Professional Documents
Culture Documents
D e p a r t m a n : O rdu
l 3. D e p a r t m a n : İs t İh b a r a t
l 9. D e p a r t m a n : H â l â h ayatta o l m a n iz in s e b e b İ
Jamie Carpenter’ın hayatı artık eskisi gibi olmayacak. Babası öldü, annesi
kayıp ve kendisi, Frankenstein adında devasa bir adam tarafından kaçırıldı.
Jamie'yi 19. Departman’a getirdiler. Burası yüz yıl önce, Abraham Van Helsing
ile Drakula’nın hayatta kalmış diğer kurbanları tarafından, doğaüstü olayları
incelemek üzere kurulmuş bir merkez. Jamie’nin, Frankenstein canavarı,
güzeller güzeli bir vampir kız ve merkezin diğer ajanlarının yardımıyla annesini
çok güçlü bir vampirden kurtarması gerek.
Çağdaş gerilim türünü klasik korku öğeleriyle bir araya getiren bu doludizgin
maceranın yanında okuduğunuz diğer paranormal hikayeler romantik komedi
gibi kalacak.
M EM O RANDUM
G ön d eren : Ortak İstihbarat Komisyonu Başkanlığı
1. DEPARTMAN: Başbakanlık
2. DEPARTMAN: Kabine Ofisi
3. DEPARTMAN: İçişleri Bakanlığı
4. DEPARTMAN: Dışişleri Bakanlığı
5. DEPARTMAN: Savunma Bakanlığı
6. DEPARTMAN: İngiliz Ordusu
7. DEPARTMAN: İngiliz Donanması
8. DEPARTMAN: Majestelerinin Diplomasi Servisi
9. DEPARTMAN: Majestelerinin Maliye Bakanlığı
10. DEPARTMAN: Ulaştırma Bakanlığı
11. DEPARTMAN: Başsavcılık Dairesi
12. DEPARTMAN: Adalet Bakanlığı
13. DEPARTMAN: Askeri İstihbarat, 5. Bölüm (MI5)
14. DEPARTMAN: Gizli İstihbarat Servisi (SIS)
15. DEPARTMAN: Kraliyet Hava Kuvvetleri
16. DEPARTMAN: Kuzey İrlanda Dairesi
17. DEPARTMAN: İskoçya Dairesi
18. DEPARTMAN: Galler Dairesi
19. DEPARTMAN: GİZLİ
20. DEPARTMAN: Bölgesel Polis kuvvetleri
21. DEPARTMAN: Sağlık Bakanlığı
22. DEPARTMAN: Genel haberleşme Karargâhı (GCHQ)
23. Ortak İstihbarat Komisyonu (JIC)
BAŞLANGIÇ
BRENCHLEY. KENT
3 KASIM 2007
ı
WI L L HI LL
2
19. D E P A R T M A N
3
W ILL HILL
4
19. D E P A R T M A N
5
W IL L HILL
6
İKİ YIL SONRA
1
ERGEN CEHENNEMİ
9
W ILL HIL L
ıo
19. D E P A R T M A N
11
W ILL HILL
12
19. D E P A R T M A N
13
W I LL HI L L
14
2
BABANIN GÜNAHLARI
Jam ie ertesi sabah kalktı, duş aldı, giyindi ve ann esini görm e
den ön kapıdan gizlice çıktı. Sitede her zam an y ü rü d ü ğü yol
lardan geçse de okuluna sapan yola vard ığın da dü m d üz devam
etti. M cD onalds’ın ve DVD kiralayan bir dü k k ân ın olduğu alış
veriş kom pleksini ve grafitilerle kaplı, dört b ir yanınd a cam
kırıkları ve yam yassı olm uş sakızlar olan tren kö prüsünü , is
tasyonu ve bisiklet parklarını geçerek k an ala d oğru yöneldi. O
gün okula gitm eyecekti. Buna h iç niyeti yoktu.
N e diye o kadar üzüldü ki? Babamı özlemiyorum diye mi? O
zavallının tekiydi. Bunu göremiyor mu?
Kanalın kenarındaki yedek yola inen beton basam ak lard an
inerken Jam ie y u m ru k ların ı sertçe sıktı. K analın bu kısm ı bir
b u çuk kilom etre kad ar düm düz uzuyordu. Bu da Jam ie’nin
yaklaşan bir tehlikeyi güvenli bir m esafeden fark etm esini sağ
layabilirdi. A n cak gözünü hep açık tutsa da gördüğü insanlar
köpeğini y ü rüyüşe çık aran birkaç kişi ve d ar kan alın iki ya
kasını birleştiren alçak karayolu köprülerinin altında barınan
tanıdık bir evsizden ibaret olduğundan yavaş yavaş zihninin
15
W ILL HI LL
16
1 9. D E P A R T M A N
“J a m ie .”
G ö zlerin i h ızla a çtığ ın d a tep esin d ek i siyah g eceyi gördü .
Y attığı y erd e d o ğ ru la ra k k a ra n lık p ark a b ak tı. A k şa m ın k a ra n
lığ ın d a titred i ve ağ açların gölgelerinin birbirleriyle k av u ştu k
la rı n o k tad a o tu rd u ğ u n u fak etm esiyle ü rp erd i.
“Ja m ie .”
H ızla dönd ü. “K im v ar o rad a?” diye bağ ırd ı.
P a rk ta b ir k ık ırd a m a çın lad ı.
“J a m ie .” A ğ açların arasın d a y an k ıla n a n ism i, b ir şark ı gibi
du yu lu y ord u . Ses b ir k ıza aitti.
“N ered esin ? Bu h iç de k o m ik d eğ il!”
K ık ırd am a te k ra r etti.
Ja m ie ayağa kalk ıp y a v a şça dö n d ü . K im sey i g örem ed i. Z a
ten a ğ a çla rın o lu ştu rd u ğ u d airen in ö tesin d e, p ark k ap k aran lık
17
W ILL HIL L
18
19. D E P A R T M A N
19
3
VAROŞ SALDIRISI
“Yapamıyorum.”
Ses yüzlerce kilometre öteden gelir gibiydi. Jamie gözlerini
açmak için mücadele etti. Çimde yatıyordu. Yanında şu Larissa
adındaki kız vardı. Sürünerek uzaklaşmaya çalışsa da bunu ba
şaramadı. Kolları ve bacakları ağrıyordu ve başı kazan gibiydi.
Larissa, “Kahretsin, yapamıyorum işte,” dedi. “Neyim var
benim böyle?”
Jamie gözlerini güçlükle açıp ona baktı. Gözleri tekrar kah
verengiye dönmüş olan kız yüzünde şefkatli bir ifadeyle tepe
sinde dikiliyordu.
Zorlukla, “Kimsin...sen?” diye sordu. “Bana ne yaptın?”
Kız başını öne eğdi.
“Benim olman gerekiyordu,” dedi. “O öyle demişti. Ama ya
pamadım işte.”
“Senin mi... Bu da ne demek?”
“Benim. Her anlamda.”
Jamie büyük bir çabayla yattığı yerde doğruldu.
“Anlamıyorum,” dedi.
jğ
20
19. D E P A R T M A N
21
W IL L HILL
22
19. D E P A R T M A N
23
4
ARAMA-KURTARMA
STAVELEY. KUZEYDERBYSHUtE
ELLİALTIDAKİKA ÖNCESİ
24
19. D E P A R T M A N
25
W ILL HIL L
26
19. D E P A R T M A N
27
W ILL HIL L
28
19. D E P A R T M A N
29
VVILL HILL
30
19. D E P A R T M A N
31
W ILL HI LL
32
5
KARANLIĞIN İÇİNE DOĞRU
33
W ILL HI LL
gibi kıvrık bir nesneydi bu. Tırn ağın kalın u cu n d a n banyonun parlak
ışığında b em bey a z p arlayan bir et parçası sarkıyordu.
A ğzın d a n bir hayret nidası çıktı. İstem siz bir tepkiydi. Babası ani
bir hareketle ark a sın a d ö n erk en Ja m ie kaskatı kesilmiş ve dili tutul
m uştu. Babası bir şey diyecekm iş gibi ağzını açm ış, sonra ayağıyla
banyo kapısını kapayarak Ja m ie ’y i karanlık sahanlıkta dikilir halde
bırakm ıştı.
34
19. D E P A R T M A N
sa hatırlamıyor musun?”
Jamie’nin başını iki yana sallamasıyla Frankenstein homur
dandı.
“Bunun olabileceğini düşünmüştüm. İyi ki kapıları kilitle
mişim.”
Frankenstein gök gürültüsünü andıran bir kahkaha attı.
“Sana ancak izin verilen kadarını anlatabilirim,” diye devam
etti. “Seni güvenli bir yere götürüyorum. Üstüm bilmen gere
kenlerin neler olduğuna karar verip bunları sana anlatacaktır.”
Jamie, “Üstün kim?” diye sordu.
Yanıt gelmedi.
Sesini yükselterek, “Sana bir soru sordum,” diye yineledi.
“Duymadın mı beni?”
Frankenstein koca kafasını çevirip Jamie’ye baktı.
“Seni duydum,” dedi. “Yanıt vermemeyi seçtim.”
Jamie geri kaçtı. Ardından akima yatak odası penceresinin
eşiğindeki kanın görüntüsünün gelmesiyle hafızası canlandı.
Gözlerini irice açıp, “Annem,” dedi. “Onu almak için geri
dönmeliyiz.”
Frankenstein ona endişe dolu bir bakış attı.
“Geri dönemeyiz,” dedi. “O gitti. Bunu biliyorsun.”
Jamie cebini karıştırıp cep telefonunu çıkardı. Listedeki nu
maralar arasından annesinin numarasını seçip yeşil düğmeye
bastı ve telefonu kulağına götürdü.
Hiçbir şey olmadı.
Telefonu kulağından çekip parlayan ekrana baktı. Ekranın
ortasında çıkan şebeke logosu gibi sinyal gücünü gösteren çizgi
de yoktu.
Frankenstein, “Burada cep telefonları çekmez,” dedi.
Jamie elini tekrar kapının kulpuna atıp plastik bükülüne
dek çekiştirdi.
35
W ILL HI LL
36
19. D E P A R T M A N
SAVUNMA BAKANLIĞI
RESMİ SIRLAR YASASI GEREĞİNCE
BURASI YASAK BİR BÖLGEDİR
GİRİLMEZ
37
W ILL HIL L
38
1 9. D E P A R T M A N
39
W I LL HI L L
40
19. D E P A R T M A N
41
W ILL H ILL
42
1 9. D E P A R T M A N
Lux E Tenebris
43
M
W ILL HILL
44
6
LYCEUMVAKASI, t. BÖLÜM
STRAND CADDESİ. LONDRA
3 HAZİRAN m ? .
45
WILL HILL
46
19. D E P A R T M A N
47
W ILL HILL
48
19. D E P A R T M A N
49
W ILL HIL L
“Efendim?”
“Art arda dediniz. Bana şu Pembry denen kızın Lyceum’da
esrarengiz bir şekilde kaybolan ilk kişi olmadığını mı söylü
yorsunuz?”
Yüzünden akıl karışıklığı okunan Stoker kaşını sildi. “Şey,
evet, efendim. Başkaları da var. Ancak sizin de söylediğiniz gibi
tiyatro hayatı herkese uymaz. Birçok insan kaderlerini başka
yerlerde aramayı seçer.”
“Başka kaç kişi var?”
“Toplam sayıyı bilmiyorum, efendim. Bildiğim kadarıyla
yakın zaman öncesine kadar dört kişi daha kaybolmuştu. Bir
trompetçi, Titania rolüne çıkan bir yedek oyuncu ve isimlerini
bilmediğimi itiraf etmem gereken iki dansçı kız daha.”
Van Helsing’in, “Demek dört kişi daha!” diye kükremesiyle
Stoker korkudan geri çekilip açık kapı çerçevesine sırtını yas
ladı. “Bu tiyatronun idarecisisiniz, beş çalışanınız kısa aralık
larla sırra kadem basıyor ve bu durum size olağandışı gelmiyor
mu? Üstelik bu kayıp olaylarının sonuncusunu araştırmak için
buraya sizin tarafınızdan bile değil de bir politikacının gönlü
olsun diye çağrılmamın ardından bunu bana aktarılmayacak
kadar önemsiz bir ayrıntı olarak mı görüyorsunuz demek! Ba
yım, siz embesil misiniz?”
Stoker ağzı açık, ona baktı. Ağzını kapatıp duyulamayacak
kadar sessiz bir şeyler mırıldandı.
Van Helsing, “Ne diyorsunuz kuzum? Söyleyeceğiniz bir şey
varsa yüksek sesle söyleyin,” dedi.
Stoker alçak sesle, “Ben sadece gece müdürüyüm,” dedi.
“Bu bir mazeret değil, hem de hiç ve siz bunun gayet farkın
dasınız. Şimdi dikkatli dinleyin: Son aylarda bu kaybolmalarla
çakışan önemli bir olay oldu mu? Bir düşünün.”
Stoker ifadesiz bir yüzle kendisinden metrelerce uzaktaki
50
19. D E P A R T M A N
51
W IL L HILL
52
19. D E P A R T M A N
53
7
BOĞAZINIZI SIKAN BİR EL VARKEN
NEFES ALMAK ZORDUR
54
19. D E P A R T M A N
lu, şişman bir adam yüzünde müthiş bir öfkeyle tepesinde di
kilmiş, ona bakıyordu. “Kimsin sen? Ne yapıyorsun burada?”
“Adım Jamie Carpenter,” diye bağırdı. “Bana nerede olduğu
mu söyleyebilir misiniz? Lütfen.”
Gözleri fal taşı gibi açılan doktor, “Adım ne dedin sen?” diye
bağırdı.
Jamie ismini tekrar söyledi.
“Tanrım. Aman Tanrım.” Doktor, birinin ona ne yapaca
ğını söylemesini bekler gibi çevresine bakındı. Nihayet elini
Jamie’ye uzatıp, “Benimle gelsen iyi olur,” diye bağırdı. “Sana
bir şey olursa Seward derimi canlı canlı yüzer. Haydi, ayaklan.”
Jamie ayağa kalktı.
“Nereye gidiyoruz?” diye bağırdı.
Doktor bağırarak, “Terminal,” yanıtını verdi. “Bir sorun var,
bu yüzden en güvende olabileceğin yer orası.”
“Neden?”
“Çünkü silahlar orada.”
55
W ILL HIL L
Lux E Tenebris
56
19. D E P A R T M A N
57
W I LL HILL
58
19. D E P A R T M A N
m uş görünüyor.
Frankenstein Jamie’yi bırakıp ona dik durmasını söyledi.
Yaşlı adam yanlarına vardığında Jamie isteksizce kendisine
söyleneni yaptı.
Adam bir kez daha, “Victor dedi. “Bana ülkenin en gizli bi
nasında sivil bir genç oğlanın ne yaptığını açıklayabilir misin?
Kendi iyiliğin için, bunu yapabileceğini umuyorum.”
Frankenstein kapı gibi dik, Jamie ve yaşlı adamın tepesinde
dikildi.
Başlarının üzerinden, “Amiral Seward,” diye seslendi. “Bu
Jamie Carpenter. Alexandru Rosmanov gırtlağını kesmeden
onu evinden aldım. Annesi kayıp, efendim. Aklıma onu götü
recek başka bir yer gelmedi, efendim.”
Seward, Jamie’nin isminden sonrasını duymamış gibiydi.
İsmi duyunca bariz bir şekilde irkilip büyük bir şaşkınlık için
de oğlana baktı.
“Jamie Carpenter mı?” dedi. “Adın Jamie C a rp e n ter mı?”
Jamie, “Evet,” dedi. Frankenstein adama efendim diye hitap
etmesi gerektiğini söylediğinde de hiç itiraz etmeden yanıtını,
“Evet, efendim,” diyerek yineledi.
Amiral Seward toparlanıyor, rengi yerine geliyordu.
Jamie’ye, “Olağan koşullar altında, tanıştığımıza memnun
oldum derdim," dedi. “Ancak bu gece olağan bir gece olmadığı
gibi bu günün gündüzü de pek olağan değildi. Sen de...” Bir an
59
W I L L HILL
60
19. D E P A R T M A N
61
W ILL HI LL
62
19. D E P A R T M A N
63
W ILL HILL
64
8
LYCOJMVAKASI. 2. BÖLÜM
LONDRA LYCOJM TİYATROSUNUN A LTI
3 HAZİRAN J892
65
W I LL H I L L
divenden indiler.
