You are on page 1of 256

ANT YAYlNLARI: 54

BUyükleri l�ln: 4
Yarının
Derleyen:
L. FOMlN

TUrkiye Yayını:
ANT YAYlNLARI
Aralık 1971, !.stanbul

Kupak;
TAN ORAL

Dlzgi;
YÖNET MATBAASI

Baskı:
EROOLU KARDEŞLER
DÖRDÜNCÜ
GÜNEŞ

(Uzay Hikayeleri)

Türkçesi:
Tonguç Erden

ANT YAYlNLARI
Ca�aıog-ıu, Başmusahip Sok. 10/11, J:st,
.
ı YARININ
BOVOKLERINE

Daha onbeş yirmi y ıl öncesine kadar Jules


Verne'in bir tantezisi olarak bilinen uzayın feth i,
1 957'de Sovyetler Birliği'nin uzaya i l k yapma
uydu 1ı Sputn i k » i göndermesi, daha sonra Sov�
yet kozmanotu B inbaşı Gagarin'in ilk uzay uçu�
şunu yapması ve nihayet Amerikan astronotu
Neil Armstrong'un ay yüzeyine i lk kez ayak bas­
masıyle hayalden gerçeğe dönmüş ve insanoğ­
luna yepyeni ufuklar açmıştır.
Merih'in, Venüs'ün feth i , hatta i nsanoğ l u­
nun güneş sistemini de aşarak başka yıldız sis­
temlerine u laşması , artık b i l imin gündeminde­
dir.
G ü nü müzün insanı, gök cisimleri, uzay araç­
ları, uzay gezileri, uzayda hayat g i b i çeşitli u­
zay sorunları hakkında sürekli bilgi edinmek ça­
basındadır.
• 6 .
Uzay gazileri ve uzayı n fethi i l e ilgili olarak
özellikle Türkiye'de bugüne kadar çevril i p ya�
yınlanan �<Science fictionıı (hayal - bilim) kitap­
ların hemen hepsi, genç beyinleri insancıl amaç­
ların dışında şartlandırıcı ve yap ıcı olmaktan
çok yıkıcı niteli ktedir.
ANT YAYlNLARI, elinizdeki kitapla, yarı­
n ı n büyüklerine ilk defa bambaşka bir anlayış ve
ruhta yaz ı lmış, eğitici, öğretici ve yap ıcı nitelik­
teki uzay hikayelerinden bir demet sunmakta­
d ı r.
Çeşitli ülkelerin yazarları tarafından yaz ı l­
m ı ş uzay h ikayelerinden L. Fo rni n tarafından der­
lenan bu eser, sadece yarı n ı n büyükleri için de­
ğ i l , aynı zamanda bugünün büyükleri için de öğ­
retici, yarınlara bakış açı s ı n ı genişletici, insan
sevgisini diğer gezegenlerin acayip görünen
yaratıkianna dahi yönelecek kadar derinleştiri­
c i b i r nitelik taşımaktadır.
ANT YAYl N LAR I , bu nitel ikteki ı<science fic­
tionıı yayı n ı n ı başka kitaptarla da sürdü recektir.

ANT YAYlNLARI
' ILK KARŞlLAŞMA

Tommy Dert son çektiği stereo fotoğraflar­


la(*) kaptan ı n odas ı n a dal d ı : " Sanırım görevim
bitti. Çektiğim son iki fotoğraf da bunlar,, dedi.
Stereo fotoğrafları kaptana verdikten sonra
uzay gemisinin d ışındaki kozmik boşluğu yansı­
tan ekrana bir gözattı. ııCesaretıı adlı uzay gemi­
si yeryüzünden çok uzaktaydı. Çeşitli büyü klükte­
ki ve parlakl ıktaki yıldızlar ekranda yansıyordu.
Birçoğ u , yeryüzünden görülmesi mümkün ol ma­
yan yrldızlard ı . .
Birdenbire ekranda, uzay gemisinin önünü
saran parlak bir sis duvarı göründü. Yengeç Ne-

( •) Stereo fotoğraf: İzdÜ!'jiimle ekran üzeı·ine alınan


görüntüleı·i gövdelenmiş olarak, üç boyutlu gös­
teren fotog-raflar.
• 8.
bulası'ydı (�·ı bu. Dev gaz bulutunun uzunluğu al­
tı ışık-y ı l ı n ı (*�') , kal ı n l ı ğ ı ise üçbuçuk ışık-yı l ı n ı
buluyordu. Uzay g e m i s i art ı k nebulanm i ç i n e dal­
maktaydı. Bu aşamada Tommy'n in yapacağı h iç­
b i r şey yoktu ; görevi sona ermişti. Çektiği son
iki foto!;Jrafla, nebulanı n dörtbin yıllık dönemde­
ki hareketinin bütün tesbitlerin i tamamlamıştı.
Gerçekten büyük b ir bil imsel başarıyd ı bu. Ve
Tommy yaptığı işten gurur duyuyord u ! Tabii,
Tommy Dert dörtbin yaşında değ i ld i. Yaşı sade­
ce 22'ydi ama, Yengeç Nebulası yeryüzünden
tam dörtbin ışı k-yı lı uzaktaydı. Ve son iki fatağ­
rafa yansıyan ışığı ancak dörtbin yıl sonra dün­
yaya ulaşabilecekti.
Kaptan fotoğrafiara gözatarken, Tommy
ayakta dikilmiş, aylardan beri uzay gemisinde ge­
ç i rdikleri serüvenleri düşünüyordu.
B i rdenbire alarm zilleri çalmaya başladı;
alarm sesi geminin her köşesinde ç ı n l ıyordu.
Tommy Dort önce kaplana baktı, sonra göz-

('") Nebula: Bulutumsu yı�. Etrafındaki yakın ve


uzak yıldızların ışık saçmasına yada ışık emmesi­
ne göre karanlık yada ışıklı bir bulut gibi görü­
nür.
(•$) Işık yılı: lşığm boşlukta bir yılda aldı� yol,
5 878 000 000 000 mil ya•1a 9 460 000 000 000 km.
• 9 .

leri otomatik tesbit cihazına kaydı. Cihaz ı n ekra­


n ı nda saniyeden saniyeye h ı z l ı büyüyen bir leke
vard ı . Sonra ekran birdenbire altın sarısına kes­
ti ve artık hiçbir şey görünmez oldu.
ıdzlen iyoruz,n diye bağ ı rd ı kaptan, <� birileri
bizi takibediyor, ekran bu yüzden sarıya kestbı .
<ı lzleniyor muyuz?ıı d iye dehşetle sordu
Tom my. <<Yani ekrandaki leke başka bir uzay ge­
misine m i ait? Nas ıl olabilir? Dünyadan o kadar
uzaktayız ki. Bu nebulaya yeryüzünden başka
bir uzay gemisi gönderildiğine dair hiçbir me­
saj almamıştı k!ıı
" Evet, bir uzay gemisi. Ama dünyadan de­
ğ i hı, diye alçak sesle cevap verdi kaptan.
Sonra kontrol masas ı n a geçerek iç haber­
leşme düQmesine bastı.
n Herkes tetikte olsun! Herkes silah baş ı n a!ıı

ııDemek dünyalı bir uzay gemisi değil, öyle


m i ? ıı diye sordu Tommy Dort. « Demek ki. .. ))
ı1 G alaksimizde(*) kaç güneş sistemi var?ıı
dedi kaptan. u Ve kaçında hayat var? Ve n e bi­
çim hayat? Eğer bu uzay gemisi yeryüzünden

(*) Galaksi: Evreni ıneyüana getiren yıldızc, yıldız


Idiıneleri, nebula kUrneleri gibi gök cısimlcrinden
olu§an büyük yıitJ.n.
• 10 •
gelmiyorsa . . . yani başka bir yıldızdansa . . . onun
için her ihtimale karşı tetikte olmal ıyız.ıı
O anda kaptan, Tommy'e çok bitkin görünü­
yordu.
" Bizim kadar yada bizden daha uygar başka
canlıların varolup olmadığı b i l i msel kitaplarda
ve dergilerde defalarca tartışıldı. Işte bunlarla
i l k defa karşılaşmak bize nasibol uyor. Başka
canlı larla ilk defa karş ı l aşmak sorununu şimdi
pratik olarak çözmek durumundayız,, diye de­
vam etti kaptan.
" B ize karşı dostça davran ırlar mı dersiniz?ıı
Kaptan tekrar ekrana baktı, ekrandaki leke
gittikçe daha büyüyordu. Ve göstergelere bakı�
l ı rsa BO bin mil uzakta o l malıydı.
"l lerl iyor," dedi, " bize doğru yaklaşıyor.
Dostça mı? Belkil Kendileriyle temas kurmaya
çalışacağız. Fakat her ihtimale karşı toplan atı­
şa haz1r tutalı m . "
Kaplanın « t o p " dediği silahlar, mahvedici
ışın kusan korkunç metal ejderhalardı. Bunları
meteeriara karşı kullanıyorlard ı . Gerçi savaş si­
lahı değillerdi ama, gerektiğinde bunun için de
kullanı labilirlerdi.
ııTopları mı em rettiniz? N i ç i n ? ıı
Kaptan gözlerini ekrandan ayı rm ıyordu:
• 11.

" N için,, diye tekrarladı ve devam etti: (<öte­


ki uzay gemisi hakkında hiçbir şey bilm iyoruz,
kend i m izi teh l i keye atmamalıyız. Kuşkusuz, ken­
dileriyle temas kurmaya çalışacağız; neyin nesi
olduklarını ve hele nereden geldiklerini öğrene­
bilmek için elimizden geleni yapacağız. Dostl uk
kurabilmek için hiçbir gayreti esi rgemeyeceğiz.
Ama pek de şansl ı olduğumuzu sanmıyorum. Bü­
yük bir teh likeyle karşı karşıyayız. Düşünsene bir
kere! Tesbit cihaziarı var ve belki bizimki lerden
de mükemmel. Farkı na varmadan bizi yeryüzü­
ne kadar izleyebil irler. O zaman olacaklan düşli­
nebil iyor musurı? Ne yaparlar dersin? Kesin l i kle
bi lemeyiz ama, uzay gemilerini yeryüzüne gön­
derip tüm insan l ı ğ ı bi rkaç saniyede yokedemez-
ler m i ? �ı
« N eyin nesi olduklarını b ilemediğim ize gö­
re, kendimizi göz göre göre teh likeye atmama­
lıyız,, diye üstüne basarak tekrarladı kaptan.
I ç haberleşme cihaz ı n ı n düğmesini çevird i :
(< Brown, ıı diye emretti. ( < Gemideki bütün yıl­
dız haritaları, bütün diyagramlarC') ve yeryüzü­
ne dönüş yo lunu gösteren bütün fotoğraflar im-

('") Diyugnım: Herhangi bir olayın de�işimini gös­


teren gTufik.
• 12.
h a edil meye haz ı r ha l e getirilsin. E m i r veri l i r ve­
rilmez de yokedilsin ! 11
Kaptan kab ini çok sakindi. Ekrandaki cisim
büyüdükçe büyüyordu. Artık bu c i s m i n b i r uzay
gemisi oldu!}u aç ı kça farkedilmeye başlamıştı.
Fakat, uCesarehten çok farklı bir uzay gem isiydi
bu. Siyah renkte ve armut biçimindeyd i. Ve Ce­
saret'e hızla yaklaşıyordu.
ıı Bize do!}ru gel iyor, 11 dedi Tommy. u Seiki
onlar da aynı şeyi düşünüyorlar. Kendilerini ta­
kibedip, yıldı zları n ı n yerini öğrenmemi� teh l i ke­
s i n i . . Ne yapacaklar dersiniz? Bizimle temas
kurmaya m ı çalı şacaklar, yoksa derhal silaha mı
davranacaklar? 11
Gemiler, birbirlerine g ittikçe daha çok yak�
laşıyorlardı .
Cesaret'in kaptanı sükunetle ayakta dikili­
yar, parmağ ı n ı , ışın toplarını en kah redici şekil­
de ateşieyecek olan düğmenin üzerinden ayı rmı­
yordu.
Tommy Oort yabancı gemiye bakarak düşü­
nüyordu. Bu yabancıla r böyle bir uzay gemisine
sah i p bulunduklarına göre, uygar i ı Ma hayli ileri
olmal ıydılar. Uygarl ı k ise, ancak uzak görüşlü­
lüğün eseri olabi lirdi. Ş u halde bu yabancılarda
iki uygar nes l i n ilk karşı laşmasındaki tüm tehli-
• 13 .

kaleri en az Cesaret'in mürattabatı kadar farke­


d iyor olmalıydı lar.
Barışçı bir buluşma her iki tarafın da tek­
noloj i lerini ve b ilimser gel işmelerini birbirietine
tanıtmaları n ı saölayabilirdi. Bu en az dünya in­
sanları kadar onlar için de önem l iydi. Ama ya
bu iki farkl ı uygarl ığın insanları bi rbirleriyle i l iş­
kiye geçtikfen sonra, bir taraf diğerini egemenli­
ğ i altına almaya kal kışı rsa .. öyle ya, belki de
yabancılar yeryüzü insan l ı ğ ı n ı pançeleri altına
almak hevesindeydiler. Belki de yeryüzü insan-­
ları n ı n böyle bir heves peşinde olduğunu düşü­
nüyorlard ı . Nasıl ki, yeryüzü insanları bu konu�
da yabancı lara karşı içlerinde şüphe taşıyorlarsa,
büyük bir ihtimalle onlar d a yeryüzü insanları­
n ı n barışseverl iği konusunda kuşk u l u olabi l i rler­
di.
Ama herhalde onlar d a derhal si l a h a dav­
ranmayacaklardı. Her iki taraf da kendi uygar­
l ı kları n ı güvenlik altına almak için önce karşı ta­
rafı tan ı m aya ve gerçek niyetlerini yoklamaya
çalı.şacaklardı .
Kaptan parmağ ı n ı h alA düğmenin üzerinden
kaldırmıyor, bekliyordu .
Hoparlörden sessizliği yırtan bir konuşma
duyu l d u :
• 14 .
u öteki gemi durdu kapta n ! "
u Modüle edilmiş(*) k ı s a dalga b ir sinyal gön­
derdiler. Sinyal olmasına sinyal ama, hiçbir şey
anlayamadık,ıı diye ekledi bir başka ses.
ı<Herkes gem iye d ikkat kesilsin. B i rşeyler
yapıyorlar, » diye bağ ı rd ı kaptan.
Ufaktefek ve yuvarlak birşeyi boşl uğa bı rak­
t ı ktan sonra, siyah uzay gemisi uzaklaşmaya baş­
ladı.
u Uzaklaşıyorlar kaptan,, diye bağ ı rd ı bir
ses, « boşluğa b ı raktıkları şey ise olduğu yerde
d uruyor.ıı
Bir başka ses devam etti, « modüle edilmiş
kısa dalga sinyalleri artı rdılar kapta n . »
uYerinde bir iş yaptılar kapta n , » dedi
Tommy, u eğer o şeyi bize doğru gönderselerdi
bomba yada benzeri birşey fı rlattılar d iye düşü­
necektik. Oysa sadece yaklaşıp b u cismi sabit
bir şekilde bıraktıktan sonra uzaklaşt ı lar. Artık
biz de gemimizi tehlikeye atmadan temas kur­
mak için bu cisme bir arkadaş yada bir araç gön­
derebiliriz.ıı

(•) Modülc edilme, modillP..">yon: Telefon, telgraf, rad­


yo, televiZyon gibi haberleşme araçlarında kul­
lanılan elektrlg-in faz, frekans gibi özelUklerinin
degi§tirilnıesı.
• 15 .

Kaptan gözlerini ekrandan ayı rmadan cevap


verdi:
" D o rt, uzaya çıkıp bu esrarengiz cismi göz­
den geçirmeni istese m . . Bu bir emir değil
ama .. . "
" Başüstüne kaptan, , diye çakıldı Tommy,
.. araç falan da istemem. Atomik tepkili bir uzay
elbisesi ile bir inceleme c i h azı yeter bana.ıı
Yabancı gemi uzaklaşmaya devam etti. K ı rk,
seksen, dörtyüz mil . . Sonra orada stop edip
beklerneye başladı.
Tommy, uzay elbisesini üstüne geçirip, ha­
va boşl uğundan süzülerek Cesaret'ten ayrıld ı .
Artık nebula nın ışıl ış ı l boşluğunda küçük siyah
cisme doğru yüzüyordu. Etrafı ndaki boşlukta
başka hiçbir katı cisim yoktu.
Nihayet hedefine u l aştı. Bu, iki metre çapın­
da siyah bir küre idi. Dört tarafa açılan küçük
vantuzları vard ı. Tommy önce küreye şöyle bir
gözattı. Fakat dikkatini çekecek b i rşeye rastla­
yamadr. Alt tarafı, üzerinde vantuzlar bulunan si­
yah metal bir küre idi işte.
" Ben birşey farkedernedim kaptan,» diye ko­
nuştu mikrofona, .. sizin ekrandan gördüğünüzden
farklı birşey göremedi m . ıı Tam sözünü bitirmişti
ki, birdenbire bir titreşi m h i ssetti. Küçük siyah
• 16 .
kürenin bir bölümü açı l d ı . Tommy kürenin için­
d e donuk kırmızı ışık saçan bir levha gördü.
«Çok güzel Dort,» diye seslendi kaptan,
«Şimdi inceleme cihazı n ı levha ile karşı karşıya
gelecek şekilde Içeriye b ı rakıp gem iye d ön !
Kü ç ü k küre nin ne d e n oraya brrakı ldıfjını anladık.
Bizimle haberleşrnek için kızı l-ötesi(*) sinyar
gönderen bir robot bu! Şimdi bizim mesaj!arımı­
zı iletecek aracı küreye yerleştirmek üzere oraya
bir arkadaş daha yol l uyorum . »
Tommy gemiye dönerken, atomik tepkili
uzay elbisesi giymiş öbür arkadaşı, aracı yerleş­
tirmek üzere küreye doğru yüzüyordu .

Daha sonraki birkaç g ü n Cesaret'te hava
çok gergindi. Ve tabii yabancı gemide de .. Ya­
bancılar sürekli olarak karş ı l arındakileri gözetw
!erken, dünyalılar da aynı şeyi yapıyorlardı. Si­
yah küçük küre, nebulan ı n parlak boşluğunda
M.ıa olduğu gibi duruyordu. Her iki geminin ha­
berleşme araçları, kürenin içindeydi ve bu saye­
de artık haberleşme mümkün hale gelmişti.
Tommy Dort, bu haberleşme faaliyetinde en
(*) Kızıl-ötesi: Prizmadan geçım beyaz ışıı;ın aynl·
dıgı. 7 renkli ışık tayflnda kırmızı ışı15!n ötesinde­
ki alanda yayılan ve gözle görU!emeyen ışınlar.
•n•

aktif olanlardan biriyd i . Gerçi onun ası l görevi


Yengeç Nebulas ı ' n ı n fotoğraf tesbitlerini yap�
maktan ibaretti. Ama artık bu konuda yapacağı
bi rşey kalmamıştı, bu yüzden kaptan. yabancı lar­
la haberleşme görevin i ona vermişti.
B i rkaç gün sonra geminin yard ımcı b i l g i n i
i l e birlikte, haberleşme konusunda raporunu ver­
mek üzere kaptan kabinine g itti.
" Haberleşme sorun u n u n i h ayet çözebildik,ıı
dedi yard ımc ı bilgin. "Artık onlara istediğiniz
mesajı gönderebileceği miz gibi, onların verecek�
leri cevapları d a anlayabi l iriz. Söyled iklerinin
gerçek olup olmad ı ğ ı n ı garanti edemeyiz tabii . ıı
u Bazı cihaziarı kul lanarak,ıı diye devam et­

ti genç bilgin, ı< bir çeşit çeviri cihazı yaptık. On­


lar bize kısa dalga frekans(*) modülasyo nları
gönderiyorlar, biz de hazı rlad ı ğ ı m ız bir kod sa­
yesinde bunları sese dönüştürüyoruz. On lara bir­
şey söylemek istedi ğ i m izde de, sesleri frekans
modülasyon larrna çeviriyoruz.,
u Peki ama,ıı diye sordu kaptan, <ı bütOn b u
değişikliklere neden gerek duydunuz? , B u n u
T o m m y cevaplandırd ı :

(•) Frekans: Belli bir zaman birimi içinde (çog"un­


lukla bir saniyede) sürekli olarak yapılSJl tek­
rarlann, titreşim ve salınımiann sayısı.
• 18 .
u Sanıyorum ki, bunlar konuşmalarında bile,

ses kullanm ıyorlar. Haberleşme odasında bun­


ların birbirleriyle nas ı l konuştuklarına dikkat et­
tik. Mikrofon. da kullanmıyorlar. Sadece antene
benzer birşey göze çarpıyor. Herhalde birbirle­
riyle konuşu rken mikro dalgalar kul lan ıyorlar.
Tıpkı bizim ses ç ıkartmamı z gi bi, onlar da mikro
dalgalar yayıyorlar.n
Kaptan Tommy'ye bakt ı .
11Telepati mi d e m e k istiyorsun,ıı d iy e sordu.
11Evet,ıı dedi Tommy, .. tabii onların açısın-
dan bakarsanız, bizimki de onlara göre telepati.
SaQ ı r oldukları için bizim birbirimizle konuşur­
ken sadece dudakları mızın k ı pı rdad ı Q ı n ı farke­
debil iyorlar. Fakat bu dudak hareketlerinden ses
çıkarttı ğımızı anlayamıyorlar. Elektronik cihazıa­
rın yard ı m ıyla herşeyi sembol leştirmeye çalıştık.
Resim ve d iyagramlarla da fiil ve sı fatları bellr­
ledik. Ş u anda gerek onların gerekse bizim an­
layabileceQ imiz birkaç bin kelimelik bir sözlüğü­
müz var. Eğer isterseniz, onların kaptanıyla der·
hal konuşabilirslniz.n
" H ı m m m ... Çok ilginç, n dedi kaptan. " Peki,
psikolojileri hakkında ne düşü n üyorsunuz? ı•
Yard ı m c ı bilgin: <� Birşey söylemek zor kap­
tan,n diye cevap verdi. u Ama san ı r ı m ki, birçok
• 19 .

bakı m lardan dünya insanlarmdan pek de fark lı


değil. A ş a ğ ı yukarı ayn ı g e li ş m e seviyesinde o l ­
malı lar. B e l k i d e , uzayın her köşesinde zeka d u �
r u m u birbirinden p e k farklı deQII. ıı
Tom my bu arada söze karışt ı :
« O ksijenle solunum yapıyorlar. Daha birçok
bakı mdan da bize benziyorlar. üstelik de çok
nükteci adamlar, espriye bay ı lıyorlar.ıı
« Pekala, , dedi kaptan, «gidip kaptanlarıyle
konuşalı m baka l ı m . ıı
Haberleşme odas ın a geçtiler. Kaptan alıcı­
verici c i hazı n önüne oturdu. Tommy'de mekani k
çeviricin i n başına geçti. Uzay boşluğundan diğer
gemiye b i r sinyal gönderir göndermez, ekranda
öteki geminin haberleşme odası göründü. Yaban­
c ı lardan biri ekrana yaklaşarak kaptana baktı.
Gerçi d ü nyalı lara benziyordu, fakat alışılmış in­
san tipi değildi. Kafası n d a saç, suratında sakal
yoktu. G özleri minicik yuvarlaklar biçimindeydi.
Boyn u n u n iki tarafında solungaçler vardı .
ıı Bugün, nesillerimiz i ç i n çok önemli b i r�
gün,» dedi kaptan, ıı i l k teması kurduk. Umarı m
ki b u dostça bir temas olsu n . ıı
B i r dakika sonra b i r cevap geld i . Ve Tom my
yüksek sesle okudu:
ıı Çok hakiısınız ama, dünyalarımıza canlı
• 20 .
dönmemizi sağlayacak formü lü de söyleyebilir­
misiniz? Biz bir türlü bulamıyoruz. Bana öyle g�
l iyor ki, iki taraftan biri eninde sonunda öldürü­
lecek . . . »
Cesaret'in kaptanı böyle bir çı kışa herhangi
bir cevap verebilecek durumda değildi. Sadece:
« Ş i md ilik bunu b ir yana bı rakal ı m . Birbiri­
miz hakkında daha fazla şeyler öğrenmeye ve
bilgi alışverişinde bulunmaya bakal ı m , u demek­
le yetindi.
Bunun cevabı :
« Pekala! Beklemeyi v e bilgi a l ı şverişinde bu­
lu nmayı kabul ediyoruz, ,, oldu.
Bu i l k temastan sonra, Cesaret'in b i lg i nleriw
nin başları n ı kaşıyacak hali kal madı. Hergün ya­
bancılardan yeni b i l i msel bilgiler alıyor, kendi
bilgilerini de o nlara aktarıyorlard ı . Fakat iki ta­
raf da çok dikkatliydl. Yıldızlar ı n ı n yerini belirle­
yecek herhangi bir b ilg i vermekten çekiniyorlar­
dı. Çoğu zaman verdikleri bilg ilerden hangisinin
karşı tarafa ipucu sağlayabi leceöini önceden
kestirem iyorlard ı . örneğin, yabancılar kızı l -ötesi
ışınla görüyorlardı. Şu halde onların sisteminin
güneşi, k ı z ı l-ışı n bakımından kısırdı. Verd iği bü­
yük enerji ı ş ı n ı ise, insan gözü n ü n görebildiği
tayf diliminin altındayd ı . Cesaret'in bilginleri bu-
• 21 •

nu keşfettikleri zaman, yabancıların insan gözü­


nün görebileceği ışık tayfı sayesinde dü nyan ı n
güneşini de tesbit edebileceklerini anladılar.
Böyleyece dünyanı n yerin i de tah m i n edebil i rler­
di.
Bütürı bunlar çok ciddi sorunlar olmakla be­
raber, bazı eğlendirici olaylara da yol açmaktan
geri kalm ıyordu. Bir keresinde Cesaret'in b i lg in­
ıeri yabancı lara bir yıldız haritası göndermek zo­
runl u l u ğ u ile karşı karşıya kalmışlardı, fakat ger­
çek bir y ıld ız haritası da göstermek işlerine gel­
miyordu . Bunun üzerine Tommy Dort, yabancılar
Için uydurma bir yıldız haritası hazırlayarak, kar­
şı tarafa aktardı.
Buna karşı l ı k yabancılar d a kendi yıldızları­
na ait olduğunu söyledikleri bir harita gönderdi­
ler. G e l gör ki, Cesaret'in. bilg inleri harita üze­
rinde g ü n lerce çalıştıktan sonra aynı şekilde oyu­
na getir ild iklerini anladılar. Zira bu harita Tommy'
nin yabancı lara gönderdi� i haritanı n aynada yan­
s r m r ş aksiydi.
Bütün bu bilgi alışverişi sü resince Tommy
Dort sürekli mekanik çeviricinin başında çalışı­
yordu ve çok geçmeden yabancı gemide de bir
yabancı n ı n aynı şeki lde çeviri makinasında sü-
• 22 .
rekli çalıştı ğ ı n ı farketti. Derhal dost o l d ular, hat­
ta Tommy ona « Buckıı ad ı n ı taktı.
Haberleş riıe nin üçüncü haftası n d a Tommy
beklenmedik bir mesaj aldı:
Sen çok iyi bir lnsansın. Ama ne yazık ki
birbirimizi öldürmek zorundayız. -Buck.
Tommy d e aynı endişeyi taşıyordu, derhal
cevapladı:
Birbirimizi öldürmekten başka çıkar yol bu­
lamaz mıyız?
Bi rkaç dakika sonra yeni bir mesaj geldi :
Birbirimize ilimat edebilirsek, tabii ki bir çı­
kar yol bulabiliriz. Sizlere güvenmeyi çok ister­
dik. Ama mümkün değil, tabii siz de bize güve­
nemezsiniz. Ya siz bizi yıldızımıza kadar izleye­
ceksiniz, yada biz sizi. -Buck.
Tom my Dort mesajları kaptana gösterdi : ,
<< Bak kaptan , ıı dedi, « b U yabanc ı l a r da insan.
Niçin onlarla çarpışalı m ? ıı
Kaptan. üzü ntü rü ve yorgun b i r sesle cevap
verd i :
« Hakl ı s ı n Tommy. Onlar da insan, onlar da
oksijenle yaşıyorlar, onların havası yüzde 28 ok­
sijen, bizim dünyamızınki de yüzde 20! Bu de­
mektir ki, onlar da bizim dünyamızda pekala ya­
şayabi l i rler. Ya y ı l dızları on lara çok dar gel iyor-
• 23.

sa? O zaman dünyamızın yol u n u on lara göster­


ıneyi göze alabilir miyiz ? ,
<� Ha-hayır, u d e d i Tommy mutsuzca.

Gerçi her iki gemi de bilgi al ışverişini sür�
dürüyordu ama, son. hesaplaşma için amansızca
bir haz ı r l ı Q ı d a ihmal etmiyorlard ı .
Cesaret'in mürettebatı son savaşa bütün gü­
cüyle hazı rlanıyordu: Işın topları tekrar tekrar
kontrol ediliyor, atışa hazı r hale getiri l iyordu. Bü­
tün haritalar, diyag ramlar ve fotoğraflar bir yere
toplanmış, her an için yokedilmeye hazır duruma
getirilm işti. Gemide atom bombası yoktu ama,
atom gücüyle çalışan birçok araç vard ı . Bunla­
rın çoğu da nükleer bombalar haline geti rilerek
geminin çeşitli yerlerine yerleştirildi. Gerektiğin­
de geminin bir anda imha edilmesi artık işten bi­
le değildi.
Tabii son mücadelenin kaybed i lmesi halin­
de gemi kendi kend ini imha edecekti. Casarat'te
hiç kimse son savaşı kaybetmeyi kendine yedi­
remiyordu. Ama işin do ğrusu, savaşı kazanmak
da bir türlü içlerinden gelmiyordu. Çünkü, her­
şeyden önce savaşmak istemiyorlard ı . Ama baş­
ka bir ç ı kar yol da görünmüyordu .
Bu sorun üzerinde en çok kafa yoranlardan
• 24 .
biri hiç şüphesiz çeviri makinas ı n ı n başından
b i r türlü ayrı l amayan Tom my Dort idi. N i çi n sava­
şı l acakt ı? ö l m e k niçindi? Neden dostu Buck'u
öldürmel iydi, yada Buck neden onun canına kas­
detmel iydi? Hayı r, hayı r. .. Bu sorunun başka bir
çözümü de mutlaka olmalıydı.
B i rdenbire Tommy Dort bu çözü mü görür gi­
bi oldu.
Çok basitti . . . Düşünce silsilesini kaybli!tme­
mek için e n ufak bir hareket yapmaktan korku�
yord u . Adeta taş kesilmişti.
Sonra birdenbire ayağa fı rladı ve hızla kap­
tan kabinine daldı.
ıı Galiba b uld um kaptan," d iye tartarak ko­
nuştu, ııarad ı ğ ı m ı z çözümü buldum. öteki gemi­
ye bir mesaj gönderip şu öneride b u lu n u rsak . . . n
Tommy konuşu rken kaptan kabininde sinek
uçsa duyulacak kadar derin bir sessizlik hüküm
sürüyordu ve odan ı n karanl ı ğ ı n ı sadece ekranda
yansıyan yıldızların panltı ları bozuyo rdu .

Kaptan beraberinde Tommy olduğu halde
hava boşl uğundan uzayın derinliğine süzüldü. Bu
önemli görevi bizzat üstlenmek istemişti. Eğer
kendisi ve Tommy öldürülecek o l u rsa, aynı anda
Cesaret'in kalan mü rettebatı savaşa g i recekti.
• 25 .

Gemiden süzülen iki dünyalı , nebulanın bağ­


rında d u ran siyah küreye doğru yüzmeye başla­
d ı lar.
Sonunda küreye u laştılar ve beklerneye baş­
ladı lar.
Çok geçmeden nebulanm sisi içinde iki gö­
rüntü daha belirdi. Bunlar, Cesaret'e doğru iler­
leyen iki yabancı idi. Onlar da siyah küreye u l a­
şıp, orada durdular. Yabancılar dünyai r iara göre
daha kısa boyluydular. M iğferlerinde kendileri
için öldürücü olan ultra-viole(*) ış ı nlarını süzen
filtreler vard ı .
Tommy'nin kulaklığı ndan birdenbire Cesa­
ret'in haberleşme odas ı n ı n gönderd iği mesaj du­
yuldu:
" G emile rinde sizi beklediklerini bildirdiler.
Hava boşluğundan içeri alacaklar.•>
Tommy daha sonra kapta n ı n sesini duydu:
ı1 Dort, yabancı ların üstlerine bir göz at. Bak
bakalı m bombaya benzer birşey var m ı ? ıı
" Hayı r kaptan, teh l i ke li birşey görünmüyor. »
Kaptanın verdiği işaret üzerine yabancılar
Cesaret'e doğru süzülmeye başlad ı l ar. Kaptanla

(•) Ultra-viole: GörU\ebilen ışık tayfınduki mor renk­


ten ötede kıılıın ışın. Dalga boyu görülebilen ışık·
tan lnsa, X- ıııınla�ndan uzundur.
• 26 .

Tommy'de yabancı gemiye doj;jru yola koyuldu·


lar.
Çok geçmeden siyah gemiye u laşmışlardı bi·
le. Bu çok büyük bir gemiydi, Cesaret'ten de bü­
yük. Hava boşlu�u açıldı ve iki d ü nyalı içeriye
do�ru süzü ldüler. Arkalarından. kapı kapandı.
Içerde müthiş bir hava cereyanı ve suni olarak
yaratılmış bir çekim gücü vard ı . Sonra bir di�er
kapı açı l d ı . Karşı larında karanlık b i r koridor be­
l i rdi. To mmy ve kaptan mi�ferlerin i n üzerindeki
fenerleri yaktı lar. Yabancılar kızı l-ötesi ışınla gö­
rebildikleri ve beyaz ışı n gözlerine kör edici etki
yaptığı için, dünyalılar miğferlerine koyu kızı l fe­
nerler takm ışlardı.
Yabancı lar, dünyalı konuklarını koridorda
bekliyorlardı . M iğferlerden süzülen ışınlar gözle­
rini kamaştı rmıştı.
Tommy tekrar haberleşme odası n ı n mesajı­
n ı duydu!
•• Kaptanları n ı n sizi beklediğ in i bildiriyorlar. n

Tommy ile kaptan koridorda i lerlediler. Sol­


gun kızıl ışıkta kendilerine çok yabancı ve meç­
hul gelen. birçok şey gördüler.
« M iğferimi çıkartsam iyi olacak kaptan, n de­

d i Tommy.
Baş ını açt ı , hava fena değ i ld i . . Suni yerçe-
• 27.

kimi Cesaret'tekinden daha zayıftı. öyleyse, ya­


bancıların yıldızı dünyadan daha küçük olmalıy­
dı.
Sonunda, yabancı kaptanı n kendilerini bek­
lediği odaya vardılar.
Haberleşme odasından yeni b i r mesaj gel­
di: <<Yabancı kaptan sizi görmekle çok mutlu
olduğunu söylüyor. Ama iki geminin karşılaşma­
s ı n ı n yarattığı sorunu çözmek için de bir çare
bulamamış. Tek ç ı kar yol varm ı ş ! »
u Y a n i savaş,» diye tamamladı kaptan. « A m a

ona söyle ki, b e n başka bir ç ö z ü m yol u önerme­


ye geldim.»
Cesaret'in kaptanı ile, yabancı geminin kap­
tanı karşı karşıya du ruyorlar, ama birbirleriyle
doğrudan doğruya konuşamıyorlardı . Cesaret'in
kaptanı ancak sesle konuşabiliyordu. Yabancı
kaptan ise, konuşabilmek için mikro dalgalar kul­
lanmak zorundaydı . Kaptan birşey söyleyince,
sözleri mi krofondan Cesaret'e iletil iyor, orada
çeviri makinasından geçiyor ve kısa dalga mo�
dülasyon lara çevrilerek tekrar yabancı gem iye
dönüyordu. Aynı şeyler yabancı kaptan konuştu­
ğu zaman d a tersine o l uyordu.
" Kendisine de ki,» diye devam etti kaptan,
« savaşmadan da bu s_orunu çözebiliriz.ıı
• 28 .

Yabanc ı :
<< Peki, nasıl olacak,)) diye merakla sordu,
Cesaret'in kaptanı, miğferini ç ı kararak:
u Bakı n , ıı dedi, usavaşa tutuşsak ve siz ka-
zansan ı z bile bizim dünyamızın yeri n i asla bula­
mayacaksı nız. üstel i k sizin y ı l d ı z ı n ı z ı n sakinleri,
dünyal ıların e r yada geç kendilerini bulabiieceği
kuşkusu içinde yaşayacaklar. Tabi i aynı şey, biz
kazanacak o l u rsak, bizler için de sözkonusu. Bu­
rada b i r aya yakın zaman d ı r karşılı k l ı bekliyor,
ve bilgi alışverişi yapıyoruz. San ı r ı m birbirimiz­
den de hoşlandık. öyleyse savaşmak n iye?»
" Doğru söylüyo rsunuz,» d iye cevapladı ya­
bancı, ııama savaşmadan ayr ı l ı rsak bizim peşimi­
zi izleyip y ı l d ı z ı m ı z ı n yerini keşfetmeyeceğiniz­
den nasıl emin olabiliriz?>>
Kaptan ikna edici bir sesle karşı irk verd i :
u Her iki gemi için de i z le n me teh likesi ol ­
m a d a n g e r i d ö nme ni n yo l u var.»
u Nas ı l ? »
(( Gemileri değiştokuş etmek! Evet, gemileri
değiştirip, yabancı gemilerle geri dönmek! Tabii
gemimizdeki araçları ve sayaçları öyle tesbit ede­
ceğiz ki bizi izlemeniz asla m ü m kü n alamaya­
cak. Şüphesiz, siz de devir tesl imden önce aynı
• 29 .

şeyi yapacaksınız. Gemimizi terketmeden önce


bütün haritaları ve krokileri de yanım ıza alacaw
ğız. Tab i i siz de. Gemimizdeki bütün savaş siw
lah larını parçalayacağız, siz de sizinkileri. Son­
ra her iki tarafta selametle kendi yıldızrna döw
necek ve verecekleri raporlarda karşı tarafın düş­
man olmadığını, savaşmak istemediğini belirte­
cekler. Eğer iki taraf arasında ilerde yeniden bir
temas kurulursa, sizinle yine bu Yengeç nebula­
sında bul uşmaktan büyük zevk duyacağ r m .
ıdşte önerimiz bu, umarım ki siz de kabul
edersiniz,n diye devam etti kaptan, «ama kabul
etmeyecek o lursanız, biliniz ki, gerninizi hiç tew
reddüt etmeden havaya uçuracağız. Evet, bunu
tereddütsüz yaparız, çünkü uzay elbiselerimlzln
altında küçük atom bombaları getirdik, bunlar
gerninizi tamamen yoketmeye yeter de artar bi-
le.ıı
B i r an derin bir sessizl i k oldu, sonra bir kı­
p ı rdanma başladı . Yabancılar adeta pani tje ka­
pılmış, korkudan tilriyor görünüyorlard ı . Hatta
içlerinden biri kendini boylu boyu nca yere ata­
rak tepinmeye başladı. Tommy Dert'un kulaklık­
tan duyduğu mesaj b u acayip hareketlerin esra­
rını bir anda çözdO.
•• B u espriye bayılmışlar, çünkü onlar da bi-
• 30 .
zim gemiye yo lladıkları iki yabancı n ı n elbiseleri
altına atom bombaları g izlemişler. Ve üstelik onw
lar da bize ayn ı çözüm yol u n u önerecek ve aynı
tehditi savuracaklarmış. Sözün kısası d iyorlar ki,
gemileri değiştokuş etmeye hazırdı rlar.ıı
Yabaneriarın bir türlü izah edemediği acayip
hareketlerinin, titremelerinin, yerde tap inmeleri­
nin esrarı n ı n i hayet anlamıştı Tommy. Meğer bu
espri karşısında yabancı l a r katı larak gülrnekten
kendilerini alamamrşlard ı . Onların g ü l mesi de de­
mek böyle o l uyordu .


Gemileri değiştokuş etmek, g öründüğü ka­
dar da kolay olmadı. üzerinde u z u n uzun düşü­
nülmesi ve çalışılması gereken bir y ı ğ ı n ayrıntı
ç ı ktı. Yabancılar ve dünyalılar gemi lerde bu ay­
rıntılar üzerine g ü nlerce birlikte kafa yordular,
birlikte çaba harcadı lar. Sonu nda, yabancılar Ce­
saret' in, dü nyal ılar da siyah geminin n as ı l yöne­
tileceğ ini kavradılar.
Düşman tesbit cihaziarı ve silahlar tahrip
edildi, yiyecek stokları değiştirildi.
Nihayet herşey hazırd ı .
Iki gemi ayrıl madan ö n c e son b i r toplantı
yap ı l d ı .
• 31 •
11 Mükemmel bir gemiye kondunuz,ıı diye mı­
rıldandı kaptan, « Umarım ki ondan layık olduğu
ihtimamı esirgemezsiniz. ı1
« Ben de aynı kanaattayım,ıı diye cevapladı
yabancı kaptan, «yeni geminiz de en az eskisi
kadar mükemmel. Umarı m ki gün gelir iki geze­
gen arasında irtibat kurulduktan sonra burada
tekrar karşı laşırıvı
Son dünyalı da Cesaret'ten ayrı l d ı .
Birazdan. Cesaret yolal arak n e b u l a n ı n s i s i n..
de gözden kayboldu.
Günler çabuk geçiyordu . Birgü n kaptan,
Tommy'nin yabancılardan kalan kitap gibi bir­
şeylerle meşgul olduğunu farketti. Çok keyiflen­
di. Demek ki yabancıların siyah gemideki kal ın­
t ı larında teknisyenler ve bilginler i l g i çekici ye-­
ni şeyler bulabiliyorlardr . Ş üphesiz yabancılar da
aynı şekilde keyifli olmalıydı lar. Çünkü onlar da
herhalde Cesaret'te kendileri için ilgi çekici ye­
ni şeyler bulabilmişlerdi.
11 Dort,ıı dedi kaptan, nseni çok takdir edi­
yorum. Dünyalı larla yabancılar arasındaki psiko­
lojik benzerl iği ilk farkeden sen o l d u n ve bizleri
bir ölüm-kal ı m savaşı ndan kurtaran da senin bu­
luşun oldu. Peki, yabancr larla bu ndan sonraki
temasları m r z hakkında ne düşünüyorsun?n
• 32 .

Tommy g ü l d ü :
" E m i n i m ki d o s t olacağı z ! Zaten birbirimize
düşman kesi lmek için bir neden yok. Ultra-viole
ı ş ı n l arı onlar için öldürücü olduğuna göre, zaten
dünyamızda yaşayamazlar. Bizler de kızı l-ötesi
ışın larla göremediğimize göre, onların dünyas ı n­
da yaşayamayız. Ama ortak bir yan ı m ı z var: BEN­
ZER PSIKOLOJ I . ıı
ııBenzer psikolojiden kasd ın ne?ıı
�<Gördüğünüz gib i solungaçlarla teneffüs
ediyorlar. M ikro dalgalarla haberleşiyorlar, kızıl­
ötesi ı ş ı nlarla görüyorlar . . . Ve buna benzer bir­
kaç ayrı ntı daha. Fakat psikolojileri ayn ı ! Onla­
rın da aileleri, onların da çocukları var. Onlar da
savaş istemiyorlar ve . . . üste li k onlar da çok nük­
teci varl ıklar . . . ıı
To mmy sustu.
" Devam etsene,» dedi kaptan.
« Peki kaptan . . . içlerinden biri vard ı . Buck
diye isim takmıştım ona. Gerçekten dost olmuş­
luk. Gemilerimiz ayrılmadan önce b irkaç saati de
beraber geçirdik. Yapacağı m ı z b irşey yoktu. Bol
bol konuştuk. Inandım ki, dünyal ıla r ve bu yaban­
cılar gerçekten dost olabilirler.ıı
ıı Çok ilginç. Peki nelerden bahsettiniz?»
• 33 .

�< Nelerden m i ? Nelerden olacak . . . Onlar da


bizim g ib i şakalaşmaya, espri yapmaya bayılıyor­
lar. Bizim yaptığımız da bundan başka birşey ol­
madı . . . ))

MURRAY LEINSTER'den
adapte edilmiştir.
1 KAYlP ROBOT

Esrarengiz olayın farkı na varı l ı r varı l maz 27.


Asteroid(*) Ossönde derhal o l ağanüstü hal ilan
edildi. Hemen şu tedbirlere başvu ruldu:
1. Asteroid üssünde bütün çalışmalar dur­
durulacaktır.
2. Asteroid'den kimsenin ayr ı l ması n a izin
verilmeyecektir. özel izin olmadan üsse girmek
de yasaktır.
3. Doktor Susan Calvin ile Doktor Peter
Bogert'i üsse getirmek üzere dü nyadan özel bir
uzay gemisi hareket ettiri l m iştir. Or. Susan, Ro­
botlar ve Mekan ik Adamlar Dairesi Başpsikolo­
ğu, Dr. Bagert ise aynı daireni n matematik direk­
törüdür.

( •) Asteroid:Mars ve Jupıter'ln arasında. bir yö­


rUngeye sahip, çapları birkaç km'den 750 km'ye
kadar degişen yıldızımsılo.r,
• 35 •
Susan Calvin daha önce dünyadan hiç ay­
r ı lmamıştı. Bu kez de ayr ı lmayı h i ç istemiyordu.
Nü kleer enerji ve uzay gezileri ça� ı nda hAlA çev­
resine bağlı kalmıştı. N e gezilerden ne de b u ge­
zilerin esrarengiz havası ndan hoşlanmadq}ı he­
yecansız bakışlarından okunuyordu .
Asteroid üssünde, ü s s ü n şefi Robert Kaliner
tarafından karşılandı lar. Kallner, konukları na kay­
bedecek bir saniyeleri dahi olmad ı � ı n ı hat ı rlata­
rak, onları bürosuna götürdü.
,, Herşeyden önce bu kadar çabuk yetişti�i­
niz için teşekkür etmek isterim,» diye başlad ı ,
« Umarım ki, yard ı m larınızla bu s o r u n u n üstesin­
den gelece�iz. Bildiğiniz gibi robotlarımızdan bi­
ri s ı rra kadem bastı. Bu robot kaybolalı beri bü­
tün çalışmalan durdurduk. Tüm o lanakları mızı
onu b u l maya seferber ettik. Ama nafile. . . »
Susan Calvin so� u k bir sesle hemen soruyu
yapıştırdı :
ıı Peki, bizi ta dünyadan bu ralara kadar ge­
t i rtmeden bu robotu kendiniz bulamaz mryd ın ız ? ıı
« Izini bulduk sayı l ı r, ama . . . »
Robert Kaliner b i r an sustuktan sonra de-
vam
:g:� ydan birgün önce Asteroid'e bir uza J
gemisi gelmiş ve laboratuvarları mız Için iki yeni
• 36 .
robot getirmişti. Gemide başka b i r gezegen için
ayn ı cinsten 62 robot vard ı . Bizim robot ortadan
kaybolduktan iki gün sonra uzay gemisindeki ro­
botları saydık, b u defa 63 robot bulduk.u
ııöyleyse,ıı dedi Dr. Calvin, <ı63 üncü robot
kay ı p ol mal ı ! u
ııEvet ama, hangisi 6 3 ü n c ü ? Işte b u n u keş­
fedem iyoruz. ı•
Dr. Calvin üssün şefine hayretle baktı.
uAnlayamıyorum, neden bu 63 robottan bi ri­
n i ahkoymuyorsunuz?n
u Hayı r, mutlaka kayıp robotun bizzat kendi­

sini bulmamız gerek."


u Peter," d iyerek Bogert'e döndü Dr. Cal­
vfn, « b u rada hangi cins robotlar kullanı l ıyor?
Mutlaka kaybolan robotu b u lmak neden bu ka­
dar önem1i ? n
Peter Bagert bir a n l ı k sessizlikten sonra al­
çak sesle cevap verd i :
ıı üsdeki robotlardan baz ı ları, beyinleri Ro­
botlar Talimatnamesi'nln birinci maddesiyle şart­
land ı n l mamış cinsten d i r. ıı
«Şartlan d ı r ı l mamrş cinsten ... n diye ısh k gibi
b i r sesle tekrarladı Dr. Calvin, u peki bunlar ne,
kadar? n
<ı Birkaç tane. Bunlar merkezi n gizli emriyle
• 37 .

imal edilmiştir. Var l ı klarından sadece birkaç ki­


şi haberdard ı r. ıı
Dr. Calvin tekrar sord u :
« Peki, Robotlar Talimnamesi'nin birinci
maddesiyle beyinleri şartlandırılmamış robotların
gereği ne?»
Kallner, « anlaşılan herşeyi baştan sona Dr.
Calvin'e aniatmarn gerekiyorıı diye söze başladı:
« B ildiğiniz gibi, Doktor, üssümüzdeki fizik­
çiler gamma ışını radyasyonu(*) altında çalışı­
yorlar. Ş ü phesiz bu, insan için teh likeli. Ama rad­
yasyon alanında yarım saat kadar çalışmanı n bir
tehlikesi de olmuyor.
« Ö nceleri alelade robotlarla çalrş ıyorduk.
Ne var ki fizikçilerden biri gamma alan ı n a g i rer
g i rmez, en yakı nı ndaki robot derhal alana dala­
rak onu kurtarmaya kalkışıyordu. Çünkü Robot­
lar Tali matnamesi'nin birinci maddesi çok açık­
tı: HIÇBIR ROBOT, B I R INSANA ZARAR VERE­
CEK DAVRANIŞTA SULUNAMAZI B I R ROBOT
HERHAN G I B I R INSANI TEHLIKEDE GöRüRSE
ONU KURTARMAK IÇIN ELINDEN GELEN HER­
ŞEYI YAPMAK ZORUNDADl R .
u Bu yüzden fizikçilerimizin g a m m a alanında

( * ) Radyasyon: Radyum, uranyum gibi cisimlerin,


çeşitli tizelliklcre sahip ı§ınla.r
yayması.
• 38 .

çalışması imkansız hale gelmişti. Radyasyonun


zayıf olduğu anl arda, robot alana dalıp fizikçiyi
derhal dışarı sürüklüyo rdu. Fakat radyasyon bi­
raz daha kuvvetli o l unca içeri dalan robot orada
yıkı l ı p kalıyordu. B i l i rsiniz ki Dr. Calvin, gamma
ışını radyasyonu, b i r robotun positron beynini
tahrip eder.
« Gamma alanında bir insanın yarım saatten
az çalışmas ı n ı n , o insan için teh like teşkil etme­
yeceği n i robotlara anlatmaya çok çalıştık. Fa­
kat robotlar insan ı n radyasyon alanında dalgın­
l ı k l a yarım saatten fazla kalabileceğ i n i ve bu
yüzden bu insanı tehl i keye atmayı göze alama­
yacaklar ı n ı ileri sürerek ayak d i redi ler.
« Bu nun üzerine gamma ışınları n ı n robotlar
için insanlara göre daha teh l i ke li olduğunu an­
latmaya kalkıştık. Onlar buna, Robotlar Talimat­
namesi'n i n ancak üçüncü maddesinde 'KENDINI
KOLLAMAK'tan söz edildiğini, oysa 'INSAN
KURTARMAK' görevinin i l k maddede belirtildiği­
n i ileri sürerek cevap verdiler.
« Kendilerine kesinlikle gamma alanına g i r­
meme emrini verdik, onu da dinlemedi ler. Çün­
kü, EMRE ITAAT,· Robotlar Tal i m atnamesi'nin
ikinci maddesiydi, öncelikle sözkonusu olan IN­
SAN KURTARMAK'tı,,
,. 39 •

Dr. Calvin bu kısa açıkl amayı Peter Rogert'e


dönerek tamamladı :
« Ve o zaman siz de birinci maddeyle şart­
landı rı l mamış yeni robotlar yapmaya karar verdi­
niz değil m i ? >>
« Pek de öyle değil, Susan,ıı d iye cevapladı
Bogert:
« Beyi nleri Robotlar Tali matnamesi'nin birin­
ci maddesinin sadece birinci kısmıyla şartlandı­
rılmış bi rkaç robot imal ettik. Yan i: HIÇBIR RO­
BOT, BI R INSANA ZARAR VERECEK DAVRA­
NI ŞTA BU LUNAMAZ. Birinci maddeni n , robot­
ların teh likedeki insana yardı m etmesini öngören
ikinci kısm ı n ı bu yeni robotl arın beynine sokma�
d ı k . >>
Odada birkaç saniyelik bir sessizlik oldu.
Ve sessizliği Susan Calvin bozdu :
rı V e ş i m d i s i z kayıp robotun ne kadar teh­

likeli olabi leceğ ini anlatmak ve robot psikolojisi


üzerine b ir uzman o larak bu konuda benim ka­
naat ı m ı öQrenmek istiyorsunuz, öyle mi?"
I k i adam başlarını salladı lar.
« Korkarım ki size hemen cevap veremeye­
ceğ i m , " dedi Susan, «en iyisi, yar ı n tekrar bulu­
şup konuyu tartışal ı m . "

• 40 .
Susan Calvin o gece çok az uyuyabildi. Sa�
bah erkenden Peter Bagert'in odasına daldı, ve
onu koltuğunda kendisini bekler buldu.
« Farkı nda m ı s ı n Peter, bu birinci maddede
yapt ı ğ ı n ı z makasiama ne demeye geliyo r ? " dedi.
« Hesabımıza göre robotun art ı k insan kur­
taracağı m , diye diretmekten vazg eçmesi gere­
kir."
« Evet,» dedi Susan, « hesaplara göre, ma­
tematik olarak öyle. Ya psikolojik bakımdan?
« Fizik olarak herhangi bir robot, i nsandan
daha güçlüdür. Akıl yönünden ise, kendisine öğ­
retileni bilir. Gerçi insan, aynı zamanda kendisi­
ne öğretilenin ne olduğunu da b i l i r ! ! ! Ama bazı
robotların akıl yönünden bazı insan lardan daha
da gelişmiş olması her zaman için mü mkündür.
öyleyse, bir robotun herhangi bir insana itaat et­
mesini sa!}layan nedir? Sadece Birinci Madde!
Insanı bir robot için üstün varl ı k kılan işte b u
B i r i n c i Madde'di r.
nBirinci Madde'yi makasladr!}ınrz zaman,
beyni n psikolojik sağla m l ı ğ ı n ı da tahrip etmiş
o l uyorsunuz. A rt ı k robot için kend isini insanoğ­
luna feda ettirecek bir neden kalm ıyor. Eşit ha­
le geliyorlar. Eşit olduklarına göre, robot neden
insana itaat ets in?))
• 41 •

Bagert gülümsedi:
«Gerçekten müthiş b i r tah l i l Susan. Fakat
ortada böylesine büyük bir teh l i ke oldu�una
inanmıyorum. B ir kere beyin şartlandı rmaları de­
� iştirilen robotlar üsse geleli dokuz ay geçti.
Ş i m d iye kadar da tehl i ke l i bir durum olmadı, hat­
ta şimdi bile! Kayıp robotun insanlar için tehli­
keli oldu�una gerçekten inanıyor musu n ? »
« Bi l m iyorum Peter," d i y e cevapladı D r. Cal­
vin, «en iyisi bir de bu kayıp robotla çalışmış
olan fizikçiyle konuşal ı m . >>

Gerald Black genç bir adam d ı . Fizik ö�re-
n i m i n i bir yıl önce tamamlamıştı. Şu anda dün­
yaca tan ı n m ı ş üç bilginle konuşu rken oldukça
sinirli görünüyordu.
Dr. Calvin kendisine ilgi ile baktı :
« Robot ortadan kaybolmadan önce onunla
çalışan son kişi sizdin iz de� i l mi?"
« Evet öyle.»
« BU robot hakkında birşeyler anlatabil i r mi-
siniz?ıı
« Pek özelliği yoktu. Tıpkı öteki beyin şart­
land ı r ı l ması değiştiTilmiş robotlar gibi zeki ve sı­
kıcı idi.ıı
oı S ı krcr m ı ? Niçin?ıı
• 42 .
" Bi l iyorsunuz üsde çok zor koşullar altında
çalı şıyoruz. Teh l i ke li b i r iş. Tabii b u yüzden za­
man zaman da sinirli o l uyoruz. Ama robotlar hiç­
b i r zaman sinirlenmez. Sakindirler, üstelik de
çok mütecessistirler. Herşeyi öğrenmek isterler.
Fizik konusunda bilgileri çok azdır. Sadece ken­
dilerine öğretilen kadarı n ı b i l i rler. Fakat buna
rağmen bizim davranışlarımızı eleştirmekten de
geri kalmazlar. ıı
Dr. Calvin sord u :
" Robotun kaybolduğu sabah n e l e r olmuş-
tu?n
u O sabah PIERCE tipi elektron tabancala­
rı ndan(*) birini k ı rmıştım. Bu yüzden deneyiere
devam edemiyordum. üstelik iki haftayı aşkın
b i r zamandan beri evden mektup d a almamıştım.
O sı rada o geldi ve bir ay önce yapm ı ş olduğum
bir deneyi tekrarlamarnı istedi. Bu deney için be­
ni sık sık rahatsız ederdi . B u yüzden kendisine
kızıyordum. Defalup g itmesini söyledim. Onu son
görüşümde bu o ld u."
" Defolup gitmesini m i söylediniz? ıı d i y e bü­
yük bir ilgiyle sordu Dr. Calvin. "Yani, 'defol'

("') Elektron taban('a: Atomun eksi yüklü elektron­


larını saçan tabanca.
• 43 .
mu dediniz? Kelimeleri tamamen hatırlamaya
çalışın."
Gerald Black bir an sustuktan sonra cevap
verd i :
« G it, ortadan kaybol, ded i m ! ıı
Dr. Calvin güldü:
u Ve o da ortadan gayboldu,ıı dedi, (dütfen
iyi düşünün, robota başka hiçbir şey söylemedi�
niz mi? Belki de konuşmanız biraz ağır oldu.•ı
nEvet, ona birkaç şey daha söyled i m . "
« Neler mesela?"
Genç adam kızard ı , « bu nları bir bayanı n
önünde tekrarlayamam,» dedi.
Odadaki herkes g ü lmeye başladı.
«Teşekkürler Mr. Black, " dedi Dr. Calvin,
« artık gidebilirsin iz. Yard ı m larınıza teşekkür ede-
ri m . "

Susan Calvln'in 63 robotla tek tek görüş­
mesi tam beş saat aldı. Bu beş saat süresince
hep aynı sorulan sord u :
1 , 2, 3, 4, 5 numaral ı sorular. Sorular aynı
idi, ama cevaplar da farkl ı ol muyordu. Konuş­
maların teyp bant ı n ı birkaç defa dinledi, fakat
kayıp robotu eleverecek hiçbir ipucu yakalaya­
madı .
• 44 .
Dr. Bagert cevapları n matematik anal izlerini
yaptı. Fakat b u analiz de bir işe yaramadı : Keli­
melerin ve zaman reaksiyonları n ı n de!;ıişmelcri
hep normal frekans gruplaşmas ı n ı n s ı n ı rlan için­
de kalıyordu.
Doktor Calvin çalışmas ı n ı bilirdiğinde çok
yorgun düşmüştü.
11 Kayıp robotu b u lamadrk,ıı dedi, 11 fakat teh­
likeli olduğundan şimdi eminiz.ıı
��Durumu dramatize ediyorsun Susan , n diye
Dr. Bagert karşı çıktı.
11 Durumu dramatize etmek m i ,n Susan h i d­
detıe bağırdı. 11 Görmüyor musun, 6 3 robolla ko­
nuştuk, hepsine gerçeği söylemelerini emrettik,
ama biri yalan söyled i . .. ı1
11Ama u n utmaki ona ortadan kaybolması em­
red i l m işti ve üstelik bu emir, a m i ri tarafından
sert bir dille verilm işti. Bu emre itaat etmekten ·
başka yaptığı birşey yok. n
1 < BU bir izah değil," diye Dr. Calvin karşı ç ı k­
t ı , " kayıp robot beyni n i n psiko lojik dengesini yi"
tirmiş. Işte mesele burada. Kendisini artı k in­
sandan üstün sayıyor, yalan söylemekten ve biz­
leri aldatmaktan zevk duyuyor. Birinci Madde de­
ğiştirildiğine göre artı k kendisine engel olmak
ihtimali de çok zayıf. »
• 45 .

Dr. Bagert M18. Susan Calvin'in durumu dra­


matize ettiği kanaatindeydi, ama yine de sormak­
tan kendini alamad ı .
11 Peki, ş i m d i ne planlıyorsu n ? ı)
,, şimdi 63 robotu da Birinci Madde'de ken­
dilerine yüklenen sorumluluk açısından teste ta­
b i tutacağız.»

Geniş bir salonda tam 63 kulübe sı ralan­
mış, içlerine de robotlar yerleştirilmişti. Salo­
nun orta yerinde bir sandalyeye bir adam otur­
tulmuş, baş ı n ı n üzerine de bir ağırl ı k ası l m ı ştı.
Ağırlık birdenbire b ı rakılıyor, adamı ezeceği son
anda bir müdahale ile yan tarafa itiliyordu.
Ağ ı r l ı ğ ı n düştüğü anda 63 robot birden ada­
m ı kurtarmak için hamle edip ileri fırl ıyordu.
Ağırlık kald ı r ı l d ı , b ı rakı l d ı , kaldırıld ı , bırakıfw
dı . . .
Tam o n defa!
On defasında da 63 robot hep birden ileri
fı rladı ve son saniyede teh likenin geçtiğini ve
adam ı n güvenlikte olduğunu görünce durakladı.
Robert Ka11ner ve iki bilgin testi büyük bir
d ikkatle izliyorlardr.
«BU testten ne bekl iyorsunuz? n diye Kal iner
sordu.
• 46 .
Bogert cevap verd i :
" B i l iyorsun robotlardan 62's i n i n beyinleri ta­
l i matnamenin birinci maddesiyle tam olarak
şartlan d ır ılmıştır. Bu yüzden adam ı n teh l i kede
olduğunu görür görmez, birinci maddeye uya­
rak hepsi birden hamle ediyor. Ortada ciddi bir
tehlike olmad ı ğ ı n ı üçüncü, dördü ncü deneme­
den sonra farkettikleri halde hala hamle etmek­
ten kendilerini alam ıyorlar. Çünkü birinci madde
kendilerini böyle davranmaya zorluyor.
" Beynine birinci maddenin, ikinci yarısı be-.
n i msetilmemiş olan 63'ü ncü robotun bu test sı ra­
sında kulübesinde kal ı p yerinden k ı p ı rdamaya­
cağ ı n ı , yan i adamı kurtarmaya kalkışmayacağı­
n ı düşünmüştük. Hiç detjilse, reaksiyonları, di­
ğerlerininkinden daha az olabilirdi.ıı
«Ama bizi gene aldattı , ıı dedi Susan Calvin,
« d iğer robotların yaptığı şeyleri o da aynen yap­
tı. üstelik, onlar kadar seri . . . »
Kaliner sord u :
ıı Ş u h a l d e b u n d a n sonra ne yapmayı düşü­
nüyorsun, Doktor Calvin?n
oıTesti tekrarlayacağız, ama b u kez bizi al­
datmasına imkan vermeyeceğiz. Ortadaki insanla
robotlar arasına bir yüksek geri l i m kablosu yer­
leştireceöiz. Bunu robotlara da söyleyeceöiz, ki
• 47 .

bu yüksek gerilimin kendileri için mutlak ölüm


demek olduğunu bilsinler."
ı�Yani 63 robotu da öldürecek m i s i n ! ıı d iye
bağ ı rd ı Kallner.
Dr. Calvin sOkunetle cevap verd i :
ı ı Hayır öldürmeyeceği m . Kabioyu bir röle­
ye("') bağlayacağız ve robotlar hamle edip tam
kabioya dakunacakları s ı rada cereyanı kesece­
ğlz. TABI I ROBOTLAR BUNU B I LMEYECEK­
LER.>>
« Fena fikir değil,» diye m ı rı l dandı Kaııner,
«ama yine d e bir sonuç alabileceğ i n i sanıyor mu­
sun?»
ı1 San ı r ı m , n dedi Susan, « bu koşul lar altında
bizim kayı p robot mutlaka kulübesinde kalacak­
t ı r. Tabii kendisine kabioya dokunmasını ve öl­
mesini arn retmek de mümkün. O takdirde bu em­
re uymak zorunda kal ırdı. Çünkü kendini kolla­
mas ı n ı emreden üçüncü madde, emre itaati ön­
gören ikinci maddeden sonra geliyor. Ama kas­
den bunu yapmayacağız. Ağırlığı koyuverdi§i­
miz anda birinci maddeye uyan 62 robot adamı
kurtarmak için ileri fırlayacaklar, kay ı p robot ise

(') IWle: Bir elektrik bUyUklügiindeki degllimeylc


mekanik bir lruvvet yaratan ve bu kuvvetle bir
elclttrik kontagtnı açıp kapayan donanım.
• 48 .
kendini kollama maddesine uyarak yerinde kala�
cak.ıı
« Fena değ i l , » d iye tekrarladı Robert Kall­
ner, « peki ne zaman bu denemeye g i rişeceğiz?»
« Bu gece. Ş i m d i robotlara söylenınesi ge­
rekenleri söyleyeceğ im.u

Salonun ortasındaki sandalyede yine bir
adam oturuyor ve başı n ı n üzerinde gene bir ağır­
l ı k sallanıyordu. A ğ ırl ı k birdenbire b ı rakıldı ve
son anda yine b i r müdahele ile yan tarafa itildi.
Ne var ki, 63 robot tah mi nierin tersine ku�
belerinden kıpı rdamamışlard ı . Ağ ı rl ı k b ı rakıldı­
ğında hiçbiri hamle etmemişti.

Dr. Calvln müthiş öfkeliydi. Belki de haya-
tında hiç bu kadar kızmamıştr Fakat bu kızgınlı­
ğ ı n ı odaya çağırı p teker teker konuştuğu robot­
lara hissettirmemeğe çalışıyordu.
Bir robot içeri g i rd i . Dr. Calvin listeye bak­
t ı . Bu 28 n u maralı robottu.
« Kimsin?ıı d iye sord u .
ı ıHenüz bana numara veri lmedi efendim.
Ama bulunduğum kulübede verilen numara
28'di . ıı
• 49 .
u Peki 28 nu mara. Sana bazı soru lar sormak
istiyorum.ıı
ııEvet efendim.»
ıdki saat önce bu salondaydı n de�il m i ? ıı
ııEvet efendim.»
•ı Orada bir adam ı n teh l i kede olduğunu gör-
medin m i ? ıı
" Gördüm efendim. n
u Kurtarmaya kalkışt ı n m ı ? ı•
ı• Hayı r efend im.ıı
" Peki, neden yardı m etmed iğini söyle ba­
kalı m . ıı
«Tabii, anlatmak isterim .. Teh l i kedeki bir
adama yard ı m etmemeni n ne kadar müthiş bir
suç olduğunu bil iyorum . . . Çok, çok müthiş . .
Yardı m etmek isterdim . . . Ama ben . . Ben . . . "
" Lütfen sakin o l 28 n umara! Senden sadece
o anda ne düşünmekte oldu�unu ö�renmek isti­
yoru m . "
" Bu olay o l madan önce s i z bize, şeflerimiz­
den birinin düşen bir ağırlık altında tehl ikeyle
karşı karşıya kalacağı n ı söylemiştiniz. Ayn ı za­
manda salonda bir yüksek geri l i m kablosu bu­
lunacağ mı da eklemiştiniz. Yard ı m a koştuğumuz
takdirde, bu bizim için ölüm demekti. .. Korkmu­
yordum. Bir insanın güvenliği yanında, benim
• 50 .
ölümüm nedir ki? Hiçbir şey ! ! ! Ama . . . Sonradan
düşündüm . . . Orada yüksek geri lim kabloları var­
dı. Adamı kurtarmaya kalkışsam bile, o na u l aşa­
madan ölecektim. Yani h içbir işe yaramayan bir
ölüm olacaktı bu. Anlıyorsunuz değil m i efen­
d i m ? ıı
Psikolog susuyordu. Aynı h ikayeyi, daha ön­
ce tam 27 robottan çok küçük değ işikli klerle
defalarca d inlemişti. Şimdi s ı ra en önemli soru­
yu sormaya gelm işti :
«28 nu mara,, dedi, u bunu kend in mi akılet-
t i n ? ıı
Robot b ir a n l ı k sessizlikten sonra cevap ver-
di:
« Hayı r."
••Öyleyse kimin fikri bu?11
« Son gece bu meseleyi aramızda konuşu�
yorduk, Içimizden biri akı letti. Biz de bu düşün­
ceyi yerinde bu larak benimsed ik.ıı
u Akı leden kimdi?"
« Hatırlamıyorum, içimizden biri.1ı
Doktor Calvin bir anlık susuştan sonra:
"Teşekkürler 28 nu mara. Gidebilirsin!" de-
di.
• 51 •
S ı ra 29 numarayd ı . Soruştu rma 63 l"! umara­
ya kadar sürdü,

Robert Kaliner de küplere biniyordu. Bir haf­
tad ı r Asteroid üssü'nde çalışıyorlard ı . Bir hafta­
d ı r iki ünlü b ilgin bir sürü yararsız denemeler
yapmışlardı. Şimdi de bun lardan biri. Doktor
Calvin, kalkmış kendisinden imkansız birşey is­
tiyordu. Robotların ayrı hücrelere kapatı lmas ı n ı !
ıd ki g ö z ü m Doktor Calvin,ıı d iye hamu rda­
narak konuştu, « 63 robotu nasıl b irbi rinden ayı­
racağ ı m ? Kolay mr sanıyorsun? Hepsini ayrı ay­
n yerleştirecek kadar hücre bile yok burad a ! »

« O n u bunu b i l m e m , gelecek test başlama­


dan bu iş mutlaka yap ı l m a l ı ! Eğer bunun üstesin­
den gelemeyecekseniz, robotlarm hepsini imha
etmekten başka ç ı kar yol kalmıyor. Zira içlerin­
den biri tah m i n edemeyeceğin kadar teh l ikel i . n
B u defa k r z m a s ı rası Doktor Bogert'e gel­
m işti:
« Dr. Calvin , n diye bağ ı rd ı . « Böyle birşeyi na­
sıl söyleyebilirsin? 63 robotu birden imha et­
mek h a ! ! ! Robotlar ve mekanik adamlar dairesi­
nin d i rektörü sen değilsin, benim ve . . . ı•
B u öfkel i ortamda iş tam zıvanadan ç ı kıyor­
du ki, kapı vuruldu ve Gerald Black içeri daldı.
• 52 .
üzgün görünüyordu.
ııRahatsız ettiğim için özür dilerim,ıı diye
başladı , 1ıama b u nu size derhal i letmek zorun­
dayı m . »
ııBu defa da ne oldu, » d i y e sor d u Kal Iner.
« Robotlar odas ı n ı n kilidini birisi kırmaya
kalkıştı . "
« Robotlar odas ı n ı n kilidini m i ? K i m yaptı?ıo
diye bağ ırdı Kallner.
« Birisi kilidi içerden zorlad ı . ıı
" Içerden m i ? Mutlaka robotlardan biri ol­
malı hı
Dr. Calvin kendinden emin bir sesle konuş-
tu.
« Işte, kendinizde görüyorsunuz. Bu kayıp
robot büyük teh l ike! Her ç ı l g ı n l ı � ı yapabilir, hat­
ta uzay gemilerinden birini dahi kaçırabilir. Uzay
gemisi ile tezada kolgezen bir ç ı l g ı n robota ne
dersiniz?ıı
Odada uzun b i r sessizlik oldu, sonunda Ro-
bert Kal1ner sord u :
« Dr. Calvin, bu 6 3 robotu birden m utlaka im­
ha etmemiz gerekti�ine gerçekten inan ıyor mu­
sunuz?»
'' Korkarım öyle. Kayıp robotu bir türlü bula­
mıyoruz. Birinci maddedeki değişiklik hariç
• 53 .
onunla ötekiler arasında da hiçbir fark yok. Hep·
si aynı model, aynı şeyleri biliyorlar . . . »
Dr. Calvin b i rden d u rakladı ve Gerald
Black'e dönerek sord u :
u Bay Black, galiba robotlara ancak üsse
geldikten sonra fizik öğretildiğini söylemiştin.iz,
değil m i ? ıı
u Evet," diye cevap verdi Black, " onlar bu­
raya fizik çalışmas ı yapmak kapasitesiyle do·
natılmış olarak gönderiliyorlar. Ama fiziği bura·
da biz onlara öğretiyoruz.n
••Öyleyse kayıp robotun uzay gemisinde ara­
larına karışt ığ ı di�er robotlar fizikten habersiz,
değil m i ? ı•
u Evet öyle. ıı

•• Ş u halde bizim kayıp zeki robotu yakala­


mamız artık işten bile de!} i l , ıı diye meydan okur­
casına konuşmayı bitirdi Dr. Calvin .

Bu defa robotrarla Dr. Bagert görüşüyordu.
Susan C a lv in is e , sadece bir kenarda oturmuş,
görüşmeleri izl iyo rdu.
'1 4 numara içeri girdi. Bogert yeni gelene
bakarak sord u :
•· Kulübedeki numaran kaçt ı ? ıı
u '1 4 efend i m . ıı
• 54 .
« 1 4 nu mara, çok yakında bir adam tehli ke­
de olacak. Kurtarır m ı s ı n ? n
« Şüphesiz efen di m . n
« Fakat sen inle adam arasında b i r gamma
ı ş ı n ları alanı da b u l u nacak. n
B i r sess izlik o l d u . Bagert tekrar sord u :
<< Gamma ışınlarını n ne olduğunu b i l iyo r mu�
sun?"
« Radyasyon enerjisi mi efend i m ? ıı
Dr. Bagert bu kez daha dostça sord u :
" H iç Gamma ı ş ı n larıyla çal ışt ı n m ı ? n
" Hayı r efend i m . ıı
«Öyleyse şunu u n utma ki 14 n u m a ra, gam­
ma ışınlarr seni derhal öldürebilecek güçtedir.
Beyni n i tahrip eder. Bunu çok iyi bilmeli ve dai­
ma aklında tutmal ı s ı n . Tabi i kendi ken d i n i mah­
vetmek istemezsin herhalde ! ,
«Tabii,ı• diye cevapladı robot. Ve sonra al­
çak sesle sord u :
« Fakat efendim eğer benimle kurtaracağ ım
a d a m arasında gamma ışınları varsa, onu nas ı l
kurlarabiHrim? D a h a onun yanı n a u l aşmadan
ölürüm, ki bu da boşu boşuna ölmek o l u r . ıı
" H akl ı s ı n 14 nu mara,ıı dedi Bogert, "yalnız
sana birşey tavsiye edebil irim. Gamma ışrn larr-
• 55 .
n ı n radyasyon u n u farkettiğin anda yerinde kal ve
boşuna adamı kurtarmaya kalkışma.>>
oıTeşekkürler efendim. Boşu boşuna ölmek
hiç de hoş değil tabi i ! »
« Tabii değil. A m a bir radyasyon tehl ikesi d e
yoksa o zaman amirini kurtarmak da görevindir.»
« Şüphesiz efendim. üstüme düşeni mutlaka
yaparı m.»
« Ş u ha ld e gidebilirsin. K ulü b e n e dön v e
bekle.»
1 4 nu mara odadan çı karken, Dr. Bagert bir
sonraki robotu çağı rıyordu . . .

Geniş radyasyon. odası haz ı rlanmıştı. Robot-
ların hepsi tahta kulübelerinde otu ruyorlard ı .
H e p s i n i n önü o d a n ı n merkezine C o ğ r u çevrilm iş­
li. Ve yan ları birbirlerini görmeyecek şekilde ka­
patı l m ı ştı. Herbir kulübenin üzerinde ayrı bir nu­
mara vard ı .
Robert Kaliner v e iki bil g i n herşeyi en ince
ayrı ntılarıra kadar gözden geçirdiler.
" D r. Bagert ile görüşmelerinden sonra ro­
botıarın birbi rleriyle konuşmadı klarından emin
misiniz?, diye Susan Calvin Black'e sordu.
« Tek kelime konuşmad ı klarından e min im , »
d iye cevap ve rd i Black.
• 56 .
Dr. Calvin testin başiayacağ ı n ı açıkladı.
"Evet art ık başlıyoruz. Bu defa ortada ken­
dim oturacağı m . ıı
« O rada sen mi oturacaks ı n ? ıı diye Bogert
itiraz etti.
Susan Calvin soğuk bir sesle cevap verd i :
u Tabi i . Ç ü n k ü görmek istedi ğ i m asıl şey son

anda olabilir, bunu da bizzat görmem gerekir.


Hadi başlaya l ı m . "

Radyasyon odas ı n ı n ortasında Susan Calvin
sandalyeye oturdu. Baş ı n ı n üzerinde bir ağırlık
ası l ı duruyordu. B i rden bu ağı rlık aşağıya düş­
meye başlad ı . Ve son anda gene bir m üdahale
ile kenara itildi.
Robotlardan sadece biri kulübedeki sandal­
yesinden fırlad ı , iki adım kadar attı. Sonra bir­
den durdu.
Dr. Calvin bunun üzerine sandalyesinden
fırlayarak bağ ı rd ı :
ıı 1 4 numara bu raya gel! G E L D IYORUM ! l ! ıı
Robot yavaşça bir adım daha attı.
Psikolog gözlerini robottan bir an bile ayır­
maksızın tekrar bağ ı rd ı :
• 57 .
« Öteki bütün robotları çabuk dışarı çı kar­
t ı n l ı•
Sonra döşemenin üzerinde birçok metal aya­
ğın ç ı karttığı g ürültüleri duydu. Gözlerini robot­
tan ayı rmıyordu.
14 numaralı robot bir adım daha attı .. Son­
ra bir adım daha, bir adım daha . . . Psikologun
tam yan ı başındaydı . Kendi kendine söylenmeye
başladı :
« Bana ortadan kaybolmamı söylemişti . . . "
Bir adım daha.
''Itaat etmeye mecburdu m . Işte n i h ayet beni
buldunuz . . Beni aptal sanacak. Bana öyle de­
d i .. Ama değilim . . . Güçlüyüm ve zekiyim . . . ıo
B i r adım daha.
" Çok şey bil iyoru m . . Sanacak ki.. Yok,
yok .. Elegeçmek istemiyorum . . . Hele insan ta­
rafı ndan yakalanmak . . Kim zayıfm ı ş . . Görür­
sünüz . . . "
B i r adım daha ve ağır metal bir kol Dr. Cal­
vin'in omuzunu kavrad ı . Dr. Calvin birden ürper­
d i . Robotun sonraki sözlerini bölük pörçük duya­
bildi:
« Beni kims e bulamamatı l Hele insanlar . . . ..
Ve Dr. Calvin metal kolun ağırlığı altında ya•
vaş yavaş yere çöktüğünü hissetti.
• 58 .
Sonra madeni bir ses duyu l d u . Dr. Calvin
metal kolu n ağırlığı altında yerde yatıyordu, ama
kol k ı p ı rdamıyordu . Robot da kıpı rdamaz olm uş-
tu.
Baş ı n ı yukarı kaldırdı. Birçok göz merakla
kendisine bakıyordu. Gerald Black sord u :
ıı Birşeyiniz v a r m ı D r . Calvi n ? "
" Hayı r," diye zayıf bir sesle cevap verd i.
B i rkaç kişi ayağa kalkması için yard ı m ettiler.
«Ne o l d u ? " diye Dr. Calvin sordu.
<<Salonu bir dakika için gamma ı ş ı n larıyla
yıkad ı m , " dedi Black, " ne olduğu n u n farkında
değildik. Sonra ro botun size sal d ı r d ı ğ ı n ı farket­
tik. Yapacak başka birşey yoktu. Bu yüzden sa­
lonu gamma ışınlarına boğdum. Derhal öldü.ıı
Susan Calvin, kendisini zayıf ve yorg u n h is­
sed iyordu. Gözlerin i kapatt ı :
ıı Bana sald ırdığına ihtimal vermiyorum. Sal­
d ı rmaya niyetleniyor, fakat Birinci Madde'n i n et­
kisiyle de kendisini tutmaya çalışıyord u , , dedi.

Iki gün sonra Susan Calvin ve Peter Bagert
dünyaya dönmek için hazırdı lar. Robert Kaliner
kendilerini uğu rlamak için uzay gemisine gel miş­
ti. G ü l ümseyerek:
• 59 .

" Beyinleri birinci maddenin sadece birinci


yarısıyla şartlandırılmış olan bütün robotları im­
ha etmeye karar verdik. Bundan sonra sadece
normal robotlarla çalışacağız. Gerekirse, robot
da kul lanmayız,» dedi.
<< Çok güzel . "
u Ama durun! Birşeyi hala izah etmed iniz. Ş u
l<ayıp robotu nasıl buldunuz," d iye sordu.
Susan Calvin gülü msed i :
« Çok basit, <> dedi, « robotlarla görüşmesi sı­
rasında Dr. Bogert onlara, kend ileriyle tehli kede­
ki adam arası nda gamma ışıoları olacağ ı n ı söyle­
mişti. Ayn ı zamanda gamma ışınları n ı n kendile­
rini öldürebileceğini belirterek, kulübelerinde
kalmaları n ı tavsiye etmişti . . . "
u Evet, bil iyorum. Ama diğerleri yerlerinden

kıpı rdamazken, kayıp robot neden kulübesinden


f ı rladı dersiniz?" diye sordu Kallner.
u Bil iyo rsunuz, odada gerçekten gamma ı ş ı n­

ları yoktu. Robotlar için tehl ikesiz olan kızı l-ötesi


ışı nlar verilm işti. 14 numaralı robot bunların gam­
ma ı ş ı n ları olmad ı ğ ı n ı farkettiği içindir ki ileri
atıldL Herhalde diğer robotları n da aynı şeyi ya­
pacaklarını sanıyordu.
" Ancak bir saniye -sonra öteki robotl arın fi-
• 60 .
zik eğitimi nden geçmediklerini ve gamma ışın la­
rıyla, kızıl.-ötesi ı ş ı n ların farkını bilemeyecekleri­
n i hatı ria nllŞ o l m a l ı . Bir robotun ancak insanla­
rın kendisi ne verd i ğ i kadarı n ı bilebileceği gerçe­
ğini unut muştu, ve işte bu yüzden de yakayı ele­
verd i . �
ISAAC ASIMOV'tan
adapte edilmiştir.
I M ETEOR
Ev zelzele olmuşças ı n a sals ı l d ı . Pencereler
çatı rdadı ve masanın üzerindeki bir bardak yere
düşerek paramparça oldu ... Büyük g ü rültü dışar­
lardan bir yerden gelmişti. G raham Toffts içki
bardağ ı n ı itina ile masanı n üzerine koyarak:
« Bunlar da insanda sinir bı rakmıyor! Yine bir
roket denemesi galiba! n dedi.
Sally pencereden dışarıya bir gözattı . Son­
ra baş ı nı saltayarak karşı ç ı ktı :
ııSanmam. Roket sesine hiç d e benzemiyor­
d u !ıı
Perdeleri sonuna kadar açtı. D ı şarıda zifiri
b i r karan l ı k vard ı . Yağmur damlaları camları dö­
vüyordu.
B u s ı rada kapı açıldı ve babası eşikte gö­
ründü :
« Duydunuz mu? Küçük bir meteor olmalı,
• 62 .
bahçeni n ardmdaki tar!a üzerinde bir ışık topu
gördüm," dedi, sonra koridora yöne l d i .
S a l l y de o n u n peşinden gitmişti. G raham ar­
kalan ndan yetişti. Sal Iy babasma iti raz ed iyordu.
« Hayır, b u yüzden yemeği soğutmayalım.
Roket mi, meteor m u , her neyse bekleyebilir. Ye­
mekten sonra bakarız, » dedi.
Yemekten sonra elfenerleriyle yola koyuldu­
lar. Gürültünün geldiği yeri bulmak zor olmad ı .
Tarlanın t a m ortasında küçük bir krater meyda­
n a gelmişti. Bir süre krateri dikkatle gözden ge­
ç i rdiler. Bu sı rada Sally'nin köpeği Mitty etraf­
Iarında dört dönüyordu.
u Mutlaka küçük bir meteor olmal ı , , dedi
Sally'nin babası M r. Fountain , uyarın işçi leri ge..
tirip burayı kazd ırta l ı m . n


Onn'un günlüğünden :
Notlarıma, hareketimizden birgün önce bü­
yük l iderimiz Cottafts'ı n bize yaptığ ı konuşma ile
başlayacağı m .
Forta'yı terketmeye hazırlanan binlerce kişi­
nin toplandığı büyük alanda, büyük liderimiz sö­
ze şöyle başlamıştı :
<<Yarın buradan hareket edecek olan kürele-
o 63 c

rinizle Forta'dan ayrılacaksınız. Hepiniz bu işe


gönüllü atı l d ı n ı z. Sizi gönüllü olmaya iten kişisel
nedenleriniz ne o lu rsa olsun, yapacağı ız işin or­
tak bir yanı var: Nesi imizin mutlaka sürdürülmesi
inancı.
" Fo rta'da sayısız yüzyıl lardan beri yaşıyoruz.
Büyük bir uygarlık kurduk, karşı mıza çıkan her
sorunu çözdük, fakat şu anda sorunların en bü­
yü�ü ile karşı karşıya kald ık . Forta, bizim dünya­
mız, art ı k ihtiyarladı . üzerinde yaşamam ızı im­
kansız kılacak bir dönem yaklaşıyor. Bunun için­
d i r ki, şimdiden, yan i , henüz sağ l ı kl ı ve güçlü
iken yıldızımızı terkedip kendimize yeni vatan­
lar bulmalıyız. Işte, kürelerinizin sefere çıkış ne­
deni b u du r.
u Peki, nerelere g ideceksiniz? Kürelerle yola
çı kacak olanları ilgilendiren bu soruya cevap ve­
remeyiz. Küreler uzayın dörtbir yan ına gönderi­
lecektir. G i deceğiniz yerlerde ne bulacağ ı n ı z ı ,
başı nıza n e l e r gelebi leceği n i de b i l m iyoruz.,
Büyük l ider, bir an susmuş, sonra devam et­
mişt i :
u Uygarl ı ğ ı m ı z ı n geleceği si z in ellerin izdedir.
Gezegenimizin tarihin i, kültürünü ve uygarl ı ğ ı n ı
da taşıyarak y o l a çı kıyorsunuz. Onları kullanın.
Onları iyi ku llan ı n ! Başka dünyaların canlıianna
• 64 .
da bunları öğretin. Bununla da yetinmeyin. On�
lardan da öğrenmeye çalışın. Geçmişe bağlı kal­
mayı n . Unutmayı n ki, geçmişe bağ l ı kalanların
geleceği yoktur.
<<Forta'yı terkettikten sonra artı k bizden yar�
d ı m beklemeyin. Sizin için yapabileceğimiz bir­
şey kal mıyor, yaşad ı ğ ı m ı z sürece sizleri düşün­
mekten başka . . . "
Büyük liderimizin sözleri işte bunlardı.
Top lantıdan sonra, teleskopla müstakbel
dü nyam ıza tekrar baktı m. Doğrusu grubumuz ol­
dukça şanslıydı. Daha doğrusu bana öyle geli­
yordu. G ideceği m i z gezegen çok yaş l ı o l madığı
gibi, çok da genç değildi. Küçük mavi bir topa
benziyordu. Astronomların söyled iklerine göre
üçte ikisi sular altı ndaydı, yani bizim daima sık ın­
tısını çektiğimiz suların . . . Bütün u m udumuz bu
gezegenin kara kısmına iniş yapabi l mekti. Aksi
halde başı mız daha ilk anda belaya g i recekti.
Korkuyor muyduk? Bunu kimse iddia ede­
mez. Çünkü, kürelerimize yerleştikten sonra veri­
lecek bir gazla hepimiz uyutulacaktık. Uyandığı­
m ı z zaman ise art ı k yeni bir dünyada alacaktık.
Ya uyanamazsak! Ya hesaplar ters ç ı karsa! O za�
manda zaten bunları bilemeyecektik ki . .
O gece, kürelere yeniden gözatt ı m . Devasa
• 65 •

şeylerdi. Madeni dağlara benziyorlard ı . Gökyü­


züne havalanabileceklerine inanmak çok zordu.
Ama ister inanalım, ister inanmayal ı m , işte otuz
tanesi, ertesi gün havalanmaya hazır bekl iyordu.
Bunlar belki de yazabildiğim son satırlar. .
Belki de yeni dünyamızda tekrar yazmaya devam
ederim ...


« N iye orayı kazıyorsunuz?ıı d iye polis mü­
fettişi hiddetle sordu. «Savaş Dairesi'nden uz­
manlar gelip gerekli i ncelemeleri yapın.caya ka­
dar e l i n izi sürmemeniz gereki rd i , »
Fountain, s o ğ u k bir sesle sord u :
oıSavaş Dairesi meteariarı inceletti rip de n e
yapacak?"
Polis müfettişi bu defa gerçekten öfkelen­
mişti :
« Bu n u n meteor olduğundan e m in misiniz?
Gökyüzünde meteariardan başka şeylerde cirit
atıyor. B u kazd ı ğ ı nız yere gömülen şeyin de mut­
laka meteor olduğunu kim iddia edebi l i r ! n
" Fakat meteara benziyor.))
Sally, bu çekişmeye son vermek için müda­
hale etmek i htiyac ı n ı duY.dU.
''Pekala müfettiş, bir daha meteor düşecek
• 66 .
o l u rsa ne yapmamız gerektiğini ş im d i öğrenmiş
o l du k. Ş i m d i gidelim de neyin nesi d i r b ir gözata�
l ı m . Onu bir ku lübeye taş ım ıştı k.»
Kulübeye g i rd i ler. lçerisi kara n l ı kt ı , sadece
tavandaki küçük kirli bir pencereden ışık sızıyor­
du. u Meteo r" dedikleri şey ise, kulübenin tahta
döşemesinin üzerinde duruyordu. Bu, 50-60 san�
tim çapında madeni bir küre idi.
u Hiç gizli b ir silaha benziyor mu?" diye sor­
du Fountain . " Modern bir raketten çok, bir top
gü1 1esini andı rıyor.ıı
u Orası öyle ama, bize de kesin emir var.
Gökten düşen herhangi bir cisme, Savaş Dairesi'­
nin uzmanları inceleme yapmadan hiçkimse e l i n i
süremez.n
O ana kadar konuşmalara hiç karışmamış
olan Graham, ileri atı ld ı ve elini metal topun üze­
rine koydu :
u Eh soğ umuş sayı l ı r " dedi, « acaba neden
yap ı l m ış?ıı
u Demire benziyor,, diye cevapladı Fountain.
«Ama gene de b ir acaipliği var. B i r kere top­
rağa çakı l d ı ğ ı zaman çok kızgın değildi. Son.ra
beklendiği kadar da derine gömülmem işti.ıı
Müfettiş u pekala, , diye lafı kest i :
n Görülecek herşeyi gördük. Ama g e n e d e
• 67 .

Savaş Dairesi uzmanları gereken incelerneyi yaR


p ı ncaya kadar ona kimse dokunmas ı n ! ıı
Tekrar bahçeye gidiyorlardı ki, müfettiş bir-
den bire d u rakladı :
« B u tıslama nereden gel iyor?ıı
uTıslama m ı ? ıı diye sordu Sally.
S ı rf kulak kesilmişlerdi. Evet, küreden bir
tıslama gel iyordu. Graham önce tereddüt etti,
sonra geri dönüp, küreye doğru ilerledi. üzeri­
ne eğilerek, kulak verdi.
ıoEvet,ıı dedi, ıo ondan gel iyor."
Aynı anda gözleri kapand ı ve birden bire
yere yıkı l d ı . Sally ona doğru atı l d ı , diğerleri de
G raham'ı a lıp d ışarı sürüklediler. Temiz havaya
ç ı kar çı kmaz Graham gözlerini açtı :
ıı Ne oldu, n diye şaşkın sordu.
Müfettiş:
ıoTıslamanın küreden geldiğinden emin mi-
siniz?n dedi.
ııTabii, tabii eminim.ıı
''Acaip bir koku duydunuz m u ? ıı
G raham hayretle baktı. Sonra sordu :
(( Gaz m ı demek istiyorsunuz? Sanmam . ıı
Müfettiş yaşlı adama dön.dü, " meteariardan
böyle tıslama sesi gelmesi normal midir?» diye
sordu.
• 68 .
« Bil m iyorum ama sanmam , » d iye Fountain
cevap verdi.
•ıöyleyse,» diye müfettiş kesin kararı n ı
bildirdi:
ıı Uzmaniar gelinceye kadar, kürenin kulübe­
de el değmeden mu h afaza edilmesi için bütün
sebepler var. H

Onn'un günlüğünden :
Uyand ım. Neredeyiz? HAlA Forta'da mıyız,
yoksa yeni gezegende mi? Ş i m d i l i k birşey diye�
mem. Küreye girdiğimizden beri n e kadar zaman
geçtiğ ini de bilmiyorum. Bir saat mi, bir gün mü,
bir yıl m ı , yoksa bir yüzyı l mı? Ama herhalde bir
günden fazla olmalı, çünkü bütün vücudum sız­
l ı yor.
Bilginlerimiz demişlerdi k i :
" H içbir şey duymayacaksı n ız. Fakat uyan d ı �
ğ ı n ı z zaman yolcu l u kta vücudunuzun uğradığı
aşırı zorlama yüzünden her yan ı n ı z ı n sızladığın ı
h issedeceksiniz,,
Bu rahatsızlı kları g idermek için hepim ize
özel ilaçlar verilmişti. Bir tane yuttum, b irkaç da­
kika sonra kendimi daha iyi hissetmeye başladı m .
Y e n i bir gezegende olduğumuza hAla inanamı­
yorum . Sanki kürelerimize kısa bir süre önce gir-
• 69 .
miş, elastiki kompartmanlarımıza henüz yerleş­
miştik. Kampalimana g i rdikten sonra bir dü�me­
ye basarak meydana ketird i � im bir hava boşlu�u
ile, dış ve iç duvarlar arasındaki bütün bağlantı­
yı kesmiştim. B u şişirme yüzünden, kampartma­
nın eni daha daralmış, yüksekli!}i daha azal mıştı.
Böylece, her yönden gelebilecek şok etkilerine
karşı, kendimi güvenliğe almıştım. Artık bekl iyor­
dum. Ama neyi? B i l m iyoru m ! Zaten ondan sonra
da ne olup bittiğ ini hatı rlayamıyorum.
Şu anda yorgun. ve bitkin beklerken, kom­
partmanı m ı n dışarı ile teması tekrar kuruldu. Biw
ze çıkış yo l u n u açacak olan matkabı n gürültüsü­
nO duyuyorum. B u demektir ki, artık yeni geze­
genim izdeyiz. Çalışan pompalar, küren i n içindeki
gazı boşaltıp, taze hava çekiyorlar. Yen i geze­
genim izdeyizl O güzel, mavi, HAYAT DOLU geze­
gende l ! ! Bütün ömrüm boyunca Forta'da ölü bir
gazegende yaşamıştım. Kendim ve çocukları m
için gelecek olmad ı ğ ı n ı bilerek. Ama şimdi yeni
bir dünyaday ı m ı Çalışabileceğimiz, ü mit edebile­
ceğimiz, geleceği düşleyip kurabileceğim iz genç
bir dü nyada!
Büyük liderimizin sözlerini düşünüyoru m :
"Yeni gezegende, size ç o k acaip gelecek
can l ı larla karşılaşabilirsiniz. B u yaratıklar, çok
• 70 e
akı l l ı da olmayabil i rler. Fakat u n utmayı n ki, bu­
l u n acağ ı n ı z yer, onların dünyas ı d ı r, ve sizin gö­
reviniz, onları öldürmek değ i l, onlarla birl ikte ya­
şamas ı n ı öğrenmektir. Onlarla işbirliği yapmak­
t ı r. Onlara kültürünüzü vermektir.�>


(( Peki, bu kediyi bana neden gösteriyorsu­
nuz?ıı diye sordu uzman.
Komiser Brown, ölü siyah b i r kediyi kuyru­
ğ undan tutarak cevap verd i :
(( Neden olacak, herhalde Savaş Dairesi uz-
manlarını ilgilendirir.ıı
((Savaş Dairesi'nin kedi leşleri ile i lg isi ne?ıı
Komiser izah ett i :
« Böylesi ilg ilendirir san ı r ı m . Memur arka­
daşlarla birlikte kulübeyi inceliyorduk. Kürenin
durumunda yeni b ir gelişme var m r diye bakmak
için içeri g i rm iştik. Gaz tehlikesi n i gözönünde
tutarak, dikkatli davran ıyorduk. Bu defa trslama
kesilm işti. Küreye yaklaştı m , yakından inceleme­
ye başlad ı m . B u kez de bir vrzıltı kulağı ma çarp-
t ı . ıı
«Vızıltr m ı ıo diye tekrartadı uzman, « yani tıs­
lama m ı demek istiyors u n ? "
« Hayı r efendim, v ı z ı l t t . Bir matkap vızrltısrna
• 71 •
benziyordu ama sanki çok uzaklardan gel iyordu,
ses. O zaman kürede hala birşeyler olup bitti�i­
n i farkettim ve memurlarıma uzak du rmaları n ı
emrett i m . ıı
ıı Kedi ölüsü ile lafa girip, vızı ltıyla bitirdi­

niz,,, diye çı kıştı uzman.


•dşte benim de size anlatmak isted i�im asıl
bu. Bahçede oturmuş kulübeyi gözetHyorduk ki,
birden kedi kulübeye doğru gelmeye başladı . ön­
ce aldırış etmedik. Fakat aradan yarı m saat geç­
mişti ki, kediyi küren i n yanında ölü bulduk. u
•• Gazdan ölmüş olabi li r m i , ıı diye sordu uz-
man.
oo Hayı r, gazdan değ i ! ! Bakın . . . »
Kom iser, bahçe masas ı n ı n üzerine kediyi
uzatıp, kafas ı n ı uzmana gösterd i.
Kedinin kafas ı n ı n alt tarafında küçük bir de­
lik vardı . Deliğin etrafı ndaki tüyler yanmıştı. Ko­
miser, cebinden ince bir tel çı kartarak bu delik­
ten içeri soktu. Telin ucu, kedin in başı n ı n üze­
rinde deliğin öbür yanından çıktı.
Uzman deliğin öteki ucunu da d ikkatle ince­
ledi. Onun etrafındaki tüyler de yanmıştı. Ne ola�
bilirdi bu? M i kroskobik bir tabanca ile mi ateş
edilmişti? Yara nın iki yanı n daki tüyler neden
yanmıştı ?
• 72 •
u Ne dersiniz, , diye sordu komiser.
" Birşey diyemem.ıı
ıı Küre şimdi ne alemde? Hala vızıldıyor
m u ? ı>
« Hayı r efendim. Tekrar yan ına gidip kediyi
bulduğumuzda artı k herhangi bir ses gelm iyor­
d u . ı>
ııÖyleyse beklemekten başka yapacak bir­
şey yok. Savaş Dairesi yetki li leri herhalde bi­
razdan geli r.ıı

Onn'un günlüğünden :
Korkunç bir yer buras ı . Hayal gücünü de
aşan bir cehennem. Bu lanet olası yerde nas ı l
yaşayacağ ız?!! Buraya uygarlık getirmek mü m­
kün. mü?
Karan l ı k b ir mağarada g izleniyoruz şimdi.
Yeni liderimiz lss. B i razdan ne yap mamız gerek­
tiğini açıklayacak. Şu anda tam 964 kişiyiz. 964
kişi ! Oysa 1 000 kişiydik. Neler gelmedi başımı-

Matkabın sesi nihayet durmuştu. Demek ki


art ı k yeni dünyamıza giden yol açı l m ıştı. Kişisel
eşyamızı alarak kompartmanları m ı zdan çıktık ve
merkezi salonda topland ık. O andaki liderimiz
• 73 .
Sunss, herşeyin hazır oldu�unu söyled i. Artık
küreden çı kabilirdik.
Dedi ki:
"Art ı k küreyi terkediyoruz. Ş u andan itiba­
ren tek şeye ihtiyacımız var: Cesaret! Baş ı m ı za
neler gelece�ini b ilemeyiz. Herşey mümkün. Fa­
kat, başım ıza ne gelirse gelsin, asla aklım ızdan
çı kartmamalıyız ki, bizler uygar yaratı klarız ve
uygar yaratıklar gibi davranmalıyız.))
Sonra i l k olarak o, delikten çıktı, bizler de
kendisini izledik. Yeni dünyayı nasıl tasvir et­
sem bilmem kil Gece olmadığı halde, karanl ı k
v e kasvetli. I ş ı k , bu kara n l ı k v e kasvetli gökyü­
zünde ası l ı d u ran kocaman gri bir levhadan ge­
l iyor. Neyin nesi bu levha? Güneş mi??? Dört
köşe ve iki kal ı n siyah çubukla dörde bölünmüş ...
Bekled iğimiz yer de hayli acaip. Küçük, çok
küçük taşlarla kap l ı . Büyük b ir tarla gibi. .. Bek­
leştiğimiz yerin yanında, hemen hemen benim
boyumun genişli�inde bir uçurum var. Bu uçu­
rum, daha doğrusu hendek, tarla boyunca düpe­
düz uzanıyor. Biraz ötemizde, buna paralel ola­
rak bir başka hendek daha uzanıyor. Sanıyorum
aynı şeki lde başka hendekler de var, fakat o ka­
dar uzaktalar ki, iyi seçemiyorum.
Arkadaş ı m N iss yanımda du ruyordu. Bu geo-
• 74 .
metrik dünya ve dört köşe güneş hakkında ba­
n a birşeyler anlatmak istedi. Kendisine kızd ı m .
Ve d i � e r arkadaşları ürkütebilecek şeyler söy­
lemekten sakınmas ı n ı istedi m .
N i h ayet h e p i m i z küre n i n dışına ç ı kabildik.
Tam top l u halde yürümeye hazırlamyorduk ki,
acaip bir sesle irkildik. B u , sanki dev b ir yara­
t ı ğ ı n çok yumuşak ayak sesleriydi. N itekim, da­
tıa harekete geçmeden, küremizin ard ı nda kor­
kunç bir canavarın görüntüsü belirdi.
Çeşitli canavarlardan sözeden b irçok seya­
hat h i kayeleri okum uştu m. Fakat şu anda kar­
� ı laşt ı ğ ı mız cinsten. b ir canavarı hayal bile ede­
mezdi m . önce, dev bir surat belirdi. S u rat üstü­
müze üstümüze gel iyordu.
Karaydı bu su rat. Karanlıkta o n u iyice gö­
rebi l memiz çok zor oluyordu. Canavarın p ı r ı l pı­
rıl parlayan iki yeşil gözü ve iki acaip kulağı varı­
dı. Bir an d u raklad ı , yeşil gözle rini kapatıp açtık­
tan sonra bizlere daha da yaklaşt ı . Yürümesi n i
sağlayan bacakları, d e v sütunlara benziyordu.
B u dev bacaklarına rağmen, inan ı l maz bir çe­
viklikle hareket ediyordu. Kafas ı n ı iyice üzeri­
mize eğerek, bizleri di kkatle süzdü. Yakından
bakınca, suratı daha da korkunç görünüyo rdu.
Ağz ı n ı açtı b irdenbire ! Muazzam, kara n lık bir
• 75 .
mağaraya benziyordu içi. Ağzından sarkan kır­
mızı dili öylesine büyüktü ki, en azından o n ar­
kadaş ı m ızın rahatlıkla sığabiieceği bir küreğe
benziyordu.
Bazı ları m ı z paniğe kapı l d ı lar. Canavara en
yakı n yerde bulunanlar geriye doğru kaçışmaya
başlad ı l ar. Bunun üzerine canavar ayağ ı n ı kay­
d ı rarak ilk darbesi n i i n d irdi. Içimizden 24 kişi
bir anda yere cansız seri lmişti.
Sunss hariç hepimiz adeta felç olm uştuk.
Sunss birdenbire canavara doğru koşmaya baş­
ladı. Canavar bir darbe daha indirdi, bu kez 1 1 '­
imizi öldürmüştü.
Tekrar kendisine gözattığı mda, Sunss'u ca­
navarın pançeleri arasında gördüm. Işın taban­
eası eli ndeyd i . .. Kendisine tepesinden bakan ca­
navarı korkmadan gözlüyordu. Sonra ışı n taban­
cas ı n ı kaldı rarak nişan aldı. Ufac ı k bir ış ın. ta­
bancasr böylesine dev bir canavara ne yapabi­
lirdi ki? Ama Sunss, benden daha zeki ve daha
cesurdu. Canavar, birdenbire, sessiz sedasız ol­
d u ğ u yere çöküverdi.
Ama, Sunss da altında kalmıştı. Cesur bir
kişiydi o . . .
V e lss l iderliğe geçti.
Yeni l iderimiz, öncelikle, bu gibi canavarlar-
• 76 .
dan ken.d imizi sakınabileceğimiz güve n ili r bir yer
bulmaya karar verdi. Böyle bir yer b u l u r bul­
maz, gerekli araç ve gereçlerim izi küreden çı­
kartıp, ondan sonra n e yapacağ ımız ı rahatl ıkla
düşünebilirdik. lss, ik i derin hendek arasında
uzanan tarla boyunca i lerlememizi emretti.
Uzun bir yürüyüşten sonra d ikdörtgen biçi­
minde koyu kırmızı bir uçurumun yan ın a ulaş­
tık. Uçurumun yan ı nda, on un derinliklerine uza�
nan bir mağara bulduk. Mağara yusyuvarlaktı.
Belki de N iss, geometrik bir dünyaya geldiğimizi
söylerden çok haklıyd t . ..
Mağara şimdilik canavarlardan korunmamı­
zı sağlayacak gibi görünüyordu. Çünkü onların
g i remeyece{;ji kadar dardı.
Daha sonra:
Yine korkunç birşey oldu. lss ve yirmi ki­
şilik bir grup küremizin bulunduğu alandan dı­
şarı ç ı kmak için başka b ir yol bulup bulamaya­
cakları n ı araştırmak üzere mağaranı n derinl ik­
lerine dalmışlard ı .
Küremizin b u l u n d u ğ u diyorum! D a h a do{l­
rusu eski yeri. Çünkü küremiz artık yerinde yok.
Akıbetini de bilmiyoruz.
lss uzaklaştıktan sonra mağarada oturmuş
bekliyorduk. Bir süre hiçbir şey olmad ı . B u dün-
• n •

yada öldürdüğümüz canavardan başka bir ya­


rat ı k olmadığına kanaat getirmeye başlamıştık
ki, kürenin bulunduğu alan birdenbire ayd ı nlan­
dı. ölü canavardan defalarca büyük bir başka
yaratık peydah lanıp, onu havaya kaldırdı. Sonra
ölü canavarı alıp götürdü, ortal ı k tekrar karar­
dı.
Gördüğüm şeyleri ne d o ğ r u dürüst anlaya­
bil iyor, ne de izah edebiliyorum. Bu yüzden , göz­
lerimle gördüğüm herşeyi aynen yazıyorum . .
Gene uzun b i r süre geçti. Bizden ayrı lalı
epey zaman geçmiş olan lss ve arkadaşlarımı­
zı adamakı l l ı merak etmeye başlamıştık ki, o
korkunç olay patlak verdi.
Alan yeniden ayd ı n landı. Mağaran ı n dışında
büyük bir gürültü koptu. D ışarıya gözattı m, gör­
düğüm şeyler karşısında gözlerime inanam ıyor­
dum. Tarlaya birkaç yaratık daha geldi. Küreye
yaklaştıkları zaman bunların bizim dev küremizin
üç dört misli yükseklikte olduklarını farkettim.
Bu yazdıklarımı Forta'da kim okusa inanamaz.
Ama ister inan ı ls ı n , ister inanılmasın, gerçeği n
ta k e n d i s i bu ..
Yaratıklar küreye ş öy l e b i r baktı lar, sonra
önayakları n ı uzatıp, yerden kaldırdı lar onu. Evet,
• 78 •
evet . . . O koskoca maden dağını KALD l R D l LAR
ve GöTüRDÜLER.
Yüzlercemiz mağaradan dışarı tırrayarak ç ı l­
g ı nca bağırmaya ve ağlamaya başladık. Ama ne
yapabil irdik ki?! Yaratıklar o kadar uzaktaydılar
ve o kadar kocamandı lar ki, ışı n tabancatarımız­
la öldürebi leceğ imizi düşünmek enay i l i k o l u rdu.
[şte, artık küremiz de yok. Onunla birl ikte
bütün araç ve gereçlerimiz de kaybo ldu. Yeni
dünyam ızı kurmaya başlayabileceğ imi z hiçbir
şeyimiz kalmadı art ı k . .
Çok geçmeden lss'le giden iki arkadaş ı m ı z
dehşet i ç i n d e geriye d ö n d ü l e r ve başarından ge­
çen korkunç şeyleri anlattı lar. Dediler k i :
1dss'le birl ikte mağaranı n derinliklerine dal­
d ı ktan bi r süre sonra, bir tünele u laştık. Tünel
çok karaniıktı ve içerde acaip koku l u ağır bir
hava vard ı . Bi rkaç kez çeşitli yaratıkların. saldı­
rısına uğradık. Bazıları altı, bazı ları ise sekiz ba­
caklı idi. Büyük, bizden çok büyüktüler. Kafala­
rında ve ayaklarında kıskaçları vardı . Ancak, çok
geçmeden bunların sadece sald ı rı rken teh likeli
olabildiklerini farkettik. Çünkü zekadan yoksun,
ilkel yaratıklard ı . B u n ları ışın tabancatarımızla
öldürmek pek de zor olmad ı .
�< Bun larla birkaç savaş yaptıktan sonra bir
• 79 .
düzlüğe ulaştık. Ve sonra tekrar geri dönmeye
karar verdik. Facia işte bu geri dönüş s ı rası n da
oldu. Birdenbire korkunç gri yaratıkların saldırı­
s ı n a uğradık. B u nlar, bize ilk saldıran siyah ca­
navarı n hemen hemen yarısı kadard ı lar. Ama
giderken tOnelde rastladıklarımıza göre de çok
büyüktü ler. Aramızda korkunç bir çarpışma o l­
du. Biz canavarları öldüremeden, onlar çoğumu­
zun canına kıyd ı lar. ölenler arasında lss de var­
d ı . Kala kala işte size bu korkunç serüveni an­
latabilen biz ikimiz kaldık.••
Şimdi ne yapab i lirdik? Canavarlarla çevr i l i
bu korkunç gezegenele araçsız, gereçsiz ne ya­
pacaktık?
B u kez liderliği M uin. Oslendi. Yen i liderimiz
tOnelde ilerlemem ize karar verdi. Ya b u tünel­
den düzlüğe ulaşacak, yada burada açl ı ktan kı­
rılacaktı k.
llerde başı mıza n e le r gelecek? B i l m iyoruz ..
Oysa o kadar da ma sum ve k ü çü k birşey istiyo­
ruz k i . . Sadece barış içinde yaşamak ve ça­
l ı şmak . . .


Ertesi gün Graham Londra'dan geri dö"n dü.
« Pekala delikan l ı , •• ·diye Fountain sordu, «ŞU
• 80 .
bizim meteardan bahset. Neyin nesiymiş? Ger�
çekten meteor muymuş?n
G raham izahat vermeye başladı :
« Hayır, meteor de�ilmiş. Fakat neyin nesi
o l d u � u n u onlar d a bilemiyorlar. Ama en iyisi her­
şeyi baştan anlatmak.
•• Lonra'ya gitti�im zaman bu incelemede be­
n i m de hazı r b u l u n u p b u l u n mamam konusu uzun
uzadıya tartışı l d ı . Sonunda incelerneyi izlernem
kabul edildi.
« M eteor, araştırma laboratuvarı nda dikkatle
incelendi. Meç hu l bir m adenden yapı lmış. Bir ye·
rinde birbuçuk santimetre çapında bir delil<: var­
d ı . Uzmanlar küreyi kesip içinde n e oldu�unu
ç;örmeye karar verdiler. Küre kesildi�inde şaş­
k ı n l ıkları bir kat daha artt ı . "
S a l l y merakla atı l d ı :
ı . Neden? Ne o l d u k i? ••

« Hiçbir şey olmadı. Ama küre n i n sam ml�­


tal olduğunu sanıyorlard ı . Kesince hiç de öyle
o l m ad ı � ı n ı gördüler. Onbeş santim kal ı n l ı ğ ın­
da, kalın metal b ir çeperi vard ı . Sonra gene meç­
h ı..: l bir maddenin yumuşak tozundan meydana
getirilmiş 2-3 santim kal ı n l ı ğ ı nda ikinci bir z ı rh
gel iyordu. Bu, yüksek kaliteli bir izole maddesiy­
miş. Küren in içinde ise, lasti k gibi bir maddeden
• 81 .
yap ı l m ı ş yüzlerce hücre vard ı . Fakat içieri boştu.
Ayrıca daha büyük hücreler de vard ı . Bu büyük
hücreler ise, ancak mikroskobik araçlarla görüleR
bilecek kadar ufak tüpler, tozlar ve çeşitli araçR
larla doluydu. Şimdi uzmanlar, bütün b;.ı şeyleri
tek tek inceliyorlar. "
Fountain sordu :
" Peki, neyin nesi olablliı bu?ıı
" Kimbilir? Uzmanlardan birisi, bunun koz­
mik uzaydan bize gönderi lmiş yapma bir meteor
olabileceğ ini ileri sürdü. Fakat bu tah mini ki mse
ciddiye almad ı . "
" Eğer öyle ise, harika birşey,ıı d e d i Sally.
uO zaman uzayda tek başına değ iliz demektir.
Bizimle temasa geçmek isteyen başka zeki yaR
ratıki ar da var herhalde . . . ıı
Bu sırada bahçeden bir köpek havlaması
duyuldu. Sally sustu. Havlama sonra birden u lu­
maya dönüştü, sonra da arkası kesildi.
Sally, ı1 bu benim köpeğ im, M itty!ıı diye ba­
ğ ı rarak bahçeye fırlad ı . Iki adam da peşinden
koştu lar.
« M ittyl Mittyl ıı diye sesleniyordu Sal ly, ama
cevap yoktu.
Sesin geldiği yana, sola döndü ler. Kulübe-
• 82 .
n i n yanındaki çimenlerin üzerinde beyaz b i r
k ü l ç e yatıyordu.
«Ah can ı m Mitty' m , ıı d iye bir ç ı ğ l ı k attı Sally,
uölmüş galiba.ıı
Köpeği kaldırmak üzere dizüstü çöktü.
,, öLMüŞ. Bu d a ne ... ıı
Sally konuşmas ı n ı tamamlayamadı . Ayağa
kalktı , hacağ ı n ı tutuyordu.
u A h , galiba birşey sokt u ! ıı
Gözleri yaşarmıştı. Babası köpeğe bakarak:
<<Neler dönüyor yahu burada,ı• diye söylen-
di. « Bunlar da neyin nesi? Karınca m ı ne?ı•
G raham da yere bakt ı :
u Hayır karınca d e ğ i l . Neyin n e s i olduklannı
ben de anlayamad ı m . ıı
Yerde dolaşan küçük yaratıklardan birini eli­
ne aldı. Beş santim boyunda, acaip b i r yaretıktı
bu. S ı rtı yuvarlakt ı , karın kısmı ise yassı idi. Iri
bir uğur böceğ ine benziyordu . Koyu kırmızı renk­
te idi. Dört kısa bacağı vard ı . Yarat ı ğ ı n başı yok­
tu. Vücudunun üst kısmında iki gözü, gözleri n i n
a l t ı n d a da a ğ zı vard ı . önayağı i l e çimen yada
tel parçasına benzer birşey tutuyordu.
G raham ans ı z ! n elinde bir yanma hissetti.
Ve yaratığı yere fırlattı.
,,Ah ! ! ! Sokuyor, ıı diye bağ ı rd ı . u Ne oldukla-
• 83 •
rı nı b i l m iyorum ama, teh l i keli olabilirler. Mitty'yi
öldürenler de belki bunlardır. Bir sprey getirin
de ilaç sıkalı m.
ıı Kulübede b ir tane olacaktı,ıı dedi Founta­
in, ve sonra kızına dönerek, u bacaQı n nası l, >> di­
ye sordu.
u H§.l§. sızlıyor.» Sally' n in gözleri Ml§. yaş
içindeydi.
G raham e l inde spreyle döndü. Etrafına ba�
kındı. Yüzlerce küçük kırmızı yaratık kulübenin
duvarı na doğru kaçıyariard ı . Sprey'e parmağı ile
dokunarak böcek öldürücü ilaçtan püskürtllL Ya�
ratıklar önce sırtüstü devri lip b i r süre bacakla­
rını kıpı rdatarak cançekiştiler. Sonra hepsi kas­
katı kesildiler.
« Tamam! Hepsinin hesab ı n ı gördü m , ıı diye
kas ı larak konuştu G raham, u ne acaip şeyler.
Nerden gelmiş olabilirler ki?»
JOHN WYNDHAM'dan
adapte edilmiştir.
ı öLO GEZEGEN

Gezegen, karanl ı k, soğuk ve ölü görünüyor­


du. Fakat bizi pek ilgilendirmiyordu bu. Bizi il­
gilendiren tek sorun, arızalı gemimiz iniş yapar­
ken hayatta kal ı p kalmıyacağımızdı.
Tharn, kontrol merkezindeydi. üçümüz, teh­
likeli bir iniş anında hayatlanmızı koruyabilece­
ğ i u muduyla, uzay elbiselerimizi üstlerimize ge­
çirmiştik. Bu uzay elbiselerinin içerisinde ü ç aca­
ip yaratığa, mekan ik kolları ve hacakları olan
tombul robotlara benziyorduk.
uNe diye sanki b uraya iniş yapıyoruz. Ga­
laksinin en meçhul yanı buras ı , ıı diye bağ ı rd ı
D ri l .
Cevap verd i m :
, ş ü kredel i m ki, janaratör bozulduğu zaman
h i ç değilse herhangi bir gezegene yak ı n bulunu­
yorduk,ıı
• 85 •

�Şükür mü edelim, Oroc» diye sordu Dril,


" bi rkaç gün daha hayatta kalmaya m ı şükredece­
ğiz? Bu gezegende insan birkaç günden fazla
hayatta kalamaz ki . . . ıı
Aslında haklıyd ı . Gezegen ölü bir gezegen­
di. Gelaks inin en ucundaydı . Çok yaşlı, öl mekte
olan koyu kırmızı bir güneşin uydusuydu. G üne­
şin etrafında altı gezegen vardı. Daha yaşana­
b i l i r göründüğü için altıncı gezegeni seçmiştik.
Fakat hiçbir hayat belirtisi görünmüyordu. Ta­
mamen karlarla ve buzlarla kaplıyd ı . Hava da ol­
mamalıydı bu gezegende.
Ne var ki, öteki gezegenler, bundan d a
beterdi. üstelik uçuş rotamızı değiştirmek için
de. artık olanak kalmamıştı. Bütün sorun, halen
çalışebilen iki jeneratörün gemim izin yumuşak
iniş yapmas ı n ı sağlayıp sağlayamayacağı idi.
ölüm çok yak ı n d ı . B i l iyo rduk ama gene de
sakindik. Kahramanlık falan değil bu. Bizler Yıl­
dız Servisi'nin mensuplarıyd ık. Ve bu servisin
mensupları, daima ölümün gölgesi altı nda çalı­
şı rlardı. Birçoğu, gelaksinin en uzak kesimlerin­
de canvermişt i : Tıpkı bizim gibi uzak yıldızlara
gitmiş ve sadece üçte ikisi yada daha azı geriye
dönebi l m işti.
• 86 .
B i rden Tharn'm sesi duyu ld u :
« G ezegene yaklaşıyoruz. Hız kesmeye çatı­
şacağ ı m . Ama . . . Her ihtimale karşı hazı r o l u n, 11
« Bazı yerlerde kar oldukça derin o l m a l ı , �>
dedi Dril, « böyle bir yere daha yumuşak inebili­
riZ.II
Tharn sükunet! e cevap verd i :
<ı Buzluğa doğru i n i ş yap ıyorum . Çarpsak bi­
le hiç ol mazsa buz üstünde görülebil iriz. Başka
bir gemi geldiği takdirde bizi kolayca bulabi l i r.
üste l i k haritalarımiz ve krokilerimiz de böylece
insanl ı ğ ı n eline ulaşmış olu r.ıı
Y ı l d ız Servisi'ni üne ulaştıran işte bu ola­
ğanüstü meziyetti. Bu meziyettir ki, bizi dünya­
m ı zdan ayrılmaya ve galaksinin en uzak kesim­
lerine gitmeye yöneltiyordu.
Gezegene korkunç b ir süratle in iyorduk.
Tharn son ana kadar hiçbir şey yapmadan so­
ğ u kkan l ı lıkla bekledi. Son anda halen çalışır du­
rumdaki iki jeneratörün düğmelerin i çevirdi. Dü­
şen gemi birden sarsı l d ı . Sonra gemiyi frenleye­
cek karşı basınç mekanizması karekete g�çiril­
di.
Bu oıyengeç kuyruğu inişin idi. Yengeç kuy­
ruğu inişi sadece üstün bir maharete değil, aynı
• 87 .

zamanda pi lotun büyük inisiyatif gücüne ve şan­


sa da ihtiyaç gösteriyordu. Karşı basınç fazla
veri lirse, gemi şiddetli tepkiyle başka tarafa tır­
layabii ir; az verilirse, yere çarpıp parçalanabil ir­
di.
Ama bu kez şansımız varmış ki iniş bir anda
başarıyla tamamlandı. Gemi çarpma gürü ltüsüy�
le buzun üzerine kondu, sonra derin bir sessiz­
lik oldu.
Gemimiz buzun üzerinde yan yatmıştı. Bir
yanı çatlamıştı . B u radan hava kaçağı yapıyordu.
Fakat bizim için farketmezdi. Çünkü uzay elbise­
lerimiz üzerimizdeydi. Gemiden d ı şarı çı k ıp , çev­
reye bir gözattık. Görülmeye değer fazla birşey
yoktu . Her tarar kar ve buz kaplıyd ı . Hava da yok­
tu. Kalın kar tabakası , sadece donmuş sudan de­
� i l , aynı zamanda donmuş havadan meydana
geliyordu. Kar tabakas ı n ı n üzerinde siyah bir gök
uzanıyordu. Göğün üçte ikisi zifiri karanhktı. Sa­
dece üçte biri yıld ızlarla kaplıyd ı . Galaksenin
en ucundaydık.
,Jeneratörler de bozu l d u , " dedi Tharn, «ye­
n i bobinler yapacak telimiz de yok. üssümüze
telsiz mesaj ı gönderarneyecek kadar da uzakta­
yız. Ama yapabileceğim iz tek şey var. Bu geze�
gende tantalyu m , terbium ve gerekli diğer ma-.
e BB e
denleri bulup, elde edeceğimiz alaş ı m l a yeni bo­
binler imal etmek. Dril, sen radyo sondaj ı n ı al.ıı
Radyo sondaj ı , meçhul gezegenlerdeki me­
tal kaynakları n ı keşfetmekte kullanı lan. bir araç­
tl. Vibrasyon ış ı n iarı yayıyor ve bunların geri yan­
sı masıyla arad ı ğ ı m ı z maddeyi bulabil iyorduk.
Dril, gemiden radyo sondaj ı n ı aldı ve biz
beklerken arayacağı m ı z madeniere göre ayarla­
d ı aracı .
« Şansı mız varm ı ş , " diye müjdeyi verdi,
« sondaj , burada terbium, tantalyum ve diğer ge­
rekli madenierin bol m i ktarda bulunduğunu gös­
teriyor. Hemen bunun altında, üstelik de bu radan
pek uzakta değ i l ! ı>
« Çok acaip,u dedim, « bu maden kaynakları
hiçbir zaman bir arada bulunmaz.ıı
Tharn bir an sustu. Sonra konuştu :
« Deneyelim bakal ı m ! Bir kızakla, bir enerji
bataryası ve büyük bir ışı n projektörü gerek. Bu­
zu kesrnek için lazım olacak. Ayrıca kablo ve
vinç de almalıyız.
Çok geçmeden herşey haz ırd ı . A ğ ı r kızakla,
buz ve kar üzerinde ilerl iyorduk. Her taraf karan­
I ı ktı. Kripton lambaları mızla kendimize yol açı­
yorduk.
• 89 .
S ı k s ı k durakladı k. Dril, radyo sondajıyla de­
nemeler yapt ı . Saatlerce süren yorucu çalışma­
lardan sonra sondaj ı n göstergesine bakarak:
u Işte, arad ı O ı m ı z madenler yerin 400 metre

kadar altında . . . » dedi.


Çok acaipti. Bu madenler yeryüzüne nas ı l
bu kadar yakın olabilirdi. A m a radyo sondaj ı n ı n
asla hata yapmayacağından da emindik. Enerji
bataryası n ı kızaktan ç ı karttık. Işın projektörüne
bağlayarak buzu kesmeye başladık. Projektörü
kullanan Tharn; buzda üç metrelik bir yarı k aç­
mıştı. Işın projektörü tereyaOa sap lanmış bir bı­
çak gibi, buzun 50 metre kadar derinine dalmıştı
ki birden geriye ateş ve kıvılcımlar püskürdü.
Tharn derhal motoru stop ettirdi.
.. san ır ım madeniere u laştık,ıı dedi.
u I m kansız, ., diye cevapladı Dril, u radyo son­
daj ı madenierin tam DöRTYüZ metre altımızda
olduğunu gösteriyor."
Tharn, uen iyisi aşaOı inip bir bakal ı m . Vin­
ci yerleştirmeme yard ı m edin,ıı dedi.
Vinci yarı ğ ı n yan ına taşıd ı k ve 1 5 dakika
içinde aşağıya inecek duruma getirdik.
Aşağıya sadece ikimiz inecektik. Bi r kişinin
ise yukarda, bu zun üstünde beklernesi gerekiyor-
• 90 •
d u . Bu karanlıkta buzun üzerinde beklemeyi yada
tek başına aşağıya inmeyi hiç kimse istemiyordu.
B u yüzden vincin teknesine üçümüz b i rden g i r�
d i k . Vinç tekneden de yönati lebildiği için aynı şe­
kilde geri dönebilecektik.
Tharn güldü:
" Karan l ı kta yaln ı z kalmaktan korkmak ... Yıl-
d ı z keşiflerinden çok çocuklara benziyoruz. "
Dril birdenbire sord u :
« I şın tabancaları n ız ı birlikte getirdiniz m i ? ıı
Hepimizin tabancaları yan ı ndayd ı . Neden
buna gerek duymuştuk. ölü gazegende kimse
yoktu ki! Işm tabancaları n a ihtiyac ı m ı z olmama�
sı gerekirdi. Ama k i m b i l i r . .
" Pekala, haydi gidelim," diye emretti Tharn.
ıı Oroc, motoru çalışt ı r ! ı•
Motoru çal ıştı rdım. Tekne buzun yarı ğ ı ndan
aşağıya inmeye başl adı. lçerisi zifiri karanhktı.
Sadece Dril'in kullandığı kripton lambasından in­
ce bir ışık süzül üyordu.
50 metre kadar in miştik ki, hepimiz hayretle
ç ı ğ l ı ğ ı bastık. Işın projektörünün neden kıvılcım
ç ı kartt ı ğını şimdi anlıyorduk. Buzun altında ka­
l ı n , saydam bir metal tabaka vardı ve ı ş ı n projek­
törü bu acaip tabakada bir delik açmıştı.
Tharn, kripton lambas ı n ı delikten aşağ ı tut-
·• 91 •

tu. Içeri baktık . . . Bir şehir . . . Evet, buzun altın�


da bir şehir. Büyük yapı larıyla, geniş cadde ve
bulvarlarıyla . . Bütün şeh i r saydam madenden
bir dev damla kapanmıştı.
Tharn sakin sakin konuştu:
<< Buz ve saydam maden tabakaları n ı n altın­
da ölü bir şehir.ıı
ölü şeh ir m i ? Gerçekten ölü m ü ? Sokaklar­
da herhangi bir hareket görü lmüyordu. Her ta�
raf karan lık, sessiz ve bomboştu. Herhangi bir
yaratığın yaşayabileceği hava da yoktu.
Motoru tekrar çalışt ı rdık. Tekne yavaşça
caddelerden birine doğru süzül meye başlad ı .
Hepimiz tekneden atladı k. Şimdi, ıssız caddede
ayakta duruyorduk.
Ansı z ı n , imkansız görünen birşey oldu. Et­
rafımızda bir ayd ı n l ı k bel i rdi. Bu, old ukça zayıf
bir ayd ı n l ı ktı. Sonra ayd ı n l ı k güçlendikçe güç�
lendi ve şeh ir ışığa boğuldu.
« B u rası ölü bir şehir olamaz,,, d iye bağır�
dı Dril. « BU ayd ı n l ı k . . . »
Tharn sözünü kest i :
« Ayd ı n l ı k otomatikman meydana getiril iyor.
Suran ı n halkı bunu yapabilmek için bili msel ba­
kımdan çok ileri olmal ı . "
« Bu i ş i hiç sevmed i m , , diye mırı ldandı Dril
• 90 •
d u . Bu karanlıkta buzun üzerinde beklemeyi yada
tek başı na aşağıya i nmeyi hiç kimse istem iyordu.
Bu yüzden vincin teknesine üçümüz b i rden g i r�
d i k . Vinç tekneden d e yönatilebildiği için aynı şe�
kilde geri dönebilecektik.
Tharn güldü:
" Karanlıkta yalnız kalmaktan korkmak ... Yıl�
d ız kaşiflerinden çok çocuklara benziyoruz. ,
Dril birdenbire sordu:
" Işın tabancaları n ı z ı birlikte geti rdiniz mi?"
Hepimizin tabancaları yan ı ndayd ı . Neden
buna gerek duymuştuk. ölü gazegende kimse
yoktu ki! Işın tabancaları n a ihtiyac ı m ı z o l mama�
sı gerekirdi. Ama kimbilir . .
ıı Piilkala, haydi gidelim," diye emretti Tharn.
" Oroc, motoru çalıştı r!ıı
Motoru çalıştırdım. Tekne buzun yarı ğ ı ndan
aşağıya inmeye başlad ı . lçerisi zifiri karan l ı ktı.
Sadece Dril'in kullandığı kripton lambasından in­
ce bir ışık süzü lüyordu.
50 metre kadar in mişlik ki, hepimiz hayretle
ç ı ğ l ı ğ ı bastık. Işın projektörünün neden kıvı lcı m
ç ı kartt ı ğ ını şimdi anl ıyorduk. Bu z u n a lt ı n d a ka­
l ı n , saydam bir metal tabaka vardı ve ı ş ı n projek�
törü bu acaip tabakada bir delik açmıştı.
Tharn, kripton lambas ı n ı del ikten aşağ ı tut-
• 91 •
tu. Içeri bakt ık . . . Bir şehir. . . Evet, buzun altın�
da bir şehir. Büyük yapılarıyla, geniş cadde ve
bulvarlarıyla . . Bütün şehir saydam madenden
bir dev damla kapanmıştı.
Tharn sakin sakin konuştu:
<< Buz ve saydam maden tabakaları n ı n altın�
da ölü bir şeh ir.n
ölü şehir m i ? Gerçekten ölü m ü ? Sokaklar�
da herhangi bir hareket görülmüyordu. Her ta�
raf karan l ı k , sessiz ve bomboştu. Herhangi bir
yaratığın yaşayabileceği hava da yoktu.
Motoru tekrar çalıştırdık. Tekne yavaşça
caddelerden birine doğru süzülmeye başl adı.
Hepimiz tekneden atladık. Şimdi, ıssız caddede
ayakta du ruyorduk.
Ansızın, imkansız görünen birşey oldu. Et­
rafı mızda bir ayd ı n l ı k belirdi. Bu, oldukça zayıf
bir ayd ı n l ı kt ı . Sonra ayd ı n l ı k güçlend ikçe güç�
!endi ve şehir ışığa boğuldu.
« Bu rası ölü bir şeh i r olamaz, , diye bağ ı r­
d ı Dril. " B u aydı n l ı k . . . ıı
Tharn sözünü kest i :
"Ayd ı n l ı k otomatikman meydana getiriliyor.
Suran ı n halkı bunu yapabilmek için bil imsel ba­
kı mdan çok ileri olmal ı . "
" B u i ş i hiç sevmed i m , " diye m ı rı l dandı Dril
• 92 .
••sanki burada birileri varmış gibi g e liyor bana. 11
Ben de öyle h i ssediyorum. Genellikle sinirl i
b i r insan değ i l i m . Zaten sinirli insan Y ı l d ı z Ser­
visi'nde çalışamaz.
Ama bu caddelerde, korkunç birşeyin giz­
lendiğini h issediyorum adeta. Daha önceden hiç
h issetmed iğim b i r önseziydi bu.
Tharn, <<buraya maden bul maya geldik, 11 de­
di, «Ve bu madenieri n e pahasına olursa olsun
bulacağız. Işık bizi durduramaz. üste li k işimizi
kolaylaştı rır.»
Dril radyo sondaj ı n ı tekneden çı kardı ve
ayarladı. Sondaj, arad ı ğ ı m ı z madenierin b u lu n�
duğumuz yerden pek uzak olmad ı ğ ı n ı gösteri­
yordu. Sola dönerek caddede ilerlemeye başla­
dık. Böyıe sessiz ve boş bir şehirde, ağır uzay
e lbiseleri giymiş bizim gibi üç adamı n yürüme­
si acaip bir görüntü meydana getiriyordu.
•• Şehir çok eski o l m a l ı , " dedi Tharn, « yapı­
ların damları da var. Bu demektir ki, şehir ta . . . "
11 Tharn! Oroc! ı� diye bağırdı Dril. Ve derhal
ışın tabancasına davrandı.
Onu biz de aynı anda farkettik. Geçtiğimiz
caddede bize doğru h ı z l a koşuyordu.
Onu tarif etmek çok zor. Normal bir canlı
• 93 .
yaratığa benzemiyordu. Bize doğru i lerlerken,
şekilden şekle giren, dev, kara bir canavard ı .
Işın tabancaları mızı ateşledik.
Canavar birdenbire geriye çarketti. Ve göz­
açıp kapayıncaya kadar iki binan ı n arası ndan
kayboldu. Ileri atı ldı k, fakat çoktan gitmişti bile.
<< Neyin neslydi bu,» diye fısıldadım.
Tharn bir an için sustu. Sonra dedi ki:
« B ilmiyorum. Ama gördüğün g i b i canlı bir
yaratık. Tabancatarı mı�ı ateşiediğimiz andaki
davranı ş ı , akı l l ı olduğunu gösteriyor."
« Böyle soğuk bir boşlukta hiçbir yaratık ya­
şayamaz . . . " d iye başlamışt ı m ki Tharn sözü mü
kesti :
« Belki bizim bilmediğimiz başka hayat bi­
çimleri de vard ır.ıı
" Böylesi yaratıkların, bu kadar mükemmel
bir şehri nasıl kurabildiklerini de anlayamıyo­
rum . . . "
Sözümü tamamlamadan tekrar ç ı ğ l ı ğ ı bas­
mak zorunda kal d ı m ;
« B i r tane daha�ıı
Ikinci canavar, dev bir sarı solucan gibi bi­
ze doğru süzülüyordu. Silahlarımızı ateşler ateş­
lemez o d a gözden. kaybol�u.
Tharn her ne kadar « devam edel i m , , dediy-
• 94 .
se de onun da adamakıl l ı sinirleri n i n bozulduğu­
n u farkediyorum. Devam etti:
«Arad ı ğ ı m ı z madenler, herhalde şu beyaz
bi nada, yada yakı n ı n d a bir yerde o l m a l ı . Ne ya­
p ı p yap ı p onları elegeçirmek zorundayız. Yoksa
buzları n üzerinde donup gebermek işten bile de­
ğ i l ! ı•
Dril kendi kendine söylendi:
'' Buz üzerinde öl mekten de vah i m şeyler
olabilir.»
Ama gene de bizimle birlikte geldi :
Beyaz binaya doğru attı ğ ı m ı z her adımda,
duyduğumuz dehşet b i r kat daha artıyo rdu. Kara
ve sarı canavarlar, çevramizde c i rit atıyorlard ı .
Tabancalarımrzı d urmadan ateşliyo rduk. A t ı ş bit­
tiği zaman, hiçbirini öldüremediğimizi gördük.
Asl ı nda canavarlar bize saldırmamışlardı da.
Sadece izliyorlar ve GöZLüYORLARD I . Beyaz
binaya yaklaştığ ı m ızda sayı ları adamakı l l ı art­
mıştı.
Fakat artık, ası l dehşet verici olan şey, ca­
navarlardan çok içeriye girdiğimizde başım ıza
neler gelebileceği end işesiydi. Durumumuz daki­
kadan dakikaya vah im leşiyordu.
Tharn,
" Psikolojik bir saldırıyla karşı karşıyayız SS!-
• 95 .
nı rım , " dedi. «Ve psikolojik saldırı beyaz binaya
yaklaştıkça daha da artıyor.ıı
Nihayet binaya u laştı k. Büyük kapı lar yavaş
yavaş açıldı ve gö rünüşüyle kanı m ızı donduran
bir yaratık d ışarı ç ı ktı.
u B izim galaksimizde böyle b i r yaratık var­
olamaz! ıı diye haykırdı Dril. Iki kat yüksekliQin­
de kapkara birşeyd i. Kara b i r kurbağaya benzi­
yor, fakat d urmadan biçim de�iştiriyordu. üç gö­
zü vardı ve gözlerinden fışkı ran donuk yeşil alev­
ler hepimizi büyülemişti sanki.
Nereye varaca�ı n ı hiç düşünmeden gelişigü­
zel tabancalarımızı ateşledik. Buna rağmen ca­
navar merdivenleri teker teker inmeye başlad ı .
Bir ç ı � l ı k kopartan D r i l , geriye çarkedip kaç­
maya bpşladı. Ben de .peşinden . . . Fakat aynı an­
da Tharn birdenbire bağ ı rd ı :
« D u r un! Yaratı�a bakı n ! NEFES ALIYO R ! ıı
önce birşey anlayamamıştık. Sonra farkettik
ki canavar gerçekten nefes alıp veriyor. Oysa, şe­
h irde hava falan yoktu!
Tharn ani b ir kararla ileri atı l d ı . Yıldız Sef\o
visi mensuplarından herhangi birinin şimdiye ka­
dar yapt ı ğ ı en yürekl i hareketti bu! Dosdoğru ka­
ra canavara do�ru ilerledi. Tam yanı n a varmıştı
ki, canavar b irdenbire ortadan kayboldu. Aynı an-
• 96 .
da, şehirdeki bütün canavarlar ortadan si lindi�
ler.
Dril, «b U gerçek miyd i ? ıı diye m ı rr ldandı.
Tharn, büyük b ir sükunetle, (( bu sadece göz­
boyayıcı bir projeksiyon oyunuyd u , ıı dedi. « Öteki
canavarlar da hep oyundu. Hava b u lu n mayan bir
yerde canavarın nefes alıp vermesi, bu görüntü­
lerin gerçek olmadı�ı fikri n i verdi bana.ıı
« Öyleyse,ıı dedim çekine çekine, ıı bu göz­
boyamayı yapan asıl yaratıklar içerde o l m al ı . ıı
Tharn gene kararl ı l ıkla konuştu :
« Belki. Fakat arad ı � ı m ı z madenler de içer­
de. Içeriye girece� iz.ıı
Merdivenleri tı rmanmaya başladık. I çi mize
göreklenen korku, her att ı � ı m ı z adımda bi raz da­
ha büyüyordu. Korku yüzünden şuurumu kaybe­
deceğimden endişeleniyordum.
Ne var ki korkuyla geldiğimiz bu kapı dan
içeri dalar dalmaz, bütün endişelerimiz birdenbi­
re dağ ı l d ı . Ayd ı n l ı k bir yere yaklaşıyorduk.
« D inleyin, .. diye fısı ldadı Tharn. (dşitiyor mu­
sunuz? ı•
Evet, ben de duyuyordum. Bir müzik sesiY'"
di. önce uzaktan hafif hafif duyuluyordu. Sonra
ses ağır ağır yükseldi, Enstrüman ve insan ses­
lerinden bir senfoni o rtalığı ç ı n l atmaya başlad ı .
• 97 .
Çok yabancı bir müzikti bu! Daha önce böy­
lesini hiç duymamıştık. Fakat anl ıyorduk. Bu, kav­
gaları ve umutları, bir nesi in yen i lg ilerini ve za­
ferlerini dile getiren bir selifoniydi. Yerimizde du­
raklayarak bir süre din ledik.
" G el iyo rlar, ıı diye fısıldadı Tharn.
Ben de gördüm. Şimd iye kadar gördüğüm
en acaip şey o l masına rağmen artık korku hisset­
m iyord u m.
Çeşitli tiplerden meydana g e le n bir konvoy
bize doğru ilerl iyordu.
Bun lar, ölü gezegenin halkı idi, geçmişe ka­
rışmış bir halk.
I k i ayakhydı tar. Genel çizgi leriyle yapıları
bize benziyordu. Bununla beraber bizim için o
kadar yabancı ve acaiptiler ki . .
Müzik yavaş yavaş durdu v e kafilenin men­
supları da d u raklayarak bize bakmaya başladı­
lar. N i hayet içlerinden biri konuştu. D i l leri de çok
yabancı idi. Hiçbir şey anlam ıyorduk. Fakat tele­
patik olarak ne söylemek isted iklerini kavrıyor­
duk.
<•Sizler, buraya gelenler! Korkacak birşey
yok! Bu şehirde hayat yoktur. GördüQünüz bü­
tün yaratı klar, size sal dırmış olan bütün cana-
• 98 .
varlar ve hatta size h itapeden bizler, telepatik
kayıt cihaziarından yansıyan görüntüleriz.
" Bizler, çok uzun süre önce yokol muş bir
halkız. Bu gazegende doğduk. önceleri küçük
gruplar halinde, yani kabileler halinde yaşad ık.
Bu kabileler birbirleriyle savaşı rlard ı . Sonra da�
ha büyük gruplar halinde birleştik. M i l letleri mey­
dana getirdik. Fakat yine de aramızda barış ku�
ramamıştık. Sonunda anladık ki, çeşitli m i l letie­
rin halkları arasında fark yoktur. Ve birleşip bir
bütün meydana getirdik. B u bize güç ve şan ka­
zandırdı. Diğer gezegeniere ve y ı ld ızlara u l aştı k.
« Zaman geçti. Çok uzun bir zaman. Bizim
gezegenler sistemimiz artık ölüyordu. B i l iyorduk
ki, bizler de onunla birl ikte yokolacağız.
Fakat yine d e b i l iyorduk ki, uzayda birgün
yeni hayat biçimleri uygarl ığa ulaşacaklardı r. Ve
birgün, diğer yıldızların kaşifleri buraya d a gele-
ceklerdir.
nVe galaksinin müstakbel uygarl ıklan için
bu şehri hazırladı k. Bildiğimiz bütün b i l i m ve tek­
nikleri biraraya getirdik.
,,ve işte şimdi sizler buradas ı nız. Bizim bu�
rada bı raktı ğ ı m ı z kuvvetleri en iyi şekilde kulla­
nacak kadar zeki olduğunuzu bil iyoruz. Projek­
siyon oyunlarıyla hazırlad ı !;J ı m ı z görüntülerden
• 99 .
korkmadan buraya kadar gelmek cesaretini gös­
termiş olmanız, zekanızın isbatıdır.
" S izler, beni din leyenler! Bu şehirdeki her­
şey sizindir! A l ı n , galaksimizin ve onun canlı la­
n n ı n iyi liği, mutluluğu için akı llıca kullanın.
" Geçm işe karışan bizlerden, geleceğin sa­
hibi olan sizlere elvedalıı
Konuşman ı n bitmesiyle birl ikte etrafımız�
daki görüntüler birden kayboldu. Beyaz, sessiz
binanın içinde üç kişi yalnız kal m ı ştı k.
" N e nesilmiş!•• diye fısıldadı Tharn. « Ö lmüş­
ler, fakat ölü rken galaksinin gelecek kuşakları nı
da düşünmüşler!"
« Hadi gidelim de madenieri b ulal ı m , , diye
sözü değiştirdi Dril. «Şu anda tek isted iğim, bir
an önce gemimize dönüp, bir bardak şarap iç­
mek. "
Arad ı ğ ı m ı z madenieri gereğinden fazlasıyla
bulduk. üste lik bizimkilerden kat kat mükem­
mel tüm jeneratörleri de.
Daha başka neler bulduğumuzu söylemeye­
ceğ im. Yıld ız Servisi nas ı l olsa burada bulunan
herşeyi enine boyuna inceleyip, bütün galaksinin
bilgisine sunacak.
Jeneratörleri gemimize götürmek pek de ko­
lay olmadı. Ama bu taşıma işini başardıktan son-
• 1 00 .
ra, yerlerine monte etmekte de hiçbir güçlük çek­
med ik.
N i h ayet gemimiz onarı lmıştı. Ölü gezegen­
den ayrılmaya haz ı rd ı k. Gemiye g i re r g irmez,
uzay e ! b ise!eri ni üzerimizden. çı kard ı k . N ih ayet
rahat bir nefes alabilmiştik.
Dril, en iyi şaraptarım ızdan bir şişe ç ı kardı
ve bardakları doldurdu. Gözlerimiz ölü gezegen­
de, ayakta d uruyorduk. Tharn bardağ ı n ı kal d ı r­
dı:
« Ö l ü gezegenin, ö l m ü ş büyük nesl i n şerefi­
ne,ıı dedi. « G alaksin i n , geçmişin, bugünün ve
GELECEGIN tüm nesilleri şerefine ! ıı
EDMOND HAMILTON'dan
adapte edilmiştir.
1 370 YILLIK INSAN

« B i l iyorum, inanması çok zor,ıı dedi Kni,


"ama bu dünyal ı l ar herşeyi tamir edebiliyor.ı>
Tam ikibin mil uzakta, Psit gezegeninin bir
başka kıtasında, onu dinlemekte olan Bru aksr­
rığı koyuverdi bu laf üzerine. (Psit'in insanları,
gülmelerini aksırı kla ifade ediyorlard ı .)
ıı O kadar i l kel teknoloj ileriyle m i ? N e y i ta­

mir edebilirler ki?ıı diye sordu.


Ayn ı anda telefonda b ir çıtırdı duyuldu. Kni,
bu çıtırdıya aldı rmadan devam ett i :
« Teknoloj ilerinin bizden ç o k d ü ş ü k olduğu­
na kat ı l ıyoru m. Ama gene de bu ga lakside en iyi
tam irciler onlar."
« G ataksi n i n en iyi tamircileriymiş! Aksine,
galaks i nin en tembel ve en sabırsız yaratıkları . ,
« Belki d e galaksinin en i y i tamircileri ol ma­
ları bu yüzden, ıı diye cevapladı Kni. « B i l iyorsun,
• 1 02 .
biz bir makina yapt ı ğ ı m ı ıda onu b ı k ı p usanma­
dan defalarca kontroldan geçirip, bir daha ebe­
d iyen tamire ihtiyaç göstermeyecek hale getiri­
riz. Oysa, dünyal ılar bir makina yaptılar mı, uzun
uzun kontrol etmeye gerek duymazlar. Makina
bozulduğu zaman da, kendilerine tami rat yapmak
fı rsatı ç ı ktığı için müthiş keyiflenirler. Biz bir ma­
kinayı bitirdiğimiz zaman, bir daha açıl mayacak
şekilde kaynak yaparız. Oysa dünyalı lar, nasıl ol­
sa bozulup, tamir için yeniden açılma i htiyacı
göstereceği için makinayı sornun ve vidalarla tut­
tururlar. Onlar. . . ıı
Cümlesini bitirememişti ki telefon hattı tek­
rar çıtırdadı. Kni b u kez merakla sord u :
• • Teletona ne o l uyor kuzum? Kötü hava yü­

zünden m i ? ıı
<�Evet, bu rada hava . . Bir felaket,ıı diye Bru
geveledi.
Bu kez aksırma s ı rası Kni'de idi:
<> Kötü hava m ı ? Ama imkansız! AWC faali­
yette iken hava nas ı l kötü olabilir,,
nAma AWC çalışmıyor k i . .. Şey . . . Yani de­
mek istiyorum ki, mükemmel çal ışmıyor."
Kni bir an sustu,
n Pekala ... Anlıyoru m , , dedi. " Sözün kısa­
sı, AWC'niz bozu ldu, tamir edemiyorsunuz. öyle
• 1 03 .
değil m i ? Ş imd i anlaşıldı dünyalıyla bu kadar il�
gilendi ğ i n ! n
« Eveto> d i y e Bru ister istemez tesl im etmek
zorunda kaldı. Bu konuşmadan müthiş rahatsız
olmuştu. Bru bir Pslt'l iydi. Ve Psit' li ler, bu çeşit
meselelerden ve kendi acizlerini başkalarına gös­
termekten hiç hazzetmezlerdi. Hele hataları n ı
Kni'ye göstermek Bru'nun hiç işine gelmiyordu.
Zira Kni, kendisinin üstüydü ve mutlaka bu me­
sele hakkında kendisinden uzun b i r rapor iste­
yecekti.
Ama bu kez Kni rapor istemedi, sadece:
« Pekala, dünyalıyı ben iyi tanıyorum, AWC'­
nin tamiri için size yard ı m ı n ı esirgem iyeceğin­
den eminim. Kendisini sana yolluyoru m , , demek­
le yetindi.
Bru sord u :
« Çok teşekkürler. I s m i neydi dü nyal ı n ı n ? "
«John Smith . n
" Çok acaip bir i s i m . Birşey d a h a var. .. n
Lafı n sonunu getirmeden Bru uzun süre sus-
tu. Kr.i telefon hattının tamamen bozu !duğuna
kanaat getiriyordu ki, Bru tekrar konuşmaya baş­
lad ı :
« Söylemem gerekir . . Benim bölgernde d e
b i r dünyalı v a r. ..
• 1 04 .
« Başka bir d ünyalı m ı ? Benim bildiğim bu
gezegende tek dünyalı vard ı r, o d a John Smith.»
« Evet hakl ı s ı n ı z . . . Ama bu dünya l ı n ı n d uru�
m u değişik. Yan i, ne tam can l ı , ne de tam öiO ... "
« Haa, yani şunlardan , ıı dedi Kni.
''Evet on lardan . . Bilmem Joh n Smith bu
öteki dünyalıyla karşı laşınca ne der! Bu konuda
ona bi rşey söylememek de mümkün, ama nas ı l
o l s a heryere b u m u n u sokacağ ından, önceden
kendisine bu meseleyi açmak daha doğru olur.
Yoksa kendisi müzeyi dolaşmaya kalkıp da bir­
denbire öbür dü nyal ıyla karşı laşı rsa herhalde iyi
o l maz. »
B i r an sessizlik oldu. Ve sonra Kni konuştu :
« Pekala, John Smith'i yarın sana yoll uyo­
rum. öteki dünya meselesini de sen kendin hal­
ret! n

üzerinde sadece bir şort ve ayaklarında san­
dallar olduğu halde, John Smith uzay otosundan
ç ı k ı p , kızg ı n güneş altı ndaki Tfan bölgesine ayak
bastı. Bir robot, «John Smith m i ? ıı diye sordu.
" Babam öyle derdiıı
,. Jomn Smith m i ? n d iye tekrarladı robot.
" Herhalde başkası değil . ıı
• 1 05 .
« J o h n Smith m i ? " diye robot tekrar sordu.
u Evet,ıı diye Smith çaresiz cevap verdi.
Robot, Smith'in seyahat çantas ı n ı alarak,
kendisini bir atom otosun.a götürd ü .
B e ş dakika sonra a t o m otomobili durdu.
Smith'le robot indiler.
Bu defa gök zifiri karaniıktı ve korkunç yağ­
mur yağıyordu. S mith gökyüzüne bakarken, yağ­
mur sağanağa dönüştü.
« Bardaktan boşanırcasın a yağıyor,, dedi
Smith.
" H ay ır efendim, bardaktan değil, gökten bo­
şanıyo r , , diye itiraz etti robot.
John Smith bu itiraza verecek cevap bula­
mad ı . Robota bakıp iç geçirdi.
Birkaç dakika sonra Smith, Tfan bölgesinin
şefi Bru ile karşı karşıya idi.
u Calmurins,, diye Bru Smith'i selamlad ı .
u Calmurins!ıı
« Calmurinsıı , Psit' lilerin " g ü nayd ı n ı• anlamı­
na kullandıkları bir kelime idi. Psit d i l i nde birkaç
cümle daha konuştuktan sonra Bru, John Smith'
i n psitçeyi mükemmel bildiğini farketti.
Psit' li ler insansı yaratıklard ı . (Şüphesiz on�
lar da dü nyal ıları ' i nsansı' olarak n itel iyorlardı . )
lnsansı olmaya insansıydılar a m a , J o h n
• 1 06 •
Sm ith'e göre, kaziara benziyorlard ı . Yumurta bi­
ç i mindeki vücutların ı n altında kısac ı k bacakları
ve kocaman ayaklan vard ı . Beyaz saçlı kafaları
her yöne rahatlı kla dönebil iyordu. Psit'J i ler gerçi
kaza benziyorlardı ama, buna ek olarak altı par­
maklı elleri ve güçlü ikişer kolları vard ı .
T e k cinsiyetliydiler v e yumurtlayarak ürü­
yorlard ı . Başka nes i l lerin iki cinsiyeti l ol masın ı
ve a ş k d e nile n b i r duygunun varl ı ğ ı n ı b i r türlü
anlayamıyorlard ı .
u B i r d e r d i m i z var dü nyalı , ıı d e d i B r u .
<� Nedir?»
u Hayl i zor bir problem.n Bru d u raklad ı . As­

l ında hava kontrol probleminden çok, ş u anda ka­


fası müzedeki dünyalı ile meşg u ld ü . Acaba bu
John Smith öbür dü nyalı ile karşı laşı rsa ne ya­
pardı ? Bu dü nyal ı lar da galaksi federasyonunun
eşit federatif hakl ara sah ip üyeleriydiler. Bir dün­
yal ı n ı n Tfan müzesinde yüzlerce y ı l d ı r, ölü ol ma­
sa bi!e muhafaza edilmesinden kıyameti koparta­
bil irdi.
u Bölgemizdeki AWC bozu ldu, tamir de ede­

m iyoruz,, diye tekrar başladı Bru. Kendisini bu


hava problemine vermeye çalışıyordu.
Sonra tekrar d u raklad ı . B i rden dü nyal ı n ı n
• 1 07 .

Psit'teki bu AWC s.isteminin neyin nesi olduğunu,


tarihçesini b il mediğini hatı rladı.
«Yüzyı l kadar önceydi, ı• diye ağır ağır anlat­
maya başladı. « Bu otOmatik hava kontrol sistemi­
n i kurm uştuk. Sistemin altı elektronik koordina­
törü(*) vardı. Herbir koordinatör ayrı bir bölgeyi
kontrol ediyordu. Mi lyonlarca elektronik ünite de
bu koordinatörlere bağ l ı olarak çalı şıyordu. Her
koordinatöre istediğimiz hava şartı n ı sağlayacak
değişkenler yerleştirilmişti. "
Smith sord u :
« Y a n i sı cakl ık, yağış, rüzgar y ö n ü , esinti şid­
deti, mevsim değişiklikleri gibi m i ? "
u Evet dü nyal ı . AWC kurulduktan sonra y ıl­

larca iklimimiıda herhangi bir değişiklik olmadı.


Zira koordinatörler sadece bilgi toplamak ve bu n�
ları tasnif etmek safhası ndaydılar. 90 yıl önce
AWC siste mi, toplad ı ğ ı bu bilgilere dayanarak,
kontrol faaliyetine büyük bir başarı ile başlad ı . »
« AWC'nin gerçekleştirmesini istediğiniz ha­
va şartlan ne i d i ? " diye sordu Smith.
« Hava sıcaklığında çok küçük deği�iklikler.
Sadece geceleri yağış. Pek sert olmayan mevsi m

( � ) Kool'dinatör: Çeşitli i �lcrin birliltte yürütülmesi


için aralarında düzen sağlayan kişi.
• 1 08 .

değişiklikleri, nadiren çok zayıf rüzgar. Sadece


kentlerin dış bölgelerinde kar ve buz . . . Otoma­
tik hava kontrol sistemi faaliyete geçtikten 25 y ı l
sonra, artık mükemmel b i r i k l i m e sah ip o l m uş­
luk."
ııYa sonra," diye sordu Smith.
Bru AWCnin baş ı n a gelen leri anlatmak isti­
yordu ki, gene müzedeki dünyalı kafası n a takı l d ı :
Psit'liler, s u ç d iye b i rşey bil mezlerdi. Arala­
rmda da suçlu ki mse yoktu. Bu yüzden yalan söy­
lemek yada bir gerçeği gizlemek, Psit'li biri için
çok zor. Hatta imkansızdı.
Bru birdenbire patladı :
« B i l iyor musun, müzede dondurulmuş bir
dünyalı var.ıı
Smith Psit'l iye bakarak güldü:
ıı Bunun hava kontrol sistemiyle ne i l g i s i
var?"
« Hayır, ilgisi yok, ama bunu size söylemeye
ınecburd um."
« Pekala, e ğ e r dünyalıdan bahsetmek isti­
yorsan buyur. Müzenize nereden düştü, ne kadar
zamandır orada? Neden orada tutuyorsunuz?,
Bru keyifle aks ı rd ı . Dünyal ı n ı n bu konuda
mesele çı kartmayacağı anlaşıl ıyordu. Oysa Psit'e
gelen başka gezegenliler, müzede kendi cinsle-
• 1 09 .
rinden varl ı kları görünce kıyametleri kopartmış­
lardı.
« Siz uzay gezilerine başlamadan çok öncey­
di dünyal ı , " d iye başladı Bru, «sizin hakkı n ızda
çok şey bil iyorduk. Federasyonun öteki üyeleri
de . . . Fakat bil iyorsunuz, federasyon u n kanunları,
ilkel dünyaların doğal gel işmelerine dışardan mü­
dahale edil mesini asla hoşgörmez. Bu gezegen­
lerin canlı larıyla, ancak onlar da uzay gezileri
aşamasına ulaştıktan sonra il işki kurulabilir.
" M üzedeki dünyalı ise, siz henüz roket de­
nemelerine başlamadan yüzyı l kadar önce bir ör­
nek olarak getiri l mişti.ıı
Smith mırı ldand ı :
•• 1 850'den kalma b i r dünyal ı ! Yani b u dünya­
l ı 350 yıldan beri m i dondurulmuş olarak duru­
yor?»
« Evet . "
" Peki, federasyon kan unları başka dünya­
lardan bir can l ı n ı n bu şekilde çalınmasına izin
veriyor m u ? ıı
Bru, Smith'in bu sorusundan pek hoşlanma­
mıştı. Ama yine de Smith'in, kendi cinslerinden
varlıkları Psit müzesinde cam m u h afazalar için­
de görünce ç ı l g ı n a dönen diğer yabancı ziyaret-
• 110 .
çi lerden çok daha makul davran d ı ğ ı n ı görüyor­
du.
ııEvet,>> d e d i Bru, ıı mutlak ölü m teh l i kesi kar­
şısında oldukları takdi rde bu canlı lardan örnekler
a l ı nmasına izin vard ır. Müzedeki d ü nyalı da tam
batmakta olan bir gemiden son anda kurtarıl­
mıştır.»
ıı Anl ıyorum. 350 yıldan beri dondurulmuş
vaziyette ve bu süre içinde de ne gelişmeler olup
bittiğinden habersiz, değil m i ? »
« Evet. ı>
" Peki, tekrar caniandı rab iiir misiniz o n u ? »
«Sen istersen tab i i . 11
ııŞüphesiz, isterim tabii. Şimdi hemen müze-
ye gidip derhal canlan d ı ralım. Müze nerede?»
«Ya AWC ne olacak?» diye sordu Bru.
S m ith gülümsed i :
ııAma dünyalıdan bahsetmeye başlayan
sensin. Madem başladın, öyleyse önce bu dün­
yalı işini hallede l i m . »
ıı Peki öyleyse," d iye ister istemez kabullan­
di Bru.
15 dakika sonra müzenin salonlarında dola­
şıyorlard ı. Smith koşar ad ı m yürüyor, Bru da onu
yakalamaya çalışıyordu.
• 111 •

« Sanırım buralarda bir yerde olacaktır,» de­


di Bru, << hah, işte burada. Bak !»
John S mit h gösterilen yere gözattı ve yere
düşmernek için kendini zor tuttu. Bu manzara
karşısında söyleyebileceği tek kelime vardı ve
de söyle d i :
�<Allah kahrets in l ! ! <ı


« Bunların iki cinsiyetti olduklarını n as ı l da
akıl edemedi m , ı1 diye Bru telefonda söylenip du­
ruyordu.
« Benim aklıma gelmişti, » dedi Kni, nfakat
pek önem vermemiştim . n
�ı önemli olmaz m ı ? Meğerse J o h n S m i t h bir
cinsten, müzedeki ise öteki cinstenmiş. Müzede­
ki dünyahyı görür görmez, John Smith adeta ç ı l­
g ı n a döndü ve ondan başka şeyin lafı n ı etmez
oldu. AWC meselesini din lemek dahi istemiyor.»
« Çok üzgü nüm,» dedi Kni, « sana yardı m
edemiyorum. Peki sizin bölgedeki havalar na­
sıl?»
n Hava m ı , b i l d i ğ i n g i b i , » deyip konuşmayı
alelacele kesti Bru. Hava meselesini Kni i le tar­
tışmak istemiyordu. Kni'den tavsiyelerini öğren­
mek için telefon etmişt i : Zira, müzedeki dünya-
e 112 •
l ı dan Sm ith'e bahsetmekle büyük bir hata işle­
mişti. Ş i m d i de yeni bir hata işiemekten korku­
yordu ... Ne yapmal ıyd ı ? Görünüşe göre yapı l a­
cak en iyi şey, S m ith'in isteğ ine uyarak, dünya­
i ıyı yeniden canlandı rmaktı .


Smith odada b i r aşağı bir yukarı volta atı­
yor, Bru'yu bekliyordu. Psit'l inin gelip, kendisine
artık kızla konuşabileceğ i n i söyleceği ana ka­
dar Smith'in yerinde durması n a i m kan yoktu.
60 ışık-yı l ı içinde sadece dört dünyalıya rast­
lamıştı, bunların hepsi erkekti. Smith son olarak
beş yıl önce, Yeni ıtalya gezegeninde bir kadı­
na rastlamıştı. Işte b u yüzden şimdi müzedeki
cam muhafaza içinde birdenbire bir kızla karşıla­
ş ı n ca, duyguları n ı n bütün kontro l ü n ü kaybetmiş­
ti .
Müzedeki kız h8.18. orij in a l kıyafetiyle duru­
yord u : Uzun siyah elbise ve çirkin siyah çizme­
ler. Sadece çizmeleri değil. elbiseleri de çirkin­
di. Ama g iysileri ne denli çirkin o l u rsa olsun, kız
çok güzeldi, şimdiye kadar gördüğü kızların en
güzel i . .. Bru, yan ı n d a iki robot olduğu halde ge­
l i p kapıya dikildi.
« N ası l ? n diye telaşla sordu Smith, <dyi m i ? ıı
• 113 .
11 Doktorlan henüz göremedim dünyal ı . An­
cak bildiğim kadarıyla, bu kadar uzun süre don­
durulmuş bekleyen bir yarat ı ğ ı n tekrar canlandı­
rılması saatler a l ı r. Sonucu beklerken, şu bizim
otomatik hava kontrol sistemi üzerinde konuşsak
fena olmaz diye düşünmüştüm.u
" Hayı r, hava kontrol sistemi falan düşünmek
istemiyorum şimdi."
u John Smith, i l k karşılaştığ ı m ı z zaman, bir
dünyalı için oldukça makul sayı labilecek bir kişi
olarak görünmüştü bana.ıı
uO, bu kızdan bahsetmeden önce idi. öyley­
se neden bana ondan bahsettin? Bir işi bitirma­
den ötekine neden başlad ı n ? "
B r u , Smith'e üzüntüyle bakt ı :
" M üzede öteki dünyalıya rastlayınca ç o k k ı ­
zacağı n ı düşünm üştüm . Bu yüzden ö n c e bu me­
seleyi halledip, sonra hava kontrol meselesine
rahatlıkla eğilebileceğimizi sanmıştım. Ama gö­
rüyorum ki, bu gidişle hava kontrol meselesine
bir türlü eğilem iyeceğiz.ı1
Smith onu dinlemlyordu bile. Gözleri kapıda
daha önce müzedeki cam muhafaza içinde gör­
düğü kızı düşünüyordu. Müzede ayakları n ı n
ucundaki beyaz etikette şöyle yazıyordu :
41 1 1 4 .
uCinsi: Insan
«Cinsiyeti: Dişi
u lsmi: Meçhul
((Bulunduğu dünya yılı : 1850
«Gerçek yaşı (yaklaşık olarak): 370
((Görünür yaşı: 20 yada daha azıı
<< Gerçek yaşı 370, görünür yaşı 20 yada da­
ha az,, diye iç geçirdi Smith.
Bru ona tekrar baktı ve kendi kendine bir­
şeyler kararlaştırdı. Robotlara dönerek emretti:
«AWC tami r edilineeye kadar bu dünyal ı n ı n
öteki dü nyal ıyla karş ı l aşmasına i z i n veri l m eye­
cektir! Bu emri diğer bütün robotlara da bildire­
ceksiniz! Ne dünyal ı n ı n itirazları, ne de benim
söyleyeceklerim bu emri katiyyen değiştire-
mez ... "
« N e yaptı n ? l ! ıı diye bağ ı rd ı Smith.
« Lütfen emri tekrarlay ı n , ıı diye süku netle ro­
botlara seslendi Bru. Robotlar tekrarladı :
"AWC tamir edilineeye kadar, b u dü nyal ı n ı n ,
öteki dünyalıyla karş ı l aşmasına i z i n verilmeye­
cektir! Bu emri diğer robotlara da i leteceğiz. Ne
dü nyal ı n ı n itirazları, ne de sizin sonradan söyle­
yecekleriniz bu emri katiyyen değiştiremez . »
• 115 .

••Tamam , " dedi Bru. Sonra Smith'e döndü,


u üzgünüm dünyalı , bu sadece . . . l l
Smith hiçbir şey söylemiyordu. Biliyordu ki,
bu insansı lara bağ ır ıp çağ ı rmak tıiçbir şeyi de�
ğiştirmez. Nuh dediler mi, peygamber demez bu
yaratıklar.
u Niye bu zavallı kızı düşünmüyorsun ? •• diye
sordu . .. onun nes iinin buradaki tek mensubuyum
ve 350 yıl sonra .....
u Dünyal ı , " dedi Bru, " bunları bı rakda AWC
meselesini tartışa lım. Bu meseleyi ne kadar ça­
buk hal ledersen, öbür dünyal ıyla o kadar çabuk
konuşursun . ..
Sm ith üzgün bir sesle, .. pekala," dedi. « Ko­
nuşal ı m . Ş u hava makinan ızı anlat bakal ı m . Arı­
zası neym iş? "
" Evvelce de söylediğ im gibi, otomatik hava
kontrol sistemini yüzyı l önce kurmuştuk. Makina­
n ı n koordinatörleri gerek l i bilgileri toplamış ve
makina çalışmağa başlamıştı.
u Daha sonraki 25 yı l hava tam isted iğimiz
gibi ol muştu. Fakat sonraran bu bize çok mono­
ton gel rneğe başlad ı. "
• • Ç ok monoton m u ? Ne d e me k yan i ? "
« Demek istiyorum k i , hava şartları birgün
önce nasılsa, ertesi gün ele tı patı p aynı oluyordu.
• 116 .
öğleden sonra aynı saatte hafif hafif yağ m u r ya­
ğ ıyor. Geceleri ayn ı saatte tekrar yağ m u r serpiş­
tiriyordu. öyle ki, saatleri yağmurun başlayış ı n a
g ö r e ayartamak dahi m ü m k ü n h a l e gelmişti. Ş ü p ­
h e s i z bu arada mevsimlere g ö r e b a z ı u f a k deği­
şiklikler oluyo rdu. Fakat bunlar öyle tedrici de­
ğişikliklerdi ki, birgünden ötekini farketmek
mümkün değ ildi.ıı
u Bundan alası can sağ l ı ğ ı . Daha ne istiyor­

sunuz?, diye sordu Smith.


" Psit'liler tek düzel ikten hiç hoşlanmazlar
dünyal ı . ıı
« Peki, bunu neden daha önce düşünmedi-
niz?n
ıı Hakl ısın, ama . . . ıı
ıı Siz günden güne küçük değişiklikler iste­
m iştiniz. Ama istediğinizden daha mükemmel ol­
d u . Değişiklik diye birşey kalmad ı, öyle m i ? »
ıı Şimdi farkına vard ı k k i , dünya l ı , e ğ e r eski,
yani tekdüze hava şartlarına dönebilsek, bunu
hemen yapardık. B u denli iyi hava şartları n ı n de­
ğerini bilememişiz.»
Smith ona hayretle baktı, sonra gü lerek:
«Anlıyoru m,n dedi u tekdüze hava şartla­
rından s ı k ı l ı nca AWC'n i n program ı n ı değ iştirme-
• 117 .

ye kalkıştınız, fakat sonuç o monotonlu"u arata..


cak kadar kötü oldu.>>
" Evet. Bereket, deneme sadece bu bölgede
yap ı l m ıştı ve . . . >>
B i rdenbire kapı açıldı ve Psit' l i doktorlardan
biri içeri girdi. Bru'ya, u dünyalı bi rkaç dakikaya
kadar uyanacak,, dedi.
Smith kapıya doğru saldırdı, aynı anda iki
robot da harekete geçti, kapı aral ı ğ ı ndan. Smith
iki robotun daha koridordan içeriye doğru hamle
ettiklerini farketti: Robotlar, Bru'nun emrinl yeri­
ne getirmeye hazırlanıyorlardı . Dünyal ıların bir­
birlerini görmelerine izin vermiyeceklerdi.
ııEğer onu göremiyeceksem, hiç olmazsa
birkaç sat ı r yazayı m , >> dedi Smith.
u B ilmem, yazmana izin veri lir m i ? ıı diye
Bru müdahale etti.
n Veri lir m i de ne demek, » diye çı kıştı Smith,

ııelbette verilecek! »
V e i z i n veri ldi.


On dakika sonra mektup, robotlardan biri
tarafından kıza ulaştı rıldı. Mektup diyordu ki:
" Sevg ili Kız,
« Sana izah edilmesi· gereken o kadar çok
• 118 .
şey var ki, nereden ve nasıl başlayacağ ı m ı bilew
m iyorum.
u·Şu anda, 2203 y ı l ı n.dayız ve sen dünyadan
çok uzaklardaki Psit gezegeninde bulunuyorsun.
Kaz'a benzeyen b u acaip yaratıklardan korkma!
Bunlar Psit' li ler. G azegende senle benden başka
diğer yıldızlardan kimse yok. Sana izah edemi­
yeceğim nedenlerden ötürü, şu anda seni gör­
meye gelemiyorum. Yapmak üzere gelmiş b u lu n­
duğum b i r işi tamamlamadan da görüşmemiz
mümkün olmayacak.
uAdım John Smith, 28 yaş ı n dayı m. Ameri­
ka' n ı n San Francisko şehrinde doğdum. Ameri­
kalı yada ingiliz olduğunu, hiç değilse i n g i lizce
bildiğini umarı m.
u S ana S O N HABERLER'in bir nüshas ı n ı gön­
deriyorum. Bulabildiğimiz resimsiz tek gazete
bu. Sana çok aykı rı gelebi lecek şeyleri aniaya­
cak duruma gelinceye kadar resi m görmeni is­
temiyoru m.
u Lütfen acele cevap yaz ve mektu bunu bir

robotla yolla.
Sevg ilerimle
John Smith.ıı
• 119 .
S m ith mektubunu yazıp robota verir vermez,
Bru, hiçbir kesinti olmamış gibi konuşmayı sür­
dürdü.
" Evvelce de söyled iğim gibi,u dedi, u hava
öylesine monoton ol muştu ki, AWC'nin çalışma
düzenini bir parça bozmaya karar verd i k ."
•• Peki, nas ı l yaptı n ı z bunu ? ıı
" Burada 1 00 m i l kadar ötedeki Psor Hava
Kontrol Istasyonu'ndan sinyal göndermeyi dur­
d u rduk, onun yerine kendi sinyallerimizi gön­
derdik.»
u Sonra ne oldu?ıı
" Bunun üzerine AWC elektronik koordina­
törü, istasyonu kontrol etmek üzere Psor'a ro­
botlannı gönderdi. Biz yine de sahte sinyaller
göndermeye devam ettik."
" Pek zekice bir buluş değ i l , " dedi Smith.
« N için olmas ı n ? ı1
« Be l l i ki, elektronik koordinatör Psor istas­
yonundan gönderilen sinyallerin sahte olduğunu
an.layacaktı. O zaman AWC, Psor'dan gelen ra­
porlara aldırış dahi etmeden, daha önce topla­
dığı çok sayıdaki entermasyana dayanarak ça­
lışmas ı n ı sürdürecekti. n
« Doğru dü nyal ı , ama düşünmüştük ki.. Ama
bir dakika dü nyal ı . Bu kadar düşük teknolojik
• 1 20 .
seviyenizle elektronik cihazlardan bu kadar iyi
nas ı l anlayabiliyorsunuz?ıı
Smith bir cevap verecekti, fakat vazgeçti.
Nası l olsa kör bir insana renkleri, sağ ı r bir in·
sana ise müziği izah etmek mümkün değildil
Eğer izah etmeye kalkışsaydı , ona galaksi­
deki bütün canlılar arasında, dünyalı insan nes·
l i n i n bireyden bireye değişen karakter farklı l ı k­
larıyla temayüz ettiğ i n i an latması gerekecekti.
Her dünyal ı , kimi insanın çok zal i m, kimisinin
iyi kalpli, kimisinin mutlu, kimisinin mutsuz, ki­
misinin iyi, kimisinin kötü, kiminin enerj ik. ki­
misinin tembel olduğunu b i li rdi. Işte bu yüzden­
dir ki, dü nyal ı lar diğer nesillerin nas ı l düşün­
düklerini, hatta elektro n i k makinaların dahi nas ı l
a d üşünebildikleri n i » bilirdi. Işte ç o k yüksek tek­
nolojik seviyedeki diğer nesillerin dahi, tıpkı
Psit'l i l er gibi, kendi yaptıkları elektronik maki­
naların problemlerini çözmek için d ü nyalıları ça­
ğı rmak zorunda kalmaları n ı n neden i buydu.
Smith, Bru'ya cevap vermek yerine sord u :
« Peki koordinatör P s o r Hava Istasyonu'nun
sahte sinyaller gönderdiğini farkedince ne ol-
du?»
•• B u n u n üzerine AWC, minimum hava ve sı­
cakl ı k değişiklikleri yerine maksim u m değişiklik-
• 1 21 •

ler yaratmaya başlad ı . Birgün beş derece olan


sıcaklık, ertesi gün birdenbire - 25'e düşüyor;
birgün hafif yaQmur ya{larken, b irdenbire yağış
kes i l iyor, bir ay tek damla yağ m u r düşmüyor,
sonra yeniden sa�anak halinde sürekli yağm u r
başl ıyor. B i r g ü n bakıyorsun tipi ve kardan göz-
gözü görmüyor.ıı
« Koordinatörünüz A s ı n ıfı bir elektronik be-
yindi, değil m i ? » diye sordu Smith.
« A-1 sınıfı elektronik beyin . »
«Yani ke nd i kend in i onaran ci nsten m i ? 11
" Evet, kendi kendini onaran, tamamen ba-
ğ ı m s ı z bir elektronik bey i n . Bi r durum müstes­
na, tamamen bağı msız. Ama koordinatörlerden
biri bozu lduğu takdirde, diğer bölgelerdeki koor­
dinatörler işe hemen elkoyarak, bozuk koordi­
natörü eski çalışma mükemmejiyetine ulaştı rı r-
lar. »
« Peki sizin bölgenin koordinatörü maksi­
m u m hava değişiklikleri vermeye başlayınca, di­
ğer beş koordinatör işe alkoydular m ı ? »
« Hayı r ! 11
((öyleyse besbel li ki, diğer koordinatörler şu
anda sizin bölgede hüküm süren hava şartların­
dan çok memnun görünüyorlar,» dedi Smith.
• 1 22 •
Bru, ona hayret ve dehşetle baktı.


Kızdan ilk mektup, Sm ith'e ertesi sabah u­
laştı. D iyordu ki:
<<Sevg ili Mr. Smith,
<< Gelip beni görmenizin neden i mkansız ol­
duğunu anlayamadı m . Ne olursunuz bana ger­
çeği söyleyin. Yoksa burada hapis m iyiz? Söyle­
mekten çekinmeyin. Merak etmeyin, telaşa kapı I­
mam. Dün gece sizi aramak üzere adamdan çı k­
mak istedim, ama makina adamlar önümü kesti.
« Eğer resimli bir derginiz varsa derhal bana
gönderin. 2203 y ı l ı n ı n giyim modas ı n ı öğrenmek
istiyorum.
« A d ım Henrietta Battersby, 1 8 yaşındayım,
yada yaşı ndaydım.
« Dü nyadan hatı rlad ı ğ ı m son şey, bir gemiy­
le Ingiltere'den Hindistan'a gitmekte olduğum­
du.
« Lütfen mektubuma derhal cevap verin. Ve
sizi ne zaman görebileceğimi bildirin.
Sizin,
Henrietta Batlersby••
Smith kıza derhal cevap yazdı, fakat onun
• 1 23 •

için bazı elbiseler yaptı rıncaya kr,dar gönderme­


di. Sonra bu uzun mektubu, bir dergi ve yeni el­
biselerle birlikte yo lladı. Elbiselerin onu şaşkına
çevirece�ini sanıyordu, fakat ikinci cevabı a l ı n­
ca yanı l d ı � ı n ı gördü. Kız mektubunda diyordu
ki:
<<Sevg i l i M r. Smith,
<< Eğer Psit' l i le r sizin yard ı m ı n ıza bu kadar
mu htaç iseler, verd ikleri emri de�iştirmelerin i n
mümkün olamayacağ ı n a inanm ıyorum. Bru de­
nen yaratık herşeye burnunu sokuyor; hatta bu
yüzden kendi hava makinası dahi illailah demiş
olacak ki, ona h izmet etmeyi reddediyor. Neden
Bru'dan daha yüksek birisine başvurmuyorsu­
nuz? Böylesine budalaca bir emri bozdurmak
için daha yüksek b ir makama başvurmak g i b i
basit birşeyi nas ı l akıl edemezsiniz? Anlad ı ğ ı ­
ma g ö r e , a s l ı n d a b e n i görmeyi p e k de istemiyor­
sunuz.
ıı Gönderdi�iniz elbiselere teşekkürler. Ama
tabii hiçbirini giymeyeceğ im . Ben dünkü çocuk
değ i l i m . B i l iyorum ki, b u nesneleri hiçbir kad ı n
giyemez. Gönderdiğiniz dergideki resimler de,
beni b u nu yapmaya ikna edemez.
Sizin,
Henrietta Battersby"
• 124 .
Smith'in üçüncü mektubu da durumu değiş-­
ti remed i ; dördüncü mektubu da b ir işe yarama­
dı. Henrietta, Nuh diyor peygamber demiyordu.
Artık yüzyüze görüşmekten başka çare kalma�
m ı ştı.

AWC koordinatörlerine uyg ulanan talimat­
ları ve programlan elde edebilmek çok zor oldu.
Smith'in bunları neden görmek istediğini Bru
bir türlü anlayamıyordu. Sonunda S m ith, bunları
Tekni k KUlüphane'de bulabildi. üzerlerinde titiz­
likle çalıştıktan sonra Bru'yu görmeye gitti.
" Henrietta'yı görmek istiyorum , n dedi.
<< Bunun mümkün olmad ı ğ ı n ı bil iyorsun dün­
yal ı , ))
Smith gülümsed i :
" I mkansız değ i l ! Bunun nas ı l m ü m k ü n k ı lı ­
nabileceğini de Henrietta b a n a öğretti.))

« Evet, daha yüksek bir makama başvurup,


emrini bozdurtacağ ı m . ))
« Daha yüksek ma �ama m ı ? n
u K n i'ye. A l t ı bölgenin birden e n yüksek oto­
ritesi o . Robotlar da bunu b i li rler. Kendi robot­
larına, benim Henrietta ile görüşmeme izin ver-
• 1 25 •

diğini diğer robotlara b i l d i rmelerini emretmesi


yeter. Ve . .. ıı
« Bu fikri sevrnedim dü nyah , •ı diye bağ ı rd ı
Bru. ,, ş u A W C meselesini hal letmeden Henrietta
ile görüşmemeyi sen de kabul etmişti n . »
oıEvet ama, AWC meselesinin nasıl halledi­
leceğ i n i art ı k b i l iyoru m . "
ıı N as ı l ? oı
oıÇok basit. Bu fikri de bana Henrietta ver-
d i . l>
« N asıl, nas ı l ? ! ! Koordinatörü tamir etme
fikrini de dünyalı Henrietta m ı verd i ? ! "
S m ith tekrar gülümsedi, 11 tam öyle de değ i l .
Sadece AWC'nin neden maksimum hava değişik­
l i kleri yaratmaya başlad ı ğ ı n ı n ane nedeni n i söy­
ledi. B unun üzerine o n u n b u izah ı n ı kontrol et­
meye karar verd im. AWC koordinatörlerine uy­
gu lanan tal i matları ve programları görmek iste­
memin sebebi de buydu. N itekim okuyunca, kı­
zın haklı olduğunu görd ü m .
�ı B i ld iğ in gibi B r u , sizin AWC'ye uyguladı­
ğ ı n ı z orijinal programlar hava sıcakl ı ğ ı n ı n sa­
dece g ü nden gl.lne m i n i m u m değişikl iklere tabi
tutul m as ı n ı öngörüyordu. Yine programa göre,
veri len hava şartları nı uygulamakla herhangi bir
• 1 26 •
aksilik çı karsa, koordinatör bizzat bir çözümyo­
lu bularak işin üstesinden gelecekti.
" S izin, Psor Hava Kontrol Istasyonu'ndan
verdiğiniz sahte sinyallerle bu 'aksilik' meydana
gelmiş oldu. AWC koordinatörü, b u sahte sin­
yaliere aldı rış etmeden, normal çalışmas ı n ı sür­
dürebilird i. Ama, koordinatör, durumu tah l il edin­
ce, bu sahte sinyal ierin kasıtlı olarak gönderil­
diği sonucuna vard ı . Ve tah l i l i devam ettirince,
koordinatör tahm i n etti ki, eğer bu sahte sinyal­
Iere aldı rmazsa, AWC'nin normal çalışmasına bu
kez başka biçimlerde müdahale edi lecektir. Işte
bu yüzden koordinatör, sahte s i nyallerle yap ılan
müdahaleye karşı aktif şekilde mücadele etme­
ye karar verd i . Bu mücadelenin e n iyi yolu da
maksimum hava değişiklikleri yaratmaktı. Diğer
beş koordinatör de bu planı benimsediler.n
Bru bi rkaç saniye sessiz kal d ı .
u D ü nyah Henrietta ı n ı söyledi b ü t ü n bun­
ları ? ıı diye sordu sonra.
u Pek öyle değil. O bana genel bir anahtar
verdi, ben de onu bu özel soruna uyguladım. Ba­
na, 'daha yüksek bir otoriteye başvurmak' fikrini
verince, ben d e bu çarenin iki soruna birden uy­
gu lanabileceği kanaatına vard ı m : Hem onunla
• 127 .

buluşabilmek meselesine ve hem de hava kon­


tro l meselesine ... »
ııSeni bir türlü anlayamıyorum d ü nyal ı . ıı
"Anlayamayacak ne var? Çok basit, koor­
dinatörler de bil iyorlardı ki, Psit'deki bütün işler
robotlar tarafından yap ı l ı r. Ve yine b i li rler ki, Kni
altı bölgenin birden en yüksek otoritesidir. Eğer
Kni, bütün robotlara AWC'nin çalışmaları na mü­
dahale etmemelerine dair b i r emir verecek o l u r­
sa, e m i n im ki, koordinatörler bu emri öğrenir öğ­
renmez memnun olacaklardı r, sizin de hava prob­
leminiz çözülecektir.»
u Peki öyleyse, deneye l i m dü nyal ı . »

" Evet denemeli. Ama o n d a n ö n c e Kni 'ye be­


nim Henrietta ile buluşmamı önleyen emri boz­
ması n ı söylemeyi de unutma!»


Smith Henrietta'yı gezintiye ç ı karttı.
Smith'in üzerinde bu kez uzun pantalon ve
beyaz bir gömlek vard ı . Henrietta ise, uzun si­
yah elbisesini üzerinden atmamıştı.
Sıcaklık 35 derecen i n üzerindeydi.
Şehirde herşey, Herırietta'ya çok acaip gö­
rünüyordu. Bu yüzden çok geçmeden kendisini
yorgun h issetti. Ama, Smith kendisini tarlalara
• 1 26 .
götürüp, çimenler arasında dolaştırmaya başla­
yınca müthiş keyiflendi. Kal ı n yapraklı ve sarı
renkli de olsa, çimen yine çimendi. Ağaçlar da,
kırmızı ve koyu renklerine rağ men gene de ağaç­
lı.
•• Bu elbise içinde sıcaktan bunalmıyor mu­
s u n ? •• dedi Smith.
Henrietta bumunu havaya kaldı rarak cevap
verd i :
« M r. Smith, ş u n u anlamanızı isterim ki, si­
zinle b i r gazintiye çıkmış olmam, size güvendi­
ğ im anlam ı n a gelmez. Elbisemden bahsetmeyi
lütfen kes in. Ancak, sizin isimlendirdiğiniz gibi
'dünyahlar'la karşılaştığ ı m ı z zaman, size güve­
nip güvenmeyeceğ ime karar vereceğim. öyley-
se . . . ıı
Birden durakladı, çünkü ansızın müthiş bir
yağmur başlamıştı. Çok geçmeden yağmu r tipi­
ye dönüştü.
Bir ağaca doğru koşmaya başladı lar. Ama
ağaç çok uzaktaydı, Henrietta ise uzun elbise­
sinin içerisinde doğru dürüst koşamıyordu. Bu­
nun üzerine S mith, merasime, kurala aldırış et­
meden onu kucağına alarak taşı m aya başladı.
Ağac ı n a ltına vard ı klarında, Hen rietta soğuk
bir sesle söylendi:
• 1 29 •
« Teşekkürler Mr. Smith. Ama bunu yapma�
dan önce benim kabul edip etmeyeceğ i m i sor­
manız gerekirdi. .. n
« Soracak zaman m ı vardı ki?! Ş u anda bile
sırılsıklamsın. Bereket s :::ın a başka elbiseler yol�
lamışt ı m . Geri döndüğümüzde üstünü değiştire�
bilirsin. n
«Asla Mr. Smith! Size söylem iştim ki ... ıı
Sonra birden merakla sord u :
« B u el biseleri kendiniz m i yaptınız M r .
Smith ? ıı
« Hayır, bir robot yaptı . ı•
« M akina adam lar böyle şeyler de yapab i l i­
yor m u ? ıı
« Robotlar elbise dikmekten fazlasın ı da ya­
pabilirler Henrietta. Hatta ... ıı
« M r. Smith! Bana Hen rietta d iye hitabetme
izni vermemiştim size.ıı
« Uyarmana teşekkürler, ama benim izne
mizne ihtiyac ı m yok. Evet n e d iyordum Henriet­
ta. Robotlar hatta bundan fazlas ı n ı da yapabilir­
ler. Buradaki hava şartları n ı dahi kontrol edebi­
l i rler.ıı
uVe bu işi de çok berbat bir şekilde yapar­
lar,, dedi soğuk bir sesle Henrietta.
Smith devam etti:
• 1 30 •
K Işte benim burada bulunmamın nedeni de
bu. Bunların işlerini daha mükemmel yapmaları­
n ı sağ lamak üzere buradayım ve yak ı n d a bunu
d a başaracağı m . Ondan sonra seninle d ünyaya
döneceğiz. Dünya istikametinde gelecek uzay
seferi üç hafta sonra. Bu uzay gemisini koyun
başlı timsahl ara benzeyen Pıcor'lar yönetiyor.
Gemide herhan.gi bir d ünyalıya rastlayacağ ı mı z ı
sanmıyorum. Pica'da, Ye n i ıtalya y ön ü n e g iden
bir başka uzay gemisine aktarma yapacağ ız. Ay­
nı sistemde başka bir gezegen olan Yeni ıtalya'­
da dünyalı bir kolani var. Orada d ü nyal ı l arla
karşılaşacaksı n . Oradan dünyaya düzenli uzay
gemisi seferleri var.n
••Yeni ıtalya'ya u laşmak ne kadar zaman
alır?»
•• ÜÇ a y kadar ... B a k , tipi d u r d u . E v e dönmek
ister misin?»
« Evet lütfen. Ş u hava makinas ı n ı tam i r edin-­
eeye kadar bir daha gazintiye falan çıkmam.»


K Demek hava me5elesini halletti n , u dedi
K ni. K Pekala, zaten bunu yapabileceğini b i liyor­
d u m . Bru, pek zeki bir arkadaş değil.n
• 131 •
u Evet değil," diye Smith onayladı . Psit'liler
arası nda karakter bak ı mı ndan pek büyük farklı­
l ı klar o l mamakla beraber, zeka ve hayalgücü
bakımı ndan ayrı l ı klar olduğunu bil iyordu.
" Isted iğin g i b i Picor gemisinde senin için
iki bilet ayırtt ı m , ıı dedi Kni. .. şanslısın , gemide
seyahat eden iki dünyalı daha var.ıı
••Yaaa ! ! ! ıı dedi Smith. Kni'n in, tah mi n ettiği
gibi bu haberi duymaktan hiç de hoşnut olma­
mıştı. Zira Smith Henrietta'yı ne kadar sevdiğini
adamak ı l l ı farketmiş ve gemideki üç ayl ı k baş­
başa seyahatleri s ı rasında akl ı n ı çelebileceği n i
düşlemişti.
ı•Evet, arkadaşın Henrietta o n larla çoktan
buluştu b ile. Sanıyorum ki...ıı Fakat Kni sözünü
biti rmemişti ki Smith gemiye doğru atı l d ı . Hen.­
rietta'yı görünce de donup kal d ı. Smith'in gön­
derdiği yeşil elbiseyi giymlşti.
•ı lki dünyalıyla karşı laşt ı m , ıı dedi Henrietta
gülümseyerek, •ısana önceden g üvenmediğim
için üzgünüm. Oysa bana ne kadar iyi davran­
dın ... Şimdi anlıyorum ki, bana bütün söyledik­
Ierin gerçekmiş.ıı
Smith sadece, " h a ? ıı diye b i r ses çıkarta­
bildL Bu soruda bir kıskan ç l ı ğ ı n bel irtisi hisse­
d i l iyordu.
• 1 32 .
Henrietta tatlı b i r g ü l ü msemeyle devam etti:
" Çok tat l ı insanlar. Bundan sonra herşeyde
onları kendime örnek alacağ ı m . ••
" Ha l ı• diye tekrarladı Smith.
Çok geçmeden de Henrietta'n ı n. hayran ol­
duğu iki dünyal ıyla tanıştı. Genç b i r kadı n ken­
disini g ülü msayerek « merhabaıı diye selamladı.
Yan ı ndaki genç adam ise, ıı adım Gordon. Biz . . . ıı
d iye mutlu bir gülümseme ile devam ett i . « Ba·
layı seyahatindeyiz.ıı
Smith derin bir oh çekti. O kadar umut bağ­
ladı ktan sonra kızı elinden kaptırdığı n a dair kor­
kulan demek ki boşunaydı . Demek Henrietta'yı
e l i n den kapacak kimse yoktu. Ama geriye bir
mesela kalıyordu, kız bunların her yaptıkları n ı
kendisine örnek alacaktı.
Balayını da mı? Smith bir göğüs geçirdi ve
memnun gülümsedi.
J.T. MciNTOSH'tan
adapte edilmiştir.
ı GRENVILLE'IN
GEZEGENI

Wisher yeni gezegenin parlakl ı ğ ı n ı göremi�


yordu. Uzay gemisinin arka kabininde yapayal­
nızdı, gözetierne ekran ına da bakmıyordu. Yıldız
servisindaki 14 yıllık h izmetinden son ra, yeni yıl­
d ızların en acaip olanı dahi ona pek ilg inç gel­
miyordu.
öte yandan Wisher'in genç pilotu G renville,
yeni gezegene müthiş bir i lg i duymuştu. Uzay
gemisi gezegene yaklaştıkça büyük bir merak­
la gözlerini ondan ayıramıyordu. Gezegenin et­
rafında tam dört tane ay olduğunu farketti. Dört
ayı n ışığı gezegeni daha parlak ve daha mavi ya­
pıyordu. Bu, G renville'in şimd iye kadar gördüğü
en güzel şeydi.
I ç haberleşme cihazı n ı n düğmesine bastı,
fakat Wisher'den ses seda çıkmadı.
Gezegen, şimdi daha .yakmdaydı . Parlak
• 1 34 •
camdan yap ı l m ı ş kocaman mavi b i r topa benzi­
yordu. P ı r ı l p ı r ı l parlıyordu. G renville, gezege­
nin neden bu kadar parlak ve mavi old u ğ u n u an­
lamıştt. Gezegenin üzerinde hiçbir kara parça­
sı yoktu. Yüzeyi tamamen suyla kaplıydı.
G renville, iç haberleşme cihazı n ı n düğme­
sine tekrar bast t . Wisher nihayet gelebildL
Ekranda, gezege n i n yüzü nü kaplayan suyu
farkedince söylend i :
•• Böyle birşey k i m i n aklına gelirdi k i ? ıo
Gezegen masmavi idi. Kutuplarında buzlar
ve beyaz bulut kümeleri göze çarpıyordu. Geri
yanı tamamen suydu.
G renville gülümsedi. Bir su dü nyas ı !
r ı Nası l , beğend in m i ? n diye sordu. u Herhal­

de böylesi mi lyanda bir olur. E m i n i m sen de


şimdiye kadar böyle birşey görmemişsindir.ıı
Wisher cevap vermedi. Radarı n başına ge­
çerek çalıştı rmaya başladı. Biraz sonra radar
ekran ı nda gezegen belirdi. Fakat radarlarda her­
hangi bir toprak parçası göstermiyordu.
G renville, her zaman olduğu gibi, tekrar
konuşmaya başladı .
.. su ergeç olacaktı , " dedi, " dü nyanı n dört­
te üçü suyla kaplı olduğuna göre, tamamen suy-
• 1 35 •

la kap l ı , topraksız gezegenler de niçin ol ma­


s ı n ? ıı
Wisher baş ı n ı sallad ı . Gözetierne ekranına
tekrar gözattı ve:
u Hadi alçalalrm,» dedi.
((Alçala l r m mr? Nereye doğru ? ı•
u Daha aşağıya, okyanusta hayat olup olma­

d ı ğ ı n ı görmek istiyorum.»


Her yeni gezegen tamamen. başka bir alem­
dir ve diğer dünyaların geçmiş tecrübeleri yeni
gezegerde hiçbir anlam ifade etmez. Bunun
içindir ki, Y ıld ız Servisi birçok kurallar ve i l ke­
ler koymuştu r : Yeni gezegene nas ı l i n i leceğini,
orada nas ı l yürüneceği n i, nas ı l nefes alı naca­
ğ ı n ı düzenleyen kurallar.
Bu kurallar ve ilkeler, yeni gezegenler keş­
feden birçok Yıldız Servisi mensu bunun hayat­
larını kurtarmrştır.
Ve yine bu kurallara göre, b i r uzay gemisi
i l k defa karşılaştığ ı bir gezegene, asla 500 met­
reden fazla yaktaşmamal ı d ı r.
G renville, gemiyi 500 metreye kadar indirdi
ve radarrn da yard ı mıyla okyanusta inceleme
yapmaya başladı lar.
• 1 36 •
Okyanusta hiçbir hayat belirtisi ol madı�mı
görünce şaşkın l ı kları iyiden iyiye artt ı : N e balık,
ne de yosun vard ı .
Gezegenin etrafında bir tur att ı lar, fakat hiç­
bir hayat belirtisine rastrayamadılar.
Sonra gözlerine küçük bir adacı k çarptı.
Beş m i l boyunda, iki m i l eninde, küçük, çok
küçük bir adaydı bu. O kadar küçüktü ki, stra�
tosferden radarla dahi görememişlerdi.
Ada, mavi okyanus sularında yüzen, küçük,
kahverengi bir puroya benziyordu.
G renvi lle bu gülünç adaya bakıp g ü lü mse­
di. Müthiş gururlanıyordu. Kolay mı? Bu geze­
geni gören ilk insan o o l muştu ; onun keşfiydi
bu gezegen. Herhalde bu gezegene de kendisi­
nin ismi verilecekti.
Kalbi daha hızla çarprnaya başladı. Hep böy­
le yapılırdı. Birçok gezegene, Yıldız Servisi men­
supları n ı n isimleri veril m işti.
G renville bunları tat lı tat lı düşünü rken, Wis­
her uzay gemisini adaya doğru daha da yaklaş­
tırdr. Ada acaip, kahverengi bir bitki örtüsüyle
kaplı idi.
Sonra birdenbire gözüne ba�ka bir ada da­
ha çarptı.
O da b ir puroya benziyordu, fakat birincisin-
• 137 ,.

den daha büyüktü. 20 m i l kadar uzunlu�unda,


birkaç mil genişliğindeydi.
Bu ikinci adaya iniş yapmaya karar verdi-
ler.

11 Acaip,n dedi Wisher.
Sahildeki kumları incellyorlard ı .
a Nesi acaip,n diye sordu G renville.
u B ilmiyoru m , » dedi Wisher, yavaşça cevap
verdi. 1dçimde acaip bir tehlike hissi var. »
G renville cevap vermedi. Adada insanoğl u
i ç i n teh likeli olabilecek herhangi birşey göze
çarpmıyordu. Radarlar ve diğer araçlar, sadece
bir tip hayvan tesbit etmişlerdi . Küçük, dört ayak­
l ı hayvanlar. Köpekten biraz daha büyük görü­
nen bu hayvanların hareketleri ağır ve gü rültü­
!üydü. Ama G renville'de de bir teh l ike hissi be­
lirmişti.
Iki adam uzay gemisinin yanında dikilmiş
duruyorlardı . Uzay kurallarından biri de, teh like
olmadığına kesin kanaat getirinceye kadar, ge­
miden uzaklaşmamaktı. Iki adam ise, henüz teh­
like olmadığına kanaat getirememişlerdi.
u Buranın havası nas ı l ? » diye sordu Wis-
her.
• 1 38 .
O sı rada G renville de havaölçere bakıyor�
du. Bir saniye sonra cevap verd i :
u Iyi ! »

Wisher başlı ğ ı n ı açtı. Hava temiz v e taze


idi. Ciğerlerini taze hava ile daldurduktan son�
ra etrafına bir gözattı.
Uzay gemisi yumuşak kızıl kumlar üzerin�
d e du ruyordu. Kuzey tarafında açık deniz, gü�
neyinde ise, daha önce uzaydan teşhis ettikleri
kahverengi bitkilerle kapl ı bir orman vard ı . Evet,
bu bir orman d ı . Ama çok acaip bir orman. Bitki­
ler, dümdüz ve düzen l i ekilmiş gibi idi. Hepsi de
hemen hemen aynı boydaydı : üç metre kadar.
Bitkilerin geometrik düzen l i l i ğ i ü rkütücüydü.
Fakat, temiz havayı soluduktan sonra Wisher'in
kendisine güveni bi raz daha artm ıştı. Yanların­
da ışı n tabancalan vard ı . üstelik bir de uzay ge�
mileri ve özel alarm sistemi. . . Şu halde artık teh­
l i ke sözkonusu o l mamahyd ı .
G renville g e m i d e n iki tane a ç ı l ı r kapanır
sandalye aldı. Sandalyelere oturup akşama ka�
dar çene çal d ı l ar.
Akşam üzeri iki ay birden doğdu.
••Aylar,» d iye bağ ı rd ı Wisher birdenbire.
u Ne?••

ırAyiarı düşünüyord u m , , dedi Wisher.


• 1 39 .

« Ayları n nesini? 11
uAyları ve tabii gel-git olayı n ı .. 11 diye açık­
ladı Wisher.
« Gezegenin etrafında tam dört tane ay var­
d ı . Bu dört ay biraraya geldiği takdirde, korkunç
bir gel-git olayına, yani suları n inan ı l maz bir de­
recede yükselmesine sebep olabilir."
Grenville, gözleri kapal ı , dal g ı n oturuyor­
du. Grenville gezegeninin kaşifi olarak kazana­
cağı ünü düşlüyor, aylar ve gel-git olayı ken­
disini pek de ilgilendirmiyordu.
« B u gel-git olayından sana ne? B ı rak, Yıl­
dız Servisi' n i n bilginleri bu işle uğraşsı nlar,ıı de­
di ilgisizce.
Fakat Wisher'in aklı bir kez buna takılmıştı.
Dört ay biraraya geldiğinde, korkunç bir su
yükselişine sebep olabilir ve bu gel-git olayları
yüzünden kara parçaları n ı n kıyılan eriyip, deni­
ze karışabilirdi. Milyarlarca yıl sonra gezegen­
de bu yüzden hiç kara parçası kalmamış olabi­
l i rdi. Gezegende şu anda toprak bulunmaması­
n ı n sebebi herhalde bu olmalıyd ı . Ama, gel-git
olayı yüzünden kara parçaları böyle yokolduysa,
bu küçük adacıklar nas ı l kalabi l mişti? Oysa,
böylesine dev bir gel-git olayı , bu adacıkları da
pekala silip süpürebilirdi. Ama belki de böyle
• 1 40 •
b i r gel-git olayının olabilmesi için yüzyı llar geç­
mesi gerekiyordu.
Iki aya da bir gözattıktan sonra denize dön­
dü. Sonra bu gezegen hakkındaki ilk düşünce�
lerini hatı rlad ı .
V e gelişme kan ununu da.
Deniz altında bir m i lyar yıl kalınca memeii­
Ierin meydana ç ı kabileceği bir kara parçası da
ol amazdı . Acaba denizin altında şu anda neler
olup bitiyord u?
Wisher birdenbire ürktü.
Gece uzay gemisine geri dönünce hava boş�
luğunu kilitledi. Alarm tertibatını ayarladı.
Gece yarıs ı birdenb ire alarm sesi duyuldu.
G renville ve Wisher korku i le yerlerinden fı rla�
d ı lar, ama gelen sadece bir hayvandı. Hayvan,
ince yap ı l ı fakat güçlü kuvvetli görünüyordu. Ya­
kından inceleyemeden dönüp g itm işti bile . . . Fa­
kat otomatik ol arak fotoğrafı çekilm işti.
Wisher gecenin öteki yarısında bir türlü u­
yuyamadı.
Sabah kalktığında Yıldız Servisi üssüne dön­
mek için canatıyordu. Ama kurallar, eğer ciddi
bir teh l i ke sözkonusu deği lse, g ittikleri gezegen­
den üsse mutlaka bir canlı örneği geti rmelerini
• 1 41 •

emrediyordu. Görünürde de gezegende ciddi bir


tehlike yoktu.
Grenville bir an önce üsse dönmek istiyor­
du. Ama onun dönmek isteyişinin nedeni baş­
kaydı. Art ık kendisini ünlü bir kişi sayıyor ve üs-­
dekilerin u G renville Gezegenbı n i bir an önce öğ­
renmelerini istiyordu. Ertesi sabah uzay gemisiy­
le gezegenin etrafında tekrar dolaştı lar. Radar­
lar, adaları n. biçimini ve yerleşme konumunu tes­
bit etti. Ayrıca gazegende ne gibi hayat belirti­
leri olduğunu d a tekrar kontrol etti.
önceden olduğu gibi çok az şey bulabildi­
ler: Sürüngen nevinden birkaç hayvan ... Kuş, ya­
da balığa benzer hiçbir şey yoktu.
Tekrar adaya döndüler.
G renville, daha şimdiden adaya bir isim tak­
mışt ı bile: 11 Kuzey Grenville.n G üneyde uzanan
öteki ada da tabii ki u G ü ney Grenville" olacakt ı .
Artık bazı canlı örnekleri toplamaktan ve
d a h a s o nra üs s e dönmekten başka yapacakları
birşey kalmamıştı.
« Suya fazla yaklaşma! Oraya ben g idece­
ğ i m . » dedi Wisher.
11 8aşüstüne valide h an ı m , " diye g ü lerek ce­
vapladı G renville. u Suya gitmeyeceğ i m ama, or­
mana gidebilir miyim?»
• 1 42 •
Wisher ası k bir suratla, u ış ı n tabancanı u nut­
ma, " dedi.
G renvi lle ormana yönelirken, Wisher de su�
ya doğru ilerledi.
Mümkün mü, diye düşünüyordu Wisher, böy­
lesine büyü k bir okyanusta hiçbir hayat belirtisi
olmas ı n ! Hayat daima önce denizlerde başlardı.
Ama burada hiçbir hayat belirtisi yoktu. Ne yo­
sun, ne de bal ı k ... Hiçbir şey. Sadece kum ve su.
Suyun kıyısında hareketsiz d u rdu. Içinden
b i r ses, teh l i keyle karşı karşıya b u l u nduklarını
söylüyordu.
Şimdiye kadar gittiği gezegen lerde gördüğü
bütün sıcak denizler çeşitli canlılarla dolu olur­
d u . Küçük, büyük can l ı lar ... Ya burada? Hiçbir
şey! Su'da h içbir can l ı n ı n yaşamamasına, onun
içindeki birtakım zararlı şeylerin sebep olabile­
ceği ihtimali geldi aklı na.
Çekine çekine suya yaklaştı. Sudan b i r mik­
tar örnek aldı ve çabucak gemiye döndü.
Bi rkaç dakikal ı k incelemeden sonra, bu su­
yun da dünyadakinin ayn ı olduğunu gördü. Peki
nas ı l o l u r da böyle bir suda canlı b u l u nmazd ı ?
G renvi lle ormandan dönünce, Wisher bu so­
runu onunla tartışmak istedi, ama G renville hiç
aralı görünmüyordu.
• 1 43 .

<� Belki de bal ıkiann canı bu rada yaşamak


istemiyor,n diye baştan savma bir cevap verdi.
« Belki de burada yaşamamaları n ı n başka
nedenleri vard ı r, , diye Wisher kendi kendine
söylendi, sonra yüksek sesle konuştu : ••Elektro­
nik beyin dört ayı n yörü ngelerinin hesap ları n ı
çı karttı.ıı
« Öyle m i ? >>
« Dört ay, her 1 1 2 yılda bir, bir arada küme­
leniyor. O anda sular 200 metre yükseliyor.»
Grenville arkadaşı n ı n ne demek isted iğini
kavrayamamıştı. Sessiz bekledi.
«Bu demektir ki,n diye devam etti Wisher,
« Sular, bu adaları n seviyesinden 1 50 metre daha
yukarıya yükseliyor. öyleyse bu adada yaşayan
can lı lar nereden geliyor?"
G renville düşüneel i cevap verd i :
« Öyle ya, hepsinin boğulması lazı m . >>
« Evet amfibik, yani hem suda hem karada
yaşayabilen cinsten yaratıklar de�illerse, boğul­
maları laz ı m . Ama öyle ol madıkları da mu hak­
kak. Bir ihtimal de her yüzyı lda b i r yeniden türe­
meleri.n
"Ama imkansız b u ! Her yüzyılda bir yeni­
den türeyemezler,» diye bağ ı rdı G renville.
•dmkansız olduğuna katı l ıyoru m , » dedi Wis-
• 1 44 .

her, «Öyleyse bu adalar tabii değil, su n i olmal ı .


Herhalde denizin dibinde yaşayan birileri tara­
f ı ndan suni o larak meydana getirilmiş olmal r ! ıı


Uzay gemisinin yan ı n da durmuş konuşuyor­
lardı.
G renville, gezegeni bir an önce terketmele­
rini istiyordu.
Wisher, soğukkanl ı görünmeye çalışarak
karşı koyuyordu:
" Henüz gidemeyiz. Çünkü herhangi bir can­
l ı örneği ele geçiremedik. üstelik, ciddi bir teh­
l i ke belirtisi de görünmüyor.n
« Bana kal ı rsa, denizin dibinde yeteri kadar
tehlike var,•• d iye diretti G renville.
u Evet denizde,ıı diye söylendi Wisher, ııde­

nizde mutlaka birşeyle r olmal ı ! Uzayın her ye­


rinde olduğu gibi, bu rada da gelişme durm uyor,
herşeyi şartlara uydurup değiştiriyor. Gerçi gel iş­
me kanunu toprakta fazla birşey yapamıyor. Zira
toprak her yüzyı lda b i r suların altına gömülüyor.
Ama gelişme durmuyor, suyun altmda devam
ediyor. Suyun altında idrak sahibi bir neS i l ya­
ratmış olmalı. Ancak, ne kadar gelişmiş olduk­
larını bilm iyorUz. Böyle suni adalar yaratabildik-
• 1 45 .

lerine bakı l ı rsa, hayli gelişmiş bir uygarlı�a sa­


hip olmalı lar... ıı
Birdenbire durakladı, çünkü bu adalar da
öyle pek gelişmiş bir uygarl ı k alameti göstermi­
yordu. Kaldı ki, dünyada d a eski mısırlılar o dev
p i ramitleri uygarl ı ğ ı n daha ilk basamaklarında
iken yapmamışlar mıyd ı ?
Wisher ayakta dikilm iş, suyun dibinde yaşa­
yan şeyleri düşünüyordu. Peki, uzay gemisini
gördülerse niçin gelmemişlerdi? Uzay gemisinin
farkına varmamış oıamazlard ı .
Sadece bal ı k gibi birşey de olamazlardı .
Şüphesiz elleri, kolları olmalıydı. Yada gelişmiş
başka uzuvları. Aklına birdenbire zeka seviyesi
çok yüksek dev yaratıklar takı l d ı . Tüylerinin d i­
ken diken olduğunu hissetti.
G renville'e döndü:
« Canlı örnekler topladı n m ı ? ıı diye sordu.
« Hayır, sadece bitki örnekleri toplad ı m . •ı
« Gece alarm tertibat ı n ı n harekete geçme-
sine sebep olan hayvandan da bir örnek alma­
lıyız. Ancak ondan sonra gezegenden. ayrı labi­
l i riz. Ben gemiyi harekete hazırhyorum, sen de
gidip, hayvan örne�ini getir."
G renville, ışı n tabancas ı n ı aldı ve ağır ağ ır
o r m a n a d o ğ ru ilerlemeye başladı.
• 1 46 .
Ve bir daha hiç geri dönmedi.


G renville gideli üç saatı geçmişti. Wisher
gemideki kabinine gidip ağır bir ışın tabaneası
aldı. Ormana gidip G renville'i arayacaktı .
B u n u yaparken kuralları açıkça çiğniyordu.
Çünkü kurallara göre, G renville ü ş saat içinde
dönmediği takdirde Wisher'in onu ölmüş sayıp
gezegeni derhal tek başı n a terketmesi gerekir­
di. Daha sonra özel bir kurtarma gemisi gazege­
n e geleb i l i r ve Grenville'i alab i l i rd i . .. Yada cese­
d i n i ! Wisher bunu pekala biliyo rdu, ışın taban­
cası n ı alı rken bunu düşünüyordu. Kuralları açık...
ç a çiğnediğinin farkı ndaydı . Fakat ister G ren.­
v i l l e için, isterse başka biri için olsun, bu kuralı
ç i ğ nerneyi herzaman göze alabilirdi.
-
Gemiden ayrı l madan önce, alarm tertibat ın ı
ayariadı .Kendileri olmadığı s ı rada, gemiye her­
hangi bir yabancı kimse, yada yaratık 50 metre­
den fazla yaklaşırsa, alarm terfibatı onu derhal
havaya uçuracaktı. Tabii daha önce de otoma­
tik o larak fotoğraf ı n ı çekmeyi ihmal etmeyecek­
tL ,Şayet dönenler Grenville yada Wisher ise,
alarm terfibatı seslerinden kendilerini farkedecek
ve on l ara herhangi bir zararı dokunmayacaktı.
• 1 47 .

Onlar da belli bir sürede dönmeyecek o l u r­


larsa, bu defa uzay gemisi kendi kendini havaya
uçuracakt ı.
Yumuşak kumsal üzerinde G renville'in ayak
izleri vardı. Wisher onları kolaylıkla izleyebili­
yordu.
Nihayet ormana geldi.
Yer, yumuşak kahverengi çimenlerle kaplıy­
d ı . Bu yüzden Wisher art ı k ayak izlerini göremez
olmuştu. önce, Grenville'e seslanrnek istedi, fa­
kat kendisini tuttu. Gürültü yapmamalıydı.
Yavaş yavaş ileri do!:)ru gitmeye başladı. l le­
ri, daha ileri... Yavaş ve dikkatli... Sonra birden
bir patlama sesi duydu. Uzay gemisinden geli·
yordu. Birisi gemiye yaklaşmış olmalıydı. lik tep­
kisi gemiye dotJru koşmaya kalkışmak oldu. Ama
durdu, nas ı l olsa gemi emniyette idi. Gene ya..
vaş yavaş ilerlemeye başladı. Ve b i rdenbire düş­
tü.
Yumuşak, kahverengi çimenlerin arasında
bir deliğe yuvarlanmıştı. Kolları n ı n ve omuzlarıw
nın metal bir kıskaca kıst ı ğ ı n ı h issetti. Ne oldu­
ğun.u derhal anladı. Bir hayvan tuzağı idi bu.
Tabancasına davranrrıak istedi, ama taban­
cası, çok uzağa düşmüştü. Hareket etmeye ça-
• 1 48 .
l ı ştıkça hacaklarında ve omuzlarında müthiş bir
acı h issediyordu.
Kemerinden yavaşça öteki tabancasını çı­
kardı ve ıstı rap içinde beklerneye başladı. Kork­
muyordu . . • Kuralları çi!}nedii;ii için bunlar başına
gelmişti. Bekliyordu.
N e gelen, ne de giden vardı.
Niçin? Niçin?
G renville'in başına d a aynı şeyin geldiğin­
den emindi. Ama niçin?
Şimdi aynı şey kend isinin de baş ı n a gelmiş­
ti. Niçin korkmadı ğ ı n ı da anlayam ı yord u . Tuhaf
birşeydi b ul
Sacaklarına baktı, vücudundan k a n sızıyor­
du. Tekrar baktı, ölümünün yaklaşt ı ğ ı n ı anlad ı .
Artı k ç o k az vakti kal d ı ğ ı n ı h issediyordu. Yi­
n e de korkmuyordu. Tek isted iği, b u tuzaQ'ı kur­
muş olanları görebilmekti.
Ama tuzağı kuranlar gelmeden o öldü ...


Bu hayvan tuzakları, gece kaz ı l m ı ştı. Gece
den izden ç ı k ı p korunma tedbiri o l arak bu tu­
zakları kazm ışlardı. Esasen ada d a bir korunma
tedbirinden başka birşey değildi. Sonra denize
dönüp beklerneye başlamışlard ı .
• 1 49 .
Uzay gemisini daha başı ndan beri farket­
mişler, ne olduQunu da pek iyi anlamışlard ı . De­
nizin en mükemmel beyinleri biraraya gelmiş ve
bu planı hazırlamışlard ı . Deniz dibinin akı l l ı dev
yaratıkları, teknoloji ve uygarl ı k bak ı m ı ndan dün­
yadakilerin hiç de gerisinde değil d i ler. Uzay ge­
misini el� geçirmek istemişlerdi. Bunun için de
dünyalı ları gemiden ayrı düşürmeleri gerekiyor�
du. Işte G renville ve Wisher bu yüzden ölmüşler­
di.
Uzay gemisi kumsalda tek başına sakin du­
ruyordu. Sanki canlıydı. Gezegen i i i erden herhan­
g i biri yan ı n a yaklaşmaya kalkıştı m ı derhal ha­
vaya uçup paramparça ol uyordu.
Ama bu zeki yaratı klar için zaman h i ç de
önemli değildi. Nasıl olsa kazanmışlardı. Artık
bekleyebilir ve düşünebilirlerdi. Hava g ittikçe ka­
rarıyordu. Gezegeniiierden büyük bir kalabalık,
denizin en mükemmel beyinleri geminin etrafını
sarmış bekliyorlar ve düşünüyorlardı .
Uzay gemisinin içinde küçük kırmızı bir ib­
re, sıfıra doğru yaklaşıyordu.
lbre sıfın bulduğunda, uzay gemisi infHak
edecek ve onunla birl ikte ada ve çevresindeki
herşeyde havaya uçacaktı.
Ama onlar bundan habersizdi. Nas ı l Wisher
• 150 .
ve G renville, gezege n i n esrarından habersizs&­
ler, onlar da geminin esrarı n ı b i l m iyorlard ı .
G e m i n i n etrafındaki kalabalı k büyüdükçe
büyüdü.
Ve kırmızı küçük ibre sıfıra vurdu ...
MICHAEL SHAARA'dan
adapte edilmiştir.
ı ANAHTAR DELicl;l

Şempanzelerin akıl seviyesi üzerine incele­


meler yapan bir psikologla ilgili bir hikaye vardır:
Psikolog bir şempanzeyi oyuncaklarla dolu bir
odaya kapatır. Sonra dışarı çıkıp kapıyı kilitler.
Gözünü anahtar deliğine yerleştirerek, şempan­
zenin içerde ne yaptığını incelemek ister. Içeri
baktığında, anahtar deliğinde kahverengi bir göz­
le karşı karşıya gelir. Şempanze de, psikoloğun
dışarda ne yaptığını görmek için gözünü anah­
tar deliğine uydurmuştur•


üsse getirildiğinde Butch, bir kürk yrğınına
benziyordu. üssün, dünyanı n yerçekimine göre
ayarlanmış salonunda tüylü zayıf pançelerini kı­
p ı rdatamıyordu bile.
aNe yapıyorsun?» diye Worden h iddetle ba-
• 1 52 .
� ı r d ı . «Yerçekimi ayarianmadan onu buraya na­
sıl getirirsiniz?,
Butch'ı kol iarına alarak derhal odas ı n a gö­
türdü. Bu oda, Butch gibi yaratıklar için özel ola­
rak hazırlanmıştı.
Oda evvelce üsde yaşayan çocukların der­
sanesiyd i. Bir kısmı mağara n r n içerisin.deydi, di­
�er kısmı ise, halen dersane o larak kullan ı l ıyor­
du. Odadaki yerçekimi cihazı çalıştı n l madığı için,
ayı n tabii çekimine tabiydi . üsdeki yerçekimi ci­
hazları d ünyal ı l ara normal şekilde çalışabilecek­
leri bir yerçekimi sağlamak için kurulmuştu. Zira
dünyal ı lar, ayın yerçekiminde çalışamıyorlardı.
Worden odaya girer g irmez Butch'i döşeme­
nin üzerine b ırakt ı . Worden'ın odada uzun süre
kalması ve rahatça dolaşması mümkün de!}ildi,
Çünkü yerçekimi ayarı yap ı l madan 72 kiloluk
adam sadece 20 kilo geldiğinden uçacak gibi
oluyordu .
Ama bu çekimgücü Butch için normal d i . Bir­
den ayağa fırladı ve odadan mağaraya doğru s ı ç­
rad ı . Mağara çok iyi hazırlanmıştı. Tıpkı Butch'­
ın daha önce yaşad ı ğ ı ay' l ı ların kendi mağara­
larına benziyordu. Butch sivri kayalardan birinin
üzerine sıçradı, sonra bir maymu n gibi kolları
ve bacaklanyla tutunarak aşağıya sarkt ı . Wor-
• 1 53 .
den kendisini hayretle izl iyordu. Butch b irkaç
dakika hiç hareket etmeden çevresine göz gez­
dirdi. Sonra biraz kıpırdanarak Worden'a baktı.
« Pekala delikan l ı , » dedi gülümsayerek Wor­
den, ıısen.in öğretmenin ben o lacağ ı m . Sana ken­
d i halkına ihanet etmeyi öğreteceğim. Çok üz­
günüm. Bu pis işi sevrniyerum ama elden ne ge­
lir ki?ıı
Butch' r n kendisini anlamad ı ğ ı n ı b i l iyordu.
Tıpkı, köpeği ile, yada bebeği i le kon.uşan birisi
gibi konuşuyordu onunla. Karşısındaki canlı ne
o l u rsa olsun, insan konuşmadan edemezdi ki.
u Evet, sana bir hain olmasını öğreteceğ i m , ıı

diye üzüntüyle tekrarladı, ıısana çok, çok müş­


fik davranacağı m . Ama benim gösterdiğim şef­
kale inanmamal ıs ın. Aslında, gerçekten iyi bir
insan olsam, seni öldürmem gerekirdi...ıı
Butch, hala sivri kayaya tutunmuş sallana­
rak Worden'a bakıyordu. Gerçi dü nya maymun­
Ianna benziyordu ama, benzemeyen yanları da
oldukça fazlaydı.
«Şimdi yeni yuvandasın Butch,ıı diye de·
vam etti Worden, ıo artı k seni kendinle başbaşa
bı rakıyorum. Iyi geceler dilerim.»
Dışarı çıktı ve ard ı n dan kapıyı kapattı. Dı­
şarda, dersanen i n içini gösteren ekrana bir gö-
• 1 54 .
zattı. Butch uzun b i r süre sivri kayada ası l ı kaldı .
Sonra yere atladı, art ı k kaya ile i l g i lenmez gö..
rünüyordu. Halen dersane olarak kullanılan oda­
n ı n öteki yanma geçti.
Odadaki herşeyi kocaman kocaman büyü­
yen gözleriyle inceledi. Küçük pençeleriyle he­
men herşeye dokundu. Dokunuşları o kadar yu­
m uşaktı . ki, incelemes i n i bitirdiği zcı.man hiçbir
şey yerinden oynamamıştı.
Sonra tekrar sivri kayaya gitti. Kolları ve ha­
cakları ile ası l ı p gözlerini yumdu. Gözleri ka­
palı olduğu halde uzun süre ası l ı kaldı . Wor­
den ay'lı yaratığı gözetiernekten yo rul muştu. Çe­
kip gitti.
Ay üssündaki dünyal ı lar için, ay yarat ı kları
büyük bir sorun o l muştu. Aya ilk ayak basan dün­
yal r lar, onu ölü bir uydu olarak biliyorlard ı . As­
tronomların yüzlerce y ı l d ı r söyled ikleri de buy­
du. Aya yapı lan birinci ve ikinci seferlerde de,
b u nazariyeyi doğrulamış görünüyordu.
Sonra amerika l ı l ar, aya büyük bir seyahat
yaptılar. Aya ayak basan. amerikalı lardan birinin
gözüne, kayalıkların ardında kıpı rdanan birşey
il işmiş, derhal ateş ederek o n u öldü rmüştll. Bu
can l ı bir yarat ıktı ! Hava ve su olmadı!}ı halde
ayda nasıl yaşayabi l iyordu?
• 1 55 .
öldürülen ay yarat ı ğ ı n ı n cesedi dünyaya ge­
tirildi ve biologlar üzerinde uzun uzun inceleme­
ler yaptı lar. Gerçekten. karşı larında öldürülmüş
bir yarat ığ ın cesedi vard ı . Ama gene de b i r tür­
lü inanamıyorlard ı .
Daha sonra bu a y yaratıklarını avlamak üze­
re, aya iki özel sefer daha düzenlendi. B u av sı�
rasında, ay seyyah larından birisi can verdi. Uzak­
tan atılan sert taşlarla uzay elbisesi yı rtı lm ı ştı.
Diğer seferlerden ise, hiçbir dünyalı geri döne­
medi. Ay yaratıkları nesillerinin devamı için, bu
ava karşı koyuyorlar, savaşıyorlard ı .
D a h a sonra, ayda bir üs kuruldu. N e v a r ki,
üsde çalışanlar merkezden ayrılmaya korkuyor­
lard ı . Ay'lı yaratıkların saldırısına uğramak ihti­
malinden dolayı hepsi panik içindeydiler.
Nihayet Was hington'dan kesin emir geldi:
Bütün ay yaratıkları yokedilecektir! Bu yoketme
kampanyasının başarıya ulaşabilmesi Için aylı ya­
ratıkların yaşayışları, adetleri, alışkanlıkları ada­
makıllı Incelenecektir! Bu incelemeleri yapabil­
mek için ay'lı bir yavru yakalanacak, kısa zaman­
da ehlileştirile�ek, kendi halkına karşı ajan ola­
rak kullanılacaklır!!
Şimdi Worden dünyaya raporunu verebilir­
d i . Ay'lı yavru nihayet yakalanabi lmiş ve üsse
• 1 56 •
getirilmişti. Onun için özel bir oda hazı rlanmış
ve yaratık oraya hapsed i lm işti. Daha önce ayın
havasız atmosferinde yaşayan yaratık, odada bu­
lunan havayı d a yadırgamamıştı.
Worden, ay'lı yaratı�ın ne yediOini söyleye­
miyordu. AQzı ve dişleri olduQuna göre herhal­
de birşeyler yemesi gerekirdi. Ama ne yediQini
b i l m iyorlard ı.
Worden raporu nda ay' l ı yaratı(Ja Bu t ch ismi­
n i taktı klarını da belirtiyor ve gelişmeler hakkın..
da g ü n ü gününe rapor vereceQinl bildiriyordu.
Şimdi Worden, odasına oturmuş, bu mese­
leyi düşü nüyordu. Aslında bu işten hiç hoşlan­
mamıştı. Ama görevden de kaçamaz d ı . Emir
e m i rdi. Butch ehlileştirilecek ve o n u n sayesin­
de dü nyal ı lar, ay' l ı yaratıklan nasıl yokedecek­
terini tesbit edeceklerdi.
Worden sandalyesinden kalktı ve ekran.ın
başına geçti . Cihazı Butch'ın odasına ayarlad r .
Butch h €1. 1 €1. gözleri kapa l ı , sivri kayaya ası lmış
duruyordu. öteki ay' l ı yaratıkların öldürülmesi­
ne yard ımcı olmak üzere, ayın havasız kayalık­
larından çalınmış kürklü küçük bir yaratıktı bu.
Ama yine de Butch için bir ü m it var, diye
düşündü. öyle ya, kimse ne yiyip içti ğ i n i bilmi­
yordu. Berk i bu yüzden açlı ktan öle b i l i r ve hain
• 1 57 ·•

olmaktan da kurtu labi l i rdi. Ancak, onun öl mesi­


n i önlemek Worden ' ı n göreviydi.
Ertesi sabah Worden tekrar dersaneye gitti.
Bu b i r dünya sabah ıydı. Ayda hergün ve her ge­
ce tam iki hafta sürüyordu. Ama üsteki dü nya­
l ı lar buna pek aldırış etmiyor, dünya zamanına
göre yaşıyorlardı.
Butch, kayadan aşa�ıya atladı · ve gözlerini
Worden'a dikti.
<< Günaydın Butc h , » dedi Wo rden, ıdşte yine
buradayı m . Art ı k i l k dersim ize başlayab i l i riz.,,
Elini uzattı. Ne soğuk, ne de sı cak, tıpkı üs­
sün havas ı n ı rı sıcaklı�ında olan küçük kürklü vü­
cut, ona önce karşıkoydu. Fakat küçük Butch,
öylesine genç ve öylesine zayıftı ki, Worden
onu fazla güçlük çekmeden yakalayıp odanın
dersane kesimine götürdü. Orada Butch'ı yere
b ı rakıp, küçük mekani k oyuncaklardan birini kur­
du. Oyuncak hareket etti. Butch oyunca� ı n hare­
ketini büyük bir i l g iyle izliyordu. Oyuncak d u run­
ca Worden'a baktı. Worden oyunca�ı tekrar kur­
du. Butch tekrar oyuncağa döndü, ikinci kez
durunca Butch küçük pençesini uzatarak oyun­
cağı yakaladı. Şimdi kendisi oyuncağı kurmağa
çalışıyordu. Fakat kurabilecek gücü yoktu. O za­
man oyu ncağı yere bı raktı ve hızla mağaray�
• 1 58 .
koştu. Birkaç san iye sonra, pençesinde dar,
uzun bir taş parçası oldu�u halde geri döndü.
Küçük taşı kurgunun deliğine soktu ve sonra
oyuncağı kolayl ıkla kurmaya başladı. Oyuncak
kurul muştu. Döşemenin üzerine koydu ve ha�
reketini ilgiyle izledi.
«Aferin oğl u m ! Beynin çalışıyor,'' d iye üzün­
türü bir sesle konuştu Worden, ıı kaldıraç kanu­
nunu da bil iyorsu n. Bundan dolayı sevinmek is­
terdim. Ama. . . n
u Akşamu üzeri Worden Washi ngton'daki
Uzay Araştırma Bürosu'na rapo runu verd i .
ıı Butch'a herşeyi öğretmek m ü m k ü n , u diyor­
du. " Benim yapt ı ğ ı m herhangi birşeyi, bir yada
iki defa gördükten sonra kend isi de tekrarlaya­
b i liyor. Onunla, kendisini kucağ ı m d a taşırken
konuşabil iyorum. Sesimin, göğsOmde yarattığı
titreşimleri h issedeb i l iyor. Kendisini ikinci defa
kucağ ı ma aldı!}ımda, tekrar konuşunca önce ağ­
z ı m a baktı, sonra tireşimleri hissedebiirnek için,
pençesini göğsü mün üzerine koydu . Ben de tit­
reşimleri daha kuwetli hissadebi l mesi için pen­
çesini boğaz ı m a yerleştird i m . Butch çok ilgi len­
d i ve san ı r ı m ki titreşimierin nedenini çok iyi
farketti.>>
·• 159 .

Worden bir saniye durakladı, sonra devam


ett i :
" B ize a y yaratıklarını yoketmemiz emredil­
m işti... Ama bana kalı rsa bunu yap mamalıyız.
Zeki yaratıklar, üste l i k ilkel bazı araç l arı da var.
Bana öyle geliyor ki kendileriyle i l işki kurabili­
riz. Bu yüzden bun ları öldürmekten vazgeçme­
l iyiz.u
Birkaç saniye sessizlik oldu, sonra Was­
hington'dan haşin bir ses duyu l d u :
u Pekala Mr. Worden i Söylediklerio anlaşı l d ı .

Denemelerine devam et!»


Ertesi gün Worden derse boş b i r teneka ge­
tirdi. Içine konuşulduğu zaman tenekanin dibi­
nin titreştiğini Butch'a gösterdi. Butch, teneka­
nin ancak Worden'ın dudağına yakın olduğu za­
man titreştiğini anlamıştı.
Ertesi derse Worden bu kez b i r kasnağa ge­
rilmiş metal b i r diyafram getirdi. Butch, bu di­
yaframın ne işe yarad ı ğ ı n ı da derhal anlamıştı.
Uzay Araştırma Bürosu'na gönderdiği son
iki raporunda Worden şöyle diyord u :
' ' Butch, sesi bizim anlad ı ğ ı m ı z şekilde an­
lam ıyor. Ayda hava olmadığı için ses, kayalar­
da titreşim yaparak gidiyor. B u yüzderı Butch,
• 1 60 .
sadece katı cisimlerln titreşimini hissadebiliyor
ve ne olduklarını anlayabil iyor. Belki d e ay ya­
ratı kların ı n kayaların titreşimi esas ı n a dayanan
bir d i lleri ve haberleşme sistemleri var. Eğer
bunlar böyle akı l l ı yaratıklarsa ve haberleşme
araçları da varsa, hayvan sayı lamazlar ve basit
birer hayvan gibi de yokedilemezlerl»
Worden durakladı . Uzay Araştırma Bü rosu'­
nun baş bioloğu kendisine gönderilen rapora
birkaç saniye içinde ş u cevabı verd i :
« M ü kemmel Word e n i Harika b i r çalışma,
harika bir yarg ı ! Ama birşeyi unutuyorsun. Me­
rih'in ve Venüs'ün keşfine derhal başlamak zo­
rundayız. Ancak bunu da ayda güven.il i r üsler
kurmedı kça gerçekleştiremeyiz. Bizim ay yara­
t ı k 1 arıyla il işki kurmak için kaybedecek zamanı­
mız yok. Hepsi YOKEDI LECEKTIR ! A m a herşe­
ye rağmen çalışman bir harika Worden, devam
et!ıı
Worden haberleşme odasından y ık ılm ış ve
çökmüş olarak ayrı l d ı . Butch'a bayağı ı s ı n mıştı,
onunda kendisini sevd iğini biliyordu. N e zaman
dersaneye gitse, Butch kayasından aşağı atlıyer
ve koliarına s ı çrıyordu.
Butch o kadar küçüktü ki, boyu 50 santimi
geçmiyordu. Çok hafif ve zayıftı. Buna karş ı l ı k
• 1 6 1 ,.
müthiş ihtiraslı b i r yaratıktı. Worden'ın kendisi­
ne gösterdiği herşeyi öğrenmeye can atıyordu.
özel likle ses olayı kendisini müthiş i lg i len­
d iriyordu. Worden'ın dudakların ı n kıpırdad ığ ın ı
g ör ü r görmez, diyaframı t u t u p parmaklarıyla
Wordarı'ın sesinin yarattığı titreşimleri yakalama­
ya çalışıyordu. Artık, Worden'ın söylediklerinden
çoğunu aniayabilecek duruma gelmişti. Davra­
n ışlarında da günden güne daha insani olmaya
başlamıştı. Bir keresinde Worden ekrana baktı­
ğ ı rda, Butch 'un birgün önce kendisinin yaptığı
hareketleri tek başına aynen tekrarlad ı ğ ı n ı gör­
dü. Tıpkı Worden gibi hareket ediyor, adeta di­
ğer ay'lı yar.atı klara ders veriyordu.
Worden boğazında birşey düğümlandiğini
hissetti.
Worden kendi sesini kaya titreşimlerine,
kaya titreşimlerini de insan sesine çevirecek bir
vibratör-mikrofon üzerinde çalışıyordu. Madem­
ki ay yaratıkları kayaların titreşimlerinden ya­
rarlanarak haberleşiyorlard ı , öyleyse bu mikro­
fon, ay' l ı ların yerini tesbit etmek ve onları yoket­
mekte çok yararlı olabilecekti.
Ama mikrofonun çalışmasın ı hiç de istemi�
yordu. Ne var ki mikrofon çalıştı. Onu dersane­
nin döşemesine koyup konuşmaya başlayı nca
• 1 62 •
Butch, taban ında titreşimleri hissetti ve titreşim­
lerden de Worden'ın sesini hemen tan ı d ı . Bunun
üzerine Butch döşeme üzerine vurmaya başladı.
M i k rofon bu kez de b u darbeleri sese dönüştür­
müştü. Butch yere vurmaya devam ederek, Wor­
den'ın yüzüne baktı. Worden içi kan ağlayarak
g ü t ü msedi ve dedi k i :
. . üzgünüm B u t c h , b a n a ne d e m e k istediğini
anlayamıyorum, fakat birşeyi çok iyi b i l iyorum :
Bu m i krofon senin halkına ölüm getirecek!ıı


M i krofonlar, üssün çevresindeki kayal ı klara
yerleştirildi. Sonucu d a çok geçmeden a l ı n d ı .
G ü n e ş batmak üzereydi. Butch'ı n yakalan­
d ı ğ ı ay günü öğleninden beri 336 saat geçmişti.
Butch o zamandan beri ağzına tek lokma koy­
mamıştı. Worden üsde bulabildiği yenebilecek,
yada yenerneyecek herşeyi, hatta maden tozla­
rını dahi ikram etmiş, ama Butch hepsine şöyle
bir gözattıktan sonra kafası n ı çevirmişti.
"Bu gidişle açlı ktan ölecek, " d iye söylen­
d i Worden kendi kendine, « belki de en iyi çare
bu. Hiç değilse kendi halkını yoketmemiz için
bize alet ol maktan kurtul u r. ıı
Güneş ay kayalıklarının ard ı n d a artık kay-
• 1 63 .
boluyordu. Gölgeler uzadı, daha uzadı ve sonun­
da güneşin son ışı nlarr
. da kaybo ld u .
Güneşin son ış r nlarrna bakan. Worden, bir
daha ancak 336 saat sonra gün ı ş ı � r n ı tekrar gö­
rebilece�ini düşündü.
Worden bu düşüncelere dalm ıştı ki, birden­
bire alarm zilleri ortalı�ı çıntatmaya başlad ı . Sonw
ra hoparlörlerde madeni bir ses duyu l d u :
«Dikkat! D�kkat! Kayalıklardan gürültüler ge­
liyor. Ay yaratıkları üssün çok yakınında. Bir sal­
dırıya hazırlanıyor olabilirler. Uzay elbiseleri gf­
yilsin ve silahlar hazır edilsin!»
Worden aceleyle uzay el bisesini üstüne ge­
çirmişti ki, hoparlörterin sesi tekrar duyu l d u :
« Os civarında i k i a y yaratığı!.. Kaçıyarlari
Ateş!ıı
Hoparlörler bir an sustu, sonra madeni ses
tekrar duyu l d u :
uKayboldular! Geride birşey bıraktılar!ıı
Worden iç haberleşme cihazı n ı n başı na
geçti.
« G i dip ne bı raktıkianna bakacağı m , )) dedi.
« Ne bı raktı kları nı bildiğimi sanıyorum . ))
Beş dakika sonra hava boşluğundan d ışarı
süzülmüştü bile. Kendisiyle birl ikte iki kişi daha
• 1 64 .
gel iyordu. üçü de s i l a h l rydı ve üssün çevresin­
deki arazi projektörlerle ayd ı n l atı lmıştı .
Gökte milyo nlarca ve milyarlarca y ı l d ı z var­
d ı , dünyada göründüklerinden en az on misli bü­
yük görünüyorlardı . Aydan dört misli büyüklük­
teki yerküre de gökboşluğunda bütün güzelliği
i l e d u ruyordu.
Worden ile iki arkadaşı kayalı klara yaklaş­
tılar ve orada yassı bir kayanı n üzerinde acaip
bir tabak gördüler. Tabağı n üzerinde bir toz kü­
mesi vardı .
Worden başlığ ı ndaki mikrofondan kon uştu :
a Butch'a bir hediye. Ay yaratıkları Butch ' ı n
c a n l ı olduklarını bild ikleri için kendisine yiyecek
getirmişler.ıı
Herşey meydandaydı . Yavru Butch, düşman­
lar tarafından esir a l ı nmıştı. Butch'un h içbir şey
yiyemeyeceğini bilen iki ay yarat ı ğ ı , belki de
an.asıyla babas ı , ona yiyecek getirmek için, can-.
larını tehlikeye alm ışlardı. . .


Worden, Butch'ı yetiştirmeye devam etti.
Çok geçmeden okuyup yazmayı öğretmişti bile.
Kayalıklardaki mikrofonlar, geceleri hiçbir
ses nakletmiyorlard ı . Ay yaratı kları üsse b i r da-
• 1 65 •

ha yaklaşmamışlar, tamamen ortadan kaybol­


muşlardı . Art ı k üssün sakinleri kendilerini o ka­
dar güvenlikte h issediyorlardı ki, uzun zaman­
dan beri yapmayı planladıkları bir akaryakıt üs­
sünün inşas ına bile başlamışlard ı .
u Seninkiler gözden kayboldu," d e d i Wor�
den Butch'a, u eğer üsse dadanmayacak o l urlar­
sa, bir süre onlar da selamette olu r ... Ama sade­
ce bir süre. Sen bizimkileri b i lmezs i n i Onlar se­
ni dünyada bir hayvanat bahçesine satmak iste­
yeceklerdir. Çünkü bizimkilerin d i n i imanı men­
faattir. Eğer senin s ı rtından iyi para vuru rlarsa,
tekrar aya gelip, hayvanat bahçelerine satmak
üzere başka ay yaratıkları da aviarnaya kaikışa•
caklardı r. "
Butch bir an hareketsiz, Worden'a baktı.
u üstelik,ıo diye devam etti Worden, « Uzay
Araştırma Bürosu yakında bir uzay gemisiyle
buraya özel maymlama makinaları göndereceği­
n i bildirdi. Bunların nas ı l kullanı lacağ ı n ı da sana
ben öğretecekmişim.»
Worden bu itiraflan içi sıziayarak yapıyor,
fakat bir duvara konuşur gibi konuşuyordu. Na�
sıl olsa Butch söylediklerinin tek kelimesini an­
layamıyordu.
Ama Butch birdenbire Worden'a doğru ko-
• 1 66 .
şup, kuca� ına sıçradı ve minik pençesini Wor­
den' ı n gö�süne koydu . Anlamını bil mese dahi
Worden'ın kendisiyle konuşması ndan müthiş
hoşlanıyordu. Konuşurken gö�sünün titreşimle­
rini hissetmeye bayı lı yordu. Worden, üzüntülü
b i r sesle konuşmaya devam etti:
ıı Bu makinayı kul lanmayı ö�rendikten son­
ra, aynı şeyleri sen inle birl ikte diğer ay yaratık­
ları na da öğreteceğiz. Ve sizler b u öğrendikleri­
niz sayesinde bizim için maden ocakları kaza­
caksınız. Bizler ise silahlar ellerimizde sizi daha
fazla çalı şmaya zorlayacağız.
(( Biz bunu kendi halkları mıza d a yaptı k.
Yerliler, zenciler ...
« Ne yazık ki, uygarlık'tan nasibiniz yok. Ya­
ni ne top larınız, ne de bombalar ı n ız. Oysa, biz
sadece bu dilden, yani silahların d i l i nden an­
larız... ,
Butch birdenbire yere sıçradı ve çabucak
kara tahtanın başına geçti. Tebeşiri alıp kara tah­
taya itina ile şunları yazdı :
S E N I Y I ARKADAŞ
Sonra başı n ı çevirip Worden ' a baktı. Wor­
den bembeyaz kesi l m işti.
(( Ben sana bu kelimeleri öğretmemiştim ki
• 167 .
Butch ! �> diye haykı rdı. << Kendi ken dine nas ı l öğ­
rendin?n
Butch tekrar kara tahtaya döndü. Bu kez de
şunları yazd ı :
DOSTUM, UZAY ELBISENI GIY. BENI D IŞARI
GöTüR. KORKMA, GENE BERABER DöNERIZ.
Kocaman kocaman gözleriyle Worden'a bü­
yük bir sevgiyle bakıyordu. Sonra kara tahtaya
bir kelime daha yazd ı :

EVET M l ?

Worden donmuş kalmıştı. Kendisini müthiş


yıkılmış ve çaresiz hissediyordu.
« Dediğini yapsam iyi olacak, n diye m ı rı ldan­
dı. Sonra Butch'a dönd ü :
« G e l b e n i m l e , s e n i hava boşluğundan geçi­
reyi m , » dedi. ·
O n dakika sonra iki gölge hava boşluğun­
dan süzü ldü. Birisi uzay elbisesi g iymişti. Utak
tefek olan ötekisi ise, onun önünde hoplayıp zıp­
layarak i lerl iyordu.
Neredeyse güneş doğacaktı. Ama yıldızlar
MIS. kocaman ve parlakt ı .
üç saat sonra Worden g e ri d ön d ü . Butch
da kendisiyle beraberdi. üstelik yanlarında iki
ay yarat ığ ı daha vard ı . öteki yaratıklar Worden'-
• 1 68 .
dan daha kısa fakat daha şişman d ı l ar. Avuçların­
da birşeyler taşıyorlard ı . Osse bir mil mesafe­
den Worden, baş l ı ğ ı ndaki vericiyi çalıştırarak
şu mesajı verd i :
"Worden konuşuyor. A y yaratıklanyla buluş­
tum. Şimdi üsse geri dönüyorum. Beraberimde
Butch'ın akrabalarından ikisi var. Onlar da bi­
zimle birl ikte üsse gelip bazı hediyeler sunmak
istediler. Sak ı n ateş etmeyin! n
Birden üsde hayret n idaları yükseldi. Bir
kargaşal ı k ve şaşk ı n l ı k oldu. Ama gene de Wor­
den konuklanyla birlikte üsse dönünce hava boş­
luğunun kapısı açı l d ı .
Butch v e akrabaları derhal dersaneye a lın­
dı lar. üssün bütün sakinleri orada toplanmıştı.
" Butch ve hemcinsleri bizimle dost o l mak is­
tediklerini söylüyorlar,ıı dedi Worden.
üssün şefi hayretler içindeydi.
"Yani sen bunlarla konuşup anlaşman ı n yo­
l u n u buldun mu Worden ? n diye sordu.
" Ben bulmad ı m , , dedi Worden. " ON LAR
buldular konuşman ı n yolunu. Yani id rak ve ze­
kaları bizimkinden h i ç de geri değ i l . Biz on lara
ateş edince, onlar da savaşmak zorunda kalm ı ş­
lar. Aslında savaşmak falan istedikleri yok. Dost
o l mak istiyorlar. Kendilerinin yeryüzünde yük-
• 1 69 .

sek çekim nedeniyle yaşayamayacaklan n ı , dün­


yal ı ların ise, ay yüzeyinde ancak uzay elbisele­
riyle yada kapalı üslerde yaşayabileceklerini bili­
yorlar. 'öyleyse birbirimize düşman olmak için
ne sebep var? Neyi paylaşamıyoruz? Birbirimize
yardımcı olmalıyız,' diyorlar. n
<< Hepsi iyi hoş ama, Worden,ıı dedi üssün
şefi, « bi liyorsun ki, Uzay Araştı rma Bürosu'nun
kesin emirleri var . . . n
« On ları ay yaratıkları da b i l iyor, ı• diye kar­
şıladı Wo rden, « bildikleri içindir ki, gerektiğinde
kendilerini savunmak için çoktan h az ı rlanmış­
lardır. Gerekirseı dünyal ıları yoğunlaştırılmış gü­
neş ışığı ile yakmak için özel güneş aynalan yap­
mışlar. Bu aynalarla madenieri bile eriteb i li rler. "
<< Nasıl yani ? ! ! ••
« B i l irsiniz ki, madenieri ateş olmadari erit­
mek mümkün değildir. Ateş de havasız yerde ol­
maz. Işte onlar da bunu bildikleri için, güneş
enerjisini ısıya dönüştüren özel aynalar yapmak
zorunda kalmı şlar.
<< Yani anlayacağı nız, artık elektronik konu­
sunda da teo rik bilg ileri, hatta bu konuda yapı l­
mış deneyleri va r. üstelik bu denemeler için b i ­
zim gibi havası boşaltılmış tüplere de ihtiyaçları
olmad ı ğ ı ndan hiçbir gü � l ü k çekm iyorlar. Z i ra
• 1 70 .

havası boşalt ı l m ı ş tüplerin işlevin i , ayı n havasız


atmosferi pekala görüyor.>>
<�Adeta bir ç ı l g ı n l ı k b U ! » diye bağ ı r d ı üssün
şefi, •• ama ç ı l d ı rmışa da benzemiyorsun Worden!
'Artık elektronik konusunda teorik bilgileri var'
demekle neyi kasdediyorsun? Yani evvelce bil­
miyariardı da, şimdi m i öğrenmişler? öyleyse na­
sıl, nereden öğren m iş olabilirler? •>
Worden, •• bizlerden,, diye gülerek cevap
verdi, " madenierin güneş aynalarıyla eritilmesini
herhalde benden öj;Jrendiler. Çünkü son hafta­
larda b u meseleye çok kafa yormuştum. Meka­
n i k tekniğini de bizim mühendislerden öğren­
mişlerdir. Jeolojiyi de senden hı
« Nasıl olabi l i r ! •> diye baj;J ı rd ı şef.
Worden yine gülümsayerek cevapl ad ı :
'' Çok basit. Butch'ın yapması n ı istediğin
herhangi birşeyi aklı ndan geçir. Sonra da onu
d i kkatle gözle.»
üssün şefi dönerek Butch'a bakt ı . Butch bir­
den fırladı ve şefin omuzuna tırman d ı.
•< I m kansız!, d iye bağ ı rd ı şef, «ş i md i aklım­
dan bunu geçirmiştim. Yan i ? ! ! »
Worden iddias ı n ı isbatlamış olmanı n guru­
ru içinde devam ett i:
«Ay'da ha va olmadığı için ay yaratıkları ko-
• 1 71 •

nuşmalarında ses kullanamıyorlar. Bu yüzden


telepatiyi gel iştirmişler. Meğerse evvelce tesbit
ettiğimiz kayalardaki titreşimler, onların haber­
leşmesi değil, bir cins müzikleriymiş. Bu titre­
şim lerden hoşlan ıyorlar ama, haberleşmeyi bu
araçlarla değil, telepatiyle yapıyorlar.n
«Telepati ha! Yan i düşüncelerimizi okuyar­
ları Demek ki ilk ay yaratığınr vurduğumuzda bi­
zimle i l işki kurmaya çal ışıyorlarmış. Ama bizim
onu öldürmemiz üzerine dövüşrnek zorunda kal­
m ışlar. n
" Evet dövüşrnek zorunda kalmışlar ve pe­
kal ada dövüşebil iyorlar. Isterlerse üssümüzü
bir anda yokedeb ilirlermiş. Ama bizden bazı şey­
ler öğrenebil mek için saldı rmamışlar. Bizimle ti­
caret yapmak istiyorlar.»
«Ticaret m i ? ıı dedi şef, « bu n u derhal Uzay
Araştırma Bürosu'na bildirmel iyiz.ıı
Worden hayret verici açı klamalarına devam
ett i :
« E l m a s getirmişler. E l m a s v e r i p onun karşı­
l ı ğ ı nda eğitim kitaplan almak istiyorlar. Zira o­
kumayı da artık bil iyorlar. Siz de gözlerinizle gör­
dünüz ki ay yaratıklarını i mha edemeyiz. Fakat
kendi leriyle pekala ticaret yapabilirizlı•
n Evet evet yokedemeyiz. Ama pekala ticaret
• 1 72 .
yapabil iriz, ıı diye tekrarladı şef. 11 \şte bizimkiler
bu dilden çok iyi anlar.11
" Butch meselesine gelince,» d iye devam etti
Worden, " biz onu avlad ı ğ ımız ı sanıyorduk. As­
l ı n d a o bizi kafese koymuş. Bize isteyerek ya­
kalanmış. üsde kaldı ğ ı sürece de düşüncelerimi­
zi okuyup diğer ay yaratıklarına telepatiyle ilet­
miş. Tabii okuma yazmayı ve diğer öğrendikle­
rini de ... Sözümona biz ay yaratıkları n ı n adetle­
rini, zaafları n ı öğrenecektik, değil mi? Oysa . . •
Tıpkı psikoloğun h i kayesinde olduğu gibi...»
MURRAY LEINSTER'den
adapte edilmiştir.
ı UZAYDA BIR YILBAŞI

Mükemmel bir iniş yapmıştık. Gözlerimi gös­


tergeden hiç ayı rmıyordum. lbre 4,5 Gravite'nin
üstüne h iç çıkmıyordu. «Yıldızıı gibi bir uzay ge­
misi için mükemmel bir dereceydi bu. Dünyaya
in işte göstergenin 7 Gravite'yi bulduğu da o l u r·
du.
I n iş mükemmeldi ama, ken d i m i iyi h issetmi­
yordum. Motorlar daha stop etmeden, genç Stan­
way ayağa fırlamıştr bile. Bense hBIA koltuğum­
dayd ı m . Bana dönüp gülü mseyerek:
« Uyan artık Joe, dünyadayız,,, dedi.
Koltuğumuzdan kalkar kalkmaz, kendimi
yeniden. iyi hissetmeye başlad ı m . Kendini iyi ve
güç l O h issetmek ne kadar hoştu.
ıdşte nihayet dünyaya kavuştuk,ıı dedi Stan­
way, « bugün günlerden rıe?n
•• Cuma.»
• 1 74 .
••Cuma! Bak Joe! Aya gidip gelmek tam 1 4
g ü n al ıyor. Yeni y ı l ı d ünyada karşı layaca�ız.ıı
« N için dünyada olsun,» diye g ü l ü msed im.
«Yeni y ı l ı Luna şehrinde karşı lamak fena m ı ki?.n
Stanway hayli gençti ve herşeyi oldukça
ciddiye alıyordu. Yeni yılı dünyada karş ı lamak
yada Luna şehrinde karşı laman ı n h i ç farkı yok­
tu.
Derhal Louie'yi görmeye gittim. Yıldız'ın
mürettebatına Lou i e benden iki yıl sonra dahil ol­
muştu. Ama birbirimizi sık s ı k göremiyorduk.
Çünkü geminin. iki ayrı ucunda çal ı şıyorduk. Onu
odasında buldum.
••Merhaba Joe,ıı dedi, ,,h§.lıl bizim gemide
misin?ıı
« Neden o l ması n ? Henüz ken d i m i genç his­
sediyorum!ıı
" Ben senin yerinde olsam ... ıı
11 8enim yerimde o l mayı boşver,ıı dedim,
« Senden birşey istesem yapar m ı s ı n ? n
u T a b i i yaparım. Ne istiyors u n ? "
Bunu söylerken aynanı n karşısına geçti, yü­
zünü pudralamaya başladı. Yüzü uzaktan dahi
farkedilebilen kı lcal damartarla kaplıydı. Uzay
boşru�unda çalışan herkesin yüzünde b u tü rden
kılcal damarlar bellrlrdi. Ama neden bunu ört-
• 1 75 .

meye çal ışıyordu anlayamıyorum. Şüphesiz su�


ratı kılcal damarlarla kaplı bir insan, yeryüzün­
deki diğer i nsanlara tuhaf görüneb i l i rd i , am a bir
uzay adamı bundan gocunmamalı , aksine gurur
duymalıydı.
<< Önümüzdeki seterin de bagaj işleri sende
m i ? 11 diye sordum.
Başını salladı.
« Gemiye birşey getirmek istiyordum da ... 11
<< Ne büyüklükte?»
<<Tabanı hemen hemen yarım metre çap ı n­
da, boyu da bir metreyi geçmez.n
Louie'nin pudralı suratını hayret ifadesi kap­
ıamıştı.
«Joe, sen de bir uzay adam ı s ı n , n dedi, « Uzay
gemisine a l ı nacak her yükü n bir gram ı n ı n bile in­
ce ince hesaplan d ı ğ ı n ı bilirsin. Böyle alarnet
birşeyi gem iye yüklemeyi nas ı l düşünebilirsin?n
" Ihtiyar Hans için,11 dedim. " Kendisine bir
yeni y ı l ağacı götürmek istiyordum da.n
Louie h içbir şey söylemeden bir an sustu,
surat ı n ı pudralamaya devam ed iyordu. Ama
kırmızı-mavi kılcal damarlar MIB. farkediliyor­
du.
Nihayet konuştu:
• 1 76 .
u Pekala Joe, getir bakal ı m a jl ac ı . Gemiye
yüklerneye gayret ederim.ıı
<<Teşekkürler Louie,ıı dedim, « d ü nyada kaç
gün kalacaQ ı m ı z ı b iliyor musun? n
« Dokuz,, d iye cevapladı, sonra ekled i :
<<Yarınki doktor muayenesini unutma!"
Kendisine b i r gözattım, su ratma ikinci kat
pudrayı geçiriyordu, bana baktığı yoktu. Ama bu
doktor muayenesini hatırlatmaya neden gerek
duymuştu ? ! ! Her uzay gazisinden sonra, doktor
kontrolundan geçmek zorundaydı k ve Louie, bu�
n u hiçbir zaman ihmal etmeyeceğimi b i l i rd i .
Uzay merkezinde b i rçok dostum vardı.
Ha n s ' a y e ni y ı l a ğ a cı a lm a k için. hareketi mizden
ancak iki gün önce teşebbüse geçtim .
Bizim büroya uğ radı ğ ı mda, veznedar y ı l başı
ağac ı n ı uzay merkezinin 50 mil kadar ötesinde�
ki C l iff'in fidan l ı ğ ı n d a bulab ileceğ i m i söyledi. Te�
rasa ç ı k ı p bir hava otomobiline atladı m , on da·
kika sonra fidan l r ktaydrm.
Ç o k güze l b i r yerdi . Etraf bembeyaz karlar
altındayd ı . Yeşi l-mavi çam ağaçları ve caml ı fi·
delikler fidan l ı ğa ayrı bir güzellik veriyordu. On
y ı l dan beri uzay merkezinden dışarı adım atma­
d ı ğ ı m aklıma geldi. Dünyadan habersizdim ade·
ta, yeryüzünün güzelliklerini unutmuştum.
• 1 77 .

l n işimde beni bizzat Cl ift karşı lad ı . Ufak te-­


fek, tombul bir adamdı. Gülümsayerek buyur ett i :
<< B i nbaşı Davies, s e n i bu rada görmek n e
mutl u l u k ! Bilirsin buraya u z a y adamların ı n yol u
p e k düşmez. G e l sana gül lerimi göstereyim.H
Cl iff, çok dostça davran.ıyordu. Benim de
uzay merkezine dönmek için hiç acelem yoktu.
G ü l leri görmeye g ittik.
Cam fideliklerden biri tamamen güJ ierle do­
l u idi.
<< G ü l lerin nas ı l koktuğunu bile unutmuşu m , •>
dedim.
Cl iff gül leriy!e iftihar ediyordu.
.. su güllere bak, ıı dedi, « düşünebiliyor mu­
sun, kış ortasında bile böylesine güzel güller ye­
tlşlirebilmek! Hele şuna bak!ıı
Beyaz bir güldü gösterd iği. I l kbahar koku­
su taşıyan şahane bir gül. Birden. herşeyi unut�
muştum. Cl iff'in peşinde g ü l leri seyrediyor, gül­
leri h issed iyor, gülleri kokluyordum. Ancak ha­
van ı n karard ı ğ ı n ı farkedince saate bakabildim.
« B i r yeni yıl ağacı almaya gelmişti m , >> de-
di m .
oıVeni y ı l ı dü nyada mı karşılayacaks ı n ? ıı dt­
ye tebessümle sordu.
u Hayır, fidanı Luna şehrine götüreceği m . ıo
• ne •

ı; Luna şehrine m i ? l ıı
ı<Hans adında birine,ıı diye devam ettim. He�
men hemen otuz y ı l d ı r Luna şehrinde. Avrupa'­
nın küçük bir köyü nde doğmuş. Doğduğu köy,
kışın karlar altında kalırmış. Etrafı ise, çamlarla
kaplıymış. Durmadan köyünden bahseder.»
" Peki niye dünyaya dönmüyor?ıı
Diğer insanların uzay adamları hakkında ne
kadar az şey bild iklarine daima hayret ederdim.
Izah etti m :
<< Doktorlar izin vermiyor. Basınç zorlaması
yüzünden. Uzay gemilerinin kalkış ve i n işlerinde
korkunç bir basınç zorlaması ve kası l m a o l u r. Bu
zorlama gezegenden gezegene değişir tabii.
Dü nyada 5 yada 6 G ravite'dir bu. 5 veya 6 G de­
riz biz buna. Tabii bu bası nca dayanabilmek için
fizikman çok kuvvetli ol mak gerekir. Hatta o bile
yetmez. Kalbin çok sağlam ol ması gerekir. Dok­
torlar kalpte ilk zayıf l ı k belirtisini tesbit edince
işin bitik demektir. Derhal uzay uçuşlarından
vazgeçip, emekl iye ayrılman. gerekir. Normal o­
lanı ilk uyarmada uzay görevinden çekil mektir
ama, uzay adamları n ı n çoğu uçuşa devam et­
mekten kendilerini alamazlar. Çünkü yaptıkları
işe tutkundurlar. Uzay hayatından bir türlü vaz­
geçemezler. Ama . . . "
• 1 79 .

" Evet?ıı
"Ama sonra son uyarma gelir. Her uzay
uçuşundan sonra doktor kontrolü nden geçme­
miz şarttır. öyle bir an gelir ki, doktorlar 'HAYlR'
derler. B una karşı h içbir itiraz imkanın yoktur
artık. Karşı koymaya kalksan cevap gene HAYlR
d ı r. Çünkü bu son uyarmadan sonra yeni bir uçuş
kesin ölüm demektir. Bir kez hayır dendi mi, ar­
tık bOtan itirazlar boşunad ı r. Uzay gemisine adı"
m ı n ı dahi attı rmazlar.ıı
" Demek uzay adamlarına çok ihtimam gös­
teriyorlar,ll dedi Ctiff.
G ü ld üm:
.. va. öyledir! Ama ne va r ki her uçuştan son­
m doktor muayenesi zorunludur ve bu uyarmayı

:.adece dü nyada de� il, gittiğin herhangi bir ge­


zegende almak da vard ı r kısmette! N itekim Hans
son uyarmayı ay'da, Luna şehrinde aldr. 11
Cl iff üzüntüyle, « ya, öyle m i ,n dedi. Elinde­
ki kırmızı gül lere bakıyordu .
oıHans bu ikazı alalı ne kadar old u ? 11
oıHans artık çok ihtiyar. Yetmişinin üstün­
de. lik uyarmayı otuz'unda d a alabilirsin. Onun
şansı varmış ki ilk uyarmadan sonra onyıl daha
uçuşa devam edebildi. Otuz y ı l kadar önce de
işi bitti. ll
• 1 80 .
u Bu Lu na şehri dediğin yer çok mu bOyük?n

<<Yeraltrnda, hemen hemen iki apartman bO·


yüklüğünde birşey ! n
« Korkunç , ıı d iye hayretle söylendi Cl iff,
((böyle bir yerde otuzyıl ha! Ne ağaç, ne de kuş ...
Ve birçok genç bunu bile bile, kendisini teh liR
keye alabiliyor, öyle m i ? ! J ,
Bayağı kızmıştı m .
((Anlayamryorsun. Cl iff,n dedim, (<uzay ada­
m ı n ı n hayatı bambaşka birşey ... Bazan ilk uyarR
m a ile, son uyarma arası ndaki süre beş y ı l ı da
aşabi l i r. örneğin Hans'ınki on y ılı bulmuştu. Bir
uzay adamı emekl iye ayrı l madan önce h i ç değiiR
se bir uçuş daha yapabilmek için can atar. Eğer
şansı varsa, son. uyarmayı yeryüzünde alır.ıı
Çekine çekine sord u :
« Peki s e n i l k uyarmayı ne z a m a n aldın Bi n ­
b a ş ı Davies?ıı
Şimdi adamak ı l l ı öfkelenm işti m .
« Ü Ç yıl kadar o l uyor. A m a ben buraya be­
n i m uyarma atmarnı tartışmaya değil , sadece bir
yeni y ı l ağacı almaya gelm iştim . n
<( Senin için güze l bir ağacı m va r. Ama para
falan istemem ! "
« Sağol Cl iff, sinirli konuştuğum i ç i n kusura
bakma, , dedim.
• 1 81 .

Bana yeni yıl ağaçlarını gösterdi. Birdenbire


çocu kluğurnun tatlı günlerini ve ormanlarda ge­
çirdiğim tatilleri hatırladı m.
u Bilmem ngilenir misin Binbaşı DavieS, II
dedi C l iff, u sana birşey teklif etmek istiyorum •.. ll


Yeni yıl ağacı uzay gemisine yüklenirkan
Louie'yi görememiştim. Hatta yolculuğun. ikinci
günü akşam ına kadar da onunla karşılaşamadı k .
Bir a r a radar işletme odasına gitmiştim. Louie
koltuğa gömülmüş kitap okuyordu. Radar ekranı
tertemizdi. Meteor sezonu değildi zaten.
n B:ıkıyorum, keyfin yerinde, 11 dedim.
Louie güldü.
" B ı r iyorsun kalbi m pek kuvvetli değ i l, onun
için f ı rsat buldukça dinlenmeye bakıyorum.n
Sigara ikram ettim, aldı.
" Ağacı gemiye yüklediğin için teşekkürler,,
dedim. u Onu yerleştirmek için neleri dışarı attın?
Altın çubukları m ı ? 11
Kafasını sallad ı .
« Hayır , a l t ı n çubukları d e ğ i l . Portatif bir
elektronik beyni. Eğer bir meteorla karşıtaşacak
o l u rsak, yada senin rota sapmaları n ı kontrol et­
mek zorunda kal ı rsam, çaresiz kağıt kalemle he-
• 1 82 •
saplayacağ ı m . Herhalde elektro n i k beyi n kadar
da seri o l m ayacak bu hesaplama!>'
« Üzme kend ini, nasıl olsa meteor sezonu
değil. Ben de ratayı saptırtmam. Zaten dünyaya
dönüş için daha iyi bir rota bulmaya çalışıyorum.
Çünkü dönüş uçuşu benim son uzay seyahatim
olacak. Emekl iye ayrı lm aya karar verdim Lo uie.ıı
« Sevindim Joe, d i renmeye değmez... Ben
i l k uyarmayı a l ı r almaz emekli o lmaya n iyetrl­
yim,,, dedi.
Evet, emekl iye ayrılmaya karar verd i m , » di­
ye tekrarl adım. ••Emekl iye ayrı l ı p şeh i r dışı nda
yaşayacağı m. Bir fidanl ı kta ... Bitkiler yetiştirece­
ğ i m , her çeşit bitki... Çam ağaçları ve ... G ü ller.
Kış ortasında kocaman kocaman mis kokulu gül­
ler ... ''


üç G'de inJş yapmıştık. O'nu tekrar hisset­
ti m ! Göğüs katesimde korkunç bir sancı ve acaip
bir halsizlik duyd um. Bi rkaç dakika sonra ken­
dime geldim. Ayağa fırlad ı m . Ayın çekiminde
kendimi daha hafif ve hareketl i h issettim!
Hava boşluğundan Luna şehrine geçtim. Ha­
va boşl uğunun ağzında bekleşenler arasında bi-
• 1 83 .

zim ihtiyar Hans'ı arad ı m . Ama Hans yoktu. Por­


tekizli'ye sord um:
rı Portekizl i ! Ha ns nerede? Ona yılbaşı çamı
getird i m . ıı
Yan ıma yaklaştı. Ay şehrinde sürekli yaşa�
mak zorunda kalan herkes gibi zamanla iriyarı
ve şişman bir insan olmuştu. Ayçekimi çok dü­
şük olduğu için, burada yaşayanlar, ister iste­
mez irileşip şişman l ıyorlardı.
"Artık çok geç, ıı dedi Portekiz li , « Hans iki
gün önce öldü. B irazdan da onu dışarı çıkarta­
cağız. n
LLına şehrinde, tam 250 bin m i l uzaktaki
dünyadon \JOiirilen hiçbir şey ziyan edil mezd i .
B i r i s ı ö l ü n c e , geceye kadar bekletilir, 3 3 6 saat
süron dardu rucu ay gecesi başlayınca da ceset
bir rıy traktörüyle kayalı klara götürülüp bı rakı­
l ı rd ı .
Portekizl i, ı3: y traktörünü hava boşluğundan
dışarı çı karttı. Arkas ında Louie ve ben oturuyor­
duk. Aramızda d u ran Hans' ı n cesedi beyaz bir
ketene scırı lmıştı . Tek kelime konuşmuyorduk.
Bu acı ö lü m hepimizi sessizliğe boğmuştu. Hans' ı
ne kadar sevd iğimizi şimdi daha iyi anl ıyorduk.
Ne var ki Hans zaten çok ihtiyardı ve ölüm, çok
nefret etti ği Luna şehrind E m bir kurtuluş olmuş-
• 1 84 •
tu kendisi için. Belki de bizi sessizliğe gömen
Hans'ı n ölümü değil, ay kayal ı kları n ı n , kraterle­
rinin ve ışı ldayan y ı l d ızların ölü görünüşüydü.
Portekizli, Luna şehrinin mezarl ı ğ ı haline
getirilen Yassı Kaya l ı k'a varınca traktörü dur�
durdu. Başlı kları m ı z ı n vizörlerini indirip, trak�
törden atl adık. Portekiıli ile ben ayçekiminde
kuş gibi hafifleyen ihtiyar Hans' ı n cesed ini in­
dirdik. Louie elinde y ı l başı ağacı olduğu halde
bizi izliyordu. ışıl dayan yıldızların altında çarn ı n
üzerirdeki su damlacı kları donmuştu.
Cesedi mezarl ığ a b ıraktık. Ağacı da kayalık­
ların arasına, Hans ' ı n başucuna d i ktik. Sonra
bir an sessiz du rarak, traktöre atladık.
Traktörde sigaraları m ızdan derin nefesler
çekerek pencereden d ı şarı bakıyorduk. Siyah
kayalı kların arasında yeşil-beyaz görüntüsüyle
yıl başı ağacı dimdik du ruyordu. üstümüzde yer­
küre bütün güzelliğiyle sanki Hans'ı seyrediyor­
du. O kadar berrak ve pariaktı ki dünya, ıtalya'yı
dahi seçebil iyord um. Ama Hans' ı n mem leketi
bul utlardan görünmüyordu.
Portekiıli sessiz sedasız traktörü hareket
etti rdi. Ayn ı suskunluk içinde şehre döndük.
•• Haydi çocuklar," dedi Portekizli, « b i rer
bardak viski içip kendimize gelel i m . "
• 1 85 •

Louie karşı koydu :


« Önce doktor muayenesi Portekiz l i ! Sonra
sana u� rayıp, birşeyler içeriz.n
Merkeze g ittiğimizde, gemimizin öteki mü�
rettabatı sağ l ı k muayenesini tamam iarnıştı bile.
Onun i çin fazla beklemedik. Ancak dokto rların
kartlarımızı yazması yar ı m saatimizi aldr.
Koridorda oturmuş sonuçlan beklerken bir�
den isimlerimiz anons edildi:
�< B i nbaşı Grave. Bin başı Davies. Kartları n ı z
hazır. n
önce Louie kartını aldı. Mavi bir karttı bu
ve üzerinde şu kelimeler okunuyordu:

ILK UYARI

Louie güldü:
" E h Joe,» dedi, " fidan l ı ğ ı na üçüncü b i r or­
tak ister misin?»
Cevap veremedim . .. Daktorun bana yazdı � ı
kartı görmeliyd i m önce. Nihayet kartımı a l d ı m .
K I R M I Z I kart.
Çokları bu rengin ne anlama geldiğini bil­
mezdi . Bu, b irçok uzay adam ı n ı n emekl iye ay­
rılmak için bekledikleri karttı. Bu, b i r sonun baş­
langıcıydı. Biraz önce y�ssı kayalıklarda gördü­
ğümüz sonun ...
• 1 86 •
<• B i r uçuş, sadece bir uçuş daha doktor,,
dedim. « Dünyaya döner dönmez, emekl iye ayrı­
lacakt ı m zaten.>>
« Üzgünüm binbaşı m. Bil iyorsunuz ki, imkan­
sız birşey b u l ıı
Evet biliyordum. Bi liyo rdum tartışmanın bo­
şuna olduğunu. Louie g itmişti. Uzay adam ları n ı n
h e p s i de KIRMIZI kart a l a n birisiyle konuşma­
man ı n en iyi şey olduğunu b i lirlerdi.
Doktora baktı m . Gözleri uzaklardaydr . He­
nüz çok gençti. Belki de verd iği ilk krrmrzr karttı
bu. Yavaşça dışarı ç ı ktrm .


Lu na şehrinin tepesinden gökyüzü görünür.
Geceleri gökte yıldızlar ve so lgun b i r rşrkla par­
layan dü nya vard ı r. Oturur, saatlerce onları sey­
rederim.
Ve güllerin .. C l iff' i n güllerinin kokusunu du­
yar gibi olurum.
JOHN CHRISTOPHER'den
adapte edilmiştir.
ı DöRDüNCü GüNEŞ

Konsata'da bulunmuş olan herkes, yardan


aşağı inen dimdik, dar merdivenleri hatırlar. Te­
pedeki iki bayrak direği arası nda başlayan mer­
divenler, aşağ ıda dar bir kıyı şeridinde son bu­
lur. Gözenekli kaya ve çakı liarta kaplı bu kıyı
şeridi Gü ney Vadisi'nde başlayı p, sağda gökyü­
zünü bir i{lne gibi delen ölü Kazmanottar Anıtı'­
n ı n bulunduğu Kuzey Noktası'na kadar sarımtı­
rak yar boyunca uzan ı r.
Dalgaların aş ınd ı rıp yuvarlaklaştırdığı ren­
garenk taşları toplamak ve öfkeli kara yengeç­
leri avlamak için mükemmel bir yerd ir buras ; .
Ratal Kozmodro m·un güneyindeki o k u l u n öğren­
cileri evlerine g iderken burada bir süre oyalan­
madan edemezler. Değerini büyü kterin hiçbir za­
man anlayamayacağı hazinelerle ceplerini . dol-
• 1 88 •
durur, yüksekl iği yüz metreyi bulan yarı n tepe­
sine dar merdivenlerden koşarak ç ı karlar.
O günlerde Amazan. Havzası'na yap ı lan ü­
çüncü arkeotojik inceleme gezisini henüz bitir­
miştim. Işlerimin yoğunluğu nedeniyle e l i me ala­
madığı m bir dizi s ı radan kitaba gözatabi lecek
bi raz vaktim vardı artık.
B i r şiir kitabıyla, Rad i n ' i n hikayelerini yan ı­
ma alıp, Konsata'n ı n yo l u n u tuttum. Tepede dar
merdivenlerin başı daima tenha o l u rdu. Yeri kap­
layan blok taşları n aras ı n ı otlar bürümüş, kuş­
lar ağır sütun başl ı kları n ı n tepelerine yuva yap­
m ı şlardı.
Tepede günlerim ilkönce yapayalnız geçi­
yordu. Fakat sonraları acaip biçimli, gri çeket
giymiş uzun boylu bir adam da gelip gitmeye
başladı. lik gün lerde aramızda a nlaşmışcasına
birbirimizi görmezl ikten geldik. Ama sonraları
buraya her gün gelen iki insan olarak birbirimizi
selamlamamiz kaç ı n ı l mazlaştı . Yaban c ı n ı n kafa­
s ı , b i risiyle sohbete dalamayacak kadar meşgul
görünüyord u ; ben ise daima kita b ım ı okuyor­
dum.
Yabancı, daima akşam ları, gü neş Konsata'­
n ı n beyaz binaları n ı arkasında bı rakarak yükse­
len Kuzey Noktası tepesine ası ld ı ğ ı ve deniz ma-
_
• 1 89 .
visinin solup, dalgaların metalik gri bir renk al­
dığı saatlerde gelirdi. Doğuda akşam güneşinin
ışınları eski bir tren. köprüsünü, uzay gemi leri­
nin bil inmediği gün lerin bir anısı gibi Ratal Koz­
modram'un sonunda uzanan bu köprüyü kızıl b i r
renge boyardı bu saatlerde.
Yabancı, sütunların birinin. d i b indeki hasa­
mağa oturur, elleri çenesinde sessiz düşünürdü.
Ne zaman ki okul çocukları kıyıda bel irirler, işte
o zaman yabancı birdenbire neşelenir, soluğu
merdiven başında alarak çocukların oyunlarını
seyrederdi. Bu seyir, siyah-turuncu ceket li sarı­
ş ı ı ı b i r oğlan çocuğu merdivenleri tırman maya
başlayıncaya kadar sürerd i. Çocuk merdivenleri
öylesine hızla çıkardı ki, her defasında omuzla...
rı na attığı ceketi cicili-bicili bir bayrak gibi rüz­
garda uçuşurdu.
Içine kapanık yabanc ı , çocuk ken.dine yak­
lcş ı r yaklaşmaz değişiverir, onu taşkı n bir neşe
ile karş ı l a rd ı . Sonra her ikisi de başlarıyla bana
veda eder, o gün olup bitenleri heyecanla bir­
birlerine anlatarak uzaklaşı rlard ı .
önceleri onları baba-oğul sanmıştı m . Fa­
kat birgün çocu ğun, koşarken, birisine n ağabe­
yimle buluş maya gidiyorum,ıı diye bağ ı rd ı ğ ı n ı
• 1 90 .
işitti m . Sonra da kardeşiyle konuşmasından ya�
ban c ı n ı n adının Aleksandr oldu�unu ö�rendim.
Aleksandr'ı i l k gördüğümden aşağ ı yukarı
bir hafta sonrayd ı . Gene her zamanki gibi vak�
tinde gelmiş, bir sütun u n dibine çökerek ı s l ı k!a,
acaip, hatta bana biraz da kulak t ı rmalayıcı ge­
len bir melodiyi tekrarlamaya başlamıştı. Valen�
tin Radin'in ııMavi Gezegen'in Türküsü , n ü oku�
yordum o sı rada. Ama h ikayeyi hemen hemen
ezbere bildiğim için dikkatim zaman zaman baş­
ka yerlere kayıyor, arada bir sanki bir yerlerden
tan ı r gibi olduğum Aleksandr'a gözatıyordum.
Hafif bir rüzgar vard ı . Eskimiş kitab ı m ı n sayfa­
larım çevirirken, birden kopuk bir yaprak ara­
dan uçup hemen Aleksandr'ın ayakları dibine
düştü. Sayfayı alıp bana getirdi. Onu i l k kez
bu kadar yakı ndan görüyordum. Sand ı ğ ı mdan
daha d a gençti. Kaşları n ı n arası ndaki çizgiler
yüzüne sert bir ifade veriyor, fakat g ü lü msayin­
ce bu kırışıklı klar kayboluyordu.
« Okuduğunuz kitaptan pek hoşlanmamışa
benziyorsunuz,,, dedi sayfayı bana verirken.
«Tersine, neredeyse ezbere b i l iyoru m , , di­
ye cevapladı m. Konuşmanın sürmesini istediğim
için de hemen ekled l m :
« Kardeşiniz geeikti bugü n ! "
• 1 91 •

" Evet bugün geç gelecekti . Unutm uştum , ıı


dedi.
Şonra yanyana oturduk. Aleksandr kitabıma
bir gözatmak istedi. Radin'in h i kayelerini tanı­
maması beni çok şaş ı rtmıştı. Ama birşey deme­
dim. Avucunu, uçmaması için sayfaların üstüne
koyduğunda, elinin üzerinde beyaz, çalal l ı bir
yara izi çarptı gözüme. Bakış ı m ı yakaladı ve gü­
lerek açıklad ı :
. . orada o l d u. . . Sarı Gül'de.»
B i r anda herşeyi hatırlad ı m .
<< Karlı gezegen m i ? n diye bağ ırd ı m. << Siz .. .
Siz . . Aleksand r Sneg ! »
Aleksandr S n e g üzerine olağanüstü radyo
programları düzenlenmiş, bütün gazeteler o n u n
üç arkadaşıyle birl ikte resimlerini basarak ekstra
sayı lar yayı nlamış lard ı . Bütün dünya bu dört ki­
şinin adı ndan büyük bir hayran l ı k ve sayg ıyla
sözetmişti.
önümde, uzaya gidişinden tam üçyüz y ı l
sonra dünyaya dönmüş bir adam d uruyordu. As�
l ı nda « Banderi lla» ve ıı Mousso n n u n uzayda 200
yıldan fazla kalmalarından sonra bu pek hayret
verici birşey değildi. Ama Sneg'in de içinde bu­
lunduğu uzay gemisinin s�rüve n i n i n diğerlerin-
• 1 92 .
den bir fark l ı l ı ğ ı vard ı , onu hatı rlamaya çalışı­
yordum.
<<Aieksand r,» d iye çok acaip b i r muam mayı
çözmeye çalışırcas ı n a sordum, << üçyüz yıl ha ...
Ama bu çocuk 1 2'sinden fazla de�il. Peki nas ı l
kardeş oluyorsunuz?»
«Siz bir arkeo logsunuz değil m i ? » dedi A­
leksandr, u zarnan kavram ı n ı başkalarmdan daha
iyi h issedersiniz ve insanları daha iyi anlarsınız.
Size herşeyi anlatsam, dinler misiniz?ıı
u Memnuniyetle.ıı
« Size aniatacağı m şeyleri, benden başka
sadece üç kişi bil iyor. Fakat onlar dahi benim
derdime çare bulamıyorlar. Sizin yard ı m ı n ıza,
tavsiyenize çok ihtiyac ı m var. Nereden başlasam
bil mem ki! Evet, evet... Herşey bu basamaklarda
başlam ıştı !»

Herşey bu basamaklarda başlamıştı !
Anne ve babas ı n ı n ölümünden beri Naal ilk
kez sah ile i n iyordu. Beyaz şehri bir kavis
halinde çevreleyen köpüklü dalgal ı , parlak mavi
deniz, sanki şimd iye kadar deri n l i klerine hiçbir
gemi gömmem işçesine uysal ve ışıklıydı.
Naal, suya doğru koştu. Denize yaklaştıkça,
• 1 93 .

mardivanlerden inişi daha h ızlanıyordu. Nihayet


kıyı şeridine u l aştı ve bu engin tuzlu mavi liğin
kıyısında sıçrayıp oynamaya başladı.
Birden ayağı b i r taşa takıldı ve yere yuvar­
landı. Dizi sıyrı lmıştı, fakat yarası o kadar ciddi
değildi. Dudakları n ı kemirerek tekrar ayağa fır­
ladı ve topaJiayarak koşmasına devam etti. Bü­
tün çocuklar gibi Naal da böyle önemsiz yara
ve sıyrıklar için en iyi ilacın tuzlu su olduğunu
biliyordu . Ayağ ı ndaki sandalları b i r yana fırla­
tıp, suda yürümeye başladı . Y ı l lar y ı l ı küçük dal­
galarla yı kanan kayalı kların arasında dikilmiş du­
ruyordu ki, büyük siyah bir yengeç gördü. Elinde
ol mayarak geriye sıçrad ı .
l i k a n d a korkmasından d a h a doğal birşey
yoktu, fakat cesaretini derhal toparladı. Yürek­
liliğini göstermek ve kendisini korkutan yengeç­
ten intikam almak için Naal bu çağanozu yaka­
layıp denizin açıklarına fı rlatmak isted i.
Teh l i keyi sezen yengeç bi rden harekete ge­
çerek, kayalıkların arasına gizlendi.
Çocuk, « kendini kolla,, diye m ı rı ldandı.
Kendisini adamakı l l ı bu işe vermişti. Yengec i n
ardına gizle nd iğ i kayalardan birini zorlamaya
başlad ı .
Yassı kaya yerinden oynayınca e l e geçece-
• 1 94 .
ğ i n i anlayan. yengeç bu kez hızla kaçmaya baş­
ladı. Ne var ki Naal birdenbire on u n la i l g ilen­
mez ol muştu. Islak kayalardan birinin üzerinde,
küçük yuvarlak, tıpkı suların törP üfediği taş par�
çalarına benzeyen mavi bir kutu görmüştü. Ne­
reden gelmiş olabilirdi bu?
Çocuk kaya n ı n üzerine oturarak bulduğu
ganimeti ineelerneğe başlad ı . Kutu sımsıkı kapa­
t ı l m ı şt ı . Naal, bir saat kadar keme rinin tokasıy­
la onu açmaya uğ raşt ı . Sonunda başard ı . Içinde
bükülmüş eski b ir kağıt parçası n a sarı lmış, ro­
zete benzer birşey vardı . Bu rozet, yaprakları
arasına yıldızlar gibi p ı r ı l dayan zerrecikler ser­
pişti rilmiş altın bir dal şekli ndeydi. üzerinde yazı
o l arak ise tek kelime vard ı : «ARAŞTl R »
Naal, bu rozeti incelemeye kendisini öyle
verm işti ki, kağ ı d ı çoktan unutmuştu bile .. . E­
ğer rüzgar kağ ı d ı uçurup yüzüne çarpmasaydı·,
hatıriayacağı da yoktu. Buruşuk kağı d ı e l leriy­
le düzelttiğinde, bunun çok eski bir derg i n i n ko­
part ı l m ı ş bir sayfası olduğunu farketti. Sımsıkı
kapalı kutunun içine su sızamad ı ğ ı için, kağ ıt
bozulmamıştı.
Çocuk, kağ ı d ı n üzerindeki eski tip yazıları
büyük güçlükle sökmeye çalıştı. S uratı bi rden­
bire ciddileşti. Çal pat okuyabildiği sayfanın so-
• 1 95 •
nu nda acaip bir müzik aletinden çı kan ses ve gü­
rültüler gibi şaşırtıcı kelimelerle karşı laştı.
Iki saat sonra, okul arkadaşları sahile gel­
diklerinde Naal hAlA aynı yerde oturuyordu . El­
lerini, oturduğu kayanın arkasına dayam rş, sahil
boyunca yükselen beyaz tepeleri seyrediyordu.
<< Seni arıyorduk,n dedi uzunca boy l u bir ar­
kadaşı. ıı Sah ile gittiğinden de haberimiz yoktu.
Burada yapayalnız ne yapıyors u n ? n
N a a l onu duymuyordu bile. Rüzgar daha
şiddetlenmiş, dalgalar daha büyük gürültülerle
sah i l i dövmeye başlamıştı. Dalgaları n sesini bi­
lir misiniz? önce, yuvarlanarak gelen dalgaları n
sesi duyulur. Sonra, dalgalar kayalara çarparak
parçala n ır, sular kayaların çevresinde kaynaşır.
Ve hemen ardından. h ı şı rtı l ı sesler çıkartarak,
geriye, geldi kleri yere doğru çeki l irler. Ve bu
gidiş·gelişler birbirini izler durur .


Gü ney Vadisi'nde Naal içi n diğer okul ço­
cuklarına göre farklı sayı labi lecek, olağanüstü
birşey yoktu . Tıpkı ötekiler gibi o da salı ncak­
Iara binip, teh likeye aldı rış etmeden yükseklere
ç ı kmaya, ağaçların tepesine kadar yükselme­
ye bayı f ır d ı. Bir de güneşli koru f u kta top oyna·
• 1 96 .
maya... Büyük gezegenlerin keşfi tarihiyle pek
i l g i lenmemişti. Diğer çocuklardan daha h ı z l ı ko­
şuyordu, fakat yüzüc ü l ü kte onlardan geri idi.
Bütün oyunlara zevkle kat ı l ı rd ı , fakat hiçbir o­
yunda birinci değ i l d i . A m a bir keresinde başka­
ları n ı n asla yapamayacağı birşeyi başardı .
Sahildeki bir çal ı n ı n dikenli dalları gömle­
ğ indeki rezeti kopartmış, mavi yıldızlarla süslü
altın dal denize düşmüştü. Berrak suda rezetin
denizin dibine doğru g ittiğini görünce, Naal, bir
saniye bile tereddüt etmeksizin iki metre l i k setin
üzerinden kend isini den ize atmıştı . Denizin di­
b indeki keskin kayalardan yara almadan rezeti
denizin dibinde yakalamış ve biraz sonra sahile
ç ı k mıştı. Sahile geldiğinde bir elinde rezeti sıkı
sı kıya tutuyor, öbür e liyle de ısianan gömleğini
s ı kmaya çalışıyordu.
Onun bu rezeti nereden bulduğunu ve ni­
ç i n bu kadar önemsediğini kimse b i l m iyordu.
Ama kimse de bu konuda ken disine tek kelime
sormadı . Herkes in kendine saklad ı ğ ı sırlan o la­
b i l i rd i . üstelik Naal, anne ve babas ı n ı kaybettikı­
ten sonra, ağı rbaşlı bir havaya g i rmiş ve arka­
daşlar ı n ı n birçok sorularını da cevapsız b ı rak�
maya başlamıştı.
Uğradığı felaketi öğrendiğinden beri Naal'ın
• 1 97 .

hayatında pek de büyük bir değişik l i k olmamıştı.


Zaten ondan önce de zaman ı n ı n büyük bir kısmı
okulda. geçiyordu . Annesiyle babası derin su a­
raştırma uzmanıydı lar ve çoğunca okyanuslarda
araştırmalara gid iyorlardı. Ama Naal artı k b i l i­
yordu ki, << Reindeern batiskatı bir daha su yü­
züne çıkmayacak ve kendisi okul dönüşünde
herşeyi unutarak koşup kucakları na atı l d ı ğ ı kim­
selerle b i r daha karşılaşamayacaktı.
Aylar geçmişti. Okulda derslerle dolu sa­
kin sabahlar, sonra güneşli günler, gürültülü o­
yunlar ve yağmur ... Bu hava içerisinde üzün.tü­
sür'ıü çoktan unutmuş olmalıyd ı . Fakat birgün,
dalgaların sahile sürüklediği küçük mavi kutu
herşeyi altüst etmişti. Nereden gelm işti, b i lm i­
yordu. Ama kayıp batiskatın bir kalıntısı olma­
d ı � ı da mu hakkaktı.
Geceleri, Ratal fener kulesinin farları pen­
cerelerde yansıyınca Naal mavi kutudan ç ı kan
buruşuk kağıda el atıyordu. Kağıdı okumak için
ışığa ihtiyacı yoktu. Çünkü artık her sat ı r ı n ı ez·
bere bil iyordu. üçyüz yıl önce yayı nlanmış eski
bir dergiden kopmuştu bu sayfa. « M agel lanıı u­
zay gemisinin hikayesini anlatıyordu.
Uzayın keşfi ile ilgili tarih kitabı nda, bu u­
zay gemisinden çok kısa ve kuru b ir dille bahse-
• "1 98 •
d i l iyo rdu: « Mage l l a n » d ünyaya benzer bir başka
gezegen bulmak üzere sarı bir yıld ıza gönderil­
m işti. Geminin mürettebatı bu gezegen hakkında
daha önce kazaya uğrayan " G iobe» uzay gemi­
sinin elde ettiği, fakat sağlaması yapılmamış o­
lan b i l g i lerden yararlanacaktı. Magel lan'ın, uza­
ya hareketinden yüzyirmi yıl sonra dünyaya dön­
müş o l m ası gerekiyordu. Fakat hiçbir haber alı­
namamıştı. Herhalde genç kozmonotlar, tecrü­
besizl iklerinin de etkisiyle, bu Sarı Gül efsane­
s i n i n peşinde hiçbir başarı göstererneden uzay
kurbanları arasına karışmış olmalıydılar.
Kitapta bu kozmonotları n isimleri dahi veril­
memişti. Naal onların isimlerini bulduğu bu eski
dergi sayfası ndan öğrenebilmişti. Kaptan ı n ismi
Aleksandr Sneg idi.
Naal'ın babasından duyduğuna göre, atala­
rından biri kozmonottu. O gün sahilde «Snegıı is­
mini okuduğu zaman, g u r u r ve tepkiyle karı ş ı k
bir his duymuştu. Tepkisi, kozmonotlar hakkında
yalan yan l ı ş ve eksik b i l g i veren uzay tarihi ki­
tabı naydı . Herhalde uzay gemisinin kaybo lması­
n ı n. daha birçok nedenleri olmalıydı. Niçin mü­
rettebatı suçluyorlard ı ?
u Eğer Sarı G ü l ' e ulaşmış v e orada herhan­

g i bi rşey bulamamışlarsa, uçuşları na devam et-


• 1 99 .

miş olamazlar m ı yd ı ? Belki de ... Evet belki de


hala uçuşlarına devam ediyor olabilirler," diye
düşündü Naal. Kendi kafasında adeta kitapla tar­
tışıyordu. Bu düşüncelere dalmıştı ki, birden­
bire gözle rini d ı şarıya dikti, adeta kendi düşün�
eelerinden ü rkm üştü ! Oku lun bahçesindeki uzun
gölgeli yo l u ve o yo l u n. sonunda gümüşi kozmo­
not elbisesiyle, uzun boylu bir adamı n kendisini
beklediğini düşledi. Evet, dünyada herşeyi u­
nutup ç ı l g ı nca ona doğru koşabi1irdi, tıpkı bir
zamanlar annesiyle babasına koştuğu gibi.
Ya dönerlerse? öyle ya, MIB dönebil i r ler­
di. Çünkü. uzay gem isiöde zaman, d ü nyadakine
göre çok yavaş geçiyordu. Ya uzay gemisi dô­
nerse? Işte o zaman, Naal atalarından birini de­
� il, di�er yüzyı l lardan gelmiş birini de�il, daha
yak ı n ı n ı , nğabeyini k;:ırşı layacaktı. Çünkü dergi­
den kopmuş sayfa n ı n dibinde, Magellan'ın. mü­
rettebatına hitaben yapı lan bir konuşma da yer­
alıyordu : .. Eski isimleri unutmayınız! Uzun yıllar
sonra geriye döneceksiniz. Ama o zaman sizi,
kardeşleriı:izir, arkadaşlarınızın to runları, sanki
kendi arkadaşlarıymış, kendi çağdaşlanymış gibi
karşılayacaklar. Kardeşleririzin torunları sizin
kardeşleriniz olacak ... "
Naal bunun bir hayal, bir fantezi olduğunu
• 200 •
b i l iyordu. Ama gene de bu tat l ı hayali işlemek­
ten kend ini alamıyordu. Evet, bir sabah vakti o­
l abil irdi. Bu sabahı görür gibi oluyordu. Henüz
bir insan boyu yükse l m i ş parlak bir güneş, beyaz
yapı ların, beyaz giysilerin ve gümüş ren k l i uzay
gemisinin üstüne mavi bir çarşaf gibi serilen gökM
yüzü ... Uzak gemisinin kazmaporta yumuşak iniş
yapmasını sağlayan yardımcı raketler ve 1 50
metre uzunluğundaki dev uzay gemisinin ı ş ı l ı ş ı l
parlayan d e v g ö l g e s i... H e p s i kozmoporttaki si­
yah silindir şeklindeki platformlar üzerinde sa­
kin durmaktadı r. Uzay gemisinin gövdesi üze­
rinde, eski tip harflerle yaz ı l m ı ş ve yüzy ı l larca
sonra adamak ı l l ı solmuş « Magellanıı yazısı o­
kunmaktadı r. Şimdi Naal' ı n gözleri, uzay gemi­
sinin helezoni merdivenlerinden ağır ağır inme­
ye başlayan ve çok yüksekten minicik görünen
kozmanotları seçmiştir. N ihayet kozmanotlar ye­
re ayak basmış ve kendilerini karşı layanlara doğ­
ru yürümeye başlamışlardır. Naal on ları ilk kar­
şı layan olmalıdır. Karş ı l ayıcıların hepsinden ön­
de olmalıdır. Gelen lere derhal soracaktır: «Aiek­
sandr Sneg k i m ? ıı Ve sonra ... Hayır, daha fazla
konuşmayacaktır. Sadece kendi ad ı n ı söylemek­
le yetinecektir. Evet o da bir Sneg'dir.
Naal sevincini ve üzüntüsünü pek g izleye-
• 201 •
mezdi. Fakat bu hayal inden kimseye sözetmiyor­
du. Istememesine rağmen, hayal kurmaktan ken­
dini alamıyordu. Ama böylesine m u cizelere kim
inanırdı ki? Bazı geceler kozmodro m u n p ı r ı l pı­
r ı l ışıkları na bakıyor, sonra o buruşuk sayfayı çı­
kartıp, tekrar tekrar hayale dalıyordu. Ne kadar
inanı lmaz o l u rsa olsun, herkesin kendince bir
hayal kurmaya hakkı vardı .
Ama, bu bir hayal değ i l d i ! Çünkü o y ı l be­
şinci gözetierne istasyonu uzaydan bütün geze­
geni sarsan bir mesaj alacaktı : " Dü nya, mesa­
jıma cevap ver! Gel iyorum ... Magellan geliyo r ! n
Evet, bu bir mucize değ il, ama inanıl maz bir ras­
lııntıydı.

Ay henüz doğmuştu. Enerji merkezinin üst
kısmı lopelerin üzerinde düzensiz b i r yar gibi
yOkseliyordu . Enerji merkezinden yayılan yeşil
·
ışık, Naal'ın penceresinden süzü lüp, yerdeki ha­
l ıya düşüyordu.
Naal, bi leğindeki radyorıun düğmesini çe­
virdi, hiçbir haber yoktu. Çocuk daha fazla bek­
leyemedi. Içi içine Sığm ıyordu. Bir an durakla­
dı, sonra b i rden yatağ ından fırlayarak telaşla gi­
yindi. Ceketini omuzlarına atı p, pencereden dı-
• 202 .
şan süzü ldü. Pencere zaten yarı açıktı. Bir Me­
rih sarmaşı ğ ı n ı n dalları, pencere aral ı ğ ı ndan
içeriye uzan d ı ğından, dalları kopartmamak için
pencereyi yarı açık tutuyordu.
Dışarda, yağmurdan ısianmış dallar ve yap­
raklar, enerji merkez i n i n ışığı altında p ı r ı l pırı l­
d ı . Işığın yapraklardaki yeşilimsi yansıması, okul
binas ı n ı n beyaz duvarları ve geniş pencereleri
üzerine düşüyordu. Tepsierin üzerinde turuncu
ışık, küçük bulutlan yakalıyor ve sonra solup
kaybol uyordu: Ratal Kozmodrom'u herhalde şu
anda birileriyle haberieşiyar olmalıydı.
Pencereden süzülen Naal, bahçe n i n içinden
patikaya atladı. Okul müdürü Aleksey Oskar he­
nüz yatmam ış, b i rşeyler okuyordu. Birdenbire
yağmur kokusu kanşık temiz bir rüzgarla irkil­
di. Kapı açılmış ve karşısında bir çocuk belir­
m işti. Derhal hatırladı.
" Naal'sın değ i l m i ? ıı diye sordu.
" Evet.»
Telaşından kekeleyen ve bir an önce sonuç
almak isteyen bir ifadeyle Naal, bütün h ikayesini
i l k defadır ki b i r yabancıya anlattı.
Oskar kal kıp pencereye döndü, Başkaları n ı n
sand ı ğ ı n ı n aksine, bu gibi konularda hiç de tec­
rübeli bir öğretmen olmad ı ğ ı n ı düşündü. Evet,
zamanında doğru karar alma yeteneği vard ı . Ama
şu anda tam b i r açmazdaydr . Ne d iyebilirdi?
Birşeyler izah etmeye çalışıp, çocuğu vazgeçir­
meye kalkışsa? Acaba vazgeçer miyd i ? Ve aca­
ba buna kalkışması doğru olur muydu?
Müdür hemen b i r cevap vermedi. Ama za­
man da geçiyordu. Böyle uzun süre hiçbir şey
söylemeden duramazdı.
<< Dinle Naal , ıı dedi nihayet. Ama nas ı l de­
vam edece{lini Mla toparlayamamıştı. "Şimdi...
Gece... Çok geç ... ıı diyebildi.
Naal kararlı görünüyordu :
" Oskar, b ı rak da g ideyim oraya. Yaz Sah i li'-
ne."
Çok sakin konuşuyordu. Bir ricada bulunur
gibi de değildL Sesinde ancak kozmanatların u­
zun uzay gazilerinden sonra dünyaya karşı h is­
settikleri c insten dayanılmaz bir özlem ifadesi
vardı .
öyle zamanlar vard ı r ki, normal düşünceler
ve kurallar hiçbir anlam ifade etmez. örneğin şu
anda Os kar ne diyebilirdi ki? Olsa olsa vaktin ge�
ce olduğunu ve sabaha kadar sabretmesi gerek­

t i ğ i n i söyleyebilirdi. Ama bunun da bir faydası


yoktu.
• 204 .
« Madem öyle, arabaml a seni istasyona gö­
türeyi m , ıı dedi.
((Zahmet etmeyin, yalnız yürümeyi tercih e­
derim. »
Ve Naal ç ı k ı p g itti. .•
Oskar derhal videofonun (*) baş ı n a geçe­
rek Vaz Sahili'ni aradı . Gözlem istasyonunu is­
tedi. Durumu bir an. önce bildirebitmek için h ı rs­
la düğmeye bast ı . Ama cevap yoktu. Sadece
bir robotun madeni sesi gel iyordu karşıdan:
ıı Herşey yolunda ! n

Eğer normal yoldan gitmezse daha iyi ola­
cağ ı n ı düşündü. Kestirmeden gidabilmek için te­
pelerin üzerinden aşmaya karar verdi. 15 daki­
ka sonra tepelerdeki geçide ulaşmıştı bile. Ener­
j i merkezinin yarattı ğ ı ayd ı n l ı kta tepeterin üze­
rine asılan beyaza kesmiş ay'ı seçiyordu.
Sağ tarafta Ratal Kozmodrom'un işaret ışı kları
adeta göz kırpıyordu. Solda ise bir s ı ra tepeyle
önü kısmen örtülmüş Konsata'nm ışı kları geniş
bir yarım daire meydana getiriyor, onların arka­
sında bir sis duvarı gibi deniz uzanıyor, ayı ş ı ğ ı n­
da ölgün pırı ltılar saçıyordu.
(•) Viıleofon: Televizyonlu konuııma aleti.
• 205 .
Vadiyi boydan boya eski bir asma köprü
kesiyordu. Ratal' ı n büyük siyah köprüsü.
Naal'ı n verdi�i kararda hiçbir tereddütü ol­
madığı gibi, bu önemli karşı laşmadan da hiçbir
korkusu" yoktu. Magellan'la ilgili haberler öyle­
sine beklenmedik ve şaşırtıcıydı ki, hiçbir tered­
düt ve çekingenlik, mutluluğunu gölgeleyemi­
yordu Naal'ın. Köprüyle ilk kez karşı l aşıncaya
kadar da korku duymamıştı. Birdenbire, pişman­
l ı kla korku karı ş ı m ı bir his duydu. Bu duygunun
nedenini izah edemiyordu. Belki de, bu 200 met­
re yüksekliğindeki dev asma köprünOn karan l ı k
v e ürkütücü görünüşünden gel iyo rdu bu hissi.
Belki de köprü n O n azameti kendisine Magellan'­
ın katettiği mesafelerin korkunçluğunu, geçirdi­
ği 300 y ı l ı hatırlatmışt ı . .. « Kardeşlerinizin torun­
ları, kardeşleriniz olacaktı r ! " Bu sözlerin tam
300 yıl önce söylenmiş oldu�unu düşündü.
Asma köprünOn siyah destek ayakları sanki
uzayda bir gezegenin gidiş-geliş yolları gibi du­
ruyordu. Kendi kendirı.e sordu: Nereye gid iyor­
du? Niçin? Neydi bu kafasındaki saçma düşün­
celer?
Naal, adeta bir destek umarcasına dönüp
geriye bakt ı , fakat G üney Vadisi'n i n ışı kları çok­
tan kaybol muştu.
• 206 •
Yol üzerinde b i r an tereddütle d u rakladı,
sonra birdenbire, i l eriye, köprüye doğru atı l d ı .
U z u n , ı s l a k otlar arasında ç ı l g ı n c a koşuyord u.
D i ken l i çalılar bazan ayağ ı n ı yırtıyor, durup bu
çalı ları h ı rsla kökünden söküp fırlatıyor, sonra
tekrar koşuyordu. Çabuk, daha çabuk ... Korku­
nun kendisini artı k yakalayamayacağı kadar hız­
lı ... Bu kabus gibi görüntüyü b i r dakikada ardın­
da b ı raktı. Ve i leriye doğru, yoluna devam etti.


Yaz Sah i l i'nden geçip, kıtanı n kuzey ucu­
n a giden ekspresi n vagonu bomboştu. Naal ken­
disini vagonun koltuğuna koyuverdi ve pencere­
nin dışında saatte 500 kilometre hızla geriye doğ­
ru akıp giden karan l ı ğ ı seyretmeye başladı.
Yorgurıdu. Başka zaman olsa oracı kta uyur
kalırdı. Fakat şu korku, devamlı rahatsız edici
b i r ses gibi kulaklarında ayn ı soruyu ç ı n l atıyor­
du: « Ya bana cevap vermezse? ! Ya kendisiyle
alay ettiğimi sanırsa? Hem 300 yıl sonra dün­
yaya dönen bir uzay kahramanı bir çocukla ilgi­
lenir mi bakal ı m ? ,
N a a l gene gözün ü n önünde karşı lamayı can­
landı rmaya çalışt ı . Kazmaport'un dev alanı, kar­
ş ı l amaya gelen bin lerce kişiyle dolmuş ... B i nler-
• 207 .

ce selam ... Uzanan binlerce el ... Bunların ara­


sında o ne yapacaktı? Ne söyleyebilirdi?
Birden aklına bir fikir geldi. Geceyi şehirde
değ i l , uzay istasyonunda geçirmel i ; sabah ı , uzay
gemisinin inişini orada beklemeliydi. Ve herşeyi
Aleksandr'a hemen anlatmalıydı. << Pilot 5 )) göz­
lem istasyon u , uzay gemisi ile halen temasta ol­
malıydı. Istasyon, Yaz Sah i l i'nden 40 kilometre
uzaktaydı. Beş dakika sonra oraya varmış o l a­
caktı Naal.
lstasyona girer girmez yürüyen pla1forma
atladı. Sonra, istasyonun merkezine doğru hare­
ketli platformların birinden diğerine sıçrayarak
çıkış tüneline vard ı .
önünde zifiri karanlık bir geçit uzanıyordu.
Arkasında platformun solgun ışıkları parlryordu.
l lerde ise gözlem istasyonunun ayd ı n l ı ğ a boğul­
muş mavi kulesi yükseliyordu. O sı rada esen hoş
bir rüzgar Naal'ı biraz kendine getirdi. Uzun ç i­
menler arası n dan kuleye doğru koşar adım iler­
lemeye başladı.
Bel l i ki biraz önce epey yai;jmur yağ m ı ştı.
Koşarken ıslak yaprak dizlerine yapışıyordu. Al­
nın ı okşayan rüzgar da sıcak fakat nemliydi.
Naat nihayet yola ç ı ktı ve hızlı adım larla yü­
rümeye başlad ı . Rüzgar şiddetlen miş, omuzla-
• 208 .
rındaki hafif ceketi adeta yırtarcas ı n a uçuru­
yordu.

5 numaralı gözlem istasyonu artık bilgi ver­
mez ol muştu. D ışardan gelen bütün telefanlara
bir robot çıkıyor, madeni bir sesle u herşey yo­
lunda,» diye cevap veriyordu. B i rçok kimse, Ma­
gellan'ın. telsiz dalgası nı yakalamaya çalışmış fa­
kat başaramamıştı. 300 yıl öncesine ait bu tel­
siz sistemini kimse b i l m iyordu.
Magellan'ın dünyaya yöneld iğine dair ilk
mesaj Jüpiter'deki ara istasyon arac ı l ı{lıyla a l ı n­
mıştı. Ama şimdi dü nya, gemiyle d i rekt temas
kurabilmişti. Gözlem pi lotları istasyondan bir da­
kika dahi ayrı lamıyorlard ı . lstikamet göstergele­
rinin başında daima üç kişi alesta bekl iyor, bir
dördüncüsü ise, sı rası geldikçe, koltukta uyuk­
l uyordu. Uzay gemisinin mürettebatı geminin yö­
netimini artık dünyaya b ı rakmıştı. Geminin Koz­
modrom'a inişi bu gözlem pilotları n ı n etindey­
di.
Bi rkaç saat ö n c e Sergey Kostroy, uzay ge­
misi ile sesli muhabereyi sağlamıştı. Ne var ki
gemi mürettebatı, iniş için otomatik sisteme ge­
rekli olan teknik bilg iden daha fazla birşey bil­
dirmiyordu.
• 209 .

Gözlem pilotları gemiyi dünya çevresinde


dairevi bir yörüngeye sokmuşlard r . Gemi art ı k
dünya n ı n peyki o larak dönüyordu.
Sergey haberleşme işini bitirmişti ki, Mi­
guar N u evos, « bir saattir birileri videofonda ara­
yıp du ruyor. Herhalde birşey sormak istiyorlar, ••
dedi.
« Herhalde gece uykusu kaçmış birileri ola­
cak," d iye başını çevirmeden söylendi Sergey.
Gözleriyle ayd ı n i r k uzay haritasında gemin in. yö­
rüngesi ni izliyordu.
« Belki de ivedi birşeyd ir! Altr defa ısrarla
aradrl ar. Işin şakaya tahamm ü l ü ol mayabilir."
•• O kadar öneml iysa niye direkt temasa geç­
miyorlar? ıı
" B i lmem.ıı
Bi rkaç dakika geçmişti ki, bu defa video­
fonda tekrar uyarma sinyar i ötmeye başlad ı . Ama
ne Sergey, ne de görev başı ndaki öteki iki pi­
lot, yerlerinden kalkıp da videofo n a gidemiyor­
lard ı .
n M işa, hiç değ ilse s e n cevap ver, , diye
Sergey koltukta uyuklayan Miguel'e seslendi.
Ne var ki arayan herhalde usanmrştı, sinyar tek­
rar işitilmedi.
Yarım saat daha g�çmişti. Uzay gemisinde-
• 21 0 .
ki otomatik cihazlar son talimatı da verdiler. N i­
hayet Sergey derin b i r nefes aldı. Ama gözleri­
nin kurşun gibi aQı rlaşmas ı n a rağmen karşısın­
daki ekranda danseden. k ı rmızı hatlardan bakış­
larını ayıramıyordu.
O s ı rada birisinin yakas ı n ı çekiştird iQini far­
ketti. Başını çevirdiğinde, karşısında 12 yaşların­
da bir çocuğun durduğunu gördü. Teni güneş­
ten yanmış, sarı saç l ı , ceketinin önü açık ve ye­
şil gömleğinin üzerinde altın b i r rozet b u l u nan,
bacakları yara bere içinde b i r çocuktu bu. Ço­
cuk, gözlerini Sergey'e dikmiş, bütUn söylemek
istediklerini bir nefeste, birkaç kelimede anlat­
maya çal ışıyordu. Şaşkı n l ı k içindeki pilot, çocu­
ğun ne demek istedi ğ i n i bir anda kavrayamadı.
(( Nelerden bahsediyorsun sen ? B uraya ka-­
dar nas ı i geldin?ıı diye sordu.
Naal, merkez binaya u l aşınca, karş ı l aştığı
i l k kapıdan içeri dalmış ve kendisini dar uzun
b i r koridorda bul muştu. Koridorda yUrü rken ayak
sesleri, sanki büyUk boş bir varili dövüyormuş­
çasına yankı lar yapıyordu. Koridorun döşemesi
dümdüz ve cam gibi parlaktı. Yüksek tavan, dö­
şemede yansıyordu. Koridorda ilerlerken o korku
hissi tekrar Naal'ın içini kapladı. Ağlayacak gibi
• 21 1 .

oldu. Sanki b i r topak gelip boğazı n a oturmuş�


tu. Kal binin küt küt att ı ğ ı n ı , yerde sıçrayan bir
lastik top gibi göğsünü dövdüğünü h issediyordu.
Koridorun sonunda geniş bir merdivene yönelen
keskin bir dönemeç vardı . Naal da oraya yöneldi.
Buzlu camlı b i r kap ı n ı n önünde b i r an du rakla�
dı ktan sonra, ani bir kararla kapıyı açıp içeri
daldı.
Alçak duvarlı yuvarlak bir salondayd ı . Ta�
vanda, anlamsız beyaz çizgilerle kaplanmış, şef­
faf bir kubbe vard ı . Bu çizgilerin meydana getir­
diği ızgaraların boşluklarından y ı l d ızlar görünü­
yordu. Döşemenin tam orta yerinde, bakiava di­
limi şekl indeki siyah-beyaz karolardan meyda­
na gelmiş bir pist vard ı , onun üzerinde de kür­
süye benzer b i r platform yükseliyordu. Platform­
da piramit biçim inde siyah renkli bir cihazın ö­
nünde üç adam du ruyordu. Platformun b i raz
ötesinde de, salona gelişigüzel serpiştirilmiş kol­
tuklardan birinde bir dördüncü adam uyukluyor­
du. Cihazın başındaki adamlar, kendi aralarında
konuşuyorlar ve sesleri koca salonda büyük ve
tab i i olmayan yankılar yapıyordu. Naal, söyledik­
leri her kelimeyi işitiyor, fakat neden bahsettik­
lerini bir türlü anlayamıyordu . Belki de yorgun-
• 212 .
!uğu, kendisini biraz sersemtetmiş ve herşeyi ol­
duğundan başka türlü görmeye başlamasına se­
bep ol muştu. Salonun ortasındaki siyah-beyaz
karoları çiğneyerek platforma tı rmandı ve pilot­
lardan birinin yakasına yapıştı. Adam kendisine
döndüğünde, suratındaki hayret ifadesinden Na­
al' ın ayak seslerini duymadığı anlaşı l ı yordu.
Herşeyi bir so l u kta izah edeb i l mek için Naal
kestirme konuşmuştu: ııAğabeyimi karş ı lamaya
geldi m ! "
Sanki rüyada konuşuyordu. Naaı h ikayesini
anlatı rken salonda sanki kendi sesinin değil de
bir başkas ı n ı n ses i n i n yankılandı ğ ı n ı sanıyordu.
Ne kadar uzun konuştuğunu hatırlayamıyordu.
Belki de çok uzun konuşmamıştı. Dairevi kon­
trol panoları n ı n üzerinde ışı klar yanı p sönüyor,
ekranlarda mavi zigzaklar her an biçim değiştiw
riyordu.
ıı Ne dersiniz? Acaba benimle konuşur m u ? ıo
diye sordu Naal. Bir anda bütün halsizliği ve yor­
gunluğu geçmiş gibiydi. Kısa bir sessizl i k oldu.
Sonra içlerinden biri, o l u p bitenin içyüzünü öğ­
renmeye gerek duymadan kayıtsız ve kaba bir
ifade ile, « amma iş yah U , •> diye söylendi. B i r di-
• 213 .

ğeri, o sı rada uyuklamakta olanı uyandı rmaya


çalışt ı :
ıı Mişa! M i g u e l ! K a l k ! Dinle!ıı
Ekran ların üzerinde ışıklar hızla dansedi­
yordu. Sergey dedikleri baş p ilot, «Sen sayı klı­
yorsun her halde yavrum,ıı dedi.
Çocuğu koliarına alıp, yumuşak b i r kanape­
ye yatı rmak istedi. Fakat Naal uyumak istemi­
yordu. Gözlerini danseden ışı klardan ayıramı­
yor, kubbenin altında yankı lanan kelimeler ku­
laklarında ç ı n l ıyord u :
« B i r adam . . . ..
ıı üçyüz yıl . . . n
" Korkm uyormuş . . Ama eğer... "
ıı Uykusuz, sayı kilyar olmalı. .. ..
" Hayı r. ıı
Bu ııhayı rıı ı söyleyen adam b i rden Naal'a
dönerek sord u :
ıı A d ı n ne senin, kozmanotun kardeş i ? ıı
« Naal.ıı
Bu cevap üzerine p ilotlar arka arkaya bi rta­
kım sorular daha sordular. Sorular birbirine ka­
rışıyordu ama, ismini pilotların kavrayamadık­
larını farketmişti. Bu yüzden tekrarlad ı :
ııNathaniel Sneg.ıı
• 214 .
oıSneg ! ıı diye tekrarladılar.
ıı Çok acaip.u
Naal, oı h i ç de acaip değ i l , ıı d iye karşı çıktı.
« Iş ı k batiskafı n ı n kaptanı n ı n , Nataniel Leeds'in
isminden esinlenerek bana bu adı koymuşlar.ıı
Birisi koltuğunu çekerek,
« Evet uykusuz, sayı kl ıyor olmal ı , u dedi.
ıı Uykusuz da değ i l im, sayı kismıyorum da,"
diye gözlerini faltaşı g i b i açarak karşı ç ı ktı Naal.
« M agellan'dan cevap var mı? Siz onu söyleyin. u
Sergey uzay gemisiyle bir süre haberleştik.
ten sonra çocuğun üzerine şefkatle eğildi:
« Sen uyumana bak. Onlarla ancak b i r hafta
sonra buluşabi l i rsin. Çünkü geminin mürettebatı,
raketle ormanl ı k bölgeye i nmeye karar vermiş.
Tantanalı bir karşılama töreni istemiyorlar. Dün­
yayı, özellikle ormanları ve rüzgarı çok özlemiş­
ler. Yaz Sahi l i'ne, i nişten bi rkaç gün sonra yürü­
yerek gelecekler."
Naal'ın bütün hayalleri yıkıl mıştı.
« Ya ben ? Ya halk? Hiç kimseyle m i karşı­
laşmak istemiyorlar?ıı
« Kendini üzme,ıı sedi Sergey, u bir hatta son­
ra seninle buluşurlar. Ol maz m ı ? ıı
Naal, rasat istasyo n u n u n salonunun pek de
• 215 .

büyük olmadığını yeni farketmişti. Ekranlar şim­


d i daha donuk, şeffaf kubbenin üzerindeki gök­
yüzü daha alçak ve bulutlu görünüyordu.
« Peki nereye inecekler?ıı
ıı Hiç kimseye söylemememizi istediler.»
«Hiç değilse bana söyleyemez misiniz?»
••Beyaz Burun Yarımadası'na."
Naal kalktı.
�< B u gece burada kal,n dedi Sergey. « Hele
sabah olsun, ne yapacağı mıza karar veririz.n
<ı H ayır, şimdi eve gideceği m . »
, seni götüreyim . »
�<Hayır. Yal n ı z giderim d a h a iyi.ıı
Işte artık herşey bitmişti. Demek ki böyle
bir peri masal ına inanmakla büyük enayi l i k et­
mişti.. üçyüz y ı l l ı k bir masal. ..
Pilotların kendisine daha başka neler diye­
ceklerin i beklemeden hızla platformdan atladı.
Siyah-beyaz karoların üzerinden koşarak ken­
dini camlı koridora attı. Ve hızla patikaya u laştı.
Işte yine kendini karan l ı k alanda bulmuştu. U­
zaktaki b i r platforma doğru yürü meye başlad ı .
A ğ ı r ağ ı r yürüyordu. N i ç i n acele edecekti? ı � Na­
sıl olsa bir hafta sonra buluşacakmışız. ıı Ama bir
kimse, başka birisiyle b�luşmayı kafası n a koy-
• 21 6 .
muşsa, değil bir hafta, bir saat bile bekleyew
mezdi.

Belki de herşey orada bitmiş olacaktı .. Eğer
NaaJ gözetierne istasyonundan yüz metre kadar
ileride «arııı uçaklarına rastlamamış olsayd ı !
Uçaklarla karşılaşır karşı laşmaz, kafasında be­
l i ren düşünce, ilk anda Naal'a da çok tuhaf gö­
rünmüştü. Fakat biraz daha ilerleyince, kafasına
takılan yeni bir ihtimalle durakladı : « Belki de
Aleksandr orman l ı k bölgeye iniş kararına, diğer
arkadaşları n ı n isteğine uyarak kat ı l mak zorunda
kalmıştı. öyle ya, Magellan'da yal nız başı na de­
ğ i l ki o ... ıı
Bu ihtimal belirir belirmez, yen i . bir u mut­
la kalbinin küt küt atmaya başlad ı ğ ı n ı h issetti. Bi­
raz tereddüt ettikten sonra, gerisin geriye dönüp
uçaklara yöneldi. Ama, 1 2 yaşına basmasına
hAlA üç ay vard ı ; 1 2 yaşında ol madan da u a r ı ıı
uçakları n ı kullanmasına izin veri l m iyordu. Bu
kurarı çiğneyemez miyd i ?
Bütün kararsızl ı ğ ı n a rağ men, b i rdenbire
uçağ ı n pi lot kabinine t ı rmandı ve uçuş baş l ı ğ ı nı
kafası n a geçirdi. Cihaziarı kontrol etti. Kontrol
• 217 .

panosunun yeşil ışı kları adeta uçuşa davet eder­


cesine Naal'a göz kırpıyordu. Naal derhal yatay
pervaneleri çalıştırdı ve uçak kuzey doğuya yö­
neldi. Bu hızla iki saate varmadan Beyaz Burun'a
u laşmış olurdu.
öylesine yorgun ve bitkin.d i ki, uçuş s ı rasın­
da neredeyse uykuya dalacaktı. Ama kafasında­
ki düşünce, kendisini uyumaktan alı koyuyordu:
« Doğrudan doğruya kendisine gidip, kim oldu�
ğumu söyleyeceğim. Sonu nereye varı rsa var-

Eğer soğuk şekilde karşılanırsa, tek kelime


söylemeden, uçağa atlayarak gerisin geriye gü­
ney-batıya dönecekti.
Bu s ı rada beklenmedik birşey oldu. Yıld ız­
ların pırıltılarını yansıtan körfezi geçtikten son­
ra, karan l ı k ormanlar üzerinden buruna doğru
ilerl iyordu. Doğu ufku laciverde kesmişti, fakat
gökyüzü hala zifiri karan l ı ktı. Magellan herhalde
oralarda dolaşıp duruyor olmalıydı. Belki de ye­
re inmişlerdi bile ...
Naal bu ihtimali düşünerek yeryüzünde her­
hangi bir ışığa rastlamak u m uduyla, yerin ka­
ran l ı ğ r n ı gözleriyle taradr . Belki de iniş raketi­
nin konik gövdesini de görebi l irdi. Ağaçların te-
• 218 .

pelerine sürünerek burnun üzerinde i k i defa


tur att ı . Tam bu s ı rada uça�ı n birdenbire düş­
meye başlad ı � ı n ı farketti. Herhalde bataryalar
tükenmişti. Işte o zaman uça� ı n , uçuş kontrolu­
nun yap ı l m a d ı � ı n ı , kendisinin bu uçuş kontrolu
yap ı l madan havalanmakle büyük b i r hata işledi�
ğ i n i farketti. Aşa�ıdaki karanl ı k ormana b i r daha
gözattı, sonra yatay pervaneleri son bir gayretle
zorladı , fakat pervaneler durmuştu. uArı ll , kanat­
larını germiş, toprağa doğru planör inişi yapı­
yordu. Aşağ ıda, sık ağaçlarla örtül ü bir ormarr­
lık vard ı . Planör inişi yapacak hiçbir boşl u k da
yoktu. Buna rağmen, pek de korkmuyordu. Ağaç­
lara adeta sürü n ü reesine alçal ıyordu. B u ağaç
denizinin üzerine herhalde yumuşak iniş yapa­
bilirdi. Tam o anda karşısında uzun kara ağaç­
lardan örü lmüş bir duvar belirdi. Birdenbire fren­
Iere ası l d ı , fakat art ı k faydası yoktu. önce bir
çarpma, sonra bir seri sarsıntı ...
Omuzu koltukla, gösterge panosu arasına sı­
kışmıştı. Yüzü, güzel koku lu kuru yapraktarla
örtü lüydü. Baş ı n a gelenlere hiç aldırış etmiyor,
raketten başka birşey düşünmüyordu. Sonra bir­
denbire kendisini çimenlerin üzerinde buluver-
di. •
• 219 .

''Tabii ne pilotlar, ne de çocuk, bizim acaip


kararı m ı z ı n gerçek nedenini bilmiyorlard ı , ıı de�
di Aleksandr. «Şaşkına dönmüştük. Bu beklen­
medik bir olayla karşılaş ı l d ı ğ ı zaman h issedilen
cinsten b i r şaşkırıl ı k değildi. Çaresizliğin ve pa­
niğin yarattı ğ ı bir şaşk ı n l ı ktı. Ne cevap verecek­
lik?
u Uçuştan pek bahsetmeyeceğim. Bir kaza­
yı hesaba katmazsak, diğerleri g i b i bir uçuştu
işte! Çalışma ve uzun biyolojik uyku hali nde ge­
çen yüzyı l l ar ... Dünyada çeyrek yüzyıl geçirmiş­
lik. Son o larak yaklaştığımız gezegen in, Sarı
G ü l'ün yörüngesine girdiği m izde ise, 12 y ı l l ı k b i r
uzay seyahatini tamamlamıştık.
ıd l k başta, hepimiz hayal kırıklığı içindeydik.
Karşım ızda hayat belirtisinden, ormanların h ı ş ı r­
tısından, dalgaların sesinden yoksun, buzlarla
kap l ı b i r gezegen vardı . Gezegen, b i r sis tabaka­
sıyla örtü lüydü. Arada sı rada dağların keskin çiz­
g i leri arasından büyük parlak sarı bir güneş gö­
rünüyordu. Sarı güneşin buzlardaki yansı masıy­
la, sarı b i r gülü andı rıyordu gezegen. Donmuş
okyanusta, sarı ve pembe panltılar titreşiyordu.
Kayaları n yarıkları, buzların çatlakları, uçurum-
• 220 •
ların gölgeleri, hepsi koyu mavi renkteyd i . Buz,
her taraf buz ... Soğuk bir pariaklı k ... Sessizl i k . . .
« Hoşumuza g i d e n tek şey h a v a idi. Dü nya
havas ı n ı n hemen hemen ayn.ıyd ı ; sadece ona gö­
re bir dağ kaynağı kadar soğuktu. Daha ilk gün­
den başlı klarımızı çı kartarak, soğuktan d işlerimi�
zin fakı rdaması na rağmen, Sarı G ü l ' ü n havas ı n ı
u z u n u z u n ciğerlerim ize çekmiştik. Ç ü n k ü , ge­
mideki kompartmanlarda teneffüs edile edile ta­
zeliğini kaybetmiş havadan artık b ı k m ı ştık. Ba­
na kal ı rsa, insanı n d ünyayı özlemesinin en bü­
yük nedeni bu havasızlık,,, Hatta sonradan dü­
şünmesi bile insana dehşet veriyor. Ama karlı
gezegende çok geçmeden dünyaya benzeyen
birçok öze l l ikler bulduk. Fakat böyle buzlarla
kap l ı soğuk bir gezegende bu benzeriikierin
nasıl varalabildiğine şaşıyorduk. Zira, uzay ge­
misinden dışarı adım atar atmaz, insan i l k an­
da kar, buz ve kayalardan başka birşey görem i-
yord u . n

Magellan'ın mürettebatı, karlı gezegende
mavimtrak puslu, bulutlarla kaplı derin bir bo­
ğaz keşfetmişti. G ü neş ı ş ı n l arı bu boğazdaki dar
ve derin derelerin üzerine düşünce, turuncudan
• 221 •
yaşile dönüşüyor ve buzul çatlakları üzerinde
adeta bin lerce kıvılcım çakıyordu.
Gökyüzü geceleri, Magellan'ın penceresin­
den yer yer mavi yıldız kümeleriyle lekelanmiş
simsiyah b i r duvar gibi görünüyordu. Yüksek, şef­
faf bulutlar, yeşil i mt ı rak bir ışık saçarak dağla­
rın buzlu tepeleri üzerinde dolaşı rken, büyük ka­
yalı k uçurumlar da karanl ı ğ ı n içinde ayd ı n l ı ğ a
boğuluyordu.
Hayı r, onurı için << ÖlÜ ı• denemezdi, sadece
soğuk bir gezegendi. Bazı zamanlar batıdan, güw
neşin turuncu ayd ı n l ı ğ ı n ı perdeleyen ve buzları
kara gölgelere gömen ağır bulutlar gelirdi. Işte
o zaman kar. gerçekten kar yağmaya başlard ı .
T ı p k ı Karadeniz'e yada Antarklik şehirlerine yağ­
dığı gibi. .. B u kar, Magellan mürettebat ı n ı n avuç­
ları na düştüğünde vücut sıcakl ı ğ ı ndan erir, suya
dönüşürdü. üstelik yine vücut sıcaklığı ndan ısı­
n ı rdı da.
Bir keresinde de, güney kesiminde karsız
ve buzsuz bir vadi keşfetmişlerdi. Burada kaya­
lar buzla örtülü değildi. Sadece rutubetten gü­
müşi parlak bir renk almıştı. Donmamış küçük
çay ve dereciklerde kum ve çakı ltaşları vard ı .
Akarsu ların damlacıkları yüzlerce küçük gökku-
• 222 •
şağ ı meydana getiriyor, sonra bu akarsular bi rle­
şip kayal ı kların arasından gürültülerle çağiayıp
gidiyord u . Sanki çağl ayan, bu soğuk dü nyayı de­
rin kış uykusundan uyand ı rmak istiyord u .
Çağ l ayandan p e k de u z a k olmayan bir yer­
de, kar, siyah yaprakları kayalara yapışmış küçük
b i r de bitki keşfetti. E l d ivani n i büyük b i r di kkat­
le çı kartıp, bu acaip bitkiye e l i n i yaklaştırdı. E l i
yaklaşır yaklaşmaz, bu a c a i p b itki nin k a r a yap­
rakları birdenbire dikilerek ele doğru uzandı.
Kar, ister istemez elini geri çekti.
Tedbirli l i ğ i ile tanınan Larsen , « dokunma
ona,n diye çıkıştı, « neyin nesidir kimbilir!n
Fakat Kar, kafası n a koymuştu bir kere. Şey­
tani bir ifadeyle g ü l ü msedi, e l i n i tekrar bu acaip
küçük bitkiye uzattı, yapraklar tekrar di ki lerek
Kar' ı n eline doğru uzandı.
önemli birşey keşfetmiş o l m a n ı n memnun­
l u ğ u içinde, « onları sıcaklık cezbediyor,ıı diye
hükmünü verd i Kar. Sonra arkas ı ndaki biyologa
dönerek, «Thael, işte sana bir iş ç ı ktı , n dedi.
Ne var ki, bu keşfin. ası l önemini i l k anda
Kar' ı n kendisi de farkedememişti.
o gece, bütün m ürettebat Magellan'ın top­
lantı salonunda biraraya gelmişti. Beş kişiyd i ler:
• 223 .

Kafası elektronik beyinlerden başka şeyle meş­


gul olmayan, sarışın geniş omuzlu, yumuşak huy­
l u Knut Larsen; iki Afrika'lı, neşe l i genç biyolog
Thael ve kı saca Kar diye ça�ırdıkları k ı l avuz
Tey Karat; afri kalılar gibi kara ten l i fakat Larsen
gibi sarı saç l ı pi lot ve astronom George Rogov ve
mürettebatın en genç mensubu, keşif uzmanı ve
ressam Aleksandr Sneg.
Aleksandr Sneg, sonradan kendisini resim
yapmaya öylesine vermişti ki, keşif uzmani ı� ı
görevini de Kar'a devretmek zorunda kal mıştı.
Toplantı açı l ı r açı l maz Kar söz a l d ı :
11 Çok a c a i p b i r gezegendeyiz, Fakat mutlak
olan birşey var ki, üzeri buzlarla kaplı da olsa,
bu gezegende hayat var. El bette birgün güneş
bütün bu buzları eritecek. Ama b u iş kaç bin y ı l
a l ı r bilemem. Ben. diyorum ki, bu buzları bizler
eritel i m ! n
Sonra önerisini açıkladı. K a r l ı gezegenin
gökyüzüne Varantsav Sistemi'ne uygun o larak
dört tane suni �,··;nP.'3 verleştirilecekti. Bu olduk­
ça eski, fakat başarıyla denenmiş b i r sistemdi.
Dü nyada atom silahları yasaklandı ktan sonra,
atom enerjisi barışçı amaçlarla kullanı lmaya baş-
• 224 .
!anmış ve i l k ol arak G rönland ile Antarktika kı­
tas ı n ı n buzları eritil mişti.
u Niçin dört gü neş, ıı diye sordu George.

" Bundan azı o l m az. Eğer dörtten az güneş­


le bu işe girişirsek, buzları n tamamı erimeyecek
ve birgün gezegenin bütün yüzeyini yeniden
buzlar kaplayacak.ıı
Ancak dört g üneşin kullanıl ması demek,
dünyaya dönüş için gerekl i yıldız yakı t ı n ı n üç­
te ikisinin tüketilmesi demekti. Bu takd irde d&­
nüşte gereken hızı yapamayacaklar ve yeryüzü�
ne 250 yı ldan önce dönemeyeceklerdi. Ve gene
bu takdirde, dönüş uçuşunun büyük kısmını bi­
yolojik uyku halinde geçirmek zorunda kalacak­
lardı. Yani 250 y ı l l ı k bir uyku. Ama buna karş ı l ı k
insan lığa uzayda y e n i bir gezegen, y e n i bir ileri
karakol kazandırmış olacaklard ı . Bu kadar uzak�
lara yaptı kları bir seyahatin sonuçlarını almadan
dönmemeliydiler.
u Peki bu işi başarmak için neler gerekiyor, "

diye sordu Larsen.


"Anlaşmak, uyuşmak,u diye cevapladı Kar.
Gözleri masa başında otu ranların üzerinde dola­
şıyordu.
''Evet, " dedi Larsen.
• 225 .

« Ş üphesiz, , diye Thael de katı l d ı ğ ı n ı b i l­


dirdi.
George birşey söylememekle beraber, başı­
nı saliayarak onayı nı belirtti. Sneg ise, birden­
bire ayağa fırlayarak:
ıı Hayı r ! ıı diye bağ ı rdı.

Herkesi şaşkına çeviren. bu ç ı kıştan sonra


birkaç saniye durakladı, sonra itirazı nı açıkla­
maya başladı.
Sneg'e göre böyle bir gezegeni bir deney
tahtası, b i r kul uçka makinası haline getirmeye
kimsenin hakkı yoktu. Bu meçhul gazegende
tabiatıa mücadeleden, soğuk buzlardan ürkme­
rnek laz ı m d ı . M ücadelesiz bir hayat, bütün anla­
m ı n ı yitirirdi. Eğer suni güneşlerle buzlar eriti­
l i rse ne olacakt ı ? Buzların eritildiği ve bu karlı
gezegene insanların yerleştirildiği varsayılsa bi�
le, bir süre sonra, gezegenin ebedi kışı ya geri
dönerse! Ve yeniden güneşlerle bu buzları erit­
me imkanı bulunamazsa!
Hem buzlar eritilse bile, gazegende ne gö­
recekti insanoğ l u ? Çıplak dağlar, ağaçsız ova­
l�r. gri çöller...
Hepsi Sneg'i dikkatle d i n l iyordu, hatta bazı
noktalarda görüşlerine ka�ı ldı kları da o l uyordu.
• 226 .
Bu kat ı l ı ş , Sneg'in düşünceleri n i n inandırıcı ol­
masından değ i l , kişi l i ğ i n i n kuvvetinden. ve karşı­
sı odakine şevko verici yapısı ndan gel iyordu.
Sneg, bir konuda haklı olduğuna inandı m ı , dai­
m a böyle konuşurdu. N itekim, bu gezegene
dünyadan sefer yap ı lmasını sağlayan. d a onun
kişiliği ve ikna edici konuşma tarzı o l m uştu .

Arkadaşları, Sneg'in Yı ldızlar Sarayı'nda-
ki geniş salonda, solgun yüzlü bir adam ı n karşı­
sında nas ı l müthiş bir kararl ı l ı kl a konuştu{lunu
gayet iyi h atırlıyorlard ı :
(( Kozmonotlar Birliği'nin böylesine önemli
bir meselede, seni n g i b i hayalgücü sınırlı ve ye­
tersiz bir adama nasıl yetki tan ı d ı ğ ı n ı anlayamı­
yoru m ! " diye haykırmıştı.
Adam ı n solgun yüzü daha da solmuş, fakat
tereddüdünü h issettirmeden Sneg'e şöyle cevap
vermişti :
« J ü p iter'in yörüngesi dışına çıkmış olan her­
kes kendisini daha uzaklara uçmaya, hatta ga­
laksinin merkezine varmaya yetenekli sanıyor.
G ü l ü n ç bu! Sarı Gül gezegeni hakkındaki efsa-­
neler, sizin başınızı döndürmüş. Sarı G ü l , sinsi
bir gezegendir. Şüphesiz çok cazip, fakat şu ebe-
• 227 .
d i gerçeği akl ından ç ı kartma: Peri masalları dai�
ma göz boyayıcı ve aldatıc ı d ı r. ıı
ıı Ebedi gerçekleri çok iyi bilirmiş gibi konu�
şuyorsun. Fakat unuttuğun birşey var: Her efsa­
nede bir zerre bile olsa mutlak gerçek payı var�
d ı r. Biz inan ıyoruz ki, gezegenler ... n
Rotais dinlemeksizin baş ı n ı saliarnıştı :
" B u anlamsız ve gereksiz konuşmayı uzat­
makta yarar görmüyorum. Jü p iter ötesi özel bir
uçuş için hiçbir gerek yok. üstel i k şu anda
ö{ırendiğim bir olaydan dolayı allak bullak ol�
nıuş durumdayı m. Onun için konuşmaya devam
m1emoyo c o Qim . Vatantin Amber bir saat önce
hlı ı11ny otomobiliyle kaza geçirmiş. Evindey­
rııiQ, tuımon onu görmem gerek.ıı
ARlı nda Rolals'In bu kaza yüzünden acele
ı ı t ı i O I lııtıırı da yoktu . Sneg'le konuşmayı kesrnek
lçlıı bu knzııyı bııhone etmişti. N itekim Aleksandr
l l ı l lynr kozmonolun evine vard ı ğ ı nda, doktorlar�
dmı bı:ışka kimse yoktu orada. Rotais oraya gel�
mom işti bile. Doktorlar Sneg'e, Amber'in ame­
l iyat o l mayı reddettiğini söylemişlerdi.
" N ası l olsa bir daha uçamayacağ ı m . Yaşa­
yocağ ı m kadar da yaşadı m , yetmez m i , ıı demişti.
Sneg, Arnher'in yaralı yattığı odaya sessiz-
• 228 .
ce girmişti. Kozmonot, « l ütfen gidin, » diye dok­
torları savmaya çalışıyordu.
Oda yan karanl ı ktı. Pencereler perdesizdi,
fakat e l ma çiçekleri camları örtmüştü. Aleksandr
yatağ a yaklaşmıştı. Ambar'in vücudu çenesine
kadar beyaz bir yorganla örtü lmüştü. Keçeleşmiş
beyaz sakalr, yorg a n ı n üzerindeydi. Buruşuk al­
n ı nda boydan boya kanl ı b i r yara vard ı .
« Beni serıden başka k i m s e anlayamaz,ıı di­
ye söze girmişti Aleksandr. « Başkaları beni
duygusuz, bencil ve rahatsız edici ol makla suç­
l uyorlar. Ama biz birbiri m ize karşı açık konu­
şab i l i riz. Senin artık b i r daha uçmana imkan
yok. »
« B il iyorum. u
u Bizim keşif uçuşuna gitmemize izin vermi­

yorlar,n diye devam etmişti Aleksandr. (( Sen ikin­


ci uçuş hakkı n ı bize ver de, bu uçuşu yapabile­
lim.»
Amber, ne kafas ı n ı , ne de e l l e r i n i oynatabi­
l iyordu. Fakat gözleri ışı! ış ı l, keyifle sorm uştu :
" Leda'ya m ı ? Benim gezegenima m i ? Sahi
m i ? ıı
Belki de bu soruyu sorarken, mavi Leda ge­
zegenini, esrarı hAla çözü lememiş olan türku-
• 229 .
az (*) şeh i r harabeleriyle, mor ormanlar ara­
sından yükselen tepeleri karlı dağlarıyle ve ze­
hiri i sis tabakasıyle tan ıd ı ğ ı bu gezegeni göz­
lerinin önünde canlandı rıyordu. Ne var ki bu
büyüleyici görüntü, hemen kaybolmuştu. Kar­
şısında Aleksandr'ı n sert, gergin yüzü vardı.
" Hayır, tabii ki olamaz! Tabii ki benim geze­
genima değ i l , n diye kendi kendine mırı ldanmıştı.
u Tabii, herkesin kendi gezegen i o l mal ı , n di­

ye Sneg vurgulamıştı. Sonra yatağın kenarına


oturarak, hikayesini kısaca anlatmıştı.
Dünya'dan son uçuşunu, San Gül'ün esra­
rını, beş kozmanotun yeni bir keşif uçuşu için
aldıklan kararı ve Rotais ile yaptıQı son görüş­
meyi bir solukla ihtiyar kozmanota nakletmişti.
" Leda'ya arkeologlar gerekir. Biz arkeolog
değil iz. Havası dünyanı n havasına benzeyen. bir
gezegen keşfetmek istiyoruz. I nsanoğlunun da­
ha bir sürü gezegene ihtiyacı var.ıı
Amber gözlerini yummuştu.
�<Doğru ... Haklısın.n
" Haklıyım ama, inanmıyorlar1 ıı diye Sneg
(*) Tilrkuaz: Güzel renkJileri sustaşı olarak kulla­
mlan, mavi yada yeşilim.,si renkli, kolay kırılabi­
len bir mineral, Firuze.
• 230 .
ho m u rdanmıştı. Rotais'in solgun aksi su ratı göz­
lerinin önünden g itmiyord u .
<• Rozetimi s a na veriyorum, ora d a ma vi ka­
b ı n içinde,•• diye en değerli varl ı ğ ı n ı ihtiyar koz­
monot, Sneg'e sunmuştur. Amber'in Leda geze­
geninde bulmuş olduğu bu mavi muhafaza n ı n
içinde, yapraklarında m a vi yıldızlar p ı r ı ldayan ve
üzerinde «ARAŞTI R ıı kelimesi ok u n a n altın bir
dal vardı .
Aleksandr önce rozete, sonra yaral ı kozme­
nota bakmıştı. Amber, ilk Jü piter ötesi uzay uçu­
şunu önerdiği zaman böyle reddedildiğini hatır­
lamış ve dişlerini s ıkarak tekrarlamıştı.
« A � bu rozetil Ha k lı olan sensin . ı•
Aleksandr rozeti aldıQı nda da, ondan bir is­
tekte bulunmuştu:
" Pencereyi kır! Açmayacaksın, kı racaks ı n ! "
Amber sözlerini bitirir bitirmez Aleksandr
pencereyi parçalamış ve içeriye pırıl pırıl güneş
ışığı dolmuştu.
« Hayı rlı yolculuklar,n demişti Valantin Am­
ber. Sonra son bir gayretle taparlanmaya çalı­
şarak, « u marım ki, hepiniz sağsal i m dönersiniz,"
diye eklemişti.
<• Dönmek her zaman mümkün ol mayabi l i r ! "
• 231 •

« Ben de bunun için dönmenizi d i l iyo rum


ya. . . > >
Dışarda Sneg, Rotais'le karşı laşmış ve ih�
tiyar kozmanotun kendisine verdiği dal biçimin­
deki rozeti göstermişti. Rotais, genç kozmanota
kızgın olduğunu belirten bir ifade ile omuz sil­
kip baş ı n ı sallamıştı . Ne var ki, tüm güneş sis­
teminde hiç kimsenin bir ikinci uçuş hakk ı n ı n
reddedi l mesi m ü m k ü n değ ild i. Bir kozmonot, b i r
gezegen keşfedip dünyaya döndükten sonra, ye­
ni bir keşif uçuşu yapmak isterse, ne zaman ve
hangi uzay gemisiyle olursa olsun gidebilirdi.
Buna kimse engel olamazdı. üstelik, bu ikinci
uçuş hakk ı n ı kendisi kul lanmadığı takdirde, bir
başkası lehine bu hakkından feragat edebilirdi.
<<ARAŞT I R oı Gemisi'nin mümtaz kaptanı Am­
ber'in surat ı n ı tekrar gözleri önüne getirmişti
Sneg. Alnı yara lı bu suratta büyük bir mutluluk
ifadesi okunuyor ve derin mavi gözleri adeta
Leda' n ı n inan ı l maz dünyası n ı yansıtıyordu. Evet
ihtiyar kozmonot, Aleksandr'ı çok iyi anlamıştı.
Ya Rotais?
Aleks8. ndr tekrar Rotais'e dönerek soğuk bir
sesle, em redereesine ko.nuşmuştu :
ıc DoQu Kazmaport' un a bildir! Magellan'la
gideceQiz!D
Uçuş hazırlı kları s ı rasında da herkesten
çok çalışm ıştı Aleksandr. Oysa dünyadan ayrıl·
mak, diQer arkadaşları n a göre Sneg için daha
da zordu. Gerçi ötekilerin. de dünyada akraba­
ları vard ı , fakat sevg i l isi o lan tek kazmanot
Sneg'di.
B u i l işki, diQer kozmanotlara çok acaip gö­
rünüyordu. Çünkü, o n ları hiçbir zaman bi rarada
görmemlşlerdi. Çok nadiren buluşur\ard ı . Sık sık
birarada görOlmezlerdl a m a , birbirlerin i sevdik­
lerini herkes bilirdi.
Hareketten b ir hafta önce Aleksandr, sev­
g i l isiyle güneşli bir parkta, şimdi ismi u Konsa­
ta' n ı n Altın Parkı » olan parkta buluşmuştu.
Rüzgar yaprakları uçu ruyor, güneş ışın ları pati..
kan ı n kumları üzerinde dansediyordu. Kız SU·
suyord u .
u A nl ıyorsun d e Q i l m i , bir kazmanot için ya­
pacak başka birşey yok ... G itmem gerekh de­
mişti Sneg. GerektiQinde heyecanı nı bel l i etme­
mesi, sakin o lması laz ı m d ı .
Ayrıl madan ö n c e , ihtiyar kozmanotun ken­
disinE! bı raktıQı altın dalı sevg i l lsine vermişti. ·
• 233 .

Magel lan gemisinde Sneg s ı k sık cebinden


küçük bir stereofoto ç ı kart ı r, onu karşısına ko­
yup hiçbir şey söylemeden bakıp dururdu. Ma­
gellan' ı n uçuşa çıkış ı, uzay hesabı i le tam ye­
dinci yı l ı n ı doldurmuştu. Birgün toplantı odası n ı n
kapısından kafasını uzatan George, Sneg'i gene
resmi sayrederken yakalamıştı :
« Ben olsam, bu resmi b i r kenara atar, on u
ebediyen unuturdum,•• demişti Sneg'e.
Aleksandr baş ı n ı kaldırıp George'a baktı ğ ı n­
da yüzü nde bir alay ve hayret ifadesi vard ı .
«Yani sence herşey unutulabi l i r m i ? ıı diye
sormuştu. Sonra b irkaç kalem darbesiyle önün­
deki kağıda, kızın fotoğrafına çok benzeyen b i r
resmini çiziktirmiş, George'a göstererek << Un ut­
mak elimde mi sanıyorsun ? » diye bağırm ıştı .

Işte, uzay uçuşu için bu kadar istekli ve
h ı rs l ı olan Aleksandr Sneg, şimdi bu buzlu ge­
zegen için mücadele ediyordu. On u n tahrip edil­
mesine karşı koyuyor, bağı rıyord u :
<<Kupkuru bir ç ö l ! Bodur çalılar! E ğ e r buz­
lar ortadan kal d ı r ı l ı rsa, işte Sarı Gül böyle can.­
sız bir gezegen olacak! ötü topraklar, ölü kaya­
l ı klar.....
• 234 .
Buna nihayet Thael karşı çıktı :
n insanoğ l u herşeyi yapmaya m u ktedirdir.
Yapabileceği herşeyi yapar.ıı
uAma bundan başka şeyler de var, , d iye
devam etti Sneg. u D ü nya insanlarını bu güze l l i k­
ten yoksun bı rakmaya hakkımız yok. Anlam ıyor
musunuz?"
Çiziktirdiği resimleri masanın üzerine fırlattı.
Bazı ları yere döküldü. Bunlar, daha önce büyük
bir hayranl ı k l a seyrettikleri, fakat şimdi buzların­
dan başka birşeyini görmez oldukları Sarı G ül'­
ün renkli resimleriydi. Siyah-turuncu grup re­
simleri, üzerlerinde sis dumanları yükselen de­
rin rTlavi derecikler, buz kırı kları üzerinde k ı p ı r­
daşan altın sarısı kıvılcımlar ve yeşil bulut kü­
meleriyle sapsarı b i r gök ...
B i r sessizl i k oldu. Sneg'e cevap vermek bu
kez Kar'a düştü :
<< Hepsi güzel ama, sırf güze l l i k uğruna so­
ğuk ve ölüm sineye çek i l i r mi? ölü bir buz kit­
lesinin yararı ne?"
« Ö l ü değ i l , ıı diye başını saliayarak itiraz etti
Sneg. u Onun da kendi hayatı var. F ı rtınalar, akar­
sular, çalılıklar ... Herşey yavaş yavaş uyanıyor.
• 235 .

Acele etmemek gerek. Aksi halde yıldızı çöle


döndürürüz.,
" Çöl möl ol maz. Aksine tıpkı dü nyadaki gi­
bi engin mavi b ir okyanus meydana gelir. Geze­
genin üzerinde okyanus yaratacak kadar buz var.
Bir düşün Aleksandr! Buzlar eriyince çağlaya­
cak şelaleleri düşün ... Akarsu ları, gökkuşakları­
n ı düşün ... Evet, şu anda gezegendeki tabiatın
haşin görünüşü güzel. Ama hayat da olmalı. Za­
ten biz niçin buradayız? I nsanoğluna yeni dün­
yalar aramıyor muyuz?••
Ve sonra Thael yumuşak bir sesle ilave ett i :
" Kocaman b ir okyanus olacak. Ve de yeşil
ormanlarla kapl ı adalar . ..
" Peki ormanlar nereden gelecek? Bu kara
çal ı l ı klar ormana mr dönüşecek? n
« Ormanları da insanoğlu yetiştirecek."
<ı Bu kayalı klar üstünde m i ? ıı
Baştan beri sessiz duran George bu nok­
tada lafa karışmak gereğini duydu :
u Yan ı l ıyorsun Sneg. Antarktika'yı hatı rla. "
Sneg cevap vermeye n iyetleniyordu ki, son­
ra birden yenik düştüğünü hissetti ve:
« Pekala, pekala. Artık tartışmayı kesiye­
rum,•• dedi.
« H esaplara yard ı m edecek misin?••
« Her türlü işe varı m , ama benden hesap is­
temeyin. Matematikten nefret ederim ! 11

Çalışmalar çok uzun sürdü. Robotlar ve ba-
s ı nçla çalışan otomatik ölçücüler kullanıyorlar­
dı. N ihayet dört roketi, gezegenin etrafı nda yö­
rüngeye sokacak bir manyetik reg ü l atör şebeke­
si meydana getirdiler. Roketlerde otomatik p i lot
kullanamıyorlardı . Kar ve Larsen raketierin ka­
binlerine girerek iki defa uçuş denemesi yaptı­
lar ve cankurtaran elbiseleriyle son anda raket­
ten ayrılmanın imkanlarını araştırdı lar. N i h ayet
RE-202 yıldız yakıtı ile beslenen dört raket uçu­
şa hazır hale getirildi.
Eski tartışmalardan eser kal mamıştı. Alek­
sandr, büyük bir h ı rsla çalışmış, hatta suni gü­
neşlerden birisiyle i l g i l i hesapları d a bizzat yap­
mıştı. Genel hesapları ve kontrolü yapan Kar' ı n
dışında hepsinin ayrı b i r güneşi vard ı .
Çalışmaları n tamamlandığı son g ü n Magel­
lan' ı n müretlebatı kontrol istasyo n u n u n b u l u ndu­
ğu bağazda toplandı.
ıı Haydi. .. llkbaharı yaratahm,u diye Kar cid­
d i b i r sesle konuştu.
Thael de <ı haydi ileri, n diye ekledi.
<<Tamam m ı ? ıı
�<Tamam. Haydi ileril 11
Alarm veri ldi. üç ekran kör edici b i r ışıkla
aydınlandı. Sonra bu ekranlarda üç güneşin ışı­
nıyla ayd ı nlanan buz kitleleri ve dağlar belirdi.
Fakat dördüncü ekran hala ışıksız, donuk ve ha-
reketsizdi.
ır Benimki bu," d iye haykı rdı Sneg.
Evet dördüncü güneş tutuşmamıştı.
Hiç kimse ne o l u p bittiğini i l k anda anlaya­
mamıştı. Manyetik regülatörler sisteminde bir
hata olabilirdi. Belki de bir kum tanesinden daha
küçük bir meteoritin (*) çarpmasıyla bir arıza
olmuş ve güneş ateşlenememişti.
<< Ne oldu? Sarı Gü l'de de Antarktika kıtası
gibi bir buz kıtası o l acak. Eh fena d a ol maz, Adı
da 'Sneg Kar Platosu' olur,11 d iye bağı rdı Larsen.
Aslında kötü bir niyeti de yoktu. Alay etmek için
değil, tamamen iyi niyetle . söylemişti.
11 Hakikaten şahane birşey olu r, " diye Alek­
sandr kuru bir sesle tamam ladı.
Sonra uzun bir sessizlik oldu. Sneg'in yan-

(") 1\leteoroit: Göktaşı.


• 238 •

\ ı ş b i r hesap yap m ı ş o l abi leceğ i n i kimse düşün�


rnek istemiyordu. Ama Sneg, hatanı n kendisinde
olduğunu bil iyordu. Yoksa neden o n u n güneşi de
yanmas ı n d ı ? Magellan'a dönmüşlerdi.
" Rakete atlayıp, bir ·jet püskürteciyle regü�
latörler sistemini nötralize edeceğim,ıı d iye ka�
rarl1 bir şekilde konuştu Sneg.
« Yarın bunun m ü m kün olacağ ı n ı ispatlaya­
cağ ı m . Regülatörlerin kontrol sistemine müda�
hale edip, dördüncü g ü neş tutuşmak üzereyken
kaçacağı m . ıı
Larsen, elektro n i k beyni n kontrol tablosun­
da oturuyor. Sneg d e on a bu y9n i p roblem i n ve­
rilerini dikte ediyordu. Hesapları bitirdikleri za�
man sevinçle hayk ı r d ı :
ııGörüyorsunuz ki, işi yapmak nazari olarak
m ü m kün.ıı
« Evet, nazari o larak mümkün , , diye m ı n ı�
dandı Larsen. ıı Ama deli olma. Bu işin içinde
yanı p yokolmak da var."
" Haydi yafa l ı m artık, Sneg,» dedi George.
« Evet yata l ı m , ıı diye tekrarladı Sneg.
George, gergin havayı yatıştırmak için umut
verici birşeyler söylemek gereğ in i duydu:
• 239 •

« Hiç de fena değ H asl ı nda. . üç g ü neşte de


bu iş idare eder. «
Ama herkes bil iyordu ki, asl ında çok fenay-.
d ı , hem de çok, çok fena . . .
Yakıtları n ı n üç te i k i si n i k u lla n ıp bitirm işler­
di. Sadece dünyaya 250 yılda dönmelerini sağ­
layabilecek kadar yakıtları kalmıştı. Eğer bu işi
tam başarıyla bitirmaden dünyaya dönerlerse,
çok geçmeden arkada b ı raktı kları karlı gezegen
yeniden buzlarla kaplanacak ve ileride insanoğ­
lu tekrar bu gezegene geldiğinde buzları bir da­
ha eritmek zorunda kalacaktı. Bunun için yeni
güneşler yaratmak gerekecekti. Oysa herşeyi
halledip, hemen hemen sonuna yaklaşmışlard ı .
Eğer bu hata olmasaydı Magel lan' ı n mü retlebatı
dünyaya büyük bir müjdeyle dönecek, insanoğ­
lunun yaşayabileceği yeni bir gezegen hazı rla­
drklarını bildirecekti. I nsanoğlunun daha b i rçok
gezegeniere ihtiyacı vardı . Uçsuz bucaksrz uzay­
da yeni ileri karakollara, yeni sıçrama tahtaları­
na, daha uzak mesafelere, daha büyük ham le-
le re ...
Geceyarısı hepsi birden b i r alarm sesiyle
yataklarından fırladı lar. Hoparlörde Aleksandr
Sneg'in sesi duyuluyord u :
• 240 .
«Roketteyim. Sak ı n kızmayın bana. Kafa­
ma koydum, yapacağı m bunu!»
<< Sneg!» diye haykırdı George. «Yalvarırım
yapma! Yerin dibine batsın gezegen. Dünyayı
düşü n ! ıı
« B i rşey olmaz bana!»
«Yine kafa tutmaya başlad ı n . ıı
« Hayır.ıı
«Sneg! Geri dön, emrediyo ru m ! ıı diye ba­
ğ ı rdı Kar.
« K ızma be Kar ... Alt tarafı ben de kapta-
n ı m . ıı
«Ama gezegenin buzlar altında kalmas ı n ı is­
teyen sen değil miyd i n ? ıı diye sızianarak sordu
Larserı.
Sneg'den sadece bir kahkaha sesi geldi.
G ülüyordu.
« N e yapayım, Kar' ı n hatası... Okyanusu,
çağlayanları ve adaları öyle güzel tasvir etti ki.
N e de olsa ben sanatçıyım. Bütün bunların res­
m i n i yapmak için can atıyorum.ıı
Kar adeta söylediğine, söyleyeceğine piş­
man o l muştu.
«Videofonun düğmesini çevir,ıı dedi Thael.
Sneg düğ meyi çevirdi. Videofon ekran ında
• 241 .
birden Sneg'in yüzü belirdi. Kontrol cihazlarıyla
uğraşırken ı s l ı k çalarak, sakin görünmeye çalışı­
yordu.
George yine yalvaran bir sesle :
<• Ne o lur d ikkatli ol, n diye bağ ırdı.
Sneg kafası n ı sallad ı , hala ıslı k çal ıyordu.
<•Tam dünyaya dönecekken yap ı l acak iş m i
b u ? n d i ye sızianarak konuştu K a r. uYa güneş
enerjisi seni yakarsa?ıı
"Yakarsa ne olacak! Bu iş de bitmiş olur.»
Birdenbire duyulan motorların gürültüsü
konuşmayı kesti. Videofonun ekranı birdenbi­
re karıştı. Arada Aleksandr' ı rı kas ı l m ı ş ve çarpıl­
mış suratı göründü ve roket korkunç b i r hızla
i leri atı l d ı . öyle bir süratti ki bu, Aleksandr' ın
raketi son a nd a başka yön e yöneltmesi müm­
kün değildi. Hepsi, suratlarında bir dehşet ifa­
desi, so luksuz bekliyorlardı . Birdenbire korkunç
b i r alev parlad ı . Ve aynı anda videofonun ekr:T
n ı beyaza kesti. Dördüncü güneş de nihayet tu­
tuşmuştu. Ama ...

" Peki nasıl kaçabildin?ıı diye sordum A..
leksandr'a.
Hüzü nlü bir ifadeyle · baktı bana.
• 242 .
« I şte mesele de bu rada ya. Benim a d ı m Ge­
orge Rogov. Sneg kurtulamad ı . Dünyaya yakla­
şı rken gözlem pilotlarından bu çocuğun Alek­
sandr'ı bekledi�ini ö�renince allak bullak o l m uş­
tuk. öyle ya, yeryüzünde küçük bir dost, büyük
bir sabı rsızl ı kla ağabeyin i bekliyordu. Belki siz­
ler bunu h issedemezsi n iz. Fakat bizler gibi yıl­
larca dünyaya ve dü nyan ı n insaniarına özlem du­
yarak yaşamış olanlar için bu ne demektir, bilir
nl isiniz? Hele, dünyaya dönüşünüzde, b i ld i k ta­
n ı d ı k tek simayla karş ı l aşamayacağ ı n ı z ı da bili­
yorsanız! Tam üçyüz y ı l ! O zamanki isimleri bile
hatırlayamazsınız. Işte böyle bir ortamda bir kar­
deş çıkıyor. Çocuğu, on u n kendisine yak ı n birini
özlemesini gayet iyi anlıyorduk. Ama gerçe�i na­
s ı l söyleyecektik. l m kansızdı b u ! n
«Thael bu konuda hepim izden d a h a atik
davrandı. Dünyaya gönderdiğimiz mesaj, tam
bir hafta kazanmamızı sağlayacaktı.
«Ama Larsen'in aklına bir nokta takı lm ıştı :
'Bununla iş bitmiyor. Daha sonra ağiana ne di-.
yeceğiz?' diye sord u.
« Ben ço c uğ un ismini sord u m . Kar dü nya
ile temas ederek öğrenmişti, açıklad ı . Ismi söy-
• 243 .

lerkan bana tuhaf b i r şekilde baktı, fakat tek ke­


lime eklemedi.
(( Iniş raketlerimiz tam dünyaya iniş yapaca­
ğı sı rada enerji yetersizliğinden stop ettiği için,
cankurtaran elbiselerimizle yeryüzüne atladık.
Ortalık zifiri karan l ı ktı. Şafağ ı n ilk mavil i kleri ye­
ni yeni belirmeye başlamıştı. Herşeyi bütün. ay­
rıntı larıyla hatı rlayamıyorum. Nefis bir toprak
ve ıslak yaprak kokusu vard ı . Thael kara sura­
tını bir huş ağacına dayamıştı, yarı kara n lıkta
suratı p ı r ı l p ı r ı l parlıyordu. Larsen kendisini ye­
re atmış, 'Hey, bakı n ! Çimen, ot!' diye bağ ı rı­
yordu.
« Bense gözlerimi gözyüzüne d i kmiştim. Bir­
denbire şafağın parlak sarısı belirmeye başladı ,
gökyüzü mavileşti ... G ö k şarkı söylüyormuş g i ­
biydi. Sanki m ilyonlarca enstrümanla çalınan
bir müzikti bu. Tam tepemda ağır ağır ilerleyen
gül biçimi bir bulut kor gibi yanmaya başladı.
Sonra bütün varhğ ı m ı bir korku sard ı . Sakın
bunlar, Karlı Gezegen'deyken sık sık gördüğü­
müz aldatıcı rüyalardan biri olması n d ı . Bu ih­
timal, b i r elektrik şoku gibi sarstığ ı için, ken­
dimi çimenlerin üzerine atarak gözlerimi yum-
• 244 .

d u m . B i r çalıyı kökünden kavradı m. Sert ve


kuruydu.
« Birkaç saniye sonra çalıyı bı raktım ve göz�
lerimi açtım. Mavi g ö k yine şarkı söylüyordu. Ve
b u sesler arasında Larsen'in ç ı {l t ı klarını seçebi�
t iyordum. 'Bakın! Bakıni Yapraklar!'
« Sonra güneş yükseldi.
« H iç çimenlerin üzerinden güneşin yükseti­
şini seyrettiniz m i ? Çimenlerin ü�erine uzanarak
seyretmetisiniz onu, Çimenler, üzerlerinde bin­
lerce yıldızın yükseldiği inanılmaz güzel l i kte bir
ormanı andı m. Çiğ taneleri renk l i kıvı lcımlar gi­
b i p ı rı ldar.»

Naaı da, çimenlerin arasından güneşi_ sey­
rediyordu. Herşeyi gayet iyi hatırlayab i l iyord u .
Hatta, b i r kenarda parçalanmış «arı " uçağ ı n ı d a ,
hiçbir heyecan ve ürperti duymadan gözucuyla
seyredebil iyordu. Herşey gece yarısı karmaka­
rışık bir rüya gibi geçmişti. Inanılmaz bir rüya!
G ü neş, çimenliğin ucundaki yaprakların üze­
rine yükseldiği zaman Naal yerinden fırlad ı . Ba­
şı bir parça dönüyor, incinmiş omuzu sızl ıyord u .
Ama y i n e de şanslı olmalıydı. U ç a k ağaçlara
• 245 .

çarpı p parçal anı rken, anti-şok terfibatı kendisi­


n i yumuşak çimenlerin üzerine fırlatmış, düşer
düşmez de uykuya dalmıştı.
Etrafına yavaş yavaş göz attı. Nas ı l olsa
acelesi yoktu. Orman yüzlerce m i l l i k mesafeyi
kaplıyordu. Hafif rüzgarda ağaçların yaprak..
ları titreşiyordu.
Tam b u anda arkası ndan hayret ve sevinç
dolu bir ç ı ğ l ı k işitti :
" Bakı n ! Bakı n! .. Nihayet bir insan! n
Naal b i rden arkasına döndü ve gördüğü
manzara karşı sında adeta taş kesil d i ; mavi uzay
olblse l l adamlar vardı orada.
Kalbi güm güm vurarak haykı rd ı : ıı Magel­
lan'dan m ı s ı n ı z ? »
" Naal ! " diye t e k kelimeyle cevap verdi es­
mer, sarı saç l ı bir kozmonot.

" Ben onu diğerlerinden daha sonra farket-
timıı dedi George. «Ama çok acaip, sanki o n u bir
yerlerden tanıyormuşum gibi geldi b i rdenbire.
Belki de çocukluk g ü nlerirndaki kendi halimi an­
s ı m ıştı m. Evet orada, gömleğinin omuz kısmı
yı rtı lmış, yanakları n a kuru otlar yap ışmış, dizi
yaralanmış, sarı saç l ı bir çocuk bize doğru ç ı l-
• 246 .
g ı nca koşuyordu. Sonra kocaman kocaman açıl­
m ı ş mavi gözleriyle bana baktı. Anlaşılan ona
artık kendi ismiyle seslenmem gerekiyordu.
•• Birdenbire Kar beni omuztarımdan iterek,
'Haydi Aleksandr, kardeşini kucakla!' d iye ba­
ğ ı rdı.
" Belki de çok bencil davranm ı ştı m . Fakat
o anda Naal'ın benim gerçek kardeşim ol madığı­
n ı u nutuvermiştim. Yeryüzünde, size yakı n biri
tarafı ndan karşı lanmanın ne demek olduğunu an­
lamal ı s ı n ı z. üstelik, h i ç de beklemediğiniz bir
anda! Fakat zamanl a şu soru beyn i m i b i r kurt
gibi kemirmeye başlad ı : Acaba, buna hakkım
var mıyd ı ? ))
George'un ne demek isted iğini birden kav­
rayamamıştı m. Izah etti:
« Evet, Sneg sonunda g ü neşi ateşlerneye mu­
vaffak olmuş, böylece karlı gezegen i n bütün buz­
ları n ı eritebilmişti. Ş i m d i Sarı Gül, okyanuslar ve
bu okyan usların üzerinde şirin adac ı klarla kaplı­
d ı r. Naal'ı böyle bir ağabeye sahip olmak şere­
finden yoksu n bı rakmaya hakkım var m ı ? n
" ö l müş bir insanı m ı ? ıı
« Ölmüş bile olsa ..• )•
" George, )) dedim, « bU konuda bir yargıya
• 247 .

varmak gerçekten çok zor. Belki de Aleksandr'ın


hayatını teh l i keye atmas ı n ı n başka nedenleri
vard ı . Belki geri dönmek istemiyordu . . . O kız ... ıı
_George'un d udaklarmda bir g ü l ü mseme be­
lirdi. Herhalde çok budalaca bir soru sorduğum
kanısındayd ı .
« Hayır, dönmek istiyordu. Ç ü n k ü dünyayı
ç ı l g ı nca seviyordu. Dünyaya dönmeyi kim iste­
mez k i . ıo
Bir saniye sessizlik oldu.
u Eski bir şarkıyı sık s ı k ı s l ı kla çalmadan
edemezdi , " d iye devam etti George birdenbire.
uAma tamam ı n ı bilmiyorum, sadece birkaç keli­
mesin i :
< < Uzayın erişilmez karanlığında

« Minicik bir nokta da olsa,


«Dünyada yaşamak gibisi yoktur.
.. çocu�u hayal kırıklı�ına u �ratmamak, bir
ıı�abeyden yoksun bı rakmamak istedim. Ama
bu kez Aleksandr'ın o inan ı l maz yi�itliğini göl­
geledim. Bu yüzden dördüncü güneşin nas ı l tu­
tuşturu lduğunu hiç kimse bilemeyecek.ıı
<•Sen. de kendi ismind_en oldun değil m i ?
Şimdi herkes, George Rogov'un bu uzay sefe­
rinde kazaya uğrad ı ğ ı n ı sanıyor. ıo
• 248 .

ıı Benim is mimin değeri yok.>>


" Mademki isted in, sana bir tavsiyede b u l u­
nacağı m. B ı rak herşeyi olduğu gibi kalsın. ö­
nemli olan dördüncü g ü neşin sönmemesi değil
m i ? Dördüncü g ü neş d e tutuştuktan sonra, Na­
al'r da düşünmek gerek.»
" Tabii h i ç aklımdan çı kmıyor Naal. Ama �
Sneg'e yaptığ ımız haksı z lık ne olacak? n
ıı üzülme, birgün bütün insan l ı k nas ı l olsa
gerçeği öğrenir. Sen o şarkı n ı n sadece ü ç m ı s­
raın ı hatı rl ıyorsun. Ben daha fazlas ı n ı . U n utma
ki ben bir tari hçiyim. B u Venüs fatihlerinin şarkı­
sıdır. Son kıtası d a şöyledir:

« Bizim yolumuzu izleyenler, unutmayın:


« Eğer yeni yıldızlar yaratmışsak,
«Ne şöhret, ne de şan için yaptık bunu
«Yaptığımız herşey, sadece insanlık
içindi.»

« Ya Aleksandr' ı n a n ı s ı l Onun erişil mez yiğit­


l i ğ i n i n anıs ı l O, yaşayanlar için olağanüstü b i r
ö r n e k olabilirdi. B e l k i de b i r g ü n N a a l d a o n u
örnek alarak kendi güneşini tutuşturab i lird i . ıı
George'a bakt ı m . Itirazımı bekl iyordu san­
ki. Çünkü onu Naal'dan kopartmayacak, sonra-
dan kazan d ı � ı b u kardeşten yoksun etmeyecek
tek şey, bu gerçeği n açıklanmamasıyd ı .
« Belki haklı s ı n , n d e d i m . «Fakat, h a n g i gaze­
gende güneşini tutuşturacak Naal. Herşeyden
önce ona bir uzay kaşifi olmayı öğretmel i sin, ya­
ni önce herhangi b i r gezegene gidabi lecek du­
ruma ulaşma! ı . Bu senin ağabeylik görevin. Sen
yolunu göster, o d a kendi güneş i n i tutuşturur.ı'
Güneş batalı epey olmuştu. Enerji merke­
zinin kemerlerinden kopan yarımay, şimdi su­
ların üzerine yatmıştı.
Taşlarda yankı lanan ayak sesleriyle konuş­
mamız kesildi. Aslında konuşacak, tartışacak faz­
la birşey de kalmamıştı. Başlarıyla veda işareti
yapıp benden ayrı l d ı lar. Arkaları ndan baktım,
kozmonot, kardeşinin küçük elini sıkıca kavra­
mıştı.

önümde bir not defterinden kopartı lm ış ka­
ğıt parças ı n ı n üzerinde hiç kimsenin tarih i n i bil­
mediği bir altın dal du ruyordu. Ayrılmadan önce
Naal vermişti onu bana.
Yakında bizler de uzaym sonsuzluğuna atı­
lacaktık. Leda'ya. Valantin A mber'in esrarı henüz
_
• 250 .
çözü lememiş yıldızına b i r arkeologlar heyeti gön­
deriliyord u. Herhalde gidip gelmemiz uzun, çok
uzun zaman alacaktı .
Belki de 80 yıl sonra bizi de yeryüzünde kar­
ş ı l ayanlar olacaktı. Kimbil ir, belki yaşl ı biri, bel­
ki de yine bir çocuk ... Ve belki de o çocuk, ar­
kadaşlarına " AQABEYIM I KARŞILAMAYA G I D I­
YORUMn diye iftiharla benden sözedecekti.

V. KRAPIVIN
.�:·

You might also like