Professional Documents
Culture Documents
YARINmR
ADINA BUGÜNLERİN
HARCANDIĞI
BİR EVRENDE/
UMUT EN GÜÇLİV
^ İİLAHIIR
“Muhteşem karakterleri,
büyüleyici mitolojisi ve şaşırtıcı
hikâyesiyle Zodyak mutlaka
okunmalı. Hayran kaldım!”
“Russell'ın ilk romanı bilimin
mutlak doğrularına ve inanç çoksatan y»ız<
özgürlüğüne eşit derecede değer
veren bir toplumu anlatıyor.
Hem fantazya hem de bilimkurgu
tutkunlarına hitap edecek
Zodyak'\n sürükleyici dünyasının
hayranları, bunun serinin ilk kitabı
olmasına çok sevinecek.”
loo klist
www.pegasusyayiniari.com
786052 990285
Pegasus Yayınları: 1506
Gençlik: 282
Zodyak
Romina Russell
Özgün Adı: Zodiac
İngilizceden çeviren:
Berk Göbekcioğlu
K Ö K E N İ V E Y A Z A R I B İL İN M İY O R
SAKINMALI OCHUSTAN
1 Siren: Yunan M itolojisi'n e ait, yaşadıkları adaların yak ın ların d an g eçen d enizcileri
şarkılarıyla b ü y ü le y ip k en d ilerin e çek en iki k u y ru k lu d enizkızlarıdır. (ç.n.)
İO
Yengeçli her çocuk Ochus m asalını bilirdi ancak annem in
öyküsü okulda ezberlemek zorunda kaldığımız şiirle aynı değildi.
Annemin anlatımıyla, öykü bir mit olmaktan ziyade bir tarih dersi
gibiydi. "Ochus her savunucunun karşısına farklı bir kılıkla çıktı.
Her seferinde güçlü bir armağana, olayları o hanenin lehine döndü-
rebilecek gizli bir silaha sahip olduğunu iddia etti. Ochus felsefik
Kova ya, Zodyak'ın en temel sorularının cevaplarını barındıran kadim
bir metin sözü verdi. İkizler'in hayalperest liderlerine, giyen kişiye
inanam ayacakları kadar güçlü sihirler yaratan büyülü bir maske
sözü verdi. En bilge hane olan Oğlak a, Helios üzerinden ulaşılacak,
içinde bizimkinden daha eski dünyalara ait bilgilerin bulunduğu bir
hazine sandığı sözü verdi."
Gözlerimi açtığımda annem in alnından sallanan sarı bir bukle
gördüm. Onu annem için geriye atma arzusu hissettim ancak bunu
yapmamam gerektiğinin farkındaydım . Annem aslında soğuk biri
değildi. Sadece... mesafeliydi.
"Ochus her savunucuya, armağanlarını alacakları sözüyle, kendi
siyle gizli bir yerde buluşmaları talimatını verdi. Vardıklarında, tüm
savunucular diğerlerinin de çağırılmış olduğuna şaşırdılar. Şaşkınlıkları
birbirlerine kendilerini ziyaret eden Ochus'u tarif ettiklerinde arttı.
Yengeç Ana bir deniz yılanı, Balık Peygamber biçimsiz bir ruh, Yay
Savunucu başlıklı bir gezgin görm üştü ve diğerleri de başka şeyler
görmüştü. Hiç kimse aynı şeyi görmediğinden, savunucular birbirle
rinin anlattıklarına inanmadılar. Onlar tartışm aya tutuştuğu sırada,
Ochus sessizce sıvıştı ve Zodyak'ın en yüce büyüsünü de yanında
götürdü: Hanelerin birbirine olan güvenini. Geride bıraktığı tek
şey bir uyarıydı: Döndüğümde her şey yanacak, dönüşümü bekleyin
"Güvenimizi çaldı ve asla geri kazanam adık," dedim öğretm en
lerimin ahlak derslerinde öğrettiklerini alıntılayarak. Okula başlayalı
sadece bir hafta olmuştu ve annemi etkileme isteğiyle, devam ettim.
"Ochus Zodyak'ın ilk yetimiydi. Ait olduğu bir hanesi yoktu ve ga
laksimizdeki haneleri kıskanıyordu. Bu yüzden Yengeç'te birbirimize
göz kulak oluruz ve herkesin bir evinin olmasını sağlarız."
Annem in yüzü düştü. "Yani, 'Tüm sağlıklı kalpler sağlıklı bir
evle başlar' mı diyorsun? Rho, böyle olmadığını biliyorsun. Ders
lerimizde, dağılan ailelerden gelen büyük insanları sana öğrettim,
yüzyıllar önce ilk hologramı geliştiren Akrepli Galileo Sprock veya
Terazi H anesinin saygıdeğer savunucusunu, ünlü pasifist Lord Vaz
gibi." İncinm iş gibiydi. "Öğretm enlerinin, beynini yıkam asına izin
vereceksen, belki de okula gitmeye hazır değilsindir."
"Hayır, sadece duyduğum u söyledim," diyerek onu rahatlattım .
Annem her zaman Yengeç eğitim sistem inin beynimi yıkam asından
endişe ederdi. Bu yüzden beş yaşıma geldiğimde, hanemizdeki di
ğer çocuklar gibi beni okula yazdırmadı. Bana evde, bizzat eğitim
vermeye karar verdi.
Yüz ifadesinin norm alleşm esini bekledim ve lafını bir daha
bölmedim. A nnem in sadece iyiliğimi istediğini biliyordum ancak
yaşıtım çocuklarla oynam ayı, evdeki eğitim e geri dönem eyecek
kadar çok seviyordum.
"İşin özü şu ki," diye devam etti annem. "Kadim savunucula
rımız aynı canavardan korktuklarını itiraf etm ektense birbirleriyle
savaşmayı tercih ettiler." Bakışlarım onunkiyle buluştuğunda, yüz
ifadesi sertleşti. "H ayatında korkularla yüzleşeceksin ve insanlar
korkularını senden almaya çalışacaklar. Seni korktuğun şeylerin
gerçek olm adığına, k orkularının sadece kafanın içinde olduğuna
ikna etmeye çalışacaklar. Ancak onlara izin veremezsin."
Dalgın gözleri etrafım ızdaki maviyi, gökyüzünden daha parlak
hale gelene dek içine çekti. "Korkularına güven, Rho. Onlara inanm ak
seni güvende tutacak."
Bakışları öyle yoğundu ki gözlerimi kaçırm ak zorunda kaldım.
Annem ne zaman böyle heyecanlansa, kır evim izin çatısında me-
ditasyon yaparken iki gün aşağı inm ediğindeki gibi, tu h a f nöbet
lerinden birini mi yaşıyor, yoksa yıldızlarda bir şey mi gördü diye
merak ederdim.
Tekrar onunla göz göze gelmektense, suyu inceledim. Bir kö
pükler sürüsü suyun yüzeyini yardı, babamla Stanton'ı görmek için
boynumu uzattım. Ancak ikisi de çıkmadı.
"Haydi suya g ir d im /' dedi annem birdenbire. Ses tonu tekrar
yum uşam ıştı. Dalış tahtasına sıçradı ve tek bir hareketle, bir sa
niye sonra suyun içindeydi. Babam her zaman annemin aslında bir
denizkızı olduğunu söylerdi. Babamın yön bulma gözlüğünü takıp
annemin suyun altındaki hareketlerini takip ettim ve Gezgin'in et
rafında yaptığı zarif dönüşü seyrettim. Annemi yüzerken seyretmek,
bale izlemek gibiydi.
Annemin başı suyun yüzeyini yardığı anda, babamla Stanton'ın
başı da göründü. Babam narstiridyelerle dolu ağını dalış tahtasına
kaldırınca günün avını tekneye çektim. Suyun içinde, babam ve
ağabeyim maskelerini çıkardılar. Çevremde, her yerde, suyun y ü
zeyinin köpürdüğünü gördüm.
"Bu şey çok sıkı," diye yakındı Stanton, kollarını serbest bı
rakm ak için takım ının üstünü çözerken. Islak maskesini tekneye
attığında çömeldim. Maske bir şlap sesiyle düştü. Tam gözlüklerimi
çıkarıp onlara katılacakken, siyah bir kütle denizin yüzeyini yardı.
Yılan bir buçuk metre boyundaydı, pullu derili ve kırm ızı göz
lüydü. Ancak annem in derslerinden, yılanın esas gücünün zehirli
ısırığında olduğunu öğrenmiştim.
" Yanında bir çene var!" diye çığlık attım, deniz yılanını işaret
ederek. Çene ona doğru atılırken Stanton bir çığlık attı ve annemle
babam ağabeyime ulaşamadan, yılan dişlerini ağabeyimin omzuna
geçirdi.
Stanton acıyla haykırdı ve annem ona doğru daldı, gördüğüm
herkesten daha hızlı yüzüyordu. Bir elini Stanton'ın hasar almayan
koluna doladı ve onu babama doğru çekti. Ben sadece izledim, yardım
etmeyi düşünemeyecek kadar korkm uştum .
Gözlüğün özel merceklerinden, yılanın etrafımızda döndüğünü,
zehrinin yayılıp kurbanını hareketsiz hale getirmesini, dolayısıyla
avını yiyebilmeyi beklediğini gördüm. Parlak kırm ızı gözleri ka
ranlığı, yani bu canlıların norm alde yaşadığı yeri delip geçerdi.
Çeneler Yarık'ta, yüzlerce metre derinlikte yaşardı. Bu kadar yüzeye
çıkacaklarını hiç düşünmezdim.
Babam Stanton'ı tekneye taşıdığı sırada, annem in parlak mavi
gözleri parladı, dudakları kıvrıldı. Onu hiç bu kadar öfkeli ve vahşi
görmemiştim.
Sonra suyun yüzeyinden kayboldu. "Anne!"
Çaresizlikle babama döndüm ancak Stanton'ın üstüne eğilmiş,
om zundaki yaradan zehri emiyordu. Annemi suyun içinde tekrar
buldum: Çeneyi tekneden uzaklaştırıyordu ancak yılan arayı kapa
tıyordu. Saldıracaktı.
Hareket edemedim, çığlık bile atamadım. Yapabildiğim tek şey
izlemekti. Ellerim Gezgin'in kenarına kenetlenmişti ve bedenimin
kalbim in atışma daha ne kadar dayanabileceğinden emin değildim.
Sonra annem yüzm eyi bıraktı ve yılanla yüzleşmek için arkasını
döndü.
Elinde güm üş bir şey parladı. Babamın narstiridyeleri açmak
için kullandığı bıçağa benziyordu. Babam bıçağını suyun altında
her zaman yanında taşırdı, annem dalm adan önce bıçağı babamın
kem erinden çekmiş olmalıydı. Çene tüm üyle açılıp annemi ısırmak
için saldırdığında, annem elini kaldırıp yılanı ortadan ikiye böldü.
Nefesimi tuttum .
"Rho!" diye seslendi babam. "Annen nerede?"
"Annem... hayatta," dedim nefes almadan, "geri geliyor." Stanton ın
solgun, baygın bedenini görünce paniğim tekrar belirdi. "Yoksa o..."
"Zehri çıkardım ama onu bir şifacıya götürm em iz gerek," dedi
babam, Gezgin'i çalıştırıp annem e doğru yönlendirirken. Annem
kendini dalış tahtasından yukarı çekip yavaşça tekneye indi. O iner
inmez de babam son hızla ilerlemeye başladı.
Annem Stanton'ın yanına oturup elini ağabeyimin alnına koydu.
Babama çeneyi nasıl ortadan ikiye böldüğünü anlatm asını bekledim
ama o sadece sessizce oturdu. Ne kadar cesur olduğuna inanam ıyor-
dum. Bizi kurtarm ıştı.
"Helios adına, bir çene bu kadar sığ bir yerde ne yapıyordu?"
diye söylenerek derin bir düşünceye daldı babam. Gözleri cam
gibiydi, dalgındı ve hâlâ derin derin nefes alıyordu. Ondan sonra
konuşmadı, o sessiz havasına geri döndü. Narstiridyeleri istiridye
odalarına ayırırken anneme yardım ettim, işimiz bitince Stanton'ın
yanına oturduk.
"Anne, ü zgünüm /7 diye mırıldandım, gözyaşlarım ben durdur
maya kalm adan düşerken, "Ne yapacağımı bilemedim..."
"Sorun değil, Rho," dedi annem, ellerini inci kolyeye uzatıp
Yengeç işaretini göğsümün tam ortasına getirirken. "Hâlâ çok kü
çüksün, hayat sana elbette korkutucu görünecek." Sonra bana baktı,
içime baktı ve kurşun geçirmez gözleri, sarsılmaz bakışı dışındaki
her şey bulanık hale geldi.
"Korkularına tu tu n," diye fısıldadı. "Onlar gerçek."
1
♦ ♦ ♦
2 Buradaki ku llanım ı tüm duvarJarı cam dan olan oda anlam ındadır, (ç.n .)
"Sınavı bittiğinde size geri verecek, tek parça halinde elbette."
Dekan Lyll bana bakmıyordu. "Sınavdan alacağı not astralatörün
size dönüşüne bağlı olacak."
Ben karşısında tek kelime bile edemeden, Kutupyıldızı dönüp
gitti. Harika. Şimdi dilsiz olduğumu düşünüyor olmalıydı.
"Bir daha," dedi dekan geveleyerek. Sabırsızlığı sesinden oku
nuyordu.
Efemeris odayı ele geçirdi. Merkezlendiğimde ve aylar hizalan-
dığında silindirik aygıtı nazikçe sönen belli belirsiz yaylara doğru
tuttum . Yengeçliler muazzam hafızalara sahipti, benimkiyse bizim
standartlarımıza göre bile iyiydi, yani sayıları yazmama gerek yoktu.
Bu geceyle alakalı bir tahm in yapm ak için yeterli olacak şekilde,
ihtiyacım olan tüm ölçümleri alm am ı bekledikten sonra, Dekan
efemerisi kapadı.
Zamanlayıcı öttüğünde hâlâ hesaplamalar yapıyordum. Bitirdi
ğimde, dekanın haklı olduğunu fark ettim. Yıldızlarda zıtlaşma yoktu.
"Hesaplamaların iyi görünüyor," dedi sertçe. "Yönergeleri ta
kip edip doğru ekipm anları kullandığında ne kadar iyi olduğunu
görüyor musun?"
"Evet efendim," dedim bir şeylerin beni hâlâ rahatsız etmesine
rağmen. "Efendim, ya astralatörü kullanm am ız uzağı görmemize
engel oluyorsa? Ya bu kez kehaneti görmememin sebebi rahatsızlı
ğın hâlâ uzayın daha uzak bir yerinde olması ve aylarımıza henüz
yaklaşmamış olmasıysa? Astralatör öyle büyük bir uzaklıkla sonuç
veremez, değil mi?"
Dekan iç geçirdi. "Bir saçmalık daha. Neyse. En azından geçtin."
Kafasını sallamaya devam ederek kapıyı sertçe açtı ve, "Öğretmen
Tidus, sizinle kutlam ada görüşürüz," dedi.
Yalnız kaldığımızda, öğretmenim bana gülümsedi. "Sana kaç
kez söylememiz lazım, Rho? Parlak teorilerinin ve hayali öykülerinin
astroloji biliminde yeri yok."
"Evet, efendim." Haklı olmasını um arak başımı eğdim.
"Yeteneğin var, Rho, niyetimiz cesaretini kırm ak değil." Ko
nuşurken bana yaklaştı, şimdi yüz yüzeydik. "Davullarını düşün.
Kendi parçalarını yazabilmek için önce temel bilgilerde uzmanlaşmak
zorundaydın. Aynı ilke burada da geçerli. A ntrenm an efemerisinle
ve astralatörle her gün çalışırsan, eminim ki aritmetiğinde ve tek
niğinde muazzam ilerleme kaydedeceksin."
Gözlerindeki şefkat, kendimi astralatör kullanım ında geliştir
meye hiç çabalamadığım için utanmama sebep oldu. Günlük çalışma
konusundaki ısrarı bana annemi çok fazla hatırlattı ve o hatıraların
bir yerlerde kapalı kalmasını seviyordum.
A ncak Öğretm en Tidus'ı hayal kırıklığına uğratm ak, en az
bunları hatırlam ak kadar canımı yakıyordu.
♦ ♦ ♦
3 Canlı organizm aların kim yasal reak siyon la ışık saçm ası, (ç.n.)
içinde, gökyüzündekilere rakip olabilecek takım yıldızlar yaratacak
şekilde soluk yeşil renginde parlarlardı. Stanton'la birlikte mercan
yataklarıyla ilgilenerek büyüdüm. Nöbetleşe olarak aç kanca yengeç
lerini uzaklaştırırdık ancak genç narstiridyeleri dizip incileri eliyle
çıkarma işini sadece babam yapardı.
Ayrılmayı hiç istememiştim. Bir Yardımcı olmak, şimdiye dek
verdiğim en zor karardı. Babam ve Stanton anlamadı, temiz havayı
ve Yengeç D enizini ne kadar sevdiğimi biliyorlardı. Ancak gidişim
kendim için değildi... Babam için gittim.
Babam her zaman sessiz biri olmuştu ancak annem gittikten sonra
neredeyse hiç konuşmadı. Stanton her zaman babamı konuşturacak
bir konu bulabilirdi ancak babam benim yanım da daha çekingendi.
Bunun nedenini on bir yaşıma gelip de annem in eski bir fotoğrafını
bulduğum da anlamıştım.
Tıpatıp anneme benziyordum.
Böylece Akademi ye başvurdum. Annemi geri getiremesem bile,
babamı en azından annemin hatıralarından azat edebilirdim.
Gemi yere temas ettiği anda sertçe sallandı ve bir şey kalçama
battı. Basınç kıyafetimin bir kısm ını açıp iç ceplerden birini karış
tırdım . M athias ın astralatörü.
"Tehlike geçti," dedi otom atik ses. Kemerlerimizi çözüp ha
m aklarım ızdan havalandık, hâlâ ağırlıksızdık. Aktarma merkezinde
dem irlediğim izden, tekerleğin sahte yerçekim inin etkisini kenara
ulaşana dek görmeyecektik.
A ktarm a merkezinde, Yengeçli Kraliyet M uhafızlarinınkiyle
aynı koyu mavi üniform aları giyen bir grup memurla karşılaştık.
Sıfır yerçekim inde bile esas duruştaydılar ve M athias'la y u m ru k
to k u şturduklarında bile nasıl böyle düm düz ve sessiz kalabildikle
rini merak ettim.
İçlerinden biri Mathias'a, "Amiral Crius sizi ve grubunuzu bir
an önce görmek istiyor.
"Pekâlâ." M athias tavanı saran çelik bir çubuktan sarkan sabit
bir ipi tuttu. İpi yakaladığı anda, ip hızla çekildi ve Mathias'ı berabe
rinde götürdü. Mathias arkasını dönüp kendisine katılmamız için el
salladı ve hepimiz ayrı ayrı ipleri yakaladık. Zodailer bizi takip etti.
Sıraya dizili olduğumuzdan, arkadaşlarımla bu toplantının ne
için yapılıyor olabileceği hakkındaki teorilerimizi tartışam ıyorduk.
İstasyon amonyak kokuyordu ve düşük vatlı ışıklandırm ada her
şey bej görünüyordu. Çelik çubuk bittiğinde, ipi bırakıp tek raylı
tren vagonuna bindik. Az sonra birden hızlandık. Bu kenara giden
ekspres tren olmalıydı.
Bindiğimiz yerden uzaklaştıkça, merkezkaç kuvvetini daha çok
hissediyordum ve bu kesinlikle yerçekimi gibi değildi. Daha ziyade
bizi trenin sağ tarafına doğru savuran bir lunapark oyuncağında
gibiydik. Varış noktamıza geldiğimizde ayağa kalkmayı denediğimde,
kendimi çok sert bir rüzgâra karşı kapılmış gibi hissediyordum.
Kaydığım sırada M athias beni dirseğim den yakaladı. Alçak
bariton sesiyle, "Alışacaksın," diye fısıldadı.
Yüzüne daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Kendime gelip
başımı çevirmeden önce çenesinin ve elmacık kemiklerinin pürüzsüz
çizgilerini gözümle takip ettim.
Her birim izi araçtan çıkardı, ilerleyişim ize devam ederken,
ayaklarım ız halıyla kaplı güvertede gerçek ağırlığa benzer bir şe
kilde güm bürdüyordu. Kristal kubbenin taklit yerçekim inden beri,
bu bedenimin tüm kuvvetini ilk hissedişimdi ve bedenim in varlığı
yabancı geliyordu.
Amiral Crius bizi, bir kriz masasına dönüştürülm üş, okum a
odası gibi görünen bir yerde bekliyordu. Bir düzine mavi üniformalı
Zodai, karm aşık ekranlarda çalışıyordu ve Yengeç'in devasa bir ho
lografik haritası tavana yakın bir yükseklikte, yanıp sönen kırm ızı
uyarı ışıklarıyla dönüyordu. Crius m asasından kalkıp M athias'ın
yum ruğuna dokundu, sonra suratını asarak geri kalanım ıza baktı.
Crius geniş göğüslü, biber renkli bukleleri olan, gözleri ve ağzının
etrafı kırışık, kırklı yaşlarının ortalarında bir yerlerde bir adamdı.
Yüz ifadesi, diğer herkesinki gibi mutsuzdu.
"Sen Yardımcı Rhoma Grace olmalısın," dedi bana.
Donakaldım . Deke ve Nishiko dönüp bana bakıyorlardı ve
ben o esnada ihlal ettiğim sürüsüyle kuralı düşünüp ne olduklarını
hatırlamaya çalışıyordum. "Evet." Sonra daha net bir sesle, "Adım
Rho Grace," dedim.
"Benimle gel, Yardımcı. Siz de gelin, Kutupyıldızı Thais. Geri
kalanlar, bu memurlar ihtiyaçlarınızla ilgilenecek."
Amiral topuklarının üstünde döndü ve uzaklaştı. M athias ba
şıyla takip etmemi işaret etti. Soran gözlerle Nishi'ye baktım ancak
o da benim kadar şaşkın görünüyordu.
Bu Akademi'deki sınavla ilgili olamazdı. Bu Stanton'la alakalıydı.
Ya da babamla.
Kemiklerimin ağırlığı taşıyabileceğimden fazlaydı ve gırtlağım,
tadı aside benzeyen bir şeyle doldu. Şimdiye dek evim bildiğim iki
yeri de kaybettim , ailemden geriye kalanları da kaybedemezdim.
Siyah eldivenlerimi ve Dalgayı basınç kıyafetim in bir cebine
tıktım . Başlığım zaten kemerime takılıydı.
Neyse ki çok uzağa gitmedik. Amiral bizi iki kişinin daha olduğu,
Öğretmen Tidus'ın sınıfından daha büyüle olmayan bir alana götürdü.
Yaşlıca, beyaz saçlı kadının ifadesi hem sıcak hem m utsuzdu
ancak iriyarı kel adamın yüzünde uğursuz bir hinlik vardı. Mathias
kapıyı kapadı ve kapının önünde esas duruşta, kolları yanlarda, göz
lerini düm düz ileri çevirerek dikildi. Yüz ifadesini okuyamıyordum.
