You are on page 1of 49

VEFATININ 300.

YILDÖNÜMÜ DOLAYISIYLA

Itrî
Buhûrîzâde Mustafa

BİR MEDENİYET BESTEKÂRI

Solist: Doğan DİKMEN


Saygıdeğer sanatseverler,

2012 yılı, kültürümüz açısından önemli bir yıl olma özelliği taşımaktadır ve bilindiği
gibi bu yıl UNESCO tarafından “Uluslararası Itrî Yılı” olarak kabul ve ilân edilmiş
bulunmaktadır. Itrî, sadece Osmanlı mûsikîsi için değil, bütün İslâm mûsikî kültürü
için çok önemli bir şahsiyettir. Vefatının üzerinden 300 yıl geçmiş olmasına rağmen,
günümüze ulaşabilen az sayıdaki eserleriyle, özellikle Nevâ makâmındaki Kâr’ı,
Segâh makâmındaki Tekbîr’i ve Segâh Yürük Semâisi ile Itrî’nin gerçekten önemli
bir “medeniyet bestekârı” olduğu anlaşılmaktadır. Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği
gibi, “öz mûsikîmizin pîri”dir Itrî.
Itrî, Câmî’ Ahmed Dede’nin şeyhliği döneminde Yenikapı Mevlevîhânesi’ne intisâb
etmiş ve bu mekânda mevlevîlik kültürü ile yetişmiş, mûsikî eğitimi de almıştır. Itrî’yi
ve Itrî’den sonra Dede Efendi’yi yetiştiren Yenikapı Mevlevîhânesi, Zeytinburnu İlçe
sınırları içinde yer almaktadır. Büyük Itrî’nin yetiştiği Yenikapı Mevlevîhânesi’nin
ilçemiz sınırları içinde olması bize Uluslararası Itrî Yılı’nda küçük de olsa birşeyler
yapmamız gerektiğini hatırlattı. Ülkemizin önemli sanatçılarıyla, Itrî’nin bugüne
ulaşmış eserlerinden bir seçki yaparak “Bir Medeniyet Bestekârı” başlığı ile bir CD
albümü ve kitapçık yayınlamaya karar verdik. Bu yaptığımız hizmetin, Itrî Yılı içinde
yapılmış belki küçük ama önemli bir çalışma ve katkı olarak hatırlanmasını umuyoruz.
Albümün gerçekleşmesinde emeği geçen bütün sanatçılara teşekkür ediyor,
saygılarımı arzediyorum.

Murat AYDIN
Zeytinburnu Belediye Başkanı
Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları 25

Yayın Koordinatörü
Ömer Arısoy
Mustafa Aydın

Buhûrîzâde ITRÎ Mustafa


Vefatinin 300. Yıldönümü Dolayısıyla Zeytinburnu Belediyesi’nin
Bir Kültür Hizmetidir.

ISBN 978-605-88179-1-3
TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Sertifika No: 20640

1. Baskı
İstanbul, Mayıs 2012
Yapım: Zeytinburnu Belediyesi
Proje ve Genel Sanat Yönetmeni: Yalçın Çetinkaya
Müzik Yönetmeni: Doğan Dikmen
Metin Yazarı: Nuran Ürkmez

Solist (ses & dâire):


Mustafa Doğan Dikmen

Saz sanâtkârları:
Kemâl Caba (Sînekemanı)
Uğur Işık (Viyolonsel)
Taner Sayacıoğlu (Kânûn)
Ali Tan (Ney)
Pelin Değirmenci (Tanbûr)

Studyo: Metropol
Kayıt: İlhan Harmancı
Mix-Mastering: Hasan Bitmez

Grafik Tasarım Uygulama: Hatice Yazmaz


Baskı-Cild: Plato Basım
CD Çoğaltım: NORA

Kapak: Kopuz ya da Şeşhâne çalan bir 18.yy müzisyeni


ITRÎ’nin
yetiştiği
Yenikapı
Mevlevîhânesi’nin
bugünkü
görünümü
Buhûrîzâde ITRÎ Mustafa Efendi

Klasik Osmanlı mûsikîsinin büyük bestekârlarının


hayatlarına ve eserlerine dâir sahih mâlumâta, ancak
kurumsal kayıtlar, şâir ve hattat tezkireleri ve sınırlı
sayıdaki bazı güfte mecmuaları vasıtasıyla ulaşabilmenin
yarattığı müşkülât, Buhûrîzâde Mustafa Efendi söz konusu
olduğunda neredeyse had düzeye erişir. “Osmanlı mâşerî
dehâsının remiz isimlerinden” kabul edilen Itrî’ye revâ
görülen bu yetersiz ve muğlak bilgi, millet hâfızasında
hayatına ilişkin yer alan bu büyük boşluk, doğrusu kolay
izah edilebilir değildir.