Stoker, “Bu yer de nesi?” diye sordu. Loş ortama ahşan göz
leri irileşmişti.
Taş duvarlara bakan Van Helsing’in, “Yer altı mezarlıkları,
kilerler veya bunlardan çok daha farklı bir şey,” yanıtını ver
mesiyle uşak ürperdiğini hissetti. Efendisine hizmet ettiği iki
yıl boyunca onun kendinden emin konuşmadığını ilk kez du
yuyordu.
Yaşlı profesör geçit veren koridorlardan birinin kemerine
yaklaşıp tozun üzerindeki ayak izlerine baktı.
Geçide ayak basınca, “Bu taraftan,” dedi.
Taş duvarların arasındaki boşluk ancak tek sıra halinde
geçilmesine izin verdiğinden Stoker, Van Helsing’in, uşak da
ikisinin arkasından yürüdü. Van Helsing’in eli ceketinin cebin
deki bir şeyi sımsıkı kavramıştı.
Van Helsing taş koridorlar boyunca onlara önderlik eder
ken yol ayrımlarında duraklıyor ve merdivene dönmelerinde
kolaylık sağlaması için tozlu zemine küçük yağ birikintileri bı
rakıyordu.
Kapkaranlık geçitleri aydınlatan tek şey lambaların titrek,
portakal rengi ışığıydı. İşığın altında kadim taşlardaki boşluk
lara kaçışan sıçanlar seçiliyor, pembe kuyrukları kalın toz kat
manında ince çizgiler oluşturuyordu. Ağır, iç içe geçmiş örüm
cek ağları duvarların arasında sarkıyor, ağların ipeksi iplikleri
üç adamın saçlarına yapışıp yüzlerine değiyordu. Ağları ören
koyu kahverengi örümcekler en yüksekteki sarmallarda bek-
leşiyorlardı. Van Helsing bu iri gövdeli yaratıkları göremese de
orada olduklarını biliyordu. Bozuk taş zemin yer yer kırıklar ve
çöküklerle dolu olduğundan ağır ilerliyorlardı. Uşak oynayan
taşlara basıp dengesini kaybeden Stoker’ı iki kez omzundan
yakalayıp gece müdürünün bileğinin burkulmasını veya daha
66
19. D E P A R T M A N
67
W ILL HILL
68
19. D E P A R T M A N
69
W ILL HILL
70
19. D E P A R T M A N
71
W ILL HIL L
“Ona ne yapmalıyız?”
“Bilemiyorum. Muhtemelen olup bitenleri anımsamayacaktır.”
“Bu alabileceğimiz bir risk mi?”
Van Helsing ve uşak Lyceum Tavernası’ndaki karanlık bir
odacıkta oturuyorlardı. Önlerindeki masada uzun brendi bar
dakları vardı. Uşak Stoker’ı omzuna alıp tünellerden orkestra
bölmesine geçirmiş, Van Helsing de aynı şeyi Jenny Pembry
için yapmıştı. Herkes merdivenden çıkınca, uşak geçidin ağ
zım tıkadı.
Yavaş ilerliyorlardı; Van Helsing sunak taşma çarptığında
başında derin bir kesik oluşmuştu ve yüzeye yaptıkları yol
culukta iki kez durmak zorunda kalmıştı. Neyse ki neredeyse
katatonik haldeymiş gibi görünse de dansçı kız adım atabildi
ğinden Van Helsing’in üzerine çok yük bindirmemişti.
Kızı bir atlı arabaya koymuşlar ve arabacıya onu Van
Helsing’in tiyatronun sahnelediği son oyun olan Fırtına’mn
gösterim saatlerinin olduğu buruşturulmuş bir çizelgenin ar
kasına karaladığı bir notla birlikte profesörün hekim arkadaş
larından birinin evine götürmesi talimatını vermişlerdi.
Gece müdürü onu taş koridorlarda taşıdıkları tüm zaman
boyunca bir şeyler gevelemiş ve kendi kendine mırıldanmıştı.
Şimdi ise kırmızı bir deri pufta gözleri kapalı oturuyor, uyur
72
19. D E P A R T M A N
73
9
ZOR BİR GÜNÜNGECESİ
74
19. D E P A R T M A N
75
WILL HILL
76
19. D E P A R T M A N
77
W ILL HI L L
meditasyon yapan bir şivayı tasvir eden bir Hint halısı vardı.
Odanın gerisindeki iki kapı Frankenstein’m bildiği kadarıyla
küçük bir mutfağa ve mütevazı bir yatak odasına açılıyordu.
Amiral Sevvard koltuklardan birine yaslanıp eliyle
Frankenstein’a da aynısını yapmasını işaret etti. Frankenste-
in koltuğa gömülürken deri gacırdadı. Seward’m ona uzattığı
Montecristo marka puro kutusunu reddetti ve 19. Departman’ın
yöneticisinin tahta bir kibritle purosunu yakmasını bekledi.
Yanan uç kiraz kırmızısı bir renk alan dek puroyu içine çe
ken Sevvard havaya bir duman bulutu üfledi. Nihayet gözlerini
Frankenstein’a çevirdi.
“Carpenter ailesinin yaşadıkları yeri nereden biliyordun?”
Frankenstein’ın tüyleri diken diken oldu. “Oğlan iyi durum
da, efendim, tabii merak ettiğiniz konu buysa.”
“Bunu duyduğuma sevindim. Ama hayır, merak ettiğim bu
değildi. Carpenter ailesinin nerede yaşadığını nasıl bildiğini
merak ediyorum.”'
“Efendim...”
Sevvard, Frankenstein’m sözünü kesti. “Ben yerlerini bilmi
yordum, Victor. Bu üsteki diğer hiç kimse de bilmiyordu. Ne
denini biliyor musun?”
“Sanırım...”
Sevvard, “Çünkü yerlerini bilmemek onların güvende ol
masını sağlamanın en iyi yoluydu!” diye kükredi. “Çünkü yer
lerini bir kişi öğrenecek olsa hemen ardından iki kişi, sonra
dört ve giderek daha fazla kişi öğrenir. Kimse bilmediğinde ise
başlarına bir şey gelemez. İşlerin yolunda gitmesi için gereken
bu, Victor.”
Frankenstein sakince, “Efendim, affınıza sığarak bu gece iş
lerin pek de yolunda gitmediğini belirtmeliyim,” dedi.
Departmanın yöneticisiyle aynı fikirde olmadığını göster
78
19. D E P A R T M A N
79
W ILL HILL
80
10
LYCEUMVAKASI, 3. BÖLÜM
EATON MEYDANI, LONDRA
4 HAZİRAN 1892
81
W ILL HI LL
82
19. D E P A R T M A N
83
W ILL HILL
84
19. D E P A R T M A N
85
W ILL HI LL
86
19. D E P A R T M A N
87
W I LL HIL L
88
19. D E P A R T M A N
rın tam olarak anlattığı gibi cereyan ettiğinden tek bir şüphem
yok. Ayrıca kendisi ve arkadaşlarının geçen yıl Transilvanya’ya
yaptıkları yolculuğa dair öyküler hepimizin kulağına geldi. Bu
yüzden ona inanma eğiliminde olduğumu itiraf ediyorum.”
Van Helsing, “Bu adamı yanlış değerlendirmiş olabilirim,” diye
düşündü. Burada hakkını yediğim bir zekâ iş başında.
Gladstone sözlerini, “Ve başbakan olarak...” diye sürdürdü.
“Özellikle de olası güvenlik tehditleri söz konusuyken impara
torluğun çıkarları için en iyi olanı yapmak benim sorumlulu-
ğumdur. Ben de aynen bunu yapacağım. İtirazı olan?”
Masasından kalkıp arkasında dikilen adamlara tek tek ba
karak yüzüne karşı konuşmalarını bekledi. Van Helsing’in
bakışları altında, haklı bir öfkeyle resmen titreyen Robinson
konuşmaya yekense de Campbell-Bannerman’in bir el hareke
tiyle ona ket vurmasının ardından Koloniler Bakanı bakışlarını
çevirdi.
Masasının arkasından çıkıp Van Helsing’e yaklaşan başba
kan, “Çok iyi,” dedi. Ardından, “Profesör...” diye ekledi. “Ka-
muoyundaki genel kanı bahsettiğiniz konularda en önemli oto
ritenin siz olduğunuz. Sizce de öyle değil mi?”
Yaşlı adamın bu düşüncede kısmen doğruluk payı olduğu
nu belirtmesi üzerine Gladstone başını salladı.
“Madem öyle...” diye söze girdi. “Size uzmanlığınızı majes
telerinin hükümetinde resmi bir mevkide kullanmanızı teklif
ediyorum. Elbette gizlice. İlgilenir misiniz?”
“Bu mevki beraberinde hangi vazifeleri getirecek?”
“Bize ikna edici bir dille aktardığınız hastalığın araştırıl
ması ve ortadan kaldırılması. Hükümete bağlı departmanın
getireceği tüm imtiyazlarla, masraflar için yıllık çıkarılan bir
bütçeyle ve imparatorluğun tüm kurumlarıyla işbirliği içinde.
Yanında getireceği vazifeler işte bunlar.”
89
W ILL HILL
Dr. Seward bir Türk sigarası yaktı. Kokuyu alan Van Helsing’e
sigaraya azıcık afyon karıştırılmış gibi geldi.
Seward, “Ya sonra?” diye sordu. “Ona ne söylediniz?”
Adamlar Arthur Holmwood’un babasının ahşap panellerle
kaplı konforlu çalışma odasına hükmeden kırmızı, deri kol
tuklarda oturuyorlardı. Van Helsing’in uşağı Horse Guards’da-
ki toplantı biter bitmez efendisini Eaton Meydanı’ndaki eve geri
getirmiş, Arthur onları babası Lord Godalming’in yaşamının
son yıllarının büyük bölümünü geçirdiği üst kattaki odaya
çıkarmıştı. Adamlar sigaralarını ve pipolarını yakmış, yaşlı
adam başbakanla görüşmesini anlatmayı bitirir bitirmez John
Seward ona ilk soruyu yöneltmişti.
Van Helsing, “Ona konuyu düşünmek için zamana ihti
yacım olduğunu söyledim,” yanıtını verdi. “Ondan yirmi dört
saat istedim, o da razı oldu. Yarın öğleyin yazılı olarak yanıtımı
iletmem gerekiyor.”
Harker, “Ne yanıt vermeyi düşünüyorsunuz?” diye sordu.
Elinde tuttuğu uzun pipo sönmüştü. Pipoyu tamamen unut
muş gibi, hülyalı bir tavırla tutuyordu.
Van Helsing, “İşin aslı, bilmiyorum,” dedi. “Sanırım büyük
olasılıkla teklifini kabul edeceğim ama bunu yapmakla mutlu
olup olmayacağım size soracağım soruya bağlı.”
Profesör koltuğunun yanındaki büyükçe bir konyak bar
dağı koydu. Whitehall’dan dönene dek zihni bir yandan
Gladstone’un teklifinin kendisine sağlayacağı olanakları, diğer
yandan da yükleneceği sorumlulukları düşünmekle yorgun
düştüğünden Arthur’un babasının içki dolabını her zamankin
den biraz daha erken açma teklifini memnuniyetle karşılamıştı.
90
19. D E P A R T M A N
91
W ILL HILL
92
n
ERTESİ SABAH
93
W ILL HILL
Kat E
Oda 19
94
19. D E P A R T M A N
95
W ILL HILL
96
19. D E P A R T M A N
97
W ILL HILL
0652/22.10.09/NÖBET DEĞİŞİMİ:
NORMAL/TEHDİT DÜZEYİ.3
98
1 9. D E P A R T M A N
99
W ILL HILL
100
19. D E P A R T M A N
na saklıyorum.”
“Ama...”
“Bana bir şey sorma. Sana yanıt vermeyeceğim. Bu yüzden
vaktimizi boşa harcamayalım.”
Jamie canavara baktı. Frankenstein’ın ona bakışında sevgiye
yakın bir şeyler var gibiydi. Ne yaşanmıştı da onda böylesi bir
sadakati uyanmıştı? Aniden Frankenstein’ın hangardaki öfkesi
anlam kazanmıştı; Jamie’yi her an başına bir şeyler gelebilecek
bir yerde elinden kaçırdığı için kendisine kızmıştı.
“Tamam,” dedi. “Bu kadar mı? Sanırım değil.”
“Verdiğim sözün hakkını verebilmemin en iyi yolunun bil
men gerektiğini düşündüklerimi sana anlatmam olduğuna ka
naat getirdim. Şu noktadan sonra hayatının normale dönmesi
için geç olduğunu düşünüyorum. Tabii ki normal bir hayat sür-
düysen. Sence de öyle değil mi?”
Jamie basitçe, “Evet,” yanıtını verdi.
Frankenstein başını sallayıp konuşmasını sürdürdü.
“Babanın sana ailenden pek de bahsetmediğinden şüphe
ediyorum. Yanılıyor muyum?”
“Bana bebekken ölen bir amcam olduğunu ve büyükbaba
mın İkinci Dünya Savaşı’nda pilotluk yaptığını söylemişti. He
men hepsi bundan ibaret.”
“İkisi de doğru. Christopher Amcan doğumda, baban henüz
altı yaşındayken ölmüştü. Büyükbaban John ise bol madalyalı
bir pilottu. Britanya Savaşı’nda bir Hurricane uçurmuştu. Bunu
biliyor muydun?”
Jamie başını iki yana salladı.
“İyi bir adamdı. 1939’da Kraliyet Hava Kuvvetleri’nden ayrı
lalı dokuz yıl olmuştu. Ancak Britanya’nın Hitler Almanyası’na
savaş açmasıyla sana anlatacağım öykünün ilk kahramanı olan
büyük büyükbabanın tüm itirazlarına rağmen yeniden orduya
ıoı
W I LL HILL
yazıldı.”
Jamie, “Onun hakkında bir şey bilmiyorum,” dedi. “Adını
bile bilmiyorum.”
“Adı Henry Carpenter’dı. O da iyi, en az oğlu kadar iyi bir
adamdı. Bugüne kadar, en azından son yüz elli yıldır ailenin
başına gelen her şeyin nedeni ise onun gerçekten büyük bir
adam, ismini muhtemelen bildiğini düşündüğüm bir efsane
için çalışıyor olmasıydı. Profesör Abraham Van Helsing.”
Jamie köpek havlamasını akla getiren, kısa, alaycı bir kah
kaha attı. Bunu kasten yapmamış, sadece kendisini tutamamış
tı. Canavar derin bir kızgınlıkla ona bir bakış attı.
Haydi ama. Ciddi olamazsın.
Canavara gülümseyerek, “Van Helsing gerçek değildi” dedi.
“Drakula kitabını ben de okudum.”
Frankenstein Jamie’nin gülümsemesine gülümsemeyle kar
şılık verdi.
“İster inan ister inanma, okumuş olman hikâyemi daha ko
lay anlamanı sağlayacak,” dedi.
Jamie korka korka, “Frankenstein’ı da okudum,” dedi.
Canavar, “Aferin,” dedi. “Şimdi devam edebilir miyim?”
Jamie hayal kırıklığı içinde, “Evet,” dedi. Tüm cesaretini
Mary Shelley’nin romanından bahsetmeye vakfetmişti.
“Teşekkürler. Şimdi, kabullenmen gereken bazı gerçekler
var. Ne kadar çabuk kabullenirsen o kadar iyi olur. Profesör
Van Helsing gerçekti. Drakula öyküsü ve tüm kahramanları da
gerçekti; her şey tam olarak o tembel ayyaş Stoker’m yazdığı
gibi oldu. Harker’ın kaçış planlarını sekteye uğratan ayartıcı
dişi vampirler kurmaca; yazarın kendi hayalleri onlar. Kontun
yarasaya, kurda veya benzeri şeylere dönüşmesi de öyle. Ancak
geri kalanlar gerçeğe epey yakın. Tüm bunların anlamı, açık
ça ifade etmem gerekiyorsa, vampirlerin gerçek olduğu. Tabii
102
19. D E P A R T M A N
103
W ILL H IL L
104
19. D E P A R T M A N
105
W I LL HILL
106
r
19. D E P A R T M A N
“Seni, Jamie.”
