Professional Documents
Culture Documents
HAFTA
a. DERS İLGİLİ GENEL BİLGİLER, EVREN VE ANTİK UYGARLIKLAR
uygarlıklar tarihi dersi hemen hemen her üniversitede servis dersi olarak okutulmaktadır.
okulumuzda da ilk altı hafta 4 saat, sonraki sekiz hafta 3 saat olarak okutulmaktadır. ödevi vize, final
ve derse devam konuları haftalık ders uygulamasının girişinde mevcuttur. uygarlık, bir ulusun, bir
toplumun, fikir, sanat, ekonomi, bilim, mimari, sosyal ve siyasal yaşamıyla eriştiği düzey yani maddi
ve manevi varlıkların tümüdür. uluslararası bir oluşumdur. her ulusun kültürü yoluyla uygarlığa
katkıda bulunduğunu rahatlıkla söylenebilir. örneğin günümüzde çağdaş uygarlık olarak kabul edilen
batı uygarlığı, pek çok kültürün bir araya gelerek oluşturduğu zengin bir bileşimdir. bu uygarlığa
çinlilerin, yunanlıların, mısırlıların, türklerin, arapların, batılı ulusların ve daha pek çok ulusun katkısı
olmuştur. her kültür öncesi ve çağdaşı kültürlerden etkilenmiştir.
derslerde doğal olarak siyaset dışı olacağız. ancak devletimizin kurucusu olan atatürk’ten ve
uygarlık anlayışından sık sık söz edeceğiz.
uzaktan eğitim nedeniyle bu dönem dersimiz haftada bir saat olarak gerçekleşecektir.
b. EVREN
Mevcut bilgilere göre evren yaklaşık olarak 13.6 milyar yıl öncesinde meydana gelen büyük patlamaya
dayanmaktadır. Dünyanın oluşumu ise yaklaşık 4.5 milyar yıldır.
Samanyolu galaksisinde (gökada) 300 – 400 milyar gezegen mevcut. Samanyoluna benzer 200 - 250
milyar kadar galaksi var. Her birinde de 200 milyar ıle 1 trilyon gezegen bulunmaktadır. Bu durumda
gezegen sayısını ifade etmek için yeterli rakam bulunmamaktadır. Bilim adamları dünyadaki kum
taneleri çarpı 50 demektedirler.
Güneşin beş milyar yıl sonra söneceği tahmin ediliyor. Beş milyar yıldır yanan ve bir o kadar süre daha
yanacak olan güneş’in bu kadar süre enerji verebilmesi için bir gramında, bir gram dinamitin bir
milyon katı enerji olması gerekmektedir.
Güneş dünyadan 1 milyon 300 bin kat daha büyüktür. Samanyolu sistemi içinde bulunan vy canıs
isimli gezegen ise güneşten bir milyar kat daha büyüktür.
Güneş ve içinde bulunduğu samanyolunu aynı oranda küçültürsek güneş alyuvar kadar, samanyolu ise
abd kadar olmaktadır.
Evrenin yarı çapının 14 milyar ışık yılı olduğu tahmin ediliyor. Bir ışık yılı 9.5 trilyon kilometredir.
her gün ortalama 275 milyon gezegen doğuyor ya da yok oluyor.
Amerikalı ünlü gök bilimci carl sagan, soluk mavi nokta isimli eserinde, “en azından şimdiye kadar
bildiğimiz kadarıyla bu sistemde bizden başka bir yaşam, tek bir mikrop bile yok. Dünya yaşamı var
sadece” demektedir.
Güneşin bir saniyede yaydığı enerji toplanabilirse tüm dünyanın enerji ihtiyacı 500 milyon yıl temin
edilmiş olur.
Şu ana kadar bulunan en büyük karadelik dünyaya 12 milyar ışık yılı uzaklıkta ve güneşten 23 milyar
kat büyüklüktedir.
Şimdi çeşitli eserlerde evren ile ilgili ilginç bilgilere kısaca bakabiliriz:
STANİSLAV GROF – KOZMİK OYUN
-jüpiter en büyük gezegendir. Kütlesi dünyanın 400 katıdır. Bu kütlesi ile astroidleri kendsine çeker.
Jüpiter daha küçük olsaydı dünyada yaşam olmazdı. Güzeş sistemi astoidlerin gezinti alanı olurdu.
-dünya daha küçük olasaydı kütle-çekim alanı daha küçük olurdu. Böylece yaşam için gerkli olan
oksijen moleküllerini atmosfer içinde tutamazdı.
S-299 -roger penrose, “büyük patlama esnasında yaşama elverişli bir evrenin oluşması için gerekli
olan kullanılabilir enerjinin tam olması gereken miktarda olma ihtimalinin yaklaşık 10 üzeri 10 üzeri
12’ te bir olarak hesaplamıştır.
S-14 samanyolu yaklaşık 100.000 ışık yılı çapındadır. Saniyede 300.000 km hızla hareket eden ışık
samanyolunu 100 bin yılda geçebilir.
Geceleyin mantıken dünyanın aydınlık olması gerekirken karanlık olması hala açıklanabilir durum
değildir.
Dünyaya 500 milyon ışık yılı mesafede 12 galaksi, 225 milyon yıldız, 1 milyar ışık yılı mesafede ise 3
milyon galaksi, 250 bin trilyon yıldız bulunur. Everenin tamamında ise 300 milyar büyük galaksi,
toplam 10 milyar kere trilyon yıldız bulunmaktadır.
Güneşte saniyede 564 milyon ton hidrojen 560 milyon ton helyuma dönüşür. 4 milyar ton ise enerjiye
dönüşür. Bilindiği gibi yıldız, ışık ve enerji veren gök cismidir. Güneş, kendi yakıtını kendi nükleer
füzon yoluyla üretmektedir. Yıldızlar içinde bu açıdan benzersizdir. Gezegen ise dünya, mars, venüs
gibi gök cisimleridir.
S-152 -ayın yüzeyinin ne renk olduğu hala tartışma konusudur. Aya ayak basanlar ayın peynir yeşili,
sarımtrak ve kahverengi olduğunu ifade etmiştir.
S-54 – büyük patlamanın hemen ardından atom altı parçacıklar oluşmaya başladı. Evren genişleyip
soğuyunca bu parçacıklar bir araya gelerek atomları oluşturdular. Bu atomların oluşması için sıcaklık
ve basınç koşullarının tam ve doğru değerlerde olması gerekiyordu. Sıcaklık daha fazla olsaydı
atomlar bir bütün halinde duramaz, yüksek hızlı parçacık ve radyasyonun hengâmeli girdabında
paramparça olurdu.
S-191- bir iddiaya göre dünya’da yaşamın kendiliğinden ortaya çıkışı o kadar mucizevi bir olaydır ki
bir hurdalıktan güçlü bir rüzgâr çıkıp oradaki parçaları tesadüfen bir araya getirip bir yolcu uçağı
çıkarmasına denktir.
S-29 -samanyolu kendi ekseni etrafında bir tam dönüş hareketini 250 milyon yılda tamamlıyor.
S-43- newton’un yerçekimini bulması elmanın düşmesi ile değil de “ ay neden dünyanın üzerine
düşmüyor” sorusuyla ilgilidir. Newton, ışık, optik mercekler ve mekanik buluşlar yaptı.
S-12 – aya gönderilen roketten ilk anda çıkan enerji bütün k. Amerika’daki nehirlerin gücüne eşittir.
Apollo 8’in hızı önce saate 1000 mile, sonra 6000’e ve sonra da 25.000’e çıkmıştır.
S-44 – venüs, aşkın ve doğruluğun tanrıçasıdır. Ama mit aynı zamanda onu olumsuz bir yanına baştan
çıkaran cazibesine de değinir. Latince sözcüğün etimolojik kökeni “zehir” kelimesinkiyle aynıdır. Belki
de romalılar, venüs’ün örtüsünün altındaki zehirli cehenneme önceden işaret etmişlerdir.
S-95- güneşte toplam enerji üretimi her saniye patlayan 100 milyar megaton tnt’ye eşittir.
S-220 -ışık hızı saniyede 300.000 kilometreden çok veya az olsaydı herşey altüst olurdu.
S-19 kozmosta bir gezintiye çıksak, bir gezegene rastlama olasılığımız on milyar trilyonun trilyonda
biridir.
S-63 – bazı mevsimlerde kayan yıldızların sayısı çoktur. Bazı mevsimlerde azdır. Bu konuda herşeyde
olduğu gibi bir düzen söz konusudur. Yıldızlar dikkatlice gözlenirse ve yıllar boyuna durumlarındaki
değişiklikler nor edilirse, bu yıldızlara bakarak mevsimlerin gelisini not edebilirsiniz. Aynı zamanda
güneşin ufukta her gün doğduğu yeri gözleyerek yılın hangi mevsiminde bulunduğunu da
saptayabilirsiniz. Kendini bu işe verecek yetenekli ve dikkatli kişiler için göklerde yazılı bir takvim
bulma olanağı vardır.
S-121 – venüs yeryüzü günü olarak 243 günde turunu tamamlamaktadır. Ancak diğer gecegenlerin
tersine döner. Orada güneş batıdan doğar, doğudan batar.
S-139 evren ince ayarlıdır. İdeal bir hızla genişleyerek büyümüştür. Genişleme çok hızlı olsaydı
evrendeki maddenin tamamı, gökadalar, yıldızlar ve gezegenler halinde bir araya gelmeden dağılırdı.
Hız yeterli saviyede olmasaydı genişleme tersine dönerdi.
Evrenin erken dönemleri ne fazla kümelenmiş ne de fazla düzenli bir haldeydi. Tam olarak uygun bir
dağılıma sahipti. Evren başlangıçta biraz daha fazla kümelenmiş olsa, helyum ve hidrojen gökadalar
oluşturmak yerine kara deliklere dönüşürdü.
S-55 alber einstein, “fizik yasalarını geometriye referans vermeden tarif etmek, düşüncelerimizi
kelimeler kullanmadan anlatmaya benzer.”
-protonlar % 0,2 oranında daha fazla ağır olsaydı bozularak nötronlara dönüşür, atomların dengesini
bozardı.
24 ocak 2014’de büyük bir yıldızın patlaması teleskopla izlendi. Ancak bu patlama 12 milyar yıl önce
gerçekleşmiştir.
Eğer ay olmasaydı insanlık için en önemli değişim gün uzunluğunda yaşanacaktı. Dünya daha hızlı
dönerdi ve gün 10 saat olurdu. Ayın uyguladığı gel-git etkisiyle dünya dönüşünü 24 saatte tamamlıyor.
Stephan hawking, “büyük tasarım” isimli eserinde, “hesaplamalar gösteriyor ki güçlü nükleer kuvvetin
gücünde 50,5 lik bir değişiklik veya elektrik kuvvetinde yüzde 4’lük değişiklik bile her yıldızdaki bütün
karbon veya bütün oksijeni ve dolayısıyla bizim bildiğimiz anlamda hayat olasılığını ortadan
kaldırabilirdi. Evrenin kurallarını azıcık değiştirmek bile bizim varlığımızın koşullarını ortadan
kaldırıyor. Örneğin, ağer protonlar %0,2 oranında daha ağır olsaydı bozularak nötrona dönüşür,
atomların dengesini bozardı. Aynı kişi aynı eserde, “evrenin toplam enerjisi her zaman sıfır olmak
zorundaysa ve bir cisim yaratmak enerji gerektiriyorsa, bütün evren hiçlikten nasıl yaratılmış olabilir?
Çekim kuvveti gibi bir yasanın var olmasının nedeni budur” demiştir.
Evreni ortaya koyan enerjinin nereden geldiği henüz bilinmiyor. Bedenimizdeki net artı ve net eksi
elektrik yükleri arasında yalnızca % o, 00001 fark olsaydı beden parçalarımız uzaya savrulurdu.
S-32 görülebilen evrende kabaca bir tirilyon galaksi vardır. En büyük galaksiler birkaç trilyon yıldız
içerir ve yaklaşık bir milyon ışık yılı genişliğindedir. Neredeyse bütün büyük galaksilein merkezinde
güneşin ağırlığının bir milyon katı ya da daha fazla ağırlığa sahip devasa bir kara delik vardır.
S-33 bize en yakın büyük galaksiye andromeda adı verilir. Dünyadan 2.5 milyon ışık yılı uzaklıktadır.
Yaklaşık bir trilyon yıldızı vardır. Samanyolu’nun üzerine gelmektedir. 4 .5 milyar yıl sonra çarpacaktır.
İnsanın dünyada ortaya çıkışı, zaman, şekil ve bilim açısından tartışmalı bir konudur. Bir iddia bütün
canlıların bakterilerin evrimleşmesi sonucu oluştuğunu öne sürmekte, bitkilerin, sebze ve meyvelerin,
insanların, hayvanların bakterilerden evrim yoluyla oluştuğunu öne sürerken, başka bir iddia da bunu
reddederek yaratılmış yani tanrı kavramı üzerinde durmakta, evrimi reddetmekte, akıllı tasarım
görüşünü öne sürmektedir. Aynı tartışma evren için de geçerlidir. Kimi evrimcilere göre bundan 4
milyar yıl önce bakteriler bir raslantı sonucu ortaya çıkmış ve canlı türlerini ortaya çıkarmıştır. İfade
ettiğimiz gibi teist görüşü savunanlar ise buna karşı çıkmaktadır. Bilim ilerledikçe bu konudaki
tartışmalar daha da karmaşık bir hale gelmektedir. Ayrıca insanlık tarihi de çok tartışmalı bir konudur.
İnsanlık tarihini savunanlar içinde şu görüşler bulunmaktadır; insan maymun veya başka bir canlı
türünden 6-7 milyon yıllık bir süreçte ortaya çıkmıştır ve bugünkü homosapiens yaklaşık 80-90 bin
yıllık bir tarihe sahiptir. Bazı görüşlere göre ise insanlık tarihi yüz binlerce yıl öncesine dayanmaktadır.
İlk defa platonun ortaya attığı atlantis uygarlığı çok eskidir, bazılarına göre mu kıtası uygarlığı en az
250 bin yıllıktır, bazıları ise uzaylıların yüz binlerce yıl önce dünyaya geldiğini ve buradaki insanları
yönlendirdiğini öne sürmektedir. Dersimiz içinde bu konuya değineceğiz.
C. Antik uygarlıkları
2.hafta:
a. Mezopotamya uygarlıkları
Mezopotamya: güneydoğu anadolu'dan başlayarak, basra körfezine kadar uzanan, dicle ve fırat
nehirleri arasındaki bölgeye mezopotamya denir.
Mezopotamya; verimli topraklara sahip olması, iklim şartlarının uygun olması gibi nedenlerden dolayı
sık sık istila ve göçlere sahne olmuş, insanlar arasındaki kültür etkileşimi fazla olduğundan medeniyet
bu bölgede gelişmiştir.
Sümerler
Mezopotamya'da kurulan ilk devlet sümerler'dir. Tahminen m.ö. 4000’lerde kurulmuştur. Sümerlere
ait en önemli şehirler, lagaş, uruk, endu, kalde ve kaş'tı.
Sümerler, m.ö. 1950'de elamlar tarafından yıkıldı.
Çivi yazısını icat eden sümerler böylelikle tarihi devirleri başlatmış oldular.
Sumer’in ne anlama geldiği konusu henüz açıklığa kavuşmamış bir sorun olarak karşımızdadır. Ancak,
eski çağdan günümüze toplumlara isim verilmesi konusu genelde komşuları tarafından ve bir tek
isimle ifade edilmesi şeklindedir. Sumerler için durum farklıdır. Sumer belgeleri ve sumerlerden
bahseden eski çağ dünyasının diğer dillerinde yazılmış vesikalarda bu kavim adı hep sumerler olarak
görülmektedir. Fakat ilginç olan sumerlerin belgelerinde kavimleri için “kı.en.gı” ya da “kı.en.gır”
adının da kullanıldığını söylemeleri gerçeğidir. Bu kayıtlar bizim için çok önemlidir. Çünkü eski çin
kaynakları kırgızları “kıen-gun” yazılışı ile isimlendirmektedirler. Bu isimlendirmelerin birbirine
yakınlığı, sumerlerin bugünkü ırak bölgesine asya içlerinden gelmiş olma düşüncesini
kuvvetlendirmektedir. Bu görüşümüzü destekleyecek başka bulgularımızda vardır; rus arkeolog
nikolsky sumerlerin ana vatanı olarak türkmenistan’ı işaret eder. Bu ülkenin kurganlarından çıkarılmış
olan arkeolojik buluntular, sumer mezar buluntularıyla benzerlik gösterir. Bunun yanında mason
tarafından hazırlanmış olan arkaik sumer dönemi çivi yazılı semboller ile iran (ön elam dönemi),
güney türkmenistan ve hindistan (harappa bölgesi) belgelerinin paralellik göstermesi yine bizim
tezimizi destekler niteliktedir. Yani, sumerler asya içlerinden mezopotamya’ya gelmişlerdir. Yukarıda
bahsettiğimiz sumerlere verilen “kı. En. Gı” ya da “kı. En.gır” isimleri, bu bölgede henüz bu insanlar
yaşarken bize göre o bölgenin güçlü kültürlerinden çinlilerce verilmiş olma ihtimali dikkate
alınmalıdır.
Sumerler mezopotamya gibi çok mevsimli bir coğrafyada yaşamalarına rağmen kaleme aldıkları ve
mitolojik olarak anlattıkları belgelerde mevsim anlayışlarını “yaz” ve “kış” olarak ifade etmektedirler.
Yaz adını “emeş” karşılığı ile kış ise “enten” yazılışı ile ifade etmektedirler. Bu mevsim anlayışı, asya
bozkırlarında yaşayan kültürler için geçerli olacak bir kullanım şeklidir. Hakikaten o bölgede ya yaz
vardır ya da kış vardır. Ara mevsimler yoktur. Yine destekleyici bir diğer bulgu, sumerlerin giyim
kuşam tasvirlerinde, ayaklara kadar uzayan ve elleri tamamen kapatan uzun ve kalın bir giyim motifi
ile betimlemeleri onların soğuk bir bölgeden mezopotamya’ya geldiklerinin bir başka delilidir. Üçüncü
destek olgumuz ise sumerlerin ilk kaleme aldıkları yazılı belgelerde gök tanrı olarak ifade ettikleri tanrı
an’a çok büyük bir önem verdikleri bilinmektedir. Bu anlamda önemli şehirlerinden olan ur’da, m.ö.
3000’lere tarihlenen ve tanrı an’a adanmış olan tapınağın mimari özellikleri bizde asya bozkırlarındaki
türk ve budist inancına sahip kültürler tarafından yapılmış ibadet ya da kutsal mekânların çağrışımını
yapmaktadır. Bir diğer karşılaştıracağımız husus, hem mezopotamya’da kurulmuş olan sumer şehri
mari ile türkmenistandaki aynı ismi taşıyan mari şehirlerinin isim paralelliği ve türkmenistanda m.ö.
2000’lere tarihlenen bir eski tapınağın varlığı ve bu yapının sumer mabet mimarisi ile paralelliği
gerçeğidir.
Sumer uzmanları sumerlerin dilinin ural-altay dil grubuna çok benzediğini ifade etmektedir.
Gılgamış destanı
Tarihin en eski yazılı destanıdır. 56 kil tablete akad yazısı ile yazılmıştır. Sümer uruk kralı gılgamış’ın
ölümsüzlüğü arayışı anlatılır. Sümerlerin yaşayışını anlatır. Nuh tufanı anlatılır. Mö 2700 de yazılmıştır.
Akadlar
Akadlar, sami soyundan gelir.
Kısa sürede tüm mezopotamya'ya hakim olduktan sonra sümer medeniyetinin yayılmasını sağladılar.
Akadlar kültür ve uygarlık
Akadlar, sümer uygarlığını devam ettirerek m.ö. 2234-2150 tarihleri arasında büyük bir imparatorluk
kurdular. Tarihte ilk kez daimi ordu kuranlar akadlar olmuştur.
Asurlular
Asurlular, sami ırkına mensuptur.
M.ö. 2000'lerde mezopotamya'ya geldiler.
Başkentleri en önemli ticari merkezleri asur kentiydi.
Tüccar bir kavim olan asurlular, en çok anadolu'da ticaret yapmışlardır. Asurluların varlığına m.ö.
612'de medler, babilliler ve iskitler tarafından son verildi.
Asurlular kültür ve uygarlık
Asurlular daha çok anadolu'da yaptıkları ticaret ile tanınırlar.
Anadolu'da, asur pazar yerlerine karum denir. Büyük bir askeri imparatorluk kurdular. Güçlü orduları
ve şiddetli kanunları vardı.
En ünlü tanrıları asur'du. Mezopotamya'da ölümden sonra hayat inancı olmadığından, anıt mezarlara
hiç rastlanmaz.
Babilliler
Sami soyundan gelen amurrular'a babilliler denir.
Başkent babil olmak üzere m.ö. xıx. Yy'da mezopotamya'nın en güçlü devletini kurdular.
Birinci babil devleti'ni m.ö. 1594'te hititler yıktı
İkinci babil devleti'ni m.ö. 539'da persler yıktı.
Babilliler kültür ve uygarlık
Babilliler, kral hammurabi zamanında mutlak krallığa dayalı büyük bir imparatorluk kurdular.
Sümer kralı urukagina tarafından yazdırılan ilk kanunlardan sonra mezopotamya'da bilinen diğer bir
kanun ise hammurabi kanunları'dır.
Babilliler, astronomi çalışmaları yapmışlar, burçları bulmuşlar ve yılı 354 güne bölmüşlerdir.
Babillilere ait en önemli sanat eserleri şunlardı: hammurabi steli, babil kulesi ve babil'in asma
bahçeleri.
Hammurabi kanunlarının temeli kısasa kısastır. Örneğin, birinin gözünü çıkaranın gözü çıkarılır,
hırsızlık yapanın eli kesilir, babasını döven evladın iki eli kesilir, kemik kıranın kemiği kırılır.
B. Mısır uygarlığı
Mısır devleti
Eski mısır'ın tarihi m.ö. 3000 yıllarında başlar. M.ö. 333 yılında büyük iskender'in mısır'ı almasıyla son
bulur.
Mısır medeniyeti kültür ve uygarlık
Mısır'da monarşik-bürokratik devlet yapısı vardı. Devlet yönetiminde en tepede firavunlar bulunur,
firavunlar tanrının oğlu sayılırdı. Firavunlar tanrının oğlu olduğundan ilah-kral anlayışı görülürdü.
Vezirlik ilk kez mısır'da görülmüştür.
Mısırlıların en önemli tanrıları amon-ra ve ösiris'ti.
Mumyacılık ve tıp alanında ilerlemişlerdi. (avrupalılar 18 ve 19. Yüzyıllarda 20 milyon mumyayı kara
trenlerde yakmışlardır)
24 harflik hiyeroglif denen bir resim yazısı kullanılmıştır.
Mısır bilimini nil nehri'nin hareketliliği etkilemiştir.
Yılı 365 gün ve 12 ay olarak hesapladılar.
Matematikte ve tıpta ileri gittiler.
Önemli sanat eserleri:
Piramitler
amon tapınağı
Beni hasan mezarları
Labirentler
ingiliz matematikçi ve astronomist olan john taylor birtakım çalışmalar yapmış ve elde ettiği sonuçlar
howard vyse tarafından analiz edilmiştir. Bunlardan bazıları;
– keops piramidinin taban alanı dünyayı yataydan ikiye böldüğümüzde ortaya çıkan kesit alanı gibi
düşünülürse ve piramidin tabanı dünyanın yarıçapı üzerine oturtulsa, yüksekliği tam kutup noktasına
denk gelirdi. Yani burada kusursuz bir oran mevcuttur.
-keops piramidinin taban çevresini yüksekliğinin iki katına bölündüğünde tam olarak pi=3,1416 sayısı
elde edilmektedir.
– keops ve kefren piramitleri doğu-batı ve kuzey-güney sınırlarına öyle kusursuz yerleştirilmiştirler ki,
o günün koşulları düşünüldüğünde hayret verici bir durum olarak görülmektedir.
– keops piramidinin üçgen şeklindeki dört yüzeyinin toplam alanı, piramit yüksekliğinin karesine
eşittir.
– keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı tam olarak dünya ile güneş arasındaki
mesafeyi(149.504.000km) vermektedir.
– piramitler bir güneş saati olarak işlev görmektedirler. Piramitlerin ekim ayı ortasında ve mart ayının
başlangıcında yre düşürdüğü gölgeler, mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterir.
– keops piramidiyle dünyanın merkezi arasındaki mesafe, kuzey kutbuyla arasındaki mesafeye eşittir.
– piramit hangi firavunun adına yapıldıysa, kralın odasına yılda sadece iki kez güneş girmektedir.
Bunlar kralın doğduğu ve öldüğü günlerdir.
– piramit içerisinde bırakılmış kirli bir su, birkaç gün içerisinde arıtılmış hale gelmektedir.
– piramitin içerisine bırakılan süt birkaç gün bozulmadan kalabilirken, beklenmeye devam edilmesi
durumunda yoğurt haline gelmektedir.
– piramit içerisine koyulan bir bitki hiç ışık almasa da normale göre daha hızlı büyümektedir.
– açık bir yara, piramit içerisinde çok daha çabuk bir şekilde iyileşmektedir.
– gize platosu’ndan geçen boylam, denizlerle karaları iki eşit parçaya böler.
C. Anadolu uygarlıkları
Hititler
Anadolu'da ilk devlet kuranlar hititlerdir..
Hititler m.ö. 2000'lerde devletlerini kurdular. Hititlerin başkenti hattuşaş’tır.
M.ö. 1280'de mısırlılarla savaştılar.
Mısır savaşı sonunda tarihte bilinen ilk antlaşma olan kadeş antlaşması imzalandı.
Hititler, m.ö. 1200'de asurluların ve friglerin saldırısı sonunda yıkıldı.
Hititler kültür ve uygarlık
Hititlerde kralın yetkileri pankuş meclisi ile sınırlandırıldı.
Hititler, anayasa ile taht kavgalarını engellediler.
Hititlere ait en önemli sanat eserleri, alacahöyükteki sfenks, yazlıkaya kabartması ve ivriz
kabartması'dır.
Anadolu'da feodal bir tımar sistemi vardı. Hititler'in,güçlü orduları vardı.
Hititler, asurlular'dan öğrendikleri çivi yazısını kullandılar.
Hititler hiyeroglif yazısı da kullandılar. Hititler'in tanrılar için yazdıkları yıllıklara anal denir. Evliliği
sözleşmeye dayandırıp aile hukuku meydana getirdiler.
Hitit ülkesine bin tanrı ili denir.
Teşup ve karısı hepat hitit tanrılarıdır. Hititlerin diğer adı eti’dir. Kimi yerli ve yabancı tarihçiler
eti’lerin türk kökenli olduğunu belirtmiştir. Atatürk de buna inandığı için eti bank’ı kurdurmuş ve
anadolu’da 11. Yüzyıldan önce türklerin yaşadığını ifade etmiştir.
Lidyalılar
Lidya devleti m.ö. 687'de kuruldu.
Başkentleri sart'tı.
M.ö. 546 yılında persler'in saldırısı sonunda yıkıldı.
Lidyalılar kültür ve uygarlık
Lidyalılar mimaride ileri gittiler.
Kuyumculuk ve heykelcilikte ilerlediler.
Paralı askerlerden oluşan bir ordu kurdular.
Fenike harf yazısını kullandılar.
Tarihte parayı ilk defa lidyalılar kullandı.
Dünyanın en eski serbest pazar şehri sart'ı kurdular.
Sart'tan başlayan ve ninova'da biten kral yolu'nu yaptılar.
Kibele, artemis, zeus ve apollo gibi yunan tanrılarına taptılar.
urartular
Başkentleri tuşpa, yani bugünkü van'dı. M.ö. 1900’de kuruldu.
M.ö. 600 yılında iskitler ve medler'in saldırısı sonunda yıkıldı.
Urartular kültür ve uygarlık
M.ö. 1000 yılında kurulmuş, 7 – 8 yüzyıl ayakta kalmışlardır. Mimaride oldukça ilerleyen urartular, bir
çok kale, bend ve kanal yaptılar. Urartular'dan günümüze kadar gelen en önemli sanat eserleri, van
kalesi, çavuştepe kalesi ve altıntepe kalesi'dir. Urartular, çivi yazısını kullandılar. Urartu krallığı’nı
kuran insanların kimler olduğu hakkında başvurulması kaçınılmaz olan iki önemli konu vardır.
Bunlardan ilki ve önemlisi bu halkın konuştuğu dil veya diller, diğeri ise tanrılar aleminin oluşumu ve
bu oluşumdaki olası bölgesel etkilerdir.
Birçok urartu kralının bize bıraktığı yazıtlarda kullanılan urartu dili, her şeyden önce hind-avrupa dil
ailesine mensup değildir. Urartu dili türkçe gibi bitişken ve ergatif yapılı bir dildir. Urartu dili
incelenmiş ve en çok huri dili ile benzerlik gösterdiği görülmüştür. Yüksek bir uygarlığa erişmişlerdir.
Su kanalları, yollar ve baraj yapmışlardır.
3.hafta:
a. Yunan uygarlığı
Yunan(grek) uygarlığı mö
1200'lerde yunanistan'a gelen dorlar, şehir devletleri kurarak bu uygarlığı meydana getirdiler. Şehir
devletlerinin başında krallar, bunların etrafında da aristokratlar sınıfı meydana geldi. M.ö 7 ve 6 yy.
Aristokratlar (asiller), kralı devirerek idareyi ele geçirdiler(asiller yönetimi).
yönetimden memnun olmayan orta sınıflar ilk halde birleşerek aristokratları iktidardan uzaklaştırdı.
Böylece tiranlıklar oluştu. Yeni kanunlar yapıldı. Halk bir takım haklar elde etti. Bunun sonunda halkın
katıldığı demokratik meclisler kuruldu.
Tiranlıklar ilk defa iyonya'da görülmüştür.
orta sınıf (tüccar, sanayici, gemici, sanatkarlar) ticari hayatın canlanması ile meydana geldi.
Yunanistan da şehir devleti (polisinin) amacı halkın (yurttaşın) mutluluğunu sağlamaktır. İlk çağın en
demokratik devletleri eski yunanistan şehir devletleridir.
Atina: üç sınıf- soylular-küçük toprak sahipleri (köylüler), köleler vardı
ısparta'yı yaşlılar meclisi, atina'yı ise arhonlar (9 kişiden oluşur) yönetiyordu.
Atina ısparta rekabeti 27 yıl devam eden peloponnes savaşlarına neden oldu. Isparta üstün geldi.
Yunanistan’ da felsefe
Sokrat insanları doğru yola getirmek için mücadele etmiş, çok düşman kazanmıştır. Yargılanmıştır.
Eflatun; ideal devlet fikrini savunmuştur. Akedemia adlı ilk üniversitenin kurucusudur.
Tarihçilik
herodot: tarihçilerin babası kabul edilir. Ünlü historia adlı eserinde yunan tarihini yazmıştır. (mö 450
yıllarında yaşamıştır
tıp
hipokrat: her hastalığın bir sebebi olduğunu ileri sürmüştür. Günümüzde doktorlar hipokrat yemini
ile göreve başlarlar.
homeros: ilk destan yazarıdır (mö 8. Yy) eserleri: ilyada: truva savaşlarını anlatır; odessa: truva
savaşlarına katılan ithake kralının esaretten kaçışını konu edinir).
Trajedi ve komedi alanında ünlü isimler yetişti.
Halk: soylular (aristokratlar: büyük toprak sahipleri), tüccar ve sanayiciler, küçük toprak sahipleri
(köylüler) ve köleler olmak üzere 4 sosyal sınıfa ayrılırdı.
Köylüler: gelirlerinin bir kısmını aristokratlara verirlerdi. Geçinemeyince borçlanırlar, borçlarını
ödeyemeyince de topraklarını ve özgürlüklerini kaybederlerdi.
Tüccar ve sanayiciler: koloniler sayesinde zenginleştiler (orta sınıf)
köleler: hiçbir hakkı yoktu.
Ordu
kölelerin ayaklanmasından çekinen şehir devletleri, güçlü birer ordu bulundurmuşlardır.
Isparta'nın güçlü kara ordusuna sahipti. Krallığı devam ettiren tek şehirdir.
Atina; güçlü deniz ordusuna sahipti. Arhonlar yönetiminde demokrasiye geçmiştir.
B. Roma medeniyeti
Siyasi tarih
Romalılar bir imparatorluk inşa ettiler, fakat roma’yı yıkan yine kendi imparatorlukları oldu.
Bununla beraber, 6 yüzyıl batıda ve 1000 yıl daha doğuda yaşamaya devam eden, çağımız
avrupa’sında etkileri devam eden bir sistem kurdular. Romalıların uzun süreli başarılarının sırrı neydi?
Roma’nın gücü pragmacılıktı. Son derece pratik yaklaşımlarıyla, işe yarayan yöntemleri araştırdılar.
Başarılı olan ilkeleri kurumsallaştırıp yerleştirdiler. Böylece kendi hukuk ilkelerini yarattılar. Taşrada
kurulan koloniler romalılaştırma merkezleri oldular. Zamanla da her özgür erkek roma vatandaşı
haline getirildi. Romalılar tarihte iz bırakan toplumlar arasında en az fikir yürütenlerdir. Dehaları
tümevarımsaldı. İlkelerini deneyimlerden çıkardılar, işlediler ve görevlerini daima deneylere dayalı
olarak yürüttüler. Parlak mühendisler, mimarlar ve inşaatçılar olarak kollozyumu diktiler, metropolise
su sağlamanın yolunu bulup, bir imparatorluğu baştanbaşa yol ağlarıyla örebildiler. Ancak fen,
matematikle uğraşmadılar. İşte bu nedenle yunanlılara ihtiyaçları vardı. Bu birbirinin zıttı olan iki
uygarlığı birleştirdi: hem yunan’dı hem de romalıların bağlı olduğu değerler, bu dünyaya aitti. Onların
evreni yalnızca dünya merkezli değil, aynı zamanda insan merkezliydi.
C.çin uygarlığı
Çin medeniyeti
çinliler, barut, pusula, kağıt, mürekkep ve matbaayı ilk defa kullanmışlardır. Kendilerine özgü yazı ve
alfabeyi kullanmaları, ipekten kağıt üretmeleri onların kültürel alanda ilerlediklerinin göstergesidir.
İpek böceğinden kumaş elde eden çinliler dokumacılık alanında oldukça ilerlemişlerdir. Ayrıca
çin medeniyeti, porselen ve seramikleriyle de ün kazanmıştır.
Çin'de; budizm, göktanrı inancı, taoculuk ve konfüçyüs felsefesi inanç olarak görülmüştür.
Matbaa çinliler tarafından icat edilmiş, daha sonra avrupa’ya geçmişitr.
Bu bölgeye göç eden topluluklar, üstün çin medeniyeti içinde milli benliklerini
kaybetmişlerdir.
Çinliler, ipek yolu hakimiyeti için türklerle mücadele etmişlerdir. Bu mücadelelerin de
etkisiyle askerlik alanında türkler'den etkilenmişler ve atlı birliklerden oluşan ordular
kurmuşlardır. Türk akınlarını durdurmak isteyen çinliler, çin seddi'ni inşa etmişlerdir.
Çin’de m.ö 4. Yüzyılda yapılan tarım avrupa’da ancak 18. Yüzyılda yapılabilmiştir.
D.hint uygarlığı
Hindistan asya kıtası’nın güneyinde, hint okyanusu’na doğru uzanan büyük bir yarımadadır.
Hindistan’da ilk uygarlık, mö 4000’li yıllarda indus nehri boyunca ortaya çıkmıştır.
Doğal kaynakları açısından zengin olan hindistan, tarih boyunca bu özelliğinden dolayı birçok
kavmin istilasına uğramıştır. Bunlardan birisi de arilerdir. Ariler, mö. 1500’lerde orta asya’dan
hindistan’a gelmişler; siyasi, sosyal ve kültürel yapılarını bu bölgeye taşımışlar ancak burada
merkezi bir otorite sağlayamamışlardır. Bu nedenle hindistan “racalık” adı verilen küçük
prenslikler tarafından yönetilmiştir.
Ariler, hindistan’a gelmeleriyle birlikte “kast sistemini” bu bölgeye taşımışlardır. Kast, meslekleri
babadan oğula geçen ve aynı geleneklere bağlı bulunan çeşitli sosyal sınıflardan oluşan bir
sistemdir. Bu sistemde brahmanlar, din adamlarından, kşatriyalar, raca, asker ve asillerden;
vaysiyalar, tüccar ve çiftçilerden; sudralar, zanaatkar ve işçilerden oluşmuştur. Kast sisteminin
dışında kalanlar da paryaları meydana getirmiştir.
Hindistan’la ilgili ilk bilgiler “veda” adı verilen dini içerikli metinlerde geçmiştir. Ariler bölgeye
geldiklerinde vedaları geliştirerek hinduizme hayat veren brahmanizmin ortaya çıkmasını
sağlamışlardır. Farklı toplulukların brahmanizm dinine girememesi nedeniyle bu din hindistan’da
fazla yayılamamıştır. Hinduizm ve brahmanizm’den başka hindistan’da taoizm, konfüçyüsçülük,
manihaizm dinleri varlık göstermiştir.
E.pers uygarlığı
İran’da imparatorluk kuran persler (m.ö. 550 – 333), lidyalıları mağlup ederek anadolu’ya egemen
olmuşlardır. Anadolu’yu satraplıklara (eyaletlere) ayırarak ülke yönetimini kolaylaştırmayı
amaçlamışlardır. Haberleşmeyi sağlamak için ilk defa posta teşkilatını kurmuşlardır. Zerdüştlük
(mecusilik) dinine inanmışlardır. Ateş kutsal kabul edilmiştir.
4.hafta
A.türk uygarlığı
Türkler gerek islam öncesi ve gerekse islam sonrası önemli bir uygarlığın sahibi olmuştur. Bu uygarlık,
sanatta, kültürde ve bilimde kendisini göstermiştir.
türklerin uygarlığa katkısı uzun ve üzerinde durulması gereken bir konudur. Ancak bu katkıları kısaca
şu başlıklar altında toplayabiliriz:
-cabir bin hayyam (721-805) atomun parçalanacağını ve enereji çıkacağını ilk kez ifade etmiştir.
-biruni (973-1051) dünyanın durağan değil de hareket eden bir kütle olduğunu belirtmiştir. Ayrıca,
“cevherlerin özellikleri ve üstüne” isimli eserinde 23 katı ve 6 sıvının özgül ağırlıklarını doğruya yakın
bilmiştir.
-el battani, trigonometrik bağlantıları bugün kullanılan şekliyle formülleştirmiş, tamjant ve kotanjant
tanımını yapmıştır.
-ebubekir er razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak hayvan bağırsağını kullanmıştır.
-ibnü’l heysem optik bilimin öncüsüdür. Görme fonksiyonunu bilimsel olarak açıklamıştır.
-ibni cessar, cüzzam hastalığını buldu.
-ibni rüşd retine tabakasını buldu.
-harizmi sıfırı buldu.
-nasuriddin tusi, ilk trigonometri kitabını yazdı.
- gıyaseddin cemşid ondalık kesiri ilk bulandır.
-ibn-i sina “tıbbın kanunu” isimli eseri yazmış, avrupa’da uzun yıllar ders kitabı olarak okutulmuştur.
B. İslam uygarlığı
Araplar müslüman olduktan sonra 14. Yüzyıla kadar çok büyük bir uygarlık kurmuşlardır. Bu uygarlık
bilimde, düşün hayatında ve devletin kurumsallaşmasında kendisini göstermiştir. Özellikle yunanca
eserlerin arapçaya çevrilmesi, batının da bu eserleri arapçadan kendi dillerine çevirmesi reform ve
rönesansın ortaya konulmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca, ispanya’da yaşayan endülüs
müslümanları da bu ülkeden zorla çıkarılıncaya kadar büyük bir uygarlık kurmuşlardır. Ancak,
müslüman arapların kurduğu uygarlık, rönesans dönemindekine göre farklılık göstermektedir. Bu
farklılık da şudur: avrupa’da düşünce başta olmak üzere her alanda meydana gelen gelişmeler
1460’dan itibaren hızla ve çok sayıda basılan kitaplar sayesinde halka inmiş, halk tarafından
sahiplenilmiştir. Araplarda ise gelişmeler genel olarak halka yayılmamış, bilim ve fikir adamları
arasında tartışılan bir konu olmaktan öteye gidememiştir. Çünkü halkın eğitimine ve kitaba yeterince
önem verilmemiştir.
islam dünyasının geri kalma nedenleri
5.hafta
Avrupa uygarlığı
a. Avrupa’da rönesans öncesi durum
Rönesans öncesinde avrupa, afrika’dan sonra dünyanın en geri kalmış ve huzursuz cografyasına
sahipti. Bilim, eğitim ögretim, özgürlükler, sanat, kültür her alanda büyük bir gerilik içinde
bulunuyordu. Örneğin;
- dini yönden önemli sayılan insanların cesetleri parçalanıyor, çeşitli şehirlere gönderiliyor,
hasta olan kişilerin vucuduna değdirilerek iyileşeceğine inanılıyordu.
-farabi, ibni saina, el kindi ve razi döneminde batıda doğayı incelemek dine aykırı kabul
edilirdi.
-ispanya’nın ibni sina’dan esinlenerek geliştirdiği “gerçeğe inanç dışında akıl ile de ulaşılabilir”
anlayışı kiliseyi rahatsız etti.
1348-1350 yılları arasında kara veba avrupa’da nüfusun üte birini yok etmiştir.
-akıl hasatalarının kiliselerde bekletilerek iyileşeceğine inanılıyordu.
-cin kovma seansları batıda 1700’ler kadar yaygındı. Yaklaşık olarak da çoğunluğu kadın 100
bin kişi cadı olduğu gerekçesiyle öldürülmüştür.
-orta çağ zihniyetine göre her türlü zihinsel ve bedensel hastalık ilk günahların sonucuydu.
-papalık, görüşlerine aykırı davrananları ve konuşanları dinden aforoz ediyor ve çoğunlukla
da yakarak idam ediyordu.
-halkın her hangi bir hak ve hukuku mevcut değildi.
Ortodoks slav yazarlar tarafından cinselllik ayıp karşılanıyor, en iyi evliliğin cinsellik olmadan
sürdürülen olduğu iddia ediliyor, cinsellik şeytan işi olarak alğılanıyordu
Rönesans, kelime anlamı olarak yeniden doğuş demektir. Genel olarak rönesans, ortaçağ ve reform
arasındaki tarihi dönem olarak bilinir. 15 ve 16. Yy italya’sında batı ile klasik antikite (eski roma ve –
yunan eserlerinin incelenmesi) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını
sağlayan, antik yunan filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel
düşüncenin canlandığı, insan yaşamı üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın icadıyla bilginin geniş kitlelere
paylaşımının arttığı ve radikal gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Rönesans ilk başta sanat ve
bilimsel çalışmalarla güç bulmuş, ancak asıl gücünü ticaret ve coğrafi keşiflerle almıştır.
S-192 newton, aynı zamanda kendi üzerinde deney yapmaktan korkmuyordu. Bir keresinde görme
yetisi üzerindeki etkisini test etmek için gözünün arkasına bir şiş sokmuştu. Bir diğerinde ise
neredeyse kör olana kadar güneşe bakmıştı.
S-192 newton’un elma hikâyesindeki ağaç kesildi. Ama onun kökünden yeni ağaç çıktı. Newton,
elmayı düşüren neyse, ayı da yerinde tuttuğunu, dünyayı ve diğer gezegenleri yerinde tutup
hareketlerini düzenlediğini gördü.
S-196 newton, mısır gibi ilk uygarlıkların kendi zamanındaki insanlardan daha fazla şey bildiğine, antik
bilgilere sahip olduklarına inanıyordu. Yunanlıların bildikleri herşeyi mısrlılardan öğrendiklerine şüphe
yoktu.
Galileo olağanüstü bir mucitti. Pergeli, su saatini, yeni bir termometre türünü, teleskobu ve
mikroskobu icat etti.
-ikinci viyana kuşatması sonrasında kalan toplar eritildi. S. Etephan katadrali için çan yapımında
kullanıldı. Çana altı türk askerinin kesik kafası konuldu. 2. Dünya savaşı sonrasında baombardımanda
çan düşerek kırıldı.
1500’lerde almanya’da 200 civarında matbaa vardı. 1517-1530 arası m. Luther’in eserleri 400 bin
satmıştır. Matbaanın olduğu şehirler diğerlerine göre daha hızlı gelişiyordu.
İlk kuran latinceye 1542 yılında martin luther’in isteğiyle basıldı. Kuran türkçeye atatürk’ün talimatıyla
1934 yılında türkçe olarak laitn harfleriyle basıldı. Newton 1727 yılında öldüğünde cenazesini 2 dük,
üç kont ve lordlar taşımıştır.
Protestan mezhebinin kurucusu martin luther, hristiyanları hem çalışmaya hem de sermaye
biriktirmeye teşvik etti. Luther’den önce hristiyan dindarlığı maddi dünya işlerinden ayrı birşey gibi
görülmüştü. Zenginlere oranla fakirlerin daha çok cennete gideceğine inanılırdı. Dindar yaşamın
ödülü öbür dünyaydı.
1851’de manş’ı geçen ilk telefon hattı döşendi. 27 temmuz 1866’da ise ingiltere’den, abd kıyılarına
varan ilk telefon hattı tamamlandı. 1862’de ise avrupa’dan hindistan’a tamamlandı. 1880’e
gelindiğinde dünya okyanuslarından geçen toplam 97.568 milli kablo, ingiltere’yi hindistan, kanada,
afrika ve avustralya’ya bağlamıştı.
Kral fedinand ve isabella, engizisyon sayesinde ispanya’da müslüman ve yahudileri zorla hristiyan
yapmışlardır.
S-50 rönesan’ın bir yönünü oluşturan hümanizim, yakın geçmişten kopmak gerektiğini vurgulayan
italyan entellektüeller, sanatçılar ve yazarlar tarafından başlatılan bilinçli bir kültürel hareketti.
Rönesans sanatçı ve düşünürleri, hristiyan öğretilerini reddetmemelerine veya kiliseleden
ayrılmamalarına karşın laik ve maddi dünyayı daha fazla vurguluyorlardı.
S-58 rönesans döneminin kültür ürünleri, akdeniz’in her köşesine gemiler gönderen italyan tüccarları
ve bankerleri tarafından sipariş ediliyor ve satın alınıyordu.
S-59 madencilik de kapitalist bir girişimdi. Almanya ve bohemya’daki gümüş madenleri, batı
ingiltere’deki kurşun ve kalay girişimleri, ispanya ve isveç’teki bakır madenleri, ingiltere, polonya ve
doğu fransa’daki demir madenleri ile alp’lerdeki tuz madenleri yatırım olanakları ve işçilere iş
sağlıyordu.
S-77 kentlerdeki yoksul insanlar yemeklerinin çoğunu satıcılardan hazır olarak alıyordu. Ekmek, sebze
ve hatta lapa pişirmek bile mutfak araç ve gereçleri gerektiriyordu ve bodrumda veya tavan arasında
yaşayan yoksul insanların bu olanağı yoktu.
S-78 bedeni örtmenin de bir anlamı vardı. Çünkü, giyim bireyin cinsiyetini, sınıfsal statüsünü ve dinini
gösteriyordu. Kimin ne giyeceği bazen ototiteler tarafından belirleniyordu, şehir meclisleri ve diğer
yönetim organları genelgeler çıkararak insanlardan belli şekillerde giyinmelerini istiyordu. Yahudiler
kolaylıkla tanınabilmeleri için kıyafetlerine bir simge takmak ve belli renkte (genellikle sarı) şapka
giymek zorundaydılar. Fahişeler de kıyafetlerine sarı veya kırmızı şeritler dikmek, belli bir tür veya
renkte pelerin giymek ve saçlarını açık tutmak zorundaydılar. Soylu sınıfından olmayanların altın
takması, kürt veya bazı kumaşlardan yapılmış veya belli renklerde elbise giymeleri yasaktı, seçkin
kentli sınıfından olmayanların belli bir fiyattan pahalı elbise giymeleri yasaktı. Aynı zamanda yasalar
düğün ve vaftizlerde yapılacak harcama miktarını sınıfsal duruma göre belirliyordu.
S-297 1550 yılında yayınlanan bir genelgeye göre, erkek işçilere kahvaltıda çorba ve şarap, öğle
yemeğinde bira, sebze ve et, akşam sebze ve şarap verilirken, kadınlara kahvaltıda sadece çorba ve
sebze, öğle süt ve ekmek, akşamları yemek verilmiyordu.
S-319 tüccarların ve ustaların evlerinde çoğu şehirde nüfusun yüzde 15-30’unu oluşturan
hizmetkarlar çalışıyordu. Muhtemelen erken modern dönemde fransa’da yaşayan her 12 kişiden biri
hizmetkârdı ve bunların üçte ikisi kadındı. Çocuklar yedi sekiz gibi küçük yaşta köylerinin yakındaki bir
şehre gidip çalışmaya başlıyorlardı.
S-326 cellatlar genellikle iyi bir ücret alırdı. Fakat sevilmezlerdi. Şehir dışında yaşamaları zorunluydu.
Onurlu meslekleri olanlarla evlenemezlerdi.
S-402 çoğu şehirde para harcamayla ilgili yasalar da sosyal gruplar arasında kolaylıkla fark edilebilecek
ayırımlar yaratılmaya çalışılıyordu. Soylular ipek kıyafetlerinden, üniversite mezunu hekimler e
hukukçular kenarları kadife veya kürklü cüppelerinden, hizmetkarlar kaba, koyu renek kıyafetleri ve
önlüklerinden ayırt ediliyorlardı. Başka grubun kıyafetini giyen cezalandırılıyordu.
S-425 1556 yılında çıkarılan bir fransız kraliyet fermanında hamile kalmış tüm evlenmemiş kadınların
hamililiklerini resmen bildirmelerini ve gizlenmiş bir hamilelik veya doğum sonrası, bebekleri vaftiz
edilmeden ölen kadınların bebeğini gerçeketen öldürdüğüne dair bir kanıt olmazsa bile ölüm cezasına
çarptırılmasını emrediyordu.
S-443 1609 yılında ingiltere kralı ı. James parlamentoda yaptığım konuşmada “yeryüzündeki en yüce
şey monarşidir. Çünkü krallar sadece tanrının yeryüzündeki vekilleri olarak tanrının tahtında
oturmaktadırlar. Tanrı bile onları tanrı olarak adlandırmaktadır” demiştir.
S-9 14. Yy ilk ışıklarıyla birlikte başlayan italyan rönesansı yalnızca sanat ve bilimler açısından değil,
ekonomik kalkınma ve kapitalizmin doğuşu bakımlarından da modernitenin ortaya çıkışında bir
dönüm noktası olarak görülegelmiştir… kanımca bu rönesansın kaynağını çok daha geniş bir alanda
bulmak, yalnızca arap birikiminde değil, hindistan ve çin’den gelen etkili aktarımlarda bulmak
gerekirdi.
İşkence yaygındı. Sanık baştan suçlu kabul edilirdi. “insan acı hissettiğinde doğruyu söyler” prensibi
uygulanıyordu.
S-41 insanlar arasındaki eşitliğin sağlanmasında belki de en güçlü etkenlerden biri, ucuz gazete ve
kitaplarla, kitlelerin eğitilmesi olmuştur.
6.hafta
Avrupa ve sömürgecilik
67- kadim yunanlılar kendilerinden olmayan ve yunanca konuşmayanlara “bır bır bır” gibi ses
çıkardıklarını düşündükleri için barbar ismini vermişlerdir.
68-300 spartalı filiminde pazuları ve savaşçılıklarıyla ön planan çıkan spartalılar medni, persliler ise
barbar gösterilir. Halbuki o dönemde perler daha medeni ve gelişmişti.
68- ikinci yahudi -roman savaşı imparator hadrianus yahudi erkeklerinin sünnetini yasakladı. Yasak üç
yıl boyunca yahudilerin büyük bir isyanına neden oldu. Sonuçta binlerce yahudi öldürüldü. Köy e
kasabaları yıkıldı.
73- james mill’in oğlu john stuart mill’in medeniyet, barbarlık ve despotizim konularında görüşleri
şöyledir: “despotizim, barbarlara yönelik muamelelerde meşru bir yöntem şeklidir.
75- j.j. rosseau, ahlak ve erdemi, bilim, ilerleme ve medeniyet kavramlarının önüne koyar. Rosseau,
bilimler ve sanatlar üzerine söylev adlı makalesinde, “bilimlerin ve sanatların restrasyonu ahlaki
amellerin tekzip edilmesine katkıda bulunmuş mudur? Sorusuna cevap vermeye çalışır.
80-81- darwin, “doğal selleksiyonun medeniyetin ilerlemesine katkı olarak neler yaptığını ve
yapmakta olduğunu kabule yanaşmasan da sana gösterebilirim. Birkaç asır önce avrupalı milletlerin
türklerin tasallatuna girme riskiyle karşı karşıya olduğun, bugün ise bu fikrin ne kadar gülünç
olduğunu hatırla. Daha medeni olan kafkas ırkları varlık mücadelesinde bu boş türk tehdidini alt
ettiler. Çok uzak olmayan bir gelecekte sonsuz sayıda düşük ırklar bütün dünyada yüksek medeni
ırklar tarafından ortadan kaldırılacaktır” demiştir.
83- insanat bahçeleri 19. Yy.ın avrupasında dört ana unsuru bir araya getirmekteydi; sömürgecilik,
bilim, ırkçılık ve kamuoyu. İnsanat bahçeleri abd’de de popüler bir faaliyetti. 1904 yılında yapılan st.
Louis dünya fuarında filipin’in farklı kabilelerinden toplanmış binin üzerinde insan, 47 hektarlık bir
alanda sergileniyordu. İnsanlık adına yüz karası olan bu insanat bahçeleri furyası 20.yy ortalarına
kadar evam etti. 1958 yılında bürüksel’de yapılan dünya fuarında bir kongo köyü insanat bahçesi
formatında teşhir edildi.
110- lord curzon, “emperyalizim bizim için bir güç ve disiplin, başkaları (sömürgeleştirilenler) için
ahlaki ve maddi nimet kaynağı olan ilahi bir nimettir” der.
S-70 – yakın çağlardaki en büyük nüfus hareketi avrupalıların yenidünyaya göçlerinden sonra
amerika’nın kızılderili topluluklarının çoğunu esir alması, sayıca azalması ve büsbütün ortadan
kalkması sonucunda meydana geldi.
S-71- 1532’de ispanyol pizarro, peru’ya geldi. 168 kişiydiler. Topları ve tüfekleri vardı. 80 bin kişilik
yerli ordusunu tamamen imha ettiler. Kralı verdikleri sözün aksine öldürdüler. 5 metere eninde 7
metre boyunda2.5 metre yüksekliğinde bir odayı dolduracak kadar altın topladı.
S-101 -insanlık tarihi genellikle bir şeyler sahip olanlarla olmayanların arasındaki eşitsiz çatışmalardan
oluşur.
S-182- tolstoy’un büyük romanı anna kara-enina’nın meşhur ilk cümlesi, “mutlu ailelerin hepsi
birbirine benzer, mutsuz ailelerin mutsuzluğu ise kendine özgüdür.”
S-246- ispanyol kortes 1520’de meksika’yı ele geçirdi. Nüfusu 20 milyondu. 1618’de nüfus 1.6
milyona düştü.
-napolyon, 1799’da mısır mısır’ı istila ettiği zaman, çok sayıda eski yazıtı ülkesine götürmüş ve tarih
2000 yıl geriye gitmiştir. Mezopotamya uygarlıklarını batılı bilim adamları ortaya çıkardı.
Jack guady, tarih hırsızlığı isimli eserinde, “aslına bakılırsa avrupalıların kullandığı güneş yılının, islam
ve budist ülkelerde kullanılan aya ayarlı hesaplamalardan daha mantıklı hiçbir yanı yoktur”…ingiltere
uluslararası alanda egemen konuma geldiğinde, zamanın koordinatları londra’daki greenwich boylamı
çevresinde dönmeye başladı. Bunun bilimsel açıklaması yoktur… harita ve denizcilik alanında yapılan
ilk önemli gelişmele hep arap coğrafyacılar tarafından ortaya konulmuştur…zaman batıda çizgisel,
doğuda ise döngüsel olarak ilerler…yunanlıların demokrasi icat ettikleri fikri kuşkuludur.
-diğer tek tanrılı dinler gibi başlangıçta kilise de tiyatro, heykel ve din dışı resmi başta olmak üzere pek
çok sanata karşıydı.
-vasco de game, 1502’lerde kızıldeniz ile hindistan arasında geliş-gidişleri önlemek amacıyla çoğu
mekke’ye giden hacılardan oluşan insanların kulaklarını, ellerini kestikten sonra gemileriyle birlikte
yakıyordu. Kestiği burun ve kulakları alay olsun diye müslüman hükümdarlara gönderiyordu.
1662 -1807 yılları arasında yaklaşık 3.5 milyon afrikalı, ingiliz gemileriyle taşınan köleler olarak
yenidünyaya götürüldü.
Afrika, ingilizlerin iddiasının aksine ilkel olmaktan uzaktı. Geniş bir hoş görü mevcuttu. Afrika’da
yerliler arasında önemli çatışmalar yaşanmıyordu.
Nasıl olmuştu da 900 ingiliz memur, 70 bin ingiliz asker 250 milyon nüfuslu hindistan’ı yönetmişti.
İngilizler, uzak yerlerdeki savaşlara hintlileri, müslümanları, gurkaları göndermiştir. Bu konuyu ele
alan bir paradodide şöyle denilmiştir:
1880’i izleyen 20 yıl gibi kısa bir süre içinde 10 bine varan afrika kabile kırallığı, 36’sı doğrudan avrupa
denetimi altında 40 devlette toplantı. İnsanlık tarihinde daha önce hiç bir kıtanın haritası hiç bu kadar
köklü biçimde çizilmemiştir. Böylece 1914’e gelindiğinde habeşistan ve abd sömürgesi liberya dışında
bütün afrika, avrupa eğemliğine girdi. Üçte birini ingiltere kaptı.
İngiliz sömürgelerinde eğitim ve okul oranı diğer sömürge devletlerine göre 5 kat fazlaydı.
Batılılar, afrika’ya sadece tüfekle sızmadılar. Afrikalıların aynı ölçüde savunmasız oldukları tropikal
hastalıklara karşı da aşı geliştirdiler.
Batının gelişmesinde hala sömürgelerin etkisi vardır. Fransa sömürgelerinden yılda 350 milyar dolar
gelir elde ediyor.
Güneybatı afrika’da almanlar öldürdükleri yerlilerin kafasını cam parçaları vererek eş ve çocuklarına
temizletir, iskelet haline gitirirlerdi.
Kral ferdinand ve isabelle, engizisyon sayesinde yahudi ve müslümanalrı zorla hristiyan yaptılar.
Henru kissenger, şili’nin seçilmiş devlet başkanı allende’nin bir darbeyle devrilip öldürülmesi üzerine,
“bir ülkenin insanları komünizmi seçecek kadar sorumsuzluk gösteriyorsa biz buna demokrasi adına
sesszi mi kalacağız” demiştir.
Abd dışişleri bakanı medline albritht, 1998’de, “biz dünyanın en güçlü devletiyiz. Yer yüzünün en
önemli unsuru olarak dünyayı, çocuklarımızı, torunlarımızı ve bizim kuralalrımıza uyan diğer insanlar
için daha güvenli hale getirmek için her şeyi yapacağız” demiştir.
Batılı ülkeler afrika’daki sömürgelerinden 770 trilyon dolar gelir elde etmiştir.
1650 ile 1950 arasında 20 milyondan fazla ingiliz denizlerin ötesinde hayat kurmak için ingiltere’den
ayrıldı. Bu göç dünyanın kaderini değiştirdi. Bazı kıtalar beyaz oldu.
İngiltere, afrika’ya ticaret, uygarlık ve hristiyanlık götürdü. Ama bunu sömürerek yaptı.
1856’da habeş imparatoru 10-15 ingilizi tutuklattı. Bunun üzerine kraliçe viktoriya, habeşistan’a bir
ders verilmesi gerektiğine inandı. Dünyada kimse ingilizleri tutuklayamaz, bunun bedelini öder dedi.
Kısa sürede ingiliz ve sömürgelerden oluşan 20 bin kişilik bir ordu hazırlandı. Çok zorlu bir yolculuktan
sonra (kıyı ile iç kesim 650 km) habeşistan’a ulaşıldı. Kısa bir çatışmadan sonra iki bin habeş askeri
öldürüldü. Sadece 20 ingiliz yaralandı. Habeş imparatoru intihar etti. Kimse ingilizlere dokunamazdı.
Hindistan’da güçlü bir elit tabakanın ortaya çıkış nedeni eğitimdi. Hindistan’da toplam ingiliz nüfusu %
0, 05’idi.
Yeni delhi’deki ingiliz sorumlunun odasında şu yazı vardı: özgürlük bir halka tepeden inmez. Bir halk
kendi çabasıyla özgürlüğe kavuşmalıdır. Özgürlük ancak kazanıldıktan sonra yararlanılacak bir
nimettir.
Joseph chamberlain, “yumurtaları kırmadan omlet yapamazsınız. Barbarlık, kölelik ve batıl inanç
pratiklerini güç kullanmadan yok edemezsiniz” demiştir.
İngiliz salisbury, “ingiltere’nin sömürgelerde fena muamele yaptığını söyleyen ingilizler’e, “atalarımız
başka insanların haklarını gözetlemiş olsalardı, bugün büyük biritanya diye bir devlet olmazdı”
demiştir.
1863’te britanya bilim derneği, zencileri, maymun ile avrupa insanı arasında bir yerde kabul etmiştir.
Gandi’nin çoğu kez aracılarla dile getirilen ricalarına rağmen hint direnişi 1919 ilk baharında
pasiflikten çıkarak aktifliğe geçti.
S-153 granada’nın fethedilmesiyle yahudiler gibi müslümanlar da hristiyan ispanya sınrıları içinde
yaşamaya başladı. Başta ısabel ve fernado müslümanlara ibadetlerini yerine getirebilecekleri sözünü
verdi. Fakat kısa süre sonra zorunlu din değiştirmeler başladı. Granada’da en az 50.000 müslüman
toplu olarak vaftiz edildi. İslamiyetle ilgili arapça eserler yakıldı. Yahudiler ve müslümanlar kendilerine
kucak açan osmanlı devletine gitti kalanlardan yahudilik ve islam ile ilgili en ufak bir şey yapan
tutuklandı.
S-181 1580’lere gelindiğinde orta almanya’da, saksonya bölgesinde, kilise bölgelerinin yaklaşık yüzde
ellisinde erkek çocuklara, yüzde onunda kız çocukları için almanca öğretim yapan lisanslı ilkokul vardı.
1675 yılına gelindiğinde saksonya’da bu rakam erkek çocuklar için yüzde 94, kız çocuklar için yüzde
40’a çıkmıştı.
S-363 16. Yy.da kongo’da çok kişi hıristiyan oldu. Kongo’nun başkenti mbanza’da o kadar o kadar çok
kilise vardı ki, insanlar bu kente “çanlı kongo” diyordu.
S-364 keşifler sonunda 1515’de dominik cumhuriyeti’nde, 1600’de brezilya’da şeker fabrikaları
kuruldu.
S-365 köleler, afrika’nın içlerinden kıyıya kadar yürütülüyor ve orada kilitli kafeslerde gemilere
yüklenmeyi bekliyorlardı. Gemilere bindirildiklerinde güvertenin altındaki kirli ve berbat kokulu yere
istif ediliyorlardı. Tavan bazen oturamayacakları kadar alçak oluyordu. Yiyecek ev içecek çok azdı.
Kölelerin yarıdan fazlası yolculuk sırasında ölüyordu. Ancak daha sonra bunların sağ olmalarının
önemli olduğu anlaşılınca koşulları kısmen iyileştirildi.
7.hafta:
Osmanlı devleti
a. Genel bakış
Jean-françois solon – osmanlı imparatorluğu ve avrupa
S-192 osmanlı devleti için batılı modellere göre gemi inşa etmek, vasıflı ustabaşıların katkısını
gerektiriyordu. Bu nedenle imparatorluk tersheneleri akdeniz sahillerinde hırisityanlarla dolmuştu.
Venedikli, rodoslu, cenevizli ustalar sultanın hizmetine girmişti.
S-246 17. Yy.da batıda osmanlının olağan bir hasım ve bir merak konusu olarak görülmeye başlandığı
anlaşılır. Cehennemlik güçlerin arkadaşı olan cani barbara karşı alışılmış önyargılar yavaş yavaş
silinmektedir. Hırisityan ülkelerde türk korkusunun hala zihinlere musallat olduğu bir yüzyılda, rakip
karşısında hem çekingen hem de büyülenmiş bir tavır içine giren seçkinler türk modasını
geliştirmektedir. Sarıklı adam hala ürkütücü ama kıymetli bir düşmandır. Hala şeytan diye kınanır,
ama çekici ve zehirli bir cazibeye sahip şeytan söz konusudur.
S-253 osmanlı çinileri ve halıları da o dönemden itibaren holandaya ithal edildi ve türk motifleri ülke
sanatında, özellikle de delft atölyelerin eserlerinde esin kaynağı olmaya başlandı.
Türk tablolarına sahip olmak veya türk kıyafeti içinde potresini yaptırmak osmanlı sarayına ilgi ve
merakı tüketemedi.
S-260 viyana kuşatmasıyla avrupa kahve ile tanıştı. Türklerin bıraktığı kahve batıda ilk kez
kullanılmaya başlandı. S-261 türkler şeytandı.
Onların kahvesinden içmek dinden çıkmak anlamına gelirmiydi tartışması başladı.
S-262 avrupa’da türk köşkleri tarzında evler yaptırmak soylu ve zenginler arasında modaydı.
S-265 türkçe çiftlik kelimesi batı diline girdi. “tschifflik” veya “schifflique” deniliyordu.
S-297 bu halkın bizim ona yüklediğimiz barbarlık ününü hak ettiğini sanmıyorum. (lady montagu)
S-297 allah şahidim olsun ki dar’ül islam’da böylesine emniyetli ve adil bir yer yoktur. (viyana için –
evliya çelebi)
307 çiçek aşısı batıdan önce osmanlı devleti’nde kulanıldı. Batılılar bunu öğrendiğinde kafir türklerden
bunu alarak uygulamanın dine aykırı olduğunu tartıştılar. Sonunda aldılar.
S-348 kayınbiraderinin örneği çok hoşuna giden marie -antoinette, dairesine bir türk odası kurdurdu.
S-356 vaotaire; osmanlı imparatorlu’nu özü despotizimden ibaret bir yönetim olarak göre
tarihçilerimizin hepsi bizi aldattı.
S-24 -osmanlı devleti ne feodal ne teokratik bir devletti. Osmanlıyı feodal veya teokratik olarak
niteleyenler avrupa’daki durumun osmanlı tarihi için de doğru olduğu sonucuna varmıştır.
S-26- osmanlı halife padişahlığı bir kilise yada din hükümdarlığı değildir. O da feodal veya kapitalist
ekonomiye katılmamıştır. Bu iki ekonominin ektisi altına girdiği zaman da devlet mülkiyetine dayanan
ekonomik gücünü ve kaynaklarını birer birer kaybetmiştir. Fakat, osmanlı halife padişahlığı rejiminde,
din maslahat değil, devlet maslahatı başta gelir. Din adamları, hukukçu, öğretmen ve propagandacı
olarak, devlet maslahatının yani devlet gerekliklerinin görevlileridir. Bunlar ruhani bir görevde, bir
ruhban sınıfı değildirler. En üstün ruhani yetke makamı da yoktur. Bu rejimde islam dininin en üstün
yetkilileri kazasker ve şehyhülsilamdır.
S-26 din adamları kendi aralarında islam dininin bekçisi, koruyucusu, hatta halifesi oldukları inancını
yaşatmış olmakla beraber, gerçekte bu işte asla kendi başlarına olma yetkileri olmamıştır. Böyle bir
yetkiyi ancak devlet gücü kendilerini eyleme ittiği zaman uygulanabilirlerdi. Devlet işlerine çok
karıştıkları olduysa da bu karışma, inanç, doğma ve doktrin işlerinde değil, devlet işleri üzerinde ve
devletin ya isteği veya güçsüzleşmesi yüzünden olmuştur.
S-27 – ulemanın devlet ve dünya işlerinde kendi başına yargı yürütmek istemesi devlet gücünün çok
aşındığı zamanlarda olmuştur. Bir din devleti olarak islam devleti ideolojisini yürütmek osmanlı
tarihinde hiç görülmemiştir.
S-29 – osmanlı devletinin bir “halife -padişahlığı” haline gelmesi, kuruluşundan ancak 2 yy. Sonra
olmuştur. Osmanlı, hükmü altına aldıkları yerlerde zorla ya da inandırarak din değiştirmeye
girmemiştir.
S-36 islamın iki kaynağı olan kitap ve sünnette siyasal bir rejime temel olacak bir görüş yoktur.
S-46 -1562- 1598’e kadar fransa’da katolik -protestan çatışması iç savaş haline gelmiştir.
S-48 batılı bazı bilim adamlarına göre, osmanlı devleti’nin çekmekte olduğu mali sıkıntıların başlıca
nedeni, avrupa ile yaşanan ticaretin dengesizliğiydi. Avrupalılar osmanlının hammaddesini ucuza alıp,
işleyip yine osmanlıya pahalıya satıyorlardı.
S-50 – ibrahim müteferrika, macar, kalvenist fakir bir ailenin çocuğuydu. Asıl adı, ailesi bilinmiyor.
Savaşta osmanlıya esir düşmüş, istanbul’a getirilmiş, müslüman olmuş, kısa sürede devlet hayatında
yükselmiş, müslümanlığı savunmak için risale -i islam adlı kitap yayınlamıştır.
S-52 -servetus, katolik kilisesinin incil’i bozduğu, aslında hıristiyanlıkta teslis inancının olmadığını
belirtmiştir.
S-62 – müteferrika zamanında 14 yıl içinde 23 cilt olan 17 eser basılmıştır. Yılda ortalama 1.2 eser 850
nüsha basılmıştır.
S-63 – bostancı ocağına geleneksel olarak bosnalı devşirmeler alınırdı. Bunlar padişahın en sadık
kullarıydı. Muhafız alayıydı.
S-177 ulemeya karşı siyasi alanda 2. Mahmut’un olumsuz bir tutum takınmaya başladığını gösteren
olaylar çoktur. Ulemaya yalnız din işleriyle ugraşmanlarını, hükümet işlerinin yalnız padişahın mutlak
yetkisine ait bir alanda olduğunu bu eylemleriyle belli etmişitr. Örneğin, düşünülen vergiler, din
kurumunun izni olmadan haciz ve müsadere yapılması, vakıf işlerinin ele alınması, frenk adetlerine
karşı aşırı ilgi göstermesi gibi konularda şeyhülislam’ın verdiği muhtırayı yırtarak bu gibi işlerin yalnız
hükümdar yetkilerine ait olduğunu belirtmiştir.
S-178 -2. Mahmut döneminde bile hala cezalar yazılı olarak belirlenmemişti. Kadının vereceği cezada
suçlunun dini veya toplumsal yeri belirleyici oluyordu.
S-191 -osmanlıda askere alma düzensiz, bozuk ve haksız uygulamalara dayanıyordu. Moltke, askerlik
hizmeti yalnızca müslüman halkın sırtına yüklendiğini, çoğu kez 15 yıl gibi uzun süre tuttuğu için
askerlikten kaçmalar sık sık oluyordu. Moltke, osmanlıda subay verecek toplumsal bir sınıf yoktu der.
S-231 – 1862’den itibaren kız çucuklarının ortaöğretim görümeleri münkün olmuştur. İlk kez bir bayan
öğretmen atamsı1873’de yapıldı. Kadınların okul yönetmine atanması 2. Abdülhamit zamanında oldu.
1914 yılında dini mahkemelein denetimi şeyhülislam’ın elinden alınarak adalet bakanlığına verildi.
S-147 son araştırmalar göstermiştir ki, 2. Abdülhamit dönemi, siyasette batı fikrlerine karşı olmakla
beraber, kültür ve eğitim alanında büyük atılımların olduğu bir dönemdir. Sivil batıcı eğitimin
genelleşmesi gibi.
Kanun-u esasi’nin ilanı, öncesinde senedi ititfakın zaten cumhuriyete geçişin işaretleriydi.
S-37- osmanlı imparatorluğunda yahudi ve hristiyanlar, dini ibadetlerinde, çocuklarını istedikleri gibi
yetiştirmekte ve evlilik konularında büyük oranda özgürdüler. Müslüman olmayanlar hükümete daha
fazla vergi veriyorlardı.
8.hafta:
S-76- türklerin veya k. Afrikalıların hamamları, eski roma hamamlarından başka bir şey değildir.
S-90 deniz üzerinde dolaşana aittir ve bugün hemen hemen hiçbir müslüman denizciliği yoktur.
S-103 -müslüman ülkeler ilk devrim olan endüstri devrimini ıskaladıkalrı için geriye düştü.
S-124- 16. Yy.da istanbul haset edilen bir yerdi. Süleymaniye cami planı avrupa’ya ihraç edilmişti.
S-125 – çoğu zaman reddedilen ama gerçek bir ihişama sahip olan tük uygarlığı (osmanlı) tarihçilerin
çalışmaları sayesinde yavaş yavaş su yüzüne çıkmaktadır.
S-210 -m.s. 130 yılında, büyük okulda buda’nın 1800 öğrencisi ve 30.000 dinleyicisi bulunmaktaydı.
Sorular tahtadan fişlere yazılıyordu. Adaylar bunların üzerine ok atıyordu. Ve hangi tahtaya isabet
ediyorsa sınava ondan giriyorlardı.
S-368 – rönesans ve humanizma, insanın birey olarak saygınlığını, yüceliğini savunmakta, insanın
zekasını, kişisel gücünü övmektedir.
S-369- xvıı. Yüzyılda “herkesin çıkarına” adı altında toplumda yarasız görülenlere karşı bir sindirme
hareketi başlamıştı. Onları hizaya getirme amaçlanmıştı. Fakir sayısındaki kaygı verici artış, kendini
dilencilik, serserilik, hırsızlık biçiminde gösteren bu fakir sayısındaki artış, zorunlu bir takibata yol
açmıştır. Paris parlamentosu daha 1532’de, kentteki dilencileri “ikişer ikişer zincire vurulmuş olarak
lağımlarda çalışmaya zorlamak üzere tutuklattırmıştır.
S-382- eugena delacroix (31.01.1850) “sizi yüceltecek hiçbir şeyi ihmal etmeyiniz”
S-382 – gilson, “rönesans humanizması özü itibariyle ortaçağdır. Daha fazla insan değil, daha az
tanrıdır.”
S- 397- protestan her zaman tanrıyla başbaşa yalnızdır. Deyim yerindeyse kendi dinini oluşturabilir,
onu yaşayabilir.
S-65- finikilelerin ataları kenaneli kabilelerinden samilerdi. Finike, suriye’nin, lübnan’ın ve flistin’in kıyı
bölgelerini kapsıyordu.
S-73-74 -pers, tarihin ilk imparatorluğudur. Pers, med yıkıntıları üzerine kuruldu. Bunların rusya’nın
güneyinden geldiği sanılmaktadır. Atı onlar evcilleştirdi. Pantolonu med’ler buldu. Darius olağanüstü
bir kraldı. Müthiş örgütçüydü.
S-95 -babiller, fenikeliler, araplar gibi ibraniler de sami ırkındandı. Yahudi ulsunun babası abrahamdır.
4000 yıl önce sümer’den ayrılarak kenaneli’ne gelen ibrahim, uzun süre düşündükten sonra tek tanrı
inancını ortaya koyar.
S-25 – sömürgeci düzenin sürdürülmesi amacıyla tezgâhlanıp sunulan bir yamyamlık masalını sanırım
çoğumuz anımsarız. Jomo kenyatta, kenya’da bağımsızlık savaşı açtığında gazeteler mau amuları,
insan eti yiyen yamyamlar olarak göstermişti.
S-41 -roma’nın gerçek mirasçıları italyanlar olmuştur. Bunun gibi, dilleri latinceden gelen bazı
halkların da roma’nın mirasçıları arasında sayılmalı. Rumenler, ispanyollar, potekizliler, belçikalılar,
isviçreli ve fransızlar.
S-78 -aztek uygarlığı sanatta çok ileri gitmişti. Halı, tabak, deri kıyafetler, polis ve posta teşkilatı vardı.
Aztek’in ispanyolları şaşırtan bir başka yönü de namus ve ahlak anlayışlarıydı. Kimse evinin kapısını
kilitlemiyordu.
S-87 -saksonya’da doğan protestan mezhebi kurucusu luther, kurtuluşun ancak iman ile
sağlanacağına inanıyordu. Bundan dolayı günahların satın alınabileceği kanısını veren (af belgesi)
endülüjans satışı dolayısıyla papalığa karşı bir mücadele açtı. Papanın yanılmaz olduğu ilkesini
reddetti.
S-160 -amerika’da kiliseler devletten bağımsızdır. Egemen din hristiyanlıktır. Mezhep de
protestanlıktır. Nüfusun üçte ikisi protestandır.
S-41 – günümüzde hint -avrupa dillerini konuşanlar hint altkıtasının siyahileridir. Siyahilerden kuzey
avrupalılara kadar geniş bir yelpazeye yayılmaktadır
S-89 -bugün ortadoğu’da yaşayan halklar hint-avrupa, hami-sami -kafkas ve altay dil ailelerine giren
diller konuşurlar. Hint-avrupa dillerine yazılı kaynaklarda m.s. 4. Yyy.dan beri bilinir. Ermenice,
modern iran (oset -peştu) ve batı iran dilleri (farsça, tacikçe, kürtçe, bellenci, tatça ve talişçe) temsil
edilen diller girmektedir. Hami-sami dilleri ibranice ve arapçanın güney lehçeleridir.
Kafkas diller; gürcüce, laz, svan, abaza, adige, dağıstan dilleri kapsar.
Altay dilleri; türkçe, azerice, türkmence, özbekçe, kazakça ve kırgızca ile bazı küçük dilleri kapsar.
S-173 -baks- kafkas akrabalığını öne süren ilk dil bilimcilerden biri rus bilim admı n.y. marr’dır. Marr
kuramında, içine bazı kaybolmuş küçük asya, pelosg, etrüks dilleri ve ayrıca baskçayı olduğu gibi,
kartvel, abhozo-adige, naklı ve dağıstan dillerini de alan ve yosef dilleri dediği bir dil ailesini kabul
etmişitr. Lafon da kafkas ve bask dillerinin akrabalığını savunmuştur.
S-175 -kafkas dillerinin önde gelen uzmanlarından biri olan yu v. Zytsar’ın baskça’nın eski doğu
dilleriyle ilişkisini öne sürmesi, önemli sonuçlar doğurabilecektir. Baskçanın söz dağarcığı ile hattice,
hurri-urartuca, sümerce ve elamca arasında bazı benzerlikler bulunmaktadır.
S-177 -hubschmid, bask dillei ile altay-ural dilleri arasında yapısal benzerlik olduğunu idida etmişitr.
-bugün var olan hiçbir uygarlığı, daha önce katettiği yolları, eski değerlerini, yaşanmış değerlerini
bilmeden onu tam anlamıyla tanımak mümkün değildir. Bir uygarlık her zaman bir geçmiş, yaşayan
belli bir geçmişitr.
-batı’da mezar üstü, doğu’da ise gömme âdeti ve modeli öne çıkmıştır.
-napolyon, 1799’da mısır mısır’ı istila ettiği zaman, çok sayıda eski yazıtı ülkesine götürmüş ve tarih
2000 yıl geriye gitmiştir. Mezopotamya uygarlıklarını batılı bilim adamları ortaya çıkardı.13. Yy. Da
çin’de dünyanın en gelişmiş tarımı yapılıyordu.
-kumaş üretimi 10. Yy. Da avrupa’da görüldü. Çin’de en az beş yy. Erken görüldü.
-çin bilim külliyatı 1400’lerde yazılmaya başlandı. Günümüzde 10 bin cilte ulaştı.
Valtair, “eğer bir filozof dünya üzerinde olup biteni anlamak istiyors önce bütün sanatların beşiği,
batının herşeyi borçlu olduğu doğuya yüzünü dönmelidir” demiştir.
Fuat sezgin, “7. Yy.dan itibaren müslümanlar bilimi yunanlılardan ve hintlilerden aldılar.
Müslümanalrın bir meziyeti vardı. O alışlarında yahudi olsun hristiyan olsun ne olursa olsun bilim
insanlarını hoca olarak kabul ettiler. Müslümanlar daha sonra ilimde yaratacı oldular. Yeni şeyler icat
ettiler.
Ömer hayyam’ın kimya üzerine olan eseleri 18. Yy.a kadar avrupa’da okutuldu.
İbni sina’nın kıymetli taşlar isimli eseri avrupa’da çok satsın diye aristo adına basıldı.
S-25 19. Ve 20. Yüzyıllarda japon dediğiniz, önce gözünü ameliyat ettirerek başlamıştır. Avrupalıya
benzemek için kısık gözünü ameliyat ettiremk bugün kolay olabilir ama 50-60 yıl önce bunun bir
çılgınlık olduğunu söylemeye gerek yoktur. Bu ameliyatlar halen devam ediyor. İtanlı hanımlar
arasında burun ameliyatı, bizde ise şarışınlık. Sevseler de sevmeseler de japonlar batı müziği dinliyor,
batılılaşıyor.
S-28 japonya birden batılılaşmıyor. Japonya’da 16. Yüzyıldan beri babadan oğula geçen bir meslek
var. Mütercimlik. Bunlar kitap çeviriyor. Her kitabı çeviriyor. Ona göre kadavra da kesliyor ve anotomi
yapılıyor. Ama o sırada rusya’da kadavra olayı yok. Türkiye’de ise hiç yapılmıyor.
S-29 türkiye’de hukukun romanizasyonu tamam bir asırlık süreç. Bir toplum, ticaret hukukunu, içi
ticaretini, denizcilik hukukunu, deniz ticaret hukukunu alabilir. Osmanlı devleti, franszı ceza
kanunlarını aldı, ama islam ceza hukuku olan “ukubat” ile avrupa ceza prensipleri, ikisi bir arada
yürüdü, bu bir düalizimdi.
S-31 ııı. Ahmet devrinde yaşanan bir olay var. Barut patlatılıp gülle atıldıktan sonra top çok kirleniyor.
Barut atığı içini dolduruyor. Birkaç atıştan sonra top tıkanıyor. Namlunun temizlenmesi lazım. Yoksa
ters atış olabilir. Her fırça temizlemiyor. Sert kıl lazım. Ancak domuz kılı temizliyor. Bu büyük bir
mesele oluyor. “islam ordusunun toplarını domuz kılıyla mı temizleriz” diyerek mesele çıakrıyor bazı
gruplar. O sırada camiler de domuz kıllı fırçalarla boyanıyor. Aslında rahatsızlık yaratan domuz kılı
değil. Değiştirilmek istenen sistemdir.
S-31 15 yy.da viyana ve venedik’te o zaman arap harfli matbaalar var ve türkçe kitap basılıyor. Arapça
ve türkçe incil basılıyor.
S-35 evliya çelebi sayesinde birçok kafkas lehçesini kaydetmişitr. Bazı kafkas lehçeleri kaybolmuş
neredeyse. Filologlar dört elel sarılıyor yazdıklarına. Keşke arap harfleriyle yazmasa, çünkü sesliler
olmadığı için her zaman vermiyor fonetik karşılığını kaydettiği kelimelerin.
S-36 viyana bozgunun ana sebebi bizim ordumuzun ricat etmeyi bilmemesidir. Ricat disiplinli
orduların işidir. Mesela romalılar bilir. Bizim ordularımız ise savaş gücü yüksekti, çarpışmayı bilirdi.
Ricatı bilmezledi.
S-40 osmanlıların hilafeti mısır’ın fethinden sonra emanet- i mukaddes ile birlikte aldıkları efsanedir.
Bu uydurulmuştur. Kaynarca anlaşmasıyla osmanlı kendisine halife demeye başladı.
S-63 selçuklularda komutanların büyük çoğunluğu türktü. O nedenle askerin dili türkçeydi. Son devir
osmanlı vesikalarında bile “arabistan ordusunda hemcinslik çoğaldı” deniyor. Demek ki arabistan
ordusunda arap sayısı artıyor. Bu nedenle “anadolu’dan türk asker getirilmesi emredilyor” yani
orduda türk etnik unsurunun ağırlık kazanmasına her zaman dikkat edilmiştir.
S-66 balkan savaşında bile selanik’e giren yunan ordusunun ilk işi yahudi mahallerine saldırarak
yahudileri öldürmek oldu.
S-70 balkanlarda müslüman olan unsurlar kendilerini türk olarak ifade eder.
S-269 10. Yüzyıldan itibaren çin’in bilim ve teknolojide bir devrim yaptığı aşikardır. Demircilikte ve
ipekcilikte dünyanın ilk makineleşmiş sanayisini kurmuştu. Tekstil üretiminde ipeği bükmek için yeni
amkineler geliştirildi. 13. Yy.da büyük ölçüde kenevir üretiminde de makine kullanılmaya başlandı. 7.
Yy.da ağaç baskı bloklarıyla basımcılık yapılıyordu.
S-277 m.s. 1200’de çin dünyanın en büyük donanmasına sahipti. Bu gemiler 500-600 yolcu
alabiliyordu.
S-294 tarihsel açıdan bakıldığında, italyan rönesansı açıkça benzersizdi. Bununla birlikte, toplumbilim
açısından, bu yalnızca avrupa’ya özgü bir deneyim olarak değil, her okuryazar kültüründe gerçekleşen
daha kapsamlı bir olaylar grubu olarak değerlendirlmelidir.
S-38 yunanlıların matematiğe karşı olan tavrı, babillilerin ve mısırlılarınkinden çok farklıydı. Bu
kültürel matematiği büyük ölçüde uygulamalı görmüşlerdi. Buradaki uygulamalı sözcüğü bir piramit
içindeki boydan boya hava bacalarının hizalanması anlamını taşırdı. Öyle ki ölü firavunun ruhu sirius
yıldızı doğrultusunda uçup gidebilsin.
9.hafta:
Uygarlık yaratmada insan aklının ve beyninin kullanılması
Beyinde 100 milyar nöron var. 100 trilyon sinaps adı verilen bağlantı var. Glia adı verilen hücrelerin
sayısı katrilyona yakın.
Bir saniyenin milyarda birinin milyarda birinde inanılmaz miktarda veriyi işleyen beynimiz var.
Yunus doğunca yüzer. Zebra doğduktan 45 dakika sonra koşar. Ancak insan gibi yeni bir bölgeye uyum
sağlayamazlar. İnsan her ortamda yaşar. Nedeni ise beynin çok eksik gelişimli doğmasıdır.
Ergenlik ve gençlikte öz değerlendirme, benlik duygusu, kendinden emin olma duygusu çok yüksektir.
Bir mm küplük beyinde yüz milyon kadar nöron arası sinaps bağlantısı var. Bunu şu anda görecek
teknolojiye sahip değiliz. Bu şuna benziyor. Dünya dışındaki bir uzay aracının camını açıp dünyadaki
annenize bakmaya benziyor.
Sinapslar yoluyla iletilen elektirk sinyalleri nasıl oluyor da birbirine karışmıyor. Bu sinyallerin her biri
beynin belli bölgesine ulaştırılmak üzere birbirinden tamamen yalıtılmış mikroskobik kablolar
aracılığıyla yönlendiriliyor.
İnsan aşık olunca beynin o bölgesi köreliyor. Eleştiri yapamıyor, gerçekleri göremiyor. Aşık olan kişi
aşık olduğu kişide kusur göremiyor.
Zengin ve sağlıklı ortamda yetişen, ancak sevgiden yoksun yetişen çocuklarla, fakir ve sevgisiz yetişen
çocuklar arasında fark yok. Farkı yaratan sevgi.
Tümörlü hücrelerde, kanserli hücrelerde dayanışma var. O nedenle batıda kemoterapi yapalım mı
diye tartışma var. Hücreler kendi aralarında haberleşiyor. Artık inorganik diye bir şey kalmadı. Hayatı
oluşturan her şey canlı. İnsanı insan yapan genomu değil, konnektomudur.
Zeka konusu en fazla yarı yarıya genetik oluyor. Örneğin matematik zekası yüksek olan bir çocuk
etkileşim açısından fakir bir ortamda büyürse bu yetenekleri gelişmez.
İnsan beyni, hoşa giden ve tekrarlanması organizmaya hoşluk hissi veren davranışları kodlamak için
dopamin adlı bir hormon salgılayarak bu tip davranışları pekiştirme eğilimine sahiptir.
Bulmaca, sudoku ilk başta beyinde olumlu etki yapıyor. Sonra beyin alışıyor.
Sosyal faaliyetler, gezme, arkadaşlık beyni canlı tutuyor. Yalnızlık, depresyon, acı ve üzüntü beyni
öldürüyor.
Beynin doğal çalışma şekli olumsuzu işaretleme şeklindedir. Hasta olmayayım deme, sağlığımızı
koruyalım de.
İnsan beyni nasıl programlanırsa davranışları da ona paralel olur. İnsan nasıl düşünüyorsa öyle
davranır. Nasıl davranıyorsa öyle düşünür.
Kalbin manyetik alanı, beynimizdekinden yaklaşık 5000 kat daha güçlüdür. Vücutta bir kaç metre
uzaktan ölçülebiliyor.
Kalp, beyindenve otonom sinir sisteminden bağımsız yaklaşık 40.000 nörondan oluşan bir ağa
sahiptir.
Kalp, beyne, beynin kalbe gönderdiğinden daha fazla sinyal göndermekte ve bu sinyaller duygusal
durumumuzu etkilemektedir.
Aşık olunca hipotalamus bölgesi faaliyeti artar. Ama anne evlat sevgisinde hareketlenme olmaz.
3 ile 9 aylık 30 kadar bebeğe bir tiyatro oyunu izletmişler. Annelerinin kucağındaki bebeklerin izlediği
oyunca iyi ve kötü ayı var. Oyun bitince ayılar çaocukların arasına girer. Kötü ayı geldiğinde bütün
bebekler annelerine sarılır. İyi ayı geldiğinde ise ayıya doğru atılırlar. O yaşta bile iyi ve kötü ayırımı
yapabilmektedirler.
Zihnimizin bize oynadığı oyunların belki de en büyüğü, bütün düşüncelerimizin tutarlı olduğu
yanılgısını bilerek oluşturmasıdır. Bunu oyun olsun diye yapmaz. Bu tutarlılık ve iiymserlik hissi,
yaşamamız için bize güç veren temel iç kandırmacalarımızn başında gelendir. Mesela, sigara içenlerin
sigaraya bağımlıların yakalanacakları rahatsızlıklara yakalanmayacaklarına güvenmeleri böyle bir alt
yapıdan gelir. Öbürleri hasta olmaya daha yakındır ama biz değiliz.
Çeşitli psikolojik bozukluklar zor bir doğumla ilgilidir. Şizofreni hastalarının büyük bölümü forseps ya
da vakum pompası kulalnılarak doğum, erken doğum, suyun erken eglmesi gibi..
Anne hamile kalınca oksitoksin adı verilen bir hormon salgılar. Bu salgı;
Annenin çocuğuna sevgisini ilgisini arttırır. Annenin yeterli süt üretmesini sağlar. Anne çocukla
ilgilendikçe oksitoksin salgısı artar, bebek sakinleşir, mutluluğu artar. Çocuğunu istemeyen bir anne
çocuğuyla ilgilendiğinde oksitoksin artmaz. Yetimhanelede büyüyen çocukların kanında çok az
oksitoksin bulunmuştur.
Duygusal olarak ihmal edilmiş ya da fiziksel ve cinsel olarak istismar edilmiş kadınalr üzerinde yapılan
yakın tarihli bir araştırmada oksitoksin çok az görülmüştür. Bu da sorunun diğer nesile geçeceğine
işarettir.
Oksitoksin, sevgi, cömertlik, sakinlik, güven ve bağlılık iletkeni olarak tanımlanmaktadır. Oksitoksin
aynı zamanda korku duygusunu da bastırmaktadır.
Anne hamile kalınca prolaktin denen babada üremeye başlar. Bu hormon anne ve babada çevkat
hislerini arttırır. Erkeğin seks isteğini azaltır.
Hamileyken ağır stres altında yaşayan kadınların çocuklarının erkek mi kadın mı oalcağı sıkıntılı bir
sürece girer.
Doğumdaki sıkıntılar, stresli hamilelik, ilk 2 yıl stresli ortam, ahlaki yapıyı olumsuz etkiliyor.
Sona eren bir aşk ilişkisinin ardından ortaya çıkan belirtiler, kimyasal bir bağlılığın terk edilmesinden
sonra ortaya çıkanla aynıdır.
Hiçbir zaman sağ ya da sol beyin kendi başına karar vermez. İki taraf tartışır ve bir karar verir.
Beyin aynı anda 10 watt elektrik kullanıyor. İki üzeri yüz milyarlık konnektomu çalıştırmak için bir
nöron saniyede 100-200 sinyal tetikliyor.
Alzaymırı çok okuyarak, çok hayal ederek, çok egsersiz yaparak yenmek mümkündür.
Lisa feldman barrett, betnimizin parmak izleri isimli eserinde, beyin yapınız ne olursa olsun doğruyu
görme ve doğruyu yapma sizin elinizdedir der.
S-xxı – düşünme, öğrenme ve eylemde bulunmanın genlerimizi aktif ve pasif hale getirerek, beyin
anotomimizi ve davranışlarımızı şekillendirebildiğini ortaya çıkardı. Bu kesinlikle 21. Yy. En büyük
keşiflerindendir.
Öğrenme bozukluğu olan ve tedavi sürecinden sonra ıq seviyesi yükselen insanlar gördüm. Seksenli
yaşlarda olmasına karşın, hafızası 55 yaşındaki insan gibi olan gördüm.
S-95 -yaşlı insanlar yürümekten korkar. Düşme endişesi yaşar. Sebebi ise devamlı ayakkabı giymekten
dolayı ayak duyularının zayıflayıp beyne az duyu göndermesidir.
S-46 fareler zenginleştirlmiş ve zihinsel açıdan daha uygun ortamda besin ağırlığının serebol
korteksinde %5, eğitimin doğrudan uyardığı bölgede %9 oranında artıyordu. Eğitilmiş ve uyarılmış
nöronlar ise %25 daha fazla gelişmiştir. Nöronların elektrik sinyali saniyenin binde biri kadar sürüyor.
S-55 – dil gelişimi bebeklikten başlayan ve sekiz yaş ile ergenlik arasında sona eren kritik bir dönemi
kapsar. Bu kritik dönem bititkten sonra kişinin aksansız bir şekilde ikinci bir dili öğrenme yeteneği
sınırlı olmaktadır.
S-123 – kadınlar doğururken ve emzirirken oksitoksin salgılar. Hatta anneler çocuklarının resmine
bakarken bile oksitoksin salgılar.
124 -dopomin heyecanlarımızı ve coşkularımızı arttırırken, cinsel uyarıları tetikler. Oksitoksin ise sıcak
bir ruh hali yaratır.
Obesif (takıntı) tedavisi zordur. Ocağı kapattım mı, kapıyı kilitledim mi, takip mi ediliyorum,
çocuğumun başına birşey mi gelecek gibi.
195- anoroksiya hastaları açlık sınırında olmalarına rağmen bedenlerini bir yağ kütlesi olarak görür.
S-197- savaşta yaralanan asker o an yarasının acısını hissetmez. Çatışma sonrasında hayatta kalma
endişesi azalınca ağrıyı hisseder.
S-227 -tek bir nöronun 1.300 ile 2700 sinaps bağlantısı vardır.
S-248 -depresyon, yoğun stres ve çocukluk travması gulukokartikoit üretimine yol açar,
hipokampustaki hücreleri öldürür. Bu da belelk kaybına neden olur. İnsanlar ne kadar uzun süre
bellek kaybuına ugrarsa hipokampusları da o kadar küçülür. Eğer stres kısa süreliyse bu alan kaybı
geçicidir. İnsanlar deprasyondan çıkarken hafızaları geri gelir.
S-4 -ağrının gerçek işlevi bize işkence etmek değildir, bizi tehlikeye karşı uyarmaktır.
S-31 – plasebo, latince memnun edeceğim demektir. Plesebo, ağrı, depresyon, huzursuz bağırsak
sendromu, ülser ve daha bir çok hastalıkta işe yarar. Ama kaner, virüs ve şizofreni hastalığında işe
yaramaz. Tedavide psikoloji önemlidir.
S-43 -beyin öğrenmek için vardır. İnsanlar hareketsizliştikçe daha az görür, daha az duyar, daha az
bilgiyi işler ve beyin uyarı eksikliğinden dolayı körelmeye başlar.
S-101 – hayvanlara kısa süreliğine biraz stres yüklendiğinde dopamin miktarı artmıştır. S-101-
egsersiz, nöronlar arasındaki bağlantı sayısını arttırmaktadır.
S-102 – öğrenme ve egsersiz oldukça iyi bir ikili gibi görünüyor. İnsanlar orta yaşlara yaklaşır ve ve
beyinde dejererasyon başlarken, egsersiz yapmak daha önemli hale geliyor.
S-107 – oliver saeks, boğulmakta olan birini kurtarmak için tekerlekli sandalyesinden ayağa fırlayan
bir parkinson hastasından söz etmektedir.
S-116 – yapılan araştırmalar şu beş faaliyetin alzaymır ve benzeri hastalıklara yakalanma oranını %60
oranında azalttığını göstermektedir.
1. Egsersiz yapmak 2. Sağlıklı beslenmek (sebze, meyve yemek) 3. Normal kiloda olmak 4. Alkol
tüketimini azaltmak 5. Sigara içmemek.
S-117 -depresyon, bipolar bozukluk, dikkat eksikliği gibi sorunlarda hastaların toksinlerin ve hassas
oldukları şeker, tahıl benzeri belli gıdaları hayatlarından çıkarmalarıyla iyileşme yolunda önemli
mesafe almışlardır.
S-141 -cildimizin ve kafatasımızın ışığa karşı mutlak engel oluşturduğunu sanırız. Ama bu doğru
değildir. Örneğin normal güneş ışığından gelen enerji kana nüfuz etmek üzere cildin içinden geçer.
S-144 – güneş ışığı depresyon hastalarında ilaç kadar etkilidir. Güneş ışığı çok hastalıkta tedavi edici
özellik taşır.
S-416 – beyin taraması araştırmaları, beyin müzikle uyarıldığında nöronların onunla birlikte
mükemmel bir uyum içinde ateşlenmeye başladığını, duyduğu müzikle beraber sürüklendiğini
gösteriyor.
Hoşnut olmadığınzı bir şey hakkında uzun uzun düşünürseniz vücudumuzda dalgalanmalar ortaya
çıkar.
Anne rahminde bebek dokuz ay boyunca dakikada 25 bin yeni nöron oluşuyor.
Abd’de “doğum öncesi üniversitesi” kurulmuştur. İnsanın anne karnında geçirdiği zamanın
depresyon veya şizofreni gibi birçok psikiyatrik hastalı riskini belirlediği bir gerçektir.
Hamile annenin müzik dinlemesi karnındaki çocuğun hareketlenmesine neden olur. Doğum
sonrasında ise çocuğun aynı müziği duyunca ağlamayı kestiği görülmektedir.
Anne karnındaki çocuğun annesinin sesini duyması dil gelişiminde ve anne çocuk bağının
güçlenmesinde rol oynar.
Beynin bilinci nasıl oluşturduğunu anlamak şöyle dursun, beynin nasıl çalıştığınına dair karmaşık
bilgileri anlamak için bile uzun sürelere ihtiyaç var.
Ağrı ve stresi duygu olarak ve hatta duygu ve stresi de ağrı çeşidi olarak niteleyebiliriz.
Bilimsel ve ideolojik bakış açısının açıklayamadığı konu, maddesel olmayan zihin-bilincin, maddesel
et-beyin yapısı ile nasıl bir ilişki içinde olduğudur. En önemli sorulardan biri zihin nasıl geri dönüşümlü
olarak niyetlerle bedene hareket vediğidir. Bir kitabın sayfasının bile nasıl açıldığı belli değildir.
İnsanın zihin tasnif sistemi, kötü, zararalı ve tehlikeli şeylere, iyi, faydalı ve zarrasız şeylerden daha
çok önem veriyor.
10.hafta:
Uygarlık tarihinin önemli fikir adamları
Farabi:
Ölümü 951. Filozof, bilim adamı, gök bilimci, mantıkçı, müzisyen. Eserlerinin çou kaybolmuş. Yine de
mantık 43, metafizik 11, ahlak 7, siyaset bilimi 7, müzik 17, tıp ve sosyoloji üzerine 11, tefsir 11
toplam 117 eseri bilinmektedir.
Sözleri:
Uzun konuşanı kısa dinlemek lazım.
İyi bir insan öldüğünde ona ağlamayın. Asıl onu kaybedeb topluma ağlayın.
Bir eylemin ahlaklı olduğunu bilip ona uygun davranmayan kişi, o eylemin ahlaklı olduğunu bilmeden
ahlaklı davranan kişiden daha üstündür.
Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir.
Düşünmek, ruhun kendisiyle konuşmasıdır.
Güzel söz söyleyen kötü söz işitmez.
Allah seni yücelttikçe sen gönlünü alçat
Toplum sevgi ilem kaynaşır, adalet ile yaşar, dürüst çalışmakla ayakta kalır.
Buda
M.ö. 563-483
Hindistan’da yaşadığı tahmin ediliyor. Budizmin kurucusudur. Bazı sözleri şunlardır:
Ruhun ölümsüzlüğünü sağlamak için karşılık beklemeden iyilik yapmak, temiz yürekli olmak ve maddi
tutkulardan uzak olmak gerekir.
Önce kendi gideceğin yolu öğren sonra başkalarına öğretmeye kalk.
Öfkeyi sevgiyle, kötülüğü iyilikle, aç gözlülüğü cömertlikle, yalaı gerçekle yen.
-hıca hınçla karşılık verirsen hınç ortadan kalkar mı?
Sizi kendinizden başka kimse kurtaramaz. Kendi kendinize ışık olun.
Damı basit yapılmış bir eve yağmur dolması gibi, derin düşünmeyen beyine de tutku öyle dolar.
Derin düşünen bir kimsenin tek bir günlük yaşamı, bilgisiz ve kontrolsüz kişinin yaşamından daha da
değerlidir.
Bir kişinin kendi kendisini yenerek kazandığı zafer, başkasının bin kişiyi yenerek kazandığı aaferden
daha iyidir.
Öfkeniz yüzünden cezalandırılmayacaksınız. Öfkeniz tarafından cezalandırılacaksınız.
Hamurabi kanunları
Hamurabi, m.ö. 1793-1750 yılları arasınd ayaşamıştır. Babil’in 6. Kralıdır.ilk kanun koyucu değildir. İlk
reformsal kanun koyucudur. Kanunları 228 maddedir. 33 madde okunamamaktadır. Kanunlarında
özetle şu hususlar vardır:
-bir hırsızın duvarı delerek eve girmesi, o duvarın önünde öldürülüp oraya gömülmesi cezasını
gerektirir.
-bir evde yangın çıkar ve yangını söndürmeye gelen kişi hırsızlık yaparsa o adam orada yakılır.
-bir adam bir çocuğu evlatlık olarak alır ve onu besler, büyütürse bir daha o çocuk geri alınamaz.
-bir adam bir kişinin özgürlüğünü kısıtlarsa aynı cezaya çarptırılır.
-babasının döven evladın iki eli de kesilir.
-bir adam birinin gözünü çıkarırsa onun da gözü çıkarılır.
-birin suçlayan suçunu isbata mecburdur. İsbatlayamazsa ölümle cezalandırılır.
-bir tapınaktan veya hükümdar hazinesinden çalan ölüm cezasına çarptırılır.
-bir adam bir kadın alır da bu kadın ona bir kadın hizmetçi verirse ve çocuklarına bakarsa, ancak buna
rağmen başka bir kadın almak isterse ona izin verilmez. İkinci bir kadın alamaz.
-adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o
zaman karısının çeyizini geri verir. Ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir
kısmının kullanım hakkını verir. Çocukları büyüttüüğü zaman çocuklarına verilenden bir parça da ona
verilir. Ondan sonra kalbinin erkeğiyle evlenebilir.
-evin yıkılması, ev sahibinin oğlunun ölümüne sebep olursa bu sefer de evi yapanın oğlu öldürülür.
-yapılan ev yıkılırsa ve içinde oturan ölürse bu sefer de evi yapan öldürülür.
-kemik kıranın kemiği de kırılır.
-göz çıkaranın gözü de çıkarılır.
İbni haldun:
ibn haldun 14. Yy. Da yaşamış en büyük tarihçilerden biridir. Aynı zamanda da bir tarih felsefecisi ve
toplum bilimcisidir.
tarihsel bilginin yanlışlardan arınması amacıyla yaptığı toplumsal gözlemler sonucunda kurmuş
olduğu ümran ilmiyle bugünkü sosyoloji ilminin temellerini atmıştır. Ömrünün büyük bir kısmı idari ve
siyasi görevlerde geçmiştir.
1374 yılında afrika da küçük bir kasabaya çekilerek meşhur “mukaddime”sini yazmıştır.1383-1406
yılları arasında mısırda kadılık yapmış 1406 yılında burada ölmüştür.
İbni haldun, bir devletin, bir ulusun ve hatta bir kabilenin güçlü olmasının, uygarlık yaratabilmesinin
temel koşulunu ortak payda olarak açıklamıştır. Ona göre bir toplum, ulus ve nihayette devlet ne
kadar çok ortak değere, ortak paydaya sahip olursa o denli güçlenir, birlik ve beraberlik içinde
hareket eder. İbni haldun’a göre bir uygarlığın çöküşünün en önemli sebebi ait olma duygusunun
sona ermesidir. Bu duygunun güçlü ya da zayıf oluşu bir devleti yükseltir ya da çökertir.
Arnold toynbee:
(14 nisan 1889, londra – 22 ekim 1975), ingiliz tarihçi. Tarihin konusunun kültürler olduğunu
söyleyen, kültürlerin ise dinamik yapılar olup, özelliklerini yaratıcı kişilerden aldığı, dolayısıyla tarihin
kültürler hakkında olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunmak yerine, kültürleri anlamaya
çalışması gerektiği düşüncesiyle seçkinleşen tarih felsefecisidir. Toynbee’ye göre; uygarlıkların ortaya
çıkışında, gelişmesinde temel etmen, bir toplumun verdiği cevap, daha doğrusu ortaya çıkan sorunla
ona verilen cevap arasındaki diyalektik ilişki olduğunu ileri sürer. Çevre koşulları zorlaştıkça, toplumun
önüne çıkan sorunlar büyüyüp, onları alt etmek için verilen mücadele yoğunlaştıkça, toplum daha
başarılı ve sağlıklı bir uygarlık kurar. Örneğin, afrika’da uygarlık tropikal bölgede değil de nil
deltasındaki bataklık ve ormanlık bölgede yerleşenler tarafından kuruldu. Çin’de de ilk uygarlıklar
verimli topraklarda değil sarı ırmak’ın bataklık ve ormanlık bölgelerinde ortaya çıktı. Avrupa’da
kuzeye doğru iklim koşulları sertleştikçe kurulan uygarlıklar daha sağlıklı olmuştur. Toynbee,
gözlemlerinde anadolu selçuklu devleti’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan bir dizi beylik arasında
sadece osmanlıların güçlü bir devlet kurabilmelerini bu beyliğin bizans sınırında olmasına ve sürekli
mücadele etmek zorunda olmalarına bağlar.
Samuel huntington
Siyaset bilimci. 1927-2008. Pek çok sayıda çalışmaya imza atmış olmakla birlikte, türkiye'de ve
dünyanın çeşitli yerlerinde daha çok medeniyetler çatışması adlı kitabıyla tanınmaktadır.
Huntington 1988 tarihinde yayımlanan kitabında ülkeler arasındaki çatışmaların ve ülkelerin kendi
bünyelerinde yaşanan çatışmaların giderek kültürel ve dini ağırlık kazandığını savunmaktadır. Yazar,
küreselleşme sürecinde batı ve diğerleri arasındaki çatışmaların artacağı öngörüsünde bulunmaktadır.
Huntington'ın tezini en iyi şekilde açıklayan örneğin, sovyetler birliği'nin dağılmasının ardından
çözülen yugoslavya olduğu söylenebilir. Zira yugoslavya'da yeni sınırların farklı inançlara mensup olan
sırp, hırvat ve boşnaklar arasındaki savaşlardan sonra çizilmiş olması, söz konusu savaşlar esnasında
batı'nın bosna'ya yardım etme konusunda isteksiz davranması ya da sırp vahşetini kınarken hırvat
vahşeti konusunda aynı tavrı sergilememesi gibi gelişmeler huntington'ı doğruluyor. Dünya
ülkelerinin önceden sadece bir 'sovyetler birliği müttefiki' olarak gördükleri yugoslavya konusunda,
artık 'içindeki farklı unsurlara göre' politika belirliyor olmaları, örneğin ortodoks rusların sırpları,
katolik almanların ise hırvatları desteklemesi, ilişkilerde artık giderek artan oranda medeniyetlerin
esas alınmasının bir sonucu. Bosna'daki savaş boyunca bosna'ya sadece müslüman ülkelerin yardım
etmiş olması da yine bu durumun bir başka örneği. Huntington'ın tek örneği elbette yugoslavya değil.
2000 yılı olimpiyatlarının pekin'de değil sydney'de gerçekleştirilmesi kararının alınmasını sonuç veren
oyların neredeyse tamamının medeniyetler ekseninde gruplaşmış olması, bağdat'ın (1990'da) abd
tarafından bombalanmasına tüm batılılar sessiz kalarak destek verirken müslüman ülkelerin
neredeyse tamamının harekatı lanetlemesi gibi çok sayıda örnek yer alıyor huntington'ın
çalışmasında. Sovyetler birliği'nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarına kavuşan cumhuriyetlerin
tavırlarına da değinen huntington, türki cumhuriyetler ile türkiye arasındaki ilişkilere ve oraya yatırım
yapan işadamlarının dil, din, tarih ve hatta mutfak birliğine vurgu yapmasına da yer veriyor.
Bağımsızlığına kavuşan ülkelerin rus sömürüsüyle ilişkilendirdikleri kiril alfabesini terk etmelerinin
ardından azerbaycan, kırgızistan, türkmenistan ve özbekistan'ın (türkiye gibi) batı alfabesine
geçerken, farsça konuşan taciklerin, kendilerini iran'a yakın hissederek arap harflerini kabul etmeleri
de huntington'ın vurguladığı diğer noktalar arasında.
Jared diamond: çöküş –medeniyetler nasıl ayakta kalır ya da yıkılır isimli eserin yazarı. Ona göre
uygarlıkların, devletlerin çöküşünde iklim ve coğrafyanın önemli rol oynadığını belirtmektedir.
Örneğin, ünlü maya uygarlığının çöküşünde doğal kaynakların azalması ve ormansızlaştırma önemli
rol oynamıştır tezini öne sürmektedir. Yazarın verdiği bilgiye göre 1700’lerde topraklarını
ormansızlaştıran japonya yaptığı hatayı anlayınca ağaç ekimine başlamış ve günümüzde yoğun nüfus
ve sanayiye rağmen topraklarının yüzde sekseni orman haline getirilmiştir. Norveçliler, izlandayı işgal
ettiklerinde verimli yüzey toprağını ve ormanları tamamen yok ettiler. Ancak işgal bittikten sonra
izlandalılar aldıkları tedbirlerle doğayı yeniden canlandırdılar. Ve refah toplumu yarattılar.
Diamond’a göre günümüzde devletlerin sonunu hazırlayabilecek olan sorunları şunlardır:
1. Çevreye verilen zarar, ağaç kesimi.
2. İklim değişimi. İnsan kaynaklı küresel ısınma.
3. Düşman komşular.
4. Dost ticaret ortakları
5. Toplumun çevre sorunlarına verdiği tepki. Yazara göre hiçbir zaman bu beş koşul bir araya
gelmez.
11.hafta
Atatürk’ün uygarlık anlayışı
Atatürk, türk milletine, çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi, hatta bu düzeyi aşmayı amaç olarak
göstermiştir. Çünkü o, türk toplumunda çağdaşlaşmayı, her şeyden önce bir “yaşam davası”,
bir “var olma mücadelesi” kabul ediyordu. Atatürk, “büyük davamız en uygar ve en refaha
kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir” diyor ve bu hususu “türk milletinin dinamik
ideali” olarak gösteriyordu. Onun içindir ki büyük önder’in, hemen bütün konuşmalarında
uygarlık ve çağdaşlaşma üzerinde önemle ve ısrarla durduğu görülür.
Çağdaşlaşma -bir genel tanım yapmak gerekirse- her bakımdan içinde bulunduğumuz zamanın
gereklerini benimseme, o gereklere uyma, o gerekleri yerine getirme demektir. Bir diğer ifade
ile gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından, çağın gerektirdiği yaşam şekline geçme,
geçebilme demektir. İleri ülkeler, gösterdikleri siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik
gelişmelerle içinde bulundukları çağın uygarlığını temsil etmek üzere belli bir düzey çizerler.
İşte bu düzey “çağdaş uygarlık düzeyi”dir. Bir ülkenin, bir milletin çağdaş olup olmadığı,
yaşadığı zamanın uygarlık düzeyine yakınlığı, bu uygarlık alanına dahil oluşu ile ölçülür.
Atatürk’ün “memleketler çeşitlidir; fakat uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu tek
uygarlığa katılması gerekir.” Sözü, bu anlamda kullanılmıştır.
Atatürk, uygarlığı bir milletin devlet yaşamında, fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda
gösterdiği ilerlemelerin bileşkesi olarak tanımlıyordu. Bu anlamda bir uygarlık anlayışının,
“kültür”le eşdeğer olduğunu, ondan ayrılamayacağını söylüyordu. “millî kültürümüzü çağdaş
uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.”Sözünde millî kültür geniş anlamda kullanılıyor, türk
milletinin devlet yaşamında, fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği düzey, yani türk
milletinin uygarlığı amaçlanıyordu.
Atatürk’e göre, “dünya’da her milletin varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, ancak
gösterdiği ve göstereceği uygar eserlerle orantılıdır. Uygar eser meydana getirmek
yeteneğinden mahrum milletler, özgürlük ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdur.” O
halde “uygarlık yolunda ilerlemek ve başarı kazanmak, yaşamın şartıdır.”
İşte bu gerçekçi düşüncelerin ışığında kurtuluş savaşı’ndan sonra türkiye’yi kalkındırmak, türk
milletini hakkı olan uygar düzeye ulaştırmak, genç türkiye cumhuriyeti’nin “var olma
savaşı”nda en önemli konuyu oluşturuyordu. Diğer taraftan büyük askerî zaferleri takiben
lozan’da bağımsızlığını onaylatan yeni türk devleti’ni bütün dünya, çağdaş nitelikleriyle
görmek, çağdaş nitelikleriyle benimsemek istiyordu. Kendi içine kapanmış, çağın
yeniliklerinden, uygarlığın gereklerinden uzaklaşmış bir türkiye, şüphesiz ki çağdaş dünya
ölçüleri içinde saygı göremez, önem kazanamazdı. Büyük önder bu gerçeği gördüğü içindir ki:
“memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çabamız türkiye’de çağdaş, batılı bir hükümet
kurmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de batıya yönelmemiş millet hangisidir?” Sözleriyle,
çağdaşlaşma özlemini dile getiriyordu.
O halde ne yapılacaktı? Yapılacak iş şu idi: çağdaş milletler çağdaşlık niteliğini, her türlü
dogmatik unsurdan sıyrılarak ancak bilim ve teknoloji kurallarını kendilerine rehber edinerek
kazanmışlardı. O halde, türk milletine de her alanda yol gösterecek, onu çağdaş uygarlık
düzeyine ulaştıracak tek rehber, bilim ve teknik idi. Bilim ve teknik rehber alınmadıkça, onun
kuralları ve yöntemleri benimsenmedikçe hiçbir alanda ilerlemekten söz edilemezdi. Bu
bakımdan atatürk’e göre, “ilim ve tekniğin dışında kılavuz aramak, dalgınlıktı, bilgisizlikti, doğru
yoldan ayrılmaktı.” İşte atatürk’ün çağdaşlaşma modeli temelde bu esasa dayanır.
Büyük önder bu konuda düşüncelerini şöyle özetlemektedir: “gözlerimizi kapayıp yalnız
yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız.
Tam tersine ileri, uygar bir millet olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız. Bu yaşam,
ancak bilim ve teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her millet bireyinin
kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur.” İşte atatürk’ün bize,
çağdaşlaşmanın yolunu ve yöntemini gösteren ölmez sözleri…
Kurtuluş savaşı’ndan sonra, toplumumuzu ve sosyal durumumuzu göz önünde canlandıran bir
tablo çizmek gerekirse, bunun pek de iç açıcı olmadığı görülür. Ama bütün bu güçlüklere
rağmen, çağdaş bir toplum yaratmakta atatürk’ün nasıl çalıştığı, nasıl olağanüstü bir çaba
harcadığı hepimizin malûmudur.
Atatürk çağdaşlaşma hareketini başlattığı, büyük devrimlerine giriştiği zaman, türk toplumu -
yüzyılların ihmali olarak- batıdan çok gerideydi. 1925’lerde yaptığı bir konuşmada bunu,
kendisi de söyler: “birbirimizi aldatmayalım! Uygar dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek ve o
uygarlık alanına girmek zorundayız” der. Gerçekten, o yıllarda batı uygarlığı ile aramızdaki
mesafe büyüktü. Memleket, baştan-sona kadar bakımsız ve harabe idi. Ulaşım imkânları, yol ve
araç son derece kısıtlı idi. Özellikle ekonomik yaşamımız, çağdaş ölçülerden çok uzaktı. Ölüm
kalım savaşından çıkmış, malî kapitülâsyonları yeni üzerinden atmış bir memlekette ekonomi
millî bir atılıma gerek gösteriyordu.
Hukuk düzenimiz şeriat esaslarına, mecelle’ye dayanıyordu. Oysaki günün gereklerine uygun
lâik bir hukuk düzeni getirmek, bu amaçla yeni yasalar yapmak ve uygulamak gerekiyordu. Yine
bu yıllarda eğitimimiz, kültür yaşamımız esaslı bir devrime gerek gösteriyordu. Geniş kitle
okuldan, eğitimden nasibini almıştı. Okuma yazma bilenlerimiz yok denecek kadar azdı. Genç
kuşakları yüzyılın gereklerine göre yetiştirebilmek için bilimin ve teknolojinin ışığında, lâik ve
millî bir eğitim sistemine gerek vardı.
çağdaş türk biliminin temellerini atacak olan üniversitemiz -o zamanki ismiyle darülfünun-
batılı anlamda esaslı bir düzenlemeye gerek gösteriyordu. Darülfünunu doğulu renginden
kurtararak modernleştirmek, ona millî ve çağdaş üniversite niteliğini kazandırmak, türk devrimi
yönünden büyük önem taşıyordu.
Bir diğer sosyal sorun, türk kadını yüzyıllar süren bir ihmalin sonucu olarak toplum yaşamının
dışında bırakılmıştı. Kadın, siyasal hakları şöyle dursun, sosyal ve hukuksal haklarından da
mahrumdu. Oysaki uygarlık yolunda yükselme adımlarının, kadın ve erkek, her iki cins
tarafından beraber atılması; beraber yol alınması gerekiyordu.
İşte bütün bu eksiklere, bütün bu güçlüklere rağmen atatürk görmüş ve sezmiştir ki uygarlık
savaşında her şeyden önce esas ve önemli olan, çağdaşlaşmayı önleyici düzeni ortadan
kaldırmak, yerine, insanca yaşamanın yollarını açan lâik ve demokratik bir toplum düzeni
kurmaktır. Bu ise düşünüş biçiminde değişikliği gerektirir. Bu bakımdan atatürk döneminde
türk toplumunun çeşitli kurum ve kuruluşlarında yapılan her devrim, temelde, düşüncelerde
yapılan devrime dayanmaktadır. Atatürk devrimi, aslında bir “düşünce devrimi”dir. Diğer bir
ifade ile her türlü hurafeden sıyrılarak çağdaş düşünceyi benimseme, akılcı, bilimci ve gerçekçi
yoldan yürüme devrimidir.
Atatürk ilke ve devrimleri, türk çağdaşlaşma hareketinin en önemli unsurunu, bu atılımın itici
gücünü oluşturmaktadır. Zira atatürk ilke ve devrimleri, türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine en
kısa zamanda ulaştırabilmek için aklın ve mantığın çizdiği yolları içermektedir. Atatürk de:
“yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, türkiye cumhuriyeti halkını her
bakımdan çağımıza uygun uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel kuralı
budur.”Diyor. Bu nedenledir ki atatürk’ün önderliğinde yapılan söz konusu devrimler, yeni türk
devleti’nin çağdaş şekil almasını, türk toplumunun her yönüyle uygar nitelik kazanmasını
sağlamıştır.
Atatürk devrimleri, birbiriyle bağlantılı bir bütünlük gösterir. Bu bütün içinde tüm devrimlerin
kökü, bir düşünüş değişikliğine dayanmaktadır. O değişiklik, her türlü dogmadan kurtularak
akılcı bir yolu gerektirmektedir.
Atatürk devrimlerini, tarihimizde kendisinden önce yapılmış devrim hareketlerinden ayıran en
önemli fark, bu devrimlerin lâik bir temel üzerine oturtulmuş olmasıdır. Tanzimattan, hatta
daha gerilerden atatürk dönemine kadar uzanan yenileşme çabalan teokratik bir devlet ve
toplum düzeni içinde düşünülüyor, bu düzenle bağlantılı olarak gerçekleştirilmeye çalışılıyordu.
Atatürk devrimleri ise kendisine ortam ve temel olarak, lâik devlet ve lâik toplum düzenini ve
bu düzenin gerekliliğini kabul etmekle yakın tarihimiz içinde kendisinden önceki devrim
hareketlerinden temelde ayrılır.
Atatürk devrimlerini kendisinden önceki devrim hareketlerinden ayıran diğer bir husus da, bu
devrimlerin tam bir inançla, kesin kararlılıkla başlatılmış olmasıdır. Bu inanç ve kararlılık, bu
yeniliklerin türk milletinin çağdaşlaşma yolundaki gereksinim ve isteklerine en uygun şekilde
cevap vermelerinden kaynaklanmaktadır. Atatürk devrimleri bu nitelikleri nedeniyledir ki
sosyal yapımızda kısa zamanda tamamen kök salmışlardır.
İşte akılcı çizgide birbirini tamamlayıcı ilkeler ve devrimler dizisi olan atatürkçü çağdaşlaşma,
siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yönleriyle bir bütündür. Ancak bu bütünün en büyük
özelliği, çağdaşlaşma sürecinde yenilikleri benimserken, millî niteliğini, yani özbenliğini de
korumasıdır. Atatürkçü çağdaşlaşma, bizim için batıyı körü körüne taklit, ona körü körüne bir
uyum değildir. Burada önemli olan, gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından
batılılaşırken, millî özelliği kaybetmemek, hatta daha yerinde bir ifade ile çağdaş yenilikleri millî
yapı içinde eritmektir. Atatürk’ün: “biz batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım, diye almıyoruz.
Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi yapımıza uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık düzeyi
içinde benimsiyoruz.” Sözleri, bu anlamda kullanılmıştır.
Bu bakımdan atatürk önderliğinde başlatılan türk çağdaşlaşma hareketi, batı uygarlığına, batı
teknolojisine dönüş yanında unutulmuş türklüğe de bir dönüştü. Zira türk milleti, tarihin çok
eski dönemlerinde büyük uygarlıklar kurmasına, insanlığa büyük hizmetler yapmasına karşın,
son yüzyıllarda bazı siyasal ve toplumsal etkenler, engeller sebebiyle -kendi suçu olmaksızın-
batıdan geride kalmıştı. Oysaki bir zamanlar batı, türklerden gerideydi. İşte türk çağdaşlaşma
atılımıyla türk’ün uygar niteliği tekrar harekete getiriliyordu. Nitekim atatürk, 10. Yıl söylevinde
“asla şüphem yoktur ki, türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği
bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi
doğacaktır.”43 derken, türk çağdaşlaşma hareketinin bu millî yönünü bütün açıklığıyla dile
getiriyordu. Buradan şu sonuca varıyoruz ki atatürkçü çağdaşlaşma akıl, mantık ve bilim
çizgisinde belki her modelden esinlenmiş, ama asıl cevheri, asıl temeli kendi içinden çıkarmış,
asıl amacı kendi gereksinim ve isteklerini göz önüne alarak belirlemiştir.
Atatürkçü çağdaşlaşmanın özellikleri arasında bir noktayı daha belirtmekte fayda vardır; o da
şudur: atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde devlet olarak bağımsızlık, millet olarak egemenlik,
birey olarak hak ve özgürlükler söz konusudur. Ancak bu nitelikte ve bu ortam içinde bir
çağdaşlaşma, insanî açıdan değer ifade eder. Yoksa, bağımsızlıktan ve egemenlikten yoksun
mandater çağdaşlaşma, insan hak ve özgürlüklerinden yoksun totaliter çağdaşlaşma, çağdaş
bir ilerleme, çağdaş bir yaşam olamaz. Atatürkçü çağdaşlaşmanın en belirgin özelliği, lâik ve
demokratik devlet ve toplum düzeni içinde gelişmeye açık yönüdür.
Atatürk’ün çağdaşlaşma yöntemi, “az zamanda çok ve büyük işler yapmak” esasına dayanır.
Atatürkçülük’te zaman ölçüsü büyük önder’in ifadesiyle: “geçmiş yüzyılların uyuşturucu
düşünüş biçimine göre değil, yüzyılımızın hız ve hareket kavramına göre” ayarlanmıştır. Bu
bakımdan, çağdaşlaşma yolunda, atılan her adımı kısa ve yetersiz görmek, her an daha uzun ve
daha esaslı adımlarla ileriye yürümek, atatürkçü çağdaşlaşmanın esasıdır. Yaşamda en gerçek
yol göstericinin bilim olduğunu kabul eden atatürkçülük, akılcılığa ve bilime verdiği değer
sebebiyledir ki çağdaşlaşma yolunda bugün olduğu gibi yarın da geçerliliğini koruyacaktır.
Nitekim büyük önder: “türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde
ve kafasında tuttuğu meş’ale pozitif bilimdir.”44 direktifiyle bize yolumuzu göstermiş
bulunmaktadır.
Atatürk’ün gösterdiği yolda aşılan ara, gerçekten çok büyüktür. Memleket bir çağdan yeni bir
çağa götürülmüştür. Ancak amaca tam ulaşılmamıştır. İdealimiz, türk milletinin bu aydınlık
yolda, atatürk’ün gösterdiği amaca kesinlikle erişmesidir. (bu makale atam.gov.tr’den
alınmıştır)
12. HAFTA
GENEL TEKRAR
SÜMER,
BABİL,
HİTİT,
URARTU UYGARLIKLARI,
TÜRK UYGARLIĞI,