7
Denilebilir ki yüzlerce yıl mûsikîde meşki yegâne aktarım
yolu olarak benimsemiş bir milletin, büyük bestekârının
dâimî olarak tedâvülde ya da bir başka deyişle dolayımda
tuttuğu eserlerine, bilerek ve bilmeyerek müdâhalesi, bu
aktarım sisteminin tabiî bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Yani, en azından eserleri üzerindeki tereddütleri ve bu
tereddütlerin haklı gerekçelerini, meşk’in , “hâfızayı, sanat
zevkini ve mûsikî ahlâkını besleyen, sabırla saygıyla örülü,
o hoca-talebe ilişkileri ağı”nın sağladığı sayısız
nimetlerinin yanısıra, eserlerin aktarıla aktarıla az ya da
çok biçim değiştirmesine, aynı eserin farklı icrâlarının

8
ortaya çıkmasına sebep olan o bildik noksânıyla izah
etmek mümkün olabilir. Ancak, Itrî’nin hayat hikâyesine
dâir mâlûmâtın yetersiz oluşunu da yine bu teveccüh
yoğunluğu ve dolayısıyla da bu milletin hâfızasına can
veren şifâhî kültürün önemli unsurlarının rivâyet ve
menkîbe sevgisi oluşuyla izâh etmek mümkün müdür,
bilemeyiz. Bilinen şudur ki, Buhûrîzâde Mustafa Efendi,
mûsikî otoritelerinin, 17. asır nota mecmualarındaki
mûsikî eserlerinde görülen mûsikî üslûbuna uymadığı
hususundaki şüphelerine rağmen, eserleriyle bugün hâlâ
bizimledir. Ve değil mi sanatın gücü tesirindedir, o halde

9
tek başına bir segâh tekbir, bir salât-ı ümmiye (1) dahi,
Itrî’nin mûsikî tarihimizdeki muhayyel hayat çerçevesine
mukâbil, büyüklüğünü te’yîde yetmektedir.
Itrî’yi hak ettiği biçimde anlamak ve gelecek nesillere
aktarmak ise, şüphesiz sadece müzisyenler ve müzik
tarihçilerinin değil, sanat, tarih, edebiyat ve elbette mûsikî
bilgisi yüksek, disiplinlerarası ciddî araştırma sonuçları
ortaya koyabilecek araştırmacı yazarların gayretlerini
gerekli kılmaktadır.

1-Sadeddin Nüzhet Ergun, Subhi Ezgi’nin “Amelî Nazarî Türk Mûsikîsi” adlı eserinde, Itrî’ye âid
olduğu söylenenler de dâhil bütün salâtları Hatib Zâkirî Hasan Efendi’ye mâl etmek istemesini
kesin bir dille yanlış kabul eder. Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikîsi Antolojisi, Dînî Eserler,
1.cild.s:28, 1942-İstanbul

10
11
Hayatına dâir…

17. asrın son, 18. asrın ilk yarısında yaşamış olan Itrî,
mûsikî tarihçilerinden başka, estetik değer hükümleriyle
önemli olan bazı edib ve şâ irlere göre de sadece devrinin
değil, klasik mûsikîmizin tüm zamanlarının en meşhur, en
büyük bestekârlarındandır.
Itrî İstanbullu’dur. Asıl adı Mustafa, mahlâ sı Itrî, lâ kâ bı
Buhûrîzâ de’dir. İstanbul’un Mevlânekapısı civâ rında
Yayla (eski adıyla Yaylak) semtinde doğduğu hususunda
bütün kaynaklar hemfikirdir. Ancak, Es’ad Efendi’nin
A t r â b - ü l  s â r ’ ı n d a M ü s t a k i m z â d e ’ n i n Tu h f e - i

