Professional Documents
Culture Documents
KNB
(imza gününde ıslak imza buraya atılacak)
İndeks
Yedinci Bölüm: “Van Minüt!” ve “Sütte leke var bizde yok!” yazıları
Dik duruşuna kurban olduğumunun...
Mardin-Bilge Köyü katliamının haklı nedenleri
Neredesin eyy insanlık! Gazze'ye plaza dikemiyoruz!
AKP paniklediğinde
Hepimiz Arabız birimiz Kaddafi
Herşeyin 'altın'a bakacaksınız!
Genç tapucular huzursuz
Dükkân senin! Shop is yours!
Neo-Osmanlıyla bostan ekenin kıçı hıyardan kurtulmaz
Rabbime sordum...'De get la!' dedi
Dereyi ıhtırdın mı çöküp alacan intikamını muhterem!
Muvazzaf subaylar yağmur duasına çıkmış!
Beygir üstünde Hayrünnisa Hanım
Yine sazan mevsimi geldi!
Zincir, takoz ve çekme halatı
AK şirketler aydınlık amblemler
Gaza gelince çekidüzen verilen mekânlar
Kippa düştü kel göründü
Ulu Tanrım ölü müsün diri mi?..
Ya al Allah kulunu ya zapteyle delini!
Recep Bey'e 'Recep Bey' denilebilir mi?
Son yazı
Gördüm. Arabasını beyaz bir brandanın içine saklamışlardı. Etraftaki Siykrıt Sörvis
elemanlarına aldırış etmedim. Yürümeye devam ettim. Onunla başbaşa görüşmeden, eli
elime değmeden, kendimi o kalabalıkta bîçâre ve müdâfaasız hissedecektim.
Bir kelime İngilizce bilmiyordum, lâkin lisan uzmanım yanımdaydı ben hâlimi
Osmanlıca arz edecektim, o İngilizce diline tercüme edecekti.
Lakin ne olduysa o dakikada oldu. İzbandut cüsseli korumalar yolumuzu kesti. Bizim
âdemleri itip kakmaya başladılar. Bir tanesinin elini tutup arkaya büktüm; "Van minüt
lann!" dedim "Van minüt!". "Şunun şurasında iki kelâm edip, bi resim çektirip
gideceğiz."
Kısmetten çıkmış göte uçkur neylesin! Nasip, kısmet değilmiş, Başkanla toplantıdan önce
muhavere edemedik.
Toplantıda, orada bulunmaktan bahtiyarlığımı beyân eden bir nutuk irâd eyledim. Lâkin
havuç suyunu fazla kaçırmışım, üzerinize afiyet bağırsaklarım mülâyemet çayı içmiş gibi
idi. Nutkumu kısa kestim.
Neyse ki toplantıdan sonra O... O... bana el etti, "Yaklaş" dedi, "Whatz your problem
buddy?"
Geçende yaptığım hissî, ahâlinin gönül tellerini titreten konuşmamdan bir pasaj arzettim.
Heyecandan ezberim şaştı, bazı hatâlar yapmışım. Şöyle demişim;
"Biz artık Botan Çayı'nı da satmak, Zap suyunu kurutmak, Dicle, Fırat gibi barışa
kalleşliğe akmak istiyoruz. İstiyoruz ki Munzur dağlarında hep birlikte altın çıkaralım.
Cudi Dağı'nda yedi cüceleri, Ağrı Dağı'nda Ermeni çiğdemleri dermek istiyoruz.
Ülkemin yedi coğrafyasından derilmiş çiçekleri" derken "Okey..okey!" dedi, susturdu.
Dedi "İmralı Kuşcusu'nun bile şüpheleri var. Açılım mı satış mı tuzak mı sahtekârlık mı
emin değilim diyor. Ne iş?"
"Merak buyurmayınız" dedim. "Ona da, herkese de hazmettiririz. Siz Güneydoğu'ya 100
bin, Sabiha Gökçen Havaalanına da 42 bin Amerikan askerini yığdınız mı kimsenin gıkı
çıkamaz."
O mübârek Başkan "Aferim" dedi, bâşımı okşadı. Adana Havaalanını 'Kentsel Dönüşüm'
numarasıyla nasıl genişlettiğimizi, tapulu evleri bile yıktığımızı anlattım. "Güzeeel" dedi,
"İncirlik'e 13 kilometre o havaalanı."
"Bir manzûme okuyayım, çok güzel okurum" dedim. "Kısa olsun" dedi. Vakti yokmuş. Bir
kıta okudum;
Bizim tercüman (maaşallah) manzûmeyi pek güzel tercüme etti. Sanırsın lisân-ı
mâderzâdı İngilizcedir. Başkan önce mütebessimâne, efsûnlanmış dinledi, sonra
oturduğu yerde büküldü, katıla katıla gülmeye başladı, gözlerinden inci dânesi yaşlar
döküldü. Hislendi vesselâm.
Akşam yemekte, perhizkârlığımızı bildiklerinden, şarap kadehim leb â leb elma suyu
doluydu. Lâkin, ihtiyâtı elden bırakmayıp kadehe ağzımı değdirmedim. O kalabalıkta
alkol değmemiş bardak istemek münasip olmazdı.
"Hey yavrum Hamdullah!" dedim kendi kendime, "Sen ki tarhananı içip, delik pabuçları
sürüyerek mektebe giderdin, şimdi altınların, elmasların üzerinde kuluçkaya yatmaktasın.
Kimlere neleri hazmettirdin yedi yılda. Şu oturduğun sofralara bak, gidinin Hamdullahı!
Nerdeeen nereye!"
Laz var, Boşnak var, Arnavut var, Kürt var, Ermeni var... Türk yok!
Acaba diyorum, olmayan bir halkın adını şeytsek mi yani... Hani yeni bir açılım, devletin
adından Türk kelimesinin şeydilmesi felân... Erken mi olur?
Anladım Hamdullah!
Osmanlı Viyana kapılarına koçbaşıyla dayanmıştı, sen Osmanlı'nın 'neo'su (nasırsurat'ın
N'si, ebleh'in E'si, orman çocuğunun O'su) olarak, 'AB'ye girmek' derken, boş Nabucco
gaz borusunun içinden sürünerek Avusturya'ya pasaportsuz gitmekten bahsediyordun.
Şimdi anladım!
Lakin Hamdullah; AB, kendisi için bunca önemli enerji hattını senin belkemiğine
döşemişken, binlerce noktaya kompresörler falan kurmuşken,
Ve AB, 'Atalanta Deniz Harekatı' (EU NAV-FOR ATALANTA) adı altında, kırık
dökük teknelerle deniz ulaşımını tehlikeye düşüren (!) Somalili korsanlarla mücadele
bahanesiyle 112 gemilik deniz filosunu Hint Okyanusu'na, Aden Körfezine, Somali
sahillerine indirmiş iken,
Avrupa bir yandan Afrika'da askeri istihbarat üsleri açar bir yandan "Afrika'daki açlara
yaptığım yiyecek yardımının kargosunu koruyorum" diye kıvırtırken,
Sen AB'nin döşediği boruyu koruma bahanesiyle Türkiye'ye AB askeri göndermesine
karşı bir nasıl bir önlem aldın Hamdullah?
TSK'yı itibar infazlarına maruz bırakıp tel tel çözmeye çalışman AB-ABD
militarizasyonuna yol vermek için midir Hamdullah?
Sen Hamdullah islamiyetten başka kimlere, neye 'hizmet' için buradasın? Nasıl bir
adamsın, kimsin nesin sen Hamdullah?
Hani seninle (Ravalpindi) havaalanından İslamabad'a gidiyorduk, hatırlıyor musun
Hamdullah? O onbeş kilometrede gördüğün fukaralıktan, ölüm tehlikesinin her an, her
yerde, hepimiz için mevcut olmasından duyduğun dehşeti hatırlıyor musun?
Hani sen "Buralar Türkiye'nin 80 sene evvelki hali" demiştin de, ben de "Hayır"
demiştim, "Buralar sizin iktidarınızda Türkiye'nin beş yıl sonraki hali."
Daha beş yıl dolmadan falım çıktı Hamdullah. Önüm arkam fukaralık, açlık, sağım solum
ölüm oldu sayende.
Sahi nasıl bir adamsın sen Hamdullah? Bu ülkenin adaleti sana emanet edilmişti, Bakan
olarak altına imza attığın yasanın şerrinden korumak için çocuklarını bir günlüğüne
çalışmış gösterip sigortalattın.
AK'ın A'sı adalettir dedin, hapiste yatanların yüzde 54'ü suçsuz. Oysa senin vekillerinin,
belediyecilerinin yüzde 90'ı sabıkalı Hamdullah. Nasıl bir adalet, nasıl bir ahlak bu
seninki Hamdullah?
Mevcut azınlıklar yetmedi sana, Ermenistan'dan 50 bin Ermeni ithal ettin, Alman dahil
50 azınlık icat ettin başımıza.
Yedi sene evvel dedem de anam da ben de çocuğum da hepimiz 'Türk'tük. Sayende
bugün hepimiz başka azınlık mensubuyuz Hamdullah. Kusura bakma senin gibi
'hamdolsun' diyemiyorum, içim yanıyor Hamdullah.
Azınlık listende bana en uyanı 'sünni Türk' idi. İslamiyetle ilişiği keseli çok olduğundan
o da uymadı. Sünni'yi silip geriye 'Türk' kalınca benim de Türkiye'de azınlık olduğum
(!) gerçeği kafama dank etti. Memlekette 'çoğunluk' bırakmadığının farkında mısın,
kendinle gurur duyuyor musun Hamdullah?
Yoksa 70 yaşına kadar eline kadın eli değmemiş, 40 erkekle yaşayan, üzerine kayıtlı bir
kuruşluk mal yokken 50 milyar doları yöneten Ebu Dallama Hazretleri mi?
Genç kızları ailesinden kopartıp tarikat yalılarında seks kölesi ettin Hamdullah. Evladı
anaya düşman edip utanmadan sevgiden, hoşgörüden, 'sarsılmaz Türk aile yapısı'ndan
bahsettin.
Sen nasıl bir adamsın, nasıl böyle krematoryum kapağı kadar pişkin olabiliyorsun
Hamdullah?
'Ata'ya tapınmak Şamanizmde vardı' derken sen neyi, kimi, hangi Ata'yı ima
ediyorsun Hamdullah?
Nasıl bir Allah bu senin Allahın Hamdullah? Kadını kaburgandan yaratıp sonra ona her
türlü ezaya seni yetkili kılıyor. Seni eksik akılla, bozuk ahlakla yaratıp sonra sırf
müslüman doğduğun için cehennem azabından muaf kılıyor. Ne yanlış yaparsan yap
gözetliyor, biliyor ama seni durdurmuyor. Nasıl bir allah, nasıl bir peygamber, nasıl bir
din, nasıl bir vicdan bu seninkisi Hamdullah?
Tarım arazisine diktiğin villandan akan bokunla toprağımı zehirledin, soyumu, suyumu
kuruttun. Ruhumu çürüttün Hamdullah! Farkında mısın Hamdullah, sana kişibaşına 5
villa düşerken bize kişibaşına 50 cehennem düşer oldu. Giderayak bir düşün, bokundan
başka ne bıraktın bu memlekete?
Sen nasıl aşağılık bir adamsın? Daha doğrusu adam mısın, insan mısın sen Hamdullah?
Her işin gizli kapaklı, her işinin altında manipüle edilmiş bilgisayar, sahte evrak, sahte
tanık, naylon darbe guruları var. Her işin saman altından, her ihalen sakat, her seçimin
şaibeli.
Her tanığın çift uyruklu, çift cinsiyetli, çift dinli. Yazarlarının hepsi Amerika'dan oturma
müsaadeli. Oysa şüphelin, tutuklun, sanığın Türkiye'de yaşama müsaadesiz. Sağlam
girdiği hapisten ya sakat çıkıyor ya ölü.
Senin dürüstlükle, namusla, açıklıkla yaptığın bir iş yok mudur şu güneşin altında
Hamdullah?
Nasıl bir Allah nasıl bir peygamber bu seninkisi? Bulutların arkasında emekliye ayrılmış
gibi sanki. Sen emekliden de nefret edersin, bilirim Hamdullah. Emekli sussun, bildiğini
anlatmasın istersin. Senin emekliye ayrılmış Tanrın ondan mı bu kadar sessiz yaptığın
kıyımlara Hamdullah?
Nasıl bir tıp doktorusun sen Hamdullah? Doğum kontrolundan habersiz, altı çocuklu.
Üstelik çökerttiğin sağlık sistemiyle hastaların bakımını bile üstlenmiyorsun. Sen hangi
devletin adamısın Hamdullah?
Bilim adamını, doktoru, bu ülkeyi ülke yapan herkesi dışarı kaçmaya mecbur ettin.
Kaçamayanı açlığa, onursuzluğa, üç kuruşa sözleşmeli köleliğe mahkum ettin. Sen nasıl
bir yamyam, nasıl bir vicdansızsın?
Sen Hamdullah, bu ülkenin taşını, toprağını, limanını, karayolunu, tren hattını, toprağın
altındakini, üstündekini, telekomünikasyonunu sata sata bitiremedin. Nehirleri, gölleri,
denizin yüzeyini satacaksın yakında.
Satışı sen yaparken 'ekonomi taş gibiydi' de (!) sen koltuktan düştüğün gün ne değişti de
"Kriz Başbakanı teğet geçmiş, halkı değil" diye zırlamaya başladın Hamdullah?
Peki sen! Parti dediğin menfaat çetesinin ciğerini biliyorsun da, ayrılıp kendi partini
kurduktan sonra neden bildiklerini belgelerle açıklamıyorsun Hamdullah?
Altı yıl her suça ortak-destek olup yedinci yıl istifa edince "Ak değildir" demekle gusül
abdesti mi almış oluyorsun? Vitrin görüntün kadar dürüstsen belgelerle döksene ortaya
menfaat çetesinin icraatını...Yoksa tuğlaya oturup tuğlayı eritene kadar yıkanıp arınmış
mıydın Hamdullah?
Sen Hamdullah, doğaya, bilime, hayata, insana düşmansın. Teknolojiyi de fena halde
düşmansın da kendi propagandanı yapmak, en gizli işimizi AB-D'ye açık etmen için
lazım sana o teknoloji. O yüzden toptan yasaklayamıyorsun. Sana kalsa telefonu bile
haram ilan edersin ya...
Sanata düşmansın, dansa, müziğe, kültüre, bilgiye düşmansın. İnsanı insan yapan, ulusu
ulus yapan herşeye düşmansın sen Hamdullah. Ama sanki Allahı'nla aranızda bir anlaşma
var gibi. Tüm ihanetlerin, ahlaksızlıkların 'öte tarafta' sana ödül olarak dönecek gibi.
Nasıl bir dindir bu seninki Hamdullah?
Sen dini, sen Allah'ı da tükettin Hamdullah! Rahatsın ama, ettiğin ibadet huzur veriyor
sana.
Oysa benim günahlarımı affedecek bir papazım, başımı okşayacak hahamım, 'Allah
affeder kızım' diyecek bir imamım yok... Beni yönlendiren Allah'ım, peygamberim,
cinim, şeytanım yok.
Senin asit döküp soyunu tükettiğin bitten küçük parazitin, üstüne asfalt döküp
yeryüzünden sonuncusunu yok ettiğin bitkinin, bokunu akıttığın su havzasının
sorumluluğunu hissetmek çok ağır Hamdullah. Benden sonraki kuşağa senin ırzına
geçtiğin bir ülke, bokunla kirlenmiş bir eko-sistem bırakmaya içim elvermiyor.
Gelecek kuşakların 'kendisini bu ülkeye ait hissetme hakkı'nı gasp etmeni
hazmedemiyorum muhterem!
Senin ahlakın öyle ahlaksız ki; bebeklere, çocuklara tecavüz ediyor, sonra da mağduru
cezalandırıyorsun. Irzına geçtiğin çocukların yüzde 70'i oğlan, nasıl bir manyaksın sen
Hamdullah?
Plastik bebekten, saçtan, kıldan, tüyden bile tahrik oluyorsun. Kafan karışık senin.
Çocuklara plastik seks oyuncağı, el kadar oyuncaklara kadın muamelesi yaptığının
farkında değilsin Hamdullah.
Hırsızlık konsepti öyle gelişti ki senin döneminde; ekili buğday tarladan çalınıyor artık.
Nasıl bir adam, nasıl bir insansın sen Hamdullah? Hiç kimseden ve hiçbir şeyden kendini
sorumlu hissetmeden nasıl yaşayabiliyorsun? Oysa demokratik sistemi birarada tutan
zamk 'sorumluluk' tur muhterem.
Sana demokrasiden bahsediyorum, kime ne diyorum ben yahu!
Avrupa'daki işçinin parasını Keriz Feneri üzerinden kasana aktarman, gemiler alman
yetmedi, şimdi daha fazlası için ikna turlarına çıkıyorsun. Ar damarın Nabucco borusu
gibi midir senin Hamdullah?
Nasıl bir yamyamsın sen Hamdullah, anlat bana! Kıvırmadan anlat ama! Senin Teslime
Bacı'larına benzemem, yalanı saniyesinde görürüm gözünün bebeğinde. Evde dantele,
örgüye teşvik edip, kapıcılıkla, bakıcılıkla yüksek maaşa bağladığın Bağkur'lu kadınlaran
değilim.
Peki ya sen liboş Hamdullah! Sen de nasıl bir işbirlikçi Hamdullahsın ki, Birinci Dünya
Savaşında, Kurtuluş Savaşında, askerden kaçanların çoğunun tekkelerde, dergahlarda
saklanan tarikat ehli Hamdullahlar olduğunu bile bile tutup 'Asker zorla savaşa sürdü,
yoksa millet savaşmak istemedi' yazabiliyorsun.
Vatan savunmasından kaçan 'millet' değil, şimdi yalakalığını yaptığın, paranı ödeyen
Hamdullahlardı liboş muhterem. Bilmiyor musun? Donguz gibi biliyorsun.
Senin her cinsinin gözünün bir zaman paraya doyması ihtimali var mıdır Hamdullah?
Hakikaten soruyorum, paraya, mala mülke doyma ihtimalin var mı senin? Kıvırtmadan
söyle. Ben Teslime Bacı değilim. Yalanı gözünün bebeğinde görürüm.
Böyle bir özgürlük varsa eğer Hamdullah, sen yedi yıldır vatana ihanet özgürlüğünü
tepe tepe kullandın muhterem.
Jinekolog vajinal ultrasonu biten kadının evrak işlemlerini yaparken sormuş: "Sevk
aldınız mı?"
Kadın utana sıkıla cevap vermiş: "Sonuna doğru biraz."
Sevgili Dürrük,
"Artislik yapmayın lan bana! Yannış davulu zurnayı çalıp durmayın laynn!!" dedim. Biz
burda rakamlarla cambazlık yapmıyoz. Bişey biliyoz ki rakam veriyoz. Davula darppıdı
darppıdı darppıdı darbe vurmakla olmaz aga!!
Bunlar, bakkal dükkanı idare etmenin zorluklarını gözleri var görmezler kulakları var
duymazlar. Cırtım cırtım konuşurlar böyle. Vatandaş bakkalımızdan aldığı maldan
memnun diyoruz, anketlerde yüzde 86'sı 'hayatından memnun' çıkıyor diyoruz, "Sen
bakkalda anti depresan hap satışını patlattın, vatandaş o ankete cevap verirkene kafası
kıyaktı " diyolar. Oyacam allahıma kitabıma!
Bennn delikanlılığın kitabını yazmış adamım hacı! Bizde yamuk olmaz! Mercimekten taş
çıktı, sattığın makarna pişmiyo, vatandaş haplandı, tartıdan çalıyosun diyen çamur
siyaseti yapıyo. Koyacam kafayı alayına, darp edecem, darbeleyecem...
Bu mahallenin bir numaralı bakkalı benim aga! Adımı aptessiz anmayacan, Van Minüt
deyip önce aptesini alacan. Mahallede her iki vatandaştan biri alışverişini bu bakkaldan
yapıyo. Yapıyodu yani. Mart sonunda işi kesata bağladık ama dıngırıma kadar...Bakkal
batarsa gider pırlanta işine, altın işine takılırız, kabuğumuz kalın bizim aga! Bundan kelli
kolayına batmayız.
Teslime'nin boynunu, kollarını pırlantaya garkettim, Arap şeyhi karıları gibi dekore ettim
kadınımı. Delikanlılığın raconu budur hacım! Kadınına sahip çıkacan. Evinin kadını
çocuklarının anası ne de olsa, yamuk yapmayacan, harama uçkur çözmeyecen. Çözsen de
çaktırmayacan. Takıcak yeri kalmayınca kadınının ayakkabısına yapıştıracan pırlantayı.
Çorbasına altın tozu dökecen...
Neyse... hani şu Birinci Noter var yukarı mahallede, Hamdullah lavuğu...Geçende gelmiş
afra tafra yapıyo. Diyo "Abi" diyo "Bi damar yakaladık dehşet...Enerji işine girelim, gaz
işine, tuz işine, buz işine girelim senle."
Elini uzatmış tokalaşıp barışacak aklınca. "Get la işine" dedim. "İndir lan o elini, kırarım
sokarım bi tarafına...Taka tuka yapma bana!" Sıkı ayar verdim gavata.
Ona mı kaldık lan! Kendi akrabalarım var benim iş yapmaya kalksam... kendi osuruğu
bile insana ciğer tava gibi gelir! Benim için Hamdullah bitmiştir. Daha da üstüne işemem
o lavuğun. Çırak da dükkana alırsa, çırağı da kulağından tuttuğum gibi koyarım kapının
önüne.
Sinirden çırağın ağzının ortasına da koymuşum bi tane. "Al ananı da git Almanya'ya.
Alman vatandaşı ol" demişim. Hiç hatırlamıyorum.
Bu alemde bize yamuk olmaz aga! Biz bu mahalleye hizmet için geldik, hizmet edecek
tek vatandaş kalmayana kadar alayının anasına avradına hizmet edecez. Gerekirse kafa
kol demeden girişecez, son darbeyi en hassas yerlerine vuracaz. Yastık altına! Ordaki
serveti de bu dükkanın kasasına akıtacaz. Ortada t.aşağı kıllı adam mı kaldı ki
hizmetimizin hesabını sorsun!
Delikanlı aleminin sınır tanımaz, vatandaşın hizmetkarı bakkalı olmak zor be Sevgili
Dürrük! Ama durmak yok, yolmaya devam!! Müfettişe yakalanmadan.
Şimdi diyorum ki depoya bi miktar 'beyaz' çeksem. El altından ufak ufak poşetlerde
piyasaya kaktırsam... 23 Nisan'da çocukların bayramı var, onları sevabına bi 'uçursam'.
" Bi kilo toz bi otobos" diyolar. Bunun on yirmi kilosu bi uzun menzilli uçak aldırır
icabında. Burdan bindin mi vıııın Los Encılıs...vınnn Yeni Zelanda...
Kurarız orda da tezgahı annadın mı...Açarız bi Törkiş Bakkal. Olmadı s.ç hıyarın köküne,
yan yatar zulaladığımız paranın faizini yeriz.
21 Nisan 2009
Acı var mı acı Hamdullah?
'Takva' filminde, tarikatın kasası Muharrem'e teslim edilirken söylenen bir cümle vardır:
AKP tarafından siyasi, ticari, hatta tıbbi ahlâkın bile (tıp fakültelerinde Tıp Etiği
derslerini kaldırdılar) çökertildiği dönemde, 'sıradan', 'dürüst' bir adam çıkıyor ve
çoğumuz "Ne sıradışı bir lider" diyerek Sayın Kılıçdaroğlu'nun etrafında safları
sıklaştırıyoruz.
Hani bebeğin yanağını yanağınıza dayarsınız da... öyle şeftali tüyü bir mutluluk...
Geleceğe dair, yumuşak, umut dolu, her sorunu unutturan bir mutluluk...
Belli, bundan sonrası "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" yaşanacak
ki, bu hasret bencileyin 'fena halde sıradan', paraya ya da güce (iktidara) tapınmayan
bütün Türk vatandaşlarınındır.
Kurultay'ı takip eden medyanın yorumcuları hep aynı yorumu yaptılar. Hepsi, o
kalabalığın iktidara susamışlıktan orada olduğundan bahsetti.
Hiç sanmıyorum!
Özlenen; kalpazandan, hırsızdan, ahlâksızdan Yüce Mahkeme karşısında çatır çatır hesap
sorulmasıdır.
Ve en önemlisi de; Türkiye'nin korkulan 'son'dan, köprüden önceki son çıkışta kurtulacak
olmasıdır.
Şimdi AKP'li 'sonuna yaklaşan' Hamdullahlar da vajinal ultrasona giren Teslime gibi
sıkmasınlar kendilerini! Gevşesinler! Zevk almanın birinci şartı 'teslimiyet.'
24 Mayıs 2010
Kız kıza başbaşa kalınca
Okur Zekî Bey ve Zekîye Hanım, kusura bakmasınlar. Çevre konularına ampul kafaların
dikkatini çekebilmek için onların dilinden konuşmak gerekiyor. O yüzden konuya uçkur
taktık, oradan çekiştiriyoruz.
Alaska'daki erkek geyiklerin üçte ikisinde inmemiş testis vakası, Kuzey Kutbu'nda
hermafrodit balıklar, efemine kutup ayıları görülür olmuş (çöldekine benzemiyor yani!).
Güney Afrika'da kimyasallara maruz kalan erkek geyiklerin testislerinde de hasar varmış.
Erkek fareler sperm üretemez hale gelmiş.
Gebelikte, plastikte kullanılan bir kimyasala maruz kalan annelerin erkek çocukları, çay
setleriyle, bebeklerle oynamaya teşne oluyorlarmış.
Dünyanın kimyasallarla, soyu kesik tohumla kirlenen bölgelerinde erkeklerden iki kat
fazla kız çocuğu doğmaktaymış.
Lami cimi yok, Kuzey Kutbu'ndan Güney Kutbu'na erkek cinsi mutasyon
geçirmekteymiş. Yakında hepiniz 'memeli' olacaksınız beyler. Erkeklik gidecek elden!
(Yazarın iç konuşması: Yoksa bu mutasyonun bir sonucu mudur artan sübyan merakı?
Kadınla başa çıkamama korkusu? Meclis berberinde kulak ağdası yaptırma merakı?)
Yakında dikiş-nakışa heves edeceksiniz beyler!. Geleneksel Taksim Yılbaşı Taciz-
Tecavüz Şenlikleri'ne -57 Lira mukabili- katılacak tecavüzcü bulamayacaksınız. Kadın
kermeslerini, parti toplantılarına, cuma cemaatine tercih eder hale geleceksiniz.
Otuz yıl önce, Sovyet KGB'sinin kadın ikram ettiği Afgan aşiret reislerine, otuz yıl sonra
CIA Viagra dağıtmak zorunda kalıyor. CIA mutasyonun farkında, Afgan erkeklerinin
kuyruğu dik tutmasına yardımcı olmaya çalışıyor.
Zaman; "Yavrum seni baban doğurdu" zamanları...Adamın biri iki çocuk doğurdu bile.
Yarın öbür gün oğullarınız, erkek torunlarınız "Baba ojemi bebeğime sürebilir miyim?"
dediğinde sizin için yıkım olur (Hamdullah bey). Kışlada, kerhanede, cami minaresinde
kutsanmış erkekliğinizi can evinden vurur.
Hintli fizikçi Dr. Shiva (Monocultures of the Mind kitabında) diyor ki;
"Küreselleşme adı altında melez tohumların Hindistan'a girmesiyle, çiftçiler, tarım ilacı
ve tohum satın almak için borç almak zorunda kaldı.
Melez pamuk tohumları Hindistan?a girdiğinden beri, tarım ilacı kullanımı yüzde 2000
arttı.
Bir iki yıl içinde çiftçiler borca battı. Onları borç batağına sürükleyen tarım ilaçlarını
içerek intihar etmeye başladılar. Hindistan'da 200.000 çiftçi intihar etti.
Dünyanın en verimli coğrafyası Türkiye'de, bereketin yerini kıtlık alıyor, sadaka 'meşru',
vergi ödeyenin parasıyla asalak besleme 'adil dağıtım' ilân ediliyor.
Zikri hür cüzdanı hür ampul kafaların orman yakıp TOKİ gecekondusu yapması, denizi
doldurması/kirletmesi, tarım alanlarını şantiyeye çevirmesi, çiftçiyi genetiğiyle oynanmış
ithal tohuma muhtaç etmesi dönüyor dolaşıyor kutsanmış, tapınılan erkekliği vuruyor.
Sebep olduğunuz Tufan çoktan başladı (Hamdullah bey)! Gavura altın arama izni verip
asit döktürttüğünüz, florasını faunasını yok edip villa diktiğiniz toprak açlıkla, kıtlıkla
imtihan edecek insan cinsini.
Binin oğullarınızın gemiciklerine sona kalmadan! Nuh'un gemisine son binen eşekti.
Kuyruğundan çeke çeke içeri alındı. "Sona kalmayın" demem eşek olmadığınızdan.
Ama ben... doğrusu ben üzerinize gelecek azaptan korkuyorum. Doğanın bir yandan
kadın nüfusu artırırken, bir yandan sizi efe'den 'efemine'ye döndürmesi azabından...
Kız kıza başbaşa kaldığımızda kim kimi ezecek, kim kimi namahrem ilan edecek!
80 bin caminin minaresini de dişileştirip, meme şeklinde yeniden yapmak zor olmayacak
mı!
Hamdullah, Sen pek itibar etmezsin ama, bilim insanları: "İnsanı hayvandan ayıran 10
temel özelliğin ilki ve en önemlisi yüz kızarmasıdır" diyorlar.
Ama "Hamdoldu... hamdoldu..." derken, üzerinize gelecek azabın biri, ortalığın -sen de
dahil- 'ham' dolmasıdır ki, sen buna dayanamazsın Hamdullah!
7 Kasım 2009
Ergenekon’lu ve yazanı Ergenekoncu yapacak yazılar
Dumlupınar denizaltısında olmak
Müzede Dumlupınar denizaltısına dair her obje, her fotoğraf babama ‘tanıdık’tı.
Babamızı ağlarken hiç görmemişiz, afalladık. Bahriye’de askerliğini ilk kez o müzede
dinledik.
Dumlupınar’ın batışından bir hafta önce Fahri Korutürk gemiyi teftişe geliyor. Babamla
da tanışıyorlar. Fahri Korutürk “Sen Erkin gemisine geçeceksin, sana orada ihtiyaç var”
diyor.
Babamın askerliğinin bitmesine 2-3 ay kalmış. Dumlupınar’da çok mutlu, komutanına
“Askerliği bu gemide bitirsem” falan diyor ama emir demiri kesiyor. Teftişin ertesi günü
Dumlupınar’dakilerle vedalaşıp Erkin gemisine geçiyor.
Babamın adı hala Dumlupınar’ın listesinde. İlk liste 81 kişiden fazla, radyo haberlerinde
gemi personelinin arasında babamın adı da okunuyor.
Babam kendi adını radyoda duyduğunda aklına annesine haber vermesi gerektiği geliyor.
Telefon falan yok, komutanından izin alıp eve koşuyor. Babaannem radyonun başında,
elinde kehribar tesbih, haberleri dinliyor, ağlıyor, dua ediyor. Babamı kapıda gördüğü an
düşüp bayılıyor.
Elimde herhangi bir güç, bir yetki olsaydı kullanmakta bir an bile tereddüt etmezdim.
Gerçekten bu hükümeti devirmek isteyen bir örgüt olsaydı, gönüllü nefer yazılırdım.
Amerikan beslemesi hergelelerin bir vatansevere yapabilecekleri nedir en nihayetinde?
Ergenekon denizaltısında batırmak mı? AKPKK çetesinden korkan AKPKK çetesinden
beter olsun!
Babamızın asker arkadaşları gibi son cigaramızı içer, son sözümüzü söyleriz: VATAN
SAĞOLSUN!!!
Ama; AKP’nin ülkeyi sürüklediği uçurumu gören tüm aydınlar, Kürt ırkçısı bölücü
örgütle mücadele eden tüm askerler denizin derinliklerinde, sahtekar imamların ayağına
gülsuyu döken sahtekar tüccarlar yerin üstündeyken vatan da sağ olamıyor be!
25 Temmuz 2010
SIGINT istihbarat örgütleri ve ulusal güvenliğimiz
İngiltere ve ABD 'öncelikli taraflar' (first parties), diğer ülkeler 'ikinci taraflar'dır (second
parties).
Anlaşmanın içeriğinin bir kısmı 'International Regulations on SIGINT' (SIGINT ile İlgili
Uluslararası Düzenlemeler) adlı çok gizli kitapçıkta kayıtlıdır.
......
"..NSA/CSS, sinyal istihbaratı ile haberleşme güvenliği ürün ve hizmetleriyle, iletişim ağı
harekâtlarını (network warfare) mümkün kılar. Toplanan istihbari bilgiyi, Ulusun ve
müttefiklerimizin yararına kullanır. Vizyonumuz; ulusal şebekemiz (network) yararına,
küresel kriptolojik üstünlüğümüzü sağlamaktır."
......
SIGINT örgütleri, CIA, CSIS (Kanada İstihbarat örgütü) vs gibi istihbarat örgütlerinden
tamamen ayrı, bağımsız, üstün teknolojiyle donanımlı haberalma örgütleridir. Temel
görevleri ulusal güvenliği ve ulusal yararları korumaktır.
......
Bu örgütlerin çoğu, savaşta şifre kırmakla işe başlayıp, 1960'lardan sonra haberleşme
uydularının uzaya gönderilmesiyle sinyal-elektronik istihbarat üstünlüğünü ele geçirip,
ULUSAL GÜVENLİKLERİ ve ULUSAL ÇIKARLARI için kullanan örgütlerdir.
......
......
"Merkez idari kalitesini sahip olduğu süreç kalite belgeleri, bilimsel ve teknik kalitesini
ise NATO için tasarlanan algoritmalara NATO'daki kripto analizin ardından verilen
NATO'nun tüm gizlilik seviyelerinde kullanılabilir onayı ile ispatlamıştır."
1947'de, yukarıda bahsettiğim anlaşmaya imza koyan NATO üyesi ülkerden ABD,
Kanada ve İngiltere'nin SIGINT örgütlerinin sayfalarında, bu NATO yalakalığını
göremezsiniz.
......
PKK açılımında görev alan Müsteşar Emre Taner'in MİT'i, aslen kendisi bir 'ulusal
güvenlik sorunu' haline gelen iktidar partisinin emrinde, ortaokul mezunu adamların
turşucu kılığına girip, mahalle muhtarlarına sorup istihbarat topladığı köhne bir
kurumdur.
......
.....
Özetle;
Velev ki böyle ulusal bir kurum olsun; teknik istihbarat toplama çalışmasını, başında
İngiliz istihbaratı ile ilişkili bir adamın (Paul Doany) bulunduğu, Lübnanlı Hariri
ailesine ait, Türk olmayan Telekom üzerinden yapmak zorunda kalacaktır.
2000 yılında, George Bush başkanlık seçimini kaybetmek üzereyken Florida'da devreye
girip sonuçlara etki eden CIA ve FBI'dan ziyade NSA'dır.
Dolayısıyla;
-AKP'nin, 2007 seçimleri oy sayımı sırasında, yarışa bilgisayar üzerinde artı yüzde 25 ile
başladığı da biliniyorken,
-2009 Mart yerel seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu ile Topbaş arasında fark çok azalmış
ve Kılıçdaroğlu arayı gitgide arayı kapatıp öne geçmek üzereyken elektriklerin kesildiği,
sonuçların ilanına ara verildiği hatırlanıyorken,
-Türkiye'nin nüfusu, bilgisayar üzerinde, her seçimden önce 6 milyon artar, seçimden
sonra 6 milyon azalıverirken, durup durup "Yüzde 47 suçlu...yüzde 38 suçlu..." diye
dıngırdamayalım.
Dolayısıyla;
Türkiye'de de, ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkenin ulusal
çıkarlarını ve ulusal güvenliğini ve devletin haberleşmesinin gizliliğini koruyacak,
hükümetler üstü, gerçek vatanseverlerin görev yapacağı, seçim sistemlerini de
denetleyecek bir kurumu-istihbarat örgütü olmadıkça, biz uydudan alınan sinyal
hesabıyla yenileceğiz. Mevcut tablo değişmeyecek.
Dolayısıyla;
Halkın ulusal güvenlik ve çıkarlarını koruyacak başka bir kurum kalmadığından, yüzde
87 oranında TSK en güvenilir kurum olmasına şaşırmayalım.
TSK'nın ise, ABD'yle elini kolunu bağlayan bir 'müttefiklik' tutturmuş olduğunu, sonuçta
NATO ordusu olduğunu, gizli haberleşme kodlarının da, müdürü ABD'ye bağlı başbakan
tarafından ısrar ve baskıyla atanan bir kurum (UEKAE) tarafından yapıldığını kenara
kaydedelim.
Dolayısıyla;
Dolayısıyla;
Atatürk'ün derin zekâsı ve öngörüsüyle taa 1925 yılında "İstikbal göklerdedir" deyip,
adını koyamadan, 40 yıl önce haber vermeye çalıştığı, bu ulusal güvenliği haberleşme
güvenliği üzerinden sağlayan SIGINT kurumları ve haberleşme uydularıdır.
Dolayısıyla, ulusal çıkarı ve istikbali Türkiye'de AKP'yi iktidarda tutmakta olan ABD-
AB, AKP'ye her türlü teknik desteği verir. Yargıyı da dinler, manavı da, ananı da...
Bencileyin bunları söyleyenlere tükürür gibi 'ulusalcı', 'aşırı milliyetçi', 'faşist' denmesi
boşuna değildir. Kıçı açıkta olana 'Kıçın açık' demek suçtur. Ama istikbal de açık g..lerde
değil, Ata'nın söylediği gibi göklerdedir.
17 Kasım 2009
Keser döner sap döner' demeyin sakın bana!
Bugünlerde tahammül edemediğim o söz pek fazla kullanılır oldu. 'Keser döner sap döner
gün olur hesap döner.'
Dönmez birader! Hesap sormayı zamana, gün olura, ahirete bıraktın mı kaybettiklerini
geri almaktan, hesaplaşmaktan vazgeçtin demektir. 'Gün olur...' diyecek gün kalmadı,
bugün itibariyle yumurta eksoz borumuza dayanmıştır.
2009 Ağustos'unda Türkiye'nin geldiği nokta ise şudur: Türkiye?nin çıkarları yok,
dostları vardır. 'Komşularla sıfır sorun politikası' da bu haysiyetsizliğin sloganıdır.
Bir diplomatik temsilcilikteki 15-20 diplomata Cenevre Sözleşmesi uyarınca vergi, yargı
vs. muafiyeti tanınması anlaşılır da 'karargah' denilince içine kaç yüz kişi, kaç bin kişi
girer... er'inden patates soyucusundan generaline kadar hepsine mi vergi/yargı muafiyeti
tanınmış göreceğiz.
Ergenekon adı altında mıntıka temizliği yapılıp NATO karşıtları önceden derdest
edildiğinden, NATO askerine tanınan ayrıcalıklar konusu fazla dillenmeyecektir. Taa ki
NATO kimlikli Amerikan askerleri etrafı kırıp dökmeye başlayana kadar.
AKP - Fetullah tarikatı- DTP (PKK)- Barzani marzani hepsinin kıblesi Washington,
Washington'ın da derdi ?kendi çıkarları? icabı harita güncelleme yani İŞGAL
projeleri.
6 Ağustos geldi geçti, tek tük Hiroshima?nın bilindik siyah beyaz resimleri medyada...
'Hepimiz Ermeniyiz' derken bademciklerini tahriş eden, zorunlu tehcir için Türkiye?ye
özür diletmeye kalkanların, Hiroshima'da bir saniye içinde 70 bin Japon'un etleri
eriyerek yok olmasından SOYKIRIM diye bahsettiğini duydunuz mu hiç?
TSK?nın gerçek 'terörle mücadele'si ise 'savaş' tanımına sokulup 'barış görüşmeleri'
yapılır. 'Ateşkes, savaş esiri' vs. gibi savaş terminolojisi kullanılarak 1990'lardan bu yana
görevi 'yeni haritalar çizmek' olan NATO ordusuna gel gel edilir. Oysa savaş da barış
da 'devletler arasında' yapılır. Terör örgütüyle barış görüşmesi yapılması söz konusu
olamaz.
AKP'nin işkembeden bağlı olduğu tarikat şeyhi Amerika'da yaşar. DTP(PKK) Genel
Başkanı AKP Genel Başkanıyla görüşür, sonra gider ABD Büyükelçisi'nle yemek yer.
Ertesi gün DTP (PKK)?nin Washington'da 'temsilcilik' açtığı bildirilir. Hayırlı olsun!
Mübarek olsun!
Afganistan'ı Pakistan'ı nasıl CIA marifetiyle kurduğu Taliban bahanesiyle işgal ettiyse
Türkiye için de o bahane PKK olacaktır. Adam demiş: "Dostum yok çıkarım var" diye.
Mahmur Kampı?ndan 11 bin terörist Türkiye'ye getirilip kimlik verilecekmiş. MİT tek
tek görüşerek beklentilerini belirleyecekmiş (yazar burada gülse mi ağlasa mı bilemez.
53 yaşına kadar bir kez bile bir devlet görevlisi 'Beklentilerin nedir kadın?' diye
sormamıştır).
Kimlik yetmez, teröriste TOKİ'den ev, araba, beyaz eşya da verilmeli. Hatta dağda
geçirdikleri zaman sigortalarına sayılıp 35 yaşında emekli maaşı bağlanmasının da önü
açılmalı.
Amerika, NATO, şu bu herşey bir yana, ben de 7 yıldır AKP'nin ciğerini okuduysam
eğer, iç savaş tamtamları çalınırken TSK'yı tasfiye arzusunun altında (AB, ABD
talimatlarının dışında) bir tek şey vardır: ülke savunmasına ayrılan bütçenin
hortumunu kendi cebine bağlamak. Askeri arazileri rant için satışa çıkartmak...
7 Ağustos 2009
Recep Şaban Ramazan
Sevgili Urumçililer,
Sigarasız yazıyorum, yüz kaslarımda bir gerilme hali, konsantrasyon sıfır. Hatam olursa
affola değerli Karaçililer.
Bilsem ki niyet halis, sigara yasağını en önce ben destekleyeceğim. En sigara karşıtı
yazıyı ben döşeneceğim. Fekat niyet habis Aziz and Azize okur.
550 milletvekili deyip geçmeyin. TBMM'nin 'bakmakla yükümlü olduğu' kişi sayısı
12 bin 542. Son sekiz ayda yapılan sağlık harcaması, Muhasebe kayıtlarına göre: 50
milyon Yeni Lira'yı geçti. Yani adam başı 4 bin Yetele.
Geçen yıl sadece milletvekillerinin tedavi ve sağlık malzemesi giderleri için 5 milyon
96 bin Yetele, ilaç giderleri için de 917 bin Yetele harcanmış. Yani toplam 6 milyon
Yeni Lira.
Vekil başına ayda 910 Yetele sağlık harcaması düşüyor (Bunun içinde Pervin Buldan,
Leyla Zana, Aysel Tuğlukgillerin falan olduğunu düşününce insan bir tuhaf oluyor).
OECD ülkeleri içinde kişibaşına düşen sağlık harcaması en düşük ülke Türkiye: 325
Dolar, yani 500 Yetele. Dikkat isterim, bu rakam aylık değil, yıllık. Aya bölersen,
kişibaşına aylık sağlık harcamamız 40 Yetele.
Yazıyı rakam boğmayı sevmem ama, hadi bir rakam daha vereyim: AKP'nin 'hane
halkına yardım' adı altında dağıttığı sadaka kömürün, makarnanın bütçeden bir günde
götürdüğü miktar 20 milyon 587 bin Yetele.
Şimdi;
Vekilin aylık sağlık harcaması 910 YTL, vatandaşınki 40 YTL iken,
Bütçeden sağlığa ayrılan ödenek her yıl yüzde 3-5 düşürülürken,
Yatağan Termik Santrali'nden salınan yüksek oranda kükürtle Aralık ayında 250 çocuk
zehirlenmiş, üst solunum yolu hastalıklarına yakalanmış iken,
Ve uyanık Akepe zihniyeti sadece ölçüm cihazının yerini değiştirerek kükürt oranını
düşük göstermiş iken, Yatağan'da kanser vakalarındaki vahim artış halktan gizlenirken,
Halkı 'rekabet edemeyenler' olarak tanımlayan ve parası olmayana yaşam hakkı
tanımayan IMF'nin talimatı doğrultusunda AKP insanların ilaca ulaşımını kısıtlamışken,
2003 yılında Türkiye'de 14 milyon 138 bin kutu olan anti-depresan ilaç tüketimi 2007
yılında 26 milyon 246 bin kutuya çıkmışken, yani anti-depresan tüketimi dört yılda
yüzde 85 artmışken,
Akepeli zevat bize bıngıldağıyla oynanmış ebleh muamelesi yapıp 'Halkımızı tütünün
zararlarından koruyoruz' derse, 'Çek arabanı canım, dükkanın önünü kapatma!'deriz.
Sevgili Karaçililer,
Bu tütün yasağının zannımca birkaç sebebi vardır:
-Akepe'li vekil vükela çocukları, adı Nico'yla başlayan bazı mamulatın ithali işine
girecektir,
-Akepeli vekil vükela çocukları 'Alo Nargile' hattı kurup evlere tütün satışı yapacaktır,
-Nüfus artırmayı kendine iş edinen Recep Bey, tütünün kadında yumurta, erkekte sperm
üretimini düşürdüğünü duymuştur,
-Hükümet, kişibaşı ayda 40 Lira olan sağlık harcamalarımızı daha da aşağı çekmek
istiyordur,
-Bunun arkası Ramazan'da geniş kapsamlı bir alkol yasağı ve eğlence mekanı kapatması
olarak gelecektir.
Hamilelere, gençlere, tütünün fetusa, bebeğe, çocuğa vereceği zararı anlatmayan, ahaliyi
üst solunum yolu hastalıkları hakkında bilgilendirmeyen hükümet, beni halk sağlığını
korumaya çalıştığına inandıramaz.
Din mafyası sağlık konusunda bilgilendirme de yapamaz. Çünkü daha üst solunum
derken aklına gerdan, meme falan gelir, tahrik olur. İş kükürtün, arseniğin zararlarını
anlatmaya geldiğinde de söyleyecek sözü olmaz.
Domuzu, atı 'kesimlik hayvan' kategorisine alan, hacca gitmek isteyenin, fakire bağış
yapmak isteyenin parasını dolandıran kaçan din mafyasıdır. İnternetten Arap ülkelerinden
kadın ithal edip nüfusu daha hızla Araplaştırma cinliği din mafyasının başının altından
çıkıyor.
Günahı yaratan Din Mafyasıdır.
Daha Şaban ayına girmedik Recep'teyiz. Tütün yasağıyla başladılar, devam edeceklerdir.
Ramazan'da beklediğim yeni 'açılımlar' arasında Latin alfabesine geçmiş olmamızın
tartışılmasıyla, türbanlılardan (kamu binasına girememeleri nedeniyle) daha az vergi
alınması var.
Sorosçu tarihçilerin, Arap alfabesini terketmekle nasıl bir gün içinde cahil
kalıverdiğimizi, harf devrimi yüzünden Osmanlı arşivlerini okuyamadığımızı,
kuşaklararası aktarım yapamadığımızı falan anlatacakları programlar bekliyorum
televizyonlarda.
Başımıza geçirilmeye çalışılan islamı çuvala direnmek adına direniyorum bu tür zecri
yasaklamalara. Ciğerimize arsenik, kükürt pompalayanların niyetinin halis olmadığını
bildiğimden direniyorum. Yoksa eşek değilim iki gün üst üste tütüne övgü düzecek.
Dumanımla içmeyeni zehirleme hakkım olmadığını bilirim.
----
Ergenekon
Aziz and Azize okur, Üçüncü Aharrrganakon (böyle okuyunca daha korkunç oluyor)
iddianamesini kısım kısım okudum da, tam "Yahu ne hafıza varmış bu PKK
itirafçılarında, mübarek beyin değil 64 gigabayt micro sd card. Onbeş yıl evvelini nasıl
detaylı hatırlıyorlar" diye düşünürken, bir tanesi itiraftan vazgeçmiş.
İfadesini okumadan imzalamışmış da, sonra eklemeler, tahmine, yoruma dayalı
değişiklikler yapıldığını görmüşmüş de tanıklıktan çekilmek istiyormuş.
Peki PKK itirafçısını Avrupa'ya yerleştirme vaadiyle, rüşvetle yalan ifadeye zorlayanlar,
ifadesinde değişiklik yapanlar kim? Kim? Kim? Hukukun, yargının üzerinden silindir
gibi geçer, polisi 'rejimin koruyucusu' ilan edersen şişirdiğin balonlar böyle yüzüne patlar
işte.
20 Temmuz 2009
Sığoğlanlar ve bir Phoenix Operasyonu olarak Ergenekon
"İyi düzenlenmiş milis kuvvetleri, özgür bir devletin güvenliği için gerekli olduğundan,
bireylerin silâh taşıma ve bulundurma hakları ihlâl edilmeyecektir."
ABD'de silâh satışının serbest olması bu Anayasal hakka dayanır."
Bir grup, bu maddeyi; 'bireyin saldırı anında kendisini savunma amacıyla silâh
bulundurması câizdir' diye yorumluyorsa da, bir diğer grup hukukçu şöyle yorumluyor;
2004 yılında, ABD işgali altındaki Irak'ta, aydınların, akademisyenlerin, üst düzey
profesyonel insanların üzerine organize suikast mangaları salındı. Hergün birkaç
entelektüel faili meçhul cinayete kurban gitti. O yıl, 3 bin Iraklı akademisyen ülkeyi
terketmeye zorlandı.
2004 yılına kadar öldürülen, ülkeden kaçırtılan bilim adamı sayısı bin 315,
akademisyen sayısı 15 bin 150. Kalan akademisyenlerin yüzde 30'u işten çıkartılmış.
2005 yılında öldürülen Iraklı akademisyen sayısı 296, öldürülen doktor sayısı: 150,
Aynı yıl saldırı sonucu yaralanan akademisyen 133.
II. Dünya Savaşı yıllarında, Naziler de, Polonya'yı, Sovyetler Birliği'ni ulus olarak toptan
yok etmek amacıyla, katletmek için önce politize olmuş aydınları seçmişlerdi.
Daha önce Vietnam'ı işgali sırasında da, Phoenix Operasyonu adı verilen 'aydın
katliamı' operasyonları düzenleyen Amerika'nın, bu işlerde Blackwater gibi karanlık,
paralı katil ordularını kullandığı biliniyor (Y.N. ABD Irak'tan çekildiğinde Blackwater
kalacak).
Türkiye'de AKP iktidarda kaldığı sürece, ABD'nin kiralık katillerini Türk aydınlarının,
akademisyenlerinin, doktorlarının üzerine göndermesi gerekmiyor. ABD'nin Phoenix
dediği AYDIN SOYKIRIMI, Türkiye'de, aslen bir rant çetesi olan iktidardaki parti
eliyle yürütülüyor ve biz buna Ergenekon diyoruz.
Gözaltı-tutuklama listelerini, nasıl oluyorsa evvelden haber alan 'gazeteci' unvanlı bazı
serebrası alkolde yüzen sığoğlanlar, hayatta bir fidan dikmemiş Darbe Dürrükleri,
bugünlerde Phoenix=Ergenekon için TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca'yı işaret
ediyorlar.
Son dönemde Muazzez İlmiye Çığ ve Hayrettin Karaca, protesto eylemlerini birlikte
yaptıklarına göre, bir sabahın zıbarında 95 yaşındaki Çığ Hoca'nın kapısı bile o
kahverengi armut gözlüklü, sarkık bıyıklı, avurtları çökük polis tarafından çalınabilir.
Şurada her bildiğimi ve her ağzıma geleni yazmamak için kendimi zor tutuyorum.
Geçmişte kendi adımla yayımlamamak için başkalarına verdiğim yazıları bir kez de
birinci ağızdan, şimdi yazmamak için fren/balata yakıyorum.
Şu köşede efendiliği elden bırakmadan, başkalarına zarar verecek şekilde kırmızı çizgileri
geçmeden yazmak için hakikaten zorlanıyorum. Açık söyleyeyim, çoğu zaman, bazı
eblehlere hakareti yazıya dökmemek için yazmıyorum, kenara çekilip sessiz kalıyorum.