Am iral Crius beni tepeden tırnağa süzdü. "Yardımcı Rhoma
Grace. Kutsal Ana Origene'nin Danışm anlar Konseyi nden kalanla
rın önüne, yargılanm ak üzere getirildin. Bu gece annen, Kassandra
Grace, ihanetini itiraf etti."
6
İhanet.
Bu kelime, kulağıma tuhaf, yabancı ve hayatımla bağlantısız
geliyordu. "Size inanm ıyorum ." Sesim hırlar gibi çıktı. "İhanet biz
Yengeçliler'in doğasında yoktur."
İri yarı adamın çatık kaşlı yüz ifadesi daha da sertleşti ancak
o geveleyen konuşması ve askeri ses tonuyla, "Sevdiklerini bırakıp
gitmek de Yengeç doğasında yoktur ancak o seni bırakıp gitti," diyen
kişi Amiral Crius'tu.
Bu gece yaşadığım her şeyden sonra, kaybedecek bir şeyimin
kalmadığını düşünm üştüm .
Yanılmıştım.
Annem öyle uzun zam andır aklıma gelmemişti ki hayatta ol
duğunu öğrenirsem ne yapacağımı hiç planlamamıştım. Çaresizlik
damarlarımda yüzüyordu ve dönüp M athias'la göz göze geldim. Çivit
mavisi gözleri hiç bu kadar patlayacak gibi görünmemişti, Elara'dan
kaçarken bile. Ancak, bana ne olacağı gerçekten um urunda mıydı,
yoksa bana en başından acıdığı için kendine mi kızıyordu?
Ümitsizlik kendimden, bu andan, hayatımla ilgili hatıralarımdan
gittikçe uzaklaştığım ı hissetmeme sebep oldu. Sanki bir kara deliğe
doğru çekilip bildiğimi zannettiğim gerçeklikten müm kün olduğunca
yavaş ve acılı şekilde siliniyordum.
"Kassandra Grace infazla cezalandırıldı/' diye devam etti Crius,
iç karartan konuşmasıyla. Her sözcüğü beni düştüğüm uçurum un
daha da derinlerine sürüklüyordu. "Eğer burada kalırsan, senin
adını da kirletecek. Hanen tarafından dışlanacak, arkadaşlarından
ayrılacaksın ve asla bir Zodai olamayacaksın."
O kadar uzaktaydım ki, "Sana bir seçme şansı sunm ak için
toplandık," dediğinde onu güçlükle duydum.
Umut küçücük bir alevle belirip bunca karanlığın karşısında
tüm parlaklığıyla yandı. "Seçme şansı mı?"
Sert bir ifadeyle başını salladı. "Anneni reddet. Seni Gezegenler
M eclisinde bize çalışman için Koç Hanesi'ne göndereceğiz. Orada
yeni bir hayata başlayabilirsin."
Amiral Dalga yı masanın üzerine, önüme koydu, "Aşağıya baş
parmağını bastır. Gecikmeden gönderileceksin," dedi.
Midye şekilli alete bakakaldım, ağzındaki küçük sensör inci
gibi parlıyordu.
Şok, yıldırım gibi sadece bir an sürdü ancak yerine gelen his
sıcak, iğne gibi batan bir utançtı. Elara'da ölmeyi bu seçme şansına
tercih ederdim. Annem ne yapmış olursa olsun, cevabımı biliyordum.
Burada bir seçim yoktu, en azından benim için.
"Benim yerim Yengeç, ailem in yanı." Sesim güçlü çıkıyordu
ve bu beni de daha güçlü yapıyordu. "Teklifiniz için teşekkürler
ancak reddediyorum ."
A m iralin kaşlarını öyle bir çattı ki gözlerinin arasında adeta
bir duvar oluştu. "Yengeç toplum undan izole olarak yaşamaya zor
lanacağını, tanıdığın yerlere ve kişilere dönm enin yasak olacağını
anlıyor m usun?"
"Anlıyorum," dedim zihnim i on senedir bloke ettiğim hatıralara
açarak. Hatıralar şaşkınlık verici düzeyde iyi korunm uş ve lekesizdi.
Annemi tekrar bulduğum a inanam ıyordum .
"Lütfen onu görmeme m üsaade eder misiniz? Kanunlarım ıza
göre, ailesi onu son bir kez ziyaret edebilir."
Başını salladı. "Buna gerek olmayacak. Annenle hiç tanışmadık,
nerede olduğunu da bilmiyoruz. Bu bir testti ve testi geçtin."
Şaşkınlık yüz hatlarım dan hızla geçip gitti, sonra rahatladım:
Annem bir hain değil, hayatım tekrar benim oldu.
Sonra öfke geldi.
Bir sınav daha.
Beyaz saçlı kadın tüm ağırlığını bastonuna vererek güçlükle bir
adım attı. "Ben Agatha Cleiss, bu da çalışma arkadaşım Dr. Emory
Eusta." Elini uzattı ancak geleneksel dokunuşu yapmadım.
Dudakları gerginleşip üzgün bir gülümseme haline geldi. "Tatlım,
affet bizi. Seni en acımasız şekilde kandırdık. Bu korkunç trajedi bizi
bu zalim tavırla davranm aya zorladı ve bu yalan, aradığımız cevap
lara bizi götürecek en etkili yoldu. Eğer oturursan, açıklayacağız."
Dudağımın içini sertçe ısırdım, şimdi özür yüzünden daha da
sinirliydim. Kadın bu kadar samimi olarak üzgün görünm eseydi,
burayı terk edip gitmek çok daha kolay olurdu.
Yanındaki kel adam öyle gerçek görünüyordu ki aslında bir
hologram olduğunu ancak kolu bir raftan geçince fark ettim . Dr.
Eusta bir zaman gecikmesi emaresi göstermediğine göre, hologramı
yakınlardan yansıtıyor olmalıydı.
Üstünde bir tepsi içindeki su ve sandviçlerin bulunduğu kare
şekilli m asanın etrafın d ak i dört m inderli sandalyelerden birine
oturdum . Yemeğin görüntüsü karnım ın guruldam asına sebep oldu.
Crius karşıma oturdu. Solgun teninin yorgun, grimsi bir gö
rün tü sü vardı. Ağzı şüpheci bir şekilde, keyifsizce büküldü. "Bir
şeyler atıştır."
"H ayır, teşekkürler," dedim m idem den tek ra r tek ra r gelen
şikâyetlere aldırm adan.
Agatha eğri büğrü bedenini yanım daki sandalyeye bıraktı.
"Sence Akademimde sınava neden iki kez girdin?"
"Çünkü ilkinde başarısız oldum."
Tekrar mutsuzca gülümsedi ve yeşile çalan puslu gözleri uzaklaştı.
Karşımda, Amiral Crius cebinden siyah bir taş çıkarıp masaya yerleş
tirdi. Taşın yüzeyi pürüzsüz, eni boyundan uzun ve ilk bakışta mat
siyah görünse de, ona baktıkça derinliklerindeki muhteşem renkleri
görüyordum. Zümrüt yeşili, ispirto mavisi, çivit, ametist, hatta bir
kızıl serpintisi... Ve kesinlikle mat değildi. Parlak ve pürüzsüzdü.
"Siyah opal," dedi Dr. Eusta. "Savunucu Origene'nin efemerisini
barındırıyor."
"Anlayabildiğimiz kadarıyla," diye ekledi Agatha, "kusursuzca
çalışır durum da. Bu felaketin gelişini göstermek konusunda neden
başarısız olduğunu bilmiyoruz."
Bu odada en azından, astralatörlerin yetersiz olduğu konusun
daki teorim k o n unun dışındaydı. Savunucu ve Konseyi geleceği
öngörmek konusunda öyle iyiydi ki sadece yıldızların hareketlerini
izleyerek bile ne olacağını yorumlayabilirlerdi. Neyin gerçek, neyin
hayal ü rü n ü olduğunu söyleyebilmeleri için astralatöre ihtiyaç duy
mazlardı. Böylesi doğal bir Görü nün geliştirilmesi, onyıllar alırdı.
Crius ışıkların kapanması için bir ses komutu verdi ve pamuksu
bir karanlık odayı sardı. Şimdi büsbütün şaşkındım.
"Taşa dokun," dedi Agatha.
Bu tu h af bir istekti ancak yerine getirdim. Opali masaya koy
dukları andan itibaren, taşı tutm ak istemiştim zaten.
Taşı elime alıp kaldırdığım da, sıcak olduğunu hissettim . Par
m aklarım ın çevresinde döndürerek pürüzsüz yüzeyindeki m inik
çıkıntıları keşfettim. Kusurları öyle belli belirsizdi ki güçlükle fark
edilebiliyordu. A ncak onları keşfettiğim anda zihnim de gölgeler
içindeki bir kütle oluşmaya başladı. Sanki bir şifreyi çözüyordum.
Parmak ucumu çıkıntılara sürttükçe, gölge zihnimde daha belir
gin hale geliyordu, ta ki pürüzlerin yerleşim inin bir takım yıldızını
temsil ettiğini fark edene dek.
Yengeç.
İmgeyi adlandırdığım anda, taşın tepesinden, bir çeşmeden
fışk ırır gibi ışık seli aktı ve dağılıp odayı yıldızlarla doldurunca
çığlık attım. Diğerleri şaşkın bir sessizlikle donakaldı ancak onları
şaşırtan şey taşın kudreti değildi, benim kiydi.
Opal evrenin bir hologramını yansıtıyordu. Geniş, oval şekilli
bir hologramdı. Bu şimdiye dek gördüğüm en iyi ve detaylı efeme-
risti. Işık halelerinin içinde durup parmaklarımı açtım ve yıldızların
tenimde parlamalarına izin verdim.
"Taşın anahtarını keşfettin/' dedi Agatha, sesindeki şaşkınlık
pek cesaret verici değildi. "Taştaki çıkıntılar efemerisin her kapa
nışıyla biçim değiştirir, yani kilit değişir. A nahtar her zaman bütün
olmayan bir haritadır, yani sadece güneş sistemimizi en iyi tanıyan
insanlar boşlukları doldurup onu açmayı hayal edebilir."
"B unun başka bir test olduğunu mu söylüyorsunuz?" diye
sordum tekdüze bir sesle.
Dr. Eusta nin hologramı efemerisin içinden haylaz bir hayalet
gibi geçti. "Evet. Tıpkı bunun gibi."
Agatha ellerini bastonunun tepesinde birleştirdi ve gözlerini
benim kilere dikti. "Kutsal Ana geleceğin bir milyon penceresi olan
bir ev olduğunu söylerdi. Her Zodai yıldızlara farklı bir perspektif
ten bakar, yani herkesin okuması farklıdır. Bazı okum alar birbiriyle
çatışır. Bazıları bütünüyle yanlıştır. Ve bazıları... kasti olarak yanlış
yönlendirici olabilir."
"Aylarımıza ne olduğuna dair senin yapacağın okumayı duymak
istiyoruz," dedi Dr. Eusta nin yanıp sönen hologramı.
"Kutsal A nanın efemerisini okumamı mı istiyorsunuz?" diye sor
dum. Agatha'nın sesindeki hayret benimkiyle karşılaştırılamazdı bile.
Benim okumamı istediklerine inanam ıyordum . "Eğitimim ye
terli değil, astralatör kullanm ıyorum . Bizim dönemde A kadem inin
sınavını geçemeyen tek kişiyim..."
"Acele etme," dedi Agatha, itirazlarımı duymamış gibi. O ile Amiral
Crius arkalarına yaslanıp beklediler, holografik Dr. Eusta'ysa sanki
hayali haritadaki başka bir göksel beden gibi etrafta süzülüyordu.
Sertçe nefesimi verip etrafıma bakındım . Zodyak'ı daha önce
hiç bu kadar detaylı görmemiştim. Hafifçe parlayan ışıklar havada,
A kadem i'deki p lan etaryum un efem erisindekinden bile çok daha
büyük bir çözünürlükle dönüyordu. Kara delikler, beyaz cüceler,
kırmızı devler ve fazlası, hepsi m üthiş netlikte parlıyordu.
Ancak şimdi, galaksimizin bu ışık saçan temsilinin içindeyken
Merkezimi aslında hiç kaybetmediğimi fark ettim. M athias'ın dediği
gibi, Yengeç bizi dengede tutuyordu.
Evim içimdeydi, nereye gidersem gideyim, gezegenimize ve hal
kımıza ne olursa olsun. Kalbim attığı sürece, Yengeç şarkısı çalacaktı.
Daim a.
Bu düşünce kendimi öyle güçlü hissetmeme sebep oldu ki ken
dimi devasa ve yenilmez hissettim. Evren, beni m ahrum bıraktığı
her şeye rağmen, zihnim in ve kalbimin içindeki hiçbir şeyi alamazdı.
Onlar sonsuza dek benimdi.
Oda öyle sessizleşti ki nefes verişlerimi duyabiliyordum. Yengeç'in
daha önce bir efemeris vasıtasıyla baktığımda hiç bu kadar mavi
görmediğim küresine bakıyordum ve ruhum un gökyüzüne doğru
çekildiğini hissedene kadar izlemeye devam ettim. Ben izledikçe,
enkaz da titreşmeye başladı.
Yaklaştıkça nabzım hızlanıyordu. Bu harita öyle büyüktü ki
bir ayın ışığı titreştiğinde gerçekten neler olduğunu ilk kez gö
rebiliyordum . Bu gizli gizli um duğum şekilde, Psiko-Şebeke'deki
dalgalanma değildi.
Aslında, ayların ışığı da titreşm iyordu. Gördüğüm şey ayların
kayboluşu değildi. Onların siyah ve yoğun, uzayın kendisinden bile
daha kalın bir şey tarafından yutulduğunu görüyordum. Katranımsı
madde hâlâ orada, görünm ez ipleri çeken bir kuklacı gibi, enkazın
hareketini kontrol ediyordu.
Bu karanlık maddeydi.
"Bunu yapan bir göktaşı değil," diye fısıldadım.
"Elbette değil. O sadece bir söylentiydi," diye m ırıldandı Dr.
Eusta. "Astronomlarımız aylarımıza hiçbir yabancı cismin çarpm a
dığını çoktan doğruladı. Hiçbir teleskop ya da uydu, herhangi bir
cisim tanımlamadı. Hiçbir veriye ulaşamıyoruz çünkü patlama olduğu
anda, Thebe'in çevresindeki tüm aygıtlar çalışmayı bıraktı... ki sen
de biliyorsun, zira güç kesintisi Elara'ya bile ulaştı/'
Pembe uzay kıyafeti zihnimde yanıyordu. Oraya sanki bir damga
gibi yerleşmişti.
Acıyı karşılayarak beynimi kavurm asına izin verdim. Bu gece
kaybettiğim iz insanları asla unutm ak istemiyordum. Eğer becerebi
lirsem, yardımcı olmamın sebebi onlardı. Birkaç adım geri atarak her
seferinde tek bir takım yıldıza odaklanm ak yerine tüm Zodyak a bir
bütün olarak bakmaya çalıştım.
Fark ettiğim ilk şey Aslan H anesindeki titreşmeydi. Sonra Bo
ğa'da başka bir titreşme fark ettim. Bu titreşimler belli belirsizdi.
Tehdit gibi görünm üyorlardı, daha ziyade geçmişteki titreşim ler
gibiydiler. Psiko-Şebeke bana karanlık m addenin bu hanelere de
dokunduğunu gösterdi.
"Hepsi aynı sebepten," dedim ilerlediğim sırada parçaları sesli
olarak birleştirerek. "Aslan'daki yangınlar, Boğa Hanesi'ndeki çamur
kaymaları... bu trajediler... hepsi bağlantılı."
Bu sözlerim üstüne, sorgulayıcılarım gözlerini indirdiler, birbir-
leriyle sessizce iletişim kurduklarını hissettim. Okumalarımı saçma
lıkmış gibi reddedeceklerdi, tıpkı dekanın yaptığı gibi. Sadece, bu
kez izin vermeyecektim. Nishi haklıydı: Eğer yardım etme ihtimalim
varsa, gördüklerim i reddetmeyecektim.
"Geçmişi sorm uyoruz/' dedi Amiral Crius, Psiko-Şebeke'deki
görüşmeleri bittiğinde. "Şimdi sorum uzu cevapla: Aylarımızın çarp
masına ne neden oldu?"
Sesindeki şiddetten etkilenmemek için kendimi zorladım. Sonra,
"Karanlık madde," dedim.
Bana inanmayışlarını gizleyerek kibarlık etme zahmetine girmedi
ler. Bu kez, düşündüklerini sesli olarak, doğrudan yüzüm e söylediler.
"Karanlık madde!" Dr. Eusta'nm sesi histerik gibi çıkıyordu.
"Bitti mi işimiz?" diye sordu diğer ikisine. "Yeterince zamanımızı
harcadı, katılm ıyor m usunuz?" Amiral Crius kabul etmeye meyilli
görünüyordu.
"K aranlık m addeyi nerede algılıyorsun?" diye sordu Agatha
enkaza bakarken. Gördüğüm yeri işaret ettim ancak o sadece siyah
uzayı görüyordu.
Gözlerini kapayıp Yüzüğüne dokundu. Tekrar açtığında, adamlara
döndü. "Karanlık madde bir gezegendeki yaşam gücünü emebilecek...
ve enerji sistemlerimizi yıkabilecek kadar güçlü olan tek madde. Eğer
efemeriste bile görünm eye başlarsa..."
Amiral Crius başını salladı. "Bu olamaz."
"Ancak eğer oluyorsa," diye ısrar etti Agatha, "bu Psinerji kul-
larak manipüle edildiğini gösterir. Sadece güçlü bir Zodai Psinerji yi
bu şekilde kuşanabilir."
Crius birden eğilip , bile ğim i k a v r a d ı v e g ö z le r im e baktı. Bütün
kolum adamın ezici tutuşu y ü z ü n d e n acıyla h a yk ırdı. Yalan söyleyip
söylemediğimi kontrol ediyordu. Adamdan püskürm esi son derece
yakın olan şiddet damarlarım ı sıkıştırıyor, derimi boğuyordu ancak
göz kırpm ayı bile kırpm adım .
"Yani, doğru," diye fısıldadı Agatha, Amiral yenilgiyle benden
uzaklaşırken.
"Işıklar a ç ı l s ı n dedi Amiral.
Oda aydınlandığında efemeris hâlâ parlıyor, Agatha nin kırışık
suratını renkli noktacıklarla lekeliyordu. D udakları büyük hızla
hareket ediyordu, yüzüğü aracılığıyla konuştuğunu fark ettim. Crius
da kendi Dalga sına aceleyle fısıldıyordu. Birbirlerine gizemli gizemli
baktılar, başlarını hafifçe salladılar. Agatha dikilip bana gülüm sedi
ve "Sanırım devam etmeye hazırız," dedi.
Opali elimden alıp masaya bıraktı. O anda, efemeris kapandı ve
Dr. Eusta nin hologramı hareket etmeyi bıraktı. Holografik ekranlar
Crius'un Dalgasından çıkıp üstüm üzde, havada süzülm eye başladı.
Her dosya, üniform alı bir Zodainin fotoğrafını taşıyordu ancak ke
limeleri okuyamayacak kadar gergindim.
"Zamanın başlangıcından beri, Kutupyıldızlarım ız her yeni Po-
tansiyel'in doğum unu tahm in ediyorlar," dedi Agatha yum uşak ve
yatıştıran sesiyle, tıpkı arkasına iyice yaslanıp bana hikâye anlatan
annem in sesi gibi.
"Astrolojik parmak izin o uzun listede ve yani, sen de izlediği
miz pek çok Potansiyel'den birisin. A kadem iye geldiğinde, Zodyak
haneleriyle ilgili öğrenebileceğin her şeyi zaten öğrenmiştin ve ga
laksimize olan bu aşırı ilgin ve bir Yaylı ya rakip olabilecek öğrenme
açlığın, birkaç öğretmenin tarafından fark edildi. Dalga'nda, kendine
ait zamanlarda arkadaşlarının geleceklerini eğlencesine okuyabilmek
için bir alıştırma efemerisi taşıyordun. Sadece hanemizdeki en ileri
dereceli Zodailere öğretilen bir şey olan Yarrot u bile biliyordun.
"Derslerine çok çalıştın ve yaşadığın tek güçlük astralatör kul
lanımıydı. Parkında olmadığın şey ise, Merkezlenme tekniğine bu
kadar çabalayıp efemerisi okuyarak bu kadar zaman geçirdiğinde
doğal bir yetenek geliştireceğindi. Bizim gibi, senin de astralatöre
ihtiyacın yok."
Amiral Crius, ben Agatha'nın sözlerini sindirem eden atlayıp
üstüm üzdeki holografik verileri işaret etti. "Bu dosyalar Danış
m anlar olarak seçtiğimiz adaylara ait. Bunlar Dalga na yansıtılacak,
Kraliyet M uhafızlarının hayatta kalan üyeleriyle birlikte. Listede
yoldaşlarından birini de göreceksin, Kutupyıldızı M athias Thais'i."
M athias'ın da burada olduğunu ancak fark ederek hızla nefes
alıp arkam ı döndüm. M athias'ı görmeden bile, tanıdık bir yüzün
etrafım da olması bir rahatlık dalgası hissetmeme sebep oldu.
Fakat ona baktığımda, M athias bana bakm adı. Dümdüz ileri
bakıyordu, gözleri önünde, sanki konuşm alarım ızı dinlem em eye
kararlı gibiydi. Tavırları öncekinden, sanki her sözcüğümüzü içer
gibi göründüğü zamankinden tamamen farklıydı, sorgulanan sürgün
edilen ben değilmişim de oymuş gibi. Neyin değiştiğini anlamıyordum.
"Kutupyıldızı Thais benden çok daha iyi bir Danışman olur,
eğer düşündüğünüz buysa," diye ağzımdan kaçırdım.
"Pardon?" Amiral Crius öne eğildi, yüz ifadesi içimi titretiyordu.
"Senin Danışman olmanı istediğimizi mi düşünüyorsun?"
"Ah, hayır. Elbette değil.” O anda hayatta en çok istediğim şey
koltuk m inderinin içine eriyip kaybolmaktı.
Crius kalktı, Agatha da. Dr. Eusta süzülerek geldi ve üçü birden
bana baktılar. "Rhoma Grace/' diye başladı Crius, ses tonu sürgün
edilme konusuna geri dönüp dönmediğimizi merak etmeme sebep
oluyordu. "Lütfen zalimce yöntemlerimizi bağışla."
Sonra, beni m üm kün olan en yoğun şekilde şaşırtarak o ve
diğerleri yere kadar eğilerek selam verdiler.
"Yıldızlar bazılarımızın im kânsız bulduğu bir kötülük alameti
gösterdiler ancak görünen o ki kabul etm ek zorundayız. Bugün
itibariyle, seni Dördüncü Hane nin, sevgili Yengeç'in Savunucusu
olarak onurlandırıyoruz."
7
Ben tepki dahi veremeden, siyah opal elime tutuştu ru ldu ve odadan
çıkarılarak kapının önünde bekleyen iki kadının kollarına bırakıldım.
Aktarm a noktasına varışımızda tanıştığım ız memur grubunun
eşliğinde, koridorlarda yarı yönlendirildim, yarı taşındım. Bu kez
Mathias'ın benimle gelmediğini fark ettim.
Oceon 6 koridorlar ve m ühürlü kapılardan oluşan bir labirentti.
Varış noktamıza geldiğimizde, oraya nasıl ulaştığımıza dair hiçbir
fikrim yoktu. Kadınlar beni geniş ve soğuk bir odaya yerleştirirken,
memurlar dışarıda kaldı, muhtemelen nöbet tutuyorlardı.
"Ben Lola, Cüppeler Hanım ınızım ," dedi İkiliden uzun olanı.
Menekşe renkli, Yengeç stili kumaş bir elbise giyiyordu. Bu görüntü
bana acı veren bir şekilde, gardıroplar ve m im arinin kat kat dökül
düğü ve suya benzer bir akışa sahip olduğu evimi hatırlattı. "Bu da
Leyla... k... küçük kardeşim."
Başımı yukarı kaldırm am ın sebebi sesindeki merhametti. Lola
yirm i yaşlarında görünüyordu, başı, küçük yüzünü gizleyen kalın,
kırm ızı buklelerle kaplıydı. Yanında Leyla çekingen çekingen gü
lüm süyordu ve benden küçük olduğunu şaşkınlıkla fark ettim. On
dört yaşından büyük olamazdı.
"Origene Ana nin Cüppeler H a n ım in ın çırağıydım ," diyerek
devam etti Lola, "ve eğitimimin ortasındaydım ki o..." Yüzünü keder
kapladı ve gözlerini yere indirdi. Sakinleştiğinde, hafifçe eğilerek
beni selamladı. "Acemiyiz ancak size hizmet etmek için elimizden
geleni yapacağız, Kutsal Ana."
Konuşmak istiyordum ancak gırtlağımda kocaman bir şey vardı
ve onu salıvermekten korkuyordum.
Ablasının aksine, Leyla'nın kırmızı bukleleri yüzünden çekilmiş
ve yuvarlak safir gözlerini ortaya çıkarmıştı. İhtiyacım olanı anladı
ve "Lola, bırakalım da Kutsal Ana dinlensin," dedi.
Eğilip selam verdiler. Onlar giderken, elbiselerinin dalgalanan
k ıv rım la rın d a Yengeç D enizi'nin k o k u su n u d u y ar gibi oldum .
"D ostlarım ı görebilir m iyim ?" diye fısıldadım, sesim boğuk bir
gıcırtı gibi çıktı.
Lola çoktan hole çıkmıştı ancak Leyla eşikteydi, beni duydu.
Safir gözlerini bana çevirip, "Çok üzgünüm, Kutsal Ana. Tehlikenin
ne olduğu tespit edilene dek sizi diğerlerinden ayrı tutm am ız ve
korum am ız için emir aldık."
Bu zaten bildiğim bir şeyi doğruladı.
Yalnızdım.
Kapı kapandığında, odaya bakındım . Oceon 6'da görevli en
y ük sek rütbeli ku tup y ıldızının odasında olmalıydım. Bir köşede
bir yatak, özel bir banyo ve benim için eğreti bir makyaj masasına
dönüştürülm üş bir masa vardı. Bu zamanı duş almak ve temiz kı
yafetler bulm ak için değerlendirmeliydim. İnsanlarım ızı güvende
tutm ak için siyah opalde yıldızların sırlarını çözmeye çalışmalıydım.
Ancak bu oda fazla boştu.
Bu odada ne diş fırçam ne bagetlerim ne de babamın denize
daldığında getirdiği egzotik kabuklar vardı.
Bomboştum.
Hiçbir şeyim yokken, her şeyi feda etmem isteniyordu.
Yatağın üzerinde tortop oldum. Sonra başımı yastığa gömüp
içimdeki canavarı salıverdim.
♦ ♦ ♦
Ağlamayı kestiğimde gözlerim sadece birer yarıktan ibaretti. Hâlâ
basınç kıyafetimleydim çünkü o kadar dardı ki altına bir gömlek
ve şort sığdıramamıştım.
A tkuyruğum u tekrar bağlayıp saçlarımı başımın üstünde, bir
sıçan yuvası gibi, geniş bir kabarıklık şeklinde topladım. Nasıl gö
ründüğüm um urum da değildi. Bende Koruyuculuk vasfı olmadığını
göstermek bile um urum da değildi. Bunu ben istememiştim.
Kapım v u ru ld u . "Gel!" diye seslendim hevesle, yatağım dan
fırlayarak. Kurallar varken bile bildiğini okuyabilecek biri varsa, o
da Nishi'ydi.
Onu gördüğüm için öyle heyecanlandım ki kapıdan içeri girer
girmez kollarımı boynuna doladım. "Nish, geleceğini bili... ah!" Sanki
kızgın bir şeye dokunm uşum gibi, hızla geri çekildim.
Dokunduğum şey Kutupyıldızı M athias Thais'ti.
"Çok ü zg ü n ü m ," dedim h er yanım H elios'un sıcaklığında
yanıyordu. "Sadece... Yani... Özür dilerim." Birden dönüp ellerimi
yanaklarıma bastırarak küçük düşüşüm ü gizlemeye ve sakinleşmeye
çalıştım. Zihnimin o anı tekrar tekrar oynatması yardımcı olmuyordu.
Ya da tenim in yakın temasımızla hâlâ ürperiyor olması.
"Özür dilemeyin," dedi yavaşça. Tekrar yüzüm ü döndüğümde,
onun yüzünün de benim ki kadar kırm ızı olduğunu gördüm.
"Bir mesaj iletmek üzere gönderildim. Amiral Crius Danışmanlar
Konseyiniz için adayları Dalga ya aktardı."
Dalga.
Telaşla parm aklarım ı kıyafetim in ceplerine daldırdım ve eldi
venlerimi, Dalga ve... "Astralatör!"
Sedefli aygıtı Mathias'a verdim, avuçlarında sanki küçük bir
kuş tu tar gibi tu ttu . "Teşekkür ederim."
Dalga yı açıp babamı ve Stanton'ı aradım. Hâlâ bağlantı yoktu.
Sonra N ishi'nin İzcisini denedim ancak sinyal öyle karışık görünü
yordu ki kimseyle iletişim kurm ak müm kün değildi. Bunun arkasında
Crius'un olduğunu hissettim ve eminim bahanesi güvenliğimdi.
"On iki Danışmanınızı seçtikten sonra/' dedi Mathias sözünü
hiç kesmemişim gibi, "birini kendi..."
"Kılavuzum olarak atayacağım, biliyorum /' dedim. A nnem in
dersleri en azından detaylıydı. "Yirmi iki yaşından daha küçük
bir savunucu seçilirse, kendisine Zodai yöntemlerini öğretecek bir
Kılavuzu olmak zorundadır."
M athias sessizleşti.
Sonra, "Seni istiyorum ," dedim.
Yüzü tekrar kızardı ve söylediğim şeyin kulağa nasıl geldiğinin
farkına vararak çabucak ekledim: "Kılavuzum olarak!"
Bir y ü zü n kırm ızıdan beyaza bu kadar çabuk döndüğünü hiç
görm em iştim . M athias'ın gözünde şaşkınlık ya da daha kötüsü,
itiraz gibi bir şeyler alevlendi. Gözlerimden kaçarak düm düz ileri
baktı ve "Daha deneyimli Danışm anlardan biri daha iyi bir seçenek
olacaktır. Ben Kraliyet M uhafızlarına yeni katıldım , sizi eğitmek
için yeterli değilim," dedi.
"Öyleyse mükemmel bir çift olacağız, zira ben de yönetm ek
için yeterli değilim."
"Danışman olmakla ilgili hâlâ öğreneceğim çok şey var. İkimizin
de kendi hocalarımızı bulmamız en doğrusu olacaktır."
"Mathias." Adını söylediğimde, gözleri benimkilerle buluştu. Bir
an sanki hanem izin yönetimi için değil de müzik grubu hakkında
önemsizce tartıştığım ıza inanacaktım .
Kararsız adımlarla ona yaklaştım . "Tanıdık yüzler tükeniyor.
Ben sadece yardım ını istiyorum. Ve... eğer verebilirsen, dostluğunu."
Eğildi. "Nasıl isterseniz, Kutsal A..."
"İstediğim şey," dedim bitirmesini beklemeden, yüksek sesle.
"İsmimi kullanm an. Rho." Eğer M athias bana bir daha Ana derse
ölecektim.
"Rho?" diye tekrar etti, sanki ayıp bir kelimeymiş gibi.
"Sevmediysen üzgünüm ," dedim kollarımı bağlarken. "Ancak
sen istediğinde ben sana Kutupyıldızı yerine M athias demiştim."
Bir bakışma daha.
"Nasıl isterseniz."
"Teşekkür ederim."
"Bir hafta içinde/' dedi eski konuyu tekrar açıp. "Hanemizin
yeni savunucusu olarak yemin edeceğiniz bir tören ve onurunuza
bir yemek düzenlenecek... Rho. D anışm anlarınızın geri kalanını
törenden önce seçmeniz önemli. Bu hafta süresince ben de sizi eği
tiyor olacağım."
"Peki ya arkadaşlarım?"
"Alt katta kalacak yer verildi. Hayatta kalan tüm yardım cılar
gibi, onlar da Zodai olarak eğitilecekler."
H ayatta kalan tabiri karnım a inen bir yum ruk gibiydi. "Onları
görmek istiyorum," dedim güçlükle nefes alarak.
"Ayarlamaya çalışacağım." Başka şeyler de söyleyecekmiş gibi
bakıyordu ancak bunun yerine birden bire selam verip kapıya yöneldi.
"M athias?"
Durup arkasını döndü. "Evet?"
"Yapamayacağım."
Bu sözcükleri sesli olarak söylediğimde, göğsümde sert ve ağır
bir şeyler hareketlenerek ciğerlerime daha fazla havanın girmesini
sağladı. Sanki nefes borum u tıkayan bir engeli kaldırm ış gibiydim.
Hâlâ saniyeler öncesinde olduğum kadar yetersizdim ancak bunu
itiraf etmek daha az sahte hissetmemi sağlamıştı.
"Yıldızlar yalan söylemez," dedi. Alçak bariton sesinde yum u
şaklığından eser yoktu. "Seçilmenizin sebebi var. Kalbinizi araştırın,
bulacaksınız."
Bu yüreklendirici sözleri Yengeçliye yakışır sözlerdi ancak sadece
kendim i daha kötü hissetmeme sebep oldular.
Çünkü bunu ses tonunda duydum, gözlerinde gördüm, tavır
larında sezdim.
M athias da bana güvenmiyordu.
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
KOÇ: A S K E R İ Y E
B O GA : Ç A L I Ş K A N L I K
İ Kİ ZLER: H A Y A L G Ü C Ü
ASLAN: T U T K U
BAŞAK: BESLEYİCİLİK
TERAZİ: ADALET
AKREP: YENİLİK
YAY M E R A K L I L I K
O Ğ L A K : BİLGELİK
KOVA: FELSEFE
BALIK: M A N E V İ Y A T
♦ ♦ ♦
Bir saat sonra, Balık'm gördüğü tehditten hâlâ bir iz yoktu. İhtimaller
hakkında bilgilendirilmeme karşın babamdan veya Stanton'dan bir
not bulma umuduyla, Dalga'daki mesajlarımı kontrol ettim.
Nishi bir şey göndermişti. Mesaja tıkladım ve devasa bir kanatlı
yılan tarafından sımsıkı kavranmış, açlıktan yarı baygın bir adamın
görüntüsü yansıdı. İskeleti andıran bedeninden deri parçaları sar
kıyordu ve acıyla haykırıyor gibi görünüyordu. Mücadeleyi yılanın
kazandığı açıktı.
Yazdığı mesaj parlak mavi bir metin halinde resmin altındaydı:
Ophiuchus ın sembolü birbirine dolanan iki yılanlı bir asa, caduceus.4
Oğlak'ta, Caduceus adlı , Lord Helios tarafından korkunç bir suçun
cezası olarak sürgün edilen ünlü bir simyacı ve şifacıyla ilgili eski bir
çocuk hikâyesi vardır. Suçu, ölümü yenmenin yolunu keşfetmeye cüret
etmesiydi.
4 Yunan m itolojisin d e tanrı H erm es tarafından ku lla n ıla n altın asa. (ç.n.)
Kutsal Helios.
Nishi, Ophiuchus un On Üçüncü Hane'deki insan grubu oldu
ğunu düşünm üyordu.
Tek bir adam olduğunu ve o adamın ölümsüz olduğunu düşü
nüyordu.
♦ ♦ ♦
Renksiz, yarı saydam Ochus buzdan yontulm uş bir hayalet gibi ince
ve uzun, titreyerek, paramparça olup aynı hızla tekrar birleşerek bir
grotesk biçimden diğerine geçiyordu.
Benden bahsedersen sana ne olacağım söylemiştim.
Hayalet parmaklar yüzümü kapladı. Ochus u itmeye çalışıyordum
ancak ellerim belli belirsiz biçiminin içinden geçip gidiyordu. Ben
ona dokunam azken o bana nasıl dokunuyordu?
"Rho!" diye bağırdı Mathias. "Ne oluyor?"
Bir noktada, M athias'ın bedenimi yakaladığının farkındaydım.
Sesindeki endişeyi bile duyabiliyordum. M athias'ın arkasında bir
yerlerde, Hysan gemisine bazı kom utlar yağdırıyordu.
Ancak tüm bunlardan koparılmış gibiydim. Ochus tüm dikka
timi topluyordu. Katil! Uzanıp onu yum ruklam aya çalıştım ancak
ellerim içinden geçip gitti.
Parm akları boynum un etrafına sarıldı. Ah, tutkuya bak. Nefis.
Dokunuşumu hissediyor musun? Ben gerçek miyim?
Bükülüp tekmeledim ancak beni sımsıkı tuttu. Ben debelendikçe,
boğazımdaki parm akları canımı daha çok yakıyordu.
Beni durdurmayacaksın. Zamanın kalmadı. Beni daha sıkı tutup
nefesimi kesti. Siyah benekler gözlerimi doldurm aya başlıyordu.
Çaresizce ellerimi savurarak siyah opali arıyordum.
Hysan düşüncemi tahm in etmiş olacak ki canavarın arkasından
bulanık bedeninin yaklaştığını gördüm ve taşı elime koydu. Gizli
anahtarına dokunduğum anda, efemeris kapandı ve buz adam kayboldu.
Öksürüp öğürdüm ve boğazımı tırmalayan derin ve uzun nefesler
almaya başladım. M athias beni tutup tenime sertçe masaj yaparak
dolaşımımı hızlandırmaya çalışıyordu. Hysan koşup kontrollere döndü.
Gemimiz halâ uzayda savruluyordu. Hâlâ saldırı altındaydık.
"Mathias, ben iyiyim, Hysan a yardım et," dedim nefes nefese.
"Tamam."
Ben siyah opalden kurtulm ak için kendimi tahliye tüpüne doğru
çekerken, Mathias kontrollerin başındaki Hysan a katıldı. Ochus beni
bulm ak için iki kez siyah opali kullandı ve o yüzü bir daha görmek
istemiyordum. Gemi ilerlerken tüpü açtım.
Hysan yanım a koştu. "Ne yapıyorsunuz?"
"Bu opalden kurtulm am lazım."
Bileğimi yakaladı. "Hayır, bunun ne olduğunun farkında de
ğilsiniz."
Gemi konuşm aya başladı ve Hysan düm ene geri döndü. Bir
diplomatik elçiden ziyade deneyimli bir Zodai M uhafızı gibi, Equi-
nox'\a. kısa komutlarla konuşuyordu. "Nox! Tüm kalkanları çalıştır.
Sistem taram aları başlat. M aksimum güvenliği aktive et ve enerji
tasarrufu moduna geç."
Ben taşı fırlatamadan kalkan jeneratörlerinin çıtırtı ve vızıltı
larını duydum. Geminin bedenindeki tüm açıklıklar, tahliye tüpü
dâhil, kapandı. Opali sımsıkı tuttum . Gizlendik, gözden saklandık,
gece siyahı boşlukta belli belirsiz bir serap gibiydik... Hiçbir normal
göz bizi göremezdi. Ancak O phiuchus'tan da saklanm ış mıydık?
Gerilim göğsüme bir yum ru k gibi inm işti. Geminin dönmesi
durdu ve bir dakika boyunca dengeli bir şekilde ilerledik. Sanki
Equinox'\ın yapay beyninin tiktaklayarak bir sonraki saldırıya hazır
landığını duyar gibiydim. Gergin bir beş dakika boyunca beklerken
tırabzana tu tu n an elim uyuştu.
"Yeni rotayı giriyorum," dedi Hysan sessizliği bozarak. Doksan
derecelik ani bir dönüş yaptık ve üçümüz de yana doğru savrulduk.
Gemi son hızıyla öne atılarak ilerlemeye başladı.
Mathias yanıma koştu. Endişesi yüzünden okunuyordu. Onu
hiç bu kadar korkmuş görmemiştim. "Rho, bir nöbet geçirdiğinizi
düşündüm ."
"Ochus beni boğmaya çalıştı." A r tık g e ç m iş olsa ela k en d im i
hâlâ zayıf hissediyordum.
M athias'ın yüzü daha da beyazlaştı. "Ne diyorsunuz?"
"Onu görmedin mi?"
"Kimseyi görmedim." Başparmağını boynuma sürdü ancak tuhaf
şekilde canım artık yanmıyordu. "Morluk yok... Canınız yanıyor mu?"
"Hayır," diye m ırıldandım, kafamdaki düşünceler dokunuşuyla
okuması güç bir hale geldi. Bana daha önce hiç bu kadar açık şekilde
ilgi göstermemişti.
M athias'ı sadece bir haftadır tanım aya çalışıyordum ancak o
etrafım dayken kalbim bir Psiko-Şebeke saldırısı altındaki bir gemi
gibi davranıyordu. Kalp atışlarım tüm göğüs kafesimi titretiyordu
ve bu melodiyi tanımıyordum. Ne zaman duygularım ın ne olduğuna
karar vermeye çalışsam, aynı duvarla karşılaşıyordum: Onu beğeni
yordum... Onu çekici buluyordum... Ondan hoşlanıyordum... ve dııvar.
Oradan derine inemiyordum.
Siyah opali hâlâ tutarken, "Bu efemerisi bir daha kullanmayalım.
Ophiuchus Oceon 6'dan ayrıldığım ı biliyor. İhtiyacımız olan tek şey
buydu," dedim.
"Üzgünüm," diye fısıldadı Mathias. "Sizi koruyamadığım için
üzgünüm ."
Özrü, Mathias dümene döndükten sonra uzun bir zaman canımı
yaktı. Sebep olmadığı acı için kendisini affetmemi istiyordu ancak
kafam ın içindekileri küçüm serken içi rahattı. Beni korum ak konu
sunda başarısız olm anın bana güvenm em ekten daha kötü olduğunu
düşünüyordu. Duvarın farkındaydım artık: Mathias beni sağduyusunu
paylaşan biri olarak görmüyordu, beni yalnız bırakılamayacak bir
küçük kardeş gibi görüyordu.
M athias ile Hysan ekranlarla uğraşırken, burnun yakınlarında
oturup dışarıya bakarak daha önemli şeyleri düşünm eye çalıştım.
Daha arkadaşlarım ın güvenlerini kazanamazken, hanelerin güvenini
nasıl kazanacağımı düşünüyordum .
Sürekli olarak rota değiştiriyorduk ancak başka saldırı yaşan
madı. "Gizlenme sistemin çok iyi işe yaradı/' Sesimin tınısı bu kadar
sessizlikten sonra bana bile tu h af geliyordu.
"Elbette işe yaradı," dedi Hysan daimi ukala sırıtışıyla. Elini
konsol boyunca kaldırıp konsolun ışıklanm asını sağladı. "Bugün
daha da şanslı olabilir m iydik acaba? Nox ve ben önce kalbimizi
güzel bir korsana k aptırdık, hemen sonra görünm ez bom baların
saldırısına uğradık."
"Beni şım artıy o rsu n ," dedi M athias. O phiuchus bu k ad a r
güçlüyken ve onu yenebilmem izin hiçbir yolu yokken nasıl şaka
yapabiliyorlardı?
Hysan yüzüm e okur gibi baktı. "Hangi silah Psiko-Şebeke'den
saldırabilir?"
Sözcükleri irkilmeme sebep oldu. "Onu sen de gördün mü?"
"Kimi?" Hysan siyah opalime uzandı.
Geri çekilip opali sımsıkı tuttum . "Bunu kullanırsak, bizi tekrar
bulunur."
"Kim?" Hysan y ü zü nü astı. "Sanırım bana söyleyeceğiniz bazı
şeyler var."
Opali cebime, Dalgamın yanına sokup fermuarımı çektim. Boğa
zımı var olmayan çürükleri arayarak tekrar yokladım. "Ophiuchus u
duydun mu?"
Şaşırtıcı şekilde Hysan da On Üçüncü Hane teorisini duym uştu.
Gizli 13 topluluğunun Terazi'de güçlü bir tabanının olduğunu söyledi.
Arkadaşlarımla kıyaslanınca genelde evrenimiz hakkında en çok şeyi
bilen kişi ben olurdum. Ancak annem bana aktardığı onca bilgiye
rağmen, Zodyak'ta on üçüncü bir hane olduğundan hiç bahsetmemişti.
Efemeriste Ochus'u nasıl gördüğümü, galaksimizde yakm zamanda
yaşanan felaketlerden ve aylarımıza yapılan saldırıdan nasıl onun
sorumlu olduğunu anlattığımda, Mathias'ı ikna etmek konusunda
neden sürekli başarısız olduğumu anlamaya başlıyordum. Elimdeki
tek şey kelimelerken, buz adam ın yanında hissettiğim korkuyu
aktarm ak kolay değildi.
Ben konuşurken Mathias kendini ekranlara verdi ancak Hysan
dikkatle beni dinledi. Öykümle alay etmek yerine samimi olarak
düşünüyor gibi görünüyordu. Bitirdiğimde, "Eski astrologlar ilk
savunucuların, bir zam anlar bizzat yıldızların arasında oldukla
rından, efemeris üzerinden kendi benliklerinin farklı bir biçimini
yansıtabildiklerini söylemişler," dedi.
M athias ekranlara bakarken yüzünü astı. "O sadece bir teori.
Gerçekten bu şekilde konuşup konuşm adıklarını kimse bilmiyor."
Hysan sadece bana bakıyordu. "Öyle bile olsa, anlattığınız şeye
uyuyor."
"Yani o zaman... Bana inanıyor m usun?" Sesim öyle zayıftı ki
muhtemelen sahip olduğum tüm güvenilirliğe zarar veriyordu ancak
bunu um ursam ıyordum . Hysan'ın bana gülmediği veya kaşlarını
çatmadığı gerçeğinin ötesinde hiçbir şeyi algılamadım.
Yüzünde şaşkınlığını ifade eden belli belirsiz çizgiler belirdi.
"Zodyak adına, size neden inanmayayım?"
Konuşma o noktada kaldığı sürece geminin gittikçe küçüldü
ğünü hissediyordum. Hysan hangi noktayı kaçırdığını düşünürken,
Mathias benimle göz göze gelmekten kaçınıyordu.
Hysan şüphenin üstüne atlamadı. Benimle daha yeni tanışm ıştı
ancak buna rağmen bana güvenm ek güvenm em ekten daha kolay
gelmişti.
"Bulgularınızı Psiko-Şebeke'de paylaştınız mı?" diye sordu Hysan.
"Yapamam. Ochus orada ve dinliyor."
"M antıksız çıkarım lar yapmayalım, Rho," dedi M athias ve y ü
zündeki kırm ızı beneklerden, duygularını kontrol altında tutarken
zorlandığını fark ettim. "Duym ak istediğiniz şeyin bu olmadığını
biliyorum ancak teorinizi kabul etmeyen tek kişi ben değilim. M an
tıklı insanlar Ochus a inanm azlar/'
Onu tu tu p sarsm ak istiyordum ancak onun yerine kollarımı
bağlayıp dik dik baktım. "Hysan bana inanıyor."
M athias'ın çenesi ürkütücü şekilde titredi ve nihayet patladı.
"Gerçekten mi, Rho? O sadece bir çocuk!"
Cevap vermedim.
Bir çocuk. Hysan eğer benden bir iki yaş büyük değilse, benim
yaşımdaydı. Bir çocuk. Bir çocuk. Bir çocuk. Bu tabiri kafamda öyle
çok tekrar ettim ki bir melodi gibi gelmeye başladı. Bu melodide Mat-
hias'ın beni hangi gözle gördüğü gerçeği de yatıyordu: Bana küçük
kardeşi gibi davranıyordu çünkü onun için ben buydum. Bir çocuk.
Hysan'ın sesi ölüm sessizliğini yarıp geçti. "Belki de Nox ikna
edebilir..." Mathias'a, doğru sözcüğü ararm ış gibi baktı. " Cüppeler
H anım ınızı?"
M athias gözlerini Hysan'a dikti ve Hysan holografik bir gün
lük çıkardı. "Nox ta psişik bir saldırıyı tespit edebilecek Psinerji
sensörleri var."
M athias sembollerin oluşturduğu sır dolu sütunu incelemeye
koyuldu. Birkaç saniye baktıktan sonra, yüzü asıldı. "Psişik bir
m üdahale olduğunu ya da birilerinin Rho'nun peşinde olduğunu
reddetmiyorum. Sadece doğru kişiyi suçladığımızı düşünm üyorum ."
Mathias'a olan öfkemi bastırıyordum. Beni başka bir şey rahat
sız ediyordu. Kaçışımız. Efemerisi kapam ak Ochus'un bedeninden
kurtulm am ı sağlamıştı ancak görünm ezlik gemiye yapılan psişik
saldırıyı nasıl durdurm uştu? "Psişik k alk an ın var," deyiverdim ,
onaylaması için Hysan'a bakarak.
Başını salladı. "Nasıl?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Nox ve ben bir şeyler icat etmeyi severiz," diye m ırıldandı,
dikkati ekrandaki bir şeyle dağılırken.
Yeşil-altm gözleri küçülm eye başladı, sank i d ik k ati gerçek
anlam da içinde bulunduğum uz andan kopmuş gibiydi. Ben Hysan'ı
zorlamaya fırsat bulam adan M athias şüpheli bir sesle dâhil oldu:
"Bir diplomatın bu kadar özel bir kalkan taşıması sık görülen bir
şey değil."
"Gizliliğime önem veririm."
Hysan'ın tonundaki kesinlik konuyu kapamama sebep oldu.
Üçümüzün de koruma altında olduğunu bilmek güzeldi ancak Ophi
uchus her an, her biçimde, her yerden Başak veya İkizler'i vurm ak
için Psişik bir saldırıya geçebilirdi. Bu yolculuk her an daha umutsuz
bir hale geliyordu.
"Bir şekilde haneleri Psiko-Şebeke'den yaptıkları iletişimi kes
meye ikna etmeliyim," dedim sesli düşünerek.
"Düşm anınız sizi susturm ak istediği için gemimize saldırdı,"
dedi Hysan y ü zünü asıp anlattığım her şeyi becerebildiği kadarıyla
birleştirirken.
"Hâlâ geri dönebiliriz," diye teklif etti Mathias.
"Hayır, dönemeyiz. Haneler tehlike altındayken olmaz." Mathias
bana gerçekten inansaydı, anlardı.
"Ne haneleri?" diye sordu Hysan.
"Hepsi. Sırada Başak ve İkizler var."
Hysan kıpırdam adan dinledi, sonra dönüp gemisine seslendi.
"Nox, derhal Terazi'ye bir rota çiz."
M athias hemen aksini emretti. "Hedefimiz İkizler."
"Görevim bu tehdide karşı kendi hanemi uyarmak," dedi Hysan,
Mathias'a doğru ilerleyerek.
M athias dikleşti. "Ve İkizler'i uyarmayacağız, öyle mi?"
Alçak bir sesle, "Hysan," dedim. Adını duyunca dönüp bana baktı.
"İkizler'i ve Başak'ı uyarmam gerekiyor. Şimdi en büyük tehlikeyle
karşı karşıya olan onlar. Sonra, Terazi'ye gidebiliriz. Tamam mı?"
Çenesi y u k arı kalktı ve g u ru ru n u n itiraz edebileceği kadar
büyük olduğunu fark ettim.
İtiraz etmek yerine, selam vermek için eğildi. "Nasıl isterseniz,
Leydim."
15
Caasy ayağını yere vurdu. "Tanındı mı? Helios, lütfen. İki hanenin
savunucuları aynı gün geliyor, adamınız bizi kapılarda karşılamalıydı."
Diplomat imajını bozmayan Hysan duymamış gibi yaptı. "Bu
taraftan." Kümeler halinde mırıldanan saray mensuplarının arasından
Hysan'ı takip ettik. Görünüşe göre kim olduğumuzu öğrenmişlerdi
ve bizi izliyorlardı. Yırtık cebimi elimle kapıyordum.
Hysan bizi dekoratif porselen ve üflenmiş camların doldurduğu
uzun bir galeriden geçirdi. Yukarıda, mücevherlerle kaplı bir duvar
resmi, Zodyak galaksimizi gösteriyordu ve geriye doğru uzanıp Dör
düncü Hane yi buldum. Yengeç Gezegeni dört opal ayın çevrelediği,
turmalin ve lapis lazuli kaplı bir mozaik olarak dizayn edilmişti.
Keşke daha uzun kalabilsek , diye düşündüm. Ancak Hysan salonun
öbür tarafına varmıştı bile.
En sonunda, geçitteki son odaya girdik. Oda loş ve sessizdi
ve kırmızı kadife koltuklarında oturan gösterişli kıyafetli protokol
erkânı, büyük beyaz bir küpten başka hiçbir şeyin bulunmadığı
sahneye dönmüşlerdi. Küpün yüksekliği beş metre kadardı, duvarları
pürüzsüz ve camsıydı. Belki de küp aslında çok yüzlü bir ekrandı.
Hysan bizi ön sıraya doğru götürdü ve protokol üyelerinin cüp
pelerini hışırdatarak toplandıklarını gördük. Küpü izlemeye devam
ettim. Olduğu yerde duruyordu.
Hysan bana doğru eğilip, "Raporumu sunmam gerekiyor. Uzun
sürmez," dedi.
"Yengeç e bir mesaj gönderebilir misin?" diye fısıldadım.
Başını salladı. "Herkesin görebileceği bir mesajın güvenli olma
yacağını biliyorsunuz."
"En azından en güncel haber özetini almaya çalış," dedim.
"Tamam. Bir dakika sürer." Diğer saray mensuplarını eğilerek
selamladı ve aceleyle çıktı.
On dakika geçti. Bir on daha geçti. Oturduğum yerde kıpırdanıp
etrafıma bakarak bir sonraki saldırının ne zaman geleceğini düşü
nüyordum. Geç kalamazdık. Başak'ı uyarmamız lazımdı.
"Bu çok ayıp," diye homurdandı Caasy. "Meşhur Terazi misafir
perverliğine ne oldu? Şarkı söyleyen kuşlar ve dans eden maymunlarla
karşılaşmayı bekliyordum. Hiç değilse bir lokma kızarmış tarlakuşu!"
Kahvaltıyı kaçırdığı için bu kadar üzülen biriyle daha önce
karşılaşmamıştım. Mathias, beklemek zorunda kalmanın karşısında
son derece anlaşılır bir tepki vererek meditasyon yapmak için göz
lerini kapadı. Keşke ben de o kadar sakin olabilseydim. Beyaz küp
canımı sıkmaya başlıyordu, öyle sıkıldım ki sanki küp hareketlen
meye başlıyordu.
Evet, gerçekten hareket ediyordu.
Yekpare bir beyaz cam olduğunu zannettiğim şey bir ışık oyu
nuymuş. Küp silindirleşti ve yanardöner renklere büründü. A z sonra
küp dalgalanan bir sıvı bloğuna benzedi. Protokol üyeleri odadaki
ışıklar kararırken hareketlendi. Küp daha da parlaklaştı ve akışkan
önyüzünden, başlıklı beyaz bir cüppe içinde, hükümdar edalı bir
figür odaya girdi.
Şimdiye dek gördüğüm herkesten daha uzundu. Başlığını geriye
attığında, yüzündeki pürüzsüz altın renkli tenini ve başını saran
kısacık kesilmiş beyaz saçlarını gördüm. Arkasında, küp altından
menekşe moru, koyu kırmızı, kromat sarısı, zümrüt yeşili ve gök
mavisine döndü. Hareketli ışık Lord Neith'in etrafında prizmatik
bir hale oluşturdu.
Ağzımı kapamayı akıl etmem gerekti.
"Aşırı gösteriş/' diye fısıldadı Mathias. Caasy keyifle kıkırdıyordu.
Neith ellerini kaldırarak misafirlerini karşıladı. Yüzü vakurdu
ve solgun gözleri parıldıyordu. "Onur konuklarımız, varlığınızla bize
şeref verdiniz." Sesinin derin, gür bas tonu beni huzursuz ediyordu.
Caasy ayakta, eğilerek selamladı. "Lord Neith, sizi tekrar gör
mek güzel."
"Sizi de, İkiz Caaseum. Bu büyüleyici ziyaretiniz için hangi
yıldıza teşekkür etmeliyim?"
Caasy, Lord Neith'le sohbet ederken, Mathias dizimi dürttü.
"Bence tüm bunlar numara. Bizi ciddiye almıyorlar."
"Bakalım ona dokunabilecek miyim," diye fısıldadım.
Lord Neith beni gördüğünde kalkıp yaklaşarak selamlaşmak
için elimi uzattım. "Saygıdeğer Savunucu. Ben Yengeçli Rho Grace."
Kısacık bir tereddüt anından sonra elini uzatıp parmak uçlarını
benimkilere dokundurdu. Eli ılıktı, mavi damarları teninin hemen
altından geçiyordu. Dokunduğumuz anda kuvars gözleri belli be
lirsiz yumuşadı ve bu yabancı savunucuyla daha önce karşılaştık
mı diye düşünmeye başladım. "Ee?" diye fısıldadı Mathias, yerime
oturduğumda.
"Gerçek."
Mathias tatmin olmuşa benzemiyordu.
"Kutsal Ana," diye gürledi Lord Neith, "gezegeninizden gelen
haberleri büyük bir üzüntüyle seyrettik." Duraksadığında, yüzün
deki samimi şefkatin ölçüsüyle irkildim. Haşin yüz ifadesi aniden
değişmişti. "Terazi halkı sizinle birlikte yas tutuyor."
Kalktım. "Teşekkürler Lord Neith." On Üçüncü Hane nin kadim
lideri hakkındaki uyarı hikâyeme başladım. Karanlık maddenin
Başak ve İkizler'in etrafında nasıl yayıld ığın ı anlattığım sırada
çevremizdeki protokol üyeleri huzursuzlukla kıpırdandılar. "Ayla
rımızı paramparça etti. Aynı zamanda geçen seneki doğal afetlerin
de arkasında olduğunu düşünüyorum ve yakında tekrar saldıracak.
En kötüsüne hazırlanmalısınız."
Bitirdiğimde Lord Neith bana yaklaştı ve tüm Terazililer'in
sürdüğü parfümlü losyonların güçlü kokusunu aldım. Bu losyon
tene Helios un, gezegenin ağır atmosferik gazları düşünüldüğünde
çok daha güçlü olması muhtemel ışınlarına karşı özel bir koruma
sağlıyordu.
"İlginize minnettarız, Rho Ana ancak Zodailerimiz endişele
necek bir şeyin olmadığını öngörüyorlar. Şimdi, size sarayımızın
misafirperverliğini gösterebilir miyim?"
Reddedişindeki incelik beni sarstı. "Lütfen bana inanın," diye
ısrar ettim. "Hazırlanmak zorundasınız."
Gülümsedi. "Dostunuz bu hikâyeyi bizimle çoktan paylaştı."
"Hysan mı?"
Lord Neith bir an için durdu. Psiko-Şebeke ye erişmediğini
umuyordum. "Nishiko adlı bir genç, birçok mesaj gönderdi. Onu
vekil olarak atadınız, değil mi?"
Nishi. Bu ismin tınısı bir doz adrenalin gibiydi. Kendimi bir
amaçla hayata dönüyor gibi hissediyordum.
Nishi vazgeçmemişti. Ondan istediğimi yapıyordu. Şimdi kendi
payıma düşeni yapmam gerekiyordu, savunucuların bana inanmala
rını sağlamak için gereken her şeyi yapmam gerekiyordu.
"İy i niyetinizi takdir ediyoruz ancak Ophiuchus miti güzel bir
sanat eseridir. Ve burada, Terazi'de, biz gerçeklerle hareket ederiz."
Arkamda, protokol üyeleri rahatlayarak ofluyordu. Koltuğumda
dönüp onlara baktım. "Lütfen dinleyin. Psiko-Şebeke silahı gerçek.
Temsilciniz de gerçeği biliyor. Hysan Dax. Ona sorun."
"Hysan Dax," diye tekrar etti Lord Neith, protokol üyeleri
kıkırdadı. "Hysan şaka yapmaya bayılır. Kullanışlı biridir ancak
hâlâ çok acemi."
Kıkırdamaları bittiğinde yan kapılardan iki Zodai Muhafızı
girdi ve Lord Neith kollarını kaldırdı. "Bir kez daha, ziyaretiniz için
teşekkür ederim. Muhafızlarım, sarayımın pek çok mensubunun
sizinle tanışmak için hevesle beklediği ziyafet salonuna dek size
eşlik edecekler."
Yumruklarımı sıktım. Hepsi bu muydu? Bunca yolu gelmiştik
ve görkemli Lord Neith bizi başından mı savıyordu? Bu arada Hysan
neredeydi?
"Katılamayız/' dedim. "Başak'ı uyarmamız gerekiyor."
"Pekâlâ. Lütfen tekrar gelin." Eğilerek selam verdi ve geriye,
küpün içine doğru bir adım attı. Sıvı yüzey bedeninin etrafında
kapandı.
Görgü kuralları için fazlasıyla sinirli olduğumdan, dönüp paldır
küldür çıktım. Muhtemelen bazı devlet protokollerini feci şekilde ihlal
etmiştim ancak umursamıyordum. Mathias ve Caasy yanlarındaki
Zodai muhafızlarıyla birlikte peşimdeydi ve Caasy, "Kızarmış tarla-
kuşunu denesek fena olmazdı. Terazi Hanesi'nin en özel yemeğidir.
Hiç denediniz mi?"
Mathias sırtıma dokundu. "Ziyafete katılalım."
"Ciddi misin sen? Resmi bir yemek için vaktimiz yok."
Başını kimseye belli etmeden sallamasından, bunun protokolle
alakalı olmadığını sezdim. Mathias bir şeylerin peşindeydi.
"Tamam ," dedim muhafızlara. "Sanırım acıkmışız. Ziyafete
gidelim lütfen."
20
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
6 Yüksek m akam daki kişileri hoş sözlerle, güzel fıkra ve hikâyelerle eğlendiren
kimse, (ç.n.)
Ağzım ın iki yanı bir sırıtışla yanlara doğru çekildi ve kapıya
yaklaştığım sırada, aynadaki yansımama baktım. Yanaklarımda beliren
kırmızılıklar ve gözlerimdeki parlaklık yüzünden öyle irkildim ki
tereddüte düştüm. Daha yeni tanıştığım birinin benimle ilgili, ruh
halimden fiziksel görüntüme kadar, bu kadar çok şeyi değiştirmesi
korkutucuydu.
Kapıyı açtığımda, Hysan beni baştan aşağı süzdü ve gözündeki
altın renkli parçadan bir ışık parladı.
"Fotoğraf mı çektin sen?"
"Güzelliğini hatırlatacak bir hatıra," dedi kamaraya girerken.
Birbiriyle çelişen duygulara ait köpükler içimde yükseliyordu.
Duygular Terazi şehirleri gibi birbirlerine çarpıyor, bedenimde sağa
sola sekiyor ve yüzümü ona dönerken düşüncelerimi karıştırıyordu.
"Bazen seni kafamda bir savunucu olarak canlandırmamı zorlaştı
rıyorsun."
Her zamankinden daha yakına geldi ve onu en çok böyle, sade
gri tulumla sevdiğimi fark ettim. Bu kıyafeti onu sarayının diğer
ağır hareketli mensuplarından ayırıyordu.
"Ancak ben mükemmel Teraziliyim," dedi her sözcüğü parmak
larıyla sayarak. "Candan, zarif, şiddetten uzak ve elbette, devasa bir
şeyle donatılmış... zekâyla
Birlikte utangaç bir kahkahaya tutulduk ve başımızı çevirdik.
Daha önce hiç onun gibi biriyle tanışmamıştım. Belki de bunu söy
lemek aptalcaydı çünkü başka bir Terazili'yle hiç tanışmamıştım.
Ancak içimde hepsinin Hysan gibi olmadığına dair bir his vardı.
On bir yaşında savunucu yapılması bunu kanıtlıyordu.
"Ailen ne iş yapıyor?" diye sordum.
"Ben bir yetimim. Ailemi hiç tanımadım."
Bu habere tepki verebilmek için bir saniye beklemem gerekti.
Yengeç'te, Analar her çocuğun bir evi olmasını sağlar. Bir aile olmak
sızın büyümek korkunç olmalıydı ancak on bir yaşında savunucu
olup bir androidin arkasına saklanmak zorunda kalması düşünüldü-
günde, bir ailenin desteği olmadan... Nasıl bir çocukluk geçirdiğini
hayal bile edemiyordum.
"Üzgünüm/' diye mırıldandım, içgüdüsel olarak koluna do
kunmak için uzanırken. Tenlerimiz temas ettiği anda, bedenim bir
elektrik dalgasıyla sarsıldı ve elimi çektim.
"Çok tatlısınız, Leydim." Hysan birkaç mikron yakınlaştı. "As
lında kulağa geldiği kadar sıkıntılı değildi. Ev robotumuz, Bayan
Trii tarafından yetiştirildim."
Her zamanki gibi Hysan ciddi mi değil mi bilemiyordum. "Ba
yan Trii?"
Gözleri odağını kaybetti, sanki anılarında uzaklara bakıyor gi
biydi. "N e korkunç biriydi... Ta ki nasıl demonte edildiğini keşfedene
dek. Merkezi işlemcisini tersine programladığımda hayat güzelleşti."
Kahkahamı tuttum. "N ox, Neith, Bayan Trii... İnsan arkadaşın
oldu mu hiç?"
Sesini alçaltıp ciddileşti. "Bir tek sen."
Daha güçlü bir dürtü konuşmamızı tesiri altına alırken gülme
isteğim yok oldu. Bakışları yüzümde dolaştı, boğazımı temizledim.
"B... Biz arkadaş mıyız?"
"Öyle umuyorum," dedi alçak sesle dudaklarıma bakarak. "Seni
kendimden soğutacak bir şey yaparsam kendimden nefret ederim."
Öyle yakındı ki... Yaprak yeşili irisleri hava gibi fıldır fıldır dö
nüp bir anda taş gibi sertleşip durdu. Onu hâlâ ne gözle göreceğimi
bilmiyordum. "Yemin törenime gerçekte neden geldiğini söyle bana."
Bakışları dudaklarımdan gözlerime döndü. "Sanırım bir arkadaş
istedim," dedi yüzüne hiç tanımadığım, başka bir ifade yerleşirken.
"Daha sen kendini tanımlayamadan seni tanımlayan bir role itilmek
zordur. Beni anlayacağını düşündüm."
Onunla yalnız kalmaktan kaçtığımı ancak şimdi fark ediyordum.
Böyle baş başa yaptığımız son konuşma esnasında, şu ankine benzer
apaçık ifadeyi takındığında, İkizlere giden yoldaydık. Bu ifade şimdi
de, o zamanki kadar hoşuma gidiyordu.
"Benden neden kaçıyorsun?" diye sordu.
Terazililer sevilm eyi severler ve yüzleri okumakta iyidirler.
Sonuçta, her sanatçı kendisiyle meşgul olan bir seyirci isterdi.
Ancak Hysan'ın algıları o kadar açıktı ki sanki altıncı hissi vardı.
"Kaçmıyorum. Sadece..."
"Tabu mu?" İlk kez Hysan'ın yüzü tamamen çıplak görünü
yordu. Arkasına saklanacağı bir kentaur gülümsemesi veya küstahça
ifadesi yoktu. Tamamen... savunmasızdı. Alçak sesle sordu, "Yoksa
Mathias mı?"
Başımı salladım. "Sorun... benim ." Ne demek istediğimi bile
bilmiyordum. Bazı günler, bunu yapabileceğime inanarak uyanıyor
dum. Diğer günlerdeyse kendimi Solaryum'daki o yalnız kız olarak
görüyordum. Hysan eliyle çenemi tutup yüzümü yukarı kaldırdı.
Göz göze geldik.
Tam da o anda, Mathias kapıma geldi. Hysan'ın bana dokundu
ğunu gördüğünde, yüzündeki renk çekildi ve dönüp gitti.
Hemen sonra Caasy kafasını içeri uzattı. "Kahvaltı?" Hysan'a
ve bana baktı. Kaba sırıtışı yüzü boyunca yayıldı.
"Mathias, bekle!" Caasy'i koridora iterek çıktım. "Bir şey yap
mıyorduk."
Mathias arkasını döndü. Yüzü bembeyazdı, vahşi bir maske
gibiydi. Korkuyla bir adım geriledim. "Tabu yu unuttun mu?" diye
gürledi. "Sen bir savunucusun. Savunucular arasında seks yasaktır."
Seks sözcüğünün bu şekilde fırlayıp gitmesini duymak beni
utandırdı. Hayatımın her alanında söz hakkına sahip olduğunu
düşünmesi hoşuma gitmiyordu ve Mathias tarafından sürekli yar
gılanmaktan nefret ediyordum. "Biz şey yapmıyorduk... yani öyle
bir şey değildi."
Ters ters baktı. "Kim olduğunu unutma."
Kim olduğum. Bir hafta önce bir akademi yardımcısıydım ve
geleceğimdeki tek değişken Zodai Üniversitesi'ndeki kabul kararımdı.
Mathias bunun için yaratılmıştı. Zodai olmak kanında vardı.
Eğitimine öyle çaba sarf etmişti ki üniversitede sınıfını birincilikle
bitirmişti. Yirmi bir yaşında kraliyet Muhafızlarına alınmıştı. Kim
olduğunu biliyordu.
Ama ben Hysan gibi olduğumu hissediyordum. Kendimin ne
olduğunu anlayamadan, yıldızlar benim adıma karar vermişti. Ha
yatım sürekli yakalamaya çalıştığım, hızla giden bir tren gibiydi.
"Ben kim olduğumdan emin değilim, Mathias," dedim sonunda.
"Öyleyse sana yardım edeyim." Gece mavisi gözleri sertleşip
çeliğe dönüştü. "O yasak, ben de çok büyüğüm."
22
♦ ♦ ♦
Başak'ı terk ediyorduk.
Kimseyi kurtaramadan gidiyorduk.
Equinox un tarayıcısı yanan bir gezegen gösteriyordu. Kalın,
siyah bulutlar Batı Yarımküre'nin üstünde kaynayarak, görüntüyü
kapatıyor ve turuncu alevler yukarı doğru fışkırıyordu. Tethys
gezegeni kükürt gibi parlıyordu.
Gemimizin kaportası yanan atmosfere dayanıyordu ancak diğer
leri için durum farklıydı. En az yirmi geminin patlayıp düştüğünü
gördük. İki kez, Mathias yanmakta olan bir gemiye tutunup yolcu
ları kurtarmayı denedi ancak denemelerimiz başarısız oldu. Yanan
oksijen fazla sıcaktı.
Önce Yengeç. Şimdi Başak. Ophiuchus Zodyak'ı, haneleri tek tek
yıkarak kırıp geçiriyordu. Korku anlaşılabilecek olmanın ötesindeydi
ancak daha kötüsü, içimi aç çeneler gibi kemiren suçluluk duygu
suydu. Ophiuchus beni takip ediyordu, Moira yı beni takip ederek
bulmuştu. Moira'yı bir şekilde, Ophiuchus un iletişim kurduğu âleme
getirmiş olmalıydım.
İkizler'e saldırana dek ne kadar zamanımız vardı? Caasy Ba
şak'ta gördüklerinden sonra beni ciddiye alacak mıydı? Bu yüzden
mi kaçmıştı?
Peki, siyah opalimi neden almıştı? Bunca zamandır, başka bir
şeyin peşinde olduğunu, bizi takip etmesinde başka bir niyet oldu
ğunu biliyordum. Taşı daha iyi korumalıydım.
Hysan'a ne düşündüğünü sormak istiyordum, sonuçta Ochus
gemiye ilk saldırdığında taşı uzay boşluğuna bırakmak istediğimde,
beni o durdurmuştu. Ancak sorularım Hysan uyanana kadar bekle
yecekti. Hâlâ yaşam destek kapsülünün içinde dinleniyordu, bacağı
iyileştiriliyordu.
Kapsülü bulmak için kamarasını araştırdığımızda, birkaç başka
ilginç şey bulduk: bir silah dolabı, zırh, minik mikrokameralarla dolu
bir kutu, izleme çipleri ve sinyal bozucular ve elbette, eşyalarımızın
içinde durduğu, Psinerji'yle güçlendirilmiş ağzı açık kasa. Çizikler
den, Caasy nin kasa kilidini kanırttığı açıktı. Tespit edebildiğimiz
kadarıyla sadece siyah opalim kayıptı.
Şimdilik, Mathias'ın endişelerine rağmen, doğrudan Gezegen
Meclisi ne uçuyorduk. Hiperhızda uçuyorduk ve oraya varmadan
yakıtımızın bitmeyeceğini umuyorduk. Mathias uzay-zaman izafiyet
etkisini hesaplamıştı ve her şey yolunda giderse, bu yılın Meclis
oturumunun bitmesine iki gün kala oraya varacağımızı söylüyordu.
Meclis her sene farklı bir hanede yapılırdı ve bu sene sıra hane
lerin en eskisi ve birincisi olan Koç'taydı. Koç medeniyeti defalarca
yükselmiş ve düşmüştü. Bugünlerde haber bültenleri ana gezegenleri
olan Phaetonis'i diktatörlerin cuntasıyla yönetilen vahşi ve tehlikeli
bir yer olarak gösteriyorlardı. Meclis orada olduğundan, büyükelçileri
Zodailerden değil, askerlerden oluşan Koç ordusu koruyor olmalıydı.
Karaborsa ve bölgelerini geliştirmek için savaşan çeteler orada
yaygındı. Genel yozlaşma ve yüksek suç oranı Koç'un neden en
militarist ve en yoksul hane olduğunu açıklıyordu.
Koç bir Baş Haneydi ve ateşi simgelerdi. Koç takımyıldızında
küçük bir güneş ve kolonize edilmiş üç gezegen vardı ancak sadece
Phaetonis'te solunabilir atmosfer vardı ve oldukça inceydi. Phae-
tonisliler kubbeler altında yaşardı ancak hava maskesi yardımıyla
gezegenin yüzeyinde yürümek de mümkündü. Gezegen gözenek
liydi, yani yerçekimi zayıftı ancak en azından vücut ağırlıklarımızı
yeniden hissediyorduk.
Mathias'la birlikte M eclis'te yapacağım konuşma üzerinde
çalışıyorduk ki Equinox bize yaşam destek kapsülünün Hysan'ın
bacağını iyileştirm eyi bitirdiğini haber verdi. "Gidip bakayım,"
dedim kalkarken.
Mathias da kalktı. "Birlikte gidelim."
Hysan'ın kamarası bizim daha sade misafir kamaralarımızdan
daha geniş ve rahattı. Tabut şekilli kapsülün kapağı açılmıştı ve
Hysan hâlâ uyur gibiydi. Altın saçları alnına dökülmüştü ve teni
adeta parlıyordu. Bacağı tamamen iyileşmişti.
Mathias Hysan'ın üstüne bir battaniye atıp çenesine kadar örttü.
"Terazili tehlikeyi atlattı. Kolunu iyileştirmek için sen de kapsülü
kullanmalısın."
"Evet, belki daha sonra." Cam kesiklerini temizlemiştim ancak
canım hâlâ yanıyordu. Üstümdeki yumuşak sarı üniforma bile ke
siklerin üstünde zımpara gibi kayıyordu.
Ancak acıyla oyun oynamak istemiyordum. Hissetmeliydim.
Mecburdum.
Mathias sormak için Hysan'ın silahlarını tuvalet masası boyunca
serdi. Dört pleksin lazer tüfeği, bir parçacık ışın tabancası, yarım
düzine şok tabancası, on ikilik nükleer el bombası paketi. Gezgin
bir savunucu için oldukça büyük bir mühimmattı. Mini kameralar
ve izleme böcekleri de düşünülünce dost canlısı Terazilimizin ca-
susçuluk oynamayı sevdiğine dair şüphem kalmadı.
Hysan gözlerini açtı ve beni görünce tanıdığını yüzüne yerleşen,
ağzının kenarlarını yukarı kaldıran ifadeyi izleyince anladım. Otu
rup battaniyeyi attı. Mathias sabırsızlıkla yakındaki bir sandalyenin
üstünde duran gri tulumu uzattı.
Hysan kalkıp tulumu giyince silahları gördü. Doğrudan Mat-
hias'a baktı. "Özel eşyalara hiçbir saygın olmadığını görüyorum. Bir
savunucununkine bile."
Mathias dik dik bakıyordu. "En azından hayatını kurtardım."
"Teşekkürler," dedi Hysan sanki dilinden dökülmeyen bir söz
cüğü zorla çıkarır gibi. "Ancak dediğimi yapıp Rho'yu aramalıydın.
Kolundan yaralanmış ve daha kötüsü de ola..."
"Kapayın çenenizi, ikiniz de." Hysan'a baktım. "Caasy bir kaçış
kapsülüyle kendini fırlattı." Bunu komik bulmuş gibi bir kaşı havaya
kalktı. "Kasanı kırıp siyah opalimi aldıktan sonra."
Şimdi endişeli görünüyordu. Kutuyu bulmak için azimle etrafına
bakındı ve zorlanarak açıldığını gördüğünde tüm tavrı değişti. Sanki
daha... profesyonel olmuştu.
"Rho. Konuşmamız lazım. Baş başa."
"Rüyanda görürsün," dedi Mathias.
"Neler oluyor?" diye sordum.
"Bu bir... savunucu meselesi." Mathias'a baktı. "Ne düşündüğünü
biliyorum ancak haksızsın. Rho selefiyle tanışamadığından bir savu
nucunun bilmesi gereken bazı şeyleri ona anlatan olmadı. Hepsi bu."
Mathias etkilenmedi. "Ben Origene Ana nin Kraliyet Muhafız
ları ndaydım. Rho'ya bildiğim her şeyi anlattım."
"Evet, ancak danışmanların bile haberdar olmadığı şeyler vardır."
Hysan'ın gözlerinden bir parıltı geçti, sanki yeni bir düşünce geçip
gitmiş gibiydi. "Hanelerin en büyük sırrı savunucudan savunucuya
geçirilir. Başka kimse bilmez. Bu her hanede sadece bir kişiye emanet
edilebilen bir sırdır."
"Çok saçma. Yengeç savunucuları mevcut savunucunun vefa
tından önce belirlenmez," diye itiraz etti Mathias.
"Bütün hanelerde herkes öyle zanneder ancak doğru değil."
Hysan sıkıntıyla iç çekti. "Savunucular Psiko-Şebeke'ye öyle uyum
sağlarlar ki ölümlerinin yakın olduğunu sezebilirler ve yerlerine
geçecek kişiyi, olaylar ayyuka çıkmadan önce hazırlarlar. Origene
Ana karanlık maddeyi gördüyse ölümünü de sezmiştir. Yedek plan
olarak aynı zamanda odalarımızda, sadece yeni savunucunun bula
bileceği gizli mesajlar bırakırız. Rho Origene nin Yengeç'teki evine
erişebilseydi bu bilgiyi bulurdu."
Bir adamdan diğerine baktım. Mathias'ın Hysan'a inanmakta
neden güçlük çektiğini anlayabiliyordum, bu kulağa benimle yalnız
kalmak için oldukça sinsice bir bahane gibi geliyordu.
Sorun şu ki Hysan'la yalnız kalmaya itiraz edeceğimi sanmı
yordum. İşte bu yüzden Mathias'ın kalması için ısrar etmeliydim.
"Hysan, anlıyorum. Sana inanıyorum ancak şu noktada kimse
güvenebileceğimizi bilmiyoruz. Buna savunucular da dâhil, zira
bir tanesi taşımı çaldı. Emin olabileceğimiz tek insanlar üçümüzüz.
Birbirimize zaten hayatlarımızı emanet ettik, şimdi bunları açıkça
yaşayabiliriz de."
Konuşmayı bitirdiğimde, Hysan bana Mathias'ın gözlerindeki
onaylamanın tam aksi bir ifadeyle bakıyordu. Sonra dikkatle Mat-
hias'ı inceledi. "Bunların bir kelimesini bile kimseye söyleyemezsin.
Kimseye."
"Ben savunucuma karşı görevimi biliyorum, Terazili," diye
hırladı Mathias.
Hysan iç geçirdi. Yatağın kenarına oturdu ve ilk kez teninin
altın renginin tam olarak geri dönmediğini fark ettim. Tamamen
iyileşmemişti. Çok kan kaybetmişti ve hâlâ za y ıf görünüyordu.
Sürekli yukarı bakmak zorunda kalmaması için yanma iliştim.
Mathias duvara yaslandı.
"İlk savunucular ölümlü olduklarında, hepsi yanlarında bir
şey getirdi: Birer tılsım, her biri insanlığın bir özelliğine dair bilgiyi
içeriyor, her biri hanelere farklı bir güç veriyordu."
"Yengeçliler anaçtır," diye destekledim. "Terazililer adildir.
Kovalılar filozoftur. Oğlaklılar bilgedir."
Başını salladı. "H er hane farklı bir alanda öne çıkar çünkü
her savunucu kendine özgü bir evrensel gerçeğin bilgisini korur.
Bu da her zaman eşit olmamızı ve her zaman hayatta kalmak için
birbirimize ihtiyaç duymamızı sağlar. Bu şekilde, hiçbir hane daha
fazla gücün peşine düşemez."
"Sadece, tılsım sembolik," dedim konuşmayı hızlandırarak. Her
hanenin neden farklı değerlerle evrildiğimize dair özgün teorileri
vardı. Ancak sihirli bir objenin varlığı fikri oldukça popülerdi, özel
likle halkları, inanılmaz olana, kanıtlar uygunsa inanmaya meyilli
olan İkizler ve Yay'da. "Bu sadece farklılıklarımızı anlatmanın bir
yöntemi."
Hysan başını salladı. "Bu gerçek."
Bunları uydurmak için fazla yorgun ve tükenmiş görünüyordu.
"N a s ıl? " diye sordu Mathias. "Bir şey nasıl anaçlık ya da me-
raklılık gibi bir kavramı içerebilir?"
"Tılsım daki sırra Psiko-Şebeke'ye ulaştığım ız gibi ulaşılır.
Tılsım sadece sözcükler veya şemalar veya filmler içermez. Varlığın
bilgisini içerir. Toplu zihnin bir soruyu cevaplarken anlamı inşa
etmesine benzer şekilde."
Hysan şimdi bana bakıyordu ve sanki konuşmamız ilk hız
tümseğimize gelmiş gibi yavaş konuşuyordu. "Psinerji yle yapıldık
larından, Tılsımlar genelde başka bir aygıt olarak da kullanılırlar."
Ne söyleyeceğini biliyordum. Söylemedi ancak yüzünde sadece
bu yazılıydı.
Kalkıp odanın diğer tarafına, harap olmuş açık kasanın bu
lunduğu yere yürüdüm. Kasanın boşluğunu umutsuzlukla izledim.
A z önce İkizler Savunucusunun Yengeç Hanesi nin tılsımını
çalmasına müsaade etmiştim.
25
♦ ♦ ♦
♦ > ♦
♦ ♦ ♦
7 M im aride, çatıda biriken suları tahliye etmek için binaların kenarlarına yapılan
grotesk biçimli ö ğ eler (ç.n.)
Yengeç konusunda hiçbir şey duymadık ancak Başak'tan, Tethys'in
kavrulm uş çölü hakkında bir haber vardı. Bir zamanlar iğne şehrin
yükseldiği yerde şimdi bir krater, simsiyah bir yara gibi, dumanı
tüten enkazla doluydu.
Haberden öğrendiğimiz kadarıyla yangın zapt edilmişti ancak
gökyüzü güneş ışığını engelleyen küllerle doluydu ve oksijenin çoğu
yanıp gitmişti. Zodailer gezegenin yüzeyinde sert bir kış öngörüyordu.
Yıllar boyunca m ahsul alınamayacak, tüm evreni kapsayan gıda
kıtlığı yaşanacaktı. Sağ kalanlar Başak'ın daha küçük gezegenlerine
aktarılm ıştı, oralarda da şu andaki en büyük problem aşırı kalaba
lıktı. İmparatoriçe Moira yoğun bakımda tutuluyordu.
Başak'taki yardım çığlıkları, ön masaya dönüp Hysan'a bakmaya
geldiğimizde hâlâ kafamda yankılanıyordu.
"Sonunda temsilcinizle görüşmeyi kabul ettiler. Büyükelçi Sirna
yolda." Yeşil gözleri benimkilere kilitlenip kısıldı. "Ne oldu?"
"Ne olmadı ki?"
"H âlâ h ay attayız ve d u ru m u m u zd a n şikâyet edebiliyoruz,
Leydim." Dudakları o çarpık sırıtışıyla büküldü. "Bu da bir şey
dir." Durum ne kadar karanlık olursa olsun, Hysan her zaman ışığı
bulabiliyordu. Bu, en sevdiğim huyuydu.
Yanımıza geldiğinde Sirna'nın Yengeçli yüzü içimi sanki biri
bana sarılmış gibi ısıttı. Sirna otuzlarında, siyah saçlı, abanoz tenli,
deniz mavisi gözlüydü ve Yengeç'in resmi kıyafetini; uzun, dalgalı
bir etek ve etekle tamamen uyum lu, dört kutsal güm üş ayı taşıyan
bir ceket giyiyordu. Yaklaştığımızda, gülümsemediğini fark ettim.
"Saygıdeğer Savunucu, sonunda tanıştık."
Ellerine dokundum ve arkadaşlarımı tanıştırdıktan sonra, "Uzun
sessizliğiniz aklım ızı karıştırıyor. Halkım ız evimizde size böylesine
çaresizce ihtiyaç duyarken, buradaki varlığınızı anlayamıyoruz," dedi.
Ağzımı açtım ancak M athias lafımı kesti. "Büyükelçi, savunu
cum uzun evimizden daha çok olmak istediği bir yer yok. Buraya
tüm haneler için acil bir mesajla geldi."
"Sınıf arkadaşınızın yaym akta olduğu mesajın aynısı mı?" Sir
na nin bakışları keskinleşti. "Tüm haber ağlarına gönderdiği videoyu
gördük. Grubunuzun okul kampuslarını dolaşıp konserlerinizi çocuk
hikâyesi Ochus'un hakkında söylentiler yayarak daha fazla takipçi
toplam aya çalışırken kullandığınızı biliyoruz. H isteri yaratm ak
niyetinde misiniz? Hanemizdeki onca acıdan sonra başımıza gelen
trajediyi kendi bireysel tarikatınızı yaratmak için mi kullanacaksınız?"
Bu suçlama karşısında öyle şaşkındım ki bir sonraki nefesimi
güçlükle aldım, cevap veremedim. Hysan atlayıp otoriter bir tavırla
sesini kalınlaştırdı: "Büyükelçi, Savunucu1nuz Meclis'e konuşacak.
Lütfen ayarlayın."
"Evet, lütfen," dedim incecik sesimle. "Hayati önem taşıyor."
Sirna ne kadar istese de, doğrudan bir büyükelçi savunucu
sundan gelen emri reddedemezdi. Sirna görevlilere y ürüdü ve beni
bugünkü planın bir yerine bir şekilde yerleştirmeyi başardılar. İki
saatten az konuşacaktım. Küçük bir zafer kazanm ış olsak da pek
öyle hissetm iyorduk.
Ayarlamalar yapıldığında Hysan, "Terazi temsilcisiyle buluşmam
gerekiyor. Meclis'te görüşürüz, Leydim," dedi. Beni selamlayıp gitti
ve göz teması kurm ayışının kasıtlı mı yoksa kafasının meşgul olma
sından mı kaynaklandığını.
Sirna bizi devasa k ü ren in bir alt katındaki ofisine götürdü.
"Burada bekleyebilirsiniz," dedi. "Başka işlerim var."
"Yengeç'ten gelen son haberler nedir?" diye sordum.
"Her gün daha da kötüye gidiyor." Tavırlı bir selamdan sonra
Sirna komite görüşmesine gitti ve ben ofisin ortasında ayakta, ağ
zım sözleri ve zorlanm adan ortaya koyduğu acımasızlığıyla açık,
kalakaldım .
Bodrum kattaki soğuk ve temiz ofiste pek az mobilya vardı. İki
tane bank, bir masa ve bir tuzlu su akvaryum u vardı. Kapının hemen
dışında iki asker nöbet tutuyordu. M athias odayı izleme cihazlarına
karşı taradı. "Güvenli değil," diye fısıldadı. "Sırf bu odada en az bir
düzine casus aygıt var."
"O zaman konuşmayız." Akvaryum daki m inyatür denizatlarını
izleyip sonra Sirna'nın sert çelik banklarından birine oturdum .
"Meclis'te ne söyleyeceğimi düşüneceğim. Sen de aileni bulup nerede
olduğumuzu söylemelisin."
Yüzünü astı. A rtık hiç gülümsemiyordu. "Seni yalnız bırakm a
mayı tercih ederim."
"Git," dedim. "Onlara haber vereceğimizi söyledik. Başımı belaya
sokmak için dönmeni bekleyeceğim."
İsteksiz bir hom urtuyla hemen döneceğine söz vererek odadan
çıktı. Az sonra, neredeyse hiç ses çıkarmaksızın, kapı açıldı ve Sirna,
daha ağzımı açamadan susmamı işaret ederek içeri girdi.
Yakasında, boynunun hemen dibinde mavi, midye biçiminde
iğneli bir broş vardı. Broş parladığında, bunun Sirna'nın Dalgası
olduğunu fark ettim. Sonra, kol ağzından gümüş bir küre çıkarıp
havaya attı. Küreden iki kanat çıktı ve odanın içinde, bir kum çe
kirgesi gibi ses çıkararak uçuşmaya başladı.
"Ofisim her zaman izleniyor," diye fısıldadı. "Ancak bu karıştırıcı
davetsiz gözleri birkaç dakikalığına kör edebilir."
Bir süre küçük karıştırıcının odanın içindeki vızıltısını izledi.
Sonra çevik mavi gözleri bana döndü. "Hanemizi neden terk ettiniz,
Savunucu?"
Sorusu bir tokat gibi patladı ve gaddar bakışı kendimi küçük bir
kız gibi hissetmeme sebep oldu. "Bir cevap hazırlasanız iyi edersiniz,"
dedi. "Çünkü buradaki pek çok insan bunu soracak."
Sesime Hysan'ın daha önce S im ayla konuştuğunda yaptığı gibi
bir otoriterlik aşılamaya çalıştım. "Neden geldiğimi biliyorsun."
"Ay enkazının oluşturduğu halkanın okyanus akıntılarım ızı
değiştirdiğini biliyorum," dedi Sirna her sözcüğü neredeyse suratıma
tıslayarak. "Devasa yer değiştirm eler görüyoruz. Denizdeki besin
zinciri her seviyede çöküntüye uğruyor. Gezegenin çekirdeğine doğru
başka kaym alar da var. Başka tsunam iler. Bir boşaltm a işlemine
başlamak zorunda kaldık... gezegen çapında."
Son sözcükleri beynim deki boşluk denizinin üstüne çıktı.
Gezegen çapında.
Yengeç'ten Zodyak'ı k u rtarm a k için ayrılm ıştım ... ve şimdi
evim ölüyordu.
"Sadece en büyük şehirlerimiz hâlâ suyun üstünde. Adalar ve
deniz seviyesinin altındaki gruplar battı."
"A... Ailem?"
"Aileniz mi? Umarım tüm nüfustan bahsediyorsunuzdur, Kut
sal Ana. Savunucu olarak siz tüm Yengeçlilerin Anasısınız, yoksa
unu ttu n u z mu?" Gürültüyle nefesini verdi ve dudaklarını büzerek
karıştırıcıya baktı.
Kalbim Sirna nin sessizliği boyunca durup kaldı.
Daha yum uşak bir sesle, "Babanız ve ağabeyiniz kayıplar. Üz
günüm , Savunucu," dedi.
27
Kayıp m ıydılar ?
Onları daha yeni bulm uştum . B ulunduklarından beri, henüz
gidip onları görmeye fırsatım bile olmamıştı. Nasıl tekrar kaybolmuş
olabilirlerdi?
Kalbimin boyutu sanki iki katına çıkmıştı, kaburgalarım onu
tutm akta zorlanıyor gibiydi. Gözlerimi sımsıkı kapayıp gözyaşlarıma
engel oldum çünkü S im aya beni aşağılaması için başka sebepler
vermek istemiyordum. Ancak yolculuğumu tetikleyen en önemli şey
babam ve Stanton'm hâlâ hayatta olmaları gerçeğiydi. Eğer ailemin
güvende olduğunu kendi gözlerimle görm eseydim ne Yengeç'ten
ayrılır ne de Ochus'u uzaklaştıracak gücü kendim de bulabilirdim.
Evim, onlar olmadan nasıl evim olabilirdi ki?
Oceon 6'da kaldığım ilk gece nasıl hissediyorsam , yine öyle
hissediyordum: Terk edilmiş. Merkezsiz. Yalnız. Sanki bir kez daha,
sahip olduğumdan fazlasını vermem istenmiş gibiydi. Ancak bu kez,
tehlikede olan sadece Yengeç değildi. Tüm Zodyak tehlikedeydi.
"Daha b ü y ü k bir problem im iz var," dedi Sirna sanki ailem
uzun bir listedeki küçük bir maddeymiş gibi. "Crius sizi buradaki
görevlerim hakkında bilgilendirdi mi?"
Birkaç kez gözlerimi kırptım , acının içimi doldurmasına biraz
daha müsaade ettim ve Nishi'nin sözleri bir anda zihnimde canlandı:
Acını bir duvarın ardına saklamadan önce hissetmende sorun yok.
Nishi'yi düşünm ek beni neredeyse gülümsetecekti. Bana hâlâ
vazgeçmediğini hatırlattı. Şimdi Yay'da da sorunlar olmasına rağmen,
o da ailesini görmek için evine dönmemişti. Hâlâ oralarda bir yerler
deydi, hâlâ benim için savaşıyordu. Davamız için. Galaksimiz için.
Şimdi darmadağın olamazdım.
"Siz büyükelçimizsiniz," dedim koltuğumda doğrularak, sesim
canlı ve dengeliydi. "Meclis'te çıkarlarım ızı temsil ediyorsunuz."
Sirna tekrar konuşmadan önce benim konuşm am daki farklılığı
değerlendirdi. "Demek ki Crius size anlatmamış." Suratını asarak
kollarını bağladı. "Sizi bizzat eğitmek zorunda kalacağım. Ancak
öncelikle, birazdan söyleyeceğim şeyleri hiç kimseye açıklamayaca
ğınıza dair, annenizin üstüne yemin etmelisiniz."
"Yemin ederim."
Bana doğru eğilip fısıldadı. "Yengeç Gizli S ervisinde bir grup
ajanı yönetiyorum. Ajanlarım Koç'un Phobos gezegeninde toplanan
gizli bir orduyla ilgili bilgileri ele geçirdi."
Yengeçli casuslar düşüncesi hâlâ ilginç olmaktan ziyade komikti.
A klını yok oluşumuza takm ış ölümsüz bir savunucu varken, gizli
gizli konuşan insanlar çetesi hakkında kaygılanmaya vaktim yoktu.
"Ordudan m ordudan haberim yok. Benim görevim Meclis'i Ophiu
chus hakkında uyarm ak."
"Of, büyüyün artık!" diye bağırıp ayağa kalktı. Ben de sıçra
dım ve birbirim izin yüzüne baktık. "Bir ordunun bir çocuk masalı
canavarından çok daha fazla yıkıcı olabileceğini göreceksiniz," diye
hırladı.
"O zaman o canavarla hiç yüz yüze karşılaşm am anızı umarım,
Büyükelçi."
Odadan çıkıp kapıyı çarptım.
Denizimiz karm aşa içindeydi. Halkım ız sürgündeydi. Ağabeyim
ve babam bulunam ıyordu. Bir sersemlik halinde, arena küresinin
muazzam çelik bedeninin altında, insanlara ve tezgâhlara çarpa
çarpa ilerliyordum.
Düzinelerce Koçlu yardımcı koşarak yanım dan geçiyordu, Mec-
lis'in acil işlerini yapıyorlardı ancak benim için sadece gölgeydiler.
M athias yanım da olsaydı bireysel kedere teslim olmamamı tavsiye
ederdi ancak oldukça garip şekilde, şu anda annemi düşünüyordum .
Bugün, yıllardır olduğundan daha yakın gibiydi. Sonuçta, bana
korkularım a inanmayı öğreten kişi oydu.
Daha önce kimseye söylemedim ama annem gittiğinde üzgün
değildim. Özgürdüm.
Babam için, değişim bir gece sürm üştü. Önce sessizdi, sonra
konuşmaya başlamıştı. Benim için, üzüntü sonra başlamıştı. Önce
onu hatırlatacak şeyleri reddetm iştim ; Yarrot'u, M erkezlenm eyi,
yıldızları okumayı... Sonra sanki annemi geri getirebilirlermiş gibi
tekrar onlara sarılmıştım.
Annemi en çok Stanton özlemişti. Annem in ona karşı tavırları
farklıydı. Konu ben olduğumda bir anneden ziyade bir öğretmen
gibiydi ancak Stanton'a arkadaş gibi davranıyordu. İşlerini yaparken
Stanton'm da gelmesini ister ya da sanki Stanton hakem lik yapabi
lecek bir yetişkinmiş gibi, babamla girdiği kavgaların içine onu da
çekerdi. Durum o noktaya geldiğinde, babam çoğunlukla annem in
kazanm asına izin verirdi.
Gidişinden sonra, Stanton bana annemle ilgili daha önce duy
madığım hikâyeler anlatmaya başlamıştı. En sevdiği hikâye Hebe
Kasırgasıyla ilgili olandı.
Annem kasırganın geldiğini efemerisinde görmüş. Komşularımızı
uyarmış ve fırtına mahzenimizi temiz su, kurutulm uş yosun ve tıbbi
malzemelerle doldurmuş. Ancak Hebe mercan adamıza vurm am ış.
Sadece birkaç ağaç devrilm iş ve narstiridyeler yıkılm ış. Babam tüm
gün aşırı tepki verdiği için annemle dalga geçmiş.
Annem kendini savunmamış. O sırada bana yedi aylık hamiley
miş ve babam narstiridyelerini kurtarırken annem kenara koyduğu
tüm malzemeyi uskunasına yüklemiş. Deniz hâlâ iki metrelik dalga
larla doluymuş ve annem küçük Stanton'ı uskunanın ön koltuğuna
koyduğunda, babam anneme sövüp sayarak ağabeyimin gitmesine
engel olmaya çalışmış.
"Stanton gelmek zorunda," demiş. "Kaderinde bu var."
Böylece Naxos a, on sekiz kilometre ötedeki en yakındaki adaya
doğru yola çıkmışlar. Yıldızlar anneme Naxos un doğrudan bir darbe
yiyeceğini göstermiş ve Naxos darbeyi yemiş. Beş gün boyunca an
nem ve küçük Stanton, Naxos ailelerinin hayatta kalanları bulmak
için enkazları kaldırm alarına yardım etmiş. Beşinci gün, Stanton
küçücük bir delikten, çökmüş bir mahzene girip hâlâ hayatta olan
bir bebek bulmuş.
Eğer bunu yaşayan kişi ağabeyim olmasaydı, buna asla inan
mazdım.
Eğer başları şimdi de beladaysa, kader Stanton ve babama, onları
kurtarm ası için birini gönderir miydi? Yoksa yapmakta olduğum şeyi
bırakıp onları bulmaya giden kişi ben mi olmalıydım? Keşke tekrar
bir efemeris kullanabilseydim...
Düşüncelerim in sisinin ötesinde, bana doğru gelen tanıdık bir
yüzün netleştiğini görüyordum. Gözlerime inanam ıyordum .
"Dr. Eusta?"
"Saygıdeğer Savunucu. Sizi vaktinde bulduğum için ne kadar
m utluyum , bilemezsiniz." Mutlu görünm üyordu. Boncuk gibi göz
leriyle beni izliyordu.
"Burada ne yapıyorsunuz?" Eline dokunm ak için uzandığımda
elim içinden geçip gitti. O hâlâ bir hologramdı.
"Büyükelçi Sirna bizi Meclis'te konuşm akla ilgili planınızdan
haberdar etti. Bunu yapmamalısınız. Hanemize utanç getireceksiniz."
"Ama Doktor..."
"Yengeç galaksinin alay konusu olacak. Acılı halkım ız böyle
bir darbeyi hak ediyor mu?"
"Diğer haneler hiçbir şey hak etmiyor mu?" diye sordum, kan
yanaklarım a hücum ederken. "Sessizlik içinde bekleyemem."
Yüzü öfkeyle büküldü. "Haneniz ağır bir biçimde acı çekiyor
ve Amiral Crius geri dönmenizi emretti. Buraya sizi geri götürmeye
geldim."
Crius un yazılı emrini bana gösterdiğinde sanal belgeye şaşkınlıkla,
gözlerimi kısarak baktım. Crius'un bana emir verme yetkisi yoktu.
O benim askeri danışm anım dı, yani sadece savaş zamanlarında ve
danışm anlarım ın çoğu hayatımın tehlikede olduğuna hükm ettiğinde
benden daha yetkili hale geliyordu. Ancak bu pek doğru gelmedi.
Dr. Eusta yan tarafa baktı. "Başka bir acil durum var. Gitme
liyim. Ancak bana kulak verin, Savunucu. Meclis'te konuşmayın."
D oktorun hologram ı kayboldu ve sanki derin bir uykudan
uyanm ış gibi gözlerim i k ırp ıştırd ım . M athias önüm de durm uş,
kolumu sarsıyordu.
"Rho, her yerde seni arıyordum . O turum başlıyor. Girm ek
zorundayız."
"Evet," dedim hâlâ biraz başım dönüyordu. "Aileni buldun mu?"
"Evet. Sonra konuşuruz. Gidelim."
Yakut renkli merdiven borusuna girdik. T üpün duvarları her
şeyi kan kırm ızısına çeviriyordu. Sim ayla görüşmemden sonra hâlâ
sersemlemiş durum daydım ve doktorun ziyareti de M athias'ın dün
geceki tavsiyesi de özgüvenimi artırm am ıştı. Hâlâ ne söyleyeceğime
dair bir fikrim yoktu ve kendimden her zaman olduğum kadar emin
değildim.
Birinci kata geldiğimizde M athias beni borunun dışına çıkardı
ve önümüzde yuvarlak bir kapı açıldı. Geniş, yankılı arena küresinin
girişi, bir mücevher kutusu gibi siyah, kapitone kumaşla kaplanmıştı.
Kat kat pürüzsüz krom koltuklar eğimli duvarları çevreliyordu ve
sanal ekranlar, yanıp sönen renkli çerçeveler oluşturacak şekilde
havada hareket ediyordu.
Girdiğimizde, küre neredeyse boş ve korkunç derecede havasızdı.
Kürenin üst yarısının tamamı devasa bir hologram tıpa gibiydi. Sadece
birkaç solgun holografik hayalet tavanın hemen altında süzülüyor,
geçip giden bulutlar gibi oturum u izliyordu. Onları izlediğim sırada,
Dr. Eusta'yla alakalı yanlış olan şey dank etti: O bir hayalet değildi.
Hologramını ta Yengeç'ten buraya, zaman gecikmesi olmaksızın
nasıl yansıtmıştı? Benimle, sanki sinyal yakınlardan geliyormuş gibi
konuşuyordu.
M athias elimden çekti ve arena küresinin derinliklerine doğru
inerken ona yetişebilm ek için hızlanm ak zorunda kaldım. Meclis
oturum u için Koçlular kürenin zeminine sahne olarak büyükelçilere
ayrılm ış uzun, süslü koltuklara bakan, yarım ay şeklinde geçici
bir platform yerleştirmişlerdi. Sahneye adımımı attığımda, uçan üç
mikrokamera, etrafım da sivrisinek gibi vızlamaya başladı.
Nishi'nin sahne ışıklarının nesini sevdiğini anlamıyordum. Sah
neden devasa arenaya baktığımda beni hâlâ kendimde tutan tek şey,
bitiş çizgisine varma um udum du. Hiç değilse birkaç haneyi içinde
bulunduğum uz tehlikeye ikna edersem, m üttefiklerim iz olacaktı.
İşte o zaman bu davada bizden başkaları da olacaktı.
Terli avuçlarım ı, dört güm üş ayın süslediği sarı üniform ama
sürttüm . Ne m anzara olmalıydım: boyu kürsünün üstünden bakar
ken zorlanacağı kadar kısa, uyum suz kıyafetli bir kız. Sadece yedi
uykulu büyükelçi ve astları, yardım cılar ve yaverlerinden oluşan
heyetlerinden ibaret kısıtlı dinleyici kitlemle yüz yüze olabilmek için
parm ak uçlarımda durm ak zorundaydım. Bugünün son konuşmasını
yapacaktım ve istedikleri son şeyin bir konuşm a daha dinlem ek
olduğu yüzlerinden okunuyordu.
Kiremit renkli Albor Echus, Koç'u temsilen tam ortada oturuyordu.
Gösterişli, kürklü cüppesi gıdısını ve sarkan göbeğini gizlemiyordu.
Onun yanında, bıçak gibi bir yüzü olan, incecik bir adam vardı.
İsimliği A krepli Büyükelçi Charon olduğunu söylüyordu. Başak
büyükelçisinin sandalyesi tıpkı başka birkaç haneninki gibi boştu.
Sirna'yı fark ettim. Kolları göğsünün üstünde bağlıydı arkasına
yaslanmış, somurtuyordu. Savunucu yapıldığımda ona ulaşmalıydım.
Keşke yapsaydım , dediğim çok şey vardı.
Crius eve gelmemi emretmekte haklıydı. Origene Ana halkın
sadakatini yaptıklarıyla kazanmıştı. Ben kaybolmaktan başka hiçbir
şey yapmamıştım.
Mathias ana kapının yakınında, mavi üniformasının içinde hazır
olda duruyordu. Tam başlamak üzereyken Hysan girişini yaptı, in
sanlarla yum ruk tokuşturup her haneden insanların sırtını sıvazladı.
Kömür grisi saray üniform asının içinde muhteşem görünüyordu.
Bana göz kırpınca midem takla attı.
İsimliğinin adını Büyükelçi Frey olarak verdiği sakallı ve sarışın,
şık Terazi büyükelçisinin arkasına gidip oturdu. Öne doğru eğilip
Frey'in kulağına birkaç sözcük fısıldadı ve sanki özel bir şakayı
paylaşırlarmış gibi sırıttılar.
Derin bir nefes alıp M athias'tan öğrendiğim resmi selamlamayı
kekeledim. "Selamlar, Ekselanslar, En saygıdeğerler. Bugün beni
dinleyeceğiniz için teşekkür ederim."
Sirna'nın, Dr. Eusta nin ve M athias'ın yüzleri kafam ın içinde
yüzüyordu. Sözleri tereddüt etmeme sebep oldu.
O n u ru olm ayan bir düşm anla uğraşırken bu saygıdeğerlik
ısrarımda hatalı mıydım? Ophiuchus insanları manipüle ediyordu,
yokmuş gibi davranıyordu. Ben de m anipüle etsem, dökülen kanlar
için mesela Sirna'nın ordusunu veya başka bir öcüyü suçlasam, çok
mu kötü biri olurdum? Daha büyük kötülük için günah keçisi olmak,
çocuk kitaplarındaki canavarların esas görevi değil miydi zaten?
İhtiyacım olan şey Zodyak'ın birleşmesiydi. Ona ne isim verirsem
vereyim, hâlâ peşimizde olan biri vardı ve geminin seyir defteri psişik
saldırıyı gösterdiğinden, en azından bu kadarını ispatlayabilirdim.
Moira uyandığında o da bunun Ophiuchus olduğunu söyler, ben de
onu desteklerdim.
"Sizi uyarmaya geldim," dedim sesimde belli belirsiz bir titre
meyle. Boğazımı temizleyip sözcüklerim in arkasına biraz daha güç
koydum. "Zodyak'taki her hane tehlike altında."
Dinleyiciler arasında sinirli bir hareketlilik oldu ve Ochus'un
saldırmasını bekleyerek yukarı baktım. Hiçbir şey olmayınca titreyen
dizlerimi sabitledim, hikâyeme haber bültenlerindeki doğal afetleri
sayarak başladım. Sonra bu afetlerin bağlantılı oldukları teorim i
paylaşıp son olarak Psinerji yi karanlık maddeyi kontrol etmek için
kullanan biri tarafından tetiklendiklerini ısrarla anlattım.
Daha gürültülü bir itiraz hom urtusu başladı. İnsanların yüzle
rini izlerken, On Üçüncü Hane ye dair tüm sözlerim ağzımın içinde
kuma döndü.
Sonra bir anda Gezgin'i ve denizin yüzeyini lekeleyen balon
cukları hatırladım . T hebe'nin efem eriste yanıp sönen gri ışığını
gördüm. Şimdi konuşacak kadar cesur olamazsam, annem in Ochus
hikâyesindeki savunuculardan biri gibi, kendi korkularına inanm a
yacak kadar korkak biri olacaktım.
A gatha'nm kutsam ası aklım a geldi: İçindeki ışık her zam an
parlasın ve bize en karanlık gecelerimizde yol göstersin.
Bence bahsettiği şey tam şimdiki gibi bir andı. Galaksimizi sa
ran karanlık öyle kalınlaşıyordu ki doğruyu yanlıştan ayırt etmek
zorlaşıyordu, liderlerimiz için bile. Agatha bana Yengeç değerlerime
sadık olmamı tavsiye etmişti, özellikle, kolay olanı yapm anın doğru
olanı yapm aktan daha cezbedici oluşunun en yoğun hissedildiği
zamanlarda.
"Bazılarınız bana inanm ayacak ancak yalvarıyorum zihninizi
açık tutun. Size anlatacağım her şey, iyileşir iyileşmez İmparatoriçe
Moira tarafından da teyit edilebilir. Galaksimizin bizden saklanan bir
bölümü var ve bunun nasıl veya ne kadar zam andır böyle olduğunu
bilmiyorum. On Üçüncü Hane sadece çocuklarımıza anlattığımız bir
masal değil. O gerçek bir hane, Balık'ın hemen ilerisinde. Ophiuchus
adlı bir hane."
T ribünler bir denizörüm ceği yuvası gibi kaynıyordu ve bü
yükelçiler aralarında fısıldaşıyorlardı. Henüz bitirmem iştim . "İlk
savunucu sürgün edildi, uzayın en karanlık uçlarında ölümsüzlükle
cezalandırıldı. Şimdi, intikam için Zodyak'a geri döndü."
Psiko-Şebeke'de nasıl somut olduğunu anlatm aya başladım ve
sesimi duyurabilm ek için bağırmam gerekti. Elimin tersiyle kürsüye
vurdum ancak kimse duyuyor gibi görünmüyordu. Sonunda Hysan
kalkıp bağırdı, "Sessizlik! Bırakın konuşsun."
Gözlerini yakaladım ve m innetle başımı salladım. Bana gülüm
sedi ve bir an için yemin törenimdeki temsilciler denizinin içindeki
aynı genci gördüm. Beni o zaman tanım ıyordu ancak yine de beni
koruyordu.
Dinleyiciler sakinleştiğinde, "Ophiuchus'un durdurulm ası ge
rekiyor. Bunu sadece aramızdaki çatışmaları aşıp bir araya gelerek
yapabiliriz," dedim.
Arena küresine şimdi Zodyak'ın her köşesinden daha fazla insan
geliyordu. Koltuklar dolmaya başladı ve gürültü seviyesi yükseldi.
Bir düzine daha m inik kamera etrafımda dönmeye başladı. Konuş
m alarımın içeriği şimdiden yayılmıştı, bu yüzden ciğerlerimin izin
verdiği kadar yüksek sesli şekilde konuşmaya devam ettim.
"Eğer bu düşm an Başak kadar varlıklı ve güçlü bir haneye
zarar verebiliyorsa hiç kimse güvende değildir. Tek şansımız bir
araya gelmektir."
"Rho! Rho! Savunucu Rho'ya güvenin!"
Bir düzine gürültücü insan zorla içeri girdi. Üniversite öğrencisi
gibi görünüyorlardı ve biri davul setim in arkasındayken çekilmiş
bir fotoğrafım ın olduğu holografik bir bayrak sallıyordu. Koridor
boyunca yürüyor, adımı haykırıyorlardı.
Midem ayağa kalktı. Gençlerin desteğinin büyükelçilerin gözünde
bana sadece zarar vereceğini biliyordum.
Albor Echus düzenin sağlanmasını em retti ve bir çift asker,
kavgacı öğrencileri zorla dışarı çıkarmaya koyuldu. Arena küresi ses
sizleştiğinde kontrolümü sağlamam için bir dakika beklemem gerekti.
Bıçak yüzlü adam, Akrepli Charon, uzun konuşmacı sopasını
kaldırarak kürsüye gelmek istediğini işaret etti. Kalktığında, şiddetli
bir sessizlik oldu. Benim bile hissedebildiğim tu h af bir manyetizma
yayıyordu.
"Sevgili Rhoma." Sesinde kaypak bir tokluk vardı. "Bunca
yolu gelip bize hikâyeler anlatm anız çok tatlı, hele ki halkınızın
size evinizde ihtiyacı varken. Ne kadar zam andır mevkinizdesiniz?
Bir hafta mı?"
"Neredeyse üç, Büyükelçi. Hiperhızla seyahat ettik, dolayısıyla
takvim im biraz karışm ış durum da."
"Peki Zodai eğitiminizi tam olarak ne zaman tam am ladınız?"
"Ophiuchus'un saldırıları sırasında, kılavuzum ve danışmanım
K utupyıldızı M athias T hais'in eğitimiyle." Adama gülüm sedim .
"Başka sorunuz?"
"Evet, genç bayan, bir sorum daha var. Yaşlıyım ve biraz ağır
işitiyorum, affedin beni ancak son yarım saattir hanenizin öcüler
tarafından saldırıya uğradığını mı anlatıyorsunuz?"
İn san lar k ah k ah alara boğuldu ve C haron'un ince dudakları
bükülerek gülümseme halini alırken gözlerinde dostane olmaktan
uzak bir ifade vardı.
"Ophiuchus dediğime eminim."
"Sevgili genç bayan, felakete uğrayan hanenizin karşısında
kedere boyun eğiyoruz. Sizin kadar deneyimsiz biri için ne kadar
kafa karıştırıcı bir durum dur... Neden yatağınızın altında canavarlar
olduğuna inandığınız ortada."
Bir Yardımcıya işaret etti ve genç kalkıp başıma nişan alır gibi
işaretparm ağını bana uzattı. Onun yerine, Boyafırçası'ndan bir film
yansıdı. Boyafırçası A krepliler'in kullandığı, Dalga benzeri bir par
mak ucu aygıtıydı. Akrepliler bunları en son teknolojik gelişmelerin
holografik tasarım larını yapm ak için kullanırdı.
Film Ay Dörtlenmesi gecesi Yengeç'i gösteriyordu. G örüntüler
uzun m enzilli teleskop m erceğinin pütürlü griliğini gösteriyordu
ancak dört inci beyazı ayımızı görmek içimi acıttı.
"Lütfen dikkat edin." Charon kendi Boyafırçası'ndan bir ışık
yansıtarak en küçük ayım ız Thebe'yi vurguladı. "Korkunç olayın
öncesinde, bu Yengeç ayının üstündeki bilim adamları yeni bir çeşit
kuantum füzyon reaktörü üstünde deney yapıyolarlardı. Videoyu
ileri saralım. Çok dikkatle izleyin."
Kendimi göreceklerime m üm kün olduğunca hazırladım. Önce
büyük bir patlama Thebe'yi savurdu. Sonra Thebe Galene'ye, Ga
lene Orion a, Orion Elara'ya çarpıp gökyüzünü enkazla doldurdu.
G örüntü daha da hızlı ileri sarılınca enkaz Yengeç'in etrafını sarıp
taşlardan oluşan bir halka oluşturdu. Daha büyük parçalar alevler
içinde atmosferimizden geçip yüzeye yağdı, okyanusum uza düşüp
yıkıcı dalgalar yarattı. Video bittiğinde yanaklarım gözyaşlarımla
sırılsıklamdı.
Charon dinleyicilere döndü. "Şimdi size bunun neden olduğunu
göstereceğim."
Yardımcının yansıttığı bir sonraki görüntü galaksinin kenarında,
Balık'ın çok ötesinde patlayan bir yıldızı gösteriyordu. Yıldız tıpkı
bin güneş gibi parlıyor, sıcak gazlar ve kaya parçalarından oluşan
huzmeler saçıyordu.
"Bu Süfiyanik Bulutlar'daki bir hipernova. Verilerimiz bu ola
yın sebep olduğu kozmik ışınların Yengeç'in Thebe'deki kuantum
reaktöründe k ritik bir aşırı yüklenm eyi tetiklediğini kanıtlıyor.
Kısacası, bu korkunç olay talihsiz bir kazadan ibaret."
Süfiyanik Bulutlar'dan gelen kozmik ışınlar mı? Bunca zamandır
kehanet bu muydu? Caasy kandırıldığım konusunda haklı mıydı?
Charon ekranı işaret etti. "Akrep Hanesi teleskoplarımızla bu
olayı takip etti. Selefiniz Saygıdeğer Kutsal Ana Origene, bunu gö
remediğine göre uyuyor olmalıydı."
"Nasıl cü ret edersiniz," diyerek sıkılı dişlerim in arasından
hırladım.
Charon'un gülümsemesi bir jiletin kenarı gibiydi. "Çocuk, kimse
seni canavar hayallerin yüzünden suçlamıyor. Travma sonrası stres
yaşıyorsun. Yaşadığın onca şeyden sonra bunu kim yaşamazdı?"
"Başak'a ne oldu?" diye atladım. "Gezegenin atmosferini kim
yaktı?"
Charon'un ince dudaklarıyla gülümsemesi havayı soğutuyordu.
"Başak da ku an tum füzyon deneyleri yapıyordu. Üzücü şekilde,
hipernova günler boyunca radyasyon yaymaya devam etti.
Dinleyicilerin arasındaki Yardımcı, T ethys'in üstündeki bir
uydunun patladığı ve üst atmosferi tutuşturduğu başka bir video
gösterdi. "Bu uydu Başak'ın kuantum reaktörünü taşıyordu," dedi
Charon. "Sonuç gezegeni yıkayan bir asit yağm uru fırtınası oldu.
İmparatoriçe Moria eğer konuşabilseydi bunu doğrulardı. Ne yazık
ki şimdi komada ancak İmparatoriçe nin bilim insanlarından yeminli
ifadeler aldım."
Bu doküm anları gördükten sonra ne diyeceğimi bilemiyordum.
Eğer Moira Ophiuchus'la karşılaştığında o odada olmasaydım ben
de her şeyden şüphe ederdim.
Moira yakında uyanm az ve büyükelçileri hizaya getirmezse,
bana kim inanırdı ki?
"Yani görüyorsunuz ki," dedi Charon, "tüm bu üzücü olayların
m antıklı açıklamaları var. Devreye sokulmuş büyük bir komplo yok,
sadece doğa ve tesadüf var."
Charon sunum unu bitirdiğinde, Albor Echus kalktı. "Raporları
için Sekizinci Hane ye teşekkür ederiz. Sanırım yeterince dinledik."
28
♦ ♦ ♦
Ben, M athias ve ailesiyle tekrar bir araya gelene dek Hysan ortadan
kayboldu. Sirna bizimle daha sonra büyükelçilikte buluşmayı kabul
etti.
Uzun bir gün oldu ama Thaislerle birlikte olduğum ve kaldık
ları yere döndüğüm için m utluydum . Bir ailenin yanında olmayı
özlemiştim.
Köye doğru şehrin sokaklarında y ü rü rk en , yüksek basınca
dayanıklı kumaşla kaplı gökyüzü, erken çöken akşam karanlığının
k u rşu n grisi rengiyle parlıyordu. M eclis'in çevresindeki mahalle
yeni güvenlik ablukası sayesinde sessizdi. Bu sahne, zırhlı araçlarıyla
devriye gezen askerlere rağmen, neredeyse huzurlu hissettiriyordu.
A m anta o m uzlarını saran hoş, m avi bir pelerin giyiyordu.
Kendisinden daha kısa eşi sıradan bir takım elbise giymiş ve bere
takmıştı. Dışarıdan Amanta ve Egon uyum suz bir çift olarak görünse
de, konuşm alarını dinledikçe tüm Yengeçlilerin kıym et verdiği o
dingin uyarlılık ve hassasiyeti paylaştıklarını fark ediyordum.
"Mathias bana tekrar yerleşime yardım ettiğinizi anlattı," dedim.
"Amiral Crius'la mı çalışıyorsunuz?"
Am anta bana bakıp yüzünü astı. "Crius depremde öldü. Şimdi
Agatha ve A nalar'la çalışıyoruz."
Tökezledim. "Ama... Amiral Crius daha bu sabah eve dönmemi
emretti. Beni çağırması için Dr. Eusta nin hologramını göndermişti."
"Yanılıyor olmalısın," dedi başını sallayarak. "Crius günler önce
öldü. Üzgünüm, Rho."
Neredeyse bir sokak lambasına çarpacaktım. Biri Dr. Eusta'nın
kılığına mı girmişti? Eğer öyleyse, kim ? Mathias soran gözlerle bana
bakıyordu ancak şim di olmaz anlam ında başımı salladım.
Yürüdüğümüz sırada, Mathias zaman zaman yakındaki çatıları ve
ara sokakları dürbünüyle tarıyordu. Egon da sakin, ölçülü ifadelerle
Yengeç göçünü anlatıyordu. "Kurtulanların çoğu en yakın komşumuz
İkizler'in maden gezegenine, H ydragyr e göçtüler."
En azından sığınacak bir yer bulm uşlardı ancak suya âşık hal
kım ın İkizler Hanesi nin sıcak, ku ru berilyum madenlerine hapsol-
dukları düşüncesi midemin kasılmasına sebep oluyordu. Tam orada
nasıl geçindiklerini soracak oldum ki M athias beni kaldırıma itti.
Elim ve dizim sertçe yere çarptı ve tek hissettiğim M athias'ın
üstümdeki bedeninin ağırlığı oldu, kendi bedenini bana siper etmişti.
Küçücük bir boşluktan, parçacık ışınının hemen üstüm üzdeki du
varda parlak, cızırdayan bir çizgi yarattığını gördüm.
"Ara sokak!" diye bağırdı ailesine. "Siper alın!"
Kalkmama yardım etti ve dörtlü şekilde iki binanın arasındaki
karanlık, dar boşluğa koştuk. Başka ışınlar bizi sıyırıp geçerken
kalbim göğsümde güm bürdüyordu. M athias silahını çekti.
"Ne oluyor?" diye sordu Egon. "Neden ateş ediyorlar?"
Amanta bir lazer meşale yakıp sokağın derinliklerine bakınca
buranın çıkm az sokak olduğunu gördük. "Başınızı kaldırm ayın,"
dedi ve onun da elinde bir silah tu ttu ğ u n u gördüm.
Sıcak lezyonlar duvarları parçalıyor ve granit parçaları sökü
yordu. Ateş saçan ışınların hedefi bendim... Ochus, Meclis konuşmamı
görmüş olmalıydı ve şimdi tehdidini yerine getiriyordu.
Mathias yakındaki çatıları tarıyordu. Tuzağa düşm üştük. Hiç
düşünm eksizin caddeye doğru ilerlemeye başladım. Tek bildiğim,
eğer kendimi gösterirsem M athias ve ailesinin kurtulabileceğiydi.
Mathias'ı asla bunun içine çekmemeliydim. Bir intihar görevi olan
bu yolculuğa gelmesine hiç izin vermemeliydim. Onun da ailesinin
de benim yüzüm den ölmesine müsaade etmeyecektim.
"Kıpırdamayın!" M athias beni savurup duvara çarptı. "Keskin
nişancıyı görüyorum."
Parçacık ışınları ıslıklarla ara sokağa girdi, alevlerle kaldırım
taşlarını lekeledi, daha da geriye çekilmek zorunda kaldık. Mathias
caddenin karşısındaki binayı taramaya devam ediyordu ve Amanta
da kendi dürbünüyle aynısını yapıyordu. "En az iki adam var gibi
görünüyor," dedi.
O ve M athias üstteki pencerelerden birine nişan aldılar. Benim
tek görebildiğim karanlık bir camdı. Ochus bu camın ardında, şu
anda beni izliyor olabilir miydi?
Tüm bunlara bir son verebilirdim. Kolay bir çözüm gibi geli
yordu, M athias beni bıraksaydı elbette.
"Buradan iyi nişan alam ıyorum ," diye fısıldadı Amanta ya ko
şarak. "Anne, lütfen Rho yu güvende tut."
"Mathias..." Ona uzandım ancak Amanta kolumu sımsıkı tu tu
yordu. Kolları demir gibiydi.
"Tutacağım ," dedi. "Ne gerekiyorsa yap."
"Mathias, YAPM A!" diye bağırdım.
Ara sokaktaki duvara tırm anm aya başlamıştı bile. Duvar sert
betondandı ve elleriyle ayaklarını sokarak kendini yukarı çektiği
boşluklar neredeyse görünm ezdi. Öyle hızlı hareket ediyordu ki
adeta yüzüyor gibiydi.
Mathias üç kat yukarıda lazerini ateşledi ve sokağın karşısındaki
pencere param parça oldu. Parçacık ışınları Mathias'a doğru hücum
edip üstüm üzdeki duvarı oydular. Beton çevresinde patlarken, Mat
hias bir pervazın arkasına saklandı.
Toz bulutu içinde gözlerimi kırpıştırıp nasıl olduğunu görmeye
çalıştım. "M athias!"
Am anta hızla nefes alıp veriyordu. "Egon, Rho yu tut," dedi ve
beni sanki bir narstiridye çuvalıymışım gibi kocasına uzattı.
Sonra caddeye yürüyüp kendi lazerini pencereye doğru ateşledi.
İki yöne doğru bir yaylım ateşi başladı ve yanan beton kokusu havayı
kapladı. Egon başımı göğsüne bastırarak görmeme engel oluyordu.
Korkunç gürültü durana kadar arttı da arttı. Sessizlik gürül
tüden beterdi.
"Geri çekiliyorlar." M athias'ın tanıdık bariton sesini duyunca
Egon'dan ku rtu lu p Mathias'a koştum. Duvardan yere atlayınca ko
lundaki berbat yanığı gördüm.
"Yaralanmışsın..."
Beni kendine çekip sarıldı, alnım dan sertçe öptü. "Önemi yok.
Sen iyisin ya."
Hemen üstümüzde bir hareketlilik oldu ve başımı kaldırdığımda
kuşa benzeyen üç büvük yaratığın kumaş gökyüzündeki silüetle-
rini gördüm. M athias lazerini doğrulttu ancak annesi, "Sorun yok,
bunlar dost," dedi.
Kuş şekilli aygıtlar caddenin karşısına süzülüp kırık pencereden
içeri girdi, karanlığa karıştılar. Bu aygıtlar her neyse, her bir ışık
fotonunu emiyor gibilerdi.
"Yengeç Gizli Servisi. Büyükelçi Sirna göndermiş." Amanta pe
lerinini açınca altında zırh giydiğini gördüm. Yeni bir lazer kartuşu
çıkardı, silahını ortadan kırarak açtı ve doldurdu.
"Kutsal Ana düşm anlar edinm iş," dedi. "Sorun çıkm asından
korkuyorduk."
"O Ophiuchus'tu," dedim.
"Nişancıların izini süreceğiz. Güvenin bana, bunu kim in yap
tığını bulacağız."
Mathias annesine doğru yürüdü ve sağ ellerinin arka taraflarını
birbirlerine bastırdılar. Bu kadar basit, sıradan bir hareket olmasına
rağmen, dokunuşlarıyla akan tüm o duygu selini neredeyse hisse
debiliyordum.
"Başka keskin nişancılar da olabilir." Am anta çıkıp caddeyi
kontrol etti, sonra onu takip etmemizi işaret etti. "Gölgelerde kalın.
Kutsal Ana'yı bu gece sığınakta tutm am ız gerekecek."
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
Sirna geç saate kadar bizimle kaldı. Siyah çay içip Phobos'taki gizli
orduyu konuştuk. Terazi evinin olmazsa olmazı okum a odasında
toplandık. Holografik kitap isimleri duvarların her santiminde dizi
liydi. Birbiriyle uyum suz düzinelerce lüks yastık, zeminin ortasına
üst üste yığılmıştı ve her kitap, kurmaca olsun olmasın, adalet tema
sını işliyordu. Birini okum ak için Hysan Tarayıcı'ya kitap başlığını
gösterdi ve kitabın holografik sayfaları önünde açılıverdi. Biz de
aynısını Dalgalarımızla yapabiliyorduk.
M inderler mermer zemine sabitlenmiş, Sirna'nın çay tepsisi ve
atıştırmalıkları koyduğu kristal bir masanın etrafına yerleştirilmişti.
S im ayla sonunda arkadaş olabildiğimiz için rahatlam ıştım ancak
babam hakkında bir şey bilip bilmediğini merak ettiğim için tüm
geceyi yüzüne bakm akla geçirmiştim.
O da M athias da On Üçüncü Hane ye uçma planımı düşünm ek
için biraz daha zamana ihtiyacım olduğu konusunda ısrar ediyordu.
Sirna beni ikna etmek için, başka gizli belgeler de paylaştı. Görünen
o ki Ophiuchus daha önce araştırılm ıştı, hem de o kadar uzun bir
zaman önce değil.
"Yetmiş yedi sene önce," diye başladı Sirna, bedenine masaj
yapan m inderinin üstünde dik oturarak. "Origene Ana'nın selefi,
Crae Ana, Süfiyanik Bulutlar dolaylarında rahatsız edici bir alamet
gördü. Crae detaylı anlatmamış olsa da folklörün tekrar araştırılması
için önde gelen Zodailerimizden oluşan bir heyet görevlendirdi. Bu
süreçte, Yosme adlı bir biliminsanı Koç Hanesi ne seyahat edip mitin
en eski versiyonu üstünde çalıştı. Yosme'nin çalışmaları eski, daha
ilkel bir dilde yazılmış başka bir metin ortaya çıkardı. Yosme bu
metni Yılan Taşıyıcısı, H ebitsukai-Zanın Günlükleri olarak çevirdi."
"Yani bu... Za ve Ophiuchus'un aynı kişiler olduğu anlam ına
mı geliyor?" diye sordum, kalın ve kabarık, abartılı boyuttaki m in
derime yerleşerek.
"İki efsane tesadüf olamayacak kadar benziyor. Hebitsukai-Za
m etni büyük bir bilimsel bulgu."
"Hebitsukai-Za'yı daha önce kimse neden duym am ış?" diye
sordu Mathias. Sert mermer zeminde sırtüstü yatıyordu. Zemindeki
sertliğin Yarrot için iyi olduğunu söylemişti.
"Rapor gizlendi/' dedi Sirna çay fincanını ellerinde iyice kavra
yarak. Odanın köşesinde, holografik kitaplara göz atan Hysan, şimdi
dönüp p ürdikkat Sirna ya bakıyordu.
"Crae Ana Za konusundaki yeni detaylardan bazılarının topluma
açıklanamayacak kadar endişe verici olmasından korkuyordu. Böylece
Yosme nin raporu derin arşive gönderildi ve Crae Ana nin ölümünden
sonra rapor tamamen unutuldu. Raporu ancak tarih dosyalarını ve
ne aradığınızı kesin olarak bilmediğiniz sürece arama sonuçlarında
belirmeyen, ekstra şifreli belgeleri karıştırırken bulduk. Ana listeye
erişmek için kendi güvenlik sistemimizi kırm ak zorunda kaldık,
belgeyi de orada bulduk."
"E ndişe verici detaylar hangileri?" diye sordum , dizlerim e
sarılarak.
"Zamanla ilgili olanlar." Sirna, Yosme'nin Hebitsukai-Za mitiyle
ilgili kitabını Dalga'dan başlarımızın üstünde yansıttı ve dördüm üz
de sırtüstü yatıp yukarı bakarak metni okuyup görüntüleri inceledik.
İlk resim başka bir evrenden gelen yolcuların bir zaman sıçra
masından geçip galaksimize geldiklerini gösteriyordu. Hebitsukai-Za
zaman sıçramasından geçen son grubun içindeymiş. Zodyak'a var
dığında, bedeni kendi kuyruğunu ısıran, kendi kendini tüketen ve
aynı zam anda uzamaya devam eden devasa bir solucanın ip gibi
bedenine sarılıymış. Bu solucan Zamanmış.
Zaman sıçramasının içinden geçmek fizik kurallarını değiştir
miş ve eski evrenle bizim evrenim iz arasında dengesiz bir sızıntı
yaratm ış. İki evren her an yaşanabilecek bir tehlike içindeymiş,
birbirlerine doğru kayıp çarpışabilirlermiş. Korku içindeki yolcular
zaman sıçramasını mühürlem işler ancak Za zaman-solucanını getir
dikten hemen sonra.
Kitabın resimleri beni büyülemişti. Solucanın başını nasıl hem
ileri hem geri çevirebildiğim, böylece zamanın yönünü nasıl belirleye
bildiğini gösteriyordu. Bunun sebep olabileceği kaosu bildiklerinden,
yolcular solucanı öldürm eye çalışmış ve kazara Zayi öldürmüşler.
A ncak solucanın bir bedene ihtiyacı varmış, bu yüzden zamanı
geriye almış ve Za yı diriltmiş.
Kitap sona erdiğinde yeni bir görüntü havada dönmeye başladı.
"Bu efsanevi Ophiuchus H anesinin arm ası/' dedi Sirna.
Görünce tanıdığım iki yılanlı asayı, yani Caduceus dediğimiz,
şifacı değneğini inceledim.
"Şimdi şuna b a k ın /' dedi. İkinci bir amblem ilkinin yanında
belirdi. Bu, devasa bir solucan tara fın d an sarılm ış bir adam ın
resmiydi. Sirna iki resmi üst üste koyduğunda, benzerlik göz ardı
edilemeyecek kadar büyüktü.
"Mitler, metaforlar üzerinden bizimle konuşuyor," dedi Hysan.
"Tüm bunların ne anlama geldiğini bilmiyorum," dedi Sirna
hologramları kaparken. "Sadece efsaneler."
"Belki de hiçbir şey," dedi Mathias.
"Veya belki de her şey," diye mırıldandım, aklım ihtimallerle
dolup taşarken.
Birden gelen bir dürtüyle otururarak, "Sirna, Ochus tan Sakını
açar mısın?" dedim. Holografik şiir tepemizde belirdiğinde sesli oku
yup Zaman bile iyileştiremedi bu y a ra yı, dizesinde kaldım. Zamana
yapılan bunca gönderme... sadece tesadüf müydü, yoksa ipuçları
olabilirler miydi?
Sirna gitmeden önce bir bahane uydurup onu bir yatak odasına
çektim. Girer girmez bakışlarını indirdi ve ne soracağımı bildiğini
fark ettim.
Ve daha ağzını açmadan, cevabını biliyordum.
32
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
M athias.
G örüntü ekranını öyle güçlü tutuyordum ki pleksin kaplama
çatırdıyordu.
Bir an için, Yabanarısı nı çevirip o m etan bulutlarına dalıp
M athias'ı bulmayı düşündüm . Neredeyse yapacaktım.
Elim dümen yekesinde, dönüşü yapmaya hazırdım. "M athias,"
diye fısıldadım gözlerimi kaparken. Ben de korkm uştum . Aramızda
duran şeylere; şüphesine, anlaşmazlıklarımıza, yaş farkına odaklanmak,
onun hakkında aslında nasıl hissettiğimi keşfetmekten daha kolaydı.
Tüm ergenliğim boyunca sevmiştim onu.
Onu hâlâ seviyordum.
Sirna Koçlu m uhripten beni selamladı. "Savunucu, rotanızda
kalın. İhtiyacınız olan şifreleme anahtarını bulmaya çalışıyorum."
Rotam da mı?
Ne rotası?
Elim yekeden düştü ve bedenim in, em niyet kem erinin altında
serbestçe ve ağırlıksız çökmesine izin verdim. Renkler griye döndü.
Bilincimi kaybetm ek beni çok rahatlatırdı.
"Alarm," diye duyurdu Lord Neith. "Psinerji saldırısı geliyor.
Xitium, hedef sensin."
Hayır.
Sirna yı da kaybedemezdim.
Koç gem isini tarayıcım da bulduğum da gem inin gövdesinde
dizili silahların yerleştirildiği yerden yükselen bir enkaz patlaması
gördüm. M uhribin motorları çalışıyordu.
Xitium kaçınma manevrası yaptı ve Equirıox şişman bir böceği
ipeğiyle kaplayan küçük bir kum örümceği gibi geminin etrafında
dönüyordu. Muhtemelen biraz daha hız kazanm ak için yörüngeye
giriyorlardı. Gezegenin arkasına dalarlarken onları gözden kaybettim.
Keskin ve derin bir nefes aldım. "Hysan, onlarla kal," diye
fısıldadım.
"Kalacağım," dedi sesi alçak ve ciddiydi. "Sen iyi misin?"
Ben iyi m iyim ?
M athias'ın bariton sesi hatıralarım da nefes alıyordu. Sözcükleri
beni dikkatli olmam için, planlarım ı dikkatli düşünmem için, ilerle
meden önce bilgi toplamam için uyarıyordu. "O kadar kördüm ki..."
Bunu söylediğim anda bunların Ochus saldırdığında M oira'nın
söylediği sözler olduğunu fark ettim. Sadece, benim yanlış okuduğum
şey yıldızlar değil, kalplerdi. Benim kalbim ve M athias'ın kalbiydi.
Birbirimize bir şans verem eyecek kadar inatçıydık ve şimdi
o öpüşm enin ikim iz için de tam olarak ne anlam a geldiğini asla
öğrenemeyecektim.
Yabanarısının konsolunu yum rukladım . "Beni Süfiyanik Bu
lutlara götür. M aksimum hız."
İvme beni koltuğumda geri itti ve Kyros Kemeri nden çıkıp On
Üçüncü Hane ye doğru hızlandım . Şimdi planım neydi? Ochus'u
lazerimle vu rm ak mı? Bir intihar pilotu gibi pike bom bardım anı
yapm ak mı?
Şu anda beni besleyen şey m antık değildi, ölçüsüz adrenalindi,
ta ki başka bir hatıra başımı ters çevirene dek.
Dalgam.
Basınç kıyafetimin ferm uarını açıp Dalgayı cebimden çıkardım.
Alıştırma efemerisimi çağırdım. Küçük ve düşük çözünürlüklü yıldız
haritası avcum kadar ekrandan dışarı taştı.
“Yüzleş benimle, seni korkak!" diye haykırdım , yanıp sönen
yıldızışığı topuna. "Haydi!"
Tek gördüğüm elimdeki midye, dönen harita ve karanlık mad
denin içine yarım yam alak gizlenmiş üst üste binmiş biçimlerin
yarattığı kaostu. Bir öfke patlamasıyla, Dalga'yı Yaban Arısı'nın yan
tarafına doğru atarak altın kabuğunu çatlattım.
Zaten şansım yoktu. Abyssthe'yi H ysan'dan almamıştım.
Kafatasımın arkasından bir batma hissi yayıldı. Sesini duymadan
ne olduğunu anladım. Ochus beni çağırıyordu.
Dalga yı almak için arkaya uzandım. Kırık ekrandan yükselen
küçük holografik harita asimetrik bir saat gibi tekliyordu. Onu öfke
krizim kırmıştı.
Şiddetli bir kahkaha kulaklarımı yırttı. Ne saçma. Mücadeleni en
basit yeteneklerle veriyorsun. Merak ediyorum, acaba kendi yeteneğini
hiç anlayacak m ısın ?
İşte buradaydı, kırık efemeristen dışarı çıkıyordu. Farklı gö
rünüyordu, sanki birden bastıran soğuk bir karla karışık yağm ur
gibi, birkaç parça şeklinde görünüyordu. Sorularını sor, küçük kız.
Sormak için öldüğünü biliyorum. Karanlık madde Psinerji yle nasıl
yönetiliyor? Sor.
Gözlerine doğru bir yum ruk savurdum . Bu M athias için!
Kolaylıkla sıyrıldı. Denemeye devam et. Her şey Psinerji. Bu evren
bir hayal. Ben de en büyük ilüzyonistim.
Eğer onunla onun aleminde karşılaşacaksam, kendimi Merkez-
lemem gerekiyordu. Efemerisin belli belirsiz ışıklarına baktım ve
aradığım ışığı, bana huzur ve güç veren yeri, sonsuza dek ruhum
olacak evimi anında buldum.
Kendim i Yengeç'ten gelen Psinerji'ye açtım . A ncak bu kez
bu gücü yıldızlarını okum ak için değil, astral âlemdeki varlığımı
beslemek için çekiyordum . Yıldız haritası büyüdükçe büyürken
çevrem deki cisim lerin değiştiğini hissediyordum , ta ki Yabanarı-
sındaki bedenim de tutsak olm aktan çıkana dek. Şimdi, OchusTa
onunla tanıştığım rüzgâr tünelinde, uzayın geride bıraktığı pervane
akım ının ortasında yüzleştim.
Aynen öyle, küçük yengeç... Kabuğundan dışarı çık, diye dalga
geçti. Bakalım içindeki ateş ne kadar güçlüymüş.
M erkezimdeki köklerimi daha derinlere uzattım . Daha derin
nefes aldım, Yengeç'i hissettim, en derinlerimdeki sese kulak verdim.
Ochus'un buzlu bedeni önümde büyüyordu ve Psinerji kaynağıma
ulaştım. Bu kez saldırdığımda ellerim somut bir şeye değecekti.
Teni donmuş kemik gibiydi ve derimi donduruyordu. Avuçlarım
su toplayıp karardı ancak acının gerçek olmadığını biliyordum. Oc-
hus uzaklaşmaya çalışıyordu, dişlerimi gıcırdatıp daha sıkı tuttum .
Onu yakalamıştım.
Kemikleri ellerimde eridi. Kollarım boş kaldı.
A rkandayım , dedi beni kışkırtarak. A m a vazgeçme. Son derece
iyi gidiyorsun. Ancak bundan daha güçlü olmak zorundasın .
Kendimi bu kadar derin şekilde Merkezlemek için harcadığım
gayret beni eskisinden daha zayıf bir hale getiriyordu. Dehşet verici
buzdan cesedin üstüm de yükseldiğini görünce sordum, Bunu neden
yapıyorsun?
Bir zam anlar bir ş if acıydım. Bu ellerle hayat verirdim. Yumrukları
küçük ayların boyutuna gelene dek büyüdü. Seviliyordum... Sonra
bunun için cezalandırıldım.
Soğuk yum ruklarından birini bana savurdu ve gözlerimi kapa
yıp varlığımı saran Psinerjinin kontrolünü hissedene dek kendimi
M erkezimde dengeledim. Tekrar baktığım da aram ızdaki zamanın
uzam ış olduğunu, hareketinin gecikm iş olduğunu ve yum ru ğ u n
benden hâlâ santim etrelerce uzak olduğunu gördüm.
Yum ruktan kendimi korurken, Yani sen de bunun karşılığında
masum insanları cezalandırıyorsun, dedim.
Yumruğu bir şeye çarpm ayınca tökezledi ve sonra yum rukları
küçülürken öfkeyle bana baktı. Beni olduğum şeye siz dönüştürdünüz.
Sen ve tüm savunucular. Mucizemi sonsuz bir tutsaklığa dönüştürdünüz.
Kadim gözleri buzun ardından alev alev yanıyordu. Çektiğim eziyeti,
sürgünlüğün dayanılm az yaln ızlığın ı, sonu olmayan kim sesizliğim i
hayal bile edemezsiniz.
Bedeni büküldü ve hareket ettikçe bozuldu. Şaşırtıcı şekilde,
gerçekten ciddi bir dertten mustarip gibi görünüyordu. On ikinin en
güçlüsü sensin ancak sen bile beni öldiiremezsin. Her karşılaştığım ızda
aksini umuyorum.
Umuyor musun? diye sordum. Seni öldürmemi mi?
Acım ı dindirmeni, evet. Konuşurken yok oldu ve buzlu bedeni
buharlaştı. Bir an için ona neredeyse acıyacak oldum. Sonra tekrar
belirdi ve alaycı bir sesle tısladı. Sana meydan okuyorum.
Gözlerinin alevi saf uzayda daha siyahtı, sanki bizzat karanlık
madde gibiydi. Devasa bir buz hayaletine dönüştü ve camsı gözle
rinde, kurbanlarının yüzleri yansıdı. M athias. Babam. Dostlarım.
Kendimi sakin kalmaya zorluyordum.
Savaş benimle! diye kükredi.
Tek isteğim bedenimdeki her kasla, kurum uş bedenine darbe
üstüne darbe indirmekti. Ancak içgüdülerim beni bunun işe yarama
yacağına dair uyarıyordu. Psiko-Şebeke'de gücümü tekrar toplamam
gerekiyordu, bu yüzden psikolojik oyununu oynadım.
Ayrıca, benimle olduğu sürece donanm anın geri kalanına Psi
nerji saldırıları göndermiyordu. Buradan kurtulam ayacaktım ama
belki de Hysan ve Sirna ya kaçmaları için bir şans tanıyabilirdim.
Ophiuchus, seni özgür bırakm ak istiyorum.
Öyle mi? Ne incesin. İğne kadar sivri bir tipiye dönüşüp yüzüm ü
kesti. Yan döndüm, kırmızı damlalar yüzüm den fışkırdı. Batma hissi
büyük bir ıstıraptı ancak kaslarım ı sıktım ve aklım ı kaçırm adan
acımı unutm aya çalıştım.
Sonra öksürdüğünü duydum. Ona baktım. Şimdi kambur, zayıf,
bedeninin yarısı zaman tarafından kemirilmiş, güçsüz ve yaşlı bir
adamdı.
Ondan nefret etsem de katliama duyduğu bu açlık beni tiksin-
dirse de o öksürüğün ıslaklığı ve o yam uk om urganın kam burluğu
içimdeki merhameti dürtüyordu. Çok kısa süren bir an için Ochus un
hayatı boyunca hissettiği sonu gelmez ölüm ünün bedensel acısını
gerçekten hissettim.
Kaç yaşındasın?
A h, anlamaya başladın. Gözleri donuklaştı ve uzun, bir deri
bir kem ik kolu Helios'u işaret ederek uzandı. Işığın Lorduna sor ne
çağlara dayandığımı.
Yüzümdeki kesikler nabız gibi atıyordu ve kanlı bir zar başımın
etrafındaki alana yayılıyordu. Ochus yok olup tekrar belirdi. Ben
genç bir adamken , senin şim di olduğun kadar deneyimsiz ve idealist
tim. H astaları iyileştirip ölüme bir tedavi bulmak için çabalayan bir
simyacıydım. İnsanoğlunun erişebileceği en büyük başarı olarak ebedi
bir galaksi hayal ederdim. Sanki zayıf bedeni ortadan ikiye kırıla
cakmış gibi yüzünü ekşiterek yeni bir duruşa geçti. A rtık biliyorum.
Ölümsüzlük cehennemdir.
Öyleyse bırak ölmene yardım edeyim, diye teklif ettim fazlasıyla
hevesli bir tavırla.
Dur. H areket edemiyordum. Beni bir buz örtüsünün içine hap
setmişti. Kahkahası donmuş kemiklerimi titretiyordu. Bunun gerçek
olduğunu mu düşünüyorsun? Hilelerime ne de kolay inanıyorsun . Ölmeye
dair bir isteğim yo k , ölümlü! dedi.
Tekrar insan formuna geldiğinde kabaran buzun altında daha
büyük, daha güçlü, daha kaslı bir bedeni vardı. Ona yardım etmeye
çalıştığıma inanam ıyordum .
Felç olmuş bedenimde nefretim geri dönüyordu. Serbest kalıp
ona saldırm ak için çırpınıyordum ancak Psinerji'den yarattığı buz
dağı hareket etmemi engelliyordu.
Rahat mısın , küçük kız? Yeni parlak derinle büyüleyici görünüyor
sun. Patlayan kahkahası kulaklarım ı titretiyordu. Hanemin görkemini
geri kazanm am a az kalmışken neden ölümü isteyeyim? Yıldızlardaki
kehanetleri okudun. Bana vadedilenleri alm ak için tüm işkencelere
katlanacağım .
K ıvranıp kurtulm aya çalışıyordum ancak kaçamıyordum. Ko-
nuşam ıyordum bile.
Beni yeterince eğlendirdin , çocuk. Bu savaşı bitirelim artık.
Beni öldürecekti. Son darbe için elini kaldırdığında, donmuş
parlak kanım ın arkasından ona bakıyordum. Gözlerinde katliamı
görebiliyordum.
"Yengeç seni dengeler." Mathias'ın sözcükleri zihnimde yankılandı
ve Merkezime battım. Orada, zaman tekrar uzayana dek Yengeç'in
Psinerjisi'ni tüm benliğimle çektim. Bu kez zaman o kadar yavaş
akıyordu ki neredeyse tamamen durm uştu.
Işık dalgaları kırıldı ve uzay kendi içine doğru büküldü. Mili
saniyeler sonsuzluğa uzadı ve nefes alıp verişim yavaşladı. Kaslarım
gevşedi. Hayatı daha önce hiç böyle deneyimlememiştim. Sanki za
man dayanabileceği son noktaya kadar uzatılan bir paket lastiğiydi
ve varlığımızın her anını bir araya getiren parçacıkların tamamını
görebiliyordum.
Bir şekilde, bu görüntü benim zaman çizgime dönüştü ve hayatı
mın ne kadar garip olduğunu düşündüm . Büyüdüğüm süre boyunca
emin olduğum tek şey Yengeç'i sevdiğim ve onu terk ettiğim di.
Benzemek istemediğim tek insan da annemdi ve onun izlerini takip
ederek babamı ve Stanton'ı terk etmiştim. Aşık olduğum ilk adam
yıllarca sessizce izlediğim, haftalarca sessizce sevdiğim bir üniversite
öğrencisiydi ve sonra ikimize de veda etme şansını tanım adan, ses
sizlik içinde ölmesine izin vermiştim. Çünkü kendi ölümüme gitmek
için fazlasıyla acele ediyordum.
Her şey etrafım daki boşlukta birleşmeye başladı, sanki yeni bir
efemeris büyüyordu ancak bu efemeris değil, hayatımın haritasıydı ve
her şeyin beni şu ana, yani ölümüme nasıl getirdiğini gösteriyordu.
Zaman üç boyutluydu. Kendi galaksisini ışıklar ve bağlantılarla
yaratıyordu. Yıldızların müziği gibi değil, daha ziyade bir beynin
nöron şebekesi gibiydi. Tek farkı, sonu yoktu ve genişlemesi durm u
yordu, tıpkı evrenim iz gibi. Dönmeye devam ettikçe aklıma kendi
kendini yiyen bir kurtçuk imgesi geliyordu.
Her şey bağlantılı, döngüsel ve sonsuzdu. Zaman, uzay, Ophiu-
chus. O anda, On Üçüncü H anenin Zodyak a hangi önemli elementi
getirdiğini anladım. Galaksimizde şu anda neyin eksik olduğunu.
Bütünlük.
Helios un H alesinde, havada elektrik gibi, daha önce hissetme
diğim bir şey hissetmiştim. Ophiuchus'un bizden çaldığı şey sadece
güvenimiz değildi. Çaldığı daha güçlü, o gece bir araya geldiğimizde
bir dakika için gördüğüm üz bir şey vardı.
Umudumuz.
İnsanların yarınlarını bulm ak için bugünlerini harcadıkları bir
evrende, umut sahip olabileceğiniz en güçlü silahtır.
Ophiuchus güneş sistemimizi bir arada tutmakla görevliydi. İhaneti
hepim izin dengesini bozm uştu ve bizi yıkm ıştı. Onunla savaşmak
için Yengeç H anesinden daha büyük bir ruhlar gücü gerekecekti.
Tüm Zodyak'tan Psinerji çekmem gerekecekti.
41
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
Phaetonis'e vard ığım ızda tam teçhizatlı bir askeri konvoy bizi
uzaylim anından alıp şehrin içine dek bize eşlik etti. Kaptan M arq
da onlara katıldı.
Hipodroma götürüleceğimi zannediyordum , bu yüzden ulus
lararası köye girdiğimizde şaşırdım. Bugün, köyde hiç insan yoktu
ve festivalden kalan bardaklar ile diğer eşyalar hâlâ yerleri kirleti
yordu. Helios un Haresi gecesini, savaşacak bir yarınım ızın olduğu
zam anlan, hanelerin dost olduğu, M athias'ın gülümsediği zamanları
düşününce göğsüm acıyordu.
Yaban Arısında olanlar hakkındaki raporum un dinlenmesi için
özel bir otu ru m daveti yapılınca söyleyeceklerimi ezberlemiştim.
Tıpkı Caasy'nin tahm in ettiği gibi, Ophiuchus'un bir efendisi oldu
ğunu paylaşacak, O phiuchus'un On Üçüncü Hane yi geri getirm e
planlarını anlatacaktım .
Sirna nın peşinden Yengeç büyükelçiliğine giden kalası geçtim.
Bu raporu arena küresinde, M eclis'in önünde sunm ayacak olmak
beni rahatlatıyordu. Başımıza gelen her şeyden sonra evim, olmak
istediğim tek yerdi.
Sirna önden y ü rü y üp beni ikinci kır evine, büyükelçilikte daha
önce gitmediğim tek yere götürdü. Lobi açık bir kum havuzuydu,
her yanda ham aklar ve m isafirler için büyükelçiliğe ait Dalgalar
vardı. Çatı ise çeşitli türlerde balıklara, denizatlarına, yengeçlere,
deniz yılanlarına ve hatta köpekbalıklarına ev sahipliği yapan bir
akvaryum du. S im ayla birlikte en üst kata, devasa bir açık hava
salonuna çıktık.
Altımızdaki zemin akvaryum un tavanıydı ve akvaryum un tüm
binanın genişliği boyunca yayıldığını fark ettim. Sirna önümdeki
masanın diğer tarafında, kendisine ayrılan koltuğa giderken, Pha-
etonis'in kum aş gökyüzü üstüm üzde ağırlaşıyordu. Sonra on iki
haneden savunucular ve büyükelçilerin karşısında yalnız kaldım.
Bugün izleyiciler yoktu. Askerler, kameralar, holografik haya
letler yoktu. Sadece hayatta kalan temsilciler vardı.
Herkes bana öfkeyle bakıyordu. Bakışlarım yerinden kalkan
bıçak suratlı Charon'u buldu. Görevden alındığını zannediyordum.
Sirna ya soru sorar şekilde başımı salladım ama gözlerini kaçırdı.
Neler oluyordu?
"Rhoma Grace." Charon'un sesi sessizlik içinde gök gürültüsü
gibi patladı ve irkildim. "Korkaklıkla suçlanıyorsunuz. Savunmanız
nedir?"
Korkaklık. Bu sözcük kulaklarım da tıpkı Amiral Crius un an
nemi suçladığında kullandığı ihanet sözcüğü gibi kışkırtıcı şekilde
yankılandı. Hiçbir şey m antıklı gelmiyordu. Mahkemede m iydim ?
Buraya Ophiuchus hakkında rapor sunmaya geldiğimi zannediyordum.
Sirna'nın beni izlediğini görünce vakur bir tavır takınmaya karar
verip çenemi kaldırdım . "Ophiuchus bizi köşeye sıkıştırdı ama..."
Charon yum ruğunu masaya vurdu. Bunu takip eden sessizlik
adeta yankılandı. "Suçlu m usunuz... değil misiniz?"
A ğzım ı açtım ancak nasıl cevap vereceğim i bilm iyordum .
Uyarılarım bir donanm anın yola çıkm asına sebep olm uştu. Bana
güvenmişlerdi. Onları ben yönetmiştim.
Ancak kıyım ı yapan kişi Ochus'tu.
Ochus.
Ben cevap verem eyince Charon y u m ru ğ u n u te k ra r vu rd u .
"Psişik k alk an ların gem ilerim izi öcünüzden koruyacağını iddia
etm ediniz mi?"
"Kalkanlar işe yaradı ancak sabot..."
"Evet ya da hayır!" diye bağırdı Charon. "Filomuzu Zodyak Uza
yı nın en tehlikeli yerine, gemilerimizin çoğunu alacağını bildiğiniz bir
buz alanı olan Kyros Kemeri'ne bilinçli olarak yönlendirmediniz mi?"
"Hayır! Öyle bir şey olmadı. Amiral Ignus filoyu buzların için
den geçirmekte mükemmel bir iş çıkardı."
Öfkeli diyaloglar masa boyunca yankılandı ve Charon, "Belki de
amiral şahitlik eder," dedi. Bütün ukalalığı ve özgüveniyle, gözlerini
odada gezdirdi. Ignus'a ne olduğunu bildiğinden emindim. Sirna bana
Ignus'un gemisiyle birlikte düştüğünü söylemişti.
"Amiral Ignus bir kahram an olarak öldü," dedim. "O ve diğer
herkes. Biri bize ihanet etti."
"Evet, biri ihanet etti. Sen." Charon parm ağını göğsüme doğ
rulttu. "Güvenimizi sen kırdın, Rhoma. Lider olmaya hazır değildin,
sadece ün peşinde bir çocuktun. Bu yüzden yemin ettikten hemen
sonra yaptığın ilk şey kaçmak oldu. Bu tamamen senin suçun değil,
Yengeçli annen de önündeki en güzel örnek değil. Sonra grup arkada
şına, em rin altında olmayan bir Yaylıya söylentilerini yayma ve sana
başka hayranlar kazandırm a emri verdin. Bu esnada, yine Yengeç
Savunucusu yetkilerini aşarak âşığınla birlikte Terazi H anesinden
bir gemi çaldın ve kısa zaman sonra karşımıza çıkıp Meclis'i tehlikeli
ve kaderinde başarısızlık yatan bir görevde seni takip etmesi için
manipüle ettin. Bu görevden yalnız başına sağ çıkmayı planlıyordun.
Hepimiz sadece Zodyak çapındaki ününe giden yolun parçalarıydık
ve kim in canını yaktığını hiç um ursam adın, değil mi? Kılavuzun,
Kutupyıldızı M athias Thais'i bile."
M athias'ın adını duyunca donakaldım. Charon'un suçlamalarını
takip eden ölümcül, adeta patlayan bir sessizlik vardı ve sanki bu
sessizlik bedenim den yayılıyordu. Kalp atışlarım ı veya nefeslerimi
bile duymuyordum. Hayatımın olduğu yerde şimdi sadece bir va
kum vardı.
"Ben bir Yengeçliyim/' dedim alçak ve titreyen sesimle, "anaç
ruhluyum . Söylediğiniz şey ruhum da yok."
"İlk planın Yaban Arısı'm M athias'm uçurması olduğu doğru
değil mi?" diye sordu Charon ve nefesimi tuttum . "Ancak yine de
Mathias'a haber vermeden Amiral Ignus'la görüşüp Yaban Arısı'nı
tek başına uçurm ak için bir tanıtım programı almadın mı? Onu terk
etmeyi başından beri planlıyordun." Sesi artık ne yüksek ne de
coşkundu. Sadece iddialarını sıralıyordu. Kazandığının farkındaydı.
"M athias'ı neden... incitmek isteyeyim?" diye sordum, sesim
tükenm ek üzereydi.
"Çünkü seninle gelseydi, gerçeği, Ophiuchus diye bir şeyin var
olmadığını öğrenecekti. İhanetini itiraf et , çocuk.”
"İtiraz ediyorum." Sirna ayaktaydı. "Bu kız korkaklıkla suçlan
dığı için burada, ihanetle suçlandığı için değil." Beni savunm asına
rağmen bana bakmıyordu.
"İyi," dedi Charon. "Yeterince dinledik. Davalı suçunu itiraf
etti. Ekselanslar, kararınız nedir?"
"Hayır, ben..."
"Biz Koçlular sanığı suçlu buluyoruz."
"İkinci H an en in kararı nedir?"
"Suçlu," diye gürlüyor Boğalı.
"Üçüncü Hane nin kararı nedir?"
İkizler'in m inicik büyükelçisi sandalyesine sıçradığında zavallı,
kayıp Rubidum'u hatırladım. "Üçüncü Hane suçlu diyor."
Charon oy verm ek için D ördüncü Hane ye seslendi ve şimdi
Sirna nin sırasıydı. En azından Sirna bana sadık kalacaktı. Kalktı,
sesi alçak ancak net çıkıyordu. "Yengeç H anesi'nin oyu sanığı suçlu
buluyor."
Diğer haneler oylamaya devam ederken ben donakaldım, adeta
felç oldum. Oybirliği çıktı. Albor Echus cezamı okumaya başladı.
"Rhoma Grace, suçlu bulundunuz. Bu Meclis e girm eniz sonsuza
dek yasaklandı."
Hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Benden donanmayı yönetmemi
istediler, strateji toplantılarına girmeme izin bile yoktu. Şimdi suç
lanacak kişi ben miydim?
Altımdaki cama baktım ve bir an için camın kırılmasını, böylece
D enize dönüp nefes almayı bırakabilm eyi diledim. Sonra aklıma
Mathias geldi ve bu dileği bir kenara ittim.
Sirna kalktı ve ciddiyetle bana doğru yürüdü. Sonunda neler
olduğunu açıklayacağını düşündüm ancak bunun yerine daha bu
sabah başıma bizzat yerleştirdiği Yengeç tacını başımdan aldı. Sirna yı
korkunç bir kafa karışıklığıyla izledim ve beynim tekrar devreye
girdiğinde ne yaptıklarını anladım.
Bir savunucu sadece kendi hanesinin toprağında yemin edebi
lir. Bu yüzden törenim de tuzlu su içmiştik. Aynı şekilde, savunucu
görevinden yine kendi toprağında alınabilirdi. Bunu hipodrom da
yapamazlardı... Büyükelçilikte yapılması gerekiyordu.
Sirna boğazını temizledi ve yüksek, net sesiyle tavansız odaya
seslendi. "D ördüncü H a n e n in S avunucusu u n v an ın ız elinizden
alınm ıştır."
43
♦ ♦ ♦
* ♦ ♦
♦ ♦ ♦
♦ ♦ ♦
TEŞEKKÜRLER