12
Hattâtîn’inde, Sâlim ve Safâyî tezkîrelerinde, Şeyhî’nin
Vakâyiü’l Fuzalâ’sında ve diğer kaynaklarda Itrî’nin
anne-babasının kimliği ile, ailesiyle alâkalı herhangi bir
bilgi yoktur. Lâkâbı olan ‘Buhûrîzâde’ ifadesi ise yoruma
açıktır. Bu lâkâba bakılarak babasının buhurculukla iştigâl
ettiği kabul edilir. Buhurculuk o dönemde genellikle,
buhur, yani tütsü olarak kullanıldığında güzel koku yayan
maddelerle alâkalı esnaflık şeklinde anlaşılmaktadır.
Ayrıca, câmi, tekke gibi ibâdet mekânlarında, vakıf
idaresince, buhurdanları idare etmekle görevlendirilmiş
kimselere de bir meslekî âidiyet ifadesi olarak ‘Buhûrî’

13
denilmektedir. Itrî’nin doğum tarihi ile ilgili Rauf Yekta
Bey’in 1640, Subhi Ezgi’nin 1630 tarihini vermeleri,
mûsikî tarihçilerinin bu ihtilâfı, “1630 ile 1640 yılları
arasında doğduğu” şeklinde giderip, mâkul bir yaklaşık
tarih üzerinde birleşmelerine yol açmıştır.
Sadeddin Nüzhet Ergun iyi bir tahsil gördüğünden söz eder
ve divan edebiyatı tarzında şiirler yazmasını,
Müstakimzâde’nin Tuhfe-i Hattâtînin’de “Siyâhî Ahmed
Efendi’den müsevvede-i gûşîş ile hattât-ı fâhir olmuştur”
ifâdesiyle kayıtlı olmasını buna delil kabul eder. Aynı
zamanda iyi bir divan şâiri de olan Siyâhî Ahmed Dede’nin

14
Itrî’ye, tâ’lik hattı yanında edebiyat bilgisini de aktarmış
olabileceğini ifâde eder.
17. yüzyılın mûsikî tarihi açısından önemli bir eseri olan
‘Hafız Post’un Güfte Mecmuâsı’ na Itrî’nin yazdığı tahmin
edilen ekler ise Itrî’nin hattatlığının, eldeki yegâne
numûnesi olarak bilinir. Hâfız Post Mecmuâsı’nı tâ’lik
hattıyla yazmıştır. Yapılan ilâveler de tâ’lik hattıyladır ve
ilâvelerde Itrî’nin güfteleri daha çok yer almaktadır.
Itrî’nin Hâfız Post’un ölümüne tarih düşürerek yazdığı
bendde Hâfız Post’tan, “Hâfız, hacı, imamzâde Mehmed
doğrusu bu ki mûsikî ilminde çok beceri sahibiydi.

15
O, zamanın ustası, her makâmı, her yeri ve her köşeyi, her
meclisi dolaşan bir dünya seyyahı idi ve eserlerini zevk
sahibi kişilere armağan ederdi…” şeklinde söz etmesi hem
Itrî’nin Hâfız Post’a olan teveccühünün hem de mûsikî
ilminde Hâfız Post’tan istifâde etmiş olduğunun delîli
kabul edilebilir. Mûsikî kaynakları kesin olmamakla
birlikte Itrî’nin Hâfız Post’tan başka, devrinin diğer
önemli mûsikîşinasları olan Derviş Ömer, Kasımpaşalı
Koca Osman, Küçük İmam Mehmed Efendi ve Nasrullah
Halhâlî gibi üstadlardan da faydalanmış olabileceğini
zikrederler.

16
Şeyhülislâm Ebûishakzâde Mehmed Es’ad Efendi
Atrâbü’l-Âsâr’ında Itrî’nin sesinin çirkinliğinden
bahsediyorsa da Sâlim Tezkiresi’nde , sesinin, bulunduğu
mecliste diğer hânendelere ağız açtırmayacak derecede
güzel olduğundan sözedilmesi, “Mustafa Çelebi
Buhûrîzâde Hânende-i Harem-i Humâyûn” gibi bir
ünvana sahip olup da, kaynaklarda IV.Mehmed’in, O’nu
sık sık saraya davet ederek eserlerini kendisinden
dinlediğinin zikredilmesi, Şeyhülislâm Es’ad Efendi’nin
bu hususta haksız olduğunu ve belki Itrî’yi yaşlılığında
tanıdığı için bu kanaate sahip olduğunu göstermektedir.

17
Ayrıca Itrî’nin Kırım Han’ı I. Selim Giray’ın Çatalca’da
bulunan çiftliğindeki mûsikî toplantılarında büyük itibar
gördüğü de bilinmektedir. Itrî’nin, Sultan IV.Mehmed
döneminde, sarayda “Mustafa Çelebi Muallim-i Enderûn-ı
Humâyûn” ünvanıyla hocalık yaptığı, hükümdarın
huzurunda yapılan küme fasıllarına hânende olarak
katıldığı da yine mûsikî tarihi kaynaklarında ifade
edilmektedir.
Itrî’nin Enderun’daki Mûsikî Hocalığı’ndan başka bir de
Esirciler Kethüdâsı olarak görev yaptığı, vefâtına kadar bu
görevde kaldığı hususu vardır ve bu, mûsikî tarihinde,

18
üzerinde çeşitli yorumların yapıldığı bir mevzûdur. Es’ad
Efendi O’nun bu görevi insan alıp satmakla uğraşan
zümrenin ıslahı için taleb ettiğini söylerken, bazı tarihçiler
de esirler arasındaki güzel seslileri tesbit, yabancı
mûsikîleri tahlil amacıyla bu görevde bulunmuş
olabileceğini beyân ederler. Fakat, dönemin şartları
itibariyle Esirciler Kethüdâlığı’nı herhangi bir devlet
memuriyetinden farklı düşünmemek, bu vazîfenin
kendisine padişah tarafından, mâişetini temin maksadıyla
ihsan edilmiş olabileceğini kabul etmek de makûl ve
mümkün görünmektedir.

19
20
Itrî’nin vefât tarihi de tıpkı doğum tarihi gibi iki ayrı tarih
olarak kaynaklarda yer alır. 1711 ve 1712 tarihleri. Ekrem
Karadeniz bu tarihin 1730-31 olabileceğini ileri sürmüşse
de bu görüş pek taraftar bulmamış, 1711 ve 1712 tarihleri
Itrî’nin ölüm tarihi olarak esas alınmıştır. Bu iki tarihin
verilmesinin sebebi ise, kaynaklarda sadece hicrî yılın
zikredilmesi, ay ve günün bulunmamasıdır. Mezarı
bilinmemektedir. “Yenikapı Mevlevîhânesi hâricine
defnedildiği” bilgisi, dönemine en yakın olan
kaynaklardan Şeyhî’nin Vakâyiü’l Fuzalâ’sında
mevcuddur. Kezâ, Rauf Yektâ Bey’in, “ âlim ve fâzıl

21
bir zât olan Câmî Ahmed Dede’nin şeyhliği esnâsında,
Pazartesi ve Perşembe günleri Yenikapı Mevlevîhânesi’ne
devam ettiği ve bir mevlevî olduğu” bilgisini vermesi de
Itrî’nin kabrinin Yenikapı Mevlevîhânesi’nin çok
yakınında olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.

22
Yaşadığı devir itibariyle sanatı

Bir bestekârın sanatını içinde bulunduğu yaşama


çerçevesinden bağımsız olarak ele almak, bize o müzik
hakkında yeterli bilgiyi vermez. Zîra, her devrin mîmârîsi,
mûsikîsi, edebiyatı, sanatı, genellikle ortak ve bazen de çok
yakın felsefî zeminlerin eseri olarak ortaya çıkar.
Sanatta aykırılıklar da, bir şeyin reddiyesinin o şeyin aslına
bağlı olduğu fehvâsınca, devrinin, döneminin genel
anlayışından, üslûbundan bağımsız olarak analiz
edilemezler. Özellikle Osmanlı’da sanatkârın, İslâmî
ilimler başta olmak üzere pekçok sahada ehil şahsiyetler

23
Itrî’nin saltanat
devirlerini gördüğü
padişahlardan biri de
IV. Mehmed’dir.

24
olarak yetişmesi , Itrî’nin mûsikîsine de bütünlüklü bir
bakışı elzem kılmaktadır. Ahmed Hamdi Tanpınar işte
böyle bir bakışla Itrî’nin Nevâ Kâr’ı üzerinden dönemini,
“Nevâ Kâr’da eşyanın yerli yerine oturduğu, kendini idrâk
etmiş bir medeniyet vardır” tesbitiyle izah eder. Çünkü,
Itrî’nin yaşadığı devir Osmanlı kültür ve sanatının parlak
bir dönemidir. Itrî IV. Mehmed (1648-1687) başta olmak
üzere, II. Süleyman (1687-1691), II.Ahmed (1691-1695),
II.Mustafa (1695-1703) ve III. Ahmed (1703-1730)’in
saltanat devirlerini görmüş, yaşamıştır. Köprülüler ve
Kırım Han’ı Selim Giray Han dönemin diğer önemli devlet

25
adamlarındandır ki Selim Giray Han’ın mûsikî muhibbi
olduğu ve mûsikîşinaslarla yakın ilişkiler kurduğu
bilinmektedir. Kâtip Çelebi (vefatında Itrî yaklaşık 17
yaşındadır), Evliyâ Çelebi (2) devrin yine önemli
şahsiyetleridir. Yine aynı dönemde klasik şiirimiz gösterişli
bir devrini yaşamaktadır. Nâilî ile divan şiiri zirveye
çıkmıştır. Nâilî, Itrî’nin mûsikîsinden istifâde ettiği çok
muhtemel olan Hâfız Post’un hocasıdır. Neşâtî, Nâbî yine
Itrî’nin çağdaşı zirve isimlerdir. Itrî, Yeni Câmî ve Mısır

2- Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde sözünü ettiği Buhûrîzâde Hâfız, Itrî ile karıştırılmıştır.
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’ni 1631’de yazmaya başlamış olduğundan Itrî’yi tanıdığı
düşünülemez. Ayrıca Buhûrîzâde-i Sânî olarak kaynaklarda dînî eserlerine rastlanan
Buhûrîzâde’nin, Sünbülî Şeyhi Abdülkerim Efendi (ö: 1778) olduğu bilinmektedir. Nuri Özcan, Itrî
Efendi, Buhûrîzâde,Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi , 19.cild. s:220-221, İstanbul.

26
Çarşısı’nın mimarı Mustafa Ağa ile de aynı devirde
yaşamıştır. İstanbullu Mimar İsmail Efendi’nin Şah Cihan
için Tac Mahal’i yapması ve İstanbullu Settar Efendi’nin
bu muhteşem mîmârî eserin yazılarını yazması yine aynı
dönemdedir. Yani Hindistan’da Timuroğulları hüküm
sürmektedir ki Osmanlı’dan sonra dönemin ikinci
müslüman-Türk devletidir. Öte yandan Batı’da Barok
sanatı yeni yeni meyvelerini vermeye başlamıştır.
Gerçi bu devirde ‘biçimsiz inci’ anlamındaki ‘barok’
isimlendirmesine henüz rastlanmamakta, dönem sonradan,
geriye dönük olarak 18. yüzyıl sanat eleştirmenlerince,

27
Itrî’den kırkbeş yıl
sonra dünyaya gelmiş
olan Barok Dönem
bestecisi Johann
Sebastian BACH
(1685 - 1750)

28
1600-1750 yılları arasındaki sanatı, müziği, abartılı, süslü,
zevksiz olarak niteleyip küçük düşürmek için bu adla
anılmaktadır. Barok dönem, Batı müziği tarihçilerine göre
armoni tekniğinin mükemmel bir düzeye eriştiği, opera
sanatının ortaya çıkmaya başladığı, senfonik müziğin
geliştiği bir dönem kabul edilir. Monteverdi, Scarlatti,
Handel, Vivaldi ve Johann Sebastian Bach gibi büyük
bestekârlar, Barok dönemin meşhur bestekârlarıdır. Itrî’nin
sözgelimi Bach ile karşılıklı olarak, âid oldukları mûsikî
iklimlerini ne derece bilebildikleri ve Osmanlı mûsikîsi ile
Batı mûsikîsi etkileşiminin varsa ne düzeyde olduğu

29
yeterince bilinmemektedir. 1650 yılında Ali Ufkî’nin
Avrupa porte notasıyla 400 eseri ‘Mecmuâ-i Sâz-ı Söz’de
kaydederek, 17 yüzyıl sonunda Kantemiroğlu’nun ve Nâyî
Osman Dede’nin de ebced notası çalışmalarıyla iki müzik
arasında bir tür köprü kurdukları, Charles Perrault,
Rolamb, Dr. Covel, Marsigli, Donado gibi seyyahların
İstanbul’a geldikleri, 17. yüzyıl mûsikîleri ile karşılaştırıp
tesbitlerde bulundukları ve bunları seyahatnamelerinde
yayınladıkları bilinmektedir. Ancak Itrî’nin yaşadığı devre
ilişkin kapsamlı ve mukayeseli bir Osmanlı-Batı müziği
araştırması henüz mevcud değildir.

30
31
Sanatı ve eserleri

Itrî’nin sanatçı kimliği, klasik Osmanlı sanatkârının


zirvedeki bir timsali olarak, bir değil birkaç sahada
temâyüz gücüne sahip, çok yönlü bir sanatçı kimliğidir. Itrî
iyi düzeyde bir şâir, tâ’lik hattında ileri seviyelere erişmiş
bir hattat ve büyük bir bestekârdır. Dehâ düzeyindeki ibdâ
gücünü, daha çok mûsikî sanatında ortaya koyduğunu,
devrine en yakın kaynaklar söyler. Sâlim tezkiresinde
şâirliği, “…bâğ-ı gülistân-ı eş’arda dâhî bir bülbül-i hoş
güftâr ve Itrî mahlasıyla nice âsârı ve müretteb dîvânı
vardır. Ve meyân-ı şuarâda hayli nâm-ü şân-ı olup bu

32
güftâr cümle-i âsârındandır” denildikten sonra şiirlerinden
örnekler verilirken, mûsikîdeki kudreti ile ilgili daha çok
mâlûmâta yer verilmiştir. “Ol ilm-i edvârın hâce-i sânîsi
ve fenn-i mûsikînin Şeyh Nizâm-ı Hâkânîsi” cümleleriyle
başlayarak mûsikîdeki gücü genişce medhedilerek
anlatılmıştır. Bu tezkirede Itrî’nin bir dîvânı da olduğu
zikredilmiştir, ancak bu dîvân günümüze ulaşmamıştır.
N’at, gazel, tahmis, tarih ve kıt’alar yazan Itrî’nin şiirinde,
Nabî’nin etkisi olduğu düşünülmektedir ki Nabî’inin
manzûmelerine nazîreler yazması ve Nabî ile çağdaş
olması bu düşünceyi muhtemel kılar.

33
Sadeddin Nüzhet Ergun, Itrî’nin en büyük kıymetinin
bestekârlığında olduğunu ifade ettikten sonra, kendinden
önce gelenlerin fevkînde bir muvaffakiyete ve şahsî bir
üslûba sahip olduğunu söyleyerek, Rauf Yektâ Bey’in
“Itrî’den evvelki bestekârlarımızın eserlerinde –o devre âid
edebiyatımızda olduğu gibi-az çok İran tesiri görülür. Itrî,
bu tesirin son izlerini de silmiş ve hâlis bir Türk mûsikîsi
üslûbunun mûcitliği şerefini kazanmıştır” tesbitini
destekler. Ergun’a göre, Itrî’nin eserlerinde zâhidâne bir
edâ vardır. Mûsikîmizin her formunda incelikli eserler
veren, ancak günümüze bu bestelerinden sadece 20 kadarı

34
ulaşan Itrî’nin (bu rakamı Yılmaz Öztuna 42, Ekrem
Karadeniz ise 49 olarak verir), bütün eserlerinde aynı
zâhidâne edânın olduğunu söylemek yanlış olur.
Mûsikîmizin hemen her formunda incelikli besteler yapmış
olan Itrî’nin, günümüze ulaşan sınırlı sayıdaki eserlerinin
içinde, segâh tekbîrin ve salât-ı ümmiyenin, hem “küçük
bir ses alanı içindeki büyük ifade gücü” itibariyle, hem de
Müslüman bir milletin dînî duyuşunu zirveye taşıyan ve bu
duyuşla müslüman millet olma şuurunu besleyen
varlıklarıyla, yeri apayrıdır. Camilerdeki müezzinlik
usûlünün tanzîmi ve terâvih namazı arasında makam

35
değiştirmek kâidesinin Itrî tarafından konulduğu
kaynaklarda rivayet edilir. Ayrıca, bir mevlevî olduğu
muhtemel kabul edilen Itrî’nin mevlevî mûsikîsi sahasında
verdiği eserler de çok kıymetlidir. Segâh Mevlevî Âyini’ni
Itrî, o güne dek bestelenmiş beste-i kadîm denilen üç
eserden sonra dördüncüsü olarak vücuda getirmiştir. Bu
âyini bestelemeden evvel üçüncü âyinin yani Bayâtî
Âyin’in bestecisi Kûçek Derviş Mustafa Dede ile
görüştüğü, Halil Can’ın ifadesiyle mûsikî tarihi
kaynaklarına girmiştir. Itrî’nin mevlevî mûsikîsine en
büyük armağanı ise Rast makâmındaki N’at’ıdır. Zira,

36
âyin-i şeriflerin icrâsında, önce Itrî’nin, sözleri Mevlâna
Celâleddin’i Rûmî’ye âid N’at-ı Mevlânâ’sının okunması,
asırlardan beri süregelen bir mevlevî geleneğidir.
Itrî’nin klasik mûsikî sahasında verdiği en büyük eseri ise
şüphesiz Nevâ makâmındaki Kâr’ıdır. Nevâ Kâr, pekçok
usûl ve makam geçkisiyle, kompozisyonuyla, nağme
zenginliğiyle büyük bir ustalık eseri olarak, klasik mûsikî
repertuarının en büyük eserlerinden kabul edilir.

37
Neva Kâr, şiir ve edebiyat

Nevâ Kâr sadece bestelendiği dönemde değil, sonraki


devirlerde de meşhur olmuş, dîvân şiirinde bir mazmum
olarak yer bulmuştur. Meselâ, Enderûnlu şâir Vâsıf
Osman, II. Mahmud’a sunduğu manzûmesinde,
“Seninçün beslemiş güller bu gûn-a-gûn ezhârı /
Senin zevkin için medheylemiş bülbül Nevâ Kâr’ı” der.
Ancak 20. yüzyılda Nevâ Kâr’ı en güzel tefsir eden isimler,
şüphesiz Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar
olmuştur. Hâfız-ı Şirazî’ye ve Itrî’ye hassaten alâka ve
muhabbet duyan Yahya Kemal, Itrî’nin Hâfız’ın güftesine

38
bestelediği Nevâ Kâr için;
“Çok zaman dinledim ‘Nevâ Kâr’ı / Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh
Dağılırken Nevâ’nın esrârı / Başlıyor Şark ufuklarında vuzûh
Mest olup sözlerinde her heceden, / Yola düşmüş birer birer geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh”

diyerek bu esere, şiirlerin en güzelini söylemiştir. Tanpınar


da, Yahya Kemal ‘in şiirde yaptığını nesirle yaparak, bir
mûsikî eserinden hareketle bir medeniyete nasıl
bakılabileceğini emsalsiz bir biçimde ortaya koymuştur:
“Türk mûsikîsi üç büyük eser etrafında gelişmesini yapar.
Abdülkadir Merâgî’nin artık hiç dinleyemediğimiz
Segâh Kâr’ı, Itrî’nin Nevâ Kâr’ı ve Dede Efendi’nin

39
Ahmed Hamdi Tanpınar Yahya Kemal Beyatlı

Tanpınar, Yahya Kemal ‘in şiirde yaptığını nesirle yaparak, bir mûsikî
eserinden hareketle bir medeniyete nasıl bakılabileceğini emsalsiz bir
biçimde ortaya koymuştur

40
Ferahfezâ Ayini. Bu üç eser yumuşak çizgilerle
medeniyetimizin sâde üç ayrı çehresini vermezler, bütün
bir tarihi de verirler. Her şeyi bulmuş gibi görünen
birincisinde, garib bir tokluk ve arkaizm, sadece bir
zenginliği gösterir. Belki nağmenin şalı bulunmuştur.
Itrî’de eşyanın yerli yerine oturduğu, kurulmuş ve
kendisini de idrâk etmiş bir medeniyetle karşılaşırsınız.
Klasik bir sanattan beklenen her şeyle beraber.
Üçüncüsünde bir inkıraz devrinin bütün acısını
bulursunuz. Batan bir güneşin son ışıklarına benzeyen
Nevâ Kâr, bu üç eserin arasında merkez gibidir.”

41
Kaynaklar
Aksoy, Bülent: Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Mûsikî,
İstanbul 2003, Pan Yayıncılık.
Behar, Cem: Şeyhülislâmın Müziği-18. Yüzyılda Osmanlı/Türk Mûsikîsi
ve Şeyhülislâm Es’ad Efendi’nin Atrabû’l Âsârı, İstanbul 2010, Yapı
Kredi Yayınları.
Doğrusöz, Nilgün: “Hâfız Post Mecmuâsı’nın Türk Müziği
Eğitimi Tarihine Getirdikleri”, Müzikte 2000 Sempozyumu, Ankara
2001.
Ergun, Sadeddin Nüzhet: Türk Mûsikîsi Antolojisi Dînî Eserler, C.I,
İstanbul 1942, Rıza Koşkun Matbaası.
İlyasoğlu, Evin: Zaman İçinde Müzik, İstanbul 1994, Yapı Kredi
Yayınları.
Karabaşoğlu, Cemal: Sâlim ve Safâyi Tezkireleriyle Vakâyiü’l
Fuzalâ’daki Mûsikîşinaslara Dâir Bilgiler, Yüksek Lisans Tezi, Dan:
Nuri Özcan, İstanbul 2003, Marmara Ünv. Sosyal Bilimler Ens.
İlâhiyat Fak.