Sabrımın sınırları, kırmızı çizgilerim, Ergenekon denilen, aslen bir Amerikan Phoenix
Operasyonu olan aydın soykırımının Muazzez İlmiye Çığ ve Hayrettin Karaca'ya
dayandığı noktaya kadardır.
İş o noktaya geldiğinde kırmızı çizgilerimi yıkmam iki saniye alır. Bazı şeyleri dünya
alemle paylaşırım. Bu bilinsin biiiir!!!
Nisan 2009
Ergenekon üstü geciktirici sprey
Çete işi ince iş!
İstanbul'un yükselen yıldızı Silivri'de, işsiz ve girişimci ruhlar yeni bir meslek icad
etseler;
"Teyze sende göçmen tipi var. Seni "Bir Numara budur" diye mahkeme salonuna sokarız
ama 100 kağıdını alırız" şeklinde faaliyet gösterseler, "Bu oluşum çete midir değil
midir?" sorusu kritik bir sorudur.
Eğer AKP'li bir vekil akıl edip de 'Duruşmalara Duhul Ltd. Şti' tabelalı bir şirket
kurmuş, akabinde Meclis'te, bu şirketin faaliyet planına uygun bir 'Duruşmalara
Duhulde Usül Yasa Tasarısı' başlıklı bir tasarı hazırlanmışsa, bu oluşum çete değildir.
24 saatte tasarı kanunlaşır, faaliyet yasallaşır, AKP'li şirket sahibi de -muhtemelen gelir
vergisinden muaf olarak- marifetini icra eder.
Ergenekumpir'in üzerine 'geciktirici sprey' sıkmak suç kapsamına girer mi, yoksa
davadan mülhem bir yemek olması cihetiyle, 'geciktirici sprey' kumpirin mütemmim cüzü
mü addedilir, bunu da ben bilmez Sayın Savcı bilir.
Bendeniz "AKP belli bir cemaatle ilişkisini gözden geçirmek zorunda. Cemaat bazı
bakanlıkları ele geçirmekte büyük mesafe aldı. Bu yüzden partinin içinde
rahatsızlık var. Türkiye'de bazı cemaatler çete gibi hareket ediyor." desem,
'Muhaliftir ne dese yeridir' denilir ama, 'Cemaat çeteleşti' diyen, büyük Türk ve
Müslüman düşünürü (!) Fetullah'ın yakın çevresinden Hakan Yavuz olunca lâfın ağırlığı
altı okka oluyor.
AKP Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan Lozan'ı bir tarafa bırakıp, Barzani ile
ittifak kurulmalıdır vecizesini buyurmuşlardı. O çerçevede, paravan şirketler üzerinden
AKP'li vekillerin şirketleriyle Barzani ortaklıkları kuruldu...
"Türk tütünüyle Dohuk'ta imal edilen sahte sigaralar kaçak olarak Mersin limanından,
Adana üzerinden Türkiye'ye sokuluyor. Yılda 2 buçuk milyar Dolar Barzani aşireti ile
PKK arasında pay ediliyor...
10 milyon Dolarlık petrol kaçakçılığı işini Türkiye'de bir inşaat firması üzerinden Barzani
yürütüyor...
Barzani'nin Türkiye'de 180 civarında şirketi var. TIR başına 400 Dolar haraç alıyor.
Habur'u kapatıp Türkmen bölgesine kapı açsak, bu para Türkmenlere akacak. Terör
Türkiye'den finanse ediliyor" yazdı da, ne oldu?
ATO Başkanı Sinan Aygün, Barzani'yle ortaklık yapan şirketlerin iktidar partisi
tarafından halka açıklanmasını istedi, "Biz araştırıyoruz, açıklayacağız" dedi, ne oldu?
Gladio'ya;
"Hrant Dink davası derinleşip tetikçilerinin Fetullah bağlantısı ortaya çıkınca, atarsın
ortaya bir "çete" , "Danıştay'dan Dink cinayetine kadar sorumlu çete" diye yazdırırsın
medyana..
"Avrupa Birliği ilerleme raporları, bizim kuruluş felsefemizi değiştiren dayatmaların bir
unsuru haline gelmiştir. Sadece AB ve ABD'nin güdümünde kalırsanız kimse size devlet
muamelesi yapmaz" diyen Şener Eruygur, koma halindeyken tahliye edildi.
AKP'nin dış politika danışmanı Davutoğlu Keriz Feneri'nde toplanan paraların teslim
edildiği kasalardan biri...
Recep Bey desen, Belediye Başkanlığı döneminde kamuyu/belediyeyi 1,5 milyar Dolar
zarar uğratmaktan sabıkalı.
Silivri'deki imar yolsuzluğu ortaya çıkınca Şaban Dişli istifa etmek zorunda kaldı da,
kaçak yapılaşmaya göz yuman AKP'li Silivri Belediye Başkanı hakkında soruşturma
açılmasına AKP izin vermiyor.
Bandırma'da batan ro-ro araba vapurunun Unakıtan soyadına kayıtlı olup olmadığı,
sigortadan ne kadar para alındığı Meclis'te soruluyor.
TRT, TAEK, Belediyeler, tüm kurum ve kuruluşlara, hergün, sınavsız, dolgun maaşla
yüzlerce kaçak atama yapılıyor.
Bundan böyle, aldığımız her ilaçta Zapsu'yu biraz daha zengin edeceğiz. Yıllık cirosu 11
milyon Dolar olacakmış. Zapsu, medikal kilinik işine de girmiş.
Tabip Odaları aylardır "Sağlıkta tekelleşmenin önü açılıyor, taşeron usulü sağlık hizmeti
olmaz" diyor ama duyan kim... AKP?liler önce işi kuruyor, ertesi gün bir Yasa
değişikliğiyle hop minare kılıfa...
AKP, hızla ve hırsla, her sektörde tekeller oluşturup, maddi, yasal ve fiili imtiyazlara
sahip olmak derdinde.
Serbest bölgelere, Avrupa Birliğine tam üyeliğin gerçekleştiği tarihe kadar (neremle
gülsem?) gelir vergisi muafiyeti koyan AKP, özellikle yolsuzluklar konusundaki soru
önergelerine cevap bile vermez oldu da, vekiller artık "Verdiğimiz soru önergelerine
neden cevap verilmiyor?" başlıklı soru önergeleri veriyorlar.
Emekli vaiz Fetullah, emekli maaşından biriktirdiği (!) 50 milyon Doların üzerinde
oturuyor.
Alındım beyav!
Sulandırmaya kalksak bu idd... pardon hamur çooook su kaldıracak da, sırf hukuka
saygımızdan yazının ununu, yumurtasını itinayla fazla tutuyoruz.
[1] http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss275.pdf
24 Ekim 2008
Rabbi'min hikmeti ve Cesurkürek
Sıcak havada ağda yapmaya kalkan Azize okur bilir. Ağda bacakta öyle bir çürür, yayılır
ki, çekip çıkartamazsın, spatulayla kazısan kıllar dibinden çekilir canın
yanar...Parmaklarına vıcık vıcık ağda bulaşır, bacağındakinden kurtulsan elindekinden
kurtulamazsın... Musluk başı, lavabo, küvet, heryere sıvaşır o yapışkan macun (bu bilgi
de hâlâ 'Siz Yalçın Küçük müsünüz?' diye soran okura kapak olur).
Akepe icraatlarını yazmaya başladığımda 45 derece sıcakta ağda yapmaya kalkmış gibi
oluyorum. Her konu eriyor, çürüyor, Erguantanamo ağdası olarak elime koluma
sıvaşıyor.
Çete dediler, terör örgütü dediler, baktılar milletin o sözcüklere bağışıklığı var, bi mitos,
bi esrar halkası yaratmak istediler. Yok Agarta, yok 600 yıllık örgüt, yok batık kıta Mu,
yok Marduk'ta şubesi var falan dediler, ahali yemedi.
---
Cesurkürek kazıyor Aziz and Azize seyirci! Kazdıkça, az önce gömülen silahlar,
bombalar sandık sandık ortaya çıkıyor.
Adaletli kalkınma öyle bir noktaya gelmiş ki; yerin altındaki demir cevheri, işlenmiş, pırıl
pırıl silahlara, bombalara dönüştürülmüş olarak çıkartılıyor. Rabbi'min hikmeti! (Rabbi'yi
'rebay' olarak okuyunuz lütfen).
Anlaşılan gömmek de zahmetli gelmiş olmalı ki, iki gündür torba içinde AVM'lerin
önüne bırakıvermeye başladılar.
Cesurkürek bir an bile aklımızı serbest bırakıp düşünmemize fırsat vermeden aklımızı
'tekrar' ve 'dezenformasyon' bombardımanına tutuyor.
Çakma Ceymis Bond (sözde özerk TRT'de) dillendikçe, kasetleri vizyona sürüldükçe
Cesurkürek kazıyor.
TEKEL özelleştirilip Mey İçki'ye, Mey İçki de Amerikan Texas Pasific Group şirketine
satılınca, Çiftliğin tam ortasındaki TEKEL Bira Fabrikası ve depolar nedeniyle, AOÇ
arazisinin bir bölümünün mülkiyeti ABD'lilere geçti.
AOÇ 1996'dan beri Birinci Derece Doğal ve Tarihi Sit Alanı. Kazı yaptıkları Ermeni
Mezarlığı civarı da öyle. İnsan hayatlarını, arkeolojik eserleri kıra döke kazıyor
Cesurkürek.
Cesurkürek'in kazmaya çok ihtiyacı var! Sinan Aygün'ün şofbeninde sakladığı suikast
silahı tesadüfen bulununca bundan sonrakileri gömmeye karar verdi. Gömdükçe kazacak,
kazdıkça gömecek. Gömmekten yorulunca torbayla çarşıya, pazara, apartman önlerine
bırakacak.
Akepe Hükümeti sahnenin her açılışında, ipin ucunu elden kaçırmaya devam edecek. Her
seferinde korniş yine kopacak, perde yine sahneye yığılacak. Aldırmayıp, utanmayıp
'Yola devam!' diyecekler.
Yerel seçim sonuçları alınana kadar Cesurküreğin hezeyanları devam edecek. Biz
seyirciler de, çok iri doğacağı bilinen bir bebeğin doğumunu bekler gibi, dalga dalga
üzerimize salınan 'tarikat adaleti'nin bir sonraki dalgasını bekleyeceğiz.
ABD, aba altından TSK'yı tehdit ediyor; 'Sen darbe yapıp Akepe'yi şu düştüğü zor
durumdan kurtarmazsan, ben iç savaş çıkartacağım.'
Oysa ahaliyi korkutan; 'şeffaflık' adına -mahrem olması gereken- özel telefon
görüşmelerini din tüccarı gazetelerde okumak, şeffaflık adına Devlet'in kayıtlarının,
bütün hesaplarının AB-ABD kontrolüne açılmış olması.
Şeffaflık; insanların gözaltına alındıkları haberini polis kapılarına gelmeden saatler önce
televizyonda haber olarak seyretmesi değil. Şeffaflık; senin Mal Beyanı'nın,
harcamalarının, tüm icraatlarının görünür yerde olması. Yabancılarla yaptığın
görüşmelerden, anlaşmalardan Devlet'in diğer kurumlarının haberinin olması, tutanağının
tutulması.
Biz de onu söylüyoruz yıllardır. Kendin için ayrıcalık talep etmek, kendini hukukun
üstünde görmek uygar insan davranışı değildir, sağcı düşünce mantığıdır.
Müridlerinizin, AB'nin, ABD'nin üfürükle uçurduğu yükseklerden yere bir inin hele...
Askerlik yapmamak için 'Husyeleri arızalıdır, çocuğu olması imkansız' yazan doktor
raporunun arkasına sığınan oğlunuzdan nasıl torun sahibi olduğunuzu şeffaflık adına bir
anlatıverin. Kürsü dokunulmazlığı hariç kaldırın dokunulmazlığınızı da, vekillerinizin
yüzde 70'i işledikleri suçlardan yargılanmaya başlayıversinler hele... O zaman
bahsedersiniz 'Torunlarınıza temiz Türkiye bırakmak'tan. (Bırak temizini, torunuma bir
Türkiye bırakabilmekten bile ümidim kesiliyor zaman zaman.)
Daha dün Haşim Kılıç'ın asker oğlu Çorlu Kaymakam'ının arabasıyla kışladan alınıp
Tekirdağ Valisi tarafından ağırlanmadı mı?
Ya iktidara başka birşey için değil de '... gömmeye' geldiklerini şeffaf şeffaf deyiverseler
ya da ahaliyi Hizbullah'ın, PKK'nın sakladığı silahları AKlamadıklarına ikna etseler.
Karayı AKlamak Akepe'nin işi altı küsür yıldır.
Erguantanamo komedisiyle bir taşla kuş sürüsü vurmadıklarına, üç beş mafyatik Gladio,
Susurluk elemanını tasfiye ederken muhalefeti de sindirmeye çalışmadıklarına,
Hizbullah'ın, PKK'nın cinayetlerini alâkasız insanların üzerine yıkmaya uğraşmadıklarına
inandırsalar ahaliyi.
10uncu dalga gözaltılardan önce, altı kişilik Türkçe bilir FBI timinin ne sebepten
Ankara'ya geldiğini de 'şeffaflık' adına açıklayıverseler hele...
---
İsrail Başbakanı Ehud Olmert, geçen yıl, bir Amerikalı işadamından seçim kampanyası
için onbinlerce Dolar rüşvet almakla,
özel gezilerinin harcamalarına çifte fatura göstermekle,
Kamu Hukukunu ihlâl etmekle,
kara para aklamakla yargılandı.
İpucu veriyorum: Krokiyi yazının başına koydum. Gömü, lâhana tarlasının sağında,
mısırların dibinde. Koca öküzle helânın arasında bir yerde.
Artık su çıkar, petrol çıkar, silah çıkar, testi çıkar, bilemem...Bendeki kroki bu.
Cesurkürek kazmaya başlasın, ben bir yazı daha yazıp geliyorum....
16 Ocak 2009
Haydi de ülen kör Arabım sen oyna!
Ahhrghanakon üstü kuru fasulye bir yazıda; "ABD Başkanları gelmeden evvel yollardan
evsiz, barksızlar toplanır, yol üzerinde engel/tehlike arz edebilecek kimse bırakılmaz,
CIA denetiminde mıntıka temizliği yapılır" demişiz.
Önce Kanaltürk Fetullah tarikatına satıldı. Sonra ABD karşıtı herkesin kafasına
Ergenekon güllesi indirildi. Güllenin zinciri öyle bir uzun tutuldu ki, her an herkesin
başına inebileceği korkusuyla insanlar telefonda konuşamaz oldular.
Geçişe engel olacak, tehlike arz edecek, muhalefet edecek adamlar yol üstünden
toplanmış mıdır? Evet!
Bir kez daha gemiler ne tarafta saf tutacağımızı belirliyor ve Boğaz'dan ABD savaş
gemilerinin geçişini sadece 100 TKP'li protesto edebiliyor.
Ne geçiyor? Hamulesi bebek maması, çocuk bezi(!) olan ABD istihbarat gemisi, savaş
gemisi geçiyor. Çocuk bezinin altında füze, füze rampası vs. de olabilir ama, maksat
ABD yayılmacılığına yataklıksa gerisi teferruattır.
ABD'yi diğer NATO ülkeleri takip edecek. Hatta Avustralya, Yeni Zelanda gemileri de
konvoya katılacak. Protesto edenin, sesini çıkartanın da kafasına Ergenekon tokmağı
inecek.
Çevrecinin daniskası Recep Bey, ABD?nin çizeceği İran?sız haritalar konusunda pek
heyecanlı. Nihayet BOP Eşbaşkanlığı rolü daha bir netleşiyor.
Fetullah okullarının lisansları iptal, öğretmenleri sınırdışı edildiğinde ?Aman
kapatmayın? diye Putin'e yalvar yakar olan Recep Bey onur'dan bahsediyor,
televizyonlara, gazetecilere yine gözdağı veriyor.
"Bu milletin onuruyla kimseyi oynatmayız. Gazeteler siyasi rant için ülkenin itibarına
gölge düşürmesinler. Milletimizin onuruyla oynayacak haberler yapmasınlar. Bunlar, ne
o televizyon kanallarına, ne de o köşe yazarlarına hiçbir şey kazandırmaz" diyor.
Nüfusun yüzde 74?ünü yoksulluk sınırının altında yaşatıp, insan onurunu paspas edenler
söylüyor bunları. Türkiye'nin kuruluş belgeleri sayılan anlaşmaları hiçe sayanların
işbirlikçisi, Türkiye'yi Türkiye yapan bütün değerleri yıkmış ABD taşeronları onur'dan
bahsediyor.
Kazakistan'ın petrol rezervi 9 ila 17,6 milyar varil, gaz rezervi 65 trilyon kübik feet.
Petrolü 1993'ten beri Chevron-Texaco, Exxon-Mobil çıkartırken son zamanda Rus
LukOil devreye girdi.
Adam yüz yıl önce yapmış planını, geliyor. Burnumuzun dibine, Kafkaslara, Orta
Asya'ya üzerimizden geliyor. Yine yedi düvel geliyorlar.
Basın milletin onuruyla oynayacak haber yapmasınmış. Altı yıldır ulusal çıkarlardan,
kamu yararından bahsedince 'milletin onuruyla oynamak' oluyor, Ergenekonculuk oluyor.
Oysa Amerikalı raporun tepesine koymuş: 'ABD Çıkarları İçin Orta Asya?nın
Güvenliği'
Baş üstüne, biz oynamayalım milletin onuruyla, haydi de ülen kör Arabım haydi de sen
oyna, senden başka yiğit kalmadı nas'olsa!
Ağustos 2008
Fâni dünyanın Merkez Efendi maymunları
70 milyar verip kına gecesi yapan porselen dişli kadın belli ki kendisini sanatın ve
dünyanın merkezinde görüyor. Bir sanat dalını mı icra eyler manken midir bilemiyorum.
Porselen dişli kadının kınalı el fotoğrafını, bayrağa sarılı asker tabutları fotoğraflarının
yanına koyup haber yapan gazete de 'medyanın merkezi' olduğu iddiasında.
Soros beslemesi, bir gecede inen vahiyle demokrat ampul aydınları 'demokrasi'nin
merkezi, "Siz hala ananızın demokrasisini mi kullanıyorsunuz?" diyorlar.
Milli Görüş'ün bağrından kopup tepemize çöreklenen ampul partisi "Değiştik", yani
"Merkeze yaklaştık" söylemiyle iktidar oluyor.
Lastik pabuçlu Fetullahçıya göre enn öz hakiki demokrat, enn bir merkezdeki sivil o.
AB'cisi merkez, ABD mandacısı merkez...Herkes merkez. Herkes kazığı kendi bastığı
yere çakmış, kazığa bağlı ip kendi etrafında dönsün istiyor.
Ortada bir sürü megalomanın, narsistin kendisini ?merkez? ilan etmiş ve gerçek merkezin
kaymış olması gibi bir sorun var.
Psikolog bir okurum email atmış. Adını yayımlamak için izin de aldım ama
yazmayacağım. Çünkü o 'merkezde' olmayan, arkaik ve marjinal bir vatandaşımız artık.
Diyor ki;
Durum bu merkezde!
Mümtaz Soysal, Gürcistan'daki savaşla ilgili "Türkiye bu coğrafyada üçüncü bir kutup
yaratarak kendi kaderini tayin edebilir, kendisinin de bir merkez olduğunu ortaya
koyabilir. Bat'?nın eteğine yapışmakta ısrar ederse, değişen dünya dengelerinde "sömürge
başkent" olmaktan öteye geçemez" diyor.
İngiltere Kraliyet ailesinin bir yılda Devlet bütçesinden yaptığı harcama tutarı: 81 milyon
Dolar. Harcamalar artınca, bu yıl her İngiliz vatandaşının bütçesine 4 Penny (2 Kuruş)
fazla bindi diye endişeliler.
AB Parlamentosu'na bağlı tüm dünyadaki bütün kuruluşların 2008 bütçesi 7.3 milyar
Yuro. Çevir Dolara, böl 27'ye, ülke başına 397 milyon Dolar. Bunun içinde yüzlerce
uluslararası kuruluş vs. var.
TBMM'nin 2008 yılı bütçesi 442 milyon 271 bin YTL. Yani 372 milyon Dolar. 548
milletvekili, milletvekillerinin aileleri, eski milletvekilleri, dulları yetimleriyle
TBMM'nin bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı 31 Temmuz itibariyle 12 bin 439.
Bunların on aylık tedavi harcamaları 31 milyon 669 bin YTL. Yani 26 milyon 638 bin
Dolar. İngiltere Kraliyet ailesinin bir yılda harcadığının üçte birini bizimkiler on ayda
sırf tedaviye harcamışlar. Maaşları, yollukları, avantaları katmadan bu rakam.
Bu rüşvetli, zimmetli, yatlı, zırhlı, mersedesli, haşemalı, yeşil perdeli yeni zengin
narsizmini seyrederken, "Hah" diyorum "Yapabilecekleri bu kadardır, bu maymun daha
yükseğe sıçrayabilemez", fekat sıçrıyorlar!
Nasıl olacak VIP cami? Ahaliyle gözgöze gelmeden, yuhalanmadan, kafanda yumurta
patlamadan yeraltı tünellerinden gideceksin. Sensörlü musluklara uzattığın
ekstremitelerine ılık zemzem fışkıracak...Takunya yok, naylon yok, tek giyimlik havlu
terlikler...Halılar ipek Hereke. Sen secdeye varmayacaksın da yaylı hidrolik sistemle
secde sana varacak. İki secde arası dizüstü çöktüğünde dizkapakların yerden ultraviyole
ışınla ısıtılacak, güneş görmemiş raşitik bacakların D vitamini alacak.
18 Ağustos 2008
Yıkıldı beyler paşalar kellere kaldı köşeler
Kapatılma davası, katarakt ameliyatı için hastaneye yatan kadının rahmini almalarına
döndü.
Hastane, o hastaya 'Rahim için özür dileriz, kataraktı hallederiz' demiş de, bize 'Pardon'
diyen de yok.
Biz kendilerini -ümitle- fıstık yeşili beklerken, ilk nefeslerini alır almaz liberal mabadlara
kuyruk olup, bir acele türbe yeşiline döndüler.
İcra edilecek ilk eserin bestesi Kanuni Recep Bey ve Mütebessim ABDullah Beylere ait.
Sonuçları İslamiyet lehine bile olsa, Avrupa kurumları (Türkiye'ye) liberal prensipleri
dayatıp, AB'ye katılım yolunda reform(!) sürecini hızlandırmalıymış.
Kıbrıs, AB üyeliği, BOP, Türkiye?nin islamizasyonu, hasılı Türkiye'nin başına örülen her
renk çorabın Selanik örgüsü kısmında Yannis'in ördüğü birkaç sıra olacak gibi.
Yannis biraderim ouzo'yu çektiğinde de "Abi n'olacak bu memleketin hali?" diye Türkiye
için dertleniyordur herhalde. Oğlan habire "Nasıl etsek de Türkiye'ye daha fazla özgürlük
pompalasak, daha çağdaş, daha demokratik, daha bilmemne bir ülke haline getirsek?"
diye uğraşıyor.
Evrile evrile devrilmek, kavramların içini boşaltıp kurumları işlemez hale getirmek,
Türkiye'yi Türkiye yapan herşeyin vidasını gevşetip serbest düşüşe bırakmak artık
'liberalizasyon'.
Kemal Abi o parayı yerel seçim öncesi duble yol yapımında kullanacak, ceza olarak
kesilen Hazine yardımı da Akepe?nin seçim yatırımında kullanılmış olacak. Sağ cepten
sol cebe...
2 Ağustos 2008
Din-Diyanet, cin-cinayet yazıları
Ehl-i tarîk ya da erbâb-ı sülük
Kan emici, demokrat geçinen kleptokrat tarikat ehlini tarife sülük de hafif kalıyor ya...
Tarikatlar, savaş zamanı devlete asker vermedikleri gibi kaçaklara da tekkelerde kol
kanat germişler. 'Ulema' denilen 'elit', ayrıcalıklı sınıf oluşmuş. Özledikleri bu
ayrıcalıklardır.
Ehl-i tarik, erbab-ı sülük, 'reaya'yla bu kadar eşitliği kaldıramaz. Dertleri budur.
600 yıl bu sorumluluklardan muaf yaşadıktan sonra, bugün ne vergi vermeye niyetleri, ne
de askere gitmeye gönülleri olmaz haliyle.
600 yıllık gelir kaynaklarından (İslami vakıflara bağış, yardım adı altında para toplamak,
toprak) vazgeçmeye asla yanaşmıyorlar. Yedi yıldır intikam alır gibi kamu arazisi gasp
ediyor olmaları, Osmanlı dönemindeki 'toprak' ayrıcalığına alışmış olmalarındandır.
80 yıl Ata'ya küfrederek vergi verip, askere gitmişler, fakat Osmanlı'nın kendilerine
sağladığı üç ayrıcalığı (vergi-askerlik-toprak muafiyetleri) asla unutmamışlar.
Dolayısıyla Osmanlı dönemini devr-i saadet olarak hasretle anıyorlar.
17nci yüzyılın "Tarikımız fukarasına, her birine beşer vukiyye üzüm ile taze incir
verülüp, her biri yedikçe hayır dualar edeler" cümlesi, 21nci yüzyılda karşımıza
"Seçmenimiz fukarasına, her birine yirmişer kilo kömür ile üç kişilik kanape verile,
her biri yaktıkça, oturdukça hayır dualar edeler" olarak çıktı.
Dejenere olmuş ulemanın (!) 2009'daki görünümü ise: dinle diyanetle ilgisi kalmamış,
Amerika'nın emrinde, tvlerden halkı zehirleyen, yalılarda toplu orji seansları düzenleyen
bilgisi kıt, gardrobu marka, zeka katsayısı 60, milyar dolarlarla oynayan bir grup
şarlatan/yabancı istihbarat servisi piyonu.
Vergi
- (Eski) Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'a rabbi "Sen Maliye Bakanısın, vergiden muaf
olmalısın ya kulum!" diyor, Foça'da 15 bin YTL'ne aldığı araziyi 1 milyon 260 bin
YTL'ne satıyor vergi ödemiyor.
-Abdullah ibn-i Kemal Unakıtan en zengin 500'ün içinde fakat vergi ödemiyor.
-Bilal ibn-i Tayyip Erdoğan Türkiye'nin sayılı armatörleri arasında, fakat o da yüksek
vergi ödeyenler listesinde yok.
-Hazine arazisi alan tarikat ehline 5 yıl vergi muafiyeti getiriliyor (Osmanlı'nın tanıdığı
toprak talanı ve vergi muafiyeti ayrıcalığı birarada)
Bu vergi kaçağı listesi sayfalarca uzatılabilir. İş vergiye, askerliğe gelince tarikat ehlinin
allerjisi var. Toprak gasp etmeye gelince hepsi erbab-ı sülük, hepsi anasının karnından
emlakçı doğmuş adeta.
2008 itibariyle devletin vergi gelirinin yüzde 91'i 'kaynakta kesilen vergi'. Yani işçinin
ücretinden, memurun, emeklinin maaşından kesilen vergi.
Uyanık tarikat ehli, 2004'te Vergi Yasası'nda değişikliklerle 'gıda bankacılığı' adı altında
vergi kaçırmayı sistematize etmeye başlıyor.
Gıda bankacılığı dedikleri sahtekarlık, vergi kaçakçılığı emme basma tulumba şeklinde
şöyle işliyor:
100 bin YTL gelir vergisi tahakkuk ettirilmiş bir esnaf bu vergiyi devlete ödemiyor.
Onun yerine 50 bin YTL tarikat vakıflarına, derneklerine 'gıda yardımı' bağışı yapıyor.
Vakıf ya da dernek 100 YTL bağışta bulunmuş gibi makbuz kesiyor. Makbuzu Maliye'ye
beyan eden mükellef, vergi muafiyetinden yararlanıp 50 bin YTL'ne paçayı kurtardığı
için tarikatlara hayır duacı oluyor.
Tarikat vakıfları, dernekleri de o 50 bin YTL ile kendi yandaşlarından gıda satın alıp
"Tayyip baban gönderdi" diyerek fukaraya dağıtıyor, yüzde 22-25 arası oy
potansiyelini tarikat partisine göbekten -ya da işkembeden- bağlı tutuyor.
Şimdi; 600 yıl vergi ödemeden yaşamaya alışmış, 80 yıl da Ata'ya küfrederek mecburen
vergi ödemiş ehl-i tarik ya da erbâb-ı sülük, 2002'de iktidara gelince, yine vergisiz ve
askerliksiz yaşadığı bir dönem başlatıyor.
Deniz Feneri dosyasının sorumlu savcısı Kerstin Lotz, dolandırıcılığın nasıl ortaya
çıkartıldığını şöyle anlatıyor:
"Bir sene önce savcılığa, Alman Maliye Bakanlığı'na bağlı bir vergi dairesinden ihbar
geldi. Deniz Feneri'nin mali hesaplarını denetleyen ilgili bölge vergi dairesi Deniz
Feneri'nin mali hesaplarında usulsüzlükler tespit etmişti. Şöyle ki, Deniz Feneri
Derneği'nin vergi dairesine ibraz ettiği faturaların önemli bir kısmı ya sonradan tanzim
edilmişti ya da eksiklerle doluydu. Vergi Dairesi bu durumdan şüphelendiği için bunu
Frankfurt Savcılığı'na bildirdi. Bunun üzerine Deniz Feneri'nin Alman bankalarındaki
hesapları izlenmeye başlandı. Yürüyen çok büyük miktarlı para trafiği şüpheleri
kuvvetlendirdi. Hemen soruşturma açılmadı. Bir seneye yakın süre Deniz Feneri Derneği
izlendi. Şüpheler netlik kazandıktan sonra soruşturma açıldı."
Tarikat ehli sülüğün derdi din-diyanet değil, vergi vermemek, askerlik yapmamak ve
özgürce toprak gasp edebilmektir.
600 yıl bu düzende yaşamış tarikatların "Ya bölünürüz ya İslam cumhuriyetine razı
olursunuz" dayatması, Türk halkıyla yaptığı vergi-askerlik-toprak pazarlığıdır.
'Siyasi parti' denilen sülük - kleptokrat tarikat ehlini 'demokrat' sanan liboş zevatın,
neo-Osmanlı gazına gelirken hangi ayrıcalıktan faydalanmak istediğine bir karar
vermesinin zamanı gelmiştir.
Remil atmıyorum, geçen gün yazdım yine yazıyorum:
24 Temmuz 2009
Ramadhana-sudra
Recep, Şaban geçti, Ramadhana-sudra bir geldi ki, -otitis- medyada asayiş berkemâl.
Daha iki gün evvel "plajda bikiniyle yakalanan bilmemkimin düzgün fiziğiyle
büyülenirken" artık imsakiye bakıyoruz. Kuran meali okuyor, sahura, iftara çorba tarifi
alıyoruz.
Bir ibadetle ruh temizliği halleri ki, Allah'ın çeşmesinden üzerimize güldür güldür lizollü
su akıyor.
Sırf medyada olsa, İstanbulda bile asayiş berkemâl. İstanbul Emniyet Müdürlüğü "Asayiş
suçlarında Ramazan ayında azalma görülüyor" demiş. Mübarek onbir aylar sırasında ayda
ortalama 7 bin 700 suç işlenirken, Ramazan'da bu rakam ayda 3 binlere düşüyormuş.
Bunları ben söylesem Kötü Kedi Şerafettin'liğime verilir, fekat İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dekanı da söylüyor;
Demek ki; suç işleyenlerin çoğu, Ramazan'ın kutsiyetine atfen geçici bir düzelme
yaşayan, İslamiyetin gereklerini yerine getiren, sahura kalkıp iftarda zeytinle oruç açan,
fakat o manevi atmosferden çıkar çıkmaz karakter değiştirebilen inanmış müminler.
Şimdilik kısmî bir tevekkül içinde, 'niyet ettiler niyet eylediler kriminal faaliyetlere ara
vermeye', Ekim ayı başından itibaren kelebek gibi uçacak arı gibi sokacaklar.
O maneviyyat, o uhrevi atmosfer Hariciye koridorlarını bile öyle bir sarıp sarmalamış ki;
Hukuk Müşavirliği -bilimsel ve psikolojik- sınavda, adaylara;
Haydar Dümen?in bile Ramazan münasebetiyle yazıalrına ara verdiğini duyunca, "Dı şov
mast go an" dedik. Alıştıra alıştıra gideceğiz...Dı şov vil go on!
"Çok ilginç, Kuranı Kerim'in surelerini aç, Allah'ın yerine sermayeyi veya medya
kelimesini koy ve oku. "Ikra!". Anlam bozulmuyor."
Yaptık netekim. Bir adım daha atıp Allah yerine sermaye, peygamber yerine med ya
koyduk. Anlam değişmedi! Deneyin.
Nasıl?
Bir adım daha ileri gidip 'kafir' kelimesini de 'muhalif'le değiştirelim, bakalım
Mücadele Suresi'nin beşinci âyeti nasıl olacak:
Yeni şekline göre bu ayetin meali; Ya AB'ye, ABD'ye "Emrin başım üstüne" denilip
İslamiyet'e sarılınacak; vatan gözüne taş-toprak ve 'dâr-ül harb' görünecek, savunmaya,
korumaya kalkıp da Batı'nın tekerine çomak sokamayacaksın, ya da bir iftiranamede adın
geçirilecek, gözünü Kandıra'da açacaksın.
Devir çoğu 'ulusal' kavramın kutsiyetten arındırılmaya çalışıldığı devir. Biz de mukabele-
i bilmisil olarak, -yine Ramazan münasebetiyle- bazı hassas noktalar ve organları
kutsiyetten arındırılmış olarak ele alacağız.
Münacaat bölümümüzde oruçlular ve 18 yaşından küçükler için sakıncalı malûmat
bulunacağından, okumaktan imtina etmelerinde faide var. Oruç bozulabilir, niyet
bozulabilir, sular da kesikse cünûp kalınabilir.
Afganistan eroininin yüzde 75'i Türkiye üzerinden geçip giderken, ülke ekonomisi eroine
bağımlı hale getirilmişken, kadınları, kız çocuklarını 'köle-cariye' eden sapıklara Şeyh,
Hacı, Hoca denilirken, umarım +18 bir yazı için bana ahlak dersi vermeye kalkışan
çıkmaz.
4 Eylül 2008
Biz apaçık yazılar indirmişizdir dininizi dışa vurmayın diye
"Amin Arapça değildir. Mısır kralı Amenofis'in talimatıyla, her dua kralın adı anılarak
(Amen) bitiriliyordu. Dinlere geçen amin?in kökeni eski Mısır'dır" yazdım, yine
yemediğim küfür kalmadı.
Bu yıl Ramadhana Sudra açılımımıza oruçla başlıyoruz. Uluğ Kök Tengri mailbox'ımıza
nurlar yağdıra!
İslamiyetin ilk 13-14 yılında oruç yok. İlk kez 624 yılında uygulanıyor. Yahudilere
İslamiyeti kabul ettirmek isteyen Muhammed Yahudi Açılımı yapıyor. Kıbleyi
değiştirip Kudüs'e çeviriyor. Yahudilerin tuttuğu iki günlük Aşur orucunu, Mekkeli
haniflerin gelenekleriyle de harmanlayarak bir aya uzatıyor. Orucu Musevilikten ithal
ediyor.
Prof. Yaşar Nuri Öztürk, 'Batı'nın şeytani oyunu'nu bu ayete dayandırarak şöyle
açıklıyor:
Öztürk, İslam'ın özünün 'teslimiyete', 'itaat etmeye' dayandığını üzerine basa basa
söylüyor.
Minare tepesindeki alem (hilal) Pagan dönemden kalma ay sembolü. Muhammed Hubal'ı
Kabe'den indirtiyor ama, Al-ilah kelimesini Allah olarak kısaltıp benimsiyor.
Müminlerin yerleri gökleri yarattığına inandığı Tanrı (??) kendisini Allah olarak
adlandırmıyor yani.
Şimdi kibarı "Bari Ramazan?da yazma şunları, inancıma saygı göster" diyecek, angutu
ana-avrat dümdüz gidecek. Fekat birader, sen inandığın dogmaların temelini, kaynağını
bilsen, zaten benim bunları yazmam gerekmeyecek.
Ol melekler de üçüncü köprünün güzergahı boyunca uçup, o havalide arazi almış AKP'li
müslümanların kasasına konacak. Ol kasaları parayla doldurup, iman sahiplerini (!) ihya
edecekler.
"Ey Muhammed! (Rabbin) seni şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Seni fakir bulup
zengin etmedi mi? " (Duha Suresi, ayet 78.)
Ehl-i müselman (iki cihanda dokunulmazlığı olan AKP hariç) şeytanını zaptedince
'Ramazan?da suç oranı yarı yarıya düştü' haberleri duyacağız.
Kadınlar ölesiye dövülmeyecek de, iz bırakmayacak hafif darbelerle ikaz (!) edilecek.
Havaya bir 'salih amel', bir 'nefis hakimiyeti' halleri hakim olacak, say ki Allah?ın
çeşmesinden üzerimize dezenfektan solüsyon akıyor.
bir gıdım adrenalin iğnesiyle kurtarılabilecek, arı venomuna allerjik asker şehit,
Ehl-i müselman salih amel, nefsine hakimiyet bab?ından niyet etti niyet eyledi kriminal
faaliyetlere bir ay ara vermeye de, bu sıcakta sağı solu belli olmaz.
Ergenekon adı verilen davanın ikinci iddianamesinde enteresan bir bölüm vardı:
"Çok ilginç, Kuran-ı Kerim'in surelerini aç, Allah'ın yerine sermayeyi veya medya
kelimesini koy ve oku. 'Ikra!'. Anlam bozulmuyor.? diyor.
Yaptık netekim. Bir adım daha atıp Allah yerine 'sermaye', peygamber yerine 'medya'
koyduk. Anlam değişmedi! Deneyin.
Uluğ Kök Tengri affetsin, Enfal Suresi?nin birinci âyeti şöyle oluyor:
Nasıl?
Bir adım daha ileri gidip 'kafir' kelimesini de 'muhalif'le değiştiriyoruz. Bakın
Mücadele Suresi'nin beşinci âyeti nasıl oluyor:
5. Allah'a (sermayeye) ve Resûlüne (medyaya) karşı gelenler, kendilerinden
öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir.
Kâfirler (muhalifler) için küçük düşürücü bir azap vardır.
Yeni şekline göre bu ayetin meali; Ya AB'ye, ABD'ye 'Emrin başım üstüne' denilip
İslam'a sarılınacak; vatan gözüne taş-toprak, dâr-ül harb görünecek. Savunmaya kalkıp
da Batı'nın tekerine çomak sokmayacaksın. Yoksa adın bir iftiranamede geçirilecek,
gözünü Silivrilerde açacaksın.
Ehl-i müselman bunları okurken ayetleri değiştiriyorum diye hınç içindedir, biliyorum.
"Allah katında yegâne din İslamdır" ayetini tehdit olarak algıladıklarını söyleyip,
hutbelerden çıkartılmasını istemişlerdi.
Eh! Elin ABsi, ABDsi "Ayetleri değiştir" deyince hazmedeceksin, ben değiştirince
isyan edeceksin. Yok öyle çifte standart, eşitlik isterim!
Madem ki ulus devlete dair herşey tartışılıyor, herşey açılıma tabi tutuluyor, o halde
İslamiyet de, Kuran da tartışılacak. Açılımlara tabi tutulacak.
22 Ağustos 2009
Orucu sakatlayan ve bozan haller
---
-Validebağ Devlet Hastanesi'nin arazisini (rant için) satıp, geceyarısı yatan hastayı apar
topar taburcu etmek, serum şişesi takılı vaziyette evine göndermek orucu bozan hallerden
değildir.
Lâkin, protesto eden hasta yakınlarından yüzünüze tüküren olursa ve bu tükürük ağız ya
da burun deliklerinizden içeri girerse orucu sakatlar. Bu hususa dikkat etmek lâzım
gelir.
-Yandaşlarına rant sağlamak, arazi açmak için Kaz Dağları Milli Parkında 180 hektar
ormanda onbinlerce ağacı yaktırmak, yine arazi rantı için köprü yapmaya kalkıp
İstanbul'da 50 bin ağacın kesilmesi talimatını vermek orucu bozan hallerden değildir.
O takdirde, kefâret gerekir. Yani 60 gün oruç artı 1 gün kazası tutulur. En sevilen
sahabenin ruhuna mevlit okutulur (www.ensevdigimsahabe.com).
-Yedi yıldızlı oteller kurup 'Bu parayı nereden buldun' diye soranlara 'Halıcıda
tezgâhtarlık yaptım' diye açıklamak orucu bozmaz. Bir gün bile halıcıda tezgâhtarlık
yapılmış olsa kâfidir. Yalan olmaz. Allah herşeye kadirdir. 'Yürrrrüü!' diyeceği kulunun
karşısına Rus mafyasını bile çıkartıp zenginleşmesine vesile edebilir.
Lâkin, aynı şahıs "Güneyde 'her şey dahil' sistemiyle çalışan otellerin yüzde 90'ı
içkinin içine katkı maddesi koyuyor, müşteriye sahte içki içiriyor" diye ihbar edip,
siyasetçilere ülke çapında sahte içki yakalama operasyonları düzenletirse orucu
sakatlanır.
Hele ki; Antalya'da yapılan denetimlerde 5 bin 111 şişe sahte içkinin 2 bin 270'i
halıcılıktan (!) zengin ihbarcının Beldibi, Tekirova, Belek'teki yedi yıldızlı otellerinde
yakalanmışsa orucu bozulur.
Bunun telafisi için kefâret yetmez. Bir yıl boyunca, her ay 50 'akşamcı'yı otellerinin 5000
dolarlık odalarında 'herşey dahil-bedava' misafir etmesi lâzım gelir. Ol otel sahibinin (ki
adını ve otellerinde tatil yapan nitelikli dolandırıcılık çetesini her daim meymenetle
zikretmeliyizdir) iftarda orucunu içkiden kazandığı parayla açması câizdir. Lâkin,
hurmayı o parayla almasın. Hurma için helâl süt emmiş birinden borç alsın.
Yine, '(30.11.2009 tarihine kadar geçerli olmak üzere) 18 gros tonilatoyu geçmeyen
yolcu ve gezinti gemileri, yatlar ve diğer eğlence ve spor tekneleri; kürekli kayıklar ve
kanoların tesliminde yüzde 18 olan KDV oranını yüzde 1'e indirmek orucu bozan
hallerden değildir.
Yat, gemicik, tekne vs almak isteyen takva sahibi müminleri kollamak câizdir. Lâkin, o
yatlarla teknelerle gezinirken sâhildeki bikinili kadınlara nazar eylemek orucu
sakatlar. Ağıza, buruna deniz suyu kaçırılmamalıdır. Tuzlu su orucu bozar, hem kazâ
hem kefâret lazım gelir.
Bakınız geçen gün AKP Genel Başkanı muhterem ikaz ettiler; "Gençlerimizde sulu -
kuru her türlü kötü alışkanlık var" buyurdular.
1 Eylül 2009
Allah kabul etsin. Amenofis!
Yaaa AKP seçmeni Müslüman kardeşim! Sen sabahın zıbarında ağır yemek yiyip, asfalt
eriten sıcaklarında akşama kadar bünyeyi susuz bırakıp, 'Gocam elimi duttu, bikinili
önümden geçti. Orucum bozuldu mu hacı?' diye sual ederken, işyerinde aç-susuz
uyuklayıp işi gücü oruçsuzlara yıkmayı ibadet sanırken, Araplar Kâbe'yi alışveriş
merkezi haline getiriyormuş meğer.
Murat Bardakçı yazdı, projenin resmi de var, Kâbe, king sayz çarşafın kenarında mendil
gibi kalıyor. Yani; bundan sonra namaz kılarken, bir alışveriş merkezine doğru yönelip
secde edeceksin. İçinde hurma mı satarlar parfüm mü, seccade mi duty-free votka mı
inşaat bitince görürüz.
Ha bir de 1992'den bu yana Kâbe'de ezilenlerin sayısı 10 bini geçmiş. Hac pek kansız bir
ibadet de değil hani... Hac deyince, 2004 Endonezya depreminde yıkılan Ace'de çocuklar
aç susuz, anasız babasız ortalıkta dolanır, bütün dünya o bölgeye yardım etmeye
çalışırken 240 bin Ace'li Müslüman kalkıp hacca gitmiş. Çeyrek milyon adam/kadın, afet
zamanı kelle başına 8'er bin Dolar harcamışlar.
Sokakta simit yiyorum diye benden dinine saygı talep etme diye yazıyorum bunları.
Genelkurmay Başkanı basın toplantısı yapıyor, Referans'ın Eyüp Can'ı 'dine saygı
konusu'nu soruyor. Bütün sorunlar bitti, bugünlerde en önemli sorun (!) bu; dine saygı.
The Cemaat?in hassasiyetlerini hatırlatıyor Eyüp Molla.
Yaa AKP seçmeni muhterem! ABD savaş gemisini demirlemiş, askeri Marmaris'te
alkolün dibine vuruyor, ona gıkın çıkamıyor, ben sahilde bira içtiğimde senin dinine
saygısızlık etmiş oluyorum, oranı kaşıya kaşıya fena bakıyorsun. Boyun yetse efelenecek
gibisin.
Sen de haklısın, hepimizin öfkesi burnunda da, bunu göstermeye bir Recep Bey'in bir de
Fatih Sultan Terim'in gücü yetiyor. Ama, öfkeni doğru yöne, seni enayi yerine koyanlara
yönlendir.
AKP seçmeni muhterem kardeşim! Bunu da dilipak bir yazar yazdı. Ne bildiği var da
baklayı evirip çevirip duruyor ben soramam, bir iftar vakti kendin sor bir zahmet. Diyor
ki;
"...daha önce halim-selim bir adamın eline iktidar asasını verin bakalım, bakın ne
yapıyor.. Mal, iktidar ve şöhret bataklığında debelenenlerin hemen tümü biraz
psikopattırlar.. Büyük ihtimalle cinsel sapkınlıklarla malûldürler.. Fuhşiyat ve
menhiyat iliklerini kemirir.. Hayatları bir "kumar"dır onların..
Özellikle de bizimkiler, sonradan mal, şöhret, iktidar sahibi oldukları için zaman
zaman hapur hupur yerken üstlerine, başlarına döküyorlar.. İktidar, servet ve
şöhret, işte böyle fitneye dönüşür... Malum Media kılıçları çekti. Hele şu bayram
geçsin, onlar da siyasetçi, bürokrat, kim önlerine çıkarsa sex kasetlerini ekrana
taşıyacaklar.."
İşte böyle! "Hapır hupur yerken üstlerine başlarına döküyorlar" diyor. "Seks kasetleri
var" diyor. Bunları yazan da takva sahibi.
İnancına damardan girip sana hayır hasenat vakfı, hamiyyet âbidesi diye yutturdukları
Fener'in cebellezi edilmiş milyonlarca Yuro'unun kimin cebine, hangi aklanamayan
partinin kasasına girdiğini göremeyesin diye ortalığı yine Ergenokan'a buladılar-
bulandırdılar.
Yukarıda maviye boyadığım paragrafı sakın unutma oruçlu AKP seçmeni. Açlıktan
kokmuş nefesini de suratıma üfleyip, benden dinine daha fazla saygı talep etme. Sana
takva satanların her türlü ipliği tel tel çarşamba pazarına dökülecek. Sırf takva satışı, sırf
hırsızlık değil bence suçları sence günahları... başka şeyler de var!
Kişi başı gelirin yükseldiğini reel olarak hissetmediğinde şaşırma AKP seçmeni
kardeşim. Sen yine 3 kilo bulgur, bir sentetik battaniye için karını gönder sıraya girsin.
Ekonomi diplere vursa da, Aklanamayan partin işsizliği sona erdirmenin çaresini buldu.
Ergenekon bir 'işsizlere iş projesi'dir de muhterem. Tutuklanan şüphelilerin boşalttığı
işlerde istihdam edilmen bir ekonomik mucizeyi de gerçekleştirebilir yani...
Camiler sosyo-kültürel merkez olacakmış. Kültür derken bale dersi, konser salonu değil
elbet. Göstermelik iki satranç masası korlar, kütüphaneye de Adnan Oktar?ın yazdırdığı
kuşe kapak birinci hamur kıç kağıtlarını. Din hayatın merkezine yerleşecek, hayat dinin
etrafında dönecek. Camide sosyalleşilecek. Benden de buna saygı duymam beklenecek.
O’dur her varlığı yaratan...." ezan zanneder misin AKP seçmeni biraderim?
Ezan değil. Mısır hükümdarı Amenofis'in yazdığı bir şiir. Tek tanrılı dinlerin öz hakiki
kurucusu Amenofis. Her duanın sonunda kendi adının zikredilmesi talimatı vermiş;
'Amen!.'
Sen nelerin değişmeden nerelerden geldiğini bil hele, ben de 'dine saygı' konusunu bir
daha düşüneyim.
Sivas'ta harem-selamlık gövde gösterisinde bir dernek başkanı "Bir milletin asıl gücü,
topu, tüfeği, tankı, yer altı ve üstü zenginlikleri değil, imanlı ve inançlı gençleridir.
Fatihler yetiştirmeliyiz. Fatihler yetiştirmenin ilk şartı iffet ve haya sahibi, çocuğunu
abdestsiz emzirmeyecek kadar hassas analara sahip olmaktır" demişti.
Dine saygı talebinde bulunanlar bunlar işte. Topu, tüfeği, yer altı, yer üstü zenginliklerini
küffara satıp/teslim edip, kadına abdestsiz emzirme izni vermeyecek kadar gözü dönmüş
soysuzlar.
Bir dine saygıır, bir 'sol neden dini/dindarı anlamadı'dır gidiyor ortalıkta.
Değişmez kurallara saplanmak, bilimi, evrimi, evreni 'değişmez' kılınan tek kitaba
bağlı yorumlamak, değişimin sürekliliğine inanan solun ilgi alanına giremez de
ondan.
Haydi dinine son bir saygı göstereyim. Allah orucunu, ibadetini kabul etsin. Amenofis!
22 Eylül 2008
Hayratı yıkacaksın yetimi öpeceksin
"Ey oğul! Allah'ın özene bezene yaratıp kendi güzelliğinden de nefes üfürdüğü
avradın vücudunda yedi çeşit diş izi bırakasın:
Birinci ısırık, "gayri mer'i ısırık"tır. Deriyi dişlerinle öyle yavaş sıkasın ki, birkaç
saniye sonra ortaya pek hafif bir kızıllık çıka."
Kadıköy'de bir arsada bulunan, 2007 seçimlerinden kalma, EVET mühürü Akepe dışında
partilere vurulmuş gayrı mer'i (geçersiz) 3 bin oy pusulası, şaibeli 2007 seçimlerinde
yediğimiz ısırığın kızarıklığıdır.
--
ABD 6. filosunun savaş gemileri, Boğazlardan, önceleri insani yardım, çocuk donu, kadın
pedi derken şimdi süper RBOC metal roketleri, 25 milimetrelik Bushmaster top, 50
kalibrelik makineli tüfekler, Phalanx yakın hava savunma sistemi, CH-60 Knighthawk
sistemi geçirir oldu.
"Ey oğul! Üçüncü ısırık, 'nokta'dır. Ufak bir parçayı iki dişinle ama nazikçe
yakalayıp ısırasın. Noktayı sol yanağa koymak hem avrada, hem de sana zevk
verir." der.
Akepe için 1 milyon Dolar gülsuyu parasıdır. Dişli'nin ısırığı, sol yanaktan, gayet nazik
nokta ısırığıdır.
--
Dişli konusunda basın ve muhalefet AKP'yi sıkıştırınca; TBMM Başkanlığı döneminde,
-yine Akepeli- Manisa Belediye Başkanı ile birlikte 92 dönüm Sümerbank arazisini 18,5
milyon Dolara kapatıp, 4 ay sonra 46,5 milyon Dolara Hollanda şirketine satan Bülent
Arınç, partililerini 'Zina ve para işlerinde dikkatli olmaya' çağırdı. 'Karda yürüyün de
izinizi belli etmeyin kardeşlerim' demeye getirdi.
Ayda 5 bin Dolar maaşla, Sağlık Bakanlığı bünyesinde ?Kuş Gribi Koordinatörü?
kadrosu yaratmayı akıl edebilen bir partiye yakışan da buydu. 'Çalın da birader, biraz
dikkat..!'
Bahname'de dördüncü ısırık 'mercan'dır.
"Cildi dişle ve dudakla yakalayıp sıkıştırasın. Gerdana tatbik edilirse, zevk zirveye
çıkar."
Arınç'ın Sümerbank arazisi ısırığı gerdandan... Yakalayıp sıkıştırmış.
--
Alman Savcılar Denizdekumbizdefener davasında, Almanya'daki vatandaşlardan toplanıp
cebellezi edilen 41 milyon Yuro'nun izini sürerken, iş geldi Türkiye Cumhuriyeti'nin
Başbakanına, İçişleri Bakanına, RTÜK Başkanına dayandı.
Bu Denizdekumbizdefener'in bir de -2005- Pakistan depremindeki yardım(!) faaliyetleri
deşilse kim bilir neler dökülecek, fakat bizim Savcılar henüz davayı sahiplenmediler.
Bahname'ye göre beşinci ısırık, "inci hattı"dır.
"Bütün dişlerinle faaliyet gösteresin."
Durmak yok, bütün kademelerdeki dişlerle dişlemeye devam!
--
1915'i kafalarında hala çözememiş, çözemedikçe de Ağrı Dağı'na bakıp içlenecek olan,
dünle hesaplaşmalarını bir türlü bitiremediklerinden bugünü yaşayamayan, yarın için de
planı olamayan Ermenistan'ın önünde ABD talimatıyla reverans yapanlar;
Yusuf Halacoğlu'nu TTK'daki görevinden alıp, tarihi Ermenistan çıkarlarına uygun
şekilde yeniden yazdıracaklardı da,
Sözde soykırım iddialarını 60 klasör belgeyle İsviçre Mahkemelerinin suratına çarpan
Perinçek'i içeri atacaklardı da,
Erivan'a uçak seferi koyacaklardı da,
Ermenistan'a hudut kapısı açacaklardı da,
Neden ABD'nin Livingstone lobi grubuna dört yılda 9 milyon Dolar ödediler?
Neden şimdi de DLA Piper lobi grubuna yılda 1,2 milyon Dolar ödüyorlar?
Neden sırf ABD'de lobi faaliyetine yılda 3,5 milyon Dolar harcıyorlar?
Lobi faaliyetleri Ermeni Tasarılarının ABD Kongresinden geçmesini önlemek için
yapılmıyor muydu?
Ne oldu? Abdullah Bey maç seyretmeye (!) bir gitti, yanağa ilk makas ABD'den geldi;
"Ziyaret çok olumludur."
Bahname'ye göre altıncı ısırık, 'kırık bulut'tur ve ısırmanın en zoru budur.
"Avradı öyle bir ısırasın ki, cildinde bütün dişlerinin izi kala ama dişler arasındaki
açıklıklar belli ola, yani avradın cildi kızarmaya."
Kırık bulut ısırığını da Ermenistan'da yedik mi?
--
Bütün bu dayatmaların arkasından gelecek dayatmalar, henüz deklare edilmemiş talepler
için hele bir bakla falı açalım:
"6-7 Eylül 1955 olayları için Türkiye özür dilesin."
Ve hatta "Misak-ı Milli sınırları tartışmaya açılsın." Ciddiyim! Tartışmaya açmadıkları,
kurcalamaya başlamadıkları bir bu kaldı. Misak-ı Milli sınırları.
--
"Günün Ayeti
Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatından birine
vaat ettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu
sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husûlü için de
Sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında Senden istiyorum.?
Yaa Aziz Kâri! Yolsuzluklara damardan girenlerin (!), yetim hakkı yemeyenlerin (!), ?Bir
lokma bir -Armani- hırkacıların gazetesi, bir Ramazan gününün âyetinde 'Rabbena hep
banaaa' duası ediyor, başkalarında olup da onda olmayan, istemeyi unuttuğu başka birşey
varsa Rabbi onu da ona hatırlatsınmış. Dualarında bile gözleri aç, hırsları sonsuz olanlar
yetim hakkı korumaktan bahsediyorlar.
Artık o 'Durmak yok...' sloganını değiştirseler de, yerel seçimlerde "Hayratı yıkacaksın,
yetimi öpeceksin" gibi daha gerçekçi, kendilerine yakışan bir slogan kullansalar iyi
olacak.
Mahbube de "Seni merhametsiz zalim, seni hınzır!" kıvamına gelmek üzere. Umarız yerel
seçimlerde "Yetti gari!" deyip konduracak hınzır ısırığını herifin omuzuna.
8 Eylül 2008
Parçalanmış cesetler dosyası
Kök Tengri'nin; sırf denemek için, İbrahim'e rüyasında "Oğlunu kes" dediğine,
onun da oğluna "Allah seni kesmemi istedi ne yapayım?" diye sorduğuna,
oğlunun da "Allahın emriyse kes bari baba!" dediğine,
sonra da Tanrı'nın İbrahim'e "Seni denedim, aferim! Çocuğu bırak, al şu koçu kes"
dediğine tartışmasız inanıyorsanız...
Bu tevâtüre inanırken;
Elli, yüz kiloluk koca hayvanları boğazlatmak için ya 'eli kesime yatkın biri'ni bulunuz,
ya da kendiniz sıvayınız kolları.
Siz kesim için kasap ya da bıçak ararken bunu da bir yol hatırlatayım.
Adli Tıp Uzmanı Dr. Bülent Şam'ın otopsilerden derlediği ''Parçalanmış Cesetler
Dosyası"nda;
'Hayvan-insan anatomisi benzediğinden, katillerin disseksiyonu (ölüyü parçalara
ayırma), adli tıp uzmanlarını şaşırtacak derecede cerrah titizliğiyle yaptıklarını'
yazdığını da biliniz.
Şüphesiz ki;
O hayvan gözünüze bir canlı değil, yenecek bilmemkaç kilo et olarak göründüğünde,
Kurbanınızı 'merhamet' gibi insani bir duyguya lâyık bulmaz noktaya geldiğinizde,
herhangi bir seri katilden hiç bir farkınız yoktur.
Seri katil için de kurbanı, "insan" değil, değersiz bir madde, bir parça ettir.
Seri katil, tatmini, kurbanı fethetmek, zûlmetmek, sindirip baskı altına almak ve
öldürmekte kişisel tatmin bulur.
Katillerin çoğu, polise verdikleri ifadelerinde; göz bağlama işlemini "kurbanı sindirmek
ve korkusunu arttırmak" yaptığını söylerler.
Üstüne oturup nefessiz bıraktığınız, acıdan çıldırmış hayvanın acısını daha da arttırmalı,
kurban edebilmek için onu artık bir canlı olarak görmemelisiniz.
Gözündeki acının, yalvarmanın sizi etkilemesine izin vermemelisiniz. Aynen seri cinayet
işleyen katillerin yaptığı gibi.
Katillerle ortak noktalarınızdan biri de; acz içindeki kurbanları, 'merhamet gibi
insani bir duyguya lâyık' görmemektir.
İçinizdeki kasap ağır basacak. Çalacaksınız kör bıçağı acz içinde, savunmasız bıraktığınız
koca hayvanın boğazına.
Önce nefes borusunu, yemek borusunu ve şahdamarını keseceksiniz. Oluk gibi kan
fışkıracak.
Hayvan ölmeye henüz başlamışken kafasını geriye doğru kanırtacaksınız. Kanını akıtıp
eti 'helâlize' edeceksiniz. Zinâyı, tecavüzü imam nikahıyla, soygunu, hırsızlığı 'zekât'
kılıfıyla, faizi 'kâr payı' olarak helalize ettiğiniz gibi...
Siz o kanları akıtırken, din uleması "Bayramlar gönülden gönüle sevgi akıtır" vaazları
veriyor olacak. Oluk oluk caddelere, bahçelere akıttığınız kankırmızı sevginizi (!),
vahşeti, belkemiğinde cinsel hazlar duyarak seyretmeyi öğrettiğiniz çoluk çocuğun alnına
süreceksiniz.
Kurbanınız olan hayvan, daha tam ölmemişken, titrerken, bacağından ters asıp derisini
yüzmeye başlayacaksınız.
Bir canlıyı parçalamayı; kurbanınız üzerinde hakimiyet kurmak değil de "yiyecek paylaşımı" adına
savunacaksınız.
"Cesede uyguladığı aşırı şiddetin, cesedi parçalamanın, seri katile hem cinsel
tatmin, hemde egosuna psikolojik doygunluk verdiği"ne de kafayı
takmayacağınızdan, kanlı yiyecek paylaşımı harekatınızla "cinsel tatmin"i
bağdaştırmayacaksınız.
Oysa, fantazi olmadan şiddetin gerçekleşemeyeceğini içten içe biliyorsunuz değil mi!
Asteğmen Kubilay'ın başını kesenler gibi, seri katillerin çoğu, dindar ve düzenli ibadet
eden insanlar olduğunu bilerek ve bu gürûhla ilişik keserek.
***
Hamile kadının vücudunu 8 parçaya bölüp, Hereke'de denize atan katilin (24 Kasım 2008
haberi),
Kartal, Pendik civarında altı ayda 5 kişinin başını kesip, cesetlerini kuyuya atan Özkan
Zengin'in (20 Kasım 2008 haberi),
Cesedi, Kırşehir yolu üzerinde şehir çöplüğünde 7 parçaya ayrılmış olarak bulunan 10
yaşındaki kız çocuğunun katilinin (10 Kasım 2008 haberi) dindar ve düzenli ibadet eden
insanlar olduğundan hiç kuşkumuz yok.
***
2007 Kurban Bayramı'nda yazdığım Kurban yazısını, her yıl aynı Bayram öncesi,
güncelleştirerek bir yerlerde yayımlamak niyetindeyim.
***
4 Aralık 2008
Diyacahsan Cem Garipoğlu niya 16 Eylül'de teslim oldu!
Nihayetinde genç bir elikanlı pardon delikanlı, sevgilisini cep telefonuna gelen
mesajlardan kıskanmış. Üstelik mesajları atan da bir teğmen. Körolası, yokolası TSK'nın
bir mensubu.
Gencecik delikanlı, kıskançlık neticesi elini kana bulamış. Eh haliyle cesedi ortadan
kaldırması gerekmiş. Çocuk (!) aklı işte, "Bavula tıkıştırır çöpe atarım" diye düşünmüş.
Bavula sığdıramayınca da çarşıya gidip testere almış. Eve dönüp sevgilisinin kafasını
kesmiş. Kimbilir ne streslere girdi yavrucak o bavulu, o gitar kutusunu falan bulmak için.
Çocuktur (!) korkmuş, travma yaşamış haliyle. Kaçmış. 197 gün aç, susuz, evinden,
ailesinden uzak, kolay mı! Traş olacak jileti bile bulama sen, Ned Kelly gibi sakal
koyver...Maşallah nasıl da gür çıkmış o sakallar gencecik yaşta. Bizim oğlan çatladı
hasedinden. 17'sindeyken bıyığının üstünde sarı şeftali tüyleri yeni zuhur etmişti.
Neyse ki, tarikat evlerinde yetişmiş, itaatkâr müritten polis abileri kader kurbanı
hallerini anlamışlar da, travma geçirmiş yavrucağa Ergenekon şüphelisi yazar-çizer gibi
kelepçe vurmamışlar.
Bakınız gözaltındayken polis abileri cinayet anını sormuşlar da, yavrucak sinir krizleri
geçirmiş. "Ne olur bu konuda soru sormayın bana artık" demiş. Onlar da anlayışlı
davranıp cinayet anını sormamışlar bir daha. Aferim!
Ergenekon şüphelisi canavar ruhlu (!) adamlar dayanmışlardı. 70 yaşında adamlar 24 saat
uyutulmadan, hatta oturtulmadan ifade vermeye zorlanmıştı ama, onların derisi kalındır,
dayanırlar. Cem evladım, zayıf nahif bir oğlan çocuğu.
Bakınız, delikanlı hakikaten travmayı atlatabilmiş değil. Savcıya ifade verirken de
zorlanmış, titremeler geçirmiş. Savcılar da -sağolsunlar- anlayışlı davranmışlar. Adliye'de
8 saat kalmış ama sadece 4 saat ifade vermiş.
Genç çocuk, yazık kilo da vermiş kaçarken koşarken, uzun saatler sorgulanmaya
dayanamaz haliyle.
Henüz cevabı bilinmedik milyon soru var ama, teslim old...pardon yakalandı (!) ya,
önemli olan budur.
Bencileyin beyninde nöron bağlantıları ters döşenmiş, 'imâlat hatası' köşeciler, yımırtaya
can veren Allah tarafından bu enayi bağlantıları bulup çıkartmak için yaratılmışızdır.
Şimdi sadece "Cem Garipoğlu neden 16 Eylül'de teslim oldu?" sorusuna spekülatif bir
cevap veriyorum.
Garipoğlu'nun teslim olma tarihi 16 Eylül'den 90 gün geri sayarsanız, 18 Haziran 2009
tarihi bulunur.
Garipoğlu için "15 Mart'ta Antakya üzerinden Suriye'ye gitti. Suriye istihbaratı (El
Muhaberat) kaldığı oteli biliyor" haberi de hatırlansın bir zahmet. Hatta, Garipoğlu'nu
yakalamak için Rusya'ya, Ermenistan'a özel tim görevlileri gönderildiği haberi de
hatırlansın.
Özel tim görevlileri, elikanlı pardon delikanlının Suriye'ye gittiği haberini alır almaz 15
Mart'ta Suriye'ye gitmiş olsalar 16 Eylül'e kadar geçen gün sayısı 185. Fakat devletin
çarkı ağır işler. Bunun Olur Belgesi var, Bakan Onayı var, resmi pasaport çıkartması var,
harcırah tahakkuku var, şu var bu var. Özel tim Suriye'ye Garipoğlu'ndan 5 gün sonra, 20
Mart'ta gitmiş olsa, 16 Eylül'de teslim olmasına kadar aradan geçen gün sayısı 180.
Habertürk'ün ileri sürdüğü gibi Suriye'den getirildiyse, Beşar Esad'la aynı uçağa
bindirilmiş de olabilir. Esad'ın Türkiye'ye geliş tarihi de 16 Eylül.
Şinci ey Aziz and Azize okur! Bu otistik gibi görünen 90-180 gün hesabına şunun için
taktım:
6245 sayılı Harcırah Kanunu'nun 42. maddesinin (a) bendi der ki; "Yurtiçinde aynı
yerde, aynı iş için ve aynı şahsa 180 günden fazla gündelik verilemez. İlk 90 gün için
tam, takip eden 90 gün için 2/3 oranında ödenir."
b) Yurtdışında ilk 180 gün tam ve müteakip günler için 2/3 oranında gündelik ödenir.
Sırf özel tim görevlilerinin peşin aldığı yurtiçi ve yurtdışı görev harcırahını hak etmiş
olmaları, harcırah iadesi yapmamaları için, görevin süresi yurtiçinde 90,
yurtdışında 180 güne uzatılmış olabilir.
Emniyet Müdürü de "Çember daralıyor" beyanlarıyla hem katilin yerini bildiklerini ima
etti, hem de bir süre beklemeleri gerektiğini.
Şinci yine diyacahsın niya beklendi 3-5 kuruş harcırah parası için? Diyacahsın olur mu,
devlette bu kadar keyfî davranılır mı?
Ben de sana diyacağam ki; bu senin müslüman sandığın, Allah'a tapındığını sandığın
tarikatlar esasen paraya tapınırlar. Yedi yıldır alınan kararların da yüzde 99'u rasyonel
değil 'keyfî'dir. Ve ucunda illa ki para vardır.
Hem öyle bir tapınırlar ki paraya, gölge başbakan Diyanet İşleri Başkanı çıkar;
"Cemaate paranın nereden geldiği önemli değildir. Müsterih olsunlar. Uyuşturucu
parasıyla inşa edilen camide ibadet caizdir, mübahtır" bile der.
Hoşgörü (!) dini islamın aydınlığında (!) 'suç' kavramının hızla 'günah'la yer değiştirdiği
demlerde belki ben de inceden sıyırmış, Harcırah Kanunu'na takmış zırvalıyor olabilirim
netekim!
Fekat nihayetinde insanım. Başvekil, emniyet müdürü, diyanet adamı kadar olmasa da
zırvalama, spekülasyon yapma hakkımı kullanıyorum. "Peşin ödenen harcırahların yasal
süresini doldurmak için beklenmiş olabilir", "Keyfilikte bu kadar ileri gidilmiş bile
olabilir" diyorum. Fikri beğenmediysen at çukura, dök kireci...
Bu cinayetten sağ salim paçayı sıyırıp kendisini polis abilerinin şefkatli kollarında
bulduğu için kurban adağı yaptı mı?
Cinayetten sonra kendisini dine, imana verdi mi? Kaldığı evde iftarda maklûbe
yeniliyor muydu?
Zırvalıyorsam "Niya?" diya sorma Aziz and Azize okur! Say ki Ertuğrul Özkök?ün
"Kâbe'de bir arkadaşa bakıp çıkacaktım umresi"nde sorduğu enayi Beyaz Türk
sorularından soruyorum.
Diyacahsan niya?
İşte eele!
18 Eylül 2009
Alevi Marksizmi AKP Pragmatizmi
Temmuz 2007 seçimleri öncesi, Cem Vakfı Başkanından kaçıp Alevi dedeleriyle İzmir'de
gizlice buluşan,
Alevi oyları için vitrine Reha Çamuroğlu'nu koyan,
Cem Evi'ne "cümbüş yeri" deyip ruhsat vermeyen,
Alevi köylere Sünni imam atayan,
Sünni İslam'a güldür güldür ödenek aktarırken Alevi kurumlarının sembolik ödeneklerini
bile kesen, camiye tahvil edilmiş cemevlerinin mimarı AKP;Ağustos 2007'den itibaren
vaadleriyle ilgili olarak farklı Alevi gruplar tarafından sıkıştırılmaya başlandı.
Abdullah Gül, senede 200 "kâmil insan" mezun edecek Abdal Musa Tekkesi'ne 2
milyon YTL yardımla, İstanbul'a Ehl-i Beyt Enstitüsü, Hacıbektaş'a üniversite sözü
verdi. Dedeleri de maaşa bağlamayı teklif etti. "Aleviler istediklerini aldı, ortalık
yatışacak" derken çarşı hepten karıştı. Aleviler de homojen bir grup değildi çünkü.
AKP'nin (Gül de dahildir), basına servis ettiği "mali destek" olarak özetlenebilecek
'reform planı'nı Reha Çamuroğlu aracılığıyla Alevilerle görüşürken, Hacı Bektaş
Derneği ve Alevilerin çoğunluğunu temsil eden diğer örgütleri es geçip Abdal Musa
Vakfı'yla muhatap olmayı tercih etmesi daha "demokrat" olarak tanımlanabilecek diğer
Alevi örgütlerini rahatsız etti. AKP'yi "sahibinin sesi Aleviler bulmakla" suçladılar.
Cem Vakfı ve Hacı Bektaş Derneği AKP'yi samanaltı planlarla suçlarken, AKP'nin
gözdesi Abdal Musacıların diğer Alevi örgütlerinden farkı nedir diye araştırmaya
başlayınca, aradaki farkın gayrımenkul olabileceğine dair ciddi ipuçları bulduk. Emlak
komisyoncusu AKP'nin zaafı olan gayrımenkul.
Şöyle ki;
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün Finike Ovası'nda Abdal Musa Vakfiyesi adına tapulu,
kiraya verilmiş yaklaşık bin dönümlük arazisi var. Girit ve Rodos adalarında da
Abdal Musa'nın dervişlerine ait yüzlerce dönüm arazi ve mülk... Rum ve
Yunanlıların Türkiye'den AB müktesebatı çerçevesinde taşınmazlarını istemesi gibi
Abdal Musa Vakfı da bu varlıkların tazminiyle ilgili konuyu uluslararası mahkemeye
taşımaya hazırlanmaktaymış.
Vakıf Sözcüsü Ertuğrul Aslan, yüzlerce milyon Doları bulabilecek bu mülklerle ilgili
"Bektaşi babalarının adalardaki mallarını geri alma sürecini başlatacağız" demiş.
Şimdi bağlantıyı kurabiliyor musunuz?
Bir yanda binlerce dönüm vakıf arazisine sahip ve Diyanet çizgisine çekilmeye müsait,
AKP'nin muhatap almayı tercih ettiği bir Abdal Musa Vakfı, diğer yanda talepleri yerine
getirilmemiş ve siyasilere ulaşamayan, daha demokrat çizgide Alevi gruplar. Bir yanda
emlak işine fena halde sardırmış bir AKP ve Alevilerin çoğunun ihanetle suçladığı
Çamuroğlu, öte yanda milyon Dolarlar....
Bu sebepten, bizce, geçen yıl seçim döneminde ortada dolaşan 'Alevilerin assimilasyonu
sorunu' ya da 'Devlet'in sünnileştirilmesi' bilmemnesi altında yatan aslında mal
paylaşımı sorunudur. AKP muhtemelen, seçim öncesi Alevilere yurtdışındaki Vakıf
malları için açacağı tazminat davalarında Hükümet desteği sözü vermiştir. Şimdi arazinin
ve tazminatın hangi Alevi kurumları arasında ve nasıl paylaşılacağı sorunu vardır.
Eşofmanla, oturduğum yerden bana öyle görünüyor en azından.
15 Aralık 2008
Kucağında ölü çocuk, gözünde gurur, aklında cennet
"Kara harekatı başlamadan 3 gün önce Gazze'de yaşayan yabancıların tahliye edilmesi
istenmiş ve neredeyse tamamı Gazze'den ayrılabilmişti.
Geçen Ağustos ayında, Kafkaslar'da patlak veren savaş öncesinde, Güney Osetya'lılar,
çocuklarını otobüslere doldurup, can güvenliklerini düşünerek Rusya'ya gönderme fırsatı
bulmuştu. (Gazze'de) Neden en azından çocukları tahliye edilmedi?"
Bu sorunun cevabını vermeden önce, "Savaş orduların karşı karşıya gelmesidir. İsrail'in
Gazze'de sivillerin üzerine fosfor bombası atarak öldürmesi 'devlet terörü'dür" diyelim,
ırka dayalı bir din devleti olan İsrail'den yana cephe almadığımızı baştan belirtelim.
İngiltere'nin yıllık ortalama nüfus artış hızı yüzde 0,23, Danimarka'nın yüzde 0,30,
Fransa'nın yüzde 0,37.
(TÜİK'in rakamlarına güvenmemekle birlikte) Türkiye genelinde yüzde nüfus artış hızı
yüzde 1,18 veriliyor.
2007 istatistiklerine göre, dünyada nüfus artışının en yüksek olduğu ülke Birleşik Arap
Emirlikleri. Üreme hızları yüzde 3,8.
Üreme hızı Batı Şeria'da yüzde 3,5 iken Gazze'de yüzde 4,3'e yükseliyor.
Özetle, Gazze, yeryüzünde üreme hızının, doğurganlığın en yüksek olduğu bölge. Bunun
altında yatan düşünce şu: "On çocuğumdan ikisi şehit olursa umurumda değil, geriye
kalan sekizi rahat yaşasın."
Bu cümleyi ben uydurmadım. Bu cümleyi bana 2006 yılında, Filistin'li ve çok çocuklu bir
arkadaşım söyledi.
'Umurumda değil' derken gözünün içine baktım, 'Çocukların ölür de nasıl umurunda
olmaz?' gibi bir cümle sarfettim. 'Şehadet' dedi Arapça. 'Sen de Müslümansın (Y.N.
Değilim), şehadet nedir bilirsin.'
---
İsrail silah üstüne silah icad ederken, Filistin'li çocuk üstüne çocuk yapıp nüfusu silah
olarak kullanıyor.
İsrail tüm dünyadaki Yahudi nüfusun sadece 14 milyon olduğunun bilincinde her bir
vatandaşını yaşatmaya önem verirken, Filistin İslamiyetin etkisiyle yüzünü ölüme
dönüyor, çocuklarını tanklara, bombalara 'kurban' olarak sunuyor.
İsrail'li üretip yeşertmeye çalışıyor, Filistinli, Mısır, İran ve en çok da Allah'ın ihsan
edeceğine bel bağlamış.
İsrail AB'yi, ABD'yi arkasına almış saldırıyı Lübnan'a kadar uzatıyor. Filistin'li ellerini
açmış tüm Yahudi alemine beddua okuyor.
Kucağında ölü çocuk bedenleri, gözünde gurur, aklında cennet... Evlat, insan kaybetmiş
olmanın üzüntüsü gibi değil de Cennet'e yolcu göndermenin gururu yüzlerinde. Bayram
şekeri paketler gibi yeşil kefenlere sarıyor çocukları.
Sen neyi protesto ediyorsun bir dur düşün! Filistin'li Müslüman biraderinin ceset taşıyan
fotoğraflarına bir bak! Yüzünde ölümün acısı mı var şehadetin gururu mu, bir incele hele!
Dertleri Filistin'li çocukları kurtarmak falan değil, dertleri dinlerini Musevi'nin diniyle
çarpıştırmak. Dertleri dinleriyle din dövmek.
Protestocu kalkmış 'Ben bu çocuğu şehit olsun diye doğurttum. Ne mutlu bu aileye ki bir
şehit verdi' diye ölüme tapınan Filistinli babayla empati kurmaya çalışıyor.
Dehşet...vahşeettt çığlıkları atıyor.
TSK'yı 'illegal örgüt' statüsüne indirip mümkünse tüm muvazzaf subayları darbecilikle
suçlamayı deli gibi arzu edenler de bunlar.
Milli Görüşçüsü Almanya'da 60 milyon Yuro'luk arsanın satışı için birbirine girmiş,
liberali AB'den aldığı paraların listesi ortaya saçılınca çıkıp 'O bir milyon Yuro'yla şu
projeyi gerçekleştirdim' diyemiyor, hepsi bir meydanda toplanmışlar 'Kahrolsun İsrail!'
İsrail'e duvar örsün diye çimento satan şirket Filistin Meclis Başkanı'nın şirketi. Bizim
enayiler İsrail'in duvarını protesto ediyor.
İsrail ırkçı, faşist bir din devleti. Kahrolsun İsrail diye İstanbul'da bir tarafını yırtanların
Türkiye'yi dönüştürmek istediği format da aynı: ırkçı, faşist bir din devleti... Irkçı, faşist
din devletleri kahrolsun demekle kahrolmuyor.
Kocasının benzin döküp yaktığı 8 yaşındaki Afgan'lı kız çocuğuyla empati kuruyor
muydun?
Kuramıyordun. Çünkü karşında, lanetleyeceğin İslam dışı bir din yoktu. Aksine, ultra
islamcı Taleban vardı.
Ama şimdi Filistin'de karşında İslamiyet dışı bir din buluyorsun lanetleyecek. Az
doğurup çok üreten, Kuran'da sana düşman belletilen bir millet buluyorsun.
Metal tanrılarına kurban verdikleri çocuk ölülerini gururla taşıyorlar. Elli yıldır ölümden
başka birşey öğretmediler çocuklarına. En sevdiği oyun 'Şehadet' oldu çocukların. Tahta
tüfeklerle birbirlerini vurup öldürdükleri, kefenleyip gömdükleri Şehadet oyunu. Seksek
gibi, ip atlama gibi Şehadet.
'Şehit olan evladım ahrette bana şefaat edecek' beklentisinden kurtulmadan, bir buçuk
milyar İslam alemi bir araya toplansa, 14 milyon Yahudi ile başedemezler.
Sadece 14 milyon Yahudi var tüm dünyada. Deli gibi bilim, teknoloji, kültür, sanat
üreten, sadece 14 milyon.
9 Ocak 2009
Life is good elhamdülillah!
Yeniden yapılanmakta olan necip Türk milletinin şizofrene bağlamış bir ferdi olarak
meşguldüm.
Meyve bıçağıyla tıbbi deneyler yapıyor, koyun dalağı üzerinde 'kısmi oksijen patlaması
teorisi'ni araştırıyordum. Hakikaten! O sırada kuyulardan çıkartılan kemikler, deney
yaptığım koyunların kemikleriydi. Ha bir de 'soğuk füzyon'la buzdolabı arasındaki
bağlantıyı kanırtmaya pardon kanıtlamaya çalışıyordum.
Arazide 800 Çiller klasörü okunmayı teşvik bab'ından yakılırken, ben koyun
kafataslarının göz çukurlarına bakıyordum. Tam o dakkada kabine yenilendi!.
Koyun dalağını bırakıp, hemmen ekranın başına çöktüm.
Tonton Dede'nin tonton karısı, o sırada tonton oğluyla elele -herhalde ihale işi
bağlamaya- Barzani'ye gitmişti.
Önce Mardin'in köyündeki bizzat kendi akrabaları tarafından ufak çapta 'soykırım'a tabi
tutulan 45 ölü için kazılan mezar çukurları, MORG tabelası geldi ekrana. Sonra mayına
basan askerin bayraklı tabutu, ağlayan çocuğu.
Oğlanın biri de otobüsün içinde durup dururken bir ihtiyarın gırtlağını kesmiş, aynı gün
11 kişi intihar ederek 'teğet ekonomisi şehidi' mertebesine ulaşmıştı. Adaletli bir şekilde
kalkınıyorken bunlar olağan durumlardı.
İnsan haliyle üzülüyordu tabii tabutlar, boğazı kesilmiş, kurşunlanmış insanlar görünce,
fekat derdini veren Allah tesellisini de veriyordu. Mesela bu arada Obama da Türk
çıkmıştı. Türkmenlerin Barak kabilesinden aslen ve esasen sapına kadar müselman bir
Karaoğlan'dı. Acil durumda camı kırar, Irak Türkmenlerine koltuk da çıkardı.
O ara tam 'Soğuk füzyonu şeytmeye devam etsem mi?' diye düşünürken sarışın dobra
ekranlara döndü. Buzdolabını bırakıp ona bakmaya başladım. Seksi kadın görünce -
nedense- seksi erkek düştü aklıma.
Kadınlar Kılıçdaroğlu'nu Yılın En Seksi Erkeği seçmelilerdi. Turgut Özal, Ahmet Mete
Işıkara'dan sonra Kılıçdaroğlu'na da yakışırdı. Sırada, her seferinde 'kaldıran' Cep
Herkülü Naim olmalıydı tabii...
Ekran karşısında bayılmak üzereyken New Shafuck gibi gazeteleri okuyup ferahlamak
istedim. Üstüne Fetih Ruhlu İnsanların Yeni Kokusu,' İstanbul'u Fethi 1453' alkolsüz
parfümünü de sürününce kendime geldim. Sahte rakı zehirlenmesini öz hakiki rakıyla
tedavi etmek gibi bir şeydi. Üstelik alkolsüzdü ve haricen kullanılıyordu.
Memlekette herkes 'aslında dine karşı değil'di. Herkes 'elhamdilüllah müslüman'dı.
Herkes 'aslında cemaatlere yanaşmalı'ydı. Cemaatleri anlamalı, hoşgörmeli, sevmeli,
öpmeli, koklamalıydı.
Bendeniz şizofrene bağladığımdan, onlara dini cemaat, tarikat görünen topluluklar bana
ULUSLARARASI ŞİRKET ve hatta ÇETE görünmekteydi. Bir kısmı ferah fahur seks
yapabilmek, bir kısmı ferah fahur ülke soyabilmek/batırabilmek, rejim yıkabilmek için
istihbarat servislerinin kurduğu şirketler.
Din ekip şeriat biçiyorduk elhamdilüllah! Din ekip Taliban, El Kaide, Hizbullah
biçiyorduk!. Din ekip sömürgeciye moron köle biçiyorduk. Fekat din girmeyen eve de
Prozac/Zictired hapları giriyordu yani.
Ülkenin 'kadın (dişil) enerjisi' bastırılıp horlandıkça testesteron ağır basıyor, havada kan
barut kokusu yoğunlaşıyordu. Spor yapamayan, kendisini sanatla ifade edemeyen ve
evlenene kadar fena halde bakir kalması gereken gençlik, hoyrat 'kolbastı'yı keşfetmiş
enerji boşaltıyordu. Çatır çatır yeniden yapılanıyorduk.
'Hapsız uçayım ben yine' deyu İngiltere Başbakanı Brown'un, Obama'nın uçak almaktan
vazgeçmeleri, bizim Başvekil'in vergisiz ve kemiksiz 61 milyon dolarlık uçağı mevzuuna
takıldım. Flight Global'ın haberine göre Türk Savunma Müsteşarlığı, Aralık 2006'da iki
G550 uçağı ısmarlamıştı. Biri Mart 2009'da teslim edilip Başbakan'ın kullanımına tahsis
edilmişti. İkincisi 2011'de teslim edilecekti. O da VIP kullanım için mi ısmarlanmış, orası
belli değildi. 'Vaktim var, 2011'i beklerim' diye düşündüm.
Biraz sakinleşince koyunlar üzerindeki deneye 'uykuluk' üzerinde devam ettim. Uykuluğu
alınan koyunun uyku düzeni bozuluyordu. Uyku düzeni bozulunca gözaltı torbaları lop
lop oluyordu. Karikatüristler kolay çiziyordu.
Televizyon hala açıktı. İktidar partisinin ağır abi/akil adam/TSK'ya karşı Doberman
kadrosundan Muavinliğe atadığı Hamdullah Bey, her sene Manisa'da çocuklar gibi
şendi / O yıl hoplaya zıplaya topladığı mesir macunlarını Başvekil'in zevcesine verdi. ..
Netekim, her altı kişiden sekizinin şair, her on kişiden onbeşinin köşe yazarı olduğu
memlekette ben de yeniden yapılanabilirdim. Şair felan olabilirdim. 13 yaşımda aşık
olduğum kızıl saçlı -likopenli- oğlana yazdığım CANIM DOMATES şiirini zihnimin
naftalinli köşelerinden çıkartıp şeyttirebilirdim. Etmedim!
Dalga dalga cümleten şizofrene bağlamıştık ama önemi yoktu. Nasıl olsa üç sene sonra
Marduk çarpıp sıfırdan, yeni/taze bir düzen kurduracaktı geride kalanlara.
Taze deyince; refresh edilmiş Hükümetin fresh Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 2001'de, 11
Eylül Manhattan yıkımından sonra,
"Teröristlerle ilgili net delil yok iken bütün bir İslam dünyasının suçlanması bir müddet
sonra uluslararası düzeni sağlama konumundaki ABD'yi sıkıntıya sokar." diyordu bir
röportajda. Uluslarası düzeni sağlamanın ABD'nin görev alanına girdiğine iman etmiş bir
Hamdullah Bey olarak, bunu diyordu yani.
Oysa;
Temelde bütün insanlar iyiydi.
Bütün insanların sisteme yapabileceği bir katkı vardı.
Dürüst, açık, şeffaf bir ortam insanların içindeki iyiliği ortaya çıkartabilirdi.
Herkes farklı, tek ve saygıya değerdi.
Ama tarihsel yanılgılar içinde zorunlu duraklarda duruyorduk. Her durak tabelasında
islamiyet yazıyordu. Emperyalizmin, sömürü düzeninin dördüncü kol faaliyeti dinden
kaçış yoktu ve şu saydığım dört madde yüce dinimizle bağdaşmıyordu.
6 Mayıs 2009
İrticayla mücadelenin suç olmasına dair
Temmuz 1981: Turgut Özal'la birlikte liberal ekonomi adı altında Türkiye'yi vahşi
kapitalizmin, emperyalizmin kucağına oturtan, Amerikalıların oğlanı (Our boys), gerçek
darbeci Kenan Evren "İlkokul, ortaokul ve liselere mecburi din dersi konulacak" dedi,
konuldu.
26 yıl sonra, Nisan 2009'da Orgeneral Başbuğ, "TSK hiçbir dönemde dine karşı
olmamıştır" dediğinde, 20 Nisan yazısıyla Başbuğ'a yol haritasını Serdar Turgut çizdi:
"TSK cemaatle diyaloga girmelidir."
Aslı bir türlü bulunamayan o fotokopi kağıtla birlikte irticayla mücade suç kapsamına
sokuldu. Esasen irticayla 86 yıldır mücadele eden kurum TSK olduğuna göre, artık suç
olan TSK?nın görevinin bir bölümüydü.
20 Haziran 2009: Ertuğrul Günay "Orduevleri de otel yapılıp turizme açılabilir" dedi.
Bir gazetecinin ağzından "En güzel binalar, araziler TSK'nın elinde" cümlesi telaffuz
ettirildi.
Acıklıdır; 70'lerde, 80'lerde solun belini kırıp dine yol veren TSK, bugün gayrimenkul
rantıyla çeteleşen din tüccarlarının "Küçüldüler...bittiler..." hakaretlerine maruz
kalmaktadır.
Acıklıdır; en çorak araziyi alıp elindeki bedava işgücüyle yeşerten, abad eden TSK, artık
askeri alanları bile, rant çetesi Akepe'li düzenbazlara kaptırmak üzeredir.
Acıklıdır; bir yandan "dine karşı değilim" deyip bir yandan islamiyetin hayatımızın her
alanına uzattığı ahtapot kollarını kesmeye çalışmak hem zordur, hem artık suç
kapsamındadır.
O yüzden TSK'nın fena halde "Operasyona gidiyorum, şehit olursam vatan sağolsun"
diyen oğullara, "Oğlum şehit oldu. Mekanı cennet" diyecek ve dine sığınıp isyan
etmeyecek annelere ihtiyacı vardır.
Şehit edebiyatını kendisine payanda etmiş bir ordu da ne din sömürüsüne karşı durabilir
ve ne de Atatürk devrimlerini koruyabilir. Sürekli dine ve irticacıya taviz vermek
zorunda kalacaktır.
Mücadelesini teknoloji yerine 'Allah Allah!!' nidalarıyla saldırıp ölecek insanlara uhrevi
makamlar bahşederek sürdürmeye çalışan ordu, bırakınız vatanı irticadan korumayı,
bundan sonra sürekli kendini savunma halinde, elindekileri kaybetmeme derdinde
olacaktır.
Bu ülkenin ateisti, deisti dinin insan aklına, muhakemesine verdiği zararı bağıra bağıra
anlatmadığı sürece, dinin kararttığı derme çatma, sömürgeci kölesi hayatları yaşamak
zorunda kalacağız.
"Siz islamiyetin bu ülkeye verdiği zararlara dair tek bir cümle söyleyin, dükkan sizin.
Burada hergün ulus devletin nimetlerini yazacağım..."
2o Haziran 2009
Şuur benem nur benem!
Görüntünün bir yerinde, son dizesi "Şuur menem nur menem" olan bir dörtlüğü hep bir
ağızdan okudular. Yanlış mı duydum diye arkadaşıma sordum, doğru duymuşum.
"İslamla yönetilmeye itiraz ediyorlar, benim kendi vicdanım, kendi aydınlığım bana yeter
demek istiyorlar" dedi.
"Anladım" dedim. "Şuur da ben'im, nur da ben'im." Ya da "benim."
Behlül'le Bihter greko-romene tutuşmuşlar, Behlül Bihter'in arkasına dolanıp bir puan
almıştı.
Ha bir de Akepe ve The Cemaat, (ki çoğu evrakta sahtecilikten sabıkalıdır) kucağımıza
nurtopu gibi bir fotokopi kağıt koymuştu.
İran'da islamofaşistler, hileyle 3 milyon muhalif oyu yok sayıp, seçim sonuçlarını
Ahmedinejad lehine açıkladıklarında da biz Türkler fena halde meşguldük.
Behlül, 'grand teknik' bir oyunla tek dalarak kızı yerden sökmüş, Bihter Kız bir
boyunduruk hareketi çekmeyi denerken boyu yetişmemiş, oğlanın kispetine el atmıştı.
O fotokopi kağıdın gerçekliğine ahaliyi inandırmak gerekiyordu amma, hay allah, aslını
inek yemiş, inek dağa kaçmıştı.
İranlılar abdestli faşizme isyan halinde sokaklara döküldüğünde biz hala meşguldük.
Behlül bir bel saltosuyla kızı yan çevirip sırtını mindere yapıştırmıştı. Güreş nizami
geçiyordu. Kız minder dışına kaçmıyordu.
Asker de "Böyle bir yazışma bizden çıkmamış. İddia ediyorsan gerçekliğini sen ispat et"
deyip topu atanın kucağına bırakıyordu.
İran'da islam devrim (!) polisinin copları protestocu sırtlarında eğrilirken, Tahran
sokakları kanlı cesetlerle görüntülenirken biz ve medyamız hala çok meguldük. İran
mercimek büyüklüğünde haberdi.
Reytingler, kaçağı kibritle kontrol edilen tüpgaz misali patlamıştı. Medya, genel yayın
yönetmenleri zevkten inliyordu.
Münevver'i kesen kanlı testere bir yandan, Behlül'ün kispetinin sıyrılması bir yandan,
üryan köşe yazarı bir yandan bastırınca gardımız dağıldı.
Şiddet göbek adımız, tahrik etnik yapımızdı. Abazanlık desen, yüzde 99'umuzun beşikten
mezara başımızın belasıydı.
Bu arada düşen Air France uçağı yolcuları cesetleri bulunmaya başlanmıştı. Hepsi
çıplaktı.
Yurdum ulemasından "Yolcular uçakta toplu seks yaptıkları için Allah cezalarını verdi.."
tarz bir zırvaötesi açıklama beklerdim, nedense gelmedi. Belki de memlekette abazan
olmayan bir tek ulema vardı. Ne de olsa, Kuran kursuydu, ışık eviydi derken çoluk çocuk
ellerindeydi.
Necip medyamız fotokopi kağıtla, iki mimikle 50 filim çeviren kıza giren çıkanla çok
meşguldü.
Nihayet beklenen an geldi.Orgeneral Başbuğ kürsüye çıkıp, fotokopi kağıdı rulo halinde
yazana iade etti."TSK'nın üzerinden çekin ellerinizi" dedi. İran'ı, Afganistan'ı,
Pakistan'ıhatırlattı.
Bu arada İran'da üç kişinin biraraya toplanması yasaklanmıştı. İslami rejimin Besiji polisi
coplarla,silahlarla sokağa çıkacak göstericileri bekliyordu. Üç gündür yabancı haber
ajanslarına haber geçilemez olmuştu. İran dünyaya kapanmıştı.
30 yıl evvel kafalarına çuval geçirilmiş İranlıların, islamiyete "Şuur menem nur menem!"
çığlığını, islam dinine "Vicdanımla, aklımın ışığıyla aramdan çekil" isyanını
duymuyordu.
Medyada yeni bir tartışma başlamıştı: Aşk-ı Memnu'daki sevişme sahnesi toplumu
nasıl etkilemişti?.
Şimdi sosyologlar,psikologlar oturup bunu tartışacaklardı. Herrrr işi bırakıp, üçüncü sınıf
ve 60 saniyelik bir sevişme sahnesinin kimi nasıl etkilediğini anlamaya çalışacaklardı.
Netekim, bu tür eblehçe yayınlar bir amaca matuftu. İnsan denilen yaratığın zekası fazla
çalıştı mı kansere yakalanıyordu. Zeka düzeyi arttıkça kanser olma ihtimali
artıyordu.Zekanın cezası kanserdi (Bkz. Zeka kanseri).
Genelkurmay Başkanı konuşurken ekranın altında bir bantta döviz kurlarını geçirirdin,
bir bantta Michael Jackson'ın ölümünün detaylarını. Sağ üst köşeye bir hafta sonraki
dizinin fragmanı, sol alt köşeye triplex villa, sağ alta (2nci bandın üstüne) klima
reklamını koydun mu ahali ne baktığını görür, ne okuduğunu anlardı.
Zaten çitlediği çekirdeğin sesinden (sigarayı bırakınca çekirdeğe sardırdı ya!) söyleneni
de duymuyordu.Böylece kanserden korunmuş oluyordu.
Ey Aziz and Azize okur,necip medya size duyurmamaya çalışıyor ama İran halkı
İslamiyetle vicdanı, aklı arasına bir sınır çekmek istiyor. İran 30 yıl sonra İslami
faşizme "Şuur menem nur menem!" çığlığıyla isyan ediyor.
Bugün bu çığlığı duymazsak,30 yıl sonra torunlarımız müzik dinleyebilmek uğruna, elele
tutuşabilmek, bir kırmızı ruj sürebilmek uğruna can verecekler.
26 Haziran 2009
'Böyle köklü gelen birşey...'
Bektaşi'nin dediği gibi "Mübarek on bir aylar geçip gidiverdi". Ramazan kapıya dayandı.
Oruç tutanların yerine itinayla yemek yiyip, tütün ve müskirat içebileceğimizi ilan etmeyi
kazaya bırakmayalım. Ettik!
Geçenlerde Yiğit Bulut, Colin Powell'ın ABD Dışişleri Bakanı olduğu 2004 yılında
BOP'u anlatırken sarf ettiği önemli bir sözü hatırlattı: "...Irak ve Türkiye, Pakistan ve
diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak."
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelere on yıl öncesine kadar Müslüman ülkeler
denilirken, artık İslam ülkeleri denilmeye başlandı. Bilinçli olarak terminolojide yumuşak
ve demografik bir tanımlamadan daha sert ve dini inançla kısıtlanmış bir tanımlamaya
geçildi.
Müslüman ülke ile İslam ülkesi arasındaki fark bilinmesine rağmen, nomenklatur,
Batı'nın İslamizasyon projesine uygun şekilde değiştirildi. Bu Ramazanda projenin
uygulanmasında bir hızlanma bekliyorum. Umarım gereksiz hallenmedir.
Müslümanlık, dili, tarihi, coğrafyası, siyaseti, ulusal kültürüyle, yani dünyevi hayatın tüm
unsurlarıyla birlikte bireyin kimliğinin sadece bir parçasıdır. Hukuk sistemi, sosyal
normları, eğitim sistemi laik olan, fakat nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan
ülkeler Müslüman ülkelerdir.
İslam ülkesi; hukukun, sosyal hayatın, eğitim sisteminin İslam dinine göre düzenlendiği,
kişinin tarihi, coğrafyayı, dünyevi hayatı İslami dini çerçevesinde öğrenip, kimliğini
sadece İslamiyet çemberinde şekillendirebildiği, birbirine vatandaşlık bağından ziyade
din bağıyla bağlı insanların yaşadığı coğrafyadır.
Tekrar ve kafalara vurarak söylüyoruz: İslamizasyon bir Batı ve hassaten ABD projesidir
ve terminolojide projeye uygun değişiklik yapılmıştır. ABD'li yetkililerin arada bir İslam
ülkesi Türkiye diye ağızlarından kaçırmalarının nedeni, ahaliyi yeni terminolojiyle
birlikte yeni duruma alıştırmaktır.
Cıvalı zarlarla iktidara gelen ve bizleri 'faizsiz bankacılık', 'helal sigortacılık', 'alkolsüz
halka açık restoran', 'içki değmemiş bardak', 'domuz değmemiş tava', 'şortlu/taytlı olduğu
için dayak yiyen sporcu' vesaireyle tanıştıran Akepe de Batı'nın ve hassaten ABD'nin bir
projesidir.
ABD'nin bir diğer projesi de AB'ye yeni üye olan ülkeleri hızla NATO üyesi yapmaktır.
Şimdi Cumhurun Başı olan Gül Bey, 2006'da Dışişleri Bakanıyken "Dünya barışı için
son elli senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir. İkinci
ülke kim? Türkiye. Böyle köklü gelen bir şey var. İşbirliğimiz gayet sağlam" demiş
idiler.
İşte o 'köklü' dediği şey ne ise, bu Ramazan ayında onu köküne kadar hissedeceğiz
gibime geliyor. Hem İslamizasyon Projesi hem de NATO çerçevesinde Köklü bir Made
in USA 'şey' gelecek.
Ankara'nın Keçiören semtinde içki sattığı içen dayak yiyen bakkalın durumuna da ABD
Büyükelçiliği'nin Başkatibi el koydu. ABD tek ata oynamaz da ondan. Hem içki yasağına
duyarlıymış gibi davranıp Akepe, ABD muhalifi laik kesimlerin başını okşar, hem de
İslamizasyon Projesi'nin hangi bölgede hangi aşamada olduğunu yerinde tespit edip
projesini şekillendirir.
İslamizasyon Projesi'nde başrolü oynayacak olan, bütçenin kan emicisi Diyanet, Kutlu
Doğum Haftası'nın din görevlileri için bir hafta süreyle resmi tatil olmasını öneriyor. Bir
kere oradan tutturdular mı din görevlileriyle sınırlı kalmaz -gâvurun Christmas'ına
misilleme- kamuda da resmi tatillere bir hafta daha eklenir. (Laik kesim için kutlama
adabı önerisi: 'Kutlu Doğum Haftanız mubarek olsun. Çikolatanın yanında likör de alır
mısınız?').
Adamın biri, çocuğunun penis ucu derisinin kesimi için düğün yapmış, helikopter tutarak
penisi helikopter aracılığıyla yüceltmiş. Çocuğunun düğününde de F 16 tutup penisi daha
da bir -vurucu silah kategorisine sokarak- yüceltecekmiş. Olur böyle vakalar.
Olur da ancak penise tapınan ilkel toplumlarda olur. Bir de oğlanların çekilip çükünün
kopartıldığı İslam ülkelerinde, mücahitlikten müteahhitliğe geçiş süresi kısa sürmüş
adamlarda görülür. Dikkat buyurula, Müslüman ülkelerde demiyorum, İslam ülkelerinde.
Bu İslamizasyon sürecinde emekli olan Yaşar Paşa bile vedasının son sözünde Allaha
ısmarlamış. Hoşçakalabilirdik.
Denizli'de kamp kuran bir grup turist sabahın zıbarında dakikalarca öten bir horozdan çok
rahatsız olmuşlar. Başlamışlar horozu kovalamaya, yakalasalar yatırıp kesecekler.
Yaşlı bir adam "Ne kovalıyorsunuz horozu?" demiş. Demişler "Kaç gündür uyku durak
kalmadı bizde, yakalayıp keseceğiz."
İhtiyar gülmüş, "Siz bana bırakın, ben hallederim" demiş. Ertesi sabah horoz iki kere gak
guk etmiş, onun dışında ne bir ses ne bir ötme. Kampçılar şaşırmışlar.
Demiş "Kıçına zeytinyağı sürdüm. Kabarıp ötmeye kalkınca gerisi tutmuyor ki oradan
kuvvet alsın. Ancak gak guk edebiliyor."
Zeytinyağlı parmağı yiyip de arka bir kez gevşeyince gerisi akort tutmuyor.
Ramazan için attığım remiller umarım 'bir dinsizin kişisel paranoyası'dır, olmayan
akordumuzu bozmak, zeytinyağlı parmağı atmak için umarım Ramazan beklenmiyordur.
27 Ağustos 2008
Pasif Laiklik, Fatih Ürek ve Seren Serengil
Diyanet İşleri Başkanı'nın konuşmalarını hiç kaçırmam. Çoğu zaman, AKP hükümetinin
açıktan söylemeye korktuğu şeyleri o dillendirir.
Şüphesiz ki; Bardakoğlu'nun 17 Ekim Din Şurası'nda "Din kamusal hayatı kuşatmalı"
diyerek verdiği "Kuşatın" talimatını, laiklik karşıtı faaliyet odakları ve tarikatlar
almıştır.
Diyanet'in 'Kamu dairelerini kuşatın' emri, kısa süre önce tedavüle sürülen 'pasif
laiklik' kavramıyla direkt bağlantılıdır.
ABD'nin diğer iki ülkeden farkı; 'dinin görünürlüğüne -public visibility- hoşgörüyle
yaklaşması' olarak açıklanır.
Pasif Laiklik kitabının yazarı Ahmet Kuru, Amerika'daki çiftliğinde 50 milyar dolarlık
minderin üzerinde oturan Ebu Dallama Hazretleri'nin 'hareket'ine güzelleme mahiyetinde
bir kitaba da, Hakan Yavuz'la birlikte katkıda bulunanlardandır. Ilımlı islam,
medeniyetlerarası diyalog martavallarının bir neferidir.
Yani, 'pasif laiklik' kavramını tedavüle süren de Ebu Dallama Hazretleri ve tabii onun
patronları CIA-Pentagon'dur.
Diyanet'e de, AKP gibi, talimatlar direkt Amerika'dan gelir. Terminoloji, teori ABD'de
üretilir.
Bardakoğlu'nun, ısrarla, altını çizerek "Hiçbir siyasi projenin parçası değiliz" demesi
ABD bağlantısını saklama gayretidir. Ebu Dallama Hazretleri tarikatı, dolayısıyla ABD
ile olan ilişkilerini inkar çabasıdır.
Kuşatma hızla sürüyor. İnsan aklını ve ruhunu dinle öyle bir kuşatıyorlarlar ki; ülkede
değil hayatın, intiharın psikodinamikleri bile değişiyor.
iki ağaca iki tüfek bağlayıp tetikleri iple çekerek kendini öldürmek,
hele hele kıçına soda şişesi sokup intihar etmeye kalkmak, zaten olağan bir ölüm olmayan
intiharı daha da olağandışılaştırıyor.
Türk milletinin, yaratıcı zekasını intihar yöntemlerine yansıtması, AKP eliyle yedi yıldır
süren 'çözülüş' travmasının sonucudur.
İntiharlar bir de toplum kendisini ağır tehlike altında hissettiği zamanlarda, savaş
sırasında ve hızlı toplumsal değişim dönemlerinde artar.
Toplumsal dokuyu ilmek ilmek çözüp, insanları birbirinden kopartıp, kardeşlik projesi
gibi cafcaflı isimler altında aslında topluma husumet tohumları eker, ayrıştırırken,
birlikte olma-dayanışma ruhunu ortadan kaldırırken,
bireyleri savunmasız, yalnız ve 'işe yaramıyorum' hissiyatıyla başbaşa bırakıp, toplumsal
hayattan kopartırken amaç bellidir: bireyleri tarikatların içine çekip, 'güvenlik', 'aidiyet
bağı kurma' ihtiyacını din şemsiyesini altında sunmak.
Ve elbette bu takva satışını milyarlarca dolar paraya tahvil etmek.
'İslami kuşatma'ya direnen son kalenin TSK olması tesadüf değildir. Askeriye'de,
devlete, millete bağlılık, güven öğretilir. Askeriye'de birey, disiplinli bir hayatı, kalabalık
bir topluluğun içinde, güçlü bir aidiyet ve zorunlu bir dayanışma duygusuyla yaşar.
26 gün askerlik yapmış adamın 76 yıl askerlik anılarını anlatması, o güçlü aidiyet ve
dayanışma duygusunu, askerden önce ve sonra hiçbir zaman yaşayamamış
olmasındandır.
Bireyleri 'toplumdan kopuş' melankolisine kapılmayan bir kurumun, din tüccarlarının
sunduğu 'tarikat çatısı altında güvendesin' tuzağına düşmesi zordur.
Bu sebepten, ABD, kuşatılmamış son kurum TSK'ya, tarikatlar, Diyanet ve laiklik karşıtı
odaklar eliyle saldırı üstüne saldırı düzenlemektedir. TSK'yı kuşattıkları takdirde, ruh
sağlığı en yerinde Türk vatandaşının bile, karşı devrime, psikolojik olarak direnmesi
mümkün olamayacaktır.
Tüm yıpratmalara rağmen yüzde 87 gibi bir rakamla 'en güvenilir kurum' olan TSK, bu
ülkenin kuruluşunun da simgesidir, şimdilerde çözülmeye direnişinin de.
24 Kasım 2009
Nekrofil zamanlarda laf ola beri come back konuşmalar
Ruhsatların Efendisi Potamyalı Recep Bey "Artık dünün kavram ve sıfatlarıyla Türkiye'yi
tanımlamak, eksik ve yetersiz kalacaktır" derken 86 yıllık Cumhuriyetin üzerine cızığı
atmıştır . Devletin dağıldığını, Hükümetin devletin tüm organlarını ele geçirdiğini, Türkiye
Cumhuriyeti'ni bitirdiğini itiraf etmiştir. Mim koyunuz, çok önemli...
Boyun eğip itaat edene de koyun muamelesi, protesto edene de...Hangi tip koyun
olacağımızı seçmek durumundayız. Mim koyunuz, çok önemli...
Zıkkımın YÖK'ü üniversiteyi medrese etmiş, ilkokul çocuğunun Kürt açılımıyla beyni
yıkanıyor, üniversite öğrencisine kapıda polis "Siyasete bulaşmayın" broşürü dağıtıyor.
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürüm de kalkmış "Pardon, arkadaş Google'dan bulduğu
ilk haritayı basmış" diyerek dağıttığı, anneannemin çorabı gibi sündürülmüş Türkiye
haritasını savunmaya çalışıyor.
Diyanet, olası deprem, afetler için önlem alıyor: İstanbul'da 40 bin mezar yeri
hazırlanıyor, tüm il ve ilçelerde 'Ölü yıkama ve kefenleme kursları' açılıyor. Artık
herkes imam, herkes hatip, herkes ölü yıkayıcı olacak. Mim koyunuz, çok önemli...
Amasya'da, 25 yaşında bir kadının, belediyenin ölüm ilanları yüzünden her sabah
yatağında ölüm korkusuyla uyanıyor olması haberi.
Ölüm anonslarıyla, bangır bangır selâlarla, hayata bağlılık aşılanması gereken gencecik
insanlara ölümün hatırlatılıyor olması ( Anti-depresan kullanımı, AKP döneminde durup
dururken tavan yapmadı).
Ölümün reklamını ancak cihada süreceğin mücahite yaparsın da ondan önemli. Mim
koyunuz!
Biz bu noktaya "İstikamet Allah'ın kerhanesi" diye hedef gösteren adamlar yüzünden
geldik. 70 bin huri, 80 bin gılman, 600 yıl süren orgazm, hurma ağacı, kevser şarabı
diyerek geldik.
Biz bu noktaya kamunun parasıyla sevap (!) işleyip, Allah'ın kerhanesine gitmek isteyen
adamların kıçına takılarak geldik.
AKP ve Ebu Dallama tarikatları kıskacındaki Türkler için, "Türklerden ancak gassal
(ölü yıkayıcı) olur" diyen çıkarsa da kızmayın. Biz bu nekrofil zamanlara, ölü
yıkayıcıların, ölü-ölüm sevicilerin kıçına takılıp geldik.
Biz bugüne "O ganimetler, o esir kadınlar size helal kılınmıştır" diyerek hırsızlığı,
soygunu, yağmayı, köleliği helalize eden bir dinin peşinden geldik!
"Sizden olmayanın urun kellesini" diyerek cinayeti ev ödevi veren hadislerin, ayetlerin
peşinden geldik!
Ben bunları yazarken Potamyalı yine konuşuyordu."?Bu partiye elitler yön veremez."
diyordu. Nüfusun yüzde 70'ine elit demenin muhalefeti sayıca azımsama stratejisi
olduğunu, Amerika'dan aldığı besleme enerjiyle konuştuğunu anlamadığımızı sanarak
konuşuyordu.
Allah'ın deluxe kerhanesine gideceğinden emin adam tavrı ve vaiz sesiyle seçim
propagandası yapıyordu.
Günün birinde, Hüseyin Üzmez gibi sırtını dinine dayayıp, suçu şeytanın üzerine
atabilecek, aklınca vicdanını suç ve günahtan arındırabilecek bir adam rahatlığıyla
konuşuyordu.
Laik-militer devletten, islami-polis devletine geçiş için, sivil darbeye halktan onay
istiyormuş gibi yapıyorlar, biz de oy verip demokratik hakkımızı kullanıyormuş gibi
yapacağız. Oysa, AKP için, Washington-Brüksel onayı her türden değişiklik için yeterli
ve bu Anayasa değişikliği de zaten onların talimatı.
Her darbeci gibi, AKP de mevcut hukuku askıya alıp kendi hukukunu dayatıyor. Ve her
sınırlarının değiştirilmesi planlanan ülke gibi, Türkiye'ye de, AKP eliyle BOP'a uygun
yeni Anayasa dayatılıyor.
AKP, her seçimde yaptığı gibi, referandum için de seçmen sayısını artırdı. Basit hesapla,
6 milyon hayali seçmenle yüzde 46 aldıysa, artı 7 milyon nabzı atmayan seçmenle yüzde
53'ü garantilemeye çalışıyor.
Son iki seçimde AKP artı yüzde 25'le başlamıştı. Referandum sonuçlarını izlerken dikkat
ediniz. İlk sonuçlar açıklanmaya başlandığında, bu sefer AKP yüzde 30 önde olacak.
Referandum'da çıkacak 'evet' oylarının oranından önce yüzde 30'u, sonra 'evet' diyen
diğer partilerin oy oranını çıkartın. AKP'nin gerçek oy potansiyeli odur. İddia ettiğinin
yarısından az...
Pakistan'a Anayasa değişikliğini empoze eden Batı, 'tarihi reform' diyerek Zardari'yi
göklere çıkardı. Başbakan Gilani'nin yanağından "imkansızı mümkün kılan adam"
makasları aldı.
Anayasa reformuyla (...);
-Askeriyenin gücü kırılarak sivil otorite güç kazanacak, askeri reformlar yerini sivil
reformlara bırakacaktı.
-Agresif İslami kurallar dayatan, kadını 'ikinci sınıf' vatandaş, gayrimüslimi 'marjinal'
sayan, Ahmediye mezhebinin yazdığı eski Anayasa'dan bir adım ileri gidilemedi. Kadın
yine ikinci sınıf, gayrimüslim yine 'marjinal'.
-Eyaletlere daha fazla özerklik tanındı. Merkezi otoriteden mali bakımdan daha fazla
bağımsızlık kazandılar.
-Pencab Eyaleti üçe bölündü (Potohar, Pencab, Seraeki Waseb). Diğer eyaletlerden de
bölünme, isim değiştirme talepleri var.
-Yetkilerinin kısıtlanacağı vaad edilen Zardari, koalisyon ortağı partinin lideri olarak,
hala güçlü bir şekilde hükümeti kontrolu altında tutuyor.
Batı'nın müttefiki yok, müşterisi vardır. Ve Batı, Türkiye, Pakistan gibi müşteri ülkelerde
'dükkan sahibi' rolüne hazırlanırken, 'demokrasi aşkı'(...), 'Anayasa reformu talebi'
şeklinde tecelli eder.
14 Ağustos 2010
Paranın Dini İmanı Olmaz' Tanrıçası Laksmi
Pakistanlı nükleer fizikçi Dr. Pervez Hoodbhoy'dan bir mail aldım. Kısaltarak
alıntılıyorum.
---
"Konu: Swat/Buner'den gelen mülteciler
Quaid-e Azam Üniversitesi Fizik Fakültesi öğencileriyle, Swat, Buner ve Dir'den gelen
mültecilere bir otobüs dolusu yardım malzemesi yle Mardan'a geldik.
22 Mayıs 2009, İlk gözlemler:
2- Önce yardıma en fazla ihtiyacı olanları tespit ettik. Getirdiğimiz yardımı üçe böldük.
Mültecileri barındıran bir Peştun köyü ile Şeker Kamışı Araştırma Enstitüsü binası ve iki
okulun sınıflarını işgal etmiş mültecilere dağıttık. Okulda 300 mülteci var, her sınıfta 40
kişi kalıyor. Son 20 günde, okul binasında 4 çocuk doğmuş. Daha 'yolda' olanlar var.
4-Kötü haber; Swat, Buner ve Dir meğer çocuğa boğulmuş. Konuştuğumuz her ailenin en
az 7 çocuğu var. Çocuk sayısını sorduğumuz bir adam kafasını kaşıdı, 16 ya da 17
çocuğu olduğunu sandığını söyledi. Sayısını tam hatırlayamadı.
Bu hızla üremeye devam ederlerse havadaki oksijen bile yetmeyecek.
7-8 yaşına kadar olan kız çocukları ortalıkta. Sekiz yaşından büyük kızlar ortada
görünmüyor.
Bu sıcakta (bugün serince, 40 derece) ve bu şartlarda mülteci bir kız çocuğu olmak,
baştan aşağı tesettürde, bir çadırda 20 kişiyle yaşamak katmerli cehennem olmalı.
Peştunlar, kadını baskı altında tutan dinle aşiret kültürünün toksik karışımını
reddetmedikleri sürece dış düşmana ihtiyaç kalmadan hem kendi sonlarını
hazırlayacaklar hem başkalarının.
Peştunların yoğun olarak yaşadığı bölge; Pakistan'ın Afganistan'a yakın Kuzey Batı
Aşiretler Bölgesi.
Bölgeye giden yolda "Pakistan Hükümeti bu bölgede güvenliğinizi garanti
etmemektedir" yazılı tabelalar vardır. Orada Pakistan yasaları değil, aşiret töreleri
geçerlidir.
Kendilerini Pakistanlı değil Afganlı olarak tanımlayan Peştunlar, 42 milyonluk
nüfuslarıyla Pakistan'ın en kalabalık 'etnik' grubu. Şu anda 2 milyonu yerlerinden edilmiş,
çadırda mülteci hayatı yaşıyor.
- Pakistan'daki son siyasi gelişmeleri dikkatle takip edip, Türkiye'nin Güneydoğusu ile
Pakistan Aşiretler Bölgesi'ndeki hakim aşiret kültürü arasındaki benzerliği,
-ABD'nin kendi istihbarat servisine kurdurup, sonra da 'terörist' olduğu bahanesiyle savaş
ilan ettiği Taliban ile PKK arasındaki paralelliği (uyuşturucu geliri, insan kaçakçılığı vs.)
iyi okumalarını tavsiye ederim.
ABD'nin 'Terörist kovalıyorum, teröriste yapılan yardımı kesmeye çalışıyorum,
bağımsızlık mücadelesine yardım ediyorum' bahanesiyle işgal ettiği 'ayrılıkçı' bölgelerde
hayat, özetle kendi ülkende 'mülteci' hayatı oluyor.
Hele ülken 'Mr. Yüzde 10' diye anılan Asif Zerdari gibi, yolsuzluklarıyla şöhret,
Müslüman Ligi lideri Navaz Sharif gibi 'komisyoncu politikacılar' tarafından
yönetiliyorsa, toprağın altından çekilmiş sen henüz farkında olmayabiliyorsun da...
Pakistanlı siyasiler gibi, bizim Başvekil Recep Bey ve saz arkadaşları da, aslen müslüman
falan olmayıp Para Tanrıçası Laxmi'ye tapınmaktadırlar. Hani şu Hindu tanrısı
Narayana'nın karısı Laxmi. Eli kolu çokça ve uzunca bir kadındır.
O sebepten, Recep Bey sık sık; "Para cıva gibidir, akar yolunu bulur" der.
Kendisinden bu cümleyi duyduğum an, nedense aklıma hemen Mr. Yüzde 10 düşer (hatta
Navaz Sharif ismi de bendenize fena halde trilyon illüzyonisti Erbakan'ı dolayısıyla
Abdullah Gül'ü de çağrıştırır).
Bizim Hamdullahlar 'AB'ye uyum' falan derken işi ilerlettiler, şimdi de yasalarımızı
İsrail Yasalarına mı uyumlu hale getirmeye çalışıyorlardır? 49'un hikmeti bu mudur?
Elalem devletine ait taşınmazı 'satıyorum' bile derken kiralıyor olduğu halde, biz
'kiralarken' satış işlemi mi yapıyoruz?
Dönüm başına bir mayının düştüğü bir araziyi kendimiz + NATO temizleyemiyorsak, bu
ülkeye sıdd-ı sadakatla bağlı insanlar için Genelkurmay neden bu konuda detaylı bir
açıklama yapmaz?
Paraya ve güce tapınmaya başladığında, ne kadar çoğunu elde edersen et yetmez mi?
Güce tapınanın kendi korkularını uyuşturmak için etrafa korku salması caiz midir?
Peştunlar, Aşiretler Bölgesinin Afganistan'la birleşmek istemesi,
Belucistan'ın alttan CIA destekli özgürlük mücadelesi (!),
Asif Ali Zerdari falan size de tanıdık geliyor mu?
Filistin'de ölen 1300 kişi için meydanlarda zırlayanlar Pakistan'daki 2 milyon müslüman
mülteci için neden zırlamamaktadır?
İslamcı terör örgütünü kınamamak için mi?
Yoksa ABD'nin Pakistan'ı işgalinde 'sakınca' görmedikleri nden mi?
---
Özlü Sözler:
"Her evde on-on beş çocuk var. O ortamda sen sürekli ürersen, orada benim anladığım
anlamda etik kalmaz. İnsan çok kolay ölüyor, öldürülüyor buralarda. Benim yüreğimi
titretenler onların yüreğini titretmiyor. Ahlak anlayışı değişik, değerler değişik, algılar
değişik, alışkanlıklar değişik. Sanki orası başka bir dünya gibi. Bunda Kürtlerin de çok
büyük suçu var, çünkü aşiret sistemini yıkamıyorlar, törelerinden vazgeçemiyorlar. Bu
toprakların insanı kadınına, kızına çok kötü davranıyor. "
-Ayşe Kulin-
(Mardin katliamının ardından)
25 Mayıs 2009
Paralel evrenlerin sahipsiz köleleri
Türkiye'de çöpü en yakın boş arsaya atma alışkanlığından olsa gerek, konteyner'ın içinde
havasızlıktan, açlıktan, susuzluktan ölen 14 kaçak Pakistanlının cesedini boş araziye
attılar.
Fukaralığın, açlığın, İslami hayat tarzının üzerlerinden silindir gibi geçtiği, ABD
talimatıyla iktidara gelip ABD talimatıyla devrilen hırsız ve sahtekar politikacıların
kendilerine dayattığı sefil Pakistanlı hayatlarından kaçıp, Avrupa'ya kaçak ucuz işçi/köle
olmaya gidiyorlardı.
Konya'da Süleymancı tarikatın yatılı Kuran kursunda ölen 18 kız çocuğu sessiz,
protestosuz, 'şikayetsiz' gömüldü. Ekonominin 'fevkalâde', kişibaşı yıllık gelirin sözde
bilmemkaçbin Dolar olduğu Türkiye'de, fukaralığın ezdiği babalar, sırf 'bedavaya
karınları doyabilsin' diye küçücük kızlarını elleriyle tarikat batağına teslim etmişlerdi. O
kızlar da Penis Diktatoryası'na köle, dinci partilere seçmen olarak yetiştiriliyorlardı.
Konya'da yıkılan Kuran kursu binasında gaz kaçağı, elektrik düğmesinde kısa devre
vardı. İnşaatın çimentosu eksikti. O kızlar da sahipsizdiler. Kendi ana-babasının sahip
çıkamadığı çocukları hiç bir müteahhit korumazdı, hayatta kalma şansları düşük olurdu.
Green Card'lı imamın gazetesi, Kuran kursu için 'Bilgisayar, İngilizce kursuydu' yazdı.
Haberi; tarikatları, dini inançları sömürerek iktidar olanları rahatsız etmeyecek cümlelerle
verdi. O gazeteden de, din ve fukaralığın birbirini nasıl beslediğini yazması beklenemezdi
zaten.
Bazı gazeteler, Kuran kursu binasının pejmürdeliğini tasvir ederken, Fetullah'ın Karanlık
Evleri'nin reklamını yapar, 'Oralara göndermeyin buralara gönderin' der gibiydiler.
Pakistan gazeteleri aynı haberi 'Türkiye'de öğrenci yurdu yıkıldı' diye verdi. Çünkü; dağı
taşı, her sokağı tarikat yuvası, medrese dolu Pakistan'da da, fukara çocukları günde bir tas
mercimek çorbası için o medreselere kapılanır, neden yalınayak olduklarını
sorgulayamadan, zehiri yudum yudum 'Allah adına', o izbelerde içerler. Medrese yolunu
gösteren tabelalarda 'Öğrenci Yurdu' yazar.
Ölen kızlara 'şehit' dediler. ABD Konsolosluğunu savunurken ölen polislere dedikleri
gibi.
Şehitlik; vatan savunmasında, din uğruna ölenlere yapıştırılan, kıstasları olan, Allahın
apoleti, cennete uçuran beyaz kanatlardı çünkü. Bir lokma ekmek, bir gıdım özgürlük
adına, kaçak yaşayıp vatansız ölenlerin yakasına yapıştırılamazdı.
Yıkılan Kuran kursunda ölen kızların da suyu, havası ve ışığı, sırf erkek doğmadıkları
için erken bitti. Erkek doğanlar yakındaki beş yıldızlı yurtta kalıyorlardı.
Sağ kurtulan kız; 'Gözüme toprak kaçtı, hiçbirşey göremiyordum. Sivil Savunma ekipleri
kurtardılar beni' dedi.
Pakistan siyaseti üç temel dinamik üzerine inşa edilmiştir: İslamcı ideoloji, feodal
kapitalist sistem ve askerî güç. Siyasetçiler, çoğu çift pasaportlu aşiret/toprak ağalarıdır.
Çocukları yurtdışında yaşar. Pakistanda radikal islama, tarikatlara yol, taviz vermeyen hiç
bir parti iktidara gelemez. ABD'nin onaylamadığı siyasi aktörün şansı yoktur. Seçimler
şaibelidir.
Türkiye'de siyaset, altı yıldır üç temel dinamik üzerinde yürütülüyor: İslamcı ideoloji,
vahşi kapitalizm ve askeri güçsüzleştirme. Sosyal katmanın en altından geldiğini iddia
eden AKP'nin içinde aşiret/toprak ağaları, yabancı pasaportlu Bakanlar var. En alttan
gelenleri bile birkaç yılda Dolar milyarderi oldular. Çocukları yurtdışında yaşıyor.
Türkiye de, 1950'den beri radikal islamın, tarikatların, cemaatların yolunu açan siyasi
partiler tarafından yönetiliyor. Son yıllarda, Yüksek Yargı organlarının kararları dahil,
her konuda ABD müdahalesi üstü kapalı değil, açıktan yapılıyor. Hangi siyasi aktörün
deliğe süpürüleceğine Washington karar veriyor. Seçimler şaibeli.
AKP; kendisine muhalif her görüşten insanı, Susurluk, çek-senet mafyası çekirdeğinin
etrafına sarıp, suluca, etlice bir Ergenekon meyvesi üretti. Aydını, yazarı, gazeteciyi,
emekli generali, (kuru) fasulyeden bir iddianameyle ağzının suyunu akıta akıta dişliyor.
Bilmemkaçıncı dalga tutuklamalarıyla arada bir meyveye hormon basıp büyütürken,
Yargı kararlarına AB, ABD müdahalesine çanak tutuyor. Anayasa'yı değiştirme
konusunda ısrarlı.
Türkiye'de..
Yakın tarihimizde 16 Şubat 1969 Kanlı Pazar olarak bilinir. Devrimci gençler
Dolmabahçe rıhtımına demirleyen ABD 6. Filosunu silahsız, saldırısız protesto protesto
etmek isterken ABD filosunun imdadına, Amerikan gemisini kıble edip namaz kılan,
'cihadi', sarıklı, takkeli, çember sakallılar yetişir. 'Kanımız aksa da zafer İslamın'
sloganı eşliğinde, taş, sopa, bıçak, baltayla iki devrimciyi öldürür, 200'den fazlasını
yaralarlar.
İslama, islamcıya Türkiye'nin, Pakistan'ın değil, ABD'nin ihtiyacı vardır. ABD, istikrarsız
ve demokrasi dışı siyasi bir rejim istediği bölgelerde islamcı örgütlere/hareketlere destek
verir.
Anlamadığın dilde yazılmış bir kitabı ezberlemek ibadet/din değildir. Din, bireysel
sınırlara çekilmeyip, din baronlarının hareket alanı daraltılmadıkça, ABD'nin elinde
üzerimize doğrultulmuş namlu olmaya devam edecektir.
14 Pakistanlı kaçak Batı'ya kaçak ucuz işçi/köle olmaya gidiyordu. 18 küçük kız Penis
Diktatoryası'na köle, islamcı partilere seçmen olmaya büyüyordu.
O kurbanlar için su, hava ve ışık bitti. Kendi babasının, kendi devletinin koruyamadığı
insanları Allah da korumuyordu, utanmadan 'Takdir-i ilahi' dediler.
6 Ağustos 2008
Yoksulluk endikatörü olarak çadır
Çadırla yoksulluk arasında kopmaz, güçlü bir bağ vardır. Bir ülkedeki çadır sayısının
fazlalığı, o ülkedeki yoksulluğun, eşitsizliğin, sefaletin en önemli göstergesidir. Fakirlik,
sefalet, ihmal edilmişlik arttıkça ülkedeki çadır sayısı da artar.
Çadırın bol olduğu ülkede konut sorunu vardır. Kontrolsüz nüfus artışı, toprağı elinden
alınıp tarım yapamaz hale getirilmiş çiftçi, köyden kente göçe zorlanmış köylü vardır.
Yok edilmiş sanayi, pahalı mazot, bitmiş tükenmiş hayvancılık vardır.
Çadırın bol olduğu ülke, gırtlağa kadar açlığa, sefalete batmış ülkedir. Temiz suya
ulaşamama sorunu vardır, bulaşıcı hastalık, bebek ölümleri vardır. Çadırı bol ülkede su
dereden, elektrik jeneratörden alınır.
Çadırı bol ülkeler; tütün, şeker, çay, pamuk gibi stratejik ürünlerini dışarıdan ithal
ederler. Esnafının, üreticisinin, çalışanının vergi yükü de ağırdır...
Çadırı bol ülkelerde, emperyalist ülkelerin desteğiyle tahta çıkmış Recep Beyler,
ABDullah Beyler, Pervez Müşerrefler, hanedanlar vardır. Yabancıya satışlardan
komisyon alan, kendileri zenginleşirken, halkın sofrasından hergün bir kalem yiyeceği
eksilten politikacılar vardır. Vergi ödemeden piyasaya dûhul eden yabancı yatırımcıya
yerli üreticiyi, işçiyi, halkı ezdiren, çadırı seven, çadırsız yapamayacak olan sahtekar
siyasiler vardır.
Pakistan nüfusunun yüzde 20'si çadırlarda yaşar. Çadırda doğar, çadırda büyür, çadır
düğünlerinde evlenirler.
Recep Beyin şortla tatil yaptığı otelin etrafına çekilen perdeler, iftar çadırlarını imal eden
çadırcılar tarafından imal edilmiş ürünlerdir. Çadır olan heryerde tesettür brandası da
olur.
Sanayisi, tarımı, hayvancılığı, bütün sektörleri çökmüş ülkelerde çadırcılık sektörü gayet
ileridir. İyi de kazanır.
üzerine bir de kadayıf çekerken, ülkede kurulmuş çadırların reklamı yapılsın, kaç çadır
kurulduğu bilinsin ister.
Çadırsever politikacı, iftarın üzerine fasıl heyeti dinlerken, belediye çadırlarının önünde
sıraya girmiş aç insanların, uzatılan mikrofonlara, iktidar partisinin ?hizmetlerinden ne
kadar memnun olduğunu? duyduğunda, ağır yemek üzerine geniiiş bir geğirti
öğğğğrklemiş gibi ferahlar. Orgazmik bir zevkle seyreder yoksulun taşlı pilava kaşık
sallamasını.
Akepeli adamlar, çadırımsı iktidarlarını ayakta tutan direğin yoksulluk, açlık olduğunu
bildiklerinden, çadırı halktan esirgemezler. Yoksulluk çadırı arttırır, çadır yoksulluğu
göze görünür kılar. Yoksulluğunu televizyon kanallarında görmek isteyenlere karşı halk,
ilk kez ?bir günlüğüne, bir anlığına şöhret olma sevdasından vazgeçer. Utanır, yüzünü
kameralardan saklar.
Bu son kalan bir dirhem onurunu, ssömürge geçmişi olmamasına borçlu olduğunu
bilmez.
Sömürgeciye "Yes Sahip" deyip secde etmenin yoksulluktan da onur kırıcı olduğunu
bilmez.
Eylül 2008
Asteriks'in Köyü Galya'nın 'fakellaki' mezesi
Siz kan gölleri, dana böğürtüleri arasında bayram (!) yaparken, oturdum Yunanistan'da
başlayıp Avrupa'ya yayılan isyanla ilgili, 'Aziz and Azize okura, Türk medyasının
göremediği, görse de fincancı katırlarıyla Akepe hatırlarını ürkütmemek için yazamadığı
hangi ölü mabadından ne pamuk çıkartabilirim acaba?' diyerek, Yunan basınına takıldım.
Sağ omuzumdaki şeytan 'Kalk kadın, Ayvalık'tan bin motora, geç karşıya, yerinde izle
olanları' dediyse de, sol omuz meleğim yerime oturttu; "Sen araştırmacı gazeteci değilsin.
Çök google'ın başına!"
---
Çökünce google'ın başına, şu absurd düşünceme bir kere daha iman ettim ki; Türkiye, her
dönem ikizlere gebeydi.
O yıllarda, Mikis Theodorakis bize buyurdu, Zülfü akşama müsait olduklarında onlara
gitti. Sezen'le Haris Alexiou şıngır şıngır rembetika söylediler.
'Ege'nin iki yakası yılları'nda, Türkiye ile Yunanistan, in vitro fertilizasyon yöntemiyle
de olsa, bir şekilde 'birleşti'. Fekat, Recep Bey'in ikinci kez taht'a çıkmasını müteakiben,
içimizdeki Pakistan embriyosu tekrar büyümeye başladı, Yunan embriyosu parazitik
kaldı.
---
Yunan İsyanları'nın, tam da AB'nin 60 bin kişilik bir ordu kurup, askeri açıdan iddialı
hale gelme kararı aldığı günlere rastlamasında, kör gözümle bile 'tesadüf'ten biraz
fazlasını görürüm. AB'nin 'Askeri Kapasitenin Güçlendirilmesi Deklarasyonu'na, bir
ABD-CIA cevabı olması mümkündür. İki ay içinde 60 bin askeri konuşlandırabilecek
kapasitede bir AB ordusu, ABD'yi ancak rahatsız eder, provokatif faaliyetlere yöneltir.
Ancak, provokasyon ihtimalini bir kenara bırakıp Yunanistan'da bu isyanı hazırlayan
dinamikleri sorgulamak, (eski) Yugoslavya'da yaşadığım yıllarda, beni açlıktan ölmekten
kurtaran Selanik Hâl'ine manevi borcumdur.
Evvelâ,
- Yunanistan'da, yıllardır, ciddi bir 'özel üniversite diploması krizi' sürüyor. Devlet
üniversitelerine giremeyen 25 bin genç özel üniversitelerden mezun.
Bir kısmı yabancı üniversitelerin franchis'i olmak üzere onlarca özel üniversite var ise de,
verdikleri diplomalar Yunanistan Eğitim Bakanlığı'nca tanınmıyor. Halen 12 bin genç de,
alacakları diplomanın ne işe yarayacağını bilmeden bu üniversitelerde eğitime devam
ediyor.
-Yunan halkı, AB'nin Yunanistan'a, bunca yıl sonra hâlâ 'Asteriks'in köyü Galya'
muamelesi yaptığını düşünüyor. Yunanistan'a diğer üye ülkelerle eşit davranıldığına
inanmıyor.
- Ataerkil Yunan toplumunda, siyasilerin hırsızlığı, yolsuzluğu rutin, hatta kültürün bir
parçası haline gelmiş. Kamunun zenginliklerinin yağmalanması bir bilim dalına, yağmayı
ört bas etmek sanatın bir formuna dönüşmüş.
Değil, meze değil! Yunanca'da zarf içinde nakit olarak verilen rüşvete fakellaki deniyor.
'Küçük zarf' yani.
Halkın üzerine dört ton göz yaşartıcı bomba boca edilince bomba stokları tükeniyor.
Bu noktada, ana muhalefet (Pasok) erken seçim için bastırmaya, Yunan basını da
hükümete karşı tavır almaya başlıyor.
Zurnanın zırt dediği yer burası. Muhalefet ve medya doğru hedefe kilitlendiğinde,
halktan, sendikalardan, gençlerden beklediği desteği görüyor, ve hep birlikte
rüşvetçi, zimmetçi, hırsız hükümeti çatır çatır sallıyorlar. Durum bundan ibaret.
---
"Onlar da bir genç öldürüldü diye ortalık ayağa kalktı ne güzel. Bizde polis yüzlerce
insanı öldürdü, bir tepki veremedik, hay allah!" diyenlerden değilim. Yunan İsyanı'nda
kırılma noktası, protestoların başlamasıyla birlikte ana muhalefetin erken seçim
talebiyle bastırması, medyanın da hükümetten desteğini tamamen çekmiş olması.
Muhalefet muhalefet olacak, hiç olmazsa yerel seçimlerde, AKP'ye 2007 seçimlerindeki
gibi sandık-seçmen dalaverası yaptırmayıp duruma hakim olacak. Hükümeti her yönden
zorlayacak. Sermaye medyası da AKP yalakalığı yapıp rant elde etmekle bu ülkeye sahip
çıkmak arasında bir tercih yapacak.
Gerisi gelecek!..
Muhalefet ve medya 'gelecek kuşaklar' için değil 'gelecek seçimler' için, 'gelecek
ihaleler' için yatırım yapmaya devam ederlerse, içimizdeki Yunanistan embriyosu
parazitik hale gelip ölecek, Pakistan embriyosunu geliştirmeye devam edeceğiz.
Anlatabildim mi Arif Bey, Arife Hanım? Sağımız Pakistan solumuz Yunanistan.
Önümüzü arkamızı sobeletmeden çocuklara tecavüzü yasallaştıran, kamu kaynaklarını
soymayı kendisine helâl gören bu zihniyetten kurtulmalıyız. Yoksa önümüz arkamız
sağımız solumuz hep Pakistan olacak!
Kasım 2008
Kadın yazıları
Sen bittin Hanım! Ülkeyi de bitirdin...
Korkudan, baskıdan, tehditten çıldırmasaydın; hormonların, doğa ana, o üç günlük
bebeğini akıl yoluyla sevdirecekti sana. Keskin bıçaklarla doğramayacaktın bebeği.
Nohuta, kömüre, üç kuruşa, bi çeyrek altına rehin alınmış olmasaydın, 14 yaşındaki kızını
80'lik sapığın kucağına ellerinle oturtmayacaktın.
Bi boktan kaloriferli daireye gelin değil rehin gitmeseydin, küçük kızlara tecavüz eden
'kocam' dediğin muşmulayı mapus kapılarında 'savaş gazisi' gibi karşılamayacaktın. Bir
gururun, bir onurun olacaktı.
Hanım nesin sen? Aklını kimlere, ne karşılığı kiraya verdin Hanım sen?
Seni açlığa mahkum edenler, pişmeyen bayat makarnayla, böcekli mercimekle oyunu
satın alırken, sen çocuğunu 'Bir tas sıcak çorba içebilsin' diye seni linçlere kurban edecek
tarikat yuvalarının batak evlerine bıraktın.
Korku bütün duygularını dağladı, geriye bir İTAAT bıraktı. İçi boş korkularla seni tehdit
edene itaat etmeyi KUTSAL belledin. Erkekten korktun, ölümden korktun, kabir
azabından korktun, öte dünyada şefaâte mâzhar olamamaktan korktun. Korkudan
çıldırttılar seni. Korkudan aklını oynattın sen.
İtaatkâr olmanı talep eden kadın düşmanının kafasının içi kadar boş o korkular senin içini
boşalttı. Beynindeki sıvıyı, hormonlarını kuruttu korku!
Bu seçimlerde din baronlarını bir kez daha oylarınla, ellerinle güvercin gibi besler gibi
beslersen havalanacaklar. Güvercin gibi, havalanınca elinden yediğinin tepesine
sıçacaklar.
29 Mart'ta desteklemeye devam edersen, 30 Mart'tan itibaren seni de beni de envai çeşit
linçlere tabi tutacaklar biliyor musun???
Sen Hanım! Kızını istemediği bir oğlanla nişanlayıp, oğlan tecavüz etsin diye kapıyı
üzerlerine kilitledin...
Kızını bir kangal iple odaya kapatıp kendisini asmasını bekledin. Asmayınca fare zehiri
içirdin. Gencecik kızdı, fare zehiri öldürmedi, kızını boğdun...
Bebeğini kestin, doğradın... 17 aylık bebeğin bezini tecavüzcüler saldırsın diye açtın...
Doğalgaz borularının çatladığı demlerde çatlayan şerha şerha yarılan ar damarı senindi.
Türban yetmedi, ar damarını tutsun diye türbana, alnını kapatan o içbandı ekledin.
'Kimsin nesin?' diye sorduğuma bakma, seni çok iyi tanıyorum aslında Hanım!
'Kadın' kelimesinde cinsellik bulanlar sana 'Hanım'ı asalet unvanı gibi yapıştırdılar-
yakıştırdılar. 'Kadın' denildiğinde şeytanla özdeşleştirilmekten korktun. Hanımlık hoşuna
gitti. O hanımlığı dik tutmak için röntgen filimlerini kıvırıp kafanı katmer katmer
kumaşlara sardın. Bakteri gibi üredin, yayıldın.
Memlekette suç oranı arttıkça 'maneviyat eksikliğinden' dediler inandın. Yeni gelinin
..ke sarılması gibi dinine sarıldın. Din'siz ahlak, din'siz namus olmaz sandın. Sana din
pazarlayanlar en büyük ahlaksızlıkları, namussuzlukları yaptılar, hoşgördün. 'Çalsın ama
iş yapsın' dedin.
Alkolü yasaklayanların, aslında Afganistan'dan, İran'dan gelen eroine pazar açtıklarını
senin seyrettiğin tv kanallarında söylemediler. Haberin olmadı...
Sadakayı 'adil dağıtım-sosyal devlet' diye yutturdular sana, saldırganı, edepsizi, cahili
sultan diye ...
Ecelini 'Neo-Osmanlı' diye şekere bulayıp yutturdular, bir ayağın hep çukurda, öbür
ayağının altında muz kabuğu yaşamayı 'hayat' diye...
Senin aklını, bedenini, hormonlarını kontrol altında tutabilmek için eğitimli moronlarla
cahil din tüccarları işbirliği yaptı.
Almanya'da, Türkiye'de, senin gibilerin parasını 'yardım' adı altında toplayıp o milyon
dolarlarla kanallar kurdular. Ekranlardan, tesettürlü falcı şarlatanların psikolog bilim
kadınlarını nasıl tokatladığını izlettirdiler sana.
Tesettürsüz 'Kadın'ı tesettürlü 'Hanım'a, bilimi dine dövdürdüler. Mest ettiler seni
mest!
'Saklı içerik' kavramını hiç duymadın ama seyrettiğin her dizide, her filimde konaklı,
malikâneli zengin hayatları yaşamak için çalışmak gerekmediğini kafana soktular.
Tek yapman gereken 'teslim olmak'tı.
Allaha, iktidara ve erkeğe teslim olmak! Teslim oldun ve bittin sen Teslime Hanım!
Suyuna zehir kattılar, seni besleyecek olan toprağına 'altın çıkaracağız' diye asit döktüler.
Uyanmadın!
Sana Toki'den suyu akmayan, asansörü çalışmayan çürük daireleri kakalayıp kendileri
Delirium Sakatat Rezidans Konakları'nda altın kaplama keneflere sıçtılar. Yine
uyanmadın!
İsimler uyduruyorlar o kanallarda; Claude Cohen, Jack Turmeric, Henry Cinnamon nasıl
müslüman olmuşlar. Peygamberinle ilgili ne güzellemeler yapmışlar. Bunları
anlatıyorlar... Oysa yok o isimde adamlar. Varsa da müslüman falan olmamış,
Muhammed'e güzelleme falan da yapmamış. Sana 10 dakikada elli isim uydururum onlar
gibi Hanım, altmış da hikâye!
Erkek şairlerin erkek sevgililerine yazdığı aşk şiirlerini fonda ney'le, kanunla salya
sümük dinletiyorlar sana. 'Allah aşkı' sanıyorsun...
Mercimeği, bulguru alıp oyunu verdiğin adamlar ülkede satmadık bir bok bırakmadılar.
Yakında tarımını Amerikalı yapacak, tarlanın kenarındaki suyun vanası İngilizin elinde
olacak. Su faturasını onlara ödeyecek, tarlanda onlara marabalık edeceksin. Gavur Ziraat
Bankası kadar bonkör olmayacak: Ödeyemediğin borca, krediye karşılık evine, arazine el
koyacaklar.
Oy verdiğin parti ülkeyi iç savaşın eşiğine getirdi sen yine uyanmadın. Sıra gölleri,
dereleri, nehirleri, SUYU SATMAYA geldi Hanım!
Bu seçimlerde de oyunu 'Çalsın ama iş yapsın, satsın ama iş yapsın...dinime sahip çıktı,
gıda kolisi gönderdi, çeyrek altın verdi' dediğin sahtekârlara verirsen sen bittin, beni de
bitirdin şu güzelim ülkeyi de Hanım!
Sana, doğurduğun çocuklarına nasıl bir hayat biçtiklerini hala anlayamadınsa şu resme bir
bak Hanım! Bu çocuğun ensesini senin seçip iktidara getirdiğin adam tırnakladı.
Bu çocuğun ensesindeki tırnak izleri, güvercin gibi ellerinle, oylarınla beslediğin iktidar
partisinin genel başkanına ait. Çocuğun ensesini sıkmış, tırnaklarını geçirmiş.
11 Mart 2009
Hepsi de okumuş kızlar!
Onlardan, gençlikte hamur yoğurup çocuk doğurmaktan, orta yaşta da kılık kıyafetle
siyasi mesaj vermelerinden öte birşey beklenmedi..
Ama, Nimet Çubukçu, Özlem Türköne, Edibe Sözen, Nükhet Hotar hepsi de okumuş
kızlar. İçlerinde, tarikat mensubu eşle evli olmasına rağmen, evliliğin hukuki bir
sözleşme, boşanmanın da bu sözleşmeyi fesih işlemi olduğunu bileni bile var.
Batı'da okumuşlar, Batı'da yaşamışlar, gelip Alternatifi Olmayan (!) Parti'den vekil
olmuşlar (bu alternatifi olmayan sözüne de oturduğum yerimle gülüyorum ya, neyse).
Çalışan dul eşe bağlanan aylık oranının yüzde 75'ten 50'ye indirilmesine,
18 yaşını dolduran, işsiz ve evlenmemiş kızlar için babaların sağlık sigortası primi
ödemesi zorunluluğuna,
Oysa hepsi de okumuş, çalışan kızlar! Dünyayı tanıyan, islami kurallara uygun
yaşamayan, bağımsız-federe şahsiyetler...
Sırada, Çubukçu, Türköne, Sözen, Hotar ve diğer AKP'li kadın vekillerin destek verip,
alet olacakları tecavüz -pardon- evlenme yaşının 14'e indirilip, mağdureye nikah kıyan
tecavüzcünün ceza almaktan kurtarılması, yani, Hüseyin Üzmez vesilesiyle sübyancılığın
legalize edilmesi var.
Eldeki veriler ışığında, AKP?nin istediği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kadın portresini
çiziyorum;
-14 yaşındayken kendisinden çok yaşlı bir erkeğin tecavüzüne uğrayarak, tecavüzcüsü
ceza almasın diye saldırganla evlendirilmiş,
-tesettürlü,
"4857 sayılı İs Kanununda getirilen bir diğer önemli değişiklikte, isçinin haksiz ve
keyfi ve geçerli bir nedene dayanmaksızın yapılan fesihlere karşı korunma
getirilmiştir."
?Hatt galat, manâ galat, imlâ galat, inşâ galat!? (Yazı hatalı, anlam hatalı, yazım
hatalı, kuruluş hatalı!) dedikleri bu işte.
Kadını sosyal hayattan tamamen silip eve kapatmak, kız çocuklarını tarikat erbabı
sapıklara cariye etmek için, diksiyonu düzgün kadınlara ezberletip söyletecekleri vardır
mutlaka.
Bir de, bazı yolsuzlukları kadınların üzerine yıkıp kendilerini sıyırmaları, kadını evine
yollayacak bir tekmeyi de bu şekilde atmak istemeleri ihtimali aklıma gelmiyor değil.
-1850'lerden 2002'ye kadar kadın lehine yapılmış ne kadar yasal düzenleme varsa
iptal edip, bütün Türkiye?yi Batmanlaştırıp ölümpiyat rekoru kırmak niyetimiz
var.
deseler de, biz işimizi bilsek, Nimet, Özlem, Edibe, Nükhet falan da gözlerini açıp
Mormon Tarikatı yaşamlarına özenip vahşileşmiş, dinle kışkırtılmış AKP'li erkekliklere,
balataları yakma pahasına da olsa bir fren koysalar.
AKP'nin kadını, çocuğu çekmeye niyetlendiği çukura bilerek kürek vurmak da bir çeşit
'Yolsuzluk'tur. Hepsi okumuş, dünya görmüş kızların, tecavüz adayı küçük çocukların
gazozuna ilaç katmamalarını, bu yolsuzluğa destek olmamalarını dilerdik.
18 Ekim 2008
Binnaz Seni Cesur Kadın Gördüler!
Ben Green Cardlı vaizin şiir yazabilenini severim. Kuran kursu yıkıldığında ölen kızların
cinsiyetine atıfta bulunmadan 'evlatlarınız', 'çocuklarınız' diyerek pek rafine döktürmüş;
Ben Green Cardlı vaiz müridi Toplum Mühendisinin ABD'nin rahle-i tedrisinden
geçmişini, özellikle Mormon Eyaleti Utah'tan gelenini, eski Zaman gazetesi köşe
yazarını, profesör ve vekil olanını severim.
F tipi cemaatin lideri emekli vaiz, UNDP'nin 2008 yılı 'Türkiye?de Gençlik Raporu'nda,
"Kırsal kesimde, kız çocukları 'namusuna halel gelmesin' diye ergenlik çağında
imam nikahıyla evlendiriliyor, Türkiye'de her yıl yüzlerce kadın, kız çocuğu namus
cinayetlerine kurban gidiyor (Östrojen korkusu: Eustrophobia Y.U. -Yazarın
Uydurması-)" yazdığını bilmez ama, devlet eliyle topluma ahlak empoze etmeye kalkan
Prof. Dr. Edibe Sözen biliyor olmalıdır.
Gerçekten çocuklara, gençlere sahip çıkmak niyeti varsa biraz bu yöne bakması, ha bir de
akraba evliliklerindeki ruhsal ve bedensel sakatlıkları görmesi -naçizane- tavsiye olunur.
Green Cardlı vaiz, Google istatistiklerine göre, 'Sex' sözcüğünü en çok arayan ülkelerin
İslam ülkeleri olduğunu, sıralamada Türkiye'nin yedinci, 'Sex' sözcüğünün en fazla
arandığı dil sıralamasında Arapça'nın üçüncü, Türkçe'nin dördüncü sırada olduğunun da
farkında olmayabilir. Prof. Dr. Edibe Hanım, bu gerçeğin altında hangi açlıkların
yattığını da vaize ve AKP'lilere -basit, anlayacakları bir dille- izah etmelidir.
Edibe Sözen çocuklar, gençler için bir şeyler yapmak istiyorsa, linkini verdiğim okuma
parçasına da hele bir yol göz atmalıdır
(http://www.nesinvakfi.org/mektup/2007_06_28.html).
Aziz Nesin Vakfı'nda yetişen çocukların tecavüz iddiasıyla tutuklanıp, tecavüzün vuku
bulmadığı anlaşılana kadar yediği dayakların duyurusudur. Medyanın bir yandan adaletin
bir yandan hırpaladığı, bütün suçu Nesin Vakfı'nda yaşamak olan çocukların feryadıdır.
Edibe Sözen'in Gençleri Koruma Yasa Tasarısı Teklifi, Ciguli?nin Binnaz şarkısını
hatırlattı: "Binnaz seni cesur kadın gördüler / Bütün cümle âlem seni sevdiler"
Geri çekilmiş bile olsa, böyle bir tasarı teklifinin mevcudiyeti, bu toplumu 'ümmet' sanan
zevatın, hakikaten Binnaz'ı cesur kadın görüp, onun üzerinden bir oyun kurmakta
olduklarını düşündürüyor.
Bu Tasarı ısıtılıp, başka bir tepside tekrar servis edilecektir. Savunanların toplumun
'muhafazakâr/ahlaklı' locasına kabul edilip, karşı çıkanların 'pornocu' olmakla
suçlanacağı bir tür bölünme yaşanacaktır. Toplum Mühendisinin işinin bir kısmı da
ayrıştırma/bölmedir zaten.
Edibe Hanım?ın porno karşıtı Yasa Tasarısı Teklifini Freudien yorumlayınca, "Edeb ya
Edibe!" diyesi geliyor insanın.
Uzman cehaletinin zulmü de bir başka oluyor Sevgili Marsilyalılar. Akepe?nin bir
yandan evrensel ahlak kurallarını hiçe sayıp bir yandan topluma 'ahlak' empoze etmeye
çalışmasına bir uzmanın nezaret etmesinde bir başka letafet bulmaktayım.
Malumunuz, Tekbir Giyim'in sahibi zatın şahsında üç kadınla aynı anda birlikte yaşamak
yasallaştı. Bir süredir pazarın bereketli geçmesi için pazarlarda hoparlörden dua yayını
yapılıyor. Artık sporcu da olsa, şort, tayt giyen erkekler bile saldırıya uğruyor. Bazı
otellerde sadece yabancılara alkol servisi yapılıyor. Ezanın desibelinden en AKP
destekçisi liboşlar bile rahatsız olmaya başladı.
Sözde laik Hükümet, muhafazakâr ahlakı hayatın her alanında toplumun boğazından
aşağı erimiş kurşun gibi akıtırken, imamlar Kuran kurslarında, din derslerinde çocuklara
tecavüze devam ediyorlar. Çorum'da din dersi hocasının tecavüzüne uğrayan iki kızdan
biri hamile. Yedi kız Çorum'da bekaret kontrolundan geçirilmiş, bazı aileler de kızlarını
başka illere bekâret kontrolüne götürüyorlarmış.
Prof. Dr. Edibe Sözen'in çıkış noktası, 'yaşı itibariyle tercih belirleme, doğru
muhakeme etme yeteneğinden yoksun olanların cinsellik içeren materyalle erken
tanışmasını engellemek' ise, yapması gereken öncelikli iş; çocukların tercih
belirleyemeden, akıl yoluyla karar veremeden bir dine ?kul? edilmelerinin, kendisine din
adamı diyen sapıkların kucağına oturtulmalarının, gözden uzak dağbaşlarında
beyinlerinin yıkanmasının önüne geçmektir.
12 Ağustos 2008
Kurutulmuş biber, dantel ve kanaviçe kırlentlere dair
Gözümde buzhane balığı bakışları, ööyle monitöre bakıyorum. Yok yok, o kadar donuk
değil de, daha bir Recep Bey'in youtube'a bakması gibi galiba. Hani bir halt bilmediğini
etrafa çaktırmayan, kısık gözlerle ağır abi bakışı.
Haberin şu cümlesinde iki kaşın arasında derin Polat Alemdar çizgileri oluşuyor;
"Denizli'de geçirdiği trafik kazası sonucu felç olan dokuz yaşındaki Şirvan Duran, Sağlık
Bakanı Recep Akdağ'ın sağladığı ambulans helikopterle Ankara'ya götürüldü."
Şimdi durup dururken 'At üstünde kuşlar gibi dönen yar, kendi gidip ahbapları kalan
yar' türküsünü neden hiç duymadığıma hayıflandım. Duysaydım, bilseydim, şu anda
kafamın için o türkü çalabilseydi. At üstünde kuşlar gibi dönen yar...kendi gidip ahbapları
kalan yar...
Yazar yarışmasında 'En Kazanmaya Mazhar' bulduğum yazar adayı 'Şeytan Ziyaretime
Geldi' başlıklı bir veda yazısıyla yarışmadan ayrılmış.
'Sahibinden az kullanılmış kelepir köşe' başlıklı son bir yazı da ben yazsam...üzerine
bir Efes Extra bira çekip uyusam.
Hacı patlıcanı kırağı çalmazmış, uyanınca hacca gitsem... Mazhar'ı ferahlatıyormuş, beni
de ferahlatır mı ki Mekke!
Artık hiç birşey yazmasam da, göçmenlere yaptırılan 3D işlerden (dirty-pis, dangerous-
tehlikeli, demeaning-aşağılayıcı) birine kendi ülkemde kapılansam. Ev temizliği, çocuk
bakıcılığı, kenef, mezbaha temizliği, bulaşıkçılık, döner kesmek, gökdelen camı siliciliği,
asfalt deliciliği hepsi olur...
Kendi ülkemde kaçak mülteci hayatı yaşasam mesela. Fekat bir dönem yaşadığım Batı
ülkelerinin adetlerine, dillerine de öyle bir sıkı sarılsam ki, geri dönmek zorunda kalırsam
oralarda bari uyum sorunu çekmesem...
AKP'nin yeni Sosyal Güvensizlik Yasası, hizmetçilere, dadılara erken emeklilik
imkânı vermişken ondan faydalansam...Evde dantel örsem, kanaviçe kırlentler işleyip
balkonda biberler kurutsam. Üretmeden, hayata katılmadan, erkeğe bağımlı, asalak
yaşamayı 'meslek' haline getiren Akepe'nin ev kadınlarına düzenlediği diplomalardan bir
tane edinsem.
Bunun bir de kutuplardan basık ekvatordan şişkin olanları var, onlara Başbayan deniyor.
Tac Mahal'deki karı-kocanın resmini 'Kadın tüm vücuduyla, bacakları kapalı olarak
erkeğe dönük oturduğu halde, erkek, evlilik dışı tekliflere açık oluşunun bir ifadesi olarak
bacakları ayrık, sadece o fotoğraf karesi için, geçici ve eğreti olarak karısına doğru dönük
durmuş...elleriyle cinsel organını perdelemiş..' diyerek erkeğin saklamaya çalıştığı
birşeylerin olduğunu ima etsem,
Parmaklarını tarak edip ellerini birbirine kenetlemiş, daha evvel aynı masada yemek
yemiş iki kadının resmini; 'Erkeğinde aradığı deri temasını ve manevi desteği bulamayan
kadın, bu temas ve desteği kadın ellerinde arıyor...' diyerek yorumlasam, okur 'Bu bir
köşe yazısıdır' der mi? Yer mi?
Yetmişlik dedelerin çocuğa, bebeğe, köpeğe meyletmesine dair risaleler kaleme alırken,
bütün kavramlar/sözcükler gibi 'sapık' sözcüğünü de ehlileştirsem, yani 'insani
yönleriyle' ele alsam. 'Maydonoz alırken tazesini arıyoruz da cinselliği körpesiyle
yaşamak isteyene neden sapık diyoruz' zevzekliğinde bir cümleyle..Bunu söyleyen bile
oldu gerçekten.
Cenab-ı Hak'kın CHP'ye hidayet kapılarına ardına kadar açtığı demlerde, genişleyen
dinsel özgürlüklerin hukuku, rasyonaliteyi, cinsel özgürlükleri falan nasıl boğduğunu
sadistçe yazıp dinci/dindar okuru hoplatsam...
Sonra bir bira daha içip 'Sahibinden az kullanılmış kelepir köşe' başlıklı yazıyı yazsam
ve bir yerlere gitsem... Haiti, Vanuatu gibi Türk'ün az olduğu sapa bir yerlere.
USS Mount Whitney Amerikan gemisinin 19 günde bir Boğaz'a giriş-çıkış yaptığını
duymasam, Bushmaster top mu yüklü, CH-60 Knighthawk sistemi mi taşıyor bilmesem
ve umurumda da olmasa.
Diplomalı ev kadını olsam. Sağlığımın bakanının hasta bir çocuğa helikopter tahsis
etmesi yüceliğine sevinsem, minnet duysam.
'Sahibinden az kullanılmış kelepir köşe' başlıklı yazının hamuruna kırık jilet parçaları
katsam.
Sonuna da;
"Bu yazıyı dokuz kişiye dağıtmazsan donunun lastiği kopacak, donun ayak
bileklerine düşecek. Beslendiğin hedge fonlar kuruyacak" notu koysam...
Nimet anlar mı hissiyatı mı? Emine, Recep, Büşra, Kübra, Abdullah, Furkan anlarlar mı?
Yavuz anlar mı?
26 Kasım 2008
Doğrasam Akdeniz’i cacık etsem
Malum, hıyar fikir veren sebzeler kapsamındadır. Şu patlıcan sıcaklarında -patlıcan fikir
verdi mi?- hıyar görmek, bendenizde, özellikle haberleri okurken birilerini çintik çintik
doğrayıp Akdeniz'i cacık etme fikri şeklinde tezahür edebiliyor.
Koydum bardağın içine bir hıyar, verdiği fikirleri dercedip light takılmak niyetim vardır.
Montreux Anlaşması delinmiş midir, Boğaz'dan geçen ABD gemilerinin hamulesi çocuk
bezi midir yoksa silah mıdır...
Kerkük'te Türkmenler katliama uğrarken ABD'nin aklına insani yardım gelmiş miydi...
Mersin, Trabzon limanı ABD'nin kontrolunda mıdır, yine sokakta bomba mı patlamıştır
umurumdan hariç. Bugünkü dersimiz hıyar... Sebzeye bakıp fikredeceğim.
Hıyarlığımdan!
Ha! Telaşa mahal yok, Müşerref Türkiye'ye yerleşmez. Belki bir yazlığı olur, arada gelir-
gider ama, sonunda ya Dubai'ye yerleşir ya İngiltere'ye. Benazir de Pakistan'a dönmeden
önce Dubai'de yaşıyordu. Halk açlıktan ölürken hırsızlıktan zengin Pakistanlı
politikacıların hepsinin İngiltere'de ve Birleşik Arap Emirliklerinde milyon Dolarlık
kaşaneleri olur, devrildiklerinde de evlerine dönerler.
Antalya'da havuzu beyaz altın kaplamalı tatil köyü açılmış. Adama fiberglas, seramik şu
bu yetmemiş, havuzun dibine altın döktürmüş. İsrafın bu derecesini akıl edebilen
arkadaşın sırf beyin denilen organıyla Akdeniz, kral dairesinin bir gecesine 18 bin Dolar
verecek müşteriyle de o altın kaplamalı havuz cacık olur.
İşi bilen makyöz Nicole Kidman'ın hokka burnunun üstüne plastik kanca burun takar
Virginia Woolf'u oynatır, makyajla anneannemi Cate Blanchett'e, Brad Pitt'i babama
benzetir. Bizim akl-ı evveller de Çiller'e benzeyeceğim diye narkoz alır, ameliyat olurlar.
Bunu akıl edenle de, ameliyat edenle de Akdenizi cacık etmek suretiyle şu gavur hamamı
sıcaklarda bir nebze ferahlama fikri oluşuyor bendenizde.
Gümüş dizisinin, Arap ülkelerinde kadınlar ve aile hayatı üzerinde tahribat yaptığını
duyunca "Nedir bu olay?" diyerek, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayıp, sırf Gazeteport
okuruna doğru bilgi aktarabilmek uğruna bir bölümünü seyrettim. Zor oldu, fekat sonuna
kadar dayandım (Bkz. 57. bölüm).
"Neydi o balkon sahnesinde öyle, herif senin kulağına falan yumuluyo! Yaklaşmasın o
kadar!"
Muhannad desen -Allah çirkin şansı versin bu çocuğa, bir erkek bu kadar mı 'şeftali'
olabilir- henüz elini kolunu nereye koyacağını öğrenme aşamasında. Fekat, o çocuk öyle
dursun, kamera etrafında gezinsin, yakın plan, boy moy çeksin, gözlere zoom yapsın
yetebilir.
Gümüş dizisi; senaryosu yazılıp, mekan vs. bulunup filim yapımına girişilmiş gibi değil
de, hoş bir yalı kumarhane yapılmak için kiralanmış, tadilat sırasında cacık ekmek yerken
yanında rakı da içen bir badanacı, yalının yeni sahibine "Yaw abi, kumarhane yapmasan
şurayı, çok güzel dizi felan çekilir burda" demiş, fikir yalıyı kiralayanın da aklına yatmış,
oracıkta mekana uygun senaryoyu muslukçu, fayansçı, badanacı elbirliğiyle bir saatte
peçeteye yazıvermişler gibi.
Mısırlı bir din adamı, dizinin aile hayatına kötü etkisi olduğu yolunda fetva vermiş.
Doğrudur, bu dizi aile hayatını bozar. Mesela, bizim evde biri bu diziyi seyretmeye
kalksa "Git uzak bir yerde seyret" diye televizyon arabanın bagajına konulup gönderilir,
arkasından su dökülür.
Dizinin zeka katsayısını düşürmek suretiyle de aile düzenini bozması ihtimali hayli
yüksektir. Bazı Arap ülkeleri yasaklamakla doğru yapmışlar. Gümüş dizisi Arap aile
hayatına bir Türk komplosudur (Yazarınız burada Mona Lisa?nın kaşlısı ve dişlisi
sırıtmalarında).
Gümüş yüzünden, Müslüman ailelerde yemekle birlikte içki de içilebildiğini, evlilik dışı
çocuk da doğurulabildiğini gören Arap kadınların kafası karışmış. Karışır! Bir de dublajı
Suriye Arapçası aksanıyla yapmışlar ki, daha bir lezzet katıyormuş diziye. Biz tabii
Türkçesini seyrettik, Suriye aksanının letafetine vakıf olamadık.
Muhammed değil Muhannad deyip duruyorum, yanlış yok! Arap kızların Tatlıtuğ'a
hayranlık sitelerinde isim Muhannad olarak geçiyor. Mehmet Muhammed'e çevrilmiş
olabilir ama, ağızlarının suyunu akıtan bir erkekten de peygamberin adıyla bahsetmek
Müslüman kızları rahatsız etmiş. Muhammed değil Muhannad diyorlar.
Eminim, Muhannad'ın tipinden hoşlanan Arap kadınlar David Beckhamları, Brad Pittleri
de yakışıklı buluyor, sarışın erkeği bol Amerikan dizilerini de seyrediyorlardır. Fekat
Müslüman kadın, gavur erkeğine olan hayranlığını poster şeklinde duvara raptedemez.
Muhannad?la Beckham, Pitt arasındaki fark haram-helal farkıdır. Muhannad, nüfus
cüzdanında İslam yazan bir müslüman çocuğu, kasap vitrinindeki sertifikalı helal ettir.Eti
sünnetlidir.
Ha bardağın içindeki sebzeye bakıyorduk değil mi! Bahçede yetiştirdim, organik yani.
İslam ülkeleri kadınlarının da biraz organik de olsa bir tür feminizm geliştirmeye
başlaması bir Türk erkeği ve zeka katsayısı düşük, cacık bir dizi sayesinde oluyor.
Hayırlara vesile!
Bu hıyarı doğrayıp cacık ediyorum, daha fazla fikrimi bozmasın. Bazı iddianameleri
falan da hatırlatır da bana, neme lazım. Sonu yok...
Ağustos 2008
Muhtelif Kürt açılımı yazıları
Kürt Kadınlarında Stockholm Sendromu
"Öcalan'ın Şam'daki evine Yoğunlaştırma Evi denir. Yoğunlaştırma Evi'ne bakire, genç
ve güzel kadınlar alınır. Vahşi, "çöl güzeli" kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok
ilgi duyardı. Ben de Yoğunlaştırma Evi'ne çağrıldım. Apo bir gün beni masaja çağırdı.
Gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. Hani köy ağaları gibi. Beni azarlamaya
başladı, bilmiyorum diye. Sırtüstü uzandı, şimdi bütün vücuduma, dedi. Anladım neler
olacağını. Çünkü cinsel istek uyandığını gördüm. Soyun, dedi. Soyundum. İç
çamaşırlarını da çıkar, dedi. Ayağa kalkıp sarılıp sıkınca korktum. Kendimi savunmak
için Apo'ya vurdum. Üç yumruk attı yüzüme ve kafama. Küfretti bana. "Düşkün, fahişe,
rezil kadın. Seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum" dedi.
Titrediğimi görünce kovdu beni. "Sen köle kalacaksın!" diye bağırdı. Ama bu daha ilk
denemeydi. Dışarıda bekleyen tecrübeli kadınlar, beni psikolojik olarak hazırlama
toplantısına çağırdı. Ağladım. İçlerinden biri, Osmanlı Sarayı'ndaki Valide Sultan
gibiydi. Beni azarladı. "Başkan bizi özgürleştiriyor. Sen özgürleşmek istemiyor musun?
Başkana erkek gözüyle bakıyorsun. O başkan, o zincirlerimizi kıran bir peygamber."
Beni akşam yemeğinden sonra yine çağırdı Apo. Bu kez çözümsüzdüm. Kime derdimi
anlatacaktım? O ana kadar ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Bekaretimi aldı. Sonraki
günlerde iki kez daha sevişti benimle."
Okumaya devam;
"Mardinli Rojin'in bir eli yoktu. Hamile bırakıldı, üst düzey bir komutan tarafından.
Sonra da idam edildi. Tecavüzcü ise şu an Osman Öcalan'ın partisinde. Yedi aylık hamile
Ronahi'nin Zele'de infaz edildiğini Osman Öcalan da Cemil Bayık da iyi biliyor. Çünkü
onlar karar verdi. 1991'den beri arkadaşımdı. Suriye-Kamışlılı'ydı. Son isteğini sordular.
"Çocuğumun hayatını bağışlayın. O doğduktan sonra beni idam edin" dedi. Suçu, biriyle
ilişki kurmasıydı. Babasına dokunmadılar. Ronahi, karnını kuşakla bağlıyordu ama
büyüyünce gizleyemedi. Açığa çıktı. İnfaz manga komutanı, Cemil Bayık'a, Ronahi'nin
son isteğini söyledi. Cemil Bayık, "Hayır, idam edin" dedi. Karnında bebeğiyle
öldürüldü."
---
Bunlar, 1991'den 2003'e kadar dağ kamplarında sürünmüş PKK militanı Kürt kızı
Dilaram'ın "Özgürlüğe Kaçış" anı-romanından.
---
Sonra Kürt kadınları çocuk istismarı, cinsel taciz, tecavüz ile çocuk ölümlerini protesto
etmek için yürüdüler. Ellerinde "Meclis'i basarız Başbakanı asarız" pankartı.
Recep Bey'i savunmaya geçmek içimden gelmedi, sustum...
Babaları, dağda kadınlardan güzellerini seçip, döve döve tecavüz ederek 'özgürleştirdi'
(!). Hamile kalanı öldürttü. Babanın çetesi, bu ülkede barışın, özgürlüğün, umudun
yollarına mayın döşerken, kadınlar dağda doğurdukları çocukların adını Barış, Özgür,
Umut koydular.
Baba'nın çetesi, köy basıp militan toplarken, ev yıkar köy yakarken Güneydoğu'lular
şehir varoşlarına kaçıştılar. Kadınları 'temizlikçi' oldu, erkekleri hamal.
Güneydoğu'da 'kadına şiddetin, çocuk istismarının önlenmesi' işini imamlara havale eden
İslamcı AKP'ye, Kürt kadınları, islamcıların bu konuda sabıkalı olduğunu hatırlatmalılar.
Birileri çıkıp, İslamın nasıl güçsüzü, kurbanı cezalandıran bir din olduğunu da anlatmalı.
Güneydoğu'lu kadınların, bir yandan çocuk istismarını protesto ederken, neden bir
yandan da Filistin'e özenip, çocukların eline taş verip yanlış zamanda yanlış yerde yanlış
hedefe yönlendirdiklerini düz akılla anlayamıyorum. Çocuğu manipüle etmek kolay
olduğu için mi?
PKK destekçilerinin, Öcalan'ın Mahkeme'ye beyan ettiği 250 milyon dolar yıllık gelirini,
uyuşturucudan değil de dergi satışından, dükkan haracından topladığına inandıklarını da
sanmıyorum.
Rojin, Hejin, Berivan! Sözüm insanlığını değil etnisitesini öne çıkartan, PKK'ya destek
veren Kürt kadınlarına!
Tecavüz güç gösterisidir, 'cinsellik' değil. İktidar/güç gösterisi beden üzerinden işler. Sen
insanın en değerli varlık olduğunu çocuğuna öğretmezsen, kimse öğretmez. Sen
uyuşturucu baronlarının kıçına takılıp memenden kankırmızı şiddet emzirirsen, ne akan
kan durur, ne sen taciz-tecavüzden kurtulursun. Şu peşine takıldığın adamların kadınların
çapına bir bak hele...
Kürt kadınları! Gelin sorgulamaya önce 'halkınız'a ihanet ederek başlayın. Birşeyleri
düzeltebilmek için önce ona ihanet etmek gerekir. Cerahate önce neşter...
Gelin kadın olarak uğradığınız bütün saldırıları kendiniz anlatın bu topluma.
Çocuklarınızı kimden-neden koruyamadığınızı anlatın. Çıkın anlatın abinizin, amcanızın,
babanızın tecavüzünü. Yamultulmuş haberlerden değil sizden duyalım gerçekleri.
Çözümü birlikte arayalım.
Başbakanı asmaya kalkacağınıza, cinsel soruna da ekonomik soruna da 'dinsel' çözüm
önermesinin hesabını sorun! Sizleri korumayı neden imamlara havale ettiğinin hesabını
sorun! Kadın Bakanı'nın ne hakla 'bekaret'i savunabildiğini sorgulayın!
Önce kendi bedeniniz üzerindeki egemenliğinizi erkeğin elinden alın bir. Sonra 'egemen
devlet' lamba kümbe arayışına girersiniz. Önce kendi çocuklarınızı uyuşturucu
tüccarlarının elinden kurtarın hele, sonra Filistin'linin çocuklarını kurtarırsınız.
Kürtler iddia ettiğiniz gibi bir 'ulus'sa, önce akraba evlilikleriyle bataklığa dönmüş
genetik havuzunuzu bir temizleyin hele! Meclis'e soktuğunuz vekillerden akraba
evliliğini yasaklayan yasalar talep edin.
Peşine takıldığın adamlar, evini, köyünü yakıp seni göç mağduru eden tecavüzcülerin!
Savunduğun adamlar, kan davasında öldürülmekten kurtulmak için bile kadını 'berdel'
veren aşiret düzeninin savunucuları!
Amerika'nın kucağında kalkıştığınız, 'bağımsızlık mücadelesi' sandığınız bu terör, aslında
Batı'nın su, petrol, maden yatakları ve uyuşturucu trafiği paylaşım savaşı!
Al sana, eski PKK militanı, Kürt kızı Dilaram'ın kitabından bir paragraf daha:
"Tecavüz edenlerin cezalandırıldığına hiç tanık olmadım. Tecavüze uğrayan kadın hep
susmak zorundaydı. Eğer susmazsa erkek, yetkisine yaslanıyordu. Merkez Komitesi
üyelerinden biliyorum, yetkileri nedeniyle istediği kadınla birlikte oldular. Kadın asla
şikayetçi olamadı. Kadın bir raporla bildirmek istese bile o rapor, ancak tecavüzcü
komutanının eliyle Suriye'ye ulaştırılabilirdi. Komutan hiç kendi tecavüzünü yukarıya
bildirir mi!"
Amerikalı Irak'ta milyonlarca kadına tecavüz etti, fuhuşa zorladı. Bırak Irak'lı kadını,
herif kendi kadın subaylarına bile tecavüz etti yahu! Şimdi Amerikan planlarının tam
ortasında olduğunu bile bile bu neyin özgürlük mücadelesi?
Yoksa 'töre adına', 'örgüt yararına' tecavüze uğrarken şimdi de Filistin olup, 'Allah adına'
hamle edecek tecavüzcü mü arıyorsun? Ya da 'Amerikan çıkarları' uğruna abanacak
eroinman asker?
Hadi Nazlı! PKK'lıların özgürlük savaşçıları olduğunu anlat bize... Ama önce şu kitabı
bir oku!
22 Haziran 2010
'Keser döner sap döner' demeyin sakın
Bugünlerde tahammül edemediğim o söz pek fazla kullanılır oldu. 'Keser döner sap döner
gün olur hesap döner.'
Dönmez birader! Hesap sormayı zamana, gün olura, ahirete bıraktın mı kaybettiklerini
geri almaktan, hesaplaşmaktan vazgeçtin demektir. 'Gün olur...' diyecek gün kalmadı,
bugün itibariyle yumurta eksoz borumuza dayanmıştır.
2009 Ağustos'unda Türkiye'nin geldiği nokta ise şudur: Türkiye?nin çıkarları yok,
dostları vardır. 'Komşularla sıfır sorun politikası' da bu haysiyetsizliğin sloganıdır.
Bir diplomatik temsilcilikteki 15-20 diplomata Cenevre Sözleşmesi uyarınca vergi, yargı
vs. muafiyeti tanınması anlaşılır da 'karargah' denilince içine kaç yüz kişi, kaç bin kişi
girer... er'inden patates soyucusundan generaline kadar hepsine mi vergi/yargı muafiyeti
tanınmış göreceğiz.
Ergenekon adı altında mıntıka temizliği yapılıp NATO karşıtları önceden derdest
edildiğinden, NATO askerine tanınan ayrıcalıklar konusu fazla dillenmeyecektir. Taa ki
NATO kimlikli Amerikan askerleri etrafı kırıp dökmeye başlayana kadar.
AKP - Fetullah tarikatı- DTP (PKK)- Barzani marzani hepsinin kıblesi Washington,
Washington'ın da derdi ?kendi çıkarları? icabı harita güncelleme yani İŞGAL
projeleri.
6 Ağustos geldi geçti, tek tük Hiroshima?nın bilindik siyah beyaz resimleri medyada...
'Hepimiz Ermeniyiz' derken bademciklerini tahriş eden, zorunlu tehcir için Türkiye?ye
özür diletmeye kalkanların, Hiroshima'da bir saniye içinde 70 bin Japon'un etleri
eriyerek yok olmasından SOYKIRIM diye bahsettiğini duydunuz mu hiç?
TSK?nın gerçek 'terörle mücadele'si ise 'savaş' tanımına sokulup 'barış görüşmeleri'
yapılır. 'Ateşkes, savaş esiri' vs. gibi savaş terminolojisi kullanılarak 1990'lardan bu yana
görevi 'yeni haritalar çizmek' olan NATO ordusuna gel gel edilir. Oysa savaş da barış
da 'devletler arasında' yapılır. Terör örgütüyle barış görüşmesi yapılması söz konusu
olamaz.
AKP'nin işkembeden bağlı olduğu tarikat şeyhi Amerika'da yaşar. DTP(PKK) Genel
Başkanı AKP Genel Başkanıyla görüşür, sonra gider ABD Büyükelçisi'nle yemek yer.
Ertesi gün DTP (PKK)?nin Washington'da 'temsilcilik' açtığı bildirilir. Hayırlı olsun!
Mübarek olsun!
Afganistan'ı Pakistan'ı nasıl CIA marifetiyle kurduğu Taliban bahanesiyle işgal ettiyse
Türkiye için de o bahane PKK olacaktır. Adam demiş: "Dostum yok çıkarım var" diye.
Mahmur Kampı?ndan 11 bin terörist Türkiye'ye getirilip kimlik verilecekmiş. MİT tek
tek görüşerek beklentilerini belirleyecekmiş (yazar burada gülse mi ağlasa mı bilemez.
53 yaşına kadar bir kez bile bir devlet görevlisi 'Beklentilerin nedir kadın?' diye
sormamıştır).
Kimlik yetmez, teröriste TOKİ'den ev, araba, beyaz eşya da verilmeli. Hatta dağda
geçirdikleri zaman sigortalarına sayılıp 35 yaşında emekli maaşı bağlanmasının da önü
açılmalı.
Amerika, NATO, şu bu herşey bir yana, ben de 7 yıldır AKP'nin ciğerini okuduysam
eğer, iç savaş tamtamları çalınırken TSK'yı tasfiye arzusunun altında (AB, ABD
talimatlarının dışında) bir tek şey vardır: ülke savunmasına ayrılan bütçenin
hortumunu kendi cebine bağlamak. Askeri arazileri rant için satışa çıkartmak...
7 Ağustos 2009
Açmam açamam! Söyleyemem açılımımı hiç kimseye
---
Hükümetin sosyal projeler (!) için ilk etapta Güneydoğu'ya pompalayacağı 145 milyon
Lira'nın istikameti, aşiret ağalarının şalvar cebi olacaktır.
2008 yılının ilk üç ayında silah kullanımında tesbit edilen artış yüzde 57'dir. Cinayetlerin
yüzde 60'ı silahla işlenmiştir. AKP tüm Türkiye'yi 'silahlanma' konusunda
Güneydoğululaştırmış, Güneydoğululaştırmaktadır.
-Güneydoğu, Türkiye sınırları içinde en fazla kadının 'gelenek terörüne' kurban gittiği
ya da intihar ettiği, kadına baskının en vahşi şekliyle yaşandığı bölgedir.
Güneydoğu'da kadın; iş hayatından soyutlanmış, görevi ev işleriyle ve çocuk
bakmakla sınırlı, hakları olmayan, eğitimsiz, erkeğine itaat eden, tecavüz kurbanı
olduğunda dahi öldürülüp ortadan kaldırılmasıyla erkeğin namusunun temizlendiği
öküzden sonra gelen cinstir.
AKP'nin Türk kadını için tasarladığı hayat da bundan farklı değildir. AKP Türkiye
genelinde tüm kadınların hayatını Güneydoğululaştırmak istemektedir.
Din daima baskıcı kültürden yanadır ve AKP'nin temel planı Türkiye Cumhuriyeti'ni
baskıcı bir din devletine çevirmektir.
Yedi yıl önce 'baskıcı kültür'ün en yoğun olduğu bölgemiz Güneydoğu iken, baskıcı
kültür bugün tüm Türkiye çapında hissedilmektedir. AKP bu konuda da tüm Türkiye'yi
Güneydoğululaştırmıştır.
-Yedi yıl önce de Güneydoğu'da görev yapan asker, polis, kendilerini 'yabancı bir
ülkede işgal kuvvetleri' gibi hissediyorlardı (Bölge halkı tarafından hissettiriliyorlardı).
AKP sayesinde TSK'nın açık açık işgal kuvveti olduğu söylenmeye, TSK'nın oradaki
varlığı sorgulanmaya başlandı elhamdülillah (!).
TSK'yı pasifize/terhis etmeyi birincil görev addeden AKP, bugün TSK'yi Ergenekon
etiketiyle 'terör örgütü' statüsünde yargılamaya çalışmakta, teğmeninden generaline
Türkiye çapında tutuklamalara devam etmektedir.
-Güneydoğu elektriği, suyu hep kaçak kullandı. Halkının yaklaşık yüzde 90'ı yeşil kartla
bedava tedavi görüyor.
Suda, elektrikte, gazda sahtekarlık artık AKP'li belediyeler eliyle yapılır oldu. Suriye'ye
hibe ettiği suyu İstanbulluya, Gaziantep'te kaçak kullandırdığı elektriği Ankaralıya
ödetiyor. 30 yıl çalışmış, vergi-prim ödemiş insanlar hastanede katkı payı öderken,
Güneydoğu 'sadaka ekonomisi'nden en fazla yararlanan bölge.
Bölücü terörle mücadelede en fazla ölü veren kent Şırnak olduğuna ve Şırnaklı kendisini
'Kürt' addettiğine göre, Türk-Kürt küslüğü yok, bölücü terör sorunu vardır.
Küs olmayanı 'barıştırmak' AKP'ye has irrasyonel, sağduyusuz ve mantıksız bir mantıktır.
Şartlar bir baskın erken seçimi, bir 'Milli Mutabakat Hükümeti' kurulmasını gündeme
getirecek aşamaya çoktan gelmiş, AKP bir ulusal güvenlik sorunu olmaya başlamıştır.
"Rusya ile 20 belgeye imza attık, adeta yeni bir döneme girdik"
"Kriz ortamında yeni yatırımlar yaptık, istihdamlar kazandırdık" sözleri, DTP'den aşiret
oylarını çalmaya yönelik bir seçim öncesi konuşmasıdır. Aşiret ağalarının şalvar yan
cebine, ilk taksit 145 milyon olarak konulmuştur.
14 Ağustos 2009
Mahmur'dan abim gelmiş!
Ben senin, dağlarda 14 yıldır patates soyup, dereden su taşımış olabilme, askere, polise,
bebeğe tetik çekmemiş olabilme ihtimalini de sevebilirdim ama,
2008 yılında yakalanan 9 bin 200 kilo eroin, 9 bin 400 kilo esrar, 569 kilo afyon, 100 kilo
kokainin, paketlenmesinde bile çalışmadın mı be cigerim?
o 150 bin dolarlık cipleri, yılda 500 milyon dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı,
her yıl Türkiye'ye soktuğun 400 bin ton kaçak et, milyon dolarlık akaryakıt kaçakçılığı
parasıyla almadın mı?
O son model ciplerde, Türkiye üzerinden TIRlarla Avrupa'ya sevk ederken havasızlıktan
öldürdüğün Afganistanlı Pakistanlı garibanların da kanı yok mu be kardeşim?
Senin 'torbacı'larına önlem olarak ilkokulların önüne bile polis dikilmemiş olsaydı,
kamyonda havasızlıktan öldürdüğün mültecileri çöp gibi tarlalara dökmemiş olsaydın,
"Mağarada yıllarca zor koşullarda yaşadılar" cümlesi vicdanımı sızlatabilirdi bile...
Son gelişmelerde doğal bulduğum tek şey, AKP'lilerin, 'terörist', 'vatan haini' dediğimiz
seninle empati yapabilmesidir benim şedit kardeşim!
Çünkü;
Bu tanıma göre, AKP de bir terör örgütüdür. Yedi küsür yıldır yaptığı tüm icraat,
yukarıdaki tanıma aynen uymaktadır. Sadece adı 'parti'dir.
PKK'nın da aslında 'örgüt' değil, 'siyasi parti' (Partiya Karkare Kurdistan) olduğunu
söyleyen Kürtçü liboşlar, AKP'yi 'terör örgütü' tanımından koruyan 'parti' tabelasını
PKK'ya da asma gayretindedirler.
Ah cigerim!
Bebeğin nüfus kağıdına, ırkını, etnisitesini doğduğu saat kaydeden ırkçı Amerika'dan
gelen talimatla, "Amerika'ya Anahtar Teslim Mezopotamya Açılımı" yaptığını
bilmesem, hala sana 'Kürt' derken ayrımcılık yapıyormuş gibi rahatsız olmasam, bana
yaptığın ırkçılık suçlamasına bile ses çıkartmayabilirdim.
"Abime Bağkur'dan maaş bağlansın. Dağda geçirdiği yıllar hizmete sayılsın. TOKİ'den
ev, OYAK'tan Röno verilsin" derdim. "Kamuya alınacak 32 bin yeni personel içinde
Kandil'den gelen kızkardeşime de kota açılsın" falan yazardım.
Ha ! Yoksa benim yazmama gerek yok mu, bunlar zaten sağlanacak mı sana?
Ah benim biji biji biji le le le le diye transa girmiş, bana hiç benzemez kardeşim!
AKP'nin nekropolise çevirdiği memleketine hoşgeldin! Bak Norveç de yan çiziyor.
Birkaçınızı ihraç edecektik, edemiyoruz. Norveçli seninle elele çiçek toplamak istemiyor,
neden acaba?
Ya da efendilerinin ülkesine, Amerika'ya, İngiltere'ye gitmeye kalk bakayım. Vize
formundaki "Bir terörist örgüte üye oldunuz mu?" sorusuna YES de bakayım, gör
başına neler gelir...teeey teeey!
Ah cigerim, ah aklını ter gibi kafasındaki poşuya silmiş ebleh ve hayin kardeşim!
Sen sınırda 7 dakikada biten sorgunda kanlı ellerini yıkamış gibi yapacaksın, AKP seni
yargılamış da suçsuz bulmuş gibi yapacak, hepbirlikte 'savaş' dediğin bölücü terör
bitmiş gibi yapacaksınız. Böylece TSK'ya da, savunma harcamalarına da gerek
kalmayacak, bütçeden savunmaya ayrılan payı da AKP cebellezi edecek,
Cumhurbaşkanlığının, Başbakanlığın nereye gittiği belirsiz örtülü ödenekleri yüzde 1500
artırılacak, AKP çocuklarına üçer gemi daha alınacak, beşer tv kanalı daha kurulacak...
Ha! Bir de 8 bakanlık bütçesi kadar bütçesi olan Diyanet'e daha fazla ödenek aktarılacak
elbette...
Bu arada TSK konuşsa sen 'siyasete karışmakla' suçlayacaksın, konuşmasa ben 'sessiz
kalmakla'. Her hal ve karda TSK suçlanacak yani.
Biz de moronuz ya, ekrana yapışıp AKP kamerasından seyredeceğiz olanları...Ah siz ne
uyanık AKPKK koalisyonusunuz böyle! Ne Şark tüccarısınız siz hepiniz!
Ah benim "feda kültüründen" gelen, eli kanlı katillerin, aşiret ağalarının tecavüzüyle
çocuk yaşta kadın olmuş kızkardeşim!
Sırf kadınlık-annelik üzerinden vallahi empati yapabilirdim seninle. Ajda, Sezen, Hülya
ve püsküllü abajur gibi giyinen först leydiler için, senin kıyafetlerine bakarak yılın
modasının anahatlarını verebilirdim;
"Boyunda fular yerine poşu, gömlek haki renk, dört cepli. Üst cepler kapaklı, alt cepler
fermuarli. Altta haki renk dökümlü (drape) şalvar. Ayakkabı: Mekap." diyebilirdim.
Fekat şimdi aksesuar olarak bu kadınlara ne önerebilirim, emin değilim; "Üst ceplerde
zula esrar-eroin, belde el bombası, elde kalaşnikof, çantada mayın" mı desem, ne
desem...zaten bir kısmının mayını türbanında saklı.
Hani sinerji olsun, empati-sempati olsun diye giyerler mi, takarlar mı emin olamıyorum.
Arkadan çekişli Terzi Cemil, cepte esrar aksesuarına ne der bilemiyorum.
Ah benim cigerim! Ah benim mesleği 'mayın döşemek', bana hiç benzemez kardeşim!
Vatandaşa kurşun sıkmış 'vatandaş'ım!
Tam zamanında geldin. Azerbaycan ve KKTC gibi iki Türk Devleti hariç, bütün
komşularımızla 'sıfır sorun' yaşadığımız, ülke sınırlarını tartışmaya açtığımız (Bkz.
Ermeni Protokolü) dönemde teşrif ettin. Her derdimiz bitmiş, geriye "Apo?nun kasık
ağrılarını nasıl etsek de dindirsek, kadın göndersek yumuşar mı acep?" sorunsalı kalmıştı.
Ha bir de, "Apo'yu Bodrum'a Türkbükü Paşası mı yapsak?" diye düşünüyorduk.
Selahattin Duman, Bodrum sosyetesinin fırınlanmış hallerini yazmaktan, bir anda "Apo
ve bıyıkları sahilde ultraviyole emiyorlardı"ya geçiş yapabilir mi, afallar mı onu
konuşuyorduk.
Masaya keten örtüler, chemin de table falan serilmiş olabilir. Kaldırt, gazete kağıdı serdir.
Cumhurbaşkanını 'Kürt töre, örf ve adetlerine karşı gelmekle', 'burjuva adeti dayatmakla'
falan suçla.
Sen en iyisi yemeğin mönüsünü önceden Köşk'e ilet. Bir tas asker-polis kanı, yanına iki
dilim de ekmek. Doğrarsın!
25 Ekim 2009
Terörist Rehabilitasyon Porocesi
Hikaye bu ya, memleketin birinde, hükümet, silahlı bir terör örgütünü affedip, bağrına
basmaya karar vermiş.
Açmış sınır kapısını, yirmişer otuzar başlamış elemanları içeri alıp ülkeye yerleştirmeye.
Hükümet, teröristlere ev vermiş, araba vermiş, iş vermiş, iş kurmak için para vermiş, G3
cep telefonu bile vermiş. Fekat ne verse yetmemiş, ne yapsa teröristlere de onların
destekçisi liberallere de yaranamamış.
Bir müddet sonra, liberal vatandaşın biri, tutmuş Başbakana teröristlerin yaşam şartlarının
iyi olmadığını, tenis kortu, golf sahası, yüzme havuzu gibi sportif tesislerin eksikliğini
çektiklerini anlatır bir mektup yazmış göndermiş. Teröristler için daha büyük villalar,
daha yeni model arabalar verilmesi gerektiğini vs söylemiş.
Onbeş gün sonra, Başbakanlık antetli zarfla, yaldızlı kağıtlara basılmış bir mektup almış:
"Sayın Ahmet Kaya Duvaradaya,
Teröristiniz Haco Şeyhmuz Şivan bir hafta içinde evinizde olacak şekilde
hazırlanmaktadır. Kendisini, bize gönderdiğiniz mektupta talep ettiğiniz hayat şartlarını
sağlayarak ağırlamanız gerekmektedir. Her hafta göndereceğimiz müfettişler, teröriste
sağladığınız yaşam standardını kontrol edecektir.
Hernekadar Şeyhmuz sosyopat ve aşırı derecede şiddete eğilimliyse de, sizin duyarlı
hamiliğinizde bu davranış bozukluklarının üstesinden geleceğini tahmin ediyoruz. Takdir
edeceğiniz gibi, bunlar ufak tefek 'kültürel farklılıklar'dır.
Bakımınıza verilen terörist, göğüs göğüse çarpışmada ve kurşunkalem, tırnak makası gibi
basit aletlerle insan hayatına son vermede uzmandır.
Ayrıca, her evde kolaylıkla bulunabilecek bazı temizlik maddeleri ile gübre vs den
çeşitli patlayıcılar imal edebilme becerisi de vardır. Sizden ricamız, Şeyhmuz'un
gururunu rencide etmeden, katı-sıvı bu tür maddeleri kilit altında bulundurmanızdır.
Şeyhmuz, sosyo-kültürel yapısı nedeniyle, kadını 'insandan daha aşağı bir yaratık'
gördüğünden, karınızı ve kızınızı muhatap almayacaktır. Teröristinizin kadın konusundaki
hassasiyetini anlayışla karşılayacağınızdan eminiz.
Sevdiği adama kaçan kızkardeşini başlık parası alamayacağı 'namus şeref' için, kızını da
başını örtmediği için tavuk gibi kestiği bilinmektedir. Polise verdiği ifadede; kızını
keserken en zor şeyin ereksiyonu kontrol etmek olduğunu belirtmiştir.
Başbakan"
Açılımlarınızı ailecek severek izliyoruz
"Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var / Akıl için son tavır saçlarını yolmak var"
noktasına gelip tıkanıyoruz.
Zat-ı alinize ve yabancı istihbarat servislerinin son 30 yılda Türkiye'de bulup çıkarttığı
yaşayan diğer beş altı cevhere koyduğumuz teşhis aynı oluyor: 'megalomani'.
---
Hasta en başta zulüm gördüğünü iddia eder. Zulüm görmeyi aklına sığdırmaya
çalışırken 'yüce güçlerin seçtiği yüce insan' olmasına bağlar.
Türkiye'deki megalomanlar açısından bunda bir gerçeklik payı vardır. Çünkü derin ve
yüce (!) AB, ABD'nin yüce (!) gizli servisleri tarafından seçilmişler, zulüm bab'ından ya
akıl hastanesinde ya hapisanede birkaç ay parlatılmışlardır.
---
Nitelikli dolandırıcılık tarikatı şeyhi, Amerikalı megalo imamın devleti ele geçirme
açılımı,
Sınırsız seks tarikatı şeyhi, 300 kitap yazdırmış megalo ahir zaman peygamberinin (ki
paranoid şizofren raporludur) 'bilim out safsata in' açılımı,
İmralı'daki megalo etnik terör elebaşının "Çözersem ben çözerim. Kürt Ordusu da
isterim, polisi de" açılımı,
Siyasi hayatına CIA istasyon şeflerinin, ABD büyükelçilerinin referansıyla başlayan
iktidar partisinin açılımları, ancak 'megalomani'nin seyri bilinince anlaşılır hale gelir.
Halkın "Her lafa verecek bir cevabın var. Lakin bir lafa bakarim, laf mı diye. Bir
de söyleyene bakarım adam mı diye" (Bkz. Başvekil Adalar - dini azınlıklar ziyareti)
pankartları, protesto gösterileri, aslında megalomanlarımızın algılamalarını düzeltmeye
yönelik tedavidir. Hak ettikleri, görmeleri gereken muamelenin gösterilmesidir.
Megalomanları normal bir çizgiye çekme çalışmasıdır.
Her çöküş arefesinde her megalomanın imdadına yetişecek bir anket gurusu da daima
bulunur.
Mart yerel seçimlerinde, mutad olduğu üzere elektriği kesip sandık cebellezi eden,
(Yine bir seçim sonucu tahmini yayımlayarak erken seçim öngörülerini teyid ettiği için
teşekkürler ama, NAH ALIR!!! )
Anket guruları gölge etmesinler, halk megaloman hastalarımızı tedaviye doğru yolda
devam etmektedir. Yaşayan beş büyük megalomanımızı, peygamberlik, padişahlık,
şeyhülislamlık, barış havariliği ve sair hezeyanlarından uyandırıp diğer insanlarla eşit
olduğu inancına getirmeye çalışmaktadır.
Kimin giydiği umurumda değil, 1400 yıllıksa tarihi eserdir. AKP?nin satış hırsından
tarihi eserlerimizin kurtulduğunu hiç sanmıyordum. Şimdi hırka vesilesiyle müzelerimizi
nasıl pazarladıklarının ortaya çıkmaya başlamasını umuyorum.
Fekat başvekilin bastığı yerde otoyol bitiyor, köprü bitiyor, ihaleler, milyar dolarlık
rantlar bitiyor. Bu arada hava-su-toprak, huzur/sükun da bitiyor. Geçmiş bitiyor, gelecek
tükeniyor.
Adalar İçin Beklenti Raporu?na "Adalar?a özel Bölge Kalkınma Ajansları kurulmalı"
önerisi eklenmiş. Beyni cebinde megalomanlar Adalar'ı da satıyor, Adalar da 'bitiyor.'
19 Ağustos 2009
PKK’dan Obama’ya kutlama mektubu
Sağyın Başgan
Beğyaz Sarray
Vaşıkton
Abede Başganligina seççilmiş olmanızı halkımız ve barrış, özgürlük, adalet, eşşitlig gibi
yügseg ahlâkî degerler için çarpışan örgütüm adına kutlarım.
Biz, başda gaddın hakları olmah üzere insan haklarını temmel alan lâih ve demokraatih
bir hareketin nefferleriyiz.
Sağyın Başgan,
Tirkiyê ile diyalok kurmak isdemişiz, lâkin diyalok olsun diye koyduğumuz bombalar,
mayınlar patlayınca örgütümüz teröris listesine alınmış. Te Ce muhatap olmayız demiş.
Örgütümüzü teröris listesinden çıkarın Başganım.
Akepeli vekil Zafer Üskül liderligimizi İmralı'da ziyaret etsin. Liderligimizin yeniden
yargılanıp serbes bırakılmasının önü aççılsın. Zanagil, Sabahatgil için yapılan kurtarma
kıyağı liderlikten esirgenmesin Sağyın Başgan.
Onun da çaresini bulmuşuz. Gadınımızın apış arasına egilip "En büyük asker bizim
asker...şehitler ölmez vatan bölünmez!" diye bagırmışız. Ne zaman ki gadından dinleme
aletini çıkarmışız, gadınlar özgürce onar onar dogurmuştir.
Akepeli vezirden vekilden, onları başımıza getiren ABD'den allah razı olsun! Ayda 500
milyon yardım bağlamışlar, kömür vermişler, bulgur vermişler...
Halkımız, örgütümüz tıpda da çok ilerlemiş Sağyın Başgan. Organ nakli için Urfa'da
seyyar hastana kurmuşuz. Kaybolan iki yaş dört yaş arası çocukların organlarını almaya...
Tirkiyê'de kayıp 1400 çocuktan bazısını Urfa'daki hastanamızda tedavi (...) etmiş
olabiliriz yani ha!.
Halkımız arasında gadın intaharları, tecavüz, ensest vakaları yüksekçenedir. Lâkin bunlar
münferit vakalardır Sayın Başgan. Gadını gızı telef ettikçe bizim da cigerimiz yaniy
amma, töremizi degiştiramamışız. Feda kültürümüzü, feyodal köklerimizi inkâr
edememişiz bi kere...
Halkımız barışa, özgürlüğe, demokraasiye, insan haglarına inanan bir halktır. Daşla kafa
ezenler, kız çocigini satırla kesenler töre gurbanıdır.
Sağyın Başgan,
Bugün Tirebzon'da, Giresun'da yüzde 4-5 olan gaçak elegtirik gullanimi Urfa'da yüzde
66, Diyarbakır, Hakkari'de yüzde 62'dir. Halkımızın yüzde 40'ı hala elektirige para
öderken kalaşnikof, bomba, kanas, ce dört almaya imkânımız yetmiyur. Allah başımızdan
eksig etmesin, gönderdiğiniz RPG-7 roketler yetmemiş, daha lâzımdır, arz ederim Sağyın
Başgan.
Aha bugün "3 tene hayîn geber bûn!" habarı Te Ce gastalarındadır. İkisi yaralıydı
zaten, kafasına biz sıkmışız...
Örgütümüz tek bir Amerikalı askere gurşun atmamış. Ortadoğu'da barış ve istikrar için
her zaman Abede'nin yanında yer almış Sağyın Başgan.
Bir gece Pekekeliler bizim köye gelmişler. Birden gappı vurulmuş taak taak takk..
Açmışım. Bagmışım ki anarşitler. Bana demiştirler ki; bize yimak vereceksen, ekmek, su
vereceksen, yardım edeceksen, yataklık edeceksen yani ha!
Yooh demişim, olmaz demişim, siz hayınsınız, anarşitsiniz, bölücüsünüz, size ekmek, su
yok!
O zaman anayı vururuk demişler. Bakmışlar benden yine yardım yok... Anayı
vurmuşlardır...
Sonra gene gelmişlerdir anarşitler, demişler bize yardım edeceksen, ekmek, su...
Ben evde bir başıma düşünürem bir gece... Yine gapı çalmıştır... Takkk takkk takkk!.
Açmışım gapıyı, onlar!
Demişlerdir bize yardım edeceksen, ekmek su vereceksen... Ben demişim, size yardım
yok, siz hayınsınız... Bana demişler ki; yoksa seni vururuk...!
Biraz düşünmüşüm, dava bana mantıklı gelmiştir, örgüte katılmayı kabul etmişim...
Oggün buggün, özgürlük, huzur, eşşitlik, adalet, gadın hakları için örgütlü mücadelenin
içindeyim Sağyın Başgan.
Bizim bölgede, birşeye sevinince hayvan boğazlama, kan dökme adetimiz var Hüseyin
Başganım. Senin şerefine Van'da 44 koç kurban edilmiş. Resminin alnına goçun kanı
sürülmüş.
Şeyho
***
Yazarın Notu: Türkçe'yi eğip büktüm yazarken. Fonetiği doğru tutturmak istedim yani
ha!
9 Kasım 2008
Koyun-kuzu-kelle ve ÇÖZÜM
Bizim oğlan beş altı yaşlarındayken, Ulus Hali'nde kelle görünce çok şaşırmıştı.
Sonra aylarca, kafasını tabağa yan yatırıp, tavana doğru pörtlettiği tek gözünü
parmaklarıyla daire içine alıp sormuştu: "Kelle yok mu kelle?"
Ayıptır söylemesi, son zamanlarda haberleri, tek göz ekranda, tek göz pörtlemiş, tavana
bakarken 'kelle' vaziyette okuyorum. Kafayla ve de iki göz aynı noktaya bakarken
okursan, içinden çıkamazsın. Gözün biri (pörtleyip) başka noktaya bakacak ki, olayı
başka açıdan da görüp şeyedebilesin. Zaten bu haberleri dünyanın zeki insanına okutsan,
onbeş dakika sonra kafası kelle olur.
Al sana haber: 30 yaşında dört tane polis memuru, komiser oturmuş, rapor yazmış, karar
vermiş; Abdullah Öcalan PKKlı değil. PKK Eruh baskınını yaptığında bunlar 5
yaşında. Hatırlamazlar. Kamuda hafıza da pek yoktur ki, açıp okusunlar.
PKKlı değil demek, en başta İmralı Kuşçusu'na haksızlıktır! Bakın dağdan inen katillere
TOKİ'den ev, 5 bin lira para verilirken, yarın öbür gün iş güç verilip, çalışmayanına maaş
bile bağlanacakken (ihtimaldir), bu rapor Öcalan'ın müktesep haklarını almasını
engeller.
Avukatının yerinde olsam, derhal, Öcalan'ın aslında sapına kadar PKKlı olduğunu
ispatlamaya çalışırım.
Efeğm? Nasıl yani? PKK Meclis'e öneride bulunuyor. Yeni Anayasa isterlermiş,
mümkünse ordu külliyen terhis edilsinmiş.
Bakın, kafayla değil kelleyle, bir gözü pörtleterek okuyunca o kadar tuhaf değil aslında.
Farzedin bir adaya düştünüz. Adada, karşı kıyıda olduğu kadarıyla elektrikti, suydu
altyapı mevcut. Üstelik hatlar kaçak çekilmiş, faturayı karşı kıyı ödüyor. Adada petrol
kuyuları da var.
Bosna'ya gönderilmek üzere halktan toplanan 'kayıp trilyon' liraları cebellezi etmek ve
yukarıda adıgeçen Abdullah'a 'Sayın' demek suçlarından yargılanmasını isteyen hakim.
Kelle misali kafayı yatırıp, tek gözü tavana doğru pörtletince, Sayın Kaçmaz'ın ses
karıştırıcı cihaz kullanmakla suçlanması doğal görünüyor.
Silivri'de görülen davada yargılananlardan Aylin Duruoğlu "O kadar gizli görüşmüş ki,
telefon kaydı bile yok" diye hapiste.
Eh, bu durumda hakim Kaçmaz'ın AKP Özel İstihbarat Örgütü'nün telefon tacizinden
cihaz kullanarak kaçması da suç olur elbette. Nihayetinde hiç bir masraftan
kaçınılmadan, Başbakanlık örtülü ödeneğiyle, emek verilmiş, kurulmuş bir örgüt vardır.
Sen telefonunu dinleteceksin ki adamlara iş çıksın, orası yan gelip yatma yeri olmasın.
Değil mi!
Abdullah Bey aslen Cumhurbaşkanı kılığına girmiş Başbakandır (2 numara), Recep Bey
de Başbakan kılığına girmiş Cumhurbaşkanı (1 numara). Dolayısıyla ikisini de yargıdan
muaf tutmak iktiza eder.
Bakın, kafayla değil kelleyle düşününce nasıl anlaşılır hale geliyor herşey...
Her hukukçu hakim Kaçmaz gibi değil haliyle. Tek gözü tavana doğru pörtletip, davayı
değişik açılardan ve deliklerden görmeyi bilen hakimler de var.
İşletme Yönetimi diye kallavi kitap yazan adam vasıflı-vasıfsız ayrımını mutlaka bilirdir.
Bu beyanından anladığım: Kamu çalışanlarının yüzde 64'ü AKP'nin dümen suyundadır.
'Memura ek iş yapma izni' de muhtemelen bu vasıflı (!), AKP'yle organik bağlantılı kamu
görevlileri için çıkartılmıştır.
......
Yazdıklarından ayda 50 bin dolar alan, bu işi meslek edinmiş adamlara birşey sormuyor
da, bencileyin amatöre, yazı altına yorum, mail atıp "Laga luga yazma. Çözüm göster
kadın!" diyor.
Çözüm: insan malzemesini düzeltmektir. Önce, her insanın 'tek', 'değerli' ve 'saygıyı hak
eden' olduğuna inanarak başlamayı gerektirir.
Devletin ve ana-babanın, döve döve sosis gibi tek tip görmek/yetiştirmek istediği
insanlar, kişiliklerindeki farklılığı gösteremezlerse, ellerine fırsat geçtiğinde, güçlerini,
farklılıklarını değil üstünlüklerini ispat etmek için kullanırlar.
Çözüm: Güç gösterisinde bulunana, dokunulmaz olduğunu sanana, her zaman eşitin
olduğunu hatırlatmaktır!
Kellede sol yanağı tabağa yatırıp sağ gözü tavana doğru pörtletiyorsun. Sol göz kapalı,
tek sağ göz görüyor. Sonra gelip bana soruyorsun, "Anne bu ne?"
12 Kasım 2009
“Van Minüt!” ve “Sütte leke var bizde yok!” yazıları
Dik duruşuna kurban olduğumunun...
Bonaparte'ın doktorları, basurunu tedavi için, hergün bir kavanoz dolusu sülük
kullanırlarmış. Şişen basur memeleri sülüğe emdirilince Napoleon rahatlar, oturabilir, at
binebilir hale gelirmiş.
Napoleon'u Avrupa?nın hakimi yapabilecek Waterloo Savaşı'ndan bir gün önce sülük
kavanozu kaybolunca, koca imparator mabadının acısından atına binememiş. At
binemeyince de askerleri, kıt?aları denetleyememiş. Ordu denetlenemeyince de,
Fransızlar basur ve sülük(süzlük) yüzünden savaşı kaybetmişler. Yazarı Phil Mason'ın
yalancısıyım.
kimsesizlerin kimsesi,
kimbilir hangi bilinmez rahatsızlıkları nedeniyle, Davos'ta 'öfke' başlıklı hitabet sanatıyla
(!) fiili durum yaratınca(sı), "Haywaa! Kavanoz kayıp galiba" diye panikledik.
e)Hepbiri.
Shimon Peres'e "İndir lan o elini!" ayarı verdikten sonra "Aslında eleştirim
moderatöreydi",
"Shimon Peres sizi aradığında kendisine ne söylediniz?" diye soran mikrofonlara da
"Bunun cevabını da yarın veririz artık" buyurdular amma, sabahın üçünde bedava
metroya doldurulup havaalanına taşınmış evlâd-ı fâtihan kendisini Davos fatihi ilan
etmişti bir kere. "Tavrım moderatöreydi" açıklamasını duymadılar bile.
Türkiye'de esip gürledin mi "Helal olsun!" istimi arkadan illâki gelir. Siyasetçinin
pişkini, bunu "Ahali çaldığımı çırptığımı biliyor ama helâl etti" diye yorumlar.
Kendileri de eşleri Ham'fendi de, göz pınarlarında Sıvarofski kristaller gibi gözyaşları her
an akıtılmaya hazır, duygu med-cezirleri yaşamaktadırlar.
Boş vakitlerinde eğlenmez huzurevi gezer, sadaka dağıtır, Adı Recep, Tayyip, Erdoğan
ya da Sümeyye olan bebekleri pişpişlerler. Verdiği gemicikler pardon nimetler için
Allaha hamd eder, ibadet ederler.
Monşer ve elitist dediğin ise; hayatında müzik de olsun, dans da olsun, içki de olsun,
yoga da olsun, reiki, haiku, ikebana, sushi de olsun, insan gibi yaşayalım ister. Oysa -yedi
yıldızlı otellerde brandayla gizlenmiş tatiller yapan, bilmem kaç bin dolarlık saatli- Recep
Bey'e göre, zâlimane, halktan kopuk hareketlerdir bunlar.
Recep Bey'in Gazze konusundaki hassasiyeti de, her grubu, kitleyi olduğu gibi, Gazze'yi
de ancak 'kendi çıkarı ölçüsünde' sahiplenmek şeklinde tezahür etmektedir.
Deniz Feneri gibi onlarca din tüccarı vakıf/dernek Gazze için para toplamaktadır.
Nihayetinde Recep Bey, Hazine yardımı kısıtlanmış bir partinin genel başkanıdır.
Devletin işleyiş düzenine makul bir süre içinde (yaklaşık yedi yıl) uyum sağlayamayınca
?azınlık/zencilik? psikolojisine sığınmış, oradan kendisine türlü mağduriyetler
yaratmıştır.
Bu -kendi yaratmaları- zenci psikolojisi balonunun bir ucundan saplanan çubuk, öte uçta
'Hariciye' noktasından çıkmaktadır ki "Kabile reisi değilim. Türkiye Cumhuriyeti'nin
Başbakanıyım" tafrası, Peres'e ya da dış dünyaya değil ülke içine yöneliktir.
Başvekilimiz; "Sevilmeyen gelinin yerıyişı şerp şürp eder" misali, bir türlü tam
kontrolu tesis edemediği kurumlarla yakın ilişkiye girdiğinde yürüyüşü değişmekte, şerp
şürp etmektedir. Yabancı dil bilmemenin verdiği hırçınlık da üzerine eklenince,
"Diplomatım teres, muhatabım Peres" şeklinde yapılmıştır bir harekettir Davos gafı...
Recep Bey, Dilber Koçarslanlı misali lafı ortaya kodu, ister Peres, ister İsrail, ister
moderatör, ister Dışişleri, isteyen alur gideer beğenmeyen bırakup gaçar...
Ama fil unutur Kıymet unutmaz! 2007 Kasım'ında Kızılcahamam kampında, mesir
macuncu Bülent Arınç "Dışişlerine memur alımında yeni bir sistem getirilmeli. Bu
Hükümete ayak uyduracak kimselere ihtiyaç var. Yeni Türkiye'nin vizyonuna
uygun kişilerle donatalım." demiş idi de, yazarınız 'Gönül ferman dinlemez Apti
Paşa'dan g.. ister' vecizesini hatırlayıp ohaa felan olmuştu yane.
2007 seçimlerinden evvel Bursa mitinginde de; Başvekil Bursa'dan birinci sırada aday
Onur Öymen'i kast ederek "Baykal buraya aday olarak bir monşer göndermiş"
buyurmuşlardı da, cevabını Büyükelçi Öymen?den almış idiler; "Bravo! Başbakan
Fransızca da öğrenmiş. Fakat ben yine onun bildiği dilden konuşayım. Ya Habibi,
sen bisküvi ticareti yaparken, ben Kıbrıs Harekatında Şube Müdürüydüm."
Davos hezeyanı, tam da telefon dinlemede Başvekilin atama yetkisinin iptalinden sonraya
denk getirilmiş bir RTE klasiğidir. Bir ihtimal 12. Erguantanamo dalgasında emekli
Büyükelçilere paça kasnak dalınacak olmasının habercisidir.
En çok da 'Adam sandık eşşaaa, alnıma deydi daş....' diyen, AKP'ye oy verdiğine
pişman seçmene seçim öncesi lolipopudur.
---
İnsan evladının ele geçirdiği sosyal ya da siyasal gücü kullanma şekli, kişiliğinin ahlaki
ve psikolojik değerlerini ortaya koyar.
Güç/iktidar bir şekilde ruh hastası, cahil ve bağnaz kafanın eline geçtiğinde, bu
gücü/iktidarı toplumun yararına kullanması ihtimali çok düşüktür. Çünkü; sosyal
veya siyasi gücü (iktidarı) eline geçiren cahil ve bağnaz kafa, insanları gücü olan ve ve
olmayan şeklinde ikiye ayırıp, sadece güçlünün gücüne saygı duyar.
Güç/iktidar sahibi bağnaz, gücünü en fazla psikolojik olarak sorunlu olduğu alanlarda
kötüye kullanır. İslamiyetin dayattığı otoriteryen ahlak, toplumun bazı kesimlerini
'ahlaksız' olarak etiketlerken, güç/ iktidar sahiplerine gücü kötüye kullanma yetkisi verir.
Uzun lafın kısası; aslında insan evladını iktidar bozmaz, iktidar ancak varolan erdemlerini
ya da arızalarını ortaya çıkartır. O sebepten;
Bizim memlekette (TSK hariç), Cumhurbaşkanından tut dolmuş şoföründen çık, analık-
babalıktan tut medya patronluğundan çık, aklına gelen gelmeyen hiç kimsenin yaptığı
işin sınırları belirgin çizgilerle çizilmemiştir (Cumhurbaşkanı'nın görev süresi
tartışmalarını hatırlayın). Herkes kendisinin (ya da kurumunun) görev tanımını işine
geldiği şekilde esnetip daraltabilir.
Görevi kızını en donanımlı şekilde hayata hazırlamak olan baba, kendisine 'görev
daraltma' operasyonu yapar, babalığı 'kızlık zarı koruması'na indirgeyerek yorumlar.
Aslında kendi işini kolaylaştırır.
Adam yolsuzluğu, hırsızlığıyla ünlü bir partinin bilmemne ilçe başkanlığına seçilir.
Yetkilerinin sınırlarını esnete esnete egosunu öyle bir şişirir ki, altı ay sonra gör
tanıyamazsın. Sanırsın Kraliçe Elizabeth sömürgeye genel vali göndermiş.
Toplumsal hayatımızın üç değişmez kuralı vardır: Keyfilik (kuralsızlık), haddini
bilmeme ve olduğundan daha yetkili bir pozisyonda görünme. Üçünün de kanuni
müeyyidesi yoktur.
Adam hastanede paspasçıdır, yeşil önlüğü giydiği gibi (doğumhane kapısında) cerrah
pozunda gezinir.
Adam otobüs şoförüdür, üniforması pilot üniformasının aynısı, unvanı 'kaptan pilot'tur.
Adam başbakandır, protokolde kendisinden önce gelene dirsek atıp devlet başkanlarıyla
Bir Numara imiş gibi muhatap olmak ister.
Adam ölü yıkayıcıdır, vaizdir, 'bilim, sanat, eğitim, veya atletizmde olağanüstü
yeteneği ulusal ve uluslararası alanda ispatlanmış özel yetenek' kontenjanından
Amerikan vizesi almak ister.
Bu cins adem, artık açıktan kendisine 'profesör' unvanı da veremeyeceğine göre, bari
'hoca' dedirtir ki, hem islamcı kesime mesajını çakar, hem akademisyenlik
mastürbasyonunu yapar.
Avam arasında en yaygın hitap şekillerinin 'Müdürüm', 'Şefim', 'Amirim', 'Reis' vs.
olması, ahalinin birbirinin 'unvan/makam/güç-iktidar' açlığını bilip, birbirinin egosunu
okşamasındandır. Namus davaları da bu haybeden gurur - onur boku kategorisindedir.
Bu afra tafra, yetki aşımı, gücün kötüye kullanılması, zayıfı ezme, altındakini psikolojik
yıldırma, olduğundan farklı ve üstün görünme yoluyla kendini ispatlama çabası, içinde
büyük ölçüde sadizm de barındırır.
Adam tutar 'Ergenlik yaşı 9-10'a indi' diye beyan verir, hiç birimiz çıkıp 'Kardeşim
biyolog musun? Paleontolog musun? Evrim sürecinde böyle bir değişim oldu da bunu
tesbit etmek de sana mı nasip oldu?' diye sormayız.
Recep Bey de imam hatip üstü iktisat (ki pilav üstü kuru değil de daha bir taşlı bulgur
üstü kurtlu mercimek durumdur) okumuştur ama mikrofonlara 'Ben Savcıyım' der. İnsan
evladının bilgisinin ve yetkisinin sınırlarını, yani haddini aşmasının hergün sonsuz sayıda
örnekleriyle karşılaşmaktayız.
'Derin devlet' dedikleri de esasen budur. Kamu'daki ruh sağlığı bozuk bazı fındık
beyinli adamların entelektüel sığlığı... işlerinin sınırlarını 'kriminal' tanımına
girecek ölçüde esnetmeleri... kendilerinde asla olmayan yetkileri vehmedip, görev
sınırlarının belirsizliğinden istifade ellerindeki gücü (iktidarı) kötüye
kullanmaları...kuralsız keyfilik... sadizm... büyük görünme arzusu ve bu
yaptıklarının bir müeyyidesi olmadığını bilmeleri. Bence derin devlet, bundan başka
birşey değildir.
Bu itibarla, Mardin Bilge Köyü'ndeki ufak çaplı soykırımın katilleri; yetki aşımı, gücün
kötüye kullanımı, güçlünün güçsüzü ezmesi, psikolojik yıldırma kombinasyonunun
en uç ve en vahim örnekleridir.
Yazının başında, ruh sağlığı bozuk, bilgisiz ve bağnaz kafanın, eline geçirdiği gücü
toplum yararına kullanması ihtimali çok düşüktür demişiz. Vazgeçiyoruz,
'imkansızdır' diyoruz!
11 Mayıs 2009
Neredesin eyy insanlık! Gazze'ye plaza dikemiyoruz!
Belli oldu ki; AKP yakıp yıkarak, Türkiye'yi iç-dış savaşa sokarak gidecek.
Belli oldu ki; AKP pirincin içine beyaz taşı karıştırıp da gidecek. Arkalarından Kemal
Kılıçdaroğlu değil Mustafa Kemal gelse, ayıklayamayacak.
Belli oldu ki; AKP, tüm provokatif gösterilerinde, türbanlı kadınları ve çocukları ön
cepheye sürmekten asla vazgeçmeyecek.
Bir kez daha belli oldu ki; AKP, Türk Ordusu'na tuzak üzerine tuzak kurmaktan son
nefesine kadar vazgeçmeyecek. Seçimleri biraz daha geciktirebilmek uğruna, Meclis'ten
'savaş kararı' çıkartma riskini dahi göze alarak gidecek.
---
Bir kere şu bilinmeli: Gazze'de Filistinlileri esir alan, İsrail'den ziyade Hamas'tır.
Çatışmalar da, İsrail'den ziyade El Fetih'le Hamas arasındadır.
Filistin halkı; roketatar yuvalarını, karargahlarını, çok çocuklu Filistinli ailelerin oturduğu
apartmanların ara katlarına kuran, sonra da "İsrail çocukları vuruyor" diye 'mazluma
yatan' Hamas'ın zulmü altında inlemektedir.
Gazze'ye Mısır üzerinden her türlü malzemenin sokulduğu 40 kadar tünel Hamas'ın
kontrolündedir.Tünellerden giren gıda, tüketim mallarını halkına karaborsa satan
Hamas'tır. İsrail'in ördüğü duvarın çimentosunu İsrail'e satan şirket Filistin Meclis
Başkanı'nındır.
Kendi halkına karşı Hamaslaşan, kendi halkını rehin alan, zulmeden, tüccar zihniyetli
AKP hükümeti, kendisini Hamas'a, Hizbullah'a ve hatta El Kaide'ye yakın hissettiğini
açıkça ifade etmiştir. İslami 'Error (erör) örgütü' AKP ile, islami terör örgütleri arasındaki
bu yanak yanağalık doğaldır.
Kâbem insan olduğundan ölenlere üzülürüm elbet. Ama şunu da bilirim ki;
O gemide, Van'da bir gün içinde asılmış bulunan dört kadını 'namus temizlemek' için
öldüren zihniyet de vardır.
O gemide; Yahudi - içki içen - şort giyen komşu istemeyen, ama şeriat özlemi uğruna
AB'ye girmek istiyormuş gibi takiye yapan zihniyet de vardır.
O gemide, müslümanın parasını "Bosna'ya, Pakistan'a yardım göndereceğiz" diye
toplayıp cebellezi eden, siyasi parti güçlendiren, tv kanalı kuran zihniyet de vardır.
O gemide, zina eden kadını taşlarken cennet hayalleriyle orgazm olan zihniyet de vardır.
O gemide, 'Şehit olacak çocuklar doğuracağım' diyecek kadar gözü dönmüş, gelecek
kuşaklardan 'ahirette şefaat' vaadiyle vazgeçmiş, din uğruna analık hormonlarını
kurutmuş zihniyet de vardır.
O gemide, kendi halkına zulmeden Hamas zihniyetinin İsrail'i provoke etmek amacıyla
kışkırttığı, kandırdığı 'niyazi'ler de vardır,
O gemide, TSK'nın onurunu kıran komploların aktörleri, bugün "Ordu göreve" diye
manşet atıp, TSK'yı savaş tuzağının içine çekmeye çalışan zihniyet de vardır.
O gemide, TSK'nın kozmik odaları talan edilip, seferberlik planları Amerikan beslemesi
medyaya servis edilirken badem bıyığı kıs kıs sırıtan zihniyet de vardır.
O gemide, İsrail'in icraatlarına 'devlet terörü' deyip de, AKP'nin devlet terörünü, siyah
jeep, villa, dolar karşılığı destekleyen zihniyet de vardır.
O gemide en çok da, 'yeşil' inşaat şirketlerine Gazze'de iş alanı açmak için debelenen
'tüccar' zihniyet vardır.
Şubat ayında Doha'da (ABD-İslam Forumu) hisli bir konuşması vardı Recep Bey'in.
"Ey insanlık neredesin! Gazze'ye niçin inşaat malzemeleri giremez, niçin inşaatlar
yapılamaz!" diye hem 'nefsine-şahsına' hem 'tüm insanlığa' sormuştu. Bu konuşmayı
yaparken, aklında yakın ilişkide olduğu hangi inşaat şirketinin menfaatlerini koruma
arzusu vardı, ben bilmem beyim bilir. Ne de olsa vatanı 'arsa', kendisini pazarlama
müdürü zanneden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
---
Tüm terör örgütleri gibi, günün birinde legal zeminde partileşip siyaset kulvarına dalan
Hamas, 2006 Ocak ayında ilk resmi ziyaretini Türkiye'ye yapmıştır. Çünkü, Recep Bey,
tüm dünyanın 'terör örgütü' listesindeki Hamas'a destek vermektedir.
Ocak 2009'da Recep Bey İsrail Başbakanı Olmert'e yalvarıyordu: "Aman Lübnan'da
Hizbullah'la bir gerilim yaşanmasın."
Velev ki Yahudi Cesaret Nişanı alabilmiş tek müslümandır, bir zamanlar Yasin el
Kadı'nın dizinin dibinde mutlu, ona da kefil olmuş Recep Bey, radikal islamcı terör
örgütleriyle yanak yanağa durmaktan vazgeçecek gibi değildir. Çünkü Recep Bey ve
partisinin, 'demokratik güç'le 'terör örgütü'nün tanımı konusunda kafaları karışıktır.
---
İşler bekledikleri gibi gelişmeyince Bülent Ar-hınç tvlere çıkıp utanmadan "Sivil
inisiyatiftir, hükümetle alâkalı değildir. Hükümetin demesiyle gitmiyorlar" diyerek
Hamas sempatizanlarıyla aralarına mesafe koymaya çalışıyor.
DTP, BDP ne kadar PKK'lı değilse, bu gemi yolcusu da o kadar AKP'li değildir.
O gemide AKP, o gemide Milli Görüş zihniyeti vardı. Gemi Türkiye değil Komor
Adaları bandıralıydı. Ha! Gemideki yabancılar mı? O kadarı PKK kamplarında da var.
"Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü hedef alan" İsrail saldırısı değil, bizzat "iyot gibi açığa
çıkan" Recep Bey'in kendisi, partisi ve nitelikli dolandırıcılık tarikatlarıdır.
Bu işler böyledir. Sen PKK'lı çapulcunun bile bitini kanlandırıp TSK'ya meydan
okutursan,
Türkiye'nin görüntüsünü 'şaşkın-sarsak-yalpalayan' ülke olarak dünyaya yansıtırsan,
Gemiye provokasyon için bindirdiğin vatandaşının canının önemi yoksa, İsrail ki
gaddarlığı tescillidir, gelir sana meydan okur. Olan da her zamanki gibi, gaza getirdiğin
türbanlı kadına olur.
Sen de Meclis savaş kararı almış da, seferberlik ilan edecekmiş havalarda ("Son
kararımızın hayırlı olmasını diliyorum") kürsülere çıkıp, hık mık sumak, lamba kümbe
der inersin.
1 Haziran 2010
AKP paniklediğinde
AKP panik içinde 'kapatma davası'nın sonucunu beklemektedir. Dışişlerimin Bakanı Ali
Babacan'dır.
AKP hükümeti tarihte bir ilki gerçekleştirir ve yolluk, uçak bileti ödeyerek Türkiye'nin
140 büyükelçisini Ankara'ya çağırır.
Domuz gribi henüz Misak-ı Milli sınırlarından içeri girmemiştir. Sağlığımın Bakanlığı
'tedbir almakta olduklarını' beyan etmektedir. Tedbir dedikleri, hastalığın kendisinden
daha tehlikeli olan aşısının ithalidir. Aşıyı Başbakan'dan habersiz ithal edecek olan
Sağlığımın Bakanı, ihtimal ki, domuz gribi paniğinden farklı bir panik de yaşamaktadır.
Ve ilahi bir tesadüf neticesi, aynı gün, ABD'den gelen bir uçaktan İstanbul'da inen Irak
asıllı iki turist, domuz gribi şüphesiyle hastaneye sevkedilir. Bir hastaneden diğerine
gönderilirken kaçar kaybolurlar.
Siirt'te küçük yaşta kızlara, hacıdede, kamu görevlisi, esnaf vs. yüzlerce erkeğin iki yıldır
tecavüz etmekte oldukları ortaya çıkar. Siirtliler, "adımız kötüye çıkmasın" diye
tecavüzlere göz yummaktadırlar. Emniyet, savcılık, soruşturmanın 'gizli' olması sebebiyle
bilgi vermemektedir.
Bu 'tecavüz dayanışması' toplumda infial yaratır. Zaten siyasilere, özellikle AKP'ye
duyulan tepki had safhadadır.
Halkın siyasileri protestosu "Ne geldin ulan!"dan bir basamak yukarıya, "Bu sana
Türk milletinin yumruğu" aşamasına taşınır.
"Yumruklama" Ahmet Türk'le başlar. Enerji Bakanı Taner Yıldız'la devam eder.
Dikkatinizi çekerim Aziz and Azize okur! AKP'liler her paniklediklerinde, internet, faks,
telefon vs. iletişim araçları yetmiyor veya bu araçlara güvenmiyorlar. Büyükelçi, vali,
emniyet müdürü, tüm üst düzey görevliler, izinde iseler izinleri iptal edilip Ankara'ya
çağırılıyorlar.
Yine bir 'ilk'e imza atılır ve Sanayimin Bakanı, Türkiye'deki otomotiv sektörünün tüm
temsilcilerini Ankara'ya çağırır.
İki yıl önce İngiltere kraliçesi Bursa'da 'Osmanlı'yla buluştu'ğunda söylenmişti bu cümle
"Bursa Detroit olabilir." Otomotiv sektörü temsilcilerinin neyin paniğiyle Ankara'ya
çağırıldığını bekleyip göreceğiz (*).
8 Haziran 2010'da Ankara'ya kimler çağırıldı biliyor musunuz? 81 ilin tüm inşaat
malzemesi satıcı temsilcileri.
Gazze'ye Recep Bey'in ısrarla sokmak istediği gemideki malzeme neydi hatırlıyor
musunuz?
Şimdi başta Hamas olmak üzere, tüm radikal islamcı terör örgütlerini yardıma
çağırıyorlar.
AKP'nin elinde, tehlikeli sulara gönderip ölümlerine sebep olduğu insanların kanı kadar,
İskenderun'da öldürülen Katolik din adamının kanı da vardır.
TBMM'de İsrail'i kınayan deklarasyonu imzalamakta bile zorlanan AKP, 140 büyükelçi,
81 vali, 81 emniyet müdürü, 181 hırdavatçı, 381 papazı Ankara'ya çağırsa panikleri
yatışacak gibi değil.
4 Haziran 2010
Hani fıkrası vardır; Amerikan yapımı uçak düşerken pilot anons yapar "Pliyz oksijen
maskenizi takın, canyeleğinizi giyin, başınızın dizlerinizin üzerine...' falan diye.
Arap teknolojisiyle yapılmış uçak düşerken de Arap pilot anons eder: 'Please repeat after
me. "Eşhedü en la ilahe illallah....". Durum o durum.
Hızla irtifa keybetmedeyiz ki, pilot oksijen maskesini taktı, lakin etrafındaki yalakalar
maskeye oksijen yerine yanlışlıkla karbonmonoksit pompalıyorlar. Pilot bilincini
kaybetti. Uçak Arap yapımı...
Birileri Hamas terör örgütü avukatlığına öyle bir soyundu ki, Arap-İslam dünyası dahî
isyan etti; "Arap olmayanlar bu işe karışmasın!"
Mısır'dan silah, yardım malzemesi girsin diye tüneller açılmış, tünelin sahibi Arap günde
40 bin Dolar kazanıyor. Tünelin sahibi de, giren ilacı, gıdayı halkına karaborsa satan da
Arap/Filistinli. Tekerine çomak sokulsun ister mi!.
Bugün günde 40 bin Doları Recep Tayyip Erdoğan'ın, Kemal Unakıtan'ın, Abdullah
Gül'ün, Melih Gökçek'in oğulları, damat Berat Albayrak kazanamıyor ki hepsi 14 yaşında
ticarete atılmış becerikli veledler (Y.N. Bizimkilere çocuk deniliyor, Arap'larınkine
veled).
Eli yüzü görünmeyen, tesettürlü, 'Şehit olacak çocuklar doğurmak için evleniyorum' diye
doğmamış çocuğuna zıbın yerine kefen biçen gelin kız yine Filistinli...
Neyse, ben kıçıkırık (amatör) bir köşe yazarıyım. Kanaat önderi falan belleyip Filistinli
çocuklara acımaktan siz vazgeçmeyin, ama -kusura bakmayın- beni ağlatamıyor
Eminanımı ağlatan Filistin görüntüleri.
Sil gözünün yaşını Eminanım! Kocan dünyaya posta koymuş bir 'halife' adayıdır artık!
Ama şunu da aklınızın bir köşesine yazınız ki; Türkiye'de 'tehlikeli işte çocuk
çalıştırma'nın cezası 904 YTL iken, eşiniz beyefendi ve şürekâsı, o cezayı geçen yıl
100 YTL'ne indirdiler.
Altı ay evvel İsrail'in inşa ettiği duvarın resimlerini gördükçe "Kendilerine yapılanı şimdi
Filistin'lilere aynen yapıyorlar" diye düşünüyordum.
'Kasabalardaki olimpik yüzme havuzlarında kullanılan klor miktarı uzun vadede sağlığı
ne cihetten etkiler' gibi...
Masayı devirip kalkmak iç siyasi manevra olarak gayet başarılıdır. Kömürün, bulgurun
yanısıra (benim ödediğim vergiyle) beyaz eşya dağıtımına da girildiğinde seçim yatırımı
olarak mükemmel senaryodur.
Lakin, -hamdolsun verdiğin internete-, her tür senaryonun açığa çıkması bilemedin 48
saat sürer. Devirdiğin masayı sana öyle bir kaldırtırlar ki, yerleri süpürmen yetmez bir de
yalatırlar.
Yerleri yalaman da yetmez, bir de çatır çatır günah çıkarttırırlar adama böyle.
Green Card'lı birileri Amerika'da halifelik rüyası, oksijen yerine carbonmonoksit soluyan
birileri de İstanbul saraylarında padişahlık rüyası rüyası görürken, Arap ayrı ayar veriyor,
Yahudi ayrı.
Şunları biz söylesek davulcu osuruğu gibi araya giderdi (köşe yazarı değil atom-altı-
yavrucuğu'yuz çünkü), ama Arap söyleyince ağırlığı olur herhalde. Arap olmayanlar bu
işe karışmasın!
Cemal Abd-el Nasır'ı falan bilmem ama birileri fena halde II. Kaddafi olmaya aday. Hani
şu Paris'in ortasına bedevi çadırını kuran, bize de 'Türkler AB'ye kadın için girmek
istiyor' diye fena halde ayar vermiş, patavatsızlıklarıyla, 'bedeviliğiyle' ünlü Kaddafi.
Mithat Bereket'in anlatmasına göre; beğenmediği bir soru ile karşılaşınca cinnet geçirip,
yakasındaki mikrofonu unutup, röportaj mahallinde basından kim varsa kameralarını
kırıp ellerine verdikten sonra yaka paça dışarı atan Kaddafi (bkz. Tayyip Erdoğan ve
medya).
Sabahın zıbarında yazıyorum, lafa yekun tutayım; 'Ölümüne Tayyip zulümüne Tayyip'
diyenlere karşı, hülleli-hileli yerel seçimler için seçmen listelerinde adımızı kontrol
etmeyi son ana bırakırsak, oy kullanacağımız sandığı önceden tespit etmezsek, sandık
kurullarında görev almazsak, sandıkların açılmasına müşahitlik etmezsek yine bu hırsız,
ahlak yoksunu partinin değirmenine su taşımış olacağız.
Makarayı üç yıl geriye sarıyoruz. Tarih: 25 Mayıs 2006. Yer: İstanbul Atatürk Havaalanı
kargo bölümü.
Yangın çıkar.
Önce yangının elektrik kısa devresinden çıktığı söylenir. İstanbul Vali Yardımcısı Vedat
Müftüoğlu, HAVAŞ'ın kullandığı kargo bölümünde, kaynak yapımı sırasında sıçrayan
kıvılcım nedeniyle çıktığını açıklar. HAVAŞ kendisine ait kargo bölümünde çıktığını
yalanlar.
Çıkış sebebi ve noktası konusunda rivayet muhtelif olmakla birlikte ortada ciddi bir
yangın vardır. İstanbul İtfaiyesi külliyen su olur havaalanına akar. Söndürme uçakları 180
sorti yapar.
---
İstanbul Altın Rafinerisi (İAR) Yönetim kurulu Başkanı Ömer Halaç, Atatürk
Havalimanı'ndaki yanan kargo terminalinde;
400 kilogram gümüş ve bir kasada uluslararası banka işlemlerinde kullanılmak üzere
yaklaşık 14 milyon Dolar civarında para bulunduğunu söyler.
Halaç'ın beyanına göre; Yangından hemen önce, Atasay Kuyumculuk 2.5 milyon Dolar
değerinde altının kargodan giriş işlemlerini yaptırmıştır. Erimiş olması ihtimali vardır
ama Atasay altınları sigorta kapsamındadır.
Ancak Atasay'dan bir yetkili, "Yurtdışından gelen bir miktar altınımızı kargodan
çekmiştik" der.
---
Ömer Halaç, 1996 yılında devlet tarafından kurulan İstanbul Altın Rafinerisi AŞ'nin
(İAR) çoğunluk hissesini 2002 yılında satın alan altın sektörünün 'altın çocuğu',
lideridir.
İstanbul Altın Borsası, hazine Müsteşarlığı ve Vakıfbank'ın da ortak olduğu İAR'ın yüzde
99 hissesi Halaç`a aittir (Hatırlatma: Deniz Feneri?ne gemi alımı için 1,7 Euro krediyi
de Vakıfbank vermişti. Zekeriya Karaman Vakıfbank Şube Müdürlüğü?nden emekli.
Deniz Feneri davasında Vakıfbank çok önemli. İstanbul Belediyesi de parasını
Vakıfbank'ta tutuyor).
Efendim, altın sektörünün iplerini elinde tutan Ömer Halaç'ın en büyük arzusu
Afrika'daki altını çıkartıp, ham altını rafine etmektir...Bu bilgiyi de koyun kenara.
İlaç, makarna, ekmek, simit alırken ödediğimiz KDV'yi altına, pırlantaya, elmasa
ödemeyenlerden.
Biz çocuğun altını değiştirmeyi biliriz, Recep Bey çocuklarının altınını değiştiriyor.
Yani, Cihan Kamer Recep Bey'in mali müşaviri, Ekrem Tosun da Cihan Kamer'in.
---
Başvekil Recep Bey "Son günlerde Sayın Kılıçdaroğlu şahsımın ismini zikrederek
kamuoyunda esrarengiz bir hava yaratmaya çalışmaktadır" diyor ya, Kılıçdaroğlu'nun
birşey eklemesine gerek yok, olaylara, bağlantılara zoom yapınca herşey esrarengiz bir
hal alıyor.
Mesela, "Havaalanı yangınından hemen önce Atasay altın getirmişti" diyen, altın
sektörünün lideri Ömer Halaç, tam da Afrika ülkelerinde altın çıkartmak üzereyken,
oradan getirilecek ham altını rafine edecek çalışmalar yaparken 38 yaşında, İstanbul'da
bir hastanede küt diye sıtmadan ölüyor (Mayıs 2008).
Halaç'ın ailesi "teşhiste gecikme" nedeniyle hastaneye 12 milyon YTL tazminat davası
açıyor.
Koç Allianz, havaalanı yangınından zarar gören 55 müşterisine milyonlarca YTL sigorta
ödemesini yapıyor, fakat Koç da konuyu yargıya taşıyor.
---
Yeraltı dedik, maden dedik... Az daha geri gidip filmi 2005 yılına saralım.
Ahaliden 'elmasın saf karbon olduğunu bilen çıkabilir düşüncesiyle, "Elmas yok, sırf
kömür işi" diyor.
Cihan Kamer'in Güney Afrika'daki ortağı Sumo Colliery S.A şirketinin Genel Müdürü
Vuslat Bayoğlu.
2005 yılında Güney Afrika'ya giden Başvekil Recep Bey onuruna Johannesburg'daki
Fethullah Gülen okulunda verilen davette, kömür madeni işleten, Cihan Kamer'in
ortağı Vuslat Bayoğlu da var.
Sumo Colliery firması 360 Dolar sermaye ile kurdurtulmuş ve daha sonra Melih
Gökçek'in Vakıfbank Genel Müdürü'ne kurdurduğu VAK-BEL'e kömür satmış bir
şirket.
Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sumo?dan kömür ithali için önce VAK-BEL'i, daha sonra
Cayman Adaları'nda, 10 bin Dolar sermayeli Black Diamond adlı bir şirket kuruyor.
Black Diamond, Sumo'dan aldığı kömürü üzerine kâr payı koyarak VAK-BEL'e satıyor.
Milliyet yazarı Serpil Yılmaz, 3 Mart 2005 tarihli yazısında diyor ki;
"Türkiye'ye silah ambargosu uygulayan Güney Afrika ile ilişkiler kötüydü.1998'de Melih
Gökçek'in daveti üzerine Pretoria kentinin Belediye Başkanı Joyce Ngele Ankara'ya
geldi. Ankara Belediyesi'ne bağlı Belko'nun, Güney Afrikalı bazı aracılara fahiş
komisyonlar ödeyerek, milyonlarca dolarlık kömür aldığı göz önünde bulundurulursa,
maksat kolayca anlaşılır."
---
Vakıfbank diyorsun, Recep Bey'in partisinin fena halde batağa saplandığı Deniz
Feneri'nin sponsor/aracı bankası.
Güney Afrika'da çıkarttığı kömürü Ankara Belediyesi'ne fahiş fiyata satan da, "Elmas
değil kömür ithal edeceğim" diyen de, şu an altın piyasasını elinde tutan da, Fetullah da,
PKK da hepsi elele bir çember olmuş, çemberin merkezinde Adalet ve Kalkınma Partisi.
Eylül ayında Safile Usul "Dün içime birden Kemal Kılıçdaroğlu'nun korunması gerektiği
hissi geldi" yazdığında "Yok canım sen de..." diye düşünmüştüm.
Şubat 2009
Genç tapucular huzursuz
?KAMER GENÇ-Ben dün burada söyledim, dedim ki: Bunlar (yeni kurulan Bezm-i
Alem, Turgut Özal, Sabahattin Zaim üniversiteleri) tarikat ve cemaat üniversiteleridir.
Son günlerde Kamer Genç'e saldırıların artmasının, Genç'in "Can güvenliğim yok"
feryadının altında, basına yansımayan bu konuşmalar da var.
---
Hür ve Kabul Edilmiş Hadjiwhatlar Locası, yani tarikatlar, 80 yıl sonra, arkalarından
nodullayan AB-ABD emperyalizminin de desteğiyle iktidarı ele geçirince, vergi ve
askerlikten muafiyet ile toprak bağışı konusundaki Osmanlı döneminde sahip oldukları
ayrıcalıkları geri almaya yemin billah ettiler.
Hiç bir meslek grubunu toptan töhmet altında bırakmak niyetinde değiliz amma,
'maklube aşıyla beslenmiş tapu memurları'nın katkısı olmadan bunca özel ve kamu
arazisinin tarikatlara devri mümkün olamazdı.
Tarikat evlerinde maklubeye lidocaine katılıyor olmalı ki, hadjiwhatlarda 'korku' faktörü
tamamen ortadan kalkmıştır. O korku ki horoza cinsiyet değiştirtip yumurtlatır,
memleketim tarikatlarında zerresi kalmamıştır...
Tüm korkular aşılıp, etik kurallar kolayca çiğnenir olunca da, 'çete'likten bir acele
'mafya'lığa terfi edilir.
Başlıktaki 'huzursuz tapucular' 'devletin üst düzeyinden yardım alan' mafya cinsidir,
diğerleri (hatta ufarak çeteler bile) üzerlerine alınmaya.
AKP (yani tarikatlar) özellikle belediyeleri ele geçirdikten sonra, yandaş tapu memurları
marifetiyle,
vergisi uzun süredir ödenmeyen ne kadar arsa-arazi varsa , yandaş tapu memurları
yardımıyla tek tek tespit ettiler.
Bahsettiğim, TMSF vs. aracılığıyla açıktan yapılan servet transferinin dışında kalan,
'görünmez' icraattır.
İki yıl önce Beykoz'da, mülklerinin tapuları için öldürülen zengin ihtiyarları hatırlıyor
musunuz?
Peki domuz bağının hangi islami örgütün cinayet yöntemi olduğunu hatırlıyor musunuz?
Beykoz deyince... Beykoz'un AKPli Belediye Başkanı, aynı zamanda İlim Yayma Vakfı
Başkanı. 2004'e kadar da İlim Yayma Cemiyeti Başkanlığı da yapmış (ne yaydığı,
'ilim'den ne anladığına bağlı).
Işığı üzerimizden eksik olmasın Uğur Mumcu, bu cemiyetle ilgili şunları yazmış:
Atatürk'ün vasiyeti hiçe sayılarak Dil ve Tarih kurumlarına el konurken akla gelmeyen
sakınca, demek "Süleymancılık tarikatı"nın mallarına el konmasını engelliyor. İşkenceler
için yapılan insan hakları yayınlarına kapanan kulaklar, Süleymancılık tarikatının
malvarlığı için açılıveriyor. "İrtica örgütleri arasında sayılan "İlim Yayma Cemiyeti"nin
kurucularından biri kimdir biliyor musunuz? Başbakan Özal!
Bugün Nakşibendi tarikatı kadar etkili hiçbir örgüt yoktur. Bu tarikat hakkında bir
Meclis araştırması açılabilir mi? Atatürk heykellerinin en çok dikildiği, düşüncelerinin
yok edildiği dönemleri yaşamıyor muyuz? Tekbir sesleri ile Atatürkçülük. Said-i Nursi
Hazretleri'ne yapılan övgülerle Atatürkçülük. Sağdan üç-beş oy alma uğruna solculuk
adına gerici sakalı sıvazlayan Atatürkçülük. İşte yasaklı ve kısıtlı demokrasinin ulaştığı
nokta budur."
Boşuna öldürmedi bu yobazlar Uğur Mumcu'yu.
---
AKP öyle bir dönemece girdi ki, kendisini iktidara getiren tüm güçler, faturayı önüne
koyup ödeme talep etmeye başladılar.
Ha! Bir de şu geliyor aklıma; Tapu Ataşesi yurtdışında tapu tescili yapıp, tapu tanıtımı
(hö!!) faaliyetinde bulunmayacaksa ne işle iştigal edecek? Yabancılara satılacak
arazilerin tanıtımını mı yapacak?
Ülke işsizlikten kırılırken, istihbari faaliyette bulunacak bir kuruma bile yabancı
uzmanlar atayacak olması, ancak bu misyoner psikolojisiyle açıklanabilir. Onlar Türk
kültürünün eseri olmayan, içimizdeki yerleşik yabancılardır.
Tapu memuru bile hükümetin yakasına yapışıp "Yaptığımın karşılığını ver" diyorsa, filim
bitmek üzeredir.
23 Nisan 2010
Dükkân senin! Shop is yours!
"Türkiye ile Ermenistan arasında mevcut sınır sorunu (the issue of the existing border
between Armenia and Turkey) yürürlükteki uluslararası hukuk normları çerçevesinde
çözülecektir." diyor.
Ermenistan'la aramızda sınır kapılarının açılması gibi bir sorun mu vardır yoksa sınırın
değiştirilmesi mi?
Türkçe Protokol'de;
"Bugün, Osmanlı hakimiyeti altında, milletimizin soykırıma kurban gittiği bir ülkeyle
ilişkileri normal bir kanala çekmeye çalışıyoruz.
Türkiye ile şartsız ilişki kurmak dışında alternatif yoktu. Bu zamanın gerektirdiği
(dictate) budur.
Türkiye ile kurulan hiç bir ilişki soykırım gerçeğini değiştiremez. Soykırım tanınmalı
ve lanetlenmelidir. Kurulacak komisyon, tarihçilerden oluşmamalı, hükümetlerarası
bir komisyon olmalıdır." diyor.
Komisyon tarihçilerden oluşsa; 1915-1917 arasında Ermenilerin öldürdüğü 580 bin
müslüman Türk'ün isim listeleri arşivden çıkartılıp önlerine konulacak. Osmanlı nüfus
kayıtlarına göre, o tarihte Anadolu'daki nüfuslarının 1 milyon 200 bin olduğu,
Patrikhanenin bu sayıya nasıl 1 milyon ilave ettiği belgelerle gözlerine sokulacak.
İki tarafa empoze edilen, tarih alt-komisyonu konusunda da farklı gibi...Ya Sarkisyan
araya reklam almış, ya bizimkiler baskı altında imzaladılar, bu konuda ne yapacaklarını
sonra düşünecekler. Ya da düşünmeyecekler...olayların akışına bırakacaklar.
Türkçe Protokolde;
Bu da iki tarafın farklı dayatmalarla, farklı metinlere imza attığını düşündürüyor sanki.
Ya Sarkisyan halkına yalan söylüyor, ya AKP hükümeti bize eksik/yanlış bilgi veriyor...
Türkçe metinde; "İki tarafa ait kültürel mirasın korunması ve ortak kültürel projelerin
başlatılması amacıyla harekete geçilmesi"nden bahsediliyor.
Oysa, iki gün evvel Nalbandian, UNESCO'da yaptığı konuşmada (**), Ermenistan'da
tarihi eserleri nasıl koruduklarından bahsederken, Azerbaycan'ı isim vererek, Türkiye'yi
isim vermeden şikayet ediyor:
"Ermeni halkı, yüzyıllar boyunca sayısız kültürel eserler meydana getirdi. Malûm tarihi
sebeplerden, bunların çoğu Ermenistan sınırları dışında kalmıştır. Ermeni tarihi
mirasını yok etme politikası yüzünden, evrensel değere sahip binlerce kültürel eser
kaybedilmiştir" diyor.
Oysa, bizim Reis-i cumhur Mr. Gül, bırak halka açıklama yapıp güvence vermeyi,
soruları "Bütün Kafkaslar'da işbirliği ortamı kurulur, iyiniyetle zorluklar aşılır" gibi
muğlak ifadelerle, mütebessim geçiştiriyor.
Sarkisyan;
"Türkiye, onay sürecinden çekilir veya şartlar ileri sürerse, Ermenistan, Protokol
nedeniyle tek taraflı yükümlülük altına girmeyecektir. Türkiye makul bir süre içinde
Protokol'ü onaylamaz ya da bütün şartlarını yerine getirmezse, Ermenistan
uluslararası hukuku harekete geçirecek adımları atacaktır.
(Elhamdülillah) Google yazarıyız ya, hemmen okura Google'da bir arama tavsiye edelim.
Sadece 'Armenia motherland' yazın, ilk sayfada gelen enformasyona şaşıracaksınız.
Lozan Anlaşması'nın imzalandığı masanın kafamıza atılmasıyla dannk eden süreç devam
ediyor.
("Masa da masaymış ha / Bana mısın demedi bu kadar yüke / Bir iki sallandı durdu /
Adam ha babam koyuyordu." Edip Cansever)
Hayır, yedi yıldır AKP'nin bir kez... sadece bir kez 'ulusal çıkar-ulusal güvenlik-ulusal
onur' gözetmiş bir icraatını görsem (ön dişimi kıracağım), rahatça arkama yaslanıp
seyredeceğim. Fekat, Amerika'ya "Dükkan senin (shop is yours)" demiş olmalarından
şeyediyorum...
Huzurlarınızda AKP hükümetine "Konuşmalarınız açık, şeffaf, net ve bilgi verici olsun.
Rektuma değil beyine hitap eden tek bir cümle kurun. İnandığınız Allah lillâh aşkına..."
12 Ekim 2009
Neo-Osmanlıyla bostan ekenin kıçı hıyardan kurtulmaz
Amerika da, çoğu batı ülkesi gibi yabancıların mal varlığını denetim altında tutuyor.
Office of Foreign Assets Control {Yabancı(ların) Malvarlıklarını Kontrol Bürosu} ABD
Hazine Bakanlığı'na bağlı bir birim.
Malvarlıkları kontrol altına alınan yabancı şahıs, dernek, vakıf listesi aşağıda (*),
bakarsınız. Çoğu islami dernek, çoğu Arap ismi olmak üzere 428 sayfalık liste.
ABD, AKP ile PKK arasında bir seçim yapmak durumunda kalmış ve önümüzdeki 3-5
yıl daha hizmetlerine ihtiyacı olduğu cihetle AKP'yi seçmiştir.
Bildiğimiz kadarıyla, AKP henüz açıktan 'beyaz' işine girmedi. Şimdilik, arazi/imar rantı,
ihaleden komisyon, medya, altın, elmas, enerji, her türlü pazarlama işi, yardım toplayıp
cebellezi etmek gibi faaliyetlerden ekmeğini çıkartıyor (çoh ekmeh yir bunnar!).
Dolayısıyla, AKP, henüz uyuşturucu pazarında ABD'ye rakip değil.
Oysa PKK, en az 25 yıldır 'beyaz' işiyle iştigal ediyor (de mi le kirvo?). ABD bu cihetten,
PKK'yı piyasadan silmeye niyet etmiş-niyet eylemiş olabilir, biiiir!
ABD, Kuzey Irak'tan asker çekip, bölgeyi XE (eski adıyla Blackwater) denilen katil
ordusuna emanet edeceğinden, askerini de Türkiye üzerinen geri çekeceğinden, şimdiye
kadar kendisine hizmette kusur etmeyen AKP'nin hizmetlerine eskisinden fazla ihtiyaç
duyacağı bir döneme giriyor, ikiii!
Eh, PKK'yı -yani terörü- ortadan kaldırırsa, bu da AKP'nin başarı hanesine yazılacak ki,
'açılım' olayını patlatıyor.
Yalnız ve güzel ve haczedilmiş ülkem öylesine cahil, ehil olmayan ve görev sınırlarını
keyfi düzenleyen adamların eline düştü ki, kediyi yıkarken sağ korlarsa sıkarken mutlaka
öldürüyorlar.
'Görev sınırı' deyince, Macaristan'da şahit olduğum bir kavgayı anlatacağım da, buna
'kavga' demek ne kadar doğru olur emin değilim.
Genç bir adam marketin kapısından koşarak çıktı, kaçıyor. Arkasından marketin
üniformalı güvenlik görevlisi fırladı. 20 metre sonra adamı yakaladı, birlikte yere düşüp
kaldırımda yuvarlanmaya başladılar.
Güvenlikçi, adamın cekedinin içine sakladığı neyse onu almaya çalışıyor, hırsız da o şey
neyse onu vermemeye çalışıyor. Birbirlerine asla vurmuyorlar. Bırak vurmayı, küfür bile
etmiyorlar. Biri almaya çalışıyor öbürü vermemeye...
On dakika yerlerde yuvarlandılar. Sonunda güvenlikçi hırsızın cekedinin içinden bir şişe
şarap çıkarttı, hiçbirşey söylemeden üstünü başını düzeltip dükkana döndü. Hırsız da
kalktı, yürüdü gitti.
Güvenlikçi de hırsız da yaptıkları işinin ehliymiş, görev sınırlarının içinde kaldılar. Hırsız
sadece hırsızlığını yaptı, çaldı ve geri vermemeye çalıştı. Güvenlikçi de dükkanından
çalınan malı geri almaya. Birbirlerine zarar vermek, hakaret etmek, öldürmek gibi
niyetleri yoktu.
"İşinin ehli olmak" işte böyle birşey. Büyük ölçüde, işinin sınır çizgilerini ihlal
etmemeyi ve insan onurunu zedelememeyi gerektiriyor.
"Aile bizim için çok önemlidir, üreyin" diyorlar, ev kadınları kerhaneye sermaye
olmaya sıraya girdi, bebek cesetleri çöpten toplanıyor, hergün 13 yaşındaki kızını
pazarlayan bir başka ailenin haberi medyada...
"Ankara'yı nasıl modern bir şehir haline getirdik" diyorlar, 1950'lerin Ankarası bal
dök yala, şimdiki Ankara köhne, yoksul, derme çatma bir şehir. Melih, Ankara'yı batırıp
İstanbul'u başkent yapmaya destek misyonunu yerine getirmiş...
Bir yandan "İnternet hızlanacak, şöyle uçacak böyle konacak" diyorlar, ülkenin
Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zat ekip kurmuş, gazeteyi internetten okuyan
yorumcunun IP adresini-adını tesbit ettirmeye çalışıyor.
TÜİK çalışanlarına 'gizlilik yemini' ettirdiler, rakamlarla istedikleri gibi oynayıp "Kişi
başı gelir 10 bin dolar, enflasyon yüzde 9" yalanı söylettiriyorlar. Oysa yoksul insanlar
artık 75 milyonun gözü önünde, televizyon stüdyolarında, yalvararak dileniyor (Bkz.
Show Tv- "İhtiyacım Var"). En fazla acındıranın sadakayı kapacağı, yalvartan, insanı
küçülten, insan onurunu paspas etme konusunda "Yardım edin Mem'dali Bey"i fersah
fersah aşmış rezillikler.
Eski Bakan yeni muhalif Kemal'in oğlu Abdullah Unakıtan'ın kullandığı arabanın ezdiği
dört kişi trafik şehidi(!) istatistiklerinde bir rakam.
Adam aklınca Yahudilere iltifat etmeye kalkıyor, ülkedeki Yahudi azınlığı rahatsız
edecek, anti-semitizme cesaret verecek laflar ediyor.
İSKİ, Teşvikiye Caddesi'ni atık su kanalını rehabilite etmeye kazıyor, yeraltında bin 200
kabloyu kopartınca elektrik, telefon şebekesi çöküyor.
AKP Genel Başkanı'nın karısı "Haydi Kızlar Okula" kampanyasıyla kadınları okula
gitmeye değil, kadınlara mahsus, kısa dönem okuma-yazma kurslarına gitmeye
teşvik ediyor.
Aslında "Okuma-yazma öğren, 10'a kadar saymayı bil yeter" deyip, kadınları
okuldan uzaklaştıran bir proje.
İnsan hayatının hiç önemi yok gözlerinde. Her sözleri yalan, her icraatlarında 'sahte',
'beceriksiz' ve 'yıkıcı-öldüren' birşeyler var. Hepsi hırsız, ama işinin ehli bir hırsız bile
yok içlerinde.
Alın tam üyeliğinizi, münasip her deliğinize sokun. Bu cümlemi de 'ifade özgürlüğü'
kapsamında değerlendirin bitte, please, s'il vous plait.
Rabbime sordum...'De get la!' dedi
Ne zamandır aklıma takılan abuk sorular vardı. Rabbime sordum, "De get, kendilerine
sor!" dedi.
......
Şimdi halkların kendi geleceğini tayin hakkı, özerklik, bağımsızlık, Kürt dili, Kürt
kültürü diye cart curt eden Kürtlere (Kürt derken hala ırkçılık-ayrımcılık yapıyormuş gibi
rahatsız olarak) soruyorum:
Kürdistan dediğiniz Kuzey Irak siyasi ve kültürel olarak bağımsız mıdır? Sizin
düşündüğünüz 'bağımsızlığın' benzer ya da benzemez yanları nelerdir?
......
-Gümüşlük, Tavşan Adasında yapılan kazılarda 2500 yıllık tapınak, mezar alanı,
-Mardin Kızıltepe'nin Sürekli Köyü kanalizasyonu kazıldıkça altın sikke dolu küpler
çıkıyor.
Ramazan'da Hırka-i Şerif'in "son ütücü yaktı" bahanesiyle halka gösterilemediğini de
biliyoruz.
Müzelerde veya kazı yapılan yerlerde bulunan tarihi eserleri de (yabancıya) satıyor
musunuz?
(Okura soru: Ehl-i müselman henüz tarihi eser kaçakçılığına girmediyse, bu soruyla
eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmüş olma ihtimalimiz var mıdır?)
......
İngiltere?de hemşirelerin yüzde 66?sı kendisine domuz gribi aşısı yapılmasını istemiyor.
Sebebi; aşının içinde adjuvan madde olarak skualen bulunması. Skualen; bağışıklık
sistemi hastalıklarına neden olabilen, Amerika'da kullanımı yasak bir madde. .
Bu sorum, 43 milyon doz aşı satın alan, altı çocuklu Sağlığımın Bakanı?na:
......
-AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen (belli ki hayran olduğu) Kevin Costner?ın
Kürt açılımına destek verdiğini muştuluyor. Adam menajeri aracılığıyla "Vat iz opıning
ap? Öyle birşey demedik" açıklaması yapıyor.
-Zahid Akman, cekedi fırlatıp biri kadın iki RTÜK üyesinin üzerine yürüyor. Kadın
üyeyle çarpışma göğüs göğüse cereyan ediyor.
-Ar-hınç, anaokulu çocuklarıyla konuşurken, adı Ahmet olan bir çocuğa Sayın Ahmet
Necdet Sezer'i ima ederek "Necdet?i de var mı?" diye espiri (!) yapıyor.
Vekillere mazbatası, üst düzey görevlilere görev verilmeden önce; "işlem yapma
ehliyeti bulunup bulunmadığı, akli melekelerinin ve ruh sağlığının yerinde olup
olmadığı"na dair doktor raporu istenmesinin zamanı gelmemiş midir?
......
Sinirli Sorunlu (SS) Serokvezir Recep Bey, "Ben Yahudileri çok inceledim. Yahudilerin
çok ciddi keşifleri var. Oturdukları yerden para basıyorlar. Telefonun geçmişinde
ve ampulün geçmişinde bunu görüyorsunuz. Hala onun rantını almaya devam
ediyorlar." (Hööö!) buyurmuş.
1-İçinde para, rant yahut G3 teknolojisi geçmeyen bir cümle kurabilir misiniz?
Kuramıyorsanız neden?
4-Yahudilerin hem yaşadıkları ülkeye, İsrail vatandaşlığı alanların ayrıca İsrail'e de vergi
ödediğini biliyor musunuz? Ebu Dallama Hazretleri tarikatlarına da, Türkiye
Cumhuriyeti'ne vergi ödemeyi tavsiye eder misiniz?
......
"Bu, toplumun vergileriyle parasını verdiği devleti ve onun çok önemli bir kurumu olan
askeriyeyi denetleyemiyoruz. Hâlbuki demokrasi denen rejim, verilen vergilerin kuruşuna
kadar denetlenmesi, devletin bu parayı nasıl harcadığının bilinmesi demek." yazmış.
Sizce, AKP hükümeti, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu?nun
üzerindeki baskısını aşabilecek kapasiteyi haiz midir?
......
1998 Ocak ayında, literatüre Great Icestorm olarak geçen Montreal buz fırtınası
felâketinde oradaydım. Buz yağmaya başlamadan önce, hava gündüz eksi 30, gece eksi
40 santigrad civarıydı. Ve bir hafta süren buz fırtınası başladı.
Ağaç dalları, binaların dış yüzeyi, arabaların üzeri birkaç saat içinde kalın buz tabakasıyla
kaplandı. St Laurent nehri taştı. Montreal'e elektrik veren üç ana direk buzun ağırlığından
yıkılınca şehrin elektriği kesildi. Binalar elektrikle ısındığından kaloriferler de söndü.
Şakası yok, Kanada kışından, eksi 30-40lardan bahsediyorum. Elektrik yok, ısınma yok.
Her bir ağaç dalı kristalden fil bacağı gibi olmuş, asırlık ağaçlar kırılıp devriliveriyor.
Koca Montreal, o elektronik medeniyet, 24 saat içinde çatır çatır çöktü. Arşivlerden
görüntüler için aşağıda link verdim.
Buz fırtınası felaketinde, devlet ilk 24 saat içinde derhal organize olarak şunları yaptı:
-Bina cephelerini kaplayan buzu kırmaya, dalları kırılan ağaçları kesmeye başladılar.
İkinci gün Amerika'dan da itfaiyeciler, askerler yardıma geldi.
-Şehrin elektriği kesilmeyen bazı banliyölerinde sıcak yemek servisi yapan restoranların
adresleri anons edildi.
-Kanada'da her evde en az bir buz hokeyi oyuncusu olduğu bilindiğinden, halka sokağa
çıkarken kask kullanmaları önerildi (kask takmayan birkaç kişi kırılıp düşen ağaç dalları
yüzünden öldü).
-Evden çıkmamakta ısrar edenler, günde iki kez kapıya gelen itfaiyecilere tekmil verdi.
İtfaiye, listede o adrese kayıtlı herkesi görmek, sağlığından emin olmak istedi.
-Radyo aracılığıyla, insanlar arasında korkunç bir dayanışma ruhu yaratıldı. Şömineli
evlerde oturanlar, hiç tanımadıkları insanlara kapılarını açtılar. Bir haftaya yakın
evlerinde barındırdılar. Bir Türk olarak, o türden bir dayanışmayı sadece savaş
filimlerinde görmüştüm.
-Ve en önemlisi de, radyolar o şartlarda bile mizahı elden bırakmayıp insanlara moral
verdi. Sırtımızda battaniyelerle mum ışığında otururken, sex shopların önünde sıraya
girmiş Montreallilerle yapılan söyleşilere güldük. Marketlerde mum kalmayınca, penis
şeklindeki mumlara aşırı bir talep olmuştu.
Kanada kışının ortasında, bir hafta süren felâkette sadece 30 kişi öldü. Ölenler; inatla
evini terketmeyenler, propan ısıtıcının gazından zehirlenenler ve kasksız sokağa çıkıp,
kırılan dalların altında kalanlardı.
Yetkililer karla, buzla mücadele eder, ölümleri engellemeye çalışırken şu kararı aldılar:
"Montreal daha önce böyle bir felaketle karşılaşmamıştı. Bir kez olduğuna göre bundan
sonra da olabilirdi. Bu şehrin elektrik dağıtımı yeraltından yapılmak zorundaydı."
O noktada Türk aklımızla anladık ki; çöktü sandığımız medeniyet katiyyen çökmemiş.
Yöneticiler rant peşinde değil, gerçekten insana hizmet peşinde olunca, her hizmet
insanın sağlığı, rahatı-mutluluğu ince ince hesaplanarak yapılınca medeniyet çökmezmiş
meğer. Medeniyet; doğayla itişe kakışa mücadele etmek değil, doğanın hiddetlendiği
anda verebileceği zararı hesaplayıp, doğanın kurallarına göre oynamakmış. Ve
medeniyet "doğaya boyun eğmiş, kabullenmiş bir alt-yapı"ymış meğer.
---
İstanbul'da aklına beton dökülmüş, türbanlı, AKP seçmeni bir kadın, kameralara "Bu
mallar oruç tutmayanları malları. Bunlar bize haktır!!" diye bağırıyordu. Can Yücel
sağ olsaydı, "Mal sensin hak da sana gir...gelsin" derdi herhalde.
O kadının oy verdiği, iyi kötü mevcut alt-yapıyı bile insanın aleyhine çevirebilecek
zihniyetteki AKP'li adamlar; "Dereyi ıslah edeceğiz" dedikçe tüylerim diken diken
oluyor. Dereye kinlendiler. Derenin intikamıymış...yok devenin intikamı!
Etme kardeşim! Dere mere ıslah etme! Sen bir şeyi ıslah etmeye kalkınca bilim adamını,
mühendisi falan dinlemezsin, ihaleden cebine girecek komisyona bakarsın! Islah etme,
bırak dağınık kalsın!
Kentsel dönüşüm diye, kendine rant alanı yaratacaksın diye eko sistemi yıktın. Bu
coğrafya senin manyakça üremeni, genişlemeni kaldıramaz hale geldi. Dereyi ıslah
edecekmiş! Dön kuyruğunla oynaş birader!
Bundan sonraki seçimlerde de buzdolabı yerine Zodyak bot dağıtırsın, bulgur yerine de
3G teknolojisi bilmemne...onu da artık hangi G'sine yerleştirir halkım kendisi bilir.
---
Topbaş'ın mimar, doktor diye şişirilmesine bakmayın. Orta-lise imam hatip, sonra
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Mimarlık okumaya başlayana kadar formasyon
tamamlanmış yani.
Ankaralılara "Mazgallarınızı temiz tutun" talimatı veren Melih'e de; Emrin başım üstüne!
Ben sokaktaki mazgalları temizleyeyim, sen de bir zahmet şu ütüleri yap. Fırındaki
böreğin üstü pişince tersyüz ediver!
İktidar sahipleri vicdanlarıyla birlikte ruh ve akıl sağlığını da kaybetti. Hepsi şizotipal-
histrionik-narsist adamlara dönüştüler. Önce birinde başladı, yedi yılda hepsine bulaştı.
Kendilerine çamur tedavisi yazıyorum. Yatıp yuvarlansınlar. Göl laleleri!!
14 Eylül 2009
Muvazzaf subaylar yağmur duasına çıkmış!
Muhallebici Topbaş Silivri'deki sel baskını için CHPli belediyeyi suçladığı an da, Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu'nun İstanbul'da -AKP'nin seçim hileleriyle- kaybetmiş olmasına
sevindim.
İSKİ Genel Müdürü "Poroblem yok afat oldu" dedi (problemi aynen böyle telaffuz
etti). Muhallebici Topbaş daha bir krematoryum kapağı pişkinliğinde; Silivri'deki selden
CHPli belediyeyi, İstanbul'daki felâketten 'insanoğlu'nu sorumlu tuttu. AKPlilerin
'insanoğlu' olmadığını çoktan anlamıştım da, yazamıyordum açık açık.
AKPli fırın kapakları, Ankara'yı 15 yıldır târ-ü mar eden adamları Melih'i suçlamamak
için "Sel felaketinin sebebi Ergenekon terör örgütüdür. Muvazzaf subayların
yağmur duasına çıktığı istihbaratını aldık" diyebilirler.
---
Ganj'ın debisinin düşük olduğu dönemlerde, erozyonu önlemek için Hintlilerin daha
sonra aldıkları bütün tedbirleri doğa yuttu. Düzeni bozulmuş su akışını bir daha
düzeltmeleri mümkün olamadı.
Türkiye nüfusunun en az yarısı bu hükümeti ortadan kaldırmak için kolunu vermezse ben
de birşey bilmiyorum. Görevini yapması meselesine gelince, kendi içlerinden henüz
çıkmış Abdüllatif Şener biraderleri soruyor: "Bu hükümet kime çalışıyor?" diye.
Sahi kime çalışıyor? Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışan, kime çalıştığı belli
olmayan bir hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs edildiyse bu neden suç olsun?
Yok yok! Hakikaten, ya insansın ya mürteci, ikisinin arası yok. Selden dolayı TSK'yı
nasıl suçlayacaklarını gerçekten merak etmeye başladım. "Muvazzaf subayların
yağmur duası yüzünden" deyip (birkaç albayı gözaltına almazlarsa) ne diyecekler
acaba!
9 Eylül 2009
Beygir üstünde Hayrünnisa Hanım
Hayrünnisa Gül, gelir getirici bir işte çalışmadığından, herhalde mutfak bütçesinden
biriktirdiği parayla, bundan 14-15 yıl önce, (Recep Bey İstanbul Belediye Başkanı'yken)
İstanbul-Akfırat'ta arsa satın alır.
Türkiye'yi ticari mal zannetmekte olup, sık sık Türkiye'yi marka yapmaktan bahseden
Başvekil de, 2003 yılında, yine bir "İstanbul'u marka yapacağız" konuşmasıyla işte bu
Akfırat'ta Formula 1 pistinin temelini atar.
"Hikâye, 2000 civarında bir grup cingözün Formula 1'i Türkiye'ye getirmek
için bir şirket kurmasıyla başladı. Bu cingözler yalan dolan istatistikler
uydurarak Formula 1'in Türkiye için kârlı bir iş olduğu izlenimini yaydı. Oysa
Formula 1'in yıllık gelirinin pistin bakım ve işletme giderini bile
karşılayamayacağını biliyorlardı.
Evet, Metin Münir bunları bulmuş, yazmış. Akfırat skandalı bu kadarla kalmaz...
O ne hayırlı bir tesadüftür ki; pistin temeli atılır atılmaz Akfırat Beldesi'nde arsa fiyatları
zıplar. Pistin etrafındaki imara açık alana adı rezidans'la, konak'la biten villa siteleri
kondurulur.
2009 Ocak ayında, 400 Jandarma'nın Akfırat Belediyesi'ne yaptığı bir baskında, Akepeli
Belediye Başkanı Hilmi Yıldız ve daha 25 kişi tutuklanır.
Akfırat Belediye Başkanı'nın kasasından, eski Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in
kendisine arsa alması için verdiği vekaletnameler çıkar.
Hayrünnisa Gül'ün de Akfırat Beldesi'nde arsa aldığını, -biz saflar- bu aşamada öğreniriz.
Nedense Gül Hanım'ın arsasına ait vergi ödeme makbuzları Akfırat Belediye
Başkanındadır. Gül Hanım "Arsaları birikimimle aldım. Belediyeciyi tanımam.
Tapular (dikkatinizi çekerim birden fazla tapu), vergi makbuzları bendedir" der.
Arsanın yeri, değeri hakkında açıklama yapılmaz.
Formula1 tezgahıyla Akfırat'ta kimlere özel rant yaratıldı, herhalde bunun belgeleri de
yakında birilerinin alnına çivilenecektir.
Benim kanıma dokunan başka birşey var burada. Formula1'in Türkiye'deki 'elit'lere
"Gelin bilmemne marka arabanın son modelini görün" çağrısı yaptığı halde 'elit'in bir
mensubu (!) olarak benim çağrılmamış olmam...
Oysa, Türk toplumunu ilmek ilmek çözmeyi tezgahlayan bir Soros vakfı enstitüsüne göre
fena halde 'elit'im.
Soros çocukları; 'Seçkinler (elit) kimleri, neden, nasıl ötekileştiriyor' başlıklı bir
araştırma yapacaklarmış. İlanında diyorlar ki; "...prestijli okullarda okumuş, iyi meslek
sahibi, aslında yüzü Batı'ya dönük seçkinlerin, neden Türkiye'yi ilgilendiren siyasi
konularda Batı'ya şüphecilikle yaklaştığını anlamaya çalışacağız."
Demek ki yarım milyon dolara otomobil satan için 'elit' o arabayı alacak maddi güçte
adamken, Soros çocukları için elit, Türkiye'nin ulusal güvenliği, ulusal çıkarları söz
konusu olduğunda Batı'yı bilen ama Batı'ya güvenmeyen eğitimli, şehirli orta sınıf.
Cidde'de yaşadığı yıllardan bilir herhalde; İslam ülkelerinde kadınlar ata, bisiklete,
motosiklete kendisinin yaptığı gibi bacakları açık binemezler. Ancak bir erkeğin
arkasında, bacakları bitişik, yana sallayarak oturabilirler.
Halk kadını Hayrünnisa Hanım, kadınları ata bisiklete yan bindirecek, ülkeyi mayına yan
bastıracak adamlara koltuk değneği olurken, ben salak elit (!) onun spor yaparken
bacaklarını sonuna kadar açabilme hakkını savunmaya çalışırım.
Yedi yıldır "Türkiye'yi marka yapacağız" diye konuşan, marka saplantısıyla kıvranan,
kültürel, zihinsel boşluklarını pahalı markalarla doldurmaya çalışan AK insanlar
bunlardır işte. Kadını erkeği hepsi asfalt karasıdır bunların.
Sırf yarış pisti için toprağa gömülen 400 milyon Dolar, yılda 13,5 milyon Dolar kira
ödemesi, 95 milyon Dolar Formula 1 derneğine ödeme...Hepsi bu halkın
parasıyla...Bunların iktidarından fayda uman da bana 'elit' diyen Soros vakfı aydınları (!).
Çakmak satıcısından asfalt danışmanı çıkartıp adamın cebine milyonlarca Euro koyan
asfalt karası adamlar AK, ülkenin ulusal güvenliği söz konusu olunca Batı'ya şüpheci
yaklaşan insanlar 'elit'...
Terör örgütü elemanı olmaktan tutuklu aslında aydın ve madalyalı kahraman, onu
yargılayan mahkemenin gizli tanığı kardeşini kesmiş, annesinin ciğerini yemiş 80 suçtan
sabıkalı, bölücü teröristin önde gideni...
Milletin dini inanç nedeniyle zekat diye verdiği milyonlarca Euro'yu cebellezi eden
namuslu, AK, bu dolandırıcılığı açığa çıkartan iftiracı...
Atatürk'ün elindeki sigara sansüre tabi, kanlı cesetleri ekranda göstermek serbest...
Medyanın genel ahlak kurallarına uygun yayın yapmasını denetleyecek olan adam tescilli
kumarbaz, dolandırıcılık şirketinin kasası, öte yandan haberler artık gecelikle yatakta
sunulacak kadar erotik...
Bu karışıklıkta Hayrünnisa Hanım'ın kafası da karışmış olmalı ki; tutmuş terörle
mücadelede 20 yaşında öldürülen gençlerin anneleriyle teröristlerin ailelerini bir araya
getirmeye kalkmış.
Duyduysa eğer, Şehit Anneleri Derneği Başkanı Pakize Akbaba'dan almış cevabını:
Asfalt Karası Parti'nin 'barış' projeleri bile bölücü. Atlantik ötesinden tıkma akılla bu
kadar oluyor Aziz and Azize okur!
Yine sazan mevsimi geldi!
Of off off! Yine sazan mevsimi geldi herhalde. Şalteri indirdik, durduk, Recep Molla'nın
'siyasi etik' ten, 'edep'ten bahsetmesine kilitlendik.
Bakınız tehdit etkisini derhal gösterdi. Artık Akepe demeyeceğim. Bundan böyle benim
için Alttan Kepçele Partisi var.
Siyasi etiği, edebi giderayak hatırlayan nitelikli dolandırıcılık çetesinin pek yakında
hukuku da hatırlayacağını tahmin ediyorum.
Sayelerinde Sünni-Vahabi islam cenderesinde geçirdiğimiz son altı yılda; 9777'si erkek,
6061'i kadın, toplam 16 bin 38 kişi intihar etti. Kırılan rekorlardan biri bu.
2007'de 210, 2008'de 528 çocuk kaybolurken, 2009 yılının ilk beş ayında kayıp
çocuk sayısı 645. Ya fuhuş-uyuşturucu çetelerinin elindeler ya organ mafyasının.
Buna bir de teröristin katlettiği askerleri ekle... Ekonomiyi, soygunu, talanı falan
bıraktım, sırf kaybettiğimiz canlardan bahsediyorum burada.
Yine sazan mevsimi geldi. Alttan Kepçele Partisi'nin Genel Başkanı siyasi etikten,
edepten bahsediyor. Bazen mazohist olduğunu düşünüyorum kendisinin. Nasıl suratına
çarpılacağını bile bile etti bu lafı.
Daha dün Vekil olmadığı, Meclis dışından Dışişleri Bakanı atandığı için oy hakkı
olmayan Davutoğlu'nun yerine başkasının Meclis'te sahte oy kullandığı ortaya
çıkmadı mı?
Bu hafta sonu 50 bin seçmen mini yerel seçimlerde oy kullanacak. O beldelerin, ilçelerin
çoğunda seçim sonuçları hangi nedenle iptal edilmişti acaba?
Yandaş-dindaş yazarlar yerel seçim sonuçları açıklandıktan sonra "İstanbul'u Ankara'yı
VERMEDİK" yazarlarken halkın oyuyla ALINMIŞ olanın VERİLMEDİĞİNİ kıs kıs
tescillemediler mi?
Herşey bir yana, kısa vadeli ticari çıkarlar uğruna ulusal güvenliği tehlikeye atmayı, ulus
devleti sömürgecinin ucuz köle pazarı haline getirmeyi hangi siyasi etiklerine sığdırdılar
acaba?
Recep Molla'nın şahsında Akepe, Türkiye ile akli bağlarını tamamen koparmış bir
partidir.
Bu ülke ile duygusal bağ kuramadıklarının en önemli kanıtı da Unakıtan'ın "Ne banka
bırakacağız, ne fabrika, ne de işletme. Liman da bırakmayacağız, hepsini satacağız.
Babalar gibi satarım, 20 bin dolar veren kızımı alır" sözleridir.
Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 26 Nisan 1999 tarihli, 1997/514 Hz., 1999/98
Es., 1999/78 sayılı iddianamesinden bir cümle alıntılıyorum;
"ERNK'nin PKK terör örgütünün yurt içinde ve yurtdışında legal ve illegal bazda
sürdürdüğü eleman temini, taraftar desteği sağlama ve kitleselleşme faaliyetlerini
yürütüp, partiye mali ve lojistik destek sağladığı, bu amaçla birçok yasal görünümlü parti,
demek ve vakıf gibi örgütleri kontrol altında tuttuğu..."
Şimdi bu cümleden ERNK'yı çıkartıp Deniz Feneri e.V., PKK terör örgütünü
çıkartıp Akepe koyun. Anlamda bir kayma oluyor mu?
Ey ashâb-ı mütalâa, ey Aziz and Azize okur, bu cümleyi okurken PKK'nın dışında
oluşumlar düşündüğünüz de oldu mu?
Alıntılar Abdullah Öcalan'ın iddianamesindendi.
Alttan Kepçele Partisi mollalarının, siyasi etiği, edebi hatırlamaya başlamışken hukuku
da hatırlamalarında sonsuz fayda mülahaza ediyorum. Kendi partilileri bile isyan
halindeyse, sazan mevsimi bitmiştir.
Sazan'dan sonrası hazan!..
---
Kayda Değer Sözler: "Bayılıyorum Türk aile yapısı, örf ve ananelerimiz, aman da aman
kutsal değerlerimiz, ahlakımız fikrine dayanan önermelere. Ulan gavat senin şahane
örflerinle kızlarını 3-5 kuruşa başlık parası adı altında ona buna peşkeş çekenler pezevenk
olmuyor da, canı askılı blüz giymek isteyen kadınlar mı orospu oluyor?"
-Ekşisözlük-
Zincir, takoz ve çekme halatı
Eli temiz, naturası sakin adamın klasöründeki belgelere dayanılarak 'Siyasette Ahlakı
Egemen Kılma ve Yalanın Uzun Ömürlü Olamayacağını Gösterme Toplantısı'
düzenlenir. Lâkin, kurallar önceden titizlikle belirlenerek bu toplantının düello'dan
ziyade düet letâfetinde olması sağlanır. Çünkü, toplantı sonrasında yapılacak "Medya
siyasette seviyeyi yükseltti", "Özgür medyanın gücü sayesinde Türk demokrasisi kazançlı
çıktı", "Medya medeni üslubu getirdi" konuşmaları hazırdır.
Temiz ve sakin adamın elindeki gerçek belgelere, çift faturalı çifte kavrulmuş naturalı
TIR Beyi -pardon- Mir Beyi, bir buçuk saat boyunca 'fabrikasyon' ve hatta 'namevcut'
muamelesi çeker.
Halkın suçu algılama, yok sayma, unutma ve affetme eşiği, sahte faturadan, vergi
kaçakçılığından, hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, hayali ihracattan, nüfuz ticaretinden, imar
rantından, kara para aklamaktan vs. çok çok daha yukarılara, eroin kaçakçılığına kadar
yükseltilmiştir.
25 Eylül 2008 tarihinden itibaren; (AKP'li) siyasilere, halkın gözünde her türlü itibar
infazı çabası boşuna olacaktır.
Uyuşturucu kaçakçılığı dahil, suça karışmış, suç işlemiş herhangi bir din taciri, sorulara
muhatap kalıp köşeye sıkıştığında fıkra anlatabilir, Asena'yı çatlatacak kıvraklıkta
kıvırabilir, konuyu evele-gevele-devele'ye bağlayabilir ve sonunda biz seyirciler "Breh
breh breh!! Üslubu ne kadar da medeniydi" pamuklarına sarmalanabilir, 'seviye'
limanlarına sığınabiliriz.
Bu düzenek, AKP'li muhteremlere, etik kuralları öne sürerek teker teker siyasetten el
çektirmek istenildiğinden kurulduysa, bu imkansızdır. Yok ticaretten el çektirilmek
isteniyorsa bu da imkansızdır (when hell freezes over durumdur).
Siyaset-ticaret arasında bir tercih yapıp, birini terketmelerini beklemek aşırı iyimserlik
olur.
Özal döneminden beri, bu tarikatlarda 'aile hukuku'na çok önem verilir. Malûmunuz,
Mafyatik oluşumlarda da 'aile hukuku' önemlidir.
"Turgut Özal'a vefa borcu olarak kabrinin yanına Özal müzesi yapılsın"
"Turgut Özal Üniversitesi de biran önce kurulursa kadirşinaslık olur, doğru olur, yerinde
olur" buyurmuşlar.
Haklıdır, AKP'nin Nakşibendi Turgut Özal'a TIR?lar dolusu vefa borcu vardır.
Arap sermayeli finans kurumları, Türkiye'de faaliyete ilk kez Özal döneminde
başlamıştır.
Ekolojik yıkım, sömürü, siyasal islamın siyasi iktidarı, toplumsal yaşamı fethi Özal'la
başlamıştır.
Öyle bir sersemledik ki; TIR'ında eroin bulunmuş, olmayan beyliklerin bey'i, kendisini
"Siz evinizin eşyasını taşıyorsunuz. Kamyona birşey koymuşlar, sizin değil" diye
savunduğunda,
"Yarın Ergenekon duruşmasında da, evinde bomba bulunan adam çıkıp 'Benden evvelki
kiracınınmış, haberim yok' dese ve bir fıkra anlatsa geçerli savunma sayılır mı?
Tahliyesine karar verilir mi?" diye sormak aklımıza gelemiyor.
Onlar ki AKP'nin zincir-takoz ve çekme halatıdırlar, din tüccarları ahlaksızlığa, suça ilk
kez bulaşmışlar da, üstâd-ı âzam konuya bugün vakıf olmuş gibi (hay allah!) 'AK islamcı
Türkler günaha bulaştı' yazdılar.
Ben de gidersem, o pîrlere üstâdlara "Günahı islamcı AK Türkler yarattı Şevki Amca!
İslamcı Türkler sevabı yeniden tarif, günahı yoktan var ettiler, ne bulaşması!!!"
diyecek köşeci kalmaz diye Glükoz Bayramı tatilinde bir yerlere gidemiyorum Ey Kâri!.
27 Eylül 2008
AK şirketler aydınlık amblemler
Mal Beyanı istendiğinde gayet ciddiye alırım. Bakarım ki soruluyor; Veraset İlâmında
yüzde bilmem kaç hissesi üzerime kaydolmuş ne kadar yıkılmak üzere ev varsa, dededen
kalma antika mobilya, halı, tanıdık çerçeveciden taksitle alınmış tablo, oğlanın
doğumunda takılmış 5 adet maaşallah altını, bankada iki maaş tutarında birikimi
beyannameye yazıp, gayrı menkulleri de o günkü gerçek değerinden gösterdim mi,
üzerime bir "Ben neymişim be abi" halleri gelir.
Bir tarihte, Beyannameleri toplayan arkadaş, benim Mal Beyanı'nı görünce gözleri fincan
dibi gibi açılmıştı.
"Burada 20 kişinin içinde en zengin sen misin? Patronunki bile iki satır yahu!" deyince
suratına ebleh ebleh baktım "Ama hepsini soruyorlar."
Bu 'mal' olma hali artık kronikleştiğinden, başkaları gibi çıkıp "Değiştik, biz eski biz
değiliz" diyemiyoruz. Dolayısıyla, Sermaye - Yeşil Haramiler Sermayesine Karşı
savaşlarını "Du bakali nolcek, hangi gün beraber iftar edip el sıkışıcekler? 3 milyar Dolar
rantı, bilmem hangi tv kanalını nasıl pay edecekler?" diye ebleh bakışlarla izliyoruz.
İsim benzerliği değilse, Ahmet Davutoğlu şu an Gölge Dışişleri Bakanı denilebilecek bir
pozisyonda. AKP'nin Dış Politika Danışmanı.
Recep Bey'e dış politika danışmanlığı yapıyor, Bush'un Ulusal Güvenlik Danışman -
Temmuz 2008'de- Ankara'ya geldiğinde ona ev sahipliği yapıyor, hatta 'tarafsız' olması
gereken ABDullah Bey'in de danışmanı Davutoğlu. Ermenistan gezisinin mimarı olduğu
söyleniyor, nitekim Sarkisyan'la görüşmede o da var.
Alman Savcının iddianamesinde Ahmet Davutoğlu'yla ilgili kısım şöyle:
"Balkan
İslamiyette yardımın, sadakanın önemi büyük. Veren tâkva sahibi, sevabını işler içini
rahatlatır, parayı yerine ulaştırmayanları da Allaha havale eder, "Mahşerde iki yakam
elinde" der, hesabını sormayı düşünmez.
Milli Görüş hareketi, Müslüman Türk milletinin saf ve temiz dini duygularını
sömürerek çok miktarda Türk parası döviz ve altın toplamış, başlangıçta
kendilerine para toplama izni verilirken, verdikleri sözde durmayarak paraları
Bosna Hersek yetkililerine vermemişler, fundamantalist oldukları, Cemalettin
Kaplan ile de bağları bulunduğu Alman Polisinin soruşturması ile sabit olmuş olan
uluslararası İnsani Yardım Teşkilatı (İHH) adında bir dernek kurarak, toplanan
paraları Faysal Finans aracılığıyla bu derneğin Almanya'da bulunan hesabına
göndermişler, bu dernek de, kendisine verilen talimat gereği paraları kapatılan
RP'nin kasası olduğu herkesçe bilinen Süleyman Mercümek'in hesabına aktarmış,
Süleyman Mercümek de bu paraları faizle değerlendirerek İstanbul'daki hesabına
transfer etmiştir. Bu paraları, Türkiye'deki laik Cumhuriyeti yıkmak, hiç
inanmadıkları Batıl sistem olarak nitelendirdikleri Demokrasinin imkanlarından
yararlanarak Devlet kadrolarının ele geçirilmesinde kullanmışlardır.
Dahası var;
DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in iddianamesine göre; Milli Görüş Teşkilatı'nın,
Holywood tarikatı olarak bilinen, ünlülerden para toplayan Scientology tarikatınla da
bağlantılı olduğunu Alman Westfalia Eyalet savcısı açıklamış.
"Milli Görüş Vakfı (MGV) Başkanı Mecit Dönmezbilek Refahyol döneminin Maliye
Bakanı Abdüllatif Şener tarafından DMO Yönetim Kurulu'na getirilmiştir.
Gedik Ahmet Paşa Medresesi, RP'li Ahmet Cemil Tunç döneminde MGV'ye tahsis
edilmiştir.
SSK Van Müdürlüğü'ne ait olan ve hastane olarak kullanılması planlanan bina
Refahyol döneminin Çalışma Bakanı Necati Çelik tarafından MGV'ye tahsis
edilmiştir.
Ha bu kadar AK yolsuzluk, AK ahlaksızlık, AK hırsızlık içinde iyi haber yok mu? Var
elbette.
Program şöyle:
"Etik Günü Kokartları hazırlanarak halka dağıtılması,
Etik yürüyüşü,
12 Eylül 2008
Gaza gelince çekidüzen verilen mekânlar
İçindekiler korktukça,
kendilerini oraya ait hissetmedikçe, reddedildikçe, 'onaylanmışlık' duygusunu bir türlü
tadamadıkça,
içindekiler ülkeyle aralarındaki aidiyet/bağlılık duygusunu koparttıkça,
içindekilerin anksiyetesi arttıkça bina zırhlara bürünüyor.
Çünkü, 2007 yılına kadar hiç kimse, korkuyu oluşturan 'bağlantıyı koparmış - kopmuş
olmak' şartına uymuyor.
Korkularını sık sık güç gösterileriyle kamufle etmeye çalışan Recep Bey, geçen gün BM
Genel Kurulu'ndaki konuşmasına, 2006 yılında yaptığı bir konuşmadan parça
sokuşturmuş:
"Hepimiz güvende değilsek hiçbirimiz güvende değiliz" demiş. Belli sevmiş -kim
yazdıysa- bu sözü.
24 Eylül 2007'de "Köşkün kapıları halka açıldı...yatak odasına kadar" haberinden sonra
(Gazeteport'a) yazmışım:
"Gül Köşke yerleştikten birkaç gün sonra 'Köşkün kapıları halka açıldı, buyrun gezin'
dediğinde işkillendik. İşkillendik ve dingildedik. Bildik ki; bu kapılar çok yakında halka
öyle bir kapanacaktır ki, o parmaklıklar öyle bir yükseltilecektir ki; halk, değil içeri
girebilmek, Atakule'nin ve hatta Hattat'ın -yarım kalmış- otelinin tepesine çıksa, Köşk'ün
siluetini bile göremeyecektir. Bu "Açıktayız, saklayacak birşeyimiz yok" havaları, bizim
memlekette hayıra alâmet değildir." (Y.N. "Ben demiştim" havaları da yazar açısından
hayıra alâmet değildir).
Haber aynen öyle: "Cumhurbaşkanlığına kurumsal bir kimlik kazandırma, Köşk markası
yaratılması çalışmasıyla bizzat Hayrünnisa Hanım ilgileniyor." Yok yaa!
İhtimaldir ki; Hayrünnisa Hanım, rezidans tefriş, logo, antet işlerini, Dışişleri Bakanlığı
Mensupları Eşleri Hezeyanları Derneği Başkanıyken, bazı ünlü eşlerin icraatlarından
öğrenmiştir.
Filiz Akın'ın Paris Büyükelçiliği duvarlarını ipekle kaplatması, 5 milyon Dolara rezidansı
tefriş etmesi Hayrünnisa Hanım Ekolü'nün başlangıç tarihi olabilir.
Başbayan bu gazla (ve kamu parasıyla) epey bir mekâna kurumsal kimlik kazandırır,
epey bir mekanı markalaştırır da, evliliğinde pasifize edilmiş, ezilmiş olmanın acısını
çıkartabilir mi, şüphelerim var. Kocasının talimatıyla kimseye röportaj veremediği
biliniyor da...
AKP'lilerin ticaret ve marka takıntısı herkesçe malum.
Ülkeyi ticari şirket, vatandaşı da müşteri zannedersen 'marka da marka' diye tutturursun
böyle. Şirketin logosunu değiştirmek; eski logo basılı bütün eşyaların atılıp (ya da Deniz
Feneri'ne hibe edilip) yenilerinin alınmasını gerektirir. Bu alımlar yandaş şirketlerden
yapıldığında ticari hareketlilik ve de islami bereketlilik olur (Bkz. Melih'in Ankara
amblemini camilisiyle değiştirmesi).
gibi ihtimallere kafa patlatmayı bırakıp, Obama için örmeye başladığımız çorabı bitirsek.
***
17 Kasım 2008
Kippa düştü kel göründü
Badembıyık Lawrence'lar, Türkçe'yi 'seçmeli dil' yapıp Kırmancu kanal açtılar, benim
üregim şişti Diyarbakırlı belediyecinin egosu...'Tv kanalı yetmez, bundan kelli
bur'lara Kürdistan denecek, torpah da isterük!' diye dellendi.
'Türkçe seçmeli dil' derken ne demek istediğimi anlamak için disisleri.gov.tr sayfasına
göz atıverin. (Y.N. mfa=Ministry of Foreign Affairs).
Ekonomik krizde 564 bin kişi işini kaybetti, badembıyık Lawrence'lar 'Hamdolsun,
psikolojik!' dediler.
"Alevilik diye ayrı bir inanç yok, dersi de olmaz" diyenler, yerel seçim yatırımı olsun
için Alevi açılımı yaptılar, Aleviler birbirine düştü,
Aynı davada 'terörist çete' diye yargıladıkları adamlar, mahkemede, koğuşta birbirini
yumrukladı.
Hükümet etme şekilleri Devlet anlayışıyla, dindarlık formatları genel ahlâkla çelişiyor...
Vatansever aydınlar, gazeteciler hergün 'Dosya gelmedi hâlâ' diye sıkıştırıyor, verecek
cevapları yok.
Bavullarla para kuryeliği yaptırmayı, Din Ataşesi adı altında, yurtdışına diplomatik
pasaportlu binlerce imam tayin etmeyi biliyorlar ama, henüz 300 Lira uçak parasıyla 1
günlük harcırahını ödeyip Keriz Feneri dosyasını diplomatik kuryeyle Almanya'dan
getirtmeyi akıl edemediler.
RTÜK Başkanı'nın 'görevi kötüye kullanmak'tan yargılanması sözkonusu, badembıyık
Lawrence'lar önünde aslanlar gibi bariyer oluşturdular, Akman'ı yargının eline
vermemeye direniyorlar.
Aklardan ak paklardan pak partide bir tane bile eli temiz/adı dürüst kalmış adam
bulunamıyor, Ankara'lının parasını gasp ettiği, Ankara'lıyı arsenikle zehirlediği belgelerle
sabit adam tekrar Belediye Başkanlığına aday gösteriliyor (Belki de daha kötüsü
olabilirdi. O partide, hırsızlık etmemiş, dürüst bir adam bulunup Karayalçın'ın karşısına
çıkartılabilirdi).
Sansasyon olsun için Nazım Hikmet'in 'itibarını iade' etmeye kalkıyorlar, herkes 'Hadi be,
Nazım'ın senin vereceğin itibara ihtiyacı yok!' diyor.
IMF heyeti ümük sıkmaya Ankara'ya geldi, 'Görüşmeler Şubat'ta da devam edecek'
buyurdu, iki ayda ne alınacak ne verilecek, ümük nereye kadar sıkılacak bir açıklama
yok.
Haşim Kılıç'ın damadının, 2 milyon Liralık binayı Gökçek'e verip, 10 milyon Liralık
arsaya konduğu okkalı takas ortaya çıkıyor.
Hâsılı, yerel seçime çeyrek kala, tam fena halde köşeye sıkışmışlarken, İsrail, AB ve
ABD desteğini arkasına alıp Gazze'ye saldırıyor.
Bizim Lawrence'lar derin bir oooh çekiyor ve İslamcı ve 'Osmanlı'nın torunu' olarak
saldırıyı şiddetle (!) kınıyorlar. Gündem, gözler 'içeri'den 'dışarı'ya dönmüştür artık...
Bu arada içeride de, Musevi toplumunu tedirgin edecek anti-semitik hareket yükseliyor.
İslamcı cenah, Gazze'deki toprak savaşını din savaşı algılayıp/algılatıp gaza gelmiş,
müslüman kardeşlerine destek için meydanları dolduruyor, Musevi'leri lanetliyor.
Muhteremler, badembıyık altı sırıtışla bu ırkçı, faşist yükselişi izlerken, bir yandan
sonuçlarını kestirememenin de huzursuzluğunu yaşıyorlar.
Türkiye'de, -FBI postallı polisleriyle- Devlet terörü estirenlerin, terörist Devlet İsrail'e
(AB-ABD üzerinden) göbek kordonuyla bağlı oldukları ortaya dökülüyor. İki göyil bir
olmiş, zıbıllıh seyran olmiş! (Bu da Kürt açılımım)
Bu Devleti 'helvadan yapılmış bir put' zanneden kel muhteremler, köşeye sıkıştıkları
her zaman yaptıkları gibi sansasyonel bir Ergenekon dalgası tutturuyorlar.
Memlekette tam İslamcı çalar Kürt oynar, 'Böyle sıyırdı Zerdüşt' havasına girilmişken,
sanki kadife bir eldiven...hani sanki giyiliverecekmiş gibi...
Hadi burada Urfa yöresinden bi Kürt açılımı daha yapayım; Viş herif göziy kôr mıdı?
Görmiysen? Asker oyniy le senle!
Sen hesabını anlık, günlük yaparken TSK 50 yıllık, 100 yıllık yapıyor.
Sen 2020'deki komuta kademesini (AB-ABD güdümünde) parmaklamaya çalışırken,
2120'nin planı TSK'nın kasasındadır.
Bir kere daha 'mağdura yatmana' izin vermezler. Seçimle geldin, seçimle gideceksin!
Seçimle eriyecek, seçimle biteceksin!
Tibet'ten aldığı hediyelik kamaya, duvarındaki antika tüfeğe 'silah' deyip, 'Darbeci' diye
içeri attığın adamlar değil, Ordu'yu darbeye teşvik eden de, tahrik eden de sensin.
Darbeci de sensin postal da sana gelsin! (burada Can Yücel'i anıyoruz)
Cevap ver Zekî ve Zekîye okur! Postallar arasında bir tercih yapman gerekseydi…
hangisi?
9 Ocak 2009
Ulu Tanrım ölü müsün diri mi?..
2008'i kapatırken şöyle bir geriye gidip, AK-PA Pazarlama Şirketi'nin iktidarında, 2002
Kasım ayından bu yana geçirdiğimiz transformasyonu özetlemeye çalışalım:
-Polis, 2002'den önce de duvara çarpa çarpa, gözaltında, cezaevinde adam öldürürdü.
Hamdolsun, Akepe döneminde Ramazan'da işkence ederken iftarda işkenceye ara verir
oldu.
-Akepe iktidarından önce de kadın düşmanlığı vardı. O vakitler kadın, henüz 'kaşık
düşmanı'ydı. Hamdolsun, AKP döneminde 'şeytan' mertebesine erişti de, etek giyenin
bacağına kezzap atılır, cinselliğini serbestçe yaşamak isteyen ya da bakire çıkmayan
kadın boğazı kesilerek infaz edilir oldu. Çalışan kadın sayısı yüzde 20'lere düştü, evde
dantel örmek, çocuk bakmak erken emeklilik için teşvik edilir oldu.
-AKP'den önce vergi adaletsizliği, gelir dağılımında eşitsizlik vardı. Hamdolsun, AKP
döneminde vergi ödemeyen bir Maliye Bakanı'yla, açlık sınırında yaşayan 20 milyon
insanımız oldu.
-AKP'den önce de mahalle baskısı vardı da, Ramazan'da sokakta sigara içmenin cezası
dayak, bakkalda bira satmanın cezası ölüm değildi. Hamdolsun!.. Cigarayı, alkolü
bıraktık da, şimdilerde İran üzerinden gelen Afgan eroinine sardırdık.
-AKP'den önce de sözde Ermeni soykırımı iddiaları her yıl Nisan ayında ısıtılıp
Türkiye'nin önüne sürülürdü. Türkiye de Amerikan lobi şirketlerine milyonlarca dolar
ödemeyi yapar, tasarının kongreden geçmesini önlerdi. Hamdolsun, artık hem
Ermeniler'den özür diliyor, önce milyarlarca dolar tazminat ödemeyi, sonra da Van'ı,
Ağrı'yı 'ucundan accık' vermeye doğru yol alıyoruz.
-AKP'den önce de Türkiye'de taşınmaz mal alıp yerleşen tek tük yabancı olurdu.
Hamdolsun, bazı bölgelerimizde yabancılar artık 'çoğunluk' oldular. Kent Meclisi'nde
temsil edilmek için komiteler kuruyor, yerel yönetimlere sızıp söz sahibi olmaya
çalışıyorlar.
-AKP'den önce de ruh ve akıl sağlığımız pek yerinde değildi. İpimiz kuşağımıza denk
yaşamıyorduk çünkü. Kolay manipüle edilebilir haldeydik. Psikologa, psikiyatra tedavi
olan insanlar vardı ama, hamdolsun, ruh doktoruna müracaat eden insan sayısı 2008'de
patladı.
-AKP'den önce de ekolojik yıkım vardı da, şimdikiyle karşılaştırınca fil sırtında pire
kaldı. Hamdolsun, artık tüm ormanlar kesilip villa arazisi yapıldı. Genetiğiyle oynanmış
kanserojen tohumu parayla çokuluslu şirketten satın alıyor, toprağın en verimli üst
tabakasını bir daha doğal tohumla asla tarım yapılamayacak şekilde öldürüyoruz.
AKP'den öncesi 'yoksulluk'tu belki... AKP'den sonrası 'açlık', 'kıtlık' ve 'susuzluk.'
Hamdolsun!
- AKP'den önce, Türk Ceza Kanunu'nun 158. maddesi (a) fıkrasına göre; dini inanç ve
duyguların istismarı 'nitelikli dolandırıcılık' suçuydu. Müeyyidesi: 2 yıldan 7 yıla
kadar hapis ve 5 bin güne kadar adli para cezası... Hamdolsun, artık nitelikli
dolandırıcılık; 'sözleşmeyi ihalesiz almak', 'cemaatten zor durumda bir kardeşimize
yardım', 'Hac kontenjanı için ön ödeme', 'komisyon', 'vergi affı', 'gümrük indirimi',
'hediye TOKİ konutu'dur.
-AKP'den önce de teknolojiyi doğru şekilde kullanamaz, şaibesiz seçim yapamazdık. Her
seçimden sonra çöpe atılmış oy pusulaları bulunurdu. Lakin, o vakitler seçim öncesi
muhtarlık bilgisayarları çalınmaz, YSK bilgisayar programlarına yurtdışından müdahale
edilmez, seçmen sayısı bilgisayar numaralarıyla zırt deyince 5 milyon azalıp, zort
deyince 6 milyon artmazdı. Hamdolsun, teknolojiyi seçim sonuçlarını manipülasyon için
efektif şekilde kullanır olduk.
-AKP'den evvel de Milli Takım futbol oynardı. Kimse 'Türk Milli Futbol Takımı aşırı
milliyetçiliğe hizmet ediyor' tespitini yapmamıştı. Hamdolsun, zehirli bedava kömürü
soluyan zihinler açıldı da, Nobel ödüllü romancımız bu tespitten de geri kalmadı.
Politika hümanistik, evrensel değer yargılarına bağlı kalınarak değil de, Allah'ın
gönderdiği iddia edilen kitaplar rehber alınarak, Yüce emirler yerine getirilerek
yapılmaya çalışılırsa olacağı budur.
İsa, Musevi doğmuş bir din adamıydı. Yeni bir din kurmak gibi bir niyeti yoktu. Musa'nın
öğretisinden kopan Musevileri doğru yola getirmeye çalışıyordu. 'Status quo'yu
zorlayınca siyasi güçlerle ters düştü.
Muhammed'den başka hiçbir peygamberin, devlet kurup başına geçme amacı olmadı.
Oysa Muhammed, alenen, siyasi ve ekonomik gücü eline geçirmeye çalıştı. AKP'li
zevatın da rehberi Muhammed'in yazdığı kitap olunca, hukuk tanımazlıkları, maddiyata
düşkünlükleri 'kitaba uygun' oluyor, bizim işimiz de Allah'a kalıyor.
Ben şimdi tutup, Aziz and Azize okura yeni yılda mutluluk dilesem ne olur, dilemesem
ne olur!
1 Ocak 2009
Ya al Allah kulunu ya zapteyle delini!
Emekli diktatör Kenan Evren kendisini Pakistan'ın diktatörü Ziya ül Hak'a yakın
hisseder, iki 'kanka' halka işkenceden vakit buldukça birbirlerine 'ev oturması'na
giderlerdi.
AKP Genel Başkanı Vanminüt Recep Bey (*) de kendisini islamcı teröristlere, terör
örgütlerine yakın hissediyor. Müslüman olsun da çamurdan olsun. İster tecavüzcü, ister
soykırımcı...farketmiyor!
Bu Genel Başkan rabbine "Kimlerle kanka olayım ya rab?" diye sormuş, "Katili, teröristi,
tecavüzcüyü, işkenceciyi destekle! Yeter ki müslüman olsun!" cevabı almış olabilir mi!
--
Aynı şahıs, her zamanki farklı tehdit algılamasıyla "İçeriden ve dışarıdan tehditler
alıyoruz" bıyırmış (afbıyır?).
Bu şahıs istihareye yattığında, rabbi bu kişiye "Bu çöküşü suikast paklar. Sen şimdilik
tehdit ediliyorum mesajını yay, tam yerel seçimler öncesi DTP-PKK yardımıyla kendine
bir suikast düzenlettin mi (Bkz. Özal'ın başparmağını teğet geçen kurşun) mağduriyet
tahtında oyunu yüzde 60'a çıkartırsın" demiş olabilir mi!
--
AKP Özel İstihbarat Örgütü rabbine "Ne yapalım bu muhaliflerle ya rab?" diye sormuş,
rabbi de "Kıracam Belini şarkısını mp3 olarak email adresine gönder" demiş olabilir mi?
--
FBI korumasındaki emekli, Yeşil Kart'lı vaiz "Hükümeti zora sokmamak için şu an
dönmeyi düşünmüyorum. Hissi hareket etmemeli. Durumu (Y.N. Amerika'da yaşamaya
devam etmesi) bu haliyle korumak vacip gibi" demiş.
--
Anayasa'yı köşe yazısıyla değiştiremeyeceğinden, Mustafa Balbay Anayasa'yı silah
zoruyla değiştirmeye teşebbüs suçundan tutuklandı. 24 saat ayakta tutulup, uyumadan,
dinlenmeden 95 sayfa ifade vermeye zorlandı.
Bu davanın savcısı rabbine 'Anan turp baban şalgam' gerekçesiyle tutuklama yapabir
miyim ya rabbi?' diye sorup, rabbi de "Caizdir ya kulum! Yalnız o her tutuklamada resmi
çıkan siyah bereli, kahverengi armut gözlüklü, avurtları çökük, iki günlük sakallı polis
kulumu az kamufle eyle. Şapkayı bari değiştirt" demiş olabilir mi?
--
Tarikatlar gemi azıya alıp, rablerine "Ya rabbi! Dünyalığı yeterince doğrulttuk. Fakat biz
istediğimiz kadar küçük kızı da nikahımıza almak istiyoruz. En büyük derdimiz
uçkurumuzdur. Bu Yasa'larla kaçak/körpe et kesemiyoruz. Ne halt edelim?" diye
sormuş,
--
"Rabbime sordum, Kliyvlend'e git dedi" diyerek din tüccarlarının zihniyetini bir nebze
daha anlamama yardımcı olmuş, Van Minüt'ün patentini alan girişimci ruh Abdullah
Unakıtan biraderimin anası Ahsen Unakıtan'a teşekkür ederim.
'Yes frost' buzdolabım arıza çıkartınca Ahsen Hanım gibi ben de bunaldım (yenisi
nereden baksan en az bir milyar). Hemen rabbimle direkt/aracısız bağlantıya geçmek
üzere istihareye yattım amma, yanlış bir Rab'la irtibata geçmiş olmalıyım ki,
Hakikaten zapteyle yani! Yok onlara yol vermeye karar verdiysen şu Kıymet kulunun
çenesini zapteyle!...Ya da zapteyleme ne bileyim...Rab'san sen bileceksin doğrusunu!
(*) Yazıyı kapatmadan Vanminüt Recep Bey'in İngilizce bilgisine (!) bir katkıda
bulunayım.
'Give him enough rope he will hang himself.' 'Sen eline ipi ver, o kendini asar' gibi bir
anlamı var. Kısaca 'Giv him inaf roğp' diyoruz, gerisi anlaşılıyor...
8 Mart 2009
Recep Bey'e 'Recep Bey' denilebilir mi?
"Kadın dediğin, esnaf dediğin, herkes illaki üç çocuklu olmalı" diyor (biri organ
mafyasına, biri tarikatlara mürit, biri de sigortasız işçi), hiç üzerime alınmıyorum...
"Fener Rum Patrikhanesi'nin 'ekümenikliği' ecdadımı rahatsız etmemiş" diyor, "Hay ben
senin ecdadını...tanımıyorum ki" bile demiyorum, boşveer, gidici nasıl olsa!.
Sayın Kılıçdaroğlu acı çekenleri rahatlatıp, rahat olanlara acı çektirmeye başladı ya, Çiğ
Süt Emmişler Grup Holding AŞ yetkilileri lamba demiş kümbe demiş takılmıyorum.
Bugünlerde 'Recep Bey'e Recep Bey denilebilir mi?' gibi incelikli konulara
giremeyişim, bu 'doğal haz zehirlenmesi' sebebiyledir.
Hasta en başta zulüm gördüğünü iddia eder. Zulüm görmeyi aklına sığdırmaya
çalışırken 'yüce güçlerin seçtiği yüce insan' olmasına bağlar.
Türkiye'deki megalomanlar açısından bunda bir gerçeklik payı vardır. Çünkü derin ve
yüce (!) AB-D'nin yüce (!) gizli servisleri tarafından seçilmişler, zulüm bab'ından ya akıl
hastanesinde ya hapisanede birkaç ay parlatılmışlardır.
---
Nitelikli dolandırıcılık tarikatı şeyhlerinin, Amerika?da yaşayan megalo imamın devleti
ele geçirme, rejimi değiştirme açılımı,
Sınırsız seks tarikatı şeyhi, 300 kitap yazdırmış megalo post-modern peygamberin (ki
paranoid şizofren raporludur) 'bilim out safsata in' açılımı,
İmralı'daki megalo, etnik terör elebaşının "Çözersem ben çözerim. Kürt Ordusu da
isterim, polisi de" vs. açılımları,
Her çöküş arefesinde, her megalomanın imdadına yetişecek bir anket gurusu daima
bulunsa da, anketin teorisiyle seçimin pratiği farklı seyreder.
---
Ne dedik! Doğal haz zehirlenmesi dedik... Bugünlerde siyasi konulara pek giremiyoruz.
Recep Bey kendisine Recep Bey denilmesine neden sinirlenmiş, ilgilenmiyoruz. Mazereti
var, asabi kendisi, ondandır.
"Çaktınız mı köfteyi?" başlıklı bir açıklama yaparsa, hep birlikte anlarız
herhalde/inşallah.
27 Mayıs 2010
Nostalcik ve depresif yazılar
Merkez beni seviyor musun?
Otuz küsür yıl evvel, asabi bir devlet büyüğümüz henüz kantin subayı olarak askerliğini
yapıyor, başı testereyle kesilen kızlar için "Başıboş bırakırsan davulcuya-zurnacıya"
beyanları vermiyorken, özgür yetiştirilen kızların kızların davulcuya-zurnacıya kaçacağı
bilinmiyordu.
O yıllarda, üst katta operacı bir komşum vardı. Anası babası kıza sahip çıkmadığından (!)
konservatuarda tanıştığı -adı lazım değil- o zaman da meşhur bir müzisyenle evlenmiş.
Müzisyen ama ne müzisyen...Evinde Hintli'nin sitar'ından Aborjin'in dijderidoo'suna
kadar her bir alet var. Eline aldığı aleti konuşturuyor.
Kız da operacı ya, gündüzleri bizim salonun üstüne tekabül eden salonundaki piyanoda
'teknik' çalışıyor.
Yaz günü kapı pencere açıkken üst kata doğru seslenip yavarıyoruz: "Abla n'olur
mevzulu söyle!"
Bir asabi devlet büyüğümüz henüz kantin subayı olarak askerliğini yaptığından ikaz
edilmemişiz. Operacıya kaçmış bir delikanlının, bu evliliği ana-baba sahiplenmesi
eksikliğinden yaptığının farkında değiliz.
Müzisyen kocanın bestelerini yaptığı stüdyo oda da yatak odamızın üstüne tekabül ediyor
ki; gündüzleri neyse de, geceleri bizim tavan 'vur davulcu vur davulu güm güm
gümlesin/sevdiğini almayan ben evlendim demesin' kıvamında zangırdıyor.
Nasıl bir 'başıboş bırakılmış' gençlerse, tam bir 'davulcu-zurnacı' evliliği idi vesselam.
Ana baba ilgisizliğinin ceremesini biz alt katta telef olarak çekmiş idik.
Zaten o yıllar, derin ahlaklı ve asabi bir devlet büyüğümüzün deyimiyle 'ahlaki
erozyon'un tavan yaptığı yılllardı.
68 kuşağı önümüzde yolu açmış, biz 'bir ucundan yakalamışlar' da elele dolaşa, parklarda
öpüşe- sevişe o yoldan ilerliyorduk. Hatta tenis oynadığımız şortla otobüse falan da
biniyorduk da, kimse ne gözüyle ne eliyle ilişiyordu, öyle ahlaksız (!) zamanlardı asabi
devlet büyüğümüzün henüz kantin subayı olduğu yıllar.
Polis telsizlerinde 'Merkez! Yol ortasında şüpheli paket var, bomba ekibi gönderin'
anonsları yok, 'Merkez beni seviyor musun?' anonsları vardı o vakitler. Hatta en yeni
parçaların çalındığı Polis Radyosu.
Neyse efendim, bu 'ana babasının sahip çıkmadığı' davulcu-zurnacı evliliğinin yan
etkilerinden yurtdışına kaçarak kurtulmuş idim.
Lakin kader ağlarını örünce örüyor. Yurda dönüşümde on yılda üç kere ben taşındım, üç
kere de onlar... Ve inanılmaz şekilde her seferinde komşu olduk.
Bu yüzden asabi devlet büyüğümüz gibi ben de ana-babaları ikaz etmek istiyorum:
Devlet büyüklerimizi dinleyin. Kızınızın davulcu-zurnacıya kaçmaması için başını erken
yaşta bağlayın.
Bakın birkaç gün evvel 70'lik bir işadamı 17 yaşında kız çocuğuyla evlendi. Kız nikahta
ağladı ama nikah muamelesi için yazılı izin veren ana-baba pek mutluydular. Neden? Kız
davulcuya kaçacak yaşa gelmeden milyar dolarlık servetli adamla başını bağladılar da
ondan.
Siz siz olun, çocuğunuz 15 yaşına geldi mi oğlansa kiralık işçi bürolarına kaydını
yaptırın, kızsa 'helal sertifikalı' bir milyardere kiralayın. Ahlaki erozyonla ancak böyle
mücadele edilir.
Çocuklarınızı başıboş bırakırsanız davulcu-zurnacıya kaçma ihtimalleri var ki, o takdirde
bari bana komşu gelmeyin.
Buyur burdan yak Recep!
Bu milleti Kürt diye, Türk diye, müslüman, hristiyan, alevi, sünni diye, birinci
cumhuriyetçi-ikinci cumhuriyetçi diye kıymık kıymık bölebilirsin ama, bu milleti sigara
içen-içmeyen diye bölmeye kalkmak siyasi intihar olur.
Sigara yasağı uygulanabilirse eğer, milletimizde 'kafa yapacağı' kesindir. Bu millet ki;
bozkırdan sahile indiğinde bile oksijen çarpmasından afyon yutmuşa döner, cigarasını
tellendiremeyip de kan gazlarındaki karbonmonoksit oranı normal sınırlara inerse
dengeyi kaybeder. "Bana kömür, nohut, makarna sadaka verildi" demez, yasaklayana
haddini bildirir.
Tanju Okan'ın oğlu meyhanesinde geçen yıl ilk denemeyi yapmış, "Bu gece dumansız
eğlenilecek" demişti de, ahali bir saat dayanabilmiş, yakmıştı cigaraları.
Biz ki bırakmaya çalışan açıkhava içicisiyiz; insanı kendi iradesine karşı dahi koruyup,
intiharı, ötanaziyi "meşru" kılmayan evrensel hukukun, "bar'ın meyhanenin havasının
da sahibinin mülkiyetinde olması" ve buraların 'umumi yer' değil, umumun
toplanabildiği "özel" yerler olduğu ilkesini hatırlatırız. Ha, diyorlarsa ki; "Biz aslında
barcı, meyhaneci esnafına karşıyız, kırmızı sokaklar kurup şehir dışına atmaya kalktık
beceremedik. Şimdi Dünya Sağlık Örgütü böyle buyuruyor numarasıyla bir de bu şekilde
abanıyoruz allahın izniyle",
Biz de deriz ki; "Geçen yıl Yasa'nın uygulanmasını ertelemekle isabet ettiniz, siyasi
ömrünüzü uzattınız". Bu millet ekmeğiyle oynanmasına bile ses çıkarmayabilir ama
tütünüyle oynayanı affetmez.
Yasa Yunan basınında heyecan ve iri puntolarla karşılanmış. Neden acaba? Sakın -zaten
beline kazma çoktan vurulmuş- tütün ekiminin tamamen yasaklanıp, bundan böyle
tütünün tamamının Yunanistan'dan ithal edileceğinden olmasın?
Tütün yasağının sınırları da meçhul. Turistik dükkanda kendi iradesiyle löp löp tütünü
nargileden somuran turist istisna mı kabul edilecek? Sponsorluğunu sigara firmalarının
yaptığı kültür, sanat, spor faaliyetleri, arkeolojik kazıların yasaklanması ne kaybettirdi?
Sinema, tiyatro, resim vs. sanat eserlerinde de sigaranın sansürlenmesi, 'sanatın
sansürlenmesi' sonucunu doğurmaz mı?
Yasa'da, kolluk kuvvetlerine, zabıtaya Yargı'ya ait olan ceza verme yetkisi tanınmış.
Üretimi, satışı yasal bir maddenin ticaretine cezai müeyyideler koymak da yasayı
tartışmalı hale getirmiş. Mülki amirlere, mallara el koyma, imha, müsadere yetkisi
verilmiş olması da 'yargısız müsadere'ye girer ki, bu da evrensel hukuk ilkeleriyle
bağdaşmaz. Hukuk Devleti, uygulanabilir, hukuka uygun yasalar yapabilen Devlettir.
"Yasakladım" diyerek temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan düzenlemeler yapmak, bir
yasağın, arkasından başka yasakları, sansürleri de getirmesi 'hukuk' değildir.
Bir de buna takıldım. Artık Sağlık Komisyonu mudur, Adalet Komisyonu mudur, kaç
milletvekili, hangi bakan "sigara yasağını yerinde incelemek üzere" yurtdışına
gitmiştir?
Hangi ülkelerde ve kaç gün boyunca yasağı yerinde incelemişlerdir?
İnceleme gezileri 'eşli' mi yapılmıştır?
Barlarda, meyhanelerde inceleme yapılmış mıdır?
Toplam ne kadar harcırah almışlardır?
Uygulamalar hakkında bilgi Türkiye'nin o ülkelerdeki temsilciliklerinden alınamaz
mıydı?
Uygulamalar hakkında bilgi internetten bulunamaz mıydı?
Neden yürürlükteki 4207 sayılı Yasa'nın Türkiye'deki uygulamaları yerinde incelenmeyip
yurtdışlarına gidilmiştir?
O herkesin tanıdığı ama kafasının aslında kel olduğu gibi hakkında en çıplak gerçekleri
kimsenin bilmediği, yetenekli oğlan-erkek altın bir tabutta yatıyordu.
Sadece 50 kilo ağırlığında, çürüklerle, iğne izleriyle dolu, iki otopsi geçirmiş, tabuta
konulmadan nöropatolojik testler için beyni de alınmış, kesilmiş biçilmiş, parçalanmış bir
beden...
O bir ismin sırtından milyon dolarlar kazanan güruh (ki ailesi, koreografı, teknisyeni,
menajeri, organizatörü, doktoru, psikiyatristi, estetik cerrahı, avukatı, muhasebecisi vs.
derken binlerce kişidir) şimdi panik halinde o bedeni ne yapacağını bilemiyor.
Gömsün mü yaksın mı mumyalatıp saklasın mı karar veremedi.
Buyurun youtube’dan Abdullah Gül'ün, 1995 yılında AB'ye katılım hakkında neler
söylediğini izleyin. Bu görüntüyü youtube'dan kaldırtmaya çalışacaklardır, silinmeden
izleyin.
9 Temmuz 2009
Ş'oraları hep dutluktu!
Babalar papyon takar, anneler, evde ayakkabı üzerine galoş giyerler idi. Ş'oraları hep
dutluk, bağlık bahçelikti...Başını bağlayanlar sadece 1800'lerin sonunda doğanlar idi. O
da resim çekilirken...
Daha İ. Melih'in Gaziantep sokaklarında uzun eşşek oynadığı devr-i saadet dönemleriydi.
Kuğulu Park mendil kadar, Ankara sokakları floresan lamba altında seyredilen oyuncak
otoban maketleri gibi değildi.
Buraları hep dutlukken, daha bu amentülü tosuncuklar da ortada yoktu. Kerpiç evlerin
izbe odalarında tesbih çekip, sure hafızlamaya çalışıyorlardı. Ankara Gazi Osman
Paşa'nın aha ş'ordan yukarısı tarlayken, liberalizm and vahşi kapitalizmle henüz gerdeğe
girilmemişti.
Anneler kaçık naylon çoraptan paspas örmeyi bilirdi. Arap sermayesi, Arap özentisi
hayatlar yoktu, halıların silindiği arap sabunu vardı bir tek.
"Ben senin taaa bıyığını.. zamanları"ndan evvel, buraları hep dutlukken, uydular,
uydudan alınan görüntüler, internet, gugıl örth falan hiçbir şey yoktu. Kül yutar külbastı
kebabı yedik derdik.
'Aktütün karakolunda TSK kuzuları kurtlara yem etti' teranesiyle koordinatlarını
(37° 02' - 44° 10') servis ettiği fotoğrafların enleminin boylamının gugıl örth'e verilip
Kuzey Irak olduğunun tesbit edilebildiği zamanlardır da bu "Ben senin taaa bıyığını..."
zamanları.
Ş'oraları hep dutlukken, Ankara akşamları da bok değil yasemin kokardı. Annesi de,
Yasemin'in (Çongar) iki konser arasında altını bezliyordu. Değil Pentagoncu CIA'ci koca,
Ankara daha Jusmmatt'te (Joint United States Military Mission for Aid to Turkey) çalışan
Amerikalı çavuşların bigudili karılarından başka Amerikalı görmemişti. ABD varlığı
henüz 'yardım' görüntüsü altındaydı.
Aha ş'ordaki apartmanların olduğu yer hep kaysı ağacı doluyken, daha Pentagon & CIA
henüz Türkiye'de gazete de çıkartmıyordu. Tencereleri kalaycılar kalaylardı. Kalayı
Amerika'dan gelmezdi.
Kibrit kutularında 'vasati 40 çöp' olduğu zamanlarda, bugünlerde canı istediği zaman
Silivri Savcılığına internet sitesi kapattıran Adnan da, babasının Samanpazarı'ndaki
bakkal dükkanında, kavanozdan renkli şekere bulanmış leblebi aşırıyordu. 'Ben senin taaa
bıyığını zamanları'nda o da büyüdü. Giyinip aynada kendisini seyretmekten, site
kapattırmaktan artakalan zamanında, Scientology tarikatıyla imece dev (!) yaratılış
atlasları hazırlıyor.
Buraların hep tarla, dutluk olduğu, 864 rakımlı Köşk'ün alçak duvarlarının önünde
çöpçülerin çalı süpürgesiyle yol kenarı süpürdüğü zamanlarla, Köşk bütçesinin kendi
güvenlik ordusunu kurmaya, 30 milyon dolarlık yatlara, uzun menzilli uçak alımına kadar
esnetildiği zamanlar arasında sıkım sıkım sıkışmışız. Ortamda fena halde bir 'Ben senin
taaa bıyığını...' havaları var kaçılamayan kaçınılamayan. Ve şiddetle direnmemize
rağmen lisanen arada bir çaldırdığımız...
17 Eylül'de Nüfus Genel Müdürlüğü'nün bilgisayar sistemi kilitlendi. 24 saat nüfus kayıt
işlemleri yapılamadı, hatırlayın! Yerel seçim hazırlıkları bunlar. Belediye seçimlerinden -
bilgisayar sistemlerini kurcalayarak- başarılı çıkarlarsa, yüzde 25 (bence AKP'nin gerçek
oy potansiyeli bu kadar bile değildir) o vakit enseyi kararttıracak bize.
İşte bu yüzde 25 ille de amele yanığı isteyen güruhtur ve o tür yanıkta ense de kararıyor
da ondan.
17 Ekim 2008
Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir
"Bu ızdırabı içinizde taşıyın. Katlanın ve kocanızın düzelmesi için Allah'a dua edin.
Acılarınızın mükafatını Allah verir" fetvası verilirken, Recep Bey'in kürsüden "Eşek
ölür eseri kalır" demesi de tesadüf olamaz.
18-28 yaş arası, ortaokuldan düşük eğitim düzeyinde, hanede 9'dan fazla kişiyle yaşayan
KADINLAR iken, Akepe'nin çılgın gibi çamaşır, bulaşık makinası dağıtıyor olması da
tesadüf değildir.
Deniz Feneri dosyasında, Zahit Akman'ın ortağı olduğu kara para aklama şirketleri
isimlerinin, Assteam (Çeviri:Kıçımın Takımı), Assplan (Kıçımın Planı) olması da
tesadüf değildir.
Çok uluslu şirketlerin, "2009 yılında, 5 kişinin yapabileceği iş için biz 2 kişiyi işe
alacağız. Türklere istihdam yaratacağız" diyen Köle Aranıyor beyanlarının, her dört
gençten birinin işsiz olduğu, reel işsizliğin yüzde 20'yi çoktan geçtiği AKP saltanatı
dönemine denk gelmesi de tesadüf olamaz.
Ahlâk'ın tamamen çökertilip ahlâk kurallarının İslam dinine endekslendiği bir dönemde
tıp fakülteleri'nden Tıp Etiği derslerinin, Tıbbi Etik Uzmanlığı'nın kaldırılmış olması,
En önce ve en çok İstanbul'un kurtarılması gerektiği bir dönemde, yine bir Kemal'in
zuhûr edivermesi,
toprakta 'obruk' şeklinde derin çöküntüler oluşması ise katiyyen tesadüf değildir.
bu karakterlerin illa ki ''Bu ülke bizzi kucakladii, bizze sarildiii. Türkiya'yı çoğk
seviyoğuz!' diyerek 'bizden'leştirilmeleri,
Altı buçuk yıl İslami Akepe faşizmi, yeşil sermaye oligarşisi ve yabancı istihbarat
servisleri tarafından formatlandıktan sonra, tam da kitle halinde şizofreniye tutulduğumuz
Şubat 2009 ayında,
"Biz arazimizi Devlet'e sattık. ABD'ye üs, havaalanı yaptırılacağını bilmiyorduk, parayı
ödeyeceğiz, arazimizi geri istiyoruz, kandırıldık" diyen ahaliye kulak asma, İran'a sıfır
noktasına Amerikan üssü, 8 kilometre pistli havaalanı kurdur...
Şimdi İRAN yaz boşluk bırak ARABULUCU yaz 1111'e gönder, dış politikada
haysiyetin cebine gelsin.
Meclis'te son dönem verilen 400 yazılı soru önergesinin 129'u Tarımımın Bakanı
tarafından cevaplandırılması istemiyle verilmiş (Y.N. Bu Bakanlığın icraatlarına
bugünlerde detayıyla gireceğiz). Tarımımın Bakanı, vatandaşı "Artislik yapma, sesini
yükseltme" diye azarlayan muhterem.
AKP Türkiye'de tarımı çökerttikten, köylüyü ithal tohuma mecbur, çokuluslu şirketlerin
eline teslim ettikten sonra Soros ne diyor? "Bundan sonra tarıma yatırım yapan
kazanacak."
Şimdi TARIM yaz boşluk bırak TÜRK KÖYLÜSÜ yaz 3333'e gönder açlık cebine
gelsin.
Şimdi İSLAM yaz boşluk bırak HUZUR yaz 4444'e gönder bir adet döner bıçağıyla
silah taşıma ruhsatın cebine gelsin.
Şimdi DARBE yaz boşluk bırak AKP yaz 5555'e gönder Ergenekon'dan gözaltı
emrin cebine gelsin.
ANADİL yaz boşluk bırak TÜRKÇE yaz 6666'ya gönder Halifetullah'ın vaazları
fonda Kürtçe Ajda Pekkan şarkısıyla cebine gelsin.
*
Kasımpaşalı Recep Bey köşe yazarları için "Ne kadar para alıyorlarsa o kadar (AKP'ye)
küfrediyorlar" buyurmuş. Savunmaya geçeyim:
Bu hesaba göre benim çoktan zenginlemiş olmam gerekiyordu. Altı aylığına ve 'cigara
parasına' yazılmış (vergisi de ödenmiş) bir dönem hariç, iktidardakilerin ne cevher (!)
olduğunu yazmak için beş kuruş aldığımı ispat edene bir yıllık emekli maaşımı
vereceğim.
Para için değil zevk için küfr..pardon yazmaktayım.
KÜFÜR yaz boşluk bırak AMATÖR KÖŞECİ yaz 7777'ye gönder Kıymet Nadir
Bindebir yazıları yayına girmeden taze taze cebine gelsin.
KORKU yaz boşluk bırak HAYMATLOS yaz 8888'e gönder 2002'den bu yana tüm
Akepe icraatlarının listesi cebine, Nansen pasaportun (*) ev adresine gelsin.
Diyanet yine Diyanetliğini yapmış, yogayı Satanizm'le aynı sınıfa sokup "İslama aykırı"
ilan etmiş.
FETVA yaz boşluk bırak YOGA yaz 9999'a gönder Ali Bardakoğlu'nun otel
odasında gizlice yoga yaparken çekilmiş videosu cebine gelsin.
Bardakoğlu'na özel not: YOGA yaz boşluk bırak AKIL yaz 0000'a gönder. Allah
cümlenize akıl fikir versin!
(*) Nansen pasaportu: Birleşmiş Milletler'in haymatlos (vatansızlar) için düzenlediği bir tür seyahat belgesi.
13 Mart 2009
Ebemizin sünnetsiz yerine kadar açılım
AB-ABD baskısıyla açılım saçılım derken iş geldi anamızın, ebemizin, bizim malûm
yerimize dayandı.
Devlet, kurumlar -üzerinize afiyet- tel tel çözülürken, islamiyetin karartması olmadan
Türkiye'yi sömürgeleştirme/köleleştirme sürecini tamamlayamayacağını bilen AB,
islamiyetin kadına en vahşi uygulamasını Hamdullah zihinlere empoze ediyor;
'Klitorislerini kesin! Vajinalarını düğümleyin!'
Agam sen gel, ben seni köy berberine davullu zurnalı narkozsuz bir sünnet ettireyim de,
Dayanabilirsen, ııh demezsen, gözünden yaş gelmezse, ben de estetik olup suratıma
Fırankeştayn'ın Gelini şekli verdirmezsem namerdim! Önce sen!
En az elli kere yazdım, yine yazıyorum: ılımlısı yok bunuuun!!! Sen 'ılımlı' kalmaya
çalışsan sömürgeci izin vermez. Ilımlısı emperyalistin işine yaramaz da ondan.
Bir milyon Pakistan'lı Birleşmiş Milletler'e 'mülteci' kaydı yaptırdı. Barış zamanında bile
30 yaşında insanların patır patır ölüverdiği Mardan'da, aylardır çadırlarda, savaş
şartlarında yaşıyorlar.
Kendi ülkesinde Amerikan askerinin korumasına (!), BM'in vereceği bir tas mercimek
çorbasına muhtaç, evini, toprağını kaybetmiş bir milyon din kardeşimiz, 50 küsür derece
sıcakta hayatta kalmaya çalışıyor.
Mülteci kampından beter cehennem yoktur bu dünyada. Tek tek 'sorun' dediğin herşeyi;
işsizliği, evsizliği, yoksulluğu, açlığı, susuzluğu, pisliği, salgın hastalığı, korkuyu hepsini
topla, milyonla çarp. Mülteci kampı odur.
Geriye kalacak olan, sömürgecinin kepçe kepçe köle çıkartacağı balık çiftliğidir (Y.N. bu
yazıyı yazdıktan sonra, az önce Pakistan'dan aldığım bir maili yarın okurla
paylaşacağım).
Yasa koyucu, suç işlemiş birinin Cumhurbaşkanlığına aday olması ihtimalini asla
düşünmediğinden, mevcut yasal boşluktan istifade en üst makamlarda oturan sabıkalılara
itirazımız vardı,
Macuncu fırıldağı gibi döne döne konuşan, uçakta söylediğini yere inince kendi tekzip
eden,
"Atımı getirin...yok yok jetimi getirin. Okullardan çocuk toplayın bana sevgi gösterisi
yapsınlar...etten duvar örmeyin vatandaşın arasına karışasım var...korkuyo demesinler,
suikast tehdidi var deyin...van minüt lan hoşgörü abidesiyim ben...oramı da zırhlayın
buramı da zırhlayın" diyen adamlar tarafından emperyalizmin kucağına oturtuluyor ,
bölünüyor, sömürülüyor, sömürtülüyor olmaya isyanımız vardı.
Gerçek aydınlar, rektörler, doktorlar sabaha karşı evleri basılıp götürülürken hukuku
anmayan liboşların, sıra çetenin hası PKK-DTP?lilerin ifadesini almaya geldiğinde
"hukuuuk" diye debelenmeye başlamasına tepkiliydik.
(Bir sene sonra bu köşelerde hukuk yerine, Pakistanlı aydınlar gibi icma mı -'konsensüs'-
içtihad mı -'Şeriat Yasalarının yorumlanması'- diye tartışıyor hale gelirsek ne bok
yiyeceksin liboş kardeşim? Fransızcayı bırakıp Arapça mı öğreneceksin?)
"Din elden gidiyor" diye yırtınırken, vatanın elden gittiğini farketmeyen embesil kendi
ülkesinde mülteci durumuna düşmesin, çocukları çadırlarda, Amerikan tankının
gölgesinde doğmasın diyeydi çağdaş yaşamı, Atatürk Cumhuriyet?ini savunmamız.
Millete cennet vaaz edip, ekranlardan beyinlere ölüme hasret pompalayan "sözde
müslüman özde sahtekar"lara, bu dünyada cukka derdine düşenlere Dolar yetmedi
altın, altın yetmedi pırlanta...perakendesi yetmedi, toptancılığına soyunup dükkanını
açtılar. Hırsızlığın bile rezili çıkartılabilir miymiş! AK hırsızlar çıkardılar.
Sadece bir ay maaş alarak yıllarca cüzam hastası tedavi eden Türkan Saylan, ölürken bile
hayata dönük mesaj verdi. "Daha fazla çocuğu okutun."
Daha fazla çocuğa tecavüz edilmesini teşvik bile eden, körpe çocuk beyinlerini ölümle
dolduran adamlar, protesto edilmekten korktuklarından Saylan?ın cenazesine
gidemediler. Seçim hileleriyle aldıkları yüzde 38 rüyasına inanmak istedikleri, o rüyadan
uyanmak istemedikleri için ortalıkta görünmediler.
Kendilerini Yüce Divan'a taşıyan sürece her gün bir adım daha yaklaştığımızın AK
hırsızlar, AK hainler gayet farkındalar.
---
Huzur yogada!!
Yazının bu kısmını Diyanet İşleri Başkanı?na mail olarak göndereyim diye düşündüm
ama, bakarsınız cevap yazar, muhabbet uzar, değerli vaktimi alır. Malum, ?cahil ile
sohbet etme küstürür, cam kırığıyla silme kıçın yırttırır.?
Bütçe görüşülürken "İmam maaşlarını ödeyemeyiz, daha fazla para isteriz" diye
habire bastıran Bardakoğlu baktı ki 'huzur yogada', yogaya cihat ilan etti. İslamiyete
aykırıymış.
Nerede hangi kemiğin varmış, hangi kası güçlendirmezsen hangi kemiğe yük
bindirirmişsin, meğer vücudunu hiç de simetrik kullanmıyormuşsun, bunların ayırdına
varırsın.
Bu Fetvacıbaşı muhteremin derdi bellidir. Şu anı, bugünü, burayı (bu dünyayı) zevk
alarak yaşamak islamiyetle bağdaşmaz. İnsanların bedenini doğru kullanmayı öğrenmesi,
bedeninin farkına varması da dinen caiz değildir. Diyanetçi Hamdullah Bey'in yoga
korkusu bundandır.
Amerika'da bir psikiyatrist arkadaşım, yıllar önce, "Hiçbir terapiye cevap vermeyen
çok ağır vakaları yogaya başlatıyoruz. İnanılmaz faydasını gördük" demişti. Bunu
da 'faideli malûmat' olarak bir kenara kaydetsin.
Ha Hamdullah Bey bir de, bencileyin zındığın rakıya, cigaraya ödediğim, emekli
maaşımdan kesilen vergiyle Azerbaycan'a o camileri neden niçün ve KAÇ PARAYA
yaptırdığını bir zahmet izah ediversin lütfen. Ya da, 2009 yılında oradaki T.C.
büyükelçisinin yazışıyla 'ludven".
---
Özlü sözler:
-Doğu Perinçek-
İleri (AK) demokrasiden seçim manzaraları
Seçmen sanal seçim gerçek
Seçim sırasında 74 milyon ilan edilen nüfus, seçimden sonra 70 milyona indirildi,
Akepe, 2007 seçimlerindeki yüzde 46'sını; oy sayımına + yüzde 25'le başlayarak aldı
yazmaktan klavyeler eskittim.
Buyrun! Bilgisayar sistemlerine manipülasyonla, yerel seçimlere dört ay kala bir anda
nurtopu gibi 6 milyon fazladan seçmenimiz oldu.
Recep Bey'in kadınlardan rica ettiği 3'er çocuk hormonla bir acele büyütülüp bir senede
oy kullanacak kıvama gelmediyse ne oldu? Bir yerlerden 6 milyon göçmen mi aldık?
Bu 6 milyon sanal seçmen Akepe'ye oy verecek. Seçmen sanal ama seçim gerçek.
29 Kasım 2008
Seçmenin nabzı atanı var nabzı olmayanı var!
Yedi yıllık AKP iktidarı sırasında, genel seçimdi yerel seçimdi derken öğrendik.
Akepe'ye oy veren seçmen ikiye ayrılıyor: Nabzı atanlar ve bir nabzı olmayanlar.
Nabzı atanlar makarna, bulgur yiyor, kükürtlü kömür yakıyor, ev, apartman, gecekondu
vs. konutlarda oturuyorlar. Fiziken ve ruhen oradalar. Nüfusları 6-8 milyon kadar.
Nabzı atmayan Akepe seçmeni ise kendi arasında ikiye ayrılıyor:
Birinci grup kümes, bitmemiş inşaat, boş arazi, mezarlık gibi yerlerde ikamet edenler (ki
bunlar ruhani varlıklar. Yemesi, içmesi, kömür derdi yok).
İkinci grup aslında iki kişinin yaşadığı hanelere 9-10 ilave isimle kayıtlı olup, fiziken
başka bir adreste ama ruhen o hanede yaşayan kişiler. O hane kayıtlarına istinaden,
sandıkta bunların ruhları oy kullanacak.
2007 Genel seçimlerine sürekli inen-çıkan nüfus ve seçmen sayısıyla girmiştik, Mart
yerel seçimlerine de 6 milyon hayaletle giriyoruz.
2009 yılında işin hoş, güzel ve uygar (!) yönü, bu sefer nabzı atmayan seçmen sayısını
kesin biliyor olmamız. 6 milyon. Nokta.
2009'da, Akepe'nin 'seçmen rızası üretme' yöntemlerinde bir 'uygar' hareket daha
görüyoruz:
2007'de 40-50 bin kişinin nüfus kayıtları olan muhtarlık bilgisayarları seçim öncesinde
çalınırken, bu yıl çalınan bilgisayar yok. Uygar (!) bir şekilde, Seçimden bir ay evvel
muhtarlıklara Akepe tarafından 'hediye edilen' bilgisayarlar var. Artık hard disklerinde ne
bilgilerle teslim edilmiştir, nabzı atmayan seçmen listeleri de kayıtlı mıdır ben bilmez
muhtar bilir!
Sadece iki partinin ya da güçlü iki partinin girdiği seçimlerde kararsız sayısı artar. O
sebepten, reklamla, propagandayla oy kullanmaya ikna edilen seçmen oranı yüzde 1-2
dahi olsa sonuçlara önemli ölçüde etki eder.
(Vurulmuş o kayısı topuğundan uzanmış yatıyormuşsun. Osman bak bu söyleyeceklerimi
sen de dinle! Yattığın yerden dinle!..Seni de ilgilendiriyor.)
Nabzı atan Akepe seçmeninin büyük bir kısmı İsrail Gazze'yi bombaladığında gözünden
kanlı yaşlar akıtıp, hislenmiş idi. Meydanlarda "İsrail çocukları, sivilleri öldürüyor.
Açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan öldürüyor " diye galeyana gelmiş idi. Filistinli'ye
hayat hakkı tanınmaması çileden çıkartmış idi ehl-i müselmânı. Öyle mi?
'Siyasi parti' denilen laiklik karşıtı odaklar, çokuluslu, nitelikli dolandırıcılık şirketleri de
öldürüyor insanları.
-Dün intihar eden vatandaşla birlikte, borcunu ödeyemeyip malları haczedilen, işyerini
kapatmak zorunda kalıp açlığa mahkum edilen, 'hamdolsun teğet ekonomisi' kurbanları
46'ya yükseldi. 46 ölüm buradan...
-Bir 'gay' hahamla birkaç kimliği gizli PKK iftir...pardon itirafçısının ifadeleriyle, ne ile
suçlandığını bilemeden ölen, cenazesini belediyenin kaldırdığı 'örgüt kasası' (!) sayısı: 1
-Suçlamaları onuruna yediremediğinden intihar eden Özel harekat Daire Başkanı sayısı: 1
-Suçlamaları onuruna yediremediğinden intihar eden emekli subay sayısı: 1
-Bitkisel hayatta yaşayan (!) emekli subay sayısı: 1
İsrail'e neden çok kızmıştı ehl-i müselman? 'Açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan insan
öldürüyor ' diye...'Müslüman'a hayat hakkı tanımıyor' diye.
Şu yukarıda saydığım ölüler Budist miydi? Bunlara hayat hakkı tanınmış mıydı?
(Osman kayısı topuğuna kurban! Dalga geçme, dinle bak!)
Açlığa, ilaçsızlığa bir sonraki yazıda girelim, şimdi sırf Ankara'ya, sırf havaya suya
bakalım.
Tıp insanları "Birkaç yıl içinde Ankara'da kanserden ölümlerde patlama yaşanacak.
Sudaki ağır metaller yüzünden , 4 buçuk milyon Ankara'lı böbrek, mesane, akciğer,
karaciğer kanseri riski altında " dediler. Melih "Toksik diyen şerrreffsizdirr!" dedi,
parayı belediye şirketlerine, zehirli suyu Ankara şebekesine pompalamaya devam etti.
Dağıttığı ucuz kömür Ankara'da oksijeni tüketti. Ağır hava kirliliği günlerinde "Yaşlılar
ve çocuklar sokağa çıkmasın" demeyi 'halka hizmet, halkı 'bilgilendirme' olarak
sundular.
Fakat, Gazze'deki Filistinli'nin ölümüne kanlı gözyaşı döken Akepe seçmenini çok
yakında başlayacak olan bu ölümler ilgilendirmiyor görünüyor. AKP de, toplu ölümler
olduğunda ya halktan gizleyebileceğine inanıyor, ya da "Biz üç beş seneye kadar
çoktan yurtdışına kaçmış oluruz" diye düşünüyor.
Ağır metalli su 1/100 oranında kansere neden olsa Ankara'da 45.000 ölüm eder. Hadi de
dayanıklı çıktık, 1/1000 oranında kansere yakalandık. 4500 - 5000 kişi eder. Kaç
Filistinli'nin ölümüne ağlıyordu ehl-i müselman? Bin 300 dü değil mi?
'Takdir-i Melih, takdir-i Akepe belediyecilik anlayışı' sonucu bu ölümleri takdir-i ilahi
diye karşılayacak (nabzı atan) Akepe seçmeni, bu seçimlerde de özellikle Ankara ve
İstanbul'da Akepe'yi desteklerlerse;
Beş yaşındaki çocuklar, günde üç paket sigara içmiş gibi hasarlı akciğerlerinde kanserle,
burunlarında solunum cihazıyla hayata tutunmaya çalışırken,
15-20 yaşında gencecik insanlar hiç haketmedikleri kanser türlerine yakalanıp
kemoterapiden saçları dökülüp parmaklarını oynatamaz hale geldiklerinde,
Her ailede en az bir kişinin kanser tedavisi gördüğü (yeni Sağlık Yasası'yla parası
olmayana tedavi de olmayacak) yakın gelecekte, AKP'nin saklayacağı, sadece muhalif
medyada yayınlanacak olan toplu ölüm listelerine baksınlar.
Ve "2008 yılında İsrail Filistin'de kaç kişiyi öldürmüştü de biz meydanları doldurup
protesto etmiştik", "Akepe bu millete İsrail'in Filistinli'ye ettiğinden daha mı az etti" diye
takkeyi öne koyup düşünsünler.
Akepe'nin Türk insanına köpek ölüsünden daha az değer biçtiği bu düzenin devam
etmesini isteyenler oy vermek için kulübeye girdiklerinde vicdanlarıyla başbaşa
kalacaklar.
Ya kundaktaki bebeyi, çocuklarını, havayla, suyla kanser edecek ve hatta susuzluktan
öldürecek olanlara (Nisan'dan itibaren göllerimiz, akarsularımız yabancı şirketlerin
kontroluna geçtiğinde, 1 litre içme suyuna 5 Dolar ödediklerinde anlayacaklar ne
dediğimi. Recep Bey'in suyun kirlendiğini yeni anlaması (!) satışa ön hazırlık.
Yaptıkları hırsızlıklar göze küçük görünsün diye paradan altı sıfır atanlara (trilyon Liralık
hırsızlıklar milyon oldu haliyle), İsrail'den ödüller, nişanlar alıp MOSSAD'ın has
adamlarıyla toplantılar düzenleyenlere, İsrail'den hiç bir farkı olmadığı gibi İsrail'le kanka
olanlara, Akepe'den sonraki dönemde 'nitelikli dolandırıcılık'tan yargılanacak olan
adaylara verecekler oylarını, ya da (Sayın Kılıçdaroğlu bin yaşasın) hergün milyarlarca
Liralık bir başka soygunu ortaya dökülen Akepe'li adaylar karşısındaki en güçlü adaya...
Bu seçimlerden sonra Türkiye yeniden şekillenecek.
Ya tarlamızı ekmek için çok uluslu şirketin sattığı soyu kesik tohumu kullanıp
kanserojen ürünü yiyeceğiz...
Kanserojen, ağır metalli suları içmeye, ciğerlerimize kükürt solumaya devam
edeceğiz,
Tarlamızı sulamak için yabancı şirketlerden izin alacağız,
Pakistan'lılar gibi bir günlük kazancımızı gavurun şişelediği bir litre temiz suya
vereceğiz,
Açlık, kıtlık çekeceğiz, kendi toprağımızda yabancının marabası, kölesi olacağız, 8'e
23'e 33'e bölüneceğiz,
Seyahat acentalarının, sübyancı turistlere çocuklarımıza tecavüz turları
düzenledikleri bir ülke haline geleceğiz,
ya da bu nitelikli dolandırıcılardan kurtulmaya başlayıp çakmakçılıktan gelme asfalt
uzmanlarına (…) ödenen trilyon Liralar halkın daha sağlıklı, temiz, rahat, insanca
yaşaması için kullanılacak.
24 Mart 2009
Arsızın yüzüne tükürmüşler 'Kapsama alanı dışındayım' demiş
Siz Recep Bey'in sandık görevlilerine getirdiği türban yasağını eleştirir görünüp de,
"Sandık kurulunun görev yaptığı yer kamusal alan mı olurmuş" demesine
bakmayın. Sandık kurullarına türban yasağı Akepe?nin çok hoşuna gidecek bir
gelişmedir.
Emekli vaiz Fetullah'ın, cemaate yıllar önce verdiği "...o gün gelene kadar görünmez
olun" talimatını hatırlayın. Sandık başındaki türbansız Akepe görevlisi de görünmez -
farkı diğerlerinden farkedilmez eleman olacaktır.
Akepe'nin , 7 yıldır en iyi yaptığı şey olanı yok, yok olanı var göstermektir.
Akepe muhaliflerinin, silahsız insanların kurduğu terör örgütleri 'var' ama ekonomik
kriz 'yok'tur. Recep Bey'e göre, kapanan fabrikalar işi bilmeyenlerin beceriksizliğinden
kapanmaktadır.
Yedi yıldır var olan yokmuş gibi, yok olan varmış gibi...
KDV'de, ÖTV'de indirim var gibi, ama aslında indirime giren 150 metrekarenin
üzerindeki villayla, yabancı üreticilerin stoklarında biriken, eritmek için Akepe?ye baskı
uyguladıkları otomobiller.
AKP'den önce nitelikli dolandırıcılık örgütü tanımına en çok yaklaşan siyasi oluşumlar,
Turgut (ve sahne gerisinde Korkut) Özal'ın partisiyle Necmettin Erbakan'ın Refah
Partisi'ydi. Hepsi dibine kadar Hacı, hepsi fena halde allahın ipine sarılmış adamlardı.
Dönem-teknoloji icabı henüz kollektif hipnozu keşfedememişlerdi. O vakit hipnoz, henüz
perakende olarak Fetullah'ın Işık Evleri'yle Adnan Oktar'ın yalılarında uygulanıyordu.
Al sana bir illüzyon numarası daha! Seçim öncesi attılar yine önümüze 1900 sayfalık
iddianameyi!. Ciddiye alıp tamamını hemen okumaya kalksan oy vermeye
yetişemeyeceksin... Didikleyip yazmaya kalksan, seçimde dönen dolapları gözden
kaçıracaksın.
Emlak, gıda, sağlık işlerinde, tekel The Cemaat dediğimiz nitelikli dolandırıcı örgütün
elinde.
Altın, pırlanta, kömür, demir, maden, enerji vs. aklınıza gelen her sektör yine onların
tekelinde. Para kokusu aldıkları her işe, Güney Afrika'da, Sudan'da Vanuatu'da demeyip
balıklama dalıyorlar. Uyuşturucu işine girip girmediklerini de yakında tepetaklak
olduklarında göreceğiz.
Neydi şu Dengir Fırat'ın kamyonunda yakalanan beyaz madde? Un muydu Aziz and
Azize okur, yoksa nişasta mı?
Sayın Kılıçdaroğlu baron unvanını kimin adının önüne ve neden yapıştırmıştı acaba?
30 bin kişinin katili, bölücü örgüt elebaşı İmralı'da kitap yazar, İngiltere'de bastırır, PKK
dergilerine yazılar/talimatlar yollar...Mustafa Balbay'ın Cumhuriyet'teki köşesine yazı
göndermesi yasaktır.
Beynini cebinde taşıyan adamlar 'Hükümeti yıkmaya çalışmak' diye bir suç
uydurdular. Yetmedi CHP'yi, MHP'yi bölmeye çalışmak diye de bir suç icat ettiler. Dön
bir bak hangi partiler bölündü de sen kuruldun! Senin menfaat çeten bölündüğünde kaç
parti çıkacak seyret!
Nüfusun yarısı terörist ilan edilirken, Hizbullah (evet bildiğiniz islamcı terör örgütü
Hizbullah) yerel seçimlerden dört gün önce açıklama yapıyor: "Hiç bir partiyi
desteklemiyoruz".
Sırf İstanbul Büyükşehir Belediyesi?nin reklamına 600 milyon, Ankara Büyükşehire 400
milyon, Kocaeli ve İzmir'e 300'er milyon harcayacak,
Hipnoz, illüzyon, Akepe?nin iktidarını, servetini kaybetmemek için allahın ipini bile
bırakıp sarıldığı iptir.
Erken seçimin önünü açıp, ülkeyi yamyamlardan kurtarmak için son demokratik
fırsatımız bu yerel seçimler.
(*)Dhimmi; İslam hukukuna göre, İslam topraklarına yaşayan ehl-i kitabın hukuki
durumu. Dhimmikrasi, demokrasi yerine oradan türetmedir.
26 Mart 2009
Allahın dediği değil bankanın dediği olur!
Neymiş efem? Hemen hemen tüm sahil şehirleri Akdeniz hayat tarzı için oy kullanmış.
Kıyıdaki şehirler 'Bu ülkeden ne apartabilirim, ne kopartabilirim'in hesabını yapanlara
değil, 'Bu ülkeye ne verebilirim' diyenlere oy vermiş.
Sahil şeridinde balık tüketiminin, dolayısıyla beyine giden fosforun daha fazla olması bu
sonuçlarda etkili olmuş mudur bakmak lazım...
Dolayısıyla neymiş efem? İstanbul bir sahil şehri değilmiş. Orta ve Doğu Anadolu'yla,
yani 'taşra'yla birlikte, Arabize ve Pakistanize edilmeyi arzulayan bir mega kasabaya
dönüştürülmüş.
Ciner'in maden tesisi açılışında Recep Bey'le vaki muhabbeti gibi bazı emarelerle birlikte
değerlendirildiğinde neymiş efem? Habertürk'ün yakında F tipi The Cemaat'in eline
geçtiği duyulursa şaşırılmayacakmış.
Demek ki neymiş? Verilen avantalarla 2 milyon seçmenin daha gönlü kazanılmış (!) veya
başka bir numara daha dönmüş.
10 milyon oy aldı hesabıyla oy yüzdesi kaça gelirmiş? Yüzde 25'e...(40 milyonun dörtte
biri. Hesabına kurban!)
"Akepe'nin gerçek oy oranı yüzde 22-25 arasıdır" diye yazmaktan klavyemdeki yüzde
işareti tuşu silindi.
Türkiye'nin ulusal çıkarı erken seçimde, IMF'nin ise AKP'nin yüz 40 civarı oy almasında.
Demek ki neymiş? Allahın dediği değil bankanın dediği olurmuş.
Recep Bey "Sonuçtan ders çıkaracağız" da demiş. 2007 seçimlerinden sonra da "Herkesi
kucaklayacağız" deyip hepimizi kucağa oturtma icraatından sonra, bu 'ders çıkaracağız'
lafından ürkmedim desem yalan olur. İçinde "Birileri bizi sattı ya ne olduğunu
anlayamadık" da olabilir, "Bizde numara tükenmez. Bundan sonrası için başka taktikler
geliştiririz" de olabilir.
30 Mart 2009
Thomas Hobson ölmedi! Kalbimizde yaşıyor...
Bizim imamlar bilmez ama siz 'Hobson seçimi' (Hobson's choice) deyimini bilirsiniz
Yüce Başkan...
At isteyen öğrencileri atı seçmek için ahıra götürüp de, kiralamak istediği atı evvelden
kapıya yakın bağlayan, eğerini vurup hazır eden Hobson. Öğrenciye seçme şansı
vermeyen, 'Ya bu ya hiçbiri!' deyip istediği atı gencin eline tutuşturup gönderen, sonra
da sözlüklere 'Ya bunu alırsın ya başka yok' tarzı seçimleri 'Hobson'ın seçimi' olarak
yazdıran adam.
Son seçimlerde kapıya yakın getirilip elimize tutuşturulan hayvanın, üzerine semer
vurulduğundan kendisini at sanan eşşek olduğunu, son zamanda liboşlarımız dahi idrak
etmeye başladı.
Recep Bey'in "Aga biz bu herifü istemezük" tarzı Davosvari afra tafrasının size değil biz
Türklere yönelik olduğunu cümlemiz anladık da, bir yörüngesi tarîkat cenâhına kaymış
Habertürk anlamadı.
Sayenizde ve himayenizde, Kürtlere bir tarih yazma, destansı bir geçmiş yaratma
çabası içine giren hocalarımıza hayırlı başarılar diliyorum. Çabalarının maddi karşılığını
alabilmelerini diliyorum. Hatta sözlüklere Hobson'ın seçimi gibi 'Soner'in tarihi'
('Soner's history') deyiminin de eklenmesini takdirlerinize sunuyorum Kainatin Yüce
Başkanı!.
Siz isteyin Ortodoks âleminin kalbini İstanbul'da attıralım. İsteyin, Arapça, Farsça,
Sanskritçe tv kanalları da kuralım. Yeter ki siz isteyin Yüce Hobson pardon Başkan!
Emir buyurursanız yerel seçimlerden süngüsü düşmüş çıkan Akepe iktidarının itibarını
bile iade ederiz. Teşrifinizin bir sebebi de bu değil miydi Yüce Başkan?
Recep Bey'in kendisini 'fiili' olarak Bir Numara gördüğünü, iki yıldır
Cumhurbaşkanı'nın 'ayağına' gitmediğini , kendisini sizin 'eşitiniz' olarak kabul ettiğini
bildiğinizden, protokol farklı düzenlenip, Recep Bey'le Başbakanlık'ta görüştünüz.
Yücesiniz, büyüksünüz Başkan! Bizim bağırsağımızın döndüğü yönü bizden iyi
bilensiniz...
6 Nisan 2009
Bitiyor…Son yazı
Ben hep isyandan yanayım!
Bir köşe yazarına göre;
'medya sitesi denilen bir yerde sinirini boşaltan', 'gazetelerde iş bulamamış, yarım
yamalak akıllı, kompleksli' binlerce köşe yazarından biriyim.
O köşecinin beğenmediği çoğu 'kompleksli (!) ve yarım akıllı (!) site yazarı' gibi
yazıdan para kazanmıyorum.
Gazete yazarlarına hakaret ettiğim düşünülmesin lütfen. Hepsi baskı altında yazıyor.
Bildiklerini, öğrendiklerini çoğu kez ya üstü kapalı anlatmaya çalışıyorlar ya oto-sansür
uygulamak zorunda kalıyorlar. Kalemim, zekam o kadar kıvrak değil, ben beceremem.
Hangi görüşte olduğunun önemi yok, para karşılığı yazmayan bütün 'site yazarları'
gibi bu işi çok ciddiye alıyorum. Yazdığım her kelimenin sorumluluğunu taşıyor,
sonuçlarına katlanmaya razı oluyorum.
İçimdeki idealist genci öldürecek, mayınlı ruhumu huzura kavuşturacak para ise henüz
basılmadı.
'Sinirimi boşaltmak için' o sözü söyleyen yazar gibi okura 'itoğlu it' deme raddesine
geldiğim dakika köşelere yazmayı bırakırım. Siz de kurtulursunuz ben de...
---
Bu vesileyle, son günlerde aldığım okur maillerinde zihnimi tırmalayan birkaç cümleden
bahsetmek istiyorum.
Bir okur "Kendimi yanlış topraklara atılmış tohum gibi hissediyorum" demiş, iki
ayrı okur da "Herşeyi bırakıp yurtdışına mı kaçayım, ben artık bu ülkede yaşamak
istemiyorum" yazmışlar. Bir de, son yazılarımdan birine dair "Beni kederlere gark
eylediniz" başlıklı, "Durum bu kadar vahim mi?" mealinde bir mail.
Amacım kimseye umutsuzluk aşılamak değil, aksine, isyana, direnmeye, ülkeye sahip
çıkmaya, değiştirmeye, düzeltmeye, sahtekarlardan hesap sormaya teşvik etmektir.
Din tüccarlarının cahil kafalarının içindekini anladığım kadarıyla yorumlamaya
çalışmaktır.
Ve evet!
Yıllardır coğrafi isimler Potamya, Likya, Klikya vs olarak değiştirilerek yapılan halkı
vatanına yabancılaştırma operasyonu amacına ulaşmışsa, Türkler Türkiye'de kendisini
'yanlış topraklardaki tohum' zannetmeye başlamışsa durum vahimdir. Hem çok
vahimdir!
Benim bu operasyona katkı sağlama gibi bir amacım asla olamaz. Meramımı
anlatamamış olmam daha da vahimdir.
Batı sizi kanınızı emmek, iliğinize kemiğinize kadar sömürmek için bekliyor. Batı
doktorunuza taksi şoförlüğü, mühendisinize markette kasiyerlik yaptırmak, çocuğunuza
bulaşık yıkatmak için sizi bekliyor.
Göçmenlik dediğinin ilk beş yılı esaret...kölelik. İlk kuşak göçmeninki kayıp hayat.
İkinci kuşak biraz rahat yüzü gördüm sanır ama, üçüncü-dördüncü kuşağın bile kafasına
yabancı olduğu her fırsatta kakılır.
Batı pembe kollarını açar, emeğinizi, ruhunuzu sömürmeye bekler ancak sizi.
Köpeklerini üzerinize salmaya bekler!
Batı'nın Türk'e en uygun gördüğü meslek kebapçılıktır. Elinizden geliyorsa buyrun gidin.
Ama nereye giderseniz gidin Türkiye'yi de içinizde götüreceksiniz. Türkiye yakanızdan,
paçanızdan çekiştirecek sizi.
Demek ben meramımı anlatamamışım Aziz and Azize okur. Yıllardır söylemeye
çalıştığım, bundan sonra da söylemeye çalışacağım özetle şudur:
-Takva satıcısı nitelikli dolandırıcılık çetesini şeffaf olmaya, hesap vermeye zorlayacağız.
-Yedi yılda kaybettirilen değerlerimizi geri alacağız, içi boşaltılan kavramlarımızın içini
yeniden dolduracağız.
-En önemlisi de; Meclis'i işgal eden, meşruiyetini halktan değil yurtdışından alan,
kendilerine hergün bir başka ayrıcalık tanıyan islamofaşist dolandırıcılık çetesine, önce
karşılarında EŞİT İNSANLAR olduğumuzu kabul ettireceğiz.
Ben hep isyandan yanayım Aziz and Azize okur. İsyandan, direnişten, mücadeleden
yanayım. Sabrı, itaati, korkuyu, kaçmayı ve teslim olmayı kimseye tavsiye edemem.
Çünkü hep inat'tan, hep cesaret'ten yanayım.
Ben hep Türkiye'den yanayım. Elin İngilizi Fransızı Arapı ülkeme postu sermişken
çıkıp gitmeyi kimseye tavsiye edemem. Vatana küsülemez çünkü.
Vatansever insanları umutsuzluğa sevk etmek ya da yurtdışına göçe teşvik etmek gibi bir
niyetim asla olmadı. Demek ki birşeyleri eksik söyledim. Yanlış söyledim. Ya da henüz
söylemedim.
Umut olmazsa isyan edecek, direnecek, mücadele edecek güç, enerji de olamaz. Ben hep
enerjiden yanayım.
Yazdıklarımdan farklı sonuçlar çıkartan olursa, lütfen dönüp bir kez daha okusun.
Baki selamlar.
30 Ağustos 2009