You are on page 1of 905

İ.D.

Bilkent Üniversitesi
Yunus Emre Enstitüsü
Türkiye Azerbaycan Dostluk İşbirliği Dayanışma Vakfı
Polonya Varşova Üniversitesi

XIII. ULUSLARARASI
BÜYÜK TÜRK DİLİ
KURULTAYI BİLDİRİLERİ
KİTABI

25-28 Eylül 2018


Varşova - Polonya
Editörler
Dr. Âbide DOĞAN
Dr. Rasim ÖZYÜREK
Dr. Ayşegül CELEPOĞLU
Dr. Yasemin DİNÇ KURT
Dr. Koray ÜSTÜN

Grafik Tasarım
M.A Mine Nihan DOĞAN

Sayfa Düzeni
M. A Ece Zeynep DOĞANAY

ISBN: 978-605-9788-27-4
Baskı Sayısı: 140
Baskı: Meteksan Matbaacılık ve Teknik Sanayi Ticaret A.Ş.
Basım Tarihi: Aralık 2018
Yayıncı Sertifika No: 27028
Matbaa Sertifika No: 13563
ONURSAL BAŞKAN

Ali DOĞRAMACI

Bilkent Üniversitesi ve Mütevelli Heyet Başkanı

Şeref ATEŞ

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı

Enver HASANOĞLU

Türkiye Azerbaycan Dostluk İşbirliği Dayanışma Vakfı Başkanı

KURULTAYI DÜZENLEME KURULU BAŞKANI

Rasim ÖZYÜREK

Bilkent Üniversitesi, ANKARA-TÜRKİYE

Piotr TARACHA

Varşova Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi Dekanı – POLONYA

Tayfun KALKAN

Yunus Emre Enstitüsü Türkoloji Birimi Müdür Vekili, ANKARA-TÜRKİYE

Öztürk EMİROĞLU

Varşova Yunus Emre Enstitüsü Müdürü- POLONYA

Agata Bareja STARZYNSKA

Varşova Üniversitesi Türk Araştırmaları ve Orta Asya Böl. Bşk.-POLONYA

BİLİM KURULU

Dr. Âbide DOĞAN Dr. Hamza ZÜLFİKAR Dr. Oktay Ahmed AYBERK

Dr. Abdurrahman GÜZEL Dr. Hatice ŞAHİN Dr. Osman HORATA

Dr. Agata BAREJA STARZYNSKA Dr. Henryk JAKNOWSKI Dr. Ömer ÖZKAN

Dr. Ahmet Özgür GÜVENÇ Dr. İlhan ERDEM Dr. Özay KARADAĞ

Dr. Alfiya YUSUPOVA Dr. İsmet ÇETİN Dr. Öztürk EMİROĞLU

Dr. Arif AGO Dr. Jerzy TULISOW Dr. Paşa YAVUZARSLAN

Dr. Aygül HACİYEVA Dr. Kamil VELİYEV Dr. Ramiz ASKER

Dr. Aysu ATA Dr. Kerima FİLAN Dr. Rasim ÖZYÜREK

Dr. Ayşegül CELEPOĞLU Dr. Kerime ÜSTÜNOVA Dr. Roza EYVAZOVA

Dr. Aziz GÖKÇE Dr. Mahbuba MAMMADOVA Dr. Sedat SEVER

Dr. Bayram BAŞ Dr. Mahir KALFA Dr. Siham Abdulmajeed AHMED

Dr. Celal DEMİR Dr. Möhsün NAĞISOYLU Dr. Şükrü Haluk AKALIN

Dr. Elçin MEMMEDOV Dr. Muammer NURLU Dr. Tadeusz MAJDA

Dr. Ewa Sieminec GOLAS Dr. Mustafa ÖNER Dr. Zeki KAYMAZ

Dr. Eyüp AKMAN Dr. Naciye YILDIZ Dr. Zühâl YÜKSEL

Dr. Fatih KİRİŞÇİOĞLU Dr. Necati DEMİR

Dr. Gızılgül ABDULLAYEVA Dr. Necmi AKŞİT

Dr. Gürer GÜLSEVİN Dr. Nizami CAFEROV

Dr. Halit KARATAY


“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli
hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki,
bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti,
dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Mustafa Kemâl ATATÜRK


“Türk Milletinin dili Türkçedir. Türk Dili Kurultaylarında dünya dil bilginleri birlikte
olacaklarına, Türk dili ile ilgili birçok güçlüklerin çözümünü kolaylaştıracaklarına
tüm kalbimle inanıyorum.”

24 Eylül 2009
Prof. Dr. İhsan DOĞRAMACI
Bilkent Üniversitesi Kurucusu
ÖN SÖZ
Sayın T.C Polonya Varşova Büyük Elçim, Sayın Varşova Üniversitesi rektörü, Dekanları,
Sayın Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Şeref Ateş ve Ekibi, Sayın Gazi Üniversitesi önceki
Rektörü ve Türkiye Azerbaycan Dostluk İşbirliği ve Dayanışma Vakfı Başkanı Enver
Hasanoğlu, değerli basın mensupları, akademisyenlerimiz, konuklar ve öğrenciler XIII.
Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayına hoş geldiniz.

Bilimsel nitelikli geniş katılımlı uluslararası bir etkinlik olan XIII. Uluslararası büyük Türk
Dili kurultayı Türk Dili ile ilgili gelişmeleri görüşmek, yeni tespitler tartışmak amacıyla
düzenlenmiştir. Kurultayımıza Türkiye, Azerbaycan, Irak, Bosna Hersek, Rusya, Polonya,
Kazan, Özbekistan, Belçika, Kosova, Sırbistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi
ülkelerden toplam 259 akademisyen kurultayımıza bildiri ile başvurmuşlar. Bilim Kurulu
üyelerince titiz bir inceleme ve değerlendirme sonucu 120 bildiri kabul görmüş ve kurultayda
sözlü olarak sunulmasına karar verilmiştir.

Milli şuurun ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için Türk Ulusu olarak dil ve tarih
uğrunda dün olduğu gibi bugünde var gücümüzle çalışmaya mecburuz. Güzel Türkçemizi iyi
tanımayanlar, Türkçenin zenginliğinden habersiz olanlar, dilin tarihi ve coğrafi gelişimini
bilmeyenler, farkında olmayanlar bugün dünyada Türkçe öğrenmeye olan rağbeti
bilmeyenler için belki de bu söz abartılı bir söz olabilir. Ama gerçek böyle değil. Gerçekleri
bilmeden, bilgi sahibi olmadan ulaşmak mümkün değil. Onun için biraz tarihimize bakmak
Türkçenin özelliklerini tanımak, dünyaya yüzümüzü çevirerek Türkçe öğrenmeye olan rağbeti
görmek bence yeterlidir. Bir dil dünya dili nasıl olur, bir dilin dünya dili olmasın da öncelikle
siyasi, askeri, ekonomik ve teknolojik gücün çok önemli bir rolü vardır.

XIII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı’nda, dil becerileri ve dil bilgisi öğretimi, iki
dillilik ve iki kültürlülük, Türk ve yabancı uyruklulara Türkçe öğretimi, yabancı dil olarak
Türkçe öğretimi, Türkçe öğretimi ve çocuk edebiyatı, dil bilimi, dil politikaları, Türkiye
Türkçesi ve ağızları, çağdaş Türk lehçeleri, tarihi Türk lehçeleri, Türk dili ve edebiyatı
öğretimi, Türk dili tarihi, söz varlığı gibi dilimizin bütün çalışma alanlarını kapsayan konular
işlenecek.

Bu kurultaya bildirileri ile katılan tüm akademisyenlerin dil bayramını kutluyor, saygılar
sunuyorum.

Dr. Rasim Özyürek

XIII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Düzenleme Kurulu Başkanı


*
Dr. Enver HASANOĞLU

Sayın Büyükelçimiz, Sayın Konuklar, değerli bilim insanlarımız, Sevgili öğrencilerimiz,


Türkiye’de 1932’deki ilk Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül, ülkemizde ve yurt
dışı temsilciliklerimizde “Dil Bayramı” olarak kabul edildiği hepimizin bilgileri dahilindedir.

Ulusların kültürlerini, medeniyetlerini oluşturan iki temel meseleden birinin ortak dil,
ortak kültürdür. “Bilindiği gibi aslında dilin en fazla ilgili olduğu yer, gönül dilidir. Her
medeniyetin ortaya koymuş olduğu dil, aslında bir gönül coğrafyasından beslenir. Konuştuğumuz
her sözcüğün zihin dünyamızda bir karşılığı var. Bu çerçevede konuştuğumuz bugünkü dil,
Türkiye Türkçesi dediğimiz dil, 13. yüzyılda Yunus Emre’nin diliyle bize aktarılmış ve ortaya
çıkmış bir dildir. Bu dil bize Horasan Erenleri ile gelmiş büyük bir okyanusun, büyük
nehrin bize ulaştırdığı dildir. Güzel Türkçemizde gün geçtikçe yabancı dillerin etkisinin
artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor Doğu ve batı
dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir söz akını olduğu gerçektir. Sözlerin bir bölümü
teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulunan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da
birlikte getirdi… Dilimizin doğal gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık
bulunabilmişti: Buna karşılık yabancı kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz
daha artıyor. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli
özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili sözler de dilimize girmeye başladı. Kısa bir süre
içerisinde yabancı kaynaklı söz kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda,
pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı
sözler artık bilinçsizce kullanılır oldu. Toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak
zorundayız.

Terimlerin Türkçeleştirilmesi demek, Türkçe terimlerle bilim yapmak anlamına gelir.


Bu da bir bilim dili olan Türkçenin daha da gelişmesini güçlenmesini sağlayacaktır.

Dilimizi bekleyen tehlikeye gelince... Üçüncü binyılın henüz başlarındayız... İnsanlığı


yeni binyılda nelerin beklediği, geleceğin dünyasının nasıl olacağı, bilimde hangi noktalara
ulaşılacağı gibi çeşitli konularda bilim adamları öngörülerde bulunuyorlar. Bu
öngörülerden biri de yeryüzündeki dillerle ilgili. Yeni binyılın daha ilk yüzyılı sona ermeden
yeryüzündeki pek çok dilin yok olacağı öngörüsünde bulunuluyor. Ürpertici bir öngörü... Bir
dilin yok olması demek, bir kültürün, dahası bir ulusun yok olması demektir. Dilini kaybeden
bir ulusun bireylerinde genlerin birkaç kuşak daha yaşayacağı, ulusların biyolojik olarak
varlıklarını sürdürebileceği ileri sürülebilir. Ulusu oluşturan en önemli öğe dil olduğuna
göre dili yeryüzünden silinmiş bir ulusun varlığının da silinmiş olacağı bir gerçektir.
Geçmişte bu durumun örnekleri vardır. Ancak, Türkçe için böyle bir tehlike söz konusu
değildir. Türk ulusu diline sahip çıktıktan sonra, karamsar olmamak gerekir. Bu bilinç
uyandıktan sonra Türkçemizin geleceği konusunda endişeye yer yoktur. Üçüncü binyılda
Türkçemizi aydınlık günlerin beklediğine inanıyorum.
Türkçenin katledilmesine seyirci kalmamamız gerekir. Türkçe hepimizin en kutsal
varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir, adımızdır, soyadımızdır, türkümüzdür, şarkımızdır,
sevgimizdir. Şairin dediği gibi Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi
dilimizi de korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek
kuşaklardan da ödünç aldık. Ele ele verelim, dilimize sahip çıkalım. Gelecek kuşaklara

*
Türkiye- Azerbaycan Dostluk İşbirliği ve Dayanışma Vakfı Başkanı
Türk’e yakışır bir Türkçe bırakalım. Hepinizin dil bayramını kutluyor, saygılar
sunuyorum.

Dr. Enver Hasanoğlu

Türkiye- Azerbaycan Dostluk İşbirliği ve Dayanışma Vakfı Başkanı



Dr. Şeref ATEŞ

13. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı, Türk dili ile ilgili gelişmeleri görüşmek ve yeni
tespitleri tartışmak amacıyla gerçekleştirilmektedir. Yunus Emre Enstitüsü görevi gereği
daha önce Bosna Hersek, Romanya, Macaristan’dan sonra Polonya’da da “Büyük Türk Dili
Kurultayı”na destek vermektedir.

Polonya, Avrupa’da Türkoloji’nin en eski merkezlerinden biridir. Polonya’da Kraliyet


Sarayı’nda 16. yüzyıldan itibaren öğretilen Türkçeye, Tadeusz Kowalskı, Ananiasz
Zajaczkowskı, Jan Reychman gibi büyük Türkologların hizmet ettiğini biliyoruz.

Vilnüs, Lviv, Krakov, Varşova ve Poznan Üniversitelerinde Türkoloji bölümlerinin Türk dili
araştırmalarına yaptığı nitelikli katkı ve yetiştirdiği büyük Türkologların varlığı Türkçenin
dünya dili olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Polonya’da Türkçe çalışmaları ve öğreniminin tarihi 15. yüzyılın ikinci yarısına


dayanmaktadır. Bu tarih aynı zamanda Polonya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki siyasî
ilişkilerin başladığı bir dönemdir.

Polonya’daki Türkçe çalışmalarının gelişmesinin karşılıklı siyasî, ticarî ve kültürel ilişkilere


bağlı olması da göstermektedir ki, dil önemli bir etkileşim aracıdır.

Mesela Polonya’da Franciszek Meninski Türkçe Sözlük çalışmalarına başlamış, ardından


1919’da Krakov’daki Jagellon Üniversitesi’nde Profesör Tadeusz Kowalski tarafından
Türkoloji kürsüsü kurulmuştur. Arada bazı Türkoloji çalışmaları da olmuşsa da 1935’te
Varşova’daki Doğu Çalışmaları Enstitüsü açılmış; Türkoloji kürsüsünün başkanlığına
dünyanın tanıdığı saygın bilim insanı Profesör Ananiasz Zajaczkowski getirilmiştir.

Son olarak 1946’da Krakov ve Varşova’daki Doğu Çalışmaları Enstitüleri yeniden açılmış,
ardından kısa bir süre sonra Wroclaw Üniversitesi’nde bir Türkoloji Bölümü kurulmuştur.
Türkçenin tarihi ve öğretimiyle ilgilenen bu kürsülerden saygın bilim insanları çıkmıştır.

Samuel Otwinowski, J. Sekowski, A. Muchlinski, I. Pietraszewski, A. Chodzko gibi Türk


Diline hizmet eden bilim insanları Türkiye-Polonya İlişkilerine önemli katkılar
sağlamışlardır.

Polonyalı Türkologların Türk dili çalışmaları, Türkiye ve Türk dünyası üzerine araştırmaları
Türkiye-Polonya İlişkilerinde seçkin ve zengin bir işbirliğinin olduğunu göstermektedir.

Aydınlar ve bilim insanları arasındaki üst düzey işbirlikleri hiç kuşkusuz milletlerin ve
devletlerin politik, ekonomik ve teknolojik gelişimlerinde önemli rol oynamaktadır.
Dolayısıyla Leh ve Türk bilim insanlarının “Türkçe” hakkında araştırma ve çalışmaları, on
yıllar içerisinde “kültürel değişim ve etkileşim” sonucunda ortak teknolojik çalışmalara da
vesile olacaktır. Türkçenin bilim dili olarak yaygınlaşması ve üretim dili olması Türkiye’nin
olduğu kadar ortaklıklar kurduğu dost devletlere de ciddi katkılar sağlayacaktır.

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı


Önceleri Çin Seddi’nden Adriyatik kıyılarına varıncaya kadar aşağı yukarı 220 milyon insanın
konuştuğu dil olan Türkçe, 21. yüzyılda artık farklı coğrafyalarda farklı milletlere mensup
insanların konuştuğu, araştırdığı bir iletişim ve etkileşim dili olmaya başlamıştır. Bugün
Amerika’dan Japonya’ya varıncaya dek farklı kategorideki meslek ve yaş gruplarında çeşitli
insan toplulukları Türkçe öğrenmekte veya Türk Dili araştırmalarına katkı sağlamaktadır.

Bu elbette Modern Türkiye’nin son 15 yılda gösterdiği hızlı değişimin, politik nüfuzunun
artmasının ve zenginleşmesinin sonucunda olmuştur. Türkçeye ilgi, aslında Türkiye’ye
meraktan kaynaklanmaktadır. Bu merak beraberinde kültürel değişimi ve nihayetinde bilimsel
işbirliklerini getirecektir. Ben dünyanın çeşitli araştırma merkezlerinde, üniversitelerinde
Türk Dili Kürsülerinin varlığının ortak etkileşim ve bilişim aracı olduğuna inanıyor bu buna
önem veriyorum. Öyle ki Yunus Emre Enstitüsü olarak dünyanın 50 ülkesinde 100 farklı
üniversitede Türkoloji Kürsülerini destekliyoruz.

Benim inandığım bir düşüncem var.

Türkçe+Bilim= Gönül.

Dil ve bilimin yan yana gelmesinden önce gönül kazanılmaktadır. Sonra üretime ve yatırıma
dönüşen projeler gerçekleşecek, milletler ve devletler karşılıklı işbirliklerine gideceklerdir.
Bu bakımdan Polonya’nın başkenti Varşova’da düzenlenen “13. Uluslararası Büyük Türk
Dili Kurultayı”na katkılarından dolayı Sayın Büyükelçimize, Sayın Rektörümüze ve bütün
ortaklarımıza teşekkür ediyorum.

Dr. Şeref ATEŞ

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı


İÇİNDEKİLER
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺M0 Dr. Siham Zengi – Çok Dillilik Bir Ülkede “Türkmeneli’nin Dili
Hoyrat” Başlıklı Eserde Arapça Kelimeler ve Kelimelerdeki Ses
Değişimleri………………………………………………..1-14
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MI Dr. Talip Doğan – İran’daki Türkçe Değişkenlerde ḳ (Art Damak
k’si) Ünsüzünün
Gelişimi……………………………………………………………………………………………………………… 15-25
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MII Dr. Onur Kurukaya – Doğu Batı Türkçelerinde Kelime
Ölümleri…………………………..26-29
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MIII Dr. Gülnaz Çetinkaya – Geleneksel Anlatının Kurguya Katkısı
Ekseninde Kültürel Kod Aktarıcı Olarak Efsane Polisiye Roman
İlişkisi……………………………………………………….30-40
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MIV Arş. Gör. Erdi Erbeden – Türkiye Türkçesinde Tabu Kelimeler ve
Kalıp Sözler……….40-47
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MV Dr. Ülkü Polat – Eski Türkçede Bağlı Cümle Teşkilinde Kullanılan
Bağlayıcılar……….48-58
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MVI Dr. Gülşat Galiullina – Çağdaş Tatar Konuşma Dilinde Çok Anlamlı
Sözcükler……….59-63
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MVIIArş. Gör. Züleyha Hande Akata – Genel Ağ Dilinde Karma
Ögeler…………………………64-73
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MVIII Gökhan Yağcı – Suriyeli Sığınmacılara Türkçe Öğretiminde
Karşılaşılan Meseleler ve Çözüm Önerileri Ankara Türk Kızılayı Toplum Merkezi
Örneği……………………………..74-84
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MIX Dr. Gülhan Atnur - Yaña Millî Yul (Milli Yul) (1928-1939)
Dergisinde Alfabe Değişimi ve Türk Diliyle İlgili Makale ve
Haberler……………………………………………………………………85-92
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MX Dr. Mevlüt Erdem – Hareket Fiillerinin Genel
Özellikleri………………………………………93-99
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXI Dr. F. G. Hisametdinova – Başkurtların İlkbahar ve Yaz Bayramları
Mitolojisi……100-103
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXIIDr. İbrahim Şahin – Osmanlı Toponimlerinde (Yer Adlarında)
Kıpçak Söz Varlığı Örneği: “Tataran-ı Aktav”,
“Aktav”………………………………………………………………………………104-109
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXIII Dr. İsmet Çetin – Latin Asıllı Türk Alfabesinin Kabulü ve
Erken Cumhuriyet Döneminde Türk Dili ve Edebiyatı Derslerine
Yansıması………………………………………………………109-115
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXIV Dr. Muhsine Börekçi – İşlevsel Dilbilim Bağlamında
Türkiye Türkçesinde Fiilimsi (Eylemsi)
…………………………………………………………………………………………………………116-124
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXV Dr. Fatih Kirişçioğlu – P.A. Oyuunskiy’in “Kartalın Vasiyeti”
Şiirinin Semiyotik Kavramlar Açısından
İncelenmesi…………………………………………………………………………………….125-130
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXVI Dr. Kamila Barbara Stanek – Türk ve Leh Dillerinde ve
Atasözlerinde Kedi ve Köpek
Kavramlar……………………………………………………………………………………………………….131-153
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXVII Dr. Zühâl Yüksel – Kırım Tatarcasında “Kadın” İle İlgili Söz
Varlığı……………………..154-159
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXVIII Dr. Koray Üstün – Büyük Türkçe Sözlük’te Edebî Sanatlar:
Tanımlama ve
tanıklama………………………………………………………………………………………………………..160-167
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXIX Dr. Meral Demiryürek – Diller Arası Bir Şair: Sait
Maden…………………………………..168-177
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXX Dr. Mehmet Kurudayıoğlu – Yabancı Dil Olarak Türkçe
Ders Kitaplarındaki Konuşma Etkinliklerinin Konuşma Türleri Açısından
İncelenmesi…………………………………….178-188
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXXI Dr. Nilüfer Serin – Yabancılara Türkçe Öğretiminde
Öğrenci Sözlüklerinin Yeri…189-199
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXXII Arş. Gör. Nuray Tamir – Katmerli Zamir Çekiminin Son
Dönem Çağatay Türkçesindeki
Görünümü………………………………………………………………………………………………………199-204
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXXIII Dr. Mustafa Onur Kan – Türkçe Eğitimi ve Edebiyat
Alanlarındaki Yüksek Lisans Tez Özetlerinin Sözbilimsel
Yapısı………………………………………………………………………….205-213
Dr. Möhsün Nağısoylu – Klasik Farsça-Türkçe Sözlüklerin Dil Tarihi Bakımından
Değeri…………………………………………………………………………………………………………….214-222
Arş. Gör. Orhan Baldane – Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesi Arasındaki Söz Dizimi
Farklılıkları Üzerine Notlar…………………………………………………………………….223-232
Dr. Özay Karadağ – Program Geliştirme Süreçleriyle Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim
Programı…………………………………………………………………………………………..233-246
Dr. Özkan Öztekten – Gezgin/ Gezici (Wanderwort) Sözşeri ve Genç Sözünün
Kökeni…………………………………………………………………………………………………………….247-251
Arş. Gör. Mustafa Samet Kumanlı – Genel Sözlüklerde Eşdizimli Yapıların
Verilişi…………………………………………………………………………………………………………….252-256
Dr. Musa Çifci – Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitaplarında Yer Alan Biyografik Bilgilerin
Eleştirel Okumaya Katkısı………………………………………………………………………………..257-265
Dr. Shahla Kazimova – XIX. Yüzyıl Polonya Edebiyatında Azerbaycan Leksiği…….266-274
Dr. Hacer Hüseynova – Türk Dillerinde Kantitatifliyin İfade Araçlarının Tarihsel Gelişimi
(Morfolojik Yöntem)……………………………………………………………………………………….274-279
Dr. Âbide Doğan – Atatürk Devri Dil Çalışmalarının Dergilerdeki Yansımaları…….279-291
Dr. Kerime Üstünova – Özne Ekleme, Dışlama, Değiştirme İşlemleri…………………291-299
Dr. Marija Djindjić - Prof. Dr. Slavoljub Djindjić ve Türkoloji Araştırmaları…………299-304
Dr. Roza Eyvazova – “Salmas Ağzı” Eseri Dillerin Karşılıklı İlişkileri Zemininde…..304-309
Dr. Salim Küçük – Takvim ve Gelenek Çerçevesinde Anadolu Ağızlarında Ay Adlarına Ait Söz
Varlığı……………………………………………………………………………………………………….309-320
Dr. Savaş Şahin – Türkmen Türkçesinde Sayılar………………………………………………..321-330
Dr. Sema Aslan Demir – Türkçede İşitme Algı Fiilleri ve Metaforik Anlam
Genişlemeleri………………………………………………………………………………………………….330-336
Dr. Ömer Türkmenoğlu – Ses Eğitiminde Dilin Etkisi…………………………………………336-338
Arş. Gör. Sümeyra Harmanda - -(x)b Eki İle Kurulan Öğrenilen Geçmiş Zaman Kipinin
Azerbaycan ve Türkmen Türkçelerinde Kullanımı…………………………………………….338-347
Dr. Işılay Işıktaş Sava – Kırım ve Karay Türkçelerinin Ortak Söz Varlığı Üzerine….347-362
Dr. Müzeyyen Altunbay – Türkçeyi Yabancı Dil Olarak Öğrenen Öğrencilerin “Kısaltma”
Kullanım Düzeylerinin Belirlenmesi…………………………………………………………………362-370
Dr. Könül Haciyeva – Türk Edebiyatı Eğitimi ve Öğretiminde Edebiyat Tarihinin Bir Bütün
Olarak Ele Alınması Meselesi…………………………………………………………………370-375
Dr. Gülden Tüm – Türkçenin Yabancı dil Olarak Öğretiminde Kullanılan Ders Kitaplarındaki
Antroponimi Üzerine Bir Çalışma……………………………………………...375-385
Dr. Baba Muharremli – Türk Lehçelerinde Birincil Zamir Kökleri……………………….385-391
Dr. Gökhan Ölker – Türk Sözlükçülük Geleneğinde Türkçe-Rumca Manzum
Sözlükler…………………………………………………………………………………………………………391-403
Dr. Hatice Şahin – Türkçe Kelimelerin Galat Sözlüklerindeki İzahları Üzerine…….404-409
Dr. Türker Barış Bulduk – Derviş Mustafa’nın 18. Yüzyılda İstinsah Ettiği Şeh-Nâme’deki Eskicil
(Arkaik)Unsurlar……………………………………………………………………………………410-423
0 Dr. Gönül Erdem Nas - Atebetü’l Hakâyık ve Kutadgu Bilig’deki Tema Ortaklıkları: Dünya
ve İyilik Kavramları………………………………………………………………………………………….423-428
1 Dr. Abdurrahman Güzel – Graf Teorisiyle Türkçe Öğretimi………………………………429-432
2 Dr. Naile Hacızade – Azerbaycan Türkçesi ve Hakasçada Sözcüklerin Anlam
Özelliklerinin Karşılaştırılması………………………………………………………………………….432-441
3 Arş. Gör. Bilgit Sağlam – Türkçe Fiil Cümlelerinde Belirlilik……………………………….441-454
4 Dr. Ertan Besli – Eski Türkçeden Günümüz Türkçesine “Tat, Yāt, Gâvur ve Yabancı”
Göstergelerinin Kültür Dil Bilimsel Çözümlemesi……………………………………………..454-458
5 Dr. Muammer Nurlu – Yabancılara Türkçe Öğretiminde Fiiller Sözlüğü…………….459-468
6 Arş Gör. Yakup Yeşilyaprak - Adlî Dîvânı Örneğinde Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlük
Çalışmalarının Klasik Türk Şiiri İçin Önemi………………………………………………………..468-476
7 Dr. Yasemin Dinç Kurt – Gezi Kitaplarındaki Dil ve Anlatım Özellikleri Üzerine Bir
Çalışma…………………………………………………………………………………………………………..476-490
8 Dr. Alfiya Yusupova – Göçmen Tatarların Dili (Finlandiya’da Yaşayan Tatarların Dili
Örneğinde)……………………………………………………………………………………………………..490-494
9 Dr. Zeki Kaymaz - Memlûk Kıpçak Türkçesi Eserlerindeki Atasözleri Varlığı……….495-500
10 Dr. Radif Camaletdinov – Tatar Dünyasında Dilin Durumu ve Akrabalık Adları….501-505
11 M.A. Zeqije Xhafçe – Türkçe Renk Adlarının Arnavutça’da Renk Kavramının
Sözlükselleşmesindeki Yeri………………………………………………………………………………505-515
12 Dr. Zeynep Yıldırım – İran Türkmenlerinin Karşılaştırmalı Söz Varlığı…………………516-525
13 M.A. Mine Nihan Doğan – Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aydaki Kadın Adlı Romanının
Göstergebilimsel Çözümlemesi……………………………………………………………………….526-534
14 M.A. Recai Ünal – Çağdan Türkiye Türkçesi Dizim Betiminde Cümle- Önerme, Yetkinlik-
Yargı Kavramları Üzerine…………………………………………………………………………………534-540
15 Dr. İ. Gülsel Sev – Kutadgu Bilig’de Emirdeki İsteklilik: :{-AyIn}+ti-se…………………541-549
16 Dr. Hüseyin Yıldız – Türkçede Kanat Kelimesinin Etimolojisi Üzerine…………………550-562
17 Dr. Bayram Baş – Türkçe Öğretmeni Adaylarının Dijital Yetkinlikleri Üzerine Bir Durum
Tespiti: Türkçe Dersi İşleme Örneği Geliştirme Çalışmaları……………………………….563-571
18 Dr. Funda Kara - Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’nın Türk Dili Tarihi Açısından Önemi……….572-580
19 Dr. Mahbube Memmedova – Prof. Dr. Tofik Hacıyev’in Türkiye Türkçesi Üzerine
Araştırmaları…....................................................................................................581-587
20 Arş. Gör. Pervin Eyvazov – Prof. Dr. Bekir Çobanzade ve Türkçenin Söz Varlığı….587-592
21 Dr. Hatıra Abdullayeva – “Dede Korkut Kitabı”nın Dilindeki Arapça Unsurların Morfolojik
Yapısı ve Derivitolojik Sistemdeki Yeri…………………………………………….593-600
22 Dr. Gızılgül Abdullayeva – XVII. Yüzyılda Hakim Dil Anlayışı ve Normda
Halkileşme………………………………………………………………………………………………………600-606
23 Dr. Zemfira Şahbazova – Türk Lehçelerinde Soru Zamirleri ve Onların Lengüistik
Özellikleri………………………………………………………………………………………………………..607-616
24 Dr. Şerif Ali Bozkaplan – Salah Birsel Sözlüğüne Katkılar………..............................617-624
25 Dr. Ahmet Özgür Güvenç – Değerler Eğitiminde Geleneksel Çocuk Oyunlarının
Rolü………………………………………………………………………………………………………………..625-631
0 Dr. Alev Sınar Uğurlu – Osmanlı Aydını Ressam Mustafa Sait Bey’in Avrupa
İzlenimleri……………………………………………………………………………………………………….632-
640
1 Dr. Erdoğan Uygur – Atasözleri İnsanlığın Ortak Mirası mı?.................................641-648
2 Dr. İbrahim Ahmet Aydemir – Çağdaş Türk Dillerinde Kopya Fiiller: Tipolojik Bir
Değerlendirme………………………………………………………………………………………………..649-655
3 Dr. Ayşe Yücel Çetin – Ahmed Yesevî Hikmetlerinin Dili- Dilin Hikmeti………………656-662
4 Beldin Aksu – Çağdaş Türkçede Kullanılan Eklerin Sıklığı…………………………………..663-684
5 Dr. Burak Tüfekçioğlu – Türkçe Bilimsel Metinlerdeki Fiillerin Biçimbirimsel Birleşimleri ve
Sıklıkları- Derlem Tabanlı Bir Çalışma…………………………………………………………..685-695
• Dr. Celal Demir – Dinleme Kültürümüz ve Dilimizde “Kulak” la İlgili
Metaforlar………………………………………………………………………………………………………696-702
0 Dr. Rabia Aksu – Çağatay Türkçesiyle Bir Hz. Fatma Hikâyesi…………………………….702-712
1 Dr. Serkut Mustafa Dabbagh – Türkçe’nin Bağdat Lehçesine Etkisi……………………712-720
2 Hatice Saat – Karamanlı Türkçesi Üzerine: Ünlü ve Ünsüz Değişimleri………………721-730
3 Dr. Aynel Meşadiyeva – Türk Lehçelerinde ve Ağızlarında Spesifik Zarf- Fiil Ekleri
Üzerine……………………………………………………………………………………………………………731-738
4 Dr. Bilginer Onan – Dilbilimde Yapısalcı Anlayış ve İlk Okuma Yazma
Öğretimi………………………………………………………………………………………………………….738-746
5 Dr. Dürdane Rahimzade – Soyut Anlatımlı Bazı Arap Alıntılarının Oğuz Dillerinde
Kıyaslaması……………………………………………………………………………………………………..747-751
6 Dr. Naciye Ata Yıldız – Ege Bölgesinde Kadın Baş Giyimiyle İlgili Söz Varlığı……….751-767
7 Dr. Ayşegül Celepoğlu – Muzaffer İzgü’nün Bazı Çocuk Kitaplarındaki Dil ve Anlatım
Özellikleri Üzerine Bir Çalışma…………………………………………………………………………768-
775
8 Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ – Telafer Ağzı………………………………………………………….775-784
9 Dr. Mehmet Demiryürek – İngiliz İdaresindeki Kıbrıslı Türklerin İngilizce İle
İmtihanı………………………………………………………………………………………………………….785-797
10 Elif Civelek – Kendi Kendine Türkçe Öğrenmek İsteyenlere Yönelik Hazırlanan Üç Kitabın
Karşılaştırmalı Analizi- Nasıl Bir Yol İzlenmeli?.........................................798-808
11 Dr. Ayşe Derya Eskimen – Edebiyat Öğretimi ve Sinema- Bir Film İzleme
Etkinliği…………………………………………………………………………………………………………..809-819
12 Arş. Gör. Buket Baran – Tuva Türkçesinde Görülen +KILA-, +ÑAYIN- , +ÇA- , +Y-, +ŞAARA-
Ekleri Üzerine………………………………………………………………………………………….………819-826
13 Dr. Yakup Karasoy – Çağatayca Bir Fatiha Tefsiri Üzerine………………………….………827-833
14 Dr. Rasim Özyürek – Değişim Programları İle Üniversitemize Gelen Yabancı Uyruklu
Öğrencilerin Türkçe Öğrenirlerken Karşılaştıkları Problemler ve Çözüm
Önerileri………………………………………………………………………………………………………….834-838
15 Saadet Öztürk – Coğrafyayla İlgili Bilim Dallarında Kavramları Adlandırma……….839-840
16 Dr. Mustafa Öner - Türkçe Söz Varlığında Eşya Adları Üzerine Notlar………………..841-847
17 Dr. Halit Karatay – Dört Kare Yazma Yönteminin Öğretmen Adaylarının Yazma Becerileri
ve Özyeterlik Algılarına Etkisi…………………………………………………………………………..848-850
18 Dr. Hamza Zülfikar – Şart, Dilek ve Dilek-Şart Terimleri Üzerine………………………..851-855
19 Dr. Hayal Zülfikar – Deyimlerde Saklı Kalan Yabancı Kökenli Kelimeler………………855-859
XIII. ULUSLARARASI BÜYÜK
TÜRK DİLİ KURULTAYI
BİLDİRİLERİ
ÇOK DİLLİLİK BİR ÜLKEDE “TÜRKMENELİ'NİN DİLİ
HOYRAT" BAŞLIKLI ESERDE ARAPÇA KELİMELER VE
KELİMELERDEKİ SES DEĞİŞİMLERİ
Dr. Siham ZENGİ1
Özet
673 M. / 54 H. yıllarından beri Orta Asya'dan batıya göç eden Türkmenler,
Irak'ta yerleşince kendilerine özgü ana dilleriyle birlikte getirdikleri özgü kültür ve
sözlü edebiyatlarını unutmadılar. Ancak daha sonra ortaya koydukları edebiyat ürünleri
yeni şartlar içinde ve zaman geçtikçe Irak kültürünün etkisinde kalarak yeni unsurlarla
kaynaşıp yeni edebiyatın doğuşuna yol açmışlardır.
Irak Türkmen edebiyatının ilk yazılı verimi Nesimi ve Fuzuli'nin yazdıkları
Türkmence şiirleridir. Bu şairlerden başka Bağdat ve dolaylarında Ahdi, Cevheri,
Bağdatlı Ruhi, Kavsi, Nevres El-Kadim, Safi Abdullah gibi şiirlerini üçüzlü bir dille
yazan şairler yetişmiştir.
Bu şairlerden sonra Esat Naip, Hicri Dede, Mehmet Sadık, Felekoğlu, Hasan
Görem, Osman Mazlum, Ali Marufoğlu, Salah Nevres, Nesrin Erbil gibi yirminci yüzyıl
Türkmen şairlerimiz kendilerinden daha önceki Türkmen şairlerinin etkisi altında
kalarak yetişmiş ve Türkmen edebiyatında görkemli yerleri olmuştur.
Bunların arasından Irak Türkmen edebiyatının gerçek temsilcisi ve büyük
şairlerinden biri olan Ali Marufoğlu seçilmiştir. Marufoğlu şiir, horyat, düz yazı ve
öykülerini ustalıkla meydana koyarak Türkmen toplumunda ün kazanmıştır. Türkmeneli
coğrafyasında yaşayan Marufoğlu ana dilini unutmadan, Türkmen edebiyatını ve
kültürünü koruyup epeyce eserler yazmıştır. Eserlerinin arasından horyat ve mâni
dörtlüklerini içine kapsayan, 2012 yılında yayınlanan "Türkmeneli'nin Dili Hoyrat"
başlıklı eseri örnek olarak ele alınmıştır. Ana diliyle yazdığı bu eserden "ʻümür, xayın,
qelb, zihin, qassap, raqıb, qasd, qifil, insaf" vb. Arapça alıntı kelimeler çıkarılıp içinde
görülen ses değişmeleri, ses düşmeleri ve ses olayları gösterilmiştir. Değişmelerin net
görülmesi için çeviri yazı alfabe sırasıyla bir tablo da hazırlanmıştır. Tabloda
2
Türkmencedeki Arapça alıntı kelimelerin Türkiye Türkçesindeki karşılığı ve anlamları
da gösterilmiştir.
Anahtar kelimeler: Marufoğlu, çok dillilik, Türkmeneli'nin Dili Hoyrat, ses değişimi,
Arapça kelimeler
The Phonetic Change İn Arabic Words İn "Horiat İs The
Language Of Turkmen Areas" Book İn A Multilingual Country
The Iraqi Turkmen have their own language, culture, and literature that have been
properly kept till now. Having surveyed the Iraqi literature in the twentieth century, we can
find many of the Turkmen poets who greatly proved their existence in terms of their
contributions represented by their literary products. Those poets had passivity affected in
pioneer poets such as Naseemi, Fadhooli, and others as well as the Iraqi culture and
literatures. The researcher has selected Ali Maaroof Oglu, the real representative of the
Turkmen literature as a model for this study. Ali Maaroof Oglu was able to keep his own
Turkish language, along with its literatures, and culture. One of such products is "Horiat is
The Language of Türkmeneli Region", written in poet's native language, which includs
types of Turkmen 's own potetry such as public poetry, Horiat, and quartets.

0
Prof.Dr. Bağdat Üniversitesi Diller Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Öğretim
Üyesi. sihamzengi@yahoo.com
1
Bu çalışmada Irak Türkmen Türkçesi yerine halk tarafından kullanılan Türkmence terimi kullanıldı.

1
The current study includes selecting Arabic words from this literary work putting
alphabetically as a dictionary in Turkish as well as clarifying the phonetic change when
used in Turkish by Turkmen in Iraq and their counterparts in modern Turkish.
Key Terms: Maaroof Oglu, multilanguage, Horiat is The Language of Türkmeneli
Region,
Arabic words, phonetic change.
Giriş
Çağdaş Irak Türkmen edebiyatının tanınmış şairlerinden biri olan Ali Marufoğlu
1927 yılında Tuzhurmatu ilçesinde doğmuştur. Evli ve dört çocuk babasıdır. Adı Ali'dir.
Babasının adı da Hasan'dır. Dedesinin adı ise Marufoğlu'dur. Şiir, hikâye ve yazılarını
dedesinin adıyla yazmıştır. 1933'te Tuzhurmatu'da ilkokula başlamış, 1939'da ortaokul
eğitimi için Kerkük'e gitmiştir. Marufoğlu ortaokulun üçüncü sınıfındayken 1942
yılında okulu bırakarak tekrar Tuzhurmatu'ya dönmüştür. Önce ziraat sonra da ticaretle
uğraşmıştır (Terzibaşı, 199-200.s.). Marufoğlu, 30 Haziran 2018'de vefat etmiştir.
Son dönem Irak Türkmen edebiyatı usta yazarlarından (Küzeci, 67.s.) ve
görkemli şairlerinden biri olan Marufoğlu'nun edebî hayatı incelenirse edebiyatla ilgisi
okuldayken başlamış denilebilir. Boş vakitlerini gazete, dergi, kitap okumasıyla
geçiriyormuş. Babasının özel kitaplığında bulunan Türkçe, Arapça ve Farsça edebî
kitapları okuması edebiyata olan hevesini canlandırmıştır (Bayat, 90.s.). Daha doğrusu
ciddi edebî çalışmaları 1956 yılından beri başlamış ve günümüze kadar devam etmiştir.
Türkmence yayınlanan gazete ve dergilerde birçok şiir, horyat, hikâye, araştırma,
eleştiri ve yazdığı düz yazıları yayınlanmıştır.
Düz yazıları, hece ve aruzla yazdığı şiirleri Tuzhurmatu yöresi ve yöre halkının
fikirlerini yansıtan konuları içermektedir. Eserlerinin çoğu ana diliyle yazılmıştır.
Kullandığı Türkmence kelimeler Irak Türkmen Türkçesinin zengin bir dil olduğunu
göstermiştir (Benderoğlu, 343.s.). Şiir ve yazılarını Irak Türkmen Türkçesiyle ve
özellikle Tuzhurmatu ağzıyla yazdığına rağmen içinde Türkçe, Arapça ve Farsça gibi
yabancı kelimeler de bulunmuştur. Eserlerinde bu kelimelerin bulunması şairin
Türkmenceden başka bu dilleri bildiğini kanıtlıyor.
Marufoğlu, Ana dili Türkmenceden başka Türkçe, Arapça, Farsça ve Kürtçeyi
mükemmel bir şekilde bildiğini söylemiştir. Devletin resmi dili ve okullarda eğitim dili
Arapça olduğu için, yaşadığı bölge halkı Türkmenceden başka Türkçe, Arapça ve
Kürtçe konuşmaları nedeniyle, komşu ülkelerin ve bazı koşulların etkisiyle, kendi çaba
ve çalışmasıyla bu dilleri öğrenmiştir (Marufoğlu, Görüşme).
Demek istiyoruz ki Marufoğlu şiir, horyat ve düz yazılarını iki dillilik ya da çok
dillilik bir ortamada yazmıştır. Marufoğlu iki dilli değil çok dilli bir insandır. Marufoğlu
bir yandan aile içinde bir dili konuşurken diğer yandan da aile dışındaki ilişkilerinde
hem Türkmenceyi hem de öteki dilleri kullanmıştır.
Bu bölge ve bütün Türkmeneli bölge toplumları aralarındaki ilişkiler yoluyla
kültür, edebiyatve dil bakımından birbirlerini etkilemişlerdir. Türkmen toplumu daha
çok Arap dilinin etkisinde kalarak kelime alışverişi sonunda ana dillerine Arapçadan
birçok kelime geçmiştir. Ancak zamanla Arapça alıntı kelimeler, Türkmen Türkçesinin
ses özelliklerinin kurallarına ayak uydurarak aslına göre bir takım ses değişikliklerine
uğrayıp Türkmenleşmiştir.
Bu çalışmadan amaç Irak Türkmen Türkçesiyle ve özellikle Tuzhurmatu ağzıyla
yazılan "Türkmeneli'nin Dili Hoyrat” başlıklı eseri örnek alarak içindeki Arapça alıntı
kelimelerin ses düzeyi bakımından uğradıkları ünlü ve ünsüz değişikliklerin üzerinde durup
ses düşmeleri ve ses olaylarını tespit etmektir. Değişikliklerin net görülmesi için eserdeki
Arapça alıntı kelimelerin ve Türkmencedeki karşılığı çıkarılıp çeviri yazı alfabe

2
sırasıyla tablo hâlinde de gösterilmesi uygun görüldü. Ayrıca bunların karşılığı Türkiye
Türkçesinde ve anlamları da gösterilmiştir.
Eserde Bulunan Arapça Alıntı Kelimelerdeki Ses Değişimleri
Alıntı kelimelerdeki bir sesin başka bir sese dönüşmesine ses değişimi denir
(Demir, 44.s.). Ses değişimlerin incelenmesi iki ana bölüme ayrılır: Ünlü Değişimleri ve
Ünsüz Değişimleri'dir:
0 Alıntı Kelimedeki Ünlü Değişimler:
Burada Türkmence ve özellikle Tuzhurmatu ağzıyla yazılan eserdeki Arapça alıntı
kelimelerde asıl şekillerine göre ortaya çıkan ünlü değişmeleri üzerinde durulacak:
0 "a" ünlü değişmesi:
a > e : Arapçadan alıntı kelimelerdeki "a" ünlüsü Türkmencede incelerek "e"
ünlüsü ile karşılanmıştır: aḥmaḳ > ehmeq ~ ahmak ~ aḥmaq, ʻaḳreb > ʻeqreb ~
ʻeqrep ~ akreb, ʻaşḳ > ʻeşq ~ aşq, falaḳa > feleqe, ġamm > ğem, ḥadd > hed ~
had, ḥalīm > helim, ḫazīne > xezine, ḳafes > qefes, ḳalb > qelb, ḳalem > qelem,
laʻnet > neʻlet ~ lanet, maḥabbet > mühebbet, maḥbes > mehbes, maḥkūm >
mehküm, masḫara > mesxere, sᾱʻat > seʻet ~ saat.
Ayrıca "a" ünlüsü bir kelimede kapalı "e" (é)ye ve başka bir kelimede de "ü"ye
döndüğü görülmektedir:
a > é: ḫayr > xér ~ hayr
a > ü: maḥabbet > mühebbet.
0 > a: Bir kelimede de "a" ünlüsünün türemesi de görülmekterdir. Bu kelime
Arapça ve Farsçadan oluşmaktadır: (Ar. şemʻ + Far. -dᾱn): şemʻdan > şemʻadan.
1 "ᾱ" ünlü değişmesi:
Bazı alıntı kelimelerdeki uzun "a" ünlüsü ya incelerek "e"ye ya da kısalıp birçok
örnekte "a"ya döndüğü görülmektedir:
ᾱ > e : ʻᾱlem > ʻelem ~ʻâlem, duʻᾱ > döʻe ~ düʻe ~ duʻa, sᾱʻat > seʻet ~ saat.
ᾱ > a : ᾱdem > adam, ᾱfᾱt > afat, ammᾱ > ama ~ amma , ʻitᾱb > ʻitap ~ itap,
cehᾱlet > cehalet, cevᾱb > cevap, dīvᾱn > divan, dunyᾱ > dünya, emᾱnet > amanat,
fᾱtiḥᾱ > fatiha, Ḥᾱccᾱc > Haccac, ḥᾱcet > hacet, ḥᾱl > hal, ḥalᾱl > halal, ḥayvᾱn >
hayvan, ḥisᾱb > hisap, ḫᾱ᾽in > xayın ~ xain , ḫalḫᾱl > xalxal, ḫᾱṣṣ > xas, ḫiyᾱnet >
xiyanet, ḫurᾱfe > xurafat ~ xurafeler, īcᾱd > icat, īmᾱn > iman, insᾱn > insan, inṣᾱf
> insaf, İslᾱm > İslam, işᾱre > işare, kitᾱb > kitap, ḳaṣṣᾱb > qassap, ḳᾱżī > qazı,
ḳīṭᾱn > qaytan, ḳumᾱş > qumaş, ḳurbᾱn > qurban, mᾱl > mal, mevlᾱ > mulla,
miḥrᾱb > mihrab, miŝᾱl > mısal, namᾱz > namaz, necᾱt > necat, nifᾱk > nifak, rᾱhī
> rahı, sereṭᾱn > saratan, silᾱḥ > silah, sitᾱre > sıtara, sulṭᾱn > sultan, ŝevᾱb >
suvap, şeyṭᾱn > şéytan, tᾱc > tac, tᾱrīḫ > tarih, ṭᾱliʻ > talih, vᾱriŝ > varis, vefᾱ᾽ >
vefa, zᾱhid > zahit, zamᾱn > zaman, ẓᾱlim > zalım.
2 "e" ünlü değişmesi:
e > a: Bazı alıntı kelimelerin başındaki, ortasındaki ve sonundaki "e" ünlüleri
kalınlık-incelik uyumunun etkisiyle kalınlaşıp "a"ya döndüğü görülmektedir:
emᾱnet > amanat, ḫurᾱfe > xurafat ~ xurafeler, sereṭᾱn > saratan, sitᾱre >
sıtara, zemherīr > zamharın, ẓulmet > zulmat.
Ayrıca iki kelimede de yuvarlaklaşıp "u"ya ve ayrı bir örnekte de "é"ye değiştiği
görülmektedir:
e > u: mevlᾱ > mulla, ŝevᾱb > suvap.
e > é: şeyṭᾱn > şéytan.
3 "ı" ünlü değişmesi:
0 > ı: Bazı alıntı kelimelerin son hecesinde "ı" ünlüsünün türemesi görülmektedir.
Ancak "rizḳ" kelimesinin son hecesinde "ı" türemesi olunca birinci hecedeki "i"

3
ünlüsü kalınlaşıp "ı"ya dönmüştür: aṣl > asıl, ʻaḳl > akıl ~ʻeqil , ʻayb > ʻayıp,
ḳaṣd > kasıt, rizḳ > rızıq, vaṣf > vasıf.
ı > i: Ayrıca iki kelimenin birinci hecesindeki kalın"ı" ünlüsü incelerek "i"
olmuştur. Bunun yanında da aynı kelimelerin son hecesinde ünlü uyumu
kuralına göre bir "i" türemesi meydana gelmiştir: ḳıfl > qifil, ṭıfıl > tifil.
5888 "ī" ünlü değişmesi:
Bazı alıntı kelimelerin başındaki, ortasındaki ve sonundaki "ī" ünlüleri ya
incelerek "i"ye ya da kalınlaşıp "ı"ya döndüğü görülmektedir:
ī > i: ʻacemī > ʻacemi, dīvᾱn > divan, edīb > edib, ḥalīm > helim, ḥarbī > harbi,
ḫazīne > xezine, īcᾱd > icat, īmᾱn > iman, miskīn > miskin, reẕīl > rezil, sebīl >
sebil, şīʻī > şii, taʻyīn > tayin, taḳsīm > taqsim, tᾱrīḫ > tarih.
ī > ı: ḳᾱżī > qazı, rᾱhī > rahı, raḳīb > raqıb, zemherīr > zamharın.
Bu değişmelerden başka "ī" ünlüsünün yalnız bir örnekte "a"ya ve ayrı bir
örnekte de incelerken aynı zamanda yuvarlaklaşıp "ü"ye döndüğü
görülmektedir. Ancak "ī" ünlüsü "ü"ye döndüğünde ünlü uyumu kuralına göre
birinci hecede bir "ü" ünlü türemesi görülmüştür.
ī> a: ḳīṭᾱn > qaytan.
ī> ü: sunnī > sünnü.
5889 "i" ünlü değişmesi:
Ø > i: Bazı alıntı kelimelerin son hecesinde "i" ünlüsünün türemesi
görülmektedir. Ancak "ḳıfl" kelimesinin son hecesinde "i" türemesi olunca
birinci hecedeki "ı" ünlüsü inceleyip "i"ye dönmüştür:
Baḥr > bahir, cism > cisim, ehl > ehil, emr > emir, fetḥ > fetih, fikr > fikir, ḥilm
> hilim, ism > isim, ḳıfl > qifil, remz > remiz, ṣabr > sabir, ẕihn > zihin.
i > ı: "i" ünlüsünün türemesinden başka bazı alıntı kelimelerin ortasındaki "i"
ünlüleri kalınlaşıp "ı"ya döndüğü görülmektedir: ġiybet > ğıybet, ḩᾱ᾽in > xayın ~
xain, miŝᾱl > mısal, rizḳ > rızıq, sitᾱre > sıtara, ṣifat > sıfat, ṣiḥḥat > sıhhat,
ẓᾱlim > zalım
i > a: Ancak bir alıntı kelimede "i" ünlüsü kalınlaşırken aynı zamanda
genişleşerek "a" ünlüsüyle karşılanmıştır: miḳaṣṣ > manqas.
5890 "u" ünlü değişmesi:
Bazı alıntı kelimelerin başındaki ve ortasındaki "u" ünlüsü ya incelerek "ü"ye ya
da "ö"ye döndüğü görülmektedir. Bunun yanı sıra bazı kelimelerdeki "u" ünlüsü
incelerken son hecesinde ünlü uyumu kuralına göre bir "ü" türemesi de meydana
gelmektedir:
u > ü: ʻumr > ʻümür ~ ömür, duʻᾱ > düʻe ~ döʻe ~ duʻa, dunyᾱ > dünya, ḥudūd
> hüdüt, ḥukm > hüküm, ḥurriyyet > hüriyyet, kufr > küfür, rutbe > rütbe,
sunbul > sünbül ~ sümbül, sunnī > sünnü, turbe > türbe.
u > ö: duʻᾱ > döʻe ~ düʻe ~ duʻa, ʻumr > ömür ~ ʻümür, ṣuḥbet > söhbet.
u > o: Bu değişikliklerden başka "u" ünlüsünün yalnız bir örnekte kalınlığını
koruyarak "o"ya döndüğü görülmektedir: ḥuḳḳa > hoqqa.
Ø > u: Ayrı bir örnekte de ses uyumu kuralına göre bir türeme olayı
görülmüştür: ẓulm > zulum.
5891 "ū" ünlü değişmesi:
Arapçadan alıntı kelimelerdeki "ū" ünlüsü Türkmencede bazen kısalarak "u"ya
bazen de incelerek "ü"ye döndüğü görülmektedir:
ū > u: ʻumūm > umum, ḳuṣūr > qusur, mecnūn > mecnun, melʻūn > melun.
ū > ü: ḥasūd > hasüd, ḥudūd > hüdüt, maḥkūm > mehküm.
5892 "ü" ünlü değişmesi:

4
Bazı alıntı kelimelerin son hecesinde ses uyumu kuralına göre bir türeme olayı
olarak "ü" ünlüsünün türemesi görülmektedir:
23> ü: ḥukm > hüküm, kufr > küfür, ʻumr > ʻümür ~ ömür.
24 Alıntı Kelimedeki Ünsüz Değişimler:
Tuzhurmatu ağzıyla yazılan eserdeki Arapça alıntı kelimelerde asıl şekillerine
göre ortaya çıkan ünlü değişmelerini gösterdikten sonra burada da aynı eserde
ünsüz değişmeleri üzerinde durulacak:
23 " b" ünsüzü:
b > p ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin sonunda bulunan "b" ünsüzü
Türkmencede bazen "p"ye döndüğü bazen de kendini koruduğu görülmektedir:
b > p: ʻaceb > acep, ʻaḳreb > ʻeqrep ~ ʻeqreb ~ akreb, ʻayb > ʻayıp, ʻitᾱb >
ʻitap ~ itap, cevᾱb > cevap, ḥisᾱb > hisap, kitᾱb > kitap, ḳaṣṣᾱb > qassap,
ŝevᾱb > suvap.
b > b: ʻaḳreb > ʻeqreb ~ akreb ~ ʻeqrep, ceyb > çeb, edīb > edib, ḳalb > qelb,
miḥrᾱb > mihrab.
bb > bØ ikiz ünsüz tekleşmesi: Ayrıca ikiz ünsüzlü alıntı bir kelimenin sonunda
bulunan "b" ünsüzlerin birisi kendini korur diğeri düşüp tekleşmiştir: Rabb > Rab.
24 "c" ünsüzü:
c > ç ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında bulunan "c"
ünsüzü Türkmencede kendini koruyup yalnız bir kelimede "ç"ye döndüğü
görülmektedir: c > ç: ceyb > çeb
c > c: cehᾱlet > cehalet, cehennem > cehenem, cennet > cennet, cevᾱb > cevap,
cevher > cevher, cism > cisim.
25 "d" ünsüzü:
d > t ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin sonunda bulunan "d"
ünsüzü Türkmencede bazen "t"ye döndüğü görülmektedir. Ancak iki kelimede
kendisini korumuştur:
d > t: ḥudūd > hüdüt, īcᾱd > icat, ḳaṣd > kasıt, zᾱhid > zahit.
d > d: Esʻed > Esʻed, ḥasūd > hasüd.
dd > dØ ikiz ünsüz tekleşmesi: Ayrıca ikiz ünsüzlü iki alıntı kelimenin
sonunda bulunan "d" ünsüzü aslına göre "d"lerin birisi kendini korur diğeri
düşüp tekleşmiştir: ḥadd > had ~ hed, redd > red.
26 " ġ" ünsüzü:
ġ > g ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında bulunan "ġ" ünsüzü
yalnız üç kelimede bulunup birinde "g"ye diğer iki kelimede de "ğ" şeklinde
yazıldığı görülmektedir. Ancak "gazel" kelimesi "g"yle yazıldığına karşın
Türkmencede telaffuzu diğer kelimeler gibi aynı Arapçanın telaffuzu gibidir:
ġ > g: ġazel > gazel.
ġ > ğ: ġamm > ğem, ġiybet > ğıybet.
27 "h" ünsüzü:
23 > h ünsüz türemesi: Ünlü harflerle başlayan Arapçadan alıntı kelimelerin
başına "h" harfinin eklenmesiyle bir ön ünsüz türemesi görülmektedir. Bu da
yalnız bir örnekte görülmüştür: elbet > helbet.
28 "ḥ" ünsüzü:
ḥ > h ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında, ortasında ve sonunda
bulunan "ḥ" ünsüzü bir kelimede olduğu gibi "ḥ" (aḥmaq) şeklinde, diğer
kelimelerde "h" şeklinde yazılmıştır. Ancak bu ünsüz eserde "h"yle yazıldığına
karşın telaffuzu Türkmencede aynı Arapçadaki "ḥ"nin telaffuzu gibidir: aḥmaḳ >
ahmak ~ aḥmaq ~ ehmeq, baḥr > bahir, fᾱtiḥᾱ > fatiha, Ḥᾱccᾱc > Haccac, ḥᾱcet >
hacet, ḥadd > had ~ hed , ḥᾱkim > hâkim, ḥaḳḳ > haq ~ hak, ḥᾱl > hal, ḥalᾱl >

5
halal, ḥalīm > helim, ḥasūd > hasüd, ḥayvᾱn > hayvan, ḥikmet > hikmet, ḥilm
> hilim, ḥiss > his, ḥarbī > harbi, ḥażret > hazret, ḥudūd > hüdüt, ḥukm >
hüküm, ḥuḳḳa > hoqqa, ḥurriyyet > hüriyyet, maḥabbet > mühebbet, maḥbes
mehbes, maḥkūm > mehküm, miḥnet > mihnet, miḥrᾱb > mihrab, raḥmet >
rahmet, seḥer > seher, silᾱḥ > silah, ṣuḥbet > söhbet.
ḥḥ > hh ünsüz değişmesi: İkiz ünsüzlü tek bir alıntı kelimenin ortasında bulunan
"ḥ" ünsüzü Türkmencede her iki "ḥ" kendini koruyup "hh" şeklinde yazıldığı
görülmektedir. Telaffuzu Arapçadakinin telaffuzu gibidir: ṣiḥḥat > sıhhat.
5888 "ḫ" ünsüzü:
ḫ> x ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında, ortasında ve
sonunda bulunan "ḫ" ünsüzü ya "x" ya da "h" şeklinde yazıldığı görülmektedir.
Bu ünsüzün telaffuzu Türkmencede aynı Arapçadaki "ḫ"nin telaffuzu gibidir:
ḫ> x : ḫᾱ᾽in > xayın ~ xain, ḫalḫᾱl > xalxal, ḫalḳ > xalq, ḫᾱṣṣ > xas, ḫayr > xér
~ hayr, ḫazīne > xezine, ḫiyᾱnet > xiyanet, ḫurᾱfe > xurafat ~ xurafeler,
masḫara > mesxere.
ḫ> h: ḫaber > haber, ḫayr > hayr ~ xér, tᾱrīḫ > tarih.
ḫḫ> xØ ikiz ünsüz tekleşmesi: İkiz ünsüzlü bir alıntı kelimenin sonunda
bulunan "ḫ" ünsüzü eserde birisi kendini koruyarak "x" şeklinde yazılırken
diğeri düşüp tekleşmiştir: faḫḫ > fax.
5889 "k" ünsüzü:
ky> kk ünsüz benzeşmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında bulunan "ky"
ünsüzlerinde "k" ünsüzü kendini korurken "y" ünsüzü "k"ye dönüşmesi
nedeniyle ünsüz benzeşme olayı görülmüştür: tekye > tekke.
5890 "ḳ" ünsüzü:
ḳ> q ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında, ortasında ve
sonunda bulunan "ḳ" ünsüzü Türkmencede ya "q" ya da "k" şeklinde yazıldığı
görülmektedir. Türkmencede telaffuzu aynı Arapçadaki "ḳ"nin telaffuzu gibidir:
ḳ> q: aḥmaḳ > aḥmaq ~ ehmeq ~ ahmak, ʻaşḳ > aşq ~ʻeşq, ʻaḳl > ʻeqil ~ akıl,
ʻaḳreb > ʻeqreb ~ʻeqrep ~ akreb, falaḳa > feleqe, ḫalḳ > xalq, ḳafes > qefes,
ḳalb > qelb, ḳalem > qelem, ḳaṣṣᾱb > qassap, ḳᾱżī > qazı, ḳıfl > qifil, ḳiymet >
qiymet, ḳismet > qismet, ḳīṭᾱn > qaytan, ḳumᾱş > qumaş, ḳurbᾱn > qurban,
ḳuṣūr > qusur, miḳaṣṣ > manqas, raḳīb > raqıb, rizḳ > rızıq, taḳsīm > taqsim.
ḳ> k: aḥmaḳ > ahmak ~ aḥmaq ~ ehmeq, ʻaḳl > akıl, ~ ʻeqil, ʻaḳreb > akreb ~
ʻeqreb ~ʻeqrep , ḳaṣd > kasıt.
"ḳḳ> qq ünsüz değişmesi: İkiz ünsüzlü iki alıntı kelimenin ortasında bulunan "ḳ"
ünsüzü eserde ikisi de kendini koruyarak "q" şeklinde yazılmıştır: baḳḳᾱl >
baqqal, ḥuḳḳa > hoqqa.
ḳ ḳ > k Ø ikiz ünsüz tekleşmesi: İkiz ünsüzlü aynı bir alıntı kelimenin sonunda
bulunan "ḳ" ünsüzü yalnız bir yerde "k" şeklinde diğer yerlerde de "q" şeklinde
yazılırken diğer "ḳ" ünsüzü düşüp tekleşmiştir: ḥaḳḳ > haq ~ hak.
0 "l" ünsüzü:
l > n ünsüzün yer değiştirmesi: Arapça alıntı kelimelerde l > n ünsüzlerinde yer
değiştirme olayı görülmektedir: la᾽net > ne᾽let ~ lanet.
1 "m" ünsüzü:
mm > mØ ikiz ünsüz tekleşmesi: Arapça alıntı kelimelerde "m" ünsüzünde ikiz
ünsüz tekleşme olayı görülmektedir: ammᾱ > ama ~ amma, ġamm > ğem.
2 "n" ünsüzü:
"nn > nØ" ikiz ünsüz tekleşmesi: Arapça alıntı kelimelerde "n" ünsüzünde ikiz
ünsüz tekleşme olayı görülmektedir: cehennem > cehenem.

6
"n > m" ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında bulunan "n"
ünsüzü "m"ye döndüğü görülmektedir: sunbul > sümbül ~ sünbül.
0 "r" ünsüzü:
0.0 > n ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin sonunda bulunan "r"
ünsüzü "n"ye döndüğü görülmektedir: zemherīr > zamharın.
0.0 > rØ ikiz ünsüz tekleşmesi: Arapça alıntı kelimelerin ortasında "n" ünsüzünde
ikiz ünsüz tekleşme olayı görülmektedir: ḥurriyyet > hüriyyet, şerr > şer.
0 "s" ünsüzü:
0 > sØ ikiz ünsüz tekleşmesi: Arapça alıntı kelimelerin sonunda "s" ünsüzünde
ikiz ünsüz tekleşme olayı görülmektedir: ḥiss > his.
1 "ṣ" ünsüzü:
ṣ > s ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında ve ortasında
bulunan "ṣ" ünsüzü eserde "s" şeklinde yazılmaktadır. Bu ünsüzün telaffuzu
Türkmencede aynı Arapçadaki "ṣ"nın telaffuzu gibidir: aṣl > asıl, inṣᾱf > insaf,
ḳaṣd > kasıt, ḳuṣūr > qusur, maʻṣum > masum, muṣliḥ > muslih, ṣabr > sabir,
ṣifat > sıfat, ṣiḥḥat > sıhhat, ṣuḥbet > söhbet, vaṣf > vasıf.
ṣṣ > sØ ikiz ünsüz tekleşmesi: Arapça alıntı kelimelerin sonunda bulunan “ṣ"
ünsüzü eserde "s" şeklinde yazılarak ikiz ünsüz tekleşme olayı görülmektedir.
Türkmencede telaffuzu ise, "ṣ" ile "s" arasındadır: ḫᾱṣṣ > xas, miḳaṣṣ > manqas.
ṣṣ > ss ünsüz değişmesi: Arapça alıntı başka bir kelimenin ortasında bulunan
"ṣ"ünsüzünde ikiz ünsüzler kendini koruyarak "s" şeklinde yazıldığı
görülmektedir: ḳaṣṣᾱb > qassap.
2 "ŝ" ünsüzü:
ŝ > s ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında, ortasında ve
sonunda bulunan "ŝ" ünsüzü "s" şekline döndüğü görülmektedir: miŝᾱl > mısal,
ŝevᾱb > suvap, vᾱriŝ > varis.
3 "t" ünsüzü:
Ø > t ünsüz türemesi: Arapçadan alıntı bir kelimenin sonuna "t" harfinin
eklenmesiyle bir son ünsüz türeme olayı görülmüştür: ḫurᾱfe > xurafat ~
xurafeler.
4 "ṭ" ünsüzü:
ṭ > t ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında ve ortasında bulunan
"ṭ" ünsüzü "t" şeklinde yazıldığı görülmektedir. Telaffuzu ise bazı kelimelerde
Arapçanın " ṭ "sı gibi, bazı yerlerde de " t " şeklinde telaffuz edilir: ḳīṭᾱn > qaytan,
sereṭᾱn > saratan, sulṭᾱn > sultan, şeyṭᾱn > şéytan, ṭᾱliʻ > talih, ṭıfıl > tifil.
5 "vl" ünsüzü:
vl > ll ünsüz benzeşmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında bulunan "vl"
ünsüzlerinden "v" ünsüzü "l"ye döndüğü ikinci "l" ünsüzü ise, kendini koruyarak
ünsüz benzeşme olayı görülmüştür: mevlᾱ > mulla.
6 "y" ünsüzü:
0 > Ø ünsüz düşmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında bulunan "y"
ünsüzünde ünsüz düşme olayı görülmektedir: ceyb > çeb, ḫayr > xér ~ hayr.
Ø > y ünsüz türemesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında "y" harfinin
eklenmesiyle bir ünsüz türeme olayı görülmüştür: ḳīṭᾱn > qaytan
0 > yØ ikiz ünsüz tekleşmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında bulunan
"y" ünsüzlerinin biri kendisini koruyup ikincisi eriyip ikiz ünsüz tekleşme olayı
kendini göstermiştir: niyyet > niyet.
0 " ż " ünsüzü:
ż > z ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında bulunan "ż" ünsüzü
"z" şeklinde görülmektedir: ḥażret > hazret, ḳᾱżī > qazı.

7
5888 " ẓ " ünsüzü:
ẓ > z ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında " ẓ “ünsüzü "z"ye
döndüğü görülmektedir: ẓᾱlim > zalım, ẓulmet > zulmat, ẓulm > zulum.
5889 " ẕ " ünsüzü:

23 > z ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında ve ortasında


bulunan " ẕ " ünsüzü "z" şeklinde görülmektedir: reẕīl > rezīl, ẕihn > zihin.
Arapçadaki ayın ) ‫ ( ع‬ve hemze ) ‫ ( ﺀ‬sesleri ise, aslında birer gırtlak ünsüz sesleri
durumundadır. Türkçede olmadığı için daha çok Arapça alıntı kelimelerin söyleniş ve
yazılışında çok defa kullanıştan düşmüş durumda olur ya da kesme işareti ile gösterilir
(Timurtaş, 89.s.). Ancak Irak Türkmen Türkçesinde Arapça kökenli kelimelerde sıklıkla
rastlanır ve çok defa telaffuz edilir.
5888 " ʻ: ‫ " ع‬ünsüzü:
5888 > Ø ünsüz düşmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin başında ve
ortasında bulunan ayın ünsüzü Türkmencede açık bir şekilde telaffuz edilir. Ayın
ünsüzü bazı yerlerde kendini koruduğu ve bazı yerlerde de kaybolduğu
görülmektedir:
5889 > Ø : ʻaḳl > akıl ~ʻeqil, ʻaḳreb > akreb, ~ ʻeqreb ~ ʻeqrep, ʻaceb >
acep, ʻaşḳ > aşq ~ʻeşq, ʻillet > illet, laʻnet > lanet ~ neʻlet, maʻṣum > masum,
melʻūn > melun, niʻmet > nimet ~ niʻmet, sᾱʻat > saat ~ seʻet, şīʻī > şii, taʻyīn >
tayin.
Ø > ʻ ünsüz türemesi: Ünlü harflerle başlayan Arapçadan alıntı kelimelerin
başına " ʻ " ünsüzü eklenirken bir ön ünsüz türemesi görülür. Bu da yalnız bir
örnekte görülmüştür: ecel > ʻecel ~ ecel.
5890 > h ünsüz değişmesi: Alıntı kelimelerin sonunda bulunan " ʻ "
ünsüzü "h"ye döndüğü görülmektedir: ṭᾱliʻ > talih. Kelimedeki "h" ünsüzü "h"
şeklinde yazıldığına karşın Türkmencede telaffuzu Arapçadaki " ḥ" gibi telaffuz
edilir.
5889 " ᾽: ‫ " ﺀ‬ünsüzü:
᾽ > y ünsüz değişmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında bulunan " ᾽ "
ünsüzü "y"ye döndüğü görülmektedir. Ancak aynı kelimede "y" ünsüzü
bulunmadan ayrı bir şekilde de yazıldığı görülmektedir: ḫᾱ᾽in > xayın ~ xain.
᾽ > Ø ünsüz düşmesi: Arapçadan alıntı kelimelerin ortasında ve sonunda
bulunan " ᾽ " ünsüzü yazılıştan düşmüştür. Böyle kelimelerde " ᾽ "nin telaffuzu
da açık olmaz: neş᾿e > neşe, vefᾱ᾽ > vefa.
Alfabe Sırasıyla Eserde Bulunan Arapça Alıntı Kelimeler Tablosu:
A
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ᾱdem Adam Adam 47/11, 65/28
ᾱfᾱt Afat Afetler 22/13
aḥmaḳ ahmak, aḥmaq, ahmak, budala 54/6, 63/20
ehmeq
Allah Allah Allah, Tanrı, Rab 10/14, 18/29, 32/16, 39/10,
65/31,
Ammᾱ amma, ama amma, ama 48/17, 56/15, 60/6
aṣl Asıl asıl, bir şeyin 14/13, 31/11
kendisi
ʻ:‫ع‬
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ʻaceb Acep acep, acaba 24/20
ʻacemī ʻacemi acemi, bir işin 32/17
yabancısı olan.
ʻaḳl akıl, ʻeqil akıl, us 16/21, 64/27
8
ʻaḳreb akreb, ʻeqreb, Akrep 34/23, 47/12, 55/12
ʻeqrep
ʻᾱlem ʻelem, ʻâlem âlem, dünya 38/5,49/23, 50/26, 51/32
ʻamel ʻamel amel, yapılan iş 31/10
ʻaşḳ aşq, ʻeşq Aşk 18/30, 52/35
ʻayb ʻayıp Ayıp 60/6
ʻillet Illet illet, hastalık 50/25
ʻitᾱb ʻitap, itap itap, azarlamak 32/17, 37/1, 67/37, 67/38
ʻumr ʻümür, ömür Ömür 9/2, 23/19, 24/22, 26/33,
48/18
ʻumūm Umum umum, bütün 45/1
B
Ar. Ke. Es.T. Ke. T.T. Kar. ve An. S.s.
baḥr Bahir bahir, deniz 15/16
baḳḳᾱl Baqqal Bakkal 61/10
Beşir Beşir Beşir 46/6
C
Ar. Ke. E.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
cehᾱlet Cehalet cehalet, bilgisizlik 46/6
cehennem Cehenem Cehennem 25/25
cennet Cennet Cennet 50/25
cevᾱb Cevap Cevap 63/19
cevher Cevher Cevher 62/14
Ceyb Çeb Cep 51/30
Cism Cisim Cisim 22/15, 40/15
D
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
devlet Devlet Devlet 55/10, 65/31
dīvᾱn Divan Divan 45/4, 56/15, 59/2
du،ᾱ dö،e, dü،e, du،a dua, yakarış 20/4, 66/35, 68/41
dunyᾱ Dünya Dünya 54/7, 57/18
E
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
Ecel ،ecel, ecel ecel, ölüm zamanı 54/7, 62/12
Edīb Edib Edip 48/17
Ehl Ehil Ehil 26/30
ehven Ehven ehven, daha az kötü 56/15
Elbet Helbet Elbet 33/19
emᾱnet Amanat Emanet 17/26
Emr Emir Emir 10/11, 52/38
Es،ed Es،ed Es،et 43/30
eşrefi ،eşrefi Ø, bir tür çiçek adı 18/29
F
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
faḫḫ Fax fak, tuzak 63/21
Falaḳa Feleqe falaka, dayak cezası 38/4
Felek Felek Felek 21/10, 21/11, 22/12, 25/26
fᾱtiḥᾱ Fatiha Fatiha 46/6

9
Fetḥ Fetih Fetih 12/4
Fikr Fikir Fikir 16/21, 31/11, 43/30
Ġ
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ġazel Gazel Gazel 11/1
ġamm Ğem gam, üzüntü 15/16, 20/6, 24/21, 40/14,
41/18, 47/11, 56/15
ġiybet Ğıybet gıybet, yerme 32/17
H
Ar. K.e. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An.. S.s.
heybet Heybet Heybet 32/17, 37/1

Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
Ḥᾱccᾱc Haccac Haccac, Emevi 26/30
devletinin en sert
valise
ḥᾱcet Hacet hacet, gereklilik 68/41
ḥadd had, hed had, sınır 48/18, 63/17, 55/12
ḥᾱkim Hâkim Hâkim 65/31
ḥaḳḳ haq, hak Hak 38/7, 40/15, 42/24, 45/1,
53/3, 65/30, 65/29, 67/40,
68/41, 68/41, 51/33, 62/13
ḥᾱl Hal Hâl 14/12, 47/13, 49/22, 49/23,
54/7
ḥalᾱl Halal Helal 40/13
ḥalīm Helim halim, yumuşak 32/15
huylu, sabırlı bir
adam
ḥarbī Harbi harbi, savaşla ilgili 25/26
ḥasūd Hasüd hasut, kıskanç 41/20
ḥayvᾱn Hayvan Hayvan 60/5
ḥażret Hazret hazret, yüceltme 24/22
amacıyla getirilen
unvan
ḥikmet Hikmet Hikmet 39/10
ḥilm Hilim Ø, sabırlı olma 32/15
ḥisᾱb Hisap Hesap 31/10
ḥiss His his, duygu 60/7
ḥudūd Hüdüt hudut, sınır 35/28
ḥuḳḳa Hoqqa okka, ağırlık ölçüsü 61/10
birimi
ḥukm Hüküm Hüküm 19/3, 38/6, 65/29, 68/42
ḥurriyyet Hüriyyet Hürriyet 25/27, 65/31

Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T.T. Kar. ve An. S.s.
ḫaber Haber Haber 64/24
ḫᾱ᾽in xayın, xain hain, hayın 9/7, 46/7
ḫalḫᾱl Xalxal Halhal 16/21
ḫalḳ Xalq Halk 39/9

10
ḫᾱṣṣ Xas has, özgü 45/1
ḫayr xér, hayr hayır, iyilik 31/10, 66/35
ḫazīne Xezine Hazine 43/30
ḫiyᾱnet Xiyanet Hıyanet 44/34
ḫurᾱfe xurafat, hurafe, batıl inanç 22/13
xurafeler
İ
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
īcᾱd İcat icat, bulma 68/41
ihanet İhanet ihanet, kötülük 52/34
etmek
īmᾱn İman İman 40/14
insᾱn İnsan İnsan 54/4
inṣᾱf İnsaf insaf, vicdana 17/28
dayanan adalet
İslᾱm İslam İslam 21/10, 22/13, 44/34
İsm İsim İsim 26/29, 26/30, 34/24
işᾱre İşare İşaret 48/17
K
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
kᾱfir Kâfir Kâfir 46/6, 51/31
Kenz Kenz Ø, hazine 40/15
kitᾱb Kitap Kitap 31/10
Kufr Küfür Küfür 37/1, 40/14

Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ḳafes Qefes Kafes 23/19, 26/32, 62/16
ḳalb Qelb Kalp 9/7
ḳalem Qelem Kalem 14/13, 40/15, 60/6
ḳaṣd Kasıt kasıt, amaç 23/18
ḳaṣṣᾱb Qassap Kasap 11/2
ḳᾱżī Qazı Kadı 40/15
ḳıfl Qifil Ø, kilit, anahtar 17/27, 25/27, 37/2
ḳismet Qismet Kismet 39/8
ḳiymet Qiymet kıymet, değer 29/1, 32/17, 37/1, 41/21
ḳīṭᾱn Qaytan Kaytan 51/30
ḳumᾱş Qumaş Kumaş 41/21
ḳurbᾱn Qurban Kurban 11/2, 46/8
ḳuṣūr Qusur Kusur 15/19
L
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
la،net ne،let, lanet lanet, beddua 30/6, 46/6
M
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T.T. Kar. ve An. S.s.
maḥabbet Mühebbet muhabbet, sevgi 67/38
maḥbes Mehbes mahbes, cezaevi 26/32
maḥkūm Mehküm Mahkûm 10/11
mᾱl Mal Mal 49/23, 50/24, 54/5
masḫara Mesxere maskara, güldürücü 41/21,47/13
11
ma،ṣum Masum masum, suçsuz 53/1
meclis Meclis Meclis 26/31, 29/4, 45/2
mecnūn Mecnun mecnun, deli 51/29
melʻūn Melon melun, lanetli 51/29
merhem Merhem Merhem 24/24
mevlᾱ Mulla Molla 38/4
miḥnet Mihnet mihnet, sıkıntı 47/11
miḥrᾱb Mihrab Mihrap 15/16
miḳaṣṣ Manqas Makas 61/10
millet Millet Millet 55/10
miskīn Miskin miskin, zavallı 9/4, 60/5, 64/22
Miŝᾱl Mısal misal, örnek 65/30
muṣliḥ Muslih muslih, barışçı 26/30
N
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Ka. ve An. S.s.
Namᾱz Namaz Namaz 46/6
Necᾱt Necat necat, kurtuluş 68/41
neş᾿e Neşe Neşe 64/23
nifᾱk Nifak nifak, ara bozuculuk 63/18
ni،met nimet, ni،met Nimet 29/2, 37/1
niyyet Niyet niyet, maksat 40/16
R
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
Rabb Rab Rab, Tanrı 56/14
rᾱhī Rahı Ø, geniş, bol, 13/9
raḥmet Rahmet Rahmet 50/25, 54/5
raḳīb Raqıb Rakip 12/5, 27/36, 33/19
Red Red red, geri çevirme 41/19
Remz Remiz remiz, sembol 40/15
reẕīl Rezil rezil, cimri 47/10, 49/23, 50/26
Rizḳ Rızıq Rızık 39/10, 40/13
Rutbe Rütbe Rütbe 31/11
S
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T.T. Kar. ve An. S.s.
sᾱ،at se،et, saat Saat 19/1, 25/25
Sebīl Sebil Sebil 10/8
seḥer Seher Seher 15/17
sereṭᾱn Saratan Ø, kanser 14/14
silᾱḥ Silah Silah 44/31
sitᾱre Sıtara Ø, damın etrafındaki 38/4
parapet duvar
sulṭᾱn Sultan Sultan 63/18
sunbul sünbül, sümbül Sümbül 30/7
sunnī Sünnü Sünni 22/13

Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ṣabr Sabir Sabır 25/25
ṣifat Sıfat Sıfat 22/13

12
ṣiḥḥat Sıhhat Sıhhat 40/15
ṣuḥbet Söhbet Sohbet 41/18
Ŝ
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ŝevᾱb Suvap Sevap 31/10
Ş
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
şemʻdan şemʻadan Şamdan 44/31
(şemʻ: Ar.+
dᾱn: Far.)
Şerr Şer şer, kötülük 26/30, 31/10, 64/26
şeyṭᾱn Şeytan Şeytan 38/4, 51/29, 51/30
şīʻī Şii Şii 22/13
T
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
tᾱc Tac Taç 67/37
taḳsīm Taqsim Taksim 39/10
tᾱrīḫ Tarih Tarih 26/30
taʻyīn Tayin tayin, belirtme 51/29
tekye Tekke Tekke 44/34
Turbe Türbe Türbe 44/34

Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ṭᾱliʻ Talih Talih 61/9
ṭıfıl Tifil Ø, çocuk, yavru 17/27, 25/27
V
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T.T. Kar. ve An. S.s.
vᾱriŝ Varis vâris, mirasçı 54/5
vaṣf Vasıf Vasıf 48/19
Vefᾱʼ Vefa Vefa 27/36
Z
Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
zᾱhid Zahit Zahit 50/25
Zamᾱn Zaman Zaman 54/7
zelzele Zelzele zelzele, deprem 66/33
zemherīr Zamharın zemheri, kara kış 37/3

Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ẓᾱlim Zalım Zalim 42/24, 50/28, 65/31, 66/33
ẓulm Zulum Zulüm 46/7
ẓulmet Zulmat zulmet, karanlık 14/14

Ar. Ke. Es.Tü. Ke. T. T. Kar. ve An. S.s.
ẕihn Zihin Zihin 10/10
Sonuç
Son söz olarak Orat Asya'dan batıya göç eden Irak Türkmenlerinin çoğu Irak'ın
kuzey batısında bulunan Telafer'den başlayarak Irak'ın orta bölgesinde bulunan
topraklarında yerleşerek Irak'ı kendileri için vatan seçmişlerdir.

13
Irak Türkmenleri hem konuşma dilinde hem de yazı dilinde değişik özellikleri
içeren Türkmenceyi kullanıyorlar. Konuşma dilinde kendi ağızlarına göre Azeri Türkçesini
kullanırken yazı dili ise, Türkiye Türkçesinin yazı dilini, özellikle de 2003'ten sonar
kullanmaktadırlar. Ancak bu tarihten önce eski rejim döneminde bazı nedenlerden dolayı
Osmanlı döneminde kullanılan Arap harfli Türkçe alfabesini kullanıyorlardı.
Irak Türkmenleri yaşadıkları ortamın, komşu ülkelerin ve diğer şartların
etkisiyle kullandıkları Türkmencelerinde Arapça, Türkçe ve Farsçanın etkisi açık bir
şekilde görülmüştür. Bu etkilerin nedeniyle bu dillerden ve özellikle Arapçadan
Türkmenceye birçok kelime geçmiştir. Bunun yanı sıra Arapçaya mahsus olan " ، ، ‫ ض‬، ‫ع‬
‫ ق ء‬، ‫ خ‬، ‫ ح‬، ‫ " ظ‬gibi harflerin Türkmencede kullanıldığı ve telaffuzları açıktır.
Irak'ın kuzey ve ortasında yerleşen Türkmenler, kendilerine özgü ses ve biçim
özellikleri olan güzel şivelerini koruyarak şehir, kasaba, ilçe, köy ve mahalle arasında
bazı ağız farklılıklarına karşın kendi ağızlarıyla epey şiir, horyat, matal, deyim ve
atasözlerini ortaya koymuşlardır. Ancak yaşadıkları ortamın resmi dili Arapça
olduğundan dillerinde birçok sayıda Arapça kelimeler bulunmaktadır. Arapçadan alıntı
kelimeler Türkmencedeki ses özelliklerinin kuralına uydurularak kelimelerin ünlü ve
ünsüzlerinde pekçok ses değişmeleri ortaya çıkmıştır. Bu değişmelerin yanında ünsüz
türemesi, üzsüz düşmesi, ünsüzlerin yer değiştirmesi, ünsüz ikizleşmesi, ikiz ünsüzlerin
tekleşmesi ve ünsüz benzeşmesi gibi ses olayları görülmüştür.
Kısaltmalar:
Ar.Ke. → Arapça Kelimeler, Es.Tü. Ke. → Eserdeki Türkmence Kelimeler, T.T.
Kar. ve An → Türkiye Türkçesi Karşılığı ve Anlamları, S. → sayfa, s. → satır.
Transkripsion İşaretleri:
Türkiye Türkçesinde kullanılan harflerden başka eserde kullanılan işaretler:
23 →‫ﺁ‬, é →kapalı e, ġ ve ğ → ‫ ﻍ‬, ḥ ve h → ‫ ح‬, x ve ḫ → ‫ خ‬, ī → ‫ ى‬, q ve ḳ → ‫ ق‬, ṣ
24 ‫ ﺺ‬, ŝ → ‫ ث‬, ṭ → ‫ ﻄ‬, ū → ‫ وا‬, ż → ‫ ض‬, ẓ → ‫ ظ‬, ẕ → ‫ ذ‬, ʻ → ‫ ᾽ → ء‬, ‫ع‬
5888 : Benzerlik, sözcüğün değişik şeklini gösteren işaret. Ø : Ses düşme işareti
KAYNAKLAR
AKALIN, Şükrü Halûk ve Başkaları (2005) Yazım Kılavuzu, 24. Baskı, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara
..................., (2009) Türkçe Sözlük, 10. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
BAYAT, Fazil Mehdi (1984) Irak'ta Türkmen Edebiyatı Tarihi (1958-1968), Türkmen
Kardeşlik Ocağı Yayınları, Bağdat
BENDEROĞLU, Abdullatif (1989) Irak Türkmen Edebiyatı Tarihine Bir Bakış, 1.C.,
Kültür ve Tanıtma Bakanlığı, Türkmen Kültür Müdürlüğü Yayınları, Bağdat DEMİRCİ,
Kerim (2014) Türkoloji İçin Dilbilim, 2.Baskı, Anı Yayınları, Ankara DEMİR, Tufan
(2013) Türkçe Dilbilgisi, 3.Baskı, Kurmayı Yayınları, Ankara ERGİN, Muharrem
(2008) Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayınları, İstanbul HÜRMÜZLÜ, Habib (2003) Kerkük
Türkçesi Sözlüğü, Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul
…………., (2013), Irak Türkmen Türkçesi Sözlüğü, 2.Baskı, Türkmeneli İşbirliği
ve Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul
KORKMAZ, Zeynep (1992) Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara
KÜZECİ, Şemsettin (2006) Kerkük Şairleri, (Irak Türkmen Şairleri), 1.Baskı, 1.C.,
Dünya
Genç Yazarlar Birliği Yayınları, Ankara
MARUFOĞLU, Ali (2012) Türkmeneli'nin Dili Hoyrat, 1.Baskı, Kerkük Vakfı
Yayınları,
İstanbul
MUTÇALI, Serdar, Türkçe-Arapça Sözlük, Dağarcık Yayınları, İstanbul

14
TERZİBAŞI, Atâ (2013) Kerkük Şairleri, 2.Baskı, 4.C., Ötüken Yayınları, İstanbul
TİMURTAŞ, Faruk K. (1999) Osmanlı Türkçesine Giriş, 17. Baskı, İstanbul Üniversitesi
EdebiyatYayınları, İstanbul
TOPALOĞLU, Ahmet (1989) Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, 1.Baskı, Ötüken
Yayınları, İstanbul
VURAL, Hanifi ve TUNCAY, Böler (2012) Ses ve Şekil Bilgisi, 2. Baskı, Kesit
Yayınları, İstanbul
Kaynak Kişiler
MARUFOĞLU, Ali (05.06.2018) Şairle Yapılan Görüşme

İRAN’DAKİ TÜRKÇE DEĞİŞKELERDE ḳ (ART DAMAK k’si)


ÜNSÜZÜNÜN GELİŞİMİ
*
Dr. Talip DOĞAN
Özet
Çalışmada İran’da kullanılan Türkçe değişkelerde ḳ (art damak k’si) ünsüzüyle
ilgili sözcük başında, içinde ve sonunda kaydedilen değişmeler değerlendirilmiştir. Bu
değişmeler, Türkçe değişkelerin hem tarihsel gelişimi hem de İran’da Farsçayla ilişkileri
hakkında fikir verecek ölçüdedir. Örneğin, Türkçe sözcüklerin başındaki ḳ ünsüzü Oğuz
grubunun üyelerinde tarihsel gelişime uygun olarak ötümlüleşmiştir: (Güney)
Azerbaycan Türkçesinde ġız < DLT ḳīz ~ ḳız ‘kız’, Kaşkay Türkçesinde ġul < DLT ḳul
‘kul’, Horasan Türkçesinde ġulaḫ < DLT ḳulḳaḳ ‘kulak’, Türkmen Türkçesinde ġoy- <
DLT ḳoḍ- ‘koymak’ gibi. Halaç Türkçesinde sözcük başı ḳ’nın korunmasına rastlanır:
ḳarşu ‘karşı’. Ancak Halaç Türkçesinde de sözcük başı ḳ ünsüzünün, büyük oranda
ötümlüleştiği gözlemlenmektedir: ġāl- < ATü. *ḳāl- ‘kalmak’, ġārru- < ATü.
*ḳārı-‘yaşlanmak’ gibi. Eski Türkçenin ses ve biçim bilgisi özelliklerini büyük oranda
korumuş olan Halaç Türkçesindeki bu gelişme, Azerbaycan Türkçesinin etkisiyle
gerçekleşmiştir. Çünkü İran’da Azerbaycan Türkçesinin coğrafi genişliği, konuşur
sayısının çokluğu gibi sebeplerle bir dereceye kadar Farsça ve diğer Türkçe değişkeleri
etkilediği gözlemlenmektedir.
Sözcük sonundaki ḳ ünsüzü Azerbaycan, Kaşkay, Sungur ve Horasan
Türkçelerinde sızıcılaşıp ḫ olur. Örnekler sırasıyla bulaḫ < DLT bulaḳ ‘pınar’, bālıḫ <
DLT balıḳ ‘balık’, baḫ- < DLT baḳ- ‘bakmak’, çuḫ < EOT çoḳ ‘çok’ şeklinde
verilebilir. Sözcük sonunda ḳ ünsüzü, Türkmen ve Halaç Türkçelerinde ise
korunmuştur: āġalıḳ < Moğ. āḳā + lıḳ ‘ağabeylik’, hōçaḳ < ATü. hōtçaḳ ‘ocak’ vb.
Hem Doğu hem de Batı kökenli alıntı sözcüklerin başında ve içinde ḳ ünsüzünün
kullanılması Türkçe değişkelerin bütününde görülen karakteristik bir özelliktir: Azerbaycan
Türkçesinde ḳamyon < Fr. camion [Far.’da ḳāmyon ( ‫‘ ])نويماک‬kamyon’, şiḳar
23 Far. şiḳār (‫‘ )ﺭاﻜﺷ‬avcı’, Kaşkay Türkçesinde ḳarvansara < Far. ḳārbān + serā (
‫نابﺭاک‬¥¥¥‫‘ )اﺭس‬kervansaray’, Sungur Türkçesinde ḳur < Far. ḳūr ( ‫‘ )ﺭوک‬kör’, Horasan
Türkçesinde doḳtur < Fr. docteur [Far.’da doḳtor (‫‘ ])ﺭتکد‬doktor’ gibi. Hangi kökenden
olursa olsun bu sözcükler, Farsçada da ḳ’lı kullanılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu
sözcükler Türkçe değişkelere, Farsçadaki seslik özellikleriyle geçmiştir.
Anahtar sözcükler: Türk lehçeleri, Art Damak k ünsüzü, Türkçe-Farsça
ilişkileri, dil ilişkileri.
1. İran’da Kullanılan Türkçe değişkeler
5888
Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşerî Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, e-posta: dogan.talip@gmail.com

15
Bugün İran’da Türkçenin çeşitli değişkeleri konuşulmaktadır. Bilimsel
literatürde bu değişkeler için (Güney) Azerbaycan (Orta Oğuz), Kaşkay ve bununla
ilgili bir değişke olan Sungur (Güney Oğuz), Horasan (Doğu Oğuz), Türkmen (Kuzey
Oğuz) ve Halaç Türkçesi gibi isimler kullanılmaktadır. Anılan değişkelerden ilk dördü
Türk dilinin Güney-Batı (Oğuz) grubuna aittir. Halaç Türkçesinin ise birçok arkaik dil
özelliği ile diğerlerinden ayrı bir gelişim çizgisi takip ettiği ifade edilmektedir. (Doerfer
2006: 93-110).
Bu değişkeler arasında Azerbaycan Türkçesi, İran’da Farsçadan sonra en fazla
konuşulan dildir. Hâkim bir şekilde İran’ın kuzeybatısında kullanılan Azerbaycan
Türkçesi, bu bölgenin yanı sıra Hazar Denizinin kıyısında Galūgāh ile Kuzey
Horasan’da Dara-Gaz ve Lütf-ābād gibi dil adacıklarında (bk. Doerfer 1998: 273-276)
da kullanılmaktadır. Bilimsel kaynaklarda İran’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin
nüfusu, farklı rakamlarda kaydedilmiştir. Farklı yıllarda sunulan başlıca kaynaklarda
nüfus 13 milyon (Boeschoten 1998: 13), 20 milyon (Shaffer 2002: 221-225), 30-33
milyon (Heyet 2008: 21) sayıları ile geçmektedir. Bradley (2007: 187)’e göre İran’da
Azerbaycan Türkleri, nüfusun dörtte birini oluşturmaktadır. Kaşkay Türkçesi, İran’ın
güneybatısındaki Fars eyaletinde konuşulmaktadır. Kaşkaylar günümüzde, konar-göçer
olarak yaşamaya devam etmekle birlikte artık büyük bir çoğunlukla yerleşik hayata
geçmiş durumdadırlar. Kaynaklarda Kaşkay Türklerinin nüfusu, 570.000 ilâ 1,5 milyon
arasında ifade edilmektedir. Sungur Türkçesi, İran’ın batı sınırlarında Kirmanşah
eyaletine bağlı Sungur şehrinde, 32 bin civarında nüfus tarafından varlığını
sürdürmektedir. Horasan Türkçesi, İran’ın kuzeydoğusunda bulunan Horasan
bölgesinde (Kuzey Horasan ve Razavi Horasan eyaletleri) yaklaşık 2 milyon kişi
tarafından konuşulmaktadır. Türkmen Türkçesi, İran’ın kuzeydoğusunda Türkmensahra
olarak adlandırılan ve bugün Gülistan ile Kuzey Horasan eyaletlerini içine alan bölgede
2 milyon civarında insan tarafından kullanılmaktadır. Halaç Türkçesi ise 40 bini aşkın
bir konuşur tarafından Tahran’ın 160 km. güneybatısında Save, Kum, Erak ve Tefriş
illeri arasında yer alan bölgede konuşulmaktadır (bk. Gökdağ & Doğan 2016; Atıcı
2015: 53; Doğan 2016: 13). Bu değişkelerden Halaç, Horasan ve Kaşkay Türkçeleri
bölgenin resmî ve baskın dili Farsçanın güçlü etkisinde hemen hemen her dilbilimsel
düzeyde başkalaşıma uğramıştır. Türkmen Türkçesi ise bu açıdan daha az etkilenmiştir.
İncelemenin dil malzemesi, ağırlıklı olarak, İran’daki Türkçe değişkeleri temsil
eden metinlerin bulunduğu Gökdağ & Doğan (2016)’a dayanmaktadır. Bu çalışmadaki
metinlerin temelinde Şehriyar’ın 1954 yılında yayımladığı Héyder Baba’ya Selām adlı
şiiri yer almaktadır. Yayımlandığında İran Türkleri başta olmak kaydıyla dünya Türkleri
arasında büyük yankı uyandıran şiir, (Güney) Azerbaycan Türkçesiyle söylenmiştir. Bu
şiire daha sonra Kaşkay, Horasan, Türkmen, Halaç Türkleri gibi İran’daki topluluklar
tarafından birçok nazire, cevap ve ithaf yazılmıştır. Söz konusu çalışmada Türkçe
değişkeler, bu metinler ile bir arada toplanmıştır. Bunula birlikte ihtiyaç hâlinde
literatürde yer alan diğer metinlere de başvurulmuştur.
23 Türkçede ḳ’nın gelişimine bir bakış
Ötümsüz, patlayıcı ve art damak ünsüzü olan ḳ, Türkçede birincil olarak art
ünlülü sözcüklerin başında, içinde (iki ünlü arasında ve ünsüz yanında) ve sonunda
bulunur: Orhon Türkçesinde ḳāl- ‘kalmak’, ḳan ‘kan’, toḳı- ‘dövmek’, yuyḳa ‘ince’,
ıraḳ ‘uzak’ (Tekin 2003: 68-69); Eski Uygur Türkçesinde ḳol ‘kol’, taḳı ‘ve, dahi’,
armaḳçı ‘entrikacı’, uzaḳ ‘uzak’ (Eraslan 2012: 68, 552). ḳ ünsüzüyle ilgili değişmelere,
daha Karahanlı Türkçesi metinlerinde rastlamak mümkündür. Örneğin DLT’de söz
içinde ünsüz yanında ḳ > ḫ değişmesinin olduğu oḫşa- ‘benzemek’ (Ercilasun &
Akkoyunlu 2014: 780) gibi.

16
Kuzey-Doğu Türkçesinin tarihî lehçelerinde, söz başı ḳ ünsüzü korunmuştur:
Harezm Türkçesinde ḳulaḳ < DLT ḳulḳaḳ ‘kulak’, ḳısḳa < DLT ḳısġa ‘kısa’ (Eckmann
2003b: 13) ; Çağatay Türkçesinde ḳaç- < DLT ḳaç- ‘kaçmak’, ḳaçan < DLT ḳaçan ‘ne
zaman’, ḳayt- < DLT ḳadıt- ‘dönmek’ (Eckmann 2003: 39); Kıpçak Türkçesinde ḳoy- <
DLT ḳoḍ- ‘koymak’, ḳuyu < DLT ḳuḍuġ ‘kuyu’. Kıpçak sahasında Codex Cumanicus ile
Ermeni Kıpçakçasında aynı zamanda söz başında ḳ > ḫ değişmesinin olduğu örnekler
bulunur: ḫan < DLT ḳan ‘kan’, ḫanat < DLT ḳanat ‘kanat’, ḫanı < DLT ḳanı ‘hani’, ḫuv-
5888 DLT ḳow- ‘kovmak’, ḫaşuḫ < DLT ḳaşıḳlıḳ ‘kaşık’, ḫız < DLT ḳīz ~ ḳız
‘kız’ (Karamanlıoğlu 1994: 17; Tekin & Ölmez 2003: 47). Bütün lehçelerde söz içi
(ünsüz yanında) ḳ ünsüzleri, bazen ḫ’ya değişmiştir: Harezm Türkçesinde yaḫşı < KB
yaḳşı ‘güzel’, aḫtar- < aḳtar- ‘aramak’ (Eckmann 2003b: 13); Kıpçak Türkçesinde
aḫtur < DLT aḳtur- ‘döndürmek’, oḫşa- < KB oḳşa- ‘benzemek’ (Karamanlıoğlu 1994:
17; Tekin & Ölmez 2003: 43); Çağatay Türkçesinde saḫla- < DLT saḳlan- ‘saklamak’,
toḫsan < DLT toḳson ~ toḳuz ōn ‘doksan’ (Eckmann 2003a: 39). Söz içinde iki ünlü
arasında ḳ ünsüzleri korunmuş, Çağatay Türkçesinde aynı zamanda bazı sözcüklerde ġ
olmuştur: Harezm Türkçesinde çaḳır- < DLT çaḳrış- ‘çağırmak’, saḳın- < DLT saḳın-
‘düşünmek’ (Eckmann 2003b: 13); Kıpçak Türkçesinde buḳaġı < DLT buḳaġu ‘bukağı’,
taḳuḳ < DLT taḳaġu ‘tavuk’; Çağatay Türkçesinde aḳar- < DLT āḳ-ar- ‘ağarmak’, daġı
< DLT taḳı ‘dahi’, saġın- < DLT saḳın- ‘düşünmek’ (Eckmann 2003a: 39, 247). Söz
sonu ḳ ünsüzünün Kıpçak Türkçesinde ḫ’ya değiştiği örnekler bulunmaktadır: aḫ- <
DLT aḳ-‘akmak’, azıḫ < DLT azuḳ ‘yemek’ (Karamanlıoğlu 1994: 17).
Tarihî Bulgar Türkçesinin kollarında ḳ ünsüzü söz başında, içinde ve sonunda
ḫ’ya değişmiştir: Tuna Bulgarcasında tōḫ ~ ET taġuḳ ‘tavuk’, Volga (İdil)
Bulgarcasında ḫan ~ ET ḳan ‘kan’, ḫırıḫ ~ ḳırḳ ‘kırk’, toḫur ~ ET toḳuz ‘dokuz’ (Tekin
1987: 18-19; Ercilasun 2004: 213).
Eski Oğuz Türkçesinde ḳ ünsüzü söz başında korunmuş, söz içinde ve sonunda
yer yer korunmuş veya ḫ’ya değişmiştir: ḳaçan < DLT ḳaçan ‘ne zaman’, ḳanda < DLT
ḳanda ‘nerede’, ḳanġı <*ḳa ‘hangi’, ḳanı < DLT ḳanı ‘hani, nerede’1, ḳatı < DLT ḳatıġ
‘katı, sert; güçlü’, ḳayġu < DLT ḳaḍġu ‘kaygı’, oḳı- < DLT oḳı- ‘söylemek, çağırmak’,
yaḳıncaḳ < DLT yaḳın ‘yakıncacık’, yazuḳ < DLT yāzuḳ ~ yazuḳ ‘günah’, çoḫ < *çōḳ
‘çok’, yoḫ < DLT yōḳ ~ yoḳ ‘yok’, yanaḫ < DLT yaŋaḳ ‘yanak’, yoḫsul < yoḳsul
‘yoksul’, arḫa < DLT arḳa ‘arka’, aḫıt- < DLT aḳıt- ‘akıtmak’, daḫı < DLT taḳı ‘dahi’.
2
Ana Türkçe birincil uzun ünlü taşıyan sözcüklerde ise söz içi ve sonundaki ḳ’ların
ötümlüleştiği örnekler vardır: çaġır- < ATü. *çāḳır- ‘seslenmek’, aġ < ATü. *āḳ ‘ak,
beyaz’, yoġ < ATü. *yōḳ ‘yok’ (Timurtaş 2005: 65, 309-362; Özkan 2009: 1168-1255).
5888 ünsüzüne dair değişmeler, daha sonra, kimi çağdaş Türk lehçelerinin
de karakteristiğini yansıtır özellikte oluşmuştur. Örneğin Hakas Türkçesinde söz başı ve
sonu ḳ ünsüzü, ḫ’ya değişmiştir: ḫazın < DLT ḳaḍın ‘kayın, dünür’, ḫıs < DLT ḳīz ~ ḳız
‘kız’, ḫol < DLT ḳōl ~ ḳol ‘el’, azaḫ < DLT aḍaḳ ‘ayak’, sıḫ- < DLT çıḳ- ‘çıkmak’, çoḫ
5889 *çōḳ ‘çok’; Kumuk Türkçesinde bazı sözcüklerin başında ḳ > ḫ değişmesi
olmuştur: ḫonşu < DLT ḳonşı ‘komşu’, ḫum < DLT ḳum ‘kum’, ḫurt < DLT ḳurt ‘kurt’;
Karay Türkçesinin Troki ağzında söz içi (ünsüz yanında) ve söz sonu ḳ’lar, ḫ’ya değişmiş
durumdadır: arıḫ < arıḳ ‘zayıf’, aḫsaḫ < KB aḳsaḳ ‘aksak’, ḳaşuḫ < DLT ḳaşıḳlıḳ ‘kaşık’.
Ayrıca, Çuvaş Türkçesinde ḳ ünsüzü söz başında, içinde ve sonunda ḫ’ya değişmiş
durumdadır: ḫupaḫ ~ ET ḳapaḳ ‘kapak’, ḫıtĭ ~ ET ḳatıġ ‘katı’, ḫuran ~ ET ḳazġan

1
*ḳa unsurlu soru sözcükleri, daha sonra Oğuz grubu lehçelerinde ḫa’ya dönüşmüştür. Sözcükler bu
yönüyle, söz başında ḳ > ḫ (> h) değişmesinin nadir görülen örneklerini temsil etmiştir: Türkmen
Türkçesinde haysı ‘hangi’; Azerbaycan Türkçesinde hansı ‘hangi’, hanı ‘hani’, Türkiye Türkçesinde
hangi, hani.
0Ana Türkçe dönemi için tasarlanmış olan sözcükler, Tekin (1995)’e dayanmaktadır.

17
‘kazan’, śuḫĭr- ~ çaḳır- ‘çağırmak’, suḫal ~ ET saḳal ‘sakal’, yuḫ- ~ ET aḳ- ‘akmak’, pĭḫ-
0 ET baḳ- ‘bakmak’, śıḫ- ~ ET sıḳ- ‘sıkmak’. Çuvaş Türkçesinin bir kelimesinde ise söz
başı ḳ ünsüzü düşmüştür: ĭsta ~ ET ḳanda ‘nerede’ (Yener 2010: 48-66).
Oğuz grubu lehçelerinde (yazı dillerinde) söz başı ḳ’lar, Türkiye ve Gagavuz
Türkçeleri ile Harezm-Oğuzcasında3 korunmuş, Azerbaycan ve Türkmen Türkçelerinde
ise ötümlüleşip ġ’ya değişmiştir: Türkiye Türkçesinde ḳaba < DLT ḳaba ‘kaba’, ḳucaḳ
< DLT ḳuçaḳ ‘kucak’; Gagavuz Türkçesinde ḳār < DLT ḳār ‘kar’, ḳōr ‘kor’; Harezm-
Oğuzcasında ḳāl- < DLT ḳāl ~ ḳal- ‘kalmak’, ḳıyz < DLT ḳīz ~ ḳız ‘kız’, ḳōş < DLT ḳōş
‘çift’; Azerbaycan Türkçesinde ġal- < DLT ḳāl ~ ḳal- ‘kalmak’, ġız < DLT ḳīz ~ ḳız
‘kız’, Türkmen Türkçesinde ġāl- < DLT ḳāl ~ ḳal- ‘kalmak’, ġuş < DLT ḳuş ‘kuş’. Söz
içi ve sonu ḳ ünsüzleri Türkiye, Gagavuz, Türkmen Türkçeleri ile Harezm-Oğuzcasında
korunmuş; Azerbaycan Türkçesinde ise ḫ’ya değişmiştir: Türkiye Türkçesinde ḳapı <
DLT ḳapuġ ‘kapı’, ḳon- < DLT ḳon- ‘konmak’, çıḳar- < DLT çıḳar- ‘çıkarmak’;
Gagavuz Türkçesinde yapraḳ < DLT yapurġaḳ ‘yaprak’, sūḳ < DLT soġıḳlıḳ ‘soğuk’,
sālıḳ < DLT saġ ‘sağlık’; Türkmen Türkçesinde oḳa- < DLT oḳı- ‘okumak’, ġorḳ- <
DLT ḳorḳ-‘korkmak’; Harezm-Oğuzcasında doḳḳız < DLT toḳuz ‘dokuz’, ḳucaḳ < DLT
ḳuçaḳ ‘kucak’, dodaḳ < dudaḳ ‘dudak’, ocaḳ < DLT oçaḳ ~ oçuḳ ‘ocak’; Azerbaycan
Türkçesinde aḫ- < DLT aḳ- ‘akmak’, oḫ < DLT oḳ ‘ok’, yuḫarı < DLT yoḳaru ‘yukarı’,
4
uzaḫ < DLT uzaḳ ‘uzak’ (Tekin & Ölmez 2003: 14-163; Eker 2007b: 118-124).
Az sayıdaki örnekte söz içi ḳ ünsüzü, v (> y)’ye değişmiştir: Örneğin DLT’de
taḳaġu ‘tavuk’, Türkiye Türkçesinde tavuḳ ‘tavuk’, Azerbaycan Türkçesinde toyuġ
‘tavuk’, Türkmen Türkçesinde tovuḳ ‘tavuk’.
3. İran’daki Türkçe değişkelerde ḳ’nın gelişimi
3. 1. Söz başı ḳ ünsüzü
1. 1. Türkçe sözcüklerde: Bütün değişkelerde Türkçe sözcüklerin başındaki ḳ
ünsüzünün ötümlüleşip ġ’ya dönüşmesi karakteristiktir. Ancak kimi değişkelerde
ötümlüleşmenin gerçekleşmediği örneklere de rastlanır.
Azerbaycan Türkçesi: ġan < DLT ḳan ‘kan’, ġalḫ- < ḳalḳ- ‘kalkmak’, ġız <
DLT ḳīz ~ ḳız ‘kız’, ġızıl < DLT ḳızıl ‘altın’, ġov- < DLT ḳow- ‘kovmak’.
Ötümlüleşmenin olduğu bazı sözcüklerde, ünlülerde de ön damaksıllaşma yönünde
değişme gerçekleşmiştir ġéyne- < DLT ḳayna- ‘kaynamak’, ġéyter- < DLT ḳaytar-
‘döndürmek’ (İTT: 243-246).
Kaşkay Türkçesi: ġap- < DLT ḳap- ‘kapmak’, ġız < DLT ḳīz ~ ḳız ‘kız’, ġoy- <
DLT ḳoḍ- ‘koymak’, ġul < DLT ḳul ‘kul’. Ünlülerin ön damaksıllaştığı örnekler, Kaşkay
Türkçesinde de vardır: ġeç- < DLT ḳaç- ‘kaçmak’, ġerri < DLT ḳarı ‘yaşlı’, ġerşi < DLT
ḳarşı ‘karşı’, ġéyna- < DLT ḳayna- ‘kaynamak’, ġiç < ḳıç ‘ayak’ (İTT: 277-281).
Ayrıca ötümlüleşmenin olmadığı az sayıda örnekler tespit edilmiştir: ḳaḳā < *ḳa
‘kardeş’, ḳoyun < DLT ḳon ~ ḳoy ‘koyun’ (İTT: 285).
Sungur Türkçesi: Sungur Türkçesinde ötümlüleşme örnekleri yaygın değildir.
Ortaya çıkan az sayıdaki örneklere şunlar gösterilebilir: ġız < DLT ḳīz ~ ḳız ‘kız’, ġo- <
DLT ḳoḍ- ‘koymak’, ġoca < EOT ḳoca ‘koca’, ġuş < DLT ḳuş ‘kuş’, ġuşni < DLT ḳonşı
‘komşu’ (ST: 80, 101).
Sungur Türkçesinde söz başı ḳ’lar genellikle, ötümsüz-süreksiz-dip damak
ünsüzü ҟ’ya değişmiştir: ҟal- < DLT ḳāl ~ ḳal- ‘kalmak’, ҟardaş < DLT ḳaḍaş ‘kardeş’,
ҟapu < DLT ḳapuġ ‘kapı’, ҟırḫ < DLT ḳırḳ ‘kırk’, ҟol < DLT ḳōl ~ ḳol ‘kol’ (ST: 81).

0
Özbekistan’ın Harezm bölgesinde konuşulan Harezm-Oğuzcasının yazı dili durumunda olmadığı burada
belirtilmelidir.
1
Birden fazla heceli sözcüklerin sonundaki ḳ’lar, Azerbaycan Türkçesi yazı dilinde ġ’lı yazılır ancak
konuşmada ḫ’dır: uzaġ ~ uzaḫ, torpaġ ~ torpaḫ gibi (KTLS: 1027).

18
Horasan Türkçesi: ġār < DLT ḳār ‘kar’, ġısġa < DLT ḳısġa ‘kısa’, ġorḫ- <
DLT ḳorḳ-‘korkmak’, ġul < DLT ḳōl ~ ḳol ‘kol’, ġulaḫ < DLT ḳulḳaḳ ‘kulak’ (İTT:
310-312). Bazı sözcüklerde meydana gelen ön damaksıllaşma, Horasan Türkçesinde de
söz konusudur: ġeyit- < DLT ḳadıt- ‘dönmek’, ġerri- < EOT ḳarı- ‘yaşlanmak’, ġeyird-
< EOT ḳayır- ‘yapmak’ (GG: 33).
Türkmen Türkçesi: ġardaş < DLT ḳaḍaş ‘kardeş’, ġırıl- < DLT ḳır- ‘kırılmak’,
ġoyun < DLT ḳon ~ ḳoy ‘koyun’, ġarrı < DLT ḳarı ‘yaşlı’, ġūrı- < DLT ḳurı- ~
ḳuru-‘kurumak’ (İTT: 336-338). Türkmen Türkçesinde söz başında yaygın olmamakla
birlikte ḳ’nın kullanıldığı örnekler de tespit edilmiştir: ḳaḳa < *ḳa ‘baba’, ḳıl- < DLT
ḳıl-‘yapmak, etmek’, ḳırḳ < DLT ḳırḳ ‘kırk’. (İTT: 342).
Halaç Türkçesi: Halaç Türkçesinde de kelime başı ḳ’lar büyük oranda
ötümlüleşmiştir: ġaç- < ḳaç- ‘kaçmak’, ġāl- < ATü. *ḳāl- ‘kalmak’, ġızġın < ḳızġın ‘kızgın’,
ġişlaġ < ḳışlaḳ ‘kışlak’, ġon- < ḳon- ‘konmak’, ġuş < ḳuş ‘kuş’. Aynı zamanda ön
damaksıllaşmanın olduğu örnekler, Halaç Türkçesinde de vardır: ġéyne- <
ḳayna-‘kaynamak’, ġiril- < ḳırıl- ‘kırılmak’, ġîyz < ATü. *ḳīz ‘kız’ (İTT: 361-364). Ses ve
biçim bilgisi açısından Eski Türkçe özellikleri büyük oranda korumuş olan Halaç
Türkçesinde ötümlüleşme temayülü, Azerbaycan Türkçesinin etkisiyle açıklanabilir. Çünkü
Halaç Türkleri, İran’da Azerbaycan Türkleriyle bir arada yaşarlar. Halaç Türklerinin Halaç
Türkçesi ~ Farsça ~ Azerbaycan Türkçesi şeklinde üç dilde konuştukları bildirilmektedir
(Heyet 2008: 376). Bununla beraber, İran’da hem resmî dil Farsça hem de diğer Türkçe
değişkeler üzerinde, konuşur sayısının çokluğu ve güçlü sosyal işlevi gibi sebeplerle
Azerbaycan Türkçesinin etkisinin olduğu bilinmektedir (bk. Doerfer 1998: 280; Vörös
2002). Halaç Türkçesinin dil özellikleri, dil ilişkileri yönünden bir taraftan da Oğuzcanın
içinde yer alan Azerbaycan Türkçesine yaklaşmaktadır.
Buna mukabil Halaç Türkçesinde söz başı ḳ’nın korunduğu örnekler de ortaya
çıkmıştır: ḳarşu ‘karşı’, ḳorḳ- ‘korkmak’ (İTT: 371).
3. 1. 2. Alıntı Sözcüklerde:
Azerbaycan Türkçesi: Azerbaycan Türkçesinde alıntı sözcüklerde (Arapça
5
kökenli) gg ünsüzü (gırtlak g’si) , ġ ünsüzüne dönüşmüştür. Sözcüklerin bir kısmında
aynı zamanda a > e yönünde ön damaksıllaşma gerçekleşmiştir. Ünlünün ön
damaksıllaşmasıyla birlikte ġ ünsüzünün boğumlanma noktası da orta damağa
kaymaktadır. Bu durum, beraberinde sözcüklerde ünlü-ünsüz uyumsuzluğunu
doğurmuştur6: ġed < Ar. ggadd (ّ‫‘ )دﻗ‬boy’ (İTT: 244), ġebul < Ar. ggabūl (‫‘ )ﻝوﺒﻗ‬kabul’,
ġebir < Ar. ggabr (‫‘ )ﺭﺒﻗ‬kabir’ (UA: 43), ġehfe < Ar. ggahve (‫‘ )ﻩوﻬﻗ‬kahve’ (SA: 254).7
Arapça kökenli olup ā (uzun a) ünlüsünü barındıran sözcüklerde ise ön
damaksıllaşma gerçekleşmemiştir. Bu sözcüklerde ġ ünsüzü art damakta telaffuz
edilmektedir: ġayda < Ar. ggāʿide (‫‘ )ﻩدﻋاﻗ‬usul, kaide’ (İTT: 244), ġānun < Ar. ggānūn (‫)نوناﻗ‬
‘kanun’ (UA: 514), ġāzı < Ar. ggāḍî (‫‘ )ﻰﺿاﻗ‬kadı’ (EİA: 518).

5
Arapçada ( ‫ )ق‬harfi; gırtlaktan çıkan ötümlü bir ünsüzü karşılamaktadır (bk. Karadoğan 2014). Bu ünsüz,
çalışmada gg (gırtlak g’si) işaretiyle gösterilmiştir.

0
Benzer ünlü-ünsüz uyumsuzluğu, kimi alıntı sözcüklerde ḳ’nın ön ünlü yanında kullanılmasının devam
ettirilmesi ile yakın zamanlara kadar Türkiye Türkçesinde de geçerli olmuştur. Bunun temel sebebi,
Arapça kökenli sözcüklerin Osmanlı Türkçesinde daima özgün biçimleriyle yazılmış olmasıdır. Ancak
Osmanlı Türkçesinde bu sözcüklerde ayrıca Arapçanın gg’sı, ḳ’ya dönüşmüştür. Örneğin Arapça ggalem (
‫ > )ملﻗ‬Osmanlı Türkçesi ḳalem (‫ )ملﻗ‬gibi. Başka bir deyişle bu sözcüklerde yazım aynı kalmış ama ses
değişmiştir. Günümüz Türkiye Türkçesinde ise bu tür sözcüklerdeki ünsüzler, ön damaksıl k’ye
dönüştürülmüş durumdadır (bk. Eker 2007a: 192-193). Böylelikle sözcükler bir nevi Türkçenin ses
bilgisine uydurulmuştur: iḳlim < Ar. igglîm (‫ > )ميلﻗا‬iklim, mevḳi < Ar. mevggi‘ (‫ > )ﻊﻗوم‬mevki, tenḳit < Ar.
tenggîd (‫ > )ديﻘنت‬tenkit, zevḳ < Ar. zevgg (‫ > )ﻗوذ‬zevk, musiḳi < Ar. mūsîggî (‫ > )ﻰﻘيسوم‬musiki.
1
Benzer kullanımlar Türkiye Türkçesinin Doğu grubu ağızların da bulunur. bk. Gemalmaz (1995: 130-
131)’da ġefile < Ar. ggāfile (‫‘ )ﻪﻝﻓاﻗ‬kafile’.

19
Alıntı sözcüklerin bir kısmında söz başında ve içinde ḳ ünsüzünün kullanıldığı
tespit edilmiştir. Hem Doğu hem de Batı kökenli olabilen bu sözcükler, Azerbaycan
Türkçesine Farsça kanalıyla geçmiştir. Bunun sonucu olarak da söz konusu sözcükler,
Azerbaycan Türkçesine Farsçada kazandığı seslik özellikleriyle kopyalanmıştır.
8
Azerbaycan Türkçesinde Farsçadan kopyalanan ḳ ünsüzlü sözcüklere örnekler:
ḳado < Far. ḳado (‫‘ )وداک‬hediye’, ḳat < Fr. carte [Far.’da ḳārt (‫‘ ])تﺭاک‬kart’, ḳārger
0Far. ḳārger (‫‘ )ﺭگﺭاک‬işçi’, ḳaş < Far. ḳāş (‫‘ )ﺵاﻛ‬keşke’, ḳamyon < Fr. camion [Far.’da
ḳāmyon (‫اک‬¥¥‫‘ ])نويم‬kamyon’, duḳtura < Fr. doctorat [Far.’da doḳtora (‫د‬¥¥‫‘ ])اﺭتک‬doktora’,
maḳaronu < İt. maccherone [Far.’da māḳāronî (‫ام‬¥¥¥¥‫‘ ])ينﺭاک‬makarna’, şoḳalat < İt.
cioccolata [Far.’da şoḳolat ( ‫‘ ])تلکﺷ‬çikolata’ (UA: 70, 409, 511), şiḳār < Far. şiḳār ( ‫)ﺭاﻜﺷ‬
‘av’ (İTT: 254)9.
Azerbaycan Türkçesinde bu tür sözcüklerin bazılarında ḳ ünsüzü, ön
damaksıllaşmıştır: kâğız < Far. ḳāġaẕ ‘kâğıt’ (‫)ذغاک‬, kôr < Far. ḳūr (‫‘ )ﺭوک‬kör’.10 (İTT:
247-248).
Şu kelimde ise Farsçada öndamaksıl olan ünsüz (k ünsüzü), Azerbaycan
Türkçesinde art damaksıllaşmıştır: pāḳıt < Fr. paḳuet [Far.’da pāket ‫‘ ]تکاپ‬paket’ (UA:
391).
Azerbaycan Türkçesinde ayrıca söz başı ḳ ünsüzü Türkçe kökenli bir sözcükte
kullanılmıştır: ḳuç‿éliple ‘göçmüşler’ (UA: 398), ḳuç‿élille ‘göç ediyorlar’ (UA: 399).
Ancak bu sözcükte ḳ, yine Farsçadan kopyalanmıştır. Çünkü köç ‘göç’ sözcüğü, önce
Farsçaya geçmiş ve burada ḳuç (‫‘ )چوک‬göç’ biçimini almıştır. Sözcük daha sonra,
Farsçadaki ses bilgisiyle Türkçeye kopyalanmıştır.
Kaşkay Türkçesi: Alıntı sözcüklerde oluşan değişmeler, Azerbaycan Türkçesiyle
paraleldir. Arapça kökenli sözcüklerin başındaki gg ünsüzü, ġ olmuştur. Aynı zamanda bu
sözcüklerdeki a’lar, e veya é’ye dönüşmüştür: ġefes < Ar. ggafes (‫‘ )ﺲﻔﻗ‬kafes’, ġehr < Ar.
ggahr (‫‘ )ﺭﻬﻗ‬kahır’, ġele < Ar. ggalʽa (‫‘ )ﻪﻌﻝﻗ‬kale’, ġelem < Ar. ggalem (‫‘ )ملﻗ‬kalem’, ġerġ < Ar.
ggarḳ (‫‘ )ﻗرﻍ‬gark’, ġeter < Ar. ggatar (‫‘ )ﺭﻄﻗ‬katar’ (İTT: 277-281).
23 ünlülü sözcüklerde ise ötümlüleşme gerçekleşmiş ancak ön damaksıllaşma
gerçekleşmemiştir: ġafile < Ar. ggāfile (‫‘ )ﻪﻝﻓاﻗ‬kafile’ (İTT: 277).
Alıntı sözcüklerin başında ve içindeki ḳ ünsüzü, Farsçadan kopyalanmıştır: ḳāş <
Far. ḳāş (‫‘ )ﺵاﻛ‬keşke’, ḳarvansara < Far. ḳārbān + serā ( ‫‘ )اﺭسنابﺭاک‬kervansaray’, ḳosse <
Far. ḳūse ( ‫‘ )ﻪسوک‬köse’, meḳān < Ar. mekān [Far.’da meḳān ( ‫‘ ])ناکم‬mekân’, telebḳār <
Ar. taleb + Far. -ḳār ( ‫‘ )ﺭاکﺐﻝﻃ‬istekli’, ḳōser < Ar. kevser [Far. ḳovser ( ‫‘ ])ﺭثوک‬kevser’
(İTT: 285-302).
Sungur Türkçesi: Sungur Türkçesinde Arapçadan alıntı sözcüklerin başındaki
gg’lar, Türkçe sözcüklerde olduğu gibi genellikle ötümsüz-süreksiz dip damak ünsüzü
ҟ’ya değişmiştir: ҟurban < Ar. ggurbān (‫‘ )نابرﻗ‬kurban’, ҟuran < Ar. ggur’ān (‫‘ )نﺁﺭﻗ‬Kur’an’
(ST: 224, 230).
Bu tür sözcüklerde aynı zamanda ön damaksıllaşmanın gerçekleşmesine de
rastlanır: ҟedim < Ar. ggadîm (‫‘ )ميدﻗ‬eskiden’ (ST: 237).
Alıntı sözcüklerin başında ve içinde ḳ ünsüzü, Farsçadan kopyalanmak suretiyle
Sungur Türkçesinde de kullanılmaktadır: ḳur < Far. ḳūr ( ‫‘ )ﺭوک‬kör’, ḳurd < Far. ḳord (
‫‘ )دﺭک‬Kürt’, huḳūmed < Ar. ḥukūmet [Far.’da hoḳūmet ( ‫‘ ])تموکح‬hükümet’, doḳdor < Fr.
docteur [Far.’da doḳtor (‫‘ ])ﺭتکد‬doktor’ (ST: 81, 219, 244).
Horasan Türkçesi: Arapça kökenli sözcüklerin başındaki gg (gırtlak g’si) ünsüzü,
ġ’ya değişmiştir. Bu sözcüklerde aynı zamanda a ünlüleri ön damaksıllaşmıştır: ġedim <

23
Farsçada ḳ (art damak k’si) ünsüzü, ( ‫ )ک‬harfi ile yazılmaktadır.
24
Bu sözcüklerin bir kısmında ḳ’lar, Türkiye Türkçesinde ön damaksıllaşıp k’ye dönüşür: şikâr < Far. şiḳār.
25
Bu sözcükler, Türkiye Türkçesinde de ön damaksıl ünsüzlüdür: kâğıt, kör.

20
Ar. ggadîm (‫‘ )ميدﻗ‬eski’, ġedr < Ar. ggadr (‫‘ )ﺭدﻗ‬kadir, değer’, ġehr < Ar. ggahr (‫‘ )ﺭﻬﻗ‬sıkıntı’
(İTT: 310-311, GG: 156-158).
Bu sözcüklerin ā ünlüsüne sahip olanlarında ön damaksıllaşma olmamıştır: ġāmet
23 Ar. ggāmet (‫‘ )تماﻗ‬boy, endam’, ġāzi < Ar. ggāḍî (‫‘ )ﻰﺿاﻗ‬kadı’ (GG: 156-158).
Alıntı sözcüklerde, Farsçadan kopyalanan söz başı ve içi ḳ ünsüzü
bulunmaktadır: ḳağaz < Far. ḳāġaẕ (‫اک‬¥¥‫‘ )ذغ‬kâğıt’, ḳursi < Ar. ḳursî [Far.’da ḳorsî (
‫‘ ])یسﺭک‬küçük tandır, ocak’, ḳāḳul < Moğ. [Far. ḳāḳul ( ‫‘ ])لکاک‬kâkül’, şiḳār < Far. şiḳār
(‫‘ )ﺭاﻜﺷ‬av’ (İTT: 314-320).
Türkmen Türkçesi: Türkmen Türkçesinde Arapça kökenli sözcüklerdeki gg
ünsüzü bakımından diğer değişkelerden ayrı bir gelişme seyri görülmektedir. Bu
sözcüklerdeki gg ünsüzü, Türkiye Türkçesine benzer yönde değişmiştir. Bir kısım Arapça
kökenli sözcüklerin başındaki gg ünsüzü, Türkiye Türkçesinde olduğu gibi art damak
k’sine (ḳ’ya) değişmiştir, yani ötümsüzleşmiştir: ḳader < Ar. ggader (‫‘ )ﺭدﻗ‬kader’, ḳalb <
Ar. ggalb (‫‘ )ﺐﻝﻗ‬kalp’, ḳarār < Ar. ggarār (‫‘ )ﺭاﺭﻗ‬karar’, ḳaźā < Ar. ggażāʾ (‫‘ )ﺀاﻀﻗ‬kaza’.
Benzer durum, söz içindeki yer alan ḳ ünsüzlerinde de geçerlidir: āḳıl < Ar. ʿāggil (‫)ﻝﻗاﻋ‬
‘akıllı’, huḳuḳ < Ar. ḥuggūḳ (‫‘ )ﻗوﻘح‬hukuk’ (İTT: 324-352).
Bazı Arapça kökenli sözcüklerin başındaki gg ünsüzleri ise Türkiye Türkçesinin Batı
11
grubu ağızlarına benzer şekilde ġ olmuştur : ġadam < Ar. ggadem (‫‘ )مدﻗ‬adım’, ġadîm
23 Ar. ggadîm (‫‘ )ميدﻗ‬eski, kadim’, ġant < Ar. ggand (‫‘ )دنﻗ‬şeker’, ġurbān < Ar. ggurbān (
‫‘ )نابرﻗ‬kurban’ (İTT: 336-339). Ayrıca, diğer değişkelerden farklı olarak, her iki gruptaki
Arapça kökenli sözcüklerin ünlülerinde ön damaksıllaşma olmamıştır.
Halaç Türkçesi: Halaç Türkçesinde Arapça kökenli sözcüklerin başındaki gg
ünsüzlerinin ġ’ya değişmesine rastlanır. Ancak ünlülerde ön damaksıllaşma olması
karakteristik değildir: ġabir < Ar. ggabr (‫‘ )ﺭﺒﻗ‬kabir’, ġader < Ar. ggadar (‫‘ )ﺭدﻗ‬kadar’, ġafes
24 Ar. ggafes (‫‘ )ﺲﻔﻗ‬kafes’ (İTT: 361-364).
Bu tür sözcüklerde, diğer değişkelere benzer tarzda ön damaksıllaşmanın olduğu
örnekler de vardır: ġeder < Ar. ggader (‫‘ )ﺭدﻗ‬kader’ (İTT: 362).
Bununla birlikte Arapça kökenli sözcüklerin başında ve içindeki gg ünsüzlerinin ḳ
olduğu örnekler vardır: ḳisse < Ar. ggiṣṣa (‫‘ )ﻪّﺼﻗ‬kıssa’, māḳul < Ar. maʿggūl (‫)ﻝوﻘﻌم‬
‘makul’, naḳḳuş < Ar. naggş (‫‘ )ﺶﻘن‬nakış’, āḳul < Ar. ʿaggl (‫‘ )ﻝﻘﻋ‬akıl’ (İTT: 353-373).
3. 2. Söz içi ḳ ünsüzü
Söz içinde bir ünsüz yanında veya iki ünlü arasında bulunan ḳ ünsüzleri
Azerbaycan, Kaşkay, Sungur ve Horasan Türkçelerinde, istisnalar dışında sızıcılaşarak
ḫ ünsüzüne dönüşmüştür:
Azerbaycan Türkçesi: oḫu- < DLT oḳı- ‘okumak’, saḫla- < DLT
saḳlan-‘saklamak’, toḫu- < DLT toḳı- ‘dokumak’, yaḫşı < KB yaḳşı ‘iyi, güzel’, yuḫı <
KB uḍḳu ‘uyku’ (İTT: 250-258).
İkizleşmenin olduğu bazı sözcüklerde ḳ ünsüzü korunmuştur. Bu sözcüklerin bir
kısmı, Ana Türkçe birincil uzun ünlülere sahiptir: saḳġal < ATü. *saḳāl ‘sakal’, doḳġuz
23 ATü. *toḳūz ‘dokuz’. Bunun dışında ḳ’lı örnekler de vardır: saḳġız < DLT saḳız
‘sakız’, çaḳġışdır- < EOT çaḳış- ‘çarpıştırmak’, naḳġış < Ar. naḳş ‘nakış’ (İTT: 37; UA:
61).
Kaşkay Türkçesi: ġorḫu < DLT ḳorḳ- ‘korku’, oḫu- < DLT oḳı- ‘okumak’, oḫşa-
24 KB oḳşa-‘okşamak’, saḫla- < DLT saḳlan- ‘saklamak, korumak’, toḫi- < DLT
toḳı-‘dokumak’, yaḫşı < KB yaḳşı ‘iyi, güzel’, yeḫin < DLT yaḳın ‘yakın’ (İTT: 280-
301).
Sungur Türkçesi: çıḫar- < DLT çıḳar- ‘çıkarmak’, oḫe- < DLT oḳı- ‘okumak’,
yuḫu < KB uḍḳu ‘uyku’ (ST: 103).

5888 bk. Karahan (1996: 116).

21
Horasan Türkçesi: arḫa < DLT arḳa ‘arka’, tūḫi- < DLT ‘dokumak’, uḫı- < DLT
oḳı- ‘okumak’ (İTT: 303-321), çıḫart- < DLT çıḳar- ‘çıkartmak’, yāḫın < DLT yaḳın
‘yakın’, yıḫıl- < DLT yıḳıl- ‘yıkılmak’ (GG: 38).
Horasan Türkçesinde k (ön damak k’si) ünsüzüyle biten fiillere, tek biçimli -ūdi eki
bağlandığında k ünsüzü art damağa kayar ve ḳ’ya dönüşür. Bu gelişme sözcüklerde aynı
zamanda ünlü-ünsüz uyumsuzluğuna sebep olmaktadır: çeḳūdi < çek-ūdi ‘çekmişti’ (GG:
145), téḳūdi < ték-ūdi ‘dökmüştü’, eḳūdilen < ek-ūdilen ‘dikmişlerdi’ (İS: 25).
Türkmen Türkçesi: Türkmen Türkçesinde söz içinde bulunan ḳ ünsüzü,
Türkiye Türkçesinde olduğu gibi korunmuştur: arḳa < DLT arḳa ‘arka, sırt’, çaḳıl- <
DLT çaḳıl-‘çakılmak’, doḳā- < DLT toḳı- ‘dokumak’, oḳı- < DLT oḳı- ‘okumak’,
śaḳallı < DLT saḳal ‘sakallı’, ūḳı < KB uḍḳu ‘uyku’, yaḳīn < DLT yaḳın ‘yakın’, yıḳıl-
< DLT yıḳıl-‘yıkılmak’ (İTT: 324-352).
Halaç Türkçesi: Halaç Türkçesinde de söz içi ḳ ünsüzü, korunmuş olarak
kullanılmaktadır: hoḳu- ‘okumak’, saḳḳuz ‘sakız’, saḳla- ‘saklamak’, taḳu ‘dahi’, toḳî-
‘dokumak, örmek’, yoḳḳari ‘yukarı’, yiḳil- ‘yıkılmak’ (İTT: 366-384).
3. 3. Söz sonu ḳ ünsüzü
Söz sonu ḳ ünsüzünün gelişimi bakımından Azerbaycan, Kaşkay, Sungur ve
Horasan Türkçeleri ortaklaşmaktadır. Bu değişkelerde söz sonu ḳ’lar, sızıcılaşıp ḫ’ya
değişmiştir:
Azerbaycan Türkçesi: Azerbaycan Türkçesinde tek heceli ve çok heceli
sözcüklerin sonunda bulunan ḳ ünsüzleri, ḫ’ya dönüşmüştür: aḫ- < DLT aḳ- ‘akmak’,
baḫ- < DLT baḳ- ‘bakmak’, çıḫ- < çıḳ- DLT ‘çıkmak, bitmek’, çoḫ < *çōḳ ‘çok’, ġalḫ-
< EOT ḳalḳ- ‘kalkmak’, açıḫ < DLT açıḳlıḳ ‘açık’, ayaḫ < DLT aḍaḳ ‘ayak’, barışıḫ <
EOT barış- ‘barışma, uzlaşma’, bulaḫ < DLT bulaḳ ‘pınar’, damaḫ < DLT tamġaḳ ~
tamaḳ ‘damak’ (İTT: 233-258).
Kaşkay Türkçesi: Kaşkay Türkçesinde de tek heceli ve çok heceli sözcüklerin
sonunda bulunan ḳ ünsüzleri, ḫ olmuştur: baḫ- < DLT baḳ- ‘bakmak’, çıḫ- < DLT
çıḳ-‘çıkmak’, ġorḫ- < DLT ḳorḳ- ‘korkmak’, yoḫ < DLT yōḳ ~ yoḳ ‘yok’, artıḫ < EOT
artuḳ ‘çok’, burmaḫ < barmaḳ ~ barmaḫ ‘parmak’, dudaḫ < dudaḳ ‘dudak’, ġonaḫ <
DLT ḳonuḳ ‘misafir’, yāyıḫ < DLT yaḍıḳ ‘yayık’ (İTT: 259-302).
Sungur Türkçesi: baḫ- < DLT baḳ- ‘bakmak’, yoḫ < DLT yōḳ ~ yoḳ ‘yok’, çoḫ
< *çōḳ ‘çok’ (ST: 75).
Horasan Türkçesi: Horasan Türkçesinde tek heceli ve çok heceli sözcüklerde ḳ
ünsüzleri, ḫ’ya dönüşmüştür: baḫ- < DLT baḳ- ‘bakmak’, çaḫ- < DLT çaḳ- ‘çakmak,
vurmak’, çuḫ < *çōḳ ‘çok’, oḫ < DLT oḳ ‘ok’, yaḫ- < DLT yaḳ- ‘yakmak, acıtmak’, bālıḫ
23 DLT balıḳ ‘balık’, bıraḫ- < EOT bıraḳ- ‘bırakmak’, ġucaḫ < DLT ḳuçaḳ ‘kucak’, ġulaḫ
24 DLT ḳulḳaḳ ‘kulak’ (İTT: 303-323).
Ayrıca çok heceli sözcüklerde ḳ ünsüzlerinin ğ’ya değiştiği de tespit edilmiştir:
uyağ < EOT uyaḳ ~ uyaḫ ‘uyanık’, yaşlığ < yaşlıḳ ‘yaş’ (İTT: 303-323).
Türkmen Türkçesi: Türkmen Türkçesinde hem tek heceli ve hem de çok heceli
sözcüklerin sonunda bulunan ḳ ünsüzlerinde değişme gerçekleşmemiştir: aḳ- < DLT
aḳ-‘akmak’, baḳ- < DLT baḳ- ‘bakmak’, doḳ < DLT toḳ ‘tok’, ġorḳ- < DLT ḳorḳ-
‘korkmak’, ayaḳ < DLT aḍaḳ ‘ayak’, ōcaḳ < DLT oçaḳ ~ oçuḳ ‘ocak’, uźaḳ < DLT uzaḳ
‘uzak’, yapraḳ < DLT yapurġaḳ ‘yaprak’ (İTT: 324-352).
Halaç Türkçesi: Halaç Türkçesinde, Türkmen Türkçesine benzer şekilde, tek
heceli ve çok heceli sözcüklerin sonundaki ḳ ünsüzlerinde bir değişme olmamıştır. Bu
bakımdan her iki lehçe de Türkiye Türkçesi ile ortaklaşmaktadır: aḳ- ‘akmak’,
ġalḳ-‘kalkmak’, ḳorḳ- ‘korkmak’, soḳ- ‘sokmak’, toḳ ‘tok’, baluḳ ‘köy’, ġudruḳ
‘kuyruk’, hadaḳ ‘ayak’, hōçaḳ < ATü. hōtçaḳ ‘ocak’, oğlāḳ ‘oğlak’ (İTT: 353-373).

22
Diğer taraftan Türkçe değişkelerin hepsinde, Ana Türkçe birincil uzun ünlü
bulunan bazı sözcüklerin içinde ve sonundaki ḳ ünsüzlerinin ötümlüleştiği örnekler
ortaya çıkmıştır: Azerbaycan Türkçesinde çağır- < ATü. *çāḳır- ‘çağırmak’, ağ < ATü.
*āḳ ‘ak’; Kaşkay Türkçesinde ağār- < ATü. *āḳar- ‘görünmek’, ağ < ATü. *āḳ ‘ak,
beyaz’; Horasan Türkçesinde çağa < ATü. *çāḳa ‘çocuk’, ağ < ATü. *āḳ ‘ak, beyaz’;
Türkmen Türkçesinde çāġa < ATü. *çāḳa ‘çocuk, yavru’, Halaç Türkçesinde bēğir- <
ATü. *bāḳır-‘bağırmak’ (İTT: 233-385).
Sonuç
Söz başı ḳ ünsüzünün ötümlüleşip ġ’ya değişmesi Azerbaycan, Kaşkay, Horasan
ve Türkmen Türkçelerinin karakteristiğidir. Eski Türkçenin dil özelliklerini en çok
koruyan Halaç Türkçesinde de bu değişmenin geniş ölçüde gerçekleşmiş olması, dil
ilişkileri bakımından kaydedilmesi gereken bir durumdur. Halaç Türkçesinin bu
temayülü, daha çok da Azerbaycan Türkçesiyle etkileşimi sonucunda gittikçe
Oğuzcalaşmasının bir işareti olarak anlaşılmalıdır. Sungur Türkçesinde söz başı ḳ’lar,
kimi örneklerde ötümlüleşmiş ancak genellikle ötümsüz-süreksiz-dip damak ünsüzü
ҟ’ya değişmiştir. Sungur Türkçesi bu yönüyle İran’daki diğer değişkelerden kısmen
ayırılmaktadır.
Bilhassa Arapçadan alıntı sözcüklerin başındaki gg ünsüzü (ötümlü ve gırtlaktan
çıkan g ünsüzü) Azerbaycan, Kaşkay, Horasan ve Halaç Türkçelerinde ġ ünsüzüne (ötümlü
ve art ya da orta damaktan çıkan ġ ünsüzüne) değişmiştir. Söz konusu sözcüklerde aynı
zamanda a > e, é yönünde ön damaksıllaşmanın olduğu görülmektedir. Bu da sözcüklerde
ünlü-ünsüz uyumsuzluğuna yol açmıştır. Arapça kökenli olup ā (uzun a) ünlüsünü taşıyan
sözcüklerde ise gg>ġ değişmesi gerçekleşmiş ama ön damaksıllaşma meydana gelmemiştir.
Bu sözcüklerdeki söz başı gg’ların gelişimi bakımından Türkmen Türkçesi, diğer
değişkelerden farklılaşmaktadır. Türkmen Türkçesinde söz başı gg’lar, bir kısım sözcüklerde
Türkiye Türkçesinde olduğu gibi ḳ olmuştur. Bir kısım sözcüklerde ise ġ’ya dönüşmüş
ancak ünlüler ön damaksıllaşmamıştır.
Farsça kanalıyla Türkçe değişkelere giren Doğu veya Batı kökenli alıntı
sözcüklerin başında ve içinde ḳ’ların kullanılması karakteristik bir özelliktir. Bu tür
sözcükler, Farsçada ḳ’lı oldukları için Türkçe değişkelerde de aynı durumdadır. Bir
diğer deyişle bu sözcükler, Türkçe değişkelere Farsçada oluştuğu seslik özelikleriyle,
yani ḳ’lı biçimleriyle kopyalanmıştır. Bu özellik, bütün değişkelerin ortak yanını temsil
etmesi yönüyle ayrıca dikkat çekicidir. Esasında bu durum eğitim, yazılı ve görsel
medya, resmi ortamlar vs.’de hâkim dil olan Farsçanın, Türkçe değişkelerin hem yazı
diline (Azerbaycan Türkçesi) hem de konuşma diline bir ‘standart’ içinde geçmesinin
tezahürüdür.
Azerbaycan Türkçesinde köç ve ḳuç ‘göç’ biçimlerinde iki değişkesi bulunan sözcük
dil ilişkileri bakımından ilginç bir örnektir. Türkçe kökenli köç, Farsça tarafından ḳuç (‫)چوک‬
biçiminde kopyalanmıştır. Sözcük daha sonra Türkçeye, Farsçadaki biçimiyle
geçmiştir: ḳuç‿éliple ‘göçmüşler’ (UA: 398), ḳuç‿élille ‘göç ediyorlar’ (UA: 399). Bir
bakıma, Türkçe kökenli sözcük Farsçadan “alıntı” özelliğine dâhil olmuştur.
Söz içinde ünsüz yanında veya iki ünlü arasındaki ḳ ile söz sonu ḳ ünsüzleri
Azerbaycan, Kaşkay, Sungur ve Horasan Türkçelerinde genellikle sızıcılaşarak ḫ
ünsüzüne dönüşmüş durumdadır. Türkmen ve Halaç Türkçelerinde bu söz içi ve sonu
ḳ’lar, Türkiye Türkçesi ile ortaklaşır özellikte korunmuştur.
Çeviri Yazı İşaretleri ve Kısaltmalar
23 kapalı e ünlüsü
23 uzun a ünlüsü
23 uzun i ünlüsü
23 uzun o ünlüsü

23
5888 uzun u ünlüsü
23 art ve orta damak g ünsüzü
5888 art damak h ünsüzü
23 art damak k ünsüzü
5888 dip damak k ünsüzü
gg gırtlak g’si (Arapça sözcüklerde)
23 : Bu şekilden gelir.
5888 : Bu şekle gider.
ATü.: Ana Türkçe
Ar.: Arapça
EOT: Eski Oğuz Türkçesi
Far.: Farsça
Fr.: Fransızca
İt.: İtalyanca
Moğ.: Moğolca
KAYNAKLAR
BOESCHOTEN, Hendrik (1998) “The Speakers of Turkic Languages”, The Turkic
Languages, (ed. L. Johanson, Eva A. Csató), London, New York, s. 1-15.
BRADLEY, John R. (2007) “Iran‟s Ethnic Tinderbox”, The Washington Quarterly, 30,
1,
(2006-2007), s. 181-190.
DLT ERCİLASUN, Ahmet B. & AKKOYUNLU Ziyat (2014) Kâşgarlı Mahmud.
Dîvânu
Lugâti’t-Türk, TDK Yayınları, Ankara
DOERFER, Gerhard (1998) “Turkic languages of Iran”, The Turkic languages (ed.
Lars Johanson ve Éva Á. Csató), London ve New York, Routledge, s. 273-282.
DOERFER, Gerhard (2006) “IranoTurkic”, Turkologıca 62 (ed. Lars Johanson
ve Christiane Bulut), Harrossowitz, Wiesbaden, s. 93-113.
DOĞAN, Talip (2016) Ġeşeng Ginle. Horasan Türkçesi Üzerine Bir İnceleme,
Akçağ Yayınları, Ankara
ECKMANN, János (2003a) Çağatayca El Kitabı, (çev. Günay Karaağaç), Akçağ
Yayınları,
Ankara
ECKMANN, János (2003b) Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine
Araştırmalar, (haz. Osman Fikri Sertkaya), TDK Yayınları, Ankara
EİA KARİNİ, Jahangir (2009) Erdebil İli Ağızları, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara
EKER, Süer (2007a) “Türkçenin Sesbirimleri ve Belirgin Altsesbirimleri”, Turcology
in Turkey, (ed. Lazlo Karoly), Szeged, s. 181-198.
EKER, Süer (2007b) “Özbekistan’da Oğuzca Bir Diyalekt: Güney Harezm Oğuzcası”,
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, S. 5, s. 113-128. ERASLAN,
Kemâl (2012) Eski Uygur Türkçesi Grameri, TDK Yayınları, Ankara ERCİLASUN,
Ahmet B. (2004) Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları,
Ankara
GEMALMAZ, Efrasiyap (1995) Erzurum İli Ağızları, C. 1, TDK Yayınları, Ankara
23 DOĞAN, Talip (2016) Ġeşeng Ginle. Horasan Türkçesi Üzerine Bir
İnceleme, Akçağ Yayınları, Ankara
HEYET, Cevat (2008) Türk Dilinin ve Lehçelerinin Tarihî Seyri, (çev. Mürsel Öztürk),
TDK Yayınları, Ankara
İS DOĞAN, Talip (2017) Horasan Türkçesi Metinleri. İreyimiŋ Sézleri (Yüreğimin

24
Sözleri), Giriş-Notlar-Metin-Aktarma-Dizinler, Palet Yayınları, Konya
İTT GÖKDAĞ, Bilgehan A. & DOĞAN, Talip (2016) İran’da Türkler ve Türkçe,
Akçağ Yayınları, Ankara
KB ARAT, Reşid Rahmeti (1979) Kutadgu Bilig III, Index, (haz. Kemal Eraslan-
Osman
F. Sertkaya, Nuri Yüce), TKAE Yayınları, İstanbul
KANAR, Mehmet (1995a) Büyük Türkçe-Farsça Sözlük, Şirin Yayıncılık, Tahran
KANAR, Mehmet (1995b) Büyük Farsça-Türkçe Sözlük, Şirin Yayınevi, Tahran
KARADOĞAN, Ahmet (2014) “Arap Harflerinin Anadolu Merkezli Batı Türkçesindeki
Bazı Ses Değişikliklerine Etkisi”, Uluslararsı 1. Orta Doğu Sempozyumu Bildirileri. C
2,
(ed. Şamil Öçal), Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Kırıkkale, s.

15-20.
KARAHAN, Leylâ (1996) Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, TDK Yayınları,
Ankara
KARAMANLIOĞLU, Ali Fehmi (1996) Kıpçak Türkçesi Grameri, TDK Yayınları,
Ankara
KTLS Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü (Kılavuz Kitap) I (1991), (ed. Ahmet
Bican
Ercilasun vd.), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
ORUCOV, Eliheyder vd. (2006) Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti, Bakı
ÖZKAN, Mustafa (2014) Türk Dilinin Gelişme Alanları ve Eski Anadolu Türkçesi, Filiz
Kitabevi, İstanbul
SA GÖKDAĞ, Bilgehan A. (2006) Salmas Ağzı. Güney Azerbaycan Türkçesi Üzerine
Bir İnceleme, Karam Yayınları, Çorum
SHAFFER, Brenda (2002) Borders and Brethren: Iran and the Challenge of
Azerbaijani Identity, The MIT Pres Cambridge, Massachusetts.
ST ATICI, Abdulkadir (2015) Sungur Türkçesi, Eğitim Yayınevi, Konya
TEKİN, Talât & ÖLMEZ, Mehmet (2003) Türk Dilleri. Giriş, Türk Dilleri Araştırmaları
Dizisi: 13, Ankara
TEKİN, Talât (1987) Tuna Bulgarları ve Dilleri, TDK Yayınları, Ankara
TEKİN, Talat vd. (1995a) Türkmence-Türkçe Sözlük, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi:
18,
Ankara
TEKİN, Talât (1995b) Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler, Türk Dilleri Araştırmaları
Dizisi: 13, Ankara
TEKİN, Talât (2003) Orhon Türkçesi Grameri, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 9,
İstanbul
TİMURTAŞ, Faruk Kadri (2005) Eski Türkiye Türkçesi, Akçağ Yayınları, Ankara UA
DOĞAN, Talip (2010) Urmiye Ağızları, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kırıkkale
VÖRÖS, Gabor (2002) “Halaç Dilinde Oğuzca Unsurlar”, Türkler, (ed. H. C. Güzel, K.
Çiçek, S. Koca), C. 3, s. 666‐670.
YENER, Mustafa Levent (2010) Çağdaş Çuvaş Türkçesinin Dil Özellikleri (Suvar
Gazetesinden Hareketle), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve
Lehçeleri
Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir
Elektronik Kaynaklar
http://lugatim.com/ (Erişim tarihi: 20 Eylül 2017)

25
http://www.otukensozluk.com/ (Erişim tarihi: 24 Eylül 2017)
http:www.parsi.wiki (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2017)
http:www.tdk.gov.tr (Erişim tarihi: 25 Ağustos 2017)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_tarama&view=tarama (Erişim tarihi: 5
Ekim

2017)

DOĞU-BATI TÜRKÇELERİNDE KELİME ÖLÜMLERİ


1
Onur KURUKAYA
Özet
Türk Dili yayılma alanı bakımından dünya üzerinde önemli bir yer oluşturur.
Türk Dili Orta Asya’nın doğusundan Balkanların içlerine kadar; güney ve kuzey
ekseninde ise kuzeyde Sibirya’dan güneyde Irak ve Suriye’nin güneyine kadar çok geniş
bir coğrafyada konuşulup yazılmaktadır. Bu kadar geniş coğrafyada varlığını sürdürmesi
nedeniyle ses, şekil ve kelime kadrosu bakımından zaman zaman büyük farklılıklar
ortaya çıkmaktadır. Türk Dili genel hatlarıyla ilk yazılı belgelerinden bu yana doğu-batı
ekseninde gelişme göstermiştir. Doğu Türkçesi Köktürk-Uygur-Karahanlı-Harezm-
Çağatay Türkçeleri ve Çağdaş lehçelerin bir kısmından oluşmaktadır. Batı Türkçesi ise
Oğuzca (metinlerle takip edilemeyen dönem)- Eski Anadolu Türkçesi-Klasik Osmanlı
Türkçesi, Türkiye Türkçesi ile diğer Oğuz grubu lehçeleri dönemidir. Türkçenin
tarihinde belirli dönemlerde görülüp daha sonra ise varlığını sürdüremeyen birçok
sözcük vardır. Bazı kelimeler ise hem Doğu hem de Batı Türkçelerinde ortak olarak
görülürken belirli bir zamandan sonra birinde kaybolmaktadır. Bizim üzerinde
duracağımız bak-, bul-, çek-, ört-, uğra-, vur-, ayt- gibi kelimeler bunun örneklerini
oluşturur. Bu kelimeler Doğu ve Batı Türkçelerinde gelişim açısından farklılıklar
göstermektedir. Örneğin ayt- fiili tarihî dönemlerde çok yaygınken Türkiye Türkçesinde
kullanımdan düşmüştür. Fakat bu sözcük Türkiye Türkçesinin tarihî biçimi olan Eski
Anadolu Türkçesinde yaygın biçimde kullanılmaktaydı. Orta Asya Türk lehçelerinde ise
halen varlığını sürdürmektedir. Bu sözcüğün belirli bir süre her iki coğrafyada ortak
olarak kullanıldıktan sonra bir coğrafyada kullanımdan düşmesinin sebebi nedir? Bu
ölümlerin sebebini dilbilimdeki kelime ölümlerinin sebepleriyle açıklayabilir miyiz? Bu
kelime ölümlerinin ardında tarihî ve kültürel sebepler ne kadar etkilidir? Çalışmamızda
bu soruların cevaplarını hem tarihî lehçelerden hem de Çağdaş Türk lehçelerinden
tanıklarla bulmaya çalışacağız. Ayrıca bu kelimelerin anlam gelişimini de inceleyeceğiz.
Doğu-Batı Türkçelerinde Kelime Ölümleri
Dil, canlı bir varlıktır. Her canlı varlık gibi çağında yaşanan gelişmelerden
etkilenmek durumundadır. Diller zamanla şekil, anlam, sözcük hazinesi, cümle yapısı
gibi birçok açıdan değişime ve gelişime uğrar. Bu değişim ve gelişimlerin birçok sebebi
olabilir. Bu konu üzerine Aksan, Humboldt’un görüşlerinden yola çıkarak şunları
söylemektedir: “İlk kez Wilhelm von Humboldt’un ortaya koyduğu bir başka gerçek,
dilin bitmiş bir iş, bir yapıt (Yun. Ergon) değil, yaratıcı bir zihin etkinliği (Yun.
Energeia) olduğudur ki, bu da her dilin sürekli gelişmeler, değişmeler gösterdiği, yeni
kavramlar türettiği, zamanla birtakım öğelerini yitirdiğidir. Toplumdaki gelişmeler,
değişmeler ve bunların dile hemen yansıması, dilin toplumla olan sıkı ilişkisini ortaya
koyan kanıtların başında gelir. Bu nedenle daha gerilere gitmesek bile, bundan 100 yıl
öncesinin Türk ölçünlü (standart, ortak) dilinin bugünkünden birçok bakımdan önemli
ayrımlar gösterdiğini söyleyebiliriz.” (Aksan, 16.s.).

0Öğr. Gör., Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

26
Dilin karmaşık yapısı dildeki değişimlerin sebeplerini anlamamızı zorlaştırmaktadır.
Berke Vardar dilin karmaşık yapısını anlatırken “Dil, çok değişik görünümler sunan, ancak
bir soyutlama işlemiyle birbirinden ayrı olarak ele alınabilecek yönler içeren karmaşık bir
bütündür. Kimi bakımlardan evrensel, kimi, bakımlardan ise, belli koşullara bağlı özgül
nitelikler taşıyan dil gerçekliği, görüş açılarına ve inceleme yöntemlerine göre değişik
biçimlerde irdelenebilir.” demektedir (Vardar, 11.s.).
Kelime ölümleri bütün dillerde yaşanan bir olgudur. Bir kelimenin bir dilde
varlığını sürdürebilmesinin en temel şartı o kelimeye olan ihtiyaçtır. Eğer bir kelime bir
milletin hayatında büyük öneme sahipse o kelimenin ölümü çok zordur. Fakat zamanla
değişen sosyal ve kültürel yapı ihtiyaçların da değişmesine sebep olmaktadır.
Kelime ölümleri üzerine görüşlerini belirten Walter Porzig ya eski isimlerin
kullanılmaz olduğunu ya da yeni kelimenin eskisini yerinden edecek avantajlara sahip
olduğunu savunmaktadır (Porzig, 32.s.).
Saim Sakaoğlu kelime ölümlerine değindiği bir yazısında şunları söylemektedir:
“En eski kaynaklarda yer alan bazı kelimelerimiz zaman içinde unutulup gitmiştir. Bu
unutmada kelimenin yerini eş anlamlı bir kelimeye kaptırmasının önemli bir yeri vardır.
Bir başka sebep de o kelimeye gerek duyulmamasıdır. Böyle olunca da kelimeler
kendiliğinden ‘ölü kelimeler’ arasına girmektedir. Ancak bazı kelimelerin zamanla
yeniden gündeme gelmeleri de söz konusu olabilir. Bu gündeme gelme ya kendiliğinden
olabilir veya bir zorlama ile gerçekleşebilir.” (Sakaoğlu, 38.s.).
Aksan’a göre kelimenin ölümü bir dilde yavaş yavaş kullanılmaz hâle
gelmesidir. Kelimelerin hayatından söz edebileceğimiz gibi ölümünden de söz edebiliriz
(Aksan, 91.s). Türkiye’de bu konuda yayımlanmış bir çalışmanın olmadığından
bahseden Aksan, bu araştırmaların önemine değinmektedir: “Dilimizde kaybolmuş,
unutulmuş veya unutulmak üzere olan kelimeler üzerinde bir araştırma, hem kelime
hazinemiz, dolayısıyla dil ve kültür tarihimizle ilgili birtakım gerçeklerin
aydınlatılmasına, hem de dilimizdeki örnekler aracıyla, bir genel dilbilim konusu olan
bu dil olayının özelliklerine ışık tutulmasına yarayacaktır.” (Aksan, 90. s.).
Brunot ve Bruneau tarihî Fransızcadan yüz yirmi civarında kelime almışlar ve
bunların ancak otuz altısının yaşadığını belirtmişlerdir. Bu ölümlerin sebebinin ise
fonetik, morfolojik, semantik veya sosyal olabileceğini belirtmişlerdir (Aksan, 91. s.).
Yine Brunot ve Bruneau kısalan kelimelerin daha kolay unutulabileceğini, fiillerin
karmaşık şekilli olmasının bir zayıflık olduğunu, eş anlamlılığın bir zayıflık olmadığını,
iki eş anlamlıdan birinin zamanla kaybolabileceğini savunmaktadırlar (Aksan, 91-92.
s.). Ayrıca kaba sayılabilecek sözcüklerin yerinin zamanla başka kelimelerin alacağı da
savunulmaktadır (Aksan, 92.s.).
Türk Dili araştırmalarındaki yayın eksiklikleri bu konuyu araştırmakta bazı
güçlükleri ortaya çıkarmaktadır. Fakat Batı dilleri üzerindeki araştırmalarda yapıla n
birçok tespit Türkçe için de geçerlidir. Eş anlamlılık, gösterdiği şeyin artık
kullanılmaması yüzünden ortaya çıkan kaybolmalar Türkçede de görülmektedir (Aksan,
92.s.).
Bir kelimenin ölümüne yol açan sebeplerden en önemlisi yabancı dilden alınan eş
anlamlı sözcüklerdir. Günümüzde özellikle İngilizceden alınan sözcükler Türkçe kökenli
kelimelerin unutulmasına veya tamamen yok olmasına neden olmaktadır. Bu durumun
birçok tarihî, siyasi, kültürel, ekonomik ve teknolojik sebebi olabilir. Özellikle Osmanlı
Türkçesi belirli dönemlerde nasıl Arapça ve Farsçanın etkisi altına girdiyse günümüzde de
Türkçe ve birçok dünya dili İngilizcenin etkisi altındadır. Aksan, Huguet’nin eserinden yola
çıkarak Fransızcaya Latince ve İtalyancadan alınan birçok kelimenin bir süre sonra
kullanılmaz hâle geldiğini, Türkçede ise asker, ateş, şarap, cennet gibi birçok kelimenin

27
bugün yaşadığını ve halk ağızlarında birçok farklı şeklinin olduğunu belirtir (Aksan,
97.s.).
Türkçe gibi yayılma sahası oldukça geniş olan bir dil için bir kelimenin tamamen
yok olduğunu söylemek oldukça güçtür. Bahsedeceğimiz kelimeler tamamen yok olmuş
kelimeler değildir. Dikkat çekmek istediğimiz nokta şudur: Tarihî dönemlerde her
coğrafyada ortak olarak kullanılan sözcükler nasıl oldu da bazı bölgelerde ikili
kullanımlar göstermeye başladı veya tamamen terk edildi. Tarihî lehçelerde ortak olarak
kullanıldığı hâlde günümüzde farklı bir görünüm arz eden bazı kelimelere örnekler
verelim:
Bak-: Türkçenin tarihî dönemlerinin birçoğunda bu sözcükle karşılaşmaktayız.
Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde her
zaman bak- biçiminde kullanılmıştır. bak- sözcüğü birçok lehçede varlığını
sürdürmektedir. Bunlar Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Yeni
Uygur, Özbek, Sarı Uygur, Tuva, Yakut lehçeleridir. Bu sözcüğün Türkçenin çok
yaygın ve temel sözcüklerinden biri olduğunu görüyoruz. Bütün tarihî dönemlerde bu
kadar yaygın olarak kullanılırken günümüzde Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar,
Yeni Uygur gibi lehçelerde kara- sözcüğünün de varlığını sürdürdüğünü görüyoruz.
kara- sözcüğü bazı lehçelerde tamamen bak- sözcüğünün yerini alırken bazı lehçelerde
birlikte kullanılmaktadır. kara- sözcüğü Clauson’a göre Moğolca bir alıntıdır. Ayrıca
sadece Çağataycada görülür, diğer tarihî dönemlerde görülmez. (Clauson, 1972: 645).
Bu durumda alıntı bir sözcüğün zamanla Türkçe kökenli bir sözcüğün yerine geçtiğini
görebiliriz.
Bul-: bul- sözcüğü tarihî dönemlerde yaygın olarak kullanılmıştır. Köktürk, Uygur,
Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Karahanlı dönemlerinde sıklıkla kullanılmıştır.
Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Yakutçada varlığını sürdürmektedir.
Günümüzde birçok lehçede yerini tap- fiiline bırakmıştır. tap-sözcüğünün tarihî dönemlerde
yaygın biçimde kullanıldığını görüyoruz. Günümüzde bazı lehçelerdeki durumu şu
şekildedir: Az. tapmag/bulmag; Başk. tabıv/izläp tabıv; Kzk. tabuv; Kırg. tabū; Özb.
tapmak; Tat. tabu/izläp tabu; Trkm. tapmak; YUyg. tapmak (KTLS, 85). tap- sözcüğünün
bul- sözcüğünden yaygın olması bize Türkçe kökenli bir kelimenin bir başka Türkçe
kökenli kelimenin yerine geçtiğini göstermektedir.
Çek-: Tarihî metinlerde çek- sözcüğü Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Eski
Anadolu dönemlerinde görülmektedir. Çağdaş lehçelerde bu sözcüğün yerine daha çok tart-
sözcüğü kullanılmaktadır. Azerbaycan Türkçesi, Özbekçe ve Türkmencede yaşamaktadır.
Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar ve Yeni Uygur Türkçelerinde tart-biçimine
rastlıyoruz. tart- sözcüğü Türkçe kökenlidir. Çağdaş lehçelerde zamanla çek-sözcüğünün
yerini alması Türkçe kökenli bir sözcüğün başka bir Türkçe kökenli sözcüğün yerini
aldığını gösterir. Tarihî dönemlerde tart- ve çek- sözcükleri bugün olduğu gibi birbirine
yakın anlamlarda kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesinde ağırlığı ifade eden “Üç kg çeker.”
cümlesinde olduğu gibi tart- ifadesinin yerine çek- sözcüğü kullanılmıştır. Çağdaş
lehçelerde iki sözcükten birinin tercih edildiğinden bahsedebîliriz.
Ört-: Tarihî dönemlerde çok yaygın olan bu sözcük Eski Uygurcadan itibaren
Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Eski Anadolu dönemlerinde görülmektedir.
Bugün daha çok Batı Türkçesinde görülen sözcük lehçelerin birçoğunda yerini yap-
sözcüğüne bırakmıştır. Genellikle yap-/jabuv ve farklı şekilleri kullanılmaktadır. yap-
biçimi şu lehçelerde ört- sözcüğünün yerine geçmiştir: Başk. yabıv; Kzk. jabuv; Kırg.
cabū; Özb. yapmak; Tat. yabu; Trkm. ört-/yap-; YUyg. yap- (KTLS, 682-683). yap-
biçiminin lehçelerde daha yaygın olduğunu görüyoruz. Hem yap- hem de ört-
sözcüklerinin Türkçe kökenli olduklarını biliyoruz. Bu durumda Türkçe kökenli bir
kelimenin diğer Türkçe kökenli kelimenin önüne geçtiğini söyleyebiliriz.

28
Vur-: Köktürkçede ilk olarak karşılaştığımız sözcük daha sonradan sırasıyla Eski
Uygur, Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Eski Anadolu dönemlerinde de varlığını
sürdürmektedir. Tarihî dönemlerde vur-/ur- biçiminde birçok metinde karşılaşmaktayız.
Birini öldürmek anlamında vur- sözcüğü lehçelerde genellikle at- sözcüğüyle
karşılanmaktadır: Az. öldürmäk/güllälämäk; Bşk. atıv/(atıp) ültiriv; Kzk. urıp
kulatuv/atıp tiyüv; Kırg. atū; Özb. àtmàķ; Tat. atu/(atıp) ütirü; Trkm. atmak; YUyg.
atmak (KTLS, 952-953). Türkiye Türkçesinde vur- olarak kullanılan sözcük lehçelerin
birçoğunda at- ve farklı biçimleriyle kullanılmaktadır. Her iki sözcüğün de Türkçe
kökenli olduğunu göz önüne alırsak at- sözcüğünün vur- sözcüğünün önüne geçtiğini
görürüz.
Ayt-: Tarihî lehçelerde çok yaygın olan sözcük bugün Batı Türkçesinde
neredeyse hiç kullanılmaz. Tarihî dönemlerde Köktürkçeden başlayarak Eski Uygur,
Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Eski Anadolu dönemlerinde görülmektedir.
Oldukça yaygın bir kullanım alanına sahiptir. Fakat günümüzde özellikle Batı
Türkçesinde bu sözcük yerini de-/söyle- kelimelerine bırakmıştır. Bazı lehçelerdeki
kullanım durumu şu şekildedir: Bşk. äytiv; Kırg. aytū; Özb. äytmàķ; Tat. äytü (KTLS,
158-159). Eski Anadolu Türkçesi döneminde yaygın olarak kullanılan bu sözcüğün Batı
Türkçesinde zamanla kullanımdan düşmesinin sebebini tam olarak söylemek zordur.
Hem de-/söyle- kelimeleri hem de ayt- kelimesi Türkçe kökenlidir. Dil kullanımı
esnasında bir duyguyu ve düşünceyi en kolay şekilde ifade etmek esastır. Batı
Türkçesinde ayt- kelimesinin kullanımdan düşmesinin sebebi de-/söyle- kelimelerinin
görece daha kolay kelimeler olmasıyla açıklanabilir.
Uğra-: Tarihî dönemlerin hepsinde yaygın olan bir sözcüktür. İlk olarak Eski
Uygurcada karşımıza çıkmaktadır. Daha sonradan Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay
ve Eski Anadolu dönemlerinde görülmektedir. Lehçelerde ise çok yaygın olarak
kullanılmaz. Günümüzde birkaç lehçede varlığını sürdürmektedir: Az. uğramag; Bşk.
urav/urap kiliv; Tat. urau/urap kilü (KTLS, 914-915). Tarihî dönemlerde yaygın olarak
kullanılan sözcük bugün lehçelerde farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Fakat uğra-
kelimesinin karşısında belirgin bir sözcük yoktur. Bu sözcüğün zamanla eski işlekliğini
yitirdiğini söyleyebiliriz.
Sonuç
Kelime ölümlerinin en önemli nedeni eş anlamlılıktır. Bir kelimenin yabancı dilden
alınan veya aynı dilde var olan bir eşanlamlısı varsa bu kelimelerden biri zamanla varlığını
yitirebilir. Fakat bu durum her zaman geçerli olmayabilir. Eşanlamlı kelimeler çoğu zaman
birlikte kullanılır. Fakat biri diğerinin önüne geçebilir. Bazı durumlarda ise diğerinin
tamamen yok olmasına yol açabilir. Kelime ölümlerinin diğer sebebi ise artık o kelimeyi
karşılayan varlığın ortadan kalkmasıdır. Bu tamamen o dönemin ihtiyaçlarıyla alakalı bir
durumdur. Gelişen teknolojik ve kültürel imkânlar zamanla kelimelerin ölümüne ve yerine
yeni kelimelerin yerleşmesine sebep olmaktadır. Türkçe çok geniş bir coğrafyada yer aldığı
için kelime dünyasında farklı tercihler olabilmektedir. Farklı kültürler ve coğrafyalar farklı
kelimelerin tercih edilmesine sebep olmaktadır.
KAYNAKLAR
AKSAN, Doğan (2009) Anlambilim, Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi,
Engin Yayınevi, Ankara
AKSAN, Doğan (2004) Dilbilim ve Türkçe Yazıları, Multilingual Yayınları, İstanbul
CLAUSON, Sir Gerard (1972) An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century
Turkish, Oxford
ERCİLASUN, Ahmet Bican vd.(1991) Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I-II,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
PORZİG, Walter (1995) Dil Denen Mucize (Çev. Vural ÜLKÜ), TDK Yayınları,

Ankara 29
SAKAOĞLU, Saim (2011) “Kelimelerin Ölümü” Türk Dili, C. c. 709. S., 33-38.s.
VARDAR, Berke (2001) Dil bilimin Temel Kavram ve İlkeleri, Multilingual Yayınları,
İstanbul

GELENEKSEL ANLATININ KURGUYA KATKISI EKSENİNDE


KÜLTÜREL KOD AKTARICI OLARAK EFSANE POLİSİYE ROMAN
İLİŞKİSİ
1
Dr. Gülnaz ÇETİNKAYA
Özet
Bireyin yaşadığı dünyayı anlamlandırma çabası ilk olarak çevresindeki olay,
nesne, durum vb. algılamasıyla başlamaktadır. Algılanan her bir unsur, bireysel
belleklerde farkındalık yaratmakta, farkındalık yaratan bu unsurlar ise daha sonra
toplumsal belleğin kabulleri ve değerleri ile de birleşerek kavram hâline dönüşmektedir.
Kavram hâline dönüşen her bilgi, içeriğini farklı sembolik ögelerle desteklemekte ve
oluşturulan bu sembolik metinler dil vasıtasıyla gelecek kuşaklara aktarılmaktadır. Bu
aktarımın en önemli araçları sözlü ve yazılı kültür ürünleridir. Sözlü kültür geleneğinde
toplumsal belleğin aktarımını sağlayan ve toplumsal yapının öğretim araçları
durumunda yer alan anlatılar, yazılı kültür geleneği içerisinde geçmişte gördüğünden
daha farklı işlevlerle belleğin hatırlama ve hatırlatma araçları olarak işlev görmekte,
değişim ve dönüşümlere uğramaktadır. Bu bağlamda sözlü kültür ürünlerinden
efsanenin kültürel yaratım, aktarım ve dönüşüme bağlı olarak yazılı kültür ürünlerinden
biri olan polisiye roman içerisindeki yeri ve işlevini Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası,
Patasana, Bab-ı Esrar ve Sultanı Öldürmek romanlarından yola çıkarak inceleme çabası
bu çalışmanın konusunu oluşturacaktır.
Anahtar Kelimeler: Efsane, polisiye roman, kurgu, gerçeklik,
inandırıcılık. Giriş
Ortak kültürel yaşantının gerçeklerini, yaşanmışlıklarını aktaran ve hatırlatan
sözlüg kültür ürünleri günümüzde yazılı, elektronik kültür ortamlarında çok farklı
şekillerde kullanılmaktadır. Sinemadan, romana, bilgisayar oyunlarından, modaya çok
farklı alanlar, sözlü kültür ürünlerini farklı şekillerde yorumlayarak aktarmaktadır. Bu
yaklaşımda popülerlik, dikkat çekme, ekonomik nedenler vb. rol oynadığı gibi kültürel
malzemenin bireylerin zihninde, belleğinde, anılarında yer etmiş kodlarından da
yararlanma etkili olmaktadır. Mitoloji, efsane ve masalsı unsurları kullanan eserlerin en
çok okunan, sinema ve dizilerin ise en çok izlenen kategorilerinde yer almasını sağlayan
en önemli neden Jan Assmann’ın da belirttiği gibi “bireyleri bizde birleştiren ortak
kurallara ve değerlere bağlılık, geçmişin anılarına dayanan bilgi ve kendini algılayış
biçimi”, yaratıcılık, dönüşüm ve sürekliliktir. Sözlü kültür ürünlerinin farklı zamanlarda
farklı kültür ortamlarında kültürel değişim ve dönüşüme bağlı olarak aldığı şekiller
şaşırtıcı değildir. Çünkü herhangi bir şeyin kaynağına duyulan merak her yüzyılda
insanlığın ortak yazgısıdır. Bilinmeyeni anlaşılır kılan, kaynağa ve kökene dair anlatılar
bütün yüzyıllara seslenen büyülü anlatılar olarak yaşanılan çağa, şartlara ve koşullara
uygun olarak yaşamakta ve aktarılmaktadır. Bu çalışmada sözlü kültür ürünlerinden
efsanenin polisiye roman kurgusu içerisindeki yeri ve işlevi Ahmet Ümit’in İstanbul
Hatırası, Sultanı Öldürmek, Patasana ve Bab-ı Esrar adlı kitaplarından yola çıkılarak
incelenecektir.

0Dr. Öğretim Görevlisi, Hacettepe Üniversitesi TÖMER, gcetinkaya@hacettepe.edu.tr

30
Bellek ve Mekân Bağlamında Efsane, Polisiye
Ahmet Ümit, İstanbul Hatırası, Sultanı Öldürmek, Patasana ve Bab-ı Esrar adlı
eserlerinde polisiye bir olayı tarih, mitoloji ve efsanenin rehberliğinde anlatmıştır.
Burada tarihî mekânlar, olaylar veya kişiler eserlerde sadece adı geçen unsurlar değildir.
Bunlar bizzat yaşatılmakta, roman içerisinde hatırlatılmakta, aktarılmakta hatta romanın
kurgusunu oluşturmaktadır. Romanlarda genellikle işlenen suçlar tarihî bir olayla
ilişkilendirilmekte ve böylece okuyucu polisiye roman okurken aynı zamanda tarihin
gizemli derinliklerinde yolculuğa çıkarılmaktadır.
Ahmet Ümit, İstanbul Hatırası’nda okuyucuyu İstanbul’un tarihiyle, Sultanı
Öldürmek adlı romanda Fatih Sultan Mehmet dönemiyle, Bab-ı Esrar’da Şems ve
Mevlâna dönemi ile Patasana’ da ise 2700 yıl önce Hitit döneminde yazılmış tabletlerin
gizemi ile baş başa bırakmaktadır. Yazar; romanlarını bu konular etrafında kurgularken
tarih, mitoloji ve efsaneyi çözülmesi gereken bir olay için gerekli olan “nasıl” “neden”
ve kim” sorularının cevabını ortaya çıkarmada kurgusal öge olarak kullanmaktadır.
“Nasıl”, “neden” sorularının cevabını arama çabası polisiye roman ve efsanede
gerçekleşmiş olandan yola çıkılarak yapılmaktadır. Polisiye romanın gerçekliğe
ulaşmada kullandığı tekniği ise Symons ve Üyepazarcı şu şekilde açıklamaktadır:
“Polisiye roman, okura bir sorunu sunan ve amatör veya profesyonel bir
araştırıcının tümdengelim metotlarıyla ulaştığı sonuçla sorunun çözümünü veren
romandır.” (Symons,1985:13) Geleneksel romanın baştan sona gelişen olaylar zincirini
anlatmasının tersi olarak, sondan (cinayet) başa (cinayetin nedenleri) giden, alışıla gelmiş
dramatik olayları (cinayetin ve cezanın tasviri) ve tek gerçek karakteri ölünün gerçek
kişiliği bir anlatımdır. İşte bu devrik öyküleme tekniği (récit à rebours) – ki ilk olarak
Godwin’in 1794 yılında yazmış olduğu Calep Williams adlı romanda kullanılmıştır,
polisiye romanın ilk ana ögesidir. (Symons,1985:28; Üyepazarcı,1997:18)
Ahmet Ümit, devrik öyküleme tekniğine uygun olarak dört romanını belirli bir
mekânda işlenen cinayetler ile başlatmaktadır. Romanların kurgusunda bu mekânlar,
okunabilen birer metinler dizgesi olarak okuyucuyu şimdiden geçmişe doğru götürmekte ve
her mekân yüzyıllara dayanan geçmişiyle içerisinde yaşayan insanların kültürel
birikimlerini aktardığı alanlar olarak önem kazanmaktadır. Dün, bugün ve gelecekle ilgili
bağlantılar mekân üzerinden gerçekleştirilmekte ve mekânın zaman birleştirici özelliği
tarih, efsane ve mitoloji ile ön plana çıkarılmaktadır. Böylece romanda okuyucu cinayeti
çözmeye çalışırken kentin kültürel belleğine, tarihî kahramanların efsanevi hayat
hikâyelerine, bireylerin psikolojisinin derinliklerine doğru yolculuğa çıkmaktadır. Bu
bağlamda romanlarda ele alınan mekânlar, sadece coğrafi alanlar ya da yerler değildir; aynı
zamanda kültürel belleğin aktarıcılığını yapan kurgusal öğelerdir.
Ahmet Ümit, romanlarında efsane ve mitolojiye özellikle mekânları anlattığı
bölümlerde yer vermektedir. Mekânların efsanevi ve mitolojik tarihî özellikle okuyucunun
dikkatini çekmek, merak ve ilgi uyandırmak için kullanılmaktadır. Bu bağlamda yazar,
İstanbul Hatırası ve Sultanı Öldürmek romanlarında mekân olarak İstanbul’u, Bab-ı
Esrar’da Konya’yı, Patasana’da ise Gaziantep’i seçmiştir. Seçilen mekânların hepsi tarihî,
kültürel, efsanevi özellikleri ile ön plana çıkan yerlerdir. İstanbul Hatırası adlı eserin
kurgusunu bütünüyle İstanbul ve İstanbul’un tarihî yerleri oluşturmaktadır. Eserde
İstanbul’un tarihine çarpık ve rant temeline dayalı yapılaşmalarla ihanet edildiği gibi sosyal
bir konuya yer verilmekte ve yazar, kentin belleğini ve kimliğini sosyal bir mesele
üzerinden aktarmaktadır. Eserde eşi ve çocuğunu tarihî bir alana yapılan otel inşaatının
istinat duvarının çökmesiyle kaybeden Yekta adlı kahramanın arkadaşıyla yedi günde, yedi
tarihî mekânda işlediği yedi cinayet anlatılmaktadır. Eserin kurgusu yedi sayısıyla birlikte
mitolojik ve efsanevi bir şekle büründürülmekte ve bu sayı kendi içinde bir döngüye işaret
etmektedir. Bu döngü eserde,

31
yedinci kurbanın birinci kurbanla aynı yere bırakılmasıyla sağlanmaktadır. Bu
bağlamda “yedi” sayısı eserde tamamlanmışlığın, başlanılan yere dönmenin sayısı
olarak şu mitolojik ve efsanevi anlamlarıyla da yer almaktadır:
Romalılar yedinin kutsal ve uğurlu bir sayı olduğuna inanırlardı. Muhtemelen
İyonyalı Pisagor’un mirası. Yedi kritik olayların sayısıdır. Gizemi ve gücü temsil eder.
Yedi gün yedi ay, yedi yıl… Bu nedenle olsa gerek, Konstantin, başkentini Roma’da
olduğu gibi 7 tepe üzerine kurdu. Sarayındaki büyük salonunun adını “Yedi Kandil”
koymuştu. İmparatoru korumakla görevli 27 Muhafız Alayı vardı. Bildiğiniz gibi
Müslümanlıkta da 7 sayısı önemlidir. Kur’an da Mülk suresinde göğün yedi katlı
olduğundan bahsedilir. Hac sırasında Kabe’nin etrafında 7 kez dönülür. (Ümit 2014:
199) Hipodrum’da “yedinci turu birincilikle bitiren yarışçılara imparator hediyeler
sunarmış, onlar halkın kahramanı olurmuş” (Ümit 2014: 199)
Bu eserde kurbanlar sırasıyla Sarayburnu, Çemberlitaş, Altınkapı, Ayasofya,
Fatih Camii, Topkapı Sarayı ve Süleymaniye Camii’ne bırakılmaktadır. Her mekân
İstanbul’un tarihinde yer etmiş Kral Byzas, Constantinus, II. Teodosios, Jüstinyen, Fatih
Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman gibi önemli kişilerle ilişkilendirilmektedir.
Bu mekânlar İstanbul’un geçmişine işaret edecek şekilde kronolojik sıraya uygun bir
şekilde seçilmiştir. Romanda ilk kurban Sarayburnu’na bırakılmaktadır. Eserde yazar,
buranın İstanbul’un ilk kurulduğu yer olduğunu belirttikten sonra İstanbul’un ilk adının
Byzantion olduğuna ve kentin Kral Byzas tarafından kurulduğuna dair tarihî bilgileri
aktarmaktadır. Mekâna dair anlatı eserde efsanevi ve mitik özellikler taşımaktadır:
“Yunanistan’daki Megara kentinin halkı, savaşlarda yenilmiş ve yoksul düşmüş.
Kralları Byzas, Delfi Tapınağı’nın kahinlerine ne yapmaları gerektiğini sormuş.
Kahin’de onlara Apollon’un buyruğunu bildirmiş. ‘Gemilerinize binin, denizleri aşın,
Körler Ülkesinin karşısını yurt tutun. Onlar da bu buyruğa uymuş, Körler Ülkesi’nin
karşısına yani bugünkü Sarayburnu’na gelmişler.” (Ümit 2014:55)
Burada efsane ve mitoloji “neden” sorusunun cevabını vermekte ve tarihî
bilginin yetersiz ya da eksik kaldığı yerleri tamamlanmaktadır. Romanda ikinci kurban
Çemberlitaş Sütunu’na bırakılmaktadır. Burada mimari yapının kentin belleğindeki yeri
anlatıldıktan sonra tarihî bir kişi olan Konstantin’in sütunu neden diktiği ile ilgili tarihî
bilgiler verilmiş, şehrin tarihinde önemli olan ikinci Konstantin’in efsanevi kişiliği ve
olağanüstü özellikleri mekânda yer alan eser üzerinden şu şekilde aktarılmıştır:
“Konstantin M.S. 330 yılında, şehri Roma’nın başkenti yapmanın onuruna
diktirmiş bu sütunu. Sütunu ta Roma’dan getirtmiş, Apollon Tapınağı’ndan. Orijinal
boyu 50 metreymiş. Parçalara ayırarak, gemilerle taşımışlar buraya sütunu diktirdikten
sonra üzerine de Apollon görünümünde kendi heykelini koydurmuş.” (Ümit 2014:118)
“Konstantin’in sütunun altında saklandığına inanıyormuş. Bir gün Yunanlılar,
İstanbul’u ele geçirip Hıristiyanlığı yeniden kurmak istediklerinde bu Konstantin elinde
kılıçla uyanacak, bize karşı savaşacakmış.” (Ümit 2014:124)
Bu anlatılarda mekânın gerçekliği olağanüstü özellikler taşıyan efsanevi
anlatının bireylerin zihinlerinde yaşamasına vesile olmaktadır. Çünkü her türlü “kolektif
bellek mekânsal bir çerçevede vuku bulur ve hatıraların yeniden canlanması için
dikkatimizi çevirmemiz gereken şey mekân”dır. (Halbwachs 2018: 174)
Cinayetin işlendiği üçüncü mekân olan Altınkapı ise kentin sosyal ve siyasi
yaşamındaki önemi ve işlevi ile ön plana çıkarılmakta ve şu şekilde anlatılmaktadır:
“Altınkapı …kentin kapısı. Üç girişli bir zafer takı. Yedikule’den çok daha
eskiymiş kapı. Roma zamanında yapılmış. Zafer kazanan imparatorlar bu kapıdan
girerlermiş kente. Şehrin en görkemli, en güzel, en şaşaalı kapısıymış. Altın adı da
buradan geliyor olsa gerek.” (Ümit 2014:257)

32
Cinayetin işlendiği dördüncü mekân olan Ayasofya romanda etimolojik anlamı
ve kentin belleğinde inanç mekânı olarak kutsiyeti ön plana çıkarılarak yer almıştır:
Ayasofya “Ay, aziz demek; sofya bilgelik demektir. Ayasofya kutsal bilgelik demek”
“Ayasofya’yı dört melek taşıyor. Kubbenin altında dört melek durur. Ayasofya’nın
kubbesini bekleyen melekler koruyucu melekler. Onların görevi Tanrı’nın tahtını
korumaktır.” (Ümit 2014: 395)
Bu anlatılarda mekânlar; tarihî, dinî, siyasi, sosyal özellikleri ile bireylerin
zihinlerinde anlatı geleneği ile yaşayan yerler olarak görülmektedir. Zaman geçmiştir
ama mekân bütün gerçekliğiyle var olmaya devam etmektedir.
Eserde Fatih ve Kanuni döneminin anlatıldığı bölümlerde mekânlar; ilişkili
oldukları kişilerin kahramanlıklarını, olağanüstü özelliklerini ve efsanevi kişiliklerini
vurgulayacak şekilde anlatılmaktadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılan Fatih
Camii ile ilgili anlatılarda Fatih’in ruhunun hâlâ yaşadığı ve camiyi ziyaret ettiği şu
şekilde aktarılmaktadır:
Fatih Camii’nin imamı Cevaz Efendi, “Sabah namazından önceydi, camide hiç
kimse yoktu. Teheccüt namazı için erkenden girmiştim camiye. İbadetimi tamamlayıp
abdest tazelemek için dışarı çıkacaktım ki camiinin içinde bir ışık gördüm. Işık o kadar
güçlüydü ki gözlerim yanacak sandım. Ama saniyeler geçtikçe alıştım. Ve ışığın
ortasında birinin durduğunu fark ettim. Dikkatli bakınca bu kişinin Allah’ın sevgili kulu
Fatih Sultan Mehmet Han olduğunu anladım. Minberin hemen önündeydi. O kartal
burun, o ince sakallı kendinden emin yüz. İpekten bir seccadenin üzerinde diz çökmüştü.
Seccade yerden bir metre yüksekte boşlukta öylece duruyordu. Ben de öylece
kalakaldım olduğum yerde sonra bu mübarek ruhu rahatsız etmemek için sessizce
çekildim huzurundan.” (Ümit 2014: 502)
Yine aynı mekânla ilgili olarak Fatih Sultan Mehmet’in mezarının türbede değil
caminin minberinin altında yer aldığına dair anlatıya ise şu şekilde yer verilmektedir:
0 Abdülhamit devrinde bir yıl fatih semtini seller basmış. Yağmur mu çok
yağmış, borular mı patlamış, işte neyse, evler, dükkânlar, camiler, sokaklar sular altında
kalmış. Semt halkından bazı kişiler geceleri rüyalarında Fatih Sultan Mehmet’i görür
olmuşlar. Farklı farklı insanların rüyalarına giren ulu hükümdar, “Boğuluyorum… Beni
kurtarın.” Diye feryat figan ediyormuş. Rüyayı görenler kahvehanelerde, pazarlarda
sultanın hâlini anlatmaya başlayınca çok sürmemiş bu anlatılanlar Abdülhamit Han’ın
kulağına kadar gitmiş. Abdülhamit Han da gizlice Fatih İtfaiye Kumandanı Mehmet
Paşa’yı huzuruna çağırıp ceddin mezarını kontrol etmesini buyurmuş. Mehmet Paşa
emri yerine getirmek için ser verip sır vermeyecek yiğitlerini yanına alıp türbeye girmiş.
Türbedeki sandukayı kaldırıp kabri kazmışlar. Fakat metrelerce derinliğe inmelerine
rağmen sultana dair hiçbir kalıntıya rastlayamamışlar. Sonunda karşılarına demir bir
kapak çıkmış. Kapağı kaldırınca taş bir merdiven belirmiş önlerinde. Merdivenin
basamaklarından inmişler. Aşağıda kocaman bir mahzen onları bekliyormuş. Mahzeni
görünce burasının daha önce Havariyun Kilisesi olduğunu hatırlamışlar. Kostantin gibi,
Jüstinyen gibi imparatorların mezarlarının burada olduğunu duyduklarından içlerini bir
korku kaplamış. Ama Abdülhamit Hana söz verdikleri için korkularını bastırıp
mahzenin altında bir süre yürümüşler, sonunda büyükçe bir mermer altlık bulmuşlar.
Fatih’in tabutu işte bu mermerin üzerinde duruyormuş. Tabutu açınca da Fatih Sultan
Mehmet’in o mübarek bedeninin hiç çürümemiş olduğunu görmüşler. (Ümit 2014: 503)
Bu anlatılarda kişiler sadece belirli mekânları yaptıran değil aynı zamanda
mekâna kutsiyet kazandıran kişiler olarak görülmektedir. Ortak kültürü taşıyan insanlar,
yaşadıkları mekâna katkıları bulunan kişileri muhayyilelerinde kutsal bir yere koymuş
ve ortak kültürel yaşantının tarihî şahsiyetlerini efsaneleştirmiştir.

33
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye
Camii’nin anlatımında ise efsanevi unsurlardan çok Mimar Sinan’ın mimari alandaki
dehası, yeteneği ve çalışkanlığı ön plana çıkarılmaktadır. Mimar Sinan’ın mimarideki
yeteneğini zekâsıyla birleştiren özelliğine de şu anlatıyla değinilmiştir:
Mihrümah Sultan ile Mimar Sinan’dan bir cami yapmasını istemiş. Ve Sinan
büyük maharetini göstererek Üsküdar İskelesi’nin karşısındaki camiyi yapmış ama bu
yetmemiş ikinci bir cami daha istemiş güzel sultan. Bunun üzerine Sinan ikinci
Mihrümah Sultan Camii’ni de Edirnekapı’ya yapmış. Ama bu iki caminin Mihrümah
Sultan’ın ismine gönderme yapan bir özelliği varmış. Mihr güneş demekmiş, mah ise ay
yani sultanın ismi güneş ve aymış. Sinan güneşin battığı yere bir cami, ayın doğduğu
yere bir başka cami yaparak sultana olan sevgisini en anlamlı bir biçimde dile getirmiş.
Ve Mihrümah Sultan yılda bir kez, günbatımında Edirnekapı’daki caminin minaresinin
arkasında güneş batarken Üsküdar’daki caminin minarelerinin arasından doğan ayı
izlermiş. (Ümit 2014: 609)
Bu anlatılarda mekân insanların belleğinde geleneğin, yönetim anlayışının ve
yaşam tarzının temsilcisi olarak yer etmiştir.
İstanbul Hatırası’nda mekânın kolektif bellekteki yerini Sultanı Öldürmek adlı
eserin başlangıcında özel ve kişisel alan almaktadır. Mekân, eserin başında cinayetin
işlendiği ve kişinin suçluluk psikolojisiyle kendini sorguladığı, geçmişine dair anılarına
yola çıktığı, kendinden, yakın çevresinden izler aradığı yere dönüşmektedir. Kahraman,
mekânda yer alan nesnelerden yola çıkarak geçmişine gitmekte, âdeta mekânla
konuşmakta ve geçmişiyle yüzleşmektedir. Eserin başındaki özel alan daha sonra
cinayetin nedenine dair sorgulamalar ve mekânda bulunan nesnelerle âdeta değişmekte
ve dönüşmektedir. Bu bağlamda ev, iş yerindeki odalar bireyin psikolojisinin ve içsel
sorgulamasının alanı olurken insanlarla karşılaşılan açık mekânlar ve romanın
kurgusunun oluşturan İstanbul, kültürel belleğin aktarım alanları olarak karşımıza
çıkmaktadır. İstanbul bu romanda akademik bir araştırmanın temel mekânı
durumundadır. İstanbul’u akademik araştırmanın temel konusu yapan ise öldürülen tarih
profesörü Nüzhet’in, Fatih Sultan Mehmet dönemi ile ilgili yaptığı araştırmalardır. Bu
araştırmalar odağında Fatih Sultan Mehmet’in hayatı ve onun hayatında önemli yer
tutan İstanbul’un fethine ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir. Bu romanda İstanbul,
kişinin hatıralarıyla ve bugünüyle canlı bir mekân olmanın yanı sıra tarihî bir
kahramanın biyografisinin ayrılmaz bir parçası olarak da yer almaktadır.
Eserde mekânla ilgili tarihî bilgiler özellikle İstanbul’un fethi ile ilgili bölümlerde
efsanevi anlatılara dönüşmektedir. Özellikle İstanbul’un fethinin öncesinde ve sonrasında
yaşanan doğal olaylar efsanevi özellikler katılarak şu şekilde aktarılmaktadır.
“Konstantinopolis’te güneşin tutulacağını, bir daha ışığın hiç görünmeyeceğini,
anlatıyorlardı. Şehirde sıkça yaşanan depremler bile yaklaşmakta olan büyük kıyametin
habercisi olarak dillendiriliyor, Ayasofya’daki mermer direklerin terlediğinden,
azizlerin heykellerinin gözlerinin yaşardığından söz ediliyordu.” (Ümit 2012: 294)
29 Mayıs’tan birkaç gün önceydi, din adamları rehberliğinde büyükçe bir kalabalık,
ellerinde şehrin koruyucusu Hazreti Meryem’in tasviri, dudaklarında dualar ve ilahilerle
Haliç’ten Marmara Denizi’ne kadar uzanan bir yürüyüş tasarladılar. Amaçları surlara
paralel olarak yürümek, hem savunmacılara moral vermek, hem de azizleri yardıma
çağırmaktı. Ama daha yürüyüş yeni başlamıştı ki Hazreti Meryem’in resmi birden yere
düştü. Tasviri kaldırmak istediler ama resim sanki yere çivilenmiş gibiydi. Ne kadar
çabalarlarsa çabalasınlar doğrultamıyorlardı. Uzun uğraşların ardından sonunda tasviri
kaldırmayı başardılar fakat bu defa da korkunç bir tufan başladı. Sanki gök delinmiş gibiydi;
öküz gözü büyüklüğünde damlalardan oluşan bir yağmur ardından erik büyüklüğünde
dolular yağmaya başladı insanların tepesine. Kısa sürede şehrin sokakları

34
sel sularıyla doldu. Büyükler çocuklarını tutmasalar sular onları denize kadar
sürükleyebilirdi. Kutsal yürüyüş böylece yarıda kaldı. Halk bunu büyük bir uğursuzluk
saydı. Kötü kehanetler bununla da bitmedi. Ertesi gün Kostantinopolis’i duvar gibi bir sis
örttü. Saatler sonra sis kalkarken Ayasofya’nın üzerinde sarı bir ışık görüldü. Işık kilisenin
görkemli kubbesinden ağır ağır gökyüzüne çekiliyordu. Halk acı içinde dövünmeye başladı.
Çünkü Hazreti İsa ışığın temsilcisiydi ve galiba onları terk ediyordu.
Bir başka kehanet ise gökyüzünde dolunay olduğu sürece şehrin düşmeyeceği
inancıydı. Çünkü pagan döneminde kentin koruyucusu Ay tanrıçası Hekate’ydi. Ayın
gümüşten ışıkları surları aydınlattığı müddetçe Kostantinopolis, güvende demekti. Ama
tam da o günlerde saatler süren bir ay tutulması yaşandı. (Ümit 2012:355-356)
Burada mekânla ilgili anlatılar âdeta bireylerin zihninde bir resim oluşturmakta
ve Asmann’ın da belirttiği gibi “sözlü bellekteki anlatarak tekrarlamanın üstünlüğü
yazılı bellekte yerini canlandırmanın üstünlüğüne” bırakmaktadır. (Assmann 2015) Bu
bağlamda yazar, anlatılanları efsane, mitolojiyle ilgi çekici hâle getirmekte, okuyucuyu
olayın içine dâhil etmektedir.
Bab- ı Esrar’da ise mekân yine tarihî, efsanevi ve mitolojik özellikleri ile ön
plana çıkan Konya’dır. Romanın kahramanı Konya’daki bir otelin kundaklama mı
yoksa kaza sonucu mu yandığını ortaya çıkarmaya çalışan bir sigorta şirketi çalışanıdır
ve İngiltere’den Konya’ya bu olayı araştırmak için gelmiştir. Kahraman olayın nedenini
araştırırken, kapısı sırlara açılan bir kentte kendini geçmişinin sırlarının izini sürmeye
başlarken bulur. Kendisini yıllar önce terk eden Mevlevî dervişi babasıyla çocukken
Konya’da yaşamış oldukları, gördüğü mekânlarla zihninde canlanmaktadır. Bu eserde
mekân geçmişi hatırlatıcıdır ve bireyin zihni ve bilinçaltı bir hafıza mekânı olarak
kullanılmaktadır. Mevlâna ve Şems ise kent belleğini oluşturan önemli isimlerdir.
Eserde pek çok mekân bu isimlerle ilişkilendirilmektedir. Kentin adının nerden
geldiğinin mitolojik ve efsanevi tarihî ise eser içerisinde yine göstergesel değeri olan
logo, sembol ve adlandırmalarla aktarılmaktadır. Burada mekân sembolleri, toplumsal
yapının anlam yüklü kodları olarak yaratının çok boyutlu içerik çözümlemesinin
referans çerçevesini oluşturmaktadır. Kahraman şehrin mitolojik ve efsanevi hikâyesini
araştırma yaptığı şirketin girişindeki Medusa mozaiğinden ve şirketin adından yola
çıkarak şu şekilde öğrenmektedir:
Medusa her zaman çirkin bir canavar değildi. Aksine olağanüstü güzelliğe sahip
bir genç kızdı. O kadar çekiciydi ki güzelliği sadece biz ölümlülerin değil, tanrıların da
ilgisini çekmişti. Ne yazık ki Medusa da kendi güzelliğine âşık olmuştu. Bu aşk, başını
döndürdü. Yapmaması gereken bir şeyi yaptı, kutsal yasayı çiğnedi. Çoktan beri ona
hayran olan deniz tanrısı Poseidon’la Athena’nın tapınağında sevişti… Athena kendi
mabedinde gerçekleşen bu saygısızlığı hiçbir zaman affetmedi. Medusa’yı bir canavara
çevirdi; saçlarını birer yılan hâline getirdi, o güzel kız artık yüzüne bakanları taşa
çeviren korkunç bir yaratık olmuştu. Ve bu canavar yaşadığı Toros Dağları’ndan sık sık
kente inerek, insanları öldürüyor, çevreye zarar veriyordu. Kent halkı bir kahramanın
çıkıp bu canavarı öldürmesini bekliyordu, ama kendisine bakanları taşa çeviren bir
canavarı öldürmek hiç de kolay değildi. Bu belalı işe Zeus’un cesur oğlu Perseus talip
oldu. Medusa’yı canavar hâline getirmesine rağmen genç kıza duyduğu kıskançlığı hâlâ
geçmeyen Athena da büyük bir hevesle Perseus’un yardımına koştu. Zorlu bir
müacdelenin Perseus, Medusa’nın başını keserek şehir halkını bu canavardan kurtardı.
Halk bu kahramana duyduğu minneti şehrin her tarafına onun ikonlarını dikerek
gösterdi. Her yanı ikonlarla çevrilen bu kente de ikonion adı verildi. (Ümit 2018:64)
Burada Konya isminin nereden geldiğine dair halk arasında anlatılan efsane şu
şekilde aktarılmıştır:

35
Konya adının nerden geldiğine dair ikinci bir anlatıya yine eser içerisinde yer
verilmektedir. “Horasan illerinden Anadolu’ya doğru iki derviş uçarak geliyormuş. Bu
toprakların üzerine gelince bakmışlar ki aşağı bağlık bahçelik. İki dervişten biri
aşağıdaki güzellikleri görünce yol arkadaşına sormuş. “Ne dersin baba erenler
konayım mı? Öteki derviş de aşağı bakmış, gördüğü manzara hoşuna gitmiş. “kon ya!”
demiş. Böylece konmuşlar kentin adı da Konya olmuş.” (Ümit 2018: 65)
Bu eserde Konya ve Konya’da yer alan tarihî ve dinî mekânlar bireyin
bilinçaltında kalan bastırılmış duygularının aktarılmasına vesile olan yer olarak işlev
kazanmaktadır.
Patasana adlı eserde ise mekân Gaziantep’tir. Ama bu romanda Gaziantep’ten
ziyade Fırat, efsanevi ve mitolojik özellikleri ön plana çıkarılacak şekilde
anlatılmaktadır. Özellikle Patasana’nın hikâyesinin anlatıldığı bölümde Fırat, sadece
yaşamın devamını sağlayan önemli bir kaynak olarak değil, aynı zamanda hayatın
önemli geçiş dönemleri olan doğum ve ölümle ilgili ritüelistik uygulamaların da mekânı
olarak yer almaktadır. Patasana’nın babasının doğumu ile ilgili anlatıda Fırat’ın efsanevi
özelliği şu şekilde anlatılmaktadır:
“Tunnavi babama hamile kaldığı günlerde büyükbabam Fırat’ta irice bir sazan
balığı tutmuş. Sazan balığının karnını açtıklarında nehirde hiç rastlamadıkları türden
kara bir balık çıkmış. Büyükbabam bunu uğursuzluk alameti sayıp falcıya koşmuş. Falcı
da bunun kötü bir alamet olduğunu söyleyerek balığı tekrar Fırat’a atmasını söylemiş.
Büyükbabam falcının dediklerini anında yerine getirmiş. Ama bu önlem hiçbir işe
yaramamış, fırtına tanrısı Teşup, güzel Tunnavi’yi büyükbabamdan daha çok sevmiş
olacak ki yanına almış.” (Ümit 2016:58)
Kralın ölümünün habercisi olarak da mekânda gerçekleştirilen dinî-ritüelistik
uygulamalar şu şekilde yer almaktadır:
“Falcılar kesilmiş bir koyunun karaciğerine baktılar. Ciğerin kalınlaşan
bölümünün aşağıya mı, yukarıya mı geldiğini saptadılar ve umutsuzca başlarını
salladılar. Falcılar bir dişi kartal ile bir erkek kartalı Fırat’ın altındaki ovada
uçurdular. Ama kuşlar havada karşılaşmadılar ters yönde uçtular. Falcılar bir havuza
iki yılanbalığı koydular ama yılanbalıkları da farklı yönlere giderek kralımızın
yeryüzünden ayrılma vaktinin geldiğini söylediler.” (Ümit 2016:105)
Mekân, sosyal alan, inanç merkezi, kültürün oluştuğu, aktarıldığı ve yaşatıldığı,
belirli bir yerde yaşayan insanın göstergelerini yarattığı, zaman unsuruna bağlı olarak
değişen insanların göstergeleri yorumladığı alanlar olarak polisiye roman kurgusu
içerisinde gerçekliği ve inandırıcılığı sağlayan unsurdur. Mekânın polisiye roman içinde
gerçekliği, “anlatıcı tarafından bilinçli olarak gerçek olaylar anlatıldığını iddia eden
dinleyicilere bu olayın gerçek olup olmadığını gerçek ise nasıl olduğunu düşündüren ve
bu gerçekten haberdar olmayı isteten”(Lüthi 1997) efsanenin gerçeklik üzerine kurulu
özelliği ile birleşmektedir.
Eşyaların Efsanevi Gizemi: İpuçları
Ahmet Ümit İstanbul Hatırası, Sultanı Öldürmek, Patasana ve Bab-ı Esrar adlı
eserlerinde gerçekliği ve inandırıcılığı sadece mekânla değil aynı zamanda tarihî, efsanevi,
mitolojik anlamlara ve göstergesel değere sahip nesne, eşyalarla da sağlamıştır. Romanlarda
nesne ve eşyalar cinayetin ya da herhangi bir problemin nedeninin ortaya çıkaracak önemli
ipuçlarıdır ve “sosyal bir mesajı, yaratıldığı dönemin kültürel özelliklerini, onu sahiplenen
ve kullanan insanların kimliğini” ortaya koyan “fiziki” ve “sosyal gösterge” lerdir. (Bilgin
2011:9) Eşyaları sosyal gösterge haline getiren bireysel ve kolektif bellekte taşıdığı
anlamlardır. Bu anlamlar, belirli bir mekânda okuyucuyu andan geçmişin gizemlerine doğru
yola çıkarmaktadır. İpuçlarının gizemi ise çoğu zaman mitoloji ve efsanenin rehberliğinde
çözülmeye çalışılmakta ve roman kurgusunda çok

36
katmanlı bir yapı ortaya çıkmaktadır. İpuçları efsane ve polisiyeyi bir araya getiren
diğer bir durumu da ortaya çıkarmaktadır. Bu durum ise”merak” tır. Polisiye romanda
efsane ve mitoloji aracılığıyla ise “nesnelerdeki izler ve o izlerdeki esrar perdesi
aralanmaya çalışılmakta” dır.
“İstanbul Hatırası” adlı eserde bu ipuçları Yunan, Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemlerine ait sikke ve paralardır. Burada sikkeler bir gösterge olarak kullanılmaktadır.
Her bir sikkenin üzerindeki resim, şekil ve yazılar bulunmakta her bir yazı, şekil ve resim
altında yatan çok derin kültürel anlamlara işaret etmektedir. Sikkelerin gizemini çözmeye
çalışırken okuyucu, farklı dönemlerin efsane, mitoloji ve tarihî bilgileriyle karşı karşıya
kalmaktadır ve eşyayı okumaya çalışırken bir kentin, bir dönemin kültürel belleğine şahitlik
etmektedir. “İstanbul Hatırası” adlı romanda her kurbanın avcuna bir sikke bırakılmasının
efsanevi ve mitolojik anlamına şu şekilde yer verilmiştir:
“Mitolojide ölülerin gözüne ya da bedenlerine bırakılan para onların yeraltı
ülkesindeki Akheron Irmağı’nı rahatça geçmeleri içindi. Kötü biri olan sandalcı
Kharon ölü ruhları ırmaktan geçirmek için para alırdı. Bu yüzden ölülerin bedenlerine
para bırakılırdı. Sandalcı Kharon, ölünün üzerinde para bulamazsa onları Akheron
Irmağından geçirmez, böylece ruhlar Yeraltı tanrısı Hades’in bataklığına saplanır
kalırlardı.” ( Ümit 2014:48)
Yedi farklı kurbanın eline bırakılan sikkeler sırasıyla İstanbul’un Yunan, Roma,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine işaret etmektedir ve bu sikkeler sırasıyla İstanbul’un
tarihinde yer etmiş önemli isimler olan Kral Byzas, Constantinus, II. Teodosios, Jüstinyen,
Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman adına basılmıştır.
Romanda öldürülen İlk kurbanın elinde Byzantion sikkesi bulunmaktadır.
Sikkenin üzerindeki resim, şekil ve yazıların mitolojik ve efsanevi hikâyesi şu şekilde
aktarılmaktadır:
“Ay tanrıçası Hekate, kimileri onu Artemisle özdeşleştirir. Hekate’nin
Byzantium’a hep yardım ettiği söylenir. Hatta şöyle bir olay da anlatılır: Büyük
İskender’in babası II. Filip, Byzantium’u ele geçirmek ister. Ordusunu aysız, yıldızsız,
karanlık bir gecede şehrin yakınlarına kadar sokar. Amacı ani bir saldırıyla şehri
teslim almaktır. Ama birden gökyüzünde ışıklar patlar, yıldızlar yanar, ortalık gündüz
gibi olur. Aynı anda Hekate’nin işaretiyle köpekler de ulumaya başlar. Bütün kent bir
anda uyanır ve II. Filip’in ordusunun yaklaşmakta olduğunu görerek önlem alır. Ve ay
Tanrıçası Hekate’nin yardımıyla Byzantium o gece kurtulur” (Ümit 2014:46)
“Yunanlılar denizler tanrısı Poseidon gibi Hekate’ nin de kendilerine yardım ettiğini
düşünür”. (Ümit 2014:46)
Dördüncü sikke Jüstinyen dönemine aittir ve bu parayla ilgili şu açıklamalara
yer verilmiştir: “Jüstinyen parası “evet, ön yüzünde Jüstinyen’in büstü.. başında
miğfer, üzerinde zırh. Sol elinde kalkan, sağ elinde mızrak. IVSTINIANVS yazısı.. “arka
yüzüne geçtim.”hımmm asa şeklinde haç tutan, meleğe benzeyen kanatlı bir
varlık.”“Victoria” diye düzeltti . “Yani Yunanlılardaki Zafer Tanrıçasının Roma
dönemindeki adı.” (Ümit 2014: 469)
Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde bastırılan
sikkelerin üzerinde resim ve şekillerin yerini yazılar almıştır. Burada paralar, kişinin
biyografik tarihinin ve yaptığı önemli işlerin hatırlatıcısı ve aktarıcısı olarak yer
almaktadır. Fatih sultan Mehmet adına bastırılan parada şu bilgiler yer almaktadır:
“Bu altını basan kişi, denizde ve karada Allah’ın yardımına mazhar, izzet sahibi
biridir.” Sikkenin diğer yüzünde Murad Han oğlu Sultan Mehmed, zaferi aziz olsun.
Kostantiniyye’de basıldı sene 882”. (Ümit 2014:499)
“Sultanı Öldürmek” romanında ise ipucu Fatih Sultan Mehmet’in tuğrasının
bulunduğu bir mektup açama aleti olarak görülmektedir. Burada nesne bireyin zihninde

37
kendi geçmişine yönelik anıların hatırlatıcısı olduğu gibi bir döneme, bir tarihî
şahsiyetin hayat hikâyesine açılan kapının da anahtarı durumundadır. Burada nesne
“ona sahiplenen ve kullanan insanın kimliğinin ve “kültürel değerlerin ve yaşam
tarzlarının taşıyıcısı”(Bilgin 2011: 8-9) olma işlevine sahiptir.
Bab-ı Esrar’da Konya’da Şems türbesi önünde kahramana bir derviş tarafından
verilen “taşı kanayan yüzük”, romanın başından sonuna kadar olaya gizemli bir hava
katmaktadır. Burada nesne olayın gizemini başlatmakta ve devam ettirmektedir.
Yüzüğün özelliği roman kurgusu içerisinde efsanevi birtakım öğelerin yer almasını
sağlayacak şekilde şöyle aktarılmaktadır:
“Bir gün şeyhi, Derviş’e dedi ki: Halife sana semayı yasak etti. Bu yasak, dervişin
yüreğinde düğüm oldu. Derviş hastalandı, yatağa düştü. Dervişi uzman bir hekime
götürdüler. Hekim, dervişin nabzını tuttu, hastalığın sebeplerini araştırdı. Bildiği
hastalıklardan hiçbirine benzemiyordu. Farklı tedavi yöntemleri denedi, ama dervişe
yardım edemedi. Gün geldi derviş öldü, ama hekim iyileştiremediği bu hastalığın peşini
bırakmadı. Dervişin mezarını açtırdı, cesedini muayenehanesine taşıttı. Orada cesedin
göğsünü yardı. Kalbini çıkardı. Baktı ki dervişin kalbi düğümlenmiş. Düğüm sertleşmiş,
tıpkı bir akik taşı gibi olmuş. Hekim bu akik taşını uzun yıllar sakladı, ama sonra yoksul
düştü ve taşı sattı. Akik taşı elden ele dolaştıktan sonra Halife’ye kadar ulaştı. Halife bunu
yüzük taşı yaptırdı. Bir gün bir sema âleminde aşağı bakarken elbisesinin kan içinde
kaldığını gördü. Kendini yokladı., hiçbir tarafında yara bere yoktu. Elini yüzüğüne götürdü,
yüzüğün taşı kan olup akmıştı.” (Ümit 2018: 284)
Nesne ve eşyalar romanda “anlam ve ilişki taşıyıcısı” olmanın yanı sıra
“iletişim kanalı, belirli bir sosyal mesajı ileten ve taşıyan ögedir.” (Bilgin 2011: 25)
Eserlerde nesne ve eşyalar “insanın dış dünyaya açılmasının, farklı insanlarla ilişki
kurmasının araç ve gereci olarak” (Bilgin 2011: 9) da karşımıza çıkmaktadır.
Sözlü Tarih ve Hafıza Bağlamında Tanıklık
Efsane ve romanlarda inandırıcılık ve gerçekliği sağlayan bir diğer unsur tanıklardır.
Ahmet Ümit, eserlerinin sonunda KAYNAKLARya yer vermekle birlikte, romanın
içerisinde sözlü tarih anlayışına yer vererek “bireylerin tanıklığına” vurgu yapmayı ön plana
çıkarmaktadır. Eserde bireyin belleği, tanıklığı, hatıraları ve hafızası olayın çözümü ile ilgili
bağlantıları ortaya koyacak önemdedir. Romanlarda sözlü bellek aktarıcısı olarak tanıklar,
özellikle tarihle ile ilgilenen kişilerden seçilmiştir. “İstanbul Hatırası” romanında sözlü
bellek aktarıcısı öldürülen ilk kurbanın eşi Leyla Barkın’dır. Leyla Barkın, Topkapı Saray
Müzesi Müdiresi olarak görev yapmaktadır. Sanat tarihçisi, arkeolog eski eşi Necdet
Denizel’in ölümüyle ilgili tanıklığına başvurulan bu kişi eserin başından sonuna kadar
ortaya çıkan her bir ipucundaki tarihî kodları çözmesi için bilgisine başvurulan biridir.
Özellikle bu romanda cinayeti çözmeye çalışan Nevzat komiserin annesinin tarih öğretmeni
oluşu da kişilerin tesadüfi olarak seçilmediğini göstermektedir. Burada Nevzat Komiser,
şehrin kültürel belleğini o şehirde yaşayan ve şehrin tarihini anılarıyla yaşatan biri olarak
aktarmaktadır. “Sultanı Öldürmek” romanında kahramanlar tarih profesörleri Tahir Hakkı
Bentli, Müştak Serhazin ve Nüzhet Hanım’dır. Bu romanda kahramanların sözlü bellek
aktarıcılığı konferans, sempozyum ve tarihî gezilerle gerçekleşmektedir. Yazar bu
mekânlarla sözlü kültür geleneği içinde anlatan ve dinleyen arasında geleneksel anlatı
yoluyla kurulan bağı kahramanları belirli bir mekânda yüz yüze getirerek
gerçekleştirmektedir. Böylece yazar, sözlü kültürdeki anlatan ve dinleyenin aynı mekânda
gerçekleştirdiği anlatı geleneğinin izlerini eserine taşımaktadır. Patasana’da Gaziantep
çevresinde kazı yapan arkeologlar ve yöre halkı sözlü belleğin aktarımını sağlayan kişiler
durumundadır. Bab-ı Esrar da ise Konya’da yaşayan Mennan Fidan ve kahramanın
rüyalarına girerek onu kaybettiği babasıyla karşılaştıran Şems kültürel bellek aktarıcıları
olarak görülmektedir. Anlatılan olayların

38
kanıtlar ve tanıklarla sunularak verilmesi yine polisiye roman ve efsaneyi bir araya
getirmektedir. Çünkü Linda Degh’in de belirttiği gibi efsanenin en önemli özelliği
“efsane anlatılarında olayın kanıtlar sunularak ve olaya tanık olanların isimleri
verilerek yer ve zaman gösterilerek anlatılmasıdır.” (Degh: 488)

Korku, Gerilim, Çatışma Üçgeninde Efsane ve Polisiye


Ahmet Ümit, romanlarında efsaneyi korku, gerilim ve çatışma unsurlarını ön
plana çıkaracak şekilde de kullanmaktadır. Patasana’da arkeologların kazı yaptıkları
yerle ilgili bölgenin halkından dinledikleri anlatılar ve bu anlatılarla ilgili inanışlar
roman kurgusu içerisinde kaygı, gerilim ve korku uyandırıcı niteliktedir. Patasana’da
arkeologların Hitit tabletlerini bulmak için kazı yaptıkları yere, yöre halkı arasında
“kara kabir” denmektedir. Bu çevrede araştırma yapmanın, çevresini kazmanın günah
olduğu, bu işten vazgeçilmezse büyük bir belanın arkeologların başlarına geleceği
bölgede yaşayan bazı kişilerce sürekli hatırlatılmaktadır. Kazı yapılan bölgenin halk için
önemi “Yöre halkının yüzyıllardır kuraklık olduğunda, sel bastığında,
hastalandıklarında, çocukları olmadığında, kızları evde kaldığında sığındıkları, yardım
diledikleri yer” (Ümit: 2016:26) olarak belirtilmektedir. Bu yapının etrafını kazmanın
huzursuzluğa ve lanete neden olacağı anlatısının üzerine bölgede cinayetlerin işlenmesi
roman kahramanlarını korkutmakta ve tedirgin etmektedir. Bunun dışında daha önceki
kazılarla ilgili söylentiler de meslek anlatıları olarak yer almakta ve Alman arkeolog
Bernd ile Amerikalı arkeolog Timothy tarafından bu anlatılar şu şekilde aktarılmaktadır:
“Howart Carter, Krallar Vadisi’nde Tutankhamon’un mezarını bulduğunda da
firavunun lanetinden bahsedilmişti.” (Ümit 2016:37) “Buna benzer bir olayı Ninova
yakınlarında bir kazıda yaşamıştık. Halkın kutsal saydığı çivi yazısı tabletlerini
toplamak istedik. Ama yerliler, bu tabletlerin kendilerini beladan koruduğunu
söyleyerek vermek istemediler.” (Ümit 2016:39)
Polisiye roman içerisinde efsane, mitoloji çatışma, gerilim, korku, merak gibi
unsurları barındırmasının dışında farklı bir işlev de görmektedir. Yazar, efsane ve mitoloji
okuyucuyu farklı bir dünyanın içerisine sürükleyerek onun gerilim ve çatışmadan yorulan
zihnini dinlendirmek için de kullanmaktadır. Efsanenin bu işlevine Ahmet Ümit, Patasana
adlı romanda yer vermiştir. Bu roman, diğer üç romandan farklı bir şekilde kurgulamıştır.
Yazar, anlatı içinde anlatıya yer vererek polisiye roman içinde yine sonu cinayetle biten
tarihî ve trajik bir aşk hikâyesi anlatmıştır. Yani kitapta iki hikâye anlatılmıştır. Birinci
hikâye çerçeve hikâyedir ve burada üç ayrı cinayetin tarihî, politik ve siyasi meselelere
dayanan gizemi çözülmeye çalışılmaktadır. Kitapta yer alan ikinci hikâye ise çekirdek
hikâyedir ve burada Hitit döneminde yaşayan Patasana adlı bir yazman, kendi hikâyesini
anlatmaktadır. Bu iki hikâyeyi birbirine bağlayan şey ise çerçeve hikâyede yer alan
arkeologların kazı alanında üzerinde çalıştıkları şeyin Patasana’nın hikâyesinin anlatıldığı
Hitit tabletleri olmasıdır. Bu bağlamda romanda iki ayrı hikâye vardır ama bu iki ayrı
hikâye birbirinden bağımsız değildir. Bir bölümde arkeologların kazı çalışmaları, geçmişte
yaşanan olaylara dair işlenen cinayetler, bu cinayetlerin nasıl işlendiği, suçluların kimler
olabileceği sorgulanırken ve araştırılırken, hemen bir sonraki bölümde Patasana’nın
hikâyesi yer almaktadır. Hikâyeler arasındaki bütünlük biçimsel olarak da korunmaya
çalışılmış ve bir bölümün son cümlesinde yer alan kelime diğer bölümün ilk cümlesinde de
yer almıştır. Böylece roman içerisinde âdeta şiirsel bir uyum yakalanmıştır. Bölümler arası
geçişteki çaprazlık bu ortak kelimelerle yerini âdeta sarmallığa bırakmış ve böylelikle
çerçeve hikâyedeki gerilim, çatışma, merak, korku unsurları, Patasana’nın mitolojik ve
efsanevi hikâyesinin anlatıldığı kısımlarda yerini sakinliğe, dinginliğe, çaresizce yaşanan bir
aşk hikâyesinin hüznüne

39
bırakmıştır. Yazar; gerilim, çatışma ve entrika ile yorulan zihinleri bu şekilde âdeta
dinlendirmiştir.
Sonuç
Ahmet Ümit bu çalışmada adı geçen dört romanında efsane ve mitolojik anlatılara
oldukça fazla yer vermiştir. Efsane ve polisiyeyi bu eserlerde bir araya getiren en önemli
özellik her iki türün de var olan bir gerçeklikten yola çıkması ve bu gerçekliği ortaya
çıkaran nedenleri arama çabasıdır. Bunun dışında efsane; polisiye roman içerisinde
toplumsal belleği hatırlatma, olay kurgusunu sağlama, ipucu olma, kronolojik sırayı
sağlama, çatışma unsurunu ortaya koyma, dikkati farklı bir yere çekme, kültürel kod ve
sembolleri aktarma vb. gibi işlevlerle de yer almaktadır. Bu bağlamda efsane, roman
kurgusu içerisinde bazen düğümü oluşturan bir halka hâline gelmekte ve zamanda geriye
dönüşü sağlayıp bir sonraki olay için sıçrayışı oluşturarak gerilim, çatışma, merak
unsurunun üst düzeye çıkmasını sağlamaktadır. Polisiye roman türünde zaman, mekân ve
olay kurgusunda geriye gidişlerle sağlanan inanırlık ve gerçeklik; efsanenin gerçekliği ve
var olan bir durumun görünen sonuçlarından yola çıkarak nedenini ortaya koyan yapısıyla
örtüşmektedir. Böylece tarih, efsane ve mitoloji polisiye romanda ortak kültürel yapıya
sahip insanların geçmişine ve kültürüne manevi bağ, hafızasına referans olmakta ve polisiye
romanda ilgi ve merakın üst düzeye çıkmasını sağlamaktadır.
KAYNAKLAR
ASSMANN, Jan (2015) Kültürel Bellek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
BİLGİN, Nuri (2011) Eşya ve İnsan, Gündoğan Yayınları, İstanbul
DEGH, Linda. “Legend”. Folklore: An Encyclo- pedia of Beliefs, Customs, Music and
Art. Cilt II. 485-93.
HALBWACHS, Maurice (2018) Kolektif Bellek, Pinhan Yayıncılık, İstanbul
ÜMİT, Ahmet (2012) Sultanı Öldürmek, Everest Yayınları, İstanbul
… (2014) İstanbul Hatırası, Everest Yayınları, İstanbul
… (2016) Patasana, Everest Yayınları, İstanbul
… (2018) Bab-ı Esrar, Everest Yayınları, İstanbul
KOÇAK, Orhan Kemal (2003) Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Anlatı Geleneği ve
Popüler Bir Mit Olarak Polisiye Roman, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi
LÜTHİ, Max. (1997c). “Masalın; Efsane, Menkabe, Mit, Fabl ve Fıkra Gibi Türlerden
Farkı”, Çev. Sevingül Karasubaşı, Millî Folklor Dergisi, S. 25, s. 66-68.
SYMONS, Julian. (1985) Bloody Murder: From the Detective Story to the Crime Novel.
Harmondsworth, Penguin Publication.
ÜYEPAZARCI, Erol (1997). Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes (Türkiye’de
yayımlanmış çeviri ve telif polisiye romanlar üzerine bir inceleme 1881- 1928(, Göçebe
̇

Yayınları, Istanbul

1
TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE TABU KELİMELER VE KALIP SÖZLER
2
Erdi ERBEDEN
Özet
Bütün dünya toplumlarında utanç, üzüntü, iğrenme, kaygı ve korku gibi hisler
uyandırabilecek bazı olay, durum, canlı ve nesnelerin tabulaştırıldığı görülmektedir.
Özellikle din, cinsellik, boşaltım (dışkılama-kusma), fiziksel-ruhsal hastalıklar ve ölüm ile
ilgili konularda tabulara sıkça rastlanır. İnsanlar arasında iletişimi sağlayan en önemli

3
Bu çalışma 2224-A Yurt Dışı Bilimsel Etkinliklere Katılımı Destekleme Programı
Kapsamında TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir.
4
Arş. Gör., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
Bölümü, erdi.erbeden@gmail.com

40
bildirişim dizgesi olan dil de tabulardan doğrudan etkilenir. Birey üzerinde sosyal veya
psikolojik baskı oluşturan olay, durum, canlı ve nesneler tabulaştırıldığı gibi söz konusu
unsurların adlarının söylenmesi de tabu olarak kabul edilebilmektedir. Var olanı bir
şekilde açıklama ihtiyacı hisseden birey, tabu kelimeleri kullanmak yerine dolaylı
anlatıma başvurabilmektedir. Olumsuz algının tesirini hafifletmeye veya tamamen
ortadan kaldırmaya yönelik kullanılan bu üslup literatürde örtmece (euphemism)
terimiyle karşılanmaktadır. Türkçede örtmeceler dışında kısmen bu görevi üstlenen
kelime veya kelime grupları da bulunmaktadır. Bu bildiride tabu kelimeler ve kalıp
sözler arasındaki ilişki üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Söz Varlığı, Tabu, Örtmece, Kalıp Söz, Türkiye
Türkçesi Abstract
It has been observed in all societies around the world that some events, situations,
living creatures, and objects which can create feelings such as shame, sorrow, disgust,
worry, and fear are turned into taboos. Taboos are frequently seen especially in issues such
as religion, sexuality, excretion (defecation-vomiting), physical-mental illnesses, and death.
As one of the most important communication systems, language is directly affected by these
taboos. Events, situations, living creatures, and objects which create social or psychological
pressure on the individual are turned into taboos; and expressing these words are considered
taboo as well. Having the need to express what exists, the individual can use indirect words
to avoid using taboo words. Used in order to weaken the effect of this negative perception
or to completely abolish it, this style is called euphemism in the literature. Apart from
euphemism, there are also some other words or word groups which partially have this duty
in Turkish. In this paper, taboo words and formulaic expressions shall be focused on.

Keywords: Vocabulary, Taboo, Euphemism, Formulaic Expressions, Turkish


1.Giriş
İngiliz denizci James Cook’un seferleri aracılığıyla Polinezya dilinden Avrupa
dillerine geçtiği düşünülen tapu (ta “işaret etmek” ve pu “olağanüstü”) kelimesi, bu dillerde
taboo (İng.), tabou (Fr.) ve tabu (Alm.) biçimlerinde yaşamaktadır (Demirci, 2015: 312;
Güngör, 2006: 70). Türkiye’de konu üzerine çalışma yapan araştırmacılar bu kelimenin
karşılığı olarak daha çok tabu (Çağatay, 1974; Aksan, 2000; Özyıldırım, 1996; Demirci,
2015; Killi, 2006; Güngör, 2006) ve nadiren tekinsiz (İnan, 1987) kavramlarını
kullanmışlardır. Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türkçe Sözlük’te “a. Fr. tabou
3 din b. Kutsal sayılan bazı insanlara, hayvanlara, nesnelere, dokunulmasını yasaklayan,
aksi yapıldığında zararı dokunacağı düşünülen dinî inanç. 2. top b. Tekinsiz. 3. sf.
Yasaklanarak korunan (nesne, kelime, davranış)” (TDK, 2011: 2239) olarak izah edilen
tabu, psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’a göre karşıt iki anlama sahiptir: “1. kutsal,
kutsanmış” ve “2. netameli, tehlikeli, yasak, temiz olmayan”. Ancak Freud, tabunun yanına
yaklaşılmazlık anlamı içerdiğini, tabularda dinî ve ahlâkî yasaklardan farklılık gösteren
temel yasaklar ve kısıtlamalarla karşı karşıya kalındığını ileri sürer (Freud, 2012: 39).
Tabular bugün kaba bir tabirle kişinin algı dünyasıyla bağlantılı olarak belirli eylemlerin
yasaklanması olarak tanımlanmaktadır (Killi, 2006: 51).
Tabuların ortaya çıkış nedenleri hakkında kesin bir çıkarıma varılamamıştır.
Freud’a göre tabular, ilahî bir otoritenin emir ve yasaklarından doğmayıp kendiliğinden
ortaya çıkar. Ayrıca herhangi bir nedene dayandırılamayan ve kaçınılması zorunlu
olmayan bu kısıtlamaların kaynağı belirsizdir (Freud, 2012: 39)
Etnografya, sosyoloji, psikoloji, dilbilim ve etnolinguistik gibi çalışma alanları ile
ilgisi bulunan tabular, bu alanlar üzerine çalışma yapan araştırmacılar tarafından farklı
yönlerden sınıflandırılmaya çalışılmıştır (Güngör, 2006: 74). Bunlar içerisinde dikkat çeken
tasniflerden biri Macar bilgin Stephen Ullmann’a aittir. Ullmann, biliçdışı ortaya

41
çıkan psikolojik neden ya da güdülere dayanarak tabuları korkuyla ilgili tabular,
üzüntüye neden olan kavramlarla ilgili tabular ve ayıp sayılan kavramlarla ilgili
tabular olmak üzere üç kısımda ele almıştır (Özyıldırım, 1996: 16).
Toplumsal bir bildirişim dizgesi olan dil ait olduğu toplumun kültürel
ögelerinden biri olan tabulardan doğrudan etkilenir. Dilin kullanıcısı, tabu kabul edilen
unsurları kullanmaktan kaçınabilir. Örnek olarak Türk toplumunda tabulaştırılmış olan
bazı fizikötesi varlıkların (cin, peri vb.) adlarının kullanılması tabu olarak kabul edilir.
Dolayısıyla toplum ya da bireyde kötü izlenim veya çağrışım uyandırabilecek ilişki,
durum, canlı ve nesnelerin yanı sıra ilişki, durum, canlı ve nesnelerin adlarının
kullanılması da tabu olarak karşımıza çıkmaktadır (Özyıldırım, 1996: 16). Ancak var
olan gerçekliği aktarma ihtiyacı hisseden birey tabu kelimeleri kullanmak yerine, çoğu
zaman algıyı değiştirmeye yönelik farklı sözcükler kullanma yolunu seçmektedir. Bu
üslup örtmece (euphemism) terimiyle karşılanmaktadır.
Yunanca ευφημισμός (euphemismus) kelimesinden gelen ve Avrupa dillerinde İng.
euphemism, Fr. euphemisme, Alm. euphemismus biçimlerinde karşılaşılan (Demirci, 2015:
311) örtmece, Yunancada “iyi, uğurlu söyleme” (Killi, 2006: 52) anlamına gelmektedir.
Örtmece, terim olarak kimi varlıklardan, nesnelerden söz edildiğinde doğabilecek korku,
ürkme, iğrenme gibi duyguların, kötü izlenim ve çağrışımların önlenmesi amacına yönelen
ve dünyanın her dilinde rastlanan bir değiştirme olayı (Aksan, 2000: 98) olarak tarif
edilmektedir. TDK Türkçe Sözlük’te ise “a. 1. ed. Söylenmesi kaba, çirkin veya sakıncalı
görülen nesnelerin, kavramların, başka kelimelerle daha uygun ve edepli bir biçimde
anlatılması, edebîkelam. 2. Kandırma, gizleme.” (TDK, 2011: 1860) olarak verilir. Örtmece
için yapılan tanımların ortak noktası olarak tabu kabul edilen kelimelerin bir şekilde
değiştirilip yeni ve farklı bir tarzda söylenmesi kabul edilebilir. Başka bir ifadeyle örtmece,
anlam değiştirilmediği hâlde algılamayı değiştirmeye yönelik bir anlatım tarzıdır (Demirci,
2008: 22).
Örtmeceler konularına göre farklı sınıflandırmalara tâbi tutulmaktadır. Örnek
olarak bazı araştırmacılara göre örtmeceler konularına göre din bağlantılı örtmeceler,
cinsellikle ilgili örtmeceler, boşaltım ile ilgili örtmeceler ve diğer örtmece konuları
(Demirci, 2015: 313-320) şeklinde ele alınabilir. Hakas Türkçesinde Tabu Sözler ve
Örtmece isimli makalesinde Gülsüm Killi, derlemindeki dil malzemesini avcılık ve
hayvan adları ile ilgili örtmece sözler, ölüm ile ilgili örtmece sözler, doğum ile ilgili
örtmece sözler, hastalıklar ve fiziksel yetersizlikler ile ilgili örtmece sözler, cinsellikle
ilgili örtmeceler, bazı fizyolojik süreç ya da durumlar ile ilgili örmeceler, insan ilişkileri
ile ilgili örtmeceler ve insanın çeşitli özellikleri ile ilgili örtmeceler (Killi, 2006: 53-63)
gibi başlıklara ayırarak değerlendirmiştir. Bu maddeler ihtiyaca göre kendi içerisinde alt
başlıklara da ayrılmaktadır. Örnek sınıflandırmalardan da anlaşılacağı üzere tabu
kelimelerle neden-sonuç ilişkisi içinde olan örtmecelerin konuları bakımından genel
olarak korkuyla ilgili örtmece kelimeler, üzüntüye neden olan kavramlarla ilgili örtmece
kelimeler ve ayıp sayılan kavramlarla ilgili örtmece kelimeler oldukları söylenebilir.
Örtmeceler dışında kısmen örtmecelerin görevini üstlenen farklı kelime veya kelime
grupları da mevcuttur: kalıp sözler.
2.Kalıp Sözler
Hakkında bilgi veren kaynaklar incelendiğinde kalıp sözler için Emin Özdemir,
Muna Yüceol Özezen, Şükrü Ünalan, Dilek Öztekin, Hamza Zülfikar ve Hürriyet
Gökdayı’nın kalıp sözler; Doğan Aksan’ın kalıp sözler ve ilişki sözleri; Onur Bilge
Kula’nın kültür birimler; Osman Toklu’nun iletişimsel sözler; Nurettin Koç’un deyimce;
Muhittin Bilgin’in, kalıpsözler; Yusuf Çotuksöken’in kalıpsözler, bağlamsal sözler ve
karşılama sözleri terimlerini kullanılmış oldukları görülmektedir (Gökdayı, 2015: 60).
Kalıp sözler: Önceden belirli bir biçime girip hafızada öylece saklanan, söyleneceği

42
sırada yeniden üretilmeyip olduğu gibi hatırlanarak, gerekiyorsa bazı ekleme ve/ veya
çıkarmalar yapılarak kullanılan, tek bir sözcükten, ardışık veya aralı sözcükler içeren
sözcük öbeği ya da tümceden oluşabilen, belirli durumlarda söylenmesi toplumca
benimsenmiş ve görece bir sıklığa sahip sözler olarak iletişimin kurulmasına, devamına
veya sonlandırılmasına yardım eden ve kullanım yerleri çok sınırlı olan kalıplaşmış dil
birimleri olarak tanımlanır (Gökdayı, 2015: 92).
İyi kötü dilek bildirmeye yardım etmek, konuşurları özgün sözler bulma
çabasından kurtarmak, karmaşık, stresli veya başa çıkılması güç durumlarda kısa
yollar oluşturarak kullanıcısına konuşma esnasında kolaylık sağlamak, mesajın daha
açık bir biçimde iletilmesine yardımcı olmak ve yanlış anlaşılma olasılığını en aza
indirmek, toplum davranışlarını düzene sokmaya veya nezaket kurallarına uymaya
yardımcı olmak, konuşurun bireysel ve grup kimliğini açığa çıkarmak, konuşmayı
süslemek, duygularımızı yansıtmak, anlatımımızı güçlendirmek, konuşurun ruhsal
durumunu duygularını, olaylarla ilgili değerlendirmelerini dinleyiciye aktarmak ve
toplumun inançlarını yansıtmak (Gökdayı, 2015: 80-85) gibi farklı işlevlere sahip olan
kalıp sözlerin tabu kelimelerle tabu-örtmece (neden-sonuç) ilişkisi benzeri bir temas
içerisinde olduğu, tabu olarak kabul edilen bazı kelimelerin olumsuz etkisini gidermek,
başka bir ifadeyle bunların kullanımından doğacak ruhsal ve sosyal baskıyı ortadan
kaldırmak ya da hafifletmek maksadıyla kullanıldıkları görülmektedir.
Kalıp sözler kullanıldıkları yer ve duruma göre dil dışı bağlam duyarlı ve dil içi
bağlam duyarlı kalıp sözler olmak üzere iki grupta incelenebilir. Dilden bağımsız ortaya
çıkan bir durum karşısında kullanılan dil dışı bağlam duyarlı kalıp sözler kendi içinde
üzüntü veya strese neden olan olaylarda söylenen kalıp sözler (hasta olan birine- geçmiş
olsun), mutluluk veren olaylarda söylenen kalıp sözler (evlenen birine – Allah mesut etsin),
yakın ilişki kurmak istenen durumlarda söylenen kalıp sözler (saygı gösterilmek istenen
birine – efendim) üç grupta toplanabilir. Dil dışı bağlam duyarlı kalıp sözlerden farklı
olarak dil içi bağlam duyarlı kalıp sözlerin kullanımında herhangi bir durumun olması
zorunluluğu bulunmaz. Bu tür kalıp sözler konuşma içerisinde daha önce kullanılmış veya
birazdan kullanılacak olan kelime veya düşünce için söylenebilmektedir. Örnek olarak
kötülükleri uzaklaştırmak isteyen bir kimse konuşma esnasında hayrolsun, Allah esirgesin,
maşallah vb. kalıp sözler kullanabilmektedir (Gökdayı, 2015: 108-109).
Kalıp sözlerin işlev ve bağlamlarıyla ilişkili olarak Türkiye Türkçesinde
(bilhassa konuşma dilinde) tabu kabul edilen ilişki, durum, canlı ve nesnelerin adlarıyla
birlikte kullanıldığı da görülür. Örnek olarak “Nazan lavaboya gitti.” ya da “Nazan
ayakyoluna gitti.” cümlelerinde tabu kabul edilen tuvalet sözcüğünün olumsuz anlamı
lavabo veya ayakyolu ifadeleriyle örtülmeye çalışılmıştır. “Nazan, yüzünüze gül suyu,
tuvalete gitti.” cümlesinde ise tuvalet kelimesinin olumsuz çağrışımı yüzünüze gülsuyu
kalıp sözü vasıtasıyla giderilmek istenmiştir. Başka bir ifadeyle tabu olarak kabul edilen
kelimenin kullanımından doğacak olan ruhsal ve sosyal baskı kalıp söz yardımıyla
devre dışı bırakılmaya ya da hafifletilmeye çalışılmıştır.
Çalışmamıza konu edindiğimiz kalıp sözlerin bir kısmı hem standart Türkiye
Türkçesinde hem de Anadolu ağızlarında ortaklaşa kullanılmaktadır. Tespit edilen
örneklerin bir kısmı Hürriyet Gökdayı’ya ait olan Türkçede Kalıp Sözler isimli eserin
Türkiye Türkçesi Söz Varlığından Derlenen Kalıp Sözler bölümünden alınarak tabu-kalıp
söz ilişkisi bakımından değerlendirilmiştir. Geriye kalan örnekler Niğde ili Altunhisar ilçesi
kasaba ve köylerinden tarafımızca derlenmiş notlardan taranarak elde edilmiştir. Anadolu
ağızlarının tamamının söz konusu kalıp sözlerin tespiti için derlem olarak kullanılması
şüphesiz çalışmayı zenginleştirecektir, ancak Anadolu ağızlarındaki örneklerin topluca
değerlendirilmesi bildiri sınırlarını aşacağından bu çalışmada Anadolu ağızlarının tamamına
yer verilememiştir. Kalıp sözlerin toplumca benimsenmiş ve görece

43
bir sıklığa sahip sözler (Gökdayı, 2015: 92) olması göz önünde bulundurularak
aralarında standart dil ya da ağız ayrımı yapılmamış, ayrıca ağızda tespit edilen
örneklerin yazımında da standart dile bağlı kalınmıştır. Farklı durumlar için kullanılan
kalıp sözler ve bunların kullanımlarına dair tespitler aşağıda sıralanmıştır.

2.1.Korku ve Üzüntüye Neden Olan Kavramlarla Kullanılan Kalıp Sözler


2.1.1.Öldüğü veya Fizikî Engeli Olduğu Bilinen Şahıs İsimleriyle Kullanılan
Kalıp Sözler
Hayatını kaybetmiş veya fizikî engeli olan kişilerin isimleri de tabu olarak kabul
edilmektedir. Adı geçen nitelikteki kişilerin isimleriyle birlikte bazı kalıp sözler
kullanılabilmektedir. Bu kullanım daha çok sağlıklı olan kişinin hayatını kaybetmiş
veya engelli olan kişilere benzetilmesi esnasında söz konusudur.
benzetmek gibi olmasın
sonu(nuz) benzemesin özel isim (insan)
yaşı(nız) benzemesin
2.1.2.Ölüm ve Hastalık İsimleriyle Kullanılan Kalıp Sözler
Ölüm ve hastalık isimleriyle ilgili kelimeler toplumda üzüntü, endişe ve kaygı
uyandıran dolayısıyla tabu olarak kabul edilen kelimelerdendir. Bu kelimelerin
kullanımından doğan hüzün, endişe ve kaygının bazı durumlarda kalıp sözler yardımıyla
giderilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ölüm ve hastalık isimleriyle ilgili kelimelerle
kullanıldığı tespit edilen kalıp sözler şu şekildedir:
dağlara taşlara
damlardan ırak
dilime taş toprak öl-
evlerden ırak hastalık isimleri (kanser, verem, grip)
ocaklardan ırak
şikâyetlenmek gibi olmasın
tövbe tövbe
üstün(üz)den ırak
Üzerinize afiyet
2.1.3.İnsan Bedeninde Oluşan Tahribatı Tarif Ederken Kullanılan Kalıp
Sözler
Ölen ya da herhangi bir fizikî engeli olan kişilerin isimleri ile kullanılan kalıp
sözler olduğu gibi insan bedeninde oluşan tahribattan bahsederken kullanılan kalıp
sözler de mevcuttur.
ölçmek gibi olmasın organ ismi ya da organın bir bölümü
üstüne getirmeyim
2.1.4.Fizikötesi Bazı Varlıkların İsimleriyle Kullanılan Kalıp Sözler
Fizikötesi bazı varlıkların isimleri olumsuz çağrışımları nedeniyle tabulaştırılan
kelimelerdendir. Bu tür varlıkların isimlerinin yerine genel olarak üç harfliler vb.
örtmece kelimeler tercih edilmektedir. Örtmeceler kadar yaygın olmamakla birlikte
fizikötesi bazı varlıkların isimleri ile kullanılan kalıp sözler de mevcuttur.
Neuzübillah fizikötesi bazı varlıklar (cin, peri,
tövbe tövbe şeytan…)
2.1.5.Menkul ya da Gayrimenkulün Değeriyle İlgili Kelimelerle Kullanılan
Kalıp Sözler
Ticari faaliyetlerin dışında, sahip olunan menkul ya da gayrimenkule sahipleri
tarafından değer biçilmesi endişe ve kaygı uyandıran bir durum olabilmektedir. Bu
sebeple bazı toplumlarda bu durum uğursuzluk getirebileceği düşüncesiyle hoş

44
karşılanmaz. Mal sahibi malının yaklaşık değerini bildiren fiyatı söylemeden önce bazı
kalıp sözler kullanma ihtiyacı hissedebîlmektedir.
ağzıma almayım
dilime almayım menkul ya da gayrimenkulün değeri Kulağına
değmesin
2.1.6.Gerçekleşeceği Düşünülen ya da Gerçekleşmesi İstenilen Eylemlerle
Kullanılan Kalıp Sözler
Bazı toplumlarda bireyin geleceğe dair kendince çıkarım yapması ya da istekte
bulunması yaratıcının etki alanına müdahale olarak algılanmaktadır. Bu düşüncenin
ardında yatan temel neden evrenin topyekûn idaresinin tanrının kudretinde olduğu ve
zayıf olan insanın iradesinin yaratıcının elinde olduğu inancıdır. Dolayısıyla tanrının
etki alanına müdahale ediyor olma kaygısı kimi eylemlerle bazı kalıp sözlerin
kullanılması ihtiyacını doğmuştur. Bu bağlamda kullanılan kalıp sözler şu şekildedir:

Allah izin verirse


Allah nasip ederse planlanan ya da gerçekleşmesi
Allah’ın inayetiyle istenilen eylemler
Allah’ın izniyle
İnşallah
2.1.7.Hayranlık Duyma ya da Takdir İfade Eden Kelimelerle Kullanılan
Kalıp Sözler
Olumlu anlama sahip olan, takdir ve hayranlık duyulan nesne, olay, durumla
ilgili kelimelerle kullanılan kalıp sözlerdir. Bu tür kalıp sözler olumlu algının
dillendirilmesinden doğabilecek olumsuzluğa engel olmak maksadıyla kullanılmaktadır.

(şeytan) kulağına kurşun Allah


nazar(lar)dan korusun kırk bir takdir ve hayranlık duyulan nesne,
(buçuk) kere maşallah olay, durumla ilgili kelimeler
Maşallah (maaşallah)

2.1.8.Maddi Yardımla İlgili Kelimelerle Kullanılan Kalıp Sözler


İslam inancında sadaka, bağış vb. herhangi türden bir yardımın açıktan
yapılması ya da ifşa edilmesi hoş karşılanan bir durum değildir. Bu nedenle bazı
toplumlarda bu türden yardım kelimeleriyle bazı kalıp sözler kullanılmaktadır.

verdim dedirtmesin yardımın (cinsi, miktarı ya da) şekli


yaptım dedirtmesin
2.2.Ayıp Sayılan Kavramlarla Kullanılan Kalıp Sözler
2.2.1.Boşaltımla İlgili Kelimelerle Kullanılan Kalıp Sözler
İğrenme hissi uyandıran kelimeler tabu olarak kabul edilmektedir. Bu tür
kelimelerin yerine örtmece kelimeler kullanılabildiği gibi bazı durumlarda bu
kelimelerle birlikte kalıp sözler de kullanılabilmektedir.

ayıptır söylemesi
söylemesi ayıp tuvalet, tuvalete çık-, kus-… yüzünüze güller

yüzünüze gülsuyu
2.2.2.Küfür ve Hakaret İfade Eden Kelimelerle Kullanılan Kalıp Sözler
Psikolojik olarak rahatlama hissi uyandırdığı düşünülse de küfür ve hakaret
içerikli kelimelerin kullanılması tabu niteliği taşımaktadır. Gerginlik anında kişi veya
toplumda oluşturacağı kötü izlenim göz önünde bulundurulmadan sarf edilen bu tür

45
kelimelerin her ne sebeple olursa olsun gündelik hayatta kullanılması hoş
karşılanmayacak bir durumdur. Dolayısıyla küfür ve hakaret kelimeleri için de bazı
örtmece kelimeler kullanılabilmektedir. Örnek olarak muhatabına yöneltilmiş olan bir
küfür kelimesinden üçüncü bir kişiye bahsedebîlmek için Niğde ağzında örtmece olarak
“şura(sı)nı burdan gel-3” kelime grubu kullanılmaktadır. Tabu kabul edilen kelimenin
açıkça beyan edilmesi gerektiği durumlarda ise tabu kelimenin kullanılmasına rağmen
olumsuz etkinin hafifletilmesi veya giderilmesi maksadıyla bazı kalıp sözcükler
kullanılmaktadır.
affedersin4
ayıptır söylemesi
hâşâ huzurdan sövgü sözcükleri söylemesi ayıp

sözüm meclisten dışarı


sözüm yabana
Aynı şekilde küfür veya hakaret maksadıyla kullanılan köpek, it, eşek, domuz
gibi hayvan isimleriyle de yukarıda işaret edilen kalıp sözler kullanılmaktadır.
2.2.3.Böbürlenme ve Kibir İfade Eden Kelimelerle Kullanılan Kalıp Sözler
Böbürlenme ve kibir ifade eden kelimelerin kullanılması toplumda hoş karşılanan
bir durum değildir. Konuşma esnasında konuşmacının dinleyici karşısında böyle bir
duruma düşmeme duygusu nedeniyle böbürlenme ve kibir ifade eden kelimelerle bazı
kalıp ifadelerin kullanıldığı görülür.
ayıptır söylemesi
büyük konuşmak gibi olmasın
büyük konuşmayım üstünlük bildiren kelimeler
övünmek gibi olmasın
söylemesi ayıp
2.2.4.Tabu Kabul Edilen Organ İsimleriyle Kullanılan Kalıp Sözler
İnsan organlarından bazılarının isimleri tabu kabul edilmektedir. Bu tür
kelimelerle kullanılan yalnız bir kalıp söz tespit edilmiştir. Vajina ya da penis gibi
doğrudan cinsel teması ifade eden ve anlam olarak yüksek oranda müstehcenlik içeren
organ isimleri5 genel olarak bu kategorinin dışında tutulmaktadır.
ayıptır söylemesi cinsel organlar dışında tabu kabul
söylemesi ayıp edilen organ isimleri
2.2.5.Yeme-İçmeyle İlgili Kelimelerle Kullanılan Kalıp Sözler
Bazı toplumlarda yeme-içme eylemlerinden bahsetmek ve bu eylemlerle ilgili
kelimeleri kullanmak da tabu olarak kabul edilmektedir. Bu durumda kullanılan kalıp
sözler şu şekildedir:
ayıptır söylemesi
canın(ız) çekmesin
canın(ız) ummasın ye-, iç- ve yiyecek-içecek isimleri
eli(nizin)yin artığı
söylemesi ayıp

3.Sonuç

3
Filanca kişi filanca kişiye “Senin şuranı buradan gelirim, senin şuranı buradan geleceğim” dedi. vb…
4
Sıradan bir özür veya nezaket ifadesi olarak kullanılmayan bu kelime tabu kabul edilen bir
sözcüğün kullanılacağının habercisi olma niteliğini taşır.
5
Tabu kabul edilen kalıp sözler cinsel teması ifade eden organ isimleri ile daha çok pekiştirme
göreviyle kullanılmaktadır. Örnek olarak erkeklik cinsel organından bahsetmek isteyen bir kimsenin
“Ayıptır söylemesi şeyim” vb. bir ifade kullanması gösterilebilir.

46
Utanç, üzüntü, iğrenme, kaygı ve korku duyguları nedeniyle bazı canlı, olay,
durum, nesne ve kelimelerin tabulaştırıldığı görülür. Tabu kelimelerin kullanılmasından
doğacak olan olumsuzluk daha çok örtmece kelimeler vasıtasıyla giderilmeye ya da
hafifletilmeye çalışılır. Ancak Türkçede örtmece kelimeler dışında bu görevi üstlenen
farklı kelime ve kelime grupları bulunmaktadır. Kalıp söz olarak bilinen kalıplaşmış dil
birimlerinden bazıları örtmecelerde olduğu gibi kötü çağrışımların önüne geçmek
maksadıyla kullanılmaktadır.
Tespit edilen kalıp sözlerin daha çok korku, kaygı, hüzün ve ayıp düşüncesiyle
kullanıldığı görülmüştür. Korku, kaygı ve üzüntüye neden olan kavramlarla kullanılan
kalıp sözlerin ortaklaşması nedeniyle bu tür kalıp sözler korku ve üzüntüye neden olan
kavramlarla kullanılan kalıp sözler başlığı altında ele alınmıştır. Diğer kalıp sözler ayıp
sayılan kavramlarla kullanılan kalıp sözler başlığıyla incelenmiştir.
Mevcut kalıp sözlerin daha çok tabu kelimelerden evvel kullanıldığı
görülmüştür. Kalıp sözlerin büyük bir kısmı yalnız belirli kelime ya da kelime grupları
ile kullanılırken tövbe tövbe kalıp sözünün hem ölüm ve hastalık isimleri hem de
fizikötesi bazı varlıkların isimleri ile; ayıptır söylemesi/ söylemesi ayıp kalıp sözünün
ise boşaltım ile ilgili kelimelerle, küfür ve hakaret ifade eden kelimelerle, böbürlenme
ve kibir ifade eden kelimelerle, yeme-içme ile ilgili kelimelerle ve tabu kabul edilen
organ isimleriyle kullanımı söz konusudur.
Dil ve kültür araştırmalarında önemli bir yere sahip olan, toplumların kültürel
değerleri, yaşam tarzları ve inançları hakkında fikir veren kalıp sözlerin farklı yönleri ve
ilişkileri göz önünde bulundurularak yeniden ele alınıp incelenmesi yerinde olacaktır.
Kısaltmalar
a. Ad
c. Cilt
Çev. Çeviren
din b. Din bilgisi
Ed. Edebiyat
Fr. Fransızca
S. Sayı
ss. Sayfa sayısı
TDK Türk Dil Kurumu
top. b. toplum bilimi

KAYNAKLAR
AKSAN, Doğan (2000) Her Yönüyle Dil (Ana Çizgileriyle Dilbilim) c. III, TDK,
Ankara ÇAĞATAY, Saadet (1974) “Türklerde Bâtıl İnançlar Arasında Tabu”, I.
Uluslararası Türk Folklor Semineri Bildirileri, s. 365-372, Millî Folklor Araştırma
Dairesi Yayınları, Ankara
DEMİRCİ, Kerim (2008) “Örtmece (Euphemism) Kavramı Üzerine”, Millî Folklor, S.
77, ss. 21-34, Ankara
DEMİRCİ, Kerim (2015) Türkoloji İçin Dilbilim Konular Kavramlar Teoriler, Anı
Yayıncılık, Ankara.
FREUD, Sigmund (2012) Totem ve Tabu (Çev. Kâmuran Şipal), Say Yayınları,
İstanbul GÖKDAYI, Hürriyet (2015) Türkçede Kalıp Sözler, Kriter Yayınevi, İstanbul
GÜNGÖR, Ahmet (2006) “Tabu-Örtmece (Euphemism) Sözler Üzerine” A.Ü. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.29, ss. 69-93, Erzurum
İNAN, Abdülkadir (1987) “Börü = Kurt ve Yok = Hayır Kelimeleri Üzerine” Makaleler
ve İncelemeler, ss. 625-627, TTK, Ankara
KİLLİ, Gülsüm (2006) “Hakas Türkçesinde Tabu Sözler ve Örtmece” Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi, c.3, S.3, ss. 50-65, Ankara

47
ÖZYILDIRIM, Işıl, İnce (1996) “Türkçe’de Örtmece Sözcükler Üzerine Bir
Araştırma”, Dil Dergisi, S. 50, ss. 15-21, Ankara
TÜRK DİL KURUMU (2008) Yazım Kılavuzu, TDK, Ankara
TÜRK DİL KURUMU (2011) Türkçe Sözlük, TDK, Ankara

ESKİ TÜRKÇEDE BAĞLI CÜMLE TEŞKİLİNDE KULLANILAN


BAĞLAYICILAR
Dr. Ülkü POLAT*
Özet
Bağlı cümle, iki bağımsız cümlenin bağlayıcılar sayesinde birbirine bağlanmasıyla
ortaya çıkan cümle türü olarak tanımlanabilir. Türkçe, bağlayıcıları kullanmakla birlikte
başka dillerin bağlayıcılar ile kurdukları yapıların yerine daha çok sıfat-fiil, isim-fiil ve zarf-
fiilleri kullanmayı tercih eden bir dildir. Eski Türkçede de müstakil cümleleri bağlamak için
birçok bağlayıcı kullanılmıştır. Bağlayıcıların en çok kullanıldığı devre ise Eski Uygur
Türkçesi dönemidir. Bu dönemde Türk dili farklı diller ve kültürlerle temasta bulunmuş,
özellikle dinî içerikli eserleri kaynak dilden telif ve tercüme etmiş bunun sonucunda da
Türkçede bulunmayan, fakat çoğunlukla Türkçe sözlerden türetilen bağlaçlar yabancı
dillerdeki bağlayıcılara benzetilerek söz diziminde yerini almıştır. Köktürkçenin bağlayıcı
kadrosuna kıyasla epey çeşitlilik ve zenginlik gösteren Eski Uygur Türkçesi döneminde
hem basit yapıda bağlayıcılar hem de birden fazla bağlacın bir araya gelmesiyle oluşan öbek
bağlayıcılar kullanılmıştır. Kullanılan bağlayıcıların müstakil cümleleri bağlamak işlevinin
yanı sıra kuvvetlendirme edatı, sıralama ve denkleştirme edatı gibi fonksiyonlarla da
kullanıldığı görülmüştür. Eski Türkçenin ilk devresi olan Köktürkçede azu, takı, yeme, udu,
ulayu, anı üçün bağlayıcıları kullanılırken, Eski Uygur Türkçesinde bağlayıcı kadrosu
genişlemiş anın, anı üçün, azu, inçip, takı, takı yeme, ulatı, yeme, yana/yene, inçe ök, inçe
kaltı, birök gibi hem basit hem de öbek bağlayıcılar müstakil cümleleri bağlama teşkilinde
görev almıştır. Bu çalışmada Eski Türkçede bağlı cümle teşkilinde kullanılan bağlayıcıların
yapısı ile ilgili kısa bilgiler verilecek, Eski Türkçenin bağlayıcı kadrosu Köktürk ve Uygur
dönemi eserlerinden örneklerle incelenecek, kullanılan bağlayıcıların bağlama fonksiyonu
dışında hangi işlevlerle dönem metinlerinde görüldüğüne yer verilecek ve Eski Türkçenin
bağlı cümle teşkilinde kullandığı bağlayıcılar ana hatlarıyla belirlenecektir.

Anahtar Kelimeler: Eski Türkçe, Eski Türkçede Cümle, Cümle, Sözdizimi, Bağlı
Cümle, Bağlayıcılar.
Türkiye Türkçesinde araştırıcıların, farklı başlıklar ve terimlerle incelediği
cümle türlerinden birisi de bağlı cümlelerdir. Sıralı ve bağlı cümleler konusunda
araştırıcılar arasında tam bir tutarlılık söz konusu değildir. Bu iki cümle türünü
birbirinden ayırmak için kullanılan temel sınır cümlelerin bağlanış şekillerinde
noktalama işaretlerinin mi, bağlaçların mı kullanılmış olduğu veya sıralanan cümleler
arasındaki öğe ortaklığıdır. Bazı araştırıcılar cümlelerin noktalama işaretleri veya
bağlaçlarla bağlanmasının bir fark oluşturmadığını düşünerek bağlı cümleleri, sıralı
cümlelerin içerisinde değerlendirirken bazıları da sıralı cümleleri, bağlı cümlelerin
içerisinde değerlendirirler. Bazı araştırıcılar ise öğe ortaklığını esas alarak öğe ortaklığı
olan sıralı cümleleri adlandırmak için bağımlı sıralı cümle, bağlı sıralı cümle terimlerini
kullanırlar. Biz çalışmamızda, Eski Türkçede bağlayıcılar ile bağlanan sıralı cümleleri
adlandırmak için bağlı cümle terimini tercih ettik.
Eski Türkçenin ilk devresi olan Köktürkçede bağlı cümlelere çok nadir olarak
rastlanır, bu devrede sıralı cümleler çok sık kullanılmıştır, bağlayıcıların en sık

*
Öğr. Gör. Dr., Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, ulkupolat@kilis.edu.tr.

48
kullanıldığı devre Eski Uygur Türkçesidir. Köktürkçede azu, yeme, udu, ulayu takı, anı
üçün bağlayıcıları daha çok cümle başı edatı olarak veya söz ve söz gruplarını bağlamak
işlevinde kullanılmış, bağlı cümle teşkilinde nadir olarak görev almıştır. Yine bu
bağlayıcılardan bazıları da Eski Uygur Türkçesinde ilk kez müstakil cümleleri bağlamak
işleviyle kullanılmıştır. Eski Uygur Türkçesinde iki veya daha fazla müstakil cümle
genelde anın, anı üçün, azu, inçip, takı, takı yeme, ulatı, yeme, yana/yene gibi bağlaçlar
yardımıyla bağlanarak bağlı cümleleri oluşturmuştur. Bahsi geçen bağlayıcıların
Köktürk ve Uygur devresi metinlerindeki örneklerini tespit ederek bu devrelerdeki
durumlarına ve müstakil cümleleri bağlamak dışındaki işlevlerine ve yapılarına yer
vererek bağlı cümleleri şu başlıklar altında değerlendirdik:
anın Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Eski Uygur Türkçesi sözlüğünde “ondan dolayı, bunun için, bu sebeple; onunla”
anlamlarıyla kaydedilen (Caferoğlu, 2011. s.16) anın bağlacı bağladığı cümleler arasında
sebep ilişkisi kurar. Temir de anın bağlacını “bundan dolayı, bu nedenle” anlamlarıyla
kaydetmiştir (Temir, 1956. s.69). Karahan, Uygurcada genellikle sebep belirten ve sık
kullanılan bir bağlaç olan anın bağlacının “bu yüzden, bu nedenle” vb. anlamlarla Uygur,
Karahanlı ve Çağatay metinlerinde tespit edildiğini, yapısının *an 3. teklik kişi zamiri ve +n
araç durumu ekinin kalıplaşmasıyla (<*an+ı+n) meydana geldiğini ve bu konuda çoğu bilim
adamının1aynı fikirde olduğunu belirtir (Karahan, 2014. s.67). Erdal bağlaçlarda eşitlik ve
vasıta eklerinin kullanıldığını belirtir ve vasıta ekinin bağlaçlarda kullanımı için öŋi+n
“ayrıca”, birök+in “bununla birlikte” ve birle+n “birlikte” örneklerini verir (Erdal, 2004.
s.326). Eraslan, cümle başı edatları arasında yer verdiği anın bağlacının başında bulunduğu
cümleden önce gelen cümlenin genellikle sebep ifade ettiğini bazen de edatın başında
başında bulunduğu cümlenin önce, açıklama cümlesinin sonra geldiğini kaydeder (Eraslan,
2012. s.282). Clauson, anın sözünün “bu nedenle, böylece” anlamlarında kullanılan bir zarf
olduğunu belirtir ve anın korkdı “bu sebeple korktu, anın keŋeştiler “bu sebeple müzakere
ettiler” örneklerini verir (Clauson, 1972. s.1887).
Köktürk yazıtlarında anın bağlayıcısına rastlanmaz, Uygur metinlerinde ise bağlı
cümle teşkilinde sık kullanılır:
terk ödün ulgadıp bedüp tükel bilge maytrı burkan nomınta toyın bolup arḩant
kutıŋa tegirler anın bilge kişi köŋülüg kögüzüg arıg turug tutmış kergek. “Hemen
büyüyüp mükemmel bilge Maytrı Burkanın dininde rahip olup azizlik kutuna ulaşırlar
bu yüzden bilge kişinin gönlünü, aklını saf, temiz tutması gerek.” (M, XXII. Bölüm, 69.
son = 80 95 193/34-39, s.130)
inçe kaltı satıgsız ulug erdini monçuk teg anın amtı öger men. “Öyle ki, paha
biçilmez bir mücevher gibisiniz bu sebeple ben şimdi sizi, herkesten üstün olanı
övüyorum.” (AY-II/VII Tegzinç 875-876, s.172)
ikki törlüg içmeklerniŋ yörügi öküş üçün kin sözlemiş ol azuça yme kök kalık idiz
teg erür üçün sıgurdaçı anın aşnu sözlemiş ol. “İki türlü sönmelerin izahı çok olduğu
için sonra söylemiştir veyahut da gök sığdıran olduğu için engindir bu sebeple sonra
söylemiştir.” (Üİ 101a-16/101b-1,2, s.34)
anı üçün Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Hem Köktürk metinlerinde hem Eski Uygur Türkçesinde kullanılan anı üçün
“bunun için, bu sebeple” bağlayıcısı müstakil cümleleri sebep ilişkisi kurarak birbirine
bağlar. Karahan da, anı üçün bağlacının genellikle sebep bildiren cümlelerin başında
bulunduğunu ve geriye doğru bir referans yönüyle cümleleri bağladığını ve bağlanan
cümlelerin birbirleriyle sebep-sonuç ilişkisi içinde olduğunu kaydetmiştir (Karahan,

3Ahmet Temir, Kemal Eraslan, A. von Gabain, Sir Gerard Clauson, J. Hamilton, Marcel Erdal gibi
isimlerin bu bağlacın yapısı konusunda aynı fikirde olduğunu belirtir.

49
2014. s.136). Temir, anı üçün bağlacını “bundan dolayı, bu nedenle” anlamlarıyla
kaydeder (Temir, 1956. s.69).
Eski Türkçenin her iki devresinde de aynı işlevle karşımıza çıkan anı üçün
bağlayıcısının metinlerdeki örnekleri şu şekildedir:
…begleri yeme bodunı yeme tüz ermiş anı üçün ilig ança tutmış erinç. “Beyleri
de milleti de adil imiş bunun için ülkeyi öylece yönetmiş şüphesiz.” (KT, D 12)
ol ogul togmışta evinte ptpdi sögüt belgülüg boltı anı üçün ol og(ul)ug
pipalayani tip tiyürler erdi. “O oğul doğduğunda evinde biber ağacı zuhur etti bu
yüzden oğluna Pippalayana derlerdi.” (M, XIX. Bölüm, 56. ? =125 216/1-4, s.113)
aviş tamudaki örtlüg yalınlıg yirde açıg emgek emgenmişde ökünser biz ne tusu
bolgay anı üçün mn taz artukaç birle ökünürbiz bilünür biz. “Avici cehennemindeki
alevli yerde acı, ızdırap çektiğimizde pişman olursak ne faydası olacak, bu yüzden Taz
Artukaç ile birlikte pişman oluruz, itiraf ederiz.” (TT4/B, 25-28, s.440)
ol k(amag) emgekligler emgekinte antag kurtulur anı üçün bu bodisvt kuanşi im
tip atanur. “Bu bütün eziyetliler eziyetlerinden böylece kurtulur onun için bu
bodhisattva Kuanşi İm diye adlandırılır.” (KİP/11-13, s.9)
azu Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Köktürk döneminde nadir olarak kullanılan azu “veya, yahut” bağlayıcısı Eski
Uygur Türkçesinde çok sık kullanılan bağlaçlardan birisidir. Eski Uygur Türkçesinde
tek başına kullanıldığı gibi azu yana “yoksa, veyahut, veya, acaba”, azu yeme “veyahut,
veyahut da”, azuça yme “ ya da, yahut da, ve yahut, ve yine”, azu yme kaltı/azuça yme
kaltı “ve de şöyle ki, veya da sanki”, azu yme kaltı birök “ve de eğer şöyle ki” (Karahan,
2014. s.156-160) şeklinde öbek bağlayıcı olarak da kullanılmıştır. Temir, azu bağlacının
“veya” anlamında kullanıldığını belirterek bağlacın azuça, azu yme, azuça yme, yme azu
şekillerinde de kullanıldığına dikkat çeker (Temir, 1956. s. 65). Hacıeminoğlu, “yoksa,
yahut, şayet” anlamlarındaki azu bağlacına bağlama edatları arasında yer verir ve
az-“yoldan çıkmak” mastarının zarf-fiil şekli olduğunu, Eski Türkçede ve Kaşgarlı’da
görüldüğünü, umumiyetle şart cümlelerini bağladığını bazen de cümle açıcısı olduğunu
kaydeder (Hacıeminoğlu, 2015. s.121).
Şirin, azu sözünün “veya, yoksa, yahut” anlamları taşıyan bağlama ve cümle başı
edatı olduğunu, Türkçeye Farsçadan geçen edatların ( ya…ya…; yahut, veya vd.) baskın
kullanımı nedeniyle XII. yüzyıldan itibaren unutulduğunu kaydeder (Şirin, 2015. s.127).
Karahan azu sözünün Orhun, Uygur ve Karahanlı Türkçesi metinlerinde edat ve bağlaç
olarak görev aldığını daha sonraki dönemlerde görülmediğini, Uygurcada çoğunlukla
sıradaş, karşılaştırma bağlacı olarak yaygın bir kullanım alanına sahip olduğunu,
Uygurcada çok farklı cümle tiplerinde karşılaşılan azunun, Orhun ve Karahanlı Türkçesi
metinlerinde çoğunlukla soru cümlelerinde görüldüğünü, kökeni ile ilgili görüşlerin de
genelde az- fiili kaynaklı olduğu yönünde birleştiğini belirtir (Karahan, 2014. s.69-70).
Eraslan da azuya denkleştirme edatları arasında yer verir (Eraslan, 2012. s.279).
Korkmaz azu sözünü zarf-fiil kalıplaşmaları içerisinde inceler, takı, ulatı, udu,
azu gibi sözlerin isimleri, isim gruplarını ve cümleleri birbirine bağlayan birer bağ veya
cümle açıcısı olduklarını belirtir ve azu “yahut, ya da” sözünün az- “yoldan çıkmak,
yolunu şaşırmak” fiilinden zarf-fiil kalıplaşmasıyla oluştuğuna, azu sözüne Köktürk,
Uygur ve Karahanlı dönemi metinlerinde rastlandığına, azunun bazen +ça/+çe ekiyle
kuvvetlendirildiğine (azuça), bazen de başka bağlar ile birlikte kullanıldığına azu yme,
azuça yme dikkat çeker (Korkmaz, 2011, s.61-63). Mansuroğlu da azu bağlacının az-
fiilinden -u zarf-fiil eki ile kalıplaştığını fikrini destekler (Mansuroğlu, 1955. s.63).
Clauson, azu sözünün “veya” anlamında olduğunu ve Osmanlı Türkçesindeki
yoksa sözüne karşılık geldiğini belirtir, azu yeme ve azuça yeme şekillerinden bahseder,
kökeni ile ilgili bilgi vermez (Clauson, 1972. s.280). Erdal, azu bağlacının Orhun

50
Türkçesinde de kullanıldığını azu bo savımda igid bar gu? (KT S 10) cümlesiyle
tanıklar ve iki ardışık cümlenin ikisinin de azu ile başlayabileceğini anlam olarak “ya
da, veya” anlamında olduğunu Uygur Türkçesinde de azu ile benzer anlamda kullanılan
azuça şeklinin de görüldüğünü belirtir (Erdal, 2004. s.337-338).
Eski Uygur Türkçesi döneminde cümle unsurları arasındaki sıralama,
denkleştirme gibi farklı görevleri sağlamak için de kullanılan azu bağlayıcısının
Köktürk ve Uygur dönemi metinlerinde kullanımı şu şekildedir.
…az bodunug öküş kıltım azu bu sabımda igid bar gu “Az milleti çok kıldım
yoksa bu sözümde yalan var mı?” (KT G 10) (BK K 7-8)
ol etüzlüg kovukum içinte kamag biş ajun tınlıglarıg sıgurayın erti azu sekiz
(tü)men tü töpüm sayu taluy (ö)güz osuglug sütler akzun. “O içi boş vücudumun içine
bütün beş varlık canlıları sığdırsaydım veya tepemdeki her 80.000 tel, deniz, nehir gibi
sütler aksın.” (M, X. Bölüm, 2= 64 85 156 242 sonu levha 98/2-5, s.82)
bar mu munuŋ köksinte kutrulmaklag urug tarag azu yok. “Var mı bunun
kalbinde kurtulma tohumu veya yok mu?” (M 4/14-16, s.45)
bultukarmu munuŋ köŋülinte kögüzinte korkınç ayınçlıg edgü töz yıltız azu
bultukmazmu. “Var mı bunun kalbinde hürmetin, korkunun iyi cevheri veya bulunmaz
mı?” (M 4/16-19, s.45)
inçip Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Eski Uygur Türkçesi sözlüğünde “lakin, fakat, …rağmen, sonra” anlamlarıyla
kayıtlı olan (Caferoğlu, 2011. s.95) inçip bağlacını, Tekin, birök ile birlikte teşkili meçhul
cümle başı edatları olarak kaydeder (Tekin, 1992. s.95). Hacıeminoğlu, bağlama edatları
arasında yer verdiği inçip/ançıp/inç-ip? “ancak, fakat, öyle, öylece, yahut, bilakis, rağmen,
hatta” edatının Eski Türkçede bir cümle başı edatı olduğunu, Temir’in kelimeyi izah
ederken mevhum inç- fiilinin zarf-fiil şekli olabileceğini belirttiğine dikkat çeker
(Hacıeminoğlu, 2015. s.163). Temir, inçip bağlacını “ancak, şimdi, ama şimdi, bunun
üzerine, sonra, böylece, ve, ayrıca” anlamlarıyla kaydeder (Temir, 1956. s.56). Eraslan da
inçip edatına cümle başı edatları bölümünde yer verir ve yapısının açık olmadığını, başında
bulunduğu cümleye netice ve izah ifadesi kazandırdığını belirtir (Eraslan, 2012. s.282).
Clauson, bağlacı ançıp/ınçıp şeklinde verir ve ança erip yapısından kısaldığını, her zaman
cümlenin başında görüldüğünü, anlamının “böyle olduğundan dolayı” veya “şimdilik bu
kadar yeter” ve nadir olarak da “bir başka deyişle, fakat” olduğunu kaydeder (Clauson,
1972. s.173). Karahan, inçip bağlacının yalnızca Uygurcada görüldüğünü “fakat, böyle, ise,
çünkü, benzer şekilde, bu nedenle, bu durumda, buna karşın” gibi çok farklı anlamlara
geldiğini, ilk olarak ançıp şekliyle sadece Bozkır Uygur Kağanlığına ait runik yazıtlarda ve
Irk Bitig’de görüldüğünü, daha sonraki metinlerde inçip biçimini aldığını, kökeninin
tartışmalı olduğunu belirtir. (Karahan, 2014. s.72)
inçip bağlayıcısına Köktürk döneminde rastlanmaz, Eski Uygur dönemi
eserlerinde ise sık kullanılan bir bağlayıcıdır:
amtı amrak oglanım ança biliŋler: bu ırk bitig edgü ol ançıp alku kentü ülügi
erklig ol “Şimdi sevgili çocuğum şöylece biliniz: Bu fal kitabı iyidir fakat herkes kendi
kaderi üzerinde güç sahibidir.” (IB 66, s.26)
ötrü tınturgalı sakıntı inçip avınçka arukı yetti küçi alŋudı tepreyü yorıyu
umadı. “O zaman (prens) soluk aldırmayı düşündü çünkü yaşlı adamın yorgunluğu
geldi, gücü tükendi, kımıldayamıyor, yürüyemiyordu.” (PK XXXVI, c.4/XXXVII, c.1,
s.44-45)
aş kılu tüketmişte kin on kün ertmezken ötrü ol beg belinteg agır igledi inçip
igleyü birle ök sav söz kodup tutar kapar erken ölüp bartı. “Yemeği bitirdikten sonra on
gün geçmemişken o bey korkunç şekilde hastalandı fakat böyle hastalanmasıyla birlikte
buyruk bırakıp tutup yakalarken ölüp gitti.” (AY-III 4/14-19, s.62)
takı Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler

51
Hem Köktürk hem Uygur döneminde kullanılan “dahi, ve, kaldı ki, nihayet,
bundan başka” anlamlarıyla (Caferoğlu, 2011. s.221) kaydedilen takı bağlacı Köktürk
döneminde söz ve söz gruplarını bağlama ve kuvvetlendirme edatı olarak kullanılırken,
Uygur döneminde bu işlevlerine ek olarak müstakil cümleleri bağlama işleviyle de
görülür. Şirin, “ve, dahi, daha, da” anlamını taşıyan takı sözünün yazıtlar döneminde
hem anlam vurgulayıcı edat işleviyle hem de iki sözcük ya da söz öbeğini birbirine
bağlayan bağlaç işleviyle kullanıldığını, tak- “takmak, iliştirmek” eyleminden zarf-fiil
(vokal gerundiumu) kalıplaşmasıyla oluştuğunu, günümüz Türkiye Türkçesinde dahi
(<daḫı) biçiminde olduğunu, Türk lehçelerinin hemen hepsinde çeşitli ses değişmeleri
ve bazılarında +n ekinden genişlemiş biçimlerle varlığını sürdürdüğünü kaydeder (Şirin,
2015. s.143). Hacıeminoğlu da bağlama edatları arasında yer verdiği takının Türkçenin
bütün devrelerinde bağlama ve kuvvetlendirme edatı olarak kullanıldığını, umumiyetle
aynı iki değerdeki cümleyi birbirine bağladığını belirtir (Hacıeminoğlu, 2015. s.199).
Mansuroğlu, bağlama edatları arasında yer verdiği takının tak- “ile, ve” fiilinden -ı zarf-
fiil eki ile oluştuğunu kaydeder (Mansuroğlu, 1955. s.62). Korkmaz da tak- “tak-,
iliştirmek” fiilinden zarf-fiil kalıplaşması sonucu ortaya çıktığını düşündüğü takı
sözünün Köktürk, Uygur metinlerinde ve Kitabü’l-İdrak’te takı şeklinde kullanıldığını,
takı sözünün Türk dilinin tarihî ve çağdaş lehçelerinde bazı ses değişimleri ile varlığını
sürdürdüğünü, hatta Moğol ve Mançu dillerinde de sık kullanıldığı bilgilerine yer verir
(Korkmaz, 2011. s.61). Eraslan da tak- fiilinden zarf-fiil kalıplaşması olarak kabul ettiği
takı “ve, fakat, daha, müteakip, ayrıca” sözüne cümle başı edatları arasında yer verir
(Eraslan, 2012. s.284). Sev, Nehcü’l Ferâdîs adlı eserde takı sözünün kuvvetlendirme
özellikli bir bağlama edatı olduğunu belirtir ve takının “ve” manasıyla cümleleri,
isimleri bağladığını da/de, dahi anlamında, daha anlamında, sonra, fakat, çünkü, bundan
dolayı, bu sebeple, ile, fakat, çünkü, ile, yine, anlamlarında, ayrıca zarf-fiil, sıfat-fiil
olarak ve kalıplaşmış olarak kullanıldığını kaydeder (Sev, 2013. s.318-334).
Gabain, takı “dahi, ayrıca” sözünün cümle başı edatı olduğunu belirtir, fakat
yapısının birök, inçip, kaltı, tek edatları gibi müphem olduğu görüşündedir (Gabain, 2007.
s.116). Clauson, takının yapısıyla ilgili genel kabul gören tak- fiilinden zarf-fiil kalıplaşması
yoluyla türediği görüşüne karşı çıkmıştır, ilk bakışta böyle göründüğünü fakat *dak- şekline
hiçbir kanıt olmadığını, erken dönemlerde sıklıkla cümlenin başında bağlaç olarak “ve,
ayrıca, dahi” anlamlarında kullanıldığını, diğer kullanımları için özel bir çalışma yapılması
gerektiğini belirtir ve bazen takı/tagı, dakı/dagı bazen de genişlemiş şekli tagın, bazen de
enklitik da/de/ta/te olarak kullanıldığını, Osmanlı Türkçesinde ise iki şekilli hem dahı hem
daha olarak kullanıldığını kaydeder (Clauson, 1972. s.466). Karahan da takının cümle başı
edatı olarak “ve, dahası, ayrıca” anlamlarında cümleleri bağlamak için ve sözcükleri
sıralamada kullanıldığını, cümle sonunda da “da, de” anlamında bağlaç ve kuvvetlendirme
edatı olarak kullanıldığını, Köktürkçeden itibaren görülen takının, daha sonra Türkçede
dahi, dahı biçimlerini aldığını belirtir. Bazı kaynaklarda edatın daha sonraları da, de, ta, te
“da, dahi” gelişimi gösterdiğinin belirtildiğini ancak yeni bilgilere göre, Eski Türkçede
takı>dahı>da şeklindeki varsayımın doğru olmadığını ve da edatının takıdan ayrı ve
bağımsız bir bağlaç olduğunu, Budist çevreye ait 1350 tarihli Uygurca Ölüler (Totenbuch)
Kitabında takının yanı sıra, da edatının da bağlama işleviyle kullanıldığını belirtir2
(Karahan, 2014. s.80-81).
Köktürk döneminde bağlı cümle teşkilinde yer almayan takı bağlacının bu
dönem metinlerinde ve Uygur dönemi metinlerinde kullanımı şu şekildedir:

3
Ayrıca bkz. Ferruh Ağca, “Tarihsel Türk Dili Alanlarında da edatı ve Edatın Kökeni Üzerine”, Yalım
Kaya Bitiği, Osman Fikri Sertkaya Armağanı, Ed. Hatice Şirin-Bülent Gül, Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü, Ankara, 2013, s.99-107.

52
yaguk el erser ança takı erig yerte erser ança erig yerte beŋgü taş tokıtdım
bititdim “Yakın bir yer ise, şöyle de erişilebilir yerde ise öyle erişilebilir yerde bengü taş
yazdırttım.” (KT G 13)
teŋri bilge kaganka takı işig küçig bersigim bar ermiş erinç “ Tanrı Bile Kağana
da işi gücü vereceğim var imiş şüphesiz.” (O3 10)
küniŋe kolguçılar üzülmedi takı adın aglık koltı yeme berdi. “Günden güne para
isteyenler kesilmedi ve (prens) başka hazine istedi yine verdi. (PK VII, c.3, s.30)
kamag bursoŋ buşı birzün mini yime ayamış bolgay takı bursoŋlarag yime
tapınmış bolgay. “Bütün cemaate sadaka versin, bana da hürmet etmiş olacak ve
cemaatlere de tapınmış olacaktır.” (M 22/1-4, s.71)
takı y(e)me Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Köktürk döneminde yalın hâlde kullanılan takı bağlacı Eski Uygur Türkçesinde
yalın hâlde kullanıldığı gibi öbekleşmiş olarak takı birök “ve eğer”, takı inçe kaltı “ve şöyle
ki” takı kaltı “ve öyle ki” takı ançulayu kaltı/takı yme ançulayu kaltı “ve de şöyle ki”, takı
yme “ve yine, tekrar”, takı yme antada basa “ve de bundan sonra”, takı yme birök “ve yine
eğer”, takı yme inçe kaltı “ve de şöyle ki” takı yme kaltı “ve yine şöyle ki” takı yme kim “ve
yine ki” (Karahan, 2014. s.208-217) şekillerinde de kullanılır. Öbekleşmiş bağlaçlardan
bağlı cümle teşkilinde en çok karşılaşılan bağlaç takı yme “ve, ve yine” bağlacıdır. Eraslan
takı yimenin “ve, yine, tekrar” başında bulunduğu cümleyi bir önceki cümleye bağladığını
belirtir (Eraslan, 2012. s.286). Gabain, takı yme bağlacını “ve ayrıca” anlamıyla kaydeder
ve bağlaca, kelime yığılmaları başlığı altında yer verir (Gabain, 2007. s.95). Karahan, takı
yme öbeğinin birincil işlevinin takı ve yme bağlaçlarında olduğu gibi sıralama olduğunu,
başında bulunduğu cümleleri bir öncekine ekleyerek sıraladığını, takı yme bağlacının sıralı
cümlelerin sayısınca, cümlelerin başında bulunduğunu belirtir ve bağlacın “ayrıca”
anlamıyla da önce söylenenlere ekleme yaptığını ekler (Karahan, 2014. s.214). Köktürk
metinlerinde de takı yemenin bu işlevini anta kisre “daha sonra” ve anta ötrü “bundan
dolayı, bu sebeple” bağlayıcıları üstlenmiştir. Bu bağlayıcılar da sıralı cümlelerde cümle
başlarında çok sık kullanılmıştır.
Eski Uygur Türkçesi döneminde müstakil cümleleri birbirine bağlayan öbek
bağlaçlardan birisi olarak karşımıza çıkan takı y(e)me bağlacının bağlı cümle teşkilinde
kullanımı şu şekildedir:
böz batatu kars tokıyur takı yeme adruk uzlar kentü kentü uz işin işleyür.
“Pamuklu bez, kumaş, yün dokuyorlar ve farklı ustalar da kendi zanaatlerini
yapıyorlar.” (PK II c.3, sy.27)
anta basa yükünsün ezrua hormuzta teŋrilerke yertinçü yer suv küzetçi tört
maharaaç teŋrilerke takı yme bar erser çahşapudlıg edgülerke olarka yme kop köŋülin
agır ayag kılzunlar. “Sonra secde etsin, Ezrua ve Hormuzta Tanrılara yeryüzünü
koruyan dört Maharaaç Tanrılara ve ayrıca var ise eğer, inançlılara ve iyilere.” (AY-
II/605-611, s.150-151)
birök ol tözünler oglı etöz kizlegülük törüg küseyür erser azu erdini yinçü
belgürtgeli küseyür erser, azu kamag kişike amrak ayaklıg bolgalı küseyür erser, azu ed
tavar altun kümüş küseyür erser, azu uçmak kalımak edremig küseyür erser azu uzun öz yaş
azu meŋi ögrünçü küseyür erser bo küsüşlerin barçanı köŋül eyin kanturgay men, takı yme
bolarta adın ne törlüg küsüşi sakınçı erser alkunı barça bütürgey men. “Eğer o soylular
oğlu bedeni gizleyecek yasayı isterse veya mücevheri inciyi ortaya çıkartmak isterse veya
bütün insanlara sevgi ve saygılı olmak isterse veya mal mülk altın gümüş isterse veya
uçmak erdemini isterse veya uzun bir ömür veya sevinç isterse bu arzularının

3Ongin Yazıtı.

53
hepsini gönülden gerçekleştireceğim ve de bunlardan başka ne tür isteği düşüncesi varsa
hepsini tamamlayacağım.” (AY-I/1052-1065, s.144-146)
udu Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Köktürk metinleri ve Uygur metinlerinde kaydedilen kullanım oranı çok yüksek
olmayan bir bağlayıcıdır. udu “sonra, daha sonra, ve” anlamlarında kullanılır. Köktürk
metinlerinde bağlayıcı olarak kullanımı Uygur metinlerine göre daha yüksektir. Uygur
metinlerinden sadece Irk Bitig adlı eserde bir kez cümle bağlayıcısı olarak görülür,
birkaç örnekte de söz ve söz gruplarını bağlar, bu dönem eserlerinde daha çok ud-
“takip etmek, ardından gitmek, uymak, birisinin idaresi altına girmek” (Caferoğlu,
2011. s.262) anlamlarıyla asıl fiil olarak ve udu zarf şekliyle kullanılır. Clauson ud-
fiilinin “izlemek, takip etmek” mecaz olarak “riayet etmek, uymak, giysinin uyması”
vb. anlamlarını taşıdığını, Azerbaycan Türkçesi, Osmanlıca, Türkmence ve bazı yeni
lehçelerde bu fiilin uy- şeklinde yaşadığını, zarf şekli olan udunun ise sadece erken
dönemlerde kaydedildiğini belirtir (Clauson, 1972. s.38). Hacıeminoğlu udu
bağlayıcısını “ud- fiilinin zarf şekli kabul eder, Köktürk ve Uygur devrelerinde zaman,
mekân zarfı ve bağlama edatı olarak kullanıldığını; Karahanlı ve Harezm metinlerinde
ise çekim edatı vazifesi gördüğünü kaydeder (Hacıeminoğlu, 2015. s.103). Kokrmaz da
zarf-fiil eklerinin kalıplaşması örnekleri arasında yer verdiği udunun Uygurcada
“maiyet” anlamında özgür bir isim hâline geldiğini belirtir (Korkmaz, 2011. s.62).
udunun söz ve söz gruplarını bağladığı, “arkasından, ardından, takip ederek”
anlamlarıyla zarf olarak kullanıldığı bazı örnekler şunlardır:
bakşı boltaçılar açarılar öŋre yorıyur biz yaŋ udu tıtsı boltaçılar örtlüg yalınlıg
etözin örtlüg çomaklar tuta bizni tokıyur “Bahşı olacaklar, üstad olacaklar önde
yürüyoruz, nizamı takip ederek talebe olacaklar alevli vücutları ile alevli sopalar tutarak
bize vuruyorlar.” (M 73/9-13, s.136-137)
kentü bodunum tedim udu keliŋ tedim kodup bardım kelmedi “Kendi milletim
dedim, ardımca gelin dedim, bırakıp gittim, gelmedi.”(ŞU D2)
kazgantukın üçün udu özüm kazgantukum üçün il yeme il boltı bodun yeme
bodun boltı “Kazandığı için ve kendim kazandığım için il de il oldu, millet de millet
oldu.” (T 55-56)
udu bağlayıcısının müstakil cümleleri bağladığı sınırlı örnekler ise şunlardır:
ilteriş kagan kazganmasar udu ben özüm kazganmasar il yeme bodun yeme yok
erteçi erti “İlteriş kağan kazanmasa ve ben kendim kazanmasam il de millet de yok
olacaktı.” (T 54-55)
taŋ taŋlardı udu yir yarudı, udu kün togdı. “Şafak söktü ve yer aydınlandı ve
güneş doğdu” (IB 26, s.21)
ulatı Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Eski Uygur Türkçesi dönemi metinlerinde ulatı bağlacı hem söz ve söz
gruplarını, hem de cümleleri bağlama işleviyle karşımıza çıkar. Köktürk devresinde bu
bağlayıcıya rastlanmaz. Köktürk metinlerinde ulatı ile aynı kökten türeyen ulayu “ve,
ayrıca” bağlacı görülür, fakat bu bağlayıcı Köktürk metinlerinde genellikle cümle başı
edatı, söz ve söz gruplarını bağlayan bir bağlayıcı olarak kullanılmış, cümle bağlayıcısı
olarak görev almamıştır.
Anlam olarak “daha, saire, ilâhara, ilaveten, …den başka” gibi anlamlarla
kaydedilen (Caferoğlu, 2011. s.264) ulatı bağlacına, Gabain fiil menşeli son çekim
edatları başlığı altında verir ve bu bağlacın ula- “bağlamak” fiilinden -t- yaptırma eki ile
oluştuğunu belirtir (Gabain, 2007. s.95). Hacıeminoğlu da ulatı “ve, daha, müteakiben”
bağlacının ulat- fiilinin zarf-fiili olduğunu ve Eski Türkçede çok kullanılan bir bağlama
edatı olduğunu kaydeder (Hacıeminoğlu, 2015. s.199). Mansuroğlu da bağlacın kökeni
ile ilgili aynı görüştedir (Mansuroğlu, 1955. s.62).

54
Eraslan zarf-fiil kalıplaşması olan ulatı edatının, sıralama edatı olarak cümle
unsurlarını birbirine bağladığını belirtir. (Eraslan, 2012. s.278). Hamilton, ulatı sözünün,
ula- “birleştirmek, bağlamak, bitiştirmek, ula- eyleminin -t- ekiyle kurulmuş ettirgen veya
pekiştirmeli çatısı olan ulat- eyleminin -ı- ekiyle yapılmış ulacı olduğunu belirterek, ula-
eyleminin de ul “yer, zemin, temel, dip, ilk öğe” adından -a ile addan türemiş bir eylem
olarak ilk anlamının “temele yerleştirmek veya bağlamak” olabileceği üzerinde durur
(Hamilton, 1998. s.81). Clauson, ulatı sözünün ulat- fiilin -ı zarf-fiil eki almış şekli
olduğunu ulatının “ve benzer, ve bunun gibi” veya yabancı dillerden çevrilmiş bir bağlaç
olarak “ve” anlamında iki şekilde kullanıldığını kaydeder. (Clauson, 1972. s.134).
Karahan da ulatının “ve, ve dahası, ayrıca, ile” anlamlarıyla Eski Türkçe
içerisinde sadece Uygurcada özellikle de Budist metinlerde kullanılmış bir sıralama
bağlacı olduğunu, kökeninin ula- “ulamak, birleştirmek” fiilinin üzerine +t fiilden fiil
yapım eki +ı zarf-fiil eki şeklinde olduğunu, -dA bulunma durumu ekinden sonra “ve
benzeri” anlamında kullanıldığını belirtir (Karahan, 2014. s.82). Temir de ulatı bağlacını
“ve, ve dahası, yanı sıra, ayrıca” anlamlarıyla kaydeder (Temir, 1956. s.60).
Eski Uygur Türkçesi metinlerinde yukarıda da belirttiğimiz gibi ulatı bağlacı
bazen cümleleri değil tıpkı Köktürk metinlerinde kullanılan ulayu bağlacı gibi söz ve
söz gruplarını yani cümlenin unsurlarını birbirine bağlama işleviyle karşımıza çıkar:
ögüm katun ulayu öglerim ekelerim keliŋinüm kunçuylarım bunca yeme tirigi
küŋ boltaçı erti “Annem hatun ve analıklarım, ablalarım, gelinlerim, prenslerim-bunca
hayatta kalanları- cariye olacaklardı.” (KT K 9)
ülgülençsiz teŋlençsiz ulug buyan edgü kılınçıg bulgaylar yene kentü elinte
uluşınta yagı yavlak adası busuş sakınç ulatı adın ada tudalar bolmagay. “Ölçülemez
yüce erdem bulacaklar ve kendi ülkelerinde düşman tehlikesi, sıkıntı, düşünce ve başka
tehlikeler olmayacak.” (AY-I/256-261, s.84)
Eski Uygur Türkçesinde müstakil cümleleri bağlamak için ulatı bağlacı
şu şekilde kullanılmıştır:
anta basa atinankotani arhantka tutdı ulatı biş pncak biş upançik şariputri
motgalyini mhakşp btriki anuritide ulatı arhantlarka yakın tegürüp tutdı. “Ondan sonra
veli Ajñātakaundinya’ya uzattı ve beş Pancaka ve beş Upançik, Şariputra,
Maudgalyāyana, Mahākāşyapa, Bhadraka, Anuruddha ve diğer velilere yaklaştırıp
sundu.” (M 24/15-19, s.74)
üç yavlak yoltakı agır ayıg kılınçların barça öçürür men ulatı alku yalaŋuklar
arakı emgeklig sıkışlarıg yme kiterür men. “Üç kötü yoldaki fena davranışları hep yok
ederim ve bütün insanların arasındaki eziyetli sıkıntıları da gideririm.” (AY-III/ 96, 21-
23, 97/1, s.105)
yme/yeme/yime Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Köktürk ve Uygur metinlerinde kaydedilen bir diğer bağlayıcı da yemedir. yeme “da
de, dahi, ve, yine” Köktürk döneminde müstakil cümleleri bağlama işleviyle görülmez daha
çok kuvvetlendirme edatı olarak ve “yine” anlamında zarf olarak kullanılmıştır. Uygur
devresinde ise bu işlevlere ek olarak müstakil cümleleri bağlama işleviyle de görülür. yme
sözü Eraslan tarafından (<*yim-e) “yine, ve, tekrar, hem, ayrıca” anlamlarıyla verilir ayrıca
iki heceli olduğu ve ünlü ile bittiği için zarf-fiil kalıplaşması sonucu oluştuğunun
düşünülebileceği belirtilir (Eraslan, 2012. s.295). Şirin, yeme sözünün “ve, dahi, da”
görevleri olan bağlama edatı olduğunu ve “yine” anlamlı zarf olarak da kullanımının yaygın
olduğunu bu bakımdan da takı edatıyla eş görevli olduğunu ve Karahanlı Türkçesinden
sonra kullanımdan düştüğünü belirtir. (Şirin, 2015. s.131). Talat Tekin, yeme bağlacına,
azu, artukı, takı, udu, ulayu bağlaçlarıyla birlikte sıradaş bağlaçlar başlığı altında yer verir
ve “ve, dahi, …da” anlamlarıyla kaydeder, kökünün

55
yem- “ilave etmek, eklemek” olabileceğini belirtir ve yemenin tek başına da yinelemeli
olarak kullanılabileceğini örneklerle kaydeder (Tekin, 2000. s.159-160).
Karahan, Köktürkçeden itibaren Eski Türkçe metinlerinde yaygın olarak yer alan
yme sözünün Uygurcada “yine, ve, tekrar, hem, ayrıca anlamlarıyla cümle başı bağlacı
olduğunu, Eski Türkçede genellikle takı ile birlikte kullanıldığını, …yme…yme çiftli
yapısında da “…ne…ne” anlamı veren ve karşılaştırılan unsurların sonuna gelen
karşılaştırma edatı olduğunu belirtir (Karahan, 2014. s.84). Gabain, son çekim edatları
bahsinde yer verdiği ymenin yer yer ma, me şeklinde kullanıldığını, yme “ve yine” ve
takı ymenin “ve bundan başka” cümle başlatıcısı olarak sık kullanıldığını belirtir
(Gabain, 2007. s.95).
Temir, Uygurca Yme Sözü Hakkında adlı çalışmasında yme sözünün teşekkülü ile
ilgili iki teorinin olduğunu birisinin Ramstedt gibi Türkologlar tarafından ortaya atılan yem-
“eklemek” kökünden>yem-e şeklinde bir konverb olduğu fikri, diğer görüşün de Kotwicz
gibi Türkologlar tarafından ortaya atılan bu sözün bir konverb olmayıp, ye-me, yi-me
şeklinde ayrılması gerektiği fikri olduğunu belirtir ve sonuç olarak ye-me şeklindeki teorinin
dikkate şayan olmakla birlikte ye-, yi- kökünün tam olarak açıklanamadığı, yme sözünün bir
konverb olmayıp -ma, -me’nin yardımıyla teşekkül etmiş olmasının akla yakın geldiğini,
bazı Türkologların -ma hecesini yme’den kısalmış olarak izah ettiğini bu fikrin isbata
muhtaç olduğunu belirtir. (Temir, 1948. s.33-36).
Clauson, yemenin takı ile birlikte Eski Türkçenin iki bağlacından biri olduğunu
ve ikisinin de cümlenin başında “ve” daha sonra da “ayrıca, dahi” anlamlarında
kullanıldığını, Süryani ve Uygur yazısında ilk hece vokalinin çok kısa olduğunu ve bu
vokalin ė’den çok e vokali gibi göründüğünü kaydeder. (Clauson, 1972. s.934).
Köktürk ve Eski Uygur Türkçesi metinlerinde yme sözünün “da, de, dahi, yine”
anlamlarıyla kullanıldığı bazı örnekler şunlardır:
begleri yeme bodunu yeme tüz ermiş “Beyleri de halkı da adil imiş.” (KT D3; BK
D4)
kaganı ölti buyrukı begleri yeme ölti “Kağanı öldü, komutanları ve beyleri de
öldü” (KT D18-19)
neŋ buluŋ yıŋak orun ornag ermedin yme erm(e)z “Hiçbir yer ve mekândan
bağımsız da değildir.” (AY-II/VII Tegzinç, 36-38, s.108)
yme sözünün Eski Uygur Türkçesinde “ve” anlamıyla müstakil cümleleri
bağlayarak oluşturduğu bağlı cümle örnekleri ise şu şekildedir:
bir ay ç(a)hşap(a)t tutmak k(e)rg(e)k erti yme çaydanta y(i)mki olorup baçak
baçap t(e)ŋri burhanka bir biligin köŋülte b(e)rü bir yılkı yazokumuznı boşunu ötünmek
k(e)rgek erti. “Bir ay dini emirleri yerine getirmek gerekti ve dini törenlerde ayin
düzenleyip, oruç tutup Tanrıya, Buddhaya aynı bilinçle, gönülden, bir yıllık günahımız
için bağışlanmayı dilemek gerekti.” (HU II.A/312-318, s.89)
agar tsuy irinçü kıltılar yme yana bursoŋ kuvrag üskinte bagrın yatıp yıglayu
yalvara ökünü boşunu kşanti ötüntiler “Büyük günah, suç işlediler ve yeniden rahipler
huzurunda göğüs üstü uzanıp, ağlayıp yalvararak pişman olup tövbe ettiler.” (TT4/A,
12-14, s.434)
yana/yene Bağlayıcısı İle Bağlanan Cümleler
Köktürk metinlerinde “yine, tekrar, yeniden” anlamlarıyla çok sık kullanılan bir
zarf olan yana/yene sözü Uygur devresine gelindiğinde bir cümle bağlayıcısı olarak
karşımıza çıkar. Köktürk metinlerinde böyle bir işlevi söz konusu değildir. Eski Uygur
Türkçesi sözlüğünde “yine, tekrar, ve, yeniden, dahi, fazladan” anlamlarıyla kayıtlı olan
(Caferoğlu, 2011. s.283) yana/yene sözü Hacıeminoğlu tarafından “böylece, ve, gene”
anlamlarıyla Türkçenin bütün tarihî devirlerinde kullanılan cümle başı ve bağlama edatı
olarak kaydedilir (Hacıeminoğlu, 2015. s.211). Hamilton, yana “yine, yeniden, ve,

56
ayrıca” sözünün yan- “dönmek, geri dönmek” fiili üzerine -a ulaç ekinin gelmesiyle
oluştuğunu ve sözcüğün yene, yine biçimlerinin y’nin etkisiyle damaksıllaştırılmış
olabileceğini belirtir (Hamilton, 1998. s.218).
Şirin, yan- “dönmek” eyleminin vokal gerundium eki ile kalıplaşarak oluşturduğu
zarflaşmış biçim olarak verdiği yana sözünün Eski Türkçede çok yaygın olduğunu ve “da,
dahi, ve” görevlerinde kullanılan yeme edatının dış etkisiyle ve kelime başı ünsüzünün iç
etkisiyle modern Türk lehçelerinin bazılarında ünlülerinin ön damaksıllaşmış biçimde (yine,
yene, jene) kullanıldığını kaydeder (Şirin, 2015. s.187). Korkmaz da yana sözüne zarf-fiil
kalıplaşmaları başlığı altında yer verir, Türkçenin hem tarihi hem çağdaş lehçelerinde
kullanılmakta olduğunu, kökeninin yan- “geri dönmek” fiili olduğunu, yana sözünün bağ ve
cümle açıcısı olarak yana amtı “sonra, bunun üzerine”, yana yana “nihayet”, yana yme “ve,
ve bunun üzerine”, ançulayu yana “aynı şekilde”, inçip yme “yine de, buna rağmen” başka
kelimeler ile birlikte de kullanıldığını belirtir (Korkmaz, 2011. s.59). Eraslan da zarf-fiil
kalıplaşması sonucu oluştuğunu belirttiği yana sözünün ök edatıyla
kuvvetlendirilebileceğini kaydeder (Eraslan, 2012. s.285).
Karahan, yana “yine, tekrar, sonra, daha, ayrıca, ilave olarak” sözünün Orhun
Türkçesinden itibaren Eski Türkçede “tekrar, yine” anlamında zarf görevinde ve “ve
yine, sonra, ayrıca, ilave olarak” anlamlarında bağlaç görevinde kullanıldığını, yan-
“geri dönmek” fiili üzerine gelen -a zarf-fiil eki ile oluştuğunu, tarihsel lehçelerin
tamamında ve çoğu modern lehçede yananın yene, yine, yne türevlerinin olduğunu,
Uygurcada zarf görevi dışında “yine, dahası” anlamında cümle başı bağlacı olarak da
sıkça kullanıldığını belirtir (Karahan, 2014. s.83). Clauson, yan- fiilinden oluşan yana
sözünün erken dönemlerden itibaren “tekrar” anlamında bir zarf olarak ve “ve tekrar”
anlamında bir bağlaç olarak kullanıldığı, yeme sözünün etkisiyle bazı lehçelerde yene
şeklinin ortaya çıktığı, Çağdaş Türk Lehçelerinde de yana/yene/yene, jana/jene, yane,
gene şekillerinde varlığını sürdürdüğü bilgilerine yer verir (Clauson, 1972. s.943). Erdal
da, yana bağlacının yan- “geri dönmek” anlamındaki fiilden türediğini, Uygur
Türkçesinde yana yanında yene şeklinin ortaya çıktığını ve “tekrar” anlamında
kullanılan bir bağlaç olduğunu ayrıca yene ök ve yene yme şekillerinde de kullanıldığını
kaydeder (Erdal, 2004. s.337).
Köktürk metinlerinde “yine yeniden, tekrar” anlamında bir zarf olarak kullanılan
yana sözünün kullanımı şu şekildedir:
kanın kodup tabgaçka yana içikdi “Hanını bırakıp Çin’e tekrar tabi oldu.” (T 2)
yana birtimiz “Yeniden verdik” (KT D 21)
Eski Uygur Türkçesinde “ve, yine, tekrar” anlamlarıyla müstakil cümleleri
bağlama işleviyle de karşımıza çıkan yana bağlacının bağlı cümlelerde kullanımı şu
şekildedir:
inçip sekiz on yaşayur karı erti yene ekki közi körmez erti. “ Şöyle ki o seksen
yaşında bir ihtiyardı ve iki gözü görmüyordu.” (PK XXIV, c.2, s.38)
itigligniŋ yörügi üküş üçün bölüp adırtlap kergekinçe kiŋürmiş erür yana itigsiz
nomlarıg bolmaz üçün çınlayu körkitgeli bo tıltagın kavıra sözlemiş ol. “Şartlı durumun
(Skr. samskrta) izahı çok olduğu için bölüp ayırt edip gereğince genişletmiştir yine şarta
bağlı olmayan öğretileri gerçek olarak göstermek olmadığı için bu sebeple özetleyerek
söylemiştir.” (Üİ 101a/3-5, s.34)
ülgülençsiz teŋlençsiz ulug buyan edgü kılınçıg bulgaylar yene kentü elinte
uluşınta yagı yavlak adası busuş sakınç ulatı adın ada tudalar bolmagay. “Ölçülemez
yüce erdem bulacaklar ve kendi ülkelerinde düşman tehlikesi, sıkıntı, düşünce ve başka
tehlikeler olmayacak.” (AY-I/256-261, s.84)
Sonuç olarak bakıldığında Köktürk devresinde yer alan bağlayıcılardan anı üçün,
azu, udu bağlayıcıları hem Köktürk metinlerinde hem Eski Uygur dönemi metinlerinde

57
bağlı cümle teşkilinde kullanılırken, takı, yana/yene, yeme bağlayıcıları Köktürk
devresinde söz ve söz gruplarını bağlama, cümle başı edatı, kuvvetlendirme edatı ve zarf
işlevleriyle kullanılmış, Eski Uygur dönemi metinlerinde bu işlevlere ek olarak bağlı
cümle teşkilinde müstakil cümle bağlayıcısı olarak da karşımıza çıkmıştır. inçip, anın,
takı yeme, ulatı, bağlayıcıları ise Köktürk metinlerinde görülmez, Eski Uygur devresi
metinlerinde cümle bağlayıcısı olarak kullanılırlar. Eski Uygur Türkçesinde kullanılan
ulatı bağlayıcısına denk olarak Köktürk metinlerinde de ulatı ile aynı kökten türeyen
ulayu bağlayıcısı görülür, fakat ulayu bağlayıcısı daha çok cümle başı edatı, söz ve söz
gruplarını bağlama işlevindedir. Eski Uygur Türkçesinde müstakil cümleleri bağlamak
için yukarıda bahsettiğimiz bağlaçların yanında bir de inçe ök4, inçe kaltı5, şartlı birleşik
cümlelerde sık kullanılan birök6 gibi bağlaçlar da sık olmamakla birlikte müstakil
cümleleri bağlamak için kullanılmıştır.
KAYNAKLAR
AĞCA, Ferruh (2013) “Tarihsel Türk Dili Alanlarında da Edatı ve Edatın Kökeni
Üzerine”, Yalım Kaya Bitiği, Osman Fikri Sertkaya Armağanı, Ed. Hatice Şirin-Bülent
Gül, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, s.99-107. Ankara
AYAZLI, Özlem (2012) Altun Yaruk Sudur, 6. Kitap, Karşılaştırmalı Metin Yayını,
Türk Dil Kurumu Yayınları, İstanbul (AY-I)
AYDIN, Erhan (2018) Uygur Yazıtları, Bilge Kültür-Sanat, İstanbul
BANG, W.-Gabain, A. von (1929-1931), Türkische Turfan-Texte, I-V, SBAW, (TT)
CAFEROĞLU, Ahmet (2011) Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara
CLAUSON, Sir Gerard (1972) An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century
Turkish, Oxford At The Clarendon Press
ÇETİN, Engin (2012) Altun Yaruk Yedinci Kitap (Berlin Bilimler Akademisindeki
Metin Parçaları, Karşılaştırmalı Metin, Çeviri, Açıklamalar, Dizin), Karahan Kitabevi,
Adana (AY-II)
ERASLAN, Kemal (2012) Eski Uygur Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara
ERDAL, Marcel (2004) A Grammer of Old Turkic, Brill, Leiden.
GABAİN, A. Von (2007) Eski Türkçenin Grameri, (Çev: Mehmet Akalın), Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara
GULCALI, Zemire (2013) Eski Uygurca Altun Yaruk Sudur’dan “Aç Bars” Hikâyesi,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara

3
anıŋ ara bir kuşlagu kuşka kovıtmış kögürçgün muŋka tarkka tegip şariputri arhantnıŋ köligesiŋe
sıkıntı inçe ök korkınçı sönmedi bezer titreyür erti. “Bu arada bir yırtıcı kuş tarafından kovalanmış
güvercin yorgun, bitkin olup Şāriputra azizin gölgesine sığındı, fakat korkusu geçmedi, titriyordu.” (M 5.
= 93 182
224/24-30, s.48)
4
erke yaztım yaŋıltım erser közüŋüz eneç<l>enük bolzun birök yazukum yok erser bir közüŋüz yaruzun
kün körüŋ. “Bir kişiye karşı hata işediysem gözünüz kör olsun eğer hatam yoksa, bir gözünüz parlasın,
güneşi görün.” (PK-A/Or.8212(118), 1-2-3, s.73)
5
kaçan bars öskinte tegdükte ötrü ol üdün bo agır ulug yagız yer altı törlügin tepredi kabşadı; inçe k(a)ltı ulug
yeel kelip köl suvın tokıp yaymış teg yokaru kudı yayıldı yaykaldı, kök kalık yüzindeki kün t(e)ŋri rahu’ka
sigirtmiş teg y(a)ruksuz yaşuksuz öŋsüz ölez boldı; buluŋ yıŋak barça bütürü karardı; kara tuman üze ürtüldi;
kök kalıktın t(e)ŋridem yıd yıpar hua çeçekler tüşdi yagdı; ol arıg semek içi hua çeçek üze tolu boltı. “Kaplanın
yanına geldiği zaman bu ağır, büyük, kara toprak altı türlü titredi, sallandı; tıpkı büyük bir yelin gelip göl
suyunu vurup dalgalandırdığı gibi, yukarıya aşağıya sarsıldı, dalgalandı, gökyüzündeki güneş Tanrı Rahu’ya
yutulmuş gibi ışıksız, karanlık, renksiz, solgun oldu, her taraf tamamen karardı, kara dumanla örtüldü,
gökyüzünden ilahi kokulu çiçekler düştü, o ormanın içi çiçeklerle doldu.” (AB 616/23,
617/1-12, s.88-89)

58
HACIEMİNOĞLU, Necmettin (2015) Türk Dilinde Edatlar, Bilge Kültür Sanat
Yayınları, İstanbul
HAMİLTON, James Russell (1998) Budacı İyi ve Kötü Kalpli Prens Masalının
Uygurcası, Kalyãņaṃkara ve Pãpaṃkara, (Çevirenler: Ece Korkut, İsmet Birkan),
Simurg Yayınları, Ankara (PK)
KAYA, Ceval (1994) Uygurca Altun Yaruk, Giriş, Metin, Dizin, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara (AY-III)
KORKMAZ, Zeynep (2011) Türkçede Eklerin Kullanılış Şekilleri ve Ek Kalıplaşması
Olayları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
MANSUROĞLU, Mecdut (1955) “Türkçede Cümle Çeşitleri ve Bağlayıcıları”, Türk
Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, s. 59-71, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
ÖZÖNDER, F. Sema Barutçu (1998) Abidarim kıınlıg koşavarti şastirtakı çınkirtü
yörüglerning kıngurüsinden üç itigsizler, Giriş, Metin, Tercüme, Notlar, İndeks XXX
Levha, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara (Üİ)
SEV, Gülsel (2013) “Nehcü’l-Ferâdîs’te Takı”, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Semih TEZCAN’a Armağan, Cilt:13, s.313-340.
ŞİRİN, Hatice (2009) Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları, Söz Varlığı
İncelemesi, Kömen Yayınları, Konya
ŞİRİN, Hatice (2015) Kül Tigin Yazıtı Notlar, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul
TEKİN, Şinasi (1960) Uygurca Metinler I, Kuanşi İm Pusar (Ses İşiten İlah) Napḩua ki
atlıg nom çeçeki sudur (saddharmapundarika-sūtra), Atatürk Üniversitesi Yayınları,
Erzurum (KİP)
TEKİN, Şinasi (1976) Uygurca Metinler II., Maytrısimit, Burkancıların Mehdisi
Maitreya İle Buluşma Uygurca İptidai Bir Dram (Burkancılığın Vaibhāşikatarikatine ait
bir eserin Uygurcası), Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara (M)
TEKİN, Talat (2000) Orhon Türkçesi Grameri, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 9,
Ankara
TEKİN, Talat (2013) Irk Bitig, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara (IB)
TEMİR, Ahmet (1948) “Uygurca Yme Sözü Hakkında”, Türk Dili, Belleten, Sayı 12-
13, s.33-42, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara

ÇAĞDAŞ TATAR KONUŞMA DİLİNDE ÇOK ANLAMLI SÖZCÜKLER


1
Dr. Gülşat Reis kızı GALİULLİNA
Özet
Makalede Tatar konuşma dilinde çok anamlı kelimeler olayı söz konusudur.
Araştırma nesnesi olarak konuşma dilinde çok yaygın şekilde kullanılagelen hayvan
isimleri ve fiil kavramaları kaleme alındı. İncelememiz için malzemeler, Tatar konuşma
dili örneklerini içeren ses kayıtlarından, «Татар теленең язма корпусы» (‘Tatar Dilinin
Yazılı Sözlüğü’) [http://www.corpus.tatar/], «Туган тел» ‘Anadili’ Genel Sözlüğü
[http://tugantel.tatar/], Tatar Dilinin Açıklamalı Sözlüğü’nden toplandı.
İncelemelerimize göre konuşma dilinde yeni anlamların oluşması doğrudan içeriğe
bağlıdır. Hayvan isimleri, anlam kayması sonucunda Tatar konuşma dilinde insanı
değerlendirme amacıyla kullanmaktadır. Fiillerin çoğu kalıplaşmış, sözlüklerde kayıt
edilmiş anlamlarına ek olarak belli bir olayda farklı anlama sahip olmaktadırlar.
Anahtar kelimeler: Tatar dili, söz varlığı, konuşma dili, çok anlamlı kelimeler, kelime
anlamı, mecaz anlam, anlam kayması

3Prof. Dr. Gülşat Reis kızı Galiullina, Kazan Federal Üniversitesi

59
Konuşma dili, insanlar tolumunda çok önemli yeri tutmaktadır. Onun esas
görevi, insanların günlük iletişimini sağlamasıdır. Konuşma dili kelimeleri, ailede
konuşanlar tarafından kullanılmış olan sözleri, kelime öbeklerini, tamlamaları
içermektedir. Edebiyat dilinden farklı olarak konuşma dilinde dil unsurları geniş ve
serbest kullanılmaktadır. Onların anlamında nesne ve olayları adlandırmakla yan
yanaduygusal unsurlar da yer bulmaktadır. Böylece konuşma dilinin görevsel imkânları
edebiyat diliyle kıyasen daha geniş ve daha çok farklıdır. Tatar dili biliminde konuşma
dili, kapsamlı olarak araştırılmamıştır. Genel olarak Tatar dili biliminde konuşma dilinin
araştırılma tarihi de devamlı ve olumlu bir süreç değildir. Konuşma dilinin bazı açıları
V.A.Bogoroditskiy (1933), M.Z.Zekiyev (1998), V.H.Hakov (1999), F.S.Safiullina
(1978), İ.M.Nizamov (2002; 2006), G.R.Galiullina (2014; 2017) v.s. araştırmalarında
farklı seviyede yansıtılmaktadır.
Araştırmamızda Tatar konuşma dilinde yaygın olarak kullanılagelen çok anlamlı
kelimelerden hayvan isimlerini bildiren kelimeler ve fiillerin anlamsal ve görevsel
özelliklerini incelemeyi hedefledik. Kaynak olarak çağdaş Tatar konuşma dili
örneklerini toplamış olan 120 ses kayıtını kullandık. Söz konusu kayıtlarda Tataristan
Cumhuriyeti’nin farklı ilçelerinde yaşamakta olan 18-25 ve 30-50 yaş arası Tatar dili
temsilcilerinin yaşamın farklı alanlarına ait olan hazırlıksız ve karşlıklı konuşmaları yer
bulmaktadır.
Bunlar hariç bazı durumlarda «Татар теленең язма корпусы» (‘Tatar Dilinin
Yazılı Sözlüğü’) (http://www.corpus.tatar/), «Туган тел» ‘Anadili’ Genel Sözlüğü
(http://tugantel.tatar/) gibilere de başvurmuş olduk.
Çok anlamlı kelimeler olayına ayrıca dikkat etmemizin nedeni, ancak konuşma
dilinde sökonusu birimlerin anlamsal potansiyeli, Tatar halkının dünya açısı, millî
psikolojisi tümüyle yansımaktadır. Herhangi bir kelimenin yeni anlamda kullanılması,
toplumsal-psikolojik ve millî algılama sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ayrıca içinden
kaynaklanan, henüz edebî dil kuralları esasında değerlendirilmemiş konuşma dili, millî
şahsın dünyaya bakışını yansıtmakta benzeri olmayan görevi yerine getirmektedir.
Konuşma dilinde yoğun kullanılan, olaysal-bireysel kullanılma sınırlarını aşan kelime
birimlerinin anlamsal özellikleri, hiçbir zaman rasgele ortaya çıkmıyor. Konuşma
dilinde çok anlamlı kelimelerin meydana gelmesi, halkın yaşayışı döneminde
toplanagelen bilgi, gözlem sonucudur.
Belli olduğu, içten rastgele meydana gelen anlamlar ve anlam kaymalarının hepsi
edebî dilde yer bulmamaktadır, onların çoğu biresysel icat sonucu olarak ancak konuşma
dilinde hayatını sürdürmekte, aynı zamanda duygusallığını da yitirmeden konuşma dilinin
kelime-dilbilgisel sistemine uymaktadır. Dolayısıyla dilin hiçbir anlatım türü çok anlamlılık
açısından konuşma diliyle kıyaslanamaz demeye hakkımız vardır.
Dilde kullanılagelen kelimelerin konuşma dilinde yeni anlama sahip olmaları,
bir açıdan tasarruf nedenine bağlıdır, diğer açıdan da mecaz anlamın da aktif olduğu söz
konusudur. Konuşmada bir varık çok farklı çağrışım yaratmaktadır ve dolayısıyla
kelimenin anlamları da artmaktadır. Konuşmada mecaz anlamlılık geniş kapsamda
konuşma aracı olarak yani çağrışım ve farklı olayları kapsayan metonimia, canlandırma,
abartma, öfemizm v.b. olayları içermektedir. Böylece konuşma dilinde çok anlamlılık,
ancak kelime anlamı açısından değil belki de duygusal etkileyici stilistik açılalardan da
yansıtılmaktadır.
Konuşmada kelimenin yeni çağrışımsal anlamlarının önemsenmesi, söz konusu
dil biriminin kullanıldığı içeriğe çok bağlıdır. Ancak belli bir içerikte Tatar konuşma
dilinde çok anlamlılık olayının iç kaynak ve potansiyelini tümüyle açabiliriz. Tatar dili
temsilcisi yaş özelliklerine, sosyal ortama, millî zihniyete bağlı farklı çağrışımlar,
düşünceler yaratmakta ve çok anlamlı kelimeler aracılığıyla konuşma sürecinde bilgi

60
vermekle sınırlanmadan aynı zamanda farklı olay, varlık, süreci de değerlendirmektedir.
Araştırmamızda Tatar edebî dilinde yer bulmayan ancak konuşma dilinde kullanılan
anlamları kaleme almaktayız.
Konuşma dilinde mecaz anlamlı kelimelerin çoğu hayvan adları → insanın huyu,
yaşam tarzı, fiziksel özellikleri oluşturmaktadır. Bazı örneklere dokunalım, mesele төлке
3 tilki kelimesinin Tatarcada çok yaygın anlamları aşağıdakilerdir: 1) köpek türünden
köpekten biraz daha küçük hayvan; 2) kurnaz, hileli adam. Konuşma dilinde diğer anlamı,
çağrışımsal anlama sahip ve sık kullanılmaktadır. Mesela, Телефон номерларын да
алыштырган теге төлке...; И, үткер дә инде безнең, Нургали абзый: төлке тек,
төлке!. / Telefon numaraısını da değiştirmiş o tilki...; Ne hileli bizim Nurgali Amca:
tilki mi tilki!
Horoz – esas alamında kuş türünü yansıtmaktadır, konuşma dilinde ise mecaz
anlamı savaşmayı seven, kızgın adamı anlatmakatdır. Mesela: Кичке сабантуйда
Ваһап бар идеме соң? - Әйе, әйе, Ваһап әтәч бар иде; Әй, яшь әтәч, кем әле
исемең?// Akşam Sabantuyda (Tatarların millî bayramı) Vahap var mıydı acaba? –
Evet, evet Horoz Vahap vardı; Hay genç horoz, neydi adı?
Horoz kelimesinin ancak konuşma dilinde kullanılagelen hiçbir sözlükte yer
bulmayan daha bir anlamı – lolipop. Söz konusu şekerlerin en çok yaygın türü horoz
şeklinde yapıldığından (diğer türlü hayvan ve kuş şeklinde de yapılmış olduklarına
rağmen) konuşma dilinde horoz olarak yer bulmuştur: Баланы елатма, бир шуңа
конфетны, баллы әтәч ярдәм итәр; - Әни - и, әтәч камфит кирәк. Алыгыз миңа
да әтәч камфит; Кыш бабайга хат яздым: миңа - компьютер, сеңлемә -
музыкаль үзәк, әтигә - машина, әнигә суыра торган әтәч ясау өчен таба алып
килсен.// Çocuğu ağlatma , ver şuna bir şeker, tatlı horz yardım eder; - Annem horoz
şeker istiyorum. Bana da alın horoz şeker; Noel Dedeye mektup yazdım: bana
bilgisayar, kız kardeşime teyp, babama araba, anneme horoz şeker makinesi getirsin
istedim.
‘Tatar Dilinin Açıklamalı Sözlüğü’nde хайван / hayvan kelimesi ‘canlı varlık’
anlamında yer bulmuştur (Tatar tilinin anlatmalı süzlege, 2005, 629 s.). Konuşma dilinde
onun alçatılmış etkileyici anlamı eğitimsiz, kötü huylu insanlar için kullanımaktadır.
Genelen söz konusu kelime aracılığıyla belli bir insana yönelik ters duygular yansıtılmakta,
ona kızma, öfkeleme bildirilmektedir. Mesela, Кеше түгел, хайван ул үзе; Тор, хайван.
Кибеткә барыр вакытың җитте!; Шул чагында: "Шундый шул син, хайван,
яшьлегемне әрәм иттем син юньсезгә", - диясе бик килә дә бит, юк!; Хайван син, ике
аяклы! Синең ишеләрнең сәгате озакламый сугачак, хайван! / İnsan değil o, hayvandır;
Kalk hayvan. Mağazaya gider zamanın geldi! O zamanda: ‘Böyle hayvansın sen, gençliğim
kurban oldu sana terbiyisize’ – diyesim geliyor da olmuyor. Hayvan sen iki ayaklı! Senin
gibilerin de ceza zamanı gelir bir zaman Hayvan!
Konuşma dilinde hayvan, kuş adlarının mecaz anlamda kullanılmasının esas
özelliği, onların alçak uslupta duygusallığı arttırma, konuşanın söz edilene ters ilişkisini
bildirmek isteğidir. Mecaz anlamda kullanılma sonucunda bu tür adların anlamı ters anlam
içermeye başlamaktadır. Anlam kaymasında temel olarak söz konusu hayvan kuşlara ait bir
nitelik yer bulmaktadır: insanların aptallığını yansıtmak amacıyla сарык / koyun, бәрән /
koç, тавык / tavuk kelimeleri; arsız, ayyaş gibi insanları bildirmek için маймыл / maymun,
azimiliği yansıtmak için de чеби / civciv kelimeleri kullanılmaktadır.
Tabii ki tüm adlarda da söz konusu özellik üstünlük alıyor diyemiyoruz. Mesela,
güzellik anlamını bildiren kuş adları, hitap etme görevinde kullanıldığında olumlu anlama
sahip oluyor. Bu tür adlardan сандугач, былбыл / bülbül, карлыгач / kırlangıç. Mesela,
Гөлиякәй, сандугачым, асыл кошым, былбылым; Карлыгачым, бик үпкәләдеңме
әллә?; Көн саен гашыйк булам үзеңә, бөркетем / Güliyeciğim, bülbülüm, değerli
kuşum; Kırlangıcım küstün mü yoksa?; Hergün aşık oluyrum sana Kartalım.

61
Bunu da belirleyelim ki Tatar dilinde hayvan adları, kuş adlarından farklı olarak
mecaz anlamda kullanıldığında daha çok insanın ters özelliklerini yansıtmkatadır. Birkaç ad
ikili anlama da sahip olabilir. Mesela куян / tavşan kelimesi korkaklığı bildirerek ters
anlamda kullanılmışken: Нинди куркак куян булдың соң әле син, Алмаз?, И-и-и, тәти
абыем, бигрәк тә куркак куян икәнсең син... / Nasıl bir korkak tavşan oldun sen ya
Almaz? Haa abiciğim çok korkak tavşansın sen bari... aynı zamanda olumlu anlama sahip
olup yumuşaklığı bildirebilir: Әй, минем хәләл җефетем йомшак куян, иркә куян бит
ул! // Hay benim helal çiftim yumuşak tavşanım, şımarık tavşanım benim!
Bütün bunlar hariç tavşan kelimesinin konuşma dilinde ‘biletsiz yolcu’ anlamı
da bulunmaktadır: Бу куян-әбиләрдән тәмам туйдым бүген; Түләмичә сикереп
төшеп калучы "куян" нар да очрый әле / Bu tavşan ninelerden çok bıktım bugün;
Ödemeden araçtan atlayan ‘tavşanlar’ da ras geliyor (biletçi konuşmasından).
Tatar dilinde fiil hem anlam hem de görevi açısından en zengin kelime
türlerinden sayılmaktadır. Konuşma dilinde ise onların anlamsal potansiyeli daha da
zengin. Çağdaş konuşma dilinde fiil, diğer kelime türleri gibi sayısal açıdan değil belki
kalitel açıdan daimi gelişme durumunda olmasını vurgulamamız gerekir. Örneğin, isim,
sıfat gibi kelime türleri yabancı kelimeler sayesinde zenginleşmektedir. Fiiller ise
anlamsal taraftan değişmekte ve zengileşmektedir. Konuşma dili, onun ekstarlingvistik
koşullara içiçe bağlı olması, sözlü olamayan unsurların aktif kullanılması, olaya bağlı
olması, fiilerin konuşma sürecinde süreli özel anlama sahip olmasıyla beraber Tatar
konuşma dili temsilcilerinin zihninde farklı çağrışım ve kıyaslamalar aracılığıyla
kalıplaşmış anlamlara sahip olmasını sağlamaktadır. Konuşma dilinde son birkaç on
yıllık içinde şekillenmiş veya yaygınlaşmış anlamları kaleme alalılm.
2005 yılında basılmış olan ‘Tatar Dilinin Açıklamalı Sözlüğü’nde ашау / yemek
kelimesinin 10 anlamı verilmekte olup onların 6’sı konuşma diline ait olduğu de kaleme
alınmıştır: 1) dişlemek, kemirmek, deliklemek, kesmek (su sahili yemiş); 2) belli bir
kaynak sayesinde yaşamak (anne-baba kazananı yemek); 3) kendine ait olmayandan
yararlanmak (insan hakkını yemek); 4) israf kılmak (araba yakıtı yiyor); 5) dövülmek,
küçük düşürmek, aşağılatmak (dayak yemek); durmadan sövmek, azarlamak (canımı
yiyor) (Tatar tilinin anlatmalı süzlege, 59 s.).
2015 yılına ait açıklamalı sözlüğün I. cildinde söz konusu kelimenin 17 anlamı
kaydedilip konuşma diline ait olan 5 anlamı verilmektedir:
3 konuş. Sokmak, kemirmek, ısırmak «Кандала ашадымыни?» / ‘Tahtakurusu
mu ısırdı’ – dedi (A.İshaki); 2) mcz.anlm. Yeme ve içmeye, yiyeceklere harcama. Алар
актык әйберләрен сатып ашадылар. / Onlar son eşyalarını satıp yediler
(G.İbrahimov); 3) mcz.anlm. İsraf kılmak, harcamak, bitirmek, yoğun kullanmak:
Безнең бюджетны кием ашый. / Bütçemizi giysiler yiyor (M.Yuns); 4) mcz.anlm.
Hastalanmak, dertlenmek, heyecanlamak, rahatsız etmek. Бала сагышы ашады инде
бу ананы / Çocuk derdi yedi bu anayı. 5) mcz.anlm. konuşma dili. Azarlamak, sövmek,
cezalandırmak, sorgulamak. Әйе, күпме газап чиктем, шелтәләр ашадым / Evet, ne
kadar azar çektim, sövmeler yedim. (A.Vergazov) (Tatar tilinin anlatmalı süzlege, 276
s.).
Fakat ilk sözlükte verilmiş olan anlamlardan farklı olarak son sözlükte yemek
‘kelimesinin bir türlü kaynak hesabına yaşamak (anne-baba kazananı yemek)’ mecaz
anlamı konuşma dili olarak işaretlenmemiş. Demek ki, söz konusu anlamın konuşma
dilinden edebî dile geçmesinin kanıtı diyebiliriz. Bu fikrimizi edebî eserlerde kahraman
diline ait özellik yaratma amacıyla kullanma olayını değil belki de gazete dilinde herhangi
bir olayı anlatmak amacıyla yararlanma olaylarında bahsetmekteyiz. Örneğin, Tatarca
gazete sayfalarından birkaç örnek: Хатыны тапканны ашап, хатыны юнәткәнне киеп
тик йөри торган ир заты ул; Башкалар кебек әтисе-әнисе алып кайтканны

62
ашап үсмәде Зөлфия, тырышты, үз көнен үзе күрде (http://www.corpus.tatar/) /
Karısı kazananı yiyip, karısı bulanı giyen erkektir o; Diğerler gibi annesi babası
kazananı yiyip büyümedi Zülfiye, çabalandı, kemdi hayatını kemdisi kazandı.
Materyellerimizden belli olduğunca konuşanların sosyal durumu ve yaş
özelliklerinde bağımsız olarak günlük konuşmalarında ayrıca aktif olanlardan ‘rahatsız
etme, yorma, bıktırma’: Үз - үзебезне ашап, нервланып беттек. Күпме үз - үзеңне
ашап яшәргә була? / Kendi kendimizi yiyip sinirlendik tamam. Ne kadar kendini
yiyeceksin?; ‘sövme, azarlama’: Син минем бөтен җанымны ашап бетердең / Sen
benim bütün canımı yiyip bitirdin’ gibi anlamları belirleyebiliriz. Bunların dışında
konuşanların konuşmasında yemek kelimesi aşağıdaki içeriklerde ‘bitirmek, yoğun
kullanmak’ anlamında aktif kullanmaktadır: Акчамны күп ашый, кыскарак итеп
сөйлә; Тарифны алыштырырга кирәк, күп ашый / Paramı çok yiyor, daha kısa
konuş; Tarifemi değiştirmem gerekiyor fazlasını yiyor (telefon görüşmesinden);
Инфляция бөтен җыйганны ашап бетерде; машина бензинны күп ашый /
Enflasiyon tüm briktirdiklerimizi yiyip bitirdi; araba benzini çok yiyor v.s.
Sözlüklerde konuşma diline ait olduğu belli edilmese bile, düşüncemize göre,
ашау / yemek kelimesinin ‘ilgisi çeken bir eşya veya varlığa dikkatle bakmak, dikilmek’
anlamı esasta konuşma dilinde kullanılmaktadır: ашама мине карашың белән;
каршындагы кызларны карашы белән ашады // yeme beni gözlerinle; karşısındaki
kızları bakışıyla yedi.
Konuşma dilinde fiilerin çoğunluğu kalıplaşmıştır, sözlüklerde kayıt edilmiş
anlamlara ek olarak belli bir olayda belli bir anlama sahip olabilirler. Көн сындырды,
кар китте / Gün kırıldı kar gitti cümlesinde kullanılmış olan iki fiil konuşma diline
aittir. Сындырды / kırıldı fiili ‘gün ısındı’ anlamında kullanılmışsa китте / gitti fiili ise
farklı içerikte farklı anlama sahiptir. Konuşma olayına ve yerine bağlı olarak hem ‘kar
eriyor’ hem de ‘kar yağıyor’ anlamında kullanılmaktadır. Böyle anlam değişmeleri
hiçbir sözlükte yer bulmamaktadır.
Sonuç olarak çok anlamlılık olayı Tatar konuşma dilinde büyük öneme sahiptir.
Bunun ilk nedeni, konuşma sürecinin sözlü olmayan unsurlara bağlı olduğundan, bazı
durumlarda ise duygusallığı yansıtmak amacıyla içeriğin çağrışım talep etmesidir. İkinci
olarak, konuşma dili, tüm iletişim alanlarında da kullanılmakta olup büyük kelime
hazinesine ihtiyacı olduğundan dolayı farklı yönlerden zenginleşmektedir. Üçüncüsü,
edebî dilden farklı olarak konuşma dilinde çok anlamlı kelimelerin kullanılması,
kelimenin anlamını kavramada zorluk çektirmemektedir. Çünkü kelimenin anlamını
yansıtmada sözlü olmayan unsurlar (mimik, jest, ton v.s.) iletişim sürecinde büyük
öneme sahiptir.
KAYNAKLAR
BOGORODİTSKİY, V.A. (1933) Etüdı po Tatarskomu i Türkskomu Yazıkoznaniyu,
156 s.¸ Tatgosizdat, Kazan
GALİULLİNA, G.R., MUBARAKZYANOVA, D.R. (2014) K Voprosu
“Razgraniçeniya Terminov «Razgovornaya Reç» i «Literaturnıy Yazık» v
Sovremennom Tatarskom Yazıkoznanii” Filologiya i Kultura. №4 (38), S. 57-61
GANİYEV, Prof. F.E. (Gen. Editör) (2005) Tatar Tilinin Anlatmalı Süzlege, 848s.,
Matbugat yortı, Kazan
HAKOV, V.H. (1999) Tatar Edebî Tili: Stilistika, 302 s. Tatar. Kit. Neşr., Kazan
NİZAMOV, İ.M. (2006) Tatar Sotsiolingvistikası, 150s., Kazan Devlet Universitetı,
Kazan
SAFİULLİNA, F.S. (1978) Sintaksis Tatarskoy Razgovornoy Reçi, 253 s., İzd-vo
Kazan.un-ta, Kazan
Tatar Dilinin Yazılı Külliyatı (http://corpus.tatar/main.htm, 24.08.2018).

63
Tatar Leksikologiyäse, 3. cilt, Proje sorumlusu: Zekiev, M.Z.; redaktör: Galiullina, G.R.,
3 1 TÄhSİ, 2015, 352 s.
Tatar Tilinin Anlatmalı Süzlege: I cilt: А–В. – Kazan: TEһSİ, 2015. – 712 s.
(http://www.antat.ru/ru/iyli/publishing/book/2017/, 24.08.2018)
“Tugan Tel” Millî Tatar Külliyatı (http://tugantel.tatar/, 24.08.2018)
ZEKİYEV, M.Z. (1998) Türki-Tatar Etnogenezı, M.: İNSAN, 624 s.

GENEL AĞ DİLİNDE KARMA ÖGELER


Züleyha Hande AKATA
Özet
Çağımızın en büyük buluşlarından biri olan genel ağ, yaygın anlamıyla,
teknolojik aletleri birbirine bağlama özelliğine sahip, merkezsiz bir iletişim ağıdır.
Yaygın kullanım özelliği gösteren bu iletişim ağı, toplumsal yapıyı oluşturan olgular
üzerinde yoğun etkilere sebep olur. Genel ağdan etkilenen en önemli olgularından biri
de dildir. Genel ağın kontrolsüz ve kuralsız oluşu, dil kullanımlarında ölçünlü dilden
farklılaşan yeni oluşumlara sebep olur. Bu yeni oluşumlardan biri de yeni öge olarak da
değerlendirilebilecek olan karma ögelerdir. Karma öge, iki veya daha fazla ögenin
belirli kısımlarının alınarak birleştirilmesi sonucunda oluşur. Genel ağ dili kullanımında
sık karşılaşılan ve birden fazla ögenin bir araya getirilmesiyle oluşturulan karma ögeler,
ifade edilmek istenileni daha kısa ve daha yoğun anlatmak için dizimi oluşturan
ögelerin genelde tek bir gösterenle karşılanması durumudur. Genel ağ dilinde oluşum
şekillerine göre karma ögeler; dil içi karma ögeler ve yabancı ögelerle kurulan karma
ögeler olmak üzere başlıca iki grupta değerlendirilmiştir. Yabancı ögelerle kurulan
karma ögeler de köken özellikleri ve oluşum şekilleri göz önünde bulundurularak kendi
içinde sınıflandırılmıştır.
Çalışma evreni olarak seçilen genel ağ, sergilediği çeşitlilik ile değişim ve
gelişimlerin daha hızlı gözlemlendiği bir dil kullanım alanıdır. Çalışmada Türkiye’nin
ilk genel ağ sitelerinden biri olan Ekşi Sözlük (www.eksisozluk.com) sitesinin 1999-
2016 yıllarına ait girdilerinden seçilen örnekleme ait veriler incelenmiştir. Tespit edilen
karma ögeler, oluşum şekillerine göre sınıflandırılarak dilbilim ve toplumdilbilim
yöntemleriyle incelenmiştir. Çalışma, karma ögelerin dil kullanımlarında gösterdiği
özelliklerden hareketle dil ilişkileri ve dilin gelişimini etkileyen olguları tespit etmeyi
amaçlamaktadır. Genel ağın dil kullanımları üzerindeki etkileri dilsel göstergeler
boyutunda karma ögeler üzerinden dilin devingen yapısı göz önünde bulundurularak
yorumlanmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Genel Ağ Dili, Karma Öge, Söz
Varlığı, Dil Kullanımları, Toplumdilbilim, Dilbilim
Giriş
Genel ağ, kapsayıcı ve devingen yapısı ile toplumsal yapının bütün ögeleri
üzerinde etkili olur. Genel ağdan en çok etkilenen olgulardan biri de dil kullanımlarıdır.
Genel ağ dil kullanımları, toplumsal yapıyı şekillendiren ve sanal dünyanın olguları ile
şekillenen bir yapıdadır. Dil kullanımları, genel ağda ölçünlü dilden farklılaşan özgün
bir gelişim seyri gösterir. Genel ağda sıkça karşılaşılan özgün ve yeni dilsel ögelerden
biri de karma ögelerdir.
Karma öge, en basit anlamıyla iki farklı ögenin bir araya gelerek yeni bir anlam
alanına işaret eden gösterge oluşturması biçiminde tanımlanabilir. Karma öge için
alanyazında iki farklı tanımlama bulunur. Bunlardan ilki çalışmada dil içi karma öge

3
Araştırma Görevlisi, Ardahan Üniversitesi İnsanî Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, zuleyhahandeakata@ardahan.edu.tr

64
olarak değerlendirilmiştir. Kısaltmanın ve birleşik sözcüğün bir türü olarak da
değerlendirilen dil içi karma öge, iki ögenin belirli kısımlarının alınarak birleştirilmesi
sonucunda oluşur/oluşturulur. “İki ayrı birimden tek birim oluşturacak biçimde yapılan
kısaltma” (İmer, Kocaman, Özsoy, 169-170.s.), karma öge olarak adlandırılır. Dil içi karma
öge olarak değerlendirilen bu tanımlamanın dışında iki farklı dile ait ögenin bir araya
gelmesiyle oluşan yeni göstergeler de yabancı ögelerle kurulan karma ögeler olarak
nitelendirilmiştir. Yeni ögelerin oluşumunda sıkça karşılaşılan karma ögeler, karmaşık
özellikli kavramların adlandırmasında başvurulan bir yöntemdir; “ortaya çıkan yeni anlam,
çoğu durumda karmayı oluşturan ögelerin toplam anlamına eşittir” (Sarı, 52.s.). Karma
ögeler, tek bir ögenin anlamı karşılamada yetersiz kaldığı durumlarda daha fazla anlam
alanından faydalanılarak oluşturulan kısa ve genelde söyleyişi kolay ögelerdir.
Çalışmada Türkiye’nin ilk genel ağ sitelerinden biri olan Ekşi Sözlük
(www.eksisozluk.com) sitesinin 1999-2016 yıllarına ait girdilerinden seçilen örnekleme
ait veriler incelenmiştir. Tespit edilen karma ögeler, oluşum şekilleri ve kökensel
özellikleri göz önünde bulundurularak dil içi oluşumlar ve yabancı ögelerle birleşerek
oluşanlar olmak üzere başlıca iki grup altında değerlendirilmiştir. Dilbilimsel ve
toplumdilbilimsel yöntemlerin kullanıldığı çalışmada karma ögelerin dil
kullanımlarında gösterdiği özelliklerden hareketle dil ilişkileri ve dilin gelişimini
etkileyen olguları tespit etmek amaçlanmıştır. Genel ağın dil kullanımları üzerindeki
etkileri dilsel göstergeler boyutunda karma ögeler üzerinden dilin devingen yapısı göz
önünde bulundurularak yorumlanmaya çalışılmıştır.
Genel Ağ Dilinde Dil İçi Karma Ögeler
Bir dile ait farklı ögelerin birleştirilmesi ile oluşan/oluşturulan yeni dilsel yapılar
dil içi karma ögeler olarak değerlendirilir. Farklı kategoriler içinde değerlendirilebilen
dil içi kama ögeler için değişik adlandırmalar da bulunur. Bunlardan biri de çanta
sözcüktür. Çanta sözcük (Fr. mot valise), karma sözcükleri karşılamak için kullanılan
bir terimdir; “İki sözcüğün birincisinin ilk kısmı ile ikincisinin son kısmını alarak yeni
bir sözcük oluşturma işine çanta sözcük denir” (Günay, 241.s.). Günay, çanta sözcük
oluşumlarını, bir ögenin bir bölümünün atılarak geri kalan kısmı kullanıldığı için
gerilemeci türetim olarak değerlendirir ancak çanta sözcükte gerilemeci türetimden
farklı olarak iki öge, birleştirilir.
Nalbant, “Karma sözcüklerin dilin en az çaba yasasının bir gereği olarak” (60.s.)
ortaya çıktığı düşüncesini dile getirir. Karma ögelerin ortaya çıkışında en büyük etken en az
çaba ilkesi olsa da ögeyi ön plana çıkararak dikkat çekiciliğini arttırmak ve anlamsal olarak
daha geniş bir alana işaret etmek de etkenler arasında yer alır. Karma ögelerin karşıladığı
nesne, durum ya da olaylar da birden fazla nesne, durum ya da olayın birleşiminden oluşur.
Dilde oluşan bu tarz yeni oluşumlar, gerçeklik düzlemindeki karmaşık olguların dile de
karma yapıda yansımış göstergeleridir. Teknik ve teknolojik gelişmelerin hızı, birden fazla
olgunun özelliğini içinde barındıran çok yönlü bir yapıya dönüşmesine zorlamıştır. Akbil
(akıllı-bilet), ohal (olağanüstü-hal), süperkülade (süper-harikulade) farklı ya da benzer
anlam alanlarına sahip sözcüklerin bir araya gelmesiyle oluşan ögelerdir. Farklı ya da
benzer özellikleri bünyesinde sentezleyen yeni oluşumları adlandırmak için de birden fazla
sözcüğü içeren ancak tek bir sözcük görünümünde olan karma ögelerden faydalanılır. Bu
ögelerin dikkat çekicilik yönü ön plandadır.
Toplu taşıma araçları, kısa sürede en az maliyetle daha çok insana hizmet
verebilmek için sürekli yenilenen, değişen ve çeşitlenen bir yapıdadır. Trambüs (tramvay-
otobüs) ve metrobüs (metro-otobüs) adlandırmaları farklı özellikteki motorlu taşıtların
özelliklerinin bir araya getirilmesiyle oluşmuş karma özellikli toplu taşıma araçlarını
karşılar. Özel ad olarak da karşılaşılan büfeterya (büfe-kafeterya) ögesi, hem büfenin hem
de kafeteryanın özelliklerini içeren bir mekân adlandırması olarak kullanılır. Çok özellikli

65
ve farklı ihtiyaçlara yönelik olarak tasarlanan mekânlar, çağımız insanının çok yönlü
ihtiyaçlarına cevap verebilmeyi hedefler.
Disiplinlerarası çalışmalar, farklı alanlara özgü adlandırmaların birleşerek yeni
karma adlandırmalar oluşturmasına sebep olmuştur. Özellikle insan ruhunu temel aldığı
için pek çok alanla ilişki olan psikoloji bilimi karma yeni ögelerin sık gözlemlendiği
alanlardan biridir. Psikoaktif (psikolojik-aktif), psikofarmakoloji (psikolojik-
farmakoloji), sosyopiskopat (sosyal-psikopat) ve hipnoterapist (hipnoz-terapist) çalışma
örneklemi içinde kullanımına rastlanan ögelerdir. Bu adlandırmalar, modern çağın
disiplinlerarası çalışmayı zorunlu kılan yönünü imler. Çağımız salt bilginin
yorumlanmasına ihtiyaç duyarken bu bilginin farklı alanlara özgü yöntem ve tekniklerle
açımlanmasını da gerekli kılar.
Bağlama göre türetme olarak da değerlendirilebilen sinemasal, ögesi
kes+kopyala+yapıştır mantığında üretilmiş, hem sinema hem de masal sözcüğünü
anlamsal olarak içinde barındıran bir ögeyi imler. Karma öge özelliği gösteren
sinemasal, sinemanın da, masalın da çeşitli özelliklerini içerir. Dil içi türetmelerde
anlatımın gücünü arttırmak ve anlatıma çok yönlü bir boyut kazandırmak için çift
anlamlı kullanım örneklerine sık rastlanılır.
Teklifsiz dil kullanımlarının özellikleri ve bu özelliklerin söz varlığı
boyutundaki görünümleri genel ağda sık karşılaşılan karma öge örneklerindendir. Genel
ağ dil kullanımlarında sık karşılaşılan ve birden fazla ögenin bir araya getirilmesiyle
oluşturulan karma ögeler, dilde en az çaba ilkesinin gözlemlendiği karma ögeler olarak
karşımıza çıkar. İfade edilmek istenileni daha kısa ve daha yoğun anlatmak için dizimi
oluşturan ögelerin tek bir gösterenle karşılanması durumudur. Çogzel (çok güzel), naber
(ne haber), negzel (ne güzel), nolur (ne olur), nossun (ne olsun) ve ağızlarda da
kullanımına rastlanan allasen (Allahını seversen) örnekleri, karma öge kuruluşundaki
teklifsiz konuşma dilinin genel ağda yaygın kullanımı görülen göstergeleridir. Bu karma
ögelerin kullanımı genel ağ dilinde, sadece bilen kişiler tarafından anlaşılan bir dil
kullanımına, dolayısıyla ortak anlam birliğinin yitimine yol açar.
Genel Ağ Dilinde Yabancı Ögelerle Kurulan Karma Ögeler
Birden fazla dile ait ögelerin birleştirilmesi ile oluşan dilsel göstergeler, diller
arası etkileşime işaret eden karma ögeler olarak değerlendirilir. Çalışmada biri Türkçe
olmak üzere iki dile ait farklı ögelerin bir arada kullanılması karma öge olarak ele
alınmıştır. Yabancı ögelerin dil içi ögelerle birleşerek oluşturduğu yapılar, dilin doğal
türetim yöntemlerine aykırı ögeler olarak değerlendirilir.
Şenel, Avrupa’da ve son dönemlerde Türk dilinde kes-kopyala-yapıştır
mantığıyla türetilmiş pek çok öge olduğunu dile getirir. Şenel’in “hece kesbirleme
yoluyla kelime türetimi” (108.s.) olarak adlandırdığı bu yöntemin dilin bilinçli olarak
işlenmesinde önemli bir yeri vardır. Şenel, hece kesbirleme yoluyla türetilen sözcükleri
değerlendirirken yabancı ögelerle kurulan oluşumları ele almaz. Gözütok ise, yabancı
sözcük ya da biçimbirimlerle oluşturulan ögeleri de bu grupta değerlendirir. Yabancı
ögelerle birleştirilerek oluşturulan karma ögeler, dört grupta değerlendirilir; “yabancı
kelime + Türkçe kelime, Türkçe kelime + yabancı kelime/sonek, Yabancı kelime +
Türkçe ek ve yabancı eleman/önek + Türkçe kelime” (Gözütok, 20.s.). Dilin yabancı
dillerin etkisinde kaldığı dönemlerde karma ögelere daha sık rastlanır.
Dilin söz varlığında gözlemlenen yabancı ögeler diller arası etkileşimin doğal bir
sonucu olarak değerlendirilebilir. Dildeki yabancı ögelerin dilin doğal işleyiş yapısına zarar
verecek bir düzeye ulaştığının göstergesi ise dilde kullanımı görülen yabancı gramer
ögeleridir. Söz varlığı, dilin değişime açık yönünün, gramer ögeleri ise dilin değişime kapalı
yönünün göstergeleridir. Genel ağ dil kullanımlarında yabancı gramer ögelerinin

66
Türkçe sözcüklerle, Türkçe gramer ögelerinin de yabancı sözcüklerle kullanıldığı
görülür. Bu durum, yabancı dillerin Türkçe üzerinde yoğun etkileri olduğunu gösterir.
Çalışmanın bu bölümünde iki farklı dile ait ögelerin bir araya gelmesiyle oluşan
ve yeni bir anlam alanına işaret eden karma ögeler değerlendirilmiştir. Sözcük-sözcük
birleşiminden oluşan karma ögelerin dışında iki farklı dile ait sözcük ya da gramer
ögelerinin bir araya gelmesiyle oluşan karma ögeler değerlendirilmiştir. Kendi içinde iki
grupta ele alınan bu bölümde Türkçe öge-yabancı gramer ögesi ve yabancı öge-Türkçe
öge birleşiminden oluşan karma ögeler olarak değerlendirilmiştir.
Türkçe Öge-Yabancı Gramer Ögesi Kuruluşundaki Karma Ögeler
Türkçenin ilişki içinde olduğu diller, tarihsel süreçler içinde bu dillerden
dilimize gramer ögelerinin girmesine sebep olmuş ve günümüzde de dile yerleşen
gramer ögeleri ile karma ögeler üretilmiştir. Gramer ögelerinin alıntılanmasında
İngilizce the, by, çokluk biçimbirimi “-s” örneklerine en sık rastlanan ögelerdendir.
Özel adlandırmalarda bu gramer ögelerinin kullanımına sıkça rastlanır. Genel ağ ve
reklam dilinde yaygın kullanımı görülen tebriks ögesi, İngilizce çokluk biçimbirimi
-s’in kullanım örneğini sunar. Özellikle mekân adlandırmalarında sıkça kullanılan bu
biçimbirim, dil içi melez oluşumların göstergelerindendir.
anti-
İngilizce bir ön biçimbirim olan anti- Türkçede yaygın kullanımı olan
biçimbirimlerden biridir. Eklendiği sözcüğe karşıtlık anlamı katan anti- ön biçimbirimi
ile oluşturulmuş pek çok öge bulunmaktadır. Farklılıkları ve karşıt durumları
vurgulayan bu ögeler, genel ağın görüşlere saygı ve hoşgörülü bir yaklaşım yerine zıt bir
tutum sergileyen yönünü ön plana çıkarır. Yazımı konusunda ise birlik sağlanamamış,
kimi durumlarda ayrı kimi durumlarda bitişik kimi durumlarda ise araya çizgi konularak
yazılmaktadır. Antistatik plastik kutu, anti tank, anti Türk, anti-bilgi, anti-ikna,
antikahraman, anti-kapitalist, anti-klişe, anti-sempatiklik, antisosyal/ anti-sosyal ve
antiyampirik örnekleri genel ağ dilinde kullanım yaygınlığı kazanmış ögelerdendir. Bir
duruma karşı olmayı ifade eden bu ögeler, ayırıcı özellikleri imler.
+(y)at
+(y)at biçimbirimi, “Arapça kökenli olan bu ardıl sıfatlar türetir” (Yıldız, Uzdu
Yıldız ve Günay, 56.s.). Anlık oluşumlarda örneklerine daha çok rastlanan +(y)at
biçimbiriminin genel ağ dilindeki kullanım örneği mucizeviyat’tır. Bu öge, Arapçanın
dilimiz üzerindeki etkilerinin devam ettiğinin bir göstergesidir.
-(e)bilite
İngilizce bir biçimbirim olan –able biçimbirimi, eylemlere eklenerek sıfat
türeten ve Türkçede –bilirlik ile karşılanabilecek olan yeterlilik bildiren bir
biçimbirimdir. Bu biçimbirimin dilimize çevirisi –(e)bilite şeklinde yapılmış olup
yabancı kökenli, Türkçe kurallara uymayan ve karma ögeler oluşturan bir biçimbirim
özelliği gösterir. Genel ağ dilinde kullanılan en işlek biçimbirimlerden biridir.
Eylemlere gelerek yeterlilik anlamı katan bu biçimbirimin örnekleri şunlardır;
benimsebilite, esinlenebilite, izlenilebilite, konuşabilite, olabilite, sokulabilite, verebilite
ve yababilite. Karma öge olarak karşılaşılan bu ögelerin üçüncü tekil şahıs iyelik
biçimbiriminin birleşimiyle kalıplaşmış kullanımları da görülür.
+kâr
Farsça kökenli bir biçimbirim olan +kâr biçimbirimi, addan ad türetir. Eklendiği
sözcüğün anlamına devamlılık anlamı katan bu biçimbirimin kullanımına genel ağda
tacizkâr ögesinde rastlanır. Farsçanın Türkiye Türkçesinde devam eden etkilerinin
göstergelerinden biridir.
nâ-

67
Farsça kökenli bir ön biçimbirim olan nâ- biçimbirimi, eklendiği sözcüğe zıtlık
anlamı katar. İngilizce anti- ön biçimbirimiyle anlamsal açıdan eş değer kabul edilebilir.
Nâmütevazi ögesi, bu biçimbirimin genel ağdaki kullanımına örnektir. Mütevazı
olmayan, mütevazı karşıtı anlamları taşır.
+vari
Farsça bir biçimbirim olan +vari gibi anlamında kullanılır ve eklendiği sözcükle
diğer ögeler arasında benzerlik ilişkisi kurar. Genel ağ dilinde bu biçimbirimin sıkça
kullanıldığı görülür. Villavari, magandavari, rüyavari, sinemavari ve anlık oluşum
özelliği gösteren ceninvari, çarlistonvari ögeleri bu biçimbirimin genel ağ dilinde tespit
edilen örneklerini oluşturur. İşlek bir biçimbirim olan +vari biçimbirimi, anlık oluşum
örneklerinde kalıcı olmayan yeni ögeler türetir. +vari biçimbirimi, kullanım şekline ve
bağlama göre olumlu ya da olumsuz bir algı oluşturabilir. Sanal ortamda her olgunun
olduğundan daha farklı yansıtılmasında dilsel göstergelerden faydalanılır. Sanal
gerçekliğin olumlayan, iyiyi-güzeli ön plana çıkaran bir algı çevresinde yansıtılması –
mış gibi bir oluşumla şekillenirken dilsel göstergelerde benzerlik yönünü vurgulayan
+vari gibi biçimbirimlerle karşılık bulur. Olguların olumsuz özellikteki ögeler ile
ilişkilendirilmesi ise doğrudan olumsuzluğu karşılamayan ancak olumsuzluğa işaret
eden ve olumsuzluğun geçici olduğunu belirten bir algıya yönlendirir. Bir olumsuzluğun
doğrudan dile getirilemediği durumlarda benzerlik ilişkisi kurularak dile getirilmesi,
olumsuzluğun şiddetini azaltır.
Yabancı Öge-Türkçe Öge Kuruluşundaki Karma Ögeler
Türkçe sözcük ya da gramer ögesiyle birleştirilerek kullanılan yabancı ögeler de
karma ögeler kapsamında değerlendirilmiştir. Yabancı ögelerin Türkçe dil mantığıyla
kullanılması, Türkçe biçimbirimlerle türetilmelerine, Türkçe ögelerle tamlamalar
kurulmasına ve Türkçe yardımcı eylemlerle kullanılmasına yol açmıştır; “‘forwardlamak’
(aktarmak); ‘invite yapmak’ (davet etmek); ‘emaillemek’ (elmek göndermek), vb. gibi
kullanımların yazılı basında bilinçsiz bir ısrarla artması, medyadaki dil kirliliği seviyesi için
‘yozlaşma’ boyutunu düşündürmektedir” (Sis, 274.s.). Dil yozlaşması olarak nitelendirilen
bu durum, toplumsal yapıda millî dil bilincinin yitirildiğini gösterir.
+CA
Kurallarına uymayan dil kullanımlarını ve yabancı dillerden alınan ögelerle kurulan
karma yapıları anlatmak için kullanılan Tarzanca, bir dil adlandırmasının örneğini sunar.
+CA biçimbirimi, millet ve kavim adlarından dil, lehçe adlandırmaları türeten işleviyle
kullanılmıştır. Bir dilin bozulmuş şeklini ya da uydurma dil kullanımlarını ifade etmek için
kullanılan Tarzanca, yabancı özel ad olan Tarzan adından türetilmiştir. Tarzan, ormanda
yaşayan ve hayvanlar tarafından yetiştirilen bir bireyi ifade ettiği için bozuk dil kullanımları
ile anlamsal bir bağ kurularak Tarzanca ögesi kullanılır.
+CI/ +CU
+CI/ +CU, biçimbirimi genel ağ dilinin en çok kullanılan biçimbirimlerinden
biridir. Görüş, taraf, meslek, alışkanlık vb. anlamlar bildiren +CI/ +CU biçimbiriminin
genel ağ dilindeki kullanım örnekleri şunlardır; bowlingci (İng., bovlingci), cdci (İng.,
yoğun diskçi), fmci (İng., futbol menajer oyunu oynayan, Football Manager bir oyun
ismi), kolpacı (İt., colpo, sahtekar), rockçı (İng., rock müziğiyle ilgilenen kimse) ve
lostçu (İng., Lost dizisini izleyen, Lost bir dizi ismi). Kullanıldığı bağlamlarda bir
aşağılama sözcüğü olarak kullanılan taocu (Çin., yol, yöntem, Tao felsefesini
benimseyen kimse) ise felsefi bir öğretinin değersizleştirilmesinin göstergesidir.
+lA-
Addan eylem türeten +lA- biçimbirimi yabancı ögelerle yaygın kullanımı
görülen en işlek biçimbirimlerden biridir. Yabancı sözcükler türetilirken ad ya da eylem
olmalarına dikkat edilmeden addan eylem türeten +lA- biçimbirimi getirilmiştir.

68
Sözcükler, Türkçe ad kök ya da gövdesi gibi değerlendirilmiştir. Genel ağ dilinin
İngilizce üzerine şekillenen yapısı, alıntı ve karma ögelerde yoğun olarak bu dilin
ögelerine rastlanılmasına sebep olur. Sosyal ağ, oyun ve popüler sitelerin yabancı
kökenli olması, yabancı ögelerin dile doğal bir süreçle girmesine ve dilin gramer ögeleri
ile birleşerek karma ögeler oluşturmasına sebep olmuştur.
Banla- (İng., yasakla-), blockla- (İng., engelle-), capsle- (İng., kapak yap-), copy
pastele- (İng., kopyala yapıştır-), coverla- (İng., düzenle-), editle- (İng., düzenle-),
enterla- (İng., gir-), followla- (İng., takip et-), forwardla- (İng., ilet-), googlela-
(google’da arat-), hackle- (İng., ele geçir-), kolpala- (İt., colpo, işe yaramaz hâle gel-),
likela- (İng., beğen-), photoshopla- (Photoshop programını kullan-), pickle- (İng.,
topla-), pingle- (Ping programını kullan-), resetle- (İng., baştaki konumuna getir-),
restartla-(İng., yeniden başlat-), retweetle- (İng., atılmış bir tweeti tekrar paylaş-),
stalkla- (İng., sinsice izle-), tagle- (İng., etiketle-), tweetle- (İng., tweet at-), upla- (İng.,
yükselt-) ve ziple- (İng., sıkıştır-) kullanımları +lA- biçimbirimiyle türetilerek
eylemleştirilmiş karma ögelere örnek olarak verilebilir. Genel ağda kullanımı
yaygınlaşan karma ögelerin genellikle genel ağa özgü adlandırma ve kullanımlar olduğu
gözlemlenmiştir. Bilgisayar, teknik ve teknolojik gelişmeler ve genel ağ karma ögelerin
en yaygın kullanıldığı alanlardır. Bu alanlara özgü gelişme ve yeniliklerin hızı, bu
yeniliklerin dil içi olanaklarla karşılanmasında yetersiz kalınmasına sebep olur. Çeviri
faaliyetlerinin yetersiz kaldığı ve dil içi türetmelerden faydalanılamadığı durumlarda
yabancı ögeler dilde dil içi bir öge gibi kullanılmıştır.
+lAş-
Karma ögelerin kuruluşunda kullanılan +lAş- biçimbirimi, devam sürecini imleyen
eylemler türetir. Ön biçimbirim olarak değerlendirilen retro, dilimizde bağımsız bir öge gibi
kullanılmaktadır. Retrolaş- (İng., geriye dönüş yap-), eskiyi yeniden moda hâline getirmek
ve eski ögeleri tekrar gündeme getirmek anlamlarında kullanılan bu ögedir. Moda akımları
ve kalıcılığı sağlanamayan nesneler, eski ve kalıcılığı olan olgulara daha fazla değer
verilmesine, gündeme gelmesine sebep olmuştur. Retrolaşmak eylemi, modanın güncel
olmayan soyutlanmış eski biçimlerine geri dönüş sürecini anlatan bir ögedir. Argo ve
hakaret ögelerinin yaygın olarak kullanıldığı genel ağ dilinde +lAş-biçimbirimiyle
oluşturulan karma ögenin örneğini moronlaş- (İng., geri zekâlılaş-) ögesi oluşturur.
Teknolojik gelişmeler ve nesnelerin akıllı olarak nitelendirilmeye başlanması, insanı daha
az düşünmeye, daha az sorgulamaya yönlendirmiştir. Moronlaş- eylemi, zekâsını gittikçe
daha az kullanan bireyin mevcut düşünme yetisini yitirme sürecini imler.
+lI/ +lU/ +sIz
+lI/+lU biçimbirimi, özellikle anlık oluşum örneklerinde sık kullanımı görülen
işlek biçimbirimlerden biridir. Laglı (İng., gecikmeli), buglu (İng., yazılım hatalı) ve
zoomlu (İng., yakınlaştırılmış) örneklerinde bu biçimbirimin sahip olma, içerme anlamı
katan ve sıfat türeten görevleriyle kullanıldığı görülür. Tam tersi anlamları içeren ve
yoksunluğu ifade eden +sIz biçimbirimi ise bu biçimbirimle benzer kullanım örnekleri
göstermektedir. Lagsız (İng., gecikmesiz), kullanımı bu biçimbirim ile oluşturulmuş
karma ögelere örnek olarak verilebilir.
+lIk/+lUk
Genel kavram adlandırmalarında kullanılan +lIk/+lUk biçimbiriminin karma
ögelerde kalıcı türetme örneklerine çok rastlanılmaz. Supportluk (İng., desteklik) ve
fanboyluk (İng., hayranlık) ögeleri bu biçimbirimin karma ögelerdeki kullanım
örnekleridir. Supportluk, daha çok teknik anlamda destek olmayı, yardımlaşmayı ifade
eden bir yeni ögedir. Bireylerin kendi hayatlarından hoşnutsuz oluşu, olmak istedikleri
kimliğe karşı hayranlık geliştirmelerine sebep olur. Göz önünde olan ve medya
aracılığıyla tanınmasına olanak sunulan insanlar, bireyin hayatında hayranlık

69
duygularının yöneltildiği, kişi olarak konumlandırılır. Fanboyluk, bu hayranlık
durumunun kavram adlandırması olarak karşımıza çıkar.
Et- Yardımcı Eylemi
Karma ögeler içinde geniş bir yer tutan yardımcı eylemle kurulan yapılar, özenti
dil kullanımlarının göstergeleridir. İhtiyaç temelli olmayan yardımcı eylemli kuruluşlar,
genellikle bilgi eksikliğinden kaynaklanan yanlış kullanımlarla ortaya çıkar. Yabancı
ögelerle birleşerek birleşik yapılı eylemler oluşturan biçimbirim işlek yardımcı eylem,
et-‘tir. Korkmaz, et- yardımcı eylemi ile oluşturulan birleşik eylemlerden bahsederken
“çoğu dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş alıntı kelimeleri eylemleştirmekte
kullanılmıştır” (2014: 694) der. Günümüzde Arapça ve Farsçanın dilimiz üzerindeki
etkisi azalırken batı dillerinin etkisi genel ağın yaygınlaşması ile beraber artmış, et-
yardımcı eylemi Batı kökenli sözcüklerin eylemleştirilmesinde kullanılmaya
başlanmıştır.
Yardımcı eylemlerin genellikle İngilizce sözcükleri eylemleştirmede kullanıldığı
görülmektedir. Sözcüklerin ad ve eylem kökenli olmaları dikkate alınmadan hem eylem
hem de adlara yardımcı eylemler getirilmiştir. Charge et- (İng., şarj et-), convert et-
(İng., dönüştür-), copy/ paste et- (İng., kopyala yapıştır), customize et- (İng., özelleştir-),
deactive et- (İng., devre dışı bırak-), demotive et- (İng., motivasyonu bozul-), domine et-
(Fr., ağırlıkta ol-), download et- (İng., indir-), extract et- (İng., çıkar-), follow et- (İng.,
takip et-), formalize et- (İng., resmileştir-), hack et- (İng., ele geçir- ), highlight et- (İng.,
vurgula-), ignore et- (İng., aldırma-), login/ logout et- (İng., çevrimiçi/ çevrimdışı),
mention et- (İng., söz et-), mount et- (İng., sisteme bağla-), optimize et- (İng., en uygun
hâle getir-), overclok et- (İng., yüksek hızda çalıştır-), paralyze et- (İng., durdur-), print
et- (İng., çıktı al-), push et- (İng., it-), refer et- (İng., değin-, ima et-), refresh et- (İng.,
yenile-), restart et- (İng., yeniden başlat-), retweet (rt) et- (İng., atılmış bir tweeti tekrar
paylaş-), save et- (İng., kaydet-), scan et- (İng., tara-), share et- (İng., paylaş-), trade et-
(İng., ticaret yap-), unfollow et- (İng., takibi bırak-), upload et- (İng., yükle-) örnekleri
genel ağ dilinde et- yardımcı eylemi ile kurulan karma ögelere örnek olarak verilebilir.
Yaygın kullanıma erişmiş bu ögeler, bilinçsiz dil kullanımının da göstergeleridir.
Yabancı eylemlere yardımcı eylemler getirilerek oluşturulan yapılar, dil mantığına
aykırı kuruluşlardır. Yabancı dili iyi bilmeyenlerin türettiği karma ögelerdir.
Ol- Yardımcı Eylemi
Ol-, Türkçenin en işlek yardımcı eylemlerinden biridir. “Dilimizde oluş bildiren
geçişsiz ol- eylemi de çok yaygın bir kullanımdadır, et- gibi hem Türkçe hem de yabancı
kökenli ad ve sıfatlar ile birleşir” (Korkmaz, 697.s.). Kullanıldığı bağlama göre yabancı ad
ve sıfatlara varlık, gerçekleşme, meydana gelme anlamları kazandırarak eylemleştirir.
Celebrity ol- (İng., ünlü ol-), demotive ol- (İng., motivasyonu bozul-), fit ol- (İng., formda
ol-), hero ol- (İng., kahraman ol-), invisible ol- (İng., görünmez ol-), login /logout ol-(İng.,
çevrimiçi/çevrimdışı ol-), loser ol- (İng., kaybeden ol-), lost ol-(İng., kaybol-), off ol- (İng.,
izinli ol-), paralyze ol- (İng., durdur-), refresh manyağı ol- (İng., yenileme manyağı ol-),
spawn ol- (İng., ortaya çıkar-) ve superman ol- (İng., kahraman ol-, özel ad) ögeleri durum
ve varlık bildiren eylemlerdir. Deyimleşmiş bir yapıda karşılaştığımız tilt ol- (İng., eğim)
ögesi, sinir olmak, gıcık olmak anlamlarında kullanılan karma ögedir.
Yap- Yardımcı Eylemi
Yap-, karma ögelerde kullanımı sık görülen yardımcı eylemlerden biridir. Block/
unblock yap- (İng., engelle-/ engeli kaldır-), chat yap- (İng., sohbet et-), drag-drop yap-
(İng., sürükle-bırak yap-), mention yap- (İng., bahset-), playback yap- (İng., banttan çal-),
retweet (rt) yap- (İng., atılmış bir tweeti tekrar paylaş-), secret yap- (İng., gizle-), skype yap-
(İng., sohbet programını kullan-, özel ad), sorti yap- (Fr., sortie, çıkış yap-), tt (trend topic)
yap- (İng., popüler konu yap-), typo yap- (İng., yazım hatası yap-), zap yap- (İng.,

70
kanal değiştir-), zoom yap- (İng., yakınlaştır-) ögeleri yap- ile eylemeleştirilen yabancı
ögelere örnek olarak verilebilir.
At-/Al-/ Ver- Eylemleri
Türkçede kalıplaşmış kullanımları görülen at-, al- ve ver- eylemleri de yardımcı
eylemle kurulan karma ögeler oluşturur. Tek bir anlam ve işlevde kullanılmayan bu ögeler,
birleştikleri öge ve bağlama göre anlam kazanırlar. Alert at- (İng., alarma geç-), check at-
(İng., kontrol et-), check-in at- (İng., girişini yap-), format at- (İng.,biçimlendir-), link at-
(İng.,bağlantı adresi ver-), location at- (İng., konum at-), mail at- (İng., posta gönder-),
mention at- (İng., bahset-), msg at- (İng., mesaj at-), nuke at- (İng., atom bombası at-),
restart at- (İng., yeniden başlat-), sms at- (İng., kısa mesaj at-), tick at- (İng., doğrulama
işareti at-), tweet at- (İng., tweet at-, özel ad) vb. yapıdaki ögeler at- yadımcı eylemi ile
kurulan karma ögelerdir. Backup al- (İng., yedekle-), feedback al- (İng., geri bildirim al-) ve
screenshot al- (İng., ekran görüntüsü al-) ögeleri, genel ağ dilinde al-yardımcı eylemi
kurulan karma ögelerin örneklerini sunar. Link ver- (İng., bağlantı adresi ver-), location ver-
(İng., konum ver-), url ver- (İng., genel ağ adresi ver-) ve error ver-(İng., hata ver-) ögeleri
genel ağ ve bilgisayar kullanımına özgü kalıplaşmış ifadelerdir.
Yabancı öge ile Türkçe eylemlerin kalıplaşarak tek bir anlama işaret ettiği
yapılar da karma ögeler içinde değerlendirilir. Tweet yaz- (İng., tweet yaz-), blog yaz-
(İng., genel ağ günlüğü yaz-), blog aç- (İng., genel ağ günlüğü aç-), story sil- (İng.,
genel ağ geçmişini sil-), online kal- (İng., çevrimiçi kal-), online gözük- (İng., çevrimiçi
gözük-) ve windows kur- (İng., işletim sistemini kur-) ögeleri bilgisayar ve genel ağa
özgü kullanımları ifade eden kalıplaşmış ifadelerdir. Voltran oluştur- (İng., voltron,
çizgi dizi adı) ögesi deyim olarak; güçleri birleştirerek daha büyük bir güç elde etmek
anlamında kullanılır. Bir çizgi dizinin adıyken daha sonra ses ve anlam değişmesine
uğrayarak ‘birlikten kuvvet doğar’ atasözünün anlamını içeren ögeye dönüşmüştür.
Online izle- (İng., canlı izle-), fake çık-(İng., sahte çık-), fail içer- (İng., başarısızlık
içer-), level atla- (İng., seviye atla-), paper yaz- (İng., makale yaz-), sound yakala- (İng.,
müziği yakala-), ok de- (İng., tamam de-), cool takıl- (İng., havalı takıl-) vb. kuruluştaki
yapılar kalıplaşan ve günlük yaşamda kullanım yaygınlığı gösteren karma
oluşumlardandır. Sanal ve gerçek dünyanın arasındaki zıtlık, uyuşmazlık ve iki dünya
arasındaki dil farkı melez dil oluşumlarına sebep olmuştur. Melez dil oluşumları, sanal
ve gerçek dünyanın kesişim noktasının ürünleridir.
Birleştirme
İki sözcüğün bir araya gelmesiyle oluşturulan akboy (İng., ak genç) ve ofisboy (İng.
ofis çalışanı) ögeleri karma birleşime örnek olarak verilebilir. Kes+kopyala+yapıştır
mantığı ile farklı dillere ait ögelerin bir araya getirilmesiyle de karma ögeler
oluşturulmuştur. Troleybüs (İng., tramvay+otobüs) ögesi, İngilizce ve Türkçe bir ögenin
birleşiminden oluşan ve yeni bir gösterilene işaret eden bir yeni ögedir.
Tamlama
Karma öge, her zaman tek bir göstergeden oluşmaz; “Karma hiçbir şekilde
sözcükler veya biçimbirimlerle sınırlı değildir; sözcük grupları ve cümleler de karma
olabilir” (Algeo, 48.s.). Tamlama kuruluşundaki karma ögeler, Türkçe bir ögenin dil içi bir
ögeyle karşılanamayan özelliğini, yabancı ögeyle ya da yabancı bir ögenin Türkçe bir
ögeyle karşılanabilen özelliğini ifade etmek için kurulan tamlayan-tamlanan yapısındaki
dizimlerdir. Tamlamalarda kullanılan yabancı ögeler, özenti ya da bilgi alıntıları olabilir.
Yabancı ögelerin yerlileşmeden yani dil kullanıcıları tarafından anlamı tam olarak
benimsenmeden oluşturduğu tamlama grupları, ortak bir anlam birliğine işaret etmeyen ve
kullanıldığı bağlam ve zamana göre çeşitli anlamlar kazanan bir yapıda karşımıza çıkar.
Çalışmanın bu bölümünde belirtili ad tamlaması kuruluşundaki karma öge örneklerine
rastlanılmamış, belirtisiz ad tamlaması, sıfat ve karma tamlama örnekleri

71
tespit edilmiştir. Tamlama kuruluşundaki karma ögeler genellikle adlandırıcı özellik
gösterir.
Belirtisiz ad tamlamasının kullanımına, karma ögelerin kuruluşunda sık rastlanır.
Belirtisiz ad tamlaması kuruluşundaki karma ögeler, belirtili tamlamaya göre daha geniş bir
anlam alanına işaret ettikleri için tercih edilen tamlamalardan biridir. Android siteleri (İng.,
işletim sistemi siteleri), away mesajı (İng., uzaktayken gönderilecek ileti), spam mesajı
(İng., istenmeyen mesaj), chat dili (İng., sohbet dili), like butonu (İng., beğeni butonu),
home tuşu (İng., anasayfa tuşu), web sitesi (İng., ağ sitesi), blog hesabı (İng., genl ağ
günlüğü hesabı) gibi belirtisiz ad tamlaması kuruluşundaki ögeler genel ağ diline özgü
adlandırmalardır. Günlük yaşam içinde yaygınlaşan belirtisiz ad tamlaması ögeleri
adlandırıcı ve tanımlayıcı özellik taşır. Android kullanıcısı (İng., işletim sistemi kullanıcısı),
gps cihazı (İng., küresel konumlama cihazı), drone görüntüleri (İng., insansız hava aracı
görüntüleri), eject tuşu (İng., çıkarma tuşu), IMEI numarası (İng., uluslararası mobil cihaz
kodu numarası), cast ekibi (İng., oyuncuların ekibi), iq seviyesi (İng., zeka katsayısı
seviyesi), horoscope çocuğu (İng., burç çocuğu), earlybird filtresi (İng., erkenci filtesi),
fitness salonu (İng., formda olma salonu), tick işareti (İng., onaylama işareti), yuppie modu
(İng., genç modu) ve asosyal snobluğu (İng., asosyal züppeliği) ögeleri yaygın kullanım
özelliği gösteren belirtisiz ad tamlaması kuruluşundaki ögelere örnek olarak verilebilir. Bu
örneklerin genel ağ dilindeki sayısını çoğaltmak mümkündür. Bu ögeler, melez dil
oluşumunun başlangıç aşaması olarak değerlendirilebilir. Yabancı ögelerin Türkçe
biçimbirimlerle belirtisiz ad tamlaması kuruluşunda kullanıldığı örnekler de karma oluşuma
örnek olarak verilebilir; celebrity tribi (İng., ünlü tribi), rockstar tripleri (İng., rock yıldızı
tripleri), confirmation maili (İng., onay e-postası). Bu tür tamlamalar, yabancı ögelerin
Türkçe dil mantığıyla bir araya getirildiği oluşumlardır.
Sıfat tamlaması kuruluşundaki ögeler, en yaygın karma öge kullanım
şekillerinden biridir. Sıfat tamlamalarında genelde yabancı ögeler tamlayan konumunda
yer alır. Türkçe ögeler, niteleyici yabancı ögelerle sıfat tamlaması oluşturmuştur. Sıfat
tamlaması kuruluşundaki ögeler, adlandırıcı bir yapıdaysa mevcut bir olgunun yeni bir
yönüne vurgu yapan yeniden adlandırma özelliği gösterirler. Yeniden adlandırma
özelliği gösteren sıfat tamlaması kuruluşundaki ögelerin genel ağda tespit edilen
örnekleri şunlardır; a-plus ofis (İng., a artı kalite ofis), blazer ceket (İng., spor ceket),
blu-ray oynatıcı (İng., yeni format dvd oynatıcı), bonus kafa (İng., prim kafa), astral
seyahat (İng., yıldız seyahati), led ekran/ pano/ tabela (İng., ışık yayan diyot ekran/
pano/ tabela), cherry domates (İng., kiraz domates), coder adam (İng., kodlayıcı adam),
ex sevgili (İng., eski sevgili), fake hesap (İng., sahte hesap), dect telefon (İng., kablosuz
telefon), iceberg marul (İng., buz dağı marul), light erkek (İng., yumuşak erkek), net
kafe (İng., genel ağ kafe), official sayfa (İng., resmi sayfa), online oyun/ yazışma (İng.,
çevrimiçi oyun/ yazışma), public ortam (İng., halka açık ortam), vip açılış (İng., çok
önemli kişiler açılışı), ultra ezik (İng., aşırı ezik), sol frame (İng., sol çerçeve),
soundtrack albüm (İng., film müziği albümü) ve flash animasyon (İng., hareketli
anismasyon). Mevcut ögeler sıfatlarla yeniden adlandırılırken dil içi ögelerle değil
yabancı ögelerle nitelendirilmiş ve dil kullanımlarına da melez yapıda geçmiştir.
Karma ögeler içinde değerlendirilen karma tamlamalar, en az iki dile ait, ikiden
fazla ögeden oluşan tamlama gruplarını ifade eder. Üç ögeli tamlamalarda iki ögesi
yabancı ya da iki ögesi yerli olabilir. Çok yönlü olguları anlatmak için kullanılan bu
ögelere örnek olarak; borderline kişilik bozukluğu (İng., sınırda kişilik bozukluğu), full
hd televizyon (İng., tam yüksek çözünürlüklü ekran), caller id cihazı (İng., arayanın
kimliğini bilen cihaz), cool insan imajı (İng., havalı insan imajı), dial up bağlantı (İng.,
çevirmeli bağlantı), 3d güvenlik sistemi (İng., üç boyutlu güvenlik sistemi) ve time out

72
süresi (İng., zaman aşımı süresi) verilebilir. Tek bir gösterilene işaret eden bu
adlandırmalar hem yapı hem de köken bakımından karma oluşum özelliği gösterirler.

Sonuç
Çalışmada genel ağ dilinde kullanılan karma ögeler, örneklem içinde tespit
edilerek dil kullanımları içindeki durumu değerlendirilmeye çalışılmıştır. Genel ağ dil
kullanımlarında tespit edilen karma ögelerin özellikle dil kullanımlarında gözlemlenip
ölçünlü dilde yer almıyor oluşu, dilin devingen yapısının göstergesidir. Teknolojik ve
teknik gelişmelerin hızlı değişimi ve karmaşık yapısı, genel ağda karma ögeler ile
karşılık bulmuştur. Genel ağda karma ögelerin en az çaba, dikkat çekicilik, karmaşık
anlam yapıları vb. sebeplerle kullanıldığı görülmüştür.
Genel ağ dilinde tespit edilen karma ögeler, dil içi karma ögeler ve yabancı
ögelerle kurulan karma ögeler olmak üzere iki başlık altında değerlendirilmiştir. Dil içi
karma ögeler, dilin yaratıcı yönünün göstergeleridir. İhtiyaç temelli ortaya çıkan bu
kullanımlar, dilin doğal gelişim sürecine uyum sağlar. Yabancı ögelerle kurulan karma
ögeler ise diller arası ileri düzeydeki etkileşimin göstergeleridir. Yabancı ögelerle
kurulan karma ögelerin oluşumunda özellikle İngilizcenin yoğun etkileri görülür. Sayısı
az olmakla beraber önceki dönemlerden etkileri devam eden Arapça ve Farsça ögelere
de rastlanır. Millî dil bilincine aykırı olan bu ögeler, dilin doğal gelişim seyrini olumsuz
etkileyebilecek niteliktedir.
Genel ağ dilinde yabancı ögelerin kullanımından sonra sayısı en fazla olan karma
ögeler, dil bilinci oluşmayan dil kullanıcılarının hem ana diline hem de kullandığı yabancı
dile hâkim olmadan oluşturduğu dil mantığına aykırı melez oluşumlardır. Dil içi karma
ögelere karşın yabancı ögelerle kurulan karma ögelerin yaygınlık kazanması, dilin
gelişimini olumsuz etkilemektedir. Dilin yaratıcı yönünün korunması ve gelişiminin devam
edebîlmesi için millî dil bilincinin kazandırılması ve dilin yabancı ögelerden arındırılması
gerektiği yapılan çalışmada görülmüştür. Dil kullanımlarında görülen bu olumsuz gelişimin
seyrini değiştirmek için genel ağ diline yönelik eğitimlerinin verilmesi ve millî dil bilincinin
geliştirilmesi gerektiğine yapılan çalışma sonucunda ulaşılmıştır.
KAYNAKLAR
ALGEO, John (1977) “Blends, a Structural and Systemic View”, American Speech, 52.
S., 47-64.s.
GÖZÜTOK, Avni (2008) “Türkiye Türkçesinde Karma Kelimeler”, A.Ü. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 36. S., 17-22.s.
GÜNAY, V. Doğan (2007) Sözcükbilime Giriş, Multilingual, İstanbul
İMER, Kâmile; KOCAMAN, Ahmet; ÖZSOY, Sumru (2013) Dilbilim Sözlüğü,
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul
KORKMAZ, Zeynep (2014) Türkiye Türkçesi Grameri Şekil Bilgisi, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara
NALBANT, Mehmet Vefa (2017) “Türkçede Bir Sözcük Türü ve Sözcük Türetme Yolu
Olarak Karma Sözcükler”, Uluslararası Türk Lehçe Araştırmaları Dergisi, 1.S., 59-
66.s. SARI, İsa (2015) Türkçede Ekleme Dışı Sözcük Yapımı ve Sözlükselleşme
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara
SİS, Nesrin (2015) “Medya Dili Sorunu”, Türkçenin Çağdaş Sorunları, Edit.: Gürer
Gülsevin, Erdoğan Boz, Gazi Kitabevi, Ankara, 247-285.s.
ŞENEL, Mustafa (2009) “Kes-Kopyala-Yapıştır; Yeni Kelime Türet”, Belleten, 2009/1.
S., 99-111.s.

73
YILDIZ, İslam; UZDU YILDIZ, Funda; GÜNAY, V. Doğan (2014) Biçimbirimler;
Türetim ve İşletim Ardıllarının Sözlü Dildeki Kullanım Sıklığı, Papatya Yayıncılık
Eğitim, İstanbul

SURİYELİ SIĞINMACILARA TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE


KARŞILAŞILAN MESELELER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
ANKARA TÜRK KIZILAYI TOPLUM MERKEZİ ÖRNEĞİ
1
Gökhan YAĞCI
Özet
Suriyeli sığınmacılara Türkçe öğretimi sırasında karşılaşılan meselelere
değinilen ve bu meseleler karşısında neler yapılabileceği hususunda çözüm önerilerinde
bulunulan bu çalışmada yer alan bilgilere, katılarak gözlem metoduyla sınıf içi
uygulamalar aracılığıyla ulaşılmıştır. Sınıf içi uygulamalara otuz ikisi kadın on bir erkek
olmak üzere kırk üç kursiyer katılmıştır. Bu öğrencilerin seviye aralığı A1 ve A2
düzeyindedir. Öğrencilerin yaş aralığı ise on sekiz ile kırk yedi yaş arasındadır. Suriyeli
mültecilere Türkçe öğretiminde bulunacak akademisyenlere Türkçe öğretiminde
karşılaşılan meseleler ve çözüm önerilerini içeren bu çalışmanın Türkçenin öğretimi
hususunda yol gösterici bir kaynak olabileceği ön görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türkçe Öğretimi, Suriyeli Sığınmacılara Türkçe Öğretimi,
Yabancılara Türkçe Öğretimi, Türkçe Öğretiminde Karşılaşılan Meseleler
3 Suriyeli Mülteci Krizi ve Türkiye’deki Suriyeliler
15 Mart 2011 tarihinde, Arap Baharı olarak bilinen gösteriler ile başlayan Suriye
Krizi’nde Nisan ayı itibarıyla ortaya çıkan çatışma ortamı ülkeyi bir iç savaşa doğru
sürüklemiş, iç savaşın ülke geneline yayılması ve hayatın yaşanmaz duruma gelmesiyle
birlikte kendilerini risk altında hisseden, temel ihtiyaçlarını ve güvenliklerini
karşılayamaz duruma düşen Suriyeliler çareyi ülkelerini terk etmekte bulmuşlardır.
Suriye’de yaşanan gelişmeler neticesinde yaşanan kitlesel iç ve dış göç,
dünyanın en büyük insanî krizlerinden birisini yaratmıştır. Bu krizle birlikte, Nisan
ayında Suriye’den Türkiye’ye doğru sığınmacı akını başlamış, 29 Nisan 2011 tarihinde
ilk kafile Türkiye topraklarına giriş yapmıştır. Suriye Krizi’nde dört yılda BM’nin resmî
rakamlarına göre altı milyona yakın Suriyeli evlerini terk ederek ülke içinde güvenli
bölgelere yerleşmiştir. Dört milyona yakın insan ise ülke dışına göç etmek durumunda
kalmıştır. BMMYK’nın verilerine göre 15 Haziran 2015 tarihi itibarıyla bunlardan “1.
3 535’i Türkiye”, “1. 174. 690’ı Lübnan”, “629. 128’i Ürdün”, “249. 266’sı Irak” ve
“134. 329’u Mısır” olmak üzere beş komşu ülkede yoğunlaşmıştır. Suriye ile güçlü
tarihi, kültürel ve komşuluk bağları olan Türkiye, toplu göç hareketlerinin başladığı
tarihten itibaren krizden etkilenen Suriye vatandaşları için “açık kapı politikası” izlemiş
ve dört yıl içerisinde %44’lük kabul oranı ile Suriye’ye komşu ülkeler arasında en fazla
Suriyeli sığınmacıyı ağırlayan ülke durumuna gelmiştir.
Türkiye’ye gelen Suriyeliler ilk aşamada sadece sınır illerinde ve kamplarda
ikamet etmişlerdir. İç savaşın uzaması ile kamp sayısı yetersiz kalmaya başlamış,
kamplardan bağımsız olarak bir kısım Suriyeli kamplar yerine, sınır illerinde veya
ilçelerinde akrabalarının yanında ya da kiraladıkları evlerde ikamet etmeyi tercih
etmeye başlamışlardır (Güçtürk, 2014) . Bu durum, süreç içerisinde sayılarındaki büyük
orandaki artışla birlikte ülkenin neredeyse tamamına dağılmalarına neden olmuştur.
İç savaşın uzaması ise göç hareketlerini daha da artırmıştır. Zaman içerisinde
Suriyelilerin %85’i kamp dışındaki illerde yerel halk ile birlikte yaşamını sürdürmeye

1
Yunus Emre Enstitüsü Türkçe Okutmanı

74
başlamıştır. Savaşın süresinin uzaması, Suriye’den gelen göç dalgasını beklentinin çok
ötesine çıkarmıştır. Türkiye, mevcut durum itibarıyla iki milyona yakın Suriyeliyi
sınırları içerisinde misafir etmekte, geniş kapsamlı bir mülteci krizi ile karşı karşıya
bulunmaktadır. Özellikle sınır illerinde yaşayan yaklaşık on milyonluk nüfus bir anda
iki milyona yaklaşan bir nüfusu ağırlamak durumunda kalmıştır (Oytun ve Gündoğar,
2015, s. 16) Kısa vadeli değerlendirmeler Suriye içerisindeki silahlı çatışma ve
güvensizlik ortamının 2015 yılında da artarak devam edeceği ve bir antlaşmasının
sağlanamayacağını işaret etmektedir. Daha uzun vadeli değerlendirmeler ise mevcut
krizin 3-4 yıl daha devam edebîleceği, krizin düşüşe geçişi ve ülkede tam anlamıyla
istikrarın sağlanmasının 8-10 yılı bulabileceği yönündedir.
Bütün bu gelişmelerin neticesinde, Türkiye’ye gelen Suriyelilerin sayısı her
geçen gün yükselmekte, gelenlerin de süreç içerisinde ülkede kalma eğilimleri sürekli
artmaktadır. Bu durum göçün doğasına uygun bir biçimde evrensel olarak dünyanın
başka yerlerinde de gözlemlenen ve beklenen bir durum olarak görülmekle birlikte
bugün Suriye’deki iç savaş sona erse dahi, Suriyelilerin büyük bir kısmının, yıkılan
yerleşim yerleri tekrar yaşanabilir hale getirilene kadar ülkelerine dönmeyeceği tahmin
edilmektedir. Ayrıca BM’nin dünyanın farklı coğrafyalarında yaşadığı deneyimler ve
istatistikler mültecilerin en az üçte birinin geri dönmeme ihtimalinin olduğunu
göstermektedir. (Güçtürk, 2014)
Suriyeli sığınmacıların göç ettiği ülkelerin büyük çoğunluğunda Arapça
konuşulmaktadır. Türkiye’ye sığınan sığınmacılar ise yabancı bir dille karşılaşmışlardır.
Bu insanların günlük hayatlarına devam edebîlmeleri, iş imkânlarından
yararlanabilmeleri ve kendilerini ifade edebîlmeleri için Türkçe öğrenmeleri gereklilik
arz etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gerek devlet organları gerekse sivil toplum
kuruluşlarıyla Türkçenin Suriyeli sığınmacılara öğretimi konusunda birçok çalışma
yapmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Diyanet İşleri
Başkanlığı, Türk Kızılayı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus
Emre Enstitüsü, Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Aile ve Gençlik Merkezi gibi kurum ve
kuruluşlar 2011 yılından bu yana eğitim öğretim faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
Suriyeli sığınmacılar için ilk, orta ve yükseköğretim düzeyinde eğitim
görebilecekleri fiziksel imkânlar sağlanmış, materyal yardımı yapılmış, burslar verilmiş
ve psikolojik destek sağlanmıştır.
Bu imkânların sağlayıcılarından biri de 15 Mart 2016 yılında faaliyete giren
Ankara Türk Kızılayı Toplum Merkezi olmuştur. Türk Kızılayı Toplum Merkezi ve
Yunus Emre Enstitüsü ile yapılan işbirliği protokolü sonucunda 21 Mart 2016
tarihinden itibaren Türkçe dersleri verilmeye başlanmıştır. Türk Kızılayı Toplum
Merkezine günümüze kadar Türkçe kursları için bini aşkın başvuru gerçekleşmiştir.
Kurslara 194’ü kadın 34’ü erkek 228 kişi katılmıştır.
Bu sığınmacılar Türkçe öğrenirlerken birçok sorunla karşılaşmaktadır.
Hazırlanmış olan bu bildiride bahse konu sorunlar ve çözüm önerilerine değinilecektir.
B. Suriyeli Sığınmacılara Türkçe Öğretiminde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm
Önerileri
Yunus Emre Enstitüsü, Ankara Kızılay Toplum Merkezine 2016 yılından bu
yana Türkçe Öğretiminde destek vermektedir. Aşağıdaki tabloda başlangıçtan bu yana
okutman değişkenliği, cinsiyet, seviye, kursiyer kayıt sayısı ve kursu tamamlayan
öğrenci sayısı yer almaktadır.
TÜRK KIZILAYI ANKARA TOPLUM MERKEZİ TÜRKÇE KURSLARI

75
N Okutman Seviy Kurs Kursu Başla Bitiş
Nu e- iyer Tamam ngıç Tarihi
Cinsi Sayıs layan Tarih
yet ı i
1 Ahmet A1 15 8 Nis. Ara. 16
1 HATTATİOĞLU/Lokman Kadı 16
BARAN n
2 Betül GÖKTAŞ/Tuba A1 16 9 Nis. Ara. 16
2 ÖZBAN Kadı 16
n
3 Ahmet A1 11 3 Nis. Ara. 16
3 HATTATİOĞLU/Lokman Kadı 16
BARAN n
4 Betül GÖKTAŞ/Tuba A1 13 9 Nis. Kas. 16
4 ÖZBAN Kadı 16
n
5 Ahmet HATTATİOĞLU A1 16 9 Nis. Ara. 16
5 Kadı 16
n
6 Betül GÖKTAŞ/Tuba A1 16 8 Nis. Kas. 16
6 ÖZBAN Kadı 16
n
7 Sezer AVCI A1 17 10 May. Ağu. 16
7 Erkek 16
8 Sezer AVCI/Hasan A1 18 14 May. Kas. 16
8 NALBANT Erkek 16
9 Sezer AVCI A1 11 9 Haz. Kas. 16
9 Kadı 16
n
1 Sezer AVCI A1 20 13 Ağu. Eyl. 16
10 Erkek 16
1 Tuba ÖZBAN A1 14 8 Eyl. Şub. 17
11 Kadı 16
n
1 Sezer AVCI/Hasan A1 13 9 Eki. Oca. 17
12 NALBANT/Gökhan YAĞCI Erkek 16
1 Gökhan YAĞCI A2 9 9 Kas. May. 17
13 Erkek 16
1 Lokman BARAN/Gökhan A1 15 8 Kas. Mar. 17
14 YAĞCI Kadı 16
n
1 Lokman BARAN/Gökhan A1 17 15 Kas. Mar. 17
15 YAĞCI Kadı 16
n
1 Lokman BARAN/Gökhan A1 10 9 Ağu. Mar. 17
16 YAĞCI Kadı 16
n
1 Tuba ÖZBAN A1 16 11 Kas. Şub. 17
17 Kadı 16
n
76
1 Tuba ÖZBAN A1 4 10 Kas. May. 17
18 Kadı 16
n
1 Gökhan YAĞCI A1 12 8 Ara. May. 17
19 Kadı 16
n
2 Lokman BARAN/Tuba A1 17 12 Ara. Ağu. 17
20 ÖZBAN Kadı 16
n
2 Tuba ÖZBAN A1 10 7 Mar. Kas. 17
21 Kadı 17
n
2 Gökhan YAĞCI A1 18 12 May. Tem. 17
22 Erkek 17
2 Tuba ÖZBAN A1 16 13 Tem. Kas. 17
23 Kadı 17
n
2 Tuba ÖZBAN A1 11 9 Ara. Nis. 17
24 Kadı 16
n
2 Tuba ÖZBAN A2 8 8 Nis. Kas. 17
25 Kadı 17
n
2 Gökhan YAĞCI/Hasan A1 16 12 Haz. Mar. 18
26 NALBANT Kadı 17
n
2 Gökhan YAĞCI/Hasan A1 16 13 May. Mar. 18
27 NALBANT Kadı 17
n
2 Hasan NALBANT A1 14 12 Tem. Şub. 18
28 Erkek 17
2 Gökhan YAĞCI/Hasan A1 17 13 Tem. Nis. 25
29 NALBANT/Mehmet Serdar Kadı 17
KAYGISIZ n
3 Aybala ÖZBAY A1 14 7 Kas. Mar. 18
30 Kadı 17
n
3 Aybala ÖZBAY A1 16 8 Kas. Mar. 18
31 Kadı 17
n
3 Aybala ÖZBAY A1 12 5 Mar. Haz. 19
32 Kadı 18
n
3 Aybala ÖZBAY A2 15 7 Mar. Haz. 19
33 Kadı 18
n
3 Hasan NALBANT/Mehmet B1 18 - Şub. Devam
34 Serdar KAYGISIZ Erkek 18 Ediyor

77
3 Hasan NALBANT/Mehmet A1 15 12 Mar. Haz. 19
35 Serdar KAYGISIZ Kadı 18
n
Sığınmacıların Özellikleri:
Cinsiyet Durumu
Kadın 35
Erkek 15
Yaş Aralığı
18-50 44
50 + 6
Medeni Durum
Evli 41
Bekâr 9
Eğitim Düzeyi
Eğitimsiz 2
Lise 8
Lisans 40
Yüksek Lisans 0
Türk Kültürüne uyum sağladınız mı?
Uyum sağladığını 30 Müslüman olmalarından dolayı Türk
düşünenler Kültürüne kendilerine yakın bulmuşlar ve
benimsemişlerdir.
Kısmen uyum sağladığını 10 Başlarda zorlandıklarını şimdi ise bir geçiş
düşünenler döneminde olduklarını bildirmişlerdir.
Uyum sağladığını 10 Aynı dine mensup olsa da farklı bir kültüre
düşünmeyenler uyum sağlayamadıklarını bildirmişlerdir.
Birinci soruya göre katılımcıların %60’lık çoğunluğu Suriyeli
sığınmacılarınTürk kültürüne uyum sağlamada başarılı olduklarını ifade etmektedir.
%20’si olumsuz görüş belirtirken %20’lik diğer bölümü ise Suriyelilerin Türk kültürüne
kısmen uyum sağladıklarını düşünmektedir. Bu bilgiler ışığında kısmen uyum
sağlandığı görüşünde olanlarda dâhil çoğunluğun Türk kültürüne uyum sağlamada
olumlu görüş sahibi oldukları belirtilebilir.
Kültür aktarımı denince aklınıza ne gelmektedir?
Gelenek – görenek 17
Yaşayış biçimi 8
Sosyal etkinlikler 5
Kültürün benimsetilmesi 3
Dil aktarımı 7
Yemek kültürü 6
Evlilik 4
İkinci soruya göre sığınmacıların büyük bir bölümü kültür aktarımı denildiğinde
aklınıza ne geliyor sorusuna gelenek-görenek cevabını vermiştir. Diğer yüksek oranlı
cevaplar ise yaşayış biçimi ve dil aktarımıdır. Dil ve kültürün birbirinden bağımsız
olmamasından dolayı bu cevabın verilmesi araştırmanın seyri açısından yararlı olmuştur.
Ders ortamında Türk Kültürüne ait unsurların kullanılması Türkçe
Öğretimine katkı sağlar mı?
Evet, katkı sağlar 27
Kısmen sağlar 15
Hayır sağlamaz 8

78
Soruya göre; sığınmacıların Türk Kültürüne ait unsurların kullanımı katkı sağlar.
Kültüre ait daha çok kelime öğrenerek düşünce dünyalarının gelişeceklerini
belirtmişlerdir. Kısmen katkı sağlar düşüncesi içinde olanlar ortak olmayan unsurların
kullanılması öğrenciler tarafından uygun görülmez, öğrenme çabası içine girmezler.
Katkı sağlamaz düşüncesi içinde olanlar ise kendi kültürlerinden faydalanarak yeni
unsurlar meydana getirilmesini bildirmişlerdir.
Türkçe öğrenirken kullandığınız materyaller içerisinde Türk Kültürüne yönelik
yeterli derece metin var mı?
Sonuç tek cevap çıktığı için tablo ile belirtmeye gerek duyulmamıştır.
Öğrencilerden alınan cevaplar doğrultusunda Yunus Emre Enstitüsü Yedi İklim Türkçe
Öğretim setinde metinlerin uzun olması dezavantajı dışında kültür aktarımına yönelik
materyaller yeterli bulunmuştur.
D. Türkçe ve Arapça Arasındaki Temel Dilbilgisi Farklılıkları ve Bu Farklılıkların
Türkçe Öğretimine Yansımaları
Sâmî dil ailesinin batı grubunda yer alan Arapça ile Ural Altay dil ailesi içinde
bulunan Türkiye Türkçesi arasında gramer olarak önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu
farklılıklar, ana dili Arapça olanlara Türkçe öğretimi konusunda birçok soru ve sorunu da
beraberinde getirmektedir. Buna karşın Türkçe ve Arapça arasındaki gramer farklılıkları bu
makalenin ana teması olmayacaktır. Bununla birlikte Suriyelilere sığınmacıların Türkçe
öğretimini güçleştiren temel dil bilgisi farklılıklarına yer verilecektir.
1. Türkçe Öğretimini Zorlaştıran Temel Dil Bilgisi Farklıkları
Türkçe, Ural-Altay dil ailesi/grubunun Altay kolunda yer alan sondan eklemeli
bir dildir. Altay dil ailesinin başlıca özellikleri: Sondan eklemli, cinsiyet farkı
gözetilmez ve bunun için kelimeler şekil değişikliğine uğramaz, kelimelerin kökü
eksizdir ve kelime kök ve gövdeleri sabittir. Türetme, yeni eklerle yapılır. Sayı
sıfatlarından sonra gelen adlar genellikle teklik biçimindedirler; özel durumlar dışında,
isimlere ayrıca çokluk eki getirilmez. Cümle yapısı bakımından özne fiilden önce gelir
ve genellikle belirten (tamlayan) belirtilenden (tamlanan) önce gelir. Yani asıl unsur
sonda bulunur. Arapça ise Sami dilleri ailesinin batı kolunda yer alan, güney dillerinden
biridir. Arapçanın belli başlı özellikleri şunlardır: Arapçada fiilin kökü üç ünsüzden
oluşur. Sesli harf bulunmaz; ünlü sesleri harekeler sağlar. Arapça çekimli bir dildir.
Arapçada cinsiyet farkı gözetilir. Yani kelimeler cinsiyet bakımından müzekker ve
müennes olarak ikiye ayrılır. Kelimelerin cümle içinde görevleri, ögenin irabına göre
ortaya çıkar. Arapçada asıl unsur başta bulunur.
Diller arasındaki alfabe farklılıkları da Türkçe öğretim ve öğrenim sürecini
olumsuz etkilemektedir. Türk alfabesi, Latin harfleri esas alınarak, 01.11.1928 tarihinde
sekizi sesli, yirmi biri sessiz olmak üzere 29 harf olarak belirlenmiştir. Sessiz harflerle
anlamlı kelime oluşturmak için sesli harflere ihtiyaç vardır. Dolayısıyla Arapçadaki
hareke ve az sayıdaki sesli harfe karşılık Türkçede sadece sesli harfler söz konusudur.
Arapçada ise büyük çoğunluğu sessiz olmak üzere 29 harf vardır. Harflerin
okunmalarını yani kelimede seslendirilmelerini hareke denen yapı sağlar.
Cümle ögelerinin isimleri ve dizilişleri de birbirlerinden oldukça farklıdır.
Türkçede öznenin başta gelmesine karşılık Arapça fiil cümlesinde her zaman ikinci
sırada fiilden sonra gelir. İsim cümlesinin öznesi olan mübtedâ başta gelmekle birlikte
tam olarak Türkçe özneyi karşılamaz. Arapçada yüklem fiil cümlesinde daima başta
gelmesine karşılık Türkçede cümlenin sonunda gelir. Arapça isim cümlesinin yüklemi
ikinci sırada gelmesine karşılık Türkçedeki fiil cümlesinin yüklemi gibi fiil olarak da
gelebilir. Ancak Kûfe ekolüne göre – Türkçede olduğu gibi- yüklemi fiil cinsinden olan
cümleler fiil, isim olanlar ise isim cümlesi sayılır Türkçede cümle ögelerinin dizilişi:

79
Ö+N+Y Ahmet kitabı okudu. .
Ahmet bir kitap okudu. Ö N Y Ö B.N Y
َْ َ‫َْأ‬ ‫َْأ‬ ْْ
‫دحْ ْْ ْْْك َْﻛل‬ ‫ت‬ َ‫ا‬ ‫ق‬ َ َْ
،‫بﺭ ََأ‬ ‫َْأ‬ ‫دحْ ْْ ْْْك ك‬
َْ
‫ت‬ ‫ب‬
َْ
Arapçada cümle ögelerinin dizilişi: Y+Ö+N
Bu bilgiler ışığında görüldüğü gibi Arapçanın cümle içerisinde yer alan unsurların yerleri
değiştirilse dahi cümle aynı şekilde anlamını korumaktadır. Örneğin kendi dilinde “Ben
yarın akşam geleceğim.” cümlesini kullanmak isteyen bir öğrenci aynı cümlenin “Ben
geleceğim yarın akşam” formunu da kullanabilir. Ancak Türkçede cümle ögelerinin
yerlerinin değiştirilmesiyle cümle farklı anlamlar kazanabilir. Öğrenciler, Türkçe cümle
kurarken sık sık anadillerindeki cümle kuruluşunu esas almakta ve cümle içindeki
unsurların konumlandırılması hususunda hatalar yapmaktadırlar. Suriyeli
sığınmacıların Türkçe öğrenirken yaşadıkları en büyük zorluklardan biri de hiç şüphesiz
ismin hâlleri konusudur. Türkçede, ismin durum hâllerini belirten eklerin
sayısı ve anlam özellikleri Arapça ile farklılık göstermektedir. Bahse konu ekler arasında
sayısal açıdan bir denklik bulunmadığı gibi Türkçede bazı hâl ekleriyle kullanılması
mümkün olan fiilleri, Arapçada aynı hâl ekleriyle kullanmak mümkün olmamaktadır.
Bunun yanı sıra Türkçede hâl ekleri ismin sonuna gelirken Arapçada ismin
durumunu bildiren edatların cümlenin başına gelmesinden kaynaklı sorunlar tespit
edilmiştir. Dolayısıyla okutman ismin hâlleri konusunu anlatmadan önce hazırlıklı olmalı ve
öğrencilerin anlayabileceği somut ve uygun örnekler seçmelidir. Bununla birlikte ismin hâl
ekleri konusunun Arapça’da nasıl yer bulduğuna dair akademik makale ve kitaplardan
araştırma yapılırsa okutman ve öğrencileri açısından oldukça yararlı
olacaktır.
Türkçenin bahse konu öğrencilere öğretiminde karşılaşılabilecek temel dil bilgisi
farklılıkları ise şu şekilde sıralanabilir.
1. Harflerin yapı ve çeşit bakımından farklı oldukları,
2. Tamlamaların her iki dilde benzer görünmelerine karşılık şekil ve yapı bakımından
farklı oldukları,
3. Cümle kuruluşu –söz dizimi- bakımından zıtlıkların varlığı,
3 İsim ve fiillerde cinsiyet ayırımının önemli bir yer tuttuğu ve bu durumun Türkçede
bulunmadığı,
4 Cümle ögelerinin hem konumları hem de fonksiyonları açısından farklılıkları,
5 Türkçede bir tek çoğul yapısına karşılık Arapçada birkaç çoğul yapısının bulunduğu,
6 Sayıların iki dildeki dizilişleri, çeşitleri, cümledeki konumları itibarıyla farklılıkları,
8. Fiil kiplerinin hem sayı hem de zaman açısından birbirlerini
karşılamadığı,
3 Olumsuzluk bildiren edatların konum itibarıyla hem yerleri hem de sayılarının
farklılığı,
10. Yardımcı fiillerin iki dildeki kurallı/kuralsız varlıkları,
11. Sadece bir dilde bulunan gramer yapılarının hedef dile nasıl aktarılması gerektiği,
12. İsmin hallerinin iki dildeki sayıları ile benzer ve zıt yönleri,
Dil bilgisi farklığından kaynaklanan sorunların hepsine bu makalede yer vermek elbette
mümkün değildir, fakat detayları verilen bu sorunlar, sınıf içi uygulamalarda ön plana
çıkan örneklerden elde edilen tespitleri de kapsamaktadır.

2. Yazma Becerisinde Karşılaşılan


Doğumdan ölüme kadar geçen süreç düşünüldüğünde insanlar, önce dinleme ve
konuşma daha sonra okuma ve nihayet yazma becerisini kazanmaktadırlar. Yabancı dil
öğrenimindeki becerilerin gelişimi de aşağı yukarı bu sırayla gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla öğrencilerin en yavaş gelişen becerisi yazma becerisi olmaktadır.

80
Örneğin öğrencilerin yazma becerisinde “Ç, Ğ, İ, Ö, Ş, Ü” harfleri kullanırken
sık sık hata yaptıkları tespit edilmiştir. Öyle ki öğrencilerin “C” harfi yerine “Ç”, “Ğ”
harfi yerine “G”, “İ” harfi yerine ”I”, “Ö” harfi yerine “O”, “Ş” harfi yerine “S”, “Ü”
harfi yerine “U” harfini kullandıkları tespit edilmiştir. Bu hatalardan bazıları şunlardır:
Ç-C:Çiçek-Cicek
Ğ-G:Yağmur-Yagmur
İ-I:İnek-Inek
Ö-O:Örümcek-Orümcek
Ş-S:Kardeş-Kardes
Ü-U:Üzüm-Uzum
Bununla birlikte öğrenciler sesli harflerin kullanımını çoğu kez unutmaktadır. Bunun
sebebinin Arapçada sesli harflerin harekelerle sağlanması olduğu düşünülebilir.
Öğrencilerin sesli harflerin kullanımına dair yapmış oldukları yanlışlara şu örnekler
verilebilir:
Cümle1:Benm adım Büşra 27 yaşndaym ve iki çocuğmvar.
Cümle2:Ben ev hanımyım ve ailem çok seviyorm.
Cümle3:Kocamn adı Abdullah O mühends.
Yukarıda verilen örnekler çoğaltılabilir. Bu sebeple okutmanların öğrencilerine sesli
harflerin öğretimi hususunda sık sık yazma çalışması yaptırması önem arz edecektir.
Arapçada yazının sağdan sola yazılması sebebiyle de zorluklar yaşanmaktadır.
Öğrencilerin soldan sağa doğru yazmaya alışması da biraz vakit alacaktır. Öğrenciler
defterlerine yazı yazmaya da bize göre en arka sayfadan başlamaktadırlar. Bu hususta
öğretmen ilk aylarda öğrencilerini rahat hissettirmeli, zorlayıcı kurallar koymamalıdır.
Yazım ve Noktalama İle İlgili Yanlışlar
Öğrenciler, kur ve seviyelerine göre; eklerin yazılışı, özel isimlerin yazılışı, noktalama
hataları gibi birçok yazım yanlışı yapmaktadırlar. Bu yanlışların gramer öğrenimiyle birlikte
azalması doğal bir sonuçtur. Yukarıda belirtilen yazım yanlışları ise her seviyeden
öğrencide gözlemlenebilmektedir. Öğretmen bu yanlışları giderebilmek için bolca yazma
alıştırması yapmalı, gerekirse öğrencilerin defterlerini toplamalı, kontrol etmeli ve tespit
ettiği yanlışları öğrencileriyle paylaşmalıdır. Arapça sağdan sola yazıldığı için
öğrencilerin noktalama işaretlerinin farklı istikamete doğru çevrildiği de sık sık tespit
edilmiştir. Bu yanlışların zamanında yapılacak olan uyarı
ve düzeltmelerle giderildiği tecrübe edilmiştir.
Bireysel Farklılıklar
Kurslara katılan öğrenciler arasında gözle görülür bir seviye farkı tespit edilmiştir. Çünkü
sınıflar herhangi bir seviye belirleme sınavıyla değil öğrencilerin Türkçe kurslarına yapmış
oldukları başvuru kayıt tarihine göre belirlenmiştir. Özellikle A1 kuruna başlayan öğrenciler
arasında Arapça okuma yazması olmayan öğrencilerle doktor, mühendis ve öğretmenlik
mesleğini icra eden öğrenciler aynı sınıflarda bulunabilmektedir. Bu sebeple Türkçe
öğrenme sürecinde seviye olarak sınıfının gerisinde kalan öğrencilerin motivasyonu oldukça
düşmektedir. Öğretmenler, bu öğrencilere fazladan zaman ayırmazsa bu öğrencilerin sınıf
seviyesine ulaşması mümkün olmayacaktır.
Suriyeli kadın öğrencilerle erkek öğrenciler arasında da önemli bir farklılık tespit
edilmiştir. Erkek öğrencilerin çoğu günlük hayatlarının önemli bir kısmını iş yerlerinde
geçirmektedir. Dolayısıyla dilin kullanımı hususunda pratik yapma şansları olmaktadır.
Kadın öğrenciler ise genellikle evlerinde oturmakta maddi imkânların yetersizliğinden
dolayı sosyal hayattan ve Türkçe konuşulan ortamlardan uzak kalmaktadır.
Günlük hayatının önemli bir zamanını iş yerinde geçiren erkek öğrencilerin
dinleme ve konuşma becerisi kadın öğrencilere nazaran daha hızlı gelişmektedir. Buna
karşın bu öğrenciler yazma ve okuma becerisinde ve çok başarılı olamamaktadır. Kadın

81
öğrenciler ise evde geçirdikleri zaman dilimlerinde verilen ödevleri erkeklere nazaran
daha düzenli bir şekilde yapmakta yazma becerilerini geliştirebilmektedir.
Bu farklılıkları ortadan kaldırabilmek için okutmanlar, kadın öğrenciler için
konuşma; erkek öğrenciler için ise yazma çalışmaları yaptırmaya özen göstermelidir.
Öğrenme Sürecini Etkileyen Psikolojik Faktörler
Mc Combs’un belirttiği gibi sağlıklı bir öğrenme sürecinin gerçekleşmesi için
öğrencilerin hazırbulunuşluk seviyesinin yüksek olması ve güdülenmenin olması
gerekmektedir (Seven 2008). Okul öğrenmelerinin ortaya çıkmasında ve kalıcılığında
pek çok faktörün yanında, öğrencinin öğrenme sürecine katılımında büyük rolü vardır.
Günümüzde öğrenmeye ilişkin görüşlere göre öğrenci, öğretimde sorumluluk alan ve
öğrenme sürecine aktif ve zihinsel olarak katılan kişi olarak görülmektedir. Maslow’a
göre ise, güdülenmenin temelinde ihtiyaçlar vardır. Maslow, güdüleri birincil ve ikincil
güdüler olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Birincil güdüler, organizmanın açlık, susuzluk
gibi hayati ihtiyaçlarından kaynaklanır ve fizyolojik dürtüler olarak adlandırılır. İkincil
güdüler ise, bireyin daha çok sosyal çevrede edindiği güdülerdir. Maslow, klinik
gözlemlerine dayanarak ihtiyaçları bir sıraya koymuştur (Seven 2008). Yabancı dilin
sağlıklı bir şekilde öğrenimi için bu bilişsel süreçlerin yaşanması gerekir. Her bireyin
ihtiyacı, inancı, amacı ve uyarılma düzeyi farklıdır. Öğrencilere yöneltilen “Neden
Türkçe öğreniyorsunuz?” sorusundan alınan cevaplar da bu doğrultuda farklılıklar
göstermektedir. Yapılan gözlemler ışığında öğrencilerin Türkçeyi öğrenme sebepleri
genel olarak şu şekilde sıralanabilir:
1.Türkiye’de çalışabilmek,
2. Günlük hayatlarını sağlıklı bir şekilde idame ettirebilmek,
3.Türk vatandaşlığından yararlanabilmek
4.Örgün eğitim öğretim hizmetlerinden faydalanabilmek.
5.Tercümanlık yapabilmek.
Burada sayılan amaç ve ihtiyaçlarla Türkçe öğrenmek isteyen öğrencilerin
güdülenme seviyesini düşürecek, motivasyonlarını kıracak bazı psikolojik etkenler
vardır.
Bu öğrencilerin bir savaş mağduru olduğu asla unutulmamalıdır. Bununla
birlikte Türkiye’de de maddi ve manevi olarak çeşitli zoruluklarla karşılaşmaktadırlar.
Bu yüzden öğrencilerin motivasyonu ve güdülenme düzeyleri oldukça azdır.
Aynı zamanda mezkur öğrencilerin büyük bir kısmında yabancı bir dile ve
kültüre karşı önyargı olduğu gözlemlenmiştir. Bu minvalde Suriye’de yabancı dil bilen
kişi ortalaması gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin aksine oldukça düşük bir
seviyededir. Öğretmen yazma ve konuşma becerilerinin geliştirilmesine yönelik
yapacağı uygulamalarda öğrencilerinden öğreneceği hayat hikâyelerinde birçok acı
tecrübe yaşayabilir. Bu yüzden oldukça metanetli olmalı, psikolojik olarak kendini
hazırlamalı, sınıf içerisinde kendisinin ve öğrencilerinin motivasyonlarını arttıracak
faaliyetlerde bulunmalıdır.
Özellikle kadın öğrencilerin hassasiyeti sebebiyle fiziki şartlar elverdiği takdirde
kadın ve erkek öğrencilerin farklı sınıflarda eğitim görmeleri öğrenci ve öğretme n
açısından faydalı olacaktır.
Öğretmenler duygusal açıdan çok hassas olan bu öğrencilere daima güler yüzlü ve
pozitif olmalıdır. Sınıf içinde uygulanan çalışma ve etkinliklerde öğrencilere jest ve
mimiklerle olumlu dönütler verilmeli, imkânlar dâhilinde ödül uygulamaları yapmalıdır.
Öğrencilerin Türkçeyi hızlı bir şekilde öğrenmesini engelleyen diğer bir psikolojik sebep ise
Türkçenin zor bir dil olduğunu düşünmeleridir. Bu durum öğrencilerin öğrenme sürecini
olumsuz etkilemektedir. Öğretmen bu hususu aksine çevirebilmek için sınıf

82
içerisinde öğrencilerine yapacağı konuşmalarla Türkçenin kolay bir dil olduğu
konusunu vurgulayan rahatlatıcı telkinlerde bulunmalıdır.
Öğrenciler günlük hayatta maddi manevi çeşitli sorunlarla karşılaşmaktadır.
Dertlerini anlatacak kadar Türkçe bilmedikleri için bu durum kendilerinde sinirli bir ruh
hali yaratmaktadır. Öğretmen kendisini bu duruma karşı hazır tutmalıdır.
Öğrenme Sürecini Etkileyen Diğer Faktörler
Çevresel Faktörler
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin sayısı oldukça fazladır. Bu sebeple öğrencilerin
Türkçe konuşma pratiği yapma ve yabancı dile maruz kalma durumları azalmaktadır.
Suriyeli sığınmacılar genellikle aynı mahalle ve semtlerde birlikte yaşadıkları için
Türkçe konuşabildikleri alanlar da sınırlıdır. Özellikle kadın öğrenciler sadece kurs
vakitlerinde konuşma pratiği yapabilmektedirler.
Derse Ayrılan Zaman
Kurslara katılım talebinin ve katılımcıların sayısının fazlalığı sebebiyle
öğrencilere verilen Türkçe dersinin haftalık ders sayısı Avrupa Dil Portfolyosu’nda
belirtilen öğrenim hedeflerinin gerçekleşmesi için yeterli değildir.
Öğrenme Materyallerinin Eksikliği
Türkçe öğrenen Suriyeli öğrenciler için ders materyali bulmak maddi külfet
oluşturmaktadır. Bu külfet Yunus Emre Enstitüsü ile Türk Kızılayı Ankara Toplum
Merkezi tarafından imzalanan protokoller gereği ortadan kaldırılmıştır. Buna göre
öğrenciler, Türkçe öğretim setlerine ücretsiz sahip olmaktadırlar. Fakat Türkçe
öğrenmek isteyen ve kurslara katılamayan diğer sığınmacılar için ders kitabı ve
materyal sıkıntısı devam etmektedir.
Sonuç ve Öneriler
Bu makalede Suriyeli sığınmacılara Türkçe öğretiminde karşılaşılan temel
meselelere yer verilmeye çalışılmıştır. Elbette bu makaleye farklı birçok madde de
eklenebilir. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti her geçen gün mezkur
sığınmacıların eğitim öğretim sürecinde karşılaştıkları meseleleri ortadan kaldırmak,
örgün eğitim öğretim sistemine dâhil etmek ve eğitim öğretim ihtiyaçlarını karşılamak
hususunda birçok somut adım atmaktadır. Bu makale, sınıf içi uygulamalar ve ve
katılarak gözlem metodu yöntemiyle oluşturulduğu için sunulan çözüm önerileri de sınıf
içi uygulamalardaki meseleleri ortadan kaldırmaya yönelik olacaktır

Sınıf içi etkinliklerde monotonluktan uzak bir öğrenim yöntemi takip


edilmelidir. Türkiye’nin dilini, tarihini, kültürünü tanıtan filmler izletilmeli bunun
dışında karaoke, sessiz film gibi oyunlar öğretim sürecine dâhil edilmelidir.
Öğrencilere ders kitabı desteğinin yanı sıra sözlük ve hikâye kitapları destekleri
de yapılmalıdır.
Öğretmen, gramer farklılıklarından doğabilecek sorunları ders öncesinde tespit etmeli,
ders planını uygun anlatım yöntemleri ve örneklerle şekillendirmelidir.
Suriyeli insanların amaçlarını, ihtiyaçlarını, beğenilerini dikkate alan yakından-
uzağa, somuttan-soyuta ve basitten-karmaşığa ilkelerini gözeten yeni kitaplar
hazırlanmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet organları, sivil toplum kuruluşları ile birlikte Birleşmiş
Milletler, Unicef, Unesco gibi örgütlerlerin tekil ya da ortaklaşa sağlayabileceği
faaliyetler hakkında ön hazırlıklar yapılmalı, eğitim öğretim faaliyetleri sırasında
edinilen tecrübeler bu kurumlarla paylaşılmalıdır.
Suriyeli sığınmacılara Türkçe öğretimi yapan eğitmenlerin eğitimi hususunda
çalışmalar yapılmalıdır. Türkçe derslerinin yanı sıra öğrencilerin Türk kültürünü
tanıyabileceği yazılı görsel ve

83
işitsel materyaller hazırlanmalıdır. Bu minvalde öğrencilerle birlikte tarihi ve kültürel
geziler yapılması faydalı olacaktır.
KAYNAKLAR
AÇIK, F. (2008) Türkiye‟de Yabancılara Türkçe Öğretilirken Karşılaşılan Sorunlar ve
Çözüm Önerileri, Uluslararası Türkçe Eğitimi ve Öğretimi Sempozyumu 27–28 Mart
Gazimağusa/ Kuzey Kıbrıs.
AKGÜL, A. (2006) Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi, Piramit Yayınevi
AFAD Başkanlığı, (2013) Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, Saha Araştırması
Sonuçları, Ankara
AFAD Başkanlığı, (2014) Türkiye’deki Suriyeli Kadınlar Raporu, Ankara
AKSAN, D. (2000) Her Yönüyle Dil, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
AKSAN, D. (1971) Anlam Bilimi ve Türk Anlam Bilimi, DTCF. Yayınları, Ankara
AKSOY, Z. (2012) “Uluslararası Göç ve Kültürlerarası İletişim”, The Journal of
International Social Research, 5 (20) .
AKTAŞ, T. (2005) “Yabancı Dil Öğretiminde İletişimsel Yeti”, Journal of Language and
Linguistic Studies Vol. 1, No. 1, April, 89-100
ATAMAN, H. (2015) “Mülteci mi, Sığınmacı mı, Misafir mi?”, Görüş Dergisi, 88,
İstanbul
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1970) .
BARIN, E. (2011) “Yabancılara Türkçe Öğretiminde İlkeler”, Türk Yurdu 286, 44-47
BATCHELOR, C. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)
Türkiye temsilcisi ile söyleşi notu. BÖLÜKBAŞ, F. ve KESKİN, F. (2010) “Yabancı
Dil Olarak Türkçe Öğretiminde Metinlerin Kültür Aktarımındaki İşlevi”, Turkish
Studies, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish
or Turkic, Volume 5/4, Fall, 221-235 BUZ, S. (2004) Zorunlu Çıkış Zorlu Kabul-
Mültecilik, SGDD, Ankara CASTLES, S. VE MİLLER, J. M. (2008) Göçler Çağı,
Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul

ÇARMIKLI, E. Ö. (2013) Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye Sonu Gelmeyen


Misafirlik, Brookings Enstitüsü – Uluslararası Stratejik Araştırma Kurumu (USAK),
Ankara
DEMİR, A. ve AÇIK, F. (2011) “Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretiminde
Kültürlerarası Yaklaşım ve Seçilecek Metinlerde Bulunması Gereken Özellikler”
TÜBAR- xxx, Güz, 51-72
DİNÇER, O. B. , FEDERİCİ, V. , FERRİS, E. , KARACA, S. , KİRİŞÇİ, K. VE EMİN,
M. N. (2016) “Türkiye’deki Suriyeli Çocukların Eğitimi” SETA Analiz, Sayı:
3 SETA: Ankara. http: //file. setav.
org/Files/Pdf/20160309195808_turkiyedeki-suriyeli-cocuklarin-egitimi-pdf
ERDOĞAN, M. M. (2014) Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum
Araştırması, Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi, Ankara
ERGİN, M. (2013) Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayınevi, İstanbul
GÖKBERK, M. (2004) Değişen Dünya Değişen Dil, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
GÜÇTÜRK, Y. (2014) Sürgün ile Savaş Arasında Suriyeli Mülteciler, Siyaset, Ekonomi ve
Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), Ankara, Erişim Tarihi. : Mayıs 2015 , http: //setav.
org/ tr/5-soru-surgun-ile-savas-arasinda-suriyeli-multeciler/yorum/18059. GÜN, Z. (2011)
İltica, Uluslararası Göç ve Vatansızlık: Kuram, Gözlem ve Politika, http: //www. unhcr.
org. tr/uploads/root/v. _b%C3%B6l%C3%BCm. pdf
KARAL, D. (2013) “Zorunlu Göçe Global Bir Bakış”, Analist Dergisi, 31, İstanbul
KALFA, M. (2013) “Yabancılara Türkçe Öğretiminde Sözlü Kültür Unsurlarının
Kullanımı” Millî Folklor, Yıl: 25, Sayı: 97, 167-177s.

84
OYTUN, O. VE GÜNDOĞAR, S. S. (2015) Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye
Etkileri Raporu
OR ÖKTEN, C. E. ve KAVANOZ. S. (2014) “Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimini
Hedefleyen Ders Kitaplarında Kültür Aktarımı”, Turkish Studies - International
Resmi Gazete. (22 Ekim 2014) . Geçici Koruma Yönetmeliği. http: //www. resmigazete.
gov.tr/eskiler/2014/10/20141022-15.htm

YAŇA MİLLİ YUL (MİLLİ YUL) (1928-1939) DERGİSİNDE ALFABE DEĞİŞİMİ


VE TÜRK DİLİYLE İLGİLİ MAKALE VE HABERLER
Dr. Gülhan ATNUR
Özet
Kazan Türklerinin önemli aydınlarından Ayaz İshaki, yalnız siyasi kimliğiyle değil
roman, tiyatro ve hikâye yazarlığı ile dergi ve gazeteciliğiyle de dikkat çekmektedir. Siyasi
görüşleri sebebiyle önce Rus Çarlığı, sonra da Sovyetler Birliği döneminde sürgün ve hapis
cezalarına çarptırılan, yazıları yasaklanan İshaki, 1919 yılında Versailles Barış Antlaşması
için gözlemci sıfatıyla gittiği Avrupa’dan vatanına bir daha dönemez. Fakat 1905’te Tañ
Yoldızı ile başlayan yayıncılık faaliyetlerini yurt dışında da sürdürür; Tatarları ve bütün
Türkleri birleştirme düşüncesiyle dergiler ve gazeteler çıkarır.
İshaki’nin dergilerinden biri de 23 Aralık 1928’de Berlin’de Arap harfli olarak
yayın hayatına başlayan Millî Yul’dur. Dergi, 1 Ocak 1930’da Yaña Millî Yul adını almış
ve Haziran 1939’daki sayısından sonra Almanya ve Sovyetleri Birliği’nin yaptığı
anlaşma sonucunda kapatılmıştır. Ağustos 1929’a kadar on beş günde bir, daha sonra ise
aylık “siyasi, edebî, içtimai, ilmi, millî ve içtimai bir mecmua” olarak yayımlanan
dergide siyasi konulardaki makaleler ön planda olmasına rağmen yazarlar, o dönemin
hararetli tartışmalarından alfabe değişimi, müşterek Türkçe oluşturma gayesi ve Türk
diliyle ilgili diğer konulara da yabancı kalmazlar. Zira İslamlaşan Türk boyları XI.
yüzyıldan itibaren Arap harflerini kullanmışlarsa da XX. yüzyılda yalnız Türkiye
Cumhuriyeti’nde değil Türk dünyasında da alfabe değişikliğiyle ilgili ciddi tartışmalar
olmuş ve dergide de bu konularda yazılar yayımlanmıştır.
Yaña Millî Yul’da Bolşeviklerin Türk lehçelerine yönelik ürettikleri dil
politikaları da dergi yazarlarının önemli gördüğü meselelerden bir diğeridir.
Bu bildiride ilk olarak Yaña Millî Yul dergisi hakkında bilgi verilecektir. Daha
sonra bahsi geçen dergide Türk dünyasının Latin ve Kiril harflerine geçiş sürecindeki
tartışmalar ile Sovyetler Birliği’nde Türk lehçelerine karşı tutumla ilgili yayımlanan
makaleler ve haberler ele alınacaktır.
Anahtar kelimeler: Yaña Millî Yul (Millî Yul) dergisi, Latin alfabesi, Türk dili, Türk
dünyası.
Giriş
Çoğunluğu İdil-Ural bölgesinde yaşayan Kazan Türk-Tatarları, 1552’den beri
Rus işgali altında olmalarına; yoğun bir Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırmaya tabi
tutulmalarına; ölüm, sürgün gibi ağır cezalara uğramalarına rağmen millî kimliklerini
muhafaza etmeyi başarmışlar; mücadeleci ruhlarıyla Türk dünyasının ekonomik, siyasi
ve fikri hayatına damga vuran önemli işler yapmışlardır. Kazan Türklerinin XIX.
yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın ortalarında hem siyasi hem de fikrî hayatlarını etkileyen
isimlerden biri Ayaz İshaki’dir.
23 Şubat 1878’de Kazan şehrinin Çistay ilçesi Yevşirme köyünde doğan
İshaki’nin Tatar Ukıtuçılar Mektebi’nden sonraki hayatı Rus Çarlığı döneminde
hapishane, sürgün ve yasaklarla; Ekim Devrimi’nden sonra ise Japonya, Almanya,


Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
85
Polonya ve Türkiye’de göçmenlikle geçmiştir. İshaki, Ankara’da kızı Saadet Çağatay’la
yaşarken 22 Temmuz 1954 yılında ölmüş, isteği üzerine İstanbul Edirnekapı
Şehitliği’ndeki Yusuf Akçura’nın yanına defnedilmiştir.
Ayaz İshaki, Gogol’un Borıngı Alpavıtlar eserini çevirerek başladığı yazarlık
hayatını, roman, hikâye ve tiyatro alanındaki çok sayıdaki çalışmasıyla devam
ettirmiştir. Fakat onu özellikle siyasi ve fikrî hayatta ön plana çıkaran yönü
gazeteciliğidir. Tatar Ukıtuçılar Mektebi’ndeyken el yazısıyla çoğaltarak çıkardığı
“Terekkıy”le başlayan yayın faaliyetlerini Tañ Yoldızı, Tavış, İl, Süz, Bizniñ İl, Mayak
gibi çok sayıda dergi ve gazeteyle devam ettirmiştir. 11 Şubat 1918’den sonraki
muhacirlik hayatında ise İshaki, Millî Yul/Yaña Millî Yul dergisi ile Millî Bayrak adlı
gazeteyle hem dünyanın dört bir yanına yayılan İdil-Ural ve Kırım Tatarlarının hem de
diğer Türk boylarının sesi olmaya çalışmıştır.
Yaña Millî Yul Dergisi29
23 Aralık 1928’de Berlin-Stegliz’de on beş günde bir yayımlanmaya başlayan
Millî Yul mecmuasının sahibi ve başmuharriri, Ayaz İshaki’dir. İlk sayıda on beş günde
bir çıkan siyasi, edebî, içtimai, millî ve iktisadi bir mecmua olduğu kaydı düşülmüş;
abonelik ve yazıların basılmasına dair kısa bilgiler verilmiştir. Dergi, 1930 yılının Ocak
ayından itibaren Yaña Millî Yul adıyla Varşova’da aylık olarak yayımlanmış, aynı yılın
Kasım ayından itibaren dergi adı Latin harfleriyle verilmeye başlanmış ve arka sayfaya
da Almanca künye bilgisi ilave edilmiştir. Derginin ilk sayısı 18 sayfadır. Diğer
sayılarda sayfa sayısı 24-50 arasında değişkenlik göstermektedir. Sayfa numaraları 1932
yılına kadar Arap, bu yıldan sonra ise Hint rakamlarıyla verilmiştir. Dergi, 1939
Haziran’ına kadar 135 sayı yayımlanmış; İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yayın
faaliyeti de son bulmuştur.
Sayfa yapısı itibarıyla Yaña Millî Yul’da farklılıklar mevcuttur. Zira yazılar bazen
tek, bazen çift sütundadır. Kapaktan sonraki sayfada sayının içindekiler, sayfa numaraları
verilmeden listelenmiştir. İlk sayılarda bu kısım için “Münderecesi”, 1934 yılından sonra
ise “İçindekiler” başlığı kullanılmıştır. Yazıların çoğunda yazarların gerçek veya müstear
isimleri yer almaktadır. Bazılarında ise yazar adı bulunmamaktadır.
Dergi, genellikle Kazan Tatar Türkçesi ile Arap harfli olarak basılmıştır. Yaña
Millî Yul’un 1931 yılındaki künyesindeki “İdil-Ural istiklal fikrin taratucı aylık bir
mecmua” ibaresi derginin hitap ettiği sahayı da ortaya koymaktadır.
Yaña Millî Yul’da haberlere ve olaylara ait fotoğraf veya resimler mevcutsa da
Nisan 1931 sayısı hariç reklam yoktur. Yalnız birçok kitabın ve başka dergilerin neşri
haber verilmiş, temin edilecekleri adresleri de haberlere eklenmiştir.
Yaña Millî Yul dergisinin yazarları arasında Ayaz İshaki dışında, Cafer
Seyidahmed, Tahir Şakir, Zakir Kadiri gibi gerçek adını kullananların yanı sıra Çora
Batır, Bozkurd, Çingız gibi müstear isimleri tercih edenler de mevcuttur. Derginin iki de
kadın yazarı vardır. Bunlardan biri hemen her sayıda şiirleri yer alan Saniye Afet, diğeri
de Ayaz İshaki’nin kızı, meşhur Türkolog Saadet İshaki (Çağatay)’dir.
Yaña Millî Yul’da daha ziyade siyasi makaleler ve haberler yer almaktadır. Bunlar
İdil-Ural, Orta Asya ve Türkiye Türkleri üzerinedir. Fakat dergide İspanya iç savaşına ve
Avrupa ülkeleri ile Rusya veya Türkiye arasında yaşanan siyasi olaylara; Suriye, Filistin,
Mısır gibi o dönemde İslam dünyasının problemli bölgelerine; Uzak Şark olarak
nitelendirilen Çin, Japonya ve buralarda yaşayan muhacir Türklere dair de yazılar vardır.
Bolşeviklerin İdil-Ural ve Orta Asya Türklerinde İslam dinini yasaklama ve
onları dinsizleştirme çabaları Yaña Millî Yul’da İslamiyet’le ilgili makale ve haberlerin
çoğunluğunu teşkil eder. Dergide sünnetin faydaları, ramazan ayı ve bayramı, kurban
bayramıyla ilgili bilgiler vermeyi amaçlayan yayınlara da rastlanmaktadır.

86
Tanınmış kişilerin (Barthold, Ahmed Rıza Bey, Rızaeddin Fahreddin, Hadi
Taktaş, Ali Merdanbek Topçubaşı, Necip Asım Bey, Abdulhak Hamid, Mehmed
Akif…) ölüm haberleri, muhacirlikte ölen Türklerin mezarları veya matbaa faaliyetleri
için para toplama, Avrupa’da başarı kazanan Türk gençleri de derginin sayfalarında yer
bulmaktadır.
Derginin bazı sayılarında ise önemli kişilerin doğum/ölüm tarihlerine ithafen
özel dosyalar mevcuttur ki Kazan Türklerinin meşhur şairi Abdullah Tukay bunlardan
biridir. Yaña Millî Yul’un on yıllık yayın hayatında, 1930 yılı hariç, bütün Nisan
sayılarında Tukay hakkında makaleler, şiirler ve haberler bulunmaktadır. İshaki’nin fikir
dünyasını etkileyen Gaspıralı İsmail Bey’e ve Rızaeddin Fahreddin’e de Yaña Millî
Yul’da özel sayılar hazırlanmıştır.
Yaña Millî Yul’un hemen her sayısında Türkiye ile ilgili haberlere ve makalelere
de rastlanmaktadır. Bu yazılar Atatürk’ün Türkiye’deki, İsmet Paşa’nın yurt dışındaki
seyahatleri, Atatürk’ün nutku, İskenderun/Hatay meselesi, Boğazlar meselesi, yeni parti
kurulması, iktisadi durum; demir yolu ve su işleri yapımı, Erzincan depremi, Hayat
Ansiklopedisi’nin yayını gibi oldukça geniş yelpazeye sahiptir. 1938 yılının Aralık
sayısında dergi Gazi Mustafa Kemal Paşa fotoğrafıyla çıkmış; Atatürk’ün vefatı, cenaze
merasimi, taziyeler ve vefatından sonraki haberlere geniş yer verilmiştir.
Yaña Millî Yul’un hemen her sayısında şiirler mevcuttur. Bu şiirlerin büyük
kısmı Saniye Afet adlı Finlandiya’da yaşayan Tatar Türk’ü bir hanıma aittir. Celil
Dimboylu, Şehzade Babiç, A. Tukay, Aziz Ali, B. Çobanzade şiirleri dergi sütunlarında
yer bulan diğer şairlerdir. Bazı şiirlerde ise şairin ismi belirtilmemiştir.
Dergide Türk edebiyatı ve tarihi ile İslamiyet’e dair çalışmalara ait tanıtma
yazılarına da rastlanmaktadır. Sadri Maksudi (Arsal)’nin Türk Dili İçin; Fuad
Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihi; Süheyl Ünver’in Uygurlarda Tababet; Cafer
Seydahmed’in Gaspıralı; Tahir Şakir’in Türkistan Pahta Hucalığı; Ufa İmamı Ahmed
Ferid Abbas’ın Sırat-ı Müstakim adlı Kuran tefsirinin Hindistan’da 6 cilt olarak
yayımlanması bunlardandır.
Yaña Millî Yul Dergisinde Alfabe Değişimiyle İlgili Makale ve Haberler
Yaña Millî Yul, Türkçü dünya görüşü etrafında bir araya gelen Ayaz İshaki ve
arkadaşlarının dergisidir ve tam da derginin yayımlandığı dönemde önce Latin, sonra da
Türk dünyasında (Türkiye hariç) Sovyetler Birliği’nin zorlaması sonucu kabul edilen
Kiril alfabesiyle ilgili beş makale ve beş de haber mevcuttur.
Dergide yer alan alfabe konusundaki makalelerin ikisi1Latin alfabesi tartışmaları
üzerinedir. Çora Batır imzalı bu makalelerin ilkinde Latin harfi taraftarı olan komitenin
önce Bakü ve Taşkent’teki toplantılarından bahsedilir.
Makalede belirtildiğine göre 1926’da Bakü’de yapılan Birinci Türkoloji
Kurultayından sonra Merkez Komite 2 oluşturulmuş, başkanlığına da Azerbaycan’dan
Samed Ağa Ağamalıoğlu seçilmiştir. Bu komite bir yıl sonra Taşkent’te, sonra da
Kazan’da bir araya gelmiştir. 18-24 Aralık 1928 tarihlerinde Kazan’da yapılan toplantı
Ağamalıoğlu’nun konuşmasıyla başlar. Konuşmada Kazan şehri ve civarında gelişen
yüksek medeniyet ve okur-yazarlığa övgü vardır. Altı gün süren toplantıya Profesör

3
Çora Batır, “Latinçiler Kiñgeş Meclisi”, 1 Şubat 1929, S. 3, 6-9; Çora Batır, “Latinçiler Cıyulışı Uñayı
Birle”, 15 Şubat 1929, S. 4, 8-13.
4
Komite önce, Yeni Türk Alfabesi Tüm Sovyetler Birliği Merkez Komitesi; daha sonra Sovyetler
Birliğinin Yüksek Prezidiyumuna Bağlı Yeni Türk Alfabe Komiteleri; 1930’da ise Türk kelimesi
kaldırılarak “Yeni Alfabe Komitesi adını almıştır (Aslan, 361-363. s.).

87
Samoyloviç, Profesör Palivanov3, Profesör Jirkov4, Profesör Çobanzâde dâhil birçok
önemli Türkolog katılmıştır. Katılımcıların isimlerinden sonra Türk boylarının Latin
harflerini kabul etmeleri için özendirilmelerine; müşterek Latin harfleri oluşturmaya;
Latin harflerindeki imla, şekil ve cümle bilgisi kurallarını geliştirmeye yönelik kararlar
alındığı kaydedilmiştir.
Yazar, toplantı hakkındaki malumattan sonra makalenin sonunda kendi
görüşlerini de dile getirmiştir. Yazar, Latin harflerinin kullanımına karşıdır. Toplantının,
350 yıldır dininden ayrılmamak için Rusların asimilasyonuna direnen Kazan’da
yapılmasının sebebini, onu içten fethederek medeniyetinden uzaklaştırmak, onun ilmi ve
edebî kıymetini yok etmek olarak açıklar. Yazara göre Moskova yönetiminin bu toplantı
için seferber olması, bütün âlimleri toplantıya getirtmesi, Komünist Partisi’nin gücünü
yeni alfabe için kullanması da bu yüzdendir.
Bu makalenin hemen ardından, Kazan Tatarlarının ve diğer Türk boylarının
Arap alfabesini kullanmasında ısrar eden ve bu konuda bildirge yayımlayan,
sayılarından dolayı “82’ler” denilen aydınlar grubu hakkında İltüzer isimli (müstear
isim de olabilir) birine ait şiirinin yer alması Çora Batır’ın ve derginin konuyla ilgili
kanaatini belirginleştirmektedir5.
“Latinçiler Cıyulışı Uñayı Birle” başlıklı diğer makale, 1 Şubat’takinin
devamıdır. Makalede Çarlık Dönemi’nde Türk boylarını Hristiyanlaştırma,
dinsizleştirme, Kazak/Kırgızlara ayrı alfabe oluşturma, Türkistan ile İdil-Ural Türklerini
her konuda birbirinden ayırma gibi politikalar uygulandığı aktarıldıktan sonra Bolşevik
devriminden sonra da Türk boylarını bölme düşüncesinin Ruslarda azalmadığı ifade
edilmiştir. İdil-Ural Türklüğünün Tataristan ve Başkurdistan olarak bölünmesi bu
isteğin sonucudur. Özellikle Başkurt Türkçesinin yazı dili haline getirilmesi, İdil-Ural
birliğine zarar vermektedir ve Türk boylarına dil oluşturma uygulaması Türkistan’da da
yapılmaktadır. Ruslar, Türklerin birleşmelerinden korktuklarından, Latin alfabesine
geçirilme sürecini, bin yıldır aynı dilde yazanları birbirinden ayırmanın bir yolu olarak
görmüşlerdir. Latin alfabesine karşı çıkanlar Bolşevikler tarafından devrim muhalifi,
İngiliz dostu, eski medeniyeti sevenler olarak suçlanmaktadır. Oysa Türkleri bölmeye
dair niyet hem Çarlık’ta hem de Komünist dönemde aynıdır. Makalede bu bölünme ile
Rusların Türk dilini yeniden düzeltilmeyecek şekle koymayı hesap ettikleri, her
kabileye ve uruğa ayrı bir dil icat ederek bunu “dünyayı cennet yapmanın bir yolu” gibi
gösterildikleri ifade edilmektedir.
Makalenin hemen ardından Türk dünyasının Latin alfabesini kabul etmesi için
Birinci Türkoloji Kurultayı’ndan itibaren çaba sarf eden Bekir Sıtkı Çobanzade’nin
Tuğan Til şiirinin konulması da dikkat çekicidir6.
Latin alfabesinin Türk dünyasında ve özellikle de İdil-Ural bölgesinde
kullanılmaya başlanması üzerine, dergide konu hakkında başka makaleye yer
verilmemiştir. Bu dönemden sonra Latin alfabesine dair yayımlanan haberler 7 okullarda
Latin harfleriyle basılmış kitap; Latin harflerini öğretecek öğretmen ile devlet
kurumlarında bu alfabeyi kullanmayı bilen görevli eksikliği üzerinedir.

3
Bu kişi Yevgeny Polivanov olabilir. Rus dilbilimcidir. Çince, Japonca, Dunganca, Türkçe (Özbek, Kırgız
vb. lehçeler) gibi birçok dil bilmektedir (https://encyclopedia2.thefreedictionary.com
/Evgenii+Polivanov/Erişim tarihi: 01.08.2018).
4
L.İ. Jirkov, Rus dilbilimci, sözlük uzmanı. Bakü’deki kurultaydan itibaren Kiril harflerinin kabulünü
savunmuştur (http://www.anl.az/down/meqale/525/2016/sentyabr/506467.htm/Erişim tarihi: 01.08.2018).
3
İltüzer, “82”lar Ruhına”, 1 Şubat 1929, S. 3, 15.
4
Bekir Sıdkı, “Tuğan Til”, 15 Şubat 1929, S. 4, 13-14.
5
“Tobol Ülkesindeki Tatar Mektepleriniñ Hali”, 1 Mart 1931, S. 3, 20; “Rayonlarda Yaña Elif”, 1 Mart
1931, S. 3., 20-21; “Uku-Ukutu İşleri”, Eylül 1931, S. 9, 23.

88
1933’ten8 itibaren Bolşeviklerin Ermeni, Gürcü ve Yahudiler hariç Sovyetler
Birliği’nin genelinde ve elbette Türk dünyasında Kiril harflerinin kullanılmasına dair
talepleri, Yaña Millî Yul yazarlarının da tartışmaya katılmasına yol açmış ve konu
hakkında beş makale ile iki haber yayımlanmıştır.
Latin harfleri yerine Rus (Kiril) harflerine geçişin gerekçesi Yaña Millî Yul
dergisi tarafından Bolşevik basın organlarından alıntılanan makalelerle verilmiştir.
Dergide bu makalelerin ikisi9 birçok satırın altını çizmek, bazı cümlelerden sonra soru
işareti koymak dışında aynen aktarılmıştır. Bu makalelere göre Kiril alfabesine geçme
isteğinin gerekçeleri şunlardır: işçilerin talebi; ana dildeki Latin ile Rusça derslerindeki
Kiril harflerinin bir arada kullanılmasının öğrencilerde ortaya çıkardığı öğrenme
güçlüğü; teknikte, fen ve kültür alanlarında Ruslar daha ileri olmalarına rağmen Latin
harflerinin bu konularda gelişmeye/medeniyete engel olması. Bahsi geçen makalelerde
dili sadeleştirme yolunun Arap-Fars kökenli kelimelerden kurtularak Kiril alfabesini
kullanmaktan geçtiği de ifade edilmiştir.
A. T. “Tatarstan’da Urus Elifbası” başlıklı makalenin sonunda kısa bir tenkit de
yer almaktadır. Tenkitte yukarıdaki iddiaların yalandan ibaret olduğu; Rusların Latin
harflerini öğretmedeki başarısızlıklarını gizlemek, ana dildeki yayıncılığı bitirmek,
öğretmen ve öğrencileri cahilleştirmek maksadıyla hareket ettikleri belirtilmiştir.
Yaña Millî Yul’daki diğer üç makalede 10 ve iki haberde11 Kiril alfabesi
kullanılmasına itiraz yer almaktadır.
Makaleler İdil-Ural bölgesinin Ruslarla ilk mücadelelerinden örneklerle
başlamaktadır. Daha sonra hem Çarlık hem de Bolşevik döneminde Rusların
maksadının Rus olmayan halkları Ruslaştırmak ve Hristiyanlaştırmak/dinsizleştirmek
olduğu vurgulanır. Makalelerden anlaşıldığına göre bu konudaki ilk çalışma İlminskiy’e
aittir ve başarısız olmuştur. Fakat Ruslar emellerinden vazgeçmediklerinden Bolşevikler
de benzer propagandayı yürütmekte sakınca görmemişlerdir. Bin yıldır kullanılan Arap
harfleri müşterek bir yazı ve medeniyet dili oluşturmuştur. Sovyet matbuatındaki Arap
harflerinin Türkleri medeniyet olarak geride bıraktığı propagandası; Latin harflerine
geçişte Sovyetler Birliği’nin harcadığı para ve emek; Bakü, Taşkent ve Kazan’da
yapılan alfabe toplantılarına verilen destek, Türk boylarının bağımsızlık mücadelesini
engellemek; Türk birliğine, diline, dinine, kültürüne ve medeniyetine darbe vurmak
içindir. Ruslar Türklerin birbirleriyle kültürel bağlarını koparmak, onları milletçiklere
ayırıp güçsüzleştirmek ve medeniyet seviyesi bakımından Afrika vahşileri derecesine
indirmek niyetindeydiler.
Makalelerde Latin harflerini kullanmanın, ısrara rağmen, başarısız olduğu da dile
getirilmiştir. Zaten bu alfabenin tercih edilmesindeki temel sebep, Türklerin medeniyet
seviyesini ilerletmek değil, Kiril alfabesine geçişe bir gerekçe oluşturmaktır. Ruslar Latin
alfabesine geçişte muhaliflerin fikirlerini almalarına, alfabe oluşturmayı yıllara yaymalarına
rağmen Kiril alfabesinin kullanımını emretmişler ve alfabe düzenleme işini misyonerlere
vermişlerdir. Böylece Çarlık yanlısı İlminskiy’in ruhu şad edildiği gibi ayrı ayrı oluşturulan
Kiril harfleri Türk boylarının bağımsızlığını ve birliğini zorlaştıracak;

3
Moskova hükümetinin Kiril harfleri ve Rus imlasının kullanılmasına dair talebi, 15-19 Şubat 1933’te
Moskova’da “SSCB Merkezi İcra Komitesi’nin, Milliyetler Şurası Prezidiyumuna Bağlı Tüm Birliğin
Yeni Alfabe Merkez Komitesi”nin ilk kongresindeki “Tüm Sovyet Halkları İçin Tek Alfabe, Tek İmla”
şiarıyla ortaya çıkmıştır (Aslan, 364. s.).
4
A. T. “Tatarstan’da Urus Elifbası”, Ağustos-Eylül 1938, S. 8-9 (125), 8-10; “Tatarstan’da Urus
Elifbası”, Aralık 1938, 12 (128), 14-20.
5
Ayaz İshaki, “Savyetlerde Türk Halkları İçün Urus Elifbası”, Ekim 1938, S. 10 (126), 1-12; “Urus
Elifbası”, Kasım 1938, 11 (127), 5-6; “Urus Elifbası”, Haziran 1939, 6 (134), 29-31.
6
“Latin Harfi Urınına Urus Harfi”, Ocak 1938, S. 1 (118), 32; “İl Haberleri-Türk Ülkelerinde Rus
Elifbası”, Nisan 1939, 4 (132), 31.

89
çalışanları Rusça bilmeden bir iş yapamaz vaziyete sokarak Ruslaştırmanın önünü
açacaktır.
Türk Diliyle İlgili Makale ve Haberler
Yaña Millî Yul’da derginin yayımlandığı dönemlerde düzenlenen Türk dili
kurultayları; Türkoloji’ye hizmet veren kişiler; dil, tarih vb. alanlarda yayımlanan
eserler hakkında da makale ve haberler vardır. Dergide, Rusların Tatar Türkçesine
müdahalesiyle ortaya çıkan problemlere de dikkat çekilmektedir. Bu problemler yalnız
Tatar Türkçesinin değil, o dönemde Sovyetler Birliği’nin müdahalesine maruz kalan
diğer Türk lehçelerinin de durumunu yansıtmaktadır.
Türk diliyle ilgili yayınların ilk grubunu, sözlük ve alfabe faaliyetleri
oluşturmaktadır. Bu makale ve haberlerde Cemaleddin Velidi’nin Tatar Türkçesi
Sözlüğü, Kazan’da yayımlanan Rusça-Tatarca Sözlük, Sadri Maksudi’nin Türk Dili İçin
adlı kitabı, Mukden’de yayımlanan Türk-Tatar Elifbası hakkında kısaca bilgi
verilmiştir12.
Türk dili üzerine çalışma yapan W. Bang13 ile A. N. Samoyloviç 14 de dergide
hakkında haber bulunan araştırmacılardır. W. Bang’ın doğumunun 60 ve 65. yıl
dönümlerinde hayat hikâyesi ve eserlerine yer verilmiştir. A. N. Samoyloviç’le ilgili
haber ise tutuklandığına dairdir.
Dergide, Bakü’deki Birinci Türkoloji Kurultayı (1926) hakkında bir makale 15;
İstanbul’daki İkinci (1934) ve Üçüncü (1936) Türk Dili Kurultayları için de iki haber 16
mevcuttur. Birinci Türkoloji Kurultayı ile ilgili makalede önce Köprülü, Barthold,
Törekulov, Çobanzade gibi 37 âlime ait bildirilerin isimleri verilmiş; önemli bilim
adamlarının toplantılara katılması, kurultaydaki ciddiyetin bir göstergesi olarak
değerlendirilmiştir. Şakir Yusuf’a göre kurultay, Türklüğün kader ve kültür birliğini
sağlamak için önemli bir adımdır. Yazar, Rusça konuşma ve tartışmalar kayıt altına
alınmasına rağmen Türkçe olanların kaydedilmemesini toplantının eksiği olarak
eleştirmiş, Sovyetler Birliği’nin hangi gerekçeyle bu toplantının düzenlenmesine
öncülük ettiği sorusunu başka bir makalesinde cevaplayacağını söyleyerek yazısını
sonlandırmıştır.
İstanbul’daki Türk dili kurultaylarıyla ilgili haberlerde ise katılımcılar ve bunlara
ait bazı konuşmalar dışında bilgi yer almaz.
Yaña Millî Yul dergisinde dil problemlerini ele alan yedi makale mevcuttur. 17
Bu makalelerde Tatar ve Başkurt Türkçelerindeki eğitim temel problemdir. Bu konuyla
ilgili makaleler 1935-1939 arasında yoğunlaşmaktadır. Zira tam bu dönemde Sovyetler
Birliği’ndeki okullarda Rusça eğitim zorunlu hale getirilmiş, Rusça bilmeyenlerin işe
girmeleri engellenmiştir. Dergi, Bolşeviklerin zihniyetini ortaya koyması bakımından
Bolşevik Tatar basınında Rusçanın öğretilmesi üzerine yazılan iki makaleyi aynen
yayımlamıştır. Kızıl Tatarstan gazetesinden aktarılan bir makalede Rus dili ve
edebiyatının siyasi ve kültürel ehemmiyeti övülmüş; Rusçanın halkı uluslararası alanda

3
K. T., “Tatar Tiliniñ Tolu Süzligi”, 1 Temmuz 1929, S. 13, 16-17; Ş. Y., “Yaña Kitaplar”, Mayıs 1931,
S. 5, 14-17; “İdaremizge Kilgen Kitaplar”, Aralık 1935, S. 12 (94), 33; “Rusça-Tatarca Lügat”, Ocak
1939, S. 1 (129), 32; “Rusça-Tatarca Lügat”, Mart 1939, S. 3 (131), 31.
4
Saadet İshaki, “Türkolog Profesör Bang”, 1 Ağustos 1929, S. 14-15, 15-17; “Türkolog Profesör Bang”,
Eylül 1934, S. 9 (80), 8.
5
“Türli Haberler-Samoyloviç Tutulğan”, Nisan 1938, S. 4 (121), 32.
6
Şakir Yusuf, “Güniñ Soravları Aldında”, Aralık 1932, S. 12, 9-13.
7
“İkinçi Til Kurultayı”, Eylül 1934, S. 9 (80), 8; “Üçünçü Til Kurultayı”, Eylül 1936, S. 9 (102), 26.
8
Bozkurd, “Til Meselesi”, Şubat 1935, S. 2 (85), 18-22; Bozkurd, “Til Meselesi”, Ocak 1936, S. 1 (95),
9-14; “Til Yasıylar”, Şubat 1937, S. 2 (107), 32-33; “Til Meselesi”, Nisan 1937, S. 4 (109), 6-9; Kutlu
Muhammed, “Til Siyaseti”, Haziran 1938, S. 6 (123), 7-10; “Til Meselesi”, Ağustos-Eylül 1938, S. 8-9
(125), 10-11; “İl Haberleri-Halkımıznı Ruslaşdıru Avır Baradır”, Ocak 1939, S. 1 (129), 29-30.

90
eğitmek için kutlu bir vasıta hatta dünya inkılâbının dili olduğu vurgulanmış ve millî
kadroların yetiştirilmesinde gerekli şart olduğu iddia edilmiştir (Kutlu Muhammed, 9.
s.). Metni alıntılayan Kutlu Muhammed, makalenin sonunda Rusya’nın bütün dünyayı
aldattığını, “Milletlere bağımsızlık verme, millî gelişmeye yardım etme” ve “İçte
birlikte sosyalistlik, dışta birlikte millîlik” denilen aldatmanın açıkça ortaya çıktığını
ifade ettikten sonra “Ekmeği ağızdan çekip almak mümkün olsa da konuşulan dili çekip
almak zordur.” cümlesiyle Rusların başarıya ulaşamayacaklarını vurgulamaktadır
(Kutlu Muhammed, 10. s.).
Dergide yayımlanan diğer makalelerde, İdil-Ural bölgesindeki Tatar ve Başkurt
Türklerinin ana dilde eğitimle ilgili yaşadıkları sıkıntılar ele alınmıştır. İlkokuldan
itibaren Rusça derslerinin birinci sırada olması, ortaokul ve lisede ise ana dilde eğitimin,
Bolşevikler iktidara gelirken büyük vaatlerde bulunmalarına rağmen, dördüncü sıraya
inmesi bu sıkıntıların sebebi olarak gösterilmiştir.
Dergideki yazılardan anlaşıldığına göre sekiz yıl içinde gerçekleşen iki alfabe
değiştirme kararından sonra Tatar Türkçesinde Arap harfleri kullanılırken çok az
rastlanan gramer-imla problemleri ortaya çıkmıştır. Yeni dönemde, dil yapısına uzaklığı
dikkate alınmadan Tatar Türkçesinin Rusçaya yakınlaştırılmaya çalışılması, dil
meselesini gençler için içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Makalelerin dikkat çektiği problemlerden biri de Tatar Türkçesinde Rusça
terimlerin hâkimiyetinin artmasıdır. Zira yalnız ilim ve teknoloji alanındaki yeni
terimler için değil, Arapça-Farsça olan diğer terimler de atılarak yerlerine Rusçaları
kullanılmaya başlanmıştır. Bolşeviklerin çıkardıkları kanun ve emirleri tercüme
edenlerin ana dillerini iyi bilmemesi, terimleri Rusçadan aynen alarak kullanmaları, eski
terminolojiyi kullananların milliyetçi ve burjuva olmakla suçlanması sebebiyle
tercümeler okunup anlaşılır olmaktan çıkmıştır.
Bu makalelerde ana dilde gazeteciliğin baskı altında olduğu ve yazarların kendi
fikirlerini yazamadığı da üzerinde durulan konulardandır.
Yaña Millî Yul’da ana dildeki eğitime yönelik öğretmen ve derslik problemleri
hakkında ise beş haber mevcuttur18. Bu haberlerde Tataristan genelinde Rus dili
öğretmeleri için kurslar açılmasına ve 100’den fazla uzman gönderilmesine rağmen,
Tatar Türkçesi derslerini verecek yeterli öğretmen ve ders kitabının olmayışı,
öğrencilerin ve ailelerinin Kiril alfabesiyle yapılan eğitime karşı oluşları anlatılmıştır.
Sonuç
Yaña Millî Yul, işgal altındaki ülkesinden ayrı düşen; vatan, millet, din, dil, özellikle
de bağımsızlık hasreti ile yanıp tutuşan; çoğunluğu İdil-Ural Türklerinden aydınları bir
araya getiren bir dergidir. Derginin sahibi ve başyazarı Ayaz İshaki ile diğer yazarlar, alfabe
değişimi ve Türk diliyle (özellikle Tatar Türkçesi) ilgili problemleri 1552’de Kazan’ın
işgalinden sonra başlayan Türk-Rus mücadelesinin bir parçası olarak görmüş ve bu
konulardaki tartışmalarda taraflarını seçmişlerdir. Alfabe ve dilde birlik, bu mücadelenin
başarıya ulaşması için zorunlu görüldüğünden Türk boylarının Bolşevikler tarafından Latin
alfabesine geçirilmesiyle ilgili tartışmalarda Yaña Millî Yul dergisi ve yazarları Arap
harflerinden taraf olmuşlardır. Dergideki yazılardan, bu teşebbüsün Rus Çarlığı zamanından
beri Türk boyları üzerinde oynanan bir oyun olduğunun düşünüldüğü anlaşılmaktadır.
Türkiye’de 1928’de kabul edilen Latin harfleriyle ilgili olarak dergide malumat yoktur.
Sadece harf devrimiyle ilgili bir kutlamadan bahsedilmiş, Türkiye’nin konuyla ilgili tutumu
karşısında suskun kalma tercih edilmiştir.

3 “İdil-Ural Haberleri, İlimizde Oku Okutu İşleri”, 1 Mart 1931, S. 3, 19-20; “Tobol Ülkesindeki Tatar
Mektepleriniñ Hali”, 1 Mart 1931, S. 3, 20; “Rayonlarda Yaña Elif”, 1 Mart 1931, S. 3, 20-21; “Uku-
Ukutu İşleri”, Eylül 1931, S. 9, 23; “Rusça Tilinde Derslikler”, Şubat 1939, S. 2 (130), 32.

91
Dergide 1937’den itibaren Latin harflerinin Kiril’le değiştirilmesine dair
Sovyetler Birliği’nin yaptığı baskılar da kaleme alınmıştır. Dergi yazarları Latin
alfabesine olduğu gibi Kiril alfabesine de karşı çıkmışlardır. Çünkü Tatar Türkleri Arap
harfleriyle yüksek bir medeniyet meydana getirmişlerdir ve hem Latin hem de Kiril
alfabeleri bu medeniyeti yok edecektir. Üstelik Ruslar da 350 yıldır Kazan Tatarları ve
diğer Türk boylarında elde edemedikleri başarıya ulaşmış olacaklardır.
Yaña Millî Yul’daki yazılardan, Türk diliyle ilgili araştırmaların takdirle
karşılandığı görülmektedir. Fakat dergi politikası gereği dil yazılarındaki yoğunluk,
alfabe tartışmalarında olduğu gibi, İdil-Ural bölgesi üzerinedir. Rusların dil politikası
sıklıkla eleştirilmiş, bunun neticelerinin ne kadar ağır olacağı hemen her
makalede/haberde vurgulanmış, diğer Türk bölgelerinde de benzer problemlerin
yaşandığına dikkat çekilmiştir. Ana dilde konuşma, yazma, bilim üretmeye; müşterek
alfabe ve yazı dilinin kullanılmasına en büyük engel Ruslar ve onların dayattığı
Rusçadır. Bolşeviklerin başlangıçtaki vaatlerini unutarak Kiril alfabesi ile Rusça
derslerindeki dayatmaları, İlminskiy düşüncesinin devam ettiğini göstermektedir. Yaña
Millî Yul ile diğer muhacir Türk basını, Ruslaştırmanın ve Hristiyanlaştırmanın önünü
açtığını düşündükleri bu kararlara şiddetle karşı çıkmış; İsmail Gaspıralı’nın “dilde
birlik” fikrinin siyasi birliği sağlayacağına inanmışlardır. Bu yüzden Yaña Millî Yul
dergisi 1939’da kapanana kadar Türk-Tatar alfabesi olarak ifade edilen Arap harflerini
benimsemiştir.
Yaña Millî Yul’daki alfabe ve dil yazıları, özelde İdil-Ural bölgesini, genel de ise
Türk dünyasını kapsayacak şekilde dönemin tartışmalarına ışık tutmuştur. Ayrıca dergi
yazarları, Rusların çeşitli konulardaki politikalarını ve bu politikaların Türk lehçelerinde
yaratacağı problemleri başından beri görmüş, yazılarıyla halkı aydınlatmışlardır.
KAYNAKLAR
AÇIK, Fatma (2006) “Yaş Türkistan Dergisi’nde Dil Meseleleri” Türk Dünyası Dil ve
Edebiyat Dergisi, 22. S, 23-38. s. (http://www.tdk.gov.tr/images/200622acik.pdf/Erişim
tarihi: 10.07.2018)
ASLAN, Betül (2009) “Sovyet Rusya Hakimiyetinde Yaşayan Türklerin Ortak
“Birleştirilmiş Türk Alfabesi”nden “Rus Kiril” Alfabesine Geçirilmesi” A. Ü. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 40. S., 357-374. s.
ÇAĞATAY, T. vd. (1979) Muhammed Ayaz İshaki – Hayatı ve Faaliyeti, Ayyıldız
Matbaası, Ankara
DEMİRCİ, Ümit Özgür (2011) “Türk Dünyasında Latin Alfabesine Geçiş Süreci
(Geçmişten Günümüze)” Türk Yurdu Dergisi, 31. c. 287. S., 225-229. s.
ERBİRSİN, Derya Hamiye (2018) “Millî Yul ve Yaña Millî Yul Dergilerinde Millî
Kimliğin Söylemsel İnşası” Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 15. c., 1. S., 62-81.
s.
GÜNDOĞDU, Abdullah (2014) “Türk Dil Birliğinin Sonbaharı (1926-1941 Latin Alfabesi
Dönemi)” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 54. S.,
1-18. s. (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1973/20618.pdf/Erişim tarihi:
12.07.2018)
http://www.anl.az/down/meqale/525/2016/sentyabr/506467.htm /Erişim tarihi:
01.08.2018
http://www.tufs.ac.jp/common /fs/asw/tur/htu/list2.html#y/Erişim tarihi: 10.04.2018
https://encyclopedia2.thefreedictionary.com/Evgenii+Polivanov Erişim tarihi:
01.08.2018
İSHAKIY, Gayaz (1998) Eserler 1 Povestlar hem Hikeyeler (1899-1908), Tatarstan
Kitap Neşriyatı, Kazan

92
İSHAKIY, Gayaz (2003) Eserler 4 Pisalar (1900-1918), Tatarstan Kitap Neşriyatı,
Kazan
İSHAKIY, Gayaz (2009) Eserler 5 Hikeyeler, Povestlar, Pisalar (1920-1947), Tatarstan
Kitap Neşriyatı, Kazan
İSHAKIY, Gayaz (2005) Eserler 6 Publistika hem Edebî Tenkıyt Mekaleleri (1902-
1914), Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan
İSHAKIY, Gayaz (2008) Eserler 7 Publistika (1915-1916), Tatarstan Kitap Neşriyatı,
Kazan
İSHAKIY, Gayaz (2001) Eserler 8 Gayaz İshakıynıñ Tormışı hem İcatı Turında
Zamandaşları (1898-1917), Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan
İSHAKIY, Gayaz (2012) Eserler 9 Publistika (1917-1926), Tatarstan Kitap Neşriyatı,
Kazan
İSHAKIY, Gayaz (2011) Eserler 11 Publistika (1934-1936), Tatarstan Kitap Neşriyatı,
Kazan
İSHAKIY, Gayaz (2012) Eserler 12 Publistika (1937-1938), Tatarstan Kitap Neşriyatı,
Kazan
KARA, Funda (hzl) (2014) Ali İlhami Türkçe Yazı ve Latin Harfleri, Atatürk
Üniversitesi Yayınları, Erzurum.
ÖZKAN, Nevzat (2013) “Türk Dili ve Latin Alfabesi”, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, 206. S., 351-362. s. (http://uvt.ulakbim.gov.tr/uvt/index.php?
cwid=9&vtadi=TSOS&c=ebsco&ano=185898_7fe69e046a6f7afe4092b261e1460187&
?/Erişim tarihi: 15.08.2018).
SEHAPOV, Ehmet (1997) İshakıy hem XX Gasır Tatar Edebİyatı, Tatar “Miras” Kitap
Neşriyatı, Kazan
ŞAHİN, Erdal (2003) “Kazan Tatar Türklerinin Latin Alfabesi Mücadelesi”, Türk
Dünyası Tarih Kültür Dergisi, 199. S., 42-45. s. (http://turkoloji.cu.edu.tr/CAGDAS
%20TURK%20LEHCELERI/erdal_sahin_kazan_tat
ar_turkleri_latin_alfabesi.pdf/Erişim tarihi: 15.08.2018)

HAREKET FİİLLERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ


1
Dr. Mevlüt ERDEM
Özet
Cümle kuruluşunda en önemli görevi üstlenen fiillerdir ve geleneksel çalışmalarda
fiiller ve fiillerle ilgili sınıflandırmalar çeşitli yöntemsel sorunları beraberinde getirir ve
yapılan tanımlamalar fiil sınıfının anlamsal özelliklerini ve sınıflandırmasını yansıtmaktan
oldukça uzaktır. Bu çalışmada önemli bir fiil sınıfı olan hareket fiilleri genel hatlarıyla
incelenmiştir. Tipolojik çalışmalar ‘hareket fiilleri’nin dillerdeki kullanımlarının
farklılaştığını göstermiştir. Uydu-çerçeveli dillerde (İngilizce gibi) hareket fiili, anlamsal
olarak hareketin tarz anlamını üzerinde toplar ve yol bilgisini de bir uydu (partikel) ile
sağlar. Diğer taraftan fiil-çerçeveli diller, hareket fiilinin yolu/yönü bir fiille sağlanır, fiilin
tarzı da cümleye eklenen seçimlik bir unsurla verilir. Tipolojik bulgular, Türkçedeki hareket
fiillerinin ‘fiil-çerçeveli’ olduğunu göstermiştir. Levin’den hareketle yapılan Türkçe hareket
fiilleri sınıflandırmasında ‘doğasında yön anlamı olan hareket fiilleri’ ve ‘tarz bildiren
hareket fiilleri’ iki önemli grubu oluşturur.
Anahtar kelimeler: Fiiller, hareket fiilleri, ontolojik fiil sınıflandırması, fiil-çerçeveli
diller, uydu-çerçeveli diller.
Giriş

3 Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçleri ve Edebiyatları Bölümü

93
Bir dilin zihinsel sözlüğünün en önemli kelimeleri olan fiiller, anlamsal ve
morfosentaktik özellikleri açısından diğer sözcüklerden ayrılır. Fillerin geleneksel
çalışmalarında çok temel anlamsal ve morfosentaktik özellikleriyle ele alınması onları
anlamada yeterli değildir ve bu yüzden fiillerin anlambilimsel yaklaşım ve
çözümlemelerle yeniden inclenmesi ve değerlendirilmesi gereklidir. Bu çalışmada fiil
sınıflandırması içinde önemli bir yere sahip olan hareket fiillerine ve bu fiil sınıfının
Türkçede sergilediği sözdizimsel ve anlamsal özelliklerine odaklanılacaktır. Çalışmanın
başında hareket fiillerinin dillerdeki farklı kullanımları örneklerle verildikten sonra
Türkçedeki hareket fiilleri için ontolojik bir sınıflandırma denemesi yapılacak ve bu fiil
sınıflarının anlambilimsel ve sözdizimsel özellikleri incelenecektir.
Dil Biliminde Hareket Fiilleri
Cümlenin anlamı fiilin etrafında biçimlenir. Anlamsal olarak cümlenin ana
unsuru genellikle fiil olan yüklemdir (predicate). Cümlenin anlamı fiilin etrafındaki
unsurlarla tamamlanır. Fiilleri, çeşitli açılardan sınıflandırmak mümkündür. Örneğin,
anlamsal açıdan fiiller, gösterdikleri / ifade ettikleri olay açısından gruplandırılabilir (fiil
sınıflandırmaları için bk. Erdem, 2016). Böyle bir sınıflandırma ontolojik bir
sınıflandırmadır. Bilindiği gibi bir iş, bir değişme anlamına sahip olan ve genellikle bir
fiille tanımlanan olay (event) ve varlık (thing) iki büyük ontolojik kategoridir ve bunlar
kendi içlerinde oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir (ayrıntı için bk. Murphy, 2010).
Prototip fiil anlamı hareket/devinimle özdeştir ve tipik olarak zaman içinde çok
değişkendir (time-unstable). Fiilleri, ontolojik olarak ifade ettikleri anlamlar dikkate
alınarak bazı genellemeler yapılabilir. Birçok benzer üyeye sahip bazı fiiller (çık-, in-,
ayrıl-, koş-, düş- vb.) benzer genel bir fiil grubunu oluşturur ve bunlar hareket fiilleri
(motion verbs) adı altında yer alır. Hareket fiilleri mekânsal ortamda bir değişiklik
sergileyen, bir şeyin bir yere gitmesi anlamı içeren, sayıları oldukça fazla olan
sözcüklerdir. Anlamları da çeşitli yollarla genişleyen bu fiiller, dinamik fiiller grubunda
yer alır.
Kavramların kelimelerle ilişkisi oldukça karmaşıktır. Kavramlarla kelimelerin
arasındaki ilişkinin birebir olduğu durumlar oldukça azdır. Hareket fiilleri kavramsal
ilişkileri göstermek için oldukça iyi bir alandır. Türkçe hareket et- fiilinin anlamı
düşünüldüğünde bu fiilin sadece genel bir hareket/motion kavramını kodladığı
söylenebilir. Diğer taraftan git- (genel bir fiil) fiili ise hareket ve yön/direction
kavramlarıyla birleşir. Diğer taraftan koş- fiili yön, hedef/goal ifade etmez, tarz/manner
(hızlı bir şekilde) ve araç/ instrument (ayaklarla) ifade eder (Ježek, 2016: 7).
Hareket fiilleri dil biliminde çok çalışılan bir alandır. Bu alanın en önemli
araştırmacısı Talmy’dir. Hareket fiilleri araştırmalarının, tipolojik genellemenin
Talmy’le (Talmy, 2000; Talmy, 2007) başlayıp daha sonra genişlediği söylenebilir.
Türkçedeki hareket fiillerinin edinimi de çeşitli çalışmalarda (Slobin, 2004; Slobin,
2006) incelenmiştir.
Dillerde Hareket Fiilleri
Hareket fiillerinin kullanım biçimleri dillere göre farklılık gösterir ve bu tipolojik
farklılıklar birçok çalışmada incelenmiştir. Örneğin, Almancada İngilizcede olduğu gibi
genel anlamlı bir go fiili yoktur, bunun yerine hareket+araç (motion+instument) anlamı
içeren hareket fiilleri vardır, gehen ‘go by foot’, fahren ‘ride a vehicle’ ve reiten ‘ride a
horse’ (Ježek, 2016: 8-9).
Almanca hareket fiillerini farklı şekilde kullanır, bu dilde hareketin tarzı (manner of
motion) belirtilmelidir. Fakat böyle bir zorunluluk Fransızca ve İngilizcede yoktur.
Almanca bir konuşur fahren (‘to drive with a boat, car, ship’), gehen (‘to go on foot’),
fliegen (‘to fly’), stellen (‘to put in an upright position’), setzen (‘to put in a sitting
position’) veya legen (‘to lay’) fiillerinden birini seçmek zorundayken aynı ifade için

94
Fransızca konuşur çok genel birkaç fiilden, aller ‘to go’ veya mettre ‘to put’ fiillerinden
birini seçer (De Knop & Gallez, 2013: 28).
Benzer bir karşılaştırmayı İngilizce ve Fransızca arasında yapılabilir. Bir İngilizce
konuşur hareketin tarzını ve yönünü/yolunu bir cümlede birleştirebilir: He ran across the
street gibi. Fakat bir Fransızca konuşur bunu iki cümle kurararak ifade eder. Ya il a
traversé la rue en courant ‘he crossed the street running’, veya il a traversé la rue et il a
couru ‘he crossed the street and he ran’ şeklinde söyleyebilir (Gullberg, 2013: 420).
Hareket Durumunun İçerdiği Unsurlar
Talmy (2007: 66) filleri (daha özel anlamıyla hareket fiillerini) açıklarken
anlamsal kavramları kullanır. Bunlar hareket/motıon, yol/path, nesne/fıgure, yer/ground,
tarz/manner ve neden/cause kavramlarıdır. Talmy, bir hareket durumu/olayının (motion
event) dört unsur içerdiğini söyler. Bir hareket durumu bir nesne’den oluşur ve bu nesne
başka bir yere (the reference-object veya ground) doğru hareket eden veya
konumlandırılmış bir nesnedir. Nesne, hareket eden veya kavramsal olarak hareket
edebîlen nesneyi gösterir. Bir hareket durumu/olayı, nesne ve yer (ground) yanında yol
(path) ve tarz (motion) bileşenlerini de kapsar. Yol, yer nesnesine göre nesnesinin takip
ettiği veya doldurduğu yerdir. Hareket, olaydaki hareket veya yer belirleme
mevcudiyetini ifade eder. Hareket, hareketin kendisinin varlığına işaret eder. Hareket
olayı, başka bir nesneye göre hareket eden veya konumlandırılmış bir nesneden oluşur
(Talmy, 2007: 71). Bu nitelikler aşağıdaki gibi kısaca sıralanabilir:
Başka bir varlığa doğru hareket eden bir nesne (figür)
Bir referans varlığı veya yer
Figürün hareketinin yönü, yolu
Nesnenin posizyonundaki değişme, hareket (Fanego, 2012: 30).
Bu kavramları İngilizce bir örnek üzerinden açıklayabiliriz:
He NESNE went HAREKET into YOL (the room YER).
Yukarıdaki örnekte fiil ‘hareket’i, özne (he) nesne’yi, into yol’u ve the room ise
yer’i karşılamaktadır. Yukarıda verilen örnek tek bir hareketi, yani hareketin bir yönünü
gösterir ve bu yön into kelimesiyle, yol bilgisiyle sağlanmıştır.
Aşağıdaki örnek yukarıdaki örnekten oldukça farklıdır. Bir cümlede kompleks
bir durumu kodlayan cümleler, hareket yanında genellikle tarz ifadesi de taşırlar. Bir
‘hareket durumu’ dışsal bir eş-olayla (co-event) ilişkili olabilir.
The pencil rolled off the table. (Talmy, 2007: 71)
Bir hareket durumu/olayı, bir ‘nedensellik’ (cause) ilişkisi içinde de olabilir. The
pencil blew off the table örneğinde fiil ‘hareket’ anlamıyla birlikte ‘nedensellik’ anlamı
da taşır.
Hareket Fiillerinin Tipolojisi
Hareket fiillerinin dillerdeki kullanımı sistemli bir şekilde farklılaşır. Bu
tipolojik farklılaşma özellikle hareketin tarzının kullanımıyla ilgilidir. Bazı dillerde
hareket fiili ‘hareket’ ve ‘tarz’ anlamlarını birlikte yansıtırken bazı dillerde fiilin tarz
anlamı fiilin dışında başka bir unsurla sağlanır.
Uydu-çerçeveli (Tarz-tipi) diller
Germen, Slav, Kelt, Fin-Ugor dilleri, hareket fiillerini kullanma noktasında
birbirlerine benzer ve literatürde bu diller satellite-framed languages, satellite-framing,
S-framed languages, manner-type languages gibi adlandırmalarla bilinirler. Bu dillerde
ana fiil, hareketin nedenini veya durumunu üzerinde toplar. Yol bilgisi ise bir
uyduyla/partikelle (satellites) sağlanır.
Burada uydu kelimesiyle kastedilen şey ad öbeği ve edat öbeği dışındaki herhangi
bir yapı, partikeller veya eklerdir (Mani & Pustejovsky, 2012: 8). Uydu sözcükler;
genellikle ad, fiil ve edatlarla işlev yönüyle kısmen benzerlikler taşırlar ve fiille ilişkili

95
biçimlerdir. Yani hareket durumu/olayı hareketin tarzıyla birleşir ve hareketin yolu ise
fiile bağlı bir uyduyla (partikel veya bir zarf ile) açıklanır. Fiil köküyle uydusu arasında
bir bütünlük oluşur (Brinton & Traugott, 2005: 155; Talmy, 2007: 141).
Aşağıdaki örnekler uydu-çerçeveli dillerdeki durumu örneklendirir. Bu örnekteki
fiiller hareketin durumunu ana fiil içinde gösterir ve yol ise uydu olan down kelimesi ile
verilir.
The rock rolled down the hill. (Mani & Pustejovsky, 2012: 9)
0ran down the stairs. (Fanego, 2012: 29-30)
Yukarıdaki örneklerdeki hareket ve tarz birleşmelerini bu cümleleri ayrıştırarak
gösterebiliriz. Birinci örnekte hareket fiili (roll), genel anlamıyla ‘inme, hareket etme’
anlamı taşır. Diğer taraftan bu inme işlemi bir ‘yuvarlanma’ tarzıyla gerçeklemiştir.
İkinci örnekte de birinci örnekte olduğu gibi bir ‘inme’ hareketi vardır ve bu hareket
‘koşma’ tarzıyla gerçekleşmiştir. Uydu-çerçeveli dillerde bu tür kullanımlar oldukça
temeldir ve konuşma dilinde tercih edilen biçimlerdir.
Tarz-tipi dillerde bazı fiiller yol-tipi gibi de davranabilir. İngilizcede hareket
fiilleri genellikle tarz-tipi özelliği gösterirken enter, arrive, ascent, descend, cross, pass,
circle, advance, proceed, approach, arrive, depart, return, join, separate, part, rise,
leave, near, follow gibi fiillerle yol-tipi örneklerine de sahiptir.
Bu dillerde hareket, aşağıdaki örneklerde görüldüğü gibi, fiile bir uyduyla bağlı
olan bir partikelle ve hareketin tarzı da fly, flatter ‘flaps’, springt ‘jump’ gibi bir fiille
sağlanır. Örneğin:
İngilizce: an owl flew [out of] the hole in the tree
Almanca: da kam ne Eule [raus]geflattert
Flemenkçe: dan springt er een uil uit het gat.

Diğer taraftan Türk, Latin, Sami dilleri, Bask dili, Yunanca, Korece ve Japonca,
Tamil, Nez Perce, Caddo vb. diller, hareket fiillerini tarz-tipi dillerden farklı kullanırlar
ve bu diller verb-framed languages, V-languages, path-type languages olarak bilinir. Bu
dillerde ‘hareket’ ve ‘yol’ anlamı fiilin bizzat kendisiyle verilir. Eğer ‘tarz’ veya
‘nedensellik’ aynı cümle içinde açıklanacaksa bunlar genellikle zarf veya zarf-fiil
biçimiyle sağlanır (Talmy, 2007: 88). Yani, ‘hareketin yolu’ cümlenin fiiliyle (gir-, çık-
gibi) verilir ve ‘tarz’ ise cümleye eklenen ve çoğu zaman seçimlik bir unsurla, öbekle
açıklanır (Brinton & Traugott, 2005: 155; Kramsch, 2004: 245). Konuyla ilgili
Fransızcadan ve İspanyolcadan gelen örnekler aşağıdadır:
Fransızca: le hibou il sort de son trou
‘The owl exits its hole.’
İspanyolca: sale un buho ‘exits an owl’ (Kramsch, 2004: 245).
İspanyolca: La botella entró a la cueva (flotando)
the bottle moved-in to the cave (floating)
‘The bottle floated into the cave’. (Fanego, 2012: 9)
Örneklerde de açıkça görüldüğü gibi cümlelerin fiilleri hareketle birlikte ‘yol’
bilgisini de içermektedir. İspanyolca örneğin ‘tarz’ ifadesi parantez içinde yer alan
başka bir fiille, seçimlik bir unsurla, sağlanmıştır. Japoncadaki hareket fiillerinin
kullanımı Fransızca ve İspanyolcaya benzer. Bu örnekte de, yukarıdaki örnekler gibi,
‘hareketin yolu’ ana fiille sağlanmıştır.
Shojo-ga heya-ni odori-nagara haitta
kız odaya dans et-ken girdi.
‘The girl entered the room while she was dancing.’ (Saville-Troike, 2012: 65)
Hareket+Figure

96
Yukarıdaki grupların dışında yer alan diğer önemli bir grup da fiil anlamının
‘hareket’ ve ‘nesneyi’ (Figure) kapsadığı gruptur. Bu özelliklere sahip diller, hareket
eden ya da konumlanmış çeşitli nesneler ya da materyalleri ifade eden fiillere sahiptir.
İngilizce kılıcısız (non-agentive) olan (to) rain ‘yağmak’ fiilinin anlamı hareket eden,
yere düşen yağmuru da karşılar. Kuzey California Hokan dillerinden olan Atsugewi
dilinde bu grubu iyi örneklendirir. Örneğin bu dildeki -lup- fiil kökü; ‘küçük, parlak,
küresel bir nesneyi taşımak, yerleştirmek’ anlamıyla kullanılır (Talmy, 2007: 96).
Türkçe Hareket Fiilleri
Türkçe çeşitli çalışmalarda parça parça da olsa bazı fiil gruplarıyla ilgili
ontolojik fiil sınıflandırması örnekleri görülür. Levin’in (1993) İngilizcede yaptığı
sınıflandırmaya ve fiil değişimlerine benzeyen bir sınıflandırma denemesi Türkçede
henüz yapılmamıştır. Bu bölümde Levin’in İngilizce için yaptığı ontolojik hareket
fiilleri sınıflandırması Türkçeye uyarlanmaya çalışılacaktır. Levin (1993: 263-270)
çalışmasında hareket fiillerini altı grupta verir. Bu fiillerin Türkçedeki temel
özelliklerini Levin’den hareketle aşağıdaki gibi kısaca açıklanıp örneklendirebiliriz:
1) Doğal yön anlamlı hareket fiilleri
Bu fiil grubuna ayrıl-, çık-, dön-, düş-, geç-, gel-, gerile-, gir-, git-, ilerle-, in-,
kaç-, tırman-, var-, yüksel- gibi örnekler verilebilir. Bu fiillerin anlamları,
kök/gövdelerinde açık bir morfem olmadan bile hareketin yön bilgisini barındırır.
Doğal yön anlamlı hareket fiillerinin iki önemli özelliği vardır. Birincisi bu
fiillerin anlamı, yol-işlevli veya yol ve yer bilgisini içerebilir. Örneğin çık-, yüksel-
fiilleri yukarı yönlü bir hareketi; in-, düş- gibi fiiller aşağı yönlü bir hareketi; var- bir
yere doğru varmayı (yön-yer); ayrıl- bir yerden çıkmayı (yön-yer); çık- bir yerin içinden
çıkmayı (yer-yön); gir- bir şeyin içine doğru (yön-yer); gel- bir yere doğru gelmeyi
(yön-yer); git-bir yere doğru varmayı (yön-yer) bildirir. İkincisi, tarz anlamı bu fiiller
için ilgili değildir ve semantik gösterimlerinde tarzla ilgili bir bilgi bulunmaz (Pinker,
1989: 224). Gel- fiili doğal yön anlamlı bir hareket fiilidir ve bir insan bir yere koşarak,
yürüyerek, zıplayarak gelebilir. Bu açıdan bakıldığında doğal yön anlamlı hareket fiilleri
tarz anlamı olan hareket fiillerini kolaylıkla alabilirler.
Fiilin içindeki yön bilgisi sözlülerdeki tanımlarda da açıkça görülür. Örneğin
Güncel Türkçe Sözlükte çık- fiili için verilen birinci anlam ‘içeriden dışarıya varmak,
gitmek’ şeklinde; ilerle- fiili için verilen birinci anlam ‘bulunduğu yerden daha ileriye
gitmek, yol almak’ biçimindedir (GTS). Bu grupta yer alan fiiller hareketin tarzını ifade
etmez. Bu fiiller, hareketin yolunu, kaynağını ve hedefini kodlama yönüyle farklılaşır.
Sözdizimsel olarak bakıldığında, hareket fiili genellikle bir noktadan ayrılmayı gösteren
-DAn durum ekiyle işaretlenir. Aşağıdaki cümle Bu tür bir kodlamayı verir.
Adam yorgun adımlarla konaktan çıktı.
Hareketin yönü/yolu bir noktaya varma, inme, düşme biçiminde ise hareket fiili -
A durum ekiyle kodlanır. Bu tür kullanımlara örnekler aşağıdaki gibidir:
Ertesi gün aynı yoldan Denizli’ye geri döndük.
Uçan kuş bahçeye düştü.
Bu gruptaki bazı hareket fiillerinin etkisi başka bir nesneye etki etmez. Aşağıdaki
örneklerde görüldüğü gibi bir yere ulaşma/varma, bir yerden ayrılma anlamları yoktur.
Ali geriledi.
Araba durmadan ilerliyordu.
Güneş iyice yükselmişti.
Doğasında yön anlamı olan hareket fiilleri anakkuzatif (unaccusative) fiilleridir
(Türkçede geçişsiz fiillerin ayrımıyla ilgili bk.Erdem & Pılgır, 2017).

97
2) Ayrılma Fiilleri
Bu grupta birkaç fiil (terk et-, ayrıl- vb.) vardır. Bu fiiller hareketin tarzını
belirtmezler ve olayın meydana geldiği yerden ayrılmayı ifade ederler. Bu iki fiil
yaklaşık aynı semantik kavramsal alana sahip olsa bile her biri farklı bir kodlamaya,
yani farklı durum eklerine sahiptir. Aşağıdaki örneklerde de görüleceği gibi terk et- fiili
belirtme durum ekiyle kodlanırken, ayrıl- fiili ayrılma durum ekiyle kodlanmaktadır.
Terk et-fiilinin nesnesi bir ayrılma noktasını bildirir.
Köyümü terk ediyorum.
Köyümden ayrıldım.
3) Tarz Bildiren Hareket Fiilleri
Bu gruptaki fiiller, her zaman olmasa da genellikle hareketin tarzını bildirirler.
Birinci gruptaki fiillerde (Doğasında Yön Anlamı olan Hareket Fiilleri) görülen içsel
yön bilgisi bu fiillerde bulunmaz. Bu fiillerin hepsi tarz kavramını içerir. Tarz anlamı
bir kişinin ya da bir şeyin nasıl git’tiğini2 (yuvarlan- fiilinde olduğu gibi) ifade eder.
Tarz fiilleri hareket gerektiren aktivitelerdir. Örneğin yuvalan- fiilinde bir tarz anlamı
varken yürü- fiilinde bir tarz anlamı yoktur. Fiillerin tarz anlamları birbirinden farklıdır.
Bu grup iki alt gruba ayrılır: a) Yuvarlanma fiilleri (roll verbs) b) Koşma fiilleri
(run verbs).
Yuvarlanma fiilleri için sek-, düş-, kay-, yuvarla(n)-, salla(n)- gibi fiiller örnek
olarak verilebilir. Bu fiil grubu içinde bir aks etrafında dönme anlamı içeren fiiller (sar-,
dön-, devir yap-, bük-, dola- gibi) de yer alır. Bu fiiller özellikle cansız bir varlığın
hareketinin tarzıyla ilgili bilgi verir. Fiilin kullanıldığı cümlede herhangi bir yön
gösteren ifade yoksa fiilin anlamında hareketin yönüyle bir ilgili bir bilgi sezilmez.
Koşma fiilleri büyük bir grubu oluşturur. Bunlardan bazıları: atla-, dolan-, dolaş-
ĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀ0 emekle-, fırla-, geç-, gezin-, hızlan-, hücum et-, kaç-, kay-,
sendele-, sıçra-, sıvış-, sokul-
ĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀĀ1 sürüklen-, sürün-, süzül-, takla at-, tırman-, tökezle-,
uç-, yalpala-, yürü-, yüz-, zıpla-vb. Koşma fiilleri canlı varlıkların tarzlarını anlatan
fiillerdir. Fakat bazıları cansız varlıkların hareketlerini de anlatabilirler.
4) Bir Araç Kullanma İle İlgili Hareket Fiilleri
Bu grup iki alt gruba ayrılır: a) Araç adlarıyla ilgili fiiller (bus, cab, bike, boat
vb.), b) Araç adları olmayan Fiiller (drive, fly, ride, sail vb.).
İngilizcede bir ad kolayca türünü değiştirebilir. Yani bir ad, fiil olarak kullanılabilir.
Örneğin bus kelimesi ‘otobüs’ anlamında bir ad gibi kullanılır, aynı kelime ‘otobüsle
gitmek, otobüsle taşımak’ anlamında bir fiil olarak da kullanılabilir. İngilizcede bu tür
kelimeler oldukça fazladır. Türkçe bu tür sözcük türü değişimlerine izin vermez ve
Türkçede bu tür fiiller ‘araç adı+fiil’le kurulur. Örneğin, İngilizcedeki bus fiili Türkçeye
otobüsle git-/taşı- biçiminde ifade edilir. Hem ad hem de fiil anlamına sahip olan cab
kelimesi de Türkçede fiil olarak kullanılacaksa taksiyle git- biçimine girer.
Yine İngilizcedeki araç adı olmayan fakat belli bir araçla gitmeyi ifade eden
fiiller de Türkçede genellikle ‘araç adı+fiil’ yapısıyla kullanılır: araba sür-, bisiklet
bin-, kürek çek-, gemiyle gez- vb. Bu sınıftaki fiiller bir varlığın hareketini gösterir,
fakat özel bir yön göstermezler.
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺M0 Dansla İlgili Fiiller
Bu grupta dansla ilgili fiiller yer alır. Dans et-, samba yap-, vals yap-, tango yap-
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺M0 X oyna-, halay çek- vb. bu grupta sayılabilir. Bu gruptaki fiiller ‘bir dans
yapma’ anlamı taşırlar. Yukarıdaki fiiller gibi bu gruptaki fiillerin anlamlarında bir yön
ifadesi yoktur. Bu açıdan koşma fiillerine benzerler.

2
Burada GİT fiili gerçek anlamında kullanılmamıştır, hareketi gösteren bir üst-kavramdır.
98
6) Takip Etme Fiilleri
İzle-, kovala-, peşine düş-, takip et-, peşine takıl-, iz sür- gibi fiiller bu grubun
örneklerini oluşturur. Bu sınıftaki fiiller genellikle geçişlidir. Anlamsal olarak ‘takip
eden’ özne, ‘takip edilen’ nesne pozisyonundadır.
Sonuç
Cümle kuruluşunda en önemli görevi üstlenen fiiller, geleneksel çalışmalarda
biçimbilgisel özellikleriyle birlikte çok genel anlamsal yönleriyle anlatılır. Geleneksel
çalışmalardaki bu tanımlamalar çeşitli yöntemsel sorunları beraberinde getirir ve
yapılan tanımlamalar fiil sınıfının özelliklerini ve sınıflandırmasını yansıtmaktan
oldukça uzaktır. Dil çalışmalarındaki farklı alanların katkılarıyla evrensel bir kategori
olan fiiller biçimbilgisel, sözdizimsel ve anlamsal açıdan daha iyi ele alınabilir ve
ontolojik olarak sınıflandırılabilir.
Bu çalışmada önemli bir fiil sınıfı olan ‘hareket fiilleri’ genel hatlarıyla
incelenmiştir. Dilbilimsel literatürde üzerinde çok çalışılan hareket fiillerinin dillerdeki
kullanımları farklılaşır. Uydu-çerçeveli (İngilizce gibi diller) dillerde hareket fiili,
anlamsal olarak hareketin tarz anlamını üzerinde toplar ve yol bilgisini de bir uydu
(partikel) ile sağlar. Diğer taraftan fiil-çerçeveli dillerde, hareket fiilinin yolu/yönü bir
fiille, fiilin tarzı da cümleye eklenen seçimlik bir unsurla sağlanır. Yani bu dillerde
hareket olayı/durumu ve yol tek bir leksimle birleşir ve tarz da fiile bağlı olan seçimlik
bir öbekle açıklanır.
Tipolojik bulgular, Türkçedeki hareket fiillerinin ‘fiil-çerçeveli/yol-tipi’
olduğunu göstermektedir. Yani, ana fiilin anlamında bir yön bilgisi de yer alır, tarz
ifadesi de seçimlik bir unsurla sağlanır. Çocuk odaya (gülerek) girdi cümlesi Türkçenin
durumunu özetler. Cümlenin ana fiili gir-, anlamında yön ifadesini de taşır. Tarz
anlamını da zarf-fiil alan gülerek unsuru verir. Levin’den hareketle yapılan Türkçe
hareket fiilleri sınıflandırmasında ‘doğasında yön anlamı olan hareket fiilleri’ ve ‘tarz
bildiren hareket fiilleri’ iki önemli grubu oluşturur.
KAYNAKLAR
BRNTON, Laurel J. & TRAUGOTT, Elizabeth Closs (2005) Lexicalization and
Language Change, Cambridge University Pres, Cambridge
DE KNOP, Sabine & GALLEZ, Françoise (2013). “Manner of Motion: A Privileged
Dimention of German Expressions”, Li, Thomas Fuyin (Ed.), Compendium of Cognitive
Linguistics Research Vol. 2. New York: Nova Publishers. 25-41.
ERDEM, Mevlüt (2016) “Türkçede Fiiller ve Sınıflandırma Sorunları” Turkish Studies
- International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic 11(20): 185-200.
ERDEM, Mevlüt & PILGIR, Serap (2017) “Türkçede Geçişsiz Fiillerin Ayrımı
Üzerine” Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 27: 159-174.
FANEGO, Teresa (2012) “Motion Events in English: The emergence and diachrony of
manner salience from Old English to Late Modern English”, Folia Linguistica
Historica 33(1): 29-85.
GTS Güncel Türkçe Sözlük. http://www.tdk.gov.tr/, (ET: 10.08.2018).
GULLBERG, Marianne (2013) “Bilingualism and Gesture” Bhatia, Tej K. & Ritchie,
William C. (Eds.), The handbook of bilingualism and multilingualism. Oxford: Wiley-
Blackwell. 417-437.
JEžEK, Elisabetta (2016) The Lexicon: An Introduction, Oxford University Pres,
Oxford KRAMSCH, Claire (2004) “Language, Thought, and Culture. Davies”, Alan &
Elder, Catherine (Eds.), The Handbook of Applied Linguistics, Malden, MA ; Oxford:
Blackwell. 234-261.

99
LEVIN, Beth (1993) English Verb Classes and Alternations: A Preliminary
Investigation, University of Chicago Pres, Chicago
MANI, Inderjeet & PUSTEJOVSKY, J. (2012) Interpreting Motion: Grounded
Representations for Spatial Language, Oxford University Pres, Oxford
MURPHY, M. Lynne (2010) Lexical Meaning, Cambridge University Pres, Cambridge
PINKER, Steven (1989) Learnability and Cognition: The Acquisition of Argument
Structure, Cambridge, Mass. ; MIT Pres, London
SAVILLE-TROIKE, Muriel (2012) Introducing Second Language Acquisition,
Cambridge University Pres, Cambridge, New York
SLOBIN, Dan I. (2004) “The many ways to search for a frog: Linguistic typology and
the expression of motion events” Strömqvist, Sven & Verhoeven, Ludo Th (Eds.(,
Relating events in narrative, volume 2: typological and contextual perspectives.
Mahwah, NJ, Lawrence Erlbaum Associates. 219-257.
SLOBIN, Dan I. (2006) “What makes manner of motion salient? Explorations in
linguistic typology, discourse, and cognition”, Hickmann, Maya & Robert, Stéphane
(Eds.), Space in Languages: Linguistic Systems and Cognitive Categories, Amsterdam,
John Benjamins. 59-81.
TALMY, Leonard (2000) Toward a Cognitive Semantics, Mass.: MIT Press, Cambridge
TALMY, Leonard (2007) “Lexical Typologies” Shopen, Timothy (Ed.), Language
Typology and Syntactic Description: Grammatical Categories and the Lexicon
Cambridge University Pres, Cambridge, 66-168.

BAŞKURTLARIN İLKBAHAR VE YAZ BAYRAMLARI MİTOLOJİSİ Dr.


1
F. G. HİSAMETDİNOVA
Özet
Bu çalışmada Başkurtların ilkbahar ve yaz mevsimlerinde kutladıkları
Başbayram, Karga Lapası, Tereyağı Bayramı gibi bayram ve ayinlerden, bu bayram ve
ayinlerin yapılış amaçlarından ve yapıldıkları aylardan, Başkurtların hangi mitleriyle
bağlantılı olduklarından bahsedilmiştir. Bununla birlikte yapılan ayinlerdeki şiirsel
söylemlere de yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Başkurtlar, bayram, mitoloji, bahar, yaz.
Güney Ural’da ilkbahar dönemi kışın tamamlanmamış dönemini bulmaktadır.
Henüz her yerde kar serpilmiş, soğuk rüzgârlar esmekte, gündüzleri azıcık erise bile
geceleri buz tutmaktadır. Nisan sonlarında çatılar, dağ etekleri azıcık erimeye başlar;
Güney Ural’da nemli ve soğuk olur.
Kış uzun ve soğuk olduğundan hayvanlar için biriktirilmiş kuru çimenler de
tükenir. Yeşil otlar mayıstan önce çıkmaz; hayvanlar da insanlar da yazı bekler. Bu
koşullarda tabii ki bayramlaşma için milletin ne keyfi ne de hâli kalmamaktadır. Bu
nedenle Başkurtlar genelde yeşil otların çıkmaya başladığı, toprağın ısındığı, ineklerin
de süt vermeye başladığı dönemden itibaren yani mayıs sonlarında bahar ve yaz
bayramlarını başlatır ve farklı adlar vererek haziran ve temmuzda devam eder. Fakat
Başkurtlar Başbayram, yani Başa Çağırma adını taşıyan ayin bayramını ev içinde anne
ve babaların ruhuna adayarak mart ve nisanda yapmaktadırlar. Diğer ayin bayramlarını
Başkurtlar genelde doğada, dağ ve nehir kıyılarında önceden kabilece sonra ise köy
halkı ile beraber yapmışlardır. SöOVAz konusu bayramların amacı; ilk olarak insanlık,
hayvanlar ve kuşlar için sağlık, bitkiler için verimlilik istemektir. İkinci olarak da

1
Rusya Bilimler Akademisi Ufa Bilimsel Merkezinin Tarih, Dil, Edebiyat Enstitüsü, hisamitdinova@list.ru

100
Tanrılara, doğa sahiplerine, atalar ruhuna hitap ederek onlardan yardım istemek ve
üçüncüden farklı yollar ve yöntemlerle kötü varlıkları kovalamak, onları ters etkisinden

kurtulmaktır. Bütün bu amaçları hedeflediğinden Başkurtların tüm Bahar ve


Yaz bayramları mitlerden kaynaklanmaktadır.
Başkurtların Bahar ve Yaz ayin bayramlarından Başbayram veya Başa çağırmak,
Kuzukulağı Bayramı, Karga Düğünü ve Karga Lapası, Guguk Kuşu Çayı, Nevruz,
Kımız Burunlama veya Kımız Bayramı, Yağa Çağırma ve Tereyağı Bayramı, Yaz
Narduganı v.b. Güneyde yani Orta Asya, Kafkasya, Türkiye taraflarında bahar ve yaz
bayramları genel olarak mart ayında düzenlenmekte, Başkurtların yaşadığı taraflarda
Ural doğasının özelliklerine bağlı olarak söz konusu bayramlar eski dönemlerden
itibaren yaz başında veya yaz ortasında düzenlenegelmiştir. Bundan dolayı Nevruz
bayramının bu günümüzde mart ayında kutlanması Başkurtlar için yeni bir olaydır.
Ural’da mart çok soğuk ve karlı olduğu için bugün Başkurtlar Nevruz Bayramı’nı kültür
evlerinde ve diğer kapalı alanlarda düzenlemektedir.
Önceden söylediğimiz gibi İlkbahar-Yaz ayin bayramlarından Başbayram veya
Baş eti yeme, Başa çağırma olmuştur. Söz konusu bayramın aslı sonbaharda kesilmiş
olan büyük hayvanların (at, inek) başlarını bozmadan pişirip akrabaları ve komşuları
davet edip yaşlı erkeklerden dua edilerek yenmesidir. Başbayram’ın en eski atalarımızın
putlaştırması ile bağlı olması gerekir. Bayram kesinlikle erken baharda yani mart ayında
kuşlar dönmeye başladığı dönemde düzenlenmiştir. Dua edilerek insanlara, hayvanlara,
kuşlara sağlık ve verimlilik arzu edilmiştir. Böylece ayin bayramının anlamı, ancak
atalarımızı anma olmayıp onların yardımı, duasıyla ile beraber geleceğe kabileye
verimli yaşam istemekle bağlıdır. Bitkiler yeşillenip toprak ısınmaya başlandıktan sonra
Başkurtlar Karga Düğünü ya da Karga Lapası adlı ayin bayramını düzenlemişlerdir.
Bayram genelde açık havada, doğada düzenlenmiştir. Bayrama her eve uğrayarak
tohum, süt, kaymak, tereyağı ve yumurta toplamakla başlanmıştır.
Ҡарга әйтә: «Ҡар-ҡар, / Karga söyler Kar -
kar Туйым етте, бар, бар. / Düğünüm geldi git
git Ярма, кукәй алып бар, / Tohum yumurta
götür Һөт-майыңды алып бар, / Süt yağını
götür
Бар, бар, бар! / Git, git, git – diye söylemiş gıda toplayanlar. Topladıkları
tohumlardan büyük kazanda lapa pişirmişler. Yemek yenildikten sonra çocuklara,
evlere, ev hayvanlarına ve kuşlara dua edilmiş, toprağa ve sular için – şifalı yağmurlar,
küçük ve büyük vatan için bolluk istemişler. Lapanın kalanını kargalar için taş üzerine
koymuşlar, ağaç gövdelerini boyamışlardır. Aynı zamanda ‘Yiyiniz, doyunuz, toprağa
yağmur getiriniz’ diye seslenmişlerdir. Böylece kargalar için bayram yaparak zenginlik
bolluk istemişler. Bütün bunlar, Başkurtların kargalara yönelik kutsal ilişkisi, totem
kuşu olarak kabul ettiklerinin bir kanıtıdır. Diğer yandan lapanın verimlilik, bolluk
sembolü olduğu bellidir. Bu yüzden Karga Lapası ayin bayramında kargayı totem kuşu
olarak kabul edip, onu putlaştırıp, kutsallaştırıp, ancak yemek yedirmekle sınırlanmayıp
baharda yani yeni yılın başından sonuna kadar onun verimli geçmesini arzu etmişler.
Ayin süresinde sihir, dua, arzu etme yardımıyla bol ekin, malların verimliliğini,
kendilerine ve çocuklarına, ailesine ve kabilesine sağlık ve zenginlik sağlama
çabasında bulunmuşlardır.
Ayin bayramı için her eve girip yiyecek, hediyelik toplandığında çocuklar bolluk
ve sağlık isteyerek istemeler söylemişler. Örneğin:
Ҡорттар осһон кейәнән, / Böcekler uçsun
gitsin Ҡолон тыуһын бейәнән./ Tay doğsun
attan Игендәре бик уңһын, / Ekinleri bol olsun

101
Ҡүкәй кеүек туҡ булһын / Yumurta gibi tok olsun (БХИ, 1995, 201)
Lapa pişirildiğinde çok ilginç isteme söylenmiştir:
Иләк менән иләп тор. / Elekle eleyiver
Күнәк менән ҡойоп тор,/ Kürekle koyuver
Иләк менән иләп тор./ Elekle eleyiver
Күнәк менән ҡойоп тор! / Kürekle koyuver! (БХИ, 1995 198)
Söz konusu istemede elek, kürek ve isteme yardımıyla yağmur çağırılır. Böylece
yağmur ile Karga Lapası ayin bayramı arasındaki bağlantı ortaya çıkmaktadır. Demek
ki karga yağmur istemekte kullanılmaktadır. Bayramın daha bir istemesinde
Başkurtların karga ile ilgili mitolojik düşünüşün en eski içeriği yansımaktadır. Mesela,
Лыбыр, лыбыр бутҡаһы, / Lıpır Lıpır lapası
Етмеш йәшәр ҡортҡаһы. / Yetmiş yaşar yaşlısı
Бутҡаһының майы юҡ, / Lapasının yağı yok
Ашамага яйы юҡ. / Yemek için uygun değil
Ашамагыҙ бутҡаны, / Yemeyin lapayı
Тапамагыҙ бутҡаны, / Denemeyin lapayı
Бутҡа бешкән дан булып, / Lapa pişmiş
şöhretle Хурламагыҙ ҡортҡаны. / Kötülemeyin
lapayı Бутҡа — Хоҙай ризыгы, / Lapa Huda
yemeği Бутҡа — Хоҙай аҙыгы. / Lapa Huda
gıdası Шул бутҡаны хурлаһаң,/ Şu lapayı
kötülesen Башыңа төшөр яҙыгы! / Düşer
başına kötüsü Ал , ризыҡты ал, / Al yemeği al
Бер бөртөккә — ун бөртөк. / Bir tohuma on tohum
Ун бөртөккә — мең бөртөк. / On tohuma bin
tohum Ал ризыҡты, ал!/ Al yemeği al
Бер тамсыга - ун тамсы./ Bir damlaya on damla
Ун тамсыга — мең тамсы. / On damlaya bin
damla Ал ризыҡты, ал! Al yemeği al
Ал, Тәңрем, ал! / Al Tanrım al! (БХИ, 1995, 202).
İsteme metinlerine baktığımızda Karga Lapası Bayramı’nda pişirilmiş olan lapa
Tanrıya, yani Başkurtların esas Putuna adanmıştır. Demek ki Karga, Başkurtlar
tarafından kutsal varlık olarak kabul edilmiş, o Tanrı ile insanlar arasında iletişimi
sağlamış. Bu yüzden Başkurtlar ‘Al Tanrım al’ diye yalvarmaktadırlar. Kargalara lapa
dağıtma sırasında söylenen efsunlar da oldukça ilginçtir. Örneğin:
Ҡара ҡарға ашаһын. / Kara karga yesin
Ала ҡарға ашаһын./ Ela karga yesin
Ала ҡарға ашамаһа. /Ela karga yemezse
Ҡара ҡарға ашаһын!/ Kara karga yesin
Ашағыҙ, туйынығыҙ,/ Yiyiniz doyunuz
Илгә именлек килтерегеҙ!/ Yurda bolluk getiriniz
Бер бөртөккә — ун бөртөк, / Bir tohuma on
tohum
Ун бөртөккә — мең бөртөк! / On tohuma bin tohum (БХИ, 1995, 200-202)
Söz konusu efsunda karga türünden olan siyah karga, ela karga ve diğer
kahramanlar yer bulmaktadır. Onlar da belli bir sırada Başkurtların mitleştirilmiş
kuşlarıdır. Karga Lapası Bayramı’nda yukarıda da bahsettiğimiz gibi mutlaka
tohumlardan lapa pişirilmektedir.
Orta Asya halklarının Nevruz Bayramı’nda mutlaka pilav pişirdiklerini, aynı
zamanda lapanın ekicilik, tarımcılık ile iç içe olduğunu da dikkate alırsak Başkurtların
Karga Lapası Bayramı’nın Nevruzla birleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. Yani Başkurtlar

102
Ural koşullarında erken Baharda yılbaşı, yani Nevruz Bayramı’nı
düzenleyemediklerinden atalar kültü ile bağlı eski çağlara ait olan Karga düğününe
Nevruz özelliklerini de katmışlardır. Nevruz’un ateşle bağlı özellikleri Başkurtlarda
yazı yaşamış inek ateşi veya çakmaktaşı ateşiyle hayvanı, ahırları tütsüleme ayininde
yansımaktadır. Belli olduğu kadarıyla baharda herhangi bir bulaşıcı hastalık dağılırsa
yaylalarda, köylerde çakmaktaşı ile tedavi etme, kötü ruhları kovalama ayni çok yaygın
olmuştur. (Hisamitdinova, 2010, 256, 271-272). Örneğin Ebyelil, Uçalı, Böryen,
Baymak, Heybulla Başkurtları hayvan yavrularını, daha çok buzağıları baharda
çakmaktaşından yakılmış iki ateş arasından geçirmişlerdir. (Yazar materyallerinden
1993,1994).
Söz konusu ayinin aynı zamanda ateşten koruma, tedavi etme gücü olduğuna da
inanılmıştır. Baharda hayvanları yaylaya çıkarmadan önce tütsüleme ayinine tüm Türk
milletlerinde eskiden beri rastlanmaktadır.
Yazın başında Başkurtlar Kuzukulağı Bayramı, Kımız Bayramı, Keklik Çayı,
Mayıs Yağı, Tereyağı Bayramı’nı da kutlamışlardır. Söz konusu bayramlar da bolluk,
yılın verimli gelmesini isteyerek, doğayı kutsallaştırarak, ona övgüler söyleyerek
düzenlenmiştir. Yazın tam ortası en uzun güne denk gelmiştir. O gün Yaz Narduganı
Bayramı düzenlenmiştir. O günlerde sunarcılık, balıkçılık, orman kesme, çimen toplama
yasaklanmıştır. Farklı yasaklar ile bağlı günleri Ayau Günleri, yani koruma, savunma
günleri olarak adlandırmışlardır. Fakat o günlerde ilaç otları ve çiçekleri toplamak
yasaklanmamıştır. O günlerde Başkurtlar su üzerine yetmiş türlü çiçek serpip, yazın ve
yılın güzel geçmesini dilemişlerdir. 25 Haziran’dan 5 Ağustos’a kadar (yaz sıcaklığı)
yeni evlenmiş olan gençler, doğaya çıkma ayini – Sahraya Çıkma – yapmışlar. Söz
konusu ayin nikâhı sabitleştirmeyi, genç çiftin mutluluğunu sağlamaya adanmıştır. Aynı
zamanda kuraklık yıllarda yağmur isteme (İstemeye Çıkma, Yağmur İstemesi) ayini
düzenlenmiştir.
Yazın yaylaya çıkma, çimen, ileriki günlerde yiyecek biriktirme dönemi, bununla
birlikte işçilikle bağlı ayin ve âdetler çok sayıda düzenlenmiştir. Örneğin Başkurtlarda Yağ
Ayına Çağırma veya Tereyağına Çağırma ayini de gerçekleştirilmiş. Yağ, güneşin
simgesidir. Bu yüzden söz konusu bayramlar bir zamanlar Yazın Sahibi olan güneşe
adanmıştır. Söylediğimiz gibi yazın yağının (yaz yağı, tereyağı) hayatta yaşanan hemen tüm
ayinlerde kullanıldığını vurgulamak gerekmektedir. Örneğin, yeni doğmuş olan bebek ilk
kez emzirildiğinde ağzına yağ ve bal koymuşlardır. Nikâhı kıyılanlara da tereyağı ve bal
ikram etmişlerdir. Genel olarak yaz mitleri Başkurtların atalarında düzenlenmiştir. Söz
konusu ayinleri adetler, istemeler, dile ve folklora yansımıştır.
Eski dönemlerde yaşamış olan Başkurtlar hakkındaki en güvenilir ve en çok içeriği
barındıran edebiyatın bir örneği olan İbn Fadlan yazılarında Başkurtların Yaz Tanrısı (Yaz
Sahibi) olduğu hakkında bilgi bulunmaktadır. Söz konusu Tanrının Başkurt diyalektlerinde
Yaz Atası, Yaz Sahibi adları da bulunmaktadır. Yaz Tanrısı ile ilgili inançlar Başkurtların
İslam öncesi dönemine bağlıdır. İslam kabul edildikten sonraki dönemde Yaz Tanrısı diğer
Tanrılar gibi kullanılmamıştır, dilde ve folklorda sadece bazı kalıntılarda rastlanıyor.
Örneğin, dilde kullanılan yaz başı, gülerek yaz geliyor, yazın evi geniş, yaz kışı besliyor vb.
atasözleri bir zamanlar yazı canlandırarak insan gibi algılamalarını yansıtmaktadır. Eski
dönem Türklerinin yaz ve bahar mevsimlerini ayırt etmedikleri oldukça açıktır. Yaz (Bahar)
ve Yey (Yaz) kelimeleri aynı köktendir.
Türk dillerinde Y-Z-D-T sessizlerin geçişini dikkate alırsak gerçekten yey (yaz)
ve yaz (bahar) kelimelerin aynı kökten olduklarını fark etmekteyiz. Bu yüzden Başkurt
dilinde yaz başı, yaz geliyor, yaz arkadan bir adım bile kalmıyor, ağlaya ağlaya yaz
oluyor, yaz kaprisli ise sonbahar zor olur atasözlerinde Başkurtların bir zamanlar
yaz/yeyi canlı olarak kabul ettiklerini kanıtlamaktadır.

103
Yukarıda söyleyenleri dikkate aldığımızda Başkurtların Bahar ve Yaz
ayinlerinin hepsinin mitleştirilmiş olduğunu, ilk olarak onların çok eski döneme ait
olduğunu, ikincisi ise söz konusu ayinlerin Başkurtların farklı genetik katmanlarıyla
bağlı olduğunu fark etmekteyiz.
KAYNAKLAR
БХИ (1995) Başkurt Halık İcatı, Öfö
HİSAMİTDİNOVA, F.G. (2010) Mifılogiçeskiy Slovar Başkirskogo Yazıka. М.,.
Yazarın Materyelleri 1993-1994 yy.
KOVALEVSKİY A.P. (1956) Kniga İbn Fadlana O Yego Puteşestvii Na Volgu d 921-
922 gg. Harkov

OSMANLI TOPONİMLERİNDE (YER ADLARINDA) KIPÇAKÇA


SÖZ VARLIĞI ÖRNEĞİ: “TATARAN-I AKTAV”, “AKTAV”
1
Dr. İbrahim ŞAHİN
Özet
Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde, Kıpçak gruplarının da bu bölgeye geldiği
bilinmekle birlikte, adbilim araştırmalarıyla bunların hangi gruplar oldukları, nereden
geldikleri ve nerelere yerleştikleri yeterince araştırılıp ortaya konmuş değildir. Bildiride
bu gruplardan biri üzerine durulmuş; Osmanlı belgelerinde Tataran-ı Aktav, Aktav
Yörükleri adıyla anılan ve Aktav, Aktavlı biçimlerinde yeradı oluşumlarında görülen bu
topluluğun Anadolu’ya ne zaman ve nereden geldikleri, nerelere yerleştikleri üzerinde
durulmuştur. Sonuçta bunların bir Kıpçak topluluğu olduğu, 1395 yılında Terek nehri
civarında gerçekleşen Toktamış-Timur savaşı öncesinde Toktamış’tan ayrılarak
Anadolu’ya, sonra da Rumeli’ye geçtikleri sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmada ayrıca,
Aktavlıların anayurtlarının günümüzde Kazakistan’ın kuzeybatısına düşen topraklar
olduğu sonucuna ulaşılmış; bu bölgede bulunan biri il, ikisi köy statüsünde üç yerleşim
biriminin Aktav boy adıyla ilişkili olabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Giriş
Anadolu ve Rumeli topraklarına Oğuzlar dışında diğer Türk gruplardan (Kıpçak,
Karluk, vs.) kimlerin geldiği, gelenlerin ne tür izler bıraktığı, genel manada “Moğol” ve
“Tatar” gibi isimlerle anılan bu toplulukların kendi boy isimleri ve onlara ait
toponimlerin bulunup bulunmadığı Türk Adbilim için ilgi çekici konular arasındadır.
Bildiride, bu topluluklardan biri olduğunu değerlendirdiğimiz, Osmanlı literatüründe
Aktav Tatarları, Tataran-ı Aktav, Aktav Yörükleri gibi isimlerle anılan topluluktan ve bu
topluluğun yer adlarında bıraktığı izlerden (Aktav, Aktavlı, vb) bahsedilecektir.
Anadolu’ya gelmeden önce, ata yurtlarına ait yer adlarında bıraktıkları izler de bildiri
çerçevesinde ele alınacak konular arasındadır.
İbni Arabşah’ın Acâibu’l-Makdûr, Nizameddin Şamî’nin Zafernâme’si gibi önemli
Timur devri kaynaklarında, Timur’un Anadolu seferine çıkmadan önce Yıldırım’ı
yenebilmek için bazı oyunlar tertip ettiği, bu kapsamda Anadolu’da “Tatar” olarak bilinen
topluluklara mektuplar yazdığı kaydedilmektedir. Bu bilgilere göre, Timur, onlarla soy
birliğinden, ortak köklerden, bağlardan, benzerliklerden bahsetmiş; kendileriyle aynı kavim
olduklarını vurgulamış, onları hem övmüş hem de şu anda Yıldırım’a hizmet etmeleri
dolayısıyla ayıplamış; nihayetinde söz konusu Tatarları, Osmanlıya karşı birlikte hareket
etmeye davet etmiş; savaşı kazandıktan sonra Anadolu’yu kendilerine vermeyi vaat ederek
Yıldırım’a karşı birlikte hareket etme konusunda onları ikna etmiştir. Timur’la işbirliği
yapmayı kabul eden bu toplulukların Ankara savaşı sırasında Yıldırım’a

1
Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü

104
ihanet ederek Timur’un safına geçtikleri; fakat savaş bitince Anadolu’yu vermek şöyle
dursun, onları kandırarak Sivas’a götürdüğü2, ileri gelenlerini bir bahaneyle yok edip
geri kalanları kendisiyle birlikte ülkesine doğru sürüklediği, yolda giderken Horasan
dolaylarında ayaklanan bu Tatarları korkunç bir katliamdan geçirdiği, en nihayetinde
Semerkant’a gelindiğinde bunları ülkenin merkezinden uzak köşelere yerleştirdiği,
ancak Tatarların buralardan kaçarak ata yurtlarına48 gittikleri, yukarıda adı geçen
eserlerde, kısım kısım, ancak ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır (Acâibu’l-Makdûr, 2012:
304,305, vs.).3
Bu eserlerde Timur’un Anadolu’daki Tatarların tümünü kendisiyle beraber
götürdüğü kaydedilmişse de, bunlardan bir kısmının Anadolu’da kaldıklarına ilişkin
tarihî belgeler de bulunmaktadır. Osmanlı tarihçilerinden Hoca Sadettin Efendi’nin
verdiği şu bilgi, Kara Tatarlardan bir topluluğun Timur’un tehcirine tabi olmadığını
göstermektedir: Onun verdiği bilgilere göre, Osmanlı Sultanı (Çelebi Mehmet) Bursa’ya
dönerken İskilip’te birkaç bin hane konargöçer Tatar’ın geniş bir ovada konakladıklarını
görür ve kim olduklarını sorar: Kendisine bunların Minnet adında bir Tatar beyinin
adamları ve boyu olduğu, başbuğları Samagaroğlu’nun düğün ve dernekler kurması
sebebiyle orada bulundukları, ancak padişahın eteğini öpmeye yüzleri olmadığı
söylenir. Sultan buna çok sinirlenerek;
“Bunca kalabalık, bu kadar insan lutfumuzun gölgesi altında dünyanın yazından
kışından, aksilik ve üzüntülerinden beri güven içinde oturuyor, düşmanın ezici pençesi
altında yok olmaktan güven buluyor, gönülleri istediği gibi düğün dernek kurup huzur
içinde eğleniyor, sevinçler derliyor, günleri rahatça akıp geçiriyor, keyif çatmak için
diledikleri yere gidiyor da, padişahlarının sefere çıktığı sözünü duydukları halde, hizmette
bulunmayıp orduya katılmaktan niye sakınıyorlar? Bu başına buyruk olmak, dilediği gibi
beylik etmek, boyun eğmekten kaçınmak ne demektir. Şimdiye kadar saltanatımın tahtına
sunulan bilgiler hep iş ve güçlerinde hayır olmayan bu Tatarların zalim Timur ile birlikte
çekilip gittikleri, Rum ülkesinde uğursuz ayaklarının kesilmiş olduğu ve bu pis topluluktan
kurtulmuş bulunduğumuz idi. Bu bilgilerin aksine bunlar hâlâ görülmekte iseler bunun
sebebi, bu ihmal ve hoşgörünün dayanağı nedir? diyerek, keskin görüşlü vezirleri ağırca
suçlamış ve bu uygunsuzlar, ayrık otu gibi zamanla çoğalır, fesat ve yaramazlıkları da o
oranda artar. En iyisi bunları Rumeli yakasına göçürüp Filibe çevresine kondurmaktır.
Böylece o çevrede oturmakla bu güzel diyardan ellerini kesmiş, fesat kaynağı topluluklarını
da yok etmiş oluruz, dedi. Bu emir gereğince sözü edilen topluluk oradan kaldırılıp
göçürüldü. Filibe yöresinde hâlâ Konuş 4 diye anılan yere yerleştirildi.” dediğini
kaydetmektedir (Tacü’t-Tevarih, 1979: II/98).

0
Timur, Osmanlıya ihanet eden ve kendi çevresinde toplanan Tatarları Sivas’a götürürken şu sözlerle
ikna eder: “Çoluk çocuklarınız kimler bir bir tanıyalım. Ağabey-kardeşlerinizi, evlatlarınızı göz önünde
tutalım ve Rumluların giyim tarzlarını belgileyerek onların yer ve yurtlarını sizlere miras kılalım. Sonra
buralarda yaşayan insanları kelle hesabı sayıp nüfus miktarına göre taksim edelim ki sizleri izzet ikram ile
o yerlere uğurlayalım. Sizleri ve çocuklarınızı geçim derdinden kurtaralım. Çünkü sizler bize güvendiniz.
Elbette ki sizlere yaraşır şekilde hizmet verişimiz gerek. Öyle ki, sizlere verdiğimiz hizmetler tarih
kitaplarının sahifelerinde ebedi olarak yer alsın” (Acâibu’l-Makdûr 2012: s. 328).
1
İbni Arabşah “Tatar” ifadesini Altın Ordu devletine mensuplar ve o coğrafyada yaşayanlar için
kullanmaktadır. Ör. başlangıçta Toktamışın adamlarından olan fakat daha sonra kaçarak ona karşı
savaşmaya başlayan İduku ve onun ordusundan söz ederken de “Tatar” ifadesini kullanmaktadır (s. 389).
2
Rumeli’ye ait defterlerde geçen Konuş k., Belgrad n., Belgrad kz., Semendire l.: TD 144/69; Konuş k.,
Delboçiçe n., Niş kz., Alacahisar l.: TD 167/433; Konuş k., Filibe kz., Sağkol, Paşa l.: TD 370/102; Konuş
k., Hasköy n., Hasköy kz., Çirmen l.: TD 370/341; Konuş k., Müselleman-ı Çirmen: TD 172/51; Konuş
k., Ürgüb n., Ürgüb kz., Alacahisar l.: TD 167/422 ; Konuş Nehri, Filibe kz., Sağkol, Paşa l.: TD
77/701;Konuşlu k., Tataran-ı Aktav: TD 223/118; Konuşlu k., Yörükan-ı Ofçabolu: TD 224/13 (OYAS
2013: s.485) isimli yer adları Hoca Saadettin Efendi’nin verdiği bilgileri destekler mahiyettedir. Tarihî ve
çağdaş Türkiye Türkçesi için yabancı olan sözcük Kazakçada “konıs”, Kırgızcada “konuş” biçimlerinde,

105
Bu bilgilerden o devirlerde Anadolu’da “Tatar” olarak anılan grupların çok
büyük bir kısmının Timur tarafından bu topraklardan alınıp götürüldüğü 5, Timur’un
tehcirinden arta kalan bazı grupların ise Timur çekip gittikten sonra Osmanlı idaresi
tarafından Rumeli’ye sürüldüğü sonucu çıkmaktadır.6
Osmanlı topraklarından ayrılmayan Tatar gruplarından biri de, çoğunluğu
Rumeli Vilayetine ilişkin Osmanlı tahrirlerinde, Tataran-ı Aktav bazen de Yörükan-ı
Aktav adıyla geçen topluluktur. Hoca Saadettin Efendi’nin haber verdiği Minnet
Tatarlarıyla yakınlık ilişkisini belirleyemediğimiz bu Tatar topluluğu, Osmanlı
toponimlerinde hatırı sayılır izler bırakmıştır. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünce
hazırlanmış olan “Osmanlı Yer Adları Sözlüğü” incelendiğinde, bu topluluğun Anadolu
Vilayeti’nde Aktav7 şeklinde bir; Rumeli Vilayeti’nde Aktav8 biçimiyle iki, Aktavlı9
biçimiyle ise bir köy adında izi görülmektedir. Ayrıca Varna, Şumnu, Silistre, Zağra-i
Eskihisar, Vize, Çirmen gibi bölgelerde, büyük çoğunluğu köy olan 250 civarındaki
yerleşim biriminde, orada yaşayan topluluk sıfatıyla anılmaktadır.
Aktav sözcüğü genel Türk dilinin Oğuz lehçesinin konuşulduğu Anadolu ve
Rumeli coğrafyası için beklenmeyen bir sözcüktür. Oğuzcada akdağ sözcüğüne denk
gelen aktav sözcüğünde, ikinci birleşen olarak karşımıza çıkan ve ‘dağ’ anlamına gelen
“tav” öğesi itibarıyla Kıpçakça bir özellik olup günümüzde Kazakça, Tatarca,
Karaçayca, vb. lehçelerde “tav/taw” biçiminde görülmektedir. Aktav sözcüğünün bu
özelliği şüphesiz, aynı isimli topluluğun “Tavlı/Tawlı” Türkçe konuştuklarının,
dolayısıyla günümüz literatüründe Kıpçak Grubu diye adlandırılan Türklerden
olduklarının bir delilidir. Rumeli Vilayeti nüfusu içinde etkili olduğu anlaşılan, aynı
zamanda bu bölgenin yer adlarına izlerini bırakan bu topluluğun nereden geldiği ve
niçin böyle adlandırıldığı burada cevabını aradığımız sorudur.
Biz, Kıpçak kökenli bu Tataran-ı Aktav Yörüklerinin XIV. yüzyılın son yıllarında
Anadolu’ya ve oradan da Rumeli’ye geçtiklerini; bu konuda, Timur ve Toktamış arasında
1395 Nisan’ında Terek nehri kıyısında gerçekleşen savaşı anlatan tarihî kaynaklarda bilgiler
bulunduğunu düşünüyoruz. Söz konusu tarihî kaynaklarda, örneğin Acâibu’l-Makdûr’da
savaşın başında, Toktamış’ın ordusunda sağ kol komutanı olarak görev yapan kişinin kızgın
olduğu emirlerden birinin kellesini istediği, Toktamış’ın ise savaş bitinceye kadar
sabretmesini söylediği, bunun üzerine komutanın Toktamış’ı terk ederek, kendi kabilesi
Aktav’ı (bazı nüshalarda Akbak olarak geçer) da alarak başında bulunduğu

tek başına ya da farklı kelime grupları içinde yaygın biçimde kullanılmakta olup ‘gecelemek için
konaklama yeri; köyün yerleşme alanı’ anlamına gelmektedir. Güncel dildeki yaygınlığına paralel olarak
söz konusu lehçelerin konuşulduğu bölgelerdeki yer adları kuruluşlarında da etkin kullanılan “konuş”
kanaatimizce Kıpçakça sözvarlığıdır.
0
Hoca Sadettin Efendi, Kara Tatarların Selçuklu ile Hülagu arasında yapılan savaşlar sırasında Hülagu
tarafından Anadolu’ya getirildiğini Selçukluları yola getirmek için sınır boyunca yerleştirildiğini İran’da
Sultan Ebu Said Hudabende öldükten sonra çıkan kargaşa sırasında ayrı baş çektiklerini, bunların 52
tümen olup her yüz hane bir yurt hesabıyla ayrı yaylak ve kışlaklarda yaşadıklarını Yıldırım’ın Kadı
Burhaneddin’den sonra Sivas’ı aldığı zaman, bu topluluğu kendi ülkesine kabul edip onlara yerleşecekleri
alanlar gösterdiğini ifade etmektedir (Tacü’t-Tevarih, I/333). Hoca Sadettin efendinin Kara Tatarların
sayısını ifade ederken kullandığı “tümen” ifadesi ’on bin’ anlamına geliyor olamaz. Aynı yöndeki bilgi
için Zafername’de “oymak” ifadesi geçtiğine bakılırsa, Hoca Saadettin Efendi “tümen” sözcüğünü
“oymak” karşılığında kullanmış olmalıdır.
1
Yukarıya alıntılanan bilgilerden Minnet Tatarlarının Osmanlıya sadık bir teba olmadığı, muhtemelen
Osmanlıya ihanet eden umumî Tatar kitlesiyle bir alakaları olduğu, bu sebeple padişahın yanına gelmeye
yüzlerinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Onların sırf Tatar olmaları dolayısıyla sürgün edildiklerini
düşmek kanaatimizce hata olur.
2
Aktav mz., Antakya n., Antakya kz., Haleb l., Arab vt.: TD 397/341
3
Aktav k., Tataran-ı Aktav: TD 223/116 ve Aktav k., Yörükan-ı Naldöken: TD 223/31
4
Aktavlı k., Tataran-ı Aktav: MAD 4995/54

106
büyük bir kalabalıkla Rum diyarına göçtüğü, Edirne civarına yerleştiği kaydedilmektedir.
İlgili kısım şu şekildedir:
“Bu konuşmadan sonra sağ kanat komutanı kalabalık bir grupla ordudan ayrılıp
gitti. Onun arkasından bütün hainler ve mürtedler, ayrıca o komutanın “Akbak” denilen
kabilesinin tamamı ayrıldı. Bu komutan yanındakilerle birlikte Rum diyarına doğru yol aldı
ve Edirne civarına varıp oralarda bir yere yerleşti.” (Acâibu’l-Makdûr, s. 140)
İbni Arabşah’ın eserini yayına hazırlayan Ahsen Batur, İbni Arabşah’ta “Akbak”
olarak geçen adın bu eserin Kahire baskısında “Aktav” olarak geçtiğini ve doğrusunun
da bu olduğunu, zira Aktav’ın Toktamış’ın komutanlarından birinin adı olduğunu, İbni
Arabşah’ın, bu kişinin adını kabile adı zannettiğini, ayrıca Türk halklarında hiçbir
zaman “Akbak” veya “Aktav” adında bir kabile veya oymak bulunmadığını not düşer
(Acâibu’l-Makdûr, 2012: dipnot 203).
Batur’un Kahire nüshasından hareketle “Akbak” adının “Aktav” olduğunu
söylemesi bizce de doğrudur. Ancak onun “Aktav” adında bir boy ya da kabile olmadığı
düşüncesinden hareketle İbni Arabşah’ın kaydettiği bilgilere katılmamasını ve bu adı
Toktamış’ın komutanlarından birinin adı sayması bize göre doğru değildir. Bize göre
Aktav bir kabile adı olup (Aktav isimli komutan ise, mensup olduğu boyun adıyla
adlandırılmış olmalıdır.10) Osmanlı defterlerinde Tataran-ı Aktav ya da Aktav Yörükleri
adıyla anılan, yer adlarında, Aktav, Aktavlı adıyla izler bırakan topluluktur.
Bu boy adının Rumeli Vilayeti’ne ilişkin defterlerde anılıyor olması ve bu
bölgenin yer adlarında izlerinin görülmesi, İbni Arabşah’ın bu boyun göç ederek
“Edirne civarı”na yerleştikleri yönünde verdiği bilgiyle örtüşmektedir. 1395 yılında
Hazar denizi civarından göçen bu topluluğun Edirne’ye doğrudan mı yoksa bir süre
Anadolu’da kaldıktan sonra mı göç ettiği noktasında, kaynaklarda bir bilgi mevcut
değildir. Ancak yukarıda zikredildiği gibi Anadolu’da da Aktav adında bir köy adına
rastlanmış olması, söz konusu boyun bir süre Anadolu’da kaldıktan sonra Rumeli’ye
geçtiğini düşündürmektedir. Bu durumda İbni Arabşah’ın Aktavların Edirne civarına
yerleştikleri yönünde verdiği bilgiyi, o yıla ait bir bilgi olarak değil, söz konusu boyun
göçe başladıktan Edirne’ye ulaştıkları ana kadarki (yaklaşık 20-25 yıllık bir dönem)
olayların özeti mahiyetinde bir bilgi şeklinde anlamak doğru olacaktır.
Aktav, Aktavlı Boyunun Ata Yurtları
Aktav(lı) boyunun ata yurtlarının neresi olduğu meselesi, cevaplandırılması
gereken diğer bir konudur: Tarihi kaynakların suskun olduğu bu konuda yer adları bize
bir fikir verebilir. Bunun için “tavlı” Türkçe konuşan Türk yurtlarının orunadlarına
(oykonimlerine) bakmak gerekecektir. Ancak, unutmamak gerekir ki, Türk ad verme
geleneğinde, zirvesi her daim karla kaplı, dolayısıyla yüksek dağlara ‘ak dağ’ denir
(Trk. Akdağ, Kır. Aktoo, Alt. Aktuu, Kaz. Aktav, vb.). Dolayısıyla Aktav adında dağların
olması ya da “Aktav” adlı dağların eteğinde bulması münasebetiyle Aktav olarak
adlandırılmış yerleşim adları bizim için güvenilir bilimsel bir veri olamaz. Ancak ‘ak
dağ’ anlamına gelmeyen, bu anlamla ilişkilendirilmesi mümkün olmayan Aktav isimli
adlandırmalar, bizim için bilimsel bir veri olabilir.
Çalışmamızda, Aktavlıların izleri öncelikle, onların Toktamış’ı terk ettikleri
Terek nehri civarında ve daha geniş çerçevede Kuzeydoğu Kafkasya’da aranmış; ancak
bu bölgenin orunadları üzerine yapılan incelemelerde bir bulguya ulaşılamamıştır. Oysa
daha kuzeyde, Hazar denizinin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda tam da aranan nitelikte
Aktav isimli yer adlarına tesadüf edilmiştir. Günümüzde Kazakistan’ın kuzeybatısına
düşen bu bölgede, biri il diğerleri köy olmak üzere üç orunadı (oykonim) Aktav adını

0
Dede Korkut Destanları’nda Bayındır boyu hanının Bayındır-Han, Salur boyu hanının Salur Kazan Han, vs.
adlandırılması gibi. Daha geniş bilgi için bk. İbrahim Şahin, “Saruhan ve Saruhanoğulları Adlarının
Kökeni Üzerine”, Dil Araştırmaları, 2016/18, s. 219-233.

107
taşımaktadır. Dümdüz bir sahrada bulunan bu orunadlarının aynı isimli bir dağ adıyla
ilişkisi kurulamaz. Dolayısıyla bunlar Aktav kabile adının Anadolu’ya göç etmeden
önceki izleri olabilir. Söz konusu yerleşim birimlerinden en meşhuru Hazar Denizi
kıyısında bulunan Aktav şehridir.11 Diğer ikisi köy olup biri Ural bölgesinde Taskala
ilçesine, diğeri Aktöbe bölgesi Şıŋgırlav ilçesine bağlı köylerdir.
Kazakistan’da Aktav adında bir boyun varlığı bilinmediğinden, Kazakistanlı
yeradbilimciler söz konusu yeradının etnotoponim olduğunu söylemezler. Adı geçen
Aktav isimli yerleşim birimlerinin yakınında Aktav isimli bir dağ bulunmadığından bu
yer adlarını topotoponim (dağadlı-yeradı) olarak da izah edemezler. Bu sebeple olsa
gerek Batı Kazakistan’ın yer adlarını araştıran Ulday Rıskalikızı, Taşkala ve Şıŋgırlav
ilçelerinde bulunan Aktav köy adlarının bölgeden çıkartılan kireç ile (“ak saz balşık”)
ilişkili olduğunu ifade etmektedir (Rıskalikızı, 2001: 67). Rıskalikızı, açıkça ifade
etmese Aktav adı ile ‘kireç’ arasındaki ilişkiyi, Kazakçada ‘ağartmak’ anlamına gelen
“akta-” eylemine dayandırmaktadır: (< ak+ta (isimden fiil yapan ek) –v (isim fiil eki
görevinde mastar eki)). Kelimesi kelimesine ‘Ağartmak’, Türkiye Türkçesinde ‘badana
yapmak’ anlamına denk gelecek böyle bir açıklama kanaatimizce doğru olamaz.
Hazar’ın tam kıyısında bulunan Aktav adı da, bir dağ adıyla açıklanamaz. Zira
şehir Hazar’ın tam kıyısında denizden sadece birkaç metre yükseklikte, dümdüz bir
sahrada bulunmaktadır. Bazı internet sitelerinde, denizden şehre gelirken şehrin dağ gibi
görünmesi dolayısıyla, benzetmeye dayalı olarak Aktav şeklinde adlandırıldığı
yönündeki yorumlar; yine şehrin civarında rüzgârla şekillenmiş ak renkli falezlerin
bulunması sebebiyle böyle adlandırıldığı yönündeki değerlendirmeler bir çeşit halk
etimolojisinden başka bir şey olmasa gerek.
Biz, Kazakistan’daki bu yer adlarının Osmanlı defterlerinde geçen Tataran-ı
Aktav kabilesiyle ilgili olduğunu; Anadolu’ya göç etmeden önce Hazar Denizi’nin
kuzey ve kuzeydoğu kısımlarında yaşadıklarını değerlendiriyoruz. Acâibu’l-Makdûr’da,
Timur’dan Beyazıt’a gelen bir mektup üzerine Beyazıt’ın yaptığı yorumda geçen bir
ifade bu konuda veri kabul edilebilir:
“- … Yoksa beni Acem padişahları gibi mi sanıyor? Ya ki ne dedikleri
anlaşılmayan Deşt (-i Kıpçak) Tatarları gibi mi görüyor. Yoksa ordu toplama
konusunda Hindistan askerleri gibi mi sanıyor? … Toktamış’a gelince, onun askerinin
büyük kısmı kendisine ihanet etti. Yoksa keskin kılıçla Tatar birliklerine zarar vermek
ne mümkündü. Rum aslanları karşısında onların ok atmaktan başka hiçbir hüneri
yok…” demektedir (Acâibu’l-Makdûr, 2012: 292).
Burada geçen “Ya ki ne dedikleri anlaşılmayan Deşt (-i Kıpçak) Tatarları gibi
mi görüyor?” ifadesi her ne kadar Aktavlar özelinde söylenmiş bir söz olmasa da, genel
olarak Tatarların yurtlarıyla ilgili bir kanaat vermektedir. Bahsedilen Tatarlar Deşt-i
Kıpçak’tan gelmişlerdir ve konuşmaları Anadolu Türkleri tarafından açıkça
anlaşılmamaktadır. Bu ifadeleri, Kuzyebatı Kazakistan’daki Aktav adlı yer adları
çerçevesinde değerlendirdiğimizde birbirini tamamlar mahiyettedir.
Aktav, Aktavlı etnoniminin (kökadı) Kazakistan’da bulunan aynı isimli bir dağdan
geldiğini tahmin etmek mümkünse de Kazakistan’ın bütün vilayetlerinde bu isimde (Aktav)
dağ adlarının bulunması sebebiyle (bk. Januzakov, 2009) söz konusu etnonimin

11
Aktav şehri, eskiden Mangışlak olarak anılan bölgededir. Şehir, bölgede maden yataklarının tespiti
sonrasında kurulmuştur. 1961-1963 yılları arasında Aktav, 1963-1991 arası Şevçenko olarak anılmıştır.
(https://ru.wikipedia.org/wiki/, erişm: 12.09.2018.). Şehrin niçin Aktav adıyla anıldığı konusunda,
adbilimcil çerçevede bilimsel bir çalışmaya ulaşılamamıştır. Biz bu bölgenin daha kuzeyinde bulunan
Aktav adlı söz konusu iki köyün varlığını da dikkate alarak şehir adının, bu bölgede mikrotoponim
düzeyinde geçmişte var olan Aktav adında bir yer adına bağlı olarak çıkmış olabilecğei fikrindeyiz.

108
bu Aktavlardan hangisine bağlı olarak ortaya çıktığını tahmin etmek, eldeki yetersiz
bilgiler çerçevesinde mümkün görünmemektedir.
Sonuç
Osmanlı kayıtlarında Aktav, Aktavlı olarak geçen yer adlarının, aynı kayıtlarda
Tataran-ı Aktav, Aktav Yörükleri adıyla geçen toplulukla ilişkili olduğuna şüphe yoktur.
Yukarıda zikredilen Timur devri kaynaklarından, Aktav(lı)ların 1395 yılında Timur ile
savaş hazırlığı yapan Toktamış’ın ordusundan ayrılarak Anadolu’ya göç ettikleri, daha
sonra da Rumeli’ye gönderildikleri anlaşılmaktadır. Aktav adını taşıyan orunadlarından
hareketle yapılan araştırma, Aktav(lı)ların Anadolu’ya gelmeden önce, Altın Orda devleti
içindeki anayurtlarının günümüz Kazakistan’ının kuzeybatısında bulunduğu yönündedir.
Türkiye Adbilimi için Türkistan’dan, İdilboyu’ndan Anadolu’ya gelip yurt tutan
boyların, milletlerin varlığının somut olarak belirlenmesi, Anadolu ve diğer Türk dili
coğrafyasında yaşayan Türk halklarının kaynaşmasına katkıda bulunacağına kuşku
yoktur. Bu çerçevede, Osmanlı yazmalarında geçen diğer Tatar gruplarının da (Ör.
Bozapa Tatarları/Tatarhan-ı Bozapa, Tatarhan-ı Tırhala, Tataran-ı Yanbolu, Burma
Tatarlar, Çoktatar, Uruztatar/Uruzlu, Ak Tatar, Kara Tatar, Bacdar Tatarı, Bakraç
Tatarı, Çiğne Tatar, Divik Tatar, Doyuk Tatar, Fernaş Tatar/Ferraşlı, Çınarlı
Tatar/Çınarlı, Koçamar Tatarı/Koçmarlı, Konukçu Tatarı/Konukçulu Tatar, Mazak
Tatar, Semizler Tatar, Tatariç, Tatarin, Yaralı Tatar, Tatarhan-ı Tırhala, vs.) nerden
geldikleri, anavatanlarında bıraktıkları izler, geldikleri yerler ve bıraktıkları izler
çerçevesinde araştırılması ilginç olacaktır.
KAYNAKLAR
ANONİM OSMANLI KRONİĞİ-1299-1512- (2000) (Haz. Necdet Öztürk), Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul
HOCA SAADETTİN EFENDİ, (1979) Tacü’t-Tevarih II, (Yalınlaştıran İsmet
Parmaksızoğlu), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
İBNİ ARABŞAH, (2012) Acâibu’l Makdûr (Bozkırdan Gelen Bela), (Arapçadan
çeviren ve notlarla yayına hazırlayan Ahsen Batur), Selenge
JANUZAKOV, Telgoja (2009) Jer-su Atavlarının Anıktamalıgı, “Arıs” baspası, Almatı
NİZAMİDDİN, Şamiy, (1996) Zafername, “Özbekistan” Neşriati, Taşkent
OSMANLI YER ADLARI: I –Rumeli Eyaletli (1514-1550), (2013), Osmanlı Arşivi
Daire Başkanlığı, Ankara
OSMANLI YER ADLARI: II -Anadolu, Karaman, Rum, Diyarbakır, Arap ve
Zülkadiriye Eyaletleri (1530-1556), (2013) Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara
RISKALİKIZI Ulday (2001) Batıs Kazakstan Oblısı Jer-su Atavlarınıŋ Sözdigi,
“Poligraf servis”, Oral
https://ru.wikipedia.org/wiki/, erişm: 12.09.2018.

LATİN ASILLI TÜRK ALFABESİNİN KABULÜ VE ERKEN


CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSLERİNE
YANSIMASI
Dr. İsmet ÇETİN
-Yeni Türk Alfabesinin Kabulünün 90. Yılı-
Özet
Türkler, tarihin çeşitli dönemlerinde yaşadıkları devrin şartları ve yaşanılan
medeniyet dairesi gereği Göktürk, Uygur, Soğd, Manihey, Brahma, Arap, İbrani, Ermeni,
Kiril, Nasturi-Süryani, Passe-pa, Yunan (Grek) ve Latin alfabelerini kullanmışlardır. Bu

0Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi, icetin@gazi.edu.tr

109
alfabeler içinde Arap, Kiril ve Latin alfabeleri en uzun süre ve en yaygın kullanılan
alfabelerdir.
Türklerin kullandığı Latin alfabesi ilk defa 14. yüzyılda kaleme alınan Codex
Comanicus’ta kullanılmış, daha sonra (1923-1939) yıllarında Azerbaycan’da, 1928 yılı
itibarıyla de Türkiye’de resmî olarak kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’de İbrahim
Müteferrika’nın yabancılara Türkçe öğretmek amacıyla hazırlatıp yayımladığı
“Grammaire Turque ou Methode Courte et Facile Pour Apprendre la Langue Turque”
(Türkçe Gramer Türkçeyi kısa yoldan ve kolay öğrenme metodu) adlı kitap, saray
çevresinde öğrenilen/öğretilen Latin harfleri ve bu alfabeyle yazılan metinlerle
oluşturulmuştur. Türkiye’de 19. yüzyıldan itibaren görülen alfabe tartışmaları, 20.
yüzyılın başında, II. Meşrutiyet Dönemi’nde daha serbest bir zemine taşınmış, eğitim
alanında yenilenme, toplumun zamanın şartlarına göre eğitilmesi ve bilgilendirilmesi
düşüncesiyle devletin eğitim sistemiyle ilgili problemine dönüşmüştür.
0 yüzyıldan itibaren süregelen tartışmalar, Cumhuriyet’ten sonra eğitim ve
kültür politikaları alanındaki değişim, yeni politikalar belirlenmesi ve uygulanmasıyla
merkezi hükümet tarafından kararlı bir şekilde uygulanmaya dönüşmüştür. 3 Kasım
1928 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren alfabe değişimi,
çağdaşlaşmanın bir gereği, bilimsel ilerlemenin ve başta okur-yazarlık olmak üzere
toplumsal aydınlanmanın şartlarından biri olarak kabul edilmiştir. Bu çerçevede, “Türk
Alfabesi” olarak adlandırılan Latin harflerinin kabulü ile bu yıldan itibaren eğitim
politikalarında büyük değişimler yaşanmıştır.
Alfabe değişimiyle halkın okuma-yazmayı kolay öğrenebileceği, Türkçenin
zenginliğini ve canlılığının ortaya konulacağı, ileri/uygar milletlerle kolay iletişimin
sağlanacağı, bilgi alışverişinin kolaylaşacağı temel düşüncesiyle devletin her alanında
başlayan uygulamaları, dil ve edebiyat müfredatları için de söz konusudur. Harf
değişiminden sonra Türk Dili ve Edebiyatı müfredatlarında yapılan değişiklik, sadece
yöntem ve teknikte kalmamış, muhtevaya da yansımıştır.
Bildiride, Türkiye’de Tanzimat yıllarında başlayıp 1928 yılında hayata geçirilen
Latin harflerinin kabulü süreci, tartışmalar ve eğitim alanına; dil ve edebiyat
müfredatlarına yansıması üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türk Alfabeleri, Türk Dili ve Edebiyatı Müfredatları, Latin
Alfabesi.
Dünyadaki fikrî ve toplumsal gelişmeler, sosyal organizasyonların da değişimini
kaçınılmaz kılmıştır. Bu çerçevede devletler ile devletlerin idarî yapıları/sistemleri de
değişmiştir. Türkiye’nin bu gelişmelerden etkilenmemesi düşünülemezdi. Osmanlı
Devleti’nin son bulması ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, devlet
yapılanmasının yeniden düzenlenmesi, yeni bir idarî sistemin hayata geçirilmesini
zorunlu kıldı. Bu çerçevede Türkiye Devleti, kuruluşunun fikrî temellerine uygun bir
kimlik, millî kimlik oluşturmayı amaç edinmiştir. Millî kimliğin teşekkülünün
sağlanması ancak bilgili bir toplum yapısında mümkün olacağından öncelikli olarak bu
alanda gerekli politikaların belirlenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Zira bilgi
alanından uzaklaşmış, yaşanılan zamanın gerisinde kalmış, aynı kültür ve medeniyet
dairesinde yaşama iddiasında olduğu Batı dünyasındaki sanayileşmenin gerisinde
kalmış bir toplum bulunmaktadır. Öyle ki, uzun yıllar savaş hâli yaşayan toplumun
bilgili olması bir tarafa, okur-yazarlık oranı oldukça düşüktü (Tezel 1986:88-90).
Devlet, erken cumhuriyet döneminde yeni bir idarî tarz, idarî tarzın uyguladığı
politikalar ile yeni bir toplum ve toplumsal bilinç yaratma düşüncesindedir. Birçok
değişikliğin yapıldığı bu dönemde eğitim alanında birliğin sağlanması ve ardından harf
değişikliğine gidilmesi, toplumsal dönüşümde en büyük vasıtalarından biri sayılır. Bu
yolla tüm vatandaşlar okuma-yazma becerisi edinecek, eğitimden eşit ölçüde

110
yararlanacak, aynı bilgilerle bilgilenecekler ve Batı’da üretilen bilgileri daha kolay
edineceklerdir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde eğitim alanında yaşanılan olumsuzluklar,
aksaklıklar, Türkiye’yi yeni bir eğitim anlayışına sevk etti. Batı eğitim sistemi ve
dolayısıyla eğitim kurumları Türkiye’de uygulanmaya başlandı, yeni müesseseler
kuruldu. Özellikle Tanzimat’tan itibaren Batı’nın gelişmişliği karşısında Türkiye’de
yeni eğitim hamleleri başladı. Bunlardan biri eğitim alanının merkezi konumunda olan
alfabe meselesi olarak görülmeye başlandı.
Bu dönemde geri kalmışlığın nedenleri arasında, başta kullanılan Arap alfabesi
gösterilmiş ve bu yüzden de alfabede bazı değişikliklerin yapılması gerektiği öne
sürülmüştür. 1851’de Ahmet Cevdet Paşa’nın Türkçe seslerin alfabede gösterilmesi,
Munif Paşa’nın 1862’de Arap harfleri ile Türkçe okuyup yazmanın zorluğunu
dillendirmesi Mirza Fethali’nin Arap Alfabesi’nin Latin Alfabesi şeklinde okunmasını
sağlayacak çalışması dikkat çeker. Şinasi, Namık Kemal ve Ali Suavi gibi dönemin
önemli aydınları da alfabede düzeltmeler yapılmasını isterler.
Celal Nuri (İleri)’nin “Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye” adlı eserinin “Edebiyat
Meselesi” başlığı altında Latin harfleriyle ilgili; “Harflerimiz berbattır. Bu harflerle biz
işimizi göremeyiz. Bunlar na kâfidir… Bu harfleri ve bunlarla yazılmış ibarat-ı avam
suhuletle öğrenemiyor. Bunlar gayrı tabiî şeylerdir. Bunlar terakkiyata mani oluyor.
Ahalide tahsil ve tenevvür hâhişini söndürüyor. Anın için hurufu ıslah gibi boş vâhi
tedabire müracaat edeceğimize bir saat evvel, kemal-i cesaretle Latin harflerini kabul
etmeliyiz… Latin harfleri, hem pek tabiî, hem de Türkçe lisanının tahririne Arapça
harflerinden daha müsaittir. Bu harflerin kabul edilmemesi için serd olunabilecek veya
olunan itirazat o kadar adidir ki münakaşasına bile tenezzül etmeyiz” cümleleriyle ifade
ettiği alfabe meselesiyle edebiyatalanını ilişkilendirmesi önemlidir (Uluskan 2017:187-
191).
0 Meşrutiyet'ten itibaren alfabe tartışmaları daha serbestçe yapılmaya
başlanmış, Hüseyin Cahit, Celal Nuri, Dr. Abdullah Cevdet ve Kılıçzâde Hakkı gibi
dönemin aydınları Latin harflerinin eğitimin yaygınlaştırılmasında sağlayacağı faydaları
işlemişlerdir (Kılıç 1998: 117-124; Doğaner 2005: 29). 1909'da Maarif Nezareti’nde
"İmlâ Komisyonu" ve Islah-ı Huruf Cemiyeti’nde alfabe değişikliği konusunda
çalışmışlar yapılır (Albayrak 1989: 474-475).
1851’de Ahmet Cevdet Paşa’nın gündeme getirmesiyle başlayıp Cumhuriyet
Dönemi’ne kadar gelen alfabe tartışma ve çalışmaları, Cumhuriyet’in ilk yıllarında
yeniden ele alınır.
Cumhuriyet Dönemi’nde ilk olarak 1923 yılında toplanan Türkiye İktisat
Kongresi'nde Latin harflerinin kullanılması teklif edilir, ancak Kongre Başkanı Kazım
Karabekir tarafından gündeme alınmaz. Bu tavır, alfabe tartışmasının Atatürk tarafından
bir süre daha bekletilmesinin uygun olacağı düşüncesini haklı kılar. Ancak tartışmalar
yeniden başlar Kılıççızade Hakkı Bey, Hüseyin Cahit, Falih Rıfkı, Abdullah Cevdet,
Yunus Nadi gibi isimler Latin harflerinin kabulünü savunup Kazım Karabekir’i
eleştirmişlerdir.
1924 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Şükrü Saraçoğlu, halkın okuma
yazma oranının ancak %2 olduğunu, bunun sebebini de kullanılan alfabe olduğunu
vurgulayarak gündeme getirir ve böylece alfabe tartışması TBMM’ne taşınır. 1926
yılının Mart ayında yapılan bir anket sonucunda Latin harflerine geçilmesinin
gerekliliğini savunanların oranı Arap harflerinde kalınmasını savunanların oranın çok
altındadır. Ankete katılanlardan Ali Canip, Ali Ekrem, Muallim Cevdet, İbrahim
Alaeddin, Necip Asım, Avram Galanti, Veled Çelebi, İbrahim Necmi, Halid Ziya ve
Prof. Gombotes Zoltan’ın içinde bulunduğu kesim alfabe değişimine karşı çıkarlar.

111
1926 Bakü Türkiyat Kongresi’nde, Türklerin Latin alfabesine geçme kararı
alması Türkiye’de alfabe değişikliğini yeniden gündeme getirmiş, bu dönemde
Hâkimiyet-i Millîye, Cumhuriyet, Milliyet, Vakit ve İkdam gazetelerinde Latin
harflerine geçişin zaruri olduğuna dair yazılar çıkmıştır.
1928 yılında, Mahmut Esat (Bozkurt)'ın, Türk Ocakları Merkez ve Hars
Heyetlerine verdiği bir şölende, Latin harfleri lehindeki konuşması ile aynı yıl, 8 Mart'ta
Başbakan İsmet İnönü’nün Türk Ocağı Hars Heyetinde Latin harfleri üzerinde bir
danışma toplantısı yapması, harf değişikliğinin bir devlet politikası olduğunun işareti
olarak görülmelidir( Tongul 2004:17) Bu çalışmaların hemen arkasından 20 Mayıs
1928'de yeni rakamların kabulüyle ilgili yasanın çıkması Latin harflerinin kabulü öncesi
bir nevi hazırlık olmuştur.
“Yazı değişikliğine ihtiyaç duyulmasının temelinde, dilin Farsça ve Arapça gibi
dillerin etkisi altında olması nedeniyle belli bir imlâ kuralının olmaması, Arap
harflerinin yazılma ve öğrenilme güçlüğü ile Arap alfabesinde sesli harflerin az olması
ve pek çok sese karşılık gelmesi nedeniyle eğitimli kesim tarafından dahi yazının
yanlışsız okunamaması gibi sorunlar yaratmaktadır. Harf inkılâbının yapılmasında
anılan güçlüklerin ortadan kaldırılması amaçlanmakla birlikte aslında Arap harflerinin
bırakılması eski kültür dairesinden uzaklaşmak anlamına gelmektedir. Bu görüşe
katılan Fuad Köprülü Atatürk'ün harf inkılâbı sayesinde o zamana kadar kendi hususi
hüviyetlerini saklayan Arap ve Fars kelimelerinin artık dilimizde tutunamayacağını
belirtmektedir” (Doğaner 2005:33).
Yeni bir millet yaratmak, topluma millet olma bilinci vermek, Arap ve Fars asıllı
alfabeyi değiştirmek, toplumu okur-yazar kılmak gibi düşünceler üzerine bina edilen
alfabe değişikliği, sadece alfabe değişikliği değil dil ve dil çalışmalarıyla edebiyat
alanındaki yeni anlayış, yorumlayış ve bunları eyleme dönüştürme hâli, Türkiye ve Türk
dünyasında “Türk Modernizminin” de işareti ve hayata geçirilmesi olarak
anlaşılmalıdır. Türkiye’de 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren çalışmaların başlaması
ve bu çalışmaların Cumhuriyet Dönemi’nde hayata geçirilmesi, özellikle eğitimli bir
toplumun yaratılması ve dolayısıyla toplumun bilgisizlikten kurtulmasından eğimin
millî olmasına; üretime yönelik bir eğitim politikasının oluşturulmasından bilime dayalı
bir eğitim sürecinin yaratılmasına kadar toplum ve devlet hayatının her alanında önemli
zihniyet ve politik değişikliklere vesile olmuştur. 1 Alfabe değişikliği, dolayısıyla bu
değişikliğe bağlı “okuryazarlık, okuma ve eğitim, modernleştirici Cumhuriyet imajının
yansıtılmasında merkezi roldedir” (Fortna 2013:48).
Türkiye’de alfabe değişikliğiyle ilgili fikrî hazırlıklar, çalışmalar ve nihayet 3
Kasım 1928 günü, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan ve resmî gazetede yayımlanıp,
yürürlüğe giren 1353 sayılı "Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun" ile Latin
harfli alfabe resmî olarak kabul edilecektir. 11 maddeden ibaret olan bu kanunda; bütün
devlet dairelerinde, özel kurumlarda, Türk harfleriyle yazılan yazılar kabul edilecek, işlem
görecektir. Uygulama tarihi, 1 Ocak 1929'u geçmeyecek, ancak tahkik evraklarının,
fezlekelerin, basılı evrakın ve defterlerin yazılması, Haziran 1929'a kadar sürebilecekti.
Eski yazı ile dilekçeler de bu tarihe kadar kabul edilecekti. Gazete, dergi, levha, ilân, reklâm
gibi basmalar, 1 Aralık 1928'den başlayarak yeni harflerle çıkarılacaktı. 1929 Ocak ayından
sonra ise, artık bütün kitaplar yeni harflerle basılacaktı. Tutanaklarda eski harfler, Haziran
1929'a kadar steno gibi kullanılabilecek, devlet dairelerinde faydalanılan kitap, yönetmelik,
defter, cetvel gibi şeyler ise, Haziran 1930'a

0
Daha geniş bilgi için bkz. Cengiz Dönmez, Tarihi Gerçekleriyle Harf İnkılabı ve Kazanımları, Ankara
2013; Mustafa Öner, Türk Dünyasında Modernizm ve Dil Gelişmesi, Yeni Türkiye, 24,101, (Ocak-Şubat
2018), 94-102.

112
kadar kalabilecekti. Para, pul, bono gibi değerli kâğıtlar değiştirilinceye kadar geçerli
olacaktı. Okullarda dersler yeni harflerle yapılacaktı. Kanun'da devlet daireleri için
konulan hükümler, bankalar, şirketler, dernekler için de uygulanacaktı. Bu arada, bütün
memurların sınavdan geçirileceği günler de saptanmıştı. Başarılı olanlara, yeni Türkçe
yazıyla hazırlanan "Ehliyetnâme" verilecekti. (Tongul 2004:125-126).
Burada eğitim, özellikle dil ve edebiyateğitimi alfabe değişikliğinin merkezi
konumundadır. Zira toplum tarafından kabul görmesi, okullarda ana dil ve dil
ürünlerinin /edebiyatın öğretimi önem taşımaktadır.
Alfabe değişikliğini takip eden 1928-1029 öğretim yılında Arap harfli metinler
üzerinde yapılan dil ve edebiyat eğitimine son verilerek Latin harfleriyle eğitime
başlanmıştır (Beyreli 2010:442)
Harf değişikliğinin en üst seviyede devlet politikası olarak kabulü sadece
alfabeyle kalmamış, Türk Dili ile ilgili kabul ve çalışmaları da yönlendirmiştir.
Latin alfabesinin kabulüyle birlikte Atatürk'ün "Başöğretmen" sıfatıyla yaptığı
gezi ve eğitim çalışmaları, toplumun motive olmasına vesile olmuş, başta Türk Ocakları
olmak üzere kamu kurum ve kuruluşları yoğun bir çalışma içine girmişlerdir. Daha ilk
günlerden itibaren gazeteler, başlıklarını yeni harflerle yazmaya ve alfabe dersleri
vermeye başlamış, okul kitapları yeniden basılmaya başlanmış, öğretmenleri kurslara
almak suretiyle Latin harflerini öğrenmeleri sağlanmıştır (Wilson-Başgöz 1968: 118).
Resmî kurumların Arap alfabesiyle yazılan adları yeniden gözden geçirilmiş, Arap ve
Farsça terkipler değiştirilmiş, dilde sadeleştirme çalışmalarına girişilmiş, Millet
Mektepleri açılarak okuma-yazma seferberliği başlatılmıştır.
Harf inkılâbı, bilhassa Türkçe derslerinde Vakâleti esaslı tedbirler almağa
sevketmiştir. 31.teşrinievvel 1929 tarihinde çıkarılmış olan ortamektep ve lise Türkçe
müfredatı; Arabi, Farisi derslerinin kaldırılması ve yeni Türk harflerinin kabulü
sebepleriyle ana dilinin yeniden bir tetkike mevzu olduğunu bize gösterir. Programı
tetkik eden ve azasından bulunduğum bu heyetin yazdığı esbab-ı mucibede şöyle
denilmektedir: Son senelere kadar tatbik edilmiş olan Türkçe ve bilhassa Edebiyat
programlarında bazı terbiyevî mahzurlar görülerek 1927 senesinde tadilât yapılmış ve
bu derslerin bütün dünya orta tedrisatında olduğu gibi metinler üzerine istinat ettirilmesi
esası kabul edilmişti (Yücel 1994:186).
Latin alfabesinin kabulüyle beraber, dil ve edebiyat programlarında da
değişikliğe gidilmiştir. Bu değişiklik sadece edebiyat anlayışı, kavram, terim ve
kelimelerle ilgili olmayıp aynı zamanda metot değişikliğini de getirmiştir. Türk dili ve
edebiyatıyla ilgili program değişikliği konusunda Hasan Ali Yücel’in tespitleri şöyledir:
“Program tadil edildikten sonra önümüzdeki seneyi bir intikal devresi addetmek
zarureti hâsıl olacaktır. Bu intikal devresi sade 1929-1930 senesine ve ancak ikinci
devrenin üçüncü sınıfına has olacaktır. Zira birinci devrenin programından Arapça ve
Farsçaya müteallik kaideler çıkarıldığı ve müfredata yeni bir şey ilâvesine ihtiyaç
olmadığı için ilk üç sınıf programları tabiî yürüyüşü ile devam edecektir. İkinci devre
birinci sınıf programına yeni bir şey ilâve edilmediği için bu sınıfta da intikal sarsıntısı
olmıyacaktır. İkinci devre ikinci sınıf, edebiyat tarihine yeni başlıyacağı için burada da
başka bir tedbir almağa ihtiyaç yoktur. Yalnız üçüncü sınıftadır ki, geçen sene ancak on
altıncı asır edebiyatına kadar okunduğu ve yeni yapılan programa nazaran
Tanzimat’tan itibaren ders gösterilmesi lâzım geleceği cihetle aradaki zamana ait, yani
on altıncı asırdan Tanzimat’a kadar olan tarih malûmatın sırf önümüzdeki seneye
mahsus olmak üzere sene başında tedrisi iktiza etmektedir” (Yücel 1994:187).
Latin harflerinin kabulünden sonra süratle gazete ve kitap baskıları yapılır.
Edebiyat alanında ders kitabı olarak okutulan ilk kitap Ali Canip (Yöntem)’in hazırladığı
Edebiyat kitabıdır (Özerdim, 1998, 41) ve bu kitap, dönemin edebiyata nlayışını da ifade

113
etmektedir. Fuad Köprülü’nün 1914’te Servet-i Fünun’da yazdığı edebiyatile ilgili
görüşleri ve Şahabettin Süleyman ile hazırladıkları “Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı”
adlı eser ile Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserleri, edebiyata estetik bakış
yerine ahlâkçı bir bakışı hâkim kılmaları, Cumhuriyet Dönemi’nde de devam etmiş ve
başta Ali Canip’in hazırladığı Edebiyat kitabı olmak üzere Süleyman Şevket Tanlı’nın,
Güzel Yazılar; Ali Canip’in Türk Edebiyatı Antolojisi; Saadettin Nüzhet’in Tanzimat’a
Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi; Agah Sırrı’nın Edebiyat Tarihi Dersleri ve
Mustafa Nihat’ın Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi adlı kitapları ahlâkçı bakış
açısıyla kaleme alınmışlardır. Özellikle 1929 yılından sonra Latin harfleriyle
yayımlanan edebiyat kitaplarının yazılmasında amaç, bir yandan daha kolay okunurluğu
sağlamakken bir yandan edebiyat zevki kazandırmak ve edebiyat tarihi, dolayısıyla
Türk kültür tarihi bilgi ve bilincini oluşturmaktır.
1929 Latin harflerinin kabulüyle ilk basılan Ali Canip Yöntem’in kitabı;
Cumhuriyet Dönemi’nde edebiyat öğretiminde edebî metinden şekil ve kurallara
gidilmesi anlayışına uygun olarak yazılan ilk kitaptır. Kitap, Şahabeddin Süleyman ve
Köprülüzâde Mehmed Fuad’ın birlikte yazdıkları Malûmat-ı Edebîye adlı ders kitabının
planı örnek alınarak yazılmıştır (Filizok, 2001). Edebiyat’ın 1929’dan sonraki
baskılarında içerikte ortaya çıkan değişikliklerle öğrencilerin edebiyatsanatı aracılığıyla
millî kültüre ait değerleri ve özellikleri tanıması ve kazanması yanında, Batı
medeniyetinin değerlerini tanımalarına da imkân verilmiştir. Böylece hem Türkiye
Cumhuriyeti’nin eğitim ve kültür politikalarında bu yönde ifadesini bulan amaçlar
gerçekleşmiş hem de edebiyat programlarında hedeflenen çağdaş ve demokratik hayatı
öğrencilerin tanıması ve onların bu hayata alıştırılması gerektiği, ilkesi hayata
geçirilmiştir (Ogur 2009: 386).
Ali Canip, lise seviyesinde edebiyat eğitimi meselesini pedagojik yönden ele
alarak Fransa'da ve Amerika'da ders kitaplarını da incelemiş, edebiyat öğretiminin
üniversitelerde ve liselerde farklı olması gerektiğini düşünmektedir. Ali Canip liselerde
edebiyat tarihinin tamamının okutulmasını doğru bulmuyor, yakın devirlerin uzak
devirlerden daha teferruatlı olarak okutulması fikrini savunuyordu. O, edebiyat
öğretiminin durumunu tespit etmiş, edebiyat kitabının içeriğini kademeli olarak azalttı.
Ali Canip, çağdaş eğitim bilimcilere dayanarak edebiyat eğitiminin amacının ezbere
bilgiler vermek olmadığını, öğrencinin anlayışını, zevkini, fikrî gelişimini sağlamak,
onlara çağdaş ve millî değerler kazandırmak olduğunu savunuyordu ve bu görüşünü
elverdiği ölçüde edebiyat kitaplarına yansıtıyordu (Filizok 2001).
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, “cumhuriyet imajının yansıtılmasında merkezi
rolde olan okuryazarlık, okuma ve eğitim”, hayata geçirilen alfabe değişimiyle daha da
güçlü bir kültürel uygulama alanı olarak görülmektedir. Harf değişikliği ile halkın
okuma-yazmayı kolay öğrenebileceği, Türkçenin zenginliğini ve canlılığının ortaya
konulacağı, ileri/uygar milletlerle kolay iletişimin sağlanacağı, bilgi alışverişinin
kolaylaşacağı temel düşüncesiyle devletin her alanında başlayan uygulamaları, dil ve
edebiyat öğretimi ile öğretimde uygulan müfredat için de söz konusudur. Sadece
müfredat değişikliği değil, aynı zamanda edebiyat anlayışının değişmesi de önemlidir.
Harf değişiminden sonra Türk Dili ve Edebiyatı müfredatlarında yapılan
değişiklik, sadece yöntem ve teknikte kalmamış, muhtevaya da yansımıştır. Harf
değişikliği özellikle Türkçe ve Türk edebiyatı dersleriyle ilgili yeni düzenlemeler
yapılmasını zorunlu kılmıştır. Harf değişikliğinden hemen sonra, 1929 yılında
uygulanmaya başlayan ortaokul ve lise Türkçe müfredatlarında Arapça ve Farsça ile
bunların kurallarının kaldırılması, yeni Türk harflerinin kabulüyle beraber Türkçenin
yeniden ele alınması gereğine işaret edilmektedir (Yücel 1994:186). Ayrıca 1924
yılında uygulamaya konulan Türk Dili ve Edebiyatı müfredatı ışığında okutulan

114
edebiyatkitaplarında yer alan metinler ile edebiyatöğretimine dair yaklaşımlarda
değişikliğe gidilir. Uygulamalarda görülen aksaklıklar giderilmeye çalışılır. Zira 19.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren planlı bir şekle sokulmaya çalışılan eğitim kurumu ve
dolayısıyla edebiyat ve edebiyat öğretimi de Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren
tartışılmaya, yeniden planlanmaya ve uygulanmaya çalışılır.
KAYNAKLAR
ATAY, Falih Rıfkı (1984) Çankaya, İstanbul
BEYRELİ, Latif (2010) “Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi”, Cumhuriyet Dönemi Eğitim
Politikaları Sempozyumu, 07-09 Aralık 2005, (Haz. M.A. PARLAK), Ankara, 437-448.
BULUÇ, Sadettin (1981) “Osmanlılar Devrinde Alfabe Tartışmaları”, Harf Devriminin
50. Yılı Sempozyumu, Ankara, 45-48.
DOĞANER, Yasemin (2015) “Elifba’dan Alfabeye: Yeni Türk Harfleri”, Modern
Türklük Araştırma Dergisi, 2, 4, 33- 83.
DÖNMEZ, Cengiz (2013) Tarihi Gerçekleriyle Harf İnkılâbı ve Kazanımları, Ankara
FİLİZOK, Rıza (2001) Ali Canip Yöntem’in Lise Edebiyat Kitapları Üzerine,
http://www.ege-edebiyat.org/
FORTNA, Benjamin C (2013) Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemlerinde
Okumayı Öğrenmek, (Çev. M. BEŞİKÇİ), İstanbul
GÜLMEZ, Nurettin (2006) Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Harfler Üzerine Tartışmalar,
İstanbul.
İNAN, Afet (1991) “Ellinci Yılında Türk Harf Devrim (1928)”, Harf Devriminin 50.
Yılı Sempozyumu, Ankara, 81-88.
KILIÇ, Selami (1998) II. Meşrutiyetten Cumhuriyet Türkiyesine Türk İnkılâbının Fikir
Temelleri, Erzurum
KOCABAŞOĞLU, Uygur (1981) “Harf Devriminin Eğitim ve Kültür Yaşamımız
Üzerindeki Kimi Etkilerine Değin Gözlemler” Harf Devriminin 50.Yılı Sempozyumu,
Ankara, 113-124.
KORKMAZ, Zeynep (1991) “Türk Dili ve Arap Alfabesi”, Dil ve Alfabe Üzerine
Görüşler, Ankara,11-19.
LEVEND, Agah Sırrı (1972) Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara
OGUR, Erol (2009) “Ali Canip Yöntem’in Cumhuriyet Dönemi’nde Edebiyat Öğretimi
İçin Hazırladığı Ders Kitapları”, Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi XXII (2),
379-395,
ÖNER, Mustafa (2018) “Türk Dünyasında Modernizm ve Dil Gelişmesi”, Yeni Türkiye,
24,101, (Ocak-Şubat), 94-102.
ÖZERDİM, Sami N. (1998), Yazı Devriminin Öyküsü, Ankara
ŞİMŞİR, Bilal (1992) Türk Yazı Devrimi, Ankara
TONGUL, Neriman (2004) “Türk Harf İnkılâbı”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp
Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 33-34, (Mayıs-Kasını), 103-130.
YÜCEL, Hasan Ali (1994) Türkiye'de Orta Öğretim, Ankara
YÜCEL, T. (1982) Dil Devrimi ve Sonuçları, Ankara

115
İŞLEVSEL DİLBİLİM BAĞLAMINDA TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE
FİİLİMSİ (EYLEMSİ)
1
Dr. Muhsine BÖREKÇİ
Özet
Dil tipolojisi bakımından Türkçe yan yargıları birleştirme tarzına göre
‘karmaşık’ (compleksiv) bir dildir. Bu niteliği ile niteleyici/tamlayıcı yargı öbeklerini
isimleştirerek, sıfatlaştırarak veya zarflaştırarak temel yargı içine yerleştirir. Türkçe dil
bilgisinde “fiilimsi/eylemsi” adıyla genelleştirilen bu geçici yapılar genellikle L.
Johanson’un (1972) ifade ettiği gibi “yüklemi bir fiilimsi (ad-fiil, ortaç veya ulaç) olan
önermeler” olarak değerlendirilmiş; sıfat-fiillerin sıfat öbeği, zarf-fiillerin zarf tümleci,
isim-fiillerin de isim olarak kullanıldığı düşüncesi yaygınlaşmıştır. Buna karşın fiilimsi
içeren cümleler ‘girişik birleşik cümle’ olarak kabul edilerek fiilimsilerin aynı zamanda
yargı iletme işlevi vurgulanmıştır.
Ancak Türk dil bilgisi çalışmalarında fiilimsilerin sıfatlaştırma, isimleştirme veya
zarflaştırma, işlevlerinden değil de kategorize edilmiş dilbilgisel biçimbirimlerden hareketle
adlandırılmış sözdizimsel işlevlerinden çok sözlüksel aktarıcılardan hareketle
sınıflandırılması Türkçe öğretimi uygulamalarında da çelişkilere, test edilemeyen, anlama
ve anlatma becerilerine katkı sağlayamayan bilgilere dönüşmüş; kavram yanılgıları
oluşmuştur. Bu yaklaşım “soğuk çayı içtim” ve “soğumuş çayı içtim” arasındaki farkın
sadece birincisinin sıfat tamlaması, ikincinin sıfat fiil öbeği olarak tanımlanmasını sağlamış;
yapı ve anlam ayrıntılarının kavranmasını kazandırılamamıştır.
Fiilimsi kavramının işlevsel dilbilim yaklaşımıyla açıklanmasının, fiilimsilerin
işlevlerinin belirlenmesinin amaçlandığı bu çalışmada şu sorulara yanıt aranacaktır:
Fiilimsi kavramının içeriği ve sınırları nedir? (Fiilden isim yapan eklerden hangi
nitelikleri ile ayrılır, ne kadar fiil, ne kadar isimdir?)
Fiilimsilerin metindilbilimsel işlevleri nelerdir?
Sıfat-fiil, zarf-fiil veya isim-fiil ekleri olarak kategorize edilmiş olan dil bilgisi
biçimbirimleri farklı işlevlerle kullanılabilir mi, bu durumda nasıl adlandırılmalıdır?
Türkçe öğretimi sürecinde fiilimsilerle ilgili hangi kavram yanılgıları vardır?
Bu betimsel çalışmada alanyazın taramasıyla elde edilen veriler dayanaklandırma
(argümantasyon) yöntemi ile değerlendirilerek sonuca ulaşılacaktır. Kavram yanılgılarını
tespit etmeye yönelik veriler Türkçe Eğitimi ve Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Ana Bilim
Dalında öğrenim gören lisans üstü öğrencilerin yazılı söylemlerinden hareketle ve ‘söylem
çözümleme’ yöntemiyle elde edilerek değerlendirilecektir.
Anahtar Sözcükler: Türkiye Türkçesi, işlevsel dilbilim, Türkçe dil bilgisi öğretimi,
fiilimsi
1.Giriş
1.1. İşlevler Açısından Sözcük Türleri
Sözcüklerin sınıflandırılması dil felsefesi dil bilgisi ve dil öğretimi gibi araştırma
alanlarının önemli konuları arasında yer almıştır. Dil felsefesinin bu önemli konusu zamanla
dilin doğası, dil-dünya ilişkisi, gösteren gösterilen ilişkisi gibi işlevsel bağlamlardan
bağımsız olarak dil bilgisinin biçimsel sınırları içinde değerlendirilmeye başlanmış; bu
yaklaşım aslında insan-dünya ilişkisini düzenleyen dilin bir evren tasarımı olarak
değerlendirilmesini ve içerdiği evren kurgusunun anlaşılmasını engellemiştir. Oysa evrensel
ve nesnel gerçekliği kurmaca ve toplumsal hatta bireysel bir üretimle ifade eden dil, sözcük
türleri ile nesnel gerçeklikte var olan karşıtlıkları ifade eder. Varlıklar, nitelikler ve
bağıntılar biçiminde felsefeye aktarılan evrensel gerçeklik (Dallı, 2018) dilde

1
Prof. Dr. Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi
Bölümü, mborekci@atauni.edu.tr

116
de farklı sözcük türlerini zorunlu kılmış; dil bilgisinde de bu üç boyutu karşılayan ulamlar
oluşmuştur. Geleneksel dil bilgisinde sözcükler ‘dil’ boyutunda ve ulamsal yaklaşımla
sınıflandırılmış; bu yaklaşım kavram kargaşasına daha doğrusu kavramlaştırma
yetersizliğine neden olmuştur. Özellikle Türkçe gibi eklemeli/bireşimsel dillerde sözcükleri
sınıflandırırken değerlendirme alanının ve sınırlarının açık olarak belirlenmesi son derece
önemlidir. Bu aşamada ilk soru ‘dil’in sözcükleri mi (ulamsal yaklaşım) sözün sözcükleri
mi (işlevsel yaklaşım) sınıflandırılmalı?
Bilindiği gibi yapısal dil bilimin dil incelemelerine getirdiği en önemli bakış
açısı dil-söz karşıtlığı ve sistem kavramıdır. (Saussure, ) Bu yaklaşımla dil bilgisi
toplumsal olan ‘dil’in yapısını betimlemeyi amaçlar. Fakat soyut olan ‘dil’ ancak
bireylerin kullanımında yani ‘söz’ boyutunda somutlaşır. Dilde daha az sayıda ve genel
bir görev üstlenen yapılar/biçimbirimler söz içinde çok farklı işlevler üstlenir.
0 Ad-Eylem Karşıtlığı
Dilin doğası ve temel işlevi yani nesnel dünyayı kurmaca dünya ya aktarma ya
da nesnel gerçekliği kurgulama işlevi dikkate alınırsa herhangi bir dilin sözcüklerinin
nesneler dünyasında var olan ulamları dile aktardığı; bir başka söyleyişle bölünmemiş
bir bütün olan dünyayı kendine özgü bir biçimde tasarladığı ve bir dil sistemiyle
yeniden biçimlendirdiği görülür. Öyleyse dil nesnel gerçekliğin yansıması değil;
algılanan dünyayı kurgulayan bir sistemdir. Nesnel dünya algılanıp zihinsel olan
kavramlaştırma sürecinin sonunda sözcüklerle kurgulanan bir kurmaca dünyaya
aktarılır. Çünkü sözcükler kavramları, kavramlar da nesneleri simgeler. Dilin nesnel
gerçeklikle ilişkili bilgi oluşturma, aktarma ve dönüt alma (bildirişim) işlevi zorunlu
olarak düşünme süreçlerini (nesnel gerçekliği algılama, kavramlaştırma, nesnel
gerçeklikten soyutlama ve kavramlar arasında dil bilgisel ilişki kurma) gerektirir. Yani
herhangi bir doğal dilin yapısı bir topluma ya da düşünce biçimine ait dünya algısını, bir
başka deyişle evrensel gerçekliği tasarlama biçimini de yansıtır. Bu nedenle farklı
kavram ilişkilerinden, farklı söz dizim niteliklerinden söz etmek mümkün olur.
Nesneler dünyasının evrenselliği, söz varlığını sınıflandıran üst dil kavramlarının
da genelleşmesini sağlamıştır. Bu durumu şöyle bir tablo ile göstermek mümkündür:
Tablo 1: Dil-dünya ilişkisi
Gerçek Nesneler/Kavramlar Nesnelerin Nesnelerin Nesnelerin
dünya Nitelikleri/Nicelikleri İlişkileri Oluş ve
Kılışları
Dilin İsim Sıfat Aktarıcılar
Dünyası Zamir Zarf (Ekler) Fiiller
Edat
/Bağlaç
Ünlem
(Börekçi, 2009)
Nesneleri birbirinden farklı kılan temel niteliğin oluş ve kılışları olması sözcük
türlerinin de ad-eylem karşıtlığı bağlamında oluşmasına neden olmuştur. Çünkü fiil
dışındaki türler isim olarak ifade edilebilir. (Nesne/kavram adı, nitelik/nicelik adı, ilişki
adı gibi.) Bu temel karşıtlık iletişim birimi olan yargı öbeklerinin de kurucu öğelerini
oluşturmuş; derin yapıdaki konu-yorum ya da olan/kılan-oluş/kılış ilişkisi yüzeysel
yapıya özne-yüklem veya ad-eylem ilişkisine biçiminde aktarılmıştır.
Korkmaz, (2003:527) “şekil bilgisinin addan sonra en önemli ögesi” olarak
değerlendirdiği eylemin bağımlı bir sözlük biçimbirimi olma özelliğini vurgulamaktadır.
Eylem (fiil) dil bilgisinde genellikle “bir kılış, bir durum veya oluşu, toplu bir deyimle olup
biteni anlatan kelime” Banguoğlu (2007:408) biçiminde tanımlanmaktadır. Ancak kılış ve
oluşları dile aktaran sözlük biçimbirimleri olan eylemleri diğer sözcük türlerinden

117
ayıran özellik bu sözlüksel tanımdan çok oluşturduğu dilbilgisi ulamlarıdır. Bu
nitelikler, eylemleri çatı, kılma/olma – kılmama/olmama, zaman, kip ve kişi kavramları
bakımından belirli kılar. Eylem ulamları eyleyen/olan-eylem ilişkisini düzenlediği için
toplumun dünya algısını, nesne ile ilişkisini en çok yansıtan dil alanıdır ve toplumsal
tasarımdır. Deny (1941) bu “millî mahiyet”i şöyle vurgulamıştır: “Osmanlıcada
kullanılan birçok isimler yabancı dillerden gelmedir. Aksine olarak fiil Türkçe
asıldandır, Arap ve Fars kelimeleriyle o kadar dolu olan eski edebî üslûpta biricik millî
unsur da budur.” Bu özelliği ile eylemler, Türkçe kökenli olmayan sözcükler dizisini
Türkçe bir cümleye dönüştürür.
3. Fiilimsi (Eylemsi) Kavramı
Türkçeye özgü bir düşünce tasarımı olarak değerlendirilebilecek olan eylemsi
yapıları, yargı öbeklerinin ya da dil bilgisinde genellikle kullanılan biçimiyle ‘yan
cümle’lerin anlam ilişkisini dil yapısına aktaran söz dizimi alanını ifade eder. Türkçede
yan cümle olmadığı (Gabain, 2007) görüşüne karşı Hint-Avrupa dillerindeki yardımcı
cümlelerin yerini tuttuğu (Eraslan, 1980) belirtilmiştir. Banguoğlu (2007:521) “yargı
öbeği” olarak nitelediği yapılarda “çekimli fiil”e karşılk “yatık fiiller”in kullanıldığını
belirterek yargı-yarım yargı-cümle ayrımını yapmıştır.
Bu ayrım Türkçede yan cümle değil ama -doğal olarak- kendine özgü bir yan
yargı yapılanmasının olduğunu gösterdiği gibi tam yargı ifade eden fiil, yarım yargı
biçimini oluşturan ‘fiilimsi’ ve fiil özelliklerini kaybetmiş olan ‘fiilden yapılmış isim’
kavramları arasındaki ilişkiyi ve farkı da açıklamaktadır.
Tablo 2:
Kılma/Olma
Sözcük Çatı Kılmama/Olmama Zaman Kip Kişi
Fiil + + + + +

Fiilimsi + + +/- - -
/+
Fiilden - - - - -
is.

Tablodan da anlaşılacağı gibi fiil ulamlarını belirleyen karşıtlıklar, fiil işletme


ekleriyle oluşturulur. Bu bağlamda tam bir fiil; çatı, kılma-olma/kılmama-olmama,
zaman, yüklemleştirici, kip, kişi ulamlarını işaretleyen eklerle belirlenmiş olan yükleme
dönüşür:
fiil-çatı-olumluluk/olumsuzluk-sıfat-fiil+yüklemleştirici-
kip+şahıs anla-t-ma-mış+i-di+m
anla---dı+-+ (Gemalmaz, 1996)
Eylemsi, fiil tabanında bulunan çatı ve olumluluk/olumsuzluk ulamlarını
koruyan bir yargı öbeğini bütün olarak geçici bir niteleme/belirtme, veya tümleyen
öbeğine dönüştürür. Eylemsi ekleri olarak adlandırılan görevli biçimbirimler yapı, işlev,
bağıntı ve dağılımları bakımından yapım eklerinden farklıdır. Yapım ekleri kalıcı
kavram işaretlerken fiilimsi ekleri geçici ilişki kurar. Yapım ekleri kalıcı sözlük
biçimbirimi oluştururken eylemsi ekleri ise sözdizimsel/metindilbilimsel işlev üstlenir.
Ayrıca yapım ekleri eylem tabanını biçimlendiren çatı ve olumluluk/olumsuzluk
karşıtlıklarını yok ederek isim, sıfat veya zarf gövdesine dönüştür. Örneğin ‘soğu-k
yemek’ öbeğinde soğu-fiilinin çatı ve olumlu/olumsuz karşıtlığı bakımından
genelleşmiştir. (soğu-ma-yık yemek ya da soğu-t-uk, soğu-n-uk veya soğu-t-ul-uk
yemek biçimlerinin olmamasına karşın ‘soğu---muş yemek’ yapısının soğu-t-ul--
muş, soğu--ma-mış, soğu-t-ul-ma-mış yemek dönüşümleri de gerçekleştirilebilir.)

118
Fiilden isim, sıfat veya zarf yapım ekleri yalın ya da genel (çatı ve
olumluluk/olumsuzluk karşıtlığı olmayan) bir fiili aktarırken fiilimsi ekleri özne-nesne-
yüklem ilişkisi kurmuş bir yargı öbeğini dönüştüürür.
Bu yapısal-bağımsal-dağılımsal ilişkiyi oklama yöntemi (Gemalmaz, 1997) ile
görselleştirmek mümkündür:

Sen +i istikbal [et- MEK] için [sen+den] önce gel- MEK cihan +a
n.d b.f Ynl. ed.
Krş. ed
Tmlç+f-
N+f

İsim-fiil Tmlç+f-

Sebep ed.

Tmlç+f-

İsim-fiil:İYC
İsim-fiil-

Geleneksel dil bilgisinde fiilimsi oluşturan biçimbirimlerin fiil ile


ilişkilendirilerek “fiilden isim yapım eki” olarak değerlendirilmesi yaygındır. Örneğin
Korkmaz zarf-fiili “Cügmlede yüklemin anlamını çeşitli yönlerden etkileyen, fiilden bazı
eklerle yapılmış, şahıs ve zaman belirtmeyen zarf görevindeki kelime” (1992: 178)
biçiminde tanımlarken Hengirmen ‘eylemsi’ olarak terimleştirdiği kavramı şöyle
tanımlar: “Eylemden türeyen, tümleç alan, olumsuzu yapılan ama eylem çekimine
girmeyen sözcük.” (1999:177) Bayraktar (2004:9) da “isim-fiil eki almış fiillerin
sıradan bir isimden hiçbir farkı olmadığından bir ismin cümlede yapabileceği bütün
görevleri üstlenebilirler.” ifadesi ile isim-fiil=isim yaklaşımını benimsemiştir.
Oysa dağılımları, bağıntıları ya da yapıları farklı olan biçimbirimlerin işlevleri
de farklıdır. Yapısal olarak değerlendirildiğinde eylemsi kavramı bir sözcük türünü
değil; geçici kavram ilişkileri ile isme, sıfata ve zarfa dönüştürülmüş bir yargı öbeğini
simgeler. Banguoğlu (2007) “yarım yargılar”; Johanson (1972) “fiilimsi önermeler”
terimiyle bu niteliği vurgulamıştır. Eylemsi öbeklerini oluşturan görevli biçimbirimler
eylem ulamlarından soyutlanmış bir eylem köküne değil; sözdizimsel ilişkilerini de
içeren eylem tabanına eklenir ve bir sözcüğü değil bir yargı öbeğini isme, sıfata veya
tümleyene dönüştürür. Bu aktarma işlevi nedeniyle yapım eki olarak değerlendirilmiş
olması söz dizimsel işlevlerinin kavranmasını zorlaştırmaktadır.
3.1. İşlevleri Bakımından Eylemsiler (Fiilimsiler)
Türkçede neden-sonuç, amaç sonuç, zaman-eylem, öncelik sonralık gibi anlam
ilişkilerinin yüzeysel yapıda gösterilmesi zorunlu değil seçimliktir. Metin kurgusu
içinde bu ilişkiler farklı yapılarla ve (yazılı metinlerde noktalama işaretleri ile belirtilen)
parçalar üstü birimlerle kurulabilir. Metin bağdaşıklığı genellikle bağlaçlar gibi
yardımcı unsurlarla değil, oluş sırasını önceleyen sıralamayla sağlar.
Yağmur yağıyor, dışarı çıkmayacağım. (oluş-kılış sırasına uygun olarak önce
sebep- sonra sonuç.)
Dışarı çıkmayacağım çünkü yağmur yağıyor. (Türkçe kökenli olmayan ‘çünkü’
bağlacı nedeniyle nesnel gerçekliğe uygun olan sebep-sonuç sıralaması sonu-sebep
biçiminde gerçekleştirilmiştir.)

119
Bu özellik Türkçede yan yargı olmadığını göstermez. Çünkü “Yan cümle
kullanımı sık sık dil denen mücevherin en değerli taşı ve tasarımındaki zekânın en iyi
örneği olarak gösterilen bir söz dizimi sürecidir. Bütün bir cümlenin bir başka cümle
içine gömülmesine imkân verir. Yan cümle kullanımı sayesinde karmaşıklığı gitgide
artan ve ama yine de iç uyumunu koruyan ve anlaşılır kılan ifadeler oluşturabiliriz.”
(Deutscher, 2013: 123)
Bireşimsel bir dil olan Türkçe, konuşana düşüncesini dil biçimine dönüştürme
sürecinde çok fazla seçenek sunar. Cümleler hiçbir bağlayıcı kullanılmadan sadece
semantik ilişkiyle birleştirilebileceği gibi yan yargı temel yargının bir öğesi olacak
şekilde cümleye katılabilir. En basitten en karmaşığa doğru yapılabilen bu seçim
düşünme becerisinin düzeyiyle de ilişkilidir. “Bağımlı birleşik cümleler, insanların
daha ileri bir düşünce çağını ve dilin daha gelişmiş bir evresini” (Abdullaev, 1972:
519) belirtiyorsa fiilimsi kullanımının üst düzey düşünce becerileri gerektirdiğini
söylemek yanlış olmaz. Türkçe yan cümleleri bağlayıcı öğelerle çizgisel olarak birbirine
bağlayan yalın (cursive) değil; isimleştirerek cümlenin öğesi durumuna getiren
karmaşık (compleksive) bir dildir. (Börekçi, 2013) Bireşimsel (sentetik) düşünme
biçiminin Türkçedeki yansıması olan bu yapılar dil bilgisi açısından karmaşık olarak
nitelendirilmiştir. Ancak bu karmaşıklık doğaya uygun sıralama ve neden-sonuç
ilişkisini yüzeysel yapıya aktarabilme becerisini ifade etmektedir:
Yağmur yağdığından dışarı çıkmayacağım. (Sebep – sonuç ilişkisi nesnel
gerçeklikteki sırasıyla kurgulanırken Türkçeye özgü bir örüntüleme gerçekleştirilmiştir.)
Johanson (1972) “bir baş tümce gibi başlamayan Türkçe ortaç önermeleri ise
konuşma ortamına aykırı düşen bir hazırlığı gerektirmektedir.” ifadesi ile bu yapının üst
düzey bir düşünce becerisi gerektirdiğini belirtmektedir. Bu durumda eylemsi kavramını
Türkçeye özgü bir düşünce tasarımı olarak değerlendirmek gerekir. Yardımcı cümleler dil
bilgisel cümle biçimlerini kaybederek tümleyen, sıfat veya isim göreviyle temel cümleye
bağlanır. Türk dil bilgisi çalışmalarında genellikle bu sözdizimsel dönüşüm sözlüksel
aktarmalarla karıştırılması ve metindilbilimsel işlevinin gözardı edilmesi Türkçede
yan/yardımcı cümlenin varlığının tartışılmasına neden olmuştur. "Türkçenin gramatikal
tasvirlerinde yan cümle bulunmadığı yolunda genel bir kanı vardır. Türkçede pronom
relative yoktur ama pronom relative işlevi vardır.” (Hovdhaugen , 1972 )
Ancak Johanson (1972) fiilimsi önermelerin Hint-Avrupa dillerindeki yardımcı
tümcelerin hiç olmazsa sırf dağılım bakımından yakın karşılıkları olduğunu ifade ederek
anlamsal niteleme ile sözdizimsel niteleme arasındaki ayrıma dikkat çekmiştir.
Sözdizimsel işlev fiilimsi eklerini hem yapım eklerinden hem de fiil işletme
eklerinden ayırır. Türkçe öğretimi sürecinde bu eklerin nasıl adlandırılacağından daha
önemli olan konu bu biçimbirimlerin kurduğu kavram ilişkilerinin doğru olarak
sezdirilmesidir. Çünkü anlama, ilişkilerin doğru analizini anlatma ise doğru parçaların
doğru sentezini gerektirir. Fiilimsilerle ilgili kazanımların gerçekleştirilebilmesi de
eklerin kategorik yaklaşımlarla sınıflandırılması veya biçimbirimlerin isim-fiil, sıfat-fiil
veya zarf-fiil olarak etiketleyebilme becerisinden çok eklerin yansıttığı derin yapı
(birinci eklemlilik) ilişkilerinin saptanmasına bağlıdır.
Kavram İlişkileri Bakımından Fiilimsiler
İsim-fiiller (Mastarlar)
Eraslan (1980) “fiilin fiil ifadeli hususi şekilleri” olarak tanımladığı isim fiillerin
“çeşitli kullanış ve fonksiyonları ile Türk cümlesine sadelik ve açıklık” kazandırdıklarını
belirtmiş; Hint-Avrupa dillerindeki yardımcı cümlelerin yerini tuttuklarından ifadede
kolaylık sağladığını vurgulamıştır. Türk dilinin tarihsel sürecinde söz dizimi açısından
önemine şöyle dikkat çekmiştir:

120
“Türk cümlesinin yapısını ve kuruluşunu anlamak için de isim-fiiller üzerinde
durmak gerekir.” (Eraslan, 1980: XXXI) Ancak tarihî örneklerden hareketle yapılan bu
çalışmada isim-fiil başlığı altında sıfat-fiil eklerinin işlevleri incelenmiştir.
Kurduğu kavram ilişkileri ve cümlede yüklendiği görevleri İsim-fiiller, özne,
nesne ve tümleçleriyle birlikte bir fiil tabanının isim-fiil ekleriyle (-mAK, -mA, -
mAk+lIk, -mA-z-lIk, (-y)Iş, -AcAk, -DIk) olguyu veya olayı geçici bir kavram işaretine
dönüşmesiyle kurulmuş isim yan cümleleri (İYC)’dir. Bu yapı sadece bir yan cümleyi
isimleştirerek temel cümleye bağlama işlevini görmez hareketi, olay veya olguyu
kavramlaştırma olanağı sağlayarak ifadeyi zenginleştirir. Örneğin F. Nafiz’in Beşikten
Mezara Kadar adlı şiirinin estetik kurgusunda temel dil birimi olarak kullanılan /-mAk/
biçimbirimi ile kılışı kavramlaştırarak olay betimlemesini olgu yorumuna, bir başka
ifade ile yaşamın olaylarını deneysel ve felsefî bir bilgiye dönüştürmüştür:
Seni istikbal için önce gelmek cihana Seni istikbal için önce geldim cihana
Ve başkasından almak sonra geliş müjdeni Ve başkasından aldım sonra geliş
müjdeni.
Bir nefes dinlenmeden yıllarca koşmak sana Bir nefes dinlenmedim yıllarca
koştum sana
Aramak her tarafta bulmamak asla seni Aradım her tarafta bulmadım asla
seni
Sıfat-Fiiller (Ortaç, Partisip)
Geleneksel dil bilgisinde fiillerin basit zamanları olarak tanımlanan biçimlerin
yüklem ismi yapan sıfat-fiil olduğu bir yana bırakılırsa sıfat-fiil eklerinin yan cümleleri
sıfata dönüştürdüğü söylenebilir. "Türkçede, Fransızcada olduğu gibi bağlaç (qui, que,
dont, vb.) yoktur, ve bu bağlaçları fiillerin isimleşmiş hâlleriyle karşılarız. Örneğin F+(-
DIk, -(y)EcEk, -mA, -(y)Iş) ekleriyle Fransızcadaki completives cümleleri karşılayan
bileşik cümleler elde ederiz. Ayrıca F+(-En,-DIk,-(y)EcEk) ekleriyle Fransızcadaki
relative cümleleri karşılayan bileşik cümleler elde ederiz.” (Kıran, 1987:206)
Bağımsız cümlede sıfat-fiil eklerinin yüklemleştirici görevine karşılık sıfat yan
cümlelerinde sıfatlaştırıcı görevleri söz konusudur. Bu da sıfat yan cümlelerinin ögeleri
arasındaki ilişkinin herhangi bir cümlenin ögeleri arasındaki ilişkiden farksız olduğu
anlamına gelir. Yani sıfat yan cümlesinin de kendi öznesi, nesnesi ve tümleçleri vardır.
Ancak bu ögeler, cümle seviyesinde belirten-belirtilen ilişkisi kurarak temel cümle
içindeki görevini -bir isim takımı olarak- üstlenir.
Ancak bir cümle sıfat yan cümlesine dönüşürken ögeler arasındaki ilişki -yüzeysel
yapı itibarıyla- değişir. SYC'nin yapısı, belirttiği -veya nitelediği- ögeye göre değişir. Buna
göre bazen belirtenle belirtilen arasında herhangi bir bağlacıya gerek duyulmazken
(iyeliksiz= nonpossesive sıfat-fiiller) bazı kullanımlarda belirtenle belirtilen, isim tamlaması
biçiminde (iyelikli= possesive sıfat-fiiller) birleştirilirler. (Havdhaugen, 1972)
Zarf-fiil
Zarf-fiil ekleri yan cümleleri bağlama zarf-fiilleri, Zamanda Öncelik Zarf-fiilleri,
Zamanda Sürerlik Zarf-fiilleri, Zamanda Bitiş Sınırı Belirten Zarf-fiiller, Sebep - Hedef
Zarf-fiilleri, Şart Zarf-fiilleri, Karşılaştırma Zarf-fiilleri, Üsteleme Zarf-fiilleri, Karşıtlık
Zarf-fiilleri (Börekçi, 1994) gibi işlevlerle temel cümleye tümleç olarak bağlar. Ancak
bu yapısal bir bağımlılık oluşturmanın ötesinde göreli bir zamanın belirtilmesini daha
doğrusu yargılar arasındaki mantıksal ilişkinin yüzeysel yapıya yansıtılmasını da sağlar.
Ancak seçilen biçim aktarılan anlamı da sınırlandırır. Örneğin:
Yürüyordum, ağlıyordu ırmaklar / Yürüyordum, düşüyordu yapraklar…
cümleleri zarf-fiille birleştirilip şöyle kurulabilir:
Ben yürürken ırmaklar ağlıyordu, ben yürürken yapraklar düşüyordu.

121
Bu birleştirme biçiminde anlam ilişkisi biçimsel bağdaşıklığa dönüştürülmüştür.
Yani genel olarak fiilimsilerin bir başka işlevi de metindilbilimsel düzlemde bağdaşıklık
sağlamaktır. Dolayısıyla fiilimsilerin etkili kullanılması metin bağdaşıklığının
sağlanmasına katkı yapar.
3.2. Türkçe Öğretimi Bakımından Fiilimsi (Eylemsi)
Üst düzey düşünme ve örüntüleme becerisi gerektiren eylemsilerin kullanımı ve
öğretimi Türkçe eğitiminin en karmaşık konuları arasında yer alır. Girmen Kaya ve
Bayrak (2010) ve Erdem, Başaran (2010) gibi araştırmalarda öğretmenlerin dil bilgisini
öğretirken en çok “fiil çatıları, fiilimsiler ve birleşik cümlelerde” zorlandıklarını
belirtmiştir. Türkçe öğrenimi/öğretimi sürecinde hedeflenen kazanımların
gerçekleştirilmesi için kavramsal çerçevenin dilbilimsel temellere dayandırılması
önemlidir. Ancak MEB tarafından hazırlanan Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı ders
programlarında yer alan fiilimsi ile ilgili kazanımlar değerlendirildiğinde geleneksel
yaklaşımların belirleyici olduğu ve fiilimsileri oluşturan biçim-birimlerin kurduğu
kavram ilişkilerinden bağımsız olarak sezdirilmesine yönelik olarak düzenlendiği
görülür. Bu konudaki yaygın kabulü Zengin (2017) şöyle ifade etmiştir:
“Çekimsiz fiiller, bir oluş, bir kılış bir durum bildirirler ve bunların olumsuz
şekilleri yapılabilir. Çekimsiz fillerin bazıları zaman bildiren ekler de alır. Bu yönüyle
fiil özelliği taşırlar. Ancak şahıs ekleri alıp çekime girmedikleri için isim olarak
değerlendirilirler. Bunlar isim, sıfat, zarf görevi yüklenmiş fiil biçimleridir. İsim gibi
kullanıldıklarından, isimlerin aldığı hal eklerini ve iyelik eklerini alırlar. Kendilerini
tamamlayan öğelerle birlikte kelime grubu oluştururlar. Cümlede özne, nesne, yer
tamlayıcısı ve zarf olarak görev alabilirler. Fiilimsilerin bütün bu morfolojik
özelliklerinin yanında sentaktik özellikleri de vardır. Yani bunlar temel cümleyi anlam
yönünden tamamlayan yan cümle görevini de yerine getirebilmektedirler.”
T.8.3.9. Fiilimsilerin cümledeki işlevlerini kavrar.
Fiilimsilerin türleri fark ettirilir. Ekler ezberletilmez. (MEB, 2018)
Türkçe 8. Sınıf programında yer alan bu kazanım cümlesi işleve yönelik olsa da
‘fiilimsilerin türleri’ bağdaştırması biçimsel yaklaşımı yansıtmaktadır. Ayrıca Türk Dili
ve Edebiyatı ders programında fiilimsilerin ‘kelime türleri’ bağlamında planlanmış
olması yargı öbek yapısının değil de ek fiilimsi ekinin türetme/aktarma işlevinin
belirleyici olduğunu göstermektedir. Programda “İsim konusuyla birlikte isim
tamlaması ve isim- fiil; sıfat konusuyla birlikte sıfat tamlaması ve sıfat-fiil konusu
anlatılmalıdır.” Ve “Zarf konusuyla birlikte zarf-fiil konusu da anlatılır.” (MEB,
2015) ifadeleri, isim-fiil ile isim, sıfat-fiille sıfat, ve zarf-fiil ile zarf arasındaki yapısal,
bağımsal, dağılımsal ve işlevsel farkların sezdirilmeyeceğinin; anlama ve anlatma
becerisine katkı yapacak biçimde kavratılamayacağının göstergesi olarak
değerlendirilebilir.
Bu kazanım tablosuna göre;
Ahmet Nedim, rastla-dığ+ı bilge tavırlı yaşlıca adamlara durumunu, öz
düşüncelerini belli etmekten utan-dığ+ı+dan acele etmiyordu. cümlesinde /-DIk(ğ)/ eklerini
sıfat-fiil eki olarak işaretlenmesi ve sıfat-fiil grubu oluşturduğunun ifade edilmesi sıfat-fiil
işlevinin kavrama ve uygulama düzeyinde öğrenildiği anlamına gelmez.
Bu bilginin anlamlı olabilmesi yani anlama – anlatma ve düşünme-yaratma
becerisine katkı yapabilmesi için biçimbirimlerin kurduğu kavram ilişkilerinin,
bağıntıların birinci eklemlilik düzeyi ile ilişkilendirilmesi, sözceleme öznesinin hangi
seçenekler arasından ve neden bu yapıyı seçtiğinin değerlendirilebilmesi gerekir.
Özellikle yabancılara Türkçe öğretiminin etkili olabilmesi için yapı ile işlev arasındaki
ilişkinin çözümlenmesi gerekir. Örnek cümlede rastla-dığ+ı yapısı (o rastladı) yargısını
sıfata aktardığı için sıfat-fiildir. Fakat –Dık biçimbiriminden sonra kullanılan ve

122
genellikle ‘iyelik’ eki olarak etiketlenen +I biçimbirimi ise özneyi temsil eden ekleşmiş
zamirdir. Çünkü sıfat-fiil kendi öznesinden başka bir öğesini nitelerse özne iyelik eki
(posesif) olarak cümleye katılır.
‘utan-dık(ğ)+ı+n+dan’ yapısındaki /-DIk/ eki ise sıfat-fiil değil, isim-fiil ekidir.
Çünkü sıfatlaştırma işlevini değil, isimleştirme işlevini üstlenmiş; özneyi temsil eden
iyelik ekinden sonra gelen hâl eki ile birlikte de zarf-fiil işlevi ile yargıyı sebep
tümleyenine dönüştürmüştür.
Diğer yandan ‘çalış-kan öğrenci’ ile ‘çalış-an öğrenci’ tamlamaları yapısal
açıdan aynıdır. /-GAn/ biçimbirimini fiilden sıfat yapım eki; /-An/ biçimbirimini de
sıfat-fiil eki olarak etiketleyen öğrenci/öğretici bu yapıyı oluşturan derin yapı ilişkisini
çözümlemiş olmaz. Bu dil bilgisinin dil becerisine dönüşebilmesi ya da uygulama,
analiz, sentez gibi üst düzey bilişsel basamağa taşınabilmesi için aradaki farkın
açıklanması önemlidir. Bu fark Türk Dili ve Edebiyatı ve Türkçe Öğretmeni adaylarına
sorulduğunda bütün öğrencilerin aynı değerlendirmeyi yaptığı, daha doğrusu aynı
bilgiyi aktardıkları ve derin yapı ilişkilerini çözümlemedikleri görülmüştür:
Çalışkan öğrenci: Sıfat tamlaması (fiilden türemiş sıfat + isim)
Çalışan öğrenci: Sıfat tamlaması (sıfat-fiil + isim)
Bir başka testte öğretmen adaylarına şu sorular yöneltilmiştir:
Soru: Aşağıdaki cümlede kullanılan fiilimsilerin işlevlerini dikkate alarak
cümleyi basit cümleler biçiminde yazınız. (Fiilimsileri bağımsız cümleler halinde yazıp
anlam ilişkisini bozmadan sıralayınız.)
Soru: Aşağıdaki cümlelerin anlam ilişkilerini dikkate alarak cümleleri uygun
fiilimsilerle birleştiriniz.
Öğrencilerin başarı yüzdesi tablolarda dikkatlere sunulmuştur:
Tablo 1: Başarı oranı
Öğrenci Doğru Yanıt Kısmen Doğru Başarı
Sayısı Yanıt Oranı %
Soru 24 0 2 0
Soru 24 0 3 0
4. Sonuç
Türk dili araştırmaları bağlamında fiilimsi konusunda çok sayıda ve nitelikli
araştırmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar daha çok fiilimsi oluşturan biçimbirimlerin yapı
köken ve genel işlevlerini belirlemeye ve örneklendirmeye yönelik olarak
gerçekleştirilmiştir. Örneğin sıfat-fiil ile sıfatın, isim-fiil ile ismin, zarf-fiil ile zarfın söz
dizimsel benzerliklerine karşın yapısal, anlambilimsel ve işlevsel farklılığı anlama ve
anlatmaya katkı yapacak biçimde değerlendirilmemiştir. Oysa fiilimsiler seçme, sıralam
ve birleştirme (sentez yapma) bilişsel süreçlerin dile yansıması olarak dil-düşünce
bağlamında değerlendirilmelidir.
Dil eğitimi bir beceri eğitimidir ve herhangi bir dilde anlamayı ve anlatmayı
hedefler. Bunun için de dil sisteminin birinci eklemlilik düzlemi (derin yapı-anlam) ve
ikinci eklemlilik düzlemi (yüzey yapı-biçim) arasındaki ilişkiyi kurabilmek gerekir.
Bunun için sözcüklerin anlamından çok dizimsel ilişki kuran biçimbirimlerin işlevlerini
kavramaya ihtiyaç vardır. Türkçe tipolojik özelliklerinin bir sonucu olarak yargı
öbeklerini isim, sıfat veya zarf öbeklerine aktarabilen bir dildir. Bu aktarma işlevini
gerçekleştiren ekler, Türkçe öğretim sürecinde fiilimsi olarak öğretilir ve belli
kodlamalarla öğrencilere ezberletilir.
Bu ifadeler fiilimsi kavramını yapısal olarak tanımlamadığı gibi işlevlerini de
belirlememektedir. Türkçe eklemeli bir dil olduğu için eklerin kavratılması önemlidir.
Ancak bu eklerin yapı içinde ve kurduğu kavram ilişkileri bağlamın da değerlendirilmesi
gerekir. Filimsi eklerinin de farklı işlevleri Türkçenin bütüncül yapısı içinde

123
kavratılmalıdır. Bu süreçte fiilimsilerin bir yapım eki olmadığı, kendine özgü ilişkiler
kuran bir yapı öğesi olduğu kavratılmalıdır. Bu bağlamda fiilimsinin şu özellikleri
vurgulanmalıdır:
Filimsi bir sözcük tür değil; bir yargı öbeğidir.
Fiilimsi yargı belirtmek için oluşturulmaz ancak yargıyı bir belirtene ya da
belirtilene dönüştürerek iletişimsel işlev üstlenir: Örneğin; “Gelen adamı gördüm.”
İfadesi ile “Adam geliyordu, gördüm.” İfadesi aynı değildir. Aradaki farkın sezdirilmesi
önemlidir.
Fiilimsi ekleri de farklı bağlamlarda farklı işlevlerde kullanılabilir. Edimbilimsel
uygulamalarla bu işlevlerin belirlenmesi anlama ve anlatma becerisine önemli katkı
yapar.
Günlük konuşma dilinde fiilimsilere fazla yer verilmediği ancak yazı dilinde yani
tasarlanan/kurgulanan dilde fiilimsilerin çok kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu durum fiilimsi
kullanımının üst düzey bir dil kullanımı olması ile açıklanabilir. Türkçeye özgü ayrıntılar
içeren bu yapı karmaşık düşünce örüntülerinin de bir yansımasıdır. Bu nedenle de
düşünceyi geliştiren bir beceri olarak da değerlendirilmelidir.
KAYNAKLAR
BANGUOĞLU, T. (2007) Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
BAYRAKTAR, N. (2004) Türkçede Fiilimsiler, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
O vv
BO REKÇİ, M. (2009( Türkiye Türkçesinde Yapı ve Işlevv Bakımından Sözcükler, Eser
Ofset, Erzurum
BÖREKÇİ, M. (2013) “Dil Zenginliği ve Dil Mükemmelliği Kuramları Bakımındab
Türkçe”, Leyla Karahan Armağanı, Akçağ Basım Yayım Pazarlama A.Ş. (295-309)
DALLI, H. (2018) Türkçede Söz Dizimin in Yapı Birimleri, Papatya Bilim Üniversite
Yayıncılığı
DENY, J. (1941) Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi), Maarif Matbaası, İstanbul
ERASLAN, K (1980) Eski Türkçede İsim-Fiiller, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları. No: 2731
ERDEM, İ, Başaran, M. (2010) “Mezun Oldukları Bölümlerin Öğretmenlerin Dil
U
Bilgisi Öğretimine İlişkin Görüşleri Üzerindeki Etkisi”, TU BAR-XXVII-/2010-Bahar
ERGİN, M. (1999) Türk Dil Bilgisi, Bayrak Basım / Yayın / Tanıtım
GABAİN, A. V. (2007) (Çev. Mevlüt Gültekin), “Türk Dillerinin Tipik Özellikleri”,
Turkhis Studies/ Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/2, Spring 2007 (307-327).
GEMALMAZ, E. (1982) Standart Türkiye Türkçesi (STTT)nin Formanlarının
Enformatif Değerleri ve Bu Değerlerin İhtiyaç Hâlinde Bu Dilin Gelişimine Muhtemel
Etkileri, Erzurum
GEMALMAZ, E. (1996) “STT’nde İşaretsiz (/·Ø·/) Görev Ögeleri Üzerine” Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:6 (1-4)
GEMALMAZ, E. (1997) “Derin Yapı (Deep Structure) İlişkilerinin Gösteriminde
Kullanılacak Bir Yöntem: Oklama” Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, Sayı:8 (Ayrı Basım)
GİRMEN, P., Kaya, M. F. ve Bayrak, E. (2010( “Türkçe Eğitimi Alanında Yaşanan
Sorunların Lisansüstü Tezlere Dayalı Olarak Belirlenmesi”, 9. Ulusal Sınıf
Öğretmenliği Eğitimi Sempozyumu (20 -22 Mayıs 2010), Elazığ, 2010, s. 133-138
HENGİRMEN, M. (1999) Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Engin Yayınevi
HOVDHAUGEN, E. (1922) “Relative Clauses In Turkish” Bilimsel Bildiriler 1972,
TDK Yayınları, Ankara
JOHANSON, L. (1972) “Fiilimsi Önermelerin Görevleri Üzerine”, Bilimsel Bildiriler
1972, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
KIRAN, Doç.Dr. Z. (1987) Fransızca Dilbilgisi ve Çeviri Kılavuzu, Ankara

124
KORKMAZ, Z. (1992) Gramer Terimleri Sözlügü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
KORKMAZ, Z. (2003) Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara
MEB (2015) Ortaöğretim Türk Dili ve Edebiyatı (9,10,11 ve 12.Sınıflar) Öğretim
Programı
MEB (2018) Türkçe Dersi Öğretim Programı (İlkokul ve Ortaokul 1,2,3,4,5,6,7 ve 8.
Sınıflar)
ÖZMEN, M. (2014) Türkçede –Ken Zarf-Fiili, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
TAYLAN ERGUVANLI, E. (1993) “Türkçe'de -DIk Ekinin Yan Tümcelerdeki İşlevi
Üzerine”, Dilbilim Araştırmaları 1993
ZENGİN, E. (2017) “Türkçedeki Fiilimsi Yapılara Sentaktik Yaklaşımın Yabancı Dil
Almanca Öğretimindeki Yeri ve Önemi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi,
Cilt:10 Sayı:48.

P. A. OYUUNSKİY’İN “KARTALIN VASİYETİ” ŞİİRİNİN


SEMİYOTİK KAVRAMLAR AÇISINDAN İNCELENMESİ
1
Dr. M. Fatih KİRİŞÇİOĞLU
Özet
Yakutistan, 1922 yılında Saha Özerk Cumhuriyeti hâline gelmiştir. Platon
Alekseeviç Oyuunskiy (Sleptsov) (1893-1939) bu yeni dönemde Sovnarkom’un
başkanlığını ve 1923 yılında Saha Cumhuriyeti’nin Yürütme Kurulu Başkanlığını
yapmıştır. Saha Cumhuriyeti’nin bu büyük devlet adamı ve yazarı genç yaşta sorgusuz
sualsiz kurşuna dizilen binlerce aydından biridir. Oyuunskiy devrimden sonra 1922
yılında Yakut ÖSSC Sovyet Halk Komiserliği’nin başkanı oldu, daha sonra Yakut
Özerk SSC Merkez İcra Komitesi başkanı oldu, SSCB Merkez İcra Komitesi’nin ikinci
üçüncü toplantılarında üye, RKP(b) Onuncu kongresinde, XI. Bütün Rusya, II. Sovyet
Müttefikleri Kongresi’nde ve Sovyet yazarları I. Genel Kongresi’nde delege oldu. I.
Genel kongrede Sovyet Yazarlar Birliği üyesi oldu. 1934 yılındaki Sovyet yazarları I.
Yakutistan Kongresi’nde SSCB Yazarlar Birliği Yakut bölümü yönetici başkanı seçildi.
Yakut ÖSSC Halk Komiserliği bünyesinde kurulan dil ve kültür bilimsel araştırma
enstitüsünün (bugünkü Gumanitarnix Enstitüt) müdür oldu. Müdürlük yaptığı 2,5 yıl
içerisinde 8 kişilik kadroyla üç anabilim dalı kurmuştur. Aralık 1937’de SSCB Yüksek
Şura milletvekili seçildi. Platon Oyunskiy, SSCB Yüksek Şura toplantısından dönerken
İrkutsk şehrinde tutuklanmış, başlangıçta Moskova’da sürdürülen soruşturma, daha
sonra 31 Ocak 1939’da Yakutsk’a alınmıştır. Şair, 31 Ekim 1939’da Yakutsk hapishane
hastanesinde ölmüştür.
Tebliğimizde, P.A.Oyuunskiy’in halkının hatırasına 1922 yılında yazdığı Örüöl
Keriehe “Kartalın Vasiyeti” başlıklı şiir incelenecektir. Şiir, Sahaların o günkü zor
şartlarını tasvir etmesi açısından sembolik ve kavramlarla yüklü bir şiirdir Şiir, eski
Türk şiir tarzında mısra başı aliterasyonunu (Altay aliterasyonu) şekil olarak belirtmesi
açısın da ilgi çekicidir. Bu tebliğimizde önce Oyuunskiy, hayatı, Saha Türkleri
açısından önemi hakkında kısa bir bilgi verilip dilbilim açısından semiyotik kavramın
anlamı belirtilecek sonra şiirin orijinali ve tercümesi verilecektir. Sonuç olarak da
şiirdeki semiyotik kavramlar belirtilecektir.
Anahtar Kelimeler: P.A.Oyuunskiy, Kartalın Vasiyeti, Saha, semiyotik kavram, şiir,
ırıa.

0
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
Bölümü

125
Bu tebliği sunmamızın temel amacı Sahaların ilk devlet başkanı Oyuunskiy’i
anmak, onun talihsiz kaderinden bahsetmek ve verdiği uğraşı dışarıdan bir gözle ele
almaktır. Tebliğime öncelikle P. A. Oyuunskiy hakkında bilgi vererek başlamak
istiyorum. Yazar, 10. 11. 1893 tarihinde Tatta ulusu III. Johsogon nasleginde dünyaya
gelir. Yoksul bir aile ortamında büyüyen P. A. Oyuunskiy, sistematik eğitime
yaşıtlarından oldukça geç bir dönemde başlamıştır. Bir köy okulunda eğitime başlayan
Oyunskiy, bu okulu bitirdikten sonra Yakutsk’a gelir 4 sınıflı liseyi bitirir ve 1917
yılında bitireceği Yakut Öğretmen Semineri’ndeki eğitimine başlar. Doğduğu günden
okulu bitirdiği güne dek Platon’un soyadı kaynaklarda “Slepstsov” olarak yer almıştır.
Bu soyadı gerçek soyadıdır ve daha sonra da bazen “Oyuunskiy” soyadıyla birlikte
kullanılmıştır. Saha Türkçesinde oyuun “erkek bakşı” demektir. Bu bile o dönemde eski
geleneğe ne kadar bağlı olduğunu gösterir. 1917- 1918 yılları arasında Tomsk Öğretmen
Enstitüsünde öğrenim gören Platon Oyunskiy, 1918- 1922 yılları arasında Tomsk’ta ve
Yakutsk’ta Sovyet ideolojisi için aktif olarak çalışmıştır (Vasilyev 1993: 443; Puhov
2007: 383- 383; Duranlı 2017:2). 1917 yılında yayımlanan ilk şiiri olan Ülehit Irıata
“Emekçinin Şarkısı” (PesnyaTrujenika) Oyuunskiy mahlasıyla bu ideoloji için
yayımlanmıştır.
Oyuunskiy devrimden sonra 1922 yılında Yakut ÖSSC Sovyet Halk
Komiserliği’nin başkanı, daha sonra Yakut Özerk SSC Merkez İcra Komitesi başkanı
oldu. SSCB Merkez İcra Komitesi’nin ikinci üçüncü toplantılarında üye, RKP (b)
Onuncu kongresinde, XI. Bütün Rusya, II. Sovyet Müttefikleri Kongresi’nde ve Sovyet
yazarları I. Genel Kongresinde delege, I. Genel kongrede Sovyet Yazarlar Birliğine üye
seçildi. P. A. Oyuunskiy Yakutistan’da millî kültürün gelişmesi için önemli çalışmalar
yapmıştır.1926 yılında saha Alfabesi komitesi başkanlığını yönetti. “Saxa Keskile”
(Sahaların geleceği) adlı kurumun başkanlığını yaptı. 1928 yılından itibaren Eğitim ve
sağlık kurumu başkanlığını yapmaya başlamıştır. Ardından “Yakutizdat” adlı
yayınevinin yöneticiliğini üstlendi. 1934 yılındaki Sovyet yazarları I. Yakutistan
Kongresinde SSCB Yazarlar Birliği Yakut bölümü yöneticisi seçildi. 1931 - 1935 yılları
arasında SSCB Merkez İcra Komitesi bünyesinde yer alan Milletler Enstitüsünde
dilbilim alanındaki tezini savundu. Sahaların ilk dilbilimcisi olarak diplomasını aldı. Bu
tez 1935 yılında P. Oyunskiy’in S. P. Haritonov ve G. S. Tarskiy ile birlikte hazırladığı
“Russko- Yakutskiy Termino- Orfografiçeskiy Slovar” (Rusça- Yakutça Terim- İmla
Sözlüğü) adlı çalışmada “Giriş” bölümü olarak yer almıştır (Vasilyev 1993: 443;
Kirişçioğlu 1998: 504 vd; İvanova 1998: 196- 197; Duranlı 2017: 3 ).
1935 yılında Yakut ÖSSC Halk Komiserliği bünyesinde kurulan dil, edebiyat ve
tarih bilimsel araştırma enstitüsünün (bugünkü Gumanitarnix Enstitüt) müdürü oldu.
Müdürlük yaptığı 2,5 yıl içerisinde 8 kişilik kadroyla üç anabilim dalı (dil ve yazı;
edebiyatve sanat; halk eğitimi ve tarih) oluşturarak ilk yayınları yayımladı. Aralık
1937’de SSCB Yüksek Şura milletvekili seçildi (Uçenıe 1995: 7). Platon Oyunskiy,
SSCB Yüksek Şura toplantısından dönerken İrkutsk şehrinde tutuklanmış, başlangıçta
Moskova’da sürdürülen soruşturma, daha sonra 31 Ocak 1939’da Yakutsk’a alınmıştır.
Şair, 31 Ekim 1939’da Yakutsk hapishane hastanesinde ölmüştür (İvanova 1998: 197).
15 Ekim 1955'te iade-i itibar yapılarak bütün hakları verilmiş ve eserleri yeniden
basılarak ismi resmi kurumlara verilmeye başlanmıştır. 1993 yılında doğumunun 100.
yıldönümünü kutlayan UNESCO, adını kutlanan resmi olayların listesine dâhil
edilmiştir. 1966'da da adına bir Devlet Ödülü konulmuştur (int 1).
Yazarın edebî kişiliğine geçmeden önce Saha edebiyatının sözlü bir gelenekten
geldiğini Aleksey Eliseyeviç Kulakovskiy (1877- 1926), Nikolay Denisoviç Neustroev
(1895- 1929), Anempodist İvanoviç Sofronov- Alampa (1896- 1935)’nın bu yeni
edebiyatın ilk öncüleri olduğunu ve P. A. Oyuunskiy’in sözlü geleneği yazıya taşıyanlar

126
arasında olduğunu belirtmeliyiz (Kirişçioğlu 1998: 504 vd.). Şairin 1923 yılında kaleme
aldığı şiirlerde Kırım, Kafkasya motifleri yer almakta ve şiirlerinin yazıldığı yer olarak
Yalta ve Batum şehirleri belirtilmektedir. Şairle ilgili az sayıdaki biyografik malzemede
onun bu şehirlerde bulunma nedeni hiçbir şekilde açıklığa kavuşmamaktadır. Adı geçen
bu şiirler şu adları taşımaktadır. “Kırım” (Şubat 1923), “More” (Ağustos 1923, Yalta
şehri), “Mimoza” (Ağustos 1923).“Kızıl Şaman”, Saha dilinde “Kıhıl Oyuun” adıyla
1925 yılında Yakutsk’ta 46 sayfa olarak yayımlanmıştır. Bu şiir üzerine meslektaşımız
M. Duranlı bir çalışma yapmıştır.1929 yılında kaleme aldığı Örüöl Keriehe “Kartalın
Vasiyeti”, Y. Vasilyev ve tarafımızdan Türkiye Türkçesine aktarılarak 1997 yılında
yayımlanmıştır (Vasilyev 1997: 43.45).
Platon Oyunskiy, az sayıda da olsa tiyatro için eser yazmıştır. Bunlardan biri
“Bolşevik” (Bassabıık- Bolşevik) (1926’da sahneye konulmuştur) ve olongxo tarzı bir
anlatı temelinde oluşturduğu “Tuyaarıma Kuo” (1928’de sahnelenmiştir) ve eserin
Rusça çevirisi (Tuyaarıma Kuo. Poyetiçeskaya Drama) adıyla 1930’da yayınlanmıştır.
Basılmış eserleri şunlardır:
Ayımnılar. 7 T. - Yakutsk, 1958 - 1962;
Talıllıbıt Ayımnılar. 2 T. - Yakutsk, 1975; 2005
Culuruyar Nyurgun Bootur: Olonkho / Per.V. Derzhavin - Yakutsk, 1975 epos;
1982;
Irıa-Xohoon Yamutsk 1973.
Talıllıbıt Ayımnılar. 3 T., Yakutsk, 1992.
Istatıyalar Uonna Axtıılar, Cokuuskay, 1893-1963.
Ceberetten Taxsıı: Sehen, Cokuuskay, 1978.
Culuruyar Nyurgun Bootur: Olonkho (Hazırlayanlar: P. N. Dimitriyev, C. P.
Oyunskaya), Cokuuskay, 2003.
ӨРҮӨЛ КЭРИЭҺЭ
Будулҕан тумаҥҥа, чыгдааннаах дьыбарга
Буорахпыт буруота бурҕаҥнаан оргуйар;
Түүннэри-күннэри түрбүөтээн ытарга
Түннүктүүн, үөлэстиин барыта доргуйар...
Биэс тарбах доҕоро — бинтиэпкэ тиҥийэр,
Быысталы биэрбэккэ буулдьабыт ыйылыыр;
Бааһырбыт большевик өрүтэ мэҥийэр,
Баастарын көрдөрөр, хаанынан хардыргыыр.

«Командир! Хаан хааҥҥа! Кэннинэн кэхтимэ!


Хаатырга-хандалы хараҥа хаайыытын Хайыта
сынньартан харыастан биэримэ, Капитал-
хабала ханна даа хаалбатын!

Үлэһит былааһын көмүскүөх буоламмыт


Үҥүүнү-ыстыыгы тутаммыт турбуппут,
Өлөртөн куттаммат өрүөллэр буоламмыт
Өлөрсөр-охсуһар өргөһү туппуппут...

KARTALIN VASİYETİ
Sık, kesif sislerde, şiddetli soğukta,
Barutun dumanı toprağı bürüyor.
Gece gündüz durmadan ateş ederler,
Pencere ve baca tamamen sarsılır.

127
Beş parmak dostları tüfekler gümbürder
Hiç ara vermeden kurşunlar ıslık çalar,
Yaralı savaşçı devamlı inliyor
Yarayı gösterir, kan kusar ve söyler.

“Komutan! Kana kan! Geriye çekilme!


Angarya pranganın karanlık hapsini
Kırmadan bozmadan sen fazla yaşama,
Zenginlik-kölelik bir yerde kalmasın!

İşçinin ömrünü korumak için biz,


Mızrağı-süngüyü tutarak kalktık biz,
Ölümden korkmayan kartallar idik biz,
Korkutan savaşan silahı tuttuk biz.

Адаардаах арҕастаах таас дьааҥы анныгар


Аргыардаах Аммаҕа, мууһурбут буоругар
Хааннарым тохтоннор мин өлөн эрэбин,
Хараҕым сабыллан мин ииҥҥэ киирэбин...
Баандаҕа баспытын биэриэхпит кэриэтин
Харса суох санаабыт халлааны хамнатыа,
Умайар-эргийэр күлүмнүүр күн иитин
Халыйар хааннарбыт уулларан уматыа...
Бинтиэпкэ доҕордоох буойуттар этибит,—
Мин өллүм — мин эппин кириэппэс оҥоруҥ!
Кытара сандааран умайан тэтэрбит
Кытыастар былааҕы үрдүбэр туруоруҥ!
Өлбүппүт даҕаны өлөрсө сытыахтын — Мин
эппин таһааран хаххата оҥостуҥ! Өллөрбүн
даҕаны өстөөхпүт буулдьатын Өттүкпэр-
сүрэхпэр түһэрэн тохтотуҥ!»

Адаардаах арҕастаах таас дьааҥы анныгар,


Аргыардаах Аммаҕа, мууһурбут буоругар
Бааһырбыт большевик кэриэһин эппитэ,
Барыбыт бааһырбыт сүрэхпит тэппитэ...
1929, сэтинньи 7 күнэ. Хоро.

Dik ve sarp doruklu dağların altında


Sopsoğuk Amga’nın2 buz tutmuş yerinde
Kanlarım dökülüp ölmeye başladım
Gözümü kapatıp mezara girdim ben.
Çeteye biz başımızı vermeyeceğiz,
Cesur davamız semayı çekecek
Yanan dönen parıltı güneşin çemberini
Yayılan kanımız eritip yakacak.
Silah arkadaşı askerler idik biz,

2
Yakutistan’da bir nehir adı.
128
Ben öldüm cesedimden kale yapın siz!
Kızaran, parlayan, yanan, alevli
Kırmızı bayrağı üstüme dikin siz!
Ölen bedenlerimiz de savaşa dursun
Cesedimi kalkıp kalkan yapın siz!
Öldüğüm zaman da düşmanın kurşunu
Kalçama, kalbime girerek kesilsin”.
Dik ve sarp doruklu dağların altında
Sopsoğuk Amga’nın buz tutmuş yerinde
Yaralı savaşçı vasiyet söyledi
Herkesin yaralı kalpleri titredi.
Şiirde ilk bakışta lirik kahramanın savaşta yaralıyken söylediklerinin yani
vasiyetinin ateşli ifadesini görmekteyiz. İlk dörtlük, Yakutsk’un güneyindeki Amga
nehrinin kıyısında yaralanıp ölmek üzere olan bir kişiyi anlatmaktadır. Sonraki
dörtlüklerde biz bu kişinin bir asker olduğunu, bir dava için çarpıştığını (Bolşevik
devrimi), ölünce üzerine kızıl bayrak dikilmesini istediğini görmekteyiz. Bununla
birlikte, bu anlatım yalnızca belli bir ruh hâli yaratmak içindir. Nitekim şair anlatımı
kuvvetlendirmek için dördüncü dörtlükte askerin ağzından ölseler bile cesetlerini
kaldırıp düşman mermisine siper etmelerini istemektedir. Sonuncu dörtlükte ise, yaralı
askerin bu vasiyetine hepsinin derin üzüntüsünü dile getirmektedir.
Bu şiir 1917 yılında başlayıp aralıklarla 1923 yılına kadar devam eden Rus İç
savaşının bir kısmının hikâyesidir. Şiirdeki hadise 1923 yılında şubat mart aylarında
geçmiştir. Beyaz Ordu (Kolçak ordusu) generali Pepelayev, Amga nehri kıyısında bir
yerleşim yerini ele geçirir. Buradan Yakutsk’a giderken arkasında bir ordu bırakmamak
için Sasıl Sire (Tilki Yurdu) diye bir yeri kuşatıp saldırır. 18 günlük bir kuşatma olur,
Kuşatılanlar zor durumdadır. Donmuş inek dışkısı (Sah.balbax ) ile tümsekler yaparlar.
Ölen askerlerin de cesetlerini üst üste yığarak siper yapıp oradan ateş açarak kendilerini
savunmaya çalışırlar. Oyunskiy de onun için “don buz olmuş cesedimi çıkarıp siperlere
koyup savasın” demektedir. Pepelyayev, 17 Haziran 1923'te Ayan sahil köyünün
kuşatmasından sonra Bolşeviklere teslim oldu. Bu, Rus İç Savaşı’nın en son noktası
sayılmaktadır (int 3).
Şiirin mezarda söylenmesi ise ülkenin sahipliğine bir işarettir. Burada
okuyucu, kaderin kederli bir öngörüsünde gizli bir duygu hissetmektedir. Kahraman
seçtiği yola sadık kalarak son nefesine kadar mücadeleden bahsetmektedir. Yazar bu
mücadelede "insanlara hayat vermek için" ana fikrini vurgulamıştır. Bu şiirde üzerinde
durmak istediğim birkaç kelime vardır ki bu kelimeler sözlük anlamları dışında Saha
Türklerinin geleneksel inançlarını yansıtması açısından önemlidir. Yazar belki de bu
kelimelerle kendisinin de bir oyuun olduğunu ve halkını korumak için mücadele
yaptığını vurgulamaktadır. Bu kelimeler şunlardır:
Örüöl “paranın ve resmî mühürlerin üzerindeki kartal tasviri; kartal”( YRS, II
1969),
tuman “ duman, sisli karanlık” (YRS, III 2887,2808), xarıs
“koruma” xarsa suox “cüretkâr, atılgan” (YDS, 342),
xarsa “ huysuz, inatçı; tatsızlık çıkaran, yeni doğan çocukların beşiklerini
dağıtan ve yiyen şerir ruhların adı ”(YDS, 344).
Örgös “güneş ışıklarının demeti, şule; bir şeyin sivri ucu (örnek: İnek
boynuzunun”( YRS, II 1956)
Sonuç
Bugün Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümlerinde yapılan konuşma,
aktarma, metin inceleme ve kompozisyon derslerinde yararlanılacak ders kitapları, araç

129
ve gereçler, ne yazık ki pek fazla değildir. Söz konusu derslerin daha yüksek bir seviyede
yapılabilmesi ve çağdaş Türk yazı dilleri ve edebiyatları öğretiminin bilgi çağına uygun
olarak gerçekleştirilebilmesi, güncel problemlerimizden birini oluşturmaktadır. Çağdaş
filolojik bilimin son çalışmalarında elde edilen verilerden de yararlanılarak yeni ders
programları ve kitaplarının, araç ve gereçlerin düzenlenmesine, bilhassa aktarılmış ve
üzerinde tahlil çalışması yapılmış metinlere çok büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Bundan
dolayı, bu tebliğde şiir metni, kavramsal-lengüistik incelenmeye alınmıştır.
KAYNAKLAR
ABDULLAEV, Kamal (1999) Azerbaycan Dili Sintakasisinin Nazari Problemleri, Ali
Mektebler Üçün Ders Vesaiti, Maarif Nәşriyyatı, Bakı
AKSAN, D (2013) Şiir Dili ve Türk Şiir Dili (7. baskı), Bilgi Yayınevi, Ankara
AKTAŞ, Şerif (2002) Edebiyatta Dil ve Üslup ve Problemleri, Akçağ Yay., Ankara
DOĞAN, G. (2000) “İltifat Olgusuna Bilişsel Bir Yaklaşım”, Dilbilim Araştırmaları,
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 49-63, İstanbul
DURANLI Muvaffak (2017) “Sovyet Sistemine Uygun Bir Karakter: “Kızıl Şaman”,
H. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 6. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları
Sempozyumu, “100. Yılında Sovyet İhtilâli ve Türk Dünyası” (Ankara 25-27 Ekim
2017), basılmamış tebliğ
İVANOVA, T. S. (1998) İz İstorii Politiçeskih Repressiy v Yakutii (Konets 20-h- 30- 3
gg), Novosibirsk.
KAPLAN, Mehmet (1975) Şiir Tahlilleri, İstanbul
KİRİŞÇİOĞLU, M. Fatih (1998) “Saha (Yakut) Türkleri Edebiyatı”, Türk Dünyası El
Kitabı (Türkiye Dışı Türk Edebiyatları) ,c.IV, s.501-512, Ankara
KİRİŞÇİOĞLU, M. Fatih (2018) “P.A.Oyuunskiy’in ‘Annem Cebcekiey’in Mezarında’
Şiirinin Semiyotik Kavramlar Açısından İncelenmesi”, Yeni Türkiye, S.99,s.390-396.
(LES) “Lingvistiçeskiy Entsiklopediçeskiy Slovar” (1990), Sovetskaya Entsiklopediya,
Moskva
MUSAOĞLU, Mehman (2003) “Türkçenin İşlevsel Dilbilgisi ve Metin
Kompozisyonu”, Dil Dergisi, S. 120 Mayıs-Haziran, 22-40, Ankara
MUSAOĞLU, Mehman-KİRİŞÇİOĞLU, M. Fatih (2013) “Türk Cumhuriyetlerinin
Millî Marşları: Açıklamalar, Metinler, Aktarmalar Ve Tercümeler” Azerbaycan Millî
Elmlәr Akademiyası, N ә s i m i a d ı n a D i l ç ilik İ n s t i t u t u Türkologiya B e y n ә l
X a l q E l m i j u r n a l, № 2, ,s.28-51, Bakı
MUSAOĞLU, Mehman (2013) “T ü r k ç e B e d i i M e t n i n Y e n i F i l o l o j i k Y
0 n tem l e r l e İ n c e l e n m e s i” G a z i T ü r k i y a t, G ü z 2 0 1 3 / 1 3:1 - 2 8,
Ankara
MUSAYEV, Mehman (2011) Türk Edebî Dillerinde Mürekkeb Cümle Sintaksisi,
Azәrbaycan Respublikası Tәhsil Nazirliyi Bakı Slavyan Universiteti, Bakı
OYUUNSKAY PLATON (1993) Talıllıbıt Ayımn’ılar, III. tom, Cokuuskay PLATON
OYUNSKİY (1995) Uçenıe- İssledovateli Yazıka, Literaturı i İstorii
(Bibliografiçeskiy Spravoçnik), s.7-10, Yakutsk
PUHOV, İ. V. (2007) “Olonho- Drevniy Epos Yakutov”, Yakutskiy Geroiçeskiy Epos
Olongxo Nurgun Bootur Stremitelnıy, Yakutsk- Moskova, ss. 366- 389.
UZUN, Leyla Subaşı (1995) Orhon Yazıtlarının Metin-dilbilimsel Yapısı, Simurg,
İstanbul
ÜSTÜNOVA, Kerime (1998) Dede Korkut Destanları ve Cümleden Büyük Birlikler, Alfa
Yayınları, İstanbul
VASİLYEV, Yuriy (1993) “Ünlü Yakut Yazarı Platon Oyunskiy”, Türk Dili, sayı 502,
Ekim 1993,s.442-445, Ankara
VASİLYEV, Yuriy (1997) Saha Türkleri, Yakutsk

130
(YDS) PEKARSKİY, Edouard K. (1945) Yakut Dili Sözlüğü, İstanbul
(YRS) PEKARSKİY, Eduard K. PEKARSKIY, (1917-1928) Slovar Yakutskogo Yazıka
I-IV, Akademii Nauk., St. Petersburg
İnternet Kaynakları:
(int 1). http://sakhalit.com/writer/sleptsov-platon-alekseevich-platon-ojunskij/ (erişim:
06.11.2017).
(int 2). https://warspot.ru/5315-poslednyaya-osada-grazhdanskoy-voyny (erişim:
06.07.2018).
(int 3). https://en.wikipedia.org/wiki/Anatoly_Pepelyayev (erişim: 05.09.2018).

TÜRK VE LEH DİLLERİNDE VE ATASÖZLERİNDE


KEDİ VE KÖPEK KAVRAMLARI
1
Dr. Kamila Barbara STANEK
Özet
Her dil, insanın yaşadığı kültürün bakış açısından önem taşıyan kavramları
kapsamaktadır. Her dilde ve kültürde özel kavramlar bulunmasına rağmen bazı
kavramları evrensel olarak algılamak mümkündür. Polonya ve Türkiye sınırı olmayan
ülkeler olmasına rağmen kültürel ögelerden kaynaklı dile giren unsurlarda benzerlik ya
da aynılık gösterir.
Bilindiği gibi her kültürde çeşitli hayvanlar farklı önem taşıyabilir. İnsan
yaşadığı şartlara göre (coğrafya, iklim, medeniyet ve kentleşme seviyesi) etrafındaki
hayvanları fark edip sonra onların davranışlarına, yaşayışına dikkat eder, hatta onlardan
nasıl faydalanabileceğini öğrenir. Çünkü insan sadece kendisi için önem taşıyan dil dışı
unsurları adlandırır, bazı hayvanları da adlandırıp atasözlerinin ve deyimlerin bir parçası
haline getirir.
Hem Türkler hem de Lehlerin yaşadığı şartlarda yanında yaşamını sürdüren
hayvanlar arasında kediler ve köpekler vardır. Bu hayvanlar pek çalıştırılmaz, etleri
yenilmez, derileri de pek kullanılmaz. Şimdigünümüzde ekonomik açıdan, insanların evinde
özellikle kedilerin pek yeri yoktur. Kedi ve köpek kavramları bir sürü atasözünün konusu
olup dilde ve kültürde bu hayvanların göze çarpan tavırları vurgulanmaktadır.
Bu çalışmanın amacı Türk ve Leh dillerinde, kültürlerinde kedilerin ve
köpeklerin özelliklerini gösteren atasözleridir. Toplanmış Türk atasözleri
gruplandırıldıktan sonra her biri Lehçedeki aynı, benzer veya zıt anlamı taşıyan
atasözüyle karşılaştırılmaya çalışılacaktır.
Atasözlerinin ve deyimlerin konusu olan kedi ve köpek kavramları, araştırılan
iki dilde hemen hemen aynı özellikler ortaya konmaktadır. (Tabii ki onların farklı belirli
özelliklerini dile getiren ifadeler de var. Onlar da çok büyük önem taşımaktadır. Çünkü
dile yansıyan bu atasözleri iki kültürün ayırt edici unsurlarını oluşturmaktadır.) Ayrıca
Türk ve Leh dilleri birbirine çok benzer anlam taşıyan (kelime kelimesine çevirebilen)
ifadeleri kapsar. Köpeklerle ilgili atasözlerinde küçük bir farklılık olsa da kediler
konusunda her iki dilde ve kültürde algılanış aynı şekildedir.
Anahtar kelimeler: Türk ve Leh atasözleri, dil kültür ilişkisi, kedi ve köpek kavramları
The Concepts of Cats and Dogs in Turkish and Polish Languages and
Proverbs
Abstract
Each language includes only concepts that are important from the point of view
of the culture in which people live. In every culture and language there are special

1
Yrd. Doç. Dr. Kamila Barbara Stanek; Varşova Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi, Türkoloji ve Orta Asya
Halkları Bölümü; kamila.stanek@op.pl

131
concepts, but it is possible to perceive some of them as universal. Although Turkey and
Poland are countries that do not have a common border, some elements of the Turkish and
Polish culture which entered the language are the same or very similar to each other.
As it is known, in various cultures various animals may have a specific meaning
and importance. People live in various circumstances (geography, climate, civilization
and urbanization level) and pay attention to the behavior and the way of life of animals
which live in their environment, and they have learned how to benefit from them. Since
human beings mention only these non-linguistic elements which are important to them,
some animals were named and became a part of proverbs and idioms.
In the places where Turks and Polish people live, one kind of animals which live
with people are cats and dogs. These animals cannot be used too much for labour, their
meat is uneatable and their skin cannot be used for making clothes. Nowadays from the
economic point of view, there is no place for them (especially for cats) in a man’s
household.
The aim of this study is to demonstrate the characteristics of cat and dogs in
Turkish and Polish languages and cultures. After grouping Turkish proverbs, each of
them will be compared with Polish, whereby the same, similar or opposite meaning will
be taken into account.
The concept of cats and dogs became a topic of many proverbs. Language and
culture highlight the conspicuous attitudes of these animals. In both studied languages, the
concepts of cats and dogs understood as the subjects of proverbs and idioms, demonstrate
the same characteristics of these animals. (Of course, there are expressions that express
different specific features. They also carry great importance. It results from the fact that
they constitute elements which distinguish a given culture, which is reflected in language.)
Furthermore, Turkish and Polish languages include expressions that have very similar
meaning to each other (can be translated word by word). A little difference in perception
occurs in the proverbs concerning dogs, but in case of cats it can be said that in both
languages and cultures the perception of these animals is the same.
Key words: Turkish and Polish proverbs, Language and Culture Relation, Cat and Dog
Concepts
Giriş
Her dilde ve kültürde, belirli bir topluluk için önemli olan dildışı unsurlar da
adlandırılır.
Bu çalışmanın amacı, Türkçe ve Lehçede köpek ve kedi kavramlarını analiz
etmektir. Yani bu kelimeleri içereni atasözleri ve deyimler analiz edilecektir.
İncelemede Türkçe ifadelerin çıkış noktası veri olarak kabul edilecektirr. Veriler,
belirtilen Türk atasözleri sözlüklerinden (Parlatır, 2007, Atasözleri, Aksoy, 1988,
Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Ayveri, 2010, Misalli Türkçe Sözlük), ayrıca TDK’nın
web sayfasından alınmıştır2.
Köpek ve kedi kelimelerini içeren Lehçe ifadeler, Lehçe atasözleri
sözlüklerinden (Masłowscy, 2000, Księga Przysłów Polskich [Lehçe Atasözlerinin
Kitabı], 2003, Przysłowia polskie [Lehçe Atasözleri], Świrko,1975, Na wszystko jest
przysłowie, [Her şey için Atasözü Var]; Skorupka’nın deyimler sözlüğünden ve internet
sitelerinden alınmıştır. (Ayrıntılı bilgi için KAYNAKLARya bakınız.)

2
Farklı bölgelerde kedi ve köpek kelimelerini içeren atasözleri bu çalışmanın amacı olmayıp
sununmayaktır ama ilgilenler için kaynaklar bölümde örnek çalışmalar bulunmaktadır (Pekşen F., Özen
R.).

132
Türk dilinde söz konusu olan malzeme: köpek kelimesini içeren 73 atasözü ve
22 deyim ile kedi kelimesini içeren 22 atasözü ve 17 deyimi kapsamaktadır3.
Lehçeden ise:
– köpek kelimesini içeren 87 atasözü ve 59 deyim;
– kedi kelimesini içeren 33 atasözü ve 7 deyim seçilmiştir.
Türkçede köpek kavramını iki kelime kullanarak (köpek, it) dile getirmek
mümkündür. Bu nedenle köpek kavramı ile ilgili ifadelerin sayısı kedi kelimesini
içerenleri aşmaktadır. Ama it ve köpek tam eşanlamlı kelime olmadığı için bazı
ifadelerde birbirinin yerini tutmayabilir. Analiz, iki bakış açısından yapılacaktır.
0 bölümde ahlâki değerler, sosyal ilişkiler, avantajlar ve dezavantajlar – olumlu
ve olumsuz nitelikler, davranışlar, köpek ve kedi kelimelerini içeren atasözleri ve
deyimlerin ana konusunu oluşturmaktadır. Örneğin: TD.4: Üşüntü köpekler mandayı
paralar. – LD.: Gromada psów, śmierć zająca. – Köpek sürüsü tavşanın ölümü.
(birlikten güç doğar.)5
1 bölümde atasözlerinin anlamlarından direk çıkmadığı hâlde atasözlerinden
kaynaklanan köpeğin veya kedinin özellikleri sunulacaktır. Örneğin: TD./ LD.: Köpek
havlar kervan yürür6. (köpek havlayan bir hayvandır).
2 bölümde seçilmiş ifadelerde köpeğin veya kedinin direk bahsedilen/ dile
getirilen özellikleri sunulacaktır. Bu bölümde çoğu ifadeler deyim şeklindedir. Örneğin:
LD. Czujny jak pies. – Köpek gibi uyanık/dikkatli olmak. (iyi anlamda müteyakkız
olmak) Karşılaştırmalı analiz sırasında Türk atasözünde köpeklere verilen özellikler
Lehçede kedilere bazen de diğer hayvanlara yüklenmektedir. Tam tersi olan örneklere
de rastanmaktadır. Bu yüzden kedi ve köpek kelimelerini içeren ifadeler beraber
incelenecektir.
Bazı konular, sadece bir dilde ortaya çıkan kedi ya da köpek kelimelerini içeren
ifadelerle anlatılmaktadır. Bu yüzden aşağıda sıralanan bazı olaylar, gerçekler,
özellikler vb. sadece bir dilde olanla örneklenebilir. Eşdeğer anlamı taşıyan ama başka
bir hayvan ya da nesne yardımıyla açıklanan atasözleri sunulmayacaktır, çünkü bu
çalışmanın kapsamını aşmaktadır. Ayrıca bu bir sözlük büyüklüğüne bile ulaşabilir.
Bazı ifadelerde ise bir olayı vurgulamak amacıyla kedi ve köpek kelimeleri yan
yana kullanılmaktadır.
Deyimler ve atasözleri ayrı özelliklere sahip farklı dil ürünüdür. Bu ayrım
biçimsel nedenlerden daha önemlidir7. Ancak, bu çalışmanın konusu olan kavramların
algılanması, onların özellikleri, belirli nesnelerin ya da niteliklerin neler sembolize
ettiğinin incelendiği bir durumda, bu ayrımın ihmal edilebileceği düşünülmüştür.
Ö. A. Aksoy’a göre atasözleri yedi temel konuda sınıflandırılır:
5888 Sosyal olayların nasıl olageldiklerini – uzun bir gözlem ve deneme
sonucu olarak – yansızca bildiren atasözleri vardır.
5889 Doğa olayların nasıl olageldiklerini – uzun bir gözlem sonucu
olarak – belirten atasözleri vardır.
5890 Toplumsal olayların nasıl olageldiklerini uzun bir gözlem ve
deneme sonucu olarak bildirirken bundan ders almamızı (açıkça söylemeyip
dolayısıyla) hatırlatan atasözleri vardır.

0
Bununla birlikte, bazı atasözü ve deyimde köpek ve it kelimelerinin birbirinin yerine geçebileceği
dikkate alınmalıdır.
1
Bu çalışlmada TD. –Türk Dili, LD. – Lehçe kısaltmaları kullanılır.
2
İlk önce Türk atasözü, sonra Lehçe eşanlamı atasözü, sonra ise Lehçe atasözünün Türkçeye çeviri,
parantez içinde anlamı verildi. Bütün çeviri, makale yazarına aittir.
3
İki araştırılan dilde aynı şeklinde olan atasözü.
4
Deyim, bir kavramı belirtmek için bulunmuş özel bir anlatım kalıbıdır, genel kural niteliğinde bir söz
değildir. Deyimi atasözünden ayıran en önemli özellik budur. (Aksoy, 1988, s. 40)

133
Denemelerde ya da mantığa dayanarak doğrudan doğruya ahlâk dersi ve öğüt
veren atasözleri vardır.
0 Birtakım gerçekler, felsefeler, bilgece düşünceler bildirerek (dolayısıyla) yol
gösteren atasözleri vardır.
1 Töre ve gelenekleri bildiren atasözleri vardır.
2 Kimi inanışlar bildiren atasözleri vardır. (Aksoy, 1988, s. 17-19).
Bölüm – Konulara Göre Kedi Ve Köpek Kelimelerini İçeren Atasözleri
Kedi ve köpek kelimelerini içeren atasözleri yukaradaki bütün konuları
işlemektedir. Yalnız doğa ve hava ile ilgili atasözleri eksik söylenebilir. Aşağıda
alfabetik sırasıyla olaylar sunulacaktır.
1.1. Açgözlülük
TD. Tok evin aç kedisi.
LD. Daj psu palec, a rękę odgryzie. – Köpeğe parmak ver, tam eli koparır.
(hırslı/cimri/aç gözlü insan hakkında)
TD. Yavuz köpek ne yer, ne yedirir.
LD. Jak pies ogrodnika: sam nie zje i komu nie da. – Bahçıvanın köpeği gibi
kendisi yemez, başkasına da vermez.
LD. Pies na kości leży, sam nie je i drugiemu nie da. – Köpek kemik üzerinde
yatar kendisi yemez, başkasına da vermez.
LD. Pies siana nie zje i krowie nie da. – Köpek samanı yemez, ama ineğe de
vermez. [bencil/ bireyci]
TD. Kediye bokun kimya demişler, üstünü örtmüş.
Açgözlülük konusu, kedi ya da köpek/ it kelimeleri içeren atasözlerinde hem
Türkçede hem Lehçede ortaya çıkar. Ayrıca sadece iki tanesi araştırılan iki dilde aynı
anlamı taşımaktadır. Birincisi, her zaman fazlasını isteyenin durumunu anlatmaktadır.
Gereğinden fazlasını elde etmeği arzu edenler hiç bir zaman ’bana yeter demez’. Öbür
atasözü, hırslı ve yardımseverlikten uzak duran birinin tavrını açıklamaktadır. Biri
kendine bir şeyden hiç kâr alamadığında bile bu şeyden faydalanabilecek olanlara
vermez. Üçüncü Türk atasözü, farklı bir durum açıklar; biri kimseyle paylaşmaz
diğerlerinin faydalanmasını da istemez. Böyle davranışa sadece açgözlülük denmez,
çünkü bu açgözlülük, hırs, aşağılık ve alçaklık karışımıdır.
1.2. Açlık
TD. Aç köpek ava salmaz.
TD. Aç köpek/ it fırın deler.
TD. Aç at yol almaz, aç it av almaz.
TD. Kedi gözünü kapar, ekmeğini öyle yer.
LD. Jak pies je, to nie szczeka, bo mu miska ucieka. – Köpek yemek yerken
havlamaz, çünkü tabağı kaçar. [kendi işlerle ilgilenmek lazımdır.]
TD. Yağ yiyen köpek tüyünden belli olur.
Açlık konusunu işleyen Türk atasözlerinin çoğu, açlığın birini çalışamaz duruma
getirebilmesini vurgular. Herkesin karnını doyurmak için elinden geleni yapabildiği
düşüncesini açıklar. Toplanan malzemede ortaya çıkan diğer anlam iki dilde mevcuttur,
o da karnı doyurmaktan daha önemli bir şey olmadığını anlatan atasözleridir. Türkçede
yiyecek yiyen kedi başka şeylerle ilgilenmez 8. Leh atasözü de bu anlamı kapsar, aslında
Köpek yemek yerken havlamaz, çünkü tabağı kaçar atasözü sadece açlık bağlamında
söylenmez. Biri kendi işiyle ve aynı zamanda başka işlerle de uğraştığında, hem de biri
yemek yerken fazla konuştuğu zaman bu atasözü söylenebilir.
1.3. Alışkanlık ve tecrübe

0 Bence bu çok yanlış bir yorum çünkü kedi her zaman çok dikkatli, çevresini gözlenen asla çevresinden
kopuk olmayan bir hayvan.

134
TD. Av köpeği avdan kalmaz.
TD. Çarşı iti ev beklemez.
LD. Im kot starszy, tym ogon twardszy. – Kedi ne kadar yaşlıysa o kadar sert
kuyruğu olur.
LD. Starego kocura nie trzeba uczyć myszy chwytać. – Yaşlı kediye fare
yakalamayı öğretmek gerekmez.
LD. Dusi kot myszy zawsze po swojemu. – Kedi fareyi her zaman kendi yolunda
öldürür.
LD. Nie na darmo stary pies szczeka. – Yaşlı köpek boşuna havlamaz.
LD. Pies dobry na wiatr nie szczeka. – İyi köpek rüzgâra havlamaz.
LD. Bitemu psu dość kij pokazać. – Dövülen köpeğe bir sopa göstermek yeter.
Türkçede alışkanlıkla ilgili açıklanan atasözleri köpek ve it kelimelerini kapsar.
İkisi de alışkanlıklardan iyi olsun kötü olsun kolay kolay vazgeçilmediği düşüncesini
gösterir. Lehçedeki ise alışkanlığın farklı görüşlerini işler. Birincisi birinin karakterinin
yaşlanınca sertleştiğini, ikincisi yaşlı olana hayat boyunca yaptığı işi öğretmek
gerekmediğini, üçüncüsü herkesin bildiği işi bildiği şekilde yapacağını anlatır.
Son iki atasözü birinin tecrübesinden kaynaklanan davranışlarını
sergilemektedir. Belli bir davranışın belli etkiden orataya çıktığını vurgulamaktadır. Her
zaman dövülen, sopa görünce kaçar; biri tehlikeyi hissedince diğerlerini uyarır.
1.4. Batıl inanç
TD. Aralarına kara kedi girmek.
TD. Aralarından kara kedi geçmek.
LD: Kot się myje, będą goście. – Kedi yıkanır, misafirler gelir.
LD: Jak na psie się goi. – Köpekte gibi hızlı iyileşir.
Batıl inançları anlatan ifadeler farklı olaylara dikkat çeker. Türkçede daha çok
anlaşılmazlık ve ilişkileri bozan bir sembol olarak kara kedi kelimeleri kullanır.
Polonya’da aynı hurafe vardır, ama sadece czarny kot – kara kedi birleşik kelimesi
olarak geçer, ne deyim ne de atasözünün parçası olur.
Diğer sıralanan Leh atasözleri ise, biri, kedinin yıkanması misafir geleceği
olarak yorumlanır9. Öbürü de köpeğin derisi o kadar dövülmüş ve güçlü ki bütün
yaraların hızlı kapandığının inanışı olarak anlatılır. Yani birinin yaralarının hızlı
iyileşmesi, köpeğinkine benzetilir.
1.5. Beceriklilik–beceriksizlik–tecrübe
TD. Kedi olalı bir fare tuttu.
TD. Ürümesini/havlamasını bilmeyen köpek/it sürüye kurt getirir./ Ürümesini
bilmeyen köpek sürüsüne kurt getirir./ Gönülsüz köpek sürüyü kurda kaptırır.
TD. Ata et, ite ot vermek.
TD. Acar tazı çulla da belli olur, çulu olmadan da.
TD. Kedi gibi dört ayak üzerine düşmek.
LD. Kot zawsze na [cztery] łapy spadnie. – Kedi her zaman dört ayak üstüne
düşer.

9
Türkiye’de farklı bir inanış mevcut, yani kedinin yıkanması yağmurun geleceği olarak yorumlanır
(“Kedinin yüzünü yıkaması, havanın yağacağı, ya da bulutlanacağı, güneş olmayacağı biçiminde
yorumlanır.(...) (Kedinin yüzünü yıkaması, ön ayağını diliyle ıslatarak yüzüne sürmesidir. Kedi, tıpkı
insanın yüzünü, gözünü yıkaması gibi, ayağını yüzünde gezdirir. Bunu görenler “Kedi yüzünü yıkayı,
ayam bozacak” derler. Buna göre de gerekli ön hazırlıklar yapılır. Yağmurdan zarar görebilecek ekinler
içeriye alınır. Örtülür. Tütünler hemen damlarına alınır. Yağmurda yapılamayacak işler öncelikle yapılır.
Her yerde olduğu gibi, Akçaköy’de de yağmur mevsiminde istenir. Onun için uzun bir kuraklık ortasında
kedinin yüzünü yıkaması sevinçle karşılanır. Herkes kediyi zevkle seyreder. O kadar ki ona iyi yemekle
yağ, süt bile verilir. Ama ekinlerin tam kuruyup da kaldırılacağı zaman kedi yüzünü yıkadı mı, ona engel
olmaya bile çalışılır. “Pisit, pisit” diye kovalanır, peşine düşülür.” (Kobra, 2014, 179)

135
LD. Nie każdy kot łowny. – Her kedi avcı olamaz.
LD. Trafi się czasem, chociaż dobrze łowi, upuścić wróbla staremu kotowi. – İyi
bir avcı olsa da bazen yaşlı kedi bile serçeyi [ağzından] düşürür.
LD. Kot łowny, a chłop mowny zawsze dadzą sobie radę. – Avcı kedi ve konuşan
erkek her zaman idare eder.
LD. Kot niełowny i chłop niemowny często głodny. – [Fare] yakalamayan kedi ve
suskun [çekingen] erkek sık sık aç kalır.
LD. I psa z pieca nie wywabi. – Fırından/ocaktan köpeği bile çıkarmaz.
[beceriksiz]
LD. Nie umie i psu drogi pokazać. – Köpeğe bile yol göstermez.
[beceriksiz] TD. Köpek suya düşmeyince yüzmeyi öğrenmez.
LD. Nie nauczy się pies pływać, póki mu się woda w uszy nie naleje. – Kulağına
su girmeden köpek yüzmeyi öğrenemez.
Becerikliliği ve beceriksizliği anlatan kedi ve köpek kelimelerini kapsayan
atasözleri çok farklı bakış açısından bu olayı göstermektedir. Türkçede beceriksizliğinin
zarar getirdiğini vurgularken Lehçedeki sadece durumu, yani en becerikli birinin de hata
yapabilmesini (avcı kedi gibi); bir şeyi öğretmek için biraz gayret göstermesi gerektiğini;
konuşmasını iyi bilen erkeği avcı kediye benzetmesini; beceriksiz olanı ise (her yolu bilen)
köpeğe yol göstermesini bilmeyenlere benzetmesini anlatır. Son atasözünde ise bir şeyi
öğretmek için bir şey yapmayı denemek gerektiği görüşünü anlatır.
İki dilde de dört ayağa düşen kedi becerikliliğin sembolü olur 10. Üstelik
Türkçede bir benzetme daha mevcuttur. Birinin iş yapabilmesi onun tecrübesini
kıyafetiyle hiç alakası olmadığını vurgular. (Ayrıca kedi gibi dört ayak üstüne düşmek
Türkçede şans ifade eder.)
1.6. Birlikten güç doğması
TD. Üşüntü köpekler mandayı paralar.
LD. Gromada psów, śmierć zająca. – Köpek sürüsü tavşanın ölümü.
Birlikten güç doğması kanaati, iki dilde aynı benzetme kullanılarak dile getirilir.
Türkçede beraber çalışan köpekler kendilerinden daha büyük mandayı öldürebilir,
Lehçede de kendilerinden daha hızlı koşan tavşanı yakalayabilir.
1.7. Çabasız bir şey elde etmek–tembellik
TD. Bakmakla usta olunsa (öğrense), köpekler (kediler) kasap olurdu (kasaplığı)
öğrenirdi.
LD. Jadłby kot ryby, ale nie chce ogona zamoczyć. – Kedi balığı yemek ister
ama kuyruğunu ıslatmak istemez.
LD. Kot w rękawiczkach myszy nie złapie. – Eldivenli kedi fareyi yakalayamaz.
LD. Przy jednej dziurze kot zdechnie. – Bir [fare deliği] delik önünde kedi ölür.
TD. İt ite (buyurur), it de kuyruğuna.
LD. Idź psie, idź ogonie. – Git köpek, git kuyruk. [tembel kişi]
TD. Köpeğin iyisi leş başında, insanın iyisi iş başında. – İtin yavuzu leş/ öleş
başında belli olur.
TD. Yatan kurttan, gezen köpek yeğdir.
LD. Jak pies robi, tak pies chodzi. – Köpek yaptığı gibi yürür. [Biri bir şey
yapmazsa, açık ayakla gezer.]
LD. Kot śpiący myszy nie wychwyta. – Uyuyan kedi fare tutamaz/ yakalamaz.
TD. İt gibi çalışmak – Çok çalışmak, yorulmak.
LD. Zabierać się jak pies do jeża. – Kirpiye köpek gibi yaklaşmak. [isteksizce,
zorlama ile bir şey yapmak]

ĀĀĀĀĀĀĀĀĀȀ⸀ĀĀĀĀĀĀĀĀ0
Tabii ki böyle bir benzetme kedinin davranışından ortaya çıkar. İki dilde de hem iyi hem
kötü olayları yoruml amak için kullanılır. Çünkü bir taraftan becerikliliği öbür taraftan da kurnazlığın sembolü
olabilir.

136
Tembellik ve çalışanlık diğer taraftan gayret göstermeden bir şey elde etmek
yukarıdaki atasözlerinin ana konusudur. Hem Türk hem Leh atasözleri, çaba
göstermeden, uğraşıp çalışmadan hiçbir şeyin kazanılamayacağını vurgular.
Atasözlerinde Türkçede kasap dükkânına bakan kedi ya da köpek, kasaplığı asla
öğrenemez, Lehçede ise balık yemek isteyen ama suya girmekten iğrenen kedi istediğini
yiyemez. İşsizlikten zevk alan, zamanını değerlendiremeyen bu hayvanlar açlıktan bile
ölebilir.
Bir Türk atasözünde kurt ve köpek kelimeleri farklı çağrışımlar taşımaktadır.
Kurt ve köpek genelde saldırganlığı sembolize eder, ama burada zıt anlam taşır. Kurt
daha güçlü ve serbest, köpek daha basit ama daha çalışkan olarak karşımıza çıkar.
Lehçede ise yatan kurdun anlamını uyuyan kedi taşır, genellikle Polonya’da uyuyan
kedinin iyi olduğu, yani rahat uyuduğu anlamı vardır. Ama burada tembelliği sembolize
eder çünkü uyuyunca çalışmaz
İsteksizce bir iş yapma şekli Lehçe sonraki atasözünde orataya çıkar.
Atasözünde köpek kirpi ile uğraşır. Kirpi dikenlerle örtülü olduğundan kendine
yaklaşmasına fazla izin vermeyen bir hayvandır, bu yüzden biri yapacağı işe kirpiye
köpek gibi yaklaşırsa demek ki, bir kişinin bu işi yapmak istememesi anlamına gelir.
Türkçede it gibi çalışmak deyimi köpeğin çalışkanlığını vurgular. Aynı çağrışım
(yani köpeğin çalışkan olduğu) Yatan kurttan, gezen köpek yeğdir atasözünde de
mevcuttur. Bence deyimde biraz aşağılama ya da hor bakma duyguları daha ağırdır.
1.8. Cesaret/ tehlike atması
TD. Kediyi sıkıştırırsan üstüne atılır.
TD. Kediyi çok sıkıştırma kaplan edersin.
LD. Nie ciągnij kota za ogon, to cię nie zadrapie. – Kedi, kuyruğunu çekme,
yoksa seni tırmalar.
LD. Nie ciągnij psa za ogon, bo cię ukąsi. – Köpeğin kuyruğunu çekme yoksa
seni ısırır. [kendini tehlikeye atma]
LD. Nie drażnij psa, to cię nie ukąsi. – Köpeği kızdırma yoksa ısırır seni.
LD. Psa nie drzażnij. – Köpeği sinirlendirme. [ısırabilir]
LD. Wydrzeć co komu jak psu z gardła. – Köpeğin boğazından kapar gibi
birinden bir şeyi kapmak. [bir şeyi kendini tehlikeye atarak elde etmek]
Bir taraftan cesaret gösterme öbür taraftan kendini tehlikeye atma davranışı
Türkçede kedi kelimesi kullanılarak açıklanırken, Lehçede hem kedi hem köpek
kelimelerini kullanmak mümkündür. Kedi küçük ama tırnaklayabilen bir hayvan,
kendinden daha büyük olanlarla pek savaşmaz, fakat durum onun için dayanılmaz
olunca saldırganlaşır. Türk atazözleri daha çok zorlama ve kötü katlanılmaz durumlarda
ortaya çıkan saldırı ve (daha çok) kendini korumayla ilgili iken, Lehçede daha çok
rahatsız etme ve canı sıkılma karşısında kendini savunma ile ilgilidir.
Böyle bir olayı anlatmak amacıyla Leh atasözlerinde daha çok köpek kelimesi
kullanılmaktadır. Köpek, doğuştan daha saldırgan bir hayvan olduğundan, kediden daha
çok zarar verebileceğinden ve daha sert ısıracağından bu nasihati daha anlamlı kılar.
Son Leh atasözünde köpek yine tehlikeli ve ısırabilen bir hayvan olarak ortaya
çıkar. Bazı köpekler ölse de ağzındakini bırakmaz. Eğer biri köpeğin ağzından bir şey
almaya kalkarsa demek ki, kendini büyük tehlikeye atıyor. Bunu becerirse gücünü ve
akıllılığını ıspatlar.
1.9. Cezalandırma
TD. Caminin (mescidin) mumunu yiyen kedinin gözü kör olur.
TD. Eceli gelen fare kedi taşağı kaşır.
TD. Eceli gelen (yaklaşan) köpek cami (mescit) duvarına (avlusuna) siyer (işer)./
İtin ölümü gelirse cami duvarına işer.

137
TD. İti (köpeği) öldürene sürütürler.
TD. Kedinin kabahatini önüne koyarlar, öyle döverler.
LD. Zwąchał kot kiełbasę, a nie zwąchał kija. – Kedi sucuk kokusunu almış, ama
sopa kokusunu alamamış.
LD. Wie kot, czyje sadło zjadł. – Kedi, kimin yağını yediğini bilir.
LD. Zjadł pies sadło. – Domuz yağını köpek yedi. [biri, kötü bir şey yaptıktan
sonra vicdan azabı çeker]
Ceza vermek konusu Türk atasözlerinde daha çok işlenir. Köpek kötülük
sembolü olup yaptıklarının cezasını er geç çekmeyi bekler. Lehçede kabahati işleyen
hem köpek hem kedi olur, o da cezayı çeker ama o ceza vicdan azabı olur.
Cezalandırmanın diğer anlamı Türk atasözlerinin konusu olur. İçindeki görüş
yanlışlıkları yapanın düzeltilmesi gerektiğine dayalıdır. Herkes cezanın sebebini bilsin
diye yanlışlıkları da belirtmelidir. Sonraki atasözleri de bu bakış açısını kapsar.
1.10.Çıkarcılık ve birine bağlanma
TD. İt ağzını kemik tutar.
TD. Köpek köy için değil, kendi için havlar.
LD. I pies ogonem nie kiwnie, jak mu chleba nie dasz. – Köpeğe ekmek
vermezsen kuyruğunu bile sallamaz.
LD. Z tym kot rad mieszka w zgodzie, kto mu się da lizać po brodzie. – Kedi,
çenesini yalamaya izin verenle memnuniyetle oturur.
LD. Póty kot miauczy, póki szperki nie zje, a potem się oblizuje. – Kedi yağı
yemeyinceye kadar miyavlar, ondan sonra ağzını yalar.
Yukarıdaki atasözleri herkesin davranışlarının sadece menfaatine bağlı oldğunu
gösterir. Birincisinde olay biraz farklı çünkü rüşvet olarak algılanabilir. Birini susturmak
için ona bir şey vermek yeterlidir. Sonraki atasözünde ise kendi çıkarını düşünenin hâli
sunulmaktadır. Türkçede köpeğin havlaması, Lehçede kedinin miyavlaması ve yalaması
sadece bir kazanç olarak yorumlanır.
1.11. Değersizlik
TD. Ak köpeğin (itin) pamuk pazarına (pamuğa, pamukçuya) zararı vardır.
TD. Köpeği bağlasan durmaz.
LD. I psa u siebie nie utrzyma. – Köpeği bile tutmaz/ geçindirmez. [kötü sahip/
ağa]
LD. I pies o to nie zapyta. – Bunu köpek bile sormaz. [bunu kimse
istemez.] TD. At yedi günde, it yediği günde (belli olur, semirir).
TD. Kurt kocayınca köpeğin maskarası olur.
TD. İt derisinden post olmaz.
TD. Köpek tüyünü değiştitir, amma huyunu değiştirmez.
TD. Köpek/ it değmekle/ işemekle deniz mundar/pis olmaz.
TD. Köpeğe gem vurma, kendini at sanır.
TD. İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış.
LD. Tanie mięso psy jadają. – Ucuz eti köpekler yer.
LD. Twarde mięso psy gryzą. – Sert eti köpekler ısırır.
LD. Co się kupi tanie, psom się to dostanie. – Ucuz olanı köpek alır.
LD. Tanio kupisz, psom wyrzucisz. – Ucuz alsan, köpeğe atarsın.
LD. Pies z kulawą nogą się nie zainteresuje. – Topal bir köpek bile ilgi gösteremez.
LD. I pies o to nie zapyta. – Bunu köpek bile sormaz. [bunu kimse istemez.]
LD. Być za psa. – Köpek gibi olmak.
LD. Zdychać jak pies. – Köpek gibi gebermek. [fakirlikte ve yazlnız]
LD. Zejść na psy. – Köpeklere düşmek. [gücünü yitirmek, fakirleşmek, önemini
kaybetmek, ahlâki çöküş] (köpekleşmek)

138
Yukarıda sıralanan Türk ve Leh atasözlerinin hepsi köpeğin basit ve değersiz
olduğunu gösterirken birkaç yönden bu durumu açıklar. Birincisi sadece kötü, yok
denecek kadar değeri, hiç bir şeye yaramaz olması, ikincisi bir şey o kadar kötü ki
köpek (az değeri taşıyan) bile onu istemez hususunu anlatılır. Köpeğe başka bakış açısı
ise şöyledir, köpek o kadar değersiz ki, iyi bir şeyi bozamaz. Son iki Türk atasözü ise
hem değersizliği hem kendini yüksek görmek arzusunu işlemektedir.
Lehçede köpeğin değersizliği alış veriş örneğinde açıklanır. Bir şey ucuzsa
demek ki sadece köpeğe uyar. Köpeğin sormayacağı, ilgilenmeyeceği bir şeyin ise hiç
değeri yoktur.
Değersizlik anlamını sırf köpek kelimesi taşımaktadır. Yani biri, köpek gibi bir
şey yapıyorsa kimsesiz, fakir, önemsiz ve güçsüzdür.
1.12. Doğanın dengesi – dünya fani
TD. Eşeğin ölümü köpeğe ziyafettir (düğündür).
TD. At ölür, itlere bayram olur.
TD. Kılık kıyafet köpeklere ziyafet.
TD. Koz gölgesi kız gölgesi, söğüt gölgesi yiğit gölgesi, dut gölgesi it gölgesi.
LD. Przyjdzie na psa mróz. – Köpeğe buz gelir. [herkese fakirlik/ bela gelebilir]
LD. Stary pies i stary sługa najczęściej kończą w nędzy. – Yaşlı köpek, yaşlı
hizmetçi yokluk içinde biter (ölür) .
LD. Nie jednemu psu Burek na imię. – Burek sadece bir köpeğin adı değil. [farklı
kişiler aynı adı taşıyabilir.]
LD. Przeskoczywszy psa, można i ogon jego przeskoczyć. – Köpeği atladığına
göre, onun kuyruğu da atlanır. [Büyük zorluklar aştıktan sonra küçük olanı da aşmak
mümkündür.]
LD. Ze psy w rząd, z kotki w taniec. – Köpeklerle sıraya, kedilerle dansa.
(Erkeklerle içmek, kadınlarla dans etmek gerekir.)
LD. Co kotka rodzi, to wszystko myszy łowi. – Kediden doğan fare yakalar.
LD. Kotu żart, a myszce śmierć. – Kedi için oyun, fare için ölüm.
LD. Kot jajka nie zniesie. – Kedi yumurta vermez.
LD. Kotka, która dobrą skórę, będzie obłupiona. – Güzel derisi olan kedi
yüzülecek.
LD. Chociaż masz dobrego kota, jednak cię po śmierci myszy zjedzą. – İyi bir
kediniz olsa da, sizi ölümden sonra fare yiyecektir.
‘Doğanın dengesi’ adlı bölümde farklı köpek ve kedi kelimeleri içeren atasözleri
toplanıldı. Onların tek ortak özelliğinin bu dünyada, birinin zararından diğerleri
faydalanır gibi geçerli olan kanunları göstermesidir. Herkesin ona uygun bir yeri var,
herkesin başına da her şey gelebilir.
Lehçe bir atasözünde Orta Çağ’da uygulanan ama günümüzde hiç görünmeyen
bir olay kedinin derisi ile ilgilidir (Kotka, która dobrą skórę, będzie obłupiona. – Güzel
derisi olan kedi yüzülecek). Tabii ki şimdi kimse kedi derisinden elbise yapmaz.
Bu ve öbür dünya ile ilgili atasözü kedinin iyi tarafını gösterirken dünyanın fani
olduğunu vurgular, çünkü en iyi avcı kedi bile sahibi öldükten sonra onu fareden
koruyamaz.
1.13. Fenalık
TD. İte atsan yemez.
LD. Psu na budę się nie zda. – Köpeğin kulübüne uyar. [çok kötü]
TD. Köpek yese kudurur.
LD. Tego (tej obelgi) pies nie zliże. – Bunu [bu hakareti] köpek bile yallayamaz.
[bir şey gidermek imkânsızdır]
TD. İtin götüne (kıçına) sokmak.

139
LD. Pod (ostatnim/ zdechły) psem. – Son/ ölmüş/ ölü köpeğin altından. [çok kötü
durumda/ o kadar kötü ki eleştirilemez bir yer]
LD. Nawet psa by z domu nie wygonił/ pogoda pod psem. – Köpeği bile dışarıya
atmaz/ hava köpek altında gibidir. [çok kötü hava]
LD. Jakby mu psy obiad zjadły. – Öğle yemeğini köpekler yemiş gibidir. [keyifsiz]
LD. Czepił się jak rzep psiego ogona. – Dikenli tohum kabuğu gibi köpeğin
kuyruğunu tuttu. [sırnaşık biri hakkında]
LD. Czuć się /wyglądać jak zbity pies. – Dövülmüş köpek gibi hissetmek/
görünmek. [çok kötü hissetmek, hırpalanmış olmak]
LD. Jak psu z gardła wyjęty/ wyciągnięty. – Köpeğin ağzından çıkmış gibi. [çok
buruşuk/ buruşmuş/ şekilsiz]
LD. Pieskie życie/ los. – Köpek hayatı. [çok zor, üzücü, sefil hayat]
LD. Pójść na psy. – Köpeğe gitmek. [boşuna gitmek]
LD. Zimno jak w psiarni. – Köpekhane gibi soğuk. [çok soğuk]
LD. Zmarznąć jak pies. – Köpek gibi üşümek.
LD. Lubić kogoś jak psy dziada w ciasnej ulicy. – Birini, köpeklerin dar bir
sokakta dilenciyi sevmesi er gibi sevmek. [birinden nefret etmek]
LD. Czuć się/ użyć jak pies w studni. – Kuyudaki köpek gibi hissetmek. [kendini
kötü hissetmek/ rahatsız olmak]
Bu grupta toplanan ifadeler köpek kelimesi kullanılarak en kötü, en berbat
nesnenin ya da birinin farklı özelliklerini göstermektedir. Sadece iki tanesi hem Türkçe
hem Lehçede aynıdır. Yani İte atsan yemez. – Psu na budę się nie zda. – köpeğin
kulübesine uyar; kullanılmaz, uygunsuz, hiçbir şeye yaramaz; Köpek yese kudurur. –
Tego (tej obelgi) pies nie zliże. – Bunu [bu hakareti] köpek bile yalayamaz. – söylenilen
sözler yapılan hakaret unutulmaz ve affedilmez.
1.14. Geçimsizlik
TD. Kedi ile köpek gibi.
LD. Jak pies z kotem żyją. – Kedi köpek gibi yaşarlar.
TD. Kedi ile harara (çuvala) girmek.
TD. İtle çuvala girilmez.
TD. Kediyle çuvala, köpekle harara girmez.
LD. Gryźć się jak dwa psy/ jak psy o kość. – İki köpek gibi ısırmak/ kemik
yüzünden ısırmak. [anlaşmazlık içinde yaşamak]
Geçimsizliği açıklayan atasözü sadece Türkçede ya da Lehçede değil çoğu
dillerde aynı şekilde de ortaya çıkar. Kedi ve köpek ayrımı o kadar göze çarpıcıdır ki, bu
hayvanların adı zıt anlam taşıyan kelimeler gibi kullanılmaktadır. Türkçede hem kedi
hem köpek diğer anlaşmazlık ve geçimsizlik konusunu işleyen atasözünde mevcuttur.
Aynı çuvalda kediyle ya da köpekle olmanın imkânsız olduğunu vurgular. Saldırganlık
ve geçimsizlik niteliği birbirini ısıran köpeklere de benzetilir.
1.15. Güvensizlik
TD. Kediye peynir (ciğer) ısmarlamak.
TD. Kedinin boynuna ciğer asılmaz.
LD. Nie wierz kotkowi, choćby księdzem został. – Kedi papaz olsa da ona
güvenme.
LD. Garniec mleka napełniony dobrze ma być przed kotką strzeżony. – Sütle
dolu bir kap kediden korunmalıdır.
İki araştırılan dilde de güvensizlik konusu kedi kelimesi içeren ifadeler
yardımıyla işlenmektedir. Biri, bir şeyi, kedi ciğer/ süt gibi ister, isterse bunu ona asla
emanet edemez. Korunmak zorunda olana kedi bekçilik yapamaz, kimse de kediden
bunu beklemez.

140
1.16. İkiyüzlülük
TD. Kedi yetişemediği (uzanamadığı) ciğere pis (murdar) dermiş.
TD. Kedinin usluluğu sıçan görünceye kadar.
LD. Brzydzi się jak kot sadłem. – Kedi gibi yağdan iğrenir.
LD. Fałszywy jak kot. – Kedi gibi dolandırıcı.
LD. Odwracać kota ogonem. – Kediyi kuyruğa çevirmek. [olayları tersine
çevirmek].
TD. Isıracak it (köpek) dişini (dişlerini) göstermez.
LD. Najgorszy pies, co milczkiem gryzie. – Sessizce ısıran köpek en kötüsüdür.
LD. Strzeż się psa, co milczkiem kąsa. – Sessizce ısıran köpekten kendini koru.
[ikiyüzlü insanlardan uzak dur.]
LD. Lepszy pies, co warczy i kąsa, niż kot, co się łasi a drapie. – Isıran ve
hırlayan köpek, tırmalamayan ama dalkavukluk eden kediden daha iyidir.
LD. Pies poczciwszy od człowieka, nim ukąsi, najpierw szczeka. – Köpek
insandan daha dürüsttür, ısırmadan önce havlar.
LD. Lepszy dobry pies niż zły człowiek. – İyi köpek, kötü insandan yeğdir.
İkiyüzlülük konusu hem kedi hem köpek kelimeleri kullanılan ifadeler yardımıyla
dile getirilir. Kedinin ve köpeğin ikiyüzlülüğü düşündüğünü saklayıp dışına farklı
olduğunu göstermesine dayalıdır. Buradaki ifadelerin sözlerine aslında yorum ihtiyacı
yoktur. Lehçede bu gerçek hem genel hak olarak (Najgorszy pies, co milczkiem gryzie.
– Sessizce ısıran köpek en kötüsüdür.) hem uyarı şeklinde (Strzeż się psa, co milczkiem
kąsa. – Sessizle ısıran köpekten kendini koru.) mevcuttur.
Leh atasözleri, köpeğin aynı davranışını açıklarken ikiyüzlülüğün öbür yüzünü
de gösterir. Açık düşman saklanan dosttan daha yeğdir anlamı taşıyan atasözleri,
köpeğin iyi, kedinin alçak ve kötü olduğunu işaret eder. Bazen de köpeğin insandan
daha iyi olabildiğini vurgular.
1.17. İnsan ilişkileri/ namus
TD. Dişi köpekkuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez./ Dişi
yalanmazsa erkek dolanmaz./ Kancık kuyruk sallamadan köpek ardına düşmez.
LD. Gdzie się suki gonią, tam się psy schodzą. – Dişi köpekler kızışınca oraya
erkek köpekler gelir.
LD. Jeśli suczka nie da, to piesek nie weźmie. – Dişi köpek vermezse erkek köpek
almaz.
LD. Kawalerowi i psu wszędzie wolno. – Bekâra ve köpeğe her yerde serbest.
Yukarıdaki ifadeler, kadın erkek ilişkilerini dişi ve erkek köpek örneğinde
açıklamaktadır. İki dilde aynı benzetmeler bulunur. Kadının olduğu yerde erkeklerin
toplanacağı, kendilerine yaklaşmalarına iznin kadından gelmesi gerektiğini ortaya
koyar. Lehçede bekârlık durumu da işlenir. Atasözü, bekâr erkeğin köpek gibi dolaşıp
istediğini yapabildiğini vurgular.
1.18. İstek
TD. Kedi ciğere bakar gibi bakmak (süzmek veya seyretmek).
TD. Kedinin gözü sıçan deliğindedir.
LD. Oblizuje się jak kot od mleka. – Sütü gören kedi gibi ağzını yalar. [ağzının
suyu akar]
LD. Dybie na to jak kot na mysz. – [Bazıları] kedinin fareyi yakalaması gibi
pusuya yatar.
LD. Patrzeć jak kot na szperkę. – Kedinin yağa bakması gibi bakmak. [büyük
istekle]
LD. Każdemu psu kość luba. – Kemik her köpeğin hoşuna gider.

141
İstek meselesi sadece kedi kelimesiyle değil, Lehçede köpek kelimesiyle de
anlatılır. Ancak bu sadece bir ifadede kullanılır. Kedi sabırlı olduğundan ve istediğini
elde etmek için uzun bekleyebildiğinden dolayı, bir şeyi çok isteyen biri kediye
benzetilir. Türkçede kedi ciğere ve sıçana imrenerek bakar. Lehçede ise süte, fareye ve
yağa. Köpek tabi ki kemik üzerine düşer, her kemikten de zevk alır.
1.19. Kimsesizlik
TD. Boş ite menzil olmaz.
LD. Błąkać się/ włóczyć się jak (bezpański) pies. – Sahipsiz/ kimsesiz köpek gibi
boş boş dolaşmak [amaçsızca dolaşmak].
TD. Garip itin kuyruğu bacağı arasında (götünde, kıçına kısık) gerek (olur).
TD. İt kışı geçirir ama gel de derisinden sor.
Atasözlerinde kimsesizliğin sembolü köpektir. Bir taraftan serbest dolaşabilen
öbür taraftan yeri yurdu olmama durumu sahipsiz dolaşan köpeğe benzetilir. Yeri
olmayan biri her yerde yabancılık çeker farklı hayat zorluklarından da kaçamaz.
1.20. Korkutma
TD. Çok havlayan köpek ısırmaz./ Ürüyen köpek ısırmaz.
LD. Pies bojaźliwy więcej szczeka, jak gryzie. – Korkak köpek ısırmaz daha çok
havlar.
LD. Pies, co bardzo szczeka, nie bardzo kąsa. – Çok havlayan köpek pek ısırmaz.
Yeterince gücü olmayanlar harekete geçmeksizin diğerlerini sesini yükselterek
korkutmaya çalışır. Atasözlerindeki havlayan köpek gibi tehlikeli değildir. Genelde
bağıran biri sadece özgüveni için bunu yapar, ama ondan fazla zarar gelmez.
1.21. Kötü arkadaşlık
TD. Köpeğe dalaşmaktan çalıyı dolanmak yeğdir.
TD. Köpekle yatan pire ile kalkar.
LD. Kto się kładzie z psami, ten wstaje z pchłami. – Köpekle yatan pireyle kalkar.
TD. İt itle gezer11. – Kötü biri ancak kendisi gibi kötü olan birisiyle arkadaş olur.
LD. Jak jeden pies zaszczeka, zaraz wszystkie za nim. – Bir köpek havlarsa
diğerleri onun gibi havlar.
Genel olarak arkadaşlık konusu atasözlerinde çok işlenir, ama köpek/ it
kelimesini içeren atasözü çok azdır. Türkçede üç tane Lehçede ise büyük ihtimalle
sadece bir alıntı atasözü var, çünkü onun anlamı ve şekli Türkçedekiyle aynıdır. Kötü
dostların kötü etkisi, köpeklerin pirelerine benzer. Birinin havlaması öbürünün
havlamasını sağlar. Türk atasözünde it kelimesi ise hakaret olarak kullanılır. Yani alçak,
kötü, kaba, kötü niyetli olanın sembolüdür.
1.22. Kötülük yapma niyeti ve yatınkığı
TD. Kedi yavrusunu yerken sıçana benzetir.
TD. Kedinin gideceği samanlığa kadar.
TD. Kedinin kanadı olsaydı, serçenin adı kalmazdı.
TD. İtin (köpeğin) duası kabul (makbul) olsa (–ydı) gökten kemik yağar (–dı).
LD. Psie głosy nie idą pod niebiosy. – Köpeğin sesi göğe yükselmez.
LD. Psi płacz nie idzie do nieba. – Köpeğin gözyaşı göğe ulaşmaz. [Kötü birinin
dualarının iyi sonucu yoktur.]
TD. İti ite kırdırmak.
LD. Kto chce psa uderzyć, ten kij znajdzie. – Kim köpeğe vurmak isterse sopa
bulur.
Herkesin bazen kötü şeyleri yapması mümkündür. Bazen istemeden, bazen
durumun etkisiyle, bazen kötü niyetten, bazen de içinden geldiğinden ortaya çıkan

0 Bu atasözü diğer grupta (benzerliklerin çekmesi) da bulunmakta, çünkü hem benzerlik hem arkadaşlık
konularını işler.

142
kötülüğü aynı şekilde eleştirmemek lazımdır. Yukarıdaki atasözleri doğuştan gelen
yatkınlıktan kaynaklıdır. Kimse karakterinden, huyundan vazgeçemez er geç gerçek
nitelikleri belli olur. Bu duruma Türkçede kedinin tavrı ve davranışı en iyi örnektir.
Kötü niyetli birinin istekleri de gerçekleşemez çünkü böyle olsaydı dünyada
iyilik için yer kalmazdı. Bu yüzden ne kedinin ne de köpeğin istediklerini yerine
getirmeye güç yeter. Bu konuda hem Türk hem Leh atasözleri aynı görüşü sunmaktadır.
Köpeğin sesi/ duası duymazlıktan gelinir. İti ite kırdırmak ifadesinde ise it kelimesi
kötülük anlamında kullanılır.
Lehçede kötü niyetli biri, köpek olarak adlandırılmaz, köpeğe vurmaya
çalışandır. Burada köpek kelimesi kötülük anlamında değil, güçsüz ve korumasız birini
sembolize eder. Kötülük yapmak isteyen kişi her zaman bunu yapmak için yol bulur,
atasözünde sopa bulduğu gibi.
1.23. Laf çıkarmak (dedikodu yapmak/ iftirada bulunmak) – doğruluk
TD. Ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz.
LD. Wolno psu i na Pana Boga/ na Bożą Mękę szczekać. – Köpek Tanrı’ya
[Isa’nın azabı’ya] bile havlayabilir. [kimse iftirasız olamaz]
LD. Pies szczeka, wiatr niesie. – Köpek havlar, rüzgar getirir (sesini).
[dedikoduya kulak asmamak lazım]
TD. İt ürür, kervan yürür.
LD. Pies szczeka słońce świeci. – Köpek havlar, güneş parlar.
LD. Psy szczekają karawana idzie dalej. – Köpek havlar kervan yürür.
LD. Psy wyją, a księżyc świeci. – Köpek ulur ay parlar. [dedikoduya bakma]
LD. Być wyszczekanym jak pies. – Köpek gibi havlayabilmek. [kendine güvenen,
ağzı iyi laf yapan]
LD. Odszczekać coś jak pies. – Geri çekmek/ köpek gibi havlamak. [yanlış/
haksız sözünü geri almak/ çevirmek]
LD. Szczekać jak pies. – Köpek gibi havlamak. [yalan söylemek]
LD. Kłamie/ łże jak pies. – Köpek gibi yalan söyler. [arsız]
LD. Kto jest za psa, ten musi szczekać. – Kim köpek gibi yaşarsa havlamak
zorundadır.
LD. Kręci jak pies ogonem. – Köpek gibi kuyruk çevirmek. [dolandırmak/ sözü
tutmamak]
LD. Wieszać na kims psy. – Birine köpek asmak. [iftira etmek]
Köpeğin özelliğinden en önemlisi yani havlaması, dedikodu, gürültü, yalan ve
iftira anlamını taşımaktadır. Bu atasözlerinde köpek güçsüz, önemsiz ve kötü niyetli
birinin yerini tutar. Havlamasıyla (insan konuşmasıyla) hiçbir şey elde edemez, kervan
yürür, ay ve güneş parlar. Lehçede de köpeğin havlaması, yalan, gerçek dışı bir şey
söyleme, dedikodu yapma gibi çağrışımlar taşımaktadır. Ama aynı durumda köpeklerin
başka bir davranışını dile getirmek mümkündür, o da kuyruk sallamasıdır. Bu davranış
aslında köpeğin iyi ve sevinçli olduğunun işaretidir, ancak burada dolandırıcılık
anlamını taşır.
Örnekteki son s atasözünde ise (Wieszać na kims psy. – Birine köpek asmak) sırf
köpek kelimesini iftira anlamında kullanmaktadır. Yani köpek kelimesi ilk önce köpeğin
havlaması ondan sonra yalan kelimesinin yerine geçer.
1.24. Miktar (çokluk/ uzkalık/ ağırlık/ hız)
TD. İtin kuyruğunda. – Pek çok, pek bol.
TD. İt/ köpek sürüsü kadar. – Çok kalabalık.
TD. İt ölüsü gibi – Çok ağır.
TD. Kör itin öldüğü yer. – Çok uzakta olan yer. “

143
LD. Gdzie psy ogonem szczekają. – Köpeklerin kuyruğuyla/ götüyle havladığı
yer. [uzak/tenha bir yer]
LD. I psa w domu nie masz. – Evinde köpek bile yoktur. [evde hiç birşey, hiç
kimse yoktur]
LD. Ani pies ogonem nie machnął, a już robota skończona. – Köpek kuyruğunu
sallamadan iş bitti. [kısa zaman]
LD. Ani pies ogonem nie kiwnie. – Köpek kuyruğunu sallayamaz bile. [çok hızlı/
göz açıp kapayana kadar]
LD. Tyle, co kot napłakał. – Kedi ağlayacak kadar. [çok az]
LD. Za psie pieniądze. – Köpek parasıyla. [çok ucuz]
İki dilde de miktarla ilgili deyimlerde it/köpek kelimesi kullanılır. Lehçede de
bir deyim kedi kelimesini kapsar. Bu hayvanlarınnun davranışı ve durumu çokluk,
uzaklık, ağırlık, hızlılık, ucuzluk gibi farklı miktar belirtir.
1.25. Önlem almak
TD. Kurda konuk (komşu) giden, köpeğini yanında götürür.
TD. Kurtla görüşürsen köpeği yanından ayırma.
TD. An iti, kap sopayı.
TD. İti an, taşı eline al (çomağı hazırla).
LD. Psa głaskaj, ale kija z ręki nie puszczaj. – Köpeği okşa ama elindeki sopayı
yere koyma.
TD. Köpeğe hoşt, kediye pişt dememek.
TD. Karnı tok it gölgede yatar.
TD. Açık kaba it değer (siyer).
LD. Czujny jak pies. – Köpek gibi uyanık/dikkatli olmak. [iyi anlamda müteyakkız
olmak]
LD. Kota w worku się nie kupuje. – Kedi çuvalda alınmaz.
LD. Kupować kota w worku. – Çuvalda kedi almak. [bakmaksızın]
TD. Atım tepmez, itim kapmaz deme.
TD. Atın tepmezi, itin kapmazı olmaz.
LD. Psu i chłopu nigdy nie trzeba wierzyć. – Köpege ve erkeğe güvenmemek gerek.
LD. Cudzemu psu, cudzemu koniowi i cudzej żonie nie trzeba dowierzać. – Başka
birinin köpeğine, atına, karısına güvenme.
Önlem almak konusunda dört Türk atasözü aynı mesajı taşır. Bu anlam sadece
bir Leh atasözünde dile getirilir, saldırgan biriyle karşı karşıya gelindiğinde kendini
koruyacak önlemler alınmalıdır. Lehçede de köpek saldırgan kişinin sembolü olmakla
beraber okşanabilen bir hayvan olarak gösterilir. Köpeği okşarken onun saldırısını da
hatırlamak lazımdır. Kendini korumak için hiçbir şey yapmayanın durumu Türkçe
deyimde hem köpek hem kedi kelimeleri kullanılarak anlatılır. Demek ki, bu iki hayvan
insan için tehlikeli olabilir. Bu nedenle onlardan uzak durmak ya da onları kovalamak
lazımdır.
Sonraki atasözleri önlem alınmamasından bahseder. Rahat yaşayabilen biri
(karnı tok köpek gibi) geleceğini de düşünmeli yoksa zorluklarla karşılaşır. Öbüründe
ise sırların açığa çıkması olayı söz konusudur. İyice sakınmayan (açık kapta olan)
yiyeceğe en basit ve kötü (it) bile ulaşabilir.
Lehçe ifadeler farklı bir şekilde önlem ifade eder. İlk nasihat insanın her zaman
uyanık, dikkatli, korumada kullanılan köpek gibi olması, ikincisi ise bir şeyi almadan
ona iyice bakması gerektiğini vurgular12. İfadelerde bakılması gereken kedidir.

23 Alışverişte dikkatli olunması hem atasözü hem deyim şeklindedir: Kedi çuvalda alınmaz. – Çuvalda
kedi almak.

144
Önlem, bağlılıkla da ilgilidir çünkü bazen güvendiğimizden de kötütük gelebilir.
Bu olay iki dilde de tartışılır. Türkçede attan ve köpekten, Lehçede köpekten, erkekten,
attan ve başka birinin karısından tehlike gelebilir. Bu yüzden onlarla temas ederken çok
dikkatli ve uyanık olmak gerekir.
1.26. Para
TD. Bekârın parasını it yer, yakasını bit.
TD. Sermayeyi kediye yüklemek.
LD. Pocałować psa w nos. – Köpeği burnundan öpmek. [hiçbir şey kazanamamak]
LD. Psu na budę się nie zda. – Köpeğin kulübüne uyar. [çok kötü]
TD. İt sürü, para kazan.
LD. Duża psiarnia zje dużego szlachcica. – Büyük av köpekleri sürüsü zengin
ağayı yer.
LD. Kto trzyma psiarnię, trwoni grosz marnie. – Kim av köpeklerini besliyorsa
parasını boşuna harcar.
LD. Kto trzyma dużo psów i koni szybko majątek strwoni. – Kimin çok köpeği ve
çok atı varsa, serveti hızlı harcar.
LD. Za psie pieniądze. – Köpek parasıyla. [çok ucuz]
Para mevzusu atasözlerinde çok sık rastlanan konudur, ama köpek ve kedi
kelimeleri kullanılan ifadelerin sayısı fazla değildir. Bekârın parasını köpek yer
ifadesinde boşa harcamadan söz edilir. Lehçede onun karşılığı köpeğin kulübesinden
bahsedilir, yani çok kötü, değersiz bir şeye harcanan paradan.
Kedi kelimesi ise yine harcanan paradan, maldan söz eden ifadelerde ortaya
çıkar. Lehçede onun karşılığı yoktur. Ama bir şey kazanmamak durumu için köpeğin
burnundan öpmek gibi bir benzetme bulunmaktadır.
Sonraki Lehçe atasözleri önce açıklanan gruplarda da bulunmaktadır. Yani avcı
köpek sürüsü için çok para lazım olmasıdır. En zengini bile iflasa getirebileceğini ispatlar.
Para konusunu işleyen Lehçe deyim ise (köpek parası) çok ucuz anlamı
taşımaktadır.
1.27. Sadıklık (sadakat)
TD. Köpek ekmek veren (yediği) kapıyı tanır.
TD. Köpek bile yal yediği kaba pislemez./ Ekmek veren eli köpek bile ısırmaz.
TD. Komşu iti komşuya ürümez.
LD. Domowe psy choć gryzą, cudzego wspólnie pożerają. – Ev köpekleri
birbirini ısırır ama hep beraber yabancıyı yer.
LD. Pies psa nie zje. – Köpek köpeği yemez.
TD. Köpek sahibini ısırmaz.
TD. Köpek gibi – Çok yaltaklanan.
LD. Byś swemu psu nogę uciął, przecie ona za tobą pójdzie. – Köpeğinin ayağını
kessen de peşine gelir.
LD. Wierny jak pies. – Köpek gibi sadık/ vefalı.
LD. Pies nie wraca tam, gdzie mu raz dobrze skórę obito. – Köpek dövüldüğü
yere geri dönmez.
LD. Pies ze wszystkich zwierząt człowiekowi najprzychylniejszy, najwierniejszy.
– Köpek bütün hayvanlar arasında en iyisi ve insana en sadık olanıdır.
LD. Położyć się jak pies na progu. – Eşikte köpek gibi yatmak. [gözlemek,
korumak]
LD. Pies poczciwszy od człowieka, nim ukąsi, najpierw szczeka. – Köpek
insandan daha dürüsttür, ısırmadan önce havlar.
LD. Lepszy dobry pies niż zły człowiek. – İyi köpek, kötü insandan yeğdir.

145
Sadakatlilik meselesinin açıklandığı ifadelerde sadece köpek/ it kelimesi
kullanılır. Araştırılan iki dilde farklı şekilde ortaya çıkan bu özellik köpeklerin sahipleri
ve geçimini sağlayan kişilerle ilgilidir. Atasözlerine göre köpek ne sahibine ne de onu
tanıyan kişilere zarar verir çünkü onları tanır, korur ve onlara bağlıdır13. Köpeğin
saldırgan olması, genelde yabancı, davetsiz, tanımadığı kişilere karşı gösterilen bir
davranıştır. Köpeklerin aralarında kavga (ısırma) çıksa da yabancıya karşı beraber
savaşması Leh atasözünde ortaya çıkar. O da bir ailenin hayatı gibidir.
Sahibine karşı gösterilen bağlılık ise Leh atasözünde ürkütücü bir şekilde
anlatılır. Yani köpeğin ayağını kesen sahibi yine o köpek için onun sahibidir ve ondan
uzaklaşmaz. Buna rağmen Lehçede zıt anlam taşıyan atasözü de bulunmaktadır. Bir
yerde dövülen köpek o yere asla dönmez.
Sonraki Leh atasözleri köpeğin özelliklerinden bahseder. Bazılarında da direk
köpeğin insandan daha iyi ve dürüst olduğu sunulmaktadır. Hem de bütün hayvanlar
arasında ya da içinde köpeğin insana en sadık hayvan olduğunu, en iyi dostu olduğunu
vurgular. Hatta insanın en iyi koruyucusudur.
1.28. Saygı-saygısızlık
TD. Köpeği dövmeli ama sahibinden utanmalı.
LD. Kto miłuje przyjaciela, miluje i psa jego. – Dostunu seven köpeğini de sever.
LD. Kto pana kocha, jego psa głaszcze. – Sahibini seven onun köpeğini okşar.
TD. Köpek sürünmekle etek kesilmez.
TD. Davetsiz yere kedilerle köpekler gider.
TD. Kırk evin kedisi.
LD. Dbać o kogo tyle, co o psa. – Birine köpeği gibi bakmak. [birine hiç
bakmamak/ korumamak]
LD. Gonić/ pędzić kogo jak psa/ jak psa wściekłego. – Kuduz köpeği gibi
kovalamak. [birini kovmak, yanına/ kendine yaklaşmamak]
LD. Zwymyślać kogo jak psa. – Köpeği gibi azarlamak. [çok küfür atmak]
LD. Uważać kogo za psa. – Birini köpek saymak. [birini alcak/ hiçe saymak]
LD. Mieć kogoś za psa. – Birini köpek gibi saymak. [birine saygı göstermemek]
LD. Pomiatać kimś jak psem. – Köpeği gibi hor görmek.
LD. Wypuścić na kogo sforę psów. – Birine köpek sürüsünü kışkırtmak. [birini
hırçınlaştırmak]
Saygı ve sevgi farklı şekilde anlatılan ve gösterilen bir duygudur. Onları açıklamak
için kedi ve köpek kelimelerini içeren ifadelerikullanmak mümkündür. Herkese kızılabilir
ama gururuna dokunmadan kendi görüşlerini sunmak gerekir. Bazılarının kusurlarına da
hoş görülü olup hiyerarşide daha altta olanlara da dokunmamak gerekir. İnsanın başka
birine saygı göstermesi onu asla aşağılamaz tam tersi onun daha üstün olduğunu ispatlar.
Kendinden daha alt olanla uğraşmak gerçek erdemi de bozmaz.
İki Türk atasözü davetsiz misafirlikten de söz eder. Öyle serbestçe ama pek
kurallara uymayan kişi hem köpek hem kedi ile sembolize edilir.
Lehçede sadece köpek kelimesinin kullanıldığı ifadeler bulunmaktadır. Her
birinde de saygı değil saygısızlık sunulmaktadır. Köpek saygıyı hak etmeyeni sembolize
eder. Alçak ve saygısını yitirmiş birine (köpeğe) hiç bakmaması, yanına yaklaşmaması,
küfür atması, hiçe sayması, onu korumaması, hor görmesi gibi davranışlar atasözlerinde
ortaya çıkmaktadır.
1.29. Talih
TD. Kurban etiyle köpek tavlanmaz.

23 Tabii ki örneğin önlem alması grubunda köpeğin farklı nitelikleri ortaya çıkar.

146
LD. Nie dla psa kiełbasa nie dla kota sperka. – Sucuk köpek için değil, domuz
yağı kedi için değildir. [birinin için değil, boşuna çabalamasın]
LD. Nie dla psa kiełbasa. – Sucuk köpek için değildir.
TD. Kısmetsiz köpek, sabaha karşı uyuyakalır.
TD. Kadersiz köpek, Kurban Bayramından evvel ölür.
TD. Talihsiz köpeğin Kurban Bayramında uykusu gelir/ karnı ağrıtır.
TD. Köpeğin ahmağı baklavadan pay umar.
LD. Nie zawsze dobremu psu dobra kość dostanie. – Her zaman iyi kemik iyi
köpeğe düşmez.
Talih ve kısmet konuları köpek kelimesi içeren beş Türk atasözünün konusu
olur. Üçü kadersizliğini, yararlanılacak şeyden ya da fırsattan faydalanamaz durumunu
sunarken açıklar. İkisinde de köpek yiyeceklerinden bahseder. Lehçede aynı anlamı
taşıyan atasözü sucuk kelimesini içerir. Ayrıca kediden de söz eder. Yani sucuk köpek
için değil, domuz yağı14 kedi için değildir. Talihsiz olma hâli ya da bir şekilde
adaletsizlik için Lehçede Nie zawsze dobremu psu dobra kość dostanie. – Her zaman iyi
kemik iyi köpeğe düşmez atasözü kullanılır. Ama daha çok kullanılan ve bilinen Nie dla
psa kiełbasa. – Sucuk köpek için değildir, atasözüdür.
1.30. Uysallık
TD. Kedi gibi – Uysal ve sokulgan.
TD. Kedi yavrusu gibi. – Yumuşak başlı ve sokulgan kimseler, bilhassa çocuklar
için kullanır.
LD. Leżeć u nóg jak pies. – Birinin ayağına köpek gibi yatmak. [uysal/ itaatli
olmak]
Uysallık konusu için Türkçede kedi kelimesi kullanılır, Lehçede ise köpek.
Kedinin (özellikle kedi yavrusunun) sevimliliğini vurgulayan deyimler onun yumuşak
ve sokulgan olduğunu vurgular. Lehçede de köpeğin (özellikle eğitim görmüş) uysallığı
ve itaatli olması sunulur. Ayrıca köpeğin sahibinin ayağının altında olması bağlılığı ve
korumaya hazır olduğunu da gösterir.
1.31. Yönetim/korumasızlık
TD. Köpeksiz köy bulmuş da çomaksız (değneksiz) geziyor.
TD. Köpeksiz sürüye (köye) kurt girer (iner).
LD. Gdzie wielkie stado, psów wiele trzeba. – Büyük sürü olan yere çok köpek
gerek. [korumak için]
TD. Issız eve it buyruk.
TD. Sahipsiz eve it buyruk.
LD. Jak kota nie ma, to myszy biegają. – Kedi yokken fareler koşar.
LD. Myszy tańcują, gdy kota nie czują. – Kediyi hissedemeyen fareler oynar.
LD. Dwaj być nie mogą, dwaj koci w jednym worku, bez zwady. – Bir çuvalda
iki
kedi, kavga etmeden duramaz.
LD. Jeden kot stada myszy się nie boi. – Bir kedi fare sürüsünden korkmaz.
LD. Przed jednym chartem ucieka sto zajęcy. – Bir tazıdan yüz tavşan kaçar.
LD. Każdy pies na swych śmieciach śmielszy. – Her köpek kendi çöplüğünde cesur
olur.
Yönetim ve koruma konusu hem kedi hem köpek kelimelerini içeren ifadelerle
anlatılmaktadır. Doğal olarak köpek koruma çağrışımı vermekle beraber uygun bir üst
anlamına gelmektedir. Korumasız (köpeksiz) bırakılan köy ya da sürü tehlike altındadır.
Böyle benzetmeler araştırılan iki dilde de bulunmaktadır. Türkçede sadece korumasız
olması vurgulanırken Lehçede köpeklerin sayısından da bahsedilir: Köpeksiz sürüye

0 Polonya’da özellikle köylerde çok pahalı ve istenilen bir yağ. Şimdi bile Polonya’nın özelliği olarak da
çıkabilir.

147
(köye) kurt girer (iner) – Gdzie wielkie stado, psów wiele trzeba. – Büyük sürü olan
yerde çok köpek gerek. [korumak için].
Gözetilmeyen yerde (sahipsiz evde) herkes padişah gibi hissedebîlir. Türkçe
atasözlerinde bu yeri köpek alır (değersiz kişiler), Lehçede ise Kedi yokken fareler
koşar atasözü burada kedi kelimesi egemenlik kuran kişi anlamında kullanılmaktadır.
Sonraki Leh atasözlerinin, Türkçede eş anlamı taşıyan kedi ya da köpek
kelimelerini içeren atasözleri yoktur15. Yani bir yerde iki başkan ya da egemen olmaz
çünkü ne işler doğru gider ne de aralarında anlaşma olur.
Üstün üstlüğü diğerlerinin davranışından da belli olur. Leh atasözlerine göre
(gerçek hayatta da görünebilen olay) Jeden kot stada myszy się nie boi. – Bir kedi fare
sürüsünden korkmaz.; Przed jednym chartem ucieka sto zajęcy. – Bir tazıdan yüz tavşan
kaçar.
Son Leh atasözünde bahsedilen yönetim ile ilgili görüş herkesin kendi ortamında
(kendi çöplüğünde) daha rahat ve cesur olduğudur. Çünkü kendi evinde herkes gerçek
rütbesine ve seviyesine bakmaksızın kral gibi hissedebilir.
Bölüm – Atasözlerinin Anlamlarından Direkt Çıkmadığı Hâlde Atasözlerinden
Kaynaklanan Köpeğin veya Kedinin Özellikleri ve Davranışları
Köpeğin özellikleri:
Köpek ot yemez: LD. Pies siana nie zje i krowie nie da. – Köpek samanı yemez,
ama ineğe de vermez.[bencil/ bireyci]; TD. Ata et, ite ot vermek.
Köpek tüylüdür: TD. Yağ yiyen köpek tüyünden belli olur.
Köpek avlar: TD. Av köpeği avdan kalmaz.
Köpek yüzebilir: LD. Nie nauczy się pies pływać, póki mu się woda w uszy nie
naleje. – Kulağına su girmeden köpek yüzmeyi öğrenemez.; TD. Köpek suya
düşmeyince yüzmeyi öğrenmez.
Köpek koruryucu olabilir: LD. Położyć się jak pies na progu. – Eşikte köpek gibi
yatmak. [gözlemek, korumak]; Gdzie wielkie stado, psów wiele trzeba. – Büyük sürü
olan yere çok köpek gerek. [korumak için];TD. Kurtla görüşürsen köpeği yanından
ayırma.; Köpeksiz sürüye (köye) kurt girer (iner).
Köpek et, yağı sever: LD. Zjadł pies sadło. – Domuz yağını köpek yedi. [biri,
kötü bir şey yaptıktan sonra vicdan azabı çeker]; Nie dla psa kiełbasa nie dla kota
sperka. – Sucuk köpek için değil, domuz yağı kedi için değildir. [birinin için değil,
boşuna çabalamasın]; Nie dla psa kiełbasa. – Sucuk köpek için değildir.; TD. Kurban
etiyle köpek tavlanmaz.
Köpek kemik sever: LD. Nie zawsze dobremu psu dobra kość dostanie. – Her
zaman iyi kemik iyi köpeğe düşmez.; Każdemu psu kość luba. – Kemik her köpeğin
hoşuna gider.; TD. İt ağzını kemik tutar.
Köpek sık sık dövülen bir hayvandır: LD. Czuć się/wyglądać jak zbity pies. –
Dövülmüş köpek gibi hissetmek/ görünmek. (çok kötü hissetmek) [hırpalanmış olmak];
TD. An iti, kap sopayı.
Köpek okşanan bir hayvandır: LD. Psa głaskaj, ale kija z ręki nie puszczaj. –
Köpeği okşa ama elindeki sopayı yere koyma.
Köpek ısırır ve hırlar, havlar: LD. Nie ciągnij psa za ogon, bo cię ukąsi. –
Köpeğin kuyruğunu çekme yoksa seni ısırır.; Lepszy pies, co warczy i kąsa, niż kot, co
się łasi a drapie. – Isıran ve hırlayan köpek, tırmalamayan ama dalkavukluk eden
kediden daha iyidir.; TD. Çok havlayan köpek ısırmaz.
Köpek pireli olabilir: LD. Kto się kładzie z psami, ten wstaje z pchłami. –
Köpekle yatan pireyle kalkar.; TD. Köpekle yatan pire ile kalkar.

0 Eşanlamlı atasözleri var, ama farklı hayvanların adını içermektedir, mesela horoz kelimesi. Yukarıda
söylendiği gibi bu tür atasözleri bu çalışmanın kapsamını aştığı için verilmez.

148
Köpek kuyruk çevirir: LD. Kręci jak pies ogonem. – Köpek gibi kuyruk
çevirmek. (dolandırmak/ sözü tutmamak); Idź psie, idź ogonie. – Git köpek, git kuyruk.
[tembel kişi]; TD. İt ite (buyurur), it de kuyruğuna.
Köpek hoş bir hayvan değildir: LD. Zwymyślać kogo jak psa. – Köpeği gibi
azarlamak. [çok küfür atmak]; Uważać kogo za psa. – Birini köpek saymak. [birini
alcak/ hiçe saymak]; Mieć kogoś za psa. – Birini köpek gibi saymak. [birine saygı
göstermemek]; TD. Köpek sürünmekle etek kesilmez.
Köpek sadık/dürüst değildir.: LD. Szczekać jak pies. – Köpek gibi havlamak.
[yalan söylemek]; Psa głaskaj, ale kija z ręki nie puszczaj. – Köpeği okşa ama elindeki
sopayı yere koyma.; Strzeż się psa, co milczkiem kąsa. – Sessizce ısıran köpekten
kendini koru.; TD. An iti, kap sopayı.; İti an, taşı eline al (çomağı hazırla).; Köpek gibi.;
Isıracak it (köpek) dişini (dişlerini) göstermez.
Kedinin özellikleri:
Kedinin kuyruğu var: LD. Im kot starszy, tym ogon twardszy. – Kedi ne kadar
yaşlıysa o kadar sert kuyruğu olur.; Jadłby kot ryby, ale nie chce ogona zamoczyć. –
Kedi balığı yemek ister ama kuyruğunu ıslatmak istemez.
Kedi fare tutar: LD. Dusi kot myszy zawsze po swojemu. – Kedi fareyi her zaman
kendi yolunda öldürür.; Dybie na to jak kot na mysz. – [Bazıları] kedinin fareyi
yakalaması gibi pusuya yatar.; TD. Kedi olalı bir fare tuttu.
Kedi tırmalar: LD. Nie ciągnij kota za ogon, to cię nie zadrapie. – Kedi, kuyruğunu
çekme, yoksa seni tırmalar.; Znać kota po pazurach. – Kedi tırnaklarından bellidir.
Kedi miyavlar: LD. Póty kot miauczy, póki szperki nie zje, a potem się oblizuje.
– Kedi yağı yemeyinceye kadar miyavlar, ondan sonra ağzını yalar.
Kedi peynir, ciğer, yağ sever, sucuk, yağ yer: LD. Patrzeć jak kot na szperkę. –
Kedinin yağa bakması gibi bakmak. [büyük istekle]; Zwąchał kot kiełbasę, a nie
zwąchał kija. – Kedi sucuk kokusunu almış, ama sopa kokusunu alamamış.; Wie kot,
czyje sadło zjadł. – Kedi, kimin yağını yediğini bilir.; TD. Kediye peynir (ciğer)
ısmarlamak.; Kedinin boynuna ciğer asılmaz.; Kedi ciğere bakar gibi bakmak (süzmek
veya seyretmek).; Kedinin gözü sıçan deliğindedir.
Kedi süt sever: LD. Garniec mleka napełniony dobrze ma być przed kotką
strzeżony. – Sütle dolu bir kap kediden korunmalıdır.; Oblizuje się jak kot od mleka. –
Sütü gören kedi gibi ağzını yalar. (ağzının suyu akar); TD. Süt dökmüş kedi gibi; Süt
dökmüş kediye dönmek.
Kedi balığı yer: LD. Jadłby kot ryby, ale nie chce ogona zamoczyć. – Kedi balığı
yemek ister ama kuyruğunu ıslatmak istemez.
Kedi sudan hoşlanmaz: LD. Jadłby kot ryby, ale nie chce ogona zamoczyć. –
Kedi balığı yemek ister ama kuyruğunu ıslatmak istemez.
Kedi kuşları yakalar/ öldürür: TD. Kedinin kanadı olsaydı, serçenin adı kalmazdı.
Kedi sessizce yürür: LD. Kocie łapki w aksamitnych trzewikach. – Kedinin
patileri kadife ayakkabı (içinde).
Bölüm – İfadelerde Doğrudan Doğruya Söylenen Kedinin Ve Köpeklerin Özellikleri
Köpeğin özellikleri:
Köpek uyanık/dikkatlidir: LD. Czujny jak pies. – Köpek gibi uyanık/dikkatli
olmak. (iyi anlamda müteyakkız olmak)
Köpek sadık/dürüsttür: LD. Wierny jak pies. – Köpek gibi sadık/ vefalı.; Pies
poczciwszy od człowieka, nim ukąsi, najpierw szczeka. – Köpek insandan daha dürüsttür,
ısırmadan önce havlar.; Pies ze wszystkich zwierząt człowiekowi najprzychylniejszy,
najwierniejszy. – Köpek bütün hayvanlar arasında en iyisi ve insana en sadık olanıdır.;
Pies poczciwszy od człowieka, nim ukąsi, najpierw szczeka. – Köpek insandan daha

149
dürüsttür, ısırmadan önce havlar.; TD. Komşu iti komşuya ürümez.; Köpek sahibini
ısırmaz.
Köpek sadık/dürüst değildir: LD. Kłamie/ łże jak pies. – Köpek gibi yalan
söyler.; Najgorszy pies, co milczkiem gryzie. – Sessizce ısıran köpek en kötüsüdür.; Psu
i chłopu nigdy nie trzeba wierzyć. – Köpege ve erkeğe güvenmemek gerek.; Cudzemu
psu, cudzemu koniowi i cudzej żonie nie trzeba dowierzać. – Başka birinin köpeğine,
atına, karısına güvenme.; TD. Köpek köy için değil, kendi için havlar.; Atım tepmez,
itim kapmaz deme.; Atın tepmezi, itin kapmazı olmaz.
Köpek ısırır ve havlar: LD. Pies bojaźliwy więcej szczeka, jak gryzie. – Korkak
köpek ısırmaz daha çok havlar.; Pies, co bardzo szczeka, nie bardzo kąsa. – Çok
havlayan köpek pek ısırmaz.; TD. Çok havlayan köpek ısırmaz.; Ürüyen köpek ısırmaz.;
Isıracak it (köpek) dişini (dişlerini) göstermez.
Kedinin özellikleri:
Kedi dolandırıcıdır: LD. Fałszywy jak kot. – Kedi gibi dolandırıcı.; Lepszy pies,
co warczy i kąsa, niż kot, co się łasi a drapie. – Isıran ve hırlayan köpek, tırmalamayan
ama dalkavukluk eden kediden daha iyidir.
Kedi hoş bir hayvandır: TD. Kedi gibi.; Kedi yavrusu gibi.
Kedi dört ayak üzerine düşer: LD. Każdy kot na pazury spada. – Her kedi
tırnakları üzerine düşer.; Kot zawsze na [cztery] łapy spadnie.– Kedi her zaman dört
ayak üstüne düşer.; TD. Kedi gibi dört ayak üzerine düşmek.
Kedinin iyi gözleri vardır: LD. Kto ma kocie oczy, ten widzi i w nocy. – Kimin
kedi gibi gözleri varsa, geceleyin [her şeyi görür]; Oczy się świecą jak u kota. – Gözleri
kedininki gibi parlar.
Kedi okşamayı sever; onun kuyruğunun hareketi memnuniyeti gösterir: LD.
Głaszczesz ty kota skórę, a on ogon w górę. – Kediyi okşarsan o kuyruğunu yukarı
kaldırır.
Kedi oynamayı sever: LD. Bawić się/ igrać, jak kot z myszą. – Kedi fareyle gibi
oynamak.; Kot tak długo ze sznurkiem igra, aż mu się uprzykrzy. – Kedi sıkılıncaya
kadar iple oynar.
Sonuç
Sonuç olarak sadece Lehçede bulunan, kedi ve köpek kelimesi içeren ifadeler ve
sadece Türkçede bulunan, kedi ve köpek kelimesi içeren ifadeler sunulacak. Ayrıca
Lehçe ve Türkçe sözlüklerdeki kedi ve köpek tanıtımları kıyaslanacaktır.
Sadece Lehçede bulunan, kedi ve köpek kelimesi içeren ifadeler aşağıdaki
olayları işlemektedir: Büyü sözleri, cimrilik, gurur, ilgisizlik, ilk deneme, özlem, püf
noktası, serbestlik.
büyü sözleri: Na psa urok! – Köpeğin afsununa! [kötülük bana dokunmasın!]
cimrilik: Nie wyrzuci on za psem mięsa, ledwie kość. – Köpek arkasına et değil,
kemik atar.
gurur: Dobra psiarnia największy honor czyni. – İyi av köpekleri sahiplerini
gururlandırır.; Duża psiarnia zje dużego szlachcica. – Büyük av köpekleri sürüsü
zengin ağayı yer16.
ilgisizlik: Pies ogonem nie kiwnął. – Köpek kuyruğu sallamadı.
ilk deneme: Pierwsze koty za płoty. – İlk kedi çit dışına.

0 Gurur meselesi sadece Lehçede köpek kelimesi içeren atasözü kullanılarak dile getirilir. Bu da eskiden
kalan gelenekten kaynaklanır. Eskiden Polonya’nın üst tabakası (noblesler/ seçkinler) zenginliğine
bakmadan yerine uyan dış görünüşünü korumak için avcı köpekleri tutardı. İyi avcı köpeklerinin sürüsü
sahibini gururlandırırdı. Bu yüzden atasözünde geçen av köpekleri sürüsü birinin soylu, üstün olmasını
gösteriyordu. Böyle bir sürü tutmak için tabi ki çok paralı olmak gerekiyordu, bu nedenle de en zenginleri
bile fakirleştirebilirdi.

150
özlem: Wyć jak pies [do księżyca]. – Aya köpek gibi ulumak.
püf noktası: Tu leży pies pogrzebany. – Burası köpek gömüldü.; Zdechł pies. –
Köpek öldü. [fırsat geçti, suya düştü, yok oldu]
serbestlik: Warować/ być jak pies (na łańcuchu/ na uwięzi). – Tasmalı/ bağlanmış
köpek gibi yaltaklanmak/ olmak. [bir yere bağlanmış olmak/ serbestçe dolaşamamak];
Urwać się jak pies z łańcucha. – Zincirden/ tasmadan köpek gibi koparmak.
Küfür olarak Lehçede aşağıdaki ifadeler kullanılırken Türkçede sadece it ya da
köpek kelimeleri söylemek yeterlidir17.
Psiakość, psiakrew, psiamać. – Köpek kemiği/ köpek kanı/ köpek anası. (küfür.
hakaret)
Psi synu – Köpek oğlu. (küfür)
Pies z nim tańcował. / Pies go trącał. – Köpek onuınla dans etti./ Köpek onu
çarptı. [küfür atmak]
Ty psie!/ Psie jeden! /Ty psie pogański!/ Ty psie zawszony! – Köpek!/ Dinsiz/
putperest köpek!/ Bitli köpek! [küfür]
Sadece Türk ifadelerde vurgulanan meseleleri şöyledir: Abartma, aptallık,
ayrılmamak, benzerliklerin çekmesi, saçmalık, soyluluk/ soysuzluk ve utanç duygusu.
abartma: Kedi götünü görmüş, yaram var demiş./ Kedi kıçına bakar da yaram
var dermiş.
aptallık: Akılsız köpeği (ahmak iti) yol kocatır.; Köpeğin ahmağı baklavadan
pay umar.; Kedi törpüyü yalar da kan çıktıkça Oh der.
ayrılmama: Kedi yavrusunu taşır gibi taşımak.
benzerliklerin çekmesi: Azan kurda kızan köpek.; İt iti ısırmaz.; İt iti suvatta
bulur.; İt itin ayağına (kuyruğuna) basmaz.; İt itle gezer.; İt ulur, birbirini bulur18.
saçmalık: Kediler gibi güler; Köpekler (bile) güler.; Hâline köpekler bile güler19.
soyluluk/ soysuzluk: Cins kedi ölüsünü göstermez; Ata da soy gerek, ite de.; İt
kırkılmakla tazı olmaz; Köpek soyu; İt kırıntısı.
Soyluluk meselesi sadece kedi ve köpek kelimeleri içeren Türkçe ifadelerde
işlenmektedir. Soyluluk doğuştan olan bir özelliktir. Kimse dış görünüşünü değiştirip
başka biri olamaz. Her varlıkta da soyluluk ve soysuzluk vardır. Soylu olanlardan da
farklı beklentiler vardır. Basit biri seçkin gibi davranamaz. Atasözünde cins kedi kötü
durumunu açığa vuramaz. Birine köpeksoyu dediğinde de onun alçak olduğu anlamına
gelir.

0
Türkçe köpek kelimesi küfür olarak kullanılması şöyle açıklanır: “İnsana en yakın hayvan, binlerce
yıldır evcilleştirilmiş, insana hizmet etmiş. Ama insanlar arasında kullanıldığında hakaret içeriyor. Her tür
şiddeti doğallaştırıyor. (“Vurun ellerinizi, kim el çırpmazsa bir köpek gibi gebertirim.” Abdullah Ziya
Kozanoğlu, Patronalılar. “insana hayvan gibi bakıyorlar şekerim, dedi birden, insan değil bunlar köpek
sürüsü.” Afşar Timuçin, Kıyılar Durunca. “Memleketi yöneten köpeklerin temsil ettiği her şeyin taban
tabana zıddı olan bir insandır.” Sevan Nişanyan. “Köpek, sen adam değilsin. Seni orospu çocuğu.” Caner
Erkin’den hakeme, Milliyet, 24.10.2017. “Bazıları kudurmuş gibi sosyal medyadan ve maillerle
saldırıyorlar, ‘Sen nasıl köpek dersin’ diye.. Okuldan çıkmış evine giden insanların bindiği otobüslere
duraklara canlı bombayla saldırana ben bunu derim. Köpekler kızsa eyvallah derim de başkasının kızma
hakkı yok.” Fatih Altaylı; Altaylı’nın bu derin tespiti köpeklerin hukuksal bir özne olamayacağı tespitine
mi dayanıyor acaba?; “ABD’nin şimdiye dek bizimle kurduğu diyalog böyle. Bu zorbalığı meşru bulan,
tanıyan, ona boyun eğen ve onu yayanlar şerefsizdir, satılmıştır, soysuz köpektir. Havlayın şimdi!” Hilal
Kaplan.)”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2017/10/22/turcu-sozluk-hayvanlari-
asagilamakta-kullanilan-kelimeler-deyimler-atasozleri/[13.02.2018].
1
Benzerliklerin çekmesi konusu köpek/ it kelimeleri içeren Türk atasözlerinde sadece işlenmektedir.
Dikkati çeken husus bütün ifadeler kötü olanı kötü olana yaklaştığını, birbirine hiç zarar vermeyeceğidir.
Bundan sadece ite/köpeğe verilen özellik ortaya çıkar, o da kötü huyuna sahip ve alçaklık olduğudur.
2
Kedilerin ve köpeklerin gülmesi sadece Türkçede var olan bir benzetmedir. İkisi de mantıksız ve
saçmalık anlatır. Son Türk ifadesinde saçmalık yanında kötü durumdan da bahsedilir. Lehçede at güler.

151
utanç: Süt dökmüş kedi gibi; Süt dökmüş kediye dönmek20.

Kedi ve Köpek Kelimelerinin Sözlük Tanımları


İlk önce Türkçe sonra ise Lehçe sözlük tanımları sunulacak. Sonra da kapalı
ifadelerden orataya çıkan kedi ve köpek özellikleriyle karşılaştırılacaktır. Yani sözlük
tanımlarında hangi özelliklerin yer aldığı sunulacaktır.
TD. Kedi – “Kedigillerden, köpek dişleri iyi gelişmiş, kasları çevik ve kuvvetli
evcil, küçük memeli hayvan, pisik (Felis domesticus)” (tdk.gov.tr); Lehçe tanımı
“Kedi21, yumuşak tüylü, uzun bıyıklı, ve tırnaklı pençeli küçük bir hayvandır. Bazı
insanlar, zevk için ya da fare avlasın diye evlerinde kedi besler. 2. Kediler 22, ince, esnek
gövdeli, geniş bıyıklı burunlu, yumuşak tüylü ve uzun kuyruklu, yuvarlak kafalı etobur
hayvanlardır. Kediler familyasında aslan, kaplan, vaşak, puma olmakla beraber evcil
kediler bulunmaktadır. Zooloji terimi. 3. Genellikle (harfi harfine:) toz çilelerine
[yerdeki toz parçalarına] kediler diyoruz. 4. Avcılar tavşana kedi derler. 5. Kıdemli
askerler, genç askerlerini kediler olarak adlandırır. 6. Kedi kelimesi aşağıdaki ifadelerde
kullanılır. (...)” (Bańko, 2000, c.I, 692)
TD.: Köpek – “1. hayvan bilimi Köpekgillerden, boy ve biçim bakımından pek çok
cinsi olan, çok iyi koku alan, sadık, bekçilik ve avcılık gibi işler için beslenen memeli
hayvan (Canis familiaris) 2. Aşağılık niyetlerle yaltaklanan veya davranışları kötü olan
kimse için kullanılan bir sövgü sözü.” it – “1. Köpek. 2. hkr. Değersiz, terbiyesiz kimse.”
(tdk.gov.tr). LD.: Köpek – “1. Köpek evi korumak, avlanmak veya evde keyif almak için
kullanılan bir hayvan. Bazı köpekler, suçluları takip etmek veya çığa gömülen insanları
aramak için eğitilir. Görünüşte ve boyutta farklılık gösteren birçok köpek türü vardır. 2.
Birine ‘köpek’ deyince onu aşağılamak isteriz.” (Bańko, 2000, c.I, 64).
Kedi Ve Köpek Sözlük Tanımındaki Bilgilerden Hareketle Atasözlerinde
Çıkan Nitekliklerin Karşılaştırması
Kedi kelimesinin Türkçe tanımı çok kısa ve atasözlerinde çıkan kedi
özelliklerini dikkate almayan bir tanımdır. Kediyi görmeyenler ve bilmeyenler için çok
yetersiz ve eksik olduğu söylenebilir. Bu tanımından kedinin görüşünü, davranışı ona ait
sesi - miyavlaması öğrenilmez. Buna karşın Lehçe tanımı daha çok özelliklerini
kapsamaktadır. Yine de bu iki tanım; yaşam tarzı, sevdiği yemi, çıkardığı sesi, getirdiği
çağrışımları içermez.
Köpek kelimesinin Türkçe tanımı ise daha geniş ve daha çok bilgiyi içermektedir,
atasözlerinden çıkmayan özelliklerini de kapsamaktadır. (Mesela atasözlerinde cins
köpeklerden bahsedilmez.) Lehçe tanımı ile karşılaştırıldığında benzerlik taşımaktadır.
İkisinde de köpeklerin insan için yaptıklarından bahsededilir. Türkçede bu kelimenin küfür
olarak kullanıldığı görülmektedir. Lehçede de aynı kullanılışı vardır, hem de birkaç deyimin
parçasıdır. Atasözünden çıkmayan özelliklerinden de korumaktan ve avlamaktan başka bir
işi sunulmaktadır, o da insanları aramasıdır. Bu rolü sonradan (uyuşturucu madde aramakla
beraber) köpekler üstlenmiştir. Ama avlaması gibi bu tür aramalar köpeklerin iyi koklama
duyusu olduğu için ortaya çıkar.

20
Utanç konusu sadece Türk deyimlerinin konusudur. Bu durumda Lehçede olduğu gibi kedi ve süt
kelimeleri yan yana ortaya çıkar. Ama Lehçede sütü korumak gerekir, Türkçede ise kendine verilmeyecek
sütü dökmüş kedi, utanır.
0
Kedi kelimesinin sözlük tanımı bkz.: STANEK Kamila, B. (2017) “Dil – Kültür İlişkisi Bağlamında ‘Kedi’
Kelimesinin Bilişsel Tanımı (A Cognitive Definition Based on The Relationship Between Language and
Culture, as Exemplified by The Word Cat)”, III.Uluslararası Sözlükbilimi Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ed.
Erdoğan Boz; S. 407-423; http://pure.au.dk/portal/files/113287477/11_05_2017_S_ZMER_SON.pdf
1
Lehçede özellikle ‘kediler’ çoğul ekiyle bir kelime kullanılır çünkü o zaman kedigiller anlamını taşır.

152
Kedi ve köpek kelimelerinin tanımları bu hayvanların bütün özelliklerini
gösteremez, ama ikisinden deyimlerden ve atasözlerinden çıkan özellikleri kapsamalıdır.
Miyavlaması/ havlaması, özel dış görünüşü, veren çağrışımlar (sokulganlık, nankörlük,
serbestlik, sadıklık, soysuzluk vs.) ayrıca onlara insan tarafından verilen önem de bu
hayvanların farklı dillerde ve kültürlerde nasıl algılandığını gösterebilir.
KAYNAKLAR
AKSOY, Ömer Asım (1988) Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, İnkılâp, Ankara
AKTUNÇ, Hulki (1998) Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü (Tanıklarıyla), YKY, İstanbul
AYVERDİ, İlhan (2001) Misalli Büyük Türkçe Sözüğü, Kubbealtı Lugatı, İstanbul
BAŃKO, Mirosław (2000) Inny Słownik języka polskiego [Lehçe Farklı Sözlüğü], Pwn,
Warszawa
KOBYA, Elif Şebnem (2014) Türkiye’de Yağmur Törenleri Ve Yağmurla İlgili İnanışlar,
Doktora Tezi Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Erzurum,
earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/.../elif_şebnem_kobya_tez.pdf?..
.[20.08.2018]
MASŁOWSCY, Danuta i Włodzimierz (2000) Księga Przysłów Polskich [Lehçe
Atasözlerinin Kitabı], Wydawnictwo Antyk, Kęty
MASŁOWSCY, Danuta i Włodzimierz (2003) Przysłowia polskie [Lehçe Atasözleri],
Wydawnictwo Videograf Edukacja sp. z o. o., Katowice
ONAY, Abdullah (22.10.2017) “Türcü Sözlük – Hayvanları Aşağılamakta Kullanılan
Kelimeler, Deyimler, Atasözleri”, Hayvanların Aynasında İnsan,
https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2017/10/22/turcu-sozluk-hayvanlari-
asagilamakta-kullanilan-kelimeler-deyimler-atasozleri/ [13.02.2018]
ÖZEN, Rahşan (2006) “Kayseri Folklorunda Evcil Hayvanlarla İlgili Atasözleri”,
Veteriner Fakültesi Dergisi, 3 (2), Erciyes Üniversitesi, Kayseri, s. 117-121,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/66085 [20.08.2018]
PARLATIR, İsmail (2007) Atasözleri, Yargı Yayınevi, Ankara
PEKŞEN, Fatma (2014) Divriği Yöresinde Hayvan Kavramı,
divrigidernegi.com/dosya/201410dosya199634973606.doc [02.03.2016]
SKORUPKA Stnisław (1998) Słownik frazeologiczny języka polskiego [Lehçe Deyimler
Sözlüğü], Wieda powszechna, Warszawa
STANEK, Kamila, B. (2017) “Dil – Kültür İlişkisi Bağlamında ‘Kedi’ Kelimesinin
Bilişsel Tanımı (A Cognitive Definition Based on The Relationship Between Language
and Culture, as Exemplified by The Word Cat)”, III. Uluslararası Sözlükbilimi
Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ed. Erdoğan Boz; s. 407-423;
http://pure.au.dk/portal/files/113287477/11_05_2017_S_ZMER_SON.pdf
ŚWİRKO, Stanisław (1975) Na wszystko jest przysłowie [Her Şey İçin Atasözü Var],
Wydawnictwo Poznańskie, Poznań
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5b3382
85630693.40183773 (27.06.2018)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5b3519
3a2f6008.38645465 (27.06.2018)

153
KIRIM TATARCASINDA “KADIN” İLE İLGİLİ SÖZ VARLIĞI

Dr. Zühâl YÜKSEL


Özet
Kırım tarih boyunca Avar Türkleri, Hazar Türkleri, Peçenekler ve Kıpçakların
toprakları içinde yer almıştır. XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklularının Sudak’a hâkim
olmaları, Kırım’ın Anadolu ile olan bağlantısını sağlar. Kırım XIII. asrın ilk yarısında
Altınorda devletinin bir vilâyeti durumundadır. XIV. asırda Altınorda’nın dağılma
sürecinde bağımsızlığını ilân eden Kırım Hanlığı, 1475’te Osmanlı Devletine ilhak eder.
1783 yılında Kırım’ın Rusya tarafından işgaliyle, Kırım Tatarları bugün Romanya ve
Bulgaristan sınırları içinde kalan Dobruca ve Anadolu’ya kitleler halinde göç ederler.
Bugün Kırım’da yaşayan Kırım Tatarları yanında, Türkiye, Romanya,
Bulgaristan, Özbekistan, Kazakistan gibi Türk bölgelerinde Kırım Tatarları
yaşamaktadır; dolayısıyla da Kırım Tatarcasına bu bölgelerden de kadınlarla ilgili farklı
isimlendirmeler eklenmiştir.
Bütün bu tarihi, siyasi ve sosyal değişimler Kırım Tatarcasının gelişmesine
katkıda bulunmuş, tabii olarak kadınlarla ilgili söz varlığının zenginleşmesini
sağlamıştır. Şimdiye kadar, Kırım Tatarcasında kadınlarla ilgili söz varlığı konusunda
çalışma yapılmamıştır. Ayrıca kadınlarla ilgili olarak akrabalık terimleri, kadınların
statüleri ile ilgili isimlendirme, süs malzemeleri, kılık-kıyafet gibi kadınlarla ilgili farklı
sahalardaki söz varlığı da değerlendirilmemiştir.
Genel olarak bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi Kırım Tatarcasında da “kadın”
ile ilgili zengin bir söz varlığı vardır.
Bu çalışmada sadece “kadın” terimini karşılayan söz varlığı ele alınacak, kadının
sosyal hayat içindeki farklı durumları ve isimlendirilmeleri gibi konular
çalışılmayacaktır. Çalışmada kelimeler, gerek Kırım’da, gerekse diyasporada basılan
Kırım Tatarcası sözlükler taranarak tespit edilmiştir. Bu kelimeler zaman zaman Eski
Türkçedeki, zaman zaman da çağdaş Türk lehçelerindeki şekilleriyle karşılaştırılacak,
etimolojik sözlüklerden yararlanılarak köken bakımından da değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kırım Tatarları, kadın, söz varlığı, Türk lehçeleri.

Hazar denizinin kuzeyinden batıya doğru göç eden Türk topluluklarının uğrak yeri
olan Kırım, tarih boyunca Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerden biri olmuştur.
VI. yüzyılın sonlarında içinde Avar Türklerinin de bulunduğu Türk akınlarına uğrayan
Kırım VII-VIII. yüzyıllarda Hazar devletinin vilâyeti durumundadır. Hazar devletinin
yıkılmasından sonra Kırım’a Peçenekler ve ardından Kıpçaklar gelir ve Kırım’a
yerleşirler. Peçenekler Kırım’a kadar olan bozkır alanlarda yerleşirler. Sudak başta
olmak üzere, Kırım’ın Şark tarafındaki limanları da Kıpçakların eline geçmiştir. XIII.
yüzyılda Anadolu Selçuklularının Sudak’a hakim olmaları, Kırım’ın Anadolu ile
bağlantısını kuvvetlendirir. Altınorda Türkleri XIII. asrın ilk yarısında Kırım’a
girdiklerinde sahil boyu haricinde Kırım’ı tam bir Türk ili olarak bulmuşlardır. 1

İslam Ans. 745-746.1


154
Altın Orda’dan uzaklığı yüzünden Kırım ulusunda kendi başına bir padişahlık
meydana getirmek emeli öteden beri yaşıyordu. Nihayet 1420’de Edige’nin ölmesinden
sonra çıkan karışıklık neticesinde Kırım’ın istiklal bayrağı çekilir.”2 Altın Orda
devletinin dağılma süreci içinde Kırım Hanlığı kurulmuştur.
0 yüzyılın ikinci yarısında kurulan Kırım Hanlığı, 1475 yılından itibaren Osmanlı
Devletine ilhak etmiştir. Daha sonra, Kefe ve civarında yaşayan Cenevizliler, karadan
Kırım Hanlığı, denizden Gedik Ahmet paşa kumandasındaki Osmanlı donanmasının
saldırıları karşısında mağlup olmuşlar ve Kefe’de Osmanlı sancağı kurulmuştur. Böylece
Kırım toprağının tamamı bir Türk ili haline gelirken, İstanbul’un etkisi de hızla artacaktır.
Kırım Hanlığı döneminde Kırım’ın çöl bölgesi denen geniş bozkırı kaplayan
alanda Kıpçak Türkçesinin özelliklerini taşıyan bir konuşma dili (Çöl ağzı); Kefe’den
Akyar/Sivastopl’ü de içine alan Karadeniz kıyısında, Oğuz Türkçesinin özelliklerini
taşıyan bir konuşma dili (Yalı Boyu ağzı); Kıyıyı takip eden dağlık alanda ise Kıpçak ve
Oğuz Türkçesi özelliklerini taşıyan bir konuşma dili (Orta Yolak/Bahçesaray ağzı)
hakimdir.
Kırım’ın 1783 yılında Rus Çarlığı tarafından işgal edilmesinden sonra yaşanan
siyasi ve sosyal hadiseler, Kırım Tatarlarının kitleler halinde Osmanlı toprakları olan
Dobruca ve Anadolu’ya göç etmesine sebep olurken, bu bölgelerde de Kırım Tatar
ağızları konuşulmaya başlamıştır.
Kırım Tatarcasında “kadın” terimi üzerinde durulurken, Kırım Tatarcasının üç ana
ağzı yanında diasporada yani Anadolu ve bugünkü Romanya ve Bulgaristan sınırları
içinde kalan Dobruca topraklarında yaşayan Kırım Tatarları arasındaki kullanım
şekilleri de incelenecektir.
Kırım Tatarcasında kadın terimi için “qadın”, “apay”, “apaqay”, “avrat”,
“qısqayaqlı”, “bike” kelimeleri kullanılır.
Qadın kelimesi Kırım Tatarcasının edebi dili olan Orta Yolak/Bahçesaray ağzında
“kadın (kaba kelime); karı, eş, dişi cinsten olan” (QTRL 2005:116), Kırım Tatarcasının
Dobruca ağzında “kadın, evlenmiş kız, dişi cinsten olan” (DKTAS II 2011: 178)
anlamlarında kullanılır. Kırım Tatarcasının edebi diliyle ilgili sözlüklerde kelimenin karı, eş
anlamlarında kullanıldığı yazılmaktaysa da, edebi metinlerde bu anlamda

Ahmet Özenbaşlı, Kırım Faciası”, s.66. kendimiz bile Tatarız diye ikrar etsek yine hakika 2
155
kullanıldığını gösteren örnek yoktur. Dobruca ağzında karı eş anlamı söz konusu değildir.
Yalı boyu ağzında ise “kadın” kelimesinin kullanımı Türkiye Türkçesindeki gibidir.
Eski Türk lehçelerinde ḳatun, hatun, kadın şeklinde olan kelime, çağdaş Türk
lehçelerinin çoğunda kullanılmaktadır.
Türkçe’ye Soğdça xwat’yn (xwatēn) kelimesinden gelen kelime, Soğdçada
“hükümdar eşi” anlamındadır. (Räsänän 1969: 157) Kelime Türkçeye katu:n Arapçaya
xatu:n şeklinde geçmiştir. (Clauson 1972: 602). Orhon Yazıtlarında ḳatun “katun, kağan
eşi” (Tekin 1988:142), Eski Uygur Türkçesinde ḫatun = ḳatun “hatun, kraliçe”
(Caferoğlu 1993:55), Karahanlı Türkçesinde ḳātun “hatun, Afrâsiyab soyundan gelen
bütün kadınların ünvanı” (DLT 2014:693) anlamındadır.
Hemen hemen bütün çağdaş Türk lehçelerinde karşılaştığımız kelime genellikle
“kadın, karı” anlamlarında kullanılmaktadır. Ana kaynağındaki ve Eski Türk lehçelerindeki
“asil kadın” anlamı günümüzde Sarı Uygurca’da “han karısı, soylu kadın” ve Tuvaca’da
“çariçe, han karısı, hanım” kullanılmaktadır. (TDAA 1999:247-248)
Diğer Türk lehçelerinde olduğu gibi, ḳatun/ḫatun kelimesinde anlam daralması ve
anlam yıpranması sonucunda Latin dilinde görülen (asil kadın – kadın – eş, karı)
anlamsal evriminin yaşandığı görülmektedir.
Apay, Kırım Tatarcasının edebi dilinde “kadın, eş karı” QTRL 2005:22)
anlamlarında olan kelime, Kırım Tatarcasının Dobruca ağzında “kadın” (DKTAS I,
115) anlamındadır. Apay terimi Kırım Tatarcasının Çöl ağzında ve Türkiye’de yaşayan
Kırım Tatarları arasında kullanılmaz.
Apay, Kırım Tatarcasının yanında, Karaim Türkçesinde, Karaim Türkçesinin
Kırım ağzında, Kırgız, Kazak, Karakalpak, Tatar, Başkurt ve Çuvaş lehçelerinde ve bu
lehçelerin ağızlarında farklı fonetik şekillerde ve anlam kaymaları ile farklı manalarda
da kullanılır.
Radlof, apay kelimesinin abla ve yaşlı kadın anlamlarında Kazan Tatarcasının
Kasaner diyalektinde; karı eş anlamında ise Kırım Tatarcasında kullanıldığını ve
kelimenin apa+y şeklinde olduğunu belirtir. (OSTN I 1893:611)
Kelime Moğolca’da abay (MTS I 2003: 4) “saygı veya sevgi ifade eden ünlem”
anlamında kullanılmaktadır.
Apay, apa kelimesinin –y ekiyle oluşturulmuş hitap şeklinden anlam kaymasıyla
yeni anlamlar kazanmış şekli olmalı. Apay sözünün içindeki /p/ sesi iki ünlü arasında
sedalılaşmasıyla oluşan abay ve aba sözü hemen hemen bütün çağdaş Türk lehçelerinde
kullanılmaktadır.

156
Apaqay kelimesi “kadın, evli kadın; karı eş” anlamında Kırım Tatarcasının Çöl
dialektlerinde (KTRS 1994:28); aynı anlamda Türkiye’de yaşayan Kırım Tatarlarında
“kadın, evli kadın”(PKTTS 2017:55); Romanyada yaşayan Kırım Tatarlarında “kadın,
evli kadın; eş, zevce” (DKTAS I 2011:113-114) anlamlarında kullanılır. Kırım
Tatarcasının Yalı Boyu ağzı ve Bahçesaray ağzında apaqay kelimesi yoktur.
Eski Türk lehçelerinde bulunmayan apakay ~abakay kelimesi; Kıpçak grubundan
Kırım Tatarcası’nın ağızlarında, Tatar edebi dilinde ve ağızlarında; Altay edebi dili ve
ağızlarında, Tuvaca’da, Şorca’da ve Hakasça’da kullanılmaktadır. Sevortyan kelimenin
apakay˃afakay (ESTY 1974:206) değişimiyle Türkmen Türkçesinde de bulunduğunu
belirtmekteyse de; elimizde bulunan sözlüklerde bu kelimeye yer verilmemiştir.
Bu kelime değişik fonetik varyantlarıyla Moğolca’da da kullanılır. “hanım, kağan
3
eşi, prenses; hanımefendi” anlamında Klasik Moğolca’da abagay , Çağdaş Moğolca’da
avgay (MTS 2003:4); “bir kimsenin büyüklerine seslenirken kullandığı saygı sözü; bey,
bay, ağa; sayın” anlamında klasik Moğolcada abugay, çağdaş Moğolcada avgay~guay
(MTS 2003:8) kullanılmaktadır. Moğolca’nın lehçelerinde bu kelime bazen farklı
anlamlarda da kullanılmaktadır.
Sevortyan, Latin dilinde görülen (asil kadın – kadın – eş, karı) anlamsal evrimin,
apakay~abakay kelimesinde de yaşanmış olabileceğini düşünür. (ESTY 1974:206)
“apakay” kelimesinin teşekkülü ile ilgili ikinci görüş ise, apa+kay şeklinde
incelenebileceğidir. “apa” kelimesi değişik fonetik varyantlarıyla “abla, anne, teyze ve
yaşça büyük kadınlara saygılı bir şekilde seslenme biçimi” anlamlarında hemen hemen
bütün çağdaş Türk lehçelerinde kullanılmaktadır. +QAy isimden isim yapma eki ise,
Türk lehçelerinde bilhassa Tatarca ve Başkurtça’da çoğunlukla akrabalığı bildiren
kelimelere ve yer-su isimlerine getirilerek “sevgiyi, yüceltmeyi ve saygıyı ifade etmek
için kullanılır. (XBET2002: 17)
Bazı araştırmacılar Moğolca ve Türkçe’de ortak olan Apay ve apaqay
kelimelerinin Moğolca’dan Türkçe’ye geçtiği yönünde fikir yürütmelerine sebep
olmuştur. Ancak iki ünlü arasındaki –b- sesinin –p- olması mümkün değildir, ama iki
ünlü arasındaki –p-sesinin sedalılaşarak –b- olabilir. Türkçedeki apay ve apaqay
kelimelerinin asli olduğu ve bu kelimelerin Moğolca’ya abay ve abugay şeklinde geçtiği
çok açık olarak görülmektedir.

Yong-Sögli dip notta abaḳai “prenses, kız evlat” şeklinde Moğolca kullanıma da yer vermiştir.(TDAA 3
1999:236) Ancak, Moğolca sözlükte böyle bir madde başı bulunamamıştır.

157
Avrat kelimesi “kadın; karı, eş” (DKTAS I 2011, 194) anlamında Romanya’da
yaşayan Kırım Tatarları arasında kullanılır. Kırım Tatarcasının edebî dilinde ve
Kırım’da yaşayan Kırım Tatar ağızlarında bulunmayan kelime, Türkiye Türkçesi
vasıtasıyla Romanya’da yaşayan Kırım Tatarları arasında kullanılmaya başlamış olmalı.
İslâmiyete geçtikten sonraki tarihî Türk şivelerinde de kadın; karı, eş anlamlarında
kullanılan bu kelime, genellikle Oğuz gurubu Türk lehçelerinde ve Özbekçe’de
bulunmaktadır. (TDAA 1999,238)
qısqayaklı terimi Kırım Tatar edebi dilinde (QTRL 2005:136), Romanya’da
yaşayan Kırım Tatar ağzında (DKTAS II, 295) ve Türkiye’de yaşayan Kırım Tatar
ağzında ”(PKTTS 2017:219) “kadın, kız” anlamlarında kullanılır.
Kırım Tatarcasında bilhassa kadınla ilgili kelimelerde ayaq kelimesi ile yapılmış
avırayaqlı “hamile” gibi sıfat tamlamalarına rastlanmaktadır. Kelime, qısqa “kısa” ve
ayaqlı “ayaklı” kelimeleriyle oluşturulan bileşik kelime, bir sıfat tamlamasıdır.

Sonuç
Görüldüğü gibi Kırım Tatarcasında bulunan “kadın” anlamındaki kelimelerin bir
kısmı Oğuz grubu Türk lehçeleri ile, bir kısmı Kıpçak Türk lehçeleri ile ortaklık
göstermektedir. Hem Oğuz grubu hem de Kıpçak grubu içinde yer alan Kırım
Tatarcasında bu durumun görülmesi çok tabiidir.
Kırım Tatarcasında Moğolca ile ortak olan, temel kelimeler hazinesinden kök
kelimelerin sayısı epey kabarıktır. Günümüzde bunların iki halkın çok sıkı ilişkilerinde,
birbirinden alıntı mı, yoksa bir ana dilin iki kardeşten ikisine de bıraktığı yadigârı mıdır
meselesi henüz açıklığa kavuşturulmuş değildir. Şimdilik söylenebilecek tek şey, bu
kelimelerin bir kısmının Moğolca’dan alıntı, bir kısmının da Moğolcaya verdiklerimizden
olması gerektiğidir. Ayrıca bu kelimelerin ortak döneme ait olma ihtimali de oldukça
yüksektir. Ancak apay ve apaqay kelimelerinin Moğolca’ya Türkçe’den geçtiği kesindir.

KAYNAKLAR:
*Caferoğlu 1993: Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3.
baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul.
*CLAUSON, Sir Gerard (1972), An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-
Century Turkish, Oxford.

158
*DKTAS 2011: Saim Osman Karahan, Dobruca Kırım Tatar Ağzı Sözlüğü I,
II, III, Köstence/Romanya
*DLT 2014: Ahmet B. ERCİLÂSUN, Ziyat AKKOYUNLU, Kâşgarlı Mahmut
Dîvânu Lugati’t-Türk, TDK Yayınları, Ankara.
*DLTÇ 1985: N.A. Baskakov, Dialekt Lebedinskih Tatar-Çalkantsev,
İzdadelstvo “nauka” Glavnaya Redaksiya Vostoçnoy Literaturı, Mokva.
*ESTY 1974: E. V. Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Türkskih Yazıkov,
İzdatelstvo “Nauka”, Mokva.
*KTRS 1994: S.M. Useyinov, Krımskotatarsko-Ruskiy Slovar, SMNPP
“Dialog”, Simferepol.
*QTRL 2005: S.M. Useyinov,Qırımtatarca-Rusça Lugat, Ocaq, Simferepol.
*MTS 2003: Ferdinand D. Lessing Moğolca-Türkçe Sözlük (Çev: Günay
Karaağaç), TDK Yay:829/1, Ankara.
*OSTN I 1893: V.V. Radlov, Opıt Slovara Turetskih Nareçiy, Senpetersburg.
*PKTTS 2017: D. Evirgen, C. Evirgen, Polatlı Kırım Tatar Türkçesi Sözlüğü,
Ankara, İsmail Otar Tarih-Edebiyat ve Kültür Serisi,
*Räsänän 1969: Martti Räsänän, Versuch Eines Etymologischen Wörterbuchs
Der Türksprachen, C I-II, Helsinki.
*TDAA 1999: Yong-Song Li, Türk Dillerinde Akrabalık Adları, Simurg
Yayıncılık, İstanbul.
*Tekin 1988: Talat TEKİN, Orhon Yazıtları, TDK Yay:540, Ankara.
*XBET 2002: M.B. Zeynullin, Xezirgi Başkurt Tili, Başkurt Devlet Üniversitesi,
Üfü.

159
BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK’TE EDEBÎ SANATLAR: TANIMLAMA
VE TANIKLAMA
1
Dr. Öğr. Üyesi Koray ÜSTÜN

Özet
İlk baskısı 1945’te yapılan Büyük Türkçe Sözlük, dilde yaşanan gelişmelere
paralel olarak akademik ve bilimsel bir bakışla sürekli olarak güncellenmiş ve 2011’de
yapılan son baskısında söz, terim, deyim, ek ve anlamdan oluşan 104.481 söz varlığı,
madde başı ve madde içi toplam 77.407 söze ulaşmıştır. Bu baskıya 3.700 yeni söz,
6.400 yeni anlam, Türk edebiyatından seçilmiş, 29.040 örnek cümle, 1.236.484 sözde
oluşan sözlük metnine yer verilmiştir.
Günlük dil ihtiyaçlarını karşılayacak söz varlığının yanı sıra farklı disiplin ve
sahalara ilişkin terminolojiyi de barındıran Büyük Türkçe Sözlük, yazı dilimizin söz
varlığının yanı sıra bütün bilim, sanat ve spor terimlerini, yer adlarımızı, kişi adlarımızı,
bölge ağızlarımızdaki ve kaynaklarımızdaki sözcükleri, deyimleri içermektedir. Bu
bağlamda sözlükte biçim, ses ve anlama dayalı edebî sanatların tanımlarına da yer
verilmiştir. Tanımların yanı sıra tanıklamaların da yer aldığı sözlük maddelerinde,
sözcüğün cümle içinde kazandığı anlamları örnekleyen yazınsal cümlelerin yanı sıra
edebî sanatın bir yazınsal metinde nasıl kullanıldığına ilişkin tespitler de sunulmuştur.
Bu bildirinin amacı, Büyük Türkçe Sözlük’te edebî sanatlarla ilgili madde
başlarında anlam bilgisi verilirken sunulan tanımlamaları ve madde yazımında
kullanılan ölçüt ve ilkeleri belirlemek; madde başında ve alt başlıklarda yapılan
örneklendirmelerin uyum oranlarını tespit etmektir. Bu amaç doğrultusunda sözlükte
yer alan edebî sanatlara ilişkin tüm maddeler incelenecek ve edebî sanatların sözlükteki
görünümü ortaya konulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Büyük Türkçe Sözlük, Güncel Türkçe Sözlük, Edebî Sanatlar, söz
sanatları, anlam sanatları
Giriş
Edebî sanatın ne olduğu sorusu, asırlardır süren belâgat ve retorik çalışmalarının
içerisinde yanıt aranan en temel problemlerdendir. Sanatçıların kaleminde farklılaşıp
dönüşebilse de edebî sanatların ana hatları çizilerek tanımlamaları yapılmış; bu
sanatların bütüncül bir şekilde değerlendirildiği çalışmaların yanı sıra tek bir sanatın
işlevini irdeleyen müstakil incelemelerde gerçekleştirilmiştir. Daha çok klasik edebiyat
incelemeleri kapsamında ele alınan bu çalışmalarda sanatların tanımlamaları belagat
geleneğine dayandırılarak yapılmış; örnekler de saha içerisinden seçilmiştir. Son dönem
çalışmalarda ise öncekilerden farklı olarak belâgat ile retoriğin kesişiminden hareketle
sanatların dilbilimsel bir zemininin olduğu ve göstergebilim çalışmalarında rastlanan
pek çok kullanımın klasik edebî sanatlardaki varlığı da ortaya konulmuştur.
Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi adlı çalışmasında özellikle Divan
edebiyatının iyice anlaşılabilmesi için söz sanatlarının iyice anlaşılmasına ve bu
sanatların çok iyi bilinmesine gerek olduğunu ifade etmiş; divan şairlerinin sanat
yapmaya çok düşkün olduklarını belirterek birkaç sanatı bir beyit içinde iç içe
kullandıklarını yazmıştır (Dilçin 2004:405). Dilçin, söz sanatları başlığı altında
mecazlar, anlamla ilgili sanatlar ve sözle ilgili sanatlar olmak üzere üç gruba bölmüştür.
Menderes Coşkun, Sözün Büyüsü Edebî Sanatlar adlı çalışmasında zekâ ile edebî
sanatlar arasında bir bağ olduğunu söyleyerek edebî sanatların zekânın dil üzerindeki

1
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, korayustun@hacettepe.edu.tr

160
tasarrufları ve işlemeleri sonucunda meydana geldiğini belirtmiş; edebî sanatların
varlıklarını dile, gelişmelerini şair ve ediplere, isimlerini ise belâgatçilere
borçlu olduğunu ifade etmiştir (Coşkun 2007:9). Klasik belâgat kitaplarında yer alan
sanatkârane anlatım tarzlarının yanında Batı retoriğinden doğan sanatları da bu
kapsamda değerlendiren Coşkun, Türk belâgati çalışmalarının Batı retoriğinden ayrı
tutulmaması gerektiğini söyleyerek dünyadaki bütün sanatların, insan ortak paydasında
birleştiğini; dilin hünerli bir şekilde kullanımının da insanî, dolayısıyla evrensel bir tavır
olduğunu ifade etmiştir. Bu görüşten hareketle çalışmasında edebî sanatları; “anlamla
ilgili sanatlar”, “kelime ve kelam yapısı, dizimi ve ahengiyle ilgili sanatlar”, “sanat
olarak kabul edilen nazım türleri”, “harflere dayalı sanatlar” ve “Batı retoriğinden, dil
bilimi çalışmalarından ve edebî metinlerden hareketle bu kitapta teklif edilen bazı
sanatkârane ifade ve anlatım tarzları” adlı beş bölümde incelemiştir.
İsa Kocakaplan Açıklamalı Edebî Sanatlar adlı çalışmasında tasannusuz edebî
sanatların şiiri ölümsüzleştireceğini Yunus Emre’nin bir dörtlüğünden hareketle
açıklamış, metindeki edebî sanatların, sanatkârın ruh dünyasını verebilecek bir yol
olduğunu söyleyerek edebî sanatların metin incelemelerine çekicilik katacağını
söylemektedir. Kocakaplan çalışmasında elli altı edebî sanata yer vermiş, kitabında
başlıklandırma yaparken herhangi bir tasnif yapmamakla birlikte “Edebî Sanatları Bir
Tasnif Denemesi” başlığı altında sanatları, Ali Nihat Tarlan’ın tasnifinden hareketle
“Heyecana Bağlı Edebî Sanatlar” ve “Fikre Bağlı Edebî Sanatlar” olmak üzere iki
başlık altında ele almıştır.
Yekta Saraç, Eski Türk Edebiyatına Giriş: Söz Sanatları adlı çalışmasında edebî
sanatları anlam sanatları ve söz sanatları olarak ayırmış; anlam sanatlarını belagatin üç
ana bölümünden biri olan bediî’in içerisinden doğduğunu ifade etmiştir. Divan şiirinin
dilini söz ve anlam yönünden süsleyen edebî sanatların belâgatin son bölümü olan
bedî’in konusunu meydana getiren ifade biçimleri olduğunu söyleyen Saraç, bu ifade
biçimlerinin “söz sanatları (=sanâyi’-i lafziyye)” ve “anlam sanatları (=sanâyi’-i
ma’neviyye)” olmak üzere ikiye ayrıldığını; anlam sanatlarının, şiirde ya da nesirde
sözcüklerin ya da sözcük gruplarının anlamları arasındaki yakınlık, karşıtlık ve benzeri
ilişkilerden yararlanılarak farklı hayal ve çağrışımlar meydana getirmek; söz sanatları da
çeşitli ses tekrarlarıyla sözde âhenk yaratmak amacıyla kullanıldığını söylemiştir. “Söz
sanatları”nı “ses tekrarına dayalı söz sanatları” ve “kelime tekrarına dayalı ses sanatları”
olmak üzere iki başlık altında ele alır. Bu tasnifin ardından serikat başlığı altında
değerlendirdiği müşterek malzemeye dayalı olarak adlandırdığı edebî sanatları
açıklamıştır.
Doğrudan edebî sanatlarla ilgili bu dört temel çalışmada edebî sanat olarak
tanımlanan kavramlar şunlardır:

Akis (Yansıma) Cinâs İcaz


Akrostiş Çaprazlı tekrar İdmâc
Alışılmamış Dilbilgisel sapma İham
bağdaştırma Düz yineleme Îhâm-ı Tenâsüb
Aliterasyon Edeb-i Kelam (Örtmece) Îhâm-ı Tezâd
Anlama Dayalı Sanatlar Eksilti İkilem
Anlamsal sapma Hayfa İkizleme
Arkaizm Hüsn-i Ta’lil (Güzel İktibas (Alıntı Yapma)
Art yineleme Neden Bulma) İlmam
Asonans İ’âde İltifat
Bağlaç yinelemesi İade (Geri Çevirme) İltifat
Cem’ İbham (Kapalılık) İltifât

161
İltizam Mukabele Tashif
İntâk (Konuşturma) Mukatta Tasri
Îrâd-ı mesel Muvassal Tasvir
İrha-yı İnan (Geçici Muvaşşah Tazmîn
kabullenme) Mübâlağa (Abartma) Te’kîdü’l-medh Bimâ
İrsâd Mühmel Yüşbihü’z-zemm ve
İrsal-i Mesel (Atasözü Mülemma Te’kîdü’z-zemm Bimâ
Söyleme) Mümasele Tecâhül-i Ârif
İstiâre (Eğretileme) Müracaa’ (bilmezlikten gelme)
İstidrak Müşâkele Tecrîd
İstifham (Soru Sorma) Mütezelzil Tedvir
İstihdam Müvazene Tefrîk
İştikak (Türetme) Nazire Tehzil
Kalb (Değiştirme) Nidâ (Seslenme) Tekellüm-i samit
Kapsama Ön yineleme Tekrîr (Tekrar Etme)
Karşılaştırma Paradoks Telmî’
Karşıtlama Redd-i mısra Telmih (Anımsatma)
Kat’ (Kesme) Reddü’l-acüz ale’s-sadr Tenâsüb (Uygunluk)
Kinaye (Değinmece) Rücû’ (Geriye Dönme) Tensik
Leb-Değmez Seci Tensîkü’s-Sıfât
Leff ü Neşr (Sıralı Sehl-i mümteni (=sürekli niteleme)
Açıklama) Sıralı tekrar Terdid (Geri Çevirme)
Lügaz Sihr-i Helâl Tersini kastetme
Mecaz (Değişmece) Şairane tanımlama Teşbîh (Benzetme)
Mecaz-ı Mürsel (Ad Şairane yorumlama Teşhîs (Kişileştirme)
Aktarması) Ta’rîz Tevriye (İki Anlamlılık)
Menkut Taksîm Tevşih
Mezheb-i Kelâmî Tanzir Tezat (Zıtlık)
Muammâ Tariz (Tersini Söyleme) Ulama
Mugalata-ı Maneviye Tarsî‘ Yüşbihü’l-medh
Dört kapsamlı çalışmadan hareketle Türk belâgatinde kullanılan toplam yüz on
altı ayrı kavramın, edebî sanat olarak adlandırılıp tanımlandığını söylemek mümkündür.
Büyük Türkçe Sözlük’te Edebî Sanatların Görünümü
Büyük Türkçe Sözlük, Türkçenin güncel söz varlığını barındıran en temel
çalışmalardandır. İlk baskısı 1945 yılında yayımlanan Türkçe Sözlük, güncellenerek
bugünkü hacmine ulaşmış; onuncu ve son baskısında söz, terim, deyim, ek ve anlamdan
oluşan 104.481 söz varlığı, madde başı ve madde içi toplam 77.407 söz, 3.700 yeni söz,
6.400 yeni anlam, Türk edebiyatından seçilmiş, 29.040 örnek cümle, 1.236.484 sözde
oluşan sözlük metni bulunmaktadır. Bu maddeler arasında edebiyatbilgi ve kuramları ile
ilgili maddelere de yer verilmiştir. Bu bağlamda sözlükte edebî sanatların tanımlamaları
da bulunmaktadır.
Büyük Türkçe Sözlük’te otuz sekiz edebî sanat, madde olarak görülmektedir.
Sözlükte tanımlanan maddeler şunlardır:
Mecaz, Eğretileme, İham,
Metafor, Teşhis, İltifat,
Ad Aktarması, Kişileştirme, Tevriye,
Mecazımürsel, İntak, Mübalağa,
Teşbih, Kinaye, Tecahülüarif,
Benzetme, Tariz, Hüsnütalil,
İstiare, Tenasüp, Tekrir,

162
Cinas, İade, Telmih,
İştikak, İktibas, Muamma.
Seci, İradımesel,
Doğrudan edebî sanatların ele alındığı kitaplardan elde edilen yüz on altı
sanattan yalnızca otuz sekizi Türkçe Sözlük’te yer ver almaktadır. Ayrıca görüldüğü
üzere kimi sanatların her iki eş anlamı da madde başı olmuştur. Bu maddelerin
tanımlamalarında eş anlamlılarına da yer verilmiştir:
Mecaz, Metafor İstiare, Eğretileme
Ad Aktarması, Mecazımürsel Teşhis, Kişileştirme
Teşbih, Benzetme
Örnek:
mecaz
isim, edebiyat(meca:zı) Arapça mecāz
0 isim, edebiyatBir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka
anlamda kullanılan söz
1 Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek
biçimde kullanma, metafor
metafor
isim, edebiyat Fransızca métaphore
isim, edebiyat Mecaz
Sözlükte madde başı olmakla birlikte edebiyatbağlamında anlamı verilmeyen
maddeler şunlardır:
Mübalağa, Rücu’,
Mukabele, Tecrit,
Cem, Akis,
Tefrik, Tazmin.
Taksim,
Örnek:
taksim
isim Arapça taḳsīm
1. isim Parçalara bölme, bölüştürme
"Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti'nin taksimini öngörüyordu." - A. İlhan
23 matematik
Bölme tecrit -di
isim (tecri:di) Arapça tecrīd
23isim Ayırma, ayrı bir tarafta tutma
24felsefe Soyutlama
25fizik Yalıtım
26 hukuk Mahkûmu cezasını tek başına çekmesi için diğer hükümlülerden ayırma
"O zaman herkes böyle bir tecride can atardı." - K. Korcan
Yapılan tanımlamalarda “sanat” ifadesi geçen maddeler şunlardır:
Hüsnütalil,
Tekrir,
İştikak,
Mecazımürsel,
İntak,
Kinaye,
Tenasüp,
İham,
Tevriye,

163
Tekrir,
İştikak
Telmih.
Örnek:
tenasüp -bü
isim (tena:süp) eskimiş Arapça tenāsub
23isim Birbirine uyma, yakışma, aralarında uygunluk bulunma, oran, orantı
24 edebiyatBirbirleriyle ilgili söz veya kavramların dizelerde toplanması
sanatı iham
isim (i:ha:mı) eskimiş Arapça īhām
5888 isim Kuruntuya düşürme
5889 edebiyatİki anlamı olan bir sözün akla en az gelen anlamının
amaçlanarak
kullanılması ve anlamı güçlendirmesi sanatı
tevriye
isim, edebiyat Arapça tevriye
isim, edebiyat Bir anlatım inceliği elde etmek için birden çok anlamı olan bir
sözün yakın anlamının değil de uzak anlamının kullanılması sanatı
Sözlükte sanatları anlamlarına yönelik tanımlamalarda en kapsayıcı ve net
ifadeler “sanat” yönünü vurgulayan bu maddelerdir. Kimi maddelerdeki tanımların
kapsam bakımından zayıflığı di kkat çekmektedir. Bu maddelere örnek olarak
tecahülüarif, iade, muamma, kinaye verilebilir:
tecahülüarif
isim, edebiyat(teca:hü'lüa:rif) eskimiş Arapça tecāhul + ʿārif
isim, edebiyatBilmezlikten gelme
iade
isim (ia:de) Arapça iʿāde
1. isim Alınmış bir şeyi geri verme
"Sekiz buçuk altını iade için eline mühim bir para geçmesi lazımdı." - R. H. Karay
23Verilen bir şeyi almayarak geri çevirme, reddetme
24Karşılıklı olarak yapma, mukabele etme
25edebiyatİadeli
muamma
isim (muamma:) Arapça muʿammā
1. isim Bilmece
"Eski kadınlar, çocukların zihinlerini bilmek için muammalara başvururlardı." -
5888 Rasim
5888 edebiyat Âşıklık geleneğinde manzum bilmece
5889 Anlaşılmayan, bilinmeyen şey
"Ruhu uykuda farz ettiğim kadın bana pek yaman bir muamma gibi geldi." - H. E.
Adıvar
4. sıfat Anlaşılmayan, bilinmeyen
"Bırak muamma konuşmayı / Çıkar ağzından baklayı / Bahtımız aydınlanıversin"
23 C. S. Tarancı
Sözlükteki edebî sanatların tanımlamalarında bulunan tanımların yetersizliğine
ilişkin bir diğer gösterge kimi maddelerin tanımlamalarında yalnızca eş anlamlısı ile
yetinilmesidir. Sadece eş anlamlısı ile tanımlanan maddeler şunlardır:
Metafor
Ad aktarması
Teşbih
Eğretileme

164
Teşhis
İktibas
Örnek:
Teşbîh
isim, edebiyat Benzetme
"Eskilerin şiirde pek bol kullanmaktan hoşlandıkları elemanlardan birisi de
teşbihti." - A. H. Çelebi
eğretileme
a. 1. Eğretilemek işi: Kendi sarsak ahlâk değerlerine bağlı yaşamaktadır. Bu da
ilginç bir eğretilemeyle romana yedirilir. -S. İleri. 2. ed. İstiare.
mübalağa
isim (müba:lağa, l ince okunur) Arapça
mubālaġa isim Abartı
iktibas
isim (iktiba:sı) eskimiş Arapça iḳtibās
5888 isim Ödünç alma
5889 Ödünç alınan şey
"Batı, o büyük kaynaktan sık sık faydalanır ama iktibaslarını titizce saklar." - C.
Meriç
3. edebiyat Alıntı
Bu verilerden hareketle Büyük Türkçe Sözlük’te yer alan edebî sanat
maddelerinin tanımlamalarına yönelik olarak görülen en belirgin tespit sözlükte aynı
kavram alanında bulunan maddelerin aynı biçimde görünürlüğünün bulunmamasıdır.
Türk şiirinde görülme sıklığı bakımından birbirine yakın sayabileceğimiz teşhis, teşbih,
kinaye, tenasüp gibi maddelerin görünümleri birbirinden farklıdır.
Dikkat çeken bir diğer husus tanımlamalarda görülen darlık ve yetersizliktir.
Kural ya da kuram öğretim kitabı olmamakla birlikte aynı kökün mastar biçiminin ya da
sözcüğün ardına etmek/yapmak vb. yardımcı eyleminin getirilmesiyle yapılan
tanımlamalar sözlüğün amacından hayli uzaktır. Kimi maddelerde yalnızca eş
anlamlısının verilmesi de bu bağlamda dikkati çeken bir durumdur. Bu noktada da
sanatlar arasında bir eşitsizlik olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin hem istiare
hem eğretileme madde başı olarak görülürken günümüz yayınlarında kavram olarak yer
almasına karşın kinayenin eş anlamlısı olan değinmece ya da mecazın eş anlamlısı olan
değişmece madde başı olarak sözlükte bulunmamaktadır.
Büyük Türkçe Sözlük’te tanımlamaların ardından sözcük anlamına yönelik
tanıklamaların bulunduğu maddeler şunlardır:
Teşbih
Benzetme
İstiare
Kişileştirme
Cinas
Örnek:
benzetme
a. 1. Benzetmek işi: “Önemli olan adamın benzetmesi değil aşağılayıcı
davranışıydı.” -Y. K. Beyatlı. 2. ed. Bir şeyin niteliğini anlatmak için o niteliği eksiksiz
taşıyan bir şeyi örnek olarak gösterme işi, benzeti, teşbih: “Bütün tumturaklı sözleri,
bütün az rastlanır benzetmeleri tekrarladı.” -A. İlhan.
kişileştirme

165
a. 1. Kişileştirmek işi. 2. ed. Cansız varlıkları veya hayvanları insanmış gibi
gösterme, canlandırma, teşhis: Bu dönemin oyunlarında en önemli kişileştirme yöntemi,
kişileri olumlu ve olumsuz karşıtlığı içinde çizmektir. -M. And.
cinas
isim, edebiyat(cina:sı) Arapça cinās
23 isim, edebiyat Çok anlamlı bir kelimeye, her defasında başka bir anlam
yükleyerek birbirine yakın birkaç yerde kullanma
"En çok beğendiği manzumeler hep cinas, telmih, nükte gibi söz sanatları ve
oyunlarıyla dolu olanlardı." - A. Ş. Hisar
24Çok anlamı olan bir kelimenin iyi anlamını kullanır görünerek kötüsünü öne
çıkarma

Edebî sanat anlamı bulunmakla birlikte sanat anlamının dışındaki alanlara ilişkin
verilen tanımlamalarla bağlantılı tanıklamaların bulunduğu maddeler şunlardır:
Tariz
Mukabele
Cem
Taksim
Tecrit
İade
Akis
Telmih

166
Örnek:
mukabele
isim (muka:bele) Arapça muḳābele
5888 isim Karşılık verme, karşılama, karşılık
5889 Karşı gelme, başkaldırma
5890 Toplu yerlerde yüksek sesle hatim okunurken Kur'an okumasını bilenlerin
gözleriyle Kur'an'ı takip etmesi, bilmeyenlerin dinlemesi
"Tevfik'in kızı selatin camilerine ramazanda mukabele için büyük ücretlerle
çağrılıyordu." - H. E. Adıvar
5891 Karşılaştırma, karşılıklı yapılan okuma
cem
isim Arapça cemʿ
1. isim Toplama, bir araya getirme
"Haymana'da ayrıca kuvvet cemine teşebbüs ettiler." - Atatürk
dil bilgisi Çokluk
matematik Toplama
Sonuç
Edebî sanatlar, malzemesi dile dayalı sanatların vazgeçilmez bir ögesidir. Hangi akıma
bağlı olursa olsun dil ile uğraşan bütün sanatçılar, bilerek ya da bilmeden eserlerinde edebî
sanatlara yer vermişlerdir. Bu nedenle edebiyat bilgi ve kuramları bağlamında en önemli
kavramların bu sanatlar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Edebiyatta bu denli önemli
ve büyük bir yeri bulunan edebî sanatların ne olduğuna ilişkin basit tanımlamalar için en
temel araç, diğer bütün sahalarda benzer bir tanım/bilgiye ihtiyaç duyan herkes tarafından da
başvurulan Büyük Türkçe Sözlük’tür. Edebî sanatların çağdaş belâgat kitaplarındaki yekûnu ile
sözlükteki görünümü arasında hacim bakımından ciddi bir fark bulunmaktadır. Farklı
kitaplarda edebî sanat olarak tanımlanan yüz on altı kavramın otuz altısı sözlükte madde
olarak yer almıştır.
Büyük Türkçe Sözlük’te edebî sanatların tanımlanmasında bir standart
bulunmamaktadır. Kimi maddeler yalnızca eş anlamlıları ile tanımlanırken kimi maddelerde
kavramın sanat olduğu vurgulanmış ve kısmen daha kapsamlı tanımlamalar yapılmıştır.
Sözlükteki tanımlamalarda alt maddelerin yer almamasından ötürü sanatın tam olarak neyi
karşıladığına ilişkin boşluklarda bulunmaktadır. Maddelerin tümünde tanıklamaların yer
almaması da bu bağlamda bir eksikliktir. Ayrıca madde başı olmakla birlikte edebiyattaki
kullanımının aktarılmadığı maddelerin bulunması da bu bağlamda dikkat çekicidir.
Büyük Türkçe Sözlük’ün bir edebiyat terimleri sözlüğü ya da bir belâgat kitabı
olmadığı muhakkaktır. Ancak Türk Dil Kurumu tarafından önceki yıllarda yayımlanan Bilim
Sanat Terimleri Sözlüğü ya da Yazın Terimleri Sözlüğü gibi hâlihazırda bulunan kapsamlı ve
detaylı sözlüklerden faydalanılarak uzmanlarca yapılacak bir güncelleme ile Türkçenin söz
varlığını kapsama amacını taşıyan sözlüğün oluşturulma amacına daha uygun bir görünüm
kazanacağı açıktır.
KAYNAKLAR
COŞKUN, Menderes (2007) Sözün Büyüsü Edebî Sanatlar, Dergâh Yayınları,
İstanbul DİLÇİN, Cem (2004) Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yayınları, Ankara
KOCAKAPLAN, İsa (1988) Açıklamalı Edebî Sanatlar, MEB Yayınları, İstanbul
SARAÇ, M.A. Yekta (2013) Eski Türk Edebiyatına Giriş: Söz Sanatları, Anadolu
Üniversitesi Yayınları, Eskişehir
SARAÇ, M. A. Yekta (2010) Klâsik Edebiyat Bilgisi: Belâgat, Gökkubbe Yayınları, İstanbul
YETİŞ, Kazım (2006) Belâgatten Retoriğe, Kitabevi, İstanbul
TDK Güncel Türkçe Sözlük. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&view=gts.
[Erişim Tarihi: 01/09/2019]

167
DİLLER ARASI BİR ŞAİR: SAİT MADEN
1
Meral DEMİRYÜREK

Özet
Sait Maden, 1931-2013 yıllarında arasında yaşamış çok yönlü bir sanatçıdır. İlk, orta
ve lise eğitimini Çorum’da tamamlayan Sait Maden, 1949 yılında başladığı Bedri Rahmi
Eyüboğlu Resim Atölyesinden 1955 yılında başarıyla mezun olur. Çocuk yaşta başladığı şiir
yazma çalışmalarını Akademideki öğrenciliği sırasında kesintisiz sürdürür, arkadaşlarıyla
beraber birtakım faaliyetlere katılır. İlk şiirleri 1946-1950 arasında Yedigün dergisinde,
sonraki şiirleri ise Türkçe, Soyut, Yazko Edebiyat, Somut, Varlık, Adam Sanat, Gösteri gibi
dergilerde yayımlanır. İlk şiirleri, daha çok Ahmet Haşim ve Yahya Kemal etkisinde kalarak
aruzla yazılmış şiirlerdir. Eğitimini sürdürmek için Çorum’dan İstanbul’a geldiğinde o
dönemin güncel şiirini; Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat ve toplumcu gerçekçi şairlerin
şiirlerini tanır ve ileriki yıllarda, özgün şiir anlayışını geliştirir.
Şiir, grafik tasarımı yanında, onun hayat boyu süren asıl tutkusudur. Yabancı dil bilgisi
Lorca, Baudelaire, Neruda, Poe, Aragon gibi şairlerin şiirlerini çevirecek kadar güçlüdür.
Hatta şiir çevirileriyle çeşitli ödüller kazanmıştır. Bunlardan biri Neruda çevirilerinden dolayı
Şili hükümeti tarafından altın madalya ile ödüllendirilmesidir.
Sait Maden, dünya edebiyatından yaptığı çeviriler sayesinde, Türk edebiyatını
zenginleştirip okurların ufkunu genişleten bir çevirmen ve sanatçıdır. Ayrıca Bedri Rahmi
Eyüboğlu sayesinde, yöresel ve özgün olmayı öğrenip hocasından edindiği ufuk genişliğiyle
kendi topraklarının kokusunu ve dokusunu eserlerine yansıtmayı bir prensip haline getirmeyi
başarmıştır.
Kendisini her şeyden önce şair olarak nitelendiren Sait Maden’in ressam, grafik
tasarımcısı ve çevirmen olmasının getirdiği özellikler şiirine yansır. İspanyolca, Fransızca,
Rusça, İngilizce gibi çok sayıda yabancı dili şiir çevirisi yapacak kadar iyi bilmesi onun
Türkçeye olan hâkimiyetini de gösterir.
Bu bildiride Sait Maden’in şiir ve şiir çevirileri değerlendirilerek Türkçeye sağladığı
katkılar üzerinde durulacak, sanatçının şair kimliği dikkatlere sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Açıl Ey Gizem, Yol Yazıları, Hiçlemeler, Şiirin Dip Sularında, şiir
çevirisi.
Abstract
Sait Maden is a versatile artist who lived between 1931 and 2013. He completed his
primary, secondary and high school education in Çorum. Bedri Rahmi Eyüboğlu Painting
Studio, which he started in 1949, successfully graduated in 1955. He continues his poetry
writing studies at the age of child during his academic life at the Academy. His first poems
were published in the magazines Yedigün between 1946 and 1950 and his next poems were
also published in Türkçe, Soyut, Yazko Edebiyat, Somut, Varlık, Adam Sanat, Gösteri. His first
poems are under the influence of Ahmet Haşim and Yahya Kemal. When he came to Istanbul
from Çorum he recognized the contemporary poetry. Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat
and socialist realistic poets were very popular in that period. In the following years, he
develops his original understanding of poetry.
Poetry, along with graphic design, was the real passion for his life. Foreign language
knowledge was strong enough to translate the poems of poets such as Lorca, Baudelaire,

1
Prof. Dr., Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Çorum/Türkiye,
meraldemiryurek@hitit.edu.tr
Bu bildirinin hazırlanmasında Hitit Üniversitesi ile Çorum Belediyesi tarafından desteklenen “Çorum’da
Edebiyat Edebiyatta Çorum” başlıklı tarafıma ait projenin verilerinden yararlanılmıştır.

168
Neruda, Poe, Aragon. Sait Maden is a translator and artist who enriches the Turkish literature
and enlarges the horizons of the readers thanks to the translations he made from world
literature. In addition, thanks to Bedri Rahmi Eyuboglu, he learned to be local and original
and made it a principle to reflect the fragrance and texture of his country with the horizon he
gained from his teacher.
In this paper, Sait Maden's poetry and poetry translations will be evaluated and
contributions to the Turkish language will be emphasized and the artist's poet identity will be
presented to the attention.
Key Words: Açıl Ey Gizem, Yol Yazıları, Hiçlemeler, Şiirin Dip Sularında, poetry
translation.
1.Giriş
Karakter oluşumunda, doğuştan gelen birtakım içsel özelliklerle çevre ve eğitim
faktörleri önemli rol oynar. Eğer uygun mecralar sağlanırsa kişi ilgi alanı ve yetenekleri
doğrultusunda kendini geliştirip verimli ve kalıcı izler oluşturabilir. Bulunulan mekânın
imkânları el vermediğinde eğitim amaçlı yer ve yön değişiklikleri, başlangıçta zaruretten
kaynaklansa dahi ufuk açıcı etkileriyle olumlu sonuçlar doğurur. Edebiyat, resim, müzik,
heykel gibi sanatsal yetiler söz konusu olduğunda ise her ayrıntıda sanatın beslenme
kaynakları ortaya çıkar. Sanatçı var olduğu ortamın sunduklarını eğitimle geliştirerek sanatını
gittikçe büyüyen ve genişleyen bir boyuta taşır. Yerelden evrensele doğru uzanır. Bu açılımı
başaran sanatçı doğduğu topraklardan çıkıp genişleyerek sanat anlayışını ve kültürel kimliğini
ulusaldan uluslararası boyutlara ulaştırır. Dünya edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında
da bu kapsamda birçok sanatçı vardır. Bu çalışmada ele alınacak olan Sait Maden, sözü edilen
özelliklere haiz bir sanatçıdır. İlaveten, o sanatın sadece bir değil, birden fazla dalıyla ilgili
oluşuyla da dikkat çeker. Sevdiği, ilgi duyduğu şair ve yazarları kendi dillerinden
okuyabilmek için onların dillerini öğrenmesi ayrıca ilgi çekicidir. Zamanla bu eğilimi, şiir
çevirileri yapacak kadar ustalaşır.
2.Sait Maden (Hayatı ve Sanatı)
Sait Maden 3 Mayıs 1931 tarihinde Çorum’da doğdu. Resmî kayıtlarda doğum yılı 1931
yazmakla birlikte, kendisi yakın çevresine 1932 yılının doğru olduğunu söyler. Çorum’un eski ve
köklü ailelerinden, iki yüzyıl önce konar-göçerlikten yerleşik düzene geçmiş bir Türkmen oymağı
olan Madanoğulları’ndan gelmektedir. Babası Madanoğlu İsmail, annesi Çerkez Besney Prensesi
Janset’in kızı Hacer (Kadriye)’dir (Ceran, 43.s.). Çorum’daki ilkokul yıllarından itibaren resme
ilgi duyan Sait Maden, ortaokul çağlarında yarışmalara katılmış ve ödüller kazanmıştır. O yıllarını
kendisi şöyle anlatır: “İyi havalarda, okul dönüşü, elimde koca bir defter kırlara çıkardım desen
çizmek için; ağaçlar, hayvanlar, köy evleri, köylü yüzleri çizerdim… Daha ortaokul
öğrencisiyken, yağlı boya, sulu boya, gravür tekniklerini öğrendim” (Timurhan, 5.s.). Sait Maden,
resim kadar yazı sanatına da aynı yıllarda ilgi duyar. Hat dersleri alır. Daha 12-13 yaşlarındayken
aruz vezniyle şiir okuyup yazmaya başlar. İlk şiiri 1946 yılında Çorum gazetesinde yayımlanır.
Hatta yazdığı şiirlerden dolayı Çorum’da tanınmaya başlar. 15 yaşındayken İstanbul dergilerinde
şiirleri yayımlandığında Çorumlu bazı ihtiyarlar “Bak, bak Sait Maden” diyerek birbirlerine
gösterirler. 16 yaşındayken Osmanlıca ve yabancı dil olarak Fransızca öğrenmeye başlar. Fuzuli
ve Baudelaire en sevdiği şairlerdir. 18 yaşından itibaren Baudelaire başta olmak üzere birçok
Fransız şairin şiirini Türkçeye çevirir. Hatta 1949 yılında Varlık dergisinin düzenlediği yarışmada
birincilik ödülü kazanır. O günleri Varlık’ın 1000. sayısı için yazdığı “Tek Kişilik Ordu” başlıklı
yazısında anlatır: “Yaşar Nabi Nayır’ı 1949’da tanıdım. Güzel Sanatlar Akademisi’nin liseye
denk gelen orta bölümünde ilk sınıf öğrencisiydim. Kendi kendime Fransızca öğrenmeye
çabalıyordum. Varlık, bir çeviri şiir yarışması açmıştı. Yanılmıyorsam, ülkemizdeki ilk özel
yarışmaydı bu. Baudelaire’den çevirdiğim bir şiirle ben de katıldım. Ama takma bir adla. Üç beş
ay sonra sonuç açıklandı. Birinciliği ben kazanmıştım. Ama günler boyunca dergiye gitmeyi,
kendimi tanıtmayı göze

169
alamadım. Ya inanmazlarsa diyordum o takma adlı kişinin ben olduğuma. 18 yaşında
çelimsiz bir öğrenciydim. Bir ay sonra gidebildim ancak… Benim çeviren efendim, dedim,
yarışmayı kazanan o şiiri. Asıl adım da şu. Ne kadardı birincilik ödülü, söyleyeyim mi? Elli
lira. Az mı? Hayır, az değil. Bir öğrencinin boş cebi için çok iyi paraydı” (Maden, 2.s.).
Varlık dergisinin Şubat 1952 tarihli 379. sayısında “Bir Şiir İki Tercüme” başlığıyla
yayımlanan yazı Maden’in sözlerini teyit eder mahiyette olup şöyledir: “Baudelaire’den S.
Bekir imzasıyla çevirdiği Moesta at Errabunda başlıklı şiir için ‘tercüme şiir yarışmamız’da
birinciliği kazanan gencin yarışmaya müstear bir isimle katıldığını sonradan öğrendik.
Kendisi Güzel Sanatlar Akademisi talebesinden Sait Maden’dir ve Baudelaire tercümesi
üzerinde ötedenberi çalışmaktadır. Şiir yarışmamız için beş kıtalık bir sınır çizdiğimizden 6
kıtalık olan o şiirin bize yalnız beş kıtasını göndermişti. Bu defa şiirin tam tercümesini
neşrederken, Ahmet Muhip Dranas’ın, Tercüme dergisinin 19 Temmuz 1941 tarihli 19 uncu
sayısında çıkan aynı şiir tercümesini de okuyucularımıza hatırlatmak için oradan iktibas
ediyoruz.” (Varlık, 10.s.). Yan yana yayımlanan iki çeviri şiir, Sait Maden’in Ahmet Muhip
Dranas ile boy ölçüşecek kadar usta olduğunu açıkça gösterir niteliktedir.
Sait Maden, ileriki yıllarda Lorca’yı kendi dilinden okuyabilmek için İspanyolca’ya
merak salar. Yabancı dil bilgisi, Lorca, Baudelaire, Neruda, Poe, Aragon gibi şairlerin
şiirlerini çevirecek kadar güçlüdür. Hatta şiir çevirileriyle çeşitli ödüller kazanır. Mesela,
Neruda çevirilerinden dolayı Şili hükümeti altın madalya ile ödüllendirir.
Sait Maden, ortaokulu Çorum’da tamamladıktan sonra şiir ve resim yeteneğini
geliştirebilmek adına eğitimini İstanbul’da sürdürür. O zamanki adıyla İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi Resim Bölümüne devam eder. Çorum’da iken ondaki yeteneği keşfeden
resim öğretmeni Reşat Eroğlu, Akademide hoca olan arkadaşı Bedri Rahmi Eyüboğlu’na,
öğrencisi için bir referans mektubu yazıp gönderir. Reşat Eroğlu mektubunda şöyle yazar:
“Bedriciğim, sana bu mektubu verecek olan Sait Maden’i gözümün bebeği gibi
severim. Onu sana emanet ederken içim rahattır; herhalde sana fena bir emrivaki yapmış
değilim. Eminim ki onu, sana has olan o sıcak, o candan samimiyetle, yani bir artist
samimiyetiyle karşılayacak ve bu çok ince ve zengin ruhlu, sessiz, çekingen Anadolu
çocuğuna gurbet diyarının o yürekler yakan acısını çektirmeyeceksin. Yine eminim ki, bu çok
kabiliyetli çocuğun üzerine, güzel bir kelebek, bir kır çiçeğinin üzerine eğilirken duyduğu
alaka ve şefkatle eğilecek, ona, bugün atılmak üzere bulunduğu çetin yolda pek değerli bir
rehber olacaksın. Yalnız… bir sanat rehberi değil, bir sanat kelimesinin bütün zengin
muhtevasıyla bir rehber…” (Timurhan, 6.s.).
Sait Maden 1949 yılında başladığı Bedri Rahmi Eyüboğlu Resim Atölyesinden 1955
yılında başarıyla mezun olur. Akademideki öğrenciliği sırasında, şiir yazmayı kesintisiz
sürdürür, arkadaşlarıyla beraber birtakım faaliyetlere katılır. Şiir, grafik tasarımı yanında,
onun hayat boyu süren bir tutkusu olur. Dünya edebiyatından yaptığı çeviriler sayesinde, Türk
edebiyatını zenginleştirip okurların ufkunu genişletir. Ayrıca Bedri Rahmi Eyüboğlu
sayesinde, yöresel ve özgün olmayı öğrenir. Hocasından edindiği ufuk genişliğiyle kendi
topraklarının kokusunu ve dokusunu eserlerine yansıtmayı bir prensip haline getirir.
Haydar Ergülen, 19 Haziran 2013 tarihinde vefat eden Sait Maden için yazdığı “Şiir
Dervişi: Sait Maden” başlıklı yazısında sanatçıyı şöyle betimler:
“Her sabah 9 vapuruyla Kadıköy’den Eminönü’ne gelen ve her akşam saat 5 vapuruyla
Kadıköy’e dönen, uzun saçlarıyla, yıllardır, değiştirse de, aynısını kullandığı geniş çerçeveli
kemik gözlükleriyle, çantasından çıkarıp okuduğu kitabıyla, hiç eskimeyen eski adam, eski yeni
adam. Cemal Süreya’nın ‘İspanyol Asilzadesi’ne benzettiği ‘şık derviş’. ‘Özgünlük’ anlamında
yine şık, yine derviş meşrep, saçları uzun bir yolculuğa önceden hazırlanmış. O yüzden hep böyle
uzun ve dervişlikten yalvaçlığa giden yolda beyazlamış gibi…”
Sait Maden’le şiir üzerine “Çağımızda Söz’ün Büyüsü Yok Oldu, Kutsallığı Yitti” başlıklı
bir söyleşi gerçekleştiren Nurduran Duman, sanatçının yalnızca şairliği üzerine sorular

170
yönelterek birçok ayrıntıyı birinci elden öğrenmeyi sağlar (Yasakmeyve, Ocak-Şubat 2007).
Duman’ın yönelttiği “Şiir yazmaya Çorum’da, çocukluk yıllarında başladınız. İlk şiirleriniz
1946-1950 arasında Yedigün dergisinde, daha sonraki şiirleriniz ise Türkçe, Soyut, Yazko
Edebiyat, Somut, Varlık, Adam Sanat, Gösteri gibi dergilerde yayımlandı. Şiir
yolculuğunuzdan biraz söz edebilir misiniz?” sorusu üzerine Sait Maden şu cevabı verir:
“Şiire on üç yaşında başladım. İlk şiirimi on dört yaşında yayımladım. Bunlar daha
çok Ahmet Haşim ve Yahya Kemal etkisinde aruzla yazılmış şiirlerdi ve bu şiirler 1950’ye
kadar İstanbul’un bazı dergilerinde yayımlandı… İstanbul’da güncel şiiri tanıdım: Orhan
Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat ve toplumcu gerçekçi şairlerin şiirleri. Ben de yazmakta
olduğum şiirin yönünü bu doğrultuda değiştirdim. 1960’a kadar sürdü bu yönelim. Ama on
beş yıllık bir çaba sonunda, geriye dönüp bakınca yazdığım her şeyin bir kocaman sıfır
olduğunu gördüm ve hepsini yırtıp attım. Bu arada değişik dillere çalışıyordum: Fransızca,
İngilizce, Latince, İspanyolca ve elbette Osmanlıca.” Yıllar içinde bu dillere Rusça da
eklenir. Sait Maden’in çocukluğundan itibaren güzel sanatlara ilgi duymasında aile
faktörünün önemi büyüktür. Kendisiyle yapılan bir söyleşi programında özellikle annesinin
yetişmesinde büyük rol oynadığını şöyle ifade eder: “Annem hiç okula gitmemesine rağmen
eski dildeki yazıyı çok iyi bilir ve bana masallar, şiirler okurdu. Aruz ve mısra kurmayı genç
yaşta öğrendim. Şiirlerimi köklerden beslenerek yazıyorum… Annem eline ne geçerse okuyan
biriydi. Yerde bir kâğıt parçası görse, alıp kaldırır, yüksekte bir yere koyardı. Alın terini
simgeleyen ekmek gibi; bilgi aktaran her şey kutsaldı onun için. Ben de öyle şartlandım.”
(Ceran, 52.s.).
Sait Maden için kim ne demiş?
Fethi Naci: “Şiir emekçisi”
Cemal Süreya: “Şık derviş. Diller arası bir adam”
Şükran Yurdakul: “Bulunmaz şiir tutkunu. Sözcüklerle savaşımında kendini
esirgemeyen”
Turgay Gönenç: “Şiir simyacısı”
Memet Fuat: “Dili bir kuyumcu gibi işledi.”
Doğan Hızlan: “Dünya şiirinin Atlas’ı”
Ressam, grafik tasarımcısı, şair ve çevirmen Sait Maden’e “kendinizi nasıl tanımlarsınız?”
diye sorduklarında, “Şairim.” cevabını verir. Bu cevaptan da anlaşıldığı üzere, o kendini öncelikle,
şiir yeteneğiyle tanımlamaktan memnuniyet duyar. Nitekim grafik tasarımcılığı ve çevirmenlik,
onun hayatına edebiyat, özellikle de şiir sayesinde girer. Yayıncı, şair ve kitapçı gibi çevrelerle
yakınlığı artınca resimden para kazanamayan Sait Maden, kitap tasarımlarıyla hem para
kazanmaya hem de grafik tasarımcısı tarafını geliştirmeye başlar. “1950’li yıllarda grafik
sanatlarına ilgisi artmaya başladı. 1955-60 yılları arasında tiyatro dekorları ve sinema afişleri
tasarladı, çizdi. 1960’tan sonra ilgisini tamamen grafiğe yoğunlaştırdı. 8 bin kitap ve dergi kapağı
çizerek bu alanda bir rekora imza attı. Kitaplarında kullandığı fontların bazıları da kendi
tasarımıdır. 500 kadar logo, broşür, ambalaj ve etiket tasarımı yapan Maden siyasi partiler için
seçim afişleri de tasarladı. 1958-1963 yılları arasında gazetecilik yaptı. 1964’te kendi atölyesini
kurdu. 1968’de faaliyete geçen Grafik Sanatçıları Derneği’nin kurucularından biri de oydu.”
(www.antoloji.com/sait-maden/hayati/)
Sait Maden, geçirdiği açık kalp ameliyatı sonrasında gelişen zatürreye bağlı olarak 19
Haziran 2013 tarihinde vefat etti. Karacaahmet Mezarlığına defnedildi.
Sait Maden, çocuk kitapları yazarı ve çizeri Ayten Maden ile evlendi. Biri kız, biri
erkek (Can ve Sarp) iki çocuğu oldu. Babası gibi sanatla ilgilenen Sarp Maden, Türkiye’nin
önde gelen gitaristlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
3.Eserleri
Sait Maden, hayatı boyunca resim, grafik ve şiirle örülü bir dünyada yaşadı. Tıpkı hocası
Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi “bir koltukta iki karpuz” taşıdı. Grafik tasarımcılığı yönü, görsel
özellikler taşıması ve geçimini sağladığı iş olması hasebiyle ön plana çıktı. En az bu alandaki

171
çalışmaları kadar uğraş verip hatta çok daha fazla önemsemiş olmasına rağmen, Sait
Maden’in şiirleri ve şiir çevirileri gölgede kaldı. Sanatçının bu yönü üzerine akademik ve
bilimsel boyutta çalışmalar bugüne değin yapılmadı. Bu bildiri ile, konuya bir giriş sağlanarak
Sait Maden’in edebî yönü ve çalışmaları üzerine dikkat çekmek amaçlandı.
Sait Maden’in yayımlanan eserlerini, dört başlık hâlinde, şu şekilde sınıflandırmak
mümkündür:
Bütün şiirleri belli bir görsel bütünlük ve tema sırasıyla yayımlandı. Bunlar: Açıl Ey
Gizem! (Ekim 1996), Yol Yazıları (Ekim 1997), Hiçlemeler (Ekim 1997) ve Şiirin Dip
Sularında (2004).
Dünya Şiiri Serisi: Yeryüzü Şiiri (İnsanoğlunun beş bin yıllık şiir serüveni-1),
Yeryüzü Destanları (İnsanoğlunun beş bin yıllık şiir serüveni-2), Gılgamış Destanı
(İnsanoğlunun beş bin yıllık şiir serüveni- 3), Çağdaş İspanyol Şiiri Antolojisi.
Çevirileri: Charles Baudelaire: Kötülük Çiçekleri, Federico Garcia Lorca: Bütün
Şiirler (İlk Şiirler, Çingene Romansları, Ozan New York’ta, Tamarit Divanı), Louis Aragon:
Elsa’ya Şiirler, Pablo Neruda: 20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı, Pablo Neruda: Kara Ada
Şiirleri, Vladimir Mayakovski: Şiirler, Octavio Paz: Güneş Taşı, Fuzuli: Bugünün Diliyle
Seçmeler, Edgar Poe: Örneklerle Şiirin İlkesi.
Bağımsız Eserleri: Sait Maden: Simgeler, Sait Maden: Cinayet Granada’da İşlendi,
Baudelaire: Apaçık Yüreğim, Blaise Cendrars: Küçük Zenci Masalları, Kristof Kolomb: Seyir
Defterleri.
Sait Maden’in kitaplarının tamamı Çekirdek Yayınları yayınıdır. Hep aynı yayınevi
aracılığıyla eserlerinin çıkması, kitapların kapak tasarımları arasında bir bütünlüğün
oluşmasını sağlamıştır. Grafik sanatçısı olarak bu işi Sait Maden bizzat üstlenmiştir. Öte
yandan şiirlerindeki “çekirdek” teması düşünüldüğünde yayınevinin isminin neden çekirdek
olduğu ve bu ismin kendisi tarafından verildiği anlaşılmaktadır. Sait Maden için çekirdek
“gizemcik” demektir, “bilinmezin ilk düğümü”dür (Maden, 99.s.).
4.Çeviri ve Şiirleri
Edebî faaliyetlerine daha çocuk yaşlardayken şiir yazarak başlayan Sait Maden,
Baudelaire’den yaptığı şiir çevirisinin Varlık dergisi tarafından ödüllendirilmesiyle bir
çevirmen olarak ilk gençlik yıllarında rüştünü ispatlayarak yoluna devam etmiştir. Sait
Maden’in yeteneğini görmek açısından Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980) ve kendisinin
farklı zamanlarda çevirdikleri Baudelaire’e ait “Moesta Et Errabunda” başlıklı şiirin birinci
dörtlüklerini dikkate alarak kıyaslayacak olursak;
Ahmet Muhip Dıranas:
“De bana, kalbin uçar mı bazan, Agathe.
Bu pis şehrin kara ummanından uzak.
Başka bir ummana, sade renk ve hayat,
Ve bekâret gibi, mavi, derin, berrak?
De bana, kalbin uçar mı bazan Agathe?” (Baudelaire, 10.s.)
Sait Maden:
“Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan.
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra?” (Baudelaire, 1952, 10.s.)
Yaş ve tecrübe olarak Sait Maden’den büyük olan Ahmet Muhip Dıranas’ın çevirisi
sönüktür. Hâlbuki Sait Maden’in çevirisinde şiir âdeta yeniden yazılmıştır. Çeviri, telif eser
ahengi taşır. Bütününe özgünlük ve müzikalite hâkimdir. Nitekim, diğer çevirilerinde de aynı
farklılık kendini gösterir. “Şiir çevrilemez, ancak yeni baştan yazılabilir” düşüncesini ispatlar
nitelikte çalışmalar yapan Sait Maden, birçok şairin dilimizde zevkle okunmasını ve

172
tanınmasını sağlar. Bunların içinde özellikle Baudelaire’in ayrı bir yeri vardır. Baudelaire’den
“Yolculuk” şiirini çevirirken başta Yahya Kemal’in “Paris’te genç iken koyu Baudelaire-
perest idim, Balkon’la, Yolculuk’la, Güzellikle mest idim” (Maden, 42.s.) sözünü alıntılaması
dikkat çekicidir. Böylece, hem geleneği bildiğini ve ondan kopmadığını gösterir hem de
Yahya Kemal gibi kendisinin de Baudelaire’e ayrı ve özel bir ilgisinin olduğunu belli eder.
Sait Maden’in kitap boyutuna gelecek kadar çok şiirini çevirdiği, hatta bu çabasıyla
Şili hükümetinden ödül aldığı bir isim vardır: Pablo Neruda. Maden’in Varlık dergisindeki
Neruda çevirilerinden biri şöyledir:
“Ve o zamanlar oldu bu… Şiir
aramaya geldi beni. Bilmem ki,
bilmem ki nerden
yükseldi, ya kıştan, ya ırmaktan.
Bilmem ki nasıl, ne zaman,
Hayır, sesler değildi bu, değildi
Sözcükler ya da sessizlik:
bir sokaktan sesleniyordu bana,
gecenin dallarından,
ötekiler arasında ansızın,
yanan ateşler arasında
ya da ıssız köşede,
oradaydı yüzü yok
ve dokunuyordu bana.

Ne diyeceğimi bilemiyordum,
ağzımsa
bilemiyordu
adlandırmayı,
kördü gözlerim
ve bir şeyler çarpıyordu içime
ateş gibi, yitik kanatlar gibi
ve ben bir başıma geliştim usul usul,
uğraşıp çözerek
bu yangıyı
ve ilk anlaşılmaz satırı yazdım,
anlaşılmaz, temelsiz, saf
eşekliği,
saf bilgisini
hiç bir şey bilmeyen kimsenin
ve gördüm birdenbire
açık
ve tanelenmiş
gökyüzünü,
gezegenleri,
canlı fidanlıkları,
delinmiş,
göz göz olmuş
gölgesini okların, ateşin, çiçeklerin,
yuvarlanan ve ezen geceyi, evreni.

Ve ben, en ufak yaratık,

173
gizem görünümünde
ve tarzındaki
o büyük
ve yıldızlı boşlukla şaşkın,
sezdim uçurumun
saf bölümünü,
yuvarlandım yıldızlarla,
yüreğim çözüldü rüzgârda.” (Neruda, 15.s.)
Paul Eluard’ın şiirlerini Türk edebiyatına kazandıran başlıca isimlerden biri olan Sait
Maden, bu şairle ilgili ilk çevirilerini de Varlık’ta yayımlamıştır. Bu şiirler arasında Paul
Eluard’ın 1930’da Andre Breton’la birlikte yazdığı Immaculee Conception (Günahsız gebelik)
adlı yapıttan çevirdiği “öncesiz yargı” adlı şiir de vardır. Çevirinin başlangıç kısmı şöyledir:
“Okuma! Kitapların birçok satırındaki sözcükleri
Birbirinden ayıran aralıkların oluşturduğu beyaz biçimlere bak ve bundan esinlen.
Saklasınlar diye başkalarına ver elini.
Yokuşlarda yatma.
[Us çağında çıkardığın zırhı yeniden giy.
Düzeni olduğu yerde bırak, yoldaki taşları bozup dağıt.]
Kanıyorsan ve bir insansan, taş tahtadaki son sözcüğü sil.
Gözlerini kapat, böylece biçim ver onlara.
[Unuttuğun düşlere ver tanımadığın şeyin
değerini.] …” (Eluard, 46.s.)
Çevirilerinin yanı sıra kendi şiirlerini de kaleme alan Sait Maden, ilk şiir kitabı Açıl
Ey Gizem! (1996) ile birlikte yayımladığı bütün şiirlerinde doğaya ve onunla ilgili tüm
ayrıntılara devamlı surette yer verir. Bitki ve hayvan isimleri açısından şiirleri çok zengindir.
Bu durum, doğaya ve dış dünyaya dair tasvirlerin bolluğundan kaynaklanır. Çiçek kokusu
üzerine olan şiirinde insanın, doğayla, kâinatla bütünleşmesi söz konusudur:
“N’olur artık üstelemeyin,
adım atmam ben o bahçeye;
ne bir karanfili koklarım
ne bir gülü, zambağı ne de.
oradan bulaştı bu koku
üstüme başıma, her şeye;
geçtiğim bütün sokaklara,
uğradığım bütün evlere;
toprağımdan o yayılacak
sanki binlerce yıl öteye.” (Maden, 22.s.)
Şiirleri içinde anne temalı olanların ayrı bir yeri vardır. Babaannesinin, kendisi 11
yaşındayken vefat ettiğini belirten Can Maden’in ifadesine göre, Sait Maden raşitizm hastalığı
yüzünden 5 yaşına kadar yürüyememiş ve annesi onu bu süreçte masallarla büyütmüştür.
Köyden masalcı hanımlar getirtip oğluna masal anlattırmıştır. Sait Maden, kendisindeki
edebiyat yeteneğini annesine borçlu olduğunu düşünür. Ayrıca onun annesine düşkünlüğünde
çok erken yaşta ana kucağından, aile ortamından uzaklaşıp eğitim için İstanbul’a gitmesinin
rolü vardır. Annesi, babasından gizli olarak oğlunu İstanbul’a Güzel Sanatlar Akademisinin
lise bölümüne gönderir. Oğluna çok emeği geçtiğinden şiirlerde özel bir biçimde yer alır. Bu
kategorideki şiirlerinden ikisi şöyledir:
“Kavuşma
Anam çağırıyor beni
gece herkes uykudayken
anam çağırıyor beni.

174
Ay gökte bir olmaz ayken
anam çağırıyor beni
yıldızlar ölü sudayken.

Onun usul parmakları


gölgelerle bir arada,
onun usul parmakları.

Bir okşayış gibi ya da


onun usul parmakları
ot kokusunda, havada.

Anam çağırıyor beni


yıldızın, kuşun dilince,
anam çağırıyor beni.

Düşten, esintiden ince


anam çağırıyor beni
göl uykuya çekilince.

Bekle beni, geliyorum


sen yüğrük su, evecen yel,
bekle beni geliyorum.

Rüzgârla savrulup tel tel


bekle beni, geliyorum
uçuruma atılan sel?” (Maden, 21.s.).

“I
Bu topraklar anamın yüzü…
sabah aydınlığında, akşam
gölgesinde uzayıp giden
bu ıssız ovalar, sarı gök,
uzun karga sürüleriyle
bir baştan bir başa yırtılmış
sessizlikler: anamın yüzü;
bu namaz kıldığı seccade
bir ömür boyunca ninemin,
güneyden kuzeye, doğudan
batıya düş ilmikleriyle,
kan nakışlarıyla dokunmuş
kutsal yaygı: anamın yüzü,
boş göklerin dilsizliğinde
sallanırken insanla Tanrı
arasında parıldayan giz
aman vermez bir kılıç gibi;
onun yüzü hep: taştan taşa…” (Maden, 1997a, 11.s.)
Çeviriler sayesinde Türk şiiri kadar dünya şiirini de tanıyan Sait Maden, eserlerinde
evrensel bir ses yakalama peşindedir. Ancak bir pergel ayağı gibi her zaman sabit durduğu yer

175
ve hareket noktası, öz benliği ve Türk şiirinin yüzyıllara uzanan geçmişidir. Bu anlamda,
üçüncü şiir kitabı olan Hiçlemeler içindeki “Erenler” bölümü önemlidir. Bu bölümde
Mevlâna’dan Cahit Külebi’ye uzanan geniş bir yelpazede Yunus, Nesimi, Fuzuli, Baki,
Köroğlu, Karacaoğlan, Neşati, Nedim, Şeyh Galip, Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Yahya
Kemal, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip
Dıranas, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday ve
Behçet Necatigil başlıklarındaki ikilikler söz konusu şairlerin şiirlerinden mülhemdir. Divan
Edebiyatı, Halk Edebiyatı ve Çağdaş Türk Edebiyatı kapsamındaki şahsiyetlerden birer örneği
alıntılamak konuyu somutlaştırması açısından faydalı olacaktır:
Köroğlu
Kıratımı göğe bağladım
Uçup senin üzerinden, dağlar hey! (Maden, 1997b, 128.s.)
Neşati
Yokluğun aynasında her görünen
yokluğun kendisiydi. Yoktum ben. (Maden, 1997b, 130.s.)
Cahit Külebi
Telli turnam, üveyiğim, can kuşum
Türkçem benim! Sesine ses bulmuşum! (Maden, 1997b: 145)
Hayatı boyunca resim ve grafik sanatlarının yanı sıra şiir yazan, şiir çeviren, şiir
antolojisi hazırlayan, özgeçmiş yazan Sait Maden, bütün şiirlerinin son cildinde şiirin şiirini
yazar. Âdeta şiiri bir tanrıça gibi yücelten ve şiirin şeklî özelliklerinden olan sözcük, ses, uyak
gibi unsurlarını şiirin içeriği olarak kullanan bir yol tutar. Artık onun şiirinde, şiirin konusu
uyak, sözcük, ilham, imge ve benzeridir. “15” başlığıyla yayımlanan şiiri buna örnektir:
“Bunca sözcüğün üstüme yığıldığı bir yerde
arama artık beni, sorma gelene geçene;
ne bir iz bulursun ne bir ışık düşer gecene
bu derin yığıntılar, aşılmaz örüntülerde.

Bunca sözcüğün altında kayıplara karıştım, hiçin


hiçine, yokun yokuna döndüm. Arama artık beni;
gelmez hiçbir sese, hiçbir anlama benden kalan
ürperti; her biçime, renk karşıtım.

Arama artık beni. Hiçbir dizede sesim yok,


hiçbir imgede yüzüm. Gök boşluğuna dağılmış
iziyim bir karınca adımının belki de çok çok

ya da bilinmezliğe doğru sürekli düşüşte


kendini var olmayan her titreyişe eş kılmış
sezilir sezilmez işleyişi zamanın düşte.” (Maden, 43.s.)
Şiirin sondan bir önceki üçlüğüne ait mısralar yan yana yazıldığında “Arama artık
beni. Hiçbir dizede sesim yok, hiçbir imgede yüzüm. Gök boşluğuna dağılmış iziyim bir
karınca adımının belki de çok çok” şeklinde bir bütünlüğe kavuşur. Organik yapısı içinde
özellikle “Gök boşluğuna dağılmış iziyim bir karınca adımının belki de çok çok” mısraları
çok çarpıcı ve orijinal bir imgelem dünyasını somutlaştırır.
Sait Maden’in “Ömer Hayyam” başlıklı şiiri onun şiire dair duygusunu veciz bir
biçimde ifade eder niteliktedir:
Ömer Hayyam
Hayyâm’ın elinde bir kadehtir ki şiir
bin yıldır içer ve kanmayız lezzetine. (Maden, 115.s.)

176
Müstakil bir çalışmanın konusu olarak Sait Maden’in şiirleri üzerinde durulması
gereken bir ayrıntı da erotizmdir. Şairin farklı bir anlayışla kadına dair dişil özellikleri şiirin
şekil özellikleri ile birleştirdiği gözlemlenmektedir.
5.Sonuç
Sait Maden (1931-2013) çağdaş Türk resminin ve edebiyatının önemli bir ismidir.
Güzel Sanatlar Akademisinde hocası olan Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi, o da hayatı boyunca
resmi ve şiiri bir arada sürdürür. Grafik tasarımcısı olarak büyük bir şöhrete sahip olur. Öte
yandan şiir okuma merakı sayesinde Fransızca, İspanyolca ve İngilizce başta gelmek üzere
birçok Batı dilini öğrenerek söz konusu dillere ait şiirleri Türkçeye çevirir. Ayrıca kendi
şiirlerini kaleme alır. Şairlik yeteneği sayesinde şiir çevirisinde çok başarılı olur. Baudelaire,
Neruda, Lorca, Eluard gibi şairlerin eserlerini başarıyla Türkçeye aktarır. Çeviri ve telif
eserlerini Çekirdek yayınları aracılığıyla kitaplaştırır.
Sanatçının çok yönlü kimliği içinde grafik tasarımcılığının ön plana çıkması edebî
tarafının gölgede kalmasına yol açmıştır. Kendisiyle ilgili olarak yapılan akademik ve
bilimsel çalışmalar daha çok ressam ve grafik tasarımcısı yönüyle ilgili olmuştur. Bu sebeple,
Sait Maden’in edebî kimliği ile eserleri üzerine yapılacak tahlil ve tespitlere ihtiyaç vardır. Bu
bildiri bir başlangıç olarak sunulmuştur.
KAYNAKLAR
BAUDELAIRE, Charles (1952) “Moesta Et Errabunda (Çev. Sait Maden, A. Muhip)” Varlık,
S. 379, s. 10.
CERAN, Selma (2014) Türk Grafik Sanatı Eğitimine Katkısı Açısından Grafik Sanatçısı Sait
Maden’in Sanatı ve Düşünceleri Üzerine Bir Araştırma. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Güzel Sanatlar
Eğitimi Anabilim Dalı, Resim-iş Eğitimi Bilim Dalı.
ELUARD, Paul (1992) “Öncesiz Yargı” Varlık, S. 1019, s. 46-47.
MADEN, Sait (1990) “1000. Sayıya Doğru Tek Kişilik Ordu” Varlık, S. 994, s. 4-5.
_______ (1991) “Kavuşma” Varlık, S. 1004, s. 21.
_______ (1992) “Ölümünün 125. Yılı Nedeniyle Baudelaire’den Bir Şiir: Yolculuk”
Varlık, S. 1023, s. 42.
______ (1996) Bütün Şiirleri 1 (Açıl Ey Gizem!), Çekirdek Yayınları, İstanbul
______ (1997a) Bütün Şiirleri 2 (Yol Yazıları), Çekirdek Yayınları, İstanbul
______ (1997b) Bütün Şiirleri 3 (Hiçlemeler), Çekirdek Yayınları, İstanbul
______ (2004) Bütün Şiirleri 4 (Şiirin Dip Sularında), Çekirdek Yayınları, İstanbul
NERUDA, Pablo (1981) “Şiir (Çev. Sait Maden)” Varlık, S. 886, s. 15.
TİMURHAN, Semra (2014) Sait Maden; Eserleri ve Türk Grafik Tasarımına Katkıları
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Grafik Tasarımı Anasanat Dalı Programı.
İnternet Kaynağı
www.antoloji.com/sait-maden/hayati/ (Erişim tarihi: 13.08.2018)
TEŞEKKÜR: Bu çalışmanın hazırlanmasındaki katkılarından dolayı Sait Maden’in çocukları
Can Maden ve Sarp Maden’e çok teşekkür ederim.

177
YABANCI DİL OLARAK TÜRKÇE DERS KİTAPLARINDAKİ KONUŞMA
ETKİNLİKLERİNİN KONUŞMA TÜRLERİ AÇISINDAN İNCELENMESİ
1
Dr. Mehmet KURUDAYIOĞLU
Özet
Düşünen ve düşüncelerini iletişim kurduğu kişi ya da kişilere doğru ve etkili bir
şekilde aktarabilen bireyler yetiştirmek için konuşma eğitimi önem taşımaktadır. Bu
doğrultuda, eğitim ortamlarında konuşma becerisinin bilinçli ve sistematik bir biçimde
geliştirilmesi gerekmektedir. Türkçenin yabancılara öğretiminde de aynı durum söz
konusudur. Türkçenin yabancılara öğretiminde dinleme, okuma ve yazma becerilerinin
yanında konuşma becerisinin de geliştirilmesi hedeflenir. Hatta yabancı dil öğretiminde tüm
dil becerileri içerisinde konuşmanın daha ayrı ve özel bir yeri olduğu da söylenebilir. Çünkü
iletişim çoğu zaman konuşma becerisiyle özdeşleşir. Buradan hareketle bu çalışmanın amacı,
konuşma becerisine yönelik oluşturulan etkinliklerin hangi konuşma türlerine ait olduğunu
ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, yabancılara Türkçe öğretimi kitaplarında konuşma
becerisinin görünümünün nasıl olduğu ve konuşma etkinliklerinin hangi konuşma türlerine
yönelik olarak tasarlandığı betimsel olarak araştırılmıştır. Araştırmanın örneklemi olan
etkinlikler Yedi İklim ve İstanbul setlerinden temel düzeyi temsilen A1, orta düzeyi temsilen
B1 ve ileri düzeyi temsilen C1 kitaplarıyla sınırlandırılmıştır. Araştırma verilerin analizinde
içerik analizi yönteminden yararlanılmıştır. Araştırma sonucunda, elde edilen bulgular-
sonuçlar ve bunlar doğrultusunda ortaya konan öneriler paylaşılmıştır.
Giriş
İnsana özgülüğü nedeniyle insan olmanın en belirleyici özelliklerinden olan konuşma,
bireylerin yaşamlarını sürdürmelerinde önemli bir role sahiptir. Konuşma, insanın çevresi ile
iletişim kurmasında en etkili araçtır. Bireyler, konuşma becerileri vasıtasıyla toplum
içerisinde iletişim kurabilirler. Toplum hayatının hemen hemen her yerinde konuşma
faaliyetleri bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz yaşam alanlarında iletişim türü büyük
ölçüde konuşmaya dayalıdır. Bireylerin günlük hayat içerisinde birbirleriyle anlaşmalarında,
gereksinimlerini gidermelerinde ve daha birçok yaşam faaliyetlerini gerçekleştirmelerinde
konuşmanın önemi tartışılamayacak derecede büyüktür. Çünkü konuşma, insanın
varoluşundan kaynaklanan en temel özelliklerinden birisidir.
Alanyazında konuşmanın birçok tanımı bulunmaktadır. Konuşma, “Düşüncelerin,
duyguların ve bilgilerin seslerden oluşan dil aracılığıyla aktarılmasıdır.” (Demirel, 1999:40).
“… konunun zihinde tasarlandıktan sonra karşımızdakilere sözle iletilmesidir” (Sever,
2004:22). “Konuşma kişinin isteklerini, düşüncelerini sözle bildirmesidir.” (Göğüş,
1978:174). “Konuşma bir düşünce alışverişi, başka türlü söylemek gerekirse yaşantılarımızı
başkalarıyla paylaşma işidir” (Kurudayıoğlu, 2013:3). Güneş (2014:3)’e göre ise;
“Konuşma, duygu ve düşüncelerin sözlere aktarılması, zihinsel yapı, süreç ve işlemlerin
açığa çıkarılması olarak açıklanmaktadır.” Yukarıdaki tanımlardan hareketle konuşma;
aktarılmak istenen duygu ya da düşüncenin zihinsel bir hazırlık sürecinden geçerek
muhatabına sözlü olarak iletilmesi olarak tanımlanabilir.
İnsanın sözlü olarak kendini ifade etmesinde en önemli iletişim kanalı olan konuşma,
eğitim sürecinde de ihmal edilmemesi gereken bir beceridir. Düşünen ve düşüncelerini iletişim
kurduğu kişi ya da kişilere doğru ve etkili bir şekilde aktarabilen bireyler yetiştirmek için
konuşma eğitimine gereken önem verilmelidir. Bu doğrultuda, eğitim ortamlarında konuşma
becerisinin bilinçli ve sistematik bir biçimde geliştirilmesi gerekmektedir. Doğru ve etkili
konuşma becerisinin bireylere kazandırılmasında eğitim yaşantılarının önemli bir rolü vardır.
“Konuşma becerisini istenilen seviyeye yükseltecek olan, anlamlı, doğru ve etkili konuşma
ilkelerini kazandıracak eğitim ve öğretim yaşantılarıdır.” (Sağlam, 2010:14). Bu bakımdan

1
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi mkurudayi@hotmail.com

178
konuşma eğitimi, eğitim süreci içerisinde ana dili derslerinin temel alanlarından biri olarak
görülmektedir.
Etkili konuşma becerisinin eğitim yoluyla davranışa dönüştürülmesi ve etkili konuşma
alışkanlığının kazandırılması bireylerin yaşam deneyimlerini doğrudan etkilemektedir.
Konuşma becerisi gelişmiş bireyler, bu vasıflarından dolayı toplum hayatında daha özgüvenli
ve başarılı olurlar. Toplum içerisinde, kendilerini herhangi bir kaygı taşımadan, rahat ve akıcı
bir şekilde ifade ederler. Anlatmak istediklerini muhataplarına anlaşılır bir şekilde aktarırlar.
Bütün bunlar, bireylerin mutlu bir yaşam sürmesinde etkili olan faktörlerdir.
Konuşma Türleri
Konuşma türleri, konuşmanın kendine özgü amacı ve işlevi, sunuluş şekli ve konuşucu-
dinleyici nitelikleri çerçevesinde sınıflandırılmaktadır. Konuşma türleriyle ilgili yapılan
araştırmalar incelendiğinde, konuşmanın türlere ayrılmasında araştırmacılar arasında uzlaşı
olmadığı görülmektedir. Bazı araştırmacılar konuşmayı işleve göre sınıflandırarak ikna edici
konuşma, güdümlü konuşma gibi türlere ayırırken, bazı araştırmacıların konuşucu niteliklerini ön
plana alarak konuşmayı karşılıklı ve tekil konuşmalar şeklinde sınıflandırdığı görülmektedir.
Konuşmanın sunuluş şeklinin esas alan araştırmacılar ise konuşmayı hazırlıklı ve hazırlıksız
konuşmalar olarak çeşitlendirmektedir. (Şimşek, 2004; Temizyürek, 2013; Yalçın, 2006).
Konuşma türlerini sınıflandırılması konusunda farklı görüşler mevcuttur. Taşer (2015),
konuşma türlerini işlevlerine göre sınıflandırmaktadır. Ona göre konuşma türleri; günlük
konuşma, tartışma, görüşme, konferans, söylev, demeç, yorumlayıcı konuşma ve inandırıcı
konuşmadır. Karadüz (2011), konuşma türlerini ikna etme, eleştirel konuşma, katılımlı
konuşma, tartışma, empati kurma, güdümlü konuşma, kelime ve kavram havuzundan seçerek
konuşma, serbest konuşma ve yaratıcı konuşma olarak belirtir. Avrupa Dilleri Ortak Çerçeve
Metni ise konuşma türlerini, kamu ilanları ve talimatlar, topluluk huzurunda konuşmalar,
dersler, sunumlar, vaazlar, ayinler, eğlence, spor yorumları, haber yayınları, halka açık
münazaralar ve konuşmalar, kişilerarası diyaloglar ve sohbetler, telefon ve iş görüşmeleri
olarak sınıflandırmaktadır. (CEF, 2002). Konuşma türlerini sunuluş biçimi açısından ele alan
Yalçın (2006), konuşma türlerini hazırlıklı ve hazırlıksız olmak üzere iki ana gruba ayırır. Bir
başka sınıflandırmaya göre ise konuşma türleri; ikna edici konuşma, betimleyici konuşma ve
sorgulayıcı konuşmadır. (Güneş, 2013). Yukarıdaki farklı sınıflandırmaların çeşitliliğinden
görüldüğü üzere, konuşma türlerinin sınıflandırılmasında araştırmacılar arasında bir uzlaşma
bulunmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu araştırmada konuşma türleri sunuluş açısından ele alınarak, hazırlık ve hazırlıksız
konuşmalar olmak üzere iki ana başlıkta incelenmiştir.
Hazırlıksız Konuşmalar
Hazırlıksız konuşmanın birçok tanımı yapılmıştır. Yalçın (2006:136)’a göre hazırlıksız
konuşma, “kişinin günlük hayatı içinde herhangi bir ön hazırlık yapmadan evde, işyerinde
dinlenme sırasında, ikili ilişkilerinin tümündeki konuşmalardır.” Hazırlıksız konuşmalar,
yaşam deneyimlerimiz sırasında en çok başvurduğumuz konuşma türüdür. Bu sebeple günlük
konuşmalar olarak da adlandırılırlar. “Kişilerin karşılaştıkları sorunlara çözüm üretmek,
içinde bulundukları olay ve durumlar hakkında yorum yapmak, kendi duygu ve düşünceleriyle
ilgili açıklamalarda bulunmak, günlük hayatlarını devam ettirmek için birdenbire herhangi
bir araştırmaya başvurmadan, iletişimin doğal süreci içinde gerçekleştirdikleri konuşmalar,
hazırlıksız konuşmadır.” (Sağlam, 2010, 50)
Hazırlıksız konuşmalar, yer ve zaman açısından düşünüldüğünde, hazırlıklı konuşmalara
göre daha zordur. Konuşma beklenmedik bir yerde, beklenmedik bir zamanda ani olarak
gerçekleşebilir. Ayrıca hazırlıksız konuşmalarda, ön hazırlık yapmak ve plan oluşturmak için uzun
bir vakit bulunmamaktadır. Konuşmacının anlatacağı konuyu doğaçlama olarak sunması gerekir.
Konunun doğaçlama olarak sunulması ön bilgilerin ve yaşam deneyimlerinin zenginliğiyle
yetkinleştirilebilir. Bireyin bilgi donanımının fazla olması ve zengin yaşam

179
deneyimleri, etkili bir hazırlıksız konuşma için önem taşımaktadır. Sever (1998:57) ise etkili
bir hazırlıksız konuşma için şu ilkeleri vurgular:
Güven verici ve içten olmak
Canlı ve doğal olmak
Ölçülü olmak
Dilini iyi bilmek ve kullanmak.
Hazırlıksız konuşmalar temelde ayrıntılı bir plan ve uzun bir ön hazırlığa dayanmasa
da bu tür konuşmalarda kısa bir hazırlık süreci olmaktadır. “Hazırlıksız konuşmada önemli
olan, bu kısa hazırlık süresini en iyi şekilde kullanabilmek ve konuşma içeriğini doğru şekilde
belirleyebilmektir.” (Sağlam, 2010:51). Bu süreçte kullanılabilecek bazı stratejiler
bulunmaktadır. Brayden ve Scott (2008), bunları şöyle sıralar:
Konuşma yapmak istediğimiz hususların belirlenmesi
Belirlenen hususların genişletilmesi
Anlatılanların özetlenmesi.
Hazırlıksız konuşmalar hayatın her alanında kişiyi çevrelemektedir. Günlük hayattaki
iletişim süreçleri büyük ölçüde hazırlıksız konuşmalara dayalıdır. Ancak kişiler bazen
topluluk karşısında hazırlıksız konuşma yapmak durumda kalabilir. Bazen beklenmedik bir
anda kürsüye davet edilebilir. Böyle durumlarda doğru ve etkili hazırlıksız konuşmalar
yapmayı başarabilmek tesadüfî bir süreç değildir. Hazırlıksız konuşmaları etkili kılmanın bazı
yöntemleri bulunmaktadır. Bunlardan biri Laskowski’nin “TIQS” olarak kısalttığı “topic
(konu), importance (önem), qualification, (nitelik), subject (özne)” yöntemidir. Örneğin, bir
ödül töreni için hazırlıksız konuşma yapıldığı düşünülürse, ilk adım ödülün konusu hakkında
konuşmak, ikinci adım ödülün öneminden bahsetmek, üçüncü adım ödülün gerektirdiği
nitelikleri ele almak ve son adım da ödüle layık görülen kişiden söz etmek olabilir. Bu
yöntem aslında anlatılmak istenen konunun farklı yönlerini sınıflandırması bakımından
konuşmacıya kolaylıklar sağlamaktadır. Bir diğer yöntem de Brayden ve Scott (2008)
tarafından şöyle ifade edilir:
1.Konuşma ihtimalinize karşı öngörülü olun, tedbiri elden bırakmayın.
2.Organize olun
3.Bir pozisyon alın
4.Etkili bir dil kullanın
5.Otostop tekniğini kullanın (Başkalarının fikirleriyle başlayın)
6.Hikâye ve anekdot kullanın
7.Referans çalışmaya zaman ayırın.
Hazırlıksız konuşmalar kendi içinde sınıflara ayrılmaktadır. Temizyürek (2013),
hazırlıksız konuşmaları “kendini tanıtma, tanışma ve tanıştırma, teşekkür etme-özür dileme,
telefonda konuşma, ziyaret, karşılama ve uğurlama konuşmaları, selamlaşma konuşmaları, yol
sorma, yol tarif etme konuşmaları, tanıtma (takdim) konuşmaları, anma ve yıl dönümleri
konuşmaları, açış konuşmaları, sunuş konuşmaları, sohbet konuşmaları, fıkra anlatımı, soru
sorma ve sorulara cevap verme ve görevlilerle yapılan konuşmalar” olarak 16 alt başlıkta ele
almıştır. Kişilerin günlük yaşam deneyimleri içerisinde karşılaşabileceği bu türler, konuşma
eğitimi sürecine dâhil edilmeli, hazırlıksız konuşma türleri geniş bir yelpaze içinde eğitim-
öğretim ortamlarında yer almalıdır.
Hazırlıklı Konuşmalar
Önceden belirlenen bir zaman ve mekânda, belli bir ön hazırlık süreci içerisinde
yapılandırılan ve planlı bir şekilde dinleyicilere aktarılan konuşma türüdür. “Nerede, ne zaman
yapılacağı, konusu ve amacı daha önceden bilinen, belli bir plana göre hazırlanarak yapılan
konuşmalardır.” (Yüceer, 2014:38). Hazırlıklı konuşmalar; “konuşma yeri ve zamanı önceden
belirlenerek değişik insan toplulukları karşısında yapılan konuşmalardır.” (Temizyürek, 2013).
Bir başka tanıma göre, kişinin önceden planlama yaparak bilgi, belge ve teknik detayları

180
sentezleyerek yaptığı konuşmalardır. (Yalçın, 2006). Bu tür konuşmalarda genellikle
konuşma konusu dinleyiciler tarafından da bilinmektedir. Dinleyiciler, önceden belirlenmiş
olan konu hakkında bilgi edinmek amacıyla konuşmayı dinlerler.
Hazırlıklı konuşmalar, hazırlıksız konuşmaların aksine bir hazırlık süreci
gerektirmektedir. Bu bakımdan konuşulacak konunun belirlenmesi, konunun gerekli görülen
yönlerinin araştırılması ve bir plan dâhilinde toplanan bilgilerin yapılandırılması etkili bir
hazırlıklı konuşma için elzemdir. İyi bir hazırlık sürecinden sonra ikinci aşama konuşmanın
sunulmasıdır. Bu noktada sesi doğru ve etkili kullanmanın, vurgu ve tonlamaya özen
göstermenin, dilin doğru kullanımının ve jest ve mimik gibi beden dili unsurlarının doğru
kullanımı oldukça önemlidir.
Temizyürek (2006)’e göre, hazırlıklı konuşmalar “konferans, aytışma (münazara),
sempozyum, panel, forum, açık oturum, söylev (nutuk), röportaj ve mülakat” olmak üzere 9
alt başlıkta incelenmektedir.
1.Konferans
Alanında uzman kişiler tarafından, belli bir dinleyici kitlesine bilgi vermek amacıyla
yapılan hazırlıklı konuşma türüdür. “Bilimsel bir düşünceyi, akademik bir konuyu, orijinal bir
görüşü anlatmak, bir tezi savunmak konferansın en belirgin amacıdır.” (Ünalan, 2007).
Konferansın konusu dinleyici kitlesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Bu ihtiyaçlar
doğrultusunda alanında uzman bir konuşmacı tarafından konferans verilir.
2.Aytışma (Münazara)
Bir konu hakkında karşıt görüşlerin karşılıklı olarak savunulmasına dayanan hazırlıklı
konuşma türüdür. “Münazara, önceden belirlenen bir konunun jüri ve dinleyici topluluğu
önünde karşıt görüşten iki grup tarafından tartışılma biçimidir.” (Demirel, 2011). Münazara,
fikirlerin ve sözlerin yarıştırılmasıdır. Münazarada karşıt gruplar kendi fikirlerini savunarak
diğerinin fikirleri çürütmek için gösterirler. Bu bakımdan münazaralar, tez ve onu
antitezinden oluşan fikirler etrafında şekillenir.
Eğitim alanında münazaradan belirli eğitsel amaçlar için yararlanılır. Türkçe eğitimi
açısından bakıldığında, derslerde münazara etkinliklerinin yapılmasının sebebi öğrencilerin
konuşma becerilerini ve eleştirel düşünce yetilerini geliştirmektedir.
3.Sempozyum
“Bir konunun çeşitli yönlerinin, aynı oturumda alanlarında uzman olan değişik
konuşmacılar tarafından sırayla ortaya konduğu tartışmalı toplu konuşmalardır.”
(Ünalan, 2007:96). Genellikle bilimsel bir amaçla gerçekleştirilir. 3-6 kişiden oluşan
konuşmacılar, 5-15 dakika süreyle konuşurlar. Sempozyumda amaç bir konuyu derinlemesine
ele almaktadır.
Sempozyum, katılımcı sayısına göre aynı birden fazla oturumlarda yapılmaktadır. Her
oturumda bir oturum başkanı bulunur. Oturum başkanının görevi oturumları yöneterek,
konuşmacıların sunumlarını belirli süre içinde bitirmesini sağlamaktır.
Sempozyumlarda sunulan konuşma metinlerine bildiri adı verilir. Sempozyum
düzenleme kurulu, istenildiği taktirde sempozyum kapsamında sunulan bildirileri bir kitap
olarak düzenleyerek yayımlayabilir.
4.Panel
Herhangi bir konunun alanının uzmanları tarafından bir başkan yönetiminde ve
dinleyiciler önünde çeşitli yönleriyle ele alındığı hazırlıklı konuşmalardır. “Bir başkanın
yönetiminde, küçük bir tartışmacı grubunun izleyiciler önünde belli bir konuya ilişkin görüş
ve düşüncelerini belirttikleri grup tartışmasıdır.” (Ünalan, 2007, 94). Ele alınan konu
tartışılmaktan ziyade birçok yönden incelenmeye çalışılır.
Özkırımlı (2002), paneli açık oturuma benzetmektedir. Panelin açık oturumdan farkı,
konuşmacı sunumlarından sonra dinleyicilere de söz verilmesi ve dinleyicilerin de görüşlerini

181
açıklama fırsatlarının olmasıdır. Dinleyiciler sorularını sözlü ya da yazılı olarak
sunabilmektedir.
5.Forum
“Forum, bir konuda çok sayıda kişinin çok farklı görüşlerini bildirdiği konuşma
şeklidir.” (Gülsevin ve Boz, 2006:275) Belli bir konuda ortaklığı bulunan bir grubun, ortak
sorunlarının çözümlenmesinde görüş birliğine varmak üzere düzenlenen toplu tartışmaya
forum denir. (Ünalan, 2007). Forumda nihai amaç, üzerinde konuşulan konuda bir mutabakata
varmaktadır.
Forum da bir başkan tarafından yönetilir. Forum konuşmacılarının eşit söz hakkı
alması, katılımcı sayısının çok olması ve ele alınan sorunların çözümüne dair ortak bir anlayış
geliştirilmesinde başkanın sorumluluğu bulunmaktadır. Forum başkanlığı bu bakımdan diğer
hazırlıklı konuşma türlerindeki başkaların görevinden daha zordur.
6.Açık Oturum
Toplumu ilgilendiren siyasi, sosyal ya da kültürel bir konunun değişik görüşlerdeki 3-
5 kişiden oluşan bir konuşmacı grubu tarafından dinleyiciler önünde tartışılmasıdır. Açık
oturum, toplumu yakından ilgilendiren güncel bir konunun değişik görüşlerdeki uzman kişiler
tarafından seçkin bir izleyici önünde tartışılmasıdır (Ünalan, 2007). Açık oturumun amacı,
belirli bir konunun farklı yönlerini ele almaktadır.
Açık oturumda da bir başkan ve en az 3 konuşmacı bulunur. Başkan, oturum sonunda
konuşmaları özetler. Açık oturumda dinleyiciler tartışmaya katılamaz. Açık oturum süresince
her konuşmacıya eşit söz hakkı tanınması gerekir.
7.Söylev (Nutuk)
Söylev, Türkçe Sözlük’te “Bir topluluğa düşünceler, duygular aşılamak amacıyla
söylenen, uzunca, coşkulu ve güzel söz, nutuk, hitabe” biçiminde tanımlanmaktadır. (TDK,
1996:2022). Söylev, diğer birçok hazırlık konuşma türünün aksine bireysel olarak
yapılmaktadır. Söylevde dinleyiciler aktif değildir ancak dinleyicilerin coşkusu konuşmaya
yön verir. Söylevlerin, işledikleri konulara göre siyasi, askeri, dini ve hukuki gibi sıfatlar
alabilir. (Temizyürek, 2013).
8.Röportaj
Herhangi bir yeri, kişiyi, toplumsal, kültürel, ekonomik vb. durum, olay ve olguları
çeşitli yönleriyle tanıtmak amacıyla ilgililerle yüz yüze görüşerek, onların gözlemlerini,
bilgilerini, yorumlarını aktaran türe röportaj adı verilmektedir. (Temizyürek, 2013). Röportaj,
ilgili konunun uzmanıyla soru-cevap biçiminde yapılır.
Röportaja başlamadan önce ciddi bir ön hazırlık süreci vardır. Konu seçimi, seçilen
konu hakkında araştırma yapılması, araştırmalar sonucunda da röportaj sorularının
hazırlanması nitelikli bir röportaj için önemli adımlardır.
9.Mülakat (Görüşme)
Mülakat, röportaj türünün daha özel bir biçimidir. “Toplum tarafından merak edilen
ünlü kişileri tanımak ve topluma tanıtmak, toplumu ilgilendiren önemli bir konuyu
aydınlatmak üzere ünlü kişilerle veya uzmanlarla yapılan konuşmalardan elde edilen
sonuçları aktarmak amacıyla yapılan görüşmelere mülakat denir.” (Temizyürek, 2013, 184).
Mülakat genellikle toplum tarafından ilgi duyulan sanat, siyaset ya da spor dünyasında
tanınmış önemli kişilerle yapılır.
Yöntem
Bu araştırma, Yabancı dil olarak Türkçenin öğretimi setlerinde konuşma
etkinliklerinin hangi konuşma türlerinin öğretimine yönelik olarak tasarlandığını ortaya
koymayı amaçlayan betimsel bir çalışmadır. Araştırmada, bu amaca ulaşmak ve veri toplamak
için içerik analizinden yararlanılmıştır. “İçerik analizi, sözel, yazılı ve diğer materyallerin
nesnel ve sistematik bir şekilde incelenmesine olanak tanıyan bilimsel bir yaklaşımdır.” (Sert
vd., 2012). İçerik analizi sonucunda elde edilen veriler frekans hesaplamaları kullanılarak

182
sınıflandırılmıştır. Araştırmada temel düzeyi temsilen Yedi İklim ve İstanbul setlerinden A1
düzeyi kitapları, orta düzeyi temsilen B1 düzeyi kitapları ve ileri düzeyi temsilen C1 düzeyi
kitapları örneklem olarak kullanılmıştır.
Bulgular
Bu bölümde araştırmanın bulguları yer almaktadır.
Tablo 1. Temel Düzey Yabancılara Türkçe Öğretimi Kitaplarında Konuşma
Türlerinin Görünümü
HAZIRLIKLI Y.İklim İstanbul HAZIRLIKSIZ Y. İklim İstanbul
KONUŞMALAR KONUŞMALAR
Konferans - - Kendini Tanıtma - -
Münazara - - Tanışma ve Tanıştırma 3 -
Sempozyum - - Teşekkür-Özür - -
Panel - - Telefonda Konuşma - -
Forum - - Ziyaret - -
Açık Oturum - - Karşılama ve Uğurlama - -
Söylev - - Selamlaşma Konuşmaları - -
Röportaj 1 - Yol Sorma, Yol Tarifi 2 1
Konuşmaları
Mülakat - - Tanıtma Konuşmaları 2 4
Anma ve Yıldönümü - 1
Konuşmaları
Açış Konuşmaları - -
Sunuş Konuşmaları - 2
Sohbet Konuşmaları 8 -
Fıkra Anlatmak - -
Soru Sorma ve Sorulara 16 17
Cevap Verme Konuşmaları
Görevlilerle Yapılan - -
Konuşmalar
Toplam 1 0 Toplam 31 25
Temel düzey Yedi İklim kitaplarında hazırlıksız konuşmalar; tanışma ve tanıştırma, yol
sorma, yol tarif etme, sohbet konuşmaları ve soru sorma, sorulara cevap verme konuşmaları
olmak üzere 5 farklı türde ele alınırken, hazırlıklı konuşmalar sadece bir röportaj örneğiyle sınırlı
kalmıştır. İstanbul kitabının temel düzey etkinliklerine bakıldığında da benzeri bir durum
görülmektedir. Bu kitapta hazırlıksız konuşmalar; yol sorma, yol tarif etme, tanıtma, anma ve
yıldönümü konuşmaları, sunuş konuşmaları, soru sorma ve sorulara cevap verme konuşmaları
olmak üzere 5 farklı türde ele alınmıştır. Kitapta hazırlıklı konuşma örneği bulgulanmamıştır.
Tablo 2. Orta Düzey Yabancılara Türkçe Öğretimi Kitaplarından Konuşma
Türlerinin Görünümü
HAZIRLIKLI Y.İklim İstanbul HAZIRLIKSIZ Y. İklim İstanbul
KONUŞMALAR KONUŞMALAR
Konferans - - Kendini Tanıtma - -
Münazara - - Tanışma ve Tanıştırma - -
Sempozyum - - Teşekkür-Özür - -
Panel - - Telefonda Konuşma - -
Forum - - Ziyaret - -
Açık Oturum - - Karşılama ve Uğurlama - -
Söylev - - Selamlaşma Konuşmaları - -
Röportaj - 1 Yol Sorma, Yol Tarifi - -
Konuşmaları

183
Mülakat - - Tanıtma Konuşmaları 1 1
Anma ve Yıldönümü 1 -
Konuşmaları
Açış Konuşmaları - -
Sunuş Konuşmaları 4 2
Sohbet Konuşmaları 3 6
Fıkra Anlatmak - -
Soru Sorma ve Sorulara 21 20
Cevap Verme Konuşmaları
Görevlilerle Yapılan 2 -
Konuşmalar
Toplam 0 1 Toplam 32 29
Orta düzey Yedi İklim kitaplarında hazırlıksız konuşmalar; tanıtma, anma ve yıldönümü
konuşmaları, sunuş konuşmaları, sohbet konuşmaları, soru sorma ve sorulara cevap verme
konuşmaları ve görevlilerle yapılan konuşmalar olmak üzere 6 farklı türde ele alınırken, hazırlıklı
konuşmalara herhangi bir örnek etkinlik tespit edilmemiştir. İstanbul kitabının orta düzey
etkinliklerine bakıldığında ise hazırlıksız konuşmalar; tanıtma konuşmaları, sunuş konuşmaları,
sohbet konuşmaları ve soru sorma ve sorulara cevap verme konuşmaları olmak üzere 4 farklı
türde ele alınmıştır. Kitapta yer alan tek hazırlıklı konuşma örneği ise röportaj
türündedir.
Tablo 3. İleri Düzey Yabancılara Türkçe Öğretimi Kitaplarında Konuşma Türlerinin
Görünümü
HAZIRLIKLI Y.İklim İstanbul HAZIRLIKSIZ Y. İklim İstanbul
KONUŞMALAR KONUŞMALAR
Konferans 2 - Kendini Tanıtma - -
Münazara - 3 Tanışma ve Tanıştırma - -
Sempozyum 1 - Teşekkür-Özür - -
Panel - - Telefonda Konuşma - -
Forum - - Ziyaret - -
Açık Oturum - - Karşılama ve Uğurlama - -
Söylev - - Selamlaşma Konuşmaları - -
Röportaj - 1 Yol Sorma, Yol Tarifi - -
Konuşmaları
Mülakat - - Tanıtma Konuşmaları - -
Anma ve Yıldönümü - -
Konuşmaları
Açış Konuşmaları - -
Sunuş Konuşmaları 1 5
Sohbet Konuşmaları 1 1
Fıkra Anlatmak 1 1
Soru Sorma ve Sorulara 16 52
Cevap Verme Konuşmaları
Görevlilerle Yapılan 1 3
Konuşmalar
Toplam 3 4 Toplam 20 63
İleri düzey Yedi İklim kitaplarında hazırlıksız konuşmalar; sunuş konuşmaları, sohbet
konuşmaları, fıkra anlatma, soru sorma ve sorulara cevap verme konuşmaları ve görevlilerle
yapılan konuşmalar olmak üzere 5 farklı türde ele alınırken, hazırlıklı konuşmalar konferans ve
sempozyum ile sınırlı kalmıştır. İstanbul kitabının ileri düzey etkinliklerine bakıldığında ise
hazırlıksız konuşmalar; sunuş konuşmaları, sohbet konuşmaları, fıkra anlatma, soru sorma ve

184
sorulara cevap verme konuşmaları ve görevlilerle yapılan konuşmalar olmak üzere 5 farklı türde
ele alınmıştır. Kitapta yer alan hazırlıklı konuşma örnekleri ise münazara ve röportaj türündedir.
Tablo 4. Temel-Orta-İleri Düzey Yedi İklim Kitaplarında Konuşma Türlerinin
Görünümü
HAZIRLIKLI Y.İklim HAZIRLIKSIZ Y. İklim
KONUŞMALAR KONUŞMALAR
Konferans 2 Kendini Tanıtma -
Münazara - Tanışma ve Tanıştırma 3
Sempozyum 1 Teşekkür-Özür -
Panel - Telefonda Konuşma -
Forum - Ziyaret -
Açık Oturum - Karşılama ve Uğurlama -
Söylev - Selamlaşma Konuşmaları -
Röportaj 1 Yol Sorma, Yol Tarifi 2
Konuşmaları
Mülakat - Tanıtma Konuşmaları 3
Anma ve Yıldönümü 1
Konuşmaları
Açış Konuşmaları -
Sunuş Konuşmaları 5
Sohbet Konuşmaları 12
Fıkra Anlatmak 1
Soru Sorma ve Sorulara 53
Cevap Verme Konuşmaları
Görevlilerle Yapılan 3
Konuşmalar
Toplam 4 Toplam 146
Yedi İklim temel, orta ve ileri düzey kitaplarında yer alan hazırlıksız konuşmalar;
tanışma ve tanıştırma konuşmaları, yol sorma ve yol tarifi konuşmaları, tanıtma konuşmaları,
anma ve yıldönümü konuşmaları, sunuş konuşmaları, sohbet konuşmaları, fıkra anlatımı, soru
sorma ve sorulara cevap verme konuşmaları ve görevlilerle yapılan konuşmalar olmak üzere 9
farklı türde ele alınırken, hazırlı konuşmalar; konferans, sempozyum ve röportaj ile sınırlı
kalmıştır. Kitapta tespit edilen toplam hazırlıksız konuşma etkinliği 146 iken, hazırlıklı
konuşma etkinlikleri ise sadece 4’tür.
Tablo 5. Temel-Orta-İleri Düzey İstanbul Kitaplarında Konuşma Türlerinin Görünümü
HAZIRLIKLI İstanbul HAZIRLIKSIZ İstanbul
KONUŞMALAR KONUŞMALAR
Konferans - Kendini Tanıtma -
Münazara 3 Tanışma ve Tanıştırma -
Sempozyum - Teşekkür-Özür -
Panel - Telefonda Konuşma -
Forum - Ziyaret -
Açık Oturum - Karşılama ve Uğurlama -
Söylev - Selamlaşma Konuşmaları -
Röportaj 2 Yol Sorma, Yol Tarifi 1
Konuşmaları
Mülakat - Tanıtma Konuşmaları 5
Anma ve Yıldönümü 1
Konuşmaları
Açış Konuşmaları -

185
Sunuş Konuşmaları 9
Sohbet Konuşmaları 7
Fıkra Anlatmak 1
Soru Sorma ve Sorulara 89
Cevap Verme Konuşmaları
Görevlilerle Yapılan 3
Konuşmalar
Toplam 5 Toplam 117
İstanbul temel, orta ve ileri düzey kitaplarında yer alan hazırlıksız konuşmalar; yol
sorma ve yol tarifi konuşmaları, tanıtma konuşmaları, anma ve yıldönümü konuşmaları, sunuş
konuşmaları, sohbet konuşmaları, fıkra anlatımı, soru sorma ve sorulara cevap verme
konuşmaları ve görevlilerle yapılan konuşmalar olmak üzere 8 farklı türde ele alınırken,
hazırlı konuşmalar; münazara ve röportaj ile sınırlı kalmıştır. Kitapta tespit edilen toplam
hazırlıksız konuşma etkinliği 117 iken, hazırlıklı konuşma etkinlikleri ise sadece 5’tir.
Tablo 6. Temel-Orta-İleri Düzey Kitap Setlerinde Konuşma Türlerinin Görünümü
HAZIRLIKLI Y.İklim HAZIRLIKSIZ Y. İklim
KONUŞMALAR İstanbul KONUŞMALAR İstanbul

Konferans 2 Kendini Tanıtma -


Münazara 3 Tanışma ve Tanıştırma 3
Sempozyum 1 Teşekkür-Özür -
Panel - Telefonda Konuşma -
Forum - Ziyaret -
Açık Oturum - Karşılama ve Uğurlama -
Söylev - Selamlaşma Konuşmaları -
Röportaj 3 Yol Sorma, Yol Tarifi 3
Konuşmaları
Mülakat - Tanıtma Konuşmaları 8
Anma ve Yıldönümü 2
Konuşmaları
Açış Konuşmaları -
Sunuş Konuşmaları 14
Sohbet Konuşmaları 19
Fıkra Anlatmak 2
Soru Sorma ve Sorulara 141
Cevap Verme Konuşmaları
Görevlilerle Yapılan 6
Konuşmalar
Toplam 9 Toplam 200
Yedi İklim ve İstanbul temel, orta ve ileri düzey kitaplarında görülen hazırlıklı
konuşma türleri; tanışma ve tanıştırma, yol sorma ve yol tarifi konuşmaları, tanıtma
konuşmaları, anma ve yıldönümü konuşmaları, sunuş konuşmaları, sohbet konuşmaları, fıkra
anlatımı, soru sorma ve sorulara cevap verme konuşmaları ve görevlilerle yapılan konuşmalar
olmak üzere 9 farklı türde ele alınırken, hazırlıklı konuşmalar; konferans, münazara,
sempozyum, ve röportajdan oluşmuştur. Nicelik açısından bakıldığında ise hazırlıklı ve
hazırlıksız konuşmalar arasında büyük bir fark görülmektedir. Kitaplarda bulgulanan
hazırlıklı konuşma sayısı sadece 9 iken, hazırlıksız konuşma sayısı 200’dür.
Sonuç
Araştırmanın sonuçları kısaca şöyle özetlenebilir:
a) Temel düzey ile ilgili sonuçlar:

186
1.Temel düzey Yedi İklim kitabında 9 hazırlıklı konuşma türünden sadece birine yer
verilmiştir.
2.Temel düzey Yedi İklim kitabında 17 hazırlıksız konuşma türünden 5’i etkinliklerde
yer bulmuştur.
3.Temel düzey İstanbul kitabında 9 hazırlıklı konuşma türünden hiçbiri
bulunmamaktadır.
4.Temel düzey İstanbul kitabında 17 hazırlıksız konuşma türünden 5’i etkinliklerde
yer bulmuştur.
5.Temel düzey kitaplarında 9 hazırlıklı konuşma türünden sadece röportaja yer
verilmiştir.
6.Temel düzey kitaplarından 17 hazırlıksız konuşma türünden; tanışma ve tanıştırma,
yol sorma, yol tarif etme, sohbet konuşmaları, sunuş konuşmaları ve soru sorma, sorulara
cevap verme konuşmaları olmak üzere 7 farklı konuşma türüne yerilmiştir.
b) Orta düzey ile ilgili sonuçlar:
1.Orta düzey Yedi İklim kitabında 9 hazırlıklı konuşma türünden hiçbirine yer
verilmemiştir.
2.Orta düzey Yedi İklim kitabında 17 hazırlıksız konuşma türünden 6’sı etkinliklerde
yer bulmuştur.
3.Orta düzey İstanbul kitabında 9 hazırlıklı konuşma türünden hiçbiri bulunmamaktadır.
4.Orta düzey İstanbul kitabından 17 hazırlıksız konuşma türünün 4’ü ile ilgili
etkinliklere yer verilmiştir.
5.Orta düzey kitaplarında 9 hazırlıklı konuşma türünden sadece röportaja yer vermiştir.
6.Orta düzey kitaplarında 17 hazırlıksız konuşma türünden; tanıtma, anma ve
yıldönümü konuşmaları, sunuş konuşmaları, sohbet konuşmaları, soru sorma ve sorulara
cevap verme konuşmaları ve görevlilerle yapılan konuşmalar olmak üzere 6 farklı konuşma
türüne yer vermiştir.
İleri Düzey ile ilgili sonuçlar:
1.İleri düzey Yedi İklim kitabında 9 hazırlıklı konuşma türünden 3’ü ile ilgili
etkinliklere yer verilmiştir.
2.İleri düzey Yedi İklim kitabında 17 hazırlıksız konuşma türünden 5’i etkinliklerde
yer bulmuştur.
3.İleri düzey İstanbul kitabında 9 hazırlıklı konuşma türünden 4’ü ile ilgili etkinliklere
yer verilmiştir.
4.İleri düzey İstanbul kitabından 17 hazırlıksız konuşma türünün 5’i ile ilgili
etkinliklere yer verilmiştir.
5.İleri düzey kitaplarında 9 hazırlıklı konuşma türünden 4’ü ile ilgili etkinlikler vardır.
6.İleri düzey kitaplarında 17 hazırlıksız konuşma türünden; sunuş konuşmaları, sohbet
konuşmaları, fıkra anlatma, soru sorma ve sorulara cevap verme konuşmaları ve görevlilerle
yapılan konuşmalar olmak üzere 5 farklı konuşma türü etkinliği bulunmaktadır.
d) Genel sonuçlar:
Temel düzey ve orta düzeyde hazırlıklı konuşma örnekleri aynı sayıda kalırken, ileri
düzey kitaplarında hazırlıklı konuşma örneklerinin çoğaldığı görülmektedir.
Temel, orta ve ileri düzey kitaplarda kendini tanıtma, teşekkür-özür konuşmaları,
telefonda konuşma, ziyaret, karşılama ve uğurlama, selamlaşma konuşmaları, açış
konuşmaları gibi hazırlıksız konuşma türlerine hiç yer verilmemiştir.
Temel, orta ve ileri düzey kitaplarda panel, forum, açık oturum, söylev ve mülakat gibi
hazırlıklı konuşma türlerine hiç yer verilmemiştir.
Temel, orta ve ileri düzey kitaplarda hazırlık konuşmaların sayısı, hazırlıksız
konuşmalara göre çok düşüktür. Bu kitaplarda toplam hazırlıklı konuşma etkinliği sayısı 9
iken, hazırlıksız konuşma etkinliği sayısı 200’dür.

187
Öneriler
Araştırma kapsamında ortaya konulan öneriler şunlardır:
Yabancı dil olarak Türkçe öğretimi kitabında konuşma etkinliklerinin sayısı
artırılmalıdır.
Hazırlı ve hazırlıklı konuşma etkinliklerinde konuşma türlerine göre dağılımlar dengeli
olmalıdır.
Hazırlı ve hazırlıksız konuşmaların tüm alt türlerinden etkinliklere mümkün olduğunca
kitaplarda yer verilmelidir.
KAYNAKLAR
BYRDON, S.R. ve Scott, M.D. (2008) Between One and Many The Art and Science of Public
Speaking, Mcgraw –Hill Pres, New York
CEF. (2002) “Common European Framework of Reference for Languages: Learning,
Teaching”, Assessment Case Studies. Council of Europe, Strasbourg
DEMİREL, Ö. (1999) İlköğretim Okullarında Türkçe Öğretimi, MEB Yayınevi, İstanbul
DEMİREL, Ö. (2011) “Konuşma Türleri”. Türkçe Sözlü Anlatım içinde. D. Belet (Ed).
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir
GÖĞÜŞ, B. (1978) Orta Dereceli Okullarımızda Türkçe ve Yazın Eğitimi, Gül Yayıncılık,
Ankara
GÜLSEVİN, G. ve BOZ, E. (2006) Türk Dili ve Kompozisyon 1-2. Tablet Yayınları, Konya
GÜNEŞ, F. (2013) Türkçe Öğretimi Yaklaşımlar ve Modeller, Pegem Akademi, Ankara
GÜNEŞ, F. (2014) “Konuşma Öğretimi Yaklaşım ve Modelleri” Bartın Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 3, 1, 1-27.
KARADÜZ, A. (2011) Konuşma Eğitimi, Pegem Akademi, Ankara KURUDAYIOĞLU, M.
(2013) Konuşma Eğitimi, Kriter Yayınevi, İstanbul ÖZKIRIMLI, A. (2002) Türk Dili, Dil ve
Anlatım, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul SAĞLAM, Ö. (2010) 7. Sınıf Öğrencilerinin
Hazırlıksız Konuşma Becerileri Üzerine Bir Araştırma (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara

SERT, G., KURTOĞLU, M, AKINCI, A. ve SEFEROĞLU, S. (2012) “Öğretmenlerin


Teknoloji Kullanma Durumlarını İnceleyen Araştırmalara Bir Bakış: Bir İçerik Analizi
Çalışması” Akademik Bilişim Konferansı Bildirileri.
SEVER, S. (1998) “Dil ve İletişim”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,
C.31 S.51-66.
ŞİMŞEK, H.A. (2004) İlköğretim İkinci Kademe Türkçe Öğretiminde Konuşma Becerisinin
Önemi ve Geliştirme Yolları, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Gazi Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Enstitüsü, Ankara
TAŞER, S. (2015) Konuşma Eğitimi, Pegasus Yayınları, İstanbul
TEMİZYÜREK, F. ERDEM, İ. ve TEMİZKAN, M. (2013) Konuşma Eğitimi, Pegem
Akademi, Ankara
TÜRKÇE SÖZLÜK (1996) Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
ÜNALAN, Ş. (2007) Sözlü Anlatım, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara
YALÇIN, A. (2006) Türkçe Öğretim Yöntemleri Yeni Yaklaşımlar, Akçağ Yayınları, Ankara
YÜCEER, D. (2014) Türkçe Öğretmenliği Birinci Sınıf Öğrencilerinin Hazırlıksız Konuşma
Becerileri Üzerine Bir Araştırma, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Gazi Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara

188
YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE ÖĞRENİCİ SÖZLÜKLERİNİN YERİ Dr.
Nilüfer SERİN
Özet
Bir dili yabancı dil olarak öğrenen bir bireyin, seviyesinin oldukça üstünde olan genel
amaçlı sözlüklerden yararlanması mümkün görünmemektedir. Bu da yabancı dil
öğrenicilerinin özellikleri, ilgi ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak yeni bir sözlük
hazırlama ihtiyacını doğurmaktadır. Bu ihtiyaçtan yola çıkılarak hazırlanan öğrenici
sözlükleri, özel amaçlı sözlüklerin bir çeşidini oluşturmaktadır. Pedagojik amaçlı hazırlanan
bu sözlükler, “yabancı bir dili orta ve ileri seviyede öğrenenlere yönelik hazırlanan
sözlükler”dir (Jackson). Türkiye’de yeni yeni gelişmeye başlayan ve araştırmalara konu olan
sözlükbilimin özel bir alt alanı olarak öğrenici sözlükbilimiyle ilgili çalışmalar oldukça
nadirdir. Bundan yola çıkılarak bu araştırmada tarihî süreçte öğrenici sözlükbilimin gelişimi,
bir disiplin hâline gelme süreci hakkında bilgi verilerek, öğrenici sözlükleri hazırlarken
dikkate alınması gereken temel ilkelerden bahsedilmiştir. Ayrıca tek dilli ve iki dilli öğrenici
sözlüklerinin kullanım alanlarına, günümüz öğretim teknolojisine uygun olarak hazırlanan
elektronik/sanal öğrenici sözlüklerine değinilmiştir. Son olarak yabancılara Türkçe öğretmek
amacıyla hazırlan bu tür sözlükler tanıtılarak, bu sahada öğrenici sözlüklerinin yeri, onlardan
nasıl faydalanabileceği hususu dikkatlere sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Öğrenici sözlükleri, yabancılara Türkçe öğretimi, tek dilli sözlükler, iki
dilli sözlükler, tematik sözlükler, elektronik/sanal sözlükler.
Giriş
Sözcüklerle ilgili bir referans kitabı özelliği taşıyan sözlükler, hedeflediği kitleye ve
kullanıcı grubuna göre çeşitlilik arz eder. Bunlardan biri olan genel amaçlı sözlükler, anadili
konuşan yetişkin kullanıcılara yönelik olarak hazırlanmış sözlüklerdir. Bu türdeki sözlükler, gerek
ele aldıkları madde başları gerekse sözcüklerin anlamlarının detaylandırılarak verilmesi,
örneklerin seçimi açısından düşünüldüğünde oldukça kapsamlı başvuru kitabı niteliğindeki
eserlerdir. Ancak bir dili yabancı dil olarak öğrenen bir bireyin, seviyesinin oldukça üstünde olan
bu tarz sözlüklerden yararlanması mümkün görünmemektedir. Bu da yabancı dil öğrenicilerinin
özellikleri, ilgi ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak yeni bir sözlük hazırlama ihtiyacını
doğurmaktadır. Bu ihtiyaçtan yola çıkılarak hazırlanan öğrenici sözlükleri, özel amaçlı sözlüklerin
bir çeşidini oluşturmaktadır. Pedagojik amaçlı hazırlanan bu sözlükler, “yabancı bir dili orta ve
ileri seviyede öğrenenlere yönelik hazırlanan sözlükler”dir (Jackson). Öğrenici sözlükleri ile ana
dil konuşanlar için hazırlanan sözlükler arasındaki temel fark aslında kullanıcı ihtiyacından
kaynaklanmaktadır. Yabancı bir dil öğrenen birey, hedef dildeki en temel ve en sık kullanılan
sözcükleri öğrenmek ve bu sözcüklerin nerede nasıl kullanıldığını görmek isteyecektir.
Dilbilgisel, eşdizimsel, sözdizimsel vb. bazı bilgiler genel sözlüklerde ana dil kullanıcılarının
bildiği düşünülerek genellikle verilmemektedir; ama yabancı dil öğrenicileri için bu tür bilgiler
gerekli olabilmektedir. Ayrıca öğrenici sözlükleri, genel sözlüklere nazaran daha az söz varlığı
unsuruna yer vermekte ve bu sözlüklerde tanımlar daha basit yapılmaktadır.
Öğrenici sözlükleri, sözlüklerle ilgili yapılan tasnif çalışmalarında pedagojik sözlükler
içerisinde yer almaktadır. Araştırmacılar tarafından yapılan bu tür tasnif çalışmaları
incelendiğinde aslında pedagojik sözlüklere çok az yer verildiği dikkat çekmektedir.
“Romenskaya’nın sınıflandırmasında pedagojik sözlükler, referans kitapları ve bilgi erişim
sözlükleri ile birlikte ‘Amacına göre sözlükler’ başlıklı sekizinci bölümü oluşturmaktadır.
Dubiçinski, biri pedagojik sözlükler olmak üzere dokuz sözlük kategorisinden bahsetmektedir.
Kocaman, öğrenim amaçlı sözlükleri genel kullanım sözlüklerinin karşıtı olarak

Trabzon Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Türkçe Eğitimi Ana
Bilim Dalı, niluferserin@gmail.com

189
değerlendirmektedir. Sözlükleri işlevlerine göre tasnif eden Tabanakova ve Kovyazina ise
pedagojik sözlükleri eğitsel işlevli sözlüklere örnek göstermektedir.” (akt. Golynskaia, 192 .s.)
Sözlük tasniflerinde pedagojik sözlüklere az rastlanması, mevcut sınıflandırmaların
temelinde çoğunlukla “ne gerekçesi” ile “nasıl gerekçesi”nin yatmasından kaynaklanmaktadır.
Başka bir deyişle, sözlükler genellikle tanımladıkları birimlere (sözcük, deyim, morfem vs.) veya
düzenlenme şekline (abecesel sözlükler, sıklık sözlükleri vs.) göre tasnif edilmektedir. Oysa
çağdaş kuramsal ve uygulamalı sözlükbilimin gittikçe önem kazanan başka bir cephesi
bulunmakta, o da kullanıcı cephesidir (Golynskaia, 192 .s.). Sözlük oluşturmanın aslında ilk
aşamasının kullanıcının ihtiyaçlarını belirlemek olması gerekir çünkü sözlükler, kullanıcılarından
bağımsız olarak düşünülemezler. “Kullanıcının yaşı, ana dili, ikinci veya yabancı dili, dildeki
beceri seviyesi, eğitim seviyesi, sözlük kullanma becerisi, görevi/sıfatı/mesleği (öğretmen,
öğrenci, tercüman, yolcu, kelime oyunu oyuncusu vb.), konumu (coğrafi olarak, evde, iş yeri ve
eğitim kurumlarında vb.)” (Nesi, 66 .s.) sözlük hazırlayıcısının dikkat etmesi gereken kullanıcıya
ait özelliklerdir. Dili değil de insanı merkeze alarak hazırlanan bu sözlüklerde amaç sözlük
kullanıcılarının ihtiyaçlarını karşılamak, insanların daha etkili kullanmalarına yardımcı olmaktır.
Kullanıcı boyutunu göz önünde bulunduran Dubiçinski
(338 .s.), pedagojik sözlükleri iki gruba ayırmaktadır:
1. Dil öğrenenleri hedefleyen sözlükler:
Ana dil konuşucuları için hazırlananlar (ana dil pedagojik sözlükbilimi),
Yabancı dil konuşucuları için hazırlananlar (yabancı dil pedagojik sözlükbilimi).
2. Dil öğretenleri hedefleyen sözlükler:
Ana dil konuşucuları için hazırlananlar,
Yabancı dil konuşucuları için hazırlananlar.
Pedagojik sözlükleri Hartmann ve James, “bir dili öğrenen veya öğretenlerin pratik
eğitimsel ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan bir başvuru eseri” diye tanımlarken
Bergenholtz vd. “belirli kullanıcı gruplarının dil öğrenme sürecini desteklemek amacıyla
tasarlanmış bir araç” olarak tanımlamaktadır (akt. Tarp, 221 .s.). Aslında alanyazın
incelendiğinde, pedagojik sözlüklerle ilgili bir terim karmaşası olduğu göze çarpmaktadır.
Pedagojik sözlükler, öğrenici sözlükleri, okul sözlükleri, çocuklar için hazırlanmış sözlükler,
didaktik sözlükler gibi birçok terim birbirinin yerine kullanılmaktadır. Pedagojik sözlükler ile
öğrenici sözlüklerinin birbirine eş olduğunu düşünen Tarp, “öğrenici” (learner) sözcüğünün,
sadece dil konusunda değil herhangi bir konuda bilgi veya becerileri edinenleri
nitelendirdiğini ileri sürmektedir. Cowie, Giacomini, Rovere gibi araştırmacılar ise öğrenici
sözlüklerinin hem ana dil hem de yabancı dil öğrenenlerin ihtiyacını karşıladığını ileri
sürmektedirler. Alanyazında bir terminoloji problemi olduğu görülmekle birlikte bu çalışmada
“öğrenici sözlükleri (learner’s dictionary)” terimi genel kabul gördüğü biçimde yani “yabancı
dil öğrenenleri hedef alan sözlükler” olarak kullanılacaktır.
Pedagojik sözlükleri, “özellikle (ana veya yabancı) dil edinenler ile her türlü kuramsal
veya uygulamalı disiplinleri öğrenenlere yardımcı olmak üzere hazırlanmış sözlükler” olarak
tanımlayan Tarp (221-228 .s.), bunları “Okul öncesi sözlükleri/Okul sözlükleri/Kolej
sözlükleri” ve “Ana dil öğrenenler için sözlükler/Yabancı dil öğrenenler için
sözlükler/Bilimsel dallarda eğitim görenler için sözlükler” olmak üzere iki ayrı kategoride
incelemektedir.
Öğrenici sözlükleriyle ilgili çeşitli sınıflandırmalar mevcuttur. Bu çalışmalardan birine
imza atan Lebedeva öğrenici sözlüklerini şu şekilde tasnif etmiştir (akt. Golynskaia):
Dil sayısına göre: a) tek dilli sözlükler; b) iki dilli sözlükler; c) çok dilli sözlükler.
Leksikografik biçimine göre: a) açıklayıcı sözlükler; b) kitap dizinleri; c) terim
sözlükleri; ç) eş anlamlı sözcükler sözlüğü; d) sıklık sözlükleri.
Hedef kitlesine göre: a) başlangıç seviyedekiler için sözlükler; b) orta seviyedekiler
için sözlükler; c) ileri seviyedekiler için sözlükler.

190
Boyutuna göre: a) büyük sözlükler; b) orta boyuttaki sözlükler; c) küçük sözlükler; ç)
cep sözlükleri.
Madde başlarının niteliğine göre: a) genel sözlükler; b) ayrımsal sözlükler.
Formatına göre: a) basılı sözlükler; b) elektronik sözlükler.
Öğrenici Sözlükbiliminin Tarihi
Çağdaş sözlükbilimin bir alt alanı olarak 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan öğrenici
sözlük biliminin ilk temsilcileri olarak H. E. Palmer, A.S. Hornby ve M. West sayılabilir.
Kuramsal açıdan yeni bir alan olarak görülmesine rağmen aslında öğrenici sözlüklerinin,
sözlükbilimin ortaya çıkışından itibaren varlığını sürdürdüğü söylenilebilir. Örneğin Sümerce
metinleri okumak için kullanılan ilk Sümerce-Akatça sözlükler, Araplara Türkçe öğretmek
amacıyla hazırlanan Dîvânu Lugâti’t-Türk bu tür sözlüklerin tarihinin oldukça eskiye
götürülebileceğini göstermektedir.
Öğrenici sözlükbilimin tarihi İngiliz dilbilimcisi Henry Sweet’in 1899 yılında yazdığı
“A Practical Study of Languages” adlı eseri ile başlatılabilir. Sweet, ana dil konuşucularıyla
yabancı dil öğrenicilerinin sözcüksel ihtiyaçlarının esasında farklı olduğunu düşünerek
öğrenici sözlüklerinin farklı özelliklerini ortaya koyan ilk dilbilimcidir (Tickoo).
İngilizce öğrenici sözlükbilimi çalışmaları, Michael West’in öncülük ettiği “söz
varlığının kontrolü” hareketi ile başlamıştır. Bu harekette amaç dilin söz varlığını belli bir
sözcük sayısına indirerek yabancı dil öğrenimini kolaylaştırmaktır (Jackson). Bu amaçla
sıklık çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. Thorndike’ın ilki 1921 yılında basılan, 1932’de
10.000 yeni kelime eklenerek genişletilmiş ikinci basımı yapılan Teacher’s Word Book
(Öğretmenler İçin Sözcük Kitabı) adlı çalışması bu alanda öncü kabul edilmektedir.
Sonrasında Edward L. Thorndike ve Irving Lorge tarafından 1944 yılında 10.000 kelime daha
eklenerek Teacher’s Word Book of 30.000 Words (Öğretmenler İçin 30.000 Sözcüklük
Sözcük Kitabı) adıyla yayımlanmıştır.
İlk tek dilli öğrenici sözlüğü, Micheal West’in J.G. Endicott ile beraber yazdığı “The
New Method English Dictionary” (1935) adlı eseridir. Önemli bir diğer sözlük çalışması ise
Palmer ve Hornby tarafından 1942 yılında çıkarılan “Idiomatic and Syntactic Dictionary of
English” isimli genel amaçlı öğrenici sözlüğüdür. Sonrasında bu sözlük genişletilerek
“Oxford Advanced Learner’s Dictionary” adıyla yayımlanmıştır. OALD sözlüğün üçüncü
baskısına kadar gelişmiş seviyede tek öğrenici sözlüğü olma özelliğini korur. Kısa tanımlar,
amaç için uydurulmuş örnek cümleler ve dilbilgisel kalıplar sözlük ilk incelendiğinde göze
çarpan detaylardır.
OALD’ın ilk rakibi Paul Proctor’un editörlüğünde 1978 yılında, “Longman Dictionary
of Contemporary English” başlığıyla yayımlanmıştır. Bu sözlük bazı yenilikler de getirmiştir.
Bunların en önemlisi “tanımlayıcı söz varlığı”nın kullanılmasıdır. Sözlükteki her anlam, ek
bölümde listelenmiş olan İngilizce’deki en yaygın kullanılan 2000 sözcük ile tanımlanmaya
çalışılmıştır. Bunun dışında dilbilgisel kodlamalar da kullanılmıştır.
1987 yılında pek çok önemli yeniliği de beraberinde getiren bir tek dilli öğrenici sözlüğü
yayımlanmıştır. “Collins Cobuild English Dictionary”, bir bilgisayar derlemine dayanarak
hazırlanan ilk sözlüktür. Ayrıca tüm tanımlar cümle hâlinde verilmiş, örnekler de gerçek İngilizce
derleminden alınmıştır. Dilbilgisel bilgiler ise ekstra bir sütunda verilmektedir. Sıklığına göre
anlamlar listelenmiş ve her bir anlam için de örnek cümleler verilmiştir.
Öğrenici sözlükbilimi çalışmaları 1995 yılına gelindiğinde büyük bir ivme kazanmıştır.
OALD beşinci baskısını, LDOCE üçüncü baskısını, COBUILD ise ikinci baskısını yapmıştır. Bu
sözlüklerin her biri artık derlem tabanlı yayımlanmaya başlamış, aynı zamanda sıklık bilgileri
eklenmiş, öğrencilerin anlamakta zorlandığı karışık dilbilgisel kodlamalardan vazgeçilmiştir.
“Cambridge International Dictionary of English” de Paul Proctor editörlüğünde aynı yıl
yayımlanmıştır. Derlem tabanlı olan bu sözlükte her bir ana anlam için ayrı bir maddeye yer
verilmiş, örneklerde yaygın eşdizimlikler de gösterilmiştir. Sonrasında birçok yeniliğe bu

191
sözlüğün öncülük ettiği görülür. Örneğin İngilizcenin farklı lehçelerdeki kullanımı, telaffuzu,
yazımı gibi bilgiler verilmiştir. Ayrıca Cambridge Öğrenci Derlemi kullanılarak ilk kez
yalancı eşdeğerler tablosu da sunulmuştur.
İlerleyen yıllarda öğrenici sözlükbilimi daha da gelişmeye devam etmiştir: Tüm
sözlükler geniş derlemlere dayandırılmış, madde başı sayıları artmış, sözcükler derinlemesine
incelenmiş, eşdizimlere yer verilmiş ve basılı sözlüklerin yanında elektronik sözlükler de
kullanılmaya başlamıştır.
2002 yılında yayımlanan Macmillan English Dictionary for Advanced Learners ve
2008 yılında yayımlanan ilk Amerikan İngilizcesi öğrenici sözlüğü Merriam-Webster’s
Advanced Learner’s English Dictionary öğrenici sözlükbiliminde yüksek bir seviyeye
ulaşıldığını göstermektedir. Sözcükbirimlerin sayısı ve örnekler açısından her iki sözlük de
oldukça kapsamlıdır.
Bunun dışında Almanca, Fransızca, Rusça, Çince, İspanyolca vb. diller için de
hazırlanan öğrenici sözlükleri bulunmaktadır; ancak yabancı dil öğretiminde tek dilli İngilizce
sözlükleri çoğunluğu oluşturmaktadır. Bundan dolayı öğrenici sözlükbilimin tarihinde
İngilizce sözlüklerin gelişimi oldukça önemlidir.
Türkçe öğretmek için hazırlanan sözlüklere bakıldığında Türkçe öğrenici sözlüklerinin
de tarihinin oldukça eskiye gittiğini söylemek mümkündür. İlk olarak Araplara Türkçe
öğretmek için Kaşgarlı Mahmud tarafından hazırlanan Divânu Lugâti’t-Türk (1072-1074) adlı
sözlüğünü sayabiliriz. Türkçe-Arapça iki dilli bir sözlük olarak hazırlanan bu eser Arap
sözlük geleneklerine göre hazırlanmıştır, kelimeler Arapça vezinlere göre tasnif edilmiştir.
7500’den fazla kelime hakkında açıklama yapılmıştır. Kelimelerin örnekleri olarak kullanılan
şiirler, Karahanlı devrine ait küçük bir antoloji oluşturur. Ayrıca birçok atasözüne de bu
eserde yer verilmiştir (Ercilasun; Akar).
Mukaddimetu’l-edeb ise Kıpçakça sözlüklerin en eskilerindendir. Arapça öğrenmek
isteyen Harzemşahlar Devleti hükümdarı Atsız b. Muhammed için kaleme alınan eser, Arapça
kelimelerle kısa cümlelerden oluşan bir sözlüktür. Nüshaların çoğunda Arapça metnin altında
tercümeler bulunmaktadır. Bu tercümeler, Harezm Türkçesi, Farsça, Moğolca ile yazılmıştır.
Eser Arapçanın öğretimi esas alınarak yazılsa da Arapça bilenler için de Türkçe öğrenme
imkânı sunmaktadır (Balcı).
Kıpçak Türkçesine ait sözlükler aslında oldukça çeşitlidir. Bunlardan biri olan Codex
Cumanicus, Latince, Farsça ve Kıpçakçadır. İlk liste alfabetik ikinci liste ise tematiktir. Bir
diğer sözlük ise Endülüslü din bilgini Ebû Hayyan Muhammed bin Yusuf tarafından yazılan
Kitâbü’l-İdrâk li-Lisâni’l-Etrâk’tır. Üç bölümden oluşan sözlük Kıpçakça-Arapça iki dilli
hazırlanmıştır. Sözlük bölümünde isim ve fiiller karışık olarak, Arap alfabe sırasına göre
düzenlenmiştir. Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî, Arapça, Türkçe, Moğolca,
Farsça; Et-Tuhfetü’z-Zekiyye fi’l-Lügati’t-Türkiyye, Bulgatü’l-Müştâk fî Lûgati’t-Türk ve’l-
Kıfçak, ve Ed-Dürretü’l-Mudiyye fi’l-Lügati’t-Türkiyye isimli eserler ise Arapça Türkçe
sözlüklerdir (Ercilasun).
Bir diğer önemli eser ise 13. yüzyıl sonları veya 14. yüzyıl başlarında yazıldığı tahmin
edilen Cemâleddin İbn-i Mühennâ tarafından hazırlanan Hilyetü’l-İnsân ve Helbetü’l-Lisân
(İbn-i Mühennâ Lûgati) isimli lügattir. İbni Mühenna, eserini Arapça yazmış ve üç bölüme
ayırmıştır. Eserin birinci bölümü Farsça, ikinci bölümü Türkçe, üçüncü bölümü ise
Moğolcaya ayrılmıştır (Gül). Sözlük bölümünde tümevarım yöntemi kullanılmıştır. Sözlük,
günlük hayat la ilgili sözcükleri içermesi açısından pratik amaçlı Türkçe öğretimiyle birlikte
birçok sanat terimini içermesiyle de edebî Türkçe öğretimine yöneliktir. Eserde yabancı dil
öğretim yöntemlerinden dil bilgisi - çeviri yöntemi ağırlıklı olarak kullanılmıştır (Bayraktar,
68 .s.). Çağatayca sözlüklerin en önemlileri arasında ise Muhâkemetü’l-Lugateyn, Abuşka
Lugati, Kitâb-ı Zebân-ı Türkî, Senglâh Lugati sayılabilir.

192
Osmanlı Devleti’nde de yabancılara Türkçe öğretimi yapılmaya devam etmiştir.
Devşirme yolu ile Yeniçeri Ocağına alınan çocuklar, özellikle Balkanlar fethedildikten sonra
Müslüman olanlar, savaşlarda alınan esirler, topraklar genişledikçe siyasi ilişkiler sonucunda
Türkçe öğrenenler bunlardan birkaçıdır. Bu dönemde sözlük çalışmaları da devam etmiştir.
Örneğin Sünbülzade Vehbi’nin Tuhfe-i Vehbi adlı eseri Farsça-Türkçe; Esad Mehmed
Efendi’nin Lehçet-ül Lugat Türkçe-Arapça-Farsça; Sir James William’ın Redhouse Sözlüğü
Türkçe-İngilizce olarak hazırlanan iki dilli sözlüklerdir.
Yukarıda bahsedilen sözlükler Türkçe öğretmek amacı da güdülerek hazırlanmış iki
dilli sözlüklerdir ancak modern anlamdaki öğrenici sözlükleri arasında sayılamaz. Çağdaş
sözlükbilimi ilkelerine uygun olarak seviyelere uygun olarak yabancılar için hazırlanmış
Türkçe öğrenici sözlüğüne ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç hem Türkçe öğrenen yabancılar
hem de Türkçe öğretenler tarafından dile getirilmektedir.
Alanyazın tarandığında öğrenici sözlükbilimiyle ilgili yüzyılı aşkın süredir kuramsal ve
uygulamalı çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Türkçe literatürde ise öğrenici sözlüğü
geliştirilmesiyle ilgili çalışmaların yok denecek kadar az olduğu dikkat çekmektedir. Bu
araştırmaları sıralayacak olursak ilk olarak Özcan, bilgisayar destekli çok dilli öğrenici sözlüğü
veritabanı üzerinde çalışmıştır. Aşık, ise araştırmasında Türkçe öğrenen bireylerin öğrenmesi
gereken temel sözcükleri belirlemeyi amaçlamıştır. Bu türden sözvarlığı çalışmaları daha sonra
Arslan, Göçen ve Serin tarafından yapılsa da öğrenici sözlüğü hazırlanması için yeterli değildir.
Berber, öğrenici sözlüğü kullanmanın anımsama üzerinde olumlu etkisinin olup olmadığını
araştırırmıştır. Tüfekçioğlu ise araştırmasında Türkçedeki önadların A maddebaşı konumunda
olan sözlükbirimlerden oluşan bir öğrenici sözlüğü hazırlamıştır. Bu çalışma “Derlem Tabanlı
Çevrim İçi Türkçe Öğrenici Sözlüğü” oluşturma projesinin bir basamağı olarak yapılmıştır ve
proje Özkan tarafından hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Golynskaia ise araştırmasında tek dilli
öğrenici sözlüğü için örnek maddeler oluşturmuştur.
Tek Dilli ve İki Dilli Sözlükler
Tek dilli öğrenici sözlüklerinin yaygınlaşmasının temelinde 20. yüzyılda dil
öğretiminde iletişimsel yaklaşımın benimsenmesi yatmaktadır. İletişimsel yaklaşımda yabancı
dil sınıflarında sadece hedef dilin kullanılması gerektiği savunulmuş bu da tek dilli
sözlüklerin yaygınlık kazanmasına sebep olmuştur. Hedef dile anadil üzerinden erişim
sağlayan iki dilli sözlüklerin negatif transfere yol açacağı, kullanıcıların anadilde düşünerek
tercüme yapmasına sebep olacağı, kullanıcıların iki dildeki sözcüğün tamamen aynı anlama
geldiğini düşünmelerini sağlayacağı gibi gerekçelerle yabancı dil öğrenme sürecini olumsuz
etkileyeceği düşünülmüştür.
Bununla birlikte yapılan araştırmalar (Thumb; Atkins; Atkins & Varantola; Baxter),
öğrenicilerin tercihlerinin iki dilli sözlüklerden yana olduğunu göstermektedir (Golynskaia, 201
.s.). Adamska-Sałaciak (akt. Golynskaia, 201-202 .s.), iki dilli sözlüklerin avantajlarını şöyle
sıralamaktadır:
1. Kullanıcı ile ilgili gerekçeler;
a. İki dilli sözlükler, farklı dil seviyelerindeki öğreniciler tarafından kullanıldığından
daha geniş kitleye hitap ederler.
b. İfade edilmek istenen kavramların hedef dildeki karşılığı bilinmediğinde
kullanıcıların başvurabileceği tek kaynak olarak karşımıza çıkar.
c. Aranan bilgilerin daha hızlı ve kolay bulunabilmesi için olanak sağlar.
2. Anlamın açıklanmasıyla ilgili gerekçeler;
a. İki dilli sözlükler, kullanıcıları anlamları sözlükselleştirme ihtiyacından kurtarır.
“Yabancı bir öğrenci D2’de yazılan tanımı anlayabilse de bu tanımdan yola çıkarak
[sözcüğün] anlamını ifade etmekte, başka bir deyişe sözlükselleştirmekte zorlanabilir.”
b. Tek dilli sözlüklerde, tanımlayıcıların tanımlanandan daha basit olması gerektiği
kuralının ihlal edildiği görülür. Bu durumun sebebi, dilde semantik primitifler (semantic

193
primitives) denen birtakım tanımlanamayan sözcüklerin bulunmasıdır. Semantik primitiflerin
açıklanmaya çalışıldığı tek dilli sözlüklerden farklı olarak, hedef dildeki özdeşlerin doğrudan
sunulduğu iki dilli sözlükler, kullanıcılara tanımları çözme sıkıntısını yaşatmaz. Johnson’un
ifade ettiği gibi, bazı kavramlar için dilde sadece bir sözcük mevcut olduğundan parlak, tatlı,
tuzlu, acı gibi sözcükleri tercüme etmek tanımlamaktan daha kolaydır.
Öğrenciler, iki dilli sözlükleri tercih etmeye meyilli olsalar da öğretmenler dil
öğretiminde genellikle tek dilli sözlükleri tercih etmektedir. Tomaszczyk, kullanıcıların
sözcük dağarcığını zenginleştirmeleri sonucu tek dilli sözlüklerin ileri seviyedeki öğreniciler
için daha yararlı olduğunu kaydetmektedir (akt.: Nesi, 2000: 6). Underhill (akt. Golynskaia
202 .s.), tek dilli sözlükleri kullanmanın avantajlarını şöyle sıralamaktadır:
Kullanıcılar, hedef dilde düşünmek zorunda kalır.
Anlamların hedef dildeki sözcüklerin aracılığıyla açıklanması, edilgen sözvarlığının
gelişmesine katkıda bulunur.
İki dilli sözlükler üzerinden zor erişilen birçok sık kullanımlı görevli sözcük, tek dilli
sözlüklerde uygun muameleyi görür.
Öğrenciler, ilk bakışta zor gibi gelen tanımlarla baş etmeyi öğrenir.
Örnek cümleler sadece tanıklama işlevini görmez, aynı zamanda tanımın yerini alarak
veya onu tamamlayarak anlama erişmenin alternatif bir yolunu gösterir.
Bilgi dağıtma görevini sözlüklere üstlendiren öğretmenler, öğrencilere bu bilgileri
arama, kendilerine ise dikkatini koruyup gerektiği anda yardıma koşma imkânını tanır.
Tek dilli sözlükleri etkili kullanabilme, öğrenicilere özyeterlilik duygusunu verip dilsel
problemleri tek başlarına halledebîlecekleri inancını artırır.
Bunun dışında dil öğretiminde iki dillileştirilmiş sözlükler de kullanılmaktadır. İki
dillileştirilmiş sözlükler aslında tek dilli ve iki dilli sözlüklere getirilen eleştirilerden
doğmuştur. Bu sözlükte her iki sözlük çeşidinin en güçlü yönleri bir araya getirilmiştir. İki
dillileştirilmiş sözcüklerde maddeler hem hedef dilde verilir hem de sadece tanımlar veya da
tüm madde ayrı bir bölümde ana dilde de verilir.
Nakamoto (7-8.s.)’ya göre, ikidillileştirilmiş öğrenici sözlüklerinin avantajları
arasında şunlar bulunmaktadır:
D1 eşdeğerleri, kullanıcının anlamından emin olmadığı D2 tanımlarının yerine geçer.
D1 eşdeğerleri, kullanıcı D2’de yazılmış tanımı yanlış anladığında yanlış anlamayı
düzeltir.
D1 eşdeğerleri, kullanıcının, D2 sözcükbirimlerinin anlamını daha iyi kavramasına
yardımcı olur.
D1 eşdeğerleri, kullanıcının, bir psikolojik ihtiyaç olan tercümeyi bilme ihtiyacını
karşılayarak endişelerini ortadan kaldırır.
Kullanıcının, D1 ve D2’nin birebir aynı olduğunu düşünmesi engellenir.
Tüm kullanıcılara, aynı tek dilli sözlüğe erişim sağlanır; örneğin, İngilizceyi öğrenen
Japon ve Yahudi öğreniciler aynı tek dilli öğrenici sözlüğünün ikidillileştirilmiş
versiyonundan faydalanabilir (akt. Golynskaia).
Yabancılara Türkçe öğretimi özellikle son yıllarda oldukça popüler bir hâle gelmiş ve
bu konudaki çalışmalar hız kazanmıştır. Hem akademik çalışmalar çoğalmış hem de öğretim
setleri, ders kitapları basılmaya başlamıştır. “Ancak ne yazık ki tek dilli Türkçe öğrenici
sözlüğünün hazırlanması için daha uzun bir yol vardır. Bu yoldaki en önemli adımlar,
anketlerle sınırlı olmayan kullanıcı araştırmaları yapmak ve dilin dinamik görünümünü
yansıtacak, temsil gücü yüksek, dengeli bir derlem oluşturmaktır. Tek dilli veritabanı
oluşturulduktan sonra ileriki yıllarda iki dilli ve ikidillileştirilmiş sözlükler de
geliştirilebilecektir” (Golynskaia).
Alandaki eksiklikten dolayı öğrenciler genellikle kendi dillerinde hazırlanmış iki dilli
sözlüklere yönelmektedir. Bunların bir kısmı anadili Türkçe olan öğrencilere yönelik

194
hazırlanmış iki dilli sözlüklerdir (İngilizce-Türkçe/Türkçe-İngilizce, Arapça-Türkçe/Türkçe-
Arapça…). Diğerleri ise genellikle küçük çaplı yerel sözlüklerdir. Öğretmenler tek dilli sözlük
kullandırmak istediklerinde ise genellikle anadili Türkçe olan çocuklar için hazırlanmış okul
sözlüklerini tercih etmektedir.
İki dilli sözlüklerden bazıları şöyledir:
Collins Turkish Dictionary: Collins tarafından hazırlanan sözlük 27.000 sözcük
içermektedir. İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanmış iki dilli bir sözlüktür. Örnek cümlelerle
desteklenmiştir. Aynı sözlüğün cep boyutu ise Collins Pocket Turkish Dictionary ismiyle
yayımlanmıştır. Sonunda dilbilgisi eki de bulunmaktadır.
Berlitz: Turkish Pocket Dictionary: 30.000 sözcük içeren bu sözlük de İngilizce Türkçe
hazırlanmış iki dilli bir sözlüktür. Dilbilgisiyle ilgili notlar içeren bir bölüme de sahiptir.
Berlitz Turkish Concise Dictionary: Turkish-English, English-Turkish: Sözlüğün
genişletilmiş baskısı olan bu sözlük madde başı sayısını artırmıştır, 45.000 sözcük içermektedir.
Getirdiği bir diğer yenilik ise 48 sayfalık bir etkinlik bölümü olmasıdır. Bu bölümde dil
becerilerini geliştirmek için bulmacalar, kelime aramaları, oyunlar ve sudoku yer almaktadır.
Standard Turkish Dictionary: Turkish-English, English-Turkish: Langenscheidt
tarafından hazırlanmıştır. Aynı yayınevinin Langenscheidt Universal Dictionary ismiyle
çıkardığı benzer bir çalışması daha mevcuttur.
The Redhouse Dictionary - Turkish/Ottoman – English: Redhouse’un hazırladığı bu
sözlükte Türkçede yaygın olarak kullanılan sözcük, deyim. terim, argo sözler ve atasözlerini
kapsayan 160.000'in üzerinde maddenin İngilizce karşılığı yer almaktadır. Arapça ve Farsça
kökenli sözcüklerin özgün hece uzunluklarını ve vurgulu heceleri belirten imleme dizgesi de
yer almaktadır. Aynı sözlüğün Türkçe-İngilizce/İngilizce-Türkçe olan hâli de mevcuttur.
Milet New Learners Dictionary: Turkish - English / English – Turkish: Tanımları,
çevirileri ve deyimsel eşdeğerleriyle tam olarak açıklanmış 35.000’in üzerinde kelime, kelime
öbeği ve atasözünü içermektedir.
Visuelles Wörterbuch Türkisch Deutsch: Görsel bir sözlüktür. Türkçe Almanca
hazırlanmıştır. Ayrıca her bir sözcüğün nasıl seslendirileceği ile ilgili bir uygulama da
içermektedir. Yaklaşık 15.000 sözcük içermektedir.
Langenscheidt Universal-Wörterbuch Türkisch: Türkisch - Deutsch / Deutsch –
Türkisch: Türkçe Almanca/Almanca Türkçe hazırlanan sözlükte sesletim, sözcüklerin aldığı
ekler gibi ekstra bilgilere de yer verilmiştir. Bunun dışında sözlüğün en sonunda iletişim ve
dilbilgisi şeklinde kısa bilgilerin yer aldığı bölümler de mevcuttur. Aynı sözlüğün bir de
Langenscheidt Praktisches Wörterbuch Türkisch: Türkisch-Deutsch / Deutsch-Türkisch isimli
versiyonu da mevcuttur.
PONS Das kleine Wörterbuch Türkisch: Türkisch-Deutsch/Almanca-Türkçe: Türkçe
Almanca bir cep sözlüğüdür. Aynı sözlüğün PONS Praxiswörterbuch Türkisch: Türkisch-
Deutsch/Deutsch-Türkisch, PONS Kompaktwörterbuch Türkisch: Türkisch-Deutsch /
Deutsch-Türkisch, PONS Basiswörterbuch Türkisch: Türkisch-Deutsch/Deutsch-Türkisch
isimli versiyonları da mevcuttur. Sözcük türleri, eşdizimlikleri, sözcüğün farklı anlamları,
gelen ekler gibi birçok bilgiyi içermektedir.
PONS Türkisch / Deutsch Bildwörterbuch: Über 10.000 Detailübersetzungen: Türkçe
Almanca olan bu sözlük tanımlar dışında resimlerle de desteklenmiştir Yaklaşık 10.000
sözcük içermektedir. Ayrıca PONS’un seyahat için hazırlanan bir Türkçe-Almanca sözlüğü
de mevcuttur.
Bunların dışında birçok farklı dilde hazırlanmış iki dilli sözlükler de mevcuttur. Ancak
daha önce de bahsettiğimiz üzere bunlar ticari kaygılarla hazırlanmış ve küçük çaplı
çalışmalardır. Birçoğunda direkt çevirinin ötesine geçilemediği görülmektedir. Açıklayıcı
tanımlar, örnek cümleler, eş dizimler, eş anlamlı, zıt anlamlı sözcükler gibi öğrenici
sözlüklerinde bulunması gereken temel başlıklara dahi değinilmemiştir.

195
Tematik Sözlükler
Yukarıda bahsedildiği üzere sözlükler hazırlanırken genellikle alfabetik gelenek takip
edilir. Ancak alfabetik gelenek takip edilerek hazırlanan tek dilli, iki dilli veya iki
dillileştirilmiş sözlüklerde kimi zaman yabancı dil öğrenicileri anlamsal olarak bağlantılı
sözcükleri bulamadıkları için zorluk yaşamaktadır. Bu da öğrenici sözlükleri için konularına
veya temalara göre ayrılmış sözlükler oluşturulmasını gerekli kılmıştır.
Tematik sözlüklerin geçmişte özellikle Rönesans etkisi altında derlenmeye başlandığı
söylenebillir. Peter Mark Roget’in Thesaurus of English Words and Phrases olarak bilinen tematik
sözlüğü (thematic wordbook) İngiliz dili için tematik gelenekte bir anıt olarak kabul edilmektedir.
Öğrenciler için hazırlanan ilk tematik sözlük ise Tom McArthur’un Longman Lexicon of
Contemporary English (1981) adlı eseridir. Bu eserde İngiliz dilinin asıl söz varlığından 15.000
sözcük, 14 geniş kategoriye (Yaşam ve canlılar; Vücut: görevleri ve sağlığı; İnsanlar ve aile;
Binalar evler, ev, giyim eşya ve kişisel bakım; Yiyecek, içecek ve tarım; Hisler, duygular,
tutumlar ve algılar; Düşünce ve iletişim, dil ve gramer; Maddeler, malzemeler, objeler ve
ekipmanlar; Sanat ve el sanatları, fen ve teknoloji, sanayi ve eğitim; Sayılar, ölçme, para ve
ticaret; Eğlence, spor ve oyunlar; Yer ve zaman; Hareket, konum, seyahat ve taşımacılık; Genel ve
soyut terimler) bölünmüştür. Her geniş anlam alanı da bölünmüş ve her alt bölümün içinde
sözlüksel birimler, sıklıkla aynı sözcük sınıfına ait olan ilgili takımlar hâlinde ayarlanmıştır. Her
bir öge için tanımlar ve örnekler verilmektedir (Jackson).
Bir tematik öğrenici sözlüğü en az iki yönden yabancı dil öğrenenlere yardımcı olabilir.
İlk önce, dil öğretimi konuya göre olma eğilimindedir ve dolayısıyla, bir tematik sözlük böyle bir
yaklaşıma eşlik edecek açık bir referans çalışmasıdır. İkinci olarak, bir sözcüğe bağlı olan uygun
gramer ve eşdizimsel kalıpları kontrol etmek dışında, yazımda bir öğrencinin çektiği zorluklardan
biri, başta uygun bir sözcüğü seçmek ile ilgilidir. Bu, fikir veya kavramı ifade etmek için
seçilmesi gereken unsurlardan birini içeren söz varlığı unsurlarını bilmeleri gerekir. Ayrıca
öğrenciler, benzer anlamaları paylaşan sözcükler arasından çoğu zaman ince anlamsal ve
pragmatik ayrımları algılamak için yardıma ihtiyaç duyarlar (Jackson).
Tematik öğrenici sözlüklerine yabancılara Türkçe öğretiminde de ihtiyaç
duyulmaktadır. Özellikle kullanılan ders materyallerine, ders kitaplarına uygun seviyelere
göre bu tarz sözlüklerin hazırlanması gerekmektedir.
Bu konudaki eksikliği Yunus Emre Enstitüsü gidermeye çalışmış ve “Resimlerle
Kelime Öğreniyorum Tematik Sözlüğü”nü yayımlamıştır. Sözlük 24 farklı konuda 600’den
fazla resimli kelimeden oluşmaktadır. Resimler tek tek resmedilmek yerine bir kompozisyon
içinde sunulmuş ve sonrasında etkinliklerle pekiştirilmeye çalışılmıştır. Sözlüğün son
bölümünde yer alan dizinde her kelimenin İngilizce, Rusça ve Arapçadaki karşılıkları
verilmiştir. Esere uygun olarak bir Z-Kitap uygulaması da geliştirilmiştir.
Bir nevi konuşma kılavuzu görevi üstlenen bir diğer tematik sözlük de Collins Turkish
Phrasebook & Dictionary’dir. 3000 kelimeden oluşan bu sözlükte aslında daha çok
Türkiye’ye seyahat eden yabancı dil öğrenicileri düşünülmüş ve seyahat esnasında işe
yarayabilecek sözcükler, kalıplar ve deyimler sıklıkla tercih edilmiştir. Sözlük cep boyutunda
tasarlanmış ayrıca yanında e-kitap ile satışa sunulmuştur. İngilizce Türkçe olarak hazırlanan
sözlükte tanışma, yolculuk, alışveriş gibi temel konularda sözcükler ve kalıp ifadeler
sunulmuştur. Ayrıca Türkçe sözcüklerin altında okunuşlarına da yer verilmektedir.
Aynı şekilde hazırlanan bir diğer sözlük de Lonely Planet Turkish Phrasebook &
Dictionary’dir. 3500 kelimelik iki dilli olan bu sözlükte de seyahat kategorilerine uygun
olarak temalandırılmış sözcüklere ve kalıp ifadelere yer verilmiştir. Sözlük Arzu Kurklu
tarafından hazırlanmıştır. Bir diğer çalışma da BBC Turkish Phrase Book & Dictionary’dir.
Bunlara benzer farklı dillerde de konuşma kılavuzu şeklinde hazırlanmış sözlük bölümü olan
başka yayınlar mevcuttur. Ancak bu yayınlar genellikle turistlere ve temel düzeydeki dil
öğrenicilerine hitap eden küçük çaplı sözlüklerdir.

196
Rusça Türkçe tematik bir sözlük de “турецкий язык тематический словарь (Türk
Dili Tematik Sözlük)”dür. Bu sözlük Kompakt Yayınları tarafından çıkarılmıştır. Sözlüğün iki
dilli alfabetik olarak hazırlanan bölümünün yanı sıra yaklaşık 400 bölümü kapsayan 100 adet
farklı konuya değinen tematik kısmı mevcuttur. 10000 kelime içermektedir.
Sadece fiillerin yer aldığı bir diğer sözlük ise “Örnekli ve Tematik Türkçe Fiiller
Sözlüğü (A Dictionary of Turkish Verbs: In Context and By Theme)”dür. İngilizce Türkçe
hazırlanan bu sözlükte yaklaşık 1000 fiil temalara göre sınıflandırılmış ve örnek cümlelerle
desteklenmiştir. İlişkili, eş anlamlı ve zıt anlamlı fiiller de yine sözlükte yer almaktadır. Ralp
Jaeckel ve Gülnur Doğanata Erciyeş tarafından hazırlanmıştır.
Elektronik/Sanal Sözlükler
Elektronik alandaki gelişmeler, bilgisayarların ve internetin yaygınlaşması, ardından
akıllı telefonların çoğalmasıyla birlikte sözlük kullanımı da dijital ortama taşınmış ve bu
yabancı dil öğretiminde büyük bir ivme kazanılmasını sağlamıştır. Bilgiye çok daha kolay ve
hızlı ulaşılması, yer sınırının olmaması, aramanın ve birbiriyle bağlantı kurmanın
kolaylaşması, aynı maddeyle ilgili birçok bilgiye kolayca ulaşılabilmesi, sözlük taşıma
sorununun ortadan kalkması, ücretsiz olması elektronik sözlüklerin en önemli avantajları
arasındadır. Ayrıca bu sözlükler öğrencilerin kelime öğrenme alıştırmaları yapmalarına,
öğrenmek istedikleri sözcüklerle ilgili listeler oluşturmalarına, aynı konudaki, aynı türdeki
sözcükleri kolayca listelemelerine, daha fazla resim ve örnek cümle bulabilmelerine olanak
sağlamaktadır. Bir diğer avantaj da basılı sözlüklerde ekleme ya da değişiklik yapılmak
istendiğinde bir sonraki baskının yapılması gerekmektedir; fakat elektronik sözlüklerde
güncelleme yapmak oldukça kolaydır.
Elektronik sözlükler, yabancı dil öğrenenlerin öğrenilen dildeki kelimelerin karşılığına
anında ulaşmalarını sağlamaktadır. Bu sözlükler kelimelerin yabancı dildeki karşılıklarını
verdikleri gibi telaffuzlarını da yapabilmektedir. Elektronik sözlükler hem çok az yer
kaplamakta hem de çok fazla sözcüğü belleklerinde bulundurmaktadırlar. Temel seviye
öğrencilerinin elektronik sözlük kullanarak hedef dildeki kelimelerin karşılıklarını kendi
kendilerine öğrenmeleri onların bu dili öğrenmeye karşı olan ilgilerini artıracaktır (Yıldız,
Okur, Arı ve Yılmaz).
İlk başta elektronik sözlükler basılı olan sözlüklerin birebir aynı kopyaları olarak
sözlüklerin yanında CD-Rom olarak verilmeye başlanmıştır. Yukarıda bahsedilen dört büyük
İngilizce öğrenici sözlüğünün de bu tür bir kopyası mevcuttur. Daha sonraki dönemlerde
insanların yanında taşımaları için üretilen elektronik sözlükler çıkmıştır. Ama sözlükbilimi
açısından asıl önemli gelişme çevrimiçi olarak kullanılabilecek sözlüklerin uygulamalarının
yaygınlaşmasıyla başlamıştır.
Çevrimiçi kullanılabilecek, derlem tabanlı bir Türkçe öğrenici sözlüğünün hazırlanması
Türkçe öğrenen yabancılara büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Bu konuyla ilgili Bülent Özkan
tarafından yürütülen “Derlem Tabanlı Çok Dilli Türkçe Öğrenici Sözlüğü” projesi
tamamlandığında alandaki önemli bir boşluğu dolduracağı düşünülmektedir. Öğrenciler alandaki
eksiklikten dolayı genellikle çeviri programlarını, akıllı telefonlardaki iki dilli sözlük
uygulamalarını ya da çevrimiçi iki dilli sözlükleri tercih etmektedir. Bu sözlüklerin çoğunluğu
genellikle sadece kelimenin çevirisini yapmaktan öteye gidememektedir.
Sonuç
Öğrenici sözlükbiliminin uzun bir tarihî geçmişi olmasına rağmen kuramsal
çalışmalara bakıldığında çağdaş sözlükbilimin bir alt alanı olarak 20. yüzyılın başlarında
ortaya çıktığı söylenilebilir. 1900’lü yıllardan itibaren üzerinde kuramsal ve uygulamalı
çalışmaların yapıldığı bu alan yurt dışında çok gelişmiş olmasına rağmen Türkiye’de yapılan
öğrenici sözlükbilimiyle ilgili çalışmaların sayısı çok sınırlıdır.
Öğrenici sözlükleri, yabancı dil öğretiminde kullanılan temel materyallerden biridir. Bu
sözlükler tek dilli, iki dilli ve iki dillileştirilmiş şeklinde üç grupta incelenebilir. Günümüzde

197
tematik öğrenici sözlüklerine de ağırlık verilmektedir. İlaveten teknolojideki gelişmelere
paralel olarak elektronik sözlükler de sıkça tercih edilmektedir.
Türkçe öğrenici sözlüklerine bakıldığında Türkçenin uzun yıllardır yabancı dil olarak
öğretilmesine, Divânu Lugâti’t-Türk’e dayanan eski bir sözlükçülük geçmişi olmasına rağmen
hâlâ bu alanda çok geride olduğu görülmektedir. Öğrenici sözlüğü hazırlarken ilk aşamada büyük
çaplı bir derlemden faydalanarak veritabanının oluşturulması, sonra buna bağlı olarak tek dilli ve
iki dilli sözlüklerin hazırlanması gerekmektedir. Fakat Türkçede bütün seviyeleri kapsayacak bu
tarz tek dilli bir öğrenici sözlüğüne rastlanılmamıştır. Mevcut iki dilli sözlükler de ihtiyacı
karşılamak konusunda yetersiz kalmaktadır. Elektronik sözlükler de çoğunlukla çevirinin ötesine
gidememektedir. Tüm dil öğrenicilerinin başvurduğu kaynaklardan biri olması dolayısıyla
mutlaka ilk önce tek dilli bir Türkçe öğrenici sözlüğü hazırlanması gerekmektedir. Hazırlanacak
Türkçe tek dilli öğrenici sözlüğünde şu hususları dikkate almak gerekir:
Öğrencilerin ihtiyaçlarına, bilgi seviyelerine uygun olarak mümkünse
seviyelendirilmiş olarak hazırlanmalıdır.
Veriler büyük çaplı bir Türkçe derleme dayandırılmalıdır.
Kullanım sıklığı yüksek sözcükler ve anlamlar seçilmelidir.
Bir sözlükbirimin birden fazla anlamı varsa her anlamına bir numara verilerek
açıklanmalıdır.
Gelen ekler yazımda değişiklik meydana getiriyorsa belirtilmelidir.
Fiil tamlayıcılarına yer verilmelidir.
Ana madde başı olan sözcüklerin oluşturduğu kalıp sözler, deyimler yer almalıdır.
Sözcük türüne yer verilmelidir.
Sözcüklerin telaffuzuyla ilgili bilgilere yer verilmelidir.
Tanımlar net, anlaşılır, basit olmalıdır.
Gerekli yerlerde tanımları destekleyecek resimler, fotoğraflar, grafikler kullanılmalıdır.
Örnek cümleler/tanık ifadeler derlemden seçilmelidir.
Öğrencilerin anlamasını zorlaştıracak gereksiz kısaltmalardan, kodlamalardan uzak
durulmalıdır.
Eş anlamlı, zıt anlamlı ve yakın anlamlı sözcüklere yer verilmelidir.
Eş dizimler verilmelidir.
Sözlüğün çevrimiçi kullanılabilecek elektronik bir kopyası hazırlanmalıdır.
Alfabetik sözlüklerin yanı sıra iletişim noktasında öğrencilerin en çok ihtiyaç
duydukları konular belirlenerek tematik sözlükler de hazırlanmalıdır.
Öğrenici sözlükleri ve alanda yapılan kuramsal çalışmalar incelenerek oluşturulan bu
maddelere yönelik hazırlanacak bir Türkçe öğrenici sözlüğünün alandaki önemli bir boşluğu
dolduracağı düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
AKAR, Ali (2012) Türk Dili Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul
ARSLAN, Nazmi (2014) Yabancılara Türkçe Öğretimi Ders Kitaplarında Söz Varlığı
Unsurlarının İncelenmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Trabzon
AŞIK, Ufuk (2007) Yabancılar İçin Temel Türkçe Söz Varlığının Oluşturulması,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü,
İzmir
BALCI, Mustafa (2016) “Tarihî Seyirde Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimi I:
Cumhuriyet Dönemi Öncesi Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimi” H. Develi vd. (Ed.)
Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretiminde Yöntem ve Uygulamalar içinde (11-52.s.), Yunus
Emre Enstitüsü, İstanbul
BAYRAKTAR, Nesrin (2003) “Yabancılara Türkçe Öğretiminin Tarihsel Gelişimi” Dil
Dergisi, 119, 58-71.s.

198
DUBIÇINSKI, Vladimir (2008) Leksikografiya Russkogo Yazıka, Nauka: Flinta, Moskva
ERCİLASUN, Ahmet Bican (2006) Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ
Yayınları, Ankara
GOLYNSKAIA, Anna (2017) Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretiminde Tek Dilli Öğrenici
Sözlüğü: Model, Yöntem ve İlkeler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilinler Enstitüsü, İstanbul
GOLYNSKAIA, Anna (2018) “Sözlükbilimin Kullanıcı Odaklı Alanı Olarak Öğrenici
Sözlükbilimi” The Journal of Academic Social Science Studies (JASSS), 65, 189-206.s.
GÖÇEN, Gökçen (2016) Yabancılar İçin Hazırlanan Türkçe Ders Kitaplarındaki Söz Varlığı
İle Türkçeyi Yabancı Dil Olarak Öğrenenlerin Yazılı Anlatımlarındaki Söz Varlığı,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Sakarya
GÜL, Bülent (2010) “İbni Mühenna Lügati’nin Türk ve Moğol Dil Araştırmalarındaki Yeri ve
Önemi” Türkbilig, 19, 87-95.s.
JACKSON, Howard (2016) Sözlükbilime Giriş (Çev. Mehmet Gürlek ve Ellen Patat), Kesit
Yayınları, İstanbul
NAKAMOTO, Kyohei (1995) “Monolingual or Bilingual, That is Not the Question: The
‘Bilingualised’ Dictionary”, Kernerman Dictionary News 2.
http://kdictionaries.com/newsletter/kdn2-2.html
NESI, Hilary (2000) The Use and Abuse of EFL Dictionaries: How Learners of English as a
Foreign Language Read and Interpret Dictionary Entries, Max Niemeyer Verlag, Tübingen
NESI, Hilary (2013) “Researching Users and Uses of Dictionaries.” The Bloomsbury
Companion to Lexicography, Ed. By H. Jackson, Bloomsbury, London, 62-74.pp.
ÖZCAN, Emrah (2006) Başlangıç Düzeyi Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi İçin Sözlükçe
Çalışması, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul
SERİN, Nilüfer (2017) Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi İçin Hazırlanmış Ders Kitapları
İle Bu Kitapları Kullanan Öğrencilerin Söz Varlığının Karşılaştırılması, Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Erzurum
TARP, S. (2011) “Pedagogical Lexicography: Towards a New and Strict Typology
Corresponding to the Present State-of-the-Art” Lexikos, 21, 217-231.pp.
TICKOO, Makhan Lal (1989) Learner’s Dictionaries: State of the Art, SEAMEO Regional
Language Center, Singapure
TÜFEKÇİOĞLU, Burak (2013) Derlem Tabanlı Çevrim İçi Türkçe Öğrenci Sözlüğü: Önadlar
Madde Başı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Enstitüsü, Mersin
YILDIZ, Cemal; OKUR, Alparslan; ARI, Gökhan ve YILMAZ, Yakup (2008) Türkçe
Öğretimi, Pegem Akademi, Ankara

KATMERLİ ZAMİR ÇEKİMİNİN SON DÖNEM ÇAĞATAY


TÜRKÇESİNDEKİ GÖRÜNÜMÜ
Nuray TAMİR*
Özet
Katmerli zamir çekimi, zamirlere birden fazla hâl ekinin üst üste gelmesi durumudur. Bu
durum bazı araştırmalarda ek yığılması olarak ele alındığı gibi başka terimlerle de ifade
edilebilmektedir. Katmerli zamir çekimi terimi, durumu daha iyi açıkladığı ve daha yaygın olduğu
için tercih edilmiştir. Türkçenin tarihî dönemlerinde, özellikle Eski Uygur Türkçesinde sıkça
rastlanan bu çekimle ilgili olarak bugüne kadar bazı araştırmalar yapılmış ve pek çok örnek ortaya
konulmuştur. Söz konusu çalışmalardan Çağatay Türkçesindeki örnekleri veren

Arş. Gör., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
nuraytmr@gmail.com

199
araştırmalar daha çok klasik Çağatay dönemi metinlerinden çıkarılmış örneklere
dayanmaktadır. O yüzden bunlar dönemin bütün eserlerindeki katmerli zamir çekimi
örneklerini ortaya koyamamaktadır.
Çağatay Türkçesinin klasik sonrası dönemi on yedi ve yirminci yüzyıllar arasını
kapsar. Bu dönemin son yüzyıllarına ait eserlere ulaşmakta zorluk çekilmektedir. Çağatay
Türkçesinin bahsedilen döneminin eserleri üzerinde yakın zamanlara kadar çok fazla çalışma
yapılmamıştır. O bakımdan bu eserlerdeki katmerli zamir çekimleri üzerinde topluca
durulamamıştır. Ancak son yıllarda Çağatay Türkçesine ait on sekiz ve on dokuzuncu
yüzyıllardaki eserler gün yüzüne çıkmaya başlamış ve bunlara dair çalışmalar giderek
çoğalmıştır. Bu çalışmalarla Türkçenin çok değerli yazma eserlerinin dil özellikleri ve kelime
hazinesi Türkoloji dünyasına kazandırılmıştır. Bildirinin konusu olan katmerli zamir çekimi,
Çağatay Türkçesinin son dönemindeki eserlerde de bulunmaktadır. Bu katmerli çekim
örnekleri daha çok şahıs ve işaret zamirlerinde görülmektedir. Bildiride katmerli zamir
çekiminin Son Dönem Çağatay Türkçesi metinlerindeki örnekleri tespit edilecek, bunların
içinde yer aldığı cümleler verildikten sonra, yapıları incelenerek aldığı ekler bakımından
tasnif edilecektir. Ayrıca bu örneklerin Yeni Uygur Türkçesi ile Özbek Türkçesinde devam
edip etmediği hususu da araştırılacak ve gerekli karşılaştırmalar yapılacaktır. Böylelikle bu
dönemin bugünkü Türk lehçeleriyle bağı ortaya konulmuş olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Son Dönem Çağatay Türkçesi, katmerli zamir çekimi, Türkçenin Tarihi
Dönemleri
Giriş
Zamir çekiminde isim çekim eklerinin üst üste gelmesi durumu ile ilgili olarak
Türkologlar arasında çeşitli yorumlar, adlandırmalar ve örneklendirmeler bulunmaktadır. Bu
çekimle ilgili yorumlar ve Çağatay Türkçesi ile ilgili örnekleri şöyledir:
Mecdut Mansuroğlu’nun “Türkçede Zamir Çekimi” adlı kapsamlı makalesinde
Çağatay Türkçesindeki katmerli zamir çekimine ışık tutacak örnekler, G. Raquette’ten tespit
edilmiştir. Mansuroğlu’na göre; “ilgi (genitivus) ekine gelen çıkma (ablativus) ekleri ... tesiri
ile ilgi hâline verme (dativus) ve bulunma (locativus) ekleri de getirilmiştir: anıñğa anıñda”
(Mansuroğlu, 504. 518. s.).
Sertkaya’ya göre Türkçede iki zamir çekimi vardır: “Birinci tip zamir çekimi ... şahıs
veya işaret zamirlerine isim çekim eklerinin getirilmesi ile yapılan normal çekimdir. Buna
basit zamir çekimi diyebiliriz. İkinci tip zamir çekimi ise basit zamir çekimi’nin tekrar isim
çekim ekleri alarak yapılan çekimdir. Ben bu çekim şekline katmerli zamir çekimi adını
veriyorum” (Sertkaya, 18. s.). Türkçenin tarihî dönemlerinden bu tür örnekler tespit eden
Sertkaya, Çağatay Türkçesi döneminde “meniÆçe” “seniÆçe” örnekleri dışında bu çekimin
yer almadığını ve Özbek Türkçesinde de bulunmadığını ifade etmektedir (Sertkaya, 34. s.).
Yükleme ve ilgi hâli ekinin belirtme görevinde olduklarını tarihî dönemlerdeki
örneklerden yola çıkarak inceleyen Karahan, katmerli zamir çekimini de bu eklerin
fonksiyonlarını göstermesi açısından incelemeye dâhil eder ve “katmerlenmiş” tabirini bu
çekimin oluşumu için kullanır:
“Eski Türkçe ve bugün Yeni Uygur Türkçesinde çok görülen katmerli zamir
çekimlerinde ..., farklı hâl ekleriyle katmerlenmiş zamirlerin ilk eklerinin genellikle yükleme
veya ilgi hâli eki olması da konumuz bakımından dikkat çekicidir. Mesela benden, sizden
şeklinde Türkiye Türkçesine aktarılan meningdin, siznidin örneklerinde, ilgi ve yükleme hâli
eklerinin değil ayrılma hâli ekinin fonksiyonu ön plandadır; çünkü ayrılma hâli eki bir
münasebet ekidir ve sonda bulunması gerekir. Yükleme ve ilgi hâli ekleri ise bu örneklerde,
belirtme fonksiyonlarıyla zamirleri etkilemektedir. Zaten ileriye doğru farklı münasebetler
kuran iki farklı ekin yan yana bulunması dil mantığı bakımından imkânsızdır. Bu tür katmerli
zamir çekimlerinde yükleme ve ilgi hâli ekleri, zamirleri belirtme; bu eklerden sonra gelen
hâl ekleri de münasebet kurma görevi yapmaktadır.” (Karahan, 216. s.).

200
Türkçede Şahıs Zamirleri adlı eserinde Kocasavaş, şahıs zamirlerinin özelliklerinden
bahsederken “Şahıs zamirlerine isim çekim eklerinin normal çekimin dışında ek yığılmalı
çekimde de getirildikleri görülmektedir” (Kocasavaş, 35. s.) şeklinde bilgi vererek bu gramer
olayını “yığılmalı çekim” tabiriyle adlandırır. Aynı eserin başka bir bölümünde “Zamirlerde
Ek Yığılması (Katmerli Çekim)” başlığı ile bu çekimi inceler (Kocasavaş, 547. s.).
Bu çalışmaları değerlendiren ve Çuvaşça örnekleri ile karşılaştıran Ersoy’a göre “İlgi
ve yükleme hâli eklerinin özel durumlarından dolayı çekimler bu eklerden sonra gelen yeni
hâl ekleriyle yapılmıştır. İlk ekin bu iki hâl eki dışında başka bir hâl eki olması durumu ise
hadisenin sınırlı da olsa bulaşmayla sonradan diğer hâl eklerine sıçramasından
kaynaklanmaktadır” (Ersoy, 33. s.).
Katmerli zamir çekiminin oluşumu ile ilgili olarak Abik, Kutadgu Bilig’deki
örneklerden yola çıkıp farklı bir yorum getirmiştir: “Zamirlerin çifte hâl eki (tamlayan ve
ayrılma- bulunma hâli) almış şekillerinin eksilti ile açıklanması mümkündür. İlk hâl eki
olarak zamirin aldığı tamlayan hâli, tamlayan öge olan zamirin önündeki tamlanan ismin
eksiltilmesi sonucu, eksiltilen ismin hâl ekinin de tamlayan hâlindeki tamlayana (zamire)
eklenerek kullanılmasını sağlamaktadır. Bu nedenle zamir çift hâl eki almış gibi
görünmektedir.” (Abik 2003, 37. s.).
Son Dönem Çağatay Türkçesi Eserlerinde Tespit Edilen Örnekler
Çağatay Türkçesinin klasik sonrası dönemi on yedi ve yirminci yüzyıllar arasını
kapsar. Bu dönemin son yüzyıllarına ait eserlere ulaşmakta zorluk çekilmektedir. Çağatay
Türkçesinin bahsedilen döneminin eserleri üzerinde yakın zamanlara kadar çok fazla çalışma
yapılmamıştır. Ancak son yıllarda Çağatay Türkçesine ait on sekiz, on dokuz ve yirminci
yüzyıllardaki eserler gün yüzüne çıkmaya başlamış ve bunlara dair çalışmalar giderek
çoğalmıştır. Bu çalışmalarla Türkçenin çok değerli yazma eserlerinin dil özellikleri ve kelime
hazinesi Türkoloji dünyasına kazandırılmıştır. Bildirinin konusu olan katmerli zamir çekim
örnekleri için Çağatay Türkçesinin son dönemine ait aşağıdaki eserler taranmıştır:
Buğra Tezkiresi (Tezkiretü’l-Bugra) / Satuk Buğra Han Tezkiresi (BT), Satuk Buğra
Han’ın hayatını anlatan hikâyelerden oluşan menakıbname türünde bir eserdir. 17 ya da 18.
yüzyılda istinsah edildiği düşünülen metin, Shaw’ın Doğu Türkçesi öğrenenler için
yayımladığı metinlerdendir (Berbercan, 8-9. s.).
Târîh-i Reşîdî Tercümesi (TR), Mirza Haydar Duğlat’ın 16. yüzyılda Farsça kaleme aldığı
eserin Çağatay Türkçesine Muhammed Sadık Kâşgarî tarafından yapılan ilk tercümesidir ve
tercümenin tarihi 19. yüzyıldır. Üzerinde doktora tezi çalışmamız devam etmektedir.
Şerhü’r-Risale Fi’t-Tasavvuf (ŞR), 1844 yılında istinsah edilen bu eser, Abdülkadir
Geylanî’nin Gavsiyye adlı eserinin Çağatay Türkçesine tercümesi ve şerhidir (Özkan Nalbant,
3-4. s.).
Ravzatü’ş-Şüheda (RŞ), Taşkent’te 1904’te taş baskı olarak basılan dinî konuları ele
alan bir eserdir ve Saykali tarafından kaleme alınmıştır (Yıldırım, 13. s.).
Tārįḫ-i Ḥamįdį (TH), 1908 yılında Mūsā Sayramį tarafından yazılmıştır ve Doğu
Türkisan’ın tarihi, coğrafyası ve sosyal gelişmeleri hakkındadır. Aynı coğrafyada TR’den
sonra bir Türk tarafından yazılan en değerli eser olarak kabul edilmektedir (Polat, 3-5. s.).
Meyveler Münazarası (Mive Ceng Kitab) (MM), 116 beyitlik bir mesnevidir ve
Gunnar Jarring tarafından Kâşgar’da bulunmuş ve 1936 yılında yayımlanmıştır (Abik, 33. s.).
Son Dönem Çağatay Türkçesi metinlerinden tespit edilen katmerli zamir çekimi
örnekleri yapılarına göre şöyle tasnif edilerek verilebilir1:
Zamir + İlgi Hâli Eki + Yönelme Hâli Eki

Örnekler, alındığı kaynaktaki transkripsiyonlu biçimleri değiştirilmeden verilmiştir.

201
ḫvāh munıÆġa oḫşa nerselerdin bolsun, hem-sāyelerniÆ iẕn icāzesi bolmay, ġāyib
ḥāletide, ḥudūd fāṣılanı yötkep, hem-sāyeniÆ yeridin maḫfį öz yerige koşup, keÆrütüp
almaġlık ḥarāmdur (TH)
Zamir + İlgi Hâli Eki + Bulunma Hâli Eki
Ṣalāḥ kārını anıÆda kördiler (TR)
Ḫānlıḳ atı anıÆda. Tamāmį żabṭ-ı memleket ve ḥükm-i salṭanat munıÆda (TR)
Ammā ḫānlıḳdın bir nām-ı ḫānįdin özge nerse anıÆda bolmaydur (TR)
Andaġ ki anıÆda öre kopġunça ḳuvvet ḳalmaġan irdi (TR)
caḳl-ı ḳıyās anıÆda yol tafmaydur (TH)
MunıÆda iḥtimāl ve gümān yol tapmaydur (TH)
munıÆda ḥikmet-i ġāmıżalar bardur kim, Ḫudāvend-i kerįm bildürse biledurlar (TH)
Zamir + İlgi Hâli Eki + Çıkma Hâli Eki
dili büryān közi giryān tüni ġam anıdın2 ni sorar-sen iy mükerrem (RŞ)
Anıŋdın héç kişi-niŋ ḫaber[i] bolmadı (BT)
anıÆdın ehl-i cālemge yādgārį ḳalġay (TR)
bārān-ı luṭf ve iḥsān ki anıÆdın ümįd üzgen irdiler yene yaġa başladı (TR)
Kişi öz ḥaddidin ḳoysa ḳadem taş / ketür āḫir anıÆdın bir küni baş (TR)
Uluġı Emįr Tölek ki anıÆdın hem Tuġluḳ Temür Ḫān İslāmıda ẕikr tapḳan
irdi (TR)
Beşinçisi Emįr Şeyḫ Devlet ki anıÆdın hįç eŝer yoḳtur (TR)
Her kişi ki ḳalcage kirür irdi, arḳasıdaki anıÆdın ḫaber almas irdi (TR)
Mįrzā anıÆdın bir küni surdı (TR)
AnıÆdın hįç ḥisābį almadılar (TR)
Mįr ḫilcat-i ḥayāt-ı Pir Muḥammed Barlasnı anıÆdın tartıp yacnį ḳatl ḳılıp… (TR)
anıÆdın işittim ki Mįr her zemistān üç ay şikār ḳılur irdi (TR)
Cānıbik Ḫān ve Kerey Ḫān anıÆdın ḳaçıp Moġulistān kilgen irdiler (TR)
AnıÆdın keyin Cānıbik ḪānnıÆ oġlı Ḳāsım Ḫān ḫān boldı (TR)
Ġāliben, Coçı Ḫāndın keyin ol yurtda anıÆdın uluġraḳ kişi yoḳ irdi (TR)
Şerḥ-i Ḳaṣįde-i Bürde be-zebān-ı taṣavvuf anıÆdındur tā hįç kişi anıÆdın ziyāde
ve ḫubraḳ şerḥ ḳılmaġan bolġay (TR)
Ḫānġa anıÆdın üç ferzend boldı (TR)
Vaḳtį ki Yūnus Ḫān Moġulistānġa çıḳtı, ḫalḳ anıÆdın müteferriḳ boldılar (TR)
Mįrzā anıÆdın sebeb surdı (TR)
AnıÆdın Sansız MįrzānıÆ ḥaremini ṭaleb ḳılıpdur, anı çıḳarıpdurlar (TR)
AnıÆdın bir oġul ḳalıpdur Kefek Sulṭān Oġlan aṭlıġ (TR)
ŜemerḳandnıÆ pādişāhįlıġını Mįrzā Sulṭān Aḥmed ki ḫānnıÆ uluġ dāmādı irdi,
anıÆdın alıp Mįrzā cÖmer Şeyḫġa bergey; ammā ḫān rāżı bolmas irdi (TR) bir
çerāġ-ı ber-zemįn bālāġa çıḳarıp ḳoydum ki tamāmį-i eṭrāf-ı maşrıḳ anıÆdın
rūşen boldı (TR)
Aḫlāḳ-ı ḥamįdesi köterilip efcāl-i nā-pesendįde anıÆdın ẓuhūrġa kelgen irdi (TR)
Ol ḥavāşį ahāli anıÆdın firār ve güzār taptılar (TR)
Hemme ḥālġa şükr ḳılmaḳ lāzım irur, ki mabādā anıÆdın olġay yaman (TH) ḥaḳḳ
ŝenāsın aytıban her dem dürūd-ı Muṣṭafā bilmedim hiç kim anıÆdın cāli-şān ötti
bu kün (RŞ)
anıÆdın yād idiÆ derviş boldıÆ ki imdi bir faḳir miskin boldıÆ (RŞ)
boyıÆ kilmes boyuÆdın bile ni pāk menim dir-sin menimdin tut köÆüli pāk (RŞ)
tecellį müyesser bolur munıŋdın özge evliyā ve enbiyālarġa (ŞR)
mużāfātlar tolalıġını munıÆdın fikr-i ḳıyās ve imtiḥānlar ḳılıp bilgeyler (TH)

Çağatay Türkçesinde ilgi hâli için -nıÆ yanında -nı ekinin de kullanıldığı bilinmektedir.

202
munıÆdın ilgeri hem barlıġıġa bir sened-i ṣaḥįḥleri aṣlā yoḳtur (TH)
Bu yapıdaki zengin örneklere bir de bildirme ekinin eklendiği Zamir + İlgi Hâli Eki
+ Çıkma Hâli Eki + Bildirme Eki şeklinde formüle edebîleceğimiz yapıdaki örnekler de
eklenmiştir:
Kitāb-ı Ḫalel ve Fenn-i Mucammā da anıÆdındur (TR)
Şerḥ-i Ḳaṣįde-i Bürde be-zebān-ı taṣavvuf anıÆdındur tā hįç kişi anıÆdın ziyāde ve
ḫubraḳ şerḥ ḳılmaġan bolġay (TR)
Zamir + İlgi Hâli Eki + Vasıta Hâli Eki
Eckmann’ın Çağatay Türkçesinde “kalıplaşmış; nâdiren kullanılır” şeklinde gösterdiği
(Eckmann, 77. s.) -la / -le ekinin yer aldığı katmerli zamir çekimi örneği de bulunmaktadır:
Ḥasan dik yār-i cānıġa içürdi diriġ şeh kim anıÆla kün kiçürdi (RŞ)
Zamir + İlgi Hâli Eki + Eşitlik Hâli Eki
Çağatay Türkçesinin önceki dönemlerinde bu tür örnekler az da olsa vardır: méniÆçe
“bence”, séniÆçe “sence” (Eckmann, 84. s.)3.
hįç mįve miniÆçe keÆrü imes özge mįveler dek al maÆa tigmes (MM)
Tüm bu örnekler dikkate alındığında daha çok *a zamirinin bu çekimde yer aldığı
görülmektedir. İlk ek tüm örneklerde ilgi hâli ekidir4 ve onun üzerine eklenen diğer hâl ekleri
kullanım sıklığına göre; çıkma hâli eki, bulunma hâli eki, eşitlik hâli eki, yönelme hâli eki ve
vasıta hâli ekidir.
Jarring’in Doğu Türkistan’daki Türklerden 1935 yılında derlediği metinleri
yayımlaması üzerine tanıtma yazıları yazan Saadet Çağatay, metinlerden tespit ettiği zamir
çeşitliliğine değinmiştir. Bu çeşitliliğin çoğu, katmerli zamir çekimi örneklerine
dayanmaktadır. Bu örnekler şöyle gösterilebilir5:
ǝniñġa (< anıñ + ġa), onuñġa, ǝniñdin, onuñdın;
bunuñġé, muşunuñġé, şunıñġé, şuningä, munuñġé, şunuñġé ‘buna’,
‘şuna’; munuñdé ‘orada’;
bunuñdın, bunungdin, munuñdın, onuñdın, şunuñdın, şunungdin ‘bundan’, ‘şundan’
(MET) (Çağatay 1950, 411. s.), (Çağatay 1953, 391. s.).
Bu örnekler Son Dönem Çağatay Türkçesinden Yeni Uygur Türkçesine geçişi
göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Çağatay Türkçesinin devamı sayılan Yeni Uygur
Türkçesi ve Özbek Türkçesinde de katmerli zamir çekiminin örnekleri bulunmaktadır:
Yeni Uygur Türkçesinde Katmerli Zamir Çekimi
Öztürk’ün Yeni Uygur Türkçesindeki zamirlerin çekimlerine dair verdiği örneklerde
katmerli zamir çekimi, şahıs ve işaret zamirlerine gelen ilgi hâline eklenen bulunma, çıkma,
eşitlik ve sınırlama hâllerinde tespit edilmiştir. İşaret zamirlerinde bu çekimlere yönelme hâli
de eklenmiştir6:
Bulunma Hâli: méniñde, séniñde, uniñda; buniñda, şuniñda, uniñda, mavuniñda,
mununiñda, eşuniñda, muşuniñda, avuniñda;
Çıkma Hâli: méniñdin, séniñdin, uniñdin; buniñdin, şuniñdin, uniñdin, mavuniñdin,
mununiñdin, eşuniñdin, muşuniñdin, avuniñdin;
Eşitlik Hâli: méniñçe, séniñçe, uniñçe, bizniñçe; buniñçe, şuniñçe, uniñçe, mavuniñçe,
mununiñçe, eşuniñçe, muşuniñçe, avuniñçe;

Krş. Bodrogligeti 2001: 121.


Sertkaya’nın çalışmasında da görüldüğü gibi Türkçenin diğer dönemlerinde zamirden sonra ilk ekin yükleme,
bulunma, çıkma, eşitlik ekleri de olabildiği örnekler vardır (Sertkaya 19. s.).
Örneklerin transkripsiyonunda tanıtma yazılarında verildiği şekline bağlı kalınmıştır.
Bazı işaret zamirlerinin kökenleri Öztürk tarafından şöyle gösterilmiştir: mavu < mana + bu, munu < mana +
bu, eşu ~ aşu < ene + şu, muşu < manu + şu, avu < ene + bu (Öztürk, 64. s.).

203
Sınırlama Hâli7: méniñgiçe, séniñgiçe, uniñġiçe; buniñġiçe, şuniñġiçe, uniñġiçe,
mavuniñġiçe, mununiñġiçe, eşuniñġiçe, muşuniñġiçe, avuniñġiçe;
Yönelme Hâli: buniñġa, şuniñġa, uniñġa, mavuniñġa, mununiñġa, eşuniñġa,
muşuniñġa, avuniñġa (Öztürk, 63-65. s.).
Özbek Türkçesinde Katmerli Zamir Çekimi
Bodrogligeti’nin Özbek Türkçesindeki zamirlerle ilgili verdiği örneklerden eşitlik hâlinde
olanlar katmerli zamir çekimi görünümündedir. Bu örneklerde de ilk ek, ilgi hâli ekidir:
Eşitlik Hâli: meningçä, seningçä; bizningçä, sizningçä, bizlärningçä, sizlärningçä,
senlärningçä (Bodrogligeti, 425-426 s.).
Yıldırım’ın verdiği örneklerden bu çekime uyanlar şunlardır: menimcha, bizningcha,
seningcha, sizningcha, uningcha, ularningcha (Yıldırım, 116 s.).
Sonuç
Çağatay Türkçesi için genellikle ana kaynak olarak kullanılan Eckmann ve
Bodrogligeti’nin gramerlerinde katmerli zamir çekiminin sadece Zamir + İlgi Hâli Eki + Eşitlik
Hâli Eki yapısındaki örneklerine rastlanır. Bu çalışmayla katmerli zamir çekiminin son dönem
Çağatay Türkçesinde bu yapının dışında farklı yapılarda da zengin örneklerinin bulunduğu
gösterilmiştir. Böylelikle Çağatay Türkçesi dönemine ait katmerli zamir çekiminin daha sonraki
dönemlerde de daha farklı yapılarda ve daha fazla sayıda örnekte yer aldığı ortaya konulmuştur.
Çağatay Türkçesinin devamı niteliğinde olan Yeni Uygur Türkçesi ve Özbek
Türkçesinde de katmerli zamir çekimi örnekleri vardır. Son dönem Çağatay Türkçesinde yer
alan örnekler bu lehçelere geçiş dönemini yansıtmaktadır.
Tespit edilen katmerli zamir çekimi örneklerinin sadece ilgi hâli ekinden sonra
gelmesi; Karahan’ın belirttiği “yükleme ve ilgi hâli ekleri, zamirleri belirtme; bu eklerden
sonra gelen hâl ekleri de münasebet kurma görevi”ndedir görüşünü destekler niteliktedir.
Buna göre üst üste gelen hâl eklerinin ilki bir hâl eki değil belirtme kategorisi ekidir.
Son Dönem Çağatay Türkçesi eserlerinin incelenmesi, bu bildiride görüldüğü gibi,
Çağatay Türkçesinden yeni yazı dillerine geçişi aydınlatan sonuçlar ortaya konmasına
yardımcı olacaktır.
KAYNAKLAR
ABİK, A. Deniz (2003) “Kutadgu Bilig’de Zamirlerin Ayrılma Hâli”, Dil ve Edebiyat
Araştırmaları Sempozyumu 2003 Mustafa Canpolat Armağanı, 25-39 s., Sanat Kitabevi,
Ankara
ABİK, Ayşehan Deniz (2005) Meyveler Münazarası ̶ Dogu Türkçesi ̶ , Seçkin Yayıncılık,
Ankara
BERBERCAN, Mehmet Turgut (2012) Buğra Tezkiresi [Shaw Nüshasından Parçalar] I.
Transkripsiyon II. Dil Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar III. Tercüme IV. Dizin, Hâkim
Yayıncılık, Ankara
BODROGLIGETI, András J. E. (2001) A Grammar of Chagatay, Lincom Europa, Muenchen
BODROGLIGETI, András J. E. (2003) An Academic Reference Grammar of Modern
Literary Uzbek Vol. I, Lincom Europa, Los Angeles
ÇAĞATAY, Saadet (1950) “Materials to the Knowledge of Eastern Turki”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. 8, S. 3, 405-411 s.
ÇAĞATAY, Saadet (1953) “Materials to the Knowledge of Eastern Turki”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c.11, S. 2, 3. 4, 385-392 s. ECKMANN,
János (2003) Çağatayca El Kitabı, (Çev. Günay Karaağaç), Akçağ Yayınları, Ankara
ERSOY, Feyzi (2017) “Katmerli Zamir Çekimi ve Çuvaşça Örnekleri Üzerine”, Dil
Araştırmaları, Güz 2017/21, 23-34 s.

-gAçA sınırlama hâli eki, Yeni Uygur Türkçesinde açık orta hece ünlüsünün daralması sebebiyle -giçe
biçimindedir.

204
KARAHAN, Leylâ (2011) Türk Dili Üzerine İncelemeler, Akçağ Yayınları, Ankara
KOCASAVAŞ, Yıldız (2004) Türkçede Şahıs Zamirleri, TDK Yayınları, Ankara
MANSUROĞLU, Mecdut (1949) “Türkçede Zamir Çekimi”, TDED, c. 3, S. 3-4, 501-518 s.
POLAT, Abduraop (2002) Mūsā Sayramį Tārįḫ-i Ḥamįdį III İnceleme-Metin-Dizin, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara
ÖZKAN NALBANT, Bilge (2011) Çağatay Türkçesiyle Şerhü’r-Risale Fi’t-Tasavvuf
İnceleme-Metin-Dizin, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul
ÖZTÜRK, Rıdvan (1994) Yeni Uygur Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
SERTKAYA, Osman Fikri (1996) “Zamirlerde Katmerli Çekim Üzerine”, Uluslararası Türk
Dili Kongresi 1992, Ankara 1996, 17-31 s.
YILDIRIM, Hüseyin (2012) Özbek Türkçesi (Dil Bilgisi - Alıştırmalar - Konuşma - Metinler),
Gazi Kitabevi, Ankara
YILDIRIM, Talip (2016) Saykali Ravzatü’ş-Şüheda İnceleme-Metin-Dizin 1. Bölüm 1-236,
Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul

TÜRKÇE EĞİTİMİ VE EDEBİYAT ALANLARINDAKİ YÜKSEK LİSANS


TEZ ÖZETLERİNİN SÖZBİLİMSEL YAPISI
1
Dr.Mustafa Onur KAN

Özet
Bu araştırmanın amacı, Türkçe eğitimi ve edebiyat alanlarındaki yüksek lisans tez
özetlerinin sözbilimsel yapısını incelemek ve bu bağlamda özetlerin alanlara göre benzerlik ve
farklılıklarını belirlemektir. Betimsel tarama modelinde tasarlanan araştırmada
Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi veri tabanında yer alan ve 2017-2018 yıllarında
tamamlanan Türkçe eğitimi ve edebiyat alanlarındaki yüksek lisans tezleri arasından rastgele
seçilen 50 Türkçe eğitimi, 50 edebiya talanından olmak üzere toplam 100 yüksek lisans tez
özeti sözbilimsel yapı açısından incelenmiştir. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde
içerik çözümlemesi tekniği kullanılmıştır. Araştırmanın inandırıcılığını sağlamak için uzman
incelemesi yöntemine başvurulmuş ve bu bağlamda, metindilbilim alanında uzman bir
öğretim üyesi ile değerlendirme toplantısı yapılarak yüksek lisans tez özetlerinin
incelenmesiyle elde edilen verilere dair görüş birliğine ulaşılmıştır.
Çalışma sonucunda Türkçe eğitimi alanındaki tez özetlerinde Araştırmayı sunma,
Yöntemi betimleme ve Bulguları özetlemenin alışılagelmiş hareketler olduğu; Kuramsal bilgi
verme ve Araştırmayı tartışmanın da seçimlik hareket olduğu belirlenmiştir.
Edebiyatalanındaki yüksek lisans tez özetlerinde ise yalnızca Araştırmayı sunmanın
alışılagelmiş hareket olduğu; diğer hareketlerin tamamının seçimlik olduğu tespit edilmiştir.
Ayrıca, her iki alandaki tez özetlerinde de en yaygın görülen hareketin Araştırmayı sunma; en
az görülen hareketin ise Araştırmayı tartışma olduğu belirlenmiştir. Bununla birlikte, Yöntemi
betimleme ve Bulguları özetleme hareketlerinin özetlerde yer alma oranlarının alanlara göre
oldukça değiştiği dikkat çekmektedir. Söz konusu hareketlerin Türkçe eğitimi alanındaki
yüksek lisans tez özetlerinin tamamına yakınında; ancak edebiyatalanındaki özetlerin oldukça
azında yer aldığı belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sözbilimsel Yapı, Bilimsel Metin, Tez, Özet.
Giriş
Metindilbilimin araştırma konularından olan bilimsel metinlere ilişkin yapılan
çalışmaların, özellikle metinlerin sözbilimsel yapısına yönelik olduğu görülmektedir (Kan,

Dr. Öğr. Üyesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, E-posta: mustafaonurkan@gmail.com

205
2017). Bu çalışmalarda, genellikle Swales’in (1981; 1990) ileri sürdüğü ve bir türün
özelliklerini ortaya koyan hareket çözümlemesi temel alınmaktadır. Sözbilimsel yapı
çalışmalarının temel kavramı hareket; belli söylemsel ve metinsel işlevleri gerçekleştiren
dilsel birim olarak tanımlabilir (Jogthong, 2001). Swales (2004) de, hareketi, tutarlı bir
iletişimsel işlevi gerçekleştiren sözbilimsel birim olarak tanımlar ve hareketin biçimsel değil,
işlevsel bir birim olduğunu belirtir. Bazı hareketler doğrudan, yani bir adım olmaksızın
gerçekleşirken bazıları da adımlar aracılığıyla gerçekleşmektedir. Söz konusu adım kavramı
da hareketteki bilgiyi oluşturmak için kullanılan oluşturucu ögeler veya yerler şeklinde
tanımlanabilir (Nwogu, 1997). Sözbilimsel hareket ile hareketi temel alan sözbilimsel yapı,
bilimsel çalışmalarla alanyazında oldukça önemli hâle gelmiştir.
Bilimsel metnin tanıtıcı birimlerinden olan ve sözbilimsel yapı araştırmalarında ilgi
çeken özet, bilimsel metnin bütününü temsil eden ve bilgilendirici nitelikte olan kısa metin
şeklinde tanımlanabilir (Kan, 2017). Özetin temel amacının araştırmacılara ve okuyuculara
okuduklarını seçmelerinde yardımcı olması (Darabad, 2016) göz önünde bulundurulduğunda
iyi bir özetin araştırmanın amacını ve içeriğini doğru bir şekilde yansıtması gerekmektedir
(APA, 2009). Okuyucular ve araştırmacılar, çalışmanın tamamını okuyup okumamaya
genellikle özete bakarak karar vermektedir (Jiang & Hyland, 2017). Bu bağlamda
okuyucuların seçici olması, yeni yayımlanan araştırmaların bilgi akışının okunamayacak
kadar fazla olmasındandır (Doró, 2013). Dolayısıyla bilimsel metin yazarları da
oluşturdukları özetlerde sözbilimsel özelliklerin etkili seçimiyle okuyucuları, metnin
tamamını okumaya ikna etmeye çalışır (Ren & Li, 2011).
Alanyazında farklı alanlarda özetlerin sözbilimsel yapısını inceleyen çeşitli
araştırmalar (psikoloji alanında Hartley, 2003; Martin-Martin, 2005; uygulamalı dilbilim
alanında Santos, 1996; Lores, 2004; Pho, 2008; Tseng, 2011); dirimsel tıp alanında Huckin,
2001; biyoloji alanında Samraj, 2005 ve tıp alanında Salager-Meyer, 1990, 1992; Busch-
Lauer, 1995; Hartley, 2004) bulunmaktadır (Kan, 2017). Bu çalışmalarda Swales’in (1981)
bilimsel metinlerin giriş bölümleri için ileri sürdüğü model rehber alınmış ve özet bölümleri
bu bakış açısıyla ele alınmıştır. Söz konusu modellerden bazıları aşağıda tanıtılmaktadır.
Bhatia (1993) öncü çalışmasında; Amacı ortaya koyma, Yöntemi tanımlama, Sonuçları
özetleme ve Vargıları sunma hareketlerini belirlemiştir. Hyland’ın (2000) alanyazında kabul
gören ve yaygın bir şekilde temel alınan modelinde ise Giriş, Amaç, Yöntem, Sonuç ve Vargı
olmak üzere beş hareket yer almaktadır. Giriş, araştırmanın bağlamını ortaya koyar ve
araştırmaya motive eder; Amaç, araştırmanın amacını belirtir; Yöntem, araştırmanın modelini,
uygulanan işlemleri, verilerin toplanması ve çözümlenmesi gibi bilgileri sunar; Sonuç,
araştırmanın temel sonuçlarını belirtir ve Vargı çıkarımlara işaret eder (Behnam & Golpour,
2014). Tseng (2011) ise uygulamalı dilbilim alanındaki araştırma yazılarının özetlerini
incelediği çalışmasında Art alan, Amaç, Yöntem, Sonuçlar ve Vargı hareketlerini tespit
etmiştir (Kan, 2017). Uygulamalı dilbilim ve eğitim teknolojisi alanındaki araştırma
yazılarının özetlerini inceleyen Pho’nun (2008) modelinde de Araştırmayı konumlandırma,
Araştırmayı sunma, Yöntemi betimleme, Bulguları özetleme ve Araştırmayı tartışma
hareketleri ileri sürülmektedir.
Uygulamalı dilbilim alanındaki araştırma yazılarının özetlerini ele alan Santos (1996),
çalışmasında beş hareket belirlemiştir. Söz konusu hareketler Şema 1’de sunulmaktadır:
Şema 1: Uygulamalı Dilbilim Alanındaki Araştırma Yazılarının Özetlerine İlişkin
Sözbilimsel Yapı (Santos, 1996)
Hareket 1: Araştırmayı konumlandırma
Hareket 2: Araştırmayı sunma
Hareket 3: Yöntemi betimleme
Hareket 4: Sonuçları özetleme
Hareket 5: Araştırmayı tartışma

206
Santos (1996) yukarıda yer verilen modelinde, ilk hareketin (Araştırmayı
konumlandırma) araştırmanın genel konusu sunduğunu ve okuyucuyu araştırmaya motive
ettiğini; ikinci hareketin (Araştırmayı sunma) araştırmayı tanıttığını; üçüncü hareketin
(Yöntemi betimleme) araştırmanın yöntemini betimlediğini; dördüncü hareketin (Sonuçları
özetleme) araştırmanın temel sonuçlarını özetlediğini ve beşinci hareketin (Araştırmayı
tartışma) vargıları ve önerileri sunduğunu belirtmektedir.
Bu çalışmanın amacı Türkçe eğitimi ve edebiyat alanlarındaki yüksek lisans tez
özetlerinin sözbilimsel yapısını incelemek ve bu bağlamda özetlerin alanlara göre benzerlik
ve farklılıklarını belirlemektir.

Yöntem
Türkçe eğitimi ve edebiyat alanlarındaki yüksek lisans tez özetlerini sözbilimsel yapı
açısından ele alan bu araştırma betimsel tarama modelinde tasarlanmıştır. Yükseköğretim
Kurulu Ulusal Tez Merkezi veri tabanında 16.08.2018 tarihinde tez türü (yüksek lisans), yıl
(2017-2018), izin (izinli) ve ana bilim dalı sınırlamalarıyla gerçekleştirilen tarama ile ulaşılan
tezler arasından -alanlara göre rastlantısal olarak belirlenen- 50 Türkçe eğitimi, 50 edebiyat
alanından olmak üzere toplam 100 yüksek lisans tez özeti incelenmiştir.
Verilerin Toplanması
Yüksek lisans tez özetlerinin sözbilimsel yapısını incelemek amacıyla öncelikle özet
bölümlerinin sözbilimsel yapısına ilişkin alanyazındaki modeller (Bhatia, 1993; Santos, 1996;
Hyland, 2000; Pho, 2008; Tseng, 2011) temel alınarak taslak bir hareket ve adım listesi
oluşturulmuştur. Söz konusu liste metindilbilim alanında uzman bir öğretim üyesine sunularak
uzman değerlendirmesi yapılmış ve uzmandan gelen dönütler doğrultusunda listeye son hâli
verilmiştir. Şema 2’de yer verilen hareket ve adım listesi kullanılarak yüksek lisans tez
özetleri incelenmiştir.
Şema 2: Özetlere İlişkin Hareket ve Adım Listesi
Hareket 1: Kuramsal bilgi verme
Hareket 2: Araştırmayı sunma
Hareket 2 Adım 1: Amaç belirtme
ve/veya
Hareket 2 Adım 2: Araştırma konusunu sunma
Hareket 3: Yöntemi betimleme
Hareket 3 Adım 1: Araştırma modelini belirtme
Hareket 3 Adım 2: Evren ve örneklemi/çalışma grubunu betimleme
Hareket 3 Adım 3: Veri toplamayı betimleme
Hareket 3 Adım 4: Veri çözümlemeyi betimleme
Hareket 4: Bulguları özetleme
Hareket 5: Araştırmayı tartışma
Hareket 5 Adım 1: Bulguları yorumlama
Hareket 5 Adım 2: Öneri sunma
Şema 2’de yer verilen listede beş hareketin yer aldığı görülmektedir. Söz konusu
hareketlerden ikisi doğrudan gerçekleşirken üçü adımlar aracılığıyla gerçekleşmektedir.
Yukarıda yer verilen birinci hareket (Kuramsal bilgi verme) çalışmaya ilişkin art alan bilgisini
sunar; ikinci hareket (Araştırmayı sunma) araştırmanın amacını ve/veya konusu belirterek
araştırmayı tanıtır. Dört adımla gerçekleşen üçüncü hareket (Yöntemi betimleme) araştırma
yöntemini betimleyerek araştırmanın inandırıcılığını artırır. Dördüncü hareket (Bulguları
özetleme) araştırmada ulaşılan bulguları özetler ve son hareket (Araştırmayı tartışma) de iki
adım aracılığıyla söz konusu bulguları yorumlar ve önerilere yer verir.
Verilerin Çözümlenmesi

207
Araştırmada içerik çözümlemesi tekniği kullanılmıştır. İncelenen tezlerde belirlenen
hareketler, Kanoksilapatham’ın (2005) “alışılagelmiş” ve “seçimlik” hareketler ayrımına göre
değerlendirilmiştir. Söz konusu ayrıma göre bir hareket tezlerin en az %60’ında yer alıyorsa
alışılagelmiş; %60’ından azında yer alıyorsa seçimlik olarak değerlendirilmektedir.
Araştırmanın inandırıcılığını sağlamak amacıyla uzman incelemesi yöntemine
başvurulmuştur. Bu bağlamda, metindilbilim alanında uzman bir öğretim üyesi ile
değerlendirme toplantısı yapılmış ve yüksek lisans tez özetlerinin incelenmesiyle elde edilen
verilere dair görüş birliğine ulaşılmıştır.
Bulgular
Türkçe eğitimi ve edebiyat alanlarında yazılan yüksek lisans tez özetlerinde belirlenen
hareketlerin alanlara göre yer alması Tablo 1’de gösterilmektedir:
Tablo 1: Özete İlişkin Hareketlerin Tezlerde Yer Alması
Hareket Türkçe Eğitimi Edebiyat
N % N %
Kuramsal bilgi verme 22 44 23 46
Araştırmayı sunma 49 98 47 94
Yöntemi betimleme 48 96 16 32
Bulguları özetleme 45 90 15 30
Araştırmayı tartışma 15 30 4 8
Tablo 1’e göre, Türkçe eğitimi alanındaki tez özetlerinde Araştırmayı sunma, Yöntemi
betimleme ve Bulguları özetlemenin alışılagelmiş hareketler olduğu; Kuramsal bilgi verme ve
Araştırmayı tartışmanın da seçimlik hareketler olduğu belirlenmiştir. Edebiyat alanındaki
yüksek lisans tez özetlerinde ise yalnızca Araştırmayı sunmanın alışılagelmiş hareket olduğu;
diğer hareketlerin tamamının seçimlik olduğu tespit edilmiştir.
Tablo 1’de görüldüğü gibi, hem Türkçe eğitimi hem de edebiyat alanında yazılan tez
özetlerinde en yaygın görülen hareketin Araştırmayı sunma olduğu; en az görülen hareketin
ise Araştırmayı tartışma olduğu belirlenmiştir. Bununla birlikte, Yöntemi betimleme ve
Bulguları özetleme hareketlerinin tez özetlerinde yer alma oranlarının alanlara göre oldukça
değiştiği dikkat çekmektedir. Söz konusu hareketlerin Türkçe eğitimi alanındaki yüksek lisans
tezi özetlerinin tamamına yakınında yer aldığı; edebiyatalanındaki özetlerin ise çok azında yer
aldığı tespit edilmiştir.
İncelenen tez özetlerinde belirlenen adımların alanlara göre yer alması Tablo
2’de sunulmaktadır:
Tablo 2: Adımların Özetlerde Yer Alması
Adım Türkçe Eğitimi Edebiyat
N % n %
Araştırmayı sunma hareketine dair
Amaç belirtme 38 76 12 24
Araştırma konusunu sunma 14 28 39 78
Yöntemi betimleme hareketine dair
Araştırma modelini belirtme 32 64 2 4
Evren ve örneklemi/ çalışma 44 88 11 22
grubunu betimleme
Veri toplamayı betimleme 42 84 1 2
Veri çözümlemeyi betimleme 29 58 4 8
Araştırmayı tartışma hareketine dair
Bulguları yorumlama 8 16 3 6
Öneri sunma 9 18 1 2
Tablo 2’ye göre, Araştırmayı sunma hareketine dair adımların alanlara göre farklılık
gösterdiği görülmektedir. Türkçe eğitimi alanındaki tez özetlerinin genelinde Amaç belirtme

208
adımına yer verilirken edebiyat alanındaki tez özetlerinin genelinde Araştırma konusunu
sunma adımına yer verilmektedir.
Yöntemi betimleme hareketine dair adımlar incelendiğinde, Türkçe eğitimi alanındaki
özetlerde iki adımın (Araştırma modelini belirtme ve Veri çözümlemeyi betimleme) özetlerin
yarıdan fazlasında, iki adımın (Evren ve örneklemi/ çalışma grubunu betimleme ve Veri
toplamayı betimleme) da özetlerin önemli bir kısmında yer aldığı belirlenmiştir.
Edebiyatalanındaki tez özetlerinde ise Yöntemi betimlemeye dair adımların özetlerin oldukça
azında yer aldığı görülmektedir.
Araştırmayı tartışma hareketine dair adımlar olan Bulguları yorumlama ve Öneri
sunmanın her iki alandaki –Türkçe eğitiminde nispeten fazla olsa da- tez özetlerinin oldukça
azında yer aldığı belirlenmiştir.
Türkçe eğitimi ve edebiyat alanlarında yazılan yüksek lisans tez özetlerinde belirlenen
hareketlerin sıralaması (açılış/kapanış hareketleri) Tablo 3’te yer almaktadır:
Tablo 3: Alanlara Göre Açılış ve Kapanış Hareketleri
Türkçe Eğitimi Edebiyat
Açılış n/% Kapanış n/% Açılış n/% Kapanış n/%
hareketi hareketi hareketi hareketi
Araştırmayı 29/58 Bulguları 29/58 Araştırma 26/52 Araştırma 24/48
sunma özetleme yı sunma yı sunma
Kuramsal 20/40 Araştırma 15/30 Kuramsal 22/44 Bulguları 11/22
bilgi verme yı tartışma bilgi özetleme
verme
Tablo 3’te görüldüğü gibi, Araştırmayı sunma hem Türkçe eğitimi hem de edebiyat
alanındaki yüksek lisans tez özetlerinin yarıdan fazlasında açılış hareketi olarak yer
almaktadır. Kapanış hareketine bakıldığında ise söz konusu alanlarda farklılık görülmektedir.
Türkçe eğitimi alanındaki özetlerin yarıdan fazlasında Bulguları özetleme kapanış hareketi
olarak yer alırken edebiyat alanındaki özetlerin yaklaşık yarısında Araştırmayı sunma kapanış
hareketi olarak yer almaktadır.
Sonuç ve Tartışma
Türkçe eğitimi ve edebiyat alanlarındaki yüksek lisans tez özetlerinin sözbilimsel
yapısının incelendiği bu çalışmada, Türkçe eğitimi alanındaki tez özetlerinde Araştırmayı
sunma, Yöntemi betimleme ve Bulguları özetlemenin alışılagelmiş hareketler olduğu;
Kuramsal bilgi verme ve Araştırmayı tartışmanın ise seçimlik hareket olduğu belirlenmiştir.
Edebiyat alanındaki yüksek lisans tez özetlerinde ise yalnızca Araştırmayı sunmanın
alışılagelmiş hareket olduğu; diğer hareketlerin tamamının seçimlik olduğu tespit edilmiştir.
Her iki alandaki tez özetlerinde de en yaygın görülen hareketin Araştırmayı sunma; en
az görülen hareketin ise Araştırmayı tartışma olduğu belirlenmiştir. Bununla birlikte, Yöntemi
betimleme ve Bulguları özetleme hareketlerinin görülme oranlarının alanlara göre oldukça
değiştiği dikkat çekmektedir. Söz konusu hareketlerin Türkçe eğitimi alanındaki yüksek lisans
tez özetlerinin tamamına yakınında yer aldığı ancak edebiyat alanındaki özetlerin oldukça
azında yer aldığı belirlenmiştir. Her iki alandaki tez özetlerinde Kuramsal bilgi verme ve
Araştırmayı tartışmaya az yer verilmesi bir tercih olarak değerlendirilebilir. Ancak edebiyat
alanındaki yüksek lisans tez özetlerinin önemli bir kısmında Yöntemi betimleme ve Bulguları
özetlemenin yer almamasının büyük bir sorun olduğu düşünülmektedir, zira özellikle yönteme
dair bilgilerin yer almaması çalışmanın kabuledilebilirliği, anlaşılabilirliği ve tekrar
edilebiliriliğine yönelik okuyucular ve araştırmacılarda ciddi soru işaretleri
oluşturabilmektedir. Bulguların özetlenmemesi de okuyucular ve araştırmacıların çalışmanın
tamamını görmelerine ilişkin ilgilerini azaltabilir, zira okuyucular ve araştırmacılar,
çalışmanın tamamını okuyup okumamaya genellikle özete bakarak karar vermektedir (Jiang
& Hyland, 2017).

209
Alanyazındaki farklı disiplinlerden özetlerin sözbilimsel yapısını inceleyen
çalışmalarda (Abarghooeinezhad & Simin, 2015; Darabad, 2016) amacı, yöntemi, bulguları
sunmaya dair hareketlerin daha çok; çalışmaya dair kuramsal bilgi vermeye ve çalışmayı
tartışmaya dair hareketlerin daha az yer aldığı belirlenmiştir. Benzer şekilde Pho’nun (2008)
çalışmasında Tartışmanın en az görülen hareketlerden olduğu; Coşmuş’un (2011)
çalışmasında da Tartışmanın Türkçe metinlerin oldukça azında yer aldığı belirlenmiştir.
Yöntemi betimleme hareketine dair de alanyazındaki çalışmalarda (Santos, 1996; Tseng,
2011; Ren & Li, 2011; Sidek, Saad, Baharun & Idris, 2016) ele alınan bilimsel metinlerin
önemli bir kısmında söz konusu hareketin görüldüğü tespit edilmiştir.
Edebiyat alanındaki yüksek lisans tez özetlerinde Yöntemi betimleme ve Bulguları
özetleme hareketlerinin az yer aldığı ve bu hareketlerin yerine işlevsel olmayan bilgilere,
örneğin tezin bölümlerinin tanıtılması, yer verildiği dikkat çekmektedir. Bu sonuçlardan
hareketle edebiyat alanındaki yüksek lisans tez özetlerinin çalışmanın konusunu belirten ama
yöntem ve bulgularına yer vermeyen tanımlayıcı özet (bk. Bailey, Powell & Shuttleworth,
1994) türünde olduğu söylenebilir. Tonta (2008), tanımlayıcı özet türünün içindekiler
sayfasının paragraf biçimine getirilmiş şekli olduğunu ve bu tür özetlerin giderek daha az
kullanıldığını belirtmektedir. İncelenen Türkçe eğitimi alanındaki yüksek lisans tez
özetlerinde Araştırmayı sunma, Yöntemi betimleme ve Bulguları özetleme hareketlerinin
özetlerin önemli bir kısmında tespit edildiği göz önünde bulundurulduğunda da bu özetlerin
çalışmanın amacı, yöntemi ve bulgularına dair bilgiler veren bilgilendirici özet (bk. Bailey,
Powell & Shuttleworth, 1994) türünde olduğu söylenebilir. Yıldızeli ve Dener (2005) de
bilimsel makale ve tezlerde daha çok bu tür özetlerle karşılaşıldığını belirtmektedir.
Çalışmada, Araştırmayı sunma hareketine dair adımların alanlara göre farklılık
gösterdiği belirlenmiştir. Türkçe eğitimi alanındaki tez özetlerinin genelinde Amaç belirt me
adımına yer verilirken edebiyatalanındaki tez özetlerinin genelinde Araştırma konusunu
sunma adımına yer verildiği tespit edilmiştir. Araştırmalarda problemin en somutlaştığı yer
olan amaç (Karasar, 2006) belirtilirse okuyucuların ve araştırmacıların zaman kaybı
yaşamaması sağlanır (Kan, 2014). Swales’in (1990) araştırma yazılarının giriş bölümleri için
ileri sürdüğü modelinde Amaçları belirtme ve Araştırma konusunu sunma adımlarından biri
kullanılmaktadır. Edebiyatalanında yüksek lisans tezi oluşturanların da özetlerinde daha çok
konuyu sunmaları böyle bir tercih ile açıklanabilir.
Yöntemi betimleme hareketine dair adımlar incelendiğinde Türkçe eğitimi alanındaki
özetlerde iki adımın (Araştırma modelini belirtme ve Veri çözümlemeyi betimleme) tez
özetlerinin yarıdan fazlasında, iki adımın (Evren ve örneklemi/ çalışma grubunu betimleme ve
Veri toplamayı betimleme) da tez özetlerinin önemli bir kısmında yer aldığı belirlenmiştir.
Araştırma modelini belirtme ve veri çözümlemeyi betimleme adımları her ne kadar Türkçe
eğitimi alanındaki yüksek lisans tez özetlerinin yarıdan fazlasında yer alsa da çalışmanın
kabul edilebilirliği, anlaşılabilirliği ve tekrar edilebiliriliği açısından özetlerde yer alması
gerekmektedir. Edebiyat alanındaki tez özetlerinde ise Yöntemi betimlemeye dair adımların
özetlerin oldukça azında yer aldığı dikkat çekmektedir. Özellikle modelin araştırmanın
temelini oluşturduğu (Carr, 2007) göz önünde bulundurulduğunda edebiyat alanındaki tez
özetlerinde buna dair adımın yer almamasının önemli bir eksiklik olduğu söylenebilir.
Yöntem betimlemeye dair diğer adımların da edebiyat alanındaki tez özetlerinde yer almaması
değerlendirildiğinde yüksek lisans tezi yazanların yöntem bilgisinin yeterli olmayışı söz
konusu sorunların nedeni olabilir.
Araştırmayı tartışma hareketine dair adımlar olan Bulguları yorumlama ve Öneri
sunmanın her iki alandaki –Türkçe eğitiminde daha fazla olsa da- tez özetlerinin oldukça
azında yer aldığı belirlenmiştir. Buna göre, her iki alandaki tez yazarlarının da özetlerinde
bulgularını yorumlamayı ve önerilerini sunmayı tercih etmedikleri söylenebilir. Bu tercihin
tezin bilgi verme yönüne dair önemli bir eksiklik oluşturmadığı düşünülmektedir.

210
Çalışmada incelenen tezlerde belirlenen hareketler sıralamaları açısından
değerlendirildiğinde Araştırmayı sunmanın hem Türkçe eğitimi hem de edebiyat alanındaki
yüksek lisans tez özetlerinin yarıdan fazlasında açılış hareketi olarak yer aldığı tespit
edilmiştir. Benzer şekilde Can, Karabacak ve Qin’in (2016) çalışmasında da, incelenen
özetlerin yarısında amacın açılış hareketi olduğu belirlenmiştir. Kapanış hareketine
bakıldığında ise söz konusu alanlarda farklılık görülmektedir. Türkçe eğitimi alanındaki
özetlerin yarıdan fazlasında Bulguları özetlemenin kapanış hareketi olarak yer aldığı;
edebiyatalanındaki özetlerin yaklaşık yarısında Araştırmayı sunmanın kapanış hareketi olarak
yer aldığı belirlenmiştir. Edebiyat alanındaki on tez özetinde tek hareket olarak Araştırmayı
sunmanın görülmesi ve bazı tez özetlerinde söz konusu hareket sonrasında işlevsel olmayan
bilgilerin yer alması edebiyat alanındaki tezlerde Araştırmayı sunmanın hem açılış hem
kapanış hareketi olmasını etkilemektedir. Alanyazındaki bazı çalışmalarda (Tseng, 2011; Can,
Karabacak & Qin, 2016) özetlerde genellikle Tartışmanın kapanış hareketi olarak yer aldığı
belirlenmiştir. Bu çalışmada incelenen tez özetlerinde Araştırmayı tartışma hareketinin az yer
alması bu hareketin kapanış hareketi olarak sık görülmemesinde bir etken olmaktadır.
Araştırmada ulaşılan sonuçlardan hareketle aşağıda yer verilen öneriler geliştirilebilir:
Edebiyat alanındaki tez özetlerinde hareket ve adımlara dair eksiklikler olduğu ve
özetlerde işlevsiz bilgilere yer verildiği göz önünde bulundurulduğunda incelenen tezlerin
yazarlarının özet oluşturmaya dair yeterli bilgiye sahip olmadıkları söylenebilir. Türkçe
eğitimi alanındaki yüksek lisans tez özetlerinde hareketler edebiyat alanına göre çok daha
yaygın yer alsa da özellikle bazı adımların oldukça az sayıda özette yer aldığı belirlenmiştir.
Buradan hareketle lisansüstü öğrencilere yönelik metindilbilimsel temelli Akademik Yazma
derslerinin verilmesi daha nitelikli tez özetleri yazılmasına katkı sağlayabilir.
Yöntemi betimleme hareketine ve söz konusu harekete ilişkin adımlara dair eksiklikler
değerlendirildiğinde lisansüstü öğrencilere araştırma yöntemlerine yönelik -araştırma
yöntemleri konusunda uzman öğretim üyeleri tarafından- Bilimsel Araştırma Yöntemleri
dersinin verilmesi düşünülebilir.
Farklı disiplinlerde yazılan yüksek lisans, doktora ve makale özet metinlerini ele alan
benzer çalışmalar yapılabilir. Böylelikle farklı disiplinlerdeki özetlerin sözbilimsel yapısı ve
söylem topluluğunun eğilimleri belirlenebilir.
KAYNAKLAR
ABARGHOOEİNEZHAD, M & SİMİN, S. (2015) “A Structural Move Analysis of Abstract
in Electronic Engineering Articles” International Journal of Research Studies in Language
Learning, 4 (4), 69-80.
APA. (2009) Amerikan Psikoloji Derneği Yayım Kılavuzu, Kaknüs Yayıncılık, İstanbul
BAİLEY, E. P., POWELL, P. A., & SHUTTLEWORTH, J. M. (1994) Bilimsel Makaleleri
Hazırlama ve Yazma Tekniği, Birsen Yayınevi, İstanbul
BEHNAM, B. & GOLPOUR, F. (2014) “A Genre Analysis of English and Iranian Research
Articles Abstracts in Applied Linguistics and Mathematics” International Journal of Applied
Linguistics and English Literature, 3 (5), 173-179.
BHATİA, V. K. (1993) Analysing Genre: Language Use in Professional Settings, Longman,
London
BUSCH-LAUER, I. (1995) “Abstracts in German Medical Journals: A Linguistic Analysis”
Information Processing & Management, 31(5), 769-776.
CAN, S., KARABACAK, E. & QİN, J. (2016) “Structure of Moves in Research Article
Abstracts in Applied Linguistics” Publications. 4, 23.
CARR, W. (2007) “Educational research as a practical science” International Journal of
Research & Method in Education, 30 (3), 271-286.

211
COŞMUŞ, C. (2011) Structural Organisation of Abstracts in English and Turkish Research
Articles. Uludağ Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi,
Bursa
DARABAD, A. M. (2016) “Move Analysis of Research Article Abstracts: A Cross-
Disciplinary Study” International Journal of Linguistics, 8 (2), 125-140.
DORÓ, K. (2013) “The Rhetoric Structure of Research Article Abstracts in English Studies
Journals” Prague Journal of English Studies, 2 (1), 119-139.
HARTLEY, J. (2003) “Improving the Clarity of Journal Abstracts in Psychology: The Case
for Structure” Science Communication, 24(3), 366-379.
HARTLEY, J. (2004) “Current Findings from Research on Structured Abstracts” Journal of
Medical Library Association, 92 (3), 368-371.
HUCKİN, T. (2001) “Abstracting from Abstracts”. In M. Hewings (Ed.), Academic Writing
in Context: Implications and Applications. Papers in honour of Tony Dudley-Evans (93-105).
University of Birmingham Press, Birmingham, UK.
HYLAND, K. (2000) Disciplinary Discourses: Social Interactions in Academic Writing.
Longman, London, UK.
JİANG, F. K. & HYLAND, K. (2017) “Metadiscursive Nouns: Interaction and Cohesion in
Abstract Moves”, English for Specific Purposes, 46, 1-14.
JOGTHONG, C. (2001 Research Article Introductions in Thai: Genre Analysis of Academic
Writing (Unpublished doctoral dissertation), West Virginia University, Morgantown, West
Virginia.
KAN, M. O. (2014) Sözbilimsel Yapı Temelli Bir Metindilbilim Çözümlemesi: Türkçe Eğitimi
Alanındaki Yüksek Lisans Tezlerinin Sözbilimsel Yapısı, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış doktora tezi, Ankara
KAN, M. O. (2017) Akademik Yazma, Eğiten Kitap Yayınevi, Ankara
KANOKSİLAPATHAM, B. (2005) “Rhetorical Structure of Biochemistry Research Articles”
English for Specific Purposes, 24, 269-292.
KARASAR, N. (2006) Bilimsel Araştırma Yöntemi. Nobel Yay. Ankara
LORES, R. (2004) “On RA Abstracts: From Rhetorical Structure to Thematic Organization”
English for Specific Purposes, 23, 280-302.
MARTİN-MARTİN, P. (2005) The Rhetoric of Abstracts in English and Spanish Scientific
Discourse: A Cross-Cultural Genre-Analytic Approach, Peter Lang., Bern
NWOGU, K. N. (1997) “The Medical Research Paper: Structure and Functions” English for
Specific Purposes, 16, 119-138.
PHO, P. D. (2008) “Research Article Abstracts in Applied Linguistics and Education
Technology: A Study of Linguistic Realizations of Rhetoric Structure and Authorial Stance”
Discourse Studies, 10 (2), 231-250.
REN, H. & Li, Y. (2011) “A Comparison Study on the Rhetorical Moves of Abstracts in
Published Research Articles and Master’s Foreign-Language Theses” English Language
Teaching, 4, 162–166.
SALAGER-MEYER, F. (1990) “Discoursal Movements in Medical English Abstracts and
Their Linguistic Exponents: A Genre Analysis Study” Interjiree, (2), 107-124.
SANTOS, M. B. D. (1996) “The Textual Organization of Research Paper Abstracts in
Applied Linguistics” Text, 16 (4), 481-499.
SAMRAJ, B. (2005) “An Exploration of a Genre Set: Research Article Abstracts and
Introduction in Two Disciplines” English for Specific Purposes, 24, 141-156.
SİDEK, H. M., SAAD, N. S. M., BAHARUN, H., & IDRİS, M. M. (2016). “An Analysis of
Rhetorical Moves in Abstracts for Conference Proceedings” IJASOS- International E-Journal
of Advances in Social Sciences, II (4), 24-31.

212
SWALES, J. M. (1981) Aspects of Article Introductions. The University of Aston, Language
Studies Unit, Birmingham, UK
SWALES, J. M. (1990) Genre Analysis: English in Academic and Research Settings,
Cambridge University Press, Cambridge.
SWALES, J. M. (2004) Research Genres: Explorations and Applications, CUP, Cambridge
TONTA,Y.(2008) Öz Hazırlama,
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~tonta/courses/fall2007/sb5002/sb5002-5a-oz-hazirlama. pdf
(Erişim Tarihi: 30.08.2018)
TSENG, F. (2011) “Analyses of Move Structure and Verb Tense of Research Article Abstracts in
Applied Linguistics Journals” International Journal of English Linguistics, 1(2), 27-39.
YILDIZELİ, A. & DENER, H. I. (2005) “Makalelerde Öz Hazırlama Üzerine”. (Ed. Yılmaz, O.)
Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık: 3. Ulusal Sempozyum, TÜBİTAK, Ankara, 170-199.
Ek-1: İncelenen Tez Özetlerinden Alınan Hareket ve Adım
Örnekleri Kuramsal bilgi verme
Aralarında bir ya da birden fazla nitelikte benzerlik bulunan iki şeyden birinin diğerine
benzetilmesine teşbih denir. İçinde kıyaslamayı da barındıran teşbih, mecaz içinde yer alan bir
sanattır. Teşbih, beraberinde istiâreyi getirmektedir. Sözlük anlamı ödünçleme olan istiâre, teşbih
unsurlarından sadece müşebbeh ve müşebbehünbihten birinin söylenmesiyle yapılır.
Araştırmayı sunma
Bu çalışmanın amacı, Proje Tabanlı Öğrenme Yaklaşımının ortaokul öğrencilerinin
yazma becerilerine ve yazma kaygılarına etkisini araştırmaktır. (Amaç belirtme)
Çalışmamız, Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı” eserinde yer alan niteleme
sıfatlarını konu edinmiştir. (Araştırma konusunu sunma)
Yöntemi betimleme
Nitel araştırma desenlerinden olgu bilim (fenomenoloji) deseninin kullanıldığı bu
araştırmada… (Araştırma modelini belirtme)
Üsküp Yunus Emre Enstitüsü’nde Türkçe öğrenen A1 ve A2 seviyesini tamamlamış 22
öğrenciye… (Evren ve örneklemi/çalışma grubunu betimleme)
yarı yapılandırılmış görüşme formu uygulanmıştır. (Veri toplamayı betimleme)
Verilerin analizinde ise içerik analizi yapılmıştır. (Veri çözümlemeyi betimleme)
Bulguları özetleme
Bu araştırma sürecinde elde edilen verilerden yola çıkılarak dil bilgisi öğretim
sürecinde öğrencilerin bilgileri keşfederek öğrenmesini sağlayan buluş yoluyla öğretim
stratejisinin diğer geleneksel yöntemlere göre öğrenci başarısında ve bilgilerin kalıcılığında
daha etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Araştırmayı tartışma
Araştırmanın çalışma grubunu oluşturan öğrencilerin, Türkçeyi akademik
kaygılardan çok, bir vakit geçirme aktivitesi olarak gördüklerinden dolayı Türkçe öğrenme
tutumlarının düşük düzeyde çıktığı düşünülmektedir. (Bulguları yorumlama)
Özgün metin oranı artırılarak Türkçe öğrenmek isteyen yabancılara hem günlük
hayatta kullanılan dil hem de akademik düzeyde bir dil gelişimi sağlanabilir. (Öneri sunma)

213
KLASİK FARSÇA-TÜRKÇE SÖZLÜKLERİN DİL TARİHİ
BAKIMINDAN DEĞERİ
1
Dr. Möhsün NAĞISOYLU
Özet
Mevcut kaynaklara ve yazma eserlerin araştırılması sonucu elde edinen bilgilere
dayanarak Azerbaycan sözlükçülüğünün ilk örneği gibi yaşadığı devrin ünlü şairi, Farsça
mükemmel Divan’ı olan Katran Tebrizi’nin 1046. yılında kaleme aldığı “et-Tefasir” eserini
kabul edebiliriz. Farsçanın ilk açıklamalaı sözlüğü olan eserde Katran Tebrizi yaklaşık 300
eski ve günümüzde anlaşılmayan Farsça kelimenin mealini vermiştir. Sözlük Farsça
kelimelerin ilk ve son harfına göre düzenlenmiştir.
11.yüzyılda Asadi Tusi Azerbaycan’ın Nahçivan bölgesinde Luğat-name (Sözlük) ve
ya Sihah al-furs isimli sözlük hazırlamıştır. Katran Tebrizi’nin et-Tefasir’i kitabı gibi
Farsçanın açıklamalı sözlüğü olan şu kitapta Farsça 1700 kelimenin açıklaması verilmiştir.
13.yüzyıldan itibaren Türkçe kelimleri de kapsayan sözlüklerin ortaya çıktığını
görmekteyiz. İlk olarak bu tür sözlüğü köken olarak Güney Azerbaycan’ın Hoy şehrinden
olan Husameddin Hasan bin Abdalmumin Hoyi kaleme almıştır. Türkolojide Töhfe-i Hüsam
olarak tanımlanan sözlük sadece Azerbaycan’da değil, aynı zamanda Yakın Doğu’da ilk
manzum Farsça-Türkçe sözlüktür. 20 babdan oluşan bu değerli sözlükte her kıtadaki
beyitlerin sayısı farklıdır: 6 ile 32 beyit arasındadır. 302 beyitten oluşan Töhfe-i Hüsam
sözlüğünde çok anlamlı, zıt anlamlı ve sesteş kelimeler de yer almıştır.
13. y.y.-ın sonları ve 14. yüzyılın başlarında yaşamış Hinduşah ibn Sencer
Nahçıvani’nin 1280-1300. yıllarda kaleme aldığı es-Sihah al-Acamiye (Farsçanın düzgün
sözlüğü) isimli eseri klasik Azerbaycan sözlükleri sırasında özel bir yere sahiptir ve büyük
önem taşımaktadır. Düzyazı ile kaleme alınmış olan sözlükte yaklaşık 10.000 Türkçe kelime,
deyim ve cümle vardır.
13. y.y.-ın değerli sözlüklerinden diğeri Seyyid Ahmet Cemaleddin ibn Mühenna’nın
Hilyet ül-İnsan ve Helbet ül-Lisan adlı eseridir. Sözlükteki açıklamalar Arapça olmasına
rağmen eski Azerbaycan Türkçesi, onun söz varlığı ve gramer özellikleri eserin başlıca
araştırma konusunu oluşturmaktadır.
Klasik Azerbaycan sözlükleri sadece sözlük gibi değil, hem de Arapçanın, Farsçanın
ve özellikle de Türkçenin dilbilimsel özelliklerini içermekte ve dil bilimi açısından önemli dil
olgularını yansıtmaktadır.
Anahtar kelimeler: Azerbaycan, Türkçe, Töhfe-i Hüsam, Sözlük, Dilbilim
Mevcut kaynaklara ve yazma eserlerin araştırılması sonucu elde edinen bilgilere
dayanarak Azerbaycan sözlükçülüğünün ilk örneği gibi yaşadığı devrin ünlü şairi, Farsça
mükemmel Divan’ı olan Katran Tebrizi’nin 1046 yılında kaleme aldığı “et-Tefasir” eserini
kabul edebiliriz. Farsçanın ilk açıklamalı sözlüğü olan eserde Katran Tebrizi yaklaşık 300 eski
ve günümüzde anlaşılmayan Farsça kelimenin mealini vermiştir. Sözlük Farsça kelimelerin
ilk ve son harfine göre düzenlenmiştir. Kelimelerin ilk ve son harfine göre hazırlanmış en eski
Azerbaycan sözlüğü olan “et-Tefâsîr” kısmen öğrenilse de, yayınlanmamıştır (5). Bunun da
başlıca nedeni eserin yazmalarının günümüze kadar ulaşamamasıdır. Fakat sonraki yüzyıllara
ait birçok Fars sözlüklerinde “et-Tefâsîr”den onun bir zamanlar mevcut olmasını kanıtlıyan
örneklere yer verilmiştir. Son dönemlerde İran kütüphanelerinde adı geçen sözlüğün iki
elyazma nüshası bulunmuştur.
XI yüzyılda Esedi Tusi isimli yazarın dahi Nahçıvan’da “Luğat-name” (“Sözlük”) veya
“Sihahü’l-Furs” (“Fars dilinin düzgün sözlüğü”) adlı bir sözlük hazırlamıştır. İster Katran
Tebrizi’nin, isterse Esedi Tusi’nin sözlüklerinde X yüzyılın sonlarında yaşamış Türk asıllı büyük
leksikograf İsmail Cevheri’nin “Sihah” (“Arap dilinin izahlı sözlüğü”) eserinin etkisi

1
Ordinarius, Prof.Dr., Azerbaycan Millî Bilimler Akademisi Nesimi Adına Dilçilik Enstitüsü Başkanı
214
duyulmaktadır. Azerbaycan yazarlarının kaleminden çıkmış olan klasik sözlüklerden biri
dönemin önemli bilginlerinden olan Hübeyş Tiflisi’nin (ö.1203) m.1153 yılında tamamladığı
“Kanunü’l-Edeb” adlı lügatidir. Katran Tebrizi’nin sözlüğünden farklı olarak Tiflisi’nin bu
sözlüğünün birçok yazmaları mevcuttur ki, bunlardan da en eskisi yazarın sağlığında
hazırlanmış m.1153 tarihli değerli bir nüshadır (İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Mehmet
Hafız Efendi, N.434). Tiflisi’nin “Kanunü’l-Edeb” eserini Osmanlı yazarı Sadeddin
Müstakimzade h.1182 / m. 1769 yılında “el-Lügat Selasat” ismiyle Türkçeye tercüme etmiştir.
Önceki yüzyıllardan farklı olarak XIII. yüzyıldan itibaren Azerbaycan’da Türk
kelimelerini kapsayan sözlükler de ortaya çıkıyor. Bu türden ilk sözlük aslen Güney
Azerbaycan’ın Hoy şehrinden olan ve hayatının büyük kısmını Osmanlı topraklarında, daha
doğrusu, Kastamonu’da Çobanoğulları Beyliği Sarayı’nda geçirmiş Hüsamettin Hasan bin
Abdülmömin Hoyi’nin “Töhfe-i Hüsam” adlı eseridir. Ünlü Türk bilgini Zeki Velidi Toğan’ın
yazdığı gibi, Hüsamettin Hoyi Arapça ve Farsça fesih (beliğ) divan dilini ve her ikisinin
edebiyatını mükemmel bilmiş ve Selçuklular ve İlhanlılar döneminde Anadolu’da gelişen İslam
kültürünü Kastamonu’da layıkıyla temsil etmiştir. Hoyi’nin “Töhfe-i Hüsam” eseri Azerbaycan
sözlükçülüğü tarihinde nazımla kaleme alınmış ilk Farsça-Türkçe sözlük olarak kabul edilir (3,
20). Ortadoğu’da ilk manzum sözlük Abu Nasr Ferahi’nin 1220 yılında tamamladığı “Nisabü’s-
Sıbyan” (“Çocuklar için malzeme”) isimli kitabıdır (11,14-15). Arapça-Farsça bu manzum sözlük
yazıldığı dönemden Ortadoğu’da geniş yaygınlaşmış ve ona çok nazireler yazılmıştır. Hüsamettin
Hoyi de çağdaşı Ebû Nasr Ferahi’nin sözlüğüne nazire olarak “Nasibü’l-Fityan” (“Gençlerin
payı”) isimli Arapça-Farsça bir manzum sözlük hazırladı. Hüsamettin Hoyi’nin “Töhfe-i Hüsam”
eserine gelince, eser sadece Azerbaycan’da değil, genel olarak Ortadoğu’da ilk manzum Farsça-
Türkçe sözlüktür (3, 20). 20 babdan oluşan bu değerli sözlükteki beyitlerin sayısı çeşitlidir: en az
6 beyt, en fazla 32 beyt. Beyitlerin toplam sayısı
302 civarındadır. Sözlük aşağıdaki beyitlerle başlıyor:
Hoda – Tanrı, tevanger menisi bay,
İşe buyrukedici – karfermay.
Setare - yılduz – o horşid – güneş,
Zemin – yer, asiman – gög, mahdur ay.
Teber – balta, kılıc – şemşir-o-tir – ok,
Seper – kalkan, kemin – busu, keman – yay.
Şoş – öyken, korde – böyrek (böbrek), dest eldür,
Zeban – dil, del – gönül, ser – baş, ayak – pay.
Örnekten de görüldüğü gibi, Hüsamettin Hoyi yalın bir şiir dili ile genel olarak Farsça
sözcükleri kaydetmiş, sonra ise onların Türkçe karşılıklarını vermiştir. Lüğatin nazımla
olmasına gelince, bu, yazarın soydaşlarına, özellikle de çocuklara ve gençlere kolay bir yolla
fars dilini eğitmeği amaçlamasından kaynaklanmaktadır.
Diğer eski manzum sözlüklerde olduğu gibi, Hüsamettin Hoyi’nin adı geçen eserinde de
alfabe sıralaması gözlenmiş olduğunu belirtelim. Sözlükte yer alan Türkçe kelimelere gelince,
onların büyük kısmı fiillerden oluşsa da, isim, sıfat, say ve zamirlere ait örnekler de mevcuttur.
Sözlükteki Türkçe kelimeler sırasında insan ve sıhri anlamlı sözcükler, çeşitli eşya isimleri, flora
ve ve fauna âlemine ait sözcüksel birimler daha fazladır. Sözlükte yer alan birçok sözcükler
çağdaş Azerbaycan dili açısından arkaik özellik arz ediyor. Örneğin: ayıtmak (söylemek), alp
(yiğit), ısırık (ısırmak), otaçi (doktor), sin (kabir), tutuq (perde), uçmak (cennet) vb. Sözlükte
kelimelerle yanı sıra, birçok deyim ve basit cümlelerin kullanılması da dikkat çekiyor. Hüsamettin
Hoyi adı geçen değerli sözlüğünde gerek Fars, gerekse Azerbaycan Türkçesine mahsus bazı
atasözleri de kullanmıştır. Örneğin: Her ke cuyed yabed – İsteğen bula; Her ke ba qol setized,
ağebet beçined har – Kim güle irişürse, sonucı diken deredi.
Hüsamettin Hoyi aynı zamanda Ortadoğu’da yaygın olan Münşeat (inşa, mektuplar)
türüne ait Farsça ve Arapça iki eser de yazmıştır. Kaynaklarda Hoyi’nin Farsça divan sahibi

215
olmasına dair bilgiler verilmesine rağmen, yazarın bu eseri günümüze kadar ulaşmamıştır.
Hoyi’nin elde olan Farsça şiirleri sadece birkaç kaside ve rübaiden oluşmaktadır.
Hüsamettin Hoyi’nin esas eseri olan “Töhfe-i Hüsam” sözlüğü Orta Çağ’da büyük ün
kazanmış ve ona atıfta bulunarak birkaç sözlükçe de yazılmıştır.
XIII-XIV yüzyıllarda yaşamış Hinduşah bin Sencer Nahçıvani’nin yaklaşık 1280-1300
yılları arasında kaleme aldığı “es-Sihah al-Acamiye” (“Farsçanın düzgün sözlüğü”) adlı
değerli eseri klasik Azerbaycan sözlükleri sırasında özel bir mevkiye sahiptir.
Hinduşah Nahçivani bu sözlüğünde Fars dil bilimi tarihinde ilk kez Farsçanın
morfolojik kurallarının, özellikle de fiil konusunun bilimsel bir şekilde izahını da vermiştir.
Sözlüğün bu bölümü Arapçadır. Sözlük genel olarak, üç bölümden oluşmaktadır:
Arapça mukaddime;
Farsça-Türkçe lügat;
Fars dilinin grameri (Arapça).
Türk leksikografi tarihinin araştırılmasında, Fars ve Türk dillerinin söz varlığının XIII-
XIV yüzyıllardaki genel manzarasının öğrenilmesinde bu eser eşsiz bir dil tarihi kaynağıdır.
“es-Sihah al-Acamiye” hakkında şimdiye kadar çeşitli makaleler yazılmış (2; 3; 4; 5) ve
sözlüğün metni ilk kez kusurlu bir elyazması temelinde Azerbaycan âlimi Gulamhüseyin
Begdeli tarafından 1983 yılında Tahran’da yayınlanmıştır (8). Azerbaycan âlimlerinden
Cemile Sadıkova ve Teyyibe Alesgerova ise 1993 yılında “es-Sihah al-Acamiye”nin üç eski
yazma nüshası esasında ilmî tenkitli metnini yayına hazırlamışlar (3). Bu mükemmel yayında
yazarların Hinduşah Nahçivani ve yaşamı, bilimsel-sanatsal faaliyeti hakkında kapsamlı ve
değerli bilgileri içeren giriş makalesi de yer almıştır.
Farsça-Türkçe nesirle yazılmış ilk sözlük sayılan “es-Sihah al-Acamiye” eserinde
kelimelerin toplam sayısı beş binden fazladır ki, onların sırasında Türkçe kelimelerin sayısı
daha çoktur. 1280-1300 yılları arasında düzenlenmiş bu değerli sözlüğün en başlıca
özelliklerinden biri burada Arapça olan gramer bilgilerinde farsçanın morfolojik kurallarının,
özellikle de fiillerin kapsamlı bir bişimde ve ilmi şekilde açıklanmasıdır.
Hinduşah Nahçivani fars kökenli kelimeleri isimler ve fiillere ayırarak onların temel
özelliklerini anlatmıştır. 21 bab ve 393 bölümden oluşan eserde Farsça kelimeler son harfler
üzere alfabe sıralaması ile düzenlenmiştir.
Hinduşah Nahçıvani’nin “es-Sihah al-Acamiye” sözlüğü iki açıdan özellikle büyük önem
taşımaktadır. Birincisi, eser Ortadoğu’da, genel sözlükçülük tarihi ve geleneklerinin, klasik
sözlükler hazırlama ilkelerinin öğrenilmesi açısından eşsiz, değerli kaynaktır. İkincisi Hinduşah
Nahçıvani’nin bu sözlüğü gerek fars leksikolojisinin, gerekse de Azerbaycan-Türk
leksikolojisinin tarihi açıdan incelenmesi yönünden değerli bilgileri içeren önemli bir eserdir.
Yani burada hem modern Farsça, hem de çağdaş Azerbaycan Türkçesi için arkaik özellik arzeden
bazı kelimeler, aynı zamanda dönemin etnografi manzarasını kendisinde yansıtan bir dizin leksik
birimler yer almıştır. Sözlükteki çağdaş Azerbaycan türkçesi için arkaik özellik arzeden sözcükler
sırasında: ağ (tor), ay ağılı (ayın dairesel şekli), demren (ok ucu), ekşi, (ekşi), ekşimek (asit),
gedik (noksan, travma, delik), evmek (acele), irlayıcı (sanatçı, hanende), ısırık (ısırmak), kırğıl
(orta yaşlı erkek), süci (şarap), toğancı (kuş avcısı), üre (disiplin), ulaşmak (ulaşmak, varmak),
üyez (sinek), yelmek (acele), yıldır (ışıltı) vb. belirtebiliriz. Bu kelimelerin çoğu Orta Çağ’a ait
Azerbaycan Türk yazılı metinlerinin dili için de aktif sözcük birimleridir.
Sözlükte geçen etnografi anlamlı ve halk dilinden gelen bir kelime de dikkat çekiyor.
Örneğin, Hinduşah Nahçıvani Farsça olan “abesten” (hamile) kelimesinin Türkçe karşılığını
“yüklü” olarak belirtmiştir. Bilindiği üzere bu sözcük şimdi de Azerbaycan’da halk konuşma
dilinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Etnografi özellik taşıyan sözcükler sırasında “şane”
(tarak) kelimesinin karşılığı olan “denge”, eski Fars sözcüğü olan “sor” (ayakkabı) lekseminin
Türkçeye tercümesinin “iple kıldan olan pabuç” gibi verilmesini belirtebiliriz. Bu örnekler XIV.
yüzyıl Azerbaycan Türkçesi nesir dilinin, özellikle de ilmi üslubiyyatının incelenmesi

216
açısından da önemlidir. Şunu da belirtelim ki, birinci örnekte verilen karmaşık yapılı fars
kelimesi arkaik özellik taşımaktadır: ona çağdaş Fars dilinin izahlı sözlüklerinde
rastlamıyoruz. Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, sözlükteki bu türden olan açıklamalar
Hinduşah Nahçivani’nin eserinde izahlı sözlüklere ait özelliklerin de yer aldığını kanıtlıyor.
Sözlükte bazı mürekkep yapılı Farsça kökenli kelimelerin karşılığı olarak onların
Türkçe’ye çevirisinin verilmesi makamları dikkat çekicidir. Kanaatimizce, aşağıdaki Türk
kökenli kelimeleri Hinduşah Nahçivani Farsçadan edebî çeviri şeklinde dilimize çevirerek
kendisi oluşturmuş ve ilk kez adı geçen sözlüğünde kullanmıştır: Barkeş - kamyon; Bedkiş -
yaramaz dinlü; Çaharpa - dört ayaklu; Dilrüba - gönül kapıcı; Harkeş - tobrak çekerek;
Cameşuy - ton yuyucu; Mordeşuy - ölü yıkayıcı vb.
Klasik Ortadoğu sözlükçülüğünün değerli örneklerinden olan “es-Sihah al-Acamiye”
XIII yüzyıl Azerbaycan-Türk yazı dilinin genel manzarasını, özellikle sözcük bileşimini ve
söz türetme yollarını öğrenmek açısından zengin olgular veren değerli bir yazılı kaynaktır. Bu
açıdan sözlük yazarının bazı sözcükleri fars dilinden kalka yolu ile oluşturarak edebî dile
getirilmesi, böylece onu yeni kelime ve ifadelerle zenginleştirmesi dikkat çekici hususlar
arasındadır. Ayrıca Hinduşah Nahçıvani bazen ayrı ayrı farsça sözcüklerin Türkçe
karşılıklarını anlamını izah etme yolu ile belirtmiştir ve bu özel ilgi uyandırmaktadır.
İlk önce sözlükteki morfolojik yöntem bazında oluşmuş Türkçe sözcük birimlerine
göz atalım. Bu tür sözcük birimleri, tabii ki, yapıları itibarile türeme sözcüklerdir ve daha çok
isim ve sıfatlardan oluşmuştur. Sözlükte adlardan ad (isim ve sıfat) meydana getiren aşağıdaki
türeme ekleri vardır:
-çı, -çi eki: Aşçı, aynacı, başmakçı, çakıcı, boyacı, cövşenci, çölmekçi, değirmenci,
demürci, deveçi, düdükci, edikci, ekinci, falcı, gemici, görkci, gözci, güreşçi, hünerci, haberci,
igneci, işci, kapucı, kullukcı, kuyumcı, miyaneci, oyuncı, öteci, parscı, ayakkabıcı, toğancı,
topcı, yağcı, yaycı, yılancı, yolcı, zindancı vb. Genellikle, meslek, sanat anlamı ifade eden bu
kelimelerden edikçi, toğancı, kuyumcı ve cövşenci çağdaş Azerbaycan edebî dili için arkaik
özellik arz etmektedir, diğerleri ise fonetik değişiklikle çağdaş dilimizde de kullanılıyor.
Edikçi sözcüğü Eski Türkçe metinlerinde kullanılan edik / edük (çekme) isminden yapılmış.
Edikci sözü sözlükte Arap alfabesi ile yanlış yazılmıştır: ikinci harf (dal) vav gibi
gösterilmiştir (4,69). Sözlükte edik (çekme) sözcüğü kullanılmıştır. Toğancı - şahin avlayan,
quyumcı - kuyumcu, cövşenci ise zırhlı anlamındadır. Yukarıdaki sözcükler sırasında yaycı da
arkaik özellik taşıyor. Bu kelime sözlükte Fars kökenli kemanger kelimesinin karşılığı olarak
kullanılmıştır, eski silah türü olan yay hazırlayan usta anlamındadır. Haberci sözüne gelince,
burada peygamber anlamında kullanılmıştır. Şunu da belirtelim ki, peygamber Farsça kökenli
kelimedir - habergötüren demektir. Haberci sözü de bu anlamda kullanılmıştır. H. Nahçıvani
sözlükte aynı anlamda elçi kelimesini de kullanmıştır.
Yukardaki kelimelerden aşcı çağdaş edebî dilimizde aşpaz anlamında kullanılmıştır.
Güreşci ise güleşci sözcüğünün farklı şeklidir.
Sözlükte olan -çı (-çi) ekli kelimelerden diğeri ise fiilden türemiştir. Bu, dilenci
sözcüğüdür. Çağdaş edebî dilimizde de -cı, -çi, -çu, -çü ekinin yalnız isimlere birleşir ve
dilençi sözcüğü bu bakımdan istisnai durumdur.
-lık, -lik; -luk, -lük eki: alçaklık, aydınlık, ayıklık, aylık, bükiçilik, coğanlık, çoraklık,
dilkücilik, dirlik, erkeklik, esenlik, eyülik, gecelik, gögçeklik, güllük, iplik, issilik, kölgelik,
qamışlıq, karanuluk, konaklık, kovanlıq, kozlık, muştuluk, narlık, oqlıq, oyanıklık, samanlık,
sarımsaklık, sebrlülük, şefeketlülik, tağlık, taşlık, tatlulık, terslik, tonluk, tuzluk, ululık, varlık,
yağmurluk, yaraşıklık, yarilik, yaşıllık, yeklik, yıllık, yoğunluk, yüklülük vb.
Örneklerden de görülebileceği gibi, bu kelimelerden bazıları, konumu betimleyen
isimlerken, diğerleri soyut kavramları ifade etmektedir. Bunların arasında örnek olarak alçaklık,
gecelik, kovanlık, yüklülük, dirlik, çoraklık, eyülik gibi arkaik karakterli kelimeler de vardır.
Alçaklık sözcüğü Farsça foruteni (sadelik, mütevazi) sözcüğünün karşılığı olarak verilmiştir.

217
Bilindiği üzere alçak kelimesi tarihen dilimizde sade, mütevazı anlamında kullanılmıştır. Gecelik
ise sözlükte gece kalınacak yer anlamını belirtiyor. XVI y.y. Azerbaycan tercüme eseri
“Kevamilü’t-Tabir”de ise gecelik sözcüğü gece elbisesi anlamındadır (12,88). Gerek Hinduşah
Nahçıvani’nin, gerekse de “Kevamilü’t-Tabir”in mütercimi Hızır Bevazici’nin kullandığı gecelik
leksik birimini her iki kalem sahibinin kelime türetme alanındaki verimli olgusu olarak
değerlendire biliriz (6). Yukarıda söylediğimiz kovanlık ise bal arısı peteği anlamındadır. Yüklülük
sözcüğüne gelince H.Nahçıvani onu hamilelik kelimesi karşılığında kullanmıştır. Sözlükte yüklü
sözcüğü de hamile anlamını belirtiyor. Bu kelimeler zaten hamile kadın anlamında işlevselliğini
korumaktadır. Arkaik unsur olan dirlik ise varlık, varoluş anlamına gelir. Bu kelime XX. yüzyılın
başlarında yeniden diriliş biçiminde edebî dile girmiştir.
Bahsedilen kelimelerden, eyülük “iyilik” demektir. Sözlükte eyü sözcüğü iyi
anlamında kullanılmıştır. Bilindiği gibi, eyü kelimesi çağdaş Türkiye Türkçesinde iyi
şeklindedir. Çoraklık sözcüğü de arkaik unsurdur. Çorak – şor demekdir, çoraklık ise şoran
yer anlamında kullanılmıştır. Lüğatte yer almış olan yılancı sözü ise yılantutan anlamındadır.
-lu, -lü eki: adlu, ağrulu, altunlu, andlu, arzulu, bezeklü, borclu, çıkıllu, demirlü,
dertlü, dövletlü, ekillü, esillü, gizlü, hörmetlü, heşmlü, köylü, kayğulu, kuyruklu, güsselü, sulu,
taşlu, tükülu, udlu, uslu, üzlü, yadaklu, yaşlu, yüklü vs. Bu sözlerden adlu, yadaqlu ve tükülü
Farsça namzed (adaxlı) sözünün karşılığı gibi verilmişdir. Sözlüğün Bakü nüshasında temel
olarak ele alınmış Peters-Burg nüshasında namzed sözcüğünün karşılığı tükülü, Bratislava
nüshasında ise yadaklu, adlu şeklindedir (4,40). Bu sözcüklerden adlu, belirli bir anlamda
Farsça namzed kelimesinin harfiyen tercümesidir, yadaklu çağdaş edebî dilimizde adahlı
şeklindedir. Tükülü arkaik seciyeli Türk kökenli sözcüktür. Akıllı anlamını veren uslu (akıllı)
sözcüğü de çağdaş Azerbaycan edebî dili için arkaik özelliktedir. H.Nahçıvani sözlükte ekllü
kelimesini Farsça hiredmend kelimesinin, uslu sözü ise ferremend ve huşmend kelimelerinin
karşılığı olarak kullanmıştır. Farsça kökenli yukarıdaki kelimelerin her üçü akıllı, bilgili
demektir ki, onlardan ferremend Farsça için arkaik özellik arzediyor.
Yukarıdaki sözcüklerden udlu özellikle dikkat çekicidir: Sözlükte bu söz abırlı, ismetli
anlamında kullanılmıştır. H.Nahçıvani sözlükte ud kelimesini de Farsça şerm (abır, ismet)
kelimesinin karşılığı olarak kullanmıştır. Sözlükteki köylü ise çağdaş edebî dilimizde kendli
şeklindedir. Türkiye Türkçesinde ise bu sözcük olduğu gibi kalmıştır. Sözlükteki çıkıllı ve
taşlu sözcükleri ise çıngıllı ve daşlı sözcüklerinin eski fonetik versiyonlarıdır(9).
-sız, -siz eki: ansız, kızlıksız, hörmetsiz, gözsüz, dövletsüz, udsuz, yalansız, belürsüz,
gücsüz, vektsüz, tatsız, eslsüz, susız vb. Bu sözcüklerden dövletsüz Farsça belade lekseminin
karşılığıdır, onun da anlamı ahlâksız, pozğun (kadın) demektir. “es-Sihah al-Acamiye”nin
Bakü nüshasında gerek belade, gerekse de devletsüz sözcükleri sadece bu biçimdedir, bu
yüzden de Nahçıvani’nin onu hangi anlamda kullandığını netleştirmek biraz zordur. Nitekim
bu kelimenin Farsçasının anlamı dikkate alındığında onun olumsuzluk belirttiğini
düşünebiliriz. Sözlükteki gözsüz sözcüğü kör anlamında kullanılmıştır. Şunu da belirtelim ki,
doğuştan kör olan XIII-XIV y.y. Azerbaycan şairi Mustafa Zarir bazı şiirlerinde hem Zarir
(Gözsüz), hem de Gözsüz mahlaslarını kullanmıştır.
Udsız sözü ise yukarıdaki udlu lekseminin tersi anlamında (abırsız, küstah)
kullanılmıştır. Sözlükteki yalansız kelimesinin Farsça karşılığı anisan kelimesidir, biz ona
Farsça açıklamalı sözlüklerde rastlamadık. Herhâlde yalansız burada doğru, gerçek anlamında
kullanılmıştır. Başka bir deyişle, sözlükteki -sız, -siz ekli diğer kelimeler, çağdaş edebî dilde,
küçük bir fonetik değişim ile de kullanılmaktadır. Ansız sözcüğü ise onun Farsçası olan nakah
(ansızın) sözüne göre zamansız, ansızın, birden anlamlarında kullanılmıştır. H.Nahçıvani
devletiz sözcüğünü ise Farsça birleşik kelime olan bedbeht lekseminin karşılığı olarak
kullanmıştır (4,15).
-cük, -cuk eki: Çağdaş edebî dilimizde küçültme anlamında kullanılan bu ek sözlükte
de aynı anlamdadır ve sözlükte ona ait olan örnekler sadece bir kaç tanedir: gölcük, kabarcık,

218
dәpәcük, sucuq, tağarcuk. Bu sözlerden, kabarcıklar ve tağarcuk olarak çağdaş edebî
dilimizde kabarcıklar ve dağarcık şeklinde, gölmecük ise gölmeçe ve gölmeçik şeklinde
kullanılıyor.
Sözlükte bulunan isimlerden isim yapan ekler sırasında -daş, -deş eki de ilgi çekiyor.
Bilindiği üzere bu ek çağdaş edebî dilimizde sadece -daş şeklindedir ve sınırlı sayıda
kelimelerin bünyesinde kullanılarak benzer belirtileri olan kişi anlayışı belirtiyor.
Sözlükteki adaş sözcüğü de, kaanımca, -daş eki ile yapılmış sözcüktür: isim + taş.
Türk dillerinin eski katları için aynı cinsli çift ünsüzlürin kullanılmaı özelliği olmadığı için
ünsüzlerden biri yazıda ve tellafuzde düşmüş, bu kelime adaş şeklinde kabul edilmiştir. Şunu
da belirtelim ki, -daş, -deş eki Orta Çağ’a ait metinlerde çoğunlukla Türk kökenli kelimelere
eklenmiştir. Sonralar ise bu ek Arap ve Fars dillerinden alınma sözcüklerle de kulanılmıştır:
meslekdaş, sırdaş, vatandaş vb. H. Nahçıvani de -daş ekini Fars kökenli raz (sır) sözüne
birleştirerek razdaş düzeltme sözünü türetmiştir.
Hüsamettin Hoyi “Töhfe-i Hüsam” manzum sözlüğünde bekdeş sözcüğünü hemta
(benzer, okşar, birbirine denk olan) kelimesinin (3,15), adaş sözünü ise hemnam (aynı isimli)
Farsça kelimenin karşılığı olarak kullanmıştır (3,16).
Bekdeş sözcüğü sözlüğün bir elyazma nüshasında bektaş şeklinde yazılmıştır. Bekdeş
sözcüğü sözlükte manend ve hamal sözcüklerinin Türkçe karşılığı olarak verilmiştir.
Hüsameddin Hoyi de “Töhfe-i Hüsam” nazımla yazılan sözlüğünde bekdeş sözcüğünü
hemta (okşar, benzer, birbirine tay olan) kelimelerinin (3,15), adaş sözcüğünü ise hemnam
(aynı isimli) Farsça sözcüğünün karşılığı olarak kullanmıştır (3,16).
Bu sözcükler ise Farsça benzer, okşar anlamlarını taşımaktadır. Bu olguya dayanarak
bekteş kelimesinin de sözlükte birbirine benzeyenler anlamında kullanıldığını düşünebiliriz.
Bektaş sözü Orta Çağ’da Farsça aşiret lideri anlamında kullanılmıştır (15, I, 358).
Sözlükteki eş sözcüğü çağdaş edebî dilimizde aynen, razdaş ise sırdaş şeklinde
kullanılmaktadır (Farsça kökenli raz sözcüğü sır demektir).
Sözlükte toplam iki kelimenin içinde kullanılmış olan -ğı eki de dikkat çekicidir:
ardıcağı (ardıncağı), sonrağı. Görüldüğü gibi, bu ek zarf anlamı belirten kelimelere eklenir.
Çağdaş edebî dilimizde olan -kı, -ki, -ku, -kü ekleri de, genellikle zarflara eklenir: akşamki,
önceki, dünkü, geceki, gündüzkü vb. Bu olguya dayanarak -ğı ekini çağdaş edebî dilimizdeki -
kı ekinini eski versiyonu olarak görebiliriz.
Sözlükte kullanılmış olan bir kelimede -ken, diğerinde ise -cıl ekli bu kelimeleri
kaydettik: yelken, tovşancıl (kartal).
“es-Sihah al-Acamiye” sözlüğünde fiilden isim düzelten ekler daha yaygın ve farklı
şekillerde temsil olunmuştur. Onların sırasında -ıcı, -ici, -yıcı, -yici kelime yapım ekleri
çeşidine göre birinci sıradadır. Bu eklerin yardımıyla yapılmış aşağıdaki sözcükler arkaik
özellik içeriyor ve işte bu açıdan dikkat çekicidir. Bekleyici (bahçıvan), ısırıcı (ısıran) çalıcı
(tarçı, tarzen), saklayıcı (bekçi), yarlığayıcı (bağışlayan), yıldırıcı (parlak). Bu sözcüklere
aynı bu şekilde Orta Çağ Türkçe kaynaklarda rastlamıyoruz. Bu yüzden H.Nahçıvani’nin
kendisi tarafından yapılarak edebî dile getirildiğini düşünebiliriz. Sözlükte -ıcı, -ici ekinin
yardımıyla yapılmış bükici, isteyici (arayan anlamında), gülici, tadıcıdır, yaratıcı (yaratan),
umıcı (uman, isteyen) sözcükleri kullanılmıştır.
Ayrıca, sözlükte fiilden yeni ad kelime yapım eklerini de gözden geçirdik:
-ak, -ek, -q, -k: korkak, bezek, ödk, ölçek, ovak (ovuntu), otlak, oturak, tolak, yaylak
vb. Bu sözcüklerin büyük kısmı aynı şekilde edebî dilimizde kullanılmaktadır. Yalnız korkak
(korkak) ve tolak (dolak) sözcükleri küçük fonetik değişimlere uğramıştır. Ödek kelimesi ise
ödedmek fiilinden türemiştir, borc anlamındadır.
-ık, -ik, -uk, -k: açık, bölük, buyuruk, delik, oyuk, ulaşık, tanık vb. Bu sözcüklerden
oyuk Farsça tendis (put, heykel) kelimesinin Türkçe karşılığı olarak verilmiştir. Bu sözcüğün,
kayada ya da ahşap üzerinde oyma gibi küçük bir heykel anlamında kullanıldığı söylenebilir.

219
Gedik ve tanık sözcükleri ise çağdaş edebî dilimiz için arkaik özellik arzetse de bu
sözcüklerden birincisi kırık, delik, ikincisi ise şahit anlamında eski Türk metinlerinde yaygın
şekilde kullanılmıştır. Ulaşık kelimesi eski Türk sözcüğü ulaşmak fiilinden türmeiştir. Ulaşık
kelimesi sözlükte çalak, peyvend anlamındadırlar.
Tanımak fiilinden türeyen tanık ismi çağdaş Türkiye Türkçesinde tanık şeklinde
kullanılır (14,825).
-ış (-yış), -iş (-yiş), -ş: bezeyiş, biliş, depreniş, dinleniş, dürüsiş, inleyiş, kaynamış,
kızış, kucış, örtiş, okşayış, otlayış, ögiş, veriş, sınayış, yaradış, yeyiş, yıldırış, yeriş vb.
Yıldırış, dinleniş ve dürüsiş sözcükleri dışında bu kelimelerin her birinin anlamı
anlaşılsa da, çoğu modern edebî dilimizde sözlükte belirtilen biçimde kullanılmamaktadır.
Bunu dikkate alarak, her birini ayrı ayrı inceleyelim. Bu sözcüklerden, yalnız yeriş
çağdaş edebî dilimizde olduğu gibidir. Bezeyiş sözcüğü sözlükte Farsça arayeş (bezek)
kelimesinin karşılığı olarak verilmiştir. Çağdaş edebî dilde, bu kelime bezek biçimindedir.
Sözün bezeyiş şeklinde kullanılmasında, bizce, onun Farsçadaki karşılığının sonundaki -eş
kelime yapan eki kendi işini görmüştür. Depreniş, oksayış sözcükleri ise küçük fonetik
değişiklikle bugün de edebî dilimizde kullanılmaktadır.
Bu kelimelerin Farsçada bulunan karşılığına dikkat edelim: -ış eki vardır: conbeş
(hereket), nevazeş (nevaziş, azizleme). Yukarıdaki sözlerin çoğu ise modern edebî dilimizde -
İş eki değil, -ma ve -tı ekleri ile kullanılır: kaynayış-kaynama, kızış-kızma, kucış-kucma
(kucaklama), inleyiş-inilti, otlayış-otlama, ögiş-öyme, sınayış-sınama veya sınak, yeyiş-yeme,
veriş-verme veya verim vb. Sözlükteki örtüş sözcüğü çağdaş edebî dilimizde örtük, inlüyiş ise
inilti şeklindedir.
Elimizdeki kelimelerden yeriş olduğu gibi kalmış, yaradış ise yaratılış şekline
girmiştir. Arkaik seciyeli dinleniş, dürüşiş, yıldırış kelimeleri onlardan birincisinin kökü sağır
nun ile yazılan dinmek sözcüğüdür. Bu kelime eski Türk metinlerinde sakinleşme, rahatlama
anlamın belirtmiştir (10, III, 1758). H.Nahçıvani dinleniş sözcüğünü Farsşadaki asayeş
(rahatlık, dinclik) kelimesinin karşılığı olarak kullanmıştır. Dürüşiş sözcüğü ise sözlükte
çalışkanlık, çaba anlamını arzediyor. Dürüşmek fiili Türkceye dair meşhur kaynaklarda
çalışmak, çaba göstermek anlamlarında kaydedilmiştir (9. III, 1806). Yıldırış sözcüğü
parlaklık anlamını belirten bu sözcük eski Türkçe sözlüklerde yıldırık (parlak, parlayan)
şeklinde gösterilmiştir (9, III, 490).
Aşağıdaki kelime yapan ekler çoğunlukla bir (bazen iki) kelime içinde kullanılır: -gec:
süzgec; - ğu: bıçğu; -ğen, -gen: inreğen, dökülgen; -acak: bakacak; -id: geçid; -unc: korkunc;
-kin: keskin; -cek: bürüncek, tekyecek vb. Bu sözcüklerden inreğen arkaik seciyelidir ve
Farsça jiyan (vahşi, kızgın) sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmıştır. Tekyecek kelimesi
Arapça kökenli (geri, hami) kelimeden türetilmiştir ve patronajın anlamını taşır. Dökülgen
(dökülen) ve bakacak (gözlem yeri) kelimelerinin Farsça orijinaline göre onların Nahçivani
tarafından kalka yoluyla tercüme edilerek edebî dile getirildiğini düşünüyoruz.
H.Nahçıvani’nin söz sanatı alanındaki etkinliğinin ürünü olan ve edebî dilimizin yeni
kavram ve kelimelerle zenginleşmesine hizmet eden bazı kelimeleri vatandaşlık hakkı
kazanamamış ve zaman içinde unutulmuştur. Şu anda bu sözcüklerin bir kısmının ikinci
kısımında -an fiili sıfat eki kullanıla bilir. Örneğin, üzümsıkacak – üzümsıkan, dikençıkaracak
– dikençıkaran vs. Mürekkep kuruluşlu bazı sözcüklerde şimdi ikinci tarafta kabı sözcüğü
kullanılmaktadır: kalemkoyack – kalemkabı, sukoyacak – sukabı vs. Genel olarak
H.Nahçıvani’nin ayrı ayrı Fars kökenli kelimelerin karşılığında kullandığı birtakım Türkçe
kökenli türeme ve birleşik sözcükler yazılı edebî dilimizin zenginleşmesine hizmet etmiştir.
Tüm bu örnekler, gerçekten de, Azerbaycan sözlükçülük tarihi, edebî dil tarihi için ne
kadar değerli bir kaynak olduğunu açıkça göstermektedir.
Sözlükte bazı Farsça söz birleşimlerinin Türkçeye karşılığı olarak söz birleşimi şeklinde
verilmesi makamlarına da rastlıyoruz. Örneğin: Tir-e keşti - gemi okı, çub-e seti - el ağacı vb.

220
Hinduşah Nahçivani çok nadiren bazı Farsça sözcüklerin karşılığını verirken onların
ana dilinde mecaz anlamda kullanılan seçeneklerini da vermiştir. Örneğin: çaplusi (yağcılık) -
dilküçilik, çiregi - yüzsüzlük vb. Bu sözlerden birincisi (dilküçlik) günümüzde tilkilik
şeklinde, diğeri ise (çiregi) sığlığı, hayazıslık şekillerinde kullanılıyor.
Hinduşah Nahçivani’nin sözlüğünde Farsça kelimeler isimlere ve fiillere bölünmüş,
sonra ise onların Türkçe karşılıkları belirtilmiştir. Farsça kelimeler son harfler üzere dizilerek
bablarda ayrılmıştır. Bablardakı sözler de ilk harfler üzere alfabetik sıralamada bölümlere
ayrılmıştır. Eser 21 bab ve 393 bölüm üzere tertip edilmiştir. Hinduşah Nahçıvani’nin bu
değerli sözlüğü XV-XVI. yüzyıllarda ortaya çıkan birçok Farsça-Türkçe sözlüklere büyük
etkisi göstermiştir. Örneğin: Karahisari “Şamilü’l-Luğat”, Hatip Rüstem Mevlevi “Vesiletü’l-
Mekasid”, Nimetullah bin Ahmed Rumi “Lugat i-Nimetullah” isimli sözlüklerinde
Nahçivani’nin adı geçen eserinden yeterince yararlanmışlardır (10).
Hinduşah Nahçıvani’nin Arapça düzenlediği “Mevaridü’l-Arap” (“Arapın yeri ve
kökü”) antolojisi, Farsça yazdığı “Tecaribü’s-Selef (“Seleflerinin deneyimleri”) adlı tarihe
dair eseri ve Farsça birkaç şiiri de günümüze kadar ulaşmıştır.
Hinduşah Nahçıvani’nin oğlu, ünlü tarihçi Şemseddin Muhammed bin Hindüşah
Nahçivani de sözlükçülükle uğraşarak 727 / 1317-728 / 1328 yıllarında “Sihahü’l-Fürs”
(“Farsçanın düzgün sözlüğü”) isimli sözlük tasarladı. Iki bin üç yüz Fars kökenli kelimenin
yorumu verilmiş bu sözlükte 150 civarında Fars dilli şairin eserleri kullanılmıştır ki, onlar
sırasında yazarın hemvatanları olan Azerbaycan şairlerinin kaleminden çıkmış şiir örnekleri
de vardır. Muhammed Nahçivani’nin bu değerli sözlüğü 1344/1966 yılında Tahran’da
yayınlanmıştır (10). Klasik Azerbaycan sözlükleri sadece sözlük gibi değil, hem de
Arapcanın, Farscanın ve özellikle de Türkçenin dilbilimsel özelliklerini içermekte ve dil
bilimi açısından önemli dil olgularını yansıtmaktadır.
XIII. yüzyılın değerli sözlüklәrindәn biri de Seyyid Ahmed Cemaleddin ibn
Mühenna’nın “Hilyetü’l-İnsan ve Helbetü’l-Lisan” (“İnsanın süsü ve dilin meydanı”) isimli
eseridir (2). Sözlük mevcut geleneğe göre Arapça yazılmasına rağmen, temel araştırma objesi
eski Azerbaycan Türkçesi, onun sözlüğü ve gramer özellikleridir. Sözlükte yer alan Türkçe
kelime ve deyimlerin ekseri çağdaş Azerbaycan edebî dilinde, şivelerinde kullanılmaktadır.
Daha çok “İbn Mühenna Sözlüğü” ismiyle tanınan bu değerli kitapta dönemin Türkçesi ile
birlikte, yazıldığı çağın kültürü, ilmi, devletçiliği ve insanların günlük hayatı ile ilgili değerli
bilgiler de yer almıştır. Sözlük ilk kez 1900 yılında ünlü Rus Türkolog Platon Melioranski
tarafından “Arap Filologu Türk Dili Hakkında” ismiyle yayımlanmıştır. Melioranski’nin
kanaatince anonim yazarın kaleminden çıkmış bu eser XIII. yüzyılın ortalarında Memlükler-
Hülaküler zamanında İran’ın Kuzey-Batı semtinde - Güney Azerbaycan’ın Urmiye bölgesinde
yazılmıştır. Âlim bu görüşünü kitabın (sözlüğün) üç dili: Türkçe’yi, Moğolca’yı ve Farsça’yı
kapsaması ile ispatlıyor. Çünkü o devirde yerel halk ve ordunun belli bir kısmı Türkçe,
İlhanlılar Moğolca ve nüfusun büyük bir kısmı da Farsça konuşmuşlar. Sözlüğe büyük değer
veren Melioranski yazıyor: “Burada seslerin paydası hakkında verilen bilgiler bugün Avrupa
dil bilimin laboratuvar tecrübesine dayanan teorik araştırmalar kadar mükemmeldir” (1).
Melioranski “genellikle, XIII-XIV yüzyılların Şark ve Türk Dil bilimi XIX. yüzyılda Avrupa’da
ortaya çıkan tarihi karşılaştırmalı dilbilimden hiç de geri kalmadığını” da ekliyor (1,8).
İbn Mühenna Sözlüğü’nü 1934 yılında Türkiye’de (İstanbul’da) yayımlatan Abdullah
Battal da kitaptaki kelimelerin temelinde eski Azerbaycan Türkçesinin dayandığı
görüşündedir. Üç bölümden oluşan sözlükte önce Fars, sonra Türk dili ve en sonda Moğol dili
ile ilgili değerli bilgiler bulunmaktadır.
İlk bölümü Arapça-Farsça sözlükten oluşan eserin sonraki iki bölümü ise Arapça-Farsça
ve Arapça-Moğolca sözlüklerdir. Bu bölümlerin her biri iki yarım bölümden oluşmuştur. Birinci
yarım bölümde adı geçen üç dilin fonetik, morfolojik ve leksikoloji özellikleri açıklanmış, ikinci
yarım bölümde ise bu dillere ait kelimeler Arapça tercümeleri ile verilmiştir.

221
İbn Mühenna’nın belirttiği üzere o, bu kitabı yukarda bahsi geçen dilleri öğrenmeği
hedefleyenlerin isteği üzerine kaleme almıştır. Yazar kitabı yazarken hem halk dilinden, hem
çeşitli yazılı kaynaklardan yararlandığını da yazıyor.
Sözlükte yer alan Türkçe kelimeler anlamlarına göre 24 bölüme ayrılmıştır. Bu
bölümler arasında vücut organları isimleri, hastalıklar ve ilaçlar, yiyecek ve içecekler
özellikle büyük ilgi çekmektedir.
Sözlüğün farklı yazma nüshalarında yer alan kelimelerin toplam sayısı 1700-1920
civarındadır.
İbn Mühenna’nın bu değerli sözlüğünü 2008 yılında ünlü Azerbaycan bilim adamı,
Türkolog Tevfik Hacıyev Azerbaycan diline tercüme etmiş ve yayına hazırlamıştır(1).
Mütercim, sözlüğün Azerbaycan Türkçesine tercümesinde P.Melioranski’nin yayına
hazırladığı kitaba dayanmakla birlikte, A.Battalın neşrinden de yararlanmıştır. Bu sözlüğün
Azerbaycan dilinde tercümesindeki Türkçe kelimelerin toplam sayısı 2839 civarındadır.
XVII. yüzyılda Azerbaycan dilbilimcileri bir dizi sözlükler düzenlemişler. Onlar
sırasında Muhammed Hüseyin bin Halef Burhan Tebrizi’nin 1651 yılında tamamladığı
“Bürhan-ı Katı” (“Kesin kanıt”) isimli muhteşem sözlüğü özellikle önemli dil tarihi
kaynaklarındandır (13). Farsça açıklamalı sözlük olan bu değerli kitap iki yönden önceki diğer
sözlüklerden farklıdır: Birincisi, hacmi önceki sözlüklerle karşılaştırıldığında en büyüktür.
Yani burada 20.000 civarında kelime yer almış, aynı zamanda onların hangi dile mensupluğu
da gösterilmiştir. İkincisi, sözlükte alfabenin her bir harfine ayrıca bir bölüm ayrılmış, onların
sayısı Arap alfabesindeki harflerin sayısı kadardır, yani 28’e beraberdir. Muhammed Tebrizi
sözlükte 28 bölümden sonra ek bir bölüm yazarak, burada sözlüğü düzenlerken unuttuğu
sözcükleri kaydetmiştir.
“Bürhan-ı Katı” sözlüğü yazıldığı zamandan itibaren Yakın ve Orta Doğu’da büyük
ün kazanmış ve sonraki dönemlerde ortaya çıkan bu tür sözlükler için başlıca kaynak rolünü
oynamıştır. Çağdaş İran sözlüklerinde de en çok başvurulan kaynak Muhammed Tebrizi’nin
bu kitabıdır. Sözlük Osmanlı Türkiyesi’nde de büyük ilgiyle karşılanmış ve 1797 yılında ünlü
mütercim Asım Efendi tarafından Osmanlı Türkçesine çevrilmiştir. Asım Efendi bu çeviri
üzerinde 6 sene çalışmış ve Türkçe metne eklemeler de yapmıştır. Bu değerli tercüme 1799,
1835 ve 1870 yıllarında İstanbul’da yayımlanmıştır. Muhammed Tebrizi’nin “Bürhan ı-Katı”
kitabı birkaç kez yayınlanmıştır ki, onların sırasında ünlü İran âlimi Muhammed Müinin
hazırladığı beş ciltlik Tahran baskısı (1963) özellikle büyük önem taşıyor. Âlim bu yayına
kendisinin değerli kayıtlarını da eklemiştir.
“Bürhan-ı Katı” sözlüğünde birçok tarihî kimlik ve yer adlarının yorumlarını da
belirtmiştir ki, aralarında Türk kökenli kelimeler de vardır. Muhammed Tebrizi, genellikle,
Farsçada kullanılan Türk kökenli sözcükleri ayrıca belirtmiştir.
Böylece, Orta Çağ Azerbaycan sözlükleri hakkındaki bu küçük adı geçen dönemde
Azerbaycan’da sözlükçülük geleneğinin geniş yayıldığını, büyük bir tarihi süreçte geliştiğini
açık bir şekilde kanıtlamaktadır.
Klasik Azerbaycan sözlükleri sadece sözlük gibi değil, hem de Arapçanın, Farsçanın
ve özellikle de Türkçenin dilbilimsel özelliklerini içermekte ve dil bilimi açısından önemli dil
olgularını yansıtmaktadır.
Orta Çağ, genellikle 13.-15. y.y. Farsça-Türkçe Sözlükler Türkçemizde kelime
türetiminin tarihî gelişim sürecini ve aşamalarını, aynı zamanda Türkçenin zenginleştirme
yollarını tetkik etmek bakımından değerli dil tarihi olguları içermektedir.
KAYNAKLAR
ALESGEROVA, T., SADIKOVA C. (1996) Hüsameddin Hoyi “Töhfey-i Hüsam”, İrşad
Yayınları, Bakü
HACIYEV, Tofik (2015) Dilçiliyimiz ve Dilçilik İnstitutumuz, Türkologiya, №
3. HIZIR BEVAZİCİ, Kevamilü’t-Tabir, Elyazma. Elyazmalar Enstitüsü: D-13

222
KAHRAMANOV, C. (1976) Hinduşah Nahçıvani’nin “es-Sihah al-Acamiye” lüğatinden
fragmentler / Elyazmalar hazinesinde, № 3, s. 121-140.
MEMMEDOVA, M. (1972) Katran Tebrizi’nin “Tefasir” adlı eseri // Elyazmalar
hazinesinde, № 3, s. 63-72.
MEMMEDOVA, M. (1976) XIII-XIV Asırlarda Yaşamış Azerbaycanlı Leksikograflar //
Elyazmalar hazinesinde, № 4, s. 94 -110.
NAĞISOYLU Möhsün (2000) Orta Asırlarda Azerbaycanda Tercüme Sanatı, Elm. Bakü
NAĞISOYLU Möhsün (2011) XVI Asır Azerbaycan Tercüme Eseri “Kevamilü’t-Tabir”, Elm
ve Tehsil. Bakü
NAĞISOYLU Möhsün (2016) Orta Asırlar Azerbaycan Lüğetçiliyine Bir Bakış, AMEA
Dilçilik İnstitutunun Eserleri, №1, s. 5-18.
NAHÇİVANİ, Hinduşah (1993) “es-Sihah al-Acamiye”, (Giriş, elmi-tenkitli metin, ilave,
sözlük dr.
SEYİD AHMED CEMALEDDİN İBN MÜHENNA (2008) Hilyetü’l-İnsan ve Helbetü’l-
Lisan, (Tercüme, yayına hazırlayan, kayd ve şerhlerin müellifi: Tofik Hacıyev). BSU
Yayınları, Bakü SİHAH-OL-ECEM (1361) Be-ehtemam-e Golamhoseyn Begdeli, Merkez-e
neşr-e Daneşqahi, Tahran
XIII Asırdan Günümüze Kadar Kitaplardan Toplanmış Tanıklarıyle Tarama Sözlüğü. (1941-
1945). I-VI ciltler. Ankara
Древнетюркский словарь (1969). Ленинград Персидско-русский словарь (1970)
(под редакцией Ю.А. Рубинчика). т I-II, Москва

AZERBAYCAN TÜRKÇESİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİ ARASINDAKİ


SÖZ DİZİMİ FARKLILIKLARI ÜZERİNE NOTLAR*
Orhan BALDANE**
Özet
Bu çalışmada Anar Rızayev'in Beşmәrtәbәli Evin Altıncı Mәrtәbәsi adlı romanıyla Ahmet
Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanından örneklerle Azerbaycan Türkçesi
ve Türkiye Türkçesi arasındaki söz dizimi farklılıkları gösterilmeye çalışılmıştır. İki lehçe
arasında farklılık gösteren söz dizimi özellikleri Leylâ Karahan’ın Türkçede Söz Dizimi adlı
çalışmasındaki tasnif göz önünde tutularak kelime grupları ve cümle yapıları olarak iki ayrı
kısımda değerlendirilmiştir. Bahsi geçen iki lehçenin söz dizimi özelliklerini karşılaştırmalı olarak
ele alan daha önceki çalışmalarda araştırmacılar, genellikle terminoloji farklılıklarına ve cümle
türlerinin bu iki lehçede hangi alt gruplara ayrıldığı noktalarına eğilmişlerdir. Bu çalışmada ise
terminoloji ve tasnif farklılıkları değil, dilin kullanımı sırasında ortaya çıkan farklılıklar somut
örnekler aracılığıyla ele alınmıştır. İncelemenin başında Azerbaycan'da ve Türkiye'de söz dizimi
bağlamında hazırlanmış çalışmalara kısaca değinilmiştir. Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye
Türkçesindeki kelime gruplarında farklılık gösteren bazı yapılar, kullanımı tercih edilen ek ve
edatlardan kaynaklanmıştır. Sıfat-fiil grubu, zarf-fiil grubu, edat grubu ve birleşik fiil grubu gibi
yapılarda bunlara rastlamak mümkündür. Bununla birlikte imlayla ilgili değişik kullanımlar da
mevcuttur. İkilemelerin ve soru ekinin yazımı buna örnektir. Fiil tamlayıcı ilişkisi bağlamında
gelişen farklılıklar da vardır. Rusça ve Farsça etkisiyle ortaya çıkan yapıların Azerbaycan
Türkçesinde kullanımından kaynaklanan farklılıklar ise oldukça dikkat çekicidir. Cümle yapıları
düzeyindeki önemli farklılıklardan biri isim cümlelerinin

Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) birimi tarafından "2018KKP215"
numaralı projeyle desteklenmiştir.
Araştırma Görevlisi, Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Denizli/TÜRKİYE, obaldane@pau.edu.tr

223
olumsuz çekimindedir. Bunun yanı sıra, soru edatının kullanıldığı yer ve bu edatın kullanılıp
kullanılmaması da ayrı ayrı yapıların ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Kelime gruplarında
olduğu gibi bazı cümle yapılarında da Farsça kaynaklı farklılıklardan söz etmek mümkündür.
ki bağlama edatıyla kurulan bağlı cümle yapılarında görülen farklılıklar bununla ilgilidir.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Türkçesi, Türkiye Türkçesi, söz dizimi, cümle, kelime
grubu, kopyalama
Giriş
Önceleri konuşma dili olarak kullanılan Oğuz ağzı, 13. yüzyılda Azerbaycan ve
Anadolu’da yazı dili hâline gelmiştir (Ercilasun, 429. s.). Bu yazı diline Batı Türkçesi adı da
verilmektedir. Batı Türkçesinin içinde saha bakımından zamanla iki daire oluşmuştur.
Bunlardan biri; Azerbaycan Türkçesi ve Doğu Anadolu bölgesinde konuşulan Türkçeyi de
içine alan Doğu Oğuzcası, diğeri Osmanlı sahasını içine alan Batı Oğuzcasıdır. Doğu ve Batı
Oğuzcaları arasında ilk asırlarda çok büyük farklar yokken bu sahalar arasındaki farklar yavaş
yavaş genişleyerek ancak 17. yüzyılda net bir şekilde bu iki daireyi oluşturmuştur (Ergin, 15.
s.). Bahsedilen dönemde dahi ayrılıklar üst düzeyde değildir. Bu noktada Muharrem Ergin’in
şu tespiti önemlidir
“Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok şivede kalan bu ayrılığın sebepleri
doğu Oğuzcasına, Oğuz dışı Türk şivelerinin, bilhassa zaman zaman kuzeyden gelen Kıpçak
unsurlarının yaptığı tesir ile İlhanlılardan kalan bazı Moğol izlerinde aramak lazımdır.
Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını batı Oğuzcasından bazı şekiller bakımından biraz farklı
yapmış, ikincisi ise Azeri Türkçesinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıştır.” (Ergin, 15. s.):
Muharrem Ergin, art zamanlı bir bakışla Azerbaycan merkezli Oğuzcaya Doğu
Oğuzcası, Osmanlı merkezli Oğuzcaya ise Batı Oğuzcası demektedir. Eş zamanlı
incelemelerde ise bu kavramlar farklı lehçeler için kullanılmaktadır. Örneğin Schönig, Doğu
Oğuzcasının içine Türkmen Türkçesini alırken, Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesini
Batı Oğuzcası başlığı altında ele alır (Schönig, 265-268. s.).
Bugüne kadar yapılan lehçe tasnifi çalışmalarının neredeyse hepsinde Türkiye Türkçesi ve
Azerbaycan Türkçesi ya aynı grubun içinde gösterilmiş, ya da bir üst başlığın alt kolları olarak
işaretlenmiştir. Oğuz lehçelerini; Radlof Güney lehçeleri, Korş Batı Grubu, Ramstedt Güney
Grubu, Samoyloviç ol- grubu (Türkmen-Güneybatı), Ligeti Uz (Oğuz) Dilleri, Rasanen Güney-
Batı, Baskakov Batı Hun grubunun Oğuz kolu, Reşit Rahmeti Arat dağlı grubu, Benzing ve
Menges Güney Türkçesi (Oğuz grubu), Poppe Türkmen grubu, Doerfer Güney-Batı veya Oğuz
grubu, Talat Tekin dağlı grubu, Schönig Merkezi Türkçe – Oğuzca şeklinde ele almışlardır
(Çolak, 47-48. s.). Oğuz grubunun içine genel olarak yazı dilleri bulunan Türkiye Türkçesi,
Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi ve Gagavuz Türkçesi dâhil edilse de bazı çalışmalarda bu
sayı artmaktadır. Örneğin Lars Johanson Oğuzcayı Türkmen Türkçesi, Horasan Türkçesi, Güney
Oğuzca, Azerbaycan Türkçesi, Türkiye Türkçesi ve Gagavuz Türkçesi olarak
kısımda ele alırken Doerfer Özbek Oğuzcası, Türkmen Türkçesi, Horasan Türkçesi, Sonkurca,
Kaşkay-Eynallu Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Doğu Anadoluca, Batı Anadoluca, Doğu
Rumelice ve Batı Rumelice olmak üzere Oğuzcayı 10 kısıma ayırmaktadır (Uğurlu, 147. s.).
Bu çalışmada lehçe tasniflerinde hep aynı grupta işaretlenen Türkiye Türkçesi ve
Azerbaycan Türkçesi, söz dizimi özellikleri bakımından karşılaştırılacaktır. Söz dizimi, aynı
dilin lehçeleri arasında en az miktarda farklılığa sahip dil düzlemidir. Greenberg ve Comrie
gibi dil evrensellikleriyle uğraşan araştırmacılar özne-nesne-yüklem unsurlarının farklı
şekillerde dizimleri, son çekim ya da ön çekim edatlarının kullanılmaları, sıfat ya da genitif
ekli unsurun isimden önce ya da sonra gelmesi gibi parametrelere dayanarak matematiksel
olarak 24 muhtemel dil tipi olabileceğini, bunlardan 15 dil tipinin de kayıt altına alındığını
belirtirler. Ancak bu 15 dil tipinin hepsi aynı sayıda üyeye sahip değildir. İçlerinden 4 tip,
dünya dillerinin büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktadır (Comrie, 143-144. s.). Yani
bambaşka iç özelliklere sahip diller bile bazı ortak söz dizimi hususiyetlerine sahip olabilir.

224
Hem soy birliğine, hem de yüzyıllardır devam eden dil birliğine sahip olan bu iki Türk
lehçesinin doğal olarak söz dizimi noktasında birbirinden çok farklı özelliklere sahip olmasını
beklememek gerekir. Birbirinden oldukça uzak Türk lehçeleri dahi bu hususta büyük
ayrılıklara sahip değildir. Ancak yine de birçok noktada farklılaşan özellikler mevcuttur. Bu
çalışmada iki lehçe arasındaki hem ortaklık, hem de farklılık gösteren söz dizimi özellikleri
Leylâ Karahan’ın Türkçede Söz Dizimi adlı çalışmasındaki tasnif göz önünde tutularak ele
alınacaktır (Karahan 2006). Bu incelemelere geçmeden önce ise Türkiye'de ve Azerbaycan'da
söz dizimi bağlamında yapılmış çalışmalardan da bahsedilecektir.
1.Azerbaycan’da ve Türkiye'de Söz Dizimi Üzerine Yapılan Çalışmalara Kısa Bir Bakış
Azerbaycan’da Afad Qurbanov, Qezenfer Qazımov, Elövset Abdullayev, Kemal Abdullayev,
Firudin Celilov ve Mehman Musaoğlu gibi araştırmacıların söz dizimi hususunda hazırlamış
oldukları ciddi araştırmalar mevcuttur. Bu araştırmacılar tarafından yapılan çalışmaların
bazıları Azerbaycan Türkçesinin söz dizimiyle ilgiliyken, bazı çalışmalar diğer tarihî ya da çağdaş
Türk lehçeleri üzerinedir. Birçok Türk lehçesini kapsamına alan ya da çok zamanlı değerlendirilen
çalışmalar da mevcuttur. Örneğin Mehman Musaoğlu’nun Türk Edebî Dillerinde Mürekkeb
Cümle ve Metn Sintaksisi başlıklı çalışması buna örnektir (Musaoğlu 2010). Azerbaycan Türkoloji
çevrelerinin belki de üzerinde en çok durduğu konunun söz dizimi
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesinin söz dizimi mukayesesiyle ilgili Elza
Demirdağ (2014) ve İlkin Quliyev (2017) tarafından hazırlanan çalışmalarda ise genel olarak
gramer anlayışından kaynaklanan farklı tasnif özellikleri ve terminoloji farklılıkları üzerinde
durulmuştur.
Söz dizimi bağlamında Türkiye’de yapılan çalışmaları burada tek tek sıralamak yazının
amacını aşacağı için sadece söz dizimi çalışmalarının listelendiği bibliyografik çalışmalardan söz
edilecektir. Feyzi Ersoy tarafından hazırlanan Türkçenin Söz Dizimi Üzerine Bir Bibliyografya
Denemesi adlı makalede, bu konuda 2003 yılına kadar yapılmış olan çalışmalar kitaplar,
makaleler ve tezler şeklinde üç ana grup altında tasnif edilmiştir (Ersoy 2003). Yine Ersoy
tarafından hazırlanan Türk Lehçeleri Arasındaki Söz Dizimi Farklılıkları Üzerine adlı çalışmada
da Türkiye’de lehçelerin söz dizimiyle ilgili yapılmış çalışmalardan kısaca bahsedilmekte ve genel
durum ortaya konulmaktadır (Ersoy 2015). Gökhan Özcaner tarafından hazırlanmış Türkiye
Türkçesinin Söz Dizimi Üzerine Bir Açıklamalı Kaynakça Denemesi adlı makalede ise kitaplar,
makaleler-bildiriler olmak üzere iki ana başlıkta 36 çalışma ele alınmıştır (Özcaner 2015). Ayrıca,
Mustafa Altun tarafından yönetilen www.dil bilimi.net ağ sayfasında makaleler, kitaplar ve tezler
şeklinde tasnif edilmiş oldukça geniş bir Kaynakça bulunmaktadır (http://www.dil
bilimi.net/sentaks_arastirmalari.htm).
Türkiye'de yapılan çalışmalar göz önünde tutulduğu zaman doğrudan Azerbaycan
Türkçesinin söz dizimiyle ilgili olarak Aysu Erden tarafından yapılan çalışmayla Metin
Karaörs tarafından önce makale, sonra da geniş bir kitap bölümü olarak hazırlanan çalışmaları
sayabiliriz (Erden 1986; Karaörs 1999; Karaörs 2005).
2.Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinin Kelime Grupları Bakımından Örnekli
Mukayesesi
Çalışmanın bu kısmında, Leylâ Karahan tarafından hazırlanmış ve daha sonra birçok
çalışmaya da temel olmuş Türkçede Söz Dizimi adlı eserde uygulanan inceleme şeması göz
önünde tutularak Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesinin söz dizimi yönünden benzeşen ve
farklılaşan özellikleri ortaya konulacaktır. Azerbaycan Türkçesi için örnekler Anar Rzayev'in
Beşmәrtәbәli Evin Altıncı Mәrtәbәsi adlı romanından tespit edilmiştir (Rzayev 2014). Türkiye
Türkçesindeki ilgili yapılar ise Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı
romanından tespit edilmiştir (Tanpınar 2009). Farklılık olduğu düşünülen bazı yapılarla ilgili
eserlerden örnek tespit edilemediği durumlarda tarafımızdan örnekler verilmiş ve bu türden
örneklerin sonunda sayfa numarası belirtilmemiştir. Kelime gruplarının Azerbaycan

225
Türkçesindeki terim karşılıkları için Möhsün Nağısoylu'nun Azerbaycan Dili adlı eserinden
faydalanılmıştır (Nağısoylu 2004).
2.1.İsim Tamlaması
Azerbaycan Türkçesinde belirtisiz isim tamlamasının karşılığı olarak ikinci növ teyini
söz birleşmesi, belirtili isim tamlamasının karşılığı olarak ise üçüncü növ teyini söz birleşmesi
terimleri kullanılır. İsim tamlaması yapıları her iki lehçede de genel olarak aynı yapıdadır.
Ancak bazı ifadelerin dile getirilmesinde farklı tamlama yapıları mevcuttur. Örneğin Türkiye
Türkçesinde belirtisiz isim tamlaması yapısındaki yıl ifadeleri Azerbaycan Türkçesinde sıfat
tamlaması şeklindedir.
... 1915 yılında öldüğü zaman (s. 158)
AT: ... 5 İyun 1995-ci yıl (Okunuşu: min doqquz yüz doxsan beşinci il) (s. 20)
Eserde herhangi bir örneği tespit edilemeyen ancak Azerbaycan Türkçesinde yaygın
kullanımı olan bir duruma da işaret etmek gerekir. Türkiye Türkçesinde belirtisiz isim
tamlaması yapısıyla ifade edilen kurum ve kuruluş adları, Azerbaycan Türkçesinde Rusça
etkisiyle tamlama yapısının arasına adına ve yanında ifadesi getirilerek kullanılmaktadır.
Oktay Selim Karaca, bu yapılar için öyküntü terimini kullanmakta ve Kazak Türkçesinde de
aynı kullanımların olduğunu örnekleriyle göstermektedir. Karaca, bu tür örneklerin Rusçada
birinin adının verildiği kurum ve kuruluş adlarında görülen yapıların çevirisi yoluyla
kullanıma çıktığını belirtir. Bundan dolayı da Rusça yapılardaki imeni kelimesinin adlı,
adındaki, adına kelimeleriyle, pri ön edatının ise yanında, yanındaki kelimeleriyle
karşılandığını ifade etmektedir (Karaca, 1196-1199. s.). Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan
Türkçesindeki kullanımlar ise şöyledir.

AT: Nizami Gәncәvi adına Әdәbiyat İnstitutu


Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Bilim Vakfı
AT: Azәrbaycan Respublikası Prizidenti yanında Bilik Fondu
Lars Johanson, diller arasındaki bu tür ilişkiler için kopyalama terimini kullanmaktadır
(Johanson, 28-37. s.). Burada bahsi geçen durum ise kopyalama türlerinden seçilmiş
kopyalama olarak nitelendirilebilir. Seçilmiş kopyaların başlıca özelliği belli yapı
özelliklerinin (mesela sadece anlamsal özelliklerin) örnek alınmasıdır. Johanson'un şu
açıklamaları burada ele alınan örnekler bakımından dikkate değerdir
"İlişki durumunun birçoğunda öbekler taklit edilir. Örnek olarak eğer bir B
kompleksiyle bir A kompleksi çeviride eşdeğer iseler, B kompleksinin bir kısmının (başka
metinlerde kendisiyle eşdeğer olan) birleşme ve anlam özellikleri A kompleksinin bir parçası
olarak kullanılmak üzere bir A birliğine kopyalanabilir." (34. s.):
Verilen örnekleri bu açıklamanın ışığında tekrar düşünmek gerekirse Rusçadaki kurum ve
kuruluş adı öbeğinin yapısı Azerbaycan Türkçesi tarafından anlam yönüyle kopyalanmıştır. Rusça
yapıdaki imeni kelimesi ve pri ön edatı da ses ve şekil özellikleriyle değil sadece anlamıyla
kopyalanmıştır. Bu kopyalamanın sosyal etkenlere dayalı yapıldığını söylemek mümkündür.
Johanson, ekonomik, politik ve kültürel sebeplerle birlikte uzun ilişki süresi, yüksek ilişki
yoğunluğu ve buna bağlı olarak nitelikli iki dillilik sonucunda zayıf olanın güçlü olandan
etkilenmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtmektedir (58. s.). Azerbaycan Türkçesi ve Rusça
arasındaki ilişkide de kabaca 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayıp Sovyetler Birliği döneminde
etkisini hissedilir derecede arttıran bir Rusça baskınlığı söz konusudur.
2.2.Sıfat Tamlaması
Azerbaycan Türkçesinde sıfat tamlamasının karşılığı olarak birinci növ teyini söz
birleşmesi terimi kullanılmaktadır. Sıfat tamlaması, morfolojik yönden basit bir kuruluş
olduğu için farklılık gösteren bir yapı tespit edilememiştir.
İlk önce onun gibi yuvarlak bir bina tasavvur ettim. (s. 349)
AT: ... tәmiz, namuslu, ismәtli bir qızla hәyat qurasan. (s. 167)

226
2.3.Sıfat-fiil Grubu
Azerbaycan Türkçesinde sıfat-fiil grubunun karşılığı olarak fe'li sıfat terkibi terimi
kullanılmaktadır. Her iki lehçede de sıfat-fiil eklerinin kadrosu büyük oranda benzerlik
göstermektedir. Bundan dolayı önemli bir farklılıktan söz edilemez. Bahsedebîleceğimiz bir
farklılık Türkiye Türkçesindeki –DIk sıfat-fiil ekinin görevinin Azerbaycan Türkçesinde –An
ekiyle karşılanmasıdır
...başkaları seni olduğu gibi görüyor. (s. 277)
AT: Heç kәsi sәni sәvәn kimi sәvmәmişәm. (s. 90)
2.4.İsim-fiil Grubu
Azerbaycan Türkçesinde isim-fiil grubunun karşılığı olarak mesder terkibi terimi
kullanılmaktadır. Bu noktada tespit edilmiş bir ayrılık yoktur. Kullanımlar tamamen benzer
şekildedir.
...bu gibi işler için kuvvetle istemek kâfidir. (s. 220)
AT: Bu sözlәrә inanmamaq olmurdu. (s. 182)
2.5.Zarf-fiil Grubu
Azerbaycan Türkçesinde zarf-fiil grubunun karşılığı olarak fe'li bağlama terkibi
teriminden istifade edilmektedir. Sıfat-fiil grubunda olduğu gibi bazı eklerin birbirinin yerini
alması dışında bir farklılık tespit edilememiştir. Türkiye Türkçesindeki -DIğIndA ve -IncA
eklerine karşılık olarak Azerbaycan Türkçesinde -AndA eki kullanılmaktadır.
... boşanma teklifinde bulununca (s. 307) / ... dayak yediğinde bu kadar mustarip
değildi. (364)
AT: Tәsadüfәn bu tanqonu eşidәndә, gözlәri dolur. (s. 96)
2.6.Tekrar Grubu
Tekrar grubuyla ilgili bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi
imladadır. Türkiye Türkçesinde tekrar yapıları arasına herhangi bir işaretleme yapılmazken
Azerbaycan Türkçesinde tekrar grubunun unsurları arasına bir çizgi konulmaktadır. Bir diğer
farklılık ise bazı kalıp tekrar yapılarının iki lehçede birbirlerine göre ters durumda olmasıdır.
... şüphesiz içinden sevine sevine (s. 192)
AT: Söz-söhbәt olabilәr. (s. 75)
... mahiyeti meçhul kalan tatsız tuzsuz bir hakikatten bahsediyordu. (s. 162)
AT: Zaur onu son dәrәcә duzsuz-dadsız bir adam hesab elәyirdi. (s. 73)
Bunların yanı sıra Türkiye Türkçesinde falan / filan ile ifade edilen tekrar yapıları
Azerbaycan Türkçesinde zad ile ifade edilir ve bu kullanımda da araya çizgi konulur.
... gazeteler filan (s. 9) / ... öyle bir mazi falanla pek alakası olmasa gerek. (s. 131)
AT: Anket-zad dәyil… (s. 45) / Bu tüklәr parik-zad dәyildi. (s. 48)
2.7.Edat Grubu
Edat grubunda aynı ifade için farklı edatların kullanımı ve bu edatların çekime
girdikleri kelimelerin aldıkları hâl ekleri bakımından farklılıklar mevcuttur.
Onun için rüştiyeyi bitirene kadar (s. 30) (O zamiri ve son çekim edatı için arasındaki
bağlantı ilgi hâli ekiyle sağlanmıştır.)
AT: Ona görә dә xahiş edirik. (s. 78) (O zamiri ve son çekim edatı göre arasındaki
bağlantı yönelme hâli ekiyle sağlanmıştır.)
Türkiye Türkçesindeki için edatının Azerbaycan Türkçesinde üçün şeklinde edat
olarak kullanılmasının yanında –çün şeklinde ekleşmiş şekli de mevcuttur ve bu da iki lehçe
arasındaki bir kullanım farkıdır.
... belki de bu mağlubiyetin intikamını almak için (s. 55)
AT: Mәndәn intiqam almaqçün mütlәq açacaqlar hәqiqәti uşağa. (s. 180)
Türkiye Türkçesinde kadar edatı kullanılan bazı yapıların karşılığı olarak Azerbaycan
Türkçesinde bazen –cen ekli yapılar kullanılmaktadır. Yani Türkiye Türkçesindeki edatlı
kuruluşun karşısında Azerbaycan Türkçesinde ekli bir kuruluş vardır.

227
... şimdiye kadar gizli kalmış hakikatleri (s. 25)
AT: ... indiyәcәn (s. 95)
Türkiye Türkçesindeki -dan ... önce yapısı Azerbaycan Türkçesinde farklı bir dizime
sahiptir. Erden, Azerbaycan Türkçesindeki yapıyı Farsça etkileşimine bağlamaktadır (Erden,
61. s.).
bundan üç ay önce
AT: Üç ay bundan qabaq tökürdün, onda aramızda heç bir şәy yox idi. (s. 29)

Bu grubun söz diziminde kullanımı esnasında iki lehçede de genel olarak benzer
hususiyetler göze çarpmaktadır.
Arapça sarf ve nahiv kitaplarından gayrı (s. 8)
AT: Onun dediklәri düzdür, doğrudur, amansız, çılpaq ve yәgane hәqiqәtdir. (s. 205)
TT: Emine ile ben bu vaziyette (s. 82)
AT: Zivәr xanım Moskvada Tәhminәylә Muxtarın mәhәbbәt macәralarından
danışırdı. [s. 140]
2.9.Unvan Grubu
Unvanların kullanımında da farklılık yoktur.
TT: Arap kalfa Zeynep Hanım (s. 10)
AT: Alya xanım, Frengizi sәyahәtlәri haqqında sorğu-suala tutmuşdu. (s. 284)
Halit amcam teşkilatçıdır. (s. 223)
AT: Dadaş, Sәftәr dayı, Tahirә, Cabbar artıq yoq idilәr dünyada. (s. 308)

Buradaki farklılık da genel olarak farklı ünlemlerin kullanımından kaynaklanmaktadır.


Ancak Azerbaycan Türkçesinde ünlemli cümlelerin daha sık kullanıldığını söylemek
mümkündür. Özellikle e! ve de! Şeklindeki iki ünleme Azerbaycan Türkçesinde sıklıkla
başvurulmaktadır. Bunlar pekiştirme enklitiği olarak da kabul edilebilir (Ercilasun 2008).
O ayrı şey, dedik ya! (s. 105)
AT: Bax bu dәqiqәlәr var ә! (s. 90)
TT: Yapmayın yahu! (s. 188)
AT: Zarafat eylәyirәm dә! (s. 99)
2.11.Sayı Grubu
Bu bakımdan önemli bir farklılık yoktur. Ancak Azerbaycan Türkçesinde 80 sayısının
karşılığı için sәksәn kelimesinin yanında özellikle günlük dilde Farsçadan alıntı hәştad
kelimesinin kullanılması ayrıca ilgi çekidir.
saatte seksen kilometre sürati araya koyduğu fark (s. 133)
AT: 2.80 AZN (İki Manat Hәştad Qәpik)
2.12.Birleşik Fiil Grubu
Birleşik fiil grubu kuruluşlarında da küçük farklılıklar söz konusudur. Örneğin iktidarî
fiilin olumsuzu Türkiye Türkçesinde –A uma- yapısından gelişen –AmA- ile yapılırken,
Azerbaycan Türkçesinde -A bilme- yapısı kullanılmaktadır. Bu noktadaki bir diğer fark ise
Azerbaycan Türkçesinde iktidarî fiil kuruluşunun ikinci tarafı ayrı yazılmaktadır.
... eskisi gibi İspanyol dansını yapamadığını söyledi. (s. 147)
AT: Muxtar cavab verә bilmәdi. (s. 211)
Türkiye Türkçesinde hoşlanma ifadesi olarak hoş+iyelik eki+yönelme hali eki git-
yapısı kullanılırken önündeki kelime yalın hâlde bulunur. Azerbaycan Türkçesinde bunun
karşılığı olarak xoş+iyelik eki gel- şeklinde bir yapı kullanılır ve bu yapıdan önce gelen
kelime çıkma hâli ekiyle çekime girer. Bu kullanımlar fiil-tamlayıcı ilişkisi bakımından bir
farklılıktır. Burada gel- fiilinin kullanılması sebebiyle Azerbaycan Türkçesindeki yapının
Farsçadan kopyalama olduğu düşünülmektedir.
TT: Lehimde yazılan şeyler hoşuma gidiyordu. (s. 272)

228
AT: Polad Bülbüloğlunun mahnılarından çox xoşu gәlir. (s. 81)
2.13.Kısaltma Grubu
Türkiye Türkçesinde kısaltma grubu olarak ifade edilen yüzdeli yapılar, Azerbaycan
Türkçesinde sıfat tamlaması kuruluşundadır. Bu yapıda Rusça etkisi vardır (Ersoy, 21. s.).
Ayrıca bu durum, ifadelerin gösterimine de etki etmiştir. Türkiye Türkçesinde önce yüzde
işareti ardından sayı gelirken Azerbaycan Türkçesindeki kullanım bunun tam tersidir.
yüzde ondan yüzde otuza kadar (s. 18) (İfadelerin gösterimi: %10, %30)
AT: Zaur yüz faiz әmin ola bilmirdi. (s. 58) (İfadenin gösterimi: 100 %)
Eserlerde örneğine rastlamadığımız ama farklılık arz eden bir kullanımdan söz etmek
mümkündür. Türkiye Türkçesindeki “… geçiyor” şeklindeki saat ifadeleri içinde bulunulan
saat + belirtme hâli eki + o anki dakika + geçiyor şeklinde kullanılırken bu ifadenin
Azerbaycan Türkçesindeki karşılığı bir sonraki saat + yönelme hâli eki + o anki dakika +
işlәmiş yapısıyla kullanılmaktadır. Azerbaycan Türkçesindeki ifade biçimi Rusçadan
kopyalanmıştır. Çünkü Rusçada da bu tür saat ifadelerinde içinde bulunulan saat değil bir
sonraki saat söylenmektedir. Saat ifadeleri için burada verilen örnekler her ne kadar şekil
olarak kısaltma grubu gibi gözükseler de bu ifadelerin saat grubu, saat öbeği gibi adlarla ayrı
bir grup olarak ele alınması gerektiğini örneklerle açıklayan çalışmalar da mevcuttur (Yüceol
Özezen 2000; Balyemez 2008; Yılmaz 2014).
09:05= Saat dokuzu beş geçiyor.
AT: 09:05= Saat ona bәş işlәmiş.
3.Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinin Cümle Yapıları Bakımından Örnekli
Mukayesesi
Cümle yapısı bakımından her iki lehçede bazı önemli farklılıklar vardır. Olumsuz isim
cümlesinin yapısı, soru cümlelerinde soru ekinin kullanım yeri, şart cümlelerinde ekin farklı
kullanımı, soru cümlelerinin sıklıkla eksiz de yapılabilmesi, çok sayıda farklı bağlacın
kullanımı ve ki edatlı bağlı cümlelerin oldukça fazla ve farklı şekillerde kullanımı Azerbaycan
Türkçesindeki cümle yapılarının Türkiye Türkçesine göre farklılıkları olarak öne çıkmaktadır.
İsim cümlelerinin olumsuzu Türkiye Türkçesinde değil edatı ile yapılmaktadır.
Ben öğrenciyim. / Ben öğrenci değilim.
Azerbaycan Türkçesinde de deyil edatı bu görev için kullanılmaktadır. Ama Türkiye
Türkçesinden farklı olarak Azerbaycan Türkçesinde yok ile kurulan bir yapı da mevcuttur.
Bilindiği üzere Eski Türkçe döneminde de isim cümlesinin olumsuzu yok ile yapılmaktaydı.
ET: Ol amtı ańıg yok. (KT G 3) “O şimdi kötü değil.” (Şirin, 65. s.)
Bazı çağdaş Türk lehçelerinin olumsuz fiil çekimlerinde yok ve türevlerinin
kullanıldığı yapılar mevcuttur.
Özb. T.: algenim yoq (KTLG, 48. s.); Tat. T.: alganım yuk (KTLG, 49. s.); Kırg. T.:
alğanım cok (KTLG, 51. s.); Kaz. T.: alğan jok (KTLG, 52. s.)
Ancak Azerbaycan Türkçesindeki kullanım, bahsedildiği üzere isim cümlesindedir. Bu
arkaik yapı, Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında farklılık yaratmıştır. Türkiye
Türkçesinde olumsuz isim cümlelerinde kullanılan bir yok mevcuttur. Bunun olumlu karşılığı
ise var kelimesiyle yapılmaktadır (Dolapta gömlek var. / Dolapta gömlek yok. vb.). Bu tür
kullanımlar zaten Eski Türkçeden itibaren takip edilebilmektedir.
...yüküntüküm bar erti, yaňıltukum yok. "...ibadet etmişliğim var, yanıldığım yok."
(Şirin, 67. s.)
Azerbaycan Türkçesinde olup, Türkiye Türkçesinde olmadığını belirttiğimiz yok, bundan
farklı bir kullanıma sahiptir ve olumlu çekimi var ile yapılmaz. Şirin, bu yapının Eski Türkçedeki
kullanımının da böyle olduğunu belirtmektedir. Yani ol amtı ańıg yok cümlesinin olumlusu ol
amtı ańıg bar değildir. Bu cümlenin olumlu şekli ol amtı ańıg erür, ya da ol amtı ańıg şeklinde
kurulur (Şirin, 67. s.). Azerbaycan Türkçesinde farklı olduğu ileri sürülen yapının olumlu şekli de
isimlerin üzerine gelen ana yardımcı fiilin geniş zaman, görülen geçmiş zaman,

229
öğrenilen geçmiş zaman ve şart çekimleridir. Yani aşağıda örnek olarak gösterilen bu cür yok
yapısının olumlusu bu cür(dür) şeklindedir. Bu cür var gibi bir kullanım yanlıştır.
TT. Bu da çok enteresan, fakat aynı değil. (s. 103)
AT: Aynı cür ola bilәr, bәlkә bundan da yaxşı ola bilәr, amma bu cür yox… (s. 94)
İnkâr değil, beğenmemek. (s. 109)
AT: Sanki bu paltar yox, sehr idi. (s 21)
Türkiye Türkçesinde yüklemi isim bildirmesi olan cümlelerin soru çekiminde soru eki,
isim ile bildirme ekinin arasına girer. Azerbaycan Türkçesinde ise soru eki doğrudan sona
gelmekte ve bir imla kuralı olarak bitişik yazılmaktadır.
TT: içinde ne var diye merak etmemek kabil midir? (s. 29)
AT: Ümumiyyәtlә, bir şәy haqqında düşünmәk vacibdirmi? (s. 11)
Azerbaycan Türkçesinde soru zamirleri kullanılmayan soru cümlelerinde çoğunlukla
eksiz soru ifadesiyle karşılaşılmaktadır. Soru ifadesi için herhangi bir ekin kullanılmaması
özellikle konuşma dilinde yanlış anlaşılmaya sebep olmamaktadır. Çünkü soru ifadesi
konuşma dilinde parçalar üstü sesbirimlerin (suprasegmentals) kullanılmasıyla da
sağlanabilmektedir (Eker, 242-249. s.). Azerbaycan Türkçesinde de son hecedeki vurgu ve ton
değişimiyle herhangi bir eke gerek kalmadan soru cümlesi kurulabilmektedir. Konuşma
dilindeki bu yaygınlık Azerbaycan Türkçesinin yazı diline de sirayet etmiştir. Bunun sonucu
olarak da soru eki yazıda da neredeyse kaybolmak üzeredir. Türkiye Türkçesinde günlük
konuşma dilinde az da olsa bu tür örneklere rastlanılmasına rağmen (Örn: Bunu sen yaptııın?;
Geldiiin? vb.) standart yazı dilinde böyle bir kullanım yoktur.
Baba uyuyor musun? diye âdeta tartaklayan biletçi vardı. (s. 249)
AT: Zaur, gedirsәn?- dedi. (s. 223)
Azerbaycan Türkçesinde, Türkiye Türkçesinden farklı olarak görәsәn, elә bil, görәk
indi, axı, bәs gibi cümle başı ve cümle içi edatları oldukça sık kullanılır.
AT: Bir dәfә Zaur içmişdi, dedi ki, sәn kirpiklerini qaldıranda elә bil bәşәriyyәt
tarihindә yәni bir sәhifә açılır (s. 14)
AT: Bәs, Spartakı hardan tanıyarsan? (s. 24)
AT: “Tanışdır” sözü Zaurun bütün içini qaynatdı, axı bilirdi Spartakla tanışlıq
qadınçün nә demәkdir. (s. 24)
AT: Görәk indi sәndә necәdir? (s. 31)
AT: İçi elә bil don bağlamışdı. (s. 47)
AT: Elә bil illerin yükünü dә atmışdılar üstlerindәn. (s. 91)
Azerbaycan Türkçesinde ki bağlama edatıyla kurulan bağlı cümle yapılarından bazıları
Türkiye Türkçesinde ya seyrek kullanılmaktadır ya da hiç kullanılmaz. Örneğin Azerbaycan
Türkçesinde bağlı cümle yapısında, özellikle de açıklama amaçlı yan cümleler bazen, ana
cümledeki nitelediği unsurdan hemen sonra gelerek ana cümleyi böler. Araştırmacılar bu
yapıyı, Farsça etkisiyle açıklar (Erden, 60. s.), (Özkan-Musa, 131. s.).
AT: O ev eşiyi ki, atanla mәn iynәylә gor qaza-qaza düzәltmişik, hazırına-nazir
Tәhmine xanım gәlib bütün bu var-dövlәtә sahib durar. (s. 140)
Laf olsun diye kim bilir kimden öğrendiğim o nadir tarih bilgilerinden birini
yumurtladım. (s. 148) (Bu cümle, Azerbaycan Türkçesindeki kullanıma göre şöyle kurulur: O
nadir tarih bilgilerinden birini ki, kim bilir kimden öğrendim, laf olsun diye yumurtladım.)
ki bağlama edatıyla kurulan bazı yapılar Azerbaycan Türkçesinde zaman zaman -DIk,
- An, -AcAk sıfat-fiil eklerinin görevlerini de üstlenir. Bu da Türkiye Türkçesinde bulunmayan
bir özelliktir ve Farsçanın söz dizimi düzeyinde Azerbaycan Türkçesine etkisidir.
AT: Onda demişdi ki, çox xoşlayır qovrulmuş şabalıdı. (s. 153)
Sabriye Hanım giderken küçük baldızımı pek beğendiğini söylemişti. (s. 173) (Bu
cümle, Azerbaycan Türkçesindeki kullanıma göre şöyle kurulur: Sabriye hanım giderken
demişti ki, pek beğeniyor küçük baldızımı.)

230
Sonuç
Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesi, Türk lehçelerinin sınıflandırılmasına
yönelik çalışmalarda her zaman aynı gruba dâhil edilmiş iki lehçedir. Bu iki lehçenin birlikte
değerlendirilmelerinin başlıca sebepleri ses bilgisi, şekil bilgisi, söz varlığı ve söz dizimi
bakımından sahip oldukları ortaklıklardır. Aynı boyun mensubu olmaları ve tarihsel süreçte
de sürekli olarak birbirlerine yakın coğrafyalarda hatta iç içe yaşamaları bu iki lehçenin ortak
özelliklerinin fazla olmasında önemli bir sebeptir.
Bu çalışmada Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesi, söz dizimi bağlamında
değerlendirilmiş ve her iki lehçedeki benzerlik gösteren ya da farklılaşan yapılar ortaya
konulmaya çalışılmıştır. Buna göre, iki lehçe arasında önemli ölçüde söz dizimsel farkların
olmadığı görülmüştür. Zaten yukarıda da bahsedildiği üzere, aynı dil ailesine mensup diller
arasında bile -örneğin Türkçe ile Moğolca- bu yönden büyük farklılıklar bulunmaz.
Türkçenin Oğuz grubuna mensup iki lehçesi olan Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan
Türkçesi arasında da söz dizimsel farkın az olması son derece doğaldır. Ancak bu, her iki
lehçenin tamamen birbirine benzer yapılara sahip olduğu anlamına da gelmemektedir. Bu
çalışma boyunca örneklerle gösterilmeye çalışıldığı üzere farklı yapılar da bulunmaktadır. Bu
farkların sebebi çoğunlukla, farklı ek ve edat tercihlerinden kaynaklanmaktadır. Sıfat-fiil
grubu, zarf-fiil grubu, edat grubu ve birleşik fiil grubu gibi yapılarda bunlara rastlamak
mümkündür. Bununla birlikte imla kaynaklı farklılıklar da mevcuttur. İkilemelerin ve soru
ekinin yazımı buna örnektir. Fiil-tamlayıcı ilişkisi bağlamında gelişen farklılıklar da vardır.
Önemli bir durum ise Azerbaycan Türkçesinde özellikle Rusça ve Farsça etkisiyle gelişen
yapıların kullanımıdır. Bu da sözdizimsel farklılıklara sebep olmuştur.
Cümle düzeyindeki en önemli fark ise isim cümlesinin olumsuz çekiminde karşımıza
çıkmaktadır. Azerbaycan Türkçesi, arkaik nitelikli yok ile kurulan olumsuz isim cümlesi
yapısını yaygın olarak kullanmaktadır. Soru ekinin kullanıldığı yer ya da kullanılıp
kullanılmaması kaynaklı ortaya çıkan durumlar da bazı farklılıklara sebep olmuştur. Bunun
yanı sıra Azerbaycan Türkçesinde başta ki olmak üzere cümle içi ve cümle başı edatlarının
kullanımı Türkiye Türkçesine göre daha yaygındır. ki edatıyla kurulan bağlı cümle
çeşitlerinden bazıları Türkiye Türkçesinde kullanılan yapılar değildir. Bu yapılarda da yine
Farsça etkisinden söz etmek mümkündür.
Bu farklılıkların örnekler eşliğinde ortaya konulmasının, ele alınan iki lehçe üzerinde
yapılacak olan karşılaştırmalı gramer çalışmalarına katkıda bulunacağı düşünülmektedir.
Özellikle de bu lehçeler arasındaki aktarma çalışmalarında burada tespit edilen farklılıklar göz
önünde tutulduğu takdirde, ortaya çıkacak olan metinler dil özellikleri bakımından daha
sağlam bir yapıda olacaktır.
KAYNAKLAR
BALYEMEZ, Sedat (2008) "Türkiye Türkçesinde Dakikalı Saat İfadeleri ve Saat Grubu", Dil
Araştırmaları, S. 2, 87-92. s.
COMRİE, Bernard (2017) Dil Evrensellikleri ve Dilbilim Tipolojisi, Çeviren: İsmail Ulutaş, 3.
Baskı, Hece Yayınları, Ankara
ÇOLAK, Doğan (2015) “Saha Türkçesinde Oğuzca Unsurlar”, X. Uluslararası Büyük Türk
Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, 44-53. s.
DEMİRDAĞ, Elza (2014) "Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde Cümle Ögelerinin
Karşılaştırılması Üzerine", Selefler ve Halefler Sempozyumu Bildiri Kitabı, 609-623. s.
EKER, Süer (2016) Çağdaş Türk Dili, 10. Baskı, Grafiker Yayınları, Ankara
ERCİLASUN, Ahmet Bican (2009) Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, 7. Baskı,
Akçağ Yayınları, Ankara
ERCİLASUN, Ahmet Bican (2008) "La Enklitiği ve Türkçede Bir Pekiştirme Enklitiği
Teorisi", Dil Araştırmaları, S. 2, 35-56. s.

231
ERDEN, Aysu (1986) "Azerbaycan Türkçesinin Geçmişine ve Sözdizimi Özelliklerine Kısa
Bir Bakış", H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 3, S. 2, 43-62. s.
ERGİN, Muharrem (2005) Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayınları, İstanbul
ERSOY, Feyzi (2003) "Türkçenin Söz Dizimi Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi", TDAY-
Belleten, S. 2001/I-II, 313-333. s.
ERSOY, Feyzi (2015) "Türk Lehçeleri Arasındaki Söz Dizimi Farklılıkları Üzerine", X.
Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, 18-26. s.
JOHANSON, Lars (2014) Türkçe Dil İlişkilerinde Yapısal Etkenler, Çeviren: Nurettin Demir,
2. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
KARACA, Oktay Selim (2010) "Kazak Türkçesinde Söz Dizimi Düzeyinde Rusça Etkisi"
Turkish Studies, C.5/2, 1192-1209. s.
KARAHAN, Leylâ (2006) Türkçede Söz Dizimi, 14. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara
KARAÖRS, Metin (1999) "Türkiye Türkçesi İle Azerbaycan Türkçesinin Kelime Grupları,
Cümle ve Cümle Çeşitleri (Sentaks) Bakımından Karşılaştırılması", TDAY-Belleten, S. 1996,
129-144. s.
KARAÖRS, Metin (2005) Türk Lehçelerinde Karşılaştırmalı Şekil ve Cümle Bilgisi, Akçağ
Yayınları, Ankara
Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Grameri - I Fiil/Basit Çekim (2013), Yayın Kurulu: Ahmet
Bican Ercilasun vd., 2. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
QULİYEV, İlkin (2017) "Azerbaycan ve Türkiye Dilbilgisinde Dilin Sözdizimsel Yapısının
Öğrenilmesi Üzerine", XII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, 488-
496. s.
MUSAOĞLU, Mehman (2010) Türk Edebî Dillerinde Mürekkeb Cümle ve Metn Sintaksisi,
Bakü
NAĞISOYLU, Möhsün (2004) Azerbaycan Dili, Zirve, Bakü
ÖZCANER, Gökhan (2015) "Türkiye Türkçesinin Söz Dizimi Üzerine Açıklamalı Bir
Kaynakça Denemesi", Turkish Studies, C. 10/16, 969-982. s.
ÖZKAN, Fatma - MUSA, Bağdagül (2004) "Yabancı Dillerin Türkçenin Söz Dizimi
Üzerindeki Etkisi", Bilig, S. 30, 95-139. s.
RZAYEV, Anar (2014) Beş Mertebeli Evin Altıncı Mertebesi, Kanun Neşriyatı, Bakü
SCHÖNİG, Claus (1997) "A New Attempt to Classify the Turkic Languages (2)", Turkic
Languages-I, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden, 262-277. s.
ŞİRİN, Hatice (2015) Kül Tigin Yazıtı-Notlar, Bilge Kültür Sanat, İstanbul
TANPINAR, Ahmet Hamdi (2009) Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 14. Baskı, Dergâh Yayınları,
İstanbul
UĞURLU, Mustafa (2011) “Oğuzca ve ‘Anadolu Merkezli Oğuz Türkçesi’”, Turkish Studies,
C. 6, S.1, 123-156. s.
YILMAZ, Yakup (2014) "Türkçede Saat İfadeleri", RESS Journal, C. 1, S. 2, 211-230. s.
YÜCEOL ÖZEZEN, Muna (2000) "Türkiye Türkçesinde Saat Anlatımlarının Sözdizimsel
Yapısı”, Dil Dergisi, S. 89, 76-80. s.
http://www.dil bilimi.net/sentaks_arastirmalari.htm, Son Erişim Tarihi: 01.09.2018.

232
PROGRAM GELİŞTİRME SÜREÇLERİYLE
TÜRKÇE VE TÜRK KÜLTÜRÜ DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI
1
Dr. Özay KARADAĞ
Özet
Millî Eğitim Bakanlığı, yurt dışı teşkilatı aracılığıyla Türkçe ve Türk Kültürü dersini
yürütmektedir. Ders, yurt dışında yaşayan ve iki dilli olarak yetişen Türk çocuklarının ana dilleri
olan Türkçeyi etkin olarak öğrenmelerini ve geliştirmelerini sağlamanın yanı sıra Türk kültürünü
tanımalarını ve ana vatanlarını ile bağlarını güçlendirmeyi hedeflemektedir. Bugün yurt dışında
yaşayan Türk çocuklarına Türkçe ve Türk kültürü öğretimi çok çeşitli sebeplerden dolayı önemli
bir sorun hâline gelmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı Avrupa ülkelerine iş gücü
olarak göç eden vatandaşlarımız dolayısıyla Avrupa’da çoğunlukta olmakla birlikte, küreselleşen
dünya düzeninde, dünyanın çeşitli ülkelerinde çok sayıda Türk çocuğu bulunmaktadır. Yurt
dışında yaşayan ve yaşadıkları ülkenin eğitim sistemleri içinde yer alan Türk çocuklarına Türkçe
ve Türk kültürü öğretimi, dersin statüsünden kaynaklı olarak istenen verime ulaşamamaktadır.
Türkçe ve Türk Kültürü dersi, farklı yaş ve Türkçe dil düzeylerindeki öğrencilerin birleştirilmiş
sınıf düzeninde bir araya geldikleri ve okul başarısına etkisi olmayan bir statüye sahiptir. Bunun
yanı sıra bu ders için 2009 yılında hazırlanan öğretim programı ve programa uygun olarak üretilen
öğretim materyalleri de güncelliğini yitirmiştir. Bu sebeple 2017 yılında, Millî Eğitim Bakanlığı
Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü bir öğretim programı geliştirmeyi
kararlaştırmıştır. Bu amaçla 2017 yılında sahada gerçekleşen bir ihtiyaç analizi çalışmasıyla,
öğrencilerin, velilerin, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin ve Türkçe ve Türk Kültürü dersi
öğretmenlerinin beklentileri ve görüşleri alınarak bir rapor hazırlanmıştır. İkinci basamakta ihtiyaç
analizi raporu dikkate alınarak Türkçe ve Türk kültürü öğretimine yönelik hedefler, kazanımlar,
içerikler, eğitim durumları/öğrenme öğretme süreçleri ve değerlendirme süreçleri oluşturulmuştur.
Bu çalışmada, sözü edilen Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programı tanıtılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Türkçe öğretimi, iki dillilik, Türkçe ve Türk Kültürü, öğretim programı,
program geliştirme.
Turkish and Turkish Culture Course Program with Program Development
Processes
The Ministry of National Education teaches Turkish and Turkish Culture through its
overseas organization. The course aims to enable Turkish children to learn and develop their
mother tongue, Turkish as a bilingual and bilingual Turkish, and to strengthen their ties with their
homeland. Turkish and Turkish culture teaching to Turkish children living abroad has become an
important problem for a variety of reasons. Since the second half of the 20th century, our citizens
migrated as a workforce to Western European countries in Europe, but they have a large number
of Turkish children in various countries around the world. Turkish and Turkish culture teaching to
Turkish children living in abroad and living in the country they live in cannot reach the desired
yield due to the status of the course. The Turkish and Turkish Culture course has a status in
different age and Turkish language levels where students come together in a unified classroom
and have no effect on school success. In addition, the instructional program prepared in 2009 for
this course and the teaching materials produced in accordance with the program have also been
out of date. For this reason, in 2017, the Ministry of National Education and European Union and
Foreign Relations Directorate decided to develop a curriculum. For this purpose, a report was
prepared in 2017 and a report was prepared based on the expectations and opinions of the
students, parents and representatives of non-governmental organizations and Turkish and Turkish
culture teachers. In the second step, by taking the needs analysis report into consideration,
objectives, acquisitions, contents, educational situations / learning teaching

Doç.Dr. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi, ozaykaradag@gmail.com

233
processes and evaluation processes for Turkish and Turkish culture teaching have been
established. In this study, the mentioned Turkish and Turkish Culture Course Curriculum will
be introduced.
Keywords: Turkish language teaching, bilingualism, Turkish and Turkish culture,
curriculum, curriculum development.
Giriş
Millî Eğitim Bakanlığının yurt dışında gerçekleştirdiği en önemli faaliyeti Türkçe ve
Türk Kültürü dersidir. Bu ders, yurt dışında yaşayan Türk çocuklarının Türkçe ve Türk
kültürü ile etkili bir biçimde temas etmeleri ve ana vatanları ile bağlarının güçlenmesi
bakımından son derece kritiktir. Ana vatanlarından uzakta dünyaya gelen ve yetişen
Türkçeyle birlikte içinde yaşadıkları toplumların dilleriyle iki dilli hâle gelen Türk
çocuklarının Türkçeye maruz kalma oranları, Türkiye’de doğan ve yetişen çocuklara göre
daha sınırlıdır. Bu durum Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yurt dışında yürütülen Türkçe ve
Türk Kültürü dersini çok daha önemli hâle getirmektedir.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyo-ekonomik nedenlerle özellikle Batı Avrupa
ülkelerine gerçekleşen Türk işçi göçü ile birlikte başlayan yurt dışında yaşayan Türk
çocuklarına ana dillerini ve kültürlerini öğretme sorunu, küreselleşen dünya düzeninde artan
nüfus hareketlilikleriyle birlikte bugün daha kapsamlı hâle gelmiştir. Yurt dışındaki Türk
çocuklarının Türkçeyi öğrenmeleri ve Türk kültürünü tanıyıp içselleştirerek kendi kimliklerini
inşa etmeleri, içinde yaşadıkları toplumun özgüvenli bireyleri olarak yaşamlarını
sürdürmelerinde önemli bir rol oynamaktadır.
Türkiye dışında, Türk çocuklarının Türkçe eğitimi alma ihtiyacı, 20. Yüzyılın ikinci
yarısında Avrupa’da artan işgücü ihtiyacı dolayısıyla gerçekleşen işçi göçleriyle başlamıştır. 1961
yılında yapılan Türk Alman İşgücü Anlaşması ile birlikte, başlangıçta Almanya’nın sonrasında
diğer Avrupa ülkelerinin artan işgücü ihtiyacını karşılamak üzere vatandaşlarımız Türkiye’nin
çeşitli bölgelerinden Avrupa’ya göç etmişlerdir (Doğan 2001). Başlangıçta belirli bir süre
Avrupa’da çalışacakları varsayılan Türk işçileri, zamanla hem kendi istekleri doğrultusunda hem
de bulundukları ülkelerin işgücü ihtiyacının devam etmesi sebebiyle, ailelerini de Avrupa’ya
taşımışlardır. Bu yolla Avrupa ülkelerinin eğitim sistemlerine dâhil olan Türk çocuklarının
yaşadıkları ülkelerin eğitim sistemleri içinde Türkçelerini geliştirmeleri, Türk kültürünü
tanımaları imkânı ortadan kalkmıştır. Türkiye ile ilgili ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar
çerçevesinde, Millî Eğitim Bakanlığı Türkçe ve Türk Kültürü dersini, Türkiye’den görevlendirdiği
öğretmenler aracılığıyla yurt dışında vermeye başlamıştır.
Bugün Batı Avrupa ülkelerine Avrupa’da çoğunlukta olmakla birlikte, küreselleşen dünya
düzeninde, dünyanın çeşitli ülkelerinde çok sayıda Türk çocuğu bulunmaktadır. Millî Eğitim
Bakanlığı Avrupa’da ve dünyanın çeşitli bölgelerinde Türkçe ve Türk Kültürü dersini yurt dışı
teşkilatı aracılığıyla yürütmektedir. Türkçe ve Türk Kültürü Dersi yurt dışında yaşayan Türk
çocuklarının ana vatanla bağlarının sürdürülmesinde önemli bir yere sahiptir. Ancak yurt
dışındaki Türk çocuklarına verilen Türkçe ve Türk Kültürü dersinde istenen verime
ulaşılamamaktadır (Güzel vd., 2017). Bunda dersin statüsünün büyük etkisi bulunmaktadır.
Türkçe ve Türk Kültürü, farklı yaş ve Türkçe dil düzeylerinde öğrencilerin birleştirilmiş sınıf
düzeninde bir araya geldikleri ve okul başarısına etkisi olmayan seçmeli bir derstir.
Dersin verimliliğine etki eden birçok faktör bulunmaktadır. Bunlardan kuşkusuz en
önemlisi 2009 yılında hazırlanan Yurt Dışındaki Türk Çocukları İçin Türkçe ve Türk Kültürü
Dersi (1-10. Sınıflar) Öğretim Programı ve programa uygun olarak üretilen öğretim
materyallerinin niteliğidir. Bu konuda yapılmış birçok eleştiri bulunmaktadır (Gül Yazıcı 2007,
Yağmur 2007, Sarıkaya 2008, Belet 2009, Can ve Can 2009, Pilancı 2009, Uysal 2009, Korkmaz
2010, Şen 2010, Yağmur 2010, İnce 2011, Özcan 2011, Şen 2011, Yol 2011, Cemiloğlu ve Şen
2012, Ekmekçi 2012a, Ekmekçi 2012b, Yıldız 2012a, Yıldız 2012b, Yağmur 2013, Yıldız 2013,
Ateşal 2014, Demirbaş 2013, Yağmur 2014, Yılmaz 2014, Arı 2015, Çınar

234
ve İnce 2015, Güngör 2015, Yağımlı 2015, Yaman ve Dağtaş 2015, Aydoğu ve Karasu 2016,
Çakır ve Yıldız 2016, Çelik ve Gülcü 2016, Irmak 2016, Özerol 2016, Arıcı ve Kırkkılıç
2017). Eleştiriler büyük oranda haklıdır. Öğretim programının çok yoğun olması, Türkçe ve
tarih dersi kazanımları içermesi, programa uygun olarak hazırlanan materyallerin de buna
mukabil yoğun ve güçlük düzeyinin yüksek olmasına sebep olmaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığı 2017 yılında öğretim programlarını bütüncül olarak
güncellemiştir. Bu çalışmalara paralel olarak 2009 yılında hazırlanan Türkçe ve Türk Kültürü
Dersi (1-10. Sınıflar) Öğretim Programı’nın da güncellenmesi çalışmaları başlatılmıştır. Bu
çalışmada Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programı, program geliştirme süreçleriyle
tanıtılacaktır.
Program Güncelleme Çalışmalarının İlk Basamağı: İhtiyaç Analizi
2017 yılında, Millî Eğitim Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi için bir öğretim programı geliştirmeyi kararlaştırmıştır.
Kalkınma için Uluslararası İş Birliği Altyapısının Geliştirilmesi Programı (KAGEP)
kapsamında Türkçe ve Türk Kültürü Dersi için durum/ihtiyaç analizi yaptırmıştır. İhtiyaç
analizini Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL başkanlığında Doç.Dr. Özay KARADAĞ, Doç.Dr.
Bayram BAŞ, Doç.Dr. Ali ESGİN ve Dr. Öğr. Üye. Selçuk Beşir DEMİR’den oluşan
akademik grup gerçekleştirmiştir.
Çalışmada öğrenci, veli ve öğretmen olmak üzere üç ana veri kaynağının Türkçe ve
Türk Kültürü dersine yönelik ihtiyaçları belirlenerek ve bu hususlara ilişkin beklentilerini
tespit etmek amaçlanmıştır. Bu kapsamda araştırma karma araştırma yöntemlerinden
keşfedici-sıralı karma desen ile gerçekleştirilmiştir.
Araştırmanın ilk aşamasında nitel çalışma grubunda yer alan öğretmen ve velilerle,
ayrı ayrı olmak üzere, odak grup mülakatlar ve açık uçlu sorularla katılımcıların kendi
görüşlerini açığa çıkarmaları amaçlanmıştır. Nitel çalışma grubu ile gerçekleştirilen odak grup
mülakatları sonucunda elde edilen nitel veriler çözümlenip ve yorumlanan verilerden yeni bir
ölçme aracı geliştirilerek nicel örneklem üzerinde uygulanmıştır. Bu sayede nitel araştırma
yöntemleri ile üç ana grubun Türkçe ve Türk Kültürü dersine yönelik ihtiyaçları ve
beklentileri belirlenerek, nicel araştırma yöntemleriyle ise elde edilen mülakat bulgularının
genellenebilir olup olmadığı tespit edilerek ortak ve kapsayıcı bir çatı belirlenmiştir.
Araştırmada şu soruların cevapları belirlenmeye çalışılmıştır:
Yurt dışında bulunan velilerin Türkçe ve Türk Kültürü dersine yönelik ihtiyaç ve
beklentileri nelerdir?
Yurt dışında bulunan görevli öğretmenlerin Türkçe ve Türk Kültürü dersine yönelik
ihtiyaç ve beklentileri nelerdir?
Yurt dışında bulunan öğrencilerin Türkçe ve Türk Kültürü dersine yönelik ihtiyaç ve
beklentileri nelerdir?
Araştırma sürecinde sıralı bir zamanlama takip edilerek nitel verilerin toplanması ve
çözümlenmesine öncelik verilmiştir. Araştırmacılar, keşfedilen sonuçlar üzerinden nicel
aşamaya geçilmiş ve birincil sonuçlar test edilerek nitel keşfedici bulgular sınanmaya veya
ölçülmeye çalışılmıştır.
Çalışmada araştırmacılar iki veri tabanını ayrı ayrı analiz edip ve başlangıçta keşfedici
veri tabanından elde edilen bulguları nicel ölçümleri oluşturmak için kullanmıştır.
Araştırmanın birinci aşaması olan nitel aşamada elde edilen bulgular nicel aşama için kaynak
teşkil etmektedir. Bu bağlamda araştırmada nitel ve nicel verileri karşılaştırmak yerine, “Nitel
temalar evren için genellenebilir mi?” sorusunun cevabının belirlenmesi amaç edinilmiştir.
Nitel bulguların sosyo-kültürel yapılar dikkate alarak genellenebilir olup olmadığını test
etmek amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda nicel ölçme aracı MEB-ANKET kanalıyla tüm
öğretmenlere ulaştırılmıştır. Elde edilen veriler kıyaslanarak, öğrenci, öğretmen ve veli
beklentileri ve ihtiyaçlarına ilişkin ortak matrisler oluşturulmuştur.

235
Araştırmanın nicel aşamasında Millî Eğitim Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler
Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe ve Türk Kültürü dersini yürütmek için görevlendiren tüm
öğretmenlere uygulanmak üzere araştırmanın nitel aşamasından elde edilen bulgularla geçerli
ve güvenilir bir ölçek (Türkçe ve Türk Kültürü Dersine Yönelik Öğretmen Değerlendirme
Ölçeği-“TTKD-ÖÖ”) geliştirilmiştir. Çalışmada evrenin tamamına (791 öğretmen) ulaşılmak
istendiğinden daha önce herhangi bir örnekleme yöntemine başvurulmamış, geliştirilen
ölçeğin yurt dışında görev yapan tüm öğretmenlere ulaşması hedeflenmiştir.
Nicel veri toplama aracının MEB-ANKET üzerinden uygulanması araştırmanın
geçerliğinin ve güvenilirliğinin sağlaması açısından veri toplama sürecine katkı sağlamıştır. Bu
çerçevede öğretmenler, sisteme sadece MEBBİS şifreleriyle giriş yapmıştır. MEB-ANKET
üzerinden 791 kişilik evrene uygulanan ölçeğin geri dönüş oranı % 66,20 olmuş, örneklem sayısı
% 99 güven aralığı ve % 2 hata payıyla 523 katılımcıya ulaşmıştır. Evren içinden 523 katılımcıya
ulaşılmış olması, basit tesadüfi örneklemi esas alan analizler yapılmasına imkân tanımış, böylece
% 99 güvenlik düzeyiyle genelgeçer bir veri seti elde edilmiştir.
Mülakat verilerinin analizi sonucunda, mevcut Türkçe ve Türk Kültürü dersine
yönelik olarak aşağıda yer alan beş ana temaya göre bulgular elde edilmiştir:
Mevcut Türkçe ve Türk Kültürü dersi kitabının kullanım durumu,
Türkçe ve Türk Kültürü dersi kitaplarının kullanılmama nedenleri,
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programına ilişkin mevcut durum, ilke
niteliğindeki beklentiler ve öneriler,
Türkçe ve Türk Kültürü ders ve çalışma kitaplarına ilişkin beklentiler ve öneriler,
5. Türkçe ve Türk Kültürü dersinin verimliğini artırmaya yönelik diğer
öneriler. Program Geliştirme Süreci
Program geliştirme sürecinde Türkçe Eğitimi, Türk Dili ve Edebiyatı, Sosyal Bilgiler
Eğitimi, Sınıf Eğitimi, Eğitim Programları ve Öğretimi ile Sosyoloji alanlarından uzmanlar
belirlenerek komisyon oluşturulmuştur. Komisyon öncelikle 2009 yılında hazırlanan ve 2018
yılı Haziran ayına kadar yürürlükte olan öğretim programını yeniden ele alarak
değerlendirmiştir. Programda Türkçe ve Türk Kültürüne yönelik kazanımlar ayrı ayrı
verilmiştir. Kazanım sayıları aşağıdaki tabloda yer almaktadır:
Türkçe Kazanımları Türk Kültürü
Kazanımları
1-3. Sınıflar 41 1-3. Sınıflar 16
4-5. Sınıflar 47 4-5. Sınıflar 26
6, 7, 8. Sınıflar 67 6, 7, 8. Sınıflar 25
9-10. Sınıflar 45 9-10. Sınıflar 26
TOPLAM: 200 TOPLAM: 93
GENEL TOPLAM: 293
Türkçe ve Türk Kültürü dersi seçmeli olup haftada 2 ders saati olarak
gerçekleştirilmektedir. Ders akademik başarıyla ilişkili değildir. Bu sebeple 2 ders saati de
tam verimli olarak kullanılamamaktadır. Farklı yaş/sınıf seviyelerinde olan öğrencilerin
birleştirilmiş sınıf düzeninde bir araya geldiği bu derste bu kadar yüksek sayıda kazanıma
ulaşılması mümkün değildir. Bu sebeple yeni geliştirilecek programda kazanım sayısının ders
saatine ve dersin birleştirilmiş sınıf düzeninde uygulanma durumuna uygun hâle getirilmesi
için bir çözüm geliştirilmesi gerekmiştir. Komisyon en temel kararını bu noktada vermiştir.
Prensip olarak Türkçe dersiyle ilgili hedeflere belirlenen kazanımlarla, Türk kültürüyle ilgili
hedeflere de temalar aracılığıyla ulaşılması kararlaştırılmıştır.
Komisyon, ikinci olarak ihtiyaç/durum analizini ayrıntılı olarak ele almıştır.
Öğrencilerin ihtiyaçlarının nasıl karşılanabileceğini komisyon tarafından değerlendirilmiş ve

236
hem Türkçe dersinin kazanımları hem de Türk Kültürüne ilişkin tema ve alt temaların neler
olabileceği değerlendirilerek önce ham olarak belirlenmiştir.
Komisyon üçüncü olarak kaç sınıf ya da seviyeyi esas alacağını belirlemiştir. Okul
sistemleri ülkeden ülkeye farklılıklar gösterdiğinden herhangi bir ülkenin sisteminin esas
alınması söz konusu olmamıştır. Bu sebeple düzeylerin adlandırması sınıf olarak değil seviye
şeklinde yapılmış ve 8 Seviye esas alınarak hem kazanımlar hem de tema ve alt temalar her
seviye için ayrı ayrı belirlenmiştir.
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programı geliştirmenin son basamağında
eğitim durumları/öğrenme öğretme süreçleri ve değerlendirme süreçleri oluşturulmuştur.
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programı
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programı son derece yalın hazırlanmıştır.
Program 6 başlıktan oluşmaktadır:
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programının Uygulanması: Bu başlıkta kısaca
yurt dışında yaşayan Türk çocukları ve bu çocukların Türkçe ve Türk Kültürü ile ilgili temel
ihtiyaçlarından kısaca bahsedilerek giriş yapılmıştır. Bu bölümde 1-4 seviye kazanımlarının
temel kişilerarası iletişim becerilerini hedeflediği; çıkarım, karşılaştırma, sınıflandırma,
sentezleme, değerlendirme gibi bilişsel akademik dil yeterliliği ile ilgili kazanımların ise 5-8.
seviyelerde ve zorluğu aşamalı olarak artan bir şekilde düzenlendiği belirtilmiştir. Ayrıca
programda Türk kültürünün ögelerinin tema ve alt temalarla verildiği belirtilmiştir.
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programının Özel Amaçları: Bu başlıkta Türkçe ve
Türk Kültürü dersinin amacının yurt dışındaki Türk çocuklarının Türkçeyi etkili bir şekilde
edinmesini sağlamak ve onların Türkçe dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerilerini
geliştirmek olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında yurt dışında yaşayan Türk çocuklarına Türk
kültürünün temel unsurlarını aktarmak, Türk kültürü ile bulundukları ülkenin kültürel ögelerini
ilişkilendirerek kültürlerarasılık özelliklerini kazandırmak olduğu belirtilmiştir.
Öğrenme ve Öğretme Süreci: Bu bölümde öğrenci çeşitliliği ve birleştirilmiş sınıf
düzeninin, farklı öğretim yöntem ve tekniklerini bir arada ve dengeli bir şekilde kullanmayı
gerektirdiği, bu sebeple işbirlikli öğrenme, grup çalışmaları, bireyselleştirilmiş öğretim, ilgi ve
seviye grupları vb. uygulamalarla öğrencilerin derse aktif katılımı sağlanması gerektiği
belirtilmiştir.
Ayrıca öğrencilerin derste öğrendiklerini içinde yaşadıkları sosyokültürel ve çevresel
durumlarla ilişkilendirmelerine imkân sağlayan, aktif olarak katılabilecekleri etkinlik ve
çalışmalara yer verilmesi gerektiği açıklanmış, bu tarz etkinlik ve çalışmaların öğrenmeyi
daha anlamlı ve kalıcı kılacağı, öğrencilerin öğrenmeye karşı olumlu tutum geliştirmelerine
katkı sağlayacağı belirtilmiştir.
Türkçe ve Türk Kültürü Dersinde Ölçme ve Değerlendirme: Bu bölümde Türkçe ve
Türk Kültürü dersi seçmeli olarak ve daha çok kültürel bir faaliyet olarak gerçekleştiğinden
öğrencilerin kendilerini rahat ve mutlu hissedebilecekleri bir ortamda Türkçelerini
geliştirmeleri ve Türk kültürünü tanımaları için bir şans olarak değerlendirilmesi gerektiği
ifade edilmiştir. Değerlendirmede öğretmen gözlemlerinin büyük önem taşıdığı belirtilmiş,
gözlem sonuçlarının kayıt altına alınarak ailelerle paylaşılması önerilmiştir. Öğrenciler için
not kaygısı olmaksızın keyifle katılacakları bir ders ortamı oluşturulması gerektiği belirtilerek
edinmiş oldukları yetkinlikleri kendilerinin fark etmelerine ve tanımalarına yönelik öz
değerlendirme uygulamalarının yanı sıra birleştirilmiş sınıf düzeninin gereği olarak karşılıklı
çalışmaların ve grup etkinliklerinin değerlendirilmesine yönelik akran değerlendirme ve grup
değerlendirme uygulamalarına ağırlık verilmesi gerektiği açıklanmıştır.
Temalara İlişkin Açıklamalar: Türkçe ve Türk Kültürü Dersi Öğretim Programı’nın
uygulanması sürecinde her seviye için belirlenen 8 temanın işlenmesi öngörülmüştür. Programda
seviyelere göre alt temalar oluşturularak hiyerarşik biçimde sıralanmıştır. Öğrenme öğretme
sürecinde işlenmesi ve öğretim materyallerinde yer verilmesi öngörülen temaların “1.

237
Ben ve Ailem, 2. Çevre, Farklılıklar ve Birlikte Yaşama, 3. Oyun ve Eğlence, 4. Bayramlar ve
Kutlamalar, 5. Gezelim Görelim, 6. Geçmişe Açılan Kapı, 7. Sanat ve Edebiyat, 8. İnsan ve
Doğa” sırasıyla verilmesi önerilmiştir.
Temaların ve alt temaların seviyelere dağılımı şu şekildedir:

238
TEMALAR 1. SEVİYE 2. SEVİYE 3. SEVİYE 4. SEVİYE 5. SEVİYE 6. SEVİYE 7. SEVİYE 8. SEVİYE
dinî dinî dinî
asker dinî
dinî bayramlar, bayramlar, bayramlar,
uğurlama, dinî bayramlar,
Atatürk ve 23 bayramlar, festivaller, festivaller, festivaller,
bayramlar, gelenek ve
Atatürk ve 23 Nisan, dinî düğün, gelenek ve gelenek ve gelenek ve
BAYRAMLAR gelenek ve görenekler,
Nisan, dinî bayramlar, gelenek ve görenekler, görenekler, görenekler,
VE görenekler, kandil
bayramlar, düğün, görenekler, kandil kandil kandil
KUTLAMALAR mevsimlik geceleri,
doğum günü. gelenek ve kına gecesi, geceleri, geceleri, geceleri,
bayramlar, kurtuluş
görenekler. millî kurtuluş kurtuluş kurtuluş
millî günleri, millî
bayramlar. günleri, millî günleri, millî günleri, millî
bayramlar. bayramlar.
bayramlar. bayramlar. bayramlar.
gelecek,
ailemle aile tarihi,
ailem, akrabalar, gurbet, gelenekler, büyükelçilik,
iletişim, ana akrabalar, dayanışma,
arkadaşlık dayanışma, hemşehri, hayaller, eğitim,
BEN VE AİLEM dilim Türkçe, büyüklerimiz, göç, gurbet,
selamlaşma, soy ağacı, memleket, sıla, inançlar, konsolosluk,
arkadaşlık, saygı, sevgi. memleket,
tanışma. Türkçe. yardımlaşma. kurallar, meslek seçimi.
dostluk. vatan.
sorumluluk.
anlaşma, barış,
anlaşma, çok adil olma, anlaşma, barış,
cinsiyet,
anlaşma, dillilik, çok anlaşma, cinsiyetler,
anlaşma, ben anlaşma, çok eşitlik, göç,
evrensel kültürlülük, eşitlik, göç, eşitlik, göç,
ve çevrem, dillilik, çok inançlar, insan
ÇEVRE, ben ve çevrem, değerler, eşitlik, insan insan hakları, insan hakları,
farklı diller, kültürlülük, hakları, iş
FARKLILIKLAR birlikte yaşam, kültürler arası hakları, iş birliği, iş birliği,
farklı kültürler arası birliği,
VE BİRLİKTE diller, iletişim, iletişim, kültürler arası kültürler arası kültürler arası
kültürler, iletişim, kültürler arası
YAŞAMA anlaşma. paylaşma, iletişim, iletişim, saygı, iletişim, ortak
kültürler arası kültürler iletişim, ortak
saygı, sevgi, kültürler tanıma yaşam, saygı,
iletişim. arasılık. yaşam, saygı,
uzlaşma. arasılık, saygı, biçimleri, sorumluluklar,
sorumluluklar,
uyum. uyum. uyum.
uyum.
Tarihî tarihsel süreç Türklerin Osmanlı Atatürk,
destanlar, Dede Korkut
destanlar, kahramanlar, içinde İslamiyet’i Devleti, Bağımsızlık
GEÇMİŞE efsaneler, Hikâyeleri,
efsaneler, tarihte Türklerin kabulü, İlk Osmanlı Savaşı,
AÇILAN KAPI masallar, tarihî destanlar, halk
masallar, tarihî Avrupalı yerleştiği Türk İslam toplumunda Bağımsız
kahramanlar. hikâyeleri,
karakterler bölgeler, Orta Devletleri, birlikte Türkiye
239
tarihî gözüyle Asya İlk Türk İslam ve yaşama Çağdaşlaşan
kahramanlar. Türkler ve Devletleri, birlikte kültürü, tarihî Türkiye.
Türk kültürü, tarihî yaşama kahramanlar.
yabancı kahramanlar. kültürü, tarihî
seyyahlar kahramanlar.
gözünden
Türkler, tarihî
kahramanlar.
dünya ülkeleri dünya ülkeleri
şehirlerimiz, ve Türkiye, ve Türkiye,
tatil, Türk şehirlerimiz, şehirlerimiz, bölgeler, coğrafî
tatil, Türkiye, şehirlerimiz, komşular,
mutfağı, Türk mutfağı, Türk mutfağı, coğrafi özellikler,
Türkiye’nin tarihî ve kültürel
GEZELİM Türkiye, Türkiye’nin Türkiye’nin özellikler, dağlar,
doğal turistik mekânlar,
GÖRELİM Türkiye’nin doğal doğal iklim, kültürel ırmaklar,
güzellikleri, mekânlar, turizm,
doğal güzellikleri, güzellikleri, mekânlar, ovalar,
yemekler. Türkiye. Türkiye.
güzellikleri, yolculuk, yolculuk, Türkiye. Türkiye.
yolculuk. yöresel yöresel
lezzetler. lezzetler.
çevre
atıklar ve geri atıklar ve geri
beslenme, aylar, besin zinciri, felaketleri,
ağaçlar, dönüşüm, dönüşüm,
günler, günün beslenme, bitki türleri, çevre kirliliği,
bitkiler, çevre, evde çevre, evde
bölümleri, hayvanlar, hava durumu, canlılar ve çevreye bağlı
hayvanlar, geri dönüşüm, geri dönüşüm,
İNSAN VE kendimizi kişisel bakım, hava tahmini, hakları, çevre, yemek
iklimler, kişisel kişisel
DOĞA tanıyalım, meyveler, tabiat olayları, çevreye bağlı kültürleri,
kıyafetler, sorumluluklar, sorumluluklar,
kişisel bakım, sağlık, afetler. yemek çevreyi
mevsimler, Türk Türk
temizlik ve sebzeler, kültürleri, koruma, tarihî
orman, yağış. kültüründe kültüründe
sağlık. temizlik. hayvan türleri. kültürel yeme
geri dönüşüm. geri dönüşüm.
alışkanlıkları.

TEMALAR 1. SEVİYE 2. SEVİYE 3. SEVİYE 4. SEVİYE 5. SEVİYE 6. SEVİYE 7. SEVİYE 8. SEVİYE

240
dijital oyunlar,
dijital oyunlar, bölgelere göre geleneksel
ezgili oyunlar, oyun alanları, halk oyunları, Türk gölge hobiler, kelime
bilmece, fıkra, eğlence,
mani, manili sokak dijital oyunlar, oyunu, avı, kelime
OYUN VE eğlence, oyun, mani, ninni, hobiler,
oyunlar, oyunları, halk oyunu hobiler, oyunları,
EĞLENCE oyuncak. şarkı söyleme, lunapark,
tekerlemeli strateji (folklor), lunapark, lunapark, şehir
tekerleme. şarkı, türkü.
oyunlar. oyunları, şarkı, hobiler, şarkı, sokak avı.
türkü. türkü. oyunları, şarkı,
türkü.
bağlama, dünya
boyama, el sanatları, dünyada Türk Türkçe basılı
çocuk cami, han, mirasına
figürler, oyuncak bebek mimari Türk yayınlar,
SANAT VE şarkıları, medrese, Türklerin
renkler, yapma, örnekleri, edebiyatı, şair Türkçe
EDEBİYAT kopuz, sazlar, mimari eserler, katkıları, Türk
simgeler, oyuncak dünya ortak ve yazarlar. televizyon
Türk müziği, saray, türbe. edebiyatı, şair
şekiller. yapımı. mirası. kanalları.
ud. ve yazarlar.

241
Kazanımlar ve Açıklamaları: Birinci sınıf düzeyindeki öğrenciler, yaşadıkları
ülkelerde okuma yazma eğitimine başlamaktadır. Ülkeden ülkeye farklılıklar göstermekle
birlikte okuma yazma becerisinin kazanılması 1-3 yıl arasında gerçekleşmektedir. Bu sebeple
öğretim programında 1. Seviyede ağırlıklı olarak dinleme ve konuşma kazanımları
belirlenmiş, okuma ve yazma becerileri için üçer adet erken okuryazarlık becerilerine yönelik
kazanım oluşturulmuştur. Bu yolla 1. Seviyede erken okuryazarlık özelliklerinin
kazandırılması hedeflenmiştir.
SEVİYELER
NO 1. DİNLEME/İZLEME KAZANIMLARI
1 2 3 4 5 6 7 8
TTK.1.1 Dinlediği/izlediği metni anlatır. X X X X
TTK.1.2. Dinlediklerinin/izlediklerinin konusunu belirler. X X X X X X X X
TTK.1.3. Dinlediklerindeki günlük hayata ilişkin kalıp sözleri belirler. X X
TTK.1.4. Dinlediklerinden hareketle basit tahminler yapar. X X
TTK.1.5. Basit sözlü yönergeleri uygular. X X
TTK.1.6.
Dinlediklerindeki/izlediklerindeki sözlü olmayan mesajları X X X X X X X X
tanır.
TTK.1.7. Türkçedeki sesleri ayırt eder. X
TTK.1.8. Sesleri karşılayan harfleri ayırt eder. X
TTK.1.9.
Dinlediklerinde/ izlediklerinde geçen kelimelerin X X X X X X
anlamlarını tahmin eder.
TTK.1.10.
Dinlediklerinde/izlediklerinde günlük hayata ilişkin temel X X
söz varlığını tanır.
TTK.1.11.
Bir etkinliğin ya da işin aşamalarını anlatan sözlü X X
yönergeleri uygular.
TTK.1.12. Dinledikleri/izlediklerine ilişkin düşüncelerini ifade eder. X X
TTK.1.13.
Dinlediklerinin/izlediklerinin ana fikrini/ana duygusunu X X X X
belirler.
TTK.1.14. Dinlediklerini/izlediklerini özetler. X X X X
TTK.1.15. Dinlediklerine/izlediklerine ilişkin çıkarımlarda bulunur. X X X X
TTK.1.16. Dinleme stratejilerini uygular. X X X
TTK.1.17. Dinlediklerindeki/izlediklerindeki örtük anlamları belirler. X X
TTK.1.18. Dinlediklerini/izlediklerini değerlendirir. X X
TOPLAM: 6 8 7 7 6 7 9 9

242
SEVİYELER
NO 2. KONUŞMA KAZANIMLARI
1 2 3 4 5 6 7 8
TTK.2.1.
Düzeyine uygun söz varlığını anlamlarına uygun olarak X X X X
kullanır.
TTK.2.2. Çerçevesi belirli bir konu hakkında karşılıklı konuşur. X X X X
TTK.2.3. Bir konu hakkındaki düşüncelerini anlatır. X X
TTK.2.4. Konuşmalarında olayları oluş sırasına göre anlatır. X X
TTK.2.5. Konuşmalarında vurgu ve tonlama yapar. X X X X
TTK.2.6. Türkçedeki sesleri doğru olarak seslendirir. X
TTK.2.7. Topluluk karşısında bir konu hakkında konuşur. X X
TTK.2.8. Sözsüz iletişim becerilerini kullanır. X X X X X X
TTK.2.9. Sınıf içindeki konuşmalarda düşüncelerini açıklar. X X
TTK.2.10. Temel söz varlığını anlamlarına uygun olarak kullanır. X X X X
TTK.2.11. Kelimeleri doğru telaffuz eder. X X X X
TTK.2.12. Hazırlıklı konuşma yapar. X X X X
TTK.2.13. Hazırlıksız konuşma yapar. X X X X
TTK.2.14. Konuşmalarını bir ana fikir etrafında oluşturur. X X X X
TTK.2.15.
Konuşmalarında uygun geçiş ve bağlantı ifadeleri X X X X
kullanır.
TTK.2.16. Konuşmalarında karşılaştırmalar yapar. X X
TOPLAM: 5 6 6 6 7 7 8 8

SEVİYELER
NO 4. YAZMA KAZANIMLARI
1 2 3 4 5 6 7 8
TTK.4.1. Yazmaya hazırlık yapar. X
TTK.4.2. Duygu ve düşüncelerini görseller çizerek anlatır. X
TTK.4.3. Renkleri tanır ve görsellerde kullanır. X
TTK.4.4. Türk alfabesindeki harfleri uygun biçimde yazar. X
TTK.4.5. Hece ve kelimeler yazar. X
TTK.4.6. Türkçenin kurallarına uygun anlamlı cümleler yazar. X
TTK.4.7. Türkçenin yazım ve noktalama kurallarını uygular. X X X X X X X
Harfler, kelimeler, cümleler, satırlar arasında uygun boşluklar
TTK.4.8. bırakır.
X
TTK.4.9.
Söz varlığı unsurlarını yerinde ve anlamlarına uygun X X X X X X
olarak kullanır.
TTK.4.10. Olayları oluş sırasına göre anlatır. X X
TTK.4.11. Basit yönergeler yazar. X
TTK.4.12. Bir konuya ilişkin kısa metinler yazar. X X
TTK.4.13. Yazdıklarının içeriğine uygun başlık belirler. X X X X X X
TTK.4.14. Bir işin işlem basamaklarına ilişkin yönergeler yazar. X
TTK.4.15. Bir konu etrafında metinler yazar. X X X X
TTK.4.16. Yazılarını bir ana fikir etrafında oluşturur. X X X X
TTK.4.17. Yazılarında yardımcı fikirlere yer verir. X X
TTK.4.18. Yazılarında uygun geçiş ve bağlantı ifadeleri kullanır. X X X X
TTK.4.19. Özet çıkarır. X X
TTK.4.20. Formları, yönergelere uygun şekilde doldurur. X X X X
TTK.4.21. Yazma stratejilerini uygular. X X X X
TTK.4.22. Yazdıklarını dil ve anlatım bakımından düzenler. X X
TOPLAM: 3 5 6 6 8 8 11 11

243
SEVİYELER
NO 3. OKUMA KAZANIMLARI
1 2 3 4 5 6 7 8
TTK.3.1. Okumaya hazırlık yapar. X
TTK.3.2. Resim ve görselleri yorumlar. X
TTK.3.3. Şekil, sembol ve işaretlerin anlamlarını bilir. X
TTK.3.4. Türk alfabesindeki harfleri tanır. X
TTK.3.5. Harf-ses ilişkisini kavrar. X
TTK.3.6. Hece ve kelimeleri okur. X
TTK.3.7. Basit ve kısa cümleleri okur. X
TTK.3.8. Kısa metinleri okur. X
TTK.3.9. Şekil, sembol ve işaretleri anlamlandırır. X
TTK.3.10. Metin görselleri hakkında konuşur. X
TTK.3.11. Okuduğu kısa metinleri anlatır. X
TTK.3.12. Okuduğu metnin konusunu belirler. X X X X X X X
TTK.3.13. Yazılı yönergeleri takip eder. X X X
TTK.3.14. Noktalama işaretlerine dikkat ederek okur. X X
TTK.3.15. Vurgu, tonlama ve telaffuza dikkat ederek okur. X X
Okuduklarında geçen bilmediği kelimelerin anlamlarını
TTK.3.16. bulur.
X X
Okuduklarında geçen söz varlığı unsurlarının anlamlarını
TTK.3.17. bulur.
X X
Bağlamdan yararlanarak söz varlığı unsurlarının anlamını
TTK.3.18. belirler.
X X
Okuduklarında geçen söz varlığı unsurlarının anlam
TTK.3.19. özelliklerini ayırt eder.
X X
TTK.3.20. Okuduklarında geçen kelimelerin eş anlamlılarını bulur. X X
TTK.3.21. Okuduklarında geçen kelimelerin zıt anlamlılarını bulur. X X
TTK.3.22. Okuduğu metni ana hatlarıyla anlatır. X X
TTK.3.23. Okuduğu metindeki gerçek ve hayalî ögeleri ayırt eder. X X X X
TTK.3.24. Okuduklarında geçen eş sesli kelimelerin anlamlarını bulur. X
TTK.3.25. Metnin ana fikrini/ana duygusunu belirler. X X X X
TTK.3.26. Metindeki yardımcı fikirleri belirler. X X
TTK.3.27. Okuduklarını özetler. X X X X
TTK.3.28. Metinler arasında karşılaştırma yapar. X X X X
TTK.3.29. Okudukları metinlerden çıkarım yapar. X X X X
TTK.3.30. Metin türlerini ayırt eder X X X X
TTK.3.31. Okuma stratejilerini kullanır. X X X X
TTK.3.32. Medya metinlerini değerlendirir. X X
TTK.3.33. Türkçe kelime yapısını ayırt eder. XX
TTK.3.34. Metin türünün özelliklerine uygun olarak okur. XX
TTK.3.35. Okuduklarında eklerin işlevini ayırt eder. XX
TTK.3.36. Okuduğu metindeki bilgilerin kaynağını sorgular. XX
TTK.3.37. Okuduklarında cümle özelliklerini tanır. X
TOPLAM 3 10 9 9 11 10 14 15

244
Sonuç
Program geliştirme süreçleri ile birlikte bu bildiride tanıtılan “Yurt Dışındaki
Türk çocukları İçin Türkçe ve Türk Kültürü Dersi (1-8. Seviyeler) Öğretim Programı”
Tebliğler Dergisi’nin (MEB, 2018) Haziran sayısında 77 Karar Sayısı, 15.05.2018 Karar
Tarihi ile yayımlanmıştır. Kararda, programın 2018-2019 eğitim-öğretim yılından
itibaren uygulanması ve bu Millî Eğitim Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel
Müdürlüğü tarafından eğitim aracı hazırlanması uygun görülmüştür.
Türkçe ve Türk Kültürü Dersi (1-8. Seviyeler) Öğretim Programı, akademik
süreçlere uyularak oluşturulmuştur. Programı, sahada, karma yöntemle gerçekleştirilen
ihtiyaç analizinin bulguları şekillendirmiştir. Programı hazırlayan akademik grupta
Türkçe Eğitimi, Türk Dili ve Edebiyatı, Sosyal Bilgiler Eğitimi, Sınıf Eğitimi, Eğitim
Programları, Sosyoloji alanları temsil edilmiştir. Bu yönüyle disiplinler arası bir anlayış
sürece hâkim kılınmıştır.
KAYNAKLAR
ARI, T.G. (2015) İki Dilli Türk Çocuklarının Ve Velilerin Ana Dili Türkçeyi Öğrenme
Tutumları (Aisne Bölgesi-Fransa Örneği), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Gazi
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü
ARICI, B. ve Kırkkılıç H.A. (2017) “Yurt Dışında Görev Yapan Türkçe Ve Türk
Kültürü Öğretmenlerinin Türkçe Ve Türk Kültürü Derslerine İlişkin Görüşleri”, The
Journal of Academic Social Science, 5(41), 480-500
ATEŞAL, Z. (2014) “8-10. Sınıf “Türkçe Ve Türk Kültürü” Ders Kitabının Hedef Yaş
Düzeyine Uygunluğu”, Turkophone, 1(1), 62-73.
AYDOĞU, C. ve Karasu, G. (2016) “Batı Avrupa Ülkelerinde Yaşayan Türk
Çocukların Eğitim Sorunları”, Türk Göçü 2016 ( Seçilmiş Bildiriler-1), 211-217.
BELET, Ş. D. (2009) “İki Dilli Türk Öğrencilerin Ana Dili Türkçeyi Öğrenme
Durumlarına İlişkin Öğrenci, Veli Ve Öğretmen Görüşleri (Fjell İlköğretim Okulu
Örneği, Norveç)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (21), 71-85.
CAN, N., ve CAN, M. (2009) Yurt Dışında Bulunan Türk Çocuklarının Eğitimleriyle
İlgili Sorunları Ve Çözüm Önerileri
CEMİLOĞLU, İ., ve ŞEN, Ü. (2012) “Belçika'da Yaşayan Türk Çocuklarının
Demografik Özelliklerine Göre Türkçeye Yönelik Tutumları”, Journal of World of
Turks/Zeitschrift für die Welt der Türken, 4(2).
ÇAKIR, M. ve YILDIZ, C. (2016) “Almanya’daki Türk Öğretmenlerin Türkçe Ve Türk
Kültürü Dersine İlişkin Görüşleri”, International Journal of Languages’ Education and
Teaching, 4(3), 217-257
ÇELİK, Y. ve GÜLCÜ, İ. (2016) “Yurt Dışında Kullanılan Türkçe Ve Türk Kültürü
Ders Kitaplarının Öğretmen Görüşleri Açısından Değerlendirilmesi”, Bartın
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 5 (2), 287-296.
ÇINAR, İ. ve İNCE, B. (2015) “Türkçe Ve Türk Kültürü Ders Kitaplarındaki Söz
Varlığına Derlem Temelli Bir Bakış”, International Journal of Languages’ Education
and Teaching, 3(1), 198-209.
DEMİRBAŞ. H. (2013) Eğitim-Kültür Açısından Avrupa’daki Türk Çocukları -
Sorunlar Ve Çözümler, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara
EKMEKÇİ, V. (2012a) Belçika’da Türkçe Dersinin Problemleri Hakkında Öğretmen
Görüşleri
EKMEKÇİ, V. (2012b) Belçika’da Türkçe Öğretimi Ve Karşılaşılan Temel Sorunlar,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü
GÜL YAZICI, Z. (2007) Birinci Ve İkinci Dili Türkçe Olan İki Dilli Çocukların
Türkçeyi Kazanımlarına Dil Merkezli Okul Öncesi Eğitim Programının Etkisi,
Yayınlanmamış Doktora Tezi. Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü

245
GÜNGÖR, T. (2015) “Fransa’da Türkçe Ve Türk Kültürü Derslerinin Mevcut Durumu,
Öğretim Programı Ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar”, International Journal of
Languages’ Education and Teaching, ISSN: 2198 – 4999, Mannheim, Deutschland
IRMAK, Y. (2016) “Belçika'da Türkçe Öğretiminin Sorunları ve Türkçe Ve Türk
Kültürü Ders Kitaplarına Eleştirel Bir Yaklaşım”, Journal of Social Sciences Institute,
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(12).
İNCE, B. (2011) Yurt Dışındaki Türk Çocuklarının Anadilleri Türkçede Yaşadıkları
Anlatım Sorunları - Fransa Örneği, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
KORKMAZ, B. (2010) “Türkçe Ve Türk Kültürü Dersleri İçin Uzaktaki Yakınlarımız
Projesi Kapsamında Hazırlanan Öğretim Materyallerinin (6-7. Sınıflar) Türkçe Öğretimi
Ve Kültür Aktarımı Çerçevesinde Değerlendirilmesi”, III. Uluslararası Dünya Dili
Türkçe Sempozyumu (16-18 Aralık 2010), İzmir, s.635-644.
ÖZCAN, E. (2011) “6.-7. Sınıf Türkçe Ve Türk Kültürü Ders Kitabının Okunabilirliği
Ve Hedef Yaş Düzeyine Uygunluğu: Fransa Örneği”, Sakarya University Journal of
Education (SUJE) Vol. 11, s. 16-24.
ÖZEROL, G. (2016) “Türkçe Ve Türk Kültürü Dersleri İle İlgili Veli Görüş Ve
Beklentileri (Fransa/Nancy Örneği)”, Yabancılara Türkçe Öğretimi Üzerine
Araştırmalar, 55.
PİLANCI, H. (2009) Avrupa Ülkelerindeki Türklerin Türkçeyi Kullanma Ortamları,
Sürdürebilme İmkânları Ve Koruma Bilinçleri
SARIKAYA, H. S. (2008) Belçika Flaman Bölgesi Temel Eğitim Okulları I-VI.
Sınıflarındaki Kültür Sanat Etkinliklerinin Türk Kökenli Çocuklar Açısından
İncelenmesi (Anvers İli Örneği), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Enstitüsü
SKUTNABB-KANGAS, T. (1981) “Bilingualism Or Not: The Education Of
Minorities” (Vol. 7). Multilingual Matters
ŞEN, Ü. (2010) “Yurt Dışında Yaşayan Türk Çocuklarının Ana Dili Eğitimine Yönelik
Millî Eğitim Bakanlığı Bünyesinde Yapılan Çalışma Ve Uygulamalar”, Zeıtschrıft Für
Dıe Welt Der Türken / Journal of World Oo Turks, Vol 2, No 3, 239-253.
ŞEN, Ü. (2011) Belçika’da Yaşayan Türk Çocuklarının Türkçeye Yönelik Tutumları Ve
Yazma Becerileri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Enstitüsü
UYSAL, B. (2009) Avrupa Dilleri Öğretimi Ortak Çerçeve Metni Doğrultusunda
Türkçe Öğretimi Programları Ve Örnek Kitapların Değerlendirilmesi, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
YAĞIMLI, Akil. (2015) “İki Dilli Öğrencilerin Türkçe Eğitimi ve Öğretmenlerinin
Nitelikleri”, II. Avrupalı Türkler Anadili Eğitimi Çalıştayı
YAĞMUR, K. (2007) “Batı Avrupa’da Türkçe Öğretiminin Sorunları ve Çözüm
Önerileri” Dil Dergisi, 134, 26–41.
YAĞMUR, K. (2010) “Batı Avrupa’da Uygulanan Dil Politikaları Kapsamında Türkçe
Öğretiminin Değerlendirilmesi”, Bilig Dergisi, 55, 221-242.
YAĞMUR, K. (2013) “Dil Öğretiminde Ana Dili, İkinci Dil Ve Yabancı Dil
Kavramları”, Yabancılara Türkçe Öğretimi El Kitabı (Ed.: Mustafa Durmuş, Alpaslan
Okur), s.181-200. Grafiker Yayınları, Ankara
YAĞMUR, K. (2014) “Türkçenin İkinci Dil Olarak Öğretimi Ve Kuramsal Sorunlar”,
Yabancılara Türkçe Öğretimi: Politika, Yöntem ve Beceriler (Ed.: D. Yaylı, Y.
Bayyurt). s. 217-239, Anı Yayıncılık, Ankara

246
YAMAN, H., ve DAĞTAŞ, A. (2015) “İngiltere’deki İki Dilli Türk Çocuklarına Türkçe
Öğreten Öğretmenlerin İhtiyaç Analizi: Swot Analizi Örneği”, Uluslararası Sosyal ve
Eğitim Bilimleri Dergisi, 2(4), 47-82.
YILDIZ, C. (2012b) Yurt Dışında Yaşayan Türk Çocuklarına Türkçe Öğretimi, Yurt
Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Ankara
YILDIZ, M., ve ÖZTÜRK, S. (2013) “Almanya’da İlkokulda (Grundschule) Öğrenim
Gören Türk Çocuklarının Yazma Becerileri Üzerine Bir İnceleme: Stuttgart Örneği”,
Journal of World of Turks/Zeitschrift für die Welt der Türken, 5(2).
YILMAZ, M. Y. (2014) “İki Dillilik Olgusu Ve Almanya’daki Türklerin İki Dilli
Eğitim Sorunu”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, 1641-
1651. YILDIZ, C. (2013) “Almanya’da Ana Dili Olarak Türkçe Öğretimine İlişkin
Öğrenci Görüşleri”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2013(11).
YILMAZ, M. Y. (2014) “İki Dillilik Olgusu Ve Almanya’daki Türklerin İki Dilli
Eğitim Sorunu”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, 1641-
1651. YOL, A. (2011) “Yurt Dışındaki Türk Çocuklarına Türkçe Öğretimindeki
Sorunlar”, Türkçe Araştırmaları Akademik Öğrenci Dergisi/Academıc Student Journal
of Turkısh Researches, (1).

GEZGİN / GEZİCİ (WANDERWORT) SÖZLERİ VE ‘GENÇ’


SÖZÜNÜN KÖKENİ
1
Dr. Özkan Öztekten
Özet
Türk yazı dili tarihinde en erken Eski Uygurca ve Karahanlıca metinlerde ‘çocuk;
her hayvanın küçüğü’ anlamlarıyla kayıtlanan kenç sözü; çağdaş Türk yazı dillerinden
sadece Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Kırım Tatarcası ve Gagavuzcada genç
‘genç, toy’ şeklinde yaşamakta, diğer Türk yazı dillerinde benzer anlamlar için yaş ~ yåş
çaş ~ caş ~ jas ~ yeş sözleri kullanılmaktadır.
Türk dilinin sözlerinin kökenlerini içeren etimolojik yayınlarda bu sözün kökeni
hakkında netleşmiş bir açıklama bulunmamaktadır. Bu yayınların önemlilerinden birisi
olan ve 1999 yılında yayımlanan Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nde merhum
Türkolog Hasan Eren; Ramstedt, Räsänen, Bang, Doerfer, Borovkov, Clauson,
Sevortyan, Gombocz ve Ligeti gibi bilginlerin eserlerini değerlendirdikten sonra sözün
Farsça bir alıntı olduğuna dair yorumların yanlış olduğunu ve kökeninin bilinmediğini
açıkça yazmıştır (154. s.). Bu konudaki son görüşün sahibi Galip Güner sözcük
hakkındaki bütün etimolojik bilgi ve görüşleri titizce değerlendirdikten sonra sözcüğün
Soğdca bir alıntı olduğunu değerlendirmiştir.
Bir dilin söz varlığında yer alan, fakat o dilin başka sözleriyle kökendeşliği
açıklanamayan ve aynı zamanda kullanımı dar ya da sınırlı olan sözlerin alıntı olması
ihtimalinin yüksek olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan gençlik ve genç gibi anlamların
soyut olduğu, bu bakımdan da bu tür anlamlara sahip sözlerin, ancak somut anlamlı
başka sözlerin kullanımındaki anlam gelişmeleriyle soyut anlam kazandığı da dil bilimi
araştırmalarında epeyi uzun zamandır yaygın kabul görmektedir. Türkçe genç sözünün,
tarihsel ve çağdaş kullanımındaki darlık ve hangi somut anlamlı sözden kökenlendiği
bugüne kadar açıklanamamıştır.
Türk dilinin tarihî ve çağdaş alanlarında yaygınlığı az olan ve Ermenice,
Bulgarca ve Yunancada Türkçe bir alıntı olarak varlığı bilinen genç sözünün kökeninin

Ege Üniversitesi, ozkan.oztekten@ege.edu.tr

247
Türkçe olup olmadığının, Türk dilinin ve başka dillerin benzer ya da yakın anlamlı
sözlerinin kökenleri de gözden geçirilip karşılaştırılarak incelenmesi bu sözlü bildirinin
ana hedefidir.
Anahtar sözcükler: Köken bilgisi, etimoloji, genç, kenç, gezgin sözcük.
Giriş
Tarihî Türk yazı dillerinde ilk kez Eski Uygur Türkçesi metinlerinde görülen ve
daha sonraki dönemlerde düşük frekansla da olsa kullanımı izlenen kenç ~ genç ~ genc
sözcüğü, çağdaş Türk yazı dillerinde Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Kırım
Tatarcası ve Gagavuzcada (Edal: 664) yaşamaktadır. Diğer çağdaş yazı dillerindeki anlam
eşdeğerleri (semantic equivalent) genel olarak Türkçe yaş sözcüğü ve bunun fonetik
türevleridir: yaş ~ yåş ~ çaş ~ caş ~ jas ~ yeş. Çağatayca, Kazakça, Kırgızca, Başkurtça,
Nogayca, Özbekçe, Yeni Uygurca, Tuvaca, Hakasça gibi yazı dillerindeki ‘en son / geç
doğmuş (çocuk/ yavru)’ anlamı taşıyan kence ~ gence ~ kenci ~ kenye ~ kince
hençe gibi sözler (Sevortyan 1980: 20) ise Moğolcada Türkçe bir alıntı olduğu kabul
edilen kence ‘kötü sonuç, yan etki; ikinci ürün; yaşlı ana babadan olan çocuk; zayıf
çocuk’ (Lessing 2003: 724) sözünden alıntılanmış (Güner 2013: 227) şekillerdir.
Bugüne kadar Martti Räsänen, James Russell Hamilton, Gerard Clauson, Saadet
Çağatay, Ervand Vladimiroviç Sevortyan, Hasan Eren, Sergey Anatolyeviç Starostin-
Anna Viladimirovna Dıbo-Oleg Aleksiyeviç Mudrak, Tuncer Gülensoy, Süer Eker ve
Andreas Tietze sözcüğün Türkçe, Moğolca ve Farsça olduğuna dair çeşitli etimolojik
görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu konudaki son görüşün sahibi Galip Güner bütün bu
etimolojik bilgi ve görüşleri titizce ele aldıktan sonra sonra sözcüğün Soğdca bir alıntı
olduğunu değerlendirmiştir (Güner 2013).
Gezgin / Gezici Söz (Wanderwort):
Özellikle 1980’li yıllardan sonra tarihsel dil bilimi uzmanları, dillerdeki alıntı
sözlerden bazılarının diğerlerine göre farklı olduğu yönünde özel bir dikkat
geliştirmişlerdir. Bu tür alıntıların, akraba ya da komşu olmayan birçok dilde
bulunduğunu ve çok geniş bir dil coğrafyasına yayıldığını tespit etmişlerdir. Diğer
alıntılardan (borrowing, loanword, loanblend, loanshift) ayırt edici özellikleri olarak ise
kabul edilme oranına ve önem sırasına göre şu üç nokta öne çıkarılmaktadır (Hock -
Joseph 1996: 242, 484; Trask 2000: 366; Campbell - Mixco 2007: 220; de Vaan 2008a;
Roberge 2010: 411; Haynie vd. 2014: 1-3):
Bu alıntıların kaynak / köken / donör dili tespit edilememektedir.
Dilden dile geçtiği anlaşılan bu alıntıların hangi dilden hangisine geçtiği
çoğunlukla izlenememektedir.
Her alıcı dil, kendi özelliklerine göre bu alıntıların ses yapısında değişiklik
yaparak onları büyük ölçüde yerlileştirmiştir (nativisation).
Daha çok madenlerin, gıda ürünlerinin, bitki ve hayvanların isimlerinin bu tür
alıntılardan olduğunu değerlendiren (Trask 2000: 366) uluslararası dil bilimi araştırmaları,
diğerlerinden ayırmak üzere bu tür alıntı sözler için Alm. Wanderwort (çok.
Wanderwörter), İng. wandering word ve İng. imigrant word terimlerini kullanmaktadır.
Türkiye Türkolojisinde de gezgin veya gezici söz terimleriyle karşılanan (Korkmaz 2003:
106; Karaağaç 2013: 434) bu tür alıntılar için en sık verilen örnekler, çay / tea / tè, kahve
/ cafe / coffee, şeker / sugar, biber /pepper, domates / tomato, patates / potato, limon /
lemon ve kedi / cat / chat gibi sözler olsa da bunların kaynak dilleri açıkça tespit
edilebildiği ve alıntılanma yönleri de genel olarak bilindiği için gezici söz olup
olmadıkları son yıllarda tartışılmaktadır (de Vaan 2008a; Haynie vd. 2014). Ayrıca yazı
öncesi devirlerde alıntılanarak yerlileştirilen ya da yazılı devirlerde diller arasındaki
geçişi belgelenemeyen gezgin sözcüklerin Nostratik dil akrabalığı teorisi için
kullanılamayacağına da dikkat çekilmektedir (Haynie vd. 2014: 3).

248
Alıntılar ve Uyarlanmaları:
Özellikle yazılı kültürün geliştiği dönemlerde diller arası alışverişlerin,
alıntılanan sözün telaffuzuyla olduğu ve çoğunlukla da bu telaffuzun alıntılayan dildeki
en yakın seslerle korunduğu kabul edilmektedir (Hyman 1970). Amerikalı dilbilimci
Einar HAUGEN’in geniş ölçüde kabul gören sınıflandırmasına göre (Haugen 1950) bir
alıntı söz (loanword), biçimce ve anlamca alıntılanırken sesçe de aynen alınabilir ya da
uyarlanabilir ve bu uyarlamanın düzeyine göre de ‘hiç uyarlanmamış (unassimilated)’,
‘kısmen uyarlanmış (partly assimilated)’ ya da ‘tamamen uyarlanmış (wholly
assimilated)’ olabilir (Greavu 2013: 97). Günay Karaağaç da alıntı türlerini açıklarken,
“bir dilin kelimesinin, ses ve anlamca hiç değiştirilmeden başka bir dile aktarılması
şeklinde yapılan” ve “alındığı dilin ses yapısına ve anlam örgüsüne” uyarlanan
alıntılardan söz eder (Karaağaç 2009: 141-142).
Bu uyarlamaya örnek olarak Arapça kökenli ḳahvva sözcüğü dikkate değer.
Sözcüğün, Türkçeye ḳahve şeklinde uyarlanarak geçip XVI. yüzyıldan itibaren de Türkçe
aracılığıyla Batı dillerine yayıldığı bilinmektedir (Hattox 1996: 9-10). Kaynak (donor) dili
ve aracı (intermediate) dili bilindiği için bugün gezgin sözcük (Wanderwort) olup olmadığı
tartışılan bu sözcüğün, dünya dillerinde, uyarlanma düzeyleri sesçe farklı olan çok çeşitli
telaffuzları vardır: İt. kâffe (caffè), İng. ḳåfi (coffee), Fr. kefé (café), Alm. ḳafī (Kaffee),
Mac. ḳāvē, Leh. ḳavva, Hrv. kava, Srp. kafa, Rus. ḳofé, Far. ḳehve, Jap. ḳōhī, Çin. ḳafey. Kor.
koppī vs (de Vaan 2008a: 201-204). Bu telaffuz farklılıkları, köken dili ile aracı dili bilinen
ve nispeten yeni bir alıntı olmasına rağmen ḳahve sözcüğünün ‘kısmen uyarlanmış (partly
assimilated)’ olduğunu göstermektedir.
Gezgin Bir Sözcük Olarak ‘Genç’:
Türkçe genç ve gençlik sözlerinin Hint-Avrupa dillerindeki karşılığı olan
sözcüklerin ve türevlerinin hepsinin kökeninde Latince yuvenis (iuvenis / juvenis)
sözcüğü olduğu etimoloji kaynaklarında gösterilmektedir: İng. yañ (young), yuṯ (youth),
cunyur (junior) (Weekley 1921: 1658; Klein 1966: 836-1967:1764; Partridge 2006:
1661; ); Fr. jön (jeune), jönes (jeunesse) (Brachet 1873: 205); Rus. yunıy, yunıst
(Fasmer 1987: 531; Çernıh 1999: 460); Fars. cevan, cevanan (Edel’man 2011: 134-138).
Aynı kaynaklar, bu Latince kökenden gelişmiş diğer Hint-Avrupa dillerindeki sözleri de
göstermektedirler: Alm. yuñ (jung), yugınd (Jugend); İt. covane (giovane), coventu
(gioventù); İsp. hoven (joven), huventud (juventud); Port. jōvem (jovem), juventuci
(juventude); Let. yavvns (jauns), yavvnatne (jaunatne); yavvniyeşi (jaunieši); Lit. yavvnas
(jaunas), yavvnimas (jaunimas); Hint. yuva, cevanī; Erm. yavanak, yovanak; Dan. uñ
(ung), uñdom (ungdom); İsv. uñ (ung), uñdom (ungdom); Nor. uñ (ung), uñdom
(ungdom) vb. Bu türevlere göre de Lat. yuvenis (iuvenis) sözcüğünün sadece /n/
foneminin korunduğu, diğer seslerinin değiştiği veya dillere göre uyarlandığı
anlaşılmaktadır. İncelenen bu etimoloji kaynaklarında Lat. yuvenis (iuvenis) “genç kişi”
sözcüğünün kökeni için ise herhangi bir açıklama yapılmamakta, sadece türevleri
gösterilmektedir (de Vaan 2008b: 317).
Rus dil bilgini ve İran dilleri uzmanı Djoy Yosifovna Edel’man’ın İran dillerindeki
sözlerin etimolojilerini içeren eserinde (Edel’man 2011), Soğd. inç, ēnç “yeni doğum
yapmış anne; kadın eş, karı” anlamı taşıyan sözcükleri ve İran’ın eski ve çağdaş
diyalektlerine ait vvenc, vvonic, vvanic, vvānīc gibi “buzağı, düve” anlamındaki sözleri Lat.
yuvenis (iuvenis) “genç kişi” sözüyle ilişkilendirmesi (137) iki açıdan önemlidir:
Birincisi yukarıda anılan ve söz başındaki /y/ ~ /c/ ~ /h/ ~ /Ø/, söz içindeki
/u/~/a/~/o/~/e/ ve söz sonundaki /s/ ~ /y/ ~ /k/ ~ / Ø/ olarak görülen uyarlamalara, söz içi
pozisyonu için /i/ ve söz sonu için de /c/ ve /ç/ ses denkliklerinin dâhil edilmesidir. Buna
ilaveten İng. young sözünün etimolojisini içeren kaynaklarda (Weekley 1921:1657; Klein
1966: 1764; Partridge 2006:1661); sözcüğün MS. 500-1100 yılları arasına tarihlenen

249
Anglo-Saksonca veya diğer adıyla Eski İngilizcedeki şeklini geong ve gung olarak
göstermeleri söz başı için /g/ sesini de bir uyarlama olarak belgelemektedir.
İkinci önem ise anlamla ilgilidir. Burada değerlendirilen sözlerin anlamı olan
‘genç’ veya ‘gençlik’ kavramı soyut ve göreceli bir kavramdır. Oysa dillerdeki
sözcüklerin ilk veya temel anlamlarının somut ve duyu organlarıyla algılanan fiziksel
bilgiler olduğu epeyi uzun zamandan beri ve özellikle bilişsel anlam bilimi (cognitive
semantics) alanında yaygın olarak kabul görmektedir (Öztekten 2017: 164-165). Bu
nedenle Edel’man’ın verdiği “buzağı, düve” anlamları ilgi çekicidir. Türkçe genç sözü
de dâhil olmak üzere yukarıda anılan ve ‘genç’ anlamındaki her sözcüğün neredeyse
hepsinin “hayvan yavrusu” anlamını da taşıması, somuttan soyuta doğru olan anlam
gelişmesinin izi olmalıdır. Kaynaklar bu yüzden Lat. iuvenis “genç insan” sözünü,
öncelik ve sonralıktan bahsetmeden Lat. iuvencus “genç boğa, tosun” ve iuvenca “dana,
düve” sözleriyle ilişkilendirmektedir (de Vaan 2008b: 317). Türk dilindeki çocuk ve
bala sözlerinin eski kullanımlarında “hayvan yavrusu” anlamlarının olması (Çağatay
1978, Stachowski 2009) ya da ogul > oglan ~ oglak ilişkisi (Hacıyeva 2011), bugünkü
İngilizcedeki kid “çocuk” sözcüğünün eski anlamının “oğlak” olması (Klein 1966: 845)
“genç” anlamındaki bir sözcüğün önceki ya da somut anlam olarak “belirli bir ya da her
hayvanın veya insanın yavrusu” anlamını düşündürtmektedir. Bu bakımdan da sözün ilk
kullanımı sıfat değil, isim olmalıdır.
Galip Güner’in, titiz ve yoğun emek mahsulü makalesinde (Güner 2013)
“doğmamış çocuk, cenin; yavru; çocuk; genç” anlamlarıyla müstamel Türkçe kenç > genç
sözünü Soğdca kanç “kız çocuk” sözcüğüyle ilişkilendirmesi, cinsiyet anlamı bakımından
tereddüt uyandırmaktadır. Zira Galip Güner, “Soğdcada daha çok küçük kız çocuklarını
ifade etmede kullanılan kanč kelimesi Eski Türkçeye geçerek cinsiyet ayırt etmeksizin daha
genel bir kullanıma kavuşmuş” (229) demekle birlikte bu anlam genişlemesini
açıklamamıştır. Zaten Türkçe belgelerde kenç > genç sözcüğünün genellikle sıfat görevinde
ve cinsiyet bildirmez şekilde kullanıldığı araştırmacı tarafından da belirtilmiştir (226). Bu
anlam uyumsuzluğuna rağmen Güner’in gösterdiği Soğdca kanç sözünün de yukarıda
gözden geçirilen Lat. iuvenis ve iuvencus ile aynı kökenden ve Aryani bir hipotetik *kani
“az; küçük” ve kanistha “az; küçük” ~ kanina “genç” köklerine dayandığı ve yine Lat.
(re)centis “yeni, taze” sözüyle de kökendeş (bkz. de Vaan 2008b: 516; Edel’man 2011:
220-223) bir gezgin sözcük olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuç
Türk dilinin tarihî ve çağdaş yazı dillerinde görülen kenç > genç sözcüğü daha
çok soyut anlamla kullanılmıştır. Sözün Türkçe olduğuna dair herhangi bir delil ya da iz
bugün yoktur. Hint-Avrupa dilleri coğrafyasında ise söz başı /y/ ~ /c/ ~ /k/~ /g/~ /h/
~ /Ø/ denklikleriyle kayıtlanan sözlerin İranî dillerindeki söz başında /Ø/ ve /k/’li ve söz
sonunda /c/ ve /ç/’li şekilleriyle izlenen kökendeş ve yine “genç” soyut anlamını
karşılayan sözcükler olduğu bilinmektedir.
Türkçe ve Moğolca da dâhil olmak üzere çok geniş bir coğrafyada türlü fonetik
uyarlamalarla izlenen bu sözcüklerin ilk kökeninin bugün için tespit edilmesi mümkün
gözükmemektedir. İncelenen kaynaklar hep Latince kökene göre açıklamalar yapsalar
da Lat. iuvenis “genç (insan)” anlamının da soyut ve dolayısıyla da sonraki bir anlam
olduğu anlaşılmaktadır. Lat. iuvencus “genç boğa, tosun” ve iuvenca “dana, düve”
sözlerinin ise somut anlamlarıyla daha önceki sözler olduğu düşünülebilir.
Bütün bunlara göre:
Dil bilginlerince gezgin sözcük olarak değerlendirilen sözlerin genellikle maden,
besin, bitki ve hayvan isimleri olduğu dikkate alındığında, “küçük; az; genç” gibi göreli
ya da soyut anlamlı bir kök sözcüğün bu denli yaygınlaşamayacağı ve gezgin sözcük
olamayacağı,

250
Yukarıda değerlendirilen bütün sözlerin aynı zamanda “hayvan yavrusu”
anlamıyla da kullanılmasının veya bu anlamdaki sözlerle kökendeş olmasının; bu
sözlerin, ya her hayvanın ya da belli bir hayvanın yavrusu anlamındaki bir sözcüğün
belki de yazı öncesi devirlerde dilden dile alıntılanarak ‘tamamen uyarlanma’sıyla
gezgin sözcük hâline geldiğini gösterdiği,
Soğdcada cinsiyet anlamı taşıdığı için Türkçede izlenen kenç > genç sözünün
kökeninin Soğdca olması ihtimalinin zayıf olduğu düşünülmekle birlikte, Türkçedeki
sözcüğün ses yapısı özelliklerine göre İranî bir dilden alıntılandığı ve bu nedenle de İran
coğrafyasıyla komşuluğu olan Türk yazı dillerinde görüldüğü,
Diğer Türk lehçelerinde görülen kence ~ gence ~ kenci ~ kenye ~ kince ~ hençe
gibi sözlerin de yine yukarıda değerlendirilen gezgin sözcükler grubundan olan Moğ.
kenceden alınma olduğu,
Burada anılan dillerin tarihsel söz varlığı hakkında yapılacak yeni etimolojik
incelemelerle bu sözcüklerin kökeninde nasıl bir somut anlam olduğunun gelecekte
açıkça belirlenebileceği değerlendirilmektedir.
KAYNAKLAR
BRACHET, Auguste (1873) An Etymological Dictionary of the French Language, Çev.
G.W. Kitchin, Clarendon Pres, Oxford
CAMPBELL, Lyle - MİXCO, Mauricio J. (2007) A Glossary of Historical Linguistics,
Edinburgh University Pres, Edinburgh
ÇAĞATAY, Saadet (1978) “Türkçede Çocuk Kavramı”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı
– Belleten 1977, Türk Dil Kurumu, 1-16, Ankara
ÇERNIH, Pavel Yakobleviç (1999) İstoriko-Etimologiçeskiy Slovar’ Sovromennogo
Russkogo Yazıka, Tom II, Russkiy Yazık, Moskva
DE VAAN, Michiel (2008a) “On Wanderwörter and Substrate Words in Etymological
Research”, Yesterday’s Words: Contemporary, Current and Future Lexicography, ed.
Marijke Mooijaart- Marijke van der Wal, Newcastle: Cambridge Scholars Publishing,
199–207.
DE VAAN, Michiel (2008b) Etymological Dictionary of Latin and the Other Italic
Languages, Brill, Leiden-Boston
EDAL: Starostin, S.A., A.V. Dybo, O. A. Mudrak (2003) An Etymological Dictionary
of the Altaic Languages, Brill, Leiden
EDEL’MAN, D. İ. (2011) Etimologiçeskiy Slovar’ İranskih Yazıkov, Tom 4 (i-k),
Vostoçnaya Literatura, Moskva
FASMER, Maks (1987) Etimologiçeskiy Slovar’ Russkogo Yazıka, Tom IV, Progres,
Moskva
GÜNER, Galip (2013) “Eski Türkçe Kenç “genç, yavru, çocuk” Kelimesinin Kökeni
Üzerine Düşünceler, Bengü Beläk”, Ahmet Bican Ercilasun Armağanı, ed. Bülent Gül,
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 225-232. Ankara
GREAVU, Arina (2013) “A Classification of Borrowings: Observations from Romanian
English Contact”, Diversité et Identité Culturelle en Europe, Tome 10/2, Editura
Muzeul Literaturii Române, 95-104, Bucureşti
HACIYEVA, Ayten (2011) “Fizyon Mekânizmasının Türk Dillerinin Erken Dönem
Kelime Türetimindeki Rolü ve Bir Akrabalık Teriminin Etimolojisi”, Turkish Studies -
International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic, Vol. 6/3 Summer 2011, 259-267.
HATTOX, Ralph S., (1996) Coffee and Coffeehouses -The Origins of a Social
Beverage in the Medieval Near East, University of Washington Pres, Seattle-London
HAUGEN EİNAR (1950) “The Analysis of Linguistic Borrowing”, Language, Vol. 26,
No. 2, 210-231.

251
HAYNİE, Hannah - Claire Bowern, Patience Epps, Jane Hill, Patrick McConvell (2014)
“Wanderwörter in Languages of the Americas and Australia”, Ampersand, Vol. 1, 1-18.
HOCK, Hans Henrich – Joseph, Brian D. (1996) Language History, Language Change,
and Language Relationship: An Introduction to Historical and Comparative
Linguistics, Mouton, Berlin
HYMAN, Lary M, (1970) “The Role of Borrowings in the Justification of Phonological
Grammars”, Studies in African Linguistics, Vol. 1, No. 1, 1-48.
KARAAĞAÇ, Günay (2009) “Alıntı Kelimeler Üzerine Düşünceler”, Dil Tarih ve
İnsan, 4. basım, Kesit, İstanbul
KARAAĞAÇ, Günay (2012) Türkçenin Dil Bilgisi, Akçağ, Ankara
KARAAĞAÇ, Günay (2013) Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu, Ankara
KLEİN, Ernest (1966) A Comprehensive Etymological Dictionary of The English
Language, Vol. I A-K, Elsevier Publishing, Amsterdam-London-New York
KLEİN, Ernest (1967) A Comprehensive Etymological Dictionary of The English
Language, Vol. II L-Z,: Elsevier Publishing, Amsterdam-London-New York
KORKMAZ, Zeynep (2003) Gramer Terimleri Sözlüğü, genişletilmiş 2. baskı, Türk Dil
Kurumu, Ankara
LESSİNG, Ferdinand D. (2003) Moğolca-Türkçe Sözlük 1-2, çev. Günay Karaağaç,
Türk Dil Kurumu, Ankara
ÖZTEKTEN, Özkan (2017) “Dillerde ‘İşaret’ ~ ‘Bilmek’ ~ ‘Yeterli, Muktedir Olmak’
Kavramlarının Anlam İlişkisi ve Türk Dilindeki İzleri”, XII. Uluslararası Büyük Türk
Dili Kurultayı Bildiriler Kitabı, 163-169, Bilkent, Ankara
PARTRİDGE, Eric (2006) Origins - A Short Etymological Dictionary of Modern
English, Routledge, London-New York
ROBERGE, Paul (2010) “Contact and the History of Germanic Languages”, Handbook
of Language Contact, ed. Hickey Raymond, Chichester: Wiley-Blackwell
SEVORTYAN, E. V. (1980) Etymologiçeskiy Slovar’ Tyurskih Yazıkov – Obsçetyurkie
i Mejtyurkie Osnovı Na Bukvı “V”, “G” i “D”, o. red. N. Z. Gadjiyeva, Moskva:
İzdatel’svo Navka.
STACHOWSKİ, Marek (2009) “Yeniden Türkçe Çocuk Sözcüğünün Kökeni Üzerine”,
çev. Faruk Gökçe, Türkbilig, 2009/17, 124-132.
TRASK, Robert Lawrence (2000) The Dictionary of Historical and Comparative
Linguistics, Fitzroy Dearborn Publishers, Chicago - London
WEEKLEY, Ernest (1921) An Etymological Dictionary of Modern English, John
Murray, London

GENEL SÖZLÜKLERDE EŞDİZİMLİ YAPILARIN VERİLİŞİ


Arş. Gör. Mustafa Samet KUMANLI1

Özet
Eşdizimlilik, bir sözcüğün başka bir sözcükle olağandan daha sık bir biçimde
birlikte kullanılmasıdır. Eşdizimlilik kavramı ilk kez 1951 yılında R. Firth tarafından
ortaya atılmıştır. (Firth, 1957) Batı dil biliminde konuyla ilgili birçok çalışma yapılmış
ve bu çalışmalar ışığında dil çalışmalarında yeni bir sayfa açılmıştır. Bu çalışmalarda
eşdizimli sözcüklerin deyimlerden daha esnek ancak serbest birleşimlerden de daha
karmaşık bir anlamsal özelliğe sahip olduğu ortaya konulmuştur.
Eşdizimli yapıların sınırlarının belirlenmesinin ardından söz konusu yapılar gerek
genel sözlüklerde gerekse özel sözlüklerde ayrı bir anlamsal birliktelik olarak kendisine

Hacettepe Üniversitesi, EdebiyatFakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ankara/Türkiye,


samet.kumanli@hacettepe.edu.tr

252
yer bulmaya başlamıştır. Bunun yanında özellikle Oxford Collocational Dictionary gibi
özel eşdizimlilik sözlükleri de hazırlanmıştır. Özel sözlüklerden farklı olarak genel
sözlüklerin amacı yazıldığı dildeki söz varlığına ait verileri kapsayıcı bir biçimde
okuyucusuna betimlemektir. Söz varlığının betimlenmesi sırasında deyim, birleşik
sözcükler vb. gibi birlikte kullanılan sözcük gruplarının da ayrı kümeler hâlinde söz
konusu sözlüklerde yer aldığı gözlemlenir. Henüz eşdizimlilik sözlüğüne sahip olmayan
Türkçemiz için eşdizimli yapıların genel sözlüklerimizde açıkça okuyucuya sunulması
oldukça önemlidir.
Türkçe için yazılan genel sözlüklerin en önemlisi olan Türk Dil Kurumu Türkçe
Sözlük’ün 2005 yılındaki onuncu baskısından bu yana eşdizimliliklerin okuyucuya doğru bir
biçimde sunulması bakımından hassasiyet gösterildiği görülmektedir. 2011 yılında yapılan
on birinci baskıda da bu hassasiyet devam ettirilmiş ve eşdizimli yapıların verilişi
konusunda belirli bir aşama kaydedilmiştir. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’ün
Türkçemizin en kapsamlı genel sözlüğü olduğu ve birinci önceliğinin Türkçenin söz
varlığını kapsamlı bir biçimde yansıtmak olduğu düşünüldüğünde eşdizimliliklerin verilişi
konusundaki bu yaklaşım oldukça olumlu bir adımdır. Henüz özel bir eşdizimlilik
sözlüğüne sahip olmayan Türkçemiz için eşdizimli yapıların genel sözlüklerimizde açıkça
okuyucuya sunulması oldukça önemlidir. Bu bağlamda bildirimizde Türk Dil Kurumu
Türkçe Sözlük ve diğer genel Türkçe sözlükler ele alınarak eşdizimli yapıların nasıl verildiği
karşılaştırmalı bir biçimde ele alınacak ve elde edilen verilerin Türk sözlükçülüğü açısından
önemi üzerinde değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Giriş
Eşdizimlilik, bir sözcüğün başka bir sözcükle olağandan daha sık bir biçimde
birlikte kullanılmasıdır. Eşdizimli yapılar (collocation), ilk olarak 1951 yılında İngiliz
dilbilimci J. R. Firth tarafından ortaya konulmuştur. Firth’in eşdizimlilik kavramını
ortaya koymasının ardından Batı dil biliminde konuyla ilgili araştırmalar giderek
artmıştır. Halliday, Sinclair, Allerton, Cowie, Melcuk gibi araştırmacılar eşdizimlilik
kavramını geliştirmiş ve bir dilbilim kavramı olarak yerleşmesini sağlamışlardır. Batı
dil biliminde söz konusu araştırmalar sonucunda eşdizimli yapılar genel sözlüklerde
ayrı bir biçimde belirtilirken diğer taraftan da özellikle 1980’li yıllardan itibaren özel
eşdizimlilik sözlükleri oluşturulmuştur.
Türkiye’deki dilbilim araştırmalarında eşdizimlilik yeni bir kavram olarak
karşımıza çıkar. Sınırlı sayıda araştırmacı tarafından kavram irdelenmiş ve üzerine
çalışmalar yapılmıştır. B. Çetinkaya (2006, 2007), Ş. Pilten (2008), B. Özkan (2010,
2011, 2012), N. Çalışkan (2014), N. Doğan (2015, 2016) ve B. Diri’nin çalışmaları
bulunmaktadır. Türkçe Sözlük’te eşdizimlilik kazanan yapıların gösterilmeye
başlanması ise 2005 ve 2011 baskılarında mümkün olmuştur. Sıfatların eşdizimliliği
üzerine hazırlanan derlem tabanlı uygulama Mersin Üniversitesi genel ağ sayfasında
esdizim.mersin.edu.tr adresinde 2012 yılında kullanıma açılmıştır.
Derlem dilbilim çalışmalarıyla birlikte herhangi bir sözcüğün hangi sözcüklerle
ne sıklıkta kullanıldığı çeşitli derlem dilbilim programları marifetiyle kolaylıkla ortaya
konulabilmektedir. Bu bakımdan teknolojik gelişmeler eşdizimli yapıların tespiti ve
sayılarının belirlenmesinde oldukça önemli yer tutmaktadır. B. Özkan’ın Türkiye
Türkçesi Söz Varlığında Sıfatların Eşdizimliliği -Derlem Tabanlı Bir Uygulama-
çalışmasında elde edilen verilere bağlı olarak fiil, zarf, sıfat ve isimler veri tabanında
sorgulanabilmektedir.
Eşdizimlilik, deyimlerden ve serbest birleşimlerden farklı bir dilbilgisel yapı
olduğu için Türkçede özellikle deyimlerle ayrımı belirgin şekilde ortaya konulmalıdır.
Deyimler, anlam bakımından eşdizimliliklere göre daha yoğun dilbilgisel
birlikteliklerdir. Deyimleri oluşturan unsurlar birleştiklerinde artık yeni ve yoğun bir

253
anlam katmanına sahip olmuşlardır. Eşdizimlilikler bu bakımdan daha esnek bir yapıya
sahiptir. Örneğin kafa ütülemek (“argo çok laf edip tedirgin etmek: “ Evi satacağım
ama içinde kiracı varken müşteri bulamıyorum diye kafamızı ütülemeye başladı.”” -S.
Dölek.) deyimi Türkçede iki sözcüğün birleşmesiyle oluşmuş ve anlam olarak tamamen
yeni çağrışımlar yaratan bir deyimdir. Eşdizimlilik ise anlamsal yoğunluğun daha az
olduğu birliktelikleri ifade eder. Örneğin, adam adama savunma eşdizimliliği fiziksel
anlamından tamamen kopuk değildir ve somut bir anlama da sahiptir dolayısıyla
eşdizimli yapılarda sözcüklerin verdiği anlamdan yarı bağımsız yeni bir anlam
türetilirken deyimlerde türetilen yeni anlam biraraya gelen sözcüklerin anlamından
tamamen farklı yeni bir anlam çağrıştırabilir.
Bu bağlamda eşdizimlik; “Dilde, herhangi bir dil birimi 'seçme' ve 'birleştirme'
ilkelerine bağlı olarak, dizgede anlam gerektirdiği sürece başka bir dil birimiyle bir
araya gelebilir, birlikte kullanılabilir. Bu 'birlikte kullanılabilirlik', kullanımın sıklığına
bağlı olarak dilde genele oranla yüksek bir dağılıma sahipse ve bu dağılım anlamlı bir
farklılaşma olarak karşımıza çıkıyorsa eşdizimli yapılar olarak değerlendirilir.” (Özkan
2014: 26) olarak tanımlanabilir.
1. Türkçe Sözlük Örneği
Batı dil biliminde eşdizimli yapılar üzerine yapılan çalışmalar sonucunda özel
eşdizimlilik sözlükleri hazırlanmıştır. Söz konusu sözlüklerin en önemlisi, Oxford
Collocational Dictionary’dir. Batı dil biliminde eşdizimlilik çalışmalarının daha erken
dönemlerde başlaması sözlük bilimi bakımından yapılan uygulamaların da daha erken
dönemlerde yapılmasını sağlamıştır. Bu bakımdan Türk dil bilimi çalışmalarında şu
zamana kadar özel bir eşdizimlilik sözlüğü hazırlanmamıştır. Türkçedeki eşdizimlilik
araştırmalarında genel sözlüklerin incelenmesi bu açıdan ayrı bir önem taşımaktadır.
Bilindiği üzere Türkçenin en önemli genel sözlüğü, Türk Dil Kurumu tarafından
hazırlanan ve bugüne dek 11 baskısı yapılmış olan Türkçe Sözlük’tür. Biz de
çalışmamızda genel sözlükler bakımından en önemli verileri TDK Türkçe Sözlük
üzerinden elde edeceğiz. Türkçe Sözlük’te eşdizimlilik olarak değerlendirilip yer
verilen örneklerden bazıları şunlardır: “kış kıyamet, kış uykusu, ufak çapta, Alman
usûlü, uydu kent, uyurgezer, bavul ticareti, bedelli askerlik, suçüstü yakalamak, u
dönüşü, ukalâ dümbeleği, umut kapısı, uygun adım, başlık parası, imambayıldı, müzmin
bekâr, hoşa gitmek”.
Söz konusu örneklerden bazıları TS’de madde başı olarak yer alırken bazıları da
madde başı sözcüğün anlamı verildikten sonra okuyucuya özel bir işaretle sunulmuştur.
Yukarıda belirttiğimiz eşdizimli yapılardan bazıları şunlardır:
TS’de sayfa 147’de Alman usulü madde başı sözcük olarak yer almıştır:

Bunun yanında Alman usulü eşdizimli yapısı usul sözcüğünün anlamından sonra
verilmiştir.

Sözcük, Türkçede madde başı olarak yer alsa da eşdizimli olması dikkate
alınmış ve usul sözcüğüyle birlikte de verilmiştir.
Bunun yanında bedelli madde başı sözcüğünün anlamı verildikten sonra bu
sözcükle kurulan eşdizimli yapı olarak bedelli askerlik verilmiştir.

254
Ayrıca bedelli askerlik eşdizimli yapısı da madde başı olarak verilmiştir.
Çantada keklik eşdizimli yapısı da çanta madde başı sözcüğünün altında (1) ve
ayrıca madde başı (2) olarak verilmiştir.

Böylece TS’de eşdizimli yapılar verilirken kazandıkları anlama göre madde başı
olduklarında da sadece eşdizimli yapıyı oluşturan sözcüklerin altında verilmeyerek
birlikte kazandıkları yeni anlam dolayısıyla da madde başı olarak değerlendirilmişlerdir.
Yine mecazi yolla yapılan ukala dümbeleği eşdizimli yapısı da madde başı
olarak TS’de yer almaktadır.

Uygun adım eşdizimli yapısı da TS’de önce uygun sözcüğünün anlamından


sonra ardından da madde başı olarak verilmiştir.

255
Aynı şekilde müzmin bekâr eşdizimli sözcüğü de hem müzmin sözcüğünün
anlamından sonra hem de başlı başına bir madde başı olarak TS’de yer almaktadır.

Türkçe Sözlük Örneğinden Hareketle Genel Sözlüklerde Eşdizimli Yapıların


Verilişi Üzerine Düşünceler
TS’de eşdizimli yapılar verilirken verilen sözcük yeni bir anlam kazandıysa
ayrıca madde başı olarak değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir.
Bu durum eşdizimli yapıları oluşturan sözcüklerin bir arada kullanıldıklarında
yeni bir üst anlama sahip olduklarını göstermektedir.
Eşdizimli yapılar verilirken daha çok eşdizimli yapının somut unsurunun
anlamından sonra eşdizimli yapı ayrı olarak verilmektedir. Örnek: çanta madde başı
sözcüğünün anlamının altında çantada keklik eşdizimli yapısı verilmiştir.
TS’de eşdizimli yapıların verilişinde en önemli eksiklik söz konusu yapıların
deyim ve birleşik sözcüklerden ayrı olarak verilmemiş olmasıdır. Türkçede hazırlanacak
bir eşdizimlilik sözlüğünün etkisiyle bu ayrımın TS’de de yapılacağını düşünmekteyiz.
Bu açıdan tıpkı Oxford English Dictionary gibi Türkçenin de özel bir
eşdizimlilik sözlüğünün hazırlanması gerekmektedir.
TS’de eşdizimli yapıların deyimler ve birleşik sözcüklerle birlikte ayrı bir işareti
ile gösterilmesi sözlükçülük yöntemi bakımından olumludur.
Türkçenin henüz özel bir eşdizimlilik sözlüğünün hazırlanmamış olması
gelecekte hazırlanacak bir basılı eşdizimlilik sözlüğünün yanında bununla
yetinilmeyerek derlem dilbilim çalışmalarına dayalı olarak hazırlanmış bir uygulamanın
geliştirilmesi de yerinde olacaktır.
KAYNAKLAR
AKALIN, Şükrü Halûk vd., (2011) Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, (11.
Baskı), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
FİRTH, J. R., (1957) ʺModes of Meaningʺ, Papers in Linguistics 1934-1951, s. 190-
215, Oxford University Press, London
ÖZKAN, Bülent, (2014) ʺTürkiye Türkçesi Eşdizim Sözlüğü’nün Sayısallaştırılmasıʺ,
Türkçe Üzerine Derlem Dilbilim Uygulamaları, s. 23-37, Karahan Kitabevi, Adana
STERKENBURG, P.V. (2003) A Practical Guide to Lexicography, John Benjamins
Publishing Company, Amsterdam/Philadelphia
SVENSÉN, Bo, (2009) A Handbook of Lexicography, Cambridge University Pres,
Cambridge

256
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERS KİTAPLARINDA YER ALAN
BİYOGRAFİK BİLGİLERİN ELEŞTİREL OKUMAYA KATKISI
1
Dr. Musa ÇİFCİ
Özet
Çalışmanın amacı, Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarında metinleri işlenen
yazarlar hakkında verilen biyografi bilgilerinin, metinlerin eleştirel okunmasına yardım
edecek nitelikleri taşıma düzeylerinin belirlenmesidir. Bu amaçla çalışma, nitel
araştırma modelinde desenlenmiş olup doküman analizi yöntemi kullanılmıştır.
Araştırma dokümanları, hâlihazırda 9.-12. sınıflarda okutulmakta olan Türk Dili ve
Edebiyatı ders kitaplarından elde edilmiştir. Her sınıf düzeyinden farklı yayınevine ait
bir Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Edebiyatı ders kitabı örneklem olarak seçilmiştir.
Verilerin elde edileceği ders kitaplarının belirlenmesinde, elektronik ortamda kitaplara
ulaşabilme etkili olmuştur. EBA web sayfalarından pdf formatında erişilebilen dört
farklı yayınevine ait Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Edebiyatı ders kitabından doküman
alınmıştır. İncelenen ders kitapları 2017-2018 eğitim-öğretim yılında ortaöğretim
okullarında okutulmuştur. Yönteme uygun olarak, elde edilen veriler, biyografi türünün
içerik özellikleri bakımından sınıflandırılarak kategorik analize tabi tutulmuştur. Ders
kitaplarında bulunan yazar biyografileri, etkinlikler ve diğer işleniş bölümlerindeki
referanslarıyla da değerlendirilmiş; bu nedenle çalışmaya konu olan kitapların tüm
“kitap kurgu unsurları” taranmıştır.
Araştırmanın temel problem cümlesi: Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarında yer
alan işleniş metinlerinin yazarları hakkında verilen biyografik bilgilerin metnin eleştirel
bakış açısıyla anlamlandırılmasına uygunluğu nasıldır? Alt problemler ise şunlardır: 1.
Yazarın biyografik bilgileri yeterince açık mı? 2. Yazarın verilen biyografik bilgileri ile
işlenen metin arasında bağ kurmakta mıdır? 3. Yazarın verilen biyografik bilgileri ile
işlenen metnin mesajı ve teması arasında bağ kurulmakta mıdır? 4. Yazarın verilen
biyografik bilgileri, biyografi türünün temel özelliklerine uygun mudur?
Çalışmanın sonucunda 2017-2018 öğretim yılında Türkiye’de okutulan Türk
Dili ve Edebiyatı ders kitaplarında yazarlar hakkında verilen biyografik bilgilerin,
biyografi türünün özelliklerini taşımadığı ve metnin anlamlandırılıp çözülmesine yeterli
katkıyı sağlamadığı görülmüştür. Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarından sadece 9.
Sınıf ders kitabında yazarların biyografilerine rastlanmış, diğerlerinde herhangi bir
biyografik bilgi tespit edilememiştir.
Anahtar Kelimeler: Biyografi, eleştirel okuma, Türk Dili ve Edebiyatı ders
kitabı Giriş
Biyografi kelimesi Türkçe Sözlük’te (2010; http://www.tdk.gov.tr) “a. Öz
geçmiş: Biyografisini bir solukta anlatıverdi. -H. Taner.” şeklinde tanımlanıp
örneklendirilerek, okuyucu “öz geçmiş” maddesine yönlendirilmektedir. “Öz geçmiş”
maddesinde ise “isim Bir kimsenin doğumundan yaşadığı güne kadar geçirdiği belli
başlı evreleri içeren yazı, hayat hikâyesi, hayat öyküsü, yaşam öyküsü, hâl tercümesi,
tercümeihâl, biyografi” gibi garip bir havuz tanımlaması yoluna gidilmiştir. Hâlbuki
uygulamalarda, öz geçmiş, CV (curriculum vitea) karşılığında kullanılmaktadır. Bu da
eski dilde “hâl tercemesi”nin ve Sicill-i Osmanî’de yer alan “bir memurun meslekî ve
akademik hayatını anlatan yazı”ya karşılık gelmektedir. Günümüzde kullandığımız öz
geçmiş yazıları, Longman Sözlüğü’nde tanımlanan CV’nin karşılığıdır: “Bir kişinin
kariyer ve yeteneklerine uygun olarak yaptıklarının özeti” (Longman 1984). Yine
Longman Sözlüğüne göre biyografi ise: “Bir kişinin başkası tarafından yazılan hayatı

Prof. Dr., Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bilim Dalı, musacifci@gmail.com
257
(hayat hikâyesi)”dır (Longman 1984). Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarında ve diğer
Türkçe ders kitaplarında yazar biyografilerinin veriliş formatı “öz geçmiş” türüne uygun
düşmektedir.
Eski döneminde edebiyat, bilim, sanat ve benzer alanlarda tanınmış kişilerin
hayatlarını anlatan eserlerle “tezkire” adı verilmekteydi. Tezkirelerde şairlerin,
yazarların, evliyanın, ümeranın, ulemanın hayatlarından bahsedilir, eserlerinden
örnekler verilirdi. Türk edebiyatında yazılan ilk tezkirenin Ali Şîr Nevâî’nin
Mecâlisü’n-nefâis adlı eseri olduğu kabul edilir. Anadolu sahasındaki ilk tezkîrenin de
Sehî Beğ’in “Heşt Bihişt” (1538) adlı tezkiresi olduğu bilinmektedir (İpekten vd. 2017,
XV). Tezkireler de içerik itibarıyla kısmen biyografi, kısmen de öz geçmiş (CV) özelliği
göstermektedir. Ancak bu eserlerde şahısların akademik yönlerinin yanı sıra kişisel,
sosyal ve fikrî özelliklerinden de bahsedilmektedir: “ŞAMLIOĞLI MUSTAFA BEG
-rahmetullahi ‘aleyh Şâmî tahallus iderdi. Vilâyet-i Rūmun gâyet serdâr ve nihayet
mertebede yarar dilaverlerinden sancağa mutasarrıf sâhib-ma‘rifet şâ‘ir idi. Moton
seferinde deryâdan küffâr-ı bed-kirdar gemileri gelüp kal‘aya azuk ve âdem koymasun
diyü niçe yarar begler ile anı gemiye bile koyup derâ yüzin gözetmege emr olundı.
Bunlar deryâda yatup Moton kal‘asınuñ öñin beklerken kâfir donanması zâhir olup
deryâ yüzin gözleyen begler tedârük idüp gelen donanmaya karşu varınca rÿzgâr-ı na-
hemvâr kuvvetiyle keferenüñ gemisi kal‘aya girdi. Anda olan beglerüñ adı muhannes
adına dakılup pâdişâh gazab idüp habs emr eyledi. Ahır kal‘a alınmagla halâs oldılar.
Rumili begleri arasında Şâmì dil-âver-kılıç añılurken adı muhanneslıg ile añıldugına
‘âr u nâmus çeküp gayretinden helak oldı. Güzel gazeliyyâtı ve bì-bedel emsâl-âmìz
ebyâtı var. EdÀsı latìf ve nazmı lezìz zarìf beg kişi idi…” (İpekten vd. 2017, 48)
Okuyucuların metni daha doğru anlamlandırmaları için en azından buna benzer
bilgilerin bugünkü edebî anlayışlar çerçevesinde verilmesi faydalı olacaktır.
Ne yazık ki biyografi geleneğimiz çok eskilere dayanmakla birlikte (16. yüzyıl)
yazılı kültürümüzde gereği gibi işlenerek güçlendirilememiş bir alanı oluşturmaktadır.
Emecen’e (1999) göre bu durum kolay anlaşılabilir görünmemektedir: “ilk müstakil
eserlerini XV. yüzyılda vermeye başlayan Osmanlı tarih yazıcılığında biyografi tarzı
oldukça geç başladığı gibi fazla verimli olmayan bir edebî sahayı da oluşturmuştur.
Hâlbuki Osmanlı tarihçiliğinin geniş ölçüde etkilendiği İslam tarihçiliğinde tabakat ve
teracim-i ahval kitaplarının, özellikle ulema tarafından telifine büyük önem verildiği ve
çeşitli dallarda birçok telifatın vücuda getirildiği bilinmektedir.” (Emecen 1999, 83)
Günümüzde de durumun pek farklı olduğunu söylemek güçtür. Bir diğer taraftan da
aynı ihmalkâr tutumumuz, eldeki mevcut biyografik eserlerin önemli bir kültür aktarımı
ve motivasyon aracı olarak kullanılamaması, değerlendirilememesi olarak sürmektedir.
Biyografik metin türünde, konu olan kişinin akademik (doğum ve varsa ölüm
tarihleri. Öğrenim kademeleri, eserleri, sanatsal etki ve etkilenmeleri), sosyal (aşadığı
yerler, ailesi, ilgi duyduğu alanlar ve diğer görevleri), fikrî (etkilendiği düşünce
akımları, hayat anlayışı) yönleri ve elde ettiği başarıları ile alanına yaptığı katkıların
okuyucunun bilgisine sunulması gerekmektedir.
Geleneksel dil ve edebiyat eğitim-öğretimimiz, henüz modern çağın eğitim-
öğretim yaklaşımları ile güçlendirilmiş olmaktan uzak görünmektedir. Dil ve edebiyat
kitaplarının kurgulanmasında geçmişten günümüze (en azından en uzun ömürlü Türk
Dili ve Edebiyatı Öğretim Programı’nın yapıldığı tarih olan1956’dan bugüne) bazı
biçimsel farklılıklar görülmekle birlikte işleniş esaslarında kayda değer bir yenileştirme
göze çarpmamaktadır. Bu bağlamda, edebî eserler geleneğe uyularak, aynı şekilde,
edebiyatbilgi ve teorilerinin belli tekniklerle işlenişinden ve antolojik ezber
bilgilerinden öteye geçmeyen biçimde işlenmeye devam etmektedir.

258
Türkçe öğretiminde, 1989’da ilk olarak Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi
bünyesinde açılan Türkçe Öğretmenliği Programı ve devamındaki genişleyen akademik
yapılanmalarla birlikte önemli bir mesafe kaydedilmiştir. (Çifci 2011; 404) Ancak dil ve
edebiyat öğretimi, böyle bir akademik araştırma disiplinine kavuşamamıştır. Bu
nedenle, edebiyat öğretimi alanında şimdilik önemli adımların atılmasını beklemek zor
görünmektedir.
Edebiyattan tarihe, siyasetten spora pek çok alanda önemli bir kaynak olan
biyografilerin hem edebî metin değerleri bakımından hem de biyografisi yazılan kişinin
eserlerine bakış açısına yön vermeleri bakımından görememesi, eleştirel ve çok boyutlu
düşünebilme gücünü de zayıflatmaktadır. Yazarların hayatları, yaşadıkları döneme
şahitlikleri ve bunların eserlerindeki yansımaları olayları ve olguları anlamada etkili
olacaktır (Gregorčič, Marta (2018). Aynı şekilde, metinlerin içerdiği biyografik ipuçları
metinleri anlamamızı kolaylaştıracaktır (Harris 2016, 253). Bir edebî eserin
incelenmesinde dikkate alınacak dönem özellikleri, akımlar, anlatım teknikleri, edebî
sanatlar gibi unsurların yanı sıra yazar da bulunmaktadır (Göçer 2016, 120). Yazarın
yaşadıkları, sosyal hayatın herkes gibi bir parçası olarak yapıp ettikleri, eserlerine de bir
şekilde yansıyacaktır. Bu nedenle yazarın da eserin işlenişinde geçiştirilmeden üzerinde
durulması gereklidir.
Edebî eserler, yazar ile okuyucu arasındaki iletişimin kanallarıdır. İletişim
döngüsünde mesaj taşıyan kanallarla birlikte mesajın sahibi olan “kaynak” büyük önem
taşımaktadır. “Söz, sahibine göre kıymet kazanır.” atasözünde olduğu gibi, yazı da
yazarına göre değer taşır. Bu nedenle okuyucunun, kendisine mesaj ulaştıran kişinin
niyetini doğru olarak anlayabilmesi, onu sanat, bilgi, birikim, toplumsal ve fikrî değeri
bakımından tanımasına bağlıdır. Aksi hâlde, mesajın kaynağını sadece yüzeysel tanıma,
okuyucunun eseri eleştirel değerlendirebilmesini perdeler.
Edebiyat incelemelerinde ve öğretiminde yazarı merkeze alan teoriler, metin
içerisinde yazara ait unsurları belirlemeye çalışır, yazarın görünen ve görünmeyen
niyetini belirlemeye çalışır (Uzun 2010, 53-54). Göktürk’e (1986) göre de edebî eseri
oluşturan diğer unsurların yanında yazarı ve onun yaşadığı dönem ile çeşitli ilişkilerini
de sorgulamak gerekmektedir: “Bir yazarın, bir edebiyat yapıtının böyle değişik
koşullar içinden akagelen çizgisini bilmek, o yazarı ya da yapıtı anlamlandırmamıza
yeni açılar, boyutlar katar. Bunların hepsi, edebiyat öğretimiyle ilgili izlencelerin
hazırlanmasında göz önünde tutulması gereken özelliklerdir.” Göktürk 1986, 9). Ancak,
burada sadece yazarların ve şairlerin biyografik yönlerini edebiyatın önemli bir konusu
haline getirerek edebî metnini önüne geçirmek kastedilmemektedir. Çetişli’nin (2006)
vurguladığı gibi, edebî eseri ihmal ettirecek bir biyografik inceleme ve bilgilenme
elbette doğru değildir: “Edebî eserden soyutlanmış bir edebiyat eğitimi düşünülemez.
Bir başka söyleyişle, edebî eserin ihmal edildiği ve sadece edebiyat tarihi, edebiyat
teorisi, edebiyat tenkidi, edebiyat sosyolojisi veya sanatkârların biyografilerinin esas
alındığı bir faaliyete, edebiyat eğitimi denilemez.” (Çetişli 2006)
Önemli edebiyat, bilim ve sanat adamlarının biyografileri, öğrenciler için de
birer rol model teşkil edecektir, onların motivasyonlarını artıracaktır (Korsun 2017,
230). Bu yönleriyle de biyografi metinleri, değer oluşturmada ve geliştirmede de
kullanılabilecek çok verimli eğitim materyalleridir (Yiğittir, Er 2013, 202; Er, Şahin
2012, 77). Bu nedenle Türk Dili ve Edebiyatı dersi, sadece edebî ve estetik değerlerden
ibaret değil, yanı sıra pek çok değerin geliştirilebileceği, güçlendirilebileceği bir derstir
(Kurudayıoğlu, Çakıcı 2013).
Biyografik metinlerin eğitim değerleri açısından Türkiye’de yapılmış çok az
çalışmaya rastlanmaktadır (Baktır,2002; Güney 2017; Kaya 2011; Erdem 2010; Er 2005).
Yöntem
259
Çalışma, nitel araştırma modelinde desenlenmiş olup doküman analizi yöntemi
kullanılmıştır. Araştırma dokümanları, hâlihazırda 9.-12. sınıflarda okutulmakta olan Türk
Dili ve Edebiyatı ders kitaplarından elde edilmiştir. Her sınıf düzeyinden farklı yayınevine
ait bir Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Edebiyatı ders kitabı doküman olarak seçilmiştir.
Verilerin elde edileceği ders kitaplarının belirlenmesinde, elektronik ortamda kitaplara
ulaşabilme ve dijital tarama avantajları etkili olmuştur. EBA web sayfalarından pdf
formatında erişilebilen dört farklı yayınevine ait Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Edebiyatı
ders kitabından doküman alınmıştır. İncelenen ders kitapları 2017-2018 eğitim-öğretim
yılında ortaöğretim okullarında okutulmuştur. Yönteme uygun olarak, elde edilen veriler,
biyografi türünün içerik özellikleri bakımından sınıflandırılarak kategorik analize tabi
tutulmuştur. Ders kitaplarında bulunan yazar biyografileri, etkinlikler ve diğer işleniş
bölümlerindeki referanslarıyla da değerlendirilmiş; bu nedenle çalışmaya konu olan
kitapların tüm “kitap kurgu unsurları” taranmıştır.
Araştırmanın temel problem cümlesi: Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarında yer
alan işleniş metinlerinin yazarları hakkında verilen biyografik bilgilerin metnin eleştirel
bakış açısıyla anlamlandırılmasına uygunluğu nasıldır? Alt problemler ise şunlardır: 1.
Yazarın biyografik bilgileri yeterince açık mı? 2. Yazarın verilen biyografik bilgileri ile
işlenen metin arasında bağ kurmakta mıdır? 3. Yazarın verilen biyografik bilgileri ile
işlenen metnin mesajı ve teması arasında bağ kurulmakta mıdır? 4. Yazarın verilen
biyografik bilgileri, biyografi türünün temel özelliklerine uygun mudur?
Çalışma, sadece EBA web sayfalarına erişilebilen Türk Dili ve Edebiyatı ders
kitapları ile sınırlandırılmıştır.
Yazarlar hakkında verilen biyografik bilgiler, “akademik, sosyal, fikrî ve
başarıları” kategorilerine göre taranmış ve değerlendirilmiştir. Biyografik bilgi
içeriğinin bu sınıflandırılmasında uzman görüşüne başvurulmuştur.
Bulgular ve Yorumlar
EBA sayfalarındaki Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarından sadece 9. sınıf
ders kitabında biyografik bilgiler bulunmaktadır; diğer ders kitaplarındaki biyografik
bilgiler ise değerlendirilebilecek bulguya rastlanmadığından incelenememiştir.
Ünite I
Metin ve Türü: Biyografi: Atilla Özkırımlı
Edebiyat/Kurgusuz
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Fikrî: Başarıları:x
Yazarın biyografik bilgilerine, bakış açısına göre bir anlama,
çözümleme sorusu bulunmamaktadır.

Metin ve Türü: Biyografi: Orhan Okay


Edebiyat/Kurgusuz
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Fikrî: Başarıları:x

Metin ve Türü: Biyografi: Şerif Aktaş


Edebiyat/Kurgusuz
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Fikrî: Başarıları:

Ünite 1’de yer alan biyografilerin, biyografi türünün özelliklerini taşımadığı ve


metni anlama ve çözümlemede değerlendirilmediği görülmüştür.
Ünite II
Metin ve Türü: Biyografi: Refik Halit Karay
Edebiyat/Kurgusuz

260
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Fikrî: x Başarıları:
“Anadolu’yu konu edinen hikâyelerin yanı sıra Orta Doğu insanının töre ve
yaşamını anlattığı hikâyeler de yazmıştır.” (s. 53) Yazarın niçin ve nasıl Ortadoğu
insanını anlattığının biyografisiyle eşleştirmesi gerekirdi.

Metin ve Türü: Son Biyografi: Sait Faik Abasıyanık


Kuşlar /Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Fikrî: Başarıları:
Yazarın biyografisinde verilen şu bilgilerin yazarın yaşantı biçimiyle
ilişkilendirilmesi gerekirdi; yazarın gözlemlerini daha iyi anlayabilmemiz için onun
sosyal yaşantısını bilmeye ihtiyacımız vardır: “Hikâyelerinde mekân genellikle
İstanbul’dur. Adalar’a, özellikle de Burgazada’ya önem verdi. Burgazada’ya yerleşerek
balıkçıları, Ada’nın doğal güzelliklerini, sıradan insanların yaşama sevincini
hikâyelerinde işledi. Biyografik bilgiler, metni anlama ve çözümleme bölümlerinden
sonra verilmektedir. Bu durumda yazar bilgilerinin eleştirel okumaya ve metni
anlamaya etkisinin olmayacağı söylenebilir.”
Bu ünitede yer alan biyografilerin de biyografi türünün özelliklerini taşımadığı
ve metni anlama ve çözümlemede değerlendirilemediği görülmüştür.
Ünite III
Metin ve Türü: Yayla Biyografi: Ömer Bedrettin Uşaklı
Dumanı /Kurgusuz
(şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Kısmen Fikrî: Başarıları:

Metin ve Türü: Biyografi: Necip Fazıl Kısakürek


Kaldırımlar /Kurgusuz
(şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Kısmen Fikrî: Başarıları:

Metin ve Türü: Akıncı Biyografi: Yahya Kemal Beyatlı


/Kurgusuz (şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal: Kısmen Fikrî: Başarıları:

Metin ve Türü: Biyografi: Fazıl Hüsnü Dağlarca


Kızılırmak Kıyıları
/Kurgusuz (şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları:

Metin ve Türü: Biyografi: Nazım Hikmet


Yaşamaya Dair
/Kurgusuz (şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Fikrî: Başarıları:
Ünite 3’te yer alan biyografilerin, biyografi türünün özelliklerini taşımadığı ve
metni anlama ve çözümlemede Necip Fazıl Kısakürek’in biyografisiyle metin arasında
kurulan zayıf ilinti dışında değerlendirilme yapılmadığı görülmüştür: Şairin çok az da
olsa ima yoluyla çalkantılı bir dönem geçirdiği belirtilmiştir: “Dünya görüşündeki ve

261
yaşamındaki köklü değişimlerin etkisiyle daha sonraki dönemlerde mistik duygu ve
düşüncelerin hâkim olduğu metafizik şiire yönelmiştir.” (9/s. 96)
Ünite IV
Metin ve Türü: Biyografi: Şeyhî
Harname/Kurgusal(şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Fikrî: Başarıları:

Metin ve Türü: Biyografi: La Fontaine


Fabl/Kurgusal(şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları:
Bu ünitede yer alan biyografilerin, biyografi türünün özelliklerini taşımadığı ve
metni anlama ve çözümlemede değerlendirilmediği görülmüştür.
Ünite V
Metin ve Türü: Yaprak Biyografi: Reşat Nuri Güntekin
Dökümü/Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları:
Metin ve Türü: Küçük Biyografi: Tarık Buğra
Ağa/Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları:
Bu ünitede yer alan biyografilerin, biyografi türünün özelliklerini taşımadığı ve
metni anlama ve çözümlemede değerlendirilmediği görülmüştür.
Ünite VI
Metin ve Türü: Kösem Biyografi: A. Turan Oflazoğlu
Sultan/Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları:

Metin ve Türü: Biyografi: Necati Cumalı


Kaynana
Ciğeri/Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları:

Metin ve Türü: Biyografi: Turgut Özakman


Ocak/Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları:
Bu ünitede yer alan biyografilerin, biyografi türünün özelliklerini taşımadığı ve
metni anlama ve çözümlemede değerlendirilmediği görülmüştür.
Ünite VII (BİYOGRAFİ)
Metin ve Türü: Biyografi: İhsan Işık
Biyografi (Cahit Sıtkı
Tarancı)/Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Kısmen Başarıları: x

262
Metin ve Türü: Biyografi: Abidin Dino
Otobiyografi /Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları: x

Metin ve Türü: Biyografi: Ahdî


Biyografi /Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları: x
Bu ünitede sadece metnin yazarıyla değil, biyografisi verilen yazarla metin
arasında bir bağ kurulması istenmektedir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın biyografisine yer
verilen metinde, metinle biyografi arasında ilgi kurulmaktadır: “Metinde yazara / metne
özgü dil ve anlatım özelliklerini belirleyiniz.” (9/ s. 24) Biyografi türünün işlendiği bu
ünitede yazarların hayatlarının eserlerine yansıyan yönlerine dikkat çekecek, onları daha
iyi anlamamızı sağlayacak etkinliklere yer verilmemiştir.
Ünite VIII
Metin ve Türü: Mektup Biyografi: Sabahattin Eyuboğlu
/Kurgusuz
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Fikrî: Başarıları:
x

Metin ve Türü: Mektup Biyografi: Attila İlhan


/Kurgusuz
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları: x

Metin ve Türü: Biyografi: Fuzulî


Şikâyetname
/Kurgusuz (şiir)
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları: x

Metin ve Türü: Biyografi: Ahmed Cevdet Paşa


Mektup/Kurgusuz
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik: x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları: x
Sadece Attila İlhan’ın mektubundan yola çıkılarak sanat görüşü hakkında
çıkarımda bulunulmasının istenmesini, yazar hakkındaki örtük biyografik bilginin
anlama ve çözümlemede kullanılmaya çalışılması olarak değerlendirebiliriz:
“Mektuptan, yazarın sanat görüşüyle ilgili çıkarımlarda bulununuz.” (9 / s. 245)
Ünite IX
Metin ve Türü: Günlük Biyografi: Nurullah Ataç
/Kurgusal
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik:x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları: x

Metin ve Türü: Günlük Biyografi: Tomris Uyar


/Kurgusal
263
Eleştirel Okuma İlgisi Akademik:x Sosyal/Meslekî: Kısmen Fikrî:
Başarıları: x
Bir anlama, çözümleme sorusu ile Tomris Uyar’ın sanatı ve düşünce dünyası
arasında bağlantı kurulması istenmektedir: “... büyük çoğunluğun çarçabuk
benimseyeceği bir iş yaptığımı sanmıyorum...” sözünden hareketle yazarın sanat
anlayışı hakkında neler söylenebilir? Belirtiniz.”
Sonuç ve Öneriler
Dört sınıf düzeyinde taranan Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarından sadece 9.
Sınıf ders kitabında yazarların biyografilerine rastlanmış, diğerlerinde herhangi bir
biyografik bilgi tespit edilememiştir.
Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarında metni anlama ve çözümlemede, sunulan
metinlerin yazarlarının göz ardı edildiği, bir metni daha doğru ve kapsamlı şekilde
değerlendirmek için gerekli olan üç temel unsurdan birinin (metin, yazar ve dönem)
ihmal edildiği anlaşılmakta, kitaplarda yer alan biyografik bilgilerin, öğrencilerin bir
soyut bilgi olarak ezberlemelerine yönelik kullanılmış olduğu görünmektedir. Bu
durumda eleştirel okumanın ve eleştirel okumayı sağlayacak olan “anlaşılması gereken
bir parçanın bütün olarak görülebilmesi”nin mümkün olamayacağı açıktır.
Türk Dili ve Edebiyatı ders kitaplarında yer alan yazar biyografileri, biyografi
türünün özelliklerini taşımamaktadır. Bu yanlışlığı, 9. sınıf TDE ders kitabının 7.
ünitesinde verilen biyografi türünün özellikleri hakkındaki bilgiler de doğrulamaktadır.
Kitaplarda yer alan biyografik bilgiler daha çok “öz geçmiş ve CV başlıkları altında
verilen bilgilerle uygun düşmektedir: “Öz geçmiş / CV: Kişinin, hayatındaki önemli
evreleri; elde ettiği bilgi, beceri ve tecrübeleri kendi ağzından anlattığı yazı türüdür. Öz
geçmiş, çoğunlukla bir iş başvurusunda, kişinin kendini tanıtmak için başvuru yaptığı
kurum ya da kuruluşa verilmek üzere yazılır. Öz geçmiş, kişinin öğrenim durumunu, iş
tecrübelerini, özelliklerini eksiksiz olarak yansıtmalıdır. Hâl tercümesi: Osmanlı
Dönemi’nde yazılan, daha çok öz geçmiş özelliği gösteren eserlerdir.”
Buradan da anlaşılacağı üzere ders kitaplarında biyografi türünün, eleştirel
okuma ve diğer eğitim değerlerinin herhangi bir şekilde dikkate alınamadığı, sadece bir
ezber bilgisi olarak konu edildiği görülmektedir.
Metni anlama ve çözümleme çalışmaları, yazarın biyografisi ile desteklenmiş
olsaydı bile bu bilgilerin işleniş kurgusu içerisinde doğru yerde bulunmamaktadır.
Kitaplarda tüm kazanımların işleniş etkinleri tamamlandıktan sonra yazarın kısa
biyografik bilgilerine yer verilmiştir. Hâlbuki yazarın hayat hiḳâyesinin metinden önce
verilerek hem metne bir hazırlık hem de metni anlamayı güçlendirmek ve
kolaylaştırmak gerekirdi.
Ders kitaplarında her metnin yazarının, metne ışık tutacak yönleriyle tanıtılması,
metnin eleştirel biçimde okunmasına yardım edecektir. Nasıl ki, “Söz sahibine göre
kıymet kazanır.” ise, metinler de yazarına göre bir kıymet taşırlar. Yazarı tanımak, onun
düşünceleri, duyguları ile kavramak, metni de ezberden öte kavramayı sağlayacaktır.
Yazarların biyografileri, metnin okunup anlama ve çözümlenmesinden önce yer
almalıdır. Metnin işlenişi tamamlandıktan sonra yazarı tanımanın bir yararı olmayacaktır.
Yazarların biyografik bilgileri, CV (curriculum vitea, terceme-i hâl) formatında
değil, yazarın daha insanî ve sosyal yönlerini de yansıtacak biçimde verilmelidir.
Böylece, yazarların fildişi kulelerde yaşamadıkları, okuyucular gibi birer insan
oldukları, bizler gibi kaygılarının, duygularının olduğu anlaşılabilecek; bu da yeteneği
bulunan öğrencilere onların da yazar, şair olabilecekleri gücünü kazandıracaktır.
KAYNAKLAR

264
BAKTIR, H. (2002) Comparison of histo-biographical and reader-response theories in
The Evaluation of Literary Texts, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İngiliz
Dili ve Edebiyatı ABD.
ÇETİŞLİ, İsmail (2006) “’Edebiyat Eğitimi’nde ‘Edebî Metin’in Yeri ve Anlamı”, Millî
Eğitim, Sayı 169, Kış, Yıl 34.
ÇİFCİ, M. (2011) “Türkçe Öğretmeni Yetiştirme Programı Sorunu”, Turkish Studies
(Prof. Dr. Gürer Gülsevin Armağanı, Vol. 6/1, Winter, (403-410)
EMECEN, Feridun M. (1999) “Osmanlı Kronikleri ve Biyografi”, İslâmî Araştırmalar
Dergisi, Sayı 3, (83-90).
ER, H. (2005) Sosyal Bilgiler Dersinde Biyografi Öğretimi: 'Atatürk'ün Hayatı'
Metninin Analizi Ve Yeni Bir Tasarım, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü
Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.
ER, Harun, ŞAHİN, Muhammed (2012) “Sosyal Bilgiler Dersinde “Biyografi”
Kullanımına İlişkin Öğrenci Görüşleri”, Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Kış 2012, 10(1),
(75-96).
ERDEM, R. (2010) Sosyal Bilgiler Öğretiminde Biyografi Kullanımı, Niğde
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlköğretim ABD, Yüksek Lisans Tezi
GREGORČİČ, M. (2018) Silenced Epistemologies: The Power Of Testimonies And
Critical Auto/Biographies For Contemporary Education, Andragoška Spoznanja, 24(1),
61-75).
GÖÇER, Ali (2016) “Öğretmen Rolleri ve Öğrenci Etkililiği Bakımından Türk Dili ve
Edebiyatı Eğitiminde Metin Çözümleme Süreci”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 2, Aralık, (115-131)
GÖKTÜRK, Akşit (1986) Dil ve Edebiyat Öğretimine Yeni Yaklaşımlar, Ortaöğretim
Kurumlarında Türk Dili ve Edebiyatı Öğretiminin Sorunları, Türk Eğitim Derneği
Yayınları, Haz. Nurettin Ergen, Ankara, (1-30)
GÜNEY, T. (2017) Sanatçı Biyografileri Konusunun Okul Öncesi Dönemde,
Öğrencilerin Öğrenme Süreçlerine Etkisi Ve Etkinlik Uygulama Önerileri, Abant İzzet
Baysal Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi ABD Yüksek
Lisans Tezi.
HARRİS, Jeniffer (2016) “Black Canadian Contexts: The Case of Amelia E. Johnson”,
African American Review 49. 3 (Fall 2016): (241-259).
İPEKTEN, Haluk., KUT, Günay, İSEN, Mustafa, AYAN, Hüseyin, KARABEY, Turgut
(2017) Sehî Beg Heşt Bihişt, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara
KAYA, A. (2011) Biyografik Eserlerin Tarih Öğretimine Katkısı Ve İkinci Meşrutiyet'ten
Cumhuriyet'e Uzanan Sürecin Değerlendirilmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Enstitüsü Tarih Öğretmenliği Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi
KORSUN, İgor (2017) “Expediency of Study of the Scientists' Biographies in Physics
Course”, International Journal of Instruction, April 2017 Vol.10, No.2 (229-244).
KURUDAYIOĞLU, Mehmet - ÇAKICI, Erdoğan (2013) “Türk Edebiyatı Dersinin
Öğretiminde Değerler”, Ana Dili Eğitimi Dergisi, 1(3), (41-57)
LONGMAN DİCTİONARY OF THE ENGLİSH LANGUAGE (1984), Longman
Group Limited.
TÜRKÇE SÖZLÜK (2010) Haz. Şükrü Haluk Akalın vd., 11. Baskı, Ankara
UZUN, Yasemin (2010) “Edebiyat Öğretiminde Kullanılan Teori ve Yaklaşımlar”, Dil
ve Edebiyat Öğretim Yöntemleri, Ed. İsmet Çetin, Nobel Yayın Dağıtım, 35-72.
YILMAZ, Aylin H. B. (2017) Ortaöğretim Türk Dili ve Edebiyatı 10, I. Baskı, 328 s.
Bir Yay Yayınevi, Korza Yayıncılık Basım San ve Tic. A. Ş., Ankara
YİĞİTTİR, Süleyman, ER, Harun (2013) “Sosyal Bilgilerde Değer Eğitiminde
Biyografi Kullanımı”, Millî Eğitim, S. 200, (200-219)
265
YÜCEL, İ. - TÜRKYILMAZ, M., SAĞIR, S. (2017) Ortaöğretim Türk Dili ve
Edebiyatı 9, I. Baskı, 296 s., MEB Yayını

XIX YÜZYIL POLONYA EDEBİYATINDA AZERBAYCAN LEKSİĞİ


AZERBAIJANI LEXICA IN POLISH LITERATURE OF XIXTH
CENTURY
1
Shahla KAZIMOVA
Abstract
Polish and Azerbaijani nations share a lot in terms of historical experience. Both
nations had lost their statehoods during partitions carried out by third-party countries. In
XIXth century, after the Azerbaijani khanates were annexed by the tsarist Russia, both
Poles and Azerbaijanis became member nations of the same empire. During the first half
of the century, many Poles were being sent to the Caucasus as part of their military
service or because of their political activity. Many of those political exiles were writers
and publicists, who described their fates in novels, poems or memoirs.
During the analyzed period, Romanticism was the most prominent trend of the
Polish literature. Authors tended to place the plot of their novels in exotic countries,
which, in the case of Polish writers were often towns and cities of Azerbaijan. In order
to make it sound even more "oriental", the authors injected words, phrases or even
whole sentences in Azerbaijani. In most of the cases they also translated those to Polish,
but sometimes they were left with no translation at all. The works of the so-called
"Caucasian group" of Polish writers are priceless sources of not only ethnographic, but
also linguistic information. Reading those texts allows to re-create the phonetic
sounding of words and contexts they were used with. Also interesting is the position of
the Azerbaijani language in the region during that time. The Polish writer Michał
Butowt-Andrzejkowicz in his novel "Szkice Kaukazu" wrote that "the language of
Azerbaijanis is called türk and is omnipresent in the whole southern Caucasus.
Knowing this language one could easily travel even to India.
In the essay, the author describes the Azerbaijani lexica in the works of Wacław
Rogowicz ("Mozaika Kaukazu"), Michał Butowt-Andrzejkowicz ("Szkice Kaukazu"),
Juliusz Strutyński ("Obrazy z natury. Giul-Szada. Powieść wschodnia"), Mateusz
Gralewski ("Kaukaz. Wspomnienia z dwunastoletniej niewoli") and Władysław
Strzelecki ("Szkice Kaukazu").
Anahtar kelimeler: Alıntı kelimeler, ifadeler, barbarizmler, Azerbaycan Türkcesi,
Kafkas Grubu Polonyalı yazarlar, Polonya edebiyatı
Tarihsel bakımdan Polonya ve Azerbaycan halklarının kaderlerinde ortak birçok
husus vardır. Her iki halk üçüncü devletler tarafından topraklarının taksim edilmesi
sebebiyle egemenliklerini kaybetme süreciyle karşı karşıya kalmıştır. XIX. yüzyılda
Azerbaycan hanlıklarının Rus İmparatorluğu’na dâhil edilmesi neticesinde Azerbaycan ve
Polonya halkları aynı devlet yapısı içerisinde kendilerini bulmuşlardır. XIX. yüzyılın birinci
yarısında Polonyalılar Kafkas arazilerine askeri hizmet vermek üzere ya da siyasi
faaliyetlerinden ötürü sürgün edilirdi.2 Rus Imparatorluğuna karşı Polonya topraklarında

Shahla Kazimova was born in Baku (Azerbaijan), where she graduated from the Polish Studies at Baku
Slavonic University in 2002. In 2010, she obtained a PhD degree. Currently, she works as an assistant
professor at the Department of Turkish Studies and Inner Asian Peoples, Faculty of Oriental Studies at
the University of Warsaw. Specializes in the field of political and social processes in Azerbaijan, the
development of Azerbaijani political thought at the beginning of the 20th century as well as cultural
aspects.
CHODUBSKİ, 2013:18
266
gerçekleşen ve bastırılan 1830 Kasım Ayaklanması akabinde, 1831 yılında Polonyalıların
toplu Kafkasya sürgünleri başlamıştı.3 Siyasi sürgüne gönderilmiş olan Polonyalıların
arasında, edebî yaratıcılığı alanında eser vermiş ve yaşadıklarını hikâye, roman ya da anı
niteliğinde ölümsüzleştirmiş olan siyasi mahkümların varlığı söz konusudur.
Rus Çarlık ordusunda görev yapmış olan subayların ya da Kafkas Suçlular
Taburunda bulunmuş olan Polonyalıların faaliyetleri Leon Janiszewski, Maciej
Gralewski ve doğubilimci Jan Rejchman gibi yazarların anılarında
ölümsüzleştirilmiştir4. Azerbaycan’da yapılmış olan bilimsel çalışmalarda bu konu
Mikail Rafili, Murtuza Sadyhov’un5 eserleri ile Güler Abdullabeyova’nın makale ve
monografisinde işlenmiştir6.
İncelemeye aldığımız zaman sürecinde, Polonya edebiyatında romantizm akımı
dönemiydi. O dönemde yazarlar kahramanlarını sıkça egzotik ülkelerde betimlerlerdi.
Bu faaliyetlerinde eş zamanlı olarak yabancı kelimelerden yararlandılar, söz konusu
ifadeler dilbilimciliğinde barbarizmler olarak nitelenedirildi. "Yabancı kelimeler orijinal
metne yabancı olup, morfolojik ya da sintaks kurallarına tabi olmadan yazılır, metne
özgünlük ve anlatımın renkelndirilmesi için kullanılır"7.
Kafkaslarda bulunan Polonyalı yazarlar örneğinde böyle egzotik yerler
Azerbaycan’ın kentleriydi. Doğunun gizemli havasını eserlerine daha da belirgin
biçimde yansıtmak amacıyla, yazarlar metinlerinde Azerbaycan dilinden kelime ve hatta
cümleler kullandılar. Bu metinlerde çağdaş Azerbaycan dilinde kullanılmamakta olan
kelimelerin anlamına rastlamak mümkündür. İlginç olan şöyle de bir unsur var ki, kimi
örneklerde yazarlar Leh dili fonetiğine uygun kelimeleri kayda almakla kalmayıp, Leh
dilinin çekim kurallarına göre bu kelimeleri eserlerinde kullandılar. (Genitive case:
agaczów, bayramu ve s.).
Azerbaycan diline dair birçok unsura Polonyalı yazar ve şair Władysław
Strzelnicki’nin (1820-1846) yaratıcılığında rastlanmaktadır. Strzelnicki birçok eserini
Azerbaycan destanlarını esas alarak yaratmıştır. Yazar, Şamahı kentinde konuçlandırılan
Şırvan Taburunda görev almıştı. Birçok Azerbaycan kentini ziyaret etmiş, gördüklerini
1860 yılında yayınlanan "Szkice Kaukazu"8 ve "Mahmudek. Powieść Kaukaska"9
eserlerinde yayınlamıştı. Ziyaret ettiği kentler arasında Şamahı, Bakü, Guba, Kürdamir,
Ağdaş ve Hocalı vardı. Çalışmalarında Karabağ bir bölge olarak geniş bir biçimde
işlenmiştir. Karabağ bölgesi ile ilgili eser veren bir başka Polonyalı Kafkas grubu yazarı
Wacław Rogowicz (1879-1960) olmuştur. Rogowicz’in "Mozaika kaukaska" kitabı bu
bağlamda önem taşımaktadır. Rogowicz eserinde Azerbaycan için yok olma tehlikesi ile
karşı karşıya bulunan Karabağ atı konusunu işlemektedir. Rogowicz şöyle yazar: “Bu atlar
pek iri olmamakla birlikte, tıpkı bir ceylan gibi zarif, genellikle altınımsı kır rengindeler,
Tatar illerinden gelmekte ve Karabağ atı olarak bilinmektedirler.”10 Yazar Azerbaycan
Türklerini Tatar olarak nitelemekle, Rus terminolojisine başvurmaktadır. Rus idareciliğin
Azerbaycan Türklerini Tarat olarak adlandırdığını hatırlatmakta yarar vardır. Bu örnek
sadece dilbilimbiliği bakımından değil, aynı zamanda belge olması açısından ilginçtir.
Rogowicz’in "Derwisz", "Keyf", "Czadra", "Szachsey-Vachsey",

INGLOT, 1957: 542.


REJCHMAN, 1954.
SADYKHOV, 1975.
ABDULLABEKOVA, 1999.
VLAKHOV, FLORIN, 1980, 263.
STRZELNICKI, 1860a.
STRZELNICKI, 1860b.
ROGOWICZ, 1905: 75.
267
"Nad Araksem", "Mirzeyi" başlıklı şiirleri Azerbaycan realitelerini betimlemesi
bakımından büyük önem taşımaktadır.
Azerbaycan dilinden alınma kelimelerin varlığı bakımından 1872 yılında Juliusz
Strutyński (1810-1878) tarafından Berlicz Sas takma adla Lvov’da yayımlanan "Giul-
Szada. Powieść wschodnia" romanı büyük önem taşıyan bir başka eserdir11. Strutynski
Kafkaslarda bulunduğu sırada Azerbaycan dilini öğrenmiş, Azerbaycan destanlarını
yazılı kayda geçirmiştir. Eserlerinde, Azerbaycan dilinden gelme kelime ve ifadelere
vermiş olduğu geniş açıklamalar, yazarın bu dile hâkim olduğuna kanıt niteliğindedir.
Günlük hayat ve ceografi yer adlarına Mateusz Gralewski’nin (1826-1891) kaleme
aldığı "Kaukaz. Wspomnienia dwunastoletniej niewoli" eserinde rastlamak mümkündür.
1844 yılında Gralewski siyasi faaliyetlerinden ötürü tutuklanarak, oniki yıl geçirmiş olduğu
Kafkaslara sürgüne sürülmüştü. 1857 yılı af sonrasında Polonya’ya döndü. Aralarında
Azerbaycan’ın da bulunduğu Kafkas yılları sırasında zengin etnografi materyalleri toplama
çalışmaları ile meşgul oldu. Notlarının önemli bir kısmını siyasi takiplere maruz kalma
endişesi karşısında imha etmiştir. 1877 yılında Lvov’dayken elinde kalan materyal, anı ve
gözlemlerine dayanarak bir kitap yayınladı.12
Makalenin biçim itibarıyla uyulması gereken kıstasları aşmamak için burada en
ilginç dil kullanım örneklerine yer vereceğim. Diğer doğu dillerinde yaygın olarak
rastlanan (haramzada, haremhane, adam, insan, aziz ve b.) sözcükler üzerinde
durmaksızın Azerbaycan diline has ifade ve kelime takımları üzerinde yoğunlaştım.
Aşağıda metinde geçtiği şekli ile fonetik cümleler yer almakta, Polonyalıların bu kelime
ve ifadelerin ne denli aslına uygun olarak aktarabildiklerini anlamaya yarayacak
Türkçeye tercümelere yer verilmektedir.
Ağac
Zbliżywszy się o parę agaczów (mil polskich) do miasta, zboczył na stronę w
jarek porosły krzakami (...)13. Anlamı: Kente birkaç ağaç yakınlığına vardığında, yolun
kenarındaki çalılıkta duraksadı (...)
(...) do najbliższych wsi było 9 agaczów (mil polskich)14 Anlamı: En yakın
köye kalan mesafe 9 ağaç kadardı.
Çağdaş Azerbaycan dilinde bu kelime: “Dalları ve katı gövdesi olan çokyıllık
bitki” biçiminde nitelendirilmektedir. Başka anlamı da sopa, değnek ya da bu
materyalden yapılmış olan bir nesnedir. Burada örnek olarak sunulan cümlede ise bu
sözcük eski manası ile karşımıza çıkmaktadır. 6-7 km uzunluğunda olan bir mesafe
ölçüsüdür.15 Yazar Leh dilinde karşılığını vermiştir.
Allah eşitsin!
Znowu usiadł koło mnie, rzekł Ałłah iszytsyn16. Anlamı: Yine yanıma oturup:
Allah işıtsın! dedi. Dipnotta yazar doğru tercüme vermekle birlikte, yanlış bir fonetik
yazılış ile kelime takımını sunmuştur.
Allah saxlasın!
Allah saxlasın! Rzekł i otarłszy łzę, co po licach spływała, oddalił się
spiesznie.17Anlamı: Allah saxlasın! Diyerek, yanağından süzülmekte olan yaşı sildi ve
aceleyle uzaklaştı.

SAS, 1872.
ADAMCZEWSKI, 2015, 8-9
STRZELNICKI, 1860b, 17
STRZELNICKI, 1860a: 17.
https://azerdict.com/az/izahli-luget/mirzei
SAS, 7.
SAS, 69
268
Yazar deyimin fonetik yazılımını doğru vermekte, dipnotta da doğru tercüme
vermektedir.
Allah’a şükür!
Mężczyźni powtarzali: Ałłaha szekiur, baby biegały od namiotu do namiotu,
udzielając sobie radosnej nowinki18. Anlamı: Erkekler Allah’a şükür diye tekrarlarken,
kadınlar çadırdan çadıra koşturarak, sevinçli haberi duyuruyorlardı.
Metin içinde yazar doğru tercüme vermiş, yalnız görüldüğü üzere fonetik
bakımdan ifadenin deyimi doğru aktarılmamıştır.
Alma dolması, noğul
Podawano płow, alma-dolma , negule19. Plov, alma-dolma, negul ikram ettiler.
Dipnotta yazar bu kelimelerin anlamını: “koyun eti ile doldurulmuş elma” ve
“şekerde kızartılmış fındık” olarak açıklamaktadır. Fonetik yazılışı net olmamkla
birlikte, yazar anlamı aktarmakta başarılı oldu.
Araba
Oto arby.20 Anlamı: İşte arbalar.
Dipnotta yazar ifadeyi iki teker üzerindeki koca at arabası olarak açıklamaktadır.
İlginç olan, yazarın ifadeyi çoğullaştırarar Lehçeleştirmesidir. “R” harfinden sonra “a”
harfini yok edip, ikinci “a” harfini ise Leh dilinde çoğul yaratma kuralına uygun olarak
değiştirmiştir.
Araqçın
Ze stroju poznałem tatara, albowiem miał arakczyn na głowie21. Anlamı: Giyim
kuşamından Tatar (Azerbaycanlı) olduğunu anladım, çünkü başında arakçın şapkası
vardı.
Azerbaycan halkına has olan bu başlığın anlamını yazar “jarmulka” olarak
tercüme etse de, tercüme pek başarılı nitelendirilez, çünkü arakçın jarmulkadan farklı
biçime sahiptir. Jarmulka, Polonya’da iyi bilinen Yahudi geleneksel giyim
aksesuvarıdır. Bu hususta, yazarın bir nevi kolaylık sağlayan bir betimleme
benzetmesine başvurduğu anlaşılmaktadır.
Arxalıq
Kibić jej wysmukłą obciskał bogaty archałuk 22. Anlamı: İnce beli, bol nakışlı
arxalukla sarmalamıştı.
Ne yazık ki yazır bu kelime için bir açıklama getirmemiştir. Arxalıq arkaizmdir,
alt kısmı pileli, düşmeli yelek anlamına gelir.23 Azerbaycan’da hem kadın hem de
erkek giyiminin en polüler giysi çeşidi.
Atdan düş!
Poznawszy nas chan krzyknął do swoich: attan tiusz!24 Anlamı: Bizi tanıyınca,
han himayetindekilere: Attan tüş! diye seslendi.
Bacı
Aj bodzi! Ay boci!
Dipnotta yazar şöyle bir açıklama yapar: “Kardeşim! Kadınların birbirlerine
hitap ederken kullandıkları endişe ifade eden haykırış”.25

STRZELNICKI, 1860b: 107.


SAS, 7.
STRZELNICKI, 1860b: 49.
ROGOWICZ, 5.
STRZELNICKI, 1860b:170.
https://azerdict.com/az/izahli-luget/araq%C3%A7%C4%B1n (2018.07.20)
SAS, 15.
STRZELNICKI, 1860b: 10.
269
İfadenin metinde yalnış biçimde yazılmış olmasına rağmen, Azerbaycan’ın Talış
bölgesine has sesleniş biçimini yansıtır. Talış halkı İranî dil konuşan halk olarak “a”
fonemasını uzun [ā] olarak söyler ve bu ses [o] ile [a] arasında bir ses verir. Strzelnıcki
tarafından Lenkoran’da meydana gelmiş olayların anlatıldığı göz önüne aldığımızda, bu
bölgede Talışlıların yaşadığı da gözönüne alınınca, yazarın yerel özellikleri kusursuz bir
biçimde yansıttığını görüyoruz.
Bax (f. baxmaq)
Bach, bach! (patrzaj, patrzaj!) to go trzeba było wyrzucić (…)26 Anlamı: Bax,
bax! Atılsaydı keşke (…)
Bәlәd/bәlәdçi
Poczciwy belet wysiłał cały swój dowcip, ale jakże musiał się dziwić, że to
wszystko nie przemawia do mojego serca27. Anlamı: Saygın belet espri anlayışını bir
hayli zorlamasına karşın, söylediklerinin beni hiç etkilemediğine nasıl da şaşırmıştı.
Wtedy mój święty Beład wsparł mnię ręką swoją i wiódł dalej i dalej.28 O anda
üstad Belad koluma girip yol alamı usanmadan sağladı.
Her iki örnekte yazarlar “Bәlәd” kelimesini rehber olarak doğru tercüme
etmişlerdir. Çağdaş Azerbaycan dilinde “bәlәd” sıfat olarak kullanılmakta. Örnek: O,
bu yerlәrә bәlәd adamdır. O bu yerleri bilen biridir. Ancak deyimlerde ya da daha eski
metinlerde böyle kullanım şekline de rastlanır. Örnek: Görünәn yola nә bәlәd.29 Leh
dilindeki örnekler, "bәlәdçi" ifadesinin Azerbaycan dilinde oldukça yeni bir ifade
olduğunu belgelemekte. 19. yüzyılda bu söz "bәlәd" biçimi ile kullanımdaydı.
Böyük
Byjuk (wielki), rzekł aj byjuk! Wieś blisko, bardzo blisko!30 Anlamı: Hey bıyuk!
Köy yakındır, çok yakın.
Strzelnicki’nin bu kelimenin anlamını yanlış yorumladığı izlenimi edindim.
Kontekst gözönüne alınmamıştır. "Böyük" kelimesinin birkaç anlamı var. Yazarın
vermiş olduğu tercümede bu söz (büyük, kapsamlı) anlamının yanında “başkan,
yönetici, hükmeden, yüksek mevkide bulunan kişi” anlamına gelmekte. Strzelnicki’nın
çarlık ordusu subayı olduğu hususu dikkate alındığında, yerli halkın gözlerinde
yönetimle özdeşleştirildiğinden, rehber ona “yönetici” anlamındaki, “amir” anlamında
bu kelimeyi kullanmıştır ve s.
Canım
Dżanym! I ja modlę się za ciebie31. Anlamı: Canım! Senin için dua ediyorum.
Dipnotta yazar tercümeyi doğru olarak vermiştir.
Dżanym sany güzlar czoch jakszy.32 Canım sanı güzlar çox yakşı
Yukarıda da belirtildiği gibi, Gralewski Kafakaslardan ayrıldıktan sonra
çalışmasını hazırladı, birçok anıyı hafızasında kaldığı şekliyle canlandırmıştı. Bu
cümlenin gramatik olarak doğru olmadığını açıklamakta. Buna rağmen çağdaş
Azerbaycanlılar için cümle anlaşılır niteliktedir.
Co masz na sercu dżanym (moja duszo), zapytał Ali.33 Anlamı: Ali: Kalbinde ne
var canım, diye sordu.
Cecim

Ibidem, 104.
STRZELNICKI, 1860a: 18.
SAS, 35.
https://azerdict.com/az/izahli-luget/b%C9%99l%C9%99d
STRZELNICKI< 1860a: 17.
SAS, 28.
GRALEWSKI, 320.
STRZELNICKI, 1860b: 80.
270
Przypatrz się im, widzisz, że z czystego dzidzimu, a jakie mięciutkie!34 Anlamı:
Dikkatli bak, saf cecimden olduklarını gördün mü, ne kadar da yumuşakmış!
Ne yazık ki, yazar bu kelimeyi açıklama yapmaksızın bırakmış. Cecim
Azerbaycan’da asırlardan beri en yaygın olarak kullanılmakta olan geleneksel
dekorasyon kumaşıdır.
Cәhәnnәm
Jedni szaleją ze zbytków i z rozkoszy, drudzy za życia niosą męki Dżehennemu
(piekła).35 Anlamı: Birileri fazlalık ve şatafattan aklını kaçırmakta, başkaları henüz
hayattayken cehennem azabı çekmektedirler.
Günümüz Azerbacan dilinden kullanılmakta olan “cehennem azabı çekmek”
ifadesini çok başarılı tercümesidir.
O! biada mi! biada! - zawołałem - Dżehenna tobie Achmecie!36 Anlamı: Yazık
bana! Yazık! Cehenna sana, Ahmet! diye inlemiştim.
Çapar
W tejże chwili z boku przypadł ogorzały czepar (strażnik).37 Anlamı: O anda
yanımda yüzü hava koşullarından yıpranmış bir çepar (seyis, gardiyan) belirdi.
O tarihlerde çepar, mektupları, haberleri dağıtmakta olan, kişiye denilirdi. Bu
kelimenin mevcut anlamından daha eski manası ise, Rogowicz’in kendi çalışmasında
kullanmış olduğu “at bakıcısı, gardiyan”38 anlamındadır.
Çörәk
Odbył się zaraz czorek-kesti (obrzęd zmowin).39 Anlamı: Anında çorek-kesti
(söz kesme merasimi) yapıldı.
Azerbaycan dilinde, “çörek kesmek” ifadesi iki anlama gelir. 1. Dost olmak. 2.
Birlikte yemek yemek. Burada Grajewski’nin bu ifadeyi not almış olmasına hangi
kontekstte kullanılabileceğini bilmemesi olasılığıyla karşı karşıyayız. Yazar, büyük
olasılıkla, günümüz Anadolu Türkçesinde de yaygın olarak kullanılan “söz kesme”
ifadesi ile “çörek kesme” ifadelerini birbirine karıştırmıştır.
Haray!
Nagle, doszedł uszu moich okrzyk: garaj, garaj!40 Anlamı: Ansızın kulağıma:
garay, garay! sesleri geldi.
Doğru kullanım biçimi: “haray” olmalıdır. Bu “imdat”, “yardım edin!” anlamına
gelen bir sözdür. Dipnotta yazar bu seslenişi “karaul” olarak tercüme etmekte. Karaul
sözü, muhafız anlamı yanında, “imdat!” anlamına da gelmektedir. Bu durumda yazarın
haray sözünü gerçeğe uygun biçimde aktardığını kabul edebiliriz.
Hәkim
Udaj się do hakima (lekarza), poznasz go po lancecie, z którym stoi u drzwi
swego kramiku.41 Anlamı: Hâkime git, kendisini küçük muayenehanesinin kapısında
elinde neşterle durmasından tanırsın.
A co on takiego? czem się bawi? - HÂkim. Mustafa często mię ogłaszał za
lekarza, bo to jest jedyny tytuł, który Europejczykowi w oczach jego ziomków, pewną
wartość nadaje42. Anlamı: Kimdir, neyin nesidir? Ne işle meşgul olur?

STRZELNICKI, 1860b:142.
STRZELNICKI, 1860b: 21.
SAS,36.
ROGOWICZ, 1905:79.
https://azerdict.com/izahli-luget/%C3%A7apar
GRALEWSKI, 151.
SAS, 41.
STRZELNICKI, 1860b: 49.
STRZELNICKI, 1860a: 18.
271
Hâkim. Mustafa beni sıkça doktor olarak tanıtır, bu durum bu mesleğin bir
Avrupalıyı, Mustafa’nın hemşerilerinin gözlerinde belirli değer sahibi gösteren tek
meslek olmasından kaynaklanıyordu.
Xoşbәxtlik
Chosz tapłych! powtórzyło kilka głosów.43 Anlamı: Xoş taplıx! Diye birkaç ses
tekrarla duyuldu.
Bu durumda başarısız bir yabancı kelime örenği ile karşı karşıyayız. Göründüğü
üzere, yazar hoşbextlik (mutluluk) kelimesinin anlamını bilmemekteydi ve bu kelimeyi
“bu bir şakadır!” gibi tercüme etti.
Istәyirәm (istәmәk)
Styrem sany manym ruhu (lubię cię moja duszo).44 Stırem sanı manım ruhu.
Anlamı: Seni çok severim, canımın içi.
Yazar: "Sәni [çox] istәyirәm, mәnim ruhum" ifadesini çarpıtmış oluyor.
“İstemek” fiili, arzu etmek anlamına gelmekle birlikte, aynı zamanda “sevmek”
anlamına da geliyor, sıkça o zaman çok istemek biçiminde ortaya çıkıyor. Çarpıtılma,
Gralewski’nin konuşma dilinden yazılı kayıtlar yapmasından kaynaklanır. Konuşma
dilinde, yazılış biçimi istәyirәm olan bu söz [isti:rәm] olarak okunur.
It oğlu!
Niejeden, widząc mię samotnym i biednym, zawołał pogardliwie: it ogły! syn psa!
plwał na starca nędzarza.45 Anlamı: Beni, yalnız ve fakir gördüğünde, birçoğu beni: it
oglı! Olarak çağırmış ve yaşlı, sefil birine tükürmüştür.
Kababçı
Można stać na ulicy i widzieć cały proces pieczenia chleba, można narkotyzować
się aromatami ciasnej i dymnej kebabczy, gdzie warzą i smażą lülikebab, szaszłyk i inne
przysmaki kuchni wschodniej.46 Anlamı: Sokakta durup, ekmek pişirme sürecini,
lülekebap, şiş kebapları ve doğu mutfağına ait diğer lezzetlerinin hazırlanmakta olduğu
daracık, isle dolup taşan kebabçıda kokularıyla yoğrulup âdeta sarhoş olabilirsiniz.
Kebabçı sözü Türk kökenli olup, kebap pişiren anlamına gelir. Metin akışı bize
yazarın kebap pişirildiği yeri kastetmekte olduğunu anlatmakta, bu yere Azerbaycan
dilinde kababxana denilir. Yazar dipnotta bu kelimeyi ucuz yemekhane anlamına gelen
“garkuchnia” olarak nitelemekte (Alm.: Garküche). Yazarın yabancı kelimeyi pek
ustaca kullanamadığı düşüncesindeyim. Kebabhane çeşitli kebap türlerinin hazırlanıp
satıldığı yerdir. Ne yazık ki yazar, Azerbaycan yemek kültürü özelliklerini taşıyan
kebabhanayı uygun şekilde sunamamıştır.
Kağız
Ja mam kiahas od Dywanu. Syszysz?47 Anlamı: Bende halı aldığıma dair kahas
var. Duydun mu?
Yazar dipnotta doğru açıklama
getirmektedir. Köpәk oğlu
Aj, kepe-ogły! (psi synu) - mówił - jaż cię ty zważę!48 Anlamı: Hey kepe oglı!
seni, seni şimdi nasıl balarım görürsün! diye seslendi.
Köynәk

SAS, 43.
GRALEWSKI, 320.
SAS, 7.
ROGOWICZ, 73.
STRZELNICKI, 1860a: 8.
STRZELNICKI, 1860b:169.
272
Kiejnek twój ujął srebrny pas.49 Anlamı: Kieynekini (gömleğini) gümüş kemer
tutmuştu.
Dipnotta yazar "köynәk" kelimesini: “şalavar üzerine giyilen, gögü altından geniş
kemerle tutturulan, gözalıcı kırmızı renketki gömlek.” İran Tatarlarının ev giysisidir.
Metinde yazar yabancı kelimeyi doğru kullanmış, ancak açıklamasını oldukça
dar kapsamlı bir anlam ifade ediyormuş gibi vermiştir. "Köynәk" hem kadın hem de
erkelerin kullanmakta olduğu gömlek çeşidi idi. Hakikaten de, İran Azerbaycanı’ndaki
kadınlar, uzunluğu neredeyse dize kadar varan, tumanın (eteğin) üst kısmını örten
gömlek giyerlerdi. Parlak kırmızı renkten başka, gömlekler patlıcan renginde ya da açık
kahverenginde dikilirdi. Gömlek üzerine, üst giysi parçaları giyilirdi: arxalıq, çәpkәn
gibi.
Tüksüz
Podróżny miał minę młokososa, tuksusa, który po raz pierwszy z miasta się
wychylił.50 Anlamı: Seyyah etmekte olan delikanlıda ağzı süt kokan, tuksus, hayatında
ilk defa kentten dışarı çıkan birinin suratı vardı.
Yazar bu ifadeyi doğru biçimde kullanmıştır. Tüysüz: kılsız oraz üzüne hele tük
gelmemiş yeniyetme oğlan anlamına gelir.
Kafkas grubu Polonyalı yazar ve şairlerin eserleri, dil bilimi, etnografi ve tarih
alanlarında zengin araştırma ve kaynak potansiyeline sahiptir. Bu eserler, Azerbaycan
dilinden alınma söz ve ifadeler sayesinde özgün bir nitelik kazanmaktadır. Bu ifade ve
deyimler sayesinde, yazarlar âdeta Azerbaycan’ın havası ve kültürünü kendi ülkelerine
getirmişlerdir. Dilimize duyarsız olsalardı böyle bir davranış sergilemezlerdi. XIX.
yüzyılda Azerbaycan’da bulunmuş olan Polonyalıların anılarından, Azerbaycan dilinin
özelliklerini üst seviyede değerlendirdiklerini, bu dile karşı bir tür hayranlık
duyduklarını anlıyoruz. “Tiurk olarak anılan Tatarların dili bu topraklarda geniş olarak
kullanılır. Bu dili bilmek, ta Hindistana kadar seyahat etme imkânı vermektedir, tıpkı
Avrupa’da Fransız dilini bilmek gibi.”51

KAYNAKLAR
ABDULLABEKOVA, Gular (1999) Tiemy i inspiratsii Azerbaijana v pol'skoj
litieraturie XIX v., Ozan, Baku
ADAMCZEWSKI, Przemysław (2015) Önsöz, [in:] Gralewski M., Kaukaz.
Wspomnienia z dwunastoletniej niewoli, Zysk i S-ka Wydawnictwo, Poznań, s., 7-11.
BUTOWST-ANDRZEJKOWİCZ, Michał (1959) Szkice Kaukazu, T.2., J. Psurski,
Warszawa
CHODUBSKI, Andrzej (2013) Kontakty Polsko-Azerbejdżańskie: Przeszłość i
Teraźniejszość, [in:] Materiały II Konferencji Naukowej poświęconej 540-leciu
nawiązania oraz 20-leciuodnowienia stosunków dyplomatycznych między
Azerbejdżanem a Polską, Oficyna Olszynka, Warszawa
GRALEWSKI, Mateusz (1877) Wspomnienia z dwunastoletniej niewoli: opisanie
kraju, ludność, zwyczaje i obyczaje, Nakł. Księgarni Polskiej, Lwów
INGLOT, Mieczysław, “Polacy piszący na Kaukazie w pierwszej połowie XIX w.:
materiały do zagadnienia”, Pamiętnik Literacki, 48/2, ss. 538-551.
REYCHMAN, Jan, (1954) "Polacy w górach Kaukazu do końca XIX w.", Wierchy,
XXIII, Kraków, ss. 19-58.

ROGOWICZ, 114
STRZELNICKI, 1860b: 63.
BUTOWST-ANDRZEJKOWICZ, 1959: 77-78.
273
ROGOWICZ, Wacław (1905) Mozaika Kaukaska. Impresje - legendy, kartki z podróży,
opowiadania, wrażenia, Geberthner i Wolff, Warszawa
SADYKHOV, MURTUZ (1975) Ochierki azerbaijano-russko-pol'skikh litieraturnykh
sviaziej XIX vieka, Azierneshr, Baku
STRZELNICKI, Władysław (1860a) Szkice Kaukazu, Nakł. J. Strzelnickiego,
Żytomierz STRZELNICKI, Władysław (1860b) Mahmudek. Powieść kaukaska, Nakł. J.
Strzelnickiego, Żytomierz
SAS, Berlicz,1872, Obrazy z Natury. Giul-szada: powieść wschodnia, Nakł. Karola
Wilda, Lwów
VLAKHOV, Sergiej, FLORIN Sider (1980) Niepierievodimoie v pierievodie,
Miejdunarodnyje otnoshenija, Moskva
Azәrbaycan dilinin izahlı lüğәti Azerdict www.azerdict.com

TÜRK DİLLERİNDE KANTİTATİFLİYİN İFADE ARAÇLARININ


TARİHSEL GELİŞİMİ (MORFOLOJİK YÖNTEM)
1
Dr. Hacer HÜSEYNOVA
Özet
Azerbaycan-Türk dil bilimininde miktar kategorisi son zamanlara kadar
kapsamlı analiz obyektine çevrilmemiş, kantitatif kategorisi deyince çoğ zaman eşyanın
say itibari ile çokluğundan danışılmışdır. Tarihen miktar sayılar ile ifade edilmiştir.
Modern Türk dillerinde olduğu gibi, eski yazılı abidelerde de sayılar, eşyanın miktarını
ve sırasını bildirmiştir. Hatta birden ona kadar olan sayılar sadece fonetik özelliklerine
göre modern sayılardan fәrqlәnmişlәr: 1- bir- bir; 2- iki-eki // iki vb. IX-X. yüzyıllardan
sonra Türk dillerinde onluk sayılarından sonra teklik bildiren sayın işlenmesi ile
karmaşık sayılar da oluşmuştur. Örneğin; 17- on yeti. "Orhun-Yenisey" yazıtlarında
çoğluk bildirәn kop//kopan (çok), azar-azar (az); üküş // üküs (fazla-çok) sözleri ve
isimlerin sonuna -ça, -çә eklerini artırmakla oluşmuştur. Örneğin; eligçә-elliye kadar;
birçә- bire kadar. Abidәlәrdә işlenmiş sıra sayıları miktar sayılarına -ınc, -inc, -ünc
eklerini artırmakla düzelmişdir. Örneğin; birinc-birinci; bişinc-beşinci. Göktürk
yazıtlarında cemlik kavramı ifade eden toplu sayılardan istifade edilmişdir. Göytürk
yazılarında işlenmiş rakamların bir kısmı modern Türk dilleri açısından hiçbir değişiklik
olmadan (altı, altmış vb.), bazıları fonetik değişikliklerle (yigirmi // yegirmi-20; biş //
bis -5; vb.), bazıları ise yapıları tamamen değiştirilerek (tokuz on-90) kullanılmıştır.
Çağdaş Azerbaycan dilinde işlenen sayılar tarihsel çeşitli şekillerde olmuştur:
İyirmi sayısını şu şekilde parçalamak olar: İki-r-mi. Azerbaycan dilinde iki sayının
anlamına uygun ikiz sözü vardır. İkiz sözü moğol dilinde “igir” şeklinde işlenmiştir.
(Yirmi kelimesindeki "mi" ise on sayısı anlamındadır: altmış, yetmiş sayılarındaki –mi+
ş gibi).
Kantitatif kategorisi Azerbaycan dilinde morfolojik, sözcük ve b. yöntemlerle
oluşturulur. Türk dillerinde miktar kategorisinin göstergesi, esasen, -r, -ler ekidir. Soruna
tarihi yönümden bakıldığında miktar göstericisinin tarihsel başka formlarının olması da
anlaşılır: modern Türk dillerinde şimdi arxaiklәşmiş olan ve cemlik bildiren "-n, -t, -z, - r, -l,
-q, -k" göstergelerinin olması fikri bilimsel-teorik literatürde yer almıştır. Kantitatif
kategorisini ifade etmek için eski Türk yazılı yapılarında çeşitli yöntemler kullanılmıştır:

1
Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi Filoloji Dil Bilimi Sandalye, hacerhuseynova@mail.ru

274
Morfolojik yöntemde miktar kavramını eklemek için -lar, -ler, -t, -z, -an, -en
ekleri kullanılmıştır. Fakat bu eklerdәn sadece -lar, -ler eki aktif işlenmekdedir: Oğuz
beğleri-oğuz beyleri; sablarım-sözlerim vb.
Sintaktik yöntem- morfolojik yönteme göre daha çok kullanılmıştır. Bu zaman
rakamların, çift sözlerin, tekrarların vb. işletilmesi esastır. Örneğin, kuz-kuduz (kız-
gelin); eb-bark (evler); tokuz oğuz (dokuz oğuz) vb.
Leksik yöntemde "az, kop, kopan, üküş / üküs" gibi sözler kullanılmıştır. Örneğin,
üküş kıldım//çok ettim; oğuz kopun kәlti//oğuzların hepsi geldi vb. -it, -t çoğluk eki yazılı
abidәlәrdә az işlenmiş, esasen, Göktürk yazıtlarında rastlanmıştır. Örneğin:
Tarka-t (KT k 1) -tәrxanlar; Oğl-ıt (T.5) -nәsillәr vb. Bu ek modern Moğol ve
Tunguz dillerinde şimdi de işlenmektedir.
Anahtar kelimeler: Türk dilleri, kemiyyet, çoğluk, ek, yöntem ve d.
Nicel kategori veya kontitativlik derken çoğu zaman eşyanın-nesnenin say
itibarile en azı ikiden çok olması nezerde tutuluyor. Ancak, birçok dil uzmanları nicel
kategoriyi esas olarak felsefi bir kategori olarak görmüşler. Böyle bir yaklaşım söz
konusu olduğunda, objektif gerçekliğin tüm nesnel gerçeklik biçimlerinin niceliksel
biçimi hakkında konuşmak gerekir. Yani bu zaman hem nesnenin miktarı, hem
kalitenin, hareket ve diğer prosedurların miktarı dikkate alınmalıdır.
Tarihen kemiyәt saylar vasıtasıyla ifade edilmiştir. Çağdaş Türk dillerindә
olduğu gibi, eski yazılı abidelerde de saylar, esasәn әşyanın mıkdarını vә sırasını
bildirmiştir. Hatta birden ona qәdәr olan sayılar yalnız fonetik xüsusiyyәtlәrinә görә
şimdiki saylardan hiç ferqlenmemişler: 1- bir- bir; 2- iki-eki//iki; 3-üc-üç; 4- tort; 5-
beş//bes//bis; 6- altı; 7-yiti//yeti; 8- sәkiz; 9- tokuz; 10- on. Bu sayılarda müşahide
edilen cüzi farklar onluq, yüzlük, minlik saylarda da özünü göstermişdir:
Mesela; 20-iyirmi-yigirmi// yegirmi; 30-otuz; 40- kırk; 50- әlli-ellig//ilig; 60-
altmış-altmış//altmıs; 70-yetmiş- yetmiş// yitmis; 80-sәksәn-sәkiz on; 90-tokuz on vә s.
Qәdim Türk yazılı mәtnlәrindә mürәkkәb sayların gelişmәsinin bazi mahsusi
cehetlәri vardır:
Eski Türk yazıtlarında karmaşık saylar çeşitli yollarla şekillenir:
1.Tek say + onluq say formasında olan saylarda öndә gelen tәklik sonrakı onluğa
doğru anlayışını ifadә edir. Mesela; on iki = әvәzinә eki yigirmi. Yani ondan iyirmiye
doğru iki әdәd veya; altı yegirmi= yәni iyirmiyә doğru altı = yәni on altı.
Beş otuz- otuza doğru beş, yani 25-iyirmi beş. Üç altmış-altmışa doğru üç, yani
53-elli üç.
2. Bazan onluq saydan sonra “Göytürk” abidelerindә “artıku” sözü 30, 40
saylarına ve tümen sözüne ilavә edilmiştir:
Mәsәlәn; Otuz artıku biş-35- otuz beş; Kırk artıku bir- 41- kırk bir; Bin tümәn
artıku yiti bin- 17.000
Yüzlükden sonra gelen kemiyet sayıları çağdaş Türk dillerinden farklı değildir.
Örneğin; yüz-100; Yiti yüz- yedi yüz yedi yüz; Tümen - 10.000 – tümen (on bin).
IX-X. yüzyıllardan sonra Türk dillerinde onluk sayılarından sonra teklik bildiren
sayıların işlenmesi ile karmaşık (mürekkeb) sayılar da oluşmuştur. Örneğin; 17- on yeti.
"Orhun-Yenisey" yazıtlarında çoğluk bildirәn kop // kopan (çok), azar-azar (az); üküş //
üküs (fazla-çok) sözleri ve isimlerin sonuna -ça, -çә eklerini artırmakla oluşmuştur.
Örneğin; eligçә-elliye kadar; birçә- bire kadar, üççe-üçü kadar ve d.
Abidelerde işlenmiş sıra bildiren sayılar mıktar sayılarına -ınc, -inc, -ünc eklerini
eklemekle düzeldilmiştir. Örneğin; birinc-birinci; bişinc-beşinci.
Aynı maksatla –nti, -ki elerinden de istifade olunmuştur. Örnegin; ekinti-ikinci,
en ilki-en evvelinci vә s.

275
Göytürk yazıtlarında cemlik anlayışı ifade eden toplu sayılardan da istifade
edilmiştir. Toplu sayılar aşağıdakı yöntemlerle yaradılmıştır:
-әgü, -әgün ekinin iştirakı ilә; Mәsәlәn; ikigü-ikisi birlikdә; üçәgü- üçü birlikdә
vә s.
-n ekinin kömeyi ilә; Mәsәlәn; Bu üsulla toplu sayıların yaradılmasına yazılı
abidәlәrdә az rast gәlinir. Mәsәlәn; 1) Ek-in sü- iki ordu; 2) Ek-in ara- ikisinin arasında
vә s.
Dilçilikdә -n,-in ekinin sәs düşümü nәticәsindә -gun,-gün ekindәn törediyi de
ehtimal edilir.
Göktürk yazıtlarında cemlik kavramı ifade eden toplu sayılardan istifade
edilmişdir. Göytürk yazılarında işlenmiş rakamların bir kısmı modern Türk dilleri
açısından hiçbir değişiklik olmadan (altı, altmış vb.), bazıları fonetik değişikliklerle
(yigirmi // yegirmi-20; biş // bis -5; vb.), bazıları ise yapıları değiştirilerek (tokuz on-90)
kullanılmıştır.
Çağdaş Azerbaycan dilinde işlenen sayılar tarihen çeşitli şekillerde olmuştur:
İyirmi sayısını şu şekilde parçalamak olar: İki-r-mi. Azerbaycan dilinde iki sayının
anlamına uygun ikiz sözü vardır. İkiz sözü (ekiz) moğol dilinde “igir” şeklinde işlenir.
(Yirmi kelimesindeki "mi" ise on sayısı anlamındadır: altmış, yetmiş sayılarındaki -miş
ynı anlamda işlenmiştir).
Yirmi kelimesi üç elementten oluşuyor. Birincisi "iki", ikincisi "-ş; -er eki" ve
üçüncüsü "-mi (ş) unsurudur". Yani, "yirmi"- ikişer on // iki "on" anlamına gelir.
Otuz üç "on", kırk ise dört "on" anlamındadır.
Elli sayının kökeni genellikle Turktolojide “el” ile ilişkilidir. E. Demirçizada,
"elli" kelimesinin "bir el" ya da "on el" anlamına gelen bir isim olarak sabitlendiğini
göstermiştir.
Altmış, yetmiş: Bu sayılar altı ve yedi sayıdan türemiştir ve tarihsel olarak "on"
anlamında işletilen –mış,-miş ekinden düzelmişdir.
Seksen, doksan: Sekiz ve dokuz sayından ve on sayısının değişmesinden
yapılanmış –an, -en ekinden oluşmuşdur.
Belirsiz miktar sayıları: Azerbaycan dilinde, belirsiz miktar sayıları gibi “az,
çok, heyli, şu kadar, nә kadar” ve diyer sözcüklerden istifade ediliyor.
Not: Belirsiz sayıdan sonra gelen sözcüklerin topluluq bildiren –lar, -ler cemlik
eki ile işlenmesi bazan mutlakdır. Mesela: birçok kişiler, birçok şehiler, birçok köyler,
birçok ağaçlar vb. (Halilov.12.s. 126).
Kantitatif kategori, Azerbaycan dilinde morfolojik, sözcüksel ve sözcüksel-
sözdizimsel yöntemlerle oluşturulmuştur. Azerbaycan ve diyer çağdaş Türk dillerinde
çoğluğun döstergesi genellikle –r; -ler –unsurudur. Ancak tarihsellik açısından
bakıldığında, çoğluğun diyer göstergelerinin olması müşahide ediliyor.
Modern Türk dillerinde şu anda arkaik olsa da, tarihi bakımdan önemli olan, "-n,
-t, -z, -r, -l, -q, -k"- eklerinin işlenmesi fikri, bilimsel-teorik literatürde ifadesini
tapmıştır. Azerbaycanlı dilbilimcilerinden H. Mirzazade, F. Jalilov, A. Alizade ve
diğerleri kemiyyet kategorisinin göstergeleri hakkında farklı görüşlere sahip olmuşlar.
Bilim adamlarına göre, eski göstergeler çoğunlukla isimlerin ve zamirlerin
içinde korunub saklanmıştır. Ancak bu kategoriler de çoğu zaman fiillere de eklenmiş
ve hareketin, süreçin mıktarını ifade etmiştir.
Türk dilindeki –n, -t unsurlarının Arapçadan veya Farsçadan geçe bileceği
düşüncesi vardır. Ancak, bu formatların Türk dillerinde adların ve fiillerin terkibinde
berpa edile bilmesi bu eklerin Türkçe'ye başka dillerden geçtiği fikrini reddetmiştir.

276
Sonuç olarak, böyle bir genel fikir söylemek mümkündür ki, çoğluğun-
kemiyyetin yalnız eklerle deyil, sözcüksel ve sözcüksel-sözdizimsel yöntemlerle ifade
edilmesi de mümkündür.
Kantitatif kategori kavramını ifade etmek için, eski Türk yazılı metinlerinde ve
modern Türk dillerinde çeşitli yöntemler kullanılmıştır. Bunlar:
Morfolojik yöntem. Bu yöntemde, çoğluk anlayışını ifade etmek için ekler
kullanılmıştır.
Eski Türk yazıtlarında bu amaçla –lar, -ler, -t, -z, -an, -en ekleri kullanılmıştır
Ancak, çağdaş dönemde sadece bu eklerden –lar,-ler aktif işlenmekdedir. –lar, -ler
ekleri, sadece isimlere değil, aynı zamanda fiillere de artırılmış, subjektin say
çoğluğunu bildirmiştir. Mesela; Oğuz begleri- oguz beyleri; sablarım- sözlerim vb.
Sözdizimsel yöntem: Sözdizimsel yöntem, morfolojik yöntemden daha sık
kullanılmıştır. Sözdizimsel yöntemde çoğluğun ifadesi için sayıların, cift kelimelerin,
tekrarların kullanılması esastır.
Örneğin, kız-kuduz (kız-gelin); eb-bark (evler-ev-eşik); tokuz oguz (dokuz oguz)
vb.
Leksik yöntem: Bu yöntemde "az, kop, kopan, üküş / üküs" gibi kelimeler
kantitatif kategorisini ifade etmek için kullanılmıştır.
Örneğin, üküş kıldım-çok etdim; Oğuz kopun kәlti- oğuzların hepsi geldi vә s. –
ıt, -t cemlik eki yazılı abidelerde az kullanılmış, esasen, Göytürk yazıtlarında rast
gelinmişdir. Mәsәlәn: Tarka-t (KT k 1)-terxanlar; Oğl-ıt (T.5) –nesillәr vә s.
Bu son ek -–ıt, -t cemlik eki şu anda modern Moğol ve Tungus dillerinde
işlenmektedir.
Fakat eğer insanlar kantitatif anlayışlarını belli bir kategoride ifade ettiyselerdi,
onlar bu anlayışı düşüncelerinde mücerretleştirmeyi becermiş, kemiyyeti kemiyyet
olarak kavrayabilmişlerdi.
Eski çağlardaki insanlar, nesnenin çoğunluğunu onun kalitesi olarak anlasalar da,
onu dilbilgisel bir kategori olarak ifade ettikleri zaman, toplumun soyut nicel anlayışını
kavrayabilmişler. Yavaş yavaş, mikdar-say anlayışını, diyer özel kateqorilerden izole etmiş
ve zihinlerinde ve daha sonra ise dilde niceliksel kategorini oluşturmuşlardı.
"Nicel kategori soyut, genelleştirilmiş bir düşüncevi kategoridir ve bu nedenle,
belirli bir öğeler kümesinin özelliğinin görsel bir yansıması, bu kategorinin
oluşturulmasında başlangıç aşaması olarak değil, yalnızca tarihsel bir temel olarak
düşünülmelidir.” (Budaqov.5.s.168)
Kantitatif kategorinin yaranmasının lk aşamasında, insanlar topluluğun soyut bir
nicelik olarak anlamaya ve farklı dillerde farklı eklerle, göstergelerle ifade etmeye
başladılar.
Budagov R.A. bu konuda şöyle yazmıştır: "Eğer insanın pratik tecrübesi onu
cemliyin çeşitli özel hâlleri ile (taşların çokluğu, yıldızların çokluğu, insanların
fazlalığı vb.) karşılaşdırırsa, insan özel cәmliyin farklı hâllerinden abstraktlaşdırmak
yeteneğini arz ettikçe onda artık soyut cemlik fikri yetişmeye başlar ki, şu da aynı
zamanda dilbilgisinde-gramerde oluşturulmuş olmalıdır."(Budaqov. 1.s. 160)
Nicel kategori, Türk dillerinin en eski kategorilerinden biridir. Bazı
araştırmacılara göre, eski Türklerin düşünce tarzı, onların yalnızlık ve çoğulculuk
arasında ayrım yapa bilmesine izin vermemiştir.
K. Qrenbek yazıyor ki, sadece Doğu Türkistan'da meskunlaşaraq yeni Hint-
Avrupa kültürü ile karşılaştıktan sonra Uygurlar cemlik mefhumunu ayrı ayrı tәklәrdәn
oluşan topluluk olarak kavramaya başlamışlardır (Gronbech. 11.s. 61).
Pritzak'ın görüşüne göre çoğluk "eski dillerde, yalnızca" biz "ve" siz "ifadeleri
ve iyelik ekleri ile ifade edilmiştir" (Щербак. 8s. 92).
277
Bu fikirler, eski ve modern Türk dillerinde yalnızlık ve çoğulculuğun ifadesinde
neredeyse hiçbir kısıtlamanın bulunmamasından kaynaklanmaktadır.
V. Guzev şöyle yazar: “Türk dillerinde nesneleri niceliksel bir bakış açısıyla
tanımlamak gerekli değildir. Sadece konuşmacının şeylerin çoğunu göstermesi
gerektiğinde hissedilir.” (Щербак. 8.s. 69)
Böyle bir durum, G.I. Romsted tarafından “Altay Dilbilim'ine Giriş” eserinde
şöyle anlatılıyor: "Hele eski dönemlerde tüm Altay’da insanlar, çoğluğu ifade etmek
için tek hal formasından istifade etmişlerdi." (Рамстед. 6.s. 57)
Örneğin, "ineğ yararlı bir hayvandır, gibi cümlelerde ineg kelimesi tek halde
işlense de, çoğluk bildirir ve genellikle aynı türden veya gruplardan ibaret olan tüm
hayvanlar nazara alınır" (Grammer.10.s. 79)
B.A. Serebrennikov bu hakda yazmıştır ki, "at" kelimesi eski Türklerin
tasavvurunda hem "at", hem de "atlar" mefhumunu ifade etmiştir (Серебренников. 7.s.
89). Bu, herhangi bir dilde belirsiz, soyut bir miktarın tek hal forması ile ifade
edilebilmesi gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
Azerbaycan ve diğer Türk dillerinde bazı morfemler vardı.
Örneğin; 1.-an, -in. -eren, bodun, vb.
-la, -lı (laq / lıq, lar formüllerin terkibindeki –lı çoğluğun göstergesidir). taşlıg,
otlag ve diyer.
-ak. Ayak, kulak vb.
4.-ız. Oğuz, Kırgız, vb.
5.-z eki. biz, siz vb.
-at, -ıt eki. Bayat, elat vb.
7.-mi, -miş/mis eki: iyirmi, yetmiş, altmış vb. (Celilov 3.s. 98)
Çağdaş Azerice'de, diğer Türk dillerinde olduğu gibi, nicel kategorinin en
önemli morfolojik göstergesi –lar, -ler ekidir. Ancak, çalışmalar sonucunda, bu
kategorinin morfolojik göstergelerinin Türk dillerinin gelişiminin en eski dönemlerinde
daha çok olduğu ortaya çıkmıştır.
Araştırmalar şöyle bir sonuca gelmeye imkan vermiştir ki, praturk ve prototürk
dönemlerinde -n, -r, - // - z (-s), - l // s, -q // - k, -t ... ekleri hem ayrılıkta, hem de
bileşiklerin terkibinde işlenerek çoğluk anlamı ifade edilmiştir.
Türkoloq Dulzon A.P. Türk dillerinde, antik çağların niceliksel işaretleri
hakkında ilginç fikirler söylemiş, söylemiştir ki, eski zamanlardan türk dillerinde
kantitatifliyin göstergesi olarak bilinen -r, -t, -z ve diğer ekler Ural-Altay kökenlidir.
Aynı zamanda bu miktar ekleri miktar kategorisinin ve tefekkürün tam
mücerredleşmediyi, kantitatif kavramının daha somut şekilde anlaşıldığı bir dönemde
çevre alemde mevcut olan canlı eşyaların topluluğunu bildiren -d, aynı zamanda cansız
isimlerin çokluğunu ifade eden -n formantlarından oluşmuştur.
A. Dulzon şöyle bir sonuca varmıştır ki, -d ve -n elementleri büyük bir inkişaf yolu
geçerek bazan birlikte işlenmiş -dn> -tn şeklinde oluşmaya başlamıştır. Daha sonra, -tn
göstergesi –t şeklini almış ve -t→ d→ s → r → z şeklinde geliştme yolunu geçmiştir.
En eski protürk ve prototürk biçimlerinin içinde döndürülebilen -l / -s, -r / -z (s),
- t, -n, -q / -k gibi göstergeler çağdaş Türk dillerinde sadece bazı kelimelerin terkibinde
relict şekilde korunup saklanmıştır.
Türk toponimlerinin ve etnonimlerinin çoğunda sonda işlenmiş –an eki çoğluğun
göstergesidir. F. Jalilov, “Alban, Aran, Turan ve Türkan adlarında –an elementini
çoğluk eki gibi deyerlendirmiştir (Atalay. 2.s. 92).
T. Әhmәdov “-lar, -ler, -an” ekleri hakkında yazıyor ki, şu ekler eskiden mevcut
olan birtakım boy, tire, halk, millet adı bildiren kelimelere koşularak yeni kelimeler
oluşturmuş, yene de çoğluk anlamı ifade etmişdir (Ehmedov. 4.s. 160)
278
Son olarak şöyle bir fikri de söylememiz gerekiyor ki, kemiyyetin, çoğluğun
ifadesi için eski Türkler yalnızca çoğluk eklerinden deyil, bazı kelimelerden de istifade
etmiş, birleşimler yaratmışlar ki, onlardan ayrıca bahsetmek gerekiyor.
KAYNAKLAR
ATALAY, Besim (1941) Divanü-lugati’t-Türk, Ankara
BUDAQOV, R.A. (1956) Dilçiliye Dair Oçerkler, Bakü ENGLİSH
GRAMMER (1977) A university Handbook, Leypsiq FİRUDİN, Celilov
(1988) Azerbaycan Dilçiliyinin Morfonologiyası, Bakü GRONBECH, K.
(1936) Der Turkische Sprachbau 1c. Kopenhagen HALİLOV, Buluthan
(2007) Modern Azerbaycan Dilinin Morfolojisi, Bakü TEYMUR, Budaqov
(1991) Azerbaycan Toponimikasının Esasları, Bakü Владимир Панфилов
(1977) Философские проблемы языкознания, Москва Густав Рамстед
(1957) Введение в Алтайское языкознание, Москва
Б.Серебренников. Гаджиева Н.З. (1979) Сравнительно-историческая грамматика
тюркских языков, Иркутск
Щербак А.М. (1977) Очерки по сравнительной морфлогии тюркских языков,
Ленинград
Исхаков Ф.Г. Насилов Д.М. (1989) Выражение множественности ситуации в
тюрских языков, Ленинград

ATATÜRK DEVRİ DİL ÇALIŞMALARININ DERGİLERDEKİ


YANSIMALARI
1
(1923-1940) Dr. Abide DOĞAN

Özet: Sanat, edebiyat ve kültür mecmuaları her devirde olduğu gibi Atatürk devrinde de
önemli bir yer tutar. Bu tür dergiler devrinin sanat, edebiyat ve kültür hayatını
yönlendirir. Anayurt, Uyanış, Ağaç, Çığır, Görüş, Meş’ale, Türk Dili, Belleten, Varlık,
Yedigün, Yeni Türk, Yücel ve Halkevleri tarafından çıkarılan dergilerde devrin dil
tartışmalarının da önemli bir yere sahip olduğu görülür.
Bu bildiride Atatürk devrinin dikkati çeken dergilerinden Anadolu Mecmuası, Kadro ve
Ülkü’de yayımlanan dil yazıları değerlendirilecektir.
İlim ve edebiyattan bahseden Anadolu Mecmuası, Anadolu’nun edebiyatı, şiiri, dili,
tarihi, kadını, eğitim meselesi, musikisi vb. pek çok konuda yapılmış tetkiklere yer
vererek bakışların Anadolu’ya çevrilmesinde katkısı olan bir dergidir.
Kadro dergisinde de devrinin dil faaliyetleriyle ilgili yazılara sıklıkla rastlanır. Bu
dergide yayımlanan yazılarda yeni bir dilin doğduğu, Osmanlıcanın ömrünü
tamamladığı ve yeni dilin kültür dili olacağı vurgulanır. Derginin Dil Köşesi’nde
dilimizin dünü ve bugününü arama vazifesinin Türklere ait olduğunu kaydeden, Türk
dilinin güzelliğini ve inceliğini örneklerle gösteren İbrahim Necmi hemen hemen
(Kadro sunuş yazıları ve Yakup Kadri hariç) tek imzadır.
Ankara Halkevleri’nin yayın organı olan Ülkü, bir kültür mecmuası sıfatıyla devrinin
önemli fikir cereyanlarının yanı sıra edebi faaliyetleriyle de yakından ilgilenmiştir.
Dergide edebi tenkit, tercüme, edebiyat tarihi ve dil konularında yazılmış yazılar geniş
bir yer tutmaktadır. Ülkü, devrinin bütün dil faaliyetlerini yakından takip ederek, uzman
kişilerin görüşlerine yer vermiştir. Neşredilen bu incelemeleri genel konular, Güneş Dil

1
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, abide@hacettepe.edu.tr

279
Teorisi, Dil Seferberliği, Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Kurultay çalışmaları başlıkları
altında beş grupta ele almak mümkündür. Mecmua, Güneş Dil Teorisi’ni enine boyuna
tartışarak okuyucularına tanıtmaya ve benimsetmeye çalışmıştır. Teori ile ilgili yazıların
dışında Türk dilinin tarihi, dil inkılâbının karakteri, dil bilgisi, dil düzelmesi, Doğu
Anadolu’daki dil meselesi, Türkçecilik hareketi gibi konuları tartışırken, bir dil işleri
sergisi açılması, bir dil atlası meydana getirilmesi gibi teklifler de ileri sürmüştür. Türk
Dili Tetkik Cemiyeti’nin bir anket açarak dil seferberliğine gitmesini okuyucularına
duyurmuş; bununla da kalmayarak öz Türkçe yazılmış şiir ve hikâye yarışı açtığını da
ilan etmiştir. Ankete gelen cevapları listeler halinde, birinci cildin 3-6. sayılarında
yayımlamıştır. Ayrıca kurultay çalışmalarından bahsetmiş, konu ile ilgili olarak
yapılmış değerlendirmeleri de neşretmiştir.
Söz konusu dergilerin Atatürk Devri dil çalışmalarıyla yakından ilgilendiğini, Türk dili
üzerine yürütülen fikirlerin yayılması için önemli görevler üstlendiğini söylemek
mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Anadolu Mecmuası, Kadro, Ülkü, Atatürk Devri Dil Yazıları
Giriş
Sanat, edebiyat ve kültür mecmuaları her devirde olduğu gibi Atatürk devrinde
de önemli bir yer tutar. Bu tür dergiler; devrinin sanat, edebiyat ve kültür hayatını
yönlendirir. Anayurt, Uyanış, Ağaç, Çığır, Görüş, Meş’ale, Türk Dili, Belleten, Varlık,
Yedigün, Yeni Türk, Yücel ve Halkevleri tarafından çıkarılan dergilerde devrin dil
tartışmalarının da önemli bir yere sahip olduğu görülür. Atatürk devrinin dikkati çeken
dergilerinden Anadolu Mecmuası, Kadro ve Ülkü de bu konuda değerli yazıların
yayımlandığı dergiler arasındadır.

1.Dergilerdeki Dil Tartışmaları


Anadolu Mecmuası
Nisan 1924-Şubat 1925 yılları arasında toplam on iki sayı yayınlanan Anadolu
Mecmuası’nda dil konusunda sadece Necip Asım’ın "Harflerimiz" (Necip Asım 1340:
64-66) adlı yazısı görülür. Harflerin değişmesinin söz konusu olduğu günlerde Necip
Asım, bu değişikliği isteyenlere bunun bir ihtisas ve ihtiyaç işi olduğunu hatırlatarak,
"Harflerimizin tebdil veya ıslahı düşünülürken, en evvel lâzım olan cihet, ihtisasa
hürmettir" (Necip Asım 1340: 64) diye telkinde bulunur.Bütün harflerin aslının aynı
olduğunu kaydeden Necip Asım, eski harflerden, bunların kullanma, zamanla
değişme ihtiyacı hissettirmesinden söz ederek özetle şunları söyler:
Harfler tasvirî birer şekildir. Çin, Babil yazıları, Mısır hiyeroglifleri gibi. Tasvirî
yazının güçlüğünü ilk olarak Ârâmiler fark etmişler, alfabelerini ihtiyaçlarına göre
değiştirerek, sağdan sola doğru yazmaya başlamışlardır. Finikeliler Ârâmiler’i, Yunanlılar
da Finikelileri takip etmişler, fakat Yunanlılar kolaylık olsun diye soldan sağa doğru
yazmayı tercih etmişlerdir. Garplılar harekenin vazifesini harflere gördürürken, Şarklılar,
yani İbraniler ve onları takiben Araplar farklı harfleri nokta ile göstermişlerdir. İranlılar
Arap harflerini kabul edince, kendi lisanlarında bulunan bazı sesleri de alfabeye ilâve
ederlerden, biz Türkler, Arap harflerini lisanımızın bünyesine uydurmaya gerek görmeden
olduğu gibi almışız. Arap harf ve imlâsıyla 466'da Kaşgari Türkçe yazmış, uzun süre
böyle devam etmiştir. Dokuzuncu asra doğru biraz tebdil ederek saatleri ve hurûf-ı imlâ
kullanmaya başlamışız. Gerek şarkta gerekse garpta elifba manzumesinin tertibi "ebced"
tertibidir. Bunları ilk tertipleyenin kim olduğu bilinmiyor. Ancak, her millet Ârâmi
elifbasını kendine mal etmiştir. Necip Asım,
280
burada harf sırasıyla ilgili dünya dillerinden örnekler vermiştir. Yazara göre, Latin
harflerini almak gereksizdir. Her şeyde olmamakla beraber, Batılılaşmak güzel şeydir.
Ancak, elbisemizi değiştirelim derken, bundan bünyemizin etkilenmemesine dikkat
etmeliyiz. Necip Asım’ın bu görüşleri devri için önemlidir (Necip Asım 1340:64-66).
Kadro
Ocak 1932-Ocak 1935 yılları arasında yayınlanan Kadro mecmuasında dil ile
ilgili ilk yazı Kadro'nun Dil Kurultayı münasebetiyle yayınladığı yazısıdır (Necip Asım
1932:3-4). Bu yazıda yeni bir dilin doğduğu haber verilirken, Osmanlıca, "dört adamın
sessizce selviliklere taşıdığı bir tabut"a benzetilir. "Enderun'un sadık bir kulu" olarak
vasıflandırılan Osmanlıca, ömrünü tamamlamış gitmekteyken Kadro seslenir:
"Beşiktekilere ne mutlu! Osmanlı yarı müstemlekesinin bu sıra sıra
mevtalarını görmek için ömürlerinin arsasında bir mezarlık payı ayırmağa mecbur
kalmıyacaklar. Yeni yapılardan başka bir şey görmiyecek onların dümdüz
temizlenmiş, sınırsız gönülleri"(Kadro 1932: 3).
Kadro’ya göre bu yeni dil bir kültür dili olacaktır. Dünyada altmış milyon Türk
vardır. 0 kadar kişi bu dili konuştuğuna göre, Türkçe zaten büyük bir dildir. "Yeni dil,
büyük dil, kültür dili Türkçe ne İstanbul saksısında ne de Anadolu bahçesinde gelişebilir.
Onun mevcut boyunu ve ihtişamını idrak edeceği saha, onun çocukluğunu ve
haşarılıklarını kucaklamış olan sahanın kendisidir. Yeni dil, daha bugünden, 60 milyona
göre kesilmesi lazım bir kan ve kültür bağıdır" (Kadro 1932: 5). Kadro’nun "Dil
Köşesi"ndeki yazıların tamamı İbrahim Necmi’ye aittir. İbrahim Necmi, "Türk Dilinin
Ana Çizgileri" (İ. Necmi 1933a: 50-51) başlığını taşıyan yazısında, dilin millet
hayatındaki yeri ve önemine işaret ederek, çok zengin bir dil varlığına sahip olan
Türkçe’nin İnto-Örepeen ve Sami dillerle çok sıkı bağlantısı olduğunu ifade eder.
İbrahim Necmi’ye göre, dilimizin dününü ve bugününü aramak önce Türklere
düşer. Türk dili derinlemesine tetkik edilmelidir. Bu amaçla bir "Büyük Dil Anketi"
düzenlenecektir. Bu anket "…dilimizde bugün konuşurken, yazarken kullanmaktan
kurtulamadığımız Arapça ve Farsça sözlere karşılık aramak için açılmıştır" (İ. Necmi
1933a: 51). İbrahim Necmi yazısında anket ile ilgili bazı bilgiler verir. Karşılık
bulmada göz önünde tutulacak noktaları da dört madde halinde sıralar. İbrahim Necmi
Türk dilinin güzelliği ve inceliğini göstermek maksadıyla eski Türk hikâyelerinden
örnekler alarak yeni bir seri meydana getirir. Bu serinin ilk yazısı "Eski Türk
Hikâyelerinden Dil ve Edebiyat için Ne Güzel Şeyler Çıkabilir?" (İ. Necmi 1933b: 50-
başlığını taşımaktadır. İbrahim Necmi burada ilk olarak "Dede Korkut" kitabından
"Deli Dumrul" hikâyesinin önce metnini verir, sonra da "Deli Dumrul Hikâyesi ve
Eski Türk Hikâyeciliği" ile ilgili kısa bir değerlendirme yapar. Serinin ikinci yazısı
"Kanlı Koca Oğlu Kandurali Boyu" (İ. Necmi 1933c: 53-54) adını taşır. Burada
hikâyenin bir kısmı verilmiştir. Sonra da "Kandurali Hikâyesinin İlk Parçası
Üzerine Birkaç Söz" söylenmiştir. Bu söz, hikâyede göze çarpan hususiyetlerle
ilgilidir. İbrahim Necmi hikâyelerin neşrine ara vererek, okuyuculardan konu ile
ilgili olarak gelen sorulara cevap verdiği yazısında da önce bu hikâyeleri seçme
sebebini açıklar, sonra da cevaplara geçer (İ. Necmi 1933d: 43-46).
Kadro'da "Dil Köşesi"ni, eski ve değerli Dil ve Edebiyat varlığımızdan örnekler
vermek yoluyla açarken, en büyük düşüncemiz, okuyucuları kuru kelimecilikten ayırarak,
dil varlığını ve mânâ ve duygu bakımından görmeğe de alıştırmaktı. "Dede Korkut
Hikâyeleri", eski ve halkçı bir hikâye sisteminin en canlı örneklerinden… Halk

281
içinde doğmuş, yaşamış, halkın içine işlemiş duyguları anlatan örneklerden olduğu
için, "Kadro’nun "Dil Köşesi"nde ilk önce onları ileriye sürdük" (İ. Necmi 1933d:
19) cümleleriyle maksadını dile getiren İbrahim Necmi, sonuçtan memnun görünür.
Zira bu ileriye sürüşünde haklı olduğu, gelen mektuplarda gösterilen alâkadan
anlaşılmaktadır. İbrahim Necmi bu açıklamadan sonra Kandurali hikâyesinin metnini
iki sayıda tamamlar (İ. Necmi 1933e: 39-46). Hikâyenin değeri üzerine düşüncelerini
bildirir. Hikâyeyi, eski devirde Türk halk hikâyeciliğinin başlıca unsurlarını içinde
toplayan çok özlü ve çok değerli bir eser olarak görür.
Yakup Kadri de "Türkçe" adını taşıyan makalesinde Türkçe'nin zayıflığından
şikâyet ederken, diğer dillerin durumunu da kısaca gözden geçirir. Yazara göre, "o,
bir kocaman çınardı, önce arabiyat ve acemiyat mutasallıflarının, sonra da, bizim, biz
frengiyat snoplarının elinde bir melez lehçe haline girdi. Saffetini kaybetti. Kuvvetten
düştü. Kendine uygun olmayan kalıplar ve kılıflar içinde kötürümleşti. Sarardı, soldu,
nihayet, bugün elimizde bulunan amelimanda battal alet şeklini aldı.”
Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Rusçanın kuvvetli diller haline gelmesini belli
esaslar dâhilinde tasfiye ve tedvin edilmiş olmasına bağlayan Yakup Kadri, Türkçe’nin
henüz bundan mahrum bulunduğunu, bu durumun, bugün edebiyat sahasında millî
Türk dehâsının buhranına sebep olduğunu düşünür. Zira yetmiş yıldan beri sade
Türkçeye doğru atılan adımlar beklenen sonucu vermemiştir. Osmanlıca hâlâ
mahiyetini korumaya devam etmektedir. Bazı tasfiye hareketleri Türkçeye Türkçeliğini
iade etmemiştir. Sentaksımız ise, Cevdet Paşa zamanında Arap nahvinden, son
zamanlarda da Fransız gramerinden çıkarılmış ahkâma göre tespit edilmiştir. Bunun
birinden 19.yüzyılın "Kitabet-i resmiyeci"lerinin "inşa" tarzı, diğerinden de "Edebiyatı
Cedide"nin alafranga üslûbu doğmuştur. Yakup Kadri’ye göre, en son devrin kalem
erbabı, ekseriyetle Frenkçe düşünüp, sonradan cümlelerini Türkçeye çevirmektedirler.
Büyük halk kütlelerinin aydınların yazılarını anlamayışının en önemli sebebi budur.
Bütün medenî lisanlar arasında kelime alışverişinin olması tabiidir. Bu yeni
kelimelerin yeni girdikleri dilin bütün şartlarına uymaları gerekmektedir. Dil
meselesinin yeniden ciddî bir surette ele alındığı bugünlerde öncelikle bugünkü
Türkçe’nin meselelerinin tespiti lâzımdır. Bundan yirmi sene önce "Yeni lisan" tabiri
çıktı ve bu çok yaşamadı. Sonra "Güzel Türkçe" ve "Millî dil" adlarını taşıyan
cereyanlardan bahsedildi ise de bunlar da maksadına erişemedi. Bugün de aynı hatalar
tekrarlanmaktadır. Aranılan, hasreti çekilen Türkçe’nin bulunması için, eski Türkçe
metinlere doğru bir seyahat yapmak yerinde olur. "Kotatkobilik"de, "Dede Korkut"da,
Yunus Emre’de sade ve Kemâline ermiş bir Türk nesri ve nazmı buluruz. Halk
şiirlerinin çoğunda ruhumuzda çınlayan sesler duyarız. O halde, bütün bunlar varken,
yeni bir lisan yapmak, güzel Türkçe diye müphem bir hayalin peşinde niye koşuyoruz?
Türkçe bütün saffeti ve tazeliği ile yakınımızda dururken, yapma bir dilin peşinde
koşanlar bunu bir türlü görememektedirler.Türkçe’nin Latince, Arapça gibi ana
dillerden biri olduğunu, pek çok medeniyet kurmuş ırkın asırlardan beri onu
konuştuğunu hatırlatan Yakup Kadri, sözlerini şöyle tamamlar:
"İşte, biz, Türkçeyi, aynı zamanda, bu geniş ufkun içinde görüp anlamağa
çalışmalıyız. Bu ise uzun ve sürekli bir ilim işidir. Biz, dil tedkikatını henüz
Anadolu’da bile yapmamış bulunuyoruz. Hâlbuki Anadolu Türk dilinin coğrafyasında
bir küçücük koridordur. Asıl geniş tetkikler ve keşifler sahası bunun arkasındaki
engin yaylalarda ve uçsuz bucaksız isteplerdedir. Şimdiye kadar hangi Türk âlimi
böyle bir uzun sefer zahmetini göze aldı?" (Yakup Kadri 1932:19-22). Kadro, ikinci
Dil Kurultayı münasebetiyle yayınladığı yazıda Türk dilinin geçmişinden bazı çizgiler
282
verir. Kurultayı da "öz Türkçe davasını böyle tarihi bir bakımdan kucaklamağa ve
halletmeğe çalışan bir teşebbüs" olarak değerlendirilir. Kadro’ya göre, "öz Türkçe
davası, bir dilin evvelâ lügat bünyesi itibariyle ondan sonra da sarf ve nahiv bünyesi
itibariyle, kısaca, baştan aşağı yaratılması meselesidir. Şimdi, her dilin, ancak iyi
kötü mevcut bir dile dayanarak geliştiği düşünülürse, Dil Kurultayı'nın cihan tarihi
bakımından dahi ne kadar eşsiz bir davayı üzerine almış olduğu anlaşılır" (Kadro
1934:3-4). Söz konusu yazılarda yeni bir kültür diline duyulan ihtiyaç vurgulanır.
Ülkü Mecmuası
Millî kültürün esasını teşkil eden dil konusu, daima üzerinde durulan
meselelerdendir. Atatürk’ın de ifade ettiği gibi, "Millî his ile dil arasındaki bağ çok
kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir.
Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin, Ülkesinin
yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin
boyunduruğundan kurtarılmalıdır”. Türk dilinin gerçek hüviyetini kazanması için
çalışmalar yapılmaktadır. Ülkü mecmuası da bu çalışmalara yer ayırmıştır. Bu
çalışmada Şubat 1933-Ağustos 1950 yılları arasında on yedi yıl boyunca yayınlanan
Ülkü’deki dil yazıları 1938 yılı ile sınırlandırılmıştır. Neşredilen yazılarda bazı
özellikler aranmaktadır. Bunlar: "Türk dilinin eskiliğine, zenginliğine, yaygınlığına
dair tetkikler; Selçuk ve Osmanlı devirlerinde Türk olduğunu, ruhiyatçı akımlarca da
iddia edildiği gibi, her kelimede o kelimenin ulus rengi ve kokusu bulunduğunu
hatırlattıktan sonra, Türk dilinin yaratıcılık kudretinden, Türk milletinin canlı ve
coşkun olduğundan bahsederek sözü müziğe getirir. Canlı ve coşkun olan Türk
milletinin bugüne kadar en yüksek müzik eserlerini yaratması gerekirken, bu konuda
başarısız olmasının en büyük sebebini Türk sesinin güzelliğini anlatabilecek
metodun olmayışına bağlayan Necip Ali, bugünün metodundan da bahsederek,
hareketli Türk milletine şark saraylarının buhur kokulu havasını yansıtan müziklerin
uymayacağını düşünür. Eski ve yeni müzik davasını iyice kavrayabilmek için bir
örnek de verir.
Hasan Ali de yazısında "Dil inkılâbımızın Karakteri"ni (Hasan Ali 1934: 255-
ortaya koyarken, önce Ziya Gökalp'in Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak ve
Türkçülüğün Esasları adlı eserlerinde ortaya attığı dil ile ilgili düşüncelerini eleştirir,
sonra da dil inkılâbının kabul ettiği hakikati açıklar: "Türk dili için zamanca ve
mekânca bir hudut yoktur. Herhangi bir Türkçe söz, herhangi bir zamanda söylenmiş,
herhangi bir yerde kullanılmış olursa olsun Türkçe"dir (Hasan Ali 1934:
. "Ülkü" ve "Kurultay" kelimelerini örnek olarak veren Hasan Ali, hudut tanımamanın
sebebini de Türk dilinin eskiliğine ve zenginliğine olan inanışa bağlar. Bu fikri
kuvvetlendiren deliller öne sürer ve: "Dil inkılâbımız, lâyik, halkçı ve her türlü kültür
kapitülasyonlarından kurtulmuş, müstakil Türk dilini kurmak hareketidir" (Hasan Ali
1934: 257) der. Dil Bayramı dolayısıyla Türk Dili Araştırma Kurumu Sekreteri
İbrahim Necmi aynı zamanda İstanbul radyosundan da yayınlanan bir "ayta" vermiştir
(İ. Necmi 1935: 81-86). Burada dil hareketinin özlü bir hülâsası yapılarak, büyük Ülkü
açık ve canlı şekilde göz önüne konmuştur.

283
H.Reşit Tankut da "Sümer, Mohancodaro, Harappa ve Ana Dil" (Tankut 1935: 90-92)
başlıklı yazısında, asrımızın ilmî karakterinin benlikçi kaygıya hak verdiğini örneklendirerek
açıkladıktan sonra, Sümercenin, eski bir Hint diliyle yakınlığı üzerinde görüş birlikleri olduğunu
kaydeder. Münir Hayri "Halkevlerinde Dil İşleri Sergisi" (M. Hayri 1935: 93-95) adlı yazısında,
devrim memleketlerinde sergiye bağlanmayan hiçbir konu olmadığını ifade ettikten sonra, dil
işleriyle ilgili bir serginin de yapılmasının mümkün olduğunu kaydeder. Münir Hayri’nin bir dil
sergisinde neler bulunabileceğine dair fikirleri özetle şöyledir:
Dilin insanlığın genel yaşayışındaki yüksek derecede rolü olabilir. Hayvan
yaşayışlarıyla insan yaşayışlarının fotoğraflarının altına şu cümle monte edilebilir: "İnsanı
diğer hayvanlardan ayıran dildir". İptidaî dilli ülke insanlarıyla ileri dilli ulusların
medeniyetleri gösterilir. Bu fotoğrafların altına ne kadar kelime ile konuştukları yazılır. Dilin
ve yazının tarihi konabilir. Hususi koleksiyon ve müzelerden (yoksa kitaplardan) parçalar
alınarak insanlığın ilerleyişiyle ilgileri ortaya çıkarılır. İlk yazı ve alfabe örnekleri sergiye
konur. İlk yazıda Türklerin rolü gösterilir. Türkçenin konuşulduğu yerlere işaret eden bir
harita bulunabilir. Osmanlı diliyle yazılmış beyitlerden örnekler konularak bugünküyle
mukayesesi yaptırılabilir. Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarına bir köşe ayrılabilir.
Atatürk’ün nutukları ve direktifleri levhalar halinde konabilir. Serginin son kısmını yeni dil
kımıldanışlarıyla ilgili kitapların serimi teşkil eder. Gazete makaleleri, kupürler, kitaplar, en
çekici sayfaları açılmış olarak herkeste onları okuma hevesini uyandıracak bir yolda göze
konur. Şimdiden böyle bir serginin hazırlıklarına girişilmelidir. Şâkir, "Bir Dil Atlası
Hakkında" (Şakir 1936: 41-43) adlı yazısında, umumî dil faaliyetleri arasında yapılması
gereken işlerden birinin de dil atlası meydana getirmek olduğunu hatırlatarak, bunun
önemini şu cümlelerle açıklar:
“...bir Anadolu dil atlası da halk arasında yaşayan Türkçe bir sözün gerek coğrafi
uzanış ve yayılış alanını türlü şekillerle bilmeğe ve gerek en çok yaygın olan bir kelimeyi,
kezâlik türlü kullanılış şekilleriyle, haritalar üzerinde izlemeğe yarayan bir kılavuz olur.
Bu yolda yapılacak bir atlas, aynı zamanda, hem umumi surette dil tarihi, hem de
memleketin siyasal, ekonomik ve dinsel tarihi hakkında bize birçok önemli şeyler öğretir”
(Şakir 1936: 41-43).
Şâkir, dil atlasının hazırlanmasındaki esasları da şöyle belirlemiştir:

Soru fişleri hazırlanacak. Burada sözlerin söylenişi, yeri, mânâsı, başka söylenişi,
mânâca eşi, yaygınlık derecesi ile o kelimenin cümle arasında kullanılış şekli gösterilir.
Derlenen adamın doğum yerini göstermek, yanlışlığa meydan vermemek için
önemlidir.

Anketi açmak. Anket ya bütün münevverler ya da birkaç derleyici vasıtasıyla


yapılır. Yazışma yoluyla binlerce halk sözü toplanmıştır. Ankette sınır ve plân çok
önemlidir. Derlemelerde yöreye sonradan gelmiş göçmenlerden kelime alınmamalıdır.
Anket alanını coğrafî bölgelere ayırmak, sentakstik fayda verecektir.

Anketçinin seçimi iyi yapılmalıdır. Anketçi bu hususta iyi yetişmiş veya yetiştirilmiş
olmalıdır. Türkiye dil atlası iki-üç yıllık bir araştırma ile meydana getirilebilir.

Derleme işi bittikten sonra haritaların düzenine geçilebilir. Bu işi anketçiden


başka biri yapar.

Haritalar hazırlandıktan sonra dil uzmanları tarafından kolektif bir çalışma ile
tefsiri yapılır.

284
Şâkir, dil coğrafyacılığına başlamadan önce, Avrupa’da bu yolda çalışanlarla tanışmak,
konuyla ilgili yazılmış eserleri okumak, metotları öğrenmek gerektiğini hatırlatarak, yazının
sonuna konuyla ilgili bir bibliyografya ilâve etmeyi de unutmamıştır. Hasan Fehmi Turgal da
"Anadolu Tarihinde Neticelenmemiş Bir Türkçecilik Hareketi" (Turgal 1936: 257-260) adlı
yazısında uzun bir tarihî bilgiden sonra Karamanoğulları’ndan alınan tarihi karara gelir. Cimri
denen adamın Selçuklu Sultanlığına nasıl oturduğu uzun uzadıya anlatıldıktan sonra, cimri
vakasının başlıkta anlatılmak istenen ulusal bir gayede saklandığını belirtir. Ahmet Caferoğlu da
yazısında, ilk okunuşunun üzerinden kırk dört yıl geçtiği halde henüz menşei ilim âlemince
tartışma konusu olan "Yenisey Orhon Harflerinin Menşei"ni (Caferoğlu 1936a: 433-445), konu
ile ilgili olarak yapılmış çalışmalara dayanarak anlatır. Bu harflerin Türklerin kendi icadları
olduğunu ileri süren A. Caferoğlu şöyle der:
"Bu itibarla, bugün artık Orhon harflerinin de eski ve orijinal bir Türk
mahsülü olduğunu söyleyerek iftihar duyabiliriz"(Caferoğlu 1936: 445).
A. Caferoğlu, “Ayasofya Kütüphanesindeki Yazma Bir Sırp Lügati Münasebetiyle”
(Caferoğlu 1936b: 27-33) yazdığı tanıtma yazısında Türk dili ve edebiyatının tarihi
çerçevesinde, bilhassa eski Osmanlı şivesi ve edebiyatı için Sırp dilinin büyük önemi
olduğuna işaret ettikten sonra lügati tanıtır. Kıymeti üzerinde durur. Müştak Mayakon, dil
inkılâbının yıldönümü ve Türk Dili bayram günü münasebetiyle yazdığı "Dayandığımız
Esas" (Mayakon 1936: 89-91) başlıklı yazısında, dil bayramının öneminden, dil inkılâbının
kuruluşundan bu yana geçirdiği aşamalardan ve Güneş dil teorisinden bahseder. "Dil
Tarihi" köşesinde Orhan Şâik Gökyay henüz uzman kişilerin de haberi olmadığı "Tuhfet-ül
Mahdum" (Gökyay 1937: 427-430) adlı eseri ilim âlemine her yönüyle tanıtır, eserden
örnekler verir.
Güneş Dil Teorisi
Pek yüksek bir Türk buluşu olarak takdim edilen Güneş-Dil Teorisi ile ilgili ilk yazı,
teorinin esaslarını açıklayan İbrahim Necmi’ye aittir (İ. Necmi 1936a: 329-330). İbrahim
Necmi, teori ile ilgili olarak şu bilgiyi verir: “İnsanoğlunun yeryüzünde ilkönce şuurla
anlayıp anlatmak ihtiyacını duyduğu şeyin güneş olduğu prensibinden başlayan "Teori, Türk
dilinin ana etimolojisini insan gırtlağının ilkönce çıkardığı ana kök seslere bağlamaktadır.
Bu ilk seslerin zamanla uğradığı değişmeler, sonra her bir sesin kök ve ek olarak verdikleri
anlamlar, teoride kesin bir sıra ve nizam altında gösterilmiştir" (İ. Necmi 1936: 329-330).
Dillerin ana kaynakları üzerindeki tartışmaların sebebini Avrupalı dilcilerin,
araştırmalarında Türk dilini göz önünde tutmamalarına bağlayan İbrahim Necmi, bu
görüşün dünya filolojisinde büyük bir devr yapacağına inanır ve teorinin dünyadaki tesirini
ölçmek için Türk-Tarih tezini örnek gösterir. İbrahim Necmi, "Güneş-Dil Teorisi, Etimoloji,
Morfoloji, Fonetik ve Mânâ Bakımından Türk Dil Analiz Yolları"nı (İ. Necmi 1936b: 331-
334) örneklerle izah ettikten sonra da teoriyi şöyle tarif eder:
"...ilk insan dil denilen varlığı yaratabilmek için güneşi idrak kabiliyetinden başlıyor
ve ondan aldığı mefhumları genişletme ve anlatma çabalamasına girişiyor. Dil, bu
çabalamanın neticesi oluyor. Onun için biz, Türk dilinin etimolojisini, morfolojisini,
fonetik tekâmülünü izah eden filolojiye Güneş-Dil Teorisi diyoruz" (İ. Necmi 1936b: 331).
Teoriyi örneklerle izah eden İbrahim Necmi bir başka yazısında da "Güneş Dil
Teorisinin Ana Kanunları ve Analiz Yolları"nı (İ. Necmi 1936c: 83-95) tanıtır. Teorinin
dayandığı on yedi maddelik ana dil kanunlarını sıralamadan önce, teorinin bütün dil âlemine
ışık saçtığını, teorinin dâhiyâne görüşünün, Türk dilinin yeryüzünde kültür taşıyan bütün
dillerdeki kültürel sözlerin ana kaynağı oluşunu ortaya koyduğunu haber verir. İbrahim Necmi,
teorinin bir başka yönünü de şöyle izah eder: "Güneş-Dil teorisi, dili klişe halinde

285
istatistik bir varlık gibi almaz, bunun için etimolojik analizde her bir elemana mânâ verirken
zekânın, muhakemenin, bilginin işlemesi lazımdır"(İ. Necmi 1936c: 90). Yazıda Güneş-Dil
analizlerinin önemi ile ilgili olarak da şu cümle vardır: "Güneş-Dil analizleri, hem sözlerin
manalarını enlojik ve orijinal bir yolda göstermekte, hem de diller arasındaki birliği ve
hepsinin Türk ana kaynağından geldiğini ispat eylemektedir"(İ. Necmi 1936c: 95). İbrahim
Necmi, teori ile ilgili olarak bazı soruları da cevaplar (İ. Necmi 1936d: 178-183).
Abdülkadir İnan da "Güneş-Dil Teorisi Üzerine Notlar" (İnan 1936: 143-144) başlıklı
yazısında, güneş kültürünün Tavgıy kabilesi üzerindeki etkisini anlatır. İnan’a göre, bu teori,
homo sapiens denilen insan tefekkür ve konuşmasının menşei olarak güneşi bulmuştur.
Teorinin bu keşfi klasik ananeye aykırıdır. Bu sebeple birçok dil nazariyelerini de sarsmıştır.
Dil Seferberliği
Türk Dili Tetkik Cemiyeti 7-8 Mart gecesi Çankaya’da Atatürk’ün önderliğinde
toplanmıştır. Aldığı kararlardan biri, Arapça ve Farsça kelimelere öz Türkçe karşılıklar
bulmaktır. Cemiyet mensupları, hem bulundukları kollarda çalışmalarını yürütecekler,
hem de dil kurtuluşuna yardımda bulunacaklardır.
Türk Dili Tetkik Cemiyeti Ülkü’de de yer verilen bir tebliğ yayınlar. Burada bir
anket açıldığından ve Şemsettin Sami Bey’in lügatinin esas tutulduğundan söz edilir.
Bulunan karşılıklar ajans, radyo ve gazetelerle bildirilecektir. Türk Dili Tetkik Cemiyeti
ankete gelen cevaplardan "Osmanlıcadan Türkçeye Karşılık Kılavuzu" ortaya konacaktır.
Mecmualar, Halkevleri daha sıkı çalışacak, halk bu işe teşvik edilecektir. Anket
cevaplarında karşılık olarak bulunan kelimelerin cümle içinde kullanılması da istenecektir.
Bu, milletin öz işidir. Cemiyet harf sırasına göre, liste halinde Arapça- Farsça kelimeleri
yayınlayacak ve karşılıklarını bekleyecektir. Birden fazla mana olması halinde, her mana da
ayrı ayrı yazılacaktır.
Ülkü mecmuası da bu işte canla-başla çalışmaktadır. Öz Türkçe yazılmış şiir
ve hikâye yarışı açtığını da burada ilan eder (Ülkü 1933: 116-118).
Ülkü mecmuası listelerini şu sayılarda yayımlamaya devam etmiştir: C:l, S: 3,
Nisan-1933, s:219-221; C:l, S:4, Mayıs-1933, s:315-317;C:1, S:5, Haziran-1933, s:408-
410;C:1, s:6, Temmuz-1933, s:490- 491. Dil anketi üç buçuk ay sürmüş ve yüz beş liste
çıkarılmıştır. Kelime sayısı bin üç yüz seksen ikiye varmıştır. Her yabancı söze birden fazla
karşılık teklif edilmiş, bir anket kalemi ile bir anket komisyonu kurulmuştur. Anket kalemi,
karşılıklar listesi hazırlar, komisyon ise her yabancı sözü müzakere eder, teklif edilen
karşılıkları gözden geçirir. Böylece bin yüz kelime müzakereden geçirilmiştir. Kelimeler
başka sözlüklerdeki manalarıyla karşılaştırılmaktadır. Altı yüz kırk yabancı kelimenin
karşılıkları hakkında karar verilmiştir. Bu kararı verirken güçlükler ortaya çıkmıştır. "Acı"
kelimesi örnek gösterilmiştir. Bu büyük dil anketinin sonunda Tarama Dergisi
yayımlanmıştır. Bu kitabın tam adı; "Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama
Dergisi"dir. İbrahim Necmi "Tarama Dergisi"ni (İ. Necmi 1934: 177-180) tanıtır. Tarama işi
iki türlü dil varlığı üzerinde yürütülmüştür: 1. Derleme fişleri, 2. Kitaplar.
Köylerde yapılan fişler kazalarda ayıklanarak, vilâyete; orada tekrar ayıklanarak merkeze
gönderilmiştir. Kitap taramaları, lügatler ve eski yazma veya basma eserler üzerinde yapılmıştır.
Bu işte yüz elliye yakın kitap kullanılmıştır. Cemiyet bu fişleri belli ölçülerle kontrol etmiştir.
"Tarama Dergisi, geniş ölçüde ve üzerinde iyi çalışılmış bir anket kitabı demektir"(İ. Necmi 1934:
177-180). Dilimizin en büyük problemi yabancı kelimelerdir. Bunlar halk ile okuryazarların, hele
yazarların arasını açmaktadır. Tarama Dergisi, bunların öz Türkçe karşılıklarını seçmek ve
yazımızda bunları kullanmak yolundaki gidişin ilk adımı ve temel taşı

286
olacaktır. Bu dergi, yurttaşlara bazı sorular soracaktır. Dil inkılâbımıza büyük hizmet
edeceğine inanılmaktadır.
İbrahim Necmi Dilmen, "Yeni Karşılıklar Kılavuzu"nu tanıttığı yazısında (Dilmen
1935: 81-84), kılavuzu dil devriminin belli başlı duraklarından biri olarak değerlendirir.
Kılavuz çalışmalarını kısaca tanıtır: 1933 Martında Atatürk Dil Kurumu’nu toplayarak her
gün kullanılan yabancı sözlere öz Türkçe karşılıklar aranmasını istemiştir. Önceki yazıda da
belirtildiği gibi "Osmanlıca’dan Türkçe’ye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi" adlı eser
yayınlanmıştır. Bu dergiden de elemeler yapılmıştır. Dile en yatkın, anlaşılması en kolay
kelimeler seçilerek bir kılavuzda toplanmıştır. Karşılama kılavuzundan sonra etimoloji
çalışmalarına önem verilmiştir. Türk dilinin bütün ileri dillere, Türk kültürün bütün yeryüzü
kültürlerine ana kaynak olduğu tezinden hareket edilerek, pek çok yabancı kelimenin aslının
Türkçe olduğu öne sürülmüştür. Bunun sebepleri de şöyle belirlenmiştir:
Arapça ve Farsça kelimelerin kıymetli sayılması,

Birtakım Türkçe kelimelerin Arap ve Fars dillerine giderek, o dillerin kelime yaratma
yollarına uymuş olması.
Dilimizde kullandığımız ve yabancı sandığımız kelimelerin, daha evvelden bu dillere
giderek onlara uymuş olmasından biz bunlara Türkçe karşılık bulamıyoruz. Hâlbuki kelime
zaten Türkçeymiş. Bir yandan taranarak bulunmuş karşılıklar, öte yandan da etimoloji
çalışmalarının Türkçeliğini ortaya koyduğu sözler "Karşılıklar Kılavuzu"nda birleşmiştir.
İbrahim Necmi, bu defa da "Yeni Sentaks Anketi"ni tanıtır (Dilmen 1935: 81-84). Sentaksın
önemini örneklerle ortaya koyar ve anketten beklenen sonucu şöyle ifade eder:
"Sentaks anketinden beklenen sonuç, dilimizin söz kurumundaki dinamik varlığı
bulacak gereçleri toplamaktır. Bu gereçler çoğalıp gözden geçtikçe dilimizin ne zengin bir
anlatım kaynağı olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır". (...) örnekler gösteriyor ki
"...Türk dilinin söz kurumu bir türlü ve statik değildir. Bin bir türlü söz kurumu vardır. Bu
dinamik söz kurumunun varlıklarını ortaya koymak "sentaksanketi"nin verimi olacaktır"(İ.
Necmi 1935: 403-405).
İbrahim Necmi, "Cumhuriyet Yıllarında Dil Çalışmaları"nı değerlendirirken (İ.
Necmi 1935:233-244) önce imparatorluk devrinde dilimizin bakımsızlığı ve bunun
sebeplerini gözden geçirir. Sonra Cumhuriyet’in dil işine ilk dokunuşunu, harf inkılâbı ve
önemini, dil inkılâbındaki menfî ve müsbet hedefleri, hakiki dil hedefleri ve bunların
lengüistik ve istorik önlemlerini inceler. Son olarak da altı yıllık çalışmalara kısaca temas
eder. Bunlar arasında en önemli konu Güneş-Dil Teorisi’dir. Teorinin genel dil
bilgisindeki önemi üzerinde durur.
Türk Dili Tetkik Cemiyeti
Türk Dili Tetkik Cemiyeti, dil işlerine ilmî bir mahiyet kazandırmak isteyen
Atatürk’ün önderliğinde 12 Temmuz 1932’de kuruldu. Ragıp Hulûsi "Türk Dili
Tetkik Cemiyeti" (R. Hulusi 1933: 31-40) adlı cemiyetin maksadını ve çalışmalarını
anlatan yazısında maksadı şöyle izah eder:
Cemiyetin maksadı "bugünkü cihan medeniyetini temsil eden Garp âleminin daha
bundan dört asır evvel dinlik ve dünyalık bütün kültür dilini millî dilden geliştirmek suretiyle
kazandığı medenî erginliğe Türk milletini bir an evvel eriştirmek, onların aşmış ve geçmiş
oldukları türlü inkılâp dağlarını, derelerini en kestirme yoldan aşmak ve geçmek; böylece onlara
bir an evvel yetişip katışarak onlarla medeniyetin engin sahalarında boy ölçmek ve

287
bunun için de "Türk dilini" müstait olduğu en yüksek kemâl derecesine vardırmaktır". (R.
Hulusi 1933: 33).
Cemiyetin çalışmaları arasında dili tetkik ve ıslah, derleme, lügat, ıstılah, gramer-
sentaks, linguistik, filoloji, etimoloji ve neşriyat vardır. Bu işleri her biri için ayrı ayrı
kurulmuş olan kollar yürütmektedir. Memleketimizde ilk olarak dil köşesi açan mecmua
Hâkimiyet-i Milliye’dir. Cemiyet Türk Dili adında bir dergi çıkarmaktadır. Yurt içindeki
dergiler çoğalmaktadır. Dergiye kaynak bulmak meselesi vardır. Bunun için bir kütüphane
kurulmasına karar verilmiştir. Şimdilik Ankara ve Meclis kütüphanelerinden
yararlanılmaktadır. Ragıp Hulûsi yazısında bu çalışmalara geniş yer ayırmıştır.Ruşen Eşref
de "Türk Dili Tetkik Cemiyeti Nasıl Kuruldu?" (R. Eşref 1933: 81-97) adlı yazısında,
cemiyetin kuruluşu ile ilgili bilgiler vermektedir. İbrahim Necmi "Türk Dili Tetkik Cemiyeti
Bir Yılı İçinde Neler Yaptı?" (İ. Necmi 1933: 186-190) adlı yazısında, cemiyetin
çalışmasını şu başlıklar altında değerlendirmiştir: Türk dilinin bilim bakımından tetkiki,
lenguistik-filoloji çalışmaları, dilimizin özleştirilmesi yolundaki çalışmalar, gramer üzerine
hazırlıklar, ıstılah kadrolarının hazırlanması, söz derleme seferberliği, karşılıklar kılavuzu
ve dil anketi, cemiyetin neşriyatı. Türk Dili Araştırma Kurumu Başkanı Saffet Arıkan, bir
bildiri yayınlayarak kurumun faaliyetlerini kamuoyuna duyurmuştur (Arıkan 1935: 85-87).
Kurultay Çalışmaları
Türk Dili Tetkik Cemiyeti Umumi Kâtipliği İkinci Dil Kurultayı’nin 18 Ocak’ta
açılacağını ve Kurultay’da neler konuşulacağını ilgililere haber vermiştir (1934: 385-386).
İbrahim Necmi de "İkinci Dil Kurultayına Doğru" (İ. Necmi 1934: 409-412) başlıklı
yazısında, İkinci Kurultay’a girerken, geçmişin bir değerlendirmesini yapar. Nelerin
yapıldığı, niçin yapılamadığı üzerinde durur. Kurultay’ın programını verir. Çalışmalardaki
eksiklikler sebebiyle işlerin geciktiğini söyler. Örnek de verir. Nâfi Atuf da yazısında "Türk
Dili ve Kurultay" (Atuf 1934: 1-2) üzerine değerlendirmelerde bulunur. Falih Rıfkı Atay
da, üçüncü dil kurultayının açılışı münasebetiyle yazdığı "Dil Kurultayı" başlıklı yazısında
dil ile ilgili bazı tetkik ve teklifler getirir. Falih Rıfkı’ya göre, bizde dil davası iki bakımdan
tetkik edilmelidir:

Tarihî bakımdan. Türkçe kaynak dildir. Dil davamızın hakikati kendimize ve


başkalarına anlatılmalıdır.
Türkçe’yi Garp medeniyet âleminin ileri bir ilim ve sanat dili olarak inkişâf
ettirmelidir. Dilimiz de tarihimiz gibi ihmâl edilmiştir.
Falih Rıfkı kısaca Türkçe’nin tarihinden, sadeleşme çabalarından bahsederek, kelime
tasfiyesinde korkunç bir ifrata saptığımızı itiraf eder. Cumhuriyet’le dil çalışmalarının
ilmileşmeye başladığını kaydeden Falih Rıfkı, cemiyetin çalışmalarından söz ederek, pek
yakında mükemmel bir lügat ile bir terim kılavuzuna kavuşulacağını haber verir. Üçüncü Türk
Dil Kurultayı da Atatürk’ün yüksek huzurlarıyla 24 Ağustos 1936, pazartesi günü saat 14.00’te
Kültür Bakanı’nın sözleriyle açılmıştır. Çalışma merkezini Güneş-Dil Teorisi teşkil etmiş ve
parlak neticeler alınmıştır. Mecmuada kurultayın günlük zabıtları, Güneş-Dil Komisyonu’nun
raporu ile Başkan’ın kapanma nutku aynen verilmiştir (1936: 77-84).

SONUÇ
İlim ve edebiyattan bahseden Anadolu Mecmuası, Anadolu’nun edebiyatı, şiiri, dili,
tarihi, kadını, eğitim meselesi, musikisi vb. pek çok konuda yapılmış tetkiklere yer vererek

288
bakışların Anadolu’ya çevrilmesinde katkısı olan bir dergidir. Dergide konuyla ilgili
yazılan tek yazı güncel bir konu olan harf değişikliğine dairdir. Tarihçi ve Türkolog olan
Necip Asım’ın bu yazısı dönemin anlam ve önemine uygundur.
Kadro dergisinde de devrinin dil faaliyetleriyle ilgili yazılara sıklıkla rastlanır. Bu
dergide yayımlanan yazılarda yeni bir dilin doğduğu, Osmanlıcanın ömrünü tamamladığı
ve yeni dilin kültür dili olacağı vurgulanır. Derginin Dil Köşesi’nde dilimizin dünü ve
bugününü arama vazifesinin Türklere ait olduğunu kaydeden, Türk dilinin güzelliğini ve
inceliğini örneklerle gösteren İbrahim Necmi hemen hemen (Kadro sunuş yazıları ve
Yakup Kadri hariç) tek imzadır.
Ankara Halkevleri’nin yayın organı olan Ülkü, bir kültür mecmuası sıfatıyla devrinin
önemli fikir cereyanlarının yanı sıra edebi faaliyetleriyle de yakından ilgilenmiştir. Dergide
edebi tenkit, tercüme, edebiyat tarihi ve dil konularında yazılmış yazılar geniş bir yer
tutmaktadır. Ülkü, devrinin bütün dil faaliyetlerini yakından takip ederek, uzman kişilerin
görüşlerine yer vermiştir. Neşredilen bu incelemeleri genel konular, Güneş Dil Teorisi, Dil
Seferberliği, Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Kurultay çalışmaları başlıkları altında beş grupta
ele almak mümkündür. Mecmua, Güneş Dil Teorisi’ni enine boyuna tartışarak
okuyucularına tanıtmaya ve benimsetmeye çalışmıştır. Teori ile ilgili yazıların dışında Türk
dilinin tarihi, dil inkılâbının karakteri, dil bilgisi, dil düzelmesi, Doğu Anadolu’daki dil
meselesi, Türkçecilik hareketi gibi konuları tartışırken, bir dil işleri sergisi açılması, bir dil
atlası meydana getirilmesi gibi teklifler de ileri sürmüştür. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin bir
anket açarak dil seferberliğine gitmesini okuyucularına duyurmuş; bununla da kalmayarak
öz Türkçe yazılmış şiir ve hikâye yarışı açtığını da ilan etmiştir. Ankete gelen cevapları
listeler halinde, birinci cildin 3-6. sayılarında yayımlamıştır. Ayrıca kurultay çalışmalarından
bahsetmiş, konu ile ilgili olarak yapılmış değerlendirmeleri de neşretmiştir. Söz konusu
dergilerin Atatürk Devri dil çalışmalarıyla yakından ilgilendiğini, Türk dili üzerine yürütülen
fikirlerin yayılması için önemli görevler üstlendiğini söylemek mümkündür.

KAYNAKÇA
Arıkan, Saffet (1935), "Türk Dili Araştırma Kurumunun Bildiriği", Ülkü, C:5, S:26,
Nisan-1935, S:85- 87.
Caferoğlu, Ahmet (1936a), "Yenisey-Orhon Harflerinin Menşei", Ülkü, c:7, S:42,
Ağustos-1936, s:433-445.
Dilmen, İ. Necmi (1935) "Yeni Karşılıklar Kılavuzu", Ülkü, C:5,. S:28,
Nisan-1935, s:81-84. Dr. M. Şükrü (1934), "Dil Bilgisi-Dil Düzelmesi", Ülkü, C:3,
S:16, Haziran-1934, s:281-289. Gökyay, O.Şaik (1937), "Tuhfet-ül Mahdum",
Ülkü, C:8, S:48, Şubat-1937, s:427-430.
Hasan Ali (1933), "Türk Dilinin Bölümleri, Edebî Lehçeler-I", . Ülkü, C:l,
S:4, Mayıs-193 3, s:307- 312.
Hasan Ali (1934), "Dil İnkılâbımızın Karakteri", Ülkü, C:4, s:22, Birincikanun-
1934, s:255-257
İbrahim Necmi (1933), "TDTC. Bir Yıl İçinde Neler Yaptı?", Ülkü, C:2, S:9,
Birinciteşrin-1933, s:186-190.
İbrahim Necmi (1933a), "Türk Dilinin Ana Çizgileri", Kadro, C:2, S:16, Nisan-1933,
s:50-51.

289
İbrahim Necmi (1933b), "Eski Türk Hikâyelerinden Dil ve Edebiyat İçin Ne
Güzel Şeyler Çıkabilir?",
Kadro, c:2, s:18, Haziran-1933, s:70-79.
İbrahim Necmi (1933c), "Kanlı Kocaoğlu Kandurali Boyu", Kadro, C:2, s:19,
Temmuz-1933, s.53- 54.
İbrahim Necmi (1933d), "Dede Korkut Hikâyeleri Üzerine Bir İki Söz", Kadro, C:2,
S:20, Ağustos- 1933, s:43-46.
İbrahim Necmi (1933e), "Kanlı Kocaoğlu Kandurali Boyu-II", Kadro. C:2, S:21,
Eylül-1933, s.39-46.
İbrahim Necmi (1933f), "Kanlı Kocaoğlu Kandurali Boyu-III", Kadro, C:2, S:22,
Teşrinievvel-1933, s:17-54.
İbrahim Necmi (1934), "İkinci Dil Kurultayına Doğru”, Ülkü, C:3, S:18, Ağustos-
1934, s:409-412. İbrahim Necmi (1934), "Tarama Dergisi Nedir?", Ülkü. C:3, S:15,
Mayıs-1934, s:177-180.
İbrahim Necmi (1935), "Cumhuriyet Yıllarında Dil Çalışmaları", Ülkü. C:2, S:69,
İkinci teşrin-1938, s:239-244.
İbrahim Necmi (1935), "Türk Dili Araştırma Kurumu Adına Verilen Ayta",
Ülkü, C:6, S:32, Birinciteşrin-1935, s:81-86.
İbrahim Necmi (1935), "Yeni Sentaks Anketi", Ülkü, C:5, S:30, Ağustos-1935, s:403-
405.
İbrahim Necmi (1936a), "Güneş-Dil Teorisinin Esasları", Ülkü. C:6, S:35,
İkincikanun-1936, s:329- 330.
İbrahim Necmi (1936b), "Güneş-Dil Teorisi, Etimoloji, Morfoloji, Fonetik ve Mânâ
Bakımından Türk Dili Analiz Yolları", Ülkü, C:6, S:35, Ikincikanun-1936, s:331-334.
İbrahim Necmi (1936c), "Güneş-Dil Teorisinin Ana Kanunları ve Analiz
Yolları", Ülkü. C:7, S:38, Nisan-1936, s:83-95.
İbrahim Necmi (1936d),"Güneş-Dil Teorisi Üzerine Birkaç Sual ve Cevapları", Ülkü.
C:7, S:39, Mayıs-1936, s:178-183.İnan, Abdülkadir (1936), "Güneş-Dil Teorisi Üzerine
Notlar", Ülkü, C:8, S: 44, ilkteşrin-1936, s:143- 144.
Kadri Kemâl (1933), "Anadolu’nun Doğusunda Dil Meselesi", Ülkü. C:1,
S:5, Haziran-1933, s:404- 407.
Kadro (1934), “İkinci Dil Kurultayı Münasebetiyle”, Kadro. C:3, S:32, Ağustos-
1934, s:3-4. Kadro, “Dil Kurultayı”, Kadro, C:l, S:10, Birinciteşrin-1932, s:3-4.
M.Kaplan, İ.Enginün, Z.Kerman, N.Birinci, A.Uçman (1981), Atatürk Devri
Fikir Hayatı-1. Kültür Bak.Yay.:468, Başbakanlık Basımevi, Ank.-1981.
Mayakon, İ. Müştak (1936), "Dayandığımız Esas", Ülkü. C:8, S:44,
îlkteşrin-1936, s:89-91. Mecmua (1936), "Üçüncü Türk Dil Kurultayı", Ülkü, C:8,
S: 43, Eylül-1936, s:77-84.
Münir Hayri (1935), "Halkevlerinde Dil İşleri Sergisi", Ülkü, c:6, s: 32,
Birinciteşrin-1935, s. 93-95. Nâfi Âtuf (1934), "Türk Dili ve Kurultay", Ülkü. C:4,
S:19, Eylül-1934, s:1-2
290
Necip Ali (1934), "Türk Dili ve Türk Müziği", Ülkü, C:4, S:22,
Birincikanun-1934, s:246-248. Necip Asım (1340), "Harflerimiz", Anadolu Mec. ,
S:2, Mayıs-1340, s:64-66.
Ragıp Hulusi (1933), "Türk Dili Tetkik Cemiyeti", Ülkü, C:, S:1, Şubat-1933, s:31-40.
Ruşen Eşref (1933), "Türk Dili Tetkik Cemiyeti Nasıl Kuruldu?", Ülkü. C:2, S:8, Eylül-
1933, s:81-97. Şâkir, "Bir Dil Atlası Hakkında", Ülkü, C:7, S:37, Mart-1936, s:41-43.
Tankut, H.Reşit (1935) "Sümer Mohancodaro; Harappa ve Ana Dil", Ülkü. C:6, S
:32, I .teşrin-1935, s:90-92.
TDTC Umumi Kâtipliği’nden (1934), "İkinci Dil Kurultayı", Ülkü. C:3, S :
17, Temmuz-1934, s:385- 386.
Turgal, H. Fehmi (1936) "Anadolu Tarihinde Neticelenmemiş Bir
Türkçecilik Hareketi", Ülkü. C:7, S:40, Haziran-1936, s:257-260.
Ülkü (1933), "Dil Seferberliği", Ülkü. C:l, S:2, Mart-1933, s:116-118.
Ülkü (1934), "Ülkü'nün Yazı Bölümleri", Ülkü, C:3, S:13, Mart-1934, s: 76
Yakup Kadri (1932), "Türkçe", Kadro. C:l, S:9, Eylül-1932,s:19-22

ÖZNE EKLEME, DIŞLAMA, DEĞİŞTİRME İŞLEMLERİ


1
Dr.Kerime ÜSTÜNOVA
Özet
Cümledeki “özne eksiltme”, “özne silme”, “özne ekleme” ya da “özne değiştirme”
gibi metne bağlı sözel işlemlerin ele alındığı bu çalışmada söz konusu dil olaylarının nasıl,
niçin, ne zaman, hangi kurallara bağlı kalınarak gerçekleştirildiği irdelenecektir. Türkçede
söz üretimini bir başka deyişle metin oluşumunu biçimlendiren öge eksiltme, öge dışlama, öge
ekleme, öge değiştirme türü olayların etkileyicilerinden biri özne-yüklem ilişkilerini
düzenleyen “çatı”dır. Özne ekleme ve çıkarma gerekliliği eylemin istemine bağlı olduğundan
bu dilbilgisel ulam, eylemin / yüklemin değerlerine göre cümleye giren çıkan özneleri, yani
ekleme, eksiltme, değiştirme olaylarını edilgenleştirme, ettirgenleştirme türü morfolojik çatıya
bağlı dil bilgisel süreçlerle yönlendirir. Eylemlere neden olma, yaptırma, oldurma,
oluşturma, yardım etme, sağlama, izin verme gibi anlamsal özellikle katan {-DAr}, {-DIr}, {-
t}, {-Ir}, {-r}, {-zIr} ekleri, cümleye yaptıran öznenin yanı sıra yapan öznenin yani ikincil
öznenin girmesini zorunlu kılarak öge artışı sağlar. Diğer yandan geçişli, yaptırımlı durum
eyleminin, yüklem olduğu önermede birincil özneyle ikincil öznenin eş değer olduğu
durumlarda cümleye ikincil özne girmez. İkincil öznede dışlama yöntemi uygulanır.
Cümledeki ögelere yönelik işlemler, her zaman çatıya bağlı dil bilgisel süreçlerle
gerçekleştirilmez. Önemsenen bilgiye odaklanma, önemli görülen ögenin yüzey yapıda kalışı
ya da derin yapıda bırakılışında özneyi yönlendirecektir. Bilgi sunumunda izlenen yöntemler,
söz üretiminin biçimlendiricilerden biridir. Verici, yeni bilgileri yüzey yapıya yerleştirirken
yeni bilgi taşımayan içeriksel ögeleri, yani eski bilgileri, metin dışına iterek ya da onları
yüzey yapıda tutarak dil olaylarını gerçekleştirir. Ardışık cümlelerde ilk cümlede verilen
özneyi öne çıkarmak, dikkati onun üstüne çekmek için arkadan gelen cümlelerde özne
eksiltme yoluna gidilebilir. Özne değiştirimi de eyleme çatı eki eklemeden, biçimsel bir
değişiklik olmadan gerçekleştirilebilir.

Prof. Dr, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi. 1
291
Anahtar sözcükler: özne ekleme, özne çıkarma, özne değiştirme, eski bilgi, yeni bilgi “Söz
üretiminde, olaya her katılan ayrı bir biçimde yükleme bağlanır. Adlar, eyleme katılım
işlevine uygun durumu seçer. Edimsel katılım ile bilgileme açısından söze giriş çıkışları
yüklem gösterir.” diyor Ömer Demircan “Türk Dilinde Çatı” adlı çalışmasında (Demircan,
2003. s. 159). Bu durumda, “Hangi bilgiler, ne zaman, nasıl, niçin metin dışında tutulur?”
sorusu akla takılır. İşte bu çalışmada, bu sorulara cevap aranacak; cümledeki özne eksiltme,
çıkarma ya da değiştirme işlemlerinin hangi kurallara bağlı kalınarak gerçekleştirildiği
sorgulanacaktır.
Türkçede cümle kurgusunu biçimlendiren, yani cümleye girecek / çıkacak ögeleri
yönlendiren, bir başka deyişle öge eksiltme, öge dışlama, öge ekleme, öge değiştirme adı
verilen dil olaylarını yöneten etkileyiciler; 1. Çatı, 2. Vurgu, 3. Bilgi sunumu olarak
gruplandırılabilir. Ömer Demircan, “Gerek öge-ekleme gerekse öge-dışlama metne bağlı sözel
işlemlerdir. Kullanılan ekler, işlevsel ayrımları koruyarak izler. Her işlemin gerektirdiği öteki
biçimsel değişiklikler de yapılır. Ekleme ve çıkarma işlemleri eyleme değil yükleme bağlıdır.”
(Demircan, 2003. s. 159) sözleriyle ekleme, çıkarma tarzı işlemlerde yüklemin gücünü öne
çıkarır. Kurucu öge sorumluluğu verilen yüklemin, sözlüksel biçimi, söz dizimsel ulamı,
yetkileri, bir başka deyişle çevresinde barındıracağı ögelerin sayısı, ögeler üzerindeki seçme
hakkı, sınırlandırmaları cümle kurgusunun nasıl olması gerektiğini belirler. Işıl Aydan Özkan,
özne ekleme ve çıkarma gerekliliğini eylemin istemine bağlayarak şöyle Özetler: “Eylem,
ettirgenleştirme, edilgenleştirme gibi dilbilgisel olaylara maruz kaldığında isteminde artma
ya da azalma olabilir. Eylemin bu yeni halinde kazandığı ya da kaybettiği istem; yani yeni
istem potansiyeli ise ikincil istem olarak adlandırılır. Bu durumda eylemin çekirdek ya da
içsel üyelerine yeni bir katılan dahil olacaktır veya var olan katılanları arasından bir katılan
azalacaktır.” (Özkan, 2017. s. 188).
Cümle, bir bildirimin ya da çıkarımın aktarıldığı yer olduğundan yeni bilgi sunumunda
var olan tüm katılımcılar cümleye girer. Metin bünyesinde ardışık biçimde dizilen cümleler,
yeni bilgileri bir sonrakinde eski bilgi kimliğiyle bazen yüzey yapıda bazen derin yapıda;
bazen olduğu gibi bazen değiştirerek tutar çünkü ilk geçtiği yerde yeni bilgi niteliği taşıyan
veriler bir sonraki cümlede artık alıcı tarafından bilinen eski bilgi konumuna geçerler.
Önemini vurgulamak, bilgileri pekiştirmek gibi gerekçelerle eski bilginin cümlede tutulması
yani yinelenmesi gerektiği durumlarda eksik tekrar, sıfır tekrar, tam tekrar vb. tekrar
yöntemlerinden yararlanılabilir. Ögelerin konuşlandırılmasında etkin olan bu dil kullanma
biçimleri, anlatımı belirsiz kılmaz. Alıcı, ipuçları verilmek koşuluyla yüzey yapıda yer
almayan bilgilere çıkarımlardan, sezdirimlerden yararlanarak ulaşabilir; metin içinde kurulan
bilişsel zincir, ortaya çıkan süreklilik metnin sunduğu iletinin kolayca algılanmasını sağlar; dil
içi ve dil dışı göndermeler yardımıyla verici tarafından verilmek istenenler, derinlemesine
yorumlanabilir. Salih Özenici vd. “Çıkarımda Bulunma Becerisi ve Çıkarımların Okuma-
Anlama Sürecindeki İşlevi” adlı çalışmalarında, çıkarımın nasıl neden yapıldığını şu sözlerle
Özetlerler: “Okuyucular metinle ilgili kendi anlam modellerini oluştururken, metinde
olmayan detayları tamamlamak ve okuduklarını değerlendirmek için yoğun olarak çıkarımda
bulunur. Metnin tutarlı bir zihinsel temsilini oluşturmak için, okuyucu metnin farklı bölümleri
arasındaki bağlantıları oluşturmak ve eksiklikleri tamamlamak için genel dünya bilgisini
kullanmak zorundadır.” (Özenici vd., 2011. s. 1674).
1. ÖZNE EKSİLTME, ÖZNE DIŞLAMA / ÖZNE SİLME
Etken görünüşlü bir yapıda en önemli rolün sahibi olan özne, yüklemin söz dizimsel
üyeleri arasında ayrıcalıklı bir konumdadır Çünkü her işin / hareketin / oluşun mutlaka bir
yapanı / edeni olmalıdır. Dolayısıyla özne, diğer ögelerden ayrı tutulur. Öznenin en önemli üye
kabul edilmesini dil bilgisel ilişkiler hiyerarşisi bağlamında değerlendiren Nuh Doğan, öznenin
diğer dil bilgisel ögelere nazaran daha kıdemli olduğunu belirtir ve bir eylemin en önemli
üyesinin söz dizimsel açıdan da en önemli üye olması gerektiğini söyler (Doğan, 2015. s. 160).

292
Böylesine önemli bir görevde bulunan bir ögenin gerektiğinde cümleye alınmaması, yok
sayılması çelişkili olmakla birlikte dilin dizge olarak algılanması noktasında anlamlıdır.
Eksiltme, eksiklik, silme, düşüm, dışlama gibi terimlerle adlandırılan bu dil olayı,
yüklem konumundaki dil biriminin bünyesinde barındırdığı çatı ekine bağlı olarak
gerçekleşebildiği gibi eski bilgi konumuna düşen, bilinen, kestirilebilen, vurgulamaya
gereksinim duyulmayan ögenin derin yapıya terkedilişiyle de açıklanabilir. Bu durumda
özneyi derin yapıda bırakmayla özneyi metin dışında tutmanın birbirinden farklı iki dil olayı
olduğunu belirtmek gerekir. Özne eksiltmede, kestirilebilir olduğundan bir başka deyişle
ipuçları dil içi göndermelerle verildiğinden çeşitli gerekçelerle öznenin derin yapıda bırakılışı
anlatılmalıdır. Özne yüzey yapıda yoktur ama iletişimde var sayılmaktadır, bilinmektedir.
Özne dışlama ya da silme ise öznenin derin yapı da dahil olmak üzere metin dışında tutulması,
yani derin yapıdan yüzey yapıya çıkarılamamasıdır, iletişimde kullanılamamasıdır.
Öznenin cümleye giremediği, yani en önemli öge olarak görülmesine karşın cümleden
atılarak özne eksiltme / dışlama / silmenin gerçekleştiği durumlarda; 1. Eylemin edilgen çatıda
oluşu, 2. Öznenin odaklanan, vurgulanan bilgi olmaktan uzaklaşması, 3. Öznenin eski bilgi
konumuna geçişi, 4. Öznenin kestirilebilir oluşu dikkat çekicidir. Öge silmenin cümledeki bilgi
dağılımıyla ilgili olduğunu belirten Ömer Demircan, “Özne ve nesnenin sözden çıkışı, "gizil"
eklerle gösterilir.” sözleriyle çatının sözün biçimlendirişinde kimi bilinenlerin metinden
çıkarılışının gerekçelerinden biri olduğuna işaret eder (Demircan, 2003: 159). Yüklemdeki
edilgenlik ekinin baskısıyla ögelerin yapılarındaki değişiklikler sonucunda örneğin; birincil
öznenin cümleden uzaklaştırılması, yalnızca dil bilgisel süreçtir. “Edilgenleştirme fiilin üye ve rol
yapısının bu öncelikli unsurlarının egemenliğine bir bakıma son verir ve onları söz diziminin en
öncelikli konumundan eder. Edilgenleştirmeyle fiilin gerçek üye ve rol yapısının değişmediği,
sadece üye ve rollerin söz dizimsel gerçekleşme biçimlerinin değiştiği dikkate alındığında
edilgenleştirmenin hiyerarşiye müdahale etmek suretiyle daha düşük kıdemli rollerin özne olma
yolunu açtığı söylenebilir.” biçiminde görüyor Nuh Doğan özne silme olayını (Doğan, 2015. s.
170). Öznenin egemenliğini sonlandırma!
1.1. Özne Dışlama / Silme
Öznenin kestirilemez durumda bulunuşu, sisteme edilgen eylemle duyurulur: Bahçe
kapısının önündeki erik ağacı kesilmiş. / Takıları çalınmış, dedektif tutulmuş ama hırsız
yakalanmamış. / Uzun süredir aranıyordu en son Edremit’te görülmüş. vb. Örnek cümlelerde
kesil-, çalın-, tutul-, yakalan-, aran-, görül- edilgen eylemlerinin kurduğu yapılarda hareketi,
işi yapan / eden öznenin olmasına karşın özne kestirilemediğinden önermelerden dışlanmıştır.
Sonuçta özne ne yüzey yapıda yer almakta ne de derin yapıda. Çünkü edilgen eylemin işlevi,
birincil özneyi bilinmez kılmak yöntemiyle metin dışında tutmaktır. Kimi durumlarda özne
kestirilebilir konumda olmasına karşın metin dışında tutulabilir. Bu da eylemin edilgen çatıda
kullanımına yol açar. Pazar günleri babaanneye kahvaltıya gidilir. Kahvaltıya gidenler
bağlamdan çıkarılabilir. Onlar / o pazar günleri babaanneye kahvaltıya gider(ler).
Dinleyenlere hitaben yapılan konuşmalarda ikinci kişinin / kişilerin özne olduğu varsayılarak
onların üzerinden edilgen eylemle cümle kurulabilir. Örneğin yemek tarifi verilirken edilgen
çatıdan yararlanılır. Havuçlar rendelenir, tencereye konur, iki kaşık zeytinyağın eklenir.
Herkesi ilgilendiren bir konuda özne kestirilebilir olduğundan edilgen eylem kullanılabilir. Bu
evde akşam yemeği birlikte yenir. Akşam yemeğini yiyenler, bağlamdan çıkarılabilir. Ev halkı
akşam yemeğini birlikte yer. Halka açık söylemlerde edilgen eylem kullanılabilir. İnşaata
izinsiz girilmez. Burada yolcu indirilmez. vb söylemlerde hedef kitle bellidir. Kimse, inşaata
izinsiz giremez. Şöförler, burada yolcu indiremez. Atasözü, deyim, bilmeceler umuma açık
söylemler olduğundan edilgen çatıdan yararlanılır. Araba devrilince yol gösteren çok olur.
Üstü örtük söylemlerde edilgen çatıdan yararlanılır. Aman, aramızın iyi olduğu duyulmasın,
neme lazım; yoksa çocuklar sofraya indirilmez. Suçlamamak için edilgen çatı kullanılabilir.
Evimiz soyuldu, param çalındı vb.

293
Geçişli, yaptırımlı durum eyleminin, yüklem olduğu önermede birincil özneyle ikincil
öznenin eş değer olduğu durumlarda cümleye ikincil özne girmez. Öge (ikincil özne) artışı
olması gerekirken ikincil özne silme gerçekleşir: Kar yolları kapattı.
Etken, yaptırımlı, geçişli durum eylemi kapat-, morfolojik çatı gereği kurduğu cümleye
zorunlu öge olarak birincil özne, ikincil özne ve birincil nesne ister. Ancak “Kar kar-a yollar-ı
kapattı.” olması gereken cümlede eylemdeki yaptırım ekine rağmen ikincil özne yer almamıştır.
Diğer yandan ikincil özne yüzey yapıda olmasa da cümlenin kodunun “Yoğun kar yağışı, karın
yolları kapamasını sağlamıştır.” kısaca “Kar, kara yolları kapatmıştır.” biçiminde
çözüldüğünü belirtmek gerekir.
yaptıran özne: kar-Ø birincil özne
yapan özne: Ø ikincil özne
etkilenen nesne: yollar-ı birincil nesne
Biçimsel olarak morfolojik çatı, anlamsal olarak leksik, sentaktik çatı uygulaması
gerçekleşmiştir. Birincil özneyle ikincil özne, aynı dil biriminde eş değer olduğundan ikincil
özne, yüzey yapıya çıkamamıştır. Bunda kapa- eyleminin {-t} ekiyle kaynaşıp tabanın kapat-
olarak algılanması gerekçe olarak düşünülebilir. (Ayrıntılı bilgi için bk. Üstünova 2017. s.
2148)
1.2. Özne Eksiltme
Türkçenin yapısal özelliklerinden biri de birinci ve ikinci kişilerin özne olduğu
durumlarda sözlüksel özne görevini üstlenen kişi zamirlerinin yüzey yapıdan atılma, bir başka
deyişle derin yapıda bırakılma eğilimidir. Yani bu durumlarda özne eksiltme olayı
yaşatılmaktadır.
Çalışıyor gözüküyorsun ama kimseyi kandıramayacaksın.
Ø çalışıyor gözüküyorsun ama Ø kimseyi kandıramayacaksın.
sen çalışıyor gözüküyorsun ama sen kimseyi kandıramayacaksın.
Örneklerde de görüldüğü üzere öznenin yüzey yapıya çıkarılmaması / özne eksiltisinin
gerçekleştirilmesi, öznenin metin dışına itilmediğini, iletişimden koparılmadığını
göstermektedir. Türkçe için bağlayıcı olan bu durum, ancak özneyi vurgulama, bir karşıtlık
ortaya koyma, yadsıma ya da yeni bilgi verme söz konusu olduğunda farklı uygulanır ve özne
görevindeki zamir yüzey yapıda yer alır. Sen değil biz gideceğiz buralardan. / Siz kovmadınız,
ben istifa ettim. vb.
Metinler, verilmek istenen bilgileri her zaman yüzey yapıda taşımazlar. Bir başka
deyişle bir mesajı yetkin hâle getirmek için gerekli olan her bir bilgiyi sunmazlar. Verici;
zamandan, emekten tasarruf ve estetik kaygılar nedeniyle konu sürekliliğinin korunduğu,
erişilebilirliğin yüksek olduğu durumlarda öncelikli olarak eski bilgiyi yüzey yapıdan
çıkarabilir, ya da daha az yer ve zaman alacak eşdeğer dil birimleriyle ifade etme yoluna
gidilebilir. Kısaca eski bilgi konumundaki öge, yüzey yapıdan atılarak bir başka deyişle derin
yapıda bırakılarak öge eksiltme yolu izlenebilir. Ömer Demircan’a göre, Türkçede söz
üretimini biçimleyen işlemlerden biri de yeni bilgi taşımayan içeriksel ögelerin metinden
süzülmesidir (Demircan, 2007). Bu, eski bilginin yüzey yapıda varlık bulamaması yani derin
yapıya terk edilmesi anlamına gelir. Alıcı, çeşitli yöntemler kullanarak dil içi ve dil dışı
göndermelerin yardımıyla, art alan bilgisinin desteğiyle verilmek istenip de verilmeyen ya da
verilmiş gibi yapılıp da verilmemiş eksik bilgileri tamamlar.
Ardışık cümlelerde ilk cümlede verilen özneyi öne çıkarmak, dikkati onun üstüne
çekmek için arkadan gelen cümlelerde özne eksiltme yoluna gidilebilir.
Okumayacak diye epey korkuttu bizi bu oğlan. (1) Ta ki bir gün eve sınav sonucu
gelene kadar… (2) Ben asker olacağım diyene kadar…(3)
Alıcıyla yeni bilgi olarak ilk cümlede tanıştırılan özneye sonraki cümlelerde yeniden
gönderimde bulunulur. Birinci cümlede yüzey yapıda verilen özne (bu oğlan), diğer cümlelerde
eksiltiye bırakılarak gündemde tutulur. İkinci ve üçüncü cümlelerde sırasıyla yüklem / ikincil

294
özne / birincil özne eksiltileri vardır. Verici, kurguda özne eksiltilerini sona bırakarak onların
sıfır tekrar yoluyla öne çıkmasını sağlamıştır. Ortak kullanıldığı ardışık cümlelerde öznelerin
boş artgönderim yoluyla derin yapıda bırakılışı, kestirilebilir oluşundan kaynaklanmaktadır.
okumayacak diye epey korkuttu bizi bu oğlan (1)
ta ki bir gün eve sınav sonucu gelene kadar korkuttu bizi bu oğlan (2)
ben asker olacağım diyene kadar korkuttu bizi bu oğlan (3)

2. ÖZNE EKLEME
2.1. Çatıya Bağlı Özne Ekleme
Öge eklemenin bilgi dağılımıyla ilgili olduğunu belirterek olay akışında metne yeni bir
öge eklenişini çatısal işlemlere bağlayan Ömer Demircan, “Eylemin sözlük anlamına bağlı
öğe girişi, özneyi ötekilerden ayırır. Yeni öğe girişi, "ettirgen" adı verilen eklerle belirtilir.”
(Demircan, 2003. s. 159) sözleriyle cümleye özne eklemede çatı-metin ilişkisine dikkat çeker.
Eylemlere neden olma, yaptırma, oldurma, oluşturma, yardım etme, sağlama, izin
verme gibi anlamsal özellikler, sıklıkla {-DAr}, {-DIr}, {-t}, {-Ir}, {-r}, {-zIr} ekleri
aracılığıyla morfolojik yöntemle verilir. Çatıyı özne-yüklem ilişkisi olarak değerlendiren
Caner Kerimoğlu, “Bu kategorinin öznenin önceki fiille ilişkisini değiştiren bir işlev için
kullanıldığı, cümleye yeni bir öğeyi dâhil etmesi bakımından çatı içerisinde incelenen diğer
kategorilerden (edilgen, işteş vb.) ayrıldığı görülmektedir.” (Kerimoğlu, 2009. s. 1738)
sözleriyle ekin cümleye yeni bir öge ekleme konusundaki işlevine dikkat çeker. Yukarıda
verilen ve çalışmalarımızda “yaptırım eki” olarak tanımladığımız bu ekler, cümleye yaptıran
öznenin yanı sıra yapan öznenin yani ikincil öznenin girmesini zorunlu kılarak öge artışı
sağlar. Yaptırım ekinin kullanımı, eylemin karakteristik özelliklerine göre farklılık gösterir.
Kılış ve durum, eylemlerinin yaptırım ekiyle buluşması cümle kurgusu bakımından
değişikliklere yol açar. (Üstünova, 2017. s. 2146).
a. Etken yaptırımlı, geçişli kılış eylemi, yüklem göreviyle kucağı cümleye birincil
özne, birincil nesnenin yanı sıra {-A} ekiyle çekimlenmiş ikincil özne görevinde bir ad /
zamirin zorunlu öge olarak girişini ister.
Dedem, / mektupları / bana / yazdırırdı.
yaptıran özne: benim dedem- birincil özne
Ø

yapan özne: ban-a ikincil özne

etkilenen nesne: mektuplar-ı birincil nesne

a.1. dedem, mektupları bana yazdırırdı. (dedem mektupları yazmamı sağladı.) <
a.2. mektupları ben yazdım.
Örneklerde de izlendiği üzere a.2.’deki birincil özne “ben”, {-DIr} ekinin yüklem
görevindeki eyleme katılımıyla a.1.’de ikincil özne “bana” konumuna geçer.
b. Etken, geçişsiz, yaptırımlı durum eylemi, yüklem göreviyle kuracağı cümleye birincil
öznenin yanı sıra {-Ø /-I} ekiyle çekimlenmiş ikincil özne görevinde bir ad / zamir ister.
Kadın, / çocuğu / susturdu.
yaptıran özne: kadın-Ø birincil özne

yapan özne: çocuk-u ikincil özne

b.1. kadın çocuğu susturdu. (kadın çocuğun susmasını sağladı) < b.2. çocuk sustu.
b.2.’deki birincil özne “çocuk”, {-DIr} ekinin yükleme katılımıyla b.1.’de ikincil özne
“çocuğu” görevini üstlenir.
295
c. Etken, geçişli, yaptırımlı durum eylemi, birincil özne, birincil nesnenin yanı sıra
kuracağı cümleye {-A} ekiyle çekimlenmiş ikincil özne görevinde bir ad / zamir ister.
Ablan, / senin yemeğini / bize / yedirdi
yaptıran özne: senin ablan-Ø birincil özne

yapan özne: biz-e ikincil özne

etkilenen nesne: senin yemeğini birincil nesne

c.1. ablan, senin yemeğini bize yedirdi. (ablan, yemeğin yenmesini sağladı.) <
c.2. senin yemeğini biz
yedik.
Geçişli durum eylemleri, kılış eylemlerinde olduğu gibi {-A} ekiyle çekimlenmiş ikincil
özne isterler. Dolayısıyla c.2.’deki birincil özne “biz”, c.1.’de ikincil özne “bize” görevindedir.
Uyarı: Doğa olaylarını anlatan oluş eylemleriyle dönüşlü eylemler, yaptırım eki
almazlar çünkü kendi kendine olan eylemlere dışardan yaptırım uygulanması düşünülemez.
“Güneş doğdu.”, “Çiçek açtı.”, “Sis çöktü.”, “Koca oğlan yıkandı nihayet.”, “Kadın
dövündü.” vb. cümlelerde temel anlamlarını koruyan doğ-, aç-, çök-, yıkan-, dövün-
eylemlerine böyle bir yaptırımın uygulanması olanaksızdır. Dolayısıyla söz konusu işlemler,
* *
bu eylemler için geçerli değildir. Zaten dilde “O, güneşi doğdurdu.” , “Kız, çiçeği açtırdı.” ,
* *
“Adam, sisi çöktürdü.” , “Kadın, koca oğlanı yıkandırdı nihayet.” , “Kocası, kadını
*
dövündürdü.” cümlelerinin kullanımı yoktur.
2.2. Vurgu Odaklı Özne Ekleme
Verici, önemsediği bilgiyi öne çıkarmak; farkındalık yaratmak vb.
nedenlerle özneye vurgu yapabilir. Bunu göstermek için özne yüzey yapıda tekrarlanarak
diğer ögeler derin yapıda bırakılabilir.
Yirmi beş kadın gitmişti hak aramaya. (1) Tam yirmi beş kadın…(2)
İki cümlelik örnekte, birinci cümlede verilen özne (yirmi beş kadın),
genelde eski bilgi olarak ikinci cümlede ya bir zamirle (onlar) eksik tekrar olarak yer almalıydı ya
da sıfır tekrar olarak derin yapıda kalmalıydı. Aksine özne, yüzey yapıda tam tekrar olarak
verilerek alıcının bu bilgiye odaklanması istenmiştir. Yani vurgu amaçlı kullanılmıştır.
yirmi beş kadın / gitmişti / hak aramaya.(1) tam yirmi beş kadın / gitmişti
hak aramaya.(2)
Verici, özneyi öne çıkarmak için aynı bilgiyi veren cümleyi iki kez
kullanmış; yüklem ve tümleci derin yapıda bırakmıştır.
Ben tanıdığımda bir de kızı vardı. (1) Kızı değil de evlatlığı… (2)
Gözünden sakındığı evlatlığı…(3)
Öznenin (kızı) vurgulandığı, önemsendiği alıcıya aktarılsın diye ikinci ve
üçüncü cümlelerde yüklem eksiltiye bırakılmış; ayrıca özne ek bilgilerle yüzey yapıya
taşınmıştır. “Ben tanıdığımda kızı değil de gözünden sakındığı bir evlatlığı vardı.” biçiminde
tek cümlede verilebilecek bilgiyi üç cümleye yayarak ben tanıdığımda / bir de / kızı / vardı.
(1) ben tanıdığımda / kızı değil de evlatlığı / vardı (2) ben tanıdığımda / gözünden sakındığı
evlatlığı / vardı (3) biçiminde vermesinin altında özneyi vurgulamak yatmaktadır.
3. ÖZNE DEĞİŞTİRME
Çatıya bağlı özne ekleme başlığında verilen a, b, c numaralı cümlelerde, yaptırım
ekinin kullanımıyla birlikte birincil öznelerin ikincil özneye geçişleri örneklendirilmiştir:
a.1. dedem, mektupları bana yazdırırdı. < a.2. mektupları ben yazdım.
b.1. kadın çocuğu susturdu. < b.2. çocuk sustu.
c.1. ablan, senin yemeğini bize yedirdi. < c.2. senin yemeğini biz yedik.

296
Yaptırım ekinin eylemden çıkarılışıyla aynı olaya tersten gerçekleşecek ve ikincil
özneler birincil özne görevini üstleneceklerdir.
a.2. dedem mektupları bana
a.1. mektupları ben yazdım. < yazdırdı.
b.1. çocuk sustu. < b.2. kadın, çocuğu susturdu.
c.1. senin yemeğini biz yedik. < c.2. ablan, senin yemeğini bize yedirdi.

Ancak cümledeki ögelere yönelik ekleme, dışlama, değiştirme işlemleri gibi tasarruflar,
yalnızca edilgenleştirme, ettirgenleştirme türü morfolojik çatıya bağlı dil bilgisel süreçlerle
gerçekleştirilmez. Öge değiştirimi, eyleme çatı eki eklemeden, biçimsel bir değişiklik olmadan da
gerçekleşebilir. Bağlam koşuluyla bir cümledeki öznenin diğer cümlede başka bir göreve geçişi
ya da başka bir ögenin özne görevine geçişi söz konusu olabilir.
“Bu görevi bana sen vermedin, ben aldım.” cümlelerinde ilk cümledeki ikincil nesne,
birincil özne olurken “Müdür babamı kovmadı, babam bu görevden ayrıldı.” örneğinde birincil
nesnenin ardışık cümlede birincil özne oluşu izlenebilir: bana > ben / babamı > babam.
bu görevi bana sen vermedin ben aldım
müdür babamı kovmadı babam bu görevden ayrıldı.

“Bu görevi bana sen verdin ama ben de sana çalıştım, seni hiç bırakmadım.”
Örneğinde de ilk cümledeki birincil öznenin, sırasıyla ikincil nesne ve birincil nesneye geçişi
örneklendirilmiştir: sen > sana > seni
bu görevi bana sen verdin ben de sana çalıştım, seni hiç bırakmadım.

Sonuç
Türkçede cümle kurgusunu biçimlendiren, yani cümleye girecek / çıkacak ögeleri, bir
başka deyişle öge eksiltme, öge dışlama, öge ekleme, öge değiştirme adı verilen dil olaylarını
Çatı, 2. Vurgu, 3. Bilgi sunumu olarak görülen etkileyiciler yönlendirir. Özne ekleme de özne
silme de bilgi dağılımıyla ilgilidir. Olay akışında metne yeni bir öge eklenişi ya da çıkarılışı
çatısal işlemlere bağlıdır. Edilgen eylem, özneyi metin dışında tutarken yaptırımlı eylem,
cümleye yeni bir öznenin eklenmesini zorunlu kılar. Yaptırımlı eylem, kuracağı cümleye
nitelikleri doğrultusunda {-A} /{-I} {-Ø} eklerinden biriyle çekimlenmiş ikincil özne
görevinde bir ad / zamirin zorunlu öge olarak girişini ister. Etken, geçişli, yaptırımlı durum
eyleminin, yüklem olduğu önermede birincil özneyle ikincil öznenin eş değer olduğu
durumlarda cümleye ikincil özne giremez. Öznenin cümleye giremediği, yani en önemli öge
olarak görülmesine karşın cümleden atılarak özne eksiltme / dışlama / silmenin gerçekleştiği
durumlarda; 1. Eylemin edilgen çatıda oluşu, 2. Öznenin odaklanan, vurgulanan bilgi
olmaktan uzaklaşması, 3. Öznenin eski bilgi konumuna geçişi, 4. Öznenin kestirilebilir oluşu
dikkat çekicidir. Cümledeki ögelere yönelik ekleme, dışlama, değiştirme işlemleri gibi
tasarruflar, yalnızca edilgenleştirme, ettirgenleştirme türü morfolojik çatıya bağlı dil bilgisel
süreçlerle gerçekleştirilmez. Öge değiştirimi, eyleme çatı eki eklemeden, biçimsel bir
değişiklik olmadan da gerçekleşebilir.

KAYNAKLAR
Demircan, Ömer (1993) “Türkçede Çatılım ile Edilim” Yedinci Dilbilim Kurultayı Bildirileri,
Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 141-154. s.
Demircan, Ömer (2003) Türk Dilinde Çatı, Papatya Yayıncılık, İstanbul.

297
Demircan, Ömer (2007) “Türkçede İzleme”, XXI. Ulusal Dilbilim Kurultayı Bildiri Özet
Kitapçığı (10-11 Mayıs 2007), Mersin Üniversitesi.
Doğan, Nuh (2015) “Türkçede Özne Seçme Hiyerarşisi”, Dil Araştırmaları, S.17, 159-177. s.
Kahraman, Tahir (1996) Çağdaş Türkiye Türkçesindeki Fiillerin Durum Ekli Tamlayıcıları,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Karahan, Leyla (1997) “Fiil-Tamlayıcı İlişkisi Üzerine”, Türk Dili, S. 549, 209-213. s.
Kerimoğlu, Caner (2009) “Türkiye Türkçesinde Ettirgenlik”, Turkish Studies, S. 4/8, 1734-
1745. s.
Koç, Serkan - Değer, A. Cem (2008) “Türkçe’de Özne Ad Öbeği ve Boş Artgönderim
Kullanımının Türkçe’yi Yabancı Dil Olarak Öğrenen Öğrencilerdeki Gelişimsel
Görünümleri”, Dilbilim Araştırmaları, 51-61. s.
Musaoğlu, M. (2008) “Türkçede Çatı”, Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun Armağanı, Akçağ
Yayınları, Ankara, 207-234. s.
Özenici, Salih, Kınsız, Mustafa, Seçkin, Hümset (2011) “Çıkarımda Bulunma Becerisi ve
Çıkarımların Okuma-Anlama Sürecindeki İşlevi”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, C. 8,
S.1, 1665-1679. s.
Özkan, Işıl Aydın (2017a) “Türkçede İstemi Artıran Biçimbilgisel Kategoriler”, JASSS
International Journal of Social Science, S. 60, 183-195. s.
Özkan, Işıl Aydın (2017b) “Türkçede İstemi Değiştiren Anlamsal Süreçler”, IJLA
International Journal of Language Academy, S. 5 / 4, 33-46. s.
Özsoy, Sumru (1990) “Edilgen Yapı”, IV. Dilbilimi Sempozyumu Bildirileri (17-18 Mayıs
1990), Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 47-58. s.
Sebzecioğlu, Turgay (2016) Dilbilim Kavramlarıyla Türkçe Dilbilgisi, Kesit Yayınları,
İstanbul.
Uzun, Nadir Engin (2000) Anaçizgileriyle Evrensel Dilbilgisi ve Türkçe, Multilingual,
İstanbul. Uzun, Nadir Engin (2004) “Dünya Dillerinden Örneklerle Dilbilgisinin Temel
Kavramları: Türkçe Üzerine Tartışmalar”, Türk Dilleri Araştırma Dizisi, S. 39, İstanbul.
Uzun, Nadir Engin (2006) Biçimbilim: Temel Kavramlar. Papatya Yayıncılık, İstanbul.
Üstünova, Kerime (2012) Türkiye Türkçesi Ad İşletimi (Biçim Bilgisi), Sentez Yayınları,
Bursa. Üstünova, Kerime (2013) “Yaptırımlı Eylemlerin Dilde Kullanımı”, Leyla Karahan
Armağanı, Akçağ Yayınları:1127, Armağan Kitaplar: 3, Ankara, 851-860. s.
Üstünova, Kerime (2014) “Edilgen Çatılı Eylemin Kullanım Alanı”, IX. Uluslararası Büyük
Türk Dili Kurultayı Bildirileri (26-27 Eylül 2014 Ankara), Bilkent Üniversitesi Yayınları,
Ankara, 135-141. s.
Üstünova, Kerime (2015) “Eylem-Nesne İlişkileri Üzerine, Sadece {-I}, {-Ø} Ekleriyle
Çekimlenmiş Ad / Zamir Alan Eylemler mi Geçişli Sayılmalıdır?”, Turkish Studies, S. 10 /
16, 1143-1152. s.
Üstünova, Kerime (2016) Eylem İşletimi, Sentez Yayınları, Bursa.
Üstünova, Kerime (2016) “Biçimleri Aynı İşlevleri ve Kategorileri Farklı Eklere Yönelik Bir
İnceleme”, Turkish Studies, S. 11/ 10, 681-689. s.
Üstünova, Kerime (2017) “Geçişli Durum Eylemlerinde Yaptırım Ekinin Kullanımı”, Teke,
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, S. 6/4, 2144-2153. s.
Yılmaz, Seda (2014) “Çatı Kavramı Üzerine”, The Journal of Academic Social Science
Studies International Journal of Social Science, S. 26, 521-535. s.

298

PROF. DR. SLAVOLJUB DJINDJIĆ VE TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI

Dr.Marija DJINDJIĆ

Özet
Önde gelen Yugoslav Türkologlarından biri olan Prof. Dr. Slavoljub Djindjić, 24
Nisan 1935 yılında Krnji Grad’da (Sırbistan) dünyaya gelmiştir. Belgrad Üniversitesi Felsefe
Fakultesi, Doğu Dilleri Bölümünde eğitimini sürdürmüş ve 1959 yılında mezun olmuştur.
Aynı bölümde doktora eğitimine de devam eden Djindjić, 1965 yılında “Yakup Kadri
Karaosmanoğlu`nun Eserlerindeki Harp ve Devrim Temaları” adlı çalışmasıyla doktor unvanı
almıştır. Prof. Djindjić 1960−1997 yılları arasında Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi
Doğu Dilleri Bölümünde görev yapmıştır. Mesleki hayatı boyunca lisansta Türk Dili, Eski
Türk Edebiyatı ve Yeni Türk Edebiyatı; lisanüstünde ise Türk Dillerinin Karşılaştırmalı
Grameri derslerine girmiştir. Çeşitli idari görevlerde de bulunan Djindjić, zaman aralıklarıyla
Doğu Dilleri Bölümü Başkanlığı ve 1983−1985 yılları arasında da Belgrad Üniversitesi
Filoloji Fakültesi Dekanlığı yapmıştır.
Verimli akademik hayatında hem çağdaş Türkçenin hem de eski ve yeni Türk
edebiyatının çeşitli konularına eğilen derin araştırmalar kaleme almıştır. Prof. Djindjić’in
özellikle Türk Dili Ders Kitabı (Udžbenik turskog jezika), Kitab-ı Dede Korkut (Knjiga Dede
Korkuta), Türkçe-Sırpça Sözlük gibi eserleri sayesinde eski Yugoslavya ve Sırbistan`da
Türkolojinin gelişmesinde önemli bir adım atılmıştır. İlk Türkçe-Sırpça Sözlük’ü
hazırlamasından dolayı Eski Millî Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel Prof. Djindjić`e altın şilt
takdim etmiştir. Prof. Djindjić`in Kitab-ı Dede Korkut çevirisi, Türk kültürü ve Türk dünyası
araştırmalarına yaptığı katkıların yanında Dede Korkut Kitabı`nı Balkanların birkaç ülkesinde
de tanıtma ve açıklama açısından okuyuculara faydalı olmaktadır. Prof. Djindjić Dede Korkut
Kitabı`nın Sırpçaya çevirisi için Edebiyat Çevirmenleri Derneğinin geleneksel Miloš N.
Djurić ödülünü 1982 yılında kazanmıştır. Miloš N. Djurić ödülü, ünlü eserin Türk edebiyatı
açısından önemi ve çevirisi dikkate alınarak ilk kez Türkçeden yapılan bir çeviriye verildi.
Prof. Djindjić 30 Mart 2000 yılında Belgrad`da yaşama gözlerini yummuştur.
Bu çalışmada Prof. Djindjić`in Türkolojiye katkıları ve eserleri hakkında bilgi
verilecektir.

Anahtar sözcükler: Prof. Dr. Slavoljub Djindjić, Türkoloji, Türk dili, Türk edebiyatı

Prof. Dr. Slavoljub Djindjić 1935 yılında Krnji Grad’da (Sırbistan) dünyaya geldi. Liseyi
Prokuplje’de bitirdi. Belgrad Üniversitesi Felsefe Fakultesi, Doğu Dilleri Bölümünden 1959
yılında mezun oldu. Aynı bölümde başladığı doktora çalışmasını 1965 yılında “Yakup Kadri
Karaosmanoğlu`nun Eserlerindeki Harp ve Devrim Temaları” adlı çalışmasıyla tamamlayarak
Yeni Türk Edebiyatı bilim dalında doktor unvanını aldı. Aynı bölümde de çalışma yaşamına
başladı. Prof. Djindjić Belgrad`da Eski Yugoslavya`nın ilk Şarkiyat Bölümünün kurucusu, Prof.
Dr. Fehim Barjaktarević`in öğrencisi ve asistanıydı. Bayraktarević’e göre (14 Kasım 1889‒22
Şubat 1970) Türkoloji, şarkiyat bölümünün temelini oluşturmalıydı. Çünkü Sırpların kendi dilini,
tarihini ve kültürünü daha iyi anlayabilmelerinin yolu Türkçeden geçiyordu (Djukanović 1968:
478). Osmanlıların beş yüzyıllık varlığı kültürümüzde büyük bir iz bırakmıştır. Fehim
Bayraktarević 1925 yılında Belgrad Üniversitesi

Bu makale, Sırbistan Eğitim ve Bilim Bakanlığı tarafından maddi olarak desteklenen "Ölçünlü Sırpçanın
Lengüistik Araştırmaları ve Sırp Bilimler ve Sanatlar Akademisi Sırpça Hırvatça Yazı Dili ve Ağızları
Sözlüğü" adlı proje (No: 178009) esas alınarak hazırlanmıştır.

Doç. Dr. Marija Djindjić, Sırp Bilimler ve Sanatlar Akademisi Sırp Dili Enstitüsü,
Belgrad, msdjindjic@gmail.com

299
Felsefe Fakültesinde Şarkiyat Bölümünü kurarak bu bölümde “Türk Dili” derslerini seçmeli
olarak okutmaya başladı.
Djindjić 1963'te Türk Dil ve Edebiyatı Asistanı, 1968'de Türk Edebiyatı Yardımcı
Doçenti, 1973'de Türk Dili Yardımcı Doçenti, 1976'da Doçent Doktor, 1981 yılında da Türk
Dil ve Edebiyatı Profesörü oldu. Mesleki hayatı boyunca lisansta Türk Dili, Eski Türk
Edebiyatı ve Yeni Türk Edebiyatı; lisanüstünde ise Türk Dillerinin Karşılaştırmalı Grameri
derslerine girdi. Prof. Dr. Slavoljub Djindjić 1987‒1990 yılları arasında Makedonya
Cumhuriyeti’nin başkenti Üsküp’te, “Aziz Kiril ve Metodiy” Üniversitesi bünyesinde bulunan
Filoloji Fakültesine Çağdaş Türkçe dersi için misafir hoca olarak davet edildi. 1 Birkaç defa
Bölüm Başkanlığı ve Dekan Yardımcılığı, Üniversite Senato üyeliği görevlerinde bulundu.
1983‒1985 yılları arasında Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesinde dekan olarak görev
yaptı. Ankara`da ve İstanbul`da da Türk Dili kurultaylarına katıldı. Kurultaylarda çoğu zaman
Yugoslavya türkologlarının adına açış konuşması yaptı. Onun Türkolojiye olan hizmetleri
kendi ülkesi ile komşu ülkelerde ve Türkiye’de yankı bulmuştur. İstanbul`da 30 Eylül‒4 Ekim
2013 tarihleri arasında düzenlenen VIII. Milletlerarası Türkoloji Kongresinin bir oturumuna
Prof. Dr. Slavoljub Djindjić adı verilmştir.
Türkolojinin sadece tek bir alanında çalışmamıştır. Hem edebiyatla hem de dil alanıyla
uğraşmıştır.2 İki alanın dikkate değer bazı çalışmalarından söz etmek istiyoruz.
Türkçe ile Sırpça, tarih boyunca birbiriyle ilişkide bulunmuş iki dildir. Türkçe ile
Sırpçanın bu ilişkisini ortaya koymak, Türkçenin eski Yugoslavya’nın Türkoloji merkezleri olan
Belgrad, Saraybosna, Priştine ve Üsküp`te gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla Slavoljub
Djindjić`in yürütücülüğünde Türkçe-Sırpça Sözlük hazırlandı. Türkçe-Sırpça Sözlük, Türk Dil
Kurumunun birinci Türkçe-Sırpça sözlüğüdür. Türk Dil Kurumunun 1996 yılında yayımlamış
olduğu Sırpça Hırvatça sahasındaki ilk kapsamlı eser olan Türkçe-Sırpça Sözlük yaklaşık 36000
sözcük içermektedir. Bu eser, Prof. Dr. Slavoljub Djindjić (A, B, C, Ç, D, F, G, I, J, K, L, M, N,
Ö, P, R, S, Ş, U, Ü, Y, Z harfleri), Prof. Dr. Mirjana Teodosijević (H, İ, O, T, V harfleri) ve Prof.
Dr. Darko Tanasković (E harfi) tarafından hazırlanmıştır. Sözlük Eski Yugoslavya`da Türkçeyle
uğraşanlar için yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Slavoljub Djindjić’in yazdığı Ön Söz’de
sözlüğün yapısı, ilkeleri ve kapsamı üzerinde durulmuştur. Ayrıca Türkçe üzerine toplu bir bilgi
de verilmiştir. Yazar, yazı reformu ve dil devrimi konularına da değinmiştir. Sözlükte yalnız
kültür ve yazı dilinde kullanılan ögelere yer vermekle kalmadıklarını, halk dilinde geçen söz ve
deyimleri ve argoda kullanılan sözleri de değerlendirdiklerini eklemiştir. Böylelikle sözlüğün
geniş bir okur kitlesine seslendiği ortaya çıkıyor” (Prof. Dr. Hasan Eren’in raporundan, 25.8.1994.
3
tarihli ve Sözl. Kl. 519.203.648 sayılı yazı ile 26.04.1994 tarihli yazı ). İlk Türkçe-Sırpça Sözlük’ü
hazırlamasından dolayı Eski Millî Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel Prof. Djindjić`e altın şilt
takdim etmiştir.
Türkçe öğretiminde ders kitapları sürecin çok önemli bir parçasını oluşturmaktadır. 1979
yılında Slavoljub Djindjić Bölümün I ve II. sınıfları için Türkçenin grameri alıştırmaları ve
alıştırmaların sözlükleriyle birlikte "Udžbenik turskog jezıka" (Türk Dili Ders Kitabı) yayımladı
(Djindjić 1979). Bu ders kitabı temel Türkçe programına göre hazırlanıp ilk Türk Dili ders
kitabıdır. Bu ders kitabı, Prof. Djindjić`in yıllar boyunca öğrencilere vermiş oluğu derslere ve
gramer araştırmalarına dayanılarak hazırlanan bu kitabın altı baskısı vardır. Altıncı baskısı
Belgrad'da 2012 yılında basılmıştır (Djindjić 2012). Bu kitap üniversitelerdeki Türk Dili

Babam, Üsküp’ten Belgrad`a her dönüşünde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde çalışan eski öğretim
üyelerinden bahsediyordu. Aynı zamanda ona göre misafirperverliği ile öne çıkan bir şehir olan Gostivara
meslektaşlarıyla gidip tanıştığı Türklerden çok söz ederdi. Onların babam üzerinde derin izler bıraktıklarını
vurgulamam gerekiyor. Makedonya ve Kosova Türklerinin halk edebiyatına özel ilgi gösterdi. Yugoslavya
Türk halk edebiyatında çeviri ve araştırma türünden yazıları vardır.
Profesörün eserlerinin seçilmiş bibliyografyasına bakınız (Genčić 2009: 15–27)
2
Prof. Djindjić’in özel arşividen. 3

300
derslerinde kullanılmak üzere hazırlanmıştır ve özellikle öğrencilerin ihtiyaçlarına cevap
verebilmek için kaleme alınmıştır. Ayrıca kitabın Türk diline ilgi duyan genel okuyucunun da
güvenle başvurabileceği bir yayın olmasına özen gösterilmiştir. 1990 sonralarında hızlı
teknolojik değişim sürecinde, ders yapıtlarının da sık sık kendilerini yenilemeleri kaçınılmaz
olmuştur. Buna rağmen, Belgrad Filoloji Fakültesinde o günden bugüne başka bir ders kitabı
yazılmadığı için hâlâ bu ders kitabı kullanılmaktadır.
Bunlarla birlikte Slavoljub Djindjic’in 1969 yılında Prof. Dr. Marija Djukanović ile
birlikte hazırlayıp Belgrad’ta Bölümün III. ve IV. sınıfları için Türk Düzyazı Örnekleri
(Primeri turske proze) adı altında kapsamlı bir derleme kitabı da vardır. Bu ders kitabının
Yeni Türk Edebiyatı programına göre hazırlanıp seçilmesi her Yeni Türk edebiyatçısının
eserler hakkında önce tasnifle ilgili genel bilgiler vermesini ve bu nitelikteki bir eseri
dikkatlere sunmasını hedeflemektedir. Son kısımda Sözlük bulunmaktadır. XX yüzyılın
edebiyatçıları olarak düzyazı türü için antolojisine seçtiği yazarlar, Ömer Seyfettin, Halide
Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşad Nuri Güntekin, Nazım
Hikmet Ran, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanik, Kemal Tahir (Demir), Aziz Nesin, Haldun
Taner, Necati Cumalı, Yaşar Kemal (Gökçeli), Nezihe Meriç, Fakir Baykurt’tur.
4
Bundan başka Türkizmlerin sorunlarıyla uğraşmış konuyla ilgili makaleler yazmıştır.
Djindjić’in bilimsel olarak ilgi duyduğu konular özellikle iki makalesinde görüldüğü gibi
Sırpçanın lehçelerinde Türkizmler üzerinde yoğunlaşmaktadır (Djindjić S. 1972 ve Djindjić S.
1974). Türk lehçeleri Sırpçanın sözcük hazinesinin zenginleşmesinde önemli bir rol
oynamıştır. Memleketi olan Güney Sırbistan’ın halk ağızlarında Türkizmlerin kullanım sıklığı
epeyce yüksektir. 1877–1878 yılları arasında gerçekleşen Sırp Türk savaşı sonucunda Güney
Sırbistan bölge olarak bağımsızlığını kazanıp 1878 ‒ Berlin Antlaşması ile tamamen bağımsız
olmuştur. Bu yüzden Güney Sırbistan`ın tüm ilçeleri Türk dilinin güçlü etkisi altında
kalmıştır. Kendisi, bizim halk ile Balkanlardaki Osmanlının medeniyet temaslarının etkisinin
farkında olarak bu etkileri bizim çağdaş kültürel kimliğin özel bir zenginliği olarak
araştırmıştır. 1974 yılında yayımlanan makalesinde o zamana kadar Sırpça-Hırvatça
yazarların bu sözcüklerin araştırmalarında metodoloji sorunu ve yazılı Osmanlıca yerine Türk
ağızlarının etimonu verilmesi gerektiğini belirtti. Sırp yazarı Borisav Stanković`in
eserlerinden Türk lehçelerine ait on bir sözcüğü örnek olarak ele alıp [aba (aba), apans`s,
(apansızın‒apansız), baksim (bakasın), čal’k (çalık), djuvendija (güvende/güvençe), filiziti
(filizlemek), karadak (kardak), oja (oya), saltanatluk (saltanat), suruntija (sürüntü), taki
(tike/tikke)] bunların nasıl işleneceği konusunda yol gösterdi. Aynı zamanda mevcut olan
Türkizm sözcüklerinde (Škaljić 1973 ve Knežević 1962) Türkizmlerin etimolojisinin yazılı
Osmanlıca esas alınarak verildiğinde hem gramer hem etimoloji eksikliğine yol açıldığını
vurguladı. Türkizmlerin önemli bir kısmı Batı Rumeli Türk halk ağızlarından alınmıştır ve
bunlarda orijinal Türk sözcüklerin fonetik şekilleri korunmaktadır. Örneğin, Škaljic`in
dibiduz madde başında orijinal Türk sözcüğün aynı fonetik şekli olan ve bazı Anadolu halk
ağızlarında hâlâ kullanılmakta olan dibiduz yerine dübedüz etimolojisi verdiğini yazdı
(Djindjić S. 1974: 115). Bu kelimeleri Türkiye Türkçesi ölçünlü dilinden Sırp ağızlarına
geçmiş kelimeler olarak değil, bilhassa Batı Rumeli ağızları yoluyla Sırpçaya geçmiş
kelimeler olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Bu makale Türkizmlerin nasıl
işlenmesi gerektiği konusunda bütün araştırmacılara önemli modeldir (Petrović 2009: 148).
Prof. Djindjić`in Türk dili ile ilgili bazı problemlerin üzerine lengüistik çalışmaları da
vardır. Aralarında 1975 yılında yaptığı iki çalışması önemli yer tutmaktadır: Glagolski vid u
savremenom turskom jeziku (Çağdaş Türkçede görünüş türleri) (1975a) ve L`adaptation

En yeni araştırmaya göre ölçünlü Sırp dilinde günümüzde üç bin Türkçe alıntının bulunması bile 4
geçmişteki kültür temaslarının yoğunluğunu gözler önüne sermektedir (Djindjić M. 2013:
553).

301
phonologique des gallicismes dans le turc litteraire (Ölçünlü yazılı Türkçede Fransızca
kökenli sözcükler üzerine) (1975b).
Profesör Dr. Slavoljub Djindjić hem manzum hem düzyazı olan Türkçe eserleri
Sırpçaya çevirdiği çok sayıda çalışması da vardır. Örneğin Türk Halk Masalları (Djindjić S.
1978) ve Çağdaş Türk Şiiri Panoraması (Panorama savremene turske poezije) (Djindjić S.
1968). Türk Halk Masalları isimli masal kitabında 17 masal yer almaktadır. Bu kitapta,
Djindjić Türk masallarının özellikleri, kahramanları, konuları, yapı ve üslup gibi konuları
üzerinde durmuştur. Dünya masal hazinesinin bir seçkisi olan Dünyanın En Güzel Masalları
adıyla Eski Yugoslavya`da yayımlanan üç ciltlik eserde Türkçe Ağlayan Elma ile Gülen
Elma Masalı yer almıştır (Kotevska 1977: 155–164).
Çağdaş Türk Şiiri Panoramasında 13 şairin çeviri şiirleri arasında Nazım Hikmet,
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday`ın şiirleri
yer almaktadırlar. Antoloji Cumhuriyet dönemi şairlerini odak almıştır. Djindjić, giriş
metninde 20. yüzyılın başlarıyla birlikte modern Türkçe şiirin şekillenmesine dair genel bir
panorama ortaya koymuştur.
Değişik türlerdeki metin çevirilerinde tecrübe sahibiydi ve Orhan Şaik Gökyay’ın
çevirisine dayanarak Dede Korkut Kitabı’nı çevirmiştir. Prof. Djindjić`in Kitab-ı Dede Korkut
çevirisi, Türk kültürü ve Türk dünyası araştırmalarına yaptığı katkıların yanında, Dede Korkut
Kitabı`nı Balkanların birkaç ülkesinde de tanıtma ve açıklama açısından okuyuculara faydalı
olmaktadır. Prof. Djindjić Dede Korkut Kitabı`nın Sırpçaya çevirisi ile 1982 yılında Edebiyat
Çevirmenleri Derneğinin geleneksel Miloš N. Djurić ödülünü kazanmıştır. Miloš N. Djurić
ödülü, ünlü eserin Türk edebiyatı açısından önemi ve çevirisi dikkate alınarak ilk kez
Türkçeden yapılan bir çeviriye verilmişti (Djindjić M. 2016: 470). Jüri verdiği ödülle ilgili
gerekçeli kararı şu şekilde açıkladı:
“Dede Korkut, Türk destanının bütün edebî ve kültürel-tarihsel niteliklerini temsil
etmekte, şüphesiz dünya destan hazinesindeki önemli destanlar arasında yer almaktadır. Bu
açıdan söz konusu eser, Ramayana, Şehname, İlyada, Kalevela vb. eserlerle aynı değerdedir.
Bu tip eserlerle tercüme yoluyla tanışmanın her kültür ve edebiyat için ne kadar önemli
olduğunu belirtmeye bile gerek yoktur.
Oğuz kahramanlık destanlarının kendine özgü üslubu çevirmen için herhâlde özel bir
güçlük teşkil etmekteydi. Çevirmenin görevi gayet zordur. Çünkü ülkemizde bu tip eserler için
yeni bir çeviri modeli kurmak, Türk destan üslubunun ses tonunu muhafaza etmek, atmosferin
yoğunluğunu aktarmanın yanında yeknesaklık tuzağına da düşmemek gerekiyordu. S.
Djindjiç, yaratıcı bir şekilde tüm bu gereklere riayet etmiştir. Kendisi, toprağımızdaki
kahramanlık destanımızın özdeş unsuru olan onlu ölçümüzün bütün imkânlarından
yararlanmış. Oğuz Destanları, Djindjiç’in filolojik temellere dayanan heyecanlı ve lirik
çevirisinde, bizim okuyucuların yakın duygularına seslenen onlu ölçüde yankılanıyor. Hâlbuki
bu yakınlık sağlanırken eserin ruhundan, şeklinden ve manasından hiçbir fedakârlık
yapılmamıştır. Böylelikle bu tercüme, gerek okuyucunun gerekse bizim bilimimize, edebiyat
teorisi ve tarihi araştırmalarına özellikle mukayeseli folklor çalışmalarına temel bir zemin
teşkil edecektir.“ (İsen 2009: 186, 187).

Eski ve yeni Türk edebiyatından Türkçenin öğretimine, Türk dilinden eski ve yeni Türk
edebiyat araştırmalarına, Sırpçaya Türk edebî eser çevirilerine ve çalışmalarına adanan uzun bir
ömür. Prof. Dr. Slavoljub Djindjić 1997 yılında emekliye ayrıldı. 30 Mart 2000 yılında Belgrad`da
yaşama gözlerini yumdu. Yazdığı eserlerle ve yetiştirdiği öğrencilerle Türk diline ve Türk
eğitimine 37 yıl hizmet etmiştir. Onun adına 2009 yılında pek çok değerli bilim adamının
katkısıyla Belgrad Filoloji Fakültesinde armağan kitabı yayımlanmıştır. Bir üniversite
profesörünün temel vazifesinin ders kitabı başta olmak üzere öğrencilere gerekli olan kaynakları
yazma olduğunu babam her zaman meslektaşlarına ve bana söylerdi. Kendisinin

302
ders kitabı ve sözlük yazarak bu vazifeyi yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Altmış beş yaşında
aramızdan ayrılan hocamızı örnek bir insan olarak sonsuz bir saygı ve rahmetle anıyoruz. Anısı
bana, yani kızına Türkoloji alanında daima ışıklı yolu gösterecektir. Bu satırları, Djindjić’in
meslektaşı ve arkadaşı Darko Tanaskoviç’in anısına sarf ettiği sözlerle tamamlamak istiyoruz:
İvo Andriç “Yol Kenarındaki İşaretler” eserinde şunları yazdı: “İnsanların tamamı -
bazıları daha az bazıları ise daha fazla güç ve azimle- mutluluk arıyor. Mutluluğu, hayatın
yollarını kesiştirdiği çok sayıda insanın ortak mutluluğunda arayanlar; onu bulma ve koruma
konusunda en şanslı olanlardır. Slavoljub Djindjić, böyle bir kişiliğe ve kadere sahip, yüce
gönüllü nadir insanlardan biriydi. Başkalarını veya kendini ikna etme ihtiyacı hissetmeksizin
nefes almak, görmek veya uyumak kadar doğal bir tavırla insanları samimiyetle sever ve
anlardı… Slavko’nun zamansız gidişinden birkaç ay sonra bu münzevi insan hakkında pek
çok övgü dolu söz söylendi, üstelik bu konuda pek de cömert olmayan bir ortamda… Herkesin
hayatını kalıcı olarak etkileyen mutluluk ancak bu şekilde ölçülebilir zira hayat, boş tarla
üzerinden yürüyüp geçmeye benzemez… Slavoljub Djindjić göç ettikten sonra bile tutarlı bir
biçimde yanımızda olmaya devam ediyor. Nemo ante mortem beatus.
Geleneksel oryantal filolojinin diğer iki disiplini olan Arap ve Fars filolojisini de çok iyi
bilen Djindjić, öğretim ve araştırma hayatında çok yönlü ve çok üretken bir Türkologdu.
Djindjić’in serüveni çocukken memleketinde kullanılan Türkçe kelimelerle karşılaşıp bu
kelimelere merak duymasıyla başladı. Belgrad okulunun genç oryantalistlerinden ve önde gelen
bilim adamlarından biri olana kadarki süreçte oryantal renklerle ve kokularla bezenmiş
Sırbistan’ın güneyinin günlük hayatını bütün benliğiyle içine çekti. Bu nedenle Türk dili, edebiyatı
ve kültürü çalışmalarıyla arasında özel bir bağ kurdu ve bu bağı yıllar içinde besledi.
Dersler onun için kutsal saatler anlamına geliyordu. Programda öngörülen dersleri
neredeyse hiç aksatmaz, zamanında başlatır zamanında bitirir, öğrencilere ise ortak bir amaç
etrafında toplanan meslektaşları gözüyle bakardı. Kendisinin sıkça tekrarladığı gibi eğitimin
asıl amacı sınava hazırlamak değil araştırma yapılmasını sağlamaktı. Sözlü sınavlarda
adaleti ve yardımseverliğiyle, not verme konusunda ise yumuşak bir profesör olarak akıllara
kazınmıştı. Bir öğrencinin zayıf veya yetersiz bilgisini değerlendirirken zorlanır, hafifçe
tebessüm eder ve “in dubio pro reo” deyimini hatırlatırdı… Okumaya istekli olanlara
yardımını asla esirgemez, tavsiyelerde bulunur, onları ek kaynaklara yönlendirirdi. Mütevazı
ve ölçülü kişiliği nedeniyle bunu açık açık gösteremese de öğrencilerinin her türlü
başarısından tüm kalbiyle mutlu olurdu.” (Tanasković 2000).

Kaynaklar

Genčić, Snežana (2009), “Bibliografija radova prof. dr Slavoljuba Djindjića”, Istoci


i utoci, Sećanje na Slavoljuba Djindjića (Zbornik radova), Beograd: Filološki fakultet, 15–
27.
Djindjić, Marija (2013), Turcizmi u savremenom srpskom književnom jeziku
(semantičko-derivaciona analiza), doktorska disertacija (basılmamış Doktora Tezi), Beograd.
Djindjić, Marija (2016), “Dede Korkut Kitabının Sırpçaya Çevirisi Hakkında”, III
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresi Dede Korkut ve Türk Dünyası (19–23 Ekim
2015) Bildiriler Kitabı, 2. cilt, İzmir, 469‒474.
Djindjić, Slavoljub (1968), Panorama savremene turske poezije, Prokuplje: Rade
Drainac.
Djindjić, Slavoljub (1972), “Tursko Vranje u delu Bore Stankovića”, Prilozi sa
književnost, jezik, istoriju i folklor 1972/1‒2, Beograd, 28‒53.
Djindjić, Slavoljub (1974), “Ka turcizmima Bore Stankovića”, Anali Filološkog
fakulteta, God. 11, knj. 11, 113‒120.
Djindjić, Slavoljub (1975a), “Glagolski vid u savremenom turskom jeziku”,
Linguistica XV, 51‒61.

303
Djindjić, Slavoljub (1975b), “L`adaptation phonologique des gallicismes dans le turc
litteraire”, I. Türk Dili Bilimsel Kurultayına Sunulan Bildiriler, Ankara: Ankara Üniversitesi
Basımevi, 193‒198.
Djindjić, Slavoljub (1978), Turske narodne bajke (izbor, prevod i pogovor Slavoljub
Djindjić), Beograd: Narodna knjiga.
Djindjić, Slavoljub (1979), Udžbenik turskog jezika, Beograd: Univerzitet u Beogradu.
Djindjić, Slavoljub (2012), Udžbenik turskog jezika, Beograd: Zavod za udžbenike
[genişletilmiş son baskısı].
Djindjić, Slavoljub, Djukanović, Marija (1969), Primeri turske proze, Beograd:
Narodna knjiga.
Djindjić, Slavoljub, Teodosijević, Mirjana, Tanasković, Darko (1997), Türkçe-Sırpça
Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu.
Djukanović, Marija (1968), “Katedra za orijentalnu filologiju”, Sto godina Filozofskog
Fakulteta, Beograd.
İsen, Mustafa (2009), Varayım Gideyim Urumeli'ne (Türk Edebiyatı'nın Balkan
Boyutu), İstanbul: Kapı Yayınları.
Knežević, Antun (1962), “Die Turzismen in der Sprache der Kroaten und Serben”,
Slawisch-Baltisches Seminar der Westfalischen Wilhelms Universität Münster, Meisenheim
am Glan.
Kotevska, Cveta (1977), Bajke naroda sveta, 3, Beograd : Narodna knjiga, 1977.
Petrović, Snežana (2009), “Prilog proučavanju turcizama iz Vranja i susednih govora”,
Istoci i utoci, Sećanje na Slavoljuba Djindjića (Zbornik radova), Beograd: Filološki fakultet,
147–157.
Škaljić, Аbdulah (1973), Turcizmi u srpskohrvatskom jeziku, Sarajevo: Svjetlost.
Tanasković, Darko (2000), “In memoriam, Prof. Dr. Slavoljub Djindjić (24. April
1935–30. mart 2000)”, Filološki pregled, XXVII (2000), 2.

“SALMAS AĞZI” ESERİ DİLLERİN KARŞILIKLI


İLİŞKİLERİ ZEMİNİNDE
1
Dr. Roza HÜSEYN KIZI EYVAZOVA

Özet
Dr.Bilgehan A.Gökdağ “Salmas Ağzı” eserinde Güney Azerbaycan Türkçesi Üzerine
Bir Inceleme konusunu açıklamış, İran Türklerinde kimlik meselesini araşdırarken milli
kimligin şekillemesinde Varlık dergisinin yeri; 1979-2003 yılları arasında İran’da çıkan dergi
ve gazetler; 1979-1984 yıllarda İran’da Türklükle ilgili çıkan kitabların bibliyografiyası
meselelerini nezere çatdırmışdır. “İrandakı Türk ağızlarının sınıflandırılması” bölümünde
araşdırılır ki, Balkanlar, Türkiye, İran, İrak, Azerbaycan, Gürcistan, Kıbrıs gibi ülkelerde
konuşulan Türkçe, Oğuzça içerisinde ele alınmaktadır. Afganistan ve Özbekistan‘da Oğuzça
konuşan Türk topluluklarının olduğu bilinmektedir.
Güney Azerbaycan diyalekti öbegi başlığı altında Gülşen Seyhan Alışık 7 ağzı toplar:
Kuzeybatı ağızları: Tebriz, Urmiye; 2. Kaşkay; 3. Aynallu; 4. Sungur; 5. Kum; 6. Kabil Afşar
ağzı; 7.Kuzey İrak ağzı.
Batı Türkçesini Doğu Ağız ve Batı Oğuz olarak ikiye ayıran Ercilasun, Doğu
Anadolu, İrak, İran ve Azerbaycan ağızlarının Doğu Oğuz grubu içinde göstermekdedir.
Bilgehan A.Gökdağ nezere çatdırır ki, Ahmet B. Ercilasunun konuya yaklaşımı da
Gerhard Doerfer‘e yakındır.

Prof.Dr., Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Nesimi adına Dilçilik Enstitütü, roza-eyvazova@rambler.ru 1
304
“İranda Türkel varyantlar ve başlıca çalışmalar” bölümünde: 1. Azeri Türkçesi; 2.
Kaşkay ve Sungur Türkçesi; 3. Horasan Türkçesi; 4. Halaç Türkçesi ile ilgili meseleler
araşdırılarak nezere çatdırılmışdır ki, İranda konuşulan Türkçenin degişik variantları vardır.
Bunlar daha çok fonetik fakrlılıklarla meydana gelmişdir. İrandakı Türkçe araştırmaları ilk
defa sistemli olarak, Göttingen‘deki Türkoloji ve Orta Asiya Bilgisi Semineri‘nin mensupları
tarafından başlatılmışdır. Gerhard Doerfer ve ögrencileri 1968-1973 yılları arasında bu ülkeye
bilimsel araştırma gezileri yapmıştır. Özellikle Halaç ve Horasan Türkçesi üzerine ciddi
çalışmalar yapan bu ekipte G.Doerfer dışında Semih Tezcan, W.Hesche, S.Fazsy, M.F.
Bozkurt ve S.Tulu gibi isimler dikkatı çekmektedir. Göttingen’den G.Doerfer ve çalışma
arkadaşları Halaççayı keşf ederek Türkolojiye yeni ufuklar açmış, Horasan, Kaşkay ve Halaç
dil malzemesini işleyerek İrandakı Türkçenin birçok sorununu çözmüşlerdir.
Sonuç itibarile, Salmas Ağzı bir Azerbaycan Türkçesi olmasının yanı sıra Türkiye
Türkçesini Azerbaycan Türkçsinden ayıran özellikleri de içinde barındırdığından bu iki büyük
Türk-Oğuz ağzının birleşdigi ortak noktadır.

Anahtar kelimeler: Salmas Ağzı; karşılıklı ilişkiler; türk ağızları; özellikler; farklılık-
lar
Giriş

“Salmaz Ağzı” Güney Azerbaycan Türkcesi Üzerine Bir İnceleme kitabında


Dr.Bilgehan A.Gokdağ “Önsöz” bölümünde nezere çatdırır ki, İran tarih boyunca Türklerin
yoğun olarak yaşadığı bir bölgedir. 90‘dan fazla dil ve lehçenin konuşulduğu 70 milyonluk
Fars, Türk, Arap ve Beluclar en önemli etnik unsurlar olarak karşımıza çıkar. İran‘da
Azerbaycan Türkleri 25-30 milyonluk nufuslarıyla Farslardan sonra ülkede en güclü
topluluktur. Siyasi literatürde Güney Azerbaycan olarak adlandırılan İran sınırları işindeki
Azerbaycan‘ın tarihi coğrafiyası, Azerbaycan Cümhuriyeti ve Türkiye sınırından başlayarak
200.000 kilometrlik yüzölçümü ile İran‘ın merkezine kadar uzanmaktadır. 20. Yüzyılın
başlarına kadar çoğu zaman Türkler tarafından yönetilen İran‘ı, Fars diliyle konuşan devlet
olarak da tamamlaya biliriz. 19. Yüyıl başlarında Azerbaycan coğrafiyası, İran ve Çarlık
Rusiyası arasında yapılan anlaşmayla güney ve kuzey olmak üzere ikiye ayrılmış, Kuzey
Azerbaycan 1991 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkarken,
Güney Azerbaycan İran devleti içinde kalmıştır.
Problem durumu
İran türklerinin kimlik meselesinden bahseden Dr. Bigehan A.Gökdağ yazıyor ki, tarih
boyunca Türklerin yönetimi altında olan İran coğrafiyası M.ö. 3000‘lerde Türkler tarafından
kurulan “Kuti” Devletinin de üzerinde yer aldığı bir toprak parçasıdır. Türklerin ana yurdunun
bu bölge olduğuna dair araştırmalar günden güne artmaktadır. Fars-Med-Sasani egemenliği
ise yaklaşık 500 yıl sürmüşdür. Bu tarihi gerçeklerden yola çıkıldığında İran‘ın çok eski bir
Türk yurdu olduğunu apaçık görmek mümkündür. Başta Azerbaycan Türkleri olmak üzere
Türkmenler, Kaşkaylar, Horasan Türkleri, Halaçlar, Sunqurlar, Ebiverdiler, kazaklar ve
özbekler gibi Türk qrupları İran‘ın belirli bölgelerinde yaşamaktadır.
“İran‘dakı Türk Ağızlarının sınıflandırılması‘ndan bahs eden Bilgehan A.Gökdağ ya-zıyor
ki, Balkanlar, Türkiye, İran, İrak, Azerbaycan, Gürcüstan, Kıbrıs gibi ülkelerde konu-şulan
Türkçe, Oğuzca içerisinde ele alınmaktadır. Afganistan ve Özbekistan‘da Oğuzca konuşan Türk
topluluklarının olduğu bilinmektedir. Bu bölgelerde konuşulan Türkçeyi Oğuz-canın ağızları
saymak icap eder (İran’daki Halaç Türkçesi harıç). 19. Asırdan günümüze Türk dünyasında ortaya
çıkan coğrafi ve politik degişimler Oğuz grubu içindeki Türk ağızlarını fo-netik, morfolojik ve
leksik özelliklerden hareketle gruplaşdırmağı öne getiren Bilgehan A.Gökdağ nezere çatdırır ki,
aynı özellikleri yansıtan ağızlar günümüzde birkaç ilkenin sınırları içinde konuşulmaktadır. Bu
bakımdan Gehrard Doerfer‘in Oğuzca içindeki ağızları dilsel

305
ölçütlerden hareketle tasnif etmesi çok doğru bir yaklaşımdır. İran, Azerbaycan, Türkiye, İrak
Türk ağızları şeklinde isimlendirmeler yanlıştır. Zira Erzurum ağzı Muğla ağzından ziyade
Kerkük, Tebriz, Nahçıvan ağzına daha yakındır. Bu ağız bölgeleri ise dört ayrı ülkenin
sınırları içindedir. Bu bakımdan İran‘dakı Türk ağızları (Halaçça harıç) Oğuzca dâhilinde ele
alınmalıdır. Oğuz türkçesi ve Azerbaycan ağızları ile ilgili yapılan tasnif çalışmalarının
başlıcaları şunlardır:
Oğuz türkçesi sözbaşı (k) sesinin gelişmesiyle birinci l uzun ünlülerin durumunu ölçüt
olarak alan bir çalışmada dörd gruba ayrılmaktadır:
Harezm – Oğuz diyalektleri (kâl-)
Stavropol Türkmençesi ve Horasan Türkmençesi ile Türkmen yazı dili (ğâl-)
İran, İrak ve Doğu Anadolu‘dakı ağızlarıqla Azerbaycan Türkçesi yazı dili (gal-)
Türkiye Türkçesiyle Gagauz yazı dili (kal-)
“Salmas Ağzı” (Güney Azerbaycan Türkçesi Üzerine Bir İnceleme) mövzusu ile ilgili
olarak Dr. Bilgehan A.Gökdağ Salmas Şehrinin Coğrafi Konumu bölümünde yazıyor ki,
Merkezi Urmiye olan Batı Azerbaycan bölgesinin 12 şehrinden biri Salmas‘tır. Salmas
kuzeyde Hoy, doğuda Şabestar şehri ve Urmiye gölü, güneyde Urmiye şehri, batıda da
Türkiyenin Van iliyle komşudur. Salmas, bir şehir merkezi ve yedi kırsal kazadan oluşur.
Şehrin merkezi kuzeydeki dağlara 20, güneydeki Karnıyarık dağına 10 ve güneybatıdakı
Pirçavus dağına 10 km. uzaklıkta bulunan bir yayla üzerinde kurulmuştur. Bölgenin en
yüksek dağı Erevil dağıdır. Bundan başka bölgede Kızıldağ, Sarıçiçek, Çimenler, Avdandağ,
Palandöken ve Pirçavuş dağları bulunmaktadır. Urmiye gölü şehrin yakınındadır. Kaynağını
Türkiye ve İran arasında doğal sınır görevi yapan dağlardan alan Zolaçay nehri şehrin
güneyde 3 km. uzağından geçer ve sulamalı tarıma imkân sağlar.
Şehrin en önemli özelliklerinden birisi nüfusunun etnik yapısıdır. Bölgede farklı etnik
kimliklere sahip topluluklar yaşamaktadır. Bu etnik halita yüzünden her bir kavme ait nüfus
tam olarak bilinmemektedir. Ancak bu toplulukları nüfus bakımından önemlerine göre
sınıflandırmak mümkündür. Azerbaycan türkleribölgede nufus bakımından en yoğun
toplulukdur. Diger topluluklar tarafından dilleri “Türki” olarak adlandırılır. Salmas’ın
Azerbaycan türklerinin böyük bir kısmı Şii mezhebindendir. Ancak önemsiz sayılmayacak bir
kısım Hanefi ve Şafi Sünnilerindendir. Şehrin diger iki eski toplumunu Ermeniler ve
Asurlular teşkil eder. Her ikisi de Hristiyan dinine mensuptur. Bununla birlikte varlıklarını
gecikmiş bir göce borclu olan Kürtler daha önceki topluluklardan daha kalabalıktırlar ve
Sünni mezhe-bindendirler. Buna göre bölgede beş dilin birbirileriyle ilişki halinde bulunduğu
bir toplumsal halita bulunmaktadır. (Gökdağ 2006: 45)
“Salmas Ağzı” eserinin dilllerin karşılıklı ilişkili zemininde araşdırılmasında tarihilik
meselesine nezer saldıqda aydın olur ki, İslamiyet Öncesi Dönemde Salmas yöresinde
bulunan buluntular, bu bölgede en eski devrlerinde insan yerleşimlerine tanıklık eder. Şehrin
güneyinde Tam-Tama ve Davar mağarası adlarıyla meşhur olan mağaralarda 1919 yılında
araşdırma yapan Prof. Dr. K.S.Koon, Nerandertal ve Homosapians insanların yaşadıklarına
dair izler bulmuştur. Bu izler insan gemikleri ve avlanmış heyvanların gemiklerinden elde
edilmiştir. Mağara ve dağın eteğinde akan çay bu arazinin çok eski zamanlardan beri
insanların yaşam yeri olduğunun açıq işaretidir. Çayın karşı tarafında da eski insanlardan izler
bulunmuştur. Bu eserler taş ve kayalara kazılan resimlerden ibarettir. Hatta bu resimlerde
ocak yeri de göze çarpmaktadır. Bunlara Karnıyarık ve Kazım taşlarında da rastlanmaktadır.
Dr. Bilgehan A.Gökdağ tarihçilere istinadla yazdığı gibi bu eseler büyük ihtimalle
3000 yıl önce Azerbaycan ve Anadolu’nun doğusunda hâkim olan Urartulara aittir. Bilindiği
gibi Urartuların Van (Tuşpa) şehrinden sonra Salmas bölgesinde bulunan Olku (Olho) şehri
Urartuların ikinci şehri sayılırdı. Acvac‘dakı resimlerin ise en az 10 000 yıl önceye ait olduğu
sanılmaktadır... Bu dönemin başka önemli olaylarından birisi Saka Türklerinin bölgeye
gelmeleridir. Miladdan önce VII asrda sakalar bölgede bulunmuştur. Tarihi kaynaklara göre

306
Salmas‘ta bulunan Kırklar adası (Kazımhan Taşı) Efrasiyap‘ın tutuklandığı yerdir. Araplar
Azerbaycan‘a girmeden önce Hazar Türkleri‘de Azerbaycana ve Salmas‘a gelip
yerleşmişlerdir. Bölgede bulunan Höder kalesi Hazarlardan kalma bir kaledir.
İslami Dönemde Salmasın tarihinden bahs eden Dr.Bilgehan A.Gökdağ menbelere
istinaden yazıyor ki, araplar 640 yılında Sasani İmperatorluğu‘nun Otbetebne, Farged,
Salmas, Hoy ve Urmiye gibi şehirlerini zapt etti. Bundan üç sene sonra da Sasaniler çöktü.
Salmas İslami dönemde Babek Ayaklanmasına tanık oldu. Tarihçiler Salmas‘ta bulunan
Babkan köy adını Babek‘den alınma biliyorlar. Salmas kentinin İslamiyet döneminde İslam
kültürünün gelişmesinde önemli rolü olmuştur. Bölgede birçok âlim yetişmiştir.
Dokuzuncu asrda oğuzların Yıva, Bayat, Kayı ve Avşar boylarından topluluklar Sal-
mas‘a geldiler. İran‘ın birçok yöresinde olduğu gibi Salmas ve Urmiye bölgesinde de
Avşarların yaşadığına Evliya Çelebi dikkat çekmektedir. Bölgede ilk olarak İmanlu Avşar-
larının yurt edindikleri tesdik edilir. Bu dönemde Haçlı savaşlarının meydana gelmesiyle
Salmas ve Azerbaycan‘ın batı bölgeleri savaş alanının arka cebhesi olarak kullanıldı. Bu
savaşlarda Salmas çok zarara uğradı. 1240 de Moğolların eline gecmesiyle bölge, daha büyük
bir yara aldı. Halkın büyük bir kısmı bölgeyi terk etti. Yüz sene sonra İlhanlılar döneminde
Salmas Taceddin Alişah sayesinde onarıldı. Salmas‘da su kanlları ve köprüler yapıldı ve Sal-
mas kalesi yeniden inşa edildi. Salmaslılar ise yavaş yavaş bölgelerine geldiler. İlhanlılar
döneminde Salmas önemli siyasi ve ticari bölgelerden sayılırdı. İlhanlılardan sonra bölgede
Emir Timur Hükumeti başladı. Tabii Akkoyunlu ve Karakoyunluların Azerbaycan‘da
hâkimiyetini daha sonra kurulacak Safevi imperatorluğunun daha küçük şekli gibi algılamak
doğru olabilir. Çünki Safevilerin hâkimiyeti altında toplanan Türk boyları Akkoyunlu ve
Karakoyunlu hâkimiyetinde önemli roller oynamışlardır.
Dr.Bilgehan A.Gökdağ yazıyor ki, Salmas Kacar hanedanı döneminde önemini
kaybetmiştir. Bölgenin yakınındakı Dilmagan adlı köyә daha fazla önem verilmiştir. Ancak
1930 yılındakı büyük bir depremde hem Salmas, hem de Dilmagan tamamen harap olmuş ve
4.000‘den fazla kişi hayatını kaypetmiştir. Bu depremde Salmaslılardan yaklaşık 2500 kişi
vefat etmiştir. Ancak iki ay harabeye dönmüş bölgede yeni bir şehir inşa edilmiştir. Bu yeni
Şahpur adı konulmuştur. 1945 Azerbaycan Milli Hükümeti döneminde şehrin ismi tekrar
Salmas olmuştur. Azerbaycan hükümetinin ömrü uzun sürmemiştir. Bir sene sonra Şah
ordusu Azerbaycan‘ı zapt edince şehrin ismi de tekrar Şahpur olarak degiştirilmiştir. Ancak
bu ismi de kalıcı olmamış ve 1979 Humeyni devrimi sonrasında şehrin adı Salmas‘a
çevrilmiştir. Salmas‘ın şehir nüfusu yaklaşık 80 bin civarındadır. Burada yaşayan Az.
Türklerinin bir kısmı Azerbaycan‘ın kuzeyinden, Şeki bölgesinden göç etmişlerdir. Salmas
ağzı ile Şeki ağzı arasındakı paralellikler bu bakımdan dikkat çekicidir. (Gökdağ 2006: 56)
“Salmas‘ta türkçenin Kullanımı” bölümünde nezere çatdırılır ki, Salmas‘ta Az.
Türkçesi ve Farsça‘nın kullanımını Sonel Bosnalı uyğuladığı anket yöntemiyle ortaya
koymaktadır.
2001’de yapılan ankete göre Salmas‘ın kentsel bölgelerinde yaşamakta olan on yaş
üzerindeki topluluğu temel olarak oluşturulan örneklerle gerçekleştirilen ankette Türk kökenli
olmak (Azeri Türkçesini konuşamıyor olsa bile, annesi ve babası ve ya onlardan birinin Türk
olması) veya, Az. Türkçesini konuşbilmek (anne ve baba türk olmasa bile); bu iki kentte en azı on
yıldan beri yaşamakta olmak kıstas olarak belirlenmiştir. Salmas‘ta Az. Türkçesi potansiyel ana
dili topluluğu 95 kişiden oluşmaktadır. Bu kişilerin tamamı bu dili ana dilleri gibi
düşünmektedirler. Buna göre, bu dilin devamı şehirde eksiksizdir ve devamlılık göstericisi 1-dir.
Ana dilden vazgeçme göstergesi 0-dır. Az. Türkçesi Salmas’ta 95 kişinin ailelerinin ana dilidir ve
bunların 94-ü bu dili bildigini ifade etmektedir. Buna göre ana dilinin yayılması 99% bir orana
sahiptir. Farslaşması ise 1%-lik sınırlı bir orana sahiptir. Bu 94 kişinin 92-si bu dili çok iyi
bildigini ifade ederken 2-si yeterince iyi bildigini belirtmiştir... Salmas ağzı Farsca tesiri
bakımından ele alınacak olursa, diger bölgelere göre daha az etkilenme içindedir. Bunda

307
şüphesiz şehirde Fars nüfusunun yok denecek kadar az oluşu, diger etnik grublara ait dilerin
ise Türkçeyi etkileyecek güçte olmamaları önemli birer faktördür. Metinlerimizin halk
edebiyatı alanına ait olmaları Türkçe söz varlğının yüksek oranda olduğunu aksettirirken söz
diziminde Farsça etkisini hemen hissettirmektedir. (Gökdağ 2006: 56-58)
Dr. Bilgehan A.Gökdağ “Metinler” bölümünde (Gökdağ 2006: 173-249) 38 adda halk
folklor mesellerini aşıklamış ve tahlil etmişdir. Nümuneler:
Yaxçılığ ele, at deryaya. Anlatan: Duxter Nikrevan. Doğum yeri ve tarihi:
Dilman 1302/1923
Fatma Xanım;
Cemşid Xan. Anlatan Tohid Melikzade. Doğum yeri ve tarihi: Salmas 1973
Yelmiyan. Anlatan Betul Amanzade. Doğum yeri ve tarihi: Kengerli 1311
(1932)
Ezrailin nağılı;
Edi-Budi;
Hobulğani min ezani. Anlatan Zehra Abbasi. Doğum yeri ve tarihi: Salmas 1309
(1930)
Yehudi. Anlatan Timur Paşa Melikzade. Doğum yeri ve tarihi: Salmas 1309
(1930)
Ezrayılın nağılı;
Gebistanlıx;
İmam Hesen ve İmam Hüsen. Anlatan Zülfikar Elizade. Doğum yeri ve tarihi:
Zevezlik köyü 1325 (1946)
Mıxı Mismara Dönderen Var;
Zümrüt guşe;
Sil be Deller Mekanı;
Şah İsmayıl. Anlatan Aliriza Sebzikari. Doğum yeri ve tarihi: Gülüzan 1305
(1926)
Devlerin mekanı;
Söz satan;
Gerannıx Sırfası;
Sitare Bexte Gare;
Exce Sican;
Gulbağa Bacı;
Üreh yarası. Anlatan Mesume Sadigi. Doğum yeri ve tarihi: Salmas 1313 (1934)
Bi söz demişem, deyible iki yox;
Goca Kişi ile Şah Abbas;
Badamca Közüynen Tendir Yandırmax;
Kasıp arvat;
Geciyin Nağlı;
Şah Abbas‘n Nağili;
Şah Abbas Nağılı;
Ovcu Ehmed‘in Neğili;
Gelin Daşı;
Yorğanan göre gıcın uzat;
Aşıx;
Sen ağa men ağa, inehleri kim sağa;
Ölümsüz şәhәr;
Hezret-e Suleyman;
Behlul-e Danende;
Behlul. Anlatan Hanlar Babazade. Doğum yeri ve tarihi: Savra 1238 (1949)

308
“Salmas ağzı” kitabında teqdim edilmiş “Sözlük” bölmesi (s.251-261) tekdirelayiktir:
A-37 kelme; B-47; C-71; D-71; E-58; F-10; G-170; H-41; İ-4; J-28; K-35; L-7; M-38; N-21;
O-37; Ö-5; P-20; Q-2; R-8; S-46; Ş-19; T-42; U-6; Ü-11; V-16; X-27; Y-37; Z-17. “Sözlük”
deki kelimeler menşece izah olunmuştur.
“Salmas Ağzı- Güney Azerbaycan Türkçesi üzerine Bir İnceleme” eserinde İnceleme Ses
Bilgisi bölümünde Dr. Bilgehan A.Gökdağ A.Yazı Dilinde Bulunan Ünlüler; B.Azerbaycan
Yazı Dilinde Bulunmayan Ünlülüer; C. Ünlüler Tablosu; Ç. Uzun Ünlüler; D. Kısa Ünlüler;
E. İkiz Ünlüler; F. Ünlü Uyumu; G. Ünlü Degişmesi; Ğ. Ünlü Düşmesi; H. Ünlü Türemesi;
F. Ünsüz Benzeştirmesi ve s. meselelerden bahsediyor.
Sonuç
Bu bölümde Dr. Bilgehan A.Gökdağ Salmas ağzıyla ilgili malzemelerin degerlendirilmesinden
hareketle Salmas ağzının standart Azerbaycan Türkçesiyle olan ilişkisini degerlendirmeye
çılışmıştır. Müellif yazıyor ki, Azerbaycanı iki parça haline getiren Türk-mençay anlaşmasının
üzerinden iki asra yakın zaman geçse de, bu süre içinde özellikle Sovyet döneminde iki
Azerbaycan arasındakı ilişkilerin kesilmesi ve Sovyetlerin parçalanmasıyla Kuzey Azerbaycan‘la
Güney Azerbaycan arasındakı ilişkilerin İran devleti tarafından sınırlı tutulması, diger taraftan
İran’da Türkçe egitim bulunmaması; Salmas ağzını Kuzey Azerbaycan’da kullanılan resmi
Azerbaycan Türkçesinden ses, şekil ve anlam bakımından fazla uzaklaştıramamıştır. Kelime
kadrosu bakımından, yüzde yüz resmi Azerbaycan türçesiyle birlik gösteren Salmas ağzı, ses
degişikleri açısından, bir dilin içindeki normal bir ağız bölgesinin gösterdigi kadar degişikliye
uğramıştır. Söz konusu degişikliklerin çoğu, öteki Azerbaycan diyalektlerinde de tespit
edildiginden biz (Dr. Bilgehan A.Gökdağ) yalnız Salmas ağzına özgü ses degişikleri veya Salmas
ağzının karakteristik bir özelligi olan degişiklikler üzerinde dur-muşuk. Salmas ağzında ister
standart Azerbaycan Türkçesinde, ister Azerbaycan‘da konuşulan
öteki ağızlardan bulunmayan kimi ses degişimleri meydana gelmiştir.

Kaynaklar:

GÖKDAĞ, Bilgehan A. (2006). Salmas Ağzı-Güney Azerbaycan Türkçesi


Üzerine Bir İnceleme. KaraM Karadeniz Araştırmaları Merkezi.

TAKVİM VE GELENEK ÇERÇEVESİNDE ANADOLU AĞIZLARINDA


AY ADLARINA AİT SÖZ VARLIĞI
1
Dr. Salim KÜÇÜK
Özet

Anadolu ağızlarındaki ay adlandırmaları ile gerek Tarihî gerekse çağdaş Türk lehçeleri
arasında önemli derecede yakınlık ve benzerlikler görülür.
Türk kültüründe Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca, Latince ve Süryanice kökenli olarak
karşımıza çıkan ay adları Anadolu ağızlarında Hicrî, Miladî ve genellikle ulusal kültür ve
gelenek çerçevesinde halk takvimine bağlı olarak farklı şekillerde adlandırılmıştır.
Halk meteorolojisi bir kenara bırakıldığında ağızlardaki ay adlandırmalarının önemli
bir kısmı daha çok tarıma ve doğaya dayalı olup kökü geçmişe dayanmaktadır. Yapılan bütün
bu adlandırmalarda şüphesiz Türklerin geçmişten günümüze kullandıkları takvimlerin, doğa
ile içi içe yaşamalarının ve tarımla uğraşmalarının da önemli bir payı bulunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: ay, takvim, gelenek, Anadolu ağızları, söz varlığı,

Doç. Dr. Ordu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, sakucuk@hotmail.com 1
309
0. Giriş
Geçmişte sıra sayılı (bişinç ay, tokuzunç ay vb.) ve 12 hayvanlı takvimi kullanan
Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra önce Hicrî takvimi kullanmış, Osmanlılarda bunu
Rumî takvim izlemiş ve ardından Miladî takvime geçilmiştir. Ancak Anadolu halkı Rumî ve
Miladî takvimlerin yanı sıra ay adları ile ilgili olarak Ana-Baba Hesabı, Kocakarı Hesabı,
Baba Hesabı, Eski Hesap, Çoban Hesabı, Sayılı ve Hesaplı gibi adlarla kendilerine özgü
oluşturdukları Halk Takvimi’ne dayalı adlandırmalara da başvurmuş, gelenek ve görenekler
çerçevesinde bu adlandırmaları da kullanmışlardır.
“Halk takvimi’ni: Bir olayı, kutlu bir anı ya (da) toplum üyelerince bilinmesi gerekli
bir devreyi, günü, zaman dediğimiz süreğenlik içinde, toplum üyelerince de kabullenip onay
görmüş belirli noktalara oturtan ve oturtmaya imkân tanıyan bir sistem, hatırlamayı ve
saptamayı kolaylaştıran anlar dizini olarak tanımlayabiliriz.
Bu dizgede yer alan her bir nokta ya da süre dilimi gelişi güzel saptanmış olmayıp, o
toplum üyelerine bir şeyler anımsatan doğal, tarihsel, sosyal, ekonomik, dinsel kimi olgularla
bezenmiş, simgelenmiştir.” (Erginer, 114. s.)
1. Ocak Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar
Batı’da “Yılın başlangıcı olan ocak ayının Latincedeki karşılığı Januarius ile batı
dillerindeki adı ‘January / janvier’ buradan türetilmiştir.” (Kalaycı, 604. s.)
Türkiye Türkçesinde adını od’dan alan ocak (ōcak <*oçak <ōç+ak, Gülensoy O-Z),
“Ateş yakmaya yarayan, pişirme, ısıtma, ısınma gibi amaçlarla kullanılan yer” manasına olup
ağızlarda birden fazla adla karşılanmıştır.
aşura ayı: Muharrem ayı. (Balıkesir. Caferoğlu, 1994: 150. s.)
boyug ay (Rize. Kabak, 2017: 96. s.)
büyükay (İstanbul. DS/I)
donaray (Ordu. DS/II)
hasyanar (İzmir. DS/III)
kalandar/galandar: 1. Yılbaşı, 13 Ocak. 2. Ocak ayı. (Trabzon. Sezgin,
s.)
kalandor (İngilizce < calendar; Ordu. Çebi, 64. s.)
kanun-ı sani (Van. Boratavdan Artun, 262. s.)
kar ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 640. s.)
ovat (İzmir, İstanbul. DS/V)
orta kış (Malatya-Darende. Boratavdan Artun, 262. s.)
sonkış (Amasya, Muğla. DS/V)
yanar (II) (Yalova, Çanakkale. DS/VI)
yeni yıl (Rize, Erzurum, Hatay, Sivas, İçel. DS/VI)
zahmeri 1. (Yozgat. DS/VI)
zemheri: 11 Teşrin, ocak ayı. (Ordu. Caferoğlu 1946: 94. s.)
Ocak ayı ile ilgili adlandırmaların bir kısmı büyükay donaray, sonkış, yeni yıl gibi sıfat
tamlaması yapısındadır.
Ağızlarda ocak, aralık ve temmuz ayı için kullanılan yanar’ı (< yā-n-(a)r) sıcak ve
soğuk ile ilişkilendirmek mümkün olduğu gibi kökenini Rusçaya dayandıran görüşler de
bulunmaktadır (Aydın, 39. s.). Aynı şekilde donaray ve hasyanar adlandırmaları da mevsimle
ilişkili adlandırmalar olarak düşünülebilir.
Ağızlarda ocak ayını karşılamak için kullanılan sözcüklerden zemheri veya göçüşmeli
şekli ile zahmeri Arapça zemherîr sözcüğüne dayanmaktadır. 21 Aralık ile 31 Ocak arasını
kapsayan bu dönem oldukça soğuk olup karakış manasına Arapçada zemheri olarak
adlandırılmıştır. Bu sözcük günümüzde Posof (Zeyrek, 199. s.), Niksar (Ahmet Kara,

310
http://www.niksarhuseyingazi.com/yoresel-sozluk/eski-ay-adlari.html:E.T. 30.09.2011) ve
Giresun (kultur.gov.tr) yöresinde de zemheri şeklindedir (Kalaycı, 599. s.).
Demir (2012: 18.s.) kalandor veya kalandar sözcüğünün ilgili yöredeki kullanımını
Ruslarla olan etkileşime bağlamaktadır.
Ağızlardaki büyük ay adlandırması Gagavuzcada da büük ay şeklindedir (Koca ve
Bankova 206. s.)
2. Şubat Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar
Eyüboğlu’nun (631. s.) kökenini Süryaniceye (<şabat/şobat) dayandırdığı ancak
Türkçe Sözlük’te kökeni Arapça olarak belirtilen ve Latince “arınma” anlamına gelen
“februa”ya (Kalaycı, 604. s.) dayalı şubat ayı ile ilgili olarak ağızlarda yapılan başlıca
adlandırmalar şunlardır:
badırık batman ay (Türkmenler arasında. Adana. DS/I)
beşe (Yalova, Çanakkale, Gaziantep, Sivas. DS/I) [beş ayı] (İzmir. DS/I)
cücük ayı (Gümüşhane. DS/II)
çıbır (II) (Konya. DS/II)
delice (II) (Tekirdağ. DS/II)
deligücük [delice (II)] (Ordu. DS/II)
gúcúk (Aydın, 138 s.)
gunduran (Rize. Kabak, 2017: 98. s.)
gücük (III) (Afyon, Denizli, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Eskişehir, Kocaeli,
Kastamonu, Çorum, Sinop, Samsun, Amasya, Ordu, Gümüşhane, Trabzon, Artvin,
Kars, Erzurum, Erzincan, Malatya, Maraş, Sivas, Yozgat, Ankara, Kırşehir, Kayseri,
Nevşehir, Niğde, Konya, İçel, Edirne, Kırklareli. DS/III) [gucuk (III)] (Kastamonu.
DS/III) [gücük (II)-1] (İstanbul, Sivas. DS/III) [güdükay] (Ordu. DS/III) [güjüyh]
(Bayburt, Kars. DS/III)
gücük (Ordu. Caferoğlu 1946: 326 s.)
kucuk ayı/küçük ayi: Şubat ayı. 13 Şubat-13 Mart. (Trabzon. Sezgin, 240.
s.)
kücük (I) (Ordu, Kayseri, İçel. DS/IV) [kücü (II)] (İzmir. DS/IV) [küçük ay] (Samsun,
Trabzon, Rize, Konya. DS/IV)
meşe (IV) (Çanakkale. DS/IV)
peşe (I) (Tokat. DS/V)
sibat (Muş. Boratavdan Artun. 262. s.)
säfär: Safer ayı. (Balıkesir. Caferoğlu 1994: 201. s.)
sayan (Terekeme-Karapapak Uruğu Ağzı. Kars. Caferoğlu 1995: 275. s.)
üsüm (İstanbul. DS/VI)
zahmarı (Ankara. DS/VI) [zahmeri -1] (Çorum. DS/VI)
Anadolu ağızlarında 1 şubattan 22 mart’a kadar olan zaman gücük (III) (DS/III) olarak
adlandırılmıştır. Posof, Niksar ve Giresun yöresinde de aynı şekilde gücük şeklindedir
(Kalaycı, 599. s.).
badırık batman ay Adana yöresindeki Türkmenler tarafından kullanılmıştır. Sıfat
tamlaması yapısındaki deligücük ve türemiş ad yapısındaki delice mevsime bağlı
adlandırmalardır.
Şubat ayı gün olarak diğer aylardan daha kısa sürdüğü için yapılan küçük adlandırması
zamanla ağızlarda küçük ay, gücük vb. şekillere girmiş olmalıdır (Demir 2012: 19. s.). Benzer
olarak Gagavuzcada da şubat için küçük/gücük ay (Koca ve Bankova 206. s.) kullanılmıştır.
3. Mart Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Adını savaş tanrısı Mars’tan alan Latince kökenli (Eyüboğlu, 475. s.) mart ayı ile ilgili
adlandırmaların sayısı diğer aylara göre daha azdır.
adar (IV) (Bitlis. DS/I)

311
apıl (Isparta. DS/I)
art (Azeri Köyleri. Amasya) (DS/I)
aşır ayı (<aşure; Isparta. DS/I)
gırmaguk/gurmaguk ayı (Giresun. Düzgün, 2017: 119. s.)
gicimik ayı (Adana. DS/III)
kızan ayı: Hayvanların türlerine göre çiftleşmek isteği duydukları ay mart vb. (Trabzon.
Sezgin, 232. s.)
kuzu ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 655. s.)
mard (Ankara. Akca, 514. s.)
mart: Mart ayı. 13 Mart-13 Nisan. (Trabzon. Sezgin, 260. s.)
mevlid ayı: Rebiülevvel ayı. (Balıkesir. Caferoğlu 1994: 190. s.)
sayıştay ayı (Giresun. Düzgün, 2017: 123. s.)
yaz başi (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 695. s.)
Ağızlarda gicimik (I) (DS/III) sözcüğü uyuz hastalığı karşılığı kullanılmıştır.
Muhtemelen bu hastalığın ortaya çıktığı zaman ile ilgili olarak gicimik ayı adlandırması
yapılmış olabilir. gırmaguk/gurmaguk ise kedi ve köpek gibi hayvanların çiftleşme ve
yavrulama dönemi ile ilgilidir (Düzgün, 2017: 119. s.). sayıştay ayı Rumi 9 Mart’tan itibaren
12 gün sayma yani gün sırtı ile ilişkilidir (Düzgün, 2017: 123. s.).
aşır ayı dinî bir nitelik taşıyan aşure geleneği ile ilgili bir adlandırmadır. Zaman
kavramlı olarak İstanbul ağzında “9 mart” karşılığı kullanılan guguk ötümü (DS/III) Anadolu
ağızlarında guguk (I) (DS/III) olarak adlandırılan “kuğu kuşu”, “bir cins kır güvercini” veya
“çavuş kuşu” ve “baykuş” olarak adlandırılan kuş ile ilgili bir adlandırma olabilir. Tabiata
dayalı bir adlandırma olarak görünmektedir.
4. Nisan Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Greklerin ünlü güzellik tanrıçası Aphrodite’nin adından türemiş olan Aprilis yani
Nisan sözcüğü (Kalaycı, 604. s.) Eyüboğlu’na (495.s.) göre Süryanice nisanna (Akadca <
nisannus) sözcüğüne dayanmakta ve eski kaynaklarda nasanus, nasanna, nusanus ve nusanna
şeklinde yer almaktadır. Türkçe Sözlük’te kökeni Arapça olarak belirtilen nisan sözcüğü
ağızlarda farklı adlarla karşılanmıştır:
abrıl (Balıkesir, Tokat, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Rize, Erzincan, Maraş,
Sivas, Yozgat, Avşar ve Türkmen aşiretleri. Kayseri, Nevşehir, Konya, İçel. Kıbrıs
köyleri. DS/I) [abil] (Denizli, Trabzon. DS/I) [abrél] (Kars, Erzurum. DS/I) [abril-1]
(Eskişehir, Kocaeli, Çorum, Tokat, Ordu, Trabzon, Gümüşhane, Rize, Artvin,
Ardahan, Kars, Erzurum, Bitlis, Sivas, Yozgat, Ankara, Kayseri. DS/I) [abrol]
(Erzincan. DS/I) [abrul -1] (Manisa, Çanakkale, Eskişehir, Kars, Çorum, Sinop,
Samsun, Amasya, Tokat, Ordu, Giresun, Gümüşhane, Erzincan, Diyarbakır, Sivas,
Kayseri, Niğde. DS/I) [aprıl] (Ankara. DS/I) [april] (Sinop, Karaman, Konya, İçel.
DS/I) [aprul] (Zonguldak, Kastamonu, Çorum, Sinop, Samsun, Amasya, Trabzon.
DS/I) [arbıl] (Adana. DS/I) [arbul] (Giresun, Sivas. DS/I)
açaray (Diyarbakır. DS/I)
albır (Sivas. DS/I) [albur] (Sivas, Yozgat. DS/I)
albur (Trabzon. Demir, 2012: 13. s.)
april (Trabzon. Sezgin, 60. s.)
aprul (Ordu. Demir, 334. s.)
avril (Rize. DS/I) [avrul] (Giresun. DS/I)
bire (II) (İstanbul. DS/I)
ebrul veya nisan (Muş. Boratavdan Artun. 262. s.)
kırçan ayı (I) (İzmir. DS/IV)
lisan (Erginer, 122. s.; Caferoğlu 1995: 265. s.; Giresun. Demir ve Aydoğdu, 656. s.)

312
mevlid ayı: Rebiülâhir. (Caferoğlu 1994: 190. s.)
yagmur ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 692. s.)
İngilizce ve Almancada kullanılan april sözcüğü ağızlarda fonetik değişikliklerle
birden fazla şekilde karşılanmıştır. Sözcük Posof ağzında abril, Niksar ve Giresun ağzında
abrul şeklindedir (Kalaycı, 599. s.).
açaray adlandırması nisan ayında tabiatın uyanması, meyve ağaçlarının çiçeklenmesi
ve ağaçların sürgün vermesine dayalı bir adlandırma yapısındadır.
İzmir yöresinde kullanılan kırçan ayı (I) ile ilgili olarak İstanbul ağzında kırçan (I)
“Ekinleri vuran sam.”, Tekirdağ ağzında “Yel ile savrularak yağan yağmur” olarak
anlamlandırılırken kırçan II “Kış günlerinde insanların sakal ve bıyığı, hayvanların tüyleri,
bitkilerin yaprak ve dalları üzerinde olan buz”; Kocaeli yöresinde kullanılan kırçan (IV)
“Kırgın, hastalıklı, sağlıksız.”; Zonguldak yöresindeki kırçan (III) “Kıldan yapılan iplik:
Kırçan kilimi çok dayanır.”; Samsun yöresindeki kırçan (VI) “Diken ucu.” ve yine Çarşamba-
Samsun ağzında kırçan (VII) “Sakızın patlaması için kullanılan özün çıktığı dikenli bitkinin
taze filizleri: Bizim karılar kırçan toplamaya gittiler.” olarak adlandırıldığından kırçan
sözcüğünün manasını kesin olarak tespit etmek mümkün görünmemektedir. Ancak, Derleme
Sözlüğü’nde geçen ve Tekirdağ ağzında kullanılan kırçan ayı (II) “28 Mayıstan 28 hazirana
kadar olan süre” olarak karşılanmıştır. Dolayısı ile kırçan ayı (I) adlandırması kullanıldığı
coğrafya dikkate alındığında yağmur ve soğuk ile ilişkilendirilebilir.
Çanakkale-Gelibolu ağzında bire (I) “oğlan”, Samsun yöresinde bire (III) “bira”
olarak karşılanmıştır. Sarıyer-İstanbul ağzında nisan karşılığı kullanılan bire (II) sözcüğü ise
muhtemelen Iğdır, Kars, Van ve Gaziantep ağızlarında “pire” karşılığı kullanılan bire (IV)
sözcüğü ile ilişkili olmalıdır.
5. Mayıs Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Kökeni Titan Atlas’ın kızı ve Hermes’in annesi Tanrıça Maia’nın adına dayanan
(Kalaycı, 604. s.) Latince kökenli mayıs (< Maius < magnus ‘büyük’: Eyüboğlu, 478. s.)
sözcüğü ağızlarda birden fazla sözcükle adlandırılmıştır.
bükülek (III) (Isparta. DS/I)
cılcıl ayı (Gümüşhane. DS/II)
çiçek ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 595. s.)
çicik ayı (Ankara. DS/II)
ekimay (Ordu. DS/III)
gulan (I) (Bitlis. DS/III)
gülan (Kars, Van, Diyarbakır, Elazığ, Sivas. DS/III) [gülayı] (İstanbul, Elazığ. DS/III)
(Elazığ. Buran ve İlhan, 98. s.)
gülen (Van. DS/VI)
yayla çağı: 20 Mayıs-20 Temmuz arası dönemin adı. (Tokat. Demirci,
s.)
Isparta ve Kütahya yöresinde bükülek (II) “Tavşanların çiftleşme zamanı.” olarak
kullanılan bir sözcük olup muhtemelen mayıs için yapılan bükülek (III) adlandırması bununla
ilişkilidir. cılcıl Gümüşhane yöresinde suyun istenilen gürlükte değil de daha az akışını
yansıtan yansıma bir sözcük olarak kullanılmaktadır.
Ankara yöresinde kullanılan çicik ayı adlandırması yine Bolu ve Ankara yöresinde
kullanılan çiçik (I) “Bir karış kadar yükselmiş ekin: Ekinler çiciklendi.” sözcüğü ile ilişkili bir
kullanım olabileceği gibi mevsime dayalı olarak çiçek sözcüğü ile de ilişkilendirilebilir.
gulan, gülan, gülayı ve gülen gibi adlandırmalar atların yavrulama mevsimi ile
ilişkilidir. Ağızlarda “Kısrakların tüylerinde beliren doğurma işareti.” için gül (I) sözcüğünün
kullanılması da bunu desteklemektedir. Hayvan bilimle ilgili olarak Türkçe Sözlük’te de
(1522. s.) kulun “Altı aylığa kadar olan at veya eşek yavrusu.” şeklinde açıklanmış ve kısrağın
veya eşeğin yavrulaması için kulunlamak (1523. s.) fiiline yer verilmiştir.

313
6. Haziran Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Altıncı ay Junius’un adı ana tanrıça Junon’a (Grekçe Hera) dayanmaktadır (Kalaycı,
s.). Kökeni Süryanice hazaran/hazuran’a (sıcak, haziran: Eyüboğlu, 321.s.) dayanan sözcük
ağızlarda birden fazla adlandırmaya uğramıştır:
başal (Burdur. DS/I)
çerez (Rize. Kabak, 2017: 96. s.)
güllük ayı (Giresun. Düzgün, 2017: 135. s.)
heziran (Hakkâri. DS/VI)
ilk temus (Malatya-Darende. Boratavdan Artun. 262. s.)
kiraz ayı (İstanbul, Zonguldak, Sinop, Trabzon, Ordu, Giresun,
Gümüşhane, Rize, Erzurum, Sivas. DS/IV) [kirez ayı] (Samsun, Giresun, Trabzon,
Artvin, Bayburt, Kars. DS/IV)
kirez ayı (Ordu. Caferoğlu 1995: 263. s.; Küçük ve Ateş, 318. s.)
orakayı (Isparta, Burdur, Çanakkale, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize,
Artvin, Yozgat. DS/V)
ünüs (Kayseri. DS/VI)
kiraz ayı elde edilen ürün; orakay adlandırması ise tarım aracı ve mevsime bağlı
yapılan iş güç ile ilişkili adlandırma olarak karşımıza çıkmaktadır. güllük ise ilgili yörede
yetişen bu ayda biçimi yapılan bitki ile ilişkilidir (Düzgün, 2017: 135. s.).
Posof ağzında kirazayi, Niksar ve Giresun yöresinde kiraz olarak adlandırılmaktadır
(Kalaycı, 599. s.)
7. Temmuz Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Julius Sezar’a ithafen Julius adı da verilen (Kalaycı, 604. s.) ve kökeni Sümerce
dummuzzi, İbranice tammuz (efendi, bey: Eyüboğlu, 653. s.) olarak açıklanan ve Türkçe
Sözlük’te kökeni Arapça olarak belirtilen sözcük, Kıpçak Türkçesinde yazılı kaynaklarda
temmûz (Karamanlıoğlu), Harezm-Altınordu Türkçesinde temmûz, tamûz (Ünlü 2012) ve
Çağatay Türkçesinde (Ünlü 2013) ve Osmanlı Türkçesinde temmûz (Şemsettin Sami)
şeklindedir.
Ağızlarda farklı ve benzer sözcüklerle karşılanmıştır:
biçim ayı (Kars. DS/I) [biçim ayi] (Erzurum. DS/I)
çayır ayı (Caferoğlu 1995: 239. s.)
çuruk ayı/çürük ayı: En sıcak yaz ayı, en sıcak günleri içeren ay. Temmuz ortasından
ağustos ortasına kadar olan bir aylık süreye verilen ad. Bazı yerlerde ağustos.
(Trabzon. Sezgin, 119. s.)
çuruk ayi: Temmuz ayı. 13 Temmuz - 13 Ağustos. (Trabzon. Sezgin,
s.)
çürük ay (Giresun. DS/II)
çürük ayı/çürüklük ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 598. s.)
ilk namas ayı (Caferoğlu 1994: 183. s.)
kısır ay (Erzurum. DS/IV)
koten ayı (Caferoğlu 1995: 273. s.)
orakayı (Isparta, Burdur, Çanakkale, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon,
Rize, Artvin, Yozgat. DS/V) [orak (I)-2] (Ardahan, Kars. DS/V) [orakay] (Ordu. DS/V)
orta temus (Malatya-Darende. Boratavdan Artun. 262 .s.)
otayı (Bayburt, Gümüşhane. DS/V)
sağır ayı: 15 Temmuz ile 15 Ağustos arası dönem. (Çalışkan 100. s.)
temis (İçel. DS/VI) [temiz] (Van. DS/VI)
temüs (Niğde. DS/V)
temmus (Ankara. Akca, 617. s.)

314
temmüz (Ankara. Akca, 617. s.)
tomuz (Malatya. DS/VI; Elâzığ. Buran ve İlhan, 207. s.)
yanarayı (Adana. DS/VI)
biçim ayı/ayi, orakayı, orak (I)-2, otayı gibi adlandırmalar ekin ve ot, çayır biçme ile
ilişkili mevsim gereği yapılan işe dayalı adlandırmalardır. Benzer olarak Posof yöresi
ağızlarında orağayi, Niksar ve Giresun ağzında orak şeklindedir (Kalaycı, 599. s.).
Çürük ayı olarak da adlandırılan Temmuz ayının ortalarında yaylaya çıkmaya Rize
ağzında vartevor veya behur denilmektedir (Kabak, 2017: 101. s.).
Kars ağzında kullanılan koten ayı’ndaki koten sözcüğünün kökeni Erzurum ağzında
kullanılan 8-10 hayvanla çekilen büyük saban; saban demiri karşılığı kullanılan kotan
sözcüğüne dayanmaktadır (Caferoğlu 1995: 273. s.; Gemalmaz, 204. s.)
8. Ağustos Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
XVI. yüzyıl Osmanlı Türkçesinde yazılı kaynaklarda ağustas şeklinde yer alan ve
Romanın birinci imparatoru Augustus’tan (kutsal olan, yüce olan, kutsallık, yücelik: Eyüboğlu,
s.; ‘yüce, uğurlu, kuşların iyi alâmetleri ile doğmuş veya tahta çıkmış’ Tietze, 114. s.;
Şemsettin Sami) adını alan Latince kökenli sözcük ağızlarda farklı adlandırmalara sahiptir:
ağistos (Caferoğlu 1995: 231. s.)
ağusdos (Akca, 328. s.)
ağustosayı: Çürük ayı. 13 Ağustos-13 Eylül. (Trabzon. Sezgin, 50. s.)
âsus (Ordu. Demir, 334. s.)
avastos, avostos, havastos (Uşak. Erginer, 121. s.)
avustas (Düzce, Bolu. DS/I)
avustos (Kütahya, Gülensoy, 244. s.)
avusdos (Akca, 348. s.)
biçinayi/meyremay (Zeyrek, 199. s.)
cürüg ayı (Caferoğlu 1995: 238. s.)
çürük ay (DS/II)
çürük ayı/çürüklük ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 598. s.)
gizil issi (Uşak. Erginer, 51. s.)
harman çağı: Ağustos 20-Eylül 20 arası. (Tokat. Demirci, 92. s.)
izim ayi/uzim ayi: Üzüm ayı. 13 Ağustos-13 Eylül. (Trabzon. Sezgin,
s.)
orakayı (İstanbul, Kastamonu, Bayburt, Gümüşhane, Erzurum, Sivas.
DS/V) [orak (I) -3] (Giresun. DS/V)
sağır ayı (Erzincan, Elâzığ. DS/V; Elâzığ. Buran ve İlhan, 179. s.)
son namas ayı: Şâban ayı. (Caferoğlu 1994: 203. s.)
son temus (Malatya-Darende. Boratavdan Artun. 262. s.)
tabak (IV) (Diyarbakır. DS/V) [tabbak ]: (Bitlis. DS/V)
tonuz (Malatya. DS/V)
vartuvur (Erzurum. DS/VI)
Benzer olarak ağustos ayı da ağızlarda ekin ve ot biçme işi ile ilgili olarak orakayı ve orak
şeklinde adlandırılmıştır. vartivor veya vartor Rize ile sınırları içerisinde Hemşin’in eski adı olup
15-25 Temmuz tarihleri arasında burada şenlikler yapılmaktadır (Coşkun, 278. s.; Sezgin, 342. s.).
Muhtemel bu tarihlerde yaylaya yapılan göç ile ilgili bir adlandırma da olabilir.

9. Eylül Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:


Eyüboğlu (253.s.) sözcüğün kökenini Süryanice’ye dayandırmış ve “üzüm ayı”
manasını vermiştir. Tietze’ye (759. s.) göre Arapça kökenli olup “Hıristiyan Arapların
takviminde” dokuzuncu aydır. Yazılı kaynaklarda Osmanlı Türkçesinden itibaren (Şemsettin

315
Sami-Kamus-ı Türkî) yer alan ve kökeni Türkçe Sözlük’te Arapça olarak belirtilen sözcük için
ağızlarda birden fazla adlandırma yapılmıştır.
avara (VIII)2 (Giresun, Erzincan. DS/I)
bayram ayı: Şevvâl ayı. (Caferoğlu 1994: 153. s.)
boşayı, boşay: 1. Kamer takvimine göre ikinci ay, sefer ayı. (Ankara, Kırşehir, Muğla.
DS/I), 2. Eylül (Bayburt, Gümüşhane. DS/I)
bögrüm (Ardahan, Kars. DS/I)
böğrüm ayı (Caferoğlu 1995: 236. s.)
cegert (II) [cegart (II)]: Rumî takvime göre eylül ayına verilen ad. (Gümüşhane.
DS/II)
ceviz (Giresun. Düzgün, 2017: 138. s.)
darı ayı (Trabzon. Demir 2012: 17. s.)
hacı ayı (Giresun, Trabzon. DS/III)
hac/haç (Giresun. Düzgün, 2017: 138. s.)
ıramazan/irämäzan: Ramazan ayı. (Caferoğlu 1994: 184. s.)
ıstavrut (Ordu. Caferoğlu 1946: 329. s.)
istavrit: Eylül ayı. 13 Eylül-13 Ekim. (Trabzon. Sezgin, 207. s.)
ilk cüz (Rize. Kabak, 2017: 97. s.)
ilkgüz (Kastamonu, Samsun, Amasya, Kırşehir, Adana, Muğla. DS/IV)
ohtorvi (Rize. Kabak, 2017: 97. s.)
öğrüm (Ordu. DS/V)
sulta (Artvin. DS/V)
şarapayı (Afyon. DS/V)
üzümayı (Trabzon. DS/VI)
verimay (Ordu. DS/VI)
Gümüşhane ve Bayburt yöresinde kullanılan avara (VIII) ve boşayı, boşay çiftçilik ve
iş ile ilgili yapılan yöresel bir adlandırmadır. cegert ve cegart (II) Gümüşhane yöresinde Rumi
takvime göre eylül ayına verilen addır. Düzgün (2017: 138. s.) hac/haç ve istavrit
adlandırmalarını bölgede daha önce var olan Hristiyanlık ile ilişkilendirmektedir.
şarapayı, üzüm ayı gibi adlandırmalar ilgili mevsimde elde edilen ürün ve ondan
üretilen nesneler ile ilgilidir. Ordu ve yöresinde kullanılan verimay yine ilgili aydaki ürünün
bolluğu ile ilişkilidir.
Bunun gibi Posof bölgesinde eylül ayı harmanayi/bögrümayi (Zeyrek, 199. s.), Niksar
yöresinde ilkgüz, Giresun yöresinde haçayı şeklinde karşılanmıştır (Kalaycı, 599. s.)
10. Ekim Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Türkçe kökenli sözcük (<ek-im ‘bir kez ekilecek kadar olan yer’ Gülensoy A-N, 325.
s.; ekmek eylemi, tarlaların sürülüp ekildiği ay: Ekim ayı: Eyüboğlu, 224. s.) ağızlarda farklı
sözcüklerle karşılanmıştır.
avara (Caferoğlu 1946: 307. s.)
avara (VIII) (Çanakkale, Bayburt, Gümüşhane. DS/I)
beğrim ay (Ordu. DS/I)
biçin ayi: Ekim ayı 13 Ekim - 13 Kasım. (Trabzon. Sezgin, 85. s.)
birinci çirin veya Teşrin-i evvel (Van. Boratavdan Artun. 263. s.)
bükrüm ayı (Afyon. DS/I)
darı ayı (Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon. DS//II)
döküm vakti: Ekim, kasım ayları. (Konya. DS/II)
gazel ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 618. s.)
haç (II) (Ordu, Erzincan. DS/III)
harman ayı: Birinci teşrin. (Caferoğlu 1995: 259. s.)
havara (Erzincan. Boratavdan Artun. 262. s.)

316
kahus (Kars. DS/IV)
koçayı (Trabzon, Kars, Erzincan, Kırşehir. DS/IV) [koçkoyan] (Bayburt, Gümüşhane.
DS/IV)
koç katımı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 650. s.)
oğtorvi (Rize. Kabak, 2017: 98. s.)
orta cüz (Rize. Kabak, 2017: 97. s.)
ortagüz (Isparta, Burdur, Kastamonu, Sinop, Samsun, Amasya, Tokat,
Ordu, Maraş, Niğde, Adana. DS/V)
piçim ayı (< biç-(i)m) (Caferoğlu 1946: 341. s.)
üzümayı (Erzurum. DS/VI)
darı ayı, döküm vakti, piçim ayı, üzümayı bitki ve meyveler ile; koçayı, koçkoyan
hayvanlar ile ilgili adlandırmalardır.
Posof yöresinde ekim için şarabayi/değirmenayi (Zeyrek, 199. s.), Niksar yöresinde
ortagüz, Giresun yöresinde ise avara adlandırması yapılmıştır (Kalaycı, 599. s.).
11. Kasım Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Yazılı kaynaklarda Osmanlı Türkçesinden itibaren (Şemsettin Sami, Kamus-ı Türkî)
karşımıza çıkan Arapça kökenli kasım sözcüğü için ağızlarda zengin bir söz varlığı mevcuttur:
ahır güz (Samsun. DS/I)
ahir cüz (Rize. Kabak, 2017: 97. s.)
aralık: Zilkade ayı. (Caferoğlu 1994: 149. s.)
ayerit (Trabzon. Yıldırmış, 2017: 175. s.)
ayrıt (Rize. Kabak, 2017: 97. s.)
döküm vakti: Ekim, kasım ayları. (Konya. DS/II)
esmek (V): Davar ve koç katım zamanı, kasım ayı. (Sivas. DS/III)
ġasım ayı (Akca, 458. s.)
goç (Caferoğlu 1946: 324. s.)
goç ayı (Bayburt, Kars. DS/III)
goç ayı (Ordu. Çebi, 55. s.)
ikinci çirin veya Teşrin-i sani (Van. Boratavdan Artun. 263. s.)
izim ayı (Caferoğlu 1946: 331. s.)
koçayı (Ordu, Trabzon, Gümüşhane, Artvin, Kars, Erzincan, Sivas.
DS/IV)
piçin ayi/biçin ayi: Kasım ayı. (Trabzon. Sezgin, 291. s.)
sığır koyun (Bayburt, Gümüşhane. DS/V)
songüz (Amasya, Maraş, Niğde, Konya, Adana. DS/V)
şarab ayı: İkinci teşrin ayı. (Caferoğlu 1995: 277. s.)
tiber (İstanbul. DS/V)
üzümayı (Giresun, Trabzon, Rize. DS/VI)
Davar ve koç katım zamanı ağızlarda esmek (V), goç, goç ayı, koçayı, sığır koyun
şekillerinde adlandırılmıştır. Benzer olarak kasım ayı Posof yöresinde koçayi (Zeyrek, 199.
s.), Giresun yöresinde koç ayı, Niksar yöresinde songüz şeklindedir (Kalaycı, 599. s.),
12. Aralık Ayı İçin Yapılan Adlandırmalar:
Türkçe kökenli (< ara+lık ‘iki nesne arasındaki açıklık’: Eyüboğlu, 36. s., Gülensoy
A-N, 75. s.) sözcük, mart ayından sonra ağızlarda en az adlandırma yapılan aydır.
aralıh (Elazığ. Güler, 127. s.)
garagış: Kânun, aralık ayı. (Ordu. Caferoğlu 1946: 322. s.)
gurban ayı: Zilhicce ayı. (Caferoğlu 1994: 177. s.)
ilk kış (Muğla. DS/IV)
istiyanar (Rize. Kabak, 2017: 97. s.)
kanun-ı evvel (Van. Boratavdan Artun. 263. s.)

317
karakış (Ordu. Çebi, 67. s.)
karakış ayı (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 640. s.)
sıır goyan (Giresun. Demir ve Aydoğdu, 675. s.)
steyonar (Trabzon. Kabak, 2017: 107. s.)
tekir (III) (İstanbul. DS/V)
yağarak (Ordu. DS/VI)
yanar (II) (İzmir. DS/VI)
Ordu ve yöresinde kullanılan yağarak mevsimle ilişkili bir adlandırmadır. Posof
(Zeyrek, 199. s.), Niksar ve Giresun yöresinde aralık ayı karakış olarak adlandırılmıştır
(Kalaycı, 599. s.). İstanbulda kullanılan tekir de “tekir balığı” ile ilişkilendirilebilir.

Anadolu ağızlarında takvim, gelenek ve kültüre bağlı olarak ay adları birden fazla ölçüte
göre adlandırılmıştır. Geçmişten günümüze bu adlandırmaları ve ölçütleri şöyle sıralayabiliriz:
Ayları sayılara dayalı olarak adlandırma geleneği Göktürkler ve eski Uygurlar
dönemine kadar uzanmaktadır (Küçük 153-154. s.). Bu gelenek günümüzde Iğdır yöresinde
ağızlarda yaşamaktadır. Iğdır’da ay adları mahallî olarak sıra sayılarla birinciay, ikinciay,
üçüncüay, dördüncüay, beşinciay, altıncıay, yedinciay, sekizinciay, dokuzuncuay, onuncuay,
onbirinciay ve onikinciay şeklinde de adlandırılmaktadır (Gökbeyden Kalaycı 599. s.).
Göktürklerden günümüze bu gelenek Anadolunun değişik yerlerinde kullanılmaya devam
etmektedir. Kars Terekeme Karapapak uruğu ağzında kullanılan sayan sözcüğü de halk
takvimine dayalı bir adlandırma olup say- eylemi ile ilişkilidir.
Hicrî takvimde yer alan Arapça kökenli ay adları ağızlarda Türkçeleştirilmiştir.
Örneğin “muharrem ayı” aşure ayı; “safer” boşayı, boşay (DS/I), säfär, “safer” boşayı, boşay
(DS/I), säfär; “rebiülevvel” ve “rebiülâhir” mevlid ayı; “recep” ilk namas ayı; “şaban”
sonnamaz (DS/V), son namas; “ramazan” ıramazan/irämäzan; “şevval” bèyram ayı (DS/V);
“zilkade” ağızlarda aralık (II) (DS/I), aralıq ayı; “zilhicce” gurban ayı olarak adlandırılmıştır
(Caferoğlu 1994).
Köken bilgisi yönünden ağızlardaki ay adlarının önemli bir kısmı delice, esmek,
yağarak, büyük ay, kuzu ayı vb. Türkçedir. Bunu kanun-ı sâni, tabak, zemheri, şubat,
safer/sefer, nisan, kasım, teşrin-i sâni, kanun-ı evvel gibi Arapça; ilk temus, son temus, döküm
vakti gibi Türkçe + Arapça; ahir güz, aşure/aşır ayı, bayram ayı, meyrem ay(ı), şarap ayı,
gazel ayı, gurban ayı, mevlid ayı/çağı gibi Arapça + Türkçe; harman ayı/çağı gibi Farsça +
Türkçe; ilk namas ayı, son namas ayı gibi Türkçe + Arapça +Türkçe; kiraz ayı gibi Rumca +
Türkçe; ağustos ayı gibi Latince + Türkçe; kalender gibi İngilizce; haziran gibi Süryanice;
mart gibi Latince ve istavrit gibi Rumca adlar izlemektedir.
Ağızlarda ay adlarının bir kısmı Miladi takvime dayalı olarak sibat (şubat), art (mart),
lisan (nisan), heziran; orta temus, temis, temüs, tomuz; ağistos, âsus, avastos, avostos,
havastos, avustas şeklinde adlandırılmıştır.
Dinî içerikli olarak ağızlarda ay adları aşura ayı (ocak), aşır ayı, mevlid ayı (mart),
mevlid ayı (nisan), ilk namas ayı (temmuz), son namas ayı (ağustos), bayram ayı, hacı ayı
(eylül), haç (ekim), gurban ayı (aralık) şeklinde adlandırılmıştır.
Hasat edilen veya üretilen ürünün türüne göre ağızlarda hayvanlarla ilgili olarak kuzu ayı
(mart), koçayı, sığır koyun (eylül), goç, goç ayı, koç ayı, koç katımı (ekim, kasım), sıır goyan
(aralık); meyvelerle ilgili olarak kiraz/kirez ayı (haziran), üzümayı (eylül), izim ayı, üzümayı
(ekim); balıkla ilgili olarak ıstavrut/istavrit (eylül), tekir (aralık); içeceklerle ilgili olarak şarap
ayı (eylül); bitkilerle ilgili olarak çayır ayı, çürük ay, çürük ayı, çürüklük ayı, orakayı, otayı
(temmuz, ağustos), cürüg ayı, çürük ay, orakayı, darı ayı (eylül), gazel ayı (ekim), harman ayı
(ekim), piçin ayi/biçin ayı (kasım); deri vb. ile ilgili olarak tabak/tabbak (ağustos) şeklinde
adlandırmalar yapılmıştır.

318
Mevsimle ilişkili olarak ağızlarda donaray, kar ayı, orta kış, son kış, zahmeri, zemheri
(ocak), deligücük (şubat), yaz başi (mart), açaray, yagmur ayı (nisan), çiçek ayı, çiçik ayı
(mayıs), yanarayı (temmuz), gizil issi (ağustos), ilk güz, (eylül), ortagüz (ekim), ahır güz,
songüz (kasım), garagış/karakış, karakış ayı, ilk kış, yağarak, yanar (aralık) şeklinde
adlandırılmalar yapılmıştır.
İklimsel değişikliklere göre aylar ağızlarda buğan, çağan (ocak), akpan, gücük
(şubat), yelen, tuluğan (mart), açar, açan (nisan), kırçan, kandık (mayıs), uğraş, ısık (haziran),
biçen, bozaran (temmuz), bozar, bozaran (ağustos), söken, kısık (eylül), budan, koçan (ekim),
karaş, balağan (kasım), kırlaş, aralık (aralık) şeklinde adlandırılmıştır (Karakurt’tan Kalaycı,
s.).
Tarım araçlarına göre ay adları ağızlarda ocak (ocak), kirmen (şubat), külek (mart),
köten (nisan), saban (mayıs), kosak (haziran), orak (temmuz), diren (ağustos), döven (eylül),
tapan (ekim), dibek (kasım), kazan (aralık) şeklindedir (Karakurt’tan Kalaycı, 603. s.).
Kırsal işlemlere göre ay adları ağızlarda sağım (ocak), üsüm (şubat), sürüm (mart),
dikim (nisan), saçım (mayıs), kırkım (haziran), biçim (temmuz), derim (ağustos), verim
(eylül), ekim (ekim), söküm (kasım), katım (aralık) şeklindedir (Karakurt’tan Kalaycı, 603. s.).
Hayvan adlarına göre ay adları ağızlarda geyik (ocak), arkar (şubat), toygar (mart), kökek
(nisan), koran (mayıs), buğu (haziran), kulca (temmuz), teke (ağustos), oğna (eylül), sığın
(ekim), koçkar (kasım), elik (aralık) şeklindedir (Karakurt’tan Kalaycı, 603. s.).
ilk, orta ve son/ahir sözcükleri güz sözcüğüne eklenerek sıfat tamlaması yapısında ilk
güz (eylül), orta güz (ekim), son/ahir güz (kasım) adlandırmaları türetilmiştir.
Yapı yönünden ağızlarda kullanılan ay adları gücük, istavrit, meşe, tekir yanar gibi
basit ad ve bire, böğrüm, delice, esmek, yağarak gibi türemiş adlardan oluşmuştur.
Kelime grupları yönünden ağızlardaki ay adları genellikle aşure ayı, biçim ayı, çiçek
ayı, ekim ayı, kiraz ayı gibi belirtisiz ad tamlaması ve açar ay, büyük ay, donar ay, ilk güz,
orta temus gibi sıfat tamlaması yapısındadır.

KAYNAKLAR

AKCA, Hakan (2012) Ankara İli Ağızları, TKAE Yayınları, Ankara.


ARTUN, Erman (2013) Türk Halkbilimi, Karahan Kitabevi, Adana.
AYDIN, Erhan (2002) Türk Dilinde Zaman Adları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı (Eski Türk Dili) Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Tez
Danışmanı: Prof. Dr. Mustafa Canpolat, Ankara.
AYDIN, Mehmet (2002) Aybastı Ağzı, TDK Yayınları, Ankara.
BURAN, Ahmet, Nadir İlhan (2008) Elazığ Yöresi Söz Varlığı, TDK Yayınları, Ankara.
CAFEROĞLU, Ahmet (1946) Kuzey-Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, İstanbul.
CAFEROĞLU, Ahmet (1994) Anadolu Diyalektolojisi Üzerine Malzemeler I, TDK Yayınları,
Ankara.
CAFEROĞLU, Ahmet (1995) Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, TDK Yayınları,
Ankara.
COŞKUN, Osman (2013) Doğu Karadeniz Yer Adlarının Kökeni ve Söz Varlığı (Artvin-Rize-
Trabzon), Çatı Kitapları, İstanbul.
ÇALIŞKAN, Habip (2008) Ermenek Sözlüğü, Karamaoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür
Derneği, Ankara.
ÇEBİ, Sıtkı (2006) Ordu Ağzı Derlemeleri, Ordu İlk Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları,
Ordu.
DEMİR, Necati (2001) Ordu İli ve Yöresi Ağızları, TDK Yayınları, Ankara.
DEMİR, Necati, Özkan Aydoğdu (2009), Giresun İli ve Yöresi Ağızları, Giresun Valiliği
Yayınları 15, Giresun.

319
DEMİR, Necati (2012) “Trabzon ve Yöresinde Zaman, Halk Takvimi ve Sayılı Günler”,
Zeitscrif für die Welt der Türken, Journal of World of Turks, Vol. 4, No. 1. s.5-21. DEMİRCİ,
Muhsin (2008) Kültürümüzde İskevsür Ağzı, Kültür Ajans Yayınları, Ankara. DERLEME
SÖZLÜĞÜ (2009) TDK Yayınları, C.I-VI, Ankara.
DÜZGÜN, Ülkü Kara (2017) “Giresun’da Halk Takvimi” Takvim Kitabı, Ed. Emine Gürsoy
Naskali, Burcu Yanıklar, Kitabevi, İstanbul, s.115-144.
ERGİNER, Gürbüz (1984) Uşak Halk Takvimi ve Halk Meteorolojisi, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
EYÜBOĞLU, İsmet Zeki (2004) Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Sosyal Yayınlar, İstanbul.
GEMALMAZ, Efrasiyap (1995) Erzurum İli Ağızları, C.III, TDK Yayınları, Ankara.
GÜLENSOY, Tuncer (1988) Kütahya ve Yöresi Ağızları, TDK Yayınları, Ankara.
GÜLENSOY, Tuncer (2007) Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi
Sözlüğü, A-N, TDK Yayınları, Ankara.
GÜLENSOY, Tuncer (2007) Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi
Sözlüğü, O-Z, TDK Yayınları, Ankara.
GÜLER, Zülfü (1992) Harput Ağzı, Elazığ Belediyesi Yayınları, Elazığ.
KABAK, Turgay (2017) “Trabzon ve Rize’de Halk Takvimi”, Takvim Kitabı, Ed. Emine
Gürsoy Naskali, Burcu Yanıklar, Kitabevi, İstanbul, s.93-114.
KALAYCI, Ünal (2013) “Tarih Boyunca Türklerin Kullandıkları Ay Adları ve Türk Dünyası
Ortak Ay Adları Önerisi”, Yeni Türkiye, Türkçe Özel Sayısı, S.55, Ankara.
KARAMANLIOĞLU, Ali Fehmi (1989) Seyf-i Sarayî, Gülistan Tercümesi, TDK Yayınları,
Ankara.
KOCA, S. Z., BANKOVA, İ.D. (2017) Gagauzça-Rusça Üürenmäk Tematika Sözlüü,
Komrat. KÜÇÜK, Salim, ATEŞ, Mümin (2017) Ordu Ağzı Söz Varlığı, Gece Kitaplığı
Yayınları, Ankara.
KÜÇÜK, Salim (2018) Tanıkları İle Türkçede Zaman Kavramı ve Söz Varlığı, Gece
Kitaplığı, Ankara.
SEZGİN, Bahattin (2015) Trabzon Sürmene-Araklı-Köprübaşı Yerel Ağızlar Derleme
Sözlüğü, Cinius Yayınları, İstanbul.
ŞEMSETTİN SÂMÎ (2010) Kamus-ı Türkî, hzl. Paşa Yavuzarslan, TDK Yayınları, Ankara.
TIETZE, Andreas (2002) Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati, C.I, A-E, İstanbul-
Wien.
TÜRKÇE SÖZLÜK (2011) TDK Yayınları, Ankara.
ÜNLÜ, Suat (2012) Harezm-Altınordu Türkçesi Sözlüğü, Eğitim Yayınevi, Konya.
ÜNLÜ, Suat (2013) Çağatay Türkçesi Sözlüğü, Eğitim Yayınevi, Konya.
YILDIRMIŞ, Fatma (2017) “Akçaabat’ta (Trabzon) Halk Takvimi”, Takvim Kitabı, Ed.
Emine Gürsoy Naskali, Burcu Yanıklar, Kitabevi, İstanbul, s.163-178.
ZEYREK, Yunus (2004) Posof’un Çizgileri, Kozan Ofset, Ankara.

320
TÜRKMEN TÜRKÇESİNDE SAYILAR
1
Dr. Savaş ŞAHİN
Özet
Türkmen sayı sistemi bir, ki, üç, dört gibi sayı sistemlerinden oluşur. Türkmen Türkçesinde
toplamda yirmi sayı ismi vardır: bir, iki, üç, dört, bäş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, yigrimi,
otuz, kırk, elli, alttmış, yetmiş, segsen, togsan, yüz, müň gibi. Diyalektlerde sayıların farklı
kullanınları görülebilir. Türkmen Türkçesinde sayıların, -A, -lA, -Av, -IncI, -Ar, -Av, - lAp,
-Ra, -lAR, -Irr, -lAn, -Ayp, -lAn, -My, -Dan, -lAmA, -lAşmA, -Am, lIk, -sI, -Ça, -dIr, -mI
gibi bazı ekler getirilebilir. Bunlarladan bazı ekler Türkmen diyalektlerine özgüdür. Mesela;
Teke, Nohur and Yomut diyalektlerinde, –IncI sıra sayı eki yerine –ImcI eki kullanılır.
Türkmen Türkçesinde topluluk sayılarının yapımı kısmen Türkiye Türkçesine benzer.
Sayıların sonuna - mIz/-ImIz ekleri eklenir. Türkmen Türkçesinde sayılar yer şahıs ismi
olarak da kullanılmaktadır: altı, batman, segsen, yüzbaş, elli vb. Bu çalışmada Türkmen
Türkçesi gramerlerinde sayıların nasıl sınıflandırıldığı incelenerek bir sınıflandırma çalışması
yapılacaktır. Türkmen Türkçesindeki sayı isimleri edebȋ eserler, diyalekt çalışmaları taranarak
tespit edilecek fonetik, leksik ve semantik bakımdan incelenecektir. Bu çalışmanın sayıların
kökeni, Eski Türkçedeki ve Türk lehçelerindeki sayılarla ilgili çalışmalara katkı sağlayacağı
düşünülmektedir. Batılı ve Rus Türkologların Türkçedeki sayılar ve sayıların etimolojik
kökenleriyle ilgili yaptığı çalışmalar dikkat çekicidir. Türk lehçelerinde sayılarla ilgili
çalışmaların sayı ve nitelikçe artması, ortak bir sınıflandırma çalışmalarının yapılması
yapılması sayılarla ilgili gramer sorunlarının çözülmesine katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türkmencede sayılar, sayılar, Türkmen Türkçesi, Türkmen
ağızları

Abstract
NUMBERS IN TURKMEN TURKISH

The Turkmen numeral system consists of cardinal (bir, iki, üç, dört etc.). The
numbers are 20 words in total: bir, iki, üç, dört, bäş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, yigrimi, otuz,
kırk, elli, alttmış, yetmiş, segsen, togsan, yüz, müň etc. Turkmen Turkish numbers can take some
attachments such as -A, -lA, -Av, -IncI, -Ar, -Av, -lAp, -Ra, -lAR, -Irr, -lAn, -Ayp, -lAn, -My,
-Dan, -lAmA, -lAşmA, -Am, lIk, -sI, -Ça, -dIr, -mI etc.Some of them may differ in Turkmen
dialects. For example; ın the Teke, Nohur and Yomut dialects, the –IncI is in the form of -ImcI.
The Turkmen numeral system also consists of forms for expressing collective numbers. For the
collective form, the derivative suffix -mIz/-ImIz is added. Turkmen Turkish is also used as a
placeholder name: altı, batman, segsen, yüzbaş, elli etc. In this study, the situation of the Turkmen
Turkish numbers in literary works and dialects will be examined, and the phonetic, lexical and
semantic structures will be discussed. Classical and contemporary works of literature will be
searched and examples will be given for the use of Turkmen Turkish numbers in literary works. It
is thought that this study can be a resource for studies about the numbers in the field of
contemporary and historical Turkish dialects. It is striking that Western and Russian Turkologists
have studied the etymological roots of numbers and numbers in
Turkish.

Increasing the number and quality of the works related to the numbers in the Turkish dialects
will contribute to solving the grammar problems related to the numbering of doing a
common classification works.

Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
1
Anabilim Dalı, elmek: savassahin@akdeniz.edu.tr

321
Key words: Numbers in Turkmen Turkish, numbers, Turkmen Turkish, Turkish
dialects
Giriş
Sayılar; varlıkların miktarını, tane olarak hesabını bildiren kelimelerdir. Sayı türleri,
nesnelerin sayılış sırasını, parçalarını bildirme, bölük bölük gösterme gibi anlam inceliklerine
sahiptir (Korkmaz, 182.s.). Gerek sentaks bakımından, gerekse kısmen şekil bakımından sayı
kelimelerini, kendilerine has manalarının getirdiği sınırlamalarla birlikte, normal adlar olarak
görmek zorundayız. Sayı kelimeleri hem soyut hem de somuttur (Grönbech, 27.s.).
Eski Türkçe döneminden beri Türkçede sayıların kullanıldığını tespit edebiliyoruz: bir,
iki, üç, tört, üçünç~üçüncü, üçegü~her üçü, ikinç~ikinci, ikinti~ikinci, bir yegirmi~on bir,
tümen~on bin, yüzçe~yüz civarında, ekin~ikinci, ekinti~ikinci, yüzer~yüzer, otuz artıku
tokuz~ otuz dokuz gibi.(Ercilasun, 190.s.). Türkmen Türkçesinde sayılar näçe?, näçenci?,
haysı?, haysıncı? gibi soruları karşılar. Sayılar toplam olarak 20 kelimedir: bir, iki, üç, dört,
bäş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, yigrimi, otuz, kırk, elli, alttmış, yetmiş, segsen, togsan, yüz,
müň vb. Bunların arasında Rusçadan Türkmen Türkçesine geçen nol~sıfır, million~milyon,
milliard~milyar, trillion~tirilyon gibi kelimeleri de eklemek gerekir. Bunlar tek kelime
hâlindeki asıl sayılardır (Söyegov vd., 55.s.).
Oskar Hanser, Türkmen Türkçesinde sayıların sıfat ve ad gibi kullanıldıklarını, ad
olarak kullanıldıklarında ad gibi çekimlenebildiğini söylemiş ve sayıları sıra sayıları, belirsizlik-
yaklaşıklık bildiren sayılar, kesir sayılar başlıkları altında incelemiştir (Hanser, 83-86.s.). Larry
Clarck Türkmen Türkçesindeki sayıları asıl sayılar (bir, iki vb.) ve sıra sayılar (birinci, ikinci vb.)
olmak üzere iki başlık altında incelemiştir (Clarck, 151.s.). Mehmet Kara, Türkmen Türkçesinde
sayıları asıl sayılar, sıra sayıları, üleştirme sayıları, kesir sayıları şeklinde dört başlk altında
incelemiştir (Kara, 114-115.s.). Türkmen öğrenciler için hazırlanan Türkmen Dili kitabında
sayılar; mukdar (miktar) ve tertip (sıra sayıları) olarak iki başlık altında incelenmiştir (Azımov
vd., 173.s.). Baylıyev sayıları düyp sanlar, tertip sanlar, drop sanlar, toparlık şeklinde
sınıflamıştır. Baylıyev; bölek sanları, drob sanlar (kesir sayılar) başlığı
altında incelemiştir (Baylıyev, 62-63.s.).
Türkmen Türkçesinde sayıların cümle içerisinde çeşitli görevleri olmakla birlikte, yer adlarının
verilmesinde oldukça sık kullanılması dikkat çekicidir: Altmış (Daşoğuz bölgesinde bir köy adı.),
Altıyüz (Yılanlı bölgesinde altı yüz adamın kazdığı kanala verilen ad.), Altıncı köl (Krasnovodsk
bölgesinde Bekdaş’ta bir kasaba adı.), Altıncı Ersarı (Türkmengala bölgesinde Dayhan’da bir köy
adı.), Beşköpri (Oktyabr bölgesinde Nagıyevda’daki geniş meydanın adı.), Beşkötel (Beherden
bölgesinde Arçaman-Nohur arasında dik tepesi olan dağın adı. Kötel dik tepe demektir.), Müňlük
(Aşgabat yakınındaki Kükürt kasabasında bin manat verilip yaptırılan yolun adı.), Dokuzdepe
(Garagumda dokuz tepesi olan kırlık alanın adı.), Dortdepe (Garagum’da dört tepesi olan kırlık
alanın adı.), Ellisekiz (Türkmengala bölgesinde Kemine‘de bulunan köyün adı.), Elliüç
(Türkmengala bölgesinde Zähmet’te bulunan köyün adı.), Kyrkbeş (Türkmengala bölgesinde
Dayhan’da bulunan köyün adı.), Kırkguyı (Kaka Tagta ve Tagtabazar yakınındaki Garagum’da
köy adları.), Kırksekiz (Türkmenbaşı yakınındaki Tüwergır’ın güneybatısında bir kuyunun adı.),
Üçünci birleşik (Gökdepe bölgesinde Yanygala’da bir köyün
adı.), Yetmiş (Turkmen gala bölgesinde Yıldız’da yer adı.) vb. (Atanıyazov, 1970).
Türkmen Türkçesinde ekiz~iki, cübt~tek, goşa~çift, taylı~ikinci, yartı, yarım, yaplı~yarım,
yeke, yekece, yeke-yeke, yekeden-yeke, yekän-yäken yeklän-tüklän~bir, birer-birer, yalkı,
täk~bir, yalňız~bir, oynam~dört, çar~dört sözleri de sayı manasında
kullanılmaktadır (Penciyev, 137-140.s.).
Türkçede sayılarla ve sayıların sayıların etmolojisiyle ilgilide birçok çalışma yapılmıştır.
Mesela; Vambery ve Hartman yedi sayısının yet- fiilinden geldiğini, Ramsted altı sayı isminin
al- fiilinden geldiğini, yine Ramstedt ve Nemeth üç sayısının Moğolcadaki üçüken
sözcüğünden geldiğini savunur (Penciyev 81-85.s.)

322
Türkçede sayılarla ilgili yapılan çalışmaların bazıları şunlardır: Nemeth (1912), Die Türkish-
mongolishe Hypotese, ZDMG, Clauson, G., 1959: The Turkish Numerals. JRAS 1959, pp.
19-31. Tenisev, E.R., 1978: Tjurkskie "odin", "dva", "tri". In: Tjurkologtfeskij sbomik 1974.
Moskva: Nauka. Kononov, A.N., 1980: Grammatika jazyka tjurkskix runiiesldx pamjatnikov
< VII-IX vv. >. Leningrad: Nauka. Hamp, E., 1970: On the Altaic Numerals. In: Studies in
General and Oriental Linguistics (Fs. Sh. Hattori), eds. R. Jacobson & Sh. Kawamoto. Tokyo:
TEC Company, pp. 1188-197. Blazek, V., 1996-97: Some Thoughts About Uralic Numerals.
Philologia Fenno-Ugrica 2-3, pp. 1-18, Karl H. Menges’in Altaic Numerals, Scerbak, A.M.,
1977: Oierki po sravnitel'noj morfologii tjurkskix jazykov (imja). Leningrad: Nauka.
Ramstedt, G.J., 1907: Uber die Zahlworter der Altaischen Sprachen. JSFOu 24/1, pp. 1-24.
Koelle, S. Etymology of the Turkish Numerals, Journal of The Asiatic Society of Great
Britain –Ireland, 16(2), 141-163. W. Shott (1853), Das zahlwort in der Tschubischen und
Mongolischen, Berlin. Yund, Kerim (1953), Türk Dilinde Kırk, Türk Dili vb.
Bu çalışmada, Türkmen Türkçesindeki sayıların edebȋ eserlerde ve diyalektlerdeki durumu
incelenecek, Türkmen Türkçesi gramerleri taranarak yapılan tasnif çalışmaları karşılaştırılarak
sayıları sınıflandırma çalışması yapılacak, Türkmenlerin klasik ve çağdaş edebȋ
eserlerden Türkmen Türkçesindeki sayıların kullanımına örnekler verilecektir.
Türkmen Türkçesinde Sayılar
Türkmen Türkçesinin Gramatikası adlı eserde, sayılar morfolojik terkiplerine göre a.
Sada sanlar (Basit Sayılar b.Goşma sanlar (Birleşik sayılar), c. Tirkeş sanlar (Tekrarlı sayılar)
olmak üzere üçe ayrılmıştır. Basit sayılar bir sözcük ile bağlanabilen sayılardır: iki sapar, üç sanı
öy, bir eşek yükü odun (Baylıyev, 61.s.). Bu sayılar bir sözcükten oluşur: bir, üçünci, on, kırkıncı,
yetmiş, müň gibi. Sayıların belli bir düzende birbirine bağlanmasıyla oluşan sayı gruplarına ise
goşma sanlar denilir: altmış dört, bäş yüz on yedi, üç, müň sekiz yüz kırk ikinci gibi. Tirkeş
sayılar ise bir sayının iki kez tekrarı ya da ikiden de çok ayrı ayrı sayıların tekrarı yoluyla yapılan
sayılardır:altı-altıdan, dört-dörtden, kırk-elli, bir-iki-üç gibi (Borcakov vd, 118-119.s.). Türkmen
gramerciler sayıları mana ve görev bakımından farklı isimlerle sınıflandırmışlardır. Bu çalışmada
sayılar; düyp sanlar, tertip sanlar, bölek sanlar, topar sanlar
ve takmın sanlar başlıkları altında beş bölüme ayrılarak incelenmiştir:
1.1. Düyp Sanlar/ Sada Sanlar (Basit Sayılar)
Bir şeyin veya nesnenin sayısını, varlıkların miktarını, tane olarak hesabını gösteren
basit sayılar kimi gramerciler tarafından mukdar sanlar (miktar sayıları) şeklinde
adlandırılmıştır. Bu sayılar näçe (kaç?) sorusuna cevap olan kelimelerdir. Mesela; bir, iki, üç,
dört, bäş, yetmiş, seksen, togsan, yüz gibi. Türkmen Türkçesinde karmaşık sayılar ayrı yazılır:
bir müň dokuz yüz altmış dokuz (Sarı vd., 33-36.s.). Bir sözden ibaret olan sayılardır: dört,
bäş, ýedi gibi. Sayı sıfatları, sayı isimleri bunlardan yapılmıştır. Bu sayı isimleri ya tek kelime
hâlinde, ya sıfat tamlaması veya sayı grubu olarak kelime grupları hâlinde bulunurlar (Ergin,
249.s.).
Asıl sayılarda söyleyişte ünlü düşmesi, kısa ünlünün uzaması-uzun ünlünün uzunluğunu
kaybetmesi ve ünsüz benzeşmesi gibi bazı ses olayları görülür. Mesela; uzun ünlü on (o:n) sayısı
on bir sayı grubunda bulunurken uzunluğunu kaybeder. Aksine kısa ünlülü bir sayısı ise sayı
grubunda bulunurken uzunluk kazanır ve ünsüz benzeşmesi kuralına uyar: on bir (onmi:r), elli bir
(ellivi:r) gibi (Söyegov vd., 56.s.). Türkmen Türkçesinin diyalektlerinde ise basit
sayıların bazıları söyleyişte şu şekildedir:
Hasar ve Änev diyalektlerinde, Garakalpakistan Türkmen diyalektlerinin ağızlarında iki
sayısından sonra yine bir g sesi (ikgi) türer.
Dört: Salır, Kıraç, Ersarı, Sarık diyalektlerinde dört kelimesinin başındaki d sesi
tonsuzlaşarak t olur (dört~tört).
Beş: Beş sayısında diğer diyalektlerde açık e (ä) sesi kullanılırken; Hasar, Änev, Kıraç, Sarık,
Olam, Surhı, Nohur diyalektlerinde kapalı e sesi kullanılır.

323
Yedi: Çovdur, Alili, Ersarı diyalektlerinde ve Stavropol Türkmen ağızlarında yeddi sayısında
söyleyişte ünsüz ikizleşmesi (yeddi) görülür.
Sekiz ve dokuz: Sarık, Ersarı diyalektlerinde ve Yomut diyalektinin Demirgazık ağzında
sekiz ve dokuz sayı isimlerinin ortasındaki k sesi söyleyişte çift ünsüz (sekkiz, tokkuz) olarak
söylenir. Kıraç, Nohur, Salır, Teke diyalektlerinde, Yomut diyalektlerinin güneybatı ve
Karakalpakistan Türkmenlerinin ağızlarında k sesinin yanında onun açık varyantı olan g sesi
(sekgiz, tokguz) türemektedir. Sekiz ve dokuz sayılarının ortasında görülen g sesinin
türemesine, Azerbaycan, Uygur, Özbek, Çuvaş diyalektlerinde de rastlamak mümkündür.
Yirmi: Nohur diyalekti ile Yomut diyalektinin kuzey ağızlarında yigrimi şeklindedir.
Kıraç diyalektinde ise otuz sayısının söylenişi sırasında kelimede ünsüz ikizleşmesi
(ottuz) görülür.
Kırk: Alili diyalektinde gırk, Yomut diyalektinin kuzey ağızlarında kirk, Nohur diyalektinde
kirh, Stavropol Türkmen ağızlarında hırk şeklindedir.
Altmış: Nohur diyalektinde atmış şeklinde söylenir.
Seksen: Yomut diyalektinin kuzey ağızlarında seğsen şeklinde söylenirken, Nohur
diyalektinde e sesleri açık (säğsen) çıkarlır.
Doksan: Alili diyalektinde ve Yomut diyalektinin kuzey ağızlarında togson, Nohur
diyalektinde toğsan, Stavropol Türkmen ağızlarında tohsan ve dogsan şeklindedir.
Bin: Alili diyalektinde miň diğerlerinde müň şeklindedir (Berdiyev vd, 265-267.s.; Penciyev,
75.s.)
Türkmen Türkçesi diyalektlerinde seyrek de olsa ellinin yerine beş on, kırk yerine dört
on, yetmiş yerine iki otuz bir oncagaz, on sekiz yerine iki dokuz denilmektedir (Peciyev, 67.s.).

Türkmen Türkçesinde sayıların iyelik ekleriyle çekimlenmesi durumunda bazı mana farklılıkları
ortaya çıkmaktadır. İyelik ekleri ile çekimlenen sayılar, 1. ve 2. şahıslarda ünlünün uzun olup
olmamasına göre birbirinden ayrılarak iki farklı anlam taşır. Mesala; kısa ünlülerle biziň üçümiz
denilirse bize ait üç sayısı anlaşılır. Uzun dar ünlü getirilen biziň üçimiz (üçüymüz) örneği ise biz
üç insan olarak, biz üç kişi beraber anlamı taşır. Birinci örnekteki anlamı taşıyan asıl sayıların
iyelik çekiminde teklik ve çokluk şekilleri kullanılırken ikinci
örnekteki anlamı taşıyan asıl sayıların sadece çokluk çekimi kullanılır (Söyegov vd, 57.s.).
Türkmen Türkçesinde basit sayılar ile bir fiilin arasına anlamı kuvvetlendirmek için kez,
defa kere anlamlarına gelen gezek, sapar, yola, mertebe, gayta sözcükleri getirilebilir: Kırk yola
Müsüre barıp, seni tapman geldim. (Kırk kez Mısıra gidip seni bulamadan geldim.) (Hüyrlukga-
Hemra). Günde yüz gayta dilärmen hakdan seni (Günde yüz kez Hak’tan seni dilerim.)
(Şasenem-Garıp) (Azımov vd, 179.s.).
Sayılara hâl ekleri getirilebilir: On dokuzıň ızanından gelyän sandır. Altıňın yarısı üçdür.
Üçe ikini goşsaň bäş bolyar. Yedini ikä galındısız bölüp bolmayar. Sekizde iki sanı dört bardır.
Dokuzdan ikini ayırsaň, yedi galyar. Tek başlarına kullanılan sayılar ve sayılardan sonra gelen
kelimeler birkaç istisna dışında –lAr çokluk ekini almazlar (Söyegov vd, 56-58.s.).
Türkmen geleneklerine göre bazı sayılar Türkmenler için kutsaldır. Örneğin; ölen kişi ölümünün
üçü, yedisi, otuzı (ayı), kırkı, yüz gününde anılır. Bin sayısının sonuna –DA bulunma hâli eki
getirildiğinde “bin bir, bin” anlamına gelmektedir: Müňde bir derdi bar. “Bin derdi
var.” (ZT, 41.s.).
1.2. Tertip Sanlar (Sıra Sayıları)
Näçenci?, haysı? Sorularına cevap olan sözcükler tertip sanlardır. Ünsüzle biten söcüklere
-IncI, -UncI; ünlülerle biten sözcüklere –ncI ekleri getirilerek yapılır (ýigrimi birinji asyr, iki
müňünji ýıl) gibi. Adlara bağlanan sıra sayılar haysı? Haysıncı? Näçenci sorularına cevap
verir (Borcakov vd.,131.s.). -IncI, -UncI ekini almış olan sayı sıfatları adet değil, derece
gösteren sayı sıfatlardır. Bunların esas fonksiyonları şüphesiz derece göstermektir. Aynı
zamanda bir sayı da ifade ederler. Fakat bu sayı nesnenin veya derecesinin adedi değil,

324
derecenin kaçıncı olduğunu gösteren sayıdır (Ergin, 251.s.). Eski Türkçede sıra sayı yapmaya
yarayan –nç eki; 15. yüzyıldan itibaren –nçı, -nçi bazı dillerde –ncı, -nci şeklini almaya
başlamıştır (Clauson, 27.s.).
P. Azımov’un redöktörlüğünü yaptığı Türkmen Dili gramerinde tertip sanların –IncI, - UncI,
-lAncI ekleriyle yapıldığını belirtir (Azımov vd, 175.s.). İlkinci gün yüziňiz sarı bolar. İkinci
gün gızıl bolar. Üçünci güň gara bolar. Ondan soň barıňız heläk bolarsıňız. (Birinci gün
yüzünüz sarı olur. İkinci gün sarı olur. Üçüncü gün kara olur. Ondan sonra hepiniz helak
olursunuz.) (G, 103.s.).
Azımov standart Türkmen Türkçesi gramerine ağızlarda kullanılan –lAncI ekini de eklemiştir.
Karahanlı Türkçesinde –lanç, -länç olan sıra sayıları Çağatay Türkçesinde de –lAnçI
şeklindedir (Argunşah, 129.s.).
Tertip sanlar –lAr ekini alabilir: Käbir tersalar (hristianlar) bolsa govakdakılar bäş adamdılar,
altıncyları bolsa itdir diyyärler. (Bazı Hristiyanlar ise mağaradakiler beş adamdı,
altıncısı ise ittir diyorlar.) (G, 83.s.).
Sıra sayılar cümle içinde isim, sıfat ve zarf görevinde kullanılırlar. Sıra sayı almış bir
sayı sıfat tamalaması şeklindeyken kendinden sonraki isim söyleyişte ve yazı dilinde düşürülüp
zamir olarak kullanılabilir. Zamir olarak kullanıldıklarında da çekim eklerini alabilir: onuncı
sınp okuvçıları~onuncu sınıf öğrencileri, onuncılar~onuncular, onuncılarıň, onuncılara,
onuncıları, onuncılarda, onuncılardan gibi.
Sıra sayılar yanına çizgi konularak yazılır: 1-nci, 3-nci, 6-ncı, 10-ncı gibi. Ersarı ağzında
bu ek –ImcI şeklindedir ve kendisinden sonra hâl ekleri de alabilir: Sekizimciden soň tört sanı
adam galdı (Sekizinciden sonra dört tane adam kaldı.) (Annanurov vd, 121.s.). Türkmenlerin
Salır, Sarık, Nohur diyalektlerinde, Karakalpakistan, Stavropol Türkmen ağızları, Yomut
diyalektinin Demirgazık ağızlarında sıra sayıları yapmak için sayılara –lAncI eki ile birlikte –
IncI eki getirilir. Ersarı, Teke, Nohur ve Yomut diyalektlerinde –IncI eki (–I)mcI şeklindedir
(Berdiyev vd, 269.s.). -(I)nçI ile birlikte sıra sayılarını oluşturan başka ekler de vardır. Eski
Özbekçede –ImçI ekine rastlanır. Bazı Türkologlar, örnek olarak, W. Bang ve A. M. Şçerbak,
-ImçI ekinin –InçI ekinin daha eski biçimi olduğunu kabul ederler (Şçerbak, 1977:149).
Afganistan Türkmenlerinin Ersarı diyalektinde sıra sayı olatak -lAmCI eki de kullanılır: O
waxtlar qalayıza:lda toqḡızlamjı sınpdan soŋ mekdep yo:q-tı. (O zamanlar Kalayzar’da
dokuzuncu sınıftan sonra okul yoktu.) (Rasekh, 39.s.)
Sıra sayılar hâl eklerini aldıklarında Türkmen Türkçesinde zarf görevinde kullanılırlar:
birinciden~birincisi, birinci olarak, üçünciden~üçüncü olarak gibi. Bir insanın yaşı söz konusu
olduğu zaman da sıra sayısı yapan –IncI eki kullanılır: on yedinci yaşında~on yedi yaşında, otuz
bäşinci yaşında~otuz beş yaşında vb. Sıra sayıları ayrıca nesnelerin, derecelerini, sıralarını
gösterir: birinci klas~birinci sınıf, üçünci kişi~üçüncü kişi vb. (Kara, 115.s.). Türkmen
Türkçesinde ad görevindeki sıra sayılarına da iyelik ekleri gelir: birnci sınagım~birincim, birinci
sınagıň~birinciň, birinci sınagı~birincisi; birinci sınagımız~birincimiz, birinci
sınagıňız~birinciňiz, birinci sınagı~birincisi (Söyegov vd, 2017:58).
1.3. Bölek Sanlar (Kesir Sayıları)
Kesir sayıları; tek kelime hâlinde değil de bir kelime grubu şeklinde bulunurlar ve nesnelerin
parçalarını belirtirler: ¼ -dörtden bir =çäryek~dörtte bir, bir bölü dört, ½ ikiden bir=yarım~
bir bölü iki, ¾ dörtden üç~üç bölü dört, 1,8 bir bitin ondan sekiz~bir tam onda sekiz, 9-3/4
dokuz bitin dörtden üç~dokuz tam üç bölü dört, %33-otuz üç protsent-yüzden otuz üç~yüzde
otuz üç (Kara, 2012:115). Türkmen Türkçesinde yarım, yartı, yarpı, yarı sözcükleri yarı
anlamında kullanılırken (bir yarım~bir buçuk, iki yarım~iki buçuk, yarım müň~beş yüz, yarım
million~beş yüz bin, millionıň yarı, sagat üçüň yarı ), çäryek sözcüğü çeyrek anlamına gelir.
Türkmen Türkçesinde Farsçadan geçen çäryek sözcüğünün yanı sıra Rusçadan geçen
çetver~çeyrek sözcüğü de kullanılır.

325
Türkmen Türkçesinde kesirli sayı sıfatlarının arasında deň, edil, gılla, layık, hut (tam)
gibi kelimeler pekiştirme görevinde kullanılır: okuvçıların hut yarısı gibi (Sarı vd., 33.s.).
Topar Sanlar (Topluluk Sayıları)
Topluluk sayı sıfatları, adın gösterdiği varlık ve nesneler arasında bir takımlık,
birliktelik ve topluluk bulunduğunu gösteren sıfatlardır. Bu sıfatlar, asıl sayılara +Iz, +Uz
ekinin getirilmesiyle kurulur ve o sayıya bir topluluk anlamı kazandırır: ikiz kenar, beşiz çocuk
gibi. +LI, +lU sıfat yapma ekiyle genişletilerek de kullanıldığı gibi (ikizli badem, beşizli
yarışma gibi), +Iz, +Uz ekinin atılarak +LI, +lU sıfat yapma ekiyle genişletilmesiyle kurulan
topluluk sayı sıfatları da (üçlü grup, ikili priz gibi) vardır (Korkmaz,393.s.). Türkmen
Türkçesinde, Türkiye Türkçesinde topluluk adı olarak adlandırılan yapıya topluluk sayıları
denilmektedir. Topluluk sayıları, Türkmen Türkçesi gramerlerinde aynı cinsten olan çok
miktardaki şeyin içinden bölünen belli bir miktarın sayısını gösterirler (Borcakov vd., 138.s.)
şeklinde tanımlanmıştır.
Basit sayıların sonuna +mIz, +ňIz, +sI iyelik ekleri eki getirilerek topluluk sayıları yapılabilir:
ikimiz, onımız, üçüsi gibi. Eger ahwalıň çın bolup, hudaytagala ikimize hem ogul berse, ol
ikisi dost bolsunlar. (Eğer durumun doğru olup Allah ikimize de oğul verse, o ikisi de dost
olsunlar.) (ZT, 3.s.). İkisi şähere gaydıp geldiler. (İkisi şehre varıp geldiler.) (ZT, 4.s.).
Sayıların sonuna +I,+sI iyelik eki birlikte gelebilmektedir: Molla göterip tördüsini içdi ve
bäşisini Zöhre gyza berdi. (Molla götürüp dördünü içti ve beşini kıza verdi.) (ZT, 27.s.).
Elkyssa, ondan soň Sayat han Selbinıyaz, Hemra üçüsi köşk içinde bir öýe bardylar. (Sayat
Han, Selbiniyaz, Hemra üçü köşk içinde bir eve gittiler.) (SH, 139.s.).
Konuşmanın kaç insan, kaç şey hakkında olduğunu ya da bir işe katılan adamların sayısını
göstermek için +cIk küçültme ekine +mIz iyelik eki getirilerek topluluk sayısı yapılabilir:
üçücigimiz~üçümiz, ikicigimiz~ikimiz gibi. Sayı+bol- fiili+fiil yapısıyla da topluluk sayısı
yapılabilir: iki bolup geldik ~ ikimiz birlikte geldik, üç bolup işleyäris ~ üçümüz beraber
çalışıyoruz gibi (Baylıyev, 85.s.). Baylıyev; Türkmen gramercilerin aksine sayılara getirilen –
çA, +lAp, +lAn ekleriyle tahmin sayıları değil, topluluk sayıları yapıldığını belirtir
(Baylıyev, 65-66.s.).
Asıl sayıların sonuna –dAn ayrılma hâli eki getirildiğinde yine topluluk sayıları yapar.
Bu Türkiye Türkçesindeki üleştirme sayı sıfatlarını karşılar: Biz her stolda ikiden oturduk. (Biz
her sandalyede ikişerli oturduk.). Tekrarlanan iki sayının her ikisinin sonuna ya da ikinci sayının
sonuna –dAn ayrılma hâli eki getirilerek topluluk sayıları yapılabilir:ikiden-ikiden~ikişer ikişer ,
iki ikiden~ikişer, ikişer gibi. Oguz hanıň alty ogluna üç-üçden bölüp üçok we bozyk lakamy
dakylandan soň… (Oğuz Han’ın altı oğluna üçer üçer bölüp Üçok ve Bozok
lakabı takıldıktan sonra….) (I, 176.s.).
Afganistan Türkmenlerinin Ersarı ağzında da –dAn eki sayıların sonuna gelerek üleştirme
sayıları görevinde kullanılır: Bä:šden-bä:šden sa:na:beriŋ! (Beşer beşer sayıverin.)
(Rasekh, 2016,185.s.)
Sayılar hiçbir ek almadan da sayının sonuna bir sayısı getirilerek topluluk sayısı yapılabilir:
üçbir~üçer üçer, ikibir~ ikişer ikişer gibi. Bir sayısı tekrarlı iki sayının sonuna da getirilebilir:
ikibir-ikibir~ikişer-ikişer, üçbir-üçbir~üçer üçer gibi. Ardışık sayıların ardından da bir sayısı
getirilebilir:ikibir-üçbir~ikişerli üçerli, üçbir-dörtbir~üçerli dörderli gibi. Bir sayısının sonuna
–n vasıta hâli eki getilirek de topluluk sayısı yapılabilir:Bir-bir, birin-birin~birer birer.
Yekeme-yeke, yeke-yekeden ikilemeleri de birin-birin ikilemesiyle aynı anlama sahiptir.
Türkmen Türkçesinde sayılardan sonra bol- fiili getirilerek de topluluk sayıları yapılabilir: üç
bolup~üçerli, dört bolup~dörderli, altı bolup~altışarlı gibi.
–AgU eki, Ersarı diyalektinde yalnızca bir sözcüğünden sonra getirilerek topluluk sayıları
yapmaktadır: Biregini sen eltip berip gelasaň” diyen. (Birini sen verip gelsen demiş.) Biregi
mana şörde, :biregem ol tuduň yanıda, yene biregem aňrında. (Biri bana burda, biri o dudun
yanında, biri de o dudun yanında). (Annanurov vd, 121.s.). –Agu eki; Kısasü’l-Enbiya’da

326
ve Kitabü’-l Etrak li-lisanü’l-Etrak’ta topluluk sayı sıfatı eki olarak kullanılmıştır (Ata, 68.s.).
Ek, Çağatayca’da biregü>bire’ü veya birev şeklinde şekil değiştirmiştir (Clauson, 29.s.).
Topluluk sayı sıfatı –av, -ev, -öv Özbek, Kazak, Tatar, Türkmen Türkçesi gibi çağdaş Türk
lehçelerinde günümüzde de kullanılmaktadır (Serebrennikov vd., 121.s.). Yine Çağataycada
da –Av eki topluluk sayı sıfatı yapan eklerden biridir (Eckman, 2003:121). Türkmen Klasik
Edebiyatı’nda topluluk sayılarını yapmakta kullanılan –Av ekinin kullanıldığı görülür: İkevin
bir golda tutabilmes men. (İkisini bir elede tutamam.) (Mollanepe-Zöhre Tahır) (Borcakov
140.s.).
Çovdur diyalektlerinde ve Stavropol Türkmenlerinin ağızlarında birden ona kadar olan
sayılarda sekiz ve dokuz sayılarına –Av, -ov, -öv ekleri getirilebilmektedir: bäşövniň (beşinin),
üçövňiz (üçünüz), ikövi (ikisi), birövi (birisi) gibi. (Berdiyev vd, 269.s.)
Afganistan Türkmen ağızlarında -AGU eki ile üleştirme sayıları yapılır: Bu yil üč sa::nı
ena:r ekdik, bi:reġi mana šul, yene bi:reġi ol, yene bi:reġ-ä:m ta:min arqasinda. (Bu yıl üç tane
nar diktik. Biri şurda, yine biri o, biri de evin arkasında.) (Rasekh, 185.s.).
1.4. Takmın sanlar (Tahmin sayıları)
İki sayının birleşmesinden oluşan yani iki sayının birbiri ardınca sıralandığı sayılar kimi
gramerlerde tirkeş sanlar (bağlama sayıları) (Azımov vd, 177.s.), kimi garemerlerde takmın sanlar
(tahmin sayıları) başlığı altında incelenmiştir (Borcakov vd, 141.s.). Bu sayıların arasına kısa çizgi
konur (üç-dört okuvçı, bäş-üç talıp, bäşdir-üçdür mıhman, bäş-on minut, altı-yedi yıl vb.). Käbir
yerlerde gelni bir-iki günden soň goňşy-golamlara salama aylayarlar. Bazı yerlerde gelini bir iki
gün sonra komşulara selamlaşmaya gönderiyorlar (I, 37.s.). Studentleriň iki-yekesi bolaymasa,
galanları hepdeläp okuva-da baranoklar. (Öğrencilerin bir iki tanesi olmasa, geri
kalanı haftalarca okula uğramıyorlar.) (KYYK, 148.s.).
Birki, birküç, on-on bäş, bäş-dört, bäşdir-üçdür gibi sayılar tahmin sayılardır. Büyük
sayı, küçük sayıdan önce getirildiğinde miktarın azlığına dikkat çekilmektedir (Azımov vd,
174.s.). Büyük sayının önce, küçük sayının sonra geldiği tahmin sayılar Türkmen Türkçesinde
az kullanılır: Artık ızına bäş-üç adam eyerdip öylere aylandı. (Artık’ın peşinden üç beş adam
takılıp evlerine döndü.) Tahmin sayıları genel olarak iki sayıdan oluşmakla birlikte nadir de
olsa bir, iki, üç sayıları peşpeşe gelerek tahmin sayıları yapılabilmektedir: Bir-iki-üç günläp
yol yöräp, Mırat Canı Akca İşanıňka alıp bardım. (Birkça gün yol yürüyüp Murat Can’ı Akca
İşanı’na alıp götürdüm.) (Borcakov vd, 142.s.). Türkmen Türkçesinde sayıların sonuna bazı
ekler getirilerek de tahmin sayıları yapılır:
-lAp (+lA-p): Türkçede bazı ekler sadece sayı kelimelerine hastır. Türkmen Türkçesinde ve
Soyoncada, sadece sayı kelimelerine bağlı olarak ortaya çıkan –lAp üleştirme eki, Volga
ağızlarında genel olarak kullanılır (Grönbech, 26-27.s.). onlap (onlarca), ýüzläp (yüzlerce),
müňläp okuvçı (binlerce öğrenci), yüzläp manat (yaklaşık yüz manat) Türkmen edebiyatını,
Sovet edebiyatını, millionlap okıcılı düňyä edebiyatını Berdi Kerbabayevsiz göz öňüne
getirmek mümkin däl. Türkmen Edebiyatını, Sovyet Edebiyatını, milyonlarca okuyuculu
dünya edebiyatını Berdi Kerbabayevsiz göz önüne getirmek mümkün değil (KYYK, 128.s.)
-lAr: Çokluk eki +lAr ile yapılır ve vakit anlatan sayılardan sonra getirilir. sagat birlerde (saat
bir civarında). Olar, dekabırıň yigrimi bäşlerinde gaydıp gelerler. (Onlar Aralığın
yirmi beşi gibi gelirler.)
-lArçA (+lAr+çA): On, yüz, müň gibi sayılardan sonra –lArçA (çokluk eki+eşitlik hâli
eki) eki getirilerek tahmin sayıları yapılır (müňlerçe (binlerce), onlarça (onlarca), ýüzlerçe
(yüzlerce) gibi. Türkmen asylzadalygy, sypaýylygy, edep-ekramy müňlerçe-müňlerçe yıllarıň
dovamında kämilleşendir.”Türkmen asilzadeliği, nezaketi, edep erkânı binlerce binlerce yılllık
bir süreçte meydana gelmiştir.” (I, 8.s.)
-lAn (+lA+n): Basit sayıların sonuna gelen bu ekle de tahmin sayıları yapılır (birlän-
ikilän bäşlen-üçlen gibi.) Çağataycada da kullanılan bu ek, Klasik Moğolca devrinde -ğulan/-
gülen (Poppe, op. cit., p. 55) şeklinde olduğu fakat ekin söyleyişte 'ulan/'ülen olduğu

327
söylenmektedir. Moğolcanın etkisiyle ike’ülen~ikkö:len~ikke:len şeklinde bir değişim
gösterdiği söylenmektedir (Clauson, 31.s.). Onuň sesine goňşı öylerden birlän-ikilän (bir
iki=birkaç=bir ya da iki) adam çıkıp geldi. Älhepus, haýsy gapyny açsaň, jaýyň içinde birlän-
ikilän halk ýazyjysy ýa-da professor bar! (Elhepus hangi kapıyı açsan evin içinde bir iki tane
halk yazıcısı ya da profesör var.) (KYYK, 82.s.).
-DIr: Tahmin sayılarında sayıların sonuna –dIr, -dUr bildirme eki getirilerek tahmin anlatılabilir
(birdir-ikidir, üçdür-dörtdür vb.). Sapaklarına govşak yetişyän ikidir-üçdür okuvçı-
da yok däl. (Derslerinde zayıf iki üç tane öğrenci yok değil.)
-çA: On, yüz, müň sayılarından sonra –çA eki getirilerek yapılır: onlarçası, müňlerçe
gibi. Töveregi, golaý, ýakın, çemesi sözcükleriyle tahmin sayıları kurulabilir: elli töveregi
çaga~elli civarında kadın, ona yakın goşgı~ona yakın şiir, yedä golay oturgıç ~yedi civarında
sandalye, ellä yakın~elli kadar gibi. Bu eseriň onlarça nusgasy Türkmenbaşy adyndaky
Türkmenistan milli golýazmalar institutynyň hazynasynda saklanýar. (Bu eserin onlarca
nüshası Türkmenistan Milli Elyazmalar Enstitüsü’nün hazinesinde saklanıyor.) (614)
-DAn: Bu ek sayılara getirilerek geldiği sayıya yaklaşık anlamı katar. Belli bir derecede
ise topluluk sayılarına anlamca yakındır: Oglanlarıň içinde birden-ikiden (yaklaşık bir iki
kişi=tahminen bir iki kişi) mıhman yigitlerem bardı.
-mI: Türkmen Türkçesinde basit sayıların sonuna gelerek tahmin sayıları yapar. Türkmen
Türkçsinde çok sık kullanılmaz. Şu yerlerden yataga baka möcek geçäymesin diyip
yördüm, birden ikimi-üçmi (iki ya da üç= iki üç) böcek peyda boldı.
-lI: Türkiye Türkçesinde de sayılara getirilerek tahmin sayısı yapmaya yarayan bu ek (yirmili
yaşlarda, 2000’li yıllarda vb.) Türkmen Türkçesinde nadir olarak kullanılmaktadır: Yigrimi-
otuzlı yaşı (yirmi ya da otuz yaşında) gerekdir. (Yirmili ya da otuzlu yaşlarda olmalı.)
Bunlardan başka yek-tük (tek tük), yarpı-yalta (yarı yarıya) ikilemeleri sayıca az olan miktarı
belirtmek için kullanılır.
Yaklaşık, civarı anlamlarına sahip olan çemesi, töveregi, möçberi, dagı gibi sözcükler sayılardan
sonra gelerek tahmin sayıları yaparlar: Sagat üç töverekleri boldı. Munda on bäş dagı orta ve
yokarı bilimli kadr işleyär. Ekilen agaçların sanı bäş yüzüň töverekleridi. Onuň yaşı otuzıň
töveregidi. (Ekilen ağaçların sayısı beş yüz civarıydı. Onun yaşı otuz civarıydı.).Golay ve yakın
sözcükleri –A yönelme hâli eki alan bir sayıdan sonra gelerek yaklaşık anlamı verir:
Eziz öz ızına yüze golay (yüz civarında) atlı tirkäp ugradı.
Köp, artık, gowrak gibi sözcükler –dAn ayrılma hâli eki alan bir sayıdan sonra gelerek
fazla anlamında tahmin sayıları yaparlar: Agşamkı yıgnaga yüzden artıgrak adam gatnaşdı.
(Akşamki toplantıya yüzden fazla adam katıldı.)
Näçe, birnäçe, ençeme gibi birçok anlamına gelen sözcükler sayılardan sonra gelerek tahmin
anlamı verir: Toy geçiryän yeke onuň öz däl, onuň bilen näçe müň (binlerce) hem
baryar.
Onlarça müň, yüzlerçe müň kalıpları sayıca fazlalığı anlatmakla birlikte tahmin anlamı
verir: Ol onlarça müň adam gördi, emma mugallımıň gızını görmedi. (O onlarca adam gördü,
fakat öğretmenin kızı gibisini görmedi.)

Sonuç
Türkmen gramerleri incelendiğinde, Türkmen Türkçesinde sayıların sınıflandırılmasıyla ilgili
birbirinden farklı isimlendirmelerin olduğu görülecektir. Bu çalışmalara sayıların ağızlardaki
görünümü de alınmamıştır. Türkmen Türkçesinde sayıların isimlerinin önüne gelerek sıfat
tamlaması yapar. Zarf , Zamir, isimcgörevinde kullanılrlar. Türkmenistandaki birçok yer
adının da sayı isimleriyle kurulmuş kelime grupları ya da sadece sayılardan oluşması ve
bunların sayıca fazla olması da dikkat çekicidir. Türkmen Türkçesi ağızlarında bugün Eski
Türkçe eklerle sayı sıfatlatları ya da zamirleri yapılmaktadır. Türkmen Türkçesinde sayılar
düyp sanlar, tertip sanlar, bölek sanlar, topar sanlar ve takmın sanlar

328
başlıkları altında beş bölüme ayrılarak incelenmiştir. Bu çalışmada da Türkmen
gramerlerine uygun olarak sayılar beş başlık altında incelenmiştir.
Türkmen ağızlarında basit sayıların (dört, beş, dokuz gibi) sesletiminde farklılıklar
görülmektedir. Türkmen Türkçesinde tahmin sayıları –lAp, -lAr, -lArçA,-lAn, -DIr, -lAk, -
çA, -DAn, -mI, -lI ekleriyle yapılır. Uzun ünlülere sahip olan Türkmen Türkçesinde
sayıların iyelik ekleriyle çekimlenmesi durumunda bazı mana farklılıkları ortaya
çıkmaktadır. İyelik ekleri ile çekimlenen sayılar,1. ve 2. şahıslarda ünlünün uzun olup
olmamasına göre birbirinden ayrılarak iki farklı anlam taşır.
Batılı ve Rus Türkologların Türkçedeki sayılar ve kökenleri ile ilgili birçok çalışması
mevcuttur. Türkiye Türkçesi ve Türk lehçelerindeki sayılarla ilgili yapılacak
karşılaştırmalı çalışmaların artması Türkçede sayıların etimolojisiyle ilgili problemlerin
çözümüne katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

TARANAN ESERLER
(Haz.) AŞIROV, N; Garrıyev B., Kekilov A. (1963) Zöhre-Tahır Destanı, TSSR Ilimlar
Akademiyasının Neşriyatı, Aşgabat
(Haz.) DURDIYEVA, Annagül (2004) Aslı-Kerem, Mıras, Aşgabat
(Haz.) GODAROV, Rahmanberdi (2004) Gülzar, Mıras, Aşgabat
(Haz. ILYASOVA, Gurbancemal (2005) Türkmen Halk Irım-Inançları, Mıras, Aşgabat
(Haz.) MAMAN, Övlüyagulıyeva (2006). Sayatlı Hemra, Dessan, Mıras, Aşgabat
TAGAN, Atacan (2005), Kırk Yılda Yazılan Kitap, Aşgabat.

KISALTMALAR
Gülzar
Türkmen Halk Irım-Inançları
SH Sayatlı Hemra
ZT Zöhre Tahir

KAYNAKLAR
ANNANUROV A., Berdiyev P., Durduyev N., Şamıradov K. (1972) Ersariskiy
Diyalekt Turkmenskogo Yazıka, Aşhaba
ARGUNŞAH, Mustafa (2013) Çağatay Türkçesi, Birinci Baskı, Kesit Yayınları, İstanbul
ATA, Aysu (1997) Kısasü’l-Enbiya (Peygamber Kıssaları), II Cilt, Giriş, Metin,
Tıpkıbasım, Ankara:TDK Yayınları
ATANIYAZOV, S. (1970) Türkmenistanın Toponimik Sözlügi, Ilım Neşriyatı, Aşgabad
AZIMOV, P., Sopıyev G., Göňňäyev Y., Veyisov B., Ziyayev N. (2011) Türkmen Dili,
Mugallımçılık Mekdepleri Üçin Okuv Kitabı, Türkmen Dövlet Neşiryat Gullugı, Aşgabat
BAYLIYEV, Hocamırat (1981) Saylanan İşler, Turkmenistan CCR Ilımlar
Akademiyası, Ilım, Aşgabat
BERDİYEV, P., Kürenov S., Şamıradov K., Arazkulıyev S. (1970) Oçerk Diyalektov
Turkmenskogo Yazıka, Aşhabad
CLARK, Larry (1998) Turkmen Reference Grammar, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden.
CLAUSON, G. (1959) “The Turkish Numerals” JRAS, 1959, .s. 19-31.
ECKMAN, Janos (2003) Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar
(Haz. Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya), TDK Yayınları, Ankara
ERCİLASUN, A. Bican (2014) Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara
ERGİN, Muharrem (2002) Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayınları, İstanbul
GRÖNBECH, K. (2011) Türkçenin Yapısı, (Çev. Mehmet Akalın), TDK Yayınları, Ankara
KARA, Mehmet (2012) Türkmen Türkçesi Grameri, Etkileşim Yayınları, İstanbul
KORKMAZ, Zeynep (2007) Türkiye Türkçesi Grameri Şekil Bilgisi, TDK Yayınları, Ankara

329
_________________ (2010) Gramer Terimleri Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara
PENCİYEV, M. (1962) Häzirki Zaman Türkmen Dilinde Sanlar, Monografiya, Turkmen
CCR Halk Magarıf Ministrligi, Çärcev
RASEKH, M. Salih (2016) A Study of the Turkmen Dialects of Afghanistan Phonology -
Morphology-,Yayınlanmamış Doktora Tezi, Lexicon Sociolinguistic Aspects der Kultur,
Sozial und Bildungswissenschaftlichen Fakultät der Humboldt Universität zu Berlin
SARI, Berdi; Güder, Nurcan (1998) Türkmencenin Grameri (Şekil Bilgisi),
Mahtumkulu Yayın Birliği, Ankara
SEREBRENNİKOV, B.A, Gadjieva N.Z. (2011) Türk Yazı Dillerinin Karşılaştırmalı
Tarihȋ Grameri (Çev. T. Hacıyev ve M. Öner), TDK Yayınları, Ankara

TÜRKÇEDE İŞİTME ALGI FİİLLERİ VE METAFORİK


ANLAM GENİŞLEMELERİ

Sema ASLAN DEMİR
Özet
Spitzer (1947), bütün dilbilimsel çalışma alanları içinde kültürel gelişmelere bağlı
değişmelerin en fazla gözlenebileceği alanın anlambilim olduğunu; anlamın, kültürel iklimin
en iyi barometresi olduğunu belirtir (bk. Evans 2010: 505). Fiziksel algılara dayanan duymak,
işitmek, görmek, koklamak, dokunmak algı fiilleri (perception verbs) metaforik haritalama
yoluyla çok anlamlılaşmaya yatkın olduğu için anlambilim çalışmalarının ilgi çekici
konularından biri olmuştur. Algı fiillerinin çok anlamlılığı, bir kavramsal alana ait özelliklerin
(fiziksel alan) başka bir kavramsal alana (duygusal ya da düşünsel alana) transfer edilmesiyle
yani metaforik bir sistemle gerçekleşir. İngilizcede görmek algı fiilinin metaforik bir
yapılanmayla bilmek, anlamak anlamına gelecek şekilde çok anlamlılaşması, literatürde sıkça
atıf yapılan örneklerden biridir: I see what you mean ‘Ne demek istediğini anlıyorum.’ Algı
fiillerindeki çok anlamlılığın hem kültürlere özgü hem de evrensel boyutları vardır. Bu
çalışmada ise işitme/duyma algı fiilleri üzerinde durulacak, Türkçede işitme fiillerinin
metaforlaşmaya ne ölçüde yatkın olduğu ve hangi anlamlara gelişebildiği tartışılacaktır.
Anahtar kelimeler: algı fiilleri, bilişsel dilbilim, metaforlaşma, çok anlamlılık,
işitme algı fiilleri
Giriş
Fiziksel algılara dayanan duymak, işitmek, görmek, koklamak, dokunmak algı fiilleri
(perception verbs), özellikle bilişsel dilbilimin (cognitive linguistics) ilgi çekici araştırma
alanlarından biridir. Bu fiiller anlam genişlemesine ve çok anlamlılığa oldukça yatkındır. Algı
fiillerinin çok anlamlılığı, bir kavramsal alana ait özelliklerin (fiziksel algı) başka bir
kavramsal alana (soyut bir duygusal ya da düşünsel alana) transfer edilmesiyle yani metaforik
bir sistemle gerçekleşir. İngilizcede görmek algı fiilinin metaforik bir yapılanmayla bilmek,
anlamak anlamına gelişmesi en iyi bilinen örneklerden biridir: I see what you mean ‘Ne
demek istediğini anlıyorum’. Bu çalışmada, işitme/duyma algı fiilleri üzerinde durulacak,
Türkçede işitme fiillerinin metaforlaşmaya ne ölçüde yatkın olduğu ve hangi anlamlara
gelişebildiği tartışılacaktır.
2. Çok anlamlılık (polysemy)
Anlamı konu alan birçok çalışmada, bir sözcüğün birbiriyle ilişkili birden fazla anlama
sahip olması şeklinde tanımlanan çok anlamlılık, bu basit tanımlamaya karşın, ne şekilde
oluştuğunu açıklamak üzere ileri sürülen teorilerin tatmin edici boyuta ulaşamaması nedeniyle,
sanıldığı kadar basit değildir. Birçok dilbilim yazınında eşdalılıkla (homonymy) oluşturduğu

Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, Beytepe/Ankara.
semaaslan@hacettepe.edu.tr

330
karşıtlık çerçevesinde ele alınan çokanlamlılığı, eşadlılıktan ayıran en tipik ölçütler olarak ise
eşadlılıktan farklı olarak çok anlamlılıkta anlamlar arasında belirli bir ilişki olduğu (ii) eşadlı
sözcük çiftlerinin çok anlamlılardan farklı olarak ayrı etimolojik birimlere dayandığı (iii)
eşadlı sözcüklerin gramatikal özelliklerinin farklı olabildiği (örneğin yüz ‘çehre’ ad çekim
eklerini alırken yüz- ‘suda hareket etmek’ fiil çekim eklerini alır) şeklindeki
değerlendirmelere yer verilir (bk. Lyons 1977: 550; Murphy 2010: 87). Asıl sorun ise çok
anlamlılığın ne olduğundan çok nasıl gerçekleştiğidir. Nasıl gerçekleştiği probleminin kritik
noktası ise çok anlamlı bir sözcüğün artzamanlı/tarihsel macerası değil, anlamsal varyasyonun
insanın bilişsel süreçleriyle ilgili olan kısmıdır. Başka bir ifadeyle çok anlamlılığı motive eden
bilişsel süreçler nelerdir? ve belirli bir motivasyonla varyantlaşan anlam, ne tür
anlamsal/bilişsel haritalama (semant ic mapping) ile yol alır?
Burada çok anlamlılıkla ilgili iki yaklaşım tartışılacaktır. İlki Pustejovsky’nin
Generative Lexicon (Üretici Sözvarlığı) yaklaşımıdır. İkincisi, 1970’li yıllarda, anlamı
konuşurunun bilişsel süreçlerinden ve tecrübelerinden bağımsız, matematiksel bir
formülizasyonla inceleyen üretici dilbilgisine (generative grammar) tepki olarak doğan
bilişsel dilbilim (cognitive linguistics) yaklaşımıdır.
Uzun boylu bir adam içeri girdi.
Uzun konuşmalardan sıkılıyorum.
Yukarıdaki örneklerde uzun sıfatının iki farklı özelliğe işaret ettiği görülmektedir. İlk
örnekte uzun sözcüğü fiziksel bir özelliğe (uzun boy) dair niteleme yaparken, ikinci örnekte
zamansal bir nitelikle ilişkilidir (uzun süren bir konuşma) (benzer örnekler için bk. Murphy
2010: 223). Sözlüğe bakıldığında bu iki özelliğin, çok anlamlıların gösteriminde yaygın
olduğu üzere, aynı madde başı altında, ayrı sıralarda verildiği görülür. Örneğin Türkçe
Sözlük’teki gösterimi şu şekildedir: sf. 1. İki ucu arasında fazla uzaklık olan, kısa karşıtı. 2.
Başlangıcı ile bitimi arasında fazla zaman aralığı olan, çok süren: Uzun ince bir yoldayım /
Gidiyorum gündüz gece” -Âşık Veysel. Pustejovsky, The Generative Lexicon (1991) adlı
çalışmasında, uzun sözcüğünün fiziksel ve zamansal özelliklere işaret edebilmesini, onun çok
anlamlılığı ile açıklamak yerine nitelediği varlığın doğal yapısıyla (qualia structure) yani
doğasında taşıdığı niteliklerle açıklar. Bu doğal yapı, onun neden oluştuğu ve kendisini
oluşturan parçalarla olan ilişkisi, onu bağlı olduğu daha büyük bir alandan neyin ayırt ettiği
(fiziksel özellikleri), amacı ve işlevi vb. özelliklerle ilgilidir: “Briefly, the qualia structure of a
word specifies four aspects of its meaning: the relation between it and its constituent parts;
that which distinguishes it within a larger domain (its physical characteristics); its purpose and
function; whatever brings it about.” (Pustejovsky 1991: 418). Böylece yukarıdaki örnekte
uzun sıfatı, nitelediği sözcüğün karşıladığı varlığa ait bu özelliklerle ilişkilendiği için ilkinde
fiziksel, ikincisinde zamansal bir anlam ifade etmiştir. Başka bir ifadeyle uzun sıfatındaki
anlam varyantı kendisinden değil, nitelediği adın doğasından kaynaklanır. Pustejovsky’nin
çok anlamlılığa ilişkin tespitleri elbette sadece sıfatlarla ilgili değildir, adlarla ve fiillerle ilgili
tespitleri de vardır (ayrıntılar için bk. Pustejovsky 1991).
Çok anlamlılıkla ilgili üzerinde durulacak ve bu çalışmada da benimsenencek olan
yaklaşım ise bilişsel anlambilim’e (cognitive semantics) dayanmaktadır. Bilişsel anlambilime
göre bir sözcükbirim, birbiriyle sistematik ve doğal bir şekilde ilişkili olan birden fazla
anlama sahipse çok anlamlıdır. Bu anlamlar bir bakıma zincirler şeklinde iç içe geçerek
ilişkilenmektedir. Çok anlamlılık, bilişsel bir süreçtir ve konuşurun/konuşurların fiziksel ve
sosyal tecrübelerinin motivasyonu ile sözcüğün prototipik anlamının, ilişkili yeni anlamlar
kazanması sonucu gerçekleşir. Prototipik anlam, sözcüğün en yaygın, en çok bilinen anlamsal
değeridir ve çok anlamlılık olgusu bu prototipik anlam üzerinden zihinsel haritalama yoluyla
gerçekleşir (Ibarretxe-Antuñano 1999: 37). Çok anlamlılık oluşturacak şekilde bir A
anlamından B anlamına geçiş, başlangıçta B anlamının, belirli bağlamsal koşullar oluştuğunda
yorumlanması, düzenli olarak gerçekleşen bu bağlamın A anlamının B ile genişlemesini

331
desteklemesi, son olarak B’nin, bağlamın desteği olmadan da ortaya çıkabilecek ölçüde
leksikalleşmesi süreciyle ile oluşur (Evans ve Wilkins 2000: 550). Başka bir ifadeyle
prototipik bir A anlamından B anlamına geçiş, başlangıçta B’nin ancak belirli bağlamlarda
sezilmesi, bir süre sonra bağlamın düzenli hale gelerek B’nin oluşumunu desteklemesi ve
B’nin leksikalleşmesi ile olur. Böylece çok anlamlılık gerçekleşir. Bağlamsal
düzenlilik/belirli bağlamlarda düzenli olarak oluşma, kullanım sıklığıyla da ilişkilidir.
3. Çok anlamlılık mekanizması olarak metafor ve metonimi
Bilişsel anlambilime göre prototipik anlamdan, bağlamın ve tecrübelerin motivasyonu
ile prototipik olmayan yeni anlam varyantının gelişmesi, A anlamından ilişkili bir B anlamına
geçiş yani çok anlamlılık, metafor ve metonimi mekaizmaları ile gerçekleşir. Metafor ve
metonimi, yaratıcı iki temel bilişsel mekanizmadır (Ibarretxe-Antuñano 1999: 23). Bilişsel
dilbilimin metafor ve metonimiyi algılayışı, retorik etki ya da söz sanatı yapmak üzere
kullanıldıkları yönündeki geleneksel bakıştan farklıdır. 1970’li yılların sonuna kadar metafor,
edebî dilin bir ögesi olarak sanatsal ve retorik etki oluşturmak amacıyla kullanılan, günlük
dilde çok tercih edilmeyen, iki unsurun karşılaştırılması ile oluşturulan bir söz sanatı olarak
değerlendiriliyordu. Günlük dille ya da iletişim diliyle doğrudan ilgili olmadığı
düşünüldüğünden dilbilimsel çalışmalarda fazlaca yeri yoktu (Steen 1994: 3). Ancak 1970’li
yılların sonunda Lakoff ve Johnson’un çalışmaları, metafor araştırmaları için tam bir dönüm
noktası olmuştur. Lakoff ve Johnson’un Metaphors We Live By (1980) adlı çalışmasında sözü
edilen kavramsal metaforlar, insan bilişsel sisteminin temel mekanizmalarından biri olarak
karşımıza çıkar. Henüz çocukluk döneminde öğrenildikleri için iletişimsel bilinç altımızda yer
alan kavrsamsal metaforlar, günlük iletişim dilinin içinde yer alırlar, dış dünyaya ilişkin
tecrübeler sonucu geliştirilirler ve bir şeyi diğeri ile, genellikle de soyut olanı somut olanla
kavramsallaştırma yönündeki bir dilsel stratejiye dayanırlar. Örneğin Lakoff ve Johnson’un
sözünü ettiği iyi olan yukarıdadır/kötü olan aşağıdadır metaforik kavramsallaştırma örneği,
günlük dilin her alanında görülebilir: Mutluluktan havalara uçtu, ayakları yerden kesildi krş.
Utancımdan yerin dibine geçtim, moralim diplerde vb.
Sweetser, anlamsal değişmeleri motive eden ana yapılandırıcı güçlerden birinin
metafor olduğunu söyler. Metaforlar kavramsal alanlar arasında işlem yapar. Böyle bir
sistematikle işlediği için de anlamlar arasındaki ilişkileri (örn. çok anlamlılığı) anlamamıza
yardımcı olur. Metaforlar, fiziksel eylem/hareket/yer sözcüklerini mental durumlarla
ilişkilendirirler (1990: 19). Belirli metaforik haritalar incelendiğinde fiziksel eylem ya da
hareketi karşılayan sözcüklerin bir çok soyut anlamlı sözcüğe kaynaklık ettiği görülür (20).
Örneğin kırılmak fiili fiziksel eylem bildiren bir sözcüktür, ama aynı zamanda fiziksel alanın
duyuşsal alanla ilişkilendirilmesi sonucu bir duygu durumunu da bildirmektedir.
İki temel bilişsel yaratı mekanizması, metafor ve metonimidir. Bunlar yalnız retorik
birer araç değildir. Bir tecrübe alandaki bilginin bir başka tecrübe alanındaki bilgiyi
yapılandırdığı mental projeksiyonlar ya da haritalardır. Metaforik projeksiyonda, bir
kavramsal alan diğer bir kavramsal alana göre tasarlanır. Örneğin fiziksel bir kaynak alana ait
unsur (örneğin ısı, sıcaklık), duygusal bir hedef alanla ilişkilendirebilir: Soğuk davranmaya
çalışıyor vb. Böylece ‘soğuk’ sözcüğü için çok anlamlılık gerçekleşmiş olur. Metonimide ise
projeksiyon aynı kavram alanı içerisinde, genellikle parçanın bütünü temsil ettiği bir
haritalama ile gerçekleşir: Yarışmada üç altın kazandı (altın madalyayı temsil ediyor)
(Barcelona Sánchez 1997: 12).
4. Algı fiilleri ve metaforlaşma
Algı fiilleri (perception verbs) görme, duyma, dokunma, koklama ve tatma gibi duyusal
algılamaya dayanan fiillerdir. Fiziksel duyulara dayanan bu fiiller, metaforik haritalama yoluyla
anlam değişmesine uğrayarak daha soyut kavramları karşılayabilmektedir. Algı fiillerinin anlam
değişmesine ve çok anlamlılığa yatkınlığı, dilbilimsel literatürde önemli ölçüde ilgi görmelerini
sağlamıştır. Konuyla ilgili olarak içerdiği bulgu ve tartışmalarla Viberg 1984,

332
Sweetser 1990, Ibarretxe-Antuñano 1996, 1999, 2002, 2008, Evans and Wilkins 2000,
alanyazının ilgi çekici araştırmaları arasında sayılabilir. Bu çalışmaların bir kısmı konuyu
tipolojik bir perspektifle ele alırken, bilişsel (congitive) ya da antropolojik perspektifi ön
plana çıkaranları da vardır (bk. Evans ve Wilkins 2000).
Algı fiillerinin çok anlamlılığının bir kavramsal alana ait özelliklerin (fiziksel algı)
başka bir kavramsal alana (duygusal ya da düşünsel bir soyut alana) transfer edilmesiyle yani
metaforik bir sistemle gerçekleştiği yukarıda belirtilmişti. Örneğin Sweetser 1990’da görmek
algı fiilinin metaforik bir yapılanmayla bilmek, anlamak anlamına gelecek şekilde çok
anlamlılaştığını belirtmiştir (1990: 38). Örn. İng. I see what you mean ‘Ne demek istediğini
anlıyorum’. Ibarretxe-Antuñano Baskça ve İspanyolca üzerine yaptığı karşılaştırmalı
çalışmada algı fiilleriyle ilgili kavramsal metaforları belirlemiştir. Görmek algı fiiliyle ilgiliyle
ilgili belirlediği kavramsal metaforlardan bazıları şunlardır: anlamak görmektir,
öngörmek/özsezmek görmektir, hayal etmek görmektir vb. (Ibarretxe-Antuñano 1999: 56,
2002: 114). Türkçede de benzer metaforlar vardır: Olayların bu aşamaya geleceğini yıllar
önce görmüştüm (tahmin etmek görmektir), Onun doktor çıkıp insanlara yardım ettiğini
görebiliyorum (hayal etmek görmektir). Gökçe, görme algı fiillerinin metaforlaşmasını ele
aldığı çalışmasında, Karahanlı Türkçesinde bilmek görmektir, anlamak görmektir, tecrübe
etmek görmektir metaforlarını tespit etmiştir (2015). Bunlardan özellikle tecrübe etmek
görmektir metaforu, dilbilimsel alınyazında çok sözü edilmediği için ilgi çekicidir, örn. Acı
tatlı günler gördük, Bu günleri de mi görecektik vb.
Bilişsel dilbilim ve metafor çalışmalarında, görme algı fiilinin ‘bilmek’, ‘anlamak’ gibi
anlamlara gelişebildiği için zihnin entelektüel yönüyle diğer duyu organlarına göre daha ilgili
olduğu ve bu nedenle en entelektüel duyu organı kabul edilebileceği de değerlendirilmiştir.
Sweetser, Hint-Avrupa dillerine dayanan verisinden hareketle, mental/ussal yaşamın en
entelektüel ve nesnel yanının görme duyusuyla ilişkili olduğunu belirtir (1990: 37). Ancak görme
ve anlama/bilme arasındaki ilişkinin evrenselliği görüşüne, özellikle antropolojik yaklaşımı
benimseyen dilbilimcilerden kritik eleştiriler gelmiştir. Bunlar arasından literatürde en fazla ses
getireni hiç şüphesiz Evans ve Wilkins’in In the Mind's Ear: The Semantic Extensions of
Perception Verbs in Australian Languages (2000) adlı çalışmasıdır. Bu çalışmada, 60 civarında
Avustralya yerli dilinden elde edilen verilerden hareketle algı fiillerinin semantik genişlemesi ve
çok anlamlılığıyla ilgili önceki literatürün iddiaları test edilmiştir. Buna göre Avustralya yerli
dillerinde entelektüel/ussal anlamla daha ilişkili olan algı fiilleri işitme fiilleridir (duy-, dinle- işit
vb). Bu dillerde duymak/dinlemek anlamaktır, duymak/dinlemek düşünmektir, duymak/dinlemek
bilmektir, duymak/dinlemek hatırlamaktır gibi metaforlar vardır (Evans ve Wilkins 2000: 570-
571). Aynı koyunu 2008 yılında “Vision Metaphors for the Intellect: Are they Really Cross-
Linguistic?” adlı makalesinde yeniden tartışmaya açan Ibarretxe-Antuñano, bütün insanların
bilgiyi edinmek için duyu organlarını kullandığını, ancak bilgiye ulaşmada hangi duyuya öncelik
verdiklerinin içinde bulundukları kültürle de ilgili olduğunu belirtmiştir. Bir duyuya atfedilen
özellikler kültürler arasında farklılık gösterebilmektedir. Bu nedenle belirli bir duyuyu bilişsel
yetiyle ilişkilendirmek yerine (örn. anlamak görmektir) bu ilişkiyi anlamak algılamaktır
“understanding is perception” metaforu ile formüle etmek gerektiğini düşünür (Ibarretxe-
Antuñano 2002: 15).
Görme fiilleri kadar yaygın olmamakla birlikte diğer algı fiilleri de metaforlaşmaya
belirli yatkınlıklar gösterirler. Viberg 1984’te koku alma/koklama algısının şüphelenmek
anlamına gelebildiğini belirtir (157). Bu tür bir çok anlamlılık metaforik imaj şemasıyla
şüphelenmek koku almakdır biçimde ifade edilebilir, örn. Tuhaf kokular alıyorum vb. Buna
tahmin etmek koku almaktır, araştırmak koku almaktır gibi metaforlar da eklenebilmektedir
(bk. Ibarretxe 1996). Dokunma duyusuyla ilgiliyse yiyecekten/içecekten yemek/içmek
dokunmaktır, etkilemek dokunmaktır gibi metaforlar tespit edilmiştir (Ibarretxe-Antuñano
1999: 70-71), örn. Ayşe yemeğine hiç dokunmadı, Yazdıkları ruhuma dokundu vb. Ibarretxe-

333
Antuñano 1999’da tatma duyusuyla ilgili olarak İngilizce, Baskça ve İspanyolca’dan
hareketle tecrübe etmek tatmaktır metaforu verilir: Acı tatlı günler tattık, başarıyı da
başarısızlığı da tattık vb.
Son dönemlerde, daha önce sözü edilen Gökçe 2015’in yanı sıra, Türkçede ve Türk
dillerinde algı fiillerini konu alan çeşitli çalışmalar yapılmıştır (örn. Yaylagül 2005,
Abdirahim 2011, Ayan ve Türkdil 2015, Kalkan 2016, Hirik 2017, Yıldız 2017 vb.). Bu
çalışmaların ancak bir bölümünde algı fiillerinin metaforlaşmasından söz edilmiş, bir
kısmında ise belirli algı fiillerinin yer aldığı cümlelerin listelenmesiyle yetinilmiştir. Bu
çalışmada ise Türkçede duyma/işitme fiillerinin metaforlaşmasından söz edilecektir.
5. En dikkatli duyu organımız kulak mı?
Sweetser, mental/ussal yaşamın en entelektüel ve nesnel yanının görme duyusuyla ilişkili
olduğunu belirtmişti. Duyma/işitme algı fiillerinin metaforlaşması ve çok anlamlılığı
incelendiğinde ise Türkçede en dikkatli duyu organının kulak olduğu yönünde test edilmeye açık
bir varsayımda bulunulabilir. Bunu can kulağıyla dinlemek, kulağın bende olsun (dikkatini bana
ver), kulak kesilmek, kulak vermek, kulak asmamak (dikkatini vermemek, aldırış etmemek) gibi
deyimlerden çıkarmak mümkündür. Bu tür deyimler ve donmuş metaforlar bir yana, bu bölümde
Türkçede işitme fiillerinde görülen metaforlaşma ve çok anlamlılık ele alınacaktır. Bu kapsamda
çalışma şu üç fiille sınırlandırılacaktır: dinlemek, duymak, işitmek.
Ibarretxe-Antuñano 1999’da duymak/işitmek fiillerinin dikkatini vermek, -e
uymak/denileni yapmak, bilgilendirilmek, anlamak soyut fiillerine gelişebildiğinden söz
edilmiştir. Türkçede ise işitme fiillerinin her birinin belirli metaforik anlamlarla ön plana
çıktığı görülür. Örneğin dinlemek fiili dikkat etmek dinlemektir, önemsemek dinlemektir,
yerine getirmek/itaat etmek dinlemektir, öğrenmek dinlemektir imaj şemalarıyla ön plana
çıkarken duymak fiili haber almak duymaktır, hissetmek duymaktır, işitmek fiili ise ikaz
edilmek işitmektir metaforlarıyla dikkat çeker.
5.1 Dinlemek algı fiili
Prototipik anlamı ‘ses işitmek, kulak vermek’ olan dinlemek algı fiili Türkçede dikkat
etmek dinlemektir, değer vermek/önemsemek dinlemektir, yerine getirmek dinlemektir, itaat
etmek dinlemektir, öğrenmek dinlemektir biçiminde anlam genişlemesi gösterebilmektedir.
Aşağıdaki örnekler Türkçe Ulusal Derleminden alınmış ve bu örnekler (TUD) kısaltması ile
gösterilmiştir. Aşağıda yer alan 1. ve 2. örneklerde dikkat etmek dinlemektir, 3. ve 4.
örneklerde ise yerine getirmek dinlemektir metaforu vardır. Ibarretxe-Antuñano 1999: 65’te
duyma/işitme fiillerine yönelik metaforik harita şu şekilde gösterilmiştir: duymak-işitmek →
dikkat etmek→yerine getirmek (hear→heed→obey). 5. örnekte öğrenmek dinlemektir, 6. ve 7.
örneklerde ise itaat etmek dinlemektir metaforu söz konusudur. Son örnekte ise önemsemek
dinlemektir biçiminde bir anlam genişlemesi olmuştur.
Soruyorum, iyi dinle! Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane. (TUD)
Kulaklarını aç da iyi dinle. (TUD)
Şimdi oğlum sözümü dinle... Sürüye git ve oradan bana keçilerden iki oğlak
al. (TUD)
Gel beni dinle, yüreğine, Ağrı Dağı’nın karını bas, soğut; bu sevdadan
vazgeç. (TUD)
Derste öğretmeni iyi dinle, bilgi öğrenemezsin yoksa. (TUD)
Gerçi bilirim ferman dinlemez gönül, dinlese gönül olmaz. (TUD)
Anneyi babayı dinlemiyor. (TUD)
“Annem beni dinlemiyor, babam beni dinlemiyor, ablam beni dinlemiyor...”
gibi ifadeler, çocukların ve gençlerin kendi aralarındaki konuşmalarında en çok sarf
ettikleri yakınma sözlerinden bazılarıdır. (TUD)
5.2 Duymak algı fiili

334
Türkçede duymak algı fiilinin haber almak duymaktır, hissetmek duymaktır, bir duygu
durumuna girmek duymaktır şeklinde metaforlaşabildiği görülür. Bir duygu durumuna girmek
duymaktır imaj şeması hissetmek duymaktır’ın bir sonraki aşaması olarak tasarlanabilir
(duymak → hissetmek → bir duygu durumuna girmek). Aşağıdaki 9. ve 10. örneklerde haber
almak duymaktır metaforu vardır. Bu örneklerde konuşurun elde ettiği bilgi başkasından
duyulduğu, bir başka ifadeyle konuşur başkası tarafından bilgilendirildiği için, yeterince
güvenilir değildir. 11. ve 12. örneklerde hissetmek duymaktır, 13. ve 14. örneklerde ise bir
duygu durumuna girmek duymaktır metaforu kullanılmıştır. Bir duygu durumuna girmek
anlamında leksikalleşme düzeyinin oldukça yüksek olduğu da gözlenmektedir.
(9) Sadece bazı sultanların mumyalandığı şeklinde bir söylentiyi ben de duydum.
(TUD)
İstanbul’da, senaryo öncesi tüm hazırlıklar bitirildi diye duydum. (TUD)
İçimin kıvrımlarında dolaşırken kalbimin sözlerini duydum. (TUD)
Birden yüreğimin ortasında bir ağrı duydum. (TUD)
Müthiş bir heyecan duydum içimde. (TUD)
Bu son cümleyi bitirirken, gerçek bir acı ve utanç duydum. (TUD)
5.3 İşitmek algı fiili
İşitmek algı fiilinin Türkçe Ulusal Derlemindeki frekansı duymak ve dinlemek
fiillerine göre daha düşüktür. Örnekler gözden geçirildiğinde işitmek fiilinin ‘haberdar olmak,
haberdar edilmek’ anlamına geliştiği görüldüğü gibi ikaz edilmek işitmektir metaforu da
dikkat çekmektedir. Aşağıdaki 15. ve 16. örneklerde ikaz edilmek işitmektir, 17. ve 18.
örneklerde ise haberdar olmak işitmektir metaforu vardır.
(15) Tahir işi fark etti. İyi bir azar işittim. (TUD)
(16). Babamla çalışmak benim için çok büyük bir tecrübe oldu, çok
zorlandım, ondan epey laf işittim ama bu sayede geliştim ve bir profesyonel olarak
mesleğimde olgunlaştım. (TUD)
Askere gittiğini, döndükten sonra evlendiğini işittim. (TUD)
Yanlış mı işittim, enişten vefat mı etti? (TUD)
Sonuç
Bu çalışmada, Türkçedeki işitme algı fiilleri incelenmiştir. Bu kapsamda duymak,
dinlemek, işitmek fiilleri ele alınmış, bu fiillerin imaj şemaları çıkarılmış ve bir kavramsal
alandan diğerine yani fiziksel olarak işitme’den bilişsel ve duyuşsal alana ne şekilde
geliştikleri, ne ölçüde çok anlamlı olabildikleri değerlendirilmiştir. Çalışmada, Türkçedeki
işitme fiillerinin her birinin ayrı metaforik gelişmeler de gösterebildiği dikkat çekmektedir.
Örneğin dinlemek fiili dikkat etmek dinlemektir, önemsemek dinlemektir, yerine getirmek/itaat
etmek dinlemektir, öğrenmek dinlemektir imaj şemalarıyla ön plana çıkarken duymak fiili
haber almak duymaktır, hissetmek duymaktır, bir duygu durumu içine girmek duymaktır;
işitmek fiili ise ikaz edilmek işitmektir imaj şemasıyla dikkati çekmektedir.

KAYNAKLAR
ABDİRAHİM, Kıyal (2011). “Kırgız Türkçesinde Duyu Fiilleri.” ODÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi 2/3. ss. 88-102.
AYAN Ekrem; TÜRKDİL Yakup (2015). “Kazak Türkçesinde Dokunma Duyu Fiilleri ve
Anlam Zenginliği.” Turkish Studies 10/4, ss. 95-114.
BARCELONA SÁNCHEZ, Antonio (1997). “Cognitive Linguistics: A usable approach.” In A.
Barcelona (ed.) Cuadernos de Filología Inglesa 6/2: 7-32.
EVANS, Nicholas (2010). “Semantic Typology.” In Jae Jung Song (ed.), The Oxford
Handbook of Linguistic Typology. Oxford University Press, Oxford/ New York, pp. 504-533.
EVANS, Nicholas and Wilkins, DAVİD (2000). “In the Mind’s Ear: The Semantic
Extensions of Perception Verbs in Australian Languages.” Language 76/3, 546-592.

335
GÖKÇE, Faruk (2015). “Kutadgu Bilig’de kör- görmek: Çok Anlamlılık, Metafor ve
Gramerleşme.” Türkbilig 29: 59-76.
HİRİK, Erkan (2017). “Türkiye Türkçesi Duyu Fiillerinde Anlam ve Kelime Sıklığı İlişkisi.”
SUTAD, Bahar 2017 (41): 53-74
IBARRETXE-ANTUÑANO, Iraide (1996). “Semantic extensions in the sense of smell.”
ASJU, 2, 631-643.
IBARRETXE-ANTUÑANO, Iraide (1999). Polysemy and Metaphor in Perception Verbs: A
Cross-linguistic Study. Unpublished Ph.D. thesis. University of Edinburgh. IBARRETXE-
ANTUÑANO, Iraide (2002). “Mind-as-body as a cross-linguistic conceptual metaphor.”
Miscelánea. A Journal of English and American Studies 25, 93–119. IBARRETXE-
ANTUÑANO, Iraide (2008). “Vision Metaphors for the Intellect: Are they Really Cross-
Linguistic?” Atlantis 30/1, pp. 15-33.
KALKAN, Nigar (2016). “Başkurt Türkçesinde Mental Fiiller.” Türkiyat Araştırmalarının
Güncel Sorunları. St. Petersburg: St. Petersburg Devlet Üniversitesi Yay. ss. 177-185
LAKOFF, George & Mark JOHNSON (1980). Metaphors We Live By. Chicago: Chicago
University Press.
LYONS, John (1977). Semantics. Cambridge: Cambridge University Press.
MURPHY, Lynne M. (2010). Lexical Meaning. Cambridge Textbooks in Linguistics.
Cambridge: Cambridge University Press.
PUSTEJOVSKY, James (1991). “The Generative Lexicon.” Computational Linguistics 17:
409-41.
STEEN, Gerard (1994). Understanding Metaphor in Literature. England: Longman
SWEETSER, Eve E. (1990). From Etymology to Pragmatics. Metaphorical and Cultural
Aspects of Semantic Structure. Cambridge: Cambridge University Press.
Türkçe Ulusal Derlemi (TUD). https://www.tnc.org.tr/tr/
VIBERG, Ake (1984). “The verbs of perception: a typological study.” In B. Butterworth, B.
Comrie and O. Dahl (eds.) Explanations for Language Universals. Berlin: Mouton de
Gruyter, pp. 123-162.
YAYLAGÜL, Özen (2005). Türk Runik Harfli Metinlerde Mental Fiiller, Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi II (1), Ankara, ss. 17-51
YILDIZ, Hüseyin (2017). “Eski Uygurcada Göz Fiilleri.” Journal of Old Turkic Studies, 1
(1), 145-213.

SES EĞİTİMİNDE DİLİN ETKİSİ


1
Dr. Ömer TÜRKMENOĞLU

Ses eğitiminde dilin etkisine girmeden önce dil ve müziğin kısaca bağlantısını ve tarihini
anlatmak gerekmektedir. Dil ve müzik, tarihsel olarak ne zaman ortaya çıktıkları belli olmayan
insani yetilerdir. Bazı araştırmacıların da ileri sürdüğü gibi, müzik aslında varlık nedeni tam
olarak bilinemeyen bir yetidir (Jackendoff,1993;170, Peretz,2006), çünkü insan açısından işitme,
görme, koklama, dokunma, tat alma duyuları gibi hayati değildir. Ancak yine de, yakın döneme
ait önemli arkeolojik bulgular müziğin dil kadar eski bir geçmişe sahip olduğu kanısını
oluşturmaktadır. Günümüzden ortalama 30.000 yıl öncesine, paleolitik çağa ait arkeolojik
bulgular arasında bir kaval yer alabilmekte (D’Errico ve diğ.,2003) ve arkeolojik kazıların
müziğin geçmişini daha da geriye götürebileceği beklentisi güçlenmektedir. Dilin gelişim tarihine
baktığımızda müziğin önemli ölçüde etkisi olmuştur. Dil ve müzik arasındaki

Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü, Müzik Bilimleri Anasanat Dalı,
1
omerturkmenoglu@sdu.edu.tr

336
benzerliklerin düşünürlerin ilgisini çekmesi günümüzden birkaç yüz yıl öncesine kadar gider.
18.yy’ın önemli düşünürü Rousseau, konuşma ve şarkının aynı kaynaktan geldiğini iddia
etmiştir. Dil netleşip, somutlaştıkça ezgi zayıflamış ve konuşmadan ayrılmıştır. Rousseau’dan
yüz yıl kadar sonra Darwin ise, müziğin dilden önce var olduğunu, kur yapma ve meydan
okuma seslerinin konuşmanın ortaya çıkmasına neden olduğunu ileri sürmüştür (Patel,
1996;3). Genel olarak müzik ve konuşma dilini incelediğimizde müziğin temeli ses ve ritim,
konuşma dili ise telaffuz ve vurgudan ibarettir. Bu benzerlikten anlıyoruz ki konuşma dilinin
temellerini müzik oluşturmaktadır. Bu da bize gösteriyor ki müzik ve dil birbirinden tarih
boyunca etkilenmiştir ve etkilenmeye devam etmektedir.
Sesin kısaca tarifi, akciğerlerden gelen havanın sesi düzenleyen organlarımızda
biçimlendirilmesiyle oluşan bir titreşimdir. İnsanların ses organlarıyla üretip kullandığı sesler
konuşma dilinin en küçük parçasını ve dilin temelini oluşturur. Ses eğitimi ise sesin daha iyi
kullanımı ve gür çıkmasını sağlayan belli alıştırmalarla geliştirilmesi çalışmalarının tümüdür.
Ses eğitiminin en temel noktalarından biri diyafram yani nefesin doğru kullanımıdır. Nefesin
iyi kullanılmasının önemi; sesin tonunu bozmadan, daha uzun süreli ve aynı zamanda daha
gür çıkarılmasındadır. Aynı zamanda diyaframın da düzgün kullanımı ve gelişimi için belli
bir süre farklı nefes alıştırma tekniklerinin tekrarlanması gerekmektedir.
İkinci aşama ise sesin doğru çıktığı yer yani ses pozisyonunun doğru olmasıdır. Sesin
doğru yerden çıktığını farkedebilmek için, sesin parlak ya da boğuk olmasından anlıyabiliriz.
Üçüncü aşamada ise seslendirenin dili daha iyi kullanabilması için telaffuz ve vurguya özen
göstermesi gerekmektedir.
Konuşma dilinin ses eğitimi ile ilişkisine baktığımızda; konuşma dili, günlük hayatta
iletişim için kullandığımız en önemli araçlardan biridir. Ses eğitimi ise sesini alanında
profosyonel olarak kullananlar için alınması gereken bir eğitimdir. Aynı zamanda dilin
kullanım yoğunluğu her mesleğe göre değişmektedir. Örneğin; bazı mesleklerde
akademisyenler, politikacılar ve öğretmenler konuşma dilini küçük veya büyük gruplara daha
iyi hitap edebilmeleri için kendilerini duyurabilme çabasıyla seslerini farklı seviyelerde
kullanmaktadırlar. Sesin en kötü ve yanlış kullanım şekli bağırmaktır. Ayrıca sözü edilen
mesleklerdeki bazı insanların seslerini yanlış kullanımlarından dolayı sağlık sorunlarıyla
karşılaştıkları görülmektedir. Konuya en iyi örnek toplum tarafından bilinen öğretmen
hastalığıdır. Bu hastalıklara; kronik farenjit, kronik larenjit ve ses nodülünü söyleyebiliriz.
Özellikle nodül oluşan hastalar genel olarak daha ileri seviyelere gelmeden ses terapisi ile
rahatsızlıktan kurtulabilmektedirler. Eğer hasta ses terapisi almazsa ses ile ilgili sağlık
problemleri çok ileri aşamalara ulaştığında ameliyata kadar gidebilmektedir.
Günümüzde seslerini mesleki uzmanlık alanı olarak kullananlar da bulunmaktadır.
Örneğin; tiyatro sanatçıları, opera sanatçıları, radyo ve televizyon haber ve program
sunucuları gibi mesleklerde görebilmekteyiz. Bu alanlardaki insanlar mesleklerini daha iyi
icra edebilmek için özellikle ses eğitimi ve diksiyon eğitimi alırlar. Ayrıca konservatuvar ve
müzik bölümlerindeki öğrenciler Türk Müziği veya Opera eğitimi alanlarında dili daha iyi
kullanabilmeleri için ses eğitimi alırlar.
Operalar farklı dillerde yazılmış olduğu için özellikle opera sanatçılarının ve opera
eğitimi alan öğrencilerin bir eseri icra ederken hangi dilde olursa olsun o dilin yapısı ve
operanın konusu hakkında mutlaka bilgi sahibi olması gerekmektedir. Seslendirilen operanın
sözlerinin tam anlaşılabilmesi için telaffuz ve vurguya çok dikkat edilmelidir.
“Ses eğitimi; bireylere konuşma ve/veya şarkı söylemede seslerini doğru, etkili ve güzel
kullanabilmeleri için gereken davranışların kazandırıldığı ve içinde konuşma, şarkı söyleme ve
şan eğitimi gibi alt ses eğitimi basamaklarını barındıran, disiplinler arası bir özel alan eğitimidir.
Tanımda kullanılan “doğru”; anatomik ve fizyolojik yapıya, dil ve müzik özelliklerine, gerçeğe ve
kurallara uygunluğu, “güzel”; söyleme biçimindeki uyum ve ölçülebilir davranışlardaki dengeyi,
“etkili” kavramı ise, başkaları üzerinde bıraktığı izi nitelendirmektedir. Ses eğitimi her

337
tür müzik eğitimi ve her düzeydeki eğitim basamağında uygulanır ve konuşma eğitimi, şarkı
söyleme eğitimi ve şan eğitimi gibi ses eğitimi türlerini kapsar.” (Töreyin, 1998). Uygulandığı
müzik eğitimi tür, düzey ve amacına göre ses eğitimi türleri; şan eğitimi, şarkı söyleme
eğitimi, koro eğitimi ve konuşma eğitimi gibi isimler alırlar.

Sonuç
Konuşma dilini gerek profosyonel olarak gerekse bazı mesleklerde de olsa kullanımı
açısından ses eğitimi çok büyük önem taşımaktadır. Ses eğitiminin dil eğitimine, dil
eğitiminin de ses eğitimine katkıları vardır. Her ikisini de birbirinden ayrılmaz iki önemli
unsur olarak düşünmek gerekmektedir. Hem konuşma dilinin etkili bir iletişim aracı olarak
kullanılmasında hem de uzmanlık alanının iletişim dili olarak kullanıldığı alanlarda ses ve
diksiyon eğitimi kaçınılmazdır.

KAYNAKLAR
D’ERRİCO, Francesco. ve diğ.(2003) Archaeological Evidence for the Emergence of
Language, Symbolism, and Music—An Alternative Multidisciplinary Perspective: Journal of
World Prehistory, Vol. 17, No. 1, March 2003.
JACKENDOFF, Ray.(1993). Patterns in the Mind. Harvester Wheatsheaf.
PATEL, Aniruddh (1996) A Biological Study of the Relationship between Language and
Music. Yayımlanmamış doktora tezi.Harvard University.Massachussets.
PERETZ, Isabelle (2006) “The nature of music from a biological perspective”, Cognition
100,1-2.
TÖREYİN, Ayşe Meral, 1998, Türkiye Türkçesi Dilbilgisi Yapısının Şan Eğitimi Amaç, İlke
ve Yöntemleri Açısından İncelenmesi GÜFBE basılmamış Doktora Tezi s. 9, 13, 8, 14, 81, 80
Ankara
UÇAN, Ali, 1982 Gazi Yüksek Öğretmen Okulu Müzik Bölümü Müzik Alanı 1. Yıl
Programının değerlendirilmesi, Ankara.

-(X)B EKİ İLE KURULAN ÖĞRENİLEN GEÇMİŞ ZAMAN KİPİNİN


AZERBAYCAN VE TÜRKMEN TÜRKÇELERİNDE KULLANIMI

1
Sümeyra HARMANDA

Özet
Bir işin, hareketin, durumun geçmişte gerçekleşip tamamlanmış olduğunu ifade eden
geçmiş zamanın Türkçede görülen ve öğrenilen geçmiş zaman olmak üzere iki tipi vardır.
Şekil (kip) de ifade eden öğrenilen geçmiş zaman Türkiye Türkçesinde -mIş/-mUş eki ile
karşılanır. Azerbaycan Türkçesinde ise öğrenilen geçmiş zaman iki morfolojik yapıyla ifade
edilir. Birinci yapı Türkiye Türkçesinde olduğu gibi -mIş/-mUş eki ile ikinci yapı ise -(y)Ib/-
(y)Ub eki ile kurulur. Azerbaycan Türkçesindekine benzer şekilde Türkmen Türkçesinde de
öğrenilen geçmiş zaman iki morfolojik yapıyla ifade edilir. Birinci yapı -IpdIr/-UpdIr eki ile
ikinci yapı ise -andır, -ändir eki ile oluşturulur.
Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Eski Oğuz Türkçelerinde -(I)p turur birleşik fiil yapısındaki
-(X)B eki, Azerbaycan Türkçesindeki şeklini turur yardımcı fiilinin düşmesi ve -p zarf-fiil ekinin
üzerine zamir kökenli şahıs eklerinin gelmesi sonucunda almıştır. Fakat günümüz Azerbaycan
Türkçesinde birinci şahıslarda bu ekin kullanımı kalkmıştır. Onun yerini -mIş/-mUş eki almıştır.
Birinci şahısların kullanımı Klasik Azerbaycan Türkçesinde bulunur ve

Arş. Gör., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
1
Bölümü, sumeyra2006@gmail.com

338
daha çok Fuzuli’nin eserlerinde görülür. Ekin ikinci kısmı -dIr/-dUr üçüncü şahıslarda vardır
ancak kullanımı ihtiyaridir. Bu ek Türkmen Türkçesindeki şeklini ise benzer hecenin düşmesi
ve -tur ekinin üzerine zamir kökenli şahıs eklerinin gelmesi sonucunda almıştır. Ekteki -dIr
bütün şahıslarda bulunur ancak ikinci şahıslarda ihtiyari, diğer şahıslarda mecburi olarak
kullanılır.
Bu çalışmada Harezm, Kıpçak, Çağatay ve Eski Oğuz Türkçeleri gramerlerine göre ekin
ortaya çıktığı dönemden itibaren yapısı ve kullanımı hakkında bilgi verilecektir. Ardından
Azerbaycan ve Türkmen Türkçeleri gramerlerinden elde edilen örneklerle -(X)B ekinin bu
lehçelerdeki yapısı ve kullanım özellikleri karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: -(X)B eki, öğrenilen geçmiş zaman kipi, Türkçenin tarihî
dönemleri, Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi
Giriş
Öğrenilen geçmiş zaman kipi için Türkiye Türkçesinde yapılan çalışmalara
bakıldığında kipin ifade ettiği anlamların çeşitli şekillerde açıklandığı görülmektedir.
Muharrem Ergin Türk Dil Bilgisi adlı eserinde Öğrenilen Geçmiş Zaman Eki başlığı altında şu
tespitlerde bulunmuştur: “Bu ek hem şekil hem zaman ifade eden bir ektir. Şekil olarak
bildirme, zaman olarak görülmeyen, öğrenilen geçmiş zamanı anlatır. Yani bu ek görülmeyen
geçmiş zamanda yapılan bir hareketi haber veren şekil ve zaman ekidir. Görülmeyen geçmiş
zamanda yapılan hareket demek geçmişte olan ve konuşanın, o hareketi bildirenin önünde
cereyan etmeyen hareket demektir. Konuşanın gözü, bilgisi, şuuru önünde vuku bulmamıştır.
Konuşan onu sonradan duymuş, öğrenmiş veya onun sonradan farkına varmıştır. Demek ki
geçmişte yapılmış olan ve yapıldığı anda görmediğimiz, bilmediğimiz bir hareketi anlatmak,
bildirmek için öğrenilen geçmiş zaman ekine başvururuz. Görülen geçmiş zamanla öğrenilen
geçmiş zaman arasındaki tek fark bu vukuunda görülen, idrak edilen/görülmeyen, idrak
edilmeyen farkıdır.” (300. s.).
Zeynep Korkmaz tarafından hazırlanan Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi) adlı
çalışmada Duyulan Geçmiş Zaman Kipi başlığı altında verilen öğrenilen geçmiş zaman kipi,
“Kökeni bakımından -mIş/-mUş sıfat-fiilinden gelen duyulan geçmiş zaman kipi; fiilin
karşıladığı oluş ve kılışın içinde bulunulan zamandan daha önce gerçekleştiğini; ancak
konuşanın bunu görmediğini, bilmediğini, başkasından duyup öğrendiğini veya farkında
olmadan işlediğini ve sonradan fark ettiğini ya da gördüğünü bildiren bir şekil ve zaman
kalıbıdır.” şeklinde tanımlanmış ve devamında da “Görülen geçmiş zaman ile öğrenilen
geçmiş zaman arasındaki en önemli fark, gerçekleşen olayı görüp görmeme, bilip bilmeme ve
duyuma dayanma noktasında toplanmaktadır.” açıklamasına yer verilmiştir (599-600. s.).
Tahsin Banguoğlu’nun Türkçenin Grameri adlı kitabında Dolaylı Geçmiş Kipleri
başlığı altında değerlendirilen kip, “Kişinin başkasından duyduğu, sonradan gördüğü veya
farkında olmadan işlediği bir kılışın ifadesine yarar.” şeklinde açıklanmış, fiilin oluşunun
kesinlikle doğrulanamayacağı hâllerde de bu kipin kullanıldığı ifade edilmiştir (460. s.).
Günay Karaağaç tarafından hazırlanan Türkçenin Dil Bilgisi adlı çalışmada Öğrenilen
Geçmiş Zaman başlığı altında verilen kiple ilgili olarak “Öğrenilen geçmiş zaman da görülen
geçmiş zaman gibi geçmişte gerçekleşmiş ve tamamlanmış kesin bir zamandır. Görülen geçmiş
zamandan farkı, eylemin sonradan öğrenilmesi veya bilinmemesidir. Öğrenilen geçmiş zaman,
kesin bir zaman olması yanında gerçekleşen olma ve yapmanın dil kullanıcısı tarafından
bilinmeyip sonradan öğrenildiğini de bildirir.” şeklinde açıklamalar yapılmıştır (366. s.).
Bu zaman şekli, Güneybatı (Oğuz) grubunda yer alan Azerbaycan ve Türkmen
Türkçelerinde günümüzde de kullanılmaktadır. Türkmen Türkçesinde öğrenilen geçmiş zamanı
ifade etmek için kullanılan iki morfolojik yapının birinci tipi olan bu kip, Türkmen Türkçesi
gramerlerinde öten zaman (Sarı-Güder, 68. s.), subyektiv öten zaman (Söyegov vd., 263. s.,
Yıldırım, 248. s.), nämälim öten zamanıŋ -ıp/-ip forması (Çarıyarov, 240. s.), subjective past
indefinite tense (Clark, 244. s.) gibi terimlerle adlandırılmıştır. Söz konusu kip, Türkmen

339
Türkçesinde yapılan çalışmalarda da çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımlamalar, Sema
Aslan Demir’in Görünüş Kategorisi Türkmence Örneği adlı eserinde şu şekilde yer almaktadır:
Baskakov vd. tarafından hazırlanan Grammatika Turkmenskogo Yazıka I: Fonetika i Morfologiya
adlı çalışmada kip, “Konuşur tarafından şahit olunan ya da olunmayan geçmiş olayları, aniden
hatırlama, unutulmayı bildirme, kendi kendine meydana gelen olayları bildirme vb. anlam
detayları ile anlatır.” şeklinde açıklanmıştır. Clark’ın Turkmen Reference Grammar adlı kitabında
kiple ilgili olarak “Geçmişte belirsiz bir zamanda gerçekleşen eylemleri anlatır. Konuşur, eyleme
bizzat katılmış ya da şahit olmuş olsa bile bilincinde değildir. Bu ek, konuşurun bir şeyi yaptığının
bilincine vardığında ya da geçmiş olayları naklettiğinde kullanılır.” şeklinde tespitler yer
almaktadır. Çarıyarov Günorta-Günbatar Türki Dillerde İşlik Zamanları adlı çalışmasında ise kip
hakkında “Geçmişte olan, şahit olunmamış, ikincil kaynaklardan öğrenilen, beklenmedik,
konuşurun kontrolü dışında meydana gelen olayları anlatır.” değerlendirmesini yapmıştır (72-73.
s.). Ayrıca Söyegov vd. tarafından hazırlanan Türkmen Diliniŋ Grammatikası Morfologiya adlı
çalışmada, “Konuşulan zamandan önce olan hareketi gerçekleştirmeye doğrudan kendi katılmış
olsa da konuşurun onu duymadığı, fark etmediği, unutup aniden aklına getirdiği ya da kendisinin
katılmadığı, görmediği, başka birisinin söylediği şeye veya yapılan işin neticesine dayanarak fikir
yürüttüğünü anlatır.” (Erdem, 207. s.) şeklinde açıklanan kipin Türkmen Türkçesinde ifade ettiği
anlamlar Çarıyarov’un Günorta-Günbatar Türki Dillerde İşlik Zamanları adlı eserinde şu şekilde
verilmiştir: “1. Önceden olup biten yani söylendiği zamandan önce olan hareketin veya vakanın
şimdideki neticesini anlatır. 2. Konuşmacının görmediği, katılmadığı bir hareketin neticelerini
anlatır. 3. Ortaya çıkan hareketin neticesini konuşmacı kendi gözü ile görür. Hareketin, olayın
geçiş sürecini, yani onun nasıl başlayıp nasıl devam ettiğini ve bittiğini konuşmacı görmemiş ve
işin yapılışına katılmamıştır. Ancak onun neticesini kendisi görmüştür. 4. Olup biten bir olayın
neticesini konuşmacı başka birinden duyarak anlatır. 5. Konuşmacı tam surette olup biten işin
hareketin neticesini haber verir. 6. Konuşmacı tam olarak bitmeyen işin neticesini gösterir.

Konuşmacının inisiyatifine bağlı olmadan ortaya çıkan hareketin, durumun neticesini anlatır.
Beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmış bir olayın neticesini anlatır. 9. Hareketin statik
neticesini gösterir. Bu ek durgunluk anlatmakta geniş olarak kullanılır. Azerbaycan
Türkçesinde leksik anlamı dinamiklik ifade eden fiiller dahi bu ekle statik durumu ifade
etmek üzere fonksiyon kazanır. Bu durum belli derecede Türkmen Türkçesinde de mevcuttur.
10. Bu ek diğer zamanların fonksiyonlarını da yerine getirebilir: a) Belirli geçmiş zaman
anlamı taşıyabilir. b) Şimdiki zaman anlamı taşıyabilir. c) Gelecek zaman anlamında
kullanılışına da rast gelinmektedir. 11. Konuşmacının görmediği hareketin neticesini anlatır.
Masallarda da kullanılır. 12. Tarihi olayların neticelerini anlatmakta kullanılır. 13.
Masallarda, hikâyelerde, atasözleri ve deyimlerde ve ayrıca özellikle vurgulanan veya
dinleyicinin dikkatini çekmek için söylenen sözlerde kullanılır” (Erdem, 203. s.).
Azerbaycan Türkçesinde öğrenilen geçmiş zamanın ikinci tipini karşılamak üzere
kullanılan bu kip, Azerbaycan Türkçesi gramerlerinde näġli keçmiş zaman (Hüseynzadä, 191. s.;
Mirzäzadä, 144. s.; Hacıyev, 326. s.; Tanrıverdi, 300. s.) terimiyle ifade edilmektedir. Azerbaycan
Türkçesinde yapılan çalışmalarda söz konusu kip çeşitli şekillerde değerlendirilmektedir: Muhtar
Hüseynzadä’nin Müasir Azärbaycan Dili adlı çalışmasında kip, “Geçmişte gerçekleştirilmiş bir iş
hakkında şimdide şahit olunmadan, işin icrasında gözlemci olunmadan yalnız işin icrasının
neticesinin bildirildiği zamandır.” şeklinde açıklanarak önceden gerçekleşmiş bir işin sonucunun
şahitlik yolu ile değil nakil yolu ile haber verildiği belirtilmiştir (191-192. s.). Hadi Mirzäzadä
tarafından hazırlanan Azärbaycan Dilinin Tarihi Grammatikası adlı çalışmada kip hakkında
“Konuşmacı işin icrası hakkında şahitlik yapamaz, başkasından duyduğu söze veya ihtimale göre
haber verir.” şeklinde değerlendirmelerde bulunulmuş ve kipin öğrenilen geçmiş zamanı ifade
etmek için uzun süredir kullanıldığından bahsedilmiştir (144. s.). Äzizhan Tanrıverdi’nin
Azärbaycan Dilinin Tarihi Grammatikası adlı kitabında kip,

340
“İş ve hareketin geçmişte icra edilip edilmediğinin neticesini nakil yolu ile bildirir.” şeklinde
açıklanmıştır (300. s.). Azerbaycan Türkçesi yazı dilinde -(y)ıb, -(y)ib, -(y)ub, -(y)üb eki ile
kurulan yapıyı -mış, -miş, -muş, -müş ekli şekille karşılaştıran İ. D. Veliyev bu yapının ifade
ettiği anlamla ilgili olarak “kendi yokkenlik, hareketin gözle görülür olmayışı” şeklinde bir
saptama yapmıştır (Şçerbak, 87. s.). Azerbaycan Türkçesinde bu ek, öğrenilen geçmiş zaman
anlamı yanında görülen geçmiş zaman anlamı da taşıyabilir (Aliyev, 1030. s.).
-(X)B Eki ile Kurulan Öğrenilen Geçmiş Zaman Kipinin Türkçenin Tarihî
Dönemlerinde Kullanımı
-(I)p turur birleşik fiil yapısındaki ekin öğrenilen geçmiş zaman fonksiyonundaki ilk
örnekleri Harezm Türkçesinden itibaren görülmektedir ve bu kullanım Kıpçak, Çağatay, Eski
Oğuz Türkçelerinde de devam etmiştir. Ancak kipin ortaya çıktığı dönemden itibaren turur ve
-tur kısımlarının kullanımdan düşmesiyle birlikte oluşan şekiller de görülmektedir.
Harezm Türkçesinde 2. tip öğrenilen geçmiş zaman kipi olarak kullanılan bu zaman
şekli -p (-dur/turur) yapısı ile ifade edilir ve -p zarf fiil ekinin tur- fiilinin geniş zaman şekli
olan turur ile birlikte kullanılmasıyla oluşmuştur (Bulak, 70. s.). Öğrenilen geçmiş zamanı
ifade etmek için nadiren kullanılmaktadır (Argunşah, 128. s.). Kipin çekimi şahıs zamirleriyle
yapılır: işitip (turur) men, işitip (turur) sen, işitip dur, işitip (turur) miz, işitip (turur) siz, işitip
tururlar; uyuḳlap (turur) men, uyuḳlap (turur) sen, uyuḳlap turur, uyuḳlap (turur) miz,
uyuḳlap (turur) siz, uyuḳlap tururlar (Bulak, 70-71. s.). Ancak -dur eki ile turur kısmının
bazen kullanımdan düşmesiyle -p zarf-fiil ekinin tek başına kullanıldığı da görülmüştür: ant
içip men, körüp men, fikr ḳılıp sen, körüp miz, kelip siz (Bulak, 70-72. s.).
Kıpçak Türkçesinde de 2. tip öğrenilen geçmiş zaman şekli olan bu kip, -p (-tIr/-tUr),
- p (turur) yapılarıyla ifade edilir ve -p zarf-fiil ekinin tur- fiilinin geniş zaman şekli olan
turur fiili ya da bu fiilin ekleşmiş şekli olan -tIr/-tUr ile birlikte kullanılmasıyla oluşmuştur
(Bulak,
s.). Kipin çekimi şahıs zamirleriyle yapılır: kėlip(tir) mėn, kėlip(tir) sėn, kėlip(tir), kėlip(tir) biz,
kėlip(tir) siz, kėlip(tir)ler, olturup (turur) mėn, olturup (turur) sėn, olturup (turur), olturup
(turur) biz, olturup (turur) siz, olturup (turur)lar (Bulak, 79. s.). Bu dönemde turur fiilindeki
geniş zaman ekinin genellikle düştüğü ve tur- fiilinin ekleştiği görülmüştür: biliptir sen,
içiptir sen, boluptur, olturuptur, aytıpturlar (Argunşah, 231. s.); kėliptir mėn, turuptır mėn,
kėliptir biz (Güner, 210, 212. s.). Ayrıca -tIr/-tUr eki ile turur kısmı bazen kullanımdan
düştüğü için - p zarf-fiil ekinin bu dönemde de tek başına kullanıldığı görülmektedir:
aġırlanıp mėn, bolup mėn, ėtip mėn, kėltirip mėn, körüp mėn, alıp sėn, olturup sėn, ayta bilip
sėn, berip sėn, kėlip, kėtip, alıp biz, ėtip biz, yıġıp biz (Bulak, 78-81. s.).
Çağatay Türkçesinde 2. tip öğrenilen geçmiş zamanı ifade etmek için kullanılan bu kip,
etkileri söylendiği anda da devam eden tamamlanmış bir eylemi ifade eder (Eckmann, 129. s.) ve
-p(-DUr), -p (turur) yapılarıyla gösterilir (Bulak, 85. s.). -p zarf-fiil eki ile geniş zaman eki almış
olan tur- fiilinden oluşan kipin çekimi şahıs zamirleriyle yapılır: körüp(dür) mėn, körüp(dür) sėn,
körüpdür, körüp(dür) biz, körüp(dür) siz, körüpdürler; tapılıp (turur) mėn, tapılıp (turur) sėn,
tapılıp (turur), tapılıp (turur) biz, tapılıp (turur) siz, tapılıp (turur)lar (Bulak,
s.). Önceki dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de turur fiilindeki geniş zaman ekinin genellikle
kullanımdan düştüğü ve tur- fiilinin ekleştiği görülmektedir (Bulak, 85. s.): biliptür mėn, ḳalıptur
mėn, ḳılıptur mėn, sançıpdur sėn, savuruptur, tüşüptür, yaratıptur, alduruptur biz, körüptür biz,
ögretüptür siz, bitiptürler, ḳılıpdurlar (Argunşah, 190-191. s.). -DUr eki ile turur kısmının
kullanımdan düşmesiyle bazı örneklerde -p zarf-fiil eki şahıs zamirleriyle birlikte öğrenilen
geçmiş zaman fonksiyonunda kullanılmıştır: ėşitip mėn, körüp mėn, ḳoyup mėn, tapıp mėn, oḳup
mėn, ḳılıp mėn, dėp mėn, yitip mėn, kėlip mėn, olturup sėn, keltürüp sėn, körüp sėn, çıḳarıp sėn,
kėlip sėn, dėp sėn, yetip, yaraşıp, ḳılıp biz, kėlip biz, örgenip siz (Bulak, 85-88. s.); bolup mėn,
kėlip mėn, açıp sėn, bolup sėn, çaḳılıp sėn, kėlip sėn, kėyip sėn, ḳılıp sėn, yörüp sėn (Argunşah,
190. s.). Söz konusu şekil, metinlerde bazen görülen geçmiş zamanı ifade

341
etmek için de kullanılmıştır. Bu iki zaman birbirine girdiği için söz konusu kullanımları
birbirinden ayırmak zordur (Argunşah, 190. s.).
Eski Oğuz Türkçesinde de 2. tip öğrenilen geçmiş zaman kipi olarak kullanılan söz
konusu zaman şekli, -(y)Up(-dUr/dUrUr) yapısı (Şahin, 63. s.) ile ifade edilir ve -(y)Up zarf-
fiil ekinin dur- fiilinin geniş zaman şekli olan dUrUr fiili ya da bu fiilin ekleşmiş şekli olan -
dUr eki ile birlikte kullanılmasıyla oluşmuştur. Kipin çekimi şahıs zamirleriyle yapılır:
pişürüp (durur)am, pişürüp (durur)sın, pişürüp durur, pişürüp (durur)uz, pişürüp (durur)sız,
pişürüp dururlar; toġupvan, toġupsın, toġupdur, toġupvuz, toġupsız, toġuplar (Bulak, 99. s.).
Ancak - dUr eki ile dUrUr yapısı bazen kullanımdan düştüğü için -(y)Up zarf-fiil ekinin tek
başına öğrenilen geçmiş zaman görevini yerine getirdiği görülmektedir: ėdüpven, bilüpsin,
gelüpsin, arupsın (Bulak, 98-99. s.). Timurtaş, -(y)Up zarf-fiil ekinin tek başına öğrenilen
geçmiş zaman fonksiyonunu yerine getirmesini kendisinden sonra gelen tur- fiilinin
düşmesiyle mümkün olduğunu belirmiştir. Genellikle 3. şahıslarda, nadiren 1. ve 2. şahıslarda
kullanılmaktadır. Bugün Doğu Anadolu bölgesi ile Azerbaycan Türkçesinde yaygındır
(Timurtaş, 122. s.). Yapıyı oluşturan zarf-fiil eki; Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçelerinde
-p biçimindeyken Eski Oğuz Türkçesinde bağlayıcı ünlüyü bünyesine almış ve -Up şeklinde
kullanılmıştır (Bulak, 98-99. s.). Söz konusu şeklin daha çok 3. şahıslarda kullanıldığını, diğer
şahıslarda nadiren görüldüğünü belirten Muharrem Ergin, zarf-fiil eklerinin öğrenilen geçmiş
zaman fonksiyonunda kullanılmasını kendilerinden sonra gelen yardımcı fiillerin düşmesine
bağlamıştır. Üçüncü şahıslar durur yardımcı fiilinin ekleşmiş şekillerini daima korumuşlardır.
Osmanlı sahasında bu kullanım uzun bir süre devam etmiş fakat dönemin sonunda ortadan
kalkmıştır. Bugün Azerbaycan Türkçesinde 2. ve 3. şahıslarda kullanılmaktadır (Ergin, 301.
s.). Eski Oğuz Türkçesinde bu ekin 1. şahıslarla çekimi daha çok görülen geçmiş zaman
fonksiyonunda kullanılmıştır (Gülsevin, 83. s.). Ayrıca -(y)Up zarf-fiil ekinin ardından gelen -
dUr ve dUrUr kısımları kesinlik ve ihtimal anlamlarını karşılamak üzere kullanılmaktadır
(Şahin, 63. s.).
-(X)B Eki ile Kurulan Öğrenilen Geçmiş Zaman Kipinin Azerbaycan ve
Türkmen Türkçelerinde Kullanımı
Güneybatı (Oğuz) grubunda yer alan Türkmen Türkçesinde -IpdIr/-UpdIr yapısı ile
ifade edilen kipin -Ip/-Up zarf-fiil ekinin üzerine tur- fiilinin ekleşmiş şekli -dır, -dir ekinin
gelmesiyle oluştuğu görülmektedir. Bu şekil, Türkmen Türkçesinde öğrenilen geçmiş zamanı
ifade etmek için kullanılan en işlek yapıdır (Aslan Demir, 72. s.). Kip, Türkmen Türkçesiyle
aynı grupta yer alan Azerbaycan Türkçesinde ise -(y)Ib/-(y)Ub şeklindedir ve durur yardımcı
fiilinin düşmesi sonucunda -(y)Ib/-(y)Ub zarf-fiil eki şahıs zamirleriyle birlikte öğrenilen
geçmiş zamanı karşılamak üzere Klasik Azerbaycan Türkçesinden beri kullanılmaktadır.
Ancak -mış, -miş, -muş, -müş eki ile kurulan birinci şekil daha çok yazı dilinde, -(y)ıb, -(y)ib,
- (y)ub, -(y)üb eki ile kurulan ikinci şekil daha çok konuşma dilinde kullanılmıştır (Musaoğlu,
s.). Fuzuli’nin eserlerinde öğrenilen geçmiş zamanın her iki şeklinin de işlek olarak
kullanıldığı görülmektedir: olubam, edübem (Hacıyev, 326. s.).
Türkmen Türkçesinde kipin çekimi fiil köküne -ıpdır, -ipdir, -updır, -üpdir eki getirilerek
yapılır ve şahıs eki olarak zamir kökenli şahıs ekleri kullanılır: okapdırın, okapdırsıŋ, okapdır,
okapdırıs, okapdırsıŋız, okapdırlar; gidipdirin, gidipdirsiŋ, gidipdir, gidipdiris, gidipdirsiŋiz,
gidipdirler; işläpdirin, işläpdirsiŋ, işläpdir, işläpdiris, işläpdirsiŋiz, işläpdirler; söyüpdirin,
söyüpdirsiŋ, söyüpdir, söyüpdiris, söyüpdirsiŋiz, söyüpdirler (Yıldırım, 248. s.); alıpdırın,
alıpdırsıŋ, alıpdır, alıpdırıs, alıpdırsıŋız, alıpdırlar (Hanser, 127. s.). Azerbaycan Türkçesinde ise
kipin çekimi fiil köküne -(y)ıb, -(y)ib, -(y)ub, -(y)üb eki getirilerek yapılır ve şahıs eki olarak
Türkmen Türkçesinde olduğu gibi zamir kökenli şahıs ekleri kullanılır (Kartallıoğlu-Yıldırım,
206. s.). Ancak bu ek günümüz Azerbaycan Türkçesinde 1. teklik ve çokluk şahısta
kullanılmamaktadır (Kazımov, 231. s.): alıbsan, alıbdır, alıbsınız, alıbdırlar; yazıbsan, yazıbdır,
yazıbsınız, yazıbdırlar; oḫuyubsan, oḫuyubdur, oḫuyubsunuz,

342
oḫuyubdurlar; işläyibsän, işläyibdir, işläyibsiniz, işläyibdirlär (Kartallıoğlu-Yıldırım, 206-
s.). 1. teklik ve çokluk şahısta ise -mış ekli şekil kullanılır: almışam, alıbsan, alıbdır, almışıġ,
alıbsınız, alıbdırlar (Kartallıoğlu-Yıldırım, 206. s.); gälmişäm, gälibsän, gälib, gälmişik,
gälibsiniz, gäliblär (Musaoğlu, 54. s.). Mirzäzadä’nin Azärbaycan Dilinin Tarihi
Grammatikası adlı eserinde verilen bilgilere göre 1. şahısların kullanımı 15. ve 16. yüzyıl
Azerbaycan Türkçesi yazı dilinde mevcuttur (146. s.): olubam, edübem (Hacıyev, 326. s.);
gälübäm, gälübüz (Tanrıverdi, 303. s.). Yine Äzizhan Tanrıverdi’nin Azärbaycan Dilinin
Tarihi Grammatikası adlı çalışmasında verilen bilgilere göre 15-17. yüzyıl Azerbaycan yazı
dilinde bu zamanı ifade etmek için -ıbam, -ibäm, -ubam, -übäm yapısının yanında -ıbmän,
-ibmän, - ubmän, -übmän şekline de rastlanmaktadır: bulubmän, ġılıbmän. (301. s.). 18-19.
yüzyıl Türkmen Türkçesi edebî eserlerinde -Ip/-Up zarf-fiil eki şahıs zamirleriyle birlikte
öğrenilen geçmiş zamanı ifade etmek üzere kullanılmıştır: Tirik erken, öli bolup galıp men.
“Diri iken ölü olup kalmışım.” (Beşen Delice, 107. s.).
Ekin zarf-fiil kısmında bulunan ünsüz Türkmen Türkçesinde p, Azerbaycan
Türkçesinde ise b’dir. Bu zarf-fiil eki Türkmen Türkçesinde -Ip/-Up şeklindedir ve her iki
uyuma da girmektedir: alıpdırın, alıpdırsıŋ, alıpdır, alıpdırıs, alıpdırsıŋız, alıpdırlar;
gelipdirin, gelipdirsiŋ, gelipdir, gelipdiris, gelipdirsiŋiz, gelipdirler; durupdırın, durupdırsıŋ,
durupdır, durupdırıs, durupdırsıŋız, durupdırlar; görüpdirin, görüpdirsiŋ, görüpdir,
görüpdiris, görüpdirsiŋiz, görüpdirler (Çarıyarov, 248. s.); duyupdırın, duyupdırsıŋ,
duyupdır, duyupdırıs, duyupdırsıŋız, duyupdırlar (İlker, 104. s.). Azerbaycan Türkçesinde ise
-(y)Ib/-(y)Ub biçimindedir ve Türkmen Türkçesinde olduğu gibi ekin ünlüsü her iki uyuma da
girmektedir: gelibsen, gelibdir, gelibsiniz, gelibdirler (Buran vd. 108); alıbsan, alıbdır,
alıbsınız, alıbdırlar (Çarıyarov, 247. s.); görübsen, görübdür, görübsünüz, görübdürler;
duyubsan, duyubdur, duyubsunuz, duyubdurlar (İlker, 104. s.).
Türkmen Türkçesinde ek, ünlüyle biten fiillere getirildiğinde fiil tabanının sonundaki ünlü
ile ek ünlüsü yan yana gelerek birleşir ve böylece ikincil uzun ünlü ortaya çıkar (Yıldırım,
s.): dokaapdırın, dokaapdırsıŋ, dokaapdır, dokapdırıs, dokaapdırsıŋız, dokaapdırlar (Buran vd.,
174. s.).; okaapdırın, okaapdırsıŋ, okaapdır, okaapdırıs, okaapdırsıŋız, okaapdırlar (Göklenov,
1104. s.). Azerbaycan Türkçesinde ek, ünsüzle biten fiillere doğrudan ünlüyle biten fiillere -y
ünsüzü ile bağlanmaktadır (İlker, 69. s.): oynayıbsan, oynayıbdır, oynayıbsınız, oynayıbdırlar;
işläyibsän, işläyibdir, işläyibsiniz, işläyibdirlär; oḫuyubsan, oḫuyubdur, oḫuyubsunuz,
oḫuyubdurlar; üşüyübsän, üşüyübdür, üşüyübsünüz, üşüyübdürlär (Çarıyarov,
s.).
Ekin ikinci kısmındaki ünsüzün hem Türkmen Türkçesinde hem de Azerbaycan
Türkçesinde d olduğu görülmektedir. Ekin ünlüsü Azerbaycan Türkçesinde hem kalınlık-incelik
uyumuna hem de düzlük-yuvarlaklık uyumuna uymaktadır: veribdir, veribdirler (İlker,
103-104. s.); yazıbdır, yazıbdırlar; oḫuyubdur, oḫuyubdurlar (Kartallıoğlu-Yıldırım, 206-207.
s.); işläyibdir, işläyibdirlär, üşüyübdür, üşüyübdürlär (Çarıyarov, 247. s.). Türkmen
Türkçesinde ise kalınlık-incelik uyumuna girmekte fakat düzlük-yuvarlaklık uyumuna
bağlanmamaktadır. Çünkü Türkmen Türkçesinde ikinci heceden sonra yuvarlak u ve ü
ünlüleri kullanılmaz bunların yerine dar ı ve i ünlüleri tercih edilir (Yıldırım, 36. s.):
söyüpdirin, söyüpdirsiŋ, söyüpdir, söyüpdiris, söyüpdirsiŋiz, söyüpdirler (Yıldırım, 248. s.);
alıpdırın, alıpdırsıŋ, alıpdır, alıpdırıs, alıpdırsıŋız, alıpdırlar; gelipdirin, gelipdirsiŋ, gelipdir,
gelipdiris, gelipdirsiŋiz, gelipdirler (Hanser, 127. s.); durupdırın, durupdırsıŋ, durupdır,
durupdırıs, durupdırsıŋız, durupdırlar; görüpdirin, görüpdirsiŋ, görüpdir, görüpdiris,
görüpdirsiŋiz, görüpdirler (Çarıyarov, 248. s.).
Ekin ikinci kısmındaki -dır, -dir Türkmen Türkçesinde bütün şahıslarda bulunur ancak
şahıslardaki kullanımı zorunlu değildir. Bu ek ikinci şahıslarda genellikle düşürülmektedir
(Söyegov vd., 263. s.): alıp(dır)sıŋ, alıp(dır)sıŋız, gelip(dir)siŋ, gelip(dir)siŋiz, durup(dır)sıŋ,
durup(dır)sıŋız, görüp(dir)siŋ, görüp(dir)siŋiz (Çarıyarov, 248. s.). Azerbaycan Türkçesinde

343
ise sadece 3. şahıslarda bulunur ancak kullanımı zorunlu değildir: alıb(dır), alıb(dır)lar,
oynayıb(dır), oynayıb(dır)lar, gälib(dir), gälib(dir)lär, işläyib(dir), işläyib(dir)lär;
oturub(dur), oturub(dur)lar; oḫuyub(dur), oḫuyub(dur)lar, görüb(dür), görüb(dür)ler,
üşüyüb(dür), üşüyüb(dür)lär (Çarıyarov, 247. s.).
Türkmen Türkçesi ağızlarında bu yapı, yazı dilinde olduğu gibi genellikle -IpdIr/-
UpdIr şeklindedir. Ancak Göklen ve Sarık ağızlarında -IptIr/-UptIr şeklinde bir kullanım da
mevcuttur. Ekin sonundaki r ünsüzü Türkmen Türkçesi standart yazı dilinde korunurken
Mukrı ve Kıraç ağızlarında düşerek genellikle -IpDI şeklinde kullanılmıştır. Nohur, Hasar ve
Kıraç ağızlarında kip, -Ip/-Up zarf-fiil ekinin üzerine şahıs zamirlerinin getirilmesiyle de
oluşturulmaktadır: Nohur: alıpban, alıpsan, alıpbiz, alıpsiz; Hasar: alıpman, alıpsan, alıpbiz,
alıpsiz; Kıraç: alıpmän, alıpsän, alıpmiz, alıpsiz (Berdiyev, 217-218. s.).
Azerbaycan Türkçesi ağızlarına bakıldığında ise -mış, -miş, -muş, -müş; -mı, -mi, -mu,
- mü, -ıb, -ib, -ub, -üb, -ıf, -if, -uf, -üf, -ıtdı, -itdi, -utdu, -ütdü şeklindeki eklerin kullanıldığı
görülmektedir. 1. şahıslarda yazı dilinde olduğu gibi -mış, -miş, -muş, -müş eki
kullanılmaktadır. 2. şahıslarda Bakı, Guba, Şamahı, Märäzä, İsmayıllı, Garabağ, Ağdam,
Nahçıvan ağızlarında -mı, -mi, -mu, -mü eki; Zagatala, Gah, Yerevan (Erivan) ağızlarında -ıb,
-ib, -ub, -üb, -ıp, -ip, -up, -üp eki; Guba, Bakı, Şamahı ağızlarında -ıb, -ib eki; Gazah, Gäncä,
Zagatala, Gah ağızlarında da -ıf, -if, -uf, -üf eki kullanılmaktadır. 3. Şahıslarda Zagatala, Gah,
Yerevan, Nahçıvan, Ordubad, Täbriz ağızlarında -ıb, -ib, -ub, -üb, -ıp, -ip, -up, -üp eki; Bakı,
Şamahı, Guba, Märäzä, İsmayıllı ağızlarında -ıb, -ib eki; Gazah, Ağdam, Gäncä, Zagatala,
Gah ağızlarında -ıf, -if, -uf, -üf eki; Zagatala ve Gah’ın bazı yerlerinde -ıt(dı), -it(di), -ut(dı),
-üt(di) eki kullanılmaktadır (Erdem, 204. s.).
Türkmen Türkçesinde hareketin bitip bitmediğinin sonradan anlaşıldığı gibi
şüphelenmeyi ifade eden durumlarda kullanılan -IpmIş yapısı da mevcuttur: bilipmiş (Erdem,
s.). Bu yapı IpdIr/UpdIr + mIş birleşmesinden meydana gelmiştir. Ancak yapının -dIr kısmı
düşmüştür: diyipmiş, bolupmış, ugradıpmış. Aslan Demir, bu yapının bilginin kaynağına dair
belirsiz, çoğu durumda bilgi kirliliği ifade eden bir algı ve dedikodu temelli bir anlatım
oluşturduğunu belirtmiş, bilginin kaynağı belirsiz olduğu için bilginin gerçekliğine dair olan
algının da inanmama, güvenmeme, düşük dereceli gerçeklik biçiminde geliştiğini vurgulamıştır
(76-77. s.).
Türkmen Türkçesinde söz konusu kipin olumsuz şekli yoktur. Kipin olumsuz çekimi,
ikinci tip öğrenilen geçmiş zamanın olumsuz şekli -mandır/-mändir (-mA+an/än+dIr) eki ile ifade
edilir (Yıldırım, 248. s.). Ekin ilk ünlüsü, araya y yardımcı sesinin girmemesi ve bunun
sonuncunda iki ünlünün yan yana gelerek birleşmesiyle uzamaktadır (Yıldırım, 37. s.). Ekte
bulunan -dır, -dir 2. şahıslarda genellikle düşürülmektedir (Söyegov vd, 263. s.): barmandırın,
barmandırsıŋ, barmandır, barmandırıs, barmandırsıŋız, barmandırlar; işlemändirin,
işlemändirsiŋ, işlemändir, işlemändiris, işlemändirsiŋiz, işlemändirler; görmändirin,
görmändirsiŋ, görmändir, görmändiris, görmändirsiŋiz, görmändirler (Yıldırım, 251. s.).
Azerbaycan Türkçesinde kipin olumsuz çekimi -mA olumsuzluk eki kullanılarak yapılır:
almayıbsan, almayıbdır, almayıbsınız, almayıbdırlar; gälmäyibsän, gälmäyibdir,
gälmäyibsiniz, gälmäyibdirlär (Kartallıoğlu-Yıldırım, 207. s.).
Türkmen Türkçesinde kipin soru şekli -Ip/-Up veya -man/-män eki ile -dIr ekinin
arasına -mI soru eki getirilerek ifade edilmektedir: yazıpmıdırın, yazmanmıdırın, gelipmidirin,
gelmänmidirin (Söyegov vd., 263. s.); alıpmıdırın, alıpmıdırsıŋ, alıpmıdır, alıpmıdırıs,
alıpmıdırsıŋız, alıpmıdırlar (Yıldırım, 249. s.). Soru eki bazen şahıs ekinden sonra gelir:
yazıpdırınmı, yazmandırınmı, yazıpdırmı, yazmandırmı. Soru ekinden sonra gelen -dır, -dir 3.
şahısta düşürülebilir: yazıpmı, yazmanmı, gelipmi, gelmänmi (Söyegov vd., 263. s.). Türkmen
Türkçesinde olduğu gibi Azerbaycan Türkçesinde de kipin soru şekli -mI eki ile yapılır:
alıbsanmı, bilibdirmi, olubsunuzmu, görübdürmü (İlker, 83. s.).

344
Sonuç
Azerbaycan Türkçesinde -mış, -miş, -muş, -müş ekinin yanında -(y)ıb, -(y)ib, -(y)ub, -
(y)üb zarf-fiil ekinin de söz konusu öğrenilen geçmiş zaman görevinde kullanıldığı
görülmüştür. Zarf-fiil eklerinin şahıs eklerini alarak öğrenilen geçmiş zamanın ifadesinde
kullanılması aslında mümkün değildir. Ancak kendisinden sonra gelen turur yardımcı fiilinin
kullanımdan düşmesiyle -p zarf-fiil eki şahıs zamirleriyle birlikte bağlayıcı ünlüyü de
bünyesine alarak bugün Azerbaycan Türkçesinde öğrenilen geçmiş zaman görevinde
kullanılmaktadır. Azerbaycan Türkçesindeki bu kullanım Eski Oğuz Türkçesine
dayanmaktadır. Köktürk, Uygur, Karahanlı Türkçelerinde görülmeyip Harezm Türkçesinde
ortaya çıkan bu yapı Kıpçak, Çağatay ve Eski Oğuz Türkçelerinde de kullanılmıştır. Ancak
yapıdaki zarf-fiil eki Harezm, Kıpçak, Çağatay Türkçelerinde -p şeklinde, Eski Oğuz
Türkçesinde ise -Up şeklindedir. Türkmen Türkçesinde bu yapı, -Ip/-Up zarf-fiil ekinin
üzerine tur- fiilinin ekleşmiş şekli -dır, -dir ekinin gelmesiyle oluşmuştur ve Çağatay
Türkçesinin etkisiyle öğrenilen geçmiş zaman kipi olarak kullanılmaktadır.
Söz konusu yapıdaki -p zarf-fiil ekinin Eski Oğuz Türkçesinde p’li mi b’li mi söylendiği
de ayrıca tartışılması gereken bir konudur. Türkiye’de Eski Oğuz Türkçesi üzerinde yapılan
çalışmalarda ve metin yayınlarında Dede Korkut da dâhil olmak üzere söz konusu zarf-fiil eki
genellikle p ile okunmuştur. Fakat Azerbaycan’da yapılan çalışmalarda bu ek b ile okunmuştur.
Mesela Azerbaycan’da Dede Korkut (Zeynalov vd., alub 34. s., verib 38. s., getürib 46. s.,
geyürib 65. s., edüb 100. s., goyub 114. s.), Fuzuli, Kadı Burhaneddin ile ilgili yapılan yayınlarda
bu zarf-fiil eki b ile okunmuştur. Aynı dönemin eserlerini Azerbaycandaki araştırmacılar neden b
ile okumuşlar da Türkiyedeki araştırmacılar p ile okumuşlardır. Çünkü bu zarf-fiil eki bugün
Türkiye Türkçesinde p’li Azerbaycan Türkçesinde ise b’lidir. Dolayısıyla Azerbaycandaki
araştırmacılar tarihî dönemde de söz konusu zarf-fiil ekinin b olduğunu Türkiyedeki araştırmacılar
tarihî dönemde de p olduğunu düşünmektedirler. Bu konuda nasıl bir yol izlenmesi gerekir?
Kolaylık olsun diye üç noktalar her zaman tek nokta ile yazılabildiği için yazıdan bir sonuç
çıkarılamamaktadır. Türkiyedeki araştırmacılar bunun kolaylık olsun diye tek nokta ile yazıldığını
fakat p okunması gerektiğini ifade etmişlerdir. Kanaatimizce Eski Oğuz Türkçesinde en azından
Azerbaycan sahasına giren eserlerde zarf-fiil ekinin b’li olup olmadığı konusunun Türkiyedeki
araştırmacılar tarafından düşünülmesi, tartışılması gerekir. Azerbaycan sahası deyince sadece
bugünkü Güney ve Kuzey Azerbaycan kastedilmemektedir. Çünkü 14. ve 15. yüzyıllarda Doğu
Anadolu ve Güneydoğu Anadolu da Azerbaycan sahasına giriyordu. Daha doğrusu
Karakoyunlular ve Akkoyunlular Devri yani 14. yüzyılın ortalarından
yüzyılın sonlarına kadar Karakoyunlu ve Akkoyunlu devrinde bu coğrafya Doğu Anadolu’yu,
Güneydoğu Anadolu’yu, Irak’ı, Güney Azerbaycan’ı, Kuzey Azerbaycan’ı içine alan bir
sahaydı. Dolayısıyla o bölgelerde meydana getirilmiş Eski Oğuz Türkçesi dönemi eserlerinde
belki de söz konusu eki b’li kabul etmek gerekir. Bu da Türkiyedeki araştırmacılar tarafından
üzerinde durulması gereken bir konudur. Mesela Erzurumlu Darir, Kadı
Burhaneddin... Sivas tam olarak o bölge olmamakla beraber pek çok Azerbaycan Türkçesi
özelliği Kadı Burhaneddin’in divanında mevcuttur. Yine Dede Korkut Akkoyunlu sahasındadır.
Söz konusu eserlerde zarf-fiil ekinin b’li olup olmadığını Türkiyedeki araştırmacıların düşünmesi
gerekir. Türkiye’de sadece Leyla Karahan Erzurumlu Mustafa Darir Kıssa-i Yûsuf (Yûsuf u
Züleyhâ) adlı doktora tezinde Mustafa Darir Erzurumlu olduğu için, Erzurum da tarihî
Azerbaycan sahasına girdiği için bu zarf-fiil ekini b’li okumuştur (oturub, yırtulub, çekübdir,
baġlayubdur, gidübdür, ṭoġubdur, ḳılubdurlar 207. s.). Gerçekten bu şekilde mi okunması
gerektiği düşünülmesi gereken bir konudur. Dolayısıyla bugünkü Azerbaycan Türkçesinde b’li
olduğu için büyük bir ihtimalle biz de tarihî dönemde o bölgede Eski Oğuz Türkçesi dönemi
eserlerinde söz konusu zarf-fiil ekinin b’li olduğunu düşünmekteyiz ve Türkmen Türkçesinden
farklı olarak Azerbaycan Türkçesinde b’li olmasını da bu tarihî döneme bağlamaktayız.

345
KAYNAKLAR
ALİYEV, Alaeddin Mehmedoğlu (1991) Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara
ASLAN DEMİR, Sema (2014) Görünüş Kategorisi Türkmence Örneği, Grafiker Yayınları,
Ankara
ARGUNŞAH, Mustafa (2017) Çağatay Türkçesi, Kesit Yayınları, İstanbul
ARGUNŞAH, Mustafa vd. (2010) Karahanlıca Harezmce Kıpçakça Dersleri, Kesit
Yayınları, İstanbul
BANGUOĞLU, Tahsin (2007) Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara
BERDİYEV, Recep (1988) Türkmen Diliniŋ Dialektlerinde ve Gepleşiklerinde İşlikler, Ilım,
Aşgabat
BEŞEN DELİCE, Tuna (2010) Türkmen Türkçesinde Fiil, (Danışman: Avni Gözütok)
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Doktora
Tezi, Erzurum
BULAK, Şahap (2017) Karşılaştırmalı Tarihî Türk Yazı Dilleri Grameri -Fiil Çekimi-, Kesit
Yayınları, İstanbul
BURAN, Ahmet vd. (2014) Çağdaş Türk Yazı Dilleri Güneybatı Oğuz Grubu, Akçağ
Yayınları, Ankara
CLARK, Larry (1998) Turkmen Reference Grammar, Turcologica 34, Harrassowitz Verlag
Wiesbaden
ÇARIYAROV, B. (1969) Günorta-Günbatar Türki Dillerde İşlik Zamanları, Ilım Neşiryatı,
Aşgabat
ECKMANN, Janos (2003) Çağatayca El Kitabı (Çeviren: Günay Karaağaç), Akçağ
Yayınları, Ankara
ERDEM, Melek (2008) “Modern Oğuz Türkçesinde Belirsiz Geçmiş Zaman Ekleri”, Türkiyat
Araştırmaları 9:198-216
ERGİN, Muharrem (1981) Azeri Türkçesi, Edebiyat Fakültesi Basımevi,
İstanbul ERGİN, Muharrem (1998) Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yayınları, İstanbul
GÖKLENOV, Cebbarmehmet (1991) Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü (Komisyon
Başkanı: Ahmet Bican Ercilasun), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
GÜLSEVİN, Gürer (1997) Eski Anadolu Türkçesinde Ekler, TDK Yayınları,
Ankara GÜNER, Galip (2013) Kıpçak Türkçesi Grameri, Kesit Yayınları, İstanbul
HACIYEV, Tofig (2012) Azärbaycan Ädäbi Dilinin Tarihi, Elm Näşriyyatı, Bakı
Hanser, Oskar (2003) Türkmence Elkitabı (Çev. Zühal Kargı Ölmez), Türk Dilleri
Araştırmaları Dizisi: 17, İstanbul
HÜSEYNZADÄ, Muhtar (1973) Müasir Azärbaycan Dili Morfologiya, Maarif Näşriyyatı,
Bakı
İLKER, Ayşe (1997) Batı Grubu Türk Yazı Dillerinde Fiil, TDK Yayınları, Ankara
İLKER, Ayşe (2006) Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Grameri I -Fiil- Basit Çekim (Redaksiyon:
Ahmet Bican Ercilasun vd.), TDK Yayınları, Ankara
Karaağaç, Günay (2012) Türkçenin Dil Bilgisi, Akçağ Yayınları, Ankara
KARAHAN, Leyla (1985) Erzurumlu Mustafa Darir Kıssa-i Yusuf (Yusuf u Züleyha),
(Danışman: Ahmet Bican Ercilasun), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Doktora Tezi, Ankara
KARTALLIOĞLU, Yavuz-YILDIRIM, Hüseyin (2007) Türk Lehçeleri Grameri (Editör:
Ahmet Bican Ercilasun), Akçağ Yayınları, Ankara
KAZIMOV, G. Ş. (2010) Müasir Azerbaycan Dili, Elm ve Tähsil, Bakı
KORKMAZ, Zeynep (2003) Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), TDK Yayınları,
Ankara MİRZÄZADÄ, Hadi (1990) Azärbaycan Dilinin Tarihi Grammatikası, Azärbaycan
Universiteti Näşriyyatı, Bakı

346
MUSAOĞLU, M. M. (2011) Türk Ädäbi Dillärindä Müräkkäb Cümlä Sintaksisi, Bakı
Slavyan Universiteti, Bakı
SARI, Berdi-GÜDER, Nurcan (1998) Türkmencenin Grameri II Morfologiya: Şekil Bilgisi),
Türk Dünyası Gençlerinin Mahtumkulu Yayın Birliği, Ankara
SÖYEGOV, Muratgeldi vd. (1999) Türkmen Diliniŋ Grammatikası Morfologiya, TDK
Yayınları, Ankara
ŞAHİN, Hatice (2015) Eski Anadolu Türkçesi, Akçağ Yayınları, Ankara
SÇERBAK, A. M. (2016) Türk Dillerinin Karşılaştırmalı Şekil Bilgisi Üzerine Denemeler
(Fiil) (Çeviren: Yakup Karasoy vd.), TDK Yayınları, Ankara
TANRIVERDİ, Äzizhan (2012) Azärbaycan Dilinin Tarihi Grammatikası, Elm ve Tähsil
Bakı TİMURTAŞ, Faruk Kadri (2012) Eski Türkiye Türkçesi, Kapı Yayınları, İstanbul
YILDIRIM, Hüseyin (2017) Türkmen Türkçesi Grameri (Ses ve Şekil Bilgisi), Sonçağ
Yayınları, Ankara
ZEYNALOV, Färhad-Älizadä, Samät (1988) Kitabi Dädä Gorgud, Yazıçı, Bakı

KIRIM VE KARAY TÜRKÇELERİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞI ÜZERİNE


Işılay IŞIKTAŞ SAVA

Özet
Karay kelimesi başlangıçta bir Musevî mezhebinin adı olarak kullanılmakla beraber
Yüzyılın başlarından itibaren mânâsı değişerek Kıpçak Türklerinin bir kolu olan ve Kıpçak
Türkçesiyle konuşan bir Türk topluluğunu ifade etmeye başlamıştır. Karaylar ile ilgili genel
görüş, Hazar Devleti içinde Musevi-Karaim inancını kabul edip yaşadığı yönündedir. XI.
yüzyılda Hazar Devleti’nin dağılmasyla Kırım’da Çufut Kale’de hayatlarını devam ettiren
Karaylar, Kırım Hanlığı zamanında Hanlığa bağlanmışlardır. 1917 İhtilâli ile Kırım’ı terk
etmek zorunda kalmış, Kırım’da kalanları ise II. Dünya Savaşı sırasında Stalin tarfından
Sovyetler Birliği içerisinde bulunan Litvanya ve Polonya’ya sürülmüşlerdir. Karaylar,
günümüzde Litvanya ve Polonya başta olmak üzere, Ukrayna, Kırım, Türkiye, Avustralya,
ABD, Fransa gibi çeşitli ülkelerde küçük gruplar hâlinde yaşamaktadır. Oğuz Türkçesi ile
Harezm Türkçesi ve Kıpçak Türkçesinin etkileşimi neticesinde ortaya çıkan Karay Türkçesi;
Troki, Haliç-Lutsk ve Kırım ağzı olmak üzere üç ağıza ayrılmaktadır.
Kırım’da 1441’den sonra Kırım Tatarları tarafından müstakil Kırım Hanlığı teşekkül
etmesiyle Kıpçak Türkçesinin bir kolu olan Kırım Tatarcası, XV. yüzyıldan itibaren Kırım’da
edebî olmaya başlamıştır. O dönemden itibaren edebî eserler verilmesine rağmen Kırım’ın
1783’te Ruslar tarafından işgale uğramasıyla bu eserlerin çoğu imha edilmiştir. Kırım
Tatarcası, Gaspıralı İsmail Bey’in çabalarıyla 1883’te Tercüman gazetesinin neşredilmesiyle
canlanmaya başlamış, 1905-1917 arasında verimli günler geçirmiştir. Kırım Tatarlarının
vatanları Kırım’dan 18 Mayıs 1944’te topyekûn sürgün edilmesi ve aydınların katledilmesiyle
büyük bir felakete uğramıştır. Kırım Tatarları, 1980’lerden sonra siyasî gelişmelerle birlikte
vatanları Kırım’a dönmeye başlamışlar Günümüzde de hem Kırım Tatarcasının hem de millî
kimliklerinin varlığını sürdümek için olağanüstü gayret sarf etmektedirler.
Karaylar ve Kırım Tatarları VII. yüzyıldan neredeyse günümüze kadar Kırım’da bir
arada yaşamışlardır. Tarihî Kıpçak Türkçesinin günümüz temsilcilerinden Karay Türkçesi ve
Kırım Tatar Türkçesi pekçok yönden ortak özellikler göstermektedir. Bu çalışmanın amacı da
bu ortaklıkların söz varlığı kısmı hakkında bilgileri gün yüzüne çıkarmaktır. Çalışmamızda
Karay Türkçesi ile ilgili yazılmış kaynaklar (ÇULHA, Tülay (2006), Karaycanın Kısa

Dr., Gazi Üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, Kuzey Batı Türk Lehçeleri Anabilim
Dalı, Ankara, Türkiye, isilay@gazi.edu.tr

347
Sözvarlığı, Karayca- Türkçe Kısa Sözlük”, Kebikeç Yayını; ÇULHA, Tülay (2015), Kırım
Karaycasının Katık Mecmuası, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara; ÇULHA, Tülay (2017),
Seyfü’l- Mülûk ile Bediü’l-Cemal Hikâyesi (Kırım Karay Rivayeti), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara; GÜLSEVİN, Selma (2016), Karay Türklerinin Dili, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara; KOWALSKİ, T. (1996), Karayim Lehçesi Sözlüğü (haz. Kemal Aytaç),
Engin Yayınevi, Ankara; AQTAY, G., JANKOWSKİ, H. (2015), A Crimean Karaim-English
Dictionary, Poznan-Poland; ÖZTÜRK, Abdülkadir (2015), “Karay Yazı Dili”, Littera Turca,
Journal of Turkish Language and Literature Volume:1, Issue: 1, Summer, (61-70);
GÜLSEVİN, Selma (2016) “Karay Türklerinin Dili (Troki Diyalekti”, Ankara: TDK Yay.,)
ile Kırım Tatarcası için sözlük ve gramer kitapları (ÜSEİNOV, S.M. (2008), Qırımtatarca-
Rusça-Ukraince Luğat, Aqmescit, “Tezis” Neşriyat evi; KARATAY, Osman Saim (2011),
Dobruca Kırımtatar Ağzı Sözlüğü (I-II-III), Köstence-Romanya; MUZAFAROV, Nüzhet;
Çev. Nariman SEYİTYAHYA (2017), Kırım Tatar Türkçesi-Türkiye Türkçesi-Rusça Sözlük,
Türk Dil Kurumu Yayınları: 1256, Ankara; gözden geçirilerek Karay ve Kırım Türkçelerinin
söz varlıkları isimler ve fiiller şeklinde mukayese edilecektir. Ortaya çıkacak söz varlığı
hakkında değerlendirmeler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kırım Tatarca, Karayca, söz varlığı, ortaklık

Giriş:
Önceleri bir mezhep adı olarak Karaîlik inancı için Karaim, Karaun, Karaite, Karaymen
şeklinde de kullanılan Karay adı, sonraları bu inanca sahip topluluğun adı olmuştur. Sözlü
geleneğe dayalı bir anlayış olan ve Tevrat’ın yorumlanmasıyla ortaya konulan Talmud’u reddeden
ve M.S. 8.yüzyılda Babil’de temelleri atılan Karaîlik, dinî öğreti ile uygulamaların özgün bir
kaynağı olarak Tevrat’ı savunan bir inanç sistemidir. Bu inanç sistemini benimseyen halkın
özellikle Türklerden oluşması sebebiyle de bu topluluk, Karay Türkleri olarak adlandırılmaya
başlanmıştır. Kırım, Karayların en eski yerleşim yeridir. Karaylar için İstanbul da aynı hem
önemli bir merkez, hem de Kırım gibi en eski yerleşim yeri olmuştur.
Kırım’da 1441’den sonra Kırım Tatarları tarafından müstakil Kırım Hanlığı teşekkül
etmesiyle Kıpçak Türkçesinin bir kolu olan Kırım Tatarcası, XV. yüzyıldan itibaren Kırım’da
edebî olmaya başlamıştır. O dönemden itibaren edebî eserler verilmesine rağmen Kırım’ın
1783’te Ruslar tarafından işgale uğramasıyla bu eserlerin çoğu imha edilmiştir. Kırım
Tatarcası, Gaspıralı İsmail Bey’in çabalarıyla 1883’te Tercüman gazetesinin neşredilmesiyle
canlanmaya başlamış, 1905-1917 arasında verimli günler geçirmiştir. Kırım Tatarlarının
vatanları Kırım’dan 18 Mayıs 1944’te topyekûn sürgün edilmesi ve aydınların katledilmesiyle
büyük bir felakete uğramıştır. Kırım Tatarları, 1980’lerden sonra siyasî gelişmelerle birlikte
vatanları Kırım’a dönmeye başlamışlar Günümüzde de hem Kırım Tatarcasının hem de millî
kimliklerinin varlığını sürdümek için olağanüstü gayret sarf etmektedirler.
Çalışmanın Amacı, Yöntemi ve Kapsamı
XI. yüzyılda Hazar Devleti’nin dağılmasyla Kırım’da Çufut Kale’de hayatlarını devam
ettiren Karaylar, Kırım Hanlığı zamanında Hanlığa bağlanmışlardır. 1917 İhtilâli ile Kırım’ı terk
etmek zorunda kalmış, Kırım’da kalanları ise II. Dünya Savaşı sırasında Stalin tarfından Sovyetler
Birliği içerisinde bulunan Litvanya ve Polonya’ya sürülmüşlerdir. Günümüzde Kırım başta olmak
üzere İstanbul, Haliç, Lutsk, Trakay, Krakov, Moskova ve Paris gibi yerleşim yerleri, Karay
Türklerinin başlıca yaşadıkları yerlerdir. Özellikle Sovyet Rusya yönetiminde dağınık vaziyette
yaşayan Karaylar, Rus hükümetinin 1852 yılında aldığı karar sonucu Karay Türkleri Rusya’da
sadece bir bölgeye yerleşmek yerine istedikleri bölgelere yerleşme hakkı elde etmiştir. Karaîlik
inancına sahip bu topluluk tarafından konuşulan ve Kuzey-Batı Grubu Türk lehçeleri arasında yer
alan Karayca, uzun yıllar Kırım, Haliç ve Trakay ağızları olmak üzere üç kolda devam etmiştir. T.
Kowalski, 1929 yılında yayımlamış olduğu “Karaimische Texte im Dialekt von Troki” adlı
eserinde bu üç ağız için bir sınıflandırma yapmış ve Kırım

348
ağzını Doğu Karaycası, Trakay ve Haliç ağızları da Batı Karaycası olmak üzere iki gruba
ayırmıştır (Öztürk 2015:61-70).
Karay Türkçesi, tarihî Kıpçak Türkçesinin bir koludur. Altın Orda’nın mirasçısı Kırım
Hanlığı’nın dili Kırım Tatarcası da tarihî Kıpçak Türkçesinin günümüzdeki temsilcilerindendir.
Amacımız da bu iki Türk lehçesi arasındaki söz varlığını mukayese ederek ortaklıklarının bu
yönünü açığa çıkarmaktır. Burada mukayese yaparken Karay Türkçesi için Karayim Lehçesi
Sözlüğü (T. Kowalski haz. Kemal Aytaç:1996), Karaycanın Kısa Söz Varlığı (Tülay Çulha:2006),
Kırım Karaycasının Katık Mecmuası (Tülay Çulha:2015), Karay Türklerinin Dili (Selma
Gülsevin:2016), Seyfü’l- Mülûk ile Bediü’l –Cemal Hikâyesi (Kırım Karay Rivayeti) (Tülay
Çulha:2017); A Crimean Karaim-English Dictionary (Aqtay, G., Jankowski, H. (2015); Kırım
Tatarcası için Kırım Yurtına ve Ol Taraflarga Dair Bolgan Yarlıglar ve Hatlar (F.O.Atasoy-
2017), Dobruca Kırm Tatar Ağzı Sözlüğü (O.S.Karatay:2012), Qırımtatarca-Rusça-Ukraince
Luğat (S. Üseinov: 2008), Kırım Tatarca-Rusça-Sözlük (Muzafarov:2017) temel alınmıştır.
Yaptığımız taramalar sonucunda ortaya çıkan ortak kelimelerin tamamına burada yer vermek
mümkün olmadığı için örneklerden bazı madde başı kelimeler, A. Ad Soylu Kelimeler ve B. Fiil
Soylu Kelimeler başlıkları altında aşağıda gösterilmiştir.

A. Ad Soylu Kelimeler
Akraba
ve
insanlar
la ilgili
kelimele
r
Karayi Karayca Kırım A Karay Seyfü’l- Kırım Dobruc Kırım Kırım
m nın Kısa Karayc Crimea Türkle Mülûk Yurtına a Kırm Tatarc Tatar
Lehçesi Söz asının n rinin ile ve Ol Tatar a- ca-
Sözlüğü Varlığı Katık Karaim- Dili Bediü’l Tarafla Ağzı Rusça- Rusça
T.K.(19 T.Ç. Mecmu English S.G. –Cemal rga Sözlüğü Ukrain -
96) (2006) ası T.Ç. Diction (2016) Hikâyes Dair O.S.K. ce Sözlü
(2015) ary i (Kırım Bolgan (2012) Sözlük k
(Aqtay- Karay Yarlıgla S.M.Ü 2017
Jankow Rivayeti r ve (2008)
ski) ) T.Ç. Hatlar
(2015) (2017) (F.O.At
asoy-
2017)
adam: adam: adam: adam: adam: adam: adam: adam: adam: adam
Adem, adam, adam, adam, adam, insan, adam, 1.adam, 1. :
ilk insan insan, insan insan erkek kişi 2. insan, insan, adam
insan. 2. (s.41) erkek (s..32) (s.363) kişi (s.17) 3. erkek 2.nefer, (s.40)
adam, kişi (s.117) kişi 3. nüfus
insan (s.216) (c.1.s.2 (s.30)
(s.2) 0)
ana: ana ana: 1. ana: ana: ana: ana: ana: ana: ana: ana:
(s.7) ana, ana, ana, anne anne, ana, ana, ana ana,
anne anne anne (s.368) ana anne çocuğu (s.59) anne
(s.44) (s.221) (s.41) (s.121) (70) olmuş (s.46)
kadın

349
(c.1.s.9
7)
ata: ata, ata: ata, ata: ata: ata: ata: ata: ata, ata: 1. ata: 1.
baba baba, cet, ata, baba, baba, cet, ata, baba; Baba, 2. Baba,
(s.13) cet, soy baba ecdat ecdat baba dede Dedeler 2.
(s.47) (s.225) (s.55) (s.373) (s.124) (s.91) , büyük Dedeler
babalar , büyük
zinciri babalar
(c.1.s.1 (s.75)
69)
baba: baba: baba: baba: baba: baba: baba: baba:
kocakarı baba baba, baba baba, baba, baba, baba
(s.17) (s.228) ata (s.126) dede, çocuğu büyükle (s.55)
(s.66) ata olmuş r, ecdat
(s.106) erkek (s.86)
(c.1.s.23
5)
bala: bala: bala: bala: bala: bala: bala: bala:
yavru, çocuk, yavru, 1.çocuk çocuk çocuk, çocuk, çocuk
çocuk, yavru çocuk , 2. (s.380) yavru evlat, (s.56)
bala (s.50) (s.230) hayvan (c.1.s.24 yavru
(s.19) yavrusu 8)
(s.68)
dost: dost: dost: dost: dost: dost: dost: dost: dost:
dost dost, dost, dost, dost, arkadaş, dost; dost dost
(s.43) ahbap arkadaş arkadaş arkadaş güvenile sevilen (s.167) (s.100
(s.43) (s.258) (s.141) , ahbap n, güvenile )
(s.407) sevilen. n, yakın
Karşılıkl arkadaş,
ı gönülde
birbirini ş, iyi
seven, görüşüle
birbirine n kimse
güvenen (c.1.s.53
. (s.301) 9)
er: er, er: er: 1. er: er: ér: er: er¹: er:
erkek erkek, erkek erkek, erkek, erkek adam 1.erkek, erkek,
kişi koca (s.266) koca koca (s.152) (s.346) erkek koca
(s.47) (s.62) (s.153) (s.411) kişi, 5. (s.785)
koca, eş
erkek: erkek: érkek: erkek: erkek: erkek: erkek
erkek erkek erkek erkek erkek, er, :
(s.154) (s.412) (s.357) koca, eş erkek, erkek
(c.2.s.3 adam, (s.111
0) kişi )
(s.786)
eş: dost, eş: eş, eş: karı eş: eş: eş, eş: 2.
ahbap benzer; kocada arkadaş, 2. Karı eş, karı
(s.62) karı n her dost, kocada kocada
kocada biri, n

350
n her hayat yoldaş herbiri n her
biri, arkadaş (s.360) (c.2.s.3 biri,
hayat ı 7)
arkadaş (s.156)
ı
(s.267)
gelin- gelin: gelin- kelin: kelin: kelĭn: kelin: kelin:
kelin: gelin kelin: gelin gelin, gelin, gelin gelin
evlenme (s.273) gelin, (s.432) aileden 1.evlen (s.223) (s.157
k için aileden bir mek )
hazırlan bir erkekle için
mış kız, erkekle evlenmi hazırlan
gelin evlenmi ş kadın mış,
(s.64) ş kadın (s.593) süslen
(s.164- miş kız,
204) vd.
(c.2.s.2
60)
hanım: ĥanım: hanım: anım: hanım: hanı
kız ve kız ve kız ve hanım, kız ve m:
kadınla kadınla kadınla 1. kadınlar hanım
ra ra ra bayan, için (s.131
verilen verilen verilen hanım kullanıla )
unvan unvan unvan kız, 2. n unvan
(s.285) (s.176) (s.165) karı, eş (s.73)
(c.1.s.1
04)
katın: katın: ĥatın- katın: kadın: qatın qadın
kadın kadın ĥatun: kadın kadın, 1. qadın: :
hatun hanım, kadın zevce, dişi hanım, kadın
(s.72) eş (s.72) (s.179) eş cinsten eş, kadın (s.80)
(s.429) yetişkin (s.269)
insan, 2.
evlenmi
ş kız
(c.2.s.17
8)
kız: kız kız: genç qız: kız qız: kız kız: kız ķız: kız ķız: kız: kız, qız: kız qız:
(s.81) kız, kız (s.308) (s.30) (s.437) (s.182) kız, kız 1. dişi (s.307) kız
evlat çocuğu, çocuk, (s.199
(s.78) kız kız )
evlât çocuk
(s.621) vd.
(c.2.s.30
3)
kişi : kişi : kişi: kişi: kişi: kişi: kişi: kĭşĭ: kişi: kişi
kişi kişi, kimse, kimse, insan, kimse, insan, kişi, 1. adam, :kişi
(s.84) kimse, insan, insan, erkek insan, kişi, insan, insan, (s.163
kadın şahıs şahıs (s.441) şahıs insanoğl adam, nefer )
(s.78) (s.299) (s.214) (s.176) (s.239)

351
ı, adam kimse,
(s.630) şahıs
(c.2.s.3
14)
küyev: küyev: kiyov: küyev: kĭyew: kiyev: kiyev:
güvey, güvey, damat Han’ın güvey, damat damat
damat damat (s.441) damadı damat (s.234)
,
(s.300) (s.227) (s.671) (c.2.s.31 güvey
6) (s.163
)
qonaq: qonaq: konax: ķonaķ: ķonaķ: qonaq: qona
konak konak misafir konak konak, misafir q:
(misafi (misafir (s.444) (misafir kalınaca (s.293) konuk
r) ) (s.311) ) k yer (s.201
(s.310) (s.181) (s.639) )
konşu: konşu: qonşu: qonşı: konşu: ķoŋşı : komşu: qonşu qomş
komşu komşu komşu komşu komşu komşu komşu qomşu: u:
(s.87) (s.79) (s.310) (s.312) (s.444) (s.640) (c.2.s.3 komşu komş
31) u
(s.201
)
tonguç: toñguç: tonguç:
ilk 1. ilk
doğan birinci, doğan
çocuk 2. çocuk
(s.147) ailenin (s.599)
ilk
çocuğu;
ilk göz
ağrısı
(c.3.s.3
61)

Hayvanla
rla ilgili
kaelimele
r
Karayim Karayca Kırım A Kara Seyfü’ Kırım Dobru Kırım Kırım
Lehçesi nın Kısa Karayc Crime y l- Yurtına ca Tatarc Tatar
Sözlüğü Söz asının an Türkl Mülû ve Ol Kırm a- ca-
T.K.(199 Varlığı Katık Karai erinin k ile Taraflarg Tatar Rusça- Rusça
6) T.Ç. Mecmu m- Dili Bediü a Dair Ağzı Ukrai -
(2006) ası T.Ç. Englis S.G. ’l – Bolgan Sözlüğ nce Sözlü
(2015) h (2016 Cema Yarlıglar ü Sözlük k
Dictio ) l ve Hatlar O.S.K. S.M.Ü 2017
nary Hikây (F.O.Atas (2012) (2008)
(Aqtay esi oy-2017)
- (Kırı
m

352
Janko Karay
wski) Rivay
(2015 eti)
) T.Ç.
(2017)
at: at at: at at: at at: at at: at at: at at (1): at at²: at at: at, at: at
(s.12) (s.47) (s.225) (s.54) hayva (s.124 (s.90) (c.1.s.1 beygir (s.50)
nı ) 67) (s.74)
(s.373
)
arıslan: arıslan: arslan: arslan arısla arslan arslan: arslan: arslan: arslan:
aslan (s.9) aslan aslan : aslan n: : aslan aslan aslan aslan aslan
(s.46) (s.223) (s.49) aslan (s.123) (s.82) (s.134) (s.68) (s.49)
(s.370
)
ayuv: ayuv: ayılay: ayuw: ayuv: ayuv:
ayı ayı ayı gibi ayı ayı ayı
(s.63) (s.378 (s.98) (c.1.s.2 (s.58) (s.54)
) 20)
balıh: balıħ: balıq: balıx: balıķ: balıķ: balıķ: balıq: balıq:
balık balık balık balık balık balık balık balık balık
(s.19) (s.50) (s.68) (s.380 (s.128 (s.114) (c.1.s.2 (s.95) (s.56)
) ) 52)
çegirtka: çegirtkä çegirt çegirt çegirtk çekert çekert
çekirge : çekirge ke: kä: ä: ki: ki:
(s.38) (s.38) çekirg çekirg çekirge çekirge çekirg
e e (s.38) (s.698) e
(s.115 (s.38) (s.81)
)
çibin: çibin: çıbın: çibin: çıbın: çibin: çibin:
sivrisinek sinek sinek sinek çibin, sinek sinek
(s.40) (s.58) (s.118 (s.400 sinek (s.706) (s.85)
) ) (c.1.s.4
87)
eşak: eşäk: eşek: eşek: eşäk: eşek: eşek: eşek: eşek:
eşek eşek eşek eşek eşek, eşek eşek eşek eşek,
(s.49) (s.62) (s.267) (s.156 merke (s.150 (c.2.s.3 (s.794) merke
-157) p ) 7) p
(s.413 (s.113)
)
karga: karha: qarğa: karğa: karga: qarğa: qarğa:
karga karga, karga karga karga karga karga
(s.71) kuzgun (s.292) (s.428) (c.2.s.3 (s.282) (s.187)
(s.73) 7)

Organla
ilgili
kelimeler
Karayim Karay Kırım A Karay Seyfü’l- Kırım Dobr Kırım Kırım
Lehçesi canın Karayca Crimea Türkle Mülûk Yurtına uca Tatar Tatarc

353
Sözlüğü Kısa sının n rinin ile ve Ol Kırm ca- a-
T.K.(1996 Söz Katık Karaim- Dili Bediü’l Taraflar Tatar Rusça Rusça-
) Varlığ Mecmu English S.G. –Cemal ga Dair Ağzı - Sözlük
ı T.Ç. ası T.Ç. Diction (2016) Hikâye Bolgan Sözlü Ukrai 2017
(2006) (2015) ary si Yarlıglar ğü nce
(Aqtay- (Kırım ve Hatlar O.S.K Sözlü
Jankow Karay (F.O.Ata . k
ski) Rivayet soy-2017) (2012 S.M.Ü
(2015) i) T.Ç. ) (2008)
(2017)
alın: ön al(ı)n: alın: alın: alın:
taraf, alın alın, ön, ön alın, alın
(s.5) basin taraf; yüzün (s.57)
ön huzur, kaşlarl
kısmı, yan, kat a saçlar
ön, (s.366) arasınd
huzur, aki
nezd, bölümü
yan (c.1.s.7
(s.44) 4)
avuz: ağız avuz: ağ(ı)z: avız, avuz: ağız: aġız/avu agız ağız: avuz→
(s.15) ağız ağız ağız, ağız ağız z: 1. → ağız, ağız
(s.48) (s.216) avuz: (s.375) (s.118) Ağız awız: ağız (sözlükt
ağız (32) ağız, organı e yok)
(s.57) ağız , (s.27)
organı
, ağız
boşlu
ğu
(c.1.s.
189)
ayah/a ayaq(ğ): ayaq(ğ) ayax:a ayaķ(ğ) ayaķ:aya ayaķ: ayaq:a ayaq:a
yaħ/ay ayak : ayak yak :ayak k (s.125) ayak, yak yak
ak: (s.226) (s.59) (s.376) (s.125) (c.1.s. (s.85) (s.52)
ayak(s. 198)
48)
azav: azı azav: azuw¹ azuv: azuv:
(s.17) azı dişi, : azı azı azı dişi
sivri diş diş (s.35) (s.54)
(s.378) (c.1.s.
230)
baş: baş baş: baş: baş, baş: baş: baş: baş:1. baş baş¹: baş: baş I:
(s.21) baş, kafa baş, baş, baş, (s.125) baş baş baş,
kafa (s.230) kafa (s.382) kafa (c.1.s. (s.100) kafa
(s.50) (s.71) (s.128) 267) (s.57)
bağ(ı)r: bağır: bavur: bağ(ı)r bawır: bavır: bavur:
göğüs, göğüs bağır, : bağır, 1.karac uykulu
sine (s.67) ciğer göğüs, göğüs iğer 2. k,
(s.228) (s.383) sine (c.1.s.2 göğüs, ciğer,
(s.126) 80) karaciğ

354
bağır er
(s.87) (s.58)
bel: bel bel: bel bel: bel bel: bel bel: bél: bel bel¹: bel: bel:
(s.23) (s.232) (s.77) (s.383) bel (s.138) bel, bel bel
(s.129) insan (s.105) (s.59)
bedeni
nde
göğüsl
e karın
arasınd
a
daralm
ış
bölüm
(c.1.s.2
93)
boyun: boyun boyun: boyun: boyun: boy(u) boyın: boyın: boyun boyun:
boyun : boyun boyun boyun n: boyun boyun, : boyun
(s.29) boyun (s.239) (s.93) (s.292) boyun (s.201) gövden boyun (s.64)
(s.) (s.134) in (s.122)
başla
omuz
arasınd
a kalan
bölüm
ü
(c.1.s.3
52)
çeray: çeray: çıray, çäray: çerāy: çıray: çıray: çıray:
çehre, yüz t. yüz çirey: yüz, yüz, çehre, bet, beniz,
(s.38) çehre, yüz, çehre surat yüz, çehre, çehre
sima çehre (s.398) (s.254) sima yüz, (84)
(s.57) (s.121) (c.1.s.4 sima
89) (s.720)
kindik: kindik: kindik: kündü kindik
göbek göbek göbek k: :
(s.83) (s.212) (s.440) göbek, göbek
1.dölüt ~köbe
ün, k
annesi (s.236)
nin
vücudu
ile
bağları
nın
çıktığı
kanının
ortasın
daki
yer

355
(c.2.s.4
00)

Zamirle
r
Karayi Karayca Kırım A Karay Seyfü’l Kırım Dobruc Kırım Kırım
m nın Kısa Karayca Crimea Türkleri - Yurtına a Kırm Tatarc Tatar
Lehçesi Söz sının n nin Dili Mülûk ve Ol Tatar a- ca-
Sözlüğü Varlığı Katık Karaim- S.G. ile Tarafla Ağzı Rusça Rusça
T.K.(19 T.Ç. Mecmua English (2016) Bediü’l rga Sözlüğü - -
96) (2006) sı T.Ç. Diction -Cemal Dair O.S.K. Ukrai Sözlü
(2015) ary Hikâye Bolgan (2012) nce k
(Aqtay- si Yarlıgla Sözlük 2017
Jankow (Kırım r ve S.M.Ü
ski) Karay Hatlar (2008)
(2015) Rivaye (F.O.At
ti) T.Ç. asoy-
(2017) 2017)
anda: anda: anda: anda: anda: anda: 1. anda²: anda: anda:
anda: onda, 3. onda, 3. onda, 3. onda onda, 3. onda, 2. 1. onda, orada
onda (s.7) tekil kişi tekil kişi tekil kişi (s.367) teklik orada, 3. orada, orada (s.47)
adılının adılının adılının kişi o zaman 2. oraya (s.61)
bulunma bulunm bulunm adılının (s.71) (c.1.s.1
durumu a a bulunm 03)
(s.44) durumu durumu a
(s.222) (s.41) durumu
(s.122)
andan: andan: andan: andan: andan: andan: andan: andan: andan
ondan ondan 3. tekil 3. tekil ondan 3. tekil ondan oradan -
(s.7) (s.44) kişi kişi (s.367) kişi (s.71) (c.1.s.1 mında
adılının adılının adılının 03) n:,
çıkma çıkma çıkma oradan
durumu durumu durumu burada
(s.222) (s.41) (s.122) n
(s.61)
anın: anıñ: anın: anı: 3. anı: anın:
onun, onun onun tekil onun onun
onunki (s.42) (s.368) kişi (s.73) (için)
(s.45) adılının (s.62)
ilgi
durumu
(s.122)
biz: biz biz: biz: biz: biz biz: biz biz: 1. biz: bĭz: biz biz: biz I:
(s.29) 1.çoğul 1.çoğul (s.89) (s.390) çokluk biz, (c.1.s.3 biz biz
kişi adılı kişi kişi çoğul 1. 27) (s.110) (s.63)
(s.45) adılı adılı kişi
(s.238) (s.238) zamiri
(s.175)

356
bu: bu bu: bu bu: bu; bu: bu bu(n): bu: bu; bu: bu, bu: bu bu: bu
(s.31) (s.54) işaret (s.94) bu, bura işaret gösterm (c.1.s.3 (s.123)
sıfatı, (s.393) sıfatı, e 59)
işaret işaret zamiri
adılı adılı (s.206)
(s.239) (s.239)
men: ben men: men men: men: ben: ben: men: men: men:
(s.100) ben, ben ben, ben 1.teklik ben, ben, ben ben
1.tekil ben: 1.tekil (s.457) kişi birinci tekil (s.347
kişi adılı 1.tekil kişi adılı adılı teklik birinci )
(s.86) kişi adılı (s.238) (s.130) kişi kişiyi
(s.233) zamiri gösteren
(s.140) zamir
(c.2.s.46
2)
sen: sen sen: sen, sen: sen: sen sen: sen sen: sen: sen: sen: sen:
(s.121) 2.tekil sen, (s.346) (s.121) sen, sen, sen, sen sen
kişi adılı 2.tekil (s.473) 2.tekil tekil (s.493 (s.299
(s.98) kişi kişi ikinci ) )
adılı zamiri kişiyi
(s.341) (s.892) göstere
n zamir
(c.2.s.1
30)
siz: siz, siz: siz, siz: siz siz: siz siz: siz, siz: siz, sĭz: siz, siz: siz siz: siz
2.çoğul 2.çoğul (s.358) (s.476) 2. çoğul şahıs 1. çoğul (s.499 (s.306
kişi adılı kişi adılı kişi adılı zamiri ikinci ) )
(s.100) (s.344 (s.205) (s.902) kişi
) zamiri
(c.2.s.1
57)

B. Fiil Soylu Kelimeler


Karayi Karayca Kırım A Karay Seyfü Kırım Dobruc Kırım Kırım
m nın Kısa Karayc Crimea Türkleri ’l- Yurtına a Kırm Tatarc Tatarc
Lehçesi Söz asının n nin Dili Mülû ve Ol Tatar a- a-
Sözlüğü Varlığı Katık Karaim- S.G. k ile Tarafla Ağzı Rusça- Rusça-
T.K.(19 T.Ç. Mecmu English (2016) Bediü rga Sözlüğü Ukrai Sözlük
96) (2006) ası T.Ç. Diction ’l – Dair O.S.K. nce 2017
(2015) ary Cema Bolgan (2012) Sözlük
(Aqtay- l Yarlıgla S.M.Ü
Jankow Hikâ r ve (2008)
ski) yesi Hatlar
(2015) (Kırı (F.O.At
m asoy-
Kara 2017)
y
Rivay
eti)
T.Ç.

357
(2017
)
aç~: aç-: aç-: aç-: aç- aç- açmak: açma açmaq
açmak açmak açmak açmak :açmak :açma açmak q: :
(s.1) (s.41) (s.215) (s.31) (s.361) k (c.1.s.18 açmak açmak
(s.117 ) (s.80) (s.40)
)
al~: al-: al-: al-: al-: ‘al- al-: almak: almaq almaq:
almak almak almak almak almak, /al-: almak, almak : almak
(s.43) (s.219) (s.36) kabul almak tutmak (c1.s.83 almak (s.46)
etmek, (s.120 (2.c.s.47 ) (s.54)
elde ) )
etmek
(s.364)
aşa~: aş aşa-: aşa-: aşa-: aşa-: aşa-: aşamak aşama aşama
yemek yemek yemek yemek yemek yeme : f. q: q:
yemek yemek yemek yemek k yemek yemek yemek
(s.46) (s.224) (s.53) (s.372) yeme (c.1.s.15 yemek (s.50)
k 3) (s.83)
(s.124
)
ber~:1. ber-: vér: ber-: ber-: vér: bėr-: bermek berme berme
vermek, vermek vermek vermek vermek verme vermek : k: k:
2. (s.51) (s.362) (s.79) (s.384) k vermek verme vermek
yardımcı (s.218 (c.1.s.30 k, (s.60)
fiil ) 3) sunma
k
(s.170
-171)
bil~: bil-: bil-: bil-: bil-: bil-: bil-: bĭlmek bilme bilmek
bilmek bilmek, bilmek bilmek, bilmek, bilme bilmek, : k: :
(s.26) anlamak, , anlama öğrenm k, tam bilmek bilme bilmek
tanımak birşeyi k (s.83) ek birşey anlama (c.1.s.3 k, (s.62)
(s.52) anlamı (s.386) i k 19) anlam
ş ve anlam (2.c.s.1 ak
öğren ış ve 51) (s.81)
miş öğren
bulun miş
mak bulun
(s.235) mak
(s.131
)
çagır~: çahır- çağır-: çağır-: çağır-: çağır- çağır-: çagırm çağır çağırm
çağırma /çaħır-: çağırm çağırma çağırma : seslenm ak/ maq: aq:
k (s.37) çağırmak, ak, k, k, çağır ek, çakırm çağırm çağırma
seslenmek seslen seslenm seslenm mak, bağırar ak/ ak k (s.77)
(s.56) mek ek ek seslen ak ilan şakırm (s.687)
(s.244) (s.109) (s.307) mek etmek ak:
(s.244 (2.c.s.2 çağırma
) 46) k

358
(c.1.s.47
8)
çanç~: çanç-: çanç-: şanşım sançm sançm
batmak sokmak, batırma ak: aq: aq:
(s.37) batırmak k, sançma batma sançma
, sokmak k, k, k
saplamak (s.389) batmak batırm (s.292)
(s.57) (s.208) ak,
sokma
k
(s.478
)
eşit~: eşit-: éşit-: eşit-: eşit-: éşit-: ėşit-:
eşĭtme eşitme eşitme
işitmek işitmek, işitmek işitmek, işitmek, işitme işitmek
k: k: k:
(s.49) duymak , duymak duymak k, (2.c.s.36
işitmek işitme işitmek
(s.62) duyma (s.157) (s.413) duym 1) , k, (s.113)
k ak duyma duyma
(s.267) (s.152 k k
) (c.2.s.3 (s.795
8) )
işan~: işan-: ışan-: ışan-, ışan-: inan- inan-: ışan-: işan-:
inanmak inanmak inanma işan-: inanma : 1.Doğr umut inanm
, (s.70) k inanma k, inanm u kabul etmek, ak,
umutlan (s.292) k güvenm ak etmek, güven güven
mak (s.19 ek, (s.172 güvenm mek, mek
(s.63) 1992) itimat ) ek inanma (s.211
etmek (2.c.s.5 k )
(s.422) 12) (c.2.s.1
24)
kara~: kara-: kara-: kara-: karama qara qaram
seyretm takip takip bakmak, k: f. maq: aq:
ek, etmek, etmek, gözetlem bakmak bakma bakma
bakmak gözleme gözlem ek (c.2.s.21 k k
(s.70) k (s.73) ek (s.427) 1) (s.280 (s.186)
(s.314) )
kıyna~: kıynal-: qıyna~ kıynal-: ķıyna-: kıyna-:, qıyna- qıyna-:
üzmek, acı : eziyet işkence eziyet : eziyet
acı çekmek, üzmek, çekmek etmek, etmek üzmek etmek
vermek, işkence acı (s.437) eziyet üzmek, , acı (s.199)
taciz çekmek vermek etmek (c.2.s.30 verme
etmek (s.78) (s.308) (c. 3) k,
(s.81) qıynal- eziyet
, etmek
qıynat- (s.309
(s.308) )

min~: min-: min-: min-: bin-: miñme minm minme


binmek, binmek binmek binmek, binmek, k: ek: k:
ata (s.86) (s.244) oturmak at binmek binme binmek
bin- , çıkmak üstüne k (225)

359
binmek (s.86) çıkıp (c.2.s.4 (s.357
(s.101) oturmak 83) )
,
atlanma
k
(2.c.s.15
6)
sagın~: sahın-: sağın-: sağın~: śağın- / sagınm sağın- sağınm
düşünm hatırlama düşünm düşünm śaķın-: ak: f. : aq:
ek, k, hatırda ek, ek, düşünm özleme özlem özleme
hatırlam tutmak hatırla hatırlam e, dikkat k, ek, k,
ak (s.95-96) mak ak etmek hatırla hatırla hasret
(s.117) (s.332) (s.469) mak mak çekmek
(s.c.3.s. (s.468 (s.289)
93) )

Sonuç
Tarihî Kıpçak Türkçesinin günümüzde de temsilcileri olmaya devam eden Kırım Tatarcası
ve Karay Türkçesinin ortak söz varlığının en azından bir kısmını ortaya koymaya çabaladığımız
bu çalışmada iki lehçenin arasında büyük bir oranda ortaklıklar bulunduğunu görmekteyiz.
Karayların ve Kırım Tatarlarının XV. yüzyıldan neredeyse günümüze kadar Kırım’da bir arada
yaşamış olmaları bu oranın yüksek olmasının sebepleri arasında sayılabilir.
Kırım Tatarcası için 50.000 kelimelik Kırım Tatarca-Rusça-Ukraince Sözlük (Üseinov,
2008), 30.000 kelimeye yakın Dobruca Kırm Tatar Ağzı Sözlüğü (Karatay, 2012), 25.000
kelimeye yakın Kırım Tatarca-Rusça- Sözlük (Muzafarov, 2017) ile Karay Türkçesi için 10.000
kelimelik A Crimean Karaim-English Dictionary (Aqtay-Jankowski 2015), yaklaşık 2.800
kelimelik Karayim Lehçesi Sözlüğü (Kowalski, 1996), yaklaşık 2600 kelimelik Karaycanın Kısa
Söz Varlığı (Çulha, 2006), yaklaşık 2.700 kelimelik Karay Türklerinin Dili (Gülsevin, 2016) ve
ilgili diğer kaynakların taranmasıyla iki lehçenin ortak söz varlığını tespit etmeye gayret
gösterdiğimiz bu çalışmamızda ortak olan kelimelerin tamamını burada vermemiz mümkün
olmadığından çalışmamız esnasında gözümüze çarpan hususları şöyle sıralayabiliriz:
*Ortak kelimelerin çoğunluğu tamamen aynı şekilde, çok azı ise ses değişiklikleri ile
varlığını devam ettirmektedir. Bu değişikliklerin çoğunluğu –q-; -k-> -h-, -ħ şeklindedir:
Karay T. Kırım T.
artıx artıq
avuz: ağız
balıh / balıħ balıq
çanç~ sanç-
bağ(ı)r: bavır

*Ortak kelimelerde köken olarak Türkçe kelimeler çoğunlukta olmakla beraber alıntı
kelimelerde de ortaklık söz konusudur.
Karay T. Kırım T.
fil (Ar. fil
günäħ (Far.) günah
Hafta (Ar.) afta
çelek (Moğ.) çelek
dunya (Ar.) dünya
360
mahta- (Moğ.) maqta-

*Musevilikle ilgili özel kavramların Kırım Tatarca sözlüklerde yer almadığı


görülmektedir.
*İki lehçe arasında ortak söz varlığında adlar çoğunluktadır. Yukarıda naklettiklerimizin
haricinde hayvan adlarından örnekler: ayuv (ayı), baytal (dişi at), birçe/bürçe/pürçe (pire), bit
(bit), börü (börü, kurt), fil (fil), ilan/yılan (yılan), it (köpek, it), karakuş /qaraquş (kartal),
çıpça/çipçe/şipşe (civciv), eçki (keçi), kiyik (vahşi hayvan), koy (koyun), kozu/quzu (kuzu);
Organ adlarından örnekler: burun (burun), büyrek (böbrek), çaç/saç (saç), erin / irin
(dudak), es (akıl), in/ iñ (omuz), kan /qan (kan), kanat /qanat (kanat), karın / qarın (karın),
kirpik (kirpik), kol (kol, el), manglay / mañlay (alın), miy (beyin), müyüz (boynuz);
Zaman kavramlarından örnekler: axşam /aqşam (akşam), aval /evel (önce), ay (ay),
bultır /bıltır (geçen yıl), bügün (bugün), endi (şimdi), ertä / erte (sabah), hafta/afta (hafta), hale
ala (hâlâ), keçä /gece (gece), kış / qış (kış), kün (gün), küz (güz), yıl (yıl);
Eşya adlarından örnekler: açxıç /açqıç (anahtar), araba (araba), biçax / bıçaq (bıçak),
bilezik (bilezik), bitik (kitap), balta (balta), buğav /buqav (halka), çelek (kova), çemodan
(bavul), çırax /çırağ (mum), çöküç (çekiç), davul (davul), ip (ip), kafäs /qafes (kafes), kağıt
(kağıt), kalem (kalem), kamçı /qamçı (kamçı), kılıç (kılıç), kıptı/qıptı (makas),
Tabiatla ilgili söz varlığından örnekler: ağaç (ağaç), ay (ay), bulut (bulut), buran
(kasırga), butax/butaq (dal), bürtük (tohum), çıbıx/çubuq (çubuk), çoğarax /çoqraq (kaynak,
pınar), darya/derya (derya), dünya (dünya), göl (göl), ındır (ıhlamur), kar /qar (kar),
kaya/qaya (kaya), tamçı (damla)
Sıfatlarla ilgili söz varlığından örnekler: ax/aq (ak, beyaz), akıllı/aqıllı (akıllı),
axsax/aqsaq (aksak, topal), al (al, kırmızı), arıx/arıq (zayıf), arka/arqa (arka), aruv (iyi,
güzel), aşağa/aşağı (aşağı), az (az), çeber (şirin, yetenekli), erinçek (tembel, uyuşuk), esirik
(sarhoş), eski (eski), esen (sağlıklı, esen), xasta/hasta (hasta), hor (kötü, fena), irax/ıraq
(uzak), karangı/qaranğı (karanlık), qarğışlı (lanetli), kara /qara (kara, siyah), kızıl/qızıl (kızıl,
kırmızı), kirli (kirli), korkax/qorqaq (korkak), körklü (güzel), sokur/soqur (kör)
Yiyecek adlarından örnekler: alma (elma), arpa (arpa), aş (aş, yemek), aşlıx/aşlıq
(hububat, zahire), azıq (azık, yiyecek), bal (bal), borla (üzüm), buday/buyday/buğday
(buğday), çay (çay), hıyar (salatalık), içki (içki);
Diğer adlardan örnekler: açıklı /açıqlıq (açıklık), açuv (öfke), adet (örf, âdet), afiyet
(afiyet), aga/ağa (ağa, önder), ağalıx/ağalıq (ağabeylik), aran (ahır), axça/aqça (akça, para),
ahır (ahır), aħiret/ahret (ahiret), al (hile), alaçıx/alaçıq (kulübe), aldav (hile), alay (öyle),
alem (bayrak), alem (dünya), alefbet/alfabet/alfabit (alfabe), alğış (övgü), Allah/Alla (Allah),
altın (altın), ambar/anber (ambar), ant (ant), ara (ara), atlı, atsız (atlı, atsız), art (art),
aşxane/aşqana/aşhane (mutfak), av (ağ), av (av), avaz (ses), avçı /avcı (avcı), avruv/ağıruv
(ağrı, hasta olmak), ayıp (ayıp), azatlıx/azatlıq (erklik, hürriyet), aziz (aziz), bağ (aba, bahçe),
bade (bade), bar (var), bagana/bağana (sütun, direk), birge (birlikte), biy/bey/beg (bey), can
(can, gönül, ruh)
*İki lehçe arasında ortak fiilllerin sayısı fazladır. Bunlardan bazıları şöyledir:
ah-/aq (akmak), agar-/ağar- (beyazlamak), alda- (aldatmak, kandırmak), art- (artmak, çoğalmak),
as-(asmak), ata- (atamak), ayt- (söylemek, demek), bar- (gitmek, varmak), bas- (basmak), başla-
(başlamak), bit- (bitmek, çekirdekten çıkmek), burul- (bükülmek, burulmak, dönmek), eskit-
(eskitmek), erin- (erinmek, üşenmek), et- (etmek), ez- (ezmek), kaç-/qaç- (kaçmak), kal-/qal-
(kalmak), kaltıra-/qaltıra- (titremek), karga- /qarğa- (lanetlemek, beddua etmek), kaygır-/qayğır-
(endişelenmek), kayt- /qayt- (dönmek, vazgeçmek), kel- (gelmek), kes- (kesmek), ket-(gitmek),
kıyna-/qıyna- (eziyet etmek), kir- (girmek), kiy- (giymek), mahta-/maqta- (övmek), öl- (ölmek),
ös- (büyümek), sayla- (seçmek), sekir- (sıçramak), semir- (şişmanlamak), sızgır-

361
/sızğır- (ıslık çalmak), şiş- (şişmak), tap- (bulmak), tart- (çakmak), taşla- (bırakmak), tohta-/
toqta- (durmak), toy- (doymak), tiy- (değmek), ukşa- /oqşa- (benzemek), yarı- (parlamak),
yaşın- (gizlenmek), yaz- (yazmak), yav- /yağ- (yağmak), yeber-/yiber- (göndermek), yen-
(yenmek), yet- (yetmek), yıgıl- /yığıl- (yıkılmak), yuv- (yıkamak), yum- (yummak) vd.
Çalışmamızda tespit edilen kelimelerin tamamının ilerleyen zamanlarda yayımlanması
ve konu ile ilgili başka çalışmalar yapılması, Kıpçak lehçesinin söz varlığının ortya
konulmasına önemli katkılar sağlayacaktır.
KAYNAKLAR
AQTAY, G., JANKOWSKİ, H. (2015), A Crimean Karaim-English Dictionary, Poznan-
Poland
ATASOY, F.O (2017), Kırım Yurtına ve Ol Taraflarga Dair Bolgan Yarlıglar ve Hatlar, Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara
ÇULHA, Tülay (2006), Karaycanın Kısa Sözvarlığı, Karayca- Türkçe Kısa Sözlük, Dil ve
Edebiyat Dizisi 6, İstanbul
ÇULHA, Tülay (2015), Kırım Karaycasının Katık Mecmuası, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara
ÇULHA, Tülay (2017), Seyfü’l- Mülûk ile Bediü’l -Cemal Hikâyesi (Kırım Karay Rivayeti),
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
GÜLSEVİN, Selma (2016), Karay Türklerinin Dili, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
KARATAY, Osman Saim (2011), Dobruca Kırımtatar Ağzı Sözlüğü (I-II-III), Köstence
KOWALSKİ, T. (1996), Karayim Lehçesi Sözlüğü (Çev.Prof. Dr. Kemal Aytaç), Engin
Yayınevi, Ankara
MUZAFAROV, Nüzhet; Çev. Nariman SEYİTYAHYA (2017), Kırım Tatar Türkçesi-
Türkiye Türkçesi-Rusça Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları: 1256, Ankara.
ÖZTÜRK, Abdülkadir (2015), “Karay Yazı Dili”, Littera Turca, Journal of Turkish
Language and Literature Volume:1, Issue: 1, Summer, (61-70)
ÜSEİNOV, S.M.(2008), Qırımtatarca-Rusça-Ukraince Luğat, Aqmescit, “Tezis” Neşriyat evi

TÜRKÇEYİ YABANCI DİL OLARAK ÖĞRENEN ÖĞRENCİLERİN


“KISALTMA” KULLANIM DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
1
Müzeyyen ALTUNBAY
Özet
Sık kullanılan kelimelerin, şahıs, yer ve kuruluş adlarının yer kazanmak, kolaylık
sağlamak gibi pratik amaçlarla yazıda kısaltılmış biçimi olarak adlandırılan kısaltma, dildeki
ekonomiklik ilkesinin bir gereği olarak hemen her dilde yapılır. Kısaltmaların yapılış şekli
birbirinden farklılık arz eder. Bu farklılık daha çok kısaltılarak yazılan kelime ya da kelime
grubunun özelliklerine bağlıdır. Kısaltmalar, iki ya da daha çok kelimeden oluşan bir yapının
tek kelime ile anlatılması, bir dilsel topluluk tarafından çok fazla kullanılan ve en az üç
seslemden oluşan kelimelerin kısaltılması, genelde yazılı anlatımda yapılan ancak sözlü
anlatımda normal şekliyle okunan kelimelerin kısaltılması gibi farklı şekillerde
yapılabilmektedir. Bazen esas kelime ya da kelime grubunun unutulduğu ve kısaltmanın bir
kelime hâlini alarak yaygınlık kazandığı görülür [Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK) vb.]. Günlük yaşamdan bilimsel
bir metne varıncaya kadar pek çok alanda kullanılan kısaltmalar, yazıda ve söyleyişte kolaylık
sağlayarak dilden tasarruf edilmesine imkân verir. Dolayısıyla sadece ana dil olarak Türkçe

Dr. Öğr. Üyesi, Giresun Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Türkçe
1
Eğitimi Ana Bilim Dalı, GİRESUN. E-posta: altun.bay@hotmail.com

362
öğrenen bireylerin değil, Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen bireylerin de Türkçedeki yaygın
kullanılan kısaltmaları bilmeleri ve kullanabilmeleri, dili kullanma ve dile hâkim olma
becerileri ile doğru orantılıdır. Bu çalışmada Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin
dildeki “kısaltmaları” bilme düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma; TDK Yazım
Kılavuzunda yer alan kısaltmalar ile sınırlandırılmış, bireylerin kısaltarak yazdıkları notlar
araştırma kapsamına alınmamıştır. Araştırmanın temel örneklemini Avrupa Dilleri Ortak
Başvuru Metnine göre Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen, farklı sosyokültürel özellikte olan
C1-C2 düzeyindeki öğrenciler oluşturmaktadır. İki aşamada yapılan bu çalışmanın ilk
aşamasında öğrencilerin bildikleri kısaltmaları yazmaları istenmiştir. İkinci aşamasında ise iki
ayrı alan uzmanının görüşü alınarak TDK Yazım Kılavuzundan hareketle en sık kullanılan
kısaltmalar listesi hazırlanarak öğrencilere sunulmuş, bunların hangi kelime ya da kelimelerin
kısaltması olduğunu öğrencilerden yazmaları istenmiştir. Katılımcılardan elde edilen veriler,
frekans analizi ile çözümlenmiş olup Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin dildeki
kısaltmaları kullanabilme beceri düzeyleri bulgular kısmında gösterilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kısaltma, kısaltmaların yazımı, Türk Dil Kurumu (TDK),
Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi.
Giriş
Her dil, kendi içinde mantıksal bir düzeni olan ve belirli kurallarla geliştirilebilen
matematiksel bir yapıya sahiptir. Gemalmaz’a göre dilde sabit olan iki önemli kanun,
ekonomi veya kolaylık kanunu ile anlaşılabilirliktir.
Gemalmaz (1982), anlaşılabilirlik kanununu “mesajı taşıyan kodun, alıcısı tarafından
mümkün olduğu kadar kolay ve mümkün olduğu kadar az enformasyon kaybıyla
çözülebilme” olarak tanımlarken ekonomi veya kolaylık kanunu “mümkün olduğu kadar az
enerji ve madde sarfıyla, birim zamanda, mümkün olduğu kadar çok ve eksiksiz mesaj
kodlayıp iletme” olarak tanımlamaktadır (Gemalmaz’dan aktaran Börekçi, 2009). Bu
durumda her dil, ekonomiklik ilkesini gerek yazıda gerekse söyleyişte uygulayarak dilde
tasarruf yoluna gidebilir. Yazıda olduğu kadar söyleyişte de yapılan tasarrufun bir yansıması
olan kısaltmalar, bu açıdan önemli dilsel göstergelerdir. Günay “Her dilde kısaltma yoluyla
bazı adlandırmalara gidilir. Bu bir bakıma dilde yapılan tasarruftur” diyerek kısaltmaları
dildeki ekonomiklik ilkesinin bir sonucu olarak kabul ederken Özkan (2004), kısaltmaları
yeni kelime üretmenin bir sonucu olarak kabul eder.
Kısaltmalarla ilgili görülen en büyük sorun yazıda ya da söyleyişte karşılaşılan
farklılıklardır. Kısaltmalar ile günlük hayatın hemen alanında karşılaşıldığı gibi herhangi bir
bilim dalında o bilim dalına özgü pek çok kısaltma ile de karşılaşılmaktadır. Aslan vd. (2004)
tarafından yapılan bir araştırmada tıp biliminde yapılan kısaltmalarda görülen farklılıklara
değinilmiş ve bir standardın oluşturulmasına ihtiyaç olduğu dile getirilmiştir. Benzer şekilde
Erkan (2016) tarafından yapılan bir çalışmada da hayatın ve kültürün bir parçası olan bu
kullanımlar arasında bir birliğin olması gerektiği, kurumdan kuruma ya da bireyden bireye
göre değiştirilmemesi gerektiği ifade edilmiştir. Deliktaşlı (2017) tarafından hukuk
metinlerinde kullanılan kısaltmalarla ilgili yapılan araştırmada, Türkçede bu kullanımlarla
ilgili kapsamlı bir çalışmanın yapılmadığı tespit edilmiştir.
Türkçedeki kısaltmaların nasıl yapılacağı ile ilgili kurallar -gerek yazımda gerekse
söyleyişte- TDK tarafından şu şekilde belirlenmiştir:
Kuruluş, ülke, kitap, dergi ve yön adlarının kısaltmaları her kelimenin ilk harfinin büyük
olarak yazılmasıyla yapılır: TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi), TDK (Türk
Dil Kurumu), ABD (Amerika Birleşik Devletleri); KB (Kutadgu Bilig); TD (Türk Dili), TK
(Türk Kültürü), TDED (Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi); B (batı),
D (doğu), G (güney), K (kuzey); GB (güneybatı), GD(güneydoğu), KB (kuzeybatı), K
(kuzeydoğu) vb. (tdk.gov.tr) Temel kural bu şekilde olmakla birlikte bazen okunuşta kolaylık

363
sağlamak amacıyla bazı kelimelerden hiç harf alınmayabilir. TDK, bu duruma şu örnekleri
vermektedir:
BOTAŞ (Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi), İLESAM (İlim ve Edebiyat
Eseri Sahipleri Meslek Birliği), TÖMER (Türkçe Öğretim Merkezi) vb.
Ayrıca kısaltmalarda nokta kullanımı yalnızca Türkiye Cumhuriyetinin kısaltılmasına
özgü bir durum olarak bırakılmıştır. “Gelenekleşmiş olan T.C. (Türkiye Cumhuriyeti) ve T.
(Türkçe) kısaltmalarının dışında büyük harflerle yapılan kısaltmalarda nokta kullanılmaz”
(tdk.gov.tr). Kısaltmaların kullanımı ile ilgili diğer kurallar ise şu şekildedir:
Ölçü birimlerinin uluslararası kısaltmaları kullanılır: m (metre), mm (milimetre), cm
(santimetre)vb.
Kuruluş, kitap, dergi ve yön adlarıyla ölçülerin dışında kalan kelime veya kelime
gruplarının kısaltılmasında, ilk harfle birlikte kelimeyi oluşturan temel harfler dikkate alınır.
Kısaltılan kelime veya kelime grubu; özel ad, unvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins isim
ise ilk harf küçük olur: Alm. (Almanca), İng. (İngilizce), Kocatepe Mah. (Kocatepe Mahallesi)
Güniz Sok. (Güniz Sokağı), Prof. (Profesör), Dr. (Doktor), Av. (Avukat), Alb. (Albay), Gen.
(General); sf. (sıfat), haz. (hazırlayan), çev. (çeviren), ed. (edebiyat), fiz. (fizik), kim. (kimya)
vb.
Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu esas alınır:
cm’yi, kg’dan, mm’den, kr.un. Büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde ise
kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır: BDT’ye, TDK’den, THY’de, TRT’den, TL’nin
vb. Ancak kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara
getirilen eklerde kısaltmanın okunuşu esas alınır: ASELSAN’da, BOTAŞ’ın, NATO’dan,
UNESCO’ya vb.
Sonunda nokta bulunan kısaltmalarla üs işaretli kısaltmalara gelen ekler kesmeyle
ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan ve üs işaretinden sonra, kelimenin veya üs işaretinin
okunuşuna uygun olarak yazılır: vb.leri, Alm.dan, İng.yi; cm³e (santimetreküpe), m²ye

(metrekareye). Sert ünsüzle biten kısaltmalar, ek aldıkları zaman okunuşta sert ses

yumuşatılmaz: AGİK’in (AGİĞ’in değil), CMUK’un (CMUĞ’un değil), RTÜK’e (RTÜĞ’e

değil), TÜBİTAK’ın (TÜBİTAĞ’ın değil), vb.

Ancak birlik kelimesiyle yapılan kısaltmalarda söyleyişte k’nin yumuşatılması


normaldir: ÇUKOBİRLİK’e (söylenişi ÇUKOBİRLİĞE), FİSKOBİRLİK’in (söylenişi
FİSKOBİRLİĞİN)(http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=189:ki
saltmalar)
Delice (2005), kısaltmaların nasıl yazılıp okunacağı TDK tarafından açıkça belirlenmiş
olmasına rağmen son yıllarda özellikle yabancı dillere öykünmenin bir sonucu olarak hatalı
okunuşların bir hayli fazla olduğuna dikkat çekmektedir. MP (me-pe) yerine em-pi, CD (ce-
de) yerine si-di vb. Görülen bu hatalı söyleyişler ile ağırlıklı olarak başka dillerden dilimize
geçen kelimelerin okunuşunda rastlanmaktadır.
Problem Durumu
Bir kelimenin, terimin veya özel adın, içerdiği harflerden biri veya birkaçı ile daha
kısa olarak ifade edilmesi ve simgeleştirilmesi olarak tanımlanan ve yapımı belirli kurallara
bağlı olan kısaltmalar, bir dilin özel kullanımlarıdır. Kısaltmaların kullanımı dilin
ekonomiklik ilkesinin bir gereği olmakla birlikte ana dili Türkçe olanların yanı sıra Türkçeyi
yabancı dil olarak öğrenen bireylerin de dildeki kısaltmaları bilmeleri ve etkili kullanmaları
gerekmektedir. Bu çalışmanın temel problem durumu, Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen
öğrencilerin kısaltmaları bilme düzeylerinin tespitidir.

364
Çizelge 1. Diller İçin Avrupa Ortak Öneriler Çerçevesine Göre Dil Seviyeleri
A (Temel Dil B (Bağımsız Dil C (Yetkin Dil Kullanımı)
Kullanımı) Kullanımı)
A1 A2 B1 B2 C1 C2
(Breakth (Ways (Thres (Van (EffectiveOp (Mas
rough) tage) hold) tage) erational tery)
Proficiency)
Çalışmanın Amacı
Bu çalışmada Diller İçin Avrupa Ortak Öneriler Çerçevesine göre belirlenen Yetkin
Dil Kullanım düzeyindeki bireylerin Türkçedeki yaygın kullanılan kısaltmaları bilme
düzeylerinin ölçülmesi amaçlanmıştır.
Sınırlılıklar
Bu araştırma ile ilgili sınırlılıklar şu şekildedir:
Araştırma, Gazi Üniversitesi Türkçe Öğrenim, Araştırma ve Uygulama Merkezinde
Türkçe eğitimi gören toplam 30 öğrenci ile sınırlıdır.
Araştırma, Diller İçin Avrupa Ortak Öneriler Çerçevesinde belirtilen C1-C2
seviyesinde olan öğrenciler ile sınırlıdır.
Araştırma, TDK tarafından belirlenen ve uzman görüşü ile seçilen kısaltmalar
ile sınırlıdır.
Araştırmanın Yöntemi
Bu çalışma, nitel araştırma yöntemlerinden kesitsel tarama modelinden yararlanılarak
oluşturulmuştur. Tarama modeli “nesnelerin, toplumların, kuruların, olayların yapısını ve
özelliklerini tanımlamayı amaçlayan betimleyici bir araştırma yöntemi” (Özdemir, 95 .s.) olarak
tanımlanmakta olup kesitsel taramada, veri toplama süreci tek bir seferde gerçekleştirilir.
Evren ve Örneklem
Çalışmanın örneklemini 2017-2018 eğitim-öğretim döneminde Gazi Üniversitesi Türkçe
Öğrenim, Araştırma ve Uygulama Merkezinde Türkçe eğitimi gören toplam 30 öğrenci ile
gerçekleştirilmiştir. Öğrencilere ilişkin bilgiler Tablo 1’de gösterilmektedir (Bk. Tablo 1). Tüm
katılımcılar, C1 ve C2 düzeyindedir. Öğrenciler Diller İçin Avrupa Ortak Öneriler
Çerçevesinde belirtilen C1-C2 seviyesinden (yetkin dil kullanımı seviyesinden) seçilmiştir.
Öğrencilerin genel yaş ortalaması 20,9’dur.
Tablo 1. Katılımcıların Ülkeleri ve Ana Dilleri
Ülkeler n Ana dil n
(Öğrenci (öğrenci
sayısı) sayısı)
Suriye 19 Arapça 20
Arnavutluk 3 Arnavutça 8
Makedonya 2 Boşnakça 2
Sırbistan 3
Hırvatistan 1
Karadağ 1
Yemen 1
Toplam 30 Toplam
Tablo 1’den anlaşılacağı gibi öğrencilerin 19’u Suriye’den, 3’ü Arnavutluk’tan, 3’ü
Sırbistan’dan, 2’si Makedonya’dan, 1’i Hırvatistan’dan, 1’i Karadağ’dan ve 1’i de
Yemen’dendir. Öğrencilerin ana dillerine bakıldığında ise 20 öğrencinin ana dilinin Arapça, 8
öğrencinin Arnavutça ve 2 öğrencinin ise Boşnakça olduğu görülür.

365
Verilerin Toplanması ve Analizi
Veri toplama aracı olarak hazırlanan form iki bölümden oluşmaktadır. İki aşamada
yapılan bu çalışmanın ilk aşamasında öğrencilerin bildikleri kısaltmaları yazmaları
istenmiştir. İkinci aşamasında ise iki ayrı alan uzmanının görüşü alınarak TDK Yazım
Kılavuzundan hareketle 1000’den fazla kısaltma arasından en sık kullanılan kısaltmalar listesi
hazırlanarak öğrencilere sunulmuş, bunların hangi kelime ya da kelimelerin kısaltması
olduğunu öğrencilerden yazmaları istenmiştir. Oluşturulan form gönüllülük esasına dikkat
edilerek uygulanmıştır. Veriler frekans analizi ile çözümlenmiş olup elde edilen bulgular,
tablo hâlinde sunulmuştur.
Bulgular ve Yorumlar
Bu bölümde bulgular iki aşamada ele alınacaktır. İlk olarak katılımcıların doğru
bildikleri kısaltmalar ile bunların açılımlarının listesi verilecektir. Ardından uzman görüşü ile
birlikte kararlaştırılan kısaltmaların bilinme ve doğru yazılma oranları sunulacaktır.
Tablo 2. Katılımcıların Bildikleri Kısaltmaların Listesi
S Kısalt Açılımı n S Kısal Açılımı n
ma tma
1 YTB Yurtdışı Türkler ve 18 35 YTÜ Yıldız Teknik 1
Akraba Topluluklar Üniversitesi
Başkanlığı
2 TC Türkiye Cumhuriyeti 14 36 Böl. Bölüm 1
3 TÖME Türkçe Öğretim Merkezi 13 37 Fak. Fakülte 1
R
4 ASKİ Ankara Su ve 8 38 Vet. Veteriner 1
Kanalizasyon İdaresi
5 AKM Atatürk Kültür Merkezi 8 39 Doç. Doçent 1
6 TÜ Trakya Üniversitesi 7 40 Apt. Apartman 1
7 AVM Alışveriş merkezi 6 41 YUR Yükseköğrenim Kredi ve 1
TKU Yurtlar Kurumu
R
8 AKP Adalet ve Kalkınma 5 42 ÖSY Ölçme, Seçme ve 1
Partisi M Yerleştirme Merkezi
9 TRAK Trakyalılar Derneği 5 43 KPSS Kamu Personel Seçme 1
DER Sınavı
1 TBM Türkiye Büyük Millet 5 44 GSB Gençlik ve Spor 1
0 M Meclisi Bakanlığı (internet
adresinde yer alan
kısaltma)
1 Hz. Hazret, Hazreti 4 45 Mah. Mahalle 1
1
1 YÖS Yabancı Uyruklu 3 46 Cad. Cadde 1
2 Öğrenci Sınavı
1 TDK Türk Dil Kurumu 3 47 No Numara 1
3
1 ABD Ana bilim dalı 3 48 GÜ Gazi Üniversitesi 1
4
1 KBB Kulak Burun Boğaz 3 49 ÜNİ Üniversite 1
5
1 Prof. Profesör 3 50 mm milimetre 1
6

366
1 NKÜ Namık Kemal 3 51 SA SABANCI 1
7 Üniversitesi
1 ODTÜ Orta DoğuTeknik 3 52 l litre 1
8 Üniversitesi
1 KYK Kredi Yurtlar Kurumu 3 53 Net İnternet (konuşmada 1
9 yapılan kısaltma)
2 TCDD Türkiye Cumhuriyeti 2 54 Ör. Örnek 1
0 Devlet Demiryolları
2 Dr. Doktor 2 55 İŞKU Türkiye İş Kurumu 1
1 R
2 SİÜ Siirt Üniversitesi 2 56 D Doğru 1
2
2 H Hastane 2 57 Y Yanlış 1
3
2 TV Televizyon 2 58 BM Birleşmiş Milletler 1
4
2 TR Türkiye 2 59 Vd. Ve diğerleri 1
5
2 Kg Kilogram 2 60 MOÜ Ondokuz Mayıs 1
6 Üniversitesi
2 Km Kilometre 2 61 MKÜ Mustafa Kemal 1
7 Üniversitesi
2 BJK Beşiktaş 2 62 TFF Türkiye Futbol 1
8 Federasyonu Başkanlığı
2 TL Türk Lirası 2 63 AB Avrupa Birliği 1
9
3 AKBİ Akıllı Bilet 1 64 AÖF Açıköğretim Fakültesi 1
0 L
3 İÜ İstanbul Üniversitesi 1 65 MÖ Milattan önce 1
1
3 M Metro (TDK’de Miladi) 1 66 MS Milattan sonra 1
2
3 Vb. Ve benzeri 1 67 Cum. Cumhurbaşkanı 1
3 Bşk.
3 YDS Yabancı Dil Sınavı 1 68 İETT İstanbul Elektrik, Tünel, 1
4 Tramvay İşletmesi
Tablo 2 incelendiğinde katılımcıların bildikleri kısaltmaların çok farklı olduğu
görülecektir. Kısaltmalar incelendiğinde tespit edilenlerin ağırlıklı olarak eğitim-öğretimle ya
da günlük yaşamda sık gidilen/kullanılan yerlerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Sadece
öğrencilerin ikamet ettikleri yerde rastlanılan kısaltmalar da (ASKİ vb.) tabloda
bulunmaktadır. Bu durumda kısaltmaların hepsinin Türkçe öğrenirken değil, informal
öğrenme ortamlarında da öğrenilebildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Toplam 68 farklı kısaltma
örneğinin olduğu görülmekte, bu kısaltmalar arasında ise TÖMER, ASKİ, TRAKDER, YÖS,
ODTÜ, YURTKUR, ÜNİ, İŞKUR gibi kelime hâlindeki kısaltmaların diğer kısaltmalara göre
daha az olduğu tespit edilmiştir. Bazı kısaltmaların kullanımında ise TDK ile öğrenciler
arasındaki farklılık göze çarpar. Söz gelimi TDK’ye göre Miladi sözcüğünün kısaltması olan
M, öğrenciler tarafından Metronun kısaltması olarak bilinmektedir.
İkinci bölümde ise öğrencilerden, kendilerine sunulan örneklerdeki kısaltmaların tam
açılımlarını yazmaları istenmiştir. Buna göre Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin
kısaltmaları bilip bilmeme durumları Tablo 3’te gösterilmiştir (Bk. Tablo 3).
367
Tablo 3. Katılımcıların Kısaltmaları Doğru Bilme Durumları
S Kısal Açılımı n S Kısal Açılımı n
tma tma
1 AB Avrupa Birliği 10 26 Fak. Fakülte 22
2 ABD Amerika Birleşik 27 GÜ Gazi Üniversitesi
Devletleri /Ana Bilim
Dalı (TDK’ye göre) 20 11
3 age. Adı geçen eser - 28 haz. Hazırlayan 3
4 AİH Avrupa İnsan Hakları 29 Mah. Mahalle
M Mahkemesi 2 29
5 ALE Akademik Personel ve 30 MEB Millî Eğitim Bakanlığı
S Lisansüstü Eğitimi
Giriş Sınavı - 6
6 AKU Arama Kurtarma 31 MÖ Milattan Önce
T Teşkilatı - 19
7 AÖF Açıköğretim Fakültesi 3 32 MS Milattan Sonra 18
8 Apt. Apartman 16 33 No. Numara 22
9 Arş. Araştırma Görevlisi 34 NAT Kuzey Atlantik
Gör. 5 O Antlaşması Teşkilatı 1
1 AŞTİ Ankara Şehirler Arası 35 Okt. Okutman
0 Terminal İşletmesi 1 4
1 AVM Ankara Şehirler Arası 36 öl. Ölüm tarihi
1 Terminal İşletmesi 12 1
1 bk. Bakınız 37 ör. örnek
2 - 9
1 BM Birleşmiş Milletler 38 ÖSY Ölçme, Seçme ve
3 5 M Yerleştirme Merkezi 2
1 Böl. Bölüm 39 PK Posta kutusu
4 14 -
1 bs. Basım 40 s. Sayfa
5 1 -
1 Bşk. Başkanlığı 41 TBM Türkiye Büyük Millet
6 5 M Meclisi 18
1 Cad. Cadde 42 T.C. Türkiye Cumhuriyeti
7 25 26
1 Cum. Cumhur Başkanı 43 TL Türk Lirası
8 Bşk. 23 25
1 dk. Dakika 44 TÖM Türkçe Öğretim
9 13 ER Merkezi 21
2 Doç. Doçent 45 TR Türkiye
0 15 12
2 doğ. Doğum tarihi 46 YÖS Yabancı Uyruklu
1 6 Öğrenci Sınavı 13
2 Dr. Doktor 47 YUR Yükseköğrenim Kredi
2 TKU ve Yurtlar Kurumu
26 R 7
2 Ecz. Eczane 48 vb. Ve benzeri
3 26 14

368
2 ed. Edebiyat, editör 49 vd. Ve diğerleri
4 1 8
2 Ens. Enstitü 50 y.y. yüzyıl
5 9 12
Tablo 3’te yer alan kısaltmaların tam açılımlarının doğru bilinmesinde farklılıklar
vardır. Öğrencilerin gerek eğitim süreçlerinde gerekse günlük yaşamlarında sıklıkla
karşılaştıkları kısaltmaları bildikleri, buna karşın daha az duydukları/duymuş olabilecekleri
kısaltmalara dair bilgilerinin az olduğu görülmektedir. “mh., T.C., Dr., Ecz., TL, Cad., Cum.
Bşk., No, TÖMER, Fak., M.Ö., M. S.” gibi kısaltmaların doğru bilinme oranı diğerlerine göre
fazladır. Age., ALES, AKUT, Bk., PK ve s. kısaltmasını hiçbir öğrenci doğru yazamamıştır.
Tablo 3’te verilen kısaltmaların bazıları kelime hâlinde olup diğerleri kelimelerin birkaç
harfinin yazılmasıyla oluşturulmuştur. Bu durumda ALES, AKUT, AŞTİ, MEB, NATO,
YURTKUR gibi kelime hâlindeki kısaltmaların bilinme oranının diğerlerine göre daha az
olduğu anlaşılmaktadır. TDK’ye göre “Ana Bilim Dalı”nın kısaltması olan ABD’yi öğrenciler
Amerika Birleşik Devletlerinin kısaltması olarak düşünmüşlerdir. Bu durum, kelime hâlindeki
kısaltmalar genellikle bir kurum ya da kuruluş adının kısaltması olduğundan Türkçeyi yabancı
dil olarak öğrenen öğrencilerin bu kurum ya da kuruluşları bilmemelerinden kaynaklı olabilir.
Sonuç
Türkçeyi, yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin Türkçedeki yaygın kullanılan
kısaltmaları bilme düzeylerinin ölçülmesinin amaçlandığı bu çalışma, Diller İçin Avrupa
Ortak Öneriler Çerçevesine göre C1-C2 seviyesinde kabul edilen 30 öğrenci ile yapılmıştır.
Araştırma, TDK tarafından belirlenen ve uzman görüşü ile seçilen kısaltmalar ile
sınırlandırılmış, çalışmada tarama modelinden yararlanılmıştır.
İlgili literatür incelendiğinde kısaltmalarla ilgili en temel sorunun herhangi bir bilim dalı
içerisindeki kısaltmalarda birlik bulunmayışı (Aslan vd, 2004; Delice, 2005; Deliktaşlı, 2017 vd.)
olduğu görülmektedir. Çalışmada, ilk olarak öğrencilerin bildikleri kısaltmaları yazmaları
istenmiş, ikinci aşamada ise iki ayrı alan uzmanının görüşü alınarak TDK Yazım Kılavuzundan
hareketle en sık kullanılan kısaltmalar listesi hazırlanarak öğrencilere sunulmuştur.
Çalışmada öğrencilerin ağırlıklı olarak eğitim-öğretimle ya da günlük yaşamda sık
gidilen/kullanılan yerlerle ilgili olan kısaltmaları doğru bildikleri tespit edilmiştir. Bu durum,
Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde informal öğrenme ortamlarının önemini ortaya
koymaktadır. Öğrencilerin kelime hâlindeki kısaltmaları doğru bilme oranlarının az olduğu,
bazı kısaltmaların kullanımında ise TDK ile öğrenciler arasında farklılık olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
Sonuç olarak dildeki gerek tasarrufun gerekse yeni kelime türetmenin bir sonucu
olarak ortaya çıkan kısaltmaların bilinmesi, dil öğrenen bireyler için gereklidir. Çünkü
kısaltmalar ile birey, yalnızca eğitim ya da iş yaşamında değil günlük yaşamın her alanında
karşılaşabilmektedir. Bu nedenle Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde sık
karşılaşılabilecek olan kısaltmaların öğretilmesi, formal ve informal öğrenme ortamlarında
görülebilecek kullanımların kazandırılması gerekmektedir.

KAYNAKLAR
ASLAN, Mehmet; Bıçak, Uğur; Üzüm, İsa; Yakıncı, Cengiz (2004). “Tıpta Kullanılan
Kısaltmalarda Standardizasyon Sağlanması”. Tıp Eğitimi Dünyası, Sayı: 16-16-20 .s.
BÖREKÇİ, Muhsine (2009).Türkiye Türkçesinde Yapı ve İşlev Bakımından Sözcükler ,
Eser Ofset Matbaacılık, Erzurum
DELİCE, H. İbrahim (2005). “Cumhuriyet Dönemi Türkçesinde Tehlikeli Bir Bozulma
Kısaltmaların Söylenişi”. Karaman Dil-Kültür ve Sanat Dergisi.

369
http://delicedil.blogspot.com/2012/01/cumhuriyet-donemi-turkcesinde-tehlikeli.html erişim
[20.09.2018]
DELİKTAŞLI, Nesrin (2017). “Hukuk Metinlerinde Kullanılan Kısaltmalar ve
Çevirileri”. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. S. 29- 143-152 .s.
ERKAN, Mustafa (2016). “Türkçede Kısaltmalar ve Bu Alandaki Çalışmalar”.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. S.9 (42).
GÜNAY, Doğan (2007). Sözcükbilimine Giriş. Multilingual Yayınları, İstanbul
ÖZKAN, Abdurrahman (2004). “Türkçe Sözlük’teki Kısaltma Grupları”. İnsan
Bilimleri Araştırmaları-Yıl:6, Sayı:12- 173-79 .s.
http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=189:kisaltmalar
erişim [04.09.2018]

TÜRK EDEBİYATI EĞİTİMİ VE ÖĞRETİMİNDE EDEBİYAT


TARİHİNİN BİR BÜTÜN OLARAK ELE ALINMASI MESELESİ
*
Könül HACIYEVA
Özet
Anadolu, Azerbaycan, Çağatay ve Osmanlı sahası Türk edebiyyatlarinin birbirine etki
halinde geliştiğini göz önünde bulundurarak bu ortamların yetiştirdiği şairleri incelerken
onları yetiştiren dönemi, etkileyen toplumsal ve sosyolojik faktörleri dikkate almak, sistemli
bir araştırma ortaya koymak gerekir. Söz konusu prensiplere uyulması aynı şekilde Türk
edebiyatı öğretiminde de büyük önem arz eder. Bu prensiplere Prof.Dr. M.F. Köprülü'nün
araştırmacılık ve öğretmenlik faaliyetinde önemli yer verilmiştir.Türk edebiyyat tarihinin
önde gelen bilim adamlarından ve hocalarından olan Prof. Dr. M. F. Köprülü Azerbaycan
şairlerini Türk şiiri bağlamında incelemiş, yazdığı bilimsel eserlerle Azerbaycan
edebiyatşinaslığına büyük katkılarda bulunmuştur. Türk edebiyat tarihini bir bütün halinde
tetkik eden F.Köprülü Azerbaycan edebiyatı ile ilgili birçok önemli araştırmalar yapmıştır.
Köprülü'nün "Türk edebiyatı tarihi" adlı eserinde Nesimi ve Kasım Envar dâhil olmak üzere
birçok Azerbaycan şairleri ile ilgili düşünce ve kanaatlarını görebiliriz. Onun Azerbaycan
şairleri Hasanoğlu, Halili, Habibi ve Fuzuli hakkında yazdığı bilimsel makaleler günümüzde
de Türk edebiyat tarihinin araştırılmasında ve öğretiminde önemli kaynak olarak
bilinmektedir. "Azerî Edebiyatına Ait Tetkikler" adlı çalışmada araştırmacının Ortaçağ
Azerbaycan şairleri hakkındaki değerli görüşleri yer almıştır. Bu tür araştırma eserlerinin Türk
edebiyatının eğitimi ve öğretimi için büyük katkıları vardır.
Anahtar kelimeler: Türk edebiyatı, Azerbaycan, Köprülü,
şair Giriş
Orta yüzyıllarda yaranmış edebiyat örnekleri birbirinden ayrı şekilde araştırılsa da, onları
belli bir ölçüde yaklaştıran bazı yönlerin varlığı bu dönemde yaşayıp yaratan şairlerin eserlerinin
karakteristik özelliklerinin kıyaslanaraq, karşılaştırmalı olarak incelenmesi ihtiyacını doğuruyor.
Bu husus, daha çok Divan yaratmış olan şairlerin yaratıcılığının öğrenilmesinde ve öğretilmesinde
dikkate alınmalı kanaatindeyiz. Belirtmeliyiz ki, 14. yüzyılda artık kendine has dil ve sanatsal
özelliklere sahip, gelişmiş Azerbaycan Türkçesinde edebi eserler mevcuttu. Kuşkusuz, Farsça
yazan Türk şairlerinin eserleri de gelişmiş, mükemmel söz sanatı örnekleri olarak Abdurahman
Cami gibi üstatların beğenisini kazanmıştı. Cami Cihan Şah Hakiki'nin Farsça şiirlerini “hikmet
haberçisi” olarak nitelendirmişti. Arap şiirinden gelen aruz, çeşitli edebi türler, şiir kuralları,
sayısız sanatsal imgeler vb. Yakın ve Ortadoğu'da, Arap

*
Doç.Dr.,Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Edebiyat Enstitüsü, konulhaciyeva75@gmail.com
370
olmayan ulusların edebiyatına karşı konulmaz bir hızla dahil olarak kendine önemli ve kalıcı
bir yer edinmişti. Bu bağlamda edebi düşünce, aynı zamanda, medeni düşüncenin bir dalı
olarak geliştiği ortamda ait olduğu halkın özelliklerine atıfta bulunur. Türk tarihçiliğinin
önemli isimlerinden olan Dr. M.F.Köprülü yazıyor: “Edebiyat tarihi, umumiyetle tarihin-daha
açık ifade ile Medeniyet tarihinin-en mühim bir kısmıdır.”(Köprülü, 2011.27) Bu kanaattan
yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Doğu edebi tefekkurunun daha derin ve kapsamlı olup, daha
fazla etki gücüne sahip olduğu bir gerçektir ve dünya edebiyat bilimi tarafından kabul edilmiş
yadsınamaz gerçek olarak bilinmektedir.
Müslüman halklarının (aynı zamanda diğer din mensuplarının) kültürel topluma
getirdiкleri töre ve gelenekler yeni idеоlоji hakimiyetinin (bu durumda dini hakimiyetin yerini
siyasi hakimiyet alıyor) etkisi ve denemesi altında kalarak kültür struкturunun anlamı üzerine
yeni fikirler topluyor ve sonuç olarak dünya medeniyetinin yeni tipi gelişmiş oluyor. "15.-16.
yüzyıllarda Azerbaycan'da coğrafya, astronomi, mantık, gramer, edebiyat, matematik, felsefe,
tarih gelişmekte ve bilimin bu alanlarında da yeni eserler yazılmakta idi. 15.-16. yüzyıllarda
çeşitli sanat alanlarında - mimarinin, açıklama ve dekoratif uygulamalı sanatların, özellikle
kitap sanatı ve onunla iç içe olan minyatür boyacılığın gelişmesinde büyük başarılar elde
edilmiştir. " (Azerbaycan edebiyyatı tarihi, 1960.70) Unutmamak lazım ki, yukarıda belirtilen
bilim ve kültür alanlarının bireysel olarak değil, bir biri ile alakalı şekilde ve iç içe gelişmiş
olması dikkat çekici yönlerden biridir. F.Köprülü bu konudaki düşüncelerini “edebiyat ve
sanatın tarihleri yekdiğerine çok bağlı” sözleriyle dile getirmişti. O yazıyordu: “Türk
edebiyatı tarihini tetkik ederken bu bağıntıları da unutmamak icap eder.”(Köprülü, 1986.23)
İşte tam bu bağlılığın eseri olarak, Orta çağ Doğu kültürünün ünlü taşıyıcıları bilimin birçok
dallarına aynı ölçüde vakıf idiler. Klasik Şark edebiyatı temsilcileri arasında filozof, astronom
ve hattatlar vardı. 13-14. yüzyıllarda Azerbaycan'ın önde gelen Sufi düşünürleri Şemsi
Tebrizi, Mahmut Şebüsteri, Şah Kasım Envar gibi. Adıgeçen mutasavvıf şairlerin eserleri, her
zaman klasik Doğu şiiri bağlamında gözden geçirilerek onların bıraktığı edebi miras zaman
zaman dünya felsefi fikrini kendi üzerine çekmiştir. Tasavvuf edebiyatının geçtiği yolu
dikkatlice gözlemleyerek önemli ve mantıklı sonuçlara varan M.F. Koprülü yazar: “...sufiyane
şiir büyük bir gelişmeye erişerek “Mevlana Celaleddin Rumi” gibi derin ve vecidli bir üstadın
elinde, belki en olgun şeklini aldı; ve ta “Abdurrahman Cami”ye gelinceye kadar birçok
san’atkarlar yetiştirdi ki, bunlar arasında “Kasimü’l-Envar” gibi büyük şahsiyetler vardır”
(Köprülü, 2011.151). Üstat araştırmacının Kasım Envar'ı "büyük şahsiyet" olarak görmesi
tesadüf değildir. Şöyle ki, o, Orta Doğu'da tanınmış bir düşünürün, Şeyh Safieddin Erdebili
yolunun takipçilerindendi, zamanının şair ve tezkireçileri tarafından sonsuz saygıyla anılan
biriydi. F.Köprülü'nün Türk Tasavvuf Şiirini derin bir şekilde araştırması, onun edebiyat tarihi
için yapmış olduğu en önemli çalışmalardan biridir.
Türk tarihinin, Türk dili ve edebiyatının, Türklüğün bir bütün şeklinde incelenip
öğretilmesi F. Köprülü'nün esas gayelerinden biri olmuştur. Anadolu, Azerbaycan, Çağatay ve
Osmanlı sahası Türk edebiyyatlarinin birbirine etki halinde geliştiğini çok iyi bilen F.Köprülü bu
ortamların yetiştirdiği klasik şairleri incelerken onları yetiştiren dönemi, etkileyen toplumsal ve
sosyolojik faktörleri dikkate almış, kronolojik ardicilliga sahip, sistemli bir araştırma külliyatı
ortaya koymuştur. Onun Azerbaycan şairleri Hasanoğlu, Halili, Habibi ve Fuzuli hakkında yazdığı
bilimsel makalelere bugün de Türk edebiyat tarihi öğretiminde önemli kaynak olarak
dayanılmakta. Araştırmacı hakkında okuyoruz: “Batılı alimlerce de otoritesi kabul edilmiş olan
Köprülü, edebiyat tarihimize bir bütün olarak bakmış, edebiyatımızı dönemlere ayırırken bu
devirlerin birbirine olan etkisini sebepsonuç ilikilerini gözeterek ortaya koymuş, edebiyat
tarihimizi tarihî sürecin içinde ele almıştır. Bunların dışında Türk edebiyatını devirlere ayırırken
coğrafî, sosyolojik, dinî koşulları da göz önünde tutmuştur.” (Okumuş, 2010.6) Türk edebiyat
tarihi öğretiminin büyük isimlerinden olan Prof. Dr. M. F. Köprülü Azerbaycan şairlerini Türk
şiiri bağlamında incelemiş, yazdığı bilimsel eserlerle Azerbaycan

371
edebiyatşinaslığına büyük katkılar vermiştir. O, kendisinden önceki bazı edebiyat
tarihçilerinden farklı olarak Türk edebiyatını Osmanlı şairlerinin yaratıcılığı ile
kısıtlandırmadan, onu Azerbaycan, Çağatay vb. şiir ortamları ile birlikte araştırmanın daha
doğru ve mantıklı olduğu kanaatinde idi.
Orta yüzyıllarda pek çok şair mesnevi türünde eserler yazmak için sanki yarışıyordu.
Onları mesnevi yazmaları için teşvik eden faktörlerden biri de, büyük Azerbaycan şairi Nizami'nin
bir zamanlar bu şiir türünde mükemmel sanat eserleri yazmış olması idi. Prof. M.F. Köprülü bu
konuda şöyle yazar:“...mesnevi şekli daha şair Nizamiden evvel kurulmuş ve gelişmiş, milli veya
İslami mahiyette destanlar ve romantik eserlerden başka, sufiyane ve ahlaki mevzuların da
mesnevi şekliyle yazılması adet hükmüne girmişti...Hissiyatının inceliği ve derinliği, üslup ve
ifadesinin san’at ve zarafeti bakımından cidden emsalsiz bir şair olan Genceli Nizami sonradan
Penç Genç umumi adı altında toplanan beş mesnevisiyle, eskilere her suretle üstün gelerek bu
vadide birçok hususiyetler göstermiş ve eskileri adeta unutturmuştur”[Köprülü,2011.167].
Mesnevinin olgun, kendini doğrulayan bir şiir biçimi olarak edebiyatımızda önemli bir yere sahip
olmasında Nizami'nin olağanüstü rolünün büyük bilim adamı tarafından vurgulanması tesadüf
değildir. Daha sonraki yüzyıllarda "Hamse" yazarının eserlerine nazire yazılması, bu mesnevilerin
yüksek sanatsal niteliklerini, felsefi ve didaktik yönlerini ve toplumu olumlu bir şekilde etkileme
gücüne sahip olmasını gösterir. Genellikle bu şiir biçiminde didaktik içeriğin olması, onu diğer
şiir türlerinden ayırır. Nizami Gencevi'nin yaratıcılığından esinlenerek "Hamse" yazan Nevai, bu
işi kendi dilinde, yani, Cağatay Türkçesinde gerçekleştirdi. Onun yazdığı "Hamse" 13.-14.
yüzyıllarda Azerbaycan Türkçesinde edebi örneklerin yaranmasından sonra ortaya çıkmıştı. Genel
olarak, tüm Doğu edebiyatında olduğu gibi, Azerbaycan şiir sanatında da edebi geleneklere bağlı
olan, ona yeni orijinal nitelikler kazandırmaya devam eden sanatkarlar olmuştur. Bu yetenekli
şairlerin eserlerinin zamanın “sınavlar”ından geçerek zamanımızadek gelmesinin temel
nedenlerinden biri de onların çeşitli sanatsal zenginliklere sahip olmasıdır. Hasanoğlu, Gadı
Burhaneddin, Nesimi gibi şairlerin ana dilinde şiirler yazması ve bu şiirlerin Türk Dünyasında
geniş yayılmasıyla Cağatay edebiyatı da belli bir ölçüde gelişti. Dr. F. Köprülü'nün bu şairlerin
eserleri ile ilgili ve onların Türk edebiyatının gelişimindeki rolleri hakkında yaptığı araştırmalar
ve öne sürdüğü fikirler büyük önem arz eder. Araştırmacının bir Türk aydını olarak güçlü milli
düşünceye sahip olduğu ve Hasanoğlu'nun Türkçe yazmış olmasını kalben alkışladığını şu
sözlerinden anlamak mümkün: “Farsi şiirlerindeki pure-Hasan mahlasını Türkçe eserlerinde
Hasanoğluna çevirecek kadar milli lisane ihtimam gösteren bu sufi şair sanat gayesinden ziyade
Türk kitlesine kendi lisanile tasavvuf esaslarını anlatmak gayesini takip etdiğinden, her halde hece
veznile bir çok manzumeler yazmıştır, zannı gavisindeyiz.”(Köprülü, 1996,36) Araştırmacı,
fikrinin devamında, sanatçının diğer eserleri ortaya çıkarılacağı takdirde, Azerbaycan edebiyatının
önemli bir aşamasının aydınlanacagı kanaatini da vurguluyor. Araştırmalarında önemli kaynaklara
dayanan Köprülü diğer yetenekli şairimiz Gadı Burhaneddin'le ilgili kanaatını bu şekilde ifade
ediyor: “Müverrih Ayniye nazaran arabi-farsi şiirler yazan bu şairin gazeller, rübailer ve
tuyuğlardan mürettep Türkçe divanı Azeri lehçesinin bütün ovsafını gösteriyor. Eserlerinde şeklin
ve lisanın ibtidailiyine ve rakakatine rağmen samimi ve çok canlı, hususi bir eda vardır.”(Köprülü,
1996.36) Araştırmacının Nesimi hakkında daha derin bilgi vererek daha fazla fikir yürütdüğünü
görüyoruz. O, Nesimi'nin eserleri ile ilgili düşüncelerini "Türk Edebiyatı Tarihi" adlı kitabında
geniş şekilde dile getirmiştir. Anadilli şiirimizin bu ünlü ismi hakkında okuyoruz: “Azeri
edebiyatının bu devirdeki en büyük şahsiyeti tesiratının vüsat ve devamı itibarile bütün Türk
edebiyatının en yüksek mümessillerinden saya bileceğimiz Nesimidir.”(Köprülü, 1996.17)
Görüldüğü gibi, araştırmacı bu sanatkarımıza en güzel şekilde değer vermiş, onun diğer şairler
üzerindeki ehemmiyetli etkisini özellilke vurgulamıştır. Bu etki, Türk Osmanlı şairlerinin
çalışmalarında daha belirgindir. Şairin hurufiliğin yayılmasına katkıda bulunan zengin edebi
mirası, onun Anadolu da fikir

372
takipcilerinin çoğalmasına, birçok hurufi şairlerinin ortaya çıkmasına neden oldu. F.Köprülü
Nesimi hakkında “Azeri sahasına mensup olduğu halde Osmanlı edebiyatı üzerinde de pek derin
izler bıraktı” diye yazmıştır.(Köprül, 1996.17) Böylece, Nesimi şiirinden esinlenen Nevai'nin
yaratıcılığı da kendiliğinde 15. yüzyılın yetenekli şairi Nimetullah Kişveri'yi Azerbaycan
türkçesinde güzel şiirler yazmaya ilhamlandırdı. Nesimi şiirinin etkisinden bahseden F. Köprülü,
Nesimi edebi mirasının Cağatay edebiyatının yönünün belirlenmesinde de tartışmasız rolünün
olduğunu ve sonraki yüzyıllarda bile bir sürü kalem sahibinin şairi taklit ettiğini belirtiyor. Bu
konuda “Türk edebiyatı tarihi” kitabında okuyoruz: “14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu’da yetişen
Hurufi şairlerinin hepsi Nesimi’yi taklit etmişlerdir. Azeri edebiyatında ise Habibi’den,
Hatayi’den, Fuzuli’den başlayarak bu te’sir son zamanlara kadar kendisini göstermiş, hatta
Cağatay edebiyatı dairesinde de Nesimi’nin şöhreti ve nüfuzu daima göze çarpmıştır.”(Köprülü,
2011.363) Görüldüğü gibi, Orta Doğu Halkları edebiyatı birbirleriyle etkileşimlerini sürdürerek
zenginleşmekte idi. Edebiyatların bu şekilde birbirini etkilemesi, karşılıklı bağlılıklar ise tahmis
ve nazirelerin yazılmasına yol açmakta idi. 15. yüzyılda yaşamış olan Halili, Habibi, Celili gibi
Azerbaycan şairlerinin eserlerine birçok nazirelerin yazıldığı bilinmektedir. Bu şairler, Osmanlı
saraylarında da büyük ün kazanmışlardı. Prof. F. Köprülü bu konu ile ilgili yorum yaparak şöyle
yazıyor: “Osmanlı tezkirelrinin himmeti sayesinde Osmanlı saraylarına bu asır esnasında gelen bir
takım Azeri ve Cağatay şairlerinin isimleri ve bazı eserleri mazbut ve mükayyed bulunuyor:
Halili, Besiri, Celili, ilahır gibi.”(Köprülü, 1996.18) Kuşkusuz, bu zaman edebi ve kültürel
çevrenin ilerleyişine ivme kazandıran, onlar için olumlu ortam oluşturan kendisi de şair olan
ilerici yöneticilerin de büyük rolünü unutmamak lazım. 15. yüzyılda Azerbaycan Sufi şiirinin en
yüksek gelişme evresine ulaşmış olmasına rağmen, bu sürecin 16. yüzyılda daha dolgun, daha
eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıkmaya başladığını vurgulamak gerekir. Habibi, Şah
Kasım Envar, Hakiki, Halili gibi şairlerin yarattığı tasavvuf edebiyatının örnekleri, kendi
zamanında olduğu gibi, sonraki yüzyıllarda da büyük etki ve yankı yaratan eserler olarak kalem
sahiplerinin dikkatini çekmeye devam ediyordu. Bu durum, sadece Azerbaycan şairlerini değil,
aynı zamanda Türk Osmanlı Divan edebiyatını da etkilemişti. Büyük ve zengin geçmişe, eski
geleneklere sahip Türk tasavvuf şiiri 15-16. yüzyıllarda yeni düzlemde, yeni fikir temayüllerinin
yönlendirdiği doğrultuda kapsamlı şekilde gelişti. On altıncı yüzyılın birçok ünlü şairi, bir asır
önce yaşamış olan sanatkarların akıla, ruha, ilhama yansıyan güçlü etkisine maruz kaldılar. Onlar
bu etkiyi üzerlerinde taşımakla beraber orijinallik ve mükemmellikle sanatta ebedi mevki
kazanmaya çalışıyor, şairlik yetenekleri, derin bilgi, geniş bakış açısı ve azimleri ile buna
muvaffak oluyorlardı. 16. yüzyıl şairlerinin eserlerini orijinal üslup ve tarzı ile önemli ölçüde
etkileyebilen büyük sanatkarlardan biri Habibi'dir. Edebiyat tarihimizde, Habibi'den haklı olarak
üstat şair diye bahsediliyor. İster Sultan Yakup'un yanında saray şairi iken, isterse de Osmanlı
hükümdarının sarayındayken Habibi şiirinin etkisi altında kalan bir çok şairler olmuştur. Bazı
gazelleri, taşıdığı sanat özellikleri ile Fuzuli'nin dikkatini çekmişti. Bu konuda F. Köprülü şunları
yazar: “Hurufi olduğu şiirlerinden anlaşılan Habibi, Azeri edebiyatının Fuzuli’den evvel yetişen
en kudretli şairidir ki, te’siri Fuzuli üzerinde de görülmektedir.”(Köprülü, 2011.391)Azerbaycan
şairi Habibi'nin Türk Edebiyatının gelişmesindeki rolünü doğru bir şekilde tanımlayan ünlü bilim
adamı, onun şairlik yeteneğinin Türk diline rağbet besleyen hükümdarlar tarafından çok takdir
edildiğini vurguluyor. Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup, Safevi devletinin kurucusu Şah
İsmayil, Osmanlı Sultanı

Bayazid'in saraylarında önemli bir şahs olarak saygı gören Habibi bu güveni, saygınlığı ve
itimadı derin zekası, geniş düşüncesi ve sanatıyla kazanmıştı. Ünlü araştırmacı, Şah İsmail
Hatayi'nin bu şairimize karşı sergilediği ilgiyi ve kayideyi doğal bir durum olarak
değerlendirirken Habibi'yi de kapsamlı şekilde tanımlıyor: “Hatayi mahlasıyla yazdığı Türkçe
şiirlerle milli lisane ve milli edebiyata itinakar olduğunu gösteren bu şii Türk hükümdarının
Habibi gibi büyük bir Türk şairine bu kadar teveccüh göstermesi pek tabiidir.”(Köprülü,

373
1996.37) Şairin sanatsal özelliklerine, eserlerinin şiirsel niteliklerine değinen F. Köprülü, daha
sonra fikrinin devamını getirerek şair hakkında kanaatını “Habibi, Nesimi, Şah İsmayil, Fuzuli ile
beraber Azeri edebiyatının kuşkusuz büyük yeteneklerinden biridir” şeklinde ifade ediyor.
(Köprülü, 1996.43) Görüldüğü gibi, araştırmacı Azerbaycan şiir sanatının bu dört ünlü
temsilçisine büyük değer vererek onların edebiyatımızda aynı ölçüde önemli yere sahip
olduklarını belirtmiştir. Özellikle de Aruz vezninde yazdığı eserlerin yanı sıra halk şiiri tarzında
yarattığı koşma ve geraylılarla Türk şiirini öne çekerek ona daha fazla değer kazandıran Hatayi
hem kendinin hükümdar şahsiyeti ile, hemde sanatsal yönden gelişmiş şair kişiliği ile tarihçi ve
aynı zamanda edebiyyat eleştirmeni olan F. Koprulu'nun dikkatini çekmiştir. Bu konuda
okuyoruz: Hatayi Azeri edebiyatının Nesimi ve Fuzuli derecesinde olmakla beraber - büyük
şahsiyetlerinden biri ve bir aşaması olarak kabule mecburdur.”(Köprülü, 1996.20) 15. yüzyılda,
Cihan şah Hakiki'nin Nesimi şiirinden etkilenerek esinlendiği gibi 16. asırda da Hatayi ve Fuzuli
önceki yüzyılın birçok şairinin eserlerini örnek alarak onlardakı sanat ve düşünce geleneğini takip
etmişlerdi. Bu dönemde nazire edebiyatının geniş yayılışı ve sayısız nazire eserlerinin yazılışı da
bahsedilen “takip” ve “esinlenme”nin sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Orta yüzyıllarda, bu
nazireleri belirli bir mecmuada toplayıp kalem sahiplerinin yararlanabileceği önemli ve gerekli bir
edebi kaynak haline getirmek geleneği bile mevcuttu. Bu konuda edebiyat tarihçileri şöyle yazar:
“Edebiyat tarihimizin aydınlatılmasındaki katkılarından dolayı şairler tezkiresi gibi son derece
önemli olan eserlerden biri de “nazire mecmuaları”dır...Türlü devirlerde rağbet gören şairler ve
şiirleriyle bunların ne derece ve ne kadar etkili oldukları, devir şairlerinin şiir anlayışları,
eğilimleri, zevkleri, işledikleri konular, kafiye, redif ve vezin tercihleri gibi önemli bilgilerin çoğu
bu nazire mecmualarının incelenip değerlendirilmesiyle ortaya çıkabilecektir.”(Şentürk,
2004.229)
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Fuzuli gibi bir dehanın ortaya çıkmasında 15. yüzyıl
Azerbaycan şairlerinin birçoğunun eserleri, zemin oluşturmuştur. Bu açıdan bakıldığında,
Habibi, Kişveri ve Halili gibi şairlerin edebi mirası, edebiyat araştırmacıları tarafından doğru
olarak Fuzuli'nin ilham aldığı, faydalandığı önemli edebi kaynaklar olarak görülür. Fuzuli'nin
doğduğu yer, yetiştirildiği çevre, hayatı ve sanatı üzerine geniş ve derin araştırmalar yapan F.
Köprülü, onun meşhurluk kazanmasını sağlayan faktörlere de değinerek Fuzulinin bütünlükte
Türk edebiyatına gösterdığı derin etkiden bahsetmiştir. Köprülü'nün yazılarında okuyoruz:
“Türk edebiyatının muhtelif sahaları üzerinde asrlarden beri Fuzuli kadar icrayi-tesir etmiş
şair pek azdır. Nesimi ve Nevayiden sonra ancak Füzuli'dir ki, Türk dünyasının her tarafına
eserleri yayılmış, okunmuş, sevilmiş, takdir ve tenzir edilmiştir.”(Köprülü, 1996.31)
F.Köprüli'nin daha önce bahsettiğimiz Türk edebiyatını bir bütün şeklinde ele alma, Türk
şairlerin eserlerini karşılıklı etkileşim halinde inceleme ilkeleri burada dayanılacak geçerli
prensipler olarak görünüyor. Ortaçağ Azerbaycan edebiyatının oluşumu ve gelişiminde
önemli rol oynayan şairlerin sanat mirasının karşılaştırmalı olarak incelenmesi, onların
eserlerindeki genel ve özgün noktaları, bireysel sanat özelliklerini, farklı nitelikleri ortaya
koymakla beraber Orta yüzyılların ünlü kalem üstatlarını bir araya getiren ortak yönlerin,
sanat esinlenmelerinin araştırılması için de birtakım fırsatlar sağlar.
Sonuç
Yapılan araştırmalarla bu kanıya varmamız mümkün: tüm ideolojik ve sanatsal
özellikleri, inişli-yokuşlu evrimsel gelişimi, yansıttığı sosyal, tarihsel, felsefi, didaktik ve
yaşamsal içeriği ile şekillenen Orta Çağ Azerbaycan edebiyatı, Türk edebiyatının ayrılmaz bir
parçası olarak Türk klasik edebiyatının araştırılmasında önemli yere sahiptir. Ortaçağ
Azerbaycan edebiyatının, özellikle 15-16. yüzyıl Azerbaycan şiirinin oluşmasında Celaleddin
Rumi, Yunus Emre, Nesimi, Nevayi, Habibi, Hakiki, Halili, Şah Kasım Envar, Hatayi ve
Fuzuli'nin eserleri önemli role sahip olmuştur. Türk edebiyatının daha önceki temsilcileri
kendisinden sonra gelen Türk şairlerini etkilemiş, nice güzel sanat örneklerinin ortaya
çıkmasına ortam yaratmışlardır. Bu etki şairlerimizi taklide değil, geçmiş irsden yararlanarak

374
yaratıcı pozisyon tutmaya, kendilerinden önce yaşamış olan sanatkarların eserlerindeki
fikirleri daha da cilalayarak yeni, farklı tanıtımda ortaya koymaya ruhlandırmıştır. Türk tarihi
ve edebiyatının dünyaca ünlü araştırmacılarından olan M.F.Köprülü'nün Oğuzların büyük ve
önemli eseri "Kitabi-Dede Korkut"la ilgili söylediği malum fikir bu destanın ehemmiyetini ve
mahiyetini dolgun ve kapsamlı bir şekilde anlatmıştır. Türk edebiyat tarihinin bir bütün olarak
araştırılarak öğretilmesinin taraftarı olan F.Köprülü'nün, Azerbaycan edebiyatı üzerine birçok
önemli araştırmaları vardır. Ortak Türk tarihi ve ortak Türk edebiyatı tarihi öğretimi
konusunun gündeme geldiği günümüzde Prof. Dr.M.F.Köprülü araştırmalarındakı ilkelerin
büyük önem arz etdiyini vurgulamak gerek. Öğretme ve öğrenme sürecinde, araştırmalarda
onun bilimsel mirası tekrar tekrar ele alınmalı ve yeni çalışmalarda ileri sürdüğü bilimsel
kavram ve prensiplere dayanılmalıdır.

KAYNAKLAR
Azerbaycan edebiyatı tarihi (1960) III cilt, Bakı, İlimler Akademisi yayınları.
KÖPRÜLÜ, Fuad (2011) Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara, Akçağ yayınları.
KÖPRÜLÜ, Fuad(1996) Azeri edebiyatına dair tetkikler. Bakı, Sabah yayınları
ŞENTÜRK, Ahmet ve KARTAL, Ahmet (2004), Eski Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul,
Dergah yayınları
OKUMUŞ, Salih ve ŞAHİN,İdris (2010), “Tanzimat’tan günümüze edebiyat tarihi yazarlığı
ve edebiyat tarihleri üzerine bir inceleme”.Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi, 3 Issue:
14 Fall; http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt3/sayi14pdf/okumus_salih_idrissahin.pdf

TÜRKÇENİN YABANCI DİL OLARAK ÖĞRETİMİNDE


KULLANILAN DERS KİTAPLARINDAKİ ANTROPONİMİ
ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA
1
Gülden TÜM
Özet

Kişi adlarını tarihsel gelişimi, köken bilgisi, dil ve kültür sorunları açısından inceleyen ad
bilimi (antroponimi), uzun zamandır sosyoloji, antropoloji ve halk bilimi gibi sosyal bilimlerin
araştırma konusu olmuştur. İnsanoğlunun varoluşundan beri adeta resmi bir belge niteliği taşıyan
kişi adları, sadece insanın kültürel ve bireysel kimliğini değil aynı zamanda bulundukları
toplumda bir ilişki işlevi görür ve toplumdaki diğer isimleri olan insanlar arasında varlığını
sürdürür. Bir başka anlatımla, her bir ad toplum içerisinde belirli bir ulus ve kültürel öğe özelliği
taşır; bir taraftan toplumsal ve bireysel temsiliyet görevi görürken diğer taraftan dilin yapı
özelliklerini sunarak dilin zenginliğini ortaya koyar. Türkçe kişi adları diğer dillerle
kıyaslandığında ender görülen bir olay örgüsünü içinde barındırır. Yani, ulusun kültürel mirasının
sonucu olarak gözlemlenebilir; içindeki tarihi dönemlerin kültürel zenginliklerini açığa çıkarır ve
Türkçenin biçimbirimsel ve anlambirimsel özelliklerini tüm sözcük türlerinde yansıtabilir. Bu
özellik, hiç kuşkusuz Türkçenin eklemeli bir dil olmasından kaynaklanmaktadır ve aslında
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin çekim ve yapım eklerine olan farkındalığını
artırabilir. Zira Türk antroponimi, vatanperverlik, dövüşme ruhu, ulusallığa aitlik hissi, gök
cisimlerin adları, atmosferik ve doğa olaylarını, mevsim ve ayları, metal isimleri, hayvan ve kuş
isimlerini, meyve, çiçek ve bitkileri, farklı meslekleri, soyut isimler, ses ve selamlamaları
simgelediği için söz varlığının kolay ve kalıcı öğrenilebilmesine katkıda bulunabilir. Aynı
zamanda basit, birleşik ve türemiş isimler, sıfatlar, değişik eylem biçimleri,

Doç.Dr.Gülden TÜM, Çukurova Üniversitesi, guldentum@gmail.com 1


375
emir kipi hali, fiilimsiler, edatlar selamlamalar vb. yapıları içerisinde barındırdığından
öğrencilerin hedef dillerinin değişik sözcük yapılarına maruz kalmalarına neden olabilir.
Dolayısıyla, bu çalışma, Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi dersinde kullanılan ders
kitaplarında yer alan kişi ad ve soyadlarının sınıflandırılması ve yapılandırılması durumunu
ortaya koymayı ve kalıcı öğrenmeyi ne kadar sağlayabileceğine cevap bulmayı
amaçlamaktadır. Bu nedenle bu çalışmada Gazi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ile Yunus
Emre Enstitüsü tarafından hazırlanan Türkçe öğretiminde kullanılan ders kitapları incelenmiş
ve Türk antroponimi belirlenmeye çalışılmıştır. Bu alanda çalışmaya rastlanmamış olmasının
alana katkıda bulunacağı varsayılmaktadır.

Anahtar kelimeler: Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi, kişi ad ve soyadları,


Türk antroponimi, ders kitapları

1. Giriş
Ad bilimi (antroponimi), TDK tarafından adlar ve özellikle kişi adları üzerinde duran
ve onları köken bilgisi, tarihsel gelişimi, dil ve kültür sorunları açısından inceleyen dal olarak
tanımlanmaktadır. Antroponimi diğer araştırmacılar tarafından ise farklı açılardan ele
almaktadır. Bir taraftan, toplumun kendine has yaşam biçimi, düşünce tarzı, sosyal yapı ve o
toplumun yansıtıcı aynası olma özelliğini taşıma (Zengin, 1999: akt. Uca, 2004. s. 145); insan
hareketlerini yönlendiren kuralları belirleme (Hunter, 1925); kişi ve onun bulunduğu toplum
arasında bir ilişki işlevi görme ve içinde bulunduğu toplumdaki diğer insanlar arasında
varlığını sürdürme (Agyekum, 2006; Ryzhkova, 2014) gibi anlamları vurgulanırken diğer
taraftan da tarih, psikoloji, din ve adetler kadar insanların kültürleri hakkında da değerli
bilgiler sunma (Aykut, 2017); kamu yönetiminin kişilerle olan ilişkisini sürdürmesine hizmet
etme ve adların özel (Emel-Emoş) ve kamusal (Emel-Emel Hanım) alanlardaki kullanımını
gözler önüne serme (Calp, 2014); ulusal semboller olarak kullanılma ve bazı durumlarda
etnisiti olarak da anlamlandırılma (Superanskaya, 1973: akt. Ryzhkova, 2014. s. 57) ve sadece
insanın kültürel ve bireysel kimliğini değil aynı zamanda onu belirleyerek karışıklığı ve
yanılma payını ortadan kaldırıp ilişkiyi düzenleme (Örnek, 2000: akt. Sarıtaş, 2009. s. 423)
olarak ifade edilebilmektedir. Bir başka deyişle, antroponimi kültürel ve farklı tarihi
dönemlere ait kültür zenginliğini gözler önüne serer ve dilin yapı özelliklerini sunarak dilin
zenginliğini ortaya koyar (Glukova, Chuzave, Guseva, Riese & Shkalina, 2016). Kısaca,
antroponimi hangi durumda şekillenirse şekillensin kişinin yaşamının farklı bölümlerindeki
iletişim kimliğini ortaya koyar. Ağırman (1998) ve Calp (2014)’a göre, bu modeller bireyin
içinde bulunduğu toplumun kabul gördüğü iletişim boyutunda gerçekleşir [kamusal veya
mesleki alanda=İbrahim Bey, Emel Hanım; kişisel, sosyal alanda=İbo/İbrahim, Emoş/Emel].
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, antroponimi ülkenin kendine has tarihi ve kültürel
mirasını barındıran ve dil öğreniminde de önemli bir girdi olan dil zenginliğidir.
1.1. Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretiminde Antroponimi
Kâşgarlı Mahmud Divanü-Lügati’t-Türk adlı eşsiz eserinde bulunduğu devrin Türk
dünyasına ait pek çok özel ada ve adın veriliş nedenine ilişkin açıklamalar yapmıştır (Bayraktar,
2008-2009. s. 135). Türk antroponiminde diğer dillerde de olduğu gibi kişi adları içinde tarihi
dönemlerin kültürel zenginliklerini barındırabilmekte ve ulusun kültürel mirasının sonucu olarak
gözlemlenebilmektedir. Adların nitelendirilmesi Saussure tarafından “belirtilen ile ilintili olan
dilbilimsel işaretler” tanımlamasıyla da örtüşmekte ve kısaca ad kişiyi gösteren bir etiket
durumunda görülmektedir (Agyekum, 2006. s. 208). Yani, dil yapılarının sunulması açısından
hem biçimbirimsel hem de anlambirimsel özellikleriyle tüm sözcük türlerinde kendisini
göstermektedir (isim, sıfat, zarf, eylem, emir kipi hali, fiilimsi, edat vb.). Bu açıdan ele
alındığında Türkçe diğer dillere göre ender görülen bir olay örgüsünü içinde barındırır. Aykut
(2017) bu durumu farklı sözcük türlerinin gerçek isimler olabilme özelliğine

376
dayandırmakta ve Türkçe dil bilgisinin özellikleriyle ilgili kanıt olarak sunmaktadır (s. 664).
Böylece Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilere de fazla miktarda girdi sunulabilir.
Her ne kadar Türkçenin eklemeli bir dil olması yabancı öğrencilerin biçimbirimleri
tanımasında engelleyici bir unsur olsa da Türkçeyi öğrenen yabancı öğrencilerin çeşitli çekim
ve yapım eklerine olan farkındalığını artırabilir. Böylece kişi adlarının işlevleri sadece ad
olarak kullanılma yerine kavramsal yöne doğru evrilebilir. Örneğin, yabancı dil olarak Türkçe
öğretiminde Türkçe kişi ad ve soyadlarının farklı yapılardan oluşması öğrencilerin bu yapıları
sezmelerine olanak sağlayabilir (örneğin: Eylem-Durdu, Duran, Güler…; Basit, Birleşik ve
Türemiş isim türü- Ali, Duygu, Yazgülü, Tanrıverdi; Fiilimsi- Durmuş, Doğan, Gülderen,
Sözkesen, Yuvakuran…; Sıfat-Yavuz, Zeki, Saygılı, Köse…; Emir kipi-Güven, Yüksel…;
olumlu ve olumsuz-Yaşar, Yaşamaz …). Biçimbirimsel olan bu örneklere ilaveten, kişi
adlarındaki görünüşe bakıldığı zaman, özellikle vatanperverlik, dövüşme, ulusallığa aitlik,
gök cisimlerini ve adlarını, atmosferik ve doğa olaylarını, mevsim ve ayları, farklı kimyasal
metallerin isimlerini, hayvan ve kuş isimlerini, meyveleri, çiçek ve bitkileri, renkleri ve
onların nüanslarını, aile ilişkilerini, farklı mesleklerin isimlerini, günlük yaşamdaki yaygın
isimleri, birisine hitap ederken kullanılan isimleri, soyut isimleri, sesleri ve selamlamaları
simgelediği de görülür (Aykut, 2017. s. 665). Bunların yanı sıra aile büyüklerinin (anneanne,
babaanne, dede) adlarını verme, kardeş adlarıyla uyumlu ad verme (Dilek-Melek…) rüyadan
etkilenerek ad verme (Irmak, Deniz…), çocuk özleminden dolayı ad verme (Murat, Umut…),
sevilen akraba/dostun adını verme, aileden birisinin anısını yaşatmak için ad verme de kişi
adlarına eklenebilir (Sarıtaş, 2009. s. 428; Ağırman, 1998). Çocuğun doğduğu ay/günün
önemine (Ramazan, Eylül…) ve doğum anındaki olaylara (Tufan, Yağmur…) ya da doğumun
gerçekleştiği yere (Fırat, Doruk…) göre de adlar verilebilmektedir. Başka bir örnek ise çok
çocuk sahibi olanların (Yeter, Songül, Dursun…), çocuk cinsiyetinin değişmesini isteyenlerin
(Döne, Döndü…), çocuğu yaşamayanların (Dursun, Sondur, Yaşar), çocuğun sağlıklı ve
güçlü olmasını isteyenlerin (Yiğit, Yağız, Efe…), orduya karşı duyulan sempatiyi göstermek
isteyenlerin (Savaş, Barış, Muzaffer…) ad vermesi olabilir. Akalın (1998: akt. Uca, 2004. s.
ise aile büyüklerinin en eski yazılı belgelerde geçen, hatta destanlarda yer alan, belki de tarih
öncesi çağlara ait (Bilge, Oğuz…) adları ya da çağın önemli olaylarından etkilenerek
(Cumhur, Hürriyet, Kurtuluş, Zafer…) adlar verilebildiğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla,
Türk antroponimi bu kadar değişik bir çeşitliliğe sahip iken yabancı dil olarak Türkçe
öğretimi ders kitaplarında yer alması durumunda gerek dil yapılarını (Yüksel, Güven, Anıl,
Duygu, Hepşen, Neşe, Sinem, Sözcü, Gözde, Birol, Binnaz, Nurlu, Nazlı, Çağlar, Gönül,
Gülden Saygılı, Efendigil, İbrahimgil, Balcılar, Altıneller, Bozkurt, Arısoy, Yavaşça,
Ellidokuzoğlu, Kökten…) sunması gerekse kültür zenginliklerini (Ekinsu, Hazal, Murat,
Zafer, Metehan, Erdem, Kadir, Ramazan, Türker, Cirit, Ekinci, Öztürk, Sözkesen, Somuncu,
Gülderen, Yurdakul, Kadızade, Sabancıoğullarından, Tanrıkulu, Uygur, Yörükoğlu…)
göstermesi açısından kalıcı bir öğrenmede önemli bir rol oynayabilir.
1.2. Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretiminde Ders Kitapları
Ders kitapları hem öğretmenler hem de öğrenciler için bir kaynak ve bir kılavuz olarak
eğitimde önemli bir rol oynar (Richards, 2001). Yabancı dil öğretiminde de temel dil becerilerinin
kazandırılmasında “tamamlayıcı öğretim materyalleri” olarak en çok yararlanılan ve kullanılan
eğitim araçları arasında yer alır. Ders kitabı öğrencilerin ilgi, yetenek ve öğrenme hızlarını dikkate
almaktan çok, o dersin programında yer alan hedeflere ve işlenecek konulara göre hazırlanır.
Kitapların hazırlanması ve incelenmesi ile ilgili esas ve usuller Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ders
kitapları Yönetmeliği’nde belirlenmiştir. (Tebliğler Dergisi, 2434-3.7.1995). MEB, Türkçenin
yabancı dil olarak öğretiminin gerekliliği ile ilgili olarak şu açıklamalara yer vermiştir:
“Avrupa’yla bütünleşme sürecinde Türkiye'ye ve Türkçeye olan ilgi giderek artmaktadır. Türkçeyi
sadece Avrupa'da yaşayan Türk kökenli kişiler değil, Türkiye’de çalışmak isteyen, Türkiye'ye ilgi
duyan herkes öğrenmek istemektedir. Türkçenin yabancı dil

377
olarak öğretiminde Avrupa Konseyinin geliştirdiği dil öğretimindeki ortak ölçütler yaklaşımı
temele alınmalıdır. Bu amaçla, Türk dilinin işlevleri ve her dil işlevi için uygun tümce yapıları
belirlenmelidir. Türkçe öğretimi ders kitapları, bu işlevleri kazandırıcı nitelikte hazırlanmalı,
uluslararası ölçekte standart Türk dil testleri ile Türkçe Sözcük Kullanım Sıklığı sözlüğü
hazırlanması çalışmasına gidilmelidir. Bu çalışmalar, Millî Eğitim Bakanlığında, Üniversiteler,
Türk Dil Kurumu ve TÖMER ile iş birliği içinde yürütülmelidir” (Milli Eğitim Dergisi, 2005). Bu
açıklamadan da anlaşılacağı üzere kitaplar, sadece bilgilerin verilmesi değil, dil yapı ve
işlevlerinin zengin bir şekilde sunulmasında önemli bir görev üstlenir. Bu açıdan ele alındığında
antroponimi anlamsal ve yapısal olarak geniş bir sınıflandırmaya sahiptir: a) vatanperverlik,
döğüşme ruhu, ulusallığa aitlik, gök cisimleri ve adları, atmosferik ve doğa olayları, mevsim ve
aylar, metal isimleri, hayvan ve kuş isimleri, meyve, çiçek ve bitkiler, renkler ve onların
nüansları, meslekler, günlük yaşamdaki yaygın isimler, birisine hitap etmede kullanılan isimler,
soyut isimler, sesler ve selamlamalar (Aykut, 2017: 665), b) din, duygu ve sanat içeren adlar, ve
c) eylem, isim, sıfat, zarf, fiilimsi, olumsuzluk, sayı vb. Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen
öğrenciler için bu girdiler bilgiyi çözümleme ve anlama açısından altı türü (sözdizimsel, biçimsel,
genel dünya, sosyokültürel, konu ve tür) kapsar (Hedge, 2000).
Ders kitaplarında özellikle kişi adları etkili bir şekilde kullanılabilirse sözcük ve
cümleler ön bilgiler çerçevesinde şekillenip anlaşılacak, stratejik süreçler devreye sokularak
kavramlar gerçekleştirilecek, arka plan bilgileri metnin yorumlanmasını sağlayacak ve amaç
doğrultusunda metinler değerlendirilecektir. Güneş (2009, s. 85) son zamanlardaki
araştırmaların “kelime tanıma” ve “anlama” olarak iki temel beceriye dayandığını belirtmekte
bilginin başarılı bir şekilde anlaşılması için tek bir kelimenin dâhi kayda değer olduğu
vurgulamaktadır. Türk antroponimi ele alındığında anlamanın gerçekleşmesindeki simgelerin
önemi daha çok ortaya çıkar ve zihinsel işlevlerin daha etkin olmasına olanak sağlanabilir.
Kelimelerin anlamı yapılandırıldığında öğrenme daha kalıcı hale gelebilir (Güneş, 2009. s.
217). Alan yazın incelendiğinde Antroponimi ile ilgili çalışmaların son derece sınırlı kaldığı
görülmektedir (Karpuz, 2006: akt. Sarıtaş, 2009. s. 423). Ad ve soyadların dil öğretiminde
kullanımıyla ilgili çalışmaya ise rastlanmamıştır. Antroponimi konusunda çalışmaya
rastlanmamış olmasının alana katkı sağlayacağı düşüncesiyle aşağıdaki sorulara cevap bulma
amaçlanmıştır:
Kişi adları yabancı dil olarak Türkçe öğretimi ders kitaplarında ne kadar yer
almaktadır?
Kişi ad ve soyadları yabancı dil olarak Türkçe öğretimi ders kitaplarında ne kadar
yer almaktadır?
Kişi ad ve soyadlarının hitap şekli yabancı dil olarak Türkçe öğretimi ders
kitaplarında ne kadar yer almaktadır?
Kişi ad ve soyadlarının yabancı dil olarak Türkçe öğretimi ders kitaplarındaki
isimlerin yapı bakımından sınıflandırılması nedir?

Yöntem
2.1. Evren ve Örneklem
Bu çalışmanın evrenini Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi ders kitaplarında yer
alan antroponimi oluşturmaktadır. Bu çalışmada Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Gazi
Üniversitesi (GÜ) ve İstanbul Üniversitesi (İÜ) tarafından hazırlanarak yabancı dil olarak
Türkçe öğretiminde kullanılan ders kitaplarından sadece temel ve eşik düzeyi A1-A2 ile B1-
B2 ele alınmıştır. Bunun nedeni, öğrencilerin yabancı dil öğrenmelerinde bu iki düzeyin daha
öncelikli olmasıdır. Bu yüzden anılan kitaplarda yer alan bu iki düzeydeki antroponiminin
varlığı incelenmiştir. Yabancı kişi adları, kişi ad ve soyadları ise bu çalışmanın dışında
tutulmuştur. Kişi ad ve soyadları sadece yapı bakımından incelenmiş ve işlevsel analizi
çalışma dışında tutulmuştur.

378
2.2. Veri Toplama ve Analiz
Araştırmada belli bir amaca dönük olarak kaynakları değerlendirme işlemlerini
kapsaması açısından belgesel tarama yöntemi kullanılmıştır (Yıldırım ve Şimşek, 2005). Veri
toplamada, yabancılar için Türkçe öğreten ders kitaplarında (A1-B2) yer alan kişi adı, kişi ad
ve soyadı ile ad kullanmadaki hitap şekli kullanımların nerelerde/nasıl geçtiği ve hangi tür
adların kullanıldığının ortaya konulması incelenmiştir. Yabancılar için Türkçe öğreten ders
kitaplarında yer alan kişi adı, kişi ad ve soyadı ile ad kullanmadaki hitap şekli kullanımları,
hem Concordance hem de el ile tek tek sayılarak kayıt altına alınmıştır. Sonuçlar, nicel ve
nitel olarak değerlendirilmiş ve tablolar halinde sunularak yorumlanmıştır. Araştırmanın
birinci sorusu olan kişi adları yabancı dil olarak Türkçe öğretimi ders kitaplarında ne kadar
yer aldığı, ikinci sorusu olan kişi ad ve soyadlarının ne kadar yer aldığı ve üçüncü soru olan
hitap şekli ile ilgili sonuçlar aşağıdaki tablolarda sunulmaktadır.
Tablo 1
Yedi İklim Türkçe Kitabında Yer Alan Antroponimi
Ünite Yedi İklim Türkçe (YEE)
Kişi Adları Kişi Ad ve Soyadları Hitap Şekli
A1 A2 B1 B2 A1 A2 B1 B2 A1 A2 B1 B2

1 24 8 12 7 1 4 2 10 - 4 1 -
2 23 13 22 9 - 3 12 1 - - 4 2
3 16 16 10 15 1 19 8 4 2 3 2 3
4 11 8 6 1 - - 2 2 8 4 5 1
5 9 13 4 11 2 1 3 2 5 7 2 -
6 7 5 7 1 1 5 2 3 - 2 5 1
7 11 8 2 1 2 3 - 2 2 5 - -
8 13 4 10 2 3 6 13 1 2 2 2 4
Toplam 114 75 73 47 10 41 42 25 19 27 21 9
Tablo 1’de Yunus Emre Enstitüsü (YEE) tarafından hazırlanan Yedi İklim Türkçe
Kitaplarında (A1-B2) yer alan kişi adları, kişi ad ve soyadları ile hitap şeklinin ünitelere göre
dağılımı ile ilgili veriler görülmektedir. Bu veriler, kişi adlarının üniteler içerisinde dengeli bir
şekilde yer almadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Kişi adları en çok A1 kitabında (N.114)
ilk üç ünitede (Ünite 1-24; Ünite 2-23; Ünite 3-16) yer alırken diğer ünitelerde daha az yer
almıştır. A2 kitabında yer alan kişi adları (N.75) farklı ünitelerde yoğunluk göstermektedir
(Ünite 3-16; Ünite 2-13; Ünite 5-13). B1 kitabında (N.73) ilk üç ünite ile sekizinci ünitede
yoğunluk söz konusudur (Ünite 1-12; Ünite 2-22; Ünite 3 ve 8-10). B2 kitabında yer alan kişi
adları (N.47) orantısız dağılım göstermektedir (Ünite 3-15 ve Ünite 5-11; Ünite 4, 6 ve 7-1).
Sonuç olarak, ünitelerde kullanılan kişi adlarının üniteler arasında belirli bir oranda dağılım
göstermediği söylenebilir.
Kişi ad ve soyadları söz konusu olduğunda bu oranın çok farklı olması dikkat çekicidir.
Örneğin, en çok kişi ad ve soyadlarının B1 kitabında (N.42) ve A2 kitabında (N.41) benzer oranda
olduğu görülmektedir. A1 kitabındaki oran ise en az olarak gözlemlenmiştir (N.10). İkinci ve
dördüncü ünitede hiç yer almazken diğer ünitelerde de çok az orandadır (Ünite 1,3 ve 6, 1; Ünite 5
ve 7-2). A2 kitabında sadece bir ünitede (Ünite 3-19) çok fazla yer alırken (Ş. Şen,
Yüce, O. Seden vb.) B2 kitabında (Ünite 3-15) ve B1 kitabında (Ünite 8-13; Ünite 2-12) belirli
ünitelerde (Ş. Sezer, B. Kaya, Ç. Irmak vb) yer almıştır. Hâlbuki kişi ad ve soyadları belirli dil
bilgisi kurallarını taşıdığından önemli girdiler olarak görülmelidir.
Hitap şeklinin kitaplarda yer alması da az sayıdadır. A1 kitabında birinci, ikinci ve
altıncı ünitede hiç yer almazken, dördüncü ünitede 8 kez kullanılmıştır. Ancak üçüncü ünitede
kullanılan hitap şekilleri mesleklerle ilgili olup gerçeği yansıtmamaktadır (Tavşan Hanım,

379
Kaplan Hanım; Yarasa Bey, Zürafa Bey vb). Dördüncü ünitede (Hanım-3; Bey-4) hitap
şekilleri kullanılmıştır. A2 kitabında belirli ünitelerde yer alırken ikinci ünitede yer
almamıştır. Ünite 5’te ise 7 kez (Hanım-2; Bey-5) kullanılmıştır. B1 kitabında yedinci ünitede
hiç yer almazken, en çok dördüncü ve altıncı ünitede (Hanım-3; Bey-2) kullanılmıştır. Ancak
B1 kitabında “Bey” ve “Hanım” hitap şeklinin yanı sıra Metin Hoca, Denizciğim, Güleç Ailesi
vb kullanıldığı da görülmüştür. B2 kitabında birinci, beşinci ve yedinci ünitede hiç yer
almazken üçüncü ünitede (Ali Dede, Fatma Nine ve Ali Amca) kullanımları dikkat
çekmektedir. Bu sonuçlara göre Yedi İklim Türkçe ders kitabında yer alan kişi ad ve soyadları
hitap şeklinin az da olsa yabancılara yeterli örneği sunduğu söylenebilir. Yabancılar için
Türkçe kitabında (GÜ) yer alan antroponimi aşağıdaki tabloda sunulmaktadır.
Tablo 2
Yabancılar İçin Türkçe Kitabında Yer Alan Antroponimi
Ünite Yabancılar İçin Türkçe (GÜ)

Kişi Adları Kişi Ad ve Soyadları Hitap Şekli


A1 A2 B1 B2 A1 A2 B1 B2 A1 A2 B1 B2
1 31 16 7 2 1 6 2 1 1 2 2 2
2 6 13 11 4 2 - 6 4 2 4 1 6
3 14 22 10 4 1 2 - 10 - 1 - 2
4 7 25 9 1 - 8 5 6 2 4 8 -
5 6 9 4 2 - 1 1 1 1 5 - 1
6 15 1 3
Toplam 79 85 41 13 5 17 14 22 9 16 11 11
Tablo 2, Gazi Üniversitesi (GÜ) tarafından hazırlanan Yabancılar İçin Türkçe ders
kitaplarında (A1-B2) yer alan kişi adları, kişi ad ve soyadları ile hitap şeklinin ünitelere göre
dağılımını göstermektedir. Bu verilere göre, en çok kişi adları A2 kitabında (N.85) ilk iki
ünitede (Ünite 2-22; Ünite 4-25) yer almaktadır. A1 kitabında yer alan kişi adları (N.79) ise
değişik ünitelerde görülmektedir (Ünite 1-31; Ünite 6-15 ve Ünite 3-14). B1 kitabında (N.41)
ise kişi adlarının yoğun kullanıldığı iki ünite (Ünite 2-11 ve Ünite 3-10) vardır. B2 kitabında
kişi adlarına çok az yer verilmiştir.
Kişi ad ve soyadlarının kullanımı incelendiğinde B2 kitabı (N.22) ve A2 kitabı (N.17)
dikkat çekmektedir. Kişi ad ve soyadları yabancı öğrencilerin ilk önce maruz kaldıkları
kavramlar olmasına rağmen A1 kitabında sadece beş kez kullanılması ilginçtir. A2 kitabında
bir ünitede hiç yer almazken diğer ünitelerde belirli sayıda (P. Sönmez, G. Onay, K. İnanır
vb) yer almıştır (Ünite 1-6 ve Ünite 4-8). B2 kitabında ise iki ünitede belirgin düzeyde (N.22)
kullanılmıştır (Ş. Ferah, B. Necatigil, Y. Erdoğan vb.). Ancak bu isimlerin geçtiği konu
medya/filmler olduğu için sayının fazla olması doğaldır.
Hitap şekli açısından ele alındığında ise en çok hitap şeklinin B1 (N.8) ve B2’de (N.6)
olduğu ve değişik hitapların kullanıldığı (Muhittin amca, Sayın Tekin, Sevgili Gençler, Dostlar,
Erdem Bey, Doktor Kadir, Başkan Aysal, Ayşe Hanım vb) görülmektedir. Türk Antroponiminin
ders kitaplarında birinci düzeyden itibaren sunulması gerek kültür bilgisi gerekse dil yapılarının
sunulması ve yabancı öğrencilere sezdirilmesi açısından son derece önemlidir. İstanbul yabancılar
için Türkçe kitabında (İÜ) yer alan antroponimi aşağıdaki tabloda sunulmaktadır.
Tablo 3
İstanbul Yabancılar İçin Türkçe Kitabında Yer Alan Antroponimi
Ünite İstanbul Yabancılar İçin Türkçe (İÜ)
Kişi Adları Kişi Ad ve Soyadları Hitap Şekli
A1 A2 B1 B2 A1 A2 B1 B2 A1 A2 B1 B2
1 9 5 2 - - 3 - 2 2 - 1 -
2 8 1 - - 1 1 2 10 - 2 - 5

380
3 8 7 - - - - 1 - - 2 - 1
4 12 3 - 6 - - 1 - 1 6 1 -
5 4 - 1 - - - - - 2 1 2 1
6 19 1 1 1 1 1 1 2 10 4 6 2
Toplam 60 17 4 7 2 5 5 14 15 15 10 9
Tablo 3, İstanbul Üniversitesi (İÜ) tarafından hazırlanan İstanbul Yabancılar İçin Türkçe
ders kitaplarında (A1-B2) yer alan kişi adları, kişi ad ve soyadları ile hitap şeklinin ünitelere göre
dağılımını göstermektedir. Bu verilere göre, en çok kişi adları A1 kitabında (N.60) ve değişik
ünitelerde yoğunluklu olarak kullanılmıştır (Ünite 6-19; Ünite 4-12; Ünite 1-9). Kişi adlarının
birinci üniteden itibaren yoğun olarak verilmesi yabancı öğrencilerin iletişim kurarken kendilerini
daha rahat hissetmelerine olanak sağlamaktadır. A2 kitabında yer alan kişi adları ise A1 kitabıyla
kıyaslandığında çok daha az (N.17) görülmektedir. Beşinci ünitede kişi adlarına hiç yer
verilmezken diğer ünitelerde ise az sayıda verildiği anlaşılmaktadır (Ünite 2-1; Ünite 6-1). B1 ve
B2 kitabında kişi adlarının çok az oranda (B1 N.4 ve B2 N.7) ve belirli ünitelerde yer aldığı (B1,
Ünite 5 ve 6-1; B2, Ünite 6-1), bazı ünitelerde ise yer verilmediği
görülmektedir.
Kişi ad ve soyadlarının ders kitaplarında yer alması ile ilgili bulgular incelendiğinde
oranların çok düşük olduğu ve en çok kişi ad ve soyadlarının B2 kitabında kullanıldığı
görülmektedir (Ünite 2-10). A1 ve A2 kitabında sadece iki ünitede bir kez kullanılmış olması
çok ilginçtir (Ünite 2 ve 6-1). A2 kitabında birinci ünitede ise üç kez yer almıştır. B1
kitabındaki kullanım de benzer sonuçlar içermektedir (Ünite 3,4 ve 6-1).
Hitap şekli açısından ele alındığında İstanbul Yabancılar için Türkçe kitabının diğer
kullanımlara oranla daha iyi hazırlanmış olduğu söylenebilir. Örneğin, A1 ve A2 kitapları
(N.15) eşit oranda hitap şekli içermektedir. Diğer kitaplarda ise yer alan hitap şeklinin B1
(N.10) ve B2’de (N.9) daha az olduğu görülmektedir. Ancak, diğer ders kitaplarıyla
karşılaştırıldığında Hanım ve Bey yanı sıra çok daha değişik hitapların kullanıldığı (Sevgili
Ailem, Hayatım, öğretmenim, Seda teyzem, Mehmet eniştem, büyük amcam, Amcamın karısı,
Hasanlar, Arkadaşım Celal, Teyzeciğim, Fenerbahçeli Cemil vb.) tespit edilmiştir.

Kişi Adları Kişi Ad ve Hitap Şekli


Soyadları
N f N f N f
Yedi İklim Türkçe (YEE) 309 50,08 118 58,41 76 44,18
Yabancılar İçin Türkçe (GÜ) 218 35,44 58 28,71 47 27,32
İstanbul Yabancılar İçin Türkçe 88 14,30 26 12,87 49 28,48
(İÜ)
Toplam 615 202 172
Tablo 4, Yabancı dil olarak Türkçe öğretmek üzere Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Gazi
Üniversitesi (GÜ) ve İstanbul Üniversitesi (İÜ) tarafından hazırlanan kitaplarda yer alan
antroponimi ile ilgili verileri göstermektedir. Yedi İklim Türkçe ders kitabı kişi adlarını (N.309)
en çok kullanan (%50,08) olarak görülmektedir. Kişi ad ve soyadlarının birlikte kullanıldığı
(N.118) oran da diğer kitaplardan daha yüksektir (%58,41). Kişi adlarının hitap şeklinde kullanımı
(N.76) ele alındığında da sayı ve oran (%44,18) diğer kitaplarla kıyaslandığında daha fazladır.
Kişi ad ve soyadlarının sayı olarak fazla kullanımı ile kişi adlarının hitap etmedeki kullanımı
yabancı öğrencilerin iletişim kurmaları yanında sözcük çözümlemesinde de yararlı olacaktır. Yedi
İklim Türkçe kitabı bu anlamda diğer kitaplara oranla daha fazlı katkı sunmaktadır. Yabancılar
için Türkçe ders kitabında ise kişi adları kullanımı (N.218) sayıca fazla olmasına rağmen oransal
olarak incelendiğinde daha düşük (%35,44) görünmektedir. Kişi ad ve soyadlarının birlikte
kullanıldığı sayı (N.58) ile oran kıyaslandığında YEE kitaplarından

381
daha düşüktür (%28,71). Kişi adlarının hitap şeklinde kullanımı (N.47) ise yine benzer şekilde
YEE kitaplarından düşük oranda (%27,32) olsa da İstanbul Yabancılar İçin Türkçe
kitaplarında yer alan hitap kullanımı ile benzerlik göstermektedir. Ancak İstanbul Yabancılar
İçin Türkçe kitabında yer alan kişi adları (N.88) ve oranı (%14,30) ve kişi ad ve soyadlarının
birlikte kullanımı (N.26) incelendiğinde oldukça düşük oranda (%12,87) olduğu
görülmektedir. Bu çalışmanın dördüncü araştırma sorusu olan kişi ad ve soyadlarının isim
türlerinin yapı bakımından yabancı dil olarak Türkçe öğretimi ders kitaplarındaki
sınıflandırılmasını ortaya koyan veriler aşağıdaki tabloda sunulmuştur.
Tablo 5
Yabancılar İçin Türkçe Kitaplarında Yer Alan İsimlerin Yapı Bakımından Türleri
Kişi Adları
Basit Türemiş Birleşik
TN N f N f N f
Yedi İklim Türkçe (YEE) 115 92 80,00 14 12,17 10 8,69
Yabancılar İçin Türkçe (GÜ) 136 104 76,47 20 14,70 12 8,82
İstanbul Yabancılar İçin Türkçe 56 45 80,35 5 8,92 6 10,71
(İÜ)
Kişi Adları ve Soyadları

Yedi İklim Türkçe (YEE) 85 38 44,70 19 22,35 28 32,94


Yabancılar İçin Türkçe (GÜ) 54 22 40,74 12 22,22 20 37,03
İstanbul Yabancılar İçin Türkçe 37 19 51,35 12 32,43 6 16,21
(İÜ)
Toplam 483 320 82 82
Tablo 5, Yabancı dil olarak Türkçe öğretmek üzere (Yunus Emre Enstitüsü-YEE, Gazi
Üniversitesi-GÜ ve İstanbul Üniversitesi-İÜ) hazırlanan A1-B2 düzeylerindeki Türkçe ders
kitaplarında yer alan kişi adları ile soyadlarının oluştuğu isim (N.483) türlerinin dağılımını
göstermektedir. Bu verilere göre, en çok kişi adları türünün basit isim (N.320) olduğu
görülmektedir. Türkçe ders kitaplarındaki kişi adlarının türleri karşılaştırıldığında GÜ
kitaplarında yer alan kişi adlarının (N.136) diğer kitap setlerine (YEE-N.115; İÜ-N.56) göre
daha çok isim içerdiği tespit edilmiştir. YEE tarafından hazırlanan Yedi İklim Türkçe ders
kitaplarındaki isim türleri oransal olarak incelendiğinde kitaplarda yer alan kişi adlarının
çoğunluğunun (%80,00) basit isimleri içerdiği ve İstanbul Yabancılar İçin Türkçe (İÜ) ders
kitabındaki kişi ad oranı (%80,35) ile benzerlik gösterdiği görülmektedir. Yabancılar İçin
Türkçe (GÜ) ders kitabında yer alan kişi adlarının isim türü açısından basit olma oranı ise
daha azdır (%76,47).
Türemiş yapıdaki kişi adlarının (N.82) oranları YEE (N.14), GÜ (N.20) ve İÜ (N.5)
kitapları arasında farklılık göstermektedir. Oransal olarak incelendiğinde GÜ Türkçe ders
kitabında türemiş isim yapısında kullanılan kişi adları %14,72 olarak en fazla görünmektedir.
YEE Türkçe ders kitaplarında türemiş yapıda yer alan kişi adlarının oranı %12,17 iken İÜ
Türkçe ders kitaplarındaki oran ise %8.92’dir.
Birleşik yapıdaki kişi adları (N.82) ise tüm kitaplarda oldukça sınırlı düzeyde
sunulmuştur (YEE %8,69; GÜ %8,82 ve İÜ %10,71). Yedi İklim Türkçe ile Yabancılar için
Türkçe ders kitaplarındaki oranlar birbirine benzerlik gösterirken İstanbul Yabancılar için
Türkçe ders kitabındaki oran diğerlerine göre daha fazladır. YEE, GÜ ve İÜ kitaplarındaki
isim türlerinin sunumu oransal olarak dengeli dağıtılmamasına rağmen birleşik kişi adlarının
sunulması öğrencilerin zihinsel işlemlerinin artırması ve sezgileri yoluyla kavramaları
açısından yararlı olacaktır.
YEE, GÜ ve İÜ kitaplarındaki kişi adlarının biçimbirimsel oranlaması da farklılık
göstermektedir (tek heceli: YEE-2, GÜ-5 ve İÜ-4; iki heceli: YEE-103, GÜ-124 ve İÜ-49; üç

382
heceli: YEE-10, GÜ-7 ve İÜ-3). Bu nedenle kitaplarda tek heceli isimlere nazaran daha çok
heceli ve yapısal özellikler içeren kişi ad ve soyadlarının sunulması kalıcı öğrenmeyi
sağlamanın yanı sıra sondan eklemeli bir dil olan Türkçenin öğrenimini hızlandıracaktır.
Kişi ad ve soyadlarının birlikte sunulması ile ilgili veriler göz önüne alındığında ders
kitaplarında yer alan kişi ad ve soyadları (YEE-N.85; GÜ-N.54; İÜ-N.37) oransal olarak
farklılık göstermektedir. Basit yapıdaki isim (YEE-N.38) oranı %44,70 ile GÜ tarafından
hazırlanan ders kitaplarındaki basit isim oranları (GÜ-N.22) birbirine yakın olarak
görülmektedir (%40,74). İÜ kitaplarındaki basit isim oranı (İÜ-N.19) ise diğerlerinden daha
yüksek oranda %51,35 hazırlanmıştır. Türemiş yapıdaki isim kullanımları açısından da yine
(YEE-N.19) oranı %22,35 ile GÜ (N.12) tarafından hazırlanan ders kitaplarındaki türemiş
isim oranları birbirine yakın olarak görülmektedir (%40,74). İÜ kitaplarındaki türemiş isim
oranı (İÜ-N.19) ise diğerlerinden daha yüksek %32,43 olarak görünmektedir. Ancak birleşik
isimlerle kişi ad ve soyadları verilmesi konusunda İÜ (N.6) diğer kitaplardan daha az orana
(%16,21) sahiptir.
Sonuçlar kişi adları konusunda da çoğunluğun basit isim türünde yoğunlaştığını
göstermektedir. Hâlbuki, Türkçe kişi adları türemiş ve birleşik tür olarak düşünüldüğünde
(Bilge, Ezgi, Duygu, Sevgi, Yavaşça, Gülen, Birsen, Türkan, Özkan, Özge, Songül vb) diğer
dillere oranla bir çok bir olay örgüsünü (Cennet, Kudret, Dolunay, Çölaşan, Ayyıldız,
Değirmenci, Ulusoy, vb) içinde barındırır ve (Demirezen, İşsever, Sebzecioğlu, İncedere,
Hünerli, Elagözlü, Yılmabaşar, Elverdi, Aydoğdu, Eğilmez, Hoşgörür, Yükseliş, Aliye vb)
değişik dil yapılarını (biçimbirimsel, sözcüksel, sesletimsel ve sözdizimsel vb) örtük bir
şekilde sunar.
3. Sonuç, Tartışma ve Öneriler
Türk antroponimi, gerek kavramsal/anlamsal özelliğiyle gerekse dil yapılarının
çeşitliliği açısından diğer dillere oranla oldukça geniş bir yelpazeye sahiptir. Bu nedenle,
yabancılara Türkçe öğretimi ders kitaplarında yer alan Türk antroponiminin düzeylere göre
anlamsal (sözcük çeşitlilikleri-dil, din, renk, bitki, hayvan, metal, doğa olayları, meslek, sanat,
sayı, kültürel girdiler vb.) ve yapısal (ses, biçimbirim/isim, fiilimsi, eylem, sıfat, zarf, yapım-
çekim eki istisnaları vb.) olarak hazırlanması kalıcı öğrenme bakımından önemlidir. Bu
çalışmanın sonuçları, yabancılar için hazırlanan Türkçe ders kitaplarında yer alan kişi adları,
kişi ad ve soyadları ile hitap şekillerinden oluşan sözcük ve kavramların Türkçede nasıl anlam
bulduğu ve üretildiği (Aksan, 1987) ile dilin yapı özellikleri (Superanskaya, 1973) konusunda
bilgi verebilmektedir. Böylece, yabancı öğrenciler bir taraftan farklı kişi ad ve soyadlarına
diğer taraftan da farklı dil yapılarını içeren sözcüklere maruz kalarak hem sözcüğü anlama ve
kavrama hem de söz diziminin oluşması açısından yardım alabilir.
Kişi ad ve soyadlarının TYD kitaplarında ne kadar yer aldığıyla ilgili sonuçlara
bakıldığında Türkçe öğretimi ders kitaplarında belirli oranda benzerlik bulunmadığı
görülmektedir. Kitaplarda kullanılan kişi adları oransal olarak yeterli düzeyde bulunmamıştır.
Her ne kadar farklı gruplandırmalardan isimler olsa dahi daha fazla antroponimi sunulması
öğrencilerin farkındalığını artırabilir.
Kişi adları, kişi ad ve soyadları ile hitap şeklinin yapısal içeriği incelendiğinde kullanılan
isimlerin çoğunlukla basit yapıları kapsadığı, türemiş ve birleşik isimlere yeteri kadar yer
verilmediği tespit edilmiştir. Hâlbuki Türk Antroponimi’nde isimler basit, türemiş ve birleşik
yapıları içerecek derecede geniş bir yelpazeye sahiptir. Sıfat ve eylem açısından da oldukça büyük
bir zenginlik ve çeşitliliğe sahip olmasına rağmen adların sınırlı kullanıldığı görülmüştür. Temel
ve Eşik Düzeyinde öğrenmeyi kolaylaştıracak ve dil bilgisi yapılarına aşinalığı artıracak çok
örnek mevcuttur. Örneğin fiilimsiler zor öğrenilen konular olmasına rağmen kişi adlarında birinci
düzeyden itibaren (Eren, Doğan, Aydoğmuş vb) verildiğinde sözcüklerin kavranması ve biçim
birimlerin oluşturulması daha kolay olabilir. Bunun yanı sıra, Türk antroponimi, yapım ve çekim
eklerinin uygulanması açısından diğer dillere oranla oldukça

383
zengindir ve belirli bir döngü içinde kullanılmaları öğrenciler için dil yapılarının tekrarı
niteliğini taşır ve sürekli karşılaşıldığında da öğrenmeyi kolaylaştırır. Türkçenin yabancı dil
olarak öğretimi ders kitaplarında da Türk Antroponimi’nin dengeli bir şekilde ders
kitaplarında yer alması; Türk Alfabesinde olan ancak diğer alfabelerde bulunmayan
sembolleri (ö, ü, ı, ğ) içeren kişi adlarının (Gönül, Özgür, Arıkan, Tezcanlı, Murat, Ulupınar,
Gürsu, Aslı, Şengül, Döndü, Uğur) sesletimini ya da yardımcı sesi (Ali-Aliye) kadın erkek
isimlerinin farkını ve daralmaları ve yumuşamaların (Melih-Meliha, Kadir-Kadriye, Murat-
Muradiye vb) sezilmesini de kolaylaştıracaktır.
Hitap şekliyle ilgili kültürel girdilerin de yeterince olmadığı genellikle Hanım
ve Bey gibi sözcüklerin daha sıklıkla kullanıldığı görülmüştür. Her ne kadar, ders kitaplarında
farklı hitap şekilleri yer alsa da kültürel zenginliklerin daha çok yer alması sözce ve
sözcelemlerin gerek iletişimde gerekse dil zenginliklerinin sunulmasında daha kolay sezilmesi
ve uygulanması açısından önemlidir.
Sonuç olarak, çok büyük zenginlik taşıyan Türk Antroponimi A1 düzeyinden itibaren
tematik olarak ve sarmal şekilde öğrencilere örtük olarak sunulduğunda sözcük yapılanmasına
olan farkındalığı artıracak ve üstbilişsel anlamda işlemlerin yapılmasını kolaylaştıracaktır.
Böylece öğrenciler kişi adlarını sadece ad biçim olarak görmeyecek kavramsal olarak
biçimbirimlerin işlenişlerine (Demir, Demirkan, Demirhan, Demirel, Demirbilek, Demirci,
Demirciler, Demirezen, Özdemir, Özdemirler, Özdemiroğlu, Gül, Güllü, Gülce, Gülse, Güler,
Gülen, Gülden, Gülten, Gülşen, Gülay, Gülhan, Gülçin, Gülçehre, Güldane, Gülizar,
Gülesen, Gülümser, Gülenay, Gülderen, Yazgülü vb) tanık olacak ve zihinsel gerçekleştirdiği
değişik değerlendirmelerle kendi üretimini yapacaktır.

KAYNAKLAR
AGYEKUM, Kofi (2006) “The Sociolinguistic of Akan Personal Names” Nordic Journal of
African Studies, C. 15. S.2. 206-235.s.
AĞIRMAN, Cemal (1998) “Ad koyma ve Hz. Peygamber’in İsimlere Karşı Tutumu”
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2, 123-143.s.
https://agirman.wordpress.com/2007/12/06/E.T. 06.04.2018.
AYKUT, K (2017) “The Influence of Turkish Anthroponymy on the Translation of the Novel
“100” By Başar Akşan” Mavi Atlas, C.5, S.2, 663-677.s.
BAYRAKTAR, Nesrin (2008-2009) “Dil Bilimci ve Dil Eğitimcisi Olarak Kâşgarlı
Mahmud” Akademik Araştırmalar Dergisi, C.39, 131-140.s.
CALP, Mehrali (2014) “Kişi Adları Üzerine Dilbilimsel Bir Çalışma (Ağrı İli Örneği)” A. Ü.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 52, Erzurum, 27-49.s.
GLUKHOVA, Natalia.N, CHUZAEV, Rodian.I., GUSEVA, Elina.V. ve diğerleri (2016)
“What Can Ethnic Values in Mari Antroponyms Teach Us?” The Social Sciences, C.11.S.8,
1813-1819.s.
GÜNEŞ, Firdevs (2009) Hızlı Okuma ve Anlamı Yapılandırma, Nobel Yayın Dağıtım,
Ankara HEDGE, Tricia (2000) Teaching and Learning in the Language Classroom. Oxford:
OUP. HUNTER, Walter.S. (1925) “General Antroponomy and Its Systematic Problems”. The
American Journal of Psychology, 36(2), 286-302. http://www.jstor.org/stable/1413862.
04.07.2018
Milli Eğitim Dergisi, (2005). Avrupa Dil Projesi ve Türkiye Uygulaması. Sayı: 137.
RICHARDS, Jack. C. (2001). Curriculum Development in Language Education. Cambridge:
Cambridge University Press.
RYZHKOVA S. V. (2014) “The Functioning Peculiarities of Anthroponyms in the German
Language” Науковий вісник Міжнародного гуманітарного університету. Сер.:
Філологія. 2014 № 11 том 2 УДК 811.111’255.4.

384
SARITAŞ, Süheyla (2009) “Balıkesir Üniversitesi Öğrencilerinin Günümüzdeki Adlar ve Ad
Verme Hakkındaki Görüşleri” Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. C.12,
S.21, 422-433.s
UCA, Alaattin (2004) “Türk Toplumunda Ad Verme Geleneği” Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü, S.23, 145-150.s
YILDIRIM, Ali ve ŞİMŞEK, Hasan (2005) Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. (5.
Baskı.), Seçkin Yayıncılık, Ankara

TÜRK LEHÇELERİNDE BİRİNCİL ZAMİR KÖKLERİ


1
Baba MUHARREMLİ
Özet

Zamirler Türk lehçelerinin en eski kelime hazinesine aittir. Türk lehçelerinde


rastladığımız zamir kökleri günümüze kadar ulaşmış ve çeşitli türevleri oluşmuş bir köklerdir.
Kök zamirleri ile ilgili yapılan araştırmalar göstermiştir ki, zamirler dilin tarihsel kelime
hazinesinde fonoloji, morfoloji ve anlamsal açıdan en az değişen katmanlardandır. Bu nedenle
zamir köklerinin morfonoloji gelişiminin izlenilmesi, eski kelime hazinesinin araştırılması,
etimolojik çalışmalar için yeni bir yön belirlemeye yardım eder.
Çalışmamızın amacı, Türk lehçelerinde tekheceli zamir köklerinin birincil biçimini
incelemek ve onların etimolojik tahlilini yapmaktır. Bu çalışmada zamir köklerinin ilkel
biçimi ve onların etimolojisi üzerine bazı araştırıcıların çeşitli görüşlerine yer verilecektir.
Araştırmanın başlıca yeniliyi birincil zamir köklerinin çoğunlukla CV (ünsüz+ünlü) yapısında
olmasını kanıtlamaktır.
Anahtar kelimeler: Türk lehçeleri, zamir, kök, etimolojik, biçim, kelime hazinesi

Abstract

Pronouns are the most ancient layer of Turkic languages. The study of
morphonological and semantic development of the pronoun proves that the most sustainable
pronouns are personal pronouns. An etymological point of view revealed the fact that in the
Turkic languages one part of personal pronouns is derived from the demonstrative pronouns,
and the other part is derived from the roots of nouns.
The purpose of our paper is to study the primary form of monosyllabic pronoun roots
and to conduct their etymological analysis. This article discusses the different views of some
researchers regarding the primary form and the etymology of the roots of pronouns. The
novelty of this study is the fact that the primary pronoun roots mainly take the form CV
(consonant+vowel).
Keywords: Turkic languages, pronoun, root, etymological, form, vocabulary

Günümüz Türk Dünyasında birçok Türk lehçesi veya yazı dili kullanılmak-tadır. Bu
lehçeler, çeşitli yönlerden birbirlerinden az veya çok farklılık arz etmek-tedir. Kelime
hazinesi, bu açıdan dilin en önemli kısmını teşkil etmektedir.
Kök zamirlerin çeşitli türlerinin oluşumu tarihsel açıdan sonraki süreçtir. Dilin ilkel
gelişme evresinde aynı zamir kökleri polisintetik olarak, şahıs, işaret ve soru işlevlerinde

Doç.Dr, Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Türk Dilleri Bölümü, Nesimi adına Dilcilik Enstitüsünün
direktör yardımcısı, baba_magerramli@mail.ru

385
kullanılmıştır. Zamirlerin en eski kelime grupu olarak algılanması ayrıca dillerde zamir
köklerinin analojisiyle kanıtlanır. Şöyle ki, hem akraba, hem de akraba olmayan dillerdeki
ortak kök morfemler ilkel proto dilin en eski kelime katmanıdır. Zamir köklerinin birbirleriyle
kaynaşması, dönüşümü, anlamlarının değişiklikleri dünya dillerinin tarihsel gelişme evresinin,
ayrıcalıklığın sonucudur.
Fikrimizce, şahıs, işaret ve soru zamirlerini birincil kök morfemleri olarak nitelemek
daha doğrudur. Zamirlerin diğer türleri daha sonra ortaya çıkmıştı. Zamirlerin Türk
lehçelerinin en eski kaynaklarına dayanarak morfonoloji ve anlamsal gelişmesinin izlenilmesi
şahıs zamirlerinin en sabit zamirler türü olduklarını kanıtlar. Etimolojik açıdan görülüyor ki,
Türk lehçelerinde şahıs zamirlerinin bir kısmı işaret zamirlerinden, bir kısmı ise isim
köklerinden oluşmuştur.

Giriş
Türkçenin sözlük bünyesinde diğer dillerle benzerlik oluşturan sözcük biçimi
zamirlerdir. Türkçede bulunan zamirleri diğer dillerde bulunan adıl kökleri ile kıyasladığımız
zaman sözcüksel argümanların, benzetmelerin yer aldığını görmemiz hiç de tesadüf sonucu
değildir. Türkçedeki zamirler ile diğer dillerdeki zamirleri kıyasladığımız zaman
benzerliklerin bulunması dilin eski kanyağının aynı dilden gelmesi sonucudur.
Dünya dillerinin aynı kökten gelmesinin bir ispatı da zamirlerin benzerliğidir. Dünya
dillerinde bulunan benzetmelerin ve sözcüksel argümanların varlığına dayanarak biz zamirleri
en eski kök biçimbirimlerine dahil etmeği uygun görüyoruz. Bu konuma gelmeğimize en
önemli etken tipolojik noktada farklı dillerdeki zamirlerde bulunan benzer ses bilgisel ve
mana özellikleridir. Eski dillerin bölünmesi ve ayrılması zamanını bulmaya yardımcı olan dil
tarihlenmesi teorisine göre sözcüksel istatistik verileri dilde bazı eski ve tamlama biçimlerini
kapsıyor ki bunlara örneği şahıs, işaret ve soru zamirleri oluşturuyor. Bizce şahıs, işaret ve
soru zamirlerini öncel kök biçimbirimlerine dahil etmek doğrudur. Zamirlerin diğer türleri ise
sonradan türemişler.
Zamirlerin türemesinde farklı ses değişimleri, ses reflektörleri ile bağlaşan ses bilimsel
ve dilbilimsel süreçler hastır. Tarihi süreç kapsamında dilin en eski sözlük katmanında
zamirlerin farklı biçimlerinin bir birine geçidi vukuu bulmuştur. Türkçedeki adıllarla diğer
dillerdeki adılların benzerliği iki olgunun gerçeğidir: bu benzerlikler ya diller arası ilişkinin
veya aynı kökten türemelerinin sonucudur. Bizce ikinci olgu daha kuvvetle muhtemeldir. Eski
dil bilgisel araştırmalar bizim geldiğimiz sonucu pekiştiren niteliktedir. Farklı dillerde
kullanılan zamir köklerindeki ses bilgisel, dil bilgisel anlam benzerliği basit tesadüf sonucu
değildir.
Son dönem zamirlere ilişkin yapılan çalışmalar da adılların eski ulu ilk dilen türemesini
doğrular niteliktedir. A.Bomhard farklı yapılı dillerde bulunan zamir köklerini kıyaslayarak şu
sonuca varıyor ki tiplendirilmesine bakılmaksızın dünya dillerinde bulunan şahıs zamirlerinin
kökeni aynıdır ve onlar dünya dillerinin oluşumunun nostratik çağına dayanmaktadır (Bomhard,
s.233-235). A.B.Dolgopolski Avrupa, Asya ve Afrika’nın 200`e aşkın dillerinde ben, sen, kim, ne
anlamlarını taşıyan zamirler aynıdır ve bunlar yabancı sözler değildir (Dolgopolski, s.62). Kök
zamirlerin oluşumu ile ilgili Türkoloji uzmanları arasında fikir ayrılıkları bulunmaktadır.
A.Bomhard`ın farklı yapılı dillerde bulunan zamir köklerini kıyasla-yarak tiplendirilmesine
bakılmaksızın dünya dillerinde bulunan şahıs zamirlerinin kökeni ay-nıdır ve onlar dünya
dillerinin oluşumunun nostratik çağına dayanmaktadır (Bomhard, s.233-235). V.M.İlliç-Svitıç`ın
nostratik sözlüğünde homojen zamirlerin bir kısmı belirtilmiştir (OSNY, c.2, s.64).
A.B.Dolgopolski de aynı zamanda nostratik kelimeler sözlüğünde dünya dillerinde şahıs
zamirlerinin aynılığı görüşünü savunmaktadır (ND, s.1345).
İster Türk isterse de dünya dilbilimcilerinin genel olarak kabul edilmiş görüşlerinde
şahıs zamirlerinin tarihi süreçte işaret zamirlerinden türemesi görüşü hakimdir. Fakat bu konu

386
ile ilgili zıt fikirler de mevcuttur. L.Qey ve M.Breal en eski sözcük kategorisi olarak zamirleri
ön görüyorlar. E.Kassirer işaret zamirlerinin şahıs adıllarından türemesi görüşünü
savunmaktadır. K.Brugman ve B.Delbryuk Hint Avrupa dillerinde şahıs zamirlerin tümünün
işaret zamirlerinden türediyi görüşünü savunmaktalar. R.Forxeymer de aynı görüşe
katılmaktadır. Bazı dilbilimcilerse farklı konumdan sorunu araştırmaktalar. K.Byuller ve
B.Çermak şahıs ve işaret zamirlerinin işaret partiküllerinden türediğini savunmaktalar
(Майтинская, s.20)
Kök biçimli zamirler üzerinde yapılan araştırmalar sonucu zamirlerin ses bilgisel,
biçim bilgisel ve mana özellikleri bakımından dilde en az değişim gösteren sözcük türlerinden
biridir. F.A.Celilov dil bilgisine dahil temel sözcük türleri olan zamir ve sayıların mana ve ses
bilgisel özelliklerini göz önünde bulundurarak onların nostratik dönem mahsulü olduğunu
söylemektedir. Şöyle ki yenilenmiş bazı eski kelimeler eski Ön Asya dillerine benzerlik
oluşturmaktadır. Örneğin:şahıs zamirleri Sümerceyi anımsatmaktadır. F.A.Celilov dünya
dillerinde bulunan benzerlikleri diller arası ilişkilerle betimliyor (Celilov, s.160). Aslında bu
benzerlikler aynı kökenin ve homojenikliğin göstergesidir. Eski dillerle yakınlığın başlıca
etkeni tek kökten oluşan zamirlerdir. Dünya dillerinde homojen zamir köklerine şahıs, işaret
ve soru adılları aittir.
Şahıs Zamirleri
Türk dillerinde şahıs zamirlerinin ses bilgisel özellikleri farklılık göstermektedir.
Örneğin: Karakalpakça :men, sen, ol, biz, siz, alar, Özbekçe :mәn, sәn, u, bız, sız, ulә, Sibirya
tatarlarının dili :min, sin, ul, pez, ses, olar, Hakas ağızı: men // min, sen // sin, bis, sler, tıx ol
ul ve diğerleri. Türk dillerinde şahıs zamirlerinin daha farklı biçimleri Sarı Uygurca, Dolganca ve
Çuvaşça da görülmektedir. Sarı Uygurca: men “mәn”, sen “sәn”, kol “o”, mıster “biz”, sler “siz”,
kollar “onlar” , Dolganca: min “mәn”, en “sәn”, gini // hini “o”, bihigi “biz”, ehigi “siz”, giniler
“onlar”, Çuvaşça: ep // epә // ebә “mәn”, epir “biz”, es “sәn”, esir “siz”, vәl “o”, vәlsam “onlar”.
Günümüz Türkçesinde 1. şahıs tekilde ses bilgisel anlamda farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin:
Türkçe: ben, Altay’ca, Tofa`ca. men, Hakas’ça. min, Yakutça. min, Tatarca. min, Başkırca. min,
Kazakça. men, Sarı Uygurca. men, Uygurca. mәn, Dolganca. min, Lobnorca. men, Karakalpakça.
men, Kırım Tatarca. men, Türkmence. men, Şorca. men. Özbekçe. man, Kırgızca. maa “mәn”.
Eski uygarlıklarda kullanılan zamirler Türkçenin 1.şahıs tekilini oluşturan zamirler arasında ses
bilgisi ve mana bakımından benzerlikler bulunmaktadır. Urartuca. mә “beni” Sanskritçe. me “ben”
(SED, s.235), Sümerce. men “ben, ben kendim” (SL, s.37), Latince. me “bana”, Etruskça. mi,
Hititçe. amm “ben” (EDHIL, s.912). Ben şahıs zamirine eski Türk ağızlarında ban // ben // bin //
bın // men biçimlerinde de rastlanılmaktadır. (DTD, s.33 - 38). Orhon yazıtlarında ben zamirinin
bӓn // mӓn türleri de geçmektedir (Tekin, s.138).
M.Kaşğari ben biçiminin Oğuz, Kıpçak ve Suvarcaya has olduğunu söylemiştir (DLTT, c.4,
s.409) A.B.Dolgopolski nostratik dillerde 1.şahıs tekilin *mi biçiminde yazıldığını söylemiştir
(ND, s.1354). Altay köken bilimcileri eski Türkçe için 1.şahsın ilkel biçiminin *be, eski
Tungusçada *bi, eski Moğolcada*bi, eski Altaycada *bı biçiminde onarıyorlar (EDAL, s.341).
M.Resenen Türk dillerindeki män, men, min, bän, ebә( ben) biçimini *bi olarak onarmıştır.
(VEEWT, s.333).
Şahıs zamirlerinin kökenine ilişkin Türkoloji edebiyatlarda farklı teoriler
bulunmaktadır. Türkoloji’de genel olarak 1. ve 2.şahıs tekil kişi zamirleri be+n, se+n olarak
betimliyorlar. V.V.Radlov, V.L.Kotviç, O.N.Bötlink, J.Deni, B.Şott, G.J.Ramstedt,
N.K.Dmitriyev, A.N.Kononov, F.Q.İshakov ve başkaları şahıs zamirlerinin tarihi kökeninde
1.şahısta bi // be veya mi // me, 2.şahısta si // se olduğu görüşündedirler (İslamov, s.7). Bu
görüşlere katılmamak elde değil.
Türk dillerinde 1.şahıs tekili VC (ünsüz+ünlü) biçiminde onarmak mümkündür. *bi Türk
dillerinde *bi “ben” şahıs zamiri ile bu işaret zamirinin homojenliği şüphe konusu değildir. Bu
olay büyük ihtimalen eski dil oluşumunun bir türü olan fleksiyanın sonucudur. Ben

387
zamirinin ilk ünsüzü b bazı Türk dillerinde korunmuştur. Türkçe. ben, Gagavuzca bän,
Türkmen ağızı ben, Altay ağızı bin. Türk dillerine akraba olan Altay dillerinde de 1.şahısın
tekilinin ben biçimi korunmuştur (MTS, c.1 , s.161) Moğolca bi (MTS, c.1, s.161), Mancuca
bi, Evenkce bi (SSTMY, c.1, s.79), Evenk ağızlarında bī, Buryatça bi, Şira Yugurca. bu,
Oyratça bi “mәn” . Etimolojik olarak ben zamirinin b~m değişimi sonucu bi // bu işaret
zamirlerinin oluşumu yukarıdaki olguları kanıltlar niteliktedir. Eski Japoncada *ba kökü
“ben” ve “biz” anlamlarını taşımıştır (EDAL, s.342).
Biz zamiri tarihi bakımdan *bi+z biçiminde oluşmuştur. V.L.Kotviç biz ve siz keli-
melerindeki –z sesini iki sayın olgunlaşmamış elementi gibi yorumlamıştır (Щербак, s.124).
N.K.Dmitriyev –z elementinin eski Türkçede çoğul kişi eki olduğunu belirtmiştir (Дмитриев,
s.97). Kıyaslarsak Rusça мы “biz”, eski Türkçe biz // mız “biz”. Dolayısıyla -z elementi
sonrada ilave edilmiş ve çoğul kişiyi çağırıştırılmaktadır.
Çağdaş Türkçede 2.şahıs tekili barındıran zamir kökü seçenekleri bunlardır : Türkçe. sen,
Hakasça. sin, Yakutça. en, Başkurtça. hin, Kazakça, Kırgızça sen, Uygurca san, Sarı Uygurca.
sen, Lobnorca. sen, Tofaca. sen, Tatarca sin, Altayca. sen, Dolganca en “sәn”. Sen zamiri eski
Türk ağızlarında sın // sen // sin biçimlerinde olmuştur. M.Kaşğari sen zamirinin Gencek dilinde
kullanıldığnı belirtmiştir (DLTT, c.3, s.138). Bu bilgi eski Türkçede diller arasında kök zamirlerde
ses bilgisel anlamda farklılıkların olduğunu göstermektedir. Dağlık Altay bölgesinde bulunmuş
Kalbak Taş yazıtlarında 2.şahısın teki sen biçimindedir. Sän äsid mäusïηïl “Sen dinle ve kendini
düşün” (ADP, s.97). 11. - 14. yüzyıllara ait Türkmence yazıtlarda 2.şahısın tekili sen biçimindedir
(Мухамедова, s.132). Eski Türkçede sen zamirinin yönelme halinde sa biçimi de kullanılmıştır.
sa ajur men “Ben sana söylüyorum” (DTS, s.478).
Günlük konuşma dilimizde de aynı durum görülmektedir. Bu olay sen zamirinin kök
biçiminin *sa // *se // *sә olduğunu kanıtlıyor. Çoğu zaman Türkolojide 2.şahıs tekilde *sı
biçiminde rekonstrüksiyon yapılıyor ve bu zaman bu zamiri şu şeklinde betimleniyor. Eski
nostratik diller için 2.şahıs tekil kişi için *si biçiminde onarılıyor (Bomhard, s.31). Lobnorcanın
sele “siz” zamirinin kökü *se-dir, Lobnorcadakı se kökeni eski biçimin türüdür. Büyük ihtimalle
le bölümü –lar ekinde r ünsüzünün olgunlaşmamasının sonucudur. Soyotcada siz zamirinin siler
biçiminde kullanılması da bu zamirin kökünün *si olduğunu ispatlıyor.
Türkçede 3.şahıs çoğul kişiyi betimlemek için kullanılan onlar zamiri bazı Türkçelerde
anlar biçiminde kullanılmaktadır. H.İ.Mirzezade onlar zamirinde n ünsüzünün bağlantı amaçlı
kullanılan ünsüz olduğunu söylemektedir (Mirzezade, s.107). Aslında tarihi süreçte bu zamir ol
on // an+lar şekline bürünmüştür. Örneğin: Eski Türkçede ol // an “o”, Rusça. он “o”, они
“onlar”, Farsça. an “o”, Fince hän “o”, Sümerce. e-ne-ne “onlar” (SL, s.85), Koryakca ınan “o”
(Koр.РС, s.104). G.Ş.Kazımov Azerbaycan dilinde 3.şahıs çoğulu betimleyen n sesinin aslında
eski an biçiminin onarılmış hali olduğunu söylemektedir (Kazımov, s.139). Bu olasılığı aynı
zamanda Rus dilindeki они, она zamirleri bir kez daha onaylıyor. Bizim kanaatimizce an
zamirinin kökeni eski nostratik *an “canlı, varlık” kelimesinden türemektedir.
İşaret Zamirleri
Türk dillerinde genel söz birimlerinden olan o // an // ol // bu // şo // şu //
kuzamirlerinin kullanılma tarihi oldukça farklıdır. Türkolojideo işaret zamirinin eski bişimiol
şeklinde onarılıyor. A.P.Potseluyesvki`nin görüşünce ol // o zamirlerinin kökeninde işaret
anlamı taşıyan ve ünlem işlevli ho:l“budur” kelimesi vardır (Поцелуевский, s.6). Eski
Uygurcada ol kökeni “bu, o” manalarını taşımıştır (EUTS, s.141). O işaret zamiri Çuvaşçada
văl, Sarı Uygurca ve Tatar dillerinde ul, Hakas ağızında ol, Karaçay Balkarcada ala,
Yakutçada ol // uol , Teleutcada ol biçimlerinde geçmektedir. Salarcada vu zamirinin işaret ve
şahıs adılı konumundan kullanılan o biçimi vardır.
Türk dillerinde bulunan bu, ku, vu, şu, uş, şol işaret zamirleri aynı kökten türemişlerdir.
Bu zamirler tarihin farklı zaman dilimlerinde farklı dilerde şu-şo-oş-os-so-us-is harf ve seslerinin
yerdeğişimine uğramıştır. Örneğin şöyle kıyaslaya biliriz :Sintizyan Uygurcada. şu

388
“o”, Latincede. is “bu”, Estoncada. see “bu”, Udmurtcada so “o” (işaret zamiri) (Mайтинская,
s.96 - 97), Akkadcada. šu // ši “bu” (GOA, s.246). Orhon Yenisey anıtlarında kullanılan uš “bu”
(Mалов, s.439) işaret zamirinin günümüz Türk dillerinde kullanılan şu adılı ile bağlılığı inkar
edilemez. Şu işaret zamiri *se // *si zamirleri ile homojendir. Bu olgu birkez daha eski dillerdeki
zamir kökenlerinin harf ve ses değişimi yoluyla türediğini kanıtlıyor.
Soru Zamirleri
Dünya dillerinde soru ve işaret zamirleri arasında birtakım ses bilgisel ve mana
bakımından benzerliklerin olması hiç te tesadüf sonucu değildir. Dilbiliminde farklı türlü
dillerde soru zamirlerindeki bazı olgular kapsamlı biçimde hala araştırılmamıştır. Soru
zamirlerinin işaret ve şahıs zamirlerinden türemesini dünya dillerinde bulunan benzerlikler
göz önüne koymaktadır. Farklı dillerde soru zamir kökünü oluşturan *mi dil birimidir. Altay
ağızlarında mi, Mancucada. mi, Sümercede mi (EDH, s.37), eski Korece *mö // *mi “nә”
(Рамстедт, s.38), eski İbranicede mi, Aramicede mәn (Дьяконов, s.399), Gürcü ağızlarında
min, Kuşitçede mi (OSNY, c.2, s.66, 67, 135), Akkadcada man // manum (GOA, s.178),
Kartvelcede. *min, Megrelcede min, Çancada min “kim” (ESKY, s.135). G.A.Klimov
Kartvelcede bulunan min “kim” zamirini *mi biçiminde onarmıştır (ESKY, s.135). Bu zamirin
kökeni eski Türkçede *mi, günümüz Çuvaşcasında měn biçimindedir (OSNY, c.2, s.153).
M.Ruhlen Türk dillerinde bulunan soru zamirini Arapçadakı “kim” ve Korecedeki muat
kelimeleri ile kıyaslayarak onların aynı kökten gelmesi sonucuna varmıştır (Rulen, s.12-13).
V.M.İliç-Svitiç nostratik kökenli mi “ne” soru zamirini Türk dillerindeki –mı4 ile homojen
4
olduğu kanaatine varmıştır (OSNY, c.2, s.153) Azericede bulunan –mı soru zamiri nostratik
*mi “kim, ne” söz birimi ile aynıdır. V.İ.Sintsius ka “hangi, ne” soru zamirlerinin genel Altay
dilinden türediği görüşünü savunuyor. Onun fikrince Tungus Mancu dillerinde bulunan *ha-
<*ka, Moğolcada ha, Türk dillerinde ka “hangi” zamiri genel Altay kökenli *ka adılından
türemiştir. Aslına *ka soru zamiri dünya dillerinin nostratik devrini kuşatıyor. E.R.Tenişevin
görüşünce ka // ke soru zamiri günümüz Altay dillerinde gözlemlenmektdeir: Türk dillerinde
qa- (qana / qanu / qayu “harada”) / ke- (kam, kim), Moğolcada qa- (qagaru “hara”, qamiya
“harada”), Tungusçada xa- (hadu “neçә”), Korecede ka- (soru ilgeç) (Языки мира, s.13).“Şe-
cereyi-Terakime”de ka zamiri “hangi” manasındadır Munqa ka at koyarsız “Siz ona hangi
ismi takıyorsunuz?” (Kононов, s.137).
Türk dillerinin yanısıra diğer dillerde bulunan *ko // *ku // *ka zamirlerinin türemiş
türleri tarihi bakımdan işaret, soru ve şahıs zamirleri arasında bağ olduğunu bir daha
kanıtlıyor. Paralel ve benzer sözcükler bir daha farklı yapılı dillerde “ne, ne zaman, hangi,
nerede, kim, nere, nereye, ne kadar, nasıl” soru zamirlerinin kökeninde aynı nostratik kökenli
*ka kelimesinin durduğunu ispatlıyor. Bu ka sözcüğü Sarı Uygurcada günümüze kadar ilkin
biçiminde korunmuştur. Örneğin, Sarı Uygurca ka “hangisi” .
Sonuç
Kök zamirlerinin farklı biçimlerinin oluşması tarihi sürecin göstergesidir. Dilin ilk
oluşma aşamasında zamirler birden fazla anlam yüklenerek şahıs, soru ve işaret adılları olarak
rol oynamışlar. Farklı dillerde aynı zamir kökenlerinin farklı manalarda kullanılması bu
olguyu destekler niteliktedir. Araştırmamız farklı yapılı dillerde ba // bu // ma // mi, sa // si //
şu, ka // ku, an // un // en, ta // tu // ti köklerinin hem şahıs hem işaret aynı zamanda soru
zamiri olarak kullanıldığını ve onların tarihsel kökenlerinin aynı olduğunu sergiliyor.
Zamirler tüm dillerin en eski çağlarını yaşatmaktalar. Bu da zamir köklerinin ses bilgisel
ve mana özelliklerinin araştırılması eski dilbiliminin öğrenilmesi bakımından oldukça önemlidir.
Zamirlerin en eski kelimeler grubuna ait olmasının ispatı adıl köklerinin farklı dillerdeki
benzerlikleridir, çünkü ister akraba isterse de akraba olmayan dillerde aynı kök dil birimi önceki
dilin en eski dil sözcüksel katmanını oluşturmaktadır. Zamir kökenlerinin bir biri ile kaynaşması,
değişime uğraması, manalarının değişmesi dünya dillerinin tarihi süreçte bir biri ile
kaynaşmasının ve biri diğerini değişime uğratmasının sonucudur. Farklı yapılı dillerde

389
görülen homojen zamir köklerinin ses bilgisel ve mana farklılıkları dünya dillerinin değişik
kişisel gelişiminin sonucudur.

Kısaltmalar:
АДП – Атлас древнетюркских письменных памятников Республики Алтай (2015)
“Ғылым” баспасы, Астана.
EDAL – STAROSTİN, S.A., MUDRAK, O.A., DYBO, A.V. (2003) An Etymological
Dictionary of the Altaic Languages.Brill Academic Publishers, Leiden -Boston.
EDH – TOTH, A. (2007) Etymological Dictionary of Hungarian. Mikes International, The
Hague.
DLТT – KAŞGARİ, M. (1985;1986) Divanü Luğat-it Türk Tercümesi. I-IVс. (Çeviren
B.Atalay). Türk Dil Kurumu Yayınları. Ankara.
ДТС – Древнетюркский словарь (1969) “Наука”, Ленинград.
ДТД – Древние тюркские диалекты и их отражение в современных языках (1971)
“Илим”, Фрунзе.
OSNY– ИЛЛИЧ-СВИТЫЧ, М.В. (1971;1976;1984) Опыт сравнения ностратических
языков (семито-хамитский, картвельский, индоевропейский, уральский, дравидийский,
алтайский). Сравнительный словарь. Т.I-III. “Наука”, Москва.
Кор.РС – Корякско-русский словарь (1960) “Учпедгиз”, Ленинград.
MTS – LESSING, D.F. (2003) Moğolca-Türkçe Sözlük. I-II c. Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara.
ND – DOLGOPOLSKY, A. (2008) Nostratic Dictionary. University of Cambridge,
McDonald Institute for Archaeological Research, UK.
SED – MACDONELL, A.A.(1893) Sanskrit-English Dictionary. Printed at the Clarendon
Press, Oxford.
GOA – GELB, I.J. (1957) Glossary of Old Akkadian. The University of Press Chicago.
Chica-go.
VEEWT – RӓSӓNEN, M. (1969) Versuch Eines Etymologischen Wörterbuchs der Türk-
sprachen. Suomalais-Ugrilainen Seura, Helsinki.
ССТМЯ – ЦИНЦИУС, В.И. (1975) Сравнительный словарь тунгусо-маньчжурских
языков. T.I-II. Наука, Ленинград.
KAYNAKLAR
BOMHARD, A. (2014 – 2015) “The Nostratic Hypothesis in 2014” // МОВА ТА IСТОРIЯ,
випуск 359, pp.15 - 56
ДМИТРИЕВ, Н.К. (1948) Грамматика башкирского языка. Издательство Академии
Наук СССР, Москва – Ленинград.
ДЬЯКОНОВ, И.М. (1967) Языки древней Передней Азии. Восточная литература,
Москва. ДОЛГОПОЛЬСКИЙ, А.Б. (1964) “Гипотеза древнейшего родства языковых
семей север-ной Евразии с вероятностой точки зрения” // Вопросы языкознания.
“Наука”, №2, с. 53-64.
CELİLOV, F.A. (1988) Azәrbaycan dilinin morfonologiyası. Maarif, Bakı. МАЙТИНСКАЯ,
К.Е. (1969) Местоимения в языках разных систем. Наука, Москва. МАЛОВ, С.Е. (1961)
Уйгурские наречия Синьцзяна. Издательство восточной литературы, Москва.

MАЛОВ, С.Е. (1951) Памятники древнетюркской письменности. Издательство Акаде-


мии Наук СССР, Москва – Ленинград.
МУХАМЕДОВА, З.Б. (1973) Исследования по истории туркменского языка XI - XIV вв.
Ылым, Ашхабад.
MIRZӘZADӘ, Hadi (1990) Azәrbaycan dilinin tarixi qrammatikası. Azәrbaycan Uni-
versiteti Nәşriyyatı, Bakı.

390
ЯЗЫКИ МИРА (1997) Тюркские языки. Издательский дом “Кыргызстан”, Бишкек.
TEKİN, Tekin (1968) A Grammar of Orkhon Turkic. İndiana University, Mouton & Co, Blo-
omington, The Hagua.
ТОДАЕВА, Б.Х. (2001) Словарь языка ойратов Синьцзяна. Калмыцкое книжное изда-
тельство, Элиста.
İSLAMOV, Musa (1986) Türk dillәrindә әvәzliklәr. Elm, Bakı.
ЩЕРБАК, А.М. (1961) Грамматический очерк языка тюркских текстов x-xiii вв. из
восточного туркестана. Издательство Академии Наук СССР, Москва - Ленинград.
КОНОНОВ, А.Н. (1958) Pодословная туркмен. сочинение абу-л-гази хана хивинского. Из-
дательство Академии Наук СССР, Москва – Ленинград.
KAZIMOV, Qezenfer (2010) Müasir Azәrbaycan dili. Morfologiya. Elm vә tәhsil, Bakı.
КЛИМОВ, Г.А. (1964) Этимологический словарь картвельских языков.: Издательство
Академии Наук СССР, Москва.
РУЛЕН, М. (1991) “Происхождение языка: ретроспектива и перспектива” // Вопросы
языкознания, №1, с. 5 – 19.
РАМСТЕДТ, Г.Й. (1951) Грамматика корейского языка. Издательство иностранной
литературы, Москва.
ПОЦЕЛУЕВСКИЙ, А.П. (1947) Происхождение личных и указательных местоимений
(материалы к истории туркменского языка). Ашхабад.

TÜRK SÖZLÜKÇÜLÜK GELENEĞİNDE TÜRKÇE-RUMCA MANZUM


SÖZLÜKLER
1
Gökhan ÖLKER

Türkler ve Rumlar arasındaki münasebet Türklerin Anadolu’ya gelişiyle birlikte


yoğunlaşmış olsa da çok daha eskilere dayanmaktadır. Bizans ile Göktürk Devleti arasındaki
siyasi ilişkiden nüfus mübadelesine kadar geçen sürede iki millet arasında yaşananları
gösteren birçok kaynak elimizde mevcuttur. Sosyal, ekonomik, din, eğitim vb. içerikli olan bu
kaynaklar arasında bizim dikkate sunacaklarımız edebiyat ve eğitim alanında yazılmış olan
manzum sözlüklerdir.
Yabancı dil öğretiminin süresini kısaltmak, akılda kalıcılığı kolaylaştırmak, dil
öğrenmeyi zevkli bir hale getirmek gibi amaçlarla kaleme alınan ve önceleri çocukların dil
eğitiminde kullanılan daha sonra ise yabancı dil öğrenmek isteyen her yaştan insanın
istifadesine sunulan, ahenk unsurları gözetilerek şiir şeklinde kaleme alınan sözlüklere
manzum sözlükler adını vermekteyiz. Önceleri Arapçanın öğretilmesi için kullanılan bu
yöntem, daha sonraları Farsça, Boşnakça, Rumca, Fransızca gibi farklı dillerin öğretilmesi
için tercih edilen bir yöntem olmuştur.
Bu çalışmada öncelikle Osmanlı devleti içerisindeki gayri Müslimler arasında en fazla
nüfusa sahip olan Rumların yoğunluklu olarak yaşadıkları yerler, demografik yapı içindeki
oranları, eğitim durumları, yaptıkları işler gibi konularda bilgiler verilerek Türkler ve Rumlar
arasındaki ilişkilerden kısaca bahsedilecektir. Osmanlı döneminde, sıbyan mekteplerinden ileri
derecedeki okullara kadar eğitimin her kademesinde Rumca öğretimi büyük bir serbestiyet
içerisinde yapılmıştır. Öyle ki, bu doğrultuda Λεξικον Ελληνο Τουρκικον (Kamus-ı Türkî),
Λεξικον Ελληνο Τουρκικον (Hazine-i Lugat-ı Rumiye ve Osmaniye), Λεξικον Τουρκο Ελληνικον
(Lugat-ı Türkiye-Rumiye), Λεξικον Ελληνο Τουρκικον (Kamus-ı Rumî) gibi pek çok Türkçe-
Rumca mensur sözlük kaleme alınmıştır. Bu sözlükler üzerinde kısaca durulduktan sonra asıl
konumuz olan, dönemin konuşma dilinden kültürüne kadar birçok malzemenin temin

Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi A.K. Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğt.,
1
golker@gmail.com

391
edilebileceği, Tuhfe-i Rumî, Tuhfetü’l-Uşşak, Tuhfe-i Vehbî, Lugât-ı Manzûme-i Nûriye gibi
Türkçe-Rumca manzum sözlükler bilim insanlarının dikkatine sunulacaktır. Sözlüklerin
yazılış amaçları müelliflerinin ağzından verilerek, Türkçe-Arapça,Türkçe- Farsça gibi İslam
diliyle yazılmış manzum sözlüklerin yazılış amaçlarıyla karşılaştırılıp genel bir değerlendirme
ortaya konulacaktır. Böylelikle Müslim ve gayri Müslim’in birbirlerinin diline ve dilinin
öğretimine, bu bağlamda da ötekinin kimliğine bakış açısı tespit edilecektir.
Anahtar Kelimeler:
Manzum sözlük, Manzume-i Vehbi, Tuhfetü’l-Uşşak, Tuhfe-i Rumi, Türkçe-Rumca
TURKISH-GREEK DICTIONARIES IN THE VERSE FORM IN THE
TURKISH TRADITION OF LEXICOGRAPHY
Although the relationships between Turks and Greeks of Ottoman citizenship (the Rum)
intensified with the arrival of Turks in Anatolia, they date back to much earlier times. There are
various sources available indicating what took place between the two nations during the period
extending from the relationships between the Byzantines and Gokturk State to the population
exchange of 1924. Of these sources, which are of social, economic, religious, educational etc.
nature, those we will bring to the attention of readers are dictionaries in the verse form (poetic
dictionaries/rhyming dictionaries) written in the fields of literature and education.
Dictionaries written in the verse form taking into consideration rhythmical elements
for purposes such as reducing the time spent on teaching a foreign language, facilitating
retention in memory and making language learning a pleasurable experience are called
dictionaries in the verse form (poetic/rhyming dictionaries). These dictionaries were initially
used in teaching languages to children but subsequently put at the service people of all ages
wanting to learn a foreign language. This method, which was used to teach Arabic at the
beginning, became a preferred method in later periods for the teaching of different languages
such as Persian, Bosnian language, Greek and French.
In this study, first information will be given about the places where the Rum (Greeks
of Ottoman citizenship), who had the largest population among the non-Muslim subjects of
the Ottoman state, lived in sizeable communities, their proportion within the demographic
makeup, their educational level and the trades they engaged in and mention will be made of
the relationships between the Turks and the Rum. Teaching in the Greek language enjoyed a
huge level of freedom in the Ottoman period at all levels of education ranging from the
elementary schools to higher level of schools. This is so much so that numerous Turkish-
Greek lexicons were written in this regard such as ΛεξικονΕλληνοΤουρκικον (Turkish
Lexicon), ΛεξικονΕλληνοΤουρκικον (Greek and Ottoman Dictionary of Vocabulary),
ΛεξικονΤουρκοΕλληνικον (Turkish-Greek Lexicon) and ΛεξικονΕλληνοΤουρκικον (Greek
Dictionary). After dwelling on these dictionaries briefly, Turkish-Greek rhyming (verse-
formed) dictionaries such as Tuhfe-i Rumî, Tuhfetü’l-Uşşak, Tuhfe-i Vehbî and Lugât-ı
Manzûme-i Nûriye, which are primary concern of our study and from which numerous
materials related to everyday language and culture could be obtained, will be brought to the
attention of scholars. The reasons why the dictionaries were written will be stated through the
words of their authors, comparisons will be made with regard to the reasons for the writing of
Turkish-Arabic and Turkish Persian dictionaries written in the Arabic script and a general
evaluation will be made. In this way, it will be possible to determine how Muslims and non-
Muslims view each other’s languages and their teaching as well as each other’s identity.
Key Words:
Verse dictionary, Manzume-i Vehbi, Tuhfetü’l-Uşşak, Tuhfe-i Rumi, Turkish-Greek
Dil, bir kültürün taşıyıcısı ve aktarıcısıdır. Milletlerin uzun tarihlerinde meydana gelen
değişmelerin izleri daima dile yansımıştır. İlk yazılı kaynaklarımızdan günümüze kadar
ulusça yaşadığımız maddi ve manevi değişmeleri çok rahat bir şekilde dilimiz üzerinden takip
edebilmekteyiz. Gök Tanrı’dan Budizm’e, Maniheizm’den Museviliğe, Hıristiyanlıktan

392
İslamlığa kadar din değişikliklerinin bütün izlerini dilimizde görebiliriz. Hatta MÖ dört
binlerde yaşamış olan Sümerlerle olan ilişkilerimiz de bugün dil malzemeleriyle ortaya
konmaktadır. Moğol istilası, Tanzimat fermanı, Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık daima dilde
derin izler bırakmışlardır.
Bunca değişimi ve kültürü üzerinde barındıran ve aktaran dil ise kendisini,
konuşurlarının hafızasında ve kendisiyle meydana getirilen yapıtlarda geleceğe taşır.
Sembollerden kitabelere, evraklardan edebi eserlere kadar bütün yazılı malzemeler, dilin,
doğal olarak da kültürün taşıyıcısı durumumdadır. Dilin söz varlığını en iyi yansıtan yapıtlar
hiç şüphesiz sözlüklerdir. Bir bilim dalı olarak kabul edilen sözlük bilimi (leksikografi-
lehicography), bir dilin ya da karşılaştırmalı olarak çeşitli dillerin söz varlığını sözlük
biçiminde ortaya koymaya yönelen, bu amaçla yöntemler koyarak uygulama yolların gösteren
bir bilim dalıdır (Aksan, 2003: 69). Günümüzde farklı amaçlar için çok çeşitli sözlükler
hazırlanmaktadır. Bu sözlük türlerinden “tersten dizim sözlükler” gibi bazılarının hazırlanılışı
daha yeniyken “Divanu Lugati’t-Türk” gibi ansiklopedik sözlüklerin tarihi ise daha eskiye
dayanmaktadır. Sözlük türleri arasında tebliğimizin konusunu ilgilendiren ise manzum
sözlüklerdir.
Manzum Sözlük Geleneği
Dil öğreniminin süresini kısaltmak, dil öğrenimini kolaylaştırmak ve yabancı dilin
kelimelerini karşılıklarıyla birlikte ezberletmek gibi amaçlarla kaleme alınmış manzum sözlükler
klâsik dil öğretiminde bir ders kitabı olarak okunmuş ve okutulmuştur (Öz 1996: 55).
Manzum gramer kitapları ve sözlüklere, on birinci yüzyıldan itibaren rastlanır. Kaside
tarzında olan bu ilk örnekler Arap dilciler tarafından yazılmıştır. Manzum sözlüklerin
Anadolu sahasındaki ilk örnekleri ise Arapça-Farsçadır. Şükrullah b. Şemsüddîn Ahmed b.
Seyfüddîn Zekeriyâ tarafından M. 1242-43 yılında yazılan Zühretü’l-Edeb ilk örnektir. (Öz,
1996: 54), Bu yolda Türkçe ile karşılıklı olarak yazılan ilk manzum sözlük ise Arapça–Türkçe
olan Ferişteoğlu Lügatidir. Farsça-Türkçe olarak kaleme alınan ilk sözlük ise Konyalı Hüsam
b. Hasan’ın Tuhfe-i Hüsam (M. 1399- 1400) adlı eseridir. Arapça ve Farsçanın dışında
Rumca-Türkçe, Fransızca-Türkçe, Boşnakça-Türkçe manzum sözlükler de kaleme alınmıştır.
2
Hatta Arapça-Farsça-Türkçe şeklinde üç dilli manzum sözlükler de hazırlanmıştır . Konumuz
gereği biz burada sadece Rumca-Türkçe manzum sözlükler üzerinde duracağız.
Geçmiş zaman içerisinde yaşayan insanların konuşma dilini tespit etmek çok zordur.
Günümüz teknolojisinin olmadığı zamanlarda sözün tek kalıcılık kazandığı yer yazılı ürün ve
anonim hafızadır. Anonim hafıza bireyden bireye her aktarılışında bir takım değişikliklere
uğrama olasılığı ile karşı karşıyadır. Oysa yazılı ürün, yazıldığı andaki gibi kendini muhafaza
eder. Yazılı ürünler arasında ağız özelliklerinin bolca yansıdığı yerlerden biri de manzum
sözlüklerdir. Yabancı bir dili şiirle öğretmek, şiirin akılda kalıcılığı nedeniyle eskiden popüler
bir öğretim yöntemi olarak görülür ve eğitim kurumlarında uygulanırdı. Ancak manzum
sözlükler herhangi bir kaynaktan faydalanmadan doğrudan yazarın hafızasına dayalı olarak
oluşturulduğu için kelimeler asli halleri ile değil de yazarın kullandığı halleriyle karşımıza
çıkar. Bu da esere ağız özelliklerin yansıdığın gösterir. Yani manzum sözlüklerde galat-ı
meşhur lûgat-i sahihden çoktur. (Ölker 2014: 803)
Yabancı dil öğretiminde şiir, ahenk unsurlarından dolayı akılda kalıcılığı daha kolay
olduğu için geçmişten beri bir öğretim yöntemi olarak kullanılmıştır. Hatta ötekinin dilini
bildiğini göstermek için iki dilli şiirler söylenmiştir. Bu konu divan edebiyatında “telmi”
adıyla bir sanat olarak ele alınmaktadır. İbn-i kemal, Mevlana, Fuzuli, Recaizâde gibi
edebiyatımızda yer etmiş bir önemli şahsiyet bu tarz şiirler yazmaktan kendilerini
alamamışlardır (Öztürk 2003: 238).
Osmanlı Devletinde Rumlar ve Rumca

Manzum sözlükler hakkında daha geniş bilgi için bk: Perihan Ölker, Manzum Sözlük Geleneği ve Mahmûdiyye
2
(Arapça-Türkçe Manzum Sözlük), Palet Yayınları 2015, Konya.

393
Türklerin Anadolu’ya çok daha önceki dönemlerde geldiklerine ve yerleştiklerine dair
bazı veriler bulunmakla birlikte, bu coğrafyanın Türkleşmesi 11. yüzyıldaki Oğuz fetih
hareketleriyle şekillenmiştir. Takip eden yüzyıllarda, hızla artan bir şekilde Türk nüfusunun
yoğunlaştığı ve demografik yapıyı kendi lehine değiştirdiği görülür. 12. yüzyıldan itibaren
bölgenin “Türkiye” diye adlandırılması da bu yeni durumu yansıtmaktadır. Demografik
yapının değişmesi Bizans döneminden gelen Ortodoks Rum hâkimiyetini yok etmiş, yerine
Müslüman Türk hâkimiyetini getirmiştir. 1453’te İstanbul’un ve 1461’de Trabzon’un Osmanlı
Devleti tarafından fethedilmesiyle bu hâkimiyet son şeklini almıştır (Vahapoğlu 1992: 16).
Bizans idaresinin tebaasına karşı olumsuz uygulamaları sonucunda Rumlardan ve diğer
gayrimüslimlerden İslam’a geçişler olmuştur. Bu da Anadolu’daki Müslümanların çoğunlukta
olma durumlarını iyice sağlamlaştırmıştır. Ancak Anadolu’daki Hristiyan toplumlarından
hiçbirinin yok olduğu söylenemez. Bu geçişler Anadolu’daki mevcut demografik yapıyı
etkileyecek bir seyirde olmamış, Anadolu birinci dünya savaşına kadar Müslüman ve
Müslüman olmayanların karışımından oluşan bir nüfusa sahip kalmıştır (McCarthy 1998: 1).
İmparatorluk bünyesindeki azınlıklar içerisinde Ermenilerden sonra ikinci büyük nüfusa sahip
olan Rumların 1911-1912 Anadolu nüfus sayımında elde edilen verilere göre Anadolu’nun
genel nüfusuna oranları %7,15’tir Osmanlı Devletinde Müslüman olmayanların Anadolu’daki
yerleşmeleri genel olarak şu şekildeydi: Rumlar Kuzey ve Batı yanda, deniz kıyısı
vilayetlerinde bulunmaktaydılar. Yahudiler Batı Anadolu kentlerindeydi. Ermeniler Doğu
Anadolu’daydı ama iç kesimlere de dağılmış durumdaydılar. Doğuda daha küçük Hristiyan
topluluklar da (Süryanî, Nesturî vd.) vardı (McCarthy 1998: 14).
Tanzimat’ın getirdiği yasal değişikliklerden yararlanarak Rumlar, söz konusu dönemde
Tanzimatın “eğitim yoluyla Osmanlılık” politikasından özellikle kaçınmışlardır. Heybeliada’da
papaz yetiştirmek amacıyla bir Ortodoks İlahiyat Okulu kurmuşlardır. Patrikhane, bu okulda
papaz görünüşlü çeteciler yetiştirip bunları yurdun en ıssız yerlerindeki Rumlar ile yüzyıllardır
Türkçeden başka dil bilmeyen Ortodoks azınlıklar arasına göndererek Türk düşmanlığı yapmış,
“Büyük Yunanistan” ülküsünü geliştirmeye çalışmıştır (Büyükkarcı 2003: 25).
Çoğunluğu Türkçe konuşan Orta Anadolu Rum cemaatlerinin ortaokul öncesi Rum
okullarının müfredatlarını inceleyen Augustinos, Yunancaya verilen önemi göz ardı edememiş ve
bu durumu şöyle yorumlamıştır: “İletişimsel ve kültürel değeri açısından Yunancaya verilen önem
çok doğaldı belki, ama bu durum esas itibarıyla Türkçe konuşan Kapadokya halkı açısından bir
başka anlam taşıyordu. Yunanca öğrenimi hem dinsel gereksinimleri karşılıyor hem de bireylerin
etnik grup içerisinde kalmasını sağlıyordu.” (Augustinos 1997: 273). Çalışmanın ilerleyen
kısımlarında, Türkçe öğrenmeyi sadece ekonomik bir gereklilik olarak gösteren yazar büyük
Yunan hayalinin gerçekleşmesi yolunda atılan bir adım olan Yunanca öğrenmeyi ise etkileyici ve
bütünleştirici bir unsur olarak ele almaktadır.
Başta siyasi ve demografik unsurlar olmak üzere birçok sebepten dolayı Osmanlı
devleti içerisinde yabancı dil olarak Arapça ve Farsçadan sonra en çok yazılı malzeme ortaya
konulan dil hiç şüphesiz Rumca olmuştur. Gazeteler, dergiler ders kitapları, sözlükler vb her
türlü yazılı üründen bolca örnek vardır. (Ölker 2014: 803). Usul-i Lisan-ı Rumi, Ta’lim-i
Lisan-ı Rumi, Kamus-ı Osmani, Hazine-i Lügat-ı Rumiye ve Osmaniye, Kamus-ı Rumi, Filos
Ton Neon gazetesi, Amalthia gazetesi vb bu yayınlardan bazılarıdır.
Rumca-Türkçe Manzum Sözlükler ve Yazılış Amaçları
Osmanlı dönemindeki gayrimüslim diliyle yazılmış manzum sözlüklerden ilk bahseden
kişilerden biri Selim Nüzhet Gerçek’tir. Gerçek, 21 Şubat 1941 yılının 8023 numaralı Akşam
gazetesindeki köşesinde “Fransızca-Rumca-Ermenice Öğreten Manzum Lügatler” adı altında bu
üç dildeki manzum sözlükler hakkında kısa bilgiler vermektedir. Gerçek, kalem aldığı bu köşe
yazısında önce manzum sözlükler hakkında genel bir bilgi verdikten sonra, Fransızca-Türkçe
Miftahü’l-Lisan, Ermenice-Türkçe Tuhfe-i Manzume-i Lugat-i Ermeniyan ile Rumca-Türkçe olan
Tuhfe-i Rumi, Tuhfetü’l-Uşşak ve Tuhfe-i Vehbi’den kısaca bahsetmektedir.

394
Yazının bir köşe yazısı olduğunu düşünürsek günümüzde ilk olmanın dışında çok da önemi
yoktur.
Bu güne kadar varlığından haberdar olduğumuz Rumca-Türkçe manzum sözlük sayısı
beştir. Bunların çeşitli kütüphanelerde yazma veya basma olarak nüshaları mevcuttur. Bunlar
Tuhfe-i Rumi, Tuhfetü’l-Uşşak, Tuhfe-i Vehbi, Lügat-ı Nuriye ve Hafız İbrahim Lügatidir.
Tuhfe-i Rumi: Müellifi belli olmayan eser 1783 yılında İstanbul’da Yusufyan Han
matbaasında basılmıştır. Elimizde tarihi bilinen en eski sözlüktür. Otuz sayfadan
oluşmaktadır. İlk sayfada sonradan eklendiği belli olan bir konu fihristi ve daha sonrada bir
mensur mukaddime vardır. Tuhfe-i Rumi Seyfeddin Özege Kitaplığında 14297 numarayla
kayıtlıdır. Eser, mukaddimeden sonra
İsm-i Hüda oldu bu dilde teos
Bunda ferişte dimedir angelos”
beytiyle başlamakta ve
Cumairtesi savato’dur işit
Bunları gel bir güzelce ezber it
beytiyle son bulmaktadır.
Yazar eserin mukaddime kısmında öncelikle dil öğrenmede eski bir yöntem olan sözlük
ezberlemenin öneminden bahsetmiştir. Ancak sözlük ezberlemenin önemli olduğu kadar zor bir iş
olduğuna da değindikten sonra ezberlemeyi daha kolay hale getirmek ve akılda kalıcılığı artırmak
için manzum sözlüklerin önemine değinmiştir. Burada Farsça-Türkçe manzum sözlük yazarlığının
öncülerinden Şahidi ve Sünbülzade Vehbi’den bahseder. Daha sonra Halis Efendinin Fransızca
sözlüğüne değinir. Kendisinin de onları örnek aldığını söyleyerek bu sözlüğü niçin yazma gereği
duyduğunu açıklar. Rum nüfusunun kalabalık olması sebebiyle bu sözlüğün halka faydalı
olacağını söyler. Ayrıca Devleti Aliye’nin kütüphanelerine âcizane bir hediye bırakmak istediğini
de belirtir. Sözlüğü hazırlarken günlük dilde en çok kullanılan kelimeleri karşılıklı olarak
verdiğini söyler Eserin mukaddimesi şu şekildedir:
Bā’de-edā-yı mā-vecebe ‘aleyna. Erbāb-ı hıbret ve dikkate göre
müstagni beyāndır ki tahsil ve ta‘allümü arzu olunan bir lisānıŋ kolaylıkla
öğrenilmesi eczā-yı müteferrikası hükmünde olan lügātiniŋ ezberlenmesine
menut ve mütevakkıf ve o kadar dağınık olan elfāzı ma‘nālarıyla beraber
müddet-i kalile zarfında hususuyla heveskārān-ı nevresidegān etfāl içün zabt u
der-hıfz etmekligin derece-i müşkilāt ve su‘ubeti tasdik kerde-i erbābı
ma‘ārifdir. Kudemā-yı ma‘ārif-perverāndan Şāhidi merhum tahsil-i elsineniŋ
muhtācun ileyhi bulunan lügāt ezberlemeniŋ ehemmiyet ve su‘ubetini takdir ile
bunu mehmā-emken teshil ve evzān-ı eş‘ār-ı Türkiyeyi dahi tefhim içün tuhfe
usulünü bulmuş ve ondan sonra Sünbülzāde Vehbi merhum ile daha bazı zevāt
bu esere ıktifā ederek hakka ki her biri namlarını hayr ile yād ettirecek surette
lisānı Osmaniye büyücek hizmetler etmiştir. Muhasenāt ve menāfi‘i herkesçe
müsellem olan bu tarz-ı makbul lisān-ı Osmaniniŋ erkan-ı mukteziyesinden
olan ‘Arabi ve Farisiye münhasır kalymayarak bundan akdem tercüme odası
hulefāsından Halis Efendi Fransızca olarak bir tuhfe inşad eylemişdi. Mādem
ki herhangi bir lisan olur ise tahsili fa’ideden hāli olmayacağı ru-nümuddur.
Madem ki lisānı Rumi memalik-i Osmaniyede kesretle mütedavil olan
elsineden ma‘duddur bu lisānıŋ tahsiline heveskār olacak zevātıŋ dahi vucudu
melhuz bulunduğundan lisan-ı mezkuruŋ mürekkep olduğu lügātden zebanzed
ve meşhur olanlarını Türkçedeki mukabilleriyle bir tuhfede cem ve nazm
olunarak kütüphane-i vatana nāçizāne bir yadigār olmak üzere bu kere tab ve
temsil olundu.
Hafız İbrahim Lügati: Hanyalı Hafız İbrahim tarafından Girit’te kaleme alınan eserin
elimizdeki nüshasında ne zaman yazıldığına dair bir bilgi yoktur. Hafız İbrahim 1798’de

395
ölmüştür. Doğal olarak eser de bu tarihten öncedir. Yirmi sekiz sayfadan oluşan eserin bir
mukaddime bölümü yoktur. Yazma Edirne Selimiye Yazma Eser Kütüphanesinde 22 Sel
2173 numarayla kayıtlıdır. Eser
Nam-ı Hüdadır theos
Ademe di antropos
beytiyle başlamakta ve
Yetişir hıfzı yetişir mübtediye bu kitab
Bu lügatler kuvvetiyle bulısar çok feth-i bab
beytiyle son bulmaktadır.
3
Lügat-ı Nuriye : Eserin tam adı Lugât-i Manzûme-i Nûriye Berây-ı Terceme-i Lisân-ı
Rumiye’dir. Nuri Osman Hanyavî (Hanya/Girit) tarafından yazılan eserin bilinen üç nüshası
mevcuttur. İkisi Türk Dil Kurumu Yazma Eserler Kütüphanesi Türkçe Yazmaları bölümünde
kayıtlıdır. Üçüncü nüsha ise Mısır Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmalar bölümündedir. Esere
tezyil olarak hazırlanmış üç nüsha daha mevcuttur. İkisi yine Türk Dil Kurumunda, biri
Çorum Hasan Paşa İl Halk Kütüphanesinde yer almaktadır. Lugât-ı Nûriye 1797/1798
tarihinde tezyiller ise 1809/1810 tarihinde yazılmıştır. Her iki kısımda da manzum
mukaddime vardır. Toplam 33 sayfadan oluşmaktadır. Ana kısım mukaddimeden sonra
Nam-ı Hüda theos’dur insan anthropos’dur
İsm-i şerif hatem-i lafz paraklitos’dur
beytiyle başlamakta ve zeyl bölümü
Hanyavi olduğuma şahiddir
Zeylimin tarihidir nazm-ı Girid
beytiyle son bulmaktadır.
Nuri Osman sebep-i telif kısmından önce Hanya’da konuşulan dilin Rumca olduğunu
belirterek, eserin yazılış hikâyesine geçmeden, kendi eserinin gerekliliğini okuyucuya
sezdirmek istemiştir. Daha sonra ise eserin asıl yazılış sebebine geçer. Nuri, sebep-i telifini
dedi-dedim şeklinde manzum bir konuşma üslubuyla ele almıştır. Ahbabından olan bir kişinin
Nuri’den Şahidi tarzında Rumca bir lügat yazmasını istemesiyle başlar. Nuri Rumcanın kaba
ve galatlarla dolu bir dil olduğu, nazma gelmeyeceği gibi sebeplerle arkadaşının bu isteğini
geri çevirir. Nuri, bir Müslümanın gayrimüslim dilini taklit etmesinin ayıp karşılanacağını
söyler. Bunun üzerine Mevlana’nın da eserlerinde yer yer Rumca beyitler yazdığını dile
getiren dostunun elinden kurtulamayacağını anlayan Nuri, sonunda eseri yazmayı kabul eder.
Dostunun ısrarıyla eseri yazmaya karar veren Osman Nuri, çalışması için her ne kadar sehl-i
mümteni bir eser olduğunu söylese de hatime bölümünde iki yerde bu eserin anlamsız ve boş
olduğunu dile getirmektedir.
Tezyil-i Nuriye’nin yazılış hikâyesini ise Nuri Osman şöyle anlatmaktadır: Lugat-ı
Nuriye’nin yazılışından yaklaşık üç dört sene sonra bir gün Seyfeddin Efendi namında bir
dostunun meclisinde otururken söz Lügat-ı Nuriye’den açılır. Eser hakkında çok güzel sözler
söylenir, hatta Nuri Osman’a birkaç beyit okutturulur. Nuri Osman aldığı bu iltifatlardan
oldukça memnun olur. Ancak yer yer de sıkılmaktadır. Çünkü yazdığı eserde birçok hata
olduğunu kendi dahi bilmektedir. Bu yüzden bazı hataları düzelterek okur. Ancak bu
durumdan rahatsız olan Nuri hem eserinin hatalarını düzeltecek hem de eksik gördüğü yerleri
tamamlayacak bir zeyl yazmağa karar verir. Hicri 1224 (1809-10) senesinde on iki günlük bir
mesai ile zeylini tamamlar. Çalışmanın sınırların göz önüne alarak sadece birinci kısmın
Sebeb-i Telifini burada vermekle yetineceğiz.

Ba‘de-ẕā ey tālib-i künh-i lügāt Hanya’da leb-teşne-i mā’i’l-hayāt

Geniş bilgi için bk. Gökhan Ölker, Lugât-I Manzûme-İ Nûriye Berây-I Terceme-İ Lisân-I Rumiye Üzerine,
3
Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013, p. 2007-2019, Ankara

396
Hep galatdır hep galiz elfāzı hep
Ehl-i dilden ba‘z-ı sultānım gibi Ba‘z-ı terkibātı ḫāric ez-edeb
Sevdigim hazz itdigim cānım gibi
Didi kim galizden ol me’mun olur
Ya‘ni şehri ehl-i tab‘ ahbābdan Nazma geldikde hemān mevzun olur
Hocagāndan ekseri küttābdan
Didim ammā ‘aybdır kim
Hanya’ya geldikçe ünsiyyet ider müslimin İde taḳlid zebān-ı kāfirin
Bendeŋizle gāhiçe ülfet ider
Didi kim bilmez misin burhān-ı ‘aşḳ
Çünki Rumidir Girid’de söylenen Muḳtedā-yı evliyā sultān-ı ‘aşḳ
Mübtelādır bu dile hep merd ü zen
Menba‘-ı ‘irfān ve deryā-yı ‘ulum
Bā-ḫusus köylerde Türkçe yoḳ bilür Sırr-ı Mevlā Hazret-i Mollā-yı Rum
Mümin ü tersāda Rumi söyleşür
Mesnevisinde buyurmuş ilya
Bilmeyenler diŋledikçe meyl ider Bir mahallinde dahı istafilya
Ezber eyler ba‘zını gāyet sever
Ba-husus divānlarında pek güzel
Ögrenür ḳrasi psomi fothya nero Var nice Rumi gazeller bi-bedel
Eladho dir Rumca Türkçe gel berü
Nice Rumiyyü-l-‘ibāre varidāt
İçlerinde bir zarif nüktedān Naḳl ider Hünkārdan ba‘z-ı sikāt
Nāz-perver mihribān dil-sitān
Ḳudretince sen de terk it bir eser
Şöyle teklif itdi ibrām eyledi Var ise destinde ‘ālemde hüner
Meyl mā-fi’l-ḳalbiŋ i‘lām eyledi
Gördüm ol yārıŋ elinden yok halās
Didi kim ey Nuri-i nazm-āşinā Bendeye olmuş idi mahbub-ı hās
Eylerem redd itme sizden bir recā
Tuhfe bir kandil iḳāz eyledim
Şāhidi tarzında bir manzume yap A‘ni bir Nuriyye icād eyledim
Lehçe-i Rumide olsun bir kitāb
Bergüẕārım olsun ehl-i dillere
Rumi’i tahsile tā olsun medār ‘Āleme Rumi’e Yunaniye mā’illere
sizden de ḳalsun yādigār Didim ol
dem cem‘a hiç şāyān degil Yazmaga Bakmasunlar lutf idüp noḳsānına
hıfz itmege çübān degil İtmesünler i‘tirāz evzānına

Bu Giridiŋ Rumisidir pek ḳaba Fā‘ilātün fā‘ilātün fā‘ilāt


Hil‘at-i nazma degil ḳat‘an sezā Bilmemekden bilmek evlādır lügāt

1
Tuhfetü’l-Uşşak : Fevzi Kîsedârzâde tarafından hazırlanan sözlükte iki tarih kaydı
vardır. Biri 1815/1816 diğeri ise 1823/1824 yıllarını işaret etmektedir. Eserde 16 beyitlik bir giriş
vardır, arkasından gelen sözlük kısmı 13 bölümden oluşmaktadır. Eser toplam 24 sayfadan
müteşekkildir. Sözlükte yaklaşık 850 kelime mevcuttur. Eserin klâsik manzum sözlüklerden

Geniş bilgi için bk: Gökhan Ölker, Rumca-Türkçe Manzum Sözlük Tuhfetü’l-Uşşāk, International Periodical
1
For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic Volume 4/4 Summer 2009

397
farklı olan bir yönü de hamdele ve salvele bölümlerinin olmayışıdır. Eser doğrudan doğruya
sebeb-i telifle başlamaktadır Giriş kısmından sonra
Nam-ı Hüdadır theos âdeme di a(n)thropos
Dervişe dir athkinis evliya adı ayos
beytiyle başlamakta ve
İrince bu lügat payana tarih
Didim Fevzi muradım bula şöhret
beytiyle son bulmaktadır.
Tuhfetü’l-Uşşak’ın yazılış amacını müellif ”Murādım bu bula şöhret ola yārāna
eglence” şeklinde açıklamaktadır. Manzumenin “giriş” kısmında da geniş bir şekilde
açıklandığı gibi eserin yazılış sebebi Rum bir güzele duyulan sevdadır. Organ adlarının
çokluğu ve bu adların genellikle bir insanın dış görünüşünü yansıtan kelimeler oluşu bu
fikrimizi destekler mahiyettedir. Ayrıca eserde müstehcenliği anlatan kelimelerin fazlalığı da
müellifin ilmî bir kaygıdan ziyade karşı cinsin ilgisini çekmek amacında olduğunu
göstermektedir. Eserin yazılış amacı müellifin ağzından şu şekildedir:

Gel imdi diŋle ey ārif yazam bir tuhfe yārāna Dem-


ā-dem hoş safā virsün okundukça dil ü cāna Ruh-ı hamrāsınıŋ āvāzesi gitmiş bedehşāna
Leb-i laliniŋ hamrāsı ider nisbet ki mercāna
İdüp mahbub rengini okuyan cānları müştāk
Aŋınçün nāmına didim bu tuhfem Tuhfetü’l-Uşşāk Felek görmiş degil misliŋ ne mümkin anıŋ evsāfı
Bulunmaz dünyāda aslā sanuram bende vassāfı
Göŋül āyinesi pāsın siler dā’im keduretden
Açınca kıssa-ı her-dem hususa bāb-ı vuslatdan Göre-y-di hüsnüniŋ şevkin eger bir kişi rüyāda
Getürmezdi cihān hubıŋ cemāl-i hüsni-y-le yāda
Gezerken ah u āzāde göŋül duş oldı bir huba
Kemān ebru siyah gisu deyerek girdi üsluba Mefā’ilün mefā’ilün mefā’ilün mefā’ilün
Muhabbet sırrını aŋla hebāya virme gel ömrüŋ
Nedeŋlü ihtiraz itseŋ bulunmaz çāre takdire
Cihānıŋ halkı cemc olsa ne mümkin çāre tagyire Kemāl-i hüsni-y-le meşrut o hubruda olan şive
Ale’t-tahkik ki böyledir sebep oldı bu te’lif
Görünce ihtiyārım gitdi elden māh-ı devrānı
Çözüldi ukde-i aklım gel imdi diŋle seyrānı

Fidān idi o nāzik dilberiŋ ismi müsemmāsı


Dilimde vird olup dā’im başımda fikr ü sevdāsı

Ne çāre ah bu dil oldı esiri bend-i sevdāsı


Hevā-yı aşkı itdi-kim beni Mecnun u Leylāsı

İderdim ruz [u] şeb āh [u] figan derdi-y-le zārı


Sararup gün-be-gün soldı cemālimiŋ ki ezhārı

Unutdırmış idim aşkı hele Şirin [ü] Ferhāda


Bu hālet yog-ıdı bil kim gerek Mecnun [u] Leylāda

Yüzüm hāk-i temennāda bu Fevzi Kisedārzāde


İderdim āh [u] efgānı gezer sahrā vü deryāda

Gamımdan gayri hiç biri başım üzre vü dönmezdi


Derunım hicr ile kül-hān olup bir gice sönmezdi

Beni divāne hāl itdi o zülfiniŋ mutarrāsı


Ne zencirden geçürdi ben żaifi fikr ü sevdāsı

Hemān bir gonce gül idi ki mümtāz-ı letāfetde


İderdi anı görse-idi ki gıbta hurā cennetde

398
Manzume-i Vehbi: Eser 1875 yılında Abdülvehhâb Zârî tarafından yazılmış ve
İstanbul’da basılmıştır. Manzum bir girişle başlayan eser toplam 48 sayfadır. Son
sayfada kısaca Rum alfabesi tanıtılmaktadır. Rumca kelimeler harekeli Türkçe
kelimeler harekesiz olarak yazılmıştır. Elimizdeki eser Konya Bölge Yazma Eserler
Kütüphanesinde 14728 numarayla kayıtlıdır. Giriş bölümünden sonra eser
Theos Allah zigo hakdır ava hazreti Havva
Reaya rovmeos dindi hıristosdır dahı İsa
beytiyle başlamakta ve
Heft-i ahteri (Zârî) nutk kıldım didim tarihini
Manzume-i Vehbi virüp nutk u zebana zîb ü fer
beytiyle son bulmaktadır.

Manzume-i Vehbi klasik edebiyat eserlerinin geleneksel girişlerinde olduğu gibi


halvele ve salvele bölümleriyle başlamaktadır. Sonra sebeb-i telife geçmektedir. Sebeb-i
telife göre Zarî, Girit’ten İstanbul’a gelir. Sarayın hazine kısmında kendisine bir iş bulur.
Çalıştığı mekânda Mir Ali adında birisi, Rumca öğrenebilmek için Rumca manzum bir
sözlük yazmasını ister. Tabii ki gayrimüslim dili olduğu için Zârî bu teklifi reddeder. Zira
Rumca’nın vezne gelmeyeceğini, Bu yüzden de şimdiye kadar kimsenin bu işe
kalkışmadığını söyler. Arkadaşı ise buna itiraz ederek daha önce manzum bir Rumca lügati
Nuri Hanyavi’nin yaptığını fakat bastırmaya fırsat bulamadan öldüğünü söylemektedir.
Ayrıca bu eseri yazarsa isminin yaşayacağını, eserinin şöhret bulacağını söyler. Nitekim
eserin adını dahi arkadaşı söyler. Birkaç itirazdan sonra yazar arkadaşının ricalarını kıramaz
ve eseri yazmaya razı olur. Tam on iki günde eserini yazar. Eserin yazılış hikayesi yazarının
ağzından şu şekilde dile getirilmektedir: Eyledim suy-ı Giridden
infisāl
Sa‘b-ı maksuda nasib oldı visāl

Enderun-ı feyz-i meşhun cāy-ı kām


Ya‘ni kurb-ı hırka-i fecrü’l-enām

Sāye-i şāhenşehide ben hakir


Oldum ol bezme çerāg-ı genc-gir

Vardır anda nice zāt-ı fehim


Cümlesi biçün-i ahzem çün kelim

İçlerinde bir müşārün bi’l-benān


‘İlm ile ‘akl ile yektā-yı zamān

Ol edibiŋ nāmıdır Mir ‘Ali


Cümlece mihri çü nir-i münceli

Eyledi teşvik ol zāt-ı hasib


Bendeyi tertib-i nazma ol nesib

Rumi tahsiline göster bir medār


Ber-mahalle-yap didi ol nāmdār

Didim āh kim nazm olunmaz bu lisān


Vezne gelmez lafzı anıŋ bir zamān

Didi kim itseŋ sezādır ihtirā‘


Neşr ola dehre bu fenden de şu‘ā‘

399
Cümleden me’mul bu kim şöhret bulur
Nāmı hem MANZUME-İ VEHBİ olur

Kala ehibbāŋa senden bergüzār


Bir varak pāre yazup ko yādigār

Didim iy verd-i hadika-i kerem


Vey hezār-ı kā‘-ı ‘irfān u hikem

Kim buŋa rāgıb olur eyler taleb


Senden özge var mıdır kimse ‘aceb

Didi herkes bu dile tekrim ider


Lafz u hatıŋ ögrenüp terkim ider
Didüm i‘zāza olaydı ger sezā
Eyler idi gayrısı nazmıŋ revā

Didi Mir-i Nuri-i şeybā-zebān


Böyle bir manzume yapdı bir zamān

Olmadı lakin muvaffak neşrine


Göçdi rahmet ola ‘ukbā şehrine

Olsun ol Nuriye āsā bir kitāb


Her gören disün bu andan müstetāb

Her gelen gösterdi dehre bir hüner


kalsun ‘ālemde ko senden bir eser

Bakdum eyler ol bunı gāyet recā


Gayrı gördüm didim inşāsıŋ becā

Hātır-ı vālāŋ içün ey kān-ı cud


Bu hususda eyleyem bezl ü cud

Hüsn-i tertib üzre icād eyledim


Tuhfe nev‘inden anı yād eyledim

Eyledim on iki gün içre tamām


eyledim mevkur sa‘y u ihtimām

Lutf idüp ehl-i kemāl-i nükte-ver


İtmesün noksānına atf-ı nazar

Çün Giridde bulunan hep merdümān


Kavm-i küffār zümre-i İslāmiyān

Bu lügatle ‘arz ider ahvālini


Eyler icrā böylece ef‘ālini

Çün dimiş hikmet-şināsān-ı cihān


Bu lisān tahsili şāyān-ı bi-gümān

Rumiyi tiz ögrene her kim diler


Bu kitābı okuya sertābeser

Bir göŋül almakdır aksā-yı merām


Bunı yapmakdan efendim ve’s-selām

400
Sonuç
Sözlükler, yazılış amaçlarına, konularına, hazırlanış biçimlerine hatta malzemenin türüne ve
malzemenin kaydedildiği ortama göre farklı tasniflere tabi tutulmaktadırlar. Hazırlanış
biçimleri bakımından mensur ve manzum olarak iki ana gruba ayrılan sözlüklerden
manzum sözlükler sadece bir sözlük olmanın dışında bir yabancı dil öğretim yöntemi olarak
da kullanılmıştır. Türkçe içerikli olarak manzum sözlük geleneği on dördüncü yüzyıl
itibarıyla başlamış, ciddi bir akım yaratarak yirminci yüzyıla kadar devam etmiştir. İlk önce
kutsal kitabın dili olan Arapçanın öğretimini kolaylaştırmak amacıyla kullanılan yöntemin,
şiirle öğretimin, etkili olduğu anlaşılınca Farsça da manzum sözlükler içerisinde yerini
almış, akabinde Rumca, Boşnakça, Fransızca gibi diller dahi bu silsileye dâhil olmuştur.
Manzum sözlüklerin önemli bir dil öğretim tekniğini, şiirle öğretim tekniğini, kullanıyor
oluşu dikkatleri fazlasıyla üzerine çekmiştir. Bilhassa çocuk yaşta dil öğretimini
sağlayabilmek için oluşturulan bu sözlükler medreselerde dahi kullanılmış, aynı zamanda
aruz vezninin incelikleri de bu sözlüklerle verilmiştir. Öte yandan öğrenim gören bir
çocuğun eğitimi meselesi de genel olarak sözlüklerin gündemi olmuş, her bölüm sonunda
verilen hümâyûn beyitleriyle dini-ahlâkî açıdan çocuğun bazı niteliklere sahip olması
amaçlanmıştır. İlk olarak iki dilli yazılan manzum sözlükler, sonrasında üç dilli olarak da
kaleme alınmıştır. Çok sayıda sözlüğün mevcudiyeti, bunlara nazireler ve şerhlerin
düzenlenmiş olması, bir eserin pek çok nüshasının kütüphanelerde mevcut oluşu,
döneminde bu sözlüklerin büyük oranda ilgi gördüğünü ortaya koymaktadır. Arapça-Türkçe
sözlükler için Ferişteoğlu’nun, Farsça-Türkçe sözlükler için Şâhidî’nin sözlüğü bu akıma
yol gösterici olmuştur. (Ölker 2015, 7).
Bilhassa Arapça ve Farsça için olan manzum sözlüklerin yazılış sebeplerini ve
1
amaçlarını bu konuda yapılan çalışmalardan hareketle şu şekilde maddeleyebiliriz:
Çocukların şiir okumaya hevesli olmaları ve şiirin onlar için daha çekici gelmesi
Dilde metin okuma aşamasına gelme süresini kısaltmak
Sözcük ezberini ve dil öğrenimini kolaylaştırmak
Bazen ders kitabı olarak kullanarak çocuklara kelime ve bazı gramer kurallarını
ezberletmek
Lisan öğrenmenin yanında kültür, edebiyat, aruz bilgisi sunmak
Basit bahir ve vezinlerle birlikte bazı edebi sanatları öğretmek
Hümayun beyitleriyle çocukların eğitimine katkıda bulunarak onların dinî ve
ahlaki yönden gelişmelerini sağlamak.
Şiire hevesli ve yetenekli olanların bu yeteneklerini geliştirmesine zemin
hazırlamak
Dil öğrenmenin önemini vurgulamak
İlim için Arapça veya Farsçadan birinin veya her ikisinin öğrenilmesinin
gerekliliğini vurgulamak
Kuran dilini öğrenmek
Yazarın şairlik marifetini ortaya koyma çabası
Şöhret bulma ve hayırla anılma gayreti
Gayrimüslim diliyle yazılan manzum sözlüklerin yazılış amaçları ise Arapça ve
Farsça ile yazılan manzum sözlüklerin yazılış amaçlarından kısmen farklıdır. Şiirin
hafızada kalıcılığı, öğrenmeyi zevkli hale getirdiği gibi nedenler aynıdır. Fakat diğer
gerekçeler gayrimüslim dillerinde pek öne sürülemez.

Perihan Ölker, Manzum Sözlük Geleneği ve Mahmûdiyye (Arapça-Türkçe Manzum Sözlük), Palet 1
Yayınları, Konya 2015; Yusuf Öz. Tarih Boyunca Farsça-Türkçe Sözlükler, TDK Yay. Ankara 2010
401
Yukarıda geniş bir şekilde ele aldığımız Rumca-Türkçe sözlüklerin ise yazılış
sebep ve amaçlarını şu şekilde özetleyebiliriz. Tuhfe-i Rumi Fransızca-Türkçe bir
sözlük olan Miftah-ı Lisan’ın yazılmış olmasını kendisine gerekçe gösterir. Ayrıca
Lügat-ı Nuriye ve Manzume-i Vehbi’de olduğu gibi Rum nüfusunun kalabalık
olmasından dolayı topluma faydalı olacağını belirtir. Bunun yanında girişleri olan diğer
sözlüklerde de yazarın şöhret bulmak, öldükten sonra arkasında bir eser bırakmak amacı
karşımıza çıkmaktadır. Lügat-ı Nuriye yazarı ise Rumca bir sözlük yazmaktan ar
etmektedir. Ancak o da kendisine çıkış kapısı olarak Mevlana’daki Rumca kelimeleri
örnek alır. Arapça ve Farsça sözlüklerin yazarları hayırlı bir iş yapmak için sözlüklerini
kaleme alırlar. Bazen bu hayırlı iş bir rüyada kendilerine tevdi edilir. Oysa gayrimüslim
dillerinde sözlük yazanlar dini bir motif olarak “hayır” işini çok kullanmazlar.
Genellikle dostlarının yoğun ısrarıyla bu işi “lütfen” yapmağa razı olurlar. Halka
faydasından kısmen bahsetseler de Tuhfetü’l-Uşşak hariç daima kendilerinden önce bu
tarz bir işin yapıldığını, kendilerinin mazur görülmesi gerekliliğini belirterek bir nevi
gayrimüslim dilinde sözlük yazdıkları için okuyucunun affına sığınırlar. Arapça ve
Farsça “muktezi” diller olarak görülürken diğer diller tali diller olarak ele alınır.
Yazılı bir eser olan Kur’an’ın temel alındığı Arapça-Türkçe Ferişteoğlu Lügati
gibi bazı Arapça/Farsça ve Türkçe lügatler yazı dilini esas alarak hazırlanırken Rumca
sözlüklerde daima konuşma dili temel alınmıştır. Kelimeler seçilirken, kendi tabirleriyle
“zebanzed ve meşhur olanlar” tercih edilmiştir. Tuhfetü’l-Uşşak’ın yazılış amacı ise
tamamıyla diğerlerinde farklıdır. Şair Rum bir güzele âşık olunca, aşkının etkisiyle onun
dilinde bir sözlük hazırlamıştır. Amacı tamamıyla şöhret bulmak ve sevdiğinin gözüne
girmektir.
Sonuç itibarıyla Müslüman nüfusun gayrimüslim tebaaya bakış açısı bu
eserlerde de kendini göstermektedir. Gayrimüslimlerden uzak durmak, onlarla birlikte
hareket etmemek, onların dilini öğrenmemek, dillerini küçümsemek genellikle salık
verilen işlerdir. Bunun yanında cinselliği anlatan birçok kelime bu sözlüklerde kendine
yer bulabilmektedir. Arapça ve Farsça sözlüklerde kendisine çok az yer bulan bir güzele
seslenme, güzeli öpme, onu koynuna almak isteme gibi ifadeler bu sözlüklerde
çekincesiz bir şekilde kaleme alınmaktadır. Müslüman bir güzele hissedilmeyen veya
hissedilse de söylenemeyen sözler gayrimüslim bir güzel için çok rahat bir şekilde dile
getirilebilmektedir.

Kaynakça
Ahmed Fevzi Kisedarzade, (1817): Tuhfetü’l-Uşşāk
AKSAN, Doğan (2003): Her Yönüyle Dil (Ana Çizgileriyle Dilbilim) (3. Baskı), Ankara:
TDK Yay..
AUGUSTİNOS, Gerasimos (1997): Küçük Asya Rumları- On dokuzuncu Yüzyılda
İnanç, Cemaat ve Etnisite, Ayraç Yayınevi, İstanbul (Çev.: Devrim Evci).
BÜYÜKKARCI, Süleyman (2003): Türkiye’de Rum Okulları, Konya: Yelken Yayınları
BİLGEHAN, Hakkı (2011): Girit, İzmir: Barış Yayınları.
ÇELGİN, Güler (2011): Eski Yunanca-Türkçe Sözlük, İstanbul: Kabalcı Yayınları.
FARDİ, K. T., (1860): Hazine-i Lügat-ı Rumiye vü Osmaniye, İstanbul,
Anatoli Matbaası.
ΓΙΑΝΝΑΚΟΠΟΥΛΟΥ, Γ., ΣΙΑΡΕΝΟΥ, Ε Ανγγλο-Ελληνικο, Αθηναι: Π.
Κουτσουμπος.
Hanyalı Nuri, (1797): Lugât-ı Manzûme-i Nûriye Berây-ı Terceme-i Lisân-ı Rumiye,
Girit.
HLORİDİS, Yanko (1899): Kamus-ı Osmani, Türkçe Rumca Lügat İstanbul: Ektog
Matbaası
402
HOLTON, David; MACKRİDGE, Peter; WARBURTON-Philippaki Irene (2007):
Greek A Comprehensive Grammar of the Modern Language, London: Routledge.
_____________, (2008): Greek An Essential Grammar of the Modern Language,
London: Routledge.
KÂMİ, Hüseyin (1887): Kelimât, Türkçeden-Rumcaya, Hanya: Mekâtib-i
İslâmiye Matbaası.
ΚΑΡΑΤΖΑΣ, Λεωνίδας; TUNCAY, Faruk, (1994): Ελληνο Τογρκικο Λεξικο – Yunanca
Türkçe Sözlük, Αθήνα: Ροδαμός Εκδοσεις
KONSTANTİNİDİ, Aleksandır (1892): Usul-i Lisan-ı Rumi, İstanbul, Neologos
Matbaası.
KURTOĞLU, Orhan (2006): Girit Şairleri (Tezkire-i Şu’ara-yı Cezire-i Girid), Ankara.
Akçağ Yay.
MCCARTHY, Justin (1998): Müslümanlar ve Azınlıklar, İstanbul: İnkîlap Yayınları.
MİLYOPOLOS, Yanko P. (1894): Lügat-ı Türkiyye Rumiyye, İstanbul.A. K. Yerardu.
OHANİ, Yorgaki (1897) Ta’lim-i Lisan-ı Rumi, İstanbul: Kasbar Matbaası.
ÖLKER, Perihan 2015): Manzum Sözlük Geleneği ve Mahmûdiyye (Arapça-Türkçe
Manzum Sözlük), Konya. Palet Yayınları.
ÖLKER, Gökhan (2009): Rumca-Türkçe Manzum Sözlük Tuhfetü’l-Uşşâk, Turkish
Studies, Sözlük Özel Sayısı Dr. Yücel Dağlı Anısına- Vo-lume 4/4, Summer, s. 856-872
ÖLKER, Gökhan (2013): Lugât-ı Manzûme-i Nûriye Berây-ı Terceme-i Lisân-ı Rumiye
Üzerine, Turkish Studies, Volume 8/9, Summer, Ankara, s. 2007-2019.
ÖLKER, Gökhan (2014): Osmanlı Alfabesiyle Bir Başka Dilin Yazımı: Rumca Örneği,
Turkish Studies, Volume 9/9, Summer, s. 799-812.
ÖZ, Yusuf (2010): Tarih Boyunca Farsça-Türkçe Sözlükler, Ankara: TDK Yay.
ÖZTÜRK, Rıdvan (2003): Rumca-Türkçe Mülemma Mani Tarzı Söylenmiş şiirler
Üzerine, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, Prof. D. A. Bican Ercilasun Armağanı, Konya.
PANAYİOTİDİS, Yuvanaki (1897): Kamus-ı Rumi, Rumcadan Türkçeye Lügat,
İstanbul: Panayotidis Matbaası.
TEMASTOKLİ, Ahtena (1896): Kamus-ı Osmani, Rumcadan Türkçeye Lügat, İzmir:
Amaltiya Gazetesi Matbaası Yayınları.
TOSUN, Ramazan (1998): Türk-Rum Nüfus Mübadelesi ve Kayseri’deki Rumlar,
Niğde, Tolunay Yayınları.
Tuhfe-i Rumi (1783) İstanbul, Yusufyan Han Matbaası.
VAHAPOĞLU Hidayet (1992): Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları,
İstanbul
Abdülvehhâb Zârî (1875): Manzume-i Vehbi, İstanbul.

403
TÜRKÇE KELİMELERİN GALAT SÖZLÜKLERİNDEKİ
İZAHLARI ÜZERİNE
1
Hatice ŞAHİN
Özet
Galat sözlükleri, dilde karşılaşılan yanlış kullanımları ele alıp açıklayan ve
doğrusunu gösterip bu kullanımı tavsiye eden kitaplardır. Anadolu’da 18. yüzyılın
sonlarında yazılmaya başlanan galat sözlükleri, genel olarak Türkçeye giren yabancı
kelimelerin, tamlamaların; fonetik, morfolojik ve semantik açıdan yanlış kullanımları
üzerinde durur. Bu sözlüklerde Arapça, Farsça, Arapça yoluyla Türkçeye giren Yunanca
ve diğer Batı dillerine ait kelimeler söz konusu edilir. Bu eserleri hazırlayan Türk
aydınları, Türkçeye giren yabancı kelimelerin dile ses, biçim ve anlam açısından uyum
göstermesini galat olarak değerlendirmiştir. Bu nedenle galat sözlüklerinde Türkçeye
ses ve hece yapısı bakımından uyum sürecine girmiş kelimelerin yanlış kabul edilen
biçimleri madde başı yapılmış, geldiği dildeki hali de doğru ve kullanımı tavsiye edilen
biçim olarak yer almıştır.
Bu sözlüklerde ayrıca Türk dili kaynaklı kelimelerle ilgili olarak da yanlış
kullanımlar gösterilmiş, çoğu kez etimolojik açıdan da izahlara yer verilmiştir. Diller
arası alışveriş haricinde dilin kendi doğasına uygun olarak zaman içinde ortaya çıkan
değişiklikler bilinmediği ya da göz ardı edildiği için örneğin, Türkçede boya ve böbrek
kelimelerinin yanlış olduğu bu kelimelerin aslında boyag ve bögrek biçiminde olduğu
ve bunların kullanılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu noktada sözlük hazırlayanların
Türk dilinin gelişimi hakkında doğal olarak bugünkü bilgilere sahip olmamalarından
kaynaklanan bir durumun sonucu olsa gerek bütün Türkçe kelimeler Çağatay Türkçesi
referans gösterilerek değerlendirmeye alınmıştır. Bunun gibi bazı kelimelerin
kökenleriyle ilgili verilen bilgiler de kimi zaman birbiriyle çelişen bir durum ortaya
koymaktadır. Örneğin adaş kelimesindeki +dAş eki ile arkadaş kelimesindeki +dAş
ekinin izahı köken, işlev ve kullanım açısından farklı sözlüklerde farklı açıklanma
yoluna gidilmiştir.
Bu bildiride incelenme imkânı bulan galat sözlüklerinde yer alan Türkçe
kelimelerin; köken, yapı ve ses özellikleriyle ilgili açıklamalar tasnif edilip
değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Galat sözlükleri, ses hadiseleri, dil içi değişiklikler, anlam
olayları.

TÜRKÇE KELİMELERİN GALAT SÖZLÜKLERİNDEKİ


İZAHLARI ÜZERİNE
Galat sözlükleri, dilde karşılaşılan yanlış kullanımları ele alıp açıklayan ve
doğrusunu gösterip bu kullanımı tavsiye eden kitaplardır. Anadolu’da 18. yüzyılın
sonlarında yazılmaya başlanan galat sözlükleri, genel olarak Türkçeye giren yabancı
kelimelerin, tamlamaların; fonetik, morfolojik ve semantik açıdan yanlış kullanımları
üzerinde durur. Bu sözlüklerde Arapça, Farsça, Arapça yoluyla Türkçeye giren Yunanca ve
diğer Batı dillerine ait kelimeler söz konusu edilir. Bu eserleri hazırlayan Türk aydınları,
Türkçeye giren yabancı kelimelerin dile ses, biçim ve anlam açısından gösterdiği uyumu,
bir başka deyişle ses ve anlam olaylarını galat olarak değerlendirmiştir. Bu nedenle galat
sözlüklerinde Türkçeye ses ve hece yapısı bakımından uyum sürecine girmiş kelimelerin
yanlış kabul edilen biçimleri madde başı yapılmış, geldiği dildeki hali de doğru ve
kullanımı tavsiye edilen biçim olarak yer almıştır.

Prof. Dr. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü1
404
Bu sözlüklerde ayrıca Türk dili kaynaklı kelimelerle ilgili olarak da yanlış
kullanımlar gösterilmiş, Türkçe kelimelerin yabancı kelimelerle kurduğu yapılar
üzerinde durulmuş, çoğu kez bugünkü filolojik bilgilerle örtüşen veya örtüşmeyen
etimolojik izahlara da yer verilmiştir.
Bu sözlüklerde diller arası alışveriş haricinde dilin kendi doğasına uygun olarak
zaman içinde ortaya çıkan değişiklikler bilinmediği, doğal kabul edilmediği ya da göz ardı
edildiği için Anadolu Türkçesindeki fonetik eğilimler de yanlış olarak kabul edilmiştir. Bu
sebeple; kelimelerin kökeni, yaşadıkları ses değişiklikleri, yaşadıkları anlam olayları ve
barındırdıkları ekler açısından bugünkülere uymayan açıklamalar yer almaktadır. Bu
bildiride incelenme imkânı bulan galat sözlüklerinde yer alan Türkçe kelimelerle ilgili;
köken, yapı ve ses bilgisine ait açıklamalar ele alınıp değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu
çalışma yapılırken, sözlüklerin Türkçe kelimelerle ilgili izahı konusunda genel bir yargıya
ulaşabilmek için galat sözlüklerine ulaşılmaya çalışılmış ama özellikle çok sayıda galat
sözlüğü malzemesini bir araya getiren Kültüral’ın hazırladığı eser taranmış, elde edilen
malzemeler, dilbilgisi sahalarına göre ayrılmıştır.
SES BİLGİSİYLE İLGİLİ İZAHLAR
Sadece yabancı kelimelerde değil, Türkçe kelimelerde de zaman içinde türeme,
düşme, ötümlüleşme vb. ses olaylarının gerçekleştiği bilinmektedir. Galat sözlükleri, bu
açıdan bakıldığında ses olaylarının doğal dil süreci olduğunu kabul etmez bir tavırla,
kelimelerin hep ilk biçimlerini gösterip çoğu kez dile getirmese de asıl biçimlerin doğru
biçimler olduğunu savunmaktadır. Ayrıca bazı ses kurallarıyla ilgili olarak bugün
bilinenlerden farklı yargı bildirmektedir.
Bugün Türkiye Türkçesi için benimsediğimiz Türkçe kelimelerin sonunda
b,c,d,g, ünsüzleri bulunmaz ses kuralı üzerinde aç, ağaç ve çorap maddesinde kelime
sonunda c ve b’nin bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Buna kanıt olarak da -iki ünlü
arasında kalan ötümsüz ünsüzlerin ötümlüleşmesi ses olayı göz önünde
bulundurulmadan- eğer ç ve p olsaydı acıkmak değil açıkmak, ağacın değil ağaçın
biçimleri karşımızda olurdu açıklaması yapılmıştır.
“Aç, Ağaç, Çorap: Elfâz-ı Türkiyye’nin nihayetlerindeki cim ve ba harflerini
ekseriya çim ve pe ile ketbetmekteyiz ki ac, ağaç, çorab kelimeleri de bu kabildendir.
Ancak bir kelimenin harf-i ahiri bunlardan hangisiyle yazılmak lazım geleceği o harfin
tahrik edilivermesiyle pek kolay bilinebilir. Mesela bâlâda kaydedilen üç kelimede cim
ve bâ Fârisiyye veya Arabiyye ile mi yazılacağında tereddüt etsek filhal kelime-i
mezkûrenin sonlarındaki harfleri tahrik ederiz. Mesela acıkmak, ağacın, çorabı
şekillerini ahz edince hurûf-ı mezkûrenin pe ve çim olmadığı tebeyyün etmiş olur.
Çünkü böyle olmasaydı acıkmak, ağaçın, çorapı demekliğimiz iktizâ ederdi. Gayrıları
da bunlara kıyas buyurulsun ( Tehzibü’l-Kelam, 77-78)”

Ark kelimesinin “bağ ve bahçelerde su cereyânı için hafredilen hendek” anlamı


verildikten sonra kelimenin aslında hark olduğu belirtilmiştir. (Kültüral, 2008: 18)
Bugünkü fonetik bilgilere göre kelime başındaki ‘h’ türeme olarak kabul edilmektedir.
Etimolojik sözlüklerde bu kelimenin başında ‘h’ sesi bulunduğuna dair hiçbir bilgi
bulunmamaktadır. ( Gülensoy, 2002:77), (Tietze, 2002: 194)
Fonetik açıklamalarda ünlü türemesi konusunda yer alan azacık ve azıcık
kelimeleri Defter-i Galatât adlı eserde yer almış, +cIk ve +cAk küçültme eklerinin
sıfatlara geldiğini öyleyse bu kelimenin de azcık biçiminde olması gerektiğini
savunmuştur. ( Kültüral, 2008: 27) Bu durumda sözlük yazarı bu kelimelerdeki ünlü
türemesini reddetmiştir.
Bir büzülme olayı mı yaşandı yoksa pekiştirme ünsüzü mü aldı noktasında
tartışılabilecek bir örnek olan b ar bar bağırmak pekiştirmeli yapısında bar bar
405
kelimelerinin bağır’dan geldiği dolayısıyla bu kullanımın bağır bağır bağır- biçiminde
olması gerektiği dile getirilmiştir. İki ünlü arasındaki sızıcı ünsüzle ilgili fonetik
değişiklik, hata olarak kabul edilmiştir.
Fakat başka bir maddede de aşlamak kelimesinin tıpkı besilemek >beslemekte
olduğu gibi aşılamak biçiminden geldiği savunulmuş, buradaki orta hece ünlüsü
düşmesine dikkat çekilebilmiştir. ( Kültüral, 2008: 23.)
YAPI BİLGİSİYLE İLGİLİ İZAHLAR
Galat sözlüklerinin yapı bilgisiyle ilgili izahları genel olarak doğru ve isabetlidir.
Bugün dil kullanımında belirtilen yanlışlardan biri Türkçe kelimelere yabancı ek ya da
yabancı kelimelere Türkçe ek getirilerek kullanılan kelimeler ve başka dillerin tamlama
mantığıyla düzenlenen birleşik yapılardır. Bu durumla ilgili 18. yüzyılda da
yakınmaların olması bu sözlüklerde de örneklerle konunun vurgulanması son derece
dikkat çekici bir durumdur.
Ağa-yı tabur yapısının Türkçe kelimelerin Farsça kurallara göre
birleştirilemeyeceği kuralından hareketle yanlış olduğu, doğrusunun tabur ağası olması
gerektiği belirtilmiştir. Aynı şekilde agavât, gelişât gibi kelimeler de -Arapça değil ki
niye Arapça kurallarla çokluk hale getirilsin sitemiyle- örneklendirilmiş ve galatât-ı
fâhişe-i meşhûreden kabul edilmiştir. Farklı galat sözlüklerini bir araya getirmeye
çalışan Kültüral’ın eserinde görüldüğü kadarıyla bu kullanım, o dönemde bazıları
tarafından yanlış kabul edilmektedir. ( Kültüral,1989: 6) Aynı şekilde Galatât
mecmuası, ashab-ı gönülden yapısının yanlış olduğunu bunun yerine ehl-i dil yapısının
kullanılması gerektiğini savunmuştur. ( Kültüral, 2008: 21)
Bu konuda aydınlar arasında tam bir anlaşma olmadığı görülmektedir. Bazı
sözlük yazarları, diğerlerinin aksine bu kurala fazlaca yapışıldığından Farsçada Türkçe
bayrak kelimesinin alınarak bayrak-dâr yapılabildiğini bunun gibi tüfenk-endâz, top-
hâne, fes-hâne, yazı-hâne gibi terkiplerin yanlış sayılmaması gerektiğinden söz
etmişlerdir. ( Yeni Galatât: 24)
Türkiye Türkçesinde kullanım sahası bulan gün be gün, ay be ay yapıları, o
dönemde kullanılan diz be diz ve köy be köy gibi yapılar da eklenerek yapının Türkçe
olmadığı dolayısıyla Türkçe kelimelerle bu yapının kurulmaması gerektiği belirtilerek
eleştirilmiştir. Bunların yerine günden güne, aydan aya, diz dize ya da yevmen fe
yevmen/ zânu be zânu /mâh be mâh biçimlerinin tercih edilmesi söylenmiştir.
( Kültüral, 2008: 25)
Bugün ek yığılması olarak adlandırdığımız konuyla ilgili bazısı, bazıları,
bazısının ve bazısına gibi kelimeler seçilmiş ve bu kullanımların yanlış olduğu; bazı,
bazına, bazının biçimlerinin doğru olduğu ifade edilmiştir. (Kültüral, 2008: 35)
Fakat bu sözlüklerde birbirini tutmayan ya da bugüne göre yanlış olan bazı
izahlar da bulunmaktadır. Mesela: Ancak kelimesiyle ilgili olarak öncelikle kelimenin o
dönemde yeni imla taraftarları tarafından tercih edildiği belirtilerek yapısı, ismin
durumuna göre ‘an’ şeklini alan ‘o’ işaret ismiyle üzerine gelen –cAk küçültme edatı
olarak açıklanmıştır. ( Defter-i Galatât, 18-19)

Yapı bilgisi açısından dikkat çeken başka bir izah da +dAş ekiyle kurulan
kelimelerde görülmektedir. Galat sözlükleri bazı kelimelerin kökenleri hakkında,
dolayısıyla almış oldukları ekler hakkında bilgi verirken, birbirlerinden yararlanmış
olmalarına, birbirlerini takip etmelerine rağmen farklı görüşler ileri sürmektedirler. Bu
görüşlerin çoğunun bugünkü izahlardan da farklı olması sonucunda bir ek için çok
sayıda farklı izahlarla karşılaşılması kaçınılmaz olmuştur.
Defter-i Galatât’ta adaş kelimesi ad+daş olarak izah edilmiş, +dAş ekinin Türkçe
kelimelere getirilen bir ek olduğu vurgulanmış, bu sebeple gam kelimesine bu ekin
406
getirilmesinin de yanlış olduğu belirtilmiştir. Aynı sözlük, arkadaş kelimesinin
kökenini er karındaş, er kardaş kelimesine bağlamıştır.
Tehzibü’l-Kelam’da ise arkadaş kelimesi Türkçe ‘arka’ ve Farsça ‘taş’ tan
birleştiği için yanlış kabul edilmiş, aynı şekilde adaş, yoldaş, karındaş, omuzdaş gibi
kelimeler de biri Türkçe biri Farsça unsurdan oluştuğu için yanlış kelimeler sınıfına
girmiştir. Bu bağlamda sözlük, Timurtaş ve Bektaş kelimelerini de ses benzerliği
nedeniyle madde içinde açıklamış, bunların farklı birer yapı olduğunu söylemiştir.
( Kültüral,1989: 18.)
“Adaş: Hem-nâm, müşterekü’l-isim demek olan bu kelimenin aslı addaş’tır.
Çünkü Türkçede +daş lafzı maiyyet, mukarenet mânâlarını müfîd olup kelimât-ı
Türkiyyenin nihâyetine dâhil olur. Binâenaleyh bunu gamdaş şeklinde istimal eylemek
muvafık olmaz.( Defter-i Galatat, s.13)
“Arkadaş: Türkçe arka ile Fârisî tâş edât-ı şirketinden muharref olan ‘daş’tan
mürekkep olduğu cihetle galattır. Ancak selika-i Türkiyye tâş’ın ‘t’sini her yerde ‘’ye
kalb etmesine nazaran bâri cüzlerini fasl edip arkadaş yazmalıyız. Adaş, yoldaş,
karındaş, omuzdaş gibi arkadaş ile omuz öpüşen kelimeler de bu vechile galattır.
Timurtaş ve Bektaş gibi esmâ-i ricalden olan elfazdaki taşlar ‘taş’ mânâsına olup Bektaş
lafzındaki taş ‘hacer’ ve ‘pek katı’ dahi demektir ki sahibinin salâbetinden kinayedir.
(Tehzibü’l-Kelam, 48)”
“Bu kelimenin aslen er karındaş, er kardaş olduğu mervîdir. ( Defter-i Galatat,
s.14)”
KÖKEN BİLGİSİYLE İLGİLİ İZAHLAR
Dilin doğru kullanılması, öğrenilmesi ve öğretilmesini amaçlayan bu eserlerde
zaman zaman kelimelerin kökenleriyle ilgili açıklamalara da yer verilmiştir. Bu açıdan
bakıldığında bu sözlükler, birer etimolojik sözlük olarak da değerlendirilebilir. Ancak
sözlüklerdeki izahların tamamının bugünkü bilgilere uygunluk göstermediği de göz ardı
edilmemelidir.
Kültüral’ın derlediği eserde yer alan adam akıllı maddesi; “Eyyam-ı hevâ gibi
mânâsız, avam-pesendâne bir tâbirdir. (Tehzibü’l-Kelam, 65)”biçiminde açıklanarak
öncelikle bu yapının halk diline ait kaba bir kullanım olduğu vurgulanmıştır. Öte
yandan kelimenin mânâsız olarak nitelendirilmesi ise dikkat çekmektedir. TDK’nun
Güncel Türkçe Sözlüğünde yapı; gereğinden çok, iyice, bir güzel, bir temiz anlamıyla
belirteç olarak gösterilmiştir.
Aksırmak ve aŋsırmak kelimeleriyle ilgili olarak “aŋ, dimağ, beyin ve geniz
kelimesinden türetilen aŋsırmak biçiminin doğru, aksırmak biçimininse yanlış olduğu
belirtilmiştir. (Kültüral, 2008, 9) Günümüzde bu kelimelerle ilgili etimolojik izahlar
buradakinden daha farklıdır. ( Gülensoy, 2007: 72)
Altun kelimesinin kökeniyle ilgili olarak Yunanca kökenli açıklaması verilmiş,
şuâ-ı şems anlamında bir kelime olduğu belirtilmiştir. (Kültüral, 2008: 12)
Aramak fiilinin aslı ahtarmak veya aktarmak olarak verilmiş ve bu kullanımın
Muş, Kerkük, Erbil bölgelerinde kullanıldığı belirtilmiştir. ( Kültüral, 2008: 16)
Avanak kelimesi için Türkçe olduğu düşünülüyorsa da Ermenice bir kelimedir
açıklaması yer almıştır. Referans olarak da Ebuziyyâ Tevfik Bey gösterilmiş, asıl
imlasının da avanag olduğu belirtilmiştir. (Kültüral, 2008: 24) Bu kelimenin kökeniyle
ilgili olarak güncel etimolojik sözlüklerde farklı açıklamalar yer almaktadır. (Gülensoy,
2007: 88)
Bacanak kelimesi, Mecmuam adlı eserde Arapça bâ-cenâh’tan gelen bir kelime
olarak değerlendirilmiş, Defter-i Galatât’ta ise iki kız kardeşin kocalarına karşılık gelen bu
kelimenin bâ-cenâh’tan gelmesinin mümkün olmadığı, Türkçe bacı kelimesinden gelen ve
sonradan bacanak olan bacınak kelimesinin doğru kabul edilmesi gerektiği ifade
407
edilmiştir. ( Kültüral, 2008:29) Bu açıklama Gülensoy’da da mevcuttur. ( Gülensoy,
2007: 99)
Köken olarak bazen çok emin olunamayan açıklamalara da yer verilmiş ama
ifadenin kesin olmadığı da belirtilmiştir. Mesela Defter-i Galatât’ta bahşiş kelimesinin
Türkçe bağışlamak kelimesiyle ilgili bağşiş kelimesinden geldiği yönünde görüşler
varsa da kesin değildir açıklaması mevcuttur. ( Kültüral, 2008:30) Bu kelime günümüz
etimolojik sözlüklerinde Farsça kökenli olarak gösterilmektedir. (Tietze, 2002:264)
Bunun gibi Gülensoy ve Tietze tarafından Türkçe olarak gösterilen ve örneklerle
desteklenen bardak kelimesi ( Gülensoy, 2007: 113),( Tietze, 2002:280) Defter-i
Galatât’ta Farsça kökenli olarak gösterilmiştir. ( Kültüral, 2008:33) Bu şekilde börk
gibi farklı kökenlerle izah edilen kelimelerin sayısı az değildir.
Bugünkü köken bilgilerine ters düşen bir açıklama da suvar- fiiliyle ilgilidir.
Defter-i Galatât bu fiilin aslının su ver- olduğunu suvar- yapısının buradan geldiğini
savunmaktadır. ( Kültüral, 2008:226)
Galat sözlüklerinden yola çıkarak belirtilmesi gereken bir diğer nokta da Türkçe
kelimelerin çoğunda izah edilirken Çağatayca karşılıkların verilmesi, Çağataycadaki
karşılıkların daha doğru kabul edilmesidir. Mesela boya kelimesiyle ilgili açıklamanın
sonunda bu lafzın aslı boyag’dır, böbrek kelimesiyle ilgili açıklamanın sonunda da bu
kelimenin doğrusu bögrek’tir ifadeleri yer almaktadır. Bu tarz açıklamaların yoğun
olduğu sözlüklerden biri Galatât-ı Hafid Efendi sözlüğüdür. Bu sözlükteki Çağatayca
kelimeler üzerinde duran Eminoğlu, her ne kadar sözlük yazarının Türkçe kelimeleri
Çağataycaya göre galat saymasının ya da Çağataycadaki biçimlerin kullanımını tavsiye
etmesinin mümkün olmadığını savunsa da bir sebeple Doğu sahasındaki biçimler daha
doğru kabul edilmiştir.
“Mehmed Hafîd Efendi‟nin Türkçe sözcükleri Çağatayca biçimlerine göre galat
olarak değerlendirmesi, elbette Çağataycayı yabancı bir dil gibi görmesinden değildir.
Galat sözlüklerine alınan sözcüklerin bir kısmı, asılları gibi kullanılmasını önermek için
değil, bunların asıl biçimlerini ya da eski biçimlerini gösterme gayretindendir. Mehmed
Hafîd, bu eserini 19. yüzyılın hemen başında kaleme almıştır. Bu tarih, henüz Eski
Türkçe ve Orta Türkçe dönemine ait dil yadigârlarından haberdar olunmadığı bir
zamandır. Dolayısıyla Çağatayca, eski biçimleri göstermek için kullanılmış bir terimdir.
“( Eminoğlu, 2011:1030)
Sözlük yazarları, üzerinde durdukları bütün Türkçe kelimeler in Çağataycadaki
biçimlerini verme yoluna gitmemişler, muhtemelen bilebildikleri ya da Çağataycada
karşılıkları olabilen kelimelerle ilgili olarak mukayese yapmışlardır. Defter-i Galatât’ta
boya, böbrek, bürgümek ile Mehmed Hafîd Efendi’de aga, arduç, ayak, boncuk, yüce,
yiğit gibi çok daha fazla kelimenin Doğu Türkçesindeki karşılıkları verilmiştir.
Sonuç olarak: Görüldüğü kadarıyla 18. yüzyıldan itibaren kendi bilgi ve
görgüsüne göre dil yanlışlarını gündeme getiren kitaplar, mecmualar, yazılar ortaya
konmuştur. Aydınların hem fikir olduğu noktalar bulunsa da yanlış olarak kabul edilen
ve değerlendirilen malzeme her eserde ve her yazarda aynı değildir. Bir başka deyişle
söz konusu yüzyılda dilin sözlü ve yazılı kullanımıyla ilgili olarak farklı görüşler
mevcuttur. Bu eserlerde yabancı kelimelerin yazımı, telaffuzu, anlam sınırları gibi
noktalar ele alınmasının yanında Türkçe kelimeler için de ses, yapı, köken ve yazımla
ilgili görüşler dile getirilmiştir. Ancak yukarıda da belirtilen görüş ayrılığının Türkçe
kelimeler için de geçerli olduğu görülmektedir.
Her ne kadar bugünkü filolojik bilgilerimizle uyuşmayan izahlara yer verse de bu
eserler, o dönemde dil üzerinde düşünen, kafa yoran bir aydın kesiminin varlığını bir kez
daha ortaya koyması açısından önemlidir. Ayrıca bu eserlerde bölük pörçük olsa da ağız
araştırmalarına katkı sağlayacak malzeme de yer almaktadır. Mesela, o dönemde Muş
408
bölgesinde aramak için ahtarmak biçiminin kullanıldığı ya da adamcağız kelimesinin
İstanbul’da o dönemde âdemciğez telaffuzuna rastlandığı ve buna benzer bazı
ayrıntılara bu eserlerde rastlanmaktadır.
Ayrıca bu sözlüklerde Tashihü’l-Galatât adlı eserde görülen, aslı ‘birke’ olarak
verilen ve havz anlamındaki ‘bürke’ kelimesi gibi yazı dilinde kullanılmayan sadece
Derleme sözlüğünde yer alan bazı kelimeler mevcuttur. (Kültüral, 2008: 45)
Bu sebeple, galat sözlükleri hem değerli malzeme içermesi hem de dönemin
filolojik bakış açısını ve düzeyini göstermesi açısından Türkçe ve yabancı kelimeler için
verdikleri izahların değerlendirilmesine muhtaç eserler olarak kabul edilmelidir.

KAYNAKLAR
Ahmet Vefik Paşa (2000) Lehçe-i Osmânî, (Haz. Recep Toparlı), TDK Yayınları
Ankara. AKSAN, D. (1979), Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, C. 3, TDK
Yayınları, Ankara
AKSOY, Ömer A. (1980), Dil Yanlışları, Ankara.
DEMİR, N. (2003), “Popüler Dil Tartışmalarına Dil İlişkileri Açısından Bakış”.
Cumhuriyetimizin 80. Yılında Türkçemiz ( Ankara Ticaret Odası-Anadolu Çağdaş
Eğitim Vakfı.) Ankara. s. 37-44.
DEVELİ, H. (1997), “Kemalpaşazade ve Ebu’s-suud’un Galatat Defterleri”, İlmi
Araştırmalar, 4, İstanbul.
EMİNOĞLU, Emin ( 2011) “Galat Sözlükleri ve Mehmed Hafîd Efendi’nin Galatât
Sözlüğündeki Çağatayca Sözcükler” Turkish Studies - International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/1 p. 996-1012.
GÜLENSOY Tuncer (2007) Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi
Sözlüğü, 2 cilt, TDK Yayınları, Ankara.
KAÇALİN, M. ( ), “Galat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.13, s. 300-
302 KÜLTÜRAL Zuhal (1989) Galatât Sözlükleri, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
KÜLTÜRAL Zuhal (2008) Galatât Sözlükleri, Simurg Yayınları, İstanbul.
Mehmed Hafîd Efendi, Ed-Dürerü’l-Müntahabâtü’l-Mensûre fî-İslâhi’l-Galatâti’l-
Meşhûre, (Galat-ı Meşhure), istinsah: 1219/1804; baskı: İstanbul 1221/1806, 27+534 s.
SAĞOL, G. (2001), “Galatların Değerlendirilmesi”, Uluslararası Sözlük Bilim
Sempozyumu Bildirileri, Gazimağosa.
TIETZE, Andreas (2002) Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügatı, CI A-E
İstanbul-Wien
TOPARLI, R. ( 1996), “Türkçemizdeki Galat Sözler”, Türk Dili, 540, s. 607-
618. TOPARLI, R. (1985), “Türkçede Galatlar”, TDA, S. 34, s.159-174
YILMAZ Yakup (2013) Aşir Efendizade Mehmed Hafîd Efendi, Ed-Dürerü’l-
Müntahabâtü’l-Mensûre fî-İslâhi’l-Galatâti’l-Meşhûre, Ankara.

409
DERVİŞ MUSTAFA’NIN 18. YÜZYILDA İSTİNSAH ETTİĞİ
ŞEH-NÂME’DEKİ ESKİCİL (ARKAİK) UNSURLAR
1
Türker Barış BULDUK

Özet
Şarkın önemli eserlerinden biri olan Şeh-nâme 10. yüzyılda Firdevsî tarafından
yazılmış ve birçok kez dilimize tercüme edilmiştir. Derviş Mustafa’nın 18. yüzyılda
istinsah ettiği eser de mütercimi belli olmayan nüshalardan biridir. Eserdeki söz
varlığında ve birtakım gramer şekillerinde müstensihin eskicil unsurlar kullandığı
görülmektedir. Fransızca “arkaik” kelimesi ile eş anlamlı olarak kullanılan “eskicil”
terimi, Türk Dil Kurumunun Güncel Türkçe Sözlüğünde, “Konuşulan ve yazılan dilde
kullanımdan düşmüş olan eski söz veya deyim.” olarak açıklanmaktadır. Yine aynı
sözlüğün “arkaizm” maddesi ise, “Kullanıldığı çağdan daha eski bir çağa ait bir biçimin,
bir yapının özelliği.” olarak ifade edilmektedir. Bu çalışmada, 18. yüzyılda Derviş
Mustafa tarafından istinsah edilmiş Şeh-nâme’nin 2. cildinin 145a-284b sayfaları eskicil
unsurlar bakımından incelenecektir. Eserde, Eski Türkçedeki biçimleriyle kullanılan
kelimelerin ve gramer şekillerinin tespiti üzerinde durulacaktır.
Derviş Mustafa’nın 18. yüzyılda istinsah ettiği Şeh-nâme üç cilt ve 1773
varaktan oluşmaktadır. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi 6131-6133
demirbaş numarasında kayıtlı eser mensur bir Şeh-nâme çevirisidir. Birebir tercüme
özelliği taşımayan eserde müstensihin ana olay örgüsüne bağlı kalarak ekleme ve
çıkarmalar yaptığı, halk rivayetlerine yer verdiği görülmektedir. Cenk sahnelerinin
sıklıkla işlendiği eserde Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesine ait birçok veriye
ulaşılabilmektedir. Bu çalışmada, eserde yer alan eskicil ekler ve kelimeler ele alınacak,
eskicil unsurların yer aldığı mısralar gösterilerek, kullanım sahaları ve anlam özellikleri
de göz önünde bulundurularak bu unsurlar açıklanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Şeh-nâme, Eskicil (Arkaik), Eski Türkçe, Eski Anadolu
Türkçesi, Leksikoloji.

THE ARCHAIC ELEMENTS IN THE ŞEHNAME, COPIED BY


DERVISH MUSTAFA IN THE 18TH CENTURY.
One of the most important works of West, Şeh-name was written by Firdevsi in
the 10th century and has been translated into our language several times. The work that
Dervish Mustafa copied in the 18th century is also one of the copies whose translator is
unknown. It has been seen in the vocabulary and some grammatical structures that
copyist occupied some archaic elements. The term "eskicil" used as a synonym for the
French word "archaic" is esplained in Dictionary of Current Turkish by the Turkish
Linguistic Society as "word or phrase that has become obsolote in the spoken or written
language." "Archaism" title of the same dictionary is given as "the character of a form
or structure of a previous era than the age used". In this study, pages from 145a to 248b
of the 2nd Volume of Şehname copied by Dervish Mustafa will be investigated in terms
of archaic elements. In the work, the detection of the words and grammar forms used in
the old Turkish forms will be emphasised.
Şeh-name copied by Dervish Mustafa in the 18th century is composed of three
volumes and 1773 leaves. The work, which is registered to the Rare Works Library of
Istanbul University with the stock number of 6131-6133, is a prosaic translation of Şeh-
name. Through the work which is not a literal translation, it is seen that the copiest
made

Dr. Öğretim Üyesi. Adıyaman Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. tbulduk@adiyaman.edu.tr 1
410
additions and substractions in accordance with the plot and included folkloric
narrations. Via the work, which employs battle scenes frequently, a great many data
belonging to Old Turkish Language and Old Anatolian Turkish can be obtained. In this
study, the archaic words and affixes existent in the work will be dealt, and by showing
the lines with archaic elements and by taking fields of usage and properties of meaning
into consideration, these elements will be explained.
Key Words: Şeh-name, Archaic, Old Turkish, Old Anatolian Turkish,
Lexicology.
Giriş
Türkçenin ulaşılabilen en eski yazılı kaynakları 8. yüzyılda yazılan Köktürk
Kitabeleri’dir. İlk yazılı ürünlerden günümüze kadar Türkler dünya siyasi, kültür ve
medeniyet tarihine damga vuran birçok devlet kurmuşlardır. Yayıldıkları geniş
coğrafyalarda farklı kültürlerle etkileşime giren Türklerin konuştukları Türkçe de çeşitli
faktörlerin etkisiyle (din değişikliği, göçler, yerleşik hayata geçiş vb.) farklılaşmıştır. Türk
dilinin belli bir döneminde yaygın olarak kullanılan dil unsurlarının bir kısmı Türk
coğrafyasında yaşanan siyasi, sosyal ve dinî gelişmelere bağlı olarak ya kullanılmaya
devam etmiş ya da zamanla değişime uğrayarak unutulmaya yüz tutmuştur. Türkçe
Sözlük’te işte bu unutulmaya yüz tutmuş, kullanımdan düşmüş olan eski söz ve deyimler
için kökeni Fransızca olan “arkaizm” kelimesi kullanılmıştır (Türkçe Sözlük, 1998: 134).
Arkaik kelimesi Fransızca olup, arkaizmin sıfat şeklinde kullanımıdır. Büyük
Türkçe Sözlük’te “önceki asırlara ait, eskimiş, eskiyi andıran söz ve davranış” (Doğan,
2001: 76) şeklinde açıklanan arkaik terimi yerine Berke Vardar, Açıklamalı Dilbilim
Terimleri Sözlüğü’nde “eskil biçim” ifadesini kullanmış ve bu ifadeyi “kullanımdan
düşmüş, dilsel çevrimden çıkmış bulunan sözlüksel birim, sözdizimsel olgu” (Vardar,
2007: 93) olarak açıklamıştır.
Zeynep Korkmaz, Gramer Terimleri Sözlüğü’nde arkaik kelimesi yerine “eski
kelime” ifadesini kullanmış ve bu ifadeyi “bugün artık kullanılıştan düşmüş bulunan
veya eski biçimi ile kullanılan kelime” (Korkmaz, 2007: 85) olarak açıklamıştır.
Mehmet Ölmez, “Her Türk dilinde, öteki dillere ve dönemlere göre eskicil
yönler, sesbilgisi özelliği, söz yapımı ve sözlük özelliği bulunabilir. Arkaizm-arkaiklik
veya eskicillik anlayışında bir dilde Eski Türkçe ile karşılaştırıldığında, öteki Türk
dillerinde bulunmayan ses ve yapı özelliklerinin yanı sıra sözlüksel biçimlerin de Eski
Türkçeye benzer biçimde yaşaması, kullanılmasıdır.” (Ölmez, 2003: 136) şeklinde bir
düşünce ortaya koymuştur.
Gürer Gülsevin ise, arkaik (eskicil) unsurlar meselesinde daha farklı bir bakış
açısı sunmuş ve “eski şekli devam ettirmek, korumak” ile “eskicil (arkaik) özellik olarak
yaşamanın” farklı olduğunu ve arkaik unsurdan bahsedilmesi için ya eşzamanlı olarak o
dönemdeki bir başka diyalekt ile ya da artzamanlı olarak söz konusu diyalektin eski
dönemi ile bir karşılaştırma yapılması gerektiğini belirtmiştir (Gülsevin, 2015: 3-4).
Arkaiklikle ilgili gerek tanımların gerekse ortaya konulan düşüncelerin ortak
yönü, arkaikliğe konu olan kelimenin geçmişle olan bağıdır. Kelimelerde arkaikliğin
kıstası, kelimenin kullanımdan düşmesi, dilde çevrimden çıkmış bulunması olarak
değerlendirilebilir. Ancak, bu durumda da iki belirsizlik ortaya çıkmaktadır. Birincisi,
bugün kullanımdan düşmüş kelime veya eklerin ait olduğu dönemde kullanılma
ihtimalidir. İkincisi ise bugün ölçünlü yazı dilimiz İstanbul ağzında kullanılmayan ve
arkaik olduğu belirtilen kelime veya eklerin ağızlarda varlığını devam ettirebilme
durumudur.
Bu verilere bağlı olarak, dildeki arkaik (eskicil) unsurlar incelenirken Gülsevin’in
belirttiği eşzamanlı ya da artzamanlı karşılaştırmayı esas alarak bir yöntem belirlenmesi
gerekmektedir. Bu çalışmada Derviş Mustafa’nın Şeh-nâme’sindeki eskicil unsurlar
411
belirlenirken artzamanlı bir yaklaşım esas alınacaktır. Bu artzamanlı yaklaşımla eserdeki
eskicil unsurların Ölmez’in de belirttiği gibi Eski Türkçedekine benzer şekil ve
anlamlarda kullanıldığı ortaya konulacaktır. Tespit edilen eskicil (arkaik) unsurların
Türkçenin tarihî dönemleri olan Eski Türkçe, Karahanlı Türkçesi, Harezm-Altınordu
Türkçesi, Kıpçak Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi ve Çağatay Türkçesi ile Tarama
Sözlüğü’ndeki kullanım şekilleri ve anlamları verilecektir.
Eskicil (arkaik) unsurlar, ait olduğu dönemin dil özelliklerini yansıtmanın
yanında kelime ve eklerin kökenlerinin tespit edilmesinde ve bu kelime ve eklerin tarihî
süreç içerisinde ne gibi yapısal ve anlamsal değişikliklere uğradığının ortaya
konulmasında önemli bir yere sahiptir. Türk dilinin farklı dönemlerinde yazılan
eserlerde az çok eskicil (arkaik) unsurlar kullanılmıştır. Bu eserlerden birisi de 18.
yüzyılda Derviş Mustafa tarafından istinsah edilen Şeh-nâme’dir.
İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde 6131-6133 demirbaş
numarasıyla kayıtlı olan Şeh-nâme, üç cilt, 1778 varaktır ve mütercimi belli değildir.
Her sayfada 25 satır bulunan eserde 104 adet minyatür bulunmaktadır. Eserin birinci
cildinin sonunda istinsahının Derviş Mustafa tarafından Hicri 1187, Miladi 1773 yılında
tamamlandığı kaydedilmiştir. Serbest bir tercüme niteliğinde olan bu çeviriye halk
arasındaki çeşitli rivayetler ilave edilmiştir. Hikâye üslubuyla kaleme alınan bu
tercümede olaylar olağanüstü etkenlerle açıklanmaktadır. İran-Turan savaşlarındaki
cenk sahnelerinin yoğun bir şekilde işlendiği eserde genel olarak sade bir dil tercih
edilmiştir. Bu çalışma, toplam üç cilt ve 1778 varak olan eserin ikinci cildinin 145a-
284b varaklarını kapsamaktadır.
İnceleme
Eskicil (arkaik) unsurların temel özelliği geçmişle olan ilintileridir. Bir diğer özelliği de
kullanıldığı dönem ile olan ilgisinin kesilmiş olmasıdır (Ölmez, 2003: 135-138). 18.
yüzyılda istinsah edilen bu eserde kullanılan bir kelime ya da ek yazıldığı döneme göre
eskicil (arkaik) bir özellik taşımayabilir. O yüzden arkaizme esas oluşturan zamanı
eserin istinsah edildiği güne göre değil bugünü esas alarak belirlemek, eskicil (arkaik)
unsurları da bugüne ulaşmayanlar olarak sınırlandırmak gerekmektedir. İncelediğimiz
eserde tespit edilen eklerin tamamı ve kelimelerin 27 tanesi bugün ölçünlü yazı
dilimizde kullanılmamakta ve dolayısıyla Türkçe Sözlük’te yer almamaktadır. Geriye
kalan 6 kelime (içre, koç-, sanç-, uġur, yarak, yeg) ise Türkçe Sözlük’te yer bulmasına
rağmen ölçünlü yazı dilimizde çok fazla tercih edilmeyen, unutulmaya yüz tutmuş
kelimelerdir.
Derviş Mustafa’nın 18. yüzyılda istinsah ettiği Şeh-nâme’deki eskicil (arkaik) unsurların
incelendiği bu bölümde, eserde yer alan Türkçe kökenli kelime ve eklerden Eski Türkçedeki
şekil ve anlamlara yakın olarak kullanılanlar ele alınmıştır. İncelenen kelime ve eklerin
karşılaştırılmasında ağızlardaki kullanımları da dikkate alınmış, fakat bu kullanımlar
arkaizme engel kabul edilmemiştir. Eserde geçen eskicil (arkaik) unsurlar geçtiği cümle
içerisinde gösterilmiştir. Eskicil (arkaik) olarak belirlenen dil unsurlarının tarihî dönemlerde
kullanılan şekilleri verilerek, bu unsurlar alfabetik olarak sıralanmıştır. Çalışmada verilen
örnekler, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi
6131-6133 demirbaş numarasıyla kayıtlı, Derviş Mustafa’nın 18. yüzyılda istinsah ettiği
orijinal eserinden alınmıştır.
2.1. Söz Varlığında Görülen Eskicil (Arkaik)
Unsurlar aları aları bak- ‘sert ve dikkatli bakmak’
aları aları bak- ifadesindeki alar- fiili Eski Türkçedeki alardu bak- (alart-u baḳ-
) deyimindeki alart- eyleminden türemiştir ve bu kelime Eski Türkçede gözü dönmek,
öfkelenmek anlamlarında kullanılmıştır (Taş, 2015: 20). Divanü Lûgat-it-Türk’te alar-
fiili rengârenk olmak anlamıyla (talḳa alardı: ‘üzüm korukları rengârenk oldu’); alart-
412
fiili ise yan bakmak, öfkeyle bakmak anlamlarıyla (ol añar közin alarttı: ‘O, ona öfkeyle
baktı.’) kullanılmıştır (Ünlü, 2012: 32). alar- kelimesinin rengârenk olmak, alaca olmak
anlamlarıyla; alart- kelimesinin öfkelenmek, öfkeden gözü kanlanmak, gözü kızarmak
anlamları arasında bir anlam ilişkisi kurulabilir.
Çağatay Türkçesinde de kullanımına rastladığımız alart- fiili hiddet ve gayzdan
göz kararmak, bulanmak anlamlarında kullanılmıştır (Ünlü, 2013: 32). aları aları bak-
ifadesi Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde sert ve dikkatli bakmak anlamında
kullanılmıştır (Kanar, 2011: 33). Tarama Sözlüğü’nde de geçen aları aları bak- ifadesi
dikkatli dikkatli, sert sert bakmak anlamlarında kullanılmıştır (TDK Yayınları, 2009:
87). Bugün ölçünlü yazı dilinde kullanılmayan aları aları bak- ifadesi incelediğimiz
metinde de sert ve dikkatli bakmak anlamıyla şu şekilde kullanılmıştır:
“girüye śıçradı, ammā tįriñ đarbından ejderhā uyanup aları aları dört cānibe baķup
hemān Nįrem gördi” (276b/15).
altun ‘altın’
Köktürkçe döneminde altun şeklinde (Tekin, 2000: 237) kullanılan kelime Orta
Türkçenin bütün dönemlerinde de aynı şekliyle kullanılmaya devam etmiştir (Ünlü,
2012: 36). Tarama Sözlüğü’nde de altun (TDK Yayınları, 2009: 114) geçen kelime
incelediğimiz metinde de eski şeklini muhafaza etmiştir:
“Efrāsyāb iki kïse getürdüp bunlara birer kïse altun virdi” (159a/06)
anda-bunda ‘orada, burada’
Eski Türkçeden itibaren Türkçede işlek olarak kullanılan anda ve bunda
kelimelerine ilk olarak Köktürkçe döneminde rastlanmaktadır. Köktürk Kitabeleri’nde
anda-anta (Ergin, 1999: 84) ve bunda-bunta (Ergin, 1999: 91) olarak kullanılmaktadır.
Uygur Türkçesinde anda-anta (Caferoğlu, 2015:17) kullanımına orada anlamıyla
rastlanmaktadır. Anda kelimesi Kıpçak Türkçesi (Toparlı, 2014: 9); Çağatay Türkçesi
(Ünlü, 2013: 43); Eski Anadolu Türkçesi (Kanar, 2011: 41) ve Tarama Sözlüğü’nde
(TDK Yayınları, 2009: 132) de yine anda şeklinde ve orada anlamıyla kullanılmaktadır.
Bunda kelimesine Eski Anadolu Türkçesi (Kanar, 2011: 147) ve Tarama
Sözlüğü’nde (TDK Yayınları, 2009: 699) buraya, burada anlamlarıyla rastlanmaktadır.
İncelediğimiz eserde anda ve bunda kelimeleri şu şekilde kullanılmıştır:
“ol diyārları kendime ḍarben tābiʿ idip anda olan ser-keşleriñ pençesin bu gün
ketifin zemïne getürüp bende-i ḫalḳa bigūş eyleyem” (153b/18).
“biz bunda ʿasker cemʿ idüp tedārük görince varup der-bendden geçürmese”
(153b/01).
anı ‘onu’
Köktürkçe (Tekin, 2000: 237) ve Uygurca (Caferoğlu, 2015: 16) dönemlerinde
anı şeklinde ve onu anlamıyla kullanılan kelime Kıpçak Türkçesinde (Toparlı, 2014: 9)
ve Eski Anadolu Türkçesinde (Kanar, 2011: 44) aynı şekil ve anlamda kullanılmaya
devam etmiştir. Tarama Sözlüğü’nde (TDK Yayınları, 2009: 150) yine onu anlamıyla
geçen anı kelimesi incelediğimiz eserde şu şekilde geçmektedir:
“Ferāmerz anı da menʿ eyledi” (146b/12).
anlar ‘onlar’
Eski Uygur Türkçesinden (Caferoğlu, 2015: 17) itibaren Türkçede görülmeye
başlanan anlar kelimesi onlar anlamıyla kullanılmıştır. Kıpçak Türkçesi (Toparlı, 2014:
9); Çağatay Türkçesi (Ünlü, 2013: 44) ve Eski Anadolu Türkçesinde (Kanar, 2011: 46)
de anlar şeklinde kullanılmıştır. Tarama Sözlüğünde (TDK Yayınları, 2009: 102) yine
onlar anlamıyla anlar şeklinde geçen kelimeye incelediğimiz metinde şu şekilde
rastlanmıştır:
“Ḳo gitsünler şimden girü anlar saña yār olacaḳ degildür elbetde”
(150a/05). arkurı ‘ters, çapraz’
413
Uygur Türkçesinde aruḳuru (Caferoğlu, 2015: 20) şeklinde ve çapraz anlamıyla
kullanılan bu kelime Harezm Türkçesinde arkuru / arkurı (Ünlü, 2012: 51) şeklinde ve
ters, çapraz anlamlarıyla kullanılmıştır. Aynı kelime Kıpçak Türkçesinde arḳurı /
arḳuru (Toparlı, 2014: 12) şeklindedir ve eğri, meyilli anlamlarıyla kullanılmıştır. Eski
Anadolu Türkçesi metinlerinde arkurı / arkuru (Kanar, 2011: 57) şeklinde ve aykırı,
ters, karşı anlamlarıyla kullanılan kelime Tarama Sözlüğü’nde arkuru / arkurı / arkırı
(TDK Yayınları, 2009: 221) şekillerinde ve iğri, tersine, aykırı, karşı anlamlarında
kullanılmıştır. arḳurı kelimesi incelediğimiz eserde şu şekilde kullanılmıştır:
“arḳurı çarpup Şabur’ıñ nïzesini zemïne zerk idüp el gürze urdı”
(248a/01). ayıt- ‘söylemek’
Söylemek, demek anlamlarında kullanılan bu kelime Köktürkçede ayt- (Ergin,
1999: 86) olarak kullanılmıştır. Uygur Türkçesinde ayıt- (Caferoğlu, 2015: 28) şeklini
alan bu kelime Karahanlı Türkçesinde ayt- / ayıt- (Ünlü, 2012: 81); Harezm
Türkçesinde ay- / ayt- / ayıt- (Ünlü, 2012: 64, 66, 67); Kıpçak Türkçesinde ayd- / ayt- /
ayıt- (Toparlı, 2014: 17, 18, 19); Çağatay Türkçesinde ayd- / ayt- / ayıt- / eyit- (Ünlü,
2013: 76) ve Eski Anadolu Türkçesinde ayt- / ayıt- (Kanar, 2011: 76, 80) şeklinde
kullanılmıştır. Aynı kelime Tarama Sözlüğü’nde söylemek, demek, anlatmak
anlamlarıyla ayt- / eyt- / ayıt- / eyit- / et- / it- (TDK Yayınları, 2009: 323) şekilleriyle
kullanılmıştır. ayıt- kelimesi incelediğimiz metinde çok sık kullanılmıştır:
“Ḳartūs ayıtdı, ben varup şeh-zādemi bulurım, diyüp…” (250b/24)
bile / birle ‘ile, birlikte’
Köktürkçede birlä ‘ile, birlikte’ (Tekin, 2000: 241) şeklinde görülen kelime
Uygur Türkçesi metinlerinde bilä / birlä / birlän şekillerinde (Caferoğlu, 2015: 42, 44)
görülmektedir. Karahanlı Türkçesi dönemi eserlerinde bile / birle (Ünlü, 2012: 126)
şeklinde kullanılan kelime Kıpçak Türkçesinde birlikte, beraber anlamlarını taşıyarak
çeşitlenmiş ve bile / birle / birge / birlen / bilen şekillerinde (Toparlı, 2014: 31)
kullanılmıştır. Harezm Türkçesinde bile / birle / birlen ( Ünlü, 2012: 97); Eski Anadolu
Türkçesi metinleri (Kanar, 2011: 120) ve Tarama Sözlüğü’nde (TDK Yayınları, 2009:
550, 599) bile / birle şeklinde kullanılan kelimeye incelediğimiz eserde şu şekilde
rastlanmıştır:
“deryā bile gelüp bunıñ ḳalʿası öñine yanaşdıḳ”
(178b/06) “diyüp bunlar ʿacele birle çıḳup gitdiler”
(159a/08). berü ‘beri’
Eski Türkçeden beri Türkçede işlek olarak kullanılan berü kelimesi Köktürkçe
(Engin, 1999: 88) ve Uygurcada (Caferoğlu, 2015: 40) beri, beride, bu tarafta, beriye
anlamlarıyla kullanılmıştır. Orta Türkçe dönemlerinde de berü şeklini muhafaza eden
kelime Karahanlı Türkçesinde beri, tarafına (Ünlü, 2012: 119); Harezm Türkçesinde
(Ünlü, 2012: 90) ve Eski Anadolu Türkçesinde (Kanar, 2011: 115) beri, beriye; Kıpçak
Türkçesinde beri, bu taraf (Toparlı, 2014: 28) ve Çağatay Türkçesinde –den beri (Ünlü,
2013: 127) anlamlarıyla kullanılmıştır. Tarama Sözlüğü’nde bu tarafa, bu yana, buraya,
beriye (TDK Yayınları, 2009: 523) anlamlarıyla ve yine berü şeklinde geçen kelimenin
incelediğimiz metinde şu şekilde kullanıldığı tespit edilmiştir:
“bu ḳadar zamāndan berü bir ḫaberi ẓuhūr eylemedi” (169b/25).
demren ‘okun ucundaki demir’
Orta Türkçe döneminde okun ucundaki demir anlamıyla kullanılmaya başlanan
demren kelimesi Karahanlı Türkçesinde temürken (Ünlü, 2012: 778); Kıpçak Türkçesinde
demren / temren / timren (Toparlı, 2014: 58); Çağatay (Ünlü, 2013: 1107) ve Eski Anadolu
Türkçesinde (Kanar, 2011: 659) temren şekillerinde kullanılmıştır. Aynı kelime Harezm
Türkçesinde demrençi şeklinde ve ok demiri yapan anlamıyla (Ünlü,

414
2012: 145) kullanılmıştır. demren kelimesine incelediğimiz eserde şu şekilde
rastlamaktayız:
“göz ḳulak demren ṭırnaḳ tïre iç ḳabżadan güşād virdi” (173b/15).
egin ‘omuz,sırt’
egin kelimesi Köktürkçe (Tekin, 2000: 242) ve Uygurcada (Caferoğlu, 2015: 69)
ägin ve omuz, sırt anlamlarıyla kullanılmıştır. Karahanlı (Ünlü, 2012: 215); Harezm
(Ünlü, 2012: 165); Kıpçak (Toparlı, 2014: 70); Çağatay (Ünlü, 2013: 325) ve Eski
Anadolu Türkçesi (Kanar, 2011: 253) dönemlerinde egin şeklinde kullanılan kelime
Tarama Sözlüğü’nde eğin (TDK Yayınları, 2009: 1390) şeklinde geçmektedir. Bu
kelimenin incelediğimiz eserde de Eski Türkçedeki şekil ve anlamıyla kullanıldığı tespit
edilmiştir:
“Rüstem-i Zūr-mend daḫı egninde bir yaban postı miyānında kemer-bend-i
Ḳahramān…” (197b/24).
eşit- ‘işitmek’
Türkçede işitmek anlamıyla kullanılan eşit- kelimesi Köktürkçeden (Tekin, 2000:
bu yana kullanılmaktadır. Eski Uygur Türkçesinde äşid- / işid- / äşit- (Caferoğlu, 2015: 77)
şekillerinde kullanılan kelime Karahanlı Türkçesinde (Ünlü, 2012: 252) ve Eski
Anadolu Türkçesinde (Ünlü, 2012: 273) eşit- şeklinde kullanılmaktadır.
Orta Türkçe döneminde kullanım çeşitliliğine uğrayan kelimenin Harezm
Türkçesinde eşit-, işüt-, işit- (Ünlü, 2012: 180); Kıpçak Türkçesinde eşit-, işit-, yeşit-, işit-
(Toparlı, 2014: 76) ve Çağatay Türkçesinde eşit-, işit- (Ünlü, 2013: 349) şekillerinde
kullanıldığı görülmektedir. İncelediğimiz metinde eşit- kelimesi şu şekilde kullanılmıştır:
“Kavūs bu cevābı eşidüp şaşdı”
(170a/10). içre ‘içinde’
Köktürkçeden (Tekin, 2000: 244) itibaren Türk dilinde görülen içre ‘içinde’
kelimesi aynı şekil ve anlamıyla Eski Uygur Türkçesi metinlerinde (Caferoğlu, 2015:
88) de kullanılmıştır.
Karahanlı Türkçesi metinlerinden Divanü Lûgat-it-Türk’te de içrä ‘içinde,
içerisinde’ (Ünlü, 2012: 311) şeklinde kullanılmıştır. Harezm (Ünlü, 2012: 249); Kıpçak
(Toparlı, 2014: 106); Çağatay (Ünlü, 2013: 509) ve Eski Anadolu Türkçesi (Kanar, 2011:
metinlerde de içre ‘içinde, içeri, arasında’ şeklinde kullanılan kelimeye Tarama
Sözlüğü’nde (TDK Yayınları, 2009: 2008) de aynı şekil ve anlamıyla rastlanmaktadır.
içre kelimesi metinde şu şekilde kullanılmıştır:
“Cihān-baḫş Cihān-ārā çeng içre semender-serler gürūhına düşdi”
(164b/23). ir- “erişmek, yetişmek’
ir- kelimesi Köktürkçeden beri Türkçede işlek olarak kullanılan kelimelerden
biridir. Köktürkçede erişmek, yetişmek (Ergin, 1999: 96) anlamlarında kullanılan kelime
Eski Uygur Türkçesinde anlam genişlemesi yoluyla erimek, çözülmek, direnmek,
nefsine mağlup olmak (Caferoğlu, 2015: 97) anlamlarında kullanılmıştır.
Kıpçak ve Çağatay Türkçelerinde er- şeklinde de kullanılan ir- kelimesi Kıpçak
Türkçesinde erişmek, ulaşmak, kavuşmak (Toparlı, 2014: 113); Çağatay Türkçesinde
yetişmek, ulaşmak, kâfi gelmek, mazhar olmak (Ünlü, 2013: 534) anlamlarıyla
kullanılmıştır. Karahanlı Türkçesinde bıkmak, usanmak, irkilmek, yalnızlık duymak,
ayrılmak (Ünlü, 2012: 326) anlamlarında kullanılan ir- kelimesi Eski Anadolu Türkçesi
metinlerinde erişmek, değmek, rastlamak, yetişmek, olgunlaşmak, kavuşmak (Kanar,
2011: 387-388) gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. İncelediğimiz eserde ir-
kelimesinin şu şekilde kullanıldığı görülmüştür:
“Rüstem, pederi ve birāderi ve duḫterleri ile şehre girüp serāy-ı Kāvus-ı
Kāmrān’a irdiler” (171a/18).
ḳaçan ‘ne zaman’
415
kaçan kelimesi ne zaman anlamıyla Köktürkçeden itibaren (Ergin, 1999: 97)
Türk dilinde kullanılmıştır. Eski Uygur Türkçesinde ḫaçan (Caferoğlu, 2015: 81)
şeklinde kullanılan kelimenin bu şekline Kıpçak Türkçesinde de rastlanmaktadır.
Kıpçak Türkçesinde ḳaçan kelimesinin ḫaçan, haşan, ḳaşan (Toparlı, 2014: 122)
şeklinde kullanıldığı görülmektedir.
Karahanlı Türkçesi metinlerinden Divanü Lûgat-it-Türk, Kutadgu Bilig ve
Atabetü’l Hakayık’ta (Ünlü, 2012: 341) ve Harezm Türkçesinde (Ünlü, 2012: 278) de
ḳaçan şeklinde kullanılan kelimenin bu iki dönemde de ne zaman, nasıl anlamları
dışında …dığı zaman, …dığı için, …dığında anlamlarıyla birer zarf-fiil gibi
kullanıldıkları görülmektedir. Çağatay Türkçesi (Ünlü, 2013: 559) ve Eski Anadolu
Türkçesi metinlerinde (Kanar, 2011: 403) yine kelime ḳaçan şeklinde ve ne zaman
anlamıyla kullanılmıştır. Eski Uygur ve Kıpçak Türkçesindeki ḫaçan şekline Tarama
Sözlüğü’nde ḳaçan şekliyle birlikte rastlanmaktadır (TDK Yayınları, 2009: 2150).
Metinde ḳaçan kelimesi şu şekilde geçmektedir:
“ḳaçan şehn-şāh olan berābere gelüp ayaġa ḳalḳarsa siz de ḳalḳup bir iki ḳademe
ilerüye varıñ” (180b/11).
ḳanı ‘hani’ / ḳanḳı ‘hangi’ / ḳanda ‘nerede’ / ḳandan ‘nereden’
ḳanı ‘hangi’, ḳanda kelimesi ḳanta şeklinde ve nerede anlamıyla, ḳandan
kelimesi ḳantan şeklinde ve nereden anlamıyla (Tekin, 2000: 246) Köktürkçeden beri
Türk dilinde kullanılan kelimelerdir.
Karahanlı Türkçesi eserlerinden Divanü Lûgat-it-Türk’te ḳanı ve ḳanda
kelimelerine rastlanmaktadır (Ünlü, 2012: 354, 355). Harezm Türkçesinde ḳanı ve
ḳanda şekline hani ve nerede anlamlarıyla rastlanırken ḳandan kelimesinin nereden
anlamıyla Çağatay Türkçesinde olduğu gibi ḳandın şeklinde kullanıldığı görülmektedir
(Ünlü, 2012: 285). Kıpçak Türkçesinde ḳanı, ḳanḳı, ḳanda ve ḳandan kelimeleri hani,
hangi, nerede ve nereden anlamlarıyla kullanılmıştır (Toparlı, 2014: 125, 126). Çağatay
Türkçesinde ḳanı, ḳanḳı ve ḳanda kelimeleri aynı şekil ve anlamlarıyla kullanılmışken
ḳandan kelimesinin ḳandın şeklinde kullanıldığı görülmektedir (Ünlü, 2013: 575, 576).
Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde ḳanı, ḳanda, ḳandan kelimeleri aynı şekil ve
anlamlarıyla kullanılmışken ḳanḳı kelimesi tonlulaşarak ḳanġı şeklini almıştır (Kanar,
2011: 414, 415, 416).
Taraman Sözlüğü’nde rastladığımız ḳanı, ḳanḳı (kangı), ḳanda, ḳandan
(TDK Yayınları, 2009: 2209, 2216, 2220, 2226) kelimeleri incelediğimiz metinde şu
şekillerde kullanılmıştır:
“bre ḳanı Ḳarṭās diyince Ḳarṭās ḫāżr oldı” (165a/09) “andan her
ḳanḳısı ḥamle iderse māniʿ deġildir” (257a/21) “Şïreng ṭabān
ḳaldırup, ḳandasın Cïn diyüp revāne oldı” (161b/13) “bu nāme
kimiñdir, ḳandan gelürsin didi” (217b/21).
ḳoç- ‘kucaklamak’
Eski Uygur Türkçesinde sarılmak, kucaklamak anlamlarıyla (Caferoğlu, 2015:
rastladığımız koç- kelimesi Orta Türkçe dönemi eserlerinden Divanü Lûgat-it-
Türk’te de görülmektedir (Ünlü, 2012: 438).
koç- kelimesi kucaklamak anlamıyla Kıpçak (Toparlı, 2014: 152); Çağatay (Ünlü,
2013: 643) ve Eski Anadolu Türkçesi (Kanar, 2011: 464) metinlerinde de kullanılmıştır.
kucaklamak, sarılmak, bağrına basmak anlamlarıyla Tarama Sözlüğü’nde (TDK
Yayınları, 2009: 2593) de yer bulan koç- kelimesi incelediğimiz eserde şu şekilde
geçmektedir:
“oġlu Furūd’ıñ gögsine ḫançer ḳabżasın ṭayayup üstine düşinçe oġlını ḳoçup
ḫançer ḳabżasına dek girdi” (208a/19).
olur- ‘oturmak’
416
oturmak, tahta oturmak, kağan olmak anlamlarıyla ilk defa Köktürk
Kitabeleri’nde (Ergin, 1999: 106) rastladığımız olur- kelimesi Eski Uygur Türkçesinde
(Caferoğlu, 2015: 141) de aynı şekil ve anlamlarıyla kullanılmıştır.
Karahanlı Türkçesinden itibaren oltur- (Ünlü, 2012: 583) şeklini alan kelime
Harezm (Ünlü, 2012: 445); Kıpçak (Toparlı, 2014: 204) ve Çağatay Türkçelerinde
(Ünlü, 2013: 862) de bu şekilde kullanılmıştır. Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde
yeniden olur- (Kanar, 2011: 539) şeklini alan kelime incelediğimiz metinde şu şekilde
geçmektedir:
“ketifin zemïne getürmemiş-idi, dört beş ḳonaḳ yirde başḳa kendiniñ bir ḳalʿası
var-idi, anda olurdı” (284a/03).
ögdül ‘ödül, mükâfat’
methe ve takdire layık, övüp alkışlamaya değer anlamıyla ve ögdilig şekliyle ilk
defa Eski Uygur Türkçesinde (Caferoğlu, 2015: 147) karşılaştığımız kelime diğer Türk
lehçelerinde de sıklıkla kullanılmıştır.
Karahanlı Türkçesi metinlerinden Kutadgu Bilig’de de ögdilig (Ünlü, 2012:
603) şekliyle rastladığımız kelime övgüye değer anlamıyla kullanılmıştır. Harezm
Türkçesinde ögdül (Ünlü, 2012: 456) şeklinde ve övmeye değer anlamıyla kullanılan
kelime, Çağatay Türkçesinde hediye, armağan anlamlarıyla ögelke (Ünlü, 2013: 872)
şeklinde görülmektedir. Eski Anadolu Türkçesinde ödül anlamıyla ögdül, ögdil (Kanar,
2011: 550) şekillerinde kullanılmıştır.
Tarama Sözlüğü’nde ögdül, öñdül şekillerinde ve mükâfat anlamıyla (Dilçin,
1983: 166) geçen kelimeye incelediğimiz metinde şu şekilde rastlanmaktadır:
“Palaşan Türk’iñ başı icün bu ögdüli alup ḳabūl idüp bu ḫiẕmeti der-ʿuhde
eyleye” (206a/07).
sanç- ‘saplamak’
sanç- kelimesi Eski Türkçeden itibaren Türk dilinde kullanılan bir kelimedir.
Köktürk Kitabeleri’nde mızraklamak anlamıyla (Ergin, 1999: 109) kullanılan kelime
Eski Uygur Türkçesinde yine sanç- şeklinde ve delmek anlamıyla (Caferoğlu, 2015:
196) kullanılmıştır.
Sonraki tarihî lehçelerde genellikle saplamak, sokmak, vurmak, delmek anlamlarında
Karahanlı Türkçesinde (Ünlü, 2012: 656); Harezm Türkçesinde (Ünlü, 2012: 501); Kıpçak
Türkçesinde (Toparlı, 2014: 226); Çağatay Türkçesinde (Ünlü, 2013:
sanç- şeklinde ve Eski Anadolu Türkçesinde sanc- (Kanar, 2011: 583) şeklinde
kullanılmıştır.
saplamak anlamıyla Tarama Sözlüğü’nde (TDK Yayınları, 2009: 3000) de geçen
sanç- kelimesi incelediğimiz metinde şu şekilde kullanılmıştır:
“Gïv daḫı nïzesin eline alup şişe bıldırcın ṣancar gibi öñine gelenleri ṣancaraḳ o
da bir ṭarafa yüridi” (250a/06).
sep- ‘saçmak, serpmek, dökmek’
Eski Uygur Türkçesinde hazırlamak, techiz etmek (Caferoğlu, 2015: 200)
anlamlarıyla kullanılan sep- kelimesi Orta Türkçede farklı anlamlar kazanmıştır. Kelime,
Harezm (Ünlü, 2012: 513); Kıpçak (Toparlı, 2014: 232); Çağatay (Ünlü, 2013: 969) ve
Eski Anadolu Türkçesi (Kanar, 2011: 594) dönemlerinde serpmek, saçmak, dökmek
anlamlarında kullanılmıştır.
Tarama Sözlüğü’nde de serpmek, saçmak (TDK Yayınları, 2009: 3389)
anlamlarıyla kullanılan kelimeye incelediğimiz metinde şu şekilde rastlanmaktadır:
“sen bu deryādan böyle ṣuyı ol ṭumana niçün sepersin”
(270a/15). singile- ‘feryat etmek’
Eski Uygur Türkçesinden itibaren Türk dilinde kullanılan singile- kelimesi
(Caferoğlu, 2015:206) feryat etmek anlamını taşımaktadır.
417
Eski Anadolu Türkçesinde (Kanar, 2011: 604) de aynı şekil ve anlamıyla kullanılan
kelimeye Harezm Türkçesinde single- (Ünlü, 2012: 524) şeklinde rastlanmaktadır. iniltili
ses çıkarmak anlamıyla ve siñilemek şekliyle Tarama Sözlüğü’nde geçen kelimenin
incelediğimiz eserde şu şekilde kullanıldığı tespit edilmiştir:
“ṣaġ gözinden urup ḳafasına başın mıḫlaya ḳodı, ejder cān acısından singileyüp
kendin ṭorṭob idüp Nïrem’iñ üzerine atdı” (276b/22).
ton ‘elbise, giyecek’
Köktürk Kitabeleri’nde üst giyim anlamıyla kullanılan ton kelimesi (Tekin, 2000:
Eski Uygur Türkçesinde de aynı anlam ve şekliyle kullanılmaya devam etmiştir
(Caferoğlu, 2015: 246).
Orta Türkçenin bütün lehçelerinde de karşılaştığımız ton kelimesi Karahanlı
Türkçesinde ev eşyası, elbise, giyecek şey (Ünlü, 2012: 817); Harezm Türkçesinde (Ünlü,
2012: 600); Kıpçak Türkçesinde (Toparlı, 2014: 280); Çağatay Türkçesinde (Ünlü, 2013:
1146) ve Eski Anadolu Türkçesinde (Kanar, 2011: 669) elbise, giyecek anlamlarıyla
kullanılmıştır.
Tarama Sözlüğü’nde elbise, kılık kıyafet olarak (Dilçin, 1983: 210) geçen ton
kelimesinin incelediğimiz metinde şu şekilde kullanıldığı görülmektedir:
“rezm libāsların çıḳarup bezm ṭonların giyindiler”
(223b/05). tuġulġa ‘madenî harp başlığı, miğfer’
Eski Uygur Türkçesinde tuġluġa şeklinde ve zırh anlamıyla (Caferoğlu, 2015:
kullanılan kelimeye Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde tugulka, tuğulga (Kanar, 2011:
675) şekillerinde rastlanmaktadır.
Tarama Sözlüğü’nde miğfer, tolga anlamlarında ve ṭuġulġa, ṭuġulḳa, tuġlıġa
(Dilçin, 1983: 212) gibi birçok şekilde geçen kelime incelediğimiz metinde şu şekilde
kullanılmıştır:
“Dādşem, Rüstem’iñ başından arslan tuġulġayı ḳapup aldı”
(249a/12). uġur ‘fırsat, zaman, taraf’
uġur kelimesi fırsat, tesadüf anlamlarıyla ilk defa Eski Uygur Türkçesinde
(Caferoğlu, 2015: 263) kullanılmıştır.
Karahanlı (Ünlü, 2012: 865); Harezm (Ünlü, 2012: 620) ve Kıpçak
Türkçelerinde (Toparlı, 2014: 291) zaman anlamıyla kullanılan uġur kelimesi Eski
Anadolu Türkçesi metinlerinde bu anlamlara ek olarak taraf, istikamet anlamlarıyla
(Kanar, 2011: 691) da kullanılmıştır.
Tarama Sözlüğü’nde taraf anlamıyla (Dilçin, 1983: 218) geçen kelime
incelediğimiz metinde şu şekilde kullanılmıştır:
“nā-gāh segirdirken bir uġurdan üc bālāya ḳalḳup gūyā ḳanaṭ büküp havālandı”
(269a/05).
yaraḳ ‘silah’
Köktürk Kitabeleri’nde (Ergin, 1999: 121) ve Eski Uygur Türkçesinde
(Caferoğlu, 2015: 285) yaraḳ ‘silah’ şeklinde geçen kelime, Orta Türkçe döneminde
anlam genişlemesi yoluyla fırsat, hazırlık, güç, kudret anlamlarında da kullanılmaya
başlanmıştır.
Karahanlı Türkçesinde yaraġ şeklinde ve imkân, fırsat, muktedir olma
anlamlarıyla (Ünlü, 2012: 949); Harezm Türkçesinde yaraġ / yaraḳ ‘hazırlık, silah, güç
(Ünlü, 2012: 662); Kıpçak Türkçesinde yaraġ / yaraḳ ‘hazırlık, silah’ (Toparlı, 2014:
; Çağatay Türkçesinde yaraġ / yaraḳ ‘silah, hazırlık, güç fırsat’ (Ünlü, 2013: 1232)
şekillerinde görülen kelime Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde yarag / yarak ‘hazırlık,
silah’ (Kanar, 2011: 737, 738) şeklinde kullanılmıştır.

418
Tarama Sözlüğü’nde hazırlık, teçhizat, silah anlamlarıyla yaraġ / yaraḫ / yaraḳ
şekillerinde (Dilçin, 1983: 235) şekillerinde geçen kelime incelediğimiz metinde şu
şekilde kullanılmıştır:
“öyle bir teber urdu kim atıyla ve yaraġıyla yiriñ ṭaşına varınca laʿïni dört pāre
eyledi” (162a/12).
yeg ‘tercih edilen, daha iyi, üstün’
İlk defa Köktürk Kitabeleri’nde yig / yeg ‘daha iyi’ (Tekin, 2000: 259) olarak
kullanılan kelime Eski Uygur Türkçesinde (Caferoğlu, 2015: 292) de aynı şekil ve
anlamını muhafaza etmiştir.
Orta Türkçenin Karahanlı (Ünlü, 2012: 983); Harezm (Ünlü, 2012: 676);
Çağatay (Ünlü, 2013: 1245) ve Eski Anadolu Türkçesi (Kanar, 2011: 758)
dönemlerinde yig / yeg ‘iyi, daha iyi’ şekillerinde kullanılırken sadece Kıpçak
Türkçesinde yig / yik (Toparlı, 2014: 322) şekillerinde kullanıldığı görülmektedir.
daha iyi, üstün anlamları ve yig / yeg şekilleriyle Tarama Sözlüğü’nde (Dilçin,
1983: 245) de geçen kelime incelediğimiz eserde şu şekilde kullanılmıştır:
“Eşiğinde ḳul olmaḳ dehre sulṭān olmadan yegdür” (149b/18).
yigirmi ‘yirmi’
Bu kelime, Köktürk Kitabeleri’nde (Tekin, 2000: 259) ve Eski Uygur Türkçesi
metinlerinde (Caferoğlu, 2015: 292) yegirmi / yigirmi şeklinde ve yirmi anlamıyla
görülmektedir.
Karahanlı Türkçesi eserlerinden Divanü Lûgat-it-Türk’te yigirme / yigirmi
şekillerinde (Ünlü, 2012: 1002) kullanılmıştır. Harezm Türkçesinde yegirmi / yigirmi
(Ünlü, 2012: 686); Kıpçak Türkçesinde yigirmi / igirmi (Toparlı, 2014: 322); Çağatay
Türkçesinde yigirmi / yegirmi / igirmi /igirme (Ünlü, 2013: 1253) ve Eski Anadolu
Türkçesinde yigirmi (Kanar, 2011: 769) şekillerinde kullanılan yigirmi kelimesi aynı
şekil ve anlamıyla Tarama Sözlüğü’nde (Dilçin, 1983: 245) de geçmektedir.
İncelediğimiz metinde yigirmi kelimesi şu şekilde kullanılmıştır:
“Ṭalḳan’ıñ yigirmi biñ ʿaskeri var idi” (226a/05).
2.2. Eklerde Görülen Eskicil (Arkaik) Unsurlar
Dil bilgisi şekillerinin eskiyip dildeki kullanımını kaybetmesi söz varlığına göre
daha fazla zaman almaktadır. Derviş Mustafa’nın Şeh-nâme’sinde rastlanan fakat bugün
kullanılmayan 11 ek tespit edilmiştir. Tespit edilen bu eklerin bir kısmı bugün için
ağızlarda yaşamaktadır, fakat ölçünlü dilde bu ekler kullanılmamaktadır.
İncelediğimiz eserde tespit ettiğimiz eskicil (arkaik) niteliğindeki ekler şunlardır:
+ ArU Yön Eki
Eski Türkçede + ġaru, + gerü şeklinde kullanılan bu ek, Batı Türkçesine geçerken
ve g’nin düşmesiyle + aru, + erü şeklini almış ve Eski Anadolu Türkçesinde de bu
şekliyle kullanılmıştır (Ergin, 2003: 242).
İncelediğimiz eserde bu ekin Eski Türkçedeki gibi yuvarlak ünlülü kullanıldığı
görülmektedir:
“dïvān-ı Efrāsyāb’da bir gürüldi oldı, bre nedür aṣlı dirken, bevvāblar içerü
girüp…” (240a/08).
+ cI İsimden İsim Yapım Eki
Türkçede meslek isimleri yapan + cI eki, Eski Türkçe, Eski Anadolu Türkçesi
ve Osmanlıca dönemlerinde sadece düz ünlülü olarak kullanılmıştır (Ergin, 2003: 158).
İncelediğimiz metinde de bu ekin sadece düz ünlülü olarak kullanıldığı tespit
edilmiştir:
“yoḫsa ḳuşcılıġa mı heves eylediñ” (186b/04).
+ çA Eşitlik Hâli Eki

419
Kelime gruplarında ve cümlede fiilin nasıl ve ne şekilde olduğunu veya
yapıldığını, fiilin oluş veya yapılış tarzını ifade etmek için isim eşitlik hâline girer. Eski
Türkçede ek yalnız ç’li olarak + ça, + çe şeklinde iken eski Anadolu Türkçesinden
sonra ve Osmanlı sahasında c’li şekilleri de ortaya çıkmıştır (Ergin, 2003: 239).
İncelediğimiz metinde de ekin Eski Türkçedekine benzer şekliyle kullanıldığı
görülmektedir:
“Gürd-āferid’e ve begler ile bulışup olduġı gibi naḳl eyledi ve neçe idelüm diyü
müşāvere eylediler” (230b/13).
+ daş İsimden İsim Yapım Eki
Türkçede eşlik, ortaklık ve mensubiyet, bağlılık ifade eden isimler yapan bu ekin
Eski Türkçede ve Eski Anadolu Türkçesinde + daş, + deş, + taş, + teş olarak dört şekli
vardı. Batı Türkçesinde ek, Eski Anadolu Türkçesinden sonra vokal ve konsonant
uyumları dışına çıkarak çok şekilliliği kaybetmiş ve yalnız + daş şeklinde
kullanılagelmiştir (Ergin, 2003: 167-168).
İncelediğimiz eserde Eski Türkçedekine benzer şekilde ve kalınlık-incelik
uyumuna tabi olarak kullanıldığı görülmektedir:
“Gülgün Zengï’niñ ḳarındaşı girdi, şehïd oldı” (164a/22).
+ dUk Sıfat-Fiil Eki
Köktürk Kitabeleri’nde + DOk şeklinde geçen (Tekin, 2000: 170) ek, Eski
Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde yuvarlak ünlülüdür.
İncelediğimiz metinde de yuvarlak ünlülü kullanım görülmektedir:
“yā Būrzū naṣıl işdir bu seniñ etdügin iş diyüp hele şāhı elinden aldılar”
(231b/14). -dUr- / -Ur- Faktitif Ekleri
Oldurma ve yaptırma ekidir. Türkçede eskiden beri bulunan ve işlek olarak
kullanılan fiilden fiil yapma eklerinden biridir. Eski Türkçede ekin -tur-, -tür-, -dur-, -
dür- olarak yalnız yuvarlak şekilleri vardı. Eski Anadolu Türkçesinde ise ekin yalnız
yuvarlak ve d’li şekilleriyle kullanıldığını görüyoruz (Ergin, 2003: 212-213).
İncelediğimiz eserde Eski Türkçede kullanıldığı şekliyle aşağıdaki mısrada
geçmektedir:
“bārï ḳarındaşım Būrzū’ya iletüp biraz pend ü naṣïḥat etdüreyim” (251a/17).
-Ur- eki ise, Köktürkçede ve Eski Anadolu Türkçesinde tamamen yuvarlak
olarak kullanılmıştır. Metinde çoğunlukla yuvarlak ünlülü olarak kullanılmıştır:
“gürz gürze endikde Nįrem’iñ ķolları bükilüp baş ķaçurdı, arķada olan sipere
aldıķda siper oluķ oluķ olup Nįrem’iñ başı at başına berāber oldı” (252b/02).
-mIş (Öğrenilen Geçmiş Zaman) Eki ve Sıfat-Fiil Eki
Eski Türkçede öğrenilen geçmiş zaman ekinin yalnız -mış, -miş olarak düz
şekilleri vardı. Ekin Eski Anadolu Türkçesinden başka Osmanlıcanın ilk devirlerinde de
hep düz şekli devam etmiş, ekin yuvarlak şekilleri ancak Osmanlıcanın sonlarına doğru
ortaya çıkarak bugünkü çok şekillilik meydana gelmiştir (Ergin, 2003: 300).
İncelediğimiz metinde de bu ek, Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesindeki gibi
sadece düz ünlülü kullanılmıştır:
“ancaḳ bu eskice hegbe ile azuġım var idi, o da ḳocaḳarı ḳomış idi” (189b/13).
Aynı durum Türkçede işlek olarak kullanılan sıfat-fiil eklerinden biri olan -mIş
için degeçerlidir. Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesinde sadece düz ünlülü olarak
kullanılan ekin incelediğimiz metinde de aynı özelliği devam ettirdiği görülmektedir:
“boġaz boġaza olup ol ḳadar sürişdiler ki zemïn ayaḳları altında sürülmiş ṭarlaya
döndi” (149a/21).
-sUn (3. Teklik Şahıs Emir) Eki
Köktürkçede tamamen yuvarlak olan bu ek, Eski Anadolu Türkçesi döneminde de
bu özelliğini korumuştur. Eski Türkçede –zun, -zün; -sun, -sün şeklinde kullanılan teklik
420
üçüncü şahıs emir eki Batı Türkçesine de –sun, -sün şeklinde geçmiş, Eski Anadolu
Türkçesinden Osmanlıcanın son devirlerine kadar hep yuvarlak ünlülü olarak
kullanılmıştır (Ergin, 2003: 306).
İncelediğimiz metinde de bu ekin yuvarlak ünlülü kullanıldığı görülmektedir:
“oġul, meşrebe ile baña bir yudum ṣu vir, biraz bayġınlıġım geçsün de saña aṣlın
diyeyim” (189b/07).
-U (Zarf-Fiil) Eki
Köktürkçede en sık kullanılan zarf-fiil ekidir. Bu ekin kullanım alanı Eski
Anadolu Türkçesinde daralsa da kullanıldığı yerlerde daima yuvarlak ünlülüdür. Ünlü
ile biten kelimelere eklendiğinde araya -(y) ünsüzü girmektedir. Metinde yuvarlak
ünlülü kullanılan bu ek dudak uyumuna tâbi olmamıştır:
“śoñra nedāmetin çekersin diyü, sen benim emrime ǾiŧāǾat eylemeyüp beni
Furūd gibi bir ķarındaşdan ayırdıñ” (213a/21).
-Uk Fiilden İsim Yapım Eki
Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesinde yuvarlak ünlülü olarak kullanılan ek
(Ergin, 2003: 195) fiilin gösterdiği harekete uğramış olan, bazen de o hareketten
doğmuş bulunan veya o hareketi yapan nesneleri karşılar.
İncelediğimiz metinde de bu ek yuvarlak ünlülü kullanılmıştır:
“nā-gāh ol kesük başın burnı delüginden bir küçük ādem ṭaşra çıkdı”
(273b/06). -vUz / -Uz (3. Çokluk Şahıs) Eki
Çokluk birinci şahıs -vuz, -vüz eki b-v değişikliği ile eski …biz’den ortaya
çıkmıştır ve vokali ise v tesiri ile yuvarlaklaşmıştır. Batı Türkçesinde çokluk birinci
şahıs eki başlangıçta bu ek iken Eski Anadolu Türkçesinde geniş bir şekilde
kullanılmamış, yalnız şart ve istek çekimlerinde kendisini göstermiştir. Eski Anadolu
Türkçesinden sonra da ortadan kalkmıştır (Ergin, 2003: 285).
Yazı dilinde bugün kullanılmayan bu ekin incelediğimiz eserde şu şekilde
kullanıldığı tespit edilmiştir:
“Gįv vefāt eyledi diyü bir āvāz çıķaravuz, bütün Tūrān’a bu ħaber münteşir olur,
ġayrı Tūrānįler seni öldi bilürler” (201b/06).
-uz, -üz eki ise -vuz, -vüz ekinden farklı olarak Batı Türkçesinde hâkim birinci
çokluk eki olarak kullanılmıştır. Eski Anadolu Türkçesinde istek ve şart dışındaki bütün
çekimlerde, daha sonraları ise bütün çekimlerde bu ek kullanılmıştır (Ergin, 2003: 285).
-uz, -üz eki de incelediğimiz metinde kullanılmıştır:
“ ħiźmet eylerseñ eyle ve naśıl dįne girerseñ gir, biz seni bilürüz ve senden
ayrılmazuz, didiler” (148a/19).
Yukarıda açıkladığımız ekler dışında, incelediğimiz eserde rastladığımız Eski
Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesinde kullanılan ancak ölçünlü yazı dilinde bugün için
kullanılmayan ekler de şunlardır:
-Am (Birinci Teklik Şahıs) Eki: Eski Anadolu Türkçesinde en çok kullanılan
birinci şahıs ekidir. Bu ek, çeşitli ağızlarda bugün kullanılmaya devam etmektedir.
İncelediğimiz eserde bu eke şu şekilde rastlanmaktadır:
“yā seni şimden girü ve śaġ mı ķoram diyüp miyānından tįġin Ǿuryān eyledi ve
Cihān-baħş’a ĥavāle eyledi” (145a/18).
-sIz (İkinci Çokluk Şahıs) Eki: Eski Anadolu Türkçesinde kullanılmış,
Osmanlıca devresinde yerini -sıñız, -siñiz eklerine bırakmıştır. Bugün için ağızlarda
kullanımına rastlanmaktadır. Metinde bu ekin şu şekilde kullanıldığı görülmektedir:
“kimden gelürsiz, didi, RaǾd-ı Cihān-sūz, ĥālā gelüp muķābil ķonan leşkeriñ
śāĥibi olan Ķattāl Zengį’den gelüriz” (158b/04).
-dUkdA (Zarf-Fiil) Eki: -dUk geçmiş zaman sıfat-fiil eki üzerine bulunma hâli
eklenerek oluşturulan bu ek, Eski Anadolu Türkçesi döneminde çok sık kullanılmıştır. Bu
421
ek cümleye zaman anlamı katar. Metinde çoğunlukla yuvarlak ünlülü olarak
kullanılmıştır ve bu kullanım yuvarlak sıralı kelimelerde dudak uyumuna tâbidir.
“böyle cevāb virüp gönderdi, elçidir Fāris Şāh’a gelüp bu cevābı getürdükde
Fāris Şāh müşāvere idüp…”(236a/18).
-UrAk (Zarf-Fiil) Eki: Eski Anadolu Türkçesinin sonlarında teşekküle başlayan
eki, o devirde -uraķ, -ürek, -ıraķ, -irek şeklinde görüyoruz (Ergin, 2003: 341). Metinde
- uraķ, -ürek şeklinde yuvarlak ünlülü kullanıma rastlanmaktadır. Bu kullanım dudak
uyumuna bağlı değildir.
“bir pehlevān at sürüp Dādşem’iñ öñin alup söyleşürek azġaşup Şabur nįzesin
eline alup Dādşem’e bir nįze ĥavāle eyledi” (247b/25).

Sonuç
Bu çalışmada, Derviş Mustafa’nın 1773 yılında istinsahını tamamladığı, üç cilt
ve 1778 varaktan müteşekkil eserinin ikinci cildinin 145a-284b varakları arasındaki 280
sayfa eskicil unsurlar bakımından incelenmiştir.
Nesir şeklinde yazılan ve serbest bir tercüme niteliğinde olan esere halk
arasındaki çeşitli rivayetlerin eklenmesi eserdeki söz varlığını zenginleştirmiştir. Eskicil
nitelikteki dil unsurları bakımından oldukça zengin olan eserde bugünkü yazı dilinde
kullanılmayan birçok kelime ve ek kullanılmıştır (arkurı, ayıt-, koç-, sanç-, -vUz, +ArU
vb.). Tespit edilen bu kelimelerden 22 tanesi isim soylu, 9 tanesi fiil soylu ve 2 tanesi
edat soylu kelimelerdir. Bu kelimelerin 22 tanesi basit, 9 tanesi türemiş ve 3 tanesi
birleşik yapılı kelimelerdir.
Türk dilinin ilk yazılı ürünlerinden günümüze Türkçede birçok değişim ve
gelişim olmuştur. Türk dilinin, tarihî süreçte geçirdiği bu değişim ve gelişimi
göstermesi bakımından, bugün ölçünlü yazı dilinde kullanımdan düşmüş olan eskicil
unsurlar önemli dilsel göstergelerdir. Yazılı eserlerimizdeki eskicil unsurların tespit
edilmesi, dilimizde bugün kullanımdan düşmüş olan birçok kelimenin yeniden
kullanılmaya başlamasına vesile olabilecektir. Ayrıca, birçok kelimenin tarihsel süreç
içerisinde geçirdiği aşamaları tespit etmede araştırmacılara kolaylık sağlayacaktır.
Kaynaklar
ADIGÜZEL, A. (2018). "XVI. Yüzyıl Türkçesi Eserlerinden Rahatu'n-Nüfus'ta Eski
Türkçe İzler". Turkish Studies Language / Literature, 1-18.
AKSOY , Ö. A., DİLÇİN, C., VARDARLI, E., & CANKOÇAK, G. A. (2009).
Derleme Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
AKSOY, Ö. A., & DİLÇİN, D. (2009). Tarama Sözlüğü. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
ATA, A. (2014). Harezm-Altınordu Türkçesi. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları.
CAFEROĞLU, A. (2015). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
DİLÇİN, C. (1983). Yeni Tarama Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
DOĞAN, D. M. (2001). Büyük Türkçe Sözlük. Ankara: Vadi Yayınları.
ERASLAN, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi Grameri. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
ERGİN, M. (1999). Orhun Abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
ERGİN, M. (2003). Türk Dil Bilgisi. İstanbul: Bayrak Basım / Yayım / Tanıtım.
EROL, H. A. (2014). Eski Türkçeden Eski Anadolu Türkçesine Anlam Değişmeleri.
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
GABAIN, A. V. (2000). Eski Türkçenin Grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları. GÜLENSOY, T. (2011). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken
Bilgisi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
422
GÜLSEVİN, G. (2011). Eski Anadolu Türkçesinde Ekler. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
GÜLSEVİN, G. (2015). "Arkaik-Periferik Kavramı ve Bu Kavramın Tarihi Batı Rumeli
Türkçesi Ağızlarının Tespitindeki Önemi". The Journal of Academic Social Science
Studies, 1-12.
HACIEMİNOĞLU, N. (2003). Karahanlı Türkçesi Grameri. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
KANAR, M. (2011). Eski Anadolu Türkçesi Sözlüğü. İstanbul: Say Yayınları.
KORKMAZ, Z. (2007). Gramer Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
KÜÇÜK, S. (2013). "Zati Divanı'nda Arkaik Unsurlar". Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 117-130.
OKATAN, H. İ. (2013). "Sudi'nin Şerh-i Bostan'ında Geçen Arkaik Kelimeler".
Turan-Sam Uluslararası Bilimsel Hakemli Dergisi, 14-58.
ÖLMEZ, M. (2003). "Çağataycadaki Eskicil Öğeler Üzerine". Dil ve
Edebiyat Araştırmaları Sempozyumu Mustafa Canpolat Armağanı , 135-142.
ÖZDEMİR, H. (2012). "Günümüze Göre Sehi Bey Divanı'ndaki Arkaik Unsurlar".
Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, 90-100.
PARLATIR, İ., GÖZAYDIN, N., & ZÜLFİKAR, H. (1998). Türkçe Sözlük. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
TAŞ, İ. (2015). Süheyl ü Nev-Bahar'da Eskicil Ögeler. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
TEKİN, T. (2000). Orhon Türkçesi Grameri. Ankara: Sanat Kitabevi.
TOPARLI, R., VURAL, H., & KARAATLI, R. (2014). Kıpçak Türkçesi Sözlüğü.
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
ÜNLÜ, S. (2012). Harezm-Altınordu Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim Kitabevi.
ÜNLÜ, S. (2012). Karahanlı Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim Kitabevi.
ÜNLÜ, S. (2013). Çağatay Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim Kitabevi.
ÜŞENMEZ, E. (2014). Eski Anadolu Türkçesinde Arkaik (Eski) Öğeler.
İstanbul: Akademik Kitaplar.
VARDAR, B. (2007). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul:
Multilingual Yabancı Dil Yayınları.

ATEBETÜ’L HAKÂYIK VE KUTADGU BİLİG’DEKİ TEMA


ORTAKLIKLARI: DÜNYA VE İYİLİK KAVRAMLARI
1
Gönül ERDEM NAS
Özet
İslamiyet’in kabulü ile birlikte Karahanlılar döneminden günümüze birkaç
nüshası ile birlikte ulaşan Atebetü’l Hakâyık ve Kutadgu Bilig, yazıldıkları dönemin
sosyal, kültürel, ahlaki özellikleri gibi yönlerini dönemin dil ve üslup zenginliği ile bize
sunmaktadır.
Kutadgu Bilig içerisinde 6600’den fazla beyti barındıran, içerik bakımından öğüt
verici olmakla birlikte kapsamlı bir siyasetname özelliği taşıyan XI. yüzyılda yazılmış ilk
Türk-İslam eserlerindendir. Atebetü’l Hakâyık ise XII. yüzyılda yazılmış, 14 bölümden
oluşan ilk beş bölümünde beyitler diğer bölümlerinde ise dörtlükler olan ve Kutadgu Bilig’e
göre daha az hacimli, içeriği bakımından dini öğütleri özellikle didaktik bir şekilde ele alan
bir eserdir. Atebetü’l Hakâyık’ın Kutadgu Bilig’den sonra yazılmış olması

Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Dilbilim Bölümü. gonulerdem2002@yahoo.com. 1


423
Kutadgu Bilig’in etkisini eserin bazı yerlerinde görünmesine neden olmaktadır.
Bunlardan biri de çalışmaya konu olan tema benzerlikleridir. Atebetü’l Hakâyık’taki
bölümler girişten ve övgülerden sonra sırasıyla; bilginin faydası ve bilgisizliğin zararı,
dilin muhafazası, dünyanın dönekliği, cömertliğin methi ve hasisliğin zemmi, tevâzu ve
kibir, harislik, kerem, hilm ve diğer iyilikler, zamanenin bozukluğu olarak anlatılmıştır.
Kutadgu Bilig’de ise metaforlarla anlatılan bölümlere gelinmeden önce ve metaforik
kısımlarda buna benzer bölümler bulunmaktadır. Kutadgu Bilig’de de giriş ve benzer
övgü bölümlerinden sonra birçok bölümde birçok konu anlatılmaktadır. Atebetü’l
Hakâyık’a göre konu çeşitliliği oldukça fazladır.
Her iki eserde de konu ortaklıkları bulunmaktadır. Buna dikkati çeken ilk kişi
Reşit Rahmeti Arat olup Atebetü’l Hakâyık’ın giriş kısmında bu konu benzerliklerinin
incelenmesi gerektiğini dile getirmiştir. Bu sebeple bildiride Atebetü’l Hakâyık’taki
dünyanın dönekliği, hilm ve diğer iyilikler bölümleri ile Kutadgu Bilig’deki
Odgurmış’ın Ögdirmiş’e dünyanın kusurlarını anlattığı bölüm ve iyilik etmenin
övülmesi ve faydaları bölümleri tema ortaklığı; dil, anlam gibi yönlerden ele alınarak
benzerlik ve farklılıklar karşılaştırmalı olarak incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Tema, dünya, iyilik, Karahanlı, anlambilim.
THEME PARTNERSHIPS IN ATABETU’L HAKÂYIK AND
KUTADGU BILIG: CONCEPTS OF WORLD AND GOODNESS
Abstract
Atebetü’l Hakâyık and Kutadgu Bilig, which reached today with a few copies
from the period of Karahanlilar with the acceptance of Islam presented the aspects such
as social, cultural and moral characteristics of the related period with the richness of the
language and style at that time.
Kutadgu Bilig has more than 6,600 couplets whose content has a guiding advice.
It is one of the first Turkish-Islamic works written in the XI. century and has a
characteristics of a comprehensive political treatise. However Atebetü’l Hakâyık was
written in the XII. century. It has couplets in the first five sections (comprising 14
sections) and has quadrants in the other sections. This work is less voluminous than
Kutadgu Bilig and it especially deals with the religious advice in a didactic manner. The
fact that Atebetü’l Hakâyık was written after Kutadgu Bilig causes the influence of
Kutadgu Bilig to appear in some parts of the work. One of them is the theme partnership
that is the subject of study. The sections in Atebetü’l Hakâyık are followed by the
introductions and praises and respectively the benefit of knowledge and the damage of
ignorance, the conservation of language, untrustworthiness of the world, the praise of
generosity and the condemnation of stinginess, the humbleness and arrogance, grace,
gentleness and other goodnesses are narrated as the corrosion of the time. In Kutadgu
Bilig, there are however sections before metaphorically mentioned sections and in
metaphorical sections, there are similar sections like this. Also in Kutadgu Bilig, after
the introduction and similar sections including praises, many subjects are described in
many sections. According to Atebetü’l Hakâyık, the subject variety is quite high.
Both works have subject similarities. The first person to draw attention to this is
Reşit Rahmati Arat and stated that similarities should be examined in the introduction
of Atebetü’l Hakâyık. For this reason, in this paper the sections in Atebetü’l Hakâyık
such as the untrustworthiness of the world, gentleness and other goodnesses and
sections in Kutadgu Bilig in which Odgurmis tells Ogdirmis the shortcomings of the
world as well as the praise of goodness and its benefits are studied comparatively in
terms of the differences and similarities of theme partnerships, language and meaning.
Key words: Theme, World, Goodness, Karahanlı, Semantics.

424
Kutadgu Bilig feûlün / feûlün / feûlün / feûl kalıbıyla 1069’da yazarının ileri
yaşlarında yazdığı bu kapsamlı siyasetname okuyucuya her iki dünyada da fayda
sağlama amacı taşımaktadır. Kutadgu Bilig günümüze üç nüsha ile ulaşmıştır. A nüshası
olarak bilinen Viyana (Herat) nüshası Uygur harfleriyle, B nüshası olarak bilinen
Fergana nüshası ile C nüshası olarak bilinen Mısır nüshası Arap harfleriyle yazılmış ve
günümüze ulaşmıştır. Kutadgu Bilig’deki konularını tamamı iyi, doğru, adil ve dürüst
insan olmanın yolları ve her iki dünya için önemi sıkça vurgulanmaktadır. Arat Kutadgu
Bilig’in “İnsana her iki dünyada, tam mânası ile, kutlu olmak için lâzım olan yolu
göstermek” amacı taşıdığını ifade etmektedir. (Arat, 15-16).
Her ne kadar Kutadgu Bilig için İranlılar Şehnâme deseler de eser tam anlamıyla bir
siyasetnamedir. Türklüğe özgüdür (Yavuz,151). Metaforik anlatımla ele alınan eserde belli
başlı dört ana şahıs üzerinden temel değerler ele alınmaktadır. Mutluluğu Ay Toldı, Adaleti
hükümdar ve başkarakter Kün Toldı, Aklı-ilmi Ögdülmiş ve akıbeti Odgurmış
simgelemektedir. Tüm gelişmeler içerisinde olaya dâhil olan yan karakterler olsa da
temelde bu karakterlerin konuşmaları ve samimi ilişkileri üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Kutadgu Bilig üzerine ses, yapı bilgisi ve söz dizimini içeren kapsamlı
çalışmalar henüz bulunmamakla birlikte makale ve tezlerle bu anlamdaki boşluklar
giderilmeye çalışılmaktadır. Kutadgu Bilig, anlambilim açısından da kapsamlı bir
incelemeyle ele alınmamıştır (Önler, 5).
Kutadgu Bilig’de; Allah’a övgü, peygambere övgü, dört sahabeye övgü, parlak
bahar mevsimi ve ulu Buğra Han’a övgü, yedi yıldızın ve on iki burcun anlatıldığı
bölüm, insanoğlunun değerinin bilgi ve akıldan geldiğini anlatan bölüm, dilin erdemini
ve kusurunu, faydasını ve zararını anlatan bölüm, kitap sahibinin kendi özrünü anlattığı
bölüm, iyilik etmenin övülmesini ve faydalarını anlatan bölüm, bilgi ile aklın erdem ve
faydalarını anlatan bölüm, kitabın adını, anlamını ve yazarının yaşlılığını anlatan
bölümlerden sonra asıl şahısların anlatıldığı ve hikâyelendirildiği bölümler
başlamaktadır. Ek ilaveler dışında kitapta seksen beş başlık işlenmektedir.
Karahanlı Dönemi diğer bir önemli eser ise Atebetü’l Hakâyık’tır. Kutadgu Bilig
ve DLT’ye göre daha az hacimli olan bu eser dil ve üslup bakımından da çağdaşı
sayılabilecek bu eserlerden oldukça etkilenmiştir. AH’nin günümüze ulaşan altı nüshası
bulunmaktadır. Bunlar; Semerkand, İstanbul (Ayasofya), İstanbul (Topkapı), Ankara
(Seyid Ali), Ankara (Maarif Kütüphanesi) ve Berlin nüshasıdır.
Arat, AH’nin Kutadgu Bilig gibi mütekarib vezninde yazıldığını ifade etmektedir
(Arat, 10).On dört bölümden oluşan eser konu, yapı, gaye ve şive bakımından Kutadgu
Bilig, dini anlatım bakımından ise Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet adlı eserinin etkisi
altında kalmıştır (Caferoğlu, 2000: 75). Bu konu benzerliğinden Atebetü’l Hakâyık’ın
girişinde Arat bahsetmektedir. Bu konu benzerlikleriyle ilgili hazırlanmış malzemenin
AH’ye eklenmesinin ve mukayesesinin faydalı olacağını ifade eden Arat, henüz tam
anlamıyla bitirilmeyen KB’nin bitirildikten sonra bu benzerliğin başka bir fırsatta ele
alınması gerektiğinin altını çizmektedir (Arat, 4).
Bildirinin konusunu da tam olarak bu fırsat oluşturmaktadır. Atebetü’l
Hakâyık’taki dünyanın dönekliği, hilm ve diğer iyilikler bölümleri ile Kutadgu
Bilig’deki Odgurmış’ın Ögdirmiş’e dünyanın kusurlarını anlattığı bölüm ve iyilik
etmenin övülmesi ve faydaları bölümleri tema ortaklığı karşılaştırmalı olarak ele
alınmaktadır. KB’de “Eḍgülük ķılmaķ ögdisin asıġların ayur” (İyilik etmenin
övülmesini ve faydalarını anlatır) bölümü elli yedi beyitten oluşmaktadır. AH’de
“Kerem, hilm ve diğer iyilikler hakkında” bölümü on altı kıtadan oluşmaktadır.
KB’de “Odgurmış Ögdülmiş’e Dünyanın kusurlarını anlatır” bölümü yüz otuz dört
beyitten oluşurken yine KB’de “Ögdülmiş Odgurmış’a Dünya aracılığıyla ahiretin
kazanılmasını anlatır” bölümü altmış yedi beyitten oluşmaktadır. KB’ye göre oldukça az
425
hacimli olan AH’de “Dünyanın dönekliği hakkında” bölümü on iki kıtadan oluşmaktadır.
KB’ye göre dili de daha az gösterişli olan AH için Arat, yazarının üslubunu kuru, en
mütevazı duygu parıltılarından uzak, sert bir dereceye kadar kaba ve cansız bulmakta bu
yönüyle de KB’den oldukça farklı olduğunu dile getirmektedir (Arat, 6).
Çalışmanın asıl konusunu oluşturan dünya ve iyilik kavramları incelendiğinde
KB’de “edgü” kavramı 396 kez geçerken “edgülük” kavramı ise 16 kez geçmektedir.
Yine KB’de “dünya” kavramı 209 kez “ajun” ise 173 kez geçmektedir. AH’de ise
“edgü” aldığı eklerle birlikte 13 kez “edgülük” 3 kez geçerken dünya anlamında
kullanılan “ajun” 4, “dünya” ise 6 kez geçmektedir. Bu ortaklıklar aşağıda incelenmiştir.
Aşağıdaki örneklerde dünya malının kalıcı olmadığı her iki eserde de
işlenmiştir:
Bu kün bar yarın yok bu dünya nengi (Dünya malı bugün var, yarın yoktur, AH
197)
Mening timişing neng adınlar ongı (Benim dediğin mal başkalarının kısmetidir,
AH 198
Yayıg dünya irsel kutı evrülür (Dönek dünya vefasızdır, mutluluğu kararsızdır,
KB 3533
Negü birdi erse yana terk alur (Ne verdi ise yine çabucak alır, KB 3533).
Aşağıdaki örneklerde dünyanın kandırmada usta olduğunu her iki eserde de şu
şekilde ifade edilmiştir:
niḳab kötrür ajun birer yüz açar (Dünya bazen peçesini kaldırır ve yüzünü açar,
AH 221)
yazar ḳol ḳuçar teg yana terk ḳaçar (kucaklayacak gibi kollarını açar fakat
hemen kaçar, AH 222)
Köri barsa dünya kölike sanı (Dikkat edersen, dünya gölge gibidir, takip
edersen, kaçar, KB 3536)
eḍerse ḳaçar ḳaçsa eḍrer sini (kaçarsan o senin peşine düşer, KB 3536)

Aşağıdaki örneklerdeki benzerlik ise dünyanın insana çok güzel görünmesi ama
aslında içinin tam tersi olduğu yönündeki ortaklık dikkat çekicidir:
bu ajun ma körmekke körklig taşı (Bu dünyanın da dıştan görünüşü güzeldir,
AH 217) vẹlikin içinde tümen na-ḫoşı (fakat içinde binlerce nahoşluk vardır, AH 218)
͡

baḳıp taş bezekin körüp sen munga (bakıp, dış süsünü görerek, senin ona, AH
219) ͡ ͡

köngül bamaḳıng bil ḫataꜤ lar başı (gönül bağlaman, bil ki, hataların başıdır, AH
220)
bezenip bu dünya özin körkitür
͡

itinmiş kelin teg köngül yilkitür


͡

köngül birse ḳutġa bolur bir turı


͡

yaḳa ying tutar künde kesmez urı (Bu dünya insanın karşısına süslenerek çıkar
süslü bir gelin gibi gönlü heyecanlandırır. Gönül verirsen, huysuz bir acuze olur; yaka
ve yene yapışır, dırdırının ardı-arkası kesilmez, KB 3540-3541).
Aşağıdaki ortaklıklar ise dünya malının inançlı kimse için yoldan çıkarıcı
olmaması ve ona kanmaması ile ilgilidir:
͡

bu dünya nengindin yigü keḍgülük


al artuḳ tileme vẹbal yüḍgülük
tarıġlıḳ tip aymış ajunnı rẹsul
tarıġlıḳta ḳatlan tarı eḍgülük (Bu dünya malından yiyecek ve giyecek kadarını al;
fazlasını isteme, ( fazlası ) yüklenilecek vebaldir. Resul, dünya için, tarladır demiş; tarlada
çalış-çabala ve iyilik ek, AH 189,190,191,192).
426
Negü tir eşitgil saḳunuḳ oduġ
yıraḳ tur bu dünya tegürgey yoḍuġ (Takva sahibi ve uyanmış olan insan ne der,
dinle; uzak dur, bu dünya malının sana zararı dokunur, KB 3552).
Dünyanın gelip geçici bir durak olduğu konusu her iki eserde de
işlenmiştir:
Bu ajun rıbat ol tüşüp köçgülüg (Bu dünya, konup-göçmek için, bir kervan-
saraydır, AH 177)
Barıġlı turur bu ajun terk öḍün
Keligli turur ol ajun keḍ oḍun ( Bu dünya kısa bir zamanda gidecek, öbür dünya
gelecektir; çokuyanık ol, KB 3556) ͡

ḳonuḳ sen bu dünya sanga bir tüşün (Sen misafirsin, bu dünya sana bir
misafirhanedir, KB 3561)
Hüner sahibi, doğru, inançlı insan için dünya eziyet yeri ve zindan gibidir. Bunu
anlatan örnekler şöyledir:
ne yazdı ajunḳa bu şahib hünẹr
negüke bu anı ulaşu ḳınar (Hüner sahibi dünyaya karşı ne ( gibi bir )
kusur işlemiştir niçin bu (dünya)ona durmadan eziyet çektirir? AH 446)
tünek ol bu dünya müsülman öze
͡ ͡

tünekte erej ḳolma könglüng tüze (Bu dünya Müslümanlar için bir zindandır;
zindanda huzur arama; gönlünü doğrult, KB 4809).
İyilik kavramı her iki eserde de karşılığı bulunacak bir meziyet olarak ele
alınmıştır:
isiz ecgü işke yanut kiçmez ol (iyi işin de kötü işin de karşılığı gecikmez, AH 374).
͡

ḳalı eḍgü bolmaḳ tilese özüng ͡

yörü eḍgülük ḳıl kesildi sözüng (Eğer kendin iyilik bulmak istiyorsan, yürü, iyilik et;
başka söze ne hacet, KB 227).
 Kendinden sonra iyi ad bırakmanın önemi her iki eserde de işlenmiştir:

ajunda at eḍgü ḳoḍup bardı kör (bak dünyada iyi ad bırakıp gitti, AH 240)
Ne ḳutluġ ḳut ol erke eḍgü atı
͡

Bu eḍgü atı bardı mengü ḳutı (İyi ad insan için ne kadar mübarek bir saadettir; Onun
bu iyi adı saadeti ebedi kaldı, KB 456)
İyi arkadaşın insanı da iyi yolda yürüteceği kötü arkadaşın ise bunun tam tersine
sebep olacağı her iki eserde işlenmiştir:

işi eḍgü bolsa er eḍgü bolur


er iş eḍlgüsindin öküş ḫayr bulur (insanın arkadaşı iyi olursa, kendisi de iyi olur;
insan arkadaşının iyi olmasından çok hayır görür, AH 377-378)

ḳalı eḍgüke bolsa isiz işi


isiz boldı ḳılḳı ol isiz tuşı
isiz me ḳatılsa kör eḍgü bile
ḳamuġ eḍgülükke bu buldı yula (Eğer iyiye kötü biri arkadaş olursa, onun tabiati de,
arkadaşınınki gibi, kötü olur: Kötü de iyi ile düşüp-kalkarsa, bütün iyiliklere ulaşmak için,.bir
meşale bulmuş olur, KB 884-885)

Cömertlik ve iyilik her iki eserde de benzer şekilde ele alınmıştır:

aya mal iḍisi aḳı eḍgü er (Ey mal sahibi iyi ve cömert adam, AH 245)
aḳılıḳ kişilik asıġ eḍgülük

427
bu eḍgü kişidin kelir belgülük (Cömertlik, insanlık, fayda ve iyiliğin hep iyi insandan
geldiği şüphesizdir, KB 935).

İyilik görülen kimsenin daima övülmesi gerektiği her iki eserde de konu
edinilmiştir: ͡

ẹgẹr kelse erdin sanga eḍgülük


͡

öküş ḳıl ol erning senasın tile (eğer bir kimseden sana iyilik gelirse, o adamı çok
methet ve ( onun methini ) iste, AH 335-336).
ḳamug eḍgülerig aġır tut kötür
͡

isizlerni tutma ilingdin ḳotur (Bütün iyilere hürmet göster ve onları yükselt;
kötülere yüz verme, onları kapına dahi yanaştırma, KB 1455).
Malını bölüşmek iyiliğin en üst kademesi olarak görülmektedir:

Kişilik tidüküm bolur eḍgülük


Bu eḍgü bolur ol yigü keḍgülük (insaniyet dediğim, iyiliktir; bu iyilik, başkalarını
͡
yedirmek ve giydirmektir, KB 1636).
aya mal iḍisi aḳı eḍgü er bayat birdi erse sanga sen me bir (Ey mal sahibi iyi ve cömert
adam, Tanrı sana verdi ise sen de ver, AH 245).

Sonuç
Yukarıdaki örnekler iki eserdeki temaların anlam bakımından yakınlığını
göstermek açısından önemli olduğu gibi üslup ve dil kullanımı açısından da
karşılaştırılmalıdır. Her ikisinde de konu ortak ele alınış şekli farklıdır. KB’de daha çok
ikaz ve önlem alınması yanlışa düşülmemesi şeklinde ifade edilen husus, AH’de öğüt
verme ve seçenek sunma olarak karşımıza çıkmaktadır. KB’de sınırlar metaforlar
düzeyinde oldukça belirginken AH’de bu genel kavramlar ve tavsiyeler ile ifade
edilmektedir. Dil dönem dili olan Karahanlı Türkçesinin tüm özelliklerini
barındırmaktadır. Anlatım tarzı ise farlılıklar göstermektedir.
Çalışmada “dünya ve iyilik” kavramları her iki eserde de incelenmiş ortak görülen
kısımlar ele alınmıştır. Sürenin kısıtlı oluşu ve ele alınan konunun derin olması sebebiyle
burada anlam bakımından denklikler en belirgin örneklerle değerlendirilmiştir. Her biri tek
başına birer hazine olan bu eserlerin ortaklık veya farklılıkları daha derin incelendiğinde
başka bilim sahaları için de kaynaklık oluşturabilecektir.

KAYNAKLAR
ARAT, Reşit Rahmeti (2008) Kutadgu Bilig, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
ARAT, Reşit Rahmeti (1992) Atebetü’l-Hakâyık, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
CAFEROĞLU, Ahmet (2000) Türk Dili Tarihi II, Enderun Yay., İstanbul.
ÖNLER, Zafer (2004) “Kutadgu Bilig Üzerine Notlar”, Türk Dilleri Araştırmaları,
C:14, (s.2-19).
YAVUZ, Kemal (2009) “Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig”, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXXVII. c., s.137-180.

428
GRAF TEORİSİYLE TÜRKÇE ÖĞRETİMİ
1
Dr. Abdurrahman Güzel

Geçmişten günümüze kadar geçen süreç içerisinde ‘Türkçe’nin Yabancı Dil


olarak Öğretimi’; VIII. asırda Uygurlar Dönemi ile başlar ve on birinci yüzyılda
Kaşgarlı Mahmud’un Divan u Lûgati’t Türk ile de yazılı ve bilimsel bir boyut kazanır.
Özellikle Orta Türkçe ve Doğu Türkçe dönemlerinde sözlükler ve gramer kitapları
yazılır. Anadolu sahası Selçuklu ve Osmanlı Türkçesi dönemleri ve yabancı ülke bilim
adamları da bu alanda önemli bilimsel eserler ortaya koyarlar.
Türkçe, dün olduğu gibi bugün de dünyanın saygın dillerinden biri olmuştur. Yurt
içi ve yurt dışındaki Üniversiteler bünyesinde bilimsel Araştırma ve Uygulama Merkezleri
olarak Türkoloji Enstitüleri ve yine bu Enstitülere bağlı veya müstakil olarak da
‘Yabancılara Türkçe Öğretim Merkezleri’ kurulmuştur. Günümüzde ise, hem yukarıda adı
geçen kurumlar, hem de yurt dışında ‘Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri’ bu görevi daha
hızlı bir şekilde yürütür. Türkçe; bugüne değin buralarda, on binlerce insan tarafından
öğrenilir ve akademik anlamda da bilimsel çalışmalar yapılır ve yapılmaktadır.
Türkçe’nin Öğretimi konusunda dünyanın birçok ülkeleri ile Türk dünyasında;
Sözlük, Gramer ve Türkçe Öğretimi El kitapları yazılmıştır. Bu yazılan eserler ekseriyetle
klasik çalışmalar halinde devam etmektedir. Ancak 1970’li yılların başında ‘Türkçe’nin
Öğretimi konusunda Çekoslovakya’da, günümüze göre o klasik çalışmaların tamamen
dışında yeni bir çalışma olarak bir ‘Doktora Tezi’ yapılmıştır. Bu eser, bilinen klasik
gramer kurallarını bir yana bırakıp, Türkçenin öğretimi için yeni bir metot oluşturmayı
hedeflemektedir. O bilim adamı; bu hedefinde, belli başlı bazı bilim dallarından yararlanır
ve Türkçenin yabancılara öğretiminde öngördüğü Graf Teorisini ilk defa uygulamaya
koymuştur. Böylece ciddi ve bilimsel bir eser ortaya çıkmıştır.
İşte bu eser; Ludék Hŕebìček’in,‘ Graf Teorisi ile Açıklamalı Türkçenin
Öğretimi’ adıyla yayınlanmıştır. Yazar burada; Graf Teorisini Türkçenin öğretimi
konusunda, bir yandan anadili Türkçe olanlara, diğer yandan da anadili yabancı dil
olanlara matematiksel formüllerle dilbilgisi modelini de değişik yönlerle anlatmaya,
dilbilim açısından değerlendirmeye, dilbilgisi kurallarını Graf Teorisi ile öğretmeye
yönelik yeni bir model ortaya koyar.
Yazar, aynı zamanda Türkçe gramerinin daha kolay anlaşılabilmesi için Graf
Teorisinin köşe noktalarını oluşturan ögeler için bazı yeni harf modelleri de geliştirir. Bu
modeller Türkçe dil bilgisi açısından önceden pek bilinmediği için bazı uzmanlar veya konuya
gönül verenler tarafından ilk anda yadırganacak veya tartışmaya da konu olabilecek duruma
açık olur. Çünkü bu konuyu çok iyi kavrayabilmek için ilk önce ‘Matematik-Dilbilim-Felsefe ve
Türkçe Grameri’ni, hatta Türk boyları Türkçe gramerini de iyi bilmek gerekecektir. Konuyu tek
taraflı olarak algılamak veya kuru kuruya tenkit etmek yanlış olur. Bu sebeple, ortaya konulan
bu çalışmada Graf Teorisinin köşelerine yerleştirilen her harfin temsil ettiği ‘Türkçe dilbilgisi
kuralları’nı dikkatlice takip ederek neyin neyi ifade ettiğini anlamaya çalışmak gerekir.
Yazar; eserin hazırlanması sırasında Graf teorisini ortaya koymaya çalışırken,
dilbilim tanımlamalarından yola çıkarak; S. Marcus’un fonoloji çalışmalarını, Chomsky
ve Miller’in Graf Teorisi kavram modelini, Y. Lecerf’in“ süzgeç metodunu” ve
Charles F. Hockett’in, “Dil-Matematik ve Dilbilim” adlı temel modelini baz alarak,
yeni bir ‘Graf Teorisi ile Türkçe-Dilbilgisi Öğretim Metodu’ geliştirmeyi
hedeflemiştir.

Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Bağlıca Kampüsü-Ankara 1
e-Posta: guzel@baskent.edu.tr
429
Yazar; bu çalışmasında ortaya koymaya çalıştığı bu yeni modeli ile hatasız
cümle oluşturmayı hedeflerken, bunun yalnız Türkçe gramerinde başvurulacak bir
model olarak görmeyip, aynı zamanda bu modeli diğer dünya dillerinde de
uygulamanın doğru olacağını ifade eder. Bu model; cümle kuruluşlarını yalnız gramer
kuralları ile değil, ayrı bir yöntem olarak matematikte ki (a+b)2 gibi; Türkçedeki
(özne+Nesne+tümleç+bağlaç+zarf+fiil= Cümle’yi de Graf Teorisi ile Türkçe
dilbilgisine uygulamaya çalışır.
Eserdeki bu yeni modelin uygulanışında, gramer kurallarının Graf Teorisi ile
anlatımı da pek kolay olamaz. Çünkü bu eser, ilk önce Çekce yazılmış, sonra İngilizceye
ve oradan da tarafımızdan Türkçeye çevrilmiştir. Bu uzun yolculuk esnasındaki
‘hazırlanış ve çeviriler döneminde’ birçok terminolojiler de yerli yerine oturmamış,
hatta bu terminolojileri yanlış anlama ile yanlış tercüme de yapılmış olabilir. Günümüz
Türkçesinde, gramer ve dilbilim terminolojilerinin karşılığını tam olarak bulmak da pek
kolay değildir. Çünkü bu konu bizim için de yenidir.
Her dilde olduğu gibi, ‘Türkçe Dil bilgisi’nin de geleneksel amacı; insan
düşüncesinin kelimelerle anlatımının bir ürünü olan kavramları, bir yandan gramer
kurallarına uygun olarak sağlam cümleler kurmasını sağlamak, diğer yandan da
Türkçeyi bu sağlam gramer kuralları ile herkese öğretebilmektir. Çünkü Türkçe, Türk
düşüncesinin yaratıcı gücünün eseri ve insan aklının üstün kudretinin ürünüdür. Türkçe,
kolay anlaşılan, kolay öğrenilen, insana her okunuşunda zevk veren bir dil’dir. Bu
sebeple Türkçe, yabancılar tarafından da kolayca öğrenilen, yazıldığı gibi okunan,
okunduğu gibi yazılan, telaffuzu da kolay olan bir dildir
Yazar; ‘Graf Teorisi ile Harflerin Anlamları’ üzerinde durur. Burada A grafiğinden
başlar ve G grafiği ile devam eder. Aslında Türkçenin gramer kurallarını bu G grafiği
üzerine oturtmaya çalışır. Bu grafiğin üzerine oturtulan harf tablosu: ‘Vf: Çekimli fiil;
Vn: isim fiil; Gr: ulaç; A: sıfatlar ve zarflar; A: sıfat ve zarfların dışındakiler; D:
işaret sıfatları zamiri; Part: ortaç; P: şahıs zamirleri; N: isimler; Num: sayı’ G
grafiğine eş değer kabul edilen G harf tablosu olarak tanımlanır.
Yazar; ‘Harflerin Uygulanış Biçimleri’ üzerinde durur ve bu Grafların köşe
başlarında yer alan harflerin hangi anlamlarda kullanıldığını verir. Graf Teorisi ile
gösterilen kurallarla formüle edilmiş bir gramerin gösterilmesi için de bu sistemi uygun
görür. Değiştirme kurallarının bu kuralların uygulanmasının basit bir algoritmasıyla
G’nin doğru bir alt grafiğine eşdeğer cümle elde etmeye çalışır. G grafı, dilbilgisi
bağlamında üretim kurallarının sağlanması ve algoritması için de bir değerdir.
Yazar; ‘Türkçe dilbilgisi Modelinde G Grafiğinin Dönüşümü’ ile G grafiği
Türkçe dilbilgisi modelinin temeli olduğunu ifade eder. G, yaklaşık olarak Türkçenin
sentatik seviyesiyle tutarlı bir durum arz eder. Burada Graf Teorisinin farklı özellikleri,
Chomsky’nin dilbilgisi modelinde nitelik olarak birbirlerinden farklı iki üretim olan
‘türetme ve dönüşüm’ uygulamaları olduğunu gösterir. Türetme kuralları, cümle
zincirlerini oluşturur ve dönüşüm kuralları da bunları diğer zincirlerle birleştirerek
değiştirir.
Yazar; ‘Graf Teorisi ile Cümle Yapı ve Oluşumunda Dilbilgisi Kuralları ve
Sözlüklerinde Harflerin Kullanım Özellikleri-İşlemcisi’ üzerinde durur. Harfleri dilbilgisi
kuralları itibariyle üçüncü bölümde ‘dönüşümlü olarak ortaya koyarken, bu bölümde de
cümlelere uygulanış biçimleri verilir. İşlemciler, iki alt küme tarafından oluşturulan bir seti
şekillendirir. Onlardan biri dilbilgisi şekilleri, diğeri sözlük birimleridir. Graf Teorisi
modelinde, her ikisi de işlemci olarak isimlendirilir. İşlemciler, bir dal kümesi tarafından
karşılıklı olarak ilişkili köşe noktalarının bulunduğu ve başka bir dal kümesi ve G grafı köşe
noktalarının ilişkilendirildiği grafın köşe noktaları olarak gösterilir.

430
Yazar; ‘Graf Teorisi ile ele aldığı tablolarda Cümle Yapısının Uygulanış
Yöntemleri’ tartışılır. Burada bir cümlede art arda gelen birimler ele alınır ve cümlelerin
yazılış biçimleri ile ilgili bir uygulama yöntemi ortaya konmaya çalışılır. Ardışık
modeldeki yapılarda, fiilin şahıs ve sayı gösteren şekli ile sınırlı yapıdaki cümleler
üzerinde düşünülür. İlk bakışta bu cümleler için, fiilin sayı ve şahıs gösteren devrik
cümle yapıları olmaksızın da bir işlem yapılır. Böyle bir durumda her bir cümle grubu,
şekillerindeki figürler tarafından gösterilir ve sınırlı fiilleri oluşturur.
Yazar; Türkçe Dilbilgisinin Graf Teorisi Modellerinde Kullanım Özellikleri’
anlatılır. Graf Teorisi modeline uygulanan gramerin sınırlılığı ve cümle yapılarının
sınırsızlığı teoremi grafın sınırlı bir graf olduğunu gösterir. Tanımlamalar ve
uygulamaların sistem kuralları da Grafla birlikte elbette ki sınırlıdır. Graf Teori sistemi
tasvir edicidir ve dilbilgisi için belirli kategorileri keşfetmeye de daha uygundur. Türkçe
dilbilgisi sisteminde G Grafı ve onun dalları da çok kullanılır.
Sonuç kısmında ise; baştan itibaren uygulanan harf modelleri, harf tabloları,
harflerin Graf köşelerinde temsil ettiği ögeler ve bu Grafların tümünün Türkçe
dilbilgisi/Türkçenin öğretimini bazında cümle yapısında uygulanış biçimleri özetlenir.
Eserin Türkçeye tercümesinden sonra, özellikle ‘dilbilimci ve diğer ilgili bilim
dalı mensuplarının da kontrol etmesini sağladık. Bu cümleden olarak; ikinci bölümün
yazılmasınıda ve diğer bölümlerde de Graf Teorisinin anlatılmasında bana büyük bir
özveri ile yardımda bulunan Sayın Prof. Dr. Şerife Büyükköse’ye candan
teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca Çiğdem Yıldırım ve diğer meslekdaşlarım büyük
titizlikle eseri gözden geçirdiler. Kendilerine teşekkürler ediyorum. Böylece eserde
olabilecek hata ve noksanları aza indirgemeye çalıştık. Bu sebeple eserin Türkçeye
tercümesinde çıkacak bazı terminoloji hatalarını; okurlarımızın hoş karşılayacağını ve
görüşlerini bilimsel hoşgörü içinde bize ulaştırmaları sayesinde hem eser, değer
kazanacak, hem bizi, hem de yazarını fazlası ile mutlu edecektir.
Yunus’un,
‘Söz ola kese savaşı, Söz ola bitire işi,
Söz ola agulu aşı, Bal ile yağ ede bir Söz’
gibi her işimizi bal gibi tatlı, ana sütü gibi helal kılalım ve hep beraber dilimiz,
milletimiz ve insanlık için güzel konuşalım, güzel düşünelim, mutlu ve barış içinde
yaşayalım ve hep iyi niyet sahibi olalım ve dilimize, kültürümüze hizmet eden her bir
kişiyi de şükranla yâd edelim.
Yukarıdan beri kısaca anlatmaya çalıştığımız bu eseri, bendeniz, Çek
Cumhuriyetine 1996 yılında yaptığım bir resmi ziyaretim esnasında elde ettim. Eseri
inceledim ve eserin yazarını buldum. Kendilerinden bu eserin Türkçesinin Türkiye’de
yayınlanması için izin istedim. O da bize bu eserin Türkiye’de Türkçe olarak
yayımlanmasına izni’ bizzat gönderdikleri bir mektupla lutfettler.
Bu kitap 2018 yılında neşredildi. Türkçe Dilbilgisinin matematiksel çizimlerle
öğretilmesi üzerine ciddi bir çalışma olan kitabımızdan sadece bir örnek verelim:

Vn Gr

P Part D

431
N Num

Tek bir koldan beklenen her bir tepe noktayı içine alan ve tek bir döngüsel
kolun her bir ucunu C’de belirlemek için aşağıda açık döngüler vardır:
Bir döngüsel yörüngeden oluşan temel tepe nokta parantez içinde
gösterildi ve benzer tepe noktalar parantezsiz yörüngenin sonuna yerleştirildi.
/ Vn /, N, Vn / N /, Num, Part, Vn, N
/ Vn /, Gr, Vn / N /, Num, Part, P, N
/ Vn /, N, Part, Vn / N /, Num, Part, N
/ Vn /N, Part, P, Vn / Part /, N, Part
/ Vn /, N, Gr, Vn / Part /, Gr, Vn, N, Part
/ Vn /, N, Part, P, Gr, Vn / Part /, Gr, Vn, N, Num, Part
/ N /, Part, P, N / Part /, D, Num, Part
/ N /, Num, Vn, N / Part /, D, Num, N, Part
/ N /, Num, Part, P, Vn, N / D /, Vn, N, Part, D
/ D /, Vn, N, Num, Part, D / Num /, N, Num
/ D /, Part, D / Num /, Gr, Vn, N, Num
/ D /,Gr, Vn, N, Part, D / Num /,Gr, Vn, N, Part, D,
Num
/ D /, Gr, Vn, N, Num, Part, D / P /, Num, Part, P
/ D /, N, Num, Part, D / P /, Num, Gr, Vn, N, Part, P
/ D /, N, Part, D / P /, Num, Vn, N, Part, P

Bilindiği gibi bu eser; Türkçeye hizmet konusunda takdire şayandır. Yabancı


ülkelerde ‘Türkçe sevdalısı’ bir bilim adamının böylesine bir çalışmasını şükranla
karşılıyor ve bunun devamını dileriz.
Sayın Dr. Ludék Hŕebìček’in,‘Graf Teorisi ile Açıklamalı Türkçenin Öğretimi’2
adıyla hazırladığı bu Doktora Tezi ve bu tezin Türkiye’de basılması için tarafıma bizzat
kendisinin verdiği izinden dolayı da şükranlarımı arz ederim.

AZERBAYCAN TÜRKÇESİ VE HAKASÇADA SÖZCÜKLERİN


ANLAM ÖZELLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

Naile HACIZADE
Özet
Türkçenin temel söz varlığı, belli ses değişiklikleriyle her iki lehçeyi birbirine
bağlamaktadır. Fakat coğrafi konum ve tarihi gelişme bu lehçelerin söz varlığına onları
birbirinden ayıracak farklılıklar da katmıştır. Sahip olduğu söz varlığı Hakasçanın uzun
ve karmaşık gelişim yolunun izlerini korumaktadır. Köken açısından Eski Kırgızcaya
bağlı olan Hakasçanın söz varlığında Arapça ve Farsçadan geçen sözcük sayısı yok
denecek kadar azdır. Oğuz grubu lehçelerinden sayılan Azerbaycan Türkçesi ise
gelişme tarihi sürecinde Arapça ve Farsçadan etkilenmiş ve bu etki daha çok söz
varlığına yansımıştır. Buna karşılık, Moğolcadan geçen sözcüklerin Hakasçada belli bir
yerinin olduğu söylenebilir. Fakat Rusçanın Azerbaycan Türkçesine oranla Hakasçanın
söz varlığını çok daha önemli ölçüde etkilediği görülmektedir.

Dr. Ludék Hŕebìček’in ,‘Graf Teorisi ile Açıklamalı Türkçenin Öğretimi’ adlı eserimiz hakkında daha
2
fazla bilgi için bakınız:
Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, nailehacizade@selcuk.edu.tr
432
Birçok Türkolog tarafından Uygur- Oğuz grubuna dahil edilen Hakasçada Oğuzca
unsurları bulunduğu gibi, Azerbaycan Türkçesinde de alt katmanlardan gelen Kıpçakça
unsurlar barınmaktadır. Karşılaştırma yapıldığında, Azerbaycan Türkçesinde yer alan ama
diğer Oğuz grubu lehçelerinde (örnek olarak, Türkiye Türkçesinde) kullanılmayan
birçok sözcüğün Hakasçada kullanıldığı görülmektedir. Özellikle ağızlarda
kullanılmakta olan sözcükler bu açıdan ayrı bir önem taşımaktadır. Bu dil birimleri
farklı bir çizgide Azerbaycan Türkçesiyle Hakasçayı birbirine bağlamaktadır.
Bu bildiride Azerbaycan Türkçesi ve Hakasçanın söz varlığında yer alan çok
anlamlılık, eş adlılık, eş anlamlılık ve karşıt anlamlılık karşılaştırmalı olarak ele
alınacak, yalancı eşdeğerlik ve onun nedenleri üzerinde durulacaktır. Aynı zamanda bu
lehçelerde tarihsel açıdan ilgi çeken sözcük değişimleri gözden geçirilecektir.

Anahtar Sözler: Azerbaycan Türkçesi, Hakasça, söz varlığı, sözcük, anlam.

Bir ulusun yaşamındaki tüm değişimler dilin ilkönce söz varlığını etkiler. Dilin
diğer birimlerine göre en fazla devinim de söz varlığında görülmektedir. Dilin söz
varlığının temelini oluşturan sözcükler bu devinimlerin gerçek tablosunun
oluşturulmasında birer belge niteliğindedir. Değişimlere çok açık gibi görülen
sözcükler, aynı zamanda dili zemine bağlayan çok sağlam köklerdir. Biz bu bildiride iki
Türk lehçesini- Azerbaycan Türkçesi ve Hakasçayı- söz varlığı düzleminde
kıyaslayarak onları ayıran çizgilerin varlığını da göz ardı etmeden yakınlığı sağlayan
açık ve gizli bağları belirlemeye çalışacağız.
Azerbaycan Türkçesi ve Hakasça, Türk dünyasının birbirinden çok farklı gibi
görünen iki lehçesidir. Azerbaycan Türkçesi Oğuz grubu lehçeleri arasında yer alıyor.
Fakat Kıpçak ve Oğuz lehçeleri arasında köprü niteliğinde olan bu lehçe diğer
gruplardan sayılan lehçelerle de bağını koparmamıştır. Birçok Türkolog tarafından
Uygur- Oğuz grubuna dahil edilen Hakasça ise köken açısından Eski Kırgızcaya bağlı
sayılmaktadır. Sahip olduğu dil varlığı Hakasça’nın uzun ve karmaşık gelişim yolunun
izlerini korumaktadır. Tarihi gelişme içerisinde bu lehçelerin yolunun doğrudan
kesiştiği görülmemektedir. Coğrafi konum ve tarihi, sosyokültürel gelişme bu lehçelerin
dil varlığına onları birbirinden ayıracak farklılıklar katmıştır.
Yabancı dillerle daha çok söz varlığı düzeyinde izlenen etkileşim Azerbaycan
Türkçesi ve Hakasçayı ayıran etkenlerden biri sayılabilir. Azerbaycan Türkçesi, gelişme
tarihi sürecinde Arapça ve Farsçadan etkilenmiş ve bu etki daha çok söz varlığına
yansımıştır. Günümüz Azerbaycan Türkçesinde bu sözcüklerin sayısı azımsanacak gibi
değildir. Fakat yüzyıllarca kullanılmış olan bu sözcüklerin birçoğu halk tarafından
benimsenmiş ve dilin temel söz varlığına yerleşmiştir. Hakasçanın söz varlığında ise
Arapça ve Farsça’dan geçen sözcük sayısı parmakla sayılacak kadar azdır ve diğer Türk
lehçeleriyle kıyasta bu dillerin etkisini taşımaz. Türkologlardan N. K. Dmitriyev ve F.
G. İshakov kendi araştırmalarında bu duruma işaret etmişlerdir. Hakasların Güney
Sibir’in diğer ulusları- Şorlar, Altaylar, Tuvalılar- gibi Müslüman olmayışı da bunda
önemli bir etken sayılabilir. M. A. Batmanov, Güney Sibir lehçelerinde tek tek görülen
Arapça ve Farsça sözcüklerin bölgeye yerleşen Buhara tüccarları aracılığıyla
benimsendiğini belirtir. Durumu inceleyen Z. Y. Kaskarakova, bu sözcüklerin
isimlerden oluştuğunu ve Hakasçanın ses yapısına uyum sağladığını yazmaktadır (bk.
Kaskarakova, 122. s.).Ör.: paa (turğan paası ‘fiyat’), xabar ‘haber’, xalıx ‘halk’, sabın
‘sabun’ vb. Ama ilginçtir ki, Hakasça olarak yayınlanan tek gazetenin ismi Arapça
kökenlidir: Xabar (bk. Chertykova, 90. s.).
Buna karşılık, yakın ilişkiler dolayısıyla Moğolcadan geçen sözcüklerin
Hakasçada belli bir yerinin olduğu söylenebilir (ör.: mindir ‘dolu’, örge ‘saray’, kii
433
‘hava’, xurağan ‘kuzu’, yaman ‘keçi’, noğan ‘yeşil’, xaram ‘cimri’ vb.). Azerbaycan
Türkçesinde nöker ‘hizmetli, uşak’, noxta ‘dizgin’ gibi çok az sayıda sözcük Moğol
işgali döneminden kalan Moğolca izleri sayılır.
19.yy’dan itibaren Rusça, birçok Türk lehçesi gibi Azerbaycan Türkçesi ve
Hakasçayı da yoğun etkisi altına almıştır. Azerbaycan Türkçesi Rusçadan terim olarak
ve günlük kullanım nesnelerinin ismi olarak birçok sözcük almıştır. Fakat daha yoğun
nüfusu, bölgede olan etkinliği, inanç özellikleri, yazı diliyle Türk dünyasına olan
bağlılığı gibi etkenler Azerbaycan Türklerinin dillerini korumasını sağlamıştır.
Rusçanın Azerbaycan Türkçesine oranla Hakasçanın söz varlığını çok daha önemli
ölçüde etkilediği görülmektedir. Günümüzde bütün Hakasların iki dilli olduğu,
gençlerin çoğunun ise sadece Rusça konuştuğu göz önüne alınırsa, bu, doğal bir sonuç
olarak değerlendirilebilir (konuyla ilgili bk. Kızlasov, 567- 570. s.).
Hakasçada yaşamın her alanıyla ilgili Rusçadan geçen sözcüklerin yer aldığı
görülmektedir. Bunlardan bazıları olduğu gibi (ör. strana ‘ülke’, rodina ‘vatan’, semya
‘aile’, student ‘öğrenci’, kniga ‘kitap’, tetrad’ ‘defter’, ekzamen ‘sınav’, doklad ‘bildiri’,
slujba ‘hizmet’, solovey ‘bülbül’, slon ‘fil’, urojay ‘mahsul’ vb.), bazıları ise
Hakasçanın ses yapısına göre değiştirilerek (ör. tarelke- R. tarelka ‘tabak’, pilke- R.
vilka ‘çatal’, klüs-R. klyuç ‘anahtar’, plat- R. platok ‘başörtüsü’, ügürsü- R. ogurets
‘salatalık’, morkop- R. morkov’ ‘havuç’ vb.) kullanılmaktadır.
Fakat Hakasça, tüm etkenlere karşın varlığını koruyabilmiş, eski özelliklerini
birçok yönden yaşatmakla birlikte, yaşamın güncel taleplerini yerine getirecek şekilde
biçimlenmiştir. Örnek olarak, Hakasçada akrabalık bildirimi söz varlığına oldukça
ayrıntılı olarak yansımıştır: Ağa ‘dede, babanın babası’, tay ağa ‘dede, annenin babası’,
uuca ‘babaanne’, tay ice ‘anaanne’, ada / paba ‘baba’, ice ‘anne’, xarındas ‘erkek
kardeş’, pice ‘kızkardeş’, aca ‘abi, amca’, oçı ‘ailede çocukların küçüğü’, xastı ‘kayın
peder, erkeğin abisi’, xazine (xazın ine)‘kayın valide’, xazınağa ‘kadının abisi’, pastı
‘baldız, kadının küçük kız kardeşi’, kizö ‘damat’, abızın ‘ailede gelinlerin birbirine hitap
sözcüğü, elti’, nige ‘gelin, abinin eşi’, pöle ‘iki kız kardeşin çocukları’, çeen ‘yeğen’ vb.
Azerbaycan Türkçesinde akrabalık kavramlarından bazılarının ayrı bir sözcükle ifadesi
bulunmamaktadır (örnek olarak, ‘dede’ kavramını bildiren baba sözcüğü hem babanın
hem de annenin babası için kullanılır; iki kız kardeşin çocuklarını bildiren ayrı bir
sözcük bulunmamaktadır vb.).
Her iki lehçede Türkçe temelinde daha sonradan türetilmiş sözcükler de farklılık
oluşturabilir. Ör.: A. T. itki- H. çidig ‘kayıp’, A. T. eskiklik- H. çitpester ‘eksiklik’, A.
T. başçı- H. pastıx ‘önder, yönetici’, A. T. seçici- H. tabığcı ‘seçmen’, A. T. gelir- H.
paris ‘gelir’, A. T. dayanacag- H. toxtağ ‘durak’ vb.
Bazen Azerbaycan Türkçesinde Türk kökenli bir sözcükle ifade edilen kavram
Hakasçada yabancı kökenli sözcükle karşılığını bulabilir (ör.: AT axtarış- H. Rusça
kökenli rozısk ‘arama’, AT. gabagcıl- H. Rusça kökenli peredovik ‘öncü’, AT oxucu- H.
Rusça kökenli çitatel’ ‘okur’ vb.). Ama bu durumun tersi de görülebilir. Örnek olarak,
Azerbaycan Türkçesinde orta eğitim öğrencisi için Farsça kökenli şagird, üniversite
öğrencisi için ise Arapça kökenli telebe sözcüğü kullanılır. Hakasçada bu kavramı ifade
etmek için Rusçadan geçen student sözcüğünün yanısıra, Türkçe temelinde oluşturulmuş
ügrenci sözcüğü de vardır. Aynı şekilde, ‘öğretmen’ kavramı için Azerbaycan
Türkçesinde Arapça kökenli müellim, Hakasçada ügretçi, ‘yüksek öğrenim’ kavramı
için Azerbaycan Türkçesinde Arapça kökenli ali tehsil, Hakasçada pözik ügredig
sözcükleri işlev yapmaktadır.
Hakasçada ikincil sayılan (bk. Grammatika Hakasskogo Yazıka, 18- 19. s.) ünlü
uzunluğu anlam farkı oluşturmaktadır: aas ‘ağız’- as ‘tahıl; az’, xaas ‘kemer’- xas
‘kaz’, püür ‘kurt’- pür ‘ağaç yaprağı’, çoon ‘yoğun; büyük’- çon ‘halk’, iir ‘akşam’- ir
‘er,
434
erkek’ vb. Azerbaycan Türkçesinde ünsüz düşümüyle oluşan ünlü uzaması bulunmadığı
için bu durum da söz konusu değildir.
Belirtilen bu özellikler Azerbaycan Türkçesiyle Hakasçayı birbirinden farklı
kılmaktadır. Yüzeyde görülen bu farklar aynı dilin, aynı lehçenin ağızları arasında da
gözlemlenebilir. Buna karşılık bu lehçeleri birbirine bağlayan çok sağlam bağlar vardır
ki biz de onlardan bahsetmek istiyoruz.
Her şeyden önce, Türkçenin temel söz varlığı, belli ses değişiklikleriyle (bk.
Tekin, Ölmez, 76- 79. s.) her iki lehçeyi birbirine bağlamaktadır; y- z (ayag- azax,
guyrug- xuzurux), ç-s (çöp- söp, çıx- sıx-), ş- s (baş- pas, beş- pis), ş- z (kişi- kizi), b- p
(bol- pol-, bala- pala), g- x (gol- xol, gışgır- xısxır-), y- ç (yaxşı- çaxsı, yüz- çüs), e- i
(gel-kil, keç- kis-) bu ses değişimlerinden bazılarıdır. Bu ses değişimleri aslında köken
birliğine bir gönderme gibidir. Aynı zamanda bu ses değişimlerinin aşağı yukarı hepsini
Azerbaycan Türkçesi ağızlarında da izlemek mümkündür. Cebrail bölgesinin Sirik
köyünde yazı dilindeki ş sesinin s sesine dönüşmesi (daş- das, gaş- gas, aşıg- asıx vb. )
bunun sadece bir örneği olarak gösterilebilir (bk. Hacıyev, 22. s.).
Karşılaştırma yapıldığında, Azerbaycan Türkçesinde yer alan ama diğer Oğuz
grubu lehçelerinde (örnek olarak, Türkiye Türkçesinde) kullanılmayan birçok sözcüğün
Hakasçada kullanıldığı görülmektedir. Ör.: A. T. – H. toxta- ‘durmak’, sındır- ‘kırmak’,
sırı- ‘iri dikişle dikmek’, sınağ ‘deneme’, mal ‘hayvan’, sana- ‘saymak’, çal ‘kır’, A. T.
damcı- H. tamcı ‘damla’, A. T. solaxay- H. solağay ‘solak’, A. T. haçan- H. xaçan ‘ne
zaman’, A. T. yuban- H. çuban- ‘geç kalmak’, A. T. gıcan- ‘eylem olarak tehdit etmek,
saldırgan davranmak’- H. xıcan- ‘tehdit etmek’, A. T. gışgır- H. xısxır- ‘yüksek sesle
bağırmak’ vb. Azerbaycan Türkçesinde olduğu gibi Hakasçada da kücük ‘köpek
yavrusu’, kiçig ‘küçük’tür, tüle- ‘tüylerini dökmek’tir, hayret, şaşırma, sevinç, kırgınlık
bildiriminde Azerbaycan Türkü boy, Hakas Türkü poy ünlemini kullanabilir; her iki
lehçede civcivleri çağırmak için kullanılan ünlem (cip- cip- cip), tavukları kovalamak
için kullanılan ünlem (kiş, kış) aynıdır.
Azerbaycan Türkçesi ağızlarında kullanılmakta olan sözcükler bu açıdan ayrı bir
önem taşımaktadır. Bu dil birimleri farklı bir çizgide Azerbaycan Türkçesiyle Hakasçayı
birbirine bağlamaktadır. Ör.: gurut (Kazak, Şahbuz, Ordubad)- H. xurut ‘kurutulmuş
yoğurt’, dang gelmek ‘şaşırtıcı, tuhaf gelmek’ (Kazak, Şemkir)- H. tangna- ‘şaşırmak’,
garta ‘midenin iç kısmı’ (Salyan), garın garta ‘sakatat, karnın iç kısmı’ (Salyan,
Gence)-H. xarta ‘atın kalın bağırsağı’ vb. Azerbaycan Türkçesinde bulunan taxta ‘tahta’
sözcüğü Hakasçada aynı ses biçimiyle ‘köprü’ anlamına gelmektedir. Sözcüğün ‘köprü’
anlamının izini Azerbaycan Türkçesinin Salyan ağzında bulabiliriz. Salyan ağzında
kullanılan taxtasuat sözcüğü ‘su almak ve hayvanlara su vermek için nehir, dere
kıyısında yapılmış küçük köprü’ anlamını taşır.
Hakasçada pay sözcüğü ‘zengin’ anlamını ifade eder. Azerbaycan Türkçesi yazı
dilinde kullanılmayan bu sözcüğü ağızlarda ‘zengin’ anlamı dışında farklı anlamlarda
görebiliriz. Şöyle ki, Gence ağzında bay ‘bağımsız, özgür, şımarık’, Kazak ağzında bay
olmax ifadesi ‘mutlu olmak’, batı ağızlarında bayındırmax ‘zenginleştirmek’, Şemkir ve
Gence’de baylammax ‘şımarık olmak, iş yapmaya alışkın olmamak’ anlamına geliyor.
Kazak, Marneuli, Tovuz, Gedebey bölgelerinde ‘kadın gibi davranan erkekler
için kullanılan efçi sözcüğü de diğer bir örnek sayılabilir. Sözcük Hakasçada ipçi
sesbilimsel biçimiyle ‘kadın’ anlamına gelmektedir.
Hakasçada ‘nefret, nefret edilen’ anlamlı xırtıs sözcüğü vardır. Azerbaycan Türkçesi
yazı dilinde bu sözcüğe rastlanmamaktadır. Ama bölgesel olarak (Karabağ bölgesi)
konuşma dilinde ‘kıskanç, başkalarının iyiliğini çekemeyen’ anlamlı xayın-xırtış
ikilemesindeki ikinci bileşen bu sözcüğü çağrıştırmaktadır. Teklikte kullanılmayan xırtış
sözcüğünün kökeni Azerbaycan Türkçesi temelinde açıklanmamaktadır. Bu konuda
435
Hakasçadaki xırtıs sözcüğü biçim ve anlam yakınlığı ile xırtış sözcüğünün anlam
içeriğine ışık tutabilir.
Cebrail bölgesinde ‘doymak, bir şeyden hevesini almak’ anlamında tarçığını
doldurmag deyimi kullanılmaktadır. Tarçıg bileşeni yazı dilinde ve adı geçen bölgede
teklikte bulunmadığı için deyimin sözcüksel yorumunu yapmak zordur. Hakasçaya
baktığımızda bu sözcüğün ‘çuval’ anlamını taşıdığını görüyoruz. Bu şekilde sözcüğün
aktarmalı olarak deyimde varlığını koruduğu söylenebilir.
Cebrail bölgesinde tubulgu, Kazak bölgesinde tuvulğu biçimiyle kullanılan ve
‘ince çubuk, ağaç’ anlamına gelen sözcük de Hakasçadaki ‘çayır melikesi’ anlamlı
tabılğı sözcüğünü çağrıştırmaktadır. Sözcük, Şamahı bölgesinde bir ağaç türünü bildiren
tubriği sözcüğü ile de ilişkilendirilebilir.
Lenkeran bölgesinde kullanılan xos sözcüğü ‘güzel’ anlamına gelmektedir.
Hakasçada xoos biçiminde kullanılan sözcüğün bir anlamı da ‘güzel’dir. Görülen anlam
birliği bu sözcüklerin köken birliğini düşündürmektedir.
Sözcüklerin anlam dünyası araştırılırken ilk olarak karşıya çıkan sorunlardan biri,
sözcüklerde çokanlamlılık özelliğidir. Sözcüğün temel anlamı dışında taşıdığı diğer
anlamlar onun potansiyel gücünü ortaya koymaktadır. Genel olarak Türkçede yaygın olan
çokanlamlılık, Azerbaycan Türkçesi ve Hakasçada da sıkça görülmektedir. Sözcüğün sahip
olduğu çokanlamlılık bazen her iki lehçede örtüşebilir. Örnek olarak, Azerbaycan
Türkçesindeki yoğun sözcüğü Hakasçada çoon ses biçimiyle yer almaktadır. Sözcük her iki
lehçede çokanlamlılıdır. Sözcüğün Azerbaycan Türkçesindeki ‘hacimli, büyük; kalın; kaba,
cahil, yontulmamış’ gibi anlamları aynen Hakasçada da görülmektedir.
Fakat bu, tüm çokanlamlı sözcükler için geçerli değildir. Bazen lehçelerden
birinde tek anlamla işlev yapan sözcük, diğerinde çokanlamlılığa sahip olabilir. Örnek
olarak, Azerbaycan Türkçesinde ‘kasp etmek, yağmalamak’ anlamında talamag sözcüğü
kullanılmaktadır. Sözcüğün Azerbaycan Türkçesindeki kullanım alanı sınırlıdır ve temel
anlamı dışında başka anlam taşımaz. Buna karşılık, Hakasçada sözcük çok anlamlıdır.
‘Yağmalamak’ anlamının yanı sıra ‘dağıtmak, kırmak, kırıp dökmek, parçalamak; yer
ekmek’ gibi birçok anlam tala- sözcüğünün yardımı ile ifade edilebilmektedir. Veya ok
sözcüğünü ele alalım. Ok, tarihi çok eskilere uzanan ve Türk lehçelerinin ortak söz
varlığında yer alan sözcüklerden bir tanesidir. Azerbaycan Türkçesinde ox ses biçimiyle
temel anlamını koruyan sözcük, daha çok deyimlerde yaşamaktadır. Hakasçada ux
sözcüğü hem ‘ok’, hem de ‘kurşun’ anlamına gelmektedir. Görüldüğü üzere, işlevsel
benzerlik sözcüğün anlam alanını etkilemiş ve çok anlamlılık oluşmasına yol açmıştır.
(Türkiye Türkçesinde araba sözcüğünde olduğu gibi). Bu şekilde sözcük eskime
sürecinden kurtularak dile yeniden kazandırılmıştır. Azerbaycan Türkçesindeki
taptalamag sözcüğü de buna örnek olarak gösterilebilir. Sözcük, ‘ayakları ile üzerine
basmak, ezmek’ anlamına gelmektedir. Hakasçada ise tapta- sözcüğü çok anlamlıdır;
‘ezmek, dövmek (demir dövmek), bilemek, ayakları altında ezmek’ gibi çeşitli anlamlar
taşır. Başka bir örnek: Azerbaycan Türkçesinde gab sözcüğü çokanlamlıdır; ‘içerisine
bir şey koymak için kullanılan eşya, kap; (konuşma dilinde) çuval, kese; tabak’ gibi
anlamları vardır. Ama Hakasçada xap sözcüğü sadece ‘çuval’ anlamına sahiptir. Dildeki
xap orta /xaborta ‘tam isabet’ birleşik sözcüğündeki xap bileşeninin ise ‘kap’ kavramı
ile değil, xap- fiili ile bağlantılı olduğu düşünülebilir.
Lehçelerin her ikisinde çokanlamlılık gösteren sözcükler içerik olarak tamamen
aynı olmayabilir. Örnek olarak, salmag eylem sözcüğünün Azerbaycan Türkçesinde 23
anlamı bulunmaktadır (bk. ADİL, IV, 22-23. s.). Dolayısıyla kök fiillerde görülen anlam
zenginliği bu sözcük için de geçerlidir. Sal- kökünün Hakasçada da çok anlamlı olduğunu
belirtmemiz gerekir. Bu anlamlardan bazıları Azerbaycan Türkçesindeki kullanımlarla
örtüşmektedir (ör.: A. T. döşek salmag- H. tözek sal- ‘yatak hazırlamak’; A. T. od salmag-
436
H. ot sal- ‘ateşlemek’; A. T. at salmag- H. at sal- ‘arayış amaçlı olarak birinin arkasınca
atlı göndermek, atı bırakmak’). Ama örtüşmeyen birçok anlam da vardır. Bu durum
sözcüğün geniş potansiyelinin lehçelerdeki yansıması sayılabilir. ‘Kalın’ anlamlı sözcük
her iki lehçede çokanlamlı olarak işlev yapmaktadır. Azerbaycan Türkçesinde galın
‘kalın’, ‘gür’, ‘kaba’ anlamlarını taşır. Hakasçada xalın sözcüğü ‘kalın’ ve ‘gür’
anlamlarına sahiptir, bunun yanı sıra ‘derin’ anlamı da (ör. xalın uyğu ‘derin, deliksiz
uyku’) vardır. Damar sözcüğü de diğer bir örnek sayılabilir. Azerbaycan Türkçesinde
‘canlı varlıklarda kanın veya besleyici sıvıların dolaştığı kanal; pınarın, akarsuyun
kaynağı; bazı taşlarda, ağaç kesitlerinde görülen dalgalı çizgi şeklinde katman; huy,
mizaç, eğilim, beceri’ anlamlarını taşıyan bu sözcük, Hakasçada tamır biçiminde
‘damar, nabız, kök’ gibi anlamlara gelmektedir. Bunlardan ‘damar’ anlamının ortak
olduğu, diğerlerinin ise farklılık gösterdiği söylenebilir.
Sözcüğün genel olarak taşıdığı her anlam türemiş biçimlere farklı açılar
kazandırabilir. Örnek olarak, Azerbaycan Türkçesinde daşlamag, ‘taşla vurmak, taş
atmak’ anlamını taşıyan türemiş bir fiildir. Hakasçada tasta- fiili de türemiştir, ‘atmak,
fırlatmak, bırakmak’ gibi birkaç anlamı vardır. Ama belirtilen bu eylemlerin
gerçekleştirilmesi için doğrudan ‘taş’a gereksinim duyulmaz. Buna dayanarak
Hakasçadaki çokanlamlılığın nedeninin sözcük köküne bağlı olduğu düşünülebilir;
şöyle ki tas sözcüğü ‘taş’ dışında ‘dış’ anlamına da sahiptir ve bu anlam da türemiş
biçime dolaylı olarak yansımış olabilir.
Dilbilimde şekilce aynı olan bir sözcüğün birbiriyle bağlantısı bulunmayan
anlamlar taşıması eşadlılık (eşseslilik, sesteşlik) olarak adlandırılır. Eşadlılık dilin söz
varlığında ilginç ve bazen de tartışmalı olgulardan biri sayılmaktadır.
Karşılaştırdığımız lehçelerde ana dili temelinde oluşmuş çok sayıda eşadlı
sözcük bulunmaktadır. Ör.: A.T. bel ‘sırt’, ‘kürek’; kök ‘şişman’, ‘havuç’, ‘sözcük
kökü’; yolcu ‘yolcu’, ‘dilenci’; H. toy ‘kil’, ‘düğün’; çazağ ‘süs’, ‘yaya’, sın ‘boy’,
‘sıradağlar’, ‘gerçek’ vb.
Her iki lehçede eşadlı sözcükler yabancı dilden geçen sözcüklerin dilde bulunan
bir sözcükle şekilce örtüşmesiyle de ortaya çıkabilir: A. T. bal ‘bal arılarının ürettikleri
yiyecek nesne’, Rusçadan geçmiş olan bal ‘balo’, yine Rusçadan geçmiş olan bal
‘depremin şiddet derecesi’; ahır ‘evcil hayvanların barınağı’, Farsçadan geçmiş ahır
‘son’; H. çay ‘yaz’, Rusçadan geçmiş olan çay ‘çay’; çek ‘kötü, iğrenç’, Rusçadan
geçmiş olan çek ‘makbuz’ vb. Z. Y. Kaskarakova, Arapça ve Farsça kökenli sözcüklerin
Hakasça olan sözcüklerle de eşadlılık oluşturduğunu belirtmiş ve şu örnekleri vermiştir:
çazın (F.) ‘kağıt’- çazın (H.) ‘şimşek’, tar (F.) ‘barut’- tar (H.) ‘dar’, san (F.) ‘sayı,
hesap’-san (H.) san pasxa birleşiminde ‘tuhaf, sıra dışı’, tam (A.)‘tat’- tam (H.)
‘katman) vb. (bk. Kaskarakova, 121- 122. s.).
Fakat Azerbaycan Türkçesi ve Hakasçada eşadlılık durumunun çok fazla
örtüşmediğini belirtmemiz gerekir. Her şeyden önce, Hakasça’da köken olarak farklı
olan sözcükler aynı ses yapısına sahip olabilir (ör.: aar ‘ağır’, ‘arı’; as ‘aş- tahıl,
ekmek’, ‘aç’, ‘az’; xat ‘kat’, ‘kadın’, xas ‘kaz’, ‘kaş’ vb.) . Bu açıdan Hakasça’da eşadlı
olarak görülen sözcüklerin bir kısmı Azerbaycan Türkçesinde farklı ses yapısıyla
eşadlılık oluşturmaz. N. A. Baskakov ve A. İ. İnkijekova- Grekul, bu tür sözcüklerin
Hakasça biçimini daha eski sayarak diğer lehçelerdeki değişimleri sonraki gelişim
süreciyle bağlamışlardır (bk. HRS, 397. s.).
Hakasçadaki bazı eşadlı sözcükler Azerbaycan Türkçesinde tüm anlamlarıyla
kullanılmayabilir. Örnek olarak, Hakasça’da ças ‘genç’, ‘yaş’, ‘göz yaşı’ gibi eşadlı
anlamlar taşır. Azerbaycan Türkçesinde yaş sözcüğü eşadlı olarak ‘yaş’ ve ‘göz yaşı’
anlamlarına sahiptir, ama ‘genç’ anlamında kullanılmaz. Ülgü sözcüğü Azerbaycan
Türkçesinde ‘örnek, model’ anlamına gelmektedir. Hakasça’da eş adlı olarak
437
değerlendirilen sözcük, ‘örnek’ dışında ‘hakimiyet, kanun, gelenek’ gibi çeşitli
anlamlara da sahiptir.
Çokanlamlı ve eşadlı sözcükler arasında sınır çizilmesi bazen zor olur. Bu
durum doğal olarak sözlüklere de yansımaktadır. Burada üzerinde durulacak bir konu da
Azerbaycan Türkçesi ve Hakasçada ‘yalancı eşdeğerlik’ olarak adlandırılan olgudur.
Birçok durumda eşadlılıkla örtüşen yalancı eşdeğerlik, özellikle bir lehçeden diğerine
aktarma yapılırken çok önemli ve dikkat edilmesi gereken bir husustur. Türkiye
Türkçesini diğer Türk lehçeleriyle bu konu temelinde kıyaslayan hatırı sayılır çalışmalar
bulunmaktadır (kaynaklar için bk. Alkan, 688. s.). Biz, yalancı eşdeğerliği sözcüklerin
anlam özelliklerinin dışında tutarak ele aldığımız lehçelerde şekil benzerliği gösteren
sözcüklere şu örnekleri gösterebiliriz: A. T. marıg ‘pusu’- H. marığ ‘yarış’, A. T. tala
‘orman içinde ağaçsız yer, açık alan’- H. tala ‘avlu duvarı halkasında bir sırık uzunluğu
’, A. T. sıyıg ‘lapa’- H. sıyıx ‘hediye, ödül’, A. T. sımsırıg ‘surat asma’- H. sımsırıx
‘sessizlik, sessizce’, A.T. yaman ‘kötü,’- H. yaman ‘keçi’, A. T. çöp ‘ince küçük çubuk,
sap’- H. çöp ‘tavsiye; tam olarak uygunluk’ vb.
Bir dilin söz varlığının zenginliğinden bahsederken eşanlamlılığın da göz ardı
edilmemesi gerekir. “Bir dilde, birbirine yakın anlamda birçok sözcüğün bulunması o
dilin zenginliğini, işlenmişliğini gösteren özelliklerdendir”(Aksan, 78. s.). Azerbaycan
Türkçesinde anlam yakınlığı gösteren Türkçe ve yabancı kökenli sözcükler eşanlamlılık
oluşturabilir: gözel, göyçek, geşeng ‘güzel’, bahar, yaz ‘ilkbahar’, gehreman, goçag,
igid, cesaretli, ürekli, gorxmaz, cesur ‘cesur, gözüpek’, azarlı, nahoş, xeste, nasaz, kefsiz
‘hasta’ vb. Hakasçada eşanlamlılığın daha çok ağızlardan geçen ve bazen de başka
dillerden giren sözcüklerle kurulduğu görülmektedir: ada, paba ‘baba’, çoon, poğda ‘
yoğun, şişman,’ silig, ökerek, abaxay ‘güzel, hoş, sempatik’ alamdır, alasım
‘düşüncesiz, şımarık, yaramaz’, kül-, xatxır- ‘gül-’, öreken, iney ‘yaşlı kadın’, ilgör,
tasxax ‘raf’ vb. Fakat bizim açımızdan daha ilginç olan husus, her iki lehçede ortak
olarak görülen sözcüklerin eş anlamlılık özelliklerinin onların anlam alanıyla olan
ilgisidir. Bazı örnekleri gözden geçirelim.
Azerbaycan Türkçesinde ‘küpe’ anlamında sırğa sözcüğü kullanılmaktadır.
Hakasçada sözcük izirga şeklindedir. Ama Azerbaycan Türkçesinde sırğa sözcüğüne eş
anlamlı olarak tana sözcüğünün de varlığı dikkat çekmektedir. Hakasçada da bulunan
bu sözcük ‘’iri parlak düğme’ anlamını taşır. Hem düğmenin hem de küpenin şekil
olarak yuvarlaklığı, her ikisinin de süs eşyası olarak işlev yapması tana sözcüğünün
ortak noktaları olarak onları birbirine yaklaştırır.
Doğ- ve töre- sözcükleri her iki lehçede eşanlamlı olarak görülmektedir. Fakat
bu, sözcüklerin her durumda birbirinin yerini alabileceği anlamına gelmez. Doğ-
sözcüğünün Azerbaycan Türkçesinde ifade ettiği anlamlar şöyle sıralanabilir: ‘çocuk
doğurmak, yavrulamak; (gök cisimleriyle ilgili) çıkmak, görünmek; meydana çıkmak,
ortaya çıkmak, türemek, (eski olarak) doğmak’ (ADİL, II, 124. s. ). Töre- sözcüğü de
‘oluşmak, meydana gelmek, baş vermek; doğmak, dünyaya gelmek; nesli artmak,
çoğalmak, doğup türemek’ anlamındadır (ADİL, IV, 206. s.). Dolayısıyla, doğ- sözcüğü
daha geniş bir anlam kapsamına sahiptir. Töre- sözcüğünün ise genellikle sonuca
gönderme yaptığı düşünülebilir. ‘Bir kişinin soyundan gelenler’ kavramı için töreme
sözcüğünün kullanılabilir olması bu anlamla dolaylı yoldan bağ kurabilmektedir.
Hakasçaya baktığımızda tuğ- sözcüğünün anlam daralması yaşadığını, sadece
hayvanlarla ilgili olarak ‘doğurmak’ anlamına geldiğini görüyoruz. Ama aynı kökten
türemiş olan tuğan sözcüğü insanlarla bağlı olarak ‘akraba’ anlamını ifade eder.
Azerbaycan Türkçesindeki doğ- sözcüğünün işlevini burada töre- / töri- sözcüğü yerine
getirmektedir (ör.:. naa ay töreen ‘yeni ay doğmuş’).

438
Birbirine karşıt anlam taşıyan tersanlamlı sözcükler, karşıt kavramların
bildirimine hizmet etmektedir. Genel olarak evrensel sayılan kavram karşıtlığını her iki
lehçede görmekteyiz: A. T. süretli- yavaş, ağır ağır, H. tabrax- ağrin ‘hızlı- yavaş’; A.
yaxşı- yaman, H. çaxsı- çabal ‘iyi- kötü’; A. T. derin- dayaz, H. tiren- tayıs ‘derin-sığ’;
A. T. gül- ağla-, H. kül- ılğa-, ‘gülmek- ağlamak’; A. T. arıgla- kökel-, H. ar-
simir-‘zayıflamak- kilo almak’; A. T. düş- çıx-H. tüs- sıx- ‘inmek- (yukarıya doğru)
çıkmak’ vb. Tersanlamlı sözcükler, sözcüklerin anlam içeriği ile bağlantılı olarak
sözdizisel özelliklerinin aydınlatılmasında da yardımcı olmaktadır. Burada dilde genel
olarak seyrek görülen sözcük içi anlam karşıtlığından da bahsetmemiz gerekir.
Azerbaycan Türkçesinde de örnekleri görülen (ör. yaxşı ‘iyi’ ama ‘kötü’ anlamında da
kullanılabilir) bu duruma Hakasçadan tap- sözcüğünü gösterebiliriz. Sözcük, diğer
anlamlarıyla beraber, hem ‘aramak’ hem de ‘bulmak’ anlamlarına sahiptir.
Anlambilim çalışmalarında çok önemli sayılan konulardan biri de anlam
değişmeleridir. Anlam değişmeleri, “bir göstergenin başlangıçta dile getirdiği kavramda
bir daralma, bir genişleme belirmesi ya da aynı sözcüğün bir zaman sonra başka bir
kavramı anlatır duruma gelmesidir” (Aksan, 88. s.). Azerbaycan Türkçesi ve Hakasçada
anlamsal açıdan ilgi çeken bazı sözcük değişimleri vardır. Aynı kavram alanına hitap
eden bu sözcükler zaman içerisinde anlam değişikliğine uğramıştır. Ör.: A. T. gemi
‘gemi’- H. kime ‘kayık’; A. T. çoşga ‘domuz yavrusu’- H. sosxa ‘domuz’; A. T. don
‘elbise, kadın kıyafeti’- H. ton ‘kürk’; A. T. yancı ‘aracı, küs olan iki tarafı barıştıran
kişi, yardımcı’-H. nancı ‘arkadaş’; A. T. igid ‘yiğit, kahraman’- H. çiit ‘genç, delikanlı’
A. T. ağac ‘ağaç’- H. ağas ‘orman’ vb. Bu tip sözcükler çok anlamlılığa götüren çizgiye
yaklaşmakla, anlam potansiyelleri ile ilgili bir fikir de oluşturmaktadır. Bu
sözcüklerdeki ortak anlam birimciği bazen doğrudan fark edilmeyebilir. Onlardan
bazılarını gözden geçirelim.
Azerbaycan Türkçesinde subay sözcüğü ‘evlenmemiş, bekar’ anlamını taşır (ör.
subay oğlan, subay gız). Aynı sözcük Hakasçada ‘yavrusu bulunmayan hayvan’
anlamına gelmektedir (ör. subay inek). Bizce, bu kullanımların temelinde bir ortak
nokta (‘insan ve hayvanlarda yavrunun bulunmayışı nedeniyle yalnız olma’) vardır.
Hakasçadaki çalğıs subay ‘yalnız, bekar’ ifadesi de bu fikre destek niteliğindedir.
Azerbaycan Türkçesinde döşlük sözcüğü ‘kıyafeti temiz tutmak için üzerine
giyilen kolsuz önlük’ anlamını taşımaktadır. Önlük sözcüğü ile eş anlamlı olarak
kullanılan bu sözcük, işlevselliği dışında bir bilgi iletmemektedir. Hakasçaya
baktığımızda töstik sözcüğünün ‘kök’ ve ‘atın eyerinin kaymaması için göğsüne
geçirilen kemer’ anlamlarına geldiğini görüyoruz. Fakat Hakasçada ‘önlük’ kavramının
simgesel özellikleri bulunmaktadır ve bu özelliklerin yansıtılmasını poğo sözcüğü
üstlenmiştir. Düğünlerde ve doğumda ritüel kıyafeti olan poğo, tanrıça Umay’ı
simgelemektedir. Sahalar’da şamanın giyindiği önlüğün tüsülük (döşlük) olarak
adlandırılması da bu kıyafetin özel bir amacı olduğunu göstermektedir (bk. Sagalayev,
83, 117. s.). Dolayısıyla, Azerbaycan Türkçesinde sözcüğün simgesel anlamının
kaybolduğunu, Hakasçada ise simgesel anlamın korunması ile temel anlamın yerini yan
anlamlara bıraktığı görülmektedir.
Hakasçada üs sözcüğü ‘yağ’ anlamına gelmektedir. Azerbaycan Türkçesinde
çok anlamlı olarak işlev yapan üz sözcüğünün de bir anlamı ‘süt ve yoğurdun üzerinde
oluşan kaymak’tır. Bu anlamlar arasında dolaylı bir bağ kurulabilir. Ama konuşma dilinde
kullanılmakta olan yağlı- üzlü ikilemesi yağla olan bağlantıyı daha açık sergilemektedir.
Gözden geçirdiğimiz her iki lehçede köken açısından açıklanması zor sözcükler
bulunmaktadır. Bazı durumlarda bir lehçenin söz varlığı diğeri için açıklayıcı olabilir.
Örneklere bakalım.

439
Azerbaycan Türkçesinde ‘frenk üzümü’ anlamında garağat sözcüğü
kullanılmaktadır. Aynı meyvenin siyah renkte olanı gara garağat, kırmızı renkte olanı
da gırmızı garağat adlandırılmaktadır. Basitleşmiş olarak görülen ve parçalara
ayrılmayan bu sözcükte gara ‘kara’ bileşeni onun köken olarak birleşik olduğunun bir
izidir. Fakat Azerbaycan Türkçesi temelinde bunu açıklayamıyoruz. Hakasça’ya
baktığımızda, ‘gara garağat’ için xarağat, ‘gırmızı garağat’ için xızılğat sözcüğünün
kullanıldığını görmekteyiz. Bu sözcüklerdeki xara ve xızıl parçacıkları renk ve çeşit
bildirmektedir, xat bileşeni ise eski olarak ‘orman meyvesi’ anlamını taşımıştır.
Günümüzde Hakasçada orman meyveleri genel olarak çistek sözcüğü ile ifade
edilmektedir. Xat sözcüğü ise eski olsa da bazı orman meyveleri adında korunmaktadır
(ör. tiin xadı ‘kırmızı yaban mersini’, aba xadı/ ağas çistegi ‘ahududu’). Bu şekilde
Azerbaycan Türkçesindeki garağat sözcüğü de köken açısından açıklığa kavuşmuş olur.
Bilindiği üzere, vücut organ adları dilin temel söz varlığında yer almaktadır.
Türk lehçelerinde de bu sözcüklerin büyük bir kısmı ortak sayılmaktadır. Ama bazen
farklılıklar da gözlemlenebilir. Bu açıdan göz sözcüğünün Azerbaycan Türkçesi ve
Hakasçadaki durumunun karşılaştırılması ilginç sonuçlar verebilir. Azerbaycan
Türkçesinde göz sözcüğü çok anlamlı olmakla birlikte onlarca sözcük ve deyim
oluşumunda da aktif olarak yer alır. Oysa Hakasçada ‘göz’ anlamında xara- (‘bakmak’)
kökünden türemiş olan xarax sözcüğü kullanılmaktadır. Diğer Türk Lehçelerinde geniş
bir şekilde kullanılan köz sözcüğü ise Hakasça için eskimiş sayılır. Bu sözcük varlığını
bazı sözcüklerin kökünde ve birleşimlerde koruyabilmiştir (ör. közit- ‘göstermek’,
közenek ‘pencere’, közene ‘perde’, közine ‘birisi bulunurken, onun yanında’ anlamına
gelen yardımcı sözcük, ine közi ‘iğne deliği’, kösten köske ‘baş başa, teke tek’, halk
edebiyatı örneklerinde geçen köstik ‘ayna’). Bu sözcüklerdeki Hakasçanın çağdaş
durumu ile açıklanmayan köz bileşeni başka Türk lehçeleriyle, o sıradan Azerbaycan
Türkçesi ile kıyasta açıklığa kavuşturulabilir. Diğer taraftan Azerbaycan Türkçesindeki
garavulçu ‘bekçi’ sözcüğü de kara- kökü ile bağlantı kurmaktadır.
Azerbaycan Türkçesinde konuşma eyleminin gerçekleşmesinde önemli rol
oynayan vücut organlarının ismi olarak dil ve ağız sözcükleri çokanlamlılıkları ile
seçilmektedir. Bu sözcüklerden oluşan dil- ağız ikilemesi de birçok deyim oluşumunda
yer almaktadır: dil- ağız etmek ‘özür niteliğinde hoş sözler söylemek’, dil- ağıza salmag
‘bir haberi yaymak; birinin hakkında kötü konuşmak’, dilde- ağızda gezmek, dile- ağıza
düşmek ‘ ünlenmek; hakkında kötü konuşulmak’, dili- ağzı gurumag, dili- ağzı tutulmag
‘konuşamamak’, dili ağzı gurusun ‘beddua’, dilini- ağzını bağlamag ‘susturmak; batıl
inançlara göre konuşmasını engelleyerek kötü etkiden korunmak’ vb. Hakasçada dil ve
ağız sözcükleri ‘yenilik, haber’ anlamında tılaas birleşik sözcüğünü oluşturmuştur.
Sözcükte til ‘dil’ ve aas ‘ağız’ parçalarının yeri değiştirildiğinde ise farklı anlamlı bir
ikileme oluşmaktadır: Aas- til ‘itiraf’(aas- tilin surarğa ‘sorgulamak, itiraf etmesini
sağlamak’). Bu birleşimlerin her ikisi konuşma eylemiyle bağını korumaktadır.
Sonuç olarak,
Azerbaycan Türkçesi ve Hakasça iki farklı çizgide gelişmiş, tarihi, sosyal,
kültürel farklılıkları bulunan birer Türk lehçesidir. Fakat taşıdıkları ortak yönler bu
lehçelerin çok sağlam olan bir köke dayandığını göstermektedir. Her iki lehçenin söz
varlığında yer alan sözcüklerin anlam özelliklerinin karşılaştırılması, onların gerçek
potansiyelinin ortaya çıkarılmasına, onarılmasına katkı sağlayabilir.

KAYNAKLAR
Aksan, Doğan (1999) Anlambilim. Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi,
Engin Yayınevi, Ankara.

440
Alkan Hanife (2012) “Lehçeler Arası Aktarmalarda Yalancı Eş Değerler Sorunu
(Türkiye Türkçesi- Özbek Türkçesi- Yeni Uygur Türkçesi Fiil Örneği)”, Turkish
Studies, Volume 7/ 4, p. 671- 688.
Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügati – ADİL (1.c.- 1964; 2.c.- 1980; 3.c.- 1983; 4.c.- 1987),
Editör: E. Orucov, “İlim” Neşriyatı, Bakü.
Chertykova Mariya D. (2018) “Hakas Dili Sosyo- Politik Terminolojisinin Gelişiminin
Ana Aşamaları (Ulusal Gazetenin Materyallerine Dayanarak)”, Yeni Türkiye (Türk Dili
Özel Sayısı- III), S.101, 90- 93.s.
Grammatika Hakasskogo Yazıka (1975) Pod Redaktsiyey Professora N. A. Baskakova,
İzd. “Nauka”, Moskva.
Hacıyev Tofig (1983) “Azerbaycan Dilinde Gayri- Oğuz Elementleri”, Türk Dillerinin
Kuruluşu ve Tarihi, Bakü, 15- 29.s.
Hakassko- Russkiy Slovar’- HRS (1953) Sostavili N. A. Baskakov i A. İ. İnkijekova-
Grekul, Gosudarstvennoye İzdatel’stvo İnostrannıh i Natsional’nıh Slovarey, Moskva.
Kaskarakova Z. Y. (2008) “Omonimiçeskiye Ryadı, Obrazovavşiyesya iz Arabo-
Persidskih i İskonno Hakasskih Slov”, Ural- Altay: Çerez Veka v Buduşçee (Materialı
III Vserossiyskoy Tyurkologiçeskoy Konferentsii, Posvyaşennoy 110- letiyu so Dnya
Rojdeniya N. K. Dmitriyeva), I Tom, Ufa, 120- 122.s.
Kızlasov A. S. (2018) “Günümüz Hakas Türkçesinin Kullanım Alanları Üzerine”, Yeni
Türkiye (Türk Dili Özel Sayısı- III), S.101, 567- 570.s.
Sagalayev A. M. (1991) Uralo- Altayskaya Mifologiya: Simvol i Arhetip, İzd. “Nauka”,
Sibirskoye Otdeleniye, Novosibirsk.
Tarakanova İ. M. (2008) “Sinkretiçnıye Slova v Hakasskom Yazıke”, Ural- Altay: Çerez
Veka v Buduşçee (Materialı III Vserossiyskoy Tyurkologiçeskoy Konferentsii,
Posvyaşennoy 110- letiyu so Dnya Rojdeniya N. K. Dmitriyeva), I Tom, Ufa, 226- 229.s.
Tekin Talat, Ölmez Mehmet (1999) Türk Dilleri. Giriş, Simurg Yayınevi, İstanbul.

TÜRKÇE FİİL CÜMLELERİNDE BELİRLİLİK


1
Bilgit SAĞLAM

Özet
Diller çeşitli yollarla belirliliği sağlarlar. Bu yöntemlerden en yaygın olarak
bilineni tanımlık (article) sistemidir. Buna karşın, bilindiği üzere Altay dillerine mensup
eklemeli bir dil olan Türkçe tanımlık sistemine sahip değildir. Bu nedenle Türkçede
belirliliği kuran ve etkileyen çok çeşitli değişkeler mevcuttur. Bu değişkeler kısaca
ekler, söz dizimi, vurgu ve kiplik olarak sıralanabilir. Bu çalışmada da, yüklem dışında
kalan ögelerin, gönderimde bulundukları varlık ve olguların belirlilik durumları bu
değişkeler göz önünde bulundurularak incelenecek ve Türkçenin belirliliği kurmada
kullandığı yollar üzerinde durulacaktır. Dilin konuşmacı ve dinleyici olmak üzere iki
icracısı olduğu göz önünde bulundurularak ad öbeklerinin (AÖ) bu iki eyleyen
açısından hangi durumlarda belirli oldukları tespit edilmeye ve belirli AÖlerin hangi dil
bilgisel, edimsel ve bağlamsal durumlarda kullanılabileceği gösterilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türkçe, ad öbeği, fiil cümleleri, belirlilik, özgüllük.

Arş. Gör., Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, el- 1
mek: bilgitsaglam@gmail.com
441
Abstract
Languages has different ways to make a noun phrase definite. Most known
method to struct definite noun phrases is definite articles. But, as it is known, Turkish as
an agglunative and Altaic language, does not have an article system unlike most of the
Indo-European and Semitic languages. Without definite article, Turkish uses very
complex tools to establish definite noun phrases. These methods can be sorted as case
suffixes, intonation, syntax and modality. In this study, it is aimed to investigate how
Turkish establishes definiteness by using the tools above-mentioned.
Key words: Language, Turkish, noun phrase, verbal sentences,
definiteness.

GİRİŞ
Yüklemi merkeze alan bakış açısı şimdiye kadar yapılan çalışmaların büyük bir
kısmını oluşturmaktadır. Buna göre yüklem, cümlenin temel ögesidir ve cümle yüklem
için kurulur. Cümlenin ögeleri, yüklemin anlamını desteklemek, onu daha açık hâle
getirmek için vardır (Karaağaç, 2013, s. 874). Bu nedenle geleneksel dil bilgisi
çalışmalarında daha çok cümle ögelerinin yüklemin verdiği yargıyı ne şekilde “belirli”
hâle getirdikleri üzerinde durulmuştur. Ad öbeklerinin (AÖ) belirlilik durumları ise
çeşitli dil bilgisel unsurların (işaret zamiri, belirtme hâli eki vs.) varlığı veya yokluğuna
göre incelemeye tâbi tutulmuştur. Bir başka ifadeyle çoğunlukla AÖ’lerin dilbilgisel
belirlilikleri (Bolinger 1977) üzerinde durulmuştur.
Bu çalışma, yüklem dışında kalan ögelerin kendilerine bu görevi yükleyen
dilbilgisi unsurlarından (ekli ya da eksiz) bağımsız biçimde, gönderimde bulundukları
varlık veya olguların belirlilik durumlarını odak olarak belirlemiştir. Dilin konuşmacı ve
dinleyici olmak üzere iki icracısı olduğu göz önünde bulundurularak AÖ’lerin bu iki
eyleyen açısından hangi durumlarda belirli [+Belirli] oldukları tespit edilmeye ve belirli
AÖ’lerin hangi dil bilgisel şartlarda kullanılabileceği gösterilmeye çalışılacaktır.
Doğal dillerin AÖ’lerin belirlilik durumlarını farklı biçimlerde kurdukları
görülmektedir. Kimi dillerin [+Belirli] AÖ’leri işaretleyen dil bilgisel unsurlara sahip
olduğu bilinmektedir. Bu anlamda ilk akla gelen dil bilgisel araç tanımlık sistemidir.
Hami-Sami ve Hint-Avrupa dillerinin genelinde bulunan tanımlık sistemi konuşmacı ve
dinleyicinin ortak bir bilgiye sahip olduğu (ya da sahip olduğu varsayıldığı) AÖ’leri
işaretlemektedir. Buna karşın tanımlık sistemine sahip olmayan dillerde belirlilik çok
daha karmaşık yapılarla kurulur. Türkçe de tanımlık sistemine sahip olmayan bir dil
olarak, belirliliği dil bilgisel, edimsel, bağlamsal vb. yollarla kurmaktadır. Çalışmanın
amacı da Türkçenin belirliliği kurmada izlediği yolların izini sürmektir.
Ayrıca bu çalışmada AÖ’lerin belirlilik durumları cümle temelli bir incelemeyle
ortaya konulmaya çalışılacaktır. Cümlelerin olası farklı bağlamsal kullanımlarına,
belirlilik durumunu etkilediği noktalarda değinilecektir.
1. Belirlilik Nedir?
Belirliliği tanımlamadan önce dil bilgisel belirlilik ile çalışmada üzerinde
duracağımız anlamsal belirlilik arasında bir ayrım yapmak gerekmektedir. Böylesi bir
ayrım ilk olarak Bolinger (1977) tarafından yapılmış ve sonrasındaki pek çok çalışmada
da kullanılmıştır. Bolinger konuşmacı ve dinleyici için bilgisel (eski-yeni), gönderimsel,
tanıdık olma gibi edimsel özellikler taşımayan belirliliği dil bilgisel belirlilik olarak
tanımlar. Aşağıdaki örneği ele alalım:
(1) Ahmet patlıcanı çok sever.
Genel-geçer bir yargı bildiren yukarıdaki cümlede patlıcanı AÖ’sü ne konuşmacı ne
de dinleyici için herhangi bir patlıcana gönderimde bulunur. Buna karşın AÖ, belirtme
durum ekini almıştır. Bunun nedeni ise Türkçede nesne ile yüklem arasına bir başka unsur
442
alındığında, nesne konumundaki AÖ’nün belirtme durum ekini dil bilgisel bir zorunluluk
olarak almasıdır. AÖ, belirtme durum ekini zorunlu olarak alsa da bu AÖ’nün hem konuşur
hem de dinleyici için gönderimsel bir belirliliği ifade ettiğini göstermez.
Alanyazında anlamsal belirlilik olarak da ifade edilen ikinci tür belirlilik ise
AÖ’nün belirli bir gönderim sunduğu düzlemdir. Genel bir bakış açısıyla ‘Dün bir araba
aldım.’ ve ‘Dün arabayı aldım.’ cümlelerinde görülen ‘bir araba’ ve ‘arabayı’ arasındaki
farklılıktan kaynaklanmaktadır (Emeksiz, 2003, s. 91). İlk cümlede araba AÖ’sü
herhangi bir arabayı işaret etmekteyken, ikinci cümlede arabayı AÖ’sü hem konuşmacı
hem de dinleyici için belirli, gönderimsel ve tanıdık bir varlığı göstermektedir. Bu
çalışmada da belirlilik terimi, anlamsal belirlilik anlamında kullanılacaktır.
AÖ’lere belirli okuma sağlayan dil içi ve dil dışı durumları açıklamak için
birçok ölçüt ortaya atılmıştır. Bu ölçütler alanyazında, teklik, kapsayıcılık, tanıdıklık ve
tanımlanabilirlik şeklinde sıralanabilir. Bu ölçütler oldukça iç içe geçmiş, yer yer
birbiriyle kesişen, yer yer birbirini tamamlayan, yer yer birbirine karşıt duran konumlar
sergilemektedir.
1.1. Teklik (Uniqueness) – Kapsayıcılık (Inclusiveness)
AÖ’leri belirli yapan özellikleri kapsayıcı bir kuram olarak sunma çabaları ilk
2
olarak Russell (1905) ile başlamıştır. Russell’ın tekil belirli AÖ’leri tanımlamayı
amaçladığı teklik (uniqueness) kuramı, belirli tanımlama yapan her AÖ’nün tek bir
varlığa gönderimde bulunması ve göndergenin gerçek dünyada varlığının doğrulanabilir
olması anlamına gelir. Kısacası Russell’a göre belirli AÖ teklik koşulunu sağlar.
(2) The author of Waverly is Scottish.
(Waverly’nin yazarı İskoç’tur.)
Russell’a göre bu önerme ancak ve ancak ‘the author of Waverly’ gerçek
dünyada ‘Waverly romanını yazan tek bir yazar olduğunda ve bu yazar İskoç
olduğunda’ geçerlidir. Bir başka deyişle belirli tanımlama yapan AÖ’ler için “teklik”
doğruluk koşulunun bir parçasıdır ve AÖ tek olarak gerçek dünyadaki bir varlığa işaret
etmedikçe önerme kabul edilemez (Akt. Emeksiz, 2003, s. 95).
Russell’ın yalnızca tekil AÖ’leri tanımlamak için ortaya koyduğu ölçüt,
Hawkins tarafından tekil olmayan, çoğul ve yığın AÖ’leri kapsayacak şekilde
genişletilerek kapsayıcılık (inclusiveness) ölçütü ortaya konulmuştur.
Bu yılki güzellik yarışmasında, ödülleri eski Türkiye güzeli Azra Akın verdi.
Yukarıdaki cümlede, belirli tanımlama yapan AÖ tek bir varlığa değil, bir grup
varlığa gönderimde bulunmaktadır. Güzellik yarışmasında “tekil” özelliğe sahip olan
ödül, yalnızca birinciye değil, birinci, ikinci ve üçüncü adaya verilmektedir. Bu örnekte
anladığımız, Azra Akın’ın her üç ödülü de sahibine verdiğidir.
Teklik ve kapsayıcılık ölçütlerine getirilen en büyük eleştiri, belirliliği
tanımlamada, konuşmacı ve dinleyici arasındaki ayrımın gözetilmemiş olmasıdır.
Emeksiz (2003)’te de vurgulandığı gibi teklik koşulunu yerine getiren varoluş cümleleri
bu ölçütlere karşıt delil sunmaktadır:
(4) Bu mağazada çalışan çok güzel bir kız var.
Örnekte konuşmacı için var olan, tek olan “bir kız” olduğu açıktır. Bu durumda
Russell’ın teklik ölçütü sağlandığı için AÖ belirli olmalıdır. Ancak bu AÖ belirli değildir.
Bunun da sebebi, “bir kız” AÖ’sünün, konuşmacı tarafından bilinse de, dinleyici tarafından
herhangi bir gönderime sahip olmamasıdır. Bu durum belirlilik-özgüllük ayrımıyla
açıklanabilir. Belirlilik, hem konuşmacı hem de dinleyici için belli bir

Çalışmanın konusu belirliliğin ne olduğu ile ilgili kuramsal bir tartışma olmadığı için burada belirlilik
2
ile ilgili öne sürülen belli başlı kuramlara değinilecektir. Belirlilik kuramları ile ilgili ayrıntılı bilgi
için bk. (Abbot, 2002), (Emeksiz, 2003), (Lyons, 1999).
443
gönderimi gerekli kılarken, özgüllükte bu gereklilik konuşmacı ile sınırlıdır. Belirlilikten
farklı olarak özgüllük, konuşmacı merkezlidir (Emeksiz, 2005, s. 321). Dolayısıyla
(4)’teki bir kız AÖ’sü [-Belirli] okumaya sahip olmasına karşın [+Özgül]’dür.
1.2. Tanıdıklık (Familiarity) – Tanımlanabilirlik (Identifiability)
Tanıdık olma ölçütü, AÖ’nün hem konuşmacı hem de dinleyici tarafından
gönderime sahip olmasını gerektirir.
Bugün bir araba aldım.
Bugün arabayı aldım.
Yukarıdaki örneklerdeki cümlelerde nesne görevinde görülen AÖ’lerden (5)’te
görülen arabayı AÖ’sü hem konuşmacı için hem de dinleyici için belirli bir gönderime
sahiptir. (5)’te görülen bir araba AÖ’sü, satın alma işlemi gerçekleşmiş olduğundan
3
konuşmacı için belli bir gönderime sahiptir ; ancak dinleyici için aynı durum söz
konusu değildir. Bir AÖ’nün [+Belirli] olması için hem konuşmacı hem de dinleyici
açısından bilinen bir varlığa işaret etmesi gerekir. Dolayısıyla (6) numaralı cümle ise
dinleyicinin araba hakkında bir bilgiye sahip olduğu bir durumda kurulabilecek bir
cümledir. Christophersen (1939) bu durumdan hareketle AÖ’lere [+Belirli] okuma
sağlayan koşulu tanıdıklık (familiarity) ile açıklar. AÖ’nün tanıdık olması dinleyicinin
gönderimde bulunulan varlıkla ilgili direkt bir bilgiye sahip olmasını gerektirmez.
Durakta yaşlı bir adam ve bir kadın vardı. Adam oturmuş, gazete okuyordu…
Müthiş bir kitap okudum. Üstelik yazarı aynı zamanda ünlü bir filozof. Tanıdıklık
belirli AÖ’nün eski bilgiyle ilişkilendirilmesi sonucu ortaya çıkar. Eski
bilgi ya (7)’deki gibi konuşma sırasında konuşmacı tarafından daha önceden sunularak
(given information) doğrudan; ya da (8)’deki gibi dinleyicinin dünya bilgisine
başvurularak dolaylı biçimde verilebilir. Bu gibi çıkarımsal örnekler dilbilimciler
arasında belirliliğin tanıdıklık kuramından daha çok tanımlanabilirlik (identifiability)
ölçütüyle açıklanabileceği düşüncesini doğurmuştur (Lyons, 1999, s. 6).
Tanımlanabilirlik, tanıdıklık kuramını tamamen reddetmez, tıpkı teklik–kapsayıcılık
ölçütleri arasındaki ilişki gibi, tanımlanabilirlik, tanıdıklık ölçütünü kapsar ve onu yer
yer genişletir. Tanımlanabilirlik ölçütü, dinleyicinin, konuşmacı tarafından kullanılan
AÖ’yü tanımlayabilecek konumda olduğunu varsayar.
a. A woman was beaten by a dog.
She hit him with a paddle.
It broke in half.
The dog ran away.
Bu cümlelerde gönderimde bulunulan üç AÖ ile ilgili şu çıkarımlarda
bulunulabilir:

1. 2. 3.
-Kadındır. -Köpektir. -Sopadır.
-Bir köpek tarafından -Isırmıştır. -1 tarafından
ısırılmıştır. kullanılmıştır.
-İkiye bölünmüştür.

(Heim, 1982, s. 179).


Dinleyici bu çıkarımları dünya bilgisi sayesinde, AÖ’lerin
artgönderimsel
özelliklerine dayanarak tespit eder. Bu sebeple bu örnek, tanıdıklık ölçütünü aşarak,
tanımlanabilirlik ölçütü kapsamında açıklanır.

Yani özgüldür [+Özgül]3


444
Emeksiz (2003)’e göre tanıdıklık ve tanımlanabilirlik ile sunulan bu
genellemelerde de açıkta kalan noktalar bulunmaktadır.
Dilbilim bölüm başkanı henüz atanmadı.
İstanbul’da hayatının aşkıyla buluşabildin mi?
Yalnızca öğrenci temsilcisi fakülte yönetim kurulu toplantısına katılmalı.
(Emeksiz, 2003: 104)
Örtük bağlamlarda geçen yukarıdaki AÖ’lerin hiçbiri tanıdıklık-tanımlanabilirlik
koşulunu yerine getirmez. Buna karşın [+Belirli] okumaya sahiptirler. Dolayısıyla,
dinleyici açısından tanıdıklık-tanımlanabilirlik koşulunun yerine gelmemesi örtük
bağlamlarda belirli betimleme kullanılmasını engellememektedir. (Emeksiz, 2003, s.
105). Bu örnekleri belirli yapan ortak özellik Russell’ın öne sürdüğü teklik koşuludur:
“Açık ve örtük bağlamlar için iki temel belirlilik ölçütü vardır. Bu ölçütler açık
bağlamlarda tanımlanabilirlik; örtük bağlamlarda teklik ölçütüdür.” (Emeksiz, 2003, s.
105).
Bu çalışmada da belirliliğin Türkçedeki görünümleri bu tanımlama üzerinden
betimlenmeye çalışılacaktır.

Açık Bağlamlar Örtük Bağlamlar

Tanıdıklık

Tanımlanabilirlik
Teklik

Kapsayıcılık

Şekil 1: Belirli AÖ’yü Sağlayan Ölçütler


Türkçede AÖ’lerin belirlilik durumlarını incelemeye başlamadan önce belirli ve
belirsiz AÖ’lerin yanında bir üçüncü ayrım olarak belirlilik dışı AÖ’lerden bahsetmek
gerekir. Müşerref Dede (1986) ve Sabahat Sansa Tura (1986) tarafından yapılan bu
ayrım, AÖ’nün belirlilik durumunun söylem sırasında önem arz etmediği durumları
ifade etmek için kullanılır:
Dün Ali’ye çorap aldım.
Aytül kitap okuyor.
Dün bütün gün mektup yazdım. (Dede, 1986, s. 148).
(14)-(16)’daki AÖ’ler vurguyu üzerine alıp karşıtsal (contrastive) anlam
taşımadıkları durumlarda adeta yüklemin bir bileşeni gibi fiili niteleyen bir özelliğe sahip
445
olurlar. Bu cümleler bu tür bağlamlarda örneğin “Dün bütün gün ne yaptın?” gibi bir
soruya verilen “Mektup yazdım.” şeklinde bir cevap olarak kurulurlar. Bu tür
cümlelerde AÖ’lerin işaret ettikleri göndergelerin belirliliği konuşma esnasında
önemsiz görülür. Bu bakımdan bu bağlamlarda AÖ’nün belirlilik durumu bağıntısızdır.
Bu çalışmada, belirlilik durumunun bağıntısız olduğu bu tür AÖ’ler belirlilik dışı olarak
adlandırılacaktır.
2. Belirli AÖler
2.1. Bağımsız-Belirli AÖler
Dünya dillerinde de olduğu gibi Türkçede de bazı AÖ’ler öz nitelikleri itibari ile
belirliliği yapılarında barındırırken, bazı AÖ’ler cümlenin kullanıldığı bağlam
çerçevesinde belirlilik kazanırlar. Bu noktada belirli AÖ’ler iki başlık4 altında
toplanabilir: bağımsız-belirli AÖler ve bağımlı-belirli AÖ’ler.
Bağımsız-belirli AÖ’ler yukarıda da belirtildiği gibi cümlenin içinde bulunduğu
bütün şartlardan bağımsız biçimde belirliliğe içkin olarak sahiptirler.
Kapıda Ahmet seni bekliyor.
Şu öğrenciyi tanıdın mı?
Bağımsız-belirli AÖ’ler şu şekilde sıralanabilir:
Özel adlar:
Zeki Müren klasik Türk müziğinin güneşidir.
İstanbul’un kalbi Taksim’de atar.
Zamirler:
Kişi Zamirleri
Bir çocuğum olursa, onun adını “Yaz” koyacağım.
İşaret Zamirleri
0 Bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor.
Dönüşlülük Zamiri
Bir arkadaşımın doğum günü var. Kendisine sürpriz bir parti
hazırlıyoruz.
İyelik ekli AÖ’ler:
Derin ve ihtiraslı sev… Kalbin kırılabilir ama hayatı dolu dolu yaşamanın tek
yoludur.
Sıfatlarla Kurulan Bağımsız-Belirli AÖ’ler
İşaret sıfatlı AÖ’ler:
Bu koltuğu alırsanız, minderini hediye ediyoruz.
Ah o gemide ben de olsaydım…
Enüstünlük dereceli (Superlative) AÖ’ler :
0 Fenerbahçe bu hafta en kritik maçını oynayacak.
1 Tarihin en uzun insanı 2. 71 metre boyundaydı.
Sıra sıfatlı AÖ’ler:
0 Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini,
ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
(30) Bir sonraki müşteri gelsin lütfen!
(31) Okulun ilk günü çok heyecanlanmıştı.
Evrensel Niceliyiciler
Bütün bulaşıkları yıkadım.

Bu ayrım Lyons’un (1999: 16) yaptığı simple definiteness (basit belirlilik), complex definiteness
4
(karmaşık belirlilik) ayrımı temel alınıp Türkçeye uyarlanarak yapılmıştır.
446
5
Her insan doğar, büyür ve ölür. 2.2
Bağımlı-Belirli AÖ’ler
Bağımlı-belirli AÖ’ler, belirliliği yapısında barındıran bağımsız-belirli
AÖ’lerden farklı olarak, bulundukları bağlam içerisinde belirlilik kazanabilir ya da
belirliyken bağlam içerisinde belirsiz hâle gelebilirler. Bir başka deyişle bu tür
AÖ’lerde belirleyici unsur, kendi içkin yapıları değil, kullanıldıkları bağlam ve
koşullardır. Bunlar, cümlenin içinde bulunduğu şartlara bağlı olarak, konuşmacı ve
dinleyici tarafından bilinen tek/tanıdık bir gönderime sahip olurlar ya da olmazlar. Bu
tür AÖ’lerin belirliliğini etkileyen koşullar; ad durum ekleri, vurgu, konu-yüklemlik
karşıtlığı (comment vs. topic), söz dizimi, kiplik, şeklinde sınıflandırılabilir.
2.2.1. Durum Ekleri
2.2.1.1. Belirtme Durum Eki
Sadece nesne konumundaki ögelerle kullanılan bu ek, genel kabule göre
belirliliğin Türkçede dil bilgiselleştiğinin bir göstergesidir. Ancak belirtme durum eki
ile (anlamsal) belirliliğin her koşulda birlikte var oldukları söylenebilir mi? Aşağıdaki
örneklerde belirtme durum ekinin belirlilik işaretleyicisi olarak görev yaptığı örnekler
verilmiştir:
Murat bir araba aldı.
Murat arabayı aldı.
Yine kip, söz dizimi, vurgu gibi şartlardan etkilenmeden her durumda belirli
olan özel adların, iyelik ekli ve işaret sıfatlı AÖ’lerin nesne konumunda belirtme durum
eki alması zorunluluğu, ekin belirlilik ile olan ilişkisini gösteren başka bir özelliktir:
a. Bugün Yelda’yı gördüm.
*Bugün Yelda gördüm.
a. Arkadaşımı çok kıskanıyorum.
*Arkadaşım çok kıskanıyorum.
a. Bu filmi çok seviyorum.
*Bu film çok seviyorum
cümlelerinin dil bilgisel olarak kusurlu olması bize belirli AÖ’lerin nesne
konumunda belirtme durum eki almalarının zorunlu olduğunu gösterir.
a. Çocuklar çikolata sever.
b. Çocuklar çikolatayı sever.
örneğindeki çikolatayı nesne AÖ’sü belirtme durum eki almıştır. Buna
rağmen çikolatayı AÖ’sü [+Belirli] bir okumaya sahip değildir. Cümlenin öznesinin
çoğul olması ve eylemin geniş zamanda çekimlenmiş olması cümleye genel anlamlı bir
yargı değeri katmıştır. Dolayısıyla burada belirli bir çeşit çikolataya gönderim
yapılmamaktadır (Dede, 1986: 157). Diğer bir deyişle, genel anlamlı cümlelerde nesne
AÖ’sü belirtme durum ekini alsa da belirlilik dışı okumaya sahip olur.
Belirlilik ve belirtme durum eki arasındaki ilişkiye dair dikkat çekilmesi
gereken bir başka husus, çoğul ekli nesne AÖ’sünün belirtme durum ekini dilbilgisel bir
zorunluluk olarak almasıdır:
a. Hasan çocukları sever b.
*Hasan çocuklar sever.
Nesne AÖ’leri eksiz biçimde ancak yüklem önünde bulunabilirler. Benzer
bir şekilde, AÖ’nün yeri değiştirildiğinde belirtme durum ekinin kullanımı zorunludur
(Nilsson, 1985, s. 39-40):

Genel anlamlı cümlelerde özne konumundaki AÖ’lerin belirlilik durumları ile ilgili farklı görüşler 5
mevcuttur (Ayrıntılı bilgi için bk. Wilkinson, 1991). Bu çalışmada bu tartışmalara girilmeden evrensel
niceleyici almış olan özne AÖ’leri [+Belirli], diğer özne AÖ’leri ise belirlilik dışı olarak kabul edilmiştir.
447
a. Aşır hafta sonları yemek yapar.
*Hafta sonları yemek Aşır yapar.
Hafta sonları yemeği Aşır yapar.
Türkçede belirsizlik işaretleyicisi olarak görev yapan sayı kökenli vurgusuz bir
sözcüğü ile oluşturulan bir+AÖ yapısındaki nesnelerin de belirtme durum eki alabilmesi, bu
ekin belirlilik işaretleyicisi olmadığının bir göstergesi olarak öne sürülebilir:
Bizim kız illa da bir doktor istiyor.
Bizim kız illa da bir doktoru istiyor.
ve (43)’teki AÖ’ler [-Belirli]’dir. (42)’de istenilen kişinin özelliği
belirtilmektedir. Herhangi bir kişiye gönderimde bulunulmamaktadır. (43)’tee ise böyle
bir kişi vardır ve konuşucu tarafından bilindiği için [+Özgül]’dür. Bu nedenle aşağıda
(ai) ve (bi) cümleleri bu bağlamda kullanılabilecek cümleler iken (aii) ve (bii) cümleleri
dil bilgisel olarak kusurlu görünür.
a. Bizim kız illa da bir doktor istiyor, başka bir şey istemiyor. ai.
Çirkin de olsa yaşlı da olsa zararı yok diyor.
aii.*Biraz yaşlı ama zararı yok diyor.
b. Bizim kız illa da bir doktoru istiyor, başka kimseyi istemiyor. bi.
*Çirkin de olsa yaşlı da olsa zararı yok diyor.
bii. Biraz yaşlı ama zararı yok diyor. (Tura, 1973, s. 130-131).
Anlamsal belirliliğin belirtme durum eki ile örtüşmediği bu tür durumlar diğer
araştırmacıların da dikkatini çekmiş ve belirtme durum ekinin belirlilikle değil
özgüllükle ilişkili olabileceği düşüncesi öne çıkmıştır (bk. Johanson, 1977; Enç, 1991).
(43) numaralı örnek bu varsayımı destekler niteliktedir. Ancak bu genelleme de yanlış
olacaktır. Nitekim aşağıdaki örneklerde her iki AÖ de eylemin belirttiği iş gerçekleştiği
için, konuşmacı tarafından bilinen bir gönderime sahip olup özgüldür:
Dün bir araba aldım. [-Belirli], [+Özgül]
Dün bir arabayı aldım. [-Belirli], [+Özgül] (Emeksiz, 2003, s. 144).
Bu durumda belirtme durum ekinin özgüllük ile de doğrudan bir ilişki içinde
bulunduğunu söylemek doğru olmayacaktır. İki örnek arasındaki fark yalnızca anlamsal
niteliklidir. (44)’te belirtilen herhangi bir araba iken, (45)’te bağlama göre (a) bir grup
araba içinden bir araba, (b) bir set içerisinden niceliksel olarak BİR araba -iki ya da üç
değil- kastedilmektedir.
Bütün bunlara ek olarak bazı fiiller kendi anlamsal özellikleri itibari ile aldıkları
nesnelerin belirtme durum eki almasını zorunlu kılar. Aşağıdaki örneklerde de eylemin
anlamsal özelliklerinden ötürü belirtme durum eki dil bilgisel zorunluluk olarak
kullanılır:
a. *Öğrenciler soru/sorular anlayacak.
Öğrenciler soruları anlayacak.
a. *Öğretmenler öğrenciler önemsemeli.
Öğretmenler öğrencileri önemsemeli.
a. *Bazı şartlar gözden geçiririz.

(47)-(49)’daki anla-, önemse-, gözden geçir- gibi fiiller kullanıldıkları kiplerden


bağımsız biçimde, kendi anlamsal özellikleri itibari ile nesne konumundaki AÖ’lerin
belirtme durum ekini zorunlu olarak almasına neden olurlar. Öyle ki, bazı fiillerin bir
anlam çerçevesinde belirtme durum ekini istediği görülürken başka bir anlam
çerçevesinde bu zorunluluğun ortadan kalktığı gözlemlenir:
a. Firma yeni eleman arıyor. (= bakınmak, bulmaya çalışmak.) b.
Firma yeni elemanı arıyor. (= Telefon etmek.)
bi. *Firma yeni eleman arıyor.
448
Tüm bu örnekler belirtme durum ekinin belirlilik ya da özgüllük ile doğrudan
ilişkili olmadığını gösterir. Buna karşın, belirtme durum eki ile ilgili şu genelleme
yapılabilir: Belirtme durum eki almış her nesne AÖ’sü belirli (ya da özgül) değildir;
ancak belirli nesne AÖ’leri belirtme durum eki almak zorundadırlar.
2.2.1.2. Diğer Durum Ekleri
Belirtme dışındaki diğer durum ekleri nesne geçişimi (object incorporation)
bulunan cümlelerde nesne AÖ’süne [+Belirli] okuma kazandırabilir. Nesne geçişimi,
söz dizimsel yapıda nesne ile eylemin birleşmesidir (Kâmile, Kocaman, & Özsoy, 2011,
s. 131; Erguvanlı, 1984, s. 26). Örnek olarak “Ahmet kitap okuyor.”, “Dün hep beraber
ağaç diktik.” gibi cümlelerde kitap oku-, ağaç dik- gibi yapılar geçişim yapısı sergilerler
ve dil bilgisel açıdan bir bütünlük oluştururlar. Öyle ki bu tür yapılarda nesne ile
eylemin arasına başka bir unsur giremez:
a. Ahmet kitap okuyor.
Kitap okuyor Ahmet.
*Kitap Ahmet okuyor.
Bu tür cümlelerde nesne olan AÖ gönderimsizdir (Kâmile, Kocaman, & Özsoy,
6
2011, s. 131). Yukarıdaki örnek normal vurgu ile okunduğunda “Ahmet ne yapıyor?”
sorusuna verilen bir cevap olduğundan kitap unsurunun [+Belirli] olup olmadığı
bağıntısızdır. Bu nedenle yukarıdaki AÖ’ler belirlilik dışı okumaya sahiptirler.
Bu yapılarda nesne AÖ’süne bir durum eki getirildiğinde nesne AÖ’sünün dil
bilgisel rolü işaretleneceğinden nesne geçişimli yapı bozulur ve AÖ söz dizimsel olarak
özgür hâle gelerek [-Belirli] okuma yerine [+Belirli] okumaya sahip olabilir:
(51) a. Bu akşam ders çalışacak mısın? (Belirlilik dışı)
b. Bu akşam derse çalışacak mısın? [+Belirli]
c. Derse bu akşam mı çalışacaksın? [+Belirli]
(52) a. Merdiven inerken çok zorladım. (Belirlilik dışı)
b. Merdivenden inerken çok zorlandım. [+Belirli]
a cümleleri (51) ve (52)’de belirlilik dışı okumaya sahipken; b ve c cümlelerindeki
nesne AÖ’leri durum eklerini alarak [+Belirli] okumaya elverişli duruma getirilmiştir.
Ancak durum eki alan her AÖ’nün belirli okumaya sahip olduğu söylenemez:
(53) Her hafta sonu sinemaya giderim. [-Belirli]
Yine de belirtme durum eki için ifade edilen tespit diğer durum ekleri için de
geçerlidir: Durum eki alan her dolaylı/dolaysız nesne AÖ’sü [+Belirli] okumaya sahip
değilken, [+Belirli] okumaya sahip olanları durum eki almak zorundadır.

2.2.2. Vurgu
Türkçe Sözlük’te vurgu; konuşma, okuma sırasında bir hece veya bir kelime
üzerine diğerlerinden daha fazla yapılan baskı, aksan (TS, 2005, s. 2097) olarak
tanımlanmaktadır. Vurguyu genel itibari ile söz vurgusu ve titremleme (söz dizimi
vurgusu) olarak ikiye ayırmak mümkündür (Karaağaç, 2013, s. 843). Bu iki vurgu çeşidi
içinden titremlemenin –genellikle söz dizimi ile işbirliği içinde- belirliliği birçok açıdan
etkilediği gözlemlenmektedir. Vurgu ile belirlilik arasındaki ilişkiye geçmeden önce,
Türkçede vurgu ile ilgili temel noktalara değinmek yerinde olacaktır.
Bilindiği üzere Türkçede kurallı bir fiil cümlesinde normal vurgu yüklemin
hemen önünde olan sözcüktedir:
a. Ben dün otobüsle geldim.

Normal vurgunun dışında, örneğin vurgu kitap ögesinde bulunduğunda “Ahmet kitap okuyor, gazete 6
değil.” gibi karşıtsal bir anlam oluşacağından cümlenin kurulduğu bağlam değişecek ve cümle “Ahmet ne
okuyor?” sorusuna cevaben kurulmuş olacaktır.
449
Ancak bu vurgu cümlede anlatılmak istenene göre yer değiştirebilir. Örneğin,
yukarıdaki cümlede ne ile gelindiğinden çok kimin geldiğine vurgu yapılmak istenseydi
cümle aşağıdaki gibi yeniden kurulabilirdi:
b. Dün otobüsle ben geldim.
Yukarıdaki iki örnek söz dizimiyle vurgunun birlikte işletildiği durumları
göstermektedir; ancak konuşmacı cümlenin söz dizimini değiştirmeyip vurguyu başka
bir unsura kaydırabilir. Bu tür durumlarda konuşmacı sözcüğün ifade ettiği durumu
daha da belirginleştirerek sözcüğe karşıtsal bir anlam katar.
c. Ben dün otobüsle geldim. (Dün otobüsle gitmedim, geldim.)
d. Dün otobüsle ben geldim. (Dün geldim, önceki gün değil.)
Türkçedeki cümle vurgusu ile ilgili genel bir giriş yaptıktan sonra aşağıdaki
örnekleri inceleyebiliriz:
a. Köpek havlıyor.
b. Kedi miyavlıyor.
Örneklerde vurgu özne durumunda olan AÖ’lerdedir. Vurgu öznelerde
olduğunda fiili kimin gerçekleştirdiği değil, gerçekleşenin ne olduğu önemlidir. Bir
başka deyişle, yukarıdaki cümlelerde, özne AÖ’ler yüklemin bir tamamlayıcısı görevi
üstlenir. Öyle ki yukarıdaki cümleler şöyle bir soruya verilmiş bir cevap gibidir: Bu ses
ne? Ne oluyor? – Köpek havlıyor/Kedi miyavlıyor (Dede, 1986, s. 153). Bu durumda
özne AÖ’lerinin hepsi belirlilik dışı okumaya sahiptir; bunun nedeni herhangi bir
köpek/kediye gönderimde bulunulmasıdır. Yine de bu örneklerde yüklemin anlamsal
özelliği de göz ardı edilmemelidir. Havlamak, miyavlamak gibi fiiller belli bir canlı
türüne has olduklarından özneye verilen vurgu karşıtsal anlam katsa da AÖ’lerin
belirlilik durumu değişmez. Ancak (55)c. örneğinde çalmak fiili yalnızca saate ait bir
özellik olmadığından belirlilik durumu bağlama göre değişebilir:
c. - Bu ses ne?
Saat çalıyor. (Belirlilik dışı)
ci. - Radyo mu çalıyor?
Saat çalıyor, radyo değil. [+Belirli]
Vurgu öznelerden alınıp -söz dizimi değiştirilerek ya da değiştirilmeden-
yüklemin kendisine verildiğinde ise özne AÖ’leri belirli okuma kazanır. Bu noktada
vurgunun sonucu olarak ortaya çıkan iki yeni anlamsal role değinmek gerekir:. Bunlar
konu (topic / theme) ve yüklemliktir (comment). Dilbilim Sözlüğü’ne göre konu,
“Sözcede söz edilen kişi, olgu ya da nesne” (Kâmile, Kocaman, & Özsoy, 2011, s. 178)
olarak tanımlanabilir. Yüklemlik ise dilbilgisi ve anlambilime göre, tümcenin bilgi
yapısına çerçevesinde, tümcenin yeni bilgi sunan bölümüdür (Kâmile, Kocaman, &
Özsoy, 2011, s. 276). Dolayısıyla cümlede vurguyu alan unsur olan yüklemlik; yeni
bilgi taşıyan, konuşmaya yeni dâhil edilen unsurdur ve belirsizdir. Konu ise kendisi
hakkında önceden bir bilgiye sahip olunan unsurdur ve dolayısıyla belirlidir. (55)’te
verilen örnekler bu kavramlar çerçevesinde aşağıdaki gibi tekrar ele alınabilir:
ai. Köpek havlıyor. (Demek ki sinirli.)
bi. Kedi miyavlıyor. (Susamış olmalı.)
ci. Saat çalıyor. (Bozulmamış.)
Yukarıdaki özne AÖ’lerinin vurgu yardımıyla belirli okuma sağlamasının nedeni
konu-yüklemlik eski bilgi-yeni bilgi karşıtlığıdır. İlk durumda özne AÖ’leri (Havlayan
ne? = Köpek., Miyavlayan ne? = Kedi., Çalan ne? = Saat.) konuşmaya henüz dâhil
edilmişken; ikinci durumda konuşmaya yüklemin ifade ettiği eylemler ilk defa olarak
girmiştir. Dolayısıyla ikinci durumda köpek, kedi ve saat öncesinde bilgisine sahip
olunan konumdadır.

450
Yukarıda gösterilmeye çalışılan durumlar dikkate alındığında vurgu-belirlilik
ilişkisi açısından şu şekilde bir genellemeye varılabilir: AÖ vurgudan uzaklaştığı ölçüde
belirliliğe yakınlaşır, belirsizleştiği ölçüde vurguyu üzerine alır. Bir diğer deyişle,
vurgu ve belirlilik arasında ters bağıntı mevcuttur.
[+Vurgu]

Şekil 2: Vurgu-Belirlilik İlişkisi [+Belirlilik]

2.2.3. Söz Dizimi


Cümlede yargı bildiren tek öge yüklemdir ve diğer ögelerin birincil görevi
yüklemin ifade ettiği iş ya da oluşu açıklamak ve belirginleştirmektir. Söz dizimsel
değişimler Türkçenin bu noktada en çok kullandığı yollardan biridir. Türkçe sahip
olduğu eklemeli yapısıyla birçok cümle ögesinin görevini işaretler. Bu sayede söz
dizimini katı kurallardan büyük ölçüde kurtarır.
Türkçe kurallı bir cümlede yüklem en sonda bulunur. Ögelerinin karşıtsal bir
anlam taşımadığı ya da vurgu faktörünün devreye girmediği durumlarda cümlede özne,
cümlenin başında ve nesne, yüklemin hemen önünde bulunur: ‘Ben seni gördüm.’
Nesnenin önünde dolaylı tümleç ve onun önünde zarf tümleci yerini alır: ‘Ben bugün
rüyamda seni gördüm.’ Konuşmacı karşıtsal anlam kazandırmak istediği ögeyi ya (a)
yüklemin hemen soluna alır ya da (b) söz dizimiyle oynamadan vurguyu o ögeye taşır:
a. Öğretmen çocuğa pul verdi. b.
Çocuğa pulu öğretmen verdi.
(56)a’da yüklemin hemen solunda bulunan ve normal vurgu taşıyan öge
yüklemliktir. Diğer ögeler yüklemliğe ek bilgi taşır. (56)b’de ise yüklemin solunda bulunan
öge aşırı (excessive) vurgu almış ve karşıtsal anlam (‘Öğretmen verdi, bir başkası değil.’)
kazanmıştır. Özne AÖ’sü normal dizimdeki cümle başı konumundan alınıp yüklem önüne
getirilmiş ve ad ile eylemin arasına girmiştir. Bunun sonucu olarak da özne önem kazanmış
ve diğer ögeler ikincil bilgi taşır duruma gelmişlerdir (Tura, 1973, s. 106).
Çocuk yerde yatıyordu.
Yerde çocuk yatıyordu.
Çocuklar yerde yatıyordu.
Yerde çocuklar yatıyordu (Dede, 1986, s. 152).
Vurguyu almadığı durumda (57) ve (59)’daki özne AÖ’leri [+Belirli] okumaya
sahip olur. Bu durumda çocuk ve çocukların, önceden bahsi geçmiştir. Dolayısıyla
konuşmacı ve dinleyici kendisiyle ilgili bilgiye sahiptir. Cümlede konu (topic) olarak
kullanılmışladır. (58) ve (60) ise özne AÖ’leri iki farklı okumaya sahip olabilir. İlk
okumada özne AÖ’leri vurguyu almaz ve (58)’de herhangi bir çocuk, (60)’da bazı
çocuklar anlamlarına sahip olurlar. Dolayısıyla bu okumada özne AÖ’sü [-Belirli]
okuma kazanır. İkinci okumada ise özne AÖ’sü vurguyu üzerine alarak karşıtsal anlam
kazanır ve bağlama göre [+Belirli] okuma kazanabilir:
a. Yerde bir çocuk yatıyordu. [-Belirli]
a. Yerde bazı çocuklar yatıyordu. [-Belirli]
451
b. Yerde çocuk yatıyordu, annesi değil. [+Belirli]
b. Yerde çocuklar yatıyordu, anneleri değil. [+Belirli]
Karşıtsal anlam taşımayan AÖ’lerin vurgu ve söz dizimiyle olan ilişkisi ile ilgili
şu genelleme yapılabilir: AÖ yükleme yaklaştığı ölçüde belirlilikten uzaklaşır;
yüklemden uzaklaştığı ölçüde belirli okumaya sahip olur.
[+Belirlilik] ; [-Vurgu]

Yüklem ; [+Vurgu]

Şekil 3: Sözdizimi-Belirlilik-Vurgu İlişkisi

2.2.4. Kiplik
Kiplik (modality); bir konuşmacının karşılıklı bildirişimde bir olay ya da
durum karşısındaki tutumunu anlatma biçimidir (Kâmile, Kocaman, & Özsoy, 2011, s.
176). Türkçede kiplik buyrum kipi (Gel!), yeterlilik kipi (Konuşabiliyor.), dilek kipi
(Gelse!) ve gereklilik kipi (Gelmeli.) ile ve mutlaka, elbette, belki, ola ki gibi
belirteçlerle ifade edilir. Kiplik konuşmacının cümledeki işle ilgili inanç ve görüşlerini
ifade ettiği için, kiplik bağlamlarında kurulan cümleler genel-geçer yargı ifade etmeye
yatkın olurlar. Cümle genel-geçer yargı ifade ettiğinde de AÖ’ler [-Belirsiz] okumaya
sahip olabilirler. Aşağıdaki örnekleri inceleyelim:
a. Çocuklar bir yaşında yürümeye başlayabilirler.
Çocuklar bir yaşında yürümeye başladılar.
a. Çocuk sevilmek ister.
Çocuk sevilmek istiyor.
Kip ulamları gerçekleştirilen bir olayı yansıtmadıkları için, olayın
başlangıcını, sürmekte olduğunu ya da son noktasını gösterebileceğimiz bir zaman aralığı
taşımazlar. Bu nedenle de [+aralıksal/-noktasal] özellik taşırlar. Kip ulamları yüklemde
belirtilen işin/oluşun gerçekleşmesi için bir zaman aralığı açmazlar. Böylece olayın
gerçekleşmediği işaretlenmiş olur (Emeksiz, Özgüllük ve Belirlilik, 2003, s. 66). Bu
durumun bir sonucu olarak (61)-(62) numaralı örneklerde özne AÖ’ler (a) cümlelerinde
kiplik bağlamlarından dolayı [-Belirli] okumaya sahipken; (b) cümlelerinde ise özne
AÖ’leri kiplik dışı bağlamlardan dolayı yüklemlerin ifade ettiği iş, gerçekleşmiş ya da
gerçekleşiyor olarak işaretlendiği için [+Belirli] okuma kazanmışlardır.
SONUÇ
Ad öbeklerinin gönderim durumlarının incelendiği bu çalışmada
bildirişimin konuşmacı ve dinleyici ekseninde gerçekleşen yapısı göz önünde
bulundurularak belirlilik –dil bilgisel yönünden farklı olarak- anlambilimsel yönüyle
incelenmiştir. Anlambilimsel belirliliği açıklamaya çalışan ölçütler göz önünde
bulundurularak, belirliliğin Türkçedeki kurulum yolları incelenmiş ve bağımlı ve
bağımsız belirlilik olmak üzere ikili bir sınıflandırmaya gidilmiştir. Söylemin
bağlamından etkilenmeksizin, içkin belirliliğe sahip olan bağımsız belirlilik başlığı
altında sayılabilecek AÖ’ler, özel adlar, işaret zamirleri, işaret sıfatlı AÖ’ler, enüstünlük
452
dereceli (superlative) AÖ’ler, sıra sayı sıfatlı AÖ’ler, iyelik ekli AÖ’ler olarak
belirlenmiştir. Söylemin yapısına bağlı olarak belirli olan bağımlı belirli AÖ’lerin
Türkçedeki oluşumunu etkileyen faktörler ise durum ekleri, vurgu, söz dizimi ve kiplik
olarak belirlenmiştir.

KAYNAKLAR
Abbot, B. (2002). Definiteness and Indefiniteness. L. R. Horn, & G. (. Ward
içinde, Handbook of Pragmatics. Oxford: Blackwell.
Dede, M. (1986). Definiteness and Referentiality in Turkish Verbal Sentences. K. Z.
Dan I. Slobin içinde, Studies in Turkish Linguistics (s. 147-164).
Amsterdam/Philedelphia: Jhon Benjamins Publishing Company.
Emeksiz, Z. E. (2003). Özgüllük ve Belirlilik. Ankara: Ankara Üni. Sos. Bilm. Ens.
Dilbilim ABD Yayımlanmamış Doktora Tezi.
Emeksiz, Z. E. (2005). Enç'in Özgüllük Kuramı Üzerine: Sorunlar ve Öneriler. Dilbilim
İncelemeleri. içinde Ankara: Doğan Yayıncılık.

Enç, M. (1991). Semantics of Specificity. Linguistic Inquiry, 1-15.

Erguvanlı, E. E. (1984). The Function of Word Order in Turkish Grammar.


Berkeley, Los Angeles, London: University of California Press.
Heim, I. (1982). The Semantics of Definite and Indefinite Noun Phrases.
Yayımlanmamaış Doktora Tezi, MIT.

Johanson, L. (1977). Bestimmtheit und Mitteilungsperspektive im türkischen Satz ,


[Türkçe Tümcelerde Belirlilik ve iletişimsel Sözce Bakış Açısı, çev. M. Çelik — A.
S.Ozsoy, Manuskript.]. Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft
3/2, 1186-1203.

Kâmile, İ., Kocaman, A., & Özsoy, S. (2011). Dilbilim Sözlüğü. İstanbul:
Boğaiçi Üniversitesi Yayınları.
Karaağaç, G. (2009). Dil, Tarih ve İnsan. İstanbul: Kesit Yayınları.
Karaağaç, G. (2013). Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Locke, J. (1999). İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme (Çev: Meral Dehkara
Topçu). Ankara: Öteki Yayınevi.
Lyons, C. (1999). Definiteness. New York: Cambridge University Press.

Nilsson, B. (1985). Case Marking Semantics in Turksih . Stockholm:


Universitet Stockholm Yayımlanmamış Doktora Tezi.
Russell, B. (1905). On Denoting. Oxford University Press.
Tura, S. S. (1973). A Study on The Articles in English and Its Counterparts in Turkish.
Michigan: Yayımlanmamış Doktora Tezi, Michigan State University.

453
Tura, S. S. (1986). Definiteness and Referentiality in Turkish Nonverbal Sentences. K.
DAn I. Slobin içinde, Studies in Turkish Linguistics (s. 165-195).
Amsterdam/Philedelphia: Jhon Benjamins Publishing Company.

Türkçe Sözlük. (2005). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Wilkinson, K. J. (1991). Studies in the Semantics of Generic Noun Phrases.


University of Massachusetts Yayımlanmamış Doktora Tezi.

ESKİ TÜRKÇEDEN GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİNE “TAT, YĀT, GÂVUR VE


YABANCI” GÖSTERGELERİNİN KÜLTÜR DİL BİLİMSEL ÇÖZÜMLEMESİ


Ertan BESLİ

Özet
Bu bildiride Eski Türkçe döneminde ilk kez kayıtlara geçen tat, yāt ve Türk
dilinin tarihi dönemlerinde ve günümüz Türkçesinde de geçen gâvur ve yabancı
göstergelerinin sahanın çeşitli temel ve çağdaş kaynaklarındaki kullanımları kültür dil
bilimsel ve anlam bilimsel olarak incelenmiştir. Araştırma konumuz çerçevesinde
gerektiğinde köken bilgisi açıklamalarına da çalışmamızı destekleme amacıyla yer
verilmiştir. Söz konusu incelenen göstergeler Türk dilini farklı zamanlarda ve
coğrafyalarda konuşan Türk halklarının Eski Türkçe döneminden beri dünyayı algılayış
biçimleri, dünyaya bakış açıları, çeşitli durumlar karşısındaki tutumları hakkında bilgi
verdiğinden kültür kelimeleri olarak seçilmiştir. Tespit edilen kelimelerin Türk dilinin
tarihi lehçelerindeki ve günümüz Türkçesindeki görünümleri, anlamları ve örnekleri
incelenmiştir. Böylece Eski Türkçeden beri yakın bir anlam çerçevesinde kullanılan ve
araştırma konumuzu oluşturan bu göstergelerin gösteren ve gösterilenlerinde meydana
gelmiş bazı anlamsal benzerlikler ve değişmeler tespit edilip köken ve anlam bilim
desteğiyle kültür dil bilimsel çözümleme ile incelenmiş ve incelenen göstergelere
yüklenen kültürel anlamlar da tespit edilmeye çalışılmıştır.
Araştırmamızda incelenen göstergelerin yansıttığı leksikolojik gelişmeler art
zamanlı ayrımsal-karşılaştırmalı yöntem ile aydınlatılmaya çalışılmıştır. Kültür dil
bilimde çeşitli dillerdeki eş değer kavramları incelemek yaygındır. Yöntem olarak aynı
inceleme Türk dilinin tarihi lehçeleri ile çağdaş şive ve lehçelerinde yer alan kültür
kelimeleri için de uygulanabilir. Araştırma sonucunda çıkan verilerin işlenmesiyle
Türk dilindeki göstergelerin bünyesinde bulunan Türk kültürünün çeşitli
yönlerinin açığa çıkması mümkün olacaktır. Söz konusu veriler öncelikle sosyal
bilimler ve çeşitli bilim dallarında işlenip bir halkın geleceği ile ilgili
planlamalarda kullanılmak üzere önemli çıktılara dönüşebilecektir.
Kültür dil bilimde sahanın yabancı kaynaklarından Türkçeye çevrilen bazı
yabancı terimler çeviride hiç değiştirilmeden aktarılmıştır. Bu terimlerden birisi de bir
halkın dünya görüşünü, dünyaya bakış açılarını, çeşitli durumlar karşısında aldığı
benzer tutumları açığa çıkaran ve halkın kültürünü de yansıtan konsept kelimelerdir. Bu
kelimelerin gösteren ve gösterilenin de çeşitli tarihi dönemlerde meydana gelmiş ses,
yapı, anlam ve işlev yönünden çeşitli değişiklikler bir halkın kültürel gelişiminin tespiti

Doç. Dr. Ertan BESLİ, Sinop Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, Eski Türkçe Bilim Dalı, ertanbesli@hotmail.com.tr
454
için önem arz etmektedir. Çalışmamızda söz konusu kavramı kültür kelimesi olarak
adlandırmayı Türk dili için daha doğru buluyoruz.
Anahtar Kelimeler: Kültür dil bilim, Göstergeler, kültür kelimeleri, Köken
bilgisi, Yabancı.

Araştırılan Kelimelerin Eski ve Günümüz Türkçesindeki Tanım


ve Kullanımları
Araştırılan kültür kelimeleri ET’de tat ve yāt göstergeleri ile yer almıştır. Söz
konusu göstergelerin ET’de anlamları şu şekildedir:
tat göstergesi için ‘yabancı’ temel anlamı verilir (DTS [541]. Bu kavram
bünyesinde başka topraktan gelme, başka millete ait olma anlamlarını barındırır. tat
‘İranlı’ anlamına gelir (EUTS [149]). G. Clauson bu kelimenin temel anlamının ya:t
‘yabancı’ gibi gözüktüğünü söyler (EDT [449]). DLT’de bütün Türklerin nezdinde Fars,
Yağma ve Tohsıların nezdinde Uygur kâfirleri anlamındadır (DLT [317]).
1) On oḳ oġlıŋa tatıŋa tegi bonı köri biliŋ…
“On ok oğullarına, yabancılarına varıncaya kadar bunu görüp anlayın (METY:
KT G 12 [80,92], BK K 15 [122,136])”.
2) Keldi maŋa tat
“Bana bir kâfir Uygur geldi.” (DLT [16,17]).
3) Çomaḳ tat boynın çapdı.
“Uygur lehçesinde, Müslüman kâfirin boynunu vurdu” (DLT [233]).
4)Tatıg közre tikenig tüpre.
“Fars’ı gözden vur; dikeni kökten sök” (DLT [318]).
Orhun yazıtları döneminden kalan birinci örnekte tat göstergesi ile gösterilen
yabancı kavramında başka milletten ve yabancı topraklardan olanlar kastedilmektedir.
İkinci ve üçüncü örneklerde aynı göstergenin anlam alanına İslam dininden olmayanlar,
din dışı ve düşman olanlar da alınmıştır. Ayrıca bu yeni anlam alanını kapsayan kâfir
göstergesi kültürümüze girmiştir. Dördüncü örnekte ise diken, nasıl ki kökünden
sökülmeyi hak etmiştir; Uygur da gözünden vurulmayı hak etmiştir. Bu atasözünde
Türk olmayan Farslar ve İslam dininden olmayan Uygurlar kastedilmiştir (Ercilasun,
318, s.).
tat göstergesi ile Göktürkçede daha çok başka milletten olanlar kastedilirken
Türklerin İslamiyeti kabulü ile anlam genişlemesi sonucu bu sefer başka dinden olanlar,
yabancı ve düşman kavramları da söz konusu göstergenin anlam çerçevesine girmiştir.
Yabancıların ve de başka din mensuplarının kötü ve acımasız olduğu onlara amansız bir
şekilde davranmak gerektiği belirtilmiştir. Sonuç olarak tat göstergesinin anlam
çerçevesinin ilk basamağını oluşturan yabancı kavramı ile başka millet ve topraktan olanlar,
düşman, kâfir, kötü ve acımasızlık belirtilmiştir. C. Kaya, DLT’de kullanılan tat ‘İranlı’
göstergesinin yat göstergesinin bir varyantı ya da eş değeri olduğuna inanır ve tat
göstergesinin daha çok bölgesel, özel bir kullanımı yansıttığını söyler (Kaya, 1017 .s.).
yāt göstergesi ET’de “yabancı, ecnebi” şeklinde yabancı kavramını gösterir
(DTS [247], EDT [882]; DLT [958]). Söz konusu gösterge Altay Türkçesi hariç tüm
çağdaş Türk şive ve lehçelerinde yabancı anlamında yer alır. Ayrıca bu gösterge
Türkmen, Kumuk, Kazak, Başkurt, Özbek ve Uygur Türkçesinde “karakter, bakış,
davranış, görünüş ve alışkanlıklar bakımından farklı olan” anlamına gelir. Rusça
‘чуждый’ göstergesi yat göstergesine karşılık olarak verilmiştir (ESTYA {[158]).
5)Yat kişi…
“Yabancı adam” (Toy. 23 [58]).
6) Saḳlanġıl. Yat kişilertin yaġı bar.
“Dikkat et. Yabancılardan düşmanlık gelir” (TT I [31214, 215] [254]).
7) Tegme kişi öz bolmas yāt yaġuḳ tüz bolmas.
455
“Herkes senin kendin gibi olmaz ki ona güvenip sırrını veresin. Yabancı ile
yakın da eşit olmaz” (DLT [187]).
5., 6., ve 7., örneklerde yāt göstergesinin ifade ettiği yabancı kavramı ile başka
milletlerden olan kişiler belirtilip bu kişilere güvenilemeyeceği, bu kişilerin düşmanlık
yapabileceği ifâde edilmiştir. Verilen örneklerde yat ‘yabancı’ kavramının anlam
çerçevesi içinde düşman kavramının da olduğu görülmektedir. ESTYA’da yad
göstergesinin ifade ettiği eskicil kavram olarak yabancı, farklı boydan, milletten olan
açıklaması yapılmıştır. Buradan daha sonra düşman kavramının meydane geldiği
belirtilip Latince hostis ‘farklı toprak ve ülkeden olan’ > ‘düşman’ örneği belirtilmiştir
(ESTYA [158]).
yad ‘yabancı’ < ET yat: yabancı. yadi yabançısi olmak: bir yerde ilk defa
bulunmak… Erzurum (TDK: TTAS).
yâd ‘yabancı’ (Keban, Baskil, Ağın, Elazığ, Urfa merkez) (TDK:
TTAS). yad eller
Baba ocağından uzak yerler, gurbet. 2. Yabancı kimseler,
yabancılar: Yiğidin başına bir iş gelirse / Onu yad ellere açıcı olma -
Karacaoğlan (TDK)
Türkiye Türkçesindeki çeşitli kullanımlarda yad göstergesiyle yabancı,
alışılmışın dışı, evin uzağı, daha az güvenilir kişiler, yerler anlamları ön plana
çıkmaktadır.
Araştırıcı C. Kaya çocuk dilinde kullanılan atta kelimesinin Türkiye genelinde
hemen hemen standart biçimde ‘gezme, misafirlik, sokak, dışarısı, başka yer’ anlamlarına
geldiğini, bu kelimenin asli şekillerinin at, tat ve tât olduğunu belirtir. tât şeklindeki uzun
ünlüden hareketle ât ve tât şekillerine ulaşır ve Türkçede ât şeklinde “gezme, misafirlik,
sokak, dışarısı, başka yer” anlamında bir kelime olmadığını, fakat yat (>TT yad) şeklinde
yabancı anlamında çok yaygın bir kelime olduğunu belirtip atta sözünün kökenini anlam
kaymasına uğradığını söylediği bu göstergeye bağlar (Kaya, 1017, .s.).
ESTYA’da aynı kök morfemden türeyen ikileme olarak da kullanılan benzer
kelimeler olduğu belirtilir: yavġan yavız ‘kötü’, yaḳın yaġuḳ ‘yakın, yakınlar’, toḳ toḍu
‘toklar’… yat yaġı örneğindeki *ya kök morfemini de bu şekilde yorumlamak
mümkündür (Sevortyan, 56, .s.). DTS’de yat yaġı ‘zorla giren kimse, düşman’ şeklinde
açıklanan bu kelime çifti için AY’den şu örnek verilmiş ve açıklanmıştır (DTS [247]):
Yat yaġıḳa basınturmadın inçkülüg meŋilig bolurlar (AY [8713-14]).
“Düşmanları ezmeden sakin ve mutlu olacaklar.”
gâvur kültür kelimesi < Fa.: gebr ‘ateşperest, Zerdüşti’ (TETTL: [155]) TT’de
şu anlamlardadır:
Dinsiz kimse. 2. din b. Müslüman olmayan kimse: Onca yıl gurbetin kahrını,
gâvurun ağzının kokusunu çekmiştik. 3. sf. mec. Merhametsiz, acımasız: Gâvur bana bir
at parası vermeden kalkıp gidecek mi?” -M. Ş. Esendal. 4. sf. İnatçı (TDK)
TT ağızları: gâvur (Diyarbakır, Doğu Trakya), gavur (Aybastı), gavır (Kütahya
ve yöresi), cavır (güney-batı Anadolu) (TDK)
Söz konusu gösterge TT ağızlarında da hemen yukarıda verilen anlamlarda
kullanılır.
8) “ǵavur bu, ǵavur. Eşkiyâmış ǵavur, Nefter isminde.” (İTOBA: TI b [66])
9) bizim ordu, düşman gélcék üzerine. Ondan sora saracék filan derken né ġavır
géliyo né bişé amma… (İTOBA: T10 a [109])
Sekizinci örnekte gavur göstergesi ile eşkiyalık gibi kötü işler yapanlar
anlatılmıştır. Dokuzuncu örnekte araştırılan gösterge Eski Eşme’de temel anlamı
çerçevesinde Yunan askerleri için kullanılmıştır. Bu kültür kelimesinin TT’deki ilk
anlamı dinsiz kimsedir. İkinci anlamıysa Müslüman olmayan kimsedir. Çok kötü işler
456
yapanlar bu kullanıma göre dinle ilgisi olmayan dinsiz kişilerdir. Söz konusu gâvur
göstergesinin üçüncü tanımında mecaz anlam söz konusudur. Araştırılan kültür
kelimeleri ET’de tat göstergesi ile yabancı ve kâfir kişi, yāt göstergesi ile de yabancı
anlamlarında kullanılmıştır. ET’de bu kişilerden her türlü düşmanlık beklenebilir ve
bunlara karşı dikkatli olunmalıdır gibi bir algı söz konusudur. Dinsiz, Müslüman
olmayan kimselerin sonra da eşkiyaların, çetecilerin TT ağızlarındaki gâvur, gavur,
gavır vb. şekiller ile adlandırılması gösterir ki kötü işler ve davranışlar daha çok dinsiz,
Müslüman olmayanlardan beklenir. Bu yüzden eşkiyalık gibi kötü işler yapanlar da
gavur göstergesiyle ifade edilmiştir.
yabancı göstergesinin türediği yaban şekli için genelde şu şekilde bir tanım
yapılır:
1. insan yaşamayan ıssız yer, 2. Yabancı, el, yerli halktan olmayan kimse (TDES
[437]).
H. Eren yaban şekli için < Far biyābān (< O. Far. viyāpān) ‘uncultivated, desert;
a desert’ gelişimini verip Türkçede biyābān başındaki bi- düşmüştür, der (H. Eren,
1999: 437).
Gülensoy incelenen şeklin Farsçadan geldiğini kabul etmez. OT yawa, (yafa,
yava) ‘sıcak, kuytu yer’ (DLT) +n ile birleştirip OT w (v/f) > b ses değişiminin ET’den
beri görülen bir ses olayı olduğunu söyler. Verdiği örnekler bar > var, bar- > var-, bér-
ver-, owrug ‘dağın yamacı ve bittiği yer’ > obruk şeklindedir (TTKBS [1022]). w (v/f)
b ses olayı için araştırıcının verdiği dört örnekten üçü b > v ses gelişimine örnektir. Söz
konusu yaban şekli için acaba dil yadigârlarında henüz bulunamadığından ya da ET’den
önce kullanılmış, kayda geçmemiş Türk dilinin tarihi ses olayları için olağan b > w ses
gelişimi sonucu meydana gelmiş bir yaba şekli mi vardır? DTS’de yaba ‘vahşi, yaban (?)’
maddesi altında AY’da geçen bir ibare yaba tınlıġ oġlanları ‘ıssız yerlerde yaşayan
varlıkların çocukları’ şeklinde okunurken aynı ifadeyi C. Kaya yapa tınlıġ oġlanları olarak
okumuştur (Kaya, 221, .s.). Yukarıda ESTYA’da yad, yaġı göstergelerinde olduğu belirtilen
*ya kökü burada da söz konusu mudur? Bu kelimenin kökeni üzerine yeni
çalışmalara ihtiyaç vardır.

Sonuç
Kültür kelimelerinin karşılaştırılması ile elde edilen veriler başta sosyal
bilimler olmak üzere çeşitli bilim dallarında işlenip kültürel ve sosyal yönden
çeşitli bilim dallarında veri olabilecek bazı yeni çıkarımlarda kullanılabilecektir.
tat ve yat göstergelerinin anlam çerçevelerinin yakın olduğu görülmektedir. Ayrıca
hemen yukarıda belirtildiği gibi günümüz Türkçesinde de yat şekli yad biçiminde devam
etmektedir. Bu iki göstergenin köken bilimsel olarak nasıl birleştirilebileceği probleminin
çözümü için yeni çalışmalara ihtiyaç duyulduğu görülmektedir.
Çalışmamızda incelenen kültür kelimeleri ET’de tat, yat göstergeleriyle, TT ve
ağızlarında ise yad, gavur, gāvur, gavır, yabancı vb. şekillerde yer almıştır. Söz konusu
kültür kelimelerinin ET’de ‘yabancı, düşman; kâfir’ gibi bir anlam çerçevesine sahip
oldukları, derin planda aileden, başka milletlerden, topraklardan, farklı dinden olanlara
güvenilemeyeceği, her türlü düşmanlığın bu kişilerden beklenebileceği duygusu ve
düşüncesinin varlığı anlaşılmaktadır. tat ve yat kültür kelimelerinin temel kullanımını
Eski Türkçe dönemindeki yabancı temel anlam biriminin > düşman ˷ kâfir kavramlarını
da alarak anlam genişlemesiyle çeşitli kötü işler ya da kötülükler yapanlar için de
kullanılabildikleri görülmüştür.
Türkiye Türkçesindeki çeşitli kullanımlarda yad göstergesinin sahip olduğu
anlam çerçevesi yabancı > düşman, kâfir kavramlarının etkisiyle yabancı, alışılmışın
dışı, evin uzağı, daha az güvenilir kişiler, yerler kavramlarını içermektedir.
457
Dinsiz, Müslüman olmayan kimselerin sonra da eşkiyaların, çetecilerin TT
ağızlarındaki gâvur, gavur, gavır vb. şekiller ile adlandırılması gösterir ki kötü işler ve
davranışlar daha çok kâfirlerden, yabancılardan beklenir. Dinin toplum hayatında
taşıdığı ağırlık büyüktür.
TT’deki yabancı göstergesinin kullanımı ve sahip olduğu anlamsal çerçeve ET
dönemi ile benzerlik gösterir. Söz konusu göstergenin gövdesindeki yaban şeklinin
kökeni için hemen yukarıda da belirtildiği gibi yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
KISALTMALAR
BK K: Bilge Kağan Kuzey Yüzü
DLT: Divanü Lûgat-İt-Türk
DTS: Drevnetyurskiy Slovar’
ETD: Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish
ESTYA: Etimologiçeskiy Slovar’ Tyurskih Yazıkov
ET: Eski Türkçe
EUTS: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü
Far: Farsça
KT G: Kül Tégin Güney Yüzü
METY: Orhon-Uygur Hanlığı Dönemi Moğolistandaki Eski Türk Yazıtları
TDES: Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü
TDK: Türk Dil Kurumu
Toy.: Toyok
TT: Türkiye Türkçesi
TTAS: Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
TTKBS: Türkiye Türkçesi Köken Bilgisi Sözlüğü
KAYNAKLAR
ACAR, Kenan (1998), İzmit’in Taşköprü, Ova ve Balören Ağızları, Basılmamış Doktora
Tezi, Ankara.
CAFEROĞLU, Ahmet (1993), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, Enderun
Kitabevi, İstanbul.
CLAUSON, Gerhard (1972), An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth
Century Turkish, The Clarendon Press, Oxford.
EREN, Hasan (1999), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, 2. Baskı, Bizim Büro Basım
Evi, Ankara.
GÜLENSOY, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken
Bilgisi Sözlüğü, TDK Yay., Ankara.
KÂŞGARLI, Mahmud (2015), Divanü Lûgat-it-Türk, (Hazırlayanlar: Ahmet
Bican Ercilasun, Ziyat Akkoyunlu), 2. baskı, TDK Yay., Ankara.
KAYA, Ceval (1994), Altun Yaruk, TDK Yay,. Ankara.
KAYA, Ceval (2007), Çocuk Dilindeki Atta Kelimesi Üzerine, IV Uluslar Arası Türk
Dili Kurultayı Bildirileri, s. 1015-1018, Ankara.
ÖLMEZ, Mehmet (2012), Orhon-Uygur Hanlığı Dönemi Moğolistandaki Eski
Türk Yazıtları, Bilgesu Yay., Ankara.
MİHAYLOVİÇ, Dimitriy Nasilov, Aleksandr Şçerbak, Tenişev, Ekrem. vd.,
(1969), Drevnetyurskiy Slovar’, Nauka, Leningrad.
Sevortyan, E. V., Levitskaya, L. S. (1989), Etimologiçeskiy Slovar’ Tyurskih
Yazıkov: Obşçetyurskie i Mejtyurskie Osnovıy na bukvıy «Җ», «Ж», «Й», Nauka,
Moskva. www.tdk.gov.tr

458
YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE FİİLLER SÖZLÜĞÜ
1
Muammer NURLU

Fiiller hareketleri karşılayan sözcüklerdir. Nesnelerin zaman ve mekân içindeki


her türlü hareketini belirtmek için kullanılırlar. Fiilleri anlamlı kılınması için nesnelerle
ilişkilendirilmesi gerekir.
Dünyadaki dillerin farklı yapılarda olduğu bilinmektedir. Yapı bakımından
sınıflandırılmalarına bakılınca aralarındaki farklar ayırıcı özellikler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu dillerde, genellikle, fiiller, cümledeki diğer ögelere
edatlar/takılar(préposition)/kalıplar aracılığıyla bağlanırlar. Kimi dillerde sözcükler
yalın durumda bulunur; sözcüklerin teklik, çokluk ekleri, dişilik, erkeklik veya
cinssizlik tanımlıkları vardır. Kimi dillerde ad çekimi yoktur; fiillere eşlik eden
edatlarla/takılarla istenilen anlatım gerçekleştirilir. Kimi dillerde ise hem takılar
kullanılır hem de adların çekimi yapılır.
Sondan eklemeli bir dil olan Türkçede de ad çekimi vardır. Yabancı dil öğrenen
bir kişinin en zorlandığı şey konuşmaya çalıştığı dildeki fiillerin hangi edat/takı
(préposition/ präpositionen, Hurufil'l Cer, kalıp ...vb.) aldığını veya ilgili sözcüğün
hangi durum ekiyle kullanılacağını kestirememesinden kaynaklanmaktadır.
Durum ekleri, adı fiile bağlayan eklerdir. Bu ekler adları fiillere bağlayarak fiil
kümeleri ve cümlelerin yapısını kuran, cümle ekleri durumunda olan işletme ekleridir.
Adlara, fiillerle birleşerek cümle yapısı meydana getirecek her türlü işlekliği bu durum
ekleri verir. Bu çok önemlidir. Zira yerinde kullanılmazsa bu durum ekleri insanların
söylemek istemedikleri bir anlatım ortaya koyabilir; onları sıkıntılı veya gülünç bir
durumda bırakabilir.
Türkiye Türkçesinde çok kullanılan fiillerden derlenmiş bir eser ortaya
konularak Türkçe öğrenen yabancıların doğru cümle kurma ve konuşması için fiillerle
ilişkiye giren sözcüklerin hangi durum eklerini aldığı gösterilmelidir. Tarafımızca
yayınlanan çalışma dışında Türkçede hazırlanmış böyle bir sözlük yoktur. Bu eksikliğin
giderilmesi için ayrıntılı; “durum ekleriyle fiillerin kullanımına ilişkin bir sözlüğüne”
ihtiyacın duyulduğu konusu işlenecektir. Türkçe fiillerin aldığı durum eklerinin her
biriyle ilgili vereceğimiz örnek cümlelerle konu işlenecektir. Bu bağlamda,
Yabancıların Türkçe öğrenmesini kolaylaştıracak öneriler de ortaya konulacaktır.
Anahtar sözcükler: Durum ekleri, edat ve takılar, fiil-takı ilişkisi, fiil sözlüğü.

1. Giriş
Türkçenin yabancı dil olarak öğretimine son yıllarda daha fazla önem verilmekte
ve bu alanda oldukça yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Her yıl yurt dışından çeşitli
sebeplerle çok sayıda yabancı ülkemize gelmekte ve öncelikle Türkçeyi öğrenmek
istemektedir. Bu talebi karşılamak için kurslar açılmakta ve dil öğretim kitapları,
düzeylere (A1, A2, B1, B2, C1) uygun hikâyeler ile dil bilgisi alıştırma kitapları
hazırlanmaktadır. Ayrıca gelişen teknolojiyle internet ortamında da dil öğretimi için
çalışmalar yürütülmektedir.
Yabancı dil öğreniminde sözcük bilgisinin gerekliliği bilinmektedir. Ancak zengin
bir sözcük dağarcığının varlığı hedef dilde iletişim kurulmasında önemli bir yer tutsa da
bunların dil bilgisi kurallarına göre kullanılması şarttır. Yabancı dil öğrenenler için en temel
kaynaklardan biri sözlüklerdir. Öğrenciler alfabetik sıraya göre hazırlanmış sözlüklerde
sözcüklerin anlamlarını öğrenirler. Sözlüklerde örnek cümle kullanımının

Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (Prof. Dr.) 1
459
bulunması sözcük öğreniminde daha da etkili olur. Bir sözcüğü bilmek,
karşılaşıldığında yalnızca anlamını hatırlamak değildir. Konuşurken ve yazarken
sözcükler cümle içinde yerli yerinde kullanılmalıdır. Ayrıca bir sözcüğün temel
anlamının yanı sıra bir ya da birden fazla yan anlamı olabilir. Bu anlam zenginliği o
dilin ne kadar işlek bir dil olduğunu da gösterir.
Türkiye Türkçesinde çok kullanılan fiillerden derlenmiş bir eser ortaya
konularak Türkçe öğrenen yabancıların doğru cümle kurma ve konuşması için fiillerle
ilişkiye giren sözcüklerin hangi durum eklerini aldığı gösterilmelidir. Bu fiillerin aldığı
durum eklerinin her biriyle ilgili örnek cümleler de verilmelidir.
İyi hazırlanmış Türkçe cümle kuruluş kitapları veya sözlüklerin yabancı dil
öğretiminde önemli bir yeri vardır. Bu eserlerde fiillerle ilişkiye giren adların hangi ek
veya takı alacakları belirtilmelidir. Yabancılara Türkçe öğretiminde bu alanda büyük bir
ihtiyacın olduğu görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde, dillerini yabancılara kolay
öğretmek için hazırlanmış, alana yönelik yüzlerce kitap bulmak mümkündür. Bu konuda
şu örnekleri verebiliriz: Fransızcadaki fiillerin hangi takı/edat (prépositon) alınca hangi
anlama geleceğine ilişkin sözlük (ÖZTAŞ: 1980) veya cümle kuruluşları (LE
GOFFIC,:1994) üzerine yazılmış dilbilgisi kitapları, Almancada edatların/takıların
(präpotionen) eklerin fiillerle kullanımıyla ilgili eserler (KRİSTİNUS: 1971) Arapça
(AKÇAY: 2015) ve başka dillerde de yazılmış fiillerin takı, kalıp veya edatlarla
kullanıldıklarında aldıkları anlamlar üzerine onlarca kitap yazılmıştır. Biz burada
yalnızca elimizde bulunanları okuyucuya duyurmakla yetindik. Bu çalışmaların ortak
özelliği yabancılara, söz konusu dili daha kolay öğretmektir. Bu alanda ortaya konmuş
çalışmalar klasik sözlükler ve öğretim kitaplarından farklı ve yabancılara dil öğretimde
kullanılan yardımcı ders kitapları niteliğindedir.
Türkiye Türkçesiyle ilgili bugüne kadar böyle bir sözlük veya Türkçenin
sözdizimine ilişkin bir eser hazırlanmamıştır. Bu tür sözlükler/sözdizimi kitapları dilin
yapısının öğretilmesinde yararlıdır. İşte bu yüzden bizdeki alışıla gelmiş Türkçe sözlük
dışında, çeşitli amaçlar için hazırlanmış sözlüklere de ihtiyaç duyulur. Özellikle
Türkçenin sondan eklemeli bir dil olması ve sözcüklere ulanan eklerin cümlenin
anlamını doğrudan etkilemesi çok önemlidir. Bu eklerin kullanımının kavratılması
konusunda -ne yazık ki- bir çalışma yoktur.
Ortaya konulan bir çalışmayla Türkçe sözlükte yer alan bütün fiillerin ve fiillerle
oluşturulmuş deyimlerin anlamları ayrı ayrı açıklanmalıdır. Daha sonra, bu fiillerin
ilişkiye giren sözcüklerin durum ekleriyle kullanıldığında ortaya çıkan anlamı için de
örnekler verilmelidir. Cümleler seçilirken Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenler
dikkate alınmalı, açık ve basit cümleler kurmaya özen gösterilmiştir. Bu çalışmaya
başlamadan önce, Avrupa Dilleri için Ortak Çerçeve Metni (MEB: 2013) ve yabancı dil
öğretim programlarının ilgili bölümleri incelenerek, Türkçedeki durum eklerinin bu tür
kitaplarda nasıl verileceği ortaya konmalıdır. Hem durum eklerinin fiillerle
kullanılmasının sözlük yapımında yer alması hem de Avrupa Dilleri için Ortak Çerçeve
Metni'ne uygun/öneri niteliği taşıyan eserler ve örnek çalışmaların yöntemleri gözden
geçirilmelidir. Böyle bir eserin hazırlanması halinde, ülkemizde farklı amaçlarla Türkçe
öğrenmeye çalışan yabancılara ve yurtdışında Türkçe öğrenmek üzere eğitim alanlara
kolaylık sağlanmış olur.
Fiillerin sözcüklerle ilişkisinin durum eklerinin kullanımı yoluyla kavratılması
Türkçede denenmemiş bir yöntemdir. Bu nedenle, ayrıca önem arz etmektedir. Böyle
bir yöntemin geliştirilmesi için gerekli çalışmalar şimdiden yapılmalıdır.
Pek çok fiilin ilişkiye girdiği sözcüğün farklı ekler aldığı düşünüldüğünde Türkçe
öğrenen bir yabancı için bu durumun karmaşık bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. Bu
kullanımı kavrayamayan yabancılar fiillerin ilişkiye girdiği sözcüklere ek getirmeden
460
söylemekte ya da yazmaktadır. Yabancı dil öğrenen kişinin hedef dille haşır neşir olma
süresi arttıkça bu gibi yanlışlıklar azalacak ve fiillerin doğru kullanımı yerleşecektir.
Ancak bu durum zaman alacaktır. Böyle bir eserin ortaya konmasıyla, Türkçeyi yabancı
dil olarak öğrenenlerin, fiillerin anlamlarını kolaylıkla kavramalarına ve cümle içindeki
kullanımlarını görmelerine de yardımcı olunacaktır.

2. Fiiller
Bir oluşu, işi, hareketi anlatan sözcüklere fiil denir. Fiiller, varlıkların yaptıkları
işi zamana, biçime ve kişiye bağlayarak anlatan sözcüklerdir. Fiiller ancak çekimli
şekilleriyle kullanılabilirler.
Fiillerde işi gösteren bir öge vardır: git-, ağla-, neden ol-, yap-... gibi.
Fiillerde işin yapıldığı zaman veya yapılma biçimi gösterilir: gitti (geçmiş
zaman), okuyacak (gelecek zaman), çalışıyor (şimdiki zaman) gibi.
işi yapan bir ögenin bulunması gerekir: Gittim (ben), Okuyor (o), gelecekler
(onlar), seviyorsun (sen), bırakın (siz), görmedik (biz) ... gibi.
Fiiller hareketleri karşılayan sözcüklerdir. Nesnelerin zaman ve mekân içindeki
her türlü hareketini belirtmek için kullanılırlar. Fiilleri anlamlı kılmak için nesnelerle
ilişkilendirilmesi gerekir. Bu da - yukarıda görüldüğü gibi- çekimli şekillere girmesiyle
olur. Fiil çekiminde şekil ve zaman belirtilir. Çekimi yapılmış bu fiillerde kişi ekleri de
bulunur. Bir başka deyişle fiiller, hareketin ne zaman, nerede ve kim tarafından
yapıldığını gösterir. Fiillerde fiilin kök veya gövdesi, sonra şekil ve zaman eki, en
sonunda da kişi ekleri arka arkaya gelir. Fiillerin çekimli halleri şu dört şeyi gösterir:
Hareket, şekil, zaman, kişi. Öyleyse çekimli fiiller şekle, zamana ve kişiye bağlanmış
hareketi karşılayan sözcüklerdir.

2.1. Fiillerin durum ekleriyle ilişkisi


Dünyadaki dillerin farklı yapılarda olduğu bilinmektedir. Yapı bakımından
sınıflandırılmalarına bakılınca aralarındaki farklar ayırıcı özellikler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Türkçe öğrenen yabancıların (Türk soylular hariç) dillerinin genellikle Hint-
Avrupa dil ailesinden olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle, dilimizi öğrenen gelişmiş
ülkelerin hemen hepsinin dili Hint -Avrupa dil ailesindendir. Ancak, son yıllarda ülkemize
gelen sığınmacıları da hesaba katarsak Sâmi dil ailesinden (Arapça) 4 milyona yakın kişiye
de dilimizi öğretme imkanımız vardır. Bu dillerde, genellikle, fiiller, cümledeki diğer
ögelere edatlar/takılar(préposition)/kalıplar aracılığıyla bağlanırlar.
Kimi dillerde sözcükler yalın durumda bulunur; sözcüklerin teklik, çokluk
ekleri, dişilik, erkeklik (GREVİSSE: 1986), veya cinssizlik tanımlıkları vardır (PEREK:
1968; DE RYCK: 2001). Kimi dillerde ad çekimi yoktur -yukarıda da belirtildiği gibi-
fiillere eşlik eden edatlarla/takılarla istenilen anlatım gerçekleştirilir. Kimi dillerde ise
hem takılar kullanılır hem de adların çekimi2yapılır.
Sondan eklemeli bir dil olan Türkçede de ad çekimi vardır. Yabancı dil öğrenen bir
kişinin en zorlandığı şey konuşmaya çalıştığı dildeki fiillerin hangi edat/takı (préposition/
präpositionen, Hurufil'l Cer, kalıp ...vb.) aldığını veya ilgili sözcüğün hangi durum ekiyle
kullanılacağını kestirememesinden kaynaklanmaktadır. Bunun için burada Türkçedeki ad
çekimine bir örnek verip durum eklerini hatırlatmak gerekmektedir. "Okul, düşünce, kuş,
dağ ve su" sözcüklerindeki durum eklerini gösterelim:

Durum ekleri
Yalın durum: Okul Düşünce Kuş Dağ Su

2
Bkz. PEREK, F. Z., Tercümeli Latince Grameri.
461
2. Yükleme durumu: Okul+u Düşünce+yi Kuş+u Dağ+ı Su+(y)+u
3. İlgi durumu: Okul+un Düşünce+nin Kuş+un Dağ+ın Su+(y)+un
4. Yönelme durumu: Okul+a Düşünce+(y)+e Kuş+a Dağ+a Su+(y)+a
5. Bulunma durumu: Okul+da Düşünce+de Kuş+ta Dağ+da Su+da
6. Çıkma durumu: Okul+dan Düşünce+den Kuş+tan Dağ+dan Su+dan
Araç durumu: Okul+la Düşünce+(y)+le Kuş+la Dağ+la Su+(y)+la
Durum ekleri, adı fiile bağlayan eklerdir. Adı edata bağlamaları da, dolayısı ile
adı fiile bağlamaktır. Onun için durum ekleri adları fiillere bağlayarak fiil kümeleri ve
cümlelerin yapısını kuran, cümle ekleri durumunda olan işletme ekleridir. Adlara, fiillerle
birleşerek cümle yapısı meydana getirecek her türlü işlekliği ad durum ekleri verir (ERGİN:
2014, s. 227.). Bu çok önemlidir. Zira yerinde kullanılmayan bu durum ekleri insanların
söylemek istemedikleri bir anlatım ortaya koyabilir; onları sıkıntılı veya gülünç bir
durumda bırakabilir. Örneğin bir erkek öğrencinin sınıfta hoşlandığı bir kıza "seni çok
seviyorum" yerine "senden çok seviyorum" demesi gülüşmelere neden olur. Öğrenciyi
istenmedik bir durumda bırakabilir. O zaman bu öğrenci meramını nasıl anlatacak? "Sene
çok seviyorum" mu? "Seninle çok seviyorum" mu? "Sende çok seviyorum" mu?... Bu
cümlelerden hangisini kullanacak? Öyleyse, Türkçeyi düzgün ve anlaşılır bir biçimde
öğrenebilmek için fiillerin ilişkili olduğu sözcüklerin aldığı durum eklerinin bilinmesi
gerekir. Zira aldıkları durum ekine göre cümledeki anlamları da değişebilir.
Türkçe öğrenen yabancıların yazılı kağıtlarından alıntılayıp verdiğimiz aşağıdaki
örnekler durum eklerini kullanmanın ne kadar sıkıntılı olduğunu gözler önüne
sermektedir. Gazi Üniversitesi Türkçe Eğitimi araştırma ve Uygulama Merkezi’nde A2,
B1, B2 ve C1 düzeyinde öğrenim gören öğrencilerin yazılı kağıtlarından seçtiğimiz
örnekler aşağıdadır:
A2. düzeyindeki sınıflarda bulunan farklı öğrencilerden durum eklerinin
kullanımıyla ilgili seçilmiş örnekler.
“Deniz kanarında otel-e oturduk.
Çok güzel fotoğraflar-ı çektik.
Balığ-ı tutuk. Bodrum’a gezdik.
Orada tekrar gitmek istiyorum.
B1 düzeyindeki sınıflarda bulunan farklı öğrencilerin cümlelerinden durum
eklerinin kullanımıyla ilgili seçilmiş örnekler.
-“Mesela ben Türkiye’… geldiğimde daha güçlü oldum.”
-“Bir araştırma… göre yurt dışında yaştıkları insanlar daha zeki ve akıllı
olurmuş.”
-“Her şey… tek başıma yapıyorum.”
-“Bence yurt-a dışında yaşamak çok yararlar var, mesela, ticaret her ülke-.. çok
farklı ve çok faydalı benim ülkem-… çiçekçiler yok.”
-“Türkiye’de daha önce Türkçe bilmedim, insanlara konuşma en zor bir
şey.” -“Türkiye-.. seçtim, çünkü islamı çok beğendim.”
B2. düzeyindeki sınıflarda bulunan farklı öğrencilerin cümlelerinden durum
eklerinin kullanımıyla ilgili seçilmiş örnekler.
-“İlkokuldan beri bu soruyu bin kere duyduk. Ve bin kere cevab verdik. Ama her
kez cevabımız farklıdır. Çünkü her kes insanlığını farklı bir şekilde görüyor. Bazılar
yabancı olduğunu kötü hissetmiyor.”
-“Ama dışarda her kes bana nasıl görüyor.”
-“İstediği şeyi almak için senden yaklaşıyor.”
C1 düzeyindeki sınıflarda bulunan farklı öğrencilerin cümlelerinden durum
eklerinin kullanımıyla ilgili seçilmiş örnekler:
-“Biz bugün teknoloji döneme yaşıyoruz”
462
-“Ben kendim.. örnek anlatacağım. Nasıl ben kilo verdim ve zayıfladım. Geçen
sene ben 93 kilodaydım. Benim arkadaşlarım beni her zaman güldüler…. Fakat kimse..
söylemedim. Benim arkadaşlarıma ilgini çektiler”.
-“Bizim çevresinde çöp yolda atmamalıyız. (…) Hem kendine için hem de
çevremizde için”.
-“Biz de hayat… devam etmeye karar verdik”.
-“Her anımız… başarı koltuğa bakmalıyız”.
-“İstediği şeyi almak için senden yaklaşıyor”.
Yukarıda anlattıklarımızı farklı dillerdeki edat kullanımlarıyla biraz açıklığa
kavuşturalım: Fransızcada répondre fiili à edatıyla kullanılınca (répondre à)Türkçede
"yanıt vermek, karşılık vermek, tepki göstermek" için seçilirken; aynı fiil de edatı alırsa
(répondre de)"biri hakkında teminat vermek, birinin sorumluluğunu yüklenmek";
anlamına gelir. Yine bu fiili sur edatıyla kullanırsak (répondre sur) sözlükte "kefil
olmak" biçiminde görürüz. Bu dille ilgili aşağıdaki örneklerde edatların/takıların,
anlamlamada ne kadar önemli olduğu görülmektedir.
Donner qch à qnn: Birine bir şey vermek,
Donner dans: Bir şeye düşmek,
Donner sur: Bir yere bakmak, -e nazır olmak.
Bu durumu başka dillerdeki örneklerle çoğalttığımızda konunun daha da
anlaşılacağı ortadadır. Şu örneklere de göz atalım:
İngilizcede to look fiili Türkçede “görünmek” anlamına gelir, ancak for, at ve
out edatlarıyla kullanıldığında anlamı değişir: To look for fiilinin dilimizdeki karşılığı
"aramak"tır. To look at: "Bakmak" anlamını verir. To look out ise Türkçedeki "dikkat
etmek", “etrafına bakmak” fiiliyle hemen hemen aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu
dildeki örnekleri aldığı edata göre anlam değiştiren şu iki fiille noktalayalım:
Torun: Koşmak.
Torunout: Bitmek, tükenmek.
Toruninto: Karşılaşmak.
To put: Koymak
To put out: Söndürmek
Toput upwith: Katlanmak.
İngilizcedeki fiiller tek başına kesin bir anlam ifade etmezler, ancak fiilden sonra
gelen edatlar/takılar ve nesnelere göre anlam kazanırlar.
Togo: gitmek
Togo in for something: Birşeyi merak etmek
Togo over something: Birşeyi gözden geçirmek,... gibi.
Almancada da edatlar/takılar (Prӓpositionen) değiştiği zaman fiillerin anlamının
bütünüyle değiştiği görülmektedir. Ancak bu tür fillerin sayısı çok azdır. Bu dille ilgili
aşağıdaki örnekler verilebilir:
Kletternauf……….. : Tırmanmak
Kletternüber………. :Tırmanıp üzerinden atlamak, aşmak
Gehenum(es geht um)…….. :Konu olmak
Gehennach…… : -e Gitmek

Bestehenauf….. :bir şeyde ısrar etmek


Bestehenaus….. :-den oluşmak, -den ibaret olmak

Sprechenmit …….. :birisi ile konuşmak


Sprechenüber……. :bir şey, birisi hakkında konuşmak

463
Kämpfenfür…… :bir şey için savaşmak, mücadele etmek
Kämpfengegen…… :birşeye, birine karşı savaşmak, mücadele etmek

Fliegenmit ….. :ile uçmak


Fliegennach……. :-e uçmak

Wartenauf….. : birşeyi, birini beklemek


Wartenin …… : -de beklemek
Türkçede olduğu gibi Arapçada (DİYAB vd.: 2008) da ad çekimi
bulunmaktadır.Arapçada bu görevi üstlenen ekler/kelimeler "Hurufil'l Cer(.‫ﻓوﺭح ﺭجل‬...
)" olarak adlandırılır. Onlar da yalnız başına bir anlam ifade etmeyen, ancak adaulanınca
anlama katkıda bulunan eklerdir. Onlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: "bi(..‫ب‬. )",
"min (..‫نم‬.)", " 'an (..‫نﻋ‬.)", "fi (..‫يﻓ‬.)", "ila' (..‫ﻰل‬... )"," 'ala (..‫يلﻋ‬..)".
Fakat her dilin kendine özgü bir mantığı olduğu için ad çekimlerin kullanım şekli de
değişmektedir.Arapçadaki ad çekiminin Türkçedekindençok farklı olduğu görülmektedir:
Arapçada,yakrah el ttıflu şurbul leben( ‫" )ﻩﺭﻜي ﻝﻔﻄلبرﺵنﺒلل‬çocuk süt içmek nefret eder"
biçiminde yazılsa da biz bu cümleyi Türkçede, "çocuk süt içmekten nefret eder"diye (-
den)çıkma durum eki ekleyerek söyleriz. Yani, Arapçada nefret etmek fiili harfi cer
almadığı halde Türkçede bu fiille ilişkiye giren sözcük çıkma durum eki alır."Yeşbehu
Ahmed Validahu (..‫ ﻩدلو‬¥¥‫ﻪﺒﺵيدمحأ‬... )"cümlesinde baba+(Ø) sözcüğü hiçbir durum eki
almazken "Ahmet babası-(n) +a benziyor"anlamındaki cümle Türkçede
yönelme ekiyle kurulur."Vefee sadiki bi vaaduhu(...‫ﻰﻓويﻘيدص ﻩدﻋوب‬......)" (dostum sözünü
tuttu) cümlesinde "söz tutmak"olarak verilmiş olan fiil,"ile"anlamındaki"bi"harfi cer
alırken Türkçede ilgi durum eki(-i) ile kullanıldığı -yukarıda- görülmektedir.
Farsçada (KHANLORI: 1972) "ez kesi porsiden ‫ک زا‬¥¥¥¥¥‫=( "نديسﺭپ يس‬birinden
sormak) ve "ez kesi teşekkor kerden ‫ک زا‬¥¥¥¥‫دﺭک ﺭکﺶت يس‬¥¥¥¥‫=( "ن‬birinden teşekkür etmek)
fiillerinde çıkmadurum eki kullanılmasına karşın biz bu fiilleri Türkçede "birine
sormak" ve "birine teşekkür etmek" biçiminde yazarak yönelme durum ekiyle kullanırız.
Yine Farsçadaki "men ra be akuşbegir ‫ﺭيگﺐ ﺵوﻍﺁ ﻪب اﺭ نم‬
"(beni sarıl), "men ra seda bezen ‫م‬¥¥¥‫زب ادص اﺭ ن‬¥¥¥‫( "ن‬beni seslen) cümlelerindeki
sarılmak ve seslenmek fiilleri yükleme durum eki almıştır. Türkçedeki karşılıkları
"bana seslen" ve "bana sarıl" biçiminde yönelme durum ekiyle kullanılır. Aynı şekilde
"ba u movacehşodem ‫ اب‬¥‫ وا‬¥‫( "مدﺷ ﻪجاوم‬onunla rastladım) ve "ez men peyrevi kon ‫نک يوﺭيپ نم‬
‫( "زا‬bendenuy) cümlelerindeki vasıta durum eki yerine yönelme durum eki, çıkma
durum eki yerine de yönelme durum eki kullanarak Türkçedeki karşılıklarını şöyle
ortaya koyarız: "Ona rastladım" ve "Banauy".
Rusça’da adlar oldukça gelişmiş bir çekim sistemine sahiptir. Rusça ad çekimi
eki olmayanyalın durumla birlikte 5 durum ekiyle yapılır. Yalın durum dışındaki bütün
diğer durumlar (yalın dışı durumları) (косвенные падежи) olarak adlandırılırlar.
Bunlar aşağıdaki gibidir:

Yalın durum( Ø ) nominative – именительный падеж –Kim? Ne?


Yükleme durumu (-i durumu) – accusative – винительный падеж – Kimi?
Neyi?
İlgi durum (-in durumu) – genitive –родительныйпадеж– Kimin? Neyin?
Yönelme durumu (-e durumu) – dative – дательный падеж – Kime? Neye?
Bulunma durumu(-da, - de durumu) – prepositional– предложный падеж – kim
hakkında? Ne hakkında?
Araç durumu (-ile durumu) – instrumental –творительныйпадеж– kiminle?
Ne ile?
464
Rusçada da, Türkçedede fiille ilişkiye giren sözcüğün aldığı durum eklerinde
farklılıklar görülmektedir. Örneğin, Türkçe’de "senden korkuyorum"cümlesi çıkma
durum eki alırken Rusça’da «seni korkuyorum» «я боюсь тебя» biçiminde yükleme eki
alarak ifade edilir. Sormak fiiliyle kullanılan sözcük de Rusça’da yükleme durumuyla
kullanılırken «я хочу спросить у тебя»Türkçe’de aynı fiille kurulan cümledeki sözcük
yönelme eki alır: "sana sormak istiyorum".Türkçe’de "sendenhoşlanıyorum"çıkma
durum ekiyle ortaya konan bir cümlenin Rusça’daki karşılığı«ты мне нравишься»(sen
bana hoşlanıyorum= ты/sen – yalın durumu, мне/bana –) yönelme ekiyle ortaya
konmaktadır.). Отвечатьfiili Türkçe’de "cevap vermek" anlamına gelir, fakat заedatı
kullandığımızda "я отвечаю за тебя" (yüklemedurumu) «ben senden sorumluyum»
(çıkma durumu) demek, aynı zamanda da cümlenin anlamına göre "я за тебя отвечу"
«senin yerine cevap veririm»anlamlarına gelmektedir (KONSTANTİNOVA: 2016).
Türkçenin de içinde bulunduğu Altay dil ailesinde yer alan Japonca ise, cümle
kuruluşu ve ögelerin dizilişi bakımından Türkçe ile benzerlik göstermektedir. Japoncada
da adlar fiillere bağlanırken durum ekleri kullanılır. Bunlar: が(ga), を(o), に(ni), へ(e), で
(de) ekleridir. Fakat bu ekler Türkçeden faklı olarak birden fazla durum eki yerine
kullanılabilir. Yani aynı ek kullanıldığı cümleye göre farklı durumları anlatır. Aşağıdaki
tabloda bu eklerin kullanımları örnek cümlelerle gösterilmiştir.
yalın durum 授業が始まりました。 Ders başladı.
が (Juugyou ga hajimarimaşta.)
(ga) belirtme durumu トルコがすきです。 Türkiye’yi seviyorum.
(Toruko ga suki desu.)
yalın durum 茶を飲みます。 Çay içiyorum.
(Ça o nomimasu.)
を ayrılma durumu 家をでます。 Evden çıkıyorum.
(o) (Uçi o demasu.)
yönelme durumu 写真を見ます。 Fotoğrafa bakıyorum.
(Şaşin o mimasu.)
bulunma durumu 東京に住んでいます。 Tokyo’da yaşıyorum.
(süreklilik bildiren
(Tokyo ni sunde imasu.)
fiil)
yönelme durumu 学校に行きます。 Okula gidiyorum.

(Gakkou ni ikimasu.)
(ni)
木村さんにお土産をもらいま
ayrılma durumu し Kimura’dan hediye
(kişi-den) aldım.
た。(Kimura san ni omiyage o
moraimaşta.)
yönelme durumu Gelecek ay
へ 来月日本へ行きます。
(Kullanım alanı Japonya’ya
(e) (Raigetsu Nihon e ikimasu.)
daha geniştir.)) gideceğim.
bulunma durumu Kütüphanede ders
で 図書館で勉強します。
(hareket bildiren çalışıyorum.
(de) fiil) (Toşokan de benkyouşimasu.)

465
Yukarıdaki tabloda が(ga)’nın yalın durumda kullanılması, cümlenin Türkçeye
çevrildiği zaman ortaya çıkan anlamıdır. Bu ek Japonca cümlede aslında belirtme
durumunda kullanılmıştır. Cümle, Türkçeye birebir çevrildiği zaman “Dersi başladı.”
şeklinde bozuk bir ifadenin kullanılması gerekir. Aynı durumla を (o) ekinde de
karşılaşılmaktadır. Bu ek, kendisinden sonra geldiği ismi belirtili veya belirtisiz nesne
yapmaktadır. Bu nedenle を(o) eki kullanılan cümleleri Türkçeye çevirdiğimizde bazen
yalın durumda bazen de belirtme durumunda çevirebiliriz. Çünkü Japoncada nesne,
belirtili veya belirtisiz şeklinde ayrılmamıştır. Her iki şekilde de を(o) eki
kullanılmaktadır. Örneğin 手を洗います。(Te o araimasu.) cümlesini Türkçeye birebir
çevirdiğimizde “El yıkıyorum.” şeklinde yalın durumda çevirebiliriz. Fakat anlam
bakımından çevirdiğimizde “Elimi yıkıyorum.” şeklinde belirtme durumunda çeviririz.
Aynı を(o) eki ayrılma ve yönelme durumlarında da kullanılmaktadır. Bu durum, Türkçe
durum eklerinin kullanımıyla hiçbir şekilde benzeşmemektedir. Söz konusu durum に(ni)
eki için de aynıdır. Bulunma durumunun süreklilik ve hareket bildiren fiiller için farklı
kullanılması da Türkçe ile Japoncanın farklılaştıkları bir başka noktadır. Yönelme
durumu へ(e) ve bulunma durumu で(de)’nin ses bakımından Türkçedeki “–e” ve “-de”
durum eklerine benzerliği ise ilginçtir.
Çeşitli dillerle ilgili yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı gibi, bazı
dillerde ad çekimi yoktur. Ad çekimi olan dillerin hem edat/takı hem de durum eklerini
kendi dillerinin mantığına göre kullandığını yukarıdaki örneklerde gördük. Bütün
dillerin kendi mantık çerçevesi vardır. Ancak bu çerçevede bakılırsa dil öğrenilebilir.
Kendi dilinizde bulunup Türkçede olmayan veya Türkçede bulunup da kendi dilinizde
olmayan bir öge için "niçin benim dilimde var da Türkçede yok" veya "niçin benim
dilimde yok da Türkçede var" yaklaşımı doğru değildir. Bir dilin mantığı o dili kullanan
insanların hayata bakış açısını gösterir. İşte bu nedenle yabancı dil öğretimi aynı
zamanda yabancı bir dil ve kültür öğretimidir.
Demek ki, Türkçedeki fiiller durum ekleriyle kullanılırlar. Durum ekleri cümle
içinde adların diğer sözcüklere karşı durumunu belirten bir özellik taşır. Cümledeki
fiiller bu durum eklerine göre bir anlam kazanır veya anlamlanırlar. Bu durumu şöyle
örnekleyebiliriz. Gitmek fiili yönelme, çıkma ve araç durum ekleriyle kullanıldığında
farklı anlamlara gelmektedir. Aşağıda verdiğimiz şu üç cümlede bu farklılıklar açıkça
görülmektedir:
Ev-e gitmek: Burada gitmek fiilinin anlamı"varmak, ulaşmak, erişmek"tir.
2. Ev-den gitmek: Burada gitmek fiili "terketmek, uzaklaşmak" anlamına
gelmektedir.
Ev-le gitmek: Aile ile (birlikte) gitmek, aileyi bir yerden bir yere "götürmek,
taşımak" anlamını verir.
2. Yapılarına göre Türkçe fiiller
Yukarıda verdiğimiz açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, fiiller bağımlı
sözcüklerdir. Tek başlarına kullanılmazlar. Karşıladıkları iş ve hareketler, ancak adlarla
olan ilişkileriyle ortaya çıkar. O halde, adlar canlı ve cansız varlıkların, somut ve soyut
nesne ve kavramların nitelemesi; fiiller ise, bunların hareketlerine bağlı iş, oluş, kılış ve
durumlardır. Fiiller kök ve gövde durumunda iken adlarla kullanılmaz; ancak, çekimli
halleriyle kullanılırlar (KORKMAZ: 2003, s.527).
Sonuç

466
Türkiye Türkçesindeki cümle kuruluşlarına ilişkin yeni kitap ve sözlüklerin
hazırlanması gerekmektedir. Zira yabancıların kullanabileceği bir Türkçe sözküğümüz
maalesef halen bulunmamaktadır. Bu sözlükte, fiillerle birlikte kullanılan durum ekleri
o fiilin tanımından hemen önce yay ayraç ( ) içinde (-i),(-in), (-e),(-de),(-den), (-ile)
biçiminde göstererek kullanıcının daha kolay ve çabuk anlamasını amaçladık. Herhangi
bir ek almayan fiilden sonra (Ø)simgesini kullandık. Eserde tek sözcük olarak kullanılan
fiilleri (basit fiiller), türemiş ve birleşik fiilleri veya yardımcı fiille kullanılan fiilleri
madde başı olarak verdik. Madde başı olarak verilen bu (basit, türemiş ve birleşik)
fiillerin tanımlarını yaptık. Bu tanımın ardından, öğrenicilerin belleğinde daha kalıcı bir
yer bulması amacıyla somut örnekler verdik.
Türkçeyi doğru kullanma sorunu gelmektedir. Anlaşılır, düzgün konuşmak ve
yazmak; kurallı cümle kurmak yabancıların dilimizi öğrenirken en çok zorlandıkları
konuların başında gelmektedir. Bunun nedeni, fiille ilişkiye giren sözcüğün hangi
durum ekini alacağının bilinmemesidir. Yazarken de konuşurken de en çok bu eklerin
kullanılmasından kaynaklanan hatalar yapılmaktadır. Türkçede adlara yer, yön,
bulunma, uzaklaşma, yükleme (belirtme) ve birliktelik gibi işlevler kazandıran ekler,
durum ekleridir. Öğrenciler iyelik ekleriyle bu ekleri çoğu zaman karıştırıyorlar. Kendi
dillerinde bir fiili nasıl kullanıyorlar ise Türkçede aynı anlamdaki fiili de öyle
kullanıyorlar. Oysa her dilin mantık örgüsü farklıdır. Türkçe öğrenen birinin kendi
dilinde düşünüp Türkçe konuşması gülünç bir durum yaratmaktadır.
Bu sorunu ortadan kaldırmak için Türkçedeki fiillerin ilişkiye girdiği sözcüklerle
nasıl kullanıldığını göstermek gerekir. Öyleyse hazırlanan Türkçe sözlüklerde fiillerin
nasıl kullanıldığını/hangi durum ekiyle kullanıldığının gösterilmesi kaçınılmazdır. Bu
sözlüklerde fiillerin temel anlamı ve yan anlamları en alt düzeydeki kullanıcıların
anlayabileceği biçimde tanımlanmalı; uygun cümlelerle örneklendirilmelidir. Böyle
olması halinde Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen kişilerin, fiillerin anlamlarını
kolaylıkla kavramaları ve cümle içindeki kullanımlarını görmeleri sağlanmış olacaktır.

KAYNAKLAR
AKÇAY, Cihaner (2015), Arapçada Yaygın Kelime ve Kalıplar, Aktif, 3.baskı, Ankara.
Ankara Üniversitesi TÖMER (2011), Yeni Hitit I Yabancılar İçin Türkçe Temel A1- A2;
Yeni Hitit II Yabancılar İçin Türkçe Orta B1, Yeni Hitit III Yabancılar İçin Türkçe İleri
B2- C1, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara.
DE RYCK, L. T., Cours de Grammaire Roumaine, Edition de la fondation culturelle
roumaine, Bükreş, 2001.
ERGİN, Muharrem(1992), Edebiyat ve Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümleri içinTürk Dil Bilgisi(19. baskı), Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım, İstanbul.
Gazi Üniversitesi TÖMER (2014), Yabancılar İçin Türkçe Temel Düzey A1-A2 (iki
cilt), Yabancılar İçin Türkçe Orta Düzey B1-B2 (iki cilt), Yabancılar İçin Türkçe İleri
Düzey C1, Özel Matbaası, Ankara.
GREVİSSE, Maurice ((1986), Le Bon Usage -Grammaire française- Douzieme édition
refondue par André Goosse, Duculot, Paris-Gemblout
KHANLORI, Parviz Natel (1972), Farsça Dilbilgisi, Boyad-e ferheng-e Iran Yayınları,
(1351)‫ناریاگنهرفداینبتاراشتنا‬ ‫ یسرافنابزروتسد یرلناخلتانزیورپ‬۱۳۵۱Tahran
KRİSTİNUS, Heinz , Die Deutschen Verben Mit Praepositionen und İhre Wiedergabe
Üniversitesi, DTCF yay. No: 198, Ank. Ü. Basımevi, İm Turkkischen, Ankara
Ankara, 1971.

467
KONSTANTINOVA, L. A.,(2016), Grammatika Russkogo Yazıka. Uchebnoye
posobiye, FLİNTA, (Rus dili Grameri. Ders Kitabı. FLİNTA ( Константинова,Л.А.,
Грамматика Русского Языка. Учебное пособие. ФЛИНТА, с.260)
KORKMAZ, Zeynep (2003) Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Atatürk Dil
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil kurumu Yayınları: 827, Ankara.
LE GOFFIC, Pierre, Grammaire de la phrase,Hacette, Paris, 1994.
Mİlli Eğitim Bakanlığı (2013), Diller İçin Avrupa Ortak Öneriler Çerçevesi -Öğrenim,
Öğretim ve Değerlendirme-, Türkiye'de yayımlayan Telc GmbH, Frankfurt/Main
Almanya ISBN:978-3-86375-083-1.
Nasif, H., Diyab, M., Tamoum, M., Ömer, M.ve Muhammed, S. (2008), Kavaidul
Lugatil Arabiyye, Mektebetul adaab yayınları, Kahire (‫مو‬،‫ﺭمﻋدومحم‬،‫دمحمﻜﺒناﻄﻝس‬،‫بادلاةﺒتﻜم‬،‫ةﺭهاﻘل‬،٢٠٠٨
‫ﺒرﻌلةغللدﻋاوﻗ‬¥¥‫ةي‬،‫انىنﻔح‬¥¥‫ﻓﺼ‬،‫ايددومحم‬¥¥‫ب‬،‫ )مﻄىﻔﻄﺼم‬ÖNGEL, Baha (1989), Fransızca Cümle Kuruluşları-
Construction de la phrase française accompagnée de sa traduction turque, 7. baskı, İnkılâp
Kitabevi, İstanbul.
ÖZTAŞ, Kaya, Est-ce a ou de? Fransızcada Préposition Alan Fiiller, (1. basım)
Maya Yayınları: 1. basım, Ankara, 1980.
DE RYCK, L. T. (2001), Cours de Grammaire Roumaine, Edition de la fondation
culturelle roumaine, Bükreş.
TDK, Yazım Kılavuzu, Türk Dil kurumu Yayınları, 27.baskı, Ankara, 2012.
TDK, Türkçe Sözlük, Türk Dil kurumu Yayınları,10. baskı, Ankara, 2005.
PEREK, Faruk Zeki (1968), Tercümeli Latince Grameri (Bölüm: I-II) 3.baskı, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat fakültesi yayınları No: 831, Klasik Filoloji Bölümü No: 2,
Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul.

ADLÎ DÎVÂNI ÖRNEĞİNDE BAĞLAMLI DİZİN VE İŞLEVSEL


*
SÖZLÜK ÇALIŞMALARININ KLÂSİK TÜRK ŞİİRİ İÇİN ÖNEMİ
**
Yakup YEŞİLYAPRAK
Özet
Klâsik Türk şiiri araştırmacıları, şiiri anlamak/anlamlandırmak adına birçok yöntem
geliştirmiş ve uygulamışlardır. Anlama veya anlamlandırma adına gösterilen çabalar
günümüzde de devam etmektedir. Özellikle bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle birçok
yeni yöntem ortaya çıkmıştır. Bu yöntemlerden biri de bağlamlı dizin ve işlevsel sözlük
yöntemidir. Bağlamlı dizin, bağlamıyla birlikte sunulan sözcüklerin oluşturduğu abecesel
dizelge şeklinde tanımlanabilirken; işlevsel sözlük ise, bir eserin söz varlığını en ince anlam
farklılıklarına değin ortaya çıkaran sözlük şeklinde tanımlanabilir.
Çalışmada bağlam ifadesi, bir dil biriminin birlikte kullanıldığı diğer unsurlarla
kazandığı anlamı ve değeri belirleyen dil içi bağlam; dil biriminin anlamını ve değerini
kullanıldığı dönem, kültür ve hayat tarzı açısından belirleyen dil dışı bağlam olmak üzere
iki türlü ele alınacaktır. Böylece hem dil birimlerinin birbiriyle girdikleri ilişki sonucu hem
de bunların dış unsurlar (dönem, kültür, muhatabın bilgi birikimi vs.) aracılığıyla
kazandıkları anlam ve değerler belirlenecektir. Bununla amaç, dil birimlerinin işlevlerini
detaylı bir şekilde belirleyerek metnin anlam dünyasına ulaşmaktır. Söz konusu anlam

Bu çalışma, Yakup Yeşilyaprak tarafından hazırlanan “Adlî Dîvânı’nın Bağlamlı Dizin ve İşlevsel
Sözlüğü” (Yeşilyaprak, 2017) adlı Yüksek Lisans Tezi’nde yer alan “İnceleme” bölümünden
faydalanılarak hazırlanmıştır.
Araştırma Görevlisi, Ardahan Üniversitesi, İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi/ Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü. İletişim: yakupyesilyaprak@ardahan.edu.tr
468
dünyasına ulaşmak için bazı bağlamsal sözlük çalışmalarında bile çok önemsenmeyen
ve genellikle ilk anlamıyla ele alınan bağlaç, zamir ve bazı isimlerin bağlam içerisinde
birçok farklı anlam kazanabileceği ve bu anlamların da hem klâsik edebiyat okuru hem
de araştırmacısı için bazı kolaylıklar sağlayabileceği örnekleriyle tespit edilmiştir.
Çalışma, hem klâsik Türk şiirini daha iyi anlamak veya anlamlandırmak için
bağlamlı dizin ve işlevsel sözlük çalışmalarının önemini ortaya koymayı hem de söz
konusu çalışmaların uygulanma şekliyle ilgili bazı önerilerde bulunmayı amaçlamıştır.
Anahtar Sözcükler: Bağlam, Bağlamlı Dizin, İşlevsel Sözlük, Adlî, Adlî Dîvânı.

Giriş
Klâsik Türk şiiri, kaynağını çok eski medeniyetlerden alan oldukça zengin
kültürel havzadan beslenen bir şiirdir. Aynı zamanda günümüzdeki hemen hemen bütün
disiplinlerin temel kaynağı olan bu kültürün taşıyıcısı konumundadır. Dolayısıyla bu
şiiri anlamak ve anlatmak söz konusu kültürün izlerini sürmek anlamına da gelecektir.
Dünyadaki güçlü kültürlerin, dillerin, devletlerin ve ulusların en önemli özelliklerinden
biri köklü bir geleneğe sahip olmaları ve bu geleneği yaşatma, bu gelenekten
faydalanma bilincini kazanmış olmalarıdır. Klâsik Türk şiirine de bu açıdan bakmak
faydalı olacaktır. Söz konusu şiirle ilgili çalışmalar özellikle son zamanlarda artış
gösterse de bu şiirin doğru anlaşılmasına yönelik çalışmalar henüz yeterli nicelik ve
nitelikte değildir. Anlaşılmayan bir edebiyatın sevilme, sevilmeyen bir edebiyatın da
yaşama şansı çok azdır. Dolayısıyla Klâsik Türk edebiyatı araştırmacılarının temel
amaçlarından biri de bu edebiyatın anlaşılmasını sağlamaktır. “Anlaşılma” probleminin
bu kadar göze batar bir durumda olmasının birçok sebebi vardır. Genel kanının aksine
3
dil, bu şiirin anlaşılmamasında en önemli sorun değildir. Dil problemini çözmek elbette
önemli bir adım olacaktır ama sadece bunun yeterli olduğunu düşünmek çok büyük bir
yanılgı olacaktır. Eğer böyle bir durum söz konusu olsaydı, Osmanlıca-Türkçe sözlüğü
bu şiirin anlaşılması için yeterli olabilirdi. Mevcut sözlüklerin metinleri anlamaya
yönelik değil daha çok genel ve yüzeysel sözcükleri barındırmaları durumu söz
konusuyken şiirin anlaşılmasından bahsetmek çok zordur.
Klâsik Türk şairlerinin geleneğin kendilerine sunduğu malzemeden bir
kompozisyon oluşturup bunu çeşitli kelime oyunlarıyla beyte sığdırma çabaları, bu metinler
üzerine çalışan araştırmacıları hem söz konusu kompozisyonu çözmeye hem de barındırdığı
kültürel unsurları tanımaya mecbur kılmıştır. Bu ise metnin çözümünün hem dilsel hem de
kültürel bakış açısıyla mümkün olduğunu ortaya koyar. İşlevsel sözlük ve bağlamlı dizin
çalışmaları, bu bakış açılarıyla şiirleri en ince ayrıntısına kadar çözümleyip bağlamlı dizin
halinde sunmayı hedefler. Metinlerdeki kelimelerin hem dil içi hem de dil dışı bağlamda
kazandığı anlamlarının belirtilmesi bu sözlüklerin temel amacıdır. Böylece söz konusu
sözlükler, sadece Klâsik Türk şiiri araştırmacıları için değil ortalama okuyucu için de çok
önemli nitelikler taşımaktadır. Bu çalışma, söz konusu bağlamsal sözlüklerin nasıl
hazırlanmaları gerektiğine dair öneriler barındıran, aynı zamanda verilen örneklerle
bağlamsal sözlüklerin önemini de vurgulamayı amaçlayan bir çalışmadır.
Adlî Dîvânı’nın Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü adlı tez çalışması
Yeşilyaprak, 2017), TEBDİZ (Tarih ve Edebiyat Metinleri Bağlamlı Dizin ve İşlevsel
Sözlüğü) projesi kapsamında hazırlanmış bir çalışmadır. Tarih ve Edebiyat Metinleri
Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü adı altında hazırlanan ve başta Klâsik Türk edebiyatı
olmak üzere Türk edebiyatının tüm eserleri ve çeşitli tarihi metinlerin işlevsel ve
bağlamsal sözlüklerini oluşturmayı hedefleyen söz konusu proje, Türk edebiyatının söz
varlığını ortaya koymayı hedeflemiştir. Proje kapsamında sisteme

Burada kastedilen genel anlamda dil değil, eserin yazıldığı dönemde kullanılan dildir. 3
469
www.edebiyatvakti.com sitesinde yer alan ve 28.12.2016 tarihinde güncellenmiş
verilere göre 519 tane eser, 500.000 madde başı, 1.000.000’dan fazla atasözü, deyim
vs., 20.000.000’dan fazla kelime 774 araştırmacı tarafından girilmiştir. Çeşitli
kaynaklara ve tarihlere göre farklılık gösterseler de bahsedilen rakamlar çok ciddi bir
veri deposunun varlığını kanıtlar niteliktedir.
Bağlamlı dizin çalışmaları ilk olarak kutsal metinleri anlamak için uygulanmış
çalışmalardır. Bu anlamda yapılan çalışmaların bilinen ilk örneği Alexander Cruden
tarafından 1738 yılında Londra’da yayımlanan “A Complete Concordance to the Holy
Scriptures of the Old and New Testament” adlı çalışmadır. 4 Bağlamlı dizin
çalışmalarının ilk uygulandığı edebi metinler ise daha çok Shakespeare odaklıdır.
Horace Horward Furness tarafından 1875 yılında Philadelphia’da yayımlanan “A
5
concordance to Shakespeare's poems” adlı çalışma, bu çalışmaların ilki olarak bilinir.
Türkiye’de bu konuda yapılan ilk çalışma Furkan Öztürk tarafından 2007’de
Doktora Tezi olarak hazırlanan “Bâkî Dîvânı Sözlüğü [Bağlamlı Dizin ve İşlevsel
Sözlük]” adlı çalışmadır (Öztürk, 2007)6. İkinci çalışma ise Özer Şenödeyici tarafından
2011’de Doktora Tezi olarak hazırlanıp 2015’te kitap olarak yayımlanan “Nâilî Dîvânı
Sözlüğü [Baglamlıı Dizin ve Işlevsel ̇ Sözlük]” adlı çalışmadır (Şenödeyici, 2015(. Hem
Furkan Öztürk (Öztürk, 2008) hem de Özer Şenödeyici’nin (Şenödeyici, 2017) söz
konusu tez çalışmalarından hareketle kaleme aldıkları bir de makaleleri mevcuttur.
Ayrıca Erdoğan Boz’un X. Uluslararası Yunus Emre Sevgi Bilgi Şöleni’de sunulan ve
Eskişehir Valiliği tarafından “X. Uluslararası Yunus Emre Sevgi ve Bilgi Şöleni
Bildirileri” adlı kitapta yayımlanan “Yunus Emre Dîvânı’nın Bağlamsal Sözlüğü ve
Dizini Üzerine Bir Deneme” adlı bir bildiri de mevcuttur (Boz, 2011). Nebi Uysal
2012’de “Ağız Araştırmalarında Bağlamsal Sözlük ve Dizin Kullanımı” adıyla bu tarz
yaklaşımların önemini vurgulayan bir makale yazmıştır (Uysal, 2012).
Yukarıda değinilen çalışmaların yanı sıra, günümüzde birçok araştırmacı,
TEBDİZ projesi kapsamında çeşitli edebiyat ve tarih metinlerini bağlamlı dizin ve
işlevsel sözlük oluşturacak şekilde dijital ortama aktarmaktadır. Özellikle TEBDİZ
projesiyle birlikte bağlamlı dizin ve işlevsel sözlük çalışmalarıyla ilgili yapılan
araştırmaların sayısında ciddi bir artış görülmüştür.
Çalışmada kullanılan örnek ve yöntemler tarafımızdan hazırlanan “Adlî
Dîvânı’nın Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü” adlı Yüksek Lisans Tezi’nden
(Yeşilyaprak, 2017) alınmıştır.
Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlük Çalışmalarına İlişkin Yöntem Önerileri Bir
metni, özellikle de kullanılan dil ve kaleme alındığı dönem açısından faklı olan
bir metni anlamaya çalışmak içerisinde birçok faktör bulunduran zorlu bir iştir.
Bağlamlı dizin ve işlevsel sözlük çalışmaları, metni söz konusu faktörleri de göz önüne
alarak anlamlandırmaya çalışır. Bir metni bağlamına göre anlamlandırmak, metnin
doğru anlamına ulaşmak için en önemli yöntemlerden biridir. Zira, “Her kelimenin bir
manası bir de kullanıldığı yerde kazandığı değer ve değerleri vardır.” (Aktaş, 1986: 17-
18). Kelimenin kullanıldığı yer, onun bağlamı ile ilgilidir. Berke Vardar’a göre bağlam
iki çeşittir. Vardar, bunlardan ilkini “Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce ya da sonra

Çalışmanın 1988 tarihli baskısı için bkz.: Alexander Cruden, (1988). Cruden's Complete Concordance
to the Old and New Testaments. Michigan: Zondervan.
Çalışmanın 2017 tarihli baskısı için bkz.: Horace Howard Furness, (2017). A Concordance to
Shakespeare's Poems: An Index to Every Word Therein Contained (Classic Reprint). London:
Forgotten Books.
Bu çalışmanın kitap şeklinde basılmış hali için bkz.: Furkan Öztürk, (2016). Bâkî Dîvânı Sözlüğü
[Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlük]. İstanbul: DBY Yayınları.

470
gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen
birim ya da birimler bütünü. (İç bağlam, dil içi bağlam da denir.)” şeklinde, diğerini ise
“Duruma, konuşucu ve dinleyicinin dil dışı toplumsal, cinsel, ruhsal nitelikli deneyim ve
bilgilerine ilişkin verilerin tümü. (Dış bağlam, dil dışı bağlam da denir.” (Vardar, 2002:
şeklinde tanımlar. Bağlamlı dizin ve işlevsel sözlük çalışmaları, metni hem dil içi hem
de dil dışı bağlam açısından bağlamlı dizinini de göstermek şartıyla anlamlandırmaya
çalışırlar. Bağlamlı dizin ise “Sözcükbilgisinde, bağlamıyla birlikte sunulan sözcüklerin
oluşturduğu abecesel dizelge.” (Vardar, 2002: 32) şeklinde tanımlanır. Sözcüğün
bağlamdaki yerine göre anlamlandırılması onun aynı zamanda metin içindeki işlevini de
belirler. Bu nedenle bu sözlükler “işlevsel sözlük” olarak da “bağlamsal sözlük” olarak
da adlandırılabilirler. Boz, bağlamsal sözlük adını verdiği bu sözlükleri “Bir eserin söz
varlığını en ince anlam farklılıklarına değin ortaya çıkaran sözlük.” (Boz, 2011: 91)
şeklinde tanımlar. Sözcüğün hem metin içinde kazandığı anlamının hem de geçtiği yerin
gösterilmesiyle “Bağlamlı dizin ve İşlevsel Sözlük” çalışmaları teşekkül eder. Bu
çalışmada önerilen yöntemler seçilirken sözcüklerin en ince anlamlarını ortaya çıkarma
hassasiyeti göz önünde bulundurulmuştur. Söz konusu yöntemler, “Dil İçi Bağlam ile
İlgili Örnekler” ve “Dil Dışı Bağlam ile İlgili Örnekler” adlı iki başlık altında
sunulmuştur.
Dil İçi Bağlam ile İlgili Örnekler
Bir dil biriminin birlikte kullanıldığı diğer unsurlarla kazandığı anlamı ve değeri
belirleyen dil içi bağlam, bağlamsal sözlük çalışmalarında üzerinde durulması gereken
bir konudur. Çalışmada sözcüklerin kazandığı anlamlar belirlenirken sözcüğün hem ilk
anlamına hem de metin içinde diğer unsurlara bağlı olarak kazandığı diğer anlamlara
özellikle yer verdik. Verilen anlamlar ilk anlamına bağlı olarak alt maddeler halinde
sıralanmıştır. Bunu yaparken sıradan bir okuyucunun söz konusu beyti, yaptığımız
çalışma aracılığıyla anlayabiliyor olmasına dikkat ettik. Böylece sözcüğe metin içinde
yüklenen tüm anlamları ortaya çıkarmaya ve var olan anlam belirsizliklerini gidermeye
gayret ettik. Özellikle birçok gönderge değerine sahip zamirleri, isimleri ve değişen
cümle yapısından dolayı zor kavranan bağlaçları dil içi bağlamda kazandıkları
anlamlarla değerlendirerek çalışmanın amacına hizmet etmeye çalıştık.
1.1. Zamirler
Zamirlere yüklenen değerlerin farklılık göstermesi okuyucuyu şiiri doğru bir şekilde
anlama noktasında zorlayabilir. Bu zorluğun üstesinden gelmek ve bu konuda bir yol
göstermek için zamirlerin hangi gönderge değerleriyle kullanıldığını tanıklarıyla birlikte
göstermeye çalıştık. Zira, bazen beyitte geçen ve “o (işaret zamiri)” anlamına gelen “a”
zamirinin beyit içinde aşığı mı, sevgiliyi mi yoksa beyit içinde geçen başka bir ifadeyi mi
kastettiği beytin anlaşılmasında en büyük problem haline gelir. Çalışma boyunca bu tür
zorluklarla sık sık karşılaştık ve bunun çözümünü de önce beyti en ince ayrıntısına kadar
anlamlandırarak daha sonra söz konusu işaret zamirlerinin neyi kastettiğini sırasıyla ortaya
koyarak bulmaya çalıştık. Böylece normal bir sözlükte sadece “’o’ anlamına gelen işaret
zamiri” şeklindeki birinci anlamıyla geçen “a” zamirinin, bizim yaptığımız değerlendirme
sonucu tam 34 gönderge değeri kazandığı görülmüştür. Örnek teşkil etmesi adına bu
gönderge değerlerinin 5 tanesi aşağıda gösterilmiştir:
a:
“o” anlamına gelen işaret zamiri.
1. gönül, aşığın gönlü.

471
G.1/5 Şu dil kim marḭż-i ġamuñdur senüñ / Aña ẕikrüñ ile şifā
yaraşur7 1.2. Adlî.
G.107/7 Fürḳatüñden aġladuḳça ʿAdlî çeşminden anuñ / Cemʿ olupdur cümle
deryālar dökilen ābdan
1.3. yapılan iş, eylem.
G.1/10 Ben itdüm anı kim baña yaraşur / Sen eyle anı kim
saña 1.4. çaresiz kişi.
G.1/11 Şu günde ki hiç çāresi ḳalmaya / Aña çāre-res Muṣṭafā
yaraşur 1.5. pişmanlık duyulması muhtemel konu, mesele.
G.2/7 Yarın añda ḳalmayam dirseñ fiġān u zarda / ʿAdlîyā bunda işitdügüñ
fiġān u zāre baḳ
Sadece “a” zamiri değil hemen hemen bütün zamirlerde benzer durum söz
konusudur. Bunlar için Adlî Dîvânı’nın Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü
(Yeşilyaprak, 2017) adlı çalışmaya bakılabilir.
1.2. Bağlaçlar
Klâsik Türk şiirinin günümüz okuru tarafından anlaşılmasını güçleştiren
unsurlardan biri de bağlaçlardır. Özellikle Arapça ve Farsçanın cümle yapısını
benimseyen Klâsik şairler, bu dillerin etkisiyle bağlaçları Türkçe cümle yapısının
dışında bir yapıda kullanırlar. Bu durum da zaten şiirlerin arka planındaki kültüre
yabancılaşan günümüz okuru için şiiri iyice anlaşılmaz hale getirir. Bu sorunun
çözülmesi için bağlaçların işlevleriyle birlikte ele alınması önemlidir.
Günümüzde cümle yapılarında çok kullanılmayan “ki” bağlacı işlev olarak
günümüzdekine benzer işlevlerle Klâsik Edebiyat metinlerinde sıklıkla kullanılır. “Ki”
bağlacının günümüzde çok fazla kullanılmaması ve işlevlerinin büyük oranda unutulması
Klâsik şiirlerin anlaşılmasını zorlaştırmakta ana etkenlerden biridir. “Ki” halinin yanında
“ki” bağlacının “kim” hali de metinlerde çok sık geçer. Örnek teşkil etmesi bakımından bu
çalışmaya “kim” bağlacının işlevlerini ve kullanım yerlerinin bir kısmını aldık:
kim:
1. ki bağlacı.
1.1. fiili açıklar. Bazen de fiilin anlamını pekiştirmek amacıyla kullanılır.
G.7/6 Derd-i dil dermānını ṣordum ṭabḭbe didi kim / Şerbet-i laʿlinden özge
derdüñe yoḳdur deva
Not: Burada “kim” bağlacı İngilizcede noun clause (isim cümleciği)
yapılarından “that” görevinde kullanılmıştır. Görevi fiili açıklamaktır ve “kim” bağlacı
da tıpkı “that” gibi Türkçeye sıfat fiil olarak aktarılır. Beytin Türkçeye aktarılmış haline
bakılırsa durum daha net anlaşılabilir: “Tabibe gönül derdinin dermanını sordum.
Dudaklarının şerbetinden başka derdime deva olmadığını söyledi.” Çeviride “-dığı”
ekinin kullanılmasının sebebi “kim” bağlacıdır. İngilizceden Türkçeye çevirilerde ise bu
işlevi “that” üstlenir. Beytin günümüz Türkçesine aktarılmış hali İngilizceye
çevrildiğinde “that”in işlevi daha net anlaşılabilir: “I asked the doctor what the cure of
the heart trouble is, he said that no cure is possible except for the sherbet of the lips.
Burada that “-dığı” şeklinde okunup “is” yani “olmak” fiiline bağlanır ve böylece
“olmadığını” şeklinde bir anlam çıkar.
1.2. isim ve zamirleri açıklar/tanımlar. İsim ve zamirleri çoğunlukla sıfat-fiil
yoluyla açıklar.

Çalışmada kullanılan beyitler Yavuz Bayram’ın “Amasya’ya Vali Osmanlı’ya Padişah bir Şair: Adlî”
(2008) adlı çalışmadan alınmış ve numaralandırmalar da bu çalışma esas alınarak yapılmıştır.

472
G.1/4 Şu baş kim saña secde eylemeye / Ser-i şāh ise zḭr-i pā yaraşur
Not: Bu beyitteyse kim’in cansız bir ismi nitelediği görülmektedir. İngilizcede
ise bu görevi bir relative clause (sıfat cümleciği) yapısı olan “which” üstlenir. Bu
işlevdeki hem “kim” bağlacı hem de “which” yapısı Türkçeye sıfat fiil eki olan “-an,
-en” diye aktarılır. Beytin Türkçeye aktarılmış haline bakılırsa durum daha net
anlaşılabilir: “Padişah başı bile olsa sana secde etmeyen başın yeri, ayak altıdır.” Burada
“kim” bağlacı “Sana secde etmez.” cümleciğini (clause) “-en” ekiyle sıfata dönüştürüp
“baş” sözcüğünü nitelemiştir. Beytin İngilizceye çevirisinde aynı işlevin “which”
tarafından üstlenildiği görülür: “The head which doesn't grovel to you should be under
feets even if it is the head of padishah. Burada “Sana secde etmez.” anlamına gelen
“Doesn’t grovel to you.” cümleciği “which” yapısıyla “the head” sözcüğünü
nitelemiştir. “The head which doesn’t grovel to you” yani “sana secde etmeyen baş”
cümlesinde which’in çevirideki işlevi “secde etmeyen” ifadesindeki “-en” ekidir.
1.3. cümle açıklama bağlacı. “Çünkü, zira” şeklinde anlamlandırılabilir.
G.1/10 Ben itdüm anı kim baña yaraşur / Sen eyle anı kim saña yaraşur
1.4. bağlaçlara vurgu katmak için kullanılır.
G.21/6 Ẓulmet-i hicrüñde bilmez ʿadl ü ẓulmin ʿālemüñ / Ol ḳadar kim ʿAdlî'yi
zülfüñ ġamı efkâr ider
1.5. edatları vurgulamak için kullanılır.
G.10/1 Āh kim derdüme dermān itmege ʿāciz ṭabḭb / Derdmend ü mübtelā
üftādeyem merd-i ġarḭb
1.6. her kim, her kim ki diye okunup belgisiz zamirleri açıklamak için kullanılır.
G.3/3 Kim anı medḥ ide çün medḥidür anuñ levlāk / Defātir-i dü cihān
midḥatinde mücmeldür
1.7. zaman açıklama bağlacıdır. “Her ne zaman, ne zaman ki”
şeklinde anlamlandırılabilir.
G.45/5 Tā ebed tārḭk ḳalmaz ẓulmet-i dünyā-yı dūn / ʿIşḳ nūrı kim ṣala dil ḫānesi
içre şuʿāʿ
2. kim, soru zamiri.
G.28/3 Ẓulmi kim şāh eyleye kim virür anuñ dadını / Ḫānei miʿmār yıḳsa anı kim
taʿmḭr ider
Osmanlı Türkçesinde kullanılan bazı bağlaçlar günümüz Türkçesinde
kullanılmadığı için eğer söz konusu bağlaçların bağlam içindeki yeri ve işlevi tespit
edilmezse anlam konusunda ciddi belirsizlikler oluşabilir. Bu nedenle tez çalışmamızda
tüm bağlaçlar bağlamda üstlendiği işlev açıklanarak ele alınmıştır.
1.3. İsimler
Dil içi bağlamda en çok gönderge değeri kazanan dil unsurları isimlerdir.
Şairlerin özellikle tevriye kullanımına gösterdikleri ilgi ve benzetme sanatının sürekli ön
planda olması isimlere birinci anlamının yanında birçok farklı anlam da kazandırmıştır.
Kazandırılan bu anlamları çözmek, Klâsik metinlerin daha iyi anlaşılması için muhataba
çok önemli referanslar sunar. Bu açıdan Klâsik Türk şiirinde en sık kullanılan ifadeler
irdelenirse bağlamsal sözlüklerin söz konusu şiirlerin anlam dünyasına ne derecede
katkı yaptığı gözler önüne rahatlıkla serilir. İsimlerin bağlamda kazandığı birinci anlam
dışındaki diğer anlamların ne kadar önemli olduğuna dair şu örnek verilebilir:
G.117/5 Ţudaġuñüstine zülfünegildügini gören / Didi ki vahy getürmiş Mesḭh'e
Rūhü'l-emḭn
Saçının dudağının üstüne doğru eğildiğini görenler, “Cebrail (zülf, sevgilinin
saçı), Hz. İsa’ya (tudak, sevgilinin dudağı) vahiy getirmiş.” dediler.
Örnekte görüldüğü gibi “zülf” sözcüğüne benzetme yoluyla kazandırılan
“Cebrail” gönderge değeri, beytin anlaşılması için kilit bir rol üstlenmektedir.
473
Tarafımızdan hazırlanan tez çalışmasında Adlî Dîvânı’nda yer alan tüm isimler birinci
anlamının yanında bağlamda kazandıkları diğer gönderge değerleriyle de açıklanarak
ele alınmıştır.
Tez çalışmamızda dil içi bağlam başlığı altında “fiiller”, “kalıp ifadeler”,
“deyimler”, “Arapça ve Farsça tamlamalar” ve “Dîvân’da yanlış okunan sözcükler” adlı
dört başlık daha açılmış ve bunlar doğrultusunda da bağlamsal sözlüklerin önemi
örneklerle anlatılmıştır (Yeşilyaprak, 2017: 12-36).
Dil Dışı Bağlam ile İlgili Örnekler
Metin içerisinde sözcükler anlamını ve değerini sadece cümle içindeki yerinden
almazlar. Sözcükler, kullanıldığı dönemin kültürel izlerini de taşırlar. Dolayısıyla bir
metnin tüm yönleriyle anlaşılması için onun sadece dil içi bağlam açısından değil dil dışı
bağlam açısından da değerlendirilmesi gerekir. Dil dışı bağlam, sözcüğe kullanıldığı
dönem, kültür ve hayat tarzı açısından gönderge değerleri kazandıran bir ortamdır.
Sözcüğün dil dışı bağlamda kazandığı gönderge değerlerini tespit etmek için muhatabın
konuyla ilgili belli bir bilgi birikimine sahip olması şarttır. Dilin çok yönlü bir oluşum
olması, dil dışı bağlamı önemli kılar. Dilin söz konusu çok yönlülüğü şöyle açıklanabilir:
“Dil, yaşamın bütün alanlarında, günlük yaşamın en yalın olaylarında, bilimin ana
formlarında, görenekler ve törelerde, inançlarda ortaya çıkar; dil her türlü maddesel
yaşamın, tekniğin, ekonominin de koşuludur; dinde, hukukta, felsefe ve sanatta yeri vardır.”
(Akarsu, 1998: 79-80). Dilin hayatın hemen hemen her yönüyle ilişkide olması, okunan
metnin yazıldığı dönemdeki hayat faaliyetlerini de incelenmeye değer kılar.
Biz çalışmada söz konusu durumun bilincinde olarak hareket etmeye gayret
ettik. Anlamlandıracağımız ifadelerin varsa kültürel yönünü ortaya koyduk. Ayrıca bu
kültürel unsurların şiire hangi benzetme unsurlarıyla girdiğini belirtmekte de hassasiyet
gösterdik. Aşağıdaki örnekte beyte sığdırılmış iki gelenek bilinmeden beyti çözmek
neredeyse imkansızdır. Aşık, şiirin muhatabı ile bedensel ve ruhsal bir birleşme
sağladığını “yakadan geçmiş hak oğul” ve “bir kabaya uryan koymak” gelenekleriyle
anlatmaya çalışır. Durumdan kaynaklanan memnuniyet, birliği sağlayıcı unsur olan
“pirahen (gömlek)”in “hak oğul” gibi sevilmesine sebebiyet vermiştir.8
yaḳadan geçmiş ḥaḳ oġul [D]: yakadan geçmiş hak evlat. Eski bir gelenek ve
deyim. Buna göre, bir çocuğu kendisine evlat edinmek isteyen kadın, onu gömleğinin
yakasından geçirerek koynuna alır. Böylece çıplak teniyle gömleği arasında kalan
çocuk, onun “Hak evladı” olur. Evlatlık edinecek kadın, evlatlık edineceği masumu
çırılçıplak soyar. Onu her defasında besmele ve Ayete’l-kürsi okuyarak üç defa
gömleğinin yakasından çıplak tenine sokar ve eteğinden alır. Böylece onu kendi
doğurmuş gibi büyütür. Söz konusu deyim ve gelenek, ayrıca insanın yanından
ayırmadığı, çok sevdiği, koynunda sakladığı, evlat gibi baktığı nesneleri anlatmak için
de kullanılmıştır ‖ tanıkta aşığa, sevgiliyle tek vücut olma imkanı verdiği için sevgi ve
sadakat ifadesi olarak "pirahen" için kullanılmıştır.
G.98/5 ʿAdlîyile bir ḳabāya ḳoyalı ʿuryān seni / Yaḳadan geçmiş ḥaḳ oġlum oldı
pḭrāhen benüm
9
bir ḳabāya ʿuryān ḳoymak [D]: aynı kabaya çıplak koymak. Reşad Ekrem
Koçu, Patrona Halil adlı meşhur eserinde hamam külhanlarında yaşayan eski İstanbul

“Yakadan geçmek” deyimiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için bkz.: Bülent Akın, (2011(. Alevı̇lı̇kte
̂ g

“Yakadan Geçirme” Rı̇tüelı̇Ve Aşık Nı̇yazı̇Orneği. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma
g g

Dergisi(60(, 335-346; Orhan Şaik Gökyay, (1975(. Birkaç Deyim Uzerine. Turk Folkloru Araştırmaları
Yıllıgı, 65-73.

Bu maddeyle ilgili bilgiler Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk’ten alınmıştır. Kendisine teşekkür ederiz. 9
474
külhanbeylerinden bahsederken, külhana yeni bir kimsesiz genç getirildiğinde külhancı
babanın bu yeni genci kendisinden birkaç yaş büyük eski bir külhanbeyi ile kardeş ilan
etmesinin bir gelenek olduğunu söylüyor. Bu merasimde çırılçıplak soyulan iki gencin
külhan ağzında bir bohça içinde muhafaza edilen “Lâyhâr kefeni” denen bir geniş gömlek
içine birlikte sokuldukları, gömlek üzerinde iki baş ve yanlardan çıkan dört kol görünecek
şekilde bekletildikleri ve ardından külhancının yüzünü külhan ağzına dönerek "Ey Lâyhâr
evlatları!.. Burada senin benim yoktur, herkes kardeştir. Aynı babanın tohumundan ve bir
anadan doğmış olanlar birbirini boğazlarlar, analarını babalarını bilmeyen Lâyharın
evlâdları ise birbirlerini tek vücud bilirler. Lâyhar’ın kefenini sağlığında giyenler ölünceye
kadar kendisini kardeşinden ayrı görmez. Başlarınız ikidür ama vücutlarınız birleşmiştir,
biriniz sağa bakarsa öbürü solu gözler. Sizi birleşdiren bu külhandır. Her günkü kazancınızı
buraya getireceksiniz, bu külhan sırrıdır, külhanda kazan bereketlidir!.. şeklinde bir nutuk
irad edermiş ‖ sevgiliyle tek vücut olma, bir olma.
G.98/5 ʿAdlîyile bir ḳabāya ḳoyalı ʿuryān seni / Yaḳadan geçmiş ḥaḳ oġlum oldı
pḭrāhen benüm
Örnekte görüldüğü gibi şair, sevgiliyle tek vücut olma arzusunu geleneksel bir
unsurdan faydalanarak şiirine taşımıştır. Burada eğer şiirin muhatabı bu kültürel
unsurlarla ilgili bir bilgiye sahip değilse beytin anlamına ulaşması neredeyse
imkansızdır. Bu nedenle bağlamsal sözlüklerin en önemli hassasiyetlerinden biri de dil
dışı bağlam olmalıdır. Adlî Dîvânı’nda buna benzer birçok örnek vardır. Bunların hepsi
tez çalışmamızda ele alınmıştır. Bu çalışmamıza durumu açıklayıcı olduğu düşünülen
sadece bir örnek alınmıştır.
Sonuç
Klâsik Türk şiiri, kullanılan dil yapısı ve barındırdığı dil dışı unsurlar nedeniyle
günümüz okuru tarafından anlaşılmada güçlüğün yaşandığı bir şiirdir. Bağlamsal sözlük
çalışmaları, bu güçlüğü çözmek adına önemli çalışmalardır. Bu çalışmalar, sözcüğün
birlikte kullanıldığı diğer sözcüklerle ve kullanıldığı ortama uygun kazandığı anlamları
ortaya çıkarmaya çalışır. Çalışmamızda bağlamsal sözlüklerin birçoğunda ihmal edilen
“sözcüğün bağlamındaki en özel anlamıyla anlamlandırılması” ilkesinin önemini
vurgulamak amaçlanmıştır. Bu doğrultuda her sözcüğün birinci anlamının yanında
bağlamda kazandığı diğer gönderge değerlerinin de sistematik bir şekilde ifade
edilmesinin gerekliliği ortaya konmaya çalışılmıştır.
Bağlamsal çalışmaların birçoğunda bağlaçlar sadece birinci anlamıyla açıklanır
ve cümledeki işlevine yer verilmez. Bu çalışmada bağlaçlar özelinde cümlenin hemen
hemen her ögesinin varsa anlamı yoksa işleviyle açıklanmasının çok önemli olduğu
vurgulanmıştır. Örneğin eğer bir çalışmada “kim” sözcüğü için sadece “ki bağlacı”
açıklaması yapılmışsa bu yeterli bir açıklama değildir. “Kim” bağlacının cümle içinde
fiili mi, ismi mi, cümleyi mi v.s. açıkladığı mutlaka belirtilmelidir. Eğer bu yapılmazsa
“kim” bağlacının çok işlevli olmasından dolayı şiirin muhatabı şiiri anlamlandırmakta
çok zorluk çekebilir. Ayrıca beyit günümüz Türkçesine aktarılırken de “kim” bağlacının
işlevi çok önemlidir. Bunun yanı sıra birçok bağlamsal sözlükte özellikle dil dışı bağlam
unsurları sadece bu unsurların ne olduğuyla açıklanır ama bunların hangi benzetme
unsuruyla şiire dahil olduğu açıklanmaz. Çalışmamızda bu tür unsurların işlevleriyle
(benzetme unsurlarıyla) birlikte açıklanmasının önemine de vurgu yapılmıştır. Böylece
Adlî Dîvânı özelinde bağlamsal sözlüklerin önemi vurgulanırken aynı zamanda bu tür
çalışmalar için bazı yöntem önerilerinde de bulunulmuştur.

Kaynaklar
AKARSU, Bedia (1998) Dil-Kültür Bağlantısı, İnkılap Yayınevi, Ankara

475
̂ g
AKIN, Bülent (2011( "'Yakadan Geçirme' Rı̇ tüelı̇ Ve Aşık Nı̇ yazı̇ Orneği", Türk Kültürü
ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 60. S., 335-346. s.
AKTAŞ, Şerif (1986) Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yayınları, Ankara
BAYRAM, Yavuz (2008) Amasya'ya Vali Osmanlı'ya Padişah Bir Şair Adlî,
Amasya Valiliği, Amasya
BOZ, Erdoğan (2011) "Yunus Emre Divanı’nın Bağlamsal Sözlüğü ve Dizini
Üzerine Bir Deneme", X. Uluslararası Yunus Emre Sevgi Bilgi Şöleni (s. 91-97),
Eskişehir Valiliği, Eskişehir
CRUDEN, Alexander (1988) Cruden's Complete Concordance to the Old and
New Testaments, Zondervan, Michigan
FURNESS, Horace Horward (2017) A Concordance to Shakespeare's Poems: An Index
to Every Word Therein Contained (Classic Reprint), Forgotten Books, London
GÖKYAY, Orhan Şaik (1975) "Birkaç Deyim Üzerine", Türk Folkloru Araştırmaları
Yıllıgı, 65-73. s.
I
ÖZTÜRK, Furkan (2007) Bâkıı Divanı Sözlügü [Baglamlı Dizin ve I şlevsel Sözlük],
g
gg

Ankara Universitesi Sosyal Bilimler Enstitusu (Yayımlanmış Doktora Tezi), Ankara


g
̇
OZTÜRK, Furkan (2008( "Işlevsel Sözluk ve Osmanlı Şiirinde Bağlam", Turkish
Studies, I. c. 3. S. 326-33. s.
v
ŞENÖDEYİCİ, Özer (2015) Nâilî Divanı Sözlügü [Baglamlı Dizin ve Işlevsel Sözlük],
Serüven Kitap, İstanbul
g ̇
ŞENODEYİCİ, Ozer (2017( "Uslup Araştırmaları Açısından Bağlamli Dizin ve Işlevsel

Sözlük Çalışmaları: Nâilı̂ Orneği", Journal of Turkish Language and Literature, I. c. 3.


S., 282-306. s.
UYSAL, Nebi (2012( "Ağız Araştırmalarında Bağlamsal Sözlük ve Dizin Kullanım",
Diyalektolog Agız Araştırmaları Dergisi, 5.S., 55-62. s.
YEŞİLYAPRAK, Yakup (2017) Adlî Dîvânı'nın Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü,
Ardahan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi),
Ardahan

GEZİ KİTAPLARINDAKİ DİL VE ANLATIM


ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA
1
Yasemin DİNÇ KURT
Özet
Gezi kitapları dünyada ve Türkiye’deki değişim ve dönüşüm aşamalarını, bunların
insanlar, toplumlar, milletler üzerindeki etkilerini görme ve anlama bakımından zihindeki,
gönüldeki, idrak gücü ve akıl gözündeki yeni kapıları aralayan yüksek değerde metinlerdir.
Konuları, konuları ele alış biçimi, teknik ve yapısal özellikleri ile de müstakil bir edebî
türdür. Gezinin diğer edebî türler arasındaki yerini belirleyen önemli unsurlardan biri dil ve
anlatım özellikleridir. Gezilen görülen yerlerdeki yeni mekânlar, coğrafya ve iklim şartları,
sosyal ve kültürel değerler, tarihî ve siyasi atmosfer, eğlence ve spor etkinlikleri, vb.
özelliklere ait gözlem ve tespitler gezen kişinin bakış açısına, birikimine, değer yargılarına,
gezi tarihine, dili kullanma becerisine bağlı olarak değişiklik gösterir. Bir mekân herkes
tarafından farklı görülüp kaleme alınabilir. Ancak edebiyatçılar tarafından kaleme alınan
gezi anlatılarında edebî dilin ve estetik kaygıların varlığı, geziyi edebî bir tür hâline getiren
en önemli belirleyicidir.

Dr. Öğretim Görevlisi, Hacettepe Üniversitesi TÖMER, dinckurty@gmail.com 1


476
Gezi kitaplarında, ne kadar edebî bir dilin kullanıldığına dair herhangi bir ölçü
yoktur. Çalışmamız, gezinin dil ve anlatım özellikleri konusunda ölçülerini ortaya
koymayı amaçlamıştır. Bu alanda çok sayıda eser verilmesi sebebiyle onar yıllık
dönemler esas alınarak Cumhuriyet Dönemi'nde yazılmış yedi esere yer verilmiştir.
Yurt içi ve yurt dışı gezilerinin anlatıldığı kitaplarda teknik ve yapı bakımından
birçok ortak nokta olmasına rağmen yurt dışı gezileri daha zengin unsurlar içermektedir.
Bu amaçla Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi, Finlandiya, Hind, Romancero,
Gagaringrad, Avusturya ve Venedik Günleri dokuman inceleme yöntemi kullanılarak
değerlendirilmiştir. Eserler, şekil ve içerik olarak incelenmiş elde edilen veriler, diğer
türler de dikkate alınarak dil ve anlatım teknikleri bakımından karşılaştırılarak
değerlendirilmiştir. Gezilen ülkelere, dönemin sosyal siyasi kültürel yapısına ve ele
alınan konulara göre üslubun değiştiği, çeşitlendiği görülmüştür. Diğer türlere kaynaklık
etmesi aynı zamanda bu türlerden beslenmesi sebebiyle eserlerde her çeşit dil ve anlatım
özelliğinin varlığı tespit edilmiştir. İlgi çekiciliğin esas olduğu gezi kitaplarında dikkatli
ve güçlü gözlemlere dayalı orijinal ve çarpıcı ifadeler, anekdotlar, rivayetler, anılar,
efsaneler, zengin benzetmeler, karşılaştırmalar, eleştiriler, mizahî yaklaşımlar, sorularla
diyalekt bir yapı oluşturma, samimi sohbetler, konulara göre değişen cümle yapıları,
eserin etki gücünü artırmak için kullanılan yöntemlerden birkaçıdır. Kitaplarda anlatım
tekniklerinin hepsine rastlamak mümkündür.
Kendine has bir plan dâhilinde yazılarak dinamik yapısını koruyan gezi
kitaplarının dinamizmin en önemli sebebi dil ve anlatımdır. Bu tür kitaplar, dilin bütün
özelliklerini bir arada görebileceğimiz en kapsamlı eserlerdir. İçeriklerindeki çok
yönlülüğün yanı sıra zengin dil özellikleri ile de üzerinde durulmaya, araştırılıp
incelenmeye değer önemli eserlerdir.
Anahtar kelimeler: Gezi türü, Cumhuriyet Dönemi, Bize Göre, Frankfurt
Seyahatnamesi, Finlandiya, Hind, Romancero, Gagaringrad, Avusturya ve Venedik
Günleri, dil ve anlatım

Giriş
Gezi edebî bir türdür. Gezinin diğer edebî türler arasındaki yerini, sınırlarını
belirleyen en önemli ölçü ve esas, eserlerin kurgusu ve dilidir. Hemen her türlü konun yer
aldığı gezi kitaplarında çeşitli şekillerde dinamizmi sağlamak ve konuyu bir kurgu üzerine
oturtarak aktarımda bulunmak, eserlerde kullanılan dilin varlığı ile ortaya çıkmaktadır.
Bütün edebî eserlerde gerçeklik düzlemi ile edebîlik eğrisi arasındaki mesafenin
konumu eseri tanımlayan kısımdır. Konusunu gerçek hayattan alan bu tarz eserlerdeki
estetik tavrı belirleyen yazarın yaklaşımı, tarzı ve duruşudur. Bunun da en önemli dışa
vurum noktası dil ve üsluptur. Konu sınırlaması olmayan gezi kitaplarında içeriğin
görünen yüzü ve malzemenin aktarımı daha çok dil ile gerçekleşmektedir. Az da olsa
fotoğraf, resim, harita, grafik vb. görsellerden faydalanılmıştır. Gezi yazarı ele aldığı
konuları okuru ile paylaşarak onu da seyahatine davet ederken beraberinde estetik zevki
de sunmaktadır. Yazarın hassasiyeti, dikkatleri, gözlemleri, tespit ve değerlendirmeleri,
yazmak için özenle seçtikleri, güçlü ve titiz bir dil işçiliği ile birleşince dikkat çekici,
merak unsurunu artıran edebî bir eser ortaya çıkar. Üslubun hareketli ve canlı olması
geziyi, ele alınan konuların teorik bilgi olarak aktarıldığı kitaplardaki kuruluktan
uzaklaştırdığı gibi okuyucuyu da estetik hazza ulaştırır. Gezi kitaplarında, yazarın
dünya görüşü ve birikimi, değer yargıları, bakış açısı, sosyal ve siyasi görüşleri,
kullandığı dil ve anlatım biçimi ölçüsünde varlık gösterir.
Dil ve üslubun şekillendirdiği yapısal özellikler, gezi kitaplarını diğer eserlerden
net bir biçimde ayırır. Eserin adı, başlıklar, alt başlıklar, kullanılan kelimeler ve kelime
grupları, oluşturulan paragraflar, paragraf çeşitleri, anlatım türleri gezi kitabındaki
477
ölçüleri belirleyen önemli unsurlardır. Tutarlılık ve bağdaşıklık unsurları çeşitli
şekillerde korunarak her gezi eserinde kendine özgü bir yapı oluşturulmaktadır. Bu
kitaplar giriş ya da ön sözün ardından mutlaka isimlendirilmiş veya numaralandırılmış
bölümler ya da bölümlerle birlikte alt bölümlerden oluşmaktadır. Bölümlerde tercih
edilen isimler genellikle dikkat çekici ve içeriklerle bağlantılıdır. Başlıklar aynı şekilde
zaman zaman çarpıcı ifadeler ve cümlelerden oluşabilir. Bölümlemeler yapılırken önce
gezilen ülkeler esas alınır ardından konu sınıflandırılmasına geçilir. Konuların iç içe
verildiği de olur. Her durumda çeşitli şekillerde geçişler yapılarak eserde bütünlük
sağlanır. Kullanılan dilin birçok işlevi vardır. Zaman zaman okuru beraberinde bir
seyahate çıkarır, zaman zaman harekete geçirir, bazen heyecan unsurunu artırır, bazen
de göndermelerle aktarımlarda bulunarak okuyucucu esere dâhil eder.
Gezi kitaplarında, ne kadar edebî bir dilin kullanıldığına dair herhangi bir
ölçünün olmamasından yola çıkılan bu çalışmada, gezinin dil ve anlatım özellikleri
konusundaki sınırlarına dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızda gezilerin
dolayısıyla da gezi kitaplarının diğerlerine göre arttığı bir dönem olan Cumhuriyet
Dönemi’nden hareket edilmiştir. Bu dönemde yurt dışı gezi kitaplarının sayısındaki
artış ve gezi türünü temsil edebilme gücü taşımaları, içerik olarak dil ve anlatım
konusunda daha kapsamlı malzeme sunmaları bakımından yurt dışı gezi kitapları tercih
edilmiştir.
Yurt dışı gezi kitaplarında gözlem ve tespitlerdeki değerlendirme noktaları uzak
mekânlar ve yolculuk süresi de dikkate alındığında daha fazla detay içermektedir.
Ayrıca uzak coğrafyaların farklılıkları derinleştirebileceği gibi ortak noktaları daha
yakın hâle getirdiği için heyecan unsurunu artırdığı görülmektedir. Dolayısıyla dilde ve
anlatım biçimlerinde de çeşitlenmeler söz konusudur. Böylece anı, röportaj, mektup,
hikâye, vb diğer edebî türlerden gelen bazı unsurlara rastlama oranı yükselmektedir.
Yurt dışı gezi kitaplarında doğrudan ya da dolaylı olarak bir karşılaştırma fikri
bulunmaktadır. Bu da dil ve anlatımı renklendiren önemli hususlardan biridir. Böylece
okuyucunun hassasiyetle ve üslup derinliği içerisinde yeni yerler keşfettiği, bakış açıları
geliştirdiği bir gerçektir. Estetik zevk ve doğru ayrıntıları da dil ve üslup sayesinde fark
etmek mümkündür.
“Yurt dışı ve yurt içi gezi yazıları ayrı ayrı kitaplar olarak görülmekle birlikte
özellikle yurt dışı gezi yazılarında çoğu defa yurt içinden hareketle başlayıp yurt içinde
noktalanan bir anlatının olduğu tespit edilmiştir. Gezi eseri yolculuk izlenimlerine yer
verse de asıl olan yeni mekâna dair gözlemlerdir. Yolculuklar arasında ve yolculukları
da içeren hedef mekâna dair gözlem, tespit ve yorumlar yanı sıra özellikle de
karşılaştırmalarla bu yazıların iç içe girdiği ve teknik olarak da birbirlerini
tamamladıkları görülmektedir. Ayrıca yazarların hangi amaçla, kiminle, nasıl ve
nereye seyahat ettiklerinin bakış açılarına, tespit ve değerlendirmelerine, anlatım
biçimlerine doğrudan etki ettiği tespit edilmiştir. Özellikle yurt dışı seyahatlerde bu
durum daha yoğun bir şekilde görülmektedir.” (Dinç Kurt, 2018:194-195)
Gezen, anlatan, yazan kişinin aynı olduğu gezi yazılarının hemen hepsinde
belirleyici özellikler arasında en önemlisi dil ve anlatımdır. Sade ve samimi, canlı bir
üslubun olmadığı gezi kitabı yoktur. Öncelikle kendisi de bir zevk olan seyahat
izlenimlerini paylaşırken zevk unsuru göz ardı edilmemiştir. Bu noktada son
zamanlarda sayıları hızla artan gezi rehber kitapları, kişisel bloglardaki gezi yazılarını
edebî bir tür olan geziden ayırmak gerektiğini vurgulamak gerekir.
Bu bakış açısıyla çalışmamızda, 1920-1980 yılları arasında onar yıllık periyotlar
esas alınarak Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi, Finlandiya, Hind, Romancero,
Gagaringrad, Avusturya ve Venedik Günleri adlı yurt dışı gezi kitapları dokuman
inceleme yöntemi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bize Göre adlı eser, içindeki gezi
yazıları sebebiyle ele alınmıştır. Diğer eserlerin seçiminde gezi ve basım yılları yanı sıra
478
değişik coğrafyalara yapılan geziler olmasına dikkat edilmiştir. Sonuçta gezinin tarihi,
yeri, yapılış sebebi, yazarın yol arkadaşları, yolculuk güzergâhı gibi birçok etken dil ve
üslup konusunda önemli bileşenlerdir:
“Gezi yazılarının ortaya çıkmasıyla klasik anlatım şekillerinde bazı değişiklikler
olmuştur. Bu değişikliklerin sonucunda gezi yazılarının en önemli belirleyiciliği dil ve
anlatım konusu olmuştur. Bu anlamda üslubun gezi yazısına katkısı mutlaktır. Bu türde,
gezilen yerler mutlaka farklı bir üslupta, canlı ve etkileyici bir şekilde anlatılmalıdır.
Pek çok yazarda bu anlamda her şeyden önce doğallık dikkat çekmektedir. Çoğu kez
diyalog ve iç monologdan faydalanılmaktadır. Örtük dil, eksiltili cümleler, direkt ve
dolaylı anlatımlar, bazen günlük konuşma dili, deyim ve atasözlerinden faydalanıldığı
görülmektedir. Kimi yazar daha ağdalı bir dil kullanırken kiminde çok daha sade bir
dille karşılaşılabilir. Bazen düz yazıdaki ahenk okuyucuyu heyecanlandırır bazen şiirle
buluşan cümleler sarar ruhu. İroni, mizah, eleştiri, yergi, hayranlık ifadeleri gezi
üslubunun belirleyici özelliklerindendir. En mühimi de gösterme, tasvir, anlatma,
aktarma, açıklama, tartışma, hikâye etme hatta bazen de tahlil yoluyla anlatım gibi
hemen hemen bütün anlatım yollarından faydalanılmış olmasıdır. Gezi yazılarında olay
ve betimleme paragrafları dışında diğer türlerde gördüğümüz düşünce tahlili ve
karakter tahlili paragraflarına dahi rastlanabilir.” (Dinç Kurt, 2015:57)
Bu çerçevede eserler hakkında kısa bilgiler verilerek birkaç örnek üzerinden gezi
kitaplarındaki dil ve anlatım özellikleri konusundaki ölçüler gösterilmeye çalışılmıştır:
1. Bize Göre
Bu çalışmada İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından hazırlanan eser esas
alınmıştır. Ahmet Haşim’in Bize Göre/ İkdam’daki Diğer Yazıları, adıyla Dergâh
Yayınları tarafından basılan bu eser iki bölümden oluşmaktadır. Eserde yazarın, 26
Mart 1928’den beri İkdam gazetesinde “Bize Göre” adıyla yazdığı yazılar ve Paris
seyahati izlenimlerinden oluşan, Bize Göre’nin sonuna eklenen seyahat yazılarına yer
verilmiştir. Burada çok nadir de olsa bazı gezi yazılarının fıkra, anı, mektup vb türden
kitaplar içerisinde yer alabileceği ancak bu yazıları dil ve anlatım biçimi özellikleri ile
diğer yazılardan ayırmak gerektiği düşüncesinden hareket edilmiştir.
Konumuz gereği Bize Göre’de yer alan elli dokuz yazıdan -Ahmet Haşim’in
1927 yılındaki Paris gezisi izlenimlerini anlattığı- on yedi tanesine yer verdik. Yazarın
bu yazılara kronolojik bir sıralama ile yer verdiği görülmektedir. Tek tek bağımsız yazı
özelliği taşıyan bu bölümler anlamsal bütünlük taşıyarak birbirini tamamlamaktadır.
Haşim’in üslubuna hâkim olan unsur estetik, ahenktir. Etkileyici, sürükleyici
üslubunun en önemli özelliklerinden biri de çarpıcı ifadeleridir. Orijinal ifadeler,
tamlamalar, zengin benzetmeler, tasvirler, bazen mizahi, bazen eleştirel ancak daima
edebî havası olan üslubunun akıcılığı okuyucuya farklı bir dinamiklik verir:
“Eylül sonunun bu kapanık ve serin gününde bahçenin bütün ağaçları durgun
ve karanlık… Havuzların suları, bulutlu semanın akisleriyle kirli bir katran renginde…
Neşesiz fıskiyeler, havada tutunamıyor… Derinden derine, perişan kuş feryatları, bin
tempoda hayvan bağırmaları işitiliyor… İnsan daha kapıdan girerken bir gurbet ve
ıztırap bahçesinin eşeğine ayak bastığını anlıyor.” (Ahmet Haşim, 1991a: 53)
Dikkatli ve titiz gözlemlerin ürünü olan tasvirler, Haşim’in üslubunun temel
özelliğidir:
“Baştanbaşa mamur, sekiz on katlı, bir hiza üzerine dizilmiş, asil taşları, hava
teressübatıyla simsiyah, aynı mimaride koskoca apartmanlar… Sultanahmet Meydanı
genişliğinde, asfalt veya tahta ve nadiren granit döşeli, şehrin her istikametine uzanan,
ağaçlı, ağaçsız, sonu gelmez caddeler… Akla şaşkınlık veren mağazalar, kahveler,
barlar, tiyatrolar, müzeler, bahçeler, parklar, heykeller, anıtlar, taklar… Okları siyah

479
bulutları delen mermerleri dantelâ hâline getirilmiş asır-dide tarihî kiliseler.” (Ahmet
Haşim, 1991a: 55)
Üsluptaki hareketliliği belirleyen geniş bir yelpaze vardır. İncelendiği zaman
görülecektir ki yazarın bir durumu okuyucusunun kafasında canlandırması gereken
tasvirlerde bile kendi kişisel yorumu ve bakış açısının izleri bulunur. Haşim,
gözlemlerine mutlaka kendi bakış açısının derinliğini ilave ederek aktarır. Gezi türünü
edebî tür hâline getiren en önemli bileşenlerden biri budur. Aynı şekilde karşılıklı
sohbet esnasında önce kendi tarzıyla açıklamalara yer veren Haşim; daha sonra birden
ansiklopedik bilgi aktarma havasına girer:
“—Bu dalların isimleri? —Saymakla tükenmez ki. Başlıcaları: Kübizm,
fütürizm, dadaizm, sürrealizm. Sembolizmin tefessühünden hâsıl olan bütün mantar
cinsinden mesleklerin hemen cümlesi, birtakım yabancıların memleketimize getirdiği
kahve ve meyhane hareketleridir. Biz mihman-nevaz bir milletiz… Kübizmin bizde
babası, edebiyatta Guillaume Apollinaire ismiyle tanınan Polonyalı Vilhelm de
Kostiowitsky’dir. Kübizm, başlangıçta yalnız resme mahsus bir yenilikti ve
empressiyonizme karşı bir aksülamel olmak üzere vücuda getirilmişti. Resimde
empressiyonizm, modelin muayyen bir ışık altında, bir ana mahsus şekil ve vaziyetini
tespit etmeyi istihdaf eder…” (Ahmet Haşim, 1991a: 63)
İstihzaya da sıkça yer veren yazar, edebî dil ve anlatımın bütün imkânlarından
faydalanmıştır:
“İstanbul’dan uzak kaldığım müddetçe bilhassa pire ve tahtakurusunun hasretini
çekmiştim. Gerçi beni götüren vapurun süslü kamarasında yol arkadaşlarım sayısız hamam
böcekleriyle ismini bilmediğim iğrenç kurtlardı. Fakat Marsilya’dan itibaren bütün dost
haşerata bir müddet için, veda etmek lazım geldi.” (Ahmet Haşim, 1991a: 69)
Soru ve cevap tekniğini kullanırken Türkçenin incelikleriyle örülü etkileyici, bir
anlatım tarzı ortaya koymuştur:
“Paris’te ne yaptım? Hiç! Şimdi hatırası bende muhayyirülukul bir maceranın
keskin tadı gibi kalan en kuvvetli saatlerim, krizantem ve kış gülleri kokusu ve kadın
çehreleri renkleriyle dolu neşeli bulvarlarda hedefsiz gezintilerim; Notre Dame Kilisesi
eteğinde korkunç, kurun-ı vustai gölgeye sığınmış küçük bir sonbahar bahçesinde hayal
ve nisyan dakikalarım; bilhassa geceleri evime dönerken, Seine Nehri’nin rıhtımları
üzerinde tek başıma yaptığım gezintilerdir. Taştan bir çerçeve içinde hapsedilen nehrin
siyah suları, gece, hayali denilecek bir durgunlukta durgundur. Baş aşağı çevrilmiş
ikinci bir Paris, beyaz, kırmızı ve yeşil ışıklarıyla bu sihirli nehir içinde hareketsiz
düşünür. Bu suda boğulmuş şehrin, başaşağı dolaşan yegâne sakini ben olurdum.”
(Ahmet Haşim, 1991a: 72)
Eserinde alıntılara da yer veren yazar, bunları aynen aktarmayı tercih etmiştir:
“Burada, adım başında, Hamid’in Londra’yı tarif eden o meşhur mısraları hatıra
geliyor:
Darüttalimler, rasadgehler
Sonra birçok mesair-i daniş ilh” (Ahmet Haşim, 1991a: 55)
Bize Göre’deki gezi yazılardan hareketle Haşim’in düz yazılarında da şairane
edasını devam ettirdiği görülmektedir. Cümle yapıları genellikle şiir havasındadır. Çok
defa uzun herkesin rahatça anlayamayacağı cümleleri tercih etmiş, kısa cümleleri
genellikle hikâye edilen kısımlarda kullanmıştır. Tasvirler, yorumlar, değerlendirmeler,
tespitler daha ziyade uzun cümlelerden, iç içe birleşik cümlelerden oluşmuştur:
“Caddelerinde, kimsenin hayretini uyandırmaksızın, kendi memleketlerinde imiş
gibi, rahat rahat, salına salına dolaşan, sarı papuçlu ve bornozlu Afrikalılar, altın dişli
ve gözlüklü siyahîler, entarili Çinliler, Şalvarlı Siyamlılar, Kürtler, Rumlar ve
Ermenilerden ziyade özellikle ufak yapılı, siyah gözlü, siyah saçlı, şayan-ı dikkat
480
derecede güzel yerli kadınlarıyla yolcu üzerinde derin bir intiba bırakan renkli ve
gürültülü Marsilya’da yirmi saat durdum…” (Ahmet Haşim, 1991a: 52)
Tasvir ve isim cümlelerinde eksiltili ifadelerin kullanıldığı görülür:
“Yemyeşil tarhlar... sarı kum döşeli yollar... ağaçları yeni dikilmiş bahçeler
içinde, işte sıra ile Fransız, Belçika, Brezilya, Kanada, Japon, Cemahir-i müttehide
sarayları…” (Ahmet Haşim, 1991a: 66)
2. Frankfurt Seyahatnamesi
Frankfurt Seyahatnamesi/ Mektuplar-Mülakatlar adıyla, İnci Enginün ve Zeynep
Kerman tarafından hazırlanarak, 1991’de Dergâh Yayınları tarafından 224 sayfa olarak
İstanbul’da basılmıştır. Yirmi ayrı yazıdan oluşan eser ilk kez 1933 yılında
yayımlanmıştır. Bu yazılardan on sekiz tanesi seyahat notları başlığı altında Milliyet
gazetesinde biri Mülkiye, diğeri de Şehir dergisinde çıkmıştır. Yazılar kitap hâline
getirilirken gazete ve dergilerdeki kronoloji takip edilmemiştir. Kitap, ön söz ve kendi
içerisinde birbirinden bağımsız yirmi bölümden oluşmaktadır. Olayların anlatılışı
kronolojiktir fakat zaman bakımından kopukluklar görülmektedir.
Frankfurt Seyahatnamesi, konusu ve yapısı yanı sıra üslubuyla da gezi yazısının
bir edebî tür olduğunun en güzel örneklerinden biridir. Ahmet Haşim’in şiir tadındaki
cümleleri kitabın sonuna kadar okuyucuyu bir rüyanın içinde başka ülkelerden,
şehirlerden haberdar eder:
“Büyük ve zengin camekânları henüz elifini bilmediğimiz bir göz ağlama
sanatının zalim incelikleri ile düzeltilmiş mağazalar… Sabahın pembe aydınlığında
parıl parıl yanan kocaman billur camların arkasında adi bir meyve, çiğ bir biftek, bir
cep defteri, bir hâlı, bir stilo, firuzeden bir bilezik veya pırlanta bir gerdanlığın korkunç
cazibesi ile gözü çekiyor.” (Ahmet Haşim, 1991b: 18)
Kitabın tamamında ve diğer gezi yazılarında da olduğu gibi benzetme sanatını
büyük bir ustalıkla ve yerli yerinde kullanan yazar, bu benzetmelerde ve üslubunun
tamamında psikolojisinin izlerini sık sık yansıtmaktadır:
“Kırılan bir zemberek gibi bir an içinde bütün sabrım boşandı, gözüm karardı,
acaip, siyah ışıklar görmeğe başladım ve bütün irademi kaybederek can havliyle kalkıp
var kuvvetimle havayı tokatladım.” (Ahmet Haşim, 1991b: 12)
Bütün bu özelliklerin yanı sıra, Haşim’in üslubunun tipik bir özelliği olan
kişileştirmeler de eserde sıkça karşımıza çıkar:
“Caddelerin sağında ve solunda tıpkı ikinci Frederik’in meşhur piyadeleri gibi
sert, bir hizada dizilmiş ve mağrur cepheleri baştanbaşa ticari altın yazılarla kaplanmış
granit renginde hayat kaynağı koca binalar...” (Ahmet Haşim, 1991b: 18)
Kitapta çok nadir de olsa üçüncü şahısların ifadelerine yer verilir. Yazar, bu
ifadeleri birinci teklik sahsın ağzından bizzat aktarır:
“Az sonra bizi kabul eden müdür-i umumi Mr. Ablmann, fabrikada göze çarpan
güzellik ve temizlikten aldığımız intibadan hasaten mütehassis göründü, dedi ki: ‘On
sene evvel bir küçük odadan ibaret olan bu gördüğünüz koca fabrikayı yaparken şunu
ispat etmek istedim:…’ ” (Ahmet Haşim, 1991 b: 22)
Gezi kitaplarında sıkça görülen diyalog yolu ile anlatıma Frankfurt
Seyahatnamesi’nde çok az yer verilmiştir. Pek çok gezi türü eserde anlatıma canlılık
kazandırmak için tercih edilen bu anlatım biçimini Haşim fazla tercih etmemiş, canlılığı
şiirsellikle sağlamıştır:
“Hind’in, Mağrib’in, Buhara ve Semerkant’ın müdhiş dilencileri bu itibarla ne
büyük artistlerdir. Hâlbuki şu yakalı ve kravatlı Alman dilencileri…
Bir gün bir Almana sordum:
—Bunlara nasıl acıyabiliyorsunuz?

481
—Mecbur olmadan el uzatılacak bir Alman tasavvur edemeyiz…” (Ahmet
Haşim, 1991b: 34)
Yazar, sık sık soru sorarak cevaplamak yolu ile okuyucuda merak, ilgi ve
heyecan uyandırmayı başarır:
“Ne var? Bir umumi neşe mi, bir bayram mı var? Hayır ne neşe, ne de
bayram!” (Ahmet Haşim, 1991b: 18)
Yurt dışı gezi kitaplarında çok görülen durumlardan biri de hayret, hayranlıktır.
Haşim hayret ettiği durumları açıkça belirtmez ama soru yoluyla ifade etmeyi tercih eder:
“Yarabbi! Bu şehirde ufak bir yıkıntı, bir küçük ihmal, yerine konulması
unutulmuş bir taş, kapatılmamış bir çukur yok mu?” (Ahmet Haşim, 1991b: 35)
Eksiltili cümleler, isim cümleleri kitapta en sık görülen cümle yapısıdır:
“Yedi seyyareye göre yedi renge boyanan tepelerinde görünmez müneccimlerin,
anlaşılmaz hesaplar yaptığı geniş merdivenli kuleler... granit ve altın sütunlu
yaklaşılmaz mabetler... bunların tehlikeli karanlığında düşünen ilahlar... ve bu yabancı
ilahların tüyler ürpertici, sırıtkan, kırmızı çehreleri…” (Ahmet Haşim, 1991b: 17)
Yazar, noktalama işaretlerini bazen kendi düşüncelerini açıklamak için kullanır:
“Bu yaman dağların hayalini hatırımdan silkince, bu sefer Anadolu’nun
yorgunluktan yere çökmüş, tüyleri dökük develeri andıran o hüzün, ölüm ve yokluk
çıkıntıları gözümün önüne geldi: Hiç dağda gezinti mi olur?” (Ahmet Haşim, 1991b: 29)
Ahmet Haşim, sonu ünlemle biten cümleleri ile okuyucuya düşünme ve heyecan
payı bırakır:
“Ona acıyamam! Şark merhameti mantıksızdır!” (Ahmet Haşim, 1991b: 34) Soru
cümleleri bütün gezi kitaplarında çok görülen, pek çok hususu vurgulayarak
dil ve anlatım özelliklerini belirleyen önemli bir ölçüdür:
“Alevlerin deli ettiği makinelerin binbir hıyanet ihtimaline karşı bunlara nasıl
güvenilebilir? Sonra, karanlıkta çelik yolların asıl sahibi kimlerdir? Bunlar, herkes
uyurken yıldızlar altında ne işler görür?” (Ahmet Haşim, 1991b: 9)
3. Finlandiya
Şükufe Nihâl’in Finlandiya hakkındaki çok önemli gözlem ve tespitlerini içeren,
gezi türünün en güzel örneklerinden olan eseri, 1932 yılındaki seyahatinin 1935 yılında
kitaplaşmış hâlidir. Kitap, ön söz sayılabilecek ilk bölüm dışında, Finlandiya’da Üç Gün
adlı gezi notlarının yer aldığı on beş ana başlık altında toplanmıştır. Birçok isimsiz alt
bölüm ve en sonda bibliyografyanın yer aldığı kitapta bölümler, aynı zamanda bağımsız
bir yazı olma özelliği taşımaktadır. Fotoğraflar kitaba renk katmıştır. Bu durum
Cumhuriyet Dönemi gezi kitaplarında teknolojik imkânlara bağlı olarak yer yer görülür.
Yazıldığı döneme dair önemli ipuçlarını görebildiğimiz gezi kitaplarının
hepsindeki en önemli ölçü estetik bir dildir. Gerçeklik düzleminden alınan malzemenin
okurla buluşturulma anındaki ince ve hassas çizgi dil ve anlatımdır. Finlandiya’nın
geneline edebî bir hava yayılmış, eserde dönemine göre yabancı kelimelerden arınmış,
sanatlı söyleyişin hâkim olduğu bir dil kullanılmıştır:
“Fin toprağı bizi pembe bir gülüşle karşıladı… Temiz, ince, şiire benzer bir
gülüş… Sandım ki, büyük, pek büyük bir varlığın önüne çıktım. Gönlümde saygıyle dolu
bir sarsıntı başladı." (Şükufe Nihâl, 1935: 7)
Duyguların yoğun olduğu bu estetik anlatım tarzı, kitabın başından sonuna kadar
ayrı bir ahenk unsuru oluşturmuştur. Dil ve anlatıma hâkim unsurların başında nesne ve
varlıkları canlandırma, kişileştirme ön plana çıkmıştır. Finlandiya anlatılırken çevre
kişileştirilerek esere hem estetik hem samimi bir hava kazandırılmıştır.
“Güneş, insanları bırakıp gitmiye bir türlü razı olmıyor gibi, koyu çam
korularının kenarından kül renkli bir örtüyü yararak ateşli dilini uzatıyor; toprakla
şakalaşıyor…” (Şükufe Nihâl, 1935: 8) “Loşluk birdenbire yine aydınlandı. Güneş,
482
insanları bırakıp gitmiye bir türlü razı olmuyor gibi, koyu çam korularının kenarından
kül renkli bir örtüyü yararak ateşli dilini uzatıyor. ” (Şükufe Nihâl, 1935: 8)
Kitabın birinci bölümde çok net görülen şiirsel söyleyiş ilerleyen bölümlerde
daha kuru bir hâl alır. Farklı kitaplar ve kaynaklardan yararlanan yazar, bu bölümlerde
gördüğü ve duyduğu şeyleri duygularını katmadan aktarmıştır. Başlangıçtaki estetik
zevk, şiir edasının sonradan seyrekleşmesi hatta yok olması okuyucuyu şaşırtabilir
ancak bu, ölçülü olmak kaydıyla gezi kitapları için çok doğal bir durumdur:
“Finlandiya Feminizm hareketi başlar başlamaz kuvvetlendi; yurdu yükseltici
yola kadınlar da atıldı. Ulusal mesuliyetlerde onlara da pay verildi…”(Şükufe Nihâl,
1935: 66)
Birçok gezi kitabında olduğu gibi yazar, Finlandiya’nın hukuk, parlamento,
ekonomi gibi konulardaki durumunu anlattığı bölümlerde doğal olarak daha kuru bir
anlatım tercih etmektedir. Gözlem ve tespitlerinden hareketle işçi, köylü, memur,
sanatçı, kadın erkek birçok insan portresi çizerken insanların yüz hatlarını ve fiziksel
özelliklerini vermekten çok davranışlarını ön plana çıkarmaktadır. Bu da üslubu
hareketlendirmektedir:
“Dönüşte, iskelenin kenarında bir genç kız dondurma satıyordu. İşini bitirince
yanındaki kanepeye oturdu, önüne, yanına bakmadan elindeki kitabı açtı, okumaya
başladı.” (Şükufe Nihâl, 1935: 14)
Gezi kitaplarının nerdeyse tamamında olduğu gibi birinci teklik şahıs ağzından
cümleler çoktur. Yazar, bizzat kendi gözlemlerini anlatırken anı türüne yaklaştığı olur:
“Tren yürüdü; sanki estetiği kuvvetli bir sanatkârın resim albümünden yapraklar
çeviriyorum: Sağda, solda en olgun bir zevkle düzeltilmiş bahçeler; parklar, evler…
Uzakta, mavi bir rüyayı andıran solgun bir deniz parçası…” (Şükufe Nihâl, 1935: 7)
Kitapta yer verilen Musa, Carullah, Bikiyef’in Uzun Günlerde Ruze adlı
eserinden yapılan alıntılar bu eseri yazan kişinin ağzından anlatmıştır. Bu üslup
değişikliği esere ayrı bir hava, canlılık katmıştır:
“Evvelki seyahatimde benim gözüm Fin yerinin tabii hâllerine, yani havasına,
sularına, dağlarına, taşlarına, ağaçlarına, ormanlarına, göllerine, çayırlarına bakmaz
idi.” (Şükufe Nihâl, 1935: 22)
Her çeşit cümle yapısını görebileceğimiz kitapta eksiltili cümlelerle anlatma
tarzı oldukça fazla kullanılmıştır. Şükufe Nihâl’in bu anlatımı öykülerinde ve
romanlarında da görülmektedir. Özellikle psikolojik ruh tahlillerinde veya duygularını
anlattığı bölümlerde eksiltili cümleler kullanan yazarın bu tavrını gezi türü eserlerinde
de sürdürmesi olağan karşılanmalıdır:
“Kısa pantolon geyinmiş, dizleri temiz, ayakkabıları boyalı… altın saçları, mine
gözleri krem bir ışık altında daha çok pırıldıyor… bebekleşiyor. Başı elindeki kitaba
eğilmiş!...” (Şükufe Nihâl, 1935: 16)
Kitabî bilgi verdiği yerlerde bile çok uzun cümleler tercih etmeyen yazar, girift
cümlelerden kaçınmıştır. Kitaba daha çok kısa ve basit cümle yapılarının hâkim olduğu
söylenebilir:
“Fin halkı birbirini korur. Denebilir ki, burada geçinme sıkıntısı çeken kimse
yoktur. İşsiz kalanlar, işi buluncaya kadar düşünülür; çalışmayacak olanlara,
çocuklara bakılır. Sayısız yardım kurumları vardır...” (Şükufe Nihâl, 1935: 102)
Sık olmasa da bozuk cümleler (dönemin üslubu gereği de olabilir), kuralların
henüz oturmamasına bağlı olarak noktalama yanlışları görülmektedir:
“Bu yazılar birçok münakaşalara yol açtı: okuyanları birçok düşündürdü.”
(Şükufe Nihâl, 1935: 67)

4. Hind
483
Falih Rıfkı Atay’ın 1943’te tamamlayıp 1944 yılında yayımladığı eseri yazarın
basılmış diğer kitapları ve ön sözden sonra iddiasız ve küçük bir girişle başlar. İki ana
bölümden oluşur: 13 isimsiz bölüm içeren Hind ve içerikle bağlantılı olarak
isimlendirilmiş 28 bölümlük Hindistan’da İki Ay. Cumhuriyet Dönemi’nde bulunduğu
konum itibariyle ve çeşitli nedenlerle birçok seyahati, gezi kitabı bulunan Atay,
üslubunun sade, açık ve anlaşılır olduğunu bizzat kendisi ifade etmiştir:
“Yazılarım için usullerin en sadesini seçtim; okuyucularımı benimle birlikte
günü gününe gezdiğim yerlerde dolaştırmak görüştüklerimle konuşturmak,
gördüklerimi ve öğrendiklerimi olduğu gibi kendilerine göstermek ve anlatmak!” (Atay,
1944: 6)
Falih Rıfkı Atay, gezi kitaplarında bu ifadelerine sadık kalmıştır. Kitabın birinci
bölümünde ansiklopedik bir dil ve açıklayıcı anlatım biçimine ağırlık verdiği için üslup
kurudur. İkinci bölümde seçtiği anlatım biçimleri ve dili esere bir canlılık
kazandırmıştır. İnsan ve mekân tasvirleri, tahlilleri, olaylar, alıntılar, anekdotlar,
masallar, rivayetler anlatımı renklendirmiş, heyecan unsurunu artırmıştır. Bu bölümde
hâkim olan edebî dile -yazarın diğer gezi kitaplarında daha sık görülen burada ise daha
az rastlanan- eleştiri ve mizah çizgisi ayrı bir renk katmıştır. Birinci bölümde gezi türü
için handikap sayılabilecek derecede kuru bilgi aktarması, yazarın üslubunun da
oldukça durağan olmasına sebep olmuştur:
“Hindistan Türkiye’nin üç buçuk misli büyük, Birleşik Devletlerin dörtte üçü
kadardır. Kara sınırları 4.600 küsur kilometre, deniz sınırları hemen hemen ona yakındır.
Bu ülkede 400 miylona yakın halk, dünya nüfusunun beşte biri yaşar.” (Atay, 1944: 17)
Bu durağanlığın ardından eserin ikinci bölümünde görülen -gezi kitaplarında çok
sık rastlanan- tasvir yoluyla anlatım biçimi, esere dinamiklik kazandırmıştır:
“…Bu bahçeler içinde saraylar, saraylar ortasında bahçeler, bahçelerde ve
saraylarda akar sular, öten, sıçrayan, dinlenen, yıldızlı mücevherli bir sular cenneti idi.
Ta yüz küsur kilometre uzaktan, kale dışında geniş bir hazneye gelen nehir suyu, bir
mermer su köşkünün önündeki yontma çağlayan üstünde köpürür, sonra gümüş
çizgilerle ayrılmış bir havuza düşer, oradan mermer yatağına geçerek sarayın daireleri
içine girer. Renkli taşlar kakılı iç havuzlarda yakut ve zümrüt akislerle oynar, sonra
sessizce haremin koynuna doğru sokulur. Şurada bir tavus kanadı gibi, pırıl pırıl
açılmıştır; ötede fıskiyelerden ışıklar gibi uçar; Has-Hamam’da somakilerin ter boğusu
ile sislenip, ıtır kokuları içinde baygın düşer…” (Atay, 1944: 151)
Tanımlamalara dayalı anlatım, bu kitapta, diğer gezi kitaplardan daha fazla
başvurulan bir yöntemdir:
“Hindistan’da bütün Müslüman prenslere Nevvap derler: yalnız Haydar-abad
hükûmeti reisine Nizam denmektedir. Bu sıfatın bir başka manası da var: Haydarabad
edebiyatında ‘Nizamülmülk, demek ‘Visruva’ demektir. Asaf Cah, Delhi saltanatının
Visruvası idi…” (Atay, 1944: 259)
Masallara yaptığı göndermelerle kendi ifadelerine renk katan Atay, eserin dil
özelliklerini çeşitlendirmiş olur:
“Bir masal der ki, Delhi, dokuz defa yapılacaktır ve dokuzuncusu son
olacaktır.” (Atay, 1944: 146)
Diğer yazarların ifadelerine yer verirken onları aynen aktaran yazar, böylece
eserinin gerçekçilik payını artırarak belge olma özelliğini kuvvetlendirir:
“Bir Amerikalı muharrir diyor ki: ‘İngiltere’nin Hindistan Uzak-doğu, hatta
Avustralya deniz seferlerinin emniyeti, Fars körfezi üstünde yabancı hâkimiyetler
tutunmamasına bağlıdır.’ ” (Atay, 1944: 99)
Bir önemli nokta da diyalog yöntemidir. Diyalog tarzını fazla kullanmış olması
dildeki canlılığın yanında yazarın, ne kadar dikkatli bir gözlemci olduğunu gösterir:
“…—Sizinle birkaç dakika hususi görüşmeye geldim, diyor.
484
—Kongre’nin en büyük zorluğu, Müslüman Birliğidir. Hindistan’da dolaşırken,
kendilerine nasihat etmelisiniz. Onlar bizimle birleşseler her şey yoluna girer.
—Doğru, fakat mesela Avrupa’da İngilizlerle Cermenler de birleşmiş olsalardı… —
Hayır, kıyas etmeyiniz, onları coğrafya parçalamıştır…” (Atay, 1944: 166–
167)
Atay, birinci bölümde uzak kaldığı gezi üslubunu ikinci bölümde hatırlatmalarla,
mizahi eleştiriden faydalanarak yakalamaya çalışmıştır:
“Dağlardan aşıp Pencab’a yerleşen yabancı istilaların, uzun müddet Ganj
kıyılarına takılıp kaldığını daha önce yazmıştık.” (Atay, 1944: 279)
“Kaçar’ların son şahı bir gün, İsmaillerin reisi Aga Han’a rastgelir. Kendisine
der ki:
—Kuzum Aga Han, sen de bizim gibi insansın. Bunca bin Hindli nasıl olup da
sana tapıyor?
—Ben yine insanım yahu… Onlar ineğe bile tapar.” (Atay, 1944: 218)
Yazar bu eserinde birkaç yerde dip not kullanmıştır. Gezi türü eserlerde çok
rastlanmayan bu yönteme Atay’ın diğer eserlerinde de rastlamak mümkündür: (s. 27-
11-28- 59)
Kitapta daha çok kısa, açık ve anlaşılır cümleler tercih edilmekle birlikte tasvir,
tanıtım cümleleri genellikle uzundur:
“Ganj nehri Himalaya’nın dört bir küsur metre yüksekliğindeki kar sularından
doğar, dağ eteklerinde genişler, büyür, yatağına yeni ırmaklar katar ve üç bin kilometre
yol keserek, Bengal körfezine dökülür: bu körfeze doğru birbiri ile çatışık, geçilmez
sulardan örülme deltası, Nil deltasından iki defa büyüktür.” (Atay, 1944: 205)
Kurallı, estetik cümlelerin yanında kuralsız, bozuk cümlelere de rastlanır:
“Canlı hiçbir öldürülmez.” (Atay, 1944: 39)
5. Romancero (Yolculuklarım)
Selahattin Batu’nun Kasım 1953’te yayımlanan bu eserinde giriş ve sonuç
bölümleri olmayıp kitap direkt birinci bölümden başlar. İsimlendirilmiş dört ana
bölümden oluşan kitabın İspanya, Almanya, İtalya, Kıbrıs, Ege Kıyıları ve “yolculuk”
üzerine yazılan toplam 28 kısa alt bölümü, sonunda da İçindekiler kısmı bulunmaktadır.
Romancero, tamamen yazarın gözlemlerine, deneyimlerine, izlenimlerine, tespit ve
değerlendirmelerine dayalı bir solukta okunabilecek, şiir tadında bir eserdir.
Bir gezi kitabında olması gerektiği gibi mekânı merkeze alan kitaba hâkim olan
unsur edebî bir dil ve anlatımdır. Şiir tadındaki samimi anlatım tarzıyla bolca tasvire yer
veren Batu, açıklama, alıntı, gösterme, tartışma, hikâye etme yollarına başvurmuştur:
“Gözlerim nasıl kamaşıyor. İşte, düşündüğüm, aradığım şey, hemen şuracıkta
belki; bayılasım geliyor: Şu avlu bir cennet köşesi mi? Daha kapıdan girerken çiniler…
Mavili yeşilli bir arabesk bayramı.” (Batu, 1953: 10)
Edebî sanatlardan ördüğü dilinde ince detayları özellikle vurgulayan Batu’nun
okuyucusuna estetik ve edebî hazzı tattırması eseri oldukça çekici hâle getirmiştir:
“Ağaçlar ateşten fışkırır gibi, göğün maviliğine atılırlar. Gök kubbe sanki daha
mı serin. Bu cenup ikliminde maviler bile ısınmış; kırmızı gibi, turunç gibi, portakal
sarısı gibi, el dokundursanız yakar.” (Batu, 1953: 20)
Duygusal anlatımları tercih eden yazar bir taraftan samimiyeti diğer taraftan da
eserdeki canlılığı korumaya çalışmıştır:
“Hele bu şehri çepeçevre saran dağ manzaraları, o parça parça kesip de
odanıza asmak isteyeceğiniz, bir sevdiğinize armağan etmek için çırpınacağınız
manzaralar öyle çağırıcı, öyle güzel ki… Bir vadi Batıya doğru yumuşacık uçar gibi
uzanıyor; öteki, kuzeye yönelmiş, öpmek isterseniz öyle tatlı.!” (Batu, 1953: 69)

485
Batu, doğal güzellikler ve estetik yaklaşımının yanı sıra felsefi, fikrî tarafı ağır
basan ifadeler de kullanmıştır. Soru yoluyla anlatımı da tercih ederek diğer gezi
eserlerindeki ortak anlatım özelliklerinden birini daha kullanmış olur:
“Şu iki figür Orestes ile Elektra Posiogli’de bulunmuş. Acaba onların kara
bahtı yalnız Tantalos soyunun bahtı mı? Lanete uğrayan Orestes, ana katili büyük
muzdarip, her gün bir değere kıyan insanın kendisi, bizim gerçeğimiz değil mi?” (Batu,
1953: 86)
Diğer gezi kitaplarında görülen alıntılara Batu’nun çok sık olmasa da yer
vermesi, eseri hareketlendirdiği gibi okuyucunun bilgi transferi yaparak yorum gücünü
kuvvetlendirmesine yardımcı olur:
“Bakınız Mevlâna ne diyor: “Yaşayan, canlı olan maşuktur. Âşık ölüdür. İnsana
görmeyi öğreten sevgili, Doğu illerinin de sevgilisi değil mi?” (Batu, 1953: 29)
Bazı gezi kitaplarında görüldüğü gibi Batu da kendi cümlelerini başka
mısralardan alıntılarla tamamlama yöntemi kullanılmıştır:
“O da unutulmuş besteler gibi ‘gemiler geçmeyen bir ummanda’ mıdır?” (Batu,
1953: 115)
Romancero’daki edebî cümlelerin çokluğu sebebiyle şiir edası, hazzı daha
keskindir. Kurallı ve devrik cümleler yanı sıra özellikle soru cümleleri eksiltili cümleler,
heyecanı uyanık tutan ünlem cümleleri sıkça tercih edilmiştir. Olumsuz cümlelerle
olumlu şeyler anlatılırken de ayrı bir lezzet sunulmuştur:
“Ama İspanya bu şarkıda değildi.” (Batu, 1953: 5)
Soru cümleleri kullanan yazar okuyucuyla arasında samimi bir diyalog
geliştirmiştir:
“…Dudakların uçlarına ilişen bu mana nasıl şey? Ümit mi? Aşk mı? Istırap
mı? Ama ne kadar Tanrıca bir hâl, bütün vücudu bir ıtır gibi duvaklaması ne tatlı.
Hayır ne arzu, ne iştiyak, ne hülya… Topraksı olan ne varsa aşılmış. Bu kadın, doğruca
Tanrının soluğu, ‘bir gümüş aynada’ onun aksidir…” (Batu, 1953: 43)
Eksiltili cümleleri sık kullanan Batu, okuyucunun eserden uzaklaşmamasını
düşünmüş olabilir:
“Kemerler kat kat… Kubbeleri eğilerek göğe doğru onlar kaldırıyor.” (Batu,
1953: 13)
6. Gagarin.Grad-Moskova Notları-
1962 yılında basılan Gagaring.Grad -Moskova Notları- eser hakkında bilgi veren
isimsiz bir bölüm ve isimlendirilmiş 16 bölümden oluşmaktadır. Gezisinin başlangıç ve
bitişi üzerinde durmayan Tarık Buğra, sadece Moskova’daki gözlem ve
değerlendirmelerine yer vermiş, yolculuğunu ve seyahate çıkış sebebini anlatmamıştır.
Moskova’ya gazeteci sıfatıyla gittiğini bildiğimiz Tarık Buğra’nın edebiyatçı
yönünün ağır bastığı kitabı, bir tahkiyeli eser okuyormuş havası vermektedir. Daha çok
fikri gözlemlerin anlatıldığı kitapta ilk dikkati çeken şey bölümlerin başlıklarının
ardından, bölümle ilgili fikir veren koyu yazılmış paragraflardan sonra asıl örneklere,
olaylara ve alt bölümlere geçilmesidir. Başlıklar konuyla doğrudan ilgilidir, bir sonraki
bölümle başlıklar aracılığıyla da bağlantı kurulmuştur.
Sohbetleri, alıntıları, açıklamaları, başkalarından dinledikleri, kendi anılarıyla
geçmişe dönmesi, hikâye etmesi, tartışmacı tavrı, sorular sorup cevaplaması ya da
cevaplamaması, tasvirleri, kullandığı edebî sanatlar, bazı şeyleri bildiği hâlde
söylemeyerek merak uyandırması ve samimiyeti Tarık Buğra’nın üslubunun önemli
unsurlarıdır. Eleştirel tavrını, mizahi yaklaşımını ve alttan almaz, açık ve net
söyleyişini, dobralığını da göz ardı etmemek gerekir. Bütün bunlarla birlikte samimiyeti
sayesinde pek çok yerde okuyucu beraberinde götürür:
“Kendi inancımı röportajımdan ayırmak isteyişimi, iyi niyetime, kimseyi
aldatmamak için harcadığım gayrete vereceğinize inanıyorum.” (Buğra, 1962: 4)
486
Hatta tereddütlerini okuyucuyla paylaşır:
“Bununla beraber, bir konuşma beni hâlâ tereddüde düşürmekte ve acaba
haksızlık mı yapıyorum diye düşündürmektedir. Anlatayım:…” (Buğra, 1962: 54)
Sosyal ve siyasi gelişmelerin en net biçimde görüldüğü gezi kitaplarında bu
durumun dil ve anlatıma yansımaması imkânsızdır. Buğra, dönemin şartlarını ve
konunun hassasiyetini yaptığı alıntılarla da belgelendirir:
“Bizim zamanımızda, pek de kötü karşılanmayan şu söz sık sık söylenirdi: ‘Yirmi
yaşına kadar komünist olmayanın kalbi, yirmi yaşından sonra komünist olanın kafası
yoktur.’ ” (Buğra, 1962: 11)
Açıklamalar, okuyucuyu olay ve durumlara hazırlaması, gerçeklik düzlemine
yaklaştırması bakımından üslubun önemli unsurlarıdır:
“Burada şu kadarını söylemeliyim: Rus halkı bugünkü duruma eğer
mırıldanmadan katlanıyorsa şu iki sebeptendir:” (Buğra,1962: 14)
“Akla gelebilir: 1918’den 1962’e kadar ne kadar da çok üç sene, beş sene var,
bıkmamış mı bu insanlar?” (Buğra, 1962: 18)
Yazarın yukarıdaki gibi bağdaşıklık unsurlarını sık sık kullanması, üslubunun
özelliği olduğu gibi düşüncelerinin tutarlılığını da sağlamaktadır. “Burada şu kadarını
söylemeliyim…”, “Akla gelebilir…” gibi söz gruplarıyla yaptığı girişler,
değerlendirmelerinin sağlamlığını oluşturmak üzere yapılmış okuyucudaki ilgiyi sıcak
tutma çabalarıdır. Aynı örnekte olduğu gibi soru cevapla, üslubun akıcılığına destek
olunmuştur. Bu husus bütün gezi kitaplarında az ya da çok görülmektedir.
Buğra, pek çok gezi yazarı gibi gittiği yerlerde dinlediklerini malzeme olarak
kullanmıştır:
“Kolhozların kolektif çiftliklerin kuruluş günlerine ait bir hikâye dinledim.
Serbest kalan Müjikler eski toprak ve mülk sahiplerini buralara almıyor, açlığa,
sefalete mahkûm bırakıyordu...” (Buğra, 1962: 79)
Mizahi ve alaycı tavrı, yazarın sosyal ve siyasi olaylara bakış açısını belirleyen
önemli bir unsurdur:
“Size, burada parti Rusya’daki insanları düşünmek zahmetinden kurtarmıştır da
diyebilirim.” (Buğra, 1962: 14)
Diyalog, kitabın pek çok yerinde karşılaşılan bir anlatım tekniğidir. Bu durumu,
yazarın “Röportaj” nitelendirmesiyle de açıklamak mümkündür. Ancak gezi kitaplarının
çoğunda diyalog, bilgi edinme yollarından sadece biridir:
“Elimden geldiği kadar koyu bir safiyetle sordum:
—Çocukları oldu mu?
Yüzüme hiddetle baktı
—Haa, dedim, bu sarı saçlı, çıplak ayaklı, mavi gözlü kız bir sembol... O hâlde
neyi temsil ediyor. Hürriyeti mi, barışı mı, refahı mı, eşitliği mi?” (Buğra, 1962: 60)
Tasvirler, Buğra’nın üslubuna farklı bir lezzet katmış ve onları çok sık
kullanılmıştır:
“O kadar uzundu koridorlar. Lokantasında kocaman üç salon, caz ve pist vardı,
her yer halı döşeli idi, tavanlardan avizeler sarkıyor, duvarları yağlı boya tablolar
süslüyordu. Beş kat arasında devamlı olarak iki asansör işlerdi. Her katta bir kâtip ve
birkaç büfe vardı.” (Buğra, 1962: 26–27)
Örneklerde de görüldüğü üzere yazar, Türkçenin yapısına aykırı bir cümle yapısı
kullanmaz. Açıklama cümlelerinin, iki noktanın, uzun cümlelerin, görülen geçmiş
zamanlı cümlelerin, diyalogların diğerlerinden fazla kullanılmış olması dikkat çeker.
Ayrıca eksiltili cümleler, soru cümleleri de kullanır:
“—Siz Tarık Buğra Bey değil misiniz?
—Evet efendim.” (Buğra, 1962: 22)
487
Açıklama cümleleri yazarın sıklıkla yer verdiği cümle tarzıdır:
“Zira bunun Türkçeye tercümesi şudur: ...” (Buğra, 1962: 20)
Tahkiye yoluyla anlatımı daha çok tercih etmesi sebebiyle Buğra’nın görülen
geçmiş zamanlı cümleleri oldukça fazladır:
“Moskova, turizme açık şehir ilan edildi. Duvarlara asılmış dev gibi afişleri
gördüğüm zaman tereddüte düştüm.” (Buğra, 1962: 25)
Tezli bir eser olan Gagarin.grad’da Buğra, kitabın başından itibaren Sovyet
rejiminin eksik yönlerini tespit etmeye, Türkiye’de sahip olduğu düşüncelerin
doğruluğunu ispat eden örnekler seçmeye özen göstermiştir. Bu durumun sebebi soğuk
savaş yıllarının Türkiye’de yarattığı olumsuz havadır, dil ve anlatıma da yön vermiştir.
7. Avusturya ve Venedik Günleri
1970 yılında yayımlanan, Avusturya Günleri, Venedik Günleri ve Ek Bölüm
olmak üzere üç esas bölümden oluşan Avusturya ve Venedik Günleri adlı eserin ilk iki
bölümü günü gününe yazılmış yazılardan oluşmaktadır. Günlük tarzında, tarih ve yer
belirtilerek anlatılan eserin birinci bölümü 45, ikinci bölümü 7 kısa bölüm şeklinde
düşünülebilir. Sonda ise konuyla ilgili isimlendirilmiş başlıklardan oluşan 6 bölüm
bulunmaktadır.
Kitabın başından sonuna kadar edebî bir dil ve üslup okuyucuyu kendine bağlar
ve sürükler. Yazar kendi heyecanını okuyucuya da yaşatır. Son derece duygusal ve
hassas olan yazarın üslubu da böyledir. İç hesaplaşmalar ve kendisiyle yaptığı sohbetler
yanı sıra felsefi açıklamalar ve değerlendirmelere de oldukça fazla yer verir. Bunun
sebebini daha sonra yazdığı “İsviçre Günleri” adlı kitabında Amiel’i kendine çok yakın
bulması ve ondan etkilenmesi olarak açıklayacaktır. Üslubunun izlerini diğer
kitaplarında aramak gereğini vurgulamakta fayda vardır. Bu duruma yazarın diğer gezi
kitaplarında da rastlamak mümkündür.
Soru ve cevaplarla, karşılaştırmalarla, eleştirilerle; benzetmelere, anılara,
hikâyelere, alıntılara, açıklamalara, yer vererek üslubunu renklendiren yazar
izlenimlerini sıcağı sıcağına kaleme alarak samimi ve duygu yüklü bir esere imza atar.
Eserin ilk iki kısmında, bölüme başlamadan mekân ve tarih bildirerek anı tarzına
yaklaşan Batu, konuya direkt girer. Neyi nasıl yaptığını açık, içten ve direkt anlatır:
“Viyana, 1 Mayıs 1962
Az önce güzel bir uçak yolculuğundan sonra Viyana’ya geldim. Öğle sonuna
doğru uçağın mika camlarından içeriye dolan ışıkları günlüğe alma isteği geçti
içimden…” (Batu, 1970: 7)
Önce gördüklerini, izlenimlerini, olayları anlatır sonra da bunların kendi iç
dünyasındaki yansımalarıyla ilgili değerlendirmeler yapar:
“Sinirlerimin gerginliği nasıl azalıyor giderek… İçime birikmiş acılıklar,
katılıklar bir bir eriyip gidiyorlar. Her an ferahladığımı, soluklarımın rahatladığını
duyuyorum.” (Batu, 1970: 10)
Kitapta şehirlerin ve tabiatın ruhunu, tabiat insan ilişkisinin estetiğini anlatan
yazarın üslubu da âdeta bu durumun uzantısı olan bir şiir üslubudur:
“Kimi günler gerçeği bir düşüncede soyutlaştırırım. Yeşil bir başka şey olur o
zaman; ağaç bir başka nitelik kazanır; olağanın ötesini görür gözlerim. Doğanın kimi
yalnızlık anlarını tam kendi başına, çırılçıplak kaldığı anları, bütün ölümlerden
gizlenerek birdenbire benim içime, yalnız benim kulağıma seslendiği dakikaları
hatırlarım…” (Batu, 1970: 13)
Edebî dilin birçok unsurunu kullanan yazar hikâye etme tekniğini kullanırken
kısa ve açık ifadelere yer verir:
“Öğleden sonra, onun müzesini dolaştım. Eski caddelerin birinde bakımlı bir
yapıydı bu. Taş merdivenlerden ağır ağır çıktım. Mutfaktaki bakır takımları koridordaki
488
gömme sobalar hâlâ yerindeydiler. Mozart’ın büyüdüğü odalar üst katta. Güzel bir
rastlayış. Klausen çalınıyordu içerde. Çalgının kapağı açılmış, bir akademi hocası eski
ustayı ağırlıyordu sevgiyle. Altın teller cıvıl cıvıldı onun sesleriyle. İşte, incecik elleri,
onun sıcaklığı, onun sevgisi… Bu musiki onun kendisiydi. Yüzüydü, bakışıydı,
gülümsüyordu. Ve insan bir ruhtur, bu musiki onun ruhuydu.” (Batu, 1970: 27)
Parantez içine alarak bazı özel ifadelere dikkat çeken yazar gösterme, soru
sorma tekniğini de kullanmıştır:
“Bir oto-Stard’dan Aygölüne (Mondsee) doğru hızla gidiyoruz. Sağımıza düşen
koyundağı (Schafsberg) çam ormanlarıyla çentik çentik eteklerinde çayırlar, ağaçlıklar,
çalılıklar yumuşacık. Yamaçlar basamak basamak; sanki tepelerden vadilere doğru
merdivenler döşenmiş. Kimler iner çıkar bu merdivenlerden diyorum, masallardaki
devler mi? Gül parmaklı periler mi?” (Batu, 1970: 32)
Gezi türü eserlerin hepsinde çok sık rastladığımız karşılaştırma yöntemi, yazarın
nasıl bir bakış açısına sahip olduğuna işaret etmektedir:
“Arkasında mazgal mazgal bir kale ve meydanın tam ortasında küçük bir
havuz, şakırdayan mermer fıskiyesiyle… ‘Bursa’da bir eski cami avlusu’ diye
mırıldanıyorum kendi kendime ve Tanpınar’ımızı anlıyorum. Doğrusunu söylemek
gerekirse bizim camilerimiz mescitlerimiz bu heybetli tapınaklardan çok daha cana
yakındırlar…” (Batu, 1970: 34)
Yüksek sesle düşündüğünü gösteren Batu, iç dünyasını okuyucuya açarak
eserine daha samimi bir hava kazandırmış olur:
“Söylenmemesi gereken şeyleri, yapılmaması gereken şeyleri yapıyorum. Sonra
da niçin ben böyleyim, diye üzülüyorum kendi kendime… Yolculuk bile kurtuluş değil
benim için, nereye gitsem insanoğlu peşimi bırakmıyor.” (Batu, 1970: 35)
Sorulara cevaplarla yaklaşma yönteminden Batu da diğer yazarlar gibi oldukça
fazla yararlanmıştır:
“Şu derinden derine duyduğum insan sesleri, dedim kendi kendime, ta
uzaklardan bile ne güzel… Hangi konu, hangi dram onlarla olduğumdan daha güzel
dile getirilebilir? Çizgilerle mi? Jestlerle mi? Renklerle mi? Hatta bakışlarla,
mimiklerle mi?” (Batu, 1970: 45)
Felsefi derinliği olan kitapta bu tarz düşüncelerine yer verirken alıntılardan
faydalanan yazar, iç içe geçmiş anlatıma başvurur:
“Ben ölüme inanmıyorum, ama değişmelere inanırım… Güzelin soluğu da
değişen her anı zamandan kurtarır, bir yerde durdurur onu, değişmez kılar. İsa boş
kalan mezarı başında Magdelena’ya şöyle demişti: ‘Niye ağlıyorsun kadın? Böyle
dövünüyorsun? İşte ben buradayım.’ Magdelena çevresine bakındı, İsa karşısında
duruyordu.” (Batu, 1970: 129)
Şiir tadındaki ve devrik cümleler, yazarın duygusallığının yansımalarıdır:
“Gotik pencereler güneşe bakıyor. Ama ışık yere kadar inemiyor hiçbir yerde,
tapınağı dolduran koyu gölgeler emiyor onu…” (Batu, 1970: 90)
Sonuç
Çalışmada gezinin kendine ait dil ve üslubu olan edebî bir tür olduğu kanaatine
varılmıştır. Gezi kitaplarının tür, anlatım biçimi, dil ve üslup olarak edebiyatın geniş
yelpazesinden beslenip kendine has yeni bir tarz oluşturduğu görülmüştür. Özel bir plan
dâhilinde yazılarak dinamik yapısını koruyan gezi kitaplarındaki dinamizmin en önemli
sebebi dil ve anlatımdır. Çünkü gezi kitapları dilin bütün özelliklerini, anlatım biçimlerinin
tamamını bir arada görebileceğimiz en kapsamlı eserlerdir. Ayrıca dildeki değişim ve
gelişimi, noktalama ve imlâ konusundaki aşamaları göstermesi bakımından da önemlidir.
İlginç ve yeni şeylerin estetik bir üslupla anlatılması hâlinde beyindeki etki

489
gücü ve kalıcılık oranının artması, gezi kitaplarındaki etkileyiciliğin dil ve anlatımdan
kaynaklandığının farklı bir ifadesidir.
Gezi kitapları dünyada ve Türkiye’deki değişim ve dönüşüm aşamalarını ve
bunların insanlar, toplumlar, milletler üzerindeki etkilerini görme ve anlama
bakımından önemli estetik belgelerdir. Kitaplarda kullanılan edebî dil okura bilgi ve
görgü katmanın yanı sıra kendi duygularını, görüp de anlatamadıklarını ve
göremediklerini hissetme, yaşama fırsatı verir. İçeriklerindeki çok yönlülüğün yanı sıra
zengin dil özellikleri ile de üzerinde durulmaya, araştırılıp incelenmeye değer önemli
eserlerdir. Gezi kitaplarındaki dil ve anlatım özelliklerinden faydalanılarak yeni
araştırma alanlarına ve yeni çalışmalara ışık tutulabilir.

KAYNAKLAR
ASİLTÜRK, Baki (2000) Osmanlı Seyyahlarının Gözüyle Avrupa. İstanbul: Kaknüs
DİNÇ KURT, Yasemin (2018) Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Yurt İçi Gezi
Kitapları (1920-1980), Akçağ Yay., Ankara
DİNÇ KURT, Yasemin (2015) Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Yurt Dışı Gezi
Kitapları (1920-1980), TC Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara
AHMET HAŞİM (1991a) Bütün Eserleri, Bize Göre / İkdam’daki Diğer Yazıları, hzl.
Enginün İnci, Kerman Zeynep, Dergâh Yayınları, İstanbul
AHMET HAŞİM (1991b) Bütün Eserleri, Frankfurt Seyahatnamesi / Mektuplar-
Mülakatlar, hzl. Enginün İnci, Kerman Zeynep, Dergâh Yayınları, İstanbul
ŞÜKUFE NİHAL (1935) Finlandiya, Gazetecilik ve Matbaacılık TAŞ.,
İstanbul ATAY, Falih Rıfkı (1944) Hind, Semih Lütfi Kitap Evi, İstanbul
BATU, Selahattin (1953) Romancero “Yolculuklarım”, Varlık Yay., İstanbul
BATU, Selahattin (1970)Avusturya ve Venedik Günleri, Varlık Yayınları, İstanbul
BUĞRA, Tarık (1962) Gagarin.grad “Moskova Notları”, Yağmur Yayınevi, İstanbul
TANPINAR, Ahmet Hamdi (1985) 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan
Kitabevi, İstanbul

GÖÇMEN TATARLARIN DİLİ (FİNLANDİYA’DA YAŞAYAN


TATARLARIN DİLİ ÖRNEĞİNDE)
1
Dr. Alfiya YUSUPOVA
Özet
Tatar toplumu, Finlandiya’nın tarihî ve ulusal azınlıklarından birisidir.
Günümüzde Finlandiya’da yaklaşık 700 Türki kökenli Müslüman Tatar yaşadığı
düşünülmektedir. Dilsel ve dinsel bir toplum olarak XIX. yüzyılın II. yarısından XIX.
yüzyıl başlarına kadarki süre zarfında şekillenmeye başlamışlardır. Kökenleri temelde
Nijegorod bölgesinin Tatar köylerine dayanmaktadır. Ana dillerinin yapı be ses sistemi
Finceyle benzer olduğundan Tatarlar için yeni bir dili öğrenmek pek zor olmamıştır.
Finlandiya Tatarlarının ana dillerini Tatarcanın Mişer diyalektinin Sergaç ağzı meydana
getirmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tatar dili, diaspora, Finlandiya, Mişerler, diyalekt.

Prof. Dr., Kazan Federal Üniversitesi, alyusupova@yandex.ru. 1


490
Yurt dışındaki Tatar diasporasının dilinin oldukça geniş ve çeşitli olması
sebebiyle sadece tarihçilerin, kültürologların veya sosyologların değil; aynı zamanda
dilbilimciler gibi oldukça farklı alanlardaki araştırmacıların dikkatini sıkça çekmiştir.
XX. yüzyıl Tatarların aralarında Finlandiya’nın da bulunduğu farklı ülkelere göçünü de
beraberinde getirmiştir. Zengin dil materyali Tatar dilinin yurt dışında yaşamaya devam
ettiğini, herhangi bir yok olma durumunun olmadığını kanıtlar niteliktedir. Birçok
ailede üçüncü, hatta dördüncü neslin Tatar dilini öğrenmesi sayesinde Tatar dilinin
istikrarlı bir şekilde korunuyor olduğu anlaşılabilir.
Finlandiya’daki Tatar toplumu tarihî ve ulusal azınlıklardan birisidir.
Günümüzde Finlandiya’da yaklaşık 600 kadarı Müslüman Finlandiya topluluğunun
üyeleri, geri kalanları ise Tampere’de 1943 yılında temelleri atılan Müslüman
topluluğunun üyeleri olmak üzere aşağı yukarı 700 Türki kökenli Tatar yaşamaktadır.
Tatar toplumu, müstakil bir dilsel ve dinsel topluluk olarak XIX. yüzyılın II.
yarısı ve XX. yüzyılın başlarında şekillenmeye başlamıştır. Bu toplumun üyeleri
temelde Çarlık Rusya zamanındaki Nijegorod guberniyasında İdil-Volga nehri
kıyılarında kurulan Tatar köylerindendir. Ticari faaliyetler guberniya sınırları içerisinde
başlamış, daha sonra demiryolu hattı boyunca San-Petersburg’a kadar, ardından
Terijoki (bugünkü Zelenogorsk) ve Vıborg üzerinden Finlandiya Grandüklüğüne kadar
olmak üzere giderek genişlemiştir.
Finlandiya’daki Tatarların kültürel toplulukları XIX-XX. yüzyıl başlarında
gelişmeye başlamıştır. İş bulmak ve geçim sağlamaya başlamak için birleşmek ve içinde
bulundukları topluma uyum sağlamaları gerektiğinden herhangi bir yabancılaşma söz
konusu olmamış, böylece Tatarlar Fin toplumuna hızlı ve başarılı bir şekilde uyum
sağlamışlardır. Tatar ve Fin dillerinin benzer yapısı ve ses sisteminin olması sayesinde
yeni bir dil öğrenmek Tatarlar için pek de büyük bir problem olmamış, Fin dilini
öğrenmede oldukça başarılı olmuşlardır.
Tatarlar, bağımsız Finlandiya’nın vatandaşları olup Fin kültürüyle
bütünleşmişler, bu esnada da beşinci nesle kadar kültür miraslarını koruyup geliştirmeyi
de unutmamışlardır; ancak bu pek de kolay olmamıştır.
Finlerin özkimlik oluşumu, mahallede oynanan çocuk oyunları ve oyun
gruplarında olmak üzere gelişimin daha ilk evrelerinde şekillenmeye başlamaktadır. Fin
genel eğitim okullarındaki üst sınıf öğrencileri Fin kültürüyle eğitim, arkadaş ve
akrabalarla etkileşim üzerinden tanışmaktadırlar. Çalışma faaliyetleri ve bunların
gerekliliğiyle ilgili kavramların temeli meslek liselerinde, enstitülerde veya üniversitede
atılmaktadır.
Finlandiya Tatarlarının dilini Tatar dilinin Batı diyalekti, daha doğrusu Mişer
diyalekti meydana getirmektedir. Bugünkü Finlandiya Tatarlarının ataları Finlandiya
topraklarına Nijegorod guberniyasının Sergaç ilçesinin köylerinden gelmişlerdir;
bunların büyük çoğunluğu Aktuk köyünden (eski adıyla Yanapar), geri kalanları ise
Kuysu, Suksu, Urazavıl, Çombali köylerinden göçmüşlerdir. Finlandiya’ya ulaşan
Tatarlar; Vaasa, Varkaus, Karkku, Kokkola, Kotka, Kuopio, Lahti, Oulu, Pori, Rauma,
Tampere, Turku, Forssa, Helsinki, Hyvinkää, Järvenpää başta olmak üzere birkaç şehre
yerleşmişlerdir.
Göçmen ailelerinde birinci dili Tatarca oluşturmaktadır. Eğitim, genellikle hafta
sonları küçük yaştaki çocuklar için topluluk tarafından düzenlenen oyun formatındaki
gruplarda; ayrıca okul çağındaki çocuklar için güz, bahar ve yaz tatili dönemlerinde ana
dili kurslarında verilmektedir. Topluluğun tüm üyeleri çocukluktan itibaren tiyatro ve
koro gösterileri gibi toplumsal faaliyetlerde yer almaktadır. Canlı işbirliği, aile ve
akrabalar arasındaki ilişkiler, ayrıca topluluk tarafından gerçekleştirilen etkinlikler
sürekli ana dilde konuşmaya sevk etmektedir.
491
Tatar topluluğu; halk şarkıları ve müziği geceleri, kültür geceleri, Tatar
edebiyatının klasik eserlerinin sahnelendiği tiyatro gösterileri gibi faaliyetlerle zengin
ve bir o kadar da çeşitli kültür mirasını korumuştur. Finlandiya Tatarları kendi edebî
eserlerini; ayrıca şarkı kitapları, şiir ve dinî kitaplar yazmaktadırlar. Bununla birlikte
düzensiz bir şekilde dergi ve “Mahalla Habarlare” gazetesi çıkarılmaktadır.
Fin dili ve toplumu kaçınılmaz bir şekilde azınlıkların dillerinde yeterli etkiyi
gösterse de Tatar topluluğu her zaman olduğu gibi dil özdeşliğini net bir şekilde
korumaktadır. Tataristan Cumhuriyeti ve Kazan’daki kültür çevreleri ile dostça ilişkiler,
göçmen Tatarların dillerini ve kültürlerini korumaya büyük katkı sağlamıştır.
Finlandiya’da yaşayan Tatarların ağızları onu gerçek anlamda eşsiz yapan yazı
ve alfabeye sahip olmasıyla Tatar dilinin diğer diyalektlerinden ayrılmaktadır.
Finlandiya Tatarlarının ağızlarının sesliler sistemi, edebî Tatar dili ile benzerlik
göstermektedir. Ses sisteminin bütün fonetik planı, özellikle dudak ünlüsü ve geniş ünlü
a/a’nın artikülasyonunda gözle görülür şekilde ön plana çıkmaktadır. u/u seslerinde ise
diftong özellikleri gözlenmektedir: u”, u* (Oğuz Türkçesi tipi). Aynı zamanda edebî
dildeki gibi (bilhassa Kıpçak Türkçesi) geniş dudaksıl sesler duyulmamaktadır: atna ~
ed. (a°tna – hafta).
Tarafımızca araştırılan Finlandiya Tatarları ağzında edebî dilde olduğu gibi 9
ünlü saptanmıştır. Ancak gençlerin konuşmalarında Fincenin etkisiyle ortaya çıkan ek
seslerin kullanımı seyrek de olsa görülmüştür.
Vokalizm konusuna gelecek olursak sayıca az olan sözcüklerde karşımıza ünlü
seslerin hareket yasasının bozulması sonucunda ortaya çıkan e ~ i, u ~ i, u/u ~ v/o, ı/e ~ u/u,
iy ~ ıy değişimleri sayılabilir. o/e, ı/e ~ u/u uyumu Türki dillerin ortak fonetik kurallarına
uygun olarak Tatar dilinin bütün ağızlarında farklı derecelerde görülür. Edebî Tatar
dilindeki arka damak ünlü seslerin ön damak ünlü seslere dönüşmesi: Ed. T. ekěrt/ekěrěn ~
akrın (yavaş); kěçěren ~ kıçıtkan (ısırgan); kěçěrta/kěçěte ~ kıçıta (kaşınıyor); pěçak ~
pıçak (bıçak); çěbık ~ çıbık (çubuk). Arka damaksılların ön damaksıllara dönüşümüne şu
sözcüklerde rastlanmaktadır: ama/amma ~ Ed. Tat. emma (ama); yogorop ~ Ed. Tat.
yěgěrěp (koşup); korka ~ Ed. Tat. kürke (hindi); koçok ~ kěçěk (enik); kıtırmaç ~ ketěrmeç
(peksimet); rahat ~ rehet (rahat); rahmet ~ rehmet (teşekkür).
Finlandiya Tatarlarının ağzında edebî Tatar dilindeki gibi gerçek (istikrarlı,
dengeli) diftonglar bulunmamaktadır; buna karşılık bazı durumlarda monoftonglaşan
-ay, -ey, -uy yalancı (değişken) diftongları bulunmaktadır. Ancak bu olayda sıkı bir
tutarlılık bulunmamakta, konuşmada farklı fonetik varyantlar kullanılmaktadır:
beli/beyli ~ Ed. Tat. beyli (bağlıyor); kaysı/kası ~ Ed. Tat. kaysı (hangi); kan’ě ~ Ed.
Tat. kayně (kayın); kaçan ~ Ed. Tat. kayçan (ne zaman); muyın/buyın/bun’ ~ Ed. Tat.
muyın (boyun); sěyli/suli ~ Ed. Tat. söyli (söylüyor); uyna/un’a ~ Ed. Tat. uyna (oyna).
Mişer diyalektinde monoftonglaşmanın görüldüğü durumlarda diftongların
korunmasını söz konusu ağzın edebî dile yakınlaştırılması amacı güdüldüğü şeklinde
açıklamak mümkündür.
Konsonant sisteminden bahsedecek olursak Finlandiya Tatarları ağzı ile edebî
Tatar dili arasında ortak taraflar olduğu kadar farklılıklar da bulunmaktadır. Bu
farklılıklar ya sadece dilin söz konusu varyantına özgü ya da bu farklılıkları diğer birkaç
Tatar diyalektinde görmek mümkündür. Eğer edebî Tatar dili ve Orta diyalektin ses
sistemi ile karşılaştıracak olursak Tatar dilinin Finlandiya ağzının ünlü ve ünsüz sesler
sistemi onu Mişer diyalektine benzemesini sağlayan artikülasyon ilişkisinde ön plana
çıkmaktadır. Bilhassa aşağıdaki özellikleri görmek mümkündür:
Tam anlamıyla kurallı dudak-dudak ünsüzü w’nin yerine diş-dudak, düz-
sızıcı BW sesinin kullanımı. Örneğin; vakıtında ~ Ed. Tat. wakıtında (zamanında).
Bazen edebî varyant olan w ünsüzü de kullanılmaktadır.
492
Ağzın taşıyıcılarının büyük çoğunluğu konuşmalarında yarı kapantılı ç
ünsüzünü kullanırken daha büyük nesil konuşmalarında yumuşak yarı kapantılı
ünsüzü sıkça kullanmaktadır. Bu da incelediğimiz ağzın karma olduğu gerçeğini
tespit etmemizi mümkün kılmaktadır. Mişer diyalektinin Sergaç ağzında görülen bu
özellik yaşlı neslin konuşmasında da kullanılmaktadır. Genç neslin kullandığı ağza
edebî Tatar dili de etki etmekte, ayrıca buna paralel olarak çevrede bulunan, fonetik
yapısında ts sesi bulunmayan Fin dili çocukluktan itibaren etkilemektedir.
Yarı kapantılı ön dil ünsüzünün hafif güçsüzleştirilmiş patlayıcı ögelerle
kullanılması.
Ünsüzlerin değişimi:
p ~ b: pět ~ Ed. Tat. bět (bit), pot ~ Ed. Tat. bot (kalça); b ~ p: şorba ~ Ed. Tat.
şulpa (et suyu);
m ~ b: mun/bun ~ Ed. Tat. muyın (boyun); b ~ m: miněk/minněk (< biněk) < Rus.
venik;
b ~ v: çobar ~ Ed. Tat. çutuar, yazımı çuar (alaca); çoban ~ Ed. Tat. çuwan,
yazımı çuan (çıban);
n ~ m: nugěz/mugěz ~ Ed. Tat. mügez (boynuz); m ~ n: ulem ~ Ed. Tat. ülen (ot);
d ~ t: dustıgan ~ Ed. Tat. tustıgan (kepçe);
t ~ k: çitlavık/çiklavık ~ Ed. Tat. çiklevěk (ceviz); k ~ t: keli ~ Ed. Tat. teli
(istiyor/diliyor);
z ~ j: keze ~ Ed. Tat. kece (keçi);
g ~ k: sig(ě)zen ~ Ed. Tat. siksen (seksen), tug(ı)zan ~ Ed. Tat. tuksan (doksan);
x ~ k: baxıt/vaxıt ~ Ed. Tat. vakıt (vakit), xader/kader ~ Ed. Tat. kader (kadar); k
~ x: yakşı ~ Ed. Tat. yaxşı (iyi), kasta ~ Ed. Tat. xasta (< Farsça) (hasta).
Türki diller için bilindik bir durum olan geminasyonların tekleşmesi durumu da
gözlemlenmektedir: ama < emma (ama); anan/andan < annan (sonra).
Arap dili alınmaları:
Söz başındaki g sesi sistematik olarak düşer: alem ~ Ed. Tat. galem (alem);
Umer ~ Ed. Tat. Gomer (özel isim); adet ~ Ed. Tat. gadet (adet);
Küçük dil ünsüzü g Arapça sözcüklerin ortasında konuşma ve yazı dillerinde
düşmektedir: seat ~ Ed. Tat. segat’ (saat), maalumet ~ Ed. Tat. meg’lümat
(malumat) vb.
ı, ě düz ünlüleri, o ve ö yuvarlak ünlülerinden sonra geldiklerinde
yuvarlaklaşmaya uğrarlar: sononda (sonunda), ozon (uzun). Finlandiya Tatarlarının
ağzında görülen bu özellik edebî Tatar dili ve Orta diyalektin ağızları (Kazan ardı,
İçkin, Kasimov, Minzele, Dağlık, Perm vd.) ile benzerdir. Bu özellik aynı zamanda
Mişer diyalektinin bazı ağızlarına; bilhassa Baykıbaş, Kuznetsk, Sergaç, Temnikov,
kısmen de Hvalın ağzına özgüdür. Bunun temelinde Finlandiya Tatarlarının ağzının
«ana» ağızlarla tamamen benzer olduğunu öne sürmek mümkündür.
Söz konusu ağzın söz varlığının genetik ve tarihî analizi bir yandan Tatar dilinin
ağızlarıyla ortak tarafları olduğunu, diğer yandan Tatar dilinin yalnız bu varyantına
özgü tarafları olduğunu ortaya koymaktadır.
Ağız sözleri arasında ilk başta Mişer diyalekti ile ortak sözcüklere
rastlanmaktadır: azbar (avlu), alaşa (at), başkön (pazartesi), buşkön (salı), yaga
(yabancı yer), karsak (alçak), koçatnakön (perşembe), kuy (koyun), kuşede (köşede),
tirěs (inatçı), çeltěr (ayak bileği), çapě/tsepě (çaput, elbise), tsěrgě (keçe çizme) vd.
Finlandiya Tatarlarının ağzında günümüze kadar korunmuş olan Eski Tatarca
sözcükler ayrıca ilgi çekmektedir. Örneğin; amaliyat (ameliyat), baazı (bazen),
imsakiye (imsakiye), měşteri (müşteri), temam/tam (tamam, tam), tepminen (tahminen),
teklif

493
(teklif), takavet (emeklilik, tekaüt), tekvim (takvim), faaliyet (faaliyet), şemsiye
(şemsiye) vd.
Leksik-semantik taklitler: kızık totırga – eğlenmek (motamot çeviri «ilginç tutmak»)
> Fin. pitaa hauskaa (pitaa – tutmak + hauskaa – ilginç, gülünç); rösěmge alu/rösěm alu –
fotoğraf çekmek (m. çev. «resim almak») > Fin. ottaa kuva (ottaa – almak
kuva – resim); tavış totu – bağırmak, sesini yükseltmek (m. çev. «ses tutmak») > Fin. pitaa
aani (pitaa – tutmak + aani – ses); tatil (< Tür. tatil) totarga – dinlenmek (m. çev. «tatil
tutmak») > Fin. pitaa lomaa (pitaa – tutmak + lomaa – tatil); östěne kuyu – Ed. Tat. üstüne
koymak – ağız: açmak (televizyon, teyp vb.); östěnde – Ed. Tat. üstünde, ağız: açık
> Fin. laittaa päälle (laittaa – koymak + päälle – üstüne); laittaa radio päälle ~
radionı östěne kuyarga – radyoyu açmak (m. çev. radyounun üstüne koymak).
Genç yaştaki nesil, Rusça ve Fincede yalnızca çoğul halde kullanılanılmakta
olan tekil haldeki eşyaları kastederken çoğul form kullanmaya alışmışlardır: açkıçlar
(Ed. Tat. açkıç) – anahtar; kayçılar (Ed. Tat. kayçı) – makas; oyıklar (Ed. Tat. oyık) –
çorap; çangılar (Ed. Tat. çangı) – kayak; ıştannar – pantolon vb.
Aitlik, edebî Tatar dilinde olduğu gibi Finlandiya Tatarları ağzında da isim
tamlaması yardımıyla ifade edilmektedir: bıratımnıñ kitabı – erkek kardeşimin kitabı,
Saminněñ enisě – Samin'in annesi. Bazense diğer Tatar ağızlarında da görülen bir özellik
olan isim tamlamalarının eksiz şeklinin kullanılması da mümkündür: basketbol takım –
basketbol takımı, sport klub (Ed. Tat. sport klubı) – spor kulübü, baş xerěf – baş harf.
Finlandiya Tatarları ağzında isimlerin çekimi edebî Tatar dili ile aynıdır, ancak
bazı hal çekimlerinin kullanımında farklılıklar bulunmaktadır:
Edebî Tatar dilinde yönelme hâliyle çekimlenen bazı isimler Finlandiya
Tatarları ağzında yalın hâlde bělen (ile) sontakısı ile birlikte kullanılmaktadır: fin
bělen
– Ed. Tat. finga (Finle evlenmek);
Yalın hâl, hareketin yönünü ifade etmektedir ve yönelme hâli yerine
kullanılmaktadır: mektep (Ed. Tat. mektepke) yörěděm – Okula yürüdüm (m. çev. Okul
yürüdüm);
Belirtme hâli, yalın hâlin yerine kullanılmaktadır ve belirsiz bir nesneyi ifade
etmektedir: miněm yěregěmně (Ed. Tat. yöregěm) erni – Yüreğim sızlıyor; Okannı
(Ed. Tat. Okan bělen) tanıştım – Okan ile tanıştım;
İlgi hali + bělen sontakısının birlikte kullanımı doğrudan bir nesneyi ifade
etmektedir: sězněñ bělen (Ed. Tat. sězně) saganam – Sizi özlüyorum (m. çev. Sizinle
özlüyorum). Ayrılma hâli ise nesneyi belirtmek için kullanılmaktadır: sinnen (Ed. Tat.
sině) söyem – Seni seviyorum; uyından (Ed. Tat. uyınga) soñladı – Oyuna geç kaldı vb.
Ağzın konuşurları özel isimlerin Fincedeki küçültme biçiminde yaygın olarak
kullanmaktadırlar: Ramil – Ramikke, Zirek – Zikke, Rauf – Ruffe, Raif – Raffe vb. Fin dili
konuşurları özel isimlerin benzer biçimde genellikle arkadaş çevresinde kullanmaktadırlar:
Lena – Lenukka, Kari – Karikka, Matti – Masa, Okan – Okku, Henrik
– Henkka. Özel isimlerin küçültülmesinde yararlanılan bu yöntem benzersizdir, ayrıca
Tatar dilinin diğer diyalekt ve ağızlarında görülmemektedir.
KAYNAKLAR
BIKMOHAMMETOV, Şeüket (1980) Biznin Cirlar, Finlandiya Türkleri Birligi
r.y., Helsinki.
SAMALETDIN, Derya (2013) Milli Aşlarıbız, Finlandiya Türkleri Birligi r.y.,
Helsinki.
Yana Mahalla Habarlare, S:1 (2012), Helsinki.

494
MEMLÛK KIPÇAK TÜRKÇESİ ESERLERİNDEKİ
ATASÖZLERİ VARLIĞI
1
Zeki KAYMAZ
Özet
En kısa şekilde “kalıplaşmış sözler” olarak tarif edebileceğimiz atasözleri, yazar
ve şâirler için hazır söz hazineleridir. Atasözleri, bu özelliği dolayısıyla çeşitli fikirlerin
desteklenmesinde faydalanılan bir dil unsuru olagelmiştir. Bu yüzden olsa gerek Eski
Türkçe devresinden başlayarak, günümüze değin Türkçenin farklı devrelerine ait
eserlerde atasözlerine yer verilmiştir. Eski Türkçeyi, Eski Anadolu Türkçesini, Çağatay
Türkçesini temsil eden eserlerdeki atasözleri varlığı üzerinde çeşitli çalışmaların
yapıldığı malumdur. Bildirimizin konusunu ise, acaba Memluk Kıpçakçasına ait
eserlerde atasözleri var mıdır? Varsa hangileridir ve ne kadardır? sorularına verilen
cevap oluşturmaktadır. Sonuç olarak, Türkçenin tarihi dönemlerine ait eserlerdeki
atasözlerinin araştırılması, Türk atasözleri varlığının tespiti açısından önem taşır ve
muhakkak yapılması gereken işlerdendir. Bildiride Memlûk Kıpçak Türkçesini temsil
eden eserlerden tespitini yaptığımız atasözleri değerlendirilecek ve tartışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Orta Türkçe, Memluk Kıpçak Türkçesi, atasözleri,
Giriş:
En kısa şekilde “kalıplaşmış sözler” olarak tarif edebileceğimiz atasözleri, yazar
ve şâirler için hazır söz hazineleridir. Atasözleri, bu özelliği dolayısıyla çeşitli fikirlerin
desteklenmesinde faydalanılan bir dil unsuru olagelmiştir. Bu yüzden olsa gerek Eski
Türkçe devresinden başlayarak, günümüze değin Türkçenin farklı devrelerine ait
eserlerde atasözlerine yer verilmiştir. Eski Türkçeyi, Eski Anadolu Türkçesini, Çağatay
Türkçesini temsil eden eserlerdeki atasözleri varlığı üzerinde çeşitli çalışmaların
yapıldığı malumdur. Bildirimizin konusunu ise, acaba Memluk Kıpçakçasına ait
eserlerde atasözleri var mıdır? Varsa hangileridir ve ne kadardır? sorularına verilen
cevap oluşturmaktadır. “Yigit koş, yançuk boş” (Yiğit hoş yancık boş); "Altagu alaksa
altındakın altuzur, dördevü düzelse depedekin indürür.” (Altı kişi arasında anlaşmazlık
çıksa altındakini kaptırır, dört kişi birleşşe tepedekini indirir.) Kitabu’l-İdrak’te Memlûk
Türkçesiyle kaydedilen iki atasözüdür ve daha başkalarının olabileceği yönünde bizi
ümitlendirir. “Kutluya koşa yağar.” (Talihliye yağmur çifte yağar.) atasözü ise İdrak
Haşiyesi’nde kayıtlıdır. Kıpçakça Gülistan Tercümesi ise, bize en zengin verileri sunar:
“Tahammül kıl bizim emsalimizge, yimişi köp agaçka taş atarlar.” (Meyveli ağacı
taşlarlar.), “İgilür yaş agaç niçük tileseng kurı igri agaç otsuz tüzelmes.” (Ağaç yaşken
eğilir.), “Eya ok atkuçı yahşı sakışlap ilk andan at, bilürsen ok kaçan yadan çıkar bolsa
yana kilmes.” (Yayından çıkan ok geri dönmez.), “Sıgar bir hucraga on ikki mihman,
bir iklime sıgışmaz ikki sultan.” (Dokuz abdal bir kilimde uyur, iki padişah bir iklime
sıgmaz.) gibi. Sonuç olarak, Türkçenin tarihi dönemlerine ait eserlerdeki atasözlerinin
araştırılması, Türk atasözleri varlığının tespiti açısından önem taşır ve muhakkak
yapılması

gereken işlerdendir. Bildiride Memlûk Kıpçak Türkçesini temsil eden eserlerden


tespitini yaptığımız 70 kadar atasözü değerlendirilecek ve tartışılacaktır.
İncelemenin Yöntemi:
Bildiride, Gülistan Tecümesi, Kitabu’l-İdrak li-Lisani’l-Etrak, El-İdrak Haşiyesi
adlı eserler incelenerek atasözlerine nasıl yer verdikleri gösterilmiştir. Tarama sırasında
tespit edilen atasözleri örnekleri, atasözleri sözlüklerinde varsa atasözü olarak kabul

Prof. Dr., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi.

495
edilmiştir. Atasözü olduğunu düşündüğümüz ancak atasözü sözlüklerinde karşılığını
bulamadığımız örnekler sonuçta ayrıca değerlendirilmiştir.
Atasözleri malzemesinin değerlendirilmesi:
“Yigit koş, yançuk boş” Kİ.118

"Altagu alaksa altındakın altuzur, dördevü düzelse depedekin indürür.”


Altı kişi arasında anlaşmazlık çıksa altındakini kaptırır, dört kişi birleşşe
tepedekini indirir.
“Kutluya koşa yağar.” İH. 22
Talihliye yağmur çifte yağar.
“Bor bolmayınça sirke bolmas” İH. 16a
Üzüm olmayınca sirke olmaz.
“Sıgar bir hucraga on ikki mihman, bir iklime sıgışmaz ikki sultan.” GT.
23(12a)
Dokuz abdal bir kilimde uyur, iki padişah bir iklime sıgmaz.
“Meselde kelip turur her kim cândan il yuġay ni kim köngülde bolsa tiline
ketürgey.” GT. 16 (8b)
“Zaruret hâletinde kim kaçarġa bir yol tapmasa yürüp karşu iti birlen tutar
iti kılıçnı ol”. GT. 17 (9a)
“Börining balası bolur ‘âkıbet atası kibi ol harâmi böri.” GT. 28 (14b)
Kurdun oğlu kurt olur./ Kurttan kurt olur, itten it.
Yahşı kılıç bolur mu hergiz yaman timürden /Yuvmak bilen kiter mi levni
kara kömürden. GT. 29 (15a)
Kötü/kalp demirden kılıö olmaz. / yaramaz demirden yahşi kılıç olmaz.
Yavuzga eygülikni kılmaklık eyledür bil / hayr işlere yamanlık kılmak bolur
mukabil. GT. 29 (15a)
İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin karı.
Kim zulm ilin uzatsa sultan bolur mı bolmas / Koylarga kurt hergiz çoban
bolur mı bolmas. GT. 32 (16a)

Sahi ilinde bilürsen kakar tutmas mal / niçük ki tutmas alıp su keffi öze
gırbal. GT. 41 (21a)
Kalbur ile su taşınmaz.
13. Gebr eger yüz yıl ot yakar bolsa / içine tüşicek küyer fi’l-hal. GT.
47 (24a)
Ateşin şakası olmaz. /Ateş olur da yanmaz mı, yılan olur da sokmaz mı?
14. ‘Irakdan tiryak kilginçe yılan zahmlı ir öler. GT. 51 (26a)
Mısır’dan tiryak gelinceye kadar yılanın soktuğu ölür. / Venedik’ten tiryak
gelinceye kadar Mısır’da/Hint’te adamı yılan helâk eder/öldürür.
15. Nasihat tutmagan gafil kimirse / tüşer dayim meşakkatnıng kınına
Bilürsen zahmına çün takatıng yok/kolungnı sokmaġıl ‘akreb inine. GT. 56
(28b)
Nasihat tutmayanı musibet tutar.
Dagı miskin kişilerge küç itme / alarnıng ahı otından hazer kıl. GT.
75 (38a)
Mazlumu ahı yerde kalmaz.
Yamanlık kılgan irge iygülik kıl / kapar it agzun lukma ata-dur.
GT. 86 (43b)
İt ağzın/ağzını kemik tutar.

496
Ya mahdūm işitmeding mi kim meselde ayturlar: dostlar ivin süpürgil daġı
düşmen işikin kakmaġıl. GT. 113 (57a)

Hikayet: “Lukman hakimge sordılar edebni kimden öğrending


ayttı: edebsizlerden baktım alarnıng ef’aline kaysı hareket kim manga hoş kilmedi
andan ihtiraz kıldım. GT. 121(61a)

Özdeng kişi yapunsa iski ‘aba yaraşur / körksüz kelinge körkli ton keydirip
yaraşmas. GT. 158 (79b)

Ol biri köp yir idi açlıkka takat kitürmedi öldi dagı bu biri az yir idi
‘adetinçe sabr itip selamat kaldı. GT. 168 (84b)

Derahim bolmasa borçka yime it / yürigil çekmeyin kassab cevrin.


GT. 170 (85b)
Aç yatmak, borç ile karın doyurmaktan yeğdir.
Hacet tileme hasis irden / buğday tama‘ itme şure yirden. Yağınla
kavrul, cimriye boyun eğme.
Yimes it sarkıtın kilip arsalan / gar içinde açın öler bolsa. GT. 173
(87a)
İtin/köpeğin artığını arslan yemez.
Ni işler kılgay irdi ademige / karınçanıng kanatı bar bolsa GT 177
(89a)
Kedinin kanadı olsaydı, serçenin adı kalmazdı.
Tüşüp bir kün atından bu meselni / bediha nazm ayıttı hoca ishak Cehan
sevgen kişi-ning közlerini / kana‘at toldur(ur) ya ölse toprak. GT. 185
(93a)
Tamahkarın gözünü toprak doldurur.
Niçün kurı kamıştan şekker tama‘ kılur sen / kilmes böri ilinden ferveçi-lik
bilür sen. GT. 334 (167b)
Her kamıştan şeker çıkmaz. / Hasır kamışından şeker çıkmaz/olmaz.
“Eya ok atkuçı yahşı sakışlap ilk andan at / bilürsen ok kaçan yadan çıkar
bolsa yana kilmes.” GT. 338 (168b)

‘İsa işekin hicaza iltip / ketürse yana heman işek turur. Adam
hacı mı olur varmakla Mekke’ye, eşek derviş mi olur taş çekmekle
tekkeye?
“İgilür yaş agaç niçük tileseng kurı igri agaç otsuz tüzelmes.” GT.
281 (141a)
Ağaç yaşken eğilir.
Ni yirde gül bar anda tiken bar. GT. 315 (158a)

“Tahammül kıl bizim emsalimizge / yimişi köp agaçka taş atarlar.”


GT. 59 (30a)
Meyveli ağacı taşlarlar.
Yol üçün azuk anuk itmek kirek / çün bu menzilden köçüp kitmek kirek. GT.
355 (178a)
Azıksız yola çıkılmaz.
Meselde bar cerre içinde ne ise taşından ol sızar. GT. 353 (177a)
Testinin içinde ne varsa, dışına o sızar.
497
Yamanga eygülik kıl ay sahi ir / sa‘adet eygülerge boldı yoldaş.
GT. 353 (177a)
İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin karı.
‘Ar körme bilmegeni sormaġa / sormayınça ‘ilm ögrenmes kişi.
GT. 350 (175b)
Adam sormakla âlim olur.
Suhbet levazımından biri ol-durur kim sözni yirinde sözlegey.
Hikayet müstemi‘ler-ge köre ayt eger bolsa alar-nıng sözge meyli olursa ‘akil ir
mecnun katında kirekmes sözi illa zikr-i leyli. GT. 347 (174a)

Ni kadar kim big-ler aşı tatlı bolsa ay konak yarlı yoksulga kurı itmeki
andan yahşı-rak. GT. 347 (174a)

‘Amelsiz ‘alim bal-sız zenbur-ga ohşar. GT. 346 (173b) 9.


Amelsiz âlim, yemişsiz ağaç gibidir.
İradetsiz müflis ‘aşıkka ohşar, ‘amelsiz ‘alim yimiş-siz agaç-ka ‘ilm-siz
zahid işiksiz ivge ma‘rifet-siz seyyah kanat-sız kuşka. GT. 345 (173a-b).

Rızk üçün cehd kıl kirek kılma / birür ol bir ve bar ‘azze ve celle.
GT. 345 (173a)
Tanrı kuluna rızkını verir.
Bir kişi-ni ming arslan öltürmes / kilmeyinçe anga kaza-yı ecel. GT.
345 (173a)
Kimse ecelinden önce ölmez.
Bolmışı yok kaza tagayyür hiç / küfr aytmak bilen kişi tün ü kün.
GT. 344 (172b)
Takdirin tağyiri mümkün değildir. / Takdir bozulmaz.
İki nime muhal-i ‘akl durur biri ol kim rızk-ı maksum-dan artuk yimek ikinç
ol kim ecel-i ma‘lum-dan burun ölmek. Gt. 344 (72b)

Tana‘‘um birle rahet-te tirilgen / ni bilsün aç ve müflis halini ol.


GT. 344 (172b)
Tok, açın halini bilmez.
Hikmet: katra katra seyl bolur az az yığılsa hayli bolur. Köp
bolur çün azın azın eşcar / habbe habbe ‘ades tolı ‘anbar. GT. 342
(171b)
Katre katre ab-ı rahmet akibet derya olur.
Her çok azdan olur.
Tane taneye eş olur, o da bir kalbur aş olur.
İt turur kim tuz etmek hakkı-nı bilür ol ademi-den yakşırak kim bilmes. GT.
348 (174b)
Tuz ekmek hakkını bilmeyen itten kötüdür /beterdir.
Ay niçe künler kirek kim güre bolsa tatlı aş / ay niçe yıllar kirek kim la‘l
bolsa aslı taş.
Sen anı bir söz bile sındırmagıl ay yar-ı çüst / kim piyale sınsa müşkildir yana kılmak
dürüst. GT. 341 (171a)
Gönül taşla kırılmaz, sözle kırılır. / Kalp şişeye benzer kırılırsa yapılmaz. /
Kırılan cam yerini turmaz

498
Biligli ir ‘attar dükanı bigin durur sözlemeyin ilge özin bildirür(ür). Biligsiz
kişi tabl-ı baz bigin taşından hoş avazı ünü büyük turur ve-likin içi boş. GT.340
(170b)
Davulun sesi uzaktan hoş gelir.
İrdem iyesi halis miskke ohşar niçük kim misk ıyısı bilen özüni faş kılur. GT.
340 (170b)
Misk kokusu gizlenmez. / Misk yerini belli eder.
Sındırur bolsa urup altun kadahnı kattı taş / sınmas altun kıymeti artmas
bahası taşnıng. GT. 339 (170a)
Eğer bir sapan taşı bir altın kâse kırsa, ne kâse kıymetinden düşer, ne taş kıymetinden
artar.
Cevher balçıkka tüşse burungı bigin nefis turur gubar kökke çıksa bayagı
bigin hasis turur. GT. 399 (170a)

Tişi itti börige kim tarahhum / kılur bolsa iter oy koylara zulm. GT.
337 (169a)
Kurda acıyan koyuna zulmeder.
Tiri irni ingen asan urup ok birle öltürmek / velikin bir ölü-ni ming kim-irse
tirgize bilmes. GT. 338 (169a)
Cansız beden dirilmez.
Hikmet: Her kişige öz ‘aklı kemal öze turur dagı öz oglı sahib-cemal
körünür. GT. 332 (166a)
İnsan kendi aklını beğenir. Kuzguna yavrusu güzel görünür.
Hikmet: Sabr bilen bagda gure pişer dagı aşıkkan kim-irse yüzi üstüne
tüşer. GT. 332 (166b)
Sabır ile koruk helva olur.
Hikmet: Biligsiz kişige sükutdan yahşırak yok. GT. 333 (167a) Nadana
sükuttan iyi cevap olmaz.
Ol kadar kattı-lık itmegil kim senden toygaylar, ol kadar yumuşak bolmagıl
kim seni ayak altında koygaylar. GT. 327 (164a)

Nasihat: Düşmen ögüdün kabul kılmak hata durur velikin işitmek reva hatta
anıng hılafın işlegey-sen ol ‘ayn-ı savab bolur. GT. 327 (164a)

Düşmeningni körüp fakir hakir / laf urup burmagıl bıyık zinhar


Her süngek-ning bolur içinde ilik / tigme könglek içinde bir ir bar. GT. 326
(163b)
Düşmenın karınca ise/bile olsa hor bakma/görme. /Düşmanın küçük diye
horsunma
.

Kemiksiz ilik olmaz, bal arısız bal.


Kepenek altında er yatar.
Nasihat: Ni sırrıng kim bar dostlarınga dimegil ni bilürsen kim bir vakt
düşmen bolgaylar nedamet yimegil dagı ni yamanlık kim kılabilür bolsang
düşmeninge kılmagıl ni bilür sen kim bir kün dost bolgay dagı ni kizli razıng bolsa
kim-irse katında açmagıl. GT. 323 (162a)

Sag ir bilmes cirahat agrısın / derdni çikken kişi bilür yakin. GT.
252 (126b)
Derdi çeken bilir.
499
Karı boldung yigitlikten iling yu / bilür sen kim yana kaytmas akar su. GT.
271 (136a)
Dökülen çanak, geri dolmaz.
Bu meselni işitkening yok mı kim otura tura kitmek yahşırak andan kim
terk yürüp kalgay sen GT. 273 (137 a)

Her nime kim köngülge hoş kilse közge körkli körünür. Şi‘r: Her
kimni köngül tilese körkli oldur / ‘ışkına hemişe can içinde yoldur. GT.
224 (112b)
Gönül kimi severse güzel odur.
Timürü cirahat-dın çıkar veli nişanı kalur. GT. 201 (101a)
Çivi çıkar, ama izi kalır.
Közün baglar derahim ‘akıl irning / tama‘ salur uçar kuşnı tuzak-ka. GT.
200 (100b)
Gözü tanede olan kuışun ayağı tuzaktan kurtulmaz.
Niçe şeksiz kişige rızk tigse / anı barça katında izdemek bar Ecelsiz
ademi ölmes diyip sen / yılannı kuyrukından tutma zinhar. GT. 197
(99a)
Ecelsiz kul ölmez. / Ecelsize ölüm yok.
Küç bilen bitmes işing akça kirektür akça / akçalı ademi muhtac degüldür
küçke. GT. 199 (100a)
Bir akça bitirdiğini eller bitirmez.
Eger saray-ı müzehheb içinde oltursa kiyip harir yehudi şerif bolmayısar.
GT. 191 (96a)
Kişi don giymekle adam olmaz.
Ademi ‘aybını körüp açma/ igri sözi köni dip ant içme. GT. 334
(167b)
Her kişi kendi ayıbını gözetir.

Sonuç
Taradığımız metinlerde geçen atasözleri arasında, atasözü olduğunu düşündüğümüz
ancak karşılıklarını bulamadıklarımız da vardır. Bu örnekler de
aşağıdadır:
Bir aytkannı yana aytma mükerrer / ki halvanı dagı bir kurla yirler. GT. 216
(108b)
Niçük kim ayturlar küç bilen kişige baylık dagı arzu bilen big-lik hasıl bolmas. GT.192
(96b)
tok közünge arpa itmeki körünmes hoş /likin menim allımda ‘izzetli mükerremdür.
GT. 35(18a)
İşitkening munı yok mı kaçan bolsa ‘aciz çetük /urup pençe peleng közin çıkarur
korkmayın ol dem. GT. 36
(18b)
Simiz aruk bolup töleginçe / köp aruklar tüşüp yatıp öldi. GT. 111 (56a)
Meselde ayturlar: Tali‘-siz sayyad tengizde balık tutabilmes dagı ecelsiz balık kurı
yirde ölmes. GT. 188 (94b) Ayrıca 345 (173a)’ da hikmet olarak tekrar edilmiştir.
Her bir ir bir iş üçündür, her bir iş bir ir üçün / maslahat ol öz işini işlegey her
‫لمﻋ لجر ﻝﻜﻝ و لجر لمﻋ ﻝﻜﻝ‬zü-fünun GT. 190 (95b) Ar.
Niçük kim meselde ayturlar:Mezellet bilen tiri yüriginçe ‘illet bilen ölse yakşırak.
GT 171 (86a)

500
KAYNAKLAR

CAFEROĞLU, Ahmet (1931) Abu Hayyan, Kitâb al-İdrâk li-Lisân al-Atrak, Türkiyat
Enstitüsü Yayınları, İstanbul.
İZBUDAK, Velet (1936) El-İdrak Haşiyesi, T.D.K.,
İstanbul. KAYMAZ, Zeki (2015) “Eski Anadolu Türkçesi Bağlamında Yunus Emre’nin
Eserlerindeki Atasözlerine Bir Bakış”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S. 40,
Güz, s.101-119.
PARLATIR, İsmail (2008) Atasözleri ve Deyimler-I Atasözleri, Yargı Yayınevi,
Ankara. Karamanlıoğlu, Ali Fehmi (Haz.) (1989) Seyf-i Sarâyî Gülistan Tercümesi
(Kitâb Gülistan bi’t-Türkî, TDK Yay., Ankara.
Toparlı, Recep-Vural, Hanifi-Karaatlı, Recep (2003 ) Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, TDK.
Yay. Ankara.
YURTBAŞI, Metin (2012) Sınıflandırılmış Atasözleri Sözlüğü, Excellence Publishing,
İstanbul.

TATAR DÜNYASINDA DİLİN DURUMU VE AKRABALIK ADLARI


1
Radif CAMALETDİNOV
Özet
Bu çalışmamızda Tatar dilindeki toplumsal ilişkiler ve akrabalık terimleri ile
ilgili başlıca terimler ve bunların sözcüksel ve anlamsal yapıları üzerinde durulmuştur.
Bu terimlerin Tatar halkındaki önemini vurgulamak amacıyla günlük hayatta sıkça
başvurulan deyimlerden, atasözlerinden ve edebî eserlerden alınan örneklerden
faydalanılmıştır. Akrabalık terimlerinden ise özellikle aile, anne, baba ve evlilik
sözcükleri üzerinde durulmuş, ayrıca bu kavramların toplum içerisindeki yerinden ve
aile kurmanın öneminden de bahsedilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tatarlar, dil, akrabalık adları, aile.

Dil ve edebiyatın bağlantısını incelemenin, eskiden gelen bir tarihi vardır; çünkü
dil bilimin edebiyatla olan bağlantısına eskiden beri ayrı bir yer verilmiştir. Ancak bu
alandaki genel ve özel meseleleri aydınlatan pek çok çalışma olmasına rağmen, şimdiye
kadar meseleyi genel teorik planda ve uygulamalı olarak inceleme meselesi güncelliğini
korumaktadır. Son zamanlarda sosyo-kültürel sürecin ilerlemesi, farklı ülkeler ve
halklar arasındaki kültürel, bilimsel ve ekonomik bağlantıların hızlı bir şekilde
genişlemeye başlaması, kültür fenomenine ve dile olan ilginin yıldan yıla çoğalması, bu
meseleye olan ilgiyi daha da artırmaktadır.
Dil sadece iletişim vasıtası değil, halkın hafızası, tarihi, medeniyeti ile halkın
geleneklerinin ve aynı zamanda uygulamalı çalışkanlığının da birikimidir. Dil ve
medeniyet ise insanı saran esas gerçeklik, halkın yaşam şartları, onun düşünmesi ve
gerçekliği benimsemesidir; ayrıca kendine has karakteri, düşünce yapısı da dile
yansımaktadır. Bunları incelemek, millî medeniyetin merkezine bakmaya yardım
etmektedir.
Öncelikle budun dil bilim ve dilin yabancı dil olarak incelenmesi konuları
araştırılmışsa da, son yıllarda bu meseleler doğrudan doğruya kültürel dil bilimin alanına

Prof.Dr., Kazan Federal Üniversitesi, director.ifmk@gmail.com. 1


501
girmektedir. Bu durum, halkın düşünce yapısı, dünya ve dil görünüşünün şekillenmesi
temelindeki anlayışlar yardımıyla değişmektedir.
Tatar halkının düşünce yapısının yansıtılmasında ayrıca büyük öneme sahip olan
bazı leksik-semantik yapıların olduğu bilinmektedir. Bunlardan biri olan toplumsal
ilişkilere ve akrabalık ilişkilerine bağlı bazı terimler ile yapılar üzerinde durmak
gereklidir diye düşünmekteyiz.
Tatar dilinde gaile kelimesi Arap dilinden girmiştir. Kelimenin temel anlamı:
Bir arada yaşayan erkek, kadın, çocuklar ve yakın akrabalardan oluşan kişiler topluluğu,
ev halkı (Garepçe-Tatarça-Rusça Alınmalar Süzlégé, 1993: 68). Kırık yeşlerénde
bulgan bu imamnıŋ gailesé (cemegaté) Gayşe isémlé ḫatını ile Esma iséméndegé
bér dane kızdan gıybaret idé “Kırk yaşlarında olan bu imamın ailesi Ayşe adlı hanımı
ile Esma adlı bir tane kızından ibaretti” (R. Feḫrétdinov).
Aynı evde aile olup yaşamak, Türk toplumunun vekili sayılan genç evli delikanlı
için, kendi evini kurmak, toplumunda aile sahibi olarak, kendi evinde yaşamayı anlatır.
öy-lenüv kelimesinin içyapısı buna işaret etmektedir.
Eskiden aile, huzurlu ve sakin hayat sürmek ile huzurlu bir yaşlılık geçirmenin
yolu olmuştur. Tatarlarda da, diğer Türk halklarında olduğu gibi aile içinde olmaya
saygı duyulmuştur; ancak nikâhlanmak zorunluluk değildir. Müslümanlar tarafından
Allah rızası için kutsal amel olarak kabul edilmiştir: “Nikâhlanan kişi, yalnız yaşayan en
dindar müslümana bakıldığında Allah katında daha yeğdir.” (Tatarı 2001: 327).
Evliliğin faydalı oluşu atasözlerine de yansımaktadır:
Öylenüv – köylenüv: “Evlenmek, düzen kurmaktır”. Yani evlenen kişinin
hayatı düzene girer.
Öylenmiy kartaygannan aḳıl sorama: “Evlenmeden yaşlananda
akıl arama”.
Öylenmegennéŋ tamırı korır: “Evlenmeyenin kökü kurur”.
Öylenüv – canıŋa cavap, başına savap: “Evlenmek ruhuna fayda, başına
sevaptır.”
Öylenüv bélen öy saluvga Alla yün bire: “Evlenerek ev yapana Allah yardım
eder”.
Aile ocağını koruma konusunda kadınların ayrı bir yeri vardır:
Yort totkan da ḫatın, yort bétérgen de ḫatın: “Evi ayakta tutan da, yok eden
de kadındır.”
Naçar garmun köy bozar, naçar ḫatın öy bozar: “Kötü garmun ezgiyi bozar,
kötü kadın evi bozar.
Ḫatın bulmıy, öy bulmaz: “Kadın olmadan ev olmaz.”
Ḫatınsız yort, yazsız yıl kébék: “Kadınsız ev, baharsız yıl gibidir.”
Çocukların terbiye edilmesi sürecinde ailenin en önemli görevlerinden birisi
kültürel medeniyetin değerlerini yerine getirmek ve millî bilinci terbiye etmekten
oluşmaktadır.
Araştırmacılar, millî kültürün oluşumunda aile üyeleri arasında rollerin
paylaşıldığını ve ayrı özelliklerinin olduğunu belirtmektedirler. Tatarlarda babalar,
millî bilincin şekillendirilmesinde daha çok rol oynamışlardır. Anneler ise temelde
medeniyet ve yaşam şeklinin özellikleri niuygulamaktadılar (Étnografiya Tatarskogo
Naroda, 2004: 125).
Tatar dilinde ana ve eni olmak üzere, aynı kavramı anlatan iki terim vardır. Ana
asırlarca kullanılan genel Türkçe ana kelimesinden gelmektedir. (DTS 1969: 43; ESTY
1974: 149; Eḫmetyanov 2001: 16).
Tatar dilinde ana şekli çoğunlukla edebî dilde kullanılmaktadır; eni ise ana
sözünden daha eski şekil olarak ve hitap şekli olarak kullanılmaktadır. Böylece, söz
502
konusu kelimenin etimolojisi ana kelimesiyle ilişkilidir. Eni kelimesi bunun ince
varyantıdır.
Tatar Télénéŋ Aŋlatmalı Süzlégé’nde ana kelimesinin dört temel anlamı
verilmiştir (cilt I, 1977: 56):
Çocuklar Hakkında: Doğuran kadın, anne. Örneğin: Ana – böyék isém. Nerse
cite ana boluvga! “Ana, büyük isimdir. Ana olmaya ne yeter.” (H. Taktaş).
Anne (dişi) türünden olan. Örneğin: İké ana koş, bér ata koş kile Agıydél
buylap. “İki anne kuş, bir baba kuş Akidil boyunca geliyorlar.” (şarkı).
Genellikle ilave söz ya da ayrıcı yerinde: En değerli, kutsal, yakın olan bir şey
hakkında. Örneğin: Ayırıp miné Anam-Vatanımdan, Kay cirlerge kitérép taşladıŋ?!
“Ayırıp beni Anam-Vatanımdan, hangi yerlere getirip bıraktın?!” (M. Celil).
Mecazi anlamda: Doğuran, meydana getiren. Örneğin: Béznéŋ tupas kullar –
kileçekte Tuar maturlıknıŋ anası. “Bizim kaba ellerimiz, gelecekte Fransa’nın
güzelliğinin anası olacak”. (H. Taktaş).
Kadın ve ana rolü, İslam geleneğinde ayrı bir yere sahiptir. Ana, kız ya da
kadınla karşılaştırıldığında, ailede büyük etkiye ve itibara sahiptir. Bu, elbette Tatar
halkının sözlü eserlerinde de görülmektedir: Ana ḫakın uç töbénde tebe kızdırıp aşatsaŋ
da kaytara almassıŋ “Annenin hakkını, avuç içinde tebe (mısır unundan yapılan çörek)
pişirip yedirsen de ödeyemezsin”; Ananıŋ bir dogası cidé mullanıŋ beddogasına cite
“Ananın duası yedi mollanın bedduasına yeter”; Koyaş yanında – cılılık, ana yanında –
izgélék “Güneşin yanında sıcaklık ne ise, ananın yanında kutsallık odur”; Ana sıcaklığı
– koyaş cılısı “Ana sıcaklığı, güneşin sıcaklığı gibidir”; Cennet analarnıŋ ayak astında
“Cennet anaların ayaklarının altındadır” vs. Burada annesine değer veren, saygı
gösteren kişinin, talihe layık olabildiği vurgulanmaktadır.
Tatarlarda çocuğun eğitilme derecesinin ve âdetinin, onun toplumda kendi
kendine ayakta duruşunun, annesi ile bağlantılı olduğu sık sık görülmektedir. Bu faydalı
durumdan pek çok deyime ulaşabiliriz; anasız nerse (hakaret etmek; anası olsa da
terbiye görmeyen çocuk hakkında söylenir); ana kuyınınnan çıkmagan “annesinin
koynundan çıkmayan”; irénénde ana söté kipmegen “dudağında ana sütü kurumayan”
(iş bilmeyen, nazik, nazlı kız için söylenir); ana söté bélen kérgen “ana sütüyle giren”
(küçüklükten gelen bir özellik hakkında söylenir) vs. Genellikle Tatar kültürünün dilinde
“ana sütü” düşüncesi ayrı bir yer almaktadır. Buna, sözlü ve yazılı edebî eserlerde
sıkça rastlanmaktadır. Örneğin, ana söté kébék ḫelel “ana sütü gibi helal” (bir malın
girmesinin, değer-saygı görmesinin ya da miras kalmasının pek yerinde olması
hakkında); söt (ana söté) bélen kirgen soŋgı sulış bélen çıgar “ana sütüyle giren, son
nefesle çıkar” (ana-baba terbiyesinin insan ömrüne olan zengin etkisi hakkında).
Tugan tél ul tende, canda kalsın, Ana dil, o tende canda kalsın
Ana söté bulıp gomérge. Ana sütü olup ömüre.
Bér avılmı, iké avılmı ul, Bir köy mü, iki köy mü o,
Sayraşsınlar ana télénde Ötüşsünler ana dilinde
(İ. Yuzeev).
Tatar edebiyatında ve sanatında analara, onların büyüklüğüne, insan
hayatındaki önemine değinmeyen; eserlerinde yer vermeyen hiçbir yazar, ressam
yoktur dersek yanlış olmaz.
Böylece ana, Tatar halkının bilincinde sadece iyilikle değil, kutsallık ve
doğrulukla eş görülmüştür. Anne sevgisinin gücü dünyanın çevresini sarmaktadır.
Güneş sıcaklığıyla eşleştirilmektedir. Anne terbiyesi alan insan, ömür boyu ahlaki
isteklere doğru gider, onları tamamen yerine getirir.
Diğer pek çok Türk dilindeki gibi Tatar dilinde de “baba” kavramı ata terimi ile
karşılanmaktadır (DTS 1969: 65-66; ESTY 1974: 200-201; Eḫmetyanov 2001: 16). baba
503
kavramı, ayrı bir değere layıktır. ata ve ana sözlerine, eski Türk dili yadigârlarında da
rastlanmaktadır. Örnek olarak Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lûgat-it-Türk” adlı
eserini ve “Kutadgu Bilig” adlı eseri söylemek mümkündür.
Tatar dilinde ata kelimesinin temelde beş anlamının olduğu görülmektedir
(TTAS 1977: 81):
Ailede: Çocukları olan erkek. Örneğin, İdris tagın atasınıŋ tavışın işétté “İdris,
yeniden babasının sesini işitti” (K. Necmi).
Bir işe başlayan, temelini kuran. Örneğin, G. Tukay – Tatar poéziyasénéŋ atası
“A. Tukay, Tatar şiirinin babasıdır”.
Yaşça büyük kuşak. Örneğin, Atalar hem balalar meselesé “Babaların ve
çocukların meselesi”.
Hayvanların dünyasında: Erkek cinsinden olan. Örneğin, Ḫelim yulda oçragan
ata kazga buş çilek bélen kizenép, ekrén géne uzıp kitté “Helim, yolda karşılaştığı erkek
kaza boş kovayla vurup, yavaşça geçip gitti.” (İ. Gazi)
Pek, çok, aşırı. Örneğin, Cıyın ata yalkav, başka éşke çıdamagan, tél bolgan
yeşerge géne öyrengen tuŋ tümerler éşli bit anda! (A. Gıycelév).
Bugünkü Tatar diline ait eski eti şekli daha sık kullanılmaktadır. Taşınır ve
taşınmaz malın sahibi olan erkek ve baba, Tatar toplumunda en eskiden beri aile
hayatının temel sorunlarını çözmede üstün bir hakka ve tartışmasız itibara sahip
olmuştur. Ailenin reisi olma ve aileyi gözetme vazifesini tam olarak erkek ve baba
yerine getirmektedir.
Tatar halkında en çok saygı gören kavramlardan birisi çalışmaktır. Geleneksel
halk pedagojisinde çocukluktan beri çalışmayı öğretmek, aile terbiyesinin önemli
vazifesi olarak düşünülmüştür. Çocuğun doğması bayram olarak kabul edilip, ona şu
dileklerde bulunulmaktadır: Babası gibi çalışkan olsun, anası gibi hamarat olsun.
Tatar ailesinde baba oğullarını, anne ise kızlarını terbiye etmekle yükümlüdür.
Çocukları küçük yaştan beri çalışmaya yönlendirmişlerdir. Onlar, çocukluktan beri
anne ve babalarına yardım etmektedirler. Öç yeşlék malay ataga bulışır, öç yeşlék kız
anaga bulışır “Üç yaşındaki oğlan babaya yardım eder, üç yaşındaki kız anaya yardım
eder” vs.
Ata kelimesinin “herşeyi gören, kötüleşen, çınlayıp duran, düzeltmesi mümkün
olmayan” gibi bazı yan anlamları vardır. Bu anlam frazeolojide çokça
kullanılmaktadır. Örneğin, ata tölké “pek hilekar kişi”, ata karak “hırsızların başı” vs.
Ata-ana şeklindeki çift söz, bütün bir anlamı karşılayıp genel olarak frazeolojide
sıkça rastlanmaktadır. Tatar dilinin paremiolojik esası ana-babalara saygı göstermeye,
onlar hakkında özenli olmaya davet etmektedir: Altı kön aç kalsaŋ da ataŋnı kunak it
“Altı gün aç kalsan da babanı ağırla”; Altın-köméşnéŋ iskésé bulmas, ata-ananıŋ
behesé bulmas “Altın ve gümüşün eskisi olmaz, babaya ve anaya paha biçilmez”; Ata-
anadan kalgançı, başsız kal “Anasız babasız kalacağına başsız kal”; Açtan ülseŋ de,
ata-anaŋnı taşlama “Açlıktan ölsen de babanı ananı bırakma”; Ata – yortnıŋ matşası,
ana yortnıŋ örlégé, balalar sténası “Baba evin dayanağı, ana evin kirişi, çocuklar
duvarı”.
Bu dil birimlerinde, anne ve babaya eşit bir şekilde saygı gösterilmesi
gerektiği, çocukların eğitiminde onların eşit görevleri olduğu
tekrarlanmaktadır.
İncelemekte olduğumuz sözcüklerin temelinde kısaca şu sonuçlara
varmak mümkündür: Tatar dilinde akrabalık adlarını bildiren temel sözler
diğer Türk halklarındaki bu anlama gelen sözlerle aynı köktendir. Bu sözlerin
uzun yıllar boyunca Türk halkları tarafından bu anlamda kullanıldığı

504
bilinmektedir. Tatarlarda da diğer Türk halklarında olduğu gibi ana-baba
ve aile özel bir saygı görmektedir.

KAYNAKLAR
DTS: Nadelyayev, V. M. – Nasilov, D. M. – Tenişev. E. R. – Şçerbak, A. M. (red.) (1969),
Drevnetyurskiy Slovar´, İzdatel´stvo: Nauka, Leningrad.
Eḫmetyanov, R. (2001), Tatar Télénén Kıskaça Tariḫi-Etimologik Süzlégé, Tatarstan
Kitap Neşriyatı, Kazan, 272 s.
ESTY: Sevortyan, E. V. (1974), Etimologiçeskiy Slovar Tyurskih Yazıkov
(Obşçetyurkskie i mejtyurkskie osnovı na glasnie), M.: Nauka, 767 s.
Ganiev, F. E. (red.) (1977), Tatar Télénéŋ Aŋlatmalı Süzlégé, 3 Tomda, I Tom,
Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan, 475 s.
İsḫakova, D. M. (pod. red.) (2004), Etnografiya Tatarskogo Naroda, Magarif, Kazan,
287 s.
Meḫmudov, M. İ.; Ḫemzin, K. Z.; Seyfullin (haz.) (1993), Garepçe-Tatarça Alınmalar
Süzlégé, “İman” neşr., Kazan.
Tatarı (2001), M.: Nauka, 583 s.

TÜRKÇE RENK ADLARININ ARNAVUTÇA’DA RENK


KAVRAMININ SÖZLÜKSELLEŞMESİNDEKİ YERİ
1
Zeqije XHAFÇE

Tipoloji açısından çok farklı iki dil olan Türkçe ve Arnavutça, birçok tarihi
olaylar sebebiyle derin izler bırakan dil temaslarında bulunmuştur. Uzun yıllar sürmüş
olan bu dil temaslarının meyvesi de Türkçe’den alınan binlerce kelime ve kelime yapısı
üzerinde kalan başlıca dilbilgisel izlerdir. Balkan dillerinde bulunan Türkçe kökenli
kelimelerin sayısı, Türkçe dilbigisel ödünçlemeler (-ci, -ler gibi ekler), bu kelimelerin
Arnavutça kelimelerle değiştirilmesi faaliyetleri ve projeleri tartışılırken son dönemdeki
durumu da araştırmacıların ilgisini çeken bir konu olmuştur (Reinkowski 2002, Rugova
2017 v.b.). Balkan dillerinde yer alan Türkçe kökenli kelimeler, biçemsel olarak
doğallaşmış, eskimiş, edebi ve tarihi gibi sınıflara ayrılmıştır. Türkçe kökenli renk
adlarının da günümüzde hala kullanılan kelimelerin arasında bulunduğu bilinmektedir,
dolayısıyla Arnavutça’daki statüsünü belirtmek ve renk kavramının adlandırması
konusundaki yerini tespit etmeye çalışacağız.
Ele alınacak konular: Bu çalışmada, Türkçe kökenli kelimelerin Arnavutça’daki
statüsünü ele alarak dilbiliminin bir diğer aktüel konusu olan renk kavramının
sözlükselleşmesi bağlamında incelemeye çalışacağız. Renk adlarının sözlükselleşmesi
konusunda relativist ve evrensellik olmak üzere iki farklı kuram açısından sürekli
tartışmalar yapılmaktadır. Relativist bakış açısına göre diller renk boşluğunun
bölümlendirilmesini etkilerken, evrensellik bakış açısına göre renk boşluğu evrensel fokal
renklerin etrafında organize edilmiştir (Rieger, Kay&Ketharpal 2007). Hint-Avrupa dili
olan Arnavutça’da birçok Türkçe renk adı ortaya çıkmaktadır (jeshil(Arn.)/yeşil, mavi
(Arn.)/mavi, sari (Arn.)/ sarı, all(Arn.)/al, mor v.b.). Çalışmamızda, Eşanlamlılığının renk
adlandırmasında oynadığı rol ele alınarak Türkçe kökenli renk adlarının kaynak dilindeki
anlamlarını koruyup koruyamadığı, kelimelerin yani dilin anlam üzerinde bırakmış olduğu
etki ve renk adlandırması yapılırken renk boşluğunun bölümlendirilmesinde bir etkisi olup
olmadığı incelenecektir. Türkçe kökenli kelimelerin kullanım sıklığı ve kullanım şekli
Arnavutça Ulusal Derlem üzerinden araştırılacak. Arnavutça

Zeqije Xhafçe, Priştine Üniversitesi, Filoloji Fakültesi, Şarkiyat Bölümü 1


505
konuşanlarının Türkçe kökenli kelimelerine karşı tavırlarını tespit etmek amacıyla
Priştine Üniversitesi öğrencilerinin yer alacağı ankette renkleri adlandırmaları istenecek.
Türkçe kökenli renk adlarının ne sıklıkta ve hangi anlamda kullanıldığı empirik
bulgularla sunulacaktır.
Giriş
Türkçe’nin Arnavutçaya etkisi yoğun bir şekilde XIV y.y.’da belirmeye
başlamıştır. Bu iki dil arasındaki etkileşim hatırı sayılır ölçüde Türkçe kelime sayısının
ödünç alınması ile sonuçlanmıştır. Dolayısıyla, Türkçe’nin dünya dillerine olan etkisi,
özellikle de Balkan dillerine olan etkisi yıllarca dünya ve Balkan araştırmacıları
tarafından büyük bir ilgiyle incelenmiştir. Türkçe’nin bir Balkan dili olan
Arnavutça’nın üzerinde farklı düzeylerde etkisi görülmüşTür. Bu iki dil arasındaki
etkileşimin en derin izler kelime ödünçlemeleri şeklinde karşımıza çıkıyor. Üstün dil ya
da baskın kod olan Türkçe’nin Arnavutça’ya 5000 cıvarında kayıtlı kelime verdiği
bilinmektedir. (Konuyu daha çok deskriptif yani tanımlayıcı açıdan ele alan
araştırmacılar Dizdari, Meyer - 1891v.s.). Arnavutça’daki Türkçe kökenli kelimelerin
varlığını preskriptif yani kural koyuvu bir açıdan ele alan araştırmacılar ve takipçileri
(Kostallari, Demiraj, Mehdiu, Mulaku v.b.) bu kelime varlığının Arnavutça kelimelerle
değiştirilmesinin önemini vurgulamışlardır. Arnavutça sözlüğünün zenginleştirilmesi
amacıyla ‘Fjala shqipe ne vend te fjales se huaj’ leksikoloji projesi başlatıldı, bahsekonu
proje kapsamında Arnavutça’nın yabancı kelimelerden arındırılması yapılırken özellikle
Türkçe kökenli kelimelerin ortadan kaldırılması eğilimi görülmüşTür. Türkçe
kelimelerin Arnavutça ve diğer dillerden ödünçlemeler vasıtasıyla bile olsa
değiştirilmeye başlayınca araştırmacılar arasında fikir ayrılıkları belirmeye başladı.
Çabej gibi, bu kelimeleri yine yabancı bir kelimeyle değiştirilmesinin anlamsız
olduğunu düşünen ve her ne pahasına olursa olsun bu kelimelerin ortadan kaldırılmasını
savunanlar ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak Türkçe kelimelerin nitelikleri stil,
deyim gibi çeşitli nitelikleri açısından incelenmeye başlamıştır. Desnickaya, Mehdiu,
Reinkowski v.b. araştırmacılar onların stil, deyiş açısından önemini vurgularken edebi
dilinin onların yokluğuyla oldukça fakirleşeceğini göstermektedir.
Öyle görünüyor ki, bütün bu tavır ve faaliyetler etkisini genel olarak konuşma dili
ve özel olarak da yazı dili üzerinde büyük ölçüde göstermiştir. Rugova & Sejdiu’nun (2017)
yapmış oldukları araştırmaya göre Arnavutça Sözlük’te yer almayan fakat Kosova ve
Arnavutluk’ta yayımlanan gazeteler ile yayın evlerinde tespit edilen 1212 kelimenin sadece
14’ü Türkçe kökenli kelime. Sonuç olarak, günümüzde medya, akademik yazıları, bilim v.s.
alanlarda Türkçe kökenli kelimelerine çok nadir rastlayabiliyoruz.
Buna rağmen Türkçe kelimelerin varlığından hala bahsediliyor. Peki bu
kelimeler nerede?
Kesit dil kuramı (registers) çerçevesinde ele alınacak olursa, kelimelerin farklı
durum ve bağlamlarda farklı anlam taşıdığı görülecektir. Türkçe kelimelerin bu açıdan
incelemesi yapıldığında büyük bir kısmının başka kelimelerle değiştirilmesi imkansız
olduğu görülmektedir: Rugova’nın ‘Arnavutça Metnin Grameri’ (2016) adlı kitabında
verdiği örnek, aksham (akşam) kelimesinin stil (biçem) ve kesit dillere göre birçok
anlama sahip olabileceğini göstermektedir:
Aksham – özensiz konuşma
Aksham – akşam // belirsiz stil
Aksham – çağırışımcı stil (edebiyatta)
Aksham - teknik (dini dil kesiti)
Aksham – ironi
Mbrëmje – özenli konuşma

506
Türkçe kelimeleri nitelendirilirken ve sözlükte verilen açıklamalara göre Tükçe
kökenli kelimelerin statüsünü tablo şeklinde şöyle sunabiliriz:
Sözlük

Üstün kesitdili(belirsizbiçem)

Özensiz /basitkonuşma

Bölgesel terim
Konuşma/özensizdildili
İşaretleyicileri

Değişmecelianlam

Aşağılayıcı

Etnografi

Coğrafya
Anatomı
Eskimiş

Botanik

Zoolojı
Teknik
Tarihi
Ironi

Dini
Türkçekökenli 2586 1218 547 33 172 81 41 230 92 40 45 36 5 1 5 5 2
sözlükbiriminin
toplam sayısı

Tablo 1: Çağdaş Arnavutça Sözlüğünde (1980) yer alan toplam 2559


sözlükbirimin (Türkçe kökenli kelime ve oluşturduğu kelime yuvası ile birlikte)
aldıkları işaretleyicilere göre dağılımı
Çağdaş Arnavutça Sözlük'te yer alan Türkçe kökenli kelimelerin
işaretleyicilere göre dağılımı

Özenli Konuşma Özensiz Konuşma Basit Konuşma Değişmeceli anlam


İronik anlam Aşağılayıcı/Kötüleyici Eskimiş Coğrafya
Bölgesel Dini teknik botanik
anatomi etnografi zooloji Kayıtsız
Tarihi

Şekil 1. ÇAS’de yer alan Türkçe kökenli kelimelerin işaretleyicilere


göre dağılımı
Bu kelimelerin zamanla geçirmiş olduğu anlam daralması anlam değişmesi gibi
olgular sayesinde Arnavutçadaki varlığını bir şekilde koruduğu görülmektedir. Türkçe
kelimelerin kazanmış olduğu farklı anlamlar onları başka kelimelerle değiştirilemez
hale getirerek dili stil/tarz açısından zenginleştirmektedir.
Arnavutça’daki Türkçe kökenli renk adları
Arnavutça’nın Türkçe kökenli kelimeler hazinesinin bir kısmının renk
adlarından ibarettir. Renk kavramının sözlükselleşmesi ya da renklerin adlandırılması
son dönem dilbilimi çalışmlarınının ilgisini çeken bir konudur.
Eskiden beri Arnavut dilinde yerleşmiş birçok Türkçe kökenli renk adları
şunlardır:
Jeshil (Tür.yeşil)
Sari (Tür.sarı)
Mavi (Tür.mavi)
507
Murrmë (Tür.mor kelimesinden türeme)
Kërmëz (Tür.kırmızı)
All (Tür.al)
Pembe (Tür.pembe)
Çivit (Tür. indigo mavisi)
Gjyvez (Tür.güvez)
Arnavutça renk adlarının sözlüksel modelleri, kelime türetme, fonksiyon
değiştirme (conversion) ve birleştirme yöntemi ile üretilmiştir.
Fonksiyon değiştirme yöntemi (conversion) ile üretilen Türkçe kökenli renk
adlarından bazı örnekler: misri (mısır sarısı), kajsi (kayısı rengi), bizele (bezelye yeşili),
patelxhan (patlıcan moru), katran (siyah), çivit (indigo mavisi), portokalli (turuncu) v.s.
Birleştirme yöntemi ile sözlükselleşen renk adları Arnavutça’da iki önemli
kelime aracılığıyla yapılır: ngjyrë (renk) ve bojë (boya). Her iki kelime renk anlamına
gelir ve yeni renk adlarının oluşturulmasında önemli rol oynar. Konudan uzaklaşmamak
için sadece Türkçe kökenli olan ‘boje/boya’ kelimesiyle üretilen renk adlarından örnek
vereceğiz: bojëbizele– bezelye yeşili, bojëçelik – demir gibi parlayan gri, bojëfinjë– açık
gri, bojëgështenjë– kestane rengi, bojëgrurë– buğday rengi, bojëgjak– kan kırmızısı,
bojëhurmë – kırmızımsı sarı/hurma rengi, bojëjeshil – yeşil renk, bojëkafe – kahve
rengi, bojëpjeprri – kavun, bojëbakri-bakır, bojëdukati-altın, bojëqielli-gök mavisi,
bojëqepe – soğan kabuğu rengi, bojëulliri-zeytin yeşili, jeshilmolle – elma yeşili,
blumavi – (morumsu mavi), mavi shege (nar moru/macenta/kırmızımsı mor).
Renk adlarının anlam alanını daha iyi kavrayabilmek için önce Arnavutça ve
Türkçe sözlüklerindeki anlamları kıyaslandı. Sonra, Arnavutça Milli Derlem’den
çıkarıdığımız örneklerde kullanımları incelendi.
Jeshil (Tür.Yeşil)
Arnavutça’da yeşil rengini adlandırmak için en sık kullanılan kelime gjelbër ve
ÇAS’daki tanımı TDK Sözlüğündeki ‘yeşil’ kelimesinin tanımıyla aynı. ÇAS’de,
ŞKS’deki tanımlara göre ikinci anlamı: mavimsi, sarımsı. Yani bu kelime ile yeşilin
farklı nuanslarının da adlandırıldığı görülür. Jeshil kelimesi ise sırf yeşil rengini
adlandırmakla sınırlıdır. ÇAS'de özensiz konuşma ile işaretlenmiştir. Birçok birleşik
kelimede de yer almaktadır: bojëjeshil (Tür. yeşil), çallmëjeshil (Tür.yeşil çalmalı
derviş), jeshilohem (Tür.yeşillenmek), jeshilon (Tür.yeşil renge boyamak), jeshillëk
(Tür.yeşillik). Jeshil kelimesinin ot, çayır ve yaprak hatta salatalık için de kullanıldığı
görülür. (Dizdari sf.454. 2005).
Arnavutça Milli Derlem’de eserleri bulunan bazı yazarlar yeşil renginin adlandırılması
için kullanılan birkaç eşanlamlıyı bir tek cümlede kullanıyor olması. Bu da
konuşmacının terim sayısının birden çok olmasının kendisinde kategorilere ayırma
eğilimini arttırdığını gösterir.
Örnek:
…dhe Migenës i kishin shkreptirë sytë dhe e gjelbra iu kthye në jeshil si e një
m ace të
egërsuar. — (ANC)Migena’nın gözleri dondu, yeşili (e gjelbra) yabani
kedinin yeşiline (jeshil) döndü.
Relativist yaklaşıma göre terimlerin çokluğu, kelime tercihini etkilemektedir ve
yukarıdaki /jeshil-gjelber/ kullanımı bunu göstermektedir. Bir insanın kullanılacağı terimler
kültürlerarası temaslarla ilişkili alışkanlıklar ve genel kullanıma bağlıdır. Eşanlamlılık renk
bağlamında sıkça rastlanan bir dil olgusudur. Eşanlamlı kelimeler coğrafi ve sosyo-kültürel
etkenler gibi dildışı ve dil ölçünlülüğüne bağlı olarak farklı kullanılmaktadır. Makedonya ve
Arnavutluktaki Arnavutça medya dilinde jeshil kelimesi gjelber kelimesine kıyasen daha sık
rastlanır. Kosova’ya gelince, okul kitaplarında
508
yabancı kelimelerin kullanımından bile şikayet edilir. Bu kelimeler arasında da büyük
ölçüde Türkçe kelimeler yer alır. Örneğin: gjelber bildiğimize jeshil deniyor, (kalter
(Tür. mavi) bildiğimize blu (Tür.mavi) diyenler var.)
Mavi (Tür. mavi)
Türkçe’de renk kavramını ifade eden kelimeler isim ve sıfat olarak kullanılır. TDK
Sözlüğündeki tanımına göre mavi renk: ‘isim. Yeşil ile menekşe rengi arasında bir renk,
bulutsuz gökyüzünün rengi’. ÇAS’de kaltër (Tür. mavi), blu e mbyllur (Tür. koyu
mavi) eşanlamlıları ile tanımlanıp birkaç örnek verilmiştir. Mavi (Tür. mavi) kelimesi
özensiz konuşma kullanımı ile işaretlenmekte. Arnavutça’da bu kelimeden fiil ve
sıfatlar türetilmiştir: mavijos (Tür.maviye boyamak) mavijosem (Tür.maviye
boyanmak) mavijosur (Tür. maviye boyanmış. mavi rengini almış). AMD’den çıkarılıp
incelenen cümlelerde ‘mavi’ kelimesinin kullanımını şöyle göstermekte:
Türkçe sözlüğünde “mavi” kelimesi için verilen tanımda menekşe kelimesinin
geçmesi bu rengin kategorileri arasında sarı ile menekşe arasındaki tüm kategorileri
kapsadığını ima ediyor. Bu yüzden, sadece fokal mavi için değil mavinin mor
rengine kadar yayılan diğer kategorileri için de kullanılır.
Bu tespit Arnavutça Milli Derlem’de gördüğümüz kullanımla da
tasdik edilebilir.
Ngryset blu e gdhihet rozë, për t’u kaltëruar sërish në muzg e për t
rilindur agimit si një bojë mavi e frikshme nga njëpërzierje alkimiste rozë-
blu e kështu pa mbarim. (AMD)
Mavi (Arn.blu) olarak geceleyip pembe (Arn.pink) olarak ağardı, gün
batımında tekrar mavileşip (Arn.kalteroj) tan vakti alkimist mavi-pembe
(rozë-
blu) karışımından ortaya çıkan korkunç bir mavi (Tür. koyu mavi)
olarak yeniden doğdu ve sonsuza dek böyle devam etti.
Armina tregon se ngjyra e saj e preferuar nuk është blu por mavi!
(ANC)/Armina en sevdiği renginin mavi (Arn.blu) değil de mavi
(Tür.mor/macenta) olduğunu söylüyor!
Diğer yandan sözlükteki tanımlarına bakıldığında bu kelimelerin (blu /ing. ve
mavi/Tür.) hepsi eşanlamlı kelimeler olup ilk anlamı fokal renktir.

Sarı renginin eşanlamlıları arasında Arnavutça’da yine Türkçe ‘sari’ kelimesi


ortaya çıkıyor. Çağdaş Aranvutça Sözlüğünde bu kelimeye yer verilmese de
konuşma dilinde sıkça rastlanmaktadır. ŞKKS'de sari kelimesinin tanımı şöyledir:
verdhë kelimesinin eşanlamlısı olarak tanımlandı. İkinci anlamı solgun ve soluk. Sari ve
bazı ağızlarda sarih olarak kullanıldığı görülmekte. TDK Sözlüğündeki tanımına
tamamen uyuyor.
Arnavutça’da fokal renk için Latince ‘viridis’ (yeşil) kelimesinden türeyen
‘verdh’ kelimesi yaygın olarak kullanılan kelimedir. Yapılan araştırmalara göre, Yakova
şehrinin etraf köyleri (Doblibare, Bishtazhin, Rekë e keqe, Rracaj) hariç. Burada, verdh
(Tür. sarı) kelimesi 'yeşili' ifade etmek için kullanılırken sarı renk Türkçe kökenli 'sari'
kelimesiyle ifade edilir. AMD'de bu kelimenin tek bir örneğine rastladık:
Na mbyti lagështia. A po m’i sheh fëmijët, sarih si limoni, më
shumë po rrinë të sëmurë se shëndosh./ Nem bizi boğdu, çocuklarımı görüyor
musunuz, yüzleri limon gibi sarı (solgun) …
Görünen o ki bu kelime özenli konuşmadan özensiz konuşmaya geçiş yaptı.
Kullanımı diyalektlere göre değişiklik göstermektedir.
Kërmëz (Tür. Koyu kırmızı boya)
Türkçe’de al, kızıl rengi (TDKS) ifade etmek için kullanılan bu kelimenin
Arnavutça’da bir adlaştırma sürecinden geçtiği görülmektedir. ÇAS’deki ilk anlamı
509
‘yün boyamak için kullanılan bir çeşit boya’’dan ibaret. Ancak, ikinci anlam olarak da
olsa sıfat olarak ‘koyu/yoğun kırmızı’ kategorisini adlandırmak için de kullanıldığı
belirtilmiştir. Her iki anlamda da özenli konuşma olark işaretlenmiştir. AMD’de hiç
bir örneğine rastlanmamıştır.
All (Tür. Al, Kızıl renk)
All kelimesinin daha sınırlı bir kullanım alanı var. Çoğunlukla yüz, yanak, kan,
bayrak ve geleneksel giyisiler nitelendirilirken kullanılır. Dizdari’ye göre Arnavut
halk türküleri ve konuşma dilinde kullanılır.
AMD’de derlediğimiz örneklerde bu kelimenin ‘kuqe’ kelimesiyle birlikte kırmızı
rengin yoğunluğuk seviyesini sözlükselleştirmek için kullanıldığı görülmüşTür.
...një njëvjeçari të mbuluar me leshra alltë kuq/..kıpkırmızı (al gibi
kırmızı) saçlı bir yaşındaki bir çocuk. (AMD)
Në çastin kur faqet i bëheshin alle të kuqe, /..yanakları al kırmızı bir
renk aldığı (kızardığı) anda. (AMD)
Pembe (Tür. Pembe)
Pembe rengi Arnavutça’da pembe, roze, pink, e trendafılte kelimeleri
kullanılarak ifade edilir. Trëndafiltë hariç diğer kelimelerin hiçbiri ÇAS’de yer
almamakta. ŞKKS’de verilen tanıma göre ‘gül renginde olan’ anlamına gelir. TDKS’de
kırmızının beyazla karışımından ortaya çıkan renk olarak tanımlanır.
AMD’deki kullanımı incelediğinde pembe kelimesi iki defa ortaya karşımıza
çıkıyor; Arnavutça kökenli olan ‘e trendafıltë’ kelimesinin kullanım sıklığının
düşük oranda olduğu görülüyor. Kullanım sıklığı yüksek olan kelime ‘rozë’ (Tür.
pembe), ancak yaptığımız anketten farklı sonuçlara vardık. Türkçe kökenli olan
‘pembe’ kelimesi konuşma dilinde en sık kullanılan terim olarak belirdi.
Murrmë (Tür. Koyu gri)
ÇAS’deki tanıma göre Arnavutça’da koyu gri rengini ifade etmek için
kullanılır. Orvel’in Arnavutça Etimolojik Sözlüğüne göre murrmë (Tür. koyu gri)
kelimesi mor kelimesinden türemiş. AMD’de 60 örneğine rastladık.
Gjyvez (Tür. güvez)
Arnavutçada’ki kullanım sıklığı oldukça azalan ya da sınırlı kalan Gjyvez (Tür.
güvez) kelimesi de ilginçtir. Arnavutça edebi eserlerinde, derlem sözlüklerinde ve
halk ağzında görülebilen bu kelime ÇAS’de yer almamakta. AMD’de bir örneğine
rastlanmadı, ancak halk arasında bilinen bir kelimedir. TDKS’de ‘Mora çalan kırmızı
renk’olarak tanımlanmıştır ve Arnavutça’da aynı kavramı ifade etmek için kullanılır.
Aşağıdaki tabloda Arnavutçadaki renk adlarının kullanım sıklığını AMD
ve Google arama motorundan kıyaslayarak izlendi. Arnavutça ve Türkçe kökenli
renk adlarının rakam olarak belirtildi.
Renk adı AMD Google

Gjelbër (yeşil) 460 604.452


Blertë (yeşil) 114 47.000
Jeshil (yeşil)/Tür. 38 324.000
Kaltër (mavi) 466 640.206
Blu (mavi)/eng. 456 405.000
Mavi (mavi)/Tür. 27 74.900
Çivit (indigo) 5 1920
Verdhë (sarı) 689 369.000
Sari (h) (sarı)/Tür. 1 Birkaç bin
Kuq/e (kırmızı) 2387 416.00

510
All (kırmızı)/Tür. 0 27.000
(stylistic)
Kërmëz (koyu 0 55
kırmızı)/Tür.
Rozë (pembe)/fr. 172 358.000
Trëndafiltë (pembe) 15 248
Pembe (pembe) /tur. 2 347.000
Pink (pembe)/eng. 1 347.000
hirtë (grı) 74 40.200
Murrmë (gri)/tur. 60 7400/53000

Tablo 2: Arnavutça Milli Derlem’e dayanarak renk kullanım sıklığı


Bu çalışmanın kapsamında Arnavutça konuşanlarının Türkçe kökenli
kelimelerine karşı tavırlarını tespit etmek amacıyla Priştine Üniversitesi öğrencilerinin
yer aldığı bir anket uygulandı. Yapılan ankette 100 öğrenciye 24 renkten oluşan bir renk
cetveli sunuldu. Öğrencilere, rakamlarla işaretlenen renkleri adlandırmaları istendi.

Şekil 2: Ankette sunulan renk cetveli


Anketten alınan sonuçlar iki yönde: 1. konuşanların renk adlandırma yöntemleri
açısından (aşağıda daire grafiği şeklinde kullanım sıklığı sunuldu):

511
Renk adlandırma şekilleri

Rengin adlandırılması yapılmadı Tekbiçimbirimli madde başı


Sıfatla sözlükselleştirilmiş Bileştirme ile sözlükselleştirilmiş

Şekil 2: Arnavutça’da renk adlandırma şekillerinin kullanım sıklığı

ve 2. renk kavramının sözlükselleşmesinde kullanılan Türkçe kökenli


kelimelerin diğer kelime ve kelime gruplarıyla kıyaslanarak incelendi:

120
100
80
60
40
20
0
Dark red/Kuqee…Reddish/kuqërremtëcopper/ngjyrëbakriBeige/bezhëorange/e…Green/gjelbërDarkgreen/Jeshilee…darkergreenGreen/gjelbër

medium…strong…Verydark…darkgreen/Gjelbër…Esmerald/smaralldgreen/jeshilblue/kaltër

Gre enish…pale blue -kaltë re …darkblue/kaltë re …blue withdark…blue /kaltërdarkblue /kaltë re …Inte nsiveblue /te getblue /kaltë rPink/pe mbedarkpurple /vjollcë …Viole t/le jlapink/e pe mtë /pe mbe Lightre d/kuqee …red/kuqe light…lightpink/pe mbee …lightre d/e kuqe e …mediumre d/kuqee …Pinkintensive re d/kuqe …lightred/kuqe e çe lur

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24

. Şekil 3: Yirmi dört renk kavramının katılımcılar tarafından adlandırılması

Şekil 3’te verilen belge Excel programıyla okunabilir. Listede katılımcılar tarafından
kullanılan renk adları rakam olarak verilmiştir. Kullanım sıklığı farklı renklerle
dereceleme yaparak sınıflandırılmıştır.

AMD- incelemesinden elde ettiğimiz sonuçlara göre Türkçe kökenli renk adlarının
aynı rengin farklı kategorileri/nüansların adlandırılması için kullanıldığı görülmekte.
Bu hem yukarıda verilen örneklerde ve anketten aldığımız sonuçlarda da görülebilir.
Ilginç olan, yeşil ve pembe gibi temel renk terimleri (basic color terms) hem 512
fokal renklerin yanısıra hem de renklerin farklı gölge, yoğunluk, ışığın farklı
kombinasyonlarını belirtmek için kullanıldığı.
Öğrencilerle yapılan görüşmelerden de, sözlükteki tanımlarda her ne kadar fokal
rengi belirtmek için kullanılsa da jeshil kelimesinin yeşilin koyu nüansı olarak algılandığı
görüldü. Bazı öğrenciler pembe kelimesini yabancı bir kelime olduğu için kullanmadıkları
görülürken öğrencilerin çoğunun pembeden başka kelime kullanmadıkları görülmüşTür.
Arnavutça’da renk spektrumunun sınıflandırılması: hafif, açık, yoğun, koyu,
kapalı, (...)gibi, yarı-(...), karanlık, çok gibi sıfatlarla ifade edilir. Anketten aldığımız
sonuçlara göre katılımcılar, sıfatların yanısıra nitelendirmeyi başka bir renk adıyla da
yapabiliyor. Ör. e kaltër e gjelbër (yeşil mavi), bu uygulama Türkçe kökenli all
kelimesinin kullanımında da görülmüştür: All e kuqe (Tür. parlak yoğun kırmızı). Bu
ifadedeki al kelimesi parlaklığı, yoğunluğu ifade tmekte.
Ankette yer alan 100 katılımcının %29’u bazı renkleri adlandırmadı. [3], [5], [6],
[9], [10] sayılı renkler bütün katılımcılar tarafından adlandırıldı. 6 katılıcmcı 5 renkten
az sayıda rengi adlandırdı. Türkçe ödünçlemelerin kullanım sıklığı oldukça düşük
(jeshil/yeşil 11 defa kullanıldı, sari/sarı kelimesi [5] numaralı renk için sadece 1
katılımcı tarafından kullanıldı. mavi/blue sadece bir tek kişi tarafından kullanıldı ([12]
numaralı renk). Pembe kelimesi diğer eşanlamlılarını (roze/pink) kullanım sıklığında
geçiyor. Toplam 2400 renk adlandırmasından 390’ü sıfatlar aracılığıyla yapıldı (16 %).
Koyu (198 defa) ve açık (214 defa) en çok kullanılan sıfatlardır.
Alınan sonuçlar, konuşanın ne gördüğüne ve farklı yoğunluk, ışık ve gölge
kombinasyonlarını belirtmek için farklı terimler kullanma kabiliyetine bağlı olarak renk
kavramının sözlükselleşmesinin ne kadar buyrutsal olabileceğini gösterir.
Sonuç
Arnavutça renk kavramının sözlükselleşmesi yapılırken kavramın geçebileceği
süreçler arasında, dönüşme, türeme ve bileşik kelime süreçlerini görüyoruz. Renkler
sıkça fonksiyon değiştirme yöntemi ile yapılır. ‘N-gibi’ modeli renk adlarının belgili
tanımlık ekini aldığı durumda görülür: i jeshiltë (Tür. Sıfat.yeşil), te sarita (Tür. İsim.
çoğul. sarılar), v.b. bileşik kelime üretme sürecinde de türkçenin izleri görülmekte,
çünkü boya kelimesinden gelen bojë Arnavutça’da renk veren madde anlamının yanında
sadece ‘renk’ anlamını da verir. Yoğunluk, gölge ve ışık seviyeleri sıfatlarla belirtilir.
Sözlükler eşanlamlı kelimelerin tanımını verirken o kelimenin farklı bir renk
kategorisini belirttiğini göstermiyor. Sözlük tanımına göre renk kavramını ifade eden bu
kelimelerle fokal renklerin adlandırılması yapılır. Alan ve veren dillerdeki sözlüklerde
verilen tanımlar aşağı yukarı aynıdır. Daha uzmanlaşmış sözlükler (ŞKKS, AES) anlam
ve kullanım alanı hakkında daha detaylı bilgi vermekte.
AMD ve yapmış olduğumuz anket bize farklı sonuçlar vermekte. Eşanlamlı kelimelerin
rastlantısal olarak kullanıldığını tespit ettik. Eşanlamlı kelimeler ve ödünçlemeler anlam
değişikliği yaşamış ve hala bu değişikliklerden etkilendiği görülmektedir. Bazı
kelimelerin farklı yoğunluk, ışık ve gölge kombinasyonlarını ifade etmek için
kullanıldığı görülmüştür Bu durumlarda Türkçe kökenli kelimelerin rolü
önemlidir. (ör. (1), (2), (3)).
Sözlük tanımları birçok örnek ve ikinci anlamlarla donatılmış. Ilginç olan şu ki, nesneleri
adlandırmak için kullanılan bazı Türkçe kökenli adlar (katran, çivit, fener) rengi belirtmek
için kullanılır. Bu, bazı ödünçlemelerin sözlüksel değil kültürel olduğunu gösterir.
Moroflojik olarak değişmeyen fakat bir renk kavramını adlandırmayan renk adlarına da
rastladık. Jeshil kelimesi ot, çayır, mera veya slatalık için kullanılır. Sırf renk
kavramını adlandıran ödünçlemeler nesnelerin adlandırılmasında kullanılır. Arnavutça
sözlüğünden tamamen çıkarılmadıysa bile son araştırmalara göre, Türkçe
ödünçlemelerin günden güne ölçünlü konuşmadan özensiz konuşma düzeyine
513
geçtiği tespit edilmiştir. Bu geçiş sürecinde, renk kavramının sözlükselleşmesi
yapılırken de dilin (işaretleyicinin) anlamı (işaretleneni) etkilediği görülüyor. Çünkü
ödünçlemeler bazen farklı nüansları ifade etmek için kullanılıyor. Weinrich’e göre,
kelime ödünçlemenin nedenlerinden biri homonimliği/eşadlılığı kırmak için yapılıyor.
Türkçe ödünçlemeler ile adlandırılan renklerde bu türden örneklere de rastlandı: ör. 1.
sari (Tür.)/sarı kelimesinin verdhë (yellow) yerine kullanımı, ve asıl anlamı sarı olan
verdh kelimesinin yeşili adlandırmak için kullanılışı. 2. mavi (Tür.) kelimesi macenta
dediğimiz morun bir nüansını adlandırmak için kullanılması. 3. blumavi (Tür.morumsu
mavi) birelişik kelimesinde yer alan her iki ödünçlemenin bir tek nüansı adlandırmak
için kullanılması, 3. all (Tür. al) ve kërmëz (Tür. koyu kırmızı) yoğun ve koyu kırmızıyı
belirtmek için kullanılması. (ör. (5), (6))
Kullanım sıklığına dayanarak, Türkçe kökenli kelimelerin hergünkü konuşma
diline indirgendiği fakat hala sağlam bir kullanım sıklığına sahip oldukları söylenebilir.
Kelimelerin ölçünlü dilden özensiz konuşma düzeyine geçmesi anlam değişimlerine yol
açmıştır. Bu gibi anlam değişimlerinin kişinin dünya görüşünü/world view etkilediğini
gösterir. Kültürün renk adlandırmasında önemli rol oynadığını görebiliriz. Yeni trendler
ve icatlar yeni terimler getirir ve bu terimler temel renk adlarının yerine geçebilir.
Gözlemlerimize dayanarak, kelimenin kullanıldığı durum ve bağlama göre rengin
algılanışı etkilenebilir diyebiliriz. Anadili Arnavutça olan bir kişiye iki eşanlamlı kelime
olan jeshil (Tür. yeşil) ve gjelbër (Tür. yeşil) arasındaki farkın ne olduğunu sorduğumuz
zaman farklı cevaplar almaktayız: katılımcılar. konuşma özensiz bir ortamda geliştiği
zaman iki kelime arasında herhangi bir fark görmüyorlar. Örneğin bir mağazadaki satıcı
bu rengin herhangi kategorisini adlandırmak için eşit bir şekilde kullanıyor.
Diğer yandan, daha genç kesim (ankette yer alan öğrencilerimiz) her farklı kelimenin
farklı anlamı ifade etmek için varolduğu düşüncesinde. Sayıca az olsa da öğrencilerin
bir kısmı jeshil (Tür. yeşil) kelimesini bu rengin farklı kategorisini adlandırmak için
kullanmıştır. Bunun yanısıra jeshil (Tür. yeşil) kelimesiyle fokal rengini adlandıranlar
da vardır. Bu iki kelime arasındaki tercih birçok sosyolenguistik nedenlerden dolayı
kaynaklanıyor olabilir. Örneğin, Kosova Arnavutçasında daha yaşlı nesillerin dil
kullanımında bu kelimeye daha fazla rastlanır. Diyalekt veya coğrafi etken de
araştırılması gereken etkenlerden biridir. Dolayısıyla, Türkçe ödünçlemelerin
Arnavutça konuşanların coğrafi konumuna göre dağılımının incelenmesini öneririz.

KISALTMALAR

Tür. – Türkçe
Arn. – Arnavutça
AMD – Arnavutça Milli Derlem
ÇAS – Çağdaş Arnavutça Sözlüğü
ŞKKS – Şark Kökenli Kelimeler Sözlüğü
TDKS – Türk Dil Kurumu Sözlüğü
AES – Arnavutça Etimoloji Sözlüğü

KAYNAKLAR

BAYRAKTAR, Nesrin “Türkçe yeşil renk adının biçim, anlam ve kavram alanına
tarihsel bir bakış”, Journal of Language and Linguistic Studies, 10(1), 179-193; 2014
CABEJ, Ekrem (1976), “Hyrje në historinë e gjuhës shqipe Fonetika historike”- c.
V.: Huazimet Turke, Studimet Gjuhësore III, Rilindja, Prishtinë.

514
COWİE, A.P. (1998), Phraseology, Theory, Analysis and Application, Clarendon
Press, Oxford
DESNİCKAJA, A. V. (2006). “Mbi funksionin stilistik të turqizmave në poezinë
shqipe”, Perla Revistë Shkencore–Kulturore tremujore, Viti XI, Nr. 4 (43), s.126-
134 DİZDARİ, T. (2005) Arnavutça’da şark Kökenli Kelimeler Sözlüğü, Tirana.
Fjalori i Gjuhës së Sotme Shqipe, electronic version of Albanian Dictionary
GJEVORİ, Mehmet (1989), Frazeologji të gjuhës shqipe, Rilindja, Prishtina,
GODDARD C. & WİERZBİCKA A. (2014), Words and Meanings, Lexical
Semantics across Domains, Languages, and Cultures, Oxford University Press,
GRUPİ İ AUTOREVE, Gramatika e gjuhës shqipe, Morfologjia, Vëllimi I, Tiranë,
2002
KAY P., KEMPTON W., What is Sapir-Whorf hypothesis?, American
Anthropological Association, 1984
KAZAZİS, Kostas (1969), “The status of turkisms in the present-day balkan
languages”, Continuity and Change, International Balkan Conference, october ,
(H. Birnbaum and S. Vryonis (eds.)
KRAJNİ, Anton (1965), “Hymja e turqizmave në shqipen dhe përpjekjet për
zëvendësimin e tyre”, Studime Filologjike, c. 1, s.143-151
KÜÇÜK, Salim “The names and specialities of colours in Turkey’s Turkish,”
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi/The Journal Of International
Social Research, Volume 3 / 10 Winter 2010
LAFE, Emil (1980), “Persizmat në kuadrin e orientalizmave të “Fjalorit të gjuhës
së sotme shqipe””, Perla, c.1, 1999
LAKOFF, G. (1987). Women, Fire, and Dangerous Things: What Categories Reveal
about the Mind. Chicago: University of Chicago Press.
MULAKU, Latif (1989), Turqizmat në gjuhën shqipe, SKSH 3, Prishtinë,
OREL, Vladimir (1998), Albanian etymological dictionary, BRILLLEIDEN • BOSTON
KOLN.
REİNKOWSKİ, Maurus (2002). „Kulturerbe oder Erblast? Zum Status der
Turzismen in den Staaten Südosteuropas, insbesondere des Bosnischen“, In:
Mediterranean language review 14. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag
REİNKOWSKİ, Maurus, Naslijedje ili naslijedjeni teret kulture, Bamberg, 2002
RİZA, Selman (2002), Vepra 3, ASHAK, Prishtina,
RUGOVA, Bardh & RUGOVA Lindita (2016), -The status of turkish borrowings
in Albanian, Trembelat, Prishtina.
STEİNVALL, Anders (2002), English Colour Terms in Context, Universitet Umea,
THOMAİ, Jani (1999), Fjalor Frazeologjik i gjuhës shqipe, ASHSH-IGJL, Tiranë,
WEİNRİCH, Uriel, Languages in Contact. Findings and Problems, Mouton Publishers,
Paris NewYork
WHORF, B.L. (1956). “The Relation of Habitual Thought and Behaviour to
Language” Language, Thought and Reality: Selected Writing of Benjamin Lee Whorf.
Ed. J.B. Caroll. Cambridge. 134-159
XHANARİ Latifi Lindita, (2012), Turqizmat dhe semantika e tyre në fjalorët e shqipes,
Tiranë
_____________________(2016), Balkan Dillerindeki Ortak Türkizmalar Sözlüğü,
Pamukkale Universitesi,
http://web-corpora.net/AlbanianCorpus/search/?interface_language=sq
http://www.dilbilgisi.net/sozlukler/deyimler-sozlugu/

515
İRAN TÜRKMENLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI SÖZ VARLIĞI
1
Dr. Zeynep YILDIRIM
Giriş
Dil, her bakımdan sosyal bir yapıdır: Bir simgeler dizgesi olarak toplumsal
yaşamın merkezinde yer alır. Dünyayı dilsel kategorilerle kavrar ve düşünürüz. Dil
düşünceyi belirlemese de kuşkusuz onu sınırlar. Bir şeyi karşılayacak yalın bir sözcük
yoksa onun hakkında düşünmek çok daha güçtür. Bu yüzden diller arasında sözcük
alışverişi artmıştır (Hogg&Vaughan 2007: 617-618). Bu husus toplumsal, siyasal ve
tecimsel ilişkiler başta olmak üzere bir çok etkene bağlıdır. İki dilin değişik koşullar
altında karşılaşarak oluşturdukları temas noktaları, başka bir deyişle bir arada yaşar
veya kullanılır oluşları, geçişme ve etkileşimlere, bu dillerden birinde görülen ses, biçim
ve dizimle ilgili eğilimlerin, kimi kuralların ötekine aktarılmasına da yol açar (Aksan
1982: 350).
Türkmen Türkçesi Oğuz grubu lehçelerinin en doğu kolunu teşkil etmektedir.
Türkmenlerin uzun süre boyunca konar göçer olarak yaşadıkları coğrafya, Orta
Asya’nın hareketli siyasî ve sosyal yapısı ve değişen iklim şartlarına bağlı zaruriyetler
diğer Türk ve Türk dışı gruplar ile karşılaşmalarına ve dil içi aynı zamanda dil dışı
temas alanları oluşturmalarına yol açmıştır. Bu dilsel temas sahalarında oluşan
etkileşimin fonetik, morfolojik, semantik ve leksik izleri Türkmen Türkçesi ve
ağızlarında tespit edilebilir. Bu husus özellikle söz varlığının temel öğesini teşkil eden
sözcüklerde kopyalamalar olarak leksik düzeyde dikkat çekmektedir.
İran sahasına tarafımızca düzenlenen alan araştırması gezilerinde bölgede
konuşulan her bir ağızdan ve ağızların temas noktalarını teşkil eden geçiş alanlarından
temel söz varlığına ilişkin derleme metinlerinin yanısıra 800’den fazla sözcüğü içerir
kelime listeleri derlenmiştir. Bu listelerde bulunan sözcüklerin köken, gelişim ve şu
anki kullanımlarının karşılaştırmalı olarak incelenmesi ağızların birbiriyle ilişkili ve
farklılaşan özelliklerini göstermesi açısından önemlidir. Bu çalışmada söz konusu
listelerde yer alan keliemeler dil içi ve dil dışı ilişkiler açısından iki ana sınıflandırma
altında incelenmiş ve konunun oldukça fazla sayıda kelimeyi kapsıyor olması
dolayısıyla seçilen bazı kelimelere işaret edilmiştir.
1. Dil İçi İlişkiler
1.1. Türkmen Ağızları Arasındaki İlişkiler
İran’daki Yomut, Teke, Salır boyları eski Oğuzların Salur boyunun parçasıdırlar.
Göklen boyu Kayı ve Bayındır başta olmak üzere en az altı Oğuz boyunun
karışmasından meydana gelmektedir. Nohur ve Mürçeliler ise daha sonraki yüzyıllarda
Türkmen boy birliğine katılmış küçük gruplardır ve soyları 24 Oğuz boyuna
dayandırılamamaktadır. Görüldüğü üzere, Yomut ve Tekeler Salır kökenli, Göklen ve
Nohur ağızları ise Salır dışı ağızlardır. Bu nedenle Yomut ve Teke ağızları Teke ağzı
temelinde gelişen ölçünlü Türkmen Türkçesi ile daha fazla örtüşmektedir.
Gülistan ve Horasan Eyaletlerinde yaşayan Göklen boyu, Kayı ve Bayındır olmak
üzere iki alt boydan oluşmaktadır. Göklenlerin Gülistan Eyaletinde yerleşen bölümü, Hazar
Denizi kıyılarından başlamak üzere Gülistan Eyaletinin iç kısımlarına kadar uzanan geniş
alana yayılan Yomut boyu ile komşudur. Her iki ağız arasında tarihî süreçte ağız etkileşim
alanları söz konusu komşu yaşam alanlarında oluşmuştur. Özellikle Yomut

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, 1
zyildirim@mu.edu.tr
516
boyunun Kanyokmaz alt ağzında ve Göklen ağzının Bayındır alt ağzında karşılıklı
etkileşimin dile yansımaları tespit edilebilir.
‘baba’ anlamını ifade etmek için Ölçünlü Türkmen Türkçesinde kaka kullanılır.
İran sahası Nohur ağzında da kaka kelimesi ‘baba’ anlamındadır. İran Yomutları
babanın babasına kaka derler. Yomutlar baba anlamında dädä [dä:dä], Göklenler ise ata
[ɑtɑ] kelimesini kullanırlar. Yomut ağzında ata, dede ile eş anlamlıdır. Ancak edebî bir
ifade olarak görüldüğünden genellikle tercih edilmez.
Ölçünlü Türkmen Türkçesindeki ece ‘anne’ kelimesi ile ilgili olarak ağızlar ve
alt ağızlar arasında, özellikle Yomut ağzında farklılıklar vardır. Yomutlar ‘anne’
anlamında genellikle ece’yi kullanırlar. Kanyokmaz ve Gocuk alt ağızlarında enne,
Günbed ağzında ise kendine has bir kullanım neticesinde nene kelimelerini görürüz.
İran Yomutlarının merkez şehrinin Günbed-i Kavus olması dolayısıyla burada
konuşulan ağız, diğer Yomut şehirlerinde konuşulan ağızların hususiyetlerini
etkilemektedir. Günümüz şehirli Türkmen nüfus arasında bu etki dolayısıyla nene
oldukça yaygındır. Göklen ve Nohur ağızlarında ‘anne’ Batı Oğuz lehçelerine benzer
şekilde Gök. ana [ɑnɑ], Noh. änä [ænæ] olarak ifade edilir. ene Yomutların önceki
kuşaklarınca bilinmesine karşın artık edebî bir mahiyet kazanmıştır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde ‘çocuk’ çaga şeklinde ifade edilir. İran sahası
Göklen ([ʧɑːʁɑ]) ve Nohur ([ʧɑʁɑ]) ağızları da ölçünlü Türkmen Türkçesi ile aynı
kelimeyi kullanırlar. Yomutlar ise çağa kelimesine aşina olmalarına karşın oğlan veya
oğlancık kelimelerini tercih ederler. Yomut ağzında çağa kelimesinin anlamı
daralmıştır; sadece hayvan yavrusu için kullanılır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesindeki alaŋŋırt ‘sıçan’, Göklen ağzında [(ɑlɑNNɯrt)]
aynı şekilde ifade edilir. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te bulunan alaŋır ‘bir tür sıçan’ 91/82,
Yomut ağızının Kanyokmaz ve Gocuk alt ağızlarında da aynı anlamda kullanılmaktadır.
Yomut ağzının Günbed şehrinde ‘sıçan’ için genellikle girden kullanılır. girden
giridmek ‘kendini korkarak gizlemek için hayvanların küçülerek boynunu bükmesi’
fiilinden türemiştir.
‘örümcek’ de ölçünlü Türkmen Türkçesi ve ağzılarında farklı kelimeler ile
karşılanmaktadır: ÖTrkm. möy, Yom. möy, düşdüş, Gök. düşdüş [dyʃdyʃy]. düşdüş
Yomut ağzında sadece küçük örümcek anlamındadır. möy Dîvânu Lugâti’t-Türk’te bŏy
‘Oğuzcada örümcek’ 505/405 şeklindedir. Yomutların Eymir alt boyunda örümceğe
atayrı denilmektedir. Bu kelime Eymir yaşlıları tarafından kuzeyde bulunan bozkırda
yaşayan büyük örümcekleri adlandırmak için kullanılır.
İran’da tarlalar sulama kanalcıkları ile sulanmaktadır. Bu kanalcıklar arasındaki
toprağa pel denilmektedir. Farsçada ābdozdek ‘su hırsızcığı’ adı verilen böcek bu sulama
kanallarını deşerek hareket etmektedir. Tarım ile uğraşan Göklenlerin ağzında pel denilen
sulama kanallarına deşerek zarar veren bu böceğe peldeşen denilmektedir. Göklenlere
komşu olarak yaşayan ve tarım ile uğraşan Yomutların Gocuk ve Kanyokmaz alt boyları da
bu böceği adlandırmada peldeşen kelimesini tercih etmektedirler. Deniz kıyısında yaşayan
Yomut boyunun, Caferbay alt kolunun ağzında ise söz konusu böcek mowun olarak
adlandırılmaktadır. Yomut ağzının Akatabay alt ağzında ise buzawbaş ‘buzağı baş, başı
buzağı gibi büyük, buzağıya benzeyen’ kelimesi kullanılır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde bulunan garaguş ‘akbaba’, Yomut ağzında da
görülür. Yomut ağzında aynı anlamı karşılamak için dazzarkel (< tas DLT ‘Oğuzcada
kötü olan şey’ 165/143 + [lar] kel) ifadesi de kullanılır. Göklen ağzında dazzarkel farklı
fonetik varyantlar ile söylenir: Gök. [dɑððɑr, , dɑððɑr keɭ] Bunun yanı sıra gacır
([Gɑʤɯr]) kelimesi de bulunur. Hatta gacır ile dazzarkel karışarak gacır kel [Gɑʤɯr
cel] şeklinde söylenmektedir. Kaçar hanedanının adının esasını oluşturan gacır aslında
farklı bir kuş türünü ifade etmektedir.
517
‘hamamböceği’ İran sahası Yomut ağzında sarımöcek, Göklen ağzında yüwrik
olarak adlandırılır. Yomut ağzının Kanyokmaz alt ağzında da yüwrik kelimesi bulunur.
yüwrik ‘hızlı koşan’ demektir;
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde kullanılan toprak kelimesi İran sahası ağızlarının
tamamında kum olarak adlandırılmaktadır. kum kelimesi toprak anlamına kaydığından
kum için çäge kelimesi kullanılmaktadır: Yom. çäğe, Gök. çäğe [ʧaːɣʲe] Noh. çäğä
[ʧɑːɣʲæ].
Yomut ve Nohur ağızlarında ölçünlü Türkmen Türkçesinde olduğu gibi cövenek
kelimesi ‘dolu’ anlamındadır; Göklen ağzında ise burcı kelimesi kullanılır. burcı Türkçe
bir kelime olup Yomut ağzında ‘sarkaç’ anlamındadır. Yomut ağızında dolı kelimesi de
görülür, ancak ‘sağanak yağış’ anlamındadır.
1.2. Doğu Türkçesinin Etkisi
Türkmen Türkçesi Güney-Batı (Oğuz) Türk lehçelerinin doğu kolunu teşkil
etmektedir. Diğer Oğuz boyları çeşitli dönemlerdeki göç dalgaları ile batıya doğru
büyük kitleler halinde ilerlerken Maveraünnehir dolaylarında kalan Türkmenler Hive ve
Buhara Hanlıkları ile komşu bazen de onların himayesi altında varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Türkmenler Özbek boyları ile temas halindeydiler. Kendilerine ait yazı
dilleri bulunmaması dolayısıyla eğitim ve yazı dili olarak Çağatay Türkçesini
kullanmaktaydılar.
küregen kelimesi Türkiye Türkçesinin ağızlarında (göregān, göreken, köreke,
köreken, köveken, küreken DS VI: 2158, VIII: 2963, 3044), Azerbaycan Türkçesinde
(kürekän), Halaççada (kuräkän) görülmektedir (Li 1999: 312). Bu kelimeye tarihî
metinlerde de rastlanmaktadır. Örneğin, kendisini Çingiz hanedanının damadı olarak
tanımlayan Timur’un kurduğu devlete Gurkânî ‫ﻰناﻛﺭوگ‬de denilmektedir. Ölçünlü Türkmen
Türkçesinde bu kelime yerine birçok Türk lehçesinden de görülen küdemek ‘evlenmek’
fiilinden türeyen küdegü’den gelişen giyev kullanılmaktadır. İran sahası Yomut ağzında
köreken [kø:reken] olarak, Göklen ağzında ise körök [kørøk] şeklinde kısalmış telaffuzu
bulunmaktadır. Aynı sahadaki Yomut ağzı ölçünlü Türkmen Türkçesi ile paralel olarak
giyev kelimesini de korumaktadır. Nohur ağzında ise giyev kelimesinden ses düşmesi
yoluyla gelişen yuv, giv [juv, ɡiv] şeklinde söyleyişlere rastlanır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesi ve Yomut, Göklen ağızlarında ‘göbek’ anlamında
Oğuz sahası ile parallel olarak göbek kelimesi buna karşın Nohur ağzında Çağatay
Türkçesinde kindik olarak kaydedilen kinnik kelimesi kullanılmaktadır.
‘sinek’ ÖlçünlüTürkmen Türkçesinde, Yomut ve Göklen ağızlarında siŋek,
Nohur ağzında çuvun [ʧʉwun] şeklinde ifade edilmektedir. Kâşgarlı, yerleşik Türklerin
sineğe çıwın dediklerini, sivri sineğe ise siŋek dediklerini, konargöçerlerin ise tam tersi
bir adlandırma yaptıklarını belirtmektedir. Burada Nohur ağzı konuşurunun kelime
tercihi Doğu Türkçesi ile bağlantılıdır.
1.3. Batı Oğuz Lehçelerinin Etkisi
Batı Oğuz lehçelerinde varlığını sürdüren Eski Oğuzcaya ait bazı kelimeler
Doğu Türkçesinin etkisi ile Türkmen Türkçesinde unutulmuştur. Ancak Türkmen
Türkçesi ağızlarında bu kelimeler tespit edilebilir. Bu durum söz konusu ağzın
geçmişten günümüze yaşadığı coğrafyada komşuluk ilişkileri geliştirdiği diğer Türk
lehçeleri ile ilişkilidir. Nüfus bakımından daha kalabalık olmak, savaşçı ve hareketli bir
yapı arz etmek veya yerleşik hayata geçmek gibi etkenler de boyların dil ilişkilerini
etkilemiştir. Örneğin Yomutlar savaşçı yapıları dolayısıyla bazen Doğudaki Özbek
Hanları ile karşı karşıya gelmişler, bazen müttefik olarak İranlılar ile çarpışmışlar ve
Özbekler ile komşuluklarını sürdürerek kendi konumlarını koruyabilmişler, ticarî
bağlantılar kurmuşlar ve genişleyen dil içi temas noktalarında durağan olmayan ilişkiler
geliştirmişlerdir. Buna karşın küçük bir boy olan Nohurlar çetin şartlar barındıran
518
Türkistan coğrafyasında var olabilmek için korunaklı alanlarda boy birlikleri arasında
gizlenmişler, tarım ve hayvancılık ile sınırlı geçimlerini sürdürerek sınırlı bir sahada
kalmışlardır. Nohurlar Oğuz grubunun bir diğer lehçesinin konuşurları olan Horasan
Türkleri ile tarih içerisinde bir arada bulunarak Batı Oğuz lehçelerine daha yakın dil
özelliklerini çeşitli yönlerden kopyalamışlardır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesi ve Yomut ağzında ‘kardeş’ dogan [doʁɑn] kelimesi
ile Göklen ve Nohur ağızlarında ise Batı Oğuz lehçelerinde olduğu gibi gardaş [Gɑrdɑʃ]
kelimesi ile anlatılmaktadır.
‘esnemek’ anlamında ölçünlü Türkmen Türkçesinde pallamak, Yomut ağzında
pazlamak, Göklen ağzında ensemek [ɛːnθemek] fiileri kullanılır. Görüldüğü üzere
Göklen ağzında Batı Oğuz lehçelerinde kullanılan esnemek (DLT 146/127) fiili, ölçünlü
Türkmen Türkçesive Yomut ağzında ise Eski Farsça faze kerden fiilinden gelişen ve
fonetik farklılaşan pallamak / pazlamak fiili tercih edilmektedir.
2. Dil Dışı İlişkiler
2.1. Moğolcanın Etkisi
Moğolların istilası Türkmenlerin Orta Asya’daki varlığına büyük bir darbe
indirmiştir. Mangışlak dışında kalan bölgelerde varlığını sürdüren bütün Türkmen
boyları, Moğol hâkimiyeti altına girmişlerdir. Afganistan, Pakistan, İran, Azerbaycan,
Irak ve Anadolu’ya yapılan göçler bu bölgelerin Türkleşmesinde önemli rol oynamışsa
da Orta Asya’daki Türk nüfusun azalmasına neden olmuştur (Necef & Annaberdiyev
2003: 200). Sağlam kalan ve Moğolların uğramadıkları tek Türkmen ülkesi
Mangışlak’taki Türkmenlerin mühim bir kısmı Salur boyundan idi. Ebu’l Gazi Han’ın
Şecere-i Terakkime’sindeki bir kayda göre, Şah Melik’in öldürülmesinden dolayı baş
gösteren dağılma üzerine Oğuzlardan önemli bir küme Mangışlak’a gitmiştir.
Mangışlak’ın Oğuz elinin dağılması sonucunda bir Oğuz yurdu haline geldiğine
inanıldığı anlaşılmaktadır (Sümer 1999: 162).
Orta Çağ kaynakları, XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın başlarındaki
Orta Asya Oğuz ve Türkmen boyları hakkında hemen hemen hiçbir bilgi vermezler.
Kuzeyli Türkmen boylarının büyük bir kısmı, Deşti Kıpçak ve Altın Ordu Moğol
hanlarına bağlanmışlardır. Konargöçer Türkmenler ise, hayvan adedine göre vergi
ödemek ve askerlik yapmak zorundaydılar. Sonraları Amu Derya suyunun Hazar
denizine doğru yönelmesiyle Türkmenler, Uzboy, Deryalık ve Sarıkamış boyunca
uzanan topraklara yerleşmişlerdir (Agacanov 2004: 374).
Orta Asya’nın Moğollar tarafından istilası, Türkmen boylarının ciddi ölçüde
birbirleriyle kaynaşmalarına ve etnik yapılarında önemli değişikliklere yol açmış;
böylece Balhan civarında, Uzboy ve Mangışlak’da yeni federasyonlar ve mahallî
ittifaklar ortaya çıkmıştır. Türkmenler, yeni gelen Moğol ve Türk asıllı unsurların yanı
sıra eski etnik genler taşıyan küçük boylarla da kaynaşmışlardır (Agacanov 2004: 374-
375). Şecere-i Terâkime’nin Hızır ve Tiveci halklarının teşekkülünde rol oynayan
Türkmenlerin arasına katılarak Türkmenleşen Moğol boyları kaydedilmektedir. Burada
kaydedilen Alili boyunun içerisindeki Ali Çora’nın neslinden gelen Mogolcıklar
adlandırması ile anılan alt boyun mensupları bugün İran sahasında yaşayan Alililerin de
parçasıdır. Aynı şekilde bugün Düyeci adı ile Yomutların arasında bir alt boy olarak
varlıklarını sürdüren Tiveci boyunun Moğol hanının deve sürülerine bakan ve
Türkmenlerden vergi toplamak için görevlendirilen Moğol birliğinin memurları olduğu
bilinmektedir (Ebul Gazi Bahadır Han 1996: 269-271). Elbette geniş bir coğrafyaya
yayılan Moğollar hakimiyetlerini kaybettikleri bölgelerden etnik anlamda silinmemişler,
bozkır kültürü etrafında birçok benzer unsuru paylaşan buradaki halklar ile kaynaşarak
antropolojik yapının şekillenmesinde rol oynamışlardır.

519
Cengizin evlatlarının doğudakileri (Moğolistan ve Çindeki) Moğolca konuştukları
halde, Türkistan’da ve Doğu Avrupadakileri bu taraflara geldikleri andan itibaren hep
Türkçe konuşmalardır. Coçı Hanın oğlu Berke’nin Buhara’da Şeyh Seyfeddin Bâharzî ile ve
kendisinin yoldaşlarıyla hep Türkçe konuştuğu rivayet olunur. İlhanlıların birçok Türkçe
adlar verdikleri, Kıyat Börçegin hanedanın Moğolca ve Türkçe olmak üzere iki lisanla
konuştuklarına, Cengizin kendisinin de öyle olduğuna şüphe yoktur (Togan 1941: 13-14).
Dolayısıyla iki dillilik diller arasındaki etkiyi de artırmaktadır. Elbette ki Türk ve Moğol
dilleri arasında 13. yüzyıla kadar Türkçenin Moğolcaya etkisi yönünde tek taraflı bir ilişki
söz konusudur. Bu husus Moğol dillerinin söz varlığında da görülmektedir. Moğolcanın
Türk dillerine etkisi 13. yüzyıldan sonra başlamıştır. Bu etki her lehçe üzerinde farklıdır.
Moğolcanın Türk dillerinin herhangi birisi üzerindeki etkisinin oranı, genelde diller
arasındaki ilişkilerin yoğunluğu ve süresi ile ilgilidir (Şçerbak 2011: 12-13). İran sahası
Türkmen ağızlarında Moğolcanın etkisi tarihi süreç ile paralel bir gelişim göstermiştir.
Moğolcaya ait sınırlı sayıda kalıplaşmış bazı ek kalıntıları ve leksik kopyalamalar Türkmen
Türkçesinin fonetik yapısına uygun şekilde değişime uğrayarak dilin öz bünyesine
yerleşmiştir. İran sahası ağızlarında temel söz varlığında tespit edilen Moğolca kelimeler ve
bunların ağızlara dağılımı hakkında şunlar söylenebilir:
‘alın’ anlamında ölçünlü Türkmen Türkçesinde maŋlay kelimesi
kullanılmaktadır. İran sahası Türkmen ağzılarında ölçünlü Türkmen Türkçesinde
kullanılan kelimenin farklı telaffuzları bulunur: Gök. [maɴlæj], Yom. [mɑɴlɑj], Noh.
[mɑɴli]. Kelime Moğolca manglay (= mangnay “alın; yüz, beniz; ön taraf, öncü kolu;
şef, başkan; ilk, ilke, ileri, en başta gelen, en üstün, yüce, ulu” Les. 823) şeklinde aynı
anlamda kullanılmaktadır. alın kelimesi Türkmen Türkçesinde tamamen
kaybolmamıştır, deyim ve atasözlerinin içerisinde yer almaktadır.
İran sahası Yomut ve Nohur ağızlarında Eski Türkçe keyik kelimesi ÖTrkm.de
olduğu üzere korunmuştur. Eski Türkçede ‘vahşi, yabanî’ anlamına gelen keyik anlam
daralması yolu ile ceylan kelimesini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Göklen
ağzında ise kökeni Moğolca ceger-e(n) ‘antilop, ceren, ceylan’ kelimesine dayanan
ceren [ʤeren]’in kullanımı yaygındır.
‘yaban domuzu’ ölçünlü Türkmen Türkçesi ve Yomut ağzında yekegapan,
Göklen ve Nohur ağızlarında ise doƞuz şeklinde ifade edilmektedir. Ölçünlü Türkmen
Türkçesi ve Yomut ağzındakullanılan yekegapan birleşik kelimesini oluşturan yeke
(Moğ. ‘yüce, ulu, büyük, geniş; daha yaşlı, daha büyük, şahane, görkemli, muhteşem,
gösterişli; yetişkin, ergin; çok fazla, çokça, bolca’ Les. 688) Moğolcadan alınmıştır.
‘bıldırcın’ Yomut ağzında bedene kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kelime
Moğolca bödüne ‘bıldırcın’ kelimesine dayanmaktadır ve çağdaş Türk lehçelerinin
tamamında bedene, bödene, pödüne gibi farklı telaffuzları görülmektedir. Göklen
ağzında ‘bıldırcın’ için Orta Türkçede budursın şeklinde bulunan buldurçun
[buldurʧun] kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime Farsçaya da buldurçîn olarak geçmiş
olup günümüz Farsçasında belderçîn ‫نيچﺭدلﺐ‬olarak kullanılmaktadır.
2.2. Farsça
Orta Asya’da yaşayan Türklerin bazı İranlı boylar ile temasları ilk çağlara kadar
dayanmaktadır. Hunlar, Göktürkler ve Uygurları takip eden süreçte ise ticaret yoluyla
ilişkiler geliştirilmiştir. İran coğrafyası batıya göç eden Türk boylarının geçiş sahası ve
yurdu olmuştur. Oğuzlar ve Farslar arasındaki dilsel etkileşim Samaniler döneminde
yoğunlaşmıştır. Geçmişten itibaren Türkler ile irtibatları bulunan kökeni Farslara dayanan
Samaniler hakimiyetleri süresince ordularını gittikçe Türklerden teşkil etmişlerdi (Togan
1946: 54-55). Ayrıca bu dönemde Oğuz Yabgu Devleti bünyesinde yaşayan Oğuzlar
Samaniler ile komşuydu. Her iki devletin yıkılmasından sonra da farklı adlarla tarih
sahnesinde kalan bu iki halk, kendilerini birleştiren İslam medeniyeti kültürünün de
520
yadsınamayan etkisi ile günümüze kadar aynı topraklarda siyasî, ekonomik ve sosyal
güçlü bağlar ile kuşatılmış çoğu kez aynı hükümetler altında birleşen yaşam alanları
içerisinde ortak edebî zevk ve dil mirasını paylaşmışlardır. Tarihî ilişkilere dayanan
Türkmen Türkçesi ve Farsça arasındaki bu etkileşim tüm Türkmenleri etkilemiştir.
1881 yılında imazalanan Ahal Anlaşmasından sonra İran’ın tebası haline gelen
Türkmenler için ise İran Devletinin resmî dili olan Farsçanın günümüze kadar iki
dillilik sürecine uzanan güçlü bir etki alanı bulunmaktadır. Farsça dışında çok sayıda
farklı dilin konuşulduğu ve bu dillerin tarih içerisinde çok farklı alanlarda ve düzeylerde
birbiriyle karmaşık dil ilişkileri kurduğu İran geçmişten günümüze Türkmenlerin yurdu
olmuştur. Dolaysıyla Türkmen Türkçesinin Farsça ile dil temasları neticesinde iki
dilliliğin ne zaman ortaya çıktığını belirlemek zordur. Ancak İran Türkmenleri arasında
kitlesel anlamda iki dillilik sürecinin Rıza Şah döneminde başladığını söyleyebiliriz.
Rıza Şah döneminde İran’ın dil siyaseti sürecinde başlatılan eğitim sistemi
reformu dinsel azınlıkların açtığı okulları, misyoner okulları vb. okulları sistemli olarak
devletleştirdi. Tüm ülkede Farsça aynı müfredat ve kitaplarının okutulduğu eğitim
birliği öne çıkarıldı (Abrahamian 2008:112). Farsça eğitim zorunluluğu getirilerek
Türkmen dilinde eğitim yapılan tüm medreseler kapatıldı (Lagoşava 1980:147). Rıza
Şah’ın başlattığı dil reformu ve paralelindeki reformlar, İran İslam Cumhuriyeti’nin
kurulmasından sonra güçlenerek toplumun daha büyük kesimlerine ulaşmıştır.
Günümüzde Türkmenler Gülistan ve Horasan Eyaletlerinde şehir ve kırsal
yerleşim birimlerinde Farsçanın farklı ağızlarının konuşuru Farslar ile komşu ya da bir
arada yaşamaktadırlar. Bu husus resmî dil ile etkileşimin yanı sıra Fars ağzılarının da
Türkmen ağızları ile etkileşimini artırmakta ve ölçünlü Farsçada bulunmayan, sadece
Fars ağızlarında bulunan, bazı kelimeler Türkmen ağızlarına alıntı olarak
aktarılabilmektedir. Elbette Farsçanın İran sahası Türkmen ağızlarına etkisi ağız
konuşurlarının bulundukları çevre itibariyle geliştirdikleri ilişkilerle bağıntılı şekilde
farklı düzeylerde gelişim göstermektedir.
Nohur ağzında ‘damak’ kam kelimesi [kɑ:m] ile ifade edilir. Bu kelime Eski
Farsçadan alınmıştır. Günümüzde Farsçada ‘damak’ ‫د فﻘس‬¥¥‫ناه‬saķf-e dahân şeklindedir,
kâm kelimesi sadece yazılı dilde kalmıştır. Bu kelime muhtemelen Farsçanın Horasanda
konuşulan ağızları vasıtasıyla Nohur ağzına geçmiştir. Ölçünlü Türkmen Türkçesinde
kentlewük olan kelime İran sahasındaki Yomut ağzında kentlew şeklinde kısalmıştır.
Ayrıca aynı ağızda kaŋşırawuk kelimesi de aynı anlamı karşılamaktadır. Göklen ağzında
kullanılan gaƞşırık [GɑNʃɯrɯq] ise genizden konuşmak anlamındaki işlekliğini
yitirmiş kaŋrışırmak, kaŋrışıramak fiilinden türetilmiştir.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde pallama, Yomut ağzında pazlama kelimesi
‘esnemek’ anlamında kullanılmakta olup bu kelime köken itibariyle Eski Farsça faze
kerden fiiline dayanır. İran’da konuşulan Göklen ağzında aynı anlam Eski Oğuzcaya
dayanan ensemek [ɛːnθemek] fiili, Nohur ağzında ise ağız açımah [ɑʁɯz ɑʃtɯmɑχ]
birleşik yapısı ile anlatılır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde ayı ‘ayı’ kelimesi Göklen ağzında ([ɑjɨ])
korunurken Yomut ağzında Farsça ḫers ‫رخ‬¥¥‫ س‬kelimesinin fonetik değişikliğe uğramış
şekli olan hırs’ın kullanımı tercih edilmektedir. ayı kelimesi Yomut ağzında tamamen
kaybolmamıştır. Bu ağızda ‘öcü’ anlamında ayı kullanılmaktadır.
Farsça beh ‫‘ ﻪب‬ayva’ ölçünlü Türkmen Türkçesinde beyi şeklindedir. Göklen
ağzında da ölçünlü Türkmen Türkçesi ile paralel bir kullanım vardır: Gök. beyi [bejiː].
beyi kelimesi Farsça behin’in farklı bir telaffuzundan ibarettir. Yomut ağzında ise ‘ayva’
Farsçada olduğu üzere beh’tir.
Farsça deym ‫‘ ميد‬sulama yapılmadan doğal olarak yapılan ekim türü’ demektir.
Bu kelime ölçünlü Türkmen Türkçesine düme, İran sahası Yomut ağzına düme, Göklen
521
ve Nohur ağızlarına dime [diːme] olarak geçmiştir. Yine tarım kültürü ile ilgili olan bir
diğer kelime olan ‘çiftçi’ Farsça keşāvarz ‫زﺭواﺷک‬, ölçünlü Türkmen Türkçesinde dayhan,
ekerançı; Yomut ağzında esas olarak tayhan; ama ölçünlü Türkmen Türkçesinin etkisi
ile az da olsa ekarançı; Göklen ağzında dayhan [dɑjχɑːn], Nohur ağzında ise kişaverzi,
tihan [kiʃɑːverzi, tiχɑn] olarak bulunmaktadır. tayhan / dayhan şeklinde ifade edilen
kelime Eski Farsçadan alınmıştır. Bu kelime Eski Farsçada dehkan şeklindedir ve feodal
sistemdeki köy sahiplerini adlandırmaktadır.
Nohur ağzında ‘havalandırma deliği’ anlamında kullanılan därläç [dærlæʧ]
kelimesi aynı anlamdaki Farsça darîçe ‫’ﻪچيﺭد‬den alınmıştır. Bu kelime ölçünlü Türkmen
Türkçesinde ve Yomut ağzında gözenek, Göklen ağzında ise deşik [deʃik] olarak Türkçe
farklı kelimeler ile gösterilmektedir.
Farsça ţāķçe ‫‘ﻪچﻗاط‬raf’ İran sahasındaki tüm ağızlarda kullanılmaktadır: Yom.
takça, Gök. takça [tɑːqʧɑ] , Noh. tak [tɑːq]. Ölçünlü Türkmen Türkçesine de tekce
şekliyle girmiştir.
Farsça dūş-āb ‫‘باﺷود‬pekmez’ ölçünlü Türkmen Türkçesi ve İran sahası Türkmen
ağızlarına küçük fonetik değişiklikler ile geçmiştir: ÖTrkm. toşap, Yom. toşap, Gök.
toşop [toʃop], Noh. deşov [deʃov].

̬
‘kene’ kelimesi ölçünlü Türkmen Türkçesinde sakırtga ve gäne kelimeleri ile
ifade edilmektedir. sakırtga DLT’de sakırku ‘kene, sakırga’ 245/214 şeklinde bulunur,
/t/ sesi Türkmen Türkçesinde daha sonradan türemiştir. kene kelimesi ise Farsça ( ‫)ﻪنک‬
olup İran sahası Türkmen ağzılarının tamamında görülmektedir: Yom. gäne, Gök. käne
[kɛne ], Noh. känä [kænæ].
Farsça āb-anbār ‫ بﺁ‬¥¥‫‘ﺭاﺒنا‬su deposu’, Göklen ağzına abammar [ɑːbɑmmɑr]
telaffuzu ile geçmiştir. Ölçünlü Türkmen Türkçesinde su deposu için hovdan kelimesi
kullanılır. Bu kelime Farsçanın ağızlarından alınmıştır. hov Farsçanın ağızlarında ‘su’
anlamında ölçünlü Farsçadaki ab yerine kullanılmaktadır. Yomutlar bu kelimenin
yerine ları kelimesini kullanır.
İran sahası Göklen ağzında ‘yabani otları, çalı çırpıyı kesmeye yarayan büyük
kazma’ anlamında küleƞ [kyɭeŋ] ve teşe [teʃe] kelimeleri kullanılmaktadır. Göklen
ağzında kullanılan teşe Farsça tîşe ‫’ﻪﺷيت‬den alıntılanmıştır. Yomut ağzının Kanyokmaz
alt ağzında söz konusu anlam balı kelimesi ile karşılanmaktadır.
2.3. Arapçanın Etkisi
Türkmenler X. yüzyılın ilk yarısında İslamiyeti kabul etmelerinden günümüze
Arapçadan din dili olması dolayısıyla etkilenmişlerdir. Ancak Türkmen Türkçesinin
Arapçadan etkilenmesi doğrudan bir temas alanı içerisinde bulunarak değil, aynı
topraklarda komşu olarak yaşadıkları Farslar vasıtasıyla olmuştur. Bu nedenle alınan
kelimeler Farsçada uğradıkları fonetik değişimler ve hatta Arapçadan farklılaşan leksik
farklılaşmalarla beraber kopyalanmıştır.
İran İslam Cumhuriyetinin tebaası olan Türkmenler, Türkmenistan’daki
Türkmenlerden farklı bir etkileşim alanı içerisindedirler. İran’da okul öncesi eğitimden
sonraki eğitim kademelerinde İslam dininin kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerim’in dili Arapça
öğretilmektedir. Farsçanın Arap harflerine dayalı yazı sistemi dinî kitapların yaygın
basımını ve geniş kitlelere ulaşımını sağlamaktadır. Ayrıca iki dilli Türkmenler
Farsçada bulunan birçok Arapça kelimeye aşinadırlar.
‘hala’ ölçünlü Türkmen Türkçesi ağızlarında farklı kelimeler ile ifade edilmektedir.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde bu anlamı eceke kelimesi karşılarken Yomut ağzında emme,
Göklen ağzında ekeci [ekeʤi], Nohur ağzında ämmä [æmmæ] kelimeleri kullanılmaktadır.
Yomut ve Nohur ağızlarında ‘hala’ için Arapçadan Farsçaya geçen ‘amme ‫ﻪمﻋ‬kelimesi
alınmış ve telaffuzda bu kelime kalınlık-incelik uyumuna uygun hale getirilmiştir. Türkmen
Türkçesinde bu ifadeyi karşılayan kelimeler bulunmasına karşın
522
alıntı bir kelimenin kullanılmasının nedeni akrabalık adlarının daha fazla
detaylandırılması eğilimidir. Çünkü eceke denildiğinde baba tarafından bunu dile
getiren kişiden büyük kadınların hepsi kastedilebildiğinden anlam müphem
kalmaktadır. Anlamı daha açık şekilde verdiği için yakın akrabalar için Yomut ve
Nohur ağzılarında emme kelimesi tercih edilir.
Akarabalık terimlerinde görülen bir diğer farklı kullanım ‘teyze’ anlamını veren
karşılıklarda görülür: Far. xâle ‫ﻪلخ‬, ÖTrkm. ve Yom., Gök. dayza ([dɑjðɑ]), Noh. halä
([xɑlæ]). dayza, dayı kelimesinden gelişmiştir. Nohurlar kelimenin Farsça karşılığını
kullanmaktadırlar. Kelime Farsçaya da Arapçadan geçmiştir.
İran sahası Türkmen ağızlarında kullanılan mede ‘mide’ kelimesi Farsçadan (→
me’de ‫ )ﻩدﻌم‬alınan Arapça kökenli bir kelimedir. Ölçünlü Türkmen Türkçesinde ‘mide’
aşgazan olarak adlandırılır.
İran’da konuşulan tüm Türkmen ağızlarnda ‘mercimek’ için edes ( Far. ‘adas
‫ )سدﻋ‬kelimesi tercih edilir. Söz konusu kelime Arapça kökene daynamaktadır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde ‘ahır’ anlamında tevle (Far. ţawīle ‫ )ﻪﻝيوط‬kullanılır.
Yomut Göklen ve Nohur ağızlarında ‘ahır’ için ağıl kelimesinin kullanımı tercih edilir.
Yomut ağzında tevle de görülür. tevle köken itibariyle Arapça tevile kelimesine dayanır.
2.4. Rusça
Çar Ivan’ın 1556 yılında Astrahan’ı işgali ile Rusların Orta Asya bölgesi ve
burada yaşayan halklar ile ilişkileri gelişmeye başladı ve bu yüzyıldan itibaren Rus
siyasetinde belirgin yer edindi (Moein 2005: 14). Daha sonraki uzun süreçte Rusların
yayılma politkasının, Orta Asya'nın siyasi toplulukları arasında kendilerine karşı
koyabilecek siyasal bir otoritenin yokluğu sebebiyle, önünün açılmasıyla (Necef &
Annaberdiyev 2003: 256-257) Ruslar Türkmen bölgelerini işgal ederek Hazar
sahillerini, Mangışlak ve Balkan çevresini ele geçirmeye başlayan (Annaberdiyev 2006:
7-8) Ruslar XIX. yüzyılda Türkmen kıyıları yakınındaki Aşuarda’ya üst inşa ederek
İran Türkmenleri ile ilk etkin münasebetlerini kurdular (Melgunov 105-109).
1881 yılında İran ve Çarlık Rusya arasında imzalanan Ahal Anlaşması ile Türkmen
Türklerinin yaşadıkları bölge iki ülke arasında bölündü. Bu anlaşmayla Rus Devleti tüm
sınır boylarına kendi yetkililerini yerleştime hakkını elde ederek (Goli 1987:
İran ve Rus Devletlerinin sınırında düzeni sağlamak adı altında askerlerini Günbet-i
Kavus'ta toplandı (Logaşova 1980: 123).
Ruslar ve İran Türkmenleri arasında İran topraklarındaki üsler münasebetiyle
kurulan ilişkiler ve buna bağlı dil teması 1917’de gerçekleşen Bolşevik İhtilali sonucu
Rusların geri çekilmesi ile son bulmuştur. Ancak Hazar Denizi kıyılarında yaşayan ve
ticaret yapan Ruslar ve Türkmenler arasındaki irtibat 1925 yılına kadar sürmüştür. Bu
tarihten itibaren Kaçar Hanedanına son veren Rıza Pehlevî İran sınırlarını tamamiyle
kontrol altına almış ve topraklarındaki Türkmenlerin Ruslar ile doğrudan temasına son
vermiştir. Uzun süre Rus yönetimi altında yaşayan Türkmenistan’daki Türkmenler dil
ilişkileri açısından Rusça ile daha derin temas noktaları geliştirip iki dilliliğe uzanan bir
sürece girmesine karşın Ruslar ve İran’daki Türkmenler arasındaki münasebet daha ziyade
ekonomik ve askerî boyutta olması dolayısıyla az sayıda leksik kopyalamaları kapsayan bir
düzeyde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve daha sonraki dönemde İran'a yerleşen Nohurlu,
Mürçeli, Teke ve Salır Türkmenleri ise Rus idaresinde kaldıkları dönemde Rusça ile farklı
etkileşim alanlarına girmişlerdir. Bu boylara mensup özellikle yaşlılar, konuşmaları
esnasında Rusça alıntı kelimeleri daha fazla tercih etmektedirler. Ancak kendi boy
yapılarına, kültür değerlerine ve dinî inançlarına son derece bağlı olan Türkmenlerin etnik
kimliklerini koruma direnci bu hususun parçası olan dillerinin yapısal bileşenlerinin güçlü
muhafazasını sağlamış, dil etkileşimi ağızlardaki farklı leksik

523
kopyalamalar düzeyinde sınırlı kalmıştır. Bu leksik kopyalamaların temel söz varlığında
görülen örnekleri şu şekildedir:
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde ‘çam ağacı’ yolka kelimesi ile ifade edilmektedir.
Bu kelime Rusçadan alınmıştır. Rusçada yolka (ёлка) ‘noel ağacı’ anlamındadır ve çam
ağacının özel bir işlevdeki kullanımının adıdır. İran sahası Türkmen ağızlarında ise
Farsçadan alıntılanan kāc ‫اک‬¥¥‫ج‬kelimesi Yom. [qɑːʧ] Gök. [kɑːʧ], Noh. [qɑːʧ] şeklinde
kullanılmaktadır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde olduğu gibi Göklen ağzında ‘pencere’ için Farsça
pancara ‫ﻩﺭجنپ‬kökenine dayanan pencere [penʤere] kelimesi kullanılmaktadır. Yomut
ağzında yaygın olarak pencere kullanılmakla birlikte bazı ağızlarda evişke [ewiʃke]
kelimesi de bulunmaktadır. Nohur ağzı konuşurları aynı anlamın ifadesi için ayna
[ɑjnɑ], abişa [ɑbiʃɑ], abışka [ɑbɯʃqɑ] kelimelerini tercih etmektedirler. Yom. evişke
[ewiʃke] ve Noh. abişa [ɑbiʃɑ], abışka [ɑbɯʃqɑ] ifadelerinin kökeni Rusça окошко
kelimesine dayanmaktadır.
Rusça bedro ведро ‘kova’, aynı anlamda ölçünlü Türkmen Türkçesinde bedire
şeklindedir. Farsça saţl ‫‘ﻝﻄس‬a.’ kelimesini tercih etmeyen İran sahası Yomut ([bedire]),
Göklen ([bedire]) ve Nohur ([bædræ]) ağızlarında da ölçünlü Türkmen Türkçesi ile
paralel bir kullanım tespit edilmektedir.
‘demlik’ Farsçada ketrî ‫ک‬¥¥¥¥‫يرت‬, Rusçada çaynik чайник kelimeleri ile ifade
edilmektedir. Ölçünlü Türkmen Türkçesinde ‘demlik’ Rusça kökenli çäynek ile ifade
edilmektedir. İran sahası Yomut ve Göklen ağızlarında demkeç [demkeʧ]
kullanılmaktadır.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde çıra, Göklen ağzında çırağ [ʧɯrɑːʁ], Nohur
ağzında çırah [ʧɯrɑχ] şeklinde söylenen ‘gaz lambası’ anlamındaki kelime Farsçadan
(Far. çerāġ ‫ )ﻍاﺭچ‬alınmıştır. Yomut ağzında söz konusu kelime ölçünlü Türkmen
Türkçesinde olduğu gibi kullanılmakla birlikte Rusça фонарь’dan alıntılanan panar
[pɑnɑr] kullanımı da görülmektedir.
Ölçünlü Türkmen Türkçesinde ‘boru’ turba ile ifade edilmekte olup bu
kelimenin kökeni Rusça turba труба’ya dayanmaktadır. Yomut ağzında turba kelimesi
kullanılmaktadır, ancak anlamı daralmıştır; sadece baca anlamındadır. Yomut ağıznda
[luːle], Göklen ağzında [luːɭe] ve Nohur ağzında [luːlæ] telaffuzu ile aynı anlamda
kullanılan lule ise Farsçadan (Far. lûle ‫ )ﻪلوﻝ‬alınmıştır.
Rusçadan alıntılanan ‘patates’ Ölçünlü Türkmen Türkçesinde kertoşka, İran
sahası Yomut ağzında kertop, kertişke, Göklen ve Nohur ağızlarında kertop [kertop]
olarak söylenmektedir. Ölçünlü Türkmen Türkçesinde kertoşka, Yomut ağzında kertişke
olarak telaffuz edilen kelime köken olarak Rusça kartoşka картошка’ya; Yomut,
Göklen ve Nohur ağızlarındaki kertop ise Rusça kartofel картофель’e dayanır Aynı
şekilde Rusçadan alınan (Rus. помидор) ölçünlü Türkmen Türkçesindeki pomidor
‘domates’ kelimesi küçük fonetik değişiklikler ile Yomut ağzında pomozor [pomoðor],
Göklen ağzında pomodor [pomoːdoːr] olarak telaffuz edilmektedir.
3. Sonuç
Konargöçer yaşam tarzını uzun yıllar devem ettirip geç dönemde yerleşik hayata
geçen ve geleneklerine bağlı kalarak boy sistemini sürdüren Türkmenlerin dili her bir
ağız konuşurunun beraber hareket ettiği boyun yayılım alanında kurduğu ilişkiler
etrafında çeşitlenmiştir. Bu ilişkilerin geliştiği temas noktalarını dil içi ve dil dışı olmak
üzere ikiye ayırabiliriz.
Dil içi ilişkiler Türkmen lehçesinin ağızları arasında gelişen ilişkilerin yanı sıra
Doğu ve Batı Oğuz lehçelerinin etkilerini kapsamaktadır. Dil dışı ilişkiler ise İran sahası
Türkmen ağızlarının tarihi süreçte veya bugün etkileşimde bulunduğu Moğolca, Farsça,
Arapça, Rusça’dan alıntılanan sözcükler ve bunların hangi ağızlar tarafından
524
kopyalandığının dağılımını ortaya koymaktadır. Bu sahadaki Türkmen Türkçesinde
Moğolcanın leksik düzeydeki izleri tarihi kalıntıları içermesine karşın Farsça ile devam
eden yoğun temas farklı bir seyir izlemektedir. Dolayısıyla Farsçanın Türkmen Türkçesi
üzerindeki etkisi iki yönde gelişmektedir: Tarihi açıdan Türkmen Türkçesinin genelini
etkilemekte, günümüz açısından bakıldığında ise devlet dili olarak sadece İran
Türkmenlerini etkilemektedir. Türkmen Türkçesinin Arapça ile ilişkisi iki dilin yakın
temas noktası bulunmaksızın Farsça üzerinden alınan kelimeler ve Arapçanın din dili
olması dolayısıyla yarattığı etki alanı etrafında gelişmektedir. İran Türkmen ağızlarının
Rusçadan etkileşimi de Türkmenistan’da yaşayan Türkmenlerden farklı bir seyir takip
etmektedir. Sonuç olarak olarak bu hususlar tüm yönleriyle değerlendirildiğinde dil içi
ve dil dışı söz konusu etkilerin dilin kendi iç dinamiklerine kalıcı izler bırakarak
ağızların ortaya çıkmasına, dilin değişim ve gelişimine sebebiyet verdiği söylenilebilir.
Kaynaklar
ABRAHAMİAN, E. (2008). Modern İran Tarihi, Çev. Dilek Şendil, İstanbul: Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları.
AGACANOV, S. G. (2004). Oğuzlar, Çev. E. N. Necef, A. Annaberdiyev, İstanbul:
Selenge Yayınları.
AKSAN, D. (1982). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim I-II-III. Ankara.
ANNABERDİYEV, A. (2006). İran Türkmenleri (1881-1979), Marmara Üniversitesi,
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı,
Basılmamış Doktora Tezi, 179 s.
Ebu'l Gazi Bahadır Han (1996). Şecere Terakime (Türkmenlerin Soykütüğü), Haz. Z.
KARGI ÖLMEZ, Simurg Yayınları.
GOLİ, E. (1987). Târih-i Siyâsî ve İçtimaî-i Türkmenha, Tahran: İlim.
HOGG M. A.,G. M. VAUGHAN (2007). Sosyal Psikoloji, Çev. A. GELMEZ, İ.
YILDIZ, Ütopya Yayınevi.
Lessing, F. D. (2003). Moğolca-Türkçe Sözlük, Çev. G. KARAAĞAÇ, C. I-II, Ankara:
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Lİ, Y. S. (1999). Türk Dillerinde Akrabalık Adları, İstanbul: Simurg Yayıncılık.
LOGAŞOVA, B. R. (1980) Turkmenha-yı İran, Farsçaya Çev. Sirus İzedi, Hüseyin
Tahvili, Tahran: Şebâhenk Yayınevi.
MELGUNOV, G. (1997). Keranaha-yı Cenubi-yi Derya-yı Hazar, Farsçaya Çev. Emir
Huşeng Emini, Tahran: Kitabsera Yayınevi.
MOEİN, F. (2005). Türkmenistan-İran İlişkileri ve 19. Yüzyılda Bölge Üzerinde Rusya-
B.Britanya Mücadelesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilinler Enstitüsü, Uluslararası
İlişkiler Bölümü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara.
NECEF, E. N., A. A. BERDİYEV (2003). Hazar Ötesi Türkmenleri, İstanbul: Kaknüs.
SÜMER, F. (1999). Oğuzlar (Türkmenler): Tarihleri - Boy Teşkilatı - Destanlar, İstanbul:
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.
ŞÇERBAK, A. (2011). “Türk Moğol Dil İlişkileri (Dillerin Birbirinden Etkilenme ve
Birbirlerine Karışma Sorunu Üzerine”, Çev. L. BABATÜRK, Sosyal Bilimler Dergisi,
S. 25, s. 9-32.
TOGAN, Z. V. (1941). Umumî Türk Tarihine Giriş (En Eski Devirlerden XVI. Asra
Kadar), C. I, İstanbul: İsmail Akgün Matbaası.

525
AHMET HAMDİ TANPINAR’IN AYDAKİ KADIN ADLI
ROMANININ GÖSTERGEBİLİMSEL ÇÖZÜMLEMESİ
1
Mine Nihan DOĞAN
Özet
Yüzyılın başlarından itibaren kendini gösteren yazınsal göstergebilim; yapısalcı
yazarların ve anlatıbilimcilerin, anlatı çözümlemesinde ve yazınsal okuma süreçlerinde
başvurulan bir yöntemdir. Saussure’e göre dil (Fr. langue) ile söz (Fr. parole) arasındaki
görünmez çizgiyi belirginleştiren “gösterge” kavramı, yapısal dilbilimle beraber
“gösteren” konumunun önemine vurgu yapar. Genette ise; göstergeden hareketle
“anlatı”ya ulaşıldığını savunarak anlatı,. Böylece dilbilimin, bilimsellik özellikleri
yönünden metni kapalı ve kendi içine dönük bir yapı olarak kabul eden göstergebilim
alanına katkı sağladığı ve anlatı çözümlemesinde birlikte kullanıldıkları görülür.
Cumhuriyet Devri’nin modernist yazarlarından olan Ahmet Hamdi Tanpınar,
romanlarında çağdaşlarından farklı olarak modern yaklaşımlarla incelenebilecek
anlatılar oluşturmuştur. Böylece dilbilimsel açıdan göstergebilimin ışığında
gösterenlerin uzlaşımsal niteliğine ve anlamın ayırt edici yönüne bakılarak incelenmeye
uygun görülür. Tanpınar’ın Aydaki Kadın adlı romanına söylem çözümlemesi
yöntemiyle daha önce yaklaşılmamış, göstergebilimin verilerinden daha önce hiç
yararlanılmamıştır. Leyla-Refik- Suat üçlüsü arasında geçen roman Aydaki Kadın; 24
saatlik anakronik zamanın analepsisler yoluyla oluşturulması, kişilerin göstergesel
özellikleriyle başkişiler-ikinci dereceden kişiler ve sadece adı geçen kişiler olarak
romanda öne çıkması, duraklama-sahne-Özet-eksilti-analiz başlıklarına uygun
bölümlerin saptanması, İstanbul, Kırklareli ve yalıda gerçekleşen davetlerde anlatıcının
işlevleri, anlatı perspektifi, odaklanma ve mesafe açılarından çağdaş inceleme yöntemi
olan söylem çözümlemesine uygun bulunmuştur.
Genette’in yazınsal göstergebilim yaklaşımı doğrultusunda Aydaki Kadın adlı
romanda anlatı; “sıklık” dışında; “kip”(fr. mode), “ses” (fr. voix), “düzen” (fr. ordre),

“süre” (fr. duration) olmak üzere üç başlık altında incelenecektir. Bu çalışmada


Tanpınar’ın Aydaki Kadın adlı romanında; Gerard Genette’in yaklaşımıyla
göstergebilimsel çözümleme yapılacaktır.

GİRİŞ
“Gösterge; kendi dışında bir şeyi temsil eden ve temsil ettiği şeyin yerini tutabilecek
nitelikte olan her çeşit biçim, nesne, olgu, sözcük ya da simgedir” (Rifat, 2013:97).
Göstergeler, dil-edebiyat alanlarının dışında da dış dünyada sık sık karşılaşılan bir takım
işaretlerdir. “Simge (nedenle gösterge, işaret, ing. sign) sözlü dilden yazılı dile geçilmesiyle
birlikte daha belirgin biçimde kullanılmaya başlanan simgeler bazen tam bir nedenlilik
gösterirken bazen de yarı nedenlilik gösterirler. Söz gelimi ayyıldız İslam dinin, altı köşeli
yıldız Museviliğin, haç işareti ise Hrıstiyanlık dininin göstergesidir. Bu simgelerin söz
konusu dinlerde anlamlı bir yeri olması nedeniyle bunlar, nedenli simgelerdir” (Bayraktar,
2014,s.9). Aynı şekilde “Trafik işaretleri, sağır-dilsiz alfabesi, bir telefon rehberinin düzeni,
denizcilerin flamaları, el-kol-baş hareketleri, demiryolu görevlilerinin işaretleşmeleri, bir
giysinin temizlenmesi ya da bakımıyla ilgili işaretler gibi gündelik yaşamın içinde
karşılaştığımız anlamlı dizgeleri belli bir uzlaşma sonucu, ilk anda çözüme uğrayan,
anlamları baktığımız an kapalı görünen ama kapalı göründüğü anda da açılmaya başlayan,
toplumsal bildirişimde şu ya da bu biçimde kolaylık sağlayan yalın dizgelerdir” (Rifat,
2013: 12-13). “Gösterge, genel olarak bir başka şeyin yerini

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Doktora
1
Öğrencisi, minendogan@gmail.com
526
alabilecek nitelikte olduğundan kendi dışında bir şey gösteren her tür nesne, varlık ya da
olgu; özel olarak dilsel bir gösteren ile bir gösterilenin birleşmesinden doğan birimdir”
(Vardar, 1998, s.111).
Göstergebilim (fr. sémiotique, sémiologie; ing. semiotics, semiology; it.
semiotica, semiologia)2; insanlığın ortaya çıkışından bu yana geçen sürede “gösterge (fr.
signe; ing.sign; it. segno)2”nin, gösteren (fr. signifiant; ing. signifier; it. significante)3-
gösterilen (fr. signifié; ing. signified; it. significato)4 ilişkisi içinde edebi eserlerin
incelenmesinde kullanılan dilbilim kökenli bir çözümleme yöntemidir. B. Vardar’a göre
göstegebilim, toplum yaşamı içinde ele alınan gösterge dizgelerini inceleyen,
anlamlamayı ele alan bilim dalının adıdır (1998,s.111). Göstergebilim, Saussure’ün
dilbilim kavramlarının yapısalcılık ile geliştirilmesinden sonraki adım olarak metnin
dizgeleştirilip görselleştirilmesini, göstergelerinin gösterilmesini sağlayan çözümleme
yöntemidir.
Saussure’ün dil hakkında tartışmaların yer aldığı Genel Dilbilim Dersleri adlı yapıtı,
ölümünden sonra öğrencilerinin onun verdiği konferansları derlemesiyle yapısalcılık ve
göstergebilim tarihine katkı sağlar. Gösterge kavramını anlam ile karşı karşıya
getirir6.“Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri’nde sözünü ettiği, bugün Anglo-Saxon bilim
çevreleri de göstergebilim adını alan semiyolojinin ilkeleri de doğal olarak bilimin
ilkeleridir. Göstergebilim, nesnenin birbirine benzeyen/ benzemeyen özelliklerini ortaya
koyarak, nesnesinin önceden oluşturulmuş yapısını betimledikten sonra, onu değişik bakış
açılarıyla inceler; bakış açıları arasında bağıntılar kurar ve bunları belli bir dizge içinde
sunar” (Eziler Kıran, 2004,s. 51). Böylece Avrupa göstergebiliminin, kendisine temel
oluşturan yapısalcılık üzerine kurulduğu söylenebilir.
Yapısalcılık kökenli göstergebilim, anlatıya bağlı kalarak çözümlemeyi
gerektirir. Anlatı, sözce öznesi7nin varlığını hissettirmeksizin oluşturulur. Söylem ise,
içinde sözce öznesine ya da sözceleme öznesi8ne dair ayrıntılar içeren bir ifadedir. J.
Dubois Dilbilim Sözlüğü’nde söylemin, tümceye ya da tümceden daha büyük bir birime
eşit olduğunu söylemektedir. Günay ise, Dubois’nın söylem kavramını, sözce anlamında
kullandığından ve başı-sonu olan dilsel birimlerden oluştuğundan bahseder (2013,s.
292). Anlatının bir söylemi olduğu kadar kimi zaman metni de olur. Metin içinde
anlatının incelenmesi anlatı söylemi çözümlemesiyle gerçekleşir. Anlatı söylemi
kahraman/zaman/uzam ve eylemlerle gerçekleşen bir kurgunun ürünüdür. “Anlatılama”
ise G. Genette’e göre eylemin gerçekleştiği gerçek ya da kurmaca tüm durumları kapsar.
Dilbilim temelinde yapısalcılığı geliştiren teorisyenlerden hareketle sözceleme
kuramı; farklı coğrafyalara, kullanım alanlarına vs. göre çeşitlilik göstermiştir.
Yapısalcılık tarihinde bu çeşitlilik Amerikan Okulu, Avrupa Göstergebilimi ve Rus
Biçimciliği olmak üzere üç grupta incelenmiş; “Göstergebilim” adı altında
incelenmesine giden süreç bu üç grupla açıklanmıştır.
Avrupa Göstergebilimi, dili eşsüremli bir şekilde inceleyen F. de Saussure ile
başlayarak, onun dilbilime getirdiği temel kavramları göstergebilime aktaran E. Buyssens
ve Kopenhag Dilbilim Çevresi’nin kurucuları arasında olan Danimarkalı L. Hjelmslev’le
devam eder. “Hem Aristo, Saint Augustin, Thomas d’Aquin ve Stoacılar’ın önemli mirasına
sahip çıkmakta, hem de özellikle Saussure’ün ve onu izleyen R. Jakobson, Hjelmslev ile
Benveniste’in düşüncelerinden beslenmektedir. Avrupa göstergebilimi; İletişim
Göstergebilimi (Buyssens, Prieto, Mounin ve J. Martinet), Anlamlandırma (ya da yananlam)
Göstergebilimi (Barthes ve Baudrillard), İşlevselci Göstergebilim Okulu (Molino, Nattiez)
ve A. J. Greimas çevresindeki Paris Göstergebilim Okulu olmak üzere dört ayrı okul
sayesinde oluşmuştur” (Kıran, 2004, s.51).

Rifat, 2013, s. 99. 2


527
Paris Dilbilim Okulunda yapısalcılıkla başlayan kuramı, yazınsal göstergebilim
alanında anlatıbilime yaklaştıran Gérard Genette’tir. “Gerard Genette, anlatıbilim tarihi
içerisinde klasik, yani yapısalcı dönemde değerlendirilir” (Topçu, 2015: 160).
Yapısalcılıkla başladığı çalışmalarına göstergebilimle devam eden Genette için
yapısalcılıkla anlatıbilim arasındaki dönemde kaldığı söylenebilir.
Genette, öykü/hikaye (fr. histoire) başlığı altında konu ve içerikten bahseder. Bir
anlatının konusunu ve içeriğini belirlemek, göstergebilimcinin sorgulama alanına girer.
Anlatı ise dilsel bir yapıyı kapsadığı için dilbilimcinin ilgi alanındadır. Son olarak
öyküleme (fr. narration), içeriğin nasıl aktarıldığı üzerinde duran bir kavram olarak
konunun işlenişini zaman ve mekan bakış açısına göre inceler. “Genette’in ele almak
istediği diğer konular ise; anlatılan öykünün zamanı ile anlatının zamanı arasında yer
alan bağlantılar, olayların anlatısı ile sözlerin anlatısı (diyaloglar, monologlar)
arasındaki ilişkiler, anlatıdaki bakış açılarının değişikliği (odaklanma), anlatı sesi, anlatı
düzeyleri (dış öyküsel düzey, içöyküsel düzey, üstöyküsel düzey), birinci kişinin
ağzından anlatılar(benöyküsel anlatı: anlatıcı anlatısının kahramanıdır, özöyküsel anlatı:
anlatıcı anlatısının gözlemcisidir) ile üçüncü kişili anlatılar (yadöyküsel ya da elöyküsel
anlatı) arasındaki ayrım, analepsis geriye dönerek anlatma (fr. analepsis), önceden
anlatma (fr. prolepsis) ve son olarak da ritm etkisi, duraklama, hızlandırma, yavaşlatma
kavramlarını karşılayan anizokroni’dir”
Bu çalışmada, göstergebilimin 20. yüzyıldaki adlandırılmasıyla anlatıbilim
alanına dahil olan Gerard Genette’in yaklaşımı benimsenerek Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın Aydaki Kadın adlı romanı göstergebilimsel çözümleme ile incelenecektir.

I.BÖLÜM: Romanın Kuramsal Çözümlemesi

1.1. KİP
Genette “kip (fr. mode)” başlığı altında incelediği anlatıcını kimliği ve
anlatıcının işlevleri konularını; anlatı düzeyleri, anlattığı öykü ile ilişkisi ve öykünün
anlatı düzeyiyle ilişkisine göre sınıflandırır. Bunun yanı sıra anlatıya hakim olan bakış
açısı ve anlatıcını anlatıdaki konumuna da yer verir.
Tanpınar’ın Aydaki Kadın adlı romanında anlatıcı, anlatı düzeyleri açısından
değerledirilirse gözlem yoluyla olayları aktaran dışöyküsel anlatıcı (fr.
extradiégétique)dır. Anlattığı öyküyle ilişkisine göre bir inceleme yapıldığında,
romanda başkişi ya da ikinci kişiden biri olmayan elöyküsel anlatıcı (fr.
hétérodiégétique) sınıflamasındadır. Son olarak anlatıcının öykü ve anlatı düzeyiyle
ilişkisi kapsamında değerlendirilmesi ise; dışöyküsel- elöyküsel anlatıcı (fr.
extradiégétique-hétérodiégétique)nın varlığına işaret etmektedir. Bu durum da ilk anlatı
düzeyinde anlatıcının romanda yer almaması anlamına gelmektedir.
Sıfır odaklayım bakış açısından hareketle yazar-anlatıcı konumuyla oluşturulan
romanda anlatıcı, kişilerin bildiklerinden çok bilgiye sahiptir, tahmin edebileceklerinden
ise daha çok öngörü sahibidir. Olacakları erken anlatım yoluyla okuyuculara önceden
sezdirir. Bu anlamda kehanetleri doğru çıkan anlatıcı, 3. tekil şahıs ağzından konuşarak
hiçbir roman kişisiyle özdeşleşmemektedir.
1.2. SES
Genette’e göre “ses (fr. voix)” başlığı altında roman kişileri incelenmektedir.
Aydaki Kadın’ın kişiler dünyası, özne konumundaki Selim’in etrafında gezdirilen birer
aynadır. Romandaki diğer “başkişiler”, “ikinci dereceden kişiler” ve “sadece adı geçen
kişiler” adeta Selim’den bir pay almıştır. Mehmet Selim, Tanpınar’ın Huzur romanında
528
yarattığı Macide kişisi gibi; insanları seslerinden çözümleyebilme yeteneğine sahip
olma özelliği ile tanıtılır. CHP milletvekilliğinden ayrıldıktan sonra eline geçen paraları
borçlarına yatırmasa mecmua çıkarmayı düşünen, bir yandan da resimler yapan bir tıp
doktorudur. “Konuşmaktan fazla hoşlanmayan Selim’in soyadı, ‘Baka’dır. Bu noktada,
Selim’in hareket adamı olmadığını, hayata daha çok seyirci kaldığını belirtmek gerekir”
(Özcan 2010: 227). Göstergebilimsel çözümlemede, zıt anlamlı ifadeler üzerinden
kurulan anlatı bu romanda roman kişilerinin sıfatlarının zıtlığı üzerinden hareket
etmektedir. Sözceleme öznesi, silik ve dikkati çekmeyen Selim’in karşısına ona zıtlık
yaratacak olumlu sıfatlarla tasvir edilen Leyla’yı çıkarır.
Özne konumundaki Selim’in sözcedeki nesnesi Leyla ile konumu, doğal
göstergelerden dünya ve ay’a teşbih edilir. Selim ışığını Leyla’ya borçlu olsa da
Leyla’nın arkasında onu aydınlatan başka bir güneş vardır. Selim’e göre asıl güneş,
Leyla’ya parıltı veren kız kardeşi Nevzat’tır. “Aydaki Kadın romanında ‘Ay, özlenen
yeni bir dünyanın simgesidir” (Ulusoy Tunçel 2017:76). “Eserin içinde fiziki olarak
dünyanın uydusu olan aya, dünyaya en yakın gök cismi olmasına karşılık henüz
ulaşılamamıştır. Bu nedenle ay, dünyaya ulaşılamayacak derecede uzaktır. Bu noktada
Tanpınar, eserine böyle bir başlık koymakla eserin içinde anlatılan ve anlaşılan o ki
Selim’in çok yakınında olmasına rağmen bir türlü ulaşamadığı kadın kahramanı
Leyla’yı kastetmektedir. Romanın başkahramanı Selim, Leyla’dan bahsederken şöyle
demektedir: ‘Ayda veya biz çok uzak, bizden çok ayrı bir diyarda yaşar gibiydi’.”
(Odacı 2007: 76). Selim’in Leyla ile arasındaki mesafeye de vurgu yapan “ay” doğal
göstergesi, ışıltısıyla Leyla’nın güzelliğini tamamlamaktadır çünkü “Selim, ay ile
kadını; cinsellik ve aşk yönleriyle örtüştürmüştür” (Odacı 2007: 77). Leyla, Selim için
lise arkadaşlarıyla asla paylaşamadığı sevgilisidir.
Romanda Selim Baka öznesi etrafında şekillenen diğer öğeler, nesnesi Leyla ile
ilişkisi etrafında dizilmektedir. İlişkiler ağı, Klasik Edebiyatımızın aşık-maşuk- rakip
şemasına uygun olarak hazırlanan romanda rakip sayısı; Leyla’nın ilk eşi Asım, ikinci
eşi Refik ve hayranı Nuri olarak Divan geleneğindekinden sayıca fazladır. Selim, aynı
zamanda eski arkadaşları olan rakipleri arasından nesnesi konumunda yer alan Leyla’ya
fiziksel olarak uzak, duygusal olarak yakın bir ilgi beslemektedir.

Tablo 1: Romanda Aşk İlişkileri

Leyla

Selim Sevgilisi

Asım İlk eşi

Refik İkinci eşi

Nuri Hayranı

1.3. DÜZEN

Genette’in ifadesiyle “düzen (fr. ordre)” kavramı, göstergebilimsel bir


çözümlemede “olayların anlatıda nasıl sıralandığıyla ilgili olarak kronolojik ya da
anakronik” olarak ilerlemektedir (Doğan 2018: 15). Aydaki Kadın, modern roman olmasının
en belirgin izlerini taşıyan zaman kırılmaları üzerinden kurgulanmıştır. “Belki
529
bir insan hayatı, zamanın fırınında ateşe attığımız bir kağıt kadar çabuk yanıyor” diyen
Tanpınar’a göre (1982: 149) zaman, modern romanda hızlıca akıp giden bir suyla
özdeştir.
1956 Temmuz’unun sonunda 24 saatlik zaman diliminde geçen romanın anlatı
zamanı, geri sapımlar vasıtasıyla oluşur. Dışsal analepsis yoluyla yapılan geri sapımlar
Selim’in müzik sesleriyle uyandığı bir sabahtan akşam Leyla’ların yalısına kokteyle
gidinceye kadar aklına gelen hatıralarıyla gerçekleşir.
Şekil 1: Anlatı Zamanı- Anlatma Zamanı Gösterimi

Ana izleği anlatma zamanında gerçekleşen on farklı olaydan oluşan roman,


anlatı zamanında yer alan dört analepsis ile hatıralar vasıtasıyla geri dönerek ana izleğin
zamanını genişletir. Selim’in yaşadığı evde uyanması ile başlayan roman, köşkte
yaşadıklarını hatırlamasıyla aniden geçmiş zamana döner. Böylece anlatı zamanı ile
anlatma zamanı arasındaki geçişler atlamalarda analepsisler aracılığıyla sağlanır. Zaman
ulamı çerçevesinde dilsel göstergelerin kullanımı, geçmiş zaman kiplerinin dönüşümü
ile kendini göstermektedir.
Romanda zaman ulamı anlatma zamanı açısından değerlendirildiğinde romanda
kişiler dünyasının, gece-gündüz zıtlığı üzerinden kurulan zamansal paradigmalar
çerçevesinde oluşturulduğu görülür.
Gün içinde vakit belirten işaretleyicilerden “sabah” vakti, diğer vakit bildiren
kelimelerin aksine kendisinden sonra gelen kelimenin zamanını belirterek, bir sıfatla
nitelenmeksizin ele alınır: sabah erkenden, sabah meltemi, sabah güneşi, sabah kahvesi,
sabah ezanı, sabah namazı, sabah gazetesi, sabah rüzgarları, sabah kıyafeti. Kendisinden
sonra gelen isimlerin zamanını belirten “sabah” vaktini bildiren kelimeler diğer vakit
bildiren kelimelerin %18’ini oluşturur.“Öğle/Öğlen” vaktini belirten kelimeler ise, %1’lik
dilimi oluşturarak, anlatıda olayların en az gerçekleştiği ve oluştuğu zemindir. Bu nedenle
sözceleme öznesi tarafından güneşin yer yüzünü en iyi aydınlattığı zaman dilimi olan “öğle”
vakti, olayların melankolik yapısıyla doğru orantılı olarak gece-gündüz karşıtlığını en iyi
gösteren göstergedir. “Akşam” vakti; zaman zarfı olarak sıfatlarla nitelenmeksizin diğer
vakitlerin %26’sını oluşturacak şekilde romanda kullanılan ve

530
Leyla’nın yalısında vereceği kokteylin gerçekleşeceği zaman olması bakımından
önemlidir. Son olarak “gece” vakti ise; “o, bu” işaret sıfatları ile “bütün, bir” belgisiz
sıfatları ile nitelenerek diğer vakit bildiren sözcüklerin %55’ini oluşturur.
Hatıraların akla gelmesiyle analepsis işaretleyicilerle geri dönüşler yapan anlatı
zamanı, günün zaman dilimlerinden “gece” vaktinde gelişir. Selim’in lise yıllarından bu
yana hatırladıkları ve gençliğinde çok önemli bir yer kaplayan, hoşlandığı kız Atıfe’nin
annesi olan Zümrüt Hanım’la yaşadığı yasak aşk; gece vakti gizli buluşmalarla
gerçekleşmiştir. Selim’e mutluluk veren lezzetlerin gece vakti yaşanıyor olması, 24
saatlik zaman dilimine dönüldüğünde Zümrüt Hanım’ın ölüm haberini gazeteden bir
sabah vakti okuması ile çatışır. Bu nedenle ilk bölümde sabah, Selim’e acı hissini
hatırlatırken; akşam ve gece ona gençliğinin ateşini ve heyecanını anlatmaktadır çünkü
gece, Selim’in “çocukluğunun cennetinden kovulduğu” (Tanpınar 2017:60) vakittir.
Tablo 2: Anlatma Zamanı Pasta Grafiği
Gece Akşam Öğlen Sabah

1%
18%

26% 55%

Romanda uzam ulamı, kişilerin ruhsal durumlarına doğrudan ya da dolaylı etki


etmesi yönüyle dikkati çeker.
İstanbul’un semtleri, Aydaki Kadın’da /herkese açık uzam/ olarak roman kişilerinin
gezdirildiği yerlerdir. Üsküdar, “iskelesi ve küçük dükkanlarla daracık yolları olan”
(Tanpınar 2017: 46) “puslu bir mavilikten başka bir şeyin görülmediği yerdir” (Tanpınar
2017: 19). Şişli, Cihangir, Aksaray, Beyoğlu /herkese açık uzam/ örnekleri; Süleyman,
Hatice, Gündüz ve Selim’in köşkün satışı için gelecekleri semtlerdir. Erenköy ise, Nevzat
ve annesinin köşkün satışı için geleceği yer olarak yer alır. Kasımpaşa, Beyoğlu, Tarlabaşı
semtleri, filmlerde figüranlık yapan bir kızın Selim’le aynı taksiye binmesiyle tanıtılan
uzamlardır. Roman kişileri Selim ve figüran kız, /kapalı uzam/ olan taksi ile /açık uzam/
örnekleri sayılan bu semtlerde gezdirilir. Böylece kapalı uzamdan açık uzama bir köprü
kuran Tanpınar, başkişi Selim’in bakış açısından uzamın psikolojiye etkisini gözler önüne
serer. Yol üzerinde bulunan Piyalepaşa ve Parmakkapı, Tarlabaşı ile arasındaki girift
sokaklarla hatıralarda kalan bir yer olarak romanda yerini alan diğer semtlerdir. Ayrıca
Büyükada, Kavaklar da bu gruba dahil edilmektedir. İstanbul’un /herkese açık uzam/ örneği
sayılan pek çok semti gibi /kapalı uzam/ olarak ise Selim’in uzun yıllardır hizmetçisiyle
yaşadığı evi, satmayı düşündükleri köşkleri ve Leyla ile Refik çiftinin evi konumundaki
Esma Sultan Yalısı ve Selim’le liseden tanışan Asım’ın Heybeliada’daki evi
gösterilmektedir. /Kapsayan uzam/dan /kapsanan uzam/a, /açık uzam/dan ise /kapalı uzam/a
doğru bir geçiş söz konusudur.
Romandaki /yabancı uzam/ olan Paris, Suat Bey’in babası ölene kadar yaşadığı
yerdir. Daha sonra yurduna dönen roman kişisi oradaki yaşantısını İstanbul’da
sürdürmeye çalışır. Bu nedenle /yabancı uzam/, alafranga yaşantının göstergesi olarak
romana yerleştirilmiştir. Bunun yanı sıra Leyla’nın davetinde karşılaştığı Adrienne
isimli kocası tarafından tokatlanan ama kocasını bir türlü terk etmeyen kadın, Selim’in
Paris’ten tanıdığı olmaktadır.

531
1.4. SÜRE
Genette, “süre (fr. duree)” ifadesi ile anlatının hızını ifade etmektedir.
Göstegebilimsel çözümlemede anlatı; duraklama (fr.pause), sahne (fr. scené), özet
(fr.résumé), eksilti (fr. ellipsis) ve analiz (fr. analyse) olmak üzere dört farklı anlatı hızıyla
ifade edilir (Dervişcemaloğlu 2016: 164-165). Aydaki Kadın romanında özet dışındaki
bütün anlatının hızını belirten ifadelerin kullanıldığı görülür. Sözce öznesinin uzam ve
zaman ulamlarını duraklama yoluyla tasvir etmesi, kişiler arasındaki konuşmaları sahne
şeklinde ele alarak okuyucunun aklında soru işareti bırakmayacak biçimde işlemesi ve
eksiltilere başvurarak anlatıyı hızlandırmış olması dikkati çeker. Romanda; Selim, Zümrüt
Hanım, Hayrullah Efendi, Leyla, Atıf Bey, Atıfe, Süleyman, Süleyman’ın horozu Efendi,
Süleyman’ın arkadaşları, Marie, Nevzat, Gündüz, Naşit Bey, Sevim, Nurullah Bey, Suat,
Heleni, Ramiz, Hulki Bey, Nuri, Ramiz, Adrienne, Nuri, Rıza Bey, Şifa, Gönül, Sadiye,
Hayri Dura, Asım gibi roman kişilerinin analizleri yer tutmaktadır.
Anlatıyı oluşturan yazınsal metnin yapısal özellikleri incelendiğinde, “İç İçe” ve
Karşı Karşıya” adlı bölümlerde kişilerin karşılıklı konuştukları sahne örneklerinin çokluğu
dikkati çeker. Sahneler, tıpkı Proust’un metin yapısına benzetilerek duraklama örnekleriyle
bölünmüştür. Bu nedenle “duraklatılmış sahne” olarak adlandırılabilecek bu yapının,
Tanpınar’ın romanlarında sıkça kullanılan bir özellik olarak üslubuna işlediği söylenebilir.
Duraklama örneklerinin daha çok mekan ve durum tasvirleri üzerinden genişletildiği
görülür. Bunun nedeni, Tanpınar’ın tasvir dünyasının genişliğidir. Dilsel göstergeler
arasından noktalama işaretlerinin kullanım sıklığına bakılacak olursa, eksiltili anlatımı
kullandığı görülen sözceleme öznesinin en çok üç nokta (…)’yı seçtiği fark edilir. <<Ertesi
gün, üç saat sonra >> vs. gibi anlatım biçimleri, romanda zaman içindeki sıçramayı gösteren
dilsel göstergelerden birkaçıdır. Anlatının okuyucunun zihninde kopukluk yaratması için
başvurulan yöntemle anlatılan bölümlerin nasıl sonuçlandığı
hakkında başka bilgiye ise yer verilmemiştir.

Tablo 3: Romanda Süre


Duraklama Sahne Özet Eksilti Analiz
I.Bölüm: (s.13, 14, 31, 36, (s.14, 23, 24, 32-35, 38, - (s.30, 38, (s.15,
“İç İçe” 46, 58, 66, 73, 39, 40-43, 45-48, 50, 51, 44, 52, 54, 16, 20,
92, 94, 98, 105, 66- 115) 115) 21,22,
112) 25, 44,
55, 56,
58, 62,
81, 94,
95, 100,
II.Bölüm: (s. 119, 125, (s. 121-124, 128- 132, - (s. 134, 138, (s. 129,
“Karşı 141, 152, 153, 135, 136, 138, 139, 141- 149, 156, 165,
Karşıya” 158, 159, 161, 148, 150-151, 153, 155, 172, 178, 168,
164, 186, 198, 159, 163, 165, 166, 167, 202, 207, 177,
199, 230, 253, 170- 176, 179-181, 183- 211, 214, 199,
257, 262) 185, 188, 189, 192-197, 222, 227, 260)
200- 229, 231-238, 242, 241, 242,
247-253, 257-259, 261, 246, 256)
264)

SONUÇ

532
/Dünya/-/ay/-/güneş/ ekseninde kurgulanan Aydaki Kadın; sözceleme öznesi
konumunda yer alan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, dışöyküsel anlatıcı (fr. extradiégétique)
vasıtasıyla sıfır odaklayım bakış açısı etrafında geliştirdiği romanıdır. Anlatılan
konuşma (fr. le discourse narrativisé) biçiminde oluşturulan romanın sözce öznesi olan
anlatıcı, anlatma işlevini üstlenerek kişilerin bilmediklerini bilen ve görmediklerini
onlardan önce gören yazar-anlatıcıdır. Dünya, ay ve güneş üçlüsünden oluşan evrenin
küçük bir bölümü, romanın göstergesel yapısını ortaya çıkarırken bu göstergelerin
Selim, Leyla ve Nevzat kişileriyle örtüşmesi, kişileri göndergeleştirir. Romana başlığını
veren /ay/, anlatısal yapıda özdeşleştiği Leyla kişisini /hayranlık duyma/ izleği
çerçevesinde tanımlar. Işığını, güneş ışınlarını yansıtmasına borçlu olan /ay/, Leyla’nın
Selim’in zihninde kız kardeşi Nevzat’a benzediği için değerli olduğunu gösterir.
Böylece sözce öznesine göre romanda örtük gönderme yapılan /güneş/, Nevzat’tır.
Romanın başkişileri, ay ve dünyanın arasına hiçbir şeyin giremeyeceği gerçekliğine
uygun olarak seçilen aşıklar Selim ve Leyla’dan başkası değildir.
Romanın kişiler dünyası; Selim’in 24 saatlik zaman dilimi içinde evinden çıkıp
Leyla’nın yalısındaki kokteyle gidene kadar, anlatı zamanındaki dışsal analepsisler (geri-
sapım) yoluyla hatırladıkları ve anlatma zamanında yolda karşılaştıkları üzerinden
şekillenir. Böylece modern roman örneği olan Aydaki Kadın’ın kronolojik ilerlemeyen
zaman yapısının anakronik olduğu tespit edilir. Dilsel göstergeler açısından anakronik
zamanda ortaya çıkan analepsis işaretleyiciler; sözce öznesinin duyulan geçmiş zamanda
anlattığı asıl anlatıyı, öğrenilen geçmiş zamanın hikayesine taşır. Anlatının hızı açısından
değerlendirilecek olan romanda dikkati çeken ise, analiz (fr. analysis) örneklerinin
başkişiler, ikinci dereceden kişiler ve sadece adı geçen kişilerin her biri için, anlatıdaki yeri
önemsenip önemsenmeksizin yapılmış olmasıdır. Bunun dışında duraklama (fr. pause) ve
sahne (fr. scené) örneklerinin iç içe birbirini bölecek şekilde kullanılması ise Türk
Edebiyatı’na “duraklatılmış sahne” örneğini kazandıran Tanpınar’ın Proust metinlerinden
benimsediği düşünülen bir özelliktir. Romanın dizimsel yapısı paragraflar bağlamında
incelendiğinde, eksilti (fr. ellipsis) yardımıyla zamansal sıçramaların yapıldığı modernist
romanın öncü örneklerinden olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Anlatıcı, bakış açısı, anlatıcının işlevleri, kişiler ve zaman ulamlarının dışında
dikkati çeken bir diğer unsur ise uzamdır. Sözceleme öznesinin güzellik algısı, uzam
ulamı üzerinden örneklenir. Tanpınar kendi güzellik anlayışını, İstanbul’un sevdiği ve
sevmediği semtleri üzerinden yarattığı gibi; roman kişisi Selim’in de kadınları aynı
bakış açısıyla değerlendirmesini sağlar. Bu noktada Gerard Genette’in göstergebilimsel
çözümlemesine göre anlatıcı ve öykü mesafesinde, serbest dolaylı söylem (fr.style
indirect libre) çerçevesinde anlatıcı ve kişinin fikirlerinin örtüştüğü görülür. Tıpkı
Tanpınar’ın kadın güzelliğinin ölçütlerini belirlemesine benzer şekilde Selim’e göre de
Leyla, Boğaziçi ve eski İstanbul’u hatırlattığı için eşsizdir. Öte yandan Marie,
Beyoğlu’nun küçük dar sokaklarında iki fakir evin arasında ezilmiş bahçelerden biri
gibidir. Selim’e göre Marie Beyoğlu’dur. Leyla ile Marie’nin karşı karşıya getirilmesi,
özne-nesne diyalektiği açısından kurgunun tezatlarla örülü eksenini belirlemeye
yardımcı olur.
Aydaki Kadın, dörtte üçü bitmiş, devamı Tanpınar’ın bıraktığı dağınık
müsveddelerden Güler Güven tarafından inşa edilmiş olsa dahi Tanpınar’ın
günlükleriyle birlikte okunduğunda zihinlerde tamamen tamamlanarak özne-nesne
dönüşümü açısından göstergebilimsel çözümleme yapmaya uygun bir romandır.
Dilbilimsel açıdan değerlendirildiğinde yazarın kullandığı kelimelerin sıklığı,
cümlelerini kurduğu noktalama işaretlerinin hangileri olduğu gibi ayrıntılar, dil-üslup
belirleyici birer belirteç görevi görmektedir.

533
KAYNAKÇA

Bayraktar, Nesrin (2014). Dilbilimi. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.


Dervişcemaloğlu, Bahar (2016). Anlatıbilime Giriş. İstanbul: Dergah Yayınları.
Doğan, Mine Nihan (2018). Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur Adlı Romanının
Göstergebilimsel Çözümlemesi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü TDE Anabilimdalı, YTE Bilim Dalı (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
Genette, G. (2011). Anlatının Söylemi (Çev. Ferit Burak Aydar). İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi.
Kıran, Zeynel; Eziler Kıran, Ayşe (2007). Yazınsal Okuma Süreçleri. Ankara: Seçkin
Yayıncılık.
Odacı, Serdar (2007). “Tanpınar’ın ‘Aydaki Kadın’ Adlı Romanını Yapısalcı Yöntemle
Çözümleme Denemesi”. Türkbilig. 2007/13,s. 72-84.
Özcan, Nezahat (2010). “Tanpınar’ın Günlüklerinden Bakıldığında Aydaki Kadın”.
Türkbilig. 2010/20,s. 226-247.
Rifat, Mehmet (2013). Açıklamalı Göstergebilim Sözlüğü. İstanbul: Türkiye İş Bankası
Yayınları.
Ulusoy Tunçel, Ayşe (2017). “Eşikte Duran Bir Roman: ‘Aydaki Adam Tanpınar’.
Folklor/Edebiyat, C.23,S.90, s.75- 95.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1982). Huzur. İstanbul: Dergah Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (2017). Aydaki Kadın.İstanbul: Dergah Yayınları.
Topçu, Hayrünnisa (2015). Anlatıcı Sorunsalı Işığında Türk Romanına Dair Bir
Değerlendirme.Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, TDE
Anabilim Dalı, YTE Bilim Dalı (Basılmamış doktora tezi). , Berke (1998). Açıklamalı
Dilbilm ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü. İstanbul: ABC Yayınları.

ÇAĞDAŞ TÜRKİYE TÜRKÇESİ DİZİM BETİMİNDE CÜMLE -


ÖNERME, YETKİNLİK - YARGI KAVRAMLARI ÜZERİNE
*
Recai ÜNAL (M.A.)
1.Giriş
1.A. Durum Belirleme
Sorun Nedir?
Çağdaş Türkiye Türkçesi (ÇTT) dizim betimi (sentaks, söz dizimi)
çalışmalarında cümle kavramı yerine önerme kavramı ve terimi epey yaygınca
kullanılmaktadır. Adına yetkinlik denebilecek çok önemli bir kavram karşılığında
ise yargı kavramı ve terimi oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır.
Soruna Daha Yakından Bakış
Bu önerme, yargı kavram ve terimleri dil betimi (gramer, dil bilgisi) çalışmalarına
özellikle mantık alanından birer alıntıdır. Doğallıkla bilim alanları arasında kavram-terim
alıntıları yerinde, anlamlı, anlatımlı olmak koşuluyla yapılabilir. Ancak anılan kavramların-
terimlerin dil betimindeki, özellikle onun daha özgül bir alanı olan dizim betimindeki
kullanımları yerinde, anlamlı, anlatımlı olmamaktadır. Neden böyledir? Çünkü mantık
alanı; kendi inceleme-araştırmalarında kullandığı önerme kavramı kapsamında yalnızca
özne ve yüklem ögelerini görür, değerlendirir. Dizim betimi alanı

Özel DİLMER Dil Okulu, Kurum Müdürü, Türkçe Öğretmeni, unalrecai@yahoo.com


534
ise inceleme-araştırmalarında cümle kavramı kapsamında özne ile yüklemden başka
nesne, belirteçlik, bağlayıcı-katkı verici gibi ögeleri de görür, değerlendirir.
Buna göre mantık ile dizim betimi alanlarındaki önerme ve cümle terimlerinin
kavramları, içerikleri aynı değildir. Bu; ÇTT dizim betimindeki kavram-terim
kullanımının yerinde, anlamlı, anlatımlı olmaması durumuna birinci örnektir.
Mantık alanında yerli yerine oturmuş bulunan yargı kavramının yanında ÇTT
dizim betimin-deki yargı kavramının kullanımındaki yersizlik, yetersizlik cümle
dediğimiz dil biriminin an-lamca içeriği düşünüldüğünde açıkça ortaya çıkmaktadır.
Bu, cümle adını verdiğimiz dil biriminin içeriğinde asal olarak her durumda bir
yargı anlamının bulunmak zorunda olmayışı, bundan başka; bunun yerine geçebilen duygu,
istek, düşünce, sav, seslenme-çağrı, amaç, tasarlama, soru, niyet, düşlem,...v.b. anlamlarını
dile getirebilme özelliğinin de bulunabilirliği ÇTT dizim betimi çalışmalarındaki yargı
kavramının yersizliğini, yetersizliğini apaçık görünür kılmaktadır.
ÇTT dizim betimi çalışmalarındaki bu yargı kavramının kullanımı da pek yerine
oturmamakta, cümlenin asal özelliği olarak anlatılmak istenen niteliği
karşılayamamaktadır.
Bu da ÇTT dizim betimi çalışmalarındaki kavram-terim kullanımının yerinde,
anlamlı, anla-tımlı olmaması durumuna ikinci örnektir.
Sorun’un Nedeni
Bu tür kavram-terim karışıklığı ile uyumsuzluğunun (cümle yerine önerme,
yetkinlik karşılığında yargı terimlerinin kullanımının) nedeni görüşümüzce; ÇTT dizim
betimi çalışmalarında yapılan kavram-terim değerlendirmelerinde çok yaygın olan
indirgemecilik ve dönüştürmecilik eğilimleridir.
Bir Çözüm Önerisi
İlkin ÇTT dizim betimi çalışmalarındaki bu tür indirgemecilik ve
dönüştürmecilik eğilimleri gerçekten bütünüyle bırakılmalıdır. Bu indirgemecilik ve
dönüştürmecilik eğilimleri kapsa-mında kimi çeşitli özdeşleştirme / eşitleme
değerlendirmeleri, uygulamaları düşünülmelidir.
Cümle dediğimiz dil biriminin söz konusu asal özelliğini karşılayabilecek
kavram-terim bizim önerimizce yetkinlik olmalıdır. Yetkinlik kavram-teriminin ÇTT
dizim betimi çalışmalarında kullanımı yerinde, anlamlı, anlatımlı olacaktır.
Konu Kapsamındaki Terim-Kavramların Tanımları
Cümle
“cümle is. ve s. Ar. cumle 1. esk. Dizge, sistem. 2. gr. Bir yargı bildirmek için
t
ek başına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanılan kelimeler dizisi, tümce. 3. (cü
‫׳‬mle) Bütün, hep: ‘Cümle âlem.’ ‘Cümlemiz iyiyiz.’ ≈ bilgisi, bu [bir olsa gerek.- R.Ü.]
cümleyi oluşturan kelime ve kelime grupları arasındaki ilişkiyi inceleyen ve sınıflamalar
yapan, dil bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi. ≈ kapısı yapılarda
ana kapı: ‘İki kanatlı bir büyük cümle kapısı.’ - Ç. Altan. ≈ nin öğeleri cümlenin
kuruluşunda başlıca görevleri yüklenmiş olan kelimeler, özne, tümleç, yüklem. ≈ si hepsi:
‘Geçmiş, gelecek cümlesi rüya görünür.’- Y. K. Beyatlı.” (Türkçe Sözlük 1.Cilt (A-J), Yeni
Baskı,“tümce264.(s.Alm). Satz, Fr. phrase, proposition, İng. sentence) 1. Geleneksel
dilbilgisinde, anlam açısından eksiksiz sayılan, bir kesinti ya da durakla sınırlanan söz. 2.
Dağılımsal dilbilimde, özyeterliği ve sözdizimsel bağımsızlığı olan, kesintili öğelerden
oluşan, daha geniş bir parçanın kurucusu olmayan parça. 3. İşlevsel sözdizimde bütün
öğeleri bir yüklem ya da eşbağımlı birçok yükleme bağlı söz zinciri parçası. 4. Üretici-
dönüşümsel dilbilgisinde üretim kuralları (yeniden yazım ve dönüşüm kuralları) uyarınca
abecede yer alan simgelerin sıralanmasıyla elde edilen, edincin betimlenmesine ilişkin
öğeler bütünü. Tümce terimi, çeşitli kuram ve anlayışlara göre değişen içerikler kapsar.
535
Bu bakımdan söz konusu terimi tek tanıma indirgemek olanaksızdır.” [Vardar (Yön.),
197-198. s.]
“Hem içerikçe (anlamca-işlevce), hem de biçimce bir öznesi olan, nesne ve
belirteçlik (dolaylı tümleç ve zarf tümleci) alabilen bitmiş eylem (çekimli eylem,
verbum finitum) bulunduran, eşdeyişle yükleminde dil düzeneği zamanı, kip, görünüş,
kişi-sayı kavramlarını karşılayıcı biçimler taşıyan, en az bir ögesi olan, birden çok ögesi
olması durumunda ögeleri arasında karşılıklı özel anlamsal-işlevsel ilişkiler bulunan,
biçimce, içerikçe bir bütünlük oluşturan ve bir bildirme, emir, yargı, istek, dilek, duygu,
soru, koşul, durum,...v.b. anlatan dizim yapısına cümle ya da tümce denir. Örn.:
‘- Nüfus kâğıdın yok mu yanında?(1)
Yok!(2)
Ne iş yaparsın?(3)
Yazı yazarım.(4)
Ne yazısı, kâtip misin?(5),(6)
Kâtibim.(7)
Kimin yanında?(8)
Kocaeli İkbal ambarında. (9)’ (Sait Faik Abasıyanık, Öyle Bir Hikâye)
‘Yürüyordum. (10) Yürüdükçe de açılıyordum. (11)’ (Sait Faik Abasıyanık,
Hişt, Hişt!)
Burada verilen, sonuna ayraç içinde sayılar koyulan örneklerin her biri
cümledir.” (Ünal, 187-188. s.) (Ayrıca birçok çeşitli cümle tanımı ve cümle üzerine
ayrıntılı açıklamalar için bkz.: a.g.y.).
Önerme
“önerme [İng. 1. sentence, 2. statement, 3. proposition] [Alm. 1. Aussage, 2.
Satz] [Fr. 1. énoncé, 2. proposition] [es. t. kaziye]: 1. Bir savı öne süren ya da bir
durumu dile getiren (genellikle bildiri kipinde olan) bir tümce; belli bir yorumda belli
bir doğruluk değeri kazanan düzgün deyim. || Bir önermenin kaplamı kendi doğruluk
değeri, içlemi de öne sürdüğü sav ya da dile getirdiği durumdur. Dizimsel türü: p. Anl.
bildirsel tümce, kapalı tamdeyim, kapalı önerme, sıfırlı yüklem, sıfırlı tamdeyim.
Krş. çekirdek önerme, yalınç önerme, bileşik önerme, tekil önerme, genel önerme,
doğru önerme, yanlış önerme, geçerli önerme, tutarlı önerme. 2. Önesürüş. 3. Sav ya
da durum.” (Grünberg, T.-Onart-Grünberg, D.-Turan, 99. s.)
“önerme 1. (Alm. Proposition, Fr. proposition, İng. proposition). Mantıksal
açıdan doğru ya da yanlış yargısına konu olabilecek sözce. Çağdaş dilbilimde mantıksal
önerme kavramından geniş ölçüde ya-rarlanılmaktadır. 2. (Alm. Satzteil, Satzglied, Fr.
proposition, İng. clause). Kimi dilbilimcilerin, temel, bağımsız [Yanlışlıkla yazılmış
olsa gerek.-R.Ü.], sıralı, bağımsız tümcelerle yantümcelere verdikleri ad.” [Vardar
(Yön.), 154. s.]
“önerme (proposition) sözdizim, anlambilim Felsefeden alıntılanan dilbilgisel ve
anlamsal incelemelerin temelini oluşturan, ‘yüklemleme’ ilişkisi üzerine kurulu,
‘yüklem’ ile yüklemin içerdiği olgu ya da durumun etkisini belirleyen ‘birim’leri içeren
anlam birimi; örn. bildirişim sırasında konuşucunun dile getirdiği sözce aracılığıyla
gerçek olarak sunduğu bir durum dinleyicide eksiksiz canlandırım oluşturur:
Toplantı ne zaman bitecek?
İkide.
Konuşmasında B’nin vermiş olduğu yanıt, aslında Yönetim Kurulu Toplantısı
saat ikide bitecektir anlamına gelen bir önermeyi ifade etmektedir.” (İmer-Kocaman-
Özsoy, 203. s.)
“önerme is. 1. Önermek işi. 2. Kabul edilmesi için öne sürülen düşünce, teklif. 3.
man. Bir savı öne süren veya bir durumu dile getiren cümle; belli bir yorumda belli bir
536
doğruluk değeri kazanan düzgün deyim, kaziye.” (Türkçe Sözlük 2.Cilt (K-Z), Yeni
Baskı, 1139. s.)
Yargı
“yargı [İng. quasi-quotation marks]: Dizimsel değişkenlerle sözedilen dil
imlerinden oluşan karma bir deyimin sözeden dilde bir terim olduğunu belirtmek
amacıyla deyimin başı ile sonuna konulan köşe imleri. || Yarıanılan bir deyimde
sözedilen dil imleri kendini adlandırıcı deyimler olup, deyimdeki tüm bölümler
yazılmamış bir dizilim işleviyle bir araya getirilmiştir. Köşe imleri (dizilim işlevi gibi)
genellikle yazılmaz. Ör. p => q kalıbı şu kısaltma adımlarıyle elde edilir:
p ͡ ’ => ‛ ͡q
p ͡ => ͡q
Γ p => q
p => q ” (Grünberg, T.-Onart-Grünberg, D.-Turan, 147.
s.)

“yargı (Osm. hüküm; Fr. jugement; İng. judgement; Alm. Rechtshandel)


Yüklemle bildirilen karar, duygu veya düşünce: Geleceksin, gideceğiz, yapsın, gülme
vb.” (Hatiboğlu, 135. s.)
“hüküm (Alm. Rechtshandel; Fr. Jugement; İng. Judgement) Yüklemin bir
duygu, düşünce, arzu, karar bildirmesi: gelecek, okuyacağız, alsın, çalış. vb.”
(Korkmaz, 80. s.)
Yetkinlik
Yetkinlik cümleyi cümle yapan yüklemlilik, bağımsız kipsellik (kısaca
kipsellik), bağımsız [tek (kendi) başına] kullanılabilme, kendine özgü ezgileme gibi
özelliklerden biridir.
Özel olarak tanımlarsak, yetkinlik; cümlede yüklemin taşıdığı anlamlar olarak
yargı, karar, sav, istek, soru, dilek, bildirme, amaç, niyet, tasarlama, plan, olumluluk –
olumsuzluk, şaşırma, heyecan, korku, seslenme – çağırma, anlama, öğrenme,…v.b.
duygu, düşünce, durum ya da olayları / edimleri yetkin (bütünüyle ya da en üst
düzeyde yeterli) biçimde dile getirebilme özelliğidir. Burada önemli olan nokta şudur:
Cümlenin genel olarak ‘yetkinlik’, ‘bitmişlik’ içe-riğini veren duygu, düşünce, yargı,
tasarlama, plan, istek, amaç, niyet, soru,…v.b. anlamının olması sözkonusudur,
yalnızca genel ‘yargı’ içeriğini veren anlamı değil.
Görüldüğü gibi ‘yargı’ anlamı cümlenin taşıyabileceği anlamlardan yalnızca
biridir. Dolayısıyla; kuramsal olarak sonsuz denebilecek bütün o anlamları yok sayıp
yalnızca ‘yargı’ anlamını düşünerek cümlenin cümle olmak için en önemli, başlıca
özelliklerinden birini yargı diye adlandırmak tümden yanlıştır. Bu özelliğin doğru adı
yetkinlik olmalıdır.
Cümle Açıklama-Betimleme-Çözümlemelerinde Kimi Kavramlara Çokça
Yaslanmak
Önerme
Gerçekten kimi ÇTT dil betimcileri ile çoğunca; özellikle ÇTT üzerine çalışan
dönüşümlü-üretken dil düzeneği kuramı yanlısı, anlamdaşıyla Chomsky’ci dil bilimciler
cümle açıklama-betimleme-çözümlemelerinde kimi kavramlara çokça yaslanırlar, ki bu
kavramlardan biri önermedir (Gencan, 154-165. s.; Johanson, 525-529. s.; Erkman-
Akerson / Ozil, 41., 50-51. s.; Huber, 217. s.). Gerçekte bu; bir bakıma doğaldır. Çünkü
büyük dil bilimci Noam Chomsky’nin dil / dil düzeneği kuramında mantık çok önemli
bir yer tutar. Doğallıkla mantığın da en önde gelen ve en gözde kavramlarından biri
önermedir.
Yargı
537
ÇTT’nin dizim düzeneği üzerine çalışıp da cümle açıklama-betimleme-
çözümlemelerinde yargı kavramına yaslanmayan dil betimci, dil bilimci yok gibidir; bu
bağlamda yargı kavramının kullanılması olağanüstü yaygındır (Balyemez, 266-268. s.;
Daşdemir, 163-176. s.;…ve birçokları). Burada sözü edilen tutumdaki dil betimci ve dil
bilimcilerin, kaynakların hepsini yazmaya kalksak, fizik olarak yerimiz yetmez.
3.A. İndirgemecilik ve Dönüştürmecilik Eğilimleri Üzerine
ÇTT dizim betimi çalışmalarında önerme ve özellikle yargı teriminin
kullanılmasında indirgemecilik, dönüştürmecilik eğilimleri çok etkilidir. Burada dil
betimini, dizim betimini mantığa; dil betiminin, dizim betiminin terimlerini mantık
terimlerine dönüştürme; birbiriyle çok yakından ilişkili, ancak özdeş olmayan
kavramları salt açıklama-betimleme-çözümlemede işin kolayına kaçma tutumuyla,
kuramsal güdülerle ya da eğitimsel-öğretimsel kaygılarla birbirine indirgeyip
özdeşleştirme / eşitleme yaklaşımı sözkonusu edilebilir.
Bu bağlamda bu türden bir indirgemecilik ve dönüştürmecilik eğiliminin şu tipik
örneğini verelim:
“Yüklem: Çekimli Eylem: Yargı”
Her şeyden önce bu kavramlar özdeş değil, ancak birbirleriyle çok yakından
ilişkileri olan kavramlardır.
Yüklem cümlenin baş ya da yönetici ögesi olup ana ve zorunlu ögelerinden de
biridir; çekimli eylem (fiil) yapısını taşıyarak biçimlenir ve somut bir görünüm kazanır.
Anlam olarak; yetkinlik dediğimiz, ÇTT dizim betimi çalışmalarındaki yaygın kabule
göre yargı denen cümle özelliğinin de asal taşıyıcısı yüklemdir.
Çekimli eylem cümlede yüklem görevindeki bir sözcüğün; olumluluk-
olumsuzluk, zaman, görünüş, kip, kişi-sayı gösteren dil birimleriyle biçimlenip
dürümlenmesi sonucu oluşan biçim-dizim düzeneksel (morfosentaktik) bir yapıdır.
Yetkinlik dediğimiz, ÇTT dizim betimi çalışmalarındaki yaygın kabule göre ise
yargı denen nitelik; cümlenin, özellikle de yüklemin taşıdığı anlamlar olarak bildirme,
yargı, karar, sav, istek, dilek, niyet, tasarlama, plan, soru, olumluluk-olumsuzluk, şaşırma,
korku, seslenme-çağırma, anlama, öğrenme,…v.b. duygu, düşünce, durum ya da olayları
edimleri yetkin (bütünüyle ya da en üst düzeyde yeterli) bir biçimde dile getirebilme
özelliğidir.
Görüldüğü gibi yüklem, çekimli eylem, yetkinlik (‘’yargı’’ -!) kavramları
birbirleriyle ger-çekten çok yakından ilişkili, neredeyse iç içe kavramlardır. Ancak yine
de bambaşka kav-ramlardır. Dolayısıyla;
Yüklem: Çekimli Eylem: Yetkinlik anlamdaşlığı hiçbir biçimde sözkonusu
değildir.

4. Sonuç
Çalışmamızın sonuç gözlemleri, değerlendirmeleri ve önerileri olarak şunları
belirtebiliriz:
1- ÇTT dizim betimi çalışmalarında cümle yerine önerme terimi oldukça
yaygın, cümlenin; adına yetkinlik diyebileceğimiz çok önemli bir anlamsal niteliği için
ise özellikle yargı terimi çok yaygın kullanılmaktadır.
2a- Bu terimlerin kullanımı ise dizim betimi ve ÇTT dizim betimi çalışmaları
için yerinde,
anlamlı, anlatımlı değildir.
2b- Öncelikle cümle ile önerme terimlerinin içerikleri özdeş değil, bütünüyle
başkadır.
Cümle terimi dizim betimi çalışmaları için yerinde, anlamlı, anlatımlıdır.
Önerme terimi
538
ise mantık çalışmaları için yerinde, anlamlı, anlatımlıdır.
2c- Yargı cümlenin taşıyabildiği çok sayıda anlamdan yalnızca biridir.
Cümlenin;
taşıyabildiği bildirme, yargı, karar, sav, istek, dilek, niyet, tasarlama, plan,
soru,
olumluluk-olumsuzluk, şaşırma, korku, seslenme-çağırma, anlama,
öğrenme,…v.b.
anlamlar olmak üzere bütün duygu, düşünce, durum ya da olayları /
edimleri yetkin
(bütünüyle ya da en üst düzeyde yeterli) bir biçimde dile getirebilme
özelliğine ad
olamaz. Öyle bir ad bizce ancak yetkinlik olabilir.
3- ÇTT dizim betimi çalışmalarında indirgemecilik ve dönüştürmecilik
eğilimleri vardır.
Yanlış terim üretimlerinin, yanlış terim-kavram açıklamalarının çok önemli bir
kaynağı
da bu eğilimlerdir. Bu eğilimlerden, bunlara bağlı yaklaşımlardan kaçınılmalı,
bütün
bunlar ivedilikle bırakılmalıdır.
4- Gerçekte önerme ile yargı terimleri hem ÇTT dizim betimi cümle açıklama-
betimleme-
çözümleme çalışmalarında, hem de ÇTT’nin anadili eğitiminde, yabancı / ikinci
dil olarak öğretiminde kafa karıştırıcı, kavram kargaşası yaratıcı etmen olarak sorun
çıkarmaktadır. Bu terimler yerine cümle ile yetkinlik terimlerinin kullanımı anılan
alanlarda, süreçlerde, etkinliklerde kafa karışıklığını, kavram kargaşasını giderici işlev
görecek, ayrıca bu ve benzer terim-kavram düzeltmeleri ÇTT’nin çağcıl, yetkin, sağlam,
kapsamlı, ayrıntılı, işeyarar, gereksinmelere bütünüyle karşılık veren dizim betimi, dil
betimi yapıtlarının yazılmasında çok yardımcı olacaktır.

Kaynaklar
BALYEMEZ, Sedat (2016) Dil Bilgisi Üzerine Açıklamalar, Pegem Akademi,
Ankara. DAŞDEMİR, Muharrem (2015) Oklama Yöntemiyle Türkçenin Yapısal-
İşlevsel Söz Dizimi, Fenomen Yayıncılık, Kayseri.
ERKMAN-AKERSON, Fatma / OZİL Şeyda (1998) Türkçede Niteleme-Sıfat İşlevli
Yan Tümceler, Simurg, İstanbul.
GENCAN, Tahir Nejat (2001) Dilbilgisi, Ayraç Yayınevi, Ankara.
GRÜNBERG, TEO-ONART, Adnan-GRÜNBERG, David-TURAN, Halil
(2003) Mantık Terimleri Sözlüğü (Genişletilmiş 3.Basım), METU Press, Ankara.
HATİBOĞLU, Vecihe (1982) Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ankara.
HUBER, Emel (2008) Dilbilime Giriş, Multilingual Yab. Dil Yay., İstanbul.
İMER, Kâmile-KOCAMAN, Ahmet-ÖZSOY, A. Sumru (2011) Dilbilim Sözlüğü,
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul.
JOHANSON, Lars (1975) “Fiilimsi Önermelerin Görevleri Üzerine”, Bilimsel Bildiriler
1972, TDK Yay., Ankara, 525-529.s.
KORKMAZ, Zeynep (1992) Gramer Terimleri Sözlüğü, TDK Yay., Ankara. TÜRKÇE
SÖZLÜK 1. Cilt (A-J) (1988) Yeni Baskı, AKDTYK, TDK Yay., Ankara. TÜRKÇE
SÖZLÜK 2. Cilt (K-Z) (1988) Yeni Baskı, AKDTYK, TDK Yay., Ankara. ÜNAL,
Recai (2009): “Türkiye Türkçesi Dizimbilgisi Çalışmalarında Cümle/ Yan Cümle
Sorunu”, IV. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı 26-28 Eylül 2009 Bildiriler Kitabı,
Bilkent Üniversitesi Yay., Kırım Simferopol (Akmesçit), 184-193.s.
539
VARDAR, Berke (Yön.) (2007) Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul.

540
KUTADGU BİLİG’DE EMİRDEKİ İSTEKLİLİK:{-AyIn}+ti-se
*
İ. Gülsel SEV
Özet
Emir kipi, Türk dilinin tarihî seyri içerisinde sadece emir değil başka işlevlerle
de kullanılır. Türk yazı dilinin çeşitli devrelerine ait örneklerinde emir kipinin öğüt
verme, dua, yakarma, istek, gereklilik, meydan okuma, uyarma, yasaklama… gibi
işlevleri de karşıladığı görülür. İstek işlevi ise bu kipin teklik ve çokluk birinci
şahıslarında daha belirgindir. Öyle ki bu şahısların emir kipine mi istek kipine mi
gireceği konusunda gramercilerimiz arasında bir uzlaşı yoktur.
Bu bildiride Kutadgu Bilig’deki emir kipinin birinci şahsındaki istek ifadesinin
‘ti-se’ sözcüğünden önce ‘mak isterse’ anlamında belirginleştiği örnekler üzerinde
durulacaktır.
İstek işlevini güçlendiren {-AyIn}+ti-se yapısının ilk örneği Türk Edebiyatının
ilk aşk şiiri, Aprın Çor Tigin’e ait Sevgili şiirinde görülür. Kutadgu Bilig’in öğüt kitabı
olması öğüt için en çok kullanılan kipin de emir kipi olmasını beraberinde getirir ki
eserde emir şekli çok geçer. Buna bağlı olarak {-AyIn}+ti-se yapısını gösteren
örneklerin miktarı da göze çarpacak niteliktedir. İlgi çekici olan bu yapının, şekilce 3.
şahıs olduğu hâlde, anlamca 2. şahsı ifade etmesidir. takı bir ajunug tutayın tise / könilik
bile tut köngül til özüng (Ahireti kazanmak istersen, özünü, sözünü ve gönlünü daima
temiz tut.) Asıl fiilin 2. şahısta olduğu, esasen şartın cevabı olarak nitelendirilen bu
kullanım Kutadgu Bilig’de yaygındır.{-AyIn}+ti-se-sen kalıbında 2. şahsı gösteren
‘sen’ şahıs zamirli örnekler de eserde vardır. Taramalarda ‘mak isterse’ anlamında isteği
güçlendiren emir şeklinin sadece 1. şahıslarda değil diğer şahıslarda, çoklukla 3.
şahıslarda {-sU(n)}+ti-se yapısında da, görülmesi emirdeki istek işlevini artıran etkinin
ti-(de-) fiili olabileceği hususunu düşündürmektedir. Ancak çok anlamlı bir fiil olan de-
fiilinin TDK Türkçe Sözlük’te ‘istemek’ anlamı yoktur bu da emir kipinin aslında en
belirgin işlevinin istek olduğu sonucunu doğurur ki ti-(de-) fiiliyle birlikte kullanılması
isteği açığa çıkarmak/belirtmek/ifade etmek/dile getirmek/demek’ten başka bir şey
değildir. XV. Yüzyıl gramercisi Bergamalı Kadri Müyessiretü’l-ulûm adlı eserinde “…
bir kişi bileyin dise bu sözden murâdı bilmek murâdumdur (bilmek istiyorum)
dimekdür.” cümlesiyle emirin isteği açıkça ifadesinden bahseder. Türkiye Türkçesinde
de durum aynıdır. Bildiride bu yapıda yer alan {-sA} şart kipinin istek işlevi taşıyıp
taşımadığı hususu da tartışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Kutadgu Bilig, emir, istek, işlev,{-AyIn}+ti-se
Emir kipi, tasarlanan hareketin yapılmasını emir şeklinde ifade eder. Türkçede
her şahıs için ayrı bir emir ekinin olması her emir ekinin aynı zamanda bir şahsı
göstermesi anlamına gelmektedir.
Gramercilerimiz arasında emir kipi ve kipin şahıslara göre çekimi hususunda farklı
görüşler bulunmaktadır. Bu farklılık özellikle kipin birinci şahıslarına ilişkindir.
Araştırmacılardan bazıları birinci şahsın kendi kendine emir veremeyeceği düşüncesini
savunarak emir kipinin teklik ve çokluk birinci şahsını istek kipi olarak adlandırmışlardır.
Tahsin Banguoğlu “buyurunun bildirme kipi tekli ve çoklu ikinci ve üçüncü
kişilerden ibarettir. Buyuru, eydilen veya sözü geçene eydenin nazari olarak kesin
eğilimini duyuran bir kip olduğu için birinci kişiye yönelmesi mantıki sayılmaz.” 1
diyerek birinci şahısların istek olduğu görüşünü savunur.

Prof. Dr., Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, sev_g@ibu.edu.tr, gulselsev@gmail.com
BANGUOĞLU Tahsin, Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara 1986, s. 473.1
541
2 3 4 5 6
G.Németh , H. Dizdaroğlu , İ. N. Dilmen , V. Hatiboğlu , H. Ediskun , K.
Bilgegil7, T.N. Gencan8, Ö. Demircan9, Faruk K. Timurtaş10, A. Topaloğlu11, B.
12 13
Vardar , O. Adalı da “insan kendi kendine emir veremeyeceği için emir kipinin
birinci teklik ve çokluk şahısları yoktur, tezini ileri sürerler.
Jean Deny ve A.N. Kononov14 ise yukarıdaki isimlerden {–AlIm} ekini birinci
çokluk şahıs emir eki kabul etmeleriyle ayrılmaktadır.
Muharrem Ergin, emir birinci şahıslar için ayrı ayrı eklerin bulunduğunu kabul
etmekle birlikte, bu eklerin son zamanlarda düşen istek birinci şahıs eklerinin yerini
tuttuğu, bu yüzden de istek ve emir şekillerinin birbirine karıştığı görüşündedir. Ergin,
birinci şahıs istek kipi için kullanılan ekin aslında istek işlevinde bir emir eki olduğunu
15
belirtir.
Emin Özdemir ise Ergin’in görüşüne paralel olarak insanın yalnız kendi kendine
değil kendinden uzaktakiler için de emir veremeyeceği görüşünden hareketle bu kipin
birinci ve üçüncü şahsının istek kipiyle birleşme eğiliminde olduğunu belirtmiştir.16
Zeynep Korkmaz emir kipinin birinci şahsının iki işlevi olduğunu ifade eder. 1.
Emir gösterme 2. İstek bildirme. Korkmaz, emir kipindeki istek işlevini ise “-GA>-A
gelişmesi ile oluşan –A istek ekinin Türkiye Türkçesinde birinci şahıslardaki canlı kullanışı
zayıflayıp körelince {-(A)yIn} ve {- (A)lIm} eklerindeki istek işlevi daha belirgin duruma
17
geçmiştir.” sözleriyle ifade eder. Emir kipinin birinci şahsının Türkiye Türkçesinde
18
sonradan istek işlevi kazanmadığının delili olarak da Eski Türkçedeki {-AyIn} ve {-yIn}
19
eklerinin daha o devirde istek işlevli oluşuna bağlar. Bu noktada Talat Tekin’in, birinci
teklik ve çokluk şahsı işaret eden {-(A)yIn}, {-(A)lIm} eklerini Gönüllülük Kipi başlığı
altında ele alması ve eklere ilişkin “birinci kişi ve kişilerin bir
eylemi işlemek isteğinde olduklarını belirtir.”20 açıklaması dikkat çekicidir.
“Türkçede Emir ve İstek Kipi Üzerine” adlı yazısında Ercilasun {-(A)yIm}
ve {-(A)lIm} eklerinin istek kipine girmemesi gerektiğini, insanın kendi kendisine
emredebileceğini örneklerle tanıkladıktan ve söz konusu eklere yönelik adlandırmada
işlevin yanında şeklin de dikkate alınması gerektiğini vurguladıktan sonra şu
açıklamalarda bulunur: “{-(A)yIm} ve {-(A)lIm} ekleri parçalanamaz; bunların içinden
bir kip eki çıkarılmaz, kip eki çıkarılamayınca da bu ekler şekil olarak istek kipine
21
aktarılamaz; hem şahıs hem kip ifadesi taşıyan emir çekiminin malı olarak kalır.”

NÉMETH Gyula, Turkische Grammatik, Berlin-Leipzig 1962, s. 82.2


DİZDAROĞLU Hikmet, Türkçede Fiiller, TDK Yayınları, Ankara 1963, s. 19.3
DİLMEN İbrahim Necmi, Türkçe Gramer, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1930, s. 156. 4
HATİBOĞLU Vecihe, Türkçenin Sözdizimi, TDK Yayınları, Ankara 1972, s. 39.5
EDİSKUN Haydar, Türk Dilbilgisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1988, s. 186.6
BİLGEGİL Kaya, Türkçe Dilbilgisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1984, s.271.7
GENCAN Tahir Nejat, Dilbilgisi, TDK Yayınları, Ankara 1979, s. 294.8
DEMİRCAN Ömer, Türkiye Türkçesinde Kök Ek Birleşmeleri, TDK Yayınları, Ankara 1977, s.
111.9 TİMURTAŞ Faruk Kadri, Eski Türkiye Türkçesi, İstanbul 1977, s. 185.10
TOPALOĞLU Ahmet, Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1989, s.65.11
VARDAR Berke, Başlıca Dilbilgisi Terimleri, İstanbul 1980, s. 45.12
ADALI Oya, Türkiye Türkçesinde Biçim Birimler, TDK Yayınları, Ankara 1975, s. 47.13
DENY Jean, (Çev. Ali Ulvi Elöve) Türk Dili Grameri, İstanbul, 1941, s. 363; KONONOV A. N, (Çev.
14
Sabit Paylı) Çağdaş Türk Edebî Dilinin Grameri, Moskova-Leningrad, 1956, s. 292.
ERGİN Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Minnetoğlu Yayınları, İstanbul 1977, s. 298.15
ÖZDEMİR Emin, “Türkçede Fiillerin Çekimlenişine Toplu Bir Bakış”, TDAY Belleten 1967, s. 190.16
KORKMAZ Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), TDK Yayınları, Ankara 2003, s.
667.17 GABAİN, A: V., (Çev. Mehmet Akalın) Eski Türkçenin Grameri, Ankara, 1988, s. 79.18
KORKMAZ Zeynep, age., s.667.19
TEKİN Talat, Orhon Türkçesi Grameri, Ankara 2000, s. 182.20
ERCİLASUN Ahmet B., “Türkçede Emir ve İstek Kipi Üzerine”, Türk Dili, S 505, Ocak 1994, s. 8.21
542
Öyleyse emir kipi birinci şahısta istek kipi ile birleşmiş, bu kip hem emir hem de
istek görevini karşılamıştır. Emirin sadece birinci teklik ve çokluk şahsında işlev
kayması söz konusu değildir. Türk dilinin tarihî seyri içerisinde Türk yazı dilinin çeşitli
devrelerine ait örneklerinde emir kipinin öğüt verme, dua, yakarma, istek, gereklilik,
meydan okuma, uyarma, yasaklama… gibi işlevleri de görülmüştür. Bildirimizin
konusu olan istek işlevi ise bu kipin teklik ve çokluk birinci şahıslarında daha
belirgindir. TT’den birkaç örnek:22
“Gözlerim kapanıyor, en iyisi kamyonu yol kenarına çekip dinleneyim biraz.”
(Çiçekler Büyür, 435)
“Dolmuş sürücüsü homurdanıyor: -Sözde kestirmeden gidelim! dedik.” (Üç Beş
Kişi, 8)
“Bir şey diyeyim mi, Mehmet Ağan kimi yakıştırıyor sana biliyor musun ?”
(Azap Toprakları, 225)
“Ne olur Ufuk Abi, İstanbullu Sanatçılarımıza mahcup çıkmayalım.” (Üç Beş
Kişi, 8)
23
KB’de birinci şahsın istek işlevli örnekleri:
ötüg birdi ögdülmiş aydı ay beg / yorayın bu sözni köngülteki teg (Ögdülmiş
devamla şunları arz etti: Ey bey, bu sözü düşündüğüm gibi izah edeyim, dedi.) (2673)
munı ma ayu bir manga belgülüg / bu iştin yime ök alayın ülüg (4572)
ya vahşı bolup men biyabanda yügrü / kişide yırayı ajunda yiteyi (6572)
Bu bildiride Kutadgu Bilig’deki emir kipinin birinci şahsındaki istek ifadesinin
‘ti-se’ sözcüğünden önce ‘mak isterse’ anlamında belirginleştiği örnekler üzerinde
24 25
durulacaktır. Bunun için KB I (Metin) ve KB II (Çeviri) ciltlerinden
faydalanılmıştır. Konuyla ilgili ilk açıklamaya Ercilasun’un eserinde rastlanmış 26 ve
incelenmesi gerektiğine karar verilmiştir.
İstek işlevini güçlendiren {-AyIn}+ti-se yapısının ilk örneği Türk Edebiyatının
ilk aşk şiiri, Aprın Çor Tigin’e ait Sevgili şiirinde görülür.27
Barayın tiser baç amrakım / baru yime umaz men / bagırsakım (10) (Gideyim
desem, güzel sevgilim, gidemiyorum da; merhametlim.)
Kireyin tiser kiçigkiem / kirü yime umaz men / kin yıpar yıdlıgım (15) (Gireyim
desem, küçücüğüm, giremiyorum da, anber, misk kokulum.)
Örneklerdeki {-AyIn} tiser (…eyim desem) yapısını pekâlâ gitmek istesem,
girmek istesem şeklinde düşünmek mümkündür.
Birinci çokluk şahıslı {-AlIm} dese… yapısını TT’de Akif’in zihinlere kazınmış
meşhur Çanakkale Şehitlerine şiirinde görüyoruz.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın ?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Akif herh lde burada şehitler için “varlığınla, yaptıklarınla öyle bir yerdesin ki
seni tarihe gömmek istesem sığmazsın” demek istemiştir.
Siyasetname türünün en güzel örneği olan Kutadgu Bilig bu özelliğiyle aynı
zamanda öğüt kitabıdır. Eserde yöneticilerin ve devlet görevlilerinin sahip olması gereken

Örnekler Fatma TÜRYILMAZ’ın çalışmasından alınmıştır. TÜRKYILMAZ Fatma, Tasarlama


22
Kiplerinin İşlevleri, TDK Yayınları, Ankara 1999, s.24-25.
İstek işlevli örnekler Ercilasun’un çalışmasından alınmıştır. ERCİLASUN Ahmet B., Kutadgu Bilig
23
Grameri -Fiil-, Gazi Üniversitesi Yayınları, Ankara 1984, s. 146-147.
Kutadgu Bilig I (Metin), TDK Yayınları, Ankara 1991.24
Kutadgu Bilig II (Çeviri), TTK Yayınları, Ankara
1998.25 ERCİLASUN Ahmet B., age., s. 147.26
Örnekler Arat’ın çalışmasından alınmıştır. ARAT, Reşit Rahmeti, Eski Türk Şiiri, TTK Yayınları, 27
Ankara 1991, s. 20-21.

543
nitelikler sıralanırken öğüt vermek için emir kipine başvurulur ve emir şekli sıkça
kullanılır. {-AyIn}+ti-se yapısını gösteren örneklerin miktarı da göze çarpacak
niteliktedir. İlgi çekici olan bu yapının, şekilce 3. şahıs olduğu hâlde, anlamca 2. şahsı
ifade etmesidir.
Asıl fiilin 2. şahısta olduğu, esasen şartın cevabı olarak nitelendirilen bu
kullanım Kutadgu Bilig’de yaygındır. Ercilasun’un “…KB’de şart ile cevap arasında
şahıs bakımından her zaman uyum yoktur. Cevabın ikinci şahıs şeklinde olması
28
kâfidir.” açıklamalarını da {-AyIn}+ti-se yapısındaki şartın anlamca 2. şahsı işaret
ettiği şeklinde anlamak gerekir. Aşağıdaki beyitlerde sözü edilen yapının hangi fiillerle
kullanıldığı alfabetik düzende verilmiştir.
bay bolayın tise
4282 tükel bay bolayın tise belgülüg / barınga tapı bol kötürdüng ülüg (Her
bakımdan tam zengin olmak istersen, kanaatkâr ol, böylece kendi nasibini elde etmiş
olursun.)
2618 tükel bay bolayın tise belgülüg / köngül baylıkı kol ay ersig külüg (Tam
manası ile zengin olmak istersen, hiç şüphesiz, gönül zenginliği dile, ey şanlı yiğit.)
1292 özüng bay bolayın tise belgülüg / könilikte buldı bu baylar ülüg (Sen
muhakkak zengin olmak istersen, bil ki, asıl zenginler kısmeti doğrulukta bulmuşlardır.)
4409 çıgay bolmayın bay bolayın tise / zina kılma hergiz katıglan usa (Fakirliğe
düşmemek ve daima zengin kalmak istersen, ey yumuşak tabiatli insan, hiç bir vakit
zina etmemeye gayret et.)
bulayın tise
1745 takı bir ajunug bulayın tise / könilik bütünlük bile kol usa (Ahiretini de
mamur etmek istersen, bunlar doğruluk ile elde edilir.)
2157 özüng dünya ‘ukbi bulayın tise / bu kaç işni kođma katıglan usa (Dünya ve
ahireti, bunların her ikisini birden bulmak istersen, şu birkaç işi bırakma, muktedirsen,
bunları yerine getir.)
4276 sewinçin tiriglik bulayın tise / kişig tepsemegil katıglan usa (Hayatını
sevinç içinde geçirmek istersen, mümkünse, insanlara haset etmemeye dikkat et.)
eđgü atlıg bolayın tise
4195 özüng eđgü atlıg bolayın tise / isizke katılma katıglan usa (Sen iyi nam
kazanmak istersen, elinden geldiği kadar, kötüler ile düşüp kalkmamaya gayret et.)
4555 özüng eđgü atlıg bolayın tise / akı bolgıl artuk katıglan usa (Sen iyi nam
kazanmak istersen, gayret et, çok cömert olmaya çalış.)
sakınuk bolayın tise
4408 sakınuk bolayın tise belgülüg / boguzka eginke halal bir ülüg (Gerçekten
takva sahibi olmak istersen, boğazının ve sırtının nasibi helal olmalıdır.)
5348 sakınuk bolayın tise ay külüg / halal yi halaldin kötürgil ülüg (Ey şöhretli
insan, takva sahibi olmak istersen, helal ye, nasibini helalden al.)
tutayın tise
4407 köni yol tutayın tise yinçkelig / boguzug arıtgu ay kılkı silig (Çok ince
olan bu doğru yolda yürümek istersen, ey temiz kalpli insan, önce yediğinin helal
olmasına dikkat et.)
5173 takı bir ajunug tutayın tise / könilikni tutgu söz aydım kese (Öteki dünyayı
elde etmek istersen, yine bu doğruluk yolunda devam etmelisin, bunda şüphe yoktur.)
1748 takı bir ajunug tutayın tise / könilik bile tut köngül til özüng (Ahireti
kazanmak istersen, özünü, sözünü ve gönlünü daima temiz tut.)

ERCİLASUN, Ahmet B., age., s.137.28


544
2068 öküş il tutayın tise ay ilig / üç iş kılgu ötrü yetilse elig (Ey hükümdar, bir
çok memleketleri elde etmek istersen, yapabilirsen şu üç işi yap. )
4297 yüzüng tutçı suwlug tutayın tise / tilin sözleme sözni yalgan usa (Her vakit
şeref ve itibarını muhafaza etmek istersen, doğru ol, endişesiz ve huzur içinde yaşa.)
Beyitlerde en çok tut- fiilli örnekler vardır. Bunda da fiilin çok anlamlı yapısının
etkisi olsa gerektir. Diğer örnekler:
1902 sewer sewmezin öz bileyin tise / sanga tetrü baksa közi belgülüg (Birinin
sevip sevmediğini bilmek istersen, gözüne dikkat et, sana doğru bakınca, gözünden
belli olur.)
750 aça sözledim söz manga emdi büt / ıđayın tise ıđ kalı tutsa tut (Sözümü açıkça
söyledim, imdi bana inan; beni elden kaçırmak istersen bırak; eğer tutmak istersen, tut.)
107 tüzün kılkı alçak bagırsak köngül / köreyin tise kel munı kör amul (Asil,
alçak gönüllü, şefkatli ve yumuşak huylu bir kimse görmek istersen, gel, onu gör ve
gönül rahatlığına kavuş.)
4556 boşug kul kılayın tise belgülüg / akı bol üle neng kötürdüng ülüg (Hür
insanı gerçekten kul etmek istersen, cömert ol, mal dağıt, karşılığını görürsün.)
5201 kamug bulganuknı süzeyin tise / özüg süzgü buđnung süzülgey basa (Bütün
bulanıklıkları durultmak istersen, kendi ruhunu tasfiye et; halk, ister istemez durulur.)
4561 kamug eđgülükke tegeyin tise / et özni kısa tut havanı basa (Her türlü
iyiliğe erişmek istersen vücudu zapt ve rapt altına al ve nefsine hâkim ol.)
4741 takı munda yigrek tileyin tise / ikigün ajunug tileme usa (Bundan daha iyisi
de var, eğer yapabilirsen (yapmak istersen), bunların ikisini de isteme.)
551 ay devlet iđisi bu devlet bile / turayın tise tur sen eđgü tile (Ey devlet sahibi,
sen ikbalinin devamını istersen, onun devamı müddetince sen de iyilik etmekte devam
et.)
4394 batıg yinçke sözler ukayın tise / bulardın eşit söz ukulgay basa (Derin ve
ince manalı sözleri anlamak istersen, sözü bunlardan dinle, istersen.)
4435 ajunda atıngnı yađayın tise / ümeg eđgü tutgıl katıglan usa (Dünyaya adını
yaymak istersen, mümkünse, yolculara iyi muamelede bulunmaya gayret et.)
2033 uzun il yiyeyin tise ay bügü / törü tüz yorıtgu budunug kügü (Ey hakim,
memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanunu doğru yürütmeli ve halkı
korumalısın.)
Aşağıdaki beyitlerde {-AyIn} ti-se görüldüğü şekilde anlamca da 3. Şahsı işaret
etmektedir.
1898 sewer sewmezin öz bileyin tise / köngülke baka körgü bilgey basa (Sevip
sevmediğini anlamak isterse, insan gönüle bakmalı, bu gönülden anlaşılır.)
721 mini kim bulup berk tutayın tise / ayu birdim ol nengni tutsun usa (Beni kim
bulup elinde sıkı tutmak isterse, gereken şeylerin hepsini saydım; elinden gelirse tutsun.)
4037 tapugka açayın tise er kapug / kiçig oglan erken kılıngu tapug (İnsan
hizmet kapısını açmak isterse, küçük yaşta hizmete başlamalıdır.)
104 akı suretin kim köreyin tise / kelip körsü hakan yüzini usa (Kim cömert
yüzü görmek isterse, gelsin, hakanın yüzünü görsün.)
Şu örnekler de aslında 3. şahısla açıklanabilir.
4486 kim ewlik alayın tise törtte taş / ađın almaz ewlik aya erde baş (Evlenmek
isteyen kimseler (kim evlenmek isterse) şu dört nevi kadın ile evlenirler, ey erkeklerin
ileri geleni.)
481 kim erse tapugka kireyin tise / iki neng kerek bil söz aydım kese (Hizmete
girmek isteyen kimse için (kim hizmete girmek isterse), hiç şüphesiz şu iki şey elzemdir.)

545
Aşağıdaki beyitlerde {-AyIn} ti-se Arat tarafından ‘-mAk isterse’ kalıbında
çevrilmemiştir. Ancak parantez içinde de belirttiğimiz şekilde anlamının karşılığının bu
olacağı açıktır.
2081 talu beg bolayın tise belgülüg / talu tutgu erdem ay atlıg külüg (Seçkin bir
bey olabilmek için (olmak istersen), fazilete kıymet verilmelidir.)
2810 sewerig sewügsüz kılayın tise / tilin aygu nengni tıđıp birmese (Sevilen
kimseyi gözden düşürmek ve onu sevimsiz yapmak istenilirse (yapmak istersen) va’d
edilen şeye mani olmak ve vermemek kâfidir.)
5902 tuçı beg bolayın tise belgülüg / bu tört neng kerek ötrü tegse ülüg (Her
vakit meşhur bir bey olarak kalmak (kalmak istersen) için, Allah nasip ederse, şu dört
şey lazımdır.)
KB’de {-AyIn} tise yapısının hem şekil hem anlam olarak 2. şahsı işaret ettiği {-
AyIn}+ti-se-sen kalıbında doğrudan 2. şahsı gösteren ‘sen’ şahıs zamirli örnekler de
vardır.
bileyin tise sen / sen bileyin tise
4378 bileyin tise sen okı hendese / açılgay sakış kapgı munda basa (Bunu
okumak istersen hendese okumalısın, bundan sonra sana hesap kapısı açılır.)
2251 bilişmez kişig sen bileyin tise / bilişin ayıtgıl ukulgay basa (Tanımadığın
adamı tanımak istersen, onun tanıdıklarını sor, o zaman anlarsın.)
4210 sewer sewmezin sen bileyin tise / sewügrek nengin kol ukulgay basa (Seni
sevip sevmediğini anlamak istersen, ondan çok sevdiği bir şeyini iste, derhal anlaşılır.)
bulayın tise sen
4281 agırlık bulayın tise sen özün / agırla kişig sen ay kılkı tüzün (Sen kendine
hürmet edilmesini istersen, başkalarına hürmek et, ey yumuşak huylu insan.)
4410 agırlık bulayın tise sen özün / fesadka katılma ay kılkı tüzün (Kendin daima
itibarda kalmak istersen, ey yumuşak tabiatli insan, hiç bir vakit fesada karışma.)
kıl- yardımcı fiili ile … kılayın tise sen
4385 kılayın tise sen özüng iş küđüg / ayıtgu kerek eđgü isiz öđüg (Herhangi bir
işe başlamak istersen, önce zamanın bunun için iyi veya kötü olup olmadığını sormak
lazımdır.)
4277 Yatıg kul kılayın tise sen tükel / töküp ıđ saw altun sunup tut sakal
(Düşmanlarını kendine râm etmek istersen, saf altın dök ve onların sakalını eline al.)
4560 kılayın tise sen bayatka tapug / et özke ömiş birme yapgıl kapug (Tanrıya
kulluk etmek istersen, vücuda arzuladığı şeyleri verme ve bunun kapısını kapat.)
Diğer örnekler:
4559 erejlig bolayın tise sen özün / usallıknı kođgıl ay kılkı tüzün (Huzur içinde
yaşamak istersen, ey yumuşak huylu insan, ihmalkârlığı bir tarafa bırak.)
4172 ulugluk tapayın tise sen özün / er at birle yakşı yon ay tüzün (Sen
büyüklük bulmak istersen, hizmetkârlara iyi muamele et, ey halîm insan.)
5098 mungar mengzer emdi bu beyt ay akı / ukayın tise sen munukı okı (Ey
cömert, şimdi şu beyit buna benzer, anlamak istersen, işte, oku.)
852 yarayın tise sen manga belgülüg / bu kaç neng özüngdin yırat ay külüg (Sen
benim gerçekten işime yaramak istiyorsan, bu birkaç şeyi kendinden uzak tut, ey namlı
insan.)
Taramalarımız esnasında ‘mak isterse’ anlamında isteği güçlendiren emir şekli
sadece 1. şahıslarda değil diğer şahıslarda örneğin 3. Şahıslarda {-sU(n)}+ti-se
yapısında da görülmüştür. Örneklerin ilk ikisi görüldüğü şekilde anlamca da 3. şahsı,
son örnek anlamca 2. şahsı gösterir.

546
3803 kalı il işinge tusulsu tise / tusulgu yiri yok söz aydım kese (Eğer memleket
işinde faydalı olmam isteniliyorsa, ka’i söylüyorum, benim istifade edilecek bir tarafım
yoktur.)
4852 iligke meningdin asıg bolmagay / tusulsu tise hem tusu bulmagay
(Hükümdar benden hiç istifade edemeyecektir, kendisine faydalı olmamı istiyorsa, ona
hiçbir faydam dokunamayacaktır.)
4275 yakınlık kılu tursu tise özün / bolup koltgu kolma bolu bir sözün (İnsanların
sana her vakit yakınlık göstermelerini istersen, onlardan hiçbir istekte bulunma ve
onların suyuna gir.)
Aşağıdaki beyitler {-sU(n)}+ti-se-sen kalıbında 2. şahıs zamirli kullanımlardır.
5200 bu kün eđgü bolsun tise sen kamug / özüng eđgü bolgıl ay ilde ulug (Bu gün
herkesin iyi olmasını istersen, kendin iyi ol, ey memleketin büyüğü.)
4363 kalı asgı tegsün tise sen sanga / yime eđgü tutgıl ay ersig tonga (Eğer sana
faydaları dokunmasını istersen, ey met yiğit, onlara karşı da iyi muamele et.)
4557 başım kökke tegsün tise sen turup / bilig birle işle kamug iş körüp (Bir gün
başının göklere ermesini istersen, her işi dikkatle ve bilgi ile yap.)
İlgi çekici olan ti-se çekimli fiilin şu beyitlerde 2.teklik şahıslı, kök hâlindeki
fiille kullanılmasıdır. İkinci örnekte şartın 3. çokluk çekimi (ti-se-ler) söz konusudur.
5019 mening ewke kelmek turur ol manga / kaçan kel tise sen kelir ol sanga (O
benim evime gelecek, ne zaman gelmesini emrederseniz (gelmesini isterseniz) o zaman
huzurunuza çıkacaktır.
4104 kirü tur tiseler agırlık öküş / çıka tur tise kör yüzüngke söküş (“Gir”
derlerse (girmemi isterlerse), bu büyük bir lütuftur. “Çık” derlerse (çıkmamı isterlerse),
bu insanın yüzüne karşı bir hakarettir.)
KB’de tek örnekte {-AyIn} ti-se-men yapısı, 1. teklik şahıs zamirli kullanım
vardır. Böylece hem emirin hem de şartın birinci şahısta olduğu görülmekte.
479 siziksiz kerek bolga altun kümüş / özüm işleteyin tise men öküş (Kendime bir
muhit edinebilmem (edinmek istersem) için, bana, şüphesiz, çok altın ve gümüş lazım
olacak.)
Özellikle 3. Şahısta {-sU(n)}+ti-se yapısının da ‘-mAk isterse’ anlamında
kullanılmasının {-sU(n)} ekiyle ilgisi olduğu açıktır. Aşağıdaki beyitler Ercilasun
29
tarafından 3. Şahıstaki emir ekinin istek özelliği için örneklendirilmiştir.
ajun tuttı tawgaç ulug bugra han / kutadsu atı birsü iki cihan (Büyük Tavgaç
Buğra Han dünyaya hâkim oldu; adı kutlu olsun, Tanrı onu her iki cihanda aziz etsin.)
(88)
kisike birür men tilep eđgü at / du’a artsu atım yorıtsu bayat (3022)
unıtmasunı ol du’ada mini / bayatka uladukta sırrın köni (5666)
atım bilmesünler mini körmesünler / tilep bulmasunlar sözümni keseyi (6600)
30
TT’de de durum aynıdır.
“Kız iyileşsin, oğlanı da alıp gideceğim ben.” (Azap Toprakları, 26)
“Kısmet ne zaman buralara gelirse, benim de haberim olsun, demişti.” (Üç Beş
Kişi, 35)
“Ağlaması geçtiğinde gözlerini iyice kuruladı. Ağladığı bilinsin istemiyordu.”
(Dünyayı Dolduran Kiraz, 24)
Şart kipinde bir işlev kayması düşünülebilir mi ? Diğer bir deyişle {-
AyIn}+ti-se özelinde şarttan kaynaklı bir istek söz konusu olabilir mi ? Bilindiği üzere
şart kipinin işlevlerinden biri de istek’tir. Ancak şart, istek ifadesinde kullanıldığında

ERCİLASUN Ahmet B., age., s.146-147.29


Örnekler TÜRKYILMAZ’dan alınmıştır. Türkyılmaz Fatma, age., s. 25.30
547
müstakil bir cümle hüviyetindedir. “Artık gitsek, bütün bunları konuşmamış olsak.”
Örneğindeki gibi. ‘keşke, bari’ sözcükleriyle de istek işlevi desteklenir. “Yarın bari
hava güzel olsa…” cümlesindeki gibi. Bildirimizin konusunu oluşturan {-AyIn}+ti-se’li
yapılarla ilgili söyleyebileceğimiz şartın şart ifadesi taşıdığıdır. Zaten ‘-mAk isterse’
31
anlamına gelişi de ana cümlenin zarfı olabileceğini ortaya koyar. Gülsevin ve
Karahan32’ın konuyla ilgili çalışmalarında {–sA}’nın yargı bildirmeme özelliği çeşitli
tanıklarla vurgulanmakta ve ekin diğer kip eklerinden ayrılan bu özelliği ile zarf-fiil eki
olduğu ileri sürülmektedir. Tekin de eki, ‘şart ekli eylem zarfı’ olarak tanımlar. 33 Bize
göre{-AyIn}+ti-se-sen, {-(s)U(n)}+ti-se-sen’li örnekler ile tek yerde geçen işleteyin ti-
se men; kiru tur tiseler ifadelerindeki Karahanlı Türkçesine özgü şart çekimi de istek
işlevi taşıyacak müstakil bir cümle özelliğinden uzaktır. Konuyla ilgili örneklere
bakıldığında gayet tabii ‘-mAk isterse’ anlamlı zarflardan bahsedilebilir. Karahan’ın “-
34
sA ekinin şahıs eki alabilme özelliğinin onu zarf-fiil eklerinden uzaklaştırmayacağı”
ifadesi de düşüncemizi destekler.
TT’de aşağıdaki cümlelerde35 birinci şahıstaki emir kipi, de- fiilinin şartıyla
değil diğer kiplerde kullanılmış, bu kullanımlarda da istek özelliği yansıtılmıştır.
“Hem bu haberi vereyim, hem de kirlileri toplayıp götüreyim dedimdi.”
(Ağustos Başağı, 115)
“Onlara yer bulmak kolay, yeter ki gelelim desinler.” (Sait Faik, Bütün Eserleri I,
160)
“Karnınız aç mı ? Biz şimdi yemek yedik, üzüm, peynir getirelim, dedi.” (Deniz
Gurbetçileri, 52)
Gerek {-AyIn}+ti-se gerekse {-(s)U(n)}+ti-se ve ti- fiilinin kullanıldığı diğer
emir kipli örnekler ti-/de- fiilinin emirdeki isteklilik noktasında etkisinin olup
olmadığını düşündürmüştür. Çok anlamlı bir fiil olan de- fiilinin ‘istemek’ anlamı var
mıdır ? TDK Türkçe Sözlük’te36 fiilin 15 anlamı içerisinde sözü edilen anlamına
rastlanmamıştır. Fiilin düz anlamlarından ilki ise ‘söylemek’tir.
XV. Yüzyıl gramercisi Bergamalı Kadri Müyessiretü’l-ulûm adlı eserinde ‘bileyim,
bilelüm’ gibi şekillerin emir olduğunu açıkladıktan sonra emir şeklinin anlam kayması
yoluyla aynı zamanda ‘istek’ bildirdiğini şöyle açıklar: “Su’âl iderlerse ki lazım gelür, bir
şey hem âmir hem de me’mûr ola (hem emreden hem emredilen) ola. Cevâb virüb dirüz ki
hakkâ ki emr bu arada kendü ma’nâsına degüldür, belki emr bu arada mücereed irâdeden
istiâre olunmuşdur ki bir kişi bileyin dise bu sözden murâdı bilmek murâdumdur (bilmek
37
istiyorum) dimekdür.” Bergamalı Kadri burada elbette hem emirin 1.şahsındaki çekimin
varlığına işaret etmiş hem de emirin istek işlevini açıklamak istemiştir, bu konuda tereddüt
edilmeyeceği gibi XV. yüzyıl Türk dilcisinin ‘bileyin dise’ (bileyim dese) ifadesine ‘bilmek
murâdumdur’ (bilmek istiyorum) karşılığını vermesi bizim de {-AyIn}+ti-se ve türevleri
konusundaki yaklaşımımızı kuvvetlendirmiştir. Bu durumda, ‘-mAk isterse’ anlamlı {-
AyIn}+ti-se yapısındaki dikkat çeken emirdeki isteklilik ti-(de-) fiiliyle birlikte açığa
çıkarılmış, söylenmiş, dile getirilmiştir.

KAYNAKLAR

GÜLSEVİN Gürer, “Türkçede –sa Şart Gerundiumu Üzerine”, Türk Dili, S 467, Kasım 1990, s. 276-
31
279.
KARAHAN Leylâ, “-sa/-se Eki hakkında”, Türk Dili, S 516, Aralık 1994, s. 471-474.32
TEKİN Talat, age., s. 178-179.33
KARAHAN Leylâ, “agm.”, s.471-474.34
Örnekler KORKMAZ’dan alınmıştır. Korkmaz Zeynep, age., s. 653-
654.35 Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, Ankara 2011, s. 618-619. 36
ATALAY Besim, Bergamalı Kadri - Müyessiretü’l-Ulûm, TDK Yayınları, İstanbul 1946, s. 25-26. 37
548
ADALI, Oya (1975) Türkiye Türkçesinde Biçim Birimler, TDK Yayınları, Ankara.
ARAT, Reşit Rahmeti (1991) Eski Türk Şiiri, TTK Yayınları, Ankara.
ATALAY, Besim (1946) Bergamalı Kadri-Müyessiretü’l-Ulûm, TDK Yayınları,
İstanbul.
BANGUOĞLU, Tahsin (1986) Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara.
BİLGEGİL, Kaya (1984) Türkçe Dilbilgisi, Dergâh Yayınları, İstanbul. DEMİRCAN
Ömer (1977) Türkiye Türkçesinde Kök Ek Birleşmeleri, TDK Yayınları, Ankara.

DENY, Jean (1941) (Çev. Ali Ulvi Elöve) Türk Dili Grameri, İstanbul.
DİLMEN, İbrahim Necmi (1930) Türkçe Gramer, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul.
DİZDAROĞLU, Hikmet (1963) Türkçede Fiiller, TDK Yayınları, Ankara.
EDİSKUN, Haydar (1988) Türk Dilbilgisi, Remzi Kitabevi, İstanbul.
ERCİLASUN, Ahmet B. (1994) “Türkçede Emir ve İstek Kipi Üzerine”. Türk Dili, S
505, s.3-9.
ERCİLASUN, Ahmet B. (1984) Kutadgu Bilig Grameri-Fiil-, Gazi Üniversitesi
Yayınları, Ankara.
ERGİN, Muharrem (1977) Türk Dil Bilgisi, Minnetoğlu Yayınları, İstanbul.
GABAİN, A: V., (1988) (Çev. Mehmet Akalın) Eski Türkçenin Grameri, Ankara.
GENCAN, Tahir Nejat (1979) Dilbilgisi, TDK Yayınları, Ankara.
GÜLSEVİN, Gürer, (1990) “Türkçede –sa Şart Gerundiumu Üzerine”. Türk Dili, S 467,
s. 276-279.
HATİBOĞLU, Vecihe (1972) Türkçenin Sözdizimi, TDK Yayınları, Ankara.
KARAHAN, Leylâ (1994) “-sa/-se Eki hakkında”. Türk Dili, S 516, s. 471-474.
KONONOV, A. N. (1956) (Çev. Sabit Paylı) Çağdaş Türk Edebî Dilinin
Grameri, Moskova-Leningrad.
KORKMAZ, Zeynep (2003) Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), TDK
Yayınları, Ankara
Kutadgu Bilig I (Metin) (1991) TDK Yayınları, Ankara.
Kutadgu Bilig II (Çeviri) (1998) TTK Yayınları, Ankara.
NÉMETH, Gyula (1962) Turkische Grammatik, Berlin-Leipzig.
ÖZDEMİR Emin, (1967) “Türkçede Fiillerin Çekimlenişine Toplu Bir Bakış”.
TDAY Belleten, s. 177-204.
TEKİN, Talat (2000) Orhon Türkçesi Grameri, Ankara.
TİMURTAŞ, Faruk Kadri (1977) Eski Türkiye Türkçesi, İstanbul.
TOPALOĞLU, Ahmet (1989) Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul.
Türkçe Sözlük (2011) TDK Yayınları, Ankara.
TÜRKYILMAZ, Fatma (1999) Tasarlama Kiplerinin İşlevleri, TDK Yayınları, Ankara.
VARDAR, Berke (1980) Başlıca Dilbilgisi Terimleri, İstanbul.

549
*
TÜRKÇEDE KANAT KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ ÜZERİNE
**
Hüseyin YILDIZ

Özet
Türk dil bilimi araştırma ve incelemelerinde ikizleme, tekrar, çift söz, ikiz kelime,
ikizlenme, yineleme, sıralama, kelime koşması, koşma takımları, atf-ı tefsiri, hendiadyoin
gibi terimlerle anılan ve anlamı güçlendirmek için aynı kelimenin tekrarlanması, anlamları
birbirine yakın, karşıt olan veya sesleri birbirini andıran kelimelerin yan yana kullanılması
yoluyla oluşan ikilemeler üzerine yapılmış çalışmalar genellikle semantik yönden olup
ikilemelerin yapısına yönelik çalışmalara pek rastlanmamaktadır.
Yapı bakımından ikilemeler incelendiğinde, ikilemelerin bir türü olarak aynı kökten türemiş
kelimelerin birlikte kullanıldığı örneklere denk gelinmektedir. Birleşik kelimeler arasında da
yer alabilen bu tür kelimeler için dil biliminde figura etymologica terimi kullanılmaktadır.
Dinçer 2008’de kendi kendini açıklayan fiiller, Bozok 2012’de ve Ağca 2015’te iştikaklı
ikilemeler, Öztürk 2017’de kökteş fiiller, Alyılmaz 2017’de ise nesne tekrarlı fiiller olarak
adlandırılan birleşik kelimeler aynı türden örnekleri konu edinmişlerdir. Türkçe kökenli
kelimelerin etimolojisinde bir ölçüt olarak kullanılabilecek bu duruma örnek olarak tarihî ve
çağdaş Türk lehçelerinden bı bıçku, bilge bilig, ka kadaş, san sakış, yalŋuz yalıntık gibi isim
türünden kelimeler ile at ata-, av avla-, ekin et-, kopuz kopzal-, tüş tüşe-, yemek ye-, yükünç
yükün- gibi fiil türünden kelimeler gösterilebilir.
Türkçe kanat kelimesinin etimolojisi hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır.
Görüşlerin geneli kelimenin Moğolca kana kelimesine {-t} çokluk eki getirilerek
oluşturulduğu şeklindedir. Tarihî ve çağdaş Türk lehçeleri metinleri tarandığında kanat
kelimesinin kak(-mak) fiiliyle beraber kullanıldığı görülmektedir. Batı Türkçesinde Eski
Oğuzcanın son döneminden itibaren Osmanlı Türkçesi boyunca görülen kanat kak-
birleşik fiiline Çağdaş Türk lehçelerinin Kıpçak kolu başta olmak üzere pek çok lehçede
de rastlanmaktadır. Türk dilindeki figura etymologica örneklerini konu edinen
çalışmalarda yer verilmeyen kanat kak- fiilinin art zamanlı ve eş zamanlı olarak
inceleneceği bu çalışmada, elde edilen verilerden hareketle kanat kelimesinin kak-
fiiliyle ilgisi ortaya konacak, kelimenin etimolojisiyle ilgili diğer görüşlerin zayıf
yönleri delilleriyle ortaya konacak ve yeni bir etimoloji teklifi ileri sürülecektir.
Anahtar Kelimeler: Türkçe, kanat, etimoloji, kanat kak-, iştikaklı fiil

Giriş
Türk dili tarihinde ilk kez Eski Uygurcada organ adı olarak rastlanan kanat
kelimesinin etimolojisi hakkında iki görüş öne çıkmaktadır. Bu çalışmada kanat
kelimesine dair görüşlerin çok yönlü eleştirisi yapılarak; kelimenin fonetik, morfolojik,
leksik ve semantik verilerle delillendirilmiş yeni bir etimolojisi iddia edilecektir.

2. Etimoloji Denemeleri
Kelimenin etimolojisi hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır. Yakutça kınat
biçimini Ttü. /a/ ~ Yak. /ı/ denkliğine bağlayan Eren, Çuvaşça śunat biçimi içinse öncelikle
Ttü. /k-/ ~ Çuv. /y-/ denkliği yoluyla *yunat biçiminin oluştuğunu, sonradan da Ttü. /y-/ ~
Çuv. /ś-/ denkliğinden hareketle kelimenin śunat biçimine geliştiğini düşünmektedir. Ayrıca
Eren çağdaş diyalektlerde ‘balık kanadı, yüzgeç’ olarak kullanılan

Bu bildiri, TÜBİTAK 2224-A Yurt Dışı Bilimsel Etkinliklere Katılma Desteği Programı 2018/2
çerçevesinde 1919B021800990 numaralı başvuru neticesinde desteklenmiştir.
Dr. Öğr. Üyesi, Ordu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ordu /
Türkiye. turkbilimci@gmail.com

550
kanar biçimiyle kanat arasındaki benzerlikten bahseder, ancak bu çağdaş
diyalektlerin hangileri olduğundan bahsetmez (TDES 205-206).
Rásonyi Nagy, kanat kelimesinin ‘(bir şeye) asmak’ anlamındaki Teleütçe kana-
kökünden geldiğini dile getirmiş; Ramstedt, ‘kanatların büyük tüyleri’ anlamına gelen
Moğolca kana biçimiyle karşılaştırmıştır. Ramstedt’in fikrine Räsänen (VEWT 230),
Doerfer (TMEN 518-519), Bazin-Hamilton, Tekin ve Gülensoy da katılmıştır. Clauson
1
(EDPT 635), Sevortyan (ESTY 252-253) ve Tietze (TETTL-IV 94) fikir belirtmemiştir.
Kelime, Farsça (kanat), Urduca (kanat), Ermenice (kanad, ganat), Romence (canat),
Bulgarca (kanáta), Sırpça (kanat), Arnavutça (kanat, kanatë, kanát) ve Yunancaya (kanáti)
Türkçeden geçmiştir (TVS 431). Özetle, kelimenin etimolojisi hakkındaki görüşlerin geneli
Moğolca kana kelimesine {+t} çokluk eki getirilmesi yönündedir.
EDAL’da kanat kelimesiyle ilgili olarak farklı maddelerde üç prototipe
rastlanmaktadır2:
Tablo 1. EDAL'da kanat Kelimesiyle İlgili Maddeler
EDAL 664-665 EDAL 776 EDAL 776
PA *kēna ‘front leg, armpit, angle’ PA *k῾ḗnVt῾a ‘wall, wall mat’ → PA *k῾eńo ‘edge’ → PM
→ PT *Kājnat ‘1. wing, 2. fin’ PMT *xondari ‘wall mat *kajaɣa ‘edge (край)’
[EU., Krh., qanat, KzTat., Otü., (циновка для стены)0 [Neg. [Written Mongolian qajaɣa,
Uyg., Şor, Oyr., Tuv., Krg., Kzk., xondoj (< South.), onara-wu Kh., Bur., Kalm. xajā; Ord.
Nog., Bşk., Blk., Gag., Kry., Kkp., ‘полка вдоль нар’; Ul., Ork., xajā ‘lower part’]; PT *Kạń
Sal., Kmk. qanat ; Ttü. kanat; Özb. Nan. χondorị]; PM. *kana(n) ‘edge, hem (край, кайма)’
qanɔt; SU qejnat; Az. Ganad; ‘section of yurt lattice wall, wall [EUy. qaj ‘cross-road’; Krh.
Tkm. Gānat; Hak., Tof. xanat; (секция решетча-той стены qajɨɣ ‘a place at an angle
Oyr. qanar; Çuv. sonat; Yak., from the main road’; Bşk.
юрты, стена)’ [Written Mongolian
qajma; Hak. xaj; Oyr. qajɨr
Dolg. kɨnat; Yak. kɨjɨatt t ]; PM qana(n) (L 927); Kh. xana(n); Bur.
‘steep, precipitous’; Tv.
xana; Kalm. xanә; Ord. xana]; PT. xajɨɨ‘located sideways’; Chuv.
*ka(i) ‘front legs’ [Written
*K(i)ā(j)nat ‘flap (of door), wall xъju; Yak. kɨjɨt a ‘road on the
Mongolian qa, qaɣa (L 895 qa 'the
part of the foreleg of an animal (of yurt) (створка (двери), стена edge of a precipice’]; PK
between the shoulder and the (юрты))’ [Ttü. kanat; Az. Ganat; āā
knee'), Middle Mongolian qa, Tkm. Gānat; MTurk., Krg., Kzk., *kā ń ‘edge (край)’ [MKor.
qaji(n) (SH), Khalkha xaa, Buriat Kkp., Oyr. qanat; Özb. qɛnɔt; Hak. kāān, Mod. kā] (EDAL 776).
xa, Kalmuck xā]; PMT *kene- / xanat; Chuv. śonat ‘карниз, A derivative of the same root
застреха’]. may be Mong. kiŋgan ‘mountain
*kune- ‘1. shin, 2. stockings’ ridge’.
[Evenki kenete, kunetu 2, Even A Western isogloss. In Turkic the root
has merged with *Kājnat ‘wing’ (see
kēneče 2, könčen 1]; PJ *kanai under *kēńa); this homonymy may have
‘rule, gusset’ [Middle Japanese influenced Mong., where the stem
kane, Tokyo kane]. qana(n) occasionally means ‘wing,
ОСHЯ 1, 304; Дыбо 312-313; маховые перья’; but Mong. hardly <
VEWT 230, Лексика 149-150. Cf. Turk., despite TMN 1, 416. In Mong.
also Kalm. xanә ‘маховые перья’ one has to suppose a reanalysis of *-t
(KW 165, АПиПЯЯ 289); but due to as a plural suffix.
restricted distribution in Mong. this
form should be rather considered a
Turkism (see Щербак 1997, 133).

krş. Eurasiatic *küjnV ‘elbow, knee’ krş. Eurasiatic *kVnṾtṾ ‘corner, krş. Eurasiatic *kVNṾ ‘side,
PIE *g'enw-, *g'new- ‘knee’, PU wall’ → PSC *qv weā e ndǝā ‘garden, edge’ → PU *kanV ‘side, shore’,
*kinä (*künä),? *kinä (*künä) fence’, PIE *kant- (-th-) ‘rim’, PU PD *kon- ‘tip, end’ (SRR).

Tietze, kelimeyi madde başında kanad/kanat şeklinde göstermiş olup köken olarak Clauson’a atıfla ETü.
1
kanat kelimesine bağlamaktadır (TETTL-IV 94).
2
Bununla beraber Arapçadaki ‫انج‬¥¥¥‫[ ح‬cenāh], İbranicedeki ‫[ ףגא‬kanaf] ve Malta dilindeki ġwienaħ
kelimelerinin ‘kanat’ anlamında kullanılması ayrıca dikkat çekmektedir:
ǯǯ
PAA *ganVh--- ‘wing’ → PS *ganah-- ‘thorax area and arms; wing’ [Ar. ǯ anāh- ‘bras (chez l'homme);
aisselle; aile (chez les oiseaux, les insectes, etc.)’; ǯānih-at- ‘cote, surtout cette partie qui est du cotede la
poitrine’; Soqotri ganh‘devant, milieu de la poitrine’, NOGED génnah‘sternum’ (Notes: As anatomic terms
valid for comparison attested only in ARB and SOQ. Cf. MHR agōnǝh ̣'to fly' [LM 122], likely related; JIB
gɛɛɛ nah ̣'wing' [JJ 77] is an Arabism, according to Johnstone.(]; Old Egyptian d_nh -(pyr) ‘wing’; Central
Chadic *ganH- ‘wing’ (?) [Mbara gaŋ-laŋ (Notes: -laŋ is not clear(; High East Cushitic *gon(n)-(<*gVnh--?)
‘wing’ [Kambatta gonna-ta] (SRR → Afroasiatic Etymology Database; E.T. 05.09.2018).

551
‘elbow’, PD *gūn- ‘to bend; hump’, *kanta ‘edge, shore’, Borean KVNTV
PE *kanaʁa- ‘shin’, Borean ‘corner, enclosure ?’ (SRR).
(approx.) KVNV ‘arm’ (SRR).

Kelime hakkında farklı görüşlerin olması, kelimenin fonetik, morfolojik,


semantik ve leksik yönlerden incelenmesini zaruri kılmaktadır.

3. Fonolojik Ölçüt: t > d


Türk dilinde t > d tonlulaşması belirli durumlarda meydana ses olaylarından
biridir. Bu durumlardan biri, uzun ünlülü ve tek heceli kelimelere ünlüyle başlayan bir
ek aldığında kelime sonunda bulunan /ç/, /k/, /p/, /t/ tonsuz seslerinin Oğuz grubu Türk
lehçelerinde, (Örn. Türkiye Türkçesinde) tonlulaşması durumudur3:
Tek heceli ve uzun ünlülü kelimelerde bir kural olarak görülen tonlulaşma
hadisesi çok heceli kelime sonlarında sistemli olarak geçerli değildir. Türkiye
Türkçesindeki Türkçe asıllı kelimelerdeki sonses /ç/, /k/, /p/ ve /t/ ünsüzlerinin
tonlulaşma veya tonsuz kalma durumu Boz 2002’de ele alınmaktadır.
Tablo 2. Boz 2002'deki Verilerden Hareketle Tarafımızdan Oluşturulmuş ve Geliştirilen Sonseste /-t/ Sesinin
Durumunu Gösteren Tablo
VK VKK KVK KVKK
Tek (+) - ant, art but, tat dört4, kurt, yurt
heceli (-) at, et, ast, üst bat, bet, bit, çat, çıt, çit, göt, hot zot, cart, cırt, fart furt, fırt,
it, ot höt, kat, ket, kıt, kut, küt, pat, pıt, pot, gırt, hant, hart, hurt,
süt hırt, hişt, hoşt, höst,
kırt, kürt, pist, salt, sırt,
vırt zırt, yont, zart zurt,
zırt fırt
isimle
r KVK (SON HECE) KVKK (SON HECE)
5
Çok (+) ağıt, argıt, aşıt, çamat, çaşıt, çenet, çiğit, çivit, geçit, avurt, ayırt7, yoğurt,
heceli hamut, kağıt6, kanat, kenet, öğüt, söğüt, tokat, umut, yiğit züğürt
(-) anıt, arkıt, aygıt, ayıt, ayrıt, badat, bağıt, barbut, başat, lângırt
becet, belgit, belit, binit, boyut, bölüt, bulut, büğet, çaput,
çaşıt, çenet, çıkıt, denet, dikit, dimnit, dölüt, düşüt, eşit,
evet, giyit, gölet, gömüt, gülüt, haşat, ılgıt, içit, kalıt, kanıt,
karşıt, kavut, kayşat, kesit, kısıt, kirkit, komut, konut,
koşut, koyut, kubat, kurut, onat, ölçüt, ölet, örgüt, özet,
özüt, pırpıt, pusat, sarat, sarkıt, sıkıt, sızgıt, somut, soyut,
suvat, şakıt, tanıt, taşıt, yakıt, yanıt, yapıt, yaşıt, yazıt
VK VKK KVK KVKK
Tek (+) et- - dit-, git-, güt-, tat- -
fiiller heceli (-) at-, it-, art-, bat-, bit-, çat-, çit-, güt-, kat-, sat-, bert-, bört-, çent-8, dürt-
öt-, ut-, ört- tut-, tüt-, yat-, yit-, yut- , kert-, sürt-, tart-, yırt-,
üt- yont-9, yort-
KVK (SON HECE) KVKK (SON HECE)
(+) 108 örnek10 -

Ayrıntılı bilgi için bkz. Tekin 1995.3


Boz 2002’de bu örneğe yer verilmemiştir.4
Boz 2002’de bu kısma ait 17 örnek olduğu belirtilmiş, ancak örneklere makalede yer verilmemiştir. Bu 5
kısımdaki örnekler TS taramamızda elde ettiğimiz ve köken olarak başka bir dile ait olduğuna dair TS,
TBKS ve TAS’ta veri bulunmayan 18 kelimeyi kapsamaktadır.
Fa. kāġaz, kāġiz < T. kakıt,,̣ kegde, kakaç (TAS 404).6
Boz 2002’de bu örneğe yer verilmemiştir. 7
Boz 2002’de bu örneğe yer verilmemiştir. 8
Boz 2002’de bu örneğe yer verilmemiştir. 9
Boz 2002’de 135 örnekten bahsedilmektedir. 135 örnekte sonseste tonlulaşma görülmesi, oran ve sayı 10
bakımından dikkat çekici bir durum olsa da, Boz 2002’de bu örneklerin sıralanmaması bu konuda yorum
yapmayı güçleştirmektedir. Kendi taramamızda tonlulaşan çok heceli fiillerden 108’inin et-(mek) fiiliyle
birleşik fiil formunda oluştuğunu tespit ettik. Eğer bu 135 fiilin 108’i bu şekilde oluşmuş ise, kalan 27
fiilin durumu daha da dikkat çekici olmaktadır.
552
Çok(-) 542 örnek11 217 örnek12
heceli
İstatistik olarak Tablo 3 ve Tablo 4’deki verilerden hareketle konuya
bakıldığında tonsuz biçimlere daha sık rastlandığı görülmektedir.
Tablo 3. Boz 2002: 454'teki Tablonun /t/ Sesiyle İlgili Kısımları Dikkate Alınarak Oluşturulan Tablo (İtalik
veriler tarafımızdan güncellenmiştir.)
TEK HECELİLER ÇOK HECELİLER
İsimlerTonsuz Tonlu Tonsuz Tonlu
Sayı % Sayı % Sayı % Sayı %
VK 4 100 - - - - - -
VKK 2 50 2 50 - - - -
KVK 19 90 2 10 72 80 18 20
KVKK 25 90 3 10 1 20 4 80
Tablo 4. Boz 2002: 455'teki Tablonun /t/ Sesiyle İlgili Kısımları Dikkate Alınarak Tarafımızdan
Eklemelerle Oluşturulan Tablo (İtalik veriler tarafımızdan güncellenmiştir.)
TEK HECELİLER ÇOK HECELİLER
Fiiller Tonsuz Tonlu Tonsuz Tonlu
Sayı % Sayı % Sayı % Sayı %
VK 5 84 1 16 - - - -
VKK 2 100 - - - - - -
KVK 12 80 4 20 542 84 108 16
KVKK 10 100 - - 217 100 - -
Türkçe kanat kelimesinin fonetiğine dönülecek olunursa, kelimenin fonetik
bakımdan benzerlerine bakmakta fayda vardır. Bu fikirden hareketle, Türkçe Sözlük’te sonu
/nat/ ses grubuyla biten kelimeler tarandığında 25 kelimeye rastlanmaktadır. Bu kelimelerin
8’i iki heceli, 14’ü üç heceli, 3’ü ise dört hecelidir. Kelime sonu /t/ sesinin tonlulaştığı yedi
kelimenin 4’ü iki heceli, 3’ü üç hecelidir. 18 kelimede kelime sonu /t/ sesi
tonlulaşmamaktadır. Türkçe kökenli olduğu düşünülen kanat ve onat kelimeleri hariç
Türkçe Sözlük’te sonu /nat/ ses grubuyla biten kelimelerin tamamı alıntı kelimedir.
Tablo 5. Türkçe Sözlük'te Sonu /nat/ Ses Grubuyla Biten Kelimeler
/NAT/ SES GRUBUYLA BİTİP /-T/ /NAT/ SES GRUBUYLA BİTİP /-T/ SESİNİN
SESİNİN TONLULAŞTIĞI KELİMELER TONLULAŞMADIĞI KELİMELER
İKİ HECELİ ÜÇ HECELİ İKİ HECELİ ÜÇ HECELİ DÖRT HECELİ
V+ inad-ı < inat serenad-ı < serenat manat beyanat muhassenat
kanad-ı < kanat istinad-ı < istinat sanat hasenat müdevvenat
monad-ı < monat marinad-ı < marinat onat hayvanat koordinat
sonat karbonat
ordinat
peşinat
saltanat
tazminat
teminat
tezyinat
K+ isnad-ı < isnat - - - -
Türkçe Sözlük’te Türkçe kökenli olup sonu /t/ sesiyle biten ve ünlüyle başlayan
bir ek aldığında tonlulaşan kelimelere bakıldığında ise 22’si çok heceli ve 12’si tek
heceli (5’i fiil) olmak üzere 34 kelimeyle karşılaşılmaktadır.
Tablo 6. Türkçe Sözlük'te Sonsesteki /t/ Sesi Tonlulaşan Türkçe Kökenli Kelimeler
SONSESTEKİ /T/ SESİ TONLULAŞAN TÜRKÇE KÖKENLİ KELİMELER

Boz 2002’de 430 örnekten bahsedilmektedir ancak bu örnekler sıralanmamaktadır. Kendi taramamızda 11
tonlulaşmaya uğramayan çok heceli 542 fiil tespit edilmiştir. Bu fiillerin oran bakımından yüksek bir
kısmının fiilden fiil yapma eki {-(I)t-} ile türemiş fiillerden oluşmaktadır.
Bu kısımda /t/ sesiyle biten toplamda 217 örnek bulunmasına rağmen Boz 2002’de bu örnekler yer 12
almamaktadır.
553
V+ K+
tek but > bud+u et-(mek) > ed-er ant > and+ı dört > dörd+ü
heceli tat > tad+ı dit-(mek) > did-er art > ard+ı
tat-(mak) > tad-ar git-(mek) > gid-er kurt > kurd+u
güt-(mek) > güd-er yurt > yurd+u
çok ağıt > ağıd+ı çenet > çened+i ayırt > ayırd+ı züğürt > züğürd+ü
heceli argıt > argıd+ı çivit > çivid+i avurt > avurd+u
aşıt > aşıd+ı geçit > geçid+i yoğurt > yoğurd+u
çamat > çamad+ı kenet > kened+i
çaşıt > çaşıd+ı öğüt > öğüd+ü
hamut > hamud+u senit > senid+i
kağıt > kağıd+ı söğüt > söğüd+ü
kanat > kanad+ı yiğit > yiğid+i
tokat > tokad+ı
umut > umud+u
Verilere farklı bir gözle bakılacak olursa kanat kelimesi hakkında şöyle bir
yorumda bulunulabilir. Türkiye Türkçesinde kanat kelimesiyle üç yönden ortaklaşan 22
kelime bulunmaktadır.
Tablo7. Türkiye Türkçesinde kanat Kelimesiyle Üç Yönden Ortaklaşan 22 Kelime
SON HECESİ KVK SON HECESİ KVKK
ağıt, argıt, aşıt, çamat, çaşıt, çenet, çiğit, çivit, geçit, avurt, ayırt, yoğurt, züğürt
hamut, kağıt, kanat, kenet, öğüt, söğüt, tokat, umut,
yiğit
Bu 22 kelimenin tamamı da iki hecelidir.
Bu 22 kelimenin tamamı da /t/ sesiyle sonlanmaktadır.
Bu 22 kelimenin tamamı da ünlüyle başlayan bir ek aldığında tonlulaşmaktadır. Bu
22 kelime arasında kökeni açık bir şekilde bilinen yedi kelime bulunmaktadır:
aşıt < aş-(mak), ayırt < ayır-(mak), geçit < geç-(mek), öğüt < öğ-(mek), tokat < tokı-
(mak), umut < um-(mak) ve yoğurt < yoğur-(mak). Bu yedi kelimenin tamamı da fiilden
isim yapma eki {-(I)t} ile türetilmiştir.
Verilerden de anlaşılabileceği üzere çok heceli kelimelerde uzun ünlülük de dâhil
olmak üzere herhangi bir kıstastan bahsedilememekte, mevcut durum ve şartlardan
hareketle sistemli bir açıklama getirilememektedir. Bununla beraber dilbilimciler bu
meseleyi tartışmaya devam etmekte ve kanat-ı > kanad-ı, sanat-ı > sanatı, etüt-ü > etüd-
örnekleminde, konu güncelliğini korumaktadır.13 Ancak kanat kelimesiyle ortaklaşan
22 kelime incelendiğinde kanat kelimesinin sonundaki /-t/ sesinin fiilden isim yapan {-
(I)t} ekinin bir kalıntısı olabileceği ihtimali doğmaktadır.

4. Morfolojik Ölçüt {+t}


Türkçe kanat kelimesinin etimolojisi hakkında ileri sürülen argümanların
başında Eski Türkçede çokluk işlevli kullanılan {+t} eki gelmektedir. Ancak {+t} eki
hakkındaki tartışmalar da sonlanmış değildir. Bu tartışmalarda beş görüş olduğu gibi,
açıkça fikrini ifade etmeyen araştırmacılara da rastlanmaktadır.
Tablo 8. Eski Türkçede Çokluk İşlevinde Kullanılan {+t} Ekinin Kökeni Hakkındaki Görüşler
Moğolca Kökenli Olduğunu Emre, Gabain, Şçerbak, Clauson,
Savunanlar Decsy
Türkçe Kökenli Olduğunu Savunanlar Sinor, Poppe, Doerfer, Korkmaz
Altay Dil Ailesinin Mirası Kabul Ramstedt, Demir, EDAL
Edenler
İranî Kaynaklı Olabileceğini Clark, Erdal
Düşünenler

13
Ayrıntılı bilgi için bkz. Grijzenhout 2000, Kirchner 1995, Sayed 2017, Oostendorp 2004: 16-19 ve
özellikle Inkelas, S. ,Orgun 1995’e bakılabilir.

554
Türkçe Olmadığını Düşünenler Grönbech
Açık Bir Şekilde Görüş Bildirmeyenler Ş. Tekin, T. Tekin, Ersoy, İlhan, Killi,
Nizam
Eski Türkçe çalışmalarında {+t} ekiyle yapılan çokluk örneklerine bakıldığında
kaynaklarda on kelimeyle karşılaşılmaktadır.
Tablo 9. Eski Türkçede Çokluk İşlevli {+t} Ekiyle Oluşturulan Kelimeler
TEKLİK ÇOKLUK KAYNAK
Gabain 1950: 63, Gabain 1988: 46, Tekin
alp+a-gu ‘yiğit’ yılpagu+t 2003: 102, Öztürk 2014: 31, Ercilasun 2016:
371
bay+a-gu ‘zengin’ bayagu+t Gabain 1950: 63
Mo. kana ‘kanat Tekin 2003: 102
kana+t
tüyü’
Gabain 1950: 63, Gabain 1988: 46
Mo. sün süt
Tekin 2003: 102, Öztürk 2014: 31, Ercilasun
og(u)l+ıt 2016: 371, Ölmez 2017: 51
Gabain 1950: 61, Gabain 1988: 44, Tekin
og(u)l ‘çocuk, evlat,
2003: 102, Eraslan 2012: 129, Öztürk 2014:
oğul’
og(u)l+an 31, Şen 2014: 61, Ercilasun 2016: 371,
Ölmez 2017: 51, Berbercan 2018: 38
Tekin 2003: 102
s(e)ŋün ‘general’ sanü+t
tagşu+t Gabain 1950: 63, Gabain 1988: 46
tagşu+r-
‘manzume’
Tekin 2003: 102, Öztürk 2014: 31, Ercilasun
2016: 371, Ölmez 2017: 51, Berbercan 2018:
tarkan ‘bir unvan’ tarka+t
38
Gabain 1950: 63, Tekin 2003: 102, Öztürk
tigi+t 2014: 31, Şen 2014: 61, Berbercan 2018: 38
tigin ‘bir unvan,
şehzade, prens’ Gabain 1950: 85, Gabain 1988: 62, Eraslan
tigi+t+ler 2012: 129, Ölmez 2017: 233
uruŋu ‘savaşçı, Gabain 1950: 63, Gabain 1988: 46
uruŋu+t
muharip’
Bu on kelime dışında, diğer Türk lehçelerinde donmuş olarak geçen iki örnek daha
vardır:
Tablo 1. Eski Türkçe Dışındaki Türk Lehçelerinde Geçen ve {+t} Ekiyle Oluştuğu Düşünülen Kelimeler
TEKLİK ÇOKLUK KAYNAK

14
Bang 1918:
kadın ‘eş, hanım’ KuzT. kadı+t 121
big ‘bey, büyük, şeref Çağ. big+et ‘başkan, komutan, yönetici, DTO 188
unvanı’ bey’
Bu 12 kelime incelendiğinde kanat ve takşut kelimeleri dışındaki on kelimenin
insanla ilgili kavramları karşıladıkları görülür. Eski Türkçenin Köktürkçe evresinde kural
olarak kabul edilen bu durum her ikisinin de ilk örneklerine Eski Uygurcada rastlanan
tagşut/takşut ve kanat kelimeleri için geçerli değildir. takşut kelimesinin etimolojisi için
EDPT 474’te *takış- ihtimali ileri sürülmüştür. Türkçe kökenli olup yine bir manzum tür
bildiren koşma ve koşuk kelimelerinin etimolojisinin ‘katmak, eklemek’ anlamlı √koş-(mak)
köküne bağlanması takşut kelimesinin etimolojisinin de yine ‘katmak, eklemek’ anlamına
gelen √tak-(mak) kökünden hareketle tak-(I)ş-(U)t şeklinde yapılabilir.

So ist auch alt. tel. leb. qadii t 'Frau' von qadii n zu erklären; qadii t > tel. kumd. schor. (Prob. I 3328) qāt >
schor. sag. koib. ktsch. küär. qat. (Bang 1918: 121)

555
Böylelikle de takşut kelimesinin sonundaki /t/ sesinin çokluk işlevli {+t} eki olma
ihtimali zayıflamaktadır.
Eski Türkçede {+t} çokluk eki alan kelimeler arasında sayılan ve bazı bilim
adamlarına göre etimolojisi bu eke bağlanan kanat kelimesi hakkında ise kelimenin
semantiği dikkate alınarak yorumda bulunulmalıdır. Kelimenin bağlandığı *kana kökü
Mo. kana ‘tüy’ anlamına gelmektedir. Ancak kanat kelimesinin semantiğinde ‘tüyler’
anlamı yoktur; kanat organı iki adet olduğuna göre çokluk olabilecek en üst anlam ‘iki
kanat’ olmalıdır. Genel Türk dilinde Eski Türkçeden itibaren günümüze dek pek çok
lehçede semantik bakımdan ikilik içeren kögüz ‘göğüs’, tiz ‘diz’, köz ‘göz’, müyüz
‘boynuz’, meŋiz ‘beniz’, agız ‘ağız’, boguz ‘boğaz’ (Gabain 1988: 46) gibi bazı organ
adlarının yapısında çokluk işlevli bir {+z} eki tasavvur edilmektedir. Bu mantıktan
hareketle Köktürkçede geçmeyen ve ilk örneklerine Eski Uygurcadan itibaren rastlanan
kanat kelimesinin, eğer kökeni *kana kelimesi ise, bu şekliyle değil de *kanaz şeklinde
yapılanması gerekirdi.
Bununla beraber tigin kelimesinin iki kez çokluk eki alması (tigit, tigitler) ya da
og(u)l kelimesinin hem oglıt hem de oglan şekillerinin bulunması kanat kelimesinin de
Eski Türkçede *kanalar, *kanagun, *kanan veya *kanaz şekillerinden birinde
kullanılabilme ihtimalini doğurmaktadır, ancak henüz bu hipotetik kelimelerden
herhangibirine dair verilere ulaşılamamıştır.
Eski Türkçede çokluk işlevli {+t} ekinin kıyaslandığı Moğolcada durum ise çok
daha farklıdır. Moğolcada, Eski Türkçe {+t} işe ilgili olabilecek çokluk işlevli üç ek
dikkati çekmektedir ve bu eklerde Eski Türkçede olduğu gibi ‘insanla ilgili kavramlarda
kullanılma şartı’ yoktur: {+UUd}, {+çUUd} ve {+d} (Ersoy 2018: 67-71, Kartallıoğlu
2010: 72-75).
Verilerden de anlaşılabileceği üzere Eski Türkçede çokluk işlevinde kullanılan
{+t} ekiyle ilgili olarak; ekin sadece ‘insanla ilgili’ kavramlarda çokluk işlevi
yüklendiği, kanat kelimesinin ekin aktif örneklerinin bulunduğu Köktürkçede
geçmediği ve ilk örneklerine Eski Uygurcadan itibaren rastlandığı, kelimenin semantik
bakımdan çokluk değil de ikilik bildiren kelimelerle düşünülmesi gerektiği ortaya
çıkmaktadır. O hâlde kelimenin etimolojisi için çokluk işlevli {+t} ekinin teklif edilmesi
ihtimali, bu bilgiler ışığında zayıf kalmaktadır.
15
Leksikosemantik Bakımdan Bir figuraetymologica Örneği Olarak kanat kak-
(mak)
Türkçede kanat kelimesinin izlerine, Köktürkçe dışında tarihî ve çağdaş hemen
16
hemen tüm Türk lehçelerinde rastlanabilmektedir: EU. kanat , Krh. kanat (DLT 682, KB
220, KrTS 354), Hrzm. kanat (İMT 289, HATS 285), Müh. kānat, CC xanat, MKp. kānat,
Çağ. kanat (ÇTS 574), EOğ. kanat, Osm. kanat (Tulum 2011: 1089, LO 207), Alt. kanat
(ATS 96), Az. ganad (ADİL-III 33), gänäd, Bşk. kanat (BTS 324), Çuv. śunat (ÇRS

Birleşik kelimeler arasında da yer alabilen bu tür kelimeler için dil biliminde iştikaklı kelime (figura
etymologica) terimi kullanılmaktadır. Dinçer 2008’de kendi kendini açıklayan fiiller, Bozok 2012’de ve Ağca
2015’te iştikaklı ikilemeler, Öztürk 2017’de kökteş fiiller, Alyılmaz 2017’de ise nesne tekrarlı fiiller olarak
adlandırılan bu tür birleşik kelimeler, aynı örnekleri ele almışlardır. Türkçe kökenli kelimelerin etimolojisinde
bir ölçüt olarak kullanılabilecek bu duruma örnek olarak tarihî ve çağdaş Türk lehçelerinden bı bıçku, bilge
bilig, san sakış gibi isim türünden kelimeler ile at ata-, av avla-, kopuz kopzal-, yükünç yükün- gibi fiil türünden
kelimeler gösterilebilir. İştikaklı birleşik fiiller, isim+fiil şeklinde oluşmuş olup yapı bakımından iki grupta
değerlendirilebilir: Birinci grup isim unsuru türemiş olanlar [ekin ek-[mek], esin es-(mek) vb.] ve ikinci grup fiil
unsuru türemiş olanlar [av avla-(mak), kur kurşan-(mak) vb.].
[IB 3] altun kanatlıg talım kara kuş men; [IB 35] kugu kuş kanatıŋa urup anın kalıyu barıpan ögiŋe 16
kaŋıŋa tegürmiş; [TMC-III/8.423d.R:2-4] künt(ä)ngri [ya]ruqï isigi ingäi säning qanatïngïn küy’ürgäi
örtängäi s(ä)n; [TMC-III/8.423d.R:5-7] ötrü ol ödün bu savïγ išidip qanatïmïn silkinip ymä t(ä)rkläyü
qal(ï)γ dan qodï intim.

556
123), Dlg. kanat, Gag. kanat (GRMS 241), Hks. hanat (HTS 144), İli. Qanat (Hahn
1991: 44), Kklp. kanat (KkRS 370), K-M. kanat (KMTS 240), Kmk. kanat (KmTS
244), Krg. kanat (TKS 463), KrmT. qanat (KTRS 184), Kry. kanat, Kzk. kanat (KzED
257), KzT. kanat (KTTS 263), Nog. kanat (NRS 144), Oyr. kanat, Özb. kanåt (ÖTİL-II
550), Sag. kanat, Sal. kanat (Poppe 1953: 457), SUy. kenat, Şor. kanat (ŞS 41), Tel.
kanat (TAS 46), Tkm. gānat (TmTS 223, STY 141), Tof. kanat, Ttü. kanat, Tuv. kanat,
Yak. kınat (TSS 141), YUy. kanat (YUTS 219, UTİL-III 151).
Türk dilinde kanat kelimesiyle oluşturulan birleşik fiillere bakıldığında ur-
17 18 19 20 21 22
(mak)/vur-(mak) , çal-(mak) , tokı-(mak) , aç-(mak) , yay-(mak) , kak-(mak) , çırp-

Hrzm. kanat ur- ‘kanat vurmak, kanat çırpmak, uçmak / HŞ 1641’ (HATS 285), Çağ. kanat ur- ‘uçmak /
Münşe’āt’ (ÇTS 574) ◊ cümle ḳanadı ḳanada urdılar / görklü tekbir hoş salavāt virdiler (Hatun Destanı,
XIV.yy./T EBDİZ)
[Az.] Dövr eylә, qanad çal, nәzәr et, eylә tamaşa / Ya bәççeyi-әnqa! (Nәbati 2004: 196); Sevgi
dünyasının kәhkәşanından / Qanad çal, ey könül, vüqarla boylan (Bağırlı 2014: 73); Mәnim könlüm
qanad çalır eldәn gәlәn bu sәnәtә / Gözәlliyin qәdrini bil! Hörmәt olsun tәbiәtә! (Vurgun 2005: 17);
Ükâb olup kanat çalıp uçaram / Felek salıb gene belâye meni (Kabotarian 2008: 305); Yâdındadır, ne
hövlesek gaçardım? / Guşlar tekin ganad çalıp uçardım. (Cengiz 2015: 14)
19
Hrzm. kanat tokı- ‘kanat vurmak, kanat çırpmak, uçmak / KE 26v16’ (HATS 285) ◊ [Çağ.] Köňül
guşy uçsa daýym ganat tokup / Iki gözüm nedamatda ganlar döküp / Ten öldürüp, ryýazatda dyzym
büküp / Ýa Ilähi, afu kylgyl günähimni (Divan-ı Hikmet 76/1; Yılmaz 198)
20
çü çıḳtı onuñ üstüne bu kez cebrāʾil’i gördü / kim altı yüz ḳanadını açıp ʿarż eylemiş bālā
(Muhammediye, XV.yy./TEBDİZ); ḳanat açdıḳda ḳuş gibi uçardı / niçe mil yiri bir demde geçerdi
(Gazavât-nâme-i Midilli, XVI.yy./ TEBDİZ)
çünki bindüm üstine yaydı ḳanat / zehḭ ‘ışḳı u zehḭ dem zehḭ murād (Mi’râc-nâme, XX.yy./T EBDİZ)
K-M. kanat kak- ‘kanat çırpmak’ (KMTS 240), Kklp. канат как- ‘махать крыльями // kanat çırpmak’
(KkRS 370), Kmk. qanat qaqmaq ‘kanat çırpmak’ (KmTS 244), Krg. kanat kagış ‘kanat vuruşu’ (TKS
463), Kzk. qanat qaqtı ‘talpındı, umtıldı’ KzTS 371, qanat qaq- ‘to flap (its) wings’ KzED 257, qanat
qağuv ‘wave; flap’ KzAS 109; KzT. kanat kak- ‘sevinmek, kıvanmak’ (KTTS 263), Özb. qanat qaqmaq
‘1. qanatlarini silkitmaq yaki birbiriga, yaniga urib tap-tap avaz çiqarmaq: Tam arqasida хöraz qanat qaqib
qiçqirdi. 2. qanatlarini silkitib uçmaq, parvaz qilmaq: Şiypanning atrafidagi gulzarda rang-barang
kapalaklar, ignaçilar qanat qaqar, asalarilar gungillar, allaqaerda gurrak gurillar edi. 3. Göçma yolday,
quşday uçmaq: Yolçibay biznikiga, kelsa yaman buladimi?.. Yolçini albatta keltiraman. Özi ham qanat
qaqib kelar.’ (ÖTİL-II 550), Tkm. gānat kak- ‘kanat çırpmak’ (TmTS 223), ‘bir zada höves etmek, bir işe
yürek bilen yapışmak, pervaz urmak’ (STY 141), YUy. kanat kakmak ‘kanat sallamak’ (YUTS 219), ‘1.
kanatlarını silkmek, yaki kanatlarını birbirige urup, avaz çıkarmak, 2. Kanatlarını silkip uçmak, pervaz
kılmak’ (UTİL-III 152-153) ◊ [EOğ.] henüz sen kanadın kakıp yuvandan uçup ırılmadın makam-ı aslîde
mukimsin (İrşad.XV.38/TarS); pes “kaabe kavseyn” makamına kanat kakup pervaz kılmağa başlayıcak
abd oldu. (İrşad.XV.239/TarS); [Osm.] bir kuşun yavrusu yuvasından düşüp anası babası üzerine gelüp
pırlayup kanat kanada kakup … (Rahat.XVI.284/TarS), hafakan: yürek oynamak ve kuş kanad
kakmak (Bab.XVI.2,504/TarS), kaçan ki yılda bir kere Cebrail sureti kanat kakup sayha ursa
(Ev.XVII.1,64/TarS), et-tasfik: kuş kısmı kanatlarını kakmak manasınadır (Kam.XVIII-XIX.3,5/TarS);
[Çağ.] meded kıldı azāzilni kavlap sürdüm / andın soŋra kanat kakıp uçtım mena (AYH.1:50-51), özüm fakir
kıldım mukir boldum hakir / kanat kakar uçar kuşdek köŋlüm meniŋ (AYH.55:3-4); [Tkm.] bürgüt guş dek
ganat kakyp dügülden / muhannesler geçer jandan, oğuldan / gurt dek girip, goýun kimin dagyldan / är
ýigidiň mert ýoldaşy gerekdir (Garryýew 1959: 22), Хораз бирден гаты гыгырып, ганатларыны какды
(ÇH 329), Ол бир гѳрсең, гушларың ганат какышы ялыды, бир гѳрсеңем, тыркылда меңзешди (HAGP
156), Ганатыны какып, агажың габыгыны чокалап, тыркылдадян хем шол экени
(HAGP 156); [K-M.] saqlab turad, qanat qağa / közlеrindе ciltin çağa [LBM 156], uçarıq ed qala taba /
qanatların cеŋil qağa… [LBM 215], qanatların qağıb kördü / olsağatlay anı kölü (LBM 220)→ Bk. kirpik
kağılmak (LBM 156); [Kzk.] bul jerden uşıp ketşi säwlem jakka / barıp kon nazik kana bir butakka / söyle
oğan aşındırıp meniŋ jayım / köŋilin eljiretpey kanat kakpa (MJŞ:40-Bulbul.5), men kaldım - jas balapan
kanat kakpay / uşam dep umtılsam da damıl tappay / jön silter jol körseter jan bolmadı / jawız jaw koysın ba
endi meni atpay (MJŞ:83-Alıstağı Bawrıma.7), kurbılar, iske bet alsak / oylamay kanat kakpalık / anaw jarık
– altın dep / köringenge şappalık (MJŞ:214-Köbelek.3), qıyal qusı şıŋğan asıp / şırqap qanat qağadı. (MJJJ 3),
Егер карыпкасерге олар жанашырлықпен караса, олардың бет ажары нұрға толады, коңіддері
көтеріліп, күстай ұшып канат кағады (KET 151), Жыраулар көтерілген көркемдік сатыдан да өтіп,
поэзияның жаңа шынына канат какты (KET 285), кус болсам канат

557
(mak) gibi fiillere rastlanmaktadır. Bu fiillerden beşi (ur-, çal-, tokı-, çırp-, kak-)
‘vurmak’ anlam alanına, ikisi ise (aç-, yay-) ‘açmak’ anlam alanına dâhil olmaktadır.
‘vurmak’ anlamlı fiiller arasında yer alan çal-(mak) ve kak-(mak) fiilleri iki
yönden ortaklık göstermektedirler.
Her iki fiil de iştikaklı fiil oluşturabilmekte ve böylelikle etimoloji
çalışmalarına katkıda bulunmaktadırlar
Tablo 11. çal-(mak) ve kak-(mak) fiillerinin İştikaklı Fiil Oluşturduğu Yapılara Örnekler
ÇAL-(MAK) KAK-(MAK)
çalma çal- ‘Başörtüsünü kağıç kak- ‘kusurunu yüzüne
ağzı kapayacak şekilde vurmak’ (DS-8: Çayhan *Ereğli –
örtünmek’ (TTAS) Konya)
çalgı çalmak ‘bir müzik kahıç kak- ‘kusurunu yüzüne
aletini kullanmak’ (GTS) vurmak’ (DS-8: *Gürün -Sivas),
kahış kalk- ‘kusurunu yüzüne
vurmak’ (DS-8: Çöplü *Gürün –
Sivas)
kakı kak- ‘kusurunu yüzüne
vurmak’ (DS-8: Kumdanlı *Yalvaç
-Isparta)
Her iki fiil de birbirinin yerine kullanılabilmektedir. Mesela ‘davul icra etmek’
anlamında iki farklı lehçedeki veriler bu durumu tanıklamaktadır:
Krg. dool kak- (KS 311) ~ Ttü. davul çal- (GTS)
Her iki fiil arasındaki bu ilişkinin penceresinden kanat kelimesine bakıldığında
benzeri bir denkliğe ulaşıldığı görülür. Azerbaycan, Türkiye ve Özbek Türkçelerindeki
deyimleri karşılaştıran Hüseynova’da kak-(mak), çal-(mak) ve aç-(mak) fiilleri kanat
kelimesiyle birleşerek ‘uçmak’ anlamlı fiiller oluşturmaktadır:

кағып келер едім / адал деп барлык жанга сепер едім (KET 521), Асылы, «кияға канат кағар сүнкар
едім» — деп бекерге айтпайды (KET 555), Талапты жастыц канат кагар сәті түселі (KET 719),
Акынның жүрек сезімін шерткен махаббат лирикалары мен кияға канат каққан көңіл күй лирикалары,
негізінен алғанда, романтизм сарынындағы шығармалар (KET 865); [Krg.] kögörgön kök asmanda kanat
kagıp / kök kaşka too suusunday alasalıp (AMKA 292), күн көтөрүп кабагын, нурун чачты, / бүт дүйнө
аккуу болуп канат какты (KBD 5828); [Bşk.] Донъяға ҡыҙ тыуһа – ете фи-рештә ҡанат ҡағып торор,
ти (MSBY 330), Атланған көн ҡош оя ясамай, күгәрсен ҡанат ҡаҡмай, кеше эшләмәй (MSBY 38);
[KzT.] tavıḳ ḳanat ḳaḳsa da oçalmas. (Eyüpoğlu 2017: 148), кошлар оча көньякка / канат кагып еракка
(TTS 157), балалар: канат кагып, ерактан / кошлар кайтты көньяктан (TTS 248), куанды ил, канат
какты мәләкләр / шашып, аң-таң булып шайтан төкерде (TEDF 345), җәннәтнең асыл кошлары канат
кагар / төрле-төрле ширбәт елгалары агар... (AM 51), алгарышта милли хисе, милли рухы... /
бәрәкәтле тормышыбыз канат какты (AM 268), өсләрендә канат какты / канат какты / әйтерсең
лә / сәлам бирле малай чагым.. / … казлар кайта
минем дә бар / кайтып канат кагар ягым /… / зәнгәр күккә тургай күтәрелде / оча, җырлый,
канат кагына... (KU 2014: 112), Төнлә һавага ут-төтен, су баганалары күтәрелгәнне тәрәзәдән
күргәч, шушы минутларны көтеп яткан Ксенофонт Ивановичның җаны канат какты (KU 1974:
48), Сираев күңеленнән канат какты, әмма базарын күтәрер өчен: — Анысы минем эш түгел, —
диде (KU 1974: 66), Боларның котларын ботларына төшердем дип канат какмасын! (KU 1974:
71), Минем җаным канат какты: димәк, мин аның шәхси сабан туе үткәргәнен дөрес алганмын
(KU 1974: 82); [MşT] kas kanatïn kakkanda / badyan cäcäk atkanda / yäş d’ürägem läp-läp itä / yar
kuynïnda yatkanda (MTW.27:144); [Özb.] Deye quşça her yan baqdı / Tınık kökle kanat kakdı (Kocaoğlu
1996: 23), Bir az küyle, şe’riŋ söyle / Mahzun ruhım qanat qaqsın! (Kocaoğlu 1996: 22); [YU] Bu mazarniŋ
xasiyitidin bu yurt xelqi tumşuqluq çoqumay, qanatliq qaqmay emin ötkeniken (Öger 2008: 276), U havada
birla qanat qaksa, pütün cahan zilzilige kélip, barliq canivarlar can qayğusi bilen vehimide kélişidiken (Öger
2008: 245), Bularniŋ hiyle-neyreŋliridin rencigen bürküt padişah padişahliqini taşlap égiz taşlarni, qiyalarni,
çoqqilarni makan tutup, kökniŋ qeride erkin qanat qéqip pervaz qilip yaşap ötüptu
(Öger 2008: 354).

558
23 24 25
Özb. kanat kak- ~ Az. ganad çal- ~ Ttü. kanat aç-
Tuvacada ‘kanat’ anlamında kullanılan iki kelime dikkat çekmektedir: çakpa
‘kanat’ (Özbek 2016: 572), çalgın ‘kanat’ (Özbek 2016: 573), çalgın-çakpa ‘kanat’
(Özbek 2016: 573). Bu kelimelerden ilkinin (çalgın), çal-(mak) fiiliyle türemiş olması,
Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki çalgay ‘kuş kanadının ön yelekleri’ (DLT 613) kelimesi ve
kanat çal-(mak) birleşik fiili dikkate alındığında kuvvetle muhtemel görünmektedir:
Tuv. çalgın < çal-(mak) > DLT çal-gay
Bu bilgilerden hareketle, şöyle bir akıl yürütme yoluna gidilebilir:
Bir iştikaklı fiil olarak çal-(mak) fiili Bir iştikaklı fiil olarak kak-(mak) fiili
çalma çal-(mak), çalgı çal-(mak) gibi kağıç /kahıç kak-(mak), kakı kak-(mak)

birleşik fiiller oluşturabilmektedir. gibi birleşik fiiller
Yine oluşturabilmektedir.
İştikaklı fiil oldukları için çalma ve İştikaklı fiil oldukları için kağıç/kahıç ve
çalgı kelimeleri çal-(mak) fiilinden ↔ kakı kelimeleri kak-(mak) fiilinden
türemiş isimlerdir. türemiş isimlerdir.
çal-(mak) fiili kanat kelimesiyle kak-(mak) fiili kanat kelimesiyle birleşik

birleşik fiil oluşturmaktadır. fiil oluşturmaktadır.
‘kanat’ kavram alanında olup DLT’de Eski Uygurcadan itibaren Türk dilinde
geçen çalgay ve Tuv. çalgın kelimeleri görülmeye başlayan ‘kanat’ kavram

çal-(mak) fiilinden türemiş alanındaki kanat kelimesi kak-(mak)
kelimelerdir. fiiliyle aynı kökten türemiş olabilir.
6. Sonuç
Türkçenin etimolojisi tartışmalı kelimelerinden biri olan kanat kelimesi
hakkında baskın görüş kanat kelimesinin Eski Türkçede çokluk işlevli {+t} ekiyle
oluştuğu ve köken olarak da Mo. kana kelimesiyle ilgili olduğu yönündedir.
İki heceden oluşan kelime fonolojik bakımdan incelendiğinde sondaki /t/ sesini,
ünlüyle başlayan bir ek aldığında tonlulaştırmaktadır. Oğuz grubu Türk lehçelerinde tek
heceli kelimelerin son sesinde görülen tonlulaşma uzun ünlünün işaretidir. Ancak aynı
yöntem çok heceli kelimelerde işe yaramamaktadır. Oğuz grubuna mensup Türkiye
Türkçesinde çok heceli olup sondaki /t/ sesi tonlulaşan 22 kelime bulunmaktadır. Bu 22
kelimeden kökeni açıkça belli olan 7 kelimenin tamamı da fiilden isim yapma eki {-(I)t}
ile türetilmiştir. Buna göre kanat kelimesinin sonundaki /t/ sesi fiilden isim yapma eki {-
(I)t} ekinin bir kalıntısı olabilir.
Kelime morfolojik bakımdan incelendiğinde, bazı bilim adamlarının iddia ettiği
Eski Türkçede çokluk işlevinde kullanılan {+t} ekiyle ilgili olarak kaynaklarda 12
örneğe rastlanmaktadır. Bu 12 örneğin 10’unda ek, sadece ‘insanla ilgili’ kavramlarda
çokluk işlevi yüklenmektedir. 1 örnek fiilden isim yapma eki {-(I)t} ekiyle türetilmiş
olduğundan bu gruptan çıkarılmalıdır. Bu 11 kelimenin dışında kalan kanat kelimesinin
ekin aktif örneklerinin bulunduğu Köktürkçede geçmediği ve ilk örneklerine Eski
Uygurcadan itibaren rastlandığı düşünüldüğünde, kelimenin semantik bakımdan çokluk
değil de ikilik bildiren kelimelerle düşünülmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu
durumda da *kanaz, *kanagun gibi hipotetik biçimler düşünmek gerekecektir, ancak bu
biçimleri düşündürecek ipuçları henüz keşfedilmemiştir. O hâlde kelimenin etimolojisi
için çokluk işlevli {+t} ekinin teklif edilmesi ihtimali, bu bilgiler ışığında zayıf
kalmaktadır ve ekin kökeni için başka ölçütlere de ihtiyaç vardır.

Özb. kanat kakmak ‘1. Uçmak, 2. Çabukça gidip ulaşmak, kavuşmak’ (Hüseynova 2014: 13).23
Az. ganad çalmag ‘Uçmak, kanatlanmak’ (Hüseynova 2014: 35).24
Ttü. kanat açmak ‘1. Uçmak, 2. Gemi yelkenlerini şişirmek, 3. Birini korumaya almak’ (Hüseynova
25
2014: 98).

559
Türk dilinin tarihî ve çağdaş lehçeleri tarandığında kanat kelimesinin çırp-
(mak), ur-(mak)/vur-(mak), tokı-(mak), yay-(mak), aç-(mak) ve kak-(mak) fiilleriyle
birlikte kullanıldığı dikkat çekmektedir. Batı Türkçesinde Eski Oğuzcanın son
döneminden itibaren Osmanlı Türkçesi boyunca ve Doğu Türkçesinde Çağataycada
görülen kanat kak-(mak) birleşik fiiline Çağdaş Türk lehçelerinden Kazakça, Kırgızca,
Kazan Tatarca, Mişer Tatarcası, Karaçay-Malkarca ve Özbekçede rastlanmaktadır.
Bahsi geçen birleşik fiil Türkiye Türkçesinde kanat çırp-(mak) şeklinde karşılık
bulduğu için, Türkiye’deki iştikaklı kelime çalışmalarında yer bulmamış, bu sebeple de
kanat isminin kak-(mak) fiiliyle ilgili olma ihtimali de dikkatlerden kaçarak, yazılı
kaynaklarda zikredilmemiştir.
O hâlde, kanat kelimesinin etimolojisi hakkında Moğolca kana kelimesinin Eski
Türkçe çokluk eki {+t} ile türediği görüşünden hareketle başka bir görüş daha ileri
sürülebilir. Bize ait olan bu ikinci görüşe göre kanat kak-(mak) fiili bir iştikaklı fiil
örneği olup her iki kelimesi de kökteş kelimelerden oluşmuştur ve ortak bir köke
dayanmaktadır. Bu ortak kökün formu hakkında net bir veri şimdilik sunulamasa da,
tarafımızca doğruluğu kuvvetle muhtemel olan üç husus vardır.
kanat kelimesinin son sesi tonlulaşmaktadır, ancak Köktürkçedeki kelimelerin
sonraki dönemlerde verisi bulunmadığı için tonlulaşıp tonlulaşmayacağı belli
değildir. Ttü.de tonlulaşma bakımından kanat kelimesiyle aynı grupta olan 7
kelimede fiilden isim yapma eki {-(I)t} görülmektedir.
kanat kelimesinin sonunda çokluk işlevli {+t} eki bulunamaz, çünkü a) kanat
kelimesi ‘insanla ilgili’ bir kavram değildir, b) çokluk anlamından ziyade
ikilik anlamı vardır.
Bir iştikaklı fiil olan kanat kak-(mak) fiili, kanat kelimesinin kökeninin kak-
(mak) fiiliyle ilgili olduğu konusunda ipuçları vermektedir.
*ka- *ka- + ( ? ) + -t (FİYE) kanat
*ka- ka-k- kak-(mak)

Kaynaklar
ADİL ORUCOV, Ә. vd. (2006). Azǝrbaycan Dilinin İzahlı Lüğǝti. III. Bakı: Şǝrq-Qerb.
AM САФИН, Р. (2015). Аллаһыга Мәдхия. Казан: Хузур-Спокойствие.
AMKA ÜMÖTUULU, C. (2009). Ayköl Manas. Kökötöydün Aşı. Dastan. Cetinçi Kitep. Bişkek:
Biyiktik.
ATS GÜRSOY-Naskali, E; Duranlı, M. (1999). Altayca - Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
BAĞIRLI, A. (2014). Vәtәn. Bakı.
BANG, W. (1918). E. Sieg , Ein einheimischer Name für Toχrï und F. W. K. Müller, Toχrï und Kuišan
(Küšän); aus den Sitzungsberichten der Kgl. Preuss. Akademie der Wissenschaften, 1918, SS.

BOZ, E. (2002). Türkçe Asıllı Kelimelerde Son Ses Ç, K, P, T Ünsüzlerinin Ötümlüleşme veya Ötümsüz
Kalma Sorunu. Türk Dili, Mayıs 2002, 605: 447-455.
BTS ÖZŞAHİN, M. (2017). Başkurt Türkçesi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
CENGİZ, M. (2015). Şehriyâr - Heyder Babaya Selam Şiirinin Dilbilgisel Çözümlemesi. Yüksek Lisans

Clark, L. (1977). Mongol Elements in Old Turkic. Journal de la Société Finno-Ougrienne, 75: 110-168.
ÇH Ян, B. (1980). Чингиз Хан. (Çev. М. Сопыев). Ашгабат: «Түркменистан» Неширяты.
ÇRS Скворцов, М. И., Скворцовa, A. Б. (2003). Чувaшжко-Русский и Русско-Чувaшский
Словaрь. Чебоксaры: Чувaшское Книжное Издaтельство.
ÇTS ÜNLÜ, S. (2013). Çağatay Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim Kitabevi.
DÉCSY, Gyula. (1998). The Turkic Protolanguage, a computational reconstruction. Bloomington-Indiana:
Eurolingua.
DEMİR, N. (2005). Çokluk Eki +(I)t / +(U)t Üzerine. Türk Dili, 647: 437- 441.
DLT ERCİLASUN, A. B., Akkoyunlu, Z. (2014). Kāşgarlı Mahmud. Dīvānu Lugāti’t-Türk. Giriş -
Metin - Çeviri - Notlar - Dizin. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
DOERFER, G. (1975-1976). Proto-Turkic Reconstruction Problems [=Eski Türkçe Yeni Yapılanma
Sorunları]. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1- 59.

560
DTO Courteille, P. d. (1870). Dictionnaire Turk-Oriental destiné principalement à faciliter la lecture
des ouvrages de Bàber, d'Aboul-Gâzi et de Mir-Ali-Chir-Nevâī. Paris: Imprimé par L'ordre de
L'empereur, A l'Imprimerie Impériale.
EDAL Starostin, S. A., Dybo, A. V., Mudrak O. A. (2003). Etymological Dictionary of the Altaic
Languages. I-II-III. Leiden: Brill.
EDPT CLAUSON, S. G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish.
Oxford: CLARENDON PRESS.
EMRE, A. C. (1940). Türkçe’de Çoğul Belgisi - ler’in Etimolojisi Üzerine Bir Araştırma. TD-Belleten,
II/5-6, Son Teşrin (Kasım), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 37-44.

ERCİLASUN, A. B. (2016). Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları. İstanbul: Dergâh Yayınları.
ERSOY, F. (2012). Türk-Moğol Dil İlişkisi ve Çuvaşça. Ankara: Gazi Kitabevi.
ERSOY, F. (2018). Çağdaş Moğolca El Kitabı. Ankara: Gazi Kitabevi.
EYÜPOĞLU, A. (2017). Kazan-Tatar Türkçesi ile Özbek Türkçesinde Hayvan Adları ile Kurulan
Atasözlerinin Karşılaştırmalı İncelemesi. (Dan.: İsmail Doğan). Yüksek Lisans Tezi. Ordu:
Ordu Üniversitesi.
GABAİN, A. v. (1950). Alttürkische Grammatik. Leipzig: Otto Harrassowitz.
GABAİN, A. V. (1988). Eski Türkçenin Grameri, (Çev.: Mehmet Akalın). Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
GARRYÝEW, B. A. (1959). Magtymguly. Aşgabat: Türkmen Döwlet Neşir.
Grijzenhout, J. (2000). Voicing and devoicing in English, German, and Dutch; evidence for domain-specific
identity constraints. SFB 282 working paper no. 116, ‘Two papers on constraint domains’.
HHU Düsseldorf, 1-22.
GRMS Гaйдaрӂи, Г. A. vd. (1973). Гaгaузчa - Русчa - Молдовaнӂa Лaфлык. Москвa:
Издaтельство ‘Советскaя Енциклопедия’.
GRÖNBECH, K. (2011). Türkçenin Yapısı. (Çev. M. Akalın). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
HAGP Стивенсон Р. Л. (1979). Хазыналар Адасы. Гара Пейкам. Ашгабат: « Магарыф»
Неширяты.
HAHN, R. F. (1991). An Annotated Sample of Ili Turki. Acta Orientalia Academiae Scientiarum
Hungaricae. 45/1: 31-53.
HATS ÜNLÜ, S. (2012). Harezm-Altınordu Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim Kitabevi.
HTS GÜRSOY-Naskali, E. vd. (2007). Hakasça-Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
HÜSEYNOVA, A. (2014). Organ Adlarıyla Kurulmuş Deyimlerin Karşılaştırılması (Azerbaycan – Özbek
ve Türkiye Türkçesi). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi.
IB TEKİN, T. (2013). Irk Bitig. Eski Uygurca Fal Kitabı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
İLHAN. N. (2009). Türk Dilinde Çokluk. Elazığ: Manas Yayıncılık.
İMT KARAGÖZLÜ, S. (2018). İbnü Mühennâ Lügati. Türkçe Kısmı. İstanbul: Kesit Yayınları.
KARTALLIOĞLU, Y. (2010). Çağdaş Moğolcanın Grameri. Ses ve Şekil Bilgisi. Ankara: Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları.
KB ARAT, R. R. (1979). Kutadgu Bilig. III. İndeks. (Haz. K. Eraslan, O. F. Sertkaya, N. Yüce).
İstanbul: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
KBD Куттуу билим: Дастан. (1993). (Çev.: Т. Козубеков). Бишкек: НИК.
KET Сүйіншәлиев X. (2006). Казак әдебиетінін тарихы. Оқулык. Алматы: Санат.
KİLLİ, G. (2006). ŞÇERBAK, A.M., Ranniye Tyurksko-Mongol’skiye Yazıkovıye Svyazi (Vııı-Xıv
Vv.), Sankt-Peterburg: Rossiyskaya Akademiya Nauk İnstitut Lingvistiçeskix İssledovaniy, 1997, 291
ISBN 5-88014-011-3. [Erken Türk-Moğol Dil İlişkileri (VIII-XIV. yy.)]. Türkbilig, 11: 221-
234.
KİRCHNER, R. (1995). A Non-Representational Theory of Contrastiveness. Tucson: Arizona Phonology
Workshop.
KkRS БАСКАКОВ, Н. А. (1958). Каракалпакша - Русша Cөзлик. Москва: Шет Тил Хǝм Миллий
Сөзликлер Мэмлекет Баспасы.
KmTS PEKACAR, Ç. (2011). Kumuk Türkçesi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
KMTS TAVKUL, U. (2000). Karaçay-Malkar Türkçesi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
KOBOTARİAN, N. (2008). Tebriz Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı. Yüksek Lisans Tezi. Adana:
Çukurova Üniversitesi.
KOCAOĞLU, T. (1996). Çağdaş Özbek Şiiri. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, 1 (Bahar): 3-53.
KORKMAZ, Zeynep (1986). Türkçe ile Moğolca Arasında Ortaklaşan Unsurlar ve Moğolcanın Türk Dili
Araştırmalarındaki Yeri. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları, 43-52.
KrTS ÜNLÜ, S. (2012). Karahanlı Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim Kitabevi.

561
KTRS MUZAFAROV, R.; Muzafarov, N. (2018). Kırım Tatar Türkçesi - Türkiye Türkçesi - Rusça
Sözlük. (Çev. N. Seyityahya [Seytyagyayev]). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. ÖNER, M.
KTTS (2015). Kazan Tatar Türkçesi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
KU 1974 Казан Утлары (1974). №2 (Fevral’).
KU 2014 Казан Утлары (2014). №6 (1100).
KzAS NURALİYEVA, N. (2008). Qazakşa - Agılşınşa Sözdik. Almatı: Dayk Press.
KzED SHNİTNİKOV, B. N. (1966). Kazakh - English Dictionary. London, The Hague, Paris: Indiana
University Press.
KzTS Qazaq Tiliniŋ Sözdügi (1999). Almatı.
LBM ÇİNPOLAT Yıldız, R. (2018). Ahmat Kubanov’un Leyla Bla Mecnün Adlı Eseri Üzerine Bir
İnceleme: Biçim Birimlik Dizin, Kelime Sıklığı Dizini ve Çekim Ekleri. Yüksek Lisans Tezi.
Ankara: Gazi Üniversitesi.
LO TOPARLI, R. (2000). Ahmet Vefik Paşa. Lehce-i Osmānī. Ankara: Türk Dil Kurumu
MJJJ Yayınları. MOLDARALİYEV, J. (1949). Jenis Jırları. Ölender Qıynağı. Almatı: Qazaqtıŋ
Birikken Memleket Baspası.
MJŞ JUMABAYEW, M. (2013). Şığarmaları (Edebiy Basılım). 1-Tom. Öleŋder, Dastandar, Kurast.
MSBY Sändibek Jubaniyazow. Almatı: Jazuwşı.
Хисамитдинова, Ф. Г. (2010). Мифологический Словарь Башкирского Языка. Российская
академия наук. Уфимский научный центр. Институт истории, языка и литературы.
Москва: Наука.
MTW KAKUK, Z. (1996). Mischärtatarische Texte mit Wörterverzeichnis. Aufgrund der Sammlung
von Ignác Kúnos. Studia Uralo-Altaica 38. Szeged.
NӘBATİ, S. Ә. (2004). Seçilmiş Әsәrlәri. Bakı: Şәrq-Qәrb.
NİZAM, O. (2017). Eski Türkçede Çokluk ve Topluluk Yapıları. Yüksek Lisans Tezi. (Dan. F. Ağca).
Eskişehir: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi.
NRS Баскаков, Н. А. (1963). Ногaйско - Русский Словaрь. Москвa: Госудaрственное
Издaтельство Инострaнныx и Нaционaльныx Словaрей.
OOSTENDORP, M. von (2004). The Theory of Faithfulness. Amsterdam: Meertens Institute, 1-107.
OTWF ERDAL, Marcel (1991). Old Turkic Word Formation. A Functional Approach to the Lexicon. I-
Wiesbaden: Otto Harrassowitz.
ÖGER, A. (2008). Uygur Efsaneleri Üzerinde Bir Araştırma (İnceleme ve Metinler). (Dan.: Mustafa
Arslan). Doktora Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi.
ÖTİL Мaъруфов, З. М. (1981). Ўзбек Тилининг Изоxли Лугaти. II. Москвa: Рус Тили Нaшриёти.
ÖZBEK, E. E. (2016). Tuva Destanlarının Söz Varlığı. Doktora Tezi. Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi.
ÖZTÜRK, A. (2015). Karay Türkçesinin Tarihî ve Çağdaş Kıpçak Türkçesiyle Karşılaştırmalı Söz Varlığı
– Fiil. Doktora Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
POPPE, N. (1953). Remarks on The Salar Language. Harvard Journal of Asiatic Studies. 16, 3/4: 438-477.
POPPE, N. (2008). Altay Dillerinde Çokluk Ekleri. (Çev. Caner Kerimoğlu). Dil Araştırmaları, 2: 93-110.
PYCHA, A.; Inkelas, S.; Sprouse, R. (?). Morphophonemics and the lexicon: a case study from Turkish.
Experimental Approaches to Phonology. (Ed. M. J. Solé, P. Beddor ve M. Ohala). Oxford
University Press
SAYEED, O. (2017). String Phonology. ConSOLE XXV, Leipzig, 1-31.
SİNOR, D. (1952). On Some Ural-Altaic Plural Suffixes. Asia Mojor, 2/2: 203-230.
SRR The Tower of Babel. An Etymological Database Project. The Global Lexicostatistical
Database. Copyright Sergei Starostin (1998-2005), George Starostin (2006-2013) →
http://starling.rinet.ru/ (E.T. 05.09.2018)
STY М. Я. Xaмзaйевa (1962). Словaрь Туркменского Языкa. Aшгaбaд: Издaтельство Aкaдемии
Нaук Туркменской ССР.
ŞS TANNAGAŞEVA, N. N. K.; Akalın, Ş. H. (1995). Şor Sözlüğü. Adana: Türkoloji Araştırmaları.
TAS KARAAĞAÇ, G. (2015). Türkçe Alıntılar Sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları.
TAS RYUMİNA-SIRKAŞEVA, L. T.; KUÇİGAŞEVA, N. A. (2000). Teleüt Ağzı Sözlüğü. (Çev. Ş.
H. Akalın, C. Turgunbayev). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
TBKS AKALIN, Ş. H., vd. (2015). Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
TEBDİZ | Tarih ve Edebiyat Metinleri Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü, http://www.tebdiz.com/ (Erişim
Tarihi: 10.01.2018)
TEDF Садыйкова А.Х., Хәйретдинова Р.Р. (2016). XII–XX гасыр башы татар әдәбиятында
дини фольклор: дәреслек. Казан: КФУ.
Tekin, Ş. (1992). Eski Türkçe. Türk Dünyası El Kitabı-II. Dil-Kültür-Sanat. Ankara: Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları, 69-119.

562
Tekin, T. (1995). Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler. Ankara: Simurg Yayınları.
Tekin, T. (2003). Orhon Türkçesi Grameri. İstanbul: Türk Dillleri Araştırmaları.
TETTL-IV
TMC-III LE COQ, A. von (). Türkische Manichaica aus Chotscho III.
TMEN DOERFER, G. (1963). Türkische und Mongolische im Neupersischen. I. Wiesbaden: Franz
Steiner Werlag GMBH.
TmTS TEKİN, T. vd. (1995). Türkmence-Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi.
TS AKALIN, Ş. H.; vd. (2011). Türkçe Sözlük. 11. bsk., Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
TSS VASİLİYEV (Cargıstay), Y. (1995). Türkçe - Sahaca (Yakutça) Sözlük. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
TTS Зарипова, З. М.; Вәҗиева, Л. Н.; Зөфәрова Р. С. (2012). Туган телдә сөйләшәбез: 5 – 7
яшьлек балаларны туган телдә сөйләшергә өйрәтү буенча методик ярдәмлек. Казан:
Фолиант.
TULUM, M. (2011). 17. Yüzyıl Türkçesi ve Söz Varlığı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
TVS KARAAĞAÇ, G. (2008). Türkçe Verintiler Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
UTİL Uygur Tiliniŋ İzahlik Lugiti. III (1994). Pekin: Milletler Neşriyati.
VURGUN, S. (2005). Seçilmis Әsәrlәri. II. Bakı: Şәrq-Qәrb.
YILMAZ, E. (2016). Dîvân-ı Hikmet Adlı Eserde Geçen Metaforların Psikolengüistik Etkileri Üzerine
Bazı Dikkatler. 2016 Hoca Ahmet Yesevi Yılı Anısına Uluslararası Türk Dünyası Eğitim
Bilimleri ve Sosyal Bilimler Kongresi Bildirileri 3. Cilt Türkoloji. (Ed. Y. Yeşil). Ankara: Türk
Eğitim-Sen Genel Merkezi Yayınları, 191-205.
YUTS NECİP, E. N. (2013). Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü. (Çev. İ. Kurban). Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.

TÜRKÇE ÖĞRETMENİ ADAYLARININ DİJİTAL YETKİNLİKLERİ


ÜZERİNE BİR DURUM TESPİTİ: TÜRKÇE DERSİ İŞLEME ÖRNEĞİ
GELİŞTİRME ÇALIŞMALARI
*
Bayram BAŞ
Özet
Türkçe Dersi Öğretim Programında (2018) yer alan Türkiye Yeterlilikler Çerçevesinde
belirlenmiş sekiz yetkinlikten biri dijital yetkinliktir. Dijital yetkinliğin önemi ilgili
programda “iş, günlük hayat ve iletişim için bilgi iletişim teknolojilerinin güvenli ve
eleştirel şekilde kullanılması, bilgiye erişim ve bilginin değerlendirilmesi, saklanması,
üretimi, sunulması ve alışverişi için bilgisayarların kullanılması ayrıca İnternet aracılığıyla
ortak ağlara katılım sağlanması ve iletişim kurulması gibi temel beceriler yoluyla
desteklenmesi” ifadeleriyle açıklanmıştır (2018:5). İlkokul ve ortaokul öğrencilerinde
geliştirilmesi hedeflenen bu yetkinliğin, hedef kitlenin öğretmen adaylarında ne durumda
olduğu, tespit edilmesi gereken bir sorundur. Bu doğrultuda araştırmanın amacı, Türkçe
öğretmeni adaylarının Türkçe dersini işlemeye yönelik dijital yetkinliklerini tespit etmektir.
Nitel araştırma yöntemlerinden durum çalışması ile gerçekleştirilen bu araştırma, iç içe
geçmiş tek durum deseni ile yapılmıştır. Çalışma grubu, Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim
Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalında
“Özel Öğretim Yöntemleri II” dersini alan ve 3. sınıfta bulunan 50 öğretmen adayı ile
oluşturulmuştur. Öğretmen adayları gönüllülük esası doğrultusunda 7 ya da 8 kişilik gruplar
oluşturmuştur. Veriler, öğretmen adaylarınca oluşturulmuş 7 farklı gruptan toplanmıştır.
Dijital yetkinliğe dair verilerin toplanabilmesi için gruplardan 5-8. sınıf düzeylerine göre
“Türkçe dersi işleme örneği” hazırlamaları ve bunları sınıfta sunmaları istenmiştir. Gruplar
sunumların hazırlanması ve sunulması sürecinde, istedikleri dijital eğitim ortamını
kullanabilecekleri hususunda

Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü,
Türkçe Eğitimi Anablim Dalı. E-posta: bayrambas@gmail.com

563
bilgilendirilmiştir. Grupların sunumlarında ortaya koydukları dijital yetkinliklerini
belirleyebilmek için araştırmacı tarafından veri toplama aracı olarak dijital yetkinlik
rubriği geliştirilmiştir. 7 farklı gruba ait rubrikte yer alan veriler, betimsel analiz ve
içerik analizi ile bulgulanmış ve araştırma sonucunda Türkçe öğretmeni adaylarının
dijital yetkinlikleri tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dijital yetkinlik, dijital eğitim ortamları, Türkçe öğretmeni
adayları, Türkçe dersi işleme örneği.

1.Giriş
Teknoloji çağı olarak adlandırılan günümüzde yenilikler ve gelişmeler baş döndürücü bir
hızla devam etmektedir. Bu hızlı gelişim ve değişim, hayatımızın her alanını etkilediği gibi
eğitim alanında da kendini göstermektedir. Teknolojide yaşanan değişimlerle birlikte
öğrencilerin öğrenme alışkınlıkları da değişmekte, öğrencilere teknolojik temelli bilgi ve
becerilerin kazandırılmasının gerekliği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple yapılandırmacı
öğrenme adına eğitim sisteminde farklı reformlara gidilmiştir. Yapılan reformlar; öğretmen
yetiştiren kurumlara, öğretmenlere, okul yöneticilerine, öğrencilere, velilere ve eğitim-
öğretimin yapıldığı her türlü ortama farklı profiller çizmiştir. “Özellikle çeşitli kurum ve
kuruluşlar tarafından belirlenen niteliklere öğretmenlerin azami derecede sahip olmaları ve
öğrencilerin de araştıran-sorgulayan, bilgiye kendi ulaşabilen, etkili kararlar verebilen,
kendine güvenen, işbirliğine açık, etkili iletişim kurabilen ve tanımı oldukça
genişletilebilecek ancak genel olarak ‘bilim okuryazarı birey’ olarak tanımlanan bireysel
özelliklere sahip olmaları hedeflenmiştir” (Kaya & Yılayaz, 2013).
Bu yenileşme çabaları ve çalışmaları çerçevesinde Avrupa’da bir standart oluşturma
amacıyla oluşturulan ve Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi tarafından 23 Nisan
2008’de kabul edilen Hayat Boyu Öğrenme ve Avrupa Yeterlikler Çerçevesi (A
framework for Qualifications of the European Higher Educational Area, 2005) ile
işbirliğine giren ülkelerden biri de Türkiye’dir. Avrupa Yeterlilikler Çerçevesinden
(AYÇ) hareketle 19 Kasım 2015’te Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi (TYÇ) yürürlüğe
girmiştir.
Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi, Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi ile uyumlu olacak
şekilde tasarlanan; ilk, orta ve yükseköğretim dâhil, mesleki, genel ve akademik eğitim
ve öğretim programları ve diğer öğrenme yollarıyla kazanılan tüm yeterlilik esaslarını
gösteren ulusal yeterlilikler çerçevesidir (Türkiye Yeterlilikler Çerçevesinin
Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, 2015).
Bu çerçeve doğrultusunda, Millî Eğitim Bakanlığının hayat boyu öğrenme kapmasında
güncellediği Türkçe Dersi Öğretim Programında (2018) eğitim sistemimizin amacı
“bütünleşmiş bilgi, beceri ve davranışlara sahip karakterde bireyler yetiştirmek” olarak
belirtilmiş, öğrencilerin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde; kişisel, sosyal,
akademik ve iş hayatlarında ihtiyaç duyacakları beceriler yetkinlik olarak
adlandırılmıştır. Bu yetkinlikler TYÇ’de bilgi ve becerilerin bir çalışma veya öğrenme
ortamında sorumluluk alarak ve/veya özerk çalışma göstererek kullanılması, öğrenme
gereksinimlerinin belirlenmesi ve karşılanması, toplumsal ve etik meselelerin ve
sorumlulukların dikkate alınması olarak tanımlanmış ve sekiz başlık altında
toplanmıştır. TYÇ’de belirlenen sekiz anahtar yetkinlik şunlardır (Türkiye Yeterlilikler
Çerçevesine Dair Tebliğ, 2015):
Anadilde iletişim,
Yabancı dillerde iletişim,
564
Matematiksel yetkinlik ve bilim/teknolojide temel yetkinlikler,
Dijital yetkinlik,
Öğrenmeyi öğrenme, sosyal ve vatandaşlıkla ilgili yetkinlikler,
İnisiyatif alma ve girişimcilik,
Kültürel farkındalık ve ifade
TYÇ’de belirlenen ve Türkçe Öğretim Programında da yer bulan dijital yetkinlik; iş,
günlük yaşam ve iletişim için bilgi toplumu teknolojilerinin güvenli ve eleştirel şekilde
kullanılmasını kapsamaktadır. Söz konusu yetkinlik; bilgi iletişim teknolojisi içinde
bilgiye erişim ve bilginin değerlendirilmesi, saklanması, üretimi, sunulması ve alışverişi
için bilgisayarların kullanılması ayrıca İnternet aracılığıyla ortak ağlara katılım
sağlanması ve iletişim kurulması gibi temel beceriler yoluyla desteklenmektedir
(Türkiye Yeterlilikler Çerçevesine Dair Tebliğ, 2015).
İlkokul ve ortaokul öğrencilerinde geliştirilmesi hedeflenen bu yetkinliğin, hedef
kitlenin öğretmen adaylarında da gelişmiş olması eğitimsel açıdan doğal bir gerekliktir.
Standartları Türkiye’de de kabul gören ISTE tarafından yapılan değerlendirmelere göre
“teknoloji okuryazarı olma, derslerinde teknolojiyi kullanabilme, öğrencilerini
teknolojiyi kullanmaya yöneltebilme öğrenme çevresini öğrencilerin teknolojiyi
kullanabilecekleri biçimde düzenleyebilme ve meslektaşları ile çevrim-içi ortamlarda iş
birliği yapabilme” gibi durumlar öğretmenlerin sahip olmaları beklenen yeterliklerdir
(ISTE Standarts, 2008).
Öğretmen adaylarımızın teknolojik pedagojik alan bilgileri bize dijital yetkinlikleri
hakkında yol göstericidir. “Teknolojik pedagojik alan bilgisi içerik, pedagoji ve
teknoloji bileşenlerinin ötesinde, bu bilgilerin etkileşimini ifade eden bir bilgidir.
Teknolojik pedagojik alan bilgisi teknoloji kullanarak etkili öğretimi gerçekleştirmenin
temelidir” (Koehler ve Mishra, 2008:3).
Öğretmen adaylarının bu bilgi ve yetkinliklere ne kadar sahip oldukları ve uygulama
yönünde ne kadar kullandıkları yanıtlanması gereken bir sorudur. Bu çalışmada Türkçe
öğretmeni adaylarının Türkçe dersini işlemede dijital yetkinliklerinin ne durumda
olduğunu tespit etmek amaçlanmıştır.
2. Yöntem
Nitel araştırma yöntemlerinden durum çalışması ile gerçekleştirilen bu araştırmada, iç
içe geçmiş tek durum deseni kullanılmıştır. “Tek bir durum içinde çoğu kez birden fazla
alt tabaka veya birim olabilir. Bu durumda birden fazla analiz birimi söz konusu
olacaktır. Buradaki ayrım, bir durum çalışmasının ilgili durumu, bütüncül ve tek bir
ünite olarak ele almasına veya bir durum içinde olabilecek birden fazla alt birime
yönelmesine ilişkindir. Birinci durumda bütüncül tek durum deseni kullanılırken, ikinci
durumda iç içe geçmiş çoklu durum deseni kullanılır (Şimşek, Yıldırım, 2008: 291).”
Bu çalışmada öğretmen adaylarının dijital yetkinlikleri, beş kategoriden oluşan
durumlar çerçevesinde içe içe geçmiş tek bir durum olarak değerlendirilmiştir.
Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubu, Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve
Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalında 2017-2018 eğitim-
öğretim yılı bahar döneminde 3. sınıfta bulunan ve “Özel Öğretim Yöntemleri II”
dersini alan 50 öğretmen adayı ile oluşturulmuştur. Öğretmen adayları gönüllülük esası
doğrultusunda her biri 7 - 8 kişiden oluşan gruplar oluşturmuştur. Gruplarda yer alan
öğrencilerin tamamı 2. Sınıf bahar yarıyılındaki “Öğretim Teknolojileri ve Materyal

565
Tasarımı” dersini uygulama öncesi araştırmacıdan almışlardır. Bu derste öğrencilere
Web 2.0 araçlarının kullanımına dair teorik bilgiler aktarılmış ve bu araçlarla
uygulamalı çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Aynı öğrenciler sonraki yılın güz döneminde
“Özel Öğretim Yöntemleri I” dersini de araştırmacıdan almıştır. Bu derste de
öğrencilere ders planı geliştirme ve etkinlik tasarlama çalışmaları yaptırılmıştır. Çalışma
grubu, dijital yetkinlik, ders planı geliştirme ve etkinlik tasarlama açısından daha
önceden eğitim almış kişilerden oluşmuştur.
Veri Toplama Araçları
Veriler, öğretmen adaylarınca oluşturulmuş 7 farklı gruptan toplanmıştır. Dijital
yetkinliğe dair verilerin toplanabilmesi için gruplardan 5-8. sınıf düzeylerine göre birer
“Türkçe dersi işleme örneği” hazırlamaları ve bunları sınıfta sunmaları istenmiştir.
Gruplar sunumların hazırlanması ve sunulması sürecinde, istedikleri dijital eğitim
ortamını kullanabilecekleri hususunda bilgilendirilmiştir. Grupların sunumlarında ortaya
koydukları dijital yetkinliklerini belirleyebilmek için araştırmacı tarafından veri toplama
aracı olarak dersin hangi aşamasında hangi dijital ortamları kullandıklarını içeren dijital
yetkinlik rubriği geliştirilmiştir. Dijital yetkinlik rubriği; Öğretmenlik Mesleği Genel
Yeterliklerindeki (2017) teknolojik alan bilgi ve becerileri dikkate alınarak “iletişim
teknolojileri, bilgi erişimi, sunum, ölçme değerlendirme, bilgilerin saklanması ve
bilgisayar kullanımı” başlıklarından oluşturulmuştur. Uzman görüşleri doğrultusunda
son hâline getirilen rubrik, hem ders işleme örneği hazırlayan gruplar tarafından hem de
bu grupların sunumları esnasında araştırmacı dışında sınıfı gözlemleyen alan uzmanı
bağımsız bir gözlemci tarafından doldurulmuştur. Ayrıca sunumlar sonrasında
araştırmacı tarafından gruplarla görüşmeler de gerçekleştirilmiştir.
Verilerin Analizi
7 farklı gruba ait, gruplar ve gözlemci tarafından doldurulmuş rubriklerdeki veriler
betimsel analiz ile gözlem ve görüşme notları ise içerik analizi ile yorumlanmıştır.
İnandırıcılık ve Aktarılabilirlik
Çalışma grubunu oluşturan öğrencilerin tamamı uygulamanın gerçekleştirildiği dönemden
bir yıl önce dijital yetkinlik açısından önemli olan “Öğretim Teknolojileri ve Materyal
Tasarımı” dersini almış kişilerden oluşmaktadır. Öğrenciler bu dersin içinde dijital
yetkinliklerine katkı sağlayacak Web 2.0 araçları ile tanıştırılmış ve bu araçlarla çeşitli
uygulamalar gerçekleştirmişlerdir. Aynı öğrenciler ertesi dönem güz yarıyılında “Özel
Öğretim Yöntemleri I” dersini de araştırmacıdan almış ve ders planı geliştirme, etkinlik
tasarlama çalışmaları hususunda yetkinleştirilmiştir. Bu ön hazırlıklar, çalışmadaki problem
durumu olan ders planı geliştirmedeki dijital yetkinlik açısından araştırmaya inandırıcı bir
özellik sağlamaktadır. Çalışma grubunda yer alan Türkçe öğretmeni adayları dijital
yetkinliğe sahip olduğu düşünülen ve ders planı geliştirme tecrübesine sahip kişiler olarak
kabul edilmişlerdir. Dijital yetkinlik rubriği Türkçe dersi öğretim programında ve
Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterliklerindeki dijital yetkinlik ölçütleri doğrultusunda
oluşturulmuştur. Rubrikler ders planını sunan grup dışındaki diğer grup üyeleri ve
araştırmacı dışında alan uzmanı bağımsız bir gözlemci tarafından ayrı ayrı doldurulmuştur.
Bu şekilde grupların dijital yetkinlikleri akran değerlendimeye de tabi tutulmuştur.
Öğrencilerin geliştirdiği ders planları birden fazla araştırmacı tarafından değerlendirilmiştir.
Ayrıca ders planının uygulamalı olarak sınıftaki tanıtımı da gözlem yoluyla takip edilmiştir.
Tüm bu gerekçeler çalışmayı aktarılabilir kılmaktadır.
3. Bulgular ve Yorum
İletişim Teknolojilerine Dair Bulgular

566
İletişim teknolojileri başlığı altında öğretmen adaylarının ders planı hazırlama sürecinde
grup içi ve grup dışında hangi iletişim teknolojilerini kullandıkları tespit edilmeye
çalışılmıştır. Grupların tamamı, bu süreçte birbirleri ile haberleşmek ve grup içi
koordinasyonu sağlamak amacıyla cep telefonu ve İnternet’i kullanmıştır.
Elde edilen verilere göre tüm öğretmen adaylarının cep telefonuyla iletişim için
“Whatsapp” uygulamasını kullandığı, bunu 5 grubun kullanımıyla “Gmail”in takip
ettiği belirlenmiştir. Yalnızca bir grup, adı geçen uygulamalara ek olarak ders işleme
sürecinin başında, hazırlık aşamasında, sanal sınıf ortamlarının oluşturulduğu Web 2.0
araçları olan ClassDojo ve Edmodo’yu kullanmışlardır.

Şekil 1 ClassDojo kullanım


örneği Bilgi Erişimine Dair Bulgular
Bilgi erişimi başlığı altında öğretmen adaylarının ders işleme örneği hazırlama
sürecinde bilgiye erişmek için dijital ortamlardan ne ölçüde yararlandıkları tespit
edilmeye çalışılmıştır. Grupların tamamı, bilgiye ulaşmada Millî Eğitim Bakanlığı’nın
eğitsel elektronik içerik ağı olan EBA’yı (Eğitim Bilişim Ağı ) kullandıklarını
belirtmişlerdir. Öğretmen adaylarının EBA’dan metin, video, ses dosyaları, çalışma
kâğıtları gibi ders materyallerine ulaştıkları tespit edilmiştir.
Buna ek olarak 5 grup, ders işleme sürecinde dinleme/izleme becerisini geliştirmeye
yönelik olarak kullandıkları video ve ses dosyalarına Youtube adlı dijital platformdan
ulaşmışlardır.

Şekil 2 Youtube kullanım örneği


Yalnızca bir grup, diğerlerinden farklı olarak metin seçiminde online yayın katalogları
olan Tudem ve Günışığı kataloglarından faydalandıklarını bildirmiştir.

567
Sunum Aşamasına Dair Bulgular
Sunum başlığı altında öğretmen adaylarının hazırladıkları ders işleme örneklerini
hazırlarken ve sunarken hangi programları kullandıkları tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu
aşamada 4 grup sunumlarını hazırlarken bir Microsoft Office uygulaması olan
Powerpoint’i, 2 grup Microsoft Word’u, bir grup ise online olarak çok daha basit ve
kolayca sunum hazırlamaya imkan sağlayan Emaze programını kullanmıştır.

Şekil 3 Emaze kullanım örneği

Ölçme Değerlendirmeye Dair Bulgular


Ölçme değerlendirme başlığında öğretmen adaylarının ders işleme sürecinde ölçme
değerlendirme yapmak amacıyla hangi teknolojik araçlardan faydalandıkları
belirlenmeye çalışılmıştır. Elde edilen verilere göre ölçme değerlendirme aşaması dijital
ortamların en çok kullanıldığı aşama olmuştur. Öğretmen adayları kendi geliştirdikleri
ölçme değerlendirme formları için bir Microsoft Office programı olan Excel’i sıkça
kullanmışlardır.
Bu aşamada grupların hepsi, en az birer Web 2.0 aracı kullanmışlardır. Oyun tabanlı bir
öğrenme platformu olan Kahoot, 6 grubun kullanımıyla en sık kullanılan Web 2.0 aracı
olmuştur. Gruplar bu Web 2.0 aracı ile öğrenme alanlarının tamamına yönelik online
testler hazırlamışlardır. Elde edilen verilere göre Kahoot’un en çok kullanıldığı öğrenme
alanı okumadır. 5 grup okuduğunu anlama becerisine yönelik hazırladığı testte Kahoot
uygulamasını kullanmıştır.
Bu aşamada sıkça kullanılan bir diğer Web 2.0 aracı LearningApps’tir. 4 grup ölçme
değerlendirme amacıyla LearningApss’i kullanmıştır.

568
Şekil 4 LearningApps kullanım örneği
Bu Web 2.0 araçları dışında EBA’da hazır bulunan Web 2.0 araçları da öğretmen
adaylarının ölçme-değerlendirme aşamasında tercihleri arasında olmuştur. WordArt
isimli bir Web 2.0 aracı da bir grup tarafından ders işleme sürecinde konuşma becerisini
ölçmek amacıyla kullanılmıştır.

Şekil 5 WordArt kullanım örneği

Bilgilerin Saklanmasına Dair Bulgular


Bilgilerin saklanması başlığında öğretmen adaylarının bilgileri saklamada hangi araçları
kullandıkları sorusuna yanıt aranmış, online bir depolama ve senkronizasyon hizmeti olan
“Google Drive”ın tüm grupların kullanımıyla en sık kullanılan bilgi depolama platformu
olduğu tespit edilmiştir. Bunun yanında bir grup “Google Drive”a ek olarak “iCloud Drive”
platformunda da bilgi depolama yaptıklarını beyan etmiştir. Ayrıca, öğretmen adayları
“kaynak gücü kesildiğinde bile sakladığı veriyi tutabilen ve elektronik olarak
içeriği silinip, yeniden programlanabilen bir bellek türü olan”
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Fla%C5%9F_bellek) flash belleği bilgi depolamak için
kullandıklarını yapılan görüşmeler sırasında bildirmişlerdir.
Bilgisayar Kullanımına Dair Bulgular
Bilgisayar kullanımında öğretmen adaylarının bilgisayar teknolojisinden fiziksel olarak
nasıl faydalandıklarını, hangi parçaları, hangi programları kullandıkları tespit edilmeye
çalışılmıştır. Ders işleme örneği hazırlama sürecinde öğretmen adaylarının büyük ölçüde

569
taşınabilir bilgisayar kullandıkları, ancak sunum aşamasında taşınması daha kolay
olduğundan tabletleri tercih ettikleri tespit edilmiştir. Grupların tamamı sunum
aşamasında ses sistemi ve projeksiyon cihazından faydalanmıştır.
Tartışma ve Sonuç
Öğretmenlerin teknoloji kullanımındaki yeterlilikleri, öğrenci başarısını artırmada
önemli bir unsurdur. 21. yüzyılın en önemli beceri ve yetkinliklerinden olan dijital
yetkinliğin öğrencilere kazandırılabilmesi için ilk adım öğretmenlerin bu alanda ne
kadar yetkin olduğunu tespit etmek ve yetkinliklerini artıracak çalışmalar yapmaktır.
Öğretmen eğitiminde, öğretmene mutlaka teknolojiyi kullanma becerisi
kazandırılmalıdır. Çalışmadan elde edilen verilerin ışığında öğretmenlerin temel
bilgisayar kullanımında yetkin oldukları tespit edilmiştir. Ancak yalnızca temel
bilgisayar kullanımı, değişen ve gelişen teknoloji çağında yeterlilik göstermeyebilir.
Günümüzde her alanda kullanılan teknolojinin eğitim ortamında da etkili biçimde
kullanılması hedeflenmektedir. “Bunun için öğretmen ve öğretmen adaylarının bu
teknolojileri kullanabilecek yeterlilikler ile donatılmaları ve bu teknolojileri aktif
kullanmaları gerekmektedir” (Yavuz- Konokman, Yanpar-Yelken ve Sancar-Tokmak,
2013).
MEB (2017) tarafından hazırlanan “Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri” içerisinde
de teknoloji kullanımı yer alarak; öğretmenlerin teknoloji okur-yazarı olması ve
teknolojik gelişmeleri izlemesi gerektiği, mesleki deneyimini artırmak ve bilgi
paylaşımı için bilgi ve iletişim teknolojilerinden yararlanması gerektiği, bilgi ve iletişim
teknolojilerini kullanarak farklı deneyimlere, özelliklere ve yeteneklere sahip
öğrencilere öğrenme ortamları hazırlaması gerektiği, öğretim materyali hazırlarken
dijital teknolojilerden yararlanması gerektiği, öğrenmenin değerlendirilmesinde dijital
teknolojilerden yararlanması gerektiği ve dijital teknolojileri etik kurallara uygun
kullanması gerektiği yer almaktadır.
Araştırmada elde edilen verilere göre, ders işleme sürecinde teknoloji kullanımının tüm
boyutları ele alındığında öğretmen adaylarının ölçme değerlendirme aşamasında dijital
yetkinliklerini üst düzeyde kullandıkları ancak diğer aşamalarda bu yetkinliğin daha
sınırlı kaldığı görülmüştür. Öğretmen adayları ile yapılan görüşmelerde bu durumun
sebebi öğretmenlerin gelişen eğitim teknolojilerinden haberdar olmaması veya haberdar
olsalar bile bu teknolojileri kullanmayı bilememeleri ile açıklanmıştır. Buna göre
öğretmen adaylarının bilgisayar beceri düzeylerinin yeterince geliştirilebilmesi için
Bilgisayar I ve Bilgisayar II derslerinin ders içeriklerinin yenilenen ders programlarına
uygun olarak güncellenmesi gerekmektedir.
Araştırma sonuçları öğretmen adaylarının Web 2.0 araçlarını sınırlı düzeyde
kullandıklarını göstermektedir. Öğretmen adaylarının kullandıkları Web 2.0 araçlarının
neredeyse tamamı ölçme ve değerlendirme sürecine yöneliktir. Diğer dijital yetkinlik
alanlarına yönelik Web 2.0 aracı kullanımı çok kısıtlıdır. Bu durumun sebebi görüşme
sonuçlarında öğretmen adayları tarafından açıklanmıştır. Öğretmen adayları Web 2.0
araçlarını Öğretim Teknolojileri ve Materyal tasarımı dersinde öğrendiklerini
belirtmişler ve uygulamaların daha çok ölçme ve değerlendirme alanında yapılması
sebebi ile kendilerinin de bu alanda bu araçları tercih ettiklerini beyan etmişlerdir. Bu
sonuçlar öğretmen adaylarına Web 2.0 araçları ile eğitim ortamı geliştirme yönünde
daha fazla olanak sunulması gerektiğini göstermektedir.
Üniversite öğrenimleri sürecinde öğretmen adaylarının dijital yetkinlik düzeylerinin
artması için amaçlı ve Web temelli çalışmaların yapılmasının öğretmen adaylarının

570
meslek hayatlarında sınıflarda yer alan teknolojik donanımları etkin bir biçimde
kullanmasında, büyük bilgi kaynağı olan çevrimiçi ortamlarda doğru ve güvenilir bilgiyi
seçmesinde etkili olacağı söylenebilir.

Kaynaklar
A framework for Qualifications of the European Higher Educational Area,
Bologna Working
Group on Qualifications Framework, 2005.
http://www.aic.lv/bolona/Bologna/Bergen_conf/Reports/EQFreport.pdf
BİLASA, P. & TAŞPINAR, M. (2017) Hayat Boyu Öğrenme Kapsamında Anahtar
Yeterliliklerin Belirlenmesi: Türkiye İçin Durum Analizi, Millî Eğitim Dergisi, 46(215),
129
144.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Fla%C5%9F_bellek
ISTE Standarts, 2008. http://www.iste.org/docs/pdfs/2014_ISTE_StandardsT_PDF.pdf
KAYA, Z. & YILAYAZ Ö. (2013) “Öğretmen Eğitimine Teknoloji Entegrasyonu ve
Teknolojik Pedagojik Alan Bilgisi” Batı Anadolu Eğitim Bilimleri Dergisi, 4(8), 57-83
KOEHLER M. J. & MİSHRA P. (2008) “Introducing Technological
Pedagogical Content
Knowledge” Annual Meeting of the American Educational Research Association, New
York
City
KONOKMAN G., YELKEN T. , TOKMAK H. (2013) “Sınıf Öğretmeni Adaylarının
TPAB’lerine İlişkin Algılarının Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi: Mersin
Üniversitesi
Örneği Kastamonu Eğitim Dergisi, 21 (2), 665-684
Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri, Millî Eğitim Bakanlığı, 2017.
https://oygm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_12/11115355_YYRETMENLYK_ME
SLEYY
GENEL_YETERLYKLERY.pdf
SEFEROĞLU, S. S. (2015). Okullarda Teknoloji Kullanımı ve Uygulamalar:
Gözlemler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Artı Eğitim, 123, 90-91.
Türkçe Dersi Öğretim Programı (İlkokul ve Ortaokul 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8. Sınıflar).
(2018)
MEB, Ankara.
Türkiye Yeterlilikler Çerçevesine Dair Tebliğ, 2015.
https://www.myk.gov.tr/images/articles/editor/130116/TYC_teblig_2.pdf
Türkiye Yeterlilikler Çerçevesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında

571
Yönetmelik, 2015. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2015/11/20151119-26.pdf
YILDIRIM A. & ŞİMŞEK H (2005) Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma
Yöntemleri, Seçkin
Yayıncılık, Ankara

*
KİTÂB-I ÖMR-İ DÜNYÂ’NIN TÜRK DİLİ TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMİ
**
Funda KARA
Özet
Türkçenin yüzlerce yıllık geçmişinde, farklı coğrafya ve zamanlarda binlerce eser
vücuda getirilmiştir. Bunlardan biri de müellifi ve telif tarihi belli olmayan Kitâb-ı Ömr-
i Dünyâ’dır. Kıyâmet-nâme/Mahşer-nâme niteliği taşıyan Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ; dinî
bilgilerin ayet ve hadislere dayandırılarak anlatıldığı bir halk hikâyesidir. Konu ve içerik
açısından Ahvâl-i Kıyâmet’ler ile çok büyük ortaklıklar gösterse de anlatış tarzı, üslup
özellikleri ve alt başlıklar itibarıyla adı geçen eserlerden oldukça farklıdır.
Dünyanın yaşı, kıyamet alametleri, kıyamet zamanı, kâinattan önce yaratılanlar, Hz. Âdem
ve hayvanların yaratılması gibi konuların işlendiği eser, 1621 ve 1786 yıllarında olmak
üzere iki kez istinsah edilmiştir. Ancak dil ve üslup özellikleri dikkate alındığında, Kitâb-ı
Ömr-i Dünyâ’da Eski Anadolu Türkçesinin izleri açıkça görülmektedir. Metnin harekeli
olması, konuların konuşma diliyle anlatılması, kelimelerin ağız özelliklerini yansıtması,
deyimlerin kullanılması ve benzeri hususlar, Osmanlı Türkçesinin ikinci devresindeki
durumunun aydınlatılması için ciddi bir dil malzemesi sağlamaktadır. Ayrıca, bu gün
Türkçenin çeşitli lehçe ve ağızlarında farklı türevleri ile varlığını devam ettiren yapıların
eskicil biçimlerinin de metinde yer alması, eserin önemini artırmaktadır. Kitâb-ı Ömr-i
Dünyâ’nın halka yönelik bir metin olması, müellif ve/veya müstensihinin sanat endişesi
taşımaması gibi özellikler de dil çalışmaları için arzu edilen bir durumdur. Zira bu durum,
ses ve şekil özellikleri açışından dönemine ait birçok hususa açıklık getirmektedir. Kalınlık-
incelik, düzlük-yuvarlaklık uyumu, damak n’sinin durumu, kelime başı /i/ foneminin /e/’ye
dönüşüp dönüşmediği, zaman ve şahıs eklerinin kullanılışı (istek kipi, bu kipteki şahıs
ekleri, birinci teklik şahıs ekinin biçim birimleri vs.), bildirme ekinin hangi işlevlerle
kullanıldığı, Eski Anadolu Türkçesi ile ilgili karakteristik özelliklerin devam edip etmediği,
fiilimsi eklerinden hangilerinin yaygın olarak kullanıldığı gibi konular bunlardan bazılarıdır.
Bu bildiride de eserin söz konusu özellikleri örnekleriyle incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Kitâb-ı Ömr-i Dünya, 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi, 18. Yüzyıl
Osmanlı Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi, halk hikâyesi.

1. Giriş
Millî Kütüphane’de 06 Hk 3810 arşiv numarası ile kayıtlı Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ,
insanların her zaman merak ettiği “Dünya kaç yaşında?, Hayat nasıl başlamış?, Kıyamet
ne zaman, nasıl kopacak?, Dünya hayatından sonra ne olacak, neler yaşanacak?” gibi
sorulara1 ayet ve hadislerden yola çıkılarak cevap arandığı mensur bir hikâyedir.
Bu bildiride Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ adlı kitabımızdan yararlanılmıştır (bk. Kara, 2018)
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi (Prof. Dr.);
fundakara@atauni.edu.tr
Kuran-ı Kerim’de aynı veya benzer konularla ilgili bilgiler bulunmasına rağmen, İslam coğrafyasında
1
dahi bu tarz soruların cevaplandırılmasına yönelik birçok eser (Eşratü’s-sâa, âyâtü’s-sâa,

572
Mevcut bilgilere göre tek nüshadır ve bu nüsha 33 varaktan oluşmaktadır. Her
sayfada 15 satırın bulunduğu nüshada, nesih yazı tipi tercih edilmiş ve yazı
2
harekelendirilmiştir.
Eser, kıyamet ile ilgili konuların ele alınması itibarıyla Ahvâl-i Kıyâmet başlıklı
eserlere çok benzese dahi konuların seyri, alt başlıklar, anlatış tarzı ve üslup özellikleri
ile içerdiği diğer konular açısından bahsi geçen çalışmalardan farklıdır. Kitâb-ı Ömr-i
Dünyâ’da, genel olarak dünyanın yaşı, kıyamet alametleri, kıyamet zamanı, kâinattan
önce yaratılanlar, Hz. Âdem ve hayvanların yaratılması konuları işlenmiş ve bunlar alt
başlıklarla desteklenmiştir. Başlıkların Türkiye Türkçesine aktarılmış şekilleri sırasıyla
şöyledir:
dünyanın yaşı;
kıyametten önce olan alametler (Ashub’un, Cerhem’in, Kahtân’ın, Süfyânî’nin,
İmam-ı Muhammed Mehdî Hazretleri’nin, Beni Asfar’ın, Dabbetü’l-arz’ın, Deccal’in
çıkışı; Deccal’in eşeği; İmam-ı Muhammed Mehdi ile Deccal’in savaşı; Hazret-i İsa a.s.’ın
[gökten] inişi; Ye’cûc ve Me’cûc’ün [ortaya] çıkışı; Dabbetü’l-arz’ın ikinci çıkışı; Hazret-i
İsa a.s. hükümeti ile İmam-ı Mehdi’nin hilafeti; İsa a.s.’ın vefatı ile İmam-ı Mehdi’nin
vefatı; Habeş’in çıkışı; güneşin batıdan doğması; Dabbetü’l-arz’ın üçüncü çıkışı; Kur’ân-ı
azîm’in kaldırılması; iman sahibi herkesin ölmesi);
mahlûkat ve mevcudâtın yok olmaları (korku üfürüşü 3, ölüm üfürüşü4, Livâ’u’l-
5
hamd’in özellikleri, diriltme üfürüşü , Sûr’un özellikleri, toplanma ve dirilme, mahşer
yeri);
kâinat yaratılmadan önce yaratılanlar (yeryüzünde Hz. Âdem’den önce
yaşayanlar, Azazil’in beyanı, Cinlerin beyanı);
Hz. Âdem ve hayvanların yaratılması (ruhun beyanı, Hz. Âdem’e ruhun
üflenmesi, Hz. Âdem’e ve meleklere isimlerin sorulması, Âdem a.s.’ın cennete girmesi).
Eserin müellifi ve müstensihi belli değildir. Telif tarihi ile ilgili bir kayıt da
bulunmamaktadır ancak başındaki ve sonundaki bilgilerden anlaşıldığına göre eser, 10-20
Muharrem 1031 (10-20 Kasım/Aralık 1621) ve 15 Zi’l-ka’de 1200 (9 Eylül 1786) yıllarında
6
olmak üzere iki kez istinsah edilmiştir . Bu tarihler Osmanlı Türkçesinin ikinci devresine
7
tekabül etmektedir yalnız, dil ve üslup özellikleri incelendiğinde, eserin sözlü

emârâtü’s-sâa, alâmâtü’l-kıyâme; Ahvâl-i Kıyâmet’ler vb.) kaleme alınmıştır. Ayrıntılı bilgi


için bk. Yıldız 2002: 1-8; Şenödeyici, 2014: 295-305.
Ayrıntılı bilgi için bk. Kara, 2018: 17-18.2
Sûr’un birinci üflenmesi3
Sûr’un ikinci üflenmesi4
Sûr’un üçüncü üflenmesi5
“Eserde, dünyanın yaratılışından yok oluşuna kadar geçen süre, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bir
hadisinden hareketle 7000 yıl olarak belirtilmiştir. Bir başka hadiste Peygamber Efendimiz’in dünyanın
ömründen 5600 sene geçtikten sonra doğduğu, dolayısıyla 7000 yılın tamamlanması için 1400 yıl kaldığı
ifade edilmiştir. Eserin başında yer alan ‘...bu kitâbıñ târîḫinde biñ otuz bir muḥarreminiñ evâsıṭında
olmışdur ol târîḫ ḥisâbınca ḳıyâmet ḳopmaġa üç yüz yetmiş yıl ḳalur’ 1b/9-10 sözleriyle de Kitâb-ı cÖmr-
i Dünyâ’nın 1031 Muharrem’inin evasıtında bittiği, kıyametin kopmasına da 370 yıl kaldığı söylenmiştir.
Bu hesaba göre, eser 1621 yılının Kasım/Aralık aylarından birinin ortalarında istinsah edilmiştir.
Eserin sonunda yer alan ‘sene 1200 fi 15 zi’l-ḳacde temmetü’l-kitâb bi-cavni’l-lâhi’l-meliki’l-vehhâb
tamâm oldı bu kitâbıñ intihâsı gerekdir’ 33a/15-16 şeklindeki kayıt, Kitâb-ı cÖmr-i Dünyâ’nın yukarıdaki
tarihten 169 yıl sonra 9 Eylül 1786’da istinsah edildiğini göstermektedir.” (Kara, 2018: 11-12).
Osmanlı Türkçesinin birinci devresinde (15. asrın sonu ile 16. asrın sonu), Arapça ve Farsça unsurların 7
Türkçeyi istilası hızlanmış; ikinci devresinde (16. asrın sonu ile 19. asrın ortaları) karışık dil koyuluğu son
haddine varmıştır, 19. asrın ortaları ile 20. asrın başları ise Osmanlı Türkçesinin üçüncü devresidir (Ergin,
1986: 18-23). XVI-XIX. yüzyıllar arasına Klâsik Osmanlı Türkçesi de denmektedir. (bk. Timurtaş, 1994:
VIII).

573
geleneğin bir ürünü olduğu ve çok büyük oranda Eski Anadolu Türkçesinin izlerini
taşıdığı söylenebilir.
Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da Eski Anadolu Türkçesinin İzleri
1.1. Eski Anadolu Türkçesinde en bariz özellik, yuvarlaklaşma eğiliminin fazla
olmasıdır. Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da da bu eğilimin devam ettiği, EAT’de ünlüsü aslında
yuvarlak olanlar ile sonradan yuvarlaklaşanların8 çalışma metnimizde de neredeyse
aynı olduğu tespit edilmiştir:
Eski Anadolu Türkçesinde Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da

yaġdurup 19a/6, ṭoldurdum 26a/15,


/-DUr-/ getüresiz 32b/8
FFYE /-gür-/ dirgüresin 10b/5, dirgürdi 10b/6.
Ekleri

/-Ur-/ bişürür 3b/11, bitürüp 15a/1, geçürüp 32b/8


Yapı
m

delük 21a/6.
FİYE a

/-UK/
/-ġu/ çalġular 2 /12.

/+ArU/ ilerü 5a/15, içerüsin 22a/10, yuḳaru 30a/7.

İİYE ḳanlu 2a/13, adlu 3a/3, şiddetlü 4a/8, añlu,


/+lU/ ṣaḳallu 6a/7, sancaḳlu 6a/11, şekillü 14b/3...

/+(U)mUz/ cümlemüz 27a/7, müferraḥ olmamuz 33a/13.


b
İyelik ekleri her biriñüz 23 /2, içiñüzden 27a/11,
/+(I)ñUz/9 cümleñüz 32b/8; olduġıñuz 26a/1.
Ḥażret-i Fâṭıma’nuñ 4a/1, anuñ 5a/12, Allâh
tecâlânuñ 6a/13, cevâbuñ 24a/9, câhillerüñ
b
İlgi hali eki /+(n)Uñ/ 1 /14, İmâm-ı Mehdî’nüñ 2b/13, eşeküñ
11a/9...
Ekleri

sancaḳdur 20a/10, vardur 21a/5,


/+dUr/ evlâdıdur 27a/10, gerekdür 28a/9, nesnedür
Çeki
m

İhtimali kuvvetlendirme gireceklerdür 21a/13, buyurmışdur 24a/12,


eki
30b/4...
b b
Geniş zamanda ve delerüz 13 /9; evlâdlarındanuz 4 /5,
/+Uz/ imâmlaruz b
bildirme kipinde 1.ç.ş. 4 /6.
eki
ṭonatsun19a/11, alsun 31a/11-12, gitsün
Emir kipinde 3.t.ş. eki /+sUn/ 8 /6, bitsün 10a/9.
a

Ayrıntılı bilgi için bk. Timurtaş, 1994: 32-36.8


Metinde iyelikten önce yer alan tamlanan ekinin yuvarlak ünlüyle yazıldığı örnekler de mevcuttur: 9
evlâduñuz 9b/5 gibi.
574
/+(y)Um/10 alayum 29b/3.
İstek kipinde 1.t. ve
1.ç.ş. eki deyelüm 5a/9, çıḳalum 7a/9, ḳoyalum 7a/10,
/+lU+m/
delelüm 13b/8.

irişeñüz (erişirseniz) 11a/1, bulamazsañuz


Şart kipinde 2.ç.ş. eki /+ñUz/
22b/13.

Emir kipinde 2.ç.ş. eki /+(y)Uñ/ aluñ 19a/12


Hikâye kipi dost idüñ 19b/5
/-DU/
(2. t. ş. eki çekiminde)
/-(y)U/ deyü 16a/7
gelüp 2a/6, uzayup 16a/13, ditreyüp 18b/8,
Zarf-fiil ekleri /-(y)Up/ yarılup 19b/12, atup, deyüp 30a/2...

/-(y)UbAn/ hücum idüben 3a/2.

Hatta Eski Türkçede kelime sonunda bulunan /ġ/ sesinin Eski Anadolu Türkçesinde
a
düşmesi sonucu kendinden önceki ünlüyü yuvarlaklaştırdığı (arıġ>aru 21 /10,
a
ḳapıġ>ḳapu 24 /1) veya çift dudak ünsüzünün etkisiyle düz ünlünün yuvarlağa
a
dönüştüğü (kemügi 19 /8) örneklerle de karşılaşılmıştır 11.
Metinde ilgi hâli (kimseniñ/kimsenüñ, anıñ/anuñ), birinci çokluk şahıs iyelik
(Peyġamberimiz/cümlemüz), geniş zaman (dinür/bildirir), ihtimali kuvvetlendirme
(nedir/nedür, vardır/vardur) ve zarf-fiil (deyicek/deyücek, gidip/gidüp) gibi bazı eklerin düz
ünlülü biçimleri de bulunmaktadır ancak bunların geçiş sıklıkları dikkate alındığında,
yuvarlaklaşmanın büyük ölçüde devam ettiği daha açık görülecektir:
Ekler Geçiş Örnekler
sıklığı
İhtimali /+dIr/ %3,4 ḳandır, ibadetdir...
kuvvetlendirme
eki /+dUr/ %94,7 ḳalmışdur, vardur, etmişlerdür, gerekdür...

Düzlük yuvarlaklık uyumuna uyanlar: varıp,


%3,2 ḳuşadıp, ḳaldırıp, yapdırıp; gidip, dirildip,
/-(y)Ip/ gönderip...
Sadece kendinden önceki ünlüye uyanlar:
%0,3
çüriyip, uydırıp
Zarf-fiil eki Düzlük yuvarlaklık uyumuna uyanlar:
%28,4 olup, bulup, ṭutup; görüp, dögüşüp, sürüp,
ölüp...
/-(y)Up/
Sadece kendinden önceki ünlüye uyanlar:
%1,1 yaġdurup12, esdürüp, bitürüp, getürüp,
geçürüp

Eski Anadolu Türkçesi ile ilgili dilbilgisi kitaplarında bu ekler /-(y)AyUm/, /-(y)AlUm/ biçiminde emir 10
kipinde gösterilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Timurtaş, 1994: 129-130; Köktekin, 2017: 121.
Herhangi bir fonetik sebebe bağlı olmayan yuvarlaklaşmalar da mevcuttur: ḳarşu 30a/9.11 Metinde
kelimenin yaπdırup 14b/14 şekli de mevcuttur.12
575
Düzlük yuvarlaklık uyumuna uymayanlar:
%67 yaġdırup, alup, baḳup, çıḳup, aġsırup, idüp,
gelüp, bilemeyüp, binüp, iletüp...
Az sayıdaki bazı biçim birimlerde ise düz ünlü daha çok tercih edilmiştir:
Ekler Geçiş Örnekler
sıklığı
13
/+(n)Iñ/ %86 dünyânıñ, anlarıñ, kimseniñ, ḳıyâmetiñ...
İlgi hali c
/+(n)Uñ/ %14 anuñ, te âlânuñ...
Birinci çokluk /+mIz/ %82 Peyġamberimiz, üstümiz, dördimiz...
şahıs iyelik eki /+mUz/ %18 cümlemüz, olmamuz.
Bu durum, dudak uyumunun Osmanlı Türkçesi döneminde başladığını göstermesi açısından
dikkate değerdir. Nitekim düzlük-yuvarlaklık uyumu, 16. yüzyıldan başlayan bir geçiş
dönemi ile (Ercilasun, 2004: 462) 17. yüzyılda da devam etmiştir (Tulum, 2011: 143). Söz
konusu uyumun 18. yüzyılda tam anlamıyla gerçekleştiği söylense dahi (Develi, 1998: 27),
Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ için bu hüküm geçerli değildir zira eser, dudak uyumunun zayıflığı
yönüyle de EAT özelliğini taşımaktadır (Ayrıntılı bilgi için bk. Kara, 2018: 19-20)
1.2. EAT’de ve incelenen eserde kalınlık-incelik uyumu (dil uyumu) çok
a 14 a
kuvvetlidir. Sadece bir iki ek uyum dışıdır: ḳaranlik 13 /13, uzunligi 20 /12;
a a
ḳaçarken 12 /2, ṭururken 16 /9.
1.3. Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da Eski Anadolu Türkçesinin etkisini gösteren bir
diğer özellik ise15, bazı eklerin sadece düz ünlülü kullanılışıdır16:
Tamlanan eki ẓulmı, bölügi, ḳuyruġı, gözi, oġlı, güni, ḳoḳusı...
Yükleme hali eki bunı, İslâmbol’ı, sözi, ṣûrı, ṭopraġı, aḳlı...
Çatı ekleri
buyurılmış, dökilüp, ḳonılsa, ḳurıla,
(edilgenlik ve dönüşlülük) getürilüp, görinüp, doḳınup...

Görülen geçmiş zaman


buyurdı, oturdı, oldı, olundı, gördi, öldi, öldürdi...
eki (3. teklik şahısta)
Öğrenilen geçmiş zaman eki buyurmış, tutmış, olmışdur, ṭoġmıştur, unutmışlar...
İkinci çokluk şahıs eki görürsiz, ṭurursız, bilürsiz

1.4. Kelime başındaki bazı /p/ sesleri hem EAT’de hem de incelenen metinde,
b
Eski Türkçedeki aslına uygun biçimiyle tonlu olarak kullanılmıştır: bişürür 3 /11,
barmaḳ 22a/11.
1.5. /-(y)IcAk/ zarf-fiil eki EAT’de olduğu gibi son derece işlektir: ṣabâḥ ol-
a
ıcaḳ görür ki 11 /14, ṣûrı ur-ıcaḳ ne ḳadar cânlar var ise cümlesi ol altı delüklerden
a a
çıḳup 21 /8-9, rûḥ ayaḳlarına var-ıcaḳ ayaḳ üzere örüṭurup 31 /9, henüz sen Teñri’ñi
b
bilmeyürsin de-yicek Deccâl’iñ ġażabı ziyâde olup 10 /14, Müslimânlar bunı eşid-icek
b
sevinişüp dururlar 11 /12...
1.6. EAT’de kelime başındaki /t/ sesinin çoğu kez tonlulaşıp /d/ olarak yazıldığı,
bazen de korunduğu bilinmektedir. Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da ise müstensihler tarafından
farklı yazımlar tercih edilmiş, bunlardan birçoğunda tonlulaşma yoluna gidilmiştir:

Bu orana rağmen “anuñ” kelimesinin geçiş sıklığı (14 kez) “anıñ”dan (5 kez) daha çoktur. 13 Eserde
aynı ekin uyuma girmiş biçimleri de bulunmaktadır: ḳarañulıḳ 22a/4, uzunlıġı 11a/5, 10.14 Metinde,
EAT’den farklı olarak, karşılıklılık çatı eki de yalnız düz ünlülü biçimiyle yazılmıştır: bulışup, 15 görişüp,
yügrişüp...
Geleneğe uygun yazım tarzının da bunda etkili olduğu unutulmamalıdır. 16
576
b b b b b
durduġınca 5 /6, daḫı 15 /3, dögdürüp 10 /9, turması 15 /4, ṭamarlar 20 /13, ṭaġlar
18a/14, ṭoldurup 27a/13, tükenmedi 8a/4, düketdi 26a/13, dadup 18b/11, ditreyüp
a
18 /1...
1.7. EAT’de belli başlı kelimelerde gerçekleşen ḳ>ḫ sızıcılaşması, eserde ḳatun >
ḫatun 15b/5 isminde ve geçiş sıklığı hayli yüksek olan “dahi” edatında görülmüştür: taḳı
daḫı 16b/4.
1.8. EAT metinlerinin genelinde kalın sıradan kelimelerdeki /t/ sesi için tı (‫ )ط‬harfi
kullanılmıştır. Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ ise bu konuda karışık bir tutum sergilemektedir zira
a ْْ b
metinde (‫ )ط‬harfinin yanı sıra te (‫ﺭوتوا( )ت‬ ‫ بْ كْك ْك‬oturup 6 ‫كْك‬ /5, ‫زوتوا‬ otuz 30 /1) ve bunların

tonlulaştığını belirten dal ( ‫ ) د‬harfiyle yazılan kelimeler de mevcuttur:


a a
‫وط‬ ‫ تْ ْك‬ṭut- 12 /4b  ‫ تْْكود‬dut- 13 /1
b
‫نْك توت‬ ْ
‫ ْك‬tütün 20 /3  ‫ ْْكنْك تود‬dütün 4 /7 vb.
1.9. Benzer durum /s/ sesi için de geçerlidir. Burada da kalın sıradan kelimeler
için hem sad (‫ )ص‬hem de (ekler hariç) sin (‫ )س‬harfi kullanılmıştır: ‫ﻝتﺁص ْْ ﻗ ْم‬
ٰ‫ص‬
ٰ
b
ṣatılmaḳ 2 /4,

ْْ b َ b َْ a َْ
ْ ْْ ََْ
ٰ
‫ﻍﺁص‬ ṣaġ 5 /6;
‫ىرللﻘس ْﺭََْﻝﻗﺁجنس‬
sancaḳlar 2 4 /9 , saḳalları 21 /15 vb.

ْٖ َ
1.10. “Kur’an imlâsının etkisi ile, imlâsı henüz oturmamış, düzensiz ve yabancı
etkilenmelere çok açık durumdaki Eski Anadolu Türkçesi’nden kalan metinlerde Türkçe
kökenli kelime ve unsurların yazılışında kullanılagelen” (Yıldız, 2002: 31) ötreli vav ve
17
elif, çalışılan metinde de sıkça geçmektedir :
‫ْكاولط‬ †olu 21a/10 a
‫ اويد‬deyü 11 /8
‫ْك‬ ‫َْك‬
18
1.11. Seyahatname ve Meninski’nin çalışmalarındaki örneklere göre damak n’si,
17. yüzyıldan itibaren yerini diş n’sine bırakmaya başlamış (Ercilasun, 2004: 463), 18.
yüzyılda da değişimini ilerletmiştir 19 (Develi, 1998: 35). Ancak bu sesin Kitâb-ı Ömr-i
Dünyâ’da diş n’sine dönüştüğü söylenemez çünkü metinde bu ses için tıpkı EAT’de
‫ ب ك‬siñüp 11b/10,
olduğu gibi üç noktalı (‫ )ڭ‬veya noktasız kef (‫ )ك‬işareti kullanılmıştır: ‫ْوڭس‬
َْ ْْ b
َْْ ْْ b b a

‫ بْوﺷكﺭڭا‬añrışup 17 /6; ‫ ﻛيﺐ‬biñ 6 /8, ‫ ﻛتن َج‬cennetiñ 11 /1, ‫ﻜص‬ ‫ ﻩ َْﺭ ك‬ṣoñra 30 /5...

Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ ve Osmanlı Türkçesi


Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’nın EAT döneminde
telif edildiği sonucuna ulaşılabilir ancak eser, tam anlamıyla bir EAT metni değildir; içinde
Osmanlı Türkçesinin izlerini de barındırmaktadır. Nitekim daha önce de söylendiği gibi
eserdeki tarih kayıtlarına göre Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ, 1621 ve 1786’da olmak üzere iki kez
istinsah edilmiştir. Dolayısıyla 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı Türkçesine dair bazı
özellikleri de haizdir.
2.1. Bu özelliklerden ilki, dil uyumunun görülmeye başlanmasıdır 20. EAT’de
yuvarlak ünlüyle varlığını sürdüren bazı eklerin, eserde düz ünlü olarak yazılıp
harekelendirilmesi, hükmü doğrular niteliktedir. Aşağıdaki tabloda ilgili eklerden bir
seçki yer almaktadır:
EAT Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ
/-DIr-/ → yapdırıp 6b/9, ḳaldır 26b/9, bildirdi
Fiilden fiil yapım eki /-DUr-/
28a/7...
b b
/+lI/ → ḳapulı 6 /8, boyunlı 14 /13, şiddetli
Varlık hali /+lU/
20b/5
a a
Yokluk hali /+sUz/ /+sIz/ → cânsız 19 /9, baḫtsız 23 /7

Diğer örnekler için bk. Kara, 2018: 45.17


Ayrıntılı bilgi için bk. Tulum, 2011: 192-193.18
Bu ses, 16. yüzyılda da iyi korunmuştur (Adamović, 2014: 111)19
Ayrıca bk. 1. Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da Eski Anadolu Türkçesinin İzleri (1.1.) 20
577
Geniş zaman /-Ur/ b a
/-Ir/ → bildirir 17 /9, virir (nesne) 22 /6,
(yüklem ismi ve yan ḳavışır 31b/9
cümle yapan sıfat-fiil
eki) Görülen geçmiş /- b
/-dI/ → geldim 1 /8, yaratdım 26 /8,
a
zaman eki 21
dU/ didim 26b/14,
işitmediñ 18b/9, geldiñ 33a/4; fetḥ
eyledik 9a/14, geçürdik 25b/2, ḳurtıldıḳ
Birinci çokluk şahıs 13a/8; gördiñiz mi 26b/12...
bildirme eki /+Iz/ → peygamberiz 4b/4,
/+Uz/ b
İyelik menşeli 2.ç.ş. musabbi√leriz 27 /11
eki22 /+ñUz/
b
/+ñIz/ → gördiñiz 26 /12, olımadıñız 26 /13
b

2.2. “Eski Anadolu Türkçesinin önemli özelliklerinden biri e-i değişmesidir.”


(Köktekin, 2017: 71) ancak eserde tam olarak böyle bir değişme bulunmamaktadır.
Kelime başındaki kapalı e’ler, hem /e/ hem de /i/ okutacak şekilde yazılmıştır. Bu
karışık duruma rağmen, /e/’li biçimlerin daha çok kullanıldığı söylenebilir23.
2.3. EAT metinlerinde en sık görülen gelecek zaman eki /-(y)IsAr/’dır (Türk vd.,
2016: 51). Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da bu ekle hiç karşılaşılmamıştır. Osmanlı
Türkçesinden sonra daha fazla yaygınlık kazanan /-(y)AcAK/ biçimi ise, eserde gelecek
zamanı belirtmek için kullanılan eklerdendir: ḳaçacaḳ, olmayacaḳ, uracaḳ; geçecekdür,
ideceklerdür, girecekdür vs.
2.4. Önceki dönemlerde sıklıkla görülen /+vAn/ birinci teklik ve /+vUz/ birinci
çokluk şahıs ekleri ile /+GIl/ emir kuvvetlendirme ekinin Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da
geçmemesi de Osmanlı Türkçesinin eserdeki yansımasını gösteren başka bir özelliktir.
a
2.5. Dilek-şart kipinden sonra gelen /+k/ birinci çokluk şahıs (vir-se+k 5 /14),
a
istek kipindeki /+(y)Im/ birinci teklik şahıs (ḳoy-a+yım 27 /11) ile /+(y)Am/ birinci
b c
teklik şahıs bildirme (Teñri+yem 11 /2) ve /+sIñIz/ ikinci çokluk şahıs ekleri (tâbi
b
olmaz+sıñız 11 /3) de eserdeki Osmanlı Türkçesinin izlerindendir.
2.6. EAT’nin karakteristik zarf-fiil eki olan /-(y)UbAn/ (Gülsevin-Boz, 2010:
metnimizde sadece bir yerde geçmektedir (hücum id-üben 3a/2). Bu durum, ekin
Osmanlı Türkçesinde gittikçe zayıflamasının doğal bir sonucudur.
2.7. Bildirme eki olarak kullanılan durur kelimesinin, 15. yüzyıldan itibaren
seyrekleştiği, 17. yüzyılda kaybolduğu belirtilse de (bk. Ercilasun, 2004: 463)“kelimenin
c
yüklemleştirici işleviyle ya da i- fiilinin muadili olarak Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da
c
kullanıldığı görülmüştür: anlar daḫı bizim gibi Müslimân ve dîndârlar ve müteşerri ler
a
durur 29 /4-5, cennetiñ bir maḥallinde olup üzerinde deve ḳuşı yumurṭa miḳdârı dört dâne
c
buġday bitmiş ṭurur Ḥaḳ te âlâ emrin ṭutup bu ḥâl üzere her ẕevḳe vâṣıl ve her murâdı ḥâṣıl
a
ṭururken bir vaḳitde ḫâṭırına geldi 33 /8-11.” (Kara, 2018: 23).
2.8. Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da geçen /-maġın/ biçimi ise, Osmanlı Türkçesinde
yaygınlaşan bağlayıcı şekillerdendir (Ercilasun, 2004: 463): kimesne ol-maġın 5a/11,
b b
ziyâde ol-maġın, 27 /7, az ol-maġın 27 /8.
2.9. Yorı- fiilinin geniş zaman çekiminden meydana gelen /-yor/ şimdiki zaman
24
ekine, 14. yüzyılın bazı eserlerinde tesadüf edilmiştir (Timurtaş, 1994: 126). 17. yüzyıl
söz varlığında /-(A)yÜr/ biçimiyle ‘seveyürüm, baḳayür, oḳuyür’ vb. (Tulum, 2011: 110)

Üçüncü teklik şahıslar hariç.21


EAT’deki şahıs eklerinin durumu için bk. Şahin, 2003: 58.22
Geçiş sıklığı yüksek olan de- fiili, metinde %57 oranında /e/’li yazılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. Kara,
23
2018: 20-22, 39.
Timurtaş, bu kelimenin ilk defa Ahmet Fakih’in Çarh-nâme’sinde geçtiğini belirtmektedir. 24
578
kullanılan bu ekin Osmanlı Türkçesi içinde ‘alayor’ gibi ortaya çıktığı ve tahminen 19.
yüzyılda ortadaki ünlünün “alıyor” biçiminde daraldığı (Ercilasun, 2004: 463)
söylenmektedir. “Oysa Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’ya göre bu ünlü, 18. yüzyılda çoktan
a a
daralmaya uğramıştır: geliyor 6 /4, aḳıyor 11 /14.” (Kara, 2018: 30).
Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da Eski Türkçenin İzleri
Dil, üslup ve yazım özelliklerine göre, Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da yalnız EAT ve
Osmanlı Türkçesinin etkisi yoktur. Daha çok Eski Türkçe söz varlığında görülen veya
yapısı gereği eserin yazıldığı/istinsah edildiği dönemden öncesini işaret eden kelime ve
a 25
eklerle de karşılaşılmıştır. örüṭur- (yüksel-, ayağa kalk-) 31 /9, yara - (silah ve
teçhizatla donan-) 7a/15, uyḳun (uygun) 2a/1, ṭaşra (dışarı) 3a/15, ḳanḳı (hangi) 3b/9,
b a a
dirgür- (dirilt-) 10 /5, bu araya (buraya) 30 /7, ol birerleri (öbürleri) 31 /11-12...
bunlardan bazılarıdır.

Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ’da Sözlü Anlatım Geleneğinin İzleri


Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ, halka yönelik bir eserdir, dolayısıyla cümleler kısa, basit
ve kolay anlaşılırdır. Müellif ve/veya müstensih herhangi bir sanat endişesi taşımaz
hatta alıntılardaki yanlış ve eksikler, hikâyedeki ifade bozuklukları, sık sık tekrara
düşmeler vb., yazarların eğitim seviyesinin düşük olduğunu göstermektedir.
...râvî iydür, dinmiş ki, el-ḥâṣıl ḥikâyeti çoḳdur, bunda söz çoḳdur, anuñ
hiḳâyeti maḥallinde ẕikr olınur, kâtibine şerbet bahâsı... gibi ifadeler ile hikâyedeki
geçiş ve bitiş formelleri, eserin sohbet havası içinde anlatılan bir halk metni olduğunun
ispatıdır. Bu durum, dönemi itibarıyla bazı kullanımların açığa çıkmasına da zemin
hazırlamıştır. Sözgelimi, olumsuz fiil tabanı ve birinci çokluk şahıs çekimindeki geniş
zaman eki günümüz Türkiye Türkçesinde eksiz olarak kullanılırken, eserde /-z/ olarak
c a
işaretlidir: biz aḳıldan ayrıl-ma-z+ız 31 /11-12. Dilbilgisi kitaplarında pek
rastlanmayan başka bir zarf-fiil eki de eserde tespit edilmiştir: ol birerleri de biz
c a
aḳıldan ayrılmazız de-yübile ḳaldılar ol maḥalde 31 /11-12.
Değerlendirme ve Sonuç
Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ, birkaç dönemin özelliğini üzerinde barındıran
katmanlaşmış bir halk metnidir. Edebî değeri çok yüksek bir eser olmasa dahi, metnin
harekeli olması, konuların konuşma diliyle anlatılması, kelimelerin ağız özelliklerini
yansıtması, metne mahallî unsurların karışması ve dönemini aydınlatacak yapıları
taşıması itibarıyla Türk dili tarihi açısından önemli bir yere sahiptir.

Kısaltmalar

ç. çokluk
EAT Eski Anadolu Türkçesi
FFYE Fiilden Fiil Yapım Eki
FİYE Fiilden İsim Yapım Eki
İİYE İsimden İsim Yapım Eki
ş. şahıs
t. teklik

Ölçünlü Türkiye Türkçesinde ve Çağdaş Türk Lehçelerinde, bu fiilden ‘silah, zırh, askeri rütbe’ 25
anlamlarında kullanılan yaraḳ/ġ kelimesi türetilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. Kara, 2018: 30.

579
KAYNAKLAR

ADAMOVİĆ, Milan (2014), Floransalı Filippo Argenti’nin Notlarına Göre (1533) 16.
Yüzyıl Türkçesi, 2. bs., çev. Aziz Merhan, Ankara: TDK Yay.
DEVELİ, Hayati (1998), “18. Yüzyıl Türkiye Türkçesi Üzerine”, Doğu Akdeniz
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Dergisi, S: I, 27-35.
ERCİLASUN, Ahmet Bican (2004), Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi,
Ankara: Akçağ Yay.
ERGİN, Muharrem (1986), Türk Dil Bilgisi, 14. bs., İstanbul: Boğaziçi Yay.
GÜLSEVİN, Gürer; BOZ, Erdoğan (2010), Eski Anadolu Türkçesi, 2. bs., Ankara:
Gazi Kitabevi.
c
KARA, Funda (2018), Kitâb-ı Ömr-i Dünyâ, Erzurum: Eser Basın Yay.
KÖKTEKİN, Kâzım (2017), Eski Anadolu Türkçesi, 4. bs., Erzurum: Fenomen Yay.
ŞAHİN, Hatice (2003), Eski Anadolu Türkçesi, Ankara: Akçağ Yay.
ŞENÖDEYİCİ, Özer (2014), “Kemal Paşazade Tarafından Tercüme Edildiği
Düşünülen Bir Risale: Ahvâl-i Kıyâmet”, Türklük Bilimi Araştırmaları (TÜBAR), S:
36, 2014 Güz, 291-319.
TİMURTAŞ, Faruk K. (1994), Eski Türkiye Türkçesi XV. Yüzyıl Gramer-Metin
Sözlük, İstanbul: Enderun Kitabevi.
TULUM, Mertol (2011), Birinci Kitap Meninski’nin Thesaurus’u ve XVII. Yüzyıl
İstanbul Türkçesi: Meninski’nin Thesaurus’u ile Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne
ve Başka Metinlerden Derlenmiş Verilere Göre 17. Yüzyıl İstanbul Türkçesinde
Sesler ve Ses Benzeşmeleri Üzerine Bir İnceleme, Ankara: TDK Yay.
TÜRK, Vahit; DOĞAN, Şaban; ŞERİFOĞLU, Yasin (2016), Eski Anadolu Türkçesi
Dersleri, 3. bs., İstanbul: Kesit Yay.
YILDIZ, Osman (2002), Ahvâl-i Kıyâmet, İstanbul: Şûle Yay.

580
PROF. DR. TOFİK HACIYEV'İN TÜRKİYE TÜRKÇESİ
ÜZERİNE ARAŞTIRMALARI

1
Dr. Mahbube MEMMEDOVA

Özet

Türk dünyasının büyük dilcisi Prof. Dr. Tofik Hacıyev (1936-2015) bilimsel
araştırmalarında çağdaş Türk lehçelerinin önemli sorunlarını geniş bir biçimde
incelemiş, mükemmel eserleri ile kendisinden sonraki nesiller için Türkolojiye büyük
bir miras bırakmıştır. Yazarın Türkçülük düşüncesi çerçevesinde Türk lehçelerinin
tetkiki yönündeki çalışmaları çağdaş Türkolojinin mühim konseptine çevrilmekle
beraber, gelecek nesillerin bu ideolojinin yeni doğrultularını belirlemesine geniş olanak
yaratmıştır.

Bu anlamda Tofik Hacıyev'in dilcilik araştırmalarında önemli yer tutan, çalışmalarının


esas konularından biri Türkiye Türkçesi olmuştur.
Türkiye Türkçesinin önemli sorunlarını ve tüm Türk dünyasının ortak iletişim dili
olması konusundaki düşüncesini Tofik Hacıyev 2013 yılında yayımlattığı “Türkler için
Ortak İletişim Dili” kitabında geniş bir biçimde sergilemiş, kitabının diğer bölümlerinde
- “Yüzümü Türkiye’ye ve Türkiye Türkçesine Tutuyorum”, “Türkiye Türkçesi Yalnız
Türkiyelilerin Değil”, “Türk Dilinin Gücü Yahut Türkçe İlim Dilidir” adlı bölümlerde
Türkiye Türkçesinin anlatım gücünü, söz varlığının zenginliğini ele almıştır.
Tofik Hacıyev Türk dünyasında ortak bir iletişim dilinin önemi konusunu kendisine dert
edinen bir bilim adamı idi. Eserleri ile - kitaplarıyla, makaleleriyle, konuşmalarıyla
Türk dünyasında ortak bir iletişim dilinin yaygınlaşması uğrunda çalışmalarını hiç
durdurmazdı. Tofik Hacıyev yalnızca Azerbaycan’da veya Türkiye’deki toplantılarda
değil, başka ülkelerde de Türk dünyasında ortak iletişim dilinin yaygınlaştırılması
düşüncesini daim savunmuştur. O, bunun için yeni bir dil oluşturulması düşüncesinde
değildi. Yazar çalışmalarında Türkiye Türkçesinin Türk dünyasında ortak iletişim dili
olarak kullanılmasının savunuculuğunu yapmıştır.
T.Hacıyev Türkiye Türkçesinin esas sorunlarına dikkat çekerek çağdaş zamanımızda onun Türk
coğrafyasında ne kadar yayılması ve ortak iletişim diline dönüşmesinde nelere sahip
olmasına aydınlık getirmiştir. O haklı olarak bildirmiştir ki, şu anda Türkiye
Cümhuriyyeti kendi gelişim düzeyine göre başka Türk devletlerinden daha ileridedir ve
bu, onun dünya çapındaki pozisyonunu da etkilemektedir. Türkiye Türkçesinin
uluslararası dil gibi tanınması ve tüm Türkler için ortak iletişime hizmet verebilmesi de
bu mezkûr mesele üzerinden geçiyor.

Anahtar kelimeler: Tofik Hacıyev, Türk lehçeleri, Türkiye Türkçesi, söz varlığı, önemli
sorunlar, ortak iletişim dili.

Azerbaycan Devlet Pedagoji Koleji`nde direktör yardımcısı 1


581
***
Türk dünyasının büyük dilcisi Prof. Dr. Tofik Hacıyev (1936-2015) bilimsel
araştırmalarında çağdaş Türk lehçelerinin önemli sorunlarını geniş bir biçimde
incelemiş, mükemmel eserleri ile kendisinden sonraki nesiller için Türkolojiye büyük
bir miras bırakmıştır. Yazarın Türkçülük düşüncesi çerçevesinde Türk lehçelerinin
tetkiki yönündeki çalışmaları çağdaş Türkolojinin mühim konseptine çevrilmekle
beraber, gelecek nesillerin bu ideolojinin yeni doğrultularını belirlemesine geniş olanak
yaratmıştır. “T.Hacıyev bilim dünyasına dilbilimci - diyalektolog olarak geldi, fakat
sonradan dil tarihçisi olarak uzmanlaştı, 70’li yıllardan sonra ise onun büyük yeteneği
tek dil biliminin değil, genellikle filolojinin sınırlarını aştı ve ünlü bilim adamımız çok
yönlü Türkolog, çok yönlü Türkolog-Azerbaycanşinas olarak çalışmalarını sürdürdü”
(Caferov, 2012: 2). Bu anlamda Tofik Hacıyev'in dilcilik araştırmalarında önemli yer
tutan, çalışmalarının esas konularından biri Türkiye Türkçesi olmuştur.
Türkiye Türkçesinin önemli sorunlarını ve tüm Türk dünyasının ortak iletişim dili
olması konusundaki düşüncesini Tofik Hacıyev 2013 yılında yayımlattığı “Türkler için
Ortak İletişim Dili” kitabında geniş bir biçimde sergilemiş, kitabının diğer bölümlerinde
“Yüzümü Türkiye’ye ve Türkiye Türkçesine Tutuyorum”, “Türkiye Türkçesi Yalnız
Türkiyelilerin Değil”, “Türk Dilinin Gücü yahut Türkçe İlim Dilidir” adlı bölümlerde
Türkiye Türkçesinin anlatım gücünü, söz varlığının zenginliğini ele almıştır.
Hacıyev, kitabında Türkiye Türkçesine (TT) ait meseleleri ortak iletişim dili
kapsamında yansıtmış ve diğer Türk lehçeleri ile karşılaştırmalar yapmıştır. Burada
yazar esas dikkati Türkiye Türkçesinin dilbiligisi sorunlarına çekmiş ve onun fonetik,
leksik ve gramer yapısı hakkında geniş bilgiler vermiştir. Tabii ki bu bilgiler tasviri
içerik taşımıyor: burada Türkçenin yapısında ortka iletişim dili için gerekli olan
meseleler aydınlatılmış, Azerbaycan Türkçesi (AT) ile mukayeseler edilmiş ve
tartışmalı konular ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir. Bazı meselelere de yazar kendi
bakış açısından yaklaşarak doğru olanı ileri sürmüştür.
Bilindiği üzere Türkiye'de yazılı-edebî dilin zorluğu, canlı konuşma dilinden
uzaklaşması belli ziyalı gruplarını çoktan düşündürüyordu. Yazılı-edebî dili
sadeleştirmek, lüzumsuz yabancı kelimelerden temizlemek eğilimi XX yüzyılın 20.
yıllarından, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile memlekette başlanan millî hareketin
ayrılmaz parçası hâline geliyor. Tofik hocanın fikrince, bu çalışmalarda başlangıçtan
bazı yanlışlar yapılıyor:
Bu iş yazı dili çerçevesinden çıkarılıp canlı halk konuşma diline de uygulanıyor;
Bu nedenle bu harekat gereksiz sözlerle beraber, gerekli, kitlenin iletişiminde
kullanılan, anlam ve şekilce millîleşmiş - türkleşmiş alınma kelimelere de yüz tutuyor;
Çıkarılan kelimelerin yerine yapılan sözler çok durumda yapay şekilde
oluşturuluyor; arkaikleşmiş, birkaç yüzyıl halkın iletişiminde kullanılmayıp anlamca
unutulmuş, yabancılaşmış kelimeler restore edilir, yapım eklerinin verimlilik ve
verimsizlik boyutları dikkate alınmıyor – tıpkı yapay oluşturma işi yapılıyor (Hacıyev,
2013: 149). Yazar bu yaklaşımında doğru olarak göstermiş ki, her türlü kelime
oluşturmak dilin yapısını bozmaktan başka bir şey değildir. Burada halkın iletişim
ihtiyacı ile dile mahsus kurallar dikkate alınmalıdır.
Hacıyev'in bu doğrultuda önem verdiği esas meselerden birisi TT-nin fonetik
sorunlarıdır. Burada ses farklılığı, ünlü uyumu, vurgu gibi konulardan bahsediliyor.
Azerbaycan Türkçesinde en, de, get daşı, qonşu, böyük vb. Türkiye Türkçesinde in, di, git,
taşı, komşu, büyük vb. ses içeriğinde kullanılıyor. Ancak Türk lehçelerinin esas fonetik
kanunu olan ses uyumu (sinharmonizm) Azerbaycan Türkçesinin bazı sözlerinde
bozulmuştur: inan, ilan, ışık. Hacıyev`e göre, tarihen burada inceleşme süreci başlamıştır,

582
ancak millî dil sabitleşmiş ve süreç yarım kalmıştır. Türkiye Türkçesinde ise bu sözler ünlü
uyumuna uygundur: ınan, ışık, yılan. Yazar haklı olarak belirlemiştir ki, buna rağmen
Türkiye Türkçesinde onlarca sözde ünlü uyumu bozularak kullanılmaktadır: elma, anne,
kardeş, alev, Bakü, bahçe, hangi vb. “Bu, inceleşme sürecinin bizdeki gibi başlanıp yarım
kalması değil, çünkü Türkiye Türkçesinde mahreç kalınlaşması tipik karakteristik fonetik
faktlardandır: aşk, kısım, asıl, taraf, Mısır, tabaka, unsur, kasır, kayıt
... Azerbaycan Türkçesinde şöyle denir: eşq, qisim, әsil, tәrәf, Misir, tәbәqә, ünsür, qәsr,
qeyd ...” (Hacıyev, 2013: 151).
T.Hacıyev dikkati TT-nin başka bir fonetik sorununa çekiyor. Türkçe kökenli
kelimeler tarihen sabitleşmiş fonolojik sonluğa sahip olmuştur. Vasiliy Vasileviç Radlov'un
ve Şemseddin Sami'nin sözlüklerine göre yapılan istatistikle Türkolojide çoktan
kanıtlanmıştır ki, Türkçe kökenli sözlerde ünsüz sonluğu en eski fonolojik olgudur. Şimdi
tarihen Türkçe kökenli kelimelerin ünsüz sonlukla bitmesi kuralına bugün TT-de nasıl
uyum sağlanıyor? 1926 yılında I Bakü Türkoloji Kurultayı`nda Türkçenin iç özellikleri
derinden analiz edilmiş, dildeki yabancı kelimelerin ezemi derecede Türkçenin fonetik ve
morfoloji yapısına uygulanması istenmiştir. Örneğin, böyle bir makama dikkat yetirilmiştir
ki, V.Radlov'un ve Ş.Sami'nin sözlüklerindeki kelimelerin ancak yüzde sekseni ünsüz harfle
bitiyor. Demek ki, söz sonunun ünsüzle bitmesi Türkçenin tipik normlarındandır. Hacıyev
gösteriyor ki, hatta ilk dönemlerde Azerbaycan dilcileri fizika, pianino, fortepiano gibi
sözleri de ünsüz sonlukla yazmayı tavsiye ediyorlardı: fizik, pianin, fortapian. Sonraları
ortak fikir bulundu. Ancak yazar için ilginç olan şudur ki, Türkiye Türkçesinde bu eski
kurala dikkat edilmiyor, sonu ünlü harfle biten yabancı kelimeler aslına uygun ünlü
sonlukla kullanılıyor: enstitü (bizde: institut), kongre (bizde: konqres), gazete (bizde: qәzet),
Kafkasya (bizde vә her yerde: Qafqaz), organizma (bizde: orqanizm), banka (bizde: bank),
mutlaka (bizde: mütlәq), aksi (bizde: әks), delege (bizde danışıqda: deleqat), otorite (bizde:
avtoritet), salata (bizde: salat), kadro (bizde: kadr)...
(Hacıyev, 2013: 153).
Bildiğimiz gibi, tüm Türkçelerde vurgu kelimenin son hecesinin üzerinde gelir.
Hacıyev`in gözlemlerine göre Türkiye Türkçesi bu eski ve ezeli kurala da kayıtsızdır.
“Vurgunu çeşitli hecelere düşürüyorlar. Örneğin, Azerbaycan Türkçesinde iki heceli
«Bakı»nı Bakü diyorlar, çok heceli «Azerbaycan»da ise asıl yerinden başka (son hece)
tüm heceler vurgu ile kullanılır: söz üç seçenekte telaffuz ediliyor: A'zerbaycan //
Az'erbaycan // Azerb'aycan. Ancak biliyoruz ki, asıl doğru seçenek (Azerbayc'an)
kullanımıyor. Dilin yapısını şekillendiren ve yöneten en önemli detay vurgudur.
Türkçenin mahiyetinin yönetiminde hatta o, ses uyumundan da önemlidir. Ve
böylelikle, vurgunun son heceden öncelere keçirilmesi ile Türkiye Türkçesi flektif
(bükümlü) dil mecrasına hukuki belge almış oluyor (Hacıyev, 2013: 153).
Orta Çağ'dan beri geniş şekilde kullanılsa da ve gramerlerde norm olarak kabul
edilse de, aslında, «ola bilmez» fiil şeklinin olamaz gibi kullanılması dil kurallarının
dışında olan bir biçimdir. Bunu bedii üslupta görebiliriz, ancak bilimsel, resmi ve gazete
üsluplarında kullanamayız. Hacıyev'i düşündüren şudur: “Peki bu yanlış biçim öğretim
zamanı öğrenciye ve Türkçe öğrenen yabancıya nasıl aydınlatılıyor?” Azerbaycan
Türkçesinde canlı konuşma dilinde olammaz (ola bilmez), gelemmez (gele bilmez)
söyleriz, ancak onu yazıda bilgisizlik hesap ediriz. Ve böylece dilimizin aglütinatif
(eklemeli) yapısını bilinçli şekilde koruyoruz.
Tofik hoca Türkçe ile ilgili araştrmalarında ayrı-ayrı sempozyum, kurultay ve
diğer etikinlerdeki konuşmalar üzerine yaptığı gözlemlerde de kendi kannatini ortyaya
koyuyor ve bir çok meseleleri de bazen bu düzeyde ortaya çıkaryordu. Mesela, yazar
Azerbaycan'daki Türk liselerinin ders yılının sonundaki kapanış toplantısında ve Türk
liselerinin birinde “Dede Korkut kitabı” ile ilgili davet olunduğu görüşmede

583
konuşmacıların dilinde ilginç paraleller bulmuştur: “Biz umuz-umuza, çiyin-çiyine
çalışıyoruz işliyirik, bir yerde çalışırız; hürmetli nazirim - sayın bakanım; vazifeliler -
görevliler; müellimler - öğretmenler; şagirdler - öğrenciler; veya Türkiyelinin dilinde
Azerbaycan Türkçesinin oluruq, edәk, Azerbaycanlının konuşmasında Türkiye
Türkçesinin oluruz, edelim gramer unsurları kullanılır. Düşünüyorum ki, Türkiye
Türkçesi ile böyle karşılıklı anlayış değişimi Özbekistan'da, Başkırdistan`da ve başka
Türk memleketlerinde de gidiyor. Bu iş şimdilik mekanik olarak gidiyor, ona amaçlı
olarak müdahale etmek, etkilemek, süreci güçlendirmek gerekmektedir (Hacıyev, 2013:
136).
Hacıyev'i düşündüren esas konulardan birisi de TT-nin söz varlığıdır. TT-nin
zengin söz varlığına sahip olmasını bu dilin esas özelliklerinden biri sayan değerli bilim
adamının önem verdiyi esas problem yabancı kelimelerin özleştirilmesi ve terim
meselesidir. Hacıyev`in kanaatince, “herkesin bu fikirde oybirliği olmalıdır ve yine
tekrar etmeliyiz ki, tüm Türkçeler için ortak terimler hazırlanmasına başlamalıyız”
(Hacıyev, 2013: 144). T.Hacıyev, eserinde dil uzmanları ya da resmî kurumların
etkisiyle değil Türk televizyonlarında Türkiyelilerin konuşmalarından duyulup doğal
olarak gazetecilerin, aydın kişilerin kullanmaya başladığı bazı sözcükleri de
sıralamaktadır. T.Hacıyev bilgisayar, önder, soyadı, ödül, yazar, şekillenmek,
sergilemek, desteklemek, kurum, araştırma, çevre, önce, barış, iş birliği, iş adamı
sözcüklerinin Türk televizyonlarının etkisiyle edebî dilde ve devlet idaresinde
kullanılmaya başlandığını belirtmektedir.Televizyon yayınları sürekli görüntü ve söz ile
izleyicinin algısını yönlendirme potansiyeline sahiptir. İzleyici çoğu kez farkına
varmadan televizyondan aldığı unsurların etkisi altına girebilmekte, yine farkında
olmadan televizyondan aldığı bilgi ve imgeleri öğrenmektedir.
Yazar doğru olarak belirtiyor ki, yabancı dillerden alınan kelimeler tüm
Türkçelerde müşterek olmalıdır. Bunun için de alınmalar bir Türkçe aracaılığıyla kabul
edilmelidir. Bunun hazır tecrübesi mevcuttur. Zamanında Sovyetlerdeki tüm uluslar
Avrupa kelimelerini Rusça aracılığıyla kabul ediyordu. Veya aynı Avrupa sözlerinin
Türkiye Türkçesine Fransızcadan geldiğini hatırlatalım. “Madem ki tercih ediyoruz, o
zaman yabancı kelimeleri de bu Türkçeden almalıyız. Ancak bu durumda Türkiye
Türkçesi yabancı kelimeleri kendi-kendine, istediği gibi kabul etmemelidir, bu yolda
uygunsuzluğa son vermelidir - randevu, direkt, depresyon, anahtar, papatya, rozet gibi
kelimelerden vaz geçmelidir” (Hacıyev, 2013: 193).
Ünlü Türkolog Bekir Çobanzade I Bakü Türkoloji Kurultayı'ndaki (1926)
konuşmasında diyordu ki, çeşitli coğrafyalardaki Türklerin birbirini anlamasında Arapça ve
Farsça kelimelerin özel bir rolü var. Antik Yunan filozoflarından biri kemiyetin kaliteye
geçmesine şöyle bir örnek veriyor: atın kuyruğundan önce 3-5, sonra 50-100 tüy çekersen
farkedilmez, ama bir de bakarsınız, kuyruk çıplak kaldı. Şimdi Türkiye Türkçesinde
yaklaşık böyle bir süreç gidiyor: zamanla Arapça ve Farsça anlamak sorunu karşısında
kalacaklardır. Yazar şöyle yazıyor: “Bugünkü Türkiye Türkçesinin söz varlığında dil
kuruculuğunun amacı güya ana dilini temizlemektir. Örneğin, böyle «temiz» Türkçe
kelimeler yapmışlar: görev (vazife, borç), öder (kıymet), önder (rehber, başçı), olay
(hadise), genel (ümumi, baş), eğitim (tahsil), özgü (mensup, mahsus) ve binlerce böyle yeni
kelime. Bu sözler Türkiye Türkçesinin de tarihinde kullanılmıştır. Soltan Veled'in, Yunus
Emre'nin, Karacaoğlan'ın, Namık Kemal'in, A.Hamid'in, Mehmet Akif'in dilinde sırf
parantezdeki sözleri okuyoruz. Demek ki, geleceğin Türkçesi kendi tarihinden
uzaklaştırılıyor. Başka şaşırtıcı bir karşılaştırma: bu yeni yapılan “Temiz Türkçe” kelimeler
başka Türkçelerden fark yaratıyor” (Hacıyev, 2013: 156). Hacıyev bu fikrinde de haklıdır
ki, Türkiye Türkleri Avrupa sözlerine o kadar bağımlı olmuşlar ki,

584
hatta onları Türkçe sözlerin de yerine getiriyorlar: görüş – randevu, sıkıntı –
depresyon, yüzbeyüz – direkt vb.
Yeni kelime türetme sürecinde konu yeni yapılan terimin başarılı veya başarısız,
uygun veya uygunsuzluğu değil. Yapılan kelimenin - terimin diğer Türkçelerde olup
olmadığını veya tarihiliyini esas götürüyoruz. Hacıyev'e göre TT-de uçak sözü ilk
bakışta çok başarılı görünüyor. Şöyle ki, kökeninde uç fiili var, -ak eki fiilden isim
yapan verimli ektir ve uçak bir söz gibi morfolojik açıdan mükemmel, esnek leksik
birimidir. Ancak konuya biraz eleştirel yaklaşalım: ne çok uçan nesne var. Örneğin, peki
neden helikoptere uçak demiyoruz, veya balistik roketlere veya paraşütlere neden ayrı
kelime kullanıyoruz? Yazarın bu düşüncesinde hakikat vardır: söğlenenlerin hepsi
uçmakla ilgili nesnelerdir. Demek ki, yeni terim – kelime yapma işinde dilin tarihî
gelişimi ve nesneni adlandırmada mantiksal taraf, nesneni ifade eden kelimenin diğer
Türkçelerdeki kullanım kapsamı dikkate alınmalıdır.
Tofik hocanın Türkiye Türkçesi üzerine aşatırmaları esasen ortak iletişim dili
kapsamındakı sorunların çözülmesine yöneliktir. T.Hacıyev Türkiye Türkçesinin esas
sorunlarına dikkat çekmekle çağdaş zamanımızda onun Türk coğrafyasında ne kadar yayılması ve
ortak iletişim diline dönüşmesinde nelere sahip olmasına aydınlık getirmiştir. O haklı olarak
bildirmiştir ki, şu anda Türkiye Cümhuriyyeti kendi gelişim düzeyine göre başka Türk
devletlerinden daha ileridedir ve bu, onun dünya çapındaki pozisyonunu da etkilemektedir.
Türkiye Türkçesinin uluslararası dil gibi tanınması ve tüm Türkler için ortak iletişime
hizmet verebilmesi de bu mezkûr mesele üzerinden geçiyor. Bütün Türkler arasında genel
iletişim için T.Hacıyev'in önerisi, hiçbir Türkçenin varlığına dokunmadan, dünya
devletlerinin yaşamış olduğu tecrübelerden yararlanarak mevcut Türk dillerinden birini
götürüb onu bütün Türkler arasında ortak iletişim için kullanmaktır ki, bu da Türkiye
Türkçesidir. Zamanında İsmail Gaspıralı, Bekir Çobanzade, Ziya Gökalp gibi Türk dilinin
önemli çalışanları bu doğrultuda önemli çalışmalar yapmışlardır. Bugün gözlenen duruma
göre dünya dilinin İngilizce olması ve dünya halkının bu dil aracığıyla iletişim kurması gibi
Türk toplulukları da birbiriyle daha rahat anlaşabilecekleri ortak bir dil oluşturmaktadır.
Burada düşünülen nokta hangi Türkçenin ortak dile temel olacağıdır. Çeşitli Türkologlar bu
sorunun cevabında Türkiye Türkçesini göstermektedir. Çünkü bu ortaklığın sağlanmasında
iktisadi güç, medeni imkanlar, siyasi nüfuz gibi faktörler etkilidir (Hacıyev, 2013: 108).
T.Hacıyev, Türkiye'nin bu konudaki çalışmalarına ve ülkenin durumuna göre şu
değerlendirmeleri yaparak “Neden Türkiye Türkçesi?” sorusuna cevap vermektedir:
(Hacıyev, 2013: 138) Türkiye, Türk dilini sevdirmekte ve tebliğ etmektedir, uluslararası
Türk dili kurultayları düzenleyerek Türk dilinin güncel sorunlarını çeşitli coğrafyalardan
gelen Türkologların katılımı ile görüşmeler yapmaktadır, Türk Dil Kurumu ve çeşitli
üniversiteler aracılığıyla seminerler, kolokyumlar, çalıştaylar düzenlemektedir; dil bayramı
kutlaması yapmaktadır, Türk dili üzerine çalışanları çeşitli şekillerde onurlandırmaktadır,
Avrupa ve dünya dillerinden güzel çeviriler yapılmasını ve diğer Türk topluluklarının da
bunlardan yararlanmasını sağlamaktadır; çeşitli Türk memleketlerinde Türkiye'nin
televizyon kanalları sevilerek izlenmektedir. Kitle iletişim araçlarının özellikle de internetin
diller arasındaki etkileşimin artmasında oynadığı rol tartışılamayacak boyutlardadır.
Türkiye televizyonlarında yayınlanan dizilerin, çizgi filmlerin, kliplerin Azerbaycan’da
çokça izlendiği bilinen bir gerçektir. Özellikle genç kuşağın konuşma dilinde ve son
dönemlerde yazılı basında ve basılı metinlerde bu etkinin açıkça görülmesi mümkündür”.

Bugün Türkiye'nin tüm Türk coğrafyasında kültürel, ekonomik, eğitim alanları


ile ilgili iyi ilişkileri kurulmuştur. Demek ki, Türkiye Türkçesi bu coğrafiyaya artık yol
açmıştır. Ve demek ki, bugün Türkiye - Türkmenistan, Türkiye - Kazakistan, Türkiye -

585
Tataristan, Türkiye - Azerbaycan Türkçeleri arasında bu veya başka derecede iletişim
başlamıştır.
Ünlü türkolog bugün Türkiye'nin yabancı ülkeler de dâhil olmak üzere farklı Türk
devletlerindeki liselerinin, kolejlerinin, hazırlık sınıflarının bu dilin iletişim kapsamını
genişlendirdiyini doğru kaydetmiştir. T.Hacıyev yazıyordu ki, bu organizasyonlarda Türkçe
karşılıklı anlaşma ortamı düzenleniyor. İlk aşama olarak bu eğitim işi çok iyi sonuçlar
vermektedir. Bu eğitim kurumlarındaki öğrenciler sadece birey olarak kalmıyor, her biri bir
aileyi temsil ediyor. Öncelikle, bu öğrencilerin kendileri Türkiye Türkçesini aydın, bilimsel
ve pratik örneklerle öğreniyorlar. Onlar evlerinde Türkiye'nin dizilerini, programlarını,
televizyon kanallarını seyrediyorlar. Ailenin üyeleri anlamadıkları kelimeleri bu lise
öğrencilerinden soruyor. Yani bu liseler öğrettikleri Türkçeyi her aileye dâhil edebiliyorlar.
Ancak Türkiye televizyonları bu okullardan daha fazlasıyla dinleyici ve izleyici kitlesini
kapsamaktadır. Bu nedenle dil anlaşması konusu televizyonda daha mükemmel düzeyde
kurulmalıdır: “demek ki, zamanında Türk imparatorlarının yaptığını şimdi Türkiye
televizyonları yapıyor. Şimdi onlar Türkçe imparatoru görevini yerine getiriyor. Bu yüzden
de Türkiye televizyonlarında ayrı ayrı Türkçelerde programlar yayınlanması için özel
günlerin veya saatlerin ayırılması daha iyi bir adım olurdu. Son yıllar Azerbaycan'ın
“İctimai” kanalı ile TRT AVAZ'ın birlikte televizyon projesi yüksek değerlendirilmelidir”
(Hacıyev 2013: 137).
Kitabın son bölümünde iletişim dilinin alfabe ve imla konusunu da ele alan
Hacıyev, sonuç bölümünde Türkiye Türkçesinin ortak iletişim dili olarak
yaygınlaştırılabilmesi için yapılması gereken işleri on iki maddede toplamış ve ayrıntılı
bir biçimde açıklamıştır. Bu maddeleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
• Ortak bir alfabeye sahip olmalıyız. Aynı sesin aynı harfle gösterilmesi en önemli
şarttır.
Bütün Türklerin imlası uygun ilkeler esasında kurulmalıdır. Yabancı sözler
Türkçe nasıl telaffuz edilirse öyle yazılmalıdır.
Bütün Türkçelerde ortak terimler hazırlanmalıdır. Bunun için muhtelif
Türkçeleri temsilen dil bilginlerinden oluşan genel ve ortak komisyon kurulmalıdır.
Yeni türetilen Türkçe veya yabancı dillerden alınan terimleri bu komisyon inceleyip
onayladıktan sonra her Türkçe bu terimleri kendi ses bilgisi özelliklerine göre
kullanmalıdır.
Bütün Türk Cumhuriyetleri’nde ortaokullarda Türkiye Türkçesi az sayıda da
olsa öğretilmelidir.
Türkiye’nin televizyon yayınlarında sunucu konusuna dikkat edilmeli, açık ve
anlaşılır bir biçimde konuşan kişiler seçilmelidir.
Türkiye Türkçesi de diğer Türkçelere doğru bir adım atmalıdır. Bugün
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan bilgisayar, önder, desteklemek, bakım gibi sözler
Türkiye Türkçesinden alınmıştır. Türkiye Türkçesi de diğer Türkçelerden gerekli sözleri
alıp kullanmalıdır.
Uydurma söz yapımı durdurulmalıdır.
Ahmet Bican Ercilasun’un başkanlığında hazırlanan Türk Lehçelerinin
Karşılaştırmalı Sözlüğü’nde yer alan başka Türkçelerdeki Türkiye Türkçesinden farklı
sözler üzerinde durulmalı, hem muallim hem öğretmen, hem muhit hem ortam, hem
tesir hem etki vb. sözlerin bir arada kullanılması sağlanmalıdır.
Yabancı dil bilgisi özelliklerinin girişinin önü alınmalıdır.
Gazete > qǝzet, banka > bank gibi söz sonundaki ünlüye dikkat edilmelidir.
Türkiye'nin iş adamları Türk ülkelerinde iş yerleri açma konusunda gayret
göstermelidir (Akalın, 2015: 17)

586
Değerli bilim adamı Prof. Dr. Tofik Hacıyev'in Türkiye Türkçesi hakkındaki
fikirlerini tabii ki bir makale kapsamında sınırlandırmak olmaz. Ünlü Türkologun bu
konuda yaptığı çalışmalar gelecek nesiller tarafından daha da geliştirilecek ve
inanıyoruz ki, onun Ortak İletişim Dili sevdası başarıyla gerçekleşecektir. Onun ışıklı
yolunu devam ettiren biz aydınlar da değerli hocamızın bize miras bıraktığı
çalışmalarını layıkıyla sürdürüp onun parlak düşüncelerini yaşatmaya devam edeceğiz.
Tofik Hacıyev'in Türkolojide oluşturduğu ekol uzun yıllar bilimde yeni yeni yollar
açacak ve genç bilim adamlarının yetişmesinde büyük katkıda bulunacaktır.

Kaynaklar

1926 I Bakü Türkoloji Kurultayı. Tutanaklar (2006) Hazırladı: K.V.Nerimanoğlu ve


E.Ağakişiyev. “Çinar-Çap”, Bakü.
AKALIN, Şükrü Haluk (2015) “Türk Dünyasında Ortak İletişim Dili ve Tofik
Hacıyev”, Düşünceler dergisi, № 334, s. 14-17.
CAFEROV, Nizami (2012) “Türkçemizin Vicdan Bekçisi Prof. Dr. Tevfik Hacıyev”,
Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Ankara, 26. sy. s. 21-23.
HACIYEV, Tofik (2012) Türklerin Ortak Ünsiyet Dili, “Tahsil” yayın evi, Bakü.

PROF. DR. BEKİR ÇOBANZADE VE TÜRKÇENİN SÖZ VARLIĞI ARŞ.


1
GÖR. Pervin EYVAZOV

Özet
Ünlü Türkolog Prof. Dr. Bekir Çobanzade`nin dilcilik araştırmalarında önemli yer tutan
konulardan biri Türk dillerinde söz varlığının kökeni meselesi idi. Onun Türk
halklarının birliği uğruna yaptığı mücadelenin esas yönlerinden birine dönüşmüş Ortak
Türk Dili konseptinde bu sorun ana çizgi olarak kendini belirtmektedir. Bu açıdan
Türkolog âlim Türkçeye geçen yabancı kelimelerin kullanılma alanı, onların millî
sözlere direnç gücü, dilde konum kazanmaları, semantik gelişimi, benimsenilmesi gibi
konuları aydınlatmağa çalışmıştır. Özellikle Arapça-Farsça kökenli kelimelerin Türk
dillerinin söz varlığında geniş yer tutmasına hassasiyetle yaklaşan yazar bu durumu
Avrupa dillerine Latincenin etki etmesi gibi değerlendirmiş ve karşılaştırmıştır.
B. Çobanzade Türk dillerinin söz varlığında Arapça ve Farsça kelimelerin toplumsal
kullanımının önlenmesi meselesine öylesine değil, ciddi şekilde eğilinmesi gerektiğini
bildiriyor. Burada yazar iki mesele üzerinde duruyor: Birincisi, Türkçeleşmiş Arapça-
Farsça kelimeler artık dilin söz varlığında sabitleşmiştir. İkincisi, sabitleşmiş aynı
Arapça-Farsça alıntıların büyük çoğunluğu Türk dillerinde ortak işlenen sözlerdir.
Demek ki, Ortak Türk Dilinin hayata geçmesinde bütün Türk lehçelerinde kullanılan
Arapça-Farsça kelimeler ortak iletişim için önem taşıyabilir.
Bekir Çobanzade bilimsel çalışmalarında Ortak Türk Dili meselesine iki açıdan
yaklaşmıştır: 1) Türk dillerinin söz varlığının genel manzarasını yansıtmakla; 2)
Meselenin çözümüne giden yolda Türk dillerinin ortak terminoloji sisteminin
oluşturulmasını teklif etmekle.

1
Azerbaycan, Bakü, Bakü Devlet Üniversitesi, Türkoloji Araştırmalar Merkezi.

587
Türkiye'deki dil manzarasını analiz eden B. Çobanzade “İgdam” gazetesinin kurucusu
Fuat Raif Bey'in görüşlerine de başvuruyor. O dönemde Fuat Bey de Osmanlı

Türkçesindeki Arapça-Farsça kökenli alıntıların sadeleştirilmesinin taraftarı gibi bir


takım önerilerde bulunuyordu: Dildeki Arap-Fars kelimeleri atılmalı, onların yerine ya
eski Türkçe kelimeler getirilmeli, ya da mevcut sözler üzerine yenileri oluşturulmalıdır.
Ancak buna rağmen, bunu hemen gerçekleştirmek mümkün değil. Hatta ünlü Türkolog
yazıyor ki, Türkiye Maarif Bakanlığının yayınladığı “Kanuni-ıslahati-ilmiye” adlı
sözlükte bazı Avrupa kökenli terimlerin Türkçe karşılığı ile değiştirilmesine gayret
edilse de, sözlükteki kelimelerin büyük kısmını yine de Arapça-Farsça kelimeler
tutmuştur. Demek ki, dildeki kelimelerin birdenbire değiştirilmesi mümkün değildir ve
bu süreç kendiliğinden işlememelidir.
B. Çobanzade Kırgız Türkçesinde gerçekleşen sadeleşme temayülleri hakkında da bilgi
veriyor. Çünkü bu dönemde diğer Türkçelerle mukayesede Kırgızcanın söz varlığında
özleşme eğilimleri güçlendiği kadar da başarılı gidiyordu. Kırgızcada bu sürecin daha
başarıyla gittiğini düşünen bilim adamı Kazan-Tatar aydını Galimcan İbrahimov'un
gramerine başvurarak onun terminoloji “ıslahatlar”ına dikkat çekmiş ve hece-içek,
müfred // cem - birlik // köblik, adet-san, goşma, almaş, yardemlik vb. millî terimlerin
Kırgızcada yeni oluşturulduğunu bildirmiştir.
Türkolog âlim Türkçenin söz varlığının yabancı kelimelerden korunması için üç yol
göstermiştir: a) tamamen yeni kelimeler oluşturmak (açğıc, uçğıc ...); b) eski Türk dili
materyallerini kullanmak (tanık, üre ...); c) canlı halk diline başvurmak.
Anahtar kelimeler: B.Çobanzade, Türk lehçeleri, söz varlığı, kelime yapma, terim.
***
Ünlü Türkolog Prof. Dr. Bekir Çobanzade`nin dilcilik araştırmalarında önemli
yer tutan konulardan biri Türk dillerinde söz varlığının meselesi idi. Onun Türk
halklarının birliği uğruna yaptığı mücadelenin esas yönlerinden birine dönüşmüş Ortak
Türk Dili konseptinde bu sorun ana çizgi olarak kendini belirtmektedir. Bu açıdan
Türkolog âlim Türkçeye geçen yabancı kelimelerin kullanılma alanı, onların millî
sözlere direnç gücü, dilde konum kazanmaları, semantik gelişimi, benimsenilmesi gibi
konuları aydınlatmağa çalışmıştır. Özellikle Arapça-Farsça kökenli kelimelerin Türk
dillerinin söz varlığında geniş yer tutmasına hassasiyetle yaklaşan yazar bu durumu
Avrupa dillerine Latincenin etki etmesi gibi değerlendirmiş ve karşılaştırmıştır.
Bu açıdan yazar dile geçen yabancı kelimelerin kullanılma alanı, onların millî
sözlere direnç gücü, dilde konum kazanmaları, semantik gelişimi, benimsenilmesi gibi
konuları aydınlatmağa çalışıyordu. Özellikle Arapça-Farsça kökenli kelimelerin Türk
dillerinin söz varlığında geniş yer tutmasına hassasiyetle yaklaşan yazar bu durumu
Avrupa dillerine Latincenin etkisi ile karşılaştırıyor: “Avrupa lisanlarında Latince
konusu bir edebî lisan meselesinden ibaret olduğu hâlde, bizde Arap ve Acem kelimeler
meselesi kendi ana dilimize sahip olup olmamak meselesi yerini tutmaktadır”
(Çobanzade, 2007: c.1, 136). Böylece, B.Çobanzade Türk dillerinin söz varlığında
Arapça ve Farsça kelimelerin toplumsal kullanılmasının önlenmesine spontan değil,
ciddi yanaşılmasını gerektiriyor. Burada yazar iki mesele üzerinde duruyor: Birincisi,
Türkçeleşmiş Arapça-Farsça kelimeler artık dilin söz varlığında sabitleşmiştir. İkincisi,
sabitleşmiş aynı Arapça-Farsça alıntıların büyük çoğunluğu Türk dillerinde ortak
işlenen sözlerdir. Demek ki, Ortak Türk Dilinin hayata geçmesinde tüm Türkçelerde
kullanılan Arapça-Farsça kelimeler ortak iletişim için önem taşıyabilir.
Türkiye'deki dil manzarasını analiz eden B.Çobanzade “İgdam” gazetesinin
kurucusu Fuat Raif Bey'in görüşlerine de başvuruyor. O dönemde Fuat Bey de Osmanlı
Türkçesindeki Arapça-Farsça kökenli alıntıların özleştirilmesinin taraftarı gibi bir takım

588
önerilerde bulunuyordu: dildeki Arapça-Farsça kelimeleri atılmalı, onların yerine ya
eski Türkçe kelimeler getirilmeli, ya da mevcut sözler üzerine yenileri oluşturulmalıdır
(Çobanzade, 2007: c.1, 44). Ancak buna rağmen, bu akımın önünü birdenbire almak
mümkün değil. Hatta ünlü Türkolog yazıyor ki, Türkiye Maarif Bakanlığı'nın
yayınladığı “Kanuni-ıslahati-ilmiye” adlı sözlükte bazı Avrupa kökenli terimlerin
Türkçe karşılığı ile değiştirilmesine gayret edilse de, sözlükteki kelimelerin büyük
kısmını yine de Arapça-Farsça kelimeler tutmuştur. Demek ki, dildeki kelimelerin
birdenbire değiştirilmesi mümkün değildir ve bu süreç kendiliğinden gitememelidir.
B.Çobanzade Kırgız Türkçesinde gerçekleşen özleşme temayülleri hakkında da
bahsediyor. Çünkü bu dönemde diğer Türkçelerle mukayesede Kırgızcanın söz varlığında
özleşme eğilimleri güçlendiği kadar da başarılı gidiyordu. Kırgızcada bu sürecin daha
başarıyla gittiğini düşünen bilim adamı Kazan-Tatar aydını Galimcan İbrahimov'un
gramerine başvurarak onun terminoloji “ıslahatlar”ına dikkat çekiyor. Hece-içek, müfred
cem - birlik // köblik, adet-san, goşma, almaş, yardemlik vb. millî terimlerin Kırgızca
yeni oluşturulduğunu bildiren araştırmacı yazıyor: “Kırgızlara gelince, Rusya Büyük
Devrimi`nden sonra bunlar daha ileri gitmişler ve bu hususta Kırgız lisanının temizliği,
Kırgızların az çok Arap ve Acem edebî ve kültürel etkilerden diğer Türk kavimlerine
göre daha ziyade uzak kalmaları onların bu hususta daha ziyade emniyyetle
çalışmalarına ve ilerilemelerine hizmet etmiştir” (Çobanzade, 2007: c.1, 145).
Türkolog âlim Türkçenin söz varlığının yabancı kelimelerden korunması için üç
yol göstermiştir: a) tamamen yeni kelimeler oluşturmak (açğıc, uçğıc ...); b) eski Türk
dili materyallerini kullanmak (tanık, üre ...); c) canlı halk diline başvurmak.
Ünlü araştırmacı Türkçenin söz varlığı ile görüşlerini I Türkoloji Kurultayı`nda
da açıkça ifade etmiştir. 1926'da Bakü'de düzenlenmiş I Türkoloji Kurultayı'nın esas
teşkilatçılarından biri olmuş Bekir Çobanzade kurultaya iki bildiri ile katılmıştı: “Türk
Lehçelerinin Yakın Akrabalığı” ve “Bilimsel Terminoloji Sistemi Hakkında”.
Bekir Çobanzade kurultaydaki bilimsel çalışmalarında Türkçenin söz varlığına iki
açıdan yaklaşmıştır:
Türk dillerinin söz varlığının genel manzarasını yansıtmakla;
Meselenin çözümüne giden yolda Türk dillerinin ortak terminoloji sisteminin oluşturulmasını
teklif etmekle.
“Türk Lehçelerinin Yakın Akrabalığı” adlı ilk bildirisinde dilci ȃlim Türk
dillerinin söz varlığına odaklanarak ortak kelime ve ifadelerin belirlenmesinin zorunlu
olduğunu gösteriyor. Bu açıdan yazar ilk olarak eski Türk yazılı anıtlarına ve tarihî
önem taşıyan kaynaklara yüz tutmuştur.
Bu makalesinde Bekir Çobanzade Mahmud Kâşgarlı'ya dayanarak Türkçeler
arasındaki anlaşmanın ne kadar yakın olduğunun belirlenmesini önemli hesap etmiştir.
Bu nedenle o, Mahmud Kâşgarlı'nın “Divânü-Lugât-it Türk” eserine atıfta bulunarak, o
dönemden çağdaş zamanımıza kadar, Türkçelerde anlaşma yakınlığının olmasından, bu
yakınlığın tarihî şartlarından ve temel prensiplerinden bahsetmiştir.
B.Çobanzade bu yakınlığı bildirisinin başlangıcında öncelikle Türk kelimesinin
kullanılma alanı ve semantik biçimi ile anlatıyor: “Farklı dönemlere ait çeşitli eserlere
“Kutadğu-bilig”, “Divanü-hikmet”, “Divânü-Lugât-it Türk” ve başkalarına derinden
dikkat etsek, görürüz ki, onlar çeşitli lehçelerde yazılmıştır, yazarlar bunları “Türk”,
eserlerini ve kendilerini de “Türk” adlandırmışlar” (I. Türkoloji Kurultayın Tutanakları,
2006: 101). Araştırmacının bu hususa temas etmesi hiç de tesadüfi değildir: çünkü hangi
Türk soyundan olursa olsun veya hangi Türk lehçesinde yazırsa yazsın, bu yazarların
söz varlığında Türk kelimesi var ve bu, Türkçeler arası iletişimin ana faktörü olarak göz
önünde tutuluyor.

589
Bekir Çobanzade M.Kaşgarlı`nın “Divan”ına dayanarak söylediği “Türk
lehçelerinde söz varlığının temeli birdir. Orada farklar yoktur. Eğer varsa da, sadece
çeşitli harflerde (seslerde) ve onların değişmesindedir” fikri ile açıkça belirtmektedir ki,
Ortak Türk Dilinin oluşturulması için elimizdeki bu olgu, söz konusu olan bu fikrin
gerçekleşmesi yönünde en önemli faktördür. Bu bakımdan B.Çobanzade M.Kaşğarlı`nın
çeşitli Türkçelerden karşılaştırmalı olarak sunduğu örnekler etrafında duruyor. Tarihen
Türklerin dil ilişkileri ve benzerliği hakkında M.Kaşğarlı`ya dayanarak bahseden
B.Çobanzade çağdaş anlaşma ile de bağlı ilginç dil olgularından söz ediyor. O, Kırımlı
olduğu için Kırım Türkçesinde dikkat çeken birçok konuşma tezahürleri ile karşılaşmıştır.
Kırım Türkçesi üzerinde yaptığı gözlemler onda böyle bir kanaat oluşturmuştur ki, nüfusu
Türklerden ibaret çeşitli köylerde, hatta ayrı ayrı ailelerde dil ve lehçe bütünlüğüne
rastlamak olmuyor. Onların konuşmasında hem Kuzey ve Güney, hem de Doğu ve Batı
Türkçelerinin özellikleri kendini göstermektedir. Bu nedenle Kırım Türkü hem Başkırt
ağzını, hem Özbek, hem Kazan hem Anadolu ağızlarını anlayabiliyor: “İstenilen Türk
memleketinin, örneğin, Orta Asya, Kırım, Kafkasya, Volgaboyu`nun haritasını alırsak ve
köy, dağ ve nehir isimlerini izlersek, görürüz ki, bu isimler hem Doğu, hem de Batı Türk,
hatta Moğol dili ve lehçelerine aittir. Küçük bir memleketi - Kırım'ı ele alalım. Dilbilim
açısından, bu yerin tarihi gösteriyor ki, o hem Doğu, hem de Batı lehçeleri grubundan çok
şeyler almıştır” (I. Türkoloji Kurultayı`nın Tutanakları, 2006: 105).
B.Çobanzade kendi gözlemleri ile ortaya çıkarmıştır ki, Orta Asya'da da aynı
durumdur. Orada da Kazakların, Özbeklerin, Türkmenlerin ve başkalarının dillerinde
lehçe karışmaları kendini açıkça göstermektedir. Bu da oradan kaynaklanıyor ki, tarihen
hem Kuzey, hem Güney, hem Doğu, hem Batı Türkçeleri bir imparatorluğun
kapsamında kullanılmıştır. “Tabii ki, aynı devletin memleketleri arasında yoğun
ekonomik ve ticari ilişkileri olmuştur ve demek ki, Türkçeler kendileri birbirleri ile
günlük ve tarihî iletişimde olmuşlardır. Bu, İslam'a kadarki tarihte de olmuş, İslam
döneminde de, örneğin, Moğol fetihleri, Selçuklular, Osmanlı İmparatorluğu, Timur
zamanlarında da bu süreç hep gitmiştir. Türklerin islamlaşması ile bu iletişim özellikle
yeniden genişlenmiştir” (Hacıyev, 2013: 99).
Demek ki, bilim adamı Türklerin birbirlerini anlaması için Türk dillerinin söz
varlığında iki önemli aracı öne sürüyor. Birincisi, Türkçelerde aynen veya belirli fonetik
farklarla kullanılan millî sözlerdir ki, bunlar Ortak Türk Dili projesinin gerçekleşmesi
için temel sözcük bazıdır. İkincisi, Türkçelerde ortak kullanılan yabancı Arapça-Farsça
kelimeleridir. Bu açıdan terim yapmada genel Türk tabanını ilkin temel sayan
B.Çobanzade Arap-Fars sözlerine karşı savaş açmış özleşmeni kabul etmediğini
bildiriyordu. Büyük Türkçü`nün ve yetenekli Türkolog dilcinin yaklaşımına göre, çeşitli
Türk dillerinde mevcut olan birçok Arapça-Farsça kelimeleri muhtelif Türk halklarının
birbirini anlamasına yardım edebilir (Hacıyev, 2006: 22).
dönemin ünlü Türk dilcisi Şemseddin Sami de aynı mevkide durarak Arap-Fars
sözlerinin yerli yersiz dilden çıkarılmasına itiraz ediyordu: “Arabiden, Farsiden birçok
kelime lisanımıza girmiştir. Pek âlâ onlar Türkçeleşmiş, herkes biliyor, anlıyor. Biz dahi
Türkçe gibi kullanırız. Islahat-ı fenniyeye gelince onları da her lisanda fen erbabı anlar.
Bu vecihle lisanımıza girip yerleşmış olan Arabi ve Farsi kelimeler lisanımızı bir kat
daha zenginleştirir” (Zülfikar, 2011: 6).
B.Çobanzade kurultaydaki ikinci – “Bilimsel Terminoloji Sistemi Hakkında” adlı
makalesinde bu fikri açıkça beyan ediyordu. Binlerce değil, on binlerce böyle ortak
kelimeler, elbette, anlaşma için büyük malzemedir. Bunun sonucunda farklı coğrafyaların
Türkleri, uzak mesafelerde yaşayan insanlar birbirlerini rahat anlıyorlar. Ve böyle
anlaşılıyor ki, bir edebî dil, bir edebî lehçe tüm Türk halklarına hizmet edebilir. Tevfik

590
Hacıyev`in de söylediği gibi, “bu, haklı bilimsel kanaattir, güçlü mantığa dayanıyor,
hiçbir şüpheye yer kalmıyor” (Hacıyev, 2013: 100).
Ortak Türk Dili konusunda özel bir Bekir Çobanzade mekanizması var ki, yazar
bu bildirisinde onun mahiyetini geniş şekilde açıklamıştır. Bu mekanizma ondan
ibarettir ki, Ortak Türk Edebî Dili meselesinin çözümüne giden yolda tüm Türk halkları
için tek terminoloji sisteminin oluşturulması önemli şarttır.
Sorunun genel manzarasını leksik-semantik yapısı açısıdan inceleyen araştırmacı
Türk dillerinin söz varlığında üç genel tabana dikkat çekiyor:
Türkler için anlaşmanın birinci sebebi genel Türk tabanıdır ki, buraya tüm
Türkçelerde aynen kullanılan (kısmen fonetik farklar dâhil) sözcükler dâhildir.
İkincisi, Arap-Fars tabanıdır ki, buraya Türk lehçelerinde ortak kullanılma
frekansına sahip olan yabancı kelimeler aittir.
Üçüncüsü, Avrupa tabanıdır ki, genel kavram ve teorilerin kabul edilmesinde bu
taban önemli bir rol oynamaktadır.
Bu açıdan B.Çobanzade Ortak Türk Dilinin oluşturulmasında terimlerin öğretimi
ile ilgili 3 aşama göstermiştir:
Birinci dereceli okullarda (ilkokul) millî terimlerin kullanılmasını;
İkinci dereceli okullarda (ortaokul) genel türk terimlerinin belirlenmesini;
Üçüncü dereceli okullarda (şimdiki üniversiteler) genel Türk tabanı bazında
uluslararası terminolojinin sistemine bağlanmanı önermiştir.
Bekir Çobanzade Arap-Fars tabanı bazında oluşan terimlerin dilimize geçmesi
ve gelişmesi meselesine bu tür açıklık getirmekle birlikte, böyle terimlerin dilimize
gelenden sonra türettiği diğer bir hatayı da gösteriyor. Yazar terim yapmada üçüncü
taban olarak Avrupa genel tabanını göstererek şöyle yazıyor: “Terminoloji oluştururken
dikkat etmeli olduğumuz üçüncü temel bilimsel kavramlar, bilimsel teoriler alanında
genel yön tutmağımız ve bununla birlikte, onların isimlerinin, terimlerinin Avrupa
tarzına dayanmağımızdır” (I. Türkoloji Kurultayı`nın Tutanakları, 2006: 180)
B.Çobanzade`nin fikrince, eğitim sisteminde yalnızca edebî dil egemen mevkiye
sahib olmalı, sınıfta ders zamanı hiçbir halk ağzına ve mahalleciliğe yol verilmemelidir.
Bu ise edebî dilin ortak, herkes tarafından anlaşılan terminolojiye sahip olması ile
mümkün olabilir (Babayev, 2016: 88).
Böylece bilim adamı Türk coğrafyasında genel bilimsel terminolojinin
oluşturulmasında 3 ana veritabanını - Arap-Fars, ortak Türk ve Avrupa veritabanlarını
aşamalı şekilde sunuyor. Ve Avrupa tabanına yaklaşımında gösteriyor ki, bu konuda da
bir kaynağa dayanmak gerekiyor: eğer Yunan kökenli kelimeler kabul edilirse, o zaman
tüm Türk halkları aynen bu sözleri Yunan biçiminde kullanmalıdır (I. Türkoloji
Kurultayı`nın Tutanakları, 2006: 182).
Kurultayda terminoloji üzerine yapılan tartışmalarda konuşan Manatov
B.Çobanzade`nin bu yaklaşımını kabul etmediğini açıkca beyan ediyordu: “Prof.
B.Çobanzade konuşmasını bilimsel açıdan çok güzel esaslandırdı. Düşünceleri de çok
ilginçti: fakat onun tüm konuşması Ortak Türk Millî Dili denilen dili oluşturmak fikri
üzerine kurulmuştu” (I. T ürkoloji Kurultayı`nın Tutanakları, 2006: 267). Manatov
gösteriyor ki, B.Çobanzade birinci, ikinci ve üçüncü dereceli okulların mezunlarının,
aydınların dilini halk dilinden ayırıyor. Onun dediği dil milletin üzerinde duran bir
dildir. Doğrudur, ne zamansa Türk lehçeleri arasında grup şeklinde ortak iletişimi
oluşturmak mümkün olabilir. Ancak “...bu milletten yukarıda bulunan dilden her zaman
kaçınmak gerekir, biz buna kapılmamalıyız” (I. Türkoloji Kurultayı`nın Tutanakları,
2006: 268). Meseleye fikir bildiren prof. Adil Babayev yazıyor: “Ben bu fikre asla
katılmıyorum. Aslında Manatov bunu söylemekle kurultayın genel ruhunu, mahiyetini
anlamadığını göstermiş oluyordu” (Babayev, 2016: 100).

591
Artık 1930'larda Türkiye'de terimlerin bu mekanizmayla öğretimine
başlanılmıştı. Ünlü Türkiye dilcisi Hamza Zülfikar yazıyor: “İkinci Türk Dili
Kurultayı`nda bilim terimleri iki bölümde ele alınmıştır. Bunlardan biri orta eğitim
terimleri, ikincisi ise yüksek okullarda ihtisas sınıflarında kullanılacak terimlerdir.
Öncelik orta öğretim terimlerine verilmiştir”(Zülfikar, 2011: 8).
Henüz o dönemlerde Azerbaycan edebî diline hazır terimler almak ve başka diller
hesabına Azerbaycan Türkçesini zenginleştirmek gibi yanlış bir yol tutulduğu hâlde
B.Çobanzade bu alanda daha doğru pozisyon sergilemiş ve terimlerin oluşmasında iki
kaynağı esas götürmüştür: 1) millî dil ve 2) yabancı diller. O şöyle düşünüyordu:
Arapça ve Farsçadan alınmış terimlerle karşılıklı ilişkiyi kesmek.
Arapça ve Farsçadan alınmış terim ve ifadelerden yalnızca o kelimeleri dilde
tutmalıyız ki, onlar halk dilinin söz varlığına geçsin ve dilde vatandaşlık hakkı kazanmış
olsunlar.
Ana dilinde yapay olarak terim yapmaktan sakınmak, çünkü böyle terimler çoğu
zaman başarısız olur ve bilimsel-kültürel dilde kargaşa yaratıyor.
Uluslararası ve Avrupa terimlerine karşı yön almak - özellikle teknik, sosyal-
ekonomik ve tıp bilimlerinde.
Böyle uluslararası sözleri köken olarak kabul etmek. Gramer formlara gelince
bunların dilimizin kurallarına uyumluluğu sağlanmalıdır.
Özellikle botanik, zooloji ve yerel nitelik taşıyan başka alanlar için terim
yaratmaktan dolayı halk leksikasını incelemek.
Aynı şekilde yaklaşık 20 yıldan sonra Azerbaycan dilcisi Memmedağa Şireliyev
de terim yapılmasında bir takım kriterlerin, özellikle bu üç tabanın dikkate alınmasının
gerekliliğini vurgulaması B.Çobanzade`nin kurultayda söylediği bu değerli sözlerin
doğruluğuna kesin şüphe yaratmıyor (Şireliyev, 1948: 27-43).
Tevfik Hacıyev B.Çobanzade`nin bu yaklaşımını yüksek değerlendiriyor ve
ortak dilin oluşturulmasında bu mekanizmanın başarılı sonuçlar vereceğini
gösteriyordu: “Elimizi yanımıza salıb beklemeliyiz ki, ne zamansa ortak dil oluşacak?
Gelin Türk halkları için iletişim biçimini bulalım. Bu işin bir güzel yolunu Bekir
Çobanzade kurultayda teklif etmişti”(Hacıyev, 2006: 26).
Son olarak söyleyebiliriz ki, Bekir Çobanzade’nin Türkçenin söz varlığı üzerine
yaptığı araştırmaları bir makale düzeyinde inceleyip sonlandırmak olmaz. Onu bu
konudaki çalışamaları geçerli bilimsel fikirlere dayanmıştır ve bugün de hemin fikirler
öz güncelliğini korumakla gerekli önem taşımaktadır.
Kaynaklar
1926 I Bakü Türkoloji Kurultayı (2006) Tutanaklar. Hazırladı: K.V.Nerimanoğlu ve
E.Ağakişiyev. “Çinar-Çap”, Bakü.
BABAYEV, Adil (2016) I. Türkoloji Kurultayı ve Azerbaycan`da Türkoloji. “İlim”,
Bakü.
ÇOBANZADE, Bekir (2007) Seçilmiş Eserleri. 5 ciltte, c.1, “Şerg-Gerb” Bakü.
ÇOBANZADE, Bekir (2007) Seçilmiş Eserleri. 5 ciltte, c.3, “Şerg-Gerb” Bakü.
HACIYEV, Tevfik (2006) “I. Türkoloji Kurultayı`nda Dil Meseleleri”. Bakü
Üniversitesi Haberleri Dergisi, № 2, s. 18-26.
HACIYEV, Tevfik (2013) “I. Türkoloji Kurultayı`nda B.Çobanzade`nin Faaliyeti”.
“B.Çobanzade ve Türkolojinin Çağdaş Sorunları” konusunda konferansın bildirleri.
“Bakü Üniversitesi” Bakü, s. 3-8.
ŞİRELİYEV, Memmedağa (1948) “Istılah yapılmasında Esas Prensipler”. Azerbaycan
Bilimler Akademisinin Dil ve Edebiyat Enstitüsü'nün Eserleri, I c., s. 27-43.
ZÜLFİKAR, Hamza (2011) Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları. “Türk Dil
Kurumu”, Ankara.

592
“DEDE KORKUT KİTABI”NIN DİLİNDEKİ ARAPÇA UNSURLARIN
MORFOLOJIK YAPISI VE DERİVİTOLOJİK SİSTEMDEKİ YERİ

1
Dr. Hatıra ABDULLAYEVA
Özet
Her bir dilin kendine özgü söz varlığı olduğu gibi, her bir yazılı anıtın, aynı zamanda “Dede
Korkut Kitabı”nın da belirli sayıda söz varlığı vardır. Tabii ki, bu olguda çoğunluğu
oluşturan Türk kökenli kelimelerle birlikte yabancı kelimelerin mevcudiyeti de
kuşkusuzdur. Ama bu da bir gerçektir ki, “Dede Korkut Kitabı”nın alıntıları, yani yabancı
kelimeleri arasında yer alan Farsça kelimeler Azerbaycan dil araştırmacılığında kapsamlı
şekilde incelense de, belirli sayıdaki Arapça sözler araştırma dışında kalmışdır. Oysa ilk kez
inceleme yaptığımız Arapça unsurların anıtta kullanılmış olması bir yana, anıtın söz
varlığının zenginleşmesinde çok önemli bir rolü vardır. Genel olarak “Dede Korkut
Kitabı”ndaki Arapça unsurların incelenmesi aşağıdaki durumları ortaya çıkarmaktadır:

1. Dile aynı şekilde geçen basit yapılı Arapça sözcükler. Cellat, cisim, emanet, fikir,
hacı ...
2. Arapçanın gramer kalıbı ile, somut olarak Arapçanın çoğul halinde Kitabın söz
varlığında yer alan, ama dilimizde miktar açısından tek kabul edilen basit yapıya sahip
Arapça sözcükler. helayik, ulema ...
3. “Arapça + Türkçe” yapılı türemiş kelimeler: kalemci, nigablu, heybetlü, dualı
4. “Arapça + Farsça” yapılı kelimeler. Bu gruba ait olan haramzada, hizmetkar ...
gibi dil birimlerinin yapı çeşitliliği özellikle ilgi çekmektedir. Şöyle ki, bunlar Azerbaycan
Türkçesinin gramer sistemine göre türeme, yabancı dil için birleşik yapıya sahip söz olarak
kabul edilir. Türkçemizde eklemeliliğe hizmet eden -zadә, -kar, -hanә / a, -saz, -keş, -dar ...
gibi eklerin kelime gibi Farsçada bağımsız anlam taşıması, bize göre, bunun başlıca sebebi
olarak izah edilmelidir.
5. “Arapça + Arapça” modelinde olan Arapça unsurlar. Bu yapıda ek morfem önek
konumunda yer alıyor, bağımsız anlamlı Arapça unsurlar ise ondan sonra gelir. Bu ise
sonuç olarak yeni kelimenin oluşmasına neden oluyor (Örneğin: Mere, gavat oğlı delu
gavat, sana düşer bitekellüf benim üzerime gelesen?).
6. Ad sistemine dâhil olan birleşik yapılı Arapça unsurlar (Örneğin: Vallah-billah
doğru yolu görür iken eğri yoldan gelmeyeyin).
7. Yardımcı fiillere birleşerek analitik yolla fiil yapan Arapça unsurlar.. Bu yapıya
sahip olan helak etmek, şükür eylemek, namaz kılmak, kurban olmak ... gibi fiillerde
Arapça sözcüklerin birinci birleşen olarak katılımı sabit niteliktedir.
8. Terkibi yapıya sahip deyimlerin belirlenmesinde önem taşıyan Arapça unsurlar.
İstisnaları dikkate almazsak, aslında genel kullanılan Arapça kökenli kelimelerin yer aldığı
bu deyimlerin çoğunluğunun kalıplaşmış şekilde dilde yer aldığı görülür. İbret almak,
murad almak, murad vermek, murada yetmek, mühlet vermek, haber vermek ... gibi
deyimler fikrimizi kanıtlıyor.
Şunu da belirtelim ki, destanın dilinde yer alan yabancı kelimelerin, aynı zamanda Arapça
unsurların çoğunun bugün de dilimizde yaşaması bir yandan o tarihî dönemde sabitleşmiş
Azerbaycan Edebî Türkçesinin varlığına delalet etmekle birlikte, aynı zamanda bu “Dede
Korkut Kitabı”nın söz varlığının değişmediğinin de bir kanıtı niteliğindedir.

1
Azerbaycan, Bakü, Bakü Slavyan Üniversitesi, Türkoloji bölümü. xatirabdullayeva@gmail.com

593
Anahtar kelimeler: Arabizmler, morfolojik sistem, gramer yapı, Türkçenin gramer kalıbı,
Arapçanın gramer kalıbı, derivitolojik sistem, ek morfem.

***
Söylenmiş sözü, belli ki, yeniden duymak için söylerler. Çağdaş insan bunu böyle
anlıyor. Sözü görmek, ona bakmak nasıl, çağdaş okurun aklına gelir mi?! Muhtemelen yok.
Örnek ise bize der ki, “Dede Korkut Kitabı”nda söylenmiş sözü hem de görmek istemişler,
daha doğrusu, “görmüşlerdir” (Abdulla, 2017: 67). Prof. Dr. Kamal Abdulla`nın felsefi
içerik geyindirdiği bu fikri biz nominatifliğe yönelderek bildiriyoruz ki, yüzyıllar boyunca
Türkçemize başka dillerden söz geçidi net bir gerçekliğe dayanmıştır. Bu sözleri duymakla
beraber, hem de uygun anıtlarda yer aldığını da görmüşüz. Başka türlü olamaz, çünkü
dünyada yekcins dil yoktur. Bu da bir gerçektir ki, yabancı dil olgularının işlekliği yazılı
abidelerimizin dilinde aynı düzeyde değil, her birinde farklı ortam kazanmıştır. Isbata
ihtiyacı olmayan bir aksiyomdur ki, yabancı dilin hâkimliği aruz vezninin öncüllüğünü
sağlıyor ve bu da klasik şiir türlerinin öncelik taşımasına neden oluyor. Tüm bunlar ise
klasiklerimizin bize miras bıraktığı edebî-bedii dil örneklerinin dilinde yabancı kelimelerin
çokluğunu sağlıyor. Gerçeğe dayanarak onu da diyebiliriz ki, aruz da kendi peşine yabancı
kelimeleri alır ki, bunlar da Arapça ve Farsça sözlerdir. Ama yabancı kelime kapsamı
sadece klasik şiir türlerinde değil, destan
epos dilinde de gözüküyor. Tabii ki, burada farklılık nispilik göstermektedir ki, bu da
azınlık ve çoğunluk meselesi ile ilgilidir. Şöyle ki, yabancı sözcüklerin fazlalığına klasik
şiir türlerinde rastlanıyor. Destan dili ise klasik şiir türler ile karşılaştırıldığında daha az
Arapça ve Farsça sözleri kendi peşinden götürüyor. “Çünkü Azerbaycan Türkçesinin
hâkimliği, tabii ki, hece vezninin, hece vezni ile bağlı olan halk şiiri türlerinin temelini
oluşturan Türkçe kökenli dil birimlerinin ve türkleşmiş Arapça-Farsça kelimelerin, daha
somut ifade edersek, genel olarak kullanıllan yabancı sözcüklerin öncülüğünü temin
etmiş oluyor” (Abdullayeva, 2017: 16). Prof. Dr. T.Hacıyev şöyle yazmış ki, “Mete,
Atilla, Timur ve Osmanlı imparatorlukları, “Dede Korkut” destanı, Orhun-Yenisey taş
kitabı, Kaşgarlı Mahmud'un “Divan”ı Türkün yedi mucizesidir. Bu mucizelerden biri
büyük Türk coğrafyasının Azerbaycan toprağı ile ilgilidir. Bu mucize “Dede Korkut”
destanı veya “Dede Korkut Kitabı” adıyla bilinmektedir” (Hacıyev, 1999: 4). Demek ki,
“Dede Korkut Kitabı” Türkün yedi mucizesinden biri olarak kabul ediliyor. Böyle bir
muhteşem anıtın söz varlığının esasını Türkçe kökenli kelimeler oluştursa da, anıtın
dilinde az da olsa, belli bir sayıda yabancı kelimeler de var ki, bunların da belli kısmı
Arapça kökenli sözlerdir. “Arapça // “Dede Korkut Kitabı”nın dili // çağdaş Azerbaycan
Edebî Dili” mukayesesinde Arapça kökenli kelimelerin epos dilindeki genel manzarası
kendine özgü bir tezahür oluşturuyor. Bu manzarada Arapça kökenli kelimelerim
morfolojik sistemi özel bir ilgi doğurmaktadır. İlgiye neden olan, anıtta rastlanan
Arapça kökenli sözcüklerin miktar açısından ikili tezahür biçimine aitliğidir. Hakkında
konuştuğumuz mesele aşağıdaki manzarayı bize sunmaktadır:
Türkçenin gramer kalıbında kullanılan Arapça kökenli kelimeler
Arapçanın gramer kalıbında kullanılan Arapça kökenli kelimeler.
Bu, her iki durumda kendini çoğul eki ile kullanımda gösteriyor. Türkçenin gramer
2
kalıbına ait olan morfolojik çoğul eki ile kullanım -lar morfemi ile gerçeklik kazanıyor.
Çağdaş Azerbaycan Türkçesi için karakteristik olan ve normatiflik kazanan bu durum
ulusal yazılı abidelerimizin dilinde, aynı zamanda “Dede Korkut Kitabı”nın dilinde
kapsamını genişletiyor. Anıtın dilinde çoğunlukla gözüken bu morfolojik olgu örnekler
aracılığıyla kanıtlanmaktadır:

594
Müxənnət(lər) ‫ ﺭلتنخم‬: Çalub-kәsәr uz qılıcı müxәnnәtlәr çalınca, çalmasa, yeg
(Kitabi-Dede Korkut, 2004: 20).
Anıtın dilinde “namert, itibarsız» semantikası ile uyum sağlayan (Klasik
Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.2, 108) bu söz şimdi
arkaikleşmiş arabizmler sırasında yer alıyor. Bu ise o demektir ki, kelime leksik olgu
olarak Türkçeni çoktan terk etmiştir. Bu kelimeye çok az şekilde aşık edebiyatının
dilinde rastlanıyor.
Nəzir(lər) ‫ ﺭ ذن‬: Qara donlu dәrvişlәrә nәzirlәr verdim (Kitabi-Dede Korkut,
2004: 31).
“Belli münasebetle bir yere veya bir kişiye verilen para, nensne; kesilen kurban
vb.” anlamları ifade eden (Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri,
2005: c.2, 191) Arapça kökenli bu leksem de Azerbaycan Türkçesinin kurallarına
uyarak -lar2 çoğul eki ile kullanılıyor. “Nezir” (sadaka anlamında) sözü Arapça kökenli
olsa da, bugün Türkçemizin söz varlığında yer almaktadır.
Aləm(lər) ‫ ﺭلملﻊ‬: Qamusına bәŋzәmәdi cümlә alәmlәri yaradan Allah-Taŋrı görkli
(Kitabi-Dede Korkut, 2004: 22).
Bu leksik örnek sözlüklerde çeşitli anlamların taşıyıcısı olarak verilir. Bu, ulusal
yazılı abidelerimizin dilinde sözün belirlenmiş tüm anlamlarının kullanılması ile
ilgilidir. Sözün ifade ettiği anlamlar şunlardır:
Evren, dünya, yerküresi; 2. alan; 3. çoklu; 4. halk, topluluk, toplum (Klasik
Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.1, 14).
Anıtın dilinde rastlanan bu dil birimi birinci anlam ile örtüşmektedir. Kelime
bugün de dilimizin söz varlığında aparıcı ve en işlek sözlerinden biridir.
Arapçanın gramer kalıbına özgü çoğul ekil ile kullanımına gelince onu
diyebiliriz ki, “Dede Korkut Kitabı”nın dilinde yabancı gramer kalıpta işlenen Arapça
kökenli kelimeler, hemen hemen, neredeyse yoktur. Onlar çok az sayıda, parmakla
sayılacak kadardır. Azerbaycan Edebî Dilinde morfolojik açıdan tek şekilde olan bu
kelimlerden bir kısmına dikkat çekelim:
Xəlaiq ‫ ﻗئ لخ‬: Xan qızınıŋ evindә qul-xәlaiq dükәnmiş (Kitabi-Dede Korkut,
2004: 74); Qulum-xәlayığım saŋa qırnaq olsun! (Kitabi-Dede Korkut, 2004: 76).
“Xәliqә” (“helige”) kelimesinin çoğul şekli olan bu sözcük sözlüklerde çeşitli
anlamlarda veriliyor:
“1. tüm canlılar, yaratıklar; 2. topluluk, halk; 3. doğa, huy; 4. keniz, cariye,
hizmetçi kız” (Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.1, 268).
Bağlama dayanarak onu söyleyebiliriz ki, örneklerdeki anlam dördüncüye
uygundur. Bunu vurgulamayı önemli sayarak diyoruz ki, bu kelimenin tek (xәliqә) ve
coğul şekli (xәlaiq) ne çağdaş Azerbaycan edebî dilinde norm hâline gelebilmiş, ne de
canlı konuşma dilinde korunmuştur. Tarihen Osmanlı Türkçesinde halâik fonetik cilti,
yani ses içeriği ile “satın alınan kadın hizmetçi” semantikasının taşıyıcısı olan bu söz
(Osmanlıca-Türkçe Luğat, 2004: 377) çağdaş Türkiye Türkçesinde de izini kaybeden
kelime örnekleri arasında yer almaktadır.
Üləma ‫ ءاملﻊ‬: Ol Quranı yazdı-düzdü, Ülәmalar ögrәnincә köydi, 7 biçdi (Kitabi-
Dede Korkut, 2004: 21).
Ulema sözcüğü âlim kelimesinin çoğul şeklidir. Demek ki, anlamı “âlimler”
demektir (Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.2, 413). Söz
Arapçanın gramer kalıbındadır. Daha somut ifade edersek, Arapçanın çoğul eki kabul
etmiş şeklindedir. Bu, bizim Türkçenin gramer yapısına göre, morfolojik açıdan tek
şekilde kabul edilir. Arapçanın gramer kalıbına göre ise çoğul biçimindedir ve “âlimler”
semantikası ile eşitlik oluşturmaktadır. “Dede Korkut Kitabı”ndan sunduğumuz bu
örnekte ise -lar, -ler çoğul ekini de görebiliyoruz. Tabii ki, bu durumda söz Azerbaycan

595
Türkçesinin gramer kurallarına göre çoğul şeklinde kabul ediliyor. Demek ki, aslında
burada çifte çokluk var. Yani ulemalar sözcüğünde Arapça ve Türkçenin çoğul ekinin
sentezi gerçeklik kazanmıştır. Şunu da belirtelim ki, “Dede Korkut Kitabı”nın dilinde
teklik durumunda olan Arapça kökenli âlim kelimesinin sırf Türkçenin çoğul eki ile
kullanılan hâline de rastlanmaktadır:
Alim(lər) ‫ ﺭلملﻊ‬: ...Alimlәr sәrvәti Osman Üffan oğlı görkli (Kitabi-Dede Korkut,
2004: 21).
Âlim kelimesinin Arapçanın çoğul eki ile olan ulema seçeneği tarihen yazılı
abidelerimizin dilinde rastlansa da, çağdaş Azerbaycan Türkçesinin söz varlığında
gözükmüyor. Aksine, Osmanlı Türkçesinde de aynı anlamın taşıyıcısı olan bu söz
(Osmanlıca-Türkçe Luğat, 2004: 1346) çağdaş Türkiye Türkçesinde ulemâ şekli belirtisi
ile korunmakta ve «bilginler» semantikası ile iletişime girmektedir (Türkçe Sözlük,
2005: 2032).
Bu olgular şunu kanıtlamaktadır ki, abidenin dilinde Arapça kökenli bu kelime
örneğinin ikili çoğul biçimine rastlanıyor. “Dede Korkut Kitabı”nın dilinde gördüğümüz
alet kelimesinin çoğulu olan alat ‫( تلﺁ‬Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars
Sözleri, 2005: c.1, 14), geribe kelimesinin çokluk şekli olan geraib ‫ئ اﺭﻍ‬¥¥¥‫( ب‬Klasik
Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.1, 382) gibi arabizmler de
Arapçanın çokluk şekli ile bu anıtın diline giren sözler sırasında yer alıyor. Bu dil
birimlerinin morfolojik açıdan tekte olan seçenekleri (alet, geribe) bugün dilimizin söz
varlığında bulunsa da, onların Arapçanın gramer kalıbında olan fonoformları (alat,
geraib) artık çağdaş Azerbaycan Türkçesinin arkaik leksik katında yer almaktadır. Onu
da belirtelim ki, bağımsız şekilde işlekliğini kaybeden geraib sözü arasıra iletişime
giren acayip-garayip bileşik kelimesinin bileşeni olarak kullanılır.
Genel olarak Arapçanın gramer kalıbına giren arabizmler klasik edebiyatın
dilinde belirli kapsama kazandığı hâlde (tabii ki, karşılaştırıldığında), “Dede Korkut
Kitabı”nın dilinde aşırı derecede dar bir çerçeveye giriyor. Epostan yazılı anıta doğru
yön alan “Dede Korkut Kitabı”nda Arapçanın gramer kalıbında kullanılan arabizmlerin
azlığı, kanaatimizce, sırf epos (destan) dili ile ilgili bir meseledir.
“Dede Korkut Kitabı”nın dilinde arabizmlerin kelime türetme sürecinde katılımı
da özel ilgi taşıyor. Doğrudur, Arapça kökenli sözlerin kelime türetme sürecine katılımı
kitlesellik kazanmıyor, ama mevcuttur. Burada yabancı ile yabancının yanı sıra yabancı
ile millînin sentezi görünür. İşte bu sentezin sonucu olarak, dile okkozyonal leksikaya
ait olan sözler girer. Esası Arapça kökenli dil birimlerden oluşan bu leksik olguları
aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz: adlar ve fiiller.
ADLAR grubuna dâhil olan leksemler derivitolojik (kelime türetme) sistemde
aşağıdaki usûllerle oluşmaktadır:
Morfolojik usûlle oluşan adlar II.
Sentaktik usûlle oluşan adlar
Morfolojik yöntemle gerçekleşen kelimelerin oluşum yapısı şöyle belirlenir:
A/ “Arapça kökenli kelimeler + Türkçe kökenli morfolojik göstergeler»
modelinde olan sözler. Anıtın dilinde bu modeli içeren bazı sözcüklere dikkat çekelim:
Qələmçi ‫ يچملق‬. Bu kelime örneği Arapça kökenli kalem ve Türkçe kökenli -çı4
ekinin sentezinden oluşan türeme yapıya sahip dil birimidir:
Qәlәmçilәr çaldığı qara qaşlım (Kitabi-Dede Korkut, 2004: 117).
Yeni oluşmuş kelimenin kök morfemi klasik edebiyatın dilinde çeşitli anlam
tutumları ile yer almıştır:
Kamış; 2. kamıştan yapılmış yazı aleti; 3. yazı tipi, hat türü; 4. nakış, resim; 5.
düz kesilmiş zarif çubuk; 6. çiçek hastalığına karşı ilacın saklandığı cam kap, ampul 7.

596
hesap; 8. kesilmiş, biçilmiş; 9. sayı, tane (halı, deve vb. sayılırken) (Klasik Edebiyatın
Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.1, 377-378).
Bağlamdan da açıkça görülmektedir ki, bu örnekte -çi ek morfemi ile birlikte söz
“ressam” semantikasına uygundur. Şunu da belirleyelim ki, bu yapım eki abidenin
dilinde Arapça kökenli kelimelere eklenmekte o kadar da aktif değildir.
Niqablu, heybәtlü, dualı kelimeleri de “Arapça + Türkçe” vahdetinden
4
oluşmuştur. Diğer eklerle mukayesede -lı yapım ekinin daha etkin olması gözümüzden
kaçmıyor:
Niqablu ‫ ولﺒاﻗن‬: Vallah, sultanım, bu yigit yüzi niqablu yaxşı yigitdir (Kitabi-Dede
Korkut, 2004: 56).
Kökeni “yüz örtüsü”, “yaşmak”, “rübend” anlamlarını ifade eden (Klasik
Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.2, 194) nigablu sözü
kendisinin etimon anlamını, yani “yüzüörtülü, yüzübağlı” anlam kapasitesini değil,
mecaz olarak “abırlı, hayalı, marifetli” semantikasını ifade etmektedir.
Heybətlü ‫ولتﺒيﻪ‬ : Mәrә, nә heybәtlü qocasan? (Kitabi-Dede Korkut, 2004:
96).
Örnekteki heybetlü kelimesi “korkunç, dehşetli” anlamları ile uyarlık
oluşturmaktadır. Bu sözcük çağdaş dilimizde epizodik şekilde iletişime girse de,
kelimenin kökenini düzenleyen ve çeşitli anlam ifadeçisi olan heybet sözü (1. korku,
dehşet, 2. saygı, yücelik; liyakat, itibar, nüfuz. - Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap
ve Fars Sözleri, 2005: c.1, 226) arkaikleşerek iletişimden kopmuştur. Ancak onomastik
birimlerden biri olarak isim ve soyismi gibi az da olsa, işlekliğini sürdürüyor (örneğin:
Heybet veya Heybetov ...). Şunu da diyelim ki, arabizmler üzerine araştırma yapan El-
Abbasi Hayruddin Neşet de bu kelimenin Arapça yukarıda gösterilen anlamlarının
öncelik taşıdığını bildirmektedir (El-Abbasi, Hayruddin Neşet, 2004: 302).
Dualı ‫ وﻝ اع د‬:«... Ola kim bir ağzı dualının alqışıyla Taŋrı bizә bir yetman әyal
verә» − dedi (6, s.26).
Bu leksem “çağrı ve Allah'a yalvarma” anlamlarının taşıyıcısı olan dua (Klasik
Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.1, 128) sözü ile Türkçe
kökenli -lı yapım ekinin birleşmesi sonucunda türemiştir. Yabancı olsa da, her iki
kelime - dua ve dualı sözleri çağdaş Türkçemizde henüz kendi varlığını sürdürmekte ve
iletişime hizmet etmektedir. Sonuncu sözcük ağzı dualı sıfat tamlaması şeklinde daha
yaygın olarak kullanılmaktadır.
Şunu belirtelim ki, fikrimizi kanıtlamak için sunduğumuz bu üç örmeğin her
birinde kök morfemle ek arasında ünlü uyumu vardır. Ama bir olgu da gözmüzden
kaçmadı. O da yeni kelime yapan morfolojik göstergelerde dudak seçeneğinin damak
seçeneğini üstelemesidir. İlk iki örnekte dudak, sonuncuda ise damak seçeneğinin
işlenmesi ortadadır. Bu onu göstermektedir ki, kelimelere eklenen eklerde henüz damak
ve dudak seçeneğinin münavebesi gidiyor, ama bu münavebede dudak seçeneğinin az
da olsa üstün olduğu göz önünde bulunmaktadır.
Xərclıq ‫ ﻗيلجرخ‬: Altun, gümüş, pul gәrәksә, aŋa xәrclıq olsun! (Kitabi-Dede
Korkut, 2004: 99).
4
Bu örnekse Arapça kökenli sözle Türkçe kökenli -lıq ekinin vahdetinden
türemiştir. Görüldüğü gibi, bu belirlenmede söz kökü ile ek arasında ünlü uyumu kural
dışı kalmıştır: : xәrc + lıq (әi + ı q). Kanaatimizce, leksemin bu şekilde kullanılmasında
“gaf” harfinin önemli etkisi vardır. Belki de ünlünün kalınlaşmasına neden olan bu
sestir. Bu ekin mevcut dört seçeneği herkese bellidir: -lıq, -lik, -luq, -lük. Bu olgudan da
belli oluyor ki, [q] ünsüzünün işlendiği seçeneklerde kalın ünlüler yer alıyor. Bu nedenle
de ekteki ünlü kalınlaşması kök morfemle ek morfem arasında ünlü uyumuna aykırı
durum oluşturuyor.

597
B/ “Arapça kökenli kelimeler + yabancı kökenli morfolojik göstergeler”
modelinde olan sözler.
Haramzada ‫ هدازماﺭح‬bu gruba dâhil olan türemiş sözlerden biridir. Leksem Arapça
kökenli haram ‫ ماﺭح‬sözü ile Farsça kökenli -zade ekinin birleşiminden oluşmuştur.
Haram ‫ ماﺭح‬kelimesi de zıt anlamlı karşılığı olan helal sözcüğü gibi aynı fonetik
değişim sürecini yaşayan örneklerden biridir. Biz ana abidemiz olan “Dede Korkut
Kitabı”nın dilinde bu leksemin sırf ә>a ses geçidine maruz kaldıktan sonra (həram →
haram) ünlü uyumuna uyum sağladığını görüyoruz: Oğlan, oğlan, ay oğlan, Haramzada
oğlan! (Kitabi-Dede Korkut, 2004: 140).
Burada üç konu özellikle dikkat çekiyor:
Anıtın dilinde helal kelimesi 16 kez işlendiği takdirde, onunla zıt anlamlı
karşılığı olan haram kelimesinin sadece bir kez, ancak bağımsız değil, türemiş sözün
kapsamında görülmesi;
Sözün ses geçişi sayesinde canlı konuşma diline uyum sağlaması;
Daha da ilginç ise Arapça kökenli bu sözcüğün ünlü uyumuna girdikten sonra
Farsça kökenli -zade ek morfemini de ses uyumuna bağlamasıdır:
hәram [haram] + -zade [zada ] = haramzada
Böylece, kök morfemle birlikte morfolojik göstergenin de dilimizin fonetik
sistemine uyumu sözün destan dili ile - canlı konuşma dili ile eşitliğini bütünleşdiriyor.
Başka türlü de olamaz. Çünkü yazılı anıta dönüşse de, “Dede Korkut Kitabı” böyle bir dil
canlı konuşma dili gerektirebilir.
Tarihen Osmanlı Türkçesinin söz varlığında da yer alan bu kök morfem yani,
haram sözü harâm fonetik cilti ile kaydedilir ve «helâˈin mukabili» semantikasının
taşıyıcısı olarak dikkat çekiyor (Nazîmâ, 2009: 124). Yani anlam çağdaş dilimizle
benzerlik oluşturmaktadır.
Şunu da belirtelim ki, “Dede Korkut Kitabı”nın dilinde -zade eki aktif olmayan
kelimeler sırasında görülmektedir.
Xizmətkar ‫زخ‬¥¥¥‫ ﺭ اکتم‬da morfolojik yöntemle meydana gelen dil birimlerinden
biridir. Bu oluşma sürecinde iştirak eden kök morfem Arapça kökenli xizmet ‫ تمزخ‬sözü
ve Farsça kökenli -kar ‫ ﺭاک‬ekidir. Semantikası “hizmet eden, hizmet gösteren, hizmetçi”
anlamlarına eşittir.
Buŋlu qoca ilә Yapağlu qocayı aŋa xizmәtkar verdilәr (Kitabi-Dede Korkut,
2004: 128).
Türemiş kelime olan bu leksemin kök morfemi çağdaş Türkçemizde edebî dil
olgusu olmayan, pasif görünen ve esasen edebî-bedii dil örneklerinin söz varlığında yer
alan hizmet fonetik cilti ile kullanılmaktadır. Az durumda ise canlı konuşma diline de
girer. Örn.: O bilir, kimlәrә hizmәt göstәrmәk, kimlәrin qulluğunda durmaq lazımdır
(Örnek canlı konuşma dilinden alınmıştır).
C/ “Ön ekler + Arapça kökenli kelimeler” modelinde olan sözler.
Bitəkəllüf ‫ﺐ‬¥¥‫ت ي‬¥¥‫( ﻓلک‬Mәrә, qavat oğlı dәlü qavat, saŋa düşәrmi bitәkәllüf bәnim
üzәrimә gәlәsәn? – Kitabi-Dede Korkut, 2004: 72) sözcüğü buna örnek olabilir.
Bi ön eki aracılığıyla oluşan bu sözcük klasik edebiyatın dilinde anlam çeşitliliği
ile işleklik kazanmıştır: 1. basit, adi; 2. serbestcesine; 3. teklif olunmadan; 4.
nezaketsizlikle (Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.1, 70).
Bizim sunduğumuz örnekte söz “nezaketsiz” anlamına gelir. Sözün esasına
gelince (tekellüf) onun da anlam açısından semantik seçenekliği vardır: 1. Zahmete
katlaşma, eziyete dayanma; 2. çalışıp çabalama, çabalama; 3. sahtelik, sunilik; 4.
resmiyetcilik (Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri, 2005: c.2, 364).
Arapça kökenli sözcüklerin katılımıyla sözdizimsel usulle oluşan adlar da anıtın
dilinde kendisine belli bir kapsama kazanıyor. Bunlar aynı sözlerin tekrarı ile (örneğin:

598
tövlә-tövlә - Kitabi-Dede Korkut, 2004: 38), yakın anlamlı (örneğin: cübbә-çuqa - Kitabi-
Dede Korkut, 2004: 94; dünya-alәm - Kitabi-Dede Korkut, 2004: 42), aynı zamanda eş
anlamlı (örneğin: Allah-Taala - Kitabi-Dede Korkut, 2004: 52), ayrıca çeşitli anlamlı dil
birimlerinin (әmiraxur - Kitabi-Dede Korkut, 2004: 51) yardımı ile oluşarak ad kısmına
dâhil olan birleşik kelimelerdir.
FİİLLER grubuna dâhil olan kelimeler ise derivitolojik sistemde aşağıdaki
yöntemlerle gerçeğe dönüşüyor:
I. Esası Arapça kökenli kelimeler olmak üzere morfolojik yolla oluşan fiiller
Genellikle fiil türetme sürecine katılan -la, -laş ek morfemlerinin anıtın dilinde
özel etkinlik gösterdiği belirlenmiştir. Helalleşmek (Babasınıŋ, anasınıŋ әlin öpdi,
halallaşdı, «xoş qaluŋ» - dedi. – KDK, 129), haberleşmek (“Mәrә, çağırıŋ, xәbәrlәşәyim”
dedi. - KDK, 56), heletlemek - (Aruz cümlә bәglәri xәlәtlәdi - KDK, 165), mühürlemek
( “...Ol qocalar almasunlar. Var, möhürlә!” - dedi - KDK, 131) gibi kelime örnekleri sırf
Arapça kökenli kelimelerin Türkçe kökenli eklerle birleşmesi sonucunda oluşmuş ve
“Dede Korkut Kitabı”nın söz varlığında yer almıştır.
Esası Arapça kökenli kelimeler olmak üzere analitik yolla oluşan fiiller
Fiiller hep en saf kelime grubu olarak sunulmaktadır. Yabancı kelimelerin bir
kısmının fiille teması yardımcı fiillerle oluşan birleşik kelimelerde tezahür ediyorsa,
diğer kısmı deyimlerde gerçeklik kazanıyor. Örn.: qәbul elәmәzlәrdi (KDK, 83), şәhid
etdilәr (KDK, 84), hәlak etdi (KDK, 126), şükrlәr eylәdi (KDK, 76), namaz qıldı (KDK,
77), qurban olsun (KDK, 89) gibi birleşik fiilerin birinci bileşenleri Arapça kökenli
kelimelerden, ikinci kısmı ise elәmәk, eylәmәk, etmәk, qılmaq, olmaq gibi yardımcı
fiillerden oluşmuştur. İbrәt aldı (KDK, 126), murad aldı (KDK, 77), murad verdi (KDK,
77), murada yetürmәdiŋ (KDK, 87), möhlәt vergil (KDK, 87), xәbәr vergil (KDK, 89)
gibi deyimlerin ikinci tarafı Türkçe kökenli kelimelerle ifade olunsa da, birinci tarafında
Arapça kökenli sözcükler yer alıyor. Aslında fiil yapımında analitik yol “Dede Korkut
Kitabı”nın morfolojik sistemine Arapça kökenli (ayrıca Farsça kökenli) kelimelerin
gelişine olanak sağlıyor.
Araştırmamız belirliyor ki, söz varlığının % 70 den fazlasını Türkçe kökenli kelime
örnekleri teşkil etse de, “Dede Korkut Kitabı”nın dilinde yabancı sözcüklere de rastlanır ki,
bunun da belli bir kısmını Arapça kökenli leksemler oluşturmaktadır. Demek ki, burada üç
dilin söz varlığı kullanılmıştır. Ancak yabancı kelimelerin bir kısmını oluşturan
arabizmlerin epos diline - canlı konuşma diline uyarlanmasını görüyoruz. Aslında
alınmaların Türkçemizin fonetik, leksik ve gramer sistemine uyarlanması millî gramer
yapının sürekliliğini ve sabitliğini korumak amacından kaynaklanıyor ve biz “Dede Korkut
Kitabı”nın dilinde bunun önceliğini gözlemliyoruz. Tüm bunlarsa anıtlara başvuru,
araştırmalar ve tabii ki, analizler gerektiriyor. “Dede Korkut Kitabı” «halkımızın sosyal
varlığını, millî düşünce ve tefekkür tarzını, yaşam ve toplum hakkındaki kavramlarını,
hümanist bakış açısını, manevi dünyasını, beşeri özelliklerini, ahlaki, estetik ve hukuki
görüşlerini yansıtan, yüz yılların sınavından geçirip bugüne ulaştıran, hiç zaman kendi
parlaklığını ve kalitesini kaybetmeyecek bir salnamedir” (Kıpçak, 2012: 3). Odur ki, ona
müracaat asla sengimez, araştırmacıların ilgisinden kenarda kalmaz. Bize göre, “Dede
Korkut Kitabı” hakkında ne kadar bilimsel eserler yazılsa da, yine de ona olan ilgi
kaybolmayacak ve ona yaklaşım kalıcı karakter taşıyacaktır. Sonuç olarak bu, “Dede
Korkut Kitabı”nın dil hazinesinin gizemli noktalarını tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmaya
yardımcı olacaktır. Yüzyılların bize yadigâr olan “Dede Korkut Kitabı” böylece kendi
araştırmacısı ile birlikte yanaşı adımlayacaktır.

599
Kaynaklar

ABDULLA, Kemal (2017) “Kitabi-Dede Korkut” Poetikasına Giriş, “RS Poligraf”,


Bakü.
ABDULLAYEVA, Gızılgül (2017) XVII. Yüzyıl Azerbaycan Edebi Dilinin Fonetik ve
Leksik Norm Demokratizmi, “İlim ve Tahsil”, Bakü.
ALİ, Nazîmâ, FAİK, Reşat (2009) Mükemmel Osmanlı Lüğati, Türk Dil Kurumu
Yayınları, İstanbul.
EL-ABBASİ, Hayreddin Neşet (2004) Arabizmlerin Azerbaycan Edebi Dilinde
Semantik Değişiklikleri, Doktora tezi, 363 s.
HACIYEV, Tofik (1999) Dede Korkut: Dilimiz, Düşüncemiz, “İlm”, Bakü.
Kitabi-Dede Korkut (2004) Yayınlayan: Prof. Dr. Samet Alizade, “Önder”, Bakü.
Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri (2005). 2 ciltte. I.cilt, “Şerg-
Gerb”, Bakü.
Klasik Edebiyatın Dilinde İşlenen Arap ve Fars Sözleri (2005). 2 ciltte. II.cilt, “Şerg-
Gerb”, Bakü.
KIPÇAK, Memmedeli (2012) “Kitabi-Dede Korkut”un Leksikası, “MBM” neşriyatı,
Bakü.
Osmanlıca-Türkçe Luğat (2004) Yayınlayan: F.Devellioğlu, Ankara.
Türkçe Sözlük (2005) 10.baskı. Türk Dil Kurumları Yayınları, Ankara.

XVII. YÜZYILDA HAKİM DİL ANLAYIŞI VE NORMDA HALKİLEŞME DR.


1
GIZILGÜL ABDULLAYEVA

Özet
Her tarihî dönem hem kendisinin sosyal, siyasî, ekonomik, tarihî ve kültürel içeriği, hem de
kendine özgü dil ortamı ile tarihteki yerini kazanır. Bu açıdan XVII. yüzyıl da istisna
değildir. XVII. yüzyıl ulusal dilin yeni merhalesinin ilk yarım dönemi olan XVII-XVIII.
yüzyılların bir asırlık zaman dilimini kapsamaktadır. Siyasette, ekonomide olduğu gibi,
dilde de geçiş, yani orta aşama mevcuttur. Yüzyılların hepsi birbiri ile komşu olduğu hâlde,
dilimizin tarihî geçmişinde bu misyon XVII. yüzyılın üzerine düşüyor. Çünkü XVII.
yüzyılın dil ortamındaki kendine mahsusluğunu dilin hiçbir tarihî aşamasında göremiyoruz.
XVII. yüzyıl Azerbaycan Edebî Türkçesi geleneksellikle yeniliğin birlikteliği formatında
gelişmiştir. Yani hem kendisinden öncekinden tam olarak kopmaz hem de kendisinden
sonrakine aktarılacak yenileşmeyi kapsar. Bu yenileşme diliçi yeni süreçlerin –
diferansiyasyon (ayrılma), sabitleşme, demokratikleşme süreçlerinin sayesinde
gerçekleşmektedir. Ancak bu süreçlerin hiçbirini dilimizin XVII. yüzyıla kadarki tarihî
gelişim aşamalarında göremiyoruz. İşte bu diliçi yeni gelişmelerin sonucu olarak, XVII.
yüzyıldan itibaren Azerbaycan'da Farsçanın ve onunla birlikte ilerleyen Arapçanın gücü
kırılır ve bu diller artık durgunluk dönemine geçer. Bu durum doğrudan Farsça ve
Arapçanın kendi peşinden çekip götürdüğü aruz vezninin, aruz vezninin kendi peşinden
götürdüğü klasik şiir türlerinin ve klasik şiir türlerinin ise kendi peşinden çekip götürdüğü
Arapça ve Farsça kelimelerin (özellikle de anlaşılmayan, yani genel olarak kullanılmayan
Arapça ve Farsça kelimelerin) azalışına bir zemin hazırlar. Bu ise genelde klasik kitap
dilinin tenezzül yolunu çizmiş oluyor. Dilde ortaya çıkan bu yeni gelişmelerin

*Azerbaycan, Bakü, Bakü Devlet Üniversitesi, Türkoloji bölümü. gizilgulabdullayeva@gmail.com

600
sonucu olarak hâkim dil anlayışında yabancıdan millî olan bir geçiş başlar. Azerbaycan
Türkçesi önce Farsça ve Arapça ile eşitlik kazanır ve yalnız bu eşitlik sonrası
Azerbaycan Türkçesinin, daha geniş anlamda hece vezninin, halk şiiri türlerinin, Türk
kökenli kelimelerin, yanı sıra Türklәşmiş Arapça ve Farsça sözlerin yaygınlaşması
başlıyor. Genel olarak bu millîlik toplumdaki folklor-konuşma dilinin yaygınlaşmasına
giden yolu açmış oluyor. Bu ise dilde sadeleşmenin yeniden düzenlenmesi sürecine
olanak veriyor. Sonuçta uzun süreli faaliyet gösteren klasik kaideler, “yabancı bazlı
normlar” XVII. yüzyıldan itibaren yerini millî esaslar üzerinde kurulan normlara
bırakıyor. Bu durum elbette hâkim dilin doğrudan edebî dil kullarına etkisini ve tarihî
açıdan onu değiştirecek güce sahip olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.
Anahtar kelimeler: hâkim dil, halkileşme, canlı konuşma dili, aruz vezni, hece
vezni, gelenek, yenilikçilik, diferansiyasyon, sabitleşme, demoktratikleşme.
***
Her bir tarihî dönem kendisinin sosyal-siyasi, ekonomik, tarihî-kültürel içeriği,
hem de kendine özgü dil ortamı ile tarihin hafızasına geçer. Bu açıdan XVII. yüzyıl da
istisna değildir. XVII. yüzyıl Azerbaycan`da millî dilin yeni aşamasının ilk dönemi olan
XVII-XVIII. yüzyılların bir asırlık zamanını kapsamaktadır. Bir yandan XVI. yüzyılla
komşu olan ve çeşitli açıdan XVIII. yüzyıla hazırlık yapan XVII. yüzyıl diğer yandan
feodal savaşları, yabancı ülkeler tarafından baskınlar, ayrıca I. Şah Tehmasib`in (1524-
1576) ölümünden sonra uzun süre devam eden iç çekişmeler aşaması olarak dikkat
çekmektedir. Ama tüm bunlara rağmen, bu dönemde ne devletin, ne milletin, ne de
kültürün varlığı için esas olan dil politikası dikkatten kenarda kalmamıştır. XVII.
yüzyıldan bahsederken prof. dr. E.Demirçizade şöyle yazar: “Azerbaycan`ın bir yerinde
Farsça, başka yerinde Rumi-Türk (Osmanlı Türkçesi), başka bir yerinde Azerbaycan
Türkçesi, bunlarla birlikte her yerde Arapça da kullanılırdı, hatta zaman zaman bunlarda
da değişiklik olurdu” (Demirçizade, 1979: 216). İtiraf etmeliyiz ki, kanlı savaşlar,
katliamlar, az veya çok şekilde kendisinin olumsuz etkisini her yerde olduğu gibi dilde
de hissettiriyor. Buna rağmen dil dâhili süreçlerin sonucu olarak sadece bu diller
içerisinde Azerbaycan Türkçesinin hâkimliğinin ve yükselen bir hatt üzere gelişiminin
tarihî gerçeklik olduğunu da inkâr etmek olmaz. Prof. Dr. T.Hacıyev de XVII. yüzyıl
Azerbaycan edebî dilinden bahsederken yazmış ki, “Azerbaycan millî edebî dili ömrü
boyunca yükselen hat üzere gelmiştir” (Hacıyev, 2012: 386). Maalesef XVII. yüzyılda
yürütülmüş dil politikası ile ilgili çelişkili görüşler de söylenmektedir. XVII. yüzyılda
birçok araştırmacılar bunu I.Şah Abbas'ın politikasıyla, özellikle dil politikası ile
ilişkilendiriyorlar. Ancak bilim adamları tarafından I.Şah Abbas'ın siyasi faaliyetinin

birbirine zıt şekilde sunulması da asıl gerçeklere biraz gölge düşürüyor. Bir yandan şahın
farslaştırma politikası aşırı derecede abartılır, diğer yandan ise Azerbaycan Türkçesinin
devlet dili olarak gelişmesi ile ilgili yürüttüğü siyaset de gözden kaçırılmıyor. I.Şah
Abbas'ın farslaştırma politikası daha çok başkentin İran şehirlerinden biri olan İsfahan'a
aktarılması ile, ayrıca ülkenin Farsça konuşan vatandaşlarına özel dikkat gösterilmesi ve
çeşitli devlet görevlerine getirilmesi ile ilişkilendiriliyor. Bize göre, bu, esas neden gibi
dikkate alınabilmez. Çünkü tarih boyunca herhangi bir politika aracı olarak birçok ülkelerde
başkentlerin değiştirilmesini görebiliriz. Örneğin, “başkenti önce Nişapur, Rey, daha
sonralar ise İsfahan olan Selçuk devletini Türk devleti olarak kabul ettiğimiz hâlde, neden
I.Şah Abbas tarafından başkentin İsfahan'a aktarılması ile Safevî devletini Fars devleti
olarak kabul etmeliyiz? Veyahut, Timuri sultanı Şahruh kendi devletinin başkentini Herat`a
aktarmıştı. Hâlâ bundan sonra Timur devleti Türk devleti olmak anlamından çıkarak Afgan
dövleti mi olmuştur? Kesinlikle hayr!” (Gurbanov, 2011: 70-71). Bu, savaş durumunda olan
bir ülke ile ilgili devlet politikası idi. Ama bu da bir

601
gerçektir ki, şah başkenti değiştirmekle birlikte, sayısız Azerbaycanlı ailelerini de, hatta
ünlü şair ve aydınları da aileleri ile birlikte İsfahan'a yerleştirmişti. Örneğin, P.Kerimov`un
yazdığına göre, “Şah Abbas ülkenin başkentini Kazvin`den İsfahan'a aktarırken dönemin
Mesihi, Vahid, Saib, Gövsi, Tesir, Meczub, Şakir, Naseh, Nadir, Vügui, Zahid, Hali, Neşri
ve birçok diğer şairlerinin, aydınlarının da aileleri yeni başkente yerleştirilmişti” (Kerimov,
2011: 24). Böylece, ahalinin etnik seviyesini çoğunlukla Türklerin yararına yönelten,
çevresinde daha çok Türkleri kullanan, yabancı ülkelere gönderilen diplomatların esasını
Azerbaycanlılardan oluşturan, görüşmelerin esasen Azerbaycan Türkçesinde yapılmasının
sağlayıcısı olan (Mahmudov, 2006: 271), Safevi devletine konuk gelen yabancılara verilen
ziyafet sonrası hep Azerbaycan Türkçesinde sofra duası okuyan (“Sofra hakkına, Şahın
devletine, Gaziler kuvvetine Allah déyelim” - Mahmudov, 1980: 89), İsfahan'daki devlet
sarayını Tebriz devlet sarayının resim üslubuna uygun olarak yapan (Azәrbaycan Tarihi,
1994: 564) bir ülke başkanı bu tür gerçek dışı zemini olan farslaştırma politikasının değil,
aksine, tam Türkleştirme politikasının sunucusu gibi tarihin hafizasına kazınmalıdır. XVII.
yüzyılın 30'lu yıllarında şah sarayına yabancı elçilerin geldiği zaman Azerbaycan
Türkçesinde konuşulduğu hakkında Adam Oleari de bilgi vermiştir (Azerbaycan Tarihi,
2015: 143). Yurtdışına gönderilen mektupların bile şah tarafından Azerbaycan Türkçesinde
hazırlanması (Mahmudov, 2006: 273), I. Şah Abbas'ın bir şair gibi de tarihte kalması ve
Azerbaycan Türkçesinde aşırı derecede açık bir dille hem klasik şiir türlerinde (örn.: Dәrdi
olanın hәmişә dәrman bilәsincә, Küfri olanın nә gәzәr iman bilәsincә. Kafәr olanın mәskәni
fin-nar sәqәrdir, Mömin olanın cәnnәti-rizan bilәsincә. Bülbüllәr oxur şamü sәhәr bağ
arasında, Güllәr açılır sünbülü reyhan bilәsincә. Hüsnün kitabı nuri-tәcәlla yazulubdur,
Açdım, oxudum sureyi-Rәhman bilәsincә. Bağdadı alur, bil, o Şah Abbas Hüseyni, Tәvvafә
gәlür ol Şәhi-mәrdan bilәsincә − XVII. Asr Azerbaycan Lirikası, 2008: 118), hem de halk
şiiri türlerinde (örn.: Bayquşlar mәskәni çöldür әzәldәn, Bülbülün dilbәri güldür әzәldәn.
Atalardan qalma yoldur әzәldәn, Bu dünya kimsәyә qalmaz, әfәndim − XVII. Asr
Azerbaycan Lirikası, 2008: 119) şiirler yazması da bunun bariz örneğidir. Masallarımızda
yaygın olarak yansıdığı gibi halkın dertleri ve sorunları ile yakından tanışmak, onların arzu
ve isteklerini öğrenmek amacıyla, ayrıca halkın neden memnun kalıb neden memnun
kalmamalarının sebeplerini belirlemek için şahın sürekli farklı kiyafede kitle arasında
dolaşması da fikrimize geçerli kanıttır. “Efendi” şiiri XVII. yüzyılda I. Şah Abbas
tarafından koşma türünde yazılmıştır. Aynı türde “Efendi” redifli başka bir şiir ise XVIII.
yüzyılda Molla Penah Vagif tarafından yazılmıştır: «Bilmәm nә nәhs gündә çıxdım bu dağa,
Bir lalә üzündәn düşdüm irağa. Yana-yana qaldım belә fәrağa, Bәrbad olsun ol zamanlar,
әfәndi» (Vagif, 1988: 30). Bunlardan birincisi halkileşmenin yeniden düzenlenmesi
aşamasının, diğeri ise halkileşmenin zirve noktası olan bir yüzyılın – XVIII. yüzyılın dil
malzemesidir. Demek ki, biri halkileşmenin başlangıç aşaması, diğeri ise halk şiiri türlerinin
artık toplumsallık kazandığı aşamanı temsil etmektedir. Ama buna rağmen, dil, üslup
özellikleri, halk şiirinin sabitleşmiş durumu, bedii değer seviyesi, dilin halki tezahür
manzarası her ikisinde eşleşmektedir. Bu, onu göstermektedir ki, XVII. yüzyıl halk şiiri
türlerinin, en esası Azerbaycan Türkçesinin hâkimliğinin temsil olunduğu bir tarihî aşama
idi. Bu konuya ilişkin olgu olarak onu da vurgulamak gerekir ki, “Safevi devletinde ... şah
ailesi üyeleri başta olmak üzere emirlerin ve sipahsalarların büyük çoğunluğu soy köküne
göre Türkler veya türkleşmiş kulamlar idiler. Devlet kendisi de, tabii, “onların” idi. Ve
sarayda, orduda, devletler arası yazışmada XVII. yüzyılda da Türkçe kendi mevkiyini
korumaktaydı” (Azәrbaycan tarihi, 1996: 402). Tüm bunlar ise onu doğruluyor ki, XVII.
yüzyılda Azerbaycan Türkçesine eş anlamlı kelime gibi kullanılan “Kızılbaş dili”nin
(Kerimov, 2013: 5) devlet dili gibi saraydaki etkinliği bu tarihî aşamada da devam ediyordu.

602
Hakikaten XVII. yüzyılda “Türk dili (Azerbaycan Türkçesi - G.A.) Safevi sarayının resmî
dili idi” (Hasanaliyev, 2007: 267). Bu, I. Şah Abbas döneminde de böyleydi, Şah Sefi, II.
Şah Abbas döneminde de böyle olmuştur. Dilimizin sonraki tarihî gelişme aşamalarında da
manzara aynıydı. Yani bu hükümdarların hâkimiyetleri döneminde “devleti kuran da, onu
koruyan ve yaşatan da Türkler idi” (Bayramlı, 2006: 19). 1685-1694 yılları arasında İran'a
seyahat etmiş Alman bilim adamı Engelbert Kempfer yazıyordu ki, “Türk dili saraydan
başlayarak yüksek rütbeli ve saygın kişilerin evlerine gibi yayılmış ve sonuçta öyle olmuştur
ki, şahın saygısını kazanmak isteyen herkes bu dilde konuşuyor. Şimdi durum o yere
gelmiştir ki, başı gövdesi için değerli olan herkese Türk dilini bilmemek suç sayılır. Türk
dili bütün Doğu dillerinden kolaydır. Türkçenin konuşma tarzındaki vakar ve seslenme
azameti onun sarayda ve saltanat kasrinde tek konuşma dili olmasına yol açmıştır”
(Azerbaycan tarihi üzere kaynaklar, 1989: 185). Safeviler döneminde saray dilinin Türk dili
olması konusunda E.Kempfer`den önce, XVII. yüzyılın 40-60`lı yıllarında hem İran, hem de
Azerbaycan'da bulunmuş Fransız seyyah Jan Batist Tavernye de bilgi vermiştir (Onullahi,
1974: 85). Demek ki, bütün bu olgular ona dayanıyor ki, Azerbaycan Türkçesi bu tarihî
aşamada da yüksek değerlendiriliyordu. Bu yüksekliği XVII. yüzyılın ünlü söz üstadı
Mesihi şiir diliyle şöyle anlatıyordu: Türkin dilin koyar resuli, De, nasıl olur huda kabuli ?!
(Mesihi, 2005: 40). Azerbaycan Türkçesi Kafkasya'da, hatta Doğu'da genel iletişim
aracıydı. Tüm bunlardan başka XVI. yüzyılın sonu ve XVII. yüzyılın başlarından itibaren
dil dâhili yeni yeni süreçler de faaliyete başlar ki, bunlar da Türkçenin devlet dili olarak
aparıcılığına “ferman” verir. Tüm bu sorunların kökünde Safevi devletinin etnik kimliği
meselesi de önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü kurulduğundan parçalanana kadar Türk
devleti olmasına rağmen, Safevi devletinin gayri Türk kökenli bir devlet, somut olarak İran
devleti gibi taktim edilmesi olguları da mevcuttur. Safevilerin Türkçenin mahiyetinin
sürekliliğini ve güçlenmesini kanıtlayan önemli etkenlerden biri önceki tarihî zamanlardan
farklı olarak, sırf bu tarihî dönemde, yani XVII. yüzyılda Farsçanın daha çok Türk dilinin
etkisi altına girmesi, burada Moğollar ve Selçukilerle mukayesede Türk dilinin geniş
coğrafyanı kapsaması ile bağlıdır (Azeroğlu, 1981: 16). Bizim de dayandığımız aynı fikrin
devamı olarak M.Seyidov`un da düşünceleri bu konuda önem taşımaktadır: “XVI-XVII.
yüzyıllarda Azerbaycanlı aydınlar en çok ana dilinde yazardılar. Bu husus hatta hâkimlere
de etkisini gösterirdi. Bazıları, Azerbaycan Türkçesinde yazılmış şiirlerden zevk alıyorlardı.
Eğer böyle olmasaydı sarayda Türkçe yazan yazarlar da yaşamazdı” (Seyidov, 1963: 11).
Bu da araştırmacıların dikkatinden kaçmayan ve özel önem taşıyan bir konudur.

Merhum Türkolog Tofik Hacıyev`in bölgüsünde XVII-XVIII. yüzyıllar Azerbaycan edebî


dilinin yazı döneminin son - XVII-XXI yüzyıllar aşamasının ilk yarım aşaması gibi
gösterilir. Biz bu gerçeği kabul ediyoruz. Ama araştırmamızın sonucu olarak, XVII yüzyılın
bir bağımsızlık sergilediğini de söylemeğe borçluyuz. XVI. ve XVIII. asırlar yanında yer
alan XVII. yüzyılın ara mevki tuttuğu da gözden kaçmıyor. Bu ise bir daha kanıtlıyor ki,
siyasette de, ekonomide de ... bir geçit aşaması olduğu gibi, dilde de geçit aşaması
mevcuttur. Şöyle ki, sırf XVII. yüzyıl dilimizin bu tarihî gelişme aşamasında XVI`dan
XVIII`ye geçit aşaması fonksiyonlarının yerine getirilmesine taahhüt eder. Demek ki, XVII.
yüzyıl bir geçit aşaması dönemidir. Bu ise onu gösterir ki, XVII. yüzyıl Azerbaycan edebî
dili gelenekçilikle yenilikçiliğin vahdeti kapsamında gelişiyor. Yani kendisinden önceki
yüzyıldan tam olarak ayrılmır, kendisinden sonrakine aktarılacak yenileşmeni ise içinde
hazırlıyor. Böylece, bir yandan XVI. yüzyıldan gelen klasik dil gelenekleri XVII. yüzyılda
izini sürdürüyorsa, diğer yandan dil dâhili yenileşmeler baş kaldırıyor ve bunlar süreç
halinde bütünleşerek “gelişmeğe devam” - diyor. Eğer böyle demek mümkünse, eski ile
yeni arasında, yani gelenek ile modernlik arasnda bağlılık işlevini halk dili üstlenir.
Yalnızca halk dili sayesinde yeninin içerisinde gelenek de bir

603
pay sahibine dönüşür. Somut olarak diferansiyasyon, sabitleşme, demokratikleşme,
halkileşmenin tekrar düzenlenmesi gibi yeni süreçler millî dilin yeni aşamasını gerçeğe
dönüştürüyor. Kısacası, XVII. yüzyıl dil dâhilinde giden yenilenme süreçlerini kendinde
topluyor ve Hamit Araslı`nın yazdığı gibi, “... XVII. yüzyılda Azerbaycan edebî dili
canlı halk dilinin hesabına zenginleşir, yabancı etkilerden nispeten uzaklaşıyor” (Araslı,
1956: 98). Tüm bunlar XVIII. yüzyıla hazırlık aşaması gibi dikkat çekiyor. Bu tarihî
aşamadan itibaren Azerbaycan'da Farsçanın ve onunla çift kanat gibi adım atan
Arapçanın kültü kırılır ve bu diller artık durgunluk dönemine geçiyor. Bu ise doğrudan
Fars ve Arap dillerinin kendi peşinden götürdüğü aruz vezninin, aruz vezninin ise kendi
peşinden götürdüğü klasik şiir türlerinin, klasik şiir türleri ise kendi peşinden götürdüğü
Arapça ve Farsça kelimelerin (özellikle de anlaşılmayan, yani genel kullanılmayan Arap
ve Fars sözlerinin) kullanma kapsamının daralmasına yol açıyor. Sonuçta bu dil dâhili
yönelme kitle şeklinde klasik kitap dilini sukuta götürüyor. Böylece, dilde giden bu yeni
gelişmelerin sonucu olarak önce Azerbaycan Türkçesinin Farsça ve Arapça ile dengesi
beraberleşiyor ve sadece bu denge sonrası Azerbaycan Türkçesi hâkim duruma geçiyor.
Çünkü Azerbaycan Türkçesinin öncülüğü, tabii ki, hece vezninin, hece vezni ile bağlı
olan halk şiiri türlerinin temelini oluşturan Türkçe kökenli dil birimlerinin ve türkleşmiş
Arapça-Farsça kelimelerin, daha somut ifade edersek, genel kullanıllan yabancı
sözcüklerin öncülüğünü temin etmiş oluyor. Bu, tarih boyunca dilimizin söz varlığında
sabitleşmiş Arapça ve Farsça kökenli kelimeler idi. Bunlar “Dede Korkut Kitabı”ndan
bu tarafa XVII. yy da dâhil olmak üzere, Türkçemizin bütün tarihî dönemlerinde geniş
kullanım hızı kazanmış ve bugün de dilimizin söz varlığında yer alan yabancı sözcükler
idi. Nihayet tüm bu yönelmelerin sonucu olarak folklor-konuşma dili öncülük kazanır.
XVIII. yüzyıla doğru yaklaştıkça bu aparıcılık seviyesi de yükselen hat üzere gelişmesini
sürdürür ve XVIII. yüzyılda artık zirve noktasını kazanmış olur. Hatta aruz ölçüsünde bile
demokratikleşme süreci gidiyor. Demokratikleşme sadece halk şiiri türler ile değil, çeşitli
dil seviyelerinde canlı konuşma dili unsurlarının aruz ölçüsüne girişi ile de belirlenir.
Böylece, dilde giden diferansiyasyon, sabitleşme, demokratikleşme, halkileşmenin yeniden
düzenlenmesi gibi süreçler XVII. yüzyıl Azerbaycan edebî diline özgü kurallar
kazandırıyor. Her dönemin normu ise o dönemde oluşan edebî-bedii örneklerin dili
temelinde belirlenmiş olur. Bir daha hatırlatalım ki, “XVII. yüzyılda Fars dilli edebiyat
derin durgunluk süreci geçirmekte idi. XVI. yüzyıla kadarki dönemde Fars dilli edebiyatın
merkezi İran - Azerbaycan toprağı olmuştur. Fakat XVI. yüzyılın başlarından itibaren bu
edebiyat sukut aşamasına girdi, Türk dilli edebiyatın yükselişi süreci başladı” (Hasanaliyev,
2007: 272). Tabii ki, böyle bir gelişme yönü ona vesile olur ki, XVII. yüzyılda da büyük bir
söz ordusu meydana gelir. P.Kerimov`un fikrine dayanarak diyebiliriz ki, bu ordu “dünyayı
tutmak isteği” ile (Kerimov, 2006: 44) Türkçe, ana dilinde gelecek nesillere yadigar kalacak
edebî-sanatsal örnekler oluşturur. “XVII. yüzyıl Azerbaycan edebiyatının bağımsız, orijinal
yönde gelişmesi”ni (Seferli, 1988: 10) sağlayan bu söz ordusunun Azerbaycan Türkçesinde
yazan sahipleri Fedai, Muhammed Amani, Mesihi, Gövsi Tebrizi, Saib Tebrizi, Rahmeti
Paşa, Şah Abbas Kebir (I. Şah Abbas), Zafer, Terzi Afşar, Sadık bey Afşar, Vahid Kazvini,
Şah Abbas Sani (II. Şah Abbas), Müsahib Gencevi, Mövci, Meczub, Mirza Salih Tebrizi,
Melik bey Avcı, Vaiz Kazvini, Sefi, Murtezakulu Sultan Şamlu, Tesir gibi klasik şiir
üstatları, Aşık Abbas Tufarganlı, Sarı Aşık, Azizi gibi halk şiiri türlerinde yazan edebiyat
fedaileri idi. Uzun süredir ki, bu yazarların çoğunun yalnız Fuzuli edebî mektebini
sürdürenler olup Fuzuli çerçevesinden çıkabilmemeleri hakkında fikirler söylenir ve bunu
kanıtlıyacak yeterli dil olguları da gösterilir. Fuzuli'nin “Leyla ve Mecnun”u ile Mesihi'nin
“Verga ve Gülşa” eserinin karşılaştırmalı analizi de birbiriyle örtüşen, paralellik oluşturan
bu tür dil olgularını doğruluyor. Hatta ayrı ayrı şairlerin şiirlerinde Fuzuli`den gelen hazır
ifade,

604
fikir, teşbih, istiare, mübalağa ... tekrarlarını bile görebiliyoruz. Ama genel olarak bu
şairlerin hepsi tam olarak Fuzuli`ni taklit etmemiş, sadece onu kendilerinin üstadı, hocası
olarak kabul etmişler ve ondan yaratıcı şekilde öğrenmişlerdir. Mesnevi, gazel, kaside, kıta,
mühammes, müseddes, mürebbe, terkibbend, tercibend, tekbeyt, rubai, sakiname ...
gibi çeşitli klasik şiir türlerinde yazan bu ünlü yazarların eserlerine nüfuz eden ve yaşamını
sürdüren bu gelenek sırf Fuzuli ve Ali Şir Nevai etkisidir. Doğrudur, “klasik üslupta yazan
şairlerin eserlerinde Füzuli etkisi daha belirgindir. Fakat Fuzuli`den öğrenmek yaratıcı
karakter taşıyordu” (Tebrizi, 2005: 509). Klasik üslupta yazan bu söz sahiplerinin bir kısmı
halk şiiri janrlarına da başvurarak edebî faaliyetlerinde ikili yazma özelliklerine revaç
vermişlerdir. XVII. yüzyılda halk şiiri türlerinde yazan Azizi, Sarı Aşık, Aşık Abbas
Tufarganlı gibi şairler yazdıkları bu edebî-bedii dil örnekleri ile XVII. yüzyıl şiirinin
gelişimine doğrudan etkide bulunmuş ve klasik şairlerin ikili şiir türünde mücadelesi ile
yanaşı olarak aruz vezninde kesinlik bulan klasik edebiyatımızın dilinin demokratikleşmeğe
doğru yönelmesinde kendi güçlerini esirgememişler. Sonuçta ise bu büyük yazarlar edebî-
bedii dile genel anlaşma için uygunluk oluşturan halkilik, demokratizm getirmişler. Onlar
XVII. yüzyıl Azebaycan edebî diline “biri varmış, biri yokmuş ...” gibi kalıplaşmış
ifadelerle başlayan masal dilini getirdiler. En ilginci ise odur ki, Amani`nin “Bir qarı kim,
xәrfliği yar imiş, Beş oğulu vә bir lәkü bar imiş...” (Amani, 1983: 298), Fedai`nin “Var idi
Bәsrәdә bir varlı tacir, Ticarәt ustası, kirdarlı tacir. Misirdәn mal alar, Hindә gedәrdi,
Ticarәt mәqsәdilә seyr edәrdi...” (Fedai, 2004: 34) gibi tehkiye dili aruza doğru yol aldı.
XVII. yüzyılın yazarları içerisinde dilinin zorluğu ile anılan Mesihi, görünür, dilin bu
gelişme yönünü görüp “Divan” edebiyatında “Dedüm ki, dәrdә eylә dәva, dedi, ya nәsib.
Dedüm ki, әhdә eylә vәfa, dedi, ya nәsib...” gibi dil sadeliğine dönüş yapmak zorunda kaldı.
(Mesihi, 2012: 61). XVII. yüzyıldaki yazarların kendileri bile bu yenileşmeni itiraf ettiler.
Onlar bu yolun klasik şiir türlerine uygun gelen uddan, neyden halk şiiri türlerine uygun
gelen saza doğru gittiğini ve artık saz döneminin geldiğini kanıtlamalı oldular. Mesihi “ Ta
sınmaya, saxla әldә sazın...”; “Dәrd ilә tәranә düzdi sazә”; “Ta kim qoşalar sәda o sazә...”;
“Bir rәng ilә qıldı müyә ağaz, Od saldı dili-hilalә ol saz” (Mesihi, 1977: 73, 78, 175,184) -
dedi, Gövsi ise “Gәtir, saqi, şәrabi-nab, mütrib, sazını saz et, Çәkib bir nalәvü bülbüllәri
dört yandan avaz et” (Tebrizi, 2005: 42)
söyledi. Bununla da XVII. yüzyıl sanatsal üslubunun öncülleri dilin yeni akınını
belirlediler. Ama birbirlerinden ayrılabilmediler. Böylece, sanki klasik kitap dili ile
folklor-konuşma dili arasında bir karşılıklı bağlantı oluştu. Birinciler geleneksel söz ve
ifadeleri, genel kullanılan Arap ve Fars sözlerini ikincilere ötürdüler, ikinciler canlı
konuşma dilinin ruhunu onlardan esirgemediler. Birincilerden ötürülenler canlı konuşma
dilinin seddini kırmak gücünde olmadı, sadece onların dil zenginliğinin kapsamını
genişleterek şiirsel gücüne güç kattı. İkinciler de gelenekten gelenleri canlı konuşma dili
ile kavuşturarak XVII. yüzyılın dil manzarasını sunmaya muvaffak oldular. Bu bağlantı
içeriğinde ise ikinciler öncülüğü kat etmekte ısrarlı olduklarından o zafer yönünü XVIII.
yüzyıla taşıyarak onun zirve noktasına kalkması uğrunda görevlerini layıkıyla yerine
getirebildiler. T.Hacıyev`in yazdığı gibi, “XVII. yüzyılı bazen dilin durgunluk, bazen
ise sukut dönemi adlandırırlar. Hiç biri değil, söylenen iki dil üslubunun konumlarını
değişmesi dönemidir” (Hacıyev, 2012: .426). Bu, gerçekten de, böyledir. İşte bu yer
değiştirme yönünü kendinde yansıtan sentezin sonucu olarak bu ünlü şahsiyetlerin
yaptıkları ve tarihin hafızasına ötürmüş oldukları tüm bu dil malzemeleri XVII. yüzyıl
Azerbaycan edebî dili normunun belirlenmesinin temelini oluşturur. Yani dilde
gerçekleşen değişimler normda da değişikliğe yol açtı. Çünkü norm hangi dönemde
olursa olsun, bunun hiçbir farkı yoktur, genel olarak tarihî kategoridir. Bu ise o demektir
ki, norm değişkendir. Ama bu değişkenlik, tabii ki, sistemlilik oluşturmuyor. Yani norm
değişkenliği sık sık yaşanan bir süreç değildir. Örneğin, İ.Hasanoğlu döneminden XVII.

605
yüzyıla kadar, yani XIII-XVI. yüzyıllar sürecinde norm sabitliği gösterilir. Bu, dört yüzyıla
denk bir tarihtir. Normun sabitliğini veya değişkenliğini koşullandıran faktörler ise esasen
dil öncülüğü ile ve ölçü, edebî türle, üslupla ilgili meseledir. Eğer hâkim dil kendi
sabitliğini uzun süre koruyabilirse, demek, o dilin öncülüğüne rağmen normun sabitliği ve
yaşam süresi de uzayacak. XIII-XVI. yüzyıllarda yabancılığa meydan veren Farsçanın (aynı
zamanda onunla çift adım atan Arapçanın) hâkimliği aruz vezninin ve klasik şiir türlerinin
öncülüğünü sağladığından kendinde Farsça ve Arapçanın kurallarını (normatifliğini)
yansıtan dil normu da sabitliğini muhafaza ederek sürekliliğini koruyabilmiştir. Azerbaycan
Türkçesinin sonraki gelişme aşamalarında, somut olarak XVII. yüzyılın başından itibaren,
yabancı diller kullanım kapsamını giderek daraltır. Sonuçta dilimizin tedricen devlet dili
gibi nüfuz kazanması uygun olarak hece veznininin ve halk şiiri türlerinin koruyuculuk
teminatını gerçeğe dönüştürmeyi başarıyor. Böylece, uzun süre faaliyet gösteren klasik
norm, eğer böyle demek mümkünse, “yabancı bazlı norm” XVII. yüzyıldan itibaren yerini
Azerbaycan Türkçesinin, hece vezninin, halk şiiri türleri normatifliğini içeren “ulusal
norm”a veriyor. Tüm durumlarda XVII. yüzyıl edebî dil normu edebî dilin sözlü ve yazılı
kolları arasında yaklaşımı sağlayarak aralarında uçurum oluşmasını engelliyor. Böylece,
normlaşdırmadaki bu yeni gelişme haddi XVII. yüzyıl Azerbaycan edebî dilini canlı
konuşma diline doğru yönlendiriyor ki, bu süreç XVIII. yüzyılın sonlarında sona eriyor.
XVII. yüzyılda edebî dilin bu yönde gelişimi ve XVIII. yüzyılda zirve noktasına ulaşması
ise daha çok halk şiiri türleri kapsamının genişlenmesi sayesinde gerçekleşir. Demek ki,
dilde giden bu gelişme çizgisi folklor-konuşma diline dayanır. Sonuçta başlangıcını XVII.
yüzyıldan alan diferansiyasyon, sabitleşme, demokratikleşme, millîleşme gibi dil dâhili yeni
süreçler XVIII. yüzyılda kendisinin zirve noktasını kazanmış oluyor. Gerçek durumdur ki,
tüm tarihî dönem ve aşamalarda makro ve mikro sistemleri içeren ve çift taraflılık
sergileyen norm XVII. yüzyıl Azerbaycan edebî dilindeki yenileşmenin tezahür biçimi gibi
ilk olarak faaliyete başlıyor. Bu ise hakkında konuşulan zamanın dil manzarasını tüm
çıplaklığı ile sunuyor. Her bir tarihî aşamadaki dil ortamının araştırılması ve bilimsel
esaslarla tanıtımının ise çok büyük önemi var. Ulu önder Haydar Aliyev çok doğru olarak
söylemiştir ki, “Azerbaycan dili bizi geçmişte de, şimdi de, gelecekte de birleştirecek”
(Seferli, 1992: 39). Bu birleşmenin teminatçısı ise geçmişi ile, bu günü ile birlikte dilimizin
daimi varlığını muhafaza eden, gelecek nesillere aktarımının işlev ve görevlerini layıkıyla
yerine getiren edebî-bedii dil materiyalleridir ki, yalızca onlara dayanmak sayesinde
herhangi bir tarihî aşama kendisinin gerçek manzarasını sunuyor.

Kaynaklar
ARASLI, Hamit (1956) XVII-XVIII. Asr Azerbaycan Edebiyatı Tarihi,
Azerbaycan Üniversitesi Neşriyatı, Bakü.
AZERBAYCAN Tarihi. En Kadim Zamanlardan XX. Asradek (1994), “Azerneşr”,
Bakü.
AZERBAYCAN Tarihi. En Kadim Zamanlardan XX. Asrın İlk Onilliklerinedek (2015),
III. Baskı, Bakü Üniversitesi Neşriyatı, Bakü.
AZERBAYCAN Tarihi. Uzak Geçmişten 1870`li Yıllara Kadar (1996), Azerbaycan
Neşriyatı, Bakü.
AZERBAYCAN Tarihi Üzere Kaynaklar (1989), Azerbaycan Üniversitesi Neşriyatı,
Bakü.
AZEROĞLU, Balaş (1981) Saib Tebrizi`nin Sanat Dünyası, “Yazıcı”, Bakü.
BAYRAMLI, Zabil (2006) Azerbaycan Safevi Devletinin Kuruluşu ve İdare Sistemi,
ADPÜ Neşriyatı, Bakü.
DEMİRÇİZADE, Abdülezel (1979) Azerbaycan Edebi Dilinin Tarihi, I. hisse,
“Maarif”, Bakü.

606
AMANİ (1983) Eserleri. (Tertipçi: E.Seferlidir), “Yazıcı”, Bakü.
FEDAİ (2004) Bahtiyarname, (Tertipçi: G.Memmedlidir), “Şerg-Gerb”, Bakü.
HACIYEV, Tofik (2012) Azerbaycan Edebi Dilinin Tarihi, I. hisse, “İlim”, Bakü.
HASANALİYEV, Zeynal (2007) XVII. Asrda Safevi Devletinin Beynelhalk Alakaleri,
“Nurlar”, Bakü.
KERİMOV, Paşa (2006) Alican Gövsi “Divan”ının Tekstolojik Tatkiki, II ciltte, I.c.,
“Nurlan”, Bakü.
KERİMOV, Paşa (2011) XVII. Asr Anadilli Azerbaycan Lirikası, “Nurlan”, Bakü.
KERİMOV, Paşa (2013) Sadık Bey Sadıkın Türkdilli Yaratıcılığı, “İlm ve Tahsil”,
Bakü.
GURBANOV, Cesur (2011) Safevi Hükümdarı I. Şah Abbas (1587-1629), “Zerdabi
LTD”, Bakü.
MAHMUDOV, Yakub (2006) Azerbaycan Diplomatyası, “Tahsil”, Bakü
MAHMUDOV, Yakub (1980) Odlar Yurduna Seyahat, “Gençlik”, Bakü.
MESİHİ (2012) Divan. Elyazması ile birlikte (Tertipçi: E.Seferli), “İlim”,
Bakü. MESİHİ (1977) Verga ve Gülşa (Tertipçi: E.Seferli), “Azerneşr”, Bakü.
MESİHİ (2005) Verga ve Gülşa (Tertipçi: E.Seferli), “Şerq-Gerb”, Bakü.
XVII. Asr Azerbaycan Lirikası (2008) (Tertipçiler: P.Kerimov ve M.Hüseyindir),
“Nurlan”, Bakü.
ONULLAHİ, Seyidağa; AKŞİN, Hasanov (1974) “Safevi Hükümdarlarının Daha
İki Namelum Mektubu Hakkında (Azerbaycan Dilinde Devletler Arası Yazışma
Tarihinden)”, İlmi Eserler, Tarih ve Felsefe İlimleri Serisi, № 4, s. 84-93
SEYİDOV, Mirali (1963) Gövsi Tebrizi, Azerbaycan SSR EA neşri, Bakü.
SEFERLİ, Elyar (1992) Mesihi, “Gençlik”, Bakü.
SEFERLİ, Elyar; YUSUFLU, Halil (1998) Kadim ve Orta Asrlar
Azerbaycan Edebiyatı, “Ozan”, Bakü.
TEBRİZİ, Gövsi (2005) Divan (Tertipçi: P.Kerimovdur), “Nurlan”, Bakü.
VAGİF, Molla Penah (1988) Eserleri (Tertipçi: A.Dadaşzadedir), “Yazıcı”, Bakü.

TÜRK LEHÇELERİNDE SORU ZAMİRLERİ VE ONLARIN


LENGÜİSTİK ÖZELLİKLERİ
1
Dr. Zemfira ŞAHBAZOVA
Özet
Türk halkları her nerede yaşarsa yaşasın dili, kökeni, kültürü ve bakış açısı ile
birbirlerine bağlıdır. Bu halkların dilinin söz varlığındaki yakınlığı ve özdeşliği kendini
en çok zamir ve fiillerde göstermektedir. Dildeki söz varlığının kapasitesi, gelişimi
halkların millî kültürü ile bağlılığının temelini teşkil eder. Dolayısıyla zamirlerin
incelenmesi Türk halklarına ait kelimelerin aynı kökten olduğuna esas kanıtlardan
biridir. Dilin en eski tarihlerine dayanan zamirlerin leksik, morfolojik ve sözdizimsel
özelliklerinin benzer taraflarının öğrenilmesi tarihî olarak bu dilin köklerinin aynı
olduğunun yadsınamaz olgusudur. Zamirlerin anlam türleri, hemen hemen tüm Türk
lehçelerinde aynıdır. Bu anlam türlerinden biri de soru zamirleridir.
Soru zamirlerini anlam özelliklerine göre iki tür sınıflandırabiliriz: 1) substantif

Azerbaycan, Bakü, Bakü Devlet Üniversitesi, Azerbaycan Dilciliği Bölümü. E-mail: prof.shahbazova@mail.ru

607
(isimleşme) nitelikte olan soru zamirleri; 2) atributif (tamlayıcı) nitelikte olan soru
zamirleri. Tüm Türk lehçelerinde substantif nitelikte olan soru zamirlerine hâl, çoğul ve

iyelik ekleri eklenebilir. Atributif nitelikte olan soru zamirleri yalnızca


isimleştikten sonra
bu özellikleri kabul edebilir. Tüm soru zamirlerine bireysel olarak yaklaşmak gerekir.
Kelime içeriğine göre soru zamirlerini iki gruba ayırabiliriz:
Türk lehçelerinin hepsinde aynı veya küçük fonetik değişikliklerle kullanılan
soru zamirleri: kim? ne? ni? ne? xaçan? haçan? qaçan? kimalar? hansı? haysı?
kaysı? hangi? hara? nere? vb.
Türk lehçelerinin sadece bazılarında kulllanılan soru zamirleri: kaç? kaçıncı?
naşey? nesoy? ne hili? nenen? netejüli? qancaru? xancaru? hancarı? neme? nembe?
kan? kay? nerse? kandıy? xannık? kanday? vs.
Kim soru zamiri Türk lehçelerinin çoğunda kullanılır ve insan kavramı bildirmektedir.
Bir grup dilciler kim sözünün “ka” soru bildiren kelimeden ve m<ma ekinin
birleşmesinden, diğerleri ise ke (ka) soru bildiren kelimeden ve m unsurundan, yahut
kim kelimesinin küm-üm (kişi) sözü ile ilişkili olduğunu belirtmişlerdir.
Ne soru zamiri insandan başka tüm canlı ve cansız nesnelere ait olup, substantif içerik
taşımakta ve Oğuz grubu Türk lehçelerinde kullanılmaktadır. N. K. Dmitriyev ne
kelimesinin tarihî olarak neme şeklinde olduğunu, N. A. Baskakov neme, nence (nesne)
kelimesinden türediğini, G. İ. Ramstedt ne zamirinin y sesinin n’ye değişmesi ile ortaya
çıktığnı savunmuştur. Ne soru zamirinin türevleri başka Oğuz grubu Türk lehçelerinde
neme, neme, neme, nembe, nime biçiminde kullanılır. Gagauz Türkçesinde naşey //
naşi şekline de rastlanmaktadır.

Neçe soru zamiri atributif (tamlayıcı) içerik taşıyıp, nesnelerin sayısını, miktarını,
işaret ve niteliğini bildiren kelimeleri ifade etmektedir. Oğuz grubu Türk lehçelerinde
çeşitli ses farklılıklarıyla: kaç, kaçıncı, kaçar şekillerinde kullanılıyor.
Zamirlerin konu edildiği bu araştırmada Türk lehçelerinde ortak kullanılan diğer soru
zamirlerinin de etimolojisine değinilecek, sözdizimsel ve üslup özellikleri de
incelenecektir.
Küreselleşen dünyamızda Türk halklarının birliği tüm millî devletler için çok
önemlidir. Ortak Türk dilinin oluşturulması alanında atılan her adım takdire şayandır.
Halkların aynı kökenli olması ve aynı kültüre sahip oluşu kendi izini dile de
yansıtmaktadır. Bu izlerin bulunup uzlaştırılması Ortak Türk Dilinin varlığı için atılan
bir adımdır. Her bir araştırıcı bu izleri ortaya çıkarmak için çalışmalı ve böylece Türk
halklarının birliğine ve Ortak Türk Dili sorununun çözülmesine hizmet etmelidir.
Anahtar kelimeler: Türk lehçeleri, zamirler, soru zamirleri, lengüistik özellikler,
lehçe farklılıkları.

***
Türk halkları her nerede yaşarsa yaşasın dili, kökeni, kültürü ve bakış açısı ile
birbirlerine bağlıdır. Bu halkların dilinin söz varlığındaki yakınlığı ve özdeşliği kendini
en çok zamir ve fiillerde göstermektedir. Dildeki söz varlığının kapasitesi, gelişimi

608
halkların millî kültürü ile bağlılığının temelini teşkil eder. Dolayısıyla zamirlerin
incelenmesi Türk halklarına ait kelimelerin aynı kökten olduğuna esas kanıtlardan
biridir. Dilin en eski tarihlerine dayanan zamirlerin leksik, morfolojik ve sözdizimsel
özelliklerinin benzer taraflarının öğrenilmesi tarihî olarak bu dilin köklerinin aynı
olduğunun yadsınamaz olgusudur. Zamirlerin anlam türleri, hemen hemen tüm Türk
lehçelerinde aynıdır. Bu anlam türlerinden biri de soru zamirleridir.
Soru zamirleri diğerlerinden farklıdır, hepsi kelime türlerinin yerine geçebiliyor,
yerine geçtiği kelimenin kendisinden sonraki cümlede kullanılmasını gerektiriyor. Bu
zamirler aracılığıyla nesne, onun yeri, belirtisi, kalitesi, kökeni, zamanı soruluyor ve
cevapdaki sözün önceki cümledeki zamirin taşıdığı görevi üstlenmesi gerekiyor. Tüm
kelime türlerine verilen soruların hepsi soru zamirine aittir. Türk lehçelerinde kullanılan
soru zamirlerinin çoğu aynıdır, fakat bunlar arasında bazen yapısına ve bazen de fonetik
içeriğine göre farklı işlenen sözlere rastlanılmaktadır.
Soru zamirlerini anlam özelliklerine göre iki tür sınıflandırabiliriz: 1) substantif
(isimleşme) nitelikte olan soru zamirleri; 2) atributif (tamlayıcı) nitelikte olan soru
zamirleri. Tüm Türk lehçelerinde substantif nitelikte olan soru zamirlerine hâl, çoğul
ve iyelik ekleri eklenebilir. Atributif nitelikte olan soru zamirleri yalnızca isimleştikten
sonra bu özellikleri kabul edebilir. Tüm soru zamirlerine bireysel olarak yaklaşmak
gerekir. Kelime içeriğine göre soru zamirlerini iki gruba ayırabiliriz:
Türk lehçelerinin hepsinde aynı veya küçük fonetik değişikliklerle kullanılan
soru zamirleri: kim? ne? ni? ne? xaçan? haçan? qaçan? kimalar? hansı? haysı?
kaysı? hangi? hara? nere? vb.
Türk lehçelerinin sadece bazılarında kulllanılan soru zamirleri: kaç? kaçıncı?
naşey? nesoy? ne hili? nenen? netejüli? qancaru? xancaru? hancarı? neme? nembe?
kan? kay? nerse? kandıy? xannık? kanday? vb.
K.Y.Maytinskaya`nın da söylediği gibi, bu tür sözler nesne hakkında dinleyiciden
her türlü bilgiye cevap almak amacıyla kullanılır (Maytinskaya, 1969: 215-216). Soru
zamirlerinin iç anlamından ve verilen cevabın mahiyetinden asılı olarak, bu tür
zamirleri iki grupta birleştirmek mümkündür:
Substantif (isimleşme) nitelikte olan soru zamirleri: kim? ne? nere? ne? ni?
kimalar? nenen? ke? kem? nesoy? küm?
Atributif (tamlayıcı) nitelikte olan soru zamirleri: hangi? nasıl? nice? kaç?
xancaru? haysı? neçe? kaçıncı?
Soru zamirinin türevleri dikkate alınmazsa, sırf soru zamirleri azdır.
M.İslamov`un yazdığına göre, Azerbaycan Türkçesinin ağızlarında soru zamirlerinin
sayı edebî dilimizle mukayesede daha fazladır ve onların bir kısmı telaffuzce çağdaş
Azerbaycan Türkçesindeki uygun zamirlerden ayrılır (İslamov, 1973: 72).
Dilci âlimlerin soru zamirlerinin yapısına olan ilişkisi tek yönlü değildir. Bazıları
zamirin basit, bazıları birleşik ve türeme kökünün olmasına şüphe ile yaklaşıyor.
Söylenen fikirleri bir araya getirsek, aşağıdaki tablo ile karşılaşırız:
Soru zamirlerinin basit ve birleşikliğini kabul eden yazarlar: M.Hüseyinzade,
Ş.Kasımova, S.Caferov.
Soru zamirlerinin basit ve türev olduklarını kabul eden dilciler: M.Kazımbey,
N.K.Dmitriyev, F.Zeynalov. Yazarlar türev zamir derken soru zamirlerinin edatla işlenen
biçimlerini kabul etmişlerdir. Böyle zamirlere neye göre, kime göre, ne için vb. sözleri

609
örnek gösteren yazarların fikirlerini haklı saymıyoruz, çünkü edatlı sözler yeni
kelime türü oluşturamaz.
Soru zamirlerinin içerisine dâhil edilen sözlerin leksik içeriğine ilişkisi
de farklıdır. N.K.Dmitriyev soru zamirlerini üç grupta birleştirir:
Birinci grupta “kim?” soru zamiri ve ondan türeyen zamirleri gösteriyor: kim
kime? kimde? kimden? vb.
İkinci gruba ise “ne?” soru zamirini ve ondan türeyen diğer soru zamirlerini
dâhil etmiştir. Yazar bu tür, yani sonradan türeyen zamirleri türeme adlandırmıştır.
Bunlara neye göre? neden? (ne için? sebeple? ); neçe (kaç)? ne kadar? vb. ait etmiştir.
Üçüncü gruba ise harada? (nerede?) haradan? (nereden?) haçan? (ne
zaman?) hansı? (hangi?) kelimelerini ait edilmiştir.
Prof. Dr. F.Zeynalov ise böyle sınıflandırma yapmasa da, esas soru zamirini
diğer soru türevlerinden ayırmağın gerektiğini göstermiştir (Zeynalov, 1959: 186-187).
Dilcilikte tartışmalı meselelerden biri de bu kelime türlerinin yapısına
olan ilişkisidir.
Yazarların çoğu soru zamirlerinin yapısına göre basit olduğunu kabul edir,
neden, niçin, ne sebebe ve diğer soru bildiren kelimeleri ise soru zamirinin türemişleri
olarak gösterirler.
Soru zamirlerinin işlendiği cümleden sonra mutlaka öyle cümle kullanılmalıdır
ki, cevapdaki söz sorunun taşıdığı sözdizimsel görevi yerine getirsin, onunla yeterli
olsun. Cümledeki sorunun niteliğine cevap verilmemişden önce sorulanın canlı ve
cansızlığı, yeri, belirtisi hissedilir. Soru zamirleri isimler gibi hal, çoğul ve iyelik ekleri
kabul eder, cümlenin her üyesi olabilir. Fakat bu hükmü tüm soru zamirlerine ait etmek
olmaz. Substantif içeriğe sahip zamirlerde yukarıda gösterdiğimiz gramer süreçleri
birbaşa, atributif içeriğe sahip soru zamirleri ise isimleştikten sonra bu işlemleri
yapabilir, bazı hallerde ise bu isimleşme gerçekleşmir. Bu nedenle de soru zamirine ait
edilen her bir kelimeye özel şekilde yaklaşmak, onların her birinin spesifik yönlerini
dikkate almak gerekir.
İsmin çeşitli halinde işlenen soru zamirlerinin (nasıl, ne zaman, nice? hariç
olmakla) leksik-semantik anlamına halel gelmez, bunlar ancak formca değişiyor.
Formca değişen, yani çeşitli hal, çoğul, şahıs ekleri kabul eden sözleri bağımsız zamir
gibi belirtmek doğru değil. Bu, çekim eki almış her kelimenin yeni bir anlam türüne ait
edilmesi ile sonuçlanabilir.
Belirli çekim eki almış soru zamirleri cümlenin çeşitli üyesi görevinde kullanılır:
Hansını götürsәn öz qismәtindir (B.Vahabzade); 2. Bizim Vani koşturêr; Nica
kulicık kıra. (Gagauz); 3. Bu ömrün kadehı dolu; Kimdir ki içmedәn kaldı, Allah sana
sundum elim. (Türk); 4. Bir niçe humsanın ağzına qarap; Seyidi diyәr, haram boldu bu
Lebap; Bir yana sil kimin akıp gidelin. Seydi (Türkmen).
Azerbaycan Türkçesinde soru zamirlerinin bazıları iyelik ekleri ile kullanılsa da,
bazıları bu eki almıyor. Örneğin: kimim, neyim, kimimiz şekli kullanıldığı hâlde, kaç,
neçe, nasıl, ne zaman, nice, hangi atributif anlamlı zamirler iyelik eki kabul etmezler.
Türk dillerinde tüm soru zamirleri şahıs eklerini kabul ederek cümlede
yüklem ismi görevini yerine getirebiliyor.
1. Bәxtiyar, bildinmi sәn kimsən, nəsən? (Azerbaycan), Kimim ban bu kısa

610
ömürlü dünnedȁ. (Gagauz). Türk lehçelerinin coğunda soru zamirleri isim gibi hal ekleri
ile de kullanılıyor:
Kime gönül verir isem,
Benim ile yar olmadı (Yunis Emre)
A.N.Kononov soru zamirlerinin isimleşerek çoğul eki kabul etmesi hakkında
şöyle yazmıştır: “Substantif (isimleşmiş) şekilde kullanılan soru zamirleri iyelik
ekleri ile uzlaşır ve çoğul şeklini alır: Kaysilarını olami? (Hangilerini alalım?)”.
Kimlar? - Kimlәr? Kimalar? - Nәlәr? Kaysilar? – hansılar (Kononov, 1960: 181-
182). Örn.: Neler yaradırsan, tarih, sen neler? (S.Vurgun); Ah, bu bir kelime yokun
arkasında neler var? (B.Vahabzade).
I. Kim soru zamiri. Kim soru zamiri en çok işlenen ve insana ait olan sözcüktür.
Kim soru zamiri azacık fonetik değişikliklerle ve bazı hallerde ise hiçbir fonetik fark
olmadan çağdaş Türk dillerinin tamamında kullanılır ve sadece insana aittir. Örneğin:
Başkırtçada kem, Kırgızcada kim, kum, Tuvacada kım, Uygurcada kim (çım)
Çuvaşcada kam, Tatarca, Kazakça Nogayca ve Karaçaycada kem. B.Serebrenikov ve
N.Hacıyeva bu soru zamirinin eski Türk dillerinde ve diyalektlerinde “kim” ve “kem”
şeklinde işlenen formlarının mevcut olduğu ihtimalini ileri sürerler. Öyle diller vardır
ki, kim soru zamiri insandan başka, diğer canlılara da uygulanır. Bu soru zamirinin
etimolojisi hakkında çeşitli görüşler vardır.
1.V.Kotviç kim sözünün “ka” soru bildiren kelimeden ve m<ma ekinin
birleşmesinden (Kononov, 1956: 146) oluştuğunu; 2. G. Ramstedt ke (ka) soru bildiren
kelimeden ve m unsurundan yarandığını (Ramstedt, 1957: 26-28); 3. V.Şott, İ.Suyarov,
N.A.Kononov, H.Mirzezade kim kelimesinin küm-üm (kişi) sözü ile ilişkili olduğunu
(Serebrennikov, 1979: 23); 4. R.M.Biryukoviç ise kim soru zamirinin iki kısımdan ibaret
olduğunu göstermektedir. Birinci ki sorunun esası, m ise soru edatıdır. Bunların
birleşmesinden kim sözü oluşur. Bizce, kim soru zamirini Moğolcadaki küm-üm (kişi)
sözü ile bağlayanların fikri gerçeğe daha yakındır. Çünkü bu söz sadece insan kavramı
veren kelimeyle bağlı olur ve yalnızca onun yerine geçebilir.
a) Kim soru zamiri insan veya insan tasavvuru veren nesnenin yerine geçer:
1.Soğuk kanunların taş serhedini, Sanattan savayı kim aşa bilmiş?
(B.Vahabzade). 2. Gelirse gümanım dile, Kim söve lana kim gülә? (Yunis Emre).
Kim soru zamirinin sırf kendine özgü spesifik üslubi, cümlenin iç semantikasından
doğan özellikleri vardır ki, bu da kendini cümle içerisinde daha çok göstermektedir.
Kim soru zamiri yüklemi olumlu fiillerle ifade edilen cümlelerde işlenirken
çoğu zaman hiçkes, hiç kimse anlamına oluşturabiliyor. Kim öz elini keser?
(Abülhasan); Kim deye biler ki, bir yol karıhdın. Kim deyir, getirir hayır gocalık?
(B.Vahabzade).
Kim soru zamiri olumsuz fiillerle kullanılır ve herkes, hamı anlamı yaratıyor.
Mutlu olmayı kim istemez? Kim ışığının gür yanmasını istemez?
Kim soru zamiri tekrar edilerek çift kullanılabilir. A.N.Kononov göstermiş ki,
kim-kim biçiminde işlenen soru zamiri topluluk, çoğulluk bildirir (Kononov, 1960:
183). “Çağdaş Azerbaycan Dili” kitabında da bu zamirden bahsedilir, onun kimler
anlamı taşıdığı gösterilir (Muasır Azerbaycan Dili, 1980: 165). Bize göre, tekrar kim-
kim zamiri çoğulluk ve topluluktan daha çok somutlaştırma, kişiselleştirme, özel
dikkate çarptırma anlamlarını ifade edebilir:

611
Toplantıda kim-kim konuştu? Partiye kim-kim gitti? Bu zaman her kişinin ismi
ayrı ayrı söylenmelidir. Kimler sorusuna ise genel cevap vermek mümkündür.
Kim soru zamiri çoğul eki ile işlenir. Bu zaman genellik ifade ediyor. Kimler
geldi, kimler gitti bu dünyadan, bu dünyadan.
Kim soru zamiri dış değişikliğe uğramadan hayret, şaşkınlık bildirir. Gör bize
kim geldi? Gör kim bu sözü söylüyor?
Kim soru zamirinin yukarıda gösterdiğimiz özellikleri kendini Türk dillerinin
çoğunda göstermektedir. Bu zaman morfolojik, sözdizimsel özellikler daha kabarık
şekilde tezahür etmektedir.
Ne soru zamiri. Bu soru zamiri substantif seciye taşıyor ve Türk dillerinin,
hemen hemen hepsinde kullanılıyor. İnsandan başka bütün canlı ve cansız nesnelere
soru bu zamir vasıtasıyla verilir. Bu zamir kullanım hızına ve dinamikliğine göre tüm
soru zamirlerinden farklıdır. Bu ise onun daha çok üslubi imkanlara sahip olmasına
neden olur. Ne soru zamiri hal, çoğul, iyelik, şahıs elklerini kabul ediyor, fakat tüm
durumlarda aynı işlenme yeteneğine sahip değildir, yani çeşitli görev ve işlevleri
yerine getirir. Bu zaman onun işlekliğindeki dinamiklik kendini daha renkli ifade edir.
Ne soru zamirinin hangi kelimeden türemiş olması, onun etimolojisi hakkında
da farklı görüşler vardır.
N.K.Dmitriyev ne kelimesinin tarihî olarak neme şeklinde olduğunu (Dmitriyev,
1948: 101), N.A.Baskakov neme, nence (nesne) kelimesinden türediğini (Baskakov,
1952: 147), G.İ.Ramstedt ne zamirinin y sesinin n`ye geçmesi ile ortaya çıktığı fikrini
savunmuştur (Ramstedt, 1957: 76-78). Sonraki gelişme aşamasında y ünsüzü n sesine
geçmiştir. Bu fikrin dolayısıyla onayına N.Hacıyeva`nın da eserlerinde
rastlanılmaktadır.
N.Hacıyeva “ne” soru zamirinin kökeninin belirlenmesinin zor olduğunu
göstererek yazmıştır: “Prototürk dilinde hiçbir söz “n” ile başlanabilmezdi. Görünür,
soru zamirleri gibi kelimeler için istisnalar olabilirdi” (Serebrennikov; Haciyeva,
1979: 143).
F.G.İshakov na//ne soru zamirinin dilde işlenen ne-ma <men den türediğini
belirtmiştir. F.G.İshakov “men” kısmının Çuvaşçada ne anlamına geldiğini göstermiştir
(İshakov, 1956: 214). A.N.Kononov ve M.İ.İslamov da F.G.İshakov`un fikrini kabul
etmişler (Kononov, 1956: 182; İslamov, 1973: 46).
Ne soru zamirinin türevleri başka Oğuz grubu Türk lehçelerinde neme, neme, neme,
nembe, nime biçiminde kullanılır. Gagauz Türkçesinde naşey // naşi şekline de
rastlanmaktadır (Türk Dillerinin Mukayeseli Grameri, 1986: 66). Azerbaycan edebî dilinde
olmasa da, ağızlarda “nemene” biçimi daha çok kullanılır. M.İslamov bu konuda şöyle der:
“Azerbaycan Türkçesinin ağızlarında soru zamirinin birleşik, ama ne? anlamını veren
nemene? şekli de vardır”. Azerbaycan Türkçesinin Cebrayıl ağzında “Bu nemenedir”,
“Nemene şeydir” cümleleri halk dilinde sık sık söylenir. M.Kazımbey ne zamirinin Kuzey
Azerbaycanlılar tarafından nemene şeklinde çok işlendiğini bildirmiştir. Nemene diim? - ne
deyim? Ne demeliyim (Kazımbey, 2017: 323.)
F.G.İshakov na//ne soru zamirinin nin`den türediğini belirterek onun birleşmiş
formlara da sahip olduğunu kabul etmiştir. Yazar Kırgızcada bu soru zamirinin emne
biçiminin işlek olduğunu kaydederek aynı zamirin э (<ne) + M (<me) + ne
şeklindeki gelişimini göstermiştir.

612
Ne soru zamiri ne, ni, ne biçiminde Türk dillerinde sorunun esasını teşkil ettiğini
ve birleşik zaman içindeki “ne” unsurunun nesne bildirdiğini biz de ekser türkoloqlar
gibi kabul edebiliriz (Dmitriyev, 1948: 101; Kononov, 1960: 182). Çünkü ne
zamirinde nesne kavramı geniş anlamda kendini göstermektedir. Ne zamiri hem canlı
hem de cansız nesnelerin yerine geçebiliyor
Çağdaş Azerbaycan Türkçesinde “ne” soru zamirinin aşağıdaki özelliklerini
de belirtebiliriz:
Ne soru zamiri insandan başka diğer canlıların yerini alabilir. örn .:
Ne gördüm?
Beşiğinden, beleyinden dünyanın (B.Vahabzade)
Azerbaycan Türkçesinde ne soru zamiri iyelik ekinin tüm şahıslarda hem
tekini, hem de çoğul biçimini alır:
Benim neyim varsa, kaldı dünende (B.Vahabzade); Bense aparıram size
lazım olmayan neyim var (A.Kerim)
Türkiye Türkçesinde ne soru zamiri şahıs eklerini de alabiliyor. Bu zaman
zamir cümlenin yüklemi yerine geçiyor:
Gel gör beni aşk neyledi
Derde giriftar eyledi (Yunis Emre)
Ne soru zamiri hal eki alabilyor ve bu zamirin soru bildiren türevleri oluşur:
Ne soru zamiri çoğul eki ile birlikte kullanılır ve her şey anlamını oluşturur: 1.
Tankların var, topların var; Nelerin var, nelerin var (B.Vahabzade) 2. Gönlü neler
demedi; Nigara, neler, neler (A.Kerim).
Belirtmek gerekir ki, “ne” soru zamiri hem soru, hem de ünlem cümlelerinde
kullanılabiliyor. Ne soru zamirinin dilde önemli görevlerinden biri de onun belli
sözdizimsel makamda geldiğinde çeşitli kelimelere üslubi açıdan eş anlamlı söz gibi
işlenmesidir.
Ne soru zamiri hangi (hansı) soru zamirine eş anlamlı olarak kullanılmaktadır:
Yad dilde mektup yazıp kardeş öz kardeşine,
Bu mektubu okuyan ne kül töksün başına (B.Vahabzade).
Ne soru zamiri bazı durumlarda edat gibi nasıl (nice) kelimesinin
yerine geçebiliyor:
Ne güzeldir, yürek geniş, söz açık.
Yaşamadım bir sevdamı yarımçık (B.Vahabzade).
Ne soru zamiri neden (niye) kelimesine eş anlamlı oluyor. Böyle eş
anlamlılığa dilde az rastlanır.
Gayıt, benim gülüm, gayıt bu yere,
Ey benim isteğim, ne gelmez oldun (A.Kerim).
H.Mirzezade ne zamirinin nece, nasıl, ne tür zamiri ile eş anlamlı olduğunu
belirterek göstermiştir ki, bu içerik günümüze ait edilemez (Mirzezade, 1990: 188).
Ancak çağdaş dilde ne soru zamirinin metin kapsamında nasıl, ne tür, hangi,
neden sözleriyle eş anlamlılığına rastlanır. Bu olay edebî dilde, sanatsal eserlerin
dilinde,

613
ağızlarda da kendini gösteriyor.
Bu zamirin neçe (kaç) sözüne eş anlamlılığına, çok ağızlarda rastlanır. Ne soru
zamiri burada kendi lakonikliği, yani kısa anlam şekli ile seçilir.
Ayrıldığım ne müddetdi,
Bir asrdı, yoksa andı? (A.Kerim).
Ne soru zamiri ait olduğu cümledeki yüklemin anlamına bağlı olarak farklı
özellikler taşıyabilmektedir. Yüklemi olumlu anlamlı fiillerle işlenen ne soru zamiri
cümlede inkar anlamını oluşturur. Böyle cümlelerde fikir dinleyiciye vurgu ve tonlama
gibi özel araçlarla iletiliyor. Örn.: Bakmaktan savayı göze ne kaldı (Aşık Alı); Ömrü
de harcadık bize ne kaldı.
Ne soru zamiri var, yok sözcükleri ile de kullanılır. Bu zaman öncekinden farklı
olarak zıt anlam oluşturabilir. Bu da onlara zıt anlam kazandırabilmesidir. Örn.: Dedim:
“Yok, dağılmaz dünyaya ne var? Gönül dünyamız virane kalar (B.Vahabzade).
Ne soru zamirinin ilginç özelliklerinden biri onun çok işlevliliğidir. Bu zamir belli
sözdizimsel makama geldiğinde bağlaç, edat görevi de yapabiliyor. Fakat buradaki geçiş
tam değildir. Yani zamir geçici olarak gösterdiğimiz fonksiyonları yerine getiriyor.
Sözdizimsel koşullar değiştiğinde ise kendisinin asıl görevine - soru bildirmek
görevine döner. Ne zamirinin çok işlevliliğini, yani sonradan kazanılma özelliklerini
tabloda şöyle gösterebiliriz.
soru zamiri

ne bağlayıcı söz
edat
bağlaç
Biz bununla demek istiyoruz ki, sözdizimsel duruma bağlı olarak farklı görev ve
fonksiyonda işlenen herhangi bir kelimenin morfolojik bazisi değişmiyor. Yani
herhangi bir söz sadece kelime türü grubuna ait olabilir. Sonradan kazanılan ise
durumdaki işlevdir. Bu üslubi, sözdizimsel makamla bağlı olur.
Ne varlığa sevinirim. Ne yokluğa yerinirim (Yunis Emre)
İndi ne sen sensen, ne de ben benim (B.Vahabzade). Kalbim bu sevdadan ne
geçebilir. Ne atır, ne tutur, ne danır beni (B.Vahabzade). Ne sözcüğü edat gibi de
kullanılır: bu zaman o, anlamı daha fazla kuvvetlendirme görevi yapar.
Yaxşı (iyi), gözəl (güzel), əcəb (garip, iyi tuhaf) sözlerinin yerinde işlenerek bu
sözleri hatırlatır. Ama ne deyim, kalbimi boşaltdım. Ne güzel saçların var.
Ne sözü bazen cümleye tamamen ait olarak “elbette” kelimesine gramer eş
anlamlı olur. Bütün işlerin üstesinden geldinmi? Bes ne bilmiştin (elbette).
Ne soru zamiri niye, neden, niçin sözüne gramer eş anlamlı kelime olabilir:
Ben senden ayrılmazdım. Bu ayrılık neden oldu?; Ey benim isteğim ne gelmez
oldun (A.Kerim).
Ne soru zamiri kelime türetmede de yer alarak yeni sözler oluşturur. -çi
yapım ekini kabul etmesi (neçi), bu soru zamirine kişinin kimliğini, mesleğini ve
sanatını bildirmek anlamı verir.

614
Neçe (kaç) soru zamiri atributif (tamlayıcı) içerik taşıyıp, nesnelerin sayısını,
miktarını, işaret ve niteliğini bildiren kelimeleri ifade etmektedir. Bir takım dilciler bu
soru zamirinin ne qanq`dan türediğini belirtiyorlar (Mirzezade, 1990: 188).
B.Serebrennikov çoğu Türk lehçelerinde kullanılan neçe soru zamirinin yaranma
yolunun kan - kelime köküne -ça / -çe ekinin eklenmesi olduğunu göstermiştir. Bu
şekilde Altay, Özbek, Kırgız Türkçelerinde - kança; Kazak, Karakalpak Türkçelerinde
- kanşa, Türkiye Türkçesinde - kaç vb. örnekler getirmiştir (Serebrennikov, 1979:142).
Oğuz grubu Türk lehçelerinde çeşitli ses farklılıklarıyla: kaç, kaçıncı,
kaçar şekillerinde kullanılıyor.
Neçe soru zamiri sayılar gibi numeratif - rakam bildiren sözlerle de kullanılır,
miktar bildirir ve bu miktarı bildiren sözlerin yerine geçer. Örn .: Kucaklaşıp Kürüm
ile. Öptüm onu neçe kere (A.Kerim)
Neçe soru zamiri işlendiği cümlelerin yüklemleri ile anlamsal ilişkiye giriyor:
Yüklemler olumlu ve olumsuz fiillerle ifade edilirse, onay anlamı yaratabiliyor.
IV. Nece (nasıl) zamiri atributif (tamlayıcı) içerik taşımaktadır. Ne tür, ne teher,
hangi kelimeleri ile eş anlamlı sözcüktür. Bunların dilde paralel işlenmesine de
rastlayabiliyoruz. Nece soru zamiri hal ve iyelik ekleri kabul etmiyor: 1. Gör nece
güçlüsün, senin yokluğun. Benim varlığımı aldı elimden (B.Vahabzade); Nece soru
zamiri olumlu fiillerle işlenir ve olumsuzluk anlamı yaratıyor. Örn.: Benim hoşuma
gelmeyende öz şiirim, Başkasının nece hoşuna geler (A.Kerim); Hep aşk eser etti
cana, Nice zarı kalmayayım (Yunis Emre).
Çağdaş Azerbaycan Türkçesinde çok kullanılan hansı, haçan soru zamirlerine diğer
Türk dillerinde de rastlanmaktadır. Bu soru zamirlerinin bir kısmı Türk dillerinin
bazılarında işlendiği takdirde, diğerinde ya hiç kullanılmaz, ya da bu dillerin ağızlarında
mevcuttur. Örneğin, nasıl? sözü çağdaş Türkiye Türkçesinde; nәhili? nәtüjili? nenen?
niçik? zamirleri çağdaş Türkmen Türkçesinde; necoy? kaç gibi zamirler çağdaş Gagauz
Türkçesinde kullanılır (Türk Dillerinin Mukayeseli Grameri, 1986: 48). Bu zamirin
yaranması, onun kökünün ilkinliği, etimolojisi dilcilerin ilgisini çekmiştir ve onlar da yeri
geldikçe bu konuya kendi fikirlerini bildirmişlerdir. Diğer Türk dillerinde bu zamirlerin ilk
ünsüzünün k ile işlenmesi daha çok görülmektedir (kanday, kalay, kane, kanqa, kaçan,
kaysı). Azerbaycan Türkçesinde ise bu soru zamirleri h ünsüzü ile başlar. Fakat
Azerbaycan Türkçesinin tarihî anıtlarında bu soru zamirlerinin q seçeneğine daha çok
rastlanır. Bu konuda H.Mirzezade şöyle yazmıştır: “Hansı zamiri çağdaş imlasına göre
Türk dillerinin bir çoğundan ayrılır” (Mirzezade, 1990: 189). Yazar bu kelimenin hansı
şeklinde sabitleşmesinin XVIII. yüzyıldan başlandığını belirtmiştir. Başka bir yerde
H.Mirzezade haçan sözü ile ilgili q>x>h değişmesi yönünde geliştiğini gösteriyor
(Mirzezade, 1990: 194). Biz ise bu değişimin başka yolla gittiğini kastediyoruz. Eski Türk
kabilelerinin dilinde işlenen dil arkası k ünsüzü sonraki Türk dillerinde q, x, h ünsüzlerine
dönüşmüştür. Mukayese edelim: eski Türkçe - kamuğ, klasik Azerbaycan Türkçesi - qamu,
çağdaş Azerbaycan Türkçesinde – hamı.
Türkologların çoğunluğu bu tür zamirlerin kökünün kan, kay olduğunu
belirtiyor. Onlar gösteriyorlar ki, ka eski soru bildiren zamir karakterli sözcüktür, n + y
ise III şahsın iyelik ekidir.
Bir grup dilciler bu tür zamirlerin kökü gibi ka seçeneğinin daha eski, diğerleri
kan, başkaları kay olması konusunda hemfikirdir.
M.İ.İslamov`un fikrince, ka // ha ve kan // hay söz kökleri tarihen bağımsız
ve paralel kullanılır, bunlardan çeşitli zamir türleri oluşur.

615
Kanaatimizce, “hanı, hangi, haçan, hara, harada” gibi soru zamirlerinin kökünün
eski seçeneği ka olmuştur. Bunun sedalı ünsüz seçeneği qa olmuştur. Azerbaycan
Türkçesinde k>q>h geçişi mümkündür. Klassik yazarların dilinde qaçan, qansı
seçeneğine de rastlanır. Ka soru bildiren esasa yer, zaman, miktar bildiren kelimeler
eklenmiştir. Dilin gelişim aşamasında eklenmiş söz önceki ile birleşmiş ve bir kelime
şeklinde oluşmuştur. Zaman bildiren qac, yer bildiren qaru ve nispet eki eklemekle
uygun olarak haçan, hara, hanı, hansı kelimeleri oluşur.
V. Hansı (hangi) zamiri atributif özelliğe sahiptir. Nece (nasıl) soru zamiri ile
eş anlamlıdır.
VI. Hara (nere) zamirinin içeriğinde bulunma hali bildiren eski -ra eki olduğu
kabul edilir. Başka Türk dillerinde -kayda, xayda fonetik seçeneklerinde işleniyor -
yer bildiren sözlerin yerinde gelir. Hal eklerini kabul ederek cümlenin çeşitli üyesi
olabiliyor. Sen hardan bilesen gözün lezzeti, Kalbin ağrısına dönür bu yaşta.
(B.Vahabzade) Bu zamirin de kökünde ka - sözünün olduğu dilbilimciler tarafından
kabul edilir. Sonraki kısım ise -ra hal ekidir.
VII. Hanı (nerede) - soru zamiri substantif özellik taşımaktadır. Şahıs ve nesne
bildiren sözlerin yerine geçebiliyor: Hanı o kaygısız ferehli günler? Dünen gülen
dudak, bugün lal olmuş? (B.Vahabzade)
VIII. Haçan (ne zaman) - soru zamiri zaman bildiren sözlerin yerine kullanılır.
Bu zamir Azerbaycan Türkçesinde nә vaxt; nә zaman; Türkiye Türkçesinde ne vakit,
ne zaman; Türkmen Türkçesinde ne vakt; Özbek Türkçesinde kay vakt kelimelerinin
eşanlamı olarak kullanılıyor.
Küreselleşen dünyamızda Türk halklarının birliği tüm millî devletler için çok
önemlidir. Ortak Türk dilinin oluşturulması alanında atılan her adım takdire şayandır.
Halkların aynı kökenli olması ve aynı kültüre sahip oluşu kendi izini dile de
yansıtmaktadır. Bu izlerin bulunup uzlaştırılması Ortak Türk Dilinin varlığı için atılan bir
adımdır. Her bir araştırıcı bu izleri ortaya çıkarmak için çalışmalı ve böylece Türk
halklarının birliğine ve Ortak Türk Dili sorununun çözülmesine hizmet etmelidir.

Kaynaklar
BASKAKOV, Nikolay, Aleksandroviç (1952) O Sootnoşenii Znaçeniy Liçnıh i
Ukazatelnıh Mestoimeniy v Tyurskih Yazıkah. Dokladı i Soobşeniya İnstituta
Yazıkoznaniya, “İzd-vo, AN SSR”, Moskva,
BİRYUKOVİÇ, Rima Mahmudovna (1981) Morfologii Çulımsko-Tyurskogo Yazıka,
İzd-vo Saratovskogo Un-ta, ç.2.
GANİYEV, Sultan-Medjid (1922) Grammatika Tyruskogo Yazıka Kavkazskogo-
Azerbaydjanskogo Nareçiya, Çast 2, iz.6, Baku.
DMİTRİYEV, Nikolay Konstantinoviç (1948) Grammatika Başkirskogo Yazıka, M-L.
DMİTRİYEV, Nikolay Konstantinoviç (1962) Stroy Tyurskih Yazıkov Vostoçnaya
Literatura. İzd., Moskva.
ZEYNALOV, Farhad (1959) Prinçipı Klassifikaçii İmennıh Çastey Reçi, AGU, Baku.
İSHAKOV, Fazıl Garinoviç (1956) Mestoimeniya, İssledovaniya po Sravnitelnoy
Grammatike Tyurskih Yazıkov, Ç.II, Moskva.
KONONOV, Andrey Nikolayeviç (1956) Grammatika Sovremennogo Tureçkogo
Literaturnogo Yazıka, Taşkent.
Andrey Nikolayeviç (1960) Grammatika Sovremennogo Uzbekskogo
Literaturnogo Yazıka, “AN SSR”, M-L.

616
MAYTİNSKAYA, Klara Yevçenyevka (1969) Mestoimeniya v Yazıkah Raznıh Sistem,
İzd-vo “Nauka”, Moskva.
PADUÇEVA Yelena Arkadyevna (1985) Vıskazıvaniye i Ego Sootnesennost s
Deystvitelnostyu, Moskva.
PETROV, Oleg Volentinoviç (1989) Mestoimeniya v Sistema Funkçionalno-
Semantiçeskih Klassov Slov, Voronej.
RAMSTEDT, Gustav Yon (1957) Vvedeniye v Altayskoye Yazıkoznaniye. Morfologii,
Moskva.
SEREBRENNİKOV, B.A., GADJİYEVA N.Z. (1979) Sravnitelno-İstoriçeskaya
Grammatika Tyurskih Yazıkov, Maarif, Baku.
İSLAMOV, Musa (1973) “Azerbaycan Dili Diyalekt ve Şivelerinde Sual Evezlikleri”.
Azerb. SSR EA`nın Haberleri, “Edebiyat, Dil ve İncesenet serisi”, №1, s. 1-14
KAZIMBEY, Mirze (2017) Türk-Tatar Dilinin Umumi Grameri (Yayına hazırlayan:
İdris Abbasov), Bakü.
Muasır Azerbaycan Dili. Morfoloji (1980), II. cilt, “İlim” neşriyatı, Bakü.
MİRZEZADE, Hadi (1990) Azerbaycan Dilinin Tarihi Grameri, Maarif, Bakü.
Türk Dillerinin Mukayeseli Grameri. Morfoloji. (1986) II. cilt, “İlim” neşriyatı, Bakü.

SALAH BİRSEL SÖZLÜĞÜNE KATKILAR


1
Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN
Özet
Salah Birsel, Türk edebiyatının deneme türünde eserler kaleme almış bir ustasıdır. Boğaziçi
Şıngır Mıngır adlı eseri, Salâh Bey Tarihi’nin üçüncü kitabıdır. Yazarın deyimiyle bu kitap,
Boğaziçi’nin insan haritasını verir. Yine yazara göre bu kitaba Boğaziçi’nin Gizli Tarihi de
dense yeridir. Birsel, bu eserinde de diğer çalışmalarında olduğu gibi kalemini yergiye
yaklaştırmıştır. Boğaziçi’nin insan tarihini anlatırken sıradan bir üslupla değil de kendine
has ifadelerle olaylar ve insanlar tasvir edilmiştir. Fotoğraf çektirmek Birsel’e göre, yüzünü
kâğıda geçirtmektir. Kafanın tası atarsa yazara göre aklın da tası atar. Konuşmanın adı
söz kaldırmaktır. Doğmak, dünyaya giriş yapmaktır. Dikkatle araştırmanın adı, dokuz
kapının ipini çekmektir. Kuş sütünün eksik olduğu yemek sofralarında oturan misafirler
adeta cennetle dembeste olmuşlardır. Padişahın konuşması höngürdemek fiiliyle
ifadelenir. Kalkmak, bağdaşı bozmak olarak bildirilir. Mutlu olmanın adı, içi ışıldamaktır.
Memuriyetten men edilmek, kalafata çekilmektir. İhbar edilmek, jurnale yatırmaktır.
Yapılan bir yanlışlığın hesabını sormak için vidalarını gevşetmek birleşik yapısı
kullanılmıştır. Gönül yarmak yapısı, gönle işlemek, etkilemek manasında kullanılmıştır.
Marullanmak fiili gururlanmak anlamını taşır. Sokakların yüzü İstanbullulara keser mi?
Keser. Bir görüşe göre yalan olan bu Dünya, yazara göre alacalı bulacalıdır. Çok şatafatlı
bir ağırlama için turna kaldırmak, dudu kondurmak şeklinde bir zıtlıktan yararlanmıştır
yazar. Çok hoş, gösterişli kirazların insanı yedikten sonra hoşforoş ettiği Salah Birsel’den
öğrenilir. Hanende ve sazendeler, şarkı söyler, müzik aleti çalar onların

Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, Türk Dili ve 1
Edebiyatı Anabilim Dalı, ali.bozkaplan@deu.edu.tr

617
icraatı da şırlatmak fiilinde hayat bulur. Padişah gülünce tebaası da güler. Peki bunu
nasıl ifade etmek gerek? : yüzünde mızıka çalmak.
Anahtar Kelimeler: Salah Birsel, hiciv, deneme

CONTRIBUTION TO SALAH BIRSEL'S DICTIONARY


Abstract
Boğaziçi Şıngır Mıngır is the third book of the History of Salah Bey. As the author says,
this book gives the human map of the Bosphorus. Again according to the writer, this
book is the place of the Bosphorus, also known as the Hidden History. In this work,
Birsel has moved his pencil to the satire as he did in his other works. While describing
the human history of the Bosphorus, events and people have been portrayed in their own
way, not in an ordinary style.
According to Birsel, to take a photo is to put the face on the paper. Again according to
Birsel, kafanın tası atmak means aklın tası atmak. The name of the conversation is söz
kaldırmak. To be born is to enter the world. The name of the investigation is dokuz kapının
ipini çekmek. The guests sitting at a wonderful dinner table were almost cennetle dembeste
olmuş. Speaking of the sultan is höngürdemek. To stand up is reported as bağdaşı bozmak.
The name of being happy is içi ışıldamak. To be hired from civil service is kalafata
çekilmek. To be notified is to jurnale yatırmak.. Gonul yarmak is used to manipulate the
heart and affect it. Marullanmak means to be proud. According to one opinion, this world
which is a lie is alacalı bulacalı according to the author. For a very gifted entertainment, he
writes that turna kaldırmak, dudu kondurmak. It is learned from Salah Birsel that very nice,
hoşforoş cherries are good for people after eating. Hanende and sazendes, singers,
musicians play the instrument in their actions to liven up the act and the name of this action
is şırlatmak. The Sultan is laughable, people is also laughable. How do we express this?
yüzünde mızıka çalmak, means to play harmonica in the face.
Key words: Salah Birsel, satire, essay

Salah Birsel, Türk edebiyatının deneme türünde eserler kaleme almış bir
ustasıdır. Boğaziçi Şıngır Mıngır adlı eseri, Salâh Bey Tarihi’nin üçüncü kitabıdır.
Yazarın deyimiyle bu kitap, Boğaziçi’nin insan haritasını verir. Yine yazara göre bu
kitaba Boğaziçi’nin Gizli Tarihi de dense yeridir. Birsel, bu eserinde de diğer
çalışmalarında olduğu gibi kalemini yergiye yaklaştırmıştır. Boğaziçi’nin insan tarihini
anlatırken olay ve insanları sıradan bir üslupla değil de kendine has ifadelerle tasvir
etmiştir.
Fotoğraf çektirmek Birsel’e göre, yüzünü kâğıda geçirtmektir. Kafanın tası
atarsa yazara göre aklın da tası atar. Konuşmanın adı söz kaldırmaktır. Doğmak,
dünyaya giriş yapmaktır. Dikkatle araştırmanın adı, dokuz kapının ipini çekmektir.
Kuş sütünün eksik olduğu yemek sofralarında oturan misafirler adeta cennetle
dembeste olmuşlardır. Padişahın konuşması höngürdemek fiiliyle ifadelenir.
Kalkmak, bağdaşı bozmak olarak bildirilir. Mutlu olmanın adı, içi ışıldamaktır.
Memuriyetten men edilmek, kalafata çekilmektir. İhbar edilmek, jurnale
yatırmaktır. Yapılan bir yanlışlığın hesabını sormak için vidalarını gevşetmek
birleşik yapısı kullanılmıştır. Gönül yarmak yapısı, gönle işlemek, etkilemek
manasında kullanılmıştır. Marullanmak fiili gururlanmak anlamını taşır. Sokakların
yüzü İstanbullulara keser mi? Keser. Bir görüşe göre yalan olan bu Dünya, yazara
göre alacalı bulacalıdır. Çok şatafatlı bir ağırlama için turna kaldırmak, dudu
kondurmak şeklinde bir zıtlıktan yararlanmıştır yazar. Çok hoş, gösterişli kirazların
insanı yedikten sonra hoşforoş ettiği Salah Birsel’den öğrenilir. Hanende ve sazendeler,

618
şarkı söyler, müzik aleti çalar onların icraatı da şırlatmak fiilinde hayat bulur. Padişah
gülünce tebaası da güler. Peki bunu nasıl ifade etmek gerek? : yüzünde mızıka çalmak.
İşte bunlardan örnekler:
ekl ü bel etmek: silip süpürmek, yemek
Sultan aziz, kollarını sıvadı mı, sıvamadı mı, bir kuzuyu büyük bir iştahla ekl ü
bel eder. BŞM., s. 90
işaret kaldırmak: intikal etmek, gelmek
Çeşitli illerden 300 kile nohut, 70 okka safran, 2000 okka Koçhisar tuzu,
2995 okka Ahyolu tuzu, 19900 tane tavuk, 3000 hindi ve bir sürü meyve de saraya
işaret kaldırır. BŞM., s. 88
paydos çekilmek: yasaklanmak
İngiliz dolamasına paydos çekilmiştir. BŞM., s. 89
Çiftetelliye durmak: çok korkmak, korkudan tir tir titremek
Daha Yıldız’daki sorguda bedeni korkudan çiftetelliye durur. BŞM., s. 87
höngürdemek: arz-ı hal etmek
Akşam üzeri Bahram Ağa, Hünkâr’ın karşısına çıkıp höngürdemiştir. BŞM.,
s. 85
turtaya yatmak: turta yemek
Aralık aralık ağzını alafrangalıkla yıkamak için de çilekli Şarlot turtasına
yatar. BŞM., s. 84
mideyi sıvamak: yemek yemek
Sultan Abdülhamit’in oğlu Şehzade Burhanettin Efendi 14 Ocak 1910
Cuma günü akşamı midesini şu yemeklerle sıvamıştır. BŞM., s. 83
punç dikmek: özel karışım meşrubat içmek
Yemeğin ortalık yerinde yenenlerin sıkıştırılması, yeni gelecek yemeklere de
yer açılması düşüncesiyle bir de punç dikilmiştir. BŞM., s. 83
ömür eteği kısalmak: ölmek
Aynı yılın Haziranında Reisü’l-ulema Fındıkzade Efendi - ayın yirmi ikisi
Çarşamba günü – ömür eteği kısaldığından toprağa verilmiştir.
molameze etmek: Ey okur, tirenkete yelkenini Hızır Reis gibi molameze
ederek yani yarım boşa alarak buralara değin geldik. BŞM., s. 78
er horoz: sabahın körü, çok erken
O gün, Mismer’in er horozda bir sandal kiralayarak, Boğaz’daki akıntılarla iki
saat boğuştuktan sonra yalıya tam vaktinde ulaştığı hâlde Paşa, onun öğleye değin
bekletmiştir. BŞM., s. 75
bağdaşa geçmek: ikâmet etmek
1867 Martında İstanbul’da bağdaşa geçen Charles Mismer, de hemen
hemen her Cuma yalıda yemek yemektedir. BŞM., s. 75
merhaba çekmek: selam vermek
Yemiş ve yemek tabakları antika olup gelene gidene merhaba çekiyor. BŞM.,
s. 74
yalnızlık ülkesinden sonsuzluk evrenine göç etmek: ölmek
Dede Paşa, bu yıl 102 yaşındayken yalnızlık ülkesinden sonsuzluk
evrenine göç etmiştir. BŞM., s. 73
çöpe saymak: yok hükmünde olmak, yok farz edilmek
Ama Serasker Paşa’nın kendisini çöpe saymasının acısını içinden bir türlü
atamıyordur. BŞM., s. 72
amanını kesmek: hayran bırakmak
Gülbiz adındaki gelin, o sıralar güzelliği ve dıbır dıbırlığıyla tüm İstanbul’un
amanını kesmiştir. BŞM., s. 72

619
sabahı tutturamamak: sabaha çıkamamak; ölmek
25 Haziran 1587 gününün gecesi yine bir kız oğlan kız cariye ile cümbüşe
kalkışınca sabahı tutturamaz. BŞM., s. 65
perhiz gerekmek: alışkanlıktan vaz geçmek
Artık cariyelerle fiskostan perhiz gerekir. BŞM., s. 65
zirzop bilgisayar: bilinçaltı
Doğrusu, bilinçaltı denilen zirzop bilgisayar, insana ötle oyunlar oynar ki…
BŞM., s. 61
yüz vermek: rıza göstermek, kabul etmek
Halit Ziya, onun köşklü kayığa bindiğini hiç anımsamadığını, ama yedi çilteye
sık sık yüz verdiğini söyler. BŞM., s. 55
çatıpuma edilmek: süslenmek
Kayığın dışı da meyve ve yaprak biçiminde süslerle çatıpuma edilmiştir. BŞM.,
s. 53
ense traşını göstermek: .. Kuruçeşme ile Ortaköy arasında Defterdar Burnu,
meraklısına hemen ense traşını gösterir. BŞM., s. 51
kesilmek: hayran olmak, beğenmek
Doğrusu, Fransa Paşatoru (elçisi) yalnız İncirköy yalısına değil Boaz’daki
bütün padişah kasır ve bahçelerine de kesilir. BŞM., s.. 45
şırlatmak: anlatmak, tasvir etmek
Biz daha, o Türk kırmızısı kayıkları da bile doğru dürüst şırlatamadık. BŞM.,
s. 49
nagant: silah
O da, bizim gelip nagantımızı şakağına dayamamıza meydan vermemiştir.
BŞM., s. 49
ruhunu beden yuvasından çıkarmak: kendini öldürmek
Sümbülzade, bizden atik ve tetik davranarak, ruhunu beden yuvasından
çıkarmış, kendi elceğiziyle güllük cennetine iletmiştir. BŞM., s. 48
hayıflar ülkesine vizite vermek: pişman olmak
Tartar eli, görür gözü yerinde olmayanları bitirmeye kalkışanlar, sonunda
bizim gibi, hayıflar ülkesine vizite vermeye gider., BŞM., s. 48
kamanço etmek: aktarmak, söylemek
Seksen yaş dönemecini aldığı sırada da eşini dostunu evine toplamış, onları
güzelce yedirip içirdikten sonra diş kirası olarak da şu sözleri kamanço etmiştir.
BŞM., s. 48
kalbi yarılmak: üzülmek, hayal kırıklığına uğramak
Ertesi yıl, Mahmud-ı Adli’nin kalbi, Tepedelenli Ali Paşa karşısında da büyük
yarıklara uğrar. BŞM., s. 47
gövdesini başından ayırmak: öldürmek
1809 Şaban’ının yirmi altıncı günü de gövdesini başından ikiye ayırtmıştır.
BŞM., s. 47
sarakaya almak: alaya almak, ciddiye almamak
Sultan Mahmut, buyruğunu Bablali’ye gönderdiği vakit, İzzet Bey bu buyruğu
da sarakaya almaktan çekinmeyecektir. BŞM., s. 47
elini yağ küpüne uzatmak: yalakalık yapmak
Türkiye’de ilk askeri müzenin temelini attığını filan unutarak hemen elini yağ
küpüne uzatmıştır. BŞM., s. 46
hoşforoş olmak: mutlu olmak, memnun olmak
Muhteşem Sultan Süleyman, bu resimlere baktıkça pek hoforoş olur. BŞM., s.
43

620
fık fık kaynamak: yetişmek, büyümek, var olmak
Tepeye doğru set set yükselen bahçede laleler, sümbüller fık fık kaynar. BŞM.,
s. 43
çarmakçur olmak: sarhoş olmak, rakı içmek
Mahmut, ömrünün son yıllarında ise yaz akşamları, Şemsi Paşa Kasrı’na
gelmeyi alışkanlık hâline getirir. Burada Boğaz’a ve Marmara’ya karşı çarmakçur
olur. BŞM., s. 43
kalıbı dinlendirmeye itilmek: öldürülmek
Ali Rıza efendi, ertesi yıl, yalısından kovduğu bir uşak eliyle, Ayasofya
Camii’nde, minber dibinde, kalıbı dinlendirmeye itilecektir. BŞM., s. 42
başı omuzlarının üzerinden alınmak: öldürülmek
Daha Edirne’ye sürülüp başı omuzlarının üzerinden alınmamıştır. BŞM., s.
41
taraka: cümbüş, kargaşa
Limandaki gemilerle, Sarayburnu topları da bu tarakaya katılır. Çevre,
iyisinden velveleye boğulur. BŞM., s. 38
yüzünü kağıda geçirtmek: fotoğraf çektirmek
Yüzünü kağıda geçirten ilk Türkler arasında yer almıştır. BŞM., s. 21
söz kaldırmak: konuşmak, söylemek
Oradan yüze yüze yarı çıplak hâlde padişah katına erişmiş, yeri öperek şu
sözleri kaldırmıştır. BŞM., s. 17
dünyaya giriş yapmak: doğmak
Çünkü bu uçma olayından birkaç saat önce dünyaya girişini yapmıştır. BŞM.,
s. 17
dokuz kapının ipini çekmek: dikkatle araştırmak
Biz, dokuz kapının ipini çekmeden kalemi ele almayız. BŞM., s. 16
içi ışıldamak: mutlu olmak
Murat, Osmanlı tahtına oturduğu vakit (22 Aralık 1574) boğdurttuğu beş erkek
kardeşini taşır. Onların tabutlarını sandalın arkasına bağlatır. Boğaz akıntısında hora
tepen tabutları seyretmeden neşvesini bulamaz. İçi ışıldadığı vakit ise üstünde turuncu
kadifeden yapılmış, uzun kolu, önü tek şeritli, içi nohudî astarlı kaftanı olur. BŞM., s.
29
pata sarkıtmak: selam vermek, bkz. pata çakmak BŞM., s. 16
Biz bur4ada bahçelere ve açık evlere ahlar ve vahlar arasında bir pata
sarkıtarak bugünkü yolculuğumuza bir son çekmek isteriz. BŞM., s. 28
ambargosuz kursak: iştahlı
İstanbul, vay benim ambargosuz kursağım, böyle ziyafet küpü evlerden
yoksun kalacaktır. BŞM., s. 28
alacalı bulacalı dünya : yalan dünya
Paşa, elli yaşında bir delikanlı iken alacalı bulacalı dünyadan çekip gitmiştir.
BŞM., s. 28
aba kebe: öte beri, eşya
Demek isteriz kİ, Osmanoğulları, İmparatorluğun gençlik yıllarında Tokat
bahçesini aba kebe ile sarmalamışlardır. BŞM., s. 30
turna kaldırmak, dudu kondurmak: haddinden fazla ihtimam ve itina
göstermek. Mübalağa içerir.
Herkes, Reşit Paşa’ya yapıldığı gibi turna kaldırarak, dudu kondurarak
ağırlanır. BŞM., s. 27
kalafata çekilmek: çeki düzen vermek, ayar vermek

621
Bu yüzden açıkta kaldığı zamanlar – o çağda zaman zaman kalafata
çekilmeyen kamu görevlisi yok gibidir – çok sıkıntı çeker. BŞM., s. 25
jurnale yatırmak: jurnallemek, ihbar etmek.
Bir kez Zaptiye nazırı Kamil Bey de kendisini jurnale yatırmıştır. BŞM., s.
24 konak tutmak: görev yapmak,
1878-1888yılları arasında on yıl İstanbul şehreminliğinde konak tutan Paşa’ya
Sultan Hamit’in sarsılmaz bir sevgisi vardır. BŞM., s. 24
vidalarını gevşetmek: yapılan bir yanlışlığın hesabını sormak, tespit edip
gerekeni yapmak,
Paşayı un ufak eden jurnaller geldikçe, onları el altından kendisine gönderir.
Paşa da düşmanlarını belleyerek onların vidalarını gevşetir. BŞM., s. 24
kurum satmak: var olmak, kendini göstermek,
Çilek tarlaları da Arnavutköy ile Emirgan’da kurum satar. BŞM., s. 23
gönül yarmak: etkilemek, işlemek
Damat İbrahim Paşa’nın türettiği söylenen İbrahimî adındaki lâle, eflatun
üzerine beyaz benekleriyle çok gönül yarar. BŞM., s. 20
eyvah etmek: üzülmek
Nedir, Evliya Çelebi, onun (Lagarî Hasan Çelebi) sonu karşısında yine de
(Hazerfen gibi sürgüne gönderilmeyişi ) eyvah edecektir. BŞM., s. 18
marullanmak: gayret göstermek, çabalamak
Sinan Paşa Köşkü’nde IV. Murat, arkasında ayaklarının tozuna adı geçen paşa
kulları, (Hazerfen) Çelebi’nin havada oyulganarak marullanmasına yüz bin sikke
flori altını değerinde bakışlar gönderiyordur. BŞM., s. 16
sokakların yüzü İstanbulluya kesmek: sokak insan
kaynamak Sokakların yüzü İstanbullulara kesmiştir. BŞM.,
s. 16 tıngırdatmak: söylemek
“Beylerbeyi Cami-i Şerifi bu kıyı üzerinde anılması gereken yüce ve kutlu
yerlerden biridir” süzme sözünü tıngırdatacaktır. BŞM., s. 14
faşıldamak: ortaya çıkmak
Ay ışıkları, seyir yerleri, saz şölenleri ile sıyrık zamparalar, her köşeden
faşıldar. BŞM., s. 9
ecel terzisi: Azrail
Ecel terzisi gelip insanlara urba geçirmeye kalkışsa âdemoğulları yine de
ortalarda salınmaktan geri durmazlar. BŞM., s. 8
urba geçirmek: (Azrail) canını almak
Ecel terzisi gelip insanlara urba geçirmeye kalkışsa âdemoğulları yine de
ortalarda salınmaktan geri durmazlar. BŞM., s. 8
yuvarlanmak: yaşamak
Dünya görmemiş ozanlarla ibadullahın irileri de olsa olsa eski püskü yalılarda
yuvarlanır. BŞM., s. 7
bendeliğe yatmak: hizmetine girmek, bende olmak
Boğaz’da yaşamak için yalısı olmak gerekir. Yalı için de padişah bendeliğine
yatmak gerekir. BŞM., s. 7
hamam tokmağı bakış: gözlerini iyice açıp bakma
Salah Birsel de 1978 yılında 365 gün Bostancı’dan Marmara’nın suspus yatan
arka sokaklarına doğru hamam tokmağı bakışlar fırlatmış ve orada Yalova’nın
Samanlı dağından başka bir şey görememiştir. BŞM., s. 12

ışıklı yemekler döktürmek: çeşitli ve masraflı yemek yaptırmak

622
Bir akşam yine ışıklı yemekler döktürmüş ve arkadaşlarını Bebek’teki
yalısında toplamıştır. BŞM., s. 87
tembihli yemek: masrafı ve lezzetli yemek
Rauf Paşa, sağlam tembihli yemekler yapmaya ve yaptırmaya düşkündür.
BŞM., s. 87
enselemek: bakarak yakalamak, yakalamak
Kulenin güney ve güney-doğusundaki yedinci penceresinden vbakacak olursak,
Üsküdar şehrini enseleriz. BŞM., s. 14
dinlenivermek: mola vermek
Bunun için biz bir o yanımıza bir bu yanımıza bakıp altı ay bir güz sürelim,
gelip IV. Murat çağına ( 1623- 1640) dinleniverelim. BŞM., s. 15
oyulganmak: zor durumda kalmak, müşkülat yaşamak
Sinan Paşa Köşkü’nde IV. Murat, arkasında ayaklarının tozuna adı geçen paşa
kulları, ( Hazerfen ) Çelebi’nin havada oyulganarak marullanmasına yüz bin sikke
flori altını değerinde bakışlar gönderiyordur. BŞM., s. 16
haymana beygiri gibi: boşu boşuna
İbadullah deneni ağzı var dili yok, yüreğinde pıtpıtlar, Haymana beygiri gibi
orta yerde fırıl fırıl dönüyordur. BŞM., s. 16
tok doyum: doyurucu
Burası Boğaz’ın en tok doyum bahçesidir. BŞM., s. 21
söz bırakmak: konuşmak
Hacı Mahmut, Paşa’ya gidip üstündeki sözleri oraya bırakır. BŞM., s. 26
cennetle dembeste olmak: sanki cennetteymişcesine
Sofrasında her gece büyüklü küçüklü bir sürü konuk cennetle dembeste olur.
BŞM., s. 27
ikilik fırlatmak: mısra söylemek
Sulta Murat, bu işlerin Şair Nef’i’nin yergisi yüzünden başlarına açıksığını
düşünerek hemen oracıkta şu ikiliği fırlatır. BŞM., s. 31
keşkeklemek: Bir yere sık sık gitmek, bir yerde çokça bulunmak
Ama oğlu IV. Murat, - ki güreşte kırk fen, yetmiş bend, yüz kırk hava bilir –
burayı pek çok keşkeklemiştir. BŞM., s. 30
çamaşır yıkamak: meşgul olmak
Aşağıda İstanbul çamaşır yıkamayı bırakmış, onu ( Hazerfen Ahmet Çelebi )
gözlüyordur. BŞM., s. 16
matiz olmak: sarhoş olmak
Attarın bu halini araştıranlar, babasının bir bayram gecesi, matiz olduktan
sonra Bismillah demenden karısının koynuna girdiğini, attarın da bu birleşmeden
peydahlandığını öğrenmişlerdir. BŞM., s. 18
yüzde mızıka çalmak: yüzde tebessüm meydana gelmek
Ama ikindiden sonra Harem’den adamları için iki büyük maşrapa amberli ve
miskli aşure gelince padişah gülücükleri, küçüklü büyüklü herkesin yüzünde mızıka
çalmaya başlamıştır. BŞM., s.34
keylüse meylüse kulak asmak: yrıntıda boğulmak
Ne var ki III. Selim, tüm Boğaz’ın falına bakmaktan da geri kalmaz. Keylüse
meylüse kulak asmadan 1792 yılına bir göz atacak olursak, onun bir yıl içinde,
Boğaz incisini nerelerde deldiğini iyice anlarız. BŞN., s. 35
hoşafı kesilmek: bir güzellik ve hoşluk karşısında mukavemet edememek,
teslim olmak
Burada hoşafı kesilen bir padişah da I. Ahmet’tir. BŞM., s. 39
gıdım gıdım etmek: derinden etkilemek

623
Kandilli Bahçe, birçok padişahı gıdım gıdım etmiştir. BŞM., s. 43
çakmak: anlamak, fark etmek
Muhteşem Süleyman, niçin herkeslerin sığınağı olduğunu daha iyi çakar. BŞM.,
s. 43
hayıf göstermek: üzülmek, keşkelemek
XVII. yüzyıl tarihçilerinden Eremya Çelebi Kömürcüyan, sandalla kıyıdan
geçerken, beyaz bir tülün köşkü fırdolayı çevirdiğini sanmış, burada, sıcak mı sıcak bir
yaz günü, şöyle yan gelip gevşemediğine bin hayıf göstermiştir. BŞM., s. 44
erik kurusunu depretmek: sinirlendirmek, kızdırmak, padişahı gazaba
getirmek
İzzet Bey, sultanlığın özgürlüğüne dokunan bir belgeye imza atmak aymazlığını
göstermiştir. Üstelik belge de onun kaleminden çıkmıştır. Rusyalularla görüşmek üzere
görevlendirildiğinde de Padişah’ın verdiği yolluğu azımsayacak, üstüne üstlük Padişaha
uluorta sövüp saymaya kalkışacaktır. Bu işler, Padişah’ın içindeki erik kurusunu
depretmişse de, gençliğine verilerek bağışlanmıştır. BŞM., s. 47
keçileri kaçırmak: aklî melekelerini kaybetmek, akıl hastası olmak
İşin tuhafı, Sümbülzade bu toplantıdan üç gün sonra keçileri kaçırır. Gözleri
görmez olur. Yedi yıl yatalak kalır. BŞM., s. 48,

aşı ateşe oturtmak: bir işi bitirmek


Her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Öldürme sanatının aşını ateşe bile
oturtamadık. BŞM., s. 48

cebe indirmek: deruhte etmek, almak


Vezirler beşer, görevleri doruk noktada olanlar ve sırmalı uzun siyak setre ile
geniş zırhlı pantolon giyenler ve de kılınç takanlar - bunlar bâlâ rütbesini cebe
indirmiş kişilerdir-,BŞM., s. 55
balon kesilmek: razı olmak, kabul etmek
Elçilik kayıklarının kürek sayısını da Bâbıâli saptar. Elçiler, beş çiftede balon
kesilirler. BŞM., s. 56
Sonuç
Salah Birsel, edebiyatımızın usta bir kalemidir. Anlattığı olayları kendine has üslubuyla
kaleme alır. Yergili ifadeler onun yazılarının esas hususiyetidir. Yeni yeni anlatım
şekilleri ile yazının gidişatını hızlandırır, değiştirir ve de güzelleştirir. Bir sonraki
cümlede hangi farklı yapıyla karşılacağını bilememek… Beklenmedik bağlantılarla
farklı sözleri birleştirmek… Bunlar Salah Birsel’in hem mizah anlayışının hem de
tarzının olmazsa olmazlarıdır<<<<. Azrail için ecel terzisi; doğmak için dünyaya giriş
yapmak; yalakalık için elini yağ küpüne uzatmak; ölmek için kalıbı dinlendirilmeye
bırakılmak veya ömür eteği kısalmak; yemek için mideyi sıvamak; fotoğraf
çekinmek için yüzünü kâğıda geçirtmek; bilinçaltı için zirzop bilgisayar vb. Bu çeşit
kullanışların Türkçe için belli alanlarda olmak üzere birer zenginlik olduğu
kanaatindeyim. Yazarın söz hazinesinin tespitine yönelik olan bu çalışma ki adı Salah
Birsel Sözlüğü olacaktır yapılacak çalışmaların bir merhalesidir.
Kaynaklar
AKTUNÇ, Hulki (2017), Büyük Argo Sözlüğü( Tanıklarıyla), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul
BİRSEL, Salah (2014), Boğaziçi Şıngır Mıngır, Sel Yayıncılık, İstanbul
PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali (2004), Türkçenin Argo Sözlüğü, Arkadaş Yayınevi,
Ankara Türkçe Sözlük (2005), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara

624
DEĞERLER EĞİTİMİNDE GELENEKSEL ÇOCUK OYUNLARININ ROLÜ Dr.
*
Ahmet Özgür GÜVENÇ
Özet
Oyun denildiğinde akla zihinsel ve fiziksel yeteneklerin ortaya konulduğu yarışmalar,
müziğin ritmine göre sergilenen hareketler, tiyatro veya sinema sanatçılarının rollerinin
yorumlama biçimi, sahneye konulan eser, kumar, hile ve şaka gibi birçok anlam
gelmektedir. Aslında iyi vakit geçirmeye yarayan eğlencelerin genel adı olan oyun,
yediden yetmişe herkesi ilgilendiren bir edimin kaynağıdır. Günlük hayatın her
safhasında oyunun yukarıda sıralanan anlamlarıyla şekillenen çeşitleriyle karşılaşmak
mümkündür. Şüphesiz bunların hepsi hoşça vakit geçirmeye yaramalarının yanı sıra
başka işlevlere de sahiplerdir. Biraz düşünüldüğünde kötü bir alışkanlık olarak görülen
kumar oyunlarının bile müptelaları için stres atma ve para kazanma görevi gördükleri
söylenebilir. Dolayısıyla işlevsel değerlendirmelerde bakış açısı önemlidir.
Oyunlar arasında çocuk oyunları çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Çocukların
yüzyıllardan beri gerek dışarıda (açık hava) gerekse içeride (kapalı mekân) oynadıkları
geleneksel oyunlara günümüzde teknolojinin sağladığı imkânlar dâhilinde dijital
oyunlar ve oyuncak firmalarının ürettikleri paket oyunlar eklenmiştir. Her ne kadar
dijital oyunlara ebeveyn gözüyle yaklaşıldığında ön yargılı hükümler verilse de bu
oyunların da çocuk gelişimine çeşitli katkıları olduğu muhakkaktır. Sözgelimi bu
oyunlar ekrana bakılarak oynandıkları için görme yetisini güçlendirirler, bilişsel ve
motor becerilerin gelişimine de olumlu etkileri vardır. Ancak bilhassa içerik açısından
konuya yaklaşıldığında her dijital oyun için aynı şeyler söylenemez. Dijital oyunların
olumsuz yönlerine göz atıldığında ise endişe verici faktörlerin devreye girdiği dikkat
çeker. Bütün dijital oyunlar sabit bir şekilde (oturularak) ve bir araca bağlı oynandıkları
için hareketsizliğin neden olduğu fizyolojik rahatsızlıklar (obezite, postür bozukluğu)
ile sürekli eve bağımlılığa yani asosyalliğe neden olabilirler. Sürekli oyunla baş başa
kalan çocuklarda devam eden süreçte psikolojik rahatsızlıklar da ortaya çıkabilir. Diğer
taraftan dijital oyunlar sanal ortamda da oynanabildikleri için uçsuz bucaksız internet
ortamında bir takım güvenlik problemleri de yaşanabilmektedir.
Geleneksel çocuk oyunlarına göz atıldığında bunların olumsuz yönlerinin yok denecek
kadar az olduğu görülür. Çocuğun oyuna fazla vakit ayırarak derslerini aksatması ve
oyun sırasında başına gelebilecek kazalar dışında geleneksel oyunların olumsuz yönü
yok gibidir. Değinilen olumsuzluklar ise yaşamın başka alanlarında da rastlanabilecek
türdendir. Geleneksel çocuk oyunlarının eğitim-öğretim sürecine katkıda bulunacak
birçok işlevi vardır. Bu çalışmada çocuk oyunlarının değerler eğitimindeki rolü örnekler
eşliğinde ele alınacaktır.
Anahtar Kelimler: Gelenek, Çocuk, Oyun, Değerler Eğitimi.

Giriş
Gerek dışarıda gerek içerde oynanan çocuk oyunları oynanış şekillerine göre farklılık
gösterirler. Oyunlar, fiziksel güç, zekâ, beceri ve şans gibi kişisel özellikler gerektiren
içeriklere sahiplerdir. Bu unsurların birden fazlasına ihtiyaç duyulan katışımlı oyunlar ve
herhangi bir materyalle oynanan oyunlar da vardır. Oyunlar içerik bakımından
karmaşıklaştıkça ya da farklı özellikler yüklendikçe oyunu oynayan oyuncunun sergilemesi
gereken performans alanları çeşitlilik gösterir. Başka bir ifadeyle oyuncu güç, zekâ ve
beceriyle ilgili tüm aşamalarda iyi bir performans ortaya koymalıdır. Örneğin düz koşu
yarışında oyuncunun fiziksel gücünün yerinde olması oyunda mücadele etmesi için
yeterlidir. Yarışa yakalama içeriği eklendiğinde gücün yanı sıra gerek kaçan oyuncunun

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, aoguvenc@atauni.edu.tr

625
gerek yakalamaya çalışan oyuncunun kaçma ve yakalama becerilerini içeren bedensel
koordinasyonu gerektiren hareketleri yapabilmesi ve karar verme becerilerini kullanması
gereklidir. Materyalle oynanan oyunlarda ise oyunun merkezinde oyunda kullanılan gereç
ya da gereçler vardır. Materyallerin kişisel ya da genel kullanımı oyunun içeriğiyle ilgilidir.
Yakar top oyununda top tüm oyuncuların kullandığı ortak bir araçtır. Diğer taraftan bilye
(misket) oyunlarında her oyuncunun hedefi vurmak için seçtiği özel bir enekesi vardır. Öyle
ki ütmeli oyunlarda eneke oyuncunun en son kaybettiği oyuncağıdır.
Çocuk oyunları, daha önce değinildiği üzere fiziksel, güç, zekâ ve beceri gibi, olumlu
özellikler gerektirir. Bu özelliklerin oyunlar oynandıkça geliştirilmesi de söz konusudur.
Diğer taraftan çocuk oyunları, bedensel ve zihinsel kazanımlara katkı sağlamaları yanında
değerler eğitimi sürecini de olumlu yönde desteklerler. “Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve
Terbiye Kurulu Başkanlığı”, müfredatta yenileme ve değişiklik çalışmaları kapsamında 18
Temmuz 2017 tarihinde yayımladığı kitapçıkta ilkokul, ortaokul ve lise müfredatlarında
öğrencilere aktarılacak değerler eğitimi çerçevesinde 10 kök değer belirlemiştir. Kitapçıkta
verilen bilgiye göre 2018-2019 eğitim öğretim yılından itibaren tüm sınıf ve derslerde
belirlenen yeni müfredata göre eğitim öğretim sürecine başlanacaktır (Bk. İ.K.1). Söz
konusu 10 kök değer, “adalet”, “dostluk”, “dürüstlük”, “öz denetim”, “sabır”, “saygı”,
“sevgi”, “sorumluluk”, “vatanseverlik” ve “yardımseverlik”tir. Ayrıca bu değerlerin bireye
kazandıracağı bazı tutum ve davranışlara da yer verilmiştir. Buna göre “adalet”, adil olma,
eşit davranma, paylaşma; “dostluk”, diğerkâmlık, güven duyma, anlayışlı olma, dayanışma,
sadık olma, vefalı olma, yardımlaşma; “dürüstlük”, açık ve anlaşılır olma, doğru sözlü olma,
güvenilir olma, sözünde durma; “öz denetim”, davranışlarını kontrol etme, davranışlarının
sorumluluğunu üstlenme, öz güven sahibi olma, gerektiğinde özür dileme; “sabır”, azimli
olma, tahammül etme, beklemeyi bilme; “saygı”, alçakgönüllü olma, başkalarına kendine
davranılmasını istediği şekilde davranma, diğer insanların kişiliklerine değer verme,
muhatabının konumunu, özelliklerini ve durumunu gözetme; “sevgi”, aile birliğine önem
verme, fedakârlık yapma, güven duyma, merhametli olma, vefalı olma; “sorumluluk”,
kendine, çevresine, vatanına, ailesine karşı sorumlu olma; sözünde durma, tutarlı ve
güvenilir olma, davranışlarının sonuçlarını üstlenme; “vatanseverlik”, çalışkan olma,
dayanışma, kurallara ve kanunlara uyma, sadık olma, tarihsel ve doğal mirasa duyarlı olma,
toplumu önemseme; “yardımseverlik”, cömert olma, işbirliği yapma, merhametli olma,
misafirperver olma, paylaşma gibi tutum ve davranışları desteklemektedir (İ.K.1).

Çocuk Oyunlarının Değerler Eğitimindeki Rolü


2017-2018 eğitim öğretim döneminde “Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü” birinci sınıf öğrencilerine güz döneminde aldıkları I Halk
Edebiyatı dersinde edindikleri halkbilimi derleme yöntemleri konusunu pekiştirmeleri için
yarıyıl tatili ödevi olarak oturdukları muhitlerle ilgili çeşitli derlemeler yapmaları
istenmiştir. Öğrencilerden Erzurum merkez ve ilçelerinde oturanları derleme konusunda
serbest bırakılmamış, bu öğrenciler, ikamet ettikleri bölgedeki çocuklarla hangi oyunları
oynadıkları konusunda görüşmeler yapmaları hususunda yönlendirilmiştir. Konuyla ilgili
hazırlanan 138 öğrenci ödevi incelenmiş, bunlardan 122 tanesinin istenen formda olduğu
tespit edilmiş ve değerlendirme kapsamında bu ödevler kullanılmıştır. Ödevlerden elde
edilen verilere göre yoğun olmamakla birlikte Erzurum ve çevresinde 7-12 yaş arası
çocukların oynadıkları geleneksel sokak oyunlarının sırasıyla saklambaç, yakar top, çizgi
(seksek), ip atlama, uzuneşek ve bilye (misket) olduğu görülmüştür. Geleneksel Türk çocuk
oyunları dağarcığında yüzlerce oyun olmasına rağmen maalesef günümüzde bu oyunların
birçoğu ya unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuştur. Bilinenler ise günlük oyun tercihleri
arasında listenin son sıralarında yer almaktadır. Yaz aylarında erkek çocukların futbol, kız
çocukların ise çeşitli fabrikasyon oyuncaklarla ev dışında bir araya

626
gelerek oynadıkları tespit edilmiştir. Bisiklet, sıkutır (scooter) gibi tekerlekli oyuncaklar,
cep telefonu ve tablet benzeri elektronik eşyalar çocukların dışarıda oynadıkları
oyuncakların başında gelmektedir. Ancak bunların çoğu bireysel kullanıma yönelik
oyuncaklar oldukları için çocuğun dışarıda bile sosyalleşmesine engel olmaktadırlar. Bu
bağlamda geleneksel oyunların değerler eğitimindeki rolüne dikkat çekmek amacıyla
günümüzde Erzurum ve çevresinde diğer geleneksel oyunlara göre daha çok oynandığı
tespit edilen ve daha önce zikredilen altı oyun, içerik özelliklerine göre, “Talim Terbiye
Kurulu”nun belirlediği 10 kök değerin aktarımına katkısı açısından ele alınacaktır. Bu
oyunların değerler aktarımına etkisi her kök değer için açılan başlık altında irdelenecektir.
1.1. Adalet
Akıl sağlığı yerinde olan her bireyde olması gereken bir duygudur. Toplumsal
yaşamın neredeyse her alanında adalete ihtiyaç duyulduğundan bu duygunun çocukluk
döneminde edinilmesi gereklidir. Her insanda doğuştan var olan bu duygunun körelmesi,
kaybolması ya da pekişmesi bireyin çocukluk dönemini de içine alan yaşantısı boyunca
geçirdiği eğitim-öğretim süreçlerinin niteliğine bağlıdır. Çocuklar adalet duygusunu farklı
ortamlarda, tecrübe edinerek kazanırlar. Günümüzde yaşanan birçok sosyal problemin
temelinde adalet duygusundan yoksun bireylerin mevcudiyeti yatmaktadır. Çocukların
adalet kavramıyla karşılaştıkları sosyal ortamlardan biri de oyundur. Çocuk oyunları belirli
bir düzen içerisinde gerçekleşir. Düzen, oynanacak oyunun belirlenme aşamasında kendini
gösterir. Hangi oyunun oynanacağına çoğunluk karar verir. Bu düzen, henüz oyunun
başında yapılan ebe seçiminde kendini gösterir. Ebelik, genellikle, zor ve oyununa göre
sıkıcı bir görev olduğundan oyuncuların üstlenmek istemedikleri bir roldür. Dolayısıyla
oyunun başında çeşitli teknikler veya küçük çaplı oyunlarla ebe seçimi yapılır. Tekerleme
temelli sayışma, bilmece yoluyla soruşma, şans, dikkate veya tahmine dayalı çöp çekme,
saklanan maddenin hangi elde olduğunu bulma, yazı-tura, ıslak-kuru atma, hesaplamayı ve
tahmini öne çıkaran aldım-verdim oyunu en çok kullanılan tekniklerdir. Seçim, belirli
kurallar çerçevesinde yapıldığından ebe seçilen kişi buna itiraz edemez. Konuya saklambaç
oyunu merkeze alınarak yaklaşıldığında aynı başlangıç sürecinin öne çıktığı görülür.
Saklambaca başlamadan önce bir ebe seçilir. Oyunda ebenin görevi pek de eğlenceli
olmadığından ebe olmaya gönüllü bir kişi yoksa seçim yapılır. Bilye oyunu ele alındığında
da yine benzer sonuçlarla karşılaşılır. Onlarca çeşidi olan oyunun bütün türevleri hedefi
vurma becerisi üzerine kuruludur. Bu bağlamda oyuna ilk başlayacak oyuncu diğerlerine
göre avantajlıdır. Kişisel özelliği ne olursa olsun hiçbir oyuncu “ilk ben oynayacağım”
diyemez. Bunun için de yine sıralamayı belirleyen teknikler kullanılır. Bu hususta örnekler
çoğaltılabilir. Çünkü geleneksel çocuk oyunlarının neredeyse tümünde oyuna başlamadan
önce aynı süreçler yaşanır. Anlaşılacağı üzere oyuncu, oyunun başlangıcında hakkına razı
gelmek zorundadır. Diğer taraftan ebe seçimi sırasında hakem olan kişi de adil davranarak
diğer oyuncuların haklarını gözetmekle yükümlüdür. Hakemin adil davranmadığı ya da hile
yaptığı anlaşılırsa oyuncular seçimin yeniden yapılmasını ister veya hakemi
değiştirebilirler. Güçlü-güçsüz, büyük-küçük ayrımı yapılmadan ebe seçme işlemine
girişilmesi adalet duygusunun var olduğunun önemli bir göstergesidir. Oyunların
birçoğunda oyunun yolunda gidip gitmediğini kontrol eden bir hakem olmaz. Ancak
oyuncular arasında yaşça büyük olan ya da liderlik vasfı bulunan kişiler oyunun aksayan
yerlerinde müdahale edebilirler. Oyunlarda hakem ya da yöneticinin bulunmaması
oyunların adil bir ortamda gerçekleştirildiğine işaret eder. Her oyuncu kendi
sorumluluklarını bilmek ve ona göre hareket etmek zorundadır. Yakar top oyununda
kendisine hedef alınan topu tutarak can alan oyuncunun isabet alarak oyun dışı kalan takım
arkadaşına can verip onu oyuna alması hem özverili (bencil olmayan) hem de paylaşımcı bir
davranıştır. Özellikle eşli

627
oynanan oyunlarda oyuncuların eşleriyle dayanışma içinde olmaları gerekmektedir. Bu
tip oyunlar sayesinde çocuklar bencil olmamayı ve paylaşmayı zamanla öğrenebilirler.
1.2. Dostluk
Çocukluk yaşlarında kurulan arkadaşlıkların pekiştiği ortamlardan biri oyundur.
Oyunun gerek arkadaşlık kurmada gerekse arkadaşlığı pekiştirmede olumlu etkileri
vardır. Çünkü çocuk oyunlarının birçoğu evrensel boyutta iletişim kurabilecek yapıya
sahiptir. Dil mekanizması üzerine kurulan oyunlar haricindeki bütün oyunlar, kuralları
bilindiği takdirde ırk, dil, kültür ve sosyal çevre gibi şartlar gözetilmeksizin farklı
muhitlerden çocukların bir araya gelerek oynayabilecekleri bir yapıya sahiptir. Örneğin
bir spor dalı olan fakat çeşitli formlarda oyunlar hâline dönüşerek mahalle aralarına
kadar yayılan futbol, evrensel boyutta iletişim diline sahiptir. Farklı çevrelerden
çocukları bir araya getirme yetisine sahip çocuk oyunlarının aynı çevreden çocukların
arkadaşlık kurmalarında ya da dostluklarını pekiştirmedeki işlevi göz ardı
edilmemelidir. Oyunların dostluk üzerindeki etkisi yalnızca kurallar çerçevesinde
başlayan, gelişen ve biten sistem içerisinde değerlendirilmemelidir. Oyun sırasında
meydana gelen olaylar da bu bağlamda değerlendirmeye katılmalıdır. Oyun sırasında
düşen, sakatlanan, canı yanan arkadaşa yardım etme, başarısız olan arkadaşa moral
verme ya da arkadaşı yüreklendirme benzeri edimler, bilhassa, diğerkâmlık (kişisel çıkar
gözetmeksizin yardım etme), dayanışma, vefalı olma ve yardımlaşma gibi tutum ve
davranışları pekiştirir. Birey, bu tutum ve davranışları oyun yaşamı sürecinde tecrübe
edinerek öğrenir. Başka bir ifadeyle tutum ve davranışların kazanılması sürecinde oyun
ortamında olumlu roller sergileyen bireyler diğer bireylere örnek olurlar. Diğer taraftan
çocuk oyunlarında oyunun muhteviyatını belirleyen kuralların yanı sıra oyunun sağlıklı
bir şekilde oynanmasını sağlayan kurallar da vardır. Daha önce de değinildiği üzere
oyunların sorunsuz bir şekilde başlayıp bitmesi oyunculardaki adalet duygusunun
varlığıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla oyuncuların birbirlerine karşı anlayışlı olmaları
gerekir. Oyunla ilgili itirazlar hep birlikte değerlendirilir, aralarında anlaşmazlık çıkan
oyuncular diğer oyuncuların görüşlerini alırlar. Her şeye itiraz eden, uyumsuz davranan
bireyler bu alışkanlıklarını terk etmedikleri için oyunlara dâhil edilmezler. Bir zaman
sonra mızıkçı, çığız, oyunbozan gibi sıfatlarla nitelenen bu bireyler hem arkadaşlarının
güvenini kazanamadıkları hem de arkadaşlarına güven duymadıkları için oyun dışında
kalırlar. Bireyin oyuna alınmaması belirli bir süreç içinde olur. Yani oyun arkadaşları
bir müddet bireyin olumsuz tutum ve davranışlarını anlayışla karşılarlar. Aynı durum
hile yapan oyuncular için de geçerlidir. Anlaşılacağı üzere güven duyma ve anlayışlı
olma çocuk oyunlarında ihtiyaç duyulan tutum ve davranışlar arasındadır. Oyunların
sağlıklı bir şekilde oynanabilmesi için dostluk değeri üzerine kurulan tüm tutum ve
davranışlara ihtiyaç vardır. Birey arkadaş ortamı içerisinde oynayabilmek için hal ve
hareketlerine dikkat etmeli, farkına vardığı ya da vardırıldığı eksik, kusurlu kişilik
özelliklerini gidermelidir. Bu bağlamda çocuk oyunu ortamının eğitici bir yönü vardır.
1.3. Dürüstlük
Yalnızca oyun kültüründe değil yaşamın her aşamasında aranan en önemli
değerlerden biri dürüstlüktür. Bu hususta akla ilk gelen olumsuz davranış hile yapmaktır.
Her tür oyunun özünde kazanma, rakibe üstün gelme güdüsü vardır. Kazanma hırsına
yenilen oyuncu hileye başvurur. Ancak bu özelliği huy edinirse oyunlara alınmamaya
başlar. özellikle spor müsabakalarında rastlanan sporcunun doping (uyarıcı) kullanması da
bir nevi hiledir. Oyunun sorunsuz bir şekilde oynanabilmesi için oyuncuların dürüst hareket
etmeleri önemlidir. Derleme çalışmaları sırasında tesadüfen saklambaç oynayan çocukların
oyunu yarıda bıraktıklarına şahit olunmuş ve bunun nedeni sorulduğunda arkadaşlarından
birinin oyundan önce belirlenen saklama alanı dışına çıkarak evine gittiği için oyuna son
verildiği cevabı alınmıştır. Bu, saklambaç gibi bir oyunda özellikle ebe

628
konumundaki oyuncu için kabul edilebilir bir davranış değildir. Ebeliği üzerinden
atabilmek için çabalayan oyuncu, evine giden arkadaşını bulamadığı için bir türlü oyunu
bitirememektedir. Konuyla ilgili bir diğer örnek ise ip atlama oyunu bağlamında
verilebilir. İlkokullardaki çocuk oyunları üzerine yaptırılan bir bitirme tezinde kız
öğrencilere oyunlarda en çok neye kızdıkları sorulmuş, öğrencilerden biri “bana sıra
geldiğinde ipi daha hızlı sallamalarına” cevabını vermiştir. İp oyunlarının farklı formları
vardır. Bunların arasında oyunun aşamalarına göre ipin çevrilme şiddetinin artırıldığı
oyunlar da bulunmaktadır. Ancak çevirme şiddeti kişinin fiziksel gücünü aşacak boyutta
olmamalıdır. Ne var ki oyunu kazanma çabasına giren oyuncular oyunun akışına
kendilerini kaptırarak bu tür yollara başvurabilmektedirler. Köylerde yapılan derleme
çalışmalarında bilye oynayan çocukların yakındıkları husus ise bazı arkadaşlarının ağır
enekeler (hedefi vurmak için kullanılan atmalık bilye) kullanmalarıdır. Geleneksel
çocuk oyunları arasında oyuncuların birbirlerine güven duymalarını gerektiren
oyunlardan biri de uzuneşektir. Eğilen arkadaşlarının sırtına atlayıp oturan oyuncular
biryandan üzerinde oturdukları arkadaşlarını çökertmek için ağırlıklarını verip
sallanırken bir yandan da son atlayıcı atladıktan sonra öndeki oyuncu elini kılıç veya
topuz şeklinde tutarak hangisi işareti yaptığını “kılıç mı topuz mu?” diye sorar. Alttaki
oyunculardan en öndeki yukarıdaki oyuncunun elini hangi pozisyonda tuttuğunu tahmin
etmeye çalışır. Eğer bilirse üstteki takım alta geçer. Bu süreçte üstteki oyuncunun eliyle
yaptığı işareti yalnızca yastık rolündeki oyuncu görür. Yastık, uzuneşekte başlarını
bacaklarının arasına geçirerek eğilen oyunculardan en öndekinin başını yasladığı kişidir
ve aynı zamanda oyunun hakemidir. Üstteki oyuncunun eliyle işaret ettiği sembolü
gören ve alttaki oyuncunun tahmininin doğru veya yanlış olduğunu onaylayan kişidir.
Dolayısıyla oyuncular yastığa güvenmek zorundadır. Diğer taraftan üstteki oyuncular da
yastığın onayına gerek kalmadan kaybettikleri durumda alta geçebilmelidirler. Yastık
rolündeki oyuncunun üsttekilere fark ettirmeden alttakilere hangi işaretin sorulduğunu
eliyle göstermesi de mümkündür. Hangi durumda olursa olsun uzuneşek oyunu
oyuncuların dürüst davrandıkları şartlarda sağlıklı bir şekilde oynanır.
1.4. Öz Denetim
Bireyin düşünce ve davranışlarını kontrol etmesi öz denetim olarak tanımlanmaktadır.
Çocuk oyunları sosyal ortamlarda gerçekleştiğinden oyun oynayan bireylerin kendilerinden
beklenen davranışları sergilemeleri arkadaş edinmeleri, arkadaşlık ilişkilerini sürdürmeleri
veya pekiştirmeleri hususlarında belirleyici rol oynar. Özellikle çocukluk çağında uyumsuz
davranışlar sergileyenler akranlarının acımasız eleştirilerine maruz kalabilirler. Olumsuz
akran eleştirilerine veya davranışlarına maruz kalan herhangi bir zihinsel veya bedensel
1
engeli olmayan bireyler bunun bir daha tekrar etmemesi için özen göstermelilerdir. Eşli
oyunlarda oyuncular takım arkadaşlarına karşı sorumludur. Oyunun kazanılması için bütün
takım birlikte, uyum içinde hareket etmelidir. Başarısızlıklar göz ardı edilmeli, iyi
performans sergileyemeyenler cesaretlendirilmeli, iyi performans sergileyenler takdir
edilmelidir. Bu tip olumlu davranışların sergilenmesi oyuncuların kendilerine güven
duymalarını sağlayacaktır. Sorumluluğunu bilen oyuncu yaptığı hatanın farkında olmalı,
hatasını kabullenmeli ve telafi etmek için elinden geleni yapmalıdır. Bu tür davranışları
sergileyen oyuncu gerektiğinde özür dileyebilen, sorumluluk üstlenebilen bir bireydir.
Yakar top oyunu eşli

Bireyin zihinsel ve bedensel engeli olmaması şartının konulmasının sebebi, engelli çocukların kendi 1
istekleri dışında engelleri yüzünden akran zorbalığına maruz kalabileceği gerçeğidir. Öyle ki herhangi bir
engeli olmayan çocukların bile akran zorbalığına maruz kaldığı ortamlarda engelli çocukların akran
zorbalığına maruz kalmaları kaçınılmaz bir durumdur. Çalışmada engelli çocukların özel durumları
dikkate alındığı için engelsiz bireyin kendi hataları yüzünden eleştirilebileceği hususuna dikkat
çekilmek istenmiştir.

629
oynanan bir oyun olduğundan oyuncular birbirilerine karşı sorumludur. İsabet alarak
oyundan çıkan oyuncu takım arkadaşının can vermesiyle tekrar oyuna girer ve böylece
takım yeniden güç kazanır. Aynı durum uzuneşek oyunu için de geçerlidir. Altta olan
takım oyuncularından birinin üzerindeki yükü kaldıramayarak düşmesi alttaki takımın
yenilmesine sebep olur ve oyun tekrar başa döner. Çöken oyuncunun hatasını kabul
etmesi ve diğer arkadaşlarının da bu hatayı hoş görmesi zorunludur. Aksi durumda
oyunun devam etmesi söz konusu değildir.
1.5. Sabır
Sabır, hangi konuda olursa olsun beklemesini bilmektir. Sırayla oynanan
oyunlarda, birey sabırla sırasını beklemelidir. Her oyuncu sırası gelene kadar
arkadaşının oyununu bitirmesini beklemek zorundadır. Söz gelimi çizgi oyunu sırayla
oynanır. Dikkat ve beceri gerektiren bu oyunda sırası gelip oynayan oyuncu hata
yapmaması için acele ettirilmemelidir. Tersi bir durum oyuncunun itirazına neden
olabilir. Bilye oyunlarında da her oyuncu atış yapmak için sırasını bekler. Diğer taraftan
yenilgi de sabredilmesi gerek bir durumdur. Kaybeden oyuncu veya takım kazanan
oyuncu veya takımın sevincini sabırla karşılamalıdır. Sabır gösterilmesi gereken bir
diğer husus ise takım oyunlarında takım arkadaşının başarısızlığına karşıdır.
1.6. Saygı
Saygı duygusu insanların kişiliklerine, hak ve özgürlüklerine değer vermektir. Birey,
kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa başkalarına da öyle davranmalıdır. Oyun ortamında
oyuncuların öncelikle birbirlerine saygı duymaları gerekmektedir. Fiziksel, zihinsel veya
beceri açısından üstün olan bireyin diğerlerine tepeden bakması ya da onları küçümsemesi
sağlıklı bir oyun ortamının oluşmasındaki engellerden biridir. Bu bağlamda ne kadar üstün
olursa olsun veya kendini ne kadar üstün hissederse hissetsin bireyin alçakgönüllü olması
saygı duygusunun gelişmişliğiyle alakalıdır. Oyuncular birbirlerinin kişisel özelliklerine ve
haklarına değer verdikleri bir oyunda mutlu olurlar. Hangi oyun olursa olsun oyuncuların
birbirlerine saygı duymaları oynanan oyunu keyifli kılar. Çocuklar, tecrübelerinden
hareketle oynadıkları oyunlardan haz almak için birbirlerine saygı duymaları gerektiğinin
farkındalığı içerisinde oyunlarını oynarlar. Örneğin kazananı kutlamak veya kazandığını
kabul etmek onun emeğine ve başarısına saygı göstermektir. Diğer taraftan çocuklar
yalnızca birbirlerine değil çevrelerine de saygılı olmayı yine oyun ortamlarında
öğrenebilirler. Sözgelimi oyun onadıkları muhitteki yaşlıları rahatsız etmeme için sessiz
olma bu konuda verilebilecek örneklerden biridir. Tabi bu tür durumlara karşı hassasiyetin
gelişebilmesi için çeşitli uyaranlar olmalıdır.
1.7. Sevgi (vatanseverlik, yardımseverlik) Herhangi bir kişiye, soyut veya somut bir
şeye ilgi duyma ya da bağlanma duygusu sevgidir. Sevgi kök değeri dokuzuncu ve onuncu
kök değerler olan vatanseverlik ve yardımseverlikle doğrudan ilişkili olduğundan bu kök
değerlere sevgi başlığı altında değerlendirilecektir. Sevgi, günlük yaşamına her aşamasında
insanların ihtiyaç duyduğu bir histir. İnsan doğası gereği yalnız yaşayamayacağından
sevmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır. Sevilen bir işi yapmak, yemeği yemek,
ortamda bulunmak, kişiyle sohbet etmek vb. birçok şey insana zevk verir. Milletin temelini
oluşturan aile kurumu sevgi üzerine kurulur. Kısaca sevgiyle yapılan her şey güzeldir.
Çocuklar kapalı mekânlarda veya dışarıda sevdikleri oyunları oynarlar. Kimse onlara
sevmedikleri bir oyunu oynatamaz. Diğer taraftan oyunu eğlenceli hale getiren en önemli
unsur sevilen arkadaşlardır. Yabancı bir ortamda oynanan oyun ile tanıdık ortamda oynanan
oyun arasında oyuncuların oynadıkları oyundan zevk almaları bağlamında fark vardır.
Çünkü oyuncu tanıdığı ortamda yabancılık çekmez ve daha rahat hareket eder. Hatta belli
başlı oyunlar bile farklı topluluklar arasında topluluğun kendi belirlediği kurallar çevresinde
oynanabilir. Topluluk üyeleri tecrübelerinden hareketle oyunu kendi isteklerine ya da
çevresel şartlara göre değiştirmiş ya da düzenlemiş

630
olabilirler. Söz gelimi çocuklarla yapılan bir sohbet sırasında “diğer mahallenin
çocuklarıyla futbol turnuvası düzenliyor musunuz?” sorusuna “onlar üç korner bir
penaltı kuralı uyguluyorlar, bu yüzden maç yapmıyoruz” cevabı alınmıştır. Dolayısıyla
çocuk oyunlarında öncelikle oyunu sonra da oynanan arkadaşları sevmek ön koşuldur.
Birbirine düşmanlık besleyen kişilerin oyunda yer alması bile oyun sırasında ve
sonunda gerginliğe, hatta kavgaya yol açabilir. Eşli oynanan oyunlarda birbirini seven
oyuncuların aynı takımlarda oynamak istemeleri ya da oynamaları da bir başka dikkat
çekilmesi gereken husustur. Ayrıca oyuncuların oyun sırasında birbirlerine karşı
yaklaşımlarının sevgi-saygı çerçevesinde olması oyunun gerekli koşullarındandır. Zor
durumdaki oyuncuya yardım etme, düşeni kaldırma, paylaşma gibi edimlerin temelinde
sevgi duygusu bulunmaktadır. Çocuk oyunlarının yazılı olmayan kuralları sevgi ve
saygı duygusunu pekiştirecek hareketleri içerir. Sevmeyi ve sevilmeyi öğrenen birey,
ailesi ve içinde yaşadığı toplum için bir değerdir. Ailesini seven birey, ailesinin
mutluluğunun ve varlığının vatanın mevcudiyetine bağlı olduğunu bilir. Vatanın her
şeyden önce geldiği bilincinin farkına bu şekilde varır. Hatta vatanı olmazsa oyun
oynama hürriyeti bile olamaz.
1.8. Sorumluluk
Kişinin üstlendiği işe sahiplenmesi, işe karşı aidiyet hissetmesi sorumluluktur.
Başka bir ifadeyle kişinin üstlendiği ya da görevlendirildiği iş için hesap verme
yükümlülüğüdür. Çocuk oyunlarında oyuncular oyuna dâhil oldukları anda oyunun
şartlarına uymaları gerektiğinin bilincindedirler. Daha önce de değinildiği üzere çocuk
oyunlarının yazılı olmayan anlaşmalar sistemi vardır. Oyunun bilinen kurallarının yanı
sıra oyuna eklenecek kurallar da oyunun başlamadan önce belirlenir. Oyuncular bu
kurallara uyma hususunda birbirlerine karşı sorumludurlar. Diğer taraftan eşli oyunlarda
takım oyuncuları takım arkadaşlarına karşı sorumlulardır.
Sonuç
Eğitim-öğretim sürecinde çocukların öncelikle evrensel düzeyde iyi bireyler
olmalarını sağlayacak özellikleri kazanmaları şarttır. Bu kazanımlar ancak değerler
eğitimiyle sağlanabilir. Değerler listesinde yer alan sevgi, saygı, sorumluluk, adalet,
yardımseverlik, dürüstlük, güven, özgüven, hoşgörü, alçakgönüllülük, duygudaşlık,
kanaatkârlık, çalışkanlık, sabır gibi özellikler geleneksel oyunlar aracılığıyla da
çocuklara aşılanabilir. Çünkü gerek dışarda gerek kapalı mekânda toplu hâlde oynanan
geleneksel oyunlar zamanla çocuklara paylaşmayı, hakkına razı olmayı-hakkını
aramayı, sıraya girmeyi, kazanmayı, kaybetmeyi, konuşarak anlaşmayı, yardımlaşmayı,
saygılı olmayı, dürüstlüğü, sosyal bir varlık olmayı ve merhameti öğretir ki bunlar
değerler eğitiminin hedeflediği davranışlardır. Bunların yanı sıra geleneksel oyunlar
çocuğun fiziksel ve bilişsel gelişimine de katkıda bulunurlar.

Kaynaklar
ÖZDEMİR, Nebi (2006). Türk Çocuk Oyunları Cilt-II, Ankara: Akçağ Yayınları.
BORATAV, Pertev Naili (1999). 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek
Yayınevi.
İnternet Kaynağı
İ.K.1:https://ttkb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_07/18160003_basin_acikla
masi-program.pdf

631
OSMANLI AYDINI RESSAM MUSTAFA SAİT BEY’İN
AVRUPA İZLENİMLERİ

Dr. Alev SINAR UĞURLU
Özet
Avrupa’ya giden seyyahların kaleme aldıkları seyahatnameler Osmanlı Devleti’nin
asırlardır mücadele halinde bulunduğu Batılı devletlere ait kültür ve medeniyeti tanıtırken
Ahmet ile başlayan ve 19. asır itibarıyla hız kazanan Batıya açılım sürecinde de son derece
etkili olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki şehirleri, sosyal hayatı, kültürü tanıması
19. yüzyılda kaleme alınan Avrupa seyahatnameleri ile olur. Sadık Rıfat Paşa, Mustafa
Sami Efendi, Sadullah Paşa, Sami Paşazade Sezai, Ali Kemal, Hayrullah Efendi, Ahmet
İhsan gibi isimler resmi görev veya gezi amaçlı gittikleri Batı’yı şehirleriyle, tarihiyle,
iklimiyle, sanat-eğlence hayatıyla, sağlık ve eğitim hizmetleriyle tanıtırlar. Paris, Londra,
Cenevre, Berlin, Viyana gibi merkezlerde yoğunlaşan bu seyahatnamelerin sayısının 19.
yüzyılın son on yılı içinde daha da arttığı görülmektedir. Gümrük müfettişliği yapmış olan
Mustafa Sait Bey’in el yazması olarak kaleme aldığı 1898 tarihli
Avrupa Seyahatnamesi de bu eserlerden biridir.
Mustafa Sait Bey 23 Ağustos 1898’de İstanbul’dan gemi ile Marsilya’ya gitmiş;
Marsilya’dan da trenle Monaco-Kuzey Batı İtalya, İsviçre, Fransa, Avusturya, Sırbistan,
Bulgaristan güzergâhını takip ederek İstanbul’a dönmüştür. Gittiği her yeri ayrıntıya dikkat
ederek tanıtan Mustafa Sait Bey aynı zamanda bir ressamdır. Kendi çizdiği suluboya
resimlerle gördüğü yerleri adeta belgelemiş ve okurların da buraları görmesini sağlamıştır.
Mustafa Sait Bey gittiği yerlerdeki şehir hayatını tıpkı dönemin diğer seyyahları gibi otel-
lokanta-eğlence ve mesire yerleri-sokaklar-ulaşıma odaklanarak anlatır. Ancak çağdaşı
seyyahlardan farklı olarak ressam kimliği dolayısıyla tiyatro-opera ve müzelere özel bir ilgi
gösterdiği görülmektedir. Mustafa Sait Bey’in konakladığı şehirlerin sanat merkezlerini
okuyucu da onunla birlikte gezme imkânı bulur. Sanat ve teknolojinin hayatı
kolaylaştırmasından yararlanılarak oluşturulan şehir düzeni açısından Avrupa’yı takdir eden
Mustafa Sait Bey’in hayran nazarlarla Avrupa şehirlerini seyreden çağdaşlarından en fazla
ayrıldığı nokta Batı’da müşahede ettiği ahlâkî bozukluktan, köylerde ve büyük şehirlerin
arka sokaklarında yoksullukla boğuşan insanlardan da bahsederek Avrupa’daki reel hayatı
yansıtmasıdır. Bu çalışmada 1898 tarihli Avrupa Seyahatnamesi incelenerek Mustafa Sait
Bey’in izlenimleri tespit edilecek ve dönemin diğer seyyahlarından farklı bakış açısı ortaya
konacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mustafa Sait Bey, Avrupa Seyahatnamesi, Ressam, 19. yüzyıl,
Gezi türü

“Seyahatname bir seyyahın gezip gördüğü yerler hakkındaki izlenimlerini


anlattığı eserdir” (Asiltürk, 1997: 1). Bu eserlerde gidilen yerlerde yaşanılanlardan,
anılardan çok gezilen görülen mekânlar tanıtılır; buralarda yaşayan insanlar, kültürel
farklılıklar veya benzerlikler anlatılır.
Baki Asiltürk, “Türk Edebiyatında Avrupa Seyahatleri” adlı doktora çalışmasında
edebiyatımızda seyahatname türünün ilk örneğinin Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Acâibü’l-
Letâif adlı eseri olduğunu kaydetmektedir (Asiltürk, 1997:2). “1422’de tamamlanan eserde
Mirza Şahruh’un (Timur’un oğlu) Çin imparatoruna gönderdiği elçilik heyetinin Herat’tan
başlayan ve üç yıl devam eden yolculuğu, heyete katılan Hoca Gıyaseddin tarafından
anlatılmaktadır.” (Asiltürk, 1997: 2). Ali Ekber Hıtaî’nin Hıtaîname, Seydi Ali Reis’in
Miratü’l Memalik, Ahmet İbn-i İbrahim Tokadî’nin Acâibname-i Hindistan,

Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

632
Trabzonlu Âşık Mehmet Çelebi’nin Menâzıru’l-Avâlim, Evliya Çelebi’nin Seyahatname
adlı eserleri klasik Türk edebiyatı içinde seyahatname türünün en önemli eserleridir
(Asiltürk, 1997:2-7). Bunlardan Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi Avrupa’yı Türk
okuyucusuna tanıtan ilk eser olması bakımından önemlidir. Sefaretnameler de
Avrupa’daki ülkelerin ve bu ülkelere ait kültürlerin tanıtılmasında önemli bir işleve
sahiptir. 18.yüzyıl itibarıyla sayısı artan bu sefaretnameler içinde Yirmisekiz Çelebi
Mehmet’in Fransa Sefaretnamesi (1720/1721) değişen ve gelişen Avrupa’yı henüz
tanımayan Osmanlı Devleti için yeni bir dünyaya ayna tutan bir eserdir. Ancak Osmanlı
Devleti’nin Avrupa’daki şehirleri, sosyal hayatı, kültürü tanıması 19. yüzyılda kaleme
alınan Avrupa seyahatnameleri ile olur. Bu yüzyılda bol miktarda Avrupa
seyahatnamesi vardır. Sadık Rıfat Paşa, Mustafa Sami Efendi, Ömer Lütfi, Sadullah
Paşa, Ahmet Midhat Efendi, Ebuzziya Tevfik, Sami Paşazade Sezai, Ali Kemal,
Hayrullah Efendi, Dr. Hüseyin Hulki, Ahmet İhsan gibi isimler resmi görev veya gezi
amaçlı gittikleri Batı’yı şehirleriyle, tarihiyle, iklimiyle, sanat-eğlence hayatıyla, sağlık
ve eğitim hizmetleriyle tanıtırlar. Paris, Londra, Cenevre, Berlin, Viyana gibi
merkezlerde yoğunlaşan bu seyahatnamelerin sayısının 20. yüzyıla yaklaşırken, 19.
yüzyılın son on yılı içinde, daha da arttığı görülmektedir. Ressam Mustafa Sait Bey’in
1898 tarihli Avrupa Seyahatnamesi de bu eserlerden biridir. El yazması olarak kaleme
alınan Avrupa Seyahatnamesi, Burhan Günaysu tarafından Latin temelli Türk alfabesine
aktarılmış ve kitap 2003 yılında Yapı Kredi Yayınları arasında yayınlanmıştır. 1
Seyahatnamenin yazarı Mustafa Sait Bey 1871 doğumludur. Babası, Sultan
Abdülaziz’in Levazımat-ı Umumiye Reisliği ve Sivas valiliği görevlerinde bulunmuş
Divriğili Hafız Hasan Paşa, annesi de Eda Rukiye Hanımdır. İdadi mezunudur. Rüsûmat
Müdüriyet-i Umumiyesi’nde (Gümrükler Genel Müdürlüğü) memur ve müfettiş olarak
çalışmıştır. Millî Mücadele başlamadan önce, İstanbul işgal altındayken ölmüştür. Ölüm
tarihi kardeşinin torunu Rükzan Günaysu’yun ifadesiyle 1920’lerdir. Mezarı İstanbul’da
Sahrayıcedit Mezarlığı’ndadır. Rükzan Günaysu, büyük dayısı Mustafa Sait Bey’in
okumayı sevdiğini, zengin bir kütüphanesinin olduğunu, suluboya ve yağlıboya resimler
yaptığını ve resimlerinin yıllar sonra ünlü ressam Eşref Üren tarafından beğenildiğini,
gümrük mevzuatı hakkında Gümrük ve Gümrükçülük (1331/1915) adını taşıyan bir
kitap yazdığını ifade etmektedir. (https://tr.scribd.com/doc/190846132/Populer-Tarih-
Dergisi).
Mustafa Sait Bey 1898 tarihinde iki ay kadar süren bir Avrupa seyahati yapmış ve
seyahat izlenimlerini kaleme almıştır. 23 Ağustos 1898’de İstanbul’dan dönemin
tanınmış Fransız deniz nakliyat şirketi olan Paquet kumpanyasına ait “Çerkistan” adlı
gemi ile Marsilya’ya doğru başlayan bu seyahat daha sonra tren yolculukları ile devam
eder. Marsilya- Monaco-Kuzey Batı İtalya (San Remo - Cenova - Turin/Torino), İsviçre
(Cenevre), Fransa (Paris), Avusturya (Viyana) güzergâhını takip eden Mustafa Sait
Bey’in seyahati trenle Sırbistan ve Bulgaristan’dan geçerek 1898 yılının Ekim ayında
İstanbul’da sona erer. El yazması seyahatnamenin eksik kaldığı, tamamlanmadığı
anlaşılmaktadır. Zira Sırbistan hududuna girdiklerini belirttikten sonra notlar
kesilmektedir. Gittiği her yeri ayrıntıya dikkat ederek tanıtan Mustafa Sait Bey,
Sırbistan ve Bulgaristan’dan hiç bahsetmemiştir. Seyahatten döndükten sonra da
defterine bu izlenimlerini eklemediği anlaşılmaktadır.

I- Yolculuk
Mustafa Sait Bey gemi ve tren yolculuklarıyla seyahatini gerçekleştirmiştir. Her
ikisinde de birinci sınıf mevkide yolculuk yapmış, trende genellikle yataklı vagonu
seçmiş, gemide ise yataktan ziyade tabuta benzettiği karyolaya girmek yerine salondaki
tahta sedir üstünde uyumayı tercih etmiştir. Altı gün devam eden deniz yolculuğunda

633
Mustafa Sait Bey’i en çok heyecanlandıran, İtalya’daki üç önemli aktif yanardağdan biri
olan Stromboli yanardağını zirvesinden ateşler püskürürken görebilmektir.
1.Mustafa Sait Bey’in Avrupa Seyahatnamesi, dönemin matbu eserleri dikkate alınarak hazırlanan “Türk
Edebiyatında Avrupa Seyahatleri” adlı doktora tezinde yer almamaktadır.

Güverteden iki saat boyunca heyecanla seyrettiği yanardağın suluboya ile yaptığı
bir görüntüsünü de Sait Bey seyahatnamesine eklemiştir. Sait Bey’in tren yolculukları
“dağ gibi dalgalar arasında” çalkalana çalkalana yol alan gemiden daha rahat geçer.
Sadece Marsilya’dan İtalya’ya giderken bindiği, “Zenith katarı” denilen Fransız trenini
beğenmemiş, vagonlarını “köhne ve adi” bulmuştur. Osmanlı Demiryolu Kumpanyası
ile karşılaştırdığında iç donanımını yetersiz bulsa da trenin süratine bayılır. Bu vesileyle
medeniyet üzerinde düşünür. Medeniyetin gösteriş ve lüks olmadığını, insan hayatını
kolaylaştırıp hızlandırmanın medeniyette ölçü olarak alınması gerektiğini fark eder.
Paris’ten Viyana’ya giderken bindiği yataklı ve lokantalı vagonların rahatlığı ve
yolculara sunulan hizmetlerle kendisini seyyar bir otelde hisseder.

II- Şehirlerin Dış Görünümleri: Limanlar-Garlar-Caddeler-Sokaklar-Meydanlar


Mustafa Sait Bey dönemin diğer seyyahları gibi öncelikle konakladığı şehirlerde
gözüne çarpan ilk unsur olarak liman, gar, cadde, sokak ve meydanlardan söz eder.
Önemli ticaret merkezleri olan Marsilya ve Cenova limanlarını uzun uzadıya
anlatır. Çok sayıda gümrük dairesi, antrepo, ambar olduğundan söz eder. Marsilya
limanında ilk defa çok büyük ebatta vapurlar görür. Marsilya’nın Saint Jean limanının
Sait Bey tarafından yapılan suluboya resmi vardır. Gördüğü tren garları içinde en çok
Paris’in garlarını beğendiği anlaşılan Sait Bey, geceleyin elektrikle aydınlatmanın
sağlanışından, trenlerin gidecekleri yerlerin levhalarda yazılı oluşundan, emanet
müessesesinin kusursuz işlemesinden takdirle söz eder. Avrupa’nın liman ve
garlarındaki nizam hoşuna gider.
Marsilya, Cenova, Cenevre, Paris ile Viyana cadde ve sokaklarının gündüz ve
gece nasıl göründüklerini anlatır. İnsanla dolu kalabalık caddeler geniş ve
muntazamdırlar. Geceleri ışıl ışıldırlar. Kitap, gazete, içecek satan barakalar vardır ve
buraları Sait Bey’in gözüne “zarif köşkler” olarak görünür. İki tarafında ağaçlık geniş
caddelerdeki mağazalara dikkat eden Sait Bey şehrin yaşamına da katılır; berberde tıraş
olur, fotoğrafçıda fotoğraf çektirir, çiçek pazarında dolaşır, sık sık alışveriş yapar.
Üstelik Türk parası ile karşılaştırınca Viyana hariç bütün Avrupa şehirlerini pek ucuz
bulur. Meydanlardaki büyük heykellerden ve çeşmelerden bahseder. Avrupa’nın büyük
şehirlerinde ulaşımın elektrikli ve buharlı tramvaylar ve omnibüslerle yapıldığını
belirten Mustafa Sait Bey’in genellikle bunlar yerine kira arabalarını tercih ettiği
görülmektedir. Kendisini halktan farklı gördüğünü her fırsatta hissettiren Sait Bey
okuyucusuna anlatabilmek için tramvaya da binmiş, tramvaya binerken bileti kenardaki
bir düğmeye basmak suretiyle geçişin gerçekleşmesini pek beğenmiştir.
Marsilya sokaklarında gözüne sahipleriyle birlikte dolaşan ağızlarına demirden
ağızlıklar geçirilmiş kıymetli köpekler ilişir. Sokakta sahipsiz köpek göremeyince ister
istemez esefle İstanbul sokaklarındaki başıboş köpekleri hatırlar. Cenevre’de gördüğü şose
yollar vesilesiyle özenle ve yolun emniyeti düşünülerek nasıl şose yol yapıldığını anlatır. En
geniş olarak da Paris sokaklarından söz eder. Diğer Avrupa seyyahları gibi (Mehmet Rauf,
Hamid, Ahmet Midhat, Ahmet İhsan) (Asiltürk, 1997: 136-138) Sait Bey de Paris
sokaklarını anlatmaya suluboya resmini yaptığı meşhur Champs-Elysées caddesi ile başlar.
“Bulvar, avenü ve rü” olarak üçe ayırdığı Paris sokaklarını, yani Paris’teki dış dünyanın
görüntüsünü tablo yaparcasına, ayrıntıya dikkat ederek anlatır. İki tarafı ağaçla

634
bezenip gölgelenen yollar, etrafına çiçekler ekili havuzlar, bu havuzlara nâzır istirahat
amaçlı konmuş kanepeler, sokaklardaki temizliğine ve zarafetine şaşırdığı halka açık
tuvaletler, ilan yapıştırmaya mahsus kulübeler, trafiğin düzenli işleyişi, yaşlı kadınlara
sokakta gösterilen saygıyı anlatırken okuyucuyu Paris caddelerinde dolaştırır. Paris’i
tezyin eden en güzel meydan diye nitelediği ve suluboya resmini yaptığı Place de
Concorde’daki heykellerden söz ederken buranın tarihçesini de anlatır. Paris’in meşhur
bulvar, cadde ve meydanlarını adeta 19.yy sonu Paris gezi rehberi oluşturacak şekilde
anlatır. Paris’in bu göz boyayıcı dış görünüşü içinde gündüzleri dikkati çekmeyen ama
gece olunca belirginleşen yoksulluğun sefil hayata sürüklediği zavallılardan bahsederek
dış görünüşten sosyal hayata geçer. Paris sokaklarında gündüz hamallık yaparak, araba
kapısı açarak, gazete satarak ölmeyecek kadar para kazanan sefillerin geceleri
sığındıkları yer yine sokaklardır. Yoksulluğun içinde hayatta kalma mücadelesi verenler
arasında gece dikkati çekenler kadınlardır. “Aman efendi, iki günden beri açım. Bu
akşamlık olsun karnımı doyur.” (Mustafa Sait Bey, 2005: 93) sözleriyle erkeklere
yanaşan bu kadınların şehveti tahrik etmek adına söyledikleri sözler ve yaptıkları
hareketler kadınlık ve insanlık onurunu zedeleyicidir. Mustafa Sait Bey geceleyin Paris
sokaklarının bambaşka yüzünü, ahlâkî yozlaşmayı görür ve bu şehirde sokakların gece
yarısından sonra asla güvenli olmadığını belirtir. Bu tespitiyle dönemin diğer Avrupa
seyahatnamelerinde yer almayan bir noktaya dikkat çeker.

III- Konaklama: Otel ve Pansiyonlar


Mustafa Sait Bey yeni bir şehre iner inmez tüm seyyahlar gibi önce kalacağı oteli
tespit eder. Tercih ettiği oteller şehir merkezine yakın, tanınmış lüks otellerdir. Örnek
olarak Marsilya’da meşhur Grand Hotel du Louvre et de la Paix’de, Paris’te Grand
Hotel’de kalır. Her iki otelin de Mustafa Sait Bey tarafından yapılan suluboya resmi
mevcuttur. Otelleri ayrıntılı olarak tasvir eder, okuru otel koridorlarında dolaştırır,
odaların rahatlığını kelimelerle hissettirir. En ayrıntılı anlattığı Paris’teki Grand
Hotel’dir. Özellikle otelin üst katlarına kolaylıkla çıkmayı sağlayan asansörü, sekiz
yüzden fazla odanın baş döndürücülüğünü, kapı açılınca kendiliğinden yanan ve odayı
nurlara gark eden lambaları, kapatılınca otomatik kilitlenen kapıları realist bir roman
yazarı tasviriyle seyahatnamesine geçirmiştir.
Sait Bey otellerin yanı sıra pansiyonlarda da konaklamıştır. Cenova ve
Cenevre’deki pansiyonları beğenmiştir. Özellikle Cenevre’de ahalinin geçim
kaynağının otel ve pansiyon işletmeciliği olduğunu belirtir. Leman Gölü sahilindeki
meşhur otelleri teker teker tanıtan Sait Bey pansiyonların da en az oteller kadar temiz ve
konforlu olduğunu müşahede eder, kaldığı pansiyonların zarifliğini ve nazifliğini
anlatırken mekânı göz önünde canlandırmayı başarır:
“Bu daire kârgir bir konağın birinci katında idi. Konağın âsâr-ı nefiseden
addolunacak kadar güzel ve muhteşem mermer kapısından girip sekiz on basamak
kadar mermer merdiveni çıktık. (…) Bu daire bir yatak odası ile cesimce bir salondan
ibaret olup her ikisinin dahi mefruşatı en mükemmel otellere bile gıptaresân olacak
mertebede nefis ve müzeyyen idi. Şezlong denilen tûlânî koltuklar, aynalı dolaplar,
cesîm ve yaldızlı Venedik aynaları, mermer şömine ve ipekli perdeler içine alınmış iki
mükemmel karyola, hâsılı her türlü esbâb-ı istirahâti câmi olan yatak odasının yegâne
kusuru zeminin kârgir olması idi. Zaten Cenova’da bütün ebniyeler taştan imal
edilmiştir.” (Mustafa Sait Bey, 2005: 35)

635
IV- Yeme, İçme, Eğlence: Lokanta ve Kafeler
Mustafa Sait Bey gittiği yerlerde tanınmış, lüks, pahalı, ancak ekonomik durumu
iyi olanların gidebileceği lokanta ve kafeleri tercih etmiş; buralardaki garsonları, servisi,
işleyişi, yemeklerin lezzetini, fiyatları, dekoru, döşemeyi uzun uzadıya anlatmıştır.
Özellikle Cenevre’de Leman Gölü etrafındaki lokanta, kahve ve birahaneleri pek
beğenmiştir. Lüks lokantalar ile arka sokaklardaki lokantalar arasındaki farkı
yansıtabilmek için “fukâra-i nâsa mahsus olan ucuz ve âdi” olarak nitelediği lokantaları
da tecrübe etmiş ve ne buralardaki servisi de, yemeklerin tadını da hiç beğenmemiştir.
Kafe şantan olarak adlandırılan Marsilya’daki şarkılı kafeler ya da Paris’in “maruf
ve meşhur eğlence mahalleri olan” kafeleri ayrı bir dikkatle anlatır. Gecenin ilerlemiş
saatlerinde Paris sokaklarında karşısına çıkan fuhuş bu mekânlarda sosyal seviyesi
sokak kadınlarından biraz daha yüksek olan kadınlar tarafından sürdürülmektedir.
Paralı müşterilerin gittiği kafelerde düşes ve prenses gibi giyinmiş, hesapsız
harcamalar yapan fahişelerin çalıştığını, garsonların da bu kadınların simsarı olduğunu,
düşmüş kadınların bir kısmının da akşamları Boulogne Ormanı’nda “arz-ı endam”
ettiklerini bu durumdan iğrendiğini hissettiren ifadelerle anlatır.

V- Gezilecek Yerler: Deniz Hamamları- Mezarlıklar- Park ve Bahçeler - Orman ve


Dağlar - Panayır ve Sirkler
Mustafa Sait Bey için Avrupa’da gördüğü mekânlar arasında en ilginci “deniz
hamamları” diye adlandırdığı plajlardır. Çünkü etrafta hususi hamam ve loca yoktur,
kadınlar ve erkekler göz önünde birlikte denize girerler. Marsilya’da bir sahil
gazinosunda oturup bir süre çevresini seyreden Sait Bey bu izlenimlerini uzun uzadıya
aktarmanın yanı sıra üç suluboya tablo ile de yansıtır.
Mezarlıklar her ne kadar oraya yakınlarını bırakanların ziyaret yerleri ise de Sait Bey
Hristiyan mezarlıklarını merak etmiş ve notlarında Cenova ve Paris’in meşhur mezarlıkları
ile ilgili izlenimlerini kaydetmiştir. Zenginlerin mezarlarında büyük ve gösterişli heykeller
vardır. Paris’te Voltaire, J.J.Rousseau, Victor Hugo gibi ünlü isimlerin bulunduğu Panthéon,
Pére Lachaise ve Montmarte mezarlıkları ile “mahrık-ı ecsâd” olarak adlandırdığı ölülerin
yakıldığı yeri geniş olarak anlatır. Kitapta, Panthéon ve ölülerin yakıldığı yerin Sait Bey
tarafından yapılan suluboya resimleri yer almaktadır.
Park ve bahçeler, orman ve dağlar Sait Bey’in beğendiği gezinti yerleridir. Tabiat
güzelliğinin gözleri doyurduğu bu mekânlar kendi hâllerine bırakılmamış, ziyaretçilerin
rahat edecekleri ve ihtiyaç duydukları hizmetleri bulabilecekleri şekilde düzenlenmiştir.
Cenevre’de Bastion ve İngiliz Bahçeleri, Hadîka-i Âb-ı Hayât olarak Türkçeye çevirdiği
Parc des Eauxvives iç açıcı gezinti ve eğlence merkezleridir. İngiliz Bahçesi’nde
çocukların mürebbiyelerinin denetiminde koşuşturmalarını, buralarda dolaşanları,
manzarayı, bahçelerin içindeki eğlence ve sanat hayatını, hatta kumar oynayanları
ressam gözüyle tasvir eder:
“Mont Blanc Köprüsü’nün nokta-i müntehasındaki meydanda ve Leman Gölü’nün
kenarında vâki olup bu bahçe dahi Bastion Bahçesi gibi Cenevre’nin bihakkın medâr-ı
ziynetidir. Bahçenin bir cihetinde Parc des Eaux-Vives’e giden tarîk ve diğer cihetinde
Leman Gölü bulunuyor ki gölün kenarı metin bir rıhtım ile tezyin olunmuş ve göle nâzır
olarak birçok demir kanepeler vazedilmiştir ki akşamları bu kanepeler birçok
hoşmanzar mürebbiyelerle dolar. Çocuklar rıhtım üstünde minimini arkadaşlarla
oynarlar. Bahçenin vasatında cesîm bir havz-ı dilnişîn mevcuttur. Havuzun ortasındaki
resm-i mücessem bir fevvâre-i dilrübâyı hâvidir ki her gün bir başka şekilde feverân
eden sular semaya doğru birkaç metre yükselir.” (Mustafa Sait Bey, 2005: 55)

636
“Tiyatro ebniyesinin önündeki meydanda muntazam masalar ve sandalyeler
mevcut olduğundan tiyatroya girmeyenler ile tiyatrodan akşamüzeri çıkanlar burada
toplanarak terennünsâz olan mûsikîyi istimâ ederler ve nefis her türlü meşrubat ile
telziz-i dimağ eylerler. Akşamları bu meydanın aldığı manzara pek ziyade latîf ve
şâyân-ı temâşâdır. En şık ve en dilber kadınlar masaların etrafında ezhâr-ı gûnâgûndan
müteşekkil bir zarif buket gibi toplanarak izhâr-ı endam ederler. Tiyatronun
derûnundaki cesîm salonda nisvân ve zükûrdan yüzlerce insan ihata ederek yüzlerce
altun kazanır veya gâib eder. Rulet oyunu burada serbesttir. Zâbıta müdahale etmez,
eylemez. Park derûnunda velespit yarışları ve her türlü Frenkçe jimnastik müsabakaları
icra olunur.” (Mustafa Sait Bey, 2005: 64-65)
Cenevre’de Saléve Dağları’na da çıkan, Boulogne Ormanı’ndaki hayvanat
bahçesini pek beğenen Sait Bey Parc des Eauxvives, Saléve Dağları ve Boulogne
Ormanı’nın suluboya resimlerini de yapmıştır.
Sait Bey köylere de gitmiş, özellikle de köy meydanlarında kurulan panayırları
takip etmiştir. Ticaret ve eğlencenin bir arada olduğu panayırları “bayram günleri
Fatih’te câmi-i şerif avlusundaki panayırların alafrangası” olarak niteler ve bizden en
büyük farkının atlıkarıncalara çocukların yanı sıra yetişkinlerin binmesi olduğunu
gözlemler. Paris’te seyrettiği sirki “şâyan-ı temâşâ” bulur.

VI- Sanat Eserleri: Tiyatro ve Operalar - Müze ve Saraylar - Kuleler


Mustafa Sait Bey şehir merkezlerinde tiyatrolara mutlaka dikkat etmiş, sadece tiyatro
binalarından söz etmekle kalmamış, temsiller de seyretmiştir. Cenevre tiyatrosundan,
“mekteb-i edeb ü irfan” olarak gördüğü tiyatro sanatından uzun uzadıya bahseder ve burada
ünlü Fransız tiyatro oyuncusu Sarah Bernhardt’ın yorumuyla La Dame aux Camelias oyunu
ile Offenbach’ın bestelediği La Belle Héléne operasını izler. Sait Bey’in tiyatro ve müzik
konusundaki tercihlerinin bu seyahatin yapıldığı tarihte Türk edebiyatına hâkim olan
Servet-i Fünûn sanatçılarıyla, özellikle Mehmet Rauf ve Halit Ziya ile örtüştüğü
görülmektedir. Devrin Batı terbiyesi almış aydınlarının ortak bir zevke sahip olduklarını
söylemek mümkündür. Paris’te elli-altmış kadar tiyatro olduğunu belirten Sait Bey, Paris’in
“medâr-ı iftiharı” olarak nitelediği Grand Opera, Comedie Française, Odéon gibi önemli
tiyatroları yapılış hikâyelerinden içlerinin döşenişine varıncaya kadar tafsilatlı anlatır.
Oyunculuğun saygın ve devlet tarafından desteklenen bir meslek olduğundan ve tiyatronun
toplum üzerindeki etkisinden bahseder:
“Oyuncuların dolgun maaşları vardır. Bundan mâda hakk-ı tekâüd gibi mükâfâta
dahi mazhar olurlar. Burada alelekser tenvîr-i vicdan oyunlar sahne-i temâşâya arz
olunur.” (Mustafa Sait Bey, 2005: 98)
Louvre Sarayı, Palais Royal, Lüksemburg Sarayı, Hotel deslnvalides (Ma’lûlîn-i
Askeriye Sarayı), Trocadéro Sarayı ve Grévin Müzesi tarihçesi, iç ve dış tezyinatıyla
anlattığı sanat mekânlarıdır. Bir ressam olarak özellikle buralardaki tablolara dikkat
eden Sait Bey Batı’nın genelde sanata, özelde resim sanatına verdiği önemin altını çizer.
En fazla Fransız ressam Jean Louis Ernest Meissonnier’in, Fransızların Avusturyalılara
karşı kazandıkları bir zaferi tasvir ettiği “Solferino Muharebesi” adlı tabloyu beğenmiş,
bu tablonun “âsâr-ı nefîseden” olduğunu belirtmiş, Askerî Saray’daki Napolyon’un
mezarına dikkat etmiş, Trocadéro Sarayı’nın zemin katındaki akvaryumu ilginç
bulmuştur.
Paris deyince akla ilk gelen Eyfel Kulesi ile Zafer Tâkı da özellikle üzerinde durduğu
sanat eserleridir. Her ikisinin de tarihçesini ve heybetli dış görünüşlerini anlatan Sait Bey,
Eyfel Kulesi’nin Fransızlar tarafından pazarlama yöntemleri kullanılarak, kule şeklinde
yapılabilecek her türlü hediyelik eşya üretilerek ülkenin sembolü hâline getirilişinden söz
eder. Kuleyi gezenlerin hemen orada satın alıp postalayabildikleri

637
kartpostallar vasıtasıyla dünyanın dört bir tarafına Fransa’nın tanıtılmasını ve istatistik
amacıyla ziyaretçilerin kaydının tutulmasını takdir eder.
Kitapta Grand Opera, Zafer Tâkı, Askerî Saray, Napolyon’un mezarı, Eyfel
Kulesi, Louvre Sarayı, Palais Royal ve Lüksemburg Sarayı’nın suluboya resimleri yer
almaktadır.

VII- Batı Eleştirisi


yüzyılda yeni bir dünya keşfedercesine Avrupa izlenimlerini aktaran seyyahlar
kültür ve medeniyet anlamında üstün bir Avrupa tasviri yapmışlar, Ahmet Midhat
Efendi (Avrupa’da Bir Cevelan) ve Asmanî (Seyahat-i Asmanî) dışında kalanlar çok
fazla eleştirel bir gözle Avrupa’ya bakmamışlardır. Mustafa Sait Bey çağdaşı diğer
seyyahlar gibi kültür Avrupasından söz etmekle birlikte teknoloji alanında ileri
konumda olsa da Avrupa’yı tam anlamıyla bir medeniyet merkezi olarak görmez. Odak
noktası her ne kadar mekânlar ise de bu mekânlarda yaşayan insanlara, dolayısıyla
sosyal hayata dikkat eder. Sosyal hayatta gördükleri teknolojinin insan hayatını
kolaylaştırmasının önüne geçer.
İtalya köy ve kasabalarında yalınayak, üstü çıplak, karnı aç çocuklar, denizde
çamaşır yıkayan sefil kadınlarla, Paris sokaklarında aç, yoksul, yaşamak için mücadele
veren insanlarla karşılaşan Sait Bey Avrupa’da insanlar arasındaki ekonomik
dengesizliğe dikkat çeker. Siyasî idarenin bu dengesizlik karşısındaki umursamazlığını
tuhaf bulur.
Sait Bey’in Avrupa’da en yoğun eleştirdiği husus fuhuştur. Fuhuşla en fazla Paris’te
karşılaşır. Yoksulluğun fuhşu tetiklediğini belirten Sait Bey, Paris sokaklarında geceleyen
zavallılardan yaldızlı salonlardaki servet içinde yüzen düşkün ahlâklı kadınlara kadar pek
çok kadının fuhuş batağı içinde yer aldığını gözlemler. Paris’teki fuhuş mekânlarının
öncelikle farklı ekonomik seviyelere hitap eden kafeler olduğunu belirtir. 1898 yılı
itibarıyla Fransız resmî kayıtlarında 265.000 fahişe olduğunu belirten Sait Bey, Doğu
dünyasının gözünde Avrupa’nın temsilcisi olan Paris’in gerçekte medeniyet merkezi olup
olmadığını sorgular: “Paris hayatı denilen ahval bu kahvehanelerdeki rezâilden ibarettir ki
bu şehr-i merkez-i medeniyet addolunan şehr-i şehîri bir “fuhuşhâne-i beynelmilel
derekesine tenzil ediyor.” (Mustafa Sait Bey, 2005: 104)
Sait Bey’in Batı’da eleştirdiği noktalardan biri de Batı insanında gördüğü acıya
duyarsızlık ve samimiyetsizliktir. Bu eleştiriyi Cenevre’de olduğu sırada orada bulunan
Avusturya İmparatoriçesi ve Macaristan Kraliçesi Elisabeth’in öldürülüşünü anlattığı
kısımda yapar. Kraliçe Elisabeth hakkında son derece geniş bilgi veren Sait Bey cinayeti
heyecanla anlatır. Kitapta kraliçe ve katilin Sait Bey tarafından yapılan suluboya resimleri
ile yine Sait Bey tarafından çizilen cinayet mahallinin krokisi bulunmaktadır. Kraliçenin
katli üzerine Cenevre’de yas ilan edilmiştir. Cinayetin işlendiği Beau-Rivage Oteli’nin
önündeki kalabalığa karışan Sait Bey böylesine önemli bir siyasî ismin kendi şehirlerinde
öldürülmesi karşısında insanların duyarsızlığını, umursamazlığını, “ilân-ı matem etmek”
üzere geldikleri yerde neşelerini saklama ihtiyacı bile duymadıklarını müşahede eder ve bir
hüküm verir: “İşte Avrupa ahalisi böyledir. Eminim ki ahalinin izhâr eylediği şu teveccüh
ve mahzûniyet kalben olmayıp yalnız bir vazife-i resmiyeyi ifa içindi.” (Mustafa
Sait Bey, 2005: 75).
Sait Bey, Batılıların turist kandırma konusunda ehil olduklarını fark eder ve
özellikle arabacılar ile otel ve pansiyon işletmecilerinin yabancıları kandırmaya
çalışmalarını bizzat yaşar.
Batılıların sanıldığı gibi bilgi donanımına sahip olmadıkları, özellikle de Doğu’yu
tanımadıkları gibi tanımak için teşebbüste bulunmadıkları da Sait Bey’in bir başka
dikkat çekici eleştirel tespitidir:
638
“Paris istisna olunur ise Fransa’da hatta bütün Avrupa’da avamdan değil hatta
havas arasında bile öyle adamlar gördüm ki büyük bir cehalet ve fıkdân-ı malûmata
müstağrak idiler. Hele Şark ve Şark’a müteallik mesâilde ki en meşhur adamlar
meyânında bile daha memleketimizin ahvâl-i coğrafîsine bile vâkıf olmayanlara tesadüf
eyledim. Hâsılı Avrupa henüz Şark’ın câhili olup Türkleri dahi hiç tanımamışlardır.”
(Mustafa Sait Bey, 2005: 144).
Sait Bey’in bu tespitiyle Namık Kemal’in 1872 tarihinde İbret gazetesinde
yayımladığı “Avrupa Şarkı Bilmez” adlı meşhur makalesindeki düşünceleri paylaştığı
görülmektedir.

VIII- Vatan Hasreti ve Millî Gurur


Dönemin diğer seyahatnamelerinde Batılıların, özellikle de İngiliz, İskoç, Macar ve
Fransızların millî (Celal Nuri, Kutup Musahabeleri; Halit Ziya, Almanya Mektupları;
Ahmet İhsan, Avrupa’da Ne Gördüm?) gururları üzerinde durulurken Sait Bey onlardaki
millî duyguların yoğunluğundan söz etmek yerine sık sık Osmanlı vatandaşı olmaktan
duyduğu gururu dile getirir. Dönemin padişahı II. Abdülhamid’e bağlılığını ifade eder.
Padişaha “ez dil ü can” dualar ederek seyahatine başlayan Mustafa Sait Efendi, Paris’ten
ayrıldığı 14 Teşrin-i evvel 1898 Cuma günü Times gazetesinin Fransa muhabiri ve
Parislilerin ifadesiyle Paris “sefiri” olan İngiliz gazeteci Blowitch ile görüşmesini aktarırken
de Sultan II. Abdülhamid’den saygıyla ve taltif edici sözlerle bahseder. Siyaset ağırlıklı bu
görüşmede İngiliz gazeteci, İstanbul’a geldiğinde huzuruna da çıktığı padişahın zekâsı ve
nezaketini ısrarla vurgulayıp Osmanlı Devleti için II. Abdülhamid’i bir şans olarak
değerlendirirken, bu sözlerden gurur duyan Sait Efendi de padişaha bağlılığını tekrarlama
imkânı bulur. Gittiği her şehirde mutlaka Osmanlı sefarethanesini ziyaret eder, bu ziyareti
“lâzıme-i sadakat” addeder. Cenova’daki sefarethane kapısında “şanlı şerefli” Osmanlı
bayrağını görünce heyecanlanır, gurur duyar. Paris sefarethanesinin kapısında “Arma-i
Osmanî”yi göremeyince üzülür. Başında gururla taşıdığı fesi mensup olduğu milletin
sembolü olarak görür: “ (…) ser-i iftihârımda bulunan alâmet-i millîyemin şerefini
muhafaza ve gayret ve mecburiyeti (…)” (Mustafa Sait Bey, 2005: 82). Avrupa’da
dolaşırken fesini başından çıkarmamaya dikkat eder.
Vatan hasretini seyahat boyu çeker. Sait Bey’de vatan hasreti daha İstanbul’dan
ayrılırken başlamıştır. Vapurun küpeştesinden İstanbul’a ruh veren minareleri uzun uzun
vecd ile seyreden Sait Bey’in herhangi bir Avrupa şehrinde manzaraya bakarken böylesine
kendinden geçerek dalıp gitmediği ve hiçbir yerin onu İstanbul kadar heyecanlandırmadığı
görülmektedir. İtalya’nın Vintimille kasabasında Akdeniz ile karşılaşınca bir ucu vatanına
dayanan bu deniz, ayrılığın üzerinden çok zaman geçmiş olmamasına rağmen ailesini ve
vatanını özlediğini fark ettirir. Seyahatinin son durağı olan Viyana’ya geldiğinde ise “artık
seyahatten bıkmış ve bir an evvel vatanıma avdetle efrâd-
ailemize ve bizi sevenlere kavuşmak ihtiyacını gereği gibi hissetmeye başlamış idim.”
(Mustafa Sait Bey, 2005: 166) sözleriyle vatan hasretinin ulaştığı dereceyi
yansıtmaktadır.

Sonuç
Mustafa Sait Bey, geniş bir coğrafyada yaklaşık iki ay süren seyahat izlenimlerini
muhtemelen Osmanlı kamuoyu ile paylaşmak amacıyla kaleme almıştır. Ancak eser
bastırılmamış ya da bastırılamamış, el yazması olarak kalmış, yazıldığı dönemde Avrupa’yı
seyahatnamelerle tanıyan Osmanlı vatandaşlarıyla buluşamamış, yazılışının üstünden yüz
beş yıl geçtikten sonra artık Batı’yı yabancı bir diyar olarak görmeyen, Batı dünyasının
yaşam tarzını büyük ölçüde benimsemiş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. 21. yüzyılın okuru
için bu seyahatnamenin anlamı dönemin diğer Avrupa seyahatnameleri ile

639
karşılaştırınca ortaya çıkar. Bu karşılaştırma neticesinde Mustafa Sait Bey’in bir arayış
içinde olmadığı, hayranlık dolu bakışlarla Avrupa’yı gezmediği görülmektedir. O,
boynunda kamerası olan bir fotoğrafçı olarak değil elinde fırçası olan bir ressam
tavrıyla Avrupa şehirlerini dolaşmıştır. Anlattığı mekânı göz önünde canlandırabilmek
için sık sık İstanbul ile benzerlikleri vurgulayan, farklılıklardan ziyade gözü
benzerlikleri yakalamaya odaklanan Sait Bey kendi yaptığı suluboya resimlerle de
Avrupa’nın kültür ve sanat anlamında değişmeyen çehresini yansıtır. Bu resimlerin
büyük kısmı figürsüz manzara resimleridir ve seyahatten döndükten sonra muhtemelen
Avrupa’dan getirilmiş kartpostallara bakarak yapıldıkları anlaşılmaktadır. Kitapta
figürsüz resimlerin yanı sıra kadın figürlerinin bulunduğu resimler de vardır ki
kaynaklar insan figürü çizebilmek için “anatomi konusunda” “uzmanlaşmış bilgiye
sahip olmak” gerektiğini kaydetmektedir (Özdemir, 2015). Figürsüz ve özellikle kadın
figürlü resimleri Mustafa Sait Bey’in bu sanatla amatörce ilgilenmediğini, sağlam bir
resim eğitimi aldığını düşündürmektedir. Gördüklerini gerek kelimelerle gerekse
resimlerle yansıtma çabasında olan Sait Bey dikkatli bir gözlemcidir. Coğrafyadan,
iklim özelliklerinden, ziraattan, ticaretten, ekonomiden, tarihten, tünel-köprü-bina-sanat
eserlerinin yapılışlarından bahsederek Batı’yı tanıtır. Sokakların elektrikle
aydınlatılmasını, temizliği, belediye hizmetlerini, ulaşımın süratli ve rahat oluşunu,
telefonla haberleşmenin insana sağladığı kolaylığı, posta hizmetlerinin işleyişini takdir
eder. Reklamcılık sektörünün işlevselliğini ve gerekliliğini anlar. Otel işletmeciliğinin
ciddiyetini fark eder ve teknolojiden yararlanmanın otelcilikteki önemini bir müşteri
olarak bizzat yaşar. Müzelerden, tiyatrolardan, operalardan, şehirleri süsleyen heykel,
kule ve anıtlardan bahseder. Taşa ruh verilmesi, sanatın şehirlerle özdeşleşmesi ve
şehirlere sinmesi takdir ettiği hususlardır. Kadınların kitap-gazete satışının yapıldığı
bayilerde, lokantalarda, kafelerde, mağazalarda, hâlde çalıştıklarına şahit olur ve
kadının sosyal hayata katılması hoşuna gider.
Bütün bu beğendiği hususları aktarırken Mustafa Sait Bey hayran gözlerle gezen,
gördüklerinden hareketle kendi ülkesindeki eksiklikleri tespit eden bir seyyah
hüviyetinde değildir. 19. yüzyıl sonu Avrupası gezi rehberi niteliği taşıyan kitapta Sait
Bey Batı’daki mekânları yansıtırken insanı da unutmamıştır. Batı insanı hakkında sosyal
hayattaki gözlemleriyle bazı kanaatlere sahip olur. Sokaklarda aç, sefil, fuhşa
sürüklenmiş zavallıları görünce sosyo-ekonomik dengesizliğin mevcudiyetine dikkat
çeker. En fazla fuhuştan rahatsızlık duyar. Fuhuş batağına düşen kadınlara acır ve
medenî olduklarını iddia eden Batılıları kınar ve böylesine yaygın hale gelmiş fuhuşla
medeniyeti bağdaştıramaz. Batı’nın, Doğu kültür ve medeniyetinden habersiz olduğunu
da müşahede eder.
Mustafa Sait Bey gördüğü Batı karşısında asla aşağılık kompleksine kapılmadan
Türklüğü ile daima gurur duyarak Avrupa’yı gezmiş ve izlenimlerini yazıya ve resme
aktarmış bir seyyahtır. Onun ancak 21. yüzyılda okuyucuya ulaşabilen Avrupa
Seyahatnamesi, 19. yüzyıl aydınının Batı’ya bakışını özetlemek için kullanılan
“hayranlık” kelimesinin dönemin tüm aydınları için geçerli olmadığını göstermektedir.
yüzyıl aydınının Batı’ya bakışının objektif olarak belirlenebilmesi için özel
kütüphanelerde kalmış bu gibi eserlerin su yüzüne çıkarılması son derece önemlidir.

Kaynaklar
ASİLTÜRK Baki (1997) “Türk Edebiyatında Avrupa Seyahatleri”, Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Doktora Tezi.

640
ASİLTÜRK Baki (2009) “Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnameler”, Turkish
Studies, Volume 4 /1-I Winter 2009, s. 911-995.
DURU Eylül (2001) “Mustafa Sait Bey’in Kaleminden Resimli Avrupa Seyahatnamesi”,
Popüler Tarih, 8 Ocak 2001, s.34-36, https://tr.scribd.com/doc/190846132/Populer-Tarih-
Dergisi-say%C4%B1-08-Ocak-2001
Mustafa Sait Bey (2005) Avrupa Seyahatnâmesi, Haz. Burhan Günaysu, YKY: İstanbul.
ÖZDEMİR Mukadder (2015) “Batılılaşma Döneminden Bugüne Türk Resim Sanatı”,
İsmek El Sanatları Dergisi, Sayı 20, 10 Ağustos 2015, ismek.ist/blog/etiketler.aspx?p

ATASÖZLERİ İNSANLIĞIN ORTAK MİRASI MI?

*
Erdoğan UYGUR
Özet
Her toplumun sözlü edebiyatında destanların, efsanelerin, manilerin, deyimlerin yanısıra
atasözlerinin de mühim bir yeri vardır. Ne zaman ya da kim tarafından üretildiği bilinmeyen
atasözleri, muhtemelen asırların içinde yoğrularak, istisnasız her toplumdaki kültür
birikiminin, zihniyetin ve edinilen tecrübenin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla ortaya çıkan
özlü sözlerdir. Toplumun ortak geçmişinin ürünü olan bu sözlerde bilgilendirmenin,
yakınmanın yanı sıra genellikle öğüt ve uyarı ilk sırada yer almaktadır.
Toplumların farklı kültürler dairesinde yaşam tarzı sürdürmesine rağmen dillerinde var
olan atasözlerinin önemli bir kısmı, kullanılan kelimeler ve doğal olarak anlam
bakımından birbirleriyle benzerlik göstermektedir.
Diller arasındaki kelime alış verişinin ve toplumlar arasındaki kültürel etkileşimin ya da
aynı dil ailesine mensup olmanın bu benzerlikte önemli rolü vardır. Örneğin Fransızca
ve İtalyanca atasözlerindeki anlam ve kelime benzerliği bu iki dilin Latince kaynaklı
olması ile izah edilebilir. Ancak, Fransızca ve İngilizce ile benzeşen Türkçe
atasözlerinin durumu bundan farklıdır.
Tanzimat’ın ilanı (1839) ile birlikte ivme kazanan batılılaşma çabaları, Batı ile kültürel
münasebetlerin de yoğunlaşmasına sebep olmuş, özellikle Fransız dili ve kültürü Türk
toplumunu önemli ölçüde etkisi altına almıştır. Bu dönemde ödünç kelimelerin yanı sıra
ödünç cümle ve kavramlar, hatta ödünç davranış tarzı toplum hayatına dâhil olmuştur.
Bu bağlamda “alafranga” tabiri modernleşmeyi, “alaturka” ise köhne olmayı ifade
etmektedir. Ancak, bütün bu ödünçlemeye rağmen atasözlerindeki benzerliği yalnızca
kelime alış verişi ile veya kültürel etkileşim ile açıklamak yeterli değildir.
Bu araştırmada, kullanılan kelimeler ve ifade etmek istediği anlam bakımından birbirleriyle
tamamen aynı olan veya büyük oranda benzeşen Türkçe, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca
atasözleri temel alınarak, örneklerle bu benzerliğin sebepleri araştırılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Atasözleri, dil, kültür, edebiyat, gelenek, batılılaşma

Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, uygur@humanity.ankara.edu.tr

641
ARE THE PROVERBS COMMON HERITAGE OF MANKIND?

Abstract
In all socities' oral literature, along with epics, legends, mânis and ballads proverbs also
have a significant role. Proverbs, of which date of origin or owner are not known, are the
wise sayings come to existence thanks to transfer of cultural accumulation, mentality and
experience of each society from one generation to another by changing and enrichening in
time.In these proverbs which are productions of the society's common history,apart from
enlightenment and remonstrance, usually advice and warning take place on the top.
Although societies have different life styles in terms of different cultures, a significant
part of their proverbs that take place in their language, the used vocabulary and
naturally the meaning show similarities.
Vocabulary exchanges between languages and cultural interactions between societies or
being a member of the same language family have an outstanding importance in this
resemblance. For instance: The meaning and vocabulary similarities between the
proverbs in French and Italian can be explained by these two three languages' taking
their sources from Latin.
But the Turkish proverbs having similarities with French and English has a different
case. Attemps to westernalization that accelerated with the proclamation of Tanzimat
(1839) has also caused intense cultural interactions with West. Especially French
language and culture influenced Turkish society profoundly. In this period, instead of
borrowed words, borrowed sentences and terms even borrowed behaviour styles got
involved in community life. In this context, 'alafranga' means modernization 'alaturka'
means being outdated. In spite of all these borrows, explaining the similarities between
proverbs merely with vocabulary exchange or cultural interaction is not enough.
In this research, based on completely same or profoundly similar Turkish, French,
English and English proverbs in terms of vocabulary and their intended meanings, the
reasons of these similarities will be searched with examples.
Key words: Proverbs, language, culture, literature, tradition, westernization

Giriş
Her toplumun sözlü edebiyatında destanların, efsanelerin, manilerin, koşukların,
deyimlerin yanısıra atasözlerinin de mühim bir yeri vardır. Ne zaman ya da kim
tarafından üretildiği bilinmeyen ve dilin manevî mirası olarak nitelendirilen atasözleri,
asırların içinde yoğrularak, istisnasız her toplumdaki kültür birikiminin, zihniyetin ve
edinilen tecrübenin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla ortaya çıkan özlü sözlerdir.
Atasözlerinin ortaya çıkmasında inanç, ahlâk, etik değerler ve bunlara bağlı olarak
toplum sözleşmesi temel kuvve olarak görülebilir.
Benzer tariflerle açıklanan atasözleri halklar tarafından geleneksel olarak kabul
görmüş değerlerin izlerini taşır. Bir cümleyle “kültürlerin ve düşüncelerin aynasıdırlar”
denilebilir. (Kartal, 2002: 268).
“Atasözleri oldukça zengin bir konu çeşitliliğine sahiptir. İnsanın tecrübi bilgiye
ihtiyaç duyabileceği hemen hemen her durumla ilgili söylenmiş atasözleri bulmak
mümkündür.” (Güzel, 2017: 80-81). “Atasözleri biçimsel olarak farklı şekillerde ortaya
çıksa da içerik olarak çoğunlukla bir deneyimin aktarımı olarak öğreti amaçlı üretilen

642
dilsel ve kültürel değerlerdir.” (Aydın, 2013: 174). Toplumun ortak geçmişinin ürünü
olan bu sözlerde bilgilendirmenin, yakınmanın yanı sıra genellikle öğüt ve uyarı ilk
sırada yer almaktadır.
Atasözlerini ulusal ve evrensel olarak iki kategoride değerlendirmek
mümkündür. Ulusal atasözleri bir ulusun tutum ve davranışını, anlayışını, kültürel
özelliklerini, kısaca genel karakterini ve yaşam biçimini belirtmeye yönelik izler taşır.
Bunlar “her toplumun kendine ait sosyal ve kültürel şartlarına uygun olarak meydana
gelir.” (Dursun, 2015: 152). Bölgesel olaylarla, politikayla, mitoloji ve tarihî kişiliklerle
ilgili atasözleri bu gruba girmektedir.
Evrensel niteliği haiz atasözleri ise genellikle insana özgü değerleri veya bir
durumu, bir olguyu içermektedir. Bunlar önyargı, hüküm, kırgınlık, öfke, kıskançlık,
bencillik, yoksulluk, zenginlik, başarı, sevinç, mutluluk, gibi ortak insanî olguları ifade
etmeye yöneliktir. Ahlâkî değerlerle ilgili atasözleriyle İnsanlığın ortak bilincinin ürünü
olan atasözleri farklı dillerde olmakla birlikte genellikle aynı anlama gelen kelimelerle
ifade edilmektedir. Bunların dışında içinde bilmece içeren, gizemli ve anlamı belirsiz,
tartışılmaya açık ulusal veya evrensel atasözleri de vardır.
Atasözlerini uluslar nezdinde kelime ve anlam ilişkisi bakımından üç grupta
incelemek mümkündür. Bunlar sırasıyla;
Farklı sözcüklerle aynı anlamı ifade eden ve yerel özellikler içeren atasözleri.
Kullanılan sözcükler ve anlamları bakımından benzeşen atasözleri.
Kullanılan sözcükler ve anlamları bakımından aynîleşen ortak atasözleri.
Atasözlerinde Ulusların Temel Özellikleri
Ulusların genel karakterlerini ve mizaçlarını belirleyen en önemli etkenlerin
başında coğrafya gelmektedir. Arazi ve iklim ulusları şekillendirmektedir. Méry,
Fransızların hareketli ve neşeli, İngilizlerin melankolik, İspanyolların gururlu,
İtalyanların ince düşünceli olmasını coğrafyayla doğrudan ilişkili görmektedir.
İsviçrelilerin samimiyeti, Almanların soğukluğu, Doğu uluslarındaki şatafat ve gösteriş
düşkünlüğü, Müslümanlardaki ağırbaşlılık, Hintlilerdeki yumuşaklık ve dinginlik,
Malezyalıların vefasızlığı, Çinlilerin ikiyüzlü nezaketi, Tatarların acımasızlığı ve vahşi
Amerika’nın kinciliği de yine Méry’ye göre iklimle izah edilmektedir (Méry, 1828: 31).
Dağlılar genellikle yorgunluğa dayanıklı, vahşi ve savaşçı oluyorlar; Nümidyalılar
(Cezayirliler), Persler ve Araplar mutlu görünüyorlar. İspanyollar ve İskoçlar sağlam
yapılı ve en zor işlere, hatta açlığa dahi tahammül edebiliyorlar. Kuzey halkları ve
soğuk ülke insanları Doğu ve Güney halklarına göre daha az duygusal oluyorlar (Méry,
1828a: 32-33).
Bu genel tespitler çerçevesinde her ulusun kendi yapısına uygun gelenek ve
göreneklerinden, yaşam biçimlerinden deyim ve atasözleri türettiğini söylemek
mümkündür. “Çevre-insan arasındaki ilişkileri inceleyen coğrafya, bu atasözleri
sayesinde çevre-insan etkileşiminin analizini de yapabilmektedir. Çünkü insanın
yaşadığı doğal ve beşeri çevrenin özellikleri atasözlerine ilham kaynağı olmuştur. Bu
nedenle atasözlerinin analizi geçmişte ve günümüzde çevre ile insan arasındaki ilişkileri
belirlemede etkili olmaktadır.” (Bozyurt ve Koca, 2011: 90). Hatta, daha geniş bir
zaviyeden ele alındığında toplumların pek çok bakımdan incelenmesinde atasözlerinin
dikkate alınması gerektiğini söylemek abartılı bir söylem olmayacaktır. (Özcan, 2015:
180).
Böylece İspanyollar gurur ve ihtişam dolu veciz ifadelere hayat vermişlerdir.
Söylemek istediklerini hızlı el, kol ve vücut hareketleriyle tamamlayan İtalyanlar,

643
kelimeleri ilk akla gelen anlamıyla kullanmışlardır. Fransızın mantığındaki
isabet/doğruluk dilindeki düzenle uyum içinde hareket ederek nesneler arasındaki
ilişkiyi ilk bakışta belirleyebilmektedir. Düşünmeyi seven bir ulus olan İngilizlerin
atasözlerinde bir derinlik ve canlılık göze çarpmaktadır. Beyin faaliyeti yavaş olmakla
birlikte iyi düşünen Almanlar günlük yaşamlarından edindikleri tecrübeden hareketle
atasözlerine zenginlik katmışlardır. Fazla konuşmayı sevmeyen, ketum, ağır başlı, ciddî
ve vakur bir mizaca sahip olan Türkler (Méry, 1828b: 74) yaşadıkları coğrafyanın da
etkisiyle genellikle ihtiyatlı ve güçlü olmayı öncelikli hâle getiren “Ayağını yorganına
göre uzat”, “Ak akçe kara gün içindir”, “Yerin kulağı var”, “Su uyur düşman uyumaz”
misali atasözlerine hayat vermişlerdir. Böylece farklı uluslara ait atasözlerinde farklı
anlatımlar ve dikkat çekici benzerlikler ortaya çıkmıştır.
1. Farklı sözcüklerle aynı anlamı ifade eden atasözleri
Aşağıda verilen örnek atasözlerinin anlamları aynı dil ailesinden olan Fransızca
ve İtalyanca atasözlerinde genellikle aynı sözcüklerle ifade edilirken Türkçe ve
İngilizce atasözlerinde farklı sözcükler kullanılmaktadır.
Serçeden korkan darı ekmez. (Tr)
Qui a peur des feuilles ne va point au bois. (Fr)
He who fears birds does not grow corn. (İng)
Chi ha paura di ogni foglia non vada al bosco (İt/Fr)

İki karpuz bir koltuğa sığmaz. (Tr)


On ne peut pas être à la fois au four et au moulin. (Fr)
Two watermelons can’t be held in one hand. (İng) (İki karpuz bir elde
tutulmaz)
One cannot be in two places at once. (Kişi iki ayrı yerde aynı anda
bulunamaz.)
Non si puà essere nello stesso tempo al forno e al mulino. (İt)

Gülü seven dikenine katlanır. (Tr)


Qui épouse la veuve épouse ses dettes. (Fr)
He that would have eggs must endure the cackling of hens. (Tavuğun
gıdaklamasına tahammül etmeyen yumurtaya sahip olamaz.) (İng)
Chi sposa la vedova sposa i suoi debiti. (İt/Fr.)

Ekmek bile çiğnemeden yutulmaz. (Tr)


On ne fait pas d’omlette sans casser des oeufs. (Fr)
You cannot know an omelet without breaking eggs. (İng)
He that would eat the kernel must crack the nut (Cevizin içi ancak kabuğu
kırılarak yenir.)

Damlaya damlaya göl olur. (Tr)


Ce sont les ruisseaux qui font les rivières. (Fr)
Sono i ruscelli che fanno i fiumi. (İt/Fr.)

Ev alma komşu al. (Tr)


Qui a bon voisin a bon matin. (Fr)
Choose your neighbour before your house, and your companion before you
set out. (İng)

Zahmetsiz kazanç olmaz. (Tr)

644
On n'acquiert pas la renommée sur un lit de plumes. (Fr)
Nothing comes without trouble, except poverty. (İng)

Eski çamlar bardak oldu. (Tr)


Où sont les neiges d’antan? (Fr)
Bu tür atasözlerinde sözcüklerin genellikle ilk anlamlarıyla kullanılmadığı
görülmektedir. Verilmek istenen mesaj ilk bakışta anlaşılır nitelikte değildir. Mecazî
ifadeler söz konusudur ve sözcüklere yüklenen başka anlamlar belirgin hâldedir. “Eski
çamlar bardak oldu”, “Köprülerin altından çok sular geçti/aktı”, “İki karpuz bir koltuğa
sığmaz” veya Fransızca “Où sont les neiges d’antan” atasözünde kullanılan sözcük
öbeği başka bir anlam ihtiva etmektedir. Bunları anlamak için anlam derinliğine ihtiyaç
duyulmaktadır.
Kullanılan sözcükler ve anlamları bakımından benzeşen atasözleri
Küçük farklılıklar olmakla birlikte aynı anlamı benzer sözcüklerle karşılayan
örnek atasözleri aşağıda verilmiştir. İş, oluş, eylem bildiren bu atasözlerinin ulusal
motifler içermekle birlikte kültürel etkileşime dair izler taşıdığı görülmektedir.
Denize düşen yılana sarılır. (Tr)
Un homme qui se noie s’accroche à tout. (Fr)
A drowning man will catch at a straw (samana sarılır) (İng)
Chi affoga s’attacca a tutto. (İt)

İti an sopayı hazırla / İyi adam lafının üstüne gelir. (Tr)


Quand on parle du loup, on voit sa queue. (Fr)
Talk of the devil and he is sure to appear. (İng)
Quando si parlo del lupo, si vede spuntare la coda.(İt/Fr.)

Birlikten kuvvet doğar. (Tr)


L’Union fait la force. (Fr)
United we stand, divided we fall. (Strength is in unity.) (İng)
L’union fa la forza. (İt/Fr)
3. Kullanılan sözcükler ve anlamları bakımından ortak atasözleri.
Uluslar arasındaki sosyal ve diplomatik ilişkilere bağlı olarak kültürlerin
birbirlerinden etkilenmesi kimi zaman toplumların düşünce yapılarını ve yaşam
biçimlerini yönlendirecek derecede önemli olmuştur.
XV. yüzyılda İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa sürede bütün Avrupa’da
etkili olmuş ve aydınlanma çağıyla birlikte sanayi devrimine öncülük etmiştir. Öte yandan
kültürel değerlerin Avrupa ulusları arasında kısa sürede transfer edilmesini, benzer kültürel
değerlere sahip olmalarının yanı sıra aynı veya yakın dil ailesine mensup olmaktan
kaynaklanan bir özellik olarak görmek gerekir. Doğal olarak atasözleri de Fransızca ve
İtalyancada, hatta İngilizcede eylemi ifade etmek için kullanılan sözcükler ve içerdiği anlam
bakımından büyük oranda benzerlik göstermektedir.
Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’ın ilanı (1839) ile birlikte hız kazanan batılılaşma
çabaları, Batı ile kültürel münasebetlerin de yoğunlaşmasına sebep olmuş, özellikle
Fransız dili ve kültürü Türk aydınlarını önemli ölçüde etkisi altına almıştır. Bu dönemde
aydınlar aracılığıyla ödünç kelimelerin yanı sıra ödünç cümle ve kavramlar, hatta ödünç
davranış tarzı toplum hayatına dâhil olmuştur. Bu bağlamda “alafranga” tabiri
modernleşmeyi, “alaturka” ise geleneksel ve köhne olmayı ifade etmektedir.
645
Ulusların birbirlerinden ödünç aldığı kültürel değerler arasında atasözleri de
bulunmaktadır. Bu ödünçlemenin yanı sıra olgu ve vaka karşısında insanlığın ortak
bilince uygun bir düşünce ve ifade tarzına sahip olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.
Dolayısıyla toplumlar bir durumu kendi dillerinde aynı anlama gelen kelimelerle de
ifade edebilmektedirler. Aşağıda verilen örnek atasözleri bu çok uluslu etkileşimi ve
ortak bilinci göstermektedir:
Söz gümüşse sükût altındır. (Tr)
Si la parole est d’argent, le silence est d’or. (Fr)
Speech is silver, silence is golden (gold). (İng)
La parola è d’argento, il silenzio è d’oro. (İt)

Rüzgâr eken fırtına biçer. (Ne ekersen onu biçersin). (Tr)


Qui sème le vent récolte la tempête. (Fr)
He who sows the wind reaps the storm/whirlwind. (İng)
Chi semina vento, raccoglie tempesta. (İt)

Kedinin bulunmadığı yerde fareler cirit atar. (Tr)


Quand le chat n’est pas là, les souris dansent. (Fr)
When the cat is away, the mice will play. (İng)
(Mice will run wild where there is no cat.)

İt ürür, kervan yürür. (Tr)


Le chien aboie, la caravane passe. (Fr)
The moon does not heed the barking of dogs. (İng)
Il cane abbaia, la carovano passa. (İt/fr)

Son gülen iyi güler. (Tr)


Rira bien qui rira le dernier. (Fr)
He laughs best who laughs last. (İng)
Ride bene chi ride ultimo. (İt)

Havlayan köpek ısırmaz. (Tr)


Le chien qui aboie ne mord pas. (Fr)
A barking dog never bites. (Barking dogs seldom bite). (İng)
Cane che abbaia non morde. (İt)

Bugün bir yumurtayı çalan yarın bir öküzü çalabilir. (Tr)


Qui prend un oeuf, peut prendre un boeuf. (Fr)
He that will steal an egg will steal an ox. (İng)
Chi ruba un vovo puà rubare un bue. (İt)

Geç olsun da güç olmasın. (Tr)


Mieux vaut tard que jamais. (Fr)
Better late than never. (İng)
Meglio tardi che mai. (İt)

Göze göz, dişe diş. (Tr)


Oeil pour oeil, dent pour dent. (Fr)
An eye for an eye, and a tooth for a tooth. (İng)
Occhio per occhio, dente per dente. (İt)

646
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. (Tr)
Il n’y a pas de fumée sans feu. (Fr)
No smoke without fire. (There is no smoke without some fire.) (İng)

Parayla saadet olmaz. (Tr)


L'argent ne fait pas le bonheur. (Fr)
Money doesn't make you happy. (İng)
Bütün bu ödünçlemeye rağmen atasözlerindeki benzerliği yalnızca kelime alış
verişiyle, kültürel akrabalıkla veya kültürel etkileşimle açıklamak yeterli değildir. Bu
grupta yer alan atasözlerinde genellikle sözcüklerin ilk anlamının kullanıldığı
görülmektedir. Dolayısıyla sözcüklerin arkasında başka anlamlar ve bilmece gibi
gizemli anlatımlar çoğunlukla yoktur. Durum daha sade, dolambaçsız ve açık bir şekilde
ifade edilmektedir.
Sözcüklerin mecazi anlam içermemesi bunların diğer gruplardaki atasözlerinden
daha önce ortaya çıkmış olması ihtimalini düşündürmektedir. Kanaatimizce insanın
maruz kalabileceği genel olaylar, kişiler arası ilişkiler, gözlemler ve bunlardan edinilen
tecrübe zenginliği, evrensel insanî değerler manzumesinde biçimlenmiş ve ortak
bilincin ürünü olarak aynı sözcüklerle aynı anlamda ifade edilen deyimler ve atasözleri
şeklinde tezahür etmiştir.
Sonuç
Dil ve kültür ulusların yaşam biçimlerini sürdürmede ve bir durum, bir iş, bir
oluş karşısında geleneksel tavırlarını belirlemede en önemli etkenlerdir. Kültür
ürünlerinin ortaya konulmasında da genellikle yerel unsurlar ön plânda tutulmaktadır.
Bu bağlamda atasözlerinin önemli bir kısmının yerel özelliklere göre üretilmiş olması
bu gruptaki atasözlerini diğer ulusların atasözlerinden farklı ve öznel kılmaktadır.
Öznelliğine rağmen bu tür atasözlerini orijinal olarak nitelendirmek mümkündür.
Dil ve kültür benzerliği ulusların düşünce yapısında ve yaşam biçiminde hiç
şüphesiz önemli bir rol oynamaktadır. Bunun sonucunda sanat, edebiyat, musikî ve
teknoloji alanındaki etkileşim küçük farklılıklara rağmen ortak bir anlayışın ve tavrın
oluşmasına ciddî anlamda katkı sağlamaktadır. Düşünce, davranış ve yaşam biçimine
yön vermesi öngörülen atasözleri de yerel özellikler taşımakla birlikte bu bilincin ürünü
olarak benzeşmektedir.
Farklı sosyal değerleri haiz ulusların kültürel kodlarındaki önemli farklılıklara
rağmen yukarıda sözü edilen sebeplerden dolayı benzeşmenin ötesinde çoğu zaman
aynîlik gösteren üçüncü gruptaki atasözlerini ise kültürel etkileşimi göz ardı etmeksizin,
insan aklının ve insanlığın ortak mirası olarak değerlendirmek gerekir.

Kaynaklar
AKSOY, Ömer Asım, “Atasözleri, Deyimler” Türk Dili Araştırmaları Yıllığı
Belleten 1962, TDK Yayınları: 217, Ankara, 1988, (ss. 131-166).
AYDIN, Seçkin, “Kültürel Bir Miras Olarak Atasözlerinin Kullanımı Üzerine Türkçe
Öğretmenlerinin Görüşleri”, Folklor/Edebiyat, (Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi
Dergisi), Cilt:19, Sayı: 75, 2013/3, (ss. 173-192).
647
BOZYURT, Okan; KOCA, Nusret, “Başlıca Coğrafi İçerikli Atasözleri ve Bunların
Millî Kültür Açısından Analizi”, Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: XIII, Sayı 1, Haziran-
2011, (ss. 89-100).
DURSUN, Aysun, “Türkiye Türkçesi Atasözlerinde Sözlü Hukuk”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 38, Haziran 2015, (ss. 151-160).
GÜZEL, Cavit, “Atasözlerinden Hareketle Kültürümüzde Açlık Kavramı”, Dede
Korkut Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 6/ 14, 2017, (ss. 79-89).
KARTAL, Erdoğan, “Traduction Des Expressions et Des Proverbes Turcs En Français
Dans Le Roman Müfettişler Müfettişi (L’inspecteur Des Inspecteurs) D'orhan Kemal”,
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: XV, Sayı: 1, 2002, (ss. 267-274).
Le Roux de Lincy, Antoine, Le Livre Des Proverbes Français, Tome Premier,
Adolph Delahays, Libraire-Editeur, Paris, 1859.
Le Roux de Lincy, Antoine, Le Livre Des Proverbes Français, Tome Second, Adolph
Delahays, Libraire-Editeur, Paris, 1859.
MÉRY, M. C., Histoire Générale des Proverbes, Tome Premier, Imprimerie de
Plassan, Paris, 1828a.
MÉRY, M. C., Histoire Générale des Proverbes, Tome Second, Imprimerie de
Plassan, Paris, 1828b.
ÖZCAN, Selay, “Türk Atasözlerinde İklim, Mevsimler, Hava Olayları ve
Halk Takvimi”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 36, Şubat 2015, (ss. 179-187).
YÜKSEL, Azmi; Yılmaz, M. Lütfü, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü (İngilizce-
Türkçe Arapça), Birleşik Yayıncılık, Ankara, 1993.
İnternet Kaynakları:
https://www.mon-poeme.fr/proverbe-origine-explication/ (20.03.2018)
https://www.mon-poeme.fr/proverbes-turcs/ (20.03.2018)
https://www.mon-poeme.fr/proverbes-turcs-2/ (20.03.2018)

648
Çağdaş Türk Dillerinde Kopya Fiiller: Tipolojik Bir Değerlendirme
1
İbrahim Ahmet Aydemir

Özet

Bu bildiride, çağdaş Türk dillerindeki kopya fiillerin (copied verbs, loan verbs,
borrowing verbs) tipolojik bir sınıflandırması yapılacaktır. Ayrıca bu kopya fiiller, Kod
Kopyalama Modeli (code copying model) temelinde de betimlenecektir. Burada kopya
fiil terimi, bir dilden (verici dil) başka bir dile (alıcı dil) geçen ve alıcı dile gramatikal
adaptasyonu yapılmış fiil yapılarını (fiil kökü, mastar, isim-fiil, sıfat-fiil vs.) ifade
etmektedir. Çağdaş Türk dillerine başka dillerden kopyalanmış birçok gramatikal öge
(isimler, sıfatlar, zarflar, bağlaçlar, yapım/çekim ekleri vs.) vardır. Bu ögeler arasında
fiiller de yer alır, ancak sayıları oldukça azdır. Bu bildiri kapsamında, fiil kopyalama
stratejileri tipolojik açıdan ele alınacak ve modern Türk dillerinden alınan örnekler
yardımıyla detaylıca betimlenecektir.

Anahtar Kelimeler: Dilbilimsel Türkoloji, çağdaş Türk dilleri, kopya fiiller, Kod
Kopyalama Modeli, tipoloji

Giriş

Bu bildirinin amacı, çağdaş Türk dillerindeki kopya fiillerin (copied verbs, loan verbs,
borrowing verbs) tipolojik bir sınıflandırmasını yapmak ve bunları Johanson’un Kod
Kopyalama Modeline (code copying model) göre betimlemektir. Burada kopya fiil
terimi, bir dilden (verici dil) başka bir dile (alıcı dil) geçen ve alıcı dile gramatikal
adaptasyonu yapılmış fiil yapılarını (fiil kökü, mastar, isim-fiil, sıfat-fiil vs.) ifade
etmektedir. Türklerin tarih boyunca çok farklı halklar ve kültürlerle temasta olmaları
neticesinde, diğer dillerden Türk dillerine birçok gramatikal öge (isimler, sıfatlar,
zarflar, bağlaçlar, yapım/çekim ekleri vs.) kopyalanmıştır. Dil ilişkisinin durumuna
göre, bazen de bir Türk dilinden yabancı bir dile bu tür kopyalamalar yapılmıştır.
Kopyalanan ögeler arasında fiiller de vardır, ancak sayıları – diğer gramatikal ögeler
dikkate alındığında – görece azdır.

Bu araştırma çerçevesinde, çağdaş Türk dillerindeki kopya fillerin tipolojik


sınıflandırması ve betimlemesi yapılacaktır. Araştırmanın teorik altyapısı, ağırlıklı
olarak Wohlgemuth 2009 ve Johanson 1992 ve 2002 adlı çalışmalara dayanmaktadır.
Bu bağlamda, değişik Türk dilleri (Güneybatı/Oğuz grubundan Türkiye Türkçesi ve
Azerice, Güneydoğu/Çağatay grubundan Özbekçe, Kuzeybatı/Kıpçak grubundan
Kazakça ve Kırgızca, Kuzeydoğu/Sibirya grubundan Tuvaca ve Yakutça) incelemeye
dâhil edilmiştir. Kullanılan örnekler genelde standart dil varyantlarından alınmıştır,
ancak belli durumlarda diyalektlerden (mesela İran Azericesi) de örnekler bu inceleme
çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Hacettepe Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü ahmetaydemir64@hotmail.com

649
1. Teorik Arkaplan, Terminoloji

Dünyanın değişik bölgelerinde halklar diğer halklarla iç içe ve birlikte yaşamaktadır.


Halklar arasındaki yoğun temas, birtakım kültürel etkilenmelere neden olduğu gibi, bir
dilden başka bir dile birçok gramatikal ögenin geçmesine, yani kopyalanmasına da yol
açmaktadır. Bir dilden başka bir dile kopyalanan gramatikal ögelerle ilgili konular, dil
ilişkisi (language contact) bağlamında incelenmektedir. Johanson’un Türk dillerindeki
kopya ögelerin/yapıların betimlenmesi için geliştirdiği Kod Kopyalama Modeli (1992,
2002), çağdaş Türk dillerindeki kopyalanmış fiil yapılarının tipolojik analiz ve
betimlemesinde teorik bir altyapı oluşturabilir. Ancak burada belirtmeliyiz ki, Johanson
1992 ve 2002’de çağdaş Türk dillerinde kopyalanan fiil yapıları hemen hemen hiç ele
alınmamıştır. Ancak Balkanlardaki belli Türkçe varyantlardaki kopya fiiller üzerine son
dönemde bazı çalışmalar yapılmıştır (bk. Ahmed 2016).

Johanson’un geliştirdiği Kod Kopyalama Modeline göre “kopyalama”, bir dil ilişkisi
durumunda, sosyal açıdan baskın olan dilden (B kodundan) sosyal açıdan zayıf olan dile
(A koduna) yapılmaktadır (Johanson 2002: 8). Bu modele göre üç tür kopyadan söz
edilmektedir: a) genel kopya (global copy), b) seçilmiş kopya (selective copy) ve c)
karışık kopya (mixed copy) (Johanson 1992, 2002, 2006). Genel kopyalarda, bir B
örneği A temel koduna blok olarak, yani malzeme (ses), bağlantı, anlam ve sıklık gibi
bütün yapısal özellikleriyle kopyalanmaktadır (Johanson 2002: 22, 2006: 4). Seçilmiş
kopyalarda, B kodundaki bir ögenin söz konusu bu yapısal özelliklerinden biri ya da
birkaçı olmaksızın A koduna kopyalanması söz konusudur (Johanson 2002: 13, 2006:
5). Karışık kopyalar ise, içinde en az bir genel kopyanın olduğu seçilmiş kopyalara
denir, örn. Osmanlıcadaki bağlaç olan ki (< Fars. ke ) (Johanson 2002: 18).

Modern Türk dillerine bakıldığında, fiillerin kopyalanmasıyla ilgili şu 4 temel stratejinin


olduğu görülmektedir (krş. Wohlgemuth 2009, Wichmann & Wohlgemuth 2008):

Basit fiil stratejisi (light verb strategy): Bu strateji, verici dilden bir fiil yapısının
(masdar, isim-fiil, sıfat-fiil vs.) alınıp bir fiil (light verb) yardımıyla fiilleştirilerek
alıcı dile adapte edilmesi ifade eder, örn. Türkçe park yap- < İngilizce ‘to park’,
Özbekçe perevesti qilmåq ‘tercüme et-’ < Rusça perevesti ‘tercüme et-’.

Doğrudan eklenti (direct insertion): Bu kopyalama türünde, verici dilden bir fiil
kökünün doğrudan kopyalanıp alıcı dilin yapısına adapte edilmesi söz
konusudur, örn. Tuvaca čada- ‘gücü yetme-’ < Moğolca yada- ‘yapama-’).

Dolaylı eklenti (indirect insertion): Bu tür kopyalamada, verici dilden bir fiil
yapısı (masdar, isim-fiil, sıfat-fiil) alınır ve bir ek (fiilleştirici) yardımıyla
fiilleştirilerek alıcı dile adaptasyonu sağlanır, örn. Türkçe ispat-la- ‘kanıtla-’ <
Arapça iθbāt ‘kanıtlama’).
Paradigmalı eklenti (paradigm insertion): Eğer bir fiil, verici dildeki bütün çekim
ekleriyle (çekim morfolojisiyle) birlikte alıcı dile kopyalanıyorsa, o zaman
paradigmalı eklentiden bahsedebiliriz. Mesela Balkanlar’da konuşulan Ajia Varvara
varyantına Türkçeden kopyalanan yazmak ve okumak fiilleri, Türkçedeki çekim
morfolojisiyle birlikte kopyalanmıştır, örn. in o sxoljo ka siklos te okursun

650
ta te jazarsun ‘okulda okuma ve yazma öğreneceksin’). Bu strateji kod
değiştirme (code-switching) olarak bilinen dilsel olguya da benzemektedir.

Bu bildiri çerçevesinde, öncelikle fiil kopyalamalarına ilişkin bu 4 temel strateji, genel


tipolojik özellikleri ve oransal/bölgesel dağılımları açısından incelenecektir. Ayrıca
anlamsal kopyalama (semantic borrowing) yoluyla kopyalanan fiiller de yapısal ve
tipolojik özellikleri bağlamında burada ele alınacaktır. Son kopyalama türünde, fiilin
yalnızca semantik içeriği kopyalanmaktadır, örn. Türkçe indir- < İngilizce ‘to
download’. Bu tip kopyalamalar, Kod Kopyalama Modeline (Johanson 2002) göre
seçilmiş kopya (selective copy) türüne tekabül etmektedir.

2. Basit fiil stratejisi (light verb strategy)

Basit fiil stratejisi (light verb strategy), dünya dillerinde olduğu gibi, çağdaş Türk
dillerinde de en sık görülen fiil kopyalama türüdür. Bu yöntemle, yabancı dilden bir fiil
yapısı (masdar, isim-fiil, sıfat-fiil vs.) genel kopya olarak alınır ve Türkçe bir fiil
yardımıyla fiilleştirilerek ilgili dile adapte edilir, örn. Türkçe mezun ol- < Arapça
partisip-pasif ma’zu:n. Burada yabancı dilden kopyalanan ögenin Türkçe bir basit fiil
(light verb) yardımıyla fiilleştirilmesi söz konudur. Tipolojik açıdan bakıldığında
genelde yap-(İngilizce ‘to do’) ve ol- (İngilizce ‘to be, to become’) anlamlı fiillerin basit
fiil olarak kullanıldıkları görülmektedir (bkz. Matras 2007: 48, Wichmann &
Wohlgemuth 2008: 91). Tıpkı yardımcı fiil gibi işlev gören basit fiiller, “adaptation
marker” (adaptasyon işaretleyicisi) olarak adlandırılmaktadır (Matras 2007: 48). Çağdaş
Türk dillerinde kullanılan basit fiiller iki grupta toplanabilir:
yap- (İngilizce ‘to do’) anlamlı fiiller (Türkçe yap-, kıl-, et-, eyle-, Özbekçe qil-, Azerice
elä-),
ol- (İngilizce ‘to be, to become’) anlamlı fiiller (Türkçe ol-, Kazakça/Özbekçe/Kırgızca
bol-).

Şimdi bu kopyalama türüne modern Türk dillerinden bazı örnekler verelim:


Türkiye Türkçesi:
park yap- < İngilizce ‘to park’
aşık ol- < Arapça partisip-aktif biçim ‘a:šiq ‘sevmiş olan’
intibak et- ‘uyum sağla-’ < Arapça intiba:q ‘uyum, uyma’

Almanya Türkçesi:
şıraybın et- ‘yaz-’ (< Almanca schreiben ‘yaz-’

Özbekçe:
perevesti qilmåq ‘tercüme et-’ < Rusça perevesti ‘tercüme et-’.
šukur qil- ‘şükret-’ < Arapça šukr
qarår qil- ‘karar ver-, kararlaştır-’ < Arapça qara:r

651
Azerice (İran):
fikr elämax ‘düşünmek’ < Arapça fikr ‘düşünme’
puşide elämax ‘giy(in)mek’ (<Farsça pu:ši:dan ‘giymek/giyinmek’)
xarid elämax ‘alışveriş yapmak’ < Farsça xari:dan ‘alışveriş yap-’

3. Doğrudan Eklenti (direct insertion)

Fiil kopyalamalarının bir başka türü ise, doğrudan eklenti (direct insertion) olarak
adlandırılan yöntemdir (Wohlgemuth 2009: 87). Buna göre, verici dilden bir fiil kökü
doğrudan alıcı dile kopyalanır ve hiç bir şekilsel adaptasyon (fiilleştirme vs.) olmaksızın
dilin gramatikal yapısı içinde yerini alır, örn. Tuvaca čada- ‘gücü yetme-’ < Moğolca
yada- ‘yapama-’. Aslında fiillerin fiil olarak kopyalanmasının zor olduğu konusunda
eskiden beri belli bir algı vardır (bkz. Halpelmath 2008: 50). Hatta bazen, fiil kök ve
gövdelerinin farklı dil ailelerine mensup diller arasında kopyalanamayacağı biçiminde
bir “mit” olduğu bile ileri sürülmektedir (Vovin 2014: 151). Ancak Matras (2007: 47),
aynı dil ailesine mensup veya benzer morfolojik yapılara sahip diller arasında fiil
köklerinin doğrudan (morfolojik bir adaptasyon olmaksızın) kopyalanabileceğini dile
getirmektedir. Mesela Çinceden Vietnamcaya doğrudan fiil kopyalanması daha kolay ve
sık görülür, zira iki dilin de morfolojisi yoktur, yani hem verici dil hem de alıcı dil
benzer bir yapıya sahiptir.

Modern Türk dillerinde bu tür fiil kopyalamaları oransal olarak azdır ve genelde
Moğolca-Tuvaca, Moğolca-Kazakça, Moğolca-Uygurca dil ilişkilerinin yoğun
yaşandığı bölgelerde (Güney Sibirya, Batı Moğolistan ve Çin’in kuzeybatısında
(Xinjiang) görülmektedir. Tuvacada çok sayıda Moğolcadan doğrudan kopyalanmış fiil
kökünün olması, Matras’ın (2007: 47) da isabetle vurguladığı gibi, iki dilin benzer
morfolojilere sahip olmasıyla izah edilebilir. Şimdi örneklere bir bakalım:

Tuvaca (Baiarma 2009):


biži- ‘yaz-’ < Moğolca biči-
do:s- ‘sonlandır-, bitir-’ < Moğolca dogus-
duzala- ‘yardım et-’ < Moğolca tusala-
amïra- ‘dinlen-’ < Moğolca amura-
boda- ‘düşün-’ < Moğolca boda-
čada- ‘yapama-, gücü yetme-’< Moğolca
yada-šïda- ‘yapabil-, gücü yet-’ < Moğolca
čida-amza- ‘tadına bak-’ < Moğolca amsa-

Dolaylı Eklenti Stratejisi (indirect insertion)

Bazı fiiller ise, dolaylı eklenti (indirect insertion) yoluyla kopyalanmaktadır. Bu


kopyalama türüne göre, yabancı dilden bir fiil yapısı (masdar, isim-fiil, sıfat-fiil vs.)
genel kopya olarak kopyalanır ve belli ekler (örn. -lA, -lAn- bzw. -lAş-) yardımıyla alıcı
dile adapte edilir, örn. Türkçe ispat-la- ‘kanıtla-’ < Arapça iθbāt ‘kanıtlama’. Bu işlevde
kullanılan fiillere verbalizer (fiilleştirici) adı verilmektedir (Wohlgemuth 2009: 18).
Türk dillerinde bu tür fiil kopyalamaları görece sık görülmektedir. Bazı örnekler:
Yakutça:

652
mehaj-daa- ‘rahatsız et-’ (< Rusça emir teklik mešaj- < mešat’ ‘rahatsız et-’)

Türkiye Türkçesi:
hatır-la- (Arapça xa:tir ‘düşünme, akılda tutma’)

Azerice:
xarap-la-max ‘harap etmek, yıkmak’ (<Arapça xara:b)

Kazakça:
saparla- ‘seyahat et-‘ (< Arapça safar ‘seyahat etme’)
preste- ‘bas-’ (Rusça press ‘preslemek, basmak’

Özbekçe:
xax-lä- ‘iste-’ (< Farsça şimdiki zaman biçimi xa:h < xa:stan ‘iste-’)
tarbiyala- ‘eğit-’ (< Arapça tarbiya ‘eğitim’)

5. Paradigmalı Eklenti (paradigm insertion)

Fiil kopyalamalarının bir başka türü ise paradigmalı eklenti (paradigm insertion) adı verilen
stratejidir. Buna göre, verici dildeki bir fiil bütün çekim morfolojisiyle birlikte alıcı dile
kopyalanır (Wohlgemuth 2009: 118, Wichmann & Wohlgemuth: 89). Mesela Balkanlar’da
konuşulan Roman varyantına (Ajia Varvara) Türkçeden geçen yazmak ve okumak fiilleri,
Türkçenin çekim morfolojisiyle birlikte topyekûn kopyalanmıştır, örn. in o sxoljo ka siklos
te okursun ta te jazarsun ‘okulda okuma ve yazma öğreneceksin’). Ancak bu kopyalamanın,
kod değiştirme (code-switching) mi yoksa paradigmalı eklenti mi olduğu konusunda
tartışmalar halen devam etmektedir (bk. Wohlgemuth 2009: 119). Bu strateji her ne kadar
kod değiştirmeye benzese de, bütün özellikleri dikkate alındığında farklı bir dilsel olgudur;
kaldı ki paradigmalı kopyalamanın kod değiştirmenin bir türü olduğu konusunda ikna edici
bir açıklama da yoktur (Wohlgemuth 2009: 119). Aşağıdaki örneklerde paradigmalı
eklentiyi, yani çekim ekli fiil kopyalamasını görebiliriz:

Türkiye Türkçesi:
Allahu alem, belki de hiç haber vermedi. (< Arapça Alla:h a’lamu)
‘Allah (en iyisini) bilir, belki de hiç haber vermedi.’
Almanya Türkçesi:
Wenn ich in Aachen bin in der Zeit, gelirim.’ (< Almanca bin < sein ‘ol-’)‘O
zaman eğer Aachen’de ise, gelirim.

Başka zaman inşallah, wenn ich wieder in Aachen bin. (< Almanca bin < sein
‘ol-’)
‘Başka zaman inşallah, tekrar Aachen’a geldiğimde.’

653
Hatay Ağzı (Türkiye Türkçesi):
qal dönder dönder (< Arapça geçmiş zaman 3. T/eril qa:la ‘söyledi’)
‘Dedi (ki) döndür, döndür!’

qal su dökmüşler (< Arapça geçmiş zaman 3. T/eril qa:la ‘söyledi’)


‘Dedi (ki) su dökmüşler = Su dökmüşler, dedi.’

6. Seçilmiş Kopyalar (Anlamsal Fiil Kopyalamaları)

Yukarıda bahsettiğimiz kopyalama türlerinin dışında anlamsal kopyalama (semantic


borrowing) yoluyla da fiillerin kopyalandığı görülmektedir. Burada fiilin yalnızca
semantik içeriği kopyalanmaktadır, örn. Türkçe indir- < İngilizce ‘to download’. Bu tip
bir kopyalama, Johanson’un Kod Kopyalama Modeline göre seçilmiş kopya (selective
copy) olarak değerlendirilmektedir, zira baskın koddan bir öge (burada fiil) temel
yapısal özelliklerinden (malzeme (ses), bağlantı, anlam ve sıklık) biri eksik olarak zayıf
koda kopyalanmaktadır. Şimdi birkaç örnek verelim:

Türkiye Türkçesi:
indir- (< İngilizce ‘to download’)
tara- (< İngilizce ‘to scan’)

Kazakça:
žükte- ‘indir-’ (< İng. ‘to download’)

Kırgızca:
ǰüktö- ‘indir-’ (< İngilizce ‘to download’)

7. Sonuç

Temasta olan halkların dillerinde, yoğun dil ilişkisine dayalı kopyalamalar oldukça sık
görülmektedir. İlişkideki diller arasında baskın koddan zayıf koda isimlerden sıfatlara,
sıfatlardan zamirlere, bağlaçlardan sayılara kadar birçok gramatikal öge kopyalanmıştır.
Fiiller de kopyalanan ögeler arasındadır, ancak görece sayıları azdır. İşte biz bu
bildiride, modern Türk dillerinde görülen fiil kopyalama stratejilerini, bu
kopyalamaların tipolojik sınıflandırmasını ve dağılımını ele aldık.

Çağdaş Türk dillerinde fiil kopyalamaları için 5 ayrı strateji olduğunu tespit ettik.
Bunlar, basit fiil stratejisi, doğrudan eklenti, dolaylı eklenti, paradigmalı eklenti ve
anlamsal kopya (seçilmiş kopya) olarak bu çalışmada listelenmiş ve detaylarıyla
betimlenmiştir. Altay Dil Ailesine mensup diller genelde dolaylı eklenti ve basit fiil
stratejisini yeğlemektedir, doğrudan eklentiyi ise çok az kullanmaktadır (bkz.
Wohlgemuth 2009: 161). Özellikle Türk ve Moğol dillerindeki fiil kopyalamalarında,
basit fiil stratejisi ile dolaylı eklenti daha yaygındır (a.g.e 161).

654
Kaynaklar
AHMED, Oktay (2016). Copied verbs in Turkish dialects of Macedonia (Turcologica
110), Eva A. Csato & Birsel Karakoç & Astrid Menz (eds), The Uppsala Meeting,
Harrassovitz Verlag: Wiesbaden, s. 9-18).
ANDERSON, Gregory D. S. (2005). Language Contact in South Central Siberia.
Turcologica (54): Harrassowitz.
BAİARMA, K. (2009). Mongolic Elements in Tuvan, Tucologica 81, Wiesbanden:
Harrassowitz
HASPELMATH, M. (2008). Loanword typology: Steps toward a systematic cross-
linguistic study of lexical borrowability. In: Thomas Stolz, Dik Bakker & Rosa Salas
Palomo (eds.) Aspects of language contact: New theoretical, methodological and
empirical findings with special focus on Romancisation processes. Berlin: Mouton de
Gruyter, 43-62.

JOHANSON, Lars (1992). Strukturelle Faktoren in türkischen Sprachkontakten.


Sitzungsberichte der Wissenschaftlichen Gesellschaft an der J. W. Goethe-Universität
Frankfurt am Main, 29:5. Stuttgart.

JOHANSON, L. ( 2000). Attractiveness and relatedness: Notes on Turkic language


contacts. In: Proceedings of the Twenty-Fifth Annual Meeting of the Berkeley
Linguistic Society, February 12-15, 1999. Good, Jeff & Yu, Alan C.L. (eds.) Special
session on Caucasian, Dravidian, and Turkic linguistics. Berkeley: Berkeley
Linguistics Society. 87-94.
JOHANSON, L. (2002). Structural factors in Turkic language contacts. [With an
introduction by Bernard Comrie.] London: Curzon.
JOHANSON, L. (2006). Turkic language contacts in a typology of code interaction. In:
Boeschoten, Hendrik & Johanson, Lars (eds.) Turkic language contacts. Wiesbaden:
Harrassowitz. 4-26.

MATRAS, Y. 2007 The borrowability of grammatical categories. In: Matras, Y. and


Sakel, J. (eds.) Grammatical borrowing in cross-linguistic perspective. Berlin: Mouton,
31-74.

THOMASON, S. G. (2001). Language Contact. An Introduction. Edinburgh University


Press.

VOVİN, Alexander (2014). Borrowing of verbal roots across language family


boundaries in the ‘Altaic’ world. Altai Hakpo 24. 151-161. The Altaic Society of Korea.

WEİNREİCH, Uriel. 1953. Languages in Contact: Findings and Problems. New York:
Linguistic Circle of New York.

WİCHMANN, Søren & WOHLGEMUTH, Jan (2008). Loan verbs in a typological


perspective. In: Thomas Stolz, Rosa Salas Palomo & Dik Bakker (eds.): Aspects of
Language Contact. New Theoretical, Methodological and Empirical Findings with
Special Focus on Romancisation Processes. Berlin, New York: Mouton de Gruyter,
2008. (= EALT 35). 89-121.

WOHLGEMUTH, Jan (2009). A Typology of Verbal Borrowings. Berlin / New York:


Mouton de Gruyter.

655
AHMED YESEVÎ HİKMETLERİNİN DİLİ- DİLİN HİKMETİ

Dr. Ayşe YÜCEL ÇETİN
Özet
Dil, sadece ses ve seslerin işaretlerinden müteşekkil bir yapı değil, ses ve ses
işaretlerinin arka planında olan anlamlar manzumesidir. Dille ifade edilip estetik bir
yapı kazanan edebî yaratı, o dili kullanan toplumların zihniyet dünyasının ifadesidir.
Toplumların ortak bilinç ve bilinçaltı birikimlerini ifade eden dil şifreleri, ortak duyuş
ve düşünüşü, ortak kültürel kodları da gösterir. Yaşanılan dönemin inanç ve zihniyet
yapısı içinde yeni kavramlar, yeni terimler üretme kabiliyetine sahip olan dil, Türklerin
İslamiyet’i kabullerinden sonra dönemin inanç ve inancın belirlediği zihniyete uygun
terim ve kavramlar üretmenin yanında başka kültürlerden aldıkları kavram ve terimleri
kullanmış, bunlara zaman zaman aynı, zaman zaman farklı anlamlar yüklemişlerdir.
Türkistan sahasında yaşadığı dönem ve sonraki zamanlarda etkili olan Ahmed Yesevî,
Türkistan’dan Balkanlara uzanan geniş coğrafyada, Türk kültür unsurları ile mecz
olunan İslamî yaşama biçimini “Türk Müslümanlığı” adıyla zihinlere nakşetmiştir.
Türk-İslam sentezinin oluşumunu sağlayan Ahmed Yesevî, kitabî unsurlardan ziyade
geleneksel olan unsurları, millî değerleri öne çıkarmıştır. Türkler arasında yeni kabul
edilmeye başlayan İslam’ın, halkın anlayacağı tarzda “hikmet” olarak adlandırılan bir
söyleyişle ifade etmiştir. Ahmed Yesevî’nin “Hikmet”leri İslamî esasları, Türk
tasavvufunu Türk dilinde, Türk ruhunda ilk ifadesidir. Hikmetlerde kullanılan dil,
kavram ve terimler Ahmed Yesevî’den sonra Yesevîye geleneğini devam ettiren başka
mutasavvıf şâirlerce de kullanılmaya devam etmiştir.
Ahmed Yesevî ve takipçilerinin kullandığı kavram ve terimler ile bunlara yüklenen
anlamlar, fikrî yapı Türkistan’dan Horasan’a, İran coğrafyasından, Azerbaycan,
Anadolu ve Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılan hikmetler ve hikmet
geleneğinin tesiri Türk dünyasını da bir merkez etrafında birleştirmiştir. Bu birleşme
kullanılan dil, kavram ve terimlerle sınırlı kalmamış, daha üst bir yapıda zihniyet
dünyasında birleşmeyi getirmiştir.
Anahtar Kelimeler: Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, tasavvufî unsurlar, ahlakî unsurlar

Türklerin İslâmiyeti kabul ettiği ilk dönemlerden itibaren dinî-tasavvufî akımlar da


yerleşerek öğretileriyle günümüze kadar tesirlerini sürdürmüşlerdir. Türk tasavvuf
edebiyatının kurucusu da kabul edilen Ahmed Yesevî, öğretisini Bozkır medeniyetiyle
çelişmeyecek, coğrafyanın sosyal ve kültürel unsurlarıyla uyumlu bir dil kullanmak
suretiyle geniş kitlelere yaymıştır. O’nun kullandığı dilin arka planındaki anlam alanı ve
kendinden sonra gelen takipçilerinin de kullanmasıyla Türk tasavvuf edebiyat geleneği
teşekkül etmiştir.
Türk-İslam sentezinin oluşumunu sağlayan Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet adlı
eseriyle, kitabî unsurlardan ziyade geleneksel olan unsurları, millî değerleri öne
çıkarmış, Türkler arasında yeni kabul edilmeye başlayan İslâmı halkın anlayacağı tarzda
“hikmet” olarak adlandırılan bir söyleyişle ifade etmiştir.
Ahmed Yesevî, eserinde dünyevî hayat ile manevî hayatından bahsederek geçirdiği
aşamalarla yeni toplumun inşasında rehberlik eder. Dolayısıyla, gerek yetiştiği kültürel

GÜ Gazi eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, ayucel@gazi.edu.tr

656
çevre gerekse aldığı eğitim ve edinmiş olduğu tecrübe ile halkın anlayacağı bir dil ve
üslupla “hikmet dili” olarak adlandırdığı hikmetleri vasıtasıyla şuurlu bir aydınlanma
başlatmış olur. El-devlet, dil-Türk dili, bel-boy kavramlarına yüklediği anlamlar gibi
yaşadığı dönemin şartlarında dinî, tasavvufî, itikadî ve ahlakî kavramlar da kullanmıştır.
Bu anlamda Ahmed Yesevî yaşadığı topluma yeni dinin esaslarını tebliğ etmenin yanı
sıra sosyal yapının iyi ve güzel yönde şekillenmesi için yönlendirmiştir.
İslam düşüncesinde önemli bir yer işgal eden kavramlardan olan “Hikmet”, Kur’an-ı
Kerim ve Hadislerin yanı sıra Kelam, Fıkıh ve tasavvuf gibi İslam ilimlerine dair
kaynaklarda da yer almış, zaman içinde de tasavvuf edebiyatında bir tür olmuştur.(Konur
2016:550)
Arapça hikmet; felsefe, adalet, bilim bilimdir tasavvuf ıstılahı olarak amel ve bilgi
bütünleşmesinden meydana gelen ilmin adıdır. İnsanın gücü oranında dış âlemdeki
(âfaktaki) nesnelerin hakikatini olduğu gibi bilip ona göre hareket etmesinden bahseden
ilme hikmet denir (Cebecioğlu:2004:276). Türk tasavvuf geleneğinde tasavvufi
malzemelerin yaygın olarak ilahi ile adlandırılması gibi doğu Türkler arasında Ahmet
Yesevî ve dervişlerin eserlerine genellikle hikmet denilmiştir. İslam kültüründe felsefe
karşılığında kullanılan Hikmet insanı iyi olana yönlendiren çirkin ve kötü olandan
alıkoyan anlamlarında da kullanılır.
Ahmed Yesevî'nin bir ahlakçı, eğitimci kimliği ile İslamî esaslarla şeriat ahkâmını
Hazreti Muhammed'in hayatından örnekler ile sünnet akidesini Türklere öğretmek gayesiyle
Türk dili ile kaleme aldığı esere Divân-ı Hikmet adının verilmesi tesadüfi olamaz. Köprülü,
Divân-ı Hikmet'in Kutadgu Bilig’le aynı lisan dairesine, yani Karluklara mensup Doğu
lehçesine ait bir eser sayılması gerektiğini belirtir. Araştırmacıların Divân-ı Hikmet'in
lisanını Çağatay lehçesinin ilk eserleri gibi saymaları ve Kutadgu Bilig'de Nevaî'nin lisanı
arasında onu aracı bir eser olarak addetmeleri dikkat
çekicidir (1984:143).
Ahmed Yesevî, eserlerinde genel anlamda İslamî esasları ele alır. Hitap ettiği
topluluğun fikrî yapısını dikkate alarak genel anlamda İslami esasları Türkçe olarak
ifade eder. Tarikat adâbı, vahdet, tasavvufî unsurlar, ilahî aşk, nefis terbiyesi didaktik
bir üslupla dile getirilir.
Bir “ahlak mecmuası” olarak adlandırılan Divân-ı Hikmet’in merkezinde insan
teması yer alır. Bireysel ve sosyal ahlak çerçevesinde olumlu-olumsuz unsurları ayet ve
hadislerle delillendirerek ifade eder. İnsanın yaratılış gayesine uygun uhrevi saadete
ulaşmak için olması gerekenleri tebliğ eder. Ahmed Yesevî’nin hikmet olarak
adlandırdığı tasavvufî şiiri, irşâd metodunun da temelini oluşturur.
İslamiyet'in Türkler arasında kabulü ve yayılması tasavvuf düşüncesinin beraberinde
yeni bir edebiyat geleneğinin doğmasına da sebep olur. XII.yy’da Orta Asya'da Ahmet
Yesevi ile başlayan bu Türkçe ifade edilen tasavvufi şiir geleneği sonraki dönemlerde
Türkistan ve Anadolu'da güçlü temsilcilerle varlığını devam ettirir. İslami Türk
edebiyatının, Kutadgu Bilig'den sonra yazılmış eser olan Divanı Hikmet, şekil ve vezin
bakımından millî, muhteva bakımından İslami unsurların Türkçe ifadesinin terkibidir.
Dolayısıyla İslam'ın Türk dili ile anlama ve anlamlandırılmasının da ifadesidir.
Ahmet Yesevi'nin İslami esasları anlama ve yorumlamada kullandığı dil, toplumsal
değişimin de dili olmuştur. Türkler arasında şeriat hükümleri, tasavvuf esasları, sünnete
uygun yaşamak anlatılırken birçok ayet ve hadis de yaygınlaşmış olur.
Hikmetlerle şeriat, tarikat, marifet ve hakikat makamları yerleşir. Bu anlamda
toplumsal değişme; davranış, duygu ve düşüncede bariz olarak görülür. Sosyal yapı ile
edebî dil ve ifade d de yeniden şekillenmeye başlar. Ahmet Yesevi'nin Hikmet dili; pir-i
mugan, derviş, zahit, evliya, âlim, cahil, riya, vahdet, muhabbet, gönül vd. kendinden
sonra da tasavvufi şiir geleneğinin temel kavramları olmuştur.

657
Hikmetlerin Türkçe ile ifadesi İslam dinin de Türkçe olarak ifadesi anlamındadır.
Ahmet Yesevi Arapça, Farsça bilmeyen, âyetleri anlamayan Türklerin İslam’ı doğru
anlamaları ve uygulamaları maksadıyla muhataplarına Türk dili ile hitap ettiğini söyler.
Dönemin âlimlerinin Türkçe söylemeyi hoş görmediği, Yesevi ise Farsça bilmesine
rağmen şuurlu olarak Türkistan'da Türklere Türkçe seslendiği, âyet ve hadislerin
anlamının bilinmesinin gereğine işaret eder.
Miskin zayıf Hoca Ahmet yedi ceddine rahmet
Farsça dilini bilerek güzel söylemekte Türkçe'yi
(Divan-ı Hikmet 2015:181)
Ahmet Yesevi'nin yetiştiği dönem, sosyal ve kültürel coğrafyada Türk düşünce
sistemi, değerlerini dikkate alarak İslam'ı ve ahlaki değerleri tebliğ ettiği bilinir.
Eserlerinde temel kaynak olarak kullandığı O’nun düşünce sisteminin esası olan âyet ve
hadisler dünyevi ve uhrevi konularla ilgili müracaat edilen ilk, hatta tek kaynaktır. Bu
bakımdan Kur'an okumanın esas gayesi anlamak ve öyle amel etmek olmalıdır.
“İnna fetahna…”yı okuyup anlam sordum
Işık saldı kendimden geçip Cemal gördüm;
Hocam varup “sus” dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp çaresiz olup durdum ben işte.
(Divan-ı Hikmet 2015:67)
Ahmet Yesevî’nin Kur'an'ın anlaşılmasını her şeyden önce İslam’ı anlamak, İslami
esaslara göre yaşamak, İslam ahlakı ile ahlaklanmak için vurguladığını görüyoruz.
Yesevi'nin yaşadığı dönemde bozkırlarda çeşitli inançlara mensup toplulukların birlikte
yaşaması, İslam öncesi uygulamaların etkisi dikkate alındığında İslamiyet’e yeni giren
Türklerin hikmetlerin dili ile İslam'ı anlamalarının önemini de görmek mümkün olur.

Ahmet Yesevi'nin düşünce sisteminin temelini Kur'an ve hadisler oluşturmaktadır


Hikmetlerin bütününde Kur'an ve hadis esasına dayalı dinî unsurlar ve ahlaki anlayış
hâkimdir. Sahip olduğu dinî bilgi, kültür ve ahlakçı kişiliği ile Türkistan'da toplumsal
yapının İslam ahlakı ile şekillenmesini hikmetleri ile dile getirmiş, toplumun yeniden
yapılanmasını hedeflemiştir.
Fuad Köprülü'nün belirttiği gibi hikmetlerin fikri yönünü dinî tasavvufi unsurlar,
şekli yönünü de millî unsurlar oluşturur. “O hitap ettiği topluluğun ve onlara tasavvufi
felsefenin anlayamayacakları inceliklerini değil, daha çok şeri ve ahlaki bir takım
meseleleri öğüt verici bir emir şeklinde tebliğ ederek uhrevi saadet için mutlaka onlara
bağlı kalma lüzumunu anlatmaya çalışmıştır (Köprülü 1984:154- 150-400). Mutasavvıf
kimliğinin yanısıra ahlakçı kimliği ile tasavvufi ahlak sistemini anlatan Ahmed Yesevî,
dinî ve ahlakî unsurları İslâmî unsurlarla delillendirerek didaktik bir üslupla ifade eder.
Bir “ahlak mecmuası” (Köprülü 1984:160) olarak nitelendirilen Divanı Hikmet,
İslami ahlakı telkin eder. Mehmet Kaplan'ın hikmet'in esası ferdin ve milletin kendisini
bilmesidir ifadesi gereğince Ahmet Yesevi de hikmetleri ile İnsanın kendisini bilmesini
sağlamaya çalışmıştır (Önal 2016:979). Ahmed Yesevî’nin fikrî yapısını millî kültür
unsurları, İslamî esaslar, tasavvufî unsurlar oluşturmaktadır. Yesevî, Münacatında
hikmetlerin Kur’an-ı Kerim’in ahkâm ve emirleri ile hadislerdeki hakikat ve hikmetleri
dile getirdiğini açıkça ifade eder.
Benim hikmetlerim Sübhan'ın fermanı
Okuyup bilsen, hepsi Kurân'ın anlamı

658

Benim hikmetlerim hadis hazinesidir
Kişi pay götürmese, bil habistir.
(Divan-ı Hikmet 2015:427-428)
Bu beyitler Ahmed Yesevi ve dervişlerinin şeri esaslara sıkı sıkıya bağlı, samimi
birer Müslüman olduklarını göstermektedir. Fakat yalnızca âbid ve zâhid değil ilahî
aşkla İslam’ı meczeden mutasavvıf kişilerdir. Zira insan eşyanın hakikatine ancak “aşk”
ile erişir. “Aşksızların canı da imânı da yoktur.”
Aşksızlar gördüm dostlar şaşkın yürür
Müminim deyip imanları viran yürür.
(Divan-ı Hikmet 2015:123/195)
Zâhid olma, âbid olma, âşık ol!
Mihnet çekip aşk yolunda sadık ol!
Nefsi tepip dergâhına lâyık ol!
Aşksızların hem cânı yok, imanı yok.
(Divan-ı Hikmet 2015:140)
Hikmetleri anlamayan câhil insanları hayvan olarak nitelendirir:
Kulağa almazsa bu sözü cahil
Ona insan deme; o hayvan soylu
(Divan-ı Hikmet 2015:429)
Hakîkat bilmeyen insan değildir
Biliniz ki hiçbir şeye benzemezler
(Divan-ı Hikmet2015:129)
Hakikati idrak eden, iman ile hareket eden kişi yaratılış ve varlığının sırrına vakıf olur.
Benim hikmetlerimi bilgin işitsin;
Sözümü destan eyleyip maksada yetsin.
(Divan-ı Hikmet 2015:429)
Hikmetimden nasib alan göze sürsün
İhlas ile göze sürüp Cemal görsün
(Divan-ı Hikmet 2015:95)
Hakikat bilgisi olan, bütün varlığı içine alan bilgiden maksat kişinin kendi cevherine
vakıf olma halidir. Buradan “Nefsini bilen Rabbini bilir” ifadesinden hareketle kendini
bilmek gerekir.
Kendini bildi ise Hakk’ı bildi;
Allah’tan korktu ve insafa geldi
(Divan-ı Hikmet 2015:429)

659
Bu noktada masivadan uzaklaşıp nefsini terbiye ederek “gönül gözü”nün açılması ile
yapılan amelin makbul olduğu vurgulanır. Bu aynı zamanda İslamî tasavvuf
geleneğinde tecelliye mazhar olan insan-ı kâmil, ârifin de ifadesidir.
Gönül gözü ışıldatmadan ibadet eylese
Dergâhına makbul değil bildim ben işte
(Divan-ı Hikmet 2015:100)
Ahmed Yesevî hikmetlerinin dili, üslubu, muhtevası din âlimleri ile mutasavvıfların
hepsinin dikkat ve riayet ettikleri hususlardır. Dinî ve ilahî ilimlerin tebliğ edilmesi;
“Nebilerin bir zahir lisanları vardır ki, hitaplarının umuma ait olması ve dinleyenlerin
anlayışına güvenmeleri dolayısıyla o lisan ile konuşurlar. Demek oluyor ki peygamberler
kendilerini dinleyen kimselerin mertebelerini bildikleri için halk tabakalarından başkalarına
itibar etmezler. Şu hâlde peygamberler getirdikleri ilimleri halkın daha fazla derinliğine
dalmadan kolayca anlayabileceği bir dille ifade etmişlerdir. Çünkü halk bu sade ifade
biçimini güzel bulur ve bunu ifade şeklinin son mertebesi olarak görür (Tahralı 1998:158).
Buradan hareketle Ahmed Yesevî, İslamî esasları, tasavvufî unsurları tebliğ ederken
Türkistan halkının idrak ve anlayışını dikkate alarak dil ve ifade biçimini belirlemiştir. Zira
akılcı yaklaşım dilin aklın ürünü olduğu fikrini savunur. İnsana özgü olan akıl, kişinin
yaşadığı hayatta mükellef olmanın bir kıstası olup Tanrı tarafından bahşedilmiştir. Ahmed
Yesevî de Tanrı tarafından kendisine bahşedilen akılla, içine doğduğu çevreyi aydınlatmak,
bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için gayret etmiştir. O, dilin sadece kendini ifade etme
aracı olmadığının, kendi dışında var olanları anlaması ve anlamlandırmasında da bir vasıta
olduğunun bilinciyle çevrenin kültür unsurlarını, dolayısıyla dilini kullanmayı tercih
etmiştir.
İslamî tasavvuf geleneğinde ilahî feyzle tecelliye mazhar olan veliler, bütün bilgi
vasıtalarıyla hakikat bilgisine ulaşırlar. Hikmetlerini Tanrı’nın dilediğine bahşettiği ilahî
bir vasıtayla söylediğini ifade eden Ahmed Yesevî;
Otuz dörtte alîm olup ârif oldum;
Hikmet söyle dedi Rabbim, söyler oldum.
(Divan-ı Hikmet 2015:74)
Garîb, fakîr, yetimleri sevindiresin;
Parçalayıp azîz cânını eyle kurbân;

Yiyecek bulsan, cânın ile misâfir,


Hakk’tan işitip bu sözleri dedim ben işte
(Divan-ı Hikmet 2015:64)
Beyitleriyle bizzat Hakk’ın emri ile dile getirdiğini vurgular. Menâkıbnâme’de yer alan
Hızır-Yesevî görüşmesini de dikkate alırsak O’nun ilm-i ledün (Tahralı 1998:162)
hakke’l-yakîn bilgisi ile kalp gözü idrak makamında olduğu görülür.
Ahmed Yesevî hikmetlerini; “Sözü didâr isteyen herkes için söyledim” dese de;
Benim hikmetlerim cahil işitmez
Gönlü-kalbi kara öğüdümü almaz
(Divan-ı Hikmet 2015:428)

660
İfadesiyle halkın anlayacağı bu sade dil, söylenenin çok ötesinde âlimlerin, âşıkların
anlamlandıracağı derin mânâlar olduğunu da açıkça söyler.
Hikmetlerinde yer alan âyet ve hadisler, dinî hadiseler ve şahıslara yapılan telmihler
ile tasavvufî terimler O’nun muhatabının; “tâlip, âkil, âşık, âlim, sâdık, ârif” olduğunu
açıkça gösterir. Zira mânâ kaynağı olan bu sözler cahil, gâfil, âbid ve zahid tarafından
anlaşılmaz.
Kul Hâce Ahmed, sözünü câhillere söyleme
Söyleyip câhile, değersiz pula satma
(Divan-ı Hikmet 2015:105)
Benim hikmetlerimi âşıka söyleyin
Gönlü ayna gibi sâdıka söyleyin,

Benim hikmetlerimi bilgin işitsin;
Sözümü destân eyleyip maksada yetsin.
(Divan-ı Hikmet 2015:428-429)
Hikmetlerde İslamî esaslar, tarikat adâb ve erkânı teferruatlı olarak anlatılır. İyi bir
Müslümanın yapması gerekenler vurgulanır.
Şeriat esaslarına bağlı bir mümin olan Ahmed Yesevî için esas gaye ilahî aşkla
hakikati idrak eden, kendini bilen, nefis terbiyesini tamamlayıp gönül gözünü parlatan
insan-ı kâmildir. Zira O’na göre zühd ve ibadet ehli aşksız olsa “hem canı hem imanı
yok”tur”. Gerçek âşıklar; ölmeden önce ölen, nefsini öldüren, benlikten geçip vahdeti
idrak eden lâ-mekâna ulaşandır.
Aşk makâmı türlü makâm, aklın ermez,
Baştan ayağa zorluk, cefâ, sıkıntı gitmez;

Melâmetler, ihânetler eylese, geçmez;


Lâmekân’da Hakk’tan dersler aldım ben işte.
(Divan- Hikmet 2015:100)
Ahmed Yesevî’nin dersler aldığı lâ-mekân zaman ve mekândan münezzeh gönül
âlemidir. Sözleri de “inci” ve “cevher”dir.
Yesevi hikmetinin değerini anla
Aşk küpünden meyi bir damla tad

Aşk küpünden kişi bir damla tadınca


Allah'ın vaslına bir yola batar
(Divan-ı Hikmet 2015:430)
Türk-İslam düşünce sisteminin inşasında önemli yeri olan Pir-i Türkistan olarak
anılan Ahmed Yesevî, İslam dinini temel prensiplerini, tarikatının adâb ve erkânını
hikmetlerinde Türk dili ile aktarmıştır.

661
Hikmetleriyle Türkistan halkına; Allah inancı, Peygamber sevgisi, sünnet, zühd,
takva, İslam ahlakı, cennet, cehennem tasvirleri; ilahî aşk, mutasavvıf kıssalarını
öğretisinin daha iyi kavranması için sık sık kullanmıştır.
İslamiyet’i Türklere benimsetmek, sevdirmek gayesi ile kaleme alına/söylenen
hikmetler millî ve dinî unsurların birleştiği eserler olması münasebetiyle önemlidir.
Ahmed Yesevî, hikmetleriyle fikrî yapısı, düşünce sistemi, nüfuzu ve tesirleri ile
bütün Türk illerinde manevî bir rehber olarak kabul edilmiştir. Dinî hüviyeti ve
mutasavvıf kimliği ile yaşadığı toplumun değerler, gelenekleri ile İslamî unsurları
kaynaştıran Yesevî, hikmet kültürü ile dinî ve ahlakî eğitimi esas almıştır. İslam
tasavvufunu Türk dili ile ifade eden, yorumlayan, tasavvufî geleneğin temsilcisi
olmasının yanı sıra Türkçe “mânâ” dilinin de öncüsü olmuştur.
Hikmetler, sanat endişesinden, lirik söyleyişten uzak, didaktik ve düz anlatıma dayalı
olsalar da fikrî temelleri itibarıyla oldukça zengin, üslûp bakımından yaşadığı çevrede
estetik değeri yüksek, mânâ derinliği itibarıyla önemlidir. Ahmed Yesevî’nin kendi
ifadesiyle;
Sözün aslını bilenler için incinin aslı,
Zâhirine bakan mahrûm kalır dostlar.
Ahmed Yesevî, İslamiyet’le tanışan Türklerin dinî alanda bilgilenmeleri ve
bilinçlenmelerine hizmetleri ve hikmetleriyle katkıda bulunmuştur,
Türkistan sahasında Türkçe ile hitap ederek, toplumun yaşadığı geleneksel
uygulamalar ve töreleriyle İslamiyet’i kaynaştırmış,Türkler arasında kurulan ilk tarikat
olan Yesevîye tarikatı vasıtasıyla tasavvufun esaslarını, adâb ve erkânını İslam ahlakı
merkezli bir inanç anlayışı oluşturup onlara vaz etmiş,
Yaşadığı dönemde edebiyat ve bilim dili olan Farsça ve Arapçaya rağmen Türkçe
yazmakta ısrarcı olup Türk edebî dilinin olgunlaşmasına katkı sağlamış,
Türkistan’da İslamiyet’le Türk düşünce sisteminin oluşturdukları Türk tasavvuf
geleneğinin Türkistan’dan Balkan coğrafyasına kadar olan büyük alanda yerleşmesini
ve gelişmesini sağmaktan başka Türkçe’nin bir “mânâ dili” olduğunu ifade ile
kendinden sonrakileri de etkileyecek hikmet dili oluşturmuştur.

Kaynaklar
Ahmed Yesevi (2015), Divan-ı Hikmet (Haz. H Bice), Ankara.
CEBECİOĞLU, Ethem (2004), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri, İstanbul.
KONUR, Himmet (2016), Divan-ı Hikmet’te Dinî ve Tasasavvufî Kavramlar, Geçmişten
Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu 1. Cilt, İstanbul, 548-567.
KÖPRÜLÜ, M.Fuad (1984), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara.
ÖNAL, Mehmet (2016), Türk Bilgelik Geleneğinin Kökleri ve Ahmet Yesevi’nin
Hikmetlerine Yansıması, Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevi Uluslararası
Sempozyumu 1. Cilt, İstanbul, 784-805.
TAHRALI, Mustafa (1998), Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’inde Din-i Tasavvufî
Unsurlar, Yesevilik Bilgisi (Haz.C.Kurnaz, M.İsen, M.Tatçı), Ankara.

662
ÇAĞDAŞ TÜRKÇEDE KULLANILAN EKLERİN SIKLIĞI

Belgin AKSU
Özet
Bir dilde kelimelerin bazılarının daha az bazılarının daha çok kullanılmasını o dile sahip
toplumun kültürel özellikleri, ilgi alanları ve eğitim düzeyi belirler.
Kelime sıklığı çalışmaları bir dilde kullanılan kelimelerin birbirlerine oranla kullanım
sıklığını ortaya koyan, genellikle dil bilimciler ve eğitim bilimciler tarafından kullanılan
çalışmalardır. Ana dili Türkçe olanlara, yabancılara, iki dilli olanlara veya ana dili Türk
lehçelerinden biri olanlara Türkçe kelime ve dil bilgisi öğretiminde sıklık çalışmaları
temel kaynaktır. Türkçe dersi için kitap yazan yazarların kelime seçimleri konusunda
sıklık sözlüklerinin devreye girmesiyle az ve çok kullanılan kelimeler belirlenebilecek,
ders kitaplarının yanı sıra çalışma kitaplarının ve öğretmen kılavuzlarının da bu
kelimeler kullanılarak hazırlanması sağlanabilecektir.
Sıklık çalışmalarının bir başka yararı dil bilgisi öğretiminde sağlayacağı kolaylıktır.
Çekim ve yapım eklerinin sıklığını bilmesi öğreticiye zaman kazandıracak, derste hangi
eklerin üzerinde daha fazla durması gerektiğine karar vermesinde yardımcı olacaktır.
Öğretime katkıda bulunabilmek amacıyla hazırladığımız bu çalışmamız için
316.889.320 kelimelik bir metin kümesi üzerinde çalışılarak 240.000 dolayında kök ve
çekimli kelimeden oluşan bir kelime dağarcığı oluşturulmuş, 65.534 kelimenin kullanım
sıklıkları belirlenmiştir. Bildiri sınırlarının aşılmaması amacıyla listedeki ek almış ilk
500 kelime ele alınmış, bu kelimelerdeki ekler sınıflanmış ve bütüne göre kullanım
sıklıkları ortaya konmuştur.
Bildirimizde çağdaş Türkçede kullanılan eklerin kullanım sıklıkları örnek kelimeleriyle
birlikte verilecektir.
Anahtar kelimeler: Türkçe, dil bilgisi, Türkçe ekler, eklerin sıklığı

Çağdaş Türkçede Kullanılan Eklerin Sıklığı

Toplumların kültürel özellikleri, yaşayış biçimleri, ilgi alanları ve eğitim düzeyleri


kullandıkları kelimeleri etkiler ve biçimlendirir. Dolayısıyla bu etkilenmenin sonucunda
bazı kelimeler daha fazla bazı kelimeler daha az kullanılır. Kelimelerin yapıları da o
dilin pek çok özelliğini, dolayısıyla toplumun özelliklerini gözler önüne serer. Örneğin
araç gereç adı yapan ek kullanılarak oluşturulmuş kelime sayısı fazla olan dile sahip bir
toplum için alet kullanmaya veya üretmeye eğilimli bir toplumdur denebilir.
Dil öğretiminde söz varlığı ve bu sözlerin kullanım kuralları temeldir, öğretim bunların
üzerine kurulmaktadır. Ana dili ve yabancı dil öğretiminde, öğretilecek dilin en gerekli
kelimelerinin ve dil bilgisi ögelerinin saptanması ve ona göre bir öğretimin yapılması
alınacak sonucun başarılı olup olmamasında rol oynamaktadır. Doğan Aksan (2009: 17),
yabancı ülkelerde ana dili ve yabancı dil öğretiminde değişik yaş kümeleri için hazırlanacak
malzemelerde hangi ögelere öncelikle ve hangi sıraya göre yer verileceğinin dilde kullanılan
kelimelerin birbirlerine oranla kullanım sıklığını ortaya koyan çalışmalar olan sıklık
çalışmalarına bakılarak saptandığını belirtmektedir. Ana dili Türkçe olanlara, yabancılara,
iki dilli olanlara veya ana dili Türk lehçelerinden biri olanlara Türkçe kelime ve dil bilgisi
öğretiminin yanı sıra seviyelere uygun temel sözlükler, iki dilli sözlükler, okuma kitapları,
konuşma kılavuzları ve dil bilgisi kitaplarının hazırlanması sırasında sıklık çalışmalarından
yararlanılması durumunda hem kitaplar daha kolay

Türk Dil Kurumu Uzmanı, belgintezcanaksu@gmail.com

663
düzenlenebilecek hem bu kitaplardan en yüksek verim alınabilecek hem de öğretimin
başarısı yükselecektir.
Ülkeler dillerini en etkili ve en hızlı yöntemle öğretmeye çalışırlar. Aksan (1996: 45),
“Bilindiği gibi Türkçe, yapı bakımından bağlantılı bir dil olarak hiç değişmeyen bir
köke pek çok sonekin (yalnızca soneklerin) art arda eklenmesiyle çok çeşitli ayrıntılara
inebilen kavramlar oluşturan bir dildir. İlk yazılı ürünlerinden bu yana Türkçenin söz
varlığı incelenecek olursa ad ve eylem köklerinin bu türetme gücünden yararlanarak ne
ölçüde geniş sözcük aileleri ortaya koyduğu görülür. Örnek olarak sür- kökünden 100’e
yakın sözcük, gör- kökünden ise 75 sözcük türeyerek geniş birer sözcük ailesi
oluşturur.” der. Türkçede değişkeleriyle beraber üç yüz civarında ek bulunmaktadır.
Yapım ekleri yeni kelime türetme konusunda Türkçeye sınırsız yetenek kazandırır. Bu
nedenle Türkçeyi bilmek için öncelikle ekleri bilmek gerektiğini söyleyen çok sayıda dil
bilimci vardır. İbrahim Delice (2000: 224), dilimiz için eklerin önemini “Türkçe gramer
şekillerinin tamamı ses kırılmaları olmadığı için eklere bağlanmış bir dildir. Kelime
hazinesinin fazla olmaması da bu yüzdendir. Diğer dillerin olumsuz kökler için yeni
kelimeler (succeed:başarmak/fail:başaramamak gibi) yapmaları gerekirken Türkçe,
diğer dillerin sözlükbirimine denk düşen kelimeyi ekli şekillerle rahatlıkla
karşılayabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkçenin özgün kurallarının tespitinde
eklere özel bir önem verilmesi gerekmektedir.” diyerek ifade eder. Ancak yabancı dil
olarak Türkçe öğrenenlere bütün ekleri kısa zamanda öğretmek kolay değildir. Ayrıca
dili yalnızca iletişim kurmayı sağlayacak düzeyde öğrenmek isteyenlere eklerin
tamamının öğretilmesi de gereksizdir. İletişim sırasında en sık kullanılan eklerin
öğretilmesi, öğrenenin dili kullanma becerisini olumlu yönde etkileyecektir. Bu
bildiriyle ortaya çıkacak sayısal veriler sayesinde Türkçenin öğretiminde hangi ekin
hangi öncelik sırasında öğretilmesi gerektiğini ortaya koymayı amaçlamaktayız.
Günümüzde bilgisayarların her alanda yoğun biçimde kullanılmasının sonucu olarak
bilgisayarlı dil bilimi çalışmalarının da sayısı artmıştır. Bu çalışmalar içerisinde doğal dil
işleme (DDİ) adı verilen bir dili bilgisayar desteğiyle inceleme, yorumlama ve üretme
çalışmaları bilişim ve dil bilimi uzmanları tarafından sürdürülmektedir. DDİ çalışmaları
sırasında Türkçe için yapılan araştırmalar şu nicel sonuçları ortaya koymuştur:
Kelimeler ağırlıklı olarak tek ve iki heceden kuruludur.
Kelimelerdeki ortalama harf sayısı beştir.
Kelimelere eklenen ek sayısı ortalama 2,86’dır.

Ari Pirkola Morphological Typology of Language for IR adlı makalesinde (2001: 339)
Fred Karlsson’un Yleinen Kielitiede adlı kitabından alıntı yaparak değişik dillerin
biçim birimsel açıdan karşılaştırmasını yapar. Bu karşılaştırmaya göre dillerin
kelimeleri başına düşen ortalama ek sayılarını şöyle verir1:

664
Öncelikle Türkçeyle ilgili yapılan sıklık araştırmalarına bir göz atalım:
Ömer Asım Aksoy’un 1936 yılında Bir Dili Öğrenmek İçin En Lüzümlü Kelimeler ve Bu
Kelimelerin Belirtme Usulü adlı çalışması ülkemizde dilimiz için kelime sıklığı listesi veren
ilk çalışmayı içinde barındırması sebebiyle önemlidir. Aksoy (1936: 6), “Kelimeler
anlamların ifadesi için birer vasıta olup dilde esas ise anlam olduğuna göre İngilizcede
sayılarak meydana getirilen listeyi Türkçeye çevirmekle aşağı yukarı Türkçe için de en
evvel öğrenilmesi gereken listeyi bulmuş oluruz.” diyerek Edward Lee Thorndike’ın
Yoruba: Benin ve Nijerya’da kullanılan dil. Swahili: Kenya, Tanzanya, Uganda ve Afrika Birliğinde kullanılan dil.

İngilizce için 1921’de hazırladığı 10.000 kelimelik listenin ilk 2.521 kelimesini Türkçe
anlamlarıyla “Birinci İnceleme” başlığı altında verir. Kitabın “İkinci İnceleme” başlıklı
bölümünde Virgil Mores Hillyer’in İngilizcede en çok kullanılan 3.000 kelimeyi içeren
ve 1931 yılında 9. baskısı yapılan Calvert Speller Vocabulary adlı kitabından ilk 100
kelimeyi Türkçe anlamlarıyla birlikte verdikten sonra “Üçüncü İnceleme” başlığı altında
Türk Tarih Kurumunda basılan Tarih adlı kitaptan, okullardaki okuma kitaplarının bazı
parçalarından, halk dilinde yazılan Duvar gazetesinden, Reşat Nuri Güntekin’in Kızılcık
Dalları adlı romanından, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanından,
Felek’in Sütunu, Atatürk’ün beyanatı gibi günlük gazetelerdeki makalelerden 50.000
kelime alınarak oluşturulan ve Türkçe için deneme niteliğinde olan Amerikalı
Birdge’nin sıklık çalışmasını parça parça aktarır (Aksoy, 1936: 107, 119, 132). Daha
sonra Thorndike’ın, Hillyer’in ve Birdge’nin listelerini karşılaştırır (Aksoy, 1936: 156-
159). Çalışmada eklerin kullanım sıklığıyla ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Ancak Aksoy farklı bir inceleme daha yapmış (1936: 155) ve Tarih’e, Kızılcık
Dalları’na ve Yaban’a ait ilk 300’er kelimenin -eser sırasına göre- dilin %71, %74 ve
%77’sini oluşturduğunu belirlemiştir. Bu tespit bildirimizin sınırlarını çizmemiz
konusunda bize ışık tutmuştur.
Ömer Asım Aksoy’dan sonra Türkçedeki kelimelerin sıklığıyla ilgili liste veren bir
başka çalışma Joe E. Pierce’a aittir. Çalışmasını Türkçe konuşma dili ve yazı dili olarak
iki ayrı alanda yapan Pierce konuşma dili için 137.000, yazı dili için 1.000.000 kelime
üzerinde inceleme yapmış, konuşma ve yazı dilinde geçen ilk 20 kelimeyi belirlemiştir.
Pierce’ın bu çalışmasını Millî Eğitim Bakanlığı Türkçe Kelime Sayımı - A frequency
count of Turkish words: a report of a study adıyla 1960-1967 yılları arasında
yayımlamıştır. Pierce çalışmasını hazırlarken hem sözlü hem de yazılı Türkçenin çekim
eklerinin sıklığı konusuna da kafa yormuştur. 1961’de yayımladığı makalesi konuşma
dili üzerinedir. Okuma yazma bilmeyen fabrika işçilerinin konuşmalarını ve yine
okuryazar olmayan ordu mensuplarının kendi anlattıkları hayat hikâyelerini kaydederek
140.000 kelimelik bir metin kümesi oluşturmuştur. Bu çalışmadan yola çıkarak o yıllara
ait sözlü Türkçede en sık kullanılan 21 ekin çekim ekleri olduğunu belirlemiş ve ilk
10’unu şöyle sıralamıştır:

665
Pierce’ın 1962’de yayımladığı makalesi ise yazılı metinlerdeki Türkçe eklerin sıklığı
üzerinedir. Bu çalışmada kullandığı metin kümesinde askerî alana ait el kitapları, ders
kitapları, şiirler, dinî öyküler, gazete ve dergilerden seçilmiş makaleler bulunmaktadır.
Pierce 100.000 kelimelik bu metin kümesi içinde 139 farklı son ek belirlemiştir.
Araştırmanın bulgularına göre yazılı metinlerde en sık kullanılan ilk 10 eki şöyle sıra
sıralamıştır:

Türk Dil Kurumu ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından 1999 yılında “Radyo

ve Televizyonda Türkçenin Kullanımı Projesi” gerçekleştirilmiş, bu proje kapsamında


radyo ve televizyon yayınlarında yapılan yanlışların belirlenmesi ve doğrularının
belirtilmesi çalışmasının yanı sıra kullanılan dilin söz varlığı üzerine de bir araştırma
yapılmıştır. Bunun için üç ayrı kanalın 1999 yılı ocak ile eylül ayları arasında
yayımlanan haber programlarına ait 24.247 kelimeden oluşan bir metin veri tabanı
üzerinde çalışılmış ve çekimsiz 3201 kelimenin kullanım sıklığı ortaya konulmuştur. Bu
çalışmada da eklerin sıklığıyla ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
İlyas Göz 1995-2000 yılları arasındaki yazılı metinleri esas alarak farklı kategorilerden
seçilmiş 1.006.306 kelimelik bir havuz oluşturmuş, bu havuzdaki 22.693 kelimeyi önce
sayısal sıklığına göre daha sonra da alfabetik olarak listelemiş ve 2003 yılında Yazılı
Türkçenin Kelime Sıklığı Sözlüğü adıyla yayımlamıştır. Göz, çalışmasının “Yöntem”
bölümünde bilgisayar yazılımının havuzda bulunan kelimeleri çekim ekli biçimleriyle
belirlediğini, kendisinin ise bu çekimli biçimleri yalın hâllerine çevirdiğini
belirtmektedir (Göz, 2003: XIV). Dolayısıyla bu çalışmada da eklerin sıklığıyla ilgili
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Hayriye Memoğlu Süleymanoğlu 2006 yılında yayımladığı Türkçenin Ters
Sıklık Sözlüğü adlı kitabında 1960-1978 yılları arasında yayımlanmış sanat, toplum,
devlet ve ekonomiyle ilgili eserlerden, gazetelerden, dergilerden ve ders kitaplarından
oluşan toplam 25 adet metne ait 297.059 kelimelik havuz içinde çalışmıştır. Sözlük’teki
6.278 kelime, yalın biçimleriyle değil de metinlerde kullanıldıkları çekimli biçimleriyle

666
incelenmiş, önce ters alfabetik olarak, daha sonra sıklık derecelerine göre, en sonunda
ise alfabetik olarak yine sıklık sayıları karşılarında verilerek sıralanmıştır.
Süleymanoğlu, kelimelerin sıklığının yanı sıra -lAr eki üzerinde durmuş, ekin isimlere
ve fiillere geliş biçimlerini inceleyerek daha çok isimlere geldiğini belirlemiştir. Ayrıca
bildirme kiplerini ve onlara gelen şahıs eklerini incelemiş, en sık kullanılan bildirme
ekinin görülen geçmiş zaman eki, şahıs ekinin de 3. tekil şahıs eki olduğunu belirterek
sıklık sayılarını ve oranlarını şöyle vermiştir (Süleymanoğlu, 2006: 44-46):

2010 yılında konuşma dilinde kullanılan eklerin sıklığı konusunda İslam Yıldız
tarafından hazırlanan “Sözlü Dildeki Bağımlı Ardılların Kullanım Sıklığı” adlı yüksek
lisans tezinde kullanılan metin kümesi yaş, cinsiyet, eğitim, meslek, kültür vb.
bakımlardan farklı niteliklerdeki ve farklı yerleşim bölgelerindeki kişilerin
konuşmalarından oluşmuştur. Zaman zaman ağız özellikleri de içeren ses kayıtları

667
ölçünlü dile aktarılarak eklerin sıklıkları belirlenmeye çalışılmıştır. Yıldız, sözlü dildeki
çekim ve yapım eklerinin sıklıkları ve oranlarını şöyle verir:

2011 yılında Yazılı Türkçenin Kelime Sıklığı Sözlüğü (1945-1950 Arası) adıyla
yayımladığı kitabında Gökhan Ölker oluşturduğu havuzdaki 929.015 kelimeyi incelemiş
ve 26.425 kelimenin 1945-1950 yıllarına ait sıklığını önce alfabetik daha sonra sayısal
olarak listelemiştir. Ayrıca birleşik fiilleri, deyimleri, atasözlerini, kalıp sözleri sayısal
sıklığına göre, eş sesli kelimeleri de alfabetik sırada olmak üzere iki ayrı liste hâlinde
vermiştir. Ölker havuzdaki kelimeleri “çekimli şekillerinden temizleyerek yalın hâle
indirgediği” (Ölker, 2011 :20) için kitabında eklerin sıklığıyla ilgili bir bilgi
bulunmamaktadır.
Hayriye Memoğlu Süleymanoğlu 2014 yılında sıklıkla ilgili bir çalışma daha
yapmıştır. Süleymanoğlu, Türkçenin Sıklık Sözlüğü-Edebî Eserlerde Sık Kullanılan
668
Sözcükler adıyla yayımladığı bu çalışmasında 1956-1967 yılları arasında yayımlanmış
10 edebî eserin belirli uzunluktaki metinlerinden 200.000 kelimelik bir havuz
oluşturmuş, çekimli kelimeleri yalın duruma getirerek 11.216 kelime üzerinde bir
çalışma yapmıştır. Birinci bölümde bu kelimeleri alfabetik olarak karşılarına dil
bilgisindeki türlerini de yazıp kullanım sıklıklarıyla vermiş, ikinci bölümde ise
kelimeleri sıklık sayılarına göre sıralamıştır. Çalışmada eklerin kullanım sıklığıyla ilgili
herhangi bir bilgi aktarmamıştır. Yeşim Aksan, Mustafa Aksan, Ümit Mersinli, Umut
Ufuk Demirhan tarafından 1990-2013 yılları arasında yayımlanmış romanlardan, kısa
öykülerden, şiirlerden, mühendislik ve bilgisayar gibi uygulamalı bilimlere, sosyal
bilimlere ve sanatlara ait kitaplardan, süreli yayınlardan, yıllık raporlardan, e-
postalardan, sosyal medya metinlerinden ve haber yayınları gibi sözlü verilerden oluşan
50 milyon kelimelik bir metin kümesne dayanarak hazırlanan ve 2017 yılında
yayımlanan A Frequency Dictionary of Turkish adlı eserde yazılı ve sözlü Türkçedeki
kelimeler çok kullanılandan az kullanılana göre sıralandıktan sonra her bir maddenin
anlamı, örnek cümlesi, sıklık sayısı ve oranı verilmiştir. Eserin sonunda fiillere gelen 50
adet ek ve isimlere gelen 50 adet ek sıklık sıralarına göre listelenmiştir (Aksan vd. 2017:
348-349). Her iki grubun ilk on eki ve sıklık sayıları şöyledir.

Fiillere gelen ekler İsimlere gelen ekler


1. olan 710.152 onu 1.942.012
2. dedi 539.287 konusu 1.652.940
3. yer 495.640 ortaya 1.107.401
4. olarak 371.105 onun 1.101.909
5. ağla 334.795 yüzde 905.858
6. olduğu 322.340 bunlar 893.004
7. çalışma 318.587 içinde 806.453
8. dağıtma 316.655 onları 725.378
9. olmak 309.342 gözleri 561.716
10. diyor 301.109 balkonunda 536.356

Günümüz Türkçesine ait kelimelerin sıklıklarını ortaya koyabilmek amacıyla


Prof. Dr Eşref Adalı ile birlikte hazırladığım Çağdaş Türkçenin Sıklık Sözlüğü’nde
kullanılmak üzere 2014 yılına ait sanal ortamdaki elektronik kitaplar, sanal gazeteler,
dergiler, resmî ve özel kurum ve kuruluşlara ait bütün ağ sayfalarında bulunan Türkçe
metinler bir araya getirilerek bir metin kümesi oluşturulmuştu. Dilimizde kullanılan
hiçbir kelimenin değerlendirme dışında kalmaması için metin sınırlaması yapılmamış,
var olan metinlerin tamamı üzerinde çalışılmıştı. Metin kümesi içinde toplam kelime
sayısı 316.889.320’dir. Kök ve çekimli kelimelerin özellikle bir arada tutulduğu bu
metin kümesi kullanılarak 65.534 kelimenin kaç kez kullanıldığı belirlenmişti.
Eklerin sıklığını belirlemek için de aynı metin kümesinden yararlanılmıştır. Bildiri
sınırlarının aşılmaması için Aksoy’un yukarıda verdiğimiz Tarih, Kızılcık Dalları ve Yaban
adlı eserlere ait ilk 300 kelimenin ortalama olarak Türkçenin %74’ünü temsil ettiği
görüşünü de temel alarak listenin ek almış ilk 500 kelimesi üzerinde çalışılmış ve eklerin
316.889.320 kelimelik metin kümesine göre sıklık oranları belirlenmiştir.
Çalışmada ilk olarak her kelimenin biçim bilimsel çözümlemesi yapılmış, bu
çözümleme yapılırken çağdaş Türkçeye ait kelimelerin Türkçe Sözlük’teki madde başı
biçimleriyle kök, gövde ve ekleri esas alınmıştır. Günümüzde kullanılmayan, arkaik
dönemlere ait kök, gövde ve ekler değerlendirme dışında bırakılmıştır. İlk olarak
kelimelerde geçen eklerin sıklığı ve oranı tek tek belirlenmiş, bütün ekler çoktan aza doğru
sıralanmıştır. Daha sonra dilimizdeki genel sınıflama biçimleri esas alınarak her bir ekin
sıklığı ve oranı kendi sınıfı içinde sıralamaya tabi tutulmuş, böylece hangi durum,

669
hangi iyelik veya hangi fiilden isim yapma ekinin daha fazla hangisinin daha az
kullanıldığı kendi içinde gösterilmiştir.
Elbette çalışma yapılırken bazı sorunlarla da karşılaşılmıştır. “İlişkin” örneğinde
olduğu gibi kelime “ilişki” sözüne “-n” ikinci tekil kişi iyelik eki veya “ilişmek” fiiline “-
GXn” yapım eki getirilerek yapılmış olabiliyordu. Aynı biçimde “kurulu” sözü “yönetim
kurulu” örneğinde olduğu gibi belirtme durumu eki almış veya “kurulu düzen” örneğinde
olduğu gibi “kurulmak” fiiline “-X” yapım eki getirilerek oluşturulmuş olabiliyordu.
Belirtme durumu eki olan “+X”nın aynı zamanda üçüncü tekil kişi iyelik eki olabilmesi ve
aynı kelimeye farklı cümlelerde her iki ekin de gelebilmesi veya “gelir” örneğinde olduğu
gibi fiilden isim yapma eki olan “-r”nin aynı zamanda geniş zaman eki olabilmesi, aynı ekin
“olur” örneğinde olduğu gibi fiilden isim yapma eki ve sıfat-fiil eki olabilmesi gibi
belirsizlik durumları bir sonraki çalışmamızda giderilmek üzere şimdilik göz ardı edilmiş ve
bu tür kelimeler ilgili her ek grubu içerisinde yer almıştır. Ayrıca çekim ekleriyle kurulmuş
ancak kalıcı isimler hâline gelmiş olan bakan, başbakan, yüzde, hakkında, sonunda, elde,
sayesinde, yüzünden, gerçekten, oldu, çıktı, adına, itibarıyla, dolayısıyla, özellikle vb. sözler
her ne kadar aldıkları eklerle birlikte yeni bir kelime olmuşlarsa da kullanılan ekler çekim
ekleri içerisinde değerlendirilmiştir.
Alfabetik olarak ekler, örnekleri, kullanım sıklıkları ve oranları aşağıdaki gibidir1:
Ek Adı Sıklığı Oranı
+A Yönelme durumu eki 3.065.167 2,429848545367383
üzerine (323822), ortaya (238138), yerine (178786),
bana (151625), buna (127077), dile (98383), öne
(97921), bize (96448), meydana (95251), ele (94905),
başına (93013), yana (91805), alt+ına, altın+a (79341),
gözaltına (77353), hâle (74828), kendisine (74501),
hâline (69530), adına (69006), bugüne (66791), size
(64553), ona (63213), yere (62258), araya (57672),
içine (57593), önüne (57184), sona (55744), olduğuna
(53086), gündeme (52754), yola (49379), dolara
(47602), kendilerine (41438), sonuna (41131),
yapmaya (40958), bilgiye (40909), işe (40834), hayata
(403359)
+A- İF 44.571 0,0353327500640486
yaşam (44.571)
-A Fİ 871.006 0,6904722196559804
göre (499.709), süre (149.314), kısa (133.002), doğal
(48.028), sürede (40.953)
-AcAk 1. Sıfat-fiil eki 582.937 0,4621114025731146
2. Gelecek zaman eki olacak (191.044), gelecek (89.211), edecek (69.738),
3. Fİ olacağını (56.103), yapacak (52.387), alacak (45.054),
verecek (39.737), başlayacak (39.663)
+Al- İF 123.019 0,0975208000746942
yönelik (123.019)
+Al İİ 529.967 0,4201205167753391
özel (265.366), özellikle (164.930), ulusal (56.955),
yerel (42.716)
-Am Fİ 203.359 0,1612086944487415
dönemde (93.120), döneminde (59.743), dönem
50.496)
-An Sıfat-fiil eki 5.388.898 4,271938842625279
olan (885.702), yapılan (353.352), eden (324.438),
gelen (311.495), geçen (292.101), bulunan (226.443),
başbakan (203.159), yapan (193.157), bakanı

Tablolarda kullanılan kısaltmaların anlamları: İİ: isimden isim türeten ek, İF: isimden fiil türeten ek, Fİ: fiilden isim türeten ek, FF: fiilden fiil
türeten ek.

670
(187.420), edilen (150.428), çıkan (149.210), veren
(109.728), düzenlenen (107.774), alınan (97.385),
kalan (89.174), çalışan (84.731), bakanlığı (80.739),
başlayan (80.672), verilen (80.379), olmayan (79.947),
gereken (78.016), söyleyen (77.589), yaşayan (75.705),
bakan (72.847), isteyen (69.650), doğan (67.964),
anlatan (67.765), oluşan (65.429), süren (65.360),
yaşanan (64.729), diyen (62.460), giren (59.388),
getiren (57.198), çeken (56.509), kaydeden (51.907),
gören (50.488), katılan (47.068), taşıyan (45.485),
gösteren (44.798), düzenlediği (41.878), başbakanı
(39.844), açılan (39.387)
-ArAk Zarf-fiil eki 459.588 0,364329001737362
belirterek (164.763), ederek (96.040), diyerek
(62.944), alarak (49.656), giderek (46.471), yaparak
(39.714)
+Arı, +rA Yön gösterme durumu 1.185.323 0,9396406027275193
eki sonra (820286), burada (136868), orada (65389),
sonrası (64410), içerisinde (53589), sonrasında
(44781)
+At- İF 164.877 0,1307028747910107
yönetim (122.110), yönetimi (42.767)
-Av Fİ 96.926 0,0768361071707607
görev (96.926)
+Ay İİ 179.465 0,142267213888952
kuzey (66.066), aday (58.510), güney (54.889)
-Ay Fİ 114.954 0,0911274360203415
olay (114.954)
+CA İİ 1.476.062 1,170118007786222
önce (490.943), sadece (286.731), ayrıca (157.981),
önceki (109.558), boyunca (84.931), ilçesinde (68.020),
böylece (60.143), öncesi (50.877), gerekçesiyle
(44.933), ilçe (42.623), bence (39.946), oldukça
(39.376)
+CX İİ 342.908 0,2718333144637269
yabancı (93.095), yardımcısı (91.681), oyuncu
(70.062), futbolcu (48.131), yardımcı (39.939)
+DA Bulunma durumu eki 6.851.203 5,431151269593679
yüzde (551.077), arasında (382.006), içinde (363.750),
birlikte (303.399), konusunda (206.072), şekilde
(203.946), üzerinde (176.186), yılında (175.195),
yaşındaki (170.454), açıklamada (149.158), hakkında
(141.648), burada (136.868), altında (133.411), anda
(128.396), sırasında (120.744), arada (112.495),
konuda (108.483), dışında (102.144), ayında (101.673),
sonunda (97.709), aslında (94.988), dönemde (93.120),
sırada (93.090), hâlinde (90.888), elde (89.098),
önünde (84.760), arasındaki (83.565), başında
(76.723), yılda (75.477), zamanda (74.154), karşısında
(72.576), kapsamında (71.640), durumda (70.676),
şeklinde (69.363), yanında (68.022), ilçesinde (68.020),
dakikada (67.529), sayıda (65.698), orada (65.389),
maçında (62.786), zorunda (62.784), günlerde
(62.087), döneminde (59.743), yerde (59.582), ülkede
(56.597), dünyada (55.892), maçta (55.861), tarihinde
(55.486), yıllarda (55.177), içerisinde (53.589), yerinde
(53.188), hâlde (51.835), yaşında (51.781), sayesinde
(50.928), önümüzdeki (49.335), başta (49.187),
oranında (49.064), aralarında (48.029), çerçevesinde
(45.768), toplantısında (45.650), sonrasında (44.781),

671
alanda (43.732), durumunda (43.409), bölgede
(41.855), saatlerinde (41.196), sürede (40.953),
sonucunda (40.735), önde (40.416), biçimde (40.187)
+dAm İİ 52.754 0,0418196562087191
gündeme (52.754)
+Dan Ayrılma durumu eki 1.865.808 1,479081190269511
tarafından (403.271), ardından (292.516), nedeniyle
(255.037), neden (183.867), yeniden (149.865), bundan
(98.078), nedenle (91.272), açısından (85.397), yandan
(78.173), üzerinden (63.970), yüzden (60.341),
yüzünden (56.205), gerçekten (47.816)
-DX Görülen geçmiş zaman 4.884.029 3,871714252822803
eki dedi (595.321), söyledi (459.108), oldu (366.837), etti
(350.982), verdi (202.074), geldi (181.222), çıktı
(162.472), aldı (152.566), başladı (152.437), yaptı
(148.751), belirtti (141.024), kaydetti (135.724), edildi
(129.474), vardı (106.498), bildirdi (106.357), bildirildi
(105.549), belirtildi (101.077), bulundu (98.798),
açıkladı (84.831), alındı (76.272), istedi (74.837), kaldı
(72.845), geçti (64.295), getirdi (62.915), verildi
(60.359), anlattı (60.171), yapıldı (58.432), çekti
(55.729), katıldı (52.978), gitti (52.857), kaydedildi
(52.410), girdi (51.927), öğrenildi (51.364), gösterdi
(45.232), yaralandı (44.670), attı (43.207), öldü
(42.992), belirlendi (40.152), kazandı (39.283)
-DXk Sıfat-fiil eki 2.670.409 2,116912202234321
olduğunu (615.156), olduğu (475.230), yaptığı
(284.883), bulunduğu (132.516), verdiği (120.292),
ettiği (118.693), aldığı (113.066), olmadığını (112.446),
gerektiğini (109.896), ettiğini (66.682), olmadığı
(66.428), bulunduğunu (59.993), olduğuna (53.086),
geldiği (45.801), geldiğini (45.247), olduklarını
(44.671), yaptıkları (43.164), düzenlediği (41.878),
istediği (40.987), yaşadığı (40.918), oldukça (39.376)
+DXr Bildirme eki 257.651 0,2042475687499087
yıldır (81.5739, vardır (70.315), değildir (65.832),
yoktur (39.931)
-DXr- FF 399.016 0,3163117856802946
bildirdi (106.357), bildirildi (105.549), araştırma
(76.731), yıldırım (58.730), soruşturma (51.649)
-GA Fİ 53.188 0,0421637008459899
bölge (53.188)
-GX Fİ 497.964 0,3947507920597225
ilişkin (144.439), bilgi (96.274), vergi (63.486), etkili
(59.176), tepki (52.987), bilgiye (40.909), yetkilileri
(40.693)
-GXn Fİ 241.361 0,191334003908569
ilişkin (144.439), uygun (96.922)
1. +X 1.Belirtme durumu eki 13.893.627 11,01388908200662
2. +X, +sX 2.3. tekil kişi iyelik eki olduğunu (615.156), başkanı (478.884), olduğu
(475.230), tarafından (403.271), arasında (382.006),
içinde (363.750), ardından (292.516), nedeniyle
(255.037), bunu (215.983), konusunda (206.072), biri
(193.272), yerine (178.786), yılında (175.195), günü
(173.916), yaşındaki (170.454), olması (170.172),
kurulu (148.244), hakkında (141.648), uluslararası
(139.745), altında (133.411), bulunduğu (132.516),
beni (124.200), sırasında (120.744), verdiği (120.292),
konusu (118.733), ettiği (118.693), onu (113.714),

672
olmadığını (112.446), gerektiğini (109.896), müdürü
(107.094), sahibi (103.045), sonucu (102.587), dışında
(102.144), ayında (101.673), şunları (101.483), kararı
(100.045), üniversitesi (98.958), cumhurbaşkanı
(98.729), sonunda (97.709), aslında (94.988),
milletvekili (93.755), başına (93.013), yardımcısı
(91.681), üyesi (91.432), hâlinde (90.888), askeri,
askerî (89.825), açısından (85.397), boyunca (84.931),
önünde (84.760), eşi (84.516), yanı (84.194), merkezi,
merkezî (83.726), arasındaki (83.565), resmi, resmî
(83.453), altına (79.341), adı (77.435), başında
(76.723), kendisine (74.501), yılı (73.752), amacıyla
(73.346), karşısında (72.576), sayısı (72.271),
kapsamında (71.640), tarihi, tarihî (71.307), bankası
(69.561), hâline (69.530), birliği (69.501), şeklinde
(69.363), müdürlüğü (69.081), adına (69.006), yanında
(68.022), ilçesinde (68.020), grubu (67.685), ettiğini
(66.682), maçı (64.873), durumu (64.490), sonrası
(64.410), kendisini (63.767), maçında (62.786),
zorunda (62.784), bulunduğunu (59.993), dolayısıyla
(59.966), döneminde (59.743), hayatını (59.696),
takımı (59.323), kendini (58.603), işi (58.348), içine
(57.593), önüne (57.184), yüzünden (56.205), bizi
(56.141), olacağını (56.103), dışı (55.691), tarihinde
(55.486), içerisinde (53.589), yerinde (53.188),
yapılması (52.847), filmi (52.729), insanların (52.219),
yaşında (51.781), belediyesi (51.419), sorunu (50.996),
sayesinde (50.928), öncesi (50.877), lideri (49.973), şeyi
(49.806), önümüzdeki (49.335), oranında (49.064),
ekipleri (48.552), cezası (48.373), aralarında (48.029),
derneği (47.285), yolu (46.563), partisi (46.017),
geldiği (45.801), çerçevesinde (45.768), kulübü
(45.747), toplantısında (45.650), oranı (45.292), geldiğini
(45.247), gerekçesiyle (44.933), oğlu (44.804), sonrasında
(44.781), olduklarını (44.671), gazetesi (44.638), kızı
(44.377), adını (44.304), edilmesi
(44.243), hakları (44.007), altı (43.738), babası
(43.669), çalışmaları (43.668), bunları (43.664),
durumunda (43.409), yaptıkları (43.164), yönetimi
(42.767), düzenlediği (41.878), itibarıyla (41.700),
saatlerinde (41.196), sonuna (41.131), istediği
(40.987), örgütü (40.856), direktörü (40.770),
sonucunda (40.735), yetkilileri (40.693), sistemi
(40.615), kendisi (40.483), sonu (40.468), etmesi
(40.174), yeri (39.928)
-X Fİ 1.264.974 1,00278230642166
doğru (169.718), ayrıca (157.981), kurulu (148.244),
konusu (118.733), ayrı (85.761), başarılı (83.477),
sayısı (72.271), dolayı (66.255), konu (61.254),
dolayısıyla (59.966), yazılı (53.741), soru (51.800),
doğu (49.347), batı (43.512), aşırı (42.914)
+Xm 1. tekil şahıs eki 94.219 0,0746901882005024
istiyorum (54.932), düşünüyorum (39.287)
1. +Xn, +nXn 1.İlgi durumu eki 5.746.159 4,55515020473589
2. +n 2.2. tekil kişi iyelik eki olduğunu (615.156), tarafından (403.271), içinde
(363.750), bunun (250.235), yerine (178.786), yılında
(175.195), yaşındaki (170.454), ilişkin (144.439),
hakkında (141.648), altında (133.411), kişinin
(129.155), onun (128.025), dünyanın (112.904),
olmadığını (112.446), dışında (102.144), ayında

673
(101.673), sonunda (97.709), başına (93.013), hâlinde
(90.888), boyunca (84.931), önünde (84.760), alt+ına
(79.341), başında (76.723), hâline (69.530), şeklinde
(69.363), ülkenin (69.012), adına (69.006), yılın
(68.766), yanında (68.022), ettiğini (66.682), bunların
(66.402), maçında (62.786), zorunda (62.784), sorun
(60.741), bulunduğunu (59.993), döneminde (59.743),
hayatını (59.696), kendini (58.603), içine (57.593),
önüne (57.184), yüzünden (56.205), olacağını
(56.103), tarihinde (55.486), yerinde (53.188),
olduğuna (53.086), insanların (52.219), yaşında
(51.781), geldiğini (45.247), adını (44.304),
durumunda (43.409), saatlerinde (41.196), sonuna
(41.131), herkesin (39.529), kişilerin (39.458), onların
(39.452), işin (39.242), takımın (39.060)
-Xp Zarf-fiil eki 108.405 0,0859358500076998
olup (62.302), alıp (46.103)
-Xr- FF 104.070 0,0824993672828865
yatırım (61.156), aşırı (42.914)
-Xş İsim-fiil eki 170.402 0,1350827057147923
yanlış (70.489), satış (53.883), artış (46.030)
+Iz 1. çoğul şahıs eki 45.755 0,0362713418855431
istiyoruz (45.755)
-k Fİ 1.588.802 1,259490340518735
büyük (600.640), artık (204.215), yaklaşık (153.920),
açıklamada (149.158), açık (125.424), yönelik
(123.019), açıkladı (84.831), düşük (54.657), açıklama
(51.759), uzak (41.179)
+ki Aitlik eki 412.912 0,3273275559095921
yaşındaki (170.454), önceki (109.558), arasındaki
(83.565), önümüzdeki (49.335)
+l İİ 48.028 0,0380732162185306
doğal (48.028)
-l- FF 1.581.332 1,253568650563866
yapılan (353.352), edilen (150.428), kurulu (148.244),
edildi (129.474), bildirildi (105.549), belirtildi
(101.077), verilen (80.379), verildi (60.359), yapıldı
(58.432), yazılı (53741), katıldı (52.978), yapılması
(52.847), kaydedildi (52.410), öğrenildi (51.364),
katılan (47.068), edilmesi (44.243), açılan (39.387)
+lA Vasıta durumu eki 731.184 0,5796311844659375
nedeniyle (255.037), özellikle (164.930), nedenle
(91.272), amacıyla (73.346), dolayısıyla (59.966),
gerekçesiyle (44.933), itibarıyla (41.700)
+lA- İF 873.723 0,69262606592202
başladı (152.437), düzenlenen (107.774), toplam
(107.567), açıkladı (84.831), başlayan (80.672),
açıklama (51.759), toplantısında (45.650), yaralandı
(44.670), düzenlediği (41.878), belirlendi (40.152),
başlayacak (39.663), ortalama (39.649), işlem (37.021)
+lAr Çokluk eki 1.024.441 0,8121046826044737
uluslararası (139.745), şunları (101.483), bunlar
(81.389), onlar (68.394), bunların (66.402), günlerde
(62.087), şeyler (55.339), insanlar (55.178), yıllarda
(55.177), ekipleri (48.552), hakları (44.007),
çalışmaları (43.668), bunları (43.664), yetkilileri
(40.693), neler (39.753), kişilerin (39.458), onların
(39.452)
+lArI 3. çoğul kişi iyelik eki 395.418 0,3134595446551786

674
ekipleri (48.552), aralarında (48.029), olduklarını
(44.671), hakları (44.007), çalışmaları (43.668),
yaptıkları (43.164), kendilerine (41.438), saatlerinde
(41.196), yetkilileri (40.693)
+lX İİ 2.243.411 1,778418257475428
ilgili (429.2669), önemli (356.177), farklı (157.769),
ünlü (143.618), adlı (129.132), bağlı (121.920), başarılı
(83.477), çeşitli (76.988), türlü (72.660), sürekli
(66.273), gerekli (63.724), güçlü (62.099), etkili
(59.176), olumlu (56.526), hızlı (54.069), yazılı
(53.741), mutlu (52.588), yeterli (42.025), isimli
(41.166), silahlı (41.001), yetkilileri (40.693), sağlıklı
(39.323)
+lXk İİ 1.452.557 1,15148489903265
birlikte (303.399), özellikle (164.930), sağlık (153.248),
güvenlik (144.175), yıllık (107.680), bakanlığı
(80.739), birliği (69.501), müdürlüğü (69.081),
dolarlık (63.783), aylık (58.552), kişilik (54.464),
aralık (51.529), günlük (50.110), başkanlığı (42.043),
sağlıklı (39.323)
+m 1. tekil kişi iyelik eki 385.078 0,3052627208086806
benim (199.407), bizim (185.671)
-m Fİ 1.514.867 1,200879879097958
eğitim (165.706), yönetim (122.110), takım (115.591),
toplam (107.567), seçim (92.555), durum (75.372),
kapsamında (71.640), durumda (70676), durumu
(64490), yatırım (61.156), yıldırım (58.730), olumlu
(56.526), bilim (54.765), ekim (53.424), olumsuz
(49.086), çözüm (45.787), yaşam (44571), durumunda
(43.409), yönetimi (42.767), üretim (41.731), biçimde
(40.187), işlem (37.021)
-mA- FF 258.821 0,9898907009150239
olmadığını (112.446), olmayan (79.947), olmadığı
(66.428)
-mA İsim-fiil eki 743.578 0,5894562748676296
olması (170.172), araştırma (76.731), çalışma (71.013),
savunma (60.715), yapılması (52.847), açıklama
(51.759), soruşturma (51.649), edilmesi (44.243),
çalışmaları (43.668), yapmaya (40.958), etmesi
(40.174), ortalama (39.649)
-mAk İsim-fiil eki 598.769 0,4746618972672883
olmak (197.808), etmek (106.392), yapmak (86.559),
almak (65.249), satın almak (51.531), vermek
(46.934), demek (44.296)
-mAlI Gereklilik kipi eki 182.831 0,1449355416517482
olmalı (182.831)
-mAz Sıfat-fiil eki 53.468 0,0423856651281001
olmaz (53.468)
+mX Soru eki 546.808 0,4334708756146885
mi (232.608), mı (204.529), mu (90.660), mü (19.011)
-mXş 1.Duyulan geçmiş 45.819 0,0363220765785969
zaman eki olmuş (45.819)
2.Sıfat-fiil eki
+mXz 1. çoğul kişi iyelik eki 111.568 0,0884432536659660
geçtiğimiz (62.233), önümüzdeki (49.335)
-n- FF 1.216.569 0,9644102311518594
bulunan (226.443), bulunduğu (132.516), düzenlenen
(107.774), bulundu (98.798), alınan (97.385),
bulunuyor (79.466), alındı (76.272), yaşanan (64.729),

675
savunma (60.715), bulunduğunu (59.993),
toplantısında (45.650), yaralandı (44.670), bekleniyor
(42.709), belirlendi (40.152), düşünüyorum (39.287)
1. -n 1.Fİ 391.724 0,3105312015904819
2. -Xn 2.Emir kipi eki yakın (120.509), basın (117.484), sorun (60.741),
3.2. çoğul şahıs eki sorunu (50.996), yayın (41.994)
+ncX İİ 330.173 0,2617379032756078
ikinci (206.300), birinci (75.861), üçüncü (48.012)
-r, -Ar 1.Fİ 579.920 0,45971973743337
2.Sıfat-fiil eki olur (126.154), ağır (113.578), olabilir (82.130), gelir
3.Geniş zaman eki (72.334), gerekir (54.140), değer (45.439), olursa
(44.120), yeterli (42.025)
+sA Şart kipi eki 152.583 0,1209570573472151
yoksa (59.467), oysa (48.996), olursa (44.120)
-sXn 1.Emir kipi eki 97.000 0,0768947691596041
2.3. tekil şahıs eki olsun (97.000)
3.İstek kipi eki
-ş- FF 423.643 0,3358343370214654
konuştu (229.834), araştırma (76.731), oluşan
(65.429), soruşturma (51.649)
-t- FF 576.531 0,4570331768902649
belirterek (164.763), belirtti (141.024), belirtildi
(101.077), anlatan (67.765), anlattı (60.171), üretim
(41.731)
-t Fİ 40.599 0,0321840281763996
yanıt (40.599)
-yor Şimdiki zaman eki 1.188.901 0,942476989161056
ediyor (152.452), diyor (109.128), oluyor (97.850),
geliyor (92.660), gerekiyor (88.422), bulunuyor
(79.466), alıyor (72.808), yapıyor (70.973), veriyor
(57.922), istiyorum (54.932), söylüyor (53.255), çıkıyor
(50.770), istiyor (47.375), bekleniyor (42.709),
çalışıyor (39.678), düşünüyorum (39.287), gösteriyor
(39.214)
Ø 3. tekil şahıs eki 7.089.259 5,619865302243769
olacak (191.044), gelecek (89.211), edecek (69.738),
yapacak (52.387), alacak (45.054), verecek (39.737),
başlayacak (39.663), dedi (595.321), söyledi (459.108),
oldu (366.837), etti (350.982), verdi (202.074), geldi
(181.222), çıktı (162.472), aldı (152.566), başladı
(152.437), yaptı (148.751), belirtti (141.024), kaydetti
(135.724), edildi (129.474), vardı (106.498), bildirdi
(106.357), bildirildi (105.549), belirtildi (101.077),
bulundu (98.798), açıkladı (84.831), alındı (76.272),
istedi (74.837), kaldı (72.845), geçti (64.295), getirdi
(62.915), verildi (60.359), anlattı (60.171), yapıldı
(58.432), çekti (55.729), katıldı (52.978), gitti (52.857),
kaydedildi (52.410), girdi (51.927), öğrenildi (51.364),
gösterdi (45.232), yaralandı (44.670), attı (43.207),
öldü (42.992), belirlendi (40.152), kazandı (39.283),
olmuş (45.819), olur (126.154), olabilir (82.130), gelir
(72.334), gerekir (54.140), değer (45.439), olursa
(44.120), ediyor (152.452), diyor (109.128), oluyor
(97.850), geliyor (92.660), gerekiyor (88.422),
bulunuyor (79.466), alıyor (72.808), yapıyor (70.973),
veriyor (57.922), söylüyor (53.255), çıkıyor (50.770),
istiyor (47.375), bekleniyor (42.709), çalışıyor
(39.678), gösteriyor (39.214)

676
İlk 500 kelime içerisinde geçen bütün eklerin kullanım sıklıklarına göre
çoktan aza doğru sıralamaları şöyledir:

EK Sıklığı Oranı
1. 1. +X 1.belirtme durumu eki 13.893.627 11,01388908200662
2. +X, +sX 2.3. tekil kişi iyelik eki
2. Ø 3. tekil şahıs eki 7.089.259 5,619865302243769
3. +DA bulunma durumu eki 6.851.203 5,431151269593679
4. 1. +Xn, +nXn 1. ilgi durumu eki 5.746.159 4,55515020473589
2. +n 2.2. tekil kişi iyelik eki
5. -An sıfat-fiil eki 5.388.898 4,271938842625279
6. -DX görülen geçmiş zaman eki 4.884.029 3,871714252822803
7. +A yönelme durumu eki 3.065.167 2,429848545367383
8. -DXk sıfat-fiil eki 2.670.409 2,116912202234321
9. +lX İİ 2.243.411 1,778418257475428
10. +DAn ayrılma durumu eki 1.865.808 1,479081190269511
11. -k Fİ 1.588.802 1,259490340518735
12. -l- FF 1.581.332 1,253568650563866
13. -m Fİ 1.514.867 1,200879879097958
14. +CA İİ 1.476.062 1,170118007786222
15. +lXk İİ 1.452.557 1,15148489903265
16. -X Fİ 1.264.974 1,00278230642166
17. -n- FF 1.216.569 0,9644102311518594
18. -yor şimdiki zaman eki 1.188.901 0,942476989161056
19. +Arı, +rA yön gösterme durumu eki 1.185.323 0,9396406027275193
20. +lAr çokluk eki 1.024.441 0,8121046826044737
21. +lA- İF 873.723 0,69262606592202
22. -A Fİ 871.006 0,6904722196559804
23. -mA isim-fiil eki 743.578 0,5894562748676296
24. +lA vasıta durumu eki 731.184 0,5796311844659375
25. -mAk isim-fiil eki 598.769 0,4746618972672883
26. -AcAk 1.gelecek zaman eki 582.937 0,4621114025731146
2.sıfat-fiil eki
3.Fİ
27. -t- FF 576.531 0,4570331768902649
28. +mX soru eki 546.808 0,4334708756146885
29. -r, -Ar 1.geniş zaman eki 579.920 0,45971973743337
2.Fİ
3.sıfat-fiil eki
30. +Al İİ 529.967 0,4201205167753391
31. -GX Fİ 497.964 0,3947507920597225
32. -ArAk zarf-fiil eki 459.588 0,364329001737362
33. -ş- FF 423.643 0,3358343370214654
34. +ki aitlik eki 412.912 0,3273275559095921
35. -DXr- FF 399.016 0,3163117856802946
36. +lArI 3. çoğul kişi iyelik eki 395.418 0,3134595446551786
37. 1. -n 1.Fİ 391.724 0,3105312015904819
2. -Xn 2.emir kipi eki
3.2. çoğul şahıs eki
38. +m 1. tekil kişi iyelik eki 385.078 0,3052627208086806
39. +CX İİ 342.908 0,2718333144637269
40. +ncX İİ 330.173 0,2617379032756078
41. -mA- FF 258.821 0,9898907009150239
42. +DXr bildirme eki 257.651 0,2042475687499087
43. -GXn Fİ 241.361 0,191334003908569
44. -Am Fİ 203.359 0,1612086944487415
45. -mAlI gereklilik kipi eki 182.831 0,1449355416517482
46. +Ay İİ 179.465 0,142267213888952

677
47. -Xş isim-fiil eki 170.402 0,1350827057147923
48. +At- İF 164.877 0,1307028747910107
49. +sA şart kipi eki 152.583 0,1209570573472151
50. +Al- İF 123.019 0,0975208000746942
51. -Ay Fİ 114.954 0,0911274360203415
52. +mXz 1. çoğul kişi iyelik eki 111.568 0,0884432536659660
53. -Xp zarf-fiil eki 108.405 0,0859358500076998
54. -Xr- FF 104.070 0,0824993672828865
55. -sXn 1.emir kipi eki 97.000 0,0768947691596041
2.3. tekil şahıs eki
3.istek kipi eki
56. -Av Fİ 96.926 0,0768361071707607
57. +Xm 1. tekil şahıs eki 94.219 0,0746901882005024
58. -Ak Fİ 66.273 0,0525365673867468
59. -mAz sıfat-fiil eki 53.468 0,0423856651281001
60. -GA Fİ 53.188 0,0421637008459899
61. +dAm İİ 52.754 0,0418196562087191
62. +l İİ 48.028 0,0380732162185306
63. -mXş 1.duyulan geçmiş zaman 45.819 0,0363220765785969
eki
2.sıfat-fiil eki
64. +Xz 1. çoğul şahıs eki 45.755 0,0362713418855431
65. +A- İF 44.571 0,0353327500640486
66. -t Fİ 40.599 0,0321840281763996

Eklerin kendi sınıfları içerisindeki kullanım sıklıkları aşağıdaki gibidir:


Çekim Ekleri:
EK Sıklığı Oranı
1. 1. +X 1.belirtme durumu eki 13.893.627 11,01388908200662
2. +X, +sX 2.3. tekil kişi iyelik eki
2. Ø 3. tekil şahıs eki 7.089.259 5,619865302243769
3. +DA bulunma durumu eki 6.851.203 5,431151269593679
4. 1. +Xn, +nXn 1. ilgi durumu eki 5.746.159 4,55515020473589
2. +n 2.2. tekil kişi iyelik eki
5. -An sıfat-fiil eki 5.388.898 4,271938842625279
6. -DX görülen geçmiş zaman eki 4.884.029 3,871714252822803
7. +A yönelme durumu eki 3.065.167 2,429848545367383
8. -DXk sıfat-fiil eki 2.670.409 2,116912202234321
9. +DAn ayrılma durumu eki 1.865.808 1,479081190269511
10. -yor şimdiki zaman eki 1.188.901 0,942476989161056
11. +Arı, +rA yön gösterme durumu eki 1.185.323 0,9396406027275193
12. +lAr çokluk eki 1.024.441 0,8121046826044737
13. -mA isim-fiil eki 743.578 0,5894562748676296
14. +lA vasıta durumu eki 731.184 0,5796311844659375
15. -mAk isim-fiil eki 598.769 0,4746618972672883
16. -AcAk 1.gelecek zaman eki 582.937 0,4621114025731146
2.sıfat-fiil eki
3.Fİ
17. +mX soru eki 546.808 0,4334708756146885
18. -r, -Ar 1.geniş zaman eki 579.920 0,45971973743337
2.Fİ
3.sıfat-fiil eki
19. -ArAk zarf-fiil eki 459.588 0,364329001737362
20. +ki aitlik eki 412.912 0,3273275559095921
21. -DXr- FF 399.016 0,3163117856802946
22. +lArI 3. çoğul kişi iyelik eki 395.418 0,3134595446551786
23. 1. -n 1.Fİ 391.724 0,3105312015904819
2. -Xn 2.emir kipi eki

678
3.2. çoğul şahıs eki
24. +m 1. tekil kişi iyelik eki 385.078 0,3052627208086806
25. +DXr bildirme eki 257.651 0,2042475687499087
26. -mAlI gereklilik kipi eki 182.831 0,1449355416517482
27. -Xş isim-fiil eki 170.402 0,1350827057147923
28. +sA şart kipi eki 152.583 0,1209570573472151
29. +mXz 1. çoğul kişi iyelik eki 111.568 0,0884432536659660
30. -Xp zarf-fiil eki 108.405 0,0859358500076998
31. -sXn 1.emir kipi eki 97.000 0,0768947691596041
2.3. tekil şahıs eki
3.istek kipi eki
32. +Xm 1. çoğul şahıs eki 94.219 0,0746901882005024
33. -mAz sıfat-fiil eki 53.468 0,0423856651281001
34. -mXş 1.duyulan geçmiş zaman 45.819 0,0363220765785969
eki
2.sıfat-fiil eki
35. +Xz 1. çoğul şahıs eki 45.755 0,0362713418855431

Yapım Ekleri:
EK Sıklığı Oranı
1. +lX İİ 2.243.411 1,778418257475428
2. -k Fİ 1.588.802 1,259490340518735
3. -l- FF 1.581.332 1,253568650563866
4. -m Fİ 1.514.867 1,200879879097958
5. +CA İİ 1.476.062 1,170118007786222
6. +lXk İİ 1.452.557 1,15148489903265
7. -X Fİ 1.264.974 1,00278230642166
8. -n- FF 1.216.569 0,9644102311518594
9. +lA- İF 873.723 0,69262606592202
10. -A Fİ 871.006 0,6904722196559804
11. -AcAk 1.gelecek zaman eki 582.937 0,4621114025731146
2.sıfat-fiil eki
3.Fİ
12. -t- FF 576.531 0,4570331768902649
13. -r, -Ar 1.geniş zaman eki 579.920 0,45971973743337
2.Fİ
3.sıfat-fiil eki
14. +Al İİ 529.967 0,4201205167753391
15. -GX Fİ 497.964 0,3947507920597225
16. -ş- FF 423.643 0,3358343370214654
17. -DXr- FF 399.016 0,3163117856802946
18. 1. -n 1.Fİ 391.724 0,3105312015904819
2. -Xn 2.emir kipi eki
3.2. çoğul şahıs eki
19. +CX İİ 342.908 0,2718333144637269
20. +ncX İİ 330.173 0,2617379032756078
21. -mA- FF 258.821 0,9898907009150239
22. -GXn Fİ 241.361 0,191334003908569
23. -Am Fİ 203.359 0,1612086944487415
24. +Ay İİ 179.465 0,142267213888952
25. +At- İF 164.877 0,1307028747910107
26. +Al- İF 123.019 0,0975208000746942
27. -Ay Fİ 114.954 0,0911274360203415
28. -Xr- FF 104.070 0,0824993672828865
29. -Av Fİ 96.926 0,0768361071707607
30. -Ak Fİ 66.273 0,0525365673867468
31. -GA Fİ 53.188 0,0421637008459899
32. +dAm İİ 52.754 0,0418196562087191

679
33. +l İİ 48.028 0,0380732162185306
34. +A- İF 44.571 0,0353327500640486
35. -t Fİ 40.599 0,0321840281763996

Durum Ekleri:
EK Sıklığı Oranı
1. +X 1.belirtme durumu eki 13.893.627 11,01388908200662
2. +X, +sX 2.3. tekil kişi iyelik eki
+DA bulunma durumu eki 6.851.203 5,431151269593679
1. +Xn, +nXn 1. ilgi durumu eki 5.746.159 4,55515020473589
2. +n 2.2. tekil kişi iyelik eki
+A yönelme durumu eki 3.065.167 2,429848545367383
+DAn ayrılma durumu eki 1.865.808 1,479081190269511
+Arı, +rA yön gösterme durumu eki 1.185.323 0,9396406027275193
+lA vasıta durumu eki 731.184 0,5796311844659375

İyelik Ekleri:
EK Sıklığı Oranı
1. +X 1.belirtme durumu eki 13.893.627 11,01388908200662
2. +X, +sX 2. 3. tekil kişi iyelik eki
1. +Xn, +nXn 1. ilgi durumu eki 5.746.159 4,55515020473589
2. +n 2. 2. tekil kişi iyelik eki
+lArI 3. çoğul kişi iyelik eki 395.418 0,3134595446551786
+m 1. tekil kişi iyelik eki 385.078 0,3052627208086806
+mXz 1. çoğul kişi iyelik eki 111.568 0,0884432536659660

Şahıs Ekleri:
EK Sıklığı Oranı
Ø 3. tekil şahıs eki 7.089.259 5,619865302243769
1. -n 1.Fİ 391.724 0,3105312015904819
2. -Xn 2.emir kipi eki
3.2. çoğul şahıs eki
-sXn 1.emir kipi eki 97.000 0,0768947691596041
2.3. tekil şahıs eki
3.istek kipi eki
+Xm 1. tekil şahıs eki 94.219 0,0746901882005024
+Xz 1. çoğul şahıs eki 45.755 0,0362713418855431

Bildirme Kipi Ekleri:


EK Sıklığı Oranı
-DX görülen geçmiş zaman eki 4.884.029 3,871714252822803
-yor şimdiki zaman eki 1.188.901 0,942476989161056
-AcAk 1.gelecek zaman eki 582.937 0,4621114025731146
2.sıfat-fiil eki
3.Fİ
-r, -Ar 1.geniş zaman eki 537.895 0,4264052768773735
2.Fİ
3.sıfat-fiil eki
-mXş 1.duyulan geçmiş zaman eki 45.819 0,0363220765785969
2.sıfat-fiil eki

Tasarlama Kipi Ekleri:


EK Sıklığı Oranı
1.-n 1.Fİ 391.724 0,3105312015904819
2.-Xn 2.emir kipi eki
3.2. çoğul şahıs eki

680
-mAlI gereklilik kipi eki 182.831 0,1449355416517482
+sA şart kipi eki 152.583 0,1209570573472151
-sXn 1.emir kipi eki 97.000 0,0768947691596041
2.3. tekil şahıs eki
3.istek kipi eki

Fiilimsi Ekleri:
EK Sıklığı Oranı
-An sıfat-fiil eki 5.388.898 4,271938842625279
-DXk sıfat-fiil eki 2.670.409 2,116912202234321
-mA isim-fiil eki 743.578 0,5894562748676296
-mAk isim-fiil eki 598.769 0,4746618972672883
-AcAk 1.gelecek zaman eki 582.937 0,4621114025731146
2.sıfat-fiil eki
3.Fİ
-r, -Ar 1.geniş zaman eki 537.895 0,4264052768773735
2.Fİ
3.sıfat-fiil eki
-ArAk zarf-fiil eki 459.588 0,364329001737362
-Xş isim-fiil eki 170.402 0,1350827057147923
-Xp zarf-fiil eki 108.405 0,0859358500076998
-mAz sıfat-fiil eki 53.468 0,0423856651281001
-mXş 1.duyulan geçmiş zaman eki 45.819 0,0363220765785969
2.sıfat-fiil eki

İsimden İsim Türeten Ekler:


EK Sıklığı Oranı
+lX 2.243.411 1,778418257475428
+CA 1.476.062 1,170118007786222
+lXk 1.452.557 1,15148489903265
+Al 529.967 0,4201205167753391
+CX 342.908 0,2718333144637269
+ncX 330.173 0,2617379032756078
+Ay 179.465 0,142267213888952
+dAm 52.754 0,0418196562087191
+l 48.028 0,0380732162185306

İsimden Fiil Türeten Ekler:


EK Sıklığı Oranı
+lA- 873.723 0,69262606592202
+At- 164.877 0,1307028747910107
+Al- 123.019 0,0975208000746942
+A- 44.571 0,0353327500640486

Fiilden İsim Türeten Ekler:


EK Sıklığı Oranı
-k Fİ 1.588.802 1,259490340518735
-m Fİ 1.514.867 1,200879879097958
-X Fİ 1.264.974 1,00278230642166
-A Fİ 871.006 0,6904722196559804
-AcAk 1.gelecek zaman eki 582.937 0,4621114025731146
2.sıfat-fiil eki
3.Fİ
-r, -Ar 1.geniş zaman eki 579.920 0,45971973743337
2.Fİ
3.sıfat-fiil eki
-GX Fİ 497.964 0,3947507920597225

681
1. -n 1.Fİ 391.724 0,3105312015904819
2. -Xn 2.emir kipi eki
3.2. çoğul şahıs eki
-GXn Fİ 241.361 0,191334003908569
-Am Fİ 203.359 0,1612086944487415
-Ay Fİ 114.954 0,0911274360203415
-Av Fİ 96.926 0,0768361071707607
-Ak Fİ 66.273 0,0525365673867468
-GA Fİ 53.188 0,0421637008459899
-t Fİ 40.599 0,0321840281763996

Fiilden Fiil Türeten Ekler:


EK Sıklığı Oranı
-l- 1.581.332 1,253568650563866
-n- 1.216.569 0,9644102311518594
-t- 576.531 0,4570331768902649
-ş- 423.643 0,3358343370214654
-DXr- 399.016 0,3163117856802946
-mA- 258.821 0,9898907009150239
-Xr- 104.070 0,0824993672828865

Bütün bu sayısal verilerden sonra Pirkola’nın kelime başına düşen ortalama ek sayısını
2,86 olarak gösterdiği dilimizin eklerinin kullanım sıklığıyla ilgili olarak önceki yıllarda
yapılan çalışmaların sonuçlarına toplu bir biçimde baktığımızda:
1961’de sözlü dilde en fazla bildirme kipi eklerinden -yor şimdiki zaman ekinin
ardından -DX görülen geçmiş zaman ekinin, durum eklerinden ilk olarak -A
yönelme durumu ekinin ardından -X belirtme durumu ekinin kullanıldığını;
yazılı dilde en fazla bildirme kipi eklerinden -r geniş zaman ekinin ardından
-DX görülen geçmiş zaman ekinin, durum eklerinden ilk olarak -X belirtme
durumu ekinin ardından -DA bulunma durumu ekinin kullanıldığını,
1960-1978 yılları arasında fiillere gelen -DX görülen geçmiş zaman ekinin ilk
sırada, -r geniş zaman ekinin ikinci sırada, -mXş duyulan geçmiş zaman
ekinin üçüncü sırada; şahıs eklerinin üçüncü tekil biçiminin ilk sırada, birinci
tekil şahıs ekinin ise ikinci sırada olduğunu,
1990-2013 yılları arasında fiillere ilk sırada -An sıfat-fiil ekinin, ardından -DX
görülen geçmiş zaman ekinin; isimlere ise en çok -X belirtme durumu ekinin
geldiğini,
ç) 2000’li yıllara ait sözlü dilde ise isimlere gelen çekim eklerinden ilk sırada
üçüncü tekil kişi iyelik ekinin, ardından -DA bulunma durumu ekinin
geldiğini; fiillere gelen çekim eklerinden ilk sırada üçüncü tekil şahıs ekinin,
ardından şimdiki -yor zaman ekinin geldiğini; yapım eklerinden ise isimden
isim türeten +rA ekinin ilk sırada, +lI ve +lIk ekinin ikinci sırada geldiğini
görürüz.
İçinde 316.889.320 kelime bulunan metin kümesine göre Çağdaş Türkçeye ait eklerin sıklık
oranlarını ortaya koymaya çalıştığımız bu bildirimizde ekleri kabaca çekim ve yapım ekleri
olarak değerlendirdiğimizde ek almış ilk 500 kelime içerisinde çekim eklerinden durum
eklerinin tamamının, iyelik eklerinin 2. çoğul kişi ekinin dışında kalanlarının, şahıs
eklerinin 2. tekil ekinin dışında kalanlarının, bildirme ve tasarlama kiplerinin tamamının, 40
fiilimsiden ise 11’inin yer aldığı görülmüştür. Bunların kullanım sıralamalarına
baktığımızda ise durum eklerinden +X belirtme durumu ekinin ilk sırada, +DA bulunma
durumu ekinin ikinci sırada; iyelik eklerinden +X üçüncü teklik kişi iyelik ekinin; şahıs
eklerinden üçüncü tekil şahıs ekinin ilk sırada; bildirme kiplerinden -DI

682
görülen geçmiş zaman ekinin, tasarlama kiplerinden -n emir kipi ekinin, fiilimsi türeten
eklerden -An sıfat-fiil ekinin ilk sırada geldiği belirlenmiştir.
Yapım eklerine gelince 57 isimden isim türeten ekin 9’unun, 21 isimden fiil türeten ekin
4’ünün, 70 fiilden isim türeten ekin 15’inin, 19 fiilden fiil türeten ekin 7’sinin ek almış
ilk 500 kelime içerisinde bulunduğu belirlenmiştir. Bunların da kullanım sıralamalarına
baktığımızda isimden isim türeten eklerin ilk sırasında +lX ekinin, isimden fiil türeten
eklerin ilk sırasında +lA- ekinin, fiilden isim türeten eklerin ilk sırasında -k ekinin,
fiilden fiil türeten eklerin ilk sırasında -l- ekinin olduğu görülmüştür.
Ayrıca durum eklerinden +lA vasıta durumu ekinin son sırada; iyelik eklerinden +mXz
birinci çoğul kişi iyelik ekinin; şahıs eklerinden +Xz birinci çoğul şahıs ekinin son
sırada geldiği; bildirme kiplerinden -mXş duyulan geçmiş zaman ekinin, tasarlama
kiplerinden -sXn emir veya istek kipi ekinin, fiilimsi türeten eklerden -mXş sıfat-fiil
ekinin son sırada geldiği belirlenmiştir. Yapım eklerine gelince isimden isim türeten
eklerin son sırasında +l ekinin, isimden fiil türeten eklerin son sırasında +A- ekinin,
fiilden isim türeten eklerin son sırasında -t ekinin, fiilden fiil türeten eklerin son
sırasında -Xr- ekinin olduğu görülmüştür.
Bunlara ek olarak +lAr çokluk ekinin 1.024.441 kullanım sayısıyla 20. sırada, soru
ekinin 546.808 kullanım sayısıyla 28. sırada, aitlik ekinin 412.912 kullanım sayısıyla
34. sırada yer aldığı belirlenmiştir.
Genel olarak ilk sıradaki eklere baktığımızda durum şöyledir:

1. +X belirtme durumu eki 13.893.627 11,01388908200662


+X, +sX 3. tekil kişi iyelik eki
2. Ø 3. tekil şahıs 7.089.259 5,619865302243769
3. -An sıfat-fiil eki 5.388.898 4,271938842625279
4. -DX görülen geçmiş zaman eki 4.884.029 3,871714252822803
5. +lX isimden isim yapma eki 2.243.411 1,778418257475428
6. -k fiilden isim yapma eki 1.588.802 1,259490340518735
7. -l- fiilden fiil yapma eki 1.581.332 1,253568650563866
8. +lAr çoğul eki 1.024.441 0,8121046826044737
9. +lA- isimden fiil yapma eki 873.723 0,69262606592202
10. +mX soru eki 546.808 0,4334708756146885
11. +ki aitlik eki 412.912 0,3273275559095921
12. -Xn Emir kipi eki 391.724 0,3105312015904819

Ana dili veya yabancı dil olarak Türkçe öğretimi için kelimelerin ve eklerin kullanım
sıklıkları göz önünde bulundurularak hazırlanacak öğretim malzemelerinin öğretilecek
dil ile gerçek dünyada kullanılan dilin örtüşmesini sağlayacağını düşünmekteyiz.
Bildirimizin bu anlamda yararlı olmasını umuyoruz.

Kaynaklar
AKSAN, Doğan (1996) Türkçenin Sözvarlığı, Türk Dilinin Sözcükbilimiyle İlgili
Gözlemler, Saptamalar. Ankara: Engin Yayınları.
………………… (2009) Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim. C. 3. Ankara: TDK
Yayınları.
AKSAN, Yeşim-Mustafa AKSAN-Ümit MERSİNLİ, Umut Ufuk DEMİRHAN (2017)
A Frequency Dictionary of Turkish. Routledge, Taylor & Francis Group, London and
New York.
AKSOY, Ömer Asım (1936) Bir Dili Öğrenmek İçin En Lüzümlü Kelimeler ve Bu
Kelimelerin Belirtme Usulü. Gaziantep: Gaziantep Halkevi Dil, Edebiyat, Tarih Şubesi
Yayınları.
AYVERDİ, İlhan (2005) Kubbealtı Lügati. İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı.

683
CLAUSON, Gerard (1972) An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century
Turkish. London: Oxford University Press.
DELİCE, İbrahim (2000) “Türk Dilinde İşlevsel Ek Tasnifi Denemesi”. Cumhuriyet
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 24, s.221-235.
EREN, Hasan (1999) Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basımevi.
EYUBOĞLU, İsmet Zeki (1991) Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü. İstanbul: Sosyal
Yayınlar.
GÖZ, İlyas (2003) Yazılı Türkçenin Kelime Sıklığı Sözlüğü, Ankara: TDK Yayınları.
HİLLYER, Virgil Mores (1931) Calvert Speller Vocabulary, Calvert School.
KARAAĞAÇ, Günay (2013) Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları.
KARLSSON, Fred (1994) Yleinen Kielitiede. Yliopistopaino.
KORKMAZ, Zeynep (2009) Türkiye Türkçesi Grameri. Ankara: TDK Yayınları.
MEMOĞLU SÜLEYMANOĞLU, Hayriye (2006) Türkçenin Ters Sıklık Sözlüğü.
Ankara: Kurmay Yayınları.
………………………………………………. (2014) Türkçenin Sıklık Sözlüğü Edebî
Eserlerde Sık Kullanılan Sözcükler. Ankara: Hatiboğlu Yayınları.
NİŞANYAN, Sevan (2012) Sözlerin Soyağacı, İstanbul: Everest Yayınları.
ÖLKER, Gökhan (2011) Yazılı Türkçenin Kelime Sıklığı Sözlüğü (1945-1950 Arası),
Konya: Kömen Yayınları.
PIERCE, Joe E. (1960-1967) A frequency count of Turkish words: a report of a study.
Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı, Yayım Müdürlüğü, Basılı Eğitim Malzemeleri
Hazırlama Merkezi.
…………..….. (1961) A frequency count of Turkish affixes. Anthropological Linguistics
3: 9, 31-42.
……….…….. (1962) Frequencies of occurrence for affixes in written Turkish.
Anthropological, Linguistics 4: 6, 30-41.
PIRKOLA, Ari. (2001) Morphological Typology of Language for IR, Journal of Docu-
mentation 57 (3), 330-348]
http://www.sis.uta.fi/infim/julkaisut/fire/morphological_typology.pdf.Erişim
tarihi: 30 Temmuz 2018).
TİETZE, Andreas (2002) Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati.
İstanbul:Simurg Yayınları.
Türkçe Sözlük (2011) Ankara: TDK Yayınları.
YILDIZ, İslam (2010) “Sözlü Dildeki Bağımlı Ardılların Kullanım Sıklığı” Dokuz
Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Ana
Bilim Dalı yüksek lisans tezi (basılmamış).
ZÜLFİKAR, Hamza (1991) Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları. Ankara: TDK
Yayınları.

684
TÜRKÇE BİLİMSEL METİNLERDEKİ FİİLLERİN BİÇİMBİRİMSEL
BİRLEŞİMLERİ VE SIKLIKLARI
-DERLEM TABANLI BİR ÇALIŞMA-
1
Burak TÜFEKÇİOĞLU

Özet
Bir iletişim aracı olarak dil, kullanıcılarının bulundukları ortama (akademik, günlük vb.)
göre biçimlenmektedir. Bir başka ifadeyle dil kullanıcılarının edimbilimsel tercihleri,
söylemlerindeki söz varlığında farklılığa neden olmakta ve kullanıcıların iletişim amacı,
kullanılan dil içeriğine yansımaktadır. Bu bağlamda, Türkçe bilimsel metinlerdeki fiil
kullanımları araştırma konusu yapılmıştır. Bu amaç doğrultusunda fen bilimleri alanında
makalelerden oluşan 406,060 sözcükbirimlik derlem oluşturulmuştur. Sosyal bilimler
alanındaysa Yabancı Dil Olarak Akademik Türkçe: Sosyal Bilimlerde Akademik ve Teknik
Söz Varlığı başlıklı doktora tezi kapsamında oluşturulan 1.854.157 sözcükbirimlik
derlemden yararlanılmıştır. Sonuç olarak Türkçe fen ve sosyal bilimler alanındaki bilimsel
metinlerdeki fiiller ortaklıkları ve biçimbirimsel kuruluşları sıklıklarıyla birlikte
belirlenmiştir. Çalışma, özellikle yabancı dil olarak akademik Türkçe öğretiminde dilbilgisi
yapılarının öğretiminde ve sözcük öğretimi kapsamındaki fiil öğretiminde eğiticilerin ve
materyal tasarımcıların kullanımına sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Akademik Türkçe, Fiil, Biçimbirim, Derlemdilbilim

Giriş
Bilimsel metinlerdeki dil, akademik iletişim amacı taşımakta ve akademik
söylemin özelliklerini barındırmaktadır. Akademik söylemler, genellikle bilimsel
metinlerin rapor ve yorumları, yöntemi, kaynakların ve çıktıların değerlendirilmesi, zıt
iddialar ve verilerin dikkate alınması etrafında dönmektedir (Diani, 135. s.). Bu açıdan
bakıldığında bilimsel metinler yöntem, değerlendirme, bulgular ve sonuç bölümlerinden
oluşmakta ve kullanılan dil, belirtilen bölümlere göre şekillenmektedir. Ayrıca
akademik dil terimi etkileşimsel, söylemsel ve resmi dil kullanımlarını içermektedir
(Heller ve Morek, 182. s.). Akademik metinlerde, kesin yargılar yerine sebeplerden
hareketle belirli sonuçlara ulaşıldığını ifade eden yargılar bulunmaktadır (Tok, 381. s.).
Ayrıca akademik dilin iletişim, bilgi aktarımı, sosyo-sembolik işlevi vardır ve akademik
söylem uygulamalarına katılanlar, hem güncel sözcük ve sözdizimsel formlara katılırlar
hem de genellikle resmi ve sosyal aktörler tarafından işlenen dil türünü kullanırlar
(Heller ve Morek, 175-179, s.). Dolayısıyla akademik dil, bilgilendirici yapıdadır ve
günlük dile göre daha az değişkenlik gösteren belli kalıplar kapsamında oluşur. Bu
durum da akademik dilin söz varlığında, günlük dilden farklılık taşımasına neden
olmuştur. Araştırmada da akademik dilin söz varlığındaki fiillerin kullanım sıklıkları ve
biçimbirimsel birleşimleri incelenmiştir.

Bilindiği gibi fiiller, anlamca hareket, oluş, kılınış vb. gösteren kelimelerdir,
kendilerinden türetilen yeni kelimelere taban oluştururlar ve aldıkları çekim eklerine göre
cümle içerisinde bitmiş veya bağımlı cümlelerin yüklemi olarak işlev görürler (Demir ve
Yılmaz, 226 s.; Demir, 41-42. s. ). Fiillerin cümlede yüklem olarak kullanılması, bulunduğu
cümlede anlamın ortaya çıkmasında etkin rol oynamasını da sağlamaktadır. Ancak bir fiilin
anlam kazanması için o fiilin kip ve kişi unsuru ile cümledeki diğer

Öğr. Gör. Dr. Burak TÜFEKÇİOĞLU, Çukurova Üniversitesi 1

685
kelimelere bağlanması gerekir (Balyemez, 2016, s. 34). Bu nedenle fiillerin cümlede
biçimbirimsel birleşimleri önem kazanmaktadır. Ayrıca fiillerin biçimbirimsel
birleşimlerinin bir diğer önemi de fiillerin kılınış değerleri ve birleştiği biçimbirimsel
yapının işlevine göre zaman ve görünüş açısından anlam değeri kazanmasıdır.
Türkçede Zaman, Görünüş ve Kılınış
Türkçe dilbilgisel zamana bakış, zaman kavramını ele alışla ilişkilidir. Zaman
kavramı başı ve sonu belli olmayan bir çizgi şeklinde düşünüldüğünde, dilbilgisel
zaman kavramı şu anki zamandan önce yapılan eylemleri belirten geçmiş zaman; şu
anki eylemleri bildiren şimdiki zaman ve şu andan sonraki eylemleri bildiren gelecek
zaman olmak üzere üç ana zamana ayrılabilir. Ayrıca Türkçede geçmişteki eylemlerin
kesin ya da şüpheli yapıldığını bildiren iki geçmiş zaman ve geçmiş, şimdiki ve gelecek
zamanı kapsayan, her zaman ya da geniş zaman da var olduğu düşünülürse Türkçede
her eylem beş zamana bağlanabilir (Ediskun, 2007, s. 171). Bu görüşe göre, Türkçede
fiil çekim ekleri zaman ve tasarlama kipleri olarak ikiye ayrılmakta ve zaman ekleri
görülen geçmiş zaman –DX, şimdiki zaman –(X)yor, geniş zaman –(A)r/-(X)r ve
gelecek zaman eki – (y)AcAk zaman ekleri olarak kabul edilirler. Ancak bu görüş söz
konusu eklerin gerçek zamanla ilişkisinin olmadığı, bazı durumlarda aynı bağlamlarda
kullanılabilmeleri yönünden eleştirilmektedir ve dilde zaman konusuna fiilin gösterdiği
oluş ile konuşma anı arasındaki ilişki açısından bakıldığında oluş ile konuşma anı aynı
ve oluş önce konuşma anı sonra gerçekleşebilir (Demir ve Yılmaz, 2012, s. 213). Bu
açıdan bakıldığında dilbilgisel zaman, olayların konuşma anına göre gerçek dünya
zamanındaki konumlanışını göstermektedir ve konuşma anına göre belirlenen gönderim
noktasından zaman bölümlenmesi yapıldığında doğal olarak üç temel zamanın, geçmiş,
şimdi ve gelecek zamanın varlığından söz edilebilir (Sebzecioğlu, 2016, s. 247).
Görünüş, zamandan farklı bir kavramı ifade etse de eylemin oluş zamanı ile
yakından ilgilidir. Görünüş, Türkiye Türkçesi sisteminde temel kategorilerden biri
olarak ortaya çıkmasına rağmen görünüşün gerçekleşmesi için eylemin zamanı
belirleyici bir rol oynar (Johanson, 2016, s. 56). Eylemler, zaman çizelgesinde belli
süreler kapsamında gerçekleşmektedir. Dolayısıyla eylemin zaman çizelgesindeki
ifadesi taşıdığı kılınış değeri ve gerçekleşme zamanı ile birlikte zaman çizelgesindeki
gerçekleşme konumu ile ilgilidir. Bu noktada görünüş, bir eylemin zamana dağılımını
göstermekte (Demirci, 2014a, s. 134) ve eylemin bitmişlik ve bitmemişlik bildirmesiyle
ilgilidir (Kerimoğlu, 2016, s. 119). Türkçede fiillerin görünüşleri genellikle çekim
morfolojisiyle işaretlenmektedir (Aslan-Demir, 2016, s. 14).
Kılınış, eylemlerin içkin olarak sahip oldukları zaman içeriği ile ilgilidir. Bu
noktada kılınışın konusunu biçimbirimlerle işaretlenen geçmiş, şimdiki ve gelecek
zamanın yanında fiillerin sözlük anlamlarından kaynaklanan sahip oldukları zaman
içeriği oluşturur (Aslan-Demir, 2016, s. 14). Fiilin sahip olduğu potansiyel zamanla
ilgili olan kılınış, alanyazında sürmeyen eylemler anlıklar; zamanda belli süre devam
eden süreçliler; belirli bir son noktası bulunan sonlular; belli bir son noktası
bulunmayan sonsuzlar şeklinde türleri bulunmaktadır (Aslan-Demir, 2016, s. 20).
Ayrıca Johanson Türkçe fiil sistemini bir eylemin başlangıç ve bitiş sınırları açısından
başkalaşım evresine sahip olan dönüşümlüler (sınır vurgulayanlar) ve eylemi sadece
süreci açısından ifade eden, herhangi bir bitiş sınırı vurgulamayan veya dönüşüm evresi
bulunmayan dönüşümsüzler olarak iki ana kategoriye ayırmıştır (Aslan-Demir, 2016, s.
20; Aydemir, 2010, s. 55; Johanson, 2016, ss. 168-190).
Fiillerde Kip/Kiplik
Pragmatik ve yapısal dilbilim açısından düşünüldüğünde ilgili alanyazında kiplik
ve kip kavramlarının kullanıldığı görülmektedir. Kiplik konuşucunun önerme
karşısındaki psikolojik tutumu veya olaylara kattığı yorumdur (Sebzecioğlu, 2016, s.

686
230). Dilbilimsel kiplik çalışmalarının temelini mantık ve felsefe disiplinleri oluşturmakta
ve bu çalışmalarda dünya bilgisi olasılıklar ve zorunluluklar şeklinde ikiye ayrılmakta,
bilginin statüsünün dile nasıl yansıdığı bu iki ayrım temelinde belirtilmektedir (Aslan-
Demir, 2008, s. 22). Genel olarak kiplik, bilgi kipliği ve yükümlülük kipliği olarak
ayrılmakta ve bilgi kipliği tahmin, çıkarım gibi konuşurun önermenin gerçekliği,
gerçekleştirilebilirliği konusundaki bilgi temelli ifadeleri kapsarken yükümlülük kipliği
istek, emir, izin verme gibi konuşurun bilgiye dayanmayan istek çerçevesinde
değerlendirilebilecek ifadelerini kapsar (Kerimoğlu, 2017, s. 88). Ancak kip, dil
kullanıcısının veya öznenin olay, iş, fiil, durum karşısındaki tavrını veya durumunu
gösteren, doğrudan doğruya zaman bildirmeyen çekimlilik halidir (Demirci, 2015, 154).
Eylemlerin kiplik kullanımlarında zaman birimleri bulunmaz (Boz, 2015, s. 71) ancak kip
ve zaman ulamları çeşitli biçimlerde kesişebilir, önce belli bir kip ayrımı bir zamanda
belirtilebilir ama başka zamanda yansız kalabilir (Lyons, 1983, s. 277).
Türkçedeki kip konusuna geleneksel yaklaşımda genel olarak bildirme (haber)
kipleri ve dilek (tasarlama) kipleri olarak iki temel kip alanının olduğu yönünde anlayış
bulunmaktadır (Ediskun, 2007, ss. 175-186; Vural ve Böler, 2012, s. 214). Bu yaklaşıma
göre bildirme kipleri haber bildiren –di’li, -miş’li geçmiş zamanlar, şimdiki zaman, gelecek
zaman ve geniş zamandır; dilek kipleri ise gereklilik kipi, istek kipi, dilek-şart kipi, emir
kipidir ve kipler zamandan farklı olsalar da zaman ekleriyle kendilerini belli ederler (Vural
ve Böler, 2012, s. 214). Bu yaklaşımda özellikle kiplik veya zaman bildiren kimi
biçimbirimlerin kip ve zaman işlevleri arasındaki ayrımın ifadesi zorlaşmaktadır.
Bu bilgiler ışığında araştırmanın amacını, Türkçe bilimsel metinlerdeki fiillerin
biçimbirimsel birleşimlerinin ve sıklıklarının belirlenmesi oluşturmaktadır.
Yöntem
Araştırma amacına uygun olarak, fen bilimlerinde (bilgisayar mühendisliği,
biyoloji, çevre mühendisliği, elektrik-elektronik mühendisliği, fizik, gıda mühendisliği,
harita mühendisliği, inşaat mühendisliği, istatistik, jeoloji, kimya, maden mühendisliği,
makine mühendisliği, matematik, metalürji, meteoroloji, mimarlık, mobilya, ormancılık,
otomotiv ve motor mühendisliği, tekstil mühendisliği, uçak mühendisliği, yazılım
mühendisliği) 2009-2017 yılları arasında 201 makaleden toplam 406.060
sözcükbirimlik derlem oluşturulmuştur. Fen bilimleri derleminde sıklığı 10 ve üzerinde
olan 157 fiil belirlenmiştir. Belirlenen fiiller sıklıklarına göre ve birleştiği biçimbirimsel
yapıya göre sınıflandırılmıştır. Ardından sosyal bilimlerdeki fiillerle karşılaştırmak için
Yabancı Dil Olarak Akademik Türkçe: Sosyal Bilimlerde Akademik Ve Teknik Söz
Varlığı başlıklı doktora tezi kapsamında oluşturulan 2005-2016 yılları arasında
yayımlanan 1.854.157 sözcükbirimlik derlemle karşılaştırılmıştır. Sosyal bilimler
alanında oluşturulan derlem arkeoloji, felsefe, iletişim, siyasal bilimler, spor bilimleri,
ilahiyat, tarih, psikoloji, coğrafya, sanat, sosyoloji, antropoloji, şehir planlaması, turizm,
eğitim, ekonomi, dilbilim, edebiyat alanlarını kapsamaktadır.

Bulgular
A. Fen Bilimleri Alanındaki Bulgular
1. Fen Bilimlerinde -mAktAdIr yapısı
Bu yapı bilindiği üzere –mAktA eki ve –DIr ek fiilinin birleşiminden
oluşmuştur. Bu yapı anlatılan olayın başlangıç ve bitiş sınırları arasındadır (Aydemir, 36
s.) ve bitmemişlik görünüşü ve kesinlik kipi içeren bilimsel yargılarda sıklıkla
kullanıldığı bilinmektedir (Sebzecioğlu, 262, s.). Tablo 1’de fen bilimleri alanında –
mAktAdIr yapısıyla kurulan fiiller listelenmiştir.
Tablo 1. Fen Bilimleri Derlemi –mAktAdIr Yapısıyla Kurulan Fiiller Listesi

687
görülmektedir 334 değişmektedir 35 gerçekleştirilmekte 17
kullanılmaktadır 162 gösterilmektedir 34 dir
belirlenmektedir 16
göstermektedir 149 bilinmektedir 33
gerçekleşmektedir 15
bulunmaktadır 128 taşımaktadır 30
açmaktadır 14
edilmektedir 95 kullanılabilmektedi 25
r kapsamaktadır 14
etmektedir 89
çalışmaktadır 24 sağlanabilmektedir 14
olmaktadır 82
olabilmektedir 24 sağlanmaktadır 14
oluşmaktadır 74
azalmaktadır 23 sunmaktadır 14
düşünülmektedir 65
dayanmaktadır 23 alınmaktadır 12
verilmektedir 62
edilebilmektedir 23 kullanmaktadır 12
almaktadır 61
bulunmamaktadır 22 değerlendirilmekte 11
artmaktadır 59 dir
gözlenmektedir 19
gelmektedir 59 sergilemektedir 11
tanımlanmaktadır 19
çıkmaktadır 45 uygulanmaktadır 11
yapmaktadır 19
sağlamaktadır 44 desteklemektedir 10
kalmaktadır 18
içermektedir 40 olmamaktadır 10
kaynaklanmaktadır 18
oluşturmaktadır 40 sunulmaktadır 10
beklenmektedir 17
yapılmaktadır 39 tüketilmektedir 10
bildirilmektedir 17
vermektedir 36 üretilmektedir 10

Fen bilimleri derleminde bu yapı, “Kablosuz haberleşme sistemlerinde mobil


kullanıcılar ile, erişim şebekesi arasında veri iletimi tek yönlü ya da çift yönlü olarak
gerçekleşmektedir.”, “Şekil 1'de de gösterildiği gibi programın ara yüzünde kullanıcıya bazı
ayarlar sunulmaktadır.” örneklerindeki gibi kesinlik kipinde ve bitmemişlik görünüşündedir.
2. Fen Bilimlerinde -mXştXr yapısı
Bu yapı -mXş eki ve –DXr ek fiilinin birleşimiyle oluşmuştur ve Türkçede resmi yazılarda
ve gazetelerde geçmiş zaman işaretleyicisi olarak, konuşma dilinde ise tahmin/olasılık anlamı ağır
basan geçmiş zaman bildirmektedir (Aydemir, 45, s.). Fen bilimleri derleminde sıklığı 10 ve
üzerinde olan 85 fiilin –mXştXr yüklemleştiricisi ile kullanıldığı belirlenmiştir. Aşağıda fen
bilimleri alanında -mXştXr yapısıyla kurulmuş fiiller listesi görülmektedir.
Tablo 2. Fen Bilimleri Derlemi –mXştXr Yapısıyla Kurulan Fiiller Listesi
verilmiştir 311 hesaplanmıştır 67 tanımlanmıştır 33
kullanılmıştır 294 ölçülmüştür 63 artmıştır 31
yapılmıştır 248 geliştirilmiştir 57 çalışılmıştır 31
elde edilmiştir 161 oluşturulmuştur 54 sağlamıştır 31
belirlenmiştir 155 çıkmıştır 52 amaçlanmıştır 30
gösterilmiştir 143 uygulanmıştır 48 üretilmiştir 30
tespit edilmiştir 134 gelmiştir 46 değerlendirilmiştir 29
görülmüştür 117 sağlanmıştır 44 hazırlanmıştır 29
gerçekleştirilmiştir 115 bulunmuştur 41 sentezlenmiştir 28
incelenmiştir 91 gözlemlenmiştir 41 belirtilmiştir 27
göstermiştir 90 seçilmiştir 40 gerçekleşmiştir 27
alınmıştır 89 araştırılmıştır 37 kaydedilmiştir 25
olmuştur 78 saptanmıştır 35 kabul edilmiştir 25
gözlenmiştir 72 karşılaştırılmıştır 34 kaydedilmiştir 25
688
sunulmuştur 25 belirtmişlerdir 16 çıkarılmıştır 12
başlanmıştır 21 bırakılmıştır 16 yararlanılmıştır 12
bildirilmiştir 21 değiştirilmiştir 16 belirlemiştir 11
neden olmuştur 20 özetlenmiştir 16 modellenmiştir 11
başlamıştır 20 azalmıştır 15 yerleştirilmiştir 11
desteklenmiştir 20 getirmiştir 15 analiz edilmiştir 10
yapmışlardır 20 kullanmışlardır 15 test edilmiştir 10
tutulmuştur 19 gerçekleştirmişlerdi 14 tespit etmişlerdir 10
vermiştir 19 r ayarlanmıştır 10
göstermişlerdir 14
almıştır 18 getirilmiştir 10
kazanmıştır 14
ayrılmıştır 18 hedeflenmiştir 10
tercih edilmiştir 13
önerilmiştir 18 yapmıştır 10
elde etmişlerdir 13
tasarlanmıştır 18 ifade edilmiştir 10
edilememiştir 13
oluşmuştur 17 tespit etmiştir 10
konulmuştur 13
varılmıştır 17
Bu fiiller “… sıcaklık, zaman, katalizör ve alkol miktarı değiştirilerek optimum
koşullarda hardal yağından biyodizel elde edilmiştir.”, “3G teknoloji şartlarının çok üstünde
performans ve kapasiteye sahip olan LTE, 4G sistemlerinin geliştirilmesinde büyük katkı
sağlamıştır.” örneklerindeki gibi –mXştXr yapısının kesinlik içeren resmi yazılardaki geçmiş
zaman işaretleyicisi işlevinde kullanıldığı görülmektedir.
Bununla birlikte –mXştXr yapısıyla kurulmuş olsalar da bağlı cümlelerde kısaltılmış
olarak -mXş yapısıyla kurulmuş fiiller de görülmüştür. Aşağıda bu fiiller gösterilmektedir.
Tablo 3. Fen bilimleri derleminde bağlı cümlelerde –mXş ekiyle gösterilen fiiller
yapılmış 33 oluşturulmuş 21 tutulmuş 12
kullanılmış 28 uygulanmış 19 çalışılmış 11
belirlenmiş 23 incelenmiş 18 tanımlanmış 11
hazırlanmış 10 gerçekleştirilmiş 17 karşılaştırılmış 10

Tablo 2’deki fiiller fen bilimleri alt derleminde –mXştXr yapısıyla kurulan ancak
cümle içerisinde kısaltılarak –mXş ekiyle gösterilen fiiller bulunmaktadır. Bu fiiller “…
frekans spektrumu çok daha verimli kullanılmış ve veri iletim hızında önemli artışlar
sağlanmıştır.”, “Bölüm 2'de matris değişkenli Laplace dağılımı tanımlanmış ve istatistiksel
özellikleri incelenmiştir.” örneklerindeki gibi –mXştXr yapısının kesinlik içeren resmi
yazılardaki geçmiş zaman işaretleyicisi işlevinde kullanıldığı görülmektedir.
3. Fen Bilimlerinde -(X)r/-(A)r yapısı
Zaman açısından değerlendirildiğinde bu ek, kesin bir zaman dilimini işaret
etmemektedir. Genellikle alışkanlık halinde, genel olarak, sık sık yapılan olayların genel-
geçer anlamı olan olayları bildiren “genel şimdiki zaman” işlevinde ve muhtemelen, belki,
yoksa, kesinlikle, normalde, genellikle gibi anlamlar içeren kipte kullanılmaktadır (Aydemir,
27. s.). Görünüş açısındansa bitmemişlik bildirmektedir (Sebzecioğlu, T., 263, s.). Aşağıdaki
tabloda fen bilimleri derlemindeki -(X)r/-(A)r kullanımları incelenmiştir.
Tablo 4. Fen Bilimlerinde -(X)r/-(A)r Kullanılan fiiller listesi
Olur 90 paslanmaz 43 tanımlanır 31
elde edilir 79 görülür 39 oluşturur 29
kullanılır 70 görünür 39 yapılabilir 24
kullanılabilir 61 bulunur 37 hesaplanır 23
gösterir 50 söylenebilir 36 adlandırılır 21
sağlar 47 yapılır 33 oluşturulur 21

689
sağlanır 21 uygulanabilir 15 özütler 12
denir 18 yanabilir 15 verilir 12
etkiler 18 yükler 15 eklenir 11
düğümler 17 ifade edilir 14 kullanılırlar 11
verilebilir 17 programlanabilir 14 tanımlanabilir 11
Verir 17 uygulanır 14 tekrarlanabilir 11
yazılabilir 17 yazılır 14 tespit edilir 10
hesaplanabilir 16 belirlenir 13 kabul edilir 10
yakar 16 elde edilebilir 12 ifade edilebilir 10
gözlemler 15 amaçlar 12 çıkar 10
içerir 15 görülebilir 12 değişmez 10

Fen bilimleri derleminde bu yapı “Bir önceki yöntemde olduğu gibi her seferinde 1
bitlik rastgele sayı elde edilir.”, “Bu durum bize bağımlılığın risk ölçümlenmesi üzerindeki
etkilerinin çok büyük olduğunu gösterir.” örneklerindeki gibi eylemin başlangıç ve bitiş
sınırları arasındaki süreç aşamasını işaret eden görünüş işlevinde, genel-geçer bir zamanda ve
kesinlik bildiren anlam içermektedir.
4. Fen bilimleri derleminde -AcAktIr yapısı
Bu ek, gelecek zaman eki –AcAk ve –Dır yardımcı fiilinin birleşmesiyle oluşmuştur.
Örnek cümlelerde zaman açısından gelecek zaman anlamı vardır. Bunun yanında kipsellik
işlevi de bulunmaktadır. Fen bilimleri derleminde “olacaktır 67, sağlayacaktır 35, olmalıdır
24, kullanılacaktır 12” fillerinin söz konusu yapıyla kurulduğu belirlenmiştir.
Bu fiiller, fen bilimleri derleminde “Şekil 6'da görüldüğü gibi çalışmamızda gen olarak
kullanılacaktır.” örneğindeki gibi kesinlik; “…akıllı cihazlar, insan hatasını en aza indirerek,
gerçek zamanlı bilginin karar destek sistemleri tarafından değerlendirilmesini sağlayacaktır.”
örneğindeki gibi olasılık anlamları içeren kipsellikte kullanılmıştır.
5. Fen bilimleri derleminde -DI kullanımları
Bu ek geçmiş zaman ve bitmişlik görünüşünün aktarımında kullanılır ayrıca bu ek,
kullanıldığında kesinlik kipi de belirginleşmektedir (Sebzecioğlu, 250, s.). Fen bilimleri
derleminde “hesaplandı 27, görüldü 22, yapıldı 21, elde edildi 18, incelendi 12” fiillerinin
belirtilen yapıyla kurulduğu görülmüştür. Bu fiiller, “Her iki fazda bazı optik katsayılar
hesaplandı.”, “Sentezlenen maddelerin IR spektrumları Mattson 1000 Fourier transform-
infrared (FT-IR) marka cihazı ile incelendi.” cümlelerindeki gibi kesinlik içeren bir
geçmiş zamanda kullanılmıştır.
6. Fen bilimleri derleminde –Abil kullanımları
Bu yapı Türkçede yeterlilik, olasılık ve izin kipsel işlevlerinde kullanıldığı
bilinmektedir (Sebzecioğlu, 238. s.). Fen bilimleri derleminde aşağıdaki 16 fiil bu
yapıyla kurulmuştur.
Tablo 5. Fen bilimleri alanında –Abil yapısı kullanılan fiiller listesi
kullanılabilir 61 yazılabilir 17 programlanabilir 14
söylenebilir 36 hesaplanabilir 16 elde edilebilir 12
Kullanılabilmekte 25 uygulanabilir 15 görülebilir 12
dir
yanabilir 15 tanımlanabilir 11
yapılabilir 24
sağlanabilmektedi 14 tekrarlanabilir 11
verilebilir 17 r ifade edilebilir 10

Yukarıdaki tabloda bulunun fiiller “Bu çalışmayı karşılaştırmak için aynı sentetik
veri setleri üzerinde başka optimizasyon algoritmaları da kullanılabilir.” örneğindeki gibi

690
yeterlilik; “Yoksa pirolize uğramış odunda meydana gelecek gazlar katmandan
dışarıya çıkarak yanabilir.” örneğindeki gibi olasılık anlamında kullanılmıştır.
B. Sosyal Bilimler Alanındaki Bulgular
Sosyal bilimler alanındaki veriler, Yabancı Dil Olarak Akademik Türkçe: Sosyal
Bilimlerde Akademik ve Teknik Söz Varlığı başlıklı doktora tezi kapsamında oluşturulan
derlemden elde edilmiştir. Sosyal bilimler alanındaki fiillerin elde edildiği derlem
arkeoloji, felsefe, iletişim, siyasal bilimler, spor bilimleri, ilahiyat, tarih, psikoloji,
coğrafya, sanat, sosyoloji, antropoloji, şehir planlaması, turizm, eğitim, ekonomi, dilbilim,
edebiyat alanlarından ve 1.854.157 sözcükbirimden oluşmaktadır.
1. Sosyal Bilimlerde –mAktAdIr yapısı
Sosyal bilimler alanında 50 fiilin –mAktAdIr yapısıyla kurulduğu belirlenmiştir.
Sosyal bilimler alanında söz konusu yapıyla kurulan fiiller aşağıdaki listede belirtilmiştir.
Tablo 6. Sosyal Bilimlerde –mAktAdIr yapısının kullanıldığı fiiller
görülmektedir 470 düşünülmektedir 22 görünmektedir 12
göstermektedir 249 yer almaktadır 22 izlemektedir 12
bulunmaktadır 191 arz etmektedir 20 sağlamaktadır 12
oluşturmaktadır 95 kullanılmaktadır 20 vermektedir 12
gelmektedir 90 teşkil etmektedir 20 ortaya koymaktadır 11
anlaşılmaktadır 80 söz edilmektedir 19 bahsetmektedir 10
taşımaktadır 69 bilinmektedir 18 dayanmaktadır 10
ifade etmektedir 66 çıkmaktadır 17 değişmektedir 10
ortaya çıkmaktadır 53 ayrılmaktadır 15 gözlemlenmektedir 10
yapmaktadır 49 etkilemektedir 14 kabul etmektedir 10
oluşmaktadır 42 sunulmaktadır 14 karşımıza 10
ifade edilmektedir 32 getirmektedir 13 çıkmaktadır
koymaktadır 10
işaret etmektedir 31 gözükmektedir 13
olabilmektedir 10
sürmektedir 29 tutmaktadır 13
temsil etmektedir 10
belirtmektedir 28 açmaktadır 12
vurgulamaktadır 10
almaktadır 26 anlamına 12
neden olmaktadır 25 gelmektedir
demektedir 12
olmaktadır 23
Belirtilen fiiller “Çatışma bir anda olmamakta, belirli safhaları bulunmaktadır.”
ve “…kimliğinin kültürel bir mecburiyet olduğunu da düşünmemizi sağlamaktadır.”
örneklerinden de anlaşılacağı üzere kesinlik kipinde ve süreklilik içeren bir bitmemişlik
anlamı taşımaktadır.
2. Sosyal Bilimlerde -mXştXr yapısı
Sosyal bilimler derleminde bu yapıyla kurulan 71 fiil belirlenmiştir. Aşağıdaki
listede sosyal bilimler alanında söz konusu yapıyla kurulan fiil listesi bulunmaktadır.
Tablo 7. Sosyal Bilimlerde -mXştXr yapısının kullanıldığı fiiller listesi
olmuştur 285 belirtmiştir 55 yer almıştır 35
bulunmuştur 175 gelmiştir 50 belirtilmiştir 34
kullanılmıştır 162 alınmıştır 48 tespit edilmiştir 34
verilmiştir 107 bulunamamıştır 48 uygulanmıştır 32
yapılmıştır 95 başlamıştır 39 kayıt yapılmıştır 31
çalışılmıştır 74 saptanmıştır 39 vurgulanmıştır 31
görülmüştür 62 çıkmıştır 35 incelenmiştir 29
belirlenmiştir 56 oluşmuştur 35

691
Gerçekleştirilmişt 28 sürmüştür 18 atılmıştır 11
ir
elde edilmiştir 17 devam etmiştir 11
vermiştir 27
yayımlanmamıştır 17 ifade edilmiştir 11
Değerlendirilmişti 25
r istenmiştir 16 uzatılmıştır 11
giymiştir 25 kullanılmamıştır 15 bulmuştur 10
sağlamıştır 24 yapmıştır 15 çekilmiştir 10
çıkarılmıştır 23 basılmıştır 14 ele alınmıştır 10
işlenmiştir 23 gönderilmiştir 14 getirilmiştir 10
ulaşılmıştır 23 ifade etmiştir 14 gözlemlenmiştir 10
getirmiştir 22 sarkıtılmıştır 13 hazırlanmıştır 10
vurgulamıştır 22 sunulmuştur 13 oluşturulmuştur 10
yerleştirilmiştir 22 almıştır 12 öngörülmüştür 10
istemiştir 21 başlanmıştır 12 rastlanmıştır 10
kalmıştır 21 göstermiştir 12 söylemiştir 10
açmıştır 20 katılmıştır 12 yorumlanmıştır 10
belirtmişlerdir 20 ulaşmıştır 12
ortaya çıkmıştır 20 amaçlanmıştır 11
Söz konu fiiller “Zeki Demirkubuz sinemasındaki yeri çözümlenmeye
çalışılmıştır.”, “Yaşam Tatmin Ölçeğinin aynı değeri 0.8393 bulunmuştur.” örneklerindeki
gibi kesinlik anlamı içeren bildirme işlevli geçmiş zaman işlevinde kullanılmıştır.
3. Sosyal Bilimlerde -(X)r / -(A)r yapısı
Sosyal bilimler derleminde bu yapıyla kurulmuş 60 fiil belirlenmiştir. Aşağıda
bu yapıyla kurulan fiiller listelenmiştir.
Tablo 8. Sosyal Bilimlerde -(X)r / -(A)r yapısının kullanıldığı fiiller listesi
Olur 145 görür 24 bulur 11
olabilir 240 kabul edilir 24 geçer 11
söylenebilir 119 çalışır 22 kabul eder 11
ifade eder 78 kazanır 22 kullanılır 11
Gelir 77 savunur 21 mümkün kılar 11
Sağlar 53 ortaya çıkar 20 denir 10
Söyler 46 vurgular 20 devam eder 10
Çıkar 42 taşır 19 dönüşür 10
gösterir 41 ele alır 16 gelmez 10
işaret eder 40 sunar 16 görülebilir 10
olamaz 40 edilebilir 15 kalır 10
Der 39 getirir 15 karar verir 10
oluşturur 39 bahseder 13 keşfeder 10
Başlar 37 kapsar 13 koyar 10
yer alır 35 çıkarır 12 kurar 10
bulunur 33 gerektirir 12 öne sürülebilir 10
görülür 32 gösterilebilir 12 söz eder 10
söyleyebiliriz 29 oluşur 12 söz edilemez 10
belirtir 28 zikreder 12 temsil eder 10
neden olur 25 açar 11 verilebilir 10

692
Söz konusu fiiller “…toplumsal sınıflar arasında zaman içerisinde bir yer değiştirme
görülür.” ve “…ekonomik ödüllerle birlikte emeklilik şeklinde gelecek güvencesi sağlar.”
örneklerindeki gibi bitmemişlik görünüşünde ve genel-geçer bir zamanda kullanılmıştır.
4. Sosyal Bilimler -DX yapısı
Sosyal bilimler derleminde 6 fiilin bu yapıyla kurulduğu belirlenmiştir. Bu fiiller oldu
50, geldi 39, davrandı 18, başladı 12, devam etti 10, vefat etti 10 fiilleridir. Söz konusu fiiller
“… onunla birlikte olanlar geldi.”, “… Askerî Ataşesi oldu.” örneklerindeki gibi
hikâyeleştirici bir anlatımda ve geçmiş zaman işlevinde kullanılmışlardır.
Sosyal Bilimlerde -(X)yor kullanımları
Sosyal bilimler derleminde 6 fiilin bu yapıyla kurulduğu belirlenmiştir. Bu fiiller oluyor
28, oluşturuyor 17, tutuyor 17, görüyoruz 11, dinliyorum 10 fiilleridir. Söz konusu yapıyla
kurulan fiiller “… kelime sonunda bir örnekte görüyoruz.”, “Kerkük tipli mühürlerle
benzerlik oluşturuyor.” örneklerindeki gibi genel-geçer bir zaman işlevinde ve süreklilik
içeren bir bitmemişlik görünümündedir.
Sosyal Bilimler –(X)rdX / -(A)rdI yapısı kullanımları
Sosyal bilimler alanında belirtilen yapıyla kurulan iki fiil yer alırdı, olurdu
kullanılmıştır. Belirtilen yapıyla kurulan fiiller “İkincil mekânlar, bu avlunun çevresinde yer
alırdı.”, örneğindeki gibi belirtilen olayın konuşma anının öncesindeki bir noktada
gerçekleştiğini ve bunun da belli bir süreklilik taşıdığını bildirmektedir. Diğer kullanımda ise
“Ezelde kelâm sıfatına sahip bulunmadığı durumda ise ancak şu iki ihtimal söz konusu
olurdu: …” örneklerindeki gibi gerçekleşmemiş, gerçekleştiği farz edilen bir olayın olası
sonuçlarını açıklamak için kullanılan kipsellik işlevinde kullanılmıştır.
Sosyal Bilimler -Abil yapısı kullanımları
Sosyal bilimler derleminde 12 fiil –ebil yapısıyla kurulmuştur. Aşağıda bu
fiiller listelenmiştir.
Tablo 9. Sosyal Bilimler -Abil yapısının kullanıldığı fiiller
söylenebilir 119 düşünülebilir 25 yapılabilir 11
olabilir 240 anlaşılabilir 12 yorumlanabilir 11
kabul edilebilir 47 gösterilebilir 12 öne sürülebilir 10
söyleyebiliriz 29 sıralanabilir 12 verilebilir 10

Bu fiiller “Her şey doğru olabilir.” örneğindeki gibi olasılık; “Her arkadaşımız istediği
derneğe üye olabilir.” örneğindeki gibi yeterlilik anlamında kullanımları belirlenmiştir.

Sonuç
Araştırma kapsamında fen bilimleri alanında sıklığı 10 ve üzerinde olan 210 fiil; sosyal
bilimlerde sıklığı 10 ve üzerinde olan 199 fiil belirlenmiştir. Bu fiillerden 88’inin ise ortak
olarak kullanıldığı görülmüştür. Bu fiiller ekte belirtilmiştir. Türkçe bilimsel metinlerde
sosyal bilimlerdeki fiillerin %44,22’si; fen bilimlerindeyse %41,90’ı ortak fiiller olduğu
görülmektedir. Fen bilimlerindeki fiiller –mAktAdIr, mXştXr, -(X)r/(A)r, -AcAktIr, -DI,
-Abil yapılarıyla kurulurken; sosyal bilimlerdeki fiiller –mAktAdIr, mXştXr, -(X)r/(A)r, -DI,
-Abil, -(X)yor, -(X)rdX/(A)rdI yapılarıyla kuruldukları belirlenmiştir. Genel olarak fen ve
sosyal bilimlerdeki fiillerin biçimbirimsel birleşimlerinde de büyük oranda benzeştikleri
görülmektedir. Ancak fen bilimleri alanında sosyal bilimlerden farklı olarak –AcAktIr yapısı
kullanılmıştır. Belirtilen yapının ilgili bölümde dört örnekte kullanıldığı belirtilmişti. Bu
örneklerde deneysel çalışmalarda araştırma sürecinde kesinlik içeren olguları açıklamada
kullanılmaları açısından sosyal bilimlerdeki fiillerden ayrıldıkları söylenebilir. Sosyal bilimler
alanındaysa fen bilimlerinden farklı olarak -(X)yor ve -(X)rdX/(A)rdI yapılarının
kullanıldıkları görülmüştür. Her iki yapı da hikâyeleştirici anlatım özelliği taşıdığından fen
bilimlerindeki deneysel çalışmalarda tercih edilmemişlerdir. Çalışma sonucunda Türkçe

693
bilimsel metinlerdeki fiillerin ve biçimbirimsel birleşimlerinin fen ve sosyal bilimler arasında
farklılıktan daha fazla benzerlik taşıdığını göstermiştir. Bu benzerliklerin özellikle yabancı dil
olarak akademik Türkçe öğretiminde kolaylık sağlayacağı söylenebilir.

Kaynaklar
ASLAN-Demir, S. (2016). Görünüş Kategorisi Türkmence Örneği, Grafiker Yayınları, Ankara.
AYDEMİR, A. İ. (2010). Türkçede Zaman ve Görünüş Sistemi, Grafiker Yayınları, Ankara.
BALYEMEZ, S. (2016). Dil Bilgisi Üzerine Açıklamalar, Pegem Akademi, Ankara.
BOZ, E. (2015). Türkiye Türkçesi Biçimsel ve Anlamsal İşlevli Biçimbilgisi, Gazi Kitapevi,
Ankara.
DEMİR, N. (2017). “Kelime Türleri”. İçinde (26-51). Türkçe Biçim Bilgisi, Anadolu
Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
DEMİR, N. ve Yılmaz, E. (2012). Türk Dili El Kitabı. Grafiker Yayıncılık. Ankara
DEMİRCİ, K. (2014a). Türkoloji İçin Dilbilim Konular, Kavramlar, Teoriler, Anı
Yayıncılık, Ankara.
DİANİ, G. (2009). “Exploreing the polyphonic dimension of academic book review articles in
the discourse of linguistics.” in (135-149) Cross-Linguistic and Cross-Cultural Perspectives
on Academic Discourse. (Haz. Dervin, F/Suomela-Salmi, E.) Amsterdam: John Benjamins
Publishing Co.,
EDİSKUN, H. (2007). Türk Dilbilgisi, Remzi Kitapevi, İstanbul.
HELLER, V. and Morek, M. (2015). “Academic discourse as situated practice: An
introduction.”
Linguistic and Education. 31 ss: 174-186.
JOHANSON, L. (2014). Türkçe Dil İlişkilerinde Yapısal Etkenler. (N. Demir, Çev.),
TDK yayınları, Ankara.
KERİMOĞLU, C. (2016). Dilbilgisi Yazımı ve Öğretimi, Pegem Akademi, Ankara.
KERİMOĞLU, C. (2017). Dilbilgisi ve Dilbilim Yazıları, Pegem Akademi, Ankara.
LYONS, J. (1983). Kuramsal Dilbilime Giriş. (Çev. Kocaman, A.), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara.
SEBZECİOĞLU, T. (2016). Dilbilim Kavramlarıyla Türkçe Dilbilgisi, Kesit Yayınları,
İstanbul.
TOK, M. (2014). “Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Sınavlardaki Akademik Yazma Durumları.”
Türkçe Eğitiminde Kuramsal ve Uygulamalı Çalışmalar, Pegem A, Ankara.
TÜFEKÇİOĞLU, B. (2018). Yabancı Dil Olarak Akademik Türkçe: Sosyal Bilimlerde
Akademik ve
Teknik Söz Varlığı, Doktora Tezi, Ankara.
VURAL, H. ve Böler, T. (2012). Ses ve Şekil Bilgisi. Kesit Yayınları, İstanbul.

Ek 1. Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler Ortak Fiil Listesi


açmaktadır bilinmektedir dayanmaktadır
alınmıştır bulunmaktadır değerlendirilmiştir
almaktadır bulunmuştur değişmektedir
almıştır bulunur denir
amaçlanmıştır çalışılmıştır düşünülmektedir
başlamıştır çıkar elde edilmiştir
başlanmıştır çıkarılmıştır gelmektedir
belirlenmiştir gelmiştir
çıkmaktadır
belirtilmiştir gerçekleştirilmiştir
çıkmıştır
belirtmişlerdir getirilmiştir

694
getirmiştir sağlar
görülebilir saptanmıştır
görülmektedir söylenebilir
görülmüştür sunulmaktadır
görülür sunulmuştur
gösterir uygulanmıştır
göstermektedir verilmiştir
göstermiştir vermektedir
gözlemlenmiştir vermiştir
hazırlanmıştır yapılabilir
incelenmiştir yerleştirilmiştir
kabul edilir yapmıştır
kullanılmaktadır yapmaktadır
kullanılmıştır verilebilir
olabilmektedir taşımaktadır
olmaktadır
olmuştur
Olur
oluşmaktadır
oluşmuştur
oluşturmaktadır
oluşturulmuştur
oluşturur
sağlamaktadır
sağlamıştır
Sağlar
saptanmıştır
söylenebilir
sunulmaktadır
sunulmuştur
uygulanmıştır
verilmiştir
vermektedir
vermiştir
yapılabilir
yerleştirilmiştir
yapmıştır
yapmaktadır
verilebilir
taşımaktadır
oluşturulmuştur
oluşturur
sağlamaktadır
sağlamıştır

695
DİNLEME KÜLTÜRÜMÜZ
VE DİLİMİZDE “KULAK”LA İLGİLİ METAFORLAR

1
Celal DEMİR
Özet
Sözlü Türk kültürünün temelinde sohbet geleneği vardır. Sohbet, konuşan ve
dinleyen öznenin birlikte gerçekleştirdiği ortak bir eylemdir. Edebiyatımız bu
gelenek içinde XII. yüzyılın sonlarına kadar tek kol hâlinde; sözlü bir edebiyat
olarak gelişmesini sürdürmüştür.
Sözlü Edebiyat da dediğimiz Halk Edebiyatı, hem nesir hem de manzum
ürünleriyle kendi içinde farklı kategoriler oluştursa da hepsinin ortak özelliği
sözlü bir gelenek içinde teşekkül etmesidir. Zira bu kültür sözlü (şifahi) bir
gelenek üzerine kurulmuştur. Bu edebiyatın yazarı ve okuyucusu yoktur;
söyleyicisi/anlatıcısı ve dinleyicisi vardır. Sözlü Edebiyatımız, günümüzde de tüm
canlılığıyla yaşamakta ve gelişmesini sürdürmektedir.
Bu edebiyat geleneği içerisinde dinleme ve anlatmayla ilgili çok fazla deyim,
nükte, atasözü ve özdeyişler üretilmiştir. Bu ürünler içinde dinleme eylemi ve
kulakla ilgili deyimlerin çokluğu ve çeşitliliği dikkatimizi çekmektedir. Bu
deyimler, zaman zaman ilginç metaforik kurgularla somutlaştırılıp hayatla
ilişkilendirilmiştir. Böylece iletişimin bir ayağını oluşturan dinleme türleriyle ilgili
en küçük ayrıntılar bile betimlenmiş ve adlandırılmıştır. Örneğin “kulak misafiri
olmak”la “kulak kabartmak” deyimleri, birbirine yakın durumları ifade etmek için
söylenmiş görünse de bunlar, birbirinden çok farklı dinleme biçimlerini ve farklı
olguları ifade etmektedir.
Anahtar kelimeler: mecaz, istiare, metafor, metaforik anlatım, deyimler

Bir Kavram Olarak Metafor


Türkçe Sözlük'te (TDK, 2015) metafor, mecaz kelimesiyle karşılanmıştır.
Metaforik ise, metafora ait, metaforla ilgili” biçiminde açıkanmıştır. Edebiyat
Terimleri Sözlüğü’nde ise bir sanat (söz sanatı, retorik) terimi olarak ele alınmış
ve tüm kategoriler değişmece, istiare; mecaz ve mecazî kelimeleriyle
ilişkilendirilmiştir. Metafor ve metaforik terimlerinin ifade ettiği tüm kategoriler,
bu sözlüklerde "mecaz" ve çeşitleriyle karşılanmaktadır.
Başka bir sözlükte2 ise " Métaphore: (nom féminin) Procéd qui consiste à utiliser un
mot dans un sens figuré. Quand on parle du "printemps de la vie" pour désigner la
jeunesse, un emploie une métaphore" (Bir kelimeyi mecazi anlamda kullanmak.
"Hayatının baharında…" dendiği zaman metaforik bir anlatım yapılmış olur).
Eski sözlüklerde (Osmanlıca-Türkçe sözlükler) tüm tanımlar "mecaz"
kelimesinde düğümlenmektedir. Biraz daha ayrıntıya inildiğinde
mecazın, "lâfız", "manâ", "itnab", "icaz" gibi kelimelerle
ilişkilendirildiğini görüyoruz.
Metafor sözcüğü, Aristoteles’in Poetika’sında metaphoria olarak
kullanılmaktadır. Bu kelime, köken olarak da metapherein (bir yerden
bir yere taşıma) sözcüğünden gelmektedir.” (İnce, s. 49) Aristo
metaforu, “bir olgunun veya bir kavramın doğasını anlatmak /

1
Prof. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
2
Dictionnaire Hahette Collége, Hahette Éducation Livre 2008, 43 Quai de Grenelle Paris cedex 15.
696
hissettirmek için onu çok bilinen bir şeye benzeterek veya onunla
kıyaslayarak anlatma” olarak izah etmektedir. Esas olarak metafor,
“varlığı, kavramı veya bir yaşantıyı anlatmak için onun müşahhas bir
benzerini anlatarak diğerine gönderme yapmak” biçiminde
tanımlanabilir. Akkaya, metaforu şu şekilde tanımlamıştır: “Bir
nesnenin niteliğini, özelliğini daha iyi anlatabilmek için bir başka
nesne ya da eylemden yararlanarak onu anımsatma yoluyla
gerçekleşir. Metaforlar, bilgileri yapılandırmada ışık tutan ve dili
zengin kılan söz sanatlarındandır.” (Akkaya, 2012: 32),
Başka bir deyişle “Metafor, bir konuyu diğer bir konunun bakış
açısından algılamaya ve anlamaya yönelik olarak kompleks bir
fenomen ile zihinde daha önce var olan bilgiler arasında bağ kurma
sürecidir” (Dur, 2016: 124). Bu bağlamda metaforu, benzetme,
ilişkilendirme / kıyaslama üzerine kurulmuş bir anlatım biçimi olarak
değerlendirmek yanlış olmaz. Bütün bu tanımlardan anlaşılacağı
üzere, metafor ile ilgili ortak bir yargıya varmak gerekirse, metaforun,
bir kavrama kendinden farklı anlamlar yükleyerek nitelendirilmesini
içeren zihinsel bir süreç olduğunu söylememiz gerekir.
Türkçede bu olgu, bir durumu, bir olayı veya bir düşünceyi doğrudan
olmayıp bir aracı kullanarak ifade etme yani “istiare” olarak
görülmektedir. Ancak istiare yapmak ile metaforik anlatımın
denkliğinden söz etmek veya bu iki terimin örtüştüğünü söylemek pek
mümkün görünmemektedir. Demir (2015:12)’e göre istiare ‘ödünç’e
dayanır: Ödünç alma, birinden eğreti/iğreti bir şey alma; bir kelimenin
anlamını geçici olarak başka bir kelime için kullanma… “Daha açık
bir ifadeyle, eğretileme veya istiare daha çok edebiyatta kullanılan
diğer mecaz sanatları gibi edebî veya sanatsal bir işlev görürken,
metafor kavramı daha çok zihinsel ve düşünsel kavrayış sistemimizi
ifadeye yansıtmak için kullanılmaktadır” (Saban vd., 2006: 464).
Metafor terimini bizim literatürümüzde en iyi karşılayan sözcük
mecaz değil “mazmun”dur. Bilindiği gibi mazmun (Devellioğlu,
2010) kavram alanı iyice daraltılıp Divan Edebiyatına özgü bir terim
olarak kullanılmaktadır. Mazmun, her ne kadar donmuş (gelişimini
tamamlamış) leksik bir unsur olarak karşımıza çıksa da metafor
terimine istiare ve mecazdan daha yakın olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Mukayese anında benzeyen ve kendisine benzetileninin bilinen
özellikleri ilişkilendirilerek yeni bir adlandırma ve yeni bir ifade
biçimi elde etmek daima mümkündür: Irmağın ağzı, iğnenin gözü,
heyecan fırtınası, masanın ayağı, dağın sırtı, uçağın kuyruğu …gibi.
Buna düz mecaz veya eğretileme demek, ikna edici bir adlandırma
olmaz. Şu hâlde bir varlığı, kavramı, bir durumu veya bir olayı kendi
adıyla söylemek/anlatmak yerine, herhangi bir sebeple, aralarında
benzerlik/ilişki olan başka bir olayı, durumu yahut varlığı
kullanıyorsanız, size bu yolu açan, sizi bu tür anlatıma yönlendiren
gerçek veya tasavvur ettiğiniz unsura metafor demek daha doğru bir
yaklaşımdır. Yani aralarında ilişki kurulan, birbirine benzeyen varlık,
kavram, durum veya olgulardan biri metafor değildir, bize bu unsurların
benzer veya ilişkili olduğunu düşündüren, bizi böyle öyle düşünceye ikna
eden gerçeğe veya tasavvura metafor denir.

697
“Yüce dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Başın çözüp benim için
Yaşun yaşun ağlar mısın” (Yunus Emre)
Yukarıdaki dörtlüğün üçüncü ve dördüncü mısralarında “ben” ve
“bulut” arasında bir ilişki kurulmuştur (bulutun ben için ağlaması).
Metafor, bu unsurlardan biri değil, iki taraf arasında ilişki kurmamıza
ortam oluşturan üçüncü bir unsurdur ki bu da saçlarını salıp gözyaşı
akıtarak ağlayan bir kadın tasavvurudur. Görülüyor ki metafor, çoğu
kez, metinde yoktur, bir sözcük olarak da ifadede yer almayabilir.
Nitekim bu dörtlükte “yaşun yaşun ağlayan” bir insan olmasına
rağmen asıl unsur olarak ifadede yer almamıştır.

Metaforik Anlatım
Metafor ile metaforik olanı birbirinden ayırmak durumundayız.
Metafor, bizi asıl anlatılmak istenene götüren çağrışım ögesi, bazen de
somut bir varlık olabilir. Metaforik ise metafor kullanılarak ifade
edilen bir anlatım biçimidir. Buna sadece mecazlı anlatım / mecazî
anlatım deyip geçemeyiz. Metaforik durum bir çeşit "mukteza-yı
hâl"dir ki, sadece mecazla ifade edilemez. Divan Şiirindeki "mazmun"
kavramı ile bizim "açık istiare" dediğimiz adlandırmalar, ancak
"metaforun donmuş hâli" olarak değerlendirilebilir. Metaforik anlatım
ise hem sözü edilen donmuş tasavvurlardan hem de hayattaki anlık
olgulardan güç alan, hatta toplumsal algılarla biçimlenen bir ifade
tarzıdır ve daima yenilenen dinamik bir olgudur.
Metaforik anlatım, özünde, anlatılması gereken bir durumu düşünme
ve değerlendirme yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, adlandırma (tesmiye) ve
anlatma (tarif) çabası olarak da görülebilir.
Metaforik anlatım, toplumun ürettiği anonim ya da özgün/kişisel
metaforlar üzerine kurulur. Bu bağlamda ancak bir kelime, bir söz
veya bir anekdot ile anlatılmak istenen bilgi, olay, kavram veya durum
arasında bir ilişki (benzeyiş, bağlantı, çağrışım...) kurularak
düzenlenmiş ifadelere metaforik anlatım diyebiliriz. Yani metaforik
anlatım, ancak iki taraf arasında ilişki kurulabildiğinde, birini söyleyip
diğeri düşündürüldüğünde hayat bulur.
Son zamanlarda "metafor" ve "metaforik anlatım"la ilgili çalışmaların
arttığını görmekteyiz. Ancak bu çalışmalar daha çok şair ve yazarların
eserleri üzerinde üslup çalışması niteliğindedir. Örneğin literatürde
"falan şairin eserlerindeki mecazlar veya mecazlı söyleyişler", "falan
kişinin eserlerindeki söz sanatları" gibi adlandırmalarla metinler
üzerinde yapılmış geleneksel ve mahdut incelemeler bulunmaktadır.
Metaforlar ise, bu çalışmalarda kapalı istiare, bazen de mürsel mecaz
olarak değerlendirilmektedir. Çoğunlukla da metaforik anlatımlar, "ad
aktarması", "deyim aktarması", "hayal", "imaj", "imge" terimleriyle
karşılanmaktadır.
Bu çalışmalarda metinlerin dili ve anlatımı, "metafor" ile "metaforik
anlatım" birbirinden ayrılmadan incelenmiştir. Hâlbuki "metafor"
leksik bir yapıya kavuşsun kavuşmasın, halkın ürettiği bir anlatım

698
malzemesidir. "Metaforik anlatım" ise ifadede bu malzemenin
kullanılması ve kullanılma biçimidir. Metafor, millîdir, metaforun
kullanımı yani metaforik anlatım ise kişiseldir.
Daha güzel anlatma, daha kalıcı izler bırakma, daha etkili olma ...
düşüncesiyle başvurulan bu tür ifade biçimleri, yalnızca sanat
eserlerinde değil, bilimsel anlatımlarda da bilgilendirme yöntemi
olarak çokça kullanılmaktadır. Örneğin, “Doğu Anadolu fayındaki
kırılmalar, Marmara depremini tetiklemiş olabilir.” cümlesindeki
“tetiklemek” kelimesi, bir metafora aracılık etmektedir.
Kolay anlaşılamayan müşahhas ve mücerret bilgi, olgu ve olayların
anlatımında da metaforik yollara başvurulabilmektedir. İnsan
zihnindeki kavramlar, kişinin kendi yaşantısı ve bu yaşantının
genişletilmiş biçimi olan hayalleriyle sınırlıdır. Milletlerin ortak aklı
ve hafızaları da böyledir. Metaforik anlatımlar bu yaşantılardan ve
hayallerden faydalanarak bilinmeyeni veya hayal edilemeyeni bilinen
ile anlatma sanatıdır. Bu sebeple metaforik anlatımın özünde daima
güzel veya doğru anlatma; ortak bir duygu alanı oluşturma veya kalıcı
öğrenme sağlama endişesi yatmaktadır.
Milletin hafızasında biçimlenmiş olan metaforlar, sözlüklerde madde
başı olabilir. Bu madde bir varlık (somut) veya bir kavram (soyut)
olabilir. Hatta bir deyim kalıbına girmiş de olabilir:
“Hayatım boyunca bu kamburu taşımak zorunda
kalacağım.” “Her zaman olduğu gibi yine ona olan saygım
ağır bastı.” “Herkes, dünyaya kendi penceresinden bakar.”
Aşağıdaki dörtlükte anlatılan tasavvurlar, binbir emekle bir ağaca
yuva yapıp yavrularını büyüten bir kuş metaforu üzerine kurulmuştur:
“Kement attım dala ben
Düştüm haldan hala ben
Çöp devşirdim, yuva yaptım
Uçurmadım bala ben” (Anonim)
"Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın!" (Ümit Yaşar Oğuzcan)
mısraında şair içinde bulunduğu durumun vahametini, “kör kuyu”
betimlemesinin okuyucu zihnindeki tasavvuruna dayandırmıştır.
Buradaki kuyu gerçeğinin “kör” kelimesindeki olumsuz çağrışımlarla
birleşerek muhatabın dünyasında oluşturduğu "çaresizlik" kavramı,
şairin çıkış ya da hareket noktası olmuştur.
Metaforik anlatıma bazı durumlarda “açık istiare”, bazı durumlarda
“kapalı istiare” denebilir, ancak bu iki kavramın birbiriyle tamamen
örtüşmesini beklemek doğru olmaz. Çünkü metaforik anlatımların bir
kelime veya bir sözle sınırlandırılması mümkün olmayabilir.
Adlandırılmamış duygular, düşünceler, olaylar, ilişkiler ve meşhur
sözler de ifade içinde bir iyi bir metafor unsuru olabilir: “Borç yiğidin
kamçısıdır.”, “Batan geminin malları”, "Kimse kimseye gölge etmesin.",
"Rüzgâr eken fırtına biçer.", "Boynumuz kıldan ince..." gibi.

Kültürümüzde Kulak Morfemi

699
kültürümüzde “kulak”la ilgili çok fazla metafor oluşturulmuştur.
Dilimizde hem kelime hem de deyim olarak çok sayıda morfem
bulunmaktadır. Bu durum bizim dinleme konusunda çok kafa
yorduğumuzu, dinlemeyi çok ciddiye aldığımızı ve bu işi çok iyi
yapmak istediğimizi göstermektedir. Gerçekten de bizim çok eskiye
dayanan bir sözlü kültürümüz ve zengin bir edebiyat vardır. Bu
edebiyatın yazanı ve okuyanı yoktur, söyleyeni ve dinleyeni vardır.
Hatta tarihî metinlerimizde dinleme pozisyonu ve dinleme türleriyle
ilgili telkinler vardır:
“Tengri teg tengride bolmış Türk Bilge Kagan bu ödge olurtum. Sabımın
tüketi eşidgil. Ulayu ini yiginüm, biriki oguşum budunum biriye şadpıt
beyler yırıya tarkat buyruk beyler otuz tatar… Tokuz Oğuz beyleri
budunı bu sabımın edgüti eşid katıdgı tıngla” (Bilge Kağan)
“Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, Bu zamanda oturdum.
Sözümü tamamıyla işit. Bilhassa küçük kardeşten yeğenim, oğlum,
bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat
buyruk beyleri Otuz Tatar… Dokuz Oğuz beyleri milleti! Bu sözümü
iyice işit adamakıllı dinle!” (Bilge Kağan)
Görüldüğü gibi 8. yüzyıla ait bu metinde dinlemenin önemi ve
dinleme biçimi özellikle vurgulanmıştır.
Şiir, söz sanatlarının; deyimler ise, bir dilin en millî tarafıdır.
Deyimler iyi incelendiğinde bir milletin düşünce kodlarını, geçmişten
günümüze uzanan yol hayat serüvenini ve adlandırma mantığını
(onomastik eğilimler) kolaylıkla tespit edebiliriz. Her millet, en güzel
metaforları ve en etkileyici metaforik ifadeleri atasözlerinde (proverb)
ve deyimlerinde kullanmıştır.
Bizim kültürümüzde de dinleme eylemi “kulak” kelimesiyle ve bu
morfem üzerine kurulmuş deyimlerle ifade edilegelmiştir. Bu yolla
dilimizde dinleme biçimlerini ifade eden sayısız metafor üretilmiştir.
Bu metaforların çoğunda “kulak” morfemi kullanılmakla birlikte
kulağı ve dinleme eyleminin farklı biçimlerini çağrıştıran kalıp
ifadelere de rastlamaktayız. Örneğin “kulağına küpe olmak” deyimiyle
bir öğüdü, bir bilgiyi hiç unutmama durumu, kulakta devamlı sallanan
ve bir muhtıra görevi yapan “küpe” metaforuyla ilişkilendirilmiştir.
“Kulakları pas tutmak” deyimiyle uzun zamandır sevdiği müziği
dinleyememe durumu, çalışmadığı için paslanan metal bir araç
metaforuyla anlatılmıştır. “Kulağı kirişte olmak” ve “kulağı tetikte
olmak” deyimleri “tetik” ve “kiriş” kelimelerinin düşündürdüğü “her
an hazırlıklı ve hazır olma” metaforu üzerine kurulmuştur.
“Kulak misafiri olmak” ve “kulak kabartmak” deyimleri de dinleme
kültürümüzü çok güzel anlatan kalıp sözlerimizdendir. Her ikisinin de
odak noktası “kulak” morfemidir; ancak bu morfem, farklı metaforlarla
kurgulanmış ve farklı dinleme biçimleriyle ilişkilendirilmiştir:
Birincisinde “misafir” metaforu kullanılarak bu dinlemenin
masumiyetine vurgu yapılmıştır. Kulak misafiri olmak, konuşulanların
özel bir durum arz ettiğini, başkasının duymaması gerektiğini anladıktan
sonra dinlemekten vazgeçilen kısa süreli dürüst bir dinleme biçimidir.
İkincisinde ise konuşulanları özellikle duyma çabası içinde gizlice
yapılan uzun süreli bir dinleme biçimi anlatılmaktadır. Bu tür

700
bir dinleme, amacı ve tarzı ile toplumumuzda hoş karşılanmayan bir
dinleme biçimidir. Bu hoşnutsuzluğu anlatmak için kulaklarını dikerek
bir yere odaklanan koca kulaklı bir “hayvan” metaforu kullanılmıştır.
Böylece hoş olmayan bu davranışa tevessül eden kişiler de üstü kapalı
olarak hayvana benzetilmiştir.
Dinleme eylemi, kültürümüzde amacına ve şekline göre farklı
anlamlar ifade etmektedir. Bu farklılıkların her biri farklı bir deyimle
ifade edilmiş, dinleme eyleminin amacı ve biçimi şaşırtıcı bir dikkatle
birbirinden ayrılarak adlandırılmıştır.
Dinlemenin çeşitleri, niyete göre farklılık gösterir. Dinleyici, “kulağını
açar”, “kulağını tıkar”, “kulak kabartır”, “kulak asmaz”, dinleyenin
“kulağına gider”, “kulağına gelir”… Türkçede bu farklılıklara dikkat
çeken yüzden fazla deyim üretilmiştir. Başka bir deyişle kültürümüzde
önemli bir yer tutan sohbet geleneği konuşmaya ve dinlemeye dayanan
bir iletişim biçimidir. Hatta “Anlatandan dinleyen uz gerek.” sözü hayat
bulmuş, dinlemeye konuşmaktan daha çok önem verilmiştir. Dinleme
eyleminin biçimine, amacına ve etkilerine yönelik tüm şekilleri
deyimlerde metaforlar aracılığıyla açıklanmış veya adlandırılmıştır.
Buraya sadece kulak metaforuyla güçlendirilmiş deyimlerin bir
kısmını almak istiyorum: Bir kulağından girip ötekinden çıkmak, can
kulağı ile dinlemek, kulağı çınlamak, kulağı delik, kulağı duvar
olmak, kulağını açmak, kulağına çalınmak, kulağına çıtlatmak,
kulağına gelmek, kulağına girmek, kulağına gitmek, kulağına kar suyu
kaçmak, kulağına koymak, kulağına sokmak, kulağında kalmak,
kulağından gebe etmek, kulağını çınlatmak, kulağını doldurmak,
kulağını okşamak, kulak ardı etmek, kulak asmamak, kulak aşinalığı,
kulak dolgunluğu, kulak kabartmak, kulak kesilmek, kulak misafiri
olmak, kulak vermek, kulakları dolmak, kulakları paslanmak,
kulaklarını dikmek, kulaksızı kulaklı etmek, kulaktan âşık olmak,
kulaktan kulağa, kulağı dinç olmak, kulağı düşmek, kulağı düşük,
kulağına değmek, kulağına girmek/girmemek, kulağına kurşun mu
aktı/akıttın, kulağına pire kaçmak, kulağına söylemek, kulağında
olmak, kulağını doldurmak, kulak tutmak, kulakları dolmak,
kulaklarına inanamamak, kulaklarını dikmek, kulaklarını tırmalamak,
kulakları pas tutmak, kulaklarının pası açılmak…
Görüldüğü gibi dinlemeye dayalı bir kültürün tüm özellikleri “kulak”
morfemi üzerinden çeşitli metaforlar aracılığı ile ifade edilmiştir.

Kaynaklar
ARSLAN, M. M.; BAYRAKÇI, M. (2006) Metaforik Düşünme ve
Öğrenme Yaklaşımının Eğitim- Öğretim Açısından İncelenmesi, Millî
Eğitim Dergisi, Sayı 171, 100-108.
AYDIN, F. (2010) “Ortaöğretim Öğrecilerinin Coğrafya Kavramına
İlişkin Sahip Oldukları Metaforlar”, Kuram ve Uygulamada Eğitim
Bilimleri, 10(3), 1293-1322.
BALCI, A. (2003) “Eğitim Örgütlerine Yeni Bakış Açıları”, Kuram ve
Uygulamada Eğitim Yönetimi, 33, 26-61.

701
Danışman, S. A. (2015) “Metaforların Örgüt ve Yönetim
Araştırmalarındaki Yeri: Ontolojik, Epistemolojik ve Metodolojik
Kabuller Işığında Bir Değerlendirme”, Kafkas Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Dergisi, 6(9), 47-64.
DEMİR, C. (2015) “Aşık Tarzı Türk Şiirinde Özgün Metaforlar”,
Yeniceli Âşık Sıtkı Baba ve Popülerlik Çerçevesinde Kültür ve Sanat
Sempozyumu Bildirileri, Mersin Büyükşehir Belediyesi Yayınları:
Mersin.
DEVELLİOĞLU, F. (2010) Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Sözlük,
Aydın Kitabevi: Ankara.
DUR, B. İ. U. (2016) “Metafor ve Ekslibris”, Uluslararası Ekslibris
Dergisi, 3(5), 122-128.
ERASLAN, L. (2011) “Sosyolojik Metaforlar”, Akademik Bakış
Dergisi, 27, 1-22.
ERİŞEN, Y., ŞAHİN, M., BİRBEN, F. Y., YALIN, H. S. (2016)
“Motivation levels of gifted students and their metaphorical perceptions
of school”, Educational Research and Reviews, 11(8), 553-561.
Güncel Türkçe Sözlük (2010) Türk Dil Kurumu Yayınları: Ankara
KALYONCU, R. (2012) “Görsel Sanatlar Öğretmeni Adaylarının
Öğretmenlik Kavramına İlişkin Metaforları”, Mustafa Kemal
Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi Dergisi, 9(20), 471-484.
KISA, N. (2014) “Araştırma Görevlilerinin Metaforik Algıları: Kim
Onlar? Kim Olmalılar?” Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 28, 47-66.
LAKOFF, G. ve JOHNSON, M. (2015) Metaforlar, Hayat, Anlam ve
Dil, Çeviren: Gökhan Yavuz Demir, İstanbul: İthaki Yayınları.
SABAN, A., KOÇBEKER, B. N., (2006) “Öğretmen Adaylarının
Öğretmen Kavramına İlişkin Algılarının Metafor Analizi Yoluyla
İncelenmesi”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 6(2), 461-522.
SARAÇBAŞI, E. (2010) Örnekleriyle Büyük Deyimler Sözlüğü,
İstanbul, YKY Yayınları.

ÇAĞATAY TÜRKÇESİYLE BİR HZ. FATIMA HİKÂYESİ


1
Rabia AKSU
Özet
İslam Toplumunda Hz. Fatıma’nın özel bir yeri vardır. Hz. Peygamberin çok sevdiği kızı
olmasının yanında ahlaklı ve mütevazı kişiliği sebebiyle de Müslüman kadınlara örnek
olmuştur. Hz. Fatıma genç yaşta hayata veda etmiştir. Bu kısacık yaşamı da zorluklarla ve
acıyla geçmiştir. Bu durum da ona karşı duyulan sevgiyi ve muhabbeti artırmıştır. Özellikle
Şii toplumlarda Hz. Fatıma dinî ve ahlaki bir kişilikten öteye geçmiş, olağanüstü vasıflara
bürünmüştür. Hz. Muhammed’in biricik kızıyla ilgili bilgiler daha çok peygamberin hayatı
ve ehl-i beyti konu alan kaynaklarda yer almaktadır. Türk

Dr. Öğretim Üyesi. Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi, raksu@erzincan.edu.tr1


702
edebiyatında Hz. Fatıma ile ilgili yazılan edebi eserler de çoğunlukla manzum destanlar
biçimindedir. Çoğunlukla Anadolu sahasında yazıldığını gördüğümüz bu eserlerin farklı
Türk lehçelerinde de yazıldığı örnekler vardır. Bu çalışma Hz. Fatıma hakkında Çağatay
Türkçesiyle yazılmış eserlerden biri olan “Hikāyet-i Hazret-i Bibi Fatıma” hakkındadır.
Çalışmada öncelikle eser hakkında kısaca bilgi verilecek, eserin dikkat çeken dil
özelliklerine değinilecek ve eserin transkripsiyonlu çeviri metninden ve tıpkıbasımından
birkaç sayfa yer alacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hz. Fatıma, Çağatay Türkçesi, Bibi Fatıma
Zehra 1. Giriş
Hz. Fatıma, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in kızıdır. Hazret-i peygamberin
soyu ondan devam etmiştir. Gerek peygamberin kızı olması ve son peygamberin
soyunun ondan devam etmesi gerekse de örnek ahlakı ve kişiliği sebebiyle Hz.
Fatıma’nın tüm İslam medeniyetinde önemli bir yeri vardır. Ancak bu vasıflarına
rağmen İslam kaynaklarında Hz. Fatıma’nın hayatı ile ilgili kesin bilgilere ulaşmak
zordur; ulaşılan bilgilerin ise bazıları ihtilaflıdır. Bunun en büyük sebebi olarak İslam
toplumunun Hz. Muhammedin vefatından sonra kimi konularda fikir ayrılıklarına
düşmesi ve Sünni ve Şii olarak ikiye bölünmesi gösterilebilir. Sünni ve Şii toplumlar
zaman içerisinde kendi özgün teoloji ve geleneklerini oluşturmuşlardır. Bu gelenek ve
teolojiler oluşurken de İslam tarihinin önemli şahsiyetleri arasında paylaşıma gidilmiştir
(Ay, 257. s.). Peygamberin vefatından sonra gerçekleşen ve İslam tarihinde “Fedek”
olarak anlatılan olay Sünni ve Şii kaynaklarda farklı anlatılmaktadır.
Hz. Peygamberin biricik kızı hakkında Şii ve Sünni toplumlarda farklı bakış
açıları oluşmuştur. Hz. Fatıma Sünni toplum için de çok değerli ve örnek bir şahsiyettir.
Ancak Şii toplumunda Fatıma, bugün artık tarihsel bir kişilik olmaktan ziyade efsanevi
özellikleri haiz olağanüstü bir kişiliktir(Öztürk,129. s.).
Hz. Fatıma, bu farklı yaklaşımlara rağmen hem Sünni hem de Şii toplumda saygın
ve örnek bir kişiliktir. “Hz. Fatıma, çeşitli erken İslam tarihi biyografilerinde Peygamberin
kızı ve Hz. Ali’nin karısı olması itibarıyla adı sıkça geçmektedir. Ancak daha sonra yani ilk
Şii imam olarak Hz. Ali’ye ve oğulları ve halefleri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e
gösterilen hürmetin artmasıyla birlikte daha önemli bir statü ve saygınlık kazanmaya
başlamıştır”(Ay, 258. s.). Bu özelliği ile de pek çok esere konu olmuştur. Türk edebiyatı
tarihinde de Hz. Fatıma’nın hayatını konu alan pek çok eser yazılmıştır. Bu eserler hem
Türkiye’de hem de yurt dışında bulunan kütüphanelerde bulunmaktadır.
2. Hikâyet-i Hazret-i Bibi Fâtıma
2.1. Eserin Fiziksel Özellikleri
Çalışmamızın konusu oluşturan eser, Londra British Museum’da MS Ind. Inst. Turk
25-1’de kayıtlı bir eserdir. Eserin adı kütüphane kaydında “Hikāyet-i Hazret-i Bibi Fatıma”
şeklinde geçmektedir. Ancak metin içerisinde eserin adı ile ilgili bir kayda
rastlanılmamıştır. 18 varaktan oluşan yazma çoğunlukla 11 satırdır. Kimi sayfalarda satır
sayısı farklılık göstermektedir. Eser mühürlenmiş parlak açık kahverengi kâğıt üzerine
yazılmıştır. Yazmanın dış tarafı kahverengi bez bir ciltle kaplıdır. Metin harekesizdir.
Hz. Fatıma ile ilgili hikâyenin anlatıldığı kısım 18 varaktır. 19-20 ve 21. sayfalar
boştur. 22. sayfada ise önce mensur bir dua bölümü ile başlayan kısa bir şiir vardır. Ancak
şiirin eserle ilgili olup olmadığı belli değildir. 22. sayfadan sonra ise numaralandırılmamış
boş sayfalar yer almaktadır. Boş sayfaların devamında ise başka bir

703
eser başlamaktadır. Bu durum yazmanın başka bir eser veya eserlerle birlikte
ciltlendiğini göstermektedir.
Metin kısmında eserin yazarı, yazılış tarihi veya yeri ile ilgili bilgilere
rastlanılmamıştır.
2.2. Eserin Nüshası
Kütüphanelerde genel olarak Hz. Fatıma Destanı olarak geçen eserlerin büyük
kısmını Eski Anadolu Türkçesiyle yazılan eserler oluşturmaktadır. Ancak Çağatay
Türkçesiyle yazılmış bu eserin başka bir nüshasına tesadüf edilmemiştir. Bu nedenle
hazırlanan çalışma eldeki tek nüsha üzerinden hazırlanmıştır.
2.3. Eserin Konusu
İslam tarihinde Hz. Fatıma ile ilgili eserler yazılmış olsa da hayatıyla ilgili kesin
bilgiler vermek zordur. Elde edilen bilgilere de daha çok Hz. Muhammed ve Ehl-i
Beyt’i konu alan eserlerden ulaşılmıştır.
Türk edebiyatında Hz. Fatıma hayatını konu alan eserlere baktığımızda
çoğunluğunun manzum hikâye biçiminde olduğunu görmekteyiz. Daha çok Hz.
Fatıma’nın babasına yapılanlara karşı duruşu, kısacık yaşamında yaşadığı üzüntüler, Hz.
Muhammed’in vefatı sonrası yaşadığı acı ve Hz. Fatıma’nın vefatının anlatıldığı bu
2
manzumeler farklı isimlerle yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerde yer almaktadır .
Elimizdeki bu yazma ise Hz. Fatıma’nın başından geçen münferit bir olayın
anlatıldığı mensur bir eserdir. Eserin konusu kısaca şöyledir: Ebu Cehil Hz. Peygambere
hakaret etmesi ve zarar vermesi için bir Yahudi’ye para verip gönderir. Ancak o Yahudi,
ettiği hakaretlere ve yaptığı edepsizliğe rağmen Hz. Muhammed’in sakinliğini ve
tevazusunu görür ve Muhammed’in getirdiği dinin hak din olduğuna kanaat getirerek
Müslüman olur. Ebu Cehil bunu duyunca üzüntüden kendini eve kapatır ve üç gün boyunca
evden çıkmaz, kimseyle konuşmaz. Ebu Cehil’in kızı babasının bu durumunu görünce ona
ne olduğunu sorar. Ebu Cehil de olan biteni anlatır. Ebu Cehil’in kızı bunun üzerine
kendince bir plan yapar. Hz. Fatıma’yı önce babasının dininden ayrılmasını teklif etmek
için; kabul etmezse zehirlemek için kendi bağına misafirliğe çağırır. Çünkü Fatıma
zehirlenip ölürse Hz. Muhammed çok üzülecektir. Hz. Fatıma bu daveti önce kabul etmez
ama daha sonra Allah’tan gelen emir üzerine gider. Zehirli yemeği yiyeceği sırada Cenabı
Hak Cebrail’i gönderir ve Hz. Fatıma’nın zehirlenmesine mani olur.
Eserin konusu özet olarak bu şekildedir. Genel olarak baktığımızda tek bir
hikâye ve konudan oluşan bu eser oldukça sade bir dille yazılmıştır.
Eserde anlatılan konu, temel İslam Tarihi eserlerinde geçmemektedir. Çoğu
kaynaklarda Hz. Fatıma ve Ebu Cehil’in kızıyla ilgili tek olay olarak; Ebu Cehil’in
kızının Hz. Ali ile evlenmek istemesi, Hz. Ali’nin de bu duruma istekli olması ama Hz.
Muhammed’in onay vermemesi geçmektedir. Olayın anlatılış biçimi, Hz. Fatıma’ya
Allah’ın 4 büyük meleği yanında binlerce hurileri hizmetkâr olarak göndermesi gibi
olaylar ve sade dille anlatılması bu hikâyenin halk hikâyesi olduğunu göstermektedir.
2.4. Eserin Dil Özellikleri
Hikâyet-i Bibi Fâtıma Zehra, Çağatay Türkçesiyle yazılmıştır. Gerek kütüphane
kayıtlarında gerekse metin içerisinde yazılış tarihi ile ilgili bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Ancak eserin dil özellikleri incelendiğinde klasik Çağatay Türkçesinden daha sonraki bir

Daha fazla bilgi için bkz. Şaban Doğan , “Bir Eski Oğuz Türkçesi Metni “Hikâye-i Fatma” ve Dil
2
Özellikleri”, Akademik Bakış Dergisi, S.32, Eylül-Ekim 2012

704
dönemde yazıldığı ya da istinsah edildiğini gösteren bazı öğeler yer almaktadır. Klasik
Çağatay Türkçesini de görebildiğimiz bu eserde yer yer farklı kullanımlar da göze
çarpmaktadır.
Eserin bazı dil özelliklerini genel olarak şöyle sıralayabiliriz:
Türkçe’de kapalı e meselesi hâlâ kesin olarak açıklanamayan bir durumdadır. Bu
konuyla ilgili tartışmalara çok fazla değinmeden metindeki yazımdan bahsetmek daha
uygun olacaktır. Çağatay Türkçesinde kapalı e ile yazılan kelimeler metnimizde bazı
örnekler dışında hep ye (‫ )ي‬ile yazılmıştır:

dép 3b/4, édi 7b/5,

Çağatay Türkçesinde vokal uyumu karakteristik bir özelliktir (Eckmann, 27,s.)


Bazı eklerin tek biçimlerinin olması, yabancı dilden alınan kelimenin ses farklılıkları bu
uyumu bazen bozmaktadır. Metnimizde de bu sebeplerle vokal uyumuna uymayan az
sayıda örnekler mevcuttur. Ancak genel itibarıyla vokal uyumu tamdır:
üç künġaça 3b/11, mescid-i mübārekniŋ éşigiġaça 11b/10

Metindeki bazı kelimelerde p/f ses değişikliği görülmektedir. Çağatay


Türkçesinde Nevai ile başlayan bu ses özelliği eserdeki bazı kelimelerde de
görülmektedir (Eckmann, 24. s.). Türkçe kelimelerin yanında yabancı kelimelerde de bu
ses değişikliği meydana gelmiştir:
fāresidin 9a/7 < pāre
yafuġları 9a/4 < yapuġ
tofraḳ 3b/2 < topraķ
feşimān 16b/10 < peşimān

Eski Türkçede kelime başında bulunan t- ünsüzü Batı Türkçesindeki bazı


kelimelerde tonlulaşarak d- olmuştur. Çağatay Türkçesinde ise kelime başındaki t-
ünsüzü çoğunlukla muhafaza edilmiştir. Metnimizde de t ünsüzünün korunduğu
örnekler sıkça görülmekle birlikte bazı örneklerde tonlulaştığı görülmektedir:
dek 2a/4, 16a/9 < teg
dédiler 8b/13 < té-

Metnimizde bildirme/kuvvetlendirme edatı turur ile beraber tonlulaşmış biçimi


“durur” beraber kullanılmıştır. Ekleşmiş biçimi ise çoğunlukla tonlu ünsüzledir:
Fāŧıma ölse Muḥammed tola durur mātemde ḳalur 5b/3
Hem dép dururlar 15a/3
Cezm ḳıldı ki behişt metālarıdın turur 14a/8
Ebū Cehilniŋ ḳızı körüp aytadur 7b/3
néme boladur 7b/7
Metnimizde işaret zamirinin eksiz kullanımı “mu” şeklindedir:
Mu rāst payġambar-ı ber-ĥaḳ éken dép (3b/5)
Cuhūdlarnıŋ ḳızı mu obdan égin kéysün (4b/10)
705
Eserde bazı kelimelerin metatezli biçimleri görülmektedir:
otrasıda/orta 3a/5
körsetey/göster- 5a/7
ügzeleride/üzgi “merdiven” 10b/3

“Sayı sıfatları çokluk anlamı getirdiği için Türkçede sayı sıfatı almış isimler
çokluk eki almazlar. Ancak bazı bilinen kişiler veya nesneler topluluğuna ad olmak
üzere doğrudan doğruya sayı sıfatına ya da onların belirttikleri adlara çokluk eki
getirilmiştir: üç silahşorler, kırk haramiler”(Banguoğlu, 323. s.).
İncelediğimiz metinde de sayı sıfatının nitelediği bazı isimler çokluk eki almıştır:
śaĥrādaki baġda tört yüz ḳızlar bile mihmāndārlıḳ ḳılur édük (6a/5)
Bu kün Ebū Cehil ḳızı toḳuz ḳızlar bile mescid-i mübārekniŋ éşiginiŋ aldıda ḳaldı
(6b/9)
Men baġda tört yüz ḳız béş yüz kenįzekler bile miḥmāndārlıḳ ḳılay (4b/8)
ḥūr ḳızlar bile sekiz miŋ ferişteler bile yétip kéldiler (12b/6)

Metinde ek fiilin kullanımında é-/ér- ikili bir durum söz konusudur. Özellikle ek
fiilin ismi yüklemleştirdiği örneklerde tutarlı bir kullanım söz konusu olmamıştır:
Ebū Cehilniŋ ḳızı bar édi. Bį-nihāyet ṣāḥib-cemāl érdi 4a/1
ḫiẕmetkār lāzım édi 9b/11, raḥįm-dil érdiler 6b/2
Çağatay Türkçesinde fiillerin birleşik çekimleri de ér- fiili ile yapılır. Asıl ek ér-
3
olmakla birlikte bazı kullanımlarda /r/ ünsüzünün düştüğü görülür (Argunşah, 175. s.).
tevāżu bile ḫacālet bile zār zār yıġlaşıbıdı
17b/4 dép turur édiler 10a/1
Metinde ayrıca kullanılan birleşik fiil çekimleri şöyledir:
II. Tip Geçmiş Zaman: -p/tur-, -p+dUr
rivāyet ḳılıpdurlar 1b/1, tolun ay dek olturupdurlar 2a/5, bilmepdür-men 16a/11,
salıp kélip turdı 16a/5
II. Hikâye Birleşik Çekimi: -p/é(r)-di
mihmāndārlıḳ ḳılıp édük 6a/11, ḳanatları bile sılap érdiler 15a/7

Kuvvetlendirme edatı “érkin”4 ve ek fiilin geniş zaman olumsuz çekimi “érmes”


metnimizde düzenli olarak éken ve émes şeklindedir.
Mu rāst payġambar-ı ber-ĥaḳ éken 3b/5
Mundaġ uluġ heybetlik ādemlerni hįç kişi körgen émes 15b/12

Eserde geçen bazı deyim ve birleşik fiiller metnin dilini etkili kılmıştır. Az
örnekte de beznetmeler yapılmıştır:

Ali Şir Nevayi’nin gazellerinde ér- fiilinin é- şeklinde de kullanıldığı örnekler vardır. bkz. Janos Eckmann 3
“Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar”, TDK Yay., Ankara, 2003.
érkin < érki 4
706
rivāyet ḳılıpdurlar 1b/2
revān boldılar 6b/5
aġır bolur 3b/5
tertip turdı 2a/8
dost tutar 3a/11
özümge yanadur 4a/7
teṣellį ḫāŧįr bérdi 5b/4
įmān kéltürüp 12a/7
üstün baḳmadı 14a/4
maŋa tola daġ üstün daġ boldı 4b/1
yüregige bir daġ ķoyup kélsün 2b/1
Bu künlerde ecderhā-yı heft-ser boldı 2a/7
toladın tolanar 17b/8

Metnin cümle yapısına baktığımızda ise Türkçenin söz dizimine aykırı bazı
cümleler göze çarpmaktadır. Zarf- fiili düşmüş cümleler, devrik cümleler veya öğeleri
yer değişmiş tamlamalara sıkça rastlanmıştır. Bu durum tercümeden kaynaklı olmalıdır:
Ĥażret-i bibi Fāŧıma Zehrānıŋ mundaġ uluġluḳ şān şevket debdebe ʽususlarnı
dostlar müslimānlar [körüp] bisyār şād u ḫurrem boldılar. 12a/3
Ḥażret-i rasūl-i Ħudā kördiler ki bir yaşıl maĥāfe zebercedįn āsmāndın tüşti
9a/3 Ḥażret-i bibi Fāŧıma Zehrā kördiler ki rengārenk éginler behişt metālarıdın
10b/12
Eserde –Ip zarf-fiil ekiyle sıralanan uzun cümleler sıkça kullanılmıştır:
Ḥażret-i ʽAzrāʼįl ʽalayhi’s-salām bir feriştege emri ḳıldılar ki sen barıp Ebū
Cehilniŋ ḳızıġa ḫaber salġıl dép ol ferişte andaġ heybet siyāset bile otluġ éginlerni
kéyip otluġ gürze-i girān bile yétip kélip 12b/7
Ebū Cehil ḳızınıŋ müslimān bolġanını aŋlap bir cāhillıḳı miŋ bolup ḳızıdın bį-zār
bolup bir daġı miŋ bolup ḳızınıŋ açıġıda kişkir? çoġlap ceng ḳılıp ḳızınıŋ iç aġrıḳıda
derdġa ḳalıp şol cengde bedre ḳuduġıda ṣaḥābalarnıŋ ḳolıda ölüp dūzaḫḳa sezā-vār
boldı.18b/5

Sonuç
Hikâye-i Bibi Fatıma Zehra genel olarak Çağatay Türkçesi dil özelliklerini
görebileceğimiz bir dille ve sade bir üslupla yazılmıştır. Özellikle eserin ses ve şekil
bilgisini incelediğimizde klasik Çağatay Türkçesinin kullanımlarını görmek
mümkündür. Bazı eklerde görülen farklılıklar veya kimi kelimelerin ses yapısında
görülen ikili durum da yine dönemin bir özelliği olarak değerlendirilebilir.
Eser bir halk metnidir. Eserin yazarının bu hikâyeyi kaleme alırken edebî bir
kaygı taşımadığı, amacının bu hikâyeyi olabildiğince anlaşılır bir şekilde yazmak
olduğu eserin dilinden anlaşılmaktadır.

707
Metnin cümle kuruluşunda ve kelime gruplarında Türkçenin söz dizimi yapısına
aykırı sayılabilecek örnekler hikâyenin başka bir metinden tercüme edilmiş
olabileceğini de düşündürmektedir.
Türk Edebiyatında Hz. Fatıma ile ilgili yazılan eserler daha çok manzum destan
biçimindedir. Bu manzumların çoğunu da Eski Anadolu Türkçesiyle yazılan eserler
oluşturmaktadır. Bu destanlarda Hz. Fatıma’nın doğumu, kısa ve üzüntülerle dolu
yaşamı ve vefatı anlatılmaktadır. Hikâye-i Bibi Fatıma Zehra ise Hz. Fatıma’nın
başından geçen bir olayın yer aldığı, Çağatay Türkçesiyle yazılmış mensur bir eserdir.
Eser, gerek konusu gerekse dil özellikleri bakımından dikkat çekicidir. Bu
nedenle metin üzerinde yapılan dil çalışmaları Türk Dili tarihi çalışmalarına katkıda
bulunacaktır. Ayrıca eserin halk metni olması da Çağatay sahasında yapılacak ağız
çalışmalarında faydalanılacak eserlerden biri olacaktır.

Kaynaklar
DOĞAN, Şaban (2012) “Bir Oğuz Türkçesi Metni “Hikâye-i Fatıma ve Dil
Özellikleri” Akademik Bakış Dergisi, S. 32, Eylül-Ekim, s. 1-19.
AY, Zahide “Şii Teoloji Tesirindeki Orta Asya ve Anadolu Sözlü Geleneklerinde Hz.
Fatıma” www.academia.edu.tr, 257-268
ECKMANN, Janos (2003) Çağatayca El Kitabı, çev. Günay Karaağaç,
Akçağ Yayınları, Ankara.
ÖZTÜRK, Emine (2010) “Hz. Fatıma Kültü”, Toplum Bilimleri Dergisi, Aralık, 4
(8), 127-144.
ARGUNŞAH, Mustafa (2013) Çağatay Türkçesi, Kesit Yayınları, Ankara.
VAMBERY, H. (1867) Cagataische Sprachstudien, Lipzig.
AKAR, Ali (2005). Türk Dili Tarihi. Ötüken Yayınları, İstanbul
CLAUSON, S.Gerard (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century
Turkish. Oxford: Clarendon Press.
ECKMANN, Janos (2003). Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar.
Haz. Osman Fikri Sertkaya, TDK Yayınları, Ankara.
KANAR, Mehmet (2010). Farsça Türkçe Sözlük. Say Yayınları, İstanbul. STEİNGASS,
F. (2005). A Comprehensive Persian-English Dictionary. Çağrı Yayınları İstanbul.

Hikâye-i Hazret-i Bibi Fatıma Zehra

[1b]Bismillāhi’r-raḥmāni’r-raḥįm
Ammā rāviyān-ı aḫbār ve nāḳilān-ı āŝār andaġ rivāyet (2) ḳılıpdurlar kim: Ḥażret-i
payġamber ṣalla’llāhu ʽalayhi va sallamnıŋ (3) zamānlarıda ʽAtabe Ḥişşām Nāṣır Muġįrre
serheng (4) Ebū Cehil ʽalayhi’l-laʽna cuhūdlar hemįşe ĥażret-i (5) ṣall’allāhu ʽalayhi va
sallamnıŋ ḳaṣdıda ʽadāvet ḳılıp düşmenlik (6) ḳılur érdi. Bir kün an-ḥaẓret-i ṣall’allāhu
ʽalayhi va sallam (7) mescid-i mübārekde olturup cemįʽ ṣaḥābelerge farż (8) vācib sünnet

708
5
müsteĥabdın behişt [ü] dūzaḫdın mesʼele [2a] (1) beyān ḳılur érdiler. Ebū Cehil ʽAtabe
Ḥişşām Muġįrre (2) Nāṣır serheng dégen bir munça cuhūdlar birle ötüp (3) barġunça kördiler
ki an-ḥaẓret-i ṣall’allāhu ʽalayhi va sallam aṣḥāb (4) yārenler ki gūyā ki on tört künlük tolun
ay dek (5) olturupdurlar. Ebū Cehil-i bedreg aydı: Ey cuhūdlar! (6) Muḥammed bir mūrçe
érdi. İmdi mār boldı. Bu künlerde (7) ecderhā-yı heft-ser boldı. Yéti iḳlimni on (8) sekkiz
miŋ ʽālemni kāmıġa tertip turdı. Émdi bir cuhūd (9) bar mu barıp Muḥammedge bir munça
6
ézā ḥaḳāret ḳılıp yüregige [2b] (1) bir daġ ķoyup kélsün, men aŋa yéti ʽazįz altun (2) bérey,
dünyādın bį-ġam ḳılay, anı özümge vezįr ḳılay (3) dédi. Ol yérde cuhūdlar tola érdi. Aradın
(4) Şemʽūn dégen aydı kim: Men barıp Muḥammedge andaġ (5) ezā ḳılay ki ölgünçe
unutmasun. Ammā ey Ebū (6) Cehil! Söz ḳılur-sen sözüŋge turmas-sen. (7) Eger sözüŋge
tursaŋ men barıp Muḥammedge andaġ (8) ézā ḥaḳāret ḳılay ki derd aġrıḳıda ölsün (9) dédi.
7
Ebū Cehil sözimge tura-men dép bitidin (10) ant içti. Bilgü nıṣfını ḥāli alġıl (11) dép bir
munça māl bérdi. Şemʽūn mālnı evide [3a] (1) ḳoyup andın mescid-i mübārekge kéldi.
Ḥażret-i payġamberımnıŋ (2) aldılarıda turup bir munça nā-maʽḳūl nā-sezā ayıttı. (3) Ḥażret-i
payġamber yime ṣabr ḳılıp hįç néme démediler, şük (4) turdılar. Ḥażret-i rasūl-ı Ħudā muʽāf
ḳıldılar. Andın (5) mescid-i mübārekniŋ otrasıda oturup bevl ḳılıp çıķıp (6) kétti. Ḥażret-i
Ebā Bekr-i Sıddįḳ, ĥażret-i ʽÖmer ĥażret-i ʽOŝmān (7) ĥażret-i çehār-yār-ı bā-ṣafālar aydılar
ki: Yā rasūlallāh! (8) Bu Şemʽūn cuhūd tola bį-edeblik ḳıldı. Ruḫṣat (9) iltifāt ḳılsalar bu
cuhūdnı çıḳıp öltürsek dédiler. (10) Ḥażret-i payġamber yime aydılar ki: Ey çehār-yārlarım!
Śabr ḳılıŋlar, (11) ṣabr ḳılġuçılarnı Ḫudāy taʽālā dost tutar. Ḫudāy taʽālā [3b] (1) özi tevfįḳ
bérür dép cuhūdnıŋ bu necāsetini
özleri talaġa alıp çıḳıp taşlap ornıġa pāk tofraḳ (3) alıp kirip arıġlap turadurlar. Şemʽūn
cuhūd munı (4) körüp aydı ki: Belā Muḥammedniŋ dįni ber-ĥaḳ bolmasa mundaġ (5) hem
bu iş aġır bolur. Mu rāst payġamber-ı ber-ĥaḳ éken dép (6) mescid-i mübārekke yanıp kirip
aydı ki yā rasūlallāh! (7) Dįnleri ber-ĥaḳ rāst éken dép įmān aytıp müslimān boladur-men (8)

dép ṣadįḳ iḫlāṣ bile müslimān boldı. Munı körüp yana (9) bir munça cuhūdlar hem müslimān
boldı. Andaġ rivāyet ḳılıpdurlar (10) ki: Ebū Cehil siŋirleri birle kélip evige kirip üç (11)

künġaça hįç kişige sözlemey, bisyār perįşān boldı. Ebū Cehilniŋ [4a] (1) ḳızı bar édi. Bį-
nihāyet ṣāḥib-cemāl érdi. (2) Atasınıŋ ġamgįn bolġanını körüp aydı: Ata néme bolduŋuz (3)

dédi. Bu kün üç kéçe kündüz boldı hįç kişige (4) sözlemey siz néme ḫafā

Yazmada dürah5
Yazmada daǾ6
Yazmada belki. “Nişanı olarak, işareti olarak” anlamından hareketle “belgü” okunmuştur. 7
709
8
bolduŋuz dép sordı. Ebū Cehil (5) aydı: Ḳızım bilgil ve āgāh bolġıl Muḥammedniŋ siḥr u
cādusı (6) ḥaddin aştı. Dįni tola ulġaydı. Muḥammedge her ne yamanlıḳ (7) ḳılsam özümge
yanadur. Bu kün üç kün boldı (8) Şemʽūn cuhūdġa yéti ḫazįne altun bérdim. Yana
bir munça māl hem bérdim. Muḥammedke ézā ḥaḳāret ḳıla-men (10) dép müslimān
bolup kirip kétti. Anıŋ arḳasıdın yana (11) bir munça cuhūdlar hem müslimān bolup kirip
9
[4b] (1) maŋa tola daġ üstün daġ boldı dép Ebū Cehil-i (2) laʽįn yıġladı. Ḳızı: Ey ata ḫafā
bolmaŋ. Men (3) hem Muḥammedge bir iş ḳılay tola daġ bolsun, siz (4) ḫafālıķdın çıḳıŋ dédi.
Ebū Cehil aydı: Ey ḳızım (5) ķaydaġ ḳılur-sen? Ḳızı aydı: Ey ata! Śaĥrādaki (6) baġnı obdan
ārāste ḳılıp miḥmāndārlıḳ (7) ḳılmaḳ kerek. Men baġda tört yüz ḳız béş yüz (8) kenįzekler
bile miḥmāndārlıḳ ḳılay. Tamām cuhūdlarnıŋ (9) ḳızları bolsun. Men obdan éginlerni (10)

kéyey yasanıp çıḳay. Cuhūdlarnıŋ ḳızı mu (11) obdan égin kéysün hememiz uluġ bahālıķ
[5a] (1) éginlerni kéyeli başımızġa otaġat ḳısalı ḳulaġımızġa uluġ cevāhirāt munçaḳlarnı
salalı (3) ķıymet bahālıḳ tügmelerni ḳadap sekiz yüz ḳoy éki yüz (4) kéle öltürüp miŋ çārek
körünçi salıp kiŋirü (5) aş ŧayyār ḳılsun. Men barıp Muḥammedniŋ ḳızı
Fāŧıma Zehrānı teklįf ḳılıp kéley. Tegme munçaḳ (7) ékābin ayaġımnı körsetey aytay
ki: Ey Fāŧıma! Bu (8) altun tügme gevher munçaḳ égin ayaġlarımnı (9) sizge bérey.
Atanıŋız Muḥammedniŋ dįnidin yanıŋ (10) meniŋ dįnimġa kiriŋ ékevlen? ber-teveķān
bolalıdur-men. (11) Unursa ḫūb eger unumasa bir ayaḳ aşḳa [5b] (1) zehr ḳoşup bérey.
Fāŧıma ölsün Muḥammedge daġ üstün daġ (2) bolsun. Muḥammed bibi Fāŧımaga bisyār
mihrbān érmiş. Fāŧıma (3) ölse Muḥammed tola durur mātemde ḳalur siz ḫafālıḳdın çıḳar
10
siz dép atasıġa teṣellį ḫāŧįr bérdi. Ebū Cehil aydı : (5) Ey ḳızım! Ḫūb söz ḳıldıŋız. Meni
bu ḫafālıḳdın çıḳarıŋ (6) dép yarlıġ ḳıldı. Bāġnı ḫūb ārāste ḳılıŋlar (7) baġra mihmāndārlıḳ
ḳıla-miz dép sekiz yüz ḳoy (8) tört yüz kéle öltürüp miŋ çārek körünçi (9) salıp aş ḳılıŋlar dép
buyurdı. Faṣl-ı Dāsıtān Éşitmek Kerek (10) Ebū Cehilniŋ ḳızı ʽAtabe Hişşām (11) Nāṣır
Muġįrre serhengniŋ ḳızlarıdın toḳuz [6a] (1) ḳız mescid-i mübārekniŋ éşigige kélip ḥażret-i
payġamberimge (2) selām ḳıldılar. Ḥażret-i ṣall’allāhu ʽalayhi va sallam sordılar ki: (3) Ey
ḳızlar! Ne işḳa kéldiŋizler dép Ebū Cehilniŋ (4) ḳızı aytadur ki: Yā Muḥammed! Miz bu kün
śaĥrādaki baġda (5) tört yüz ḳızlar bile mihmāndārlıḳ ḳılur édük. (6) Siziŋ ḳızıŋız bibi Fāŧıma
Zehrānı teklįf ḳılġalı (7) kéldük dédi. Ḥażret-i payġamber yime aydılar ki: Ḳızım (8)

Fāŧımanıŋ iḫtiyārı bara-men dép barsun dédiler (9) Ebū Cehilniŋ ḳızı aytadur ki: Özüŋiz
çarlap (10) barsaŋız uruġ ḳayaş turur-miz. Bizler Fāŧıma (11) uçun mihmāndārlıḳ

āgāh] āgā8
maŋa tola] iki kez yazılmıştır.9
aydı] érdi10

710
ḳılıp édük. Ṣaḥrāġa bizler (12) bile çıḳıp seyr temāşā ḳılıp köŋli açılsun-dép [6b] (1) teng
kéltürdi. Ḥażret-i payġamberimniŋ köŋülleri yumşaḳ (2) raḥįm-dil érdiler. Hiç kişige
özni ḫˇarlamas (3) érdiler. Ebū Cehilniŋ ḳızıġa aydılar ki: Sizler bu (4) yérde turuŋlar.
Men çarlap kéltürey dép (5) revān boldılar. Ḥażret-i bibi Fāŧıma Zehrānıŋ ḥucralarıġa (6)

kéldiler. Ḥażret-i Fātıma Zehrā ḳopup selām (7) ḳıldılar. Ḥażret-i rasūl-i Ḫuda Fātiḥa
oḳup andın (8) aydılar ki: Ey ḳızım Fāŧımam! Bu kün Ebū Cehil ḳızı (9) toḳuz ḳızlar bile
mescid-i mübārekniŋ éşiginiŋ aldıda (10) ḳaldı. Sizni ṣaḥradaki baġḳa mihmāndārlıḳġa…

711
TÜRKÇE’NİN BAĞDAT LEHÇESİ’NE ETKİSİ
*
Serkut Mustafa DABBAGH
Özet
Dünyadaki diller, insanların kendi aralarında iletişim kurmak için kullandığı bir
yöntemdir. Dil iletişimin birinci yolu kabul edilir ve insanlar onunla diğer yaşayan
canlılardan ayrılır. Dilin kullanılabilir olması kişinin kendini açık bir şekilde ifade
etmesi anlamına gelir ve o milletleri bir araya getiren ortak faktörlerden biridir.
Lehçeler ise dilin ortaya çıkışından sonra belirir; bir ülkede lehçeler farklılık
gösterebilir, bir ülkedeki her bölge farklı bir lehçeyle diğerlerinden ayrılabilir böylece

Dr. Öğr. Üyesi. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Mütercim Tercümanlık
Bölümü, Mütercim Tercümanlık Arapça.

712
bir ülkede tek bir dil varken onlarca lehçe ortaya çıkabilir. Lehçe için kendisiyle dili
konuştuğumuz bir yoldur diyebiliriz. Dünyadaki lehçeler arasında Arap âlemindeki
lehçeler de bulunmaktadır. Arap lehçeleri bir Arap ülkesinden diğerine veya bir
ilden başka bir ile farklılık gösterebilir. Bu farklılıkların asıl sebebi kelimelerin
telaffuz ve harflerin okunuşu yolu ile seçimine ve bir sözcük için farklı anlam
çağrışımlarına dayanır. Bu çalışmada Arap lehçeleri arasında Irak lehçesini ve özel
olarak Bağdat lehçesini ve bu lehçenin Türkçe’ den etkilenmesi konusunu seçtim.
Bağdat lehçesi, bugüne kadar Irak’ta kullanılan meşhur Irak lehçelerinden biridir ve
tüm Iraklılar arasında yaygınlaşmıştır. Bu lehçe Irak’ın orta bölgelerinde; Bağdat
civarındaki Diyala vilayetinde, Tikrit, Samarra ve Anbar vilayetlerinin bazı
bölgelerinde, Babil’de ve Vasıt vilayetinde yayılmıştır. Halkların birbirleriyle
tanışmasının dillerin birbiriyle temasında etkili olduğu bilinmektedir.
Dillerin birbiriyle kaynaşması yaygın bir olgudur, bu Irak lehçesinde de meydana
gelmiştir; Türkçe, Irak lehçesini açık ve bariz bir şekilde etkilemiştir. Bu etkileşimde
en önemli etkenler ticaret, politika, göçler ve diğerleridir. Bağdat lehçesi ikiye
ayrılır: Eski Bağdat lehçesi ve Yeni Bağdat lehçesi. Eski lehçe Türkçe ve Farsça
kelime ve sözlerin, yeni lehçe ise Türkçe, Farsça ve İngilizce kelime ve sözlerin
kullanımıyla temayüz eder.
Türkçe günümüze kadar Bağdat lehçesi üzerinde etkisini göstermiş ve izini açık bir
şekilde bırakmıştır. Bağdat halkı günlük konuşmalarında hâlâ onlarca Türkçe
kelimeyi kullanmaya devam etmektedir. Büyük kız kardeş anlamına gelen ‘’Abla’’,
bey anlamında ‘’Efendi’’, bir tür tatlı olan baklava, kaşık anlamına gelen ‘’Hâşûka’’
ve benzeri kelimeler Bağdat lehçesine girmiş kelimelerdir. Bu çalışmada Bağdat
lehçesine giren Türkçe kelimelerin açıklaması ve incelemesi yapılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Türkçe, Lehçe, Dil, Bağdat, Irak, Arap.

Giriş
İnsan bir diğeriyle bir araya geldiğinden beri birbirini anlama aracına ihtiyaç
duymuştur ve insanların birbiriyle karşılıklı anlaşmalarında ulaştığı en iyi araç ses
dilidir. Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah'ın Ahkaf suresinde (12.ayet) ''Bu, [onu]
doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak, iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap
diliyle indirilmiş bir kitaptır.''buyurduğu gibi dili ''lisan'' kelimesiyle ifade eder. Dil,
insanların istedikleri hedefleri ifade eden anlamları iletmek için sözel veya sembolik
sözcük alışverişinde bulunmalarını sağlayan bir iletişim sistemidir. Dil, gelişerek
kelime dağarcığı ve farklı üsluplar hâline gelir ve diğer diller, insanların birbirleriyle
karışmasıyla uzun zaman zarfında birbirlerinin içine girdiklerinde ses ve anlam
açısından değişir. Türkçe, Arapça ve onun lehçelerini etkileyen en eski dillerden
biridir ve bu nedenle Türkçenin birçok Arapça lehçesine girdiğini ve bu lehçelerin,
eski Türkçe kelimelerden (Osmanlıca ) etkilendiğini görüyoruz. Aynı şekilde
Türkçenin Irak lehçesi ve özellikle Bağdat lehçesi üzerinde açık bir etkisi
görülmektedir. Bunun sebebi Irak ve Türkiye halkları arasında var olan ilişkidir ve
bu ilişki tarih boyunca İslam öncesi dönemden başlayıp günümüze kadar devam
etmektedir. Türkçe, Irak'ta fasih Arapça ile karışması yoluyla doğrudan Bağdat
lehçesinde köklü bir yer edinmiştir. Türkçe’nin Irak lehçesinde önemli bir rolü
olduğunu görüyoruz, Bağdat lehçesine Türkçe’ den uygarlık ve günlük hayata dair
pek çok kelime ve terim girmiştir.

713
1.2. Lehçe Kavramı
1.2.1. Lehçenin Sözlük ve Terim Anlamı
Arapça sözlüklere baktığımızda Vesit adlı sözlükte lehçe kelimesinin sözlük
anlamının ''dil veya taraf ya da konuşmak anlamına geldiğini veya kişinin doğuştan
öğrendiği ve alıştığı di' dendiğini görüyoruz. Ayrıca 'falancanın lehçesi akıcı' ve
'saf lehçeli ' veya o, dilde eda yöntemlerinden biri denir'' (İbrahim en-Neccâr, ez-
Zeyyâd, & Abdulkadir, 1980, s. 841) Lisanu'l-Arab'da Lehçe dilin hareketidir veya
sözün nağmesidir. Şöyle denilir: Falan kişinin lehçesi fasihtir. Lehçe onun alıştığı ve
onunla büyüdüğü dilidir (Mezur, s. 5/4084).
Modern terminolojide lehçe özel bir çevreye ait bir dizi dilsel özelliktir. Bu
özellikler çevrenin bütün üyeleri tarafından paylaşılmaktadır. O da, o çevrelerin
üyelerinin birbiriyle iletişimini kolaylaştıran dilsel olguları paylaşan birkaç lehçeyi
içeren, daha geniş daha kapsayıcı bir çevrenin bir parçasıdır (el-Câsimi, 2007 /
Say.104, s. 184) . Ya da o, tek bir dile ait çevrelerden özel bir çevrede bulunan dilsel
kullanımda belirli bir yoldur veya ana dilin bir kolu veya ayrılmış bir yönüdür (Hilal,
1993, s. 33). Lehçelerin tek bir dilden kaynaklandığını, zamanla değişikliğe
uğradığını, savaş, göç gibi birçok faktörden etkilendiğini söyleyebiliriz, o, dil
çevresinden daha küçük bir çevredir.

2. Türkçe
Türkçenin kökeni asırlar öncesinden Sibirya’nın kuzeyinde yer alan Altay sıra
dağlarına gider. Göçebelerin dolaşmaları sonucu oradan Küçük Asya, Türkmenistan,
Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan gibi birçok bölgeye yayılır. Türk dilleri grubu
yaklaşık 30 dilden oluşur. İlk Türkçe yazılar miladi sekizinci yüzyıla kadar
uzanmaktadır. Türkçe Ural-Altay dil grubuna bağlıdır, o, dilsel köklerdeki yakınlıktan
daha çok dilsel yapıdaki yakınlık ve birliğin bir araya getirdiği diller grubudur. Türkçe
eklemeli veya bitişken dillerdendir, Arapça gibi çekimli dillerden biri değildir yani yeni
anlamlar türetmek için kelime köküne birçok ek ve hece eklenir, kelimenin kökü
değişmez (Saban, 2005, s. 46). Osmanlı İmparatorluğunun doğumuyla birlikte hüküm
sürdüğü dönemde (1299–1922) Türkçe resmi dil olarak kabul edilmiştir. Osmanlı
Türkçesi olarak adlandırılan bu dil, Arapça harflerle yazılan ve Türkçe, Arapça ve
Farsça olmak üzere üç dilin karışımıdır. Oğuz dil ailesinin bir parçası sayılır.
Osmanlıcayı konuşanlar kentli ve okumuş tabaka idi, fakirler ve kırsaldakilere gelince,
onların büyük bir kısmı için bu dil alışılmış değildi. Bilakis kaba Türkçe olarak bilinen
bir dili konuşuyorlardı. O dil Osmanlıcadan daha saftır ve bugün Anadolu Türkçesi’nin
temelini oluşturmaktadır. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1932 yılında dil hakkında araştırmalar yapmak,
onu ıslah etmek, Arapça ve Farsça asıllı kelimeleri, elden geldiğince onları karşılayan
Türkçe kelimelerle değiştirerek dili yeniden oluşturmak gayesiyle Türk Dil Kurumu'nun
kuruluşunu ilan etti. Kurum, hükümetin gazetelere yabancı terimleri kullanmasını
yasaklamasından ve onları Kurumun onayladığı Türkçe terimlerle değiştirmekle zorunlu
kılmasından sonra Türkçe asıllı birkaç yüz kelimeyi geri kazandırmayı başarmıştır
(Muaz, 2017).

Bağdat Lehçesi
Bağdat Lehçesi: Irak'ta Bağdat kenti sakinlerinin lehçelerinden biridir ve Irak'ta
günümüzde kullanılmaktadır. Aynı zamanda o, farklı Irak lehçelerinin bir araya geldiği
ortak lehçedir, tüm Iraklılar arasında bilinen, yaygın bir lehçedir. Irak’ın merkezinde;
Diyala, Tikrit, Samarra, Enbar illerinin bazı bölgeleri gibi, Bağdat'a

714
komşu bölgelerde, Babil ve Vâsıt'ta yayılmıştır (Matar, 2009, s. 10).Bağdat lehçesi
Irak dışında Irak lehçesi olarak bilinmektedir.
Bağdat lehçesinin iki kısma ayrıldığını söyleyebiliriz; eski Bağdat lehçesi ve
yeni Bağdat lehçesi.
Klasik (Eski) Bağdat lehçesi: Türkçe ve Farsça kelime ve sözcük dağarcığını
kullanması sebebiyle Kuzey Mezopotamya lehçeleri grubuna girer. Eski Bağdat
lehçesi o vakit büyük bir imparatorluk başkentinin lehçesi olduğundan dolayı
üstünlük ve inceliğiyle ayırt edilir. Abbasi devrindeki Bağdat lehçesinin günümüz
Musul lehçesiyle çok yakın olduğuna inanılır. (O vakit) r harfi gayn olarak, kaf harfi
ise olduğu gibi okunuyordu. Ancak medeniyetin sona ermesi, kırsal ve çöl halkının
çoğunun Bağdat'a göç edip yerleşmesi lehçenin eski özelliklerini kaybetmesine
neden oldu. Lehçeyi konuşmaya devam eden yalnızca iki topluluk vardır onlar
Hristiyan ve Yahudilerdir, çünkü onlar yeni göçmenlerle evlenip onlara
karışmamışlardır (Matar, 2009, s. 10).
Modern (Asrî) Bağdat lehçesi: 20’nci yy. Da Bağdat'ta sadelik, konuşmada
yavaşlık ve açıklıkla ayırt edilen, bedevi fasih diline daha yakın yeni bir lehçe
teşekkül etti. Bu lehçede de Türkçe, Farsça ve İngilizce kelimeler etkili olmuştur.
Bazı örnekler vermek gerekirse, Irak lehçesi kelime ve sözcük dağarcığı
açısından çeşitlilik arz etmektedir. Bu lehçeler bir ilden diğer ile değişiklik
gösterebilir. Irak lehçesi kendisini diğer Arap lehçelerinden ayırt eden özellikleriyle
temayüz eder. Bunun sebebi de zamanla birlikte diğer dillerle karışması ile fazlaca
onlardan etkilenmesidir. Irak lehçesine fasih Arapçada bulunmayan harfler girmiş ve
tarih boyunca Moğolca, Türkçe ve Farsçadan sözcükler karışmıştır. Irak lehçesini
yerleşim bölgelerine göre üç kısma ayırabiliriz; Bağdat lehçesi veya orta lehçe ki bu
araştırmamızda ele aldığımız lehçedir. İkincisi Musul lehçesi veya Muslaviyye
lehçesidir, bu lehçe Musul ili ve Erbil, Kerkük, Tikrit, Anbar gibi vilayetlerin bazı
kısımlarından ona komşu bölgelerde yayılmıştır. Üçüncüsü Basra veya Güney
lehçesidir; bu lehçe Meysan, Basra, Zî kâr, Kadisiye, Kerbela, Necef ve Babil gibi
güney vilayetlerde yaygındır (Matar, 2009, s. 11).

3.1.Bağdat’taki Lehçeler
Bağdat lehçesi, yerleşim bölgelerine göre çeşitlilik arz etmektedir ve biz
Bağdat lehçesini aşağıdaki gibi kısımlara ayırabiliriz:
Rusafe lehçesi: Doğu Bağdat olarak adlandırılırdı. Rusafe, Bab Muazzam ve Bab
Şerci bölgeleri arasında bulunmaktadır. Eski Kerh lehçesi Rusafe lehçesinin bir
parçasıdır ve o Kerade Meryem, Salihiyye ve Cuayfer’in lehçesidir. Azamiyye
lehçesi ise Dicle nehrinin güney doğusunda Bağdat kentinin merkezinin kuzeyine
düşen Azamiyye halkının lehçesidir. Kurey’ât lehçesi Diyala ili halkının lehçesine
yakındır. Zira Kurey’ât halkının soyu Diyala’dandır. Şerukiyye lehçesi güney
Irak’tan gelen ve Bağdat’ın mahallelerine dağılmayan, topluca bazı mahallelerde
oturan Bağdat halkının lehçesidir. Onların bölgeleri Sevre, Şule ve Kisre’dir ve çoğu
Bağdat lehçesiyle konuşurlar (El-KîsÎ, 2013, s. 13,24).

4.Bağdat Lehçesinin Türk lehçesinden Etkilenmesinde Etkili Olan Nedenler


Dünyada kendi içine yabancı kelime girmemiş bir dil yoktur, dillerin tarih boyunca
birbirini etkilemesi ve birbirinden etkilenmesi olgusu doğal bir olaydır. Dillerin
birbiriyle etkileşiminin pek çok ve çeşitli sebepleri vardır ve bunların en önemlisi
halkların birbirine yakınlığı, birbiriyle alışverişi, ticaret, yolculuk, din, kültür,
ilim, karşılıklı evlilik, savaşlar ve diğer etkenler sebebiyle birbiriyle temasıdır.
Bunun anlamı halkların birbiriyle temas etmesinin diliyle de temas etmesine yol

715
açmasıdır, birinin özellikleri diğeri üzerinde belirir (Hilal, 1993, s. 47). Öyleyse
Arapçanın özellikle Arap lehçelerinin diğer dünya dilleri gibi diğer dillerden
etkilenmesi şaşılacak bir şey değildir. Türkçe ile Arapça arasında yapı ve ses
benzerliği olan çok sayıda kelime mevcuttur (CAN & ALY, 2018). Arapça lehçeler
arasındaki Irak lehçesi– burada Bağdat lehçesini kast ediyoruz- insanlık tarihi
boyunca diğer dillerden fazlaca etkilenmiştir. Irak lehçesi daha önce açıkladığımız
gibi Türkçe’ den çok etkilenmiştir. Türkçe'nin Bağdat lehçesini etkilemesine
yardımcı olan en önemli etkenler şunlardır:

4.1.Politik Etken
Irak 1534–1918 yılları arasında yaklaşık dört asır boyunca Osmanlı siyasal
sistemine tabi olmuştur. Türklerin varlığı bu dönem boyunca Bağdat halkının hayatını
başta siyasi yönden olmak üzere tüm yönleriyle etkilemiştir. Bu dönemde devlet
görevlilerinin çoğunun Türkçeyi kullanmak ve konuşmakla övündüklerini görüyoruz.
Yine devlet yöneticilerinin birçoğu Türkçe konuşuyordu. Devlet daireleri
arasında resmi yazışmalar Osmanlı Türkçesi yle yapılıyordu. Türkçe bazı olgularını
Bağdatlıların diline aktarmakla (o dilde) izlerini bırakmıştır. Arapça tarih kitaplarının
sayfalarını çevirdiğimizde Türkçe'nin Arapçayı özellikle Arap lehçelerini çok
etkilediğini görüyoruz. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu'nun dünyadaki en eski
milletlerden olduğunu biliyoruz yine onlar Arap halklarıyla en çok kaynaşanlardır.
4.2.Sosyal ve Ekonomik Etken
Sosyal ve ekonomik etken halk grupları arasındaki evlilik ve soy bağlarına
dayanır. (İnsanlar) ticaret yapmak, çeşitli alanlarda faydalı olanın karşılıklı değişimi
için bir araya gelirler, böylece aralarında tüm yönleriyle sosyal ilişkiler ortaya çıkar.
Bu da onların karışıp kaynaşmasına ve aralarında kuvvetli bir iletişime yol açar. Bu
nedenle onun etkisi dillerin birbirine yakınlaşması ve lehçeye özgü özelliklerin
özünü alan ortak bir dilin ortaya çıkışında görülür (Hilal, 1993, s. 76). Bu durumu
Irak halkında özellikle de Bağdat halkında görüyoruz; onlar Türk halkıyla evlilik,
din birliği, Bağdat’tan İstanbul’a ve tersine yolculuklar gibi sosyal yakınlaşma
vasıtalarıyla çok kaynaştılar. İki ülkenin komşuluğu sebebiyle ticaretin Bağdat
lehçesi üzerinde etkisi büyük olmuştur.

4.3.Eğitim ve Edebî Etken


Edebiyat ve eğitim dilsel etkileşim ve etkinin önemli vasıtalarından biridir.
Edebiyat, hikâye anlatan edebiyatçılar ve şairler halktan biri olduğu için halkın dili
sayılır. Bu nedenle tarih boyunca Irak edebiyatının Türk Edebiyatı'ndan roman ve
hikâye tercümeleri kanalıyla açık bir şekilde etkilendiğini görüyoruz. Bu etkilenişi
açık bir şekilde Iraklı şairlerde, özellikle de Zehavi, Rusafi ve Cevahiri gibi Bağdat
halkına mensup şairlerde görüyoruz. Onların kasidelerinde Osmanlıca Türkçesi'nden
kelimeler ve terimler görüyoruz. Bağdat lehçesinin Türkçeden etkilenişinde Eğitim
etkeni ise Osmanlı yönetimi sebebiyledir. Eğitimle çok ilgilendiler ve mühendislik,
tıp, edebiyat ve tercüme gibi tüm ilim dallarında etkin bir rol üstlendiler, şehirler
kurdular, okullar ve benzeri kurumlar inşa ettiler. Bağdat’taki okullarda Arapça
öğretiminin yanı sıra Osmanlıca da öğretiliyordu.

5.Türkçe Kelime ve Terimlerin Bağdat Lehçesi Üzerindeki Etkisi


Kelime ve terimlerin dilbilimsel etkisi ve etkilenişi ile ilgili bilimsel çalışmalar
dilbilim alanındaki önemli çalışmalardan sayılmaktadır .Herhangi bir lehçeye giren
yabancı kelimeler yeni çevrede bazen biçim ve anlam yönünden değişiklik geçirir.
Türkçe sözcükler Bağdat lehçesine ya dilbilimde 'el-mu'arrebe veya el-mu'raba' olarak

716
adlandırdıkları yolla girer ki bu, dile giren kelimelerdeki harflerin sayısının azalması,
kelimelere harf ilave edilmesi veya harflerin başka harflerle yer değiştirmesi yoluyla
1
biçimsel değişiklik geçirmesidir Mu'rab Arapça sözlüklerde: ‘ ’Arapların A’cemî sözcüğü
telaffuzuyla Arapçaya aktarmaları ve Arapçaya uygun hâlde yeniden inşa veya olduğu gibi
muhafaza etmeleridir’’ olarak tarif edilmiştir (ÖMER, 2008). İbn Manzur onu ''A’cemî
2
ismin taribi : Arapların onu usulüne uygun telaffuz etmesidir. Nitekim sen, Araplar onu
Arapçalaştırdı yani Arapçalaştı'' dersin diyerek tarif etmiştir ( İbn Manzur, ts). Ya da
(kelime) ed-dehîle yoluyla (dile girer). Dehîle el-Vesît isimli sözlükte Arapların diline
sokulan ve ona ait olmayan her kelime olarak tarif edilmiştir (İbrahim en-Neccâr, ez-
Zeyyâd, & Abdulkadir, 1980, s. 305). Yine dehîl Arapçaya diğer dillerden giren, biçim ve
yapısını olduğu gibi koruyan kelimelerdir , denilmiştir ( ez-Zubeydî, 2004, s. 313).İşaret
ettiğimiz bu iki yöntem üzerinden Bağdat lehçesine giren ve etki eden Türkçe kelimelerin
telaffuz, anlam ve biçim açısından değişiklik geçirdiğini söyleyebiliriz. Burada çağdaş Irak
lehçesine giren Türkçe sözcükleri biraz açıklamayla birlikte alfabetik sıraya göre
:sunuyoruz

Bağdat Lehçesi Telaffuz Türkçe Fasih Arapça Telaffuz


‫ﺁچغ‬ Açığ Açık ‫واﺿح‬ Vadih
‫ﺁبلﻪ‬ Abla Abla ‫الﺶﻘيﻘة‬ ‫ْك‬ Aş-şakikatü
َ
‫أدب سز‬ Edebsiz Edepsiz ‫غير كمﻄيﻊ‬ Gayr Mutî
‫أجزاچي‬- ‫أجزا خانﻪ‬ Eczahâne- Eczaçi Eczane - Eczaçi ‫صيدلية‬ saydaliyyetu
‫أزغرﻩ‬ Izğara Izgara ‫ﺷ َّواء‬ Şeva
‫ﺁسﻘي‬ Aski Askı ‫ﻋ َّْاﻝﻗة‬ Allakatun
‫أسﻜي‬ Eski Eski ‫َْ ﻗديم‬ Kadim
‫ﺁﺷچي‬ Aşçı Aşçı َْ ‫طﺒ‬
‫ّاخ‬ Tabbah
‫أغاتي‬ Ağati Ağa ‫سيدي‬ Seyyidî
‫أﻓندي‬ Efendi Efendi ‫يد‬ ّ ‫ال َس‬ Es-seyyid
‫أالي لي‬ Aleyli Alaylı ‫ﺿابط ﻋكﺼامي‬ Zabıt Usamî
‫ألچاﻍ‬ Alçağ Alçak ‫ْك منَْخَﻔض‬ Munhafîz
‫أمزگ‬ Emzig Emzik ‫صة‬َ ‫َْ مﺼَا‬ Massasatün
‫أوتي= أوتجي‬ Uti-Utiçi Ütü- Ütücü ‫ ﻛواء‬-‫مﻜواة‬ Mekvatün-Kavvâ
‫أوجاﻍ‬ Ocağ Ocak َْ‫موﻗد‬ Maukîd
‫أوچي‬ Avçi Avcı ‫صيَّْاد‬ Sayyad
‫اودﻩ‬ Uda Oda ‫غرﻓة‬ ‫ك‬ Ğurfatü
‫أولچي‬- ‫أولچو‬ Ulçu- Ulçî Ölçü ‫ﻗَياس‬ Kıyas
‫أويا‬ Uya Oya ‫ﺷﺭيط كمﻄَﺭز‬ َْ Şerit Mutarraz
‫أيجﻪ‬ İyce Ece ‫ﻛﺒيرة‬ Kebiratü
‫أيﺭي‬ Ayrî Ayrı ‫ﺁخر‬ Ahîr
‫بويا‬ Buya Boya َ‫طاﻝء‬َْ Talâu
‫بوﺭو‬ Burû Boru ‫انﺒوب‬ Enbub
‫ پاچچی‬-‫پاچة‬ Paça-Paçaci Kelle Paça ‫ الحاتي‬- ‫ﺭواس‬ Ravas – el-hatî
‫باجي‬ Bacî Bacı ‫ْك‬ Uht
‫أخت‬
‫بادم‬ Badem Badem َْ‫لوز‬ Luze
‫باﺭود خانﻪ‬ Baruthane Baruthane ‫مخزَ َْن‬ Mâhzan
‫ْكباﺵ كبزﻍ‬ Başbûzuğ Başıbozuk ‫غير منتظم‬ Gayır Muntazam
‫ﻛاتﺐ‬ ‫باﺵ‬ Baş Kâtib Başkâtip ‫اﻝﻜتاب‬ ‫ﻛﺒير‬ّْ Kebir el-kuttab
‫پاصﻄﺭمة‬ ‫لحم الكمﻘَدد‬
َْ
Pâstırma Pastırma

Lahmu’l mugadded
‫پيﺲ‬ Pis Pis ‫وس َخ‬ Vasîh
‫بچم= بچم سز‬ Biçim-Biçimsiz Biçim- Biçimsiz ‫ بﺶﻊ‬-‫الﺶﻜﻝ‬ El-şekil- Beşî
‫بخشيﺶ‬ Bağşiş Bahşiş ‫ﻋﻄاء‬ Atâun
‫پرجة‬ Parça Parça ‫كجزء‬ Cüz’un
‫پرداﻍ‬ Pardağ Bardak ‫ﻛوب‬ Kub’un
َْ ‫ْك‬
‫برزان‬ Burazan Borazan ‫بوق‬ َْ ‫ْك‬ Bug’un
‫بازﻩ‬ Baze Paze kumaş ‫ﻗماﺵ خملي‬ Kumaş hamlîyun

Arapça olmayan1
Arapçalaştırılması2
717
‫ْك برغي‬ Burğî Burgu çivi ‫مسماﺭ ملوﻝﺐ‬ Mismar mulevleb
‫پرنج‬ Pirinc Pirinç ‫ْكّْ ﺭز‬ Ruz
‫برنجي‬ Birinci Birinci ‫األوﻝ‬ Elevvel
‫ْك پﺼﻄاﻝ‬ Pustal Postal ‫حذاء ﻋسﻜﺭي‬ Hizau askeriyyun
‫بﻘالوة‬ Baklava Baklava ‫حلوى‬ Halva
‫باﻝﺵ‬ Bilaş Beleş ‫مجّّْاني‬ َْ Meccânii
‫بلﻄچي‬ Baltaçi Baltacı ‫ْك محتاﻝ‬ Muhtal
‫بلﻜي‬ Belki Belki ‫ﺭبما‬ Rubbema
‫پنجرة‬ Pncere Pencere ‫ناﻓذة‬ Nafizetun
‫بوجة‬ Buca Baca َْ‫مدخَنة‬ Medhantun
‫بوﺭگ‬ Bureg Börek ‫ﻓﻄيرة‬ Fatiyra
‫پوسﻄة= پوسﻄچي‬ Pusta- Pustaçi Posta- Postacı ‫بريد – ساﻋﻰ اﻝﺒﺭيد‬ Berid- Saî el-berid
‫بوﺵ‬ Buş Boş ‫ﻓاﺭﻍ‬ Fariğun
‫پوﻝ‬ Pul Pul ‫طابﻊ بريد‬ Tabîu’l berid
‫بوين باﻍ‬ Buyinbağ Boyun bağ ‫ﻗالَدة‬ Killadatun
‫بويمة‬ Buyama Boyama ‫تلوين‬ Telvin
‫پيچﻪ‬ Piça Peçe ‫حجاب‬ Hicab
‫تﺒسي‬ Tepsi Tepsi ‫ينيَة‬ ‫ْك‬ siniyyetûn
ْ ‫ص‬
‫تپﻪ‬ Tepe Tepe ‫تﻝ‬ Telun
‫تﺭللي‬
َْ َْ Terelalli Terelelli ‫دائخ‬ Daihun
‫تتن‬ Titin Tütün ‫تﺒﻍ‬ Tabğun
‫تﺭليك‬ Tirlik Terlik ‫خف نسائي‬ ّ ‫ْك‬ Huffî nisaiyyu
‫تزگاﻩ‬ Tizgah Tezgâh ‫منﻀدة ﻋمل‬ Minzadatün amal
‫توﺭنچي‬ Turnaçî Tornacı ‫خراط‬ Harrat
‫تيل‬ Til Tel ‫أسْالك‬ َْ Eslâk
‫چاﻝﺶ‬ Çalış Çalış ‫اﻋمل‬ I’mel
‫چالغي‬
‫ جام‬-‫جامچي‬ Çalği Çalgı ‫موسيﻘيةا كج‬ ‫اﺁلت‬
‫ الز َج‬- ‫زجاج‬ Al’ât musikıyyatü
َْ ‫ْك‬
Çamci- Cam Cam- Camcı

Zacac –el-züccacu
‫چام‬ Çam Çam ‫خﺶﺐ صنوبر‬ Haşab sunober
‫جا كمرلوﻍ‬ Çamurluğ Çamurluk ‫مﺼدّ الوحل‬ Mısaddu el-Vahal
‫جان سز‬ Cansız Cansız ‫ﺿﻌيف اﻝﺒنية‬ Zaiful el-bunya
‫چخمق‬ Çağmak Çakmak ‫واﻝﻋة‬ Vellâatun
‫جربزﻩ‬ Cerbaze Cerbeze - Gevzek َْ‫ثرثاﺭ‬ Sarsarun
‫چرچف‬ Çerçif Çerçeve ‫ﻍﻄاء‬ Ğıta
‫چلك‬ Çılık Çelik ‫حديد‬ Hadid
‫َْ ﻓاس‬
‫جروك‬ Curuk Çürük ‫د‬ Fasid
‫چﻄﻝ‬ Çatâl Çatal ‫ﺷوﻛة‬ Şevketun
‫چﻘمﻘچی‬ Çakmakcî Çakmakçı ‫مﺼلح اسلحة‬ Musallîh esliha
‫چﻜمچة‬ Çekmece Çekmece ‫د كﺭج‬ Darcun
‫چتﻪ‬ Çete Çete ‫ ﻗاطﻊ طريق‬-‫ﻋاطل‬ Atılun Ka’tîu’l-tarik
‫چنﻄة‬ Çanta Çanta ‫حﻘيﺒة‬ Hakibatun
‫چوﻝ‬ Çul Çöl ‫صحراء‬ Sahra
‫حيا سز‬ Hayâsiz Hayâsız ‫وﻗح‬ Vagahun
‫خاتون‬ Hatun Hatun ‫سيدة‬ Seyyidetun
‫خاﺷوﻛﻪ‬ Haşuka Kaşık ‫ملﻌﻘة‬ َْ Milakatun
‫خرطوﺷﻪ‬ Hartuşa Kartuş ‫حشوة سالح‬ Haşvetu’l silah
‫خزمچي‬ Hizmeci Hizmetçi ‫خادم‬ Hadim
‫داطلي‬ Datli Tatlı ‫حلو‬ Hîlva
‫دالغچي‬ Dalğaçi Dalgın ‫متأمل‬ Muteammil
‫دامرچي‬ Damirçi Demirci ‫حداد‬ Hadad
‫ديﺷلمﻪ‬ Dişleme Dişleme ‫ﻋﻀة‬ Azzatun
‫دﺷلي‬ Dişli Dişli ‫مﺲن‬ َ َْ ‫ْكن‬ Mûsennin
‫د كگرمان‬ Dugurman Değirmen ‫مﻄحنة‬ Mathanatun
‫دﻝنجي‬ Dilenci Dilenci َْ ‫ْك متسووﻝ‬ Mûtesevvîl
ّْ
‫دلي‬ Delî Deli ‫مجنون‬ Mecnun
‫دوﺷمچي‬ Doşemaçi Döşemeci ‫المنَ ّجدك‬ El-muneccidu
‫دوغري‬ Duğri Doğru ‫حق‬ Hakkun
َ‫خََْ زان‬
‫دوالﺐ‬ Dolab Dolap ‫ة‬ Hazanetun
‫دولمة‬ Dolma Dolma ‫محشو‬ Mahşu
‫دوندﺭمة‬ Dundurma Dondurma ‫مثلج‬ Muselleç
َْ ‫ْك‬
‫ﺭاچيتة‬ Raçite Reçete ‫وصَْ ﻔة اﻝﻄﺒيﺐ‬
ْ َْ Vasfatu et-tebibi
‫ﺭاس گلﻪ‬ Rasgile Rastgele ّْ‫ﻋﺷوائي‬ َْ Aşvaîy
‫ْك‬
‫زگرتي‬ Zugu rtî Züğürt ‫ﻋَازب‬ Azibun
‫زنگين‬ Zengin Zengin ‫ﻍني‬ Ganiy
718
‫سختچي‬ sahğteçi Sahtekâr ‫غير أمين‬ Gayiru emin
‫سﺭدوج‬ Serduç Sağdıç ‫ﺷاﻩد اﻝﻌﺭيﺲ‬ Şahid el-aris
‫سﺭسﺭي‬ Serseri Serseri ‫ﻓاسق‬ Fasîk
‫سﺭگي‬ Sargi Sürgü ‫ﻗﻔﻝ الشريحئ‬ Kıflû eş-şerihî
‫سﺭة‬ Sıra Sıra ‫َْ تْﺭتيﺐ‬ Tertib
‫سﻔﺭبر سﻔﺭبرليك‬ Seferberlik- Sefeber Seferber –Seferberlik ‫ نﻔير ﻋام‬-‫نﻔير‬ Nefir- Nefir ami
‫سﻔﺭ طاسي‬ Sefertas Sefertası ‫أواني الﺲﻔﺭ‬ Avani es-serer
‫سلي بوية‬ Sili boya Sulu Boya ‫مائي‬ َ َْ
‫طاﻝء‬ Talâ maî
‫سنجق‬ Sancak Sancak ‫حامل الراية‬ Hamilu er-rayetu
‫ْك مزا‬
‫ﺷﻘا= ﺷﻘاجي‬ Şaka- Şakaci Şaka ‫ح‬ Muzahun
‫ﺷﻜﺭلمة‬ Şekerlama Şekerleme ْْ
‫حلويات‬ Haleviyyatun
َْ َْ
‫ﺷيﺶ‬ Şiş Şiş ‫َحديد‬ Hadid
‫ﺷﺭنﻘة‬ Şirangâ Şırınga ‫إبَْْرة‬ İbretun
‫صاج‬ Sac Sac ‫الواح الحديد‬ El-vahu’l-hadide
‫صاﻍ‬ Sağ Sağ ‫َْ يمين‬ Yemin
‫صچم‬ Saçma Saçma ‫سَخيف‬ Sehif
‫صغلم‬ Sâğlam Sağlam ‫ﻗوي‬ Kaviyyun
‫صوبة‬ Suba Soba َْ‫موﻗد‬ Mevkidun
‫طابو‬ Tabu Tapu ‫تسجيل اأﻝﺭاﺿي‬ Tescilu’l-arazî
‫طوبة‬ Toba Top ‫اﻝَْﻜ ككﺭة‬ El-kurata
‫ﻋاﺭسز‬ Arsız Arsız َْ ‫صﻔيق‬ Safik
‫ﻋنتيﻜة‬ Antika Antika ‫اثر ﻗديم‬ Eser kadim
‫ﻋنچوك‬ Ancuk Ancak ‫ﻝﻜن‬ Lakin
‫ﻓستان‬ Fustan Fistan ‫الثو كب‬ Es-savbu
‫ﻗابيچي‬
‫ﻗاﺭﺵ واﺭﺵ‬ Kabiçi
Karış varş
KapıcıKarşı Varış
‫كمتن َّوع َْ بَواب‬:‫ْك مختلط‬ Bevvabun
َْ َْ Muhtalit- Mutanvvû
‫ﻗازوﻍ‬ Kazuğ Kazık ‫ﻋامود‬ Amudun
‫ﻗاصة‬ Kasa Kasa ‫خَزنة‬ Haznatun
‫ﻗاوﺭمة‬ Kaurma Kavurma ّ َْ ‫لحم مﻘلي‬ Lahm Makli
‫ﻗاووﺵ‬ Kavuş koğuş ‫الر ْْدهَة‬ َ Er-redhatun
‫ﻗپغ‬ Kapağ Kapak ‫ﻍﻄاء‬ Ğitaı
‫ﻗپلمة‬ Kaplama Kaplama ‫تﻍﻄية‬ Tağtiyetiye
‫ﻗچغ‬ Kaçağ Kaçak ‫تسْك َْﺭب‬ َ Teserrîb
‫ﻗﺭباچ‬ Karbaç Kırbaç ‫ْك‬ ‫الﺲ ْْوط‬ Es-sut
َ
‫ﻗزان‬ Kazan Kazan ‫مرجل‬ Mercelun
‫ْك ﻗّزﺭ كﻗط‬ kuzarkot Kızıl Kurt ‫اسﻜت‬ İskît
‫ﻗزمة‬ Kazma Kazma َْْْ ‫المﻌوﻝك‬ El-mî’valu
‫ﻗﺼناﻍ‬ Kâsnağ Kasnak ‫بﻜﺭة‬ Bakretun
‫ﻗالﺒالغ‬ Kalabalığ Kalabalık ‫مزدحم‬ Muzdehim
‫ﻗمچي‬ Kamçi Kamçı ‫سوط‬ Sutun
‫ﻗنﺒوﺭة‬ Kanbura Kambur ‫ْك محدَب‬ Muhdeb
‫ﻗنجة‬ Kanca Kanca َ ‫ْك‬
‫اﻝﻜالﺐك‬ el-kullabu
‫ﻗندﺭﻩ‬ Kondara Kundura ‫حذاء‬ Hizâun
‫ﻗوزي‬ Kuzi Kuzu ‫خروف‬ Harufun
‫ﻗوتيﻪ‬ Kutiya Kutu ‫صندوق‬ Sandukun
‫گمرگ‬‫ك‬ Gumrug Gümrük ‫الجماﺭك‬ el- cemarîk
‫گوﺭممﺶ‬ Gormamiş Görmemiş ‫متﻜﺒﺭ‬ Mutekebbir
‫ﻛومرلي‬ Kumurli Kömürlük ‫مخزن الحﻄﺐ‬ Mahzen el- hatab
‫ﻛويلي‬ Kuyili Köylü ‫ﻓالح‬ Fellah
‫ﻝنﻜي دنيا‬ Linki dunya Yeni Dünya ‫ﻓاﻛﻬة‬ Fakihetun
‫لوﻗنﻄة‬ Lokanta Lokanta ‫مﻄﻌم‬ Mat’am
‫نوبچي‬ Nubaçi Nöbetçi ‫الخﻔاﺭة‬ el-hafaratu
‫ﻩﺐ بياض‬ Hap bayaz Hep beyaz ‫دائما أبيض‬ Daimen ebyez
‫ياخة‬ Yaha Yaka َْ ‫ط‬
‫وق‬ ْ Tavkun
‫يازوﻍ ﻋليك‬ Yazuğ aleyke Yazık Sana ‫ﺷﻔﻘة ﻋليك‬ Şefakatun aleyke
‫ياﻍ دان‬ Yağdan Yağdan ‫ال كمزيتﻪ‬ El-muzeyyete
‫ياﻍنﺶ‬ Yağniş Yanlış ‫خﻄأ‬ Hataun
‫يدك‬ Yedak Yedek ‫بديﻝ‬ Bedilun
‫يزمة‬ Yazma Yazma ‫الوﺷَا كح‬ el-vişahu
‫يﺼﻍ‬ Yasağ Yasak َْ‫ممنوع‬ ’Memnu
‫يﻄاﻍ‬ Yatağ Yatak ‫السريﺭ‬ es-seriru
‫يواﺵ‬ Yavaş Yavaş ‫َْ بﻄيء‬ Batîun

719
6.Araştırmanın En Önemli Sonuçları
Türk dili, Arap dilini ve onun lehçelerini etkileyen ve ondan etkilenen en eski
dillerden biridir ve Irak lehçesi üzerindeki etkisi büyük ve açıktır.
Bağdat lehçesi Türkçe sözcüklerden etkilenmiştir. Bu durumun birçok sebebi vardır.
En önemlileri; coğrafi yakınlık, Bağdat halkıyla Türkler arasındaki iletişim,
savaşlar, ticaret ve iki ülke halkı arasında evlilik bağı kurulmasıdır.
Türk dili, bilim adamları, entelektüelleri ve yazarlarının bilimsel ve edebî eserleri
nedeniyle, İslam medeniyetinin ana kaynakları arasında sayılabilir.
Irak lehçesi, özellikle de Bağdat lehçesi Türkçeden (g-p-ç) gibi özel harfler almıştır:
Gümrük, Pencere, Çöl.
Arapça ve Türkçe arasındaki kesişim ve karşılıklı değişim tarihin derinliği gibi derindir,
iki dil arasındaki karşılıklı etkileşim günümüze kadar devam etmektedir ve bu
komşuluk devam ettiği müddetçe kesilmeyecek ve yok olmayacaktır.
Lehçeye giren kelimeler ana dildeki gibi kullanılmaz, yeni çevrede biçimsel ve
anlamsal açıdan değişikliğe uğrar.
Irak lehçesine giren Türkçe kelimeler sınırlı bir zaman aralığında girmemiş bilakis
zamanla birlikte girmeye devam etmiştir.
Modern çağdan önce Bağdat lehçesinin Türkçeden etkilenişi diğer dillere nazaran
daha çok olmuştur, çünkü Türkçe büyük bir medeniyetin dilidir ve Arapça ve
Irak lehçesiyle temasa geçmiş en eski dillerden biridir. Osmanlı medeniyeti
yükselişteyken ve Bağdat siyasi açıdan Osmanlıya bağlıyken Irak lehçesi
Türkçeden daha çok etkilenmiştir. Ancak modern çağda İngiliz medeniyeti
yükselişe geçtiği zaman Irak lehçesine Türkçeden daha çok İngilizce kelimeler
girmiştir, çünkü medeniyetler yükselişe geçtikçe diller arasındaki etkileşimin
oranı da artar.

Kaynaklar
CAN, A. H., & ALY, E. (2018). Türkçe ve Mısır Lehçesi Üzerine. A. O. Tahir BALCI içinde,
Schriften zur Sprache und Literatur (s. 195-203). London: IJOPEC PUBLLCATION.

el-Câsimi, A. A. (2007 / Say.104). el-Lehecât ve’l-Luğatu’l-Muvahhidetu’l-Muşterake.


Edebiyat Fakültesi Dergisi, 183-196.

El-KîsÎ, M. (2013). Mevsûatu’l-Luğati’l-Âmmiyyti’l-Bağdâdiyye. Aman: Da'ul el-Edeb.

Hilal, h. (1993). el-Lehecâtu’l-Arabiyye Neş’eten ve Tatavvuran. Kahire: Vehbe Yayın evi.

İbrahim en-Neccâr, ez-Zeyyâd, A., & Abdulkadir, H. (1980). el-Mu’cemu’l-Vasîd,. Kahire: Dâru’l-
Maârif.

Matar, S. (2009). Mevsûatu’l-Luğati’l-Irâkiyye. Beyrüt: Dâru'l el- Kelimetul el-Hura.

Mezur, İ. (tarih yok). Lisânu’l-Arab. Kahire: Dâru’l-Maârif.

Muaz, Z. (2017, Eylül 08). Türk Press. https://www.turkpress.co/node/39006


adresinden alınmıştır

Saban, S. (2005). Mu’cemu’l-Elfazi’l-Arabiyye fî’l-Luğati’t-Turkiyye. El-Riyaz: El- Camii'a Yayın


evi.

720
KARAMANLI TÜRKÇESİ ÜZERİNE: ÜNLÜ VE ÜNSÜZ DEĞİŞİMLERİ
1
Hatice SAAT

Özet
Karamanlılar, Anadolu’daki Türkçe konuşan ve eserlerini Grek alfabesiyle Türkçe olarak
yazan Ortodoks Hıristiyanlardır. Karamanlılar, 20. yy’ın başlarına kadar Anadolu’nun
özellikle Niğde, Nevşehir, Karaman, Kayseri ve Konya gibi şehirlerinde yaşamışlardır.
1924 yılında Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesi sonucunda Yunanistan’a gönderil-
mişlerdir. Kökenleri üzerine farklı görüşler bulunan; ancak genel kanının Türk oldukları
yönünde yoğunlaştığı, Hıristiyan Karamanlı Türkleri uzun zaman Anadolu
topraklarında yaşamışlardır. 1924’te yapılan nüfus mübadelesiyle Yunan oldukları
varsayılarak değişime tabi tutulmuşlardır. Değişime tabi tutulmalarındaki en önemli
sebep din olarak Hıristiyanlığı benimsemiş olmalarıdır.
Bu çalışmada, Karamanlılar ve Karamanlı Türkçesinden bahsedildikten sonra Anadolu
topraklarında uzun süre varlığını sürdürmüş olan bu Türkçenin; ünlüleri, ünsüzleri ve belli
başlı değişimleri bağlamında karşılaştırmalı bir çalışmaya yer verilecektir. Karşılaştırma
yapılırken Eski Türkçeden yararlanılarak art-zamanlı bir inceleme yapılacaktır. Karamanlı
Türkçesi alfabesi Grek alfabesiyle farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle ünlü
değişimlerini de daha açıklayıcı bir şekilde göstermek adına imlayla ilgili detaylı bilgiye yer
verilecektir. Araştırma konusu seçilirken, son yıllarda Türkçenin araştırma konuları
arasında yer almaya başlayan Karamanlılar ve Karamanlı Türkçesi alanına katkıda
bulunmak ve araştırmacıların dikkatini bu sahaya çekmek hedeflenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Karamanlılar, Karamanlı Türkçesi, Ses Bilgisi (fonetik), Ağız

Giriş
Karamanlı ismiyle, Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini benimsemiş, Türkçeden başka
dil bilmeyen ve 1924’te yapılan mübadeleye kadar Anadolu topraklarında yaşamış olan
topluluk kastedilmektedir. Karamanlılar 1924 yılına kadar çoğunlukla Orta Anadolu’da
Niğde, Nevşehir, Karaman, Kayseri ve Konya gibi şehirlerde yaşamışlardır. 1924’te

Gazi Üniversitesi

721
Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesi antlaşmasıyla Yunanistan’a gönderilmişlerdir.
“Karamanlılar, gittikleri Yunanistan’da ‘Anadolu Lisanı’ dedikleri Türkçeyi kullanmayı
sürdürmüşlerdir. Yaşlılar Yunancayı öğrenememişlerdir. Yeni kuşak ise, Türkçeyi 60
yıl önce kullanılan Kayseri, Nevşehir ağzına yakın bir şekilde konuşmaktadırlar”
(Berkol, 1986. s. 139)
Kökenleriyle ilgili farklı görüşler vardır . İlk görüşe göre Karamanlılar Türkleşmiş
Rumlardır. Batı Anadolu’daki Yunanca gruptan uzak oldukları için Yunancayı
unutmuşlardır. Diğer bir görüşe göre ise; Selçuklular zamanında Bizanslılarla olan sıkı
münasebetler sonucunda Türklerin bir kısmı Hristiyanlığı kabul etmiştir ve Karamanlılar
bunların torunlarıdır. Dolayısıyla Karamanlıların soy itibarı ile Türk oldukları fikri
savunulmaktadır. Karamanlıların kökeni üzerine ileri sürülen bu iki görüşten ikincisi daha
çok taraftar bulmaktadır. Bu ikinci görüşü savunanlar, Türklerdeki din ve dil ilişkisini de
göz önünde bulundururlar. Şöyle ki göçebe bir hayat yaşayan Türk toplulukları yerleştikleri
bölgelerde Şamanizm, Budizm, Maniheizm, Yahudilik, Müslümanlık ve Hıristiyanlık gibi
dinî felsefeler ve ilahi dinlerle yüz yüze gelmişlerdir. Karşı karşıya kaldıkları dinlerin
gereklerini uygulayabilmek için alfabelerini değiştirdikleri ancak dillerini korudukları
örneklere tarihte sıklıkla rastlanmıştır . Tarihteki örnekler Karamanlıların da dinleri
nedeniyle Grek alfabesini kullanmış oldukları sonucunu kanıtlar niteliktedir. Karamanlıların
Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyan Türkler olduğunu ispatlayan dil-din ilişkisi dışında
kanıtlar da bulunmaktadır: Karamanlılar adet, gelenek, görenek ve yaşayışları bakımından
Türklere çok benzemektedirler. Ayrıca Karamanlılar inanç olarak Yunanlarla aynı kiliseye
mensup olup Ortodoks inancının gereği sahip oldukları değerler dışında Yunan
Ortodokslarla ayırıcı benzerlikler taşımayıp din dışında, sosyo-kültürel yapıları
çerçevesinde daha çok Müslüman Türk komşularıyla ciddi benzerlikler göstermektedirler
(Anzerlioğlu, 2009. s. 176).
Balta, Karamanlıların kökenlerini belirleme yolunda, onların eserlerinde yazdıkları
önsözlerinden yola çıkarak bir sonuca varmaya çalışmıştır . Bunun için, S.Salaville-
E.Dalleggio’nun bibliyografyasındaki önsözlerini incelemiş ve bu eserlerin yazar ve
çevirmenlerinin okuyucularına Hristiyan, Hristiyan Ortodoks, Anadolu Hristiyanları,
Anadolu’nun Hristiyan Ortodoksları şeklinde seslendiklerini belirterek, Karamanlılar
arasında din faktörünün en önemli birleştirici güç olduğunu vurgulamıştır. İkinci olarak;
Karamanlıların eserlerinde vatanlarının Anadolu olduğunu hiçbir şüpheye mahal
vermeden belirttiklerini, Yunanistan veya Yunanlar kelimelerinin ise hiç geçmediğini
ifade etmiştir. Balta’nın önsözlere dair üzerinde durduğu diğer bir önemli özellik de

722
önsözlerde Yunanca öğrenmenin gerekliliği savunulduğunda, bunun yalnızca dinî
metinleri okuyabilmeleri için; Türkçe öğrenmeleri için teşvik edildiklerinde ise
Osmanlılarla kardeşçe yaşamaları, resmi görevler alabilmeleri, politikaya karışmaları ve
avukat olabilmeleri için olduğu bilgilerine yer verilmiştir. Ayrıca Balta Karamanlıları
tanımlarken “Bugün eski uygarlıklarını koruyamayan Anadolu’nun Hıristiyan nüfusuna,
Karamanlı denmektedir. Bunlar, Rum Ortodoks dininden olmalarına karşın, Türklerden
farklı olduklarının ve şu anda yaşadıkları topraklara onlardan önce gelmiş Yunanlılar
veya en azından Romalılar olduklarının bilincinde olmayan kimselerdir” (Balta, 1998. s.
4) ifadelerini kullanarak Yunan oldukları görüşünü kanıtlamaya çalışmaktadır. Ne var ki
Balta’nın görüşleri Karamanlıların kökenleri hakkında çelişkili ifadelerden oluşması
nedeniyle ileri sürülen tezlerden daha çok ikincisini haklı çıkarır nitelikte söylemler
barındırmaktadır. Osman Sertkaya , Cami Baykurt , Yonca Anzerlioğlu , Yılmaz Kurt ,
Harun Güngör… gibi önemli dilbilimci ve tarihçiler Karamanlıların Türk oldukları
düşüncesine sahip olup mevzuyu farklı yönlerden ele alarak ispatlama yoluna
gitmişlerdir. S.A. Hudaverdioğlu-Theodotos, Avram Galanti, Salaville ve Dalleggio ise
yukarıdaki görüşün tersine Karamanlıların aslen Rum olduklarını ve Türklerin baskı ve
tehditleriyle Türkçeyi kullandıklarını savunmaktadırlar (Ağca, 1999.s. 1-2). Eğer
Karamanlıların Türkçeyi kullanmasına baskı ve tehditler sebep olsaydı, Osmanlı
sınırları içerisinde yaşayan diğer Rumların da Türkçe konuşması gerekirdi. Anzerlioğlu,
mübadele sonucu Yunanistan’a gönderilen Karamanlılar üzerine yaptığı saha
çalışmasında, bugün Türkçenin hala birinci kuşağın yanında ikinci ve üçüncü kuşaklar
tarafından da kullanıldığı sonucuna varmıştır (Anzerlioğlu, 2003.s. 138). Karamanlıların
hâlâ Türkçe konuşmaya devam etmeleri de, onların Türkçeyi baskı ve tehditlerle
kullandıkları görüşünü çürütür niteliktedir.
Karamanlı Türkçesi
Eski Türkçe döneminden günümüze kadar Türkçenin yazımı için birçok alfabe
kullanılmıştır. Kullanılan bu alfabelerden biri de Karamanlı Ortodoks Türkler tarafından
kullanılmış olan Grek alfabesidir. Grek alfabesi ile Türkçe yazma işi çok eski tarihlere
dayanmaktadır. “İ.S. 2. yüzyıldan itibaren Bizans yazılarında Yunan harfleriyle yazılmış
Türkçe kişi, ulus ve yer adlarına rastlanmaktadır” (Berkol, 1989.s. 59). Grek alfabesi ile
yazılmış en eski Türkçe kelimeler, Ural nehrinin Türkçe adı olan “yayık” ile esk i
Türklerin cenaze töreni anlamında kullandıkları “yoğ” kelimesidir. (Tekin, 1984.s. 180-
183).

723
Karamanlı Türkçesi kitapların basım yerlerinin yaklaşık % 70’inin İstanbul’da
olduğu, İstanbul’dan sonraki en önemli Karamanlı Türkçesi kitapları basım
merkezlerinin ise Venedik, İzmir ve Atina şehirlerinde yer aldığı bilgisi mevcuttur .
Karamanlıların 1924 tarihinde Yunanistan’a göçünden sonra genellikle mültecilerin
sorunlarını ele alan çok az sayıda kitap yayımlanmıştır.
Grek harfleriyle Türkçe olarak basılmış olan kitaplar üzerine hazırlanmış iki önemli
çalışma bulunmaktadır. İlki Severian Salaville tarafından 1958’de Karamanlidika:
Bibliographie Analytique D’ourrages en Langue Torque Imprimes en Caracteres Grecs
adıyla hazırlanan eserdir. Üç cilt olarak hazırlanan bu eser 1584-1900 yılları arasında
yazılmış olan 333 Karamanlıca eserin bibliyografyasını vermekte ve bu özelliğiyle
değerli bir başvuru kaynağı niteliği taşımaktadır. 1987’de Salaville’nin eserine benzer
bir çalışma Evangelia Balta tarafından hazırlanmıştır. Karamanlidika: Additions
Bibliographie Analytique ismiyle yayımlanan bu kitapta, Salaville’nin 333 kitaplık
listesine 300 kitap daha eklenmiştir. Balta’nın eseri, Salaville’nin üç ciltlik kitabının
devamı niteliğindedir.
1.1. İmla
Karamanlı Türkçesi alfabesi 32 sesi içerisinde barındırmaktadır. Bunlar Türkçenin 29
sesi ve ayrıca ȃ, ḫ ve ŋ sesleridir. Bu 32 sesin Yunan alfabesiyle yalnızca 23’ü
gösterilebilmektedir. “Grek alfabesinde Türkçenin c, ç, hı, ı, j, ş, ö ve ü sesleri
bulunmadığından, bu sesler Karamanlı metinlerinde değişik harf çiftleri ve yazıçevrim
işaretleri ile gösterilmektedirler” (Tekin, 1984.s. 21). Ayrıca mevcut harflere noktalar
eklenerek de Grek alfabesinde olmayan seslerin gösterilmesi sağlanmıştır. Karamanlı
Türkçesi metinlerinde, Grek alfabesinin kullanımı metinlere göre farklılık
göstermektedir. Örneğin; bazı metinlerde /d/ sesini göstermek için δ harfi kullanılırken,
bazı metinlerde ise, τ̇harfi kullanılmaktadır. Ayrıca metinlerin bazılarında /d/ ve /t/
sesleri ayırt edilmemekte, her iki ses için de τ harfi kullanılmaktadır. /ŋ/ sesi de
metinlerde γ, ν̇, γγ, νγ, γν harf ve harf çiftleriyle gösterilebilmektedir. Dolayısıyla /ŋ/
sesinin gösteriminde de tutarsızlıklar olduğunu söyleyebiliriz. Bu gibi birçok örnek
Karamanlı Türkçesinin okunması konusunda zorluklar oluşturmaktadır. Osmanlı
Türkçesi dönemindeki yazılı bir ağız olarak niteleyebileceğimiz Karamanlı Türkçesinin
standart bir imlasının olmaması dönemle ilgili net bilgiye sahip olunmasını
engellemektedir. Ancak, Anhegger’in görüşüne göre “…zorluklara rağmen, Grek
alfabesi belirli bir devirde Tükçenin nasıl konuşulduğunu ifade edebilmek bakımından
Arap harflerine göre daha elverişli idi” (Anhegger, 1984.s. 242).

724
1.2. Ünlüler
Karamanlı Türkçesinde ünlüler a, ā e, ı, i, o, ö, u, ü olmak üzere dokuz tanedir.
Karamanlı Türkçesi metinlerin birçoğunda yalnızca a ve e ünlüleri birbirinden kesin
olarak ayrılabilirken, bazılarında söz konusu ünlülerin tümü Yunancadaki mevcut
ünlülere noktalar eklenerek gösterilmiştir.
Karamanlı Türkçesi Alfabesi Latin Alfabesi
/α/, /ά/ ve /αὰ/- Α a
/ε/, /έ/ ve /εὰ/-Ε e
/η/, /ή/ ve /ηὰ/-Η ı
/ι/, /ί/ ve /ιι̍/-Ι i
/ὀ/ ve / ο//͗-Ο o
̇
/ὀ/ ve / ο̇//͗ -Ο̇ ö
/ου/ ve /ού/-ΟΥ u
/ο̇υ/ ve /ο̇ύ/-Ο̇Υ ü
ια-ΙΑ ā

1.2.1. Ünlü Değişmeleri

/e/- /i/ meselesi

Metinlerde kapalı /e/ sesi için özel bir işaret bulunmamaktadır. Kapalı /e/ sesi
genellikle e ile karşılanmaktadır ancak ikili yazımlar sesin varlığı ortaya koymaktadır.

Dar ünlülerin genişlemesi νιτζο̇υν niçün < ET. ne üçün


xαπου kapu < ET. kapığ
σεϐẋο̇υλο̇υμ sevgülüm < ET. sevig
π̇ο̇γιο̇υx böyük < ET. beḏük
ίτζο̇υν içün < ET. üçün, TT. için
Ζεϊτουνλουx zeytunluk < Ar. zeytūn, TT. zeytin
φουρσάτ fursat < Ar. fursat, TT. Fırsat
τζαρσ̇ου çarşu < Ar. çarsu, TT. çarşı

725
Kalın ünlülerin incelmesi τ̇ο̇υσ̇μενί düşmeni < Ar. düşman
τεατ̇ζτ̇ζο̇υπ teaccüb < Ar. taaccüb
σεραγιά seraya < Ar. sarȃy

İnce ünlünün kalınlaşması χ˙ηζμετxιαρη ḫızmetkārı < Ar. hizmetkâr

Ünlü düşmesi ουτζρουμ uçrum < uçurum


xο̇τρο̇υμ kötrüm < kötürüm
σο̇υπρο̇υλμο̇υς̇ süprülmüş < süpürülmüş
π̇εσλί besli < besili
π̇ραx- brak- < brak-

Ünlü türemesi βαxήτ vakıt < Ar. vakt


φιτ̇ιγέ fidiye < Ar. fidye
έμρ emr < Ar. emr
σ̇εχρ şehr < Ar. şehr
1.3. Ünsüzler
Karamanlı Türkçesi Alfabesi Latin Alfabesi
π˙-Β b
τζ˙-Τ̇Ζ c
τζ-ΤΖ ç
τ˙-Τ̇d
δ- d
φ-Φ f
x˙- g
γ-Γ ġ
χ- Χh
χ˙ ḫ
ζ-Ζ j
x-Κ k
λ-Λ l
μ-Μm
ν-Ν n
ν̇ ŋ

726
π-Π p
ρ-Ρ r
σ-C s
ς-Σ s
σ˙-C ş
ς˙-Σ ş
τ-Τ t
β-Β v
γ - γι - ϊ -Γ-ΓΙ y
Ί y
ζ-Ζ z
1.3.1. Ünsüz Değişmeleri
/b/ > /v/ değişimi /b-/ > /v-/
βάρ var < ET. bar
βέρ ver- < ET. bėr-
/-b-/ > /-v-/
σεϐιν- sevin- < ET. sebin-
/-b/ > /-v/
σεϐ- sev- < ET. seb-
έϐ ev < ET. eb

/k/ > /ḫ/ değişmi τ̇αχ̇ί daḫi < ET. takı

/d/ > /y/ değişimi έγί eyi < ET. edgü


ουγιού- uyu- < ET. udı-
xογ- koy- < ET. kod-
άγιαx ayak < ET. adak

/t/ > /d/ değişimi τ̇αχ̇ί daḫi < ET. takı


τ̇ό̇ρτ dört < ET. tört
τ̇ενιζ deniz < ET. teŋiz

727
/g/ > /v/ değişmesi τ̇ο̇γ- döġ- < ET. tö:g-
σο̇γέν söġ- < ET. sö:g-
τ̇ο̇γιο̇ύν- döġün- < ET. tö:gün-
ẋο̇γερτ̇ζιν gögercin < ET. kögürçgün

Metatez τεπ̇ριγέ tebriye < terbiye


σόν ν̇ελετ̇ζέx son nelecek < sonlanacak
Aykırılaşma
[Örnekler kaynak dildeki zanbak <
şeklini korumaktadır]
anbar < Far. anbār- TT. ambar
konşu < ET. konşı, Osm. Konşı/
koŋşı, TT. komşu

tenbih < Ar. tenbīh - TT. tembih


donuz < ET. toŋuz - TT. domuz
tenbel < Ar. tenbel - TT. tembel

τ̇ο̇υνια dünā < Ar. dünyā


χαϐλι havli < Yun. avlu

ζανπ̇αx

Ar. zanbak- TT. zambak


άνπ̇αρ
Κονσ̇ου

τενπ̇ίχ
τ̇ονουζ
τενπ̇έλ
Ünsüz düşmesi
Ünsüz türemesi
2. Sonuç
Karamanlılar, uzun süre Anadolu’nun belli bölgelerinde Türk gelenek ve
göreneklerine uygun olarak yaşamışlardır. Türk gelenek ve göreneklerinin yanı sıra
çoğunlukla Türkçe ve yine Türklerin kullandığı Arapça-Farsça isimler kullanmışlardır.
Yunanistan’a göç ettikten sonra da gelenek ve göreneklerini sürdürmüş, Rumca
bilmedikleri için Yunanlılar tarafından dışlanmış ve Yunanistan’a tam olarak
alışamamışlardır. Vatanlarından koparılarak büyük bir haksızlığa uğrayan Karamanlılar
arkalarında Türk dili için değerli miraslar bırakmışlardır.
Uygur ve Arap harfli metinlerde, ünlüleri birbirlerinden tam olarak ayırmak zordur;
ancak Karamanlı Türkçesi metinlerinde Grek alfabesinde mevcut olmayan ünlülere
noktalar eklenerek tüm ünlüler gösterilmiştir. Ancak bazı durumlarda ı-i ve u-ü ünlüleri
birbirleri yerine kullanılabilmiştir. Karamanlılar yazdıkları metinlerde Grek alfabesini
kullanmışlar; ancak Grek alfabesi Türkçedeki tüm sesleri göstermediği için mevcut
harflere noktalar ekleyerek ve ünsüz çiftleri oluşturarak alfabeyi Türkçeye
uydurmuşlardır. Bu nedenle bazı tutarsızlıklarına rağmen özellikle ünlüleri göstermesi

728
dolayısıyla dikkate alınması gereken bir ağızdır. “… ünlü sistemi bakımından,
kaybolmakta olan Karamanlı ağzının bir Orta Anadolu ağzı olduğunu kesin olarak
söylemek mümkündür. Karşılaştırması yapılan ünlü değişmeleri, ünlü düşmeleri,
korunan ünlüler, yabancı kelimelerdeki ünlü benzeşmeleri, ünlü benzeşmezliği, sıra
değiştirme, ünlü türemesi ve orta hece ünlüsünün korunması özellikleri bakımından KT
ile OAA’nın tam bir sistem bütünlüğü içinde olduğu görülmüştür” (Özkan, 2013.s. 26).
Ayrıca Karamanlı Türkçesini tanımlarken ses bilgisi, biçim bilgisi, söz dizimi ve
sözvarlığına dair benzerlikleri nedeniyle Osmanlı Türkçesinin bir bölgeye özgü ağzı
olduğunu söyleyebiliriz. “Özellikle dinî ve tarihî konuları ele alan metinlerde standart
dilin özellikleri hâkimken; halk hikâyelerinde, destan parçalarında ve kitabelerde ağız
özelliklerinin baskın olduğu görülmektedir.” (Ağca, 2010. s. 78). Devam eden
çalışmalarda söz konusu farklılıkları daha belirgin biçimde ortaya koymaya ilişkin
karşılaştırmalı incelemeler yapılması planlanmaktadır.
1924’de Yunanistan ile imzalanan nüfus mübadelesi anlaşmasıyla, Ortodoks
Hıristiyan inancını benimsemeleri nedeniyle, Yunan sayılarak Yunanistan’a
gönderilmelerinden sonra Karamanlılar arasındaki Türkçe konuşur sayısı büyük oranda
düşmüştür. Çünkü yeni nesil Yunancayı öğrenmek mecburiyetinde kalmıştır. Ancak son
yıllarda yapılan araştırmalar, Türkçenin Yunanistan’daki yaşlı Karamanlılar tarafından
hâlâ aktif olarak konuşulduğunu göstermektedir.

Kaynaklar
AĞCA, Ferruh (1999), Karamanlı Türkçesinde Şekil Bilgisi. Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kayseri.
AĞCA, Ferruh (2010), “Grek Harfli Karamanlı Türkçesi Metinlerinde –DXr
Bildirme Ekinin Farklı Bir Fonksiyonu Üzerine”, Türkbilig, 19, 76- 86.
ANHEGGER, Robert (1984), “Karamanlı Türkçesi”, Tarih ve Toplum, 4, 242.
ANZERLİOĞLU, Yonca (2003), Karamanlı Ortodoks Türkler, Ankara, Phoenix Yay.
ANZERLİOĞLU, Yonca (2009), “Tarihî Verilerle Karamanlı Ortodoks Türkler”,
Hacı Bektaş Veli Araştırmaları Dergisi, 51, 171-187.
BALTA, Evangelia (1989), “Karamanlıca Basılı Eserler”, Tarih ve Toplum, 11/62, 57-
59.
BALTA, Evangelia (1990), “Karamanlıca Kitapların Önsözleri”, Tarih ve Toplum, 13,
18-21.
BALTA, Evangelia (1998), “Karamanlıca Kitapların Dönemlere Göre İncelenmesi ve

729
Konularına Göre Sınıflandırılması”, Müteferrika Dergisi, 3-19.
BAYKURT, Cami (1932), Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, İstanbul:
Sanayiinefise Matbaası.
BERKOL, Bülent (1986), “133 Yıl Önce Yayımlanan Yunan Harfleri ile Türkçe
Bir RobinsonCrusoe Çevirisi”, Sosyoloji Konferansları, 21, 135-158.
BERKOL, Bülent (1989), “Karamanlıca Kaynakça”, Tarih ve Toplum, 11(62), 59-60.
CLAUSON, Sir Gerard (1972), An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-
Century Turkish, Oxford: At The Clarendon Press.
DEVELLİOĞLU, Ferit (2005), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Sözlük, Ankara,
Aydın Kitabevi Yay.
ECKMANN, Janos (1950), “Anadolu Karamanlı Ağızlarına Ait Araştırmalar
1.Phonetica”,
A.Ü.DTCF Dergisi 8, 1/2, 165-200.
GÜNGÖR, Harun (1989), “Karamanlıca Üç Kitabe”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, 34,
29-31.
GÜNGÖR, Harun (1984), “Karamanlıca (Grek Alfabesi ile Türkçe) bir Kitabe”,
Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 31, 95-101.
İBAR, Gazanfer (2010), Anadolulu Hemşehrilerimiz Karamanlılar ve Yunan
Harfli Türkçe, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yay.
KAHYA, Hayrullah ve KILIÇARSLAN Mustafa (2009), “Karamanlıca’da i/e
Meselesi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2/3, 200-211.
KURT, Yılmaz (1993), “Sivas Sancağında Kişi Adları”, OTAM, c.4, 223-290.
ÖZKAN, Nevzat (1996), Gagavuz Türkçesi Grameri, Ankara, TDK Yay.
ÖZKAN, Nevzat (2013), “Karamanlı Türkçesi ve Orta Anadolu Ağızlarının
Karşılaştırmalı Ses Bilgisi”, