml ar ı ışığa d ö n ü ş e n ma n t ı ğ ı n akıl hal inde t a m a m l a n d ı ­
ğını d ü ş ün e n skolastik için, b u n d an d ah a aydı nlık bir şey olamaz.
Böyl ec e temel lenen skolastik, kendi aç ı k l a ma yönt e mi y l e ün i ­
versite ça lışmalar ı içinde inşa edi lmektedi r.
A L IŞ T IR M A L A R : Ç U A E S T IO , D IS P U T A T IO , Q U A D L IB E T

G ra me r çöz ü ml e me s i n den çıkıp lâfza (litera) ulaşan, o rada n anl a­


mı (seııstıs) veren mantıksal a ç ı kl a ma ya yükselen ve bilim ile d ü ­
şünc en i n içeriğini ifşa ed e n y o r u m (seııtentia) b ulunan d er i nl e m e ­
sine ç ö z ü ml e me L ectio, metin y o ru mu nu n temel inde yer
almaktadır.
Fakat bu y o r um tartışmayı d oğ ur makt ad ı r . Diyal ekti k, metnin
anl aş ı lma s ını n aşılarak, or taya çı kar dığı p r o bl em l er i n ele a l ı n m a ­
sına, olgu nun , hakikatin ar anması kar şısında or tadan ç e ki l mes i n e
olanak vermektedir. Y o r u m u n yerine koskoc a bir p r obl e ml e r b ü t ü­
nü geçmektedir. U y g u n yö nt e ml e r sayesinde lectio, c/ııaestin haline
do ğr u gelişmektedir. Üniversiteli entelektüel, artık y al nı zc a bir
destekt en ibaret o lm a y an metni “ s o r g u l a m a y a ” b a ş l adı ğı nda d o ğ ­
makta, edilginlikten etkinliğe geçmektedi r. Ho c a artık bir y or u mc u
değil, bir düşünür dür. Kendi ç özüml eri ni get irmekte, y a r a t m a kt a ­
dır. Q u a e s tio ’&dki kendi vardığı sonu ç olan d eterm iııa tio o nu n d ü ­
şüncesini n eseridir.
Hatl a q u a estio XIII. yüzyı lda her tür metinden k opma kt a, bi z a­
tihi bir varlık kaz anmakt a dı r . Hocalar ın ve öğr enciler in faal katı­
lımlarıyla, bir ta rt ışma ya kon u ol ma kt a dı r, artık d isp u ta tio haline
gel mişt ir.
Peder M a n do ı ı n e t 1 o n a ilişkin klasik bir tasvir getirmiştir: “B ir
h o ca ta rtışm a ya gird iğ in d e, sab a h d iğ e r h o c a la r ve fa k ü lte d e n o l­
g u n lu k sın a v ım vererek m ezu n o la n la r (b a c h e lie r) ta ra fın d a n v e r i­
len tiim d e r sle r ke silm ekte, y a ln ızc a ta rtışm a yı sü rd ü re n hoca,
a sista n la rın g e le b ilm e le ri için kısa b ir d ers ya p m a k ta yd ı; so n ra
ta rtışm a b a şla m a k ta yd ı. B u iş sa b a h ın az çok uzun b ir b ö lü m ü n ü
ka p sa m a k ta y d ı. F a kü lten in tiim o lg u n lu k sın a v ın ı veren m ezu n la rı
ve ta rtışm a yı y ü rü te n h o ca n ın ö ğ re n c ile ri bu a lış tırm a y a k a tıl­
m ak zo ru n daydılar. D iğ e r ho ca ve ö ğ re n ciler se rb e st g ib id irle r;
a m a h o ca n ın iinüııe ve ta rtışm a k o n u su n a ba ğ lı o lm a k iizere, az
ço k k a la b a lık o la ra k ka tıld ık la rın d a n ku şku yoktu r. P a ris ru h b a n ı
ve y ü k se k kilise g ö re vlileri kadar, b a şken tten g eçen d iğ e r kilise
m en su p la rı da, zih in leri tu tk u yla tu tu ştu ra n bu d ü e llo la ra istekle
ka tılm a k ta y d ıla r. T a rtışm a o k u m u ş ra h ip lerin tu rııııvasıyd ı.
T a rtışm a y ı y ü rü tm e d u ru m u n d a ola n hoca, ta rtışıla c a k ko n u y u
ö n ced en sa ptam aktaydı. Bu ko n u ve sa p ta n a n giiıı fa k ü lte n in d iğ e r
o ku lla rın a da d u yu ru lm a kta yd ı.
T artışına h o ca n ın y ö n e tim in d e y a p ılm a k ta y d ı; a m a esa s o la ra k
ta rtışa n o değildi. C evap verm e g ö re v in i b ir o lg u n lu k sın a v ın ı
veren m ezu n ü stle n m e k te ve b ö ylec e bu a lıştırm a la rın çıra k lığ ın ı

1 . Revue Thom iste, 1 9 2 8 , s . 2 6 7 -9 .


ya p m a k ta yd ı. O lağan o la ra k itira zla r çe şitli a n la m la rd a s u n u l­
m a kta ve cince lıoca, so n ra o lg u n lu k sın a v ın ı veren m e zu n la r ve n i­
h a y e t e ğ e r gerekirse, ö ğ re n c ile r ta ra fın d a n y ö n e ltilm ek tey d i. O l­
g u n lu k sın a v ın ı veren ınezun ile ri sü rü len k a n ıtla ra ceva p
v erm ekte ve eğ e r g erek irse h o ca d a o na ya rd ım etm ekteyd i. O la ­
ğ a n b ir ta rtışm a n ın ç e h re si ö ze tle b ö yley d i; a m a bu b a şlıc a st ve
en h a re k e tlisi o lm a kla birlikte, d a h a ilk partiydi.
T a rtışın a esn a sın d a ö n ce d en b e lirle n m iş b ir d ü ze n e ta b i o lm a ­
d a n ileri sü rü len ve çö zü m e b a ğ la n a n itirazlar, so n u n d a o ld u kça
d ü ze n siz b ir d o ktrin m a lze m e si su n m a kta yd ı; a m a bu b ir sa v a ş
a la n ın d a k i k a lın tıla rd a n çok, b ir in şa a t s a h a sın d a k i y a rı işlen m iş
m a lze m e le re b en zem ekteyd i. İşte bu n ed en d en ö tü rü bu y o ğ u r m a
o tu ru m u n u n a rka sın d a n , h a k im a n e b elirle m e a d ım ta şıy a n b ir
İkincisi g elm ekteyd i.
O d ö n e m d e d e n ild iğ i g ib i o ku n a b ilir ilk giiıı, y a n i ta rtışa n h o ­
ca n ın d ers vereb ild iğ i ilk gün -çiinkii p a za r, ta til g ü n ü veya h e r­
h a n g i b ir en g e l bu g ü n ü n ta rtışm a n ın h e m e n erte si o lm a sın ı e n ­
g elley eb ilir- h o ca ke n d i okulunda, b ir veya b irk a ç giiıı ö n ce
ta rtışılm ış olan k o n u y u y e n id e n ele a lm a kta yd ı. K o n u n u n izin ver­
d iğ i ö lçü d e, ke n d i sa v ın a karşı sü rü len itira zla rı b ir diiz.ene s o k ­
m a kta veya m a n tık i b ir sıra la m a g etirm ek te ve onları n ih a i b ir f o r ­
m ü l h a lin e so k m a k ta y d ı. B u itira zla rın a rkasına, ö n e r e c e ğ i
d o ktrin in le h in d e olan bazı k a n ıtla r ko ym a kta yd ı. D a h a so n ra ta r ­
tışıla n so ru n u n a z veya çok g en iş olan d o k trin a l b ir su n u m u n a
g eçm ekteyd i, bu su n u m h a k im a n e b e lirle m e 'nin m e rk e zi ve esas
kısm ın ı o lu ştu rm a k ta y d ı. T ezini, d o k trin in e ka rşı ile ri siiriilen iti­
ra zla rın h e r b irin e c e v a p vererek ko n u şm a sın ı b itirm ek tey d i...
H o ca ya da b ir d in le y ic i ta ra fın d a n y a z ıy a teslim ed ilen b e lirle ­
m e b elg esi, T a rtışıla n S o r u n la r d iy e adlan d ırd ığ ım ız, ve ta r tış m a ­
n ın n ih a i so n u on u ola n bu y a z d a n oluştu ru r. ”
Bu ç e r çeve içinde, s o n u n d a özel bir tür gelişmiştir: Ç u o d iih ctı-
cpıe t a r t ı ş m a . 4 H o c a l a r y d d a iki kez, h e rh a n g i b iri tarafın d a n , h e r ­
h a n g i b ir ko n u d a o rta y a a tılm ış (de cjuolibet a d vo lu n ta te m cujıts-
lib es) bir tart ışma o t u r u m u n u yönetebilirlerdi. Mo ns e ıı vö r

* Belirli bir konuya değil, bir bilim in bütün bölüm lerine dayanan tez. Çev.

122
Gl or ie ux2 bu al ıştı rmayı şu te ri ml er l e tasvir etmiştir: “Otıırııın
iiçiincü, b e lk i ele a ltın cı sa a te d o ğ ru b a şla m a k ta d ır, lier h a lü k â rd a
o ld u k ça erken d en olm a kta d ır, çünkii çok uzun sü rm e o la sılığ ı va r­
dır. N itekim bu o tu ru m u b elirleyen ka p risli tutum , k e sin tisizlik ve
ü zerin d e h ü kü m süren belirsizliktir. Bu da b irço k b en zeri gibi, ta r­
tışm a ve ka n ıt g etirm e o tu ru m u d u r; am a bu o tu ru m u n ö ze lliğ i g i­
rişim in h o ca n ın elin d en çıka ra k a sista n la ra g eç m esid ir. O lağan
ta rtışm a la rd a , ho ca ilg ile n ile c e k ko n u la rı ö n c e d e n d ü şü n m ü ş,
ilân etm iş ve h a zırla n m ıştır. Q u o d lib etiq u e ta rtışm a d a h e rh a n g i
b iri o rta ya h erh a n g i b ir konu a ta b ilm ekted ir. Ve b u n a m u h a ta p
olan h o ca için bu b ü yü k b ir tehlikedir. S o ru la r veya itira zla r h er
ya n d a n g e le b ilir ve b u n la rın b a sım la r ve m e ra k lıla rd a n veya h u t
k u rn a zla rd a n ka y n a k la n ıy o r o lm a sın ın b ir ö n em i yoktu r. F ikrin i
ö ğ ren m ek üzere h o ca y a iyi niyetle so ru so ru la b ilir; a m a onu k e n ­
d iy le ç e liş k iy e d ü şü rm e y e de ç a lışıla b ilir veya h iç b ir za m a n g ü n ­
d em e g e tirm e m e y i y e ğ le y e c e ğ i y a k ıc ı s o ru n la r h a k k ın d a fik r in i
a çıkla m a y a zo rla n a b ilir. B a zen m era k lı b ir y a b a n c ı veya ka yg ılı
b ir z.ihin; bazen kıska n ç b ir rakip veya m era klı b ir hoccı onu kö tü
d u ru m a so k m a y a ka lkışa b ilir. B a zen p r o b le m le r a çık ve ilginç,
ba zen d e b e lirsiz o la c a k la r ve ho ca o n la rın tam k a p sa m ın ı ve g e r ­
çek a n la m ın ı ka v ra m a kta iyice zo rla n a ca ktır. B a z d a n so fiy a n e b ir
şekild e ta m a m en e n te le k tü e l a la n d a ka la ca k la rd ır; b a zıla rı esa s
o la ra k siy a sa l veya y e rg iy e yö n e lik a rt d ü şü n c e le re sa h ip o la c a k ­
lardır... D em ek ki q u o d lib etiq u e b ir ta rtışm a y ü r ü tm e y e k a lk ışa n
kişin in h erke ste o lm a ya n b ir zihin a çıklığ ın a ve h em e n h e r a la n d a
y e te rli b ilg iye sa h ip o lm a sı gerekir. ”
Sağlamlığı n temeli ( hâkimi), akıl y as aları na u y m a k o n us un da
öz g ü n d üş ü n c en i n teşvikçisi skolastik böyl e gel işme kt edi r. Batı
düşüncesi bu skolastikten çok etkilenecektir, o nun l a birlikte belir­
leyici g el i şme l e r kaydetmi ştir. K u ş k u s u z söz k onus u olan, atılım-
larının en hızlı za ma n ı n daki delici, titiz ze k âl ar tarafı ndan kul l a nı ­
lan, g ü c ü nü n zirvesindeki XIII. yüzyıl skolastiğidir. Ort açağın
sonunun a le v saçan skolastiği, haklı olarak bir E ı a s mu s, bir R a b e ­
lais, bir Lut he r tarafından küçümsenecektir . B a ro k skolastik bir
M a l e b r a n c h e ’ın haklı olarak iğr enmesine yol açacaktır. F a k at s k o­

2. La littératuia quodlibétique, 1936.


lastiğin i l hamı ve alışkanlıkları Batı d ü ş ü n c es i n i n yeni g e l i ş m e l e ­
riyle bütünleşmi ştir . H e r ne ol ur sa olsun, Descaı tes skolastiğe çok
şey bor çludur . Et i e nne Gi l son derinlikli bir kitabının sonuç böl ü­
m ü n d e şöyl e yazabi lmi şt ir : “D esc a rte sçılık, h o r g ö rd ü ğ ü bu s k o ­
la stik le sü re k li o la ra k k a rşıla ştırılm a d a n a n la şıla m a z; o n u n b a ğ ­
rın a y e r le ş tiğ i ve on u ö zü m le d iğ i için de on d a n b eslen d iğ i b a l g ib i
sö y len e b ilir. ”

ÇELİ ŞKİ LER: NASI L Y AŞ AM A LI ? Ü C R E T Mİ, KÂR MI?

Fakat, donanı ml arı böyle olan XIII. yüzyıl entelektüelleri, zor ter­
ci hlerin kar şı s ı na k o n u l m u ş olarak, b ir çok kararsızlığı g ö ğ ü s l e ­
mek z o r u n d a kal mışl ardır. Çelişki ler, bir dizi üniversi te bunal ımı
e s na s ı nd a a ç ığa çı kmakt adı r l a r.
İlk sor unl ar maddi d ü zl e md e y er al makt adır. Bunl ar birbirlerine
der i n l eme si ne bir şekilde bağl anmakt adı rl ar .
Birinci soru: Nasıl yaş ama l ı ? Ent el ekt üel i n artık, ce ma at i n b a­
kımı nı sağladı ğı bir keşiş o l m a kt a n çıktığı a n d a n itibaren, h a y a tı ­
nı k az anmas ı ger e kmekt e di r . Kentl er de gıda, konut, giyim ve d o ­
na n ı m -kitaplar pahalıdır- sorunları sıkıntı v e r me kt e d ir ve
üniversite öğrenciliği kariyeri artık, uzadığı ö l ç üd e maliyetlidir.
Bu so r un un iki ç ö z ü m ü vardır: H o c a için ücret veya kâr, ö ğ r e n ­
ci için burs v eya yat ak ve y e m e k sağlayan bir yer. Ücr et de iki şe­
kilde or taya çıkabilir: H o c a ücretini ya ö ğr enciler inden ya da sivil
i ktidardan alacaktır. Burs ise özel bir k o r u y u c u n u n bağışı veya bir
k amu ku r ul uş u n un veyahut siyasal iktidarın bir temsilcisinin bağı ­
şı olabilir.
Bu ç öz üml e ri n gerisinde, bir an g a jma n yelpazesi b ul u n ma k t a ­
dır. İlk temel tercih ücretle kâr ar as ı nd a yapı lanı dır. Birinci şıkta
entelektüel kendini bilinçli olarak bir e mekçi, bir üretici olarak b e ­
lirlemektedir. İ kinci sinde ise faaliyeti sa yesi nde y aş a ma ma k t a d ır ,
bu işi rantiye o ldu ğu için yapa bi l mekt e di r . T ü m s o s yo - e k o no m i k
statüsü böylece tanı ml a nmı ş olmaktadır: Eme k çi mi ayrıcalıklı mı ?
Birinci tercihin içinde, önemi fazla o lma ya n , a m a ihmal edi le­

124
me ye c ek nitelikteki başkaları da or taya çı kmakt adır .
Ücret alıyorsa ya tacirdir (bu d u r u m d a ö d em e y i öğr enciler y a p ­
maktadır) ya m e m u r d u r (ücreti k o müna l iktidar veya h ü k ü m d a r ta­
rafından ö d e nme kl e di r ) ya da bir tür hizmet çidi r (geçimini bir k o ­
r uyucu nu n cömer tliği ne borçludur).
Barı nması ve yiyeceği sağlanı yorsa, ent elektüel işlevine bağlı
bir kâr el de edebili r ve bu o nu u z m a n l a ş mı ş bir o k u m u ş rahip
yapmakt a dı r . V e y a baş ka bir papa zl ık gör evini n bağlı o ld uğu bir
gelir olanağıyl a donatılabilir; kilise veya manast ırda görevli o l m a ­
sının gerektiği bu d u r u md a, r uhban gör evine rağme n ancak mutlu
bir rastlantı sonucu bir entelektüel olabilir.
XII. yüzyı ldan itibaren tercihler kısmen z a ma n ve me k â n ı n
s u nd uğu koşullara, kişilerin k o n u m ve psikol ojileri ne gör e belir­
lenmiştir.
Eğilimleri açığa ç ı kar tma k g ene de mü mk ü n d ü r . Hocalar ın eğ i ­
limi öğrencilerin ödedikleri paralarla geçinmektir. Bu ç öz ümde ,
dünyevi otoriteler ( Ko m ü n, hük ümd a r , kilise ve hatta kor uyucu)
karşısında ö z g ür o l m a avantajını b ulmaktadırl ar . Bu onlara doğal
gel mekt edir , çü nk ü kendilerini üyesi saydıkları kentsel ş antiyele­
rin alışkanlıkları na en uy gu n olanı budur. Tı pkı za n aatkârları n
ürünlerini satmaları gibi, bilgilerini ve öğretimlerini sa t ma kt adı r ­
lar. Ç o k sa yı da a ç ı k l a m a s ı y l a k ar şı l aş t ığ ı mı z şu m e ş r u l u k t a l e bi ­
ne d ay a n ma k t a dı rl a r . Bu ifadelerin başta geleni, her ça l ı ş manı n
ücret hak ettiğidir. G ü n a h çıkartıcılar için yazılan elkitapları bunu
böyle ifade etmektedir: “H oca, ça lışm a sın ın , za h m e tin in b ed e li
o la ra k ö ğ ren cilerin d e n p a ra -collecta- k a b u l edebilir. ” Pado-
v a ’daki huk uk doktorlarını n 1382’de bile hâlâ yapacakları gibi,
üniversite mensupları bunu sık sık hatırlatmaktadırlar: “E m e k ç i­
nin ç a lışm a sın d a n g e lir elde etm e m esin in a kla u yg u n o lm a d ığ ın ı
d ü şü n ü yo ru z. B ö y le c e b ir ö ğ re n cin in ka b u lü için k o le j a d ın a
ce va p vaazı verecek olan d o kto ru n , ö ğ re n cid e n ç a lışm a sın ın b e d e ­
li o la ra k iiç lib re k u m a ş ve d ö rt şişe şa ra p veya b ir d iika k a b u l
ed e ce ğ in i h ü km e ba ğ lıyo ru z. ” B u n u n sonucu olarak, hoca l a r b o r ç­
larını ö d em e k t e n kaç ı n a n öğr enciler in h e p peş i n de olmaktadırl ar .
Bol ognalı ünlü h uk u k ç u O d o f r e d u s çokt an şöyle yazmıştı bile:
“G ele ce k yıl, h e r za m a n g ö ste rd iğ im bilin çle zo ru n lu d e rsle ri y a ­
p a c a ğ ım ı size ilân ed iyo ru m , a m a o la ğ a n d ışı d e r sle r i y a p a c a ğ ım ­
d a n ku şku lu yu m , çü n k ü ö ğ re n c ile r b o rç la rın a p e k sa d ık d eğ iller;
b ilm e k isliyorlar, a m a (H e rke s b ilm e k istiyor, a m a kim se b ed elin i
ka rşıla m a k islem iyor,) sö zü n e uygun olarak ö dem ek istem iyorlar. "
Öğr e nci ler e gelince, ör neğ i n me k t up la ş ma el kitaplar ında yer
alan ger çek veya u y d u r m a mektuplarından hareketle karar verile­
cek olursa, esas olarak bakı ml a rı nı n aileleri veya iyiliksever biri
t ara fı ndan s a ğ l an ma s ı nı n peşindedirler.
Kilise, d ah a da özel olarak papalık bu sorunu ç öz me yi bir ödev
saymıştır. Bu a m a ç l a öğ r et i mi n b e d a va ol ması ilkesini o r tay a at­
mıştır. Bu tavrın en haklı gerekçesi, fakir öğr enc i l er e eği tim ol a­
nağı sağlanması k o nu s u nda ki arzuydu. K ö h n e bir zi hniyetten k a y ­
nakl anan ve yal nı zc a dinsel eği timi n ol duğu bir d ö n e m e atıfta b u ­
lunan bir başka ger ekçe ise, bilimin Tanrı ar mağanı o l du ğ un u ve
b u n a bağlı olarak, sa t ı l a maya ca ğı nı , eğe r satılırsa bu n un T a n r ı ’ya
hakaret o l acağım ve öğr et i mi n rahibin gör evinin (o ffic iu m ) ayr ıl­
ma z bir parçası o l d u ğ un u iddia et mekt eydi. Aziz Bernard, ünlü bir
me t i n d e hocaların kazançlarını , utanılacak gelir (tu rp is cjuaestııs)
ol a r a k ihbar etmişti.
Papal ık da bu k o n u d a bir dizi önl e mi h ü k m e bağl amı ştır. D a h a
1 179 Latran ruhani meclisinde, P ap a III. Al exa nd r e ö ğr et i mi n b e­
dava olması ilkesini ilân et mek t eydi ve ardılları bu kararı hatırla­
tan ço k s ayıda f e r ma n çı kar tmış lar dır . B u n u n yanı sıra her kat ed­
ralin y akı nı nd a bir okul açılacak ve h oca geçimi ni k endi ne bağl a­
na n bir m a aş l a s ağlayacaktı.
Fakat papalık bu yolla, maaş i st eme y e m a h k û m olan e nt el e k t ü ­
elleri k end i ne çı kar bağl ar ıyla b ağ l a ma kt a ve bu entelektüelleri la­
ikliğe götüren hareketi d u r d u r m a k t a veya en azından öneml i ö lç ü­
de frenlemekteydi.
B u n u n sonucu, y a l nı z c a kiliseye karşı bu ma ddi bağı mlıl ığı
kabul edenlerin üniversi tede hoca olabilmeleridir. Üniversitelerin
yanı nda, kilisenin a cı ma sı z muha l ef et in e r ağmen, k u ş k u s u z laik
okullar kurulabilmiştir, a m a bunlar genel bir eği tim v e r m e k yeri­
ne, esas olarak tüccarlara yönelik teknik bir eği tim al anı nda yer
t ut ma k zor un da kal mışl ardır: Yazı, mu h a se b e, yab a n cı diller.
Bö yl ec e genel kültür ile teknik eği tim arasındaki u ç u r u m genişle-

126
inektedir. Kilise bu sayede, III. I nnocentius taralından açıklanan
kanaat in esas b ö l ü m ü n ü kendi ka p s amı n a almış ol ma kt a dı r. Papa
D ia lo g u s ' unda şöyle ilân et mekt edir: "A kıl sa h ib i h e r insan... e ğ i­
ticilik işlevin i y e rin e getireb ilir, çiinkii h a kika t veya a h lâ k y o lu n u n
u za ğ ın d a d o la ştığ ın ı g ö rd ü ğ ü k a rd e şin i e ğ itim le d o ğ ru yo la g e tir ­
m ek zo ru n dadır. F a ka t vaaz verme, y a n i ka m u y a y ö n e lik o la ra k
eğ itim y a p m a işlev in e y a ln ızc a bu a la n a y ö n e ltilm iş kişiler, ya n i
kilise le r in d e p isk o p o s ve p a p a z la r ile m a n a stırla rd a b a şra h ip le r
yetkilid ir, çiinkii ruhlara özen g ö ste rilm e si g ö re v i b u n la ra v e ril­
m iştir. ” Bu başat metinle, aslında yeniliklere fazla açık o l ma ya n
bir papa, genel evr imi n karşısında, dinsel işlevle eği tim işlevi a r a ­

127
sındaki gerekli ayrımı kabul et mekt eydi . K u ş k u su z bu k anaat b e ­
lirli bir tarihsel bağl amı n, t a m a m e n Hıristiyan bir t opl um b a ğ l a m ı ­
nın k ab ul ü y le or taya atılmıştır. F a k at kilisenin en y ü k s e k kişisi,
en azından bu işlevi yerine get irenler d ü z e y i nd e o l m a k üzere, e ğ i ­
limin laik karakterini kabul etmiştir. Bilindiği üzere, bu metin hak
ettiği şe ki l de gel işt i ri l memi şt i r .
Fakat, ileride görüleceği üzere, ortaçağın çok sayıdaki hoca ve
öğrencileri laik kişiler olmuşlar dır . F a k a t bu d u r u m onları n ki l i se­
nin dağıttığı ma aş l ar da n pay al mal ar ını e n g e l le m e m i ş , bö yl e ce
ortaçağ ve eski rejim kilisesinin b ü y ü k kusur lar ından birinin d ah a
da a ğı r l a ş m a s ı n a kat kı d a bul un mu şl ar d ı r : Ki lis enin laiklere ma aş
bağl aması. Ayrıca, tek bir ho ca için okul merkezi tarafından özel
bir k âr ol u şt u r u lm a s ı n ı n yetersizliği kısa s ür ede or taya ç ı kt ı ğ ı n ­
dan hocalar ve öğr enc i l er düşük kârlar el de ettiler ve kilisenin
di ğe r felaketini, p apazl ar ın evs iz k al mas ını, ağırlaştırdılar.
S on olarak da Kilisenin k o n u m u eği tim a l anı nd a Kilisedışı y ö ­
nel imleri n, en başta d a me de ni h u ku k ve tıp k o nu l a r ı n d a çıkış
a r ay an l a r ı n karşıl aşt ıkları g üçl ük l er i ar tırmıştır. B u n l a r çoğu
z a ma n sahte k o nu ml a r d a k a l m a y a m a h k û m olmuşlar dır , çü n kü en
başta h u k u k eği timi nin modası a z a l ma d ı y sa da ö nd e gelen kilise
me n s up l a rı nı n saldırılarına he p m a r u z kalmıştır. R o g e r Ba co n
“M e d e n i h u ku k ta h e r şey la ik ka ra kte rlid ir. B u k a d a r ka b a b ir s a ­
n a ta y ö n e lm e k kilise d en ç ık m a k tır ” diye ilân edecektir. Bu nu n ü ni ­
versit elerde r esme n söz k on us u olması m ü m k ü n ol ma d ı ğ ı n da n ;
teknik, e k o n o m i k ve toplumsal evr imin d a h a b ü y ü k bir gel işme
gö st e rme y e davet ettiği ve her tür dinsel nitelikten yoksun olan
k os ko c a bir disiplinler bütünü yüzyı ll a r b o y u n c a felç o l mu ş olarak
k al mı şl a r d ı r .

KU R A L LI L A R İLE L A İ KL ER K AV G AS I

Üniversit eleri XIII. yüzyıl ve XI V. yüzyı lın b a ş ı n d a sarsan ağır


bir bunal ım, entelektüellerin k o n u m u n u n belirsizliğini ve bunların
ç o ğ u n u n me mn uni ye ts i z li ğ i n i açı ğa çıkartmıştır. Bu, kurallılarla

128
laikler arasındaki kavga, yeni Dilenci tarikatlara m e n s u p hocaların
üniversi tel erde elde ettikleri yerlerin ge n i şl e me s i ne karşı laiklerin
gösterdikleri şiddetli tepkidir.
N i t e ki m Domi n i k e nl e r , d ah a başlangı çtan itibaren üniversi tel e­
re s ı z m a n ı n ç a r e s i n i a r a m ı ş l a r d ı r . B i z z a t k u r u c u l a r ı n ı n a m a c ı
-vaa z ve sapkınlığa karşı mü c ad el e- onları s a ğl a m bir entelektüel
birikim ed i nme y e yönel tmekteydi . Fransi skenl er ise, bilimi fakirli­
ğe, y oks unl uğ a , zavallılarla d ay a n ı ş m a y a engel olarak gö r düğü bi­
linen Aziz F r a n c e s c o ’nun tavrından, hiç değilse bazı noktalarda
uzaklaştıkları ölçüde, e r k e n d e n üni ve r si teye katılmışlardır. B u r a ­
da önce iyi kabul görmüşlerdi r. P apa III. H o no r i us 1220’de Paris
üniversitesini, D o mi n i k e nl e r e gösterdikleri iyi kabul den ötürü kut ­
lamakt adır. A m a d ah a sonr a şiddetli s ür tüş me le r m e y d a n a gel ­
miştir. Paris üniversitesi bunları n en ağırlarına 1252- 129 0 yılları
arasında ve özellikle de 1252-1259, 1265-1271 ve 1282- 1290 yıl­
larında tanık olmuştur. O x f or d da d ah a ileri tarihlerde, 1303- 1320
ile 1350 - 1360 ar asında bu ç a t ı ş ma l a r d a n çekmiştir.
Bu kavgaların en sivri ve en tipik olanı, P ar i s’te 1252-1259 ara­
sında me y d a n a gelenidir. Bu k a v ga G ui l l a ume de S a i nt - A mo u r
o l a y ı nd a zi rvesine çı kmıştır. K a r m a ş ı k olan bu olay, öğreticidir.
Ça t ı şa n tarafların sayısı beştir: Dilenci tarikatları ve bunların
Parisli hocaları, üniversitenin laik hocalarını n ç oğ un l uğ u, papalık,
Fransa kralı, öğrenciler.
K avg a nı n en şiddetli z a ma nı n da, G u i l l a u me de S a i n t - Am o u r
adındaki bir laik hoca, Yeni Z a m a n la rın T eh lik eleri başlıklı bir i n ­
ce le me n in içinde, papazl ar a yönel ik ço k şiddetli bir saldırı metni
yayı mlamıştı r. Papa tarafı ndan m a h k û m edi len yazar, üniversi te­
nin bir b ö l ümü n ün onun lehinde di r en mesi n e r ağmen, gör evinden
uz a k l a ş t ı r ı l m ı ş t ı r .
Lai k hocalar, ‘Dil e nci l er ’in nel erinden yak ı nmakt adır lar?
1252-1254 arasındaki bir ilk devr ede bu ya k ı n ma l a r h em e n t a­
m a m e n lonc a işlerine ilişkin olmuş tur. L ai kl er Dilencileri ü n i v e r­
site yasalarını ihlâl e t me k le suçlamaktadırlar. Bunl ar, sanat ustalı­
ğı (m a ster) unvanını al ma d a n ilahiyatta rütbe sahibi o l ma kt a ve bu
al anda ders vermektedirler. Bu nl ar 12 50’de papadan, ilahiyat fa­
kültesinin dışında, N o t r e - D a m e ş a ns öl ye s ind e n licen tia al ma hak-

F 1) / O r t a ç a ğ E n t e l e k t ü e l l e r i 129
kını kopar lmışlardır ; yas al a r onları n ( toplam dört kür sü den) birine
sahip ol ma l a r ı na hak t a nı ma sı na r ağmen, iki kür süye sahip o l d u k ­
larım iddia et mek t e ve bu kürsüleri fiilen de işgâl e t me k te y di l er ve
özellikle üniversite gr ev de yk en ders ve r me y e d ev am ederek, ü ni ­
versite d a y a nı ş m a s ı n ı b o zm a k ta dı r la r . B u işi 1 2 2 9 - 3 l ’de y a p m ı ş ­
lar, 1 253 ’te grev papalık t arafı ndan t a nı nmı ş olan ve ya s al a rd a yer
alan bir hakk a ilişkin olarak y ap ıl ma kt a y ke n, bu tutumlarını t e k ­
rarlamışlardır. Lai k hocalar, bunları n zaten ger çek üniversite m e n ­
subu olmadıkları nı ekl eme k t e di r l er ; bu nl a r üniversi teye karşı,
gayr i meşr u bir rekabet yür üt mekt edi r l er; öğrencilerin kanı na gir­
mekte ve onların ç oğ unu manast ıra yönel tmektedi rler; sadakalarla
geçindikl erinden, öğr enciler den ders için para ist ememekt edir ler
ve kendilerini de üniversite me nsup l a r ı nı n maddi düzl emde ki ta­
leplerine bağlı hissetmemektedi rler.
Lai klerin asıl y akı nmal ar ı bunlardır. D a h a da ileri gitmişlerdir.
Üniversit e mensupları h em bir tarikata (tarzı ne kada r yeni olursa
olsun) hem de bir loncaya (istediği k ada r r u hbana ait ve üzgü n olsa
da) üye o l m a n ı n birbiriyle u y u ş m a d ı ğ ı n ı hızla k avr amışlardı r.
Esas temel eğitimi -sanatlar fakültesinin verdiği eğitimi-, a l m a ­
mış olan maddi geç i m sorunu o lm a y an , gr ev hakkı o nu n için hiç­
bir şey ifade e t meye n ent elektüel ger çek entelektüel değildir. B u n ­
lar bilim emekçileri değillerdir, çü nk ü verdikleri derslerle
geçinmemektedir ler.
P apa IV. I nnocentius bu kanıtların hiç değilse bazıları na katıl­
mıştır; Dilencilerin üniversi te yasalarını ihlâl et mel er in e has sasi ­
yet göstererek, onların bu yas al a ra uymalarını 4 T e m m u z 12 54’te
h ü k m e bağl amı ş ve 20 k a s ı md a d a E tsi a n im a ru m f er ma nı yl a iki
t ari katın ayrıcalı klarını kısı tlamıştı r.
Fakat onun yerine geçen P apa IV. Alexandr e, d ah a önce Fran-
siskenlerin koruyucu kardinali o ld uğ u n d an 22 Aralık tarihli N ec
in solitu ın ve 14 Nisan 1255 tarihli Q uasi lignuın vitae f er ma n l a r ı y ­
la selefinin fermanını yür ür l ü k t en kal dır mış ve Dilencil erin üni­
versitelilere karşı tam bir zaf er k az an ma l a r ı nı sağlamıştır.
M ü c a d e l e y e n id en ba ş la mı ş , d a h a sertl eşmiş ve artık l on c ay a
ilişkin o l m a k t a n ç ı ka r ak d o g m a t i k olan b a ş ka bir d ü z l e m e t a şı n­
mıştır. Laik hocalar, başta Guillaume de Saint- Amour olmak üzere,

130
Rut ebeuf (bu vesileyle yazdığı
şiirlerinde) ve Jean de M e u n g
(G iilün R o m a n ı’nda), tarikatların
bizzat varlık temellerine ve ülküle­
rine saldırmışlardır.
Dilencil er ruhban işlevlerini
köt üye k u ll a nma kl a -başta gü nah
ç ı ka r tma ve cenaze töreni- zevk,
zengi nl i k ve iktidar peş inde
koşa n i kiyüzlüler o lm a k l a -
G ü lü n R o m a n ı’nın A ld a tıc ı G ö ­
rü n ü şlü ünlü kişisi bir Fransis-
kendir- ve son olarak dia sapkın
ol ma kl a -İncil’den kayna kl a nan
fakirlik ülküleri İsa' nın doktr ini­
ne aykırıdır ve kiliseyi yok e t me
tehdidi t aşı makt adı r- i tham e di l­
mişlerdir. P o le mi k kanıt: Lai kl er
bunlarda, Fransiskenleı in bir b ö ­
lümü arasında çok m o d a olan ve
1260 yılının b aş ı nd a kilisenin
yerini, fakirliği kural olarak
kabul eden yeni bir kiliseye terk
edeceğini ilân eden J o a ch i m de
F l o r e ’un kehanet lerinin kanıtları­
nı görmektedirler. Fransisken ta­
rikatından Gér ar d de Bo rg o San
D o mi n o tarafından I 2 5 4 ’te y a ­
yı ml a n a n E b e d i I n c il’e G ir iş ’te
J o a chi mci fikirlerin y er alması,
laiklerin eline kozl ar vermiştir.
Lai kler kuşku suz a b a r t m a k ­
taydılar. Yalnı zca tarikatları g ö z ­
den düşür meyi hedef leyen iftira­
lar, ma n ev r al a r onların davalarını
karartmaktaydı. Ar k a planda üni-
versiteye karşı o l ma dı kl a r ı nda n kuşk u d u y u l m a y a c a k olan Aziz
B on a ve nt uı e ve bizzat Aquinolu A zi z T o mm a s o , bunlara cevap
v e r me k zor un da kalmışlardır.
D e m e k ki olayın güç y a n l a n olmuştur. Papal ar ın çoğu, k e n d i ­
lerine bu k ad a r sadık tarikatları m e m n u n e d e n tavırları t a k ı n m a k ­
tan ve aynı z a m a n d a üniversite mensuplarını d ah a fazla tabi kılan
ve laiklerin direncini kıran har eketler de bul un ma kt a n fazlasıyla
mutlu olmuşlardır. F r a n s a kralı A z i z Louis ise t a m a m e n Fransis-
ke n yanlısı o l d uğ u n da n, b u n a sesini çı kar tmamışt ır: R u t e b e u f
onu, Dilencilerin elinde o y u n c a k o lm a k l a ve Üniver sit e haklarının
öncelikl e öneml i ol duğu kr allığının çıkarlarını s a v u n m a m a k l a s u ç ­
lamıştır. Öğ r e nc i l er t e re ddüt e t mi ş e b en z emekt e di r ler ; bu nl a r da n
çoğu Dilencilerin verdikleri eği timi n avantajları, b und a n da fazla­
sı, onları n kişiliklerinin parlaklığı ve doktrinleri nin bazı y an l a r ı ­
nın yeniliği k o n us u n d a hassastırlar: Bu par adoks olayı d ah a da k a­
rıştırmış ve o d ö n e m i n tarihçileri için kar a nl ı k hale getirmiştir.
Yeni zihniyet, bu mü c a d e l e d e iki taraf ar a sı nda bölünmüştür.
Bir yand a n Dilenciler, ent elektüel hareketin temeli olan lonca g ö ­
r ü n ü m ü n e yabancı ydılar, ent elektüel e mekç i l e r de n oluşan yeni bir
sınıfın u mu du n u , toplumsal ve e k o n o m i k taban ı nda n tahrip edi ­
yorlardı; a m a kentlere yer leşmiş ve yeni sınıfların yak ı nı nd a o l m a ­
larıyla, bunları n ent elektüel ve ma nev i ihtiyaçlarını d aha iyi tanı­
yorlardı. Skolast ik onları n bazı üyel er inden d aha parlak
temsilcilere sahip o lmamış tır : Skolastiği zi rvesine çı kar tan Aqui-
nolu aziz T o m m a s o bir Domi n i ke nd ir . IV. Innocentius papalık d ö ­
n emi n i n sonundaki bir uz l a ş m a sayesinde, Dilencil erin t o h u m u n u
üniversite loncasının içinde tutarak, bu loncanın kendi gel eceğini n
ef endisi ol ma sı nı s ağlamıştır . Ardı lları b un u b aş a r a ma m ı ş l a r d ı r .
Fakat müc ade l e yeni biçimi altında, üniversite zi hniyetinin m a ­
nastır i de ali nde karşı çıktığı her şeyi, Di l e nci l er t ara fı ndan y e n i ­
den ele alınan, canl a ndı rı lan, a m a s o n u n a da ulaştırılan her şeyi
aç ı ğa çı kar t mı ş t ı r .
Fakirlik sorunu, her iki tarafı da kendi içinde bölen merkezi
problemdir. Fakirlik d ün y a n ı n reddi olan çilekeşliğin, insan ve
d o ğa karşısındaki k öt ü ms er li ğ i n s onuc udur. A m a fakirlik D o mi n i -
kenlerde ve Fransi skenl er de esas olarak, dilencilik gibi bir sonuc a

132
D om ınıkeu öğretm en (V in ce n l de lie a u v a is ’in J. kitabından Itır m in yatür.)

varmaktadır. Entelektüellerin bu konudaki muhalefeti mutlaktır.


Onl ar a gör e insan anc ak emeğ i sayesinde geçinebilir. Bu noktada,
d ö nemi n bütün emekç i l e ri ni n tavrını ifade et mekt edirler; bunların
ç oğunl uğu, hakl ar ında ne s öyl e nmi ş olursa olsun, yeni tarikatlara
dilenciliklerinden dolayı d üş ma nd ı . Azi z D o mi n i c u s ve A zi z Fran-
c e s c o ’n un çağrıları bu y ü z d e n z a m a n a ş ı m ı n a uğr amı şt ı r . Ç a l ı ş ­
kan bir insan to pl ul uğu nun k ur t ul ma y a çalıştığı sefalete ç ok b e n ­
zeyen du ru mu ideal olarak kabul et tir mek çok güçtür. Jean de
M e u n g şöyle der: “Size, İsa ve çö m e zle rin in y o lc u lu k la rın d a e k ­
m ek lerin i d ile n d ik lerin in h iç b ir d in k ita b ın d a y a z ılm a d ığ ı, en a z ın ­
d a n b izim k in d e b ö yle o lm a d ığ ı k o n u su n d a g ü v e n c e vereb ilirim :
D ile n m e k istem iyo rla rd ı (a m a ila h iy a tç ıla r eskid e n P a r is ’te b ö yle
o ld u ğ u n u ö ğ re tiy o rla rd ı)
133
....Sağlam olan insan elleriyle çalışarak hayatını kazanm a k zo ru n ­
dadır, din adaım olsa veya T a n rı’ya hizm et etm ek istiyor olsa bile,
eğer geçinecek b ir şeyi yoksa, böyle yapm ak zorundadır... A ziz Paıılus
havarilere, kendilerine gerekenleri sağlam aları için çalışm alarını
em retm ekte ve şöyle diyerek onlara dilenciliği yasaklam aktaydı:
K endi ellerinizle çalışınız ve asla başkasına el açm ayınız. "
Hu d ü z l e m e taşınan kavga, genelde laik r uhban ile kurallı r u h ­
ban arasındaki bir mü c ad e le hal inde genişlemiştir. Ün iver sit e s o ­
runları bu m ü c ad el ed e an c ak ikincil bir yere sahip olmuşlardır.
A n c a k bu o la yd a büyük kayıplara uğr amı ş olan ve her z a ma n iyi
silahlarla ç a r p ı ş ma m ı ş olsalar bile kendi ö zg ün l ük l e r in in t a n ı m­
lanması için ka v g a ver mi ş olan Parisli hocalar, 1290 Paris ruhani
meclisinde, p ap a temsilcisi ve geleceğin P ap a VIII. Bo n i f a ci us ’u,
Kardinal Beııoit G a e t a n i ’ııin şu ağır sözlerini d u y m a k zo r un d a k al ­
mı ş l a r dı r :

134
\'III. liımifuciıts.
1.15
‘'A p ta llık la rı bu k e n tte ış ıl­
d a ya n tüm P a risli h o ca la rı
bu ra d a g ö rm e k isterdim . Ç ıl­
gın b ir g u ru r ve su ç lu b ir c ü ­
retkârlıkla, sö z k o n u su a y r ı­
ca lığ ı y o r u m la m a h a kk ın ı
k e n d ile rin d e gördüler. R onıa
p a p a lık m ec lisin in bu ö n em li
a y r ıc a lığ ı d ü şü n m e d e n m i
verd iğ in i sa n ıy o rla r? R om a
p a p a lık m e c lisin in a y a k la rı­
n ın tü y d en d e ğ il d e k u r ş u n ­
dan o ld u ğ u n u u n u tu y o rla r m ı? B ü tü n bu h o c a la r n ezdiınizd e m u a z­
zam b ilg in le r olm a ü n ü n e sa h ip o ld u k la rın ı san ıyo rla r, tersin e, biz
o n la rı d o ktrin le rin in ve kişilik le rin in ze h irin i b ü tü n d ü n ya y a b u ­
la ştıra n a p ta lla r a p ta lı o la ra k g ö rü y o ru z... K u tsa l p a p a lık m a k a ­
m ın ın ta n ıd ığ ı h e r h a n g i b ir a y r ıc a lığ ın h o c a la rın k a n ıt sa y d ık la rı
şe y le rle h iç e sa y ılm a sı k a b u l e d ile b ilir g ib i değ ild ir.
P a risli hocalar, b ü tü n b ilim in izi ve d o ktrin in izi g ü lü n ç d u ru m a
d ü şü rd ü n ü z ve bunu ya p m a y a d ev a m ed iyo rsu n u z... H ıris tiy a n
d ü n y a sı b ize em a n e t ed ilm iş o ld u ğ u n d a n , sizin o ku m u ş ra h ip k a p ­
risin izi ta tm in ed e ce k şe y le ri d e ğ il de tüm e v re n e y a ra rlı o la c a k la ­
rı h esa b a ka tm a k zo ru n d a yız. H erh a ld e bizim n ezd iın izd e b ü yü k
b ir ün e sa h ip o ld u ğ u n u zu s a n ıy o rsu n u z a m a b iz sizin şa n ın ızı a p ­
ta llık ve u çu p g id ic i b ir şe y sa y ıyo ru z... B u n d a n b ö yle b ü tü n h o c a ­
ların h a lk ın ö n ü n d e veya ö ze l to p la n tıla rd a , d in a d a m la rın ın a y r ı­
c a lık la rın ı ta rtışm a la rın ı ve ya bu k o n u d a f i k i r a ç ık la m a la rın ı,
b o rç lu o ld u k la rı ita a t g e re ğ i ya sa klıyo ru z, buna u ym a y a n la r g ö rev
ve g e lirle rin d e n m a h ru m ka la ca k la rd ır... R om a, a y rıc a lığ ı ka ld ır-
m a kta n sa , P aris ü n iv e rsite sin i p a rç a la m a y ı ye ğ le ye cek tir. Tanrı
b izd e n b ilim ed in m e m izi veya in sa n la rın g ö zü n d e p a rla m a y ı d eğ il
d e ru h la rı ku rta rm a m ızı b ekliyor. Ve m a d em ki p a p a zla r ın d a v r a ­
n ış ve d o k trin le ri b irç o k ru h u ku rta rıyo r, o h a ld e o n la ra ta n ın a n
a y r ıc a lık h e p s ü r e c e k tir ”. 1
1. Zikr. Monsenyör Glorieux, “Prélats français contre religieux mendiants- Auto­
ur de la bulle ‘A d fru c tu s u b e r e s ’ (1281-1290)", R e v u e d ’H is to ire d e l’E g lis e
d e F ra n c e , 1925) Monsenyör Glorieux kendi hesabına üç safha görmektedir:
Üniversite muhalefeti (1252-1259), doktrinal muhalefet (1265-1271), piskopos­
luk muhalefeti (1282-1290).

] 36
Üniver sit e üyeleri hiç ruh k ur t ar ma mı ş l a r mıdı r? Öğretimler i
bu hakaretleri hak et miş midir? G e l e ce ği n VIII. B o n i f a c i u s ’u dah a
ş i mdi de n k en di ne d ü ş m a n e di n me y i bilmekteydi.

SKOLASTİĞİN ÇELİŞKİLERİ:
ESKİ NİN TAKLİ DİNİ N T E HL İ KE LE R İ

Skolast ik zihniyetin çelişkileri de v a h i m ve b üy ü k bunal ıml a r a


gebe ol muş t ur.
Bu zi hniyet aklidir, a m a antik d ü şü n ce n i n üzer ine k u r u l m u ş ­
tur, bu y ü z d e n de o n d a n kur t ul ması ve aş ı nmı ş ve g e ç mi ş bir ta­
rihsel bağl amı n sorunlarını, güncel bir b a ğ l a m a akt ar ması her
z a m a n m ü m k ü n olmamıştır. Bi zzat A zi z T o m m a s o baz en Ar i st o­
t e l e s ’in esiri ol muş t ur. Hı r istiyanlığı n aç ı kl a n ma sı nı n A r i st ot e ­
le s’te ara n ması nda, bu d ü ş ü n c en i n bizatihi Hır istiyanlıkt an önceki
doktrinlerin yar dı mı yl a z a ma n ı n i hti yaçlarına uy a r l a nm a s ı n d a her
şeye r a ğ m e n bazı çelişkiler b ul u n m a k t a y d ı .
Ö r n e kl e r çok sayıdadır, b unl a rda n üçünü el e alalım.
D a h a ö nc e göstermeyi dene di ği mi z üzere, üniversite m e n s u p l a ­
rı için, kendilerini emekç i olarak kabul ettikleri and a n itibaren ç a ­
l ı ş ma sorunlarını t a n ı ml a ma k t a n d a h a ö neml i hiçbir şey yoktu.
Fa k a t es ki l er için ç a lı ş ma esas ol a r a k elle ç alışma, antik t op l u ml a-
rı yaş atan s ömü r ü olan köle ça l ı ş ması ydı ; b u n u n s o nu c u ol a r a k
ça l ı ş ma hor g ör ülmekteydi. Aziz T o m m a s o , Ar i st ot e l es’in köle
em e ğ i teorisini y eni den ele al mışt ır ve öğr enci-şair lerin en fakiri
olan R u t e b e u f iftiharla şunu söylemektedir .
“Y a ln ızca elle riy le ça lışa n b ir işçiyim . ”*
Skolastik, temel kötülük olan el e m e ğ i n e layık o l duğu yeri ver­
meyi b aş ar ama mı ş t ır , ç ü n k ü en t elektüeller in ayrıcalıklı e m e ği ni
soyutl ayarak, üniversiteli o lm a k o n u m u n u n temellerini bizzat y ı k ­
ma y a razı ol uy or ve aynı z a m a n d a entelektüeli, kutsal şantiyede
d a y a n ı ş m a hal inde o ld uğu di ğ e r e m e kç i l e r de n ayırıyordu.
Entelektüel, cüret ve tutkulu merak mesleği olan entelektüellik
me sl e ğ i n de y u mu ş a k bir ölçü t ut t ur mak z or un d a ys a da Eskiler den
bir vasatlık ahlâkını, H o r a t i u s ’un “au rea m e d io c r ita s ’’\n \ ç ı k a r d ı ­
* “Je ne suis ouvrier des mains”

137
ğı Eski Yunanlı lar ın m g o g n k g lın 'ınııı ahlâkını alarak k azanacağı
hiçbir şey yoktur. A n c a k skolastik bur j uv a l a ş ma nı n ve rahat d ü ş ­
kü nl ü ğ ün ü n işareti olarak, bir “ tam ortada o l m a " ahlâkını s a v u n ­

muş t ur . G iiliin R o m a n ı "H iç b ir şe y id d ia etm e ye n kişi, e ğ e r giinii


giiniine ya ş a y a c a k şe y le re sah ip se, k a za n c ıy la y e tin ir ve h iç b ir e k ­
siğ in i d ü şü nm ez... Tam o rta n ın adı ye te rlik tir: E rd em b o llu ğ u b u ­
rada yatar. ” Ufukl ar ın k apa n ma sı , haklı tutkuların öl ümü.

138
XIII. yüzyılın bu d i n ami k dün yas ı nda, skolastiğin eserini tam
u y u ş u m içinde inşa ettiği d ü n y ad a , işte, doğayı taklit ed e n ve
insan emeği ni n yarattıklarını ta nı ma ya n ve eng e l l e yen antik sanat
teorisinden kopmayı b ec er ememe kt ed i r.
Ge n e Jean de M e u n g , “S a n a t bu ka d a r g e rç e k b iç im le r ü re te ­
m ez. D o ğ a n ın iiniinde d iz çö k m ü ş ve çok. d ik k a tli b ir ko n u m d a o la ­
rak ona y a lv a rır ve ond a n tıpkı b ir d ile n c i veya b ir m u h ta ç g ib i
b ilim ve g ü ç alır, a m a onu ta k lit etm e ye m era k lı olduğ u n d a n , d o ­
ğ a n ın ona g erçe ğ i şe k ille ri içinde k a b u lle n m e y i ö ğ re tm e sin i ister.
D o ğ a n ın n a sıl işled iğ in i g özler, çü n k ü o da b ö ylesin e b ir e s e r y a p ­
m a k ister re onu b ir m ayınım g ib i ta k lit eder, fa k a t insa n ın z a y ıf
d ehası, n e k a d a r s a f o lsa da g en e d e canlı ş e y le r y a r a ta m a z ...”
H ey ha t işte, f otoğraf o l m a y a hazır lanan sanat!

DOĞALCILIĞIN ÇAĞRILARI

Skolastik, Tanrı ile D o ğ a arasındaki bağları ar amaktadır ; fakat e n ­


telektüellerin doğalcılığı birçok y ön d e gel işebilmektedi r. Ü n i v e r ­
sitede hep canlı kal mı ş olan Gol i ardcı gel enek, gür ültülü patırtılı
bir şekilde sür mekt edir , anc ak e s ki ye nazar an d ah a az saldırgan,
fakat kendi nden d aha emindir. D o ğ a ve Genius, Jean de M e u ı i g ’de,
Alain de Lill e’de o l duğu gibi inl e me kl e yet inmemekt edir ler. G ülün
R o m a n ı’ran ikinci b ö l üm ü doğanı n bi t mez t ü ke nm e z ür etkenliğine
bir övgü, o nun yas al a rı na kayıtsız şartsız u y ul ma s ı n a yönel ik t ut­
kulu bir davet, zi ncirleri nden b oş a l mı ş bir cinsel liğe çağrıdır. E v ­
lilik bur ad a kaba bir şekilde el e alınmıştır. O n u n dayattığı s ını rla­
malar, tıpkı oğlancıl ık gibi d o ğ a y a aykırı şeyler olarak
v ur gu l a nmı ş l a rdı r .
“E v lilik n efret ed ilec ek b ir bağdır... D o ğ a M a r o tte ’ıı yalm z.ca
R o b ich o n için y a ra ta c a k k a d a r çılg ın değ ild ir; e ğ e r y a k ın d a n b a ­
k a rsa k R o b ich o n 'un da ne M ariette, ne A gnes, ne P ierrette için y a ­
ra tılm a d ığ ın ı g ö rü rü z; g ü ze l oğlum , b u n d a n h iç k u şku d uym a,
d o ğ a b ü tü n erke kle ri biitiin k a d ın la r ve b ütün ka d ın la rı b ü tü n e r­
k e k le r için ya ra tm ıştır. ”
Ve t a ma m e n Ra be l a i s’ye özgü olan ünlü i İham: “B aylar, T anrı

139
için, iy i d u ru m d a k i in sa n la rı ta k lit etm ekten ka çın ın ız, d o ğ a yı
in a tla izle y in iz; d o ğ a n ın ese ri y ö n ü n d e çalışm anız, k o şu lu y la tiiın
g ü n a h la rın ızı b a ğ ışlıy o ru m . S in c a p ta n d a h a h ızlı ve ku ş ta n d a h a
h a fif o lu n u z, h a re k e t ediniz, sıçra yın ız, a tlayınız, so ğ u m a n ıza izin
ve rm ey in iz, tüm a le tle rin izi ça lıştırın ız. T anrı için to p ra k sü rü n ü z,
ba ro n la r, to p ra k sü rü n ü z ve so y la rın ızı a d a m ediniz. R ü zg â r b iç ­
m e k için k o lla rı s ıv a y ın ız veya ö ylesi h o şu n u za g id e rse ta m a m en
ç ıp la k d o la şın ız, a m a n e ç o k ısın ın n e d e ço k ü şü yü n ; p u llu k la r ı­
n ızın k o lla rın ı iki e lle k a ld ır ın ız ...” Geri kalanı aşırı bir m e y d a n
o k u m a olmaktadır.
Bu taşkın canlıl ık, d ü ş m a n a , Ö l ü m e m e y d a n ok u ma kt ad ı r .
F a k a t insan tıpkı A n k a gibi hep yeni den doğma kt ad ı r. T ırp a n -
c ı ’nın k o ş u ş t u r ma l a r ı n d a n k a ç m a n ı n çareleri her z a m a n vardır.
“E ğ e r ö lü m A n k a ’y ı yu ta rsa , A n k a g en e de kalır; b in ke re y u tsa da
A n k a ka la ca k tır. B u A n ka , d o ğ a n ın b ire ylerd e ye n id e n ş e k ille n d ir­
d iğ i b iç im d ir ve bu b iç im e ğ e r b a şk a sın a y a ş a m a şa n sı ve rm ezse
ta m a m en ka y b o lu rd u . E v re n in b ü tü n va rlık la rı a yn ı a y rıc a lığ a s a ­
h ip tirle r: B ir te k ö rn e k ka ld ığ ı siirece, c in sle ri o n d a y a ş a y a c a k ve
ö lü m o n a a sla u la ş a m a y a c a k tır ...” D o ğ an ı n Ö l ü m e bu me y d a n
o ku ma s ı n d a , he p yeni den do ğa n insanlığın bu destanı nda, Di d er ot
tarzındaki bu canlılıkta Hır istiyan zihniyeti nerededir, M em en to
q u ia p u lv is es e t in p u lv e re m r e v e r te r is ’e hangi y er veril mektedir?
Doğal c ı l ı k aynı z a m a n d a R ou ss e a u tarzında bir t opl um teorisi
hal inde de gelişebilir. J e an de M e u n g altın çağ ve onu izleyen
d em i r çağı tasvirinde, her t opl umsal hiyerarşiyi, her t opl umsal d ü ­
zeni, mü l ki yet i n o l ma dı ğı ilkel eşitlik d ön e mi mu t l ul uğ u nu n y er i­
ne geçen bir köt ü l ü k s a ymakt adır : “B u n d a n so n ra ku lü b ele ri k o r u ­
yan, k ö tü le ri ko v a la ya n , şik â y e tç ile re a d a le t sa ğ la y a n ve
o to rite sin i ta rtışm a y a k im se n in c ü r e t e d e m e y e c e ğ i b irin i a ra m a k
g erekti; b u n d a n so n ra on u se ç m e k için topla n d ıla r. A ra la rın d a n
b u la b ild ik le ri en kem ikli, en g ü rb ü z ve en güçlü, uzun b o ylu b ir
k ö y lü y ü se ç tile r ve o nu h ü k ü m d a r ve se n y ö r ya p tıla r. B u a d a m
eğ e r ona k e n d i m a lla rın d a n g eçin m esi için g ereken i verirlerse a d a ­
leti k o ru y a c a ğ ın a ve k u lü b e le ri sa v u n a c a ğ ın a y e m in etti, o n la r da
b u n a razı oldular. G örevin i uzun za m a n sürdürdü. F a ka t b irço k k u r­
n a zlıkla r bilen h ırsızla r onu tek b a şın a g ö rd ü k lerin d e to p la n ıy o rla r

140
r ~
i
ve b irç o k k e re le r b a şk a la rın ın m a lla rın ı ça lm a y a g e ld ik le rin d e
o n a k ö tü d a v ra n ıyo rla rd ı. B u n u n üzerin e h a lkı ye n id e n to p la y a ­
rak, h ü k ü m d a ra ç a v u şla r tutm ak için h e rke se verg i sa lm a k gerekti.
B u n u n ü zerin e ke n d i ke n d ile rin e o rta k verg i sald ıla r, ona ra n t ve
h a rç ö d e d ile r ve o na g en iş to p ra k la r te m lik ettiler. K ralla rın , to p ­
ra k sa h ib i h ü kü m d a rla rın kö k e n i b u ra d a d ır: B iz bunları, b ize a n ti­
kiten in o la y la rın ı a n la ta n eskilerin y a z d ık la rın d a n b iliyo ru z ve o n ­
la ra ka rşı y ü k ü m lü lü k le rim izi fa z la s ıy la biliyo ru z. ”

İ MAN İLE AK LI N Z OR DENGESİ: A Rİ STOTELES Çİ Lİ K VE


İBN R Ü Ş D C Ü LÜ K

XIII. yüzyıl entelektüelleri ba ş ka bir dengeyi, i ma nl a akıl ar asın­


daki d en ge y i ko r umayı başar abil ecekler midi r? Bu Aristotelesçili-
ğin XIII. yüzyıldaki tüm macerasıdır. Ç ü n k ü Aristoteles rasyonel
z i hniyet ten çok d a ha ba ş ka bir şey s i m g e l e me k t e ve skolastik akıl
Stagyr i a l ı dan baş ka k ayn a kl a rda n bes l eni yor sa da, tart ışma onun
et rafı nda dönme kt edi r.
XIII. yüzyı lın Ar i st ot e l es’i XII. yüzyılınki değildir. Öncelikle
d aha kar maşıktı r. XII. yüzyı lın esas ol a r a k tanıdığı mantıkçı
A ri st o t e l e s ’e, yeni bir ç e vi r me n l er kuşağı sa yesi nde fizikçi A ri st o ­
teles ve N ik o m a k lıo s'a E tik ’in ahlâkçısı ve metafizikçi bir Ar i st o ­
teles de ek l enmi ştir . S o n r a da y o r uml a nmı ş t ı r. B a ş t a Ibn S i na ve
İ bn R ü ş d gibi b ü y ü k A ra p f ilozoflarının y o r u ml a rı y l a d o n an m ı ş
olarak g el mekt edir . Bun l ar onu uç nokt a sı na k ad a r ileri g ö t ü r m ü ş ­
ler, Hır ist i y a nl ı kt an m ü m k ü n o l d u ğ u n c a u z a k l a ş tı r ma l ar d ı r .
B a t ı ' y a bir değil iki Aristoteles nüf uz et mektedir: Hakikisi ve
Ibn R ü ş d ' ü n k i . A s l ı n d a çok d aha fazlası vardır, çü nk ü her y o r u m ­
cu veya h em e n h em e n hepsi kendi Ar i stoteles’ine sahiptir. Fakat
bu hareket içinde iki eğilim görünmekt edir : Aristoteles ile Kutsal
K i t a p ’ı b a ğ da şt ı rma k isteyen B ü y ü k Alber t ve Aqu i n o lu T o m m a -
so gibi b ü y ü k D o m i ni ke n bilginlerin eğilimi ve çelişki g ö r d ü k l e ­
rinde bunu kabul ed e n ve hem Ari st ot e l es’i h e m de Kutsal K i t a p ’ı
izlemek isteyen İbn Rüşdcüleri n eğilimi. Bu n l a r bu a m aç l a çifte
hakikat doktrinini icat etmişlerdi: "B u n la rd a n b iri vahye aittir...

142
d iğ e ri d e sa d e c e fe ls e fe ve d o ğ a l a kla a it olanıdır. B ir ça tışm a ç ık ­
tığ ın d a d e m e k ki b iz b a sit o la ra k şu n u d iy ec eğ iz: İşte f i l o z o f o la ­
rak a klım ın b en i y ö n e lttiğ i so n u çla r, a m a m a d em ki Tanrı ya la n
sö ylem ez, o h a ld e b ize ifşa e ttiğ i h a k ik a te ka tılıy o ru m ve o n a
im a n la b a ğ la n ıy o r u m .” Bu arada B ü y ü k Alber t şunu b il di rme kt e ­
dir: “E ğ e r b ir kim se A r is to te le s ’in b ir tanrı o ld u ğ u n u d ü şü n ü rse,
o n u n ya n ılm a d ığ ın a in a n m a k zo ru n d a d ır. A m a e ğ e r A r is to te le s ’in
b ir in sa n o ld u ğ u n a ikna olm uşsa, onun da bizim g ib i y a n ıla c a ğ ın ­
d a n ku şku yo k tu r. ” A zi z T o m m a s o ise Ibn R ü ş d ’ün “bir P erip a te-
ticien değil de P erip a teticien felsefeyi bozan biri” o l du ğ u na i na n­
ma kt adı r. İbn Rüş dcül e r i n başı ol a n S i ge r de B r a b a n t şöyle iddia
et mektedir: “A r isto te le s'in b ilim le ri ta m a m ın a erd ird iğ in i sö y lü y o ­
rum , ç ü n k ü onu za m a n ım ıza kadar, y a n i y a k la ş ık bin b eş y ü z y ıl­
d a n b eri izley en le rin h iç b iri o n u n y a zd ık la rın a b ir şe y ka ta m a d ığ ı
gibi, b e lli b ir ö n em e sa h ip h e r h a n g i b ir y a n lışın ı da b u la m a m ış­
la rd ır... A risto te le s ta n rısa l b ir varlıktır. ”
İbn Rüş dç ü lü ğe ol duğu kadar, A l b er t c i - To m m a s o c u Aristote-
lesçiliğe karşı da canlı bir muha l ef et vardır. Bu muhalefet i, A r i s ­
t ot e l e s’in otoritesinin karşısına P l a t o n ’unkini çı kartan Augu st i nus -
ç ul ar yürütmektedirler. Fakat Aziz Aug ust i nu s skolastiğin bü yük
k aynaklarından biri olsa da Plat o nc u l u ğa d ay a na n yeni Augusti-
n u sç ul uk b ü y ü k skolastikl erin kararlı d ü ş m a n l ı ğ ı y l a k ar ş ı l a ş m a k ­
tadır. O n la r a göre A k a d e m i a k u r uc u s un un eğr eltilmeye (metáfora)
dayalı düşüncesi, ger çek felsefe için ağır bir tehlikedir. B ü y ü k A l ­
bert: “A risto teles P la to n ’un d ü şü n c ele rin i çü rü ttü ğ ü çoğu d u ru m ­
da, tem eli d eğ il de, biçim i çürütm ektedir. N itekim P lü to n ’un kötü
b ir a çıkla m a yö n tem i vardır. O nda h e r şey m e c a zid ir ve ö ğ retisi
eğ retilem ey e (m etáfora) d a y a lıd ır ve bu ö ğ re tisi kelim elerin altına,
bu kelim e lerin işaret ettik lerin d en b a şk a şe y le r koym a kta d ır, ö r n e ­
ğin ruh b ir çem b erd ir d ed iğ in d e b ö yle yapm a kta d ır. " T o mm a s o c u -
luk bu karışık d üş ün c e ye karşı ç ı k m ak t a d ı r ve A u g us t i n u s ç u l a r ile
Platoncular bu yüzyıl b oyu nca -ve daha sonraki yüzyı llarda da- ras­
yonel yeniliklerle mücadele edecekler, tutucu konumları s avun a­
caklardır. Bunların XIII. yüzyıldaki en b ü y ü k taktikleri Ari stote­
le s’i İbn R ü ş d ’le, Aziz T o m m a s o ’yu Ar i st ot e l es’le ve buradan
har eketle İbn R ü ş d ’le karşı karşıya get ir mekti r. İbn Rü ş dc ü -

143
Ihn R ıişd P o r p h y r e s 'le s o h b e t ederken .

lüğiin arkasında, her z a ma n T o m m a s o c u l u k hedeflenecektir.


Yüzyıl aynı za ma nd a , her biri bir üniversite bunal ımı olan
Ar i stoteles karşıtı saldırılarla doludur .
Ar i stoteles’in F izik ve M e ta fiz ik ’inin 1210’da Paris üniversi te­
sinde öğretilmesi yasaklanmışt ır. Bu ya s ak 1215 ve 1228’de p a p a ­
lık tarafından yenilenmiştir. A n ca k, çok ort odo ks T o u l ou s e ü ni ­
versitesi, kurul du ğu 1229 yılı ndan itibaren, müşteri çe kebi lme k
için P ar i s’te yas akl a nan kitapların o kut ul a ca ğı m duyur makt adır .
Asl ı nd a yas aklara P a r i s ’te de uyu l ma mı ş t ı r . Y a s a k kitaplar p r o g ­
r amd a yer almaktadır. Hayr anl ık verici T o m m a s o c u yapı, sorunu
ç ö z m ü ş e b e n ze m e k te di r ; t bn R ü ş d ç ü bu n al ım her şeyi yeni den
tartışmalı hale getirecektir. Sanat lar Fak ül t e si ’nin, başlarında Siger
de Br aba n t ile Dacialı Boetius bul un a n bazı hocaları, f ilozofun en
uç tezlerini ö ğr etmektedir ler -Aristoteles en m ü k e m m e l f ilozof h a ­
line gel mişt ir- bunları İbn R ü ş d ar acı l ı ğı yl a kavr amı ş l a r d ı r. Çi fte

144
haki kati n dışında, d ün y a n ı n ebedi l i ği ni -bu tez yaratılışı i nkâ r e t ­
mektedi r- öğr etmekte, T a n r f m n nesneleri n etkin nedeni o ld u ğ u nu
reddetmekt e, sadece nihai nedeni o l duğu nu söyl e me kt e ve g el ec e­
ğin bilgisine ö nce den sahip olabileceğini reddetmektedirler. N i h a ­
yet bazı hocalar - Si ge r ’nin de bunları n ar a sı nda o l up olma d ı ğ ı
kuşkul ud ur - bireysel r uhun varlığını r eddeder ek, etkin aklın birli­
ğini iddia etmektedirler.
Paris piskopos u Et i e n ne T e m p i e r İbn Rüşdçüleri d ah a 12 70’te
m a h k û m etmiştir ve A zi z T o m m a s o da onlara kendi c e ph es in den
şiddetle saldırarak, ar a ya me s af e k o y m a y a öze n göstermiştir. Aziz
T o m m a s o ’nun 1274’te ö lme s i n d e n sonra, Aristotelesçiliğe karşı
b ü y ü k bir saldırı başlatılmıştır. Bu saldırı 1 2 7 7 ’de Paris p i s k o p o ­
su Et ienne T e m p i e r ve Ca nt e r b ur y baş p i sko po su Ro be r t Kil-
vvardby tarafı ndan ilân edi len çifte m a h k û mi y e t l e sonuçlanmıştır.
Etienne Temp i er , sapkın olarak m a h k û m edilen 219 ö n e r me de n
m e y d a n a gelen bir liste düzenlemişti r. B u l a m bir çorbadır. T a m a ­
me n İbn Rüş dç ü tezlerin yanı sıra yirmi ka d a r öneri az ç ok d o ğ r u ­
dan do ğ r uy a Aq ui nol u T o m m a s o ’nun öğretisine dokunma kt adı r;
öteki öneriler, Goliardl ar ın mirasçısı ol a n ve bazıları da İbn R ü ş d ­
çüleri zehirleyen, aşırı ç e vr el e r c e ileri sürülen inanışları h ed e f l e­
mektedir:
“18- Ö lüm den so n ra m e y d a n a g e le c e k d irilm e f i l o z o f ta ra fın ­
d a n ka b u l edilem ez, çü n k ü b u n u ra sy o n el o la ra k in celem ek m ü m ­
kü n değildir.
152- İla h iy a t m a sa lla r ü ze rin e kurulm uştur.
155- M eza rd a n ka y g ıla n m a m a k gerekir.
168- K e n d in e eg em en o lm a k b iza tih i b ir erd em değildir.
169- T en se l fa a liy e tin ta m a m en d e v re d ışı olm a sı e rd em i ve
cin si bozar.
174- T ıpkı d iğ e r d in le r gibi, H ıristiy a n d in in in de ke n d i u y d u r ­
m a la rı ve h a ta la rı vardır.
175- B u bilim e b ir engeldir.
176- M u tlu lu k ba şka b ir h a ya tta değil, bu h a ya tta bulunur. ”
Bu “günah olarak gösterilen davranışlar listesi’’ çok şiddetli tepki­
lere yol açmıştır. Dominiken tarikatı bunu hiç kaale almamıştır. R o m a ­
lı Gilles şöyle ilân etmektedir:

PU 1/ O rıa ç a ğ E n te le k tü e lle ri 145


‘‘Ih ın d a n kaygı d u ym a m a k gerekir, çiinkii bu ö n erm e le rin tüm ü,
biitiin P a risli h o ca la rın to p la n tıya ça ğ rılm a sın d a n so n ra değil,
b a zı sın ırlı k a fa la rın iste ğ i ü ze rin e y a p ılm ıştır. ”
İlahiyal fakültesinin laik hocalarından biri olan Go d e f ro y de
Fo nt a i n e s, listenin ayrıntılı ve a c ı ma s ı z bi r eleşt iri sine g i r i ş mi ş­
tir. S a ç m a maddeleri n; y as ak l a nmal ar ı bilimsel gelişmeyi d u r d u r a ­
cak olan, üzerlerinde farklı kanı lar a sahip o l u nma sı na izin verilen
ma d del e r i n iptalini istemiştir.
M a h k û m i y e t l e r e hiç u y u l m a m ı ş o l m a s ı n a r a ğ me n, İbn Rüş dç ü
tarafı b aş sı z b ı r akmı şl a rdı r . S i g er de B r a b a n t hayatını k u ş k u s u z
sefalet içinde bitirmiştir. Sonu bili nmekt edir. İ t al ya’d a h ap s edi l ­
dikten sonra, o r ad a ö l dü r ü l mü ş olmalıdı r. Bu esrarlı çehre, onu
cennet e, Aziz T o m m a s o ’nun ve Aziz B o n a v e n t u r e ’nin yanı na
k o y a n D a n t e s a y e s i n d e şa na ulaşmışt ır .

B ıı S i g e r ’niıı e b e d i ış ığ ıd ır
F o u a rre c a d d e s in d e k i ö ğ re tisin d e ,
H o şa g itm e y e n lıa k ik a l k ıy a s la m a la r ı g e tirm iştir.*

B u n un nedeni, iyi t a nı nma ya n S i g e r ’nin bir an için Paris üni ve r ­


sitesinin ruhu olan, d ah a d a az tanınan bir ortamı temsil etmesidir.
Ni t e ki m, her ne s öyl e n mi ş olur sa olsun, üniversi teni n tuzu bi­
beri olan ve çoğu z a ma n kendi d amgas ı nı vur an Sanat lar F ak ül t e ­
sinin ç o ğ u n l u ğ u n u n g ö rüş ünü temsil et mekt edir.
T e m e l eği tim bu f akül t ede ver il mekte; en tutkulu tartışmalar,
en cü re t k â r meraklar, en verimli deği ş tok uşl ar bur ad a k i k a l a b a ­
lıktan f ı ş kı r ma kt a dı r . L ic e n tia ' y a (lisans) v ar amay a ca k, pahalı
d o k t o r ay a ise d ah a azı ulaşabi lec ek fakir o k u m u ş rahipl ere b ur a­
da rast l an ma kt a d ı r, a m a kaygılı s or ul ar ı yl a tartışmaları c a n l a n d ı ­
r anl a r da bunlardır. K en t hal kına, dış d ü n y a y a b ur ad a d ah a yakı n
ol un ma k t a , bur ada Kiliseden y e m e k ve yat ak sa ğl am a veya onu n
h o ş u n a gitme, p e ş i n de n d a h a az k oş u l a n şe yl er ol ma kt a d ır , laik
zihniyetin en canlı, insanın en ö z g ü r ol duğu yerdir. Aristotelesçi-
lik meyveleri ni b ur ada vermektedi r. Aqu in ol u T o m m a s o ’nun ölü­
müne, telafisi olanaksız bir kayıp olarak, burada ağl anmaktadır.

* Esse â la luce eterna de S ig ie ri/ Che, leggende n e l vico degli a tra m i,/ Sillog-
gizzo indiviosi veri.

148
B ir d o k to ra sın a vı.

Du ygulandı rı cı bir m e kt up ile büy ük bilginin kemiklerini Domi ni -


ken tarikatından isteyenler, Sanat lar Fakültesi mensuplarıdı r. Ünlü
ilahiyatçı onlardan biriydi.
En sağlam entelektüel ülküsü, Sanat lar Fakültesini n İbn Rüşd-
çü o r t a m ı n d a yoğ r ul mu şt ur .
‘‘F ilo zo fla rın - entelektüeller böyle adl andırılmaktadırlar- d o ğ a l
o la ra k erd em li, iffetli ve ılım lı, adil, güçlii ve özg ü rlü kçü , y u m u şa k
ve g ö n lü yüce, harika, ya sa la ra saygılı, ze vk lerin ç a ğ rısın d a n k o p ­
m u ş ..." olduklarını iddia eden Dacialı B o e ti u s ’tur. Bu aynı ent e­
lektüeller onun z a ma n ı n d a “kurnazlık, haset, c e h a le t ve a p ta llık ”
nede ni yl e takibat a uğramı şlardır.
G önlü yüce. İşte bü y ü k kelime söylenmiştir. Peder Ga u t ni e r ’nin
hayranlık verici bir şekilde gösterdiği ü z e r e 1 d ah a A b é l a r d ' d a giri­
şim e r de mi , u m u t tu tkusu olan gönül yüceliğinin en yükse k ideali,

1. M agnanim ité, l’idéal de la grandeur dans la philosophie paienne et dans


la théologie chrétienne, 1951.

149
bu ent elektüellerde ortaya çı kmakt adır . ''İn sa n i ö d e v le r için
co şku, insan güçlerin d e enerji, insani ödevlerin başarısını sa ğ la y a ­
ca k ye g â n e u nsur olan insan gücünün h izm etinde olan insani tekn ik­
lere o lan güvendir. ” “D ü n ya ya bağlı ka la n ve T a n n ’yı arlık m a n a s­
tır ruhaniliği gibi, dola ysız olarak d eğ il de insan ve diiııya içinde
a ra ya n in sa n la r için yapılm ış, tipik o la ra k laik b ir rııhaniliktir. ”

AKIL VE DENEY ARASI NDAKİ BAĞLAR

Ger çe k l eş t i r il me si güç ba ş ka uzl aşt ırmalar: Akıl ile den e y a r as ı n ­


daki uzl aşma; teori ile pratik ar asındaki uzlaşma.
Bu uz l aş ma l a rd a n birincisini (akıl ve dene y arasındaki u zl a ş ­
ma yı ) g e r ç e k le şt i r me ye çalışan b ü y ü k bili m adamı, O x f or d ş a n ­
sölyesi ve Lincoln pi skoposu Robe rt Grosseteste ile ve daha sonra,
içlerinden Ro ge r B a c o n ’ın çıktığı O x f o r d ’un Fra nsi ske n gr upl ar ın­
dan biriyle, birlikte İngiliz okul u olmuştur. Ro g e r Ba co n bunun
p ro g ra mı nı O pus M a g n u s ’ta ta nı ml a ma kt ad ı r : “L a tin le r dillere,
m a te m a tiğ e ve p e rsp e k tife ilişkin o la ra k bilim in tem e lle rin i o rta ya
ko y d u kla rın d a n , ben şim d i d e n e y se l b ilim le r ta ra fın d a n sa ğ la n m ış
o lan tem e lle rle m eşgııl olnıak istiyorum , çün kü d e n e y olm a d a n h iç ­
b ir şe y i y e te rin c e b ilm e k m ü m kü n olm az... E ğ e r h iç ateş g ö rm e m iş
biri, a k ıl y ü rü tm e y o lu y la a te şin ya k tığ ın ı ka n ıtla rsa , n es n ele ri
b o za r ve tahrip eder, d in le yicin in zih n i bund a n tatm in o lm a y a c a k ­
tır ve a k ıl yü rü tere k ö ğ re tile n şe y i d e n e y le ka n ıtla m a k için, ateşin
ü ze rin e elin i veya y a n ıc ı b ir şe y i ko y m a kta n ka ç ın m a ya c a ktır.
F a ka t zih in ya n m a d en e yin i b ir kez y a p tık ta n sonra, a rtık g ü ve n li
h a le g e lir ve h a kika t ışığı için d e y e r alır. D e m e k ki a k ıl y ü rü tm e
yetm ez, d e n e y de gerekir. ” Skolastik b ur ada kendini inkâr et meye
hazırlanmaktadır, d e n g e b o z u l m a y a hazırdır, ampi r i zm delik aç­
maktadır.

TEORİ İLE PRATİ K ARA SI ND AK İ İLİŞKİLER

Teori ile pratik arasında gerekli bir birlik ol duğunu hek i ml e r ve


onlarla birlikte cerrahlar, optikçiler iddia et mektedirler. İbn Rüşd
“Y a ln ızca u yg u la m a y la ö ğ re n ile n ve ö n ceden zorunlu o la ra k teo ri
ö ğ re n ilm ed e n u yg u la n a n cerrahi, tıpkı kö y lü le rin ve ca h il k im s e le ­
rin c e rra h isi g ib i ta m a m en m e k a n ik b ir iştir, esa s o la ra k te o rik d e ­
ğ ild ir ve g erçe kte ne b ir bilim ne d e b ir s a n a ttır ” demektedir. A m a
b u n a kar şıl ık, “T eorik in c ele m ele rd en so n ra hekim lik, in a tla p r a ­
tik a lış tırm a la ra yö n e lm e lid ir. D e r s le r ve ta rtışm a la r ce rra h in in
ve a n a to m in in a n ca k b ir kısm ın ı ö ğ retirler. N itekim , bu iki b ilim d e
sö y le v le rle su n u la c a k a z şe y b u lu n m a k ta d ır ,” diye iddia e t m ek t e ­
dir.

G ö zlü k takan b irin in ilk te m sil e d ilişi. (B esa n ç o n M ü zesi)

152
Iff clHcnmitt fufa
anortiMtıtcftnırifi
DinıriinifirmiMft
D iO iiiU H in iiU i|!u
fimMmicunTwif
jı:ııi!.-nrs ^tfoili
r-uuiorftwi ar
l'.- !¡i' icrfiifirt
-.aVii k W • im
et i n t i m a i « e? m
c.i’tnnifwOitmiii*
Fakat skolastik en öneml i kötü eği liml erinden biri olan soyutl a­
ma nı n içine d ü ş m e y e hazır d u r u m d a değil midir?
Skolast iğin dili olan Latince, za ma nı n bili minin ihtiyaçlarına
c e v a p ver me yi ve t üm yenilikleri ifade et meyi bildi ğinden, y aş a­
yan bir di l olmayı s ür dür üy or sa da, b ü yü k bir atılım içinde olan
yerel dillerin getirecekleri z e ng i n l e ş me de n kendini m a h r u m et­
me k t e ve entelektüelleri laik kitleden, o nun sor unlar ından ve psi­
ko lo ji si n de n uzakl a şt ı r ma kt adı r .
S oy ut ve ebedi ger çeklere bağlı olan skolastik, tarihle, o l u m s a l ­
la, h a r eke t e d e n l e ve evrilenle bağını k o p a r t ma tehlikesiyle karşı
kar şıyadır . A zi z T o m m a s o ‘‘F elsefe n in cıınacı, in sa n la rın n e le r
d ü şü n m ü ş o ld u ğ u n u değil, n esn ele rin g e rçe ğ in in ne o ld u ğ u n u b il­
m e k tir ” d edi ğinde, as l ı nda yal nı zc a filozofların düşün c el e r i ni n ta­
rihinden ibaret olan bir felsefeyi r eddetmiş ol ma kt a ydı , a m a böyle
y a p ar ak d üş ünc ey i bir b o y u t u n d a n y o ks u n b ır ak mı ş değil mi yd i ?
Skolastik entelektüelleri bekl eyen en bü y ü k tehlikelerden biri,
ent el e kt üe l bir t eknokrasi oluşt urmaktır . İşte üniversite hocaları,
XIII. yüzyı lın s o nu n d a y ük se k kilise ve sivil görevleri ellerine g e ­
çirmektedirler. Pi skopos, başdi yakoz , katedral meclisi üyesi, d a ­
nışman, baka n olmaktadırl ar . Bu doktorlar, ilahiyatçılar ve h u k u k ­
ç ul ar dönemi di r . Bi r üniversite ma son l u ğu, Hıristiyanlığı y ö n e t m e
d ü ş ün ü ku r makt ad ı r . Bu gr up Je an de M e u n g ’le, Dacialı Boeti-
u s ’la “en telektü el; b ir h ü kü m d a rd a n , b ir kra ld a n d a h a fa z la b ir
ş e y d i r ” di ye ilân et mekt ed i r . B i li mi n or takl aşa bir ç a l ı ş ma olması
gerektiğinin bilincinde olan ve çok büyü k bir bilginler takımı ku r ­
mayı d üş l e ye n R o g e r B a c o n üniversi te mensu pl a rı nı n, dünyevi
ödevl erin yanı sıra d ü n y an ı n kader ine de h ü k me t me l er in i ar zula­
maktadı r. Papaya, bu yönet ici z ü mr en i n oluşt urulması gir işiminde
b ul u nma s ı için r icada b ul un ma kt a dı r . Salgın hastal ıklar ve savaş
habercisi olan, 1 26 4’te görülen ku yr ukl u yıldı za ilişkin olarak
“E ğ e r o sıra la rd a g öğiin n ite liğ i b ilg in le r ta ra fın d a n b u lu n sa y d ı
ve bu, y ü k se k K ilise g ö re v lile rin e ve h ü k ü m d a rla ra akta rılsa yd ı,
K ilise için ne k a d a r y a ra rlı olurdu... B u k a d a r ço k H ıristiya n ö l­
m ezd i ve bıı k a d a r ço k ruh ceh en n e m e g itm ezdi, ” diye h a y k ı r m a k ­
tadır.

154
Kor ku l ac ak bir ütopyayı gizleyen sofuca bir itiraf. Entelektüele
de “sutor, ne s u p r a ...” d e m e k gerekir. Bilimin s o n u n d a siyasete
vardığı d oğ r uys a da, bilim ada mı nı n s o n u n d a siyasetçi olması
anc ak nadiren iyidir.
ÜNİVERSİTELİDEN HÜM ANİSTE
O R T A Ç A Ğ I N GE Rİ LE ME S İ

Ort aç ağı n sonu bir deri d e ğ i ş t i r ­


m e d önemi d i r . N ü f u s artışının
dur ması , sonr a kıtlıklar ve sal­
gınlar la ağı rl aşan bir şe ki l de g e ­
rilemesi - 1348 veba salgını afet
d üz e y i nd e o lmuş tur- ; Batı e k o ­
nomisinin değerli ma de n k a y n a k ­
larındaki b oz u l ma n ı n ö nce bir
g üm ü ş , s onr a d a altın kıtlığı y a ­
ratması; bu değerli m a de n kıtlı­
ğının s avaşlar y ü z ü n d e n d a h a da
y ük se k bir düze y e çı kması - Yü z
Yıl Savaşlar ı, İki Gül Savaş ı ,
İ be r ya Savaşları, İtalya S a v a ş l a ­
rı- B a t ı ’nın e k o n o m i k ve t o p l u m ­
sal yapı lar ı nı n d ö n ü ş ü m ü n ü h ı z ­
landırmıştır. Kitlesel olarak
parasal bir biçim alan feodal ran­
tın evrimi, t opl ums al koşulları
altüst etmiştir. Bu evr imi n kur-
banl ar ıyla on da n kârlı çı kanlar arasındaki uç u ru m d e r i n l e ş m e k t e ­
dir. Sınır hatlı, kentsel sınıfların ortası ndan geç me kt edi r. Da h a
katı bir şekilde s ömü r ü lme kt e olan zanaatkarlar bazı yerlerde
(Flandre, Kuzey İtalya, büyük kentler) pr olet er leşmenin bazı b iç i m­
lerini gösterip, köylü kitlesinin koşullarına doğru gerilerlerken; hem
gel işmekte olan bir önkapitalist faaliyetten, hem de ed i nmey i bildiği
t oprakl ardan kayna k sağlayan kent burjuvazisinin üst tabakaları,
eski e g e m e n sınıflarla bütünleşmektedi rl er: Soyluluk, kurallı r uh­
ban ve üst laik ruhban; bunlar, tehlikeli bir dur umu, kendi ç o ğ u n l u k ­
larının lehine çe vi r mey i başarmışl ardır. Bu t o p a r l a n ma d a siyasal
f aktörler başat bir rol oynamakt a dı r . Siyasal iktidar e k o n o m i k g ü ç ­
lerin y ar dı mı n a k oşma kt a dı r. Siyasal iktidar y üzyı llar boyunca
“eski r ej i m’’i destekleyecektir. Bu h ükü md a r ı n çağıdır. A n c a k ona
hizmet ederek, o nun me mu ru veya sarayındaki görevli olarak z e n ­
ginlik, iktidar ve prestij kazanılabilmektedir. Eskinin güçlüleri bunu
a nl amı şl ar ve Uranlıklar ile kr allıklara katılmışlardır, onl a rl a bir lik­
te, türediler de h ü k üm d a rı n lütfuyla onların arasına sızmaktadırlar.

160
Bu b a ğl am içinde, ortaçağ entelektüeli yok olacaktır. Kültür
s a hne s i nd e yeni bir kişi y er alacaktır: H üma n i s t . F a ka t bu kişi, s e ­
lefini yok ede n darbeyi ancak en son a n da indirmiştir. Entelektüel
k a t le d i lme mi ş , kendini bu ö l ü m e ve deri d eğ i ş t i r me ye h az ı r l am ı ş­
tır. Üniver sit e me nsupl a rı nı n bü y ük ç o ğ un l u ğ u XIV. ve XV. y ü z­
yıllar boyunca , giriştikleri inkâr hareketleriyle o r taçağ e n tel e kt üe­
linin y o k o l u ş u n u haz ı r l amı şl a rdı r.

ÜNİVERSİTELİLERİN TALİHİNİN DEĞİŞİMİ

Üniver sit eli ler e m e k d ü ny a s ı na m e n s u p ol ma kl a , ayrıcalıklı g r up ­


larla b üt ün le şme arasındaki tercihlerini o r t açağı n s o n u n d a kesin
olarak yapmışlardı r. Art ık B a t ı ’da y üzy ı ll a r b o y u n c a entelektüel
e me kç i olmayacakt ır. V e y a d ah a doğr usu, bu adı yal nı zc a K o m ü n
okullarının karanlıkta kalan eğitimcileri hak edeceklerdir; bu nl a r­
dan bazıları 1 37 8 ’de F l o r a n s a ’da m e y d a n a gel en Ci o mp i l e r K a r ı ­
şıklığı gibi devr imci h ar eketler de bir rol o y na y a c a k o l ma s ı n a r a ğ ­
men, bunl a r entelektüel har eket içinde önemli bir yere sahip
ola may a ca kl ar d ı r .
XI V. ve X V. yüzyı lların üniversite me nsupl a rı k u ş k us u z ücr et­
li bir işten sağlayabilecekler i gelir kayn a k l a r ı nı bir y a n a bı r akmı ş
değillerdir. Hatt a bu güç z a ma nl ar da bu kü çük k az anç l a r a dört elle
sarılmışlardır. Öğ r e nc i le r de n ders ücreti talep e t me kt edi r le r -kilise
ücret a l ı nm a s ı n a enge l o l a ma mı ş t ı r - ve bunu artan bir iştahla y a p ­
maktadırlar. Öğrenci ler in sınavlar sırasında h o ca l a r a vermeleri g e ­
reken ar mağanlar ı belirleyen hükümler i güçl endirmektedi rler.
Kendi zararlarına olabilecek t üm üniversi te har c ama l ar ı nı kısıtla­
maktadırlar. Öğreniml er i ve derece almaları b eda va olan fakir ö ğ ­
rencilerin sayıları, yas al a ra ko nul a n h ük ü ml e r l e hızla d ü ş ü r ü l m e k ­
tedir. P a d o v a ’da XV . yüzyı lın başında, f akült e ba ş ı n a y al nı zc a
bir tane fakir öğrenci kalmıştır: Kilise tarafı ndan s avun ul an ilkeyi
ko r uyan teorik bir önlem. Bu, b üy ük tüccarın kârından fakirler için
ayı rdı ğı T an r ı p a r as ı n ı n kar şılığıdır.
Aynı anda, fakültelerin mayası olan mütevazı k o numda ki ö ğ ­
renci kay na ğ ı da k ur umakt adır . Artık bu ko nu md a ki öğr enciler den

F l 1/ O r t a ç a ğ l l n i e l e k ı ü e l l c t i 161
yal nı zc a bir ko r uy u cu n un b a k ı mı n a sığınanlar, üniversi tede o k u ­
yabi lecekl er dir veya entelektüel tutkuları ikinci der ecede kalan bir
Villon gibi bohem bir hayata razı olanlar üniversiteye d ev am e d e ­
ceklerdir.
P a dov a üniversitesinin medeni hukuk doktorlarının ilginç bir
kararı, hocalarla öğr enciler arasındaki ilişkilerde ortaya çı kan bu
d eğ i şme yi aydı nlat makt adır . Yasalara 1400 yılında yapı lan bir e k ­
lemeyl e, hocalar hesabına al man üniversite harçlarına eşel mobil
sistemi getirilirken, burslu öğrencilere ödenen miktarlar sabit kal­
mıştır. Bö yl e c e üniversite politikası, Batı A v r u p a ’da kendini XIV.
yüzyı lın ikinci yarısında gösterecek olan bütüncül bir ol gu nun
içindeki yerini al makt adır. Fiyat yükselmeler i karşısında yönetici
od ak l a r ve işverenler ücretleri d o n d u r m a y a ça lışmakta, hayat p a ­
halılığı ile buna bir eşel mobil sistemi yle u y u m sa ğl ay a ca k ücr et­
ler arasındaki bağlantıyı kabul et memektedir ler ; bu ar ada rant, t o p ­
rak vergisi ve kira geliri elde edenler, gelirlerini hayat pahalılığına
u y du r ma y ı çoğu z a ma n baş ar makl adır lar; bu u y u m işlemi y a bu
cins gelirlerin ayni olarak h esaplanması ya da mu ha se b e parası
ci nsinden hesaplanan ödentilerin reel par aya çevrilmesi yoluyla
ger çekleşlir ilmektedir .
Bu örnek, üniversite mensuplarını n feodal veya senyöriyal v e­
yahut kapitalist düzendeki gelirlerle geçinen toplumsal gruplara
katıldıklarını göstermektedir.
Zat en üniversite hocaları kaynaklarını n b ü y ü k b ö l ü m ü n ü bu
cins gelirlerden sağlamaktadırlar. Öncelikle kilise tarafından tahsis
edi len maaşlar, b un un y a n ı n d a t a ş ı nma z ma l l a r a yapı lan ya t ı r ı m­
lar: Örne ği n ev ve toprak. Bo l og n a üniversitesi c a r tila r is ’ı* öze l ­
likle XIII. yüzyılın s onun da önemli üniversite servetlerinin o l u ş ­
masını izleme olanağı vermektedir. H o ca l ar zengin mül k sahipleri
haline gelmişlerdir; bu du r um özellikle d a ha fazla kaz ana n en ünlü
hocalar için ol duğu kadar, d ah a d ü ş ü k or anda, ço ğu n l u k için de
geçerlidir. Diğer zenginlerin örneğini izleyerek, ayrıca bir s p e kü ­
lasyon faaliyetine de girişmektedirler. Tefeci olmaktadırl ar. Ö z e l­
likle muh t a ç öğrencilere, faiz karşılığı borç verdikleri ve bu b o r ­
cun güvencesi olarak kendileri için çifte bir değeri olan eşyaları,
yani kitapları rehin aldıkları gör ülmektedir .
* G elir ve vakıf sicili, (ç.n.)
162
Fra nce sco A c c u s e ’nin Budr io ve O l nı e to l a ’da mülkleri, Riccar-
d i n a ' d a o çağ için bir harika sayılan sıı dolabı da olan mu ht e ş e m
bir villası vardır. Bo l o g ıı a ' da erkek kardeşleriyle birlikte, b ugü nkü

h n ın c e .s c o A c c u s e

bel ediye sarayının sağ kanadını oluşturan, kuleli güzel bir eve s a­
hiptir. B a ş k a y üks e k bilginlerle birlikte, amacı Bo log ı ı a’da ve dış
ül kel er de kitap satışı y a p m a k olan ticari bir şirkete ortak o l m u ş ­
tur. O kada r büy ük ölçekte tefecilik yapmı şt ı r ki P apa IV. Nicola-

163
u s ’tan günahl arını bağı şl a ması nı istemiş, o da her s e feri nde o l d u ­
ğu gibi bu talebi de kabul etmiştir.
Odo fr edol u Alberto için de aynı d ur um söz konusudur. Bü y ük
O d o f r e d o ’nun oğlu olan bu a da m non paecicıl, m a so v ra n o (küçük
d eğil, kra lla ra layık) bir tefeci o l mu ş ve aynı z a m a n d a ço k s ayıda
mülke, bir keten i şl etmesinde paya sahip olmuştur.
Üstat Giovanni d ’Andrea kızı N o v al l a’yı 1326’da, çok büyük bir
miktar olan 600 bologniniM k bir d r ah o ma vererek evlendirmiştir.
F akat bu gelirler, paranın değerinin ortaçağın sonundaki d e v a ­
l üasyonlar ve bunal ıml a r y üz ü n d e n düşme si ve feodal rantlar ile
t oprak kiralarının par aya çevr i l mi ş olması y ü z ü n de n a z al m a y a
başlamıştır. Bi rçok üniversite m e n s u b u n u n zenginli kler inin ç ö ­
kü n t üy e girdiği, evlerin ve toprakl arın birbiri peş ine satıldıkları
gör ülmektedir . B u n u n so n uc un da baş ka gelirlerin tahsili k o n u s u n ­
da katılaştıkları g ör ülmüştür : Öğre nci vizesi, sınav ücreti. G e n e
bu nun sonucunda, üniversite personelinin bir b ö l ü mü n ü n e k o n o ­
m i k tabanı itibarıyla yenilendiği gör ülmüştür . Son olarak da gene
b u n a bağlı olan mali düzl emde ki nedenler üniversitelileri yeni z e n ­
ginlik merkezlerine, h ü k ü m d a r saraylarına, Kiliseye m e ns up veya
laik kor uyucul ara yöneltmektedir.

İRSİ BİR ARİSTOKRASİYE DOĞRU

A n c a k bir personel yeni lenmesi, üniversite hocalarını n mesleği irsi


olarak d e v am ettirme eğilimleri tarafı ndan kı s me n engellenmiştir.
D a h a XIII. yüzyılda, ünlü h uk u k ç u Accuse, B o l o g n a ’d a boş k ür ­
sülere at a ma yapılırken, doktor ların oğul l a r ı na önce l i k t a n ı n ma s ı ­
nı istemişti. Fakat k o mü n b u n a 1295, 1299 ve 1304’te e n g e l l e m e ­
ler getirmiştir. B o ş u n a al ınmış ö nl e ml e rd i r bunlar. 1 3 9 7 ’de
hu ku kçu l ar c o lle g iu m ’unun (lonca) yeni yasaları, yılda yal nızca
tek bir Bo lo gn a yurttaşına dokt or a verilebileceğini h ü km e b ağ l a d ı­
ğında, doktorların oğul, er ke k kar deş ve er ke k yeğenleri b u n u n dı­
şında t utul muşlardı . Bu bir kı sı t l a ma n ı n tersine, o nl a r a geni ş bir
yer aç ma k anl amı na gel mekt eydi. P a d o v a ’da 1394’te, bir doktor un
e rke k ardıllarından olan -soy zincirindekilerden biri do kt or o l ma sa

164
bile- her dok toru n h u k u k çu lar c o lle g iu m ’una ücret alın m a d an gire­
ceği h ü k m e bağ lanm ıştır. 1 409’da bir d o k to r o ğ lu n u n sınavlara
bed a v a girm esi k ara r altına alınm ıştır. B ö y lec e bir üniversite o li­
garşisinin o lu şm ası, entele k tü e l d ü z e y in d ü şm e s in e b ü y ü k ö lç ü d e
katkıda b u lunurken, aynı z a m a n d a ü niv e rsite o rta m ın a soyluluğun
esas karakterlerinden biri olan ırsiliği getirm ekteydi. K endini kast
haline getiriyordu.
Ü n iversite m ensupları bir cins aristokrasi haline g eleb ilm ek
için, M a rc B l o c h ’un h ayranlık verici bir şekilde g ö rd ü ğ ü üzere,
grupların ve bireylerin, soy luluğa dahil olab ilm ek için b e n im s e d ik ­
leri alışılm ış y olları k u lla n m ış la r d ır : S o y lu la r a ö z g ü bir y a ş a m
tarzı s ü r d ü rm e y e b a ş la m ış la rd ır .
K ıyafetlerini ve görev le rin e ilişkin unvanları soy lu lu k s im g e le ­
ri haline getirm işlerdir. K ü rs ü n ü n üzerine, gide re k d a h a fazla sen-
y ö rlü k edası taşıyan b ir tente çek ilm ek te , bu onları soy u tlam a k ta,
y ü c e ltm e k te , ihtişam lı k ılm ak ta d ır. O n lara c o n v en tu s p u b lic u s
v ey a in cep tio günü verilen altın y ü zü k , serp uş vey a bere, işlevi
d ah a az belirten, am a gide re k d a h a fazla prestij am blem leri haline
gelen sim g ele r olm aktadır. U zu n bir cüppe, kürk külah, çoğu
za m a n sam urdan olan bir yak alık ve hepsinin üstüne, ortaç ağ d a
toplum sal m ertebe ve güç sim gesi olan uzun eld iv en ler g iy m e k te ­
dirler. Y asa la r ö ğrencilerden, sınav z a m a n ın d a do k to rla ra s u n m a ­
ları gere k en e ldiven sayısını artırm aktadır. 1387 tarihli bir Bolog-
na metni şu h ü k m ü k o y m a k tad ır: “A d a y d o k to ra sın d a n önce,
isten ilen za m anda, c o lle g iu m d o kto rla rı için y e te rli sa y ıd a e ld iv e ­
n i ka yyım ım ı ellerin e teslim etm eye zorunludur... B u eld iv e n le r eli
ko lu n o rta sın a k a d a r ö rte ce k u zu n lu k ve b o llu k ta ola ca kla rd ır.
B u n la r iyi g iideriden o la c a k la r ve ellerin içine ra h a t ve h u zu rla s o ­
ku la b ile c e ğ i k a d a r g en iş o la ca kla rd ır, iy i giideriden, d ü zin e si en
a zın d a n 2 3 s o l ’e s a tın a lın a n la r ın ı a n la m a k g e r e k m e k te d ir . ”
D o k to ra törenlerinin ardın dan, soyluların yap tık la rın a b e n z e ­
yen coşkulu e ğ len c ele r g id e re k dah a fazla yap ılır olm a k ta d ır; b a ­
lolar, tiyatro gösterileri, turnuvalar.
Ü n iv ersite m e n su p la rın ın evleri lü k sleşm e k te ve A c c u se gibi
en zen ginlerine ait olanları da teorik olarak so ylulara has olan k u ­
lelerle ç e vrele nm ektedir. K abirleri ise gerçek anıtlar olm aktadır;

165
bugün B olog na kiliselerini hâlâ süslem e k te olan bazıları, bina d ı­
şında bile y e r alm akladırlar.
B ologna üniversitesi rektörlerine kısa bir süre sonra, yasa h ü ­
küm leriyle soylu b ir ha ya l sü rd ü rm e zo run luluğu getirilm iştir ve
bunların arasında B urg onya dükleri ve Bade markileri ailelerinden
o la n la rın a rastlan m a k ta d ır. Silah ta şım a ve beş kişilik bir m u h a ­
fız g rub unun eşliğinde o lm a hak k ın a sahiptirler.
D aha az itibar gören S anatlar Fakültesi m ensupları ise askerlik
y a p m a m a ayrıcalığını elde etm işlerd ir ve ö ğ re n c ile r de eğ e r yeteri
k ad a r zenginlerse, askere kendi yerlerine başka birini g önderebil-
ınektedirler.

166
H o c a (üstat, usta) u n v a n ın d a da anlam lı bir d e ğ işm e m e y d an a
gelm ek ted ir. B a şlang ıçla, XII. y ü z y ıld a m a g iste r usta b aşı, atelye
şefidir. O kul hocası, tıpkı diğ e r z a n a a tk a rla r gibi bir ustadır. U n ­
vanı şantiyedeki görevini belirtm ektedir. K ısa bir süre so n ra bir
şan ve şe re f unvanı haline gelm iştir. A d a m du P e tit-P ont, İngiliz
kırlarının derin lik lerinden , P a r is ’e yazdığı m ektu pta, o kada r ihti­
m am gösterilen u n vanıyla onu selam lam a y ı ihmal eden yeğenini
terslem işlir bile. B ir XIII. yüzyıl m etni şö yle ilân etm ektedir:
“H o c a la r ya ra rlı olm ak için değil, h a h a m (R a h h i) o lm a k için d ers
ve rirler", yani İncil m etnin e göre sen yör o lm a k için. M a g iste r
X IV . y ü zy ıld a d o m in ııs ’un, s e n y ö rü n eşan la m lısı haline g e l m e k t e ­
dir.
Bolognalı h o calar belgelerde n o b ile s viri et p irın a rii cives
(so ylu a d a m la r ve b a şlıca y u rtta şla r) olarak ve gündelik hayatta
da d o m iııi legııın (h ukukçu efendiler) olarak ad landırılm aktadırlar.
Ö ğ re n ciler en beğendikleri h o ca la rın a “d o m in u s m e u s ”, efendim ,
se n y ö rü m d e m e k te d ir le r ve bu u n v an vassallık bağlarını ç a ğ rıştır­
m aktadır.
Bir gram erci, M in o de C olle bile öğ ren c ilerin e şöyle d e m e k te ­
dir: "B u k a d a r a rzu la n a n b ilim e sa h ip o lm a k d iğ e r h e rh a n g i b ir
se rve tte n d a h a ön em lid ir; b ilim e sa h ip o lm a k fa k ir i tozla rın iç in ­
den çıka rtır, so y lu o lm a ya n ı so y lu k ıla r ve o na p a r la k b ir ün s a ğ ­
la r ve so y lu ya b ir se ç k in le r g ru b u n a d a h il olarak, so y lu o lm a ya n ı
a şm a sın a o la n a k verir. ”
İşte bilim yen id en m ülk ve servet, gü ç aracı haline gelm iştir,
artık ç ık a r g ü tm e d e n p e ş in d e ko şu la n bir a m aç değildir.
H u iz i n g a ’nın bü y ü k bir k av ra y ışla kaydettiği üzere, ortaç ağ g e ­
rilerken bir şöv alyelik-biliın eşdeğerliliği k u rm a y a , d o k to r u n v a ­
n ın a şö v a ly en in sahip old u ğ u hakların aynını v e rm e y e y ö n e l m iş ­
tir: "B ilim , im an ve şö v a ly e lik P h ilip p e de V itr y ’nin ç iç e k le r
k a p e lla s ın ın uç z a m b a ğ ıd ır " (1335) ve B o u c ic a u t m areşalinin
m e n k ıb e n â m e s in d e şu n la r o k u n a b ilm e k te d ir: “ T a n rısa l ve in sa n i
y a s a la rın d ü ze n in i y a y a c a k iki tem el d ire k olarak, T anrı 'ııııı ir a d e ­
siy le iki şe y ih d a s edilm iştir. B u iki te m e l d ire k şö v a ly e lik ve b i­
lim dir, b u n la r b ir a ra d a ço k iyi g itm ekted irler. ” F roissart 1391’de
silah şövalyeleri ve y a sa şö v a ly e le r i ay rım ını y ap m a k ta d ır. İ m p a ­

167
rator IV. Kari, B a rto le ’nin elini sıkm ış ve o n a B o h e m y a 'd a silah
ta şım a hakkı vermiştir. Bıı ev rim in sonu: I. F ra n ç o is 1 5 3 3 ’te ü n i­
versite d o k to rla rın a şö v a ly e u nv an ın ı verm iştir.
Bu kad a r yüce k işiler haline gelen insanların artık e m ek ç ile rle
k a rıştırılm a riskini k abul e tm e m e le ri an laşılır hale g elm iştir. Bu,
XI. L o u is ’nin boş yere m ücadele etm esin e rağm e n F ra n s a ’da çok
güçlü olan, soyluluktan, ilga ilkesi gereği v az g e ç m e k olacaktır.
E ntelektüeller, el em eğini y en id en şiddetle hor g ö r m e y e m a h k û m
eden kanaate katılm aktadırlar. H enri H a u s e r ’nin ço k güzel g ö rd ü ­
ğü üzere, bu kanaat h ü m a n iz m a çağında, Y u n an -L atin edeb iyatı ta­
rafından beslenen ö n y arg ılarla d a h a da ağırlaşacaktır. A rtık, XII.
ve XIII. yüzyıl k entlerinde o rtaklaşa bir d in a m iz m içinde, serbest
sanatları m e k an ik sa n atlara yak ın laştıran atılım ın u z a ğ ın d a k a lın ­
m aktadır. B öylece skolastikte tehdit edici olan teori ile pratik,
bilim ile teknik arasındaki ayrılık gerçek le ştirilm ek te d ir. Bu
du ru m h ekim le rd e ç o k iyi g ö rülm e ktedir. O k u m u ş - h e k im , eczacı-
b ah a ratç ı, cerrah birb irlerin d e n k o p m u şlard ır. İlki Y a kışıklı Phi-
lip p e ’in 1 311’de çıkardığı o lm a k üzere, X IV . y ü z y ıld a F r a n s a ’da
b ir ferm an lar ve e m ir n a m e le r dizisi cerrahların kaç çeşit o ld u ğ u n u
h ü k m e b ağlam aktadır. A rtık b u şö liy e veya lisansiye derecesine
sahip olan ve bir cerrahi aristokrasisi oluştu ran cü p p e li c e rra h la r
-bunlara ilişkin olarak bilinen ilk y asa hükü m leri 1379 tarihlidir-
ile tıraş eden ve k ü ç ü k cerrahi m ü d a h ale le rd e bu lu n a n , sülük
satan, kan alan, yaraları iyileştiren ve ce ra h a t çıkartan b e rb e rle r
birbirlerinden ayrılm aktadırlar. İki farklı m e sle k örgütü -din to p lu ­
m a göre biç im lenir- onları bir araya getirm ektedir: B irinciler için
A ziz C o ş m a ve D a m ia n u s ’unki İkinciler için de A ziz S e p u lc re ’ünki.
B ilgin le r ile u y g ulayıcıların d ünyası arasına, bilim d ünyası ile te k ­
nik dünyası arasına konulan bu engelin bilim in ilerlem esi k o n u ­
su n d a ne büyük bir h and ik ap o lu şturdu ğu ölçülebilir.

K O L E JL E R V E Ü N İV E R S İT E L E R İN A R İS T O K R A T L A Ş M A S I

Ü niversitelerin bu aristokra tla şm a sı, g erç ek aç ılarına o tu r tu lm a la ­


rı gereken kolejlerin gelişm eleri içinde de belirgin h ale gel-

168
A z i z C o s n u ı ve A z i z D ı i m i a n u s ı l okl c<r kt x a f c t i x l c .
m iştir. H a y ır k u ru m u olan kolejler b aşlan g ıçta ço k küçük bir a y rı­
c a lık lıla r a z ınlığ ım b ü n y e le rin d e b a rın d ırm ışla r ve söylend iği
gibi eğ itim m erkezleri de olm a m ış lard ır. B u n la rd a n bazıları bazı
eğ itim konularını sahiplen m işler, ö rneğin 1257’de R obert de Sor-
bon tarafından kurulan kolej so n u n d a İlahiyat F ak ülte siyle birleşe-
rek adını Paris üniversitesine verdiyse de, O xford ve C am b rid g e
üniversiteleri bugün de b ü y ü k kısmı itibarıyla ayakta duran bir sis­
te m e uygun olarak, eğitim sistem inin temeli haline gelen kolejlere
dağıldılarsa, bu k u ru m la r genellikle geriye yönelik olarak k e n d ile ­
rine o y n atılm a k istenilen role sahip çık a m a m ışla rd ır. B u n lard an
çoğu hızla ün kazanm ıştır. P a r is ’teki S o r b o n n e ’la birlikte H arco-
urt (1280) ve N avarre (1304) kolejleri; B o l o g n a ’da 1307’de K a r d i­
nal A lb orn oz tarafından kurulan İspan ya koleji; O x f o r d ’da Balliol
(1261-1266), M erton (126 3-1270), U niversity ( I 2 8 0 ’e doğru),
E xester (13 14-1316), Oriel (1324), Q u e e n ’s (1341), N ew C ollege
(1379), L incoln (1429), Y ü z Yıl S av aşların d a ölen İngilizlerin
ruhların a 1438’de kurulan All Souls, M a g d a le n (1448); C am brid-
g e ’de Peterhouse (1284), K in g ’s Hall, M ic h a e lh o u se (1324), U n i­
versity (1326), P em b ro k e (1347), G o n ville (1349), Trinity Hall
(1350), C o rpu s Christi (1352), G o d sh o u se (1441-1442 ), K in g ’s
College (1448), Q u e n n ’s C o llege (1448), S. C a th a rin e ’s (1475),
Jesus (1497) kolejleri. Fakat kend ilerine ait binaları o lm a y an bu
ku ruluşların bazı eğitim konuların ı ken d ilerin e d oğal olarak ç e k i­
yo r olm aları, onların h ak k ın d a g e len e k sel o la ra k y ara tılm ış im g e ­
lerden ço k farklı girişim lerdi. B u n la r bir s e n y ö rlü ğ ü n m erkezi ha­
line geliyor, önce civard a ev kiralıyor vey a satın alıyor, sonra bu
işi çe vredeki kırsal alana y ayarak , onları ticari olarak işletiyorlar­
dı. K endi hukuklarını m ahalleye dayatm ışlar, civ ar sokaklardaki
trafiği d üzene sokm uşlar, bin a ların d a ö zellikle P a r is ’te o lm a k
üzere yargıç ailelerine, en başta da p a r la m e n to d a yer alanlarına
daire kiralam ış lard ır. B ö y le c e S o r b o n n e m a h allesi P a r is ’in “ h u ­
kuki o la ra k k a p a lı” a la n la rın d a n biri h a lin e gelm iştir. K o le jle r
eski m an astırların ta rz ın a geri d ö n m e k te d ir. B u n la r h e m ü n iv e rs i­
telerin k apalı k arakterini d a h a d a artıra ra k h e m de üniversite m e n ­
supları ve eğitim in bir oligarşiyle -özellikle kıy a fe t o liga rşisiy le-

170
el ak ın d a n an laşm ala rın ı sa ğ lay a ra k , ü niversitelerin arislokratlaş-
ma.sinı net hale getirm işlerdir.
Böylece üniversitelerin bizatihi kendileri. dünyevi hayata kök
salm ış güçler haline g elerek, e k o n o m ik kaygıları loııea işlerinin

KııcsH N iko lau s .

1 71
y ö n e tim in i aşan m ülk sahipleri, se n y ö rlü k ler o lu ştu rm a k ta y d ı.
L o n ca n ın alameti o lm u ş m ü h ü rle r artık bu senyörliik yöneticisinin
arm ası haline gelm ektedir.

SKOLASTİĞİN EVRİMİ

Bu toplum sal evrim e, bizzat skolastiğin k endisin d e m e y d a n a gelen


ve kendi tem el taleplerini r ed d e tm e n o k tasına k a d a r ulaşan, p a r a ­
lel bir e v rim denk d ü şm e kte dir. XIII. yüzyıl sk o la stiğinden uzakla-
şılm a sın a yol açan bazı k u v v et çizgilerini X IV . ve X V . y üzyılla r
felsefe ve ila h iy a tın ın aşırı k a r m a şık lığ ın d a n , ç ık a rtm a y ı d e n e y e ­
lim: K ö k en in i D u n s S co t ve O c k h a m ’ın o lu ştu rd u ğ u eleştirel ve
kuşkucu akım ; O x fo rd lu M e rto n c u la r ve Parisli d o k to rla rd a (Aut-
recourt, B uridan, O re sm e ) am p irizm e yönelik deneycilik; ileride
görüleceği üzere Padovalı M a rsilio ve Jean de J a u d u n ’den h are k et­
le özellikle siyasete varan ve W y c lif ile Jan H u s gibi büy ük sap­
k ınlara d eğinen İbn R ü şdcülük; son olarak da kısa bir süre son ra
ortaçağın gerilem e d ö n em in in skolastiğini r en k le n d irec ek olan,
üstat E c k h a r t’ın m istisizm inin k a y na k la rında n b eslen e n ve XV.
yü zy ıld a Pierre d ’Ailly, G erso n ve Kuesli N ik o la u s ’la av a m la şan
e n te le k tü e llik k arşıtlığı.

A KIL İLE İM A N IN B İR B İR L ER İN D E N K O PM A L A R I

John D u n s Scot (1 2 6 6 -1 3 0 8 ) ve O ckh am lı W illia m ( 1 3 0 0 ’lere


d o ğ r u -1 3 2 0 'le re doğru) gibi bü y ü k F ransisken bilginlerle birlikte
ilahiyat, skolastiğin en b ü y ü k so ru n u n a saldırm ıştır: Akıl ile iman
arasındaki denge. G o rd o n L e f f ’i n 1 iyi gördüğü üzere, 1320’lerde
A nselm eci aklı a ra y a n im an geleneği terk edilm iştir; aynı sıralar­
da hem A ugustin u sçu la rın hem de T o m m a s o c u la r ın farklı y a k la ­
şım lara r a ğ m e n tu tk u la rım o lu ştu ra n y a r a tılm ış la ta nrısal a r a s ın ­
da bir birlik b u lm a çabaları da bir yan a bırak ılm ıştır; ö te yan d a n

1. Past and Présent, Nisan 1956).

172
A u g u stin u s ç u iklim X IV . ve X V . y ü z y ılla rd a d ah a geniş ölçekte
gö rü lü rk e n , bunun tersine bu çağın d üşünürleri T o m m a s o c u zih n i­
yete isyan etm ektedirler.
İm an k o n u la rın d a n aklı a t m a y a ilk girişen D u n s S cot o lm u ş ­
tur. Tanrı o k ada r ö z g ü r d ü r ki insan aklına sığm az. T anrısal ö z g ü r ­
lük ilahiyatın m erkezi haline gelince, artık aklın u la şam ayac ağı
bir k o n u m a sah ip olm u ştur. O ck h a m lı W illia m bu eseri d ev a m e t­
tirm iş ve S co tç u d o k trinin sonuçlarını insan-T anrı ilişkisine u y g u ­
layarak, pratik bilgi ile teorik bilgi arasındaki ko puşu m u tlak hale
getirm iştir. S oy ut bir bilgiyle, vah ye dayalı bir bilgiyi birbirlerin­
den a y ırm akta dır. V a h y e dayalı b ilginin karşıtı olarak, so yut bilgi
“v a r o la n b ir şe yin v a r o ld u ğ u n u veya va r o lm a ya n b ir şe yin var
o lm a d ığ ın ı b ilm e m ize o la n a k verm ez... V ahye da ya lı bilgi, onun
sa y e sin d e b ir şe yin o ld u ğ u za m a n o ld uğunu, o lm a d ığ ı za m a n o l­
m a d ığ ın ı b ild iğ im iz b ilg id ir .’’ Paul V ig n a u x ’nun gösterdiği gibi
O c k h a m c ı m a n tık k u şk u su z , zo ru n lu o la ra k k u ş k u c u lu ğ a götür-
m e m ek ted ir. Bilgi süreci, bilinen n esn en in varlığını zorunlu olarak
g ere k tirm em ek te y d i. H akikate, birbirlerinden ta m am en ayrı iki
y ö n te m d ü z e n iy le u la şılm ak ta ydı: K anıt, sa d ec e d en e y le sa ğ la n a ­
ca k şeye ilişkindi; g eriy e kalan her şey hiç b ir kesin lik g e tir m e ­
yen, en fa z la sın d a n ola sılık lara ula şab ilen sp e k ü la s y o n u n işiydi.
F a k a t bu ilkelerin bizzat O c k h a m tarafından ilahiyata u y g u la n m a ­
sı, k u ş k u c u lu ğ a ula şıy o rd u . T anrı y a ln ız c a m u tlak g ü c ü ta ra fın ­
dan ta n ım la n d ığ ı için, “b elirsizliğ in eşa n la m lısı h a lin e g e lm e k te ­
dir, a rtık h e r şe y in ö lç ü sü d eğ ild ir... B u n u n so n u c u n d a a kıl a rtık
im a m d e s te k le y e m e z veya d o ğ ru la y a m a z. İm a n ın ta rtışın a a la n ın ı
te rk ederek, y e rin i o lguya b ıra k m a kta n veya d u y u m ö te si a la n d a
h ü kü m sü re n k u şk u y a tabi o lm a kta n b a şk a y a p a c a k şe y i yo k tu r. ’’
K. M o sc h a ls k y O ckha m cıların, bu verilerden hareketle felsefe
ve ilahiyatı e leştiriciliğe ve k u ş k u c u lu ğ a doğru nasıl g e liştird ik le ­
rini g ö ste rm iştir. Ü n iv ersite öğretim i de b u n u n derin izlerini ta şı­
m aktadır. O z a m a n a k a d a r ilahiyat eğ itim inin tem el taşı olan P ier­
re L o m b a r d ’ın H ik ın e tle r'in in y o ru m u da artık giderek daha çok
kü çü m se n m e k te d ir. O c k h a m ’dan son ra s o r u la r ’ın sayısı a z a l m a k ­
tadır ve b unlar giderek m utlak güç ve serbest irade üzerinde y o ­
ğ u n la şm a k tad ır. D o ğ a n ın ve tanrısal lütfün b ü tün d enge si de aynı

173
anda k o p m u ştu r. İnsan T a n r ı ’nın beklediği her şeyi, bizatihi ta n rı­
sal lütfün dışınd a yapabilir. T ü m d o g m a tik eğ itim in içeriği boş
şeylerdir. D eğ e rler bütün ü altüst olm uştur. İyilik ve k ö tü lük artık
birbirlerini zorunlu olarak d ışlam a m ak tad ır. İnsani güç artık ancak
d e n e y le karşılaştırılarak , doğal te rim le r içinde tartışılabilir.
O c k h a m cılığ ın h a s ım la n -O x ford lu T h o m a s B ra d w a rd in e gibi-
aynı d ü z e y e y erleşm eyi kabul etm ekte, o rta y a aynı sorunları k o y ­
m aktadırlar. O nların d o g m a n ın otoritesini her hakikatin ve her bil­
ginin m erkezi haline getiren otoritecilikleri, aklın bir o kada r k ök­
ten reddine varm aktadır. G o rd o n L e f f ’in d erin lem e sin e bir şekilde
g ö rdüğü üzere, k u şkuc u ilahiyatı tahrip eden bu ç a b a olm asaydı
“n e R ö n esa n s ne de R efo rm olurdu. ” A rtık biçimi b o zu lm u ş, y o z ­
la şm ış bir v o lo n ta r iz m in gü ç irad e sin i m e ş ru la ş tırm a s ı, h ü k ü m d a ­
rın tiranlığını haklı çıkartm ası için yol serbest hale gelm iştir. Son
u ta n m a duyguları sü p ü rü lü p atılacaktır; ö rneğ in hocası O c k h a m ’ı
s avunurken her şeye rağm en entelektüellik m e sle ğine ihanet e t m e ­
diğini de iddia eden G abriel B i e l’inki gibi: “B ir ila h iy a tç ın ın
im a n a ilişkin bazı a kılla rı ve b a zı n e d e n le ri g ö ste rm e m e si u ta n ç
vericidir. ” Pierre d ’Ailly de aynı taraftaydı ve sa f bir üslû p içinde
şöyle b elirtm ekteydi: “im a m ın ız h a k ik i ve se lâ m e te u la ştırırı o l­
d u ğ u n d a n , onu olası ka n ıtla rla sa v u n m a m a k veya d este k le m e m e k
u yg u n d ü şm eyecektir. ”

D E N E Y S E L BİLİM İN SINIRLARI

W ilia m H eybetsb ury ve R ichard S w in esh e ad -zaten bunlar da


G rosseteste ve R o g e r B a c o n ’ın so yunda ndırlar- gibi M e rto n c u la r
ile N icolas d ’A utrecourt, Jean Buridan, A lbert de Saxe, Nicole
O re sm e gibi Parislilerin mantıki ve bilimsel eserlerini de alttan alta
içeren işte bu eleştiriciliktir. B u n la r d e n e y le y etin m ektedirler:
“Biitiin b u n la rın kesin o ld u ğ u n u sa n m ıyo ru m , a m a ila h iya tç ı b e y ­
lerin b ü tü n b u n la rın n a sıl o la b ild iğ in i b a n a a ç ık la m a la rın ı is tiy o ­
rum. "
Bu hocalar, m ode rn çağın başın ın büyük bilginlerin in öncüleri
sayılm ışlardır; Paris üniversitesi rektörü olan ve dah a sonraki k u ­

174
şakların, Je a n n e de N a v a r r e ’la rezalete varan sö z ü m o n a aşkıyla
ve ünlü eş eğ iy le p ara d o k sa l b ir şek ild e tanıdıkları Je a n B uridan,
m o d e m d in a m iğ in te m e lle rin i h iss e tm iş olarak, G a li le o ’nun im pe-
f e o ’suna ve D e s c a r te s ’ın h a re k e t m ik ta rın a çok yakın olan bir c i s ­
m in h a r e k e tin in ” bir ta nım ını yap m ıştır: “E ğ e r giille a tan biri,
h a fif b ir ta h ta p a r ç a sın ı ve a ğ ır b ir d e m ir p a rç a sın ı eşit h ızla h a ­
re ke t ettirirse, aynı h a cim ve aynı b iç im d e olan bu iki p a rça d a n ,
d em ird e n o la n ı d a h a u za ğ a g id e ce ktir, çiinkü ona verilen a tılım
d a h a yo ğ u n d u r. " A lbert de S ax e yerçekim i teorisiyle “X V II. y ü z y ı­
lın o rta sın a k a d a r sta tik a la n ın d a k i tüm g e lişm e y i etk ile m iş ve L e ­
o n a rd o d a Vinci, C ardan ve B e rn a r d P a lis s y ’yi fo s i l in c ele m esin e
y ö n e ltm iştir. ” C is im le r in d ü ş ü ş y a s a s ın ı d ü ny anın g ü n lü k h a re k e ­
tini ve en lem ile b o y la m la rın k u lla nım ını aç ık ç a fark etm iş olan
N icolas O r e s m e ’e gelince, C o p e r n ic u s ’un d o ğ ru d a n ön celid ir. P.
D u h e m ’e göre, bu u y g u la m a l a r ' “a çıklığ ı ve kesin liğ i, C o p e rn i­
c u s ’un a yn ı k o n u d a y a z d ık la rın ı ço k a ş a n ’’ k anıtlara d a y a n m a k ta ­
dır. T a rtış m a lı ve ta rtış ılm ış b a k ış açıları. A n c a k , bu b ilg in le r bu
dikkat çekici ö nsezilere sahip o ldula rsa bile, uzun za m a n verim siz
kalm ışlardır. V erim li o la b ilm e k o n u su n d a , ortaç ağ bilim inin d a r ­
b o ğ az la rın a çarp m ak ta y d ıla r: B ilim lerin ilkelerini yaygın ve kolay
bir şekilde u y g u la y ab ilec ek ve açık fo rm ü lle r halinde ifade e d e b i­
lecek bir bilim sel sim geciliğin b u lu n m a m a sı; teorik buluşlardan
ya ra rla n m a yeteneği b u lu n m a y a n tekniğin geriliği; “sanat m e nsu p-
ları” nın açık bilim sel k a v r a m la r a sahip olm alarını en g e lle y e n ila­
hiyatın ceberru tluğu. X IV . yüzyıl bilginleri, A. K oyre, A.-L.
M aier, A. C o m b e s, M . C laset, G. B e a u j o u a n ’ın çalışm aları s a y e ­
sinde sırlarını açık e t m e y e b aşlam ışla rd ır. F akat b u n la r r a s y o n a ­
lizmin g özd e n d ü şü rü lm e sin e , y aln ızc a çık m a z s o k a k lara d a lm a k
üzere k a tk ıd a b u lu n m u ş a ben z em ek te d irler.

ENTELEKTÜALİZM - KARŞITLIĞI

Bunların hepsi, artık zihinleri peşinden sürükleyen anti-entelektüelci


a k ım a k atılm ışlardır. Ü sta t E c k h a r t ’ın m istisizm i ortaçağ sonu d ü ­
şünürlerinin ç o ğ u n u cezb e tm e k ted ir. O rtaçağ ın sonuncu büyük

175
I ' t u l c ı n u t o s 'a g ü r e v er k ii r e.

176
skolastik derlem esinin yazarı, kardinal Kuesli N ikolaus 1449’da
E c k h a r t ’ın sa v u n u s u n a girişm iş, A ri sto te le s ç iliğ e saldırm ış ve C e­
h a le t D o ktrin in in M e th iy e s i’m y a z m ış tır . “B ilg e le rin b izi u y a rd ık­
la rı en b ü y ü k teh like, sırrın k a ş a rla n m ış b ir a lışk a n lığ ın o to r ite s i­
n e kö le g ib i b a ğ la n m ış zih in le re a kta rılm a sın d a n ka y n a kla n a n ıd ır,
çü n kü uzun sü reli b ir ta b iy etin so n u cu olarak, çoğu kim se
â d etlerin d en va zg eçm ekten se h a ya tın d a n va zg eçm eyi tercih etm e k ­
tedir; b u n u n d en e yin i Yahudilere, M ü slü n ıa n la ra ve ka n a a tlerin i
za m a n için d e d o ğ ru lu ğ u a n la şıla ca k d iğ e r b ir ya sa o la ra k ifade
ed en ve b u n u h a y a tla rın ın b ile ü stü n e k o y a n d iğ e r k a tıla şm ış s a p ­
kın la ra u yg u la n a n ta k ib a tla r vesilesiy le ya p ıyo ru z. O ysa bu g ü n
A risto te le sç i m ezh ep öne çıkm ış d u ru m d a ve m istik ilah iya ta d o ğ ru
yü k se lm e n in a n ca k ka tılm a d u ru m u n d a m ü m kü n old u ğ u zıtla rın
b irliğ in i sa p k ın lık saym a kta d ır. B u m ezh e b in içinden b eslen e n lere
göre, bu yo l tam am en ya v a n ve ken d i sö y lem le rin e ters g ö zü k m e k te ­
dir. İşte bu n ed e n le o nu uzağa a tm a k ta d ırla r ve A r is to te le s ’i b ir
ya n a bıra karak, g e rç e k b ir d in se l d ö n ü şü m d en g eç erek zirvelere
d o ğ ru ile rle m ele ri tam b ir m u cize o la c a k tır ....” V e E c k h a rt’ın sa­
v u n m a sın a giriştikten sonra, sözlerini şö yle bitirm ektedir: “Bu,
a çıkla m a la rı sa n a bun la rı o ku m a n ve e ğ e r g e re k li g ö rü rse n b a şk a ­
la rın a o ku tm a n için teslim ed iyo ru m ki, se n in iç sıc a klığ ın la bu h a ­
rika to h u m yeşersin ve ta n rısa l g erç e k le ri g ö rm ey e d o ğ ru y ü k s e le ­
lim. Ç ünkii d a h a ö n ce sö y le n d iğ in i işittiğ im üzere, se n in co şku lu
g a yretlerin in sa y esin d e bu tohum tüm İ ta ly a ’da g a yretli zih in lere
a k ta rılm ış tır ve ço k v e rim li o la c a ktır. A lışılm ış y ö n te m le rd e n v a z­
g e ç m e k zo r olsa da, bu sp e kü la sy o n u n tü m filo zo fla rın a kıl yü rü tm e
b iç im lerin e b a sk ın çıka c a ğ ın d a n hiç k u şku yoktu r. Ve g eliştiğ in ö l­
çüde, bu g e lişm elerd e n b en i d e y a ra rla n d ırm a y ı unutm a. Ç ünkü
ben g ü cü m ü y a ln ızc a bu b ir çe şit ila h ilik ta şıya n o tla k ta se vin ç le
yen iliyo ru m , bunu ce h a le t d o ktrin d e n y a r a rla n a ra k ve şu an için
ya ln ızc a u zak im g e le r a ra c ılığ ıy la a lg ıla d ığ ım , am a h e r g ü n b ira z
d a h a y a k la şm a k için ça b a la d ığ ım bu h a ya tta n ya ra rla n m a y ı a ra ­
lıksız d ü şü n erek, T a n r ı’nın izin ve rd iğ i ö lç ü d e ya p ıyo ru m ... T a n ıt
bizim , bu k a d a r arzu la n a n ve eb e d iy ete k a d a r ku tsanan bu h a ya ta
so n u n d a u la şm a m ıza izin versin. A inen.

1. M. de Gandillac çevirisi.

1: 1 2 / O r t a ç a ğ E n t e l e k t ü e l l e r i 177
D a h a X IV. yüzyılın ortasında, R ich ard Fitzralph, bizzat k e n d i­
nin felsefeden, İ s a 'y a yapılan bir duada ifade edilen im anlı bir ila­
h iyata geçişinin örneğini verm iştir. İ s a ’ya şöyle se slen m ek te d ir:
“Seni, b en i y ö n len d irece k h a k ik a t olan S en i g ö rü n c ey e k a d a r g e v e ­
ze lik le ri S a n a karşı olan filo zo fla rın , ku rn a z Y ahudilerin , k e n d in i
b e ğ e n m iş Y unanlıların, m a d d ec i M ü slü m a n la rın ve c a h il E rm en i-
lerin ka rm a k a rışık sö zle rin i d u y d u m ...” V e D erlem e ’sinde sk o la s­
tik kanıtları bilinçli bir şekilde terk ederek, y aln ızc a K itabı M u ­
kaddes metnini kullanm aktadır.
D a h a ön ce Kuesli N ik o la u s ’ta da g ö rd ü ğ ü m ü z üzere, artık en
bü y ü k d ü şm a n A risto te le s’tir. G e n e F itzralph, “E sk id e n d ü ş ü n c e ­
m i A r isto te le s'in ö ğ re tile rin e ve a n ca k g u ru rla rı d erin in sa n la ra
d e rin g ö zü k en ka n ıtla m a la ra b a ğ la m ış tım ...” Paris üniversitesi
rektörlüğü yapm ış olan Pierre d ’Ailly o n u n sözlerini te k ra rla m a k ­
tadır: “A r is to te le s 'in fe ls e fe veya d o ktrin in d e, a şik â r b ir şe kild e
k a n ıtla n m ış ned en ya hiç y o k tu r ya d a çok az vardır... A r isto te le s
fe ls e fe s i veya d o ktrin in in b ilim d e n çok k a n a a t ad ın ı h a k ettiğ i s o ­
n u cu n a varalım . B u n a bağlı olarak, A r is to te le s ’in o to ritesin e tabi
o lm a yı in a tla sü rd ü ren bu in sa n la rın ço k kın a n m a la rı gerekir. ”
Paris üniversitesinin X IV . ve X V . yüzyılın d ö n e m e c in d e k i şu
diğer ünlü rektörü Jean G e r s o n ’un d a düşüncesi böyleydi. I s a ’n ın
Ç a ğ rısı yazısını on a atfe tm e k m ü m k ü n d ü r . B u ra d a şöyle d e n il­
mektedir: “B irçok kim se bilim sa h ib i o lm a k için y o r u lu y o r ve s ı­
kın tıy a g ir iy o r ve B ilg e b ü tü n b u n la rın b o şu n a o ld u ğ u n u ve zih n e
acı ve rd iğ in i görd ü m d em e kte d ir. B u d ü n ya n ın ş e y le rin i b ilm ek,
bu d ü n ya n ın ke n d i de g eç tik te n so n ra n ey e y a ra y a c a k tır? S o n u n cu
g ü n d e sizd en b ild ikle rin iz değil, y a p tık la rın ız s o ru la c a k tır ve ona
d o ğ ru ko ştu ğ u n u z C e h en n e m d e bilim o lm a ya ca ktır. B o şu n a b ir
ç a b a d a n vazgeçiniz. ”
B öy lec e skolastik yerini kutsal b ir ce halete geri d ö n ü şe b ıra k ­
m akta, rasyonel bilim, G erso n ve d ’A illy ’nin sofuca vaaz ve y a z ı­
larının ifadesini olu ştu rd u k la rı d u y g u sa l b ir im an k a rşıs ın d a silin­
mektedir. Bu d u ru m d a üniversite m ensupları bir cins hüm a n ist
m aneviyatçılığa, bir E r a s m u s ’u ne kada r ce zbe d ec eğ ini bildiğim iz
d ev o tio m o derna h ü m a n iz m a s ın a y ak laşm ak ta d ırlar.

178
Ü N İV E R S İT E L E R İN MİLLİLEŞTİRİLMESİ: YENİ Ü N İV ERSİTE
COĞRAFYASI

Ü niv ersitele r bu iki yüzyıl iç erisinde uluslararası niteliklerini de


k a yb e tm işlerdir. B u n u n başlıca nedeni, p ersone l ve ö ğrencileri gi­
derek d a h a büyük ölçekte ulusal v eya hatta bölgesel tabandan dev-
şirilen, ço k say ıd a yeni ü n ive rsitenin kurulm asıd ır.
XIII. y üzyıldan itibaren İspanyol r e c o n q u ista 'sının ilerlem esi
ve İberyalı h ü k ü m d a rla rın otoritelerini sa ğlam laştırm ala rı y arım a­
dada, içlerinden bazıları eskiden beri v a r olan okulları geliştirseler
de artık B ologna, Paris ve O x f o r d ’dakilerin kend iliğ in d e n o lu şm a
n iteliğ in e sahip o lm a y a n k uru luşların d o ğ m a s ın a n ed e n o lm uştur.
B u n lar çoğu zam an, h ü k ü m d a rlar ve papaların k atkıda b u lu n d u k la­
rı g e rç e k yeni kuruluşlardır.
P a le n c ia ’da bir ün iv e rsite k u r m a girişim in in b aşarısız o lm a s ın ­
dan sonra, S a la m an c a üniversitesi IX. A lfon so ve L e o n ’un g ayre t­
leriyle 1220-1230 ara sında d oğ m uştur. K endi de ünlü bir bilgin
olan X. B ilge A lfo n so ’nun verdiği 1254 tarihli fe r m a n ve P apa IV.
A le x a n d r e ’ın 1255 tarihli teyit ferm anıyla, nihai olarak ve sağlam
bir şekilde yerleşik hale gelm iştir. D a h a so n ra birbiri ardına L iz ­
bon ve C o im b re (1290), L erida (1300), P erpign an (1352), H u esc a
(1354), B a rc elo n a (1450), Z arag o s sa (1470), P a lm a de M a jo rc a
(1483), S ig u en z a (1489), A lca la (1499), V ale n cia (1500) üniversi­
teleri ku ru lm u ştu r.
H a re k e t X IV . y üzyıldan itibaren A v r u p a ’nın m erkez, doğu ve
kuzey ü lke lerine ulaşm ıştır. P ra g üniversitesi 1 3 4 7 ’de, ö nce likle
kendi B o h e m y a krallığını k ayırm ayı a m a ç la y a n IV. K a r l’ın talebi
üzerine, P apa VI. C lem e n tiu s tarafından k u rulm uştur. B unu, IV.
R u d o lf ve V. U rbanu s ta rafından 13 65’te kurulan, 13 8 3 ’te III. Al-
bert tarafından y eniden kurulan V iyana; 1379 tarihli VII. C lem e n-
tiu s’un ve 1374 tarihli VI. U r b a n u s ’unki gibi iki papanın fe rm a n ı­
na sahip o lm a sın a rağm en, ancak 1392’de açılabilen Erfurt;
H eidelb erg (1385), K o lo n y a (1388); 1409’da P r a g ’daki b u nalım la r
sonucu d oğan Leipzig; R osto ck (1419); 1454’te kurulan, am a ger­
çekte ancak 1473’ten itibaren var olan T rier; Greifsvvald (1456),
Brisgau-iizeri-Friburg (145 5-1456), Bâle (1459); P a p a II. P iu s'tan

180
Salaınanca Ilahiya! Fakültesi. F ray Luis de Lean hu kürsüden ders vermiştir.

1459’da ferm an alm asına rağm en ancak 1473’tc örgütlenebilen In­


golstadt; M a in z (1476); T ü b in g e n (1476-147 7) üniversiteleri izle­
miştir. Bu arada 1425’te kurulan L o u v ain üniversitesi B u r g o n y a ’dan
öğrenci çekecektir. B ü y ü k K az im ir tarafından 1364’te kurulan K ra ­
kow üniversitesi, 1 3 9 7 -1 4 0 0 ’de L adislas Jagellon tarafından. Papa
IX. B o n ifa c iu s 'u n y a rd ım ıy la yen id en kurulm uştur. Peç üniversitesi
13 6 7 ’den itibaren dinsel h u k u k öğretm iştir. 13 8 9 ’da kurulan B u d a ­
peşte üniversitesi 1410’da kısa bir süre için parla m ış ve P re sb u rg
üniversitesi 1 4 6 5 - I 4 6 7 ’de kuru lm uştur. İsveç kendi üniversitesine
1477’de U p s a la ’da, D a n im a r k a 1478’de K o p e n h a g ’da kavuşmuştur.
O x fo rd ve C a m b r id g e İngiliz bilgin dünyasını kendi tekeline alırken,
İskoçya kralları S ain t-A n d re w s (1413), G lasg o w (1 4 5 0 -1 4 5 1 ) ve
A b e r d e e n ’de (1494) üç üniversite k u rm u ş la rd ır.
İtaly a’da ço ğ u n lu k la hoca ve öğrencilerin B o lo g n a veya başka
yerlerden göç etmeleri sonucu M oden a, Reggio d ’Emilia, V icenze,
A rezzo , Verceil, Siena, Trevise, N a p o li’de kısa öm ü rlü ü nive rsite­
ler o rta y a çıkm ıştır; II. F rie drich ta ra fınd an p ap a y a karşı bir

181
savaş m akinesi olarak kurulan bu sonuncusu, yalnızc a bu h ü k ü m ­
darın saltan at d ö n e m in d e bazı parlak anlar yaşam ıştır. D iğ e r ü n i­
versiteler ancak, bunları devletlerinin esas parçalarından biri y a p ­
mak isteyen İtalyan prenslerinin desteğiyle ön em kazanabil-
m işlerdir. B unların başlıcası, 1222’de kurulan, 1404’ten itibaren
V enedik cu m huriyetin in üniversitesi haline gelen P a d o v a ’dır. IV.
Inno cen tius 1244’te papalık sarayında bir üniversite ku rm uş, so n ­
raki p ap alar da kilise devletindeki otoritelerini sağlam laştırdıkları
ölçüde bu üniversiteyi X IV . ve XV. yü zyıllard a ca n la n d ırm a y a gi­
rişm işlerdir. 1246’da bir üniversiteye sahip olan Siena, bunu
13 5 7 ’de İm parator IV. K a r l’ın ferm anıyla yen id en k u rm uş, sonra
1408’de Papa XII. G r e g o riu s ’tan sağlanan yeni ayrıcalıklarla bir
kez dah a ku rm uştur. K âğıt ü zerinde 1248’de kurulan P iac en z a
üniversitesi, I 3 9 8 ’de G ian -G aleas Viscoııti tarafından ca n la n d ırıl­
mış, bunu n ardından M ilan o devletinin entelektüel m erkezi haline
g elm iş ve bu rolünü 1412 yılında, kuruluşu 1361 ’e geri giden
P avia üniversitesine bırakm ıştır. F loransa üniversitesi 1349-1472

C a m b rid g e ü n ive rsitesin in m iihrü.

182
ara sında ilk h ü m a n ist m e rk e z o la ra k ö nem li bir rol o ynam ış, am a
M u h te şe m L o re n zo bu d ö n e m d e , devletin üniversite m erkezi o la ­
rak 1343 ’ten beri var olan P iz a ’yı F lo r a n s a ’ya tercih etmiştir. Este
ailesi, 1391’de F e r r a r a ’da k u ru lm u ş olan üniversiteyi 14 30’da c a n ­
landırm ıştır. P ie m o n te dükalığı I 4 0 5 ’te T o r i n o ’da b ir ü n iv e rsite ­
ye sahip o lm u ş ve bu üniversitenin k a d e rin d e b ü y ü k d e ğ işm e le r
olm u ş, A ra g o n ve S icily a kralı M u h te ş e m A lfo n so , P a p a IV. Eu-
g e n i u s ’un y ard ım ıy la 1444’te C a ta n ia ’da bir üniversite k urm uştur.
S on o larak üniversitelerin b ö lg e selleşm ele rin e bir örnek de
F ra n s a ’dır. XII. yü zy ıld a bile çok önem li okul m erkezleri d u r u ­
m undak i Paris, M o n tp e llie r ve O rléans üniversitelerinin yanında,
tarihi karanlık olan A n g ers üniversitesinin yanında, T o u lo u se , bi­
lindiği üzere, 122 9’da Albili sa p k ın lığ ın a karşı m ü c a d e le etm ek
üzere kurulm u ştur. B ü y ü k çapta askeri olaylara bağlı o la ra k ortay a
çık an diğ e r kuruluşlar, a n c ak geçici ya da karanlık ü niversiteler
yaratm ışlard ır. 1303’de VIII. B o n ifa ciu s tarafın dan k u rulan A v ig ­
non anc ak p ap a la rın ikam eti sırasın da refah a k a v u ş m u ştu r.
133 2’de k u ru lan C a h o rs üniversitesi kısa ö m ü rlü o lm u ştu r, veliaht
II. H u m b e r t tarafından kurulan G re nob le üniversitesi 1339’dan
so n ra bitkisel h ay a ta girm iştir; im pa ratorluk üniversitesi olan
O range, yalnızca 1365-1375 arasında başarılı o la bilm iştir. P r o v e n ­
ce dükü II. L ouis 1409’dan itibaren A ix ’e, M o n tp e llie r ’deki millet
te rm in o lo jisin e göre, B u rg onyalıları, P rovencelıları, K atalanları
çekm iştir. B u rg o n y a dükü İyi Philip pe ta ra fın dan P a p a V. M ar-
tin ’in y a rd ım ıy la kurulan D o le üniversitesi, 1481 ’de sa h n ed e n si­
linmiştir. V alencia, g eleceğ in XI. L o u is ’si o la ca k olan veliahtın
sa y esin d e bir ü n ive rsitey e sahip olm uş, a m a bu k u ru m y alnızc a
huk u k alanında o lm a k üzere, ancak 1452’den itibaren faaliyete g e ­
çebilm iştir. Bu veliaht kral olunca, do ğ d u ğ u ken t olan B o u r g e s ’da
146 4’te bir üniversite k u rm uş, B röta nya dükü de 14 60’ta N an-
t e s ’ta b ir başkasını k u rm u ştu r, bu s o n u n c u su kral VIII. C h a rles ta­
rafın d an 1 4 9 8 ’de tan ın m ıştır.
F r a n s a ’nın İngilizlerle VII. C ha rles ara sınd a b ö lü n m e si, b a ş a rı­
lı o lacak üç ü n iversitenin d o ğ m a sın a neden olm u ştur: İngiliz ta ra ­
fında C a en (1432) ve B o rd ea u x (1441) ve F ra n sız ta ra fında P oiti­
ers (1431). M o n tp e llie r tıp a la n ın d a u z m a n la ş m ış o lm a s ın d a n

183
ötü rü bir k ena ra b ırak ılm ıştır. Paris F ra n sız to p rak ların ın veya
F ra n sa e k s en in d e y aşay a n bölgelerin büyük entelektüel m erkezi
ola ra k k a lm a y a d e v a m etmiştir.
F a k a t üniversite say ısınd aki bu artış, h o c a ve ö ğ renc ilerin
bü y ü k çaplı uluslararası k arakterini y ok e tm ed iy se bile, en azından
az a ltm a y a ve her halük ârda, bu o lu şu m a kada r ü nive rsitede çok
ö nem li olan -çün kü ü niversitelerin yapı taşlarından biridir- millet
sistem ini çö k e rtm e y e yetmiştir. Pearl K ibre üniversite m illetleri­
nin X IV . ve X V . y ü z y ılla rd a y ok o luşların ı a n la tm ış tır .1

Ü N İV E R S İT E M E N SU P LA R I V E SİY A SET

Bu süreç, büyük üniversitelerin ortaçağın so nund a siyasal güçler


o lm a la rın a , devletlerarası m ü c ad e lelerd e faal bir rol oy n am ala rın a,
bazen ön plana çık m aların a, içlerinde yer alan ve artık ulusal bir
d u y g u d a n ilham alan “ m illetler”i de k ısk a c ın a alan şiddetli b u n a ­
lım lara sahne o lm a la rın a ve son olarak da devletlerin yeni ulusal
y ap ılarıy la b ü tü n le şm e le rin e tan ıklık ed en b ütünsel bir ev rim in
içinde yer alm aktadır. Bu evrim i O c k h a m ve P adovalı M arsi-
lio ’nun siyasal İbn R üşd çü lü k le ri, P rag üniversitesi b u nalım ları ve
Paris üniversitesinin siyasal rolü çe rçev e sin d e hem en hatırlatalım.
G eorg es de Lagarde, “O rtaçağ sona ererken laik zihniyetin d o ­
ğ u ş u m a ilişkin ünlü bir in c e le m e dizisinde, O ck h a m lı W illia m ve
Padovalı M a rsilio ’nun siyasal tez ve faaliyetlerini, ola y a nüfuz
e d e rek incelem iştir. Bu iki insanı ayıran farklılıklara rağm e n, b u n ­
lar X IV . yüzyılın ilk yarısında, im p a rato r B a vyeralı L u d w i g ’in y a ­
n ında p ap a lığ a ve o n u n d ü n y e v i id d ia la rın a karşı o rta k la şa bir
m ü c a d e le y ü rütm üşle rdir.
B unların polem ikçi ve siyasal kuram cı olarak yürüttükleri ç a ­
lışm alard an , P adov alı M a r s i l i o ’nun başyapıtı ola n D e fe n so r P acis
çık m ıştır. İtalyan k o m ü n le r in in zihniyeti d ışında, kitabın ilh a m ı­
nı aldığı gelenekleri fark e tm e k kolayd ır. En başta, pap a lığ ın d ü n ­
yevi eg e m e n lik iştah ına karşı ruhani ve d ünyevi iktidarların a y r ı­
lığı ilkesini ve dünyevi iktidarın im p a rato ra ait old u ğ u n u sav u n an
1. The nations in the médiéval universities, 1940.

IX4
G ib elin ci gelenek. Felsefi olarak, A risto te le s’i T o m m a so c u lu k ta n
ta m a m e n farklı bir şek ilde y o r u m la y a n ve toplu m sal felsefe ala­
nında, siy a se ti a h lâ k ta n ö zg ü rle ştirm e y e yöneldiği, bireysel irade­
leri derin nesnel g erç ek le rle paralel kıldığı, to p lu m sa l d ü ze n i m e ­
k an ik bir d enge ye indirgediği, d o ğ a n ın yerin e a n la ş m a y ı ikâm e
ettiği ö lç ü d e d o ğ a lc ılık k a v ra m ıy la tam a ç ık la n a m a y a n bir a m p i­
r izm e ulaşan İbn R ü ş d ç ü bir gelenek. B u nlara, d a h a X III. yüzyıl
ile X IV . y ü zyılın d ö n e m e c in d e , Y akışıklı P h ilip p e ’in çev resin d e ,
d o ğ m a k ta olan m o n a rşin in sa v u n u lm a sı için p ap a lık la ac ım a sız
bir m ü c a d e le y e girişm iş olan D u b o is - N o g a r e t safındaki h u k u k ç u ­
ların etkilerini e k le m e k gerekm ektedir.
Sonu ç tam devlettir, h u k u k ile ahlâkın ayrılıkları üze rin e k u ru l­
m uş olan devletin ö ze rk liğ in in doğru lan m asıd ır. T o p lu m s a l h a y a ­
tın pozitiv ist kavranışı, k urulu düze n in tanrısal h u k u k u n a g ö tü r ­
m ektedir. “E ğ e r d ü n y e v i o to riteye diren irsen iz, bu o to riteyi
ellerin d e tu ta n la r ih a n e t için d e veya y o z la şm ış o ls a la r b ile eb ed i
lâ n e te u ğ r a r s ın ız ...” Kadir-i m utlak devlet, b ü tü n lü ğ ü n ü güçlü bir
şekilde ilân etm iş olan top lu m sal hayat üzerind eki b ütün hakları
talep etm ektedir, dev let yasam a , y ü rü tm e ve yargı güçlerine sa h ip ­
tir. D evle t evrenseldir: Belli bir toprak parçası üzerinde, hiçbir
uy ru k h ü k ü m d a rın oto rite sin in d ışında k alam az. S o nuçta, laik
devlet kiliseyi ruhani alana g ö n d erm e k le yetin m e m ek te, kendi için
bir ruhani görev, bu alan d a da e g e m e n lik istem ektedir. Ruhani ile
dünyevi ara sında g erç ek tüm ayrım ları kesin o larak g eç ersiz k ıl­
m aktadır: “R u h a n i h ü kü m leri, b u n la r b izza t T a n r ı’n m em irleri
veya izin leri olduğ u n d a n , y a r a tm a k veya du rd u rm a k... ku ş ku su z
in san k a n u n k o y u cu y a a it b ir iş değildir, fa k a t la ik veya ruhban,
k ilise g ö re v lisi veya d ü n y e v i bütün in sa n la r ta ra fın d a n ya p ıla n
m eşru veya g a y r im e şru ey le m le ri veya o n la rın y a p m a k ta n k a ç ın ­
d ık la rı işleri b ilm e k insan ka n ım k o y u cu y a ve y a rg ıc a aittir, a n c a k
b u n la rın k e sin lik le ru h a n i işle r o lm a m a la rı ko şu lu yla ... ” Sanki
L u th e r k o n u şu y o r: “ T a n rısa l in a yete ilişkin h a ya ta ait o lm a ya n
h e r şey, K ilise n in h a y a tın ı m a d d ile ştire n h e r şe y d ü n y a y a iliş k in ­
d ir ve d e v le te aittir. A h lâ k i ya sa n ın bu d ü n ya d a k i u yg u la m a sın a
ilişkin h e r ş e y k ilise d e n k a ç a r ve d e v le te düşer. ”
Bu patlayıcı doktrin yol almayı sürdürecek ve M achiavelli

185
Isa, p a p a r e i m p a r a t o r a r u h a n i o to riten in ir d ü n y e v i i k tid a rın a l a m e t l e r i n i
teslim e d e r k e n .

veya Luther, Hcıbbes veya R ousseau, Hegcl vcva A ug u ste C om te.


Lenin veya C ha rles M aurras gibi birbirlerinden çok farklı kişilerin
d ü şü n c ele rin d e görülecektir.
Fakat O c k h a m 'ı ve özellikle de Padovalı M a rs ilio 'y u G ibeliıt
g elene ğind en ayıran nokta, bunların artık tiim insanlığı değilse
bile, tüm Hıristiyan âlemini tek bir laik im p a rato rlu k ta birle ştirm e­
yi d ü ş ü n m ü y o r o lm a la rıd ır.
H er şey -özellikle bu nokta- Padovalı M a r s i lio ’yu D a n te ’nin
karşısına k oy m a k tad ır. D a n t e ’ye göre, im p a ra to r bu iddianın la-

186
m a m e n tersine tem el birliği yen id en kuran kişi olm alıdır. S k o la s ­
tik siyaset A risto te le s’in, bir H ıristiyan sitesi haline d ö n ü ş tü r ü l­
m ü ş o la n p o lis ’ini tüm insa nla ra y a y g ın la ş tırm a k istiyordu. M arsi-
liocu siyaset ise ulusların ve devletlerin çeşitliliğini kabul
etm ektedir. D e fe n so r P a c is 'de, “İnsa n k e n d i kendine, d ü n ya n ın
tü m y ü z e y in e y a y ılm ış b ir siv il d e v le tte y a ş a y a n b ü tü n in sa n la rın
k e n d ile rin e tek b ir yü c e b a şka n m ı verm eleri; y o k sa bu n u n tersine,
co ğ ra fi, d ils e l veya m a n e v i sın ırla rla b irb irle rin d e n a y rılm ış ç e ­
şitli ü lkelerin h erb irin in özg ü n c e m a a tle r o la ra k ke n d ile rin e u ygun
d ü şen h ü k ü m e tle ri k u rm a la rı m ı d a h a iyidir, d iy e so rm a k ta d ır. Bu
ikin ci çö zü m ke n d in i d a y a tıy o r g ib id ir ve b u ra d a insan cin sin in b e ­
lirsiz b ir şe kild e ço ğ a lm a sın ı e n g e lle m e k istey en g ö k s e l b ir n e d e ­
n in etkisin i g ö rm ek g erekm ekted ir. N itekim , d o ğ a n ın bu ç o ğ a lm a ­
yı, sa v a şla ra veya sa lg ın la ra y o l a ç a ra k ve in sa n la rın ö n ü n e
g ü ç lü k le r ç ık a rta ra k sın ırla n d ırm a k iste d iğ i d ü şü n ü le b ilir. ”
S iyasal O c k h a m c ılık ve İbn R ü ş d ç ü lü k -b u n ların sa v unduk ları
tez ço k aşırı ve X IV . y üzyıl k o şu lların ın ç o k ö te sin d e o lm a k la
birlikte, büy ü k bir yankı y aratm ıştır- siyasal ev rim in in c e le n m e s i­
ne uy g u la n an en telektü el d ü şü n c en in genel bir eğilim in e uyum
sağlam aktadır. Bu eğilim birliğin sona erdiğini kabul etm ekte, bu
k o n u d a da b ö lü n m e y e boyun e ğ m ekte d ir; H ıristiyan âlem inin p a r ­
çalanm ası y a n ın d a yer alm aktadır. Y erel ya d a bölgesel özerkliği
b enim se m ekte dir.

İLK U LU S A L ÜNİVERSİTE: P RA G

Bu eğ ilim ulusal du y g u y u bile kabul etm ektedir. Ö rneğ in P r a g ’da


üniv ersite karışık b ir o r ta m d a k u rulm uştur. T ü m ü n iv e rsiteler gibi
uluslararası olan bu üniversite, kısa bir süre sonra A lm a n ho ca ve
ö ğ re n c ile rin eline geç m iştir. B u n la r o k a d a r k a l a b a l ı k l a ş m a l a r d ı r
ki B ü y ü k K op u ş e s n a s ın d a P a r is ’e h ü cu m etm işlerdir. B u n la r
kendi ö z g ü n lü ğ ü n ü n ve beklentilerinin fark ına giderek dah a fazla
varan Ç e k u n su rla çatışm ak ta d ırlar. Bu etn ik zıtla şm a, bir de
lonca d ü z e y in d e k i b ir b aş k a zıtla şm ay la k a tla n m a k ta d ır: S ö z k o ­
nusu olan A lm a n ların e g e m e n oldukları m ille tle rin Ç e k m illetin e
üstün gelip g elem eyeceğini ve üniversite kürsüleri ile görevlerinin

187
D ante (Y apan b ilin m iy o r).

bunların ara sınd a nasıl dağılacağını bilm ektir. B ü tü n b u n la r t o p ­


lum sal bir zıtlaşm an ın ü ze rin d e y e r alm aktadır: Ç e k u n su r halk sı­
nıflarını -yerli k öy lü ve z a n aa tk â rla rı-, ü lke ye y erle şm iş olan A l­
m a n lar ise esas olarak kentlerin b u rju v a zenginliğini, soy luluk ve
ruhbanın ç o ğ u n lu ğ u n u temsil etm ektedirler.
Jan H us gibi nitelikli birinin, dostlarının y a rd ım ıy la felsefi bir
doktrin ve O x fo rd ile W y c l i f ’e çok şey borçlu olan b ir ilahiyat g e ­
tirmesi, üniversite çevreleriyle P ra g ve B o h e m y a ’nın halk ortam ı
a ra sında bağlantı kurm ayı bilm esi, k o n u ş m a y etene ği ve tu tk u s u y ­
la dinleyicilerini h ey e ca n la n d ırıp , B o h e m y a ’nın aklı kıt kralı IV.

188
V e n c e sla s ü ze rin d e etk in bir baskı k u rm ası, ça tış m a n ın patlam ası
ve 1409 tarihli K u tn à H o râ krallık k a ra rn a m e siy le Ç eklerin yara rı­
na ç ö z ü lm e si için yeterli olm uştur. M ille t\e n n çoğu Ç eklerin e g e ­
m e n liğ in e g eçerk en, üniversite m e n su p la rın ın hepsi artık B o h e m ­
y a ta c ın a sa d ak a t yem in i e tm e k z o r u n lu lu ğ u n a bağlanm ışlard ır.
A lm a n la r bu d u r u m d a Prag üniversitesini terk ede rek L eip zig üni­
versitesini kurm uşlardır. Bu o rtaç ağ tarihinde ö nem li bir gündür;
ulusal bir ü nive rsite d o ğ m u ştu r; en tele k tüe l d ü n y a siyasal dişlile­
rin a r a sın a girm iştir.
Paris ün iversitesini ulusal m o n a rşiy le b ü tü n le ş m e y e g ö türen
yol eng ellerle doludur.

PARİS: Ü N İV E R S İT E SİY A SE T İN İN B A Ş A R IL A R I VE
ZA Y IFLIK L A R I

Y ü z Yıl S av aşları b o y u n c a ç o k sa y ıd a İngilizin ve B ü y ü k K o p u ş


sırasın d a d a çok say ıd a A lm a n ın ülkelerine dön m e leriy le , Paris
üniversitesi zaten h o c a ve öğrenci k ay na kla rı aç ısınd an F ra n sız
o lm a e ğ ilim in e girm iş d u r u m d a y d ı. E n a z ın d a n Y a kışıklı P h ilip ­
p e ’in saltanat d ö n e m in d e n beri ön p la n d a bir siyasal rol o y n a m a k ­
taydı. V. C ha rles o n a K ra lın B ü y ü k K ızı adını takac ak tır. F ra n sız
kilisesinin ulusal düzlem deki ruhani m eclislerinde ve Etats
G é n é ra u x toplan tılarında resm e n tem sil edilecektir. E tie n ne M a r ­
cel ve Parisliler ile saray arasındaki m ü c a d e le sırasında; M aillotin-
lerin isyanı sırasın d a ara b u lu c u lu k y ap m ası istenm iştir; T ro y e s
a n tla ş m a s ın a im z a k o y a n la r a ra sın d a y e r alacaktır.
Prestiji m u a zz am d ır. Bunu y aln ızc a o sırada fiilen ho ca ve ö ğ ­
renci olan üyelerinin sa yesinde değil, aynı z a m a n d a F ra n s a ’nın tü­
m ü n d e ve yaban cı ülkelerde öncelikli g ö rev lerde b u lu n a n ve o nu nla
sıkı ilişkilerini sü rd ü re n eski h oca la rın ın s a y esin d e sağ lam ak ta d ır.
F a k a t p a p a lığ a bağlı kalm ayı d e v a m ettirm ektedir, üstelik hepsi
de F ra n sız olan A v ig n o n papaları onu önem li ö lç ü de d este k le d ik le ­
rinden, bu bağlılık d a h a da artm aktadır. Bu p a p a la r üniversiteyi
k end ilerine gide re k artan cö m ertlik b ağlarıyla bağlam aktadırlar.
A rtık h e r yıl A v ig n o n sa ra y ın a bir ro tu les n o m in a n d o ru m g ö n d e ­

189
rilm ektedir; bu görev, üniversitenin papalardan geçim lik ve kilise
m aaşları v erm esin i istediği hocaların adlarını içerm ektedir. E ğer
F ra n sa k r a lın ın büyiik k ı z ı ’ysa, aynı za m a n d a kilisen in b irin ci
o k u lu 'd u r ve ilahiyat alanında uluslararası h ake m rolü o y n a m a k ta ­
dır.
K o p u ş (Schisına) bu d en geyi bozm u ştur. Ü n iv ersite önce
A v i g n o n ’daki papayı tercih etm iş, d a h a sonra papalığın artan z u l­
m ü n d e n sıtkı sıyrılıp, kilisenin birliğini y en id en k u r m a kay g ısın a
d üşerek, F ra n sız kralının -geçici olarak- o n u terk e tm e y e karar
v erm e sin e etki etm iş ve rakip papaların tahtlarından ç e k ilm e le ri­
nin sa ğlanm asıy la, k o p u ş a son v ere cek bir ruhani meclis to p la n­
m asını bıkıp u sa n m a d a n talep etm iştir. A ynı sırada ruhani m e c li­
sin p a p a y a üstün o ld uğun u ve Ulusal K ilise’nin papalık
m a k a m ın ın karşısındaki özerk liğini, yani G allica niz m i sa v u n m a k ­
taydı. F akat birinci tu tu m u n u n o n a H ıristiyan âlem in de büy ü k bir
prestij s a ğ la m a sın a karşılık, İkincisi o nu p ap alıktan kopartarak,
krallığın artan etkisi altına sokm a k ta y d ı.

I MO
B aşarısı so n u n d a k a n ıtla n m ıştır. L id e r rolü oyn ad ığ ı C o n s ta n -
ce ruhani m eclisi, o n u n zaferini k u ts a m ış a ben z em ek te d ir. F ak at
bu to p la ntıda bazı üniversite hoca la rın ın ilginç tavırlar içinde o l ­
dukları g ö rü lm ü ştü r. E. F. J a c o b ’u n 1 ço k güzel gösterdiği üzere,
İngiliz üniversite hocaları tüm b eklentilerin aksine, bu toplan tıda
m a a ş d a ğ ıtım ı k o n u s u n d a p a p a lığ ın tarafını tu tm u şla rd ır. S o n u ç
ola ra k kendi çık arlarını d ü şü n ü y o rla rd ı.
Fakat, zaten k üçü k bir rol o y n adıkları B â le ruhani meclisi b a ­
ş a rıs ız lık la ve p ap a lığ ın z a fe riy le s o n u ç la n m ıştır. Bu arada, bu
kez F ra n sızlara ait o la n bir b un alım , Paris üniversitesinin k o n u m u ­
nu ç o k sa rsm ıştır.
P a ris’teki C a b o c h e devrim i ve sonra d a ülkenin İngilizler ve
F ra n sız la r a ra sın d a p a y la şılm a s ıy la VI. C h a r l e s ’ın saltanat d ö n e ­
m in d e k i k a rışık lık la r z irv e y e çık m ıştır. Paris, İn g ilte re k ralının
b aşken ti o lm u ş tu r; ü n iv e rsite k u ş k u s u z B u r g o n y a tarafını ne
hem en ne de ta m a m e n tutm uştur. D ük, D ilenci tarikatlara yaslan-

1. Bulletin of the John Ryland's Library (1946)


Jan Hus.

m a ktadır ki, üniversite b u n la ra geleneksel o la ra k karşıdır. Ü n iv e r ­


site O rléans d ü k ü n ü n katled ilm e sin e alkış tutan Jean P e tit’yi
m a h k û m etm iştir ve tak ibata tabi tutm uştur. İngiliz fethi sırasında
ço k sayıda hoca P a r is ’i terk ede rek veliahtın çe vresine dolm uş,
B ourges krallığının iskeletini o luşturm uş, yeni Poiters ü n iv e rs ite ­
sini do ld u rm u ştu r.
Fakat P a r is’te kalan lar B u rg o n y a lıla ştık ta n sonra, İngiliz irad e­
sine boyun eğm işlerdir. Paris ün iversitesinin bu In g iliz d ön em inin
én ünlü olayı, Je an n e d ’A r c ’a karşı olan ey lem idir. Z aten o n a
karşı olan husum etini belirtirken - G e r s o n ’a rağ m e n - yabancı efen-

192
dişinin h o ş u n a g itm e k te n b a ş k a b ir am acı o lm a m ış tır . A ynı z a ­
m a n d a Je a n n e d ’A r c ’a karşı olan halkın kan aatin i de izlem ektedir.
D iğerleri gibi B o u rg eo is de P a ris (Paris B u rju v a sı) de bunun tanı­
ğ ıdır.” Bu olay aynı z a m a n d a bu k end in i b e ğ e n m iş en te le k tü e lle ­
rin, J e a n n e ’ın şanlı saflığı k a rş ıs ın d a kendi b ilg in c e k u r u lu la rın ­
dan ç ık m a k o n u su nda ki yeteneksizliklerini de gösterm ektedir.
Je a n n e d ’A r c ’a karşı açılan d ava y ı ü nive rsiten in y ürü ttü ğ ü ve
m a h k û m iy e t kararım İngiltere kralına, sa klam adığı bir m e m n u n i­
yetle bildirdiği bilinm ektedir.
R o u e n ’daki o d u n yığınının ü ze rin d e yakılan J e a n n e ’ın külleri
üniversitenin prestijini de kül etm iştir. B unu n üzerin e Paris y e n i­
den fethedildikten sonra, VII. C harles, sonra da XI. Louis, aslında
onların G allicane siyasetlerini d estekleyen ve P ra g m a tiq u e Sa n cti-
o n ’ts b ütün g ü c ü y le o m u z v erm e k te olan “ işb irlikçi” ye karşı g ü ­
vensizliklerini belli etm işlerdir.
Kral 1 4 3 7 'd e üniversiten in mali özerkliğini k aldırm ış ve onu,
M o n te r e a u ’nun y enid en fethi için toplanan y a r d ım la r ’a katkıda
b u lu n m a y a zorla m ıştır. 1 4 4 5 ’te yarg ısa l ay rıcalığı d a k ald ırılm ış
ve p a rla m e n to y a tabi kılınm ıştır. Kral, papalık tem silcisi K ardinal
d ’E sto ute ville ta ra fından 145 2’de girişilen y eniden örg ü tle n m e
çabasını d es teklem e kted ir. XI. L ouis 1470’te, B urgonyalı hoca ve
öğrencilerin k e n d in e itaat yem ini etm elerini istemiştir. N ihay et
ü nive rsite 1 4 9 9 ’da grev hakkını kaybetm iştir. A rtık kralın e lin d e ­
dir.
Bütün bu m ü c ad e leler esn asın d a ö ğretim zihniyeti ne hale gel­
m e k tey d i? S kolastik ile h ü m a n iz m a arasındaki ilişkileri dah a iyi
k av ra m ay a , bu n la rın zıtlığını d aha iyi b elirlem e y e ve bu en te le k tü ­
ellik b ay ra ğ ın ın el d eğiştirm esi sırasında, b irind e n d iğe rine geçişi
k a v r a m a y a o la n ak veren çifte bir ev rim d en geçmiştir.

SKO L A ST İĞ İN K Ö H N EL E ŞM E Sİ

Skolastik, ilginç y en ilem e gayretlerine ve geleneği yeni ihtiyaçlar­


la u z la ş tırm a y a çalışan K uesli N ik o la u s ’un inşaların a r ağ m e n , bir
yanı itibarıyla k u rum aktadır. Z aten kendi kendini parç ala m ay ı da
sürdürm ek tedir. Bir y an d a şimdi A ristotelesçiler ve T o m m a so c u -

F 13/ O ıta ç a ğ lin ıe lc k ıiic lle ı i 193


lardan m e y d a n a gelen, tıknefes ve ince işlerle u ğraşan E skiler;
d iğ e r y a n d a da O c k h a m c ılık la n k a y n a k la n m ış olan adcılık b a y r a ­
ğı altında toplanan M o dernler. F akat bunlar kendilerini biçim sel
m antık incelem elerinin içine, kelim elerin ta nım lanm ası k o n u s u n ­
daki bitm ez tü k e n m e z ince tartışm alara, u y d uru k bilim lerin ve alt
bilim lerin içine, k a v ra m a d ığ ın içine h a p setm işle rdir. E sk ile r
I 4 7 4 ’te XI. L o u i s ’den m odernlerin öğretim lerinin ve kitaplarının
y a s ak la n m as ın ı sağlam ışlardır. Bu kral e m ir n â m e s in e 14 81’den
itibaren e k le m e le r yapılm ıştır. B unların en faal olanları herhalde,
gide re k daha sözel hale gelen bir eleştirm ecilik ile, giderek daha
bu la n ık hale gelen im ancı bir volontarizm i u zla ştırm a k için b o ş u ­
na u ğraşan Scotçulardır. B u n lar E ra sm u s ve R a b e la is ’nin en zevk
aldıkları saldırılarının kurbanları olacaklardır; bu iki y az ar alayları
veya k ü çü m sem eleriyle, skolastiklerin prototip sa la k lık la r ın ı yere
çalacaklardır. Z aten Rabelais onların hepsini, genç P a n ta g ru e l’in
S a in t-V ic to r k ü tü p h a n e sin d e karıştırdığı m a sk a ra lık k ata lo g u n u n
içindekilerle aynı kefeye koyacaktır. İnsanların alay konusu haline
getirilen, a d c ıla rın çok da h i sö zc ü sü T h o m a s Briscon, 1490’dan
sonra P aris'tek i S cotçuların önderi olan Pierre Tatoret, T o m ın a so -
euluğun öğretilm e biçim ini y en ileyen Pierre C rochart, ö n d e gelen
O c k h a m c ıla r olan Noël Bedier, Jean M a ir (M ajor), Ja cq u e s A lm a-
in bu k a ta lo g d a k arm a k arışık bir şek ilde v erilm ek tedirler.
Sorbonne'daki dersler esnasında, dikkatsiz kulağı kelimelerin boş
sesini daha iyi duyan Villon da bu söz kalabalığı ile alay etmektedir.

Sonunda, yazarken
B u akşam, yaln ız, iyi,
B u ş iir le r i y a z d ır ır ve ta sv ir ederken,
S o rb o n n e 'ıu ı ç a n la rın ı duydum
H ep saat dokuzda vuran
M eleğ in önceden s ö y led iğ i selâmet,
B u ra ya a s ılı k a ld ı ve o ra y a kondu
K a lb ın ç a ğ rıs ı u y a rın ca dua etmek için .

B unu yaparken ken dim i unutuverdim


Şarap içm ekten d e ğ il de,
Z ih n im in ba ğ la n m ış g ib i o lm a sın d a n :
B undan so n ra H a fıza h a n ım ı hissettim
K e n d in i to p la d ığ ın ı ve koyduğunu
B itiş ik p a r ç a la rın ı

194
J e a n n e d ' A r c y a r g ı ç l a r ı n ka r ş ı s ı n d a .
195
İs r a r lı, h a in li ve
T ıp k ı d iğ e r en telektü eller gibi.

Ve a y ııı şe k ild e tahmin,


Sayesinde p ersp ektifin bize geldiği,
B en zeştirici, b iç im le n d iric i,
Ç o ğ u zaman bu n la rd a n ortaya ç ık a r
K i in san b u n la rın k a rış ık lığ ıy la o lıır
A y la r boyunca d e li ve avare;
B un u okudum ve iy i h a tırlıyoru m ,
A risto teles 'te h iç im an yok.*

H ü m an istle rin bir y a n a attıkları skolastik, esas olarak b o z u l­


m uş, k arik a tü rle şm iş, ö lm e k te ola n skolastiktir.

Ü N İV E RSİT E L İL ER H Ü M A N İZ M A Y A A Ç IL IY O R L A R

A n cak , üniversite eğitim i, bu yeni zevklere b a ş k a bir yan d a n a ç ıl­


m aktaydı. Ö n ce İtalyan üniversitelerinde; skolastiğin Paris veya
O x f o r d ’dakilerle aynı g elenek lere sahip olm a d ığ ı, antik ed e b iy a t
g eleneğin in d a h a iyi k o ru n d u ğ u ve R o m a ıslahatıy la sırlarını dah a
e rk e n d e n ifşa ettiği, T ü rk tehlikesi karşısın da kalan B iza n s b ilim i­
nin H e le n iz m in y en id en o rta y a çıkışını destek led iğ i bu yerlerde.
B o l o g n a ’da Pietro de M u g lio 1371-1382 arasınd a hitabet dersi v e r­
miş, C o lu cc io B alutati o ra d a n geçm iştir. Y u n a n c a b u rad a
1424’ten beri ö ğ re tilm e k te d ir ve Filelfe, b aşta kayıtsız kalan ö ğ ­
r e n c ile r in bin-kısm ını k a z a n m a y ı b a ş a r m ış t ır . Ö z e llik l e de 1450
-1455 arasında ünlü kardinal Bessarion, kentin p ap a adına valisi ve
rektö r ola ra k üniversiteyi y eniden örgütlem iştir. H u m a n ité eğitimi
(Stııdia h u m a n ita tis) artık B o l o g n a ’da kesin tiye u ğram a yac aktır.

* F in a le m e n t, en e scrivia nt/ Ce soir, seullest, estant en b o n ne ,/ D ictant ces


lays et descrivant,/ J ’oys la cloche de S orbonne/ Qui tousiiours a n e u f heures
so n n e/ Le salut que l'ange prédit; / S i suspendy et y m is b o n n e / P o u r p rye r
com m e le coeur dit.
Ce faisant, je m ’e ntr'oublié/ Non pas p a r force de vin b o ire ,/M o n esperit com m e
lié ;/ Lors je sentis dam e M ém o ire / Reprendre e t mettre en son a u lm o ire / Ses
especes colateralles,/ O ppiniative faulse e t v o ire ,/E t autres intellectualles.
Et mesmement l'estimative,/ Par quoy prospective nous vient,/ Simulative, formati-
ve,/ Desquels bien souvent il advient/ Que, p a r leur trouble, homme devient/ Fol et
lunatique pa r m oys;/Je l ’a i leu, se bien m 'en souvient,/ En Aristote aucunes foiz.

196
l la h İ Y iılç ı. (D e liliğ e M eth iye i^ iıı l l a i h c i n l ıı r a f ı n ı i a n Y a p ılım resim . )

P a d o v a belki de d a h a erke n ortay a çık m ıştır ve X V . y ü z y ıld a


V en e d ik ta rafından ilhak edilmesi, A ldo M a n u c e ’yi büy üleyen Y u ­
n an c a e ğ itim in in parlak g elişm e g ö ste rm esin e n eden olm uştur.

197
ö ııa rin o , Filelfe ve V ictorino de F e ltr e ’deıı sonra; kente sığınan
Bizanslılar, geleneği D em etrios K alkondilas ve M a rc o M ou su-
rııs'la dev a m ettirmişlerdir. B e ss a rio n ’un etkisi b urada, Bolog-
n a ’d ak in d en de derin olm uştur.
D o ğ m a k ta olan S ig n o ria '\a r bu akım ları teşvik etm ek ted ir. F lo ­
r a n s a ’da ünlü Platoncu A kadem i"nin y anında, Ü niv ersite Canıal-
dolili A m brosius, A urispa, G uarino, Filelfe ile C iceron, Teerenti-
us, Lucianus, Pindarus, D em o sth en o s, Plotinus, P rocus, P hilon ve
S tra b o n ’u açıklam aktad ır. M u h te şe m L o re n z o F lo ra n sa Ü n iv ersi-
te s i’ni 1472’de P is a ’ya taşıdığında, o ra d a h e m e n şiir, hitabet, m a ­
tem atik ve astronom i kürsüleri kurulm uştur. V iscontiler, so nra da
Sforzalar. F ra n s a ’yla olan ilişkileri X V . y ü zy ıld a ve İtalya
S a v a ş la rı d ö n e m in d e çok sıkı olan P a v ia ’da bu n u n aynını y a p ­
mışlardır. E sleler F e r r a ı a ’da bu siyasetin aynını g ü tm ü ş le r ve o
dö n e m in en başta gelen hü m a n istlerin d en T h e o d o r e G a z a ’yı hoca
ve rektör olarak ça ğırm ışlardır. R o m a S a p ie n z a ’sında d a Filelfe,
E noc d ’A scoli, A rgyropulos, T h e o d o re G a z a tarafından öğretilen
klasik ede biya t derslerine aynı ateşli ilgi söz k on usud ur.
Fakat ne O xford Paris ne de -P e tra rc a ’dan C ola di R ie n z a ’ya

* XI. yüzyılın başında Floransa yakınlarındaki Camaldoli’de aziz Romuald tara­


fından kurulan tarikata mensup din adamlarına Camaldolili denilmektedir, (ç.n.)

lük
kadar- İtalya etkilerine açık bir h ü m a n ist çe v renin IV. Kari ve yeni
üniv ersite etra fın d a X IV . yüzyılın o rta la rın d a olu ştu ğ u Prag, h ü ­
m a n izm in e tk ile rin e karşı kapalı kalm ışlard ır. O x fo rd . L o n d ra ve
P a r is ’te ders verm iş olan N ich olas T rivery d a h a X IV . yüzyılın b a ­
şın d a Y aşlı S e n e c a ’m n O k u m a ’larını, G en ç S e n e c a ’nın trajedile­
rini, T itu s - L iv u s 'u n eserlerini y o ru m la m a k ta y d ı. G lo u ce ste r dükü
H u m p h r e y ’nin Y unan ve Latin klasikleriyle, İtalyanca eserlerden
y an a zengin kütüphanesini 1439 ve 14 4 3 ’te O x fo rd üniversitesine
b ağ ışla m asıy la, b uradak i h ü m a n is t z ih n iy et ö ze llik le y a y g ın la ş ­
mıştır. O xford, Lin acre, G rocyıı, C elet, T h o m a s M o r e ’un dersle ri­
ne hazırlanıyor, E r a s m u s ’u bekliyordu.
İçlerinde Jean de M ontreuil, N icolas da C lam a n g es, G ontier
Col, G u illa u m e F illa stre ’in yer aldığı birinci F ra nsız hüm anistleri
k uşağının P aris ü niversitesiy le bağları vardır. G u illa u m e Fillast-
r e ’a yazdığı bir m ek tupta, Jean de M o ntreuil şa n sö ly e G e r s o n 'u

l'lıom a s M o re a ile s iy le (H o lb e in 'm çizim i).

199
h ü m a n is t o lm a sın d a n ötürü alk ışlam aktadır: “...sa h ip o ld u ğ u n üne
göre, b ilin ec ek h iç b ir şe y se n in m eç h u lü n d e ğ ilk e n ve b en b u n u n
b irç o k işa retin e ta n ık o lm uşken, istisn a i b ir k ü ltü re sa h ip o lan
ü n lü P a ris şa n sö ly e sin in izin i ta kip etm e m en e şa şırm a k ta n k e n d i­
m i a la k o ya m ıy o ru m . S a n a onun ne h a yatından, ne eserlerin d en ,
h a tta ne d e h e r ik in izin de ço k y ü k se k le re çıkm ış o ld u ğ u n u z H ır is ­
tiyan d in i ve k u ra m sa l ila h iya t k o n u su n d a ki b ilg isin d e n sö z ed ecek
d eğ ilim . Ö zellikle h ita b e t ve g iizel k o n u şm a k u ra lla rın a d a ya n a n
a n la tm a ve ikna etm e sa n a tın d a n sö z etm ek istiyo ru m ; b u n la r s a ­
y e sin d e a m a ca u la şılır ve yo k lu k la rın d a , kü ltü rü n aınacı o ld u ğ u n u
d ü şü n d ü ğ ü m ifa d e etkisiz, b o ş ve a n la m sız o lm a ya m a h kû m d u r... ”
I 4 7 0 ’te matbaayı S o rb o n n e kolejine getiren ilahiyatçı G u illa u m e
Fichet, B e s s a rio n ’un d o stlarındandır ve P e tra rc a ’ya d u y d u ğ u h a y ­
ranlıkla, T o m m a s o c u g e le n e ğ e du y d u ğ u saygıyı u zlaştırm ak iste­
mekte, P laton c u lu ğ u n y enid en canlanm asını tem enni etm ekted ir.
P etrarca’y a hayran hüm anistleri etrafında toplayan D insel H u k u k
F akültesi D ekanı R o b e rt G ag u in , F lo ra nsalıla rla yakın ilişkidedir.
E rasm us, Jean S ta n d o n c k ’un M o ntaig u kolejinde sü rd ürdüğü b a r ­
b a r disiplinden midesi k a lk m ış ve ü nive rsiteye uğradığı z a m a n b u ­
rada yalnızca çö k m e k te olan skolastiğin öğretiliyor o lm a sını kü-
ç ü m se m işse de C ardinal L e m o in e K o le ji’nde ho ca olan sanat
ustası Jacq ues Lefèvre d ’E taples, P a r is’te h ü m a n izm an ın en saf bi­
ç im lerinden birini y aym akta d ır; bu h ü m a n iz m a k o n u su n d a A u g u s ­
tin R e n a u d e t’nin çok güzel sayfalarını y eniden o k u m a k gerekir.
H ü m a n iz m a n ın , özellik le k ö h n e le şm iş bir sk ola stiğe s a ld ır m a ­
sına ve üniversite hocalarının kendilerini bazen h ü m a n iz m a y a
doğ ru g ötüren akıntıy a k a p tırm a la rın a karşılık, o rtaç ağ e n t e le k tü ­
eliyle R ö n e san s hüm anisti ara sında derin bir zıtlık vardır.

ŞİİRE VE SOFULUĞA GERİ DÖNÜŞ

H ü m an ist, d erin le m e sin e bir şekild e entelektü e llik -k arşıtıd ır. B i­


limsel o lm a k ta n çok edebi, akılcı o lm a k ta n ç o k im ancıdır. D iya-
lektik-skolastik çiftinin karşısına, o n u n yerine g e ç m e k üzere dilbi-
lim -hitabet çiftini çıkarm aktadır. Dili ve üslubu y ü z ü n d e n filo z o f

200
4 *
/
'■'V
y s K y k i ı w i * > i 9 ■.
Hd !oT ^kft Vrf) l*
;;:‘ C C V lL L rB N ÎI F.cheti Alnr ranijjtti
7 *2 & chçolngıae paıifıenfıs doffcüiıSjihecu
corum lıbıo^t praf.itio «

uîcJ e ı i t i c ft d ıe e n d i p jç r e p 'i
longfj cl u u f c n p t o t ı pzocog
ruum-' İ u i k t a m r no a ud eıctn m
J u cıı mea fcıiptıöe conJmAnfı f
* ^ ^ r ju c n s o l ¿ ( u d ı u paufıuıy fcholafhcoı^ cftU.
t a t ı o (mc4 conlılıa n p u g n ä t u m q j uiciKüCmN
o ^ e m ampîı(Tifn.q qua"maximc d o e r rruted.ır
j j ^ r . u ı r a q f p t a m o b i b ı t pt o m n t û - ' ı u f ı p v a T i i i
( ! ^ u u i ' (iin7uİ4iı f.tamdt a ¡ d ı u i n.ı lane if
j ^ - o n ı m û c n g n t u o n c pı<rcelUt* N e q - feie qui«
/ / Y V o t a t o r i f ı i u u r m . i s ' q u o d in i l l ı s q d r m
^ V C l a r l.ıtinıs f cııpro ıiU ıs dcfuqaur rcdıuı.itt»
x®rjContiACp n i tu n £ (q nus ad i'aıbcndı p u u e s i
. p u l c t u n t * A « f i ores fiqdem i l l q q u o s pmoı
I •►dueefc|i f e q i u u s ' p a r t i m tam t l im no m a n
V * p a r t i m dinci fıs diueıfı repugnant « C J p f e q>
/ * *cp M a r c u s T u l l i u s ^ U t i m p a t e r t l o q u i i / n ı
^ ^ p f q t i e a d e o fonte fuo manat^cum a ı t t m fctıbı
1 1 - i .. . 1 İ İ M , ,l-> r n P ı l i r
S o rbon n e ’da b a sıla n ilk kita p .
201
olarak B üy ü k A lb e r t’in gözü n d e n d ü şm ü ş olan Platon, bu ikiliyle
birlikte ve şair olduğu için en yiice fi l o z o f olarak kabul edilm iştir.
L efèvre d ’Etaples A risto te les’in N ik o m a k h o s ’a E lik ’inin h a y ­
ranlık verici bir e d isy o n u n u y aptıysa da, şairlere ve sofulara e ğili­
mi daha büyüktür. Ü lküsü iç d ü n y a y a dalışın bilgisidir. M arsilio
F ic in o 'n u n çevirisiyle G izil K ita p la r'ı, D ü zm e ce D eny s'iıı es erle­
rini, Fransisken R a y m o n d L u ll’ün eserlerini, Richard de Saint-
Victor, A zize Bingenli H ildegarde, R uysb ro eck ve son olarak da
kendini B ilgin C eh a let havarisi haline getirm iş olan şu Kuesli Ni-
kolaus gibi m istiklerin derin d ü şüncelerini y a yım la m aktadır.
Q u a ttro c e n to 'nun en sıkı h ü m a nistlerinden olan sağlam dilbil-
gini L o re n zo V a lla ’nın bizzat kendisi R o m a ’da D o m in ik e n le r kili­
sesinde, 7 M a rt I 4 5 7 ’de A quinolu aziz T o m m a s o ’nun şerefine
verdiği vaazda, o nun y ö n te m in d e n u za ğa d ü ştüğü nü ilân e tm e k te ­
dir: "Ç o k kim se diyalektiğin, m eta fiziğ in ve tiim fe lse fe n in h ü k ü m ­
le rin i b ilm ed en ila h iya tçı o lu n a m a ya c a ğ ın a ikna olm uştur. N e d e ­
m e li? B ü tü n d ü şü n c ele rim i sö y le m e k te n çe k in e c e k m iy im ? A ziz
T o m m a s o ’nun k işiliğ in d e ifa d e n in a şırı in c e liğ in i a lk ışlıyo r, d ik ­
ka tin e h a yra n lık d u yu yo ru m ; d o ktrin in in zenginliği, çeşitliliğ i, m ü ­
k e m m e lliğ i k a rşısın d a şa şk ın a d ö n ü yo ru m ... A m a sö ziim o n a m e ta ­
fiz iğ e , b ilin m e m esi d a h a iyi olan can sıkıcı b ilg ilere o k a d a r

S alııstiııs, e s e rle rin i Ila lya ncaya çe vire n ik i çevirm en i, L o ren zo Vatta re G io ­
vanni B ri'y te çevrelen m iş olarak.

202
h a yra n lık d u ym u yo ru m , çiinkii b u n la r şeylerin dalıa iyi b ilin m e sin i
engelliyor. " O n a göre gerçek ilahiyat -tıpkı L efevre d 'E ta p le s için
«lduğıı gibi-, boş ve a ld a tıcı f i l o z o f o la ra k (p e r p h ilo so p lıia m et
inanem fa lla c ia m ) k o n u ş m a y a n A z iz P a u lu s ’tadır.
F elsefe hitabetin ve şiirin kıvrım ları ara sında ö rtünm elid ir. En
iyi biçim i Platoncıı diyalogdur.
XV. yüzyılın ilk yarısında, anlam lı bir kavga, bir skolastikle
bir h üm anisti, bir A risto te les çevirisi d o la y ısıy la karşı karşıy a g e ­
tirm iştir.

A R İS T O T E L E S 'İN Ç E V R E S İN D E: G Ü Z E L D İLE GERİ DÖ NÜ Ş

L eona rd o Bruııi, A risto te le s’in N ik o m a k h o s'a E tik 'inin yeni bir ç e ­


virisini F lo r a n s a ’da y a y ım la m ıştır. Bu çevirin in y apılm ası g e r e k i­
yordu, d em ek ted ir, çü nk ü eski çe v irm en R o b e rt G ro ssete ste -
sanıldığı gibi G u illa u m e de M o e rb e k e değil-, A ziz T o m m a s o h e s a ­
bına çalışıyordu ve Y u n a n c a ile L atinceyi iyi bilm ediğ i için hata
y ap ıy o r ve b arba r bir dil kullanıyordu.
B urgos p isk o p o su ve S ala n ıa n c a üniversitesi hocası Kardinal
C arth ag e n alı A lo n so G a rc ia o n a sert bir c e v ap vermiştir.
D o ğ ru sa p tam ıştır; ta rtışm a b iç im ile ö z a ra sındadır. H ü m a ­
nistler için biçim her şey, sk o la stik ler için ise y a ln ız c a dü şü n c en in
h izm etkârıdır.
A lo n so Garcia: “C evabım , L e o n a r d o ’nun y e te ri k a d a r h ita b e t
g ö ste rm e sin e karşılık, p e k a z fe ls e fe kü ltü rü n e sa h ip o ld u ğ u n u k a ­
n ıtla m a sıd ır, ” der. G üzel c ü m le le r peşindek i h ü m a nistin A ristote-
lesçi d ü şü n c e y e ihanetlerini o rta y a ç ık a r tm a k ta ve am acını a ç ık la ­
dığı eski ç e v ir m e n in s a v u n m a s ın a g irişm e kte dir: “Y alnızca
A r is to te le s 'in kita p la rın ı Y ıınaııcadan L a tin ce ye ç e virm ekle k a lm a ­
m ış, a yn ı za m a n d a b u n la rı o ld u ğ u n c a g e r ç e k b ir şe k ild e y o r u m la ­
m ış ve e ğ e r k ü tla n sa y d ı m e tn i b o za c a k ço k g iizel sö zle r ka tm a d a n ,
b ü yü k b ir h ita b e t ö rn e ğ i verm iştir... F a ka t fe ls e fi g erçe ğ e d a h a
fa z la b a ğ lı olan eski çe virm en , y e n i çe virm en in için e d ü şm ü ş o ld u ­
ğ u h a ta la rd a n k a ç ın m a k iç in a şırı sü sle m e y e g itm e y i istem em iştir.
N itekim L a tin d ilin in Yuncıncayla a ynı d ü ze yd e ifade ze n g in liğ in e
sa h ip o lm a d ığ ın ı iyi g ö rm ek te yd i. ”

203
V e h ü m a n iste bir tarihsel filoloji dersi verm ektedir: “L a tin dili
ya ln ızc a Y unancadan değil, b a rb a r h a lk la rd a n ve d ü n ya n ın tüm
d ille rin d e n ke lim e a lm a ya hiç ara verm em iştir. A y n ı şekild e, L a ­
tin ce d a h a so n ra K eltçe ve G erm en ce ke lim e lerle de ze n g in le şm iş ­
tir. H a lk d ilin e a it kısa ve tam b ir ka rşılık old u ğ u n d a , kla sik d il­
d en uzun d o la m b a çla ra g irm ektense, bunu b en im sem ek d a h a iyi
d e ğ il m id ir ? ’’
E r a s m u s ç u la n n v e F a b re c ıla n n gotiklerin k a b a lığ ın a y ö nelik
alay larından rahatsız olan skolastik Jeaıı M a i r ’den de aynı cevap:
“B ilim in g ü zel dile ihtiyacı yoklıır. ’’
K u şkusuz, skolastik L atince ölü yordu ve kendi de fosil hale
g elm iş bir b ilim d en b aş k a bir şeyi dile g e tire m iy o rd u . G ele ce ğ in
sahibi yerel halk dilleri saygınlıklarını k az a n ıy o rd u ve o n la ra y a r­
dım etm ek üzere hü m a n istler vardı. F akat h ü m a n ist L atince, Latin-
ceyi s o n u n d a ölü bir dil haline getirdi. B ilim in elinden, rakam lar
ve fo rm ü llerin dışındaki yeg â n e uluslararası dili alm aktaydı. O nu
bir elit tabakanın k u llanılm ayan hâzinesi haline getirm ektey di.

A risto teles'in E t ic a ’sım süsleyen, N ico la s O resnıe tarafından ya ğılm a minyatür.

204
A R İS T O K R A T H Ü M A N İS T

Ç ü n k ü h ü m a n ist bir aristokrattır. O rtaç ağ entelektüeli so n u n d a b i­


lim sel ç a lış m a eğilim in e ih a n et ettiyse, bunu kendi doğasını r e d ­
d e d e r e k y apm ıştır. H ü m a n i s t d a h a baştan zihni ve dehayı h em en
bay ra k etm işti, am a gen e de m e tin le re d a y a n m a k ta y d ı ve hitabeti
ç o k özentiydi. C e m a a te m e n su p o la n la r için yaz m a k tadır. E ra sm u s
A ta s ö z le r i’ni y a yım la dığı z a m a n , dostları o n a “S ır la r ım ız ı ifşa
e d iy o r s u n !” d em işle rd ir.
Evet, hü m anistin içinde d o ğ d u ğ u o rtam , tüm teknikleri aynı z a ­
m a n d a g eliştirm ek ve onları o rtaç ağ en telektüellerin in içinde b i ­
çim le n d ik le ri ortak laşa b ir e k o n o m iy e b ağlam a yı isteyen, herkese
açık, ateşli kentsel şa n tiy e d e n ç o k farklıdır.
H ü m a n istin ortam ı, kapalı A k a d e m i g ru b u n u n o rta m ıd ır ve g e r ­
çek h ü m a n iz m a P a ris’i fethettiğinde, bu öğreti üniv ersitede değil,
bir se çkinler grubu için olan bu k u r u m d a öğretilm ekteydi: K ra llık
H o ca la rı K oleji, geleceğin C olleg e de F rance ’ı.
H ü m a n is tin ortam ı, h ü k ü m d a rın sarayıdır. O nu L e o n a rd o
B r u n i’yle karşı k a r şıy a getiren filoloji k a v g a sın ın ta m o rta sın d a
bile, A lo n so G arcia bu nu ö n c e d e n h issetm işe ben z em ek te d ir: "
‘K e n d ilik ’ size göre, sö zle ri k a d a r h a re k e tle riy le de şa n p e ş in d e
ko şa n şu ‘in sa n lık 'ı b elirtm e kte d ir. ‘K e n tli’ adı altın d a , d izin i
bükm e, k u k u le ta la rın ı a şa ğ ı indirm e, e ş itle r a ra sın d a bile ö n c e li­
ğ i ve ön y e rle ri re d d etm e a lışk a n lığ ın ı eld e e tm iş o la n la r b e lir til­
m ekted ir. A m a biz onla ra ‘b e ld e lile r ’ a d ın ı veriyoruz, a m a bu k e li­
m en in m e d e n i h u ku k ta b a şk a b ir a n la m ın ın o lm a sın d a n ö tü rü bu
sö z h o şu n a g itm e zse ve e ğ e r b a n a h a lk d ilin i k u lla n m a izn in i v e rir­
sen, o n la ra ‘s a r a y lıla r ’ d iy o ru z ve ‘k e n tliliğ e ’ d e ‘b e ld e lilik ’ veya
şö v a ly e lik d ilin d en b ir ke lim e ku lla n ırsa k , ‘s a r a y lılık ’ d iyo ru z. "
B a lth a sa r C astiglione dah a bir yüzyıl g e ç m e d en , h üm an istlerin ü l­
kü sünü II C o r te g ia n o ’d a - S a ra y lı’da- ö zetleyecektir.
E tim o lo ji burada tüm anlam ını k az an m ak ta d ır. K ent (u rb s)
d ü n y a s ın d a n saray d ü n y a s ın a geçilm iştir. O rtaç ağ en tele k tü e llerin ­
den entelektüel olarak farklı olan hüm anistler, onlardan toplum sal
olarak d a h a da uzaktırlar.
D a h a b aşlangıçtan itibaren, onların ortam ı gü çlülerin him ayesi,
205
m e m u rlu k , maddi zen ginlik olm uştur. G on tier Col, F ra nsa ve Nor-
m a n d iy a ’da (O rada Charles de N a v a rr e ’la ticaret y apm ak tadır)
yard ım vergisi toplayıcısı ve Berry d ü künü n kâtibidir. D ah a sonra
kralın noteri, arkasından kâtibi, y ardım vergileri genel yöneticisi,
kralın iki h azin e d arın d an biri, elçi olm uştur. H alkın nefret etliği
bu ad a m ın P a r is ’teki konağı C a b o ch e lu la r tarafından yağm alaıı-
mıştır. Z aten zengin b u rjuvaların çocuğ u olduğ u için, eğitim ini
kör topal yürütebilm iş, servetini önem li ölçüde artırabilm ek üzere
k o r u y u cu la rın d an ve gö rev le rin d en yararlanm ıştır. S oy luluk u n v a ­
nı verilm iş, S e n e ’deki birço k evin vergileri o n a d e v re dilm iş, bir
bağla birlikte Paron senyörlıiğüne, P a ris’te V ieille -d u-T em ple c a d ­
d e s in d e b ir k o n a ğ a sah ip olm u ştu r. Ç ok şaşaalı b ir hay a t y a ş a ­
m aktadır; çok kalabalık bir hizmetçi grubuna, halılara, atlara, k ö ­
peklere, şahinlere sahiptir; k u m a r tutkunudur. B ütün bunlar,
sa n cta siın p lic ita s ’ı eskilerin tarzında ö v m e sin e engel o lm a m a k ta ­
dır. B aşkanlığını. B u rg o n y a ve B o u rb o n dük le rin in yaptıkları, IV.
C h a rle s'in A şk S a r a y ı'na mensuptur.
Jean de M ontreuil, koruyucularını ve görevlerini ç o ğ a ltm a k ta ­
dır; kralın, veliahtın, Berry, B u rg o n y a ve O rléans düklerinin s e k re ­
teridir, etkisini ilişkilerinde k u lla n m a y a m e ra k lıd ır (O n a d a lk a ­
v uklu k yaparak, şöyle söy le n m e k ted ir: “Sen ki sa ra y d a ki kred in i
ken d in için d eğ il de d o stla rın için ku lla n m a yı tercih edersin. ”)
Aynı z a m a n d a kilise ödentilerini de elinde toplam ak tadır. B ekâr
kaldıysa, bu ta m a m e n eg oizm in dend ir.

B iz i şım arttın, Efen dim iz, a lle lu y a !


B iz i e v liliğ in boyun duruğun d an kurtardın , a lle lu y a !*

Kardinal S aluzzolu A m a d e o ’y a yazdığı bir m e ktu pta kendini


“tık a b a sa d o y m u ş ” olarak belirtm ektedir. “B ir siirii kitab ı, b ir y ı l­
lık za h iresi, birçok konutu, elbiseleri, atları, g erek size va ra ca k
k a d a r ço k s a n a t e ş y a s ı” vardır. "B e k â rd ır, k im se y le k ıy a sla n a m a ­
y a c a k d o s tla r ı” vardır; b unların sa y esin d e entrik ala ra girişerek,
bol kârlar e d in m en in peşindedir.

* Tu nous as gâtées, Seigneur, alleluia!/Tu nous as délivrés du Joug du mariage,


alléluia!

206
H ü k ü m d a r m edeni hayatı ken d in e ayırm ıştır. H ü m a n is tle r o n a
sıklıkla hiz m et etm ekte, am a top lu m u n y önetim ini her zam an ona
b ır a k m a k ta d ır la r . S e ssiz c e ç a lış m a k ta d ırla r. Z a te n çalıştık larını
da giz lem ek te d irler. Ö v ü n d ü k leri şeyler boş zam an, e d e b iy a tla
dold urd ukları aylaklık, antik aristokrasinin o tiıım ’udtır. N icolas de
C lam a n g e, Jean de M o n tr e u il'e “biiyiik zih in lerin h e r za m a n ta d ı­
nı ç ık a rd ık la rı bıı p a r la k ve şa n lı a y la k lık ta n ııtanç d u yg u su , ”
diye yazm aktad ır.

K IR A G E R İ D Ö N Ü Ş

Bu seçk in ve in c ele m e y a p m a y a ay rılm ış olan boş z a m a n kırdan


daha iyi nerede bulunabilir? Entelektüeli k entlerden çeken ve onu
gene kırlara yönelten hareket burada sona erm ektedir. E k o n o m ik

207
ve toplu m sal evrim arasındaki uyum burada da tamdır. Z e n g in le ­
şen b u rju v alar ve h ü k ü m d a rla r servetlerini to p rağ a yatırarak, villa­
lar veya saraylar yaptırm akta, b unla r servetlerinin bü y ü k lü ğ ü n e
göre m ütevazı veya parlak o lm aktadır. F lo r a n s a ’nın yeni-P latoncu
A kadem isi M edicilerin C a re g g i’dcki villalarında toplanm ak tadır.
Jean de M ontreuil, N icolas de C lam a n g es, G o n tie r Col, bun la­
rın hepsinin “hü m a n ist vakit ge ç irm e ” için çekildikleri villaları
vardır. Je an de M ontreuil C hâlis m anastırının sükûnetini, N icolas
de C la m a n g e s F ontain e -au -B o is m anastırın ın h u zuru nu ö v m e k te ­
dir. B u ra d a A ziz B e rn a r d ’ın iç in s a n ’ım b u lm a k ta d ırla r, a m a aynı
z a m a n d a C iceron ve H oratius da on larla birliktedir. “S a ra y la rın
d e b d e b e sin d e n ve k e n tle rin k a r ışık lığ ın d a n ka ç a ra k , kırd a o tu ra ­
ca ksın , y a ln ızlığ ı s e v e c e k s in ’’ d em ek te d ir Jean de M ontreuil.
V e işte E r a s m u s ’un D in se l Ş ö le n ’inin başı:
“E U S E B I U S - Ş im d i ta rla la rd a h e r şe y y e şe rd iğ i ve g ü lü m se d i­
ğ i için, ke n tle rin d u m a n ın d a n ta t a la n la rın o lm a sın a ba yılıyo ru m .
T I M O T H E A U S - H e rk e s ç iç e k le rin g ö rü n ü şü veya ye şe rm iş
ç a y ırla r veya p ın a r la r ve n e h irle r k a rşısın d a h a ssa s değ ild ir, h a s­
sa s o lsa la r d a ba şka şe yle ri te rcih etm e kted irler. Ç ivin in çiviyi
sö k m e si gibi, b ir tutku b ir b a şk a sın ı ko v m a kta d ır.
E U S E B I U S - H erh a ld e sp e k ü la tö rlerd en veya o n la ra b en zeyen
şu u ta n m a z tü c ca rla rd a n sö z etm ek istiyorsun.
T I M O T H E A U S - E vet, am a a zizim b u n la r y a ln ız d e ğ ille r ve hiç
k u şk u su z ka za n ç h ırsıyla ke n tlerd e, h em de en k a la b a lık o la n la ­
rın d a ya ş a m a y ı tercih ed en ve bu k o n u d a P yth a g o ra s veya P la ­
ton 'un ka n a a tin i d eğ il de k a la b a lık (p o p u lu s ) o ld u ğ u yerd e, k a z a ­
n ıla c a k b ir ş e y le r va rd ır d iy e re k k a la b a lık ta ra fın d a n
sık ıştırılm a y ı h o ş g ö re n k ö r d ile n c in in k a n a a tin i izle y e n p a p a z ve
k e şişle r e k a d a r varan b a şk a la rın ın o lu ştu rd u ğ u m u a zza m k a la b a ­
lığ ı d ü şü n ü y o ru m .
E U S E B I U S - K örlerin k a za n ç la rın ın c e h e n n e m e k a d a r yo lu
var; biz filo zo fu z.
T I M O T H E A U S - A n ca k, S o kra tes o k a d a r bü yü k b ir f i l o z o f o l­
m a sın a ra ğ m en k e n tle ri kıra tercih etm ekteyd i, ç ü n k ü ö ğ re n m e tu t­
ku su n a sa h ip ti ve k e n tle r eğitim a la n la rı su n a rla r. D e d iğ in e göre,
kırla rd a ku şku su z ağaçlar, b a h çeler, p ın a rla r, n e h irle r va rd ır ve

210
b u n la r g ö zle ri okşar, a m a k o n u ş m a z la r ve so n u ç ta h iç b ir şey ö ğ ­
retem ezler.
E U S E B I U S - S o k r a te s 'in sö y le d ik le ri a n ca k ta rla la rd a ya ln ız
d o la şırsa n geçerlidir. Ü stelik d o ğ a b a n a g ö re d ilsiz değ ild ir, h er
y a n ıy la ko n u şa n ve se yre d en e , d ik k a t eden ve y u m u ş a k başlı
o la n a ço k şe y öğretir. E ğ e r b a h a rd a k i d o ğ a n ın şu ç o k tatlı çe h re si
ta n rısa l za n a a tk a rın iy iliğ e e ş d e ğ e r b ilg e liğ in i ilân etm iyorsa,
a ca b a ne ya p m a k ta d ır? F a ka t S o k r a te s bu in ziva sın d a P hed-
r e s ’in e ç o k şe y ö ğ re tm iş ve o n d a n k a r şılığ ın d a b irç o k ş e y ö ğ r e n ­
m iş d e ğ il m id ir?
T I M O T H E A U S - E ğ e r ba zen b u n la ra b e n z e r kişile re ra stla n a -
b ilseyd i, kırd a o tu rm a k ta n d a h a h o ş b ir ş e y olm azdı.
E U S E B I U S - B u riske g irm e y i iste r m isin ? C ivarda kiiçiik b ir
m iilkiim var, ço k biiyiik d e ğ il am a, ze v k li b ir şe kild e b a kılm ış d u ­
ru m d a ; ya rın sizi o ra d a a kşa m y e m e ğ in e d a v e t ediyorum .
T I M O T H E A U S - K a la b a lığ ız; m ü lk ü n e sığ m a yız.
E U S E B I U S - N e ö n em i var! Ş ö le n i kırla rd a verir ve H o ra ti-
u s 'u n d e d iğ i g ib i p a ra y la sa tın a lın m a m ış b ir ziy a fe te d ö n ü ş tü r ü ­
rüz. Ş a ra p o ra d a üretiliyo r; a ğ a ç la r kavun, karpuz, incir, arm ut,
elm a ve cevizi, eğ e r L u c ia n u s ’a in a n ıla ca k olursa, T a lih li A d a ­
la r ’d a k ile r g ib i sunuyor. B u n la ra b elki k ü m e ste n b ir ta v u k eklenir.
T I M O T H E A U S - T am am , ö yley se k a b u l ediyoruz. ”

BİLİM İLE Ö Ğ RETİM İN BİRBİRİNDEN KOPMASI

H ü m a n is tle r b öylece, entelektüellerin başta gelen ödev lerinden


biri olan kitleyle te m as k urm ay ı, bilim ile ö ğretim arasındaki bağı
terk ederler. R ö n e san s uzun d ö n e m d e , k u şk u su z insanlığa gururlu
ve tek b a ş ın a sü rd ü rü len birço k ç a lış m a n ın m e y vele rini g etirece k ­
tir. B ilim i, fikirleri, başy apıtları d a h a so n ra insanın gelişm esin i
besleyeceklerdir. A m a başlan g ıçta b ir kendi üstüne kap a n m a , bir
geri çekilmedir. Yazılı kültürü her yana y aym ada n önce, matbaa da
esas o la ra k d ü ş ü n c e n in y a y ı lm a s ın d a bir d a r a lm a y aratm ıştır.
O k u m a b ile n le r -ayrıcalıklı bir k ü çü k seçkinler grubu- boğazına
k a d a r kita b a batmıştır. D iğerleri ise artık yalnızc a hepsi de
ün iv e rsited e yetişm iş olan o rta ç a ğ vaiz ve san atçıların ın g e tird ik ­
leri skolastik dökün tüleriyle beslenm ektedirler. B ir b ak ım a h e rh a l­
de tartışmalı olan, am a öğretici ve eğitici niyetlerle dolu bir sa n a ­
tın sıyrılarak, halkı kültürel hayata ortak etm e y e çalışm ası için
herhalde k arşı-reform u b e k le m e k gerekecektir.
O rtaçağ entelektüeli ile hüm anisti çalışırken gö ste re n resim ler
arasındaki kad a r çarpıcı bir zıtlığı, b aşk a bir y e rd e b u lm a k o la ­
naksızdır.
B unlardan biri, öğrencileriyle çevrili, dinleyicilerin üzerlerinde
ta rtıştık ları sıralarla k u şa tılm ış bir h oca dır. D iğeri ise ç a lış m a
o d a s ın d a sakin, boş bir aland a rahat ve bikirlerini serbestçe hareket
ettirebilen yalnız başın a bir bilgindir. Bir y a n d a okulların k a r m a ­
şası, sınıfla rın tozu, o r ta k l a ş a ç a lış m a d e k o ru k a rşıs ın d a k i k a y ı t­
sızlık. D iğ er yanda ise:

O r a d a lıcr şe y y a l n ı z c a d ü z e n vc g ü z e l l i k
P arlak lık , s ü k û n e l ve lıılkudur.

C a r p a c c i o t a r a f ı n d a n y a p ı l a n A z i z J é r ô m e tablosu .

* Là tout n'est qu'ordre et be a u té ,/L u xe , calm e et volupté.


B İB L İY O G R A F Y A

Ç ok eski eserleri, yabancı d ik len çalışm a la rı ve m a k a lele ri z ik re d e m ey e c eğ im iz


için üzgünüz. " İşaretin i taşıy an k ita p la r b iz e en ö n e m lile ri o la ra k g ö z ü k en lerd ir.
A B É L A R D , Morceaux choisi.':, avec introduction de M. de Gandillac, 1945.
J. A N C E L E T -H U S T A C H E , M aine E ckhan et la mystique rhénane. 1956.
M. D. C H E N U , ’ Introduction ci l'étude de saint Thomas d ’Aquin. 1950. ’ La
Théologie au douzièm e siècle, 1957.
M. M . D A V Y , Les sermons universitaires parisiens, de 1230-1231. 1931.
PH . D E L H A Y E . La Philosophie chrétienne au M oxen Age, 1959.
0 . D O B IA C H E -R O D JE S V E N S K Y , * Les poésies des Goliards, 1931.
P. D U H E M , Le système du monde de Platon à Copernic, 5 cilt. 1913-1917.
R. A. G A U T H IE R . M agnanimité. L 'idéal de la grandeur dans la philosophie pai-
enne et dans la théologie chrétienne, 1951.
1. G É N IC O T , Les lignes de fa ite du Moyen Age, 2. yay., 1951.
É T IE N N E G İL S O N , ' Im philosophie au M oyen Age. 3. yay. 1944. * L'esprit de la
philosophie médiévale, 2. yay. , 1948. Le thomisme, 4. yay. 1942.
* Heloïse et Abélard, 1938.
A. FO R EST. F. V A N ST E E N B E R G H E N , M. D E G A N D IL L A C . U mouvement doct­
rinal du IXe au XIVe siècle. 1951. (F L IC H E et M A R T IN , Histoire de l'E glise, 13.)
Histoire générale des sciences, C. I. La science antique et médiévale, yay. R. Tator.
1957.
J. H U 1Z IN G A , * Le déclin du Moyen Age, H o lla n d a d ilin d e n çev . 1948.
ST. D 'IR S A Y . * Histoire des universités /rennaises et étrangères des origines à nos
jours, C. J. 1933.
E. JE A U N E A U , h t Philosophie médiévale, 1963.
G . D E L A G A R D E , La Naissance de l'esprit Inique déclin du M o y en A ge. 6 cilt.
1934-1946. Y eni yay. 1956-1963.
CH . V. L A N E L O IS , ’Im connaissance de la nature et du monde du M oyen Age,
1991 ,
LÉ V 1-P R O V E N Ç A L , Im civilisation arabe en Espagne, 1948.
N IC O L A S D E C U E S , M orceaux Choisis, (M . d e G an d illacY n G irişi y le ), 1942.
J. N O R D S T R O M , Moyen Age et Renaissance (lsv e çç e d e n çev iri), 1933.
G. PA R É , A. B R U N Ë T e t P. T R E M B L A Y , * La Renaissance du X IIe siècle. Ims
Ecoles et l ’Enseignement, 1953.
G. PA R É , * Les idées et les lettres au X IIIe siècle. Le Roman de la Rose, 1947.
A. R E N A U D E T , ’ Préréforme et humanisme à Paris pendant les prem ières guerres
d'Italie (1494-1517). 1916.
P. R E N U C C I, * L ’aventure de l'hum anism e européen au M oyen Age, 1953.
R U T E B E U F , Poèmes concernant l'U niversité de Paris, (H . H. L u c a s 'n ın ş e rh le ­
riyle), 1952.
G. S C H N U R E R , L'Église et la civilisation au M oyen Age, (A lm an cad an çev.). 3
cilt, 1933-1938.
S. S T E L L IN G -M IC H A U D , L ’université de Bologne et la pénétration des droits ro­
m ains et canonique en Suisse au XIIIe et XIVe siècles (T o p lu m sal tarih/., 1955.
G. T H É R Y , Tolède, grande ville de la Renaissance médiévale, 1944.
C. T R E S M O N T A N T , La métaphysique du Christianisme et la crise du X IIIe siècle.
1964.
P, V 1G N A U X , * La pensée au M oyen Age. 1938, Philosophie au M oyen Age. 1938,
yeni yay. 1958.
M. D E W U L F , Histoire de la philosophie médiévale. 2 cilt, 6. yay. 1934-1936.

213
K R O N O L O Jİ

1 100-1 166 El-İdrisi.


11 2 1 -1 1 5 8 A r i s t o t e l e s 'i n Yeııi M a n tık 'm m L a t in c e çevirisi.
1 1 2 1'c doğrıı A b e l a r d 'ı n S ic ¿t n o n 'u .
1 126-1 198 İbn Rüşd.
1 140 G r a t i a n u s ’un D e c r e ıu m 'ü .
1 141 S e n s ru h an i m eclisi A b e l a r d 'ı n m a h k û m ed ilm esi.
1 143 P t o l e m e i a o s ' u n D iiz le m k iir e 'sinin ç e v r ilm e si.
1 1 4 4 -1 20 3 A la in de Lillc.
1 145 C h e sler li R o b e rt. F l - H a r i z m i 'n i n C e b ir ini çevirdi.
1 146 A z i z B e r n a r d V e z e l a y ' d c 2. Haçlı S e f c r i ’ni va az
ed iyo r.
1 1 4 7 ’dcıı öııcc C a n la r d e ın io C id.
1148 R o m a r uh an i m eclisi. G i l b e r t d e la P o r e e 'n i n
m a h k û m edilm esi.
1 154 F ri e d ri c h B a r b a r o s s a ' m n B o l o g n a ü n iv e r site s i h o c a
ve ö ğ r e n c i l e r i n e a y r ı c a l ı k l a r v erm esi.
1 155-1 1-70 civarı T h o m a s : T rista n ve Yseut.
1 160 B e rou l: T rista n ve Yseut.
N ie b e lu n g e ıı.
1 163 III. A l e x a n d r e ’in k e ş i ş l e r e tıp ve h u k u k e ğ i t i m i n i
yasaklam ası.
1163-1 182 N o l r e - D a m c de P a r i s ’nin inşa e d i l m e s i .
1167-1227 C e n g i z Han.
1 174 III. C e l e s t i n u s ’u n P aris ü n iv e r site s i h o c a ve ö ğ r e n c i ­
lerin e a y r ı c a l ı k l a r v erm esi.
11 7 7 ’dcıı so n ra T ilk in in R o m a n ı 'n ı n y a z ı l m a y a b a ş l a n m a s ı .
118 0 N o t r e - D a m e d e P a r is k u r u l b a ş k a n ı ilk k o leji k u r u ­
yor: O n s e k i z l e r Koleji.
1 197 S e l a h a t t i ı ı ’in K u d ü s ' ü alm ası.
1200 P h i l i p p e - A u g u s t e ’ün P a r is ü n i v e r s i t e s in e a y r ı c a l ı k ­
lar v erm esi.
1206-1280 A z i z B ü y ü k Albert.
1208 V a a z c ı B i r a d e r l e r tar i k a t ın ı n k u r u l m a s ı .
1209 İlk F r a n s i s k e n c e m a a t i .
1 2 1 0 ’d o ğ r . - 1 2 9 5 R o g e r B a co n .
121 4 O x f o r d ü n i v e r s i t e s in i n ilk a y rıcalık ları.
1215 R o b e rt d e C o u r s o n ' u n P aris ün iv ersites i için h a z ı r l a ­
d ığı statü ler.
1226-1270 A z i z L o u i s 'n i n sa lta n atı.
1221-1274 A ziz B onaventurc.
1224-1274 A ziz A quinolu T o m m aso .

214
1230-1250 t b n R ü ş d ’ün Balı ü n i v e r s i t e l e r i n e girişi.
1235’e d.-1284’e d. S ig e r d e B rab an ı.
1 2 3 5 -1 3 1 5 R a y m o n d Lulle.
1240 R o b e rt G r o s s c t e s t e ' i n A r i s t o t e l e s 'i n E th ica sim ç e ­
virm esi.
1245-1246 A z i z B ü y ü k A l b e r t ’in P a r i s ’te d e r s v erm esi.
1248-1254 A z i z L o u i s 'n i n ilk H açlı Sef eri.
12 4 8 -1 2 5 5 A z i z B o n a v e n t u r e ’nin P a r i s 't e d e r s v e r m e si.
1 2 5 2 -1 2 5 9 A z i z A q u i n o l u T o m m a s o ' n u n P a r i s ’te d e r s v erm esi.
1 2 5 4 -13 23 M a r c o Polo.
1255 Yeni A ristoteles. J a c q u e s de V o r a g i n e 'i n A llııı E fs a ­
n e ’ si.
1257 R o b e r t d e S o r b o n ' u n P a r i s ’te i la h iy a tç ıla r için bi r
k olej k u r m a s ı .
1 2 6 0 -1 3 2 7 Ü s ta t E ckh art.
1265 A z i z T o m m a s o İ la h iy a t D e r l e m e s i ’n e g iriş iy or.
1265 -1321 Dante.
1266-1268 R o g e r B acon: Opus majus. opus minus, opus tercinin.
1 27 0 S i g e r d e B r a b a n t ’ın v e İbn R ü ş d c ü l ü ğ ü n ilk
m a h k û m ed ilişleri.
1276 G iiliin R o m a n ı'm n ikinci b ö l ü m ü n ü n J e a n de
M e u ı ıg t a r a f ı n d a n y a z ı l m a s ı.
12 77 T o m m a s o c u ve İbn R ü ş d çii d o k t r in l e r i n m a h k û m
ed ilm esi.
12 82 A d a m de la Halle: R o b in ve M c ırio n ’u ıı Oyunu.
1291 A k k â ’nın M ü s l ü m a n l a r ı n e l i n e g e ç m e s i .
1 293-1381 J e a n R u y s b ro e k .
12 94 V. C e le s t i n u s , r u h a n i l e ri n p ap ası.
1 3 0 0 ’e d o ğ r . -1361 Je an T a u l e r
1 3 0 0 'e d o ğ r. 1365 H en ri S u so
1 3 0 0 ’e d o ğ r u - 1 3 6 8 'd e n s o n r a Jeaıı B u r id a n
1304-1374 P e t rarca
1309 P a p a V. C l e m e n t i u s A v i g n o n ’a y e r le şiy o r .
1312 D a n t e ' n i n C ehenn em ’ i.
1313-1375 B o c c a c c io .
1329 Ü s ta t E c k h a r t ' ı n m a h k û m ed i l m e s i .
1337 Y ü z Yıl S a v a ş l a r ı ’n ı n b a ş l a n g ı c ı . O c k h a m c ı l ı ğ ı n
P aris ü n iv e r site s i t a r a fı n d a n ilk k e z m a h k û m e d i l ­
m es i.
1337-1410 Froissart.
1340-1400 C h a u e e r.
13 46 C ré c y çarpışm ası.
1 3 4 9 -1 3 5 3 B o c c a c c i o ’nun D e co ın e ro n 'u .

215
1376 M o n t p e l l i e r tıp f a k ü lte si teşrih için y ı l d a b ir c e s e t
e ld e ed iyo r.
137 7 XI. G r e g o r i u s ’un R o m a ’y a geri d ö n m e s i.
137 9 O x f o r d ’d a N e w C o l l e g e ’ın k u r u lm a s ı.
1387-1455 F ra A n g e lic o .
1395 G e r s o n , P aris ş a n s ö l y e s i .
1401-1465 K u e s li N ik o la u s .
1402 J a n H u s , P r a g r ek törü .
1405-1457 L o r e n z o Valla.
1 4 2 0 ’y e d oğ r. Im ita tion d e J es ııs -C h ris t
142 4 A u r i s p a , B o l o g n a ’d a ilk Y u n a n c a h o cası.
14 25 -1431 J a n v a n E y c k ’in M istik K u zu ’su.
1430-1470 F ra n ç o i s V illo n.
1431 P a p a IV. E u g e n i u s , h ü m a n i s t in c e l e m e l e r i R o m a
ü n i v e r s i t e s in e d a h i l ediy or.
1433-1499 M a r s i l io F icio.
1440 K u e s li N i k o l a u s ’un D e d o c te Ig n o r a n tia 'sı.
1450 G u t e n b e r g M a i n z ’d a b i r m a t b a a ately es i açıy or.
1450-1537 L e f e v r e d ’E ta p le s.
1453 İ s t a n b u l ’u n T ü r k l e r t a r a f ı n d a n fethi.
1463-1494 P ico d e la M i r a n d o l a .
14 66 P aris ü n i v e r s i t e s i n d e b i r Y u n a n c a k ü r s ü s ü k u r u l m a -
sı.
1466-1536 E ra s m u s .
1469 K a s tily a lı I s a b e l l a ile A r a g o n l u F e r d i n a n d ’ın e v l e n ­
m eleri.
1469-1527 M achiavelli.
1470 P aris ü n i v e r s i t e s i n e m a t b a a n ı n g e l m e s i.
1475 P i c q u i g n y a n t l a ş m a s ı . Y ü z Yıl S a v a ş l a r ı n ı n B itm es i.
1488 B a r t a l e m e o D i a z Ü m i t B u m u ’n u d o laş tı.
1492 C r i s t o b a l C o l o m b u s ’u n A m e r i k a ’yı k eş fi.
14 97 G r a n a d a ’n ı n K a t o l i k K r a l l a r ta r a f ı n d a n a l ı n m a s ı L e ­
o n a r d o d a V i n c i ’nin C e n e 'si. V a s c o d e G a m a ’n ın
y o la çıkm ası.

216
KÜÇÜK SÖZLÜK

- Ölüm Dansı: Ortaçağda, her sınıf ve tabakadan insanları bir rondo


halinde peşinden sürükleyen Ö lü m ’ün, heykel veya resim de ale­
gorik olarak temsil edilmesi.
- Bourg: Aşağı Latincenin burgus (tahkimli şato) kelim esinden türe­
miştir. Pazar kurulan büyük köy olan ilk anlamı, sonradan kasa­
ba ve kent olarak genişlemiştir.
- Merovenjler: Frank krallığını 6. yüzyılın ortalarından 7 5 1 ’e kadar
yöneten hanedan.
- Karolenjler: Frank krallığını 751-987 arasında elinde tutan hanedan.
- Scriptoria: Ortaçağ manastırlarında, rahiplerin yazm a çoğalttıkları
çalışm a yeri.
- translatio studii: Bilgilerin aktarımı.
- Q uadrige: Dört at tarafından çekilen araba (atların herbiri bir bilimi
temsil eder).
- Veritas, fü ia temporis: Z am anın kızı gerçek.
- M orıophysite: İsa’nın hem tanrısal, hem de insani doğaya sahip o l­
duğunu reddederek, tek bir doğası olduğunu (tanrısal; insani)
ileri süren doktrine mensup olan kişi.
- Nasturi: İ sa ’nın iki doğasının her birinin, kendi bireyselliğine sahip
olduğunu iddia eden doktrin yanlısı.
- reconquista: Yeniden fetih (İspanyolca). Hıristiyanların, müslüman-
ların fethettikleri topraklarını geri almaları.
- Q uadrivium : Ortaçağ üniversitesinde, matematik nitelikli dört ser­
best bilim: aritmetik, astronomi, geometri, müzik.
- C a pet’ler: 987-1328 arasında hüküm süren Fransız kral hanedanı.
- Cité: Bir kentin en eski bölümü, burada P aris’in ilk bölümleri.
- Citeaux (cistercien) tarikatı: Robert de M olesme tarafından 1098’de
Citeaux manastırında kurulan, 1113’te Aziz Bernard tarafından
ıslahattan geçirilen tarikat.
- G ibelin akımı: 1138’de A lm anya imparatoru seçilen Weibelin-
g e n ’den gelir. Ortaçağda, İtalya’da A lm anya imparatorunu des­
tekleyen hareket. Papayı destekleyenlere ise guelfeler denilir.
- G üm üş M ark: Incil’in dört yazarından biri olan Aziz Marc (Markos)

217
ile bir sikke türü olan G üm üş Mark arasındaki benzerlikten ya­
rarlanarak yapılan kelime oyunu.
- Roman dili: Latinceden türeme halk dili, örneğin Fransızca, İtalyan­
ca, İspanyolca gibi.
- M ater generationis: Doğurgan ana.
- D isputatio: T artışm a.
- Skolastik: Ortaçağda üniversite tarafından öğretilen ilahiyat ve fel­
sefe, buna ilişkin eğitim biçim ve yöntemi. Bu eğitimi veren
veya bu yöntemle felsefe yapan kişi.
- Citramontain-ultramontain: Dağın bu tarafındaki-Dağın öte tarafında­
ki. Yani Alplerin bu tarafındaki, İtalya’dan gelen; Alp-ötesinden
gelen, Fransız, İngiliz, Alman vb.
- Corpus Christi: İsa’nın bedeni.
- Stella M aris: Deniz Yıldızı. M e ry e m ’in adıyla (Maria) olan benzer­
likten ötürü (Yıldız Maria) yapılan kelime oyunu. Deniz yıldızı
yol gösterir.
- Genius: Soyut bir düşünceyi kişiselleştiren alegorik bir varlık.
- Tırpancı: Azrail.
- Peripatetecien: Aristoteles’in derslerini gezinerek vermesinden
ötürü, Aristoteles felsefesi yanlısı.
- D evotio m oderna: Modern iman.
- Signoria: İtalya’da, C um huriyet adını taşım akla birlikte, oligarşik
bir yönetim altında olan kent devletleri.
- Q uattrocento: 1400’lü yıllar. İtalyan Rönesansını ifade eden terim­
lerden biri..

218
Alan M acfarlane
KAPİTALİZM KÜLTÜRÜ
T a rilı / 2 9 3 s a y fa

B ug ü n so lu d u ğ u m u z h avanın ö nem li bir parçasını oluşturan


kapitalizm , küçük bir adada, İ n g ilte re ’de gelişti ve tohum ları
dü n y an ın her y a n m a saçıldı. K a p italizm le yalnızc a sanayi
gelişm edi; özel m ülkiyet, bireycilik, y aşam ın her alanının
m c lalaşm ası, iyinin ve k ö tünün parayla ölç ü lm e sin e dayalı bir
kültü r ortaya çıktı. V e A m e r ik a ü zerind en K ıla A v ru p a s ı’na
d ö n ere k bir d ü n y a sistem i haline geldi. Y azılı tarihin belki de en
ö nem li sorusu bunu n nasıl o ld uğu dur. S m ilh ’den M a r x ’a,
W e b e r ’den T o c q u e v ille 'e d ü şü n c e d ü n y asın ın devlerini de m eşgul
eden h ep aynı soru olm uştur: N ey d i bu adanın sırrı? G en e l kanı,
15. ve 18. yüzyıllar arasınd a yaşan a n d e v rim ve onun yol açtığı
d ö n üşüm lerdi.
M a cfarlan e aile, evlilik, aşk, nüfus, şiddet ve kötülük, d o ğ a y a karşı
tavır, b ireyleşm e ve özel m ülkiyet tu tkusu gibi kültürel kalıpların
zam an içindeki izlerini sürerek ve onları b aş k a kültürlerle
karşılaştırarak yepyeni bir iddiayla ortay a çıkıyor: İngiltere hiçbir
za m a n köylü toplum u olm am ıştır; ve değ işim içinde süreklilik
vardır. Y a z a r bizi kendi tarihim iz üze rinde yeniden d ü şü n m e y e,
her şeyin değişliği ya da değişeceği sihirli devrim anları ara m ak
yerin e to plum d aki sürekliliğin izlerini sü rerek m evcut
ku rum sallaşm aları an lam a y a kışkırtıyor. O y u n u n kurallarının
değiştiği, yeniliğin ve geçm işin reddinin şiddeti doğ u rd u ğ u
d ev rim ler vardır ve olacaktır, am a her dev rim in içinde devindiği
kültürel ortam o d evrim lere de d am gasını vurur.
N E D E N D O Ğ A Y I H IR P A L A R IZ , A Ş K L A R IM IZ Ş İD D E T L İD İR ?

“Bu a n l a m d a m o d e r n l e ş m e y e , s a n a y i l e ş m e y e b ü y ük bir d e ğ e r yükleyip, Tarihin


Vahşilikten u yg arlığ a evrildiğini d ü ş ü n e n l e r a ç ı s ı n d a n y azarın k a r a m s a r
o ld u ğ u n u s ö y l e m e k gerekiyor.
Yakup Coşar / Varlık
G eorges Duby
ŞÖVALYE, KADIN VE RAHİP
Feodal Fransa'da Evlilik
T a rih / 2 8 8 sa y fa

O rtaçağ'ın ilk yılları henüz kentlerin inşa edilm ed iği, yolların


yapılm a d ığ ı, paranın d o la şım a girm ediğ i, devletlerin k urulm adığı..
"d ü z e n s iz" yıllardır. Evlilik ku ru m u bu d ö n e m d e , "d ü zen "i
sa ğlam ak, din-dışı k i ş i l e r i "ku tsa l a ile h ü cresi" diye sunulan yere
k a p a ta ra k d e n e tle m e k isteyen kilise tarafından önerilm iştir. D ub y
bu kitabında, insanların ço ğ u n u n top lu m u n tem elini oluşturduğunu
d ü şü n d ü ğ ü "kutsal" aile ve evlilik k u r u m u n u n m ülk iy et ve iktidara
sahip o lm a tarihiyle paralel geliştiğini, hatta onun aracı o ld uğ unu
anlatıyor.

" 'Z ın d ık bir kitapla karşı karşıyasınız... 'K utsat sayılan şeylerin hemen
tamamının dünyevi tamahkârlıkların kılıfları olduklarını görebilmek için Duby gibi
tarihçileri beklemek zorunda kaldık ve çok zaman kaybettik. Artık
kaybetmeyelim."
M ehm et Ali Kılıçbay

"Ama kanımca Duby'nin, Ortaçağ'ın orta döneminde evlilik kurumunun, aile


yapısının, giderek kadınların konumunun değişmesi ve feodal biçimini
kazanması sorunu etrafında yürüttüğü bu çalışma, çağlaraşırı bir önem taşıyor."
Şirin Tekeli / Yapıt

"Duby’nin bu iki kitabının da Türkçeye kazandırılması oldukça önemli ve yararlı


olmuştur sanıyorum. Çünkü günümüzde gitgide merak odağı haline gelen
cinsellik, dergilerde ve gazetelerde haber şeklinde ‘yalan, yanlış' blzlere
iletilmekte. (....) Hem bilim adamını hem de sıradan tarihe meraklı vatandaşı
ilgilendirecek bu kitaplara entelektüel hayatımızın bir canlanış noktası olarak
bakmak mümkün olabilir. Dileriz çok kişinin ilgisini çeker. Georges Duby'nin
kitapları ışığında, Osmanlı üzerine yapılacak araştırmalara da (örnek olmasa
bile) bir 'yol göstericilik' işlevi sunabilir belki...
Ali Akay / Cum huriyet Kitap
G eorges Duby
ERKEK ORTAÇAĞ
Aşka Dair ve Diğer D enem eler
T aı ih / 2 4 0 sa y fa

A n n ale s O ku lu'nun önde gelen tem silcilerinden olan kültür ve


toplum tarihçisi G eo rg es D ub y, " o /a y 'la r ı değil d e ğ işm e z sanılan
"ö/gw"ların geçirdiği değişikliği; g eleneksel tarihin hiçbir zam an
ilgilenm ediği "kaybed en lerin ta r ih i"ni inc ele m e siy le tanınıyor. Bu
kitabındaki kimi k o nular ise O rtaç ağ 'd a erkek, aşk, acı, sapkınlık,
saraylı aşkı ve bunların d o la y a n ın d a kadın... O rtaç ağ 'd a evliliğin
serveti d ü z e n le m e k ve cinselliği kontrol e tm e k için o rganize edilen
"aşksız" bir kurum o lduğu, d ö n e m in "erkek" karakteri, kadınların
âşık o lu n a m a y a c a k k ad a r toplum sal hiyerarşinin altlarında yer
alması, aşkın d a h a ço k "eşit e r k e k le r" arasında y aş an a n bir duygu
olduğu... D uby'nin incelediği diğ e r bazı konular.
ORTAÇAĞDA
ENTELEKTÜELLER
Aydınlanma aklı, kendi zorbalığını gizle­
mek ve tarihin “kötü”den “lyi”ye doğru bir
“ilerleme” olduğunu kanıtlam ak için Orta­
çağı “karanlık bir çağ” olarak gösterir.
Bu kitap, Ortaçağın da diğer zamanlar
kadar “karanlık” ve “aydınlık” olduğunu
göstererek bu yanılgıyı yıkan, bugün yeni
lik diye adlandırdığım ız kimi düşünsel ta ­
vırların geçmişteki kökenlerine işaret eden
bir tür “karşı-tarih” çalışm asıdır.
Ortaçağda Entelektüeller"de batı aydınının
doğuş koşulları ve evrimi anlatılırken, mo
dern kültürün temellerini oluşturan “hüma-
nizma”, “mikrokozmos insan", “doğa” ve
“akıl”m tarihsel kökenleri de eleştirel bir bi­
Jacques Le G o ff çimde sorgulanır. Entelektüelin emekçi
olmak isterken aristokratlaşm ası, skolas­
tikten kutsal cehalete geri dönüş, üniversi­
tenin uluslararası niteliğini yitirerek millileş
mesi ve politik çatışm aların aracı haline
gelmesi Ortaçağdan çıkışın hiç de “ilerle­
me” sayılam ayacak göstergeleridir.
Ve ortaya çıkan entelektüel karşıtı bir “hü
manist" tipidir: Bilimsel olmaktan çok
edebi, akılcı olmaktan çok ¡m ancıdır; ka­
palı akademi ortam ının ve siyasi iktidarın
adamıdır.
Günümüz “tek tip ” toplum larının sunduğu
hayat im kânlarının çoktan tükendiğine ina­
A Y R IN T I • T A R İH nıyorsanız bu kitap size başka bir şeyi de
ISBN 9 7 5 -5 3 9 -0 4 1 -3 gösterecektir: “Çok sesli” gelecek tasav­
9789755390413 vurları imkânsız ve hayali değildir; insanlık
tarihi bunun mümkün olabileceğini göste­
ren örneklerle doludur. Yeter ki geçmişimi
ze, “resmi tarih”in gözlüklerini çıkararak
789753 390413 bakalım.

You might also like