107
12
KAN KIRM IZI BİR Ü fTliF
108 ı
19. D E P A R T M A N
109
W I LL HIL L
no
19. D E P A R T M A N
Jamie ofisin yanından geçip ilk iki hücrenin yanma vardı. Hüc
reler boş olsa da solundakini incelediğinde içini panik kapladı.
Hücrelerin önü açıktı; parmaklıklar, cam, hiçbir şey yoktu. Ko
ridorun ötesine bakınca hücrelerinin hepsinin birbirine benze
diğini gördü. Önü plastik kaplı ofise geri dönmesiyle gardiyan
başını bile kaldırmadan söze girdi.
Sesinde belirgin bir umursamazlıkla, “Orada morötesi ışık
111
W ILL HI L L
112
19. D E P A R T M A N
olsa da kızın yüzünde onu tanıdığına işaret eden bir ifade ya
yıldı. Bunun üzerine yeni baştan, daha da yüksek sesle çığlık
atmaya başlayarak gözlerini Jamie’ye dikti.
Aniden çığlıklar kesildi ve kız tavandan aşağı atlayıp diz
lerinin üstüne indi. Uzun bir sessizlik boyunca Jamie’ye bak
tıktan sonra gözlerini onunkilerden ayırmadan tekrar ulumaya
başladı.
Hücresinin yanındaki duvarda Jamie’nin alarm düğmesi ol
duğunu düşündüğü bir düğme vardı. Onun üzerinde de altın
da gümüş rengi bir düğme bulunan bir diyafon paneli vardı.
Diyafondan önce bir cızırtı, sonra da rahatsız edilmekten
dolayı kızdığı anlaşılan ve sorunun ne olduğunu soran gardi
yanın sesi geldi.
Jamie, “Onun nesi var?” diye sordu.
Gardiyan hattın öte yanından ağır bir küfür savurdu. Sert
çe, “Hiçbir şeyden anladığın yok mu senin?” diye sordu. “Açlık
tan mustarip.”
“Açlık da ne?”
“Tanrı aşkına. Açlık çekiyor işte. Anladın mı şimdi? Kan
istiyor. Uzun süre kansız kalırlarsa deliriyorlar.”
Jamie, “O zaman ona biraz kan ver,” dedi.
Gardiyan güldü. “Bunu neden yapmak isteyeyim ki?”
Jamie öfkesini dizginlemeye çalışarak, “Bu halde kime ne
faydası olacak?” dedi. “Açlığının onu çıldırtmasına göz yumar
san bana faydası dokunacak hiçbir şey anlatamaz. Ona biraz
kan ver.”
Gardiyan, “Bana öyle bir emir verilmedi,” yanıtı verdi.
Jamie yeniden hücreye bakıp çığlık atmamak için kendisini
tuttu. Kız sessizce beton zemine inmiş, morötesi engelin geri
sinden ona bakıyordu. İnsanlıktan çıkmış yüzü kendi yüzün
den sadece birkaç santim ötedeydi. Kontrolsüzce seğiriyor ve
113
W ILL HIL L
114
1 9. D E P A R T M A N
115
W ILL HILL
116
19. D E P A R T M A N
117
İLK RANDEVU
119
WILL HILL
120
19. D E P A R T M A N
121
W I LL HI LL
122
19. D E P A R T M A N
123
L
14
GİZLİ TEŞKİLAT
124
19. D E P A R T M A N
125
W I LL H I L L
126
19. D E P A R T M A N
127
W I LL HILL
128
19. D E P A R T M A N
129
W ILL HILL
130
19. D E P A R T M A N
131
W I LL HI L L
132
19. D E P A R T M A N
133
W ILL HILL
134
19. D E P A R T M A N
135
15
HAYAT OKULU
136
19. D E P A R T M A N
137
W IL L HILL
138
19. D E P A R T M A N
139
W ILL HILL
140
19. D E P A R T M A N
141
W IL L HILL
“Sorun var mı?” diye sordu. “Hayır mı? İyi, o zaman devam
edelim. Eminim Terry seni eline geçirmek için sabırsızlanıyor-
dur.”
142
19. D E P A R T M A N
143
W ILL HILL
144
16
HER OĞLANIN RÜYASI
146
1 9. D E P A R T M A N
147
W ILL HILL
148
19. D E P A R T M A N
149
W I L L HILL
150
19. D E P A R T M A N
151
W ILL HIL L
152
19. D E P A R T M A N
153
W ILL HILL
154
19. D E P A R T M A N
155
W ILL HIL L
156
19. D E P A R T M A N
157
W ILL HIL L
158
17
YÜZKARASI
159
W ILL HI LL
G iy b u n u .
160
19. D E P A R T M A N
161
W I LL HI L L
162
19. D E P A R T M A N
163
W ILL HIL L
164
1 9. D E P A R T M A N
165
W ILL HILL
166
19. D E P A R T M A N
167
W ILL HILL
168
19. D E P A R T M A N
169
WI LL H I U
portresini almak için bundan daha geniş bir oda gerekirdi. Hem
de çok daha büyük bir odaya. Hayır, burası 19. Departman’ın
en seçkinlerine, en yetenekli ve en zekilerine veya vaktinden
önce ölenlere ayrılmıştır. Jamie, burası atalarımızın yaşadıkları
yer. Her ikimizin de ailesinin tüm üyeleri burada.”
Jamie, Morris’in sözleri ve etrafındaki manzara karşısında
afallamıştı.
Ağır adımlarla kırmızı duvarlardan kendisine bakan kadın
ve erkekleri inceleyerek, levhaları okuyarak ilerledi. Aynı isim
ler defalarca kez tekrar ediyordu: Benjamin Seward, Stephen
Holmwood, Albert Harker, David Harker, Quincey Morris II,
Peter Seward, Arthur Holrmvood II, John Carpenter, David
Morris, Albert Holmvvood.
Galerinin dörtte üçünü kat ettiğinde karşısına ahşap zemi
nin ortasındaki mermer bir kaideye oturtulmuş bir erkek büstü
çıktı. Gri taştan yontulan büst, içeri girebilecek kişilere meyda
na okur gibi galerinin kapısına bakıyordu. Sert bakışlı, muh
temelen gençken hayli yakışıklı olan bir adamın yüzüydü bu.
İnce dudaklarının üzerinde kaim bir bıyığı ve köşeli bir çenesi
vardı. Jamie mermerin üzerindeki yazıyı okurken oğlanın iki
metre gerisinde sessizce yürümekte olan Morris de aynını yaptı.
Q u in ce y H a rk e r
G eld iğ im iz n o k ta y ı o n a b o rçlu y u z
1894-1982
170
19. D E P A R T M A N
A b ra h a m V an H elsin g
1827-1904
J o n a th a n H a rk e r
1861-1917
Q u in cey M o rris
1860- 1891
Jo h n S ew ard
1861- 1924
H e n ry C a rp e n te r
1870-1922
Portrelerin altındaki alçak bir rafta bir dizi küçük eşya var
dı: Bir stetoskop, üzerinde süslü bir aile arması olan küçük bir
altın topluiğne, yıpranmış bir kovboy şapkası ve deri bir kının
içindeki bir gurka kaması.
Soluğu kesilen Jamie, “Aman Tanrım,” dedi. “Hepsi gerçek
ten yaşadı. Sanırım bu ana dek bunun farkına varmamışım.
Gerçekten yaşadılar.”
171
W ILL HI LL
D an iel M o rris
1953-2004
“Yoksa bu...”
“Evet, babam. Bir zamanlar 19. Departman’ın yöneticisiydi.”
172
19. D E P A R T M A N
173
w ILL HILL
hazır olduğun her şeyi, hatta daha fazlasını alır. Ancak hep ata
sı uşak olan biri, bir hainin oğlu olarak kalırsın. Tıpkı benim
departmanın tarihinde görevinden azledilen tek yöneticinin
oğlu olarak kalacağım gibi. Bunları sana sadece önemli olan iki
şeye; anneni bulup onu eve geri getirmeye odaklanman gerek
tiği için anlatıyorum.”
174
18
DELİLİĞİN AĞZINDA
“Uyan.”
Kaim ve boğuk olsa da şefkatli çıkan seste Doğu Avrupa
aksam seziliyordu. Marie Carpenter’m bilinci yavaşça geri gel
meye başladı.
Gözlerini birkaç milimetre aramasıyla çığlık atması bir oldu.
Karşısında daha evvel gördüğü, tepesinde omuz hizasında
koyu dalgalı saçlar olan, keskin hatlı, içlerinde korku verici kı
zıl kürelerin parladığı göz çukurları derin, ince ve soluk bir
yüz vardı. Yaratığın ağzında çarpık, yayvan bir sırıtış vardı.
Jilet keskinliğindeki iki azıdişi dosdoğru Marie’ye bakıyordu.
Yaratık da Marie’ye çığlık atarak karşılık verince kötü kokan
nefesi kadının yüzündeki saçları havaya kaldırdı. Marie bir kez
daha çığlık atınca, bu kez ona kadının kulaklarını acıtan tiz
bir ulumayla karşılık verdi. Ardından yaratığın ona gülümse
mesiyle, Marie dehşete kapıldı. Görüşü beyazlaşıp tekrar ka
ranlığa dönene kadar taş duvarlı, beton zeminli, uzun ve basık
bir odada olduklarını ve bulundukları yerin bir mahzen veya
bodrum olması gerektiğini anlayacak vakti oldu.
175
W ILL HILL
❖ ❖ ❖
Bir süre sonra acı içinde uyandı.
Yüzü ve kolları yanan, zonklayan kesiklerle doluydu ve mi
desi bulanıyordu. Gözlerini açıp etrafına baktı.
Alçak tavanlı, boş bir odanın soğuk beton zemininde yatı
yordu. Duvarlardaki tuğlaların üzeri sıvanmamıştı ve ev haya
tını akla getiren tek şey ihtişamı odanın sadeliğiyle çelişen bir
şömineye bakan bir çift koltuktu.
Odanın uzak ucunda, kaba ahşaptan bir merdiven alçak ta
vandaki bir kapağa uzanıyordu. Kapağın üstten kilitlendiğine
ve buna bakmaya hiç gerek olmadığına neredeyse emindi. Yine
de ayağa kalktı. Öylece yere yatıp bir şeyler olmasını bekleye
mezdi; geçmişte nasıl enerjik ve inatçı bir kızsa şimdi de işini
şansa bırakmayan bir kadındı ve doğasında kadercilik yoktu.
Hele oğlu ondan uzakken ve ona ihtiyaç duyarken eli kolu bağ
lı duramazdı. Jamie’nin ölmüş olabileceği düşüncesini aklına
bile getirmese de zaten korkmuş, şaşırmış ve ne yapacağını bi
lemez halde olduğundan şüphe etmediği oğlu yaralı olabilirdi.
Bu düşünce onu kahrediyordu. Derin bir soluk alıp, elinden
geldiğince topuklarının üzerine basıp ses çıkarmadan odada
ilerledi.
Alt basamağa en fazla iki metre kala bir sürgünün kaydı
ğını işitti ve merdivenin tepesindeki kapağın açıldığını gördü.
Bir çift siyah çizme en üst basamağa adım atınca Marie dehşet
içinde gözlerini yukarıya dikti ve yakalandığının farkına vardı.
Olduğu yerde donakalmış halde, gri bir paltonun etek kena
rının kapaktan içeri usulca girişini, soluk beyaz bir elin kaba
korkuluğa tutunuşunu ve kendisini evinden koparan adamın
önünde belirişini çaresizce izledi. Adamın yüzündeki nazik
gülümseme merdivenden inip etrafına baktığında karşısında
Marie’yi görmesiyle hazdan gelen, yayvan bir sırıtışa döndü.
176
19. D E P A R T M A N
177
W I L L HI LL
178
19. D E P A R T M A N
179
W ILL HI LL
180
1 9. D E P A R T M A N
181
19
KAN VE MEKTUPLAR
182
19. D E P A R T M A N
183
W ILL HILL
184
1 9. D E P A R T M A N
OĞLANA
GELMESİNİ
SÖYLEYİN
185
W ILL HIL L
186
1 9. D E P A R T M A N
“Annem nerede?”
Frankenstein ağzını oğlanın kulağına yaklaştırıp, “Bilmiyo
ruz,” diye yanıt verdi. “Bilmiyoruz. Üzgünüm. Onu bulacağı
mıza söz veriyorum.”
Sesi giderek alçalıp bir fısıltıya döndü. Jamie’yi bir bebek
gibi kaldırmış bir o yana bir bu yana sallıyordu. Ardından onu
nazikçe fayans zemine bırakıp kollarını ağır ağır gevşetti. Jamie
hemen Frankenstein’dan kurtulup arkasına dönerek kızarmış
yüzü ve alevli gözleriyle ona baktı. Ancak ikinci bir öfke pat
laması gelmedi.
Morris, “Laboratuar şimdi fotoğrafı analiz ediyor,” dedi.
“Ancak ilk sonuçlarda yerine dair herhangi bir ipucu buluna
madı. Üzgünüm.”
Jamie gözlerini Frankenstein’a dikip, “O benim annem,”
dedi. “Anlıyor musun?”
Frankenstein basitçe, “Hayır,” yanıtını verdi. “Anlamıyo
rum. Anlayamam. Benim hiç annem olmadı. Yine de babam
olarak gördüğüm bir adam vardı. Bu yüzden hislerini tahmin
edebiliyorum.”
Jamie, “Bunu yapabildiğini sanmıyorum,” dedi. Sözünden
dolayı hemen pişman olsa da dev adam gücenmiş görünmedi;
sadece büyük ve asimetrik gri gözleriyle ve yüzünde boş bir
ifadeyle Jamie’ye baktı. Gerilimi dağıtan Morris oldu.
Başıyla sedyeye işaret ederek, “Nerede bulunmuş?” diye sordu.
Turner, “Yolda,” diye yanıt verdi. “Kapıdan beş mil kadar
ötede, bir ağaca asılı halde. Devriyelerden biri onu sabah altıda
bulmuş. Henüz 5:50’de cesedin orada olmadığını söylüyor.”
Beş kilometre. Buradan beş kilometre ötede vampirler, hatta belki
de bu adamın göğsüne bunu yapan vampirler vardı. Ben uyurken.
Düşünceyi zihninden uzaklaştırdı.
Elinden geldiğince sakin bir sesle, “Annemi bulmamız ge-
187
W ILL HILL
İ
20
HİÇ UYUMAYAN ŞEHİR. 1. BÖLÜM
189
W ILL HI L L
190
19. D E P A R T M A N
“John Carpenter?”
Ses 34. Cadde’nin köşesinden gelmişti. Düşen karların ara
sında, belki sabırsızlıktan, belki de hızla soğuyan havadan do
layı ağırlığını bir o ayağına bir diğerine vererek bekleyen koyu
paltolu ve şapkalı bir adamın siluetini seçebiliyordu.
Carpenter, “Kim soruyor?” diye yanıt verdi. Konuşurken,
elini paltosunun sağ eline sokup karaya çıkmadan önce cebine
koyduğu tahta kazığı çıkardı.
Gölgelerin arasından çıkan adam üzerinde kahverengi tüvit
bir takım elbise ve boynunda kırmızı beyaz puanlı bir kravat
olan kırk yaşlarında kısa boylu, tombul bir adamdı. Havai kra
vatın üzerindeki alkolden kızarmış, iyilikle parlayan bir yü
zün üzerinde basık, domates gibi bir burun ve şaşırtıcı ölçüde
iri bir bıyık vardı. Adam koyu renkli bir fötr şapka takıyordu.
Carpenter yaklaşırken yayvan bir gülümsemeyle onu karşıladı.
Rahatlamış bir sesle, “Şensin,” dedi. “John Carpenter. Tam
da fotoğrafındaki gibisin.”
Sesinden rahatladığı anlaşılan Carpenter, “Bir kez daha söy
lüyorum...” dedi. “Kim soruyor?”
“Benim işte, Bay Carpenter, Willis. Bertnard Willis. Sizi
karşılayacağımızdan haberdar olacağınızı sanıyordum, bu
yüzden kendimi...”
Carpenter araya girip, “Belgeler...” dedi. Adam elini cepleri
ne atınca sakin bir sesle, “Yavaşça,” diye ekledi.
Willis ceketinin iç cebinden deri bir cüzdan çıkardı ve
Carpenter’a uzattı. Carpenter adamın parmakları arasından
dikkatle aldığı cüzdanı açtı.
İçinde üç belge vardı; ilki New Jersey’nin Saddle River kasa
basından Bertnard Willis’e ait bir pasaport, İkincisi Carpenter’m
yolculuk güzergahını ve görünüşünü belirten bir telgraf, üçün-
cüsü de New York Eyaleti Başsavcısının Londra’dan gelen Bay
191
W ILL HIL L
192
19. D E P A R T M A N
193
W ILL HIL L
194
19. D E P A R T M A N
195
W ILL HIL L
196
19. D E P A R T M A N
197
W ILL HILL
198
19. D E P A R T M A N
199
W ILL HILL
200
21
ŞEHRİN YOKSUL YAKASI
201
W I L L HILL
202
19. D E P A R T M A N
203
W I LL HI L L
204
19. D E P A R T M A N
Bir saat sonra minibüs geniş bir bozkırın kenarındaki bir çiftlik
evinin önünde durdu. Arka kapılar kayarak açıldı ve temiz gece
205
W ILL HIL L
206
19. D E P A R T M A N
207
W I LL HI LL
208
19. D E P A R T M A N
209
W ILL HILL
210
19. D E P A R T M A N
211
W IL L HILL
212
19. D E P A R T M A N
213
W ILL HIL L
214
19. D E P A R T M A N
215
W ILL HILL
216
19. D E P A R T M A N
217
22
HİÇ UYUMAYAN ŞEHİR, 2 . BÖLÜM
218
1 9. D E P A R T M A N
Victor elini paltosunun cebine atıp kalın, beyaz bir zarf çı
kardı.
Zarfı Carpenter’a uzatıp, “O halde bunun ne anlama geldi
ğini biliyorsundur,” dedi.
Carpenter zarfı alırken karşısındaki adamın elinin ne denli
büyük olduğunu fark etti. Kapının zincirini yuvasından çıkar
dı.
Penceresinin altında duran küçük masaya gidip zarfı tahta
yüzeyin üzerine bıraktı. “İçeri buyur,” dedi. Victor kapıyı arka
sından kapatıp içeri girdi.
Carpenter zarftan üç sert kart çıkardı. Bunlardan ikisi ke
narları altın rengi bir çerçeveyle kaplı, üzerlerinde gösterişli
harflerle yazılmış üç satır yazı olan davetiyelerdi.
İki kartı bir yana bırakıp üçüncüye baktı. Güzel, ince bir el
yazısıyla yazılmış bir nottu bu.
219
W ILL HILL
220
19. D E P A R T M A N
221
W ILL HIL L
222
1 9. D E P A R T M A N
daha yayvanlaştı.
Carpenter zar zor, “Özrün kabul edilmiştir,” diye yanıt ve
rebildi.
Seni aptal. Tanrı aşkına, ilgilenmen gereken meseleye odaklan.
Birinin seni böyle gafil avlayabilmesi kabul edilemez bir durum.
Frankenstein başını salladı.
“Bunu duyduğuma sevindim,” dedi. “Yola koyulalım mı?”
Eliyle Central Park West Meydam’nın yukarısına, istika
metleri olan Yukarı Batı Yakası’na işaret etti.
İki adam hızla davetiyelerde belirtilmiş olan adrese doğru
yürümeye başladılar. Sokağın köşesinde, karşılarına eğimli bir
çatının üzerinde yükselen uzun, daire şeklinde bir kulesi olan
geniş, gotik tarzda bir konak çıktı. Binanın çok sayıdaki pen
ceresi ışıl ışıl parlıyordu. Yolun karşısında olmalarına rağmen
kahkahaları ve müziği duyabiliyorlardı. Geniş, tahta kapının
yanında en az kapı kadar geniş, koyu gri paltosu ve ifadesiz bir
Venedik maskesi olan bir figür duruyordu. İki adam davetiye
lerini bu hortlağı andıran figüre teslim etti.
Figür davetiyeleri dikkatle inceledi ve düz bir sesle, “Mas
keler,” dedi.
Carpenter cebinden siyah bir göz maskesi çıkarıp yüzüne
taktı. Frankenstein dikkatle üzerinde uzun, ince bir burun
olan beyaz bir maskenin kurdelelerini kulaklarının üzerinden
birbirine tutturdu.
Hol geniş ve gösterişliydi. Duvarlara aralıklarla aynalar ve
tablolar asılmıştı ve tüm düz yüzeylerin üstü vazolarla doldu
rulmuştu. Ayaklarının altında siyah beyaz, mermer karolarla
döşenmiş olan zemin ışıl ışıl parlıyordu. Üzerinde tertemiz,
beyaz bir frak olan yaşlı bir garson yanlarına gelip kibar kristal
şampanya kadehleriyle dolu bir tepsiyi onlara uzattı. İki adam
ikramı kabul edip koridorda ilerledi ve gerisinden hareketli bir
223
W I LL H I L L
224
f
19. D E P A R T M A N
225
W I L L HILL
226
19. D E P A R T M A N
227
W1LL H ILL
228
23
İKİNCİ RAUNT
229
W ILL HILL
230
1 9. D E P A R T M A N
231
W ILL HIL L
232
19. D E P A R T M A N
di. “Her istediğini canı ne zaman isterse yapar. Yemek için in
sanları, zevk için hem insanları hem de vampirleri öldürür.
Onu durdurmak için elinden hiçbir şey gelmez.”
“Buna inanmıyorum.”
“İnanmalısın. İnanmazsan canın yanar. Bunun tekrar olma
sını da istemem.”
Larissa Jamie’ye gülümseyince oğlanın midesi kalktı. Kız,
“Bir yıl önce, onunla takılan bir kız Cornvvairda bir çiftçiyi
öldürdü,” diyerek konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
“Kaldığımız yere kan içinde, tam anlamıyla çiftçinin kanıyla
yıkanmış halde geldi. Anderson ona kendisini kimsenin görüp
görmediğini sorunca çiftçiyi bulduğu ahırdan çıkarken adamın
ailesinin kendisini görmüş olabileceğini itiraf etti.”
Jamie, “Sonra ne oldu?” diye sordu.
“Alexandru kızı parçalara ayırdı. Herkesin önünde o zavallı,
aptal kızın uzuvlarını kahkahalar atarak kopardı. Muhtemelen
odada içlerinde en yaşlı ve güçlü vampirlerin de olduğu yirmi
kadar vampir vardı. Hiçbiri tek kelime etmedi ya da kimse yü
zünü çevirmedi. Alexandru kızın kalbini yerken bile.”
Jamie midesinden yukarı çıkan safrayı hissetti.
“Anderson’ı kızın gittiği çiftliğe gönderdi. Anderson çiftçi
nin karısının ve üç çocuğunun boğazlarını kesti. Kan kaybın
dan ölene dek birbirlerine baktılar.”
Larissa yüzünde şefkatli bir ifadeyle ona baktı. Yumuşak
bir ses tonuyla, “Alexandru işte böyle biri,” dedi. “O bir hayvan.
Şiddet ve kargaşadan keyif alan zeki ve kurnaz bir hayvan. Ge
zegendeki her insandan ve her vampirden de daha güçlüdür.
Tehlikeyi daha ortaya çıkmadan önce sezer. Onu kandıramaz,
hissettirmeden yanma yaklaşamaz ve hiç şüphesiz onunla sa-
vaşamazsın.”
İçi ümitsizlikle dolan Jamie ona baktı.
233
W IL L HILL
234
19. D E P A R T M A N
235
i
24
HİÇ UYUMAYAN ŞEHİR. 3 . BÖLÜM
236
19. D E P A R T M A N
237
W I L L HILL
238
19. D E P A R T M A N
239
W ILL HILL
240
19. D E P A R T M A N
241
W I LL H I L L
242
25
DOSTUMDU. ONU SEVERDİM
243
W ILL HI L L
244
19. D E P A R T M A N
245
W lLL HIL L
246
19. D E P A R T M A N
247
W ILL HIL L
248
19. D E P A R T M A N
Baban 1992’nin sonlarına doğru neredeyse elli yıl sonra ilk kez
Moskova’ya giden bir heyete başkanlık etti ve yurda Rusya’yı
tekrar kazanmış olmanın heyecanıyla döndü. Sonra Dan Bül
bül Operasyonu’nun emrini verdi ve onları neredeyse tamamen
kaybettik.”
Jamie, “Bülbül Operasyonu neydi?” diye sordu.
“Craiova yakınlarındaki bir kan fabrikasını yok etmek için
planlanan bir görevdi. Bir vampir çetesi insanları, çoğunlukla
da Orta Avrupa’nın çeşitli yerlerinden uyuşturucu bağımlıla
rını ve evsizleri kaçırıp eski bir mezbaha da kanlarını dökü
yordu. Her yıl ve kim bilir kaç yıldır yüzlerce kadın ve erkeği
öldürüp kanlarını karaborsada satıyordu. Birkaç yıldır durum
dan haberdardık ve durumu DMT’ye defalarca kez ilettik. Yanıt
almak bir yana, mesajımızın kendilerine ulaştığını bile bildir
mediler. Demir Perde varken durum buydu; iletişim bir kara
deliğe düşüp yok oluyordu. Sonra, perde indiğinde durumu
tekrar rapor ettik ve bu kez bize fabrikanın DMT’nin öncelikli
hedeflerinden biri olduğu bildirildi. Altı ay sonra, hâlâ bir ge
lişme olmayınca Dan, Craiova’ya bir tim gönderdi.”
Frankenstein, Jamie’ye baktı. “O zamanları düşününce...”
Jamie araya girip, “Sen de orada mıydm?” diye sordu. “Sen
de mi o görevde yer aldın?”
Frankenstein, “Elbette, “diye yanıt verdi. “Ben, baban, Paul
Turner ve on yedi Siyah İşık ajanı daha. 18 Mart 1993’de uçak
la bölgeye gidip ertesi gün, sabahın geç saatlerinde fabrikaya
vardık.”
“Orada ne oldu?”
“Geleceğimizi biliyorlardı. Kapıdan geçince hepsi karnını
iyi doyurmuş, iyice dinlenmiş, tetikte bekleyen yetmiş vam
pirle karşılaştık. Pencereyi örten siyah boyanın hâlâ ıslak ol
duğunu babana söyleyince baban geri çekilme emri verdi. Ama
249
W I L L HILL
250
19. D E P A R T M A N
251
W ILL HIL L
252
26
SONUNBAŞLANGICI
MOLNÂRMALİKÂNESİ.
BUDAPEŞTE YAKINLARI, MACARİSTAN
Î2 ŞUBAT2005
253
W I L L HILL
254
19. D E P A R T M A N
255
W ILL HIL L
256
19. D E P A R T M A N
257
W ILL HIL L
258
19. D E P A R T M A N
259
W ILL HIL L
260
19. D E P A R T M A N
261
W tL L HILL
Turner her zaman olduğu gibi ilk tepki veren oldu. Öne
çıkıp kemerinden çıkardığı kazığı kızın sol gözüne sapladı.
Kız acı içinde inleyerek Connor’ı bıraktı ve ayakları üzerine
sıçrayıp kanın ve yaralı göz çukurundan fışkıran sarı sıvının
üzerinde dikildi. Frankenstein çıkardığı Cirit’in tetiğini çekti.
Silahtan fırlayan cismin göğsüne girmesiyle, kız geçitte geriye
doğru savrulup patladı ve kanı dört yana dağıldı. Kazık vın
layarak namluya geri döndü ve dört adam kan kaybeden Er
Connor’ın yattığı yere koştu.
Carpenter, Connor’ın yanında diz çöküp elini tuttu. Gözleri
hızla dönen, kalbi hızlı ve düzensiz atan er şoka girmek üze
reydi. Boynundaki delikten kan püskürüyordu. Turner keme
rindeki tıbbi malzeme çantasından çıkardığı gazlı bezi yaranın
içine bastırıp kesik atardamarı kapattı. Connor bağırdığında
ağzından kanlı köpükler saçsa da Turner soğukkanlılığını hiç
kaybetmedi.
Carpenter, “Sakin ol, evlat,” dedi. “Sakin ol. Seni buradan
çıkaracağız.”
Miller, “Aman Tanrım,” dedi. Yüzünde katıksız bir dehşet
ifadesiyle kan içindeki adama bakakalmış, kıpırdamadan du
ruyordu.
Carpenter, “Haydi” dedi. “Onu ayağa kaldıralım. Turner,
tahliye aracı çağır. Onu buradan çıkarmalıyız, hemen şimdi.”
Kimse yerinden kıpırdamadı.
Carpenter, “Haydi!” diye kükredi. “Kesin bir emir verdim!”
Frankenstein alçak sesle, “Julian...” dedi. “Bunun için çok
geç olduğunu biliyorsun. Gereken kan naklini sağlayabilecek
en yakın yerden iki saat uzaktayız. O zamana kadar ölmezse
dönüşmüş olacaktır.”
Sesi öfkeyle dolu Carpenter, “Bunu kabul etmiyorum,” dedi.
“Haklı olman da umurumda değil, yine de elimizden geleni
262
1 9. D E P A R T M A N
263
W I LL H IL L
Timin geri kalan üyeleri sessizce tünelde ilerleyip ikinci bir ka
pıdan geçerek tepesinde İsa’nın çarmıha gerilme anını betim
leyen bir yontma heykelin olduğu geniş bir taş kemere vardı.
Turner kadim tahta kapıyı ardına kadar açtı ve dört ajan geniş,
daire şeklinde bir kiliseye girdi. Duvarlar azizlerin heykelleriy
le doluydu ve odanın gerisindeki düz bir taş sunağın üzerinde
dikilen büyük, taş bir haç vardı.
Zemin vampirlerle doluydu.
Yarasalar gibi koyun koyuna uyuyan en az yirmi vampir
vardı. Manzara karşısında, Er Miller’ın soluğu kesildi. En ya
kınlarında duran, sakalı çıplak beline kadar uzanan yaşlı vam
pirin gözleri açılmalarıyla kırmızıya döndü. Tiz bir çığlık at
masıyla, odadaki tüm vampirler uyandı ve ayaklandı.
Siyah ışık timi kilisenin içine doğru atıldılar. Hızla hareket
eden siyah üniformaları ve kesici silahları hayal meyal seçili
yordu. Frankenstein başını eğip vampirlerin arasına daldı ve
onları dört bir yana savurdu. Kemerinden çıkardığı MP5’in
şarjörünü ayakta zor duran, fazla iç içe geçtikleri için güç ha
reket eden, yarı uyanık vampirlerin üzerine boşalttı. Kurşunlar
vampirlerin bedenlerini deldi. Genç yüzüne hayatta görmek is
teyeceğinden fazlasını görmüş bir adamın bakışları çöken Mil
ler şaşkın kalabalığa cinnetin sınırlarında gezen bir hevesle ve
anlaşılmaz haykırışlarla saldırarak kalplerine kazıklar soktuğu
vampirleri art arda öldürüyordu. Turner duvarın kenarına çe
kilip Cirit’ini çıkardı. Sakince, hiç acele etmeden art arda altı
264
19. D E P A R T M A N
266
27
ÜÇÜNCÜ KİŞİ FAZLALIKTIR
2 67 İte
W ILL HIL L
268
19. D E P A R T M A N
269
W ILL HILL
270
19. D E P A R T M A N
271
W ILL H ILL
272
19. D E P A R T M A N
Bağlantı kesildi.
Jam ie uzunca bir süre telsize baktıktan sonra cihazı yüzün
de bir tiksinti ifadesiyle masanın üzerine bıraktı. Frankenstein
sandalyesine geri otururken fal taşı gibi açılmış, korku dolu
gözlerle oğlana baktı.
Jam ie sesi titreyerek, “Bu frekansa nasıl ulaşmış olabilir?”
diye sordu. “Eline nasıl geçmiş olabilir ki?”
Frankenstein, “Bilmiyorum,” dedi. “Frekans her kırk sekiz
saatte bir yenilenir.”
“Öyleyse birileri Alexandru’ya frekansı son iki gün içinde
vermiş olmalı, değil mi?”
Jam ie’nin fark ettiği şeyi idrak ederken Frankenstein’ın göz
leri büyüdü. Kemerinden kendi telsizini çıkardı. Frekans se
çim kadranını çevirip konuşmaya başladı.
“Thomas Morris, 0. Kat, Oda 24 B’ye, derhal,” dediğinde,
canavarın üssün yüksek köşelerine takılı hoparlörde patlayan
sesijam ie’yi şaşkına çevirdi.
“Bütün departmanı uyandıracaksın,” diye çıkıştı. “Ne yapı
yorsun?”
Frankenstein, “Bazı yanıtlar alacağım,” dedi.
273
W ILL HILL
274
19. D E P A R T M A N
275
W ILL HIL L
276
1 9. D E P A R T M A N
277
W I LL HIL L
278
28
İŞİN TÜM EĞLENCESİ
READING, İNGİLTERE
24 TEMMUZ2004
279
W ILL HI LL
280
19. D E P A R T M A N
bir söz çıkmadı. Bir kez daha onlara yaşlı adamdan bahsetmeyi
düşünse de vazgeçti.
Bu günlerde onlarla konuşmanın bir anlamı yok. Kardeşi onunla
bu konu üzerine konuşmaktan kaçınsa da onun da aynı şekilde
düşündüğünden emindi. Babası yaz başında bir açıklama yap
madan veya özür dilemeden Liam’m futbol maçlarına gitmeyi
bırakmıştı; öyle bir alışkanlığı olduğunu birden unutuvermiş
gibiydi. Bu durumun onu itiraf edemeyeceği, hele hele ablası
na hiç itiraf etmeyeceği kadar derinden yaraladığını bilse de
Liam babasıyla bu konuyu hiç konuşmamıştı. Futboldan daha
önemli işler döndüğü açıktı: Yılın başında anne babalarının
üzerine bir ilgisizlik bulutu çökmüştü ve anlaşılan dağılacak
gibi de değildi. Onlara yaşlı adamdan bahsetse kâbus gördü
ğünü, endişe edecek bir şey olmadığını söyleyip onu daha da
yorarlardı.
Onu üst üste üç gündür gördüğünü söylese de.
281
W ILL HI LL
282
19. D E P A R T M A N
283
W ILL HIL L
284
19. D E P A R T M A N
285
W I L L HILL
286
19. D E P A R T M A N
287
29
HESAPLANMIŞ RİSK
mı
288
19. D E P A R T M A N
289
WILL HILL
290
19. D E P A R T M A N
291
W ILL HI LL
292
19. D E P A R T M A N
293
W ILL HIL L
294
19. D E P A R T M A N
295
30
VALHAUA
296
19. D E P A R T M A N
297
W ILL HIL L
298
19. D E P A R T M A N
görmesiyle silindi.
Oğlan yumuşak bir sesle, “Benden hesap sormak için döne
ceğini biliyordum,” dedi.
Larissa, “Merhaba, John,” diye yanıt verdi. “Seni tekrar gör
mek güzel.”
Jamie, “Tekrar mı?” diye sordu. “Siz birbirinizi tanıyor mu
sunuz?”
Vampir çocuk, “Daha önce karşılaşmıştık,” dedi. “Yıllar önce.”
Jamie, “Ne zaman?” diye sordu. “Nasıl?”
Larissa yumuşakça, “Dönüştürüldüğüm gün,” dedi. “Nere
ye gideceğimi bilemiyordum, bu yüzden parka döndüm ve...”
Takım elbiseli vampir araya girip, “Lütfen,” dedi. “Hikaye
nin müthiş olduğuna eminim ama burada bazı kurallarımız
var. Yanında bizden biri olmayan hiç kimse öylece gelemez bu
raya. Üzgünüm ama kim olduğunuzu ve burada ne aradığınızı
sormam gerek.”
Frankenstein sessiz vadide gürleyen sesiyle ona yanıt verdi.
“Ben 19. Departman’dan Victor Frankenstein. Bunlar da
yine Siyah Işık’tan Jamie Carpenter ve Thomas Morris. Bu kişi
de sizden biri olan Larissa.”
“Peki burada ne işiniz var?”
Larissa, “Grey e bazı sorularımız olacak,” dedi. “Burada mı?”
Vampir, “Evet,” dedi. “Bir süredir burada değildi ama üç gün
önce eve döndü.”
Larissa dişlerini gösterdi.
Bunu yaptığını sadece Jamie görmüştü. Jamie başını yana
yatırınca Larissa ona hızla başını iki yana sallayarak karşılık
verdi.
Vampir yüzünde yayvan bir gülümsemeyle, “Sizlerle tanış
mak bir zevk,” dedi. “Adım Lavvrence, bu da John Martin.”
Jamie kendisini daha fazla tutamadı. Bu tuhaf, cennet gibi
2 99
W I LL H I L L
300
19. D E P A R T M A N
301
W I LL HI LL
302
19. D E P A R T M A N
dedi. “Ama sadece sen. Alexandru beş gün önce, Jamie ve an
nesine saldırmadan evvel sana bir sipariş verdi. Siparişini al
maya ne zaman geldi.”
Gözlerini canavara diken Kimyacı, “Üç gün önce,” diye
homurdandı. “Ancak tedarik edemeyeceğim kadar büyük bir
siparişti. Yeni mallar hazırlamam gerekiyordu. Çok ama çok
kızdı.”
“Demek o geldiğinde siparişi hazır değildi?”
“Ne de zekisin.”
“Buradan ayrılıp sonra siparişi için geri mi döndü?”
“Bu çok da misafirperver bir tavır olmazdı, değil mi? Özel
likle de en iyi müşterilerimden birine karşı.”
Olup bitenleri anlayan Jamie’nin zihninde bir şimşek çaktı.
Sesi bir fısıltıdan biraz daha güçlü çıkan, “Burada kaldı, değil
mi?” diye sordu. “Sen siparişi hazırlarken o burada kalıyordu
demek?”
Kimyacı oturma odasının zeminine kan tükürüp gözlerini
Jamie’ye dikti.
“Bu doğru, seni küçük velet. Alexandru, Anderson ve gani
meti buradaydılar.”
Ganimeti mi?
Jamie, “Annem...” dedi. “Mutluluk’u üretmeni beklerken
annemi burada tutmuş. Sen de buna göz mü yumdun? Nasıl
yapabildin bunu?”
Kimyacı, “Alexandru istediği şeyi, istediği zaman yapabilir,”
diye yanıt verdi. “Basit bir insan uğruna ona kazık atmam.”
Öfkeyle dolan Jamie Kimyacı’nın üzerine atıldı. Larissa hız
la önüne geçip yumruklar ve tekmeler savurmaya çalışan oğla
nı tutup geri çekti.
Jamie, “Basit bir insan mı?” diye gürledi. “O basit insan de
diğin benim annem, seni iğrenç yaratık! Hayatı boyunca karın-
32 7
W ILL HIL L
328
19. D E P A R T M A N
329
33
DARAGAC1NA GİDEN YOLDA
330
1 9. D E P A R T M A N
331
W ILL HI L L
332
19. D E P A R T M A N
333
k
W ILL H IL L
334
19. D E P A R T M A N
335
W I LL HI L L
336
19. D E P A R T M A N
337
W ILL HIL L
338
34
AV PARTİSİ
339
W ILL HILL
340
19. D E P A R T M A N
341
VVILL H I L L
342
19. D E P A R T M A N
343
W ILL HILL
344
19. D E P A R T M A N
345
W ILL HILL
346
19. D E P A R T M A N
Siyah ışık timi saldırı anındaki kadar sessiz bir şekilde heli
kopterlere döndüler. Sesi gergin, öfkesinden hiç konuşamaya
cakmış gibi çıkan Amiral Seward dört subayı kendi aracına ça
ğırmıştı. Jamie oturduğu bankta tanımadığı iki Siyah Işık aja
nın arasında sıkışmış, dört zırhlı aracın üçüncüsünde seyahat
ediyordu. Köy yolu üzerinden uçuş noktasına yaklaşırlarken
fikir teatisi başladı.
Jam ie’nin sağındaki ajan, “Bir grup lanet hayran. Birisi
Alexandru’ya haber sızdırmış olmalı,” dedi.
Diğeri “Öyle mi dersin?” dedi. “Bunu ilk ne zaman anladın?
Orada göremeyince mi?”
İlk ajan, “Cehenneme kadar yolun var,” dedi.
Dakikalar boyunca sessizce yol almalarının ardından son
konuşan ajan bir kez daha konuştu.
“Yönetici mutlu görünmüyordu,” dedi.
Jam ie’nin karşısında oturan ajan, “Bu...” diye söze girdi; “...
yılın en hafif ifadesi olmalı.”
347
W ILL HIL L
348
19. D E P A R T M A N
349
W 11L H I L L
korkmamıştı.
Alexandru yeniden yumuşak ve dostça bir tona bürünen
sesiyle, “Ama anlayacaksın,” dedi. “Anlayacaksın. Şu andan iti
baren anlamanı sağlayacağım. Az önce birçok insan öldürdü ve
hepsi senin yüzünden öldü.”
Bir klik sesinin ardından hat kesildi.
Jamie arkadaşlarına az önce vampirin söylediklerini anla
tacak; onlara vampirin sesindeki deliliğin kendisine hissettir
diklerini, kulağına gelen o korkunç, tarifsiz dehşetin ne denli
doğallıktan uzak olduğunu anlatacakken üste alarm sesleri
çınladı ve duvarı kaplayan dev ekran parladı.
350
35
NE EKERSEN ONU BİÇERSİN
KARPATDAĞLARI. TRANSİLVANYA
17HAZİRAN 1902
351
W I LL HIL L
352
19. D E P A R T M A N
353
W ILL HILL
354
19. D E P A R T M A N
355
W ILL HIL L
356
19. D E P A R T M A N
357
k .
W ILL HI LL
mi aktarmasını isteyeceğim.”
“Haklı olduğunuzdan eminim, efendim.”
“Haklıyım Henry. Haklıyım.”
358
19. D E P A R T M A N
359
W I LL HIL L
360
19. D E P A R T M A N
361
W ILL HILL
362
36
UNDISFARNFİN İKİNCİ İŞGALİ
UNUSFARNEADASI, NORTHUMBERLAND
İKİSAATÖNCESİ
363
W I LL HI LL
364
19. D E P A R T M A N
365
W ILL HI LL
366
19. D E P A R T M A N
367
W I LL HILL
368
19. D E P A R T M A N
bir şey indi ve ılık bir sıvı yüzüne ve göğsüne sıçradı. Pete elle
rini yüzüne götürüp derisinin üzerindeki sıvıyı sildi ve tiz bir
çığlık attı. Gözlerini yere dikince iri, donuk gözleriyle kendi
sine bakan Bayan Marsden’ı gördü. Gırtlağında iki delik vardı
ve üzerindeki beyaz gecelik, kana batırılıp çıkarılmış gibiydi.
Pete muzaffer bir çığlık duydu ve yukarı baktı. Tavan ara
sının penceresinde yüzünün yarısı kana bulanmış, insanlıktan
yoksun iri, kızıl gözleriyle kendisine bakan bir kadın gördü.
Yüz aniden pencereden uzaklaştı ve evin içinden ayak sesleri
geldiğini duydu.
Pete Randall kaçtı. Dönüp az önce geldiği yoldan geri dön
düğünde adanın her yerini saran şiddet ve acı seslerini; tiz çığ
lıkların, kırılan camların ve haykırışların kakofonisini ilk kez
duydu.
Çığlıklar öyle çoktu ki.
Hızla koşarak bahçe kapısına vardığında karşısına aniden
kızının çıkmasıyla kendisini yana attı ve sertçe kaldırıma çarp
tı. Bunu yapmasa onu ezebilirdi.
Kate, “Baba!” diye bağırdı ve Pete’in yanında diz çöküp ona
iyi olup olmadığını sordu. Pete üzerine düştüğü sağ kolundaki
büyük acıya aldırış etmeden yattığı yerde doğruldu ve kızını
soluğunu kesecek kadar sıkıca kucakladı.
Pete hıçkırarak, “Nerelerdeydin?” diye sordu. “Seni bulama
dım.”
Babasının göğsüne sıkıca bastırdığı Kate zorlukla nefes
alarak, “Cooper’lara gittim,” dedi. “Cooper’lara gittim. Orada
kimse yok. Kan var, çok kan...”
Pete onu bırakıp sendeleyerek ayağa kalktı. Kızma iyi olup
olmadığını soracakken Marsden’ların evinin kapısı gürültüyle
açıldı ve tavan arası penceresinde gördüğü kadın onlara doğru
uludu. Ulumaya korku verici yakınlıkta bir yanıt geldi. Kate
369
W ILL HILL
370
19. D E P A R T M A N
371
W I L L HILL
372
37
DÜNYANIN ÇATISI
DMTMERKEZKOMUTANLIĞI
KOLA YARIMADASI, RUSYA
OTUZBEŞ DAKİKA ÖNCESİ
373
W ILL H ILL
374
19. D E P A R T M A N
Kız her gittiği yere geliyor; ifadesiz, güzel gözleri ona bağlılıkla
bakıyor; yumuşak, nazik sesiyle hep kendisi için yapabileceği
bir şey olup olmadığını soruyordu.
Kendisini sevdiğini veya sevdiğini sandığını düşündüğü kız
ona göre boşa kürek çekiyordu. Valeri ömrü boyunca tek bir
kadını sevmişti ve sevdiği kadın yarım yüzyıl önce ölmüştü.
“Çok iyi” dedi. “Vakit geldi.”
Nazikçe gece havasına doğru bir adım attı. Paltosu geriye
doğru şişti. Aşağısındaki üs sessizdi ve ışıkları karın üzerinde
soluk sarı yarım daireler oluşturuyordu.
Valeri tepeden aşağı ayaklarını sürerek tepeden inerken
yandaş ordusu ölüme elçilik eden, sessiz ve büyük bir gölge
gibi onu izledi.
375
WILL HILL
376
19. D E P A R T M A N
bastı. Odaya hâkim olan devasa duvar ekran her biri üssün
etrafındaki kameralardan gelen yüksek çözünürlüklü görüntü
leri yansıtan sekiz parçaya ayrıldı. Kontrol odasındaki adam
ların bakışları altında, siyah bir şeklin kapladığı ekranlardan
birindeki görüntü beyaz gürültünün tıslaması eşliğinde kar
landı. Hemen ardından, ikinci, üçüncü ve dördüncü ekranlar
daki görüntü kesildi.
Petrov gözlerini ekrandan ayırmadan, “Genel alarm verin,”
dedi. “Acil yardım çağrısı yapın.”
“Ama efendim...”
“Emrimi duydun, asker. Hemen yerine getir. Bir de muhafız
alayını çağır. Fazla vaktimiz yok.”
General konuşurken geri kalan son kamera ekranları da
karlandı. Odanın ortasındaki kontrol panelinin karşısında
oturan telsiz operatörü büyük bir korku içinde dünyanın tüm
doğaüstüyle mücadele departmanlarını birleştiren acil durum
frekansı üzerinden Pietro’nun gönderilmesini emrettiği imdat
çağrısını gönderdi. Sadece altı sözcükten oluşan mesajı gön
dermesiyle dış mikrofonlardan bir gümbürtü geldi ve iletişim
kesildi.
Gözleri korkuyla parlayan er başını ekranından kaldırıp,
“General, “dedi.
Ancak Petrov gitmişti.
377
W I LL HILL
- 2 ...
-3...
-4...
-5...
- 6 ...
-7...
378
19. D E P A R T M A N
379
W I LL H I L L
380
19. D E P A R T M A N
381
W ILL H IL L
382
19. D E P A R T M A N
383
38
AŞK YANIKLARI
Sekiz saatten kısa bir süre içinde Halka’nın genel alarmı ikinci
kez çaldı. Henüz kırk dakika önce yataklarına uzanmış olan
aşağı katlardaki ajanlar uykularından koparılmalarıyla küfre
derek üniformalarını giyip silahlarını taktılar.
Amiral Seward ana hangarda Siyah Işık’ın uyku sersemi er
kek ve kadınlarına komutlar veriyordu. Pistin asfalt zemininde
iki EC725 helikopter duruyor, teknisyenlerin zemindeki ka
paklardan çektikleri hortumlarla yakıt doldurdukları helikop
terlerin açık yolcu kabinlerinden ışık sızıyordu.
Seward, “Jet nerede?” diye bağırdı. “Kahretsin, kırk dakika
da orada olacaktık.”
Yanından geçen bir ajan, “Cal Holmwood üç gün önce Mina
Il’yi Nevada’ya götürdü,” diye yanıt verdi. “Amerikalılarla bir
eğitim tatbikatı yapıyor, efendim.”
Seward okkalı bir küfür savurup dikkatini etrafını saran
ajanlara verdi. Seferberliğin denetiminden sorumlu olan Paul
Turner’a seslendi.
“Sen, ben ve rapor veren ilk on sekiz adam hazır buluna-
384
19. D E P A R T M A N
YENİ SMS
GÖNDEREN: PETROV, GEN. Y.
31. ODANIN GİZLİLİĞİ İHLAL EDİLMEK ÜZERE.
ACELE ET ESKİ DOSTUM
YURİ
385
W ILL HILL
386
19. D E P A R T M A N
387
W I LL H I L L
388
19. D E P A R T M A N
389
W ILL HI LL
390
39
RESMİ DAVET
391
W ILL HIL L
392
19. D E P A R T M A N
393
W ILL HILL
394
19. D E P A R T M A N
LINDISFARNE
OĞLANA
GELMESİNİ
SÖYLEYİN
395
W ILL HI LL
396
40
KIRILMA NOKTASI
397
W ILL HILL
398
19. D E P A R T M A N
399
W ILL HI LL
birine gömülü olan bir dolabı açıp bir harita tomarı çıkardı.
Jam ie onun yanma koştu ve birlikte haritaları masalardan biri
nin üzerine sermeye başladılar.
Morris haritaları birbiri ardına bir kenara fırlatarak yüksek
sesle, “Northumberland, Northumberland,” dedi. Arkalarından
bir bip sesi gelse de ne o ne de Jam ie geriye baktı.
Morris Kuzey Denizi kıyısını gösteren bir haritayı açıp, “İşte
bu,” dedi. İki adam haritanın üzerine çöküp havada gezdirdik
leri başparmaklarıyla küçük sahil kasabası Fenwick’i aradı.
Frankenstin, “Jamie,” diye seslense de oğlan başını bile kal
dırmadan elini salladı ve haritayı incelemeyi sürdürdü.
Çatık kaşları yüzünde çizgiler oluşturan canavar bir kez
daha, bu kez daha yüksek sesle ve telaşla, “Jam ie!” dedi.
“Sorun ne?..”
Gözleri Frankenstein’ın dev ekrana işaret eden parmağını
takip eden Jam ie donakaldı. Ekranda içinde son derece karı
şık bir harf ve sayı kombinasyonundan oluşan bir e-postanın
olduğu yeni bir pencere belirmişti. E-postanm metin kısmında
hiçbir şey yazılı olmasa da sadece 19. Departman’ın Kuzey İleri
Karakolu’nun kapısına tutturulan tişörtün yüksek kaliteli bir
fotoğrafı vardı. Sarı puntolu LINDISFARNE yazısı ve altındaki,
kurumuş, rahatsız edici siyah bir renk almış kanla yazılmış
olan sözcükler gayet okunaklıydı.
OĞLANA
GELMESİNİ
SÖYLEYİN
400
19. D E P A R T M A N
401
W ILL HILL
Siyah çelik yelek giyen, hafif makineli tüfekli sekiz polis araba yolu
boyunca dizilmişti.
Silahlarının namlusu Julian’ın çıktığı kapıya doğrultulmuştu.
Polislerden biri “Ellerini başının üstüne koy,” diye bağırdı. Ada
mın yüzünü tamamen örten yün başlığının üzerinde devasa omuz
larının arasında gülünç derecede komik gözüken bir toplum polisi
miğferi vardı. Jamie dev figüre bakınca adamın ağaç gövdesi gibi
kalın kollarının eşit uzunlukta olmadığını fark etti ve içini büyük bir
korku sardı. “Hemen!”
402
19. D E P A R T M A N
403
W ILL HIL L
404
41
DOĞU CEPHESİ
DMTMERKEZ KOMUTANLIĞI
KOLAYARIMADASI. RUSYA
405
VVILL H I L L
406
1 9. D E P A R T M A N
407
W ILL HIL L
408
19. D E P A R T M A N
409
42
UĞ URSUZ ADA
410
19. D E P A R T M A N
Kör edici parlaklıkta iki beyaz ışık gece göğünü delip pik
nik alanını aydınlattı. Bir şey yukarıdan aşağıya doğru indikçe
geniş ve parlak ışınlar büyüdü. Işınların giderek yayılan daire
sel alanlarının birleşip tek bir ışık haline gelmesiyle pervane
leriyle ıslak havada girdaplar oluşturan bir EC725 helikopter
sisin arasından çıktı.
Siyah helikopter hızla alçaldı ve yere değmesiyle büyük te
kerleri piknik alanının solmuş çimleri üzerinde sertçe sekti.
Ardından aracın yan kapısı açıldı ve beş figür aşağı atlayıp per
vanelerden uzaklaşana kadar hızlı adımlarla çimin üzerinde
koştu.
Vizörüne toz ve çer çöp çarparken Jamie Carpenter ken
disine eşlik edenlere baktı. Thomas Morris’in yüzü kalkık
vizörünün altında seçiliyordu; endişeyle buruşmuş yüzüyle
Jamie’ye baksa da ifadesinde oğlanı yüreklendiren bir kararlı
lık da vardı. Yanlarında siyah ve mor giysileri içinde, ellerini iki
yanlarına salmış iki ajan daha vardı. Jamie, Larissa’yla birlikte
Halka’nm hangarına geldiğinde isimleri Stevenson ve McBri-
de olan bu iki ajanın Morris’le birlikte beklediğini görmüştü.
Onlara katılmaları onu mutlu etmişti. Vampir kız sürekli ona
bakıyor, bakışlarıyla onu yüreklendiriyordu. Jamie ona gülüm
seyince o da hemen gülümseyerek karşılık verdi.
Jamie pervanelerinin uğultusunu bastırmaya çalışarak, “O
adada ne bulacağımızı bilmiyorum,” dedi. “Sanırım Alexandru
geleceğimizi biliyor. Sizin de ona göre hareket etmeniz yerinde
olur. Bana bir sürü insan öldürdüğünü söylediğinden cesetlerle,
birçok cesetle karşılaşmaya hazırlıklı olmalısınız. Adanın kro
kisini gördünüz; bir tepenin üzerinde yükselen, aşağısında bir
rıhtım olan küçük bir köy var. Kuzey ucundaki manastır hariç,
adanın geri kalanı yeşillikten ibaret. Annemi o manastırda bu
lacağımızı düşünüyorum. Yanılıyor da olabilirim. Bu yüzden,
411
W ILL HILL
412
19. D E P A R T M A N
413
W I L L HILL
414
Tim üyeleri kendi yollarına gittiler. Morris ve Stevenson ko
şar adımlarla kavşağı geçip sağ taraftaki yola girdiler. Larissa,
Jamie’ye gülümseyip zarifçe havaya yükseldi ve onu MorrisTe
yalnız bırakarak karanlığın içinde kayboldu.
416
1 9. D E P A R T M A N
417
W ILL HIL L
418
19. D E P A R T M A N
Larissa bir kez daha gözcülük etmek için göğe yükseldi. Jamie
ve McBride yeniden yola çıkıp Morris ve Stevenson’la buluşma
ya gidecekken McBride aniden kaskatı kesildi.
“Biri bizi gözlüyor,” diye fısıldadı. “Sakın o yana bakma.
Sana göre saat üç yönünde. Ağacın arkasında.”
Jamie beş saniye bekledikten sonra başını son derece yavaş
bir şekilde McBride’ın belirttiği yöne çevirdi. Başta, ağaçların si
yah siluetleri dışında hiçbir şey görmedi. Hemen sonra gözlerini
o noktaya odaklayınca kendilerine bakan, soluk yüzlü kızı gör
dü. Yine aynı ölçüde yavaş bir hareketle McBride’a doğru döndü.
“Bir kız,” diye fısıldadı.
419
W ILL HIL L
420
19. D E P A R T M A N
bir kaçış yolu ararken Larissa öne çıkıp bir eliyle kızın kollarını
sırtında kenetlerken diğer eliyle de onu ensesinden kavrayarak
hafifçe yerden kaldırdı.
“Hareket etme,” dedi. “Hareket etmezsen canını yakmam.”
McBride sendeleyerek ayağa kalktı. Burnundan oluk oluk
akan kan ağır ağır üniformasına damlıyordu. Larissa’nın hava
da asılı tuttuğu kızın yanma yürümesiyle Jamie onu takip etti.
Jamie, “Adın ne?” diye sordu.
Kız yanıt vermek yerine yüzünü ekşitti.
Jamie sakin bir sesle, “Adını bilirsem işimiz daha kolay
olur,” dedi.
Kız sinirli bir sesle, “Kate,” dedi. “Kate Randall.”
“Benim adım Jamie. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Kız yanıt vermeden ona öfke dolu bir bakış attı.
Jamie, “Birkaç saniye sonra arkadaşımdan seni yere bırak
masını isteyeceğim,” dedi. “Lütfen kaçma veya içimizden birine
saldırma. Niyetimiz seni incitmek değil ama kendimizi koru
mak zorunda kalırsak bunu yaparız. Anladın mı?”
Yanıt gelemdi.
Jamie, “Bunu evet olarak kabul ediyorum,” deyip Larissa’ya
başını salladı. Larissa ona gülümseyip kızı serbest bıraktı. Kate
külçe gibi yere yığılsa da hemen başını kaldırdı. Gözleri alev
saçıyordu.
Kate, “Sen kimsin?” diye sordu. “Onlardan biri misin?”
Jamie, “Hayır,” dedi. “Biz buraya onları durdurmak için geldik.”
Kate güldü. İçinde mizah olmayan hüzünlü, kırgın bir sesti bu.
“Biraz geç kaldınız,” dedi.
Sonra gözyaşlarına boğuldu.
421
W IL L HILL
422
19. D E P A R T M A N
423
W ILL HI L L
424
43
KABUSLARIN MALZEMESİ
Adaya inen kadrosuna bir üye daha ekleyen Siyah Işık timi
ormanda ilerliyordu. Uzakta, ağaçların üzerinde, kadim ma
nastırın soluk taşları turuncu ışıkla aydınlanan surları görü
nüyordu.
Kate ormanın içinde yılan gibi kıvrılan engebeli bir patika
da onlara rehberlik etmişti. Jamie kemerindeki kazığı Kate’e
vermişti. Kız kauçuk tutamacını sıkıca kavradığı kazığı su ara
mada kullanılan çatal çubuklar gibi önünde tutuyordu. Larissa
üzerlerinde süzülüyordu. Tim aşağısında ilerlerken herhangi
bir hareketi yakalamak için gözlerini dört açmıştı. Üzerine si
linmeye yüz tutmuş boyayla futbol sahası çizgileri çizilmiş, ge
niş bir açıklıktan geçmelerinin ardından ağaçlar bir kez daha
etraflarını sardı.
Kate sesi titreyerek, “Kaç yaşındasın?” diye sordu.
Jamie kızın ayakta kalmak için uğraştığının farkındaydı.
“On altı,” diye yanıt verdi. “Ya sen?”
Kate, “Ben de,” diye yanıt verip ona gülümsedi. “Doğum gü
nüm geçen aydı.”
425
i
W ILL HIL L
“O gün ne yaptınız?”
“Hiçbir şey. Babamın çalışması gerekiyordu. Yine de önü
müzdeki ay beni anakaraya götürecek. Alışveriş yapacağız.”
Aklına babası gelen kızın yüzündeki acı ifadesi Jamie’nin
yüreğini sızlattı.
“Eminim durumu iyidir,” dedi.
Kate, “Ben de öyle,” diye yanıt verdi.
Birkaç dakika sessizce yürümelerinin ardından kız tekrar
söze girdi.
Jamie’ye bakıp, “Buraya nasıl geldin?” diye sordu.
Bu kez gülen Jamie oldu.
“Bu uzun bir hikâye,” diye yanıt verdi.
“Vaktimiz var.”
Jamie, “Hayır,” dedi. “Vaktimiz yok, gerçekten. Bana güven.”
Yuvarlak bir açıklığa girmeleriyle McBride bir elini havaya
kaldırıp onları durdurdu. Larissa süzülerek Jamie’nin yanma
geldi ve tim üyeleri birbirlerinden fazla uzaklaşmadan yelpaze
şeklinde açılırken yüzünde hafif bir şüphe ifadesiyle Kate’e baktı.
Morris, “Bir şey mi oldu?” diye sordu.
McBride kızgın gözlerle ona bakıp işaretparmağım dudak
larına götürdükten sonra, “Yanlış giden bir şeyler var,” diye fı
sıldadı. “Ben...”
Cümlesini bitirmedi. Larissa başını geriye atıp gece havası
nı kokladıktan sonra Jamie’yi kolundan tutup kocaman açılmış
gözleriyle ona doğru döndü.
426
19. D E P A R T M A N
427
W ILL HILL
428
19. D E P A R T M A N
429
VVILL H I L L
430
19. D E P A R T M A N
etti.
“B ir şey b u y an a d o ğ ru geliyor,” dedi. “K ö tü b ir şey. D ah a
ö n ce h iç b öyle b ir k o ku d u y m a m ıştım .”
A ltı k işin in sin ir sistem lerin e ad ren alin h ü c u m etti.
M o rris, M cBrid e ve Steven son h em en y a n la rın a L arissa ve
Ja m ie ’y i de çek erek K ate’in etrafın d a b ir çe m b e r olu ştu rd u lar.
S ırtla rın d a silah ları, v izö rlerin i b ir o y an a b ir b u y a n a çev irerek
b e ş Siyah Işık ü y esi b o ş ov ayı gözlediler.
431
W ILL HI LL
432
19. DE P AR T MAN
433
W I L L HILL
J a m ie y a v a şç a ö n e ç ık tı v e k u rd a b a k tı. Y an y a ta n h a y v a n ın
p a r ç a la n m ış ö n b a c a k la rı işlev sizce sa lla n ıy o rd u ve b u rn u k ıp
k ırm ız ı k a n için d ey d i. S ağ lam g ö zü b elirli b ir n o k ta y a b a k m a
d a n d ö n ü y o rd u .
434
19. D E P A R T M A N
d a lg a la r h a lin d e k ıp ırd ıy o rd u .
J a m ie a lç a k sesle, “F r a n k e n s te in b a n a o n la r ın g e rç e k o ld u
ğ u n u s ö y le m işti,” ded i. “O n a in a n m a m ış tım .”
M o rris G lo ck ta b a n c a s ın ı k e m e rin d e n ç e k ip y a ra lı h a y v a n a
d o ğ ru lttu . N a m lu y u h a y v a n ın sa ğ la m g ö z ü n e y a k la ş tırıp tetiği
ç e k ti. T ok b ir ses geldi v e k u rt h a re k e tsiz le şti.
A r d ın d a n , J a m ie ’n in b a k ış la rı a ltın d a d e ğ iş im g eçird i.
K ü rk ü g id erek in celd i. T ü y le ri y a r a tığ ın e tin e d o ğ r u çe k ilir
gibiydi. B ir d iz i k o rk u n ç ç a tır tın ın a r d ın d a n , k a im , g ri d e ri
sin in a ltın d a k ö şe li şek iller b e lirm e y e b aşlad ı. B u ru n k ısalıp
d ü z le şirk e n b u r u n d elik leri k ü ç ü ld ü v e d işleri d işe tle rin in içi
n e ç e k ilm e y e b a şla d ı. B a c a k la r ın ın d iz d e n aşağ ısı b ir d izi ç ı
tırtıy la d ü z le şti ve h a y v a n ın re n g i g rid e n so lu k p e m b e y e d ö n
m e y e b aşlad ı. J a m ie ’n in ağ zı a ç ık k a lm ıştı; d ö n ü şü m ü n b a ş la n
g ıc ın d a n b ir d a k ik a so n ra k u r t o r ta d a n k ay b o lm u ştu . A z ö n ce
u z a n d ığ ı y e rd e şim d i v ü c u d u y a r a la r v e k ırık la r için d e , çıp lak
b ir a d a m v a rd ı. K o lları lim e lim e o lm u ştu v e b ir g ö zü y o k tu .
B e d e n i içle rin d e n k a n s ız m a y a b a şla y a n delik lerle do luy du .
M o rris ta b a n c a s ın ı k a b z a sın a k o y u p , “Şim d i o n a in a n ıy o r
m u s u n ? ” diye so rd u .
Ja m ie y a v a ş ç a b a ş ın ı sallad ı.
M o rris, “O n la r d a n ç o k fazla y o k ,” ded i. “Ç o ğ u o r m a n la r d a
m ü n z e v i h a y a tı sü re rk e n k im isi de fedailik yap ar. A le x a n d ru
e p e y cid d i o lm a lı.”
J a m ie , L a ris s a ve K ate’in y a n ın d a b itiv erm eleriy le irkildi.
İki k ız p e r iş a n d u ru m d a k i b e d e n e y ü z le rin d e b e n z e r b ir tik
sintiyle b a k tı. M cB rid e’m b a ğ ıra ra k S tev en so n ’m h â lâ h a y a tta
o ld u ğ u n u h a b e r v erm esiy le h ep b irlik te o n u n y a ttığ ı y e re d o ğ ru
k o ştu lar.
Ja m ie y a n ın a v a rd ığ ın d a , ajan y erd e k ıv ra n ıy o rd u . M cB rid e,
S te v en so n ’m b a ş ın ı ik i y a n d a n tu tm u ş o n u sab itlem ey e ç a lış ı
435
W ILL HILL
436
19. D E P A R T M A N
J a m i e m a n a s t ı r ı n a v lu s u n a a d ım a ta r a tm a z s o lu ğ u g ı r tla ğ ın a
d ü ğ ü m l e n m i ş h a ld e d o n a k a ld ı. T a n r ı’y a in a n m a d ığ ın d a n c e
h e n n e m e d e in a n m ıy o r d u . Ö te y a n d a n , c e h e n n e m d iy e b ir y e r
v a r s a , o r a n ı n k a r ş ıs ın d a k i ş e y d e n d a h a b e t e r o l m a y a c a ğ ı n ı d ü
şü n d ü .
T im o v a y ı a ş ıp s e s s iz c e m a n a s tır a y a k la ş m ı ş , k a r a n l ık t a
d i. B in a y a a ç ıla n y ü k s e k k e m e r le b ir le ş e n ta ş d u v a r a s ır tla r ın ı
v e r ip s ila h la r ın ı ç e k m iş le r d i. A c ı d o lu ç ığ lık la r v e h a z d o lu tiz
h a y k ı r ı ş la r g e c e g ö ğ ü n e k a r ış ıy o r , y a n a n o d u n la r d a n ç ık a n ,
k e s k in e t k o k u s u y la d o lu d u m a n la r b u r u n d e lik le r in i d o ld u r u
y o r d u . M o r r is s e s s iz c e , el h a r e k e tle r iy le M c B r id e ’a iç e r i g ire r le r
k e n g r u b a lid e r lik e tm e s in i iş a r e t e ts e d e J a m i e b a ş ın ı s e r t h a r e
k e tle r le ik i y a n a s a lla d ı. Ç o k a z k a l m ı ş t ı; A l e x a n d r u ’n u n o n la r ı
b e k le d iğ i, a n n e s in i n e s ir tu tu ld u ğ u y e r e b u k a d a r y a k la ş m ı ş
la r k e n d iğ e r a d a m la r ın ö n d e r liğ in d e , eli k o lu b a ğ lı d u r m a y a
c a k tı . E ğ ilip ta ş k e m e r in iç in d e n g e ç ip a v lu y a a d ı m a tm ış tı.
Z e m i n i ta ş la k a p lı av lu k ü ç ü k t ü ; d ö r t y a n ı d u v a r la ç e v r iliy
438
19. D E P A R T M A N
d i v e h e r ik i d u v a r ın o r ta s ın d a b i r e r a ç ık l ık v a r d ı. S o ld a k i v e
s a ğ d a k i a ç ık l ık l a r J a m i e ’n i n a h ı r o ld u ğ u n u ta h m i n e ttiğ i a l ç a k
b i n a la r a a ç ılır k e n a z ö n c e iç in d e n g e ç tiğ i k e m e r in k a r ş ıs ı n d a
k a l a n , a r k a d a k i a ç ık l ık m a n a s t ı r a a ç ılıy o r d u . A n c a k o n u n la
b i n a a r a s ı n d a h a y a l e tm e k te z o r la n a c a ğ ı k a d a r k a n lı b ir m a n
z a r a v a r d ı.
A v lu n u n o r ta s ın d a k o c a m a n b ir a te ş y a k ılm ış tı. J a m ie k ö
ş e le r i d ö n e r d ö n m e z a te ş in ıs ıs ın ı y ü z ü n d e h i s s e tti; k a l ın v e
g r i b ir d u m a n ç iz g is i g ö ğ e y ü k s e liy o r , k ı v ıl c ı m la r h a v a y a u ç u
ş u y o rd u .
R a h ip le r in c e s e t le r i ta ş k a p lı z e m in e y a y ılm ış tı. Ç o ğ u ç ı p
la k k e n b a z ı la r ın ı n ü z e r in d e h â l â k a h v e r e n g i c ü p p e le r v a r d ı .
M a r u z k a ld ık la r ı ş id d e t d e h ş e t v e r ic iy d i. H e r y e r k a n iç in d e y d i;
k a n d u v a r la r ın d ib in d e b ir ik m iş , s o lu k r e n k li ta ş la r ın ü z e r in d e
k ı z ıl a n a f o r la r o l u ş tu r a r a k a y a k la r ın ı n a ltın d a k i t a ş la r ın a r a
s ın d a ö z g ü r c e a k ıy o r d u .
K a te s e s s iz c e a ğ la m a y a b a ş la d ı. T im in g e r i k a l a n ı y ü z le r i
s o lm u ş , g ö z le ri k o c a m a n a ç ılm ış h a ld e a v lu d a e tr a f l a b a k ın d ı.
M c B r id e , “H iç b ö y le b ir ş e y g ö r m e m i ş t im ,” d e d i.
M o r r is b a ş ın ı s a lla y ıp , “B e n d e ö y le ,” d e d i.
S ila h la rı o m u z l a r ın d a , a ğ ı r a ğ ı r a te ş in e tr a f ı n d a n d o la n ı p
y ü z l e r in i m a n a s t ı r ı n a n a b in a s ın a a ç ıla n a ç ık k a p ıy a ç e v ir d ile r.
K a r a n lı k k a p ı a r a lığ ı h i ç d e d a v e tk a r g ö r ü n m ü y o r d u .
J a m i e y u m u ş a k b ir s e sle , “B e n i iz le y in ,” d e d i v e iç e r i a d ı m
a ttı.
J a m i e ’n i n ö n ü n d e ta ş b ir d u v a r , d u v a r ın ü z e r in d e k a i m , k ız ıl
ç iz g ile rle y a z ı lm ı ş b ir s ö z c ü k v a r d ı.
HOŞ GELDİNİZ
439
W ILL HIL L
440
19. D E P A R T M A N
a ç tığ ın d a n e r e d e y s e b ir h ü c re o la b ile c e k k a d a r sa d e b ir y a ta k
o d a sıy la k a r ş ıla ş tı. T a ş d u v a rla rı v e z e m i n i n d e te k b ir sü slem e
o lm a y a n o d a d a s a d e c e ü z e r in d e b ir İ n c il o l a n k ü ç ü k b ir m a sa ,
ta h ta b ir sa n d a ly e v e s o n d e re c e k o n f o r s u z g ö r ü n e n b ir y a ta k
v a rd ı. K ap ıy ı k a p a ttı v e k o r id o r u n s o n u n d a k i k ö şe y i d ö n d ü ler.
İlerid e b ir h a r e k e tle n m e fark e tm e s iy le J a m i e , C ir it’in i ön e
d o ğ ru u z a ttı. Y a n ta r a fın d a L a r is s a ’n m g ö z le r i k ız ıla d ö n e rk e n
k e m e rin d e n el fe n e rin i ç ık a r d ı. Ü ç m e t r e ö n le r in d e , r a h ip
le rd e n b iri d u v a rd a ir i, k o rk u n ç b ir b ö c e k g ib i s ü rü n ü y o rd u .
J a m ie ’n in el f e n e rin in ışığ ı a ltın d a b a ş ın ı o n la r a d o ğ ru çe v ird i.
S o lu k , in ce y ü z ü n d e a c ı d o lu b ir ifad e v a r d ı. G ö z le ri k ıp k ırm ız ı
p a rla rk e n ç a r p ılm ış a ğ z ın d a n in iltile r ç ık ıy o r , y a n a k la r ın d a n
a şa ğ ı y a ş la r s ü z ü lü y o rd u . P e n ç e sin i d u v a r ın so lu k ta ş la rın a
g e çirm e siy le p a r m a k la r ı y a r a b e re iç in d e k a ld ı. A ln ın ı d u v ara
v u rd u v e y ır tıla n d e r is in d e n y ü z ü n e k a n a k tı. S o n ra b a ş ın ı tek
ra r te k ra r d u v a ra v u r m a y a b a şla d ı.
J a m ie ’n in , “K es ş u n u !” d iy e b a ğ ır m a s ıy la r a h ip k e n d isin i b ı
ra k ıp k ü lç e gib i y e re y ığ ıld ı.
441
W ILL HILL
442
19. D E P A R T M A N
n u ç e v irip in ce le rk e n , b ir y a n d a n d a y ü z ü n d e u ta n ç la Ja m ie ’ye
b a k ıy o rd u .
“H a y d i” d ed i. “Y ola d e v a m e d e lim .”
J a m ie o n a e lin i u z a ttı v e v a m p ir k ız g ü z e l, k a n a b u la n m ış
y ü z ü n d e m in n e tta r b ir ifadeyle k e n d isin e u z a tıla n eli tu ttu .
y ı d ik k atle aralad ı.
O d a az ö n ce gö z a ttığ ı o d a n ın ay n ısıy d ı. T ek fark ı d iğ e r o d a
gibi b o ş o lm a m a sıy d ı. O d a n ın k ö şe sin d e d iz le rin i g ö ğ sü n e
ç e k m iş ve k o lla rın ı b a c a k la rın a d o la m ış h a ld e o tu r a n b ir r a
h ip v a rd ı. B aşı ö n e e ğ ik ti ve titre y e re k ağ lıy o rd u . J a m ie ra h ib in
y a n ın a g itti ve a d a m ın k a r ş ıs ın a g eçip s o ğ u k ta ş z e m in in ü z e
rin d e d iz ç ö k tü . L a ris s a k o rid o ru g ö z le m e k iç in k ap ı eşiğ in d e
b e k le d i.
J a m ie elini a d a m ın k o lu n a k o y u p , “Y aralı m ıs ın ? ” diye sordu.
R a h ib in b a ş ın ı k a ld ırm a sıy la J a m ie çığ lığ ı b a s tı v e ta ş z e m i
n in ü z e rin d e d eb elen erek g eri k a çtı.
A d a m ın y ü z ü n e b ir h a ç k a z ın m ış tı; h a c ın a ln ın ın te p e sin
d e n b a şla y ıp b u rn u ve ağ zı b o y u n c a aşa ğ ı d o ğ r u ilerley en y a ta y
çiz g isi d u d a k la rın ı iki sa rk ık e t p a r ç a s ın a a y ırıp ç e n e s in in a ltı
n a u z a n ıy o rd u . Y a ra g en iş v e d e rin d i. K a n m a h v o lm u ş y ü z ü n
d e n g iy sisin e d o ğ ru ak ıy o rd u .
J a m ie , “A m a n T a n rım ,” ded i.
T a n rı’n ın a d ın ın g eçm esiy le r a h ip s a y ık la y a ra k h ız lıc a d u a
etm e y e b aşlad ı.
“Ö lü m g ölgesivadisin degezsem bilekorkm am şerden çü n kü sen -
benim lesin.”
J a m ie ayağ a k a lk ıp sü k lü m p ü k lü m o tu r a n şek ild en u z a k la
şırk e n y ü z ü ü m itsiz lik için d e b u ru ş m u ştu .
443
W IL L HILL
g ö r m ü ş , k o r k u n ç b ir m u a m e le y e m a r u z k a l m ı ş a d a m d a n b a ş k a
b ir ş e y d ü ş ü n e m iy o r , h a y a tla r ın ı h u z u r a a d a m ış a d a m la r a n a s ıl
b i r y a r a t ığ ın b u k a d a r g a d d a r lık e d e b ile c e ğ in i d ü ş ü n ü y o r d u .
L a r i s s a ’n m y u m u ş a k b ir s e sle , “H a y d i” d e m e s iy le o n a d o ğ r u
d ö n d ü . “Y o la d e v a m e tm e liy iz . O n a f a y d a n d o k u n m a z .”
J a m i e , L a r is s a ’n m p e ş in d e n k o r id o r a ç ık t ı v e b irlik te k ö ş e y i
d ö n d ü le r . Ö n le r in d e k i z e m in e k a n la b ü y ü k b ir o k ç iz ilm iş ti .
Y ü z le r in in d ö n ü k o ld u ğ u y ö n ü g ö s te r e n o k u n a ltın d a ik i k e li
m e v a r d ı.
BU
TARAFTAN
J a m i e ’n i n iç i A le x a n d r u v e o n u n t ü r ü n ü n t ü m ü n e k a r ş ı n e f
r e tle d o ld u . B u n e f r e t iç in i ö y le k a v u r u y o r d u k i b ir a n a le v a la
c a ğ ı n ı s a n d ı.
“B u n u n b ir o y u n o ld u ğ u n u m u s a n ıy o r ? ” d iy e s o r d u .
L a r i s s a o n u k o lu n d a n tu ttu .
“B u b ir o y u n ,” d e d i. “O n a g ö re b u s a d e c e b ir o y u n . İ ly a n a ,
b a b a n , a n n e n t e f e r r u a t ta n ib a re t. O ş id d e ti, a c ıy ı v e ıs tıra b ı s e
v iy o r. O n u n la k a r ş ı k a r ş ıy a g e lin c e b u n u a n ı m s a .”
K o r id o r d a b ir b a ğ ır ış ın y a n k ıl a n m a s ı y la J a m i e e l fe n e r in i
s e s i n g e ld iğ i y ö n e d o ğ r u tu ttu . M o r r is , M c B r id e v e K a te k o ş a r
a d ı m l a r la k o r id o r d a ile rliy o r la r d ı. J a m ie v e L a r is s a o n la r la b u
l u ş m a k iç in h a r e k e tle n d ile r .
T im g e n iş , ta h ta b ir k a p ın ın ö n ü n d e b ir a r a y a g eld i.
J a m i e , “N e b u ld u n u z ? ” d iy e s o r d u .
M c B r id e a s ık v e s o lu k b ir y ü z le , “S o n r a k o n u ş u r u z ,” d e y in
c e J a m i e b a ş ın ı s a lla d ı.
444
19. D E P A R T M A N
445
45
GERÇEKLER ACIDIR
A l e x a n d r u R u s m a n o v d u a o d a s ı n d a k i b ir ta h t k a d a r s ü s lü , t a h
ta k o ltu k ta o tu r u y o r d u .
K o ltu k g e n iş o d a n ın g e r is in d e k i ta ş b ir p la tf o r m u n ü z e
r in d e d u r u y o r d u . G e r is in d e k o c a m a n b ir ta h ta h a ç v a r d ı. H a ç
o t u z m e t r e k a d a r a ş a ğ ıd a k a l a n K u z e y D e n iz i’n i n g r i y ü z e y in e
b a k a n b i r v i tr a y ın ö n ü n d e s a lla n ıy o r d u . J a m i e ’n i n ta h m i n in c e
b a ş r a h ib in m a n a s t ı r ı n a y in le r in i g e r ç e k le ş ti r ir k e n k u lla n d ığ ı
a h ş a p b i r k ü r s ü b ir k e n a r a a tılm ış , ta ş z e m in i n ü z e r in d e k ı r ı k
h a ld e d u ru y o rd u .
U z u n b ir a h ş a p y e m e k m a s a s ı d a a y n ı k ö tü m u a m e le d e n
n a s ib in i a lm ış tı. O d a n ın u z u n d u v a r la r ın d a n b i r i n in k e n a r ı n
d a p a r ç a l a n m ı ş h a ld e d u r a n m a s a n ın e tr a f ın d a L in d is f a r n e r a
h i p le r in in n e s ille r b o y u n c a o t u r d u k la r ı g ö s te r iş s iz s a n d a ly e le r
v a r d ı . M a s a n ın te p e s in d e , y ü k s e k d u v a r b o y u n c a u z a n a n n i ş
le re a z i z l e r in iy i iş le n m e m iş h e y k e lle ri a s ılıy d ı. O y m a y ü z le r
o d a n ı n a r t ı k b o m b o ş d u r a n o r t a k ı s m ın a te p e d e n b a k ıy o rd u .
S o n r a J a m i e o n u g ö rd ü .
A n n e s in i.
M a r ie C a r p e n t e r s o lu k v e g e r g in b ir y ü z le A l e x a n d r u ’n u n
s o lu n d a d ik iliy o rd u .
446
19. D E P A R T M A N
J a m i e , “A n n e !” d iy e b a ğ ır d ı. K e n d is in i t u ta m a m ış tı .
y e r e d o ğ r u ö y le b ü y ü k b ir se v g iy le b a k tı k i o ğ la n y ü r e ğ i n i n
p a t la y a c a ğ ı n ı s a n d ı. M a r ie d u a o d a s ı n a g ir e n le r iç in d e o ğ lu n u
s e ç e m e m iş o ls a d a o n u n h a y a tta o ld u ğ u n u ö ğ r e n m e n in v e r d iğ i
r a h a t l a m a h is s i iç in d e , ç ığ lık ç ığ lığ a J a m i e ’y e d a h a fa z la y a k
l a ş m a m a s ın ı, o r a d a n u z a k d u r m a s ın ı v e k a ç ıp c a n ı n ı k u r t a r
m a s ı n ı s ö y le d i.
A l e x a n d r u iç te n v e d o s ta n e b i r s e s le , “A n n e n i d in le e v la t”
ta v s iy e s in d e b u lu n d u .
F a r k ı n a b ile v a r m a d a n a n n e s in e d o ğ r u b ir a d ı m a ta n J a
m ie d u r a k s a d ı. T a ş p l a tf o r m u n b ir u c u n d a n d iğ e r in e , A le x a n -
d r u ’n u n ik i y a n a u z a t tığ ı k o lla r ın ın g e r is in e b a k ın c a ü m it s i z
liğ e k a p ıld ı.
P l a tf o r m b o y u n c a , a r a lık lı b ir s ır a h a lin d e a y a k ta d u r a n
o t u z d a n fa z la v a m p i r v a r d ı. A l e x a n d r u ’n u n s a ğ ın d a ç o c u k y ü z
lü d e v v a m p i r A n d e r s o n d ik iliy o rd u . İk i d a ğ z ir v e s i g ib i y ü k
s e le n , g e n iş v e ş e k ils iz o m u z l a r ı n e r e d e y s e y e r e d e ğ e n s iy a h b ir
p a lto y la ö r tü lü y d ü . O n u n v e J a m i e ’n i n a n n e s in i n a r k a s ın d a h e r
tir il t ir il b ir ta k ım e lb is e g iy e n b ir k a d ın ın y a n ın d a , ü z e r in d e
s a d e c e y ı r t ı k p ı r t ık b ir b lu c in o l a n b ir d e r i b ir k e m ik b ir o ğ la n
v a r d ı. G ö z le ri ç ö k m ü ş o ğ la n ın d a r g ö ğ s ü n d e k i k a b u r g a la r ı s a
y ılıy o rd u . J a m i e ’n i n a n n e s in i n y a n ın d a ; k a d ın a r a h a ts ız e d ic i
b a k ış la r la b a k a n , p a r la k g r i ta k ım e lb is e li, ş iş m a n b ir a d a m d i
k iliy o rd u . O ğ la n ı n iç in d e a d a m ın g ö z le r in i o y m a is te ğ i u y a n d ı.
K ıp k ır m ız ı b ir s u r a tla M a r ie ’y e b a k a n a d a m ın a ln ın d a n a ş a ğ ı
b o n c u k b o n c u k te r d a m la l a r ı a k ıy o r d u . V a m p ir le r k ib irli b a k ı ş
la r la J a m i e ’y i v e a r k a d a ş la r ın ı s ü z e r k e n e f e n d ile r i o n a s a k in b ir
ifa d e y le b a k ıy o rd u .
447
VVI LL H I L L
448
19. D E P A R T M A N
d e s i y ü z ü n ü o ğ l a n ı n ta n ım a d ığ ı b ir a d a m a d ö n ü ş e c e k k a d a r
ç a r p ı tm ış tı. “Y a p ılm a s ı g e r e k e n i y a p ıy o r u m ,” d e d i. “U z u n z a
m a n ö n c e y a p ılm ış o l m a s ı g e r e k e n b ir ş e y i.”
J a m i e g ö z le r i n in d o la c a ğ ın ı h is s e tti v e g ö z y a ş la r ı n ı d i z g i n
le d i. K e n d is in i h i ç b u k a d a r y a l n ız h i s s e tm e m iş ti.
“A m a neden?” d iy e s o r a r k e n s e s i k ı r g ın b ir ç o c u k g ib i ç ık t ı.
“D o s tu z b iz . B ir b ir im iz e b e n z e d i ğ im iz i s ö y le m iş tin .”
M o r r is ’in y ü z ü ö fk e y le p a r la d ı. “B ir b ir im iz e z e r r e k a d a r
b e n z e m i y o r u z ,” d iy e b a ğ ır d ı. “A ile m y ü z y ılı a ş k ın b ir s ü r e d i r
S iy a h I ş ı k ’m ih a n e ti n e v e s ın ı r l a m a la r ın a m a r u z k a ld ı. S e n in
J a m i e ’y e z a li m c e g ü lü m s e d i.
“B u n u n e d e n y a p tığ ım ı ö ğ r e n m e k is tiy o r s u n , ö y le m i? İ s te
d i ğ in b ir a ç ık l a m a m ı? T a m a m , s a n a s e b e b i s ö y le y e c e ğ im . B a
b a n b a b a m ı ö ld ü r d ü .”
M o r r is , u z u n z a m a n ö n c e g ö ğ s ü n ü n iç in d e n b ir ş e y a t m a k
e tti. “A n c a k ç e k m i ş k a d a r o ld u . O , S e w a rd , F r a n k e n s te in v e
e m a r e s in d e o n a s ı r t ç e v ir d ile r. O n a ih a n e t e d ip h a k k ı n ı y e d i
d ı r o p e r a s y o n f r e k a n s ın a g ir iş y a p m a m ış tın . F r e k a n s k o d u n u
A l e x a n d r u ’y a n a s ıl v e r d in ? N o r th u m b e r la n d ’e g i ttiğ im iz i o n a
n a s ıl ile ttin ? ”
M o r r is y ü z ü n d e o ğ la n ı n m id e s in i k a l d ır a n k ö tü l ü k d o lu b ir
ifa d e y le J a m i e ’y e g ü lü m s e d i.
“J u v e n a l ’i o k u m a d ığ ın b e lli, e v la t. Quis custodiet ipsos
custodesT B e n g ü v e n lik s u b a y ıy ım . G ü v e n lik p r o to k o lle r i d a h i l , 4
449
W tL L HILL
450
19. D E P A R T M A N
451
W IL L HILL
452
19. D E P A R T M A N
454
19. D E P A R T M A N
455
W ILL H ILL
456
19. D E P A R T M A N
457
W ILL HILL
458
19. D E P A R T M A N
bu yu r, ateş et.”
Ja m ie odaya göz gezdirip ark ad aşların a b a k 11-
F ra n k en stein y ü zü n d e k en dinden em in b i r i f a d e y l e ona ba
kıyordu. Bunu g örm ek Jam ie’y i y ü r e k le n d ir m iş 11 -
İşe yaramak. Tek şansım var.
G öğsü h ızla inip k alk an L arissa k ıp k ır rm 21 p a r l a y a n göz
leriyle o n a baktı. Y ü zü nde g u ru r ve başk a b i r ş e y , Ja m ie ’nin
y ü z ü n ü n k ızarm asın a n ed en olan bir şey v a rd ı- J a m i e bu hisse
k et v u rm ay a çalışm ad an içind en ak m asın a i z i n v e r d i v e bakış
gıcırdadı.
A lexan d ru bu d u ru m u fark etm em işti. Jamie ye baktı ve,
“Şim di ne o lacak ?” der gibi av u çların ı ona doğnı açtı.
Jam ie tüfeğini bir k en ara attı. Silah yerde takırdayarak o d a-
459
W ILL HILL
458
1 9. D E P A R T M A N
b u y u r, ateş et.”
Ja m ie o d ay a göz gezdirip a rk a d a şla rın a bak tı.
F ra n k e n ste in y ü z ü n d e k en d in d en e m in b ir ifadeyle o n a b a
k ıyord u. B un u g ö rm ek Ja m ie ’y i y ü rek len d irm işti.
İşe yaramak. Tek şansım var.
G öğsü h ız la in ip k alk a n L a rissa k ıp k ırm ızı p arlay an göz
leriyle o n a b ak tı. Y ü zü n d e g u ru r ve b aşk a b ir şey, Ja m ie ’n in
y ü z ü n ü n k ız a rm a sın a n ed en o lan b ir şey v ard ı. Ja m ie b u h isse
ket v u rm a y a ça lışm a d a n için d en ak m a sın a izin v erd i ve b a k ış
g ıcırd ad ı.
A le x a n d ru b u d u ru m u fark etm em işti. Ja m ie ’ye b ak tı ve,
“Şim di ne o lacak ?” d er gibi a v u çla rın ı o n a d o ğ ru açtı.
Ja m ie tüfeğini b ir k en ara attı. Silah y erd e tak ırd ay arak o d a-
459
W ILL HILL
460
1 9. D E P A R T M A N
461
W I LL H IL L
462
19. D E P A R T M A N
463
47
İNSAN KALBİ KIRILGANDIR
464
19. D E P A R T M A N
465
W I LL HILL
466
19. D E P A R T M A N
acı dolu bir utançla tepesinde dikilen Jamie’ye baktı. Oğlu elle
rini ona uzatınca, Marie ondan kaçarak oğlanın ellerini kendi
sinden uzaklaştırdı ve hızla ayağa kalktı. Jamie kollarını açıp
bir kez daha ona doğru hamle etti. Annesine sarılmak; ona
olanları umursamadığını, hâlâ annesi olduğunu ve onu hâlâ
sevdiğini göstermek istiyordu. Ancak annesi ona sırtını döndü.
“Beni böyle görmeni istemiyorum,” diye fısıldadı. “İğrencim.”
Jamie, “Sen benim annemsin,” dedi.
Jamie ağlayan annesinin omuzlarının inip kalktığını gördü.
Çaresizce, ne yapacağını bilemeden durdu. Marie yi yüzünde
ciddi bir ifadeyle izleyen Frankenstein’a baktı. Jamie ve canavar
göz göze gelseler de Frankenstein hiçbir şey söylemedi. Larissa
elini ağzına götürmüştü ve iri iri açtığı gözleri yaşlarla doluydu.
Nihayetinde, yerinden ilk kıpırdayan Kate oldu.
Genç kız ağır adımlarla Jamie’nin annesine gitti ve kolunu
dikkatlice kadının beline doladı. Marie’nin gözyaşları içindeki
yüzünü görebilmek için diz çöküp öne doğru eğildikten sonra
alçak sesle ona seslendi.
“Bayan Carpenter?” diye söze girdi. “Adım Kate. Alexand-
ru ve diğerleri gelene kadar burada, Lindisfane’de yaşıyordum.
Oğlunuz gelip beni kurtarmasa ölmüş olacaktım.”
Annesinin dudakları arasından küçük bir gülüşün sıyrıldı
ğını duyan Jamie’nin yüreği minnetle doldu.
Marie yumuşak bir sesle, “o iyi bir çocuktur,” dedi. Sen de
iyi yürekli bir kızsın.”
Kate, “Gidip helikopterde beklemek ister misiniz?” diye sordu.
Marie başını salladı ve Kate’in refakatinde helikoptere git
meye razı oldu. Yüzünü Jamie’ye ve hayatta kalan diğer insan
lara çevirmeden yürüdü ve nazik hareketlerle siyah araca adım
attı. Larissa onların gidişini izlerken yüreğine kıskançlık ateşi
düştüğünü hissetti ve bunun için kendini kınadı.
467
W I LL HI L L
468
19. D E P A R T M A N
469
W ILL HIL L
470
19. D E P A R T M A N
471
W ILL HILL
472
48
TÜNELİN SONUNDA
473
W ILL HILL
474
19. D E P A R T M A N
475
W ILL HILL
Marie Carpenter, “Sorun değil Jam ie,” dedi. “Mantıklısı bu. Biz
ne yapacağımızı düşünürken hücrede kalıveririm.”
Jamie ona baktı. Gözleri kocaman açılmış, ağzının kenarın
da belli belirsiz bir korku sezilen annesinin yüzünde samimi,
dürüst bir ifade vardı.
Jamie ona, “Emin misin?” diye sordu.
Annesi “Elbette eminim,” diye yanıt verdi. “Biraz uyuduk
tan sonra beni görmeye gelir misin?”
Jamie, “Elbette, “dedi. “Söz veriyorum.”
Terry, Sana aşağı inerken eşlik edeyim,” dedi ve'nazikçe
Marie’nin yanına geçti.
Marie, “Teşekkürler,” deyip oğluna baktı. Ardından bir
kez daha, “Teşekkürler,” demesiyle Jamie, eğitmen annesini
Harekât Odası’ndan çıkarırken gülümsedi.
476
19. D E P A R T M A N
Ja m ie Carpenter
477
W ILL HILL
478
19. D E P A R T M A N
479
W I LL HIL L
KAHRAMANLIĞI DOLAYISIYLA
480
19. D E P A R T M A N
481
BİRİNCİ EPİLOG
Doktor Alan McCall elinde plastik bir kahve bardağıyla 19. De
partman revirinin kapısını iterek açtı ve içeri adım attı. Yöne
ticinin mesajı bip sesiyle el bilgisayarına ulaştığında derin bir
uykudaydı.
YARALI Ç O C U K HAKKINDA
DERHAL RAPOR İSTİYORUM
482
19. D E P A R T M A N
483
W ILL HI LL
484
19. D E P A R T M A N
485
İKİNCİ EPİLOG
ONSEKİZ SAATSONRA
KARADENİZ KIYISI. ROMANYA
486
19. D E P A R T M A N
487
W I LL H I L L
488
TEŞEKKÜR
NOT: 19. Departman kurgusal bir eser olup, kitabın içinde alternatif
bir tarih işlenmektedir; öyküyü daha kolay aktarabilmek adına ger
çek yerlerin ve insanların kurgusallaştırılmış versiyonlarını kullan
dığım kitapta coğrafya ve tarih konusunda esnek davrandım. Kitap
gerçeğin bir temsili olarak tasarlanmadı; hayranlarımın, tanıdık
larımın ve herhangi bir bölgenin sakinlerini gücendirdiysem bunda
hiçbir kastım olmadığını belirtmeliyim.
Büyük bir yazar kimsenin uzun bir romanı tek başına yazama
yacağını söylemiş. Ne kadar da doğru söylemiş. 19. Departman'ı
okuyup bitirdiğiniz şu öyküye dönüştürürken muhteşem bir
grup insandan yardım alacak kadar talihliydim.
Temsilcim Charlie Campbell’a, zeki editörüm Nick Lake’e
ve en eski dostum Joseph Donaldson’a önerileri, düzeltmeleri,
destekleri ve gerektiğinde dürüstçe yanlışlarımı yüzüme vur
dukları için en içten şükranlarımı sunuyorum. Onlar olmasa
bu çok farklı (ve çok daha kötü) bir roman olurdu.
HarperCollins’teki usta ekip basım sürecinde elimden tu
W ILL H IL L
Will Hill
Londra, Ekim 2010
Jam ie ikinci kitapla g e ri dön ecek.