You are on page 1of 128

P ie rre B O U L L E

Maymunlar
Cehennemi

[a u -a ]
Kuruluş:1976
Pierre BOULLE

Maymunlar
Cehennemi

Türkçesi: Ali RECAN


Alfa / Klasik Bilimkurgu Dizisi: 1

Orijinal adı: T he Planet Of T he A pes

ISBN: 975-7128-06-6

© Ali Recan, Alfa Animasyon ve Yayıncılık Ltd. Şti.


Yazışma ve sipariş adresi: CC:170 Mecidiyeköy 80303 İSTANBUL
Dizgi: Alfa Animasyon ve Yayıncılık Stüdyosu
Kapak film: Çali Grafik. Baskı ve cilt: Kuşak Ofset

Genel Dağıtım: Yeni Çizgi Yayın Dağıtım Ltd. Şti.


Perpa Ticaret Merkezi Kat:2 No:87 Şişli, İSTANBUL
Tel: 0212- 220 57 .70 Fax: 0212-222 61 55
Birinci baskı: Aralık 1996

4
BİRİNCİ BÖLÜM
1.

Jinly ve Phyllis , uzay denizinde , m eskün gezegenlerden


uzaklarda dolaşarak rah at bir tatil geçiriyorlardı .
O günlerde gezegenler arası olduğu kadar, yıldızlar arası
yolculuklar da günlük olaylardandı. Roket uzay gemileri Sirius'a tu­
rist getiriyor ya da bankerleri, Arcturus ve A lderban'a mal takası
yapm ak üzere götürüyordu. Jin n ve Phyllis varlıklı ve işi gücü ol­
m ayan bir çift oldukları için, kendi alem lerine dalmışlar, uzayın de­
rinliklerine açılmışlar, yelkenli uzay gemisiyle başıboş dolaşıyorlar­
dı. Bütün özellikleri, böyle yelkenli bir uzay gemisiyle dolaşm ak ve
birbirlerine bıkm adan şiirler okumaktı.
Yelkenli uzay gemisi, zarf içine sokulmuş bir küreyi andırı­
yordu. Son derece hafif yapılmış olan bu küre biçimi uzay yelkenli­
si, ışık - radyasyon basıncıyla hareket ediyordu. Böyle bir gemi,
ancak yerçekim inin az bulunduğu yerlerde, bir yıldızın civarından
uzaklaşılmadığı durum larda kullanılabiliyordu. Düz bir h at üzerinde
olm ak koşuluyla, hep yıldızından uzaklaşarak hareket edebiliyordu.
Fakat Jinn ve Phyllis'in yaşadığı gezegenin üç güneşi bulunması ve
bu güneşlerin, orantılı olarak birbirlerine yakın olması, ışığın üç ek­
sen üzerinden alınm asına olanak veriyordu. B unun için de Jinn,
yelkenli gemisini büyük bir rahatlıkla kullanabiliyordu. Yelkenli ge­
m inin istendiği zam an açılıp kapanabilen bir takım siyah renkli
panjurları vardı. Bu panjurların, ışığın belirli bir bölüm ündeki yan­
sım a gücünü değiştirmesi, ışık-basınç etkisinin değişm esine n e­
den oluyor ve gemi istenilen yöne götürülebiliyordu. Ayrıca, son­
suz elastik olan yelkenli gemi, yöneticinin arzusuna göre genleştiri­
lip daraltılabiliyordu. Böylece, Jinn, hızını arttırm ak istediği za­
m an, gem iye olabilen en geniş çapı veriyordu. Işık geniş bir yüze­
ye çarptığı için de, yelkenli gemi baş döndürücü bir hızla gider­
ken birbirlerine sarılıyorlar, gözlerini uzayın esrarlı boşluğuna dikip
büyüleyici m anzarayı izliyorlardı. Diğer taraftan, yavaş gitm ek iste­
dikleri zam an, Jinn'in bir düğm eye basm ası yelkenli gem inin büzül­
m esine ve yalnızca ikisini alabilecek kadar küçük bir küreye dönüş­
m esine yetiyordu. Işık etkisi yok sayılabilecek kadar az olacağı için,
kendi hareketine karşı dirençli bu ufacık hava kabarcığı, sanki belli
5
olm ayan bir iple boşluğa asılmış gibi, hareketsiz görünüyordu.
Jinn'in daha başka ustalıkları da vardı, örneğin, yön değiş­
tirm ek için gezegenlerin ve belirli uyduların gölgelerini kullanıyor­
du. Bu ustalığını Phyllis'e de öğretm işti. G enç kadın şimdi gemiyi
aynı ustalıkla kullanıyor, h a tta d a h a cesaretli davranabiliyordu.
Phyllis, düm en yekesini kullandığı zam an, borda roketlerini ateşli­
yor, ışık düzenini bozarak beşik gibi sallanmalarına neden olacak
m anyetik fırtınayı um ursam adan gemiyi yıldız sisteminin kıyılarına
kadar sürüklüyordu .Böyle iki veya üç olayda şiddetli fırtınanın sal­
lantısıyla uyanan Jinn, düm en yekesini onun elinden alm ak için,
zorunlu olmadıkça kullanılmasını, kendi kendilerine onur m eselesi
yaparak yasakladıkları yedek roketleri çalıştırmak zorunda kalmış­
tı.
Bir gün Jin n ve Phyllis, gem inin tam o rta sın a dünyayı
um ursam azcasına yan yana uzanmışlar, tatillerinin tadını çıkarm ak
için, vücutlarını üç güneşin kızgın ışınlarına terketmişlerdi. Gözleri
kapalı olan Jinn, yalnız Phyllis'e olan aşkını düşünüyordu. Phyllis,
yanlam asına uzanmış, her zam an yaptığı gibi gözlerini uzayın so n ­
suz boşluğuna dikmiş, boşluğun düzenli ve tatlı heyecanını duym a­
ya çalışıyordu .
Phyllis, birden toparlandı, kaşlarını çatarak kalkıp oturdu.
Boşlukta alışık olmadığı bir ışık görm üştü. Bir kaç saniye bekledi,
sonra güneş ışınlarının parlak bir cisme çarpm asıyla yansım asın­
dan doğan parlaklığı yeniden gördü. Uzayda yaptıkları bu yolcu­
luklardan dolayı keskinleşen düzenli duygularının kendisini aldat­
m asına olanak yoktu. G ören Jin n de, Phyllis'in haklı olduğunu
söyledi. Jin n ’in böyle şeylerde yanılması söz konusu olmazdı. Üze­
rinde ışınları yansıtan, uzak olduğu için ne olduğunu söyleyem e­
dikleri bir cisim boşlukta yüzüyordu. Phyllis om uzunun üzerinden
eğilmiş bakarken, Jinn, bir dürbün alarak bu cisme doğru çevirdi
ve m ercekleri ayarladı.
"-Büyük bir cisim değil," dedi. "Cam dan yapılmış gibi görü­
nüyor... Hayır, biraz daha dikkatli bakm am gerekiyor. Gittikçe ya­
kınlaşıyor. Bizden çok daha hızlı gidiyor. Bana öyle geliyor ki..."
Gözlerinde sorgulu bir anlatım belirdi. D ürbünü gözlerin­
den çeker çekm ez, Phyllis dürbüne sarıldı.
"-Bu bir şişe, sevgilim."
"-Bir şişe mi ? ”
Phyllis,yeniden baktı.

6
"-Evet, bir şişe. Açıkça görüyorum . Açık renkli cam dan ya­
pılmış ve ağzı m antarlı. M antarı bile net görüyorum , {işenin içinde,
kağıt olduğunu sandığım bir şeyler var... Büyük olasılıkla bir mesaj.
Jinn, bu şişeyi kesinlikle almalıyız!”
Jin n de aynı fikirde olduğu için, küre biçimindeki gemiyi,
usta m anevralarla şişenin yolu üzerine getirdi, sonra hızını yavaşla­
tarak şişenin gemiye yetişm esini bekledi. Phyllis, uzay giysisini giy­
miş, gem inin altındaki kapaktan çıkmış, bir eliyle ipi yakalamış, di­
ğer eline uzun saplı, ağdan yapılmış bir kepçe almıştı.
Şimdiye dek uzaydan birçok öte beri toplam ışlardı. Topla­
dıkları bu şeyleri koleksiyonlarında saklıyorlardı. Phyllis, koleksi­
yonuyla gurur duyardı. Fakat böyle bir şişeye ilk olarak rastlıyorlar­
dı. Phyllis, sabırsızlığından tir tir titriyor, şişenin içindeki mesajı bir
a n önce okum ak istiyordu.
Birden başlık telefonuna haykırdı:
”-D aha yavaş, Jin n ... Hayır, biraz daha hızlı, yanım ızdan
geçecek... Sancak... şimdi, ani iskele... Dur... Yakaladım!"
Phyllis , gösterdiği başarıyı sevinç çığlıkları atarak belirtti.
İrice bir şişeydi ve ağzı sıkıca kapanm ıştı. Şişenin içinde,
bükülmüş bir dem et kağıt vardı.
Phyllis, ayaklarını sabırsızlıkla yere vurarak:
Jinn, Kır şu şişeyi, haydi çabuk!” diye yalvardı.
Jinn, hiç acele etm ed en şişenin ağzındaki m antarın çevre­
sini kaplayan erimiş m um tabakasını parçaladı. Fakat m antarı açtı­
ğı zam an, şişenin içindeki kağıdın, şişe kırılm adan çıkarılmasına
olanak olmadığını gördü. Eşinin itirazlarına aldırm adan şişeyi bir
çekiçle kırdı.
Ç ok sayıda, el yazması ince kağıt vardı. Mesaj dünya diliyle
yazılmıştı. Jinn, öğrenim inin büyük bir kısmını Dünya'da yapm ış
olduğu için bu yazıyı rahatlıkla okuyabiliyordu.
H er nedense, böyle tuhaf bir biçimde ellerine düşen bu ka­
ğıtları okum aya başlam aktan çekiniyordu. Fakat Phyllis'in sabırsız­
lığı karar verm esine yetti.
Phyllis, Dünya yazısını okuyamadığı için yalvardı.
“-Ne olursun, Jinn, haydi başla !”
K ürenin hızını düşürdü, önlerinde çarpacakları bir şey ol­
madığı kanısına varınca, Phyllis'in yanına oturdu ve okum aya baş­
ladı.

7
2.
“-Bu m esajı uzaya fırlatmaktaki am acım , insanlık neslini
tehdit eden m üthiş bir tehlikenin ön ü n e geçebilm ektir. Kendimi
kurtarm ayı düşünüyorum . Tanrı bize acısın...”
Phyllis, şaşkınlıkla :
“-İnsanlık nesli m i?” dedi.
“-Burada öyle yazıyor. Okum am ı kesm eye başlam a.”
Jinn, okumayı sürdürdü:
“-Ben Ulysse M erou, ailemle birlikte uzaya açıldım. Birkaç
yıl daha uzayda dolaşabiliriz. Gemimizde sebze ve meyve yetiştiri­
yoruz. Ayrıca, küçük bir kümesimiz de var. H em en hem en herşe-
yimiz var sayılır. Belki bir gün bizi dostça karşılayacak bir gezege­
ne rastlarız. Bu um udum u zayıf gördüğüm için, söylem eye bile ce­
saretim yok. Fakat burada, başım dan geçmiş olan büyük m acerayı
dile getirm ek istiyorum.
2 5 0 0 yılında iki arkadaşım la birlikte, en büyük yıldızlardan
biri olan ve üstün bir yaşantının hüküm sürdüğü, Betelgeuse'a git­
m ek üzere uzaya çıktım.
D ünya'da eşine rastlanılm ayan, iyi bir gelecek vaadeden
güzel bir rastlantıydı. Betelgeuse -veya Alpha Orionis, astronom la­
rımızın verdiği isim- bizim gezegenden yaklaşık olarak üç yüz ışık
yılı uzaklıktadır. Bir çok nedenlerden dolayı son derece ilginç bir
yıldızdır, önce, büyüklüğü, çapı, güneşim izin çapından üç ya da
dörtyüz kez daha büyüktür, diğer bir deyimle, eğer bizim güneşi­
mizle üst üste konacak olsa, çevresi Merih gezegeninin yörüngesi­
ne kadar uzanabilir. İkincisi, yıldızın parlaklığı ,Orion burcunu en
büyük ve D ünya’dan bakıldığı zam an, uzaklığa rağm en çıplak göz­
le görülebilecek en parlak yıldızdır, üçüncüsü , ışınlarının yapısı ,en
önemli etkileri oluşturan, kırmızı ve turuncu renkli ışınlardır.Şöyle
de söylenebilir: Değişik renklerde parlayan bir yıldızdır, renk deği­
şimi nedenlere dayanır, çapındaki değişiklik en büyük nedendir.
Betelgeuse, titreyen bir yıldızdır.
G üneş sistem inin ve halen m eskün yıldızların keşfinden
sonra , yıldızlar arası yapılacak ilk yolculuk için neden bu kadar
uzak bir yıldız seçilmiştir? Bu kararı veren, tanınm ış profesör An-
telle'dir. Uzaya açılacak olan gem inin yapım ına nezaret etm iş, li­
derliği yapm ış, yolu göstermiştir. Yolculuk sırasında bu seçimi n e­
den yapm ak istediğini açıklamıştı.
8
“-Dostum Ulysse” dedi. “Betelgeuse yıldızına gitmekle zor
bir iş yapmıyoruz. En yakın yıldıza bile bu kadar kolaylıkla gide­
mezdik. örneğin, Betelgeuse yıldızına gitmekle, Proxim a Centauris
yıldızına gitm ek arasında büyük bir ayrım yoktur.”
Profesörün böyle konuşm ası üzerine hem en itiraz ettim ve
dikkatini daha önce yapılmış olan astronom ik hesaplara çektim.
"-Ayrım yok mu? Fakat Proxim a Centauris bizden dört ışık
yılı uzaklıkta , oysa Betelgeuse ..."
"-Üç yüz ışık yılı uzaklıkta. Bunu çok iyi biliyorum. Betelge­
use yıldızına ulaşmamız iki yılı biraz aşacak, am a Proxim a Centa-
uris'e gitmemiz de ancak bu kadar bir zam ana gereksinim göstere­
cekti. inanam ıyorsun, çünkü, roketlem ede ilk hızın önemli olduğu­
nu, sonra gem inin yavaşlayacağını düşünüyorsun, oysa bizim hızı­
mız diğer gemilerin hızından çok daha fazla. Gem im izin nasıl çalış­
tığı hakkında birkaç şey söylem enin zamanı geldi sanırım. Roketle­
rin üstündeki değişiklikleri ben yaptırdım . Bu gemi, evrende gö-
rülmeiş bir hızla hareket etm e yeteneğine sahiptir. Başka bir de­
yimle, gem inin hızı, ışık hızı eksi epsilon'dur."
"-Eksi espilon mu?"
"-Yani dem ek istiyorum ki, gem inin hızı çok küçük bir fark­
la ışık hızına ulaşabilir. Bin m ilyonda biri gibi küçük bir fark."
"-Hah, şimdi anladım".
"-Şunu da anlam alısın ki, bu hızda giderken, zam anım ız
dünyadaki zam andan hissedilir derecede ayrım gösterecektir, ay­
rım da hızımızla orantılı olarak azalacak ya da artacaktır, şu konuş­
m am ız birkaç dakika sürdü, oysa bu zam an dünyada birkaç aydır.
Son hızımızı aldığımızda, zam an bizim için durm uş gibi olacaktır.
Tabii, biz bunun farkına varamayız. Benim ve senin için birkaç sa­
niyelik olan kalp çarpıntısı, dünya zamanıyla birkaç yıldır."
"-Bunu da anlıyorum. Gerçekte, ölm eden önce hedefimize
ulaşabilmemizin nedeni de bu olmalı. Fakat bu durum da, neden iki
yıllık bir yolculuk? N eden birkaç gün ya da saat değil?"
"-Bende bunu söylem ek üzereydim, çok basit, çünkü orga­
nizm am ızın, zam anı d u rd u ra c a k kadar büyük bir hıza alışm ası
için bir yıla gereksinm em iz var. ikinci yıl ise, hızımızı düşürm em iz
için kullanılacak, şimdi uçuş planımızı kavrıyor m usun? O n iki ay
hız için, oniki ay hız kesm e arasında geçecek zam an saat yerine
dakikayla ölçülecekti. Uzaklık önemli sayılmaz. Yaşlandığıma göre
belki ikinci bir yolculuğu yapacak kadar öm rüm kalm amış olabilir.

9
Bu bakım dan, dünyam ızdan çok daha değişik bir dünya bulabil­
m ek amacıyla en uzak yıldızı seçtim"
Böyle konuşm alarım ız saatlerce sürdü ve profesör Antel-
le'in bilgisini bir kez daha takdir ettim , incelemediği hiç bir bilim
dalı yoktu ve böyle bir lidere sahip olduğumuz için kendi kendimi
tebrik ettim.
Yolculuğumuz, Profesörün önceden tahm in ettiği gibi iki
yıldan biraz d ah a uzun sürdü. Geçirdiğimiz iki yıllık zam anın, dün­
yada üç buçuk yüzyıllık bir zam an karşılığı olabileceğini düşün­
düm . Eğer geri dönebilirsek, kendi dünyam ızı en azından sekiz
yüzyıl daha yaşlı bulacağımızdan em indim . Fakat um urum uzda d e ­
ğildi. H atta, profesör çevresini saran dalkavuklardan kurtulduğuna
seviniyormuş gibi görünüyordu. Zaten bunun böyle olduğunu sık
sık tekrarlıyordu...
Phyllis, hayretle:
"-Dalkavuk!" dedi
Jinn:
“-Evet,dalkavuk," dedi. “M ektupta da böyle yazıyor.”
Jinn, tekrar okum aya başladı.
“-Uçuş süresinde önemli bir olay geçm edi. Ay'dan hareket
etmiştik.. Dünya ve gezegenleri çok çabuk gözden kayboldu. G ü­
neşin yavaş yavaş küçülmesini, yalnızca parlak bir yıldız gibi gö­
rünm esini izledik. G üneşi ancak profesörün ustalığı ve bilgisiyle
fark edebiliyorduk.
Bir süre sonra güneşsiz kaldık, am a gemimizde yeterince
ışık vardı. Canımız da sıkılmıyordu. Profesörün konuşm ası çok il­
ginçti. iki yıl süresinde, yaşamım boyunca öğrenem ediğim şeyleri
ondan öğrendim . Aynı zam anda, bir uzay gemisinin nasıl kullanıl­
ması gerektiğini de öğrendim . Gem inin kullanılışı son derece basit­
ti. Elektronik araçlara emirler veren düğm elere dokunm ak yeterli
oluyordu. Bütün hesaplar bu araçlar tarafından otom atik olarak
yapılıyordu.
Gem ide bir de bahçem iz vardı. Bu bahçenin gemideki ö n e ­
mi büyüktü. Profesör botanik ile son derecede ilgiliydi ve yolculuk
süresinde uzayda yetiştirilebilecek bitkiler üzerinde deneyler yapı­
yordu. Suni güneş ışınları sayesinde bahçenin bütün ürünlerinden
yararlanabiliyorduk. Hareketim izden iki ay sonra, kimyasal gübre­
lerle oldukça değişik sebze yetiştirmiştik. Bahçenin bir kısmında çi­
çek yetiştiriyorduk. Bahçenin yanı sıra, kuş, kelebek gibi bazı hay­

10
vanlar da almıştık. H ektor adını verdiğimiz ve bizi çok eğlendiren
küçük bir şem panzem iz bile vardı.
Profesör, aynı zam anda iyi bir antrop sayılmazdı, ilgisi yal­
nız insanlar üzerinde değildi, insanlardan fazla bir şey beklemediği­
ni sık sık yineliyordu. Büyük olasılıkla...
Phyllis, yine Jinn'in okumasını yarıda kesti.
"-Antrop!" dedi, insan nesli mi?
Jinn :
"-H er saniyede okum am ı yarıda kesecek olursan," dedi.
S o nunu getirem eyeceğiz. S en de benim gibi yap ve anlam aya ça­
lış.
Phyllis, m esajın so n u n a dek bir d a h a konuşm ayacağına
söz verdi ve sözünü de tuttu.
* Jinn, kestiği yerden başladı .
“...Büyük olasılıkla, profesörün gem iye sayısız hayvan al­
m asının ve bitki doldurm asının nedeni de buydu. Gem ide üç kişi
vardı, Profesör Antelle, Profesörün genç asistanı fizikçi A rthur Le-
vain ve Profesörle bir konuşm adan sonra tanışmış olan, ben, basit
bir gazeteci, Ulysse M erou. Ailem olmadığını ve santrancı iyi oy­
nadığımı öğrenince beni de birlikte götürm eye karar vermişti. Bu
yolculuk benim gibi genç bir gazeteci için bulunmaz fırsattı. Yaz­
dıklarım sekiz yüzyıldan önce yayınlanam ayacaksa da, yayınlandığı
zam an daha büyük ilgi göreceği kesindi. Bu gerçeği daha işin ba­
şında kabullenmiştim.
Yolculuk sırasında çektiğimiz bütün sıkıntı, bir yıllık hız sü­
resinde ve ikinci yıl, hız kesim inde vücudumuzun gösterdiği fiziksel
tepkiydi. Ağırlığımızın, dünyadaki ağırlığımızdan bir buçuk katı d a­
h a fazla olm asına alışmıştık. Ağırlığımızın artm ası önceleri yorucu
olmuştu, am a yerçekimi yoktu, fakat ancak bir kaç saat sürdüğü
için, üzerimizdeki etkisi uzun sürmemişti.
Sonunda bir gün, bu uzun yolculuktan sonra, Betelgeuse
yıldızının uzayda parladığını gördük.

3.
Böyle bir görünüşten doğan şaşkınlık duygularının anlatıl­
m ası kolay olmuyordu, dün yalnızca küçük bir ışık gibi görünen
yıldız, bugün önüm üze dev bir yıldız olarak çıkıyordu.
Gittikçe yaklaştığımız yıldızın rengi turuncudan kızıla doğru
11
dönüyordu. Bizim için yeni bir güneş doğuyordu. Bu güneşin rengi
daha kızıldı, am a sıcaklığını hissediyorduk.
Gem im izin hızı iyice kesilmişti. Betelgeuse yıldızına yaklaş­
tıkça, yıldızın büyüklüğü karşısında şaşkına dönüyorduk. Antelle,
gem inin yönetim ini robot m akinelere bıraktıktan sonra astronom i
araçlarının başına geçti ve yıldızı incelem eye başladı.
Kısa bir süre sonra, Antelle, yıldızın dört gezegeni olduğu­
nu saptam ış ve uzaklıklarını hesaplam ıştı. Bu gezegenlerden biri,
gem inin yörüngesine paralel bir yörüngedeydi. Büyüklüğü, dünya­
nın büyüklüğüne çok yakındı, atm osferinde oksijen ve nitrojen
vardı, Betelgeuse yıldızından uzaklığı, dünyanın güneşten uzaklığı­
nın otuz katı olduğu halde, ısısı dünya ısısına eşitti. Neyse ki Betel­
geuse yıldızı büyüklüğüne rağm en fazla ısı veren bir yıldız değildi,
ilk hedefimiz olarak bu gezegeni seçtik. Robot yönetim ine verilen
çabuk em irlerden sonra, gemimiz gezegenin çevresinde yörüngeye
girdi. M akineler durdurulduktan sonra gezegeni daha rahatlıkla in­
celem eye başladık. Teleskopla baktığımız zam an kıtaları ve okya­
nusları gördük.
Gem inin iniş takımları yoktu, am a her olasılığı düşünerek
gerekli önlem leri almıştık. Gem inin, bot adını verdiğimiz üç küçük
roketi vardı. Bunlardan birini kullanacaktık. Yanımıza ölçü araçla­
rımızı ve H ector'u aldık. Küçük şem panze de bizim gibi uzay elbi­
sesi giymişti ve nasıl kullanılacağını biliyordu. Gemimiz yine yörün­
gesinde dönm eyi sürdürecekti. Ayrıca, yörüngesinden bir santim
bile ayrılmayacağını biliyorduk.
Böyle bir gezegene küçük botla inm ek çok kolaydı. G eze­
genin kalın atm osferine girer girmez, profesör Antelle, hava örne­
ği aldı ve tahlil etti. G ezegenin havasının, eş yükseklikte, dünya
havasıyla aynı olduğunu öğrendik. Y ere çok yakın olduğumuzdan
fazla sevinecek zam an bulamadım. Y erden elli mil kadar yükseklik­
te bulunuyorduk. Küçük botun m anevraları robot makinaları tara­
fından yapıldığı için, yaklaşm akta olan gezegeni izlemekten başka
yapacak işimiz yoktu.
G ezegen, tuhaf bir biçimde dünyaya benziyordu. G ezege­
n e yaklaştığımız her saniye bunu daha iyi anlıyorduk. Çıplak gözle
bile kıtaların sınırlarını görebiliyordum. A tm osfer parlaktı ve yeşile
12
çalan rengi zam an zam an sarıya dönüyordu. O kyanusun rengi
açık maviydi ve onun renginde de yeşil renkli bir karışım vardı.
Yalnız karaların denizle birleştiği yerlerde bir tuhaflık vardı. G eze­
genin topoğrafyasi dünyanın topoğrafyasına hiç benzem iyordu.
G ezegen m eskundu. Bir kentin üstünden uçtuk, oldukça
büyük bir bir kentti, geniş yollarının yanlarında ağaçlar vardı ve
araçlar gidip geliyordu. Kentin güzel m im arisine şöyle bir göz a ta ­
bildim, caddeler genişti ve evler düz bir h at üstüne inşa edilmiş be­
yaz boyalı yapılardı.
Fakat bu kentin çok uzaklarına inm ek zorunda kalıyorduk,
önce sürülmüş, düzenli tarlaların, sonra ekvator orm anlarını andı­
ran, kırmızıya çalan kahverengi ağaçlı bir orm anın üstünden geç­
tik. şimdi çok alçaktan uçuyorduk. Bir yaylanın üstündeki büyük
düzlüğü görünce, başkanımız oraya inm eye karar verdi ve robotla­
ra tekrar gerekli em ir verildi. Fren roketleri çalıştığı zam an, balık
görm üş bir m artı gibi bir saniye kadar havada asılı kaldık.
Sonra, dünyadan ayrılışımızın ikinci yılında, yabancı bir ge­
zegenin yüksek bir yaylasındaki çimenlik alana indik.

4.
Y ere indikten sonra, bir süre sessiz've hareketsiz kaldık.
Belki bu davranışımız tuhaf görünebilirdi, am a şaşkınlığımızı gider­
m ek ve enerjimizi toplam ak için bu kadarcık olsun bir dinlenm eye
gereksinimimiz vardı. O lağanüstü bir yolculuğu tam am lam ış, kendi
dünyamıza benzer bir dünyaya adım atmıştık. Uygar bir gezegen­
de olduğumuzu, geçtiğimiz kentin büyüklüğünden anlıyorduk, am a
üzerinden aştığımız büyük orm anı dikkate alarak uygar toplum dan
oldukça uzak olduğumuzu tahm in ediyorduk.
Sonunda, kendimize gelebildik. Küçük botun lumbozların-
dan birini araladık. H avanın kaçm asından doğacak olan fısıltıyı
duymadık. D em ek ki dışardaki basınçla botun içindeki basınç birbi­
rine eşitti. Düzlüğü çevreleyen orm an bir duvar gibi yükseliyordu.
O rm anda n e gürültü ne de kımıldam a vardı. İsı yüksek olmakla
birlikte, dayanılm ayacak kadar fazla değildi, yaklaşık olarak 2 5 de­
receydi.
13
H ector'la birlikte bottan indik. Profesör Antelle, atm osferi
daha iyi bir yöntem le yeniden tahlil etm ek istedi. Sonuç cesaret
vericiydi, havanın yapısı, içinde değişik oranda çok ender gazlar
bulunmakla birlikte, dünyanın havasıyla aynı yapıdaydı. Solunabi­
leceği kuşkusuzdu. B una rağm en, kesinlikle em in olm ak için önce
şem panzenin başlığını çıkartarak denedik. H ector, çim enler üze­
rinde neşeyle yuvarlandıktan sonra orm ana doğru koştu, arkasın­
dan bağırm am ıza aldırm adan bir ağaca tırm anıp gözden yitti.
Uzay giysilerimizi çıkarttığımız zam an d ah a serbest konu­
şabildik. Seslerimizi duyduğum uzda oldukça şaşırdık. Yerçekiminin
ne olduğunu bilmediğimiz için önce bir kaç dikkatli adım atarak
denedik, indiğimiz gezegen dünyanın ikiz kardeşiydi. Y aşam vardı.
Bazı ağaçların yükseklikleri kırk beş metreyi buluyordu ve özsuları
dünya ağaçlarınınkinden fazlaydı. Kısa bir zam an sonra hayvanlar
krallığı göründü. Bazı büyük ve siyah kuşlar, akbabalar gibi ağır
ağır uçuyorlardı. Küçük kuşlar cıvıldaşarak birbirlerini kovalıyordu.
Y ere inişimizden önce gördüğüm üz kentden ötürü uygarlık oldu­
ğundan emindik, ancak bulunduğumuz yerin uygarlıktan uzak ol­
duğunu biliyorduk. Akıllı yaratıklar -henüz insan dem eye cesareti­
miz yoktu -gezegenin yüzünü işlemişlerdi. Böyle olm akla birlikte
çevremizdeki orm anın m eskün olmadığı açıkça görünüyordu. Fa­
kat buna şaşırmıyorduk, çünkü, Asyanın değişik yerlerinde m es­
kün olm ayan orm anlar vardı.
D aha ileri bir adım atm adan bu gezegene bir isim verm e­
mizin gerekli olduğunu düşündük. Dünyaya benzem esi bakım ından
gezegene, S oror adını taktık.
Hiç zam an yitirm eden incelem e yapm aya k arar vererek
orm ana daldık ve doğal bir patikayı izleyerek yürüdük. A rthur Le-
vain'le benim elimde tüfek vardı. Profesör ise, silah yerine malze­
m e taşımayı yeğliyordu, çevik adımlarla yürüyorduk, kendimizi kuş
kadar hafif hissediyorduk, çünkü, yolculuğumuz süresince artan
ağırlığımız azalınca kendimizi on yaş daha gençleşm iş hissediyor­
duk.
T ek sıra olarak yürüyor, arada sırada H ector'a sesleniyor­
duk. önde yürüyen genç Levain, durdu ve eliyle dinlememizi işaret
etti. Uzaklardan doğru, akan su sesini andıran, bir uğultu işitiliyor­
14
du. O tarafa doğru yürüyünce, ses daha güçlü duyulmaya başladı.
Sesin geldiği yer bir şelaleydi, şelaleye yaklaşırken çevrenin
güzel m anzarası karşısında üçüm üzde şaşkına döndük. Billur ka­
dar berrak su, geniş bir yüzeyde dağılarak m etrelerce yüksekten,
doğal bir göle dökülüyordu. Gölün suyu da çok duruydu ve Betel­
geuse' un yeşilimtrak rengini yansıtıyordu. Kıyı tümüyle kumsaldı.
Sağda solda küçük, sivri kayalar göze çarpıyordu.
Suyun görünüm ü, havanın sıcaklığından ötürü hem beni,
hem de Levain'i kışkırtıyordu. Elbiselerimizi çıkardık ve göle dal­
m aya hazırlandık. Fakat profesör Antelle, gezegenin yabancısı ol­
duğumuz için daha dikkatli davranm am ız gerektiğini söyleyerek bi­
zi engelledi. Bu su son derece tehlikeli yabancı bir sıvı olabilirdi.
Profesör, gölün kıyısına gitti, eğilip baktı, sonra dikkatle parm ağını
dokundurdu. S o nunda, avucuna biraz su alıp kokladı ve dilinin
ucuyla kontrol etti.
Kendi kendisine konuşuyorm uş gibi:
"-Sudan başka bir-sıvı olamaz," diye mırıldandı.
Elini suya daldırmak için yeniden eğildiğinde, birden vücu­
dunun kasıldığını fark etti, şaşkınlıkla bağırdı ve kum dan gördüğü
bir şeyi parm ağıyla işaret etti. Yaşam ım daki en vahşi duygunun ta­
dını tattığımı söyleyebilirim. Başımızın üstünde kırmızı büyük bir
balon gibi duran Betelgeuse'un aydınlığında, kum salın üstündeki
bir insan ayağının izini açıkça görebiliyorduk.

5.
A rthur Levain :
"-Bir kadın ayağı," dedi.
A rthur'un sesi boğuluyorm uş gibi çıkmıştı, am a hiç şaşır­
m adım. Ben de onun fikrindeyim. Bu düzgün, ince ve küçük kadın
ayağı izi beni tahm in edilem eyecek kadar rahatsız etmişti, insan
ayağının biçiminde kimsenin yanılm asına olanak yoktu. Ayak izi,
bir çocuğa, ya da ufak tefek bir erkeğe de ait olabilirdi, am a daha
çok -bütün kalbimle arzu ediyorum- bir kadının ayak izine benzi­
yordu.
Profesör Antelle:
15
"-Demek ki S aror'da insan varm ış,” diye mırıldandı.
S onra omuz silkerek, bizimle birlikte kum salda daha başka
izler aram aya başladı. Aynı yaratık tarafından bırakıldığı kesin olan
başka izlere de rastladık. Bizden biraz önde yürüyen Levain, kum­
salın kuru kısmını gösterdi. Buradaki ayak izi yeni ve ıslaktı.
G enç adam heyecanla:
"-Kadın beş dakika önce buradaymış," dedi.
"-Kadın yüzüyordu, geldiğimizi duydu ve kaçtı.”
H ep kadından söz ettiğimiz için, ayak izlerinin bir kadına
ait olduğunu hepim iz kabullenmiştik. Dikkatle çevrem ize bakındık,
gözlerimizle orm anı araştırdık, fakat en küçük bir şey görem ediği­
miz gibi, herhangi bir ses de duymadık.
Profesör yine om uz silkerek:
"-Zamanımız bol", dedi. “Bu suda bir insan yüzmüşse, bi­
zim için de bir tehlike söz konusu olam az.”
Profesör h em en soyundu ve sıska vücudunu serin sulara
bıraktı. Uzun bir yolculuktan sonra, gölün serin suyu, son keşfimizi
bize hem en hem en unutturm uştu. Yalnız Levain, düşüncelerine
kapanm ış gibi görünüyordu. Suratının asılmasıyla alay edeceğim
sırada, suyun göle döküldüğü yerde duran kadını gördüm .
K adının g ö rü n ü şü n ü n üzerim de bıraktığı etkiyi tan ım la­
m am olanaksız. Betelgeuse'un kan kırmızısı ışınları altında, üzerine
düşen su damlacıklarına aldırm adan duran Saror'lu güzel yaratık
karşısında bir an için nefes alm adan durdum. Evet, bir kadındı, ol­
dukça genç bir kızdı, tabii Saror'lu bir tanrıça değilse... Dev güne­
şin altında kadınlığını saklam aya gerek g ö rm e d e n duruyordu.
O m uzlarına kadar dökülen saçlarından başka üzerinde hiç bir şey
yoktu, kadın çırılçıplaktı. Evet, iki yıllık bir ayrılıktan sonra, kadına
hasret kalmıştık, am a böyle bir mucizenin kurbanı olabileceğimizi
hiç düşünmem iştik. Suyun kıyısında bir heykel gibi kımıldam adan
duran kadının, dünyada eşi görülm emiş bir güzelliğe sahip olduğu
kesindi. Vücudunun m erm erden oyulmuş bir heykel gibi güzel ve
düzgün olduğu da gözüm üzden kaçmıyordu. Levain ve ben nefes
alm aya bile cesaret edem eden duruyorduk, öyle sanıyorum ki P ro­
fesör de kadının güzelliği karşısında şaşkına dönm üştü.
Dizlerini bükerek öne doğru eğilmiş, çıplak göğüsleri bize
16
doğru, omuzlarını geriye atarak kollarını atlam aya hazır bir yüzü­
cü gibi biraz arkaya almış olarak duran kadın da bizi izliyordu ve
bakışlarında şaşkın bir anlatım vardı. O da bizim kadar m eraklan-
mıştı. Uzun zam andan beri o n a baktığım için, öylesine büyülen­
miştim ki, yüz hatlarını açıkça görem iyordum , vücudu bütün ola­
rak beni hipnotize etmişti. A ncak bir kaç dakika sonra kadının be­
yaz ırktan olduğunu anlayabildim. Teninin rengi bronzdan çok al­
tın sarısıydı. Boyu oldukça uzun sayılabilirdi, balık etinde bir kadın­
dı. S onra yüzünün saf anlatımını fark ettim . Sonunda, kadının göz­
lerine baktım.
S onra daha dikkatli oldum, bakışlarım keskinleşti ve vücu­
dum un kasıldığını hissettim, çünkü gözlerinin anlatım ında benim
için yeni olan bir tuhaflık vardı. Bu tuhaflığı analiz etm em ya da tu­
haflığın doğal nedenini kesinleştirm em olası değildi. Yalnızca, bi­
zim kuşakta olm ayan tem el bir ayrım gözettiğini düşünebiliyor­
dum . Tuhaflık gözlerinin renginden dolayı değildi. Bizim ırkımız­
da bulunm ayan grimsi ya da alacalı bir rengi vardı. Anorm allik
gözlerinin buğulu olm asından ileri geliyordu, bana önceden tanı­
mış olduğum deli bir kadının boş bakışlarını anım satıyordu. Fakat
hayır! Bu bakışlarda, bir delinin bakışlarıyla karşılaştırılabilecek çıl­
gın bir anlatım yoktu.
Meraklı bakışlarımıza hedef olduğunu anlayınca daha doğ­
rusu bakışlarımız karşılaşınca -sanki büyük bir sarsıntı geçirmiş gi­
bi, ürkek bir hayvan tavrıyla başını birden yana çevirdi. Bakışların­
dan utandığı için böyle davranm adığı belliydi. Gözlerini kaçırması,
aşırı heyacanından dolayıydı. Göz göze geldiğimiz zam an, bakışla­
rımın keskinliğine her nedense dayanam am ıştı. Başını çevirmiş,
am a göz ucuyla yine bizi süzüyordu.
G enç Levain:
"-Size söylediğim gibi, kadın!" diye fısıldadı.
Levain'in sesi titrek ve fısıltı gibi çıkmıştı, fakat genç kadıın
fısıltı sesi duydu ve duyduğu sesin etkisi çok tuhaf oldu. Birden sıç­
radı, fakat davranışı öylesine hafif ve çabuk olmuştu ki, kaçm aya
hazırlanan bir hayvan gibiydi. G eriye doğru bir iki adım attıktan
sonra yine durdu. Kayalar vücudunun büyük bir bölüm ünü gizliyor­
du. şimdi yalnız başının bir bölüm ünü ve bize bakan tek gözünü
görebiliyordum.
Kadının kaçm ak üzere olduğunu gördüğüm üz için nefes al­
m aktan bile çekinerek kımıldamadan durduk. Birkaç dakika sonra
kadın yine cesaretlendi, yeniden eski durduğu yere geldi. Fakat
Levain, dilini tutam ayacak kadar heyecanlıydı.
“-Yaşam ım da hiç bu k a d a r...” diye başlayacak oldu.
Birden sustu, çünkü kadın yine kayanın arkasına kaçmıştı.
Sanki insan sesi bu kadını dehşete düşürüyordu.
P rofesör Atelle, susmam ız için eliyle işaret ederek, sanki
kadının varlığı bir şey anlatm ıyorm uş gibi, serbest kulaçlarla yüz­
m eye başladı. Bizim de profesörü taklit etm em izin yararı büyük ol­
du. Kadın yeniden ortaya çıkmakla kalmadı, davnarışlarımıza karşı
aşırı bir ilgi duyduğunu belli eden mimikler yaptı. Davranışları büs­
bütün m eraklanm am ıza neden oluyordu. Sahibi yüzerken kıyıda
kalan küçük bir köpek yavrusunun davranışlarını hiç izlediniz mi?
Sahibinin arkasından suya atlam ak ister, fakat cesaret edem ez. Bir
oraya bir şuraya koşar, suyun kıyısına kadar gelir, yeniden geri
geri kaçar, havlar ve yine sağa sola koşm aya başlar. 3şte bu kadı­
nın davranışları da küçük bir köpek yavrusunun davranışlarını a n ­
dırıyordu.
Birden kadının sesini duyduk, fakat çıkardığı ses, hayvan­
sal davranışlarını biraz daha pekiştiriyordu, şimdi, suya dalacakmış
gibi tam kıyıda duruyordu. Dans ederm iş gibi koşm aktan vazgeç­
mişti. Ağzını açtı. Bir kıyıda durmuş, fark ettirm eden onu izlemek
olanağını bulm uştum . Konuşacağını, bağıracağını düşünüyor, bir
haykırış bekliyordum. En tuhaf bir dille konuşacağını um uyordum
am a gırtlağından çok tuhaf bir ses çıkardığını tahm in etm ezdim ,
çıkan sesin ağzıyla ya da dille ilgisi yoktu, doğrudan doğruya gırt­
laktan gelmişti ve çok sevinen hayvanların çıkardıkları gırtlaktan
gelm e seslerini andırıyordu.
Ç ok şaşırmıştık am a ilgilinmeden yüzmeyi sürdürüşümüz,
onun bir karara varm asına neden olmuş gibi göründü. Kayanın
üzerinden sarktı ve taşların çıkıntılarına tutuna tutuna bize doğru
inm eye başladı. Gösterdiği başarı olağanüstüydü. Altın rengi vücu­
du, dökülen suların oluşturduğu incecik perdenin altında güneşin
ışıklarını rengarenk kırıyordu. Küçük, düz bir kaya parçasının üstü­

18
ne inince birkaç saniye bizi izledi, sonra, balıklama suya dalarak
bize doğru yüzmeye başladı.
Bizimle oynaşm ak istediğini fark ettik, şimdi tuhaf bir oyun
başlamıştı. Bize doğdu yüzüyor, duruyor, dokunulacak kadar yak­
laştığı zam an birden dalıp öbür tarafım ızdan çıkıyordu. Ç oçukça
bir oyundu, am a bu güzel yabancıyı kendimize alıştırabilmek için
başka türlü davranm am ız olanaksızdı. P rofesör Antelle'in de bu
oyuna severek katılması gözüm den kaçm ıyordu .
Oyun uzadıkça yoruluyor, sık sık nefes alm aya başlıyorduk,
am a hiç birimizin oyunu bırakm aya niyeti yoktu. Bu zam an süre­
sinde güzel yabancı bir kez olsun gülümsemem işti.
Bir süre sonra neden olduğunu bilmediğim bir huzursuzluk
duym aya başladım . N edenini kavrayınca epey rahatladım , güzel
kadın gülm üyor, kahkaha atm ıyordu, am a bizimle oynadığı için
duyduğu zevki gırtlağından çıkan hayvani seslerle anlatıyordu.
Bir deney yapm aya karar verdim. Köpeklem e yüzerek b a­
na yaklaştığı zam an, bakışlarını kaçırm asına olanak verm eden göz­
lerinin içine bakarak gülümsedim.
Sonuç hayret verici oldu. Birden durdu, göğüs hizasına g e­
len suyun içinde ayağa kalktı, kendisini korum ak istermiş gibi elle­
rini yüzüne doğru kaldırdı, sonra ters yöne dönerek kıyıya doğru
yüzmeye başladı. Sudan çıktığı zam an durdu, yarı döndü, ürkek bir
hayvan gibi soran bakışlarla yüzüme baktı. G ülüm sem enin dudak­
larımda donup kaldığı, yeniden o n a aldırm adan yüzmeye başladı­
ğım zam an, bize karşı beslediği güven duygusu belki yine kurula­
caktı, am a başka bir olay bunu engelledi. O rm anda bir ses duyduk.
Baktığımız zam an daldan dala seke seke gelen dostum uz H ector'u
gördük. H ector, ağaçtan atlayıp dört ayak üstüne düştü ve bize
kavuştuğu için tuhaf sesler çıkarm aya başladı. Küçük şem panzeyi
gören kadının tepkisi çok değişik oldu. Büyük bir düşm an görm üş
gibi sırtını kamburlaştırdı, parm aklarını p ençe gibi açtı ve yavaş
yavaş kayalara doğru çekilmeye başladı. Yüzünde büyük bir kinin
izleri vardı.
H ector, kadının farkına bile varm adan yanından geçerken,
kadın birden atıldı. Vücudu yay gibi gerilmişti. Ellerini zavallı hay­
vanın gırtlağına geçirdi ve küçük vücudunu bacaklarının arasına al­
dı. Saldırısı öyle ani olmuştu ki, ona engel olm ak fırsatını bulam a­
mıştık. M aymun çırpınam adı bile, bir kaç saniye sonra hareketsiz
kaldı. Kadın, tekrar ayağa kalktığı zam an H ector çoktan ölmüştü.
Yolculuğumuz sırasında görm üş olduğumuz çok parlak bir yıldız
olan Nova'dan esinlenerek “Nova" diye adlandırdığım bu güzel vü­
cutlu kadın, zararsız ve evcil bir hayvanı elleriyle öldürmüştü.
Geçirdiğim iz büyük sarsıntıdan kurtulup H ector'a doğru
koştuğum uzda çok geç kalmış olduğumuzu biliyorduk.
Nova, kendisini korum ak isterm iş gibi bize doğru döndü,
vahşi bir hayvan gibi dudaklarını aralayarak dişlerini gösterdi. Ol­
duğumuz yerde kaldık. Nova, cırtlak bir sesle son bir kez haykırdı.
Bu haykırışı, bir zafer haykırışı olabilirdi. S onra birden geri döndü,
çevik adımlarla orm ana koştu ve sık ağaçların arasına dalıp göz­
den yitti. Çevrem ize çöken sessizlik içinde şaşkınlıkla duruyorduk.
"-Dişi bir vahşi," dedim . “Yeni Gine ve Afrika orm anların­
da bulunan ilkel kabilelere benzer bir kabileden olmalı, değil m i?”
Böyle söylem ekle birlikte, söylediklerime kendim de inana-
mıyordum. A rthur Levain, sinirli bir tavırla, ilkel kabilelerde böyle­
şine güzel bir kadına rastlanıp rastlanam ayacağını sordu. Yüzde
yüz haklı olduğu için verecek yanıt bulam adım . Düşünceleri arasın­
da kaybolmuş gibi görünen profesör, konuşm am ızı kesinlikle duy­
muştu.
Sonunda:
"- Dünyamızdaki en ilkel kabilelerin bile kendilerine özgü
dilleri vardır,” dedi. “Bu kız konuşam ıyor.”
Y abancı kadını bulmak için çevreyi araştırdığımızda, en kü­
çük bir ize bile rastlayamadık, sonunda küçük düzlükteki botumuza
dönm ek zorunda kaldık. Profesör Antelle, daha uygar bir bölgeye
gitmemizi istiyordu, am a genç fizikçi hiç değilse burada yirmi dört
saat kalarak bu vahşi kızı bulmaya çalışmamızı önerdi. Ben de Le-
vain'in önerisini destekledim . Hiç birimiz, bu bölgede kalmamızın
nedenini, o kadını bir kez daha görm ek arzusuna bağlam ak istemi­
yorduk.
Ö ğleden sonra olaysız geçti, fakat havanın kararm asından
sonra, çevremizdeki orm anın canlandığını, ve görünm ez gözlerin
bizi izlediğini hissetm eye başladık. Dalların zam an zam an kırılma­
sından doğan sesleri duyuyorduk. Yine de, gecemiz olaysız geçti.
Küçük botum uzun içine kapandık ve sabaha kadar sırayla nöbet
tuttuk. Hava ağarırken yine gözlendiğimizi hissettik ve nöbetim sı­
rasında Nova'nın haykırışlarına benzeyen çığlıklar duyduğumu san­
dım. Fakat um duğum uz olmuyor, orm anın sakinleri olarak nitelen­
dirdiğimiz kimseler ortaya çıkmıyordu.
Ertesi gün yeniden şelaleye gitm eye karar verdik. Bir gün
önce geçtiğimiz patikayı izleyerek yürürken kendilerini gösterm ek
istem eyen ilkel kabile halkının gözlerini üzerimizde hissediyorduk.
Oysa, bir gün önce, Nova bize yaklaşm ak istemişti, am a bugün or­
tada kimse görünm üyordu.
A rthur Levain:
"-Belki de onları ürküten giyimlerimiz " dedi.
Bu açıklama biçimini hem en kabullendik, çünkü, Nova kü­
çük m aym unum uzu boğduktan sonra kaçarken, giysi yığınımıza
rastlam ış ve ürkek bir hayvan gibi y a n a sıçrayarak giysilerden
uzaklaşmıştı.
"-Yakında bunu da anlarız."
Soyunup hem en göle daldık ve bir gün önceki oyunum uzu
yineledik. D üşüncem izde yanılmamıştık. Göle girişimizden birkaç
dakika sonra Nova'nın yine aynı kayanın yanında durduğunu gör­
dük. Gelişini hiç duymamıştık. Fakat kadın bu kez yalnız değildi.
Y anında yine kendisi gibi çırılçıplak bir adam vardı. Adam ın yüz
hatlarına biraz dikkat edince Nova'ya çok benzediğini gördük. Bü­
yük olasılıkla Nova'nın babasıydı. A dam da bizi ilgiyle süzüyordu,
onun da üstünde ürkek bir hayvan görünüm ü vardı.
Başkalarını da gördük. O rm andan grup grup çıkıyorlar ve
gölün çevresinde altın vücutlardan yapılmış bir duvar oluşturuyor­
lardı. A rada sırada, haykırışlar duyuluyordu. Bu haykırmaların, şaş­
kınlıktan doğduğunu anlam am ak olanaksızdı. Gölün kıyısını çevi­
ren kalabalık büyük bir m erakla davranışlarımızı izliyordu. Hepsi,
sağlıklı insanlardı. Vücutlarının altın rengi, güneşin ışınları altında
pırıl pırıl yanıyordu.
M aym unun gırtlaklanmasını anım sayarak huzursuzlanm aya
başladık. Fakat tutum ları tehdit eder gibi değildi, yalnızca sudaki
davranışlarımızla ilgileniyormuş gibi görünüyorlardı.
21
Sonunda, Nova usulca suya kaydı, onu diğerleri izledi. Bir
gün önce yaptığımız gibi birbirlerini kovalayarak yüzm eye başladı­
lar. şimdi çevremiz bu vahşi yaratıklarla dolmuştu.
O n beş dakikalık oynaşm adan sonra yavaş yavaş yorulm a­
ya başladım. Bunca yolu aşarak Betelgeuse'a okul çocukları gibi
sularda oynaşm aya mı gelmiştik? Profesör Antelle'in diğerlerinin
oyununa katılarak neşeyle oynaştığını görünce, böyle düşündüğüm
için kendim den utandım . Fakat başka ne yapabilirdik? Konuşm ası­
nı, hatta gülmesini bilm eyen bu vahşi yaratıklarla nasıl anlaşabilir­
dik? Elimden geldiğince çaba gösterdim . A rada bir ellerimi çırpa­
rak, çinliler gibi eğildim, parm aklarım ın ucuyla öpücükler göster­
dim, fakat hiç biri işe yaram ıyordu. Bu yaratıkların yüzlerinde, an ­
ladıklarına ilişkin en küçük bir belirti yoktu. Bakışları h er nedense
donuktu.
Yolculuğumuz süresinde, yabancı bir yıldızda karşılaşacağı­
mız yaratıkların insana benzem eyeceklerini düşünür ve bu konuda
tartışırdık. Oysa, S oror gezegeninde, gerçek tüm üyle tersine d ö n ­
m üş gibi görünüyordu, çünkü kendi ırkımıza benzem eyen insanlar­
la karşılaşmıştık, am a bu insanlar kendi dünyam ızda rastlayamaya-
cağımız kadar vahşi bir kabileye aitti. Nova'nın üzerim de yarattığı
etki, diğer kabile halkının görünm esiyle çok güçlenmişti. Bu insan­
lar zekadan yoksundu.
Yalnız oyunla ilgili görünüyorlardı. Oyunları bile son dere­
ce ilkeldi. Kavrayabilecekleri bir şey yapabilm ek amacıyla, el ele
tutuşup bir daire çevresinde dönm eye başladık. Bu arada kolları­
mızı indirip kaldırıyorduk. Bu hareketlerimizi gördükleri zam an ki­
misi yanım ızdan uzaklaştı, kimisi dikkatle bizi seyretti. Yüzlerindeki
ifade öylesine anlamsızdı ki,, aptallar gibi davrandığımızı hissettik.
Şaşkınlığımızın güçlü olması trajediye ned en oluyordu. Ye­
tişkin üç adam ın el ele tutuşm uş çocukça bir oyuna kalkması, hele
içim izden birinin de değerli bir bilgin olm ası, kesinlikle tuhaftı.
Y aptığım ızın farkına vardığım ız zam an kendim izi tu tam ay arak
kahkahalarla gülmeye başladık.
G ürleyen kahkahalarım ızın bizi seyredenler arasında bir
tepki uyandırm ası kesindi, ancak tepkileri bizim um duğum uz gibi
olmadı. Gölün yüzü bir anda karıştı. H er yöne yüzen insanlar san­
22
ki birbirleriyle yarış ederek kıyıya çıkmaya çalışıyorlardı. Başka bir
zam an olsa onların bu davranışlarına gülerdik, am a içinde bulun­
duğum uz koşullar bize saçm a gelen bu kaçışa gülmemizi engelli­
yordu. Bir kaç dakika sonra suyun içinde üç kişi başbaşa kalmıştık.
Kaçışan kalabalık kıyıda yeniden toplandı, çığlığı andıran
haykırışlarla yum ruklarını bize doğru öfkeyle sallamaya başladılar.
Tavırları öylesine tehdit eder gibiydi ki, korkm am ak elimizde değil­
di. Levain ve ben h em en silahlarımıza koştuk, am a profesör, saldı­
rıya uğram azsak silah kullanmanın akıllıca bir davranış olmadığını
fısıldadı.
Gözlerimizi kalabalıktan ayırm adan çabucak giyindik. Fa­
kat pantolon ve gömleklerimizi henüz giymiştik ki kalabalık arasın­
da karışıklık birden arttı. Görünüşe göre, giyimli insanlara dayana-
mıyorlardı. içlerinden kimi kaçtı, kimi kollarını ileriye uzatmış, par­
m aklarını p en çe gibi açm ış bize doğru yürüdü. H em en tüfeğimi
kaldırdım. Bu davranışın anlamını kavramış gibi hem en orm ana
daldılar, ağaçların arasında kayboldular.
İvedi adım larla botun bulunduğu düzlüğe doğru yürüdük.
Yol boyunca bize görünm eden bizi izlediklerinden emindik. Kaçışı­
mızı sessizce izledikleri gerçekti.

7.
Düzlüğe yaklaştığımızda saldırıya uğradık. Saldırı öylesine
ani olmuştu ki silahlarımızı bile doğrultm ak olanağını bulamadık.
Soror'un bütün erkekleri çevremizi sardı.
Tuhaftır ki, saldırıları bize karşı değildi. Z aten kısa bir süre
sonra yanılmadığımızı anladık. Soror'lu erkekler üstümüzdeki giysi­
lerin ve elimizdeki araçların peşindeydiler. Üstüm üze uzanan eller
silahlarımızı ve cephanem izi alıp bir yana savurdu, sonra üstüm üz­
deki giysileri parçalayarak çıkartm aya başladılar. Öfkelenm elerinin
nedenini anlayınca kendimi vahşi ellere bıraktım. Bu arada vücu­
dum un bir kaç tırnak yarasıyla berelenm esine aldırm adım . Göz
açıp kapayıncaya dek kısa bir zam anda kalabalık arasında çırılçıp­
lak kaldık. Soror'lular kadınlı erkekli, el ele tutuşm uşlar kaçm am ıza
olanak verm eden çevrem izde dönüp duruyorlardı, şimdi düzlüğün
23
kıyısında en azından yüz kişi vardı. Uzakta bulunanlar birden bota
saldırdılar. Ellerine geçeni parçalıyorlardı. Anladığım kadarıyla bu
insanların, giysilere ve araçlara karşı müthiş kini vardı. Bir aracı el­
lerine aldıklarında hem en kırıyorlar, büküyorlar, parçalıyorlar, so n ­
ra da güçlerinin yettiği kadar uzağa fırlatıp atıyorlardı.
O nların davranışlarını, ölü gibi g ö rü n en ve yine de çok
tehlikeli olan büyük bir fareyle oynayan kedinin davranışlarına
benzettim . Başka bir gerçek daha vardı. Bize saldırdıklarında elle­
rinde sopa bile yoktu.
Çaresizlikle botun tahrip edilmesini izledik. Bütün duyarlı
araçları, göstergeleri, hem en hem en her şeyi parçalayıp bir yana
atıyorlardı, sonunda botun m etal bölüm üne bir şey yapam ayacak­
larını anlayınca yanımıza gelip arkadaşlarının arasına karıştılar ve
bizi de kendileriyle birlikte sürükleyerek orm ana götürdüler.
Durum um uz çok hassaslaşıyordu, çırılçıplak, silahsız ve ya­
lınayak kalmıştık. O nların yürüyüş tem posuna ayak uydurm akta
zorluk çekiyorduk, am a derdimizi hiç bir şekilde anlatm am ıza ola­
nak yoktu. Konuşm amız öylesine öfkeli haykırışlara ned en oluyor­
du ki susm ak zorunda kalıyorduk.
Aralarına karıştığımız yaratıklar da bizim gibi insandı. Ka­
dınların hem en hem en hepsi çok güzeldi, am a hiç biri Nova’nın
güzelliğiyle boy ölçüşemezdi.
Nova hem en peşim izden yürüyordu. A rada sırada nöbetçi­
lerimiz tarafından dürtüldüğümüz zam an başımı çevirip ona bakı­
yordum , am a hep bakışlarımdan kaçınıyordu. Yürüyüş bir kaç saat
sürdü. Y orgunluktan bitkin bir durumdaydım. Ayaklarım parçalan­
mış kanıyordu. Dallara sürten çıplak vücudum un h em en hem en
her tarafı sıyrık içindeydi. Soror'lular en sık çalılıkların arasından
bile yılan gibi süzülüp geçiyorlardı. Vücutlarına dikkat ettiğim za­
m an en küçük bir sıyrık bile görm edim . Arkadaşlarım ın durum u da
benim kinden parlak değildi. Hele profesör ayakta duram ayacak
kadar bitkin görünüyordu. Sonunda, çimenlik bir düzlüğe geldik.
Çevremizi saran Soror'lular birden dağıldılar ve koşm aca
oynam aya başladılar eğlenm ekten başka bir şey bilmediklerini a n ­
lamıştık.
Olduğumuz yere çöktük ve alçak sesle konuştuk. Hava ka­
24
rarm ak üzereydi. B undan yararlanarak kaçabilirdik, am a sonra ne
olacaktı? İlk indiğimiz düzlüğe ulaştığımızı varsaysak bile, botum u­
zu yeniden kullanamazdık. En iyisi olduğumuz yerden ayrılmadan
bu adam ların güvenini kazanm aktı.
Ayağa kalktık ve ürkek bir kaç adım attık. Kimsenin bize
aldırdığı yoktu, am a Nova bizi unutm am ış görünüyordu. Birkaç
adım arkam ızdan bizi izliyordu ve başımızı çevirip baktığımız za­
m an gözlerini hep kaçırıyordu.
Çevremizi araştırdık, fakat Afrika orm anlarındaki gorillerin
yaptıkları yuvalara benzeyen yuvalardan başka bir şey görem edik.
Yuvalardan çoğu doluydu. Erkekler ve kadınlar, onlara başka bir
isim bulamıyorum, birbirlerine sarılmış yatıyorlardı. Uyuyan bu in­
sanlara baktığım zam an onları, anasına sokulmuş köpek yavruları­
na benzettim . Bazı yuvalarda sağlıklı oldukları belli olan çocuklar
da vardı.
Beslenm e sorununa henüz bir çare bulamamıştık. S onun­
da, bir ağacın altına oturm uş yem eğe hazırlanan bir aile gördük,
am a yiyecekleri pek iştah açıcı değildi. H erhangi bir araç kullan­
m adan geyiği andıran bir hayvanı parçalıyorlardı. Tırnakları ve diş­
leriyle kopardıkları parçaları çiğ çiğ yiyorlardı, çevrede ateş olm a­
dığına da dikkat etmiştik. Etin çiğ olarak yenm esi midemizi bulan­
dırmıştı, fakat onlara biraz yaklaştığımız zam an, yiyeceklerini bi­
zimle paylaşm ak düşüncesinde olmadıklarını h em en anladık. Yak­
laşmamız üzerine hayvan hırlamalarını andıran hırıltılar yükselme­
ye başlamıştı.
Y ardım ım ıza yetişen, Nova oldu. A caba aç olduğum uzu
anladığı için mi yardım etm ek istemişti? G erçekten, kavram a diye
bir yeteneği var mıydı? Yoksa yardım etm esi kendi açlığından do­
layı mıydı? H er neyse, bir ağacın yanına gitti, bacaklarını ağacın
gövdesine sararak tırm andı ve sık yaprakların arasında kayboldu.
Bir kaç dakika sonra m uza benzeyen meyvaların yere düştüğünü
gördük. Biraz sonra Nova ağaçtan indi, yerdeki m eyvalardan ikisi­
ni aldı ve gözlerini bizden ayırm adan yem eye başladı. Bir dakikalık
duraksam adan sonra hem en m eyvalara saldırdık ve iştahla yem eye
başladık. Meyvalar oldukça lezzetliydi, tıka basa karnımızı doyur­
duk. Küçük bir kaynaktan suyumuzu da içtikten sonra gecemizi
25
geçirm ek üzere hazırlığa başladık.
H er birimiz otların üstünde kendimize birer köşe seçtik ve
kabile halkının yaptığı gibi, yatacak bir yer hazırlam aya başladık.
Nova, yaptığımız işe de ilgi gösterdi, bazı dalları kırm am a yardım
bile etti.
G enç Levain, N ova'nın bu davranışına küsm üş gibi yere
uzandı, sırtını döndü ve h em en uykuya daldı. Profesör Antelle ise
çoktan uyumuştu.
N ova'nın izleyen bakışları altında yatağım ı y a p m a k için
oyalandım . İşimi bitirip yaptığım yuvaya uzandığımda, Nova, du­
raksadı, sanki karar verem iyorm uş gibi görünüyordu. Sonra, bana
doğru birkaç ürkek adım attı. O nu ürkütm em ek için yerim den kı­
m ıldam adan bekledim. Gelip yanım a uzandı. Yine kımıldamadım.
Sonunda, bana iyice sokuldu. Yanım da yatan kadının son d erece
güzel olduğunu bilmekle birlikte onu kadın olarak nitelendirem i-
yordum . Davranışları, sahibinden ilgi görm ek isteyen bir hayvanın
davranışlarına benziyordu. Vücudunun sıcaklığı hoşum a gitti h er­
halde, onu arzulamadığımı şaşırarak fark ettim . Sonunda yorgun­
luk ağır bastı, gözlerim kapandı ve derin bir uykuya daldım.

8.
Uyandığımda gün ağarm ak üzereydi. Nova, mışıl mışıl uyu­
yordu. Sessizce onu izledim ve m aym unu boğuşunu anım sayınca
içimi çektim. Bizi kabile halkına gösterm ekle burada bulunuşum u­
zun nedeni de Nova'ydı. Böyle güzel vücutlu bir kadına kızm ak in­
sanın içinden gelmiyordu.
Nova, birden kımıldadı ve başını kaldırdı. Gözlerinde kor­
kulu bir bakış belirdi, ürkek bir tavırla yerinden fırlamak istermiş
gibi doğruldu. Y erim den kımıldamadığım için yüz kasları gevşedi.
A nım sam ış olduğu kesindi. İlk olarak bakışlarıma karşılık verdi. Fa­
kat bu ancak bir dakika sürm üştü. O na karşı sağlamış olduğum ba­
şarıyı düşününce, korktuğunu bildiğim halde gülümsedim.
Gülüşüme karşı tepkisi eskisi gibi olmadı. T itreyerek kasıl­
dı, fakat yerinden kımıldamadı. Bu davranışından cesaret alarak
gülüm sem em i genişlettim. Yeniden titredi, bu kez davranışları d a­
26
ha sakindi. Yüzünde bir şaşkınlık anlatımının belirdiğini hissettim.
Nova'yı kendim e alıştırmış mıydım? Hiç duraksam adan elimi om ­
zuna koydum. Yine şiddetle titredi, am a kımıldamadı. Gösterdiğim
başarıdan ötürü seviniyordum , oysa beni taklit etm eye çalıştığını
fark edince şaşkınlığım büyük oldu.
Evet doğruydu. G ülüm sem eğe çalışıyordu. Güzel yüzünün
kaslarını çalıştırmaya çabaladığını biliyordum. Birkaç kez denedik­
ten sonra dudaklarını biraz germ eyi başardı. Kendimi sakat bir ço­
cuğun karşısında hissettim, insanların norm al davranışlarından biri
olan gülümsemeyi bile başaram ayan bu kıza acıyordum . Om uzu­
na koym uş olduğum elimin basıncını arttırarak yüzümü Nova'nın
yüzüne iyice yaklaştırdım. Bu davranışım a karşılık olarak burnunu
burnum a sürttü ve yanağım ı dilinin ucuyla yaladı.
Şaşırmıştım ve duraksadım . O nun davranışlarını taklit e t­
tim. Sonunda, Betelgeusue'da bir yabancıydım ve onların töreleri­
ne göre davranm ak zorundaydım . H oşnut olduğunu bakışlarından
anlıyordum. Bu davranışın nasıl sürm esi gerektiğine karar verem e­
miştim. Dünyalı gibi davranıp, onu öpm em ek için kendimi güçlük­
le tutuyordum . Birden duyulan gürültüyle kendim ize geldik.
Kendimi, bencil tutum um la unutm uş olduğum arkadaşları­
m ın yanında buldum. Kabile halkı sağa sola koşuyor, gırtlakların­
dan tuhaf sesler çıkıyordu. O nların gerçekten korkuya kapılmış ol­
dukları açıkça belliydi.
O rm andan doğru, davul seslerini andıran sesler geliyordu.
Çıplak kabilenin korkusuna ned en olan da bu davul sesleriydi. Sü­
rek avına çıkan avcılar için tilkileri kaldırmak üzere çalınan tram ­
p et seslerine benzeyen bu sesler, insanın kanını dondurm aya yeti­
yordu.
Sabahın ilk ışıkları altında kaynaşan çıplak insanların görü­
nüm ü gerçekten çok acıklıydı. Yüzlerinde büyük bir korku iziyle sa­
ğa sola koşuyorlar, birbirlerine çarpıyorlardı. Kimi ağaçların ara­
sında kayboluyor, kimi ağaçlara tırm anarak yaprakların arasında
gizlenmeye çalışıyordu. Yaşlılardan bazıları durm uş orm ana doğru
kulak kabartmıştı. Davul sesleri çok ağır yaklaşıyordu. Davul sesle­
rinin arasından tek tük haykırışlar duyuluyordu.
Kabilenin yaşlıları bir karara varmış göründüler. Emir anla­
27
mını taşıyan haykırışlardan so n ra davul seslerinin aksi yönünde
koşm aya başladılar. Kabile halkı da yaşlıların arkasından koşm aya
başladı, çevrem izden ürkek geyik yavrusu sürüsü gibi sıçrayarak
geçiyorlardı. Nova'da kaçm ak üzereydi, am a birden bize döndü -
daha çok benim le ilgiliydi- ağlamaklı sesler çıkardı, sonra bir cey­
lan gibi sekerek kabile halkının arkasından koştu.
Sesler gittikçe artıyordu. A rada sırada, kırılan bir dal sesi
kulağıma kadar geliyordu. Kendim e güvenimi yitirmiş olduğum u
itiraf etmeliyim, içgüdüm olduğum yerde kalarak, gelenleri karşıla­
m am ı söylüyordu, am a bir gün önceki olayın ve Nova’nın korkak
davranışlarının üstüm de etkisi büyüktü. D üşünm ek için durm adım ,
hatta arkadaşlarım ın fikrini alm ak için bile beklem edim , ağaçların
arasına dalarak genç kızın peşinden koştum .
Olabildiği kadar hızla birkaç yüz m etre koştuğum da bile
Nova’ya yetişememiştim . Birden Levain’in peşim den geldiğini fark
ettim . P rofesörün yaşı dikkate alınacak olursa, bizim kadar hızlı
koşam ayacağı kesindi. Levain, soluk soluğa yanım da koşuyordu.
Birbirimize baktık, profesörü bıraktığımız için utanm ıştık. D urup
bize yetişmesini beklememizi önereceğim sırada başka seslerin du­
yulmasıyla paniğe kapıldık.
Y anılm am a olanak yoktu. D uyduğum uz sesler, orm an ın
içinde yankı yapan tüfek sesleriydi. Bir, iki, üç, sonra birkaç el da­
ha silah sesi... Bu sesler belirsiz aralıklarla duyuluyordu. Bazen tek,
bazen de çift silah sesi ortalığı çınlatıyordu. Silah sesleri ön taraf­
tan, yani kabilenin kaçtığı taraftan geliyordu.
İçgüdüm ün verdiği davranışla, çalıların arasına sine sine
kaçm aya başladım. Arkadaşım da beni yakından izliyordu. S o n u n ­
da, tüfek seslerinin duyulduğu bölgeye ulaştık yavaşladım, sonra
sürünerek seslerin duyulduğu yere doğru dikkatle yaklaştım. Leva­
in de peşim de olarak, küçük bir tüm seği sürünerek tırm andım ve
tüm seğin üstünde durdum, önüm de birkaç ağaçtan ve kısa çalılar­
dan başka bir şey yoktu. Başımı bile kaldırm adan sürünerek ilerle­
dim. G ördüğüm m anzara karşısında gözlerim e inanam ayarak ol­
duğum yere çakılıp kaldım.

28
9.
Dikkatimi ilk çeken, benden otuz adım kadar uzaklıkta du­
ran ve bulunduğum yere doğru bakan cisim oldu.
Şaşkınlığımdan haykırm am ak için kendimi güçlükle tuttum .
Evet, korkum a rağm en, içinde bulunduğum durum un kötülüğüne
rağm en, silahlarla davulcular arasında kalmıştım. Avını bekleyen
yaratığı gördüğüm de şaşkınlığımdan ne yapacağım ı şaşırdım. Ç ün­
kü bu yaratık, bir gorildi. Kendi kendim e aklımı kaçırdığımı yinele­
yip durdum, çünkü yanılm am olası değildi, gördüğüm yaratık goril­
den başka bir şey olamazdı. S oror gibi bir gezegende gorille karşı­
laşacağımı düşünem ezdim . Gördüğüm goril, norm al bir insan gibi
giyinmişti. Ayrıca, giyimli olmasını yalnızca biz tuhaf karşılıyorduk.
T utum una dikkat edilecek olursa, davranışlarının bir insanın davra­
nışları kadar doğal olduğu anlaşılıyordu. Nova'ya çıplak gezm ek ne
kadar doğalsa, bu m aym un için de giyimli olmak o kadar doğaldı.
Yüksek kişilerle ava çıkmaya alışkın bir insan gibi giyinmiş­
ti, yani son derece şık giyimliydi. Koyu kahverengi ceketi Paris'li
m odacıların elinden çıkmış kadar şıktı, ceketinin altındaki kareli
göm lek sporcuların giydiği cinstendi, ütülü pantolonunun çizgileri
bile bozulmamıştı. Fakat benzerlik burada bitiyordu, çünkü ayakka­
bı yerine kalın, siyah eldivenler giymişti.
Size söylüyorum, gördüğüm bir gorildi! Göm leğinin yaka­
sından, kalın bir ense gibi görünen başı görünüyordu. Başının üst
kısmı siyah kıllarla kaplıydı. Burnu yamyassı, çenesi çıkıktı. Uzun­
ca elleriyle kavradığı tüfeği hazır tutarak, hafifçe ö n e doğru eğilmiş
bekliyordu. Yüzü bana dönüktü ve bulunduğum tarafa dikkatle ba­
kıyordu.
Birden doğruldu. Sağ tarafım daki çalılardan doğru gelen
hafif gürültüyü benim gibi o da duymuştu. Y ana doğru döndüğü
zam an silahını om uzlam aya hazırlandı. Yattığım yerden, kaçm akta
olan bir yerlinin yıldırım gibi geldiğini gördüm . Gorilin am acını bil­
diğim için neredeyse haykırıp zavallıyı uyaracaktım . Fakat haykır­
m ak için ne zam anım ne de gücüm vardı. A dam bir dağ keçisi hı­
zıyla düzlükte koşuyordu. Düzlüğün henüz yarısını bulam adan tüfe­
ğin gürültüsü duyuldu. K oşm akta olan adam havaya doğru sıçradı
29
ve külçe gibi düştü, birkaç çırpınıştan sonra hareketsiz kaldı.
Dikkatim yine gorilin üstündeydi. Sesi duyup dikkat kesildi­
ğim den beri onu izliyordum, bu nedenle bazı gerçekleri farkettim :
Bir, avını kıstıran avcının acımasız tutum u, iki, avını vurm adan ö n ­
ce duyduğu zevki ve hepsinin üstünde, yüzündeki insanca görünü­
mü veren anlatım . Oysa, bu hayvan gözlerinde gördüğüm anlatı­
mı, aralarına katıldığımız insanların gözlerinde aram ış, fakat bula­
m amıştım.
İçinde bulunduğum zor ve tehlikeli durum , sersem likten
kurtulm am a yardımcı oldu. Tüfek sesini izleyerek baktığım zam an
yerdeki insanın son debelenm esini gördüm . S onra korkuyla düzlü­
ğe baktım . Düzlük şimdi başka insanlarla doluydu. Tüfek sesleri
birbirini kovalıyordu, ilk gördüğüm gorilden yüz adım kadar açıkta
başka bir goriİ daha vardı, insanların hayvan gibi avlanm alarına
tanık oluyordum. Bu insanların arasında ben de vardım, çırılçıplak
vücutlar, kana bulanmış çırpınıp duruyorlardı.
Düzlükteki kıyımı görm em ek için başımı çevirdim. S onra
gözlerimi yeniden, yolumu kapam ış olan gorile diktim. Goril şimdi
bir adım yana çekilmişti. Arkasında başka bir m aym un daha var­
dı. Efendisinin peşinden yürüyen bir uşak gibi... Bu m aym un b en ­
ce bir şem panzeydi. O da efendisi gibi giyinmişti. Goril, elindeki
boş tüfeği şem panzeye vererek başka bir tüfek aldı. G enç şem p an ­
ze, belindeki fişeklikten boşu doldurdu ve sabırla efendisini bekledi.
B ütün bunları birkaç saniye içinde görm üştüm . G ördüklerim in
analizini yapm ak isterdim, am a zam anım yoktu. Yanım da korkuy­
la yatan Levain, bana yardım edecek durum da değildi. H er geçen
saniye tehlikenin artm asına neden oluyordu. Davulcular arkam ız­
dan gittikçe yaklaşıyorlardı. Gürültü kulakları sağır edecek kadar
fazlaydı. K apana kıstırılmış vahşi hayvanlara benziyorduk, çevre­
miz koşuşan çıplaklarla doluydu. H epsi ölümlerine doğru hızİa ko­
şuyorlardı.
Kendimi zorlayarak, kendim e olan güvenimi arttırm aya ça­
lıştım. Y atm akta bulunduğum yerden kaçan çıplakların davranışla­
rını inceledim. Kaçışları sırasında dal parçalarını kırıyorlar ve goril­
lerin dikkatini çekiyorlardı. Sonuç olarak da hayvan gibi vuruluyor­
lardı. D aha deneyimli olanlar, sindikleri yerde bekliyorlar, goril av­

30
cı dikkatini başka yere verdiği zam an fırlayıp düzlüğü aşıyorlar ve
orm ana dalıyorlardı, ölüm düzlüğünü başarıyla geçenler çoktu.
Büyük olasılıkla orm anda kurtuluş um udu fazlaydı. Levain'e
beni izlemesini işaret ederek, yolumuzun üstündeki son çalı d em e­
tine doğru süründüm . Bir insanın, m aym unun üstesinden gelebil­
m esi için, bu durum lara gelm esi gerekir miydi? Yerim den kalkıp,
m aym una doğru yürüm ek ve onu bir güzel pataklam ak isteğime
zorlukla engel oldum.
Davul çalanlar çok yaklaşmışlardı. O nlardan birinin çalıla­
rın arasından çıktığını gördüm , çok iri bir gorildi. Elindeki kalın co­
pu sağa sola sallayarak gırtlağını parçalam asına nara atıyordu. G ö­
rünüşü, eli tüfekli gorilden çok d ah a korkunçtu. Levain, yaprak gi­
bi tep ed en tırnağa titrem eğe başladı. Ben, gözümü önüm deki go­
rilden ayırm adan çıkabilecek fırsatı kolluyordum.
Çaresiz dostum düşüncesizce davranışıyla bilm eden yaşa­
mımı kurtardı. Aklını tümüyle yitirmişti. Hiç bir önlem e gerek gör­
m eden yerinden fırladı ve avcıların atış alanı içinden orm ana geç­
m ek istedi. D aha ileri gitm e olanağını bulamadı. Tüfek ateşiyle iki­
ye bölünürm üş gibi oldu ve yerdeki cesetlerin arasına kapaklandı,
ölüm üne ağlam akla geçirecek zam anım yoktu, zaten ne yapabilir­
dim? Gorilin, elindeki tüfeği uşağına vereceği anı bekledim. Goril,
tüfeğini uşağına uzatırken ayağa fırladım ve orm ana doğru koşm a­
ya başladım. Avcının tüfeğini doğrultm aya çalıştığını görür gibi ol­
dum . Goril tüfeğin dipçiğini daha om uzuna dokundurm adan ağaç­
ların arasına dalmıştım. Avcının, avını kaçırm asından dolayı, üzün­
tüsünü anlatan bir ses duyduğum u sandım , am a işin aslını araştıra­
cak zam anım yoktu.
O n u n ü ste sin d en gelebilm iştim . İnsan o lm an ın verdiği
avantajdan yararlanm ıştım . S on hızımla koşmayı sürdürdüm . Ar­
tık avcıların sesi ve davulların gürültüsü duyulmuyordu. Sonunda
kurtulmuştum.
Kurtulmak mı? S o ro r gezegenindeki m aym unların kindarlı­
ğını unutm uştum . Yüz m etre kadar kaçmamıştım ki, çalıların arası­
na saklı bir şeyin içine balıklama daldım. Bu şey, çalıların arasına
gerilmiş, büyük cep biçimindeki zincirleme ağlardan biriydi. Bu ağ­
lara yakalanan yalnız ben değildim. Düzlüğü aşarak vurulm adan
31
geçebilenler ağaçların arasına gerili bu ağlara yakalanm ışlardı.
Ağın içi kurtulm aya çabalayan çıplak insanlarla doluydu.
Böyle hayvan gibi yakalandığım için öfkem büyüktü. Hır­
sım dan doğru düşünem ez olmuştum. B ende diğerlerini taklit ede­
rek ağ d an kurtulm aya çabaladım , fakat kurtulm aya çabaladıkça
ağa biraz d a h a göm üldüğüm ü fark ettim , am a artık çok geçti,
m aym unların yaklaştıklarını duyuyordum . Y aşantım ız tüm üyle
m aym unların arzusuna kalmıştı.

10 .
M aym unların grup olarak yaklaştıklarını görünce büyük
bir korkuya kapıldım. Onların acım adan nasıl öldürdüklerine tanık
olduğum için hepim izin geniş bir kıyıma kurban gideceğimizi düşü­
nüyordum .
H epsi avcı olan goriller ö n d e n yürüyorlardı. Tüfeklerini
uşaklarına vermiş olduklarını görünce içim um ut doldu. Avcıların
arkasından diğer goriller ve şem panzeler geliyorlardı. G örünüşleri­
ne göre avcılar aristokrat züm redendiler ve kendi aralarında neşey­
le konuşuyorlardı...
G erçekte, bu gezegene öylesine alıştım ki, yazdıklarımın
saçmalıkla nitelendirilebileceğini düşünüyordum . Am a gerçeği ya­
zıyorum! Gorillerin tutumları aristokrat olduklarını belli ediyordu.
Tuhaf bir dille konuşuyorlardı, fakat yüzlerinin anlatımı insanların-
kinden farklı değildi. Oysa, bu anlatım ı Nova'nın ve kabilesindeki
insanların yüzlerinde görm em iştim . Evet! Nova ne olmuştu? K ana
bulanm ış alanı düşününce titredim, şem panzem izi gördüğünde ni­
çin öyle davranm ış olduğunu şimdi çok d ah a iyi anlıyorum. İki ırk
arasında sonsuz bir kin vardı. Bunu anlam ak için, gorillerin yaklaş­
tığını gören çıplak insanların, çılgınlar gibi ağızları köpürerek ipleri
kem irm eye çalıştıklarını görm ek yeterliydi.
Avcı gonller, çıplak insanların çırpınışlarına aldırm adan
uşaklarına bazı emirler verdiler. Ağların h em en arka tarafına üze­
rinde büyük kafesler olan, bildiğimiz sirk arabalarını andıran, ara­
balar getirildi. O nar, onbeşer kişilik gruplar olarak bu arabalara
yükleniyorduk. İş epey uzun süreceğe benziyordu, çünkü esirlerin

32
çırpınm aları ve kaçm aya uğraşm aları, esirleri ağlardan kurtarıp
arabaya tıkan iri yarı iki gorilin işini zorlaştırıyordu. Uşaklardan iki
goril, ısırmalara karşı ellerine kalın, deri eldiven giymişler, ağlar­
dan kurtardıkları esirleri fırlatıp kafesli arabaların içine atıyorlardı.
Avcılar, bu çalışmaları bastonlarına dayanm ış ilgisiz gözlerle seyre­
diyorlardı.
B ana sıra geldiği zam an dikkati çekm ek am acı ile konuş­
m ak istedim. Fakat ağzımı açar açm az gorillerden biri, hareketim i
yanlış anlam ış olacak ki, enli elini ağzım a tıkadı, beni zorla sustur­
duktan sonra boş bir çuval gibi, bir düzine kadar kadın ve erkeğin
bulunduğu kafeslerden birine attı. Kafesteki insanlar öylesine h e ­
yecanlıydılar ki bana aldırış bile etm ediler.
A ğa yakalananların hepsi arabalara yüklenince uşaklardan
biri arabalardaki kafesin kilitlerini teker teker kontrol etti ve efendi­
sine bildirmek üzere uzaklaştı. İşaret üzerine orm anı m otor gürül­
tüsü kapladı ve arabalar ağır ağır h arek et ettiler. H er arabanın
önüne bağlanm ış olan traktörü bir m aym un kullanıyordu. Peşimiz­
den gelen arabanın traktörünü kullanan m aym unu şöyle böyle gö­
rebiliyordum. Bir şem panzeydi. Zam an zam an alaylı sözlerle bize
saldırm aktan geri kalmıyordu. Bir ara m otorların gürültüsü hafifle­
yince onun bir melodi mırıldandığını duydum.
İlk durağımız öylesine kısa olmuştu ki kendimi toparlam aya
olanak bulam adım . O n beş dakika kadar süren kısa bir yolculuktan
sonra, konvoy, taş bir binanın önünde durm uştu. Bina orm anın
hem en kıyısındaydı ve ötesindeki ovanın baştan başa ekili olduğu­
nu görüyordum . Eğer yanılmıyorsam , tarlalardaki ekinler yulaftı.
Kırmızı kiremitli, yeşil panjurlu binanın önündeki tabelaya
bakılacak olursa, burasının bir han olduğu tahm in edilebilirdi. Du­
rum u h e m e n kavradım . B urası avcıların buluşm a yeriydi. Dişi
m aym unlar eşlerini burada bekliyorlardı. Leydi goriller, palm iye
ağaçlarına benzeyen ağaçların gölgesindeki koltuklarda tatlı tatlı
konuşuyorlardı. Bunlardan biri bardağındaki içkisini uzun bir ka­
mışla içiyordu.
Arabalar p ark eder etm ez çevremizi meraklı bir kalabalık
sardı. Bütün dişiler erkeklerinin yaptıkları avla ilgileniyorlardı. Av­
lanan iki vagon dolusu insan, önlerine lastik birer önlük takm ış

33
olan iki goril tarafından boşaltılıyor ve cesetler ağaçların altına taşı­
nıyordu.
Klasik bir av sahasıydı. M aymunlar burada da yöntem li ça­
lışmalarını sürdürüyorlardı. Kanları akan cesetleri sırt üstü ve sıray­
la yatırıyorlardı. Dişi m aym unlar, sırt üstü yatırılan cesetlerin kolla­
rını yanlarına uzatıyor, ayaklarını, bacaklarını düzeltiyor, özellikle
kadınların saçlarını om uzlarına yayıyor ve cesetlere m üm kün oldu­
ğu kadar canlı bir hava verm eye çalışıyorlardı.
Korkarım ki bu sahnenin üstüm deki etkisini yeteri kadar
anlatam adım . Bu m aym unların, gözlerinin anlatım ı dışında, tavırla­
rının tüm üyle insana benzediklerini söyledim mi? Dişi gorillerin
m odern insanlar gibi giyindiklerinden söz ettim mi? içlerinden biri­
nin çantasından çıkardığı küçük bir m akasla, kum ral bir kadının sa­
çından bir tutam kesip şapkasına süs diye taktığını anlattım mı?
Cesetler üç sıra olarak dizilmişti. Kadınların ve erkeklerin
bronz rengindeki tenleri güneşin altında sarı pırıltılarla yanıyordu.
Ölü oldukları halde kadınların göğüslerinin dikliği belli oluyordu.
Dişi m aym unların, kadınların dik m em elerine kıskançlıkla baktıkla­
rı gözüm den kaçmıyordu. Bir şem panzenin düzlüğe doğru yürüdü­
ğünü gördüm . Elinde bir fotoğraf m akinesi vardı. D em ek ki zafer­
lerinin anılarını fotoğraflarla saptıyorlardı. A vcılardan bazıları,
ayaklarını cesetlerin üstüne dayayarak resim çektiriyorlardı. Duy­
duğum dehşetin büyüklüğünü anlatabilecek sözcük bulamadığımı
söylem eliyim . Dişi goriller de cesetlerin ö n ü n d e poz poz resim
çektirdikten sonra gösterinin bitmiş olduğunu anladım.
Ö fkeden kudurduğum u hissediyor, fakat elim den bir şey
gelm eyeceğini biliyordum. Kanım kaynıyor, kuduracak gibi oluyor­
dum. Hele, zavallı şanssız dostum Levain'in çocuksu yüzünü ceset­
lerin arasında görünce artık kendimi tutam adım ve çılgınlar gibi
kahkahalarla gülmeye başladım.
Kafesteki arkadaşlarım ı hiç düşünm em iştim . Z aten düşüne­
cek durum da değildim. Önların da m aym unlar kadar tehlikeli ola­
bilecekleri aklıma bile gelmemişti. K ahkahalarım dan ürken arka­
daşlarım hırıltılı seslerle elerini bana doğru uzattılar. Kahkahaları­
m a engel olam adığım için başım ı kollarım ın a ra sın a göm düm .
Eğer, nöbetçi goriller ellerindeki ucu çivili sopalarla düzeni sağla­

34
m am ış olsalardı, belki kendi kafes arkadaşlarım tarafından linç edi­
lecektim.
Goriller küçük gruplar halinde neşeli neşeli konuşarak taş
binaya doğru yürüdüler. Fotoğrafçı birkaç resim d ah a çektikten
sonra onların arkasından yürüdü.
Biz insanlar unutulmamıştık. Anladığım kadarıyla bize ge­
reken ilgi gösterilecekti. G erçekten de, tam kapıya yaklaştıkları za­
m an içlerinden bir goril dön erek adam larından birine bir şeyler
söyledi. Konuştuğu gorilin kahya olduğu anlaşılıyordu. Kahya goril
de kendi adam larına emirler yağdırınca, işçi goriller büyük tepsiler
içinde yiyecek ve kovalarla su getirdiler. Yiyecek bir çeşit yulaf
unundan yapılmış lapaydı. Aç olm am akla birlikte gücüm ü yitirm e­
m ek için yem eye kararlıydım. Birkaç tutsağın çevresine çökm üş
olduğu tepsiye doğru ürkek bir tavırla uzandım. Bazı hom urtular
olmakla birlikte fazla ileri gitmediler. Lapa, tahm in ettiğim gibi yu­
lafla yapılmıştı ve tadı fena değildi.
Av bitmiş olduğu için, davullar çalarak insanları ürkütüp
kaçıran ve tüfeklerin atış sahasına kovalayan bu m aym unların bize
karşı tutum ları da yum uşam ıştı. N öbetçi m aym unlar kafeslerin
önünde dolaşırken, arada sırada kafeslere meyva atıyorlar ve tut­
sakların kapışm alarını seyrederek eğleniyorlardı. H atta çok ilginç
bir sahneye tanık oldum. M aym unlardan birinin atm ış olduğu bir
parça meyvayı küçük bir çocuk kapmıştı. Aynı kafesteki bir adam
çocuğun kaptığı meyvayı alm ak üzere saldırınca, nöbetçi m aym un
elindeki m ızrakla adam ı iterek uzaklaştırdı ve çocuğun eline bir
parça daha meyva verdi. Bundan da anlıyorum ki, bu m aym unlar­
da acım a diye bir duygu vardı.
Y em ek bittiğinde, takım başkanı ve yardımcıları bazı tut­
sakların kafeslerini değiştirerek yeniden bir düzen kurm aya başla­
dılar. G örünüşe göre bir seçim yapıyorlardı, am a bu seçim in hangi
kurala dayandığını anlam ak olanaksızdı. Kendimi son derece yakı­
şıklı erkeklerin ve kadınların arasında bulunca, m aym unların bana
da önem verdiklerini anlam ış oldum.
Yeni kafes arkadaşlarım ın arasında Nova'yı görünce sevin­
cim den çılgına döndüm ve B etelgeuse tanrısına teşekkür ettim .
Cesetleri araştırm am da zaten Nova'nın onların arasında olup ol-
35
madiğini anlam ak içindi. Bir kez daha kendimi yitirerek kollarımı
açtım ve Nova’ya koştum . Davranışım çok anlamsızdı ve Nova'nın
dehşete düşm esinden başka bir işe yaram adı. Yoksa, bir gece ö n ­
ceki davranışlarımızı unutm uş muydu? Böylesine güzel bir vücudun
taşıdığı kafada bir parçacık olsun zeka ve anlayış yok muydu? Yak­
laşm am üzerine köşesine büzüldü, parm aklarını p en çe gibi gerdi
ve eğer ısrar etm iş olsaydım boğazım a sarılacağına hiç kuşku yok­
tu.
Fakat, olduğum yerde durunca h em en sakinleştiğini gör­
düm . Kafesin bir köşesine uzandığını görünce içimi çekerek ben
de yanına uzandım. Diğer tutsaklar da bizi taklit etmişlerdi. Hepsi,
yazgılarına razı olup kabuklarına çekilmiş hayvanlar gibi duruyor­
lardı.
Dışarıda, m aym unlar konvoyun yol hazırlıklarını tam am lı­
yorlardı. Kafesimizin üzerine bir branda attılar ve kafesi yarı yarıya
örttüler. Kısa kısa verilen em irlerden sonra, yazgımıza doğru uçar­
casına yol alm aya başladık. S oror gezegeninde beni bekleyen baş­
ka olaylar olup olmadığını dehşetle düşünm ekten kendim i alam a­
dım.

11 .
Son derece bitkindim, iki günün olayları, beni hem fiziksel
hem de zihinsel bakım dan etkilemişti, şu dakikaya kadar arkadaş­
larımın kaybolm asından ötürü bir üzüntü duym am ıştım . Aslında
üzülecek zam an bulam amıştım.
Kafesin yarı karanlık olmasını hoşnutlukla karşılıyor, tanık
olduğum olayları değerlendirebilm ek için beynim i zorluyordum.
Kendi kendim e, dünyadan gelm e bir insan olduğum u, bilinçli düşü­
nebildiğimi kanıtlam ak zorunluğunu duyuyordum. Yüksek gelişim
yapm ış m aym unlar tarafından avlanmamızın nedenini bilinç yoluy­
la çözm eye çalışıyordum.
T anık olduğum gerçekleri zihnim de sıralam aya çalıştım.
G enel olarak dişi ve erkek m aym unların, goril olsun şem panze ol­
sun davranışları hiç de saçm a değildi. D aha önce de söylemiş ol­
duğum gibi, bu m aym unlar insan kılığına girm iş ya da insanları

36
taklit eden m aym unlar değildi. Dünya üzerinde, dişi bir m aym una
giydirilecek şapka komik görünebilirdi, am a Soror'da bunu hiç de
saçm a ve komik karşılam am ak gerekirdi. Kamışla içkisini yudum­
layan dişi m aym unun davranışları, gerçek bir soylu kadının davra­
nışlarından farksızdı. Avcı m aym unlardan birini de, cebinden çı­
kartmış olduğu piposunu tem izlerken gördüğüm ü anım sadım . Bu
m aym unun davranışları öylesine doğaldı ki, şaşırm am için bir ne­
den bulam amıştım. Bütün bu olayların görünüşte bilinçsiz ve çeli­
şik, fakat gerçeğe uygun olduğuna karar verm eden önce çok iyi
düşünm em gerekiyordu. Y akalandığım dan beri ilk kez profesör
Antelle'in yanım da olmadığına üzüldüm. Üstün zeka ve buluşlarıyla
bu durum a kesin bir çözüm yolu bulacaktı. Acaba profesör ne ol­
m uştu? Vurulmuş olan kurbanların arasında olm adığından em in­
dim. Acaba yakalananlar arasında mıydı? Olabilirdi, çünkü yakala­
nanların hepsini görm em iştim . Y akalanm am ış olması olasılığını
korka korka düşünm ekten kendimi alam adım .
Kısıtlı buluşlarım la bir çözüm arad ım , am a sonuç h e p
olumsuz çıkıyordu. Bu gezegen sakinlerinin m aym unları eğitmiş
olm aları m üm kün m üydü? S o nunda, dünyada da bazı becerikli
şem panzeler görm üştüm . Konuştukları dil de düşündüğüm kadar
tuhaf olmayabilirdi. Bu konuda bir uzm anla yaptığım tartışm ayı
şimdi anım sıyorum . Birçok bilginlerin ilkel yaratıklara konuşmasını
öğretm ek için öm ürlerinin yarısından fazlasını verdiklerini söyle­
mişti. O bilginlerin tezlerine göre, m aym unların yapısı konuşm ala­
rına elverişli olduğu halde konuşm ak istemiyorlardı. S oror gezege­
ninin sakinleri, m aym unları konuşturm a başarısını gösterm işler
miydi? İnsanların vahşi hayvan gibi avlanm aları bilinç dışı kalıyor­
du.
İnsanlar! A caba bu m aym unlar, kendilerini eğiten insanları
öldürüp onların yerine mi geçmişlerdi?
B ana doğru sürünen birisinin varlığı, düşünce zincirimin
kopm asına ned en oldu. Dikkatle baktığım zam an bu duraksam a­
dan sonra, bir gece önce yaptığı gibi bana iyice yaklaşan insanın
Nova olduğunu gördüm . Nova, birkaç saniyelik d u rak sam ad an
sonra sokuldu. Bu davranışının dostlukla bir ilişkisi olup olmadığını
anlam ak için yüz hatlarını okum aya çalıştım, fakat Nova, başını çe­
37
virip gözlerini kapadı. O nun yalnızlığından duyduğum zevkle ben
de gözlerimi yum dum ve yarını düşünm eye çalışarak derin uykuya
daldım.

12.

Uyandığım zam an gün ağarm ak üzereydi. Nova da uyan­


mış, biraz uzaklaşmış beni süzüyordu.
A rabanın yavaşladığını anlayınca baktım ve bir kente gir­
m ek üzere olduğumuzu gördüm . Kafesteki diğer insanlar da uyan­
mış, parm aklıkların arasından geçtiğimiz yerlere m erakla bakıyor­
lardı.
Oldukça geniş bir cadde üzerinde gidiyorduk. Kaldırımlar­
daki yaratıklar m aym undu. Dükkanını açm ak üzere olan yaratık
dönüp m erakla geçişimizi izlediği zam an onun da m aym un olduğu­
nu gördüm . Yanım ızdan gelip geçen arabaların şoförleri de, insan­
lar gibi giyinmiş m aym unlardı.
K entte insanlarla karşılaşacağımı düşünm üştüm , am a gör­
düklerim karşısında um udum un boş olduğunu kavradım. Arabamız
biraz daha yavaşlayınca konvoyda yalnızca iki araba kalmış oldu­
ğunu anladım . Büyük olasılıkla diğer arabalar konvoydan ayrılıp
başka bir yere götürülm üştü. Sonunda, büyük bir bahçe kapısın­
dan geçerek durduk. Burasının geniş bir avlu olduğunu gördüm .
Avlunun çevresinde yüksek binalar vardı. Genel görünüş, bu bina­
ların hastane olduğu kanısını yaratıyordu. Vagonları karşılamaya
gelen m aym unların sırtında, doktorların giydiği beyaz gömlekleri
de görünce tahm inim de yanılmadığımı daha iyi anladım .
H epsi m aym undu, goril ve şem panze... Bizimle birlikte ge­
len nöbetçilerin arabaları boşaltm alarına yardım ediyorlardı. Kafes­
ten teker teker çıkartılıyor, büyük torbalara konuyor ve binaya ta­
şınıyorduk. Beyaz gömlekli iki gorilin beni çuvala tıkm alarına hiç
karşı koyam adım . Ç evrem i g ö rem esem de, uzun koridorlardan
geçtiğimizi, m erdivenlerden çıktığımızı hissediyordum .
Sonunda, içinde bulunduğum çuval yere bırakıldı, ağzı açıl­
dığı zam an koğuş gibi bir yerde olduğum u anladım . Kafeslerin
hepsi tek kişilikti ve döşem elerine otlar yerleştirilmişti. Kafesin ka-
38
pisini kilitleyen gorilin çok dikkatli olduğu gözüm den kaçmamıştı.
Bulunduğum yer, iki yanına kafesler sıralanmış uzunca bir
salondu. Kafeslerin çoğunda çıplak insanlar vardı. Kafeslere yeni
kapatılm ış, daha önce yakalanm ış olanlar arasındaki ayrım hem en
belli oluyordu. Yeni gelenlerin, kendim de dahil olmak üzere, tekil
kafeslere kapatılmış oldukları dikkatimi çekti. Oysa, diğer kafesler­
de h ep ikişer kişi vardı. K oridorun son tarafındaki büyük kafesin
içinde bir sürü çocuk bulunuyordu. Çocuklar, diğerlerinin tam ter­
sine yeni gelenleri neşeyle karşılıyordu.
İki goril başka bir çuvalla geldiler. Çuvalın içinden Nova'nın
çıktığını görünce sevindim. Nova, her zam anki gibi iki gorili tırm a­
layıp ısırm ak isteyerek direniyordu. Sonunda onu da karşımdaki
kafese kapattılar. Nova bu kez dem irlere saldırıp sarsm aya, iniltili
sesler çıkarm aya başladı. Birkaç dakika sonra beni fark etti, şaşır­
mış bir hayvan gibi boynunu biraz çarpıtarak bana baktı. G ülüm se­
yerek elimi salladım ve davranışlarımı yinelem eye çalıştığını gör­
düm.
Dikkatimi yine koğuşa giren iki goril çekti. Ellerindeki kap­
larda yiyecek ve su vardı. Yiyecek verileceğini anlayan tutsakların
sesleri birden kesildi.
Sıra bana geliyordu. Gorillerden biri nöbet beklerken diğe­
ri kafesim e girdi ve içinde lapa olan bir kapla, küçük bir kova su
bıraktı. G ezegende uygar olarak yalnızca bu m aym unlar olduğu
için onların dikkatini üstüm e çekm ek yapılacak en akıllıca davranış
olacaktı. Yiyeceğimi veren goril sem patikti. Benim sessiz duruşum
hoşuna gitmiş olacak ki, dostça bir tavırla om uzum u okşadı. Göz­
lerinin içine bakarak elimi göğsüm e koydum ve yerlere kadar eği­
lerek onu selam ladım . Başımı kaldırıp yeniden doğrulduğum za­
m an yüzündeki şaşkınlığı gördüm . Yüzümün anlatımını olabildiğin­
ce yum uşatarak tatlı tatlı gülümsedim. Kafesten çıkmak üzereyken
durdu ve şaşkınlığını belirten bir ses çıkardı. Sonunda dikkati üstü­
m e çekm eyi başarm ıştım . Bu başarım ı pekiştirm ek amacıyla aklı­
m a gelen ilk şeyi söyledim.
“- Nasılsınız? D ünyadan gelen bir insanım. Uzun bir yolcu­
luktan sonra buraya kadar gelebildim.”
Sözlerimin anlamı önemli dağildi. Yalnızca gerçek kişiliği­

39
mi gösterebilm ek amacıyla konuşm uştum ve kesinlikle istediğimi
başarm ıştım . Öyle sanıyorum ki, şimdiye dek bir m aym unun böy­
lesine aptallaştığı görülmemişti. Ağzı bir karış açık, nefes alm aya
bile cesaret edem eden karşım da duruyordu. Biraz sonra iki goril
baş başa vererek konuşm aya başladılar, am a sonuç um duğum gibi
olmadı. B ana kuşkulu son bir bakış fırlattıktan sonra goril kafesim ­
den çıktı ve kapıyı eskisinden çok daha dikkatle kapadı, iki goril
bir iki saniye bakıştılar, sonra kahkahalarla gülm eye başladılar.
Gözlerinden oluk gibi yaş boşalırcasına gülüyorlardı. H atta birisi
cebinden çıkardığı mendille gözlerini kuruladı.
Uğradığım düş kırıklığı öylesine büyüktü ki, birden öfkelen­
dim. Kafesin dem irlerine saldırıp bildiğim bütün dillerdeki küfürleri
birbirleri peşine sıraladım. Küfür dağarcığım tükendiğinde, haykır­
m aya başladım. İki gorilin tepkisi om uz silkm ekten öte gitmedi.
Böyle olm akla birlikte onların dikkatini üstüm e çekm eyi
başarm ıştım . Uzaklaşırlarken, sık sık arkalarına dönerek bana ba­
kıyorlardı. Sonunda sakinleştiğim zam an, gorillerden biri cebinden
çıkardığı not defterine birşeyler karaladı. Kafesin üstüne baktığı
için, kafes num arasını yazmış olduğunu düşündüm .
İki m aym un koğuştan çıktı. Ö fkem den dolayı haykırm am ,
diğer tutsakları da heyecanlandırm ıştı. Sakinleştiğimi görünce ye­
niden yemeklerini yem eye başladılar. Karnımı doyurup dinlenm ek­
ten başka yapacak işim yoktu. İnsan olarak değerim i gösterm ek
için başka bir fırsatın çıkmasını beklem ek zorundayım. T am kar­
şımdaki kafesinde sakin sakin yem eğini yem ekte olan Nova, arada
sırada durup b an a bakıyor, sonra yeniden yem eğin üstüne eğili­
yordu.

13.
Günün geri kalan bölümünü yalnız geçirdik. Akşam yem e­
ğini veren goriller ışıkları söndürerek gittiler. O gece çok az uyu­
dum. Uyuyamayışımın nedeni, kafesin rahatsız oluşu değildi, yerde
yeteri kadar, yatak olabilecek ot vardı, m aym unlarla nasıl bağlantı
kurabileceğimi düşünüyor, çıkar yol arıyordum . Bir daha sinirlen-
m em eye karar verdim. Elime geçen h er fırsatı değerlendirm eye

40
çalışacak, bilinçli davranacaktım . Büyük olasılıkla davranışlarım ın
anlam ını değerlendirem eyecek kadar düşük düzeydeki m aym unlar­
la konuşm aya çalışmıştım.
Ertesi günü, iki goril hakkında yanılmamış olduğumu anla­
dım. Bir saatten beri uyanıktım. Diğer kafesteki insanların çoğu,
kafese kapatılmış vahşi hayvanlar gibi aşağı yukarı dolaşıyorlardı.
Hiç farkında olm adan onlar' taklit ederek dolaşm akta olduğum u
utanarak anladım . H em en yere oturdum ve sabırla bekledim.
Kapı birden açıldı ve iki gardiyanımızla birlikte koğuşa baş­
ka biri girdi. Sırtında beyaz bir göm lek olan dişi bir şem panzeydi
ve iki gardiyanın biraz geriden yürümeleri, tesiste önemli bir yeri
olduğunu belli ediyordu. Benim hakkım da bilgi vermiş olacaklar ki,
gardiyan gorillerden biriyle kısaca konuştu. Gardiyan parm ağıyla
benim kafesimi gösterdi. Bunun üzerine dişi şem panze bana doğru
yürüdü.
B ana doğru yaklaşan dişi m aym unu dikkatle inceledim .
Sırtında kısa kollu, beyaz bir göm lek vardı. Beline kalın bir kem er
takmıştı. Kıllı kolları oldukça uzundu. Beni asıl etkileyen dişi m ay­
m unun yüzündeki anlatımdı. Bakışları ve yüzünün anlatımı son de­
rece zeki olduğunu gösteriyordu. Hayvansal beyaz burnunun çev­
resindeki, m aym unlara özgü kırışıklıklara rağm en oldukça genç bir
şem panze olduğu belliydi. Elinde deriden yapılmış, küçük bir evrak
çantası vardı.
K afesim in önü n d e durarak beni incelem eye başladı. Bu
arada çantasından küçük bir not defteri çıkarmıştı.
Y ere kadar eğilerek:
“-İyi günler, Madam", dedim .
Sesim i olabildiğince yum uşatmıştım. Dişi m aym unun yüzü­
nde şaşkınlık belirdi, fakat otoriter görünüm ünü yitirmemişti. Eli­
nin bir hareketiyle, kıkırdamaya başlayan iki gorili susturdu.
Dişi m aym unun bu hareketinden cesaret alarak:
“-M adam veya matmazel" dedim . “Sizi böyle bir biçimde
karşılam ak zorunda kaldığım için özür dilerim, çıplak gezm ek alış­
kanlığında olm adığım dan...”
Kibar tutum um u bırakm am aya çalışarak aklıma geleni söy­
lüyordum. Konuşm am ı bitirip, tatlı bir gülümsemeyle noktaladığım
41
zam an yüzündeki şaşkın anlatım ın derinleştiğini gördüm . Gözlerini
kırpıştırırken alnının kırışıklıkları gözle görülecek kadar artm ıştı.
Zor bir problem i çözüm lem eye çalışır gibi bir tutum u vardı. Bana
gülümseyince, gerçeğin bir bölümünü kavram ış olduğunu düşün­
düm.
Dişi m aym unla konuştuğum sürede, diğer kafeslerdeki in­
sanlar dikkatle bizi dinliyorlardı. Eskisi gibi sesim in onları ürkütm e­
diğini şaşırarak gördüm . Tutum larında meraklandıklarını belli eden
bir anlatım vardı. Parmaklıklara iyice sokulmuşlar davranışlarımızı
izliyorlardı. Nova çok sinirli görünüyor ve sakin durm uyordu.
Dişi m aym un cebinden çıkardığı dolm a kalemle n ot defte­
rine birkaç satır karaladı. Sonra, başını kaldırıp bana baktı ve yeni­
den gülümsedi. Bu davranışı bana yine cesaret verdi. Kolumu p ar­
maklıkların arasından uzattım ve avcumu açarak elimi gösterdim .
Goriller birden ileri fırladılar ve aram ıza girm ek istermiş gibi yürü­
düler. Fakat kaçm ak arzusuna kapılan dişi şem panze, bu arzusunu
engelleyerek durdu ve birkaç sözcük ile gorilleri de durdurdu. Be­
nim davranışımı yineleyerek hafifçe titreyen kıllı kolunu uzattı. Hiç
kımıldamadım. Biraz daha yaklaşıp uzun, kıllı parm aklarının ucuyla
bileğime dokundu. Bu dokunuşun onu titrettiğini fark ettim . O nu
kaçırm am ak için kımıldamamaya çalışıyordum. Elimi tuttu, kolumu
okşadı, sonra başarısının verdiği sevinçle gardiyan gorillere dönüp
baktı.
Büyük bir um utla nefesimi tutuyor ve sonunda soylu bir ki­
şi olduğumu kavram aya başladığını düşünüyordum . Gorillerden bi­
rine çabucak söylediği birkaç sözcükten sonra, benden özür dileye­
rek kafesimi açacakları gibi bir um uda kapıldım. Hayır, böyle bir
şey olmadı. G ardiyan goril cebini karıştırdı ve küçük, beyaz bir şey
çıkartarak dişi m aym una uzattı. Dişi m aym un tatlı bir gülüm se­
meyle bu şeyi avcum a koydu. Küçük bir şeker parçası!
Küçük bir şeker parçası, Bu davranışından dolayı öylesine
sinirlenmiştim ki, şekeri kafasına fırlatm am ak için kendimi zor tut­
tum. Son anda, verdiğim kararı anım sayarak taşkınlık yapm adan
bekledim. Sonra, yüzüme çapkın bir görünüm verm eye çalışarak
şekeri ağzıma attım .
işte, Zira ile karşılaşm am böyle olm uştu. Dişi m aym unun
42
adının Zira olduğunu kısa zam anda öğrendim . Bulunduğum şube­
nin şefiydi. Düş kırıklığımın büyük olm asına rağm en, Zira ile anla­
şabileceğimi düşündüm . Zira’nın gardiyan gorillerle uzun uzun ko­
n u şm asın d an benim için em irler verdiğini anladım . K afesim in
önünden ayrılan Zira, diğer ka“fesleri de teker teker dolaştı ve bazı
notlar aldı.
Kafesleri dolaştığı zam an benden başka kimseye dokunm a­
dığını gördüm . Eğer bana gösterdiği ilgiyi onlara da gösterm iş ol­
saydı, kesinlikle kıskanacaktım. Sonunda çocukların kafesi önünde
durdu ve onlara bol bol şeker verdi. Nova, dişi m aym una dişlerini
gösterip, birkaç hırlayıştan sonra arkasını bana dönerek yere otur­
du.

14 .
İkinci gün de birinci gün gibi geçti. Gardiyanlarımız bizi ra­
hatsız etm iyorlar, yalnızca yiyeceklerimizi veriyorlardı.
Üçüncü gün birtakım deneylerden geçirildik. Bu gün bile o
deneyleri düşündüğüm zam an şaşkınlığıma engel olam am , am a o
deneyler hiç değilse dikkatlerini çekm em e yardımcı olmuştu.
Gorillerden biri kafesime yaklaştı. Bir elini arkasına sakla­
mıştı, diğer elinde bir düdük vardı. Dikkatimi çekm ek için elini sal­
ladı, sonra düdüğü ağzına koyarak arka arkaya çaldı. S onra diğer
elini arkasından çıkardı ve çok lezzetli bulmuş olduğum muzu gös­
terdi. Gözlerini benden ayırm adan m uzu attı.
Elimi uzattım , am a muza yetişem edim , goril de daha yakı­
na gelmedi. Başka bir hareket yapm am ı bekliyormuş gibi şaşırdığı­
nı anladım. Bir dakika sonra muzu tekrar sakladı ve düdüğü çaldı.
M aymunun bu davranışına sinirlenmiştim, hele muza tekrar yetişe-
m eyince hırsım dan yüzümün kızardığını hissettim. Sinirlerim kont­
rol ederek bekledim ve ne yapm am ı istediğini kavram aya çalıştım.
Goril, aynı davranışı beş ya da altı kez yineledim ken sonra vazgeç­
ti ve yanım daki kafese yürüdü.
Yanımdaki kafeste bulunan adam a m uzun verildiğini gör­
düm. H em en hem en hepsi ilk denem ede muzu alıyorlardı. Karşı
sıradaki kafeslerde de aynı denem eyi yapan diğer gorilin davranış­
43
larını incelem eye başladım. Bu sırada denem eyi Nova'nın kafesin­
de yaptığı için, Nova'nın hiç bir hareketini kaçırm adım . Düdüğü
çaldı ve muzu gösterdi. Nova'nın heyecanlandığını ve çenesini oy­
nattığını gördüm .
B irden durum u kavradım . M uzun ilk g ö rü n ü şü n d e No-
va'nın ağzı sulanmış, adeta köpürm üştü, şeker verileceğini anlayan
bir köpekte ancak onun gibi davranabilirdi. Gorilin beklediği de
buydu... Nova'nın arzu ettiği muzu verdi ve ikinci kafese geçti.
Anladığımı söylüyor ve bundan utanıyorum . Pavlov'un ba­
na yabancı olmadığını da ekleyebilirim. B urada Pavlov'un köpekler
üzerinde yaptığı denem eyi insanlar üzerinde yapıyorlardı. Düdük
çalınacak, muz gösterilecek ve gösterilen m uz ağzın sulanm asına
neden olacaktı. D aha sonra yalnızca düdük çalınarak ağız köpür­
mesi sağlanacaktı.
Buluşumdan ötürü kendi kendimi kutlarken, bu buluşumu
kendi yararım a nasıl kullanacağımı çabucak düşündüm . Denem eyi
yapan goril, kafesimin önünden geçerken, dikkatini çekm ek için
elimi salladım, kafesin dem ir parm aklıklarına vurdum. S onra ağzı­
mı k ö p ü rte rek ne y ap m ak istediğim i a n latm ay a çalıştım . Ben,
Ulysse M erou, düdüğün ilk çalışında ağzım ı sulandırarak m uza
uzandım. H er fırsatta zekamı gösterm ek benim için yaşam sal bir
önem taşıyordu.
G erçekten de davranışımı şaşkınlıkla karşılayarak arkadaşı­
nı çağırdı ve uzun uzun konuştular. Az önceki deneyde tepki gös­
term eyen bir insanın, birden istenileni anlam ası onları oldukça şa­
şırtmıştı. Bir insanın gösterdiği bu ani tepkiyi anlam ayacak kadar
aptal olm alarına elimde olm ayarak üzüldüm. Zira'nın onlardan çok
daha zeki olduğunu ve davranışlarımı değerlendireceğine inanıyo­
rdum.
Çabalarım beklediğim sonucu verm em işti. Muzu bana ver­
m eden koğuştan çıktılar. Arzu edilen sonuç, deney yapılm adan alı­
nabildiği için muzu verm enin gereksiz olduğunu düşünm üş olmalıy­
dılar.
Ertesi gün başka bir deney yapıldı. Gorillerden birinin elin­
de küçük bir çıngırak vardı, diğeri, küçük bir jeneratörü andıran bir
araç taşıyordu. D aha deneye başlam alarından önce ne yapm ak is­
44
tediklerini anlam ıştım .
N ova'nın kom şusu, iri yarı, aptallığı yüzünden belli olan
adam la d eneye başladılar. G ardiyanların h er görünüşünde p a r ­
maklıkları tutarak onların davranışlarını izlemek alışkanlığında olan
bu adam ın kafesi önünde, gorillerden biri elindeki çıngırağı salladı.
Diğer goril jeneratörün kablosunu dem ir parm aklıklara tutturdu, ve
kolu çevirdi. A dam bir çığlık atarak geri sıçradı.
Ellerindeki m uzu göstererek adam ın tekrar dem irlere ya­
naşm asın ı sağ lay an goriller bu deneyi birkaç kez yinelediler.
Amaçlarının, çıngırağın sesi duyulur duyulmaz insanın geriye sıçra­
masını sağlam ak olduğu açıkça belliydi. Bu da başka bir refleks de­
neyiydi. S o n u cu aynı gün alam azlardı, çünkü d en ey yaptıkları
adam ların zekaları geriydi.
Diğer yandan sabırla sıramın gelm esini bekliyordum. O nla­
ra refleksle zekanın ne dem ek olduğunu gösterecektim , çıngırağın
sesiyle birlikte demirleri bıraktım ve kafesin ortasına çekilerek dur­
dum. Aynı zam anda yüzüme alaylı bir anlatım verm eye çalışarak
gülümsedim ve onlara baktım. Gorillerin kaşları çatıldı. Artık be­
nim tutum um a gülm ekten vazgeçmişlerdi ve ilk olarak onlarla alay
edip etmediğimi düşündüklerini tahm in ettim .

15 .
H er ne olursa olsun deneyi ikinci kez yinelem eye karar
verdiklerinde, koğuşa giren üçlü gruba baktıkları için dikkatleri bi­
raz dağılmıştı. Zira, dişi şem panze ve başka iki m aym un bize doğ­
ru geliyorlardı, içlerinden birinin önde yürüm esinden, onun başkan
olduğunu sezdim. Bu m aym un, Soror gezegeninde gördüğüm ilk
orangutandı. Gorillerden daha kısa boylu, omuzları daha yuvarlak-
çaydı. Kolları oldukça uzun olduğu için yürürken elleri arada sırada
yere dokunuyordu, öyle ki, bu m aym unu uzaktan g ö ren birisi,
onun koltuk değnekleriyle yürüdüğünü düşünebilirdi. Saç diyebile­
ceğim, başındaki uzun kıllar om uzlarına dek uzanmıştı. Yüzündeki
ve gözlerindeki anlatım donuktu. O nun aptal görünüşlü olduğunu
düşünm em ek olanaksızdı. Giyimi de diğer m aym unlardan farklıydı.
Sırtında, düğm eleri parlak kırmızı yıldız biçiminde kuyruklu bir ce­

45
ket vardı. Pantolonu, uzun siyah beyaz çizgiliydi.
O rangutanın arkasından, elinde ağır siyah bir çanta olan
genç dişi bir şem panze yürüyordu. M aymunun tutum u dikkate alı­
nırsa, dişi şem panzenin se k re ter olduğu düşünülürdü. Bu m ay­
m unlar arasındaki önemli tutum dan, onların gelişleri, m aym unlar
arasında gerçek bir hiyerarşi bulunduğu kanısını d ah a da güçlendi­
riyordu. Yani, amir ve silsilesi dünyada olduğu gibi burada da ege­
m endi. Zira, kendisinden yüksek rütbede olan o rangutana elinden
gelen saygıyı göteriyordu. Gardiyanlık yapan iki goril, yeni gelen­
leri görünce, hem en onlara doğru yürüdüler ve orangutanın önün­
de yerlere kadar eğildiler. O rangutan, elinin basit bir hareketiyle
selamı aldığını belirtti.
H ep birlikte benim bulunduğum kafesin ön ü n d e durdular.
Burada bulunan vahşi insanların arasında en ilginç olanı bendim .
O rangutana gülüm seyerek baktım ve gür sesle:
“-Azizim orangutan", dedim . “Sonunda anlayışlı ve zeki bir
m aym unla karşılaştığıma sevindim. Anlaşacağım ızdan son derece
em inim . Sen ve b e n .”
Yaşlı m aym un sesimi duyunca birden irkildi. Sanki tuhaf
bir koku almış gibi burnunu kafesime doğru kaldırdı ve kulaklarını
dikti. O zam an Zira, not defterini çıkardı ve hakkım da tuttuğu not­
ları okum aya başladı. Dişi m aym unun, elinden geldiğince çaba
harcadığı belli oluyordu, am a yaşlı orangutan tatm in olmuş görün­
müyordu. Bir, iki cümle söyledi, başını salladı, omuzlarını silkti ve
ellerini arkasına koyarak dolaşm aya başladı. Bu arad a kafesim e
doğru kaçam ak bakışlar fırlatıyordu. Diğer m aym unlar*saygıyla
orangutanın vereceği kararı bekliyormuş gibi görünüyorlardı.
İki gorilin saygısı yalnızca gösterişti, çünkü orangutan arka­
sını dönünce hem en alaya başlıyorlardı. O rangutanın bana karşı
tutum una da şaşırıyordum. Zekam ın çalıştığını ona da kanıtlam am
gerekiyordu. B en de kafeste dolaşm aya başladım . A dım larım ı
onun adım larına uydurmuş, omuzlarımı çökertm iş ve ellerimi beli­
m in üstünde kavuşturmuştum. Yüzümde düşünceli bir adam ın a n ­
latımı vardı.
Goriller kahkahalarını ellerinin içinde boğdular, Zira gül­
m em ek için kendisini zor tuttu ve sekreter, hayvansal burnunu

46
çantasına göm dü. O rangutanı taklit ettiğim den dolayı kendi kendi­
mi tebrik ediyordum , am a bunun çok tehlikeli olduğunu birden
kavradım. Kendisini taklit ettiğimi gören orangutan çok şaşırmış
göründü ve birkaç sert cümleyle gülüşmeleri engelledi. Sonra kafe­
simin önünde durarak sekreterine yazdırmaya başladı.
Kollarımı parm aklıkların arasından doğru uzattım ve tatlı
bir sesle:
-"Mi Zaius", dedim.
Konuşm aları sırasında, diğer üç m aym unun ona hep bu iki
sözcükle seslendiklerine dikkat etmiştim. Başkanın adı Zaius'tu ve
(Mi) sözcüğü de (Sayın) anlam ına geliyordu.
M aym unlar şaşırm ışlardı, özellikle Zira, parm ağım la onu
işaret ederek (Zira) dediğim zam an nereye bakacağını, ne yapaca­
ğını şaşırdı. Zaius, yine başını sallayarak dolaşm aya başladı. H enüz
bir karara varm am ış olduğu yüzünden anlaşılıyordu.
Bir karara varmış gibi durarak, daha önce uygulanmış de­
neylerin yinelenm esini istedi, istenildiği gibi davrandım . Düdüğün
sesini duyar duym az ağzımı sulandırdım, çıngırak sesini duyunca
geriye doğru sıçradım. S on davranışımı belki on kez yineletti. Bu
arada sekreterine bir şeyler yazdırıyordu.
Sonunda sıkılmıştım. Goril çıngırağı çaldığı sırada, jenera­
törün kablosunu parm aklıktan kurtarıp attım ve ellerimle demirleri
tutarak bekledim. Bu hareketim i farketm eyen diğer goril zararsız
durum a soktuğum jeneratörün kolunu tüm gücüyle çevirmeye çalı­
şıyordu.
Karşılarında duran insanın bilinçli olduğunu kanıtlayan bu
davranışım dan dolayı kendi kendimi kutladım. G erçekten de, bu
davranışım ı g ö ren Zira, so n d erece etkilenm işti. Dikkatle bana
baktığı zam an beyaz, hayvansal burnunun pembeleştiğini gördüm .
D aha sonra, şem panzelerde görüler duygululuk durum unun, bu­
runlarının pem beleşm esiyle belli olduğunu öğrenecektim .
O ran g u tan ı kandırabilm em olası değildi. Zira'nın sürekli
konuşm asına rağm en başını şiddetle iki yana sallıyor, dolaşıyor,
arada sırada bana bakarak sekreterine bir şeyler yazdırıyordu. A n­
ladığım kadarıyla, yöntem lere bağlı bir bilim adam ıydı ve böyle
saçmalıkları şiddetle reddediyordu. Gorillere verdiği bir emirle de­
47
neyleri yineletti, fakat bu kez iki deneyi bir arada yaptırdı.
Bu num arayı da biliyordum. Bazı laboratuarlarda köpekle­
re uygulandığını görm üştüm . A m aç, deneyin yapıldığı sırada, hay­
vanın şaşırtılmasıydı. iki tepkinin bir arada olması, genellikle hay­
vanın kavramı üstünde etkin olurdu. Gorillerden biri, vaat edilen
m eyvanın verileceğini bildiren düdüğü çalarken, diğeri, cezalandır­
mayı bildiren çıngırağı çalıyordu. Böyle bir deneyi yapan bir biyo-
loğun vardığı sonuç aklıma geldi: “Bu davranışların yinelenm esiy­
le, insanlarda görülen sinir hastalığını anım satan, tuhaf bir duygu
düzensizliği oluşturulur ve hatta, sürekli olarak uygulandığında hay­
vanı çıldırtabilir” demişti.
Bu tuzağa düşm em ek için çok dikkat ettim, fakat, düdüğün
sesini duyunca da gorilleri ortalayarak yere oturdum ve elimi çen e­
min altına getirip düşünen bir adam pozu aldım. Zira, bu davranı­
şımı alkışlam aktan kendisini alam adı. Zaius, cebinden çıkardığı
mendiliyle terleyen kaşlarını kuruladı.
Terliyordu, fakat inatçılığından kurtulamıyordu. inatçı oldu­
ğunu, dişi şem panze ile konuşm asından ve yüzündeki ifadeden an ­
lıyordum. O rangutan Zaius, sekreterine birkaç not daha yazdırdı,
Zira'nın hoşuna gitmediğini anladığım bazı em irler verdi, sonra ba­
na bön bir bakış fırlattı ve arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü.
Zira, gorillerle konuştu. Beni rahat bırakmalarını söylediği­
ni tahm in ettim. Goriller koğuştan çıkınca kafesin önünde durdu
ve beni dikkatle incelem eye başladı. Bir süre sonra dostça bir ta ­
vırla elini uzattı. Adını m ırıldanarak elini sıktım. Hayvansal burnu­
nun penbeleşm esinden çok duygulanmış olduğunu anladım.

16 .

Birkaç gün sonra Zaius, yine geldi. Bu gelişi, koğuşun ye­


niden düzenlenm esi sırasında yapılan işi kontrol etm ek içindi. Fa­
kat daha önce, m aym unların gözünde kendimi nasıl yükseltmeye
çalıştığımı söylemeliyim.
O rangutanların ilk ziyaretinden sonra yeni deneyler bir çığ
gibi üzerimize çöktü, ilk deney öğle yem eğinde yapıldı. Zoram ve
Z anam -sonunda iki gardiyanın adını da öğrenm iştim - yem ekleri­
48
mizi her zam an yaptıkları gibi kafese koyacakları yerde, bir sepetin
içine koyarak kafesin tavanına astılar. Aynı zam anda, her kafese
dörder adet, oldukça büyük, odundan yapılmış küp parçaları koy­
dular. S onra geri çekilerek bizi izlemeye başladılar.
Komşu kafeste olanların durum u görülm eye değerdi. Sıç­
rayıp sepetlere yetişm eye çalışıyorlar, fakat kafesin tavanına kadar
yetişemiyorlardı. Kimi kafesin dem irlerine tırm anıp uzanm aya çalı­
şıyor, fakat sepet tam ortada asılı olduğu için, oraya kadar uzana-
m ıyordu. Bu adam ın aptallıkları karşısında utandığım ı hissettim.
Bu problem i hem en çözm üş olduğumu söylem eye gerek görm üyo­
rum . D ört küpün üst üste konm ası bu iş için yeterliydi. önemli bir
çözüm olm am asına karşın onlara akıllı olduğum u gösterm ek için
dört küpü üst üste koydum, sepete yetiştim, kapağı açıp yemeğimi
aldım. Zoram ’la Zanam 'ın bana takdirle bakışları içimi sevinçle dol­
durdu.
Yaptığım davranışı dikkatle izleyen eden diğer tutsakların
gözü önünde yemeğimi rah at rahat yerken, onların böylesine ap ­
tal olm alarına kızıyordum. Nova bile o gün beni taklit etm edi, am a
onun hatırı için hareketim i yineledim. D enem edi değil, am a küple­
ri düzgün koym adığı için dengesini bulm akta zorluk çekiyordu.
Dengesi bozulup yere düşünce, fazla gürültü çıktığı için korkarak
kafesin bir köşesine çekildi. Fakat diğerlerinden d ah a yetenekli ol­
duğunu kanıtlayarak iki gün içinde beni taklit ederek yem eğini alıp
yem eyi başardı.
O sabah Nova'nın durum una çok üzüldüm ve meyvalarım-
dan en iyi ikisini kafesin parm aklıklarından o n a attım . Bu davranı­
şım, o sırada koğuşa girmiş olan Zira tarafından görüldü. Zira'nın
kıllı eli saçlarımı okşam ak için uzandığı zam an, Nova'nın ulamayı
andırır seslerle dem irlere saldırdığını gördüm .
Başka deneylerde de kendimi gösterdim , fakat biraz gayret
edip, dikkatle dinleyerek hayvanlara ait dilin birkaç sözcüğünü öğ­
rendim . Zira, kafesimin önünden geçerken bu sözcükleri söylem e­
ye çalışıyordum . G ün geçtikçe Zira'nın şaşkınlığı artıyordu. Za-
ius'un ikinci gelişinde oldukça ilerleme sağlamıştım.
Zaius, geldiğinde arkasında yine sekreteri vardı, am a ya­
nında kendisi gibi giyinmiş, gururla başını dikmiş başka bir orangu­
49
tan vardı. İki orangutan yanyana yürüyor ve çene çalıyordu. Yanıl­
m ıyorsam , benim durum um u tartışm ak için sınıf arkadaşlarından
birini getirm işti. İki o ran g u ta n kafesim in önü n d e durup Zira'yla
uzun uzun konuştular. Dişi m aym un uzun süre heyecanla konuştu.
Konuşm ası sırasında beni de gösterdiği oluyordu. Fakat Zira'nın
konuşm ası um duğum sonucu verm em iş olmalıydı çünkü iki bilgin
orangutanın alayla sırıttıklarını görüyordum .
Başarı ile yapabildiğim deneylerin bir kez daha yinelenm e­
sini istediler. Son Deney, dokuz değişik sistem de kapatılm ış olan
bir kutunun açılm asıydı. D ünyada, yanılm ıyorsam K in n a m a n
adında bir bilgin, aynı deneyi m aym unlar üstünde uygulamıştı. Bu
deney, m aym unlara uygulanan en karışık ve çözüm lenm esi en zor
deneydi. Zira'yı m em nun edebilm ek için hiç duraksam adan, hızla
kutuyu açtım . S onra kutunun içindeki muzu alıp Zira'ya uzattım.
Zira, kızardı ve teşekkür ederek muzu aldı. Bu kezr öğrenm iş oldu­
ğum sözcükleri kullanarak öteberinin isimlerini peş peşe sıraladım.
Artık benim kişiliğim hakkında hiç duraksam ayacaklarını
düşünüyordum . Ne yazık ki, orangutanların böylesine salak olabi­
leceklerini düşünemezdim ! O rangutanlar yine alayla gülümsediler,
Zira’nın sözlerine kulak asm adılar ve tartışm alarını sürdürdüler. Be­
ni bir papağanı dinlermiş gibi dinlediler. Davranışlarımı ve mimik­
lerimi, içgüdüsü yüksek bir hayvanın davranışları ile karşılaştırdıkla­
rı kesindi.
H ırsım dan dudaklarım ı kem iriyordum . Zira'nın kaçam ak
bir bakışını yakalam am ış olsaydım, haykıra haykıra küfür edecek­
tim. Dişi m aym unun, orangutanların, özellikle benim önüm de böy­
le konuşm alarını hoş karşılamadığı açıkça belliydi.
Zaius, arkadaşının gidişinden sonra, koğuşu dolaştı ve her
kafesin önünde durarak Zira'ya yeni em irler verdi. Davranışların­
dan, koğuşta bazı değişiklikler olacağı anlaşılıyordu. Kafasında ta ­
sarladığı planın ne olduğunu anlam akta gecikm edim . Bazı belirli
erkeklerle kadınların karakteristiklerini öğrenm ek istiyordu.
Yanılmıyordum. Şimdi Zanam ve Zonam , Zira'nın verdiği
emirleri uygulam aya başlamışlardı, kafeslere çift olarak yerleştiril­
dik. Bizi çift olarak kafeslere koym akla nasıl bir deney yapm ak isti­
yorlardı? Biz insanları böylesine incelem elerindeki nedenler neydi?
50
Biyoloji laboratuarında görm üş olduğum incelem eler bana tek ya­
nıt veriyordu: çiftlerin cinsel ilişkilere karşı gösterecekleri davranış­
ların ne olduğunu öğrenm ek istiyorlardı.
Bu şeytanlar bizi kullanm ak istiyorlardı. D iğer insanların
arasına katılmış olan beni, bir deney hayvanı gibi kullanacaklardı.
Erkek ve dişinin birbirlerine nasıl yanaşacaklarını m erak ediyorlar­
dı. Bizim cinsel davranışlarımızın ne olacağını anlam ak istiyorlardı.
Cinsel birleşme biçimi hakkında bilgi alm ak istiyorlardı. Büyük ola­
sılıkla daha önceki vahşi insanlarla benim aram daki ayırımın ne
olacağını m erak ediyorlardı. Onların gözünde diğerlerinden daha
gelişmiş bir hayvandan farkım yoktu.
Planlarının ne olduğunu kavrar kavram az, insancıl yönüm
ağır bastı ve kendimi böylesine düşüreceğim e ölmeyi yeğleyeceği­
m e ilişkin yemin ettim. Fakat kafesime konm ak üzere ayrılan kadı­
nın kim olduğunu görünce öfkem yavaş yavaş dağılm aya başladı.
Kafesim e konan dişi, N ovada başkası değildi. Zaius den en oran ­
gutana karşı duyduğum öfkeye rağm en Zoram ve Zanam 'ın No-
va'yı. kafesime koym alarına karşı durm adım . Zoram , Nova'yı belin­
den kavrayıp kafesime atmış, Zanam ise, beni iterek kafesim e ko­
n an peri kızının ayaklarının dibine yuvarlamıştı.

17 .
K oğuşta yapılan değişiklikleri izleyen haftalar süresinde,
kafeslerin içinde geçen olayları anlatm ayacağım . T ahm in ettiğim
gibi, m aym unlar, insanların cinsel davranışlarını incelem ek istiyor­
lar ve incelemeyi kendi anlayışlarına göre yapıyorlardı. H areket ol­
m ayan kafeslerdeki çiftleri ellerindeki sopalarla dürtüyorlar, itiyor­
lar ve çiftlerin birleşmesini sağlam aya çalışıyorlardı.
Bir gün dünyaya dönecek olursam gördüklerim i yazm aya
kararlı olduğum için bazı incelem eler yapıyordum , am a kısa za­
m anda kafesteki geçenleri izlemekten usandım , çünkü onların da
cinsel birleşmeleri çok olağandı, ancak dişilerine yaklaşm a biçimle­
ri dünyadaki erkeklerin davranışlarına benzem iyordu.
Erkeklerin dişilerine yaklaşm a yöntem i, bazı kuşların dav­
ranışlarını andırıyordu. Bir tür dans yaparm ış gibi, ileri, geri ve ya­
na doğru adım lar atarak dişilerinin çevresinde dolaşıyorlardı. Erke­
ğin, kadının çevresinde çizdiği daireler gittikçe küçülüyordu. Bu
arada kadın yerinden kım ıldam adan erkeğin hareketlerini izliyor­
du. Çiftleşme yöntem lerine gelince, ilk gördüğüm zam an şaşırmış
olduğumu saklayacak değilim. Fakat bir süre sonra bu ilkel insanla­
rın davranışlarından sıkılmaya başlamıştım.
Çevrem deki kafeslerde geçenleri yinelem em eye yem in e t­
miş olduğum için durum um çok ilginç bir sorun yaratıyordu. Goril­
lerin, ellerindeki sopalarla beni kışkırtmaya kalkışmalarına şiddetle
karşı koyuyordum. Goriller beni öylesine sıkıştırmaya başlamışlardı
ki, eğer o sırada Zira gelm emiş olsaydı, başım a neler gelebileceği­
ni bilmiyordum.
Zira uzun süre düşündü, sonra zeki bakışlı gözlerini bana
dikti ve ensem i okşam aya başladı. Sanki şöyle dem ek istiyordu:
Zavallı adam , ne kadar tuhafsın! Senin ırkından kimse
şimdiye dek böyle davranm am ıştı. Ç evrendekilere bak. Y apm anı
istediğimiz şeyi yaparsan ödüllendirileceksin.”
Zira, cebinden çıkardığı bir şeker parçasını bana uzattı, ça­
resizlik içinde olduğum için büyük olasılıkla beni de diğerleri gibi
bir hayvan olarak görüyordu. Öfkeyle başımı sallayarak kafesin bir
köşesine çekilip oturdum . Nova, n e yaptığım ı m erak ederm iş gibi
şaşkın bakışlarını dikmiş bana bakıyordu.
Zaius, verdiği emirlerin sonuçlarını öğrenm ek üzere gelmiş
olacak ki, tutum um karşısında şaşkınlığını saklamadı. H er zam an
olduğu gibi önce benim tutum um un ne olduğunu öğrenm ek istedi.
Zira'nın birkaç sözcük ile durum u açıklaması üzerine, ellerini arka­
sında kavuşturarak dolaştı, ve bir karara varmış gibi başka bir em ir
verdi. Zoram ve Zanam , kafesimi açtılar, Nova'yı dışarı aldılar ve
daha yaşlı bir kadını getirip kafesim e koydular. Salak Zaius, başka
bir kadınla tutum um un ne olacağını görm ek istiyordu.
O nların istedikleri gibi davranm am akla kötü bir durum a
düşeceğim i bilemezdim. Şaşkın bakışlarım altında Nova'yı, kafesi­
m in tam karşısındaki kafeste bulunan düşük omuzlu bir adam ın ya­
nına koydular. A dam hiç zam an yitirm eden aşk dansına başladı.
Bu vahşinin ne yapm ak am açın d a olduğunu an lar an la­
maz, verdiğim kararı hem en unuttum . Kendimi bir kez d ah a kay­
bettim ve bir deli gibi davrandım. G erçekten de çılgına dönm üş­
tüm . Ağzım dan köpükler saçarak parm aklıklara atıldım, haykır­
dım, dem irleri sarsm aya çalıştım. Zauis, bu tutum um karşısında
gülümsedi. B enden beklediği ilk davranışı gösterm iştim . Teorisi
doğru çıkıyordu. Zira’nın teklifini kabul edecek kadar m em nundu.
Emrini değiştirerek Nova'nın yine kafesime konm asını söyledi. S o­
nunda, Nova tekrar kafesime kapatıldı. M aymunlar bir köşeye çe­
kilerek davranışlarımı izlemeye başladılar.
D aha başka ne söyleyebilirim? Nova'ya duyduğum sevgi
bütün karşı koym a isteğimi çökertmişti. B ana ait olmasını istedi­
ğim bir kadının başka erkeğe verilmesini hiç bir zam an kabul ede­
m ezdim . Zaius'un alaylı bakışları altında, aşk dansına başladım.
M aymunların sabırsız bakışları altında, sekreterine notlar yazdıran
orangutanın, kendinden em in gülümseyerek bize bakan dişi şem ­
panzenin, kıkır kıkır gülen gardiyan gorillerin gözleri önünde, ben,
Ulysse M erou, tavuğun çevresinde d ö n e n horoz gibi, N ova'nın
çevresinde daireler çizerek onunla birleşmek üzere harekete geç­
tim.
BöLüM iKi
1.
Şimdi itiraf etmeliyim ki, kafesimdeki ilkel yaşantı biçimine
alışmıştım. M aymunların görüşüyle çok iyi koşullar altında yaşıyor­
dum. H er arzum hem en yerine getiriliyor, en küçük isteklerim bile
dikkate alınıyordu. Akşamları küçük kafesimi bütün evrenin en gü­
zel yaratıklarından biriyle paylaşıyordum , içinde bulunduğum duru­
m a öylesine alışmıştım ki, aradan bir aydan fazla zam an geçtiği
halde utanm a ve pişmanlık duyarak, davranışlarım a bir son verm e­
yi düşünüyordum . Hayvansal dilden yeni tek sözcük bile ö ğ ren m e­
ye çalışmıyordum. Zira'yla anlaşabilm ek çabasından da vazgeçm iş­
tim. Belki önceden benim bir insan olduğumu düşünen Zira, şimdi
beni bir hayvan sanıyor olmalıydı.
G ardiyan gorilleri şaşırtan davranışlarım dan vazgeçtiğim
halde, diğer tutsaklara karşı üstünlüğüm bütün koğuş tarafından
kabul ediliyordu. Zoram ve Zanam bana karşı dostça davranıyor­
lar, gülüm sem em i ve birkaç sözcük söylem emi neşeyle karşılıyor­
lardı. Klasik deneyleri bana uygulam aktan bıktıkları için yeni buluş­
lar yapm aya çalışıyorlardı. Problem leri rahatlıkla çözümlediğim za­
m an h e p birlikte kahkahalarla gülüyor, eğleniyorduk. Ufak tefek
yiyecekler getirm eyi hiç bir zam an unutm uyorlardı. B ana verilen
herşeyi N ova’yla paylaşıyordum . Diğer çiftlerden üstünlüğüm üzü
her zam an kanıtlıyorduk. Nova da, yaptıklarımı taklit etm eye çalı­
şarak zekasının üstünlüğünü ortaya koyuyordu.
H aftalard an so n ra bir gün, bir tür iğrenti duydum . No-
va'nın gözlerinde gördüğüm duygusuz bakışlardan dolayı mı böyle
hissediyordum ? Yoksa Zira'nın her gün verdiği şekerden acı bir tat
mı alm ıştım ? G erçekte ise, tutum um dan dolayı utanm aya başla­
mıştım. Eğer profesör Antelle halen sağsa ve beni bu durum da bu­
lursa ne derdi? Bu düşünceyle öylesine doldum ki, artık uygar bir
insan gibi davranm aya karar verdim.
Teşekkürlerim i belirtm ek bahanesiyle Zira'nın kolunu ok­
şarken elinden not defterini çekip aldım. Kafesin bir köşesine çeki­
lip otların üstüne oturdum ve Nova'nın resmini yaptım , iyi resim
54
yaptığım için Nova, kağıt üzerinde birden canlandı. Birkaç düzelt­
m eden sonra kağıdı Zira'ya uzattım.
Bu davranışım , Zira üstündeki etkisini h e m e n gösterdi.
Hayvansal burnu pem beleşti, bana bakarken hafifçe titrediğini fark
ettim . Y erinden kımıldamadığı için bu kez not defterini hiç çekin­
m eden aldım, o da not defterini alm amı engelleyecek bir hareket
yapm adı. Böylesine basit bir çözüm yolunu neden daha önce dü­
şünm em iştim ? Okul derslerini kafam da canlandırarak Pisagor te ­
orem ini gösteren geom etrik şekli çizdim. Bu teorem i seçişim geli­
şigüzel değildi, başka dünyadaki ruhlarla konuşmayı sağlam ak is­
teyen bir bilginin bu teorem i kullanmış olduğunu bazı kitaplarda
okum uştum . Ayrıca, yolculuğumuz sırasında profesör Antelle, Ök-
lit teorem inin hatalı olm asından dolayı pisagor teorem inin daha
olumlu kabul edildiğini söylemişti.
H er neyse, çizdiklerimin Zira üzerindeki etkisi olağanüstüy­
dü. Hayvansal burnu birden m orardı ve şaşkınlıkla haykırdı. Zoram
ve Zanam , durum da bir tuhaflık sezinleyerek yanımıza gelene dek
de şaşkınlıktan kurtulamadı. Sonra, şaşırm ak sırası bana gelmişti,
çünkü, Zira not defterini aceleyle sakladı. Gorillere birkaç kelime
söyleyerek onları gönderdi. S onra not defteri ile kalemi elime tu­
tuşturdu. şimdi benim le anlaşm ak isteyen kendisiydi.
Pisagor'a içim den teşekkür ederek tekrar geom etrik çizim-
lerime döndüm . Not defterinin bir sayfasına, bütün bilgimi kullana­
rak eksenleri ve m erkezleri olan üç konik kesit çizdim: Bir elips,
bir parabol ve bir hiperbol. Sonra, karşıt sayfaya, doğru bir daire­
sel koni çizdim. Elipsi gösteren bir sem bol yazdıktan sonra, çok
şaşırmış olan dişi şem panzeye birinci sayfadaki birinci diyaframları
gösterdim .
Not defterini elim den çekerek aldı ve başka bir açı göste­
ren bir koni çizdi, uzun kıllı parm aklarıyla parabolü işaret etti, öy­
lesine heyecanlanm ıştım ki, gözlerim y aşararak elini kavr-adım.
Nova, kafesin karşı köşesine geçm iş kıskançlıkla ağlamaklı sesler
çıkartıyordu. Kadınlık içgüdüsüyle Zira ile aram da kurulmuş olan
duygusal bağı hissediyordu. G erçekte, Zira ile aram d a geom etri
yoluyla ruhsal bir bağıntı kurulmuştu. Ellerimizin birbirine dokun­
ması hem en hem en cinsel bir doyum duygusu duym am a ned en ol­
55
muştu. Zira'nın da aynı duygularla şaşkına döndüğünü anlıyordum .
Zira, birden çekip elini kurtardı ve koşarak koğuştan çıktı.
Zira’nın koğuştan ayrılışı birkaç saniye sürm üştü. Bu zam an süre­
sinde Nova'ya bakam ıyor, ondan utanıyordum . Zaten Nova da, hı­
rıltılı bir ses çıkartarak sırtını bana dönm üştü.
Zira, koğuşa döndüğü zam an, bir resim tahtası üzerine ge­
rilmiş geniş bir sayfa uzattı. Bir, iki saniye düşündükten sonra, son
darbeyi vurm aya karar verdim. Sayfanın bir köşesine B etelgeuse
güneş sistemini çizdim. Soror gezegeninin durum unu işaretledim ,
gezegeni Zira’ya işaret ettim , sonra parm ağım la onu gösterdim .
Bu hareketim i birkaç kez yineledim. Zira, anladığını işaretlerle bil­
dirdi.
Sayfanın diğer köşesine kendi güneş sistemimizi çizdim.
D ünya’yı göstererek kendimi işaret ettim .
Bu kez Zira, işaretim in anlam ını çabuk kavrayamadı. O da
D ünya’yı işaret ederek gökyüzünü gösterdi. Olumlu bir işaret y ap ­
tım. çok şaşırmıştı ve şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. Dünya ile
S oror arasında küçük bir roket yaptım ve gem inin S oror çevresin­
deki yörüngesini işaretledim. Zira'nın gözleri pırıldadı. G erçek kişi­
liğimi anladığından em indim . T am b an a yaklaşm ak üzereydi ki,
periyodik kontrolünü yapan Zaius kapıda göründü.
Dişi şem panzenin gözlerine korkulu bir bakış geldi. O ran ­
gutanın yanım ıza gelm esinden önce kağıdı avucunun içinde buruş­
turdu ve not defterini çabucak cebine soktu. Bu arada parm ağını
dudaklarına götürerek susmamı işaret etti. G erçek kişiliğimi Zaius'a
gösterm em e her nedense engel oluyordu. Zira’nın gizemli tutum u­
nun anlam ını bilm eden ona uydum. H em en zeki bir hayvan duru­
m unu takındım.

2.
O günden sonra Zira'nın yardımlarıyla hayvansal dünya ve
dilleri hakkındaki bilgim oldukça genişledi. H em en hem en h er gün
beni yalnız görüyor, kendi dilini öğrettiği gibi, benim dilimi de bü­
yük bir hızla öğreniyordu, iki aydan önce, değişik konularda tartı­
şabilecek kadar konuşm aya başladık. S oror gezegenini yavaş ya­
56
vaş tanım aya başlıyordum, şimdi bu uygarlığın uygarlığın karakte­
ristiklerini tanım lam aya çalışacağım.
Zira ile anlaşm aya başlar başlam az, konuşmayı m erakım ın
tem el prensibine doğru sürükledim: Gezegendeki bilinçli yaratıklar
yalnızca m aym unlar mıydı?
Zira:
S en ne düşünüyorsun"? dedi. “Maymun, hiç kuşku yok
ki gezegendeki bilinçli yaratıktır. Bilginlerimizin en m ateryalist
olanları bile, hayvansal zihnin esasının olağanüstü ileri olduğunu
tanım lıyorlar.”
Böyle deyimler, durum um un ilginç olm asına rağm en beni
şaşırtıyordu.
Peki, Zira, öyleyse insanlar nedir"?
O zam an Fransızca konuşuyorduk, çünkü, daha önce de
söylediğim gibi benim konuştuğum dili, onun konuştuğu dili öğren­
diğim den çok daha çabuk öğrenm işti, ilk önceleri (insan) sözcü­
ğüyle (maym un ) sözcüğünün anlam ları arasındaki farkı kavrayam ı­
yorduk, am a d ah a sonra Zira, m aym un dediği zam an zihnim de
yüksek zekalı yaratıklar canlanm aya başlıyordu, insan kelimesini
kullandığı zam an, m aym unlardan daha düşük zekalı yaratıklardan
söz ettiğini anlıyordum.
Zira kesinlikle:
Esas tem eller bilimindeki kayda değer ilerlemeyi yapalı
ancak bir yüzyıl oluyor" dedi. “Ö nceden, cinslerinin değişm ez ol­
duğu, çok güçlü bir tanrı tarafından yaratılmış oldukları düşünülür­
dü. Fakat hepsi şem panze olan büyük düşünürler dizisi, bu konu
hakkındaki görüşlerimizi tümüyle değiştirdi. Bugün cinslerinin de­
ğişebileceğini ve büyük olasılıkla genel bir kaynakları olduğunu bili­
yoruz.
“- Öyleyse m aym unlar, insanların gelişimiyle m eydana gel­
miş olam azlar m ı?”
Kimimiz böyle düşündü, fakat söylediğin gibi değil. May­
m unlar ve insanlar genel olarak bir n o k tad an gelişm iş iki ayrı
gruptur. M aym unlar zihinsel olarak gelişmiş, fakat insanlar hay­
vansal durumlarını korumuşlardır. Fakat, birçok orangutan, bu ka­
dar açıkça belli olan gerçeği inkar yoluna gidiyorlar.”
57
Büyük düşünürler dizisinin şe m p a n z e le r mi olduğunu
söylüyordun, Zira?”
Zira ateşli bir tavırla:
Bütün büyük buluşlar hep şem panzeler tarafından yapıl­
m ıştır” dedi.
M aymunlar arasında değişik sınıflar var m ı?”
F ark etm iş o labileceğin gibi
kendilerine özgü kişilik taşıyan üç sınıf vardır, şem panzeler, goril­
ler ve orangutanlar. Ö nceden var olan kalıtımsal engeller ortadan
kaldırılmış ve onların karşı çıkmaları çözüm lenm iştir. Bütün bunlar
için, şem panzelerin yürüttüğü kam panyalara teşekkür borçluyuz.
Bugün, prensip olarak, aram ızda ırk farkı gözetilm iyor.”
Israr ettim.
Fakat büyük buluşların çoğu şem panzeler tarafından ya­
pılm ış.”
“- D oğrudur.”
“- Peki, goriller?”
Zira, alayla:
“- O nlar et yiyenlerdir” dedi. “H epsi güç sağlam ak peşinde
koşarlar, örgütlenm ekten ve em ir verm ekten hoşlanırlar. A vlan­
mayı ve açık havayı severler. En yoksulları fiziksel gücün gerektiği
işlerde çalışırlar.”
“- O rangutanlar"?
Zira, bir dakika kadar yüzüme baktı, so n ra kahkahayla gül­
dü.
“- Resmi bilim dalında rol alırlar" dedi. “Bunu biliyor olm a­
lısın ve bilgini doğrulam ak fırsatını bulacaksın. D aha çok kitaplar­
dan öğrenirler. H epsi süslüdürler. İçlerinden bazılarına güçlü bir
bellek gerektiren daracık ve özelleştirilmiş bir alanda, yol gösteren
olarak bakılır. Bütün bunların dışında...”
Zira, karşısındakini küçük gören bir el hareketi yaptı. Konu
üzerinde ısrar etm ekle birlikte, daha ilerde bu konuya yeniden de­
ğinm eye karar verdim. Konuşmalarımızı d ah a genel bir alana doğ­
ru çektim. İsteğim üzerine m aym unların bir soyaçekim ağacının
şem asını çizdi. M aymunların soyaçekim şem asının, insaniannkin-
den pek farkı yoktu. Tek bir kökten birçok dallar ayrılıyor, bu dal­
58
lardan bazısı belirsiz bir biçimde sonuçlanıyordu. Bitkiler, tek hüc­
reli organizm alar, koelenterata ve ekinoderm ler, balıklar, sürün­
genler ve sonunda m em eli hayvanlar. Ağaç, insanların antropoit-
lerine benzer bir sınıfı da içine alıyordu. Bu sınıfta yeni bir kol var­
dı: İnsanlar, insanlar dalı çok kısaydı. Ağacın kendisi yukarılara
doğru uzanıyor ve üçe ayrılıyordu: Şem panzeler, goriller ve o ran ­
gutanlar. İşte, soyaçekim ağaçları böylesine basitti.
Zira:
İnsanların beyni gelişim sağlam adı, am a m aym unların
beyni büyük gelişimler gösterdi" dedi.
Peki, Zira, hayvansal beyin niçin böyle gelişti?”
Dilbilgisi kesinlikle tem el bir faktördü. Fakat niçin m ay­
m unlar konuşabiliyorlardı da insanlar konuşamıyorlardı? Bu nokta­
daki bilimsel görüşler çok değişikti. Kimi insan yapısının buna el­
verişli olmadığını söylüyor, kimi de m aym unların kullanışlı dört el­
leri olduğu tezini savunuyordu.
Zira:
İki elleri olduğuna ve parm aklan da fazla gelişmediğine
göre, büyük olasılıkla doğuşta bir özür olmalı” dedi. “Ellerinin ge­
lişmediği gerçek olduğuna göre beyinlerinde bir gelişme beklem ek
yersiz olurdu. Z aten bu nedenle araçları doğru dürüst kullanamı­
yorlar. O ysa biz araçları çok daha rahat kullanabiliyoruz. Tabii, ba­
zı denem eler yapıldı ve zeka kırıntıları bulundu. Eğer böyle bilgiler­
le ilgiliysen seni bir gün Cornelius'la tanıştırabilirim. Bu konularda
benden çok daha yetkili olarak konuşabilir.”
Cornelius m u?”
Zira, kızararak:
Nişanlım" dedi. “Çok büyük, gerçek bir bilgin.”
Ş em panze m i?”
“- Tabii... H er neyse, ben de dört elin önemli bir faktör ol­
duğunu düşünüyorum . H er şeyden önce ağaçlara tırm anm a olana­
ğımız var. İnsanlar ağaç üstünde kalam ayacakları için uzayı iyice
görm eleri olanaksız. Ayrıca, araçları da son derece ustalıkla kullan­
m asını biliyoruz. İşte bütün bunlar bizim zekaca üstün olmamızı
sağlam ıştır.”
D ünya’da, insanların üstünlüğünü başka biçimlerde anlat­
59
tıklarına tanık olm uştum . Zira'nın anlattığı nedenleri dinledikter
sonra, Dünya da söylenenlerin doğru olup olm adıklarını düşün­
düm.
Konuşmayı olabildiğince uzatm ak ve binlerce soru sorm ak
istiyordum, fakat akşam yemeğimizi getiren Z oram ve Zanam ko­
nuşmamızı yarıda kesti. Zira, çabucak “iyi g eceler” diyerek ayrıl­
m ak zorunda kaldı.
Nova'yla kafeste yalnız kaldık. A kşam yemeğimizi bitirdik.
Goriller giderken, kapının önündeki ışıktan başka bütün ışıkları
söndürm üşlerdi. Nova'ya baktım ve Zira'yla yaptığım konuşm ada
öğrendiklerimi düşündüm . Zira'ya aldırmadığı ve konuşmalarımız­
la ilgilenmediği belliydi. Önceleri her zam an yaptığı gibi yerinden
sıçrayıp ağlamaklı seslerle karşı koymuş, Zira ile aram a girm eye
çalışmış ve yerden aldığı otları Zira'nın yüzüne savurm uştu. O nun
sesini kesm ek için bir şeyler yapm am gerekm işti. Güzel yüzüne ye­
diği birkaç şiddetli tokattan sonra, sakinleşmiş ve bir köşeye otu­
rup bizi izlemekle yetinmişti. Hiç düşünm eden ona vurmuş, am a
sonradan pişm anlık duym uştum , fakat dayak yem esinden dolayı
bana kin duymadığın» açıkça görüyordum .
Hayvansal teorileri kafam dan geçirirken oldukça yorulmuş
olduğumu fark ettim . Nova'nın eskisi gibi sürünerek bana yaklaştı­
ğını görünce m em nun oldum, fakat S oror gezegenindeki insanla­
rın vahşi olması beni üzüyordu.

3.
Benim için kızıl harflerle yazılan bir gündü. Israrlı ricaları­
m a karşı koyam ayan Zira, beni yüksek biyolojik araştırm a ensti­
tüsünden -bulunduğum uz yerin adı- çıkartarak kenti gezdirm eye
karar vermişti.
Fakat bu kararı oldukça duraksayarak vermişti. Sonunda
gerçek kişiliğimi kabul etm esi benim için çok zor olmuştu. O za­
m ana dek, yanım da olduğu zam an söylediklerimi kabul ediyor, fa­
kat yanım dan ayrıldıktan so n ra tered d ü te düşüyordu. Kendim i
onun yerine koym aya çalıştım. D ünya’daki insanlarla m aym unla­
rın durum unu anlattığım zam an çok şaşırdı. D aha sonra, söylediği­
60
ne göre beni şarlatan sanmıştı. Fakat verdiğim gerçekler öylesine
güçlüydü ki, zam anla yeniden özgürlüğümü kazanabilm em için ba­
na yardımcı olm aya karar vermişti. A ncak, özgürlüğümü yeniden
kazanm am ın zorluğunu anlatm ış ve şimdilik kenti gezdirmek üzere
söz vermişti.
O gün öğleden sonra beni alm ak üzere geldi. Y eniden açık
havaya çıkabileceğim düşüncesiyle çok heyecanlıydım. Fakat boy­
num a takacakları bir tasm ayla beni gezdirebileceğini anlayınca
beynim den vurulmuşa döndüm . Goriller, beni kafesim den aldılar
ve kafesin kapısını Nova'nın yüzüne çarparcasına şiddetle kapadı­
lar, sonra boynum a, ucunda sağlam bir zincir olan deri bir tasm a
geçirdiler. Nova'nın ağlamaklı haykırışları arasında, Zira, zincirim­
den tutarak beni koğuştan çıkardı. K apıdan çıkarken elimi Nova'ya
sallayınca Zira, asık suratla zincirim den çekiştirdi. Benim de bir
m aym un beyni taşıdığıma inandığından beri Nova'ya karşı göster­
diğim sevgiye kızıyordu.
Karanlık ve tenha koridora çıktığımız zam an Zira'nın öfkesi
hem en dağıldı.
Bir kahkaha atarak:
“- Dünyadaki insanların böyle m aym unlar tarafından zin­
cirle götürülmeleri söz konusu olamaz, değil m i?” diye sordu.
İnsanların böyle bir şeye alışık olmadıklarını söyledim. Zira,
özür dileyerek açıkladı. Böyle serbestçe dolaşabilen birkaç eğitilmiş
insan vardı. Benim de onlar gibi zincirle çıkarılmam dikkati çekm e­
yecekti. A yrıca, dışarı çıktığımız zam an serb est olursam , diğer
m aym unların şaşırm alarına neden olabileceğimi sözlerine ekledi.
Eğer zararsız olduğum kanısını uyandırabilirsem, beni zincirsiz çı­
karabileceğini söyledi.
Durum um u genellikle unutur ve bana akıl verm eye kalkı­
şırdı. Bu kez de, yolda yürürken nelere dikkat etm em gerektiğini
anlatm aya başladı.
G eçenlere dönüp bakm am aya, yanına gelebilecek ço­
cukları tırmalayıp dişlerini gösterm em eye dikkat et. S ana burunluk
takm ak istem edim ,am a...”
Birden sustu ve kahkahalarla gülmeye başladı.
“- Ö zür dilerim, özür dilerim !” diye haykırdı. “S enin de
61
m aym unlar kadar zeki olduğunu h ep unutuyorum .”
Sözle özür dilemesini güçlendirm ek isterm iş gibi om uzum a
dostça bir anlatımla dokundu. Küskün tavrımı görünce neşesi bir­
den kayboldu. Zira'nın kahkahalarını duym ak hoşum a gidiyordu.
Kimi zam an Nova'nın neşesini böyle kahkaha ile anlatam adığını
düşününce üzüntüyle içimi çekiyordum. Dişi m aym unun neşesini
paylaşm aya karar verdim. Koridorun loş aydınlığında Zira'nın yal­
nızca beyaz burnunu görebiliyordum. S p o r bir ceket, eteklik giy­
miş, boynuna kulaklarını saklayan bir eşarp sarm ıştı. Bir dakika
için onun hayvansal durum unu unutarak koluna girdim. Bu davra­
nışımı çok norm al karşıladığı için hiç karşı çıkmadı. Bir süre böyle-
ce yan yana yürüdük. Koridorun sonundaki p encerenin önüne gel­
diğimizde, Zira birden kendisine geldi ve kolunu çekip beni iterek
uzaklaştırdı. Ciddi bir tavır takınarak zincirimi çekti.
Üzüntülü bir sesle:
“- Böyle davranm am alısın'', dedi. “H er şeyden önce nişan­
lıyım v e ...”
Nişanlı m ısın?”
Zira, davranışının saçmalığını kavrayınca hayvansal burnu
kıpkırmızı oldu.
Yani dem ek istiyorum ki, şu anda kimse senin gerçek ki­
şiliğini bilmemeli. Kendi iyiliğin için böyle davranm anın gerekli ol­
duğuna inanm alısın.”
Zira'nın önerisine uyarak uysal bir tavırla peşinden yürü­
düm . Binadan çıktık. İri yarı bir goril, enstitünün kapısında bekli­
yordu. Zira'ya meraklı bir bakış fırlatarak eğildi ve bahçe kapısını
açtı, üç aylık tutsak yaşantısından so n ra, B etelgeuse güneşinin
kuvvetli ışığı gözlerimi kam aştırınca biraz tökezledim . Ilık havayı
derin derin ciğerlerime çektim, çıplaklığımdan ötürü utandığımı ilk
kez farkettim. Kafes içinde çıplaklığa alışmıştım, am a yoldan ge­
çen m aym unların m eraklı bakışlarından sıkılıyordum. Ehlileştirip
sirklerde gösterilen insanlar gibi giyinik olm am ın dikkati çekeceği­
ni söyleyen Zira, giyinm em i istem em işti. Haklı olduğundan hiç
kuşkum yoktu. G erçekten, yoldan geçen m aym unlar çıplaklığıma
aldırış etmiyorlar, vahşi bir insan olduğum için bakıyorlardı. Eğer
dünya üzerinde böyle bir m aym unu gezdirmiş olsaydım, insanlar
62
da o m aym una şaşkınlıkla bakacaklardı. Yetişkin m aym unlar yal­
nızca gülüm seyerek yanım dan geçiyorlardı, am a daha genç m ay­
m unlar yavaş yavaş çevremizi sarm aya başladılar. Zira, beni çeke­
rek çabucak arabasına götürdü. Arkaya oturm am ı işaret etti, ken­
disi de direksiyona geçti ve büyük caddelerde ağır ağır ilerlemeye
başladı.
Önemli bir hayvansal bölgenin merkezi olan bu kent, baş­
tan aşağı m aym unlarla doluydu. Dükkan sahipleri, şoförler, kundu­
racılar, terziler ve bütün iş sahipleri m aym unlardı. Yasaları uygula­
yan polisler, iri yarı goriller arasından seçilmişti. Kentin üstümdeki
etkisi büyük değildi. Evler, bizim evlere benziyordu. Oldukça kirli
olan caddelerin de bizim caddelerden pek farkı yoktu. Trafik, dün­
yada olduğundan çok daha seyrekti. Yalnız yayaların caddeyi geç­
m eleri çok ilginçti. Yaya geçitleri yoktu ve karşıdan karşıya geç­
m ek isteyen bir yaya, eldivenli ellerini ve ayaklarını kullanarak, yo­
lun üstüne bir köprü gibi uzatılmış dem ir borulara tutunup karşıya
geçiyordu.
Zira, kent hakkında yeteri kadar bilgi alabilmem için biraz
dolaştıktan sonra, çiçek tarlalarını, göbeklerini görebildiğim büyük
bir bahçe kapısının önünde durdu.
“- Park" dedi. “Biraz dolaşabiliriz. S ana başka şeyleri de
gösterm ek istiyorum ... Müzelerimizi... Am a henüz e rk e n .”.
Bacaklarımı biraz çalıştırm amın iyi olacağını söyledim.
Zira:
Ayrıca, burada rahatsız edilm eden konuşabiliriz" dedi.
“Fazla kalabalık olmaz ve artık önem li konular üzerinde konuşm a­
mız gerekiyor.”

4.
S oror'da karşı karşıya bulunduğun tehlikenin farkında
değilsin, öyle değil m i?”
“- Bazı deneyler geçirmiş bulunuyorum , fakat kendim i ger­
çek rengim le gösterecek olursam , ki bunu bazı kanıtlar vererek ya­
pabilirim, m aym unlar beni kardeş olarak kabul etm ek zorunda ka­
lırlar.”
İşte bunda yanılıyorsun, şimdi beni d in le ...”
P arkta dolaşıyorduk. A rada sırada tek tük aşıklara rastlı­
yorduk. Bize kısa bir bakış fırlattıktan sonra kendi alem lerine dalı­
yorlardı. Oysa, onlara hiç utanm adan bakıyordum , çünkü, hayvan­
sal töreleri elim den geldiği kadar iyi öğrenm ek istiyordum.
Kolları oldukça uzun olduğu için birbirlerinin bellerine sıkı­
ca sarılarak geziyorlardı. A rada sırada bir patikanın köşesinde du­
rup kaçam ak öpüştükleri oluyordu. Zam an zam an, sağa sola kaça­
m ak bakışlar fırlattıktan sonra serbest eliyle ağaçların alçak dalları­
na tutunup sallanıyorlardı. Kimi zam an böyle sallanm alardan son­
ra bir çalının arkasında kayboluyorlardı.
Zira:
“- Şimdi beni dinle" dedi. “G ezegene indiğiniz küçük botu­
n uzu...”
G ezegene nasıl indiğimizi bütün ayrıntılarıyla anlatmıştım,
“-...buldular. Yani, vahşi insanların talan etm esinden sonra
geriye kalanlar dem ek istiyorum. Araştırm acılarımızın çok dikkati­
ni çekti. Bulunan roketin burada yapılmadığını biliyorlar.”
“- Bizim rokete benzer m akineler yapıyor m usunuz?”
“- Evet, fakat sizinki kadar iyi değil. B ana söylediklerini
düşününce sizden çok geri olduğumuzu anlıyorum . Böyle de olsa
gezegenimizin çevresine uydu gönderdik. Son attığımız uyduda bir
canlı vardı. Bir insan. O uyduyu, uçuşu sırasında havaya uçurm ak
zorunda kaldık çünkü, geri getirm e olanağımız yok tu .”
Düşüncelerim içinde kaybolmuş bir tavırla:
A nlıyorum ” dedim. “D em ek ki insanlar böyle deneylerle
size yararlı oluyorlar.”
“- Başka çarem iz yok... H er neyse, roketiniz bulundu.”
“- Peki, so n birkaç aydan beri gezegenin yörüngesinde
dolaşan gemi n e oldu?”
Hiç duym adım. Astronom larım ızın gözünden kaçmış ol­
malı... Fakat konuşm am ı kesm esen iyi olacak. Kimi bilginlerimiz
bu roketin başka bir gezegenden gelmiş olabileceği, o gezegenin
de m eskun bulunduğu teorisini ortaya attılar. D aha ileri giderek bu
gezegen sakinlerinin insan olabileceğini düşünm üyorlar.”
“- Fakat onlara söylemelisin, Zira" dedim . “Y eterince uzun
64
zam an bir tutsak olarak yaşadım, hem de en rahatsız bir biçimde,
bir kafesin içinde... Beni niçin saklıyorsun? Niçin gerçeği herkese
duyurm uyorsun ? ”
Zira, birden durdu ve çevresine bakındı, sonra elini koluma
koydu.
Niçin mi? Senin çıkarın için böyle davranm ak zorunda­
yım. Zaius'u biliyorsun, değil m i?”
Tabii. O nun hakkında da seninle konuşm ak istiyordum.
Ne olm uş?”
İlk davranışlarının onun üstünde nasıl bir etki yaptığını
farketm edin mi? Yüzlerce kez ona gerçeği anlatm ak istediğimi de
biliyorsun. Senin, görünüşüne rağm en, bir hayvan olam ayacağını
ona anlatm aya çalışıyordum .”
O nunla yaptığın uzun konuşm aları anım sıyorum. Söyle­
diklerini kabul etm ediğini de biliyorum .”
Zira, birden öfkeyle:
“- Bir katır kadar inatçı ve bir insan kadar aptaldır” dedi.
“Ne yazık ki, zaten bütün orangutanlar onun gibidir. Davranışları­
nın son derece gelişmiş bir hayvan gibi olduğunu kabul etti ve bu
fikrini ölse değiştirmez. Ayrıca, hakkında uzun bir tez hazırlanmış.
Senin ehli bir insan olduğunu ve kimi davranışları ezberlediğin için
yapabildiğini kabul ediyor.”
“- A ptal canavar!”
“- Kuşkusuz. Asıl önemli olan, bilim dalında önemli bir yeri
var ve çok güçlüdür. Enstitüdeki en yüksek otoritelerden biridir ve
verdiğim raporlar önce onun elinden geçer. Önerdiğin gibi gerçe­
ği açıklam aya çalışsaydım, bilimsel gerçekleri sakladığım için beni
suçlayacaktı. S onuç olarak işime son verirlerdi. Bu önemli değil,
fakat başına geleceklerin ne olacağını tahm in edebilir m isin?”
“- Bir kafesin içinde yaşam ak zorunluluğundan daha kötü
ne olabilir?”
“- Bu kadarına teşekkür etmelisin! Senin incelem e ve araş­
tırm a servisine gönderilm em en için nasıl uğraştığımı biliyor m u­
sun? Bilinçli bir yaratık olduğunu bilseydi, seni onun elinden kimse
kurtaram azdı.”
Birden korkuyla titredim.
65
İncelem e ve araştırm a servisi nedir?”
Belirli ameliyatlar yaptığımız bir servis. Beyin sinir m er­
kezlerindeki değişikliklerin araştırılması için am eliyatlar orada yapı­
lır.”
Peki, bu deneyleri insanlar üzerinde mi yapıyorsunuz?”
Tabii. Bize en yakın benzerlikleri, vücut yapıları gibi, b e­
yinleri. D oğaya teşekkür etmeliyiz ki, kendi yapımızı incelem ek
üzere bir hayvan yaratm ış. D aha sonra anlayacağın gibi, insanların
bize daha başka alanlarda da yararları dokunuyor... Şu anda, son
derece ilginç ve önemli deneylerin üzerindeyiz. ”
“- Bu deneyleriniz için de sayısız insanları öldürerek bir
soykırım yapıyorsunuz.”
Bilim çevrelerinin insanları d en eylerde kullanm alarını
engelleyemiyoruz. Tabii, sonuç olarak çok sayıda deney insanı yi­
tirmiş oluyoruz.”
Dudaklarımı ısırarak:
“- Ne kadar üzücü” dedim . “Fakat benim d u ru m u m d a...”
Sırrınızı niçin böylesine gizlilikle sakladığımı biliyor m u­
sunuz?”
“- Bu durum da, yaşam ım ın sonuna dek kafeste kapalı ola­
rak mı kalacağım ?”
Eğer tasarladığım plan başarı sağlarsa, hayır. Fakat za­
m an elverişli olana ve bütün kozları elinde tutana dek m askeni dü­
şürm emelisin. Ö nerim şu: Bu günden bir ay sonra, yıllık biyoloji
konferansım ız yapılacak, çok önemli bir olaydır. Toplum un ileri
gelenleri ve tanınm ış gazeteciler çağrılır, şimdi, bizim için kam u­
oyu, Zaius'tan çok d ah a önemli ve güçlüdür. H atta, bütün orangu­
tanlardan da üstündür. Gorillerin de kam uoyuna karşı saygıları bü­
yüktür. İşte senin elindeki fırsat bu olacak. K ongre toplandığı za­
m an paçanı sıyırmaksın, çünkü daha önce söylediğim gibi Zaius,
hakkında hazırladığı uzun raporu bu kongreye takdim edecek. S e­
nin için yapılacak en olumlu şey, kürsüye çıkıp hakkını savunm ak
olacaktır. Zaius, senin bu davranışına istese de engel olam az. Ku­
rulu kandırm ak, toplum u ve beni inandırdığın gibi gazetecileri
inandırm ak tümüyle senin elinde.”
Peki, ya Zaius ve orangutanlar diretirlerse?”
66
Goriller kam uoyu önünde eğilmeye zorlanırlarsa, o salak
orangutanları da boyun eğm eye zorlayacaklardır. O rangutanların
çoğu, Zaius kadar aptal ve inatçı değildir. Aynı zam anda, bilginler
arasında, yaptıkları buluşlardan akadem iye kabul edilmiş olan bir­
kaç şem panze vardır. Bunlardan biri nişanlım Cornelius'tur. Senin
hakkında yalnızca onunla konuştum . Elinden geleni yapacağına
söz verdi. N orm al olarak, kendisine verdiğim gerçeklerin doğrulu­
ğunu kontrol etm ek için seni görm ek istiyor. Bu gün seni buraya
getirmekteki am acım bu. Onunla burada buluşacağız, geç kalm a­
yacağını um uyorum .”
C ornelius, büyük eğrelti o tlarının yanındaki bir sıranın
önünde bizi bekliyordu. Ç ok yakışıklı bir şem panzeydi ve Zira'dan
daha yaşlıydı, am a bir akadem i m ezunu için çok genç sayılırdı.
O nu görür görm ez, son derece zeki bir m aym un olduğunu anla­
dım.
Zira, bana Fransızca olarak fısıldadı.
“- O nun hakkında ne düşünüyorsun?”
Zira'nın bu sorusu üzerine, onun güvenini kazanmış oldu­
ğum u anladım . Birkaç övücü söz m ırıldandıktan sonra Com elius'a
doğru yürüdük.
Nişanlılar birbirlerinin kollarına atıldılar. Cornelius, bana
bakm adan kollarını nişanlısına açmıştı. T utum undan, Zira'nın a n ­
lattıklarına rağm en beni ehli bir hayvan gibi gördüğü belliydi. Zira
da beni unutm uş, nişanlısıyla uzun uzun öpüşm eye başlamıştı. Bir­
den kasıldı, Cornelius’un kollarından kurtuldu, ve utançla gözlerini
önüne çevirdi.
“- Evet, ben buradayım ” dedim.
Cornelius, şaşkınlıkla:
“- Bu da nesi?” dedi.
B urada olduğumu söyledim. Bu gerçeği anım satm ak zo­
runda kaldığım için özür dilerim. Davranışlarınız beni hiç şaşırtm a­
dı, am a ilerde aleyhim e kullanabilirsiniz.”
Bilgin şem panze, şaşkınlıkla bağırdı:
“- Hiç bir zam an!”
Zira, kahkahalarla gülerek bizi tanıştırdı.
“- A kadem iden doktor C ornelius, Ulysse M erou, G üneş
67
sistemi sakinlerinden, ya da daha kesin olarak, D ünya’d a n .”
Sizinle tanıştığım a çok m em nun oldum ” dedim. “Zira,
sizden söz etmişti. Böyle sevimli bir nişanlınız olduğu için sizi kut­
larım .”
Ve elimi uzattım . Sanki h em en önü n d e bir yılan, başını
kaldırıp ona saldırm aya hazırlanm ış gibi ürktü.
Şaşkın bakışlı gözlerini Zira'ya dikerek:
Dem ek doğruym uş” diye mırıldandı.
“- Sevgilim, sana yalan söylem ek alışkanlığım var m ı?”
Cornelius, h em en toparlandı. Bilim adamıydı. Bir dakikalık
bir duraksam adan sonra elimi sıktı.
Nasılsınız?”
“- Nasılsınız?” diye yanıt verdim. Bir kez daha, böyle çıp­
lak olarak karşınıza çıktığım için özür dilerim .”
Zira, gülerek:
Düşündüğü h e p bu” dedi. “Kom pleks gibi olmuş. Giyi­
nirse yapacağı etkiyi hiç düşünm üyor.”
“- Ve siz gerçekten de... şeyden... şey d en ...?”
“- Güneşin bir gezegeni olan D ünya’dan geldim .”
Zira'nın söylediklerini şu ana kadar dikkate almadığı açıkça
belliydi. Soruları arka arkaya sıralam aya başladı. Ağır ağır dolaşı­
yorduk. Dikkati çekm em ek için onlar biraz önde kol kola yürüyor­
lar, ben de birkaç adım geriden geliyordum. Fakat verdiğim yanıt­
lar bilgini öylesine heyecanlandırıyordu ki, Zira'nın kolundan çıkı­
yor, karşımda durup benim le ellerini kollarını sallayarak tartışıyor­
du. A rada sırada parkın toprağı üstünde şem alar çiziyorduk. Zi-
ra'nın umursadığı yoktu. Nişanlısı üzerine yaptığım etkiden hoşnut,
kendi kendine gülümseyip duruyordu.
Cornelius, Dünya üstünde benim gibi yaratıkların bulunm a­
sına şaşırıyor ve bu konu hakkında bildiklerimin tüm ünü arka arka­
ya anlattırıyordu. Bir süre düşünceli görünen Cornelius, sonunda
durum um un son derece ilginç olduğunu, özellikle bilinç alanında
çalıştığı için kendisini ilgilendirdiğini söyledi. M aymunların bilinçli
olm alarının nedenini araştıran bir bilgindi. Anladığım kadarıyla,
m aym unların bilinçli olm alarının nedeni şimdiye dek bulunmamıştı
ve araştırm alar sürüyordu. Özellikle Cornelius, genel olarak kabul
68
edilen teorileri kabullenmiyordu. Fakat bu konu üzerinde çekim ser
kalarak, ilk karşılaşm am ızda düşüncelerini açıklamadı.
Kendisi için son derece ilginç bir örnek olabilirdim ve beni
kendi laboratuvarına alabilmek için milyonlar bağışlayabilirdi. İçin­
de bulunduğum durum dan, Zaius'un aptallığından ve inatçılığından
söz edildiği zam an tutum um uzla son derece ilgilendi. Zira'nın pla­
nını haklı görüyordu. D urum um u kendi bilgin arkadaşları ile de
tartışması gerektiğini de söyledi. Elinden gelen yardımı yapacağına
dair kesin söz verdi.
Ayrılacağımız zam an hiç duraksam adan elini uzattı. Tabii
bu davranışı çevrede kim senin olmadığı kanısına varınca yapmıştı.
S onra nişanlısını öp erek uzaklaştı. A rada sırada arkasına
dönerek bakıyordu.
“- Sevimli, genç bir m aym un” dedim.
Ağır adımlarla arabaya doğru yürüdük.
Zira:
H em de büyük bir bilgin” dedi. “O nun desteği ile başarı­
ya ulaşacağından em inim .”
Arka koltuğa geçtiğim zam an Zira'nın kulağına m ırıldan­
dım.
“- Zira, özgürlüğüm ü ve yaşamımı sana borçlu olacağım .”
Yakalandığım dan beri Zira'nın benim için yaptıklarını düşü­
nüyordum. O nun yardımı olmasaydı, içinde bulunduğum hayvan­
sal dünya ile bağlantı kuram azdım . Zaius'un hiç duraksam adan
beynimi deleceğini ve benim yalnızca akıllı bir hayvan olduğumu
kanıtlam ak isteyeceğini kesinlikle biliyordum. Neyse ki, Zira gibi
bir dostum vardı. O nun yardımıyla başaracağını tahm in ediyor­
dum.
Zira, kızardı.
Ben yalnızca bilim sevgisinden ötürü yaptım . Ç ok ender
bir olayı temsil ediyorsun ve her ne pahasına olursa olsun yaşam a­
lısın.”
Zira'nın hayvansal görünüşüne rağm en altın gibi bir kalbi
olduğunu biliyordum. Elimi, kıllı elinin üstüne koydum. Gözlerinin
içine baktığım zam an titrediğini hissettim. H er ikimiz de son dere­
ce duygulandığımız için yol boyunca hiç konuşm adık. Beni yeni­
69
den kafesime kapadığnda, dönüşüm üzerine sevinç gösterilerinde
bulunan Nova'yı tersledim.

5.
Zira'nın gizlice verm iş olduğu kitapları ve elektrik fenerini
otların altında saklıyordum. Şimdi m aym unların dillerini çok iyi ko­
nuşuyor, kitaplarını rahatlıkla okuyabiliyordum . H er gece birkaç
saatim i onların uygarlıklarını incelem ekle geçiriyordum . Ö nceleri
Nova itiraz ediyordu. Kitabı ilk gördüğü zam an usulca sokulm uş ve
dikkatle bakmış, koklamıştı. Bu arada, sanki elim de tehlikeli bir
şey varmış gibi dişlerini göstermişti. O zam an elektrik fenerinin ışı­
ğını yüzüne tutm uştum ve Nova, korkuyla köşesine kaçm ış ve inil-
tili sesler çıkartarak olduğu yerde büzülmüştü.
Artık kafesteki durum a tümüyle egem enim . Nova'yı sustur­
m ak için yalnızca elektrik fenerini kullanmam yetiyor. B ana, ola­
ğanüstü bir insanmışım gibi baktığını farkediyorum. Kafesteki di­
ğer insanların da bana karşı saygıları var. Aralarındaki üstünlüğüm
gözle görülebilecek kadar açık. Bazen, elektrik fenerini kullanarak
Nova'yla şakalaşıyordum. O nun korkarak kaçtıktan sonra sürüne­
rek yanım a gelip özür dileyici davranışlar yapm ası hoşum a gidiyor.
Hayvansal dünya hakkında bilgimin çokluğuyla övünüyo­
rum.
M aymunlar uluslara ayrılmıyorlar. Bütün gezegen bakanlar
kurulu tarafından yönetiliyor. Bakanlar kurulunun başına bir goril,
bir orangutan ve bir şem panze var. Bu hüküm etle birlikte çalışan
bir parlam ento vardı. Bu parlam entoda, goriller, orangutanlar ve
şem panzelerden kurulu üç meclis vardı. Bu meclisler kendi cinsle­
rindeki üyelerin yönetim inden sorumluydu.
G erçekten, m aym unlar dünyasını oluşturan bu üç ırktan
başka m aym un ırkı yoktu. Prensip olarak, üç ırk birbirine eşitti ve
h er türlü yönetim de görev alabiliyordu. Böyle olduğu halde bazı
kural dışı durumlar vardı. H er ırk kendi bünyesi içinde çalışıyordu.
Geçm işte, güçleriyle hüküm süren goriller bugün de güçlü
sınıfı oluşturuyorlardı. Toplum sal değişikliklerle hiç ilişkileri olmadı­
ğı halde, en yüksek görevleri ellerinde tutuyorlardı. Goriller olduk­
70
ça cahil olmakla birlikte, güçlerinin nasıl kullanılacağını içgüdüleri
ile biliyorlardı. G enel kuralları koyanlar ve diğer maymunları kont­
rolleri altında tutanlar gorillerdi, örneğin, bir teknisyen tarafından
yeni bir buluş yapıldığında, bu buluştan en yüksek çıkarı sağlayan
yine goriller oluyordu. Fazla zeki sayılm am akla birlikte yine de
orangutanlardan daha anlayışlı oluyorlardı. Arzu ettikleri her şeye
sahip olabiliyorlardı. Böylece bulunduğumuz enstitünün bilim dalı­
na Zaius egem en olm akla birlikte yönetici olarak başımızda bir go­
ril bulunuyordu. Yöneticiyi çok az görüyorduk. Koğuşumuza yalnız
bir kez gelmişti. Kafesimin önünde durup beni baştan aşağı gurur­
la süzünce elimde olm ayarak ayağa fırlamış, onu selamlamıştım.
Zaius'un saygılı tavrı ve Zira'nın, gorilin otoriter tavrından hoşnut
olduğu gözüm den kaçmamıştı.
Yüksek bir görevde bulunm ayan goriller, güç gerektiren iş­
lerde çalışıyorlardı, örneğin, Zoram ve Z anam koğuştaki düzeni
sağlam akla görevliydiler.
Kimi goriller avcıydı. G örevleri vahşi hayvanları yakala­
maktı, özellikle insanları tuzaklarına düşürerek yakalarlardı. D aha
önce yapılan büyük avdan söz etmiştim. Y akalanan insanlar genel­
likle bilimsel deneyler için kullanılıyorlardı. M aymunlar gezegenin­
deki m aym unların büyük bir bölümü biyoloji dalında ilerleme sağ­
lamışlardı. H em en hem en tüm ü vücut, beyin gibi fiziksel yapılarla
ilgileniyorlardı. Bütün araştırm alar ve deneyler bu yönde geliştiril­
mişti.
Gorillerin yanında orangutanlar ve şem panzeler yer alıyor­
du. O rangutanların sayısı az olduğu halde, Zira'nın daha önce söy­
lediği gibi, bilimsel araştırm aları ellerinde tutuyorlardı.
Kimi orangutanlar çok ender olarak başka işlerde de çalışı­
yorlardı. Ö rneğin, politika, sanat ve edebiyat. O rangutanların bel­
leği çok güçlü olduğu için öğrendiklerinin büyük bir bölüm ünü ki­
tap ta n belleyerek öğreniyorlardı. Sonra, kendileri de kitap yazıyor­
lardı. H er nedense orangutanlar, şem panzeler tarafından sevilmi­
yorlardı. Zira ve nişanlısı bunu birçok kez yinelemişlerdi. Ayrıca,
orangutanlar goriller tarafından da sevilmiyorlardı. O rangutanların
içgüdülerinin zayıf olması ile her zam an alay ediyorlardı. H em en
hem en her orangutanın arkasında bir goril, ya da gorillerden bir
71
meclis vardı. O rangutan, istenilen başarıyı sağlayam azsa, hiç du­
raksam adan değiştiriliyor ve yerine yine aynı dalda başarı gösteren
başka bir orangutan getiriliyordu.
Geriye şem panzeler kalıyordu. Şem panzeler, tüm gezege­
nin en zeki yaratıklarıydı. Zira'nın d ah a ö n ce söylediği gibi, en
önemli buluşlar şem panzeler tarafından yapılmıştı. En ilginç konu­
ları ele alan yine onlardı. Yazdıkları kitaplar çok değişik konuları
kapsıyordu.
Böyle olm asına karşın, eğitim kitaplarını yazanlar ve genç
m aym unların eğitimini yapanlar orangutanlardı. Okul kitaplarında
yazıldığına göre, Soror gezegeni evrenin m erkezindeydi. Fakat bu
teori, çok önce bütün m aym unlar tarafından reddedilmişti. Binler­
ce yıl önce, Soror gezegeninde yaşam ış olan Haristas'ın ortaya at­
mış olduğu teori, orangutanlar tarafından benim senm işti. Yalnız
m aym unların ruhu olduğuna inanan H aristas'ın yazdıklarını oku­
duktan sonra, Zira'nın bana karşı olan tutum unu daha iyi anlıyor­
dum. şem panzelerin, eski inanışları değiştirm ek için bütün güçle­
riyle çalıştıkları ve genel bir kam panyaya giriştikleri, birkaç yıldan
beri büyük ilerleme yaptıkları gerçekti.
Gorillere gelince, onların yazdıkları çok az kitap vardı. Fa­
kat kitapların başlıkları çok ilginçti. Bu kitaplardan birkaçının ismi­
ni anım sıyorum: Araştırm alara tem el olan sağlıklı örgütler için ge­
reksinimler, Sosyal politikanın yararları, Yeşil kıtada insan avının
geniş çapta örgütlenmesi.
Savaşın olmaması ve ordu m asrafları nedeniyle ordu yok­
tu. Yalnızca iç düzeni sağlayan bir polis örgütü vardı. H er ne ka­
dar Soror, dünyadan daha yaşlı bir gezegen gibi görünüyorsa da,
m aym unların, insanlardan birçok yönde geri kaldıkları kaçınılmaz
bir gerçekti.
Elektrik gücü, endüstri, otom obil ve uçaklar vardı. Fakat,
uzayın fethedilmesi söz konusu olursa, yalnızca uydu atım ından ile­
ri gitmemişlerdi. Bilimsel bakım dan, bilgilerinin insanların bilgile­
rinden çok daha az olduğu kesindi. A raştırm a yapm aktaki arzuları­
nı, yorulm ak bilm eden çalışmalarını görüyorum da, bir gün bize
yetişeceklerine inanıyorum. G erçekten, uzun süren bir duraklam a
devri geçirdiklerini ve ancak son zam anlarda belirli ilerlemeler yap­
72
tıklarını biliyorum.
Bilimsel araştırm alar, yineliyorum, yalnızca bir konu üstü­
ne yönelmişti: Biyoloji ve m aym unların incelenm esi. Bu incelem e­
lerde insanların deney hayvanları olarak kullanılmaları. Bu araştır­
m alar, m aym unların yaşantısında önemli bir yer alıyordu. D enem e
için kullanılabilecek insanın bol olması da araştırm alarında yardım ­
cı oluyordu. Okuduklarımı dikkate alacak olursam , gezegendeki in­
san sayısının m aym unlardan çok olduğunu kabul etm em gereki­
yordu. Fakat zam anla insan sayısı azalacak, m aym unların sayısı
gittikçe artacaktı. Kimi bilginler, laboratuvarlarının deney için daha
çok insana gereksinimi olduğunu söylemeye başlamışlardı.
Bütün bunlar hayvansal gelişmelerin sırrını verm iyordu. Di­
ğer yandan, belki de çok basit olarak açıklıyordu. O rtaya çıkmala­
rı, bizim var oluşumuz kadar basitti. Böyle olm asına karşın, bu fikri
kabul edem iyordum ve benim gibi, m aym unların oluşlarını basit
olarak kabullenm eyen bilginler de vardı. C ornelius, bu gruptan
olan şem panzelerdendi. N ereden var olduklarını, nereye gitm ek is­
tediklerini bilmemek onları çok eziyordu. İşte bütün bu nedenlerle,
kendilerini biyolojik araştırm alara vermişlerdi.
İşte, gecelerimi kaplayan düşünceler dizisi hep bu konular
üzerinde dolaşıp duruyordu.

6.
Zira, beni sık sık park gezm elerine götürüyordu. Kimi za­
m an, parkta Cornelius ile buluşuyorduk. H ep birlikte, kongrede
yapacağım konuşmayı hazırlıyorduk. K ongre gününün hızla yak-
İaşması sinirlerimi bozuyordu. Zira, çabalarımızın boşa gitm eyece­
ğini söyleyerek beni avutuyordu. Cornelius, serbest bırakıldığımda
benim le rahat rahat çalışabileceğine için için seviniyor ve bu sevin­
cini de saklamıyordu.
Bir gün Cornelius yoktu. Zira, parkın h em en yanında olan
hayvanat bahçesine gitmemizi önerdi. H ayvanat bahçesi yerine ti­
yatroya, ya da m üzeye gitm ek istiyordum, am a böyle ziyaretler h e ­
nüz serbest bırakılmamıştı. Hayvansal sanat hakkında yalnızca ki­
taplarda okuduklarımı biliyordum. Kimi klasik resimleri hayranlıkla
73
incelemiştim. Eski savaşlara ait resim ler de çok ilginçti. Bu resim ­
leri ancak kitaplardaki küçük kopyalarından görebiliyordum.
Zira'yla birlikte çıktığım zam anlar, Zira, beni bizim futbolu­
muza benzeyen m aça, boks m açına ve atletizm yarışm alarına gö­
türm üştü.
H ayvanat bahçesini de görm ek ilginç olacaktı. Ö nce hiç
şaşırmadım. Hayvanlar, dünyada görülen hayvanlara çok yakındı,
hem en hem en onların benzeriydi. Kimi ayıların boynuzlu olduğu­
nu gördüğüm zam an, S oror gezegenindeki tuhaflıklara alışkın ol­
duğum dan, hiç de şaşırmadım.
Şaşkınlığım, insanların bölüm üne geldiğimizde başladı. Zi­
ra, beni buraya getirdiğine pişm an olarak insanları görm em i iste­
medi. Fakat m erakım öylesine büyüktü ki, zincirimi çekiştirm em
sonucu Zira, çaresizlikle omuzlarını silkti ve beni insanların bulun­
duğu bö}üme götürdü.
Ö nünde durduğumuz ilk kafeste, erkekler, kadınlar ve ço­
cuklar vardı. Kafeslerin önü m eraklı m aym un doluydu. Kafesteki
insanlar birbirlerinin üstüne atlıyor, parm aklıklara tırm anıyor ve bir
parça muzu alm ak için çeşitli gösteriler yapıyorlardı.
G erçekten de görülecek bir m anzaraydı. Kafeslerin çevre­
sindeki küçük m aym unların zam an zam an attıkları küçük meyva
parçalarının köpek gibi havada kapıyorlardı. Aralarına düşen p a r­
çaları ise, birbirlerini tırmalayıp, saçlarını çekerek kapışm aya çalışı­
yorlardı.
Bu insanlar arasında, ağır başlı olanları da vardı. O nların
bir köşeye çekilip diğerlerinin gösterilerine katılm amaları gözden
kaçmıyordu. M aymunlardan birinin uzattığı meyvayı sakin bir ta ­
vırla yiyorlardı. Ç ok g en ç ve deneyim siz olan m ay m u n lar, bu
adam ların ellerini uzatm aları üzerine korkarak kaçışıyorlardı. S o n ­
ra, arkadaşlarının ya da ana babalarının alayları üzerine, korkarak
yanaşıp meyvayı adam ların ellerine bırakıyorlardı.
Bir adam ın kafes dışında bulunması oldukça büyük bir şaş­
kınlığa neden oldu. Şaşkınlık, kafeslerdeki adam ların yüzlerinden
de okunuyordu. Çocuk m aym unlar oyunlarını bırakıp dikkatlerini
bana verdiler, am a benim kım ıldam adan duruşum ve onlara aldır­
m am am üzerine yeniden kafesteki adam larla oynam aya başladılar.
74
B en de rahat rahat kafesteki insanları izlemek olanağını buldum.
Karşım daki insanların saçm a ve kom ik davranışları sinirim e do­
kundu. Fiziksel olarak bana ne kadar benzediklerini düşündüğüm
zam an sinirlerim büsbütün bozuldu.
Diğer kafeslerdeki insanların da birinci kafesteki insanlar­
dan fazla bir farkı yoktu. Zira, zincirlerimi çekiştirdiği için gitm ek
üzere döndüğüm zam an şaşkınlık çığlığımı zorlukla boğdum . Tam
önüm deki kafeste bulunan insanlar arasında değerli P rofesör An-
telle vardı. O da benim gibi yakalanm ış ve büyük bir şanssızlık ola­
rak hayvanat bahçesine satılmıştı.
O nun yaşadığını öğrenm ek ve ona yeniden kavuşm ak beni
öylesine heyecanlandırm ıştı ki gözlerim e biriken yaşı tutam adım .
Fakat, bu bilgin adam ın diğerlerinden farklı olmadığını gördüğüm
zam an büyük bir sarsıntı geçirdiğimi söyleyebilirim, içimi derin bir
acım a duygusu bürüdü. P rofesör de sakin sakin oturan adam ların
arasındaydı ve meyva uzatıldığında elini uzatıyordu. Bu davranışı
yineleyişini gizlice izledim ve tutum undan, gerçek kimliğinin belli
olmadığını anladım. Küçük bir m aym unun uzattığı m uzu aldı, otur­
du, soyduktan sonra sakin bir tavırla yem eye başladı. Profesörün
bu görünüşü karşısında ağlam aya başladım. Alçak sesle Zira'ya n e­
d e n ağladığım ı anlattım . G idip profesörle konuşm ak istediğim i
söyledim, am a Zira şiddetle başını salladı. Onunla herkesin gözü
önünde konuşm am bazı söylentilerin yayılmasını engelleyem ezdi.
Bu durum da bunca aydır üzerinde uğraştığımız plan boşuna gitmiş
olacaktı.
Zira:
“- K ongreden so n ra ” dedi. “K ongre tarafından insan ola­
rak kabul edildikten sonra buraya gelip onu görebiliriz.”
Zira, haklıydı ve onun tarafından sürüklenerek profesörün
dünyadaki durum unu ve bilgin bir kişi olduğunu anlattım. Zira, bir
süre düşündükten so n ra o n u hayvanat bahçesinden alm ak için
elinden geleni yapacağına söz verdi. Kafesime döndüğüm de eski­
sinden çok daha neşeliydim, am a o gece goriller tarafından verilen
yiyeceğe dokunm adım .

75
7.
K ongrenin bir hafta öncesinden Zaius, ziyaretlerini sıklaş­
tırdı ve saçm a deneylerinin sayısını çoğalttı. Bu arada sekreteri not
defterleri dolduruyor, Zaius'un gözlemlerini kağıt üstüne aktarıyor­
du. Elimden geldiği kadar fazla zeki görünm em eye çalışıyor, beni
istediği gibi görm esini sağlam aya çabalıyordum.
Sonunda, uzun bekleyiş günlerinden so n ra kongre günü
gelip çattı, fakat ilk oturum teorik kanıtlar üstüne olduğundan beni
ancak üçüncü gün çağırdılar.
O turum un tutum undan dakikası dakikasına haberim olu­
yordu. Zira, kongrede olup bitenleri haber veriyordu. Zaius, hak-
kımdaki rap o ru okum uş ve benim yetenekli, fakat d ü şü n ced en
yoksun bir yaratık olduğumu belirtmişti. Yaptığım bazı davranışla­
rın tümüyle içgüdü ile yapıldığını söylemişti. Cornelius, bazı davra­
nışlarımın nasıl açıklanabileceği hakkında birkaç soru sorm uştu.
Bilginler iki gruba ayrılmışlardı.
Hayvanlarda ruhsal bir durum un olmadığını savunanlar ve
m aym unlarla insanlar arasındaki farkın yalnız bilinç bakım ından ol­
duğunu savunanlar hep çatışm a durum undaydılar. Tabii, gerçeğin
ne olduğunu Cornelius ile Zira'dan başka bilen yoktu. Zaius, ra p o ­
runu öylesine güçlü hazırlamıştı ki, bilginler arasında çok zeki olan­
lar bile gerçeği kavrayamamışlardı. Ö te yandan kentte, çok tuhaf
yetenekleri olan bir insanın ele geçirilmiş olduğu söylentisi dolaşıp
duruyordu. Bu bakım dan dinleyiciler, bütün dikkatleriyle raporun
okunm asını dinlemişlerdi.
Zira, beni kafesten alırken kulağıma fısıldadı.
“- Salon çok kalabalık ve bütün basın hazır. H erkes sabır­
sızlıkla bekliyor. Senin için çok iyi bir durum . Cesaretini yitirm e.”
Moral bakım ından Zira'nın desteğine çok gereksinim duyu­
yordum . S on derece sinirliydim. Bütün gece konuşm am ın üzerine
çalıştım. Söyleyeceklerimi hem en h em en ezbere biliyor ve en a p ­
tal kimseleri bile inandıracağım ı düşünüyordum . Fakat konuşm a­
m a izin verilmemesi olasılığı içimi kem irip duruyordu.
Goriller, beni kafesli bir kam yona götürdüler. Benimle bir­
likte giden daha başka insanlar da vardı. O nlar şu veya bu nedenle
76
ilgi çekmişler ve incelenm elerine karar verilmişti. Büyük bir bina­
nın önünde durduk. Nöbetçilem iz bizi, kongre salonunun bitişiğin­
deki, içinde kafesler bulunan bir odaya götürdüler. Bilginler tara­
fından çağrılmamızı heyecanla bekliyorduk. A rada sırada siyahlar
giyinmiş iri bir goril kapıyı açıp bir num ara haykırıyordu. O za­
m an, bizi bekleyen gorillerden biri söylenen num aralı insanın boy­
nuna tasm a takıp salona götürüyordu. Gardiyanın kapıda her gö­
rünüşünde kalbim heyecanla çarpıyordu. Yarı aralık kapıdan salo­
nun uğultusunu duyabiliyordum. Kimi zam an şiddetli alkış sesleri
kulaklarımı sağır edercesine salonu inletiyordu.
K ongre ön ü n e çıkarılan insanlar işleri bittikten sonra he­
m en götürüldükleri için, şimdi odada yalnız kalmıştım. H em dolaşı­
yor hem de söyleyeceklerimi bir kez daha kafam dan geçiriyordum.
Beni, sanki büyük bir kişiliğim varmış gibi en sona bırakmışlardı.
Siyah elbise giymiş olan goril son kez göründü ve num aram ı hay­
kırdı. H em en ayağa fırladım. Boynum a takacakları tasm ayı şaşıran
gorillerin ellerinden alarak boynum a kendim taktım . Sonra, iki ya­
nımdaki gardiyanlarla birlikte kongre salonuna girdim. Salona gi­
rer girmez gözlerim kam aşarak durdum.
S oror gezegenine geldiğim den beri çok değişik şeylere ta­
nık olm uştum . M aym unların tutum larına öylesine alışm ıştım ki,
onlardan gelebilecek hiç bir şeyin beni şaşırtm ayacağını düşünü­
yordum . G ördüğüm m anzara karşısında düş görm ediğim i anlam ak
için kendi kendimi çim diklemek zorunda kaldım.
Ç ok büyük bir anfide olduğum u gö rd ü m . H e r n e d e n se
D an te’nin kom ik ceh en n em i aklıma geldi, çevrem tavana kadar
m aym unla doluydu. Binlerce m aym un vardı. Y aşam ım da şimdiye
dek bu kadar çok m aym unu bir arada görm em iştim . Kendimi bü­
yük bir arena ortasına atılan bir gladyatör gibi hissettim . Sayıları­
nın böylesine çok oluşu başım ın dönm esine neden oluyordu.
Tökezledim , kendim i toparladım . A nfinin tam ortasında
daire biçimi bir ışık vardı. Yanımdaki m aym unlar beni o ışığın altı­
na doğru ittiler. Işığın tam altında kare biçiminde bir platform bu­
lunuyordu. Bana en yakın olan yerlerde kongre üyeleri oturuyor­
lardı. T üm ünün sırtında uzun beyaz çizgili p a n to lo n ve kuyruklu
ceketler vardı. H em en hem en tüm ünün orangutan olması korku­

77
m un artm asına neden oldu. Fakat, aralarında gördüğüm goril ve
şem p an zeler korkum un biraz geçm esini sağladılar, şem p an zeler
arasında Cornelius'u aradıysam da, görem edim .
O toriter tavırlı m aym unların oturduğu yerin üst bölüm ünde
akadem i öğrencileri ve asistanları vardı. Büyük bir galeri baştan
başa gazeteciler ve fotoğrafçılarla doluydu. Sonunda, anfinin geri
kalan bölümü, meraklı m aym unlarla tıklım tıklımdı. K apıdan gö­
rünm em le birlikte büyük anfiyi gürültülü bir uğultu doldurdu.
Asistanların arasında oturm ası gereken Zira'yı da görm eye
çalışıyordum. O nun bir bakışının bile sinirlerimi düzelteceğini, ba­
n a c e sa re t vereceğini biliyordum . Yine düş kırıklığına uğradım ,
çünkü, asistanlar arasında Zira'yı görem em iştim .
Bakışlarımı kongre başkanlarına çevirdim. Başkanlar, kır­
mızı deri kaplı koltuklarda oturuyorlardı. Görünüşleri b an a Zaius'u
anım satıyordu. Başları hem en h em en cübbelerin içinde kaybolm uş
gibi duruyordu. Uzun kıllı kolları önlerinde duran m asanın üstüne
dayanm ıştı. A rada sırada not alıyorlar, ya da resim yapıyorlardı.
G örünüşlerine bakılacak olursa, kongreye karşı ilgisiz oldukları dü­
şünülebilirdi. Salona girişim ve büyük h o p arlörlerin hom u rtu su
üzerine içlerinden bazı orangutanlar sanki derin bir uykudan uyanı-
yorlarmış gibi başlarını salladılar.
O ysa bütün m aym unlar dikkatlerini bana vermişlerdi. Bin­
lerce göz bana dikilmişti. Zira, K ongrenin önceden olduğu gibi bir
bilgin tarafından yönetilmediğini söylemişti. Çünkü, bilginler kendi
aralarında tartışm aya dalıyorlar ve kongre hiç bir karar alam adan
dağılıyordu. Bu nedenle kongreler goriller arasından seçilmiş bir
yönetm en tarafından yönetiliyordu.
Salonun ortasındaki kare biçimindeki platform un üstünde
bulunan kürsüde yönetm en goril oturuyordu. Bu önemli kişinin -sol
yanında, bütün kongrenin notlarını tutan şem panze bir sekreter
vardı. Sekreterin sağ tarafında boş bir koltuk duruyordu. Bu koltu­
ğa, raporunu kongreye sunm ak isteyen bilginler oturuyorlar, ve ra­
porlarını okuyorlardı. Zaius, alkışlar arasında bu koltuğa oturm uş­
tu. H oparlörlerin güçlü ve ışıkların iyi ayarlanm ış olması, platform ­
da olan hiç bir şeyin gözden kaçm am asını sağlıyordu.
Başkan goril zili çaldı, sessizliği sağladı ve ünlü Zaius'un

78
kongreye daha önce bildirdiği gibi bir insanı tanıtacağını söyledi.
O rangutan ayağa kalktı ve konuşm asına başladı. Bu sırada, olabil­
diğince zeki görünm eye çalışarak duruyordum . B enden söz etm e­
ye başladığı zam an elimi göğsüm e koydum ve kongreyi selamla­
dım. Bu davranışım kahkahalara neden oldu, am a başkanın zili
kahkahaları yarıda kesti. B irden böyle davranışım ın bana yararı
dokunm ayacağını kavradım. Çünkü, yaptığım davranışların önce-
ten ezberletilmiş olduğu düşünülebilirdi. Y erim den kım ıldam adan
durarak, orangutan Zaius'un konuşmasını bitirmesini bekledim.
R aporun sonuçlarını özetledi ve bana uygulayacağı deney­
leri kısaca tanımladı. D eneyleri yapacağı araçlar h em en platfor­
m un yanına getirildi. Konuşm asının sonunu, kimi kuşlar gibi bir­
kaç sözcüğü yineleyebildiğimi söyleyerek bağladı. S onra bana dön­
dü ve birkaç türde kapalı kutuyu alıp uzattı.
Saatim dolm uştu. Boynum daki tasm anın zincirini hafifçe
gardiyanın elinden çektim, elimi kaldırıp m ikrofona yaklaştım ve
başkana hitap ettim.
“- Sayın başkanım ” dedim . “Bu kutuyu seve seve açaca­
ğım. Aynı zam anda program da olan bütün deneyleri yapacağım .
A ncak, deneylere başlam adan önce, şunu belirtm ek isterim ki bu
deneyler benim için çok basit ve kolaydır. K onuşm am için yüksek
izninizi istiyorum .”
Sözcükleri tane tan e söylemiştim ve etkisini kongre üyele­
rinin yüzlerinde okuyabiliyordum . Bütün m aym unlar oturdukları
yerde nefes bile alm aya cesaret edem eyerek donm uş gibi kalmış­
lardı. Gazeteciler not almayı bile unutm uşlar, fotoğrafçılar bu tarih­
sel dakikayı resimle saptam ayı düşünmem işlerdi.
Başkan ağzı bir karış açık bana bakıyordu. Zaius, hırsından
yerinde duramıyor, ayaklarını yere vuruyordu.
“- Bay başkan!” diye haykırdı. “İtiraz e d erim ...”
Fakat bir insanla tartışm anın anlamsızlığını anlam ış olacak
ki sözünü bitirm eden sustu. Bu durum dan yararlanarak konuşm a­
mı sürdürm eye karar verdim.
“-Sayın başkan, e n derin saygılarımla, konuşm am a izin ve­
rilmesini rica ediyorum. Durum um u açıkladıktan sonra, son dere­
ce saygı değer şöhretli bilgin Zaius'un arzularına boyun eğeceği­
79
m e, nam usum üzerine yemin ediyorum .”
Birkaç dakika süren sessizlikten sonra salonda bir fırtına
koptu. H er taraf alkıştan inliyordu. Kimi kahkahalarla gülüyor, ki­
mi sevinçle haykırıyordu. Salonda ko p an gürültü beş dakika kadar
sürdü. S onra başkanın çaldığı zil sessizliği yine sağlam aya yetti.
“- B e n ...” diye kekeledi. “Size nasıl hitap etm em gerektiği­
ni bilm iyorum .”
“- B ana yalnızca ( Bayım ) deyin y e te r” dedim .
“- Evet, şey... Bayım, son d erece ender bir olayla karşılaş­
tığımız için, bu bilimsel kongreye başkanlık etm ek onuruna sahip
olduğum göz önüne alınacak olursa, sizi dinlemeye hazırız.”
Başkanın verdiği bu karar salonun yine alkıştan inlem esine
n ed en oldu. H em en platform a çıktım , m ikrofonu boyum a göre
ayarladım ve aşağıdaki söyleve başladım.

8.
“- Ünlü Başkan, Soylu Goriller, Değerli O rangutanlar, Bil­
giç şem panzeler ve siz Sayın dinleyici Maymunlar! Ben, bir insan.
Size hitap etm em e izin verm enizi rica ediyorum . G örünüşüm ün
gülünç, vücudum un tiksinti verici, yüzüm ün hayvansal, kokum un
iğrenç, derim in renginin korkunç olduğunu biliyorum. Bu tuhaf
görünüşlü vücudum un sizi sıktığını bildiğim gibi, en zeki ve en bil­
gili m aym unlara hitap ettiğimi de biliyorum .”
Açılış konuşm asının böyle övücü olmasını Zira ve Corneli-
us’la birlikte kararlaştırmıştık. Böyle konuşursam orangutanları et­
kileyebilecektim.
Koca salonda çıt çıkmıyordu. K onuşm am ı sürdürdüm .
Beni dinleyin, sayın m aym unlar! İnanmanızı isterim ki,
hiç bir hayvanı taklit etm iyor, öğrendiklerim i yinelem iyorum . Si­
zinle, yine sizin dilinizle konuşuyorum . Düşünebiliyorum, konuşa­
biliyor, söylediklerinizi anlayabildiğim gibi, kendi söylediklerimi de
anlayabiliyorum. Eğer sayın kongre üyeleri beni sorguya çekm ek
isterlerse, kendilerine severek yanıt verebilirim. Verdiğim yanıtla­
rın sizleri tatm in edeceğinden em inim . Bu onuru bana tanırsanız
kendimi çok mutlu sayacağım . Fakat herşeyden önce sizlere, bazı
80
şaşırtıcı gerçekleri söylem ek istiyorum. Bilinçli ve yetenekli bir ya­
ratık olduğum gibi, çok uzak bir gezegenden geldim. Bu gezegenin
adı Dünya'dır. Dünya benim gibi yaratıklarla doludur. Buraya ka­
dar, biz insanların sağladığı başarıyla gelebildim. İzin verirseniz siz-
lere geldiğim dünyanın uzaydaki yerini belirtm ek isterim. Tabii, bu
arzum , çevrem de gördüğüm saygı değer bilginler için değil, siz
dinleyicilerim yüksek zekalı m aym unlar içindir. ”
H em en getirilmiş olan bir kara tahtaya gittim. Tebeşiri ala­
rak güneş sistemini çizdim ve D ünya’nın yerini işaretledim. Konuş­
m am büyük bir sessizlik içinde dinleniyordu. İşimi bitirip tebeşiri
bıraktığımda tebeşir tozlarını elimden silkelemek üzere ellerimi bir­
birine sürttüm . Bu basit davranışım bile kalabalık arasında mırıltıla­
rın yükselm esine neden oldu.
Yeniden platform a çıkıp konuşm am ı sürdürdüm.
Böylece, dünyadaki yaratıklar benim gibi insanlardır. Bu
bir gerçektir ve tersini söylem ek olanaksızdır. Dünyanızı keşfetti­
ğim den beri son derece şaşkınım, çünkü, D ünya’da bulunan m ay­
m unlar vahşidir, insanlar ileri zekaya sahiptir. D ünyada yalnız in­
sanların beyni gelişmiştir, insanlar düşünebilir. Dilbilgisini bulan,
ateşi keşfeden ve takımların kurulmasını öğrenen insanlardır. Dün­
ya insanların elindedir. Ve uygar olanlar yalnızca insanlardır. Gel­
diğim dünya da, sizin dünyanızın eşidir.”
Kentlerimizi, endüstrimizi, haberleşm e sistemimizi, yasala­
rımızı, yönetim sistemimizi anlattım . Sonra, sözü sanat ve buluşlar
üstüne getirerek değerli bilginlere hitap ettim. K onuşm a uzadıkça
kendim e olan güvenim de artıyordu.
S onra kendi serüvenimi anlattım . Betelgeuse yıldızına geli­
şimizi, S oror gezegenine inişimizi, orm andaki insanlar tarafından
nasıl yakalanıp çıplak bırakıldığımızı ve yakalanıp kafese kapatılışı­
mı anlattım . Zaius’la nasıl bağlantı kurmaya çalıştığımı açıkladım.
Bütün çabalarım ın boşuna olduğunu düşündüğümü, um udum un kı­
rıldığını açıkladım. Sözün sonunu Zira'ya bağladım. Cornelius'un
bana nasıl yardımcı olduğunu açıkladım. Sözlerimi şöyle bitirdim:
“- Size söylem ek istediğim şudur, sayın Maymunlar! Böyle
bir serüvenden sonra yeniden kafesim e kapatılarak bir hayvan m u­
am elesi görm em ya da serbest bırakılıp insan gibi yaşam am sizin
81
kararınıza bağlı. Bu gezegene geldiğim zam an hiç bir kötü am acım
yoktu. B ütün am acım ız yeni bir yıldız keşfetm ek, yeni dünyalar
aram aktı. Sizin gibi ileri bir uygarlığı bulduğum için son d erece
m em nunum . Sizleri bütün kalbimle kutlarım. Bu gezegenin büyük
zekalarına şöyle bir öneride bulunabilirim. D ünya bilgilerimle sizle-
re yardımcı olabilirim. Aranızda bulunduğum birkaç aydan beri çok
şeyler öğrenm iş olduğumu saklayam am . Çabalarımızı birleştirelim!
Dünya ile bağlantı kurmaya çalışalım! İnsanlar ve m aym unlar elele
ilerleyelim! Uzayın hiç bir sırrının önüm üzde gizli kalam ayacağın­
dan em inim !”
Y orgun bir tavırla sustum. Sessizlik sürüyordu. Elimde ol­
m ayarak başkanın kürsüsüne döndüm ve kürsünün üstünde duran
bir bardak suyu alıp içtim. Bu davranışım sanki bir işaretm iş gibi
salon alkışlarla çınlamaya başladı. T oplum un güvenini kazandığımı
biliyordum. K am uoyuna boyun eğm eyecek bir kongrenin varlığını
hiç bir zam an kabul edemezdim . Kulaklarım sağır olacakmış gibi
çınlıyordu. Ayakta duram ayacağım ı anlayarak çevrem e bakındım.
Zaius, oturduğu yerden öfkeyle ayağa fırlamış, kafesimin önünde
yaptığı gibi, ellerini arkasına kavuşturarak dolaşm aya başlamıştı.
Sanki düşteym işim gibi, boş koltuğa kendimi bıraktım. Bayılm adan
önce, salonun bir kez daha alkıştan inlediğini duydum.

9.
Bir süre sonra ayıldım. Bir yatakta yattığımı farkettim. Üni­
formalı goriller, fotoğrafçıları ve gazetecileri kapıdan sokm am aya
çalışırken baş ucum da Zira ve Cornelius duruyordu.
Zira, kulağıma fısıldadı.
“- Olağanüstü! K azandın.”
Cornelius:
Ulysse” dedi. “Birlikte büyük işler başaracağız.”
S oror büyük kurulunun özel bir oturum yaptığını ve hem en
serbest bırakılm am a karar verildiğini söyledi.
“- Tabii, karşı çıkanlar oldu” diye ekledi. “Fakat kam uoyu­
na karşı gelmeleri olanaksızdı.”
Cornelius, asistan olarak, kendisinin yanına verilmemi iste­
82
miş ve isteği olumlu karşılanmıştı. Sevinçle ellerini oğuşturup duru­
yordu.
“- Burada oturacaksın. U m arım ki bu evi beğenirsin. Yar­
dımcı personele ayrılmış olan kanatta ve benim evime çok yakın.”
Düş gördüğüm ü düşünerek çevrem e bakındım. O dada her
tür konfor vardı. Böylesine uzun zam andan beri umutla bekledik­
ten sonra birden rahata kavuşmak beni heyecanlandırm ıştı. Gözle­
rim Zira’nın gözleriyle karşılaşınca zeki dişi m aym unun, aklımdan
geçenleri anladığını tahm in ettim.
Zira, alaycı bir gülümsemeyle bakarak:
“- Tabii, burada Nova'yla birlikte olam ayacaksın” dedi.
Kızardım, omuz silktim ve yattığım yerden doğrulup otur­
dum . Gücüm ü yeniden toparlam ıştım ve yeni yaşantım a başlam ak
üzere sabırsızdım.
Zira:
Bir toplantıya gidebilecek kadar iyi m isin?” diye sordu.
“Birkaç dostum uzu çağırdık. H epsi şem panze. Bu büyük günüm ü­
zü kutlam ak istiyoruz.”
Benim için daha büyük bir zevk olam ayacağını söyledim.
Fakat, artık çıplak dolaşm ak istem iyordum . Sırtımda pijam a oldu­
ğunu farkettim . C ornelius, kendi pijam asını bana ödünç olarak
vermişti. Pijamasını giyebilirdim, am a onun giysilerinin içinde ko­
mik görüneceğim kesindi.
“- Yarın bütün gereksinimlerini giderebiliriz. Bu gece için
uygun bir elbise giyeceksin. İşte terzi de geldi.”
O daya giren ufak tefek bir şem panze yerlere kadar eğile­
rek beni selamladı. Baygın yatarken ölçüm alınmış ve üstüm e uy­
gun bir elbise hazırlanıp getirilmişti. Elbisemi diken bu terzi, e n ta­
nınm ış ve iyi bir terziydi. M üşterilerinin arasında en saygı değer
goriller bile vardı.
Hızını ve ustalığını takdir ettim , iki saatten az bir zam anda
bana tıpa tıp uyan bir elbise hazırlayabilmişti. Yeniden giyinmek
bana tuhaf geliyordu. Giyindikten sonra, Zira, sanki beni ilk kez
görüyorm uş gibi süzdü. Terzi, son düzeltmeleri yaparken C orneli­
us, kapıyı zorlayan gazetecileri odaya aldı. Bir saatten fazla gazete­
cilerin çeşitli sorularını yanıtlandırdım, resimler çektirdim. Dünya
83
ve üzerinde yaşayanlar hakkında geniş bilgi verdim . Bir gazeteci
olarak, gazetenin ne kadar güçlü bir destek olduğunu biliyordum.
Gazeteciler gittiği zam an saat oldukça ilerlemişti. Corneli-
us'un arkadaşlarıyla buluşm ak üzere çıkacağım ız sırada, Z anam
geldi. H aberi duym uş olacak ki, benim önüm de de saygıyla eğildi.
Zira'ya, koğuşunda bazı huysuzlukların olduğunu h a b e r verm eye
gelmişti. Uzun zam andan beri dönm ediğim i g ö ren Nova, büyük
gürültü koparıyordu. O nun huysuzluğu diğer insanlara da geçmişti.
Goriller ellerindeki sopalara rağm en onları yatıştıram amışlardı.
Zira:
Gidip bakayım ” dedi. “Beni burada bekleyin.”
Yalvarır gibi Zira'ya baktım. Durakladı, sonra om uz silkti.
İstiyorsan sen de gelebilirsin” dedi. “Sonunda artık öz­
gürsün ve belki onları benden daha kolaylıkla yatıştırabilirsin.”
Koğuşa Zira'yla birlikte girdik. İnsanlar beni görür görm ez
sustular, şimdi koğuşta derin bir sessizlik egem endi. Giyimli olm a­
m a karşın beni tanımışlardı. O nlar bile durum da bir tuhaflık oldu­
ğunu sezebiliyorlardı.
İçim titreyerek Nova'nın bulunduğu, yani benim eski kafe­
sime doğru yürüdüm. Nova'ya gülümsedim , onunla konuştum . Bir
an için b an a konuşarak yanıt vereceğini düşündüm . K onuşm ası
olanaksızdı am a diğerleri gibi beni görünce susmuştu. Cebim den
çıkardığım şekeri eline sıkıştırdım. K oğuştan çıkarken hüzünlü göz­
lerle arkam dan bakıyordu. Kalbimin burkulduğunu hissettim.
T oplantı bir gece kulübünde yapılm ıştı. C ornelius, beni
toplum içine sokm aya kararlıydı.
Aylardan beri içki içmediğim için başım dönüyordu. Duy­
gularımda da bazı değişiklikler olmuştu, örneğin bizim grubumuz­
daki dişi bir m aym unu bir koket gibi görm eye başladım. H atta Zi­
ra'yla bizi, m asam ıza götüren gorili bir şef garson olarak düşün­
düm, fazla süslü dişi bir m aym unla dans ederken norm al bir kadın­
la dans ediyorm uşum gibi beline sarıldım, çevrem deki maym unları
da birer insan gibi görüyordum .
Çevredeki tüm gözler üstümdeydi. Birçok meraklıya yaşam
öykümü anlatm ak zorunda kaldım. C ornelius'un beni korumaları
için getirdiği iri yarı iki goril bile, benim le dans etm ek için kayna­

84
şan dişi m aym unlara engel olamıyorlardı.
Zam an epeyce geç olmuştu. Oldukça sarhoş da sayılırdım.
Profesör Antelle'i hiç unutam ıyordum . Ben burada oturm uş eğle­
nirken, o kapalı kafesinde vahşi bir hayvan gibi yaşıyordu. Gözle­
rim den akan yaşlara engel olam adım .
Zira, niçin bu kadar üzgün göründüğüm ü sordu. Söyledim.
O zam an Cornelius, profesör hakkında araştırm a yaptığını ve sağ­
lığının yerinde olduğunu söyledi. O nun da benim gibi serbest bıra­
kılabileceğini anlattı. Bu mutlu haberi dostum a yetiştirm ek için sa-
bırsızlardığımı söyledim.
Cornelius, biraz düşündükten sonra:
“- S o n u n d a” dedi. “Böyle bir günde, bu kadar basit bir ar­
zu reddedilmez. Haydi gidelim. H ayvanat bahçesi m üdürünü tanı-
rım.
Üçümüz kulüpten ayrıldık ve doğruca hayvanat bahçesine
gittik. Müdür geç saatte uyandırıldığı halde çabucak giyinip geldi.
Başım dan geçenleri duymuştu. Cornelius, kafeslerde bulunan bir
insanın gerçek kimliği hakkında bilgi verdi. Kulaklarına inanam a-
makla birlikte bana yardım etm ek için can atıyordu. Tabii, profe­
sörü serbest bırakabilmesi için ertesi günü beklememiz ve ayrıca,
bazı işlemlerin tam am lanm ası gerekecekti. Fakat şimdilik profesör­
le konuşm am ızda bir sakınca olmadığını söyledi. Bizimle birlikte
gelmeyi önerince, kabul etm ek zorunda kaldık.
Zavallı talihsiz profesörün elli kişiyle birlikte kaldığı kafesin
önüne geldiğimizde gün ağarm ak üzereydi. Kafesin içinde bulunan
insanlar üçlü, beşli gruplar halinde birbirlerine sokulmuş, uyuyor­
lardı. M üdürün ışıkları yakması üzerine hem en gözlerini açtılar.
D ostum u bulmam uzun sürm edi. Diğerleri gibi yere uzan­
mıştı ve yanında oldukça genç bir kız vardı. Benim de onun gibi
aylarca böyle yaşadığımı unutarak üzüldüm.
Öylesine üzgündüm ki konuşam adım . Uyanmış olan insan­
lar, uyandırıldıklarına hiç şaşırm am ış görünüyorlardı. H epsi evcil-
leştirilmişlerdi. M üdürün attığı kek parçalarını kapışarak yem eye
başladılar.
Profesör Antelle de onlar gibi davranıyordu. M üdüre iyice
yaklaşıp elini açtı ve bir parça kek verilmesi için tuhaf sesler çıkar­
85
m aya başladı. Bilginin bu tutum u karşısında ne söyleyeceğimi şa­
şırdım. B enden üç adım ötede duruyor, bana bakıyor, fakat beni
tanım ış gibi görünm üyordu. G erçekte, önceden son d erece zeki
bakışlı olan gözlerine boş bir anlatım gelmişti.
Büyük bir çabayla konuştum .
P rofesör” dedim . “Efendim, benim ben. Ulysse M erou.
Kurtulduk. H aber verm ek için geldim v e ...”
Şaşkınlıkla sustum . Sesimi duyar duym az S oror gezegenin­
deki vahşi insanlar gibi tepki göstermişti. Birden başını eğerek ge­
ri geri kaçtı.
Yalvararak:
“- Profesör” dedim . “Profesör Antelle, benim , Ulysse Me­
rou, yolculuk arkadaşın, özgürüm ve birkaç saat sonra sen de öz­
gür olacaksın. Burada gördüğün m aym unlar bizim dostum uz. Kim
olduğumuzu biliyorlar ve bizi bir kardeş gibi kabul ediyorlar.”
Hiç tepki yoktu. Korkmuş bir hayvan gibi büzüldü. Ç are­
sizdim ve yanım daki m aym unların şaşkınlığı sonsuzdu. Cornelius,
sanki zor bir problem e çözüm yolu arıyorm uş gibi kaşlarını çattı.
Profesörün, m aym unların varlığından ürkerek anlam az gibi görü­
neceğini düşündüm . Yanımdaki m aym unlara biraz uzaklaşmalarını
ve beni onunla yalnız bırakmalarını rica ettim. Kabul edip yanım ­
dan uzaklaştıkları zam an, Profesörün büzüldüğü köşeye yaklaştım.
“- Efendim , dikkatli olmanızı anlıyorum . Dünyalıların bu
gezegende nasıl bir tehlike yaratabileceklerini biliyorum. Fakat yal­
nızız, artık kurtulduk. Bana inanmalısınız. Bana, dostunuz Ulysse
M erou'ya inanm alısınız.”
Ürkek bakışlarla bana bakarak kafesin derinlerine doğru
kaydı. Sonra ne yapm am gerektiğine karar verem eden beklerken
ağzını açtığını gördüm .
Sonunda, onu kandırabilmiş miydim? İçim um utla dolu ola­
rak bekledim. Fakat ağzını açış tarzından konuşam ayacağını geç
anladım. Korkulu gözlerle davranışlarını izledim. Profesörün gırtla­
ğından çığlığı andırır bir ses çıktı. P rofesör A ntelle, gözlerim in
önünde kurt ulumasını andıran sesler çıkartarak duruyordu.

86
BöLüM 3.
1.
R ahatsız bir g e c ed e n s o n ra sa b a h e rk e n d e n uyandım .
Yattığım yerde birkaç kez döndüm , gözlerimi oğuşturdum . Bir ay­
dan beri sürdürdüğüm uygar yaşantıya hala alışamamış gibiydim.
H er sabah uyandığım zam an Nova' nın sıcaklığını hissetmeyince,
otların hışırtısını duym ayınca oldukça şaşırıyordum.
Yavaş yavaş kendim e geldim. Enstitü binasındaki en kon­
forlu evlerden birinde oturuyordum . M aym unlar son derece cö­
m ert olduklarını kanıtlamışlardı. Bir yatak odam , banyom , giysile­
rim, kitaplarım ve televizyonum vardı. T üm gazeteleri okuyordum,
özgürdüm , dışarı çıkabilir, yürüyüş yapabilir ve ziyaretçi kabul ede­
bilirdim.
Şimdi enstitünün m üdürü Cornelius'tu. Zaius'u başka bir
göreve almışlardı. Enstitünün yönetim inde de değişiklikler yapıl­
mıştı. Zira şimdi yeni m üdürün yardımcısıydı.
B ana gelince, araştırm a laboratuarında görevliydim. Bu
görevi, Cornelius'un büyük çabasıyla almıştım. Büyük Kurul, kendi
aralarında bir insanın bulunmasını yine de tuhaf karşılıyordu.
Ç abucak giyindim, odam dan çıktım ve bir zam anlar yaşa­
dığım koğuşa doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Cornelius'un emriyle
Zira'ya yardımcı olm aya çalışıyordum.
İşte, kafeslerin sıralandığı koğuştayım. Buraya gerektiğin­
den sık geldiğimi itiraf etm em de bir sakınca olabilir mi? Kimi za­
m an m aym unlardan sıkılıyor ve kurtuluşu buraya kaçm akta bulu­
yordum.
Tüm insanlar artık beni tanıyor ve sayıyor. Zira ve yem ek­
lerini getiren m aym unlarla aram daki farkı görebiliyorlar mı? Böyle
düşünm ek isterim , am a m aym unlarla insanlar arasındaki ayrımı
görebileceklerini hiç sanm ıyorum . Son ay, bütün gücümle çalışma­
m a karşın onları iyi eğitilmiş bir hayvandan ileri götürem em iştim .
Fakat, içgüdüm onların da bir gün benim gibi düşüneceklerini söy­
lüyor.
O nlara konuşm asını öğretm ek istiyorum. En büyük arzum
87
da bu. Başarı sağlayamadığımı itiraf etmeliyim. A ncak, tek heceli
birkaç sözcüğü bir p ap a ğ an gibi yinelemesini öğretebildim o ka­
dar. Yalnız, kimi zam an gözlerindeki bakışların anlayışlı bir anlatım
taşıdığını görür gibi oluyorum . Bu gözlerde m erak pırıltılarını, öğ­
renm ek arzusunu da gördüğüm oluyor.
Koğuşta ağır ağır dolaşıyor her kafesin önünde duruyor ve
hiç bıkmadan onlarla sürekli konuşuyorum . Benim bu tuhaf davra­
nışıma artık alıştılar ve sesim den ürkm üyorlar. Söylediklerimi hep
dinlermiş gibi görünüyorlar. Birkaç dakika konuştuktan sonra su­
suyor ve tek heceli sözcükleri peşpeşe yineliyor ve anlam alarını is­
tiyorum. İçlerinden biri, söylediğim bir sözcüğü yineliyor, am a di­
ğer sözcüklere gelince yorulmuş gibi birden susuyor. İçimi çekerek
başka bir kafese geçiyorum . Sonunda, Nova' nın yalnız kaldığı ka­
fesin önünde duruyorum . Nova, son derece üzüntülü görünüyor.
Zira'nın onun yanına başka bir erkek verm em esine seviniyorum.
Nova'yı sık sık düşünüyorum . O nunla geçirdiğim mutlu sa­
atleri, günleri unutm am olanaksız d e n e ce k kadar zordu. Fakat
onun kafesine bir daha hiç girmemiştim. İnsanlığın verdiği eğitim
ve görgü onunla birleşm emi engellemişti. Nova, bir hayvan değil
mi? Ben şimdi uygar bir kitlenin içinde yaşam ıyor m uyum? Böyle
bir ilişkiyi artık nasıl kurabilirim? Nova'yla olan ilk ilişkimi anım sa­
yınca utancım dan kızarıyorum. Artık onunla birlikte yaşam adığım a
göre, ona da diğerlerine gösterdiğim ilgiden fazlasını gösterm em
doğru olmaz, diye düşünüyorum .
Diğer tutsaklardan daha farklı olduğunu görünce seviniyor­
dum . Nova'dan çok daha iyi sonuçlar alıyordum. Beni görür gör­
m ez kafesin parm aklıklarına yanaşıyor ve gülüm sem e olarak nite-
lendirebileceğim gibi dişlerini gösteriyor. D aha ağzımı açm adan,
ö n ceden öğrenm iş olduğu birkaç sözcüğü yineliyor. Zeki olduğu
kesin. Acaba diğerlerinden farklı mı? Yoksa benim le uzun zam an
kalması mı ona bazı yetenekleri kazandırmıştı? Böyle olmasını bü­
tün kalbimle diliyorum.
O nun adını, sonra kendi adımı söylüyorum ve sırayla hem
onu hem de kendimi işaret ediyorum. Davranışımı yineliyor. Fakat
yüz anlatımının birden değiştiğini görüyorum . A rkam dan doğru bir
kahkaha duyulurken dişlerini öfkeyle gösteriyor.

88
Ç abam ın boşuna olduğunu söyleyen Zira'nın kahkahası.
Zira'nın varlığı Nova'nın sinirlenmesine ned en oluyor. Zira’nın ya­
nında, gösterdiğim çabayla yakından ilgilenen Connelius var. C or­
nelius, sık sık gelir ve gelişmenin yapılıp yapılmadığını görm ek is­
ter. Bugün beni başka bir nedenle görm eye gelmiş. Oldukça heye­
canlı görünüyordu.
Benim le birlikte küçük bir yolculuğa çıkar mısın, Ulys-
S€?”

“- Yolculuk m u?”
“- Oldukça uzun bir yolculuk. H em en hem en A ntipode'lara
kadar. Kimi arkeologlar, eğer gelen raporlar doğruysa, bir takım
eski kalıntılar bulmuşlar. Kazıları bir orangutan yürüttüğü için söz­
lerinin ne kadar doğru olabileceğini tahm in zor. Verilen raporda
beni ilgilendiren bir takım şeyler var. Eğer kuşkularım doğruysa ça­
lışmalarım için kesin kanıtlar elde etm iş olacağım . Akademi tara­
fından resmi görevle gönderiliyorum. Senin de orada çok yararlı
olabileceğini düşünm üştüm .”
C ornelius'un önerisini geri çevirm em olanaksızdı. Z aten
ben de Soror gezegeninde yapılan araştırm aları yakından izlemeye
çalışıyordum. Cornelius'la birlikte bürosuna gittik, bana daha ay­
rıntılı bilgi verm ek istiyordu.
Koğuşu tümüyle dolaşm adığım için bir bakım a m em nun­
dum. Başka bir tutsağı daha görm em gerekiyordu... Profesör A n­
telle. Serbest bırakılmasını önleyen tutum unu daha bırakmamıştı.
İsteğim üzerine rahat bir hücrede, tek başına yaşıyordu. O nu ziya­
retlerim benim için çok acılı oluyordu. Bütün çabalarım a karşın,
çok iyi eğitilmiş bir hayvan gibi davranm ayı sürdürüyordu.

2.
Bir hafta sonra yola çıktık. Zira'da bizimle gelmişti, am a
birkaç gün sonra, Cornelius enstitünün başında bulunması gerekti­
ği için, geri dönm ek zorundaydı. Eğer kazılar umulduğu kadar il­
ginçse, Cornelius kararlaştırılan zam andan biraz daha uzun süre
kalm ak istiyordu.
Özel bir uçak emrimize verilmişti. D ünyada yapılmış olan
89
ilk jet uçaklarına benziyordu, am a kabin ses geçirm ez bir biçimde
yapıldığından rahatça konuşabilm ek olanağı bulunabiliyordu. U ça­
ğın kalkışından sonra Zira ve ben, uçağın kabininde oturuyorduk.
Hayvansal dünyaya alıştığım için, uçağın bir m aym un tarafından
kullanılması beni şaşırtm ıyordu. Bütün düşüncem , yolculuğun tadı­
nı çıkarm ak ve doğm ak üzere olan Betelgeuse güneşini izlemek
üzerineydi. 9 0 0 0 m etre yüksekliğe çıkmıştık. H ava oldukça ber­
raktı ve Betelgeuse güneşi, bizim güneş gibi ufukta görünüyordu.
Zira, güneşin görünm esi karşısında duygulanmış gibi oturuyordu.
“- Dünya'da da böylesine güzel grup var m ıdır?” diye sor­
du. “Sizin güneşiniz de bizimki kadar güzel m i?”
Bizim güneşin, ne bu güneş kadar büyük ne de kırmızı, fa­
kat bize yeterli olduğunu söyledim. Çocuklar gibi sevinçliydik. Gü­
lüyor, şakalaşıyorduk. Bir dakika sonra Cornelius yanım ıza geldiği
zam an, konuşmalarımızın kesilmesine epey içerledim. G enç şem ­
panze çok durgun görünüyordu. Bir ara, onun çok sinirli olduğunu
farkettim . Kendi araştırm aları üzerinde öylesine çalışıyordu ki,
onun arada sırada dalgın olduğunu zaten farkediyordum. Araştır­
m a konusunu bir sır olarak saklıyordu. Zira'nın da bu araştırm alar
hakkındaki bilgisi benim bilgim den ileri değildi. A raştırm aların,
m aym un soyunun aslı üzerine olduğunu biliyordum, o kadar. As­
lında, bütün şem panzelerin araştırm a konuları, ortaya attıkları te­
oriler hep m aym un soyu üzerineydi. Bu sabah ilk olarak, araştır­
maları üzerinde konuşm aya başladı. O nu dinledikten sonra, uygar
bir insan olarak aralarında bulunm am ın taşıdığı önem i o zam an
anladım.
K onuşm aya, binlerce kez aram ızda tartıştığım ız konuya
girdi.
“- Dünyadaki m aym unların vahşi olduğunu söylemiştin, de­
ğil mi, Ulysse? insanların bizler kadar uygar olduğuna değinm iştin,
değil mi? Beni kızdıracağını düşünm e ve hiç çekinm e. Bilimsel
araştırm alarda bencil olm am ak gerektiğini çok iyi biliyorum .”
Evet, kaçınılmaz bir gerçek. En büyük kanıtı benim varlı­
ğım. Bana öyle geliyor ki siz yalnızca..."
Cornelius, yorgun bir tavırla sözüm ü kesti.
“- Biliyorum, biliyorum, bunların tartışm asını önce de yap­
90
mıştık. Sizlerin yüzyıllarca önce bulduğunuz sırları biz ancak bulu­
yoruz... Beni sıkan yalnız senin verdiğin bilgiler değil.”
Küçük kabinde aşağı yukarı dolaşarak konuşm asını sürdür­
dü.
Bir süreden beri bazı duyguların altında eziliyorum. Bu
duygularım bir takım sağlam tem ellere dayanıyor. Öyle sanıyorum
ki bu sırrın anahtarı, hatta burada bizim gezegenimizde bile, uzak
geçm işte başka zekaların elindeydi.”
Dünya üzerinde de böyle düşünen kişiler olduğunu söyle­
yebilirdim. Böyle düşünceler bütün evrene yaygın olabilirdi. H atta,
T a n rıy a inancımızın tem eli bile böyle düşüncelere dayanabilirdi.
Fakat onun sözünü kesm em ek kararındaydım . Cornelius, kendisini
zorlayan düşünce zincirini izleyerek konuşuyordu.
Dalgın bir tavırla:
Bizim beyinlerimiz” dedi. “Belki d e ...”
Birden sustu. Kendi kendisine itiraftan bile kaçındığı birta­
kım düşüncelerin altında eziliyormuş gibi görünüyordu.
Dünyanızda bulunan m aym unların son derece taklitçi ol­
duklarını söylemiştin, değil m i?”
Yaptığımız her şeyi taklit ederler. Yani, düşünceyle ilgisi
olm ayan davranışları dem ek istedim . H atta taklitçiler için (may­
m un g ib i) deyimini kullanırız.”
Cornelius, üzülmüş gibi:
“- Zira” diye mırıldandı. “M aymun gibi taklitçi deyimi bizi
karakterize etm iyor m u?”
Zira'ya yanıt vermek fırsatını bırakmadan heyecanla konuş­
masını sürdürdü:
Çocukluk devrelerinde başlıyor. Öğrenim im izin temeli
tümüyle taklitçiliğe dayanm aktadır.”
O rangutanlar...”
T am am . O rangutanlar, çocukların eğitimini kitaplarına
göre yürüttükleri için önemlidirler. Ö rangutanlar, çocuklara ataları­
nın yaptığı her hatayı yineletiyorlar. Gelişimdeki yavaşlığımızın n e­
denini çok iyi açıklıyor. S on iki yüzyıldan beri, kendi kendim ize
benzer olarak kaldık.”
M aymunlar arasındaki yavaş gelişme hakkında birkaç söz­
91
cük söylem em gerekiyor. Geçmişleri hakkında kitapları okurken,
beyinlerinin insan beyni kadar gelişmemiş olduğunu bir gerçek ola­
rak kabul etm iştim . Bizim de ilkel çağlar geçirdiğimiz doğru, am a
bu çağ m aym unlarda çok daha uzundu. M aymunların karanlık yıl­
ları on bin yıl sürm üştü. A ncak son yarım yüzyıldan beri gelişmeye
başlam ışlardı. O n bin yılın öncesi tüm üyle karanlıktı ve bu çağ
hakkında tek sözcük bile yazılmamıştı. G örünüşe göre, uygarlıkları
on bin yıl öncesinden başlam ış ve hiç değişm eden bu güne dek
gelmişti. M aymunlar bu durum u çok olağan karşılamışlardı. C or­
nelius gibi şem panzeler, aşıtlarını araştırıyor ve geçmişlerinde bir
tuhaflık olduğunu sezerek üzülüyorlardı.
Zira, itiraz etti.
Fakat asılları belli olan m aym unlar v a r.”
“- Kesinlikle, fakat özellikle son yıllarda. G erçekte ise, ge­
lişmenin bir temeli olmalı, bir tem ele dayanm alı. Benim bütün gü­
cümle aradığım , Zira, bütün bunların n e zam an ve ne biçimde baş­
ladığıdır. şu anda soyumuzun basit bir taklitçilikle başladığı kanısın­
dayım .”
“- Kimi, neyi neyi taklit ederek başladı?”
Cornelius, birden çok fazla konuştuğunu anlam ış gibi başı­
nı önüne eğdi.
Sonunda:
“- Bu soruya henüz yanıt verem em ” dedi. “Kesin kanıtlara
gereksinim im var. Büyük olasılıkla bu kanıtları önceden göm ülm üş
olan kentin kalıntılarından bulacağız. R aporlara göre, uygarlık on
bin yüzyıldan çok önce başlamış, ki biz bu zam anlar hakkında hiç
bir şey bilmiyoruz.”

3.
Cornelius fazla bir şey anlatm am akla birlikte, söylediklerin­
de bazı gerçeklerin payı olduğunu hissediyordum .
Arkeologlar, kum ların altına göm ülü kalmış olan eski bir
kentin kalıntılarını tümüyle ortaya çıkarmışlardı. Fakat bu kalıntı­
larda bir sır saklıydı ve bu sırrı çözüm lem ek kararındaydım. Aslın­
da görüşü olan ve düşünebilen bir kişi için zor bir şey değildi, am a
92
kazıları yöneten orangutanın bu yetenekte olmadığı gerçekti. Cor-
nelius'u büyük bir saygıyla karşıladı.
Kum un içinde kazı yapm ak pek kolay olmuyordu. Kazılan
yer yine kumla doluyor, tek kazm a darbesi bütün taşların yıkılması­
na ned en oluyordu. Bir aydan beri kazılardayız. Zira, gideli çok
oluyor, am a Cornelius, kalışını değişik nedenlerle uzatıyordu. Bu
kalıntıların arasında, kafasını kurcalayan gerçeği bulacağını biliyor­
du.
Bilgisinin böylesine geniş olm asına şaşırdım . H erşeyden
önce kent kalıntılarını değerlendirm eye çalışıyordu. M aymunların
değerlendirm e yöntem leri de bizimki gibiydi, kimyasal, fiziksel ve
jeolojik araştırm alar.
Cornelius, kentin çok eski olduğunu kabul ediyordu. H atta,
on bin yıldan daha eskiydi. Kent kalıntılarının anlatm ak istediği bir
gerçek vardı, am a bu gerçek neydi? Yapılan ileri araştırm alar, kent
kalıntılarının şimdiki kentlerden pek farklı olmadığını ortaya koy­
du. Eski fabrika, uçak, otom obil kalıntıları bulduk. Bütün bu kalın­
tılar, m aym un beyninin ve zekasının gerilere doğru izlenebileceğini
gösteriyordu. Oysa, C ornelius'un um duğu, benim beklediğim bu
değildi.
Bu sabah Cornelius, eski bir ev kalıntısını görm ek için ben­
den önce gitmişti. Evin duvarları, betonarm e demirleriyle takviyeli
betondu. Evin içi kum ve pislik doluydu, şimdiye kadar, m utfak eş­
yası, boru parçaları ve ufak tefek öteberiden başka bir şey buluna­
m am ıştı. Cornelius'la paylaştığım çadırın önünde dolaşırken o ran ­
gutanın işçilerine emirler verdiğini görüyordum . Cornelius da işçi­
lerle birlikte kazılan hendeğin içindeydi. İşçilerin bir kazm a darbe­
siyle değerli olabilecek bir kalıntıyı parçalam alarını önlem ek için
başlarında duruyordu.
Cornelius’un birden çukurdan çabucak çıktığını gördüm ve
olağanüstü bir şey bulduğunu düşündüm . Elinde tuttuğu şeyin ne
olduğunu anlam am olanaksızdı. O şeyi elinden alm ak isteyen yaşlı
orangutanı itti, sonra dikkatle yere bıraktı. Eliyle beni yanına çağır­
dı. Y anına yaklaşırken yüzünün anlatım ındaki değişikliği görünce
çok şaşırdım.
Ulysse! Ulysse!”
93
Cornelius'u şimdiye dek böylesine heyecanlı görm em iştim .
H eyecanından konuşam ıyordu. O nun arkasından hendekten çıkan
işçiler bulunan şeyin çevresini sardığından n e olduğunu görem iyor-
dum. Birbirlerine parm aklarıyla işaret ediyorlar, kahkahalarla gülü­
yorlardı. İşçilerin hepsi gorildi. Cornelius, yere koyduğu şeye yak­
laşm amalarını söyledi.
Ulysse!”
Ne var?”
C ornelius, boğulurcasına konuşm aya çalışırken kum ların
üzerine bıraktığı şeyi gördüm .
Cornelius, zorlukla:
Bir bebek, Ulysse, bir bebek!” dedi.
Evet, kumların üzerinde taş bir bebek vardı. Bulunan ken­
tin eskiliğine karşın bebek sağlam kalmıştı. Kaşları, saçları bozul­
mamıştı. Gözlerinin mavisi bile renk değiştirm em işti. Bana öylesi­
ne doğal geliyordu ki C ornelius'un bu kadar heyecanlanm asına
akıl erdirem iyordum . K avram am için arad an iki dakika geçm esi
gerekti... S onra birden kavradım! Bu taş bebek, dünyalı insanların
bir benzeriydi. H enüz kesin bir karar verm eden önce, bir takım
gerçeklerin bilinmesi gerekirdi. Cornelius gibi bir bilginin bu ger­
çekleri daha önce araştırdığı kesindi. H er şeyden önce, m aym un­
ların çocuklarına verilen oyuncaklar, porselen değildi, oysa bu be­
bek porselenden yapılmıştı. Ayrıca, m aym un çocukların oynadıkla­
rı bebekler giyimli değildi. Bu bebek dünyadaki oyuncak bebekler
gibi giyinikti. Üstündeki eteklik, giysi ve çoraplar açıkça belliydi.
S oror gezegenindeki küçük m aym un çocuklar, m aym un bebekleri­
ni ancak böyle giydirirlerdi. Şimdiye dek hiç bir çocuk, insanı tem ­
sil ed en bir bebeği giydirm ek gereğini duym am ıştı. Zeki, bilgin
d o stu m şe m p a n z en in n e d e n böylesine h eyecan landığını an cak
kavrıyordum.
H epsi bu kadarla da bitmiyordu. B ebeğin başka bir anor­
malliği vardı ve goril işçilerin gülmelerine de neden buydu. Bebek
konuşuyordu. Dünyadaki (Walkie-Talkie ) bebekler gibi konuşuyor­
du. Cornelius, bebeği yere bırakırken her nasılsa bir yerine dokun­
m uş ve bebeğin konuşm asına neden olm uştu. Bebek tek sözcük
söylüyordu, iki heceli bir sözcük: Ba-ba...
94
Cornelius, bebeği yerinden alırken bebek yine (Baba ) diye
yineledi.
(Baba ) sözcüğünün anlam ı D ünya’nın her yerinde aynı ol­
duğu gibi S oror gezegeninde de aynı anlam ı taşıyordu. Corneli-
us'un hayvansal burnu kıpkırmızı oldu.
Beni bir köşeye çekerek:
Sersem ler!” dedi. “Salaklar, hiç bir işe yaram az serseri­
ler!”
Cornelius'un bu sözleriyle kimi kastettiğini biliyordum. Ka­
zıyı y ö n e te n o ran g u ta n bu bebeği, eski kalıntılardan çıkmış bir
m aym un oyuncağı sanıyordu. O rangutana başka bir neden söyle­
nemezdi, çünkü, orangutanların inançlarını değiştirm ek kolay ko­
lay olası değildi. Cornelius, durum u açıklam ak gereğini bile duy­
madı. Aklına gelen şey, öylesine can sıkıcıydı ki, bu düşüncesini
kendisine saklam ası daha doğru olacaktı. B ana da bir şey söyle­
memişti, am a benim anladığımı çok iyi biliyordu.
G ünün geri kalan kısmını düşüncelerine kapanık olarak ge­
çirdi. Öyle sanıyorum ki, araştırm alarını da fazla ileri götürm ek is­
tem iyordu. G enel heyecan geçtikten sonra, buluşunun tarafım dan
görülm esine canının sıkıldığını anlıyordum.
Ertesi günü beni buraya getirdiğine pişm an olduğunu anla­
dım. Gözlerini benden kaçırarak, beni geri yollayacağını, enstitüde
daha yararlı olabileceğimi söyledi. Uçaktaki yerim bile ayırtılmıştı.
Yirmi dört saat sonra geri dönecektim .

4.
Bu gezegende bir zam anlar insanların egem en olduğunu
söylersem , dünyamızın uygarlığına benzer bir uygarlığın on bin yıl
önce bu gezegende var olduğunu söylersem , ne dersiniz?
Bütün bunlar artık saçm a teoriler değil... Tümüyle tersine
hepsi doğru. Artık m aym unların geçm işine ait sırrın çözümlenmiş
olduğunu biliyorum.
Oldukça konuşkan bir şem panze olan, Cornelius'un sekre­
teriyle birlikte başkente dönüyorum . C anım hiç konuşm ak istemi­
yor. Zaten uçakta olduğum zam anlar h ep uyum ak isterim. Hiç de-
95
*
ğilse düşüncelerimi düzene sokabileceğim bir zam an diilmini bul­
m uş oluyorum.
Bu gezegendeki geçm iş yaşantının, uygarlığın, dünyanın
eşi olduğunu söylersem , hatalı konuşm uş olm am . M aym unların
uygarlıkları basit bir taklitten gelişmiş olam az mı? Bu sorunun ya­
nıtını açıkça verm ek oldukça tehlikeli görünüyor. M akine, yine
m akinedir. Bir robot ne kadar geliştirilirse geliştirilsin, yine robot­
tur. Fakat m aym un d en en yaratıkların zekalarının gelişmesi, nasıl
bir nedene bağlanabilir? M aymunların taklitçi olması bunun üzerin­
de bol rol oynayabilir mi?
Gözlerimi kapadım . U çak m otorlarının uğultusunu dinle­
dim. Kendi durum um u incelem ek için zam ana gereksinim duyu­
yordum .
Bir uygarlığı karakterize eden nedir? O lağanüstü dehalar
mıdır? Hayır, her günkü yaşam bu... Zekanın gelişmesi için zam an
gerekliydi. Prensip olarak sanat, daha önemlisi edebiyat olduğunu
itiraf edelim. Konuştuklarına göre, yüksek zekalı m aym unlar ede­
biyata uzanam ıyorlar mı? Peki, bizim edebiyatımız nelerden oluş­
m uştur? Başyapıtlar mı? Yine, hayır. Fakat orijinal bir kitap yazıl­
dığı zam an - bir yüzyılda bir veya iki kitaptan fazla yoktu- o kitabın
basılarak çoğalması olasıdır. M aymunların konuşm a dilinden yarar­
lanabildikleri düşünülürse, taklitçi olduklarıda göz ön ü n e alınırsa,
neden insanların kitaplarından yararlanm ış olmasınlar?
Gerçekte, dilbilgisi yalnız geçerli bir am açtır. Fakat bir da­
kika! M aymunların, bir orijinali çoğaltarak kopya ettikleri şeyi an­
lamaları bir tem el olarak kabul edilemez. O nlar da bizim gibi, söy­
lenen bir cümleyi yineleyerek öğrenebilirler. Edebiyatın geri kalan
bölüm ünün çoğaltılması onlar için gereksiz. M aymunların anatom i­
si basit, beyinleri basit, öyleyse yalnızca içgüdüleri güçlü. Beyinde­
ki bazı m erkezlerin de çalışmaya başlam ası olası. Bu durum da, eği­
tilmiş bir hayvan resim yapabilir...
Başkentdeki m üzede gördüğüm yapıtlar çok güzeldi. H ay­
vanlar resim yapabildikleri gibi, sanat dallarında da başarı göstere­
bilirlerdi. Tem el olarak sanat, el işlerinden oluştuğu için, insanların
yerlerini, yetenekleri yüksek hayvanlar alabilirlerdi. Bütün bunlar
reflekslerin iyi çalışmasına dayanırdı. M aymunların, insanları kop­
96
ya ederek çalışmaları yeterli olmaz mıydı?
Bu karara varınca, düşüncelerimi başka alanlara da uygula­
m ak kolaydı. M aymunların her alanda insanları taklit etm eleri ola­
sıydı. İnsanlarla m aym unların yer değiştirdiklerini düşündüm . Bir
gazeteci olarak katıldığım ticaret toplantılarını, sanat tartışmalarını
düşündüm . İnsanların davranışlarını, m aym unların davranışlarıyla
karşılaştırdım ve arada büyük bir ayrım görem edim .
Cornelius, bir gün, borsaya gitm em iz için ısrar etmişti. O
gün, olağanüstü bir resim gibi, bugün bile gözlerimin önündedir.
Borsa binası, geniş bir yapıydı. Büyük salonu tıklım tıklım
m aym un doluydu. Müthiş bir uğultu, kulakları sağır edercesine yü­
züme çarpıyordu. M aymunlar, hiç bir ned en olmaksızın haykırıyor,
bağırıyor, tuhaf çığlıklar atıyorlardı. Tavandan sarkan ipler, trapez­
ler, m erdivenler m aym unların salonun bir ucundan diğer ucuna
kolaylıkla ve çabuk gitm elerini sağlıyordu. İri bir goril tavandan
sarkan ipe elleriyle tutunm uş, ayak parm akları arasına almış oldu­
ğu bir tebeşirle kara tahtaya bazı rakam lar yazıyordu. Borsa salo­
nu, dünyadaki sp o r salonuyla karşılaştırılabilirdi. Bütün bu m ay­
m unların insanlarla yer değiştirdiklerinde ne olacağını düşündüm .
Davranışlarının insanların davranışlarından farklı olmadığına karar
verdim.
D ostum Cornelius, gururla:
Y aşam ında hiç böyle bir şey gördün m ü?” diye sorm uş­
tu.
Evet, gerçekten de görm em iştim . Bütün m aym unlar birbir­
lerine benziyorlardı. O nları birbirlerinden ayırm ak olası değildi.
Bakışlarında boş bir anlatım vardı. Gözlerinde e n küçük bir zeka
kırıntısını görm ek bile olanaksızdı. Gördüğüm kadarıyla, hepsi ger­
çek birer hayvandı.
İnsanların eğitimi için atandığım zam an sevinmiştim. Eğit­
m eye çalıştığım insanların beyin yapıları kesinlikle benim kinden
değişik değildi. Kimi koşullar altında, vahşi bir yaşam sürdürm eye
zorlanmışlardı. Zam anla bu insanların ilkel bir yaşantıya dönecek­
leri kaçınılmaz bir gerçekti. Yazlığa giden insanların da yaşantıları
ilkel değil midir? Pikniğe çıkan insanların yaşantıları da ilkel değil
midir? Dünya turuna çıkan yoksul kim selerin yaşantıları da ilkel
97
değil midir?
Uçak, uçuş pistine dokundu. Yine başkente dönm üştüm .
Zira, beni karşılam ak üzere alana gelmişti. Kulaklarını kapayan
eşarbını gördüğüm zam an her nedense sevinm iştim . G üm rük iş­
lemleri bittikten sonra, Zira'yı kucaklam ak için kendim i zorlukla
tutm am gerekmişti.

5.
D önüşüm ü izleyen ay içinde h e p yattım . Büyük olasılıkla
kazılarda sıtm aya benzeyen bir hastalık kapmıştım. S ancım yoktu,
a m a beynim in a teşten kavrulduğunu hissediyordum . H ayvansal
dünyanın kurulm asından önce S oror gezegeninde, insanların ege­
m en olduklarına ilişkin en küçük kuşkum yoktu. H e r ned en se,
m aym unların yalnızca insanları taklit ederek gelişim yaptıklarını
öğrenm ek beni sevindiriyordu, insanlık dünyasının nasıl olup da
m aym unların eline geçtiği, üzerinde düşünülecek çok önem li bir
konuydu.
Nasıl olmuştu? Ateşle kavrulurken düşünce zincirimi düz­
gün tutm ak zordu. Doğru, uygarlığımızın geçici olduğunu biliyor­
dum , am a böyle tümüyle ortadan silineceğini bilmiyorduk. Büyük
bir felaket mi olmuştu?
Biyolojik araştırm alara verdikleri önem i anlıyordum . Biz de
D ünya’da maymunları deney hayvanı olarak kullanmıyor muyuz?
şimdi de onlar bizi deney hayvanı olarak kullanıyorlardı.
İki aydan beri insanların bulunduğu koğuştan uzak kalmış­
tım. Bu gün kendimi d aha iyi hissediyordum . Artık ateşim de düş­
tü. Hastalığım süresince bana bir kız kardeş gibi bakm ış olan Zi-
ra'ya yeniden işe başlam ak istediğimi söyledim. H oşnut görünm e­
m ekle birlikte itiraz da etm edi. Artık ziyaretlere başlam am ın zam a­
nı gelip çatmıştı.
İşte yine kafeslerin bulunduğu koğuştayım. Tuhaf bir duy­
guyla kapıda durakladım . Şimdi bu yaratıkları d ah a başka gözle
görüyordum . Uzun ayrılıktan sonra beni tanıyıp tanım ayacaklarını
m erakla düşündüm . Eh, beni h em en tanıdıklarını söyleyebilirim.
H er zam an olduğu gibi bütün gözler üstüm de. Bakışlarında bir de­
98
ğişiklik olduğunu m u sanıyorum , yoksa b an a bakışları gerçekten
d e gorillere bakışlarından değişik mi? Bakışlarında hafif bir uyanış
var. Sanki, um ut ışığı gibi... Zam an zam an benim gözlerimde de
böyle um ut ışıkları yanıp sönm üştü. Yoksa ben, Ulysse M erou, bu
gezegene yeni bir uyanış mı getirmiştim?
Bir zam anlar ünlü bir psikoloğun söylediği gibi, Tanrı zar
atm az. Evrende hiç bir şey şans eseri değildir. Betelgeuse sistemi­
n e gelişimiz rastlantı mıydı? Hayır, buraya bilerek gelmiştik. Bu in­
sanları yeniden canlandırm ak, örgütlem ek benim görevim olmalı­
dır, diye düşündüm .
Ö nceden olduğu gibi, kafesleri ağır ağır dolaştım. H em en
N ova'nın kafesine koşm am ak için kendim i zor tutuyordum . H er
insanla teker teker konuştum . H enüz konuşacak durum da olm a­
dıkları için yalnızca dinliyorlardı, şimdilik bu bir gerçekti, am a bü­
tün yaşam ım boyunca da olsa onları eğitm eye kararlıydım.
Ö n ced en içinde yaşadığım kafese yaklaşırken gözüm ün
ucuyla baktım, fakat Nova'nın bana doğru uzanan kollarını göre­
m edim . Nova'nın sevinç çığlıklarını da duym adım . Benliğimi tuhaf
bir duygu bürüdü. Kendimi tutam adan koştum ve kafesin önünde
durdum . Kafes boştu.
Tutsakları titreten gardiyanlardan birini otoriter bir tavırla
yanım a çağırdım . K oşarak gelen Zanam 'dı. B enden em ir alm ak
hoşuna gitmiyordu, am a Zira, benim verdiğim em irlere uyması ge­
rektiğini kesinlikle anlatmıştı.
Nova n e re d e ? ”
Saygılı bir tavırla bilmediğini söyledi. Hiç bir neden veril­
m eden bir gün kafesinden alınıp götürülmüştü. T am bu sırada Zi­
ra, koğuşa girdi. Beni kafesin önünde görünce neden sinirli oldu­
ğum u hem en anladı, am a konuyu değiştirm ek istiyordu.
“- Cornelius d ö n d ü ” dedi. “Seni görm ek istiyor.”
Bu dakikada ne Cornelius, ne şem panzeler, goriller, oran­
gutanlar, ne de cehennem ya da cennet um urum daydı.
Parm ağım la kafesi işaret ettim.
“- Nova n e red e?”
“- H asta, özel bir koğuşa kaldırıldı.”
İşaret ederek beni köşeye çekti. Gardiyanların duym am ala­
99
rı için fısıldadı.
Y önetm en kimseye söylem em em i istedi, am a sana söy­
lem em gerektiğini düşünüyorum .”
H asta m ı?”
Ciddi değil, fakat yetkilileri huzursuzlandıracak kadar
önem li. Nova gebe, bir çocuk bekliyor.”
N ova...”
Evet, yanlış duym adın, gebe ve bir çocuk bekliyor.”

6 .

Bu haberin ne kadar önem li olabileceğini düşünm eyecek


kadar şaşırmıştım. Soruları arka arkaya sıraladım. N eden bana h a ­
ber verilmemişti?
Zira, fırsat verm eden:
“- İki ay önce, kazıdan döndüğüm zam an fark etm iştim ”
dedi. “Goriller durum un farkında bile değillerdi. C ornelius'a telefon
ettim , o da yönetm enle uzun uzun konuştu. Gizli tutulm ası gerekti­
ği üzerine karar aldılar. O nlardan ve benden başka kim se bilmiyor.
Nova'ya ben bakıyorum .”
C ornelius’un bunu gizli tutm asının altında bazı gerçekler
vardı. Zira'nın şaşırmış olduğunu biliyordum. J
Zira:
“- M erak e tm e ” dedi. “Ç ok iyi bakılıyor ve hiç bir şeye ge­
reksinimi yok. Elimden gelen her şeyi yapıyorum , şimdiye kadar
hiç bir gebe kadın onun gibi bakılm am ıştı.”
Zira'nın alaylı bakışları altında gözlerim i y e re çevirdim .
Alaycı görünm ekle birlikte Zira'nın sıkıldığını farkettim . Benim ger­
çek kişiliğimi öğrendikten sonra Nova'yla birlikte oluşum u hazm e-
demiyordu. Üzüntüsünün benim le ilgili olm asından doğduğunu ke­
sinlikle biliyordum. Zira, Nova'nın gebe oluşundan Büyük K urulun
bilgisi olduğunu ve yüksek yetkililer arasında tartışm aların sürdüğü­
nü benden nedense saklıyordu.
“- Doğum ne zam an?”
“- Üç ya da dört ay içinde.”
Betelgeuse sistem inde baba olmak üzereydim. Soror'lu bir
100
vahşiyi seviyor ve o n a karşı sonsuz ilgi duyuyordum. A m a bu sev­
diğim kadının vahşi davranışlarını engelleyem iyordum . Başarm ış
olsaydım, şimdi yanım da olabilirdi. Bunda da kendimi suçlu bulu­
yordum.
“- Zira, onu görm ek istiyorum!”
Zira, şaşkınlığını belli eden bir hareket yaptı.
O nu görm ek isteyeceğini biliyordum. Bunu bildiğim için
de Cornelius'la tartıştım . O da benim fikrimde. B ürosunda seni
bekliyor.”
Cornelius bir haindir!”
Böyle söylem eye hakkın yok. Bilimsel araştırm alarla, bir
m aym un olarak görevleri arasında ikiye bölünm üş durum da. Bu
doğum la ilgilenmesi ve bunu bir sır olarak saklaması o lağan.”
Zira'nın peşinden yürürken üzüntüm gittikçe artıyordu. Ye­
ni bir soyun türem esinden m aym unların nasıl korktuklarını tahm in
edebiliyordum.
Cornelius, beni gerçekten bir dost gibi karşıladı. Fakat ara­
mızda soğuk bir hava vardı. Kimi zam an bana bakışlarında korku
izlerini görüyordum . K afam daki soruyu h e m e n so rm am ak için
kendimi zorladım. Yolculuğun nasıl geçtiğini ve kalıntılar arasında
başka bir şey bulup bulmadığını sordum .
Olağanüstü! Reddedilemez! G erçeklerden kurulu bir sü­
rü şeyim v ar.”
Zeki bakışlı gözleri kıvılcımlarla yanıp tutuşuyordu. Başarı­
sını daha fazla gizleyemiyordu. Zira'nın hakkı vardı, bilime karşı
olan sevgisiyle, m aym un olarak, görevleri arasında parçalanm ıştı.
Şu dakikada bilim adam ı olarak konuşuyordu. Teorilerinin
gerçekleşm esinden ötürü aşırı sevincini saklayamıyordu.
İskeletler buldum. Bir m ezar bulduğumuzu sanıyorum .
Tabii her zam an olduğu gibi, orangutanlar bulunan iskeletlerin tü­
müyle bir rastlantı olduğunu söylüyorlar.”
“- Şu iskeletlerden...”
M aymun iskeletleri değil.”
“- A nlıyorum .”
Birbirimizin gözlerine baktık.
Cornelius, bakışlarını kaçırdı.
101
S enden saklayam am ,” dedi. “Zaten tahm in ediyorsun.
Bulduğumuz iskeletler insanlara a it.”
Zira, şaşırm adığı için biliyor olmalıydı. H e r ikisi d e beni
dikkatle süzüyorlardı.
Cornelius, sonunda durum u benim le açıkça tartışm aya ka­
rar vermişti.
Şimdi tümüyle em inim ” dedi. “Senin kadar zeki ve akıllı
insanların daha önce bu gezegende uygarlık kurdukları gerçek. Bu
uygarlık her nedense, m aym unsal bir uygarlığa dönüşm üş... D aha­
sı da, buraya döndüğüm den beri bu hipotezleri güçlendirecek ger­
çekleri öğreniyorum .”
H angi gerçekleri?”
M aymunların taklitçi oldukları, araştırm acı bilginlerimizin
biri tarafından ortaya çıkarıldı. Senin haklı olduğun apaçık ortada.
Biyolojik alanlarda, özellikle beyin incelem eleri alanında ileri geliş­
m eler sağladık. Birgün sonuçları sana gösteririm . Aldığımız sonuç­
ların şaşırtıcı olduğunu göreceksin.”
Kendi kendini kandırm aya istekli görünüyordu.
İnan bana, her alanda insanlardan üstün çıkacağımız bir
gün gelecek. Bazı başarılarımız tahm in edebileceğin gibi rastlantı­
d an dolayı değil. Bilinçli insanların günleri artık geçti, daha bilinçli
yaratıklar eskilerin yerini alacaklardır.”
D ünyada da bazı bilginler, günün birinde kendilerinin üste­
sinden gelebilecek bir soyun varlığını kabul ediyorlardı, am a bu ya­
ratıkların m aym un olabileceklerini hiç bir zam an düşünm em işlerdi.
Konuşm ayı Nova'ya getirdim.
M erak e tm e ” dedi. “U m arım ki sonuç iyi olacak. So-
ror'daki diğer insanlara benzeyeceğini sanıyorum .”
Ben böyle um m uyorum , çocuğun konuşacağını sanıyo-
rum!I”
Zira'nın kaşları çatıldı. Fakat susm akta ısrar ediyordu.
Cornelius:
Bu kadar um utlanm a” dedi. “H em kendin hem de onun
çıkarı bakım ından.”
D aha dostça bir sesle ekledi.
“- Eğer konuşacak olursa, seni şimdiki gibi koruyup koru-
102
yam ayacağım ı bilmiyorum. Büyük kurulun huzursuz olduğunu ve
Nova'nın doğum yapacağının saklanm asını istediğimi bilmiyor m u­
sun? Yetkililer durum u öğrendiğini bilecek olurlarsa, hem beni
hem de Zira'yı işinden atarlar ve sen onların arasında tek başına
kalırsın..."
Düşm anlar arasında mı kalırım?”
Cornelius, başını çevirdi. Ben de onun gibi düşünüyorum ,
varlığım m aym unsal ırk için tehlikeliydi. Cornelius'un, dostum ol­
m asa bile yanım da oluşundan m em nundum . Zira'nın benim tara­
fım dan olduğunu biliyordum. Cornelius da onu mutlu görm ek için
h er şeyi yapabilirdi. Kimseye duyurm adan Nova'yı görm em e izin
verdi.
Zira'nın arkasından yürüdüm . N ova'nın bulunduğu yerin
anahtarı yalnız Zira'da vardı. Zira'nın beni götürdüğü oda fazla bü­
yük değildi. Üç kafesten ikisi boştu, birinde Nova bulunuyordu. Bi­
zim geldiğimizi duymuş, varlığımı hissetmiş, kollarını beni karşıla­
m ak üzere uzatm ıştı. Ellerini tutup yanaklarım a bastırdım . Zira,
om uz silkerek kafesin anahtarını bana verdi ve koridora çıkarak et­
rafı kollamaya başladı. Bu dişi m aym unun kalbi gerçekten de altın­
dı. H angi kadın onun kadar yardımcı olmaya çalışırdı? Birbirimize
söyleyecek çok şeyimiz olduğunu bildiği için bizi yalnız bırakmayı
uygun bulmuştu.
Söylenecek çok şey mi vardı? Nova'nın içinde bulunduğu
koşulları yine unutm uştum . Kafese dalarak kollarımı boynuna dola­
dım. Anlayacakmış gibi onunla konuşm aya başladım.
Beni anlıyor muydu? Bundan sonra ikimizin birbirimizden
sorum lu olduğunu biliyor m uydu?
O tların üzerinde yatan N ova'nın yanına uzandım , şişmiş
olan karnını sevgiyle okşadım . Nova'nın içinde bulunduğu durum ­
dan başka bir şeyle ilgilenmiyordum. Parm aklarım karnında dola­
şırken Nova'nın titrediğini hissettim. Bakışlarında yepyeni bir anla­
tım olduğundan emindim . Birdenbire kendisine öğretm iş olduğum
gibi, ismimi heceledi. Derslerini unutm am ış olduğu kesindi. Sevinç
içinde olduğumu o da görüyordu. Gözlerindeki bakış değişti ve ge­
tirmiş olduğum meyvayı yem ek üzere döndü.
Zira, yeniden odaya girdi. Gitm e zam anının geldiğini söy-
103
lem esıne gerek yoktu. O turduğum eve girdiğim zam an gözyaşları-
mı tutam ayarak hüngür hüngür ağladım.
Ah. Zira, Zira!”
Zira'nın om uzunda çocuk gibi ağladım. Ağlarken, Nova'nın
anlayam ayacağı bir şekilde Zira'yla konuştum , hem de kesiksiz ola­
rak.

7.
Nova'yı kimsenin haberi olm adan istediğim zam an görebil­
diğim için Zira'ya teşekkür borçluydum. Ben Nova'nın yaranday­
ken, o da hep nöbet tutuyordu. D oğum zam anına kadar haftalar
böyle akıp geçti.
Bir gün, Cornelius, beni beyin am eliyatlarının yapıldığı ser­
vise götürm eye karar verdi. Servis şefi olan Helius adındaki genç
şem panzeyi bana tanıştırdıktan sonra, işi olduğundan ötürü kendi­
sinin gezdirem eyeceğini söyleyip özür dileyerek yanım ızdan ayrıl­
dı.
“- Bir saat sonra gelip araştırm alarım ızın incisi olan deneyi
kendim gösteririm ” dedi. “Fakat genel deneyleri de çok ilginç bu­
lacaksın.”
Helius'un arkasından kloroform kokan bir koğuşa girdim.
A nestezi kokusu h er yere sinmişti. H elius, bütün am eliyatların,
hastalar uyutulduktan sonra yapıldığını söyledi. Fakat, acı m erkez­
lerinin bulunup uyuşturulması denendiği zam an, lokal anesteziyle
yapıldığını sözlerine ekledi.
Zira'nın buraya gelmemi istemediğini anım sadım . Kendisi
bile gerekm ediği zam an buraya gelm ek istemiyordu. Geri dönm ek
istedim, am a Helius buna fırsat verm edi.
“- Eğer ameliyatta bulunm ak isterseniz, hastanın acı çek-’
mediğini anlarsınız, istem ez misiniz? Öyleyse gidip sonucu öğre­
nelim .”
Ö nünde durduğum uz ilk kafesin içinde oldukça yakışıklı,
genç bir erkek vardı. Bir taburenin üzerine oturm uştu ve önündeki
küçük m asada bir kap yem ek duruyordu. Y em ek hem en hem en
burnunun dibindeydi am a farkında değilmiş gibi görünüyordu.
104
Helius:
G örüyorsunuz ya!” dedi. “Çocuk aç, yirmi dört saattir
bir şey yemedi. Böyle olduğu halde en çok sevdiği yiyeceğe karşı
bile tepki gösterm iyor. B unun nedeni, bir kaç ay önce geçirdiği ön
beyin ameliyatı. O zam andan beri bu durum da ve zorlanmadığında
yemiyor. Ne kadar zayıflamış olduğunu görüyorsunuz.”
Bir hasta bakıcıya işaret etti. H asta bakıcı kafese girip ada­
m ın yüzünü yem ek kabına bastırdı. Adam hem en yem eye başladı.
Adi bir vaka. İşte burada daha ilginç vakalar var. Bunla­
rın her biri, beyin zarlarının değişik yerlerinden am eliyat oldular.”
Değişik yaşlarda kadın ve erkeklerin bulunduğu kafeslerin
önünden geçtik. H er kafesin kapısında asılı asılı duran levhada ya­
pılan ameliyatın türü yazılıydı.
Beyin zarının bazı bölümleri norm al reflekslere, bazı yer­
leri ise acıdan doğan reflekslere yanıt verir, örneğin, ş u ...”
Gösterdiği örnek, kafesin kapısındaki tabeladan öğrendi­
ğim gibi, küçük beynin soğancık kısmı tümüyle çıkarılmış bir has­
taydı. Uzak ve yakın cisimleri seçm esine olanak yoktu. Bir meyva
uzatıldığında koklayarak geri çekiliyordu. Kafesin demirlerini tut­
m ak istediği zam an parm akları boşluğu kavrıyordu.
Helius, gözünü kırparak:
Burada gördüğünüz hasta ise, bir zam anlar adını söyle­
yen ve öğrendiklerini yapabilen bir adam dı” dedi.
S onra başını salladı.
Şimdi bunların hiç birini yapam ıyor. Dünyanın en aptal
adam ı oldu. N eden de, beyninden tem poral lobulun çıkarılması.”
Karşım da sırıtarak duran şem panzenin beynini dağıtm a­
m ak için kendimi güç tuttum . Ç evrem yarı sakat, yarı deli insanlar­
la doluydu. Kendimi Frankeştayn'ın şatosunda sanıyordum .
Helius, ö n ced en analık duygusunun çok güçlü olduğunu
söylediği bir kadın gösterdi. Kadının cervical cortex'i çıkarılmıştı,
sonuç olarak da kadındaki analık duygusu kaybolm uştu. Yanındaki
küçük çocuk anasına yaklaşm ak istediği zam an onu öfkeyle iterek
kendisinden uzaklaştırm aya çalışıyordu. Bu kadarı artık fazlaydı.
Yumruklarımı sıktım ve Nova'yı düşündüm. Neyse ki Helius beni
başka bir odaya götürdü de öfkemi yenebildim , yoksa çok kötü
105
olaylar olabilirdi.
Burada daha duyarlı araştırm alar yapılıyor” dedi. “Bey­
nin belirli m erkezlerine elektrik akımıyla uyarı veriyoruz. Ç ok il­
ginç sonuçlar aldığımızı söyleyebiliriz. D ünya’da da böyle deneyler
yapılıyor m u?”
Öfkeyle haykırdım.
“- Evet, m aym unlar üzerinde!”
Şem panze sinirlerini kontrol ederek gülümsedi.
Olabilir. Fakat, D oktor Cornelius'un özellikle göstereceği
gibi sonuçlar alamadığınız gerçektir. Şimdilik, adi vakaları görm eyi
sürdürelim .”
K afeslerden birinin ö n ü n d e durduk. H em şireler bir çok
adam ı am eliyat ediyorlardı. Adam lar, m asa gibi bir tahtanın üzeri­
n e yatırılmışlardı. Beyinlerinin bir bölümü açıktı ve buraya elektrot­
lar dokundurarak akım veriliyordu. Başka bir ekip hastalara an es­
tezi uyguluyordu.
Helius:
“- Gördüğünüz gibi hastalar uyuşturulm uştur” dedi. “A nes­
tezi fazla değil, am a hasta acı duymaz. Anestezi fazla olursa iste­
n en sonucu alam ayız.”
Elektrotların dokunuş yerine göre denek değişik refleksler
veriyordu. Bu refleksler genellikle vücudun tek tarafında oluyordu.
A dam ın biri, her elektrik şokunda bacağını kaldırıyor, akım kesilin­
ce yine eski durum unu alıyordu. Başka biri, aynı davranışı koluyla
yapıyordu. Bir denekte, tüm om uz bölümü titriyordu. G enç bir ço­
cuğun, çenesi açılıp kapanıyordu.
Helius:
Şok arttırıldığı zam an bakın ne oluyor” dedi. “İşte, en
yüksek limitle yapılan bir deney. ”
D eney yapılan hasta çok genç bir kızdı. Kızın çıplak vücu­
dunun yattığı m asanın çevresinde kadınlı erkekli, beyaz göm lekler
giymiş bir çok hastabakıcı vardı. Elektrotlar dişi bir m aym un tara­
fından genç kızın yanaklarına yerleştirilmişti. G enç kızın parm akla­
rı oynam aya başladı. Akım arttırılınca parm aklarının hareketi önce
bileğine, so n ra koluna geçti, şim di genç kızın p arm a k la rın d a n
om uzuna kadar bütün kolu hareket halindeydi. H areketler yayıl­
106
mayı sürdürüyordu. G enç kızın kalçası ve bacağı, sonra ayak par­
makları titrem eye başladı. O n dakika sonra kızın vücudunun sol ta­
rafında oynam ayan yer yoktu.
Helius, sakin bir sesle:
“- Bilinç altına yansıyan uzatm anın etkisi” dedi. “Ç ok iyi
bilinir ve epilepsinin bütün sem ptom larını belirten bir titrem e duru­
m u... Son derece tuhaf bir epilepsi, vücudun tek tarafını etkiliyor.”
“- Durdurun!”
Dudaklarıma kadar yükselen feryadı tutam am ıştım . Bütün
m aym unlar şaşkınlıkla dönüp baktılar. Tam bu sırada gelmiş olan
Cornelius, om uzum a dostça vurdu.
İnsan alışmazsa, böyle deneylerin sinirleri bozduğu ke­
sin. Fakat şunu unutm a ki, son çeyrek yüzyıldan beri tıp alanında
yaptığımız gelişmeleri onlara borçluyuz.”
Cornelius'un söylediklerini kabul edem ezdim , çünkü, Dün­
y a ’da, m aym unlar üzerinde yapılan deneyleri de kabul etm iyor­
dum . Cornelius, om uz silkerek öne düştü ve beni daha küçük bir
odaya açılan daracık bir koridora soktu.
Ciddi bir anlatımla:
“- B urada” dedi. “Bizim için tümüyle yeni olan çok önemli
bir deney göreceksin. Bu odaya ancak üç kişi gireriz. Delius, bu
deneyin başında olan ve başarı sağlayan m aym un, ben ve dikkatle
seçilmiş bir asistan. Bir goril. Aptal. Bütün yaşam ını bana seve se­
ve verebilir. A yrıca, so n d e re c e vahşidir. D urum un n e kadar
önem li olduğunu anlıyorsun. İlgileneceğini bildiğim için sana da
gösterm ek istiyorum. Kendi çıkarın için bu deneyi görm elisin.”

8.
Odaya girdim ve önce nasıl bir sır sakladığını çözem edim .
O dada bulunan ekipm anlar ilk girdiğim koğuştaki ekipm anların ay­
nıydı, jeneratörler, transform atörler, elektrotlar. Y an yana iki m a­
saya yatırılmış bir kadın ve bir erkek vardı. İkisi de yattıkları m asa­
ya sıkıca bağlanmıştı. O daya girişimiz üzerine tuhaf anlamlı bakış­
larıyla bizi süzdüler.
• Asistan goril bizi başıyla selamladı. Helius'la dilsizlere özgü

107
el ve parm ak işaretleriyle konuştular. Bir gorille şem panzenin dil­
siz gibi konuştuğunu ilk kez görüyordum . B ana öylesine saçm a
geldi ki gülm em ek için kendimi zorlukla tuttum .
H er şey yolunda. Tüm üyle sakinler. D eneye h em en baş­
layabiliriz.”
Nasıl bir deney?” diye sordum .
Cornelius, sırıtarak:
Senin için bir sürpriz olarak saklasak daha iyi” dedi.
Goril iki insanı anesteziyle uyuttu ve değişik araçların başı­
na geçerek bazı düğm elerle oynadı. Helius, adam ın yanına giderek
başındaki bandajı dikkatle açtı ve elektrotları belirli bir yere uygula­
dı. A dam son d erece sakindi. C ornelius'a deneyin n e olduğunu
sorm ak üzereyken mucize kendisini gösterdi.
A dam konuşm aya başladı. Sesi, jeneratörlerin gürültüsünü
bile bastıracak kadar gürdü. Konuştuğu dil m aym unların hayvansal
diliydi.
İki bilginin yüzünde zafer pırıltıları vardı. B ana baktıkları
zam an aptallaştığımı görünce dudaklarında alaycı bir gülüm sem e
belirdi. Şaşkınlıkla konuşacağım sırada susmam ı ve dinlem em i işa­
ret ettiler. A dam ın söylediği cümleler, hem şirelerden ya da gardi­
yanlardan duyduğu cümlelerdi.
Cornelius, deneye son verdi.
Bu adam dan daha fazla konuşm a bekleyemeyiz, önemli
olan konuşm asını duym am ızdı.”
Şaşkınlıkla:
Ç ok ilginç” diye söylendim.
H enüz bir şey görm üş değilsiniz” dedi. “Bir p ap ağ an ya
da bir gram ofon gibi konuşuyor. Fakat kadından çok daha iyi so­
nuç aldım .”
Sakin uyuyan kadını gösterdi.
Kadın daha mı iyi?” diye sordum .
Cornelius, meslektaşı gibi heyecanla:
Binlerce kez daha iyi” dedi. “Bak dinle! Biraz sonra gö­
receğin gibi bu kadın da konuşacak. Fakat, yalnız yakalandığı za­
m an öğrendiklerini yinelemiyor. Bu kadının konuşm asının olağa­
nüstü bir önem i var. S ana ayrıntılarını anlatm ayacağım , am a şu

108
kadarını söyleyebilirim. Psiko-kimyasal işlemlerin karm asıyla, bü­
yük dahim iz Helius, kadının bilinç altını uyarıyor ve ondan ataları­
na ait bilgiler alıyor. Bunun ne dem ek olduğunu düşünebiliyor m u­
sun, Ulysse?”
Öylesine şaşırmıştım ki, bir an için bilgin Cornelius'un aklı­
nı kaçırdığını düşündüm , çünkü, m aym unlar arasında, özellikle bil­
ginlerin çabuk çıldırdığını biliyordum. Helius, elektrotları kadının
beynine uygulamaya başlamıştı bile. Kadın da adam gibi bir süre
sessiz kaldı, sonra derin bir iç çekişinden sonra konuşm aya başla­
dı. Kadın m aym unsal dille konuşuyor, sesi zam an zam an değişi­
yordu. Gözlerini kapayan bir insan, bir çok kişinin birden konuştu­
ğunu düşünebilirdi. Kadının söylediği her sözcük beynim e işliyor
ve orada kalıyordu.
Kadın konuşm asını sürdürdü.
Bir süreden beri, bu m aym unlar, bütün bu m aym unlar
kesintisiz olarak çoğalıyordu. Oysa, yaşam sürelerinin kısa olduğu­
nu düşünüyorduk. Eğer böyle sürecek olursa, bir gün sayıları bizim
çok üstüm üzde olacak... H em hepsi bu kadar da değil. Küstahlaş­
m aya başladılar. Gözlerimizin içine bakıyorlar. Onları evcilleştir­
m ekle ve bazı işlerde kullanmakla hata işledik. İşlerde kullandıkları­
mız diğerlerinden çok daha küstah. Bir gün sokakta şem panzenin
biri tarafından çimdiklendim. T okat vurmak üzere elimi kaldırdığım
zam an, gözlerimin içine öylesine korkutucu baktı ki, elimi hem en
indirm ek zorunda kaldım. Laboratuarda çalışan A nna, orada bir
çok değişikliklerin olduğunu söylüyor. Artık kafese tek başına gir­
m ey e c esaret edem ediğini bildiriyor. G eceleri, fısıldaşm alar ve
kah k ah alar...”
Kadın sustu, sonra içini çekerek sürdürdü.
Sonunda oldu. İçlerinden biri konuşmayı başardı. Kadın
dergisinde okudum. Bir de resm ini basmışlar, sevimli bir şem p an ­
z e .”
Cornelius, şaşkınlıkla:
“- Şem panze, ilk konuşan, ha!” dedi. “Tam düşündüğüm
gibi.”
Kadın, konuşm asını sürdürüyordu.
Başkaları da var. G azeteler her gün yeni olayları yazı­

109
yor. Kimi biyologlar, bunun büyük bir başarı olduğunu belirtiyor­
lar. Sonunun nereye varacağını düşünebiliyorlar mı? G örünüşe gö­
re, bu şem panzelerden biri, tehdit edici sözler söylemiş. K onuşur
konuşm az, yaptıkları ilk iş, verilen em irlerin yapılm asını red d e t­
m ek olm uş.”
Kadın yine sustu. Yeniden konuşm aya başladığında ses to ­
nu yine değişmişti.
O lanların önceden görülm üş olm ası gerekiyor. H epim i­
zin zekaları çok durgun. Kitap yok. Dedektif kitaplarını bile oku­
m ak için büyük bir çaba gerekiyor. Artık oyun da oynanm ıyor. Ka­
ğıt oyunlarını oynayan insan çok azaldı. Ç ocuk filmleri bile bizi
fazla ilgilendirm iyor. Şimdilik m aym unlar çok sessiz duruyorlar.
Beyinleri hızla gelişiyor... ve konuşuyorlar. Konuşm aları bizimle ol­
muyor. Bir kaç sözcükten fazla söyleyem iyorlar am a geceleri bir-
birleriyle kendilerine özgü bir dille konuştukları ve bazı em irler ver­
dikleri duyuluyor.”
Uzun bir sessizlikten sonra kadın bu kez daha değişik bir
ses tonuyla konuşm aya başladı.
“- Ç ok koktum. Böyle yaşam ayı sürdürem em . Evimi, em ­
rim de çalışan gorile verdim. Kendi evimi terkettim . Yıllardan beri
yanım da çalışıyordu ve bana çok sadıktı. Akşamları yapılan to p lan ­
tılara katılmaya başladı. Konuşm asını öğrendi. Çalışmayı reddetti.
Bir ay önce, yem ek pişirmemi ve bulaşık yıkam amı söyledi. Benim
tabaklarımı, bıçaklarımı ve çatallarımı kullanmaya başladı. Son haf­
ta beni yatak odam dan kovdu. O turm a odasındaki bir koltukta sa­
bahlam ak zorunda kaldım. O nu cezalandırmayı düşünm üyor, n e ­
zaketle kazanm ayı düşünüyordum . Yüzüm e karşı güldü ve istekle­
rini arttırdı. Son derece sıkılmaya başladığım için evimi terketm ek
zorunda kaldım. Benim gibi evlerinden kaçan kadınlarla birlikte
kam pta yaşam aya başladım. Yanımızda kimi erkekler de var. Er­
keklerin çoğunda eski cesaretlerinden eser yok. Kent dışında kötü
bir yaşam sürüyoruz. Utancım ızdan dolayı birbirimizle bile konuş­
m aktan kaçınıyoruz. İlk bir kaç gün sabırlıydım, am a artık sabrım
tükenm ek ü zere.”
Kadın sustu. S onra erkek sesine yakın bir sesle konuşm aya
başladı.

110
K ansere bir çare bulduğumu sanıyor, her zam an olduğu
gibi buluşum u d enem ek istiyordum . Dikkatliydim, am a gereken
dikkati gösterem em iştim . Bir süreden beri m aym unlar deney m a­
sasına yatmayı reddediyorlardı. G eorges'un, yani şem panzenin ka­
fesine girm eden önce, iki asistanım a onu sıkıca tutturdum . Enjek­
törü kullanmak üzereydim ... K anser yapıcı enjektörü. O nu tedavi
edebilm em için ö n ce kanseri o n a aşılam am gerekiyordu. G eor­
ges'un, bakışları boştu, am a om uzum dan arka tarafım a doğru bak­
tığını fark ettim. Ç ok geç kavramıştım. Aşılamak üzere ayırdığım
altı goril kaçmıştı. Goriller bizi arkadan yakaladılar. G eorges ameli­
yatı yönetti. Davranışlarımı aynen kopya etti. Bizim m asaya bağ­
lanm am ızın gerektiğini söyledi. Goriller bizi hem en m asaya yatırıp
bağladılar. S onra enjektörü alarak üçüm üze ölüm aşısı yaptı. Şim ­
di kanserliyim. Enjeksiyonu yaptıktan sonra, G eorges, benim has­
talarım a yaptığım gibi neşeyle yanağım ı okşadı. M aymunlara karşı
h ep iyi davranm ıştım . Bizi kapattıkları kafeste geçirdiğim üç gün
sonra ilk kanser sem ptom larını farkettim . G eorges da aynı belirti­
leri görm üştü ve tedaviye başlayacağını söylüyordu. Tedaviye baş­
layacağını söylemesiyle başka bir korkunun pençelerinde kıvran­
m aya başladım. Ya uygulayacağı ilaç ölümüm ü hızlandırırsa? Baş­
ka çarem yoktu, am a tedavinin olumlu sonuç vereceğinden kuşku­
lanm aya başlam ıştım . A kşam olunca kafesim in parm aklıklarını
zorlayarak kaçtım. Kentin dışındaki kam pa sığındım. Y aşayacak
ancak iki ayım kaldı. Sabırla ölüm üm ü bekliyor ve bol bol uyuyo­
ru m .”
Kadının sesi yeniden inceldi. H er konuşm aya başladığında
başka birisinin sesiyle konuştuğunu biraz geç anladım.
“- Hayvan eğikimcisiydim. Bir düzine orangutanla gösteri­
ler yapıyordum . Bu gün onların yerine kafeste ben varım. Y anım ­
da, sirkin diğer elem anları var. M aymunlar bize karşı çok iyi davra­
nıyorlar ve bol yiyecek veriyorlar. D öşem edeki otlar çok kirlendiği
zam an h em en değiştiriyorlar. Bize öğretm ek istedikleri num araları
yapm ayı reddedenleri cezalandırıyorlar, yoksa bize çok nazik dav­
ranıyorlar. Artık dört ayak yürüyüşü yapabiliyorum , ters taklalar
atabiliyorum . B ana karşı çok iyi davrandıkları için yaşam ım dan
m em nunum . Artık sorumluluğum olmadığı için rahat sayılırım. Ç o­

111
ğumuz bu yeni rejime alışıyoruz. ”
Kadının susm ası bu kez oldukça uzadı. Bu süre içinde,
Cornelius, ısrarla b an a baktı. Düşüncelerini yüzünden okuyabili­
yordum . İnsanlar böylesine kolaylıkla mı yönetim i m aym unlara bı­
rakmışlardı? U tanarak kızardım ve bakışlarımı kaçırdım.
Kadının kederli sesi yeniden duyuldu.
“- Şimdi bütün kent ellerinde. K ent dışına kaçabilenlerin
sayısı birkaç yüzü buluyor. Kent dışında insanlardan kurulu bir ko­
loni oluşturduk, am a m aym unlar burunlarının dibinde yaşam am ızı
istemiyorlar. Diğer kam plardaki erkeklerin bazıları orm anın derin­
liklerine çekildiler. Kimi, açlıklarını giderebilm ek için m aym unlara
sığınmaya başladı. Yapacağım ız bir iş olmadığı için tembellik bü­
tün benliğimizi sardı. Uyuyoruz. M aym unlara karşı koyabilmek için
yeniden örgütlenm eye bile gerek görm üyoruz. Korktuğum başım a
geliyor. Korkunç bir gürültü duyuyorum. Sanki bir ordu yürüyor...
imdat! G elenler onlar, m aym unlar! Çevrem izi sarıyorlar. İri yarı
gorillerden kurulu bir ordu bu... Borazanlarımızı, üniformalarımızı
ve silahlarımızı almışlar... Hayır, ellerinde silah yok. O h, son bir
atılım daha! M aymunlar ordusu üstüm üze çullandı ve ellerinde kır­
baç var! ”

9.
Helius'un buluşlarının bir kısmı toplum a sızmıştı. Belki de
başarısından dolayı ağzını tutam ayan yine kendisi olmuştu. K entte,
bilginlerin sonunda insanları konuşturm ayı başardıklarına ilişkin
konuşm alar vardı. Kazılarda bulunmuş olan eski kent kalıntısı ga­
zetelere geniş çapta konu olmuştu. G azetecilerden bir ya da ikisi
gerçeğe çok yakınlaştıklarını yazıyorlardı. Sonuç olarak, bana karşı
tutum yavaş yavaş değişiyordu.
Cornelius'un düşm anı çok. Buluşunu içtenlikle açıklayamı­
yor. Buluşunu açıklamış bile olsa, üstlerinin eleştirisine uğrayacağı
kesin. Zaius tarafından yönetilen orangutanlar grubu Cornelius'un
baş d ü şm anları ara sın d a. M aym unsal ırka karşı y ö n etilen bir
kom plo olduğunu söylüyorlar ve neden olarak da beni gösteriyor­
lar. Gorillerin resm i görevleri olm am akla birlikte, yasalara aykırı

112
davranışları hoş karşılamıyorlar.
Bugün derin bir duygunun altında ezildim. Önceleri sevin­
m ekle birlikte benim için tehlikenin artacağını düşünerek endişe
duym aya başladım . Nova, sonunda doğum yapm ış ve bir erkek
çocuk dünyaya getirmişti.
S o ro r gezegeninde bir çocuğum , bir oğlum vardı. O nu
görm em büyük sıkıntılarla gerçekleşebilmişti. Emirler çok kesin ol­
duğu için Nova'yı ancak doğum dan bir hafta sonra görebilmiştim.
Bana haberi veren Zira olmuştu. H er ne olursa olsun benim ger­
çek dostum olarak kalabilecek tek m aym un, Zira, üzülmemi ve sı­
kıntımı olumlu karşılamış, yeni ailemle buluşmamı, bütün tehlikele­
re karşı sağlayabilmişti. Yeni do ğ an çocuk gündüzleri yakın bir
kontrol altında olduğu için onları ziyaretim ancak gece gerçekleşe­
bilmişti.
Oğlum u gördüm . Çok sağlıklı bir bebekti. A nnesinin m e­
mesini em erken otların üstünde yatıyordu. Bana benzem ekle bir­
likte annesinin güzelliğini almıştı. Kafesin kapısını açtığım zam an
Nova, tehdit edici bir tavırla hırladı. O da tehlikenin farkındaymış
gibi görünüyordu. H em en ayağa sıçramış, tırnaklarını gösterm iş,
fakat beni tanıyınca sakinleşmişti. Nova'nın doğum yapm ası, duru­
m unu bir kat d a h a nazikleştirm işti. O ğlum u büyük bir özlem le
öpüp bağrım a bastım. Bu arada, başımızın üstünde toplanan kara
bulutları düşünm ek bile istemiyordum.
Oğlum gerçek bir erkek olacak, insanları temsil edecek.
Eminim. H areketlerinden ve gözlerinden zeka fışkırıyor. Yeni bir
insanlık doğuyor. S oror gezegeninde yeni bir tür yaratılmış oluyor.
Büyüdüğü zam an yeni soyun önderi olacak ve...
Büyüdüğü zaman! Oğlum un gelecekteki durum unu düşün­
düğüm de korkuyla titredim. Üçüm üzün bir gün başarı sağlayaca­
ğından em inim . Üçümüz diyorum, çünkü Nova da bizlerden biri.
Ç ocuğuna bakışını görm ek yeterli. Evet, bu gezegendeki diğer ka­
dınların yaptığı gibi oğlumu yalıyor, am a gözlerinde sevgi izlerini
görüyorum .
Oğlum u yeniden otların üstüne yatırdım. H enüz konuşm u­
yor, fakat... aklımı kaçırmadım her halde, çürkü oğlum henüz üç
günlük! A m a bir gün konuşacak, şim diden norm al bir bebek gibi

113
ağlıyor. Oysa, diğer çocuklar yalnızca kişnem eye benzer sesler çı­
kartıyor. Nova, bu değişikliğin farkında. O ğlunun ağlam asını şaş­
kınlıkla karşılıyor.
Zira'nın gözünden de kaçmıyor. Biraz d a h a yaklaştı. Yu­
m uşak kadife tüylü kulakları dikkatle dikilmiş, çocuğu inceliyor. Bir
süre sonra bana işaret ederek gitmemizin gerektiğini bildirdi. Eğer
yakalanacak olursak, üçümüz için de çok tehlikeli olacağını biliyo­
ruz. Oğlum a bakacağına dair söz verdi ve sözünü tutacağını biliyo­
rum. Fakat, çocuğun bana benzeyeceğini biliyor. Y ardım elini çek­
m esinden dolayı başım ıza gelebilecekleri korkuyla düşünm ekten
kendimi alam adım . Ayrıca, bana gösterdiği yakınlıktan dolayı işin­
den bile olabilir. Zira'nın işinden atılm asına gönlüm razı olmaz.
Ailemi özlem le kucaklayıp yanlarından ayrıldım . Zira'nın
da beni taklit ederek burnunu oğlumun yanağına dokundurduğunu
gördüm . Nova, Zira'nın çocuğa dokunm asına kızmıyor! H er günkü
olaylardan olduğu için alışmış olacak!
Küçük odadan çıktık. Baştan aşağı titriyorum ve Zira'nın
da benim kadar duygulandığını görüyorum .
Zira, gözlerindeki yaşları silerek:
Ulysse” dedi. “Bu çocuğun aynı zam anda benim olduğu­
nu düşünüyorum !”

10.
Profesör Antelle'i ziyaretlerim her zam an acılı görev olu­
yordu. Yine enstitüde bulunuyordu, am a yardımımla konm uş oldu­
ğu hücreden alınarak başka bir kafese kapatılm ası gerekti. Zam an
zam an sinir bunalımları geçirmesi onu tehlikeli bir durum a soku­
yordu. Bir keresinde bakıcısını ısırmak istemişti. C ornelius, yeni
bir yöntem den em ey e karar vererek pro fesö rü , d ö şem esin e ot
konm uş bir kafese kapattırdı ve yanına hayvanat bahçesinde bera­
ber bulunduğu kızı verdi. Profesör Antelle, genç kızı hom urtularla
kabul etti ve tutum u h em en değişti. Şimdi sakin bir yaşam sürdü­
rüyordu.
K afesine gittiğim zam an onu çok sakin ve yaşam ından
hoşnut buldum. Biraz kilo almış ve daha gençleşm iş görünüyordu.

114
O nunla konuşabilm ek için elim den gelen her şeyi yapmıştım. Bu
gün de denedim , am a başarı sağlayam adım . Yalnızca kendisine
verdiğim kuru pastayla ilgiliydi. V ereceğim bir şey kalmayınca gi­
dip eşinin yanına oturdu. G enç kız hem en yüzünü yalam aya başla­
dı.
A rkam dan birisi konuştu.
“- G örüyorsun ya zeka nasıl kolaylıkla yok olabiliyor! ”
K onuşan Cornelius'tu, am a beni aram asının nedeni onun
hakkında konuşm ak için değildi. Benimle konuşm ak istediği çok
ciddi bir konu olduğunu söyledi. B ürosuna girdiğimiz zam an Zi-
ra'nın bizi beklediğini gördüm . Sanki ağlam ış gibi, dişi şem panze­
nin gözleri kıpkırmızıydı. Görünüşe göre, bana verilecek kötü bir
haberleri vardı. Fakat konuşm aya cesaret edem iyorm uş gibi görü­
nüyorlardı.
Oğlum m u?” diye sordum .
Zira, birden neşeyle yanıt verdi.
“- Sağlığı çok iyi.”
Cornelius, asık suratla:
H em de tehlikeli olabilecek kadar sağlıklı” diye ekledi.
O ğlum u bir aya yakın bir zam andan beri görm üyordum .
Güvenlik önlem leri eskisinden çok d ah a sıklaştırılmıştı. Yetkililer
tarafından kuşku ile karşılanan Zira, çok yakın kontrol altına alın­
mıştı.
Cornelius:
Ç ok sağlıklı” diye yineledi. “Gülüyor! Bebek m aym un gi­
bi ağlıyor... ve konuşm aya da başladı.”
“- Ü ç aylıkken m i?!...”
“- Bebekçe sesler, am a gelecekte norm al bir insan gibi ko­
nuşacağını gösteriyor. Z am anından önce gelişeceği kesin.”
Sevincim sonsuzdu. Zira, babalık davranışlarım karşısında
şaşkına döndü.
“- Fakat bunun bir felaket olabileceğini kavrayamıyor m u­
sun? Diğerleri onu özgür olarak bırakm ayacaklardır.”
Cornelius, sakin bir sesle:
“- Güvenilir bir kaynaktan aldığım bir habere g ö re” dedi,
“Büyük kurul iki hafta sonra toplanarak çocuğun gelişimini tartışa­

115
cak ve hakkında bir karar verecek. ”
“- N e kararı?”
“- Ç ok önemli bir karar. O ndan kurtulm ak isteyebilirler...
A m a hiç değilse şimdilik böyle bir şey söz konusu değil. Fakat an­
nesinin yanından alınacak.”
“- Ve ben onları bir daha görem eyeceğim , öyle m i?”
“- Hayır... A m a sözüm ü kesme. B urada toplanışımız, ken­
di kendimizi acındırm ak için değil, önemli bir çözüm aram ak için,
şimdi kesin aldığım bilgiler var. Önem li bir kurtuluş planı yapm ak
zorundayız. Oğlun, belirli bir odaya kapatılacak ve orangutanların
gözlem ine terkedilecek. Evet, Zaius, ne zam andan beri kudurup
duruyor ve bu kez bizi bastıracak.”
Cornelius, yumruklarını öfkeyle sıktı ve hiç duym adığım bi­
çimde küfür etti.
“- Büyük Kurul, salak Zaius'a güvenilem eyeceğini biliyor,
am a oğlunun m aym un ırkı için nasıl bir tehlikeye ned en olabilece­
ğini düşünerek, yönetim i benim elimden alarak o n a verm eyi uy­
gun buluyor. O ğlunun büyük bir tehlikeye ned en olam ayacağını
garantileyen Zaius'un sözüne inanm ış gibi görünüyorlar.”
Oğlumu, orangutanlar gibi aptal m aym unların eline bırak­
m ak istemiyorum, am a Cornelius'un sözlerini bitirmesini beklem ek
zorundayım.
Çornelius:
Maymun ırkına tehlikeli olabilecek yalnızca çocuk değil”
dedi.
K onuşam adan bekledim. Zira'ya baktığım da, dişi şem p an ­
ze gözlerini kaçırdı ve başını önüne eğdi.
O rangutanlar, bilimsel araştırm alarını yenilgiye uğrattı­
ğın için senden nefret ediyorlar ve goriller senin toplum içinde ser­
best dolaşm anı tehlikeli görüyorlar. Bu gezegende yeni bir soyun
oluşm asına neden olabileceğinden çekiniyorlar. D aha ileri giderek,
senin, diğer insanlara örnek olabileceğin üstünde duruyorlar. Eğit­
m eye çalıştığın insanların arasında bazı huzursuzlukların baş gös­
terdiği söyleniyor.”
Bu doğruydu. Kafeslerin bulunduğu koğuşu son ziyaretim­
de bazı değişikliklerin olduğunu görm üştüm . Koğuşa girişimde be­

116
ni, haykırarak karşılamışlardı. Gözlerinin yeni ışıklarla parladığını
görm üştüm .
Cornelius:
D oğruyu söylem ek g erek irse” dedi. “Kurulun senden
kurtulmaya karar verm esinden korkuyorum . Beyninin bazı parça­
larını çıkartarak deney yapm ak istem elerinden çekiniyorum. No-
va'ya gelince, seninle çok yakın ilişkisi olduğu için onu da ortadan
kaldırmaya istekli görünüyorlar.”
Olamaz! Kendimin, böylesine tehlikeli bir yaratık olabilece­
ğimi hiç düşünem ezdim .
Zira, elini om uzum a koydu.
“- Cornelius haklı” dedi. “Senden gizlemesi doğru olmazdı.
Fakat sana henüz söylemediği, seni yalnız bırakmayacağımız. Üçü­
nüzü de korum aya kararlıyız ve bazı cesur şem panzeler bize yar­
dım edecekler.”
Ne yapabilirim, soyumu temsil eden yalnız ben varım ?”
“- B uradan gitm elisin. G elm em en gerek en bu gezegeni
terketmelisin. Ait olduğun yere, D ü n y ay a dönm elisin. Oğlunun ve
Nova'nın güvenliği için gitm elisin.”
Zira, sanki ağlayacakm ış gibi sustu. B ana, düşündüğüm den
de fazla bağlı olduğunu anlıyordum. O ndan ayrılmak benim için de
zor olacaktı. Fakat bu gezegenden nasıl kaçabilirdim? Cornelius'un
bir planı vardı.
“- D oğru”, dedi. “S an a yardım edeceğim konusunda Zi-
ra'ya söz verdim, am a söz verm esem de yardım etm eye kararlıy­
dım. İşimi yitirecek bile olsam size yardım edeceğim . Sana yardım
etmekle, m aym unluk görevimi de yerine getirm iş olacağım. Çünkü
bizi tehdit eden tehlike, senin Dünya ya dönüşünle ortadan kalka­
cak... Bir zam anlar söylediğin gibi, uzay gem iniz sağlam ve sizi
D ünya’ya götürebilecek durum da m ı?”
Hiç kuşku yok. Bizi evrenin ucuna kadar götürebilecek
kadar yakıt, oksijen ve yiyecek vardır. Fakat gem iye nasıl ulaşabi­
leceğim ?”
Şu anda gezegenimizin yörüngesinde dolaşıyor. A stro­
log bir arkadaşım gem inin yerini saptadı ve yörüngesi hakkında
tüm ayrıntılı bilgileri kesin olarak biliyor. Gem iye ulaşm ana gelin­

117
ce, şimdi dikkatle dinle. O n gün sonra, uzaya içinde insan bulunan
bir deney uydusu atılacak. Belirli ışınların etkisini öğrenm ek istiyo­
ruz... Hayır, konuşm am ı kesme! Uyduya koyacağımız insan sayısı
üç. Bir kadın, bir erkek ve bir de çocuk.”
Durum u birden kavradım.
Cornelius, konuşm asını sürdürdü.
Uyduyu atm aktan sorum lu olan bilginler benim dostla­
rım ve onları kolaylıkla razı edebilirim. Uydu, gem inin bulunduğu
yörüngeye atılacak ve kısıtlı olarak yönetilebilecek. Uyduya konu­
lacak insanlar bir noktaya kadar eğitildi. O nlardan d ah a yetenekli
olduğuna göre yönetim işini başarabileceğine inanıyorum . Planı­
mız şu: Üç kişinin yerini sizler alacaksınız. Fazla güç olm asa gerek.
Söylediğim gibi, gerekli yardım ı buldum. Diğerleri o y nanan oyu­
nun farkına bile varm ayacaklardır.”
İnanm ası güç olduğu belliydi. M aymunların çoğuna göre,
insan insandı, o kadar. İnsandan insana ayrım gözetimi olabilece­
ğini akıllarına bile getiremiyorlardı.
“- Bu on gün süresinde seni sıkı bir eğitim e alacağım . G e­
m ine geçebileceğini düşünebiliyor m usun?”
Olması gerekiyordu. Fakat bu dakika düşündüğüm , karşıla­
şabileceğim güçlükler ve tehlike değildi. Zira ve Cornelius'tan ayrıl­
m ak bana üzücü geliyordu. O nlara alışmıştım ve gerçek dost bili­
yordum . Sanki onları büyük bir tehlikeyle başbaşa bırakıp kaçıyor-
m uşum gibi geliyordu bana. Fakat, Nova'yı ve oğlumu kurtarm ak
zorundaydım. Geri döneceğim , evet, kafeste tutsak olanların başı
üzerine yem in ederim ki, bir gün geri döneceğim . O zam an bütün
kozlar benim elimde olacak.
Öylesine şaşkındım ki, düşündüklerimi yüksek sesle söyle­
diğimi fark bile etm edim .
Cornelius, gülümsedi.
Sizin zam anınızda üç-dört yıl, yolculuk zam anınız, fakat
biz burada kaldığımıza göre aradan yüzyıllar geçmiş olacak. U nut­
m a ki o zam an sırasında biz de bir çok büyük adımlar atm ış olaca­
ğız. Bu tehlikeyi dostlarım şem panzelerle tartıştık ve tehlikeyi göze
alm aya karar verdik. ”
Ertesi gün yeniden buluşm ak üzere ayrıldık. Zira, bizden

118
önce gitti. Cornelius'a bütün kalbimle teşekkür ettim. Bütün bunla­
rı neden yaptığını düşündüm.
Sanki düşündüklerimi okum uş gibi:
Asıl Zira'ya teşekkür etm elisin ” dedi. “Y aşam ını o n a
borçlusun. B ana kalsaydı, bu kadar tehlikeye katlanıp katlanam a-
yacağımı bilemezdim. Fakat, cinayetlere ortak olsaydım, beni hiç
bir zam an hoşgörm eyecekti v e ...”
Sustu. Zira, koridorda beni bekliyordu. O nun duym ayacağı
bir biçimde fısıldadı.
“- Nasıl olsa, benim olduğu kadar onun için de bu geze­
genden gitm en gerekiyordu. ”
O dadan çıkınca, kapıyı arkam dan kapadı.
K oridorda Zira’yla yalnız kaldık. Birkaç adım dan sonra:
“- Zira!” dedim.
D urdum ve Zira'yı kollarımın arasına aldım. O da benim
kadar şaşkındı. Birbirimize sarılmış dururken burnunun ucundan
göz yaşlarının süzüldüğünü gördüm . Dış görünüşünün ne önem i
vardı! Beni etkileyen ruhsal durumu. Gözlerimi kapayarak, duygu­
sal durum da daha da çirkinleşen yüzünü görm ek istem edim . Bi­
çimsiz vücudunun titrediğini hissediyordum . Yanağım ı yanağına
sürm ek için kendimi zorladım. İki aşık gibi dudak dudağa gelm ek
üzereyken, birden beni itti ve uzaklaştı.
Ne söyleyeceğimi bilm eden dururken, Zira, kıllı ellerini yü­
züne kapadı ve hıçkırmaya başladı.
“- O h, sevgilim, olamaz! Utanıyorum , fakat yapam am , ya­
pam am ! G erçekten de hiç çekici değilsin!”

11.

Planımız başarıyla uygulandı, şimdi, yine uzay gemisinde,


ışık hızıyla, hatta artan bir hızla güneş sistemimize doğru yol alıyo­
ruz.
Yalnız değilim. Yanım da Nova ve Sirius var. Soror gezege­
nindeki aşkımın meyvası, halen (Baba) ve (Anne) sözcüklerini söy­
leyebiliyor. Gem ide ayrıca, iki tavuk, tavşan ve bilginlerin kozmik
ışınların nasıl etkili olabileceğini araştırm ak için gemiye koydukları

119
sebzeler var. Bütün bunların işe yarayacağını biliyorum.
Cornelius'un planı, adım adım uygulandı. Seçilen üç kişiyle
yer değiştirmemiz, kolaylıkla yapıldı. Nova'nın yerini, uzaya atıla­
cak olan kadın aldı ve çocuk Zaius'a verilecek. Ç ocuğun bir hay­
vandan farkı olmadığı çabuk anlaşılacak. Belki, artık tehlikeli olm a­
yacağımı düşünebilirler. Yerimi alan adam ın konuşm adığına şaşı­
racakları kesin, am a öldürm eyeceklerini biliyorum . D eğişm enin
yapıldığından kuşkulanm ayacakları da bir gerçek. D aha önce söy­
lediğim gibi, orangutanlar insanları birbirlerinden ayıracak yete­
nekte değiller. Zaius, başarı sağlamış olacak ve onun başarısı C or­
nelius üzerinde etkin olabilecek, am a böylesine önem li olabileceği­
ni sanm ıyorum ... Ne söylüyorum ! Şimdi unutuldu bile, çünkü,
uzayda geçirdiğim birkaç ay süresinde evrenin yaşı oldukça ilerle­
di. B ana gelince, Soror'da başım a gelenleri her zam an anım sıyo­
rum. Betelgeuse güneşi gittikçe küçülüyor ve bir balon görünüm ü­
nü alıyor. Uzay zam anı aramızı gittikçe açıyor. Belki, geri dönsem
aradan yüzyılların geçmiş olduğunu göreceğim .
Korkm am için ned en yok. Bana çok değerli olan iki kişiyi
kurtarm ayı başardım . O rada özlem ini çekeceğim kim var? Zira
mı? Evet, Zira. Fakat aram ızda oluşan duygusal durum un Dünya-
’da adı yok. H atta evrende bile isimsiz. Cornelius'la evlendikten
sonra doğuracağı küçük şem panzeyle avunacağı kesin. Profesör
Antelle? Profesörün canı cehennem e! O nun için yapabileceğim
hiç bir şey kalmadı. Büyük olasılıkla şimdiye deK aradığı yaşam ı
buldu! Zira olmasaydı ben de onun durum una düşm eyecek miy­
dim? Bu düşünceyle titredim.
Gemiye geçişimiz çok kolay olmuştu. Uyduyu yavaşça ge­
m iye yaklaştırdım. G em i'den ayrıldığımız zam an hava kom partı­
m anı açık bırakılmış olduğu için, gemiye geçişimiz kolay olmuştu.
S onra robot kontrollar bütün gedikleri kapatm ışlardı. Gemi içinde­
ki araçlar sağlamdı ve yörüngeden ayrılışımız bilgisayar yardımıyla
oldu. S oror gezegenindeki yardım cılarım ız, uydunun yörüngeye
oturtulam adığını ileri süreceklerdi.
D ünya zam anına göre bir buçuk yıldan fazla uzaydayız.
H em en hem en ışık hızına ulaşmış ve boşluğu bir solukta geçm iş­
tik. Küçük dünyam ızda çok mutluyuz. D aha bir yıl yolculuk y ap a­

120
cağımızı tahm in ediyorum.
Nova yolculuğa dayanıyordu. Gittikçe daha bilinçli davra­
nışlar yapıyordu. Annelik duygularının onu son derece değiştirmiş
olabileceğini düşünüyorum . Söylediği sözcükleri çok doğru kulla­
nabiliyor, henüz konuşm am akla birlikte işaretlerle anlaşabiliyoruz.
Sirius'a gelince, gerçekten de evrenin bir incisi, şimdi bir buçuk ya­
şında. Yerçekiminin ağırlığına rağm en rahatlıkla yürüyor ve kesik­
siz konuşuyor. O nu D ünyaya gösterebilm ek için sabırsızlanıyo­
rum.
Güneşimizin gittikçe büyümesini görünce içim nasıl değişik
duygularla doldu, anlatam am ! Bu kadar uzaktan sarı bir bilardo to­
pu gibi görünüyor. Güneşi, Nova'ya ve Sirius'a gösterdim . O nlara
yeni olan bu güneşin doğal özelliklerini anlattım ve anladıklarını
sanıyorum . B ugün Sirius ve Nova çok güzel konuşuyorlar. No-
va'da Sirius gibi öğrenim aşam asında, Annelik duygusunun böyle­
sine bir mucize yaratabileceği insanın aklına gelebilir miydi? So-
ror’daki diğer insanları da eğitebileceğim den emindim, am a Nova,
onlardan akıllıydı.
H er geçen gün güneş büyüyor. Teleskopla D ünyayı seç­
m eye çalışıyorum. Jüpiter, Satürn, Merih gezegenlerini görebiliyo­
rum ... Evet, işte D ünyayı gördüm!
Gözlerim yaşardı. M aymunlar gezegeninde benim gibi bir
yıldan fazla yaşam ış olanlar, ancak benim duygularımı anlayabilir­
ler... Yedi yüzyıl sonra ne ailemin ne de arkadaşlarım ın kalmadığı­
nı biliyorum, fakat insanları, uygar insanları görebileceğim için sa­
bırsızlanıyorum.
Lum boz deliklerine yapışm ış gibi D ünya’nın yaklaşmasını
izliyoruz. Kıtaları görm ek için artık teleskopa gerek kalmadı. Y ö­
rüngedeyiz. Eski dünyam ın çevresinde dönüyoruz. Avustralya'yı,
Amerika'yı ve ...evet, Fransa'yı görebiliyorum, üçümüz de hıçkırık­
larımızı tutamıyoruz.
G em inin ikinci botuna dolduk. D ünyadan atıldığımız za­
m an bunlar tüm ayrıntılarıyla hesaplanm ıştı. Paris'in yakınlarında
bir yere ineceğimizi um uyorum .
A tm osfere daldık. Frenlem e roketleri çalışm aya başladı.
Nova bana gülümsüyor. H em gülmesini hem de ağlamasını artık
121
öğrendi. Oğlum kollarını uzatmış, iri iri açılmış gözlerini görünen
m anzaraya dikmişti. H e m e n altımızda Paris var. Eyfel kulesinin
halen yerinde olduğunu görüyorum .
Kontrollara geçtim ve botu gerektiği gibi kullanabiliyorum.
Tekniğin bir harikası! Yedi yüz yıllık bir ayrılıştan sonra Orly'ye in­
meyi başarabiliyorum. Fazla değişiklik yok. H avaalanının term inal
binasından oldukça uzak sayılırız. Beni gördükleri kesin olduğuna
göre beklem ekten başka yapacak işim yok sayılır. Hava trafiği yok
gibi görünüyor. A caba havaalanı artık kullanılmıyor m u? Hayır, iş­
te bir araç! Benim günlerimin uçaklarına benziyor!
Binaların yanından ayrılan bir araç bize doğru geliyor. R o­
ketlerimi kapattım . Dünya'lı dostlarıma anlatacağım şeyleri kafam ­
dan geçiriyorum! Belki bana inanm ayacaklar, am a kanıtlarım var.
Nova ve oğlum Sirius var.
Araç yaklaşıyor. Oldukça eski bir kam yon olduğunu görü­
yorum . Böyle araçların artık m üzelerde saklanacağını düşündüğüm
için şaşkınlığımı gizleyemiyorum.
Ayrıca, daha canlı bir karşılama töreni bekliyordum. Beni
karşılam aya gelenler azınlık. Görebildiğim kadarıyla yalnızca iki in­
san var. Fakat ne kadar aptalım ... Gelenin kim olduğunu bilmeleri
olası mı? Fakat öğrenecekler...
Evet iki kişi görüyorum . Güneş ön cam ı parlattığı için o n ­
ları net olarak seçebilm em olanaksız. H em ö n cam ın pisliği çok
tuhaf! Bir şöför ve yanında başka biri var. Şoförün yanındaki ada­
m ın üstünde üniform a görülüyor. Bir subay olmalı. Omuzlarındaki
rütbeyi bile görem iyorum . Büyük olasılıkla alan kom utanı. Diğerle­
rinin de geleceğini biliyorum.
Kam yon bizden yirmi m etre kadar uzakta durdu. Oğlumu
kucağım a alıp ro k et b o tta n çıktım . N ova bir dakikalık bir
duraksam adan sonra peşim den geldi. Korkm uş görünüyor, am a
nasıl olsa alışacak.
Şöför kam yondan iniyor. Arkası b a n a dönük. A ram ızda
bulunan uzun otlar onu iyice görm em i engelliyor. Yanındaki yolcu­
nun inmesi için kapıyı açıyor. Yanılmışım, gelen bir subay, yüksek
rütbeli bir subay, çünkü rütbesini görebiliyorum. Sıçrayarak yere
atlıyor. Bize doğru yürüyor, otları geçti, şimdi onu d ah a iyi görebi­
122
liyorum. N ova bir çığlık a ta rak çocuğu kollarım dan çekip aldı.
Sonra yıldırım hızıyla rokete döndü. Ben, şaşkınlığımdan olduğum
yere yıkılmış gibi duruyorum , değil ayaklarımı, kollarımı bile kıpır­
datam ayacak kadar şaşkınım.
Bize doğru gelen, bir goril!

12.
Yazılı kağıtların üstüne eğdikleri başlarını ağır ağır kaldıran
Phyllis ve Jinn, bir süre konuşm adan birbirlerine baktılar.
Jinn, sonunda gülüm sem eye çalışarak:
İlginç bir hikaye” dedi.
Phyllis, düşünceleri içinde kaybolm uş gibi görünüyordu.
Ö ykünün bir bölümü sanki onu büyülemişti ve bazı gerçekleri kav­
ramış gibi görünüyordu. Düşüncelerini arkadaşına söyledi.
Jinn:
“- G örünüşe göre, D ünyanın her yerinde ozanlar var” de­
di. “Boşluğun her köşesi ozanlarla dolu. O zanların aynı zam anda
çok şakacı olduklarını düşünüyorum .”
Phyllis, bu sözlerin üstünde biraz düşündü, fakat Jinn ko­
laylıkla kanmıyordu. Fakat, istem ese de arkadaşının fikrine uymak
zorundaydı.
Haklısın, Jinn. B en de böyle düşünüyordum ... Bilinçli
insanlar? Zekası işlek insanlar? Bilinçli davranabilecek insanlar?
Hayır, bu olam az. Burada yazar çok ileri gitmiş. Fakat yazık!”
Jinn:
“- D oğru” dedi. “Eh, artık geri dönm ek zam anı geldi.”
Jinn, üç güneşin karışık ışınlarını yelkenine doldurdu. Dört
becerikli elini kullanarak yönetim ve k o n trol kollarıyla oynadı.
Phyllis, son düşünce kırıntılarını, kadife tüylü kulaklarını sallayarak
kafasından çıkarıp attı ve çantasını açtı.
D önüş makyajını yapm ak üzere pudriyerini çıkardı ve kü­
çük pom ponunu şem panze burnunun üzerinde dolaştırdı.

SO N

123
Alfa Yayınları Sunar
Türkiye’nin
sorunlarına ve siyasi
yozlaşmanın
nedenlerine ilgi duyan
herkesin okuması
gereken kitap:

Özelleştirme niçin mut­


laka gereklidir? Eşiğin
önündeki Türkiye, eşiği
nasıl atlayabilir? Daha iyi
bir demokrasi için neler
yapılabilir? Çalışma barışı
ve ücret dengeleri nasıl
sağlanabilir? Devlette yol­
suzluk nasıl önlenebilir?
Ülkemizde tarım ve hay­
vancılık nasıl gelişir? Yük­
seköğrenimin kalitesi nasıl
artırılabilir? “Adil Düzen"
çözüm olabilir mi? İstanbul
nasıl kurtulacak? Çevre
koruması için neler yapılabilir? Enflasyon nasıl sıfırlanabilir? ...
Bu kitapta aynca, Adnan Kahveci’nin başarılarla dolu yaşam öyküsünü
de bulacaksınız.

Derleyip yayma hazırlayan: Ali RECAN


(Eski Maliye Bakanlığı Müşaviri ve Bakan Özel Danışmanı)

Bütün seçkin kitapçılarda, Migros, Carrefour, Continent gibi büyük alışveriş mer­
kezlerinin kitap reyonlarında bulabilirsiniz. Dilerseniz bu kitabımızı son sayfada
açıkladığımız “Posta Çeki siparişi" sistemiyle üç Dolar karşılığı Türk Lirası bir havale
göndererek te isteyebilirsiniz. (Türkiye'deki hızlı enflasyon ve bir kitabın satışının yıl­
larca sürmesi nedeniyle Lira olarak fiyat veremediğimiz için özür dileriz.)
Alfa / Astroloji Dizisi 1. Kitap
Amerika’nın E vjm çıolfne AD AM S +
en ünlü astrologu
Evangeline B urcunu S öyle
ADAMS’ın tüm
dünyada Y azgını Öğren
milyonlarca satılan vii •’!-!,!'• ■ı ı iv>t u-r
eseri: > • ‘V
V

. ' , ? ti,
“Astrolojinin •î^ . aİ1 İİ # j % X ■ '\
Temel Kitabı”
İS ■
Bu kitapta kendi ■ J Şy i i
»s” /
yıldızınızı, yazgınızı ve
kişiliğinizi bulacaksınız. * • Y, , • a*‘t. .,••• ^
* •/ .^r
Hepimizin merak ettiği
sorular:
Kişiliğim Nasıl?
Yazgım nedir? Başarıya
ulaşabilecek miyim?
Nasıl bir eşle
evlenmeliyim? Ö’na nasıl
davranmalıyım? Sevgilimin kişiliğini nasıl daha iyi anlarım?
Sevdiğime kavuşabilecek miyim? Mutlu olacak mıyım? Bana neler
uğur getirir? Uğurlu günlerim, uğurlu renklerim nelerdir? Hangi
mesleklerde başarılı olurum?

Astroloji yaşamınızı aydınlatıyor!


Bütün seçkin kitapçılarda, Migros, Carrefour, Continent gibi büyük alışveriş mer­
kezlerinin kitap reyonlarında bulabilirsiniz. Dilerseniz bu kitabımızı son sayfada
açıkladığımız “Posta Çeki siparişi” sistemiyle iki Dolar karşılığı Türk Lirası bir havale
göndererek te isteyebilirsiniz. (Türkiye’deki hızlı enflasyon ve bir kitabın satışının yıl­
larca sürmesi nedeniyle Lira olarak fiyat veremediğimiz için özür dileriz.)
Alfa / Astroloji Dizisi 2. Kitap

w®Ya
W r
.A stroloji kitapları genellikle "Güneş
Burçlan” nı anlatmaktadırlar. Fakat
A stroloji yalnızca bu olsaydı, dünyada
j YüteMen
B u r c . ı ı ı n i z
12 İnsan tip i bulunması gerekirdi. v <' Y «ıs « r m ıu i/jir (»tkık'r.ı
A stroloji kitaplarından burcunuzu «t ♦>< , rr vı
okuduğunuzda, o burcun özelliklerinden
çoğu size uysa bile, bazılannın uymadığını ili'
görürsünüz. İşte burada, diğer gezegenlerin ■i ' »:
etkisinden, ö z e likle "Yükselen Burç la n
sözetmek gerekmektedir.
Bu kitapta yükselen burcunuz hakkında
yeterince b ilgi edinecek ve verdiğimiz
bilgi
hazır, hesaplanmış cetveller yaı Tımıyla
yükıselen burcunuzu kolayca’
bu İt
lablleceksinlz.

Ayrıca, burçlar ve sağlığınız, burçlar v


evlilik, burçlann birtofrleriyle İlişkileri,
O V IIIIA , l A l i y K U ■■■ V II u n r e t ı j ı ® ı ı ı ^ n ı w ı ı.
hangi burcun hangi burçla uyumlu olduğu
•gibi konular da bu kitapta yaratmaktadır.

£323 ASTROLOJİ DİZİSİ: 2

Bütün seçkin kitapçılarda, Migros, Carrefour, Continent gibi büyük alışveriş mer­
kezlerinin kitap reyonlarında bulabilirsiniz. Dilerseniz bu kitabımızı son sayfada
açıkladığımız "Posta Çeki siparişi" sistemiyle iki Dolar karşılığı Türk Lirası bir havale
göndererek te isteyebilirsiniz. (Türkiye’deki hızlı enflasyon ve bir kitabın satışının yıl­
larca sürmesi nedeniyle Lira olarak fiyat veremediğimiz için özür dileriz.)
1 2 . U ' i ’Mc-UiC 1 Kek»*' 8t*o

©âC&EI QQ©
Alfa Yayınlarının okuyuculara hizmeti:

GnjıiSîâCBSfeaS
Yayınlarımızı bütün seçkin kitapçılarda, Migros, Carrefour, Continent gibi
büyük alışveriş merkezlerinin kitap reyonlannda bulabilirsiniz. Bulamadığı­
nız kitaplan bütün postanelerde bulabileceğiniz aşağıdaki örnekteki gibi
pembe renkli posta çekleriyle “ Ali Recan 177512” nolu posta çeki hesabı­
na kitabın bedeli kadar bir havale de yatırarak ta isteyebilirsiniz. Postane­
ye yatıracağınız para yalnızca kitap bedelidir. Aynca bir havale ücreti öde­
meniz gerekmiyor.
Posta çekinin arka yüzündeki “ Yatıranın hesap sahibine notu” bölü­
müne istediğiniz kitabın adını yazacaksınız. Böylece bize ayrıca sipariş
mektubu yazmanıza da gerek kalmıyor.
Posta çeki maksuzunuz birkaç gün içinde elimize geçince, kitabınızı ka­
palı ambalaj içinde adresinize postalayacağız. Bu yöntemle kitap alan oku­
yucularımıza ayrıca, Alfa Yayınlannın ücretsiz broşürleri ve kitap tanıtım lis-

KUPON A ÇEK Y A TB M A HAVALESİ ALINDI


k re d ilim i harale turtam işaret leyinir.
□ H1

CAAE TEtO
tfAKl_ Soyadı :
Soyadı :-------
Adrea :
Adret
Soyadı :
Adraa :

1. Kk Hiamet
m?'"',
Y atınla» miktar (R akam la) Y atııılan miktar!

Y auyla: Y aln tt__ Ali Recan


Ihı- Ali Recan

LU1İ1E □BUU
Ali Recan

m a m kabul N a Kabul tariki 0«l<me No. Ödem e tarihi Kabul No. Kabul tarihi

No.!u hesabın» kaydedil- j Kabul m arket No. Ö deme m erkat No. Kabul nverke» No.
»e k Deere yatııılıniftu.
IS B N 9 7 5 - 7 1 2 8 - 0 6 - 6
•*!'*
o
~ 0 K E IE P İK

789757 128069"

You might also like