42
Müstakimzâde, Süleyman Sadeddin Efendi: Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul
1928, Devlet Matbaası.
Özalp, Mehmet Nazmi: Türk Mûsikîsi Tarihi, C.I, İstanbul 2000, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Özcan, Nuri: Itrî Efendi, Buhûrîzâde, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, C.19, İstanbul 1999, s.220-221, Ali Riza Baskan Güzel
Sanatlar Matbaası A.Ş.
Öztuna, Yılmaz: ITRî, İstanbul 1987 , Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları.
Say, Ahmet: Müzik Tarihi, Ankara 1994, Müzik Ansiklopedisi
Yayınları.
Şardağ, Rüştü: Mustafa Itrî Efendi, Ankara 1989, Kültür Bakanlığı
Yayınları.

43
Eserler ve Güfteleri
Nevâ makâmında kâr
Güfte: Hâfız-ı Şîrâzî (Nîmsakîl – Sakîl – Devr-i revân – Remel –

Yürüksemâ’î – Devr-i kebîr – Berefşân – Muhammes- Fer’)

“Gülbîn-i ıyş mîdemed sâki-i gül‘izâr kû?

Bâd-ı bahâr mîzeved bâde-i hoş-güvâr kû?

Her gül nev zigülruhî yâd hemî dehed velî

Gûş-i sühen şinev kocâ dîde-i i’tibâr kû?

Meclis-i ‘ıyş râ (canım) gâliye-i murâd-ı nist

Ey şâhid-i kudsî ki keşed bend-i nikâbet

Vey morg-i behiştî ki dehed râne vü âbet

Ey dem-i subh-ı hoş-nefes nâfe-i zülf-i yâr kû?”

44
Nevâ makâmında zencîr, I.beste,
Güfte: Ahmet Muhtar Efendi

“Piyâleler ki o ruhsâr-ı âle ter getirir

Diyâr-ı hüsne gelir bâr-ı cem Güher getirir

Hatâya tövbe o rakkâs-ı işve perdâzın

Hırâm-ı şîveleri hâtıra neler getirir”

Isfahan makâmında zencîr, I. Beste,


Güfte: Nâbî

“Gel ey nesîm-i sabâ hatt-ı yârdan ne haber

Gelir mi kâfile-i müşk-bârdan ne haber

Şemîm-i zülfüne âmâdedir meşâm-ı ümîd

Ne gûne cünbüşü var rûzigârdan ne haber”

45
Bayâtî makâmında çenber, II.beste
“Muhabbetin dilimi dağ-dâr eder bir gün

Bu nev-bahar beni lâlezâr eder bir gün

Felek vücûdumu hâk eyler ise gam yemem

Beni o dâmene lâyık gubâr eder bir gün”

Pençgâh makâmında fer’ II.beste


“Hem sohbet-i dildâr ile mesrûr idik evvel

Bir baht-ı müsâit deyû meşhûr idik evvel

İşkeste sifâl ile mey içsek n’ola şimdi

Gayret fükeni kâse-i fağfûr idik evvel”

46
Irak makâmında ağırsemâî (Aksaksemâî)
“Nevrûz erişti bağa şarâb istemez misin

Sâkî bu bezme mest ü harâb istemez misin

Sâd-pâre eyle sînemi hûn eyle bağrımı

Bezm-i şarâba kanlı kebâb istemez misin”

Rast makâmında darbeyn (Freng-i fer’ & berefşân ) peşrev

Rast makâmında ağırsemâî (Aksaksemâî)


“Ne bülbül-sûz ne giriftâr-ı reng ü bû oluruz

Bu bağda yine gülçîn-i arzû oluruz

Nigâh ı hışm ile mir’ât-ı kalbim etme şikest

Seninle ey yüzü gül belki rû-be-rû oluruz”

47
Segâh makâmında ağırsemâî (Senginsemâî)
“Der-mevc-i perîşânî-i mâ fâsıla-i nîst

İmrûz be-cem’iyyet-i mâ silsile-i nîst

Bûy-i gül ü bâd-ı seherî ber-ser-i râhend

Ger mîvered ez-hôd bih ez-în kâfile-i nîst”

Segâh makâmında yürüksemâî,


Güfte: Nef’î Ömer Efendi

“Tûtî-i mû’cize gûyem ne desem lâf değil

Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana

Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil”

48

You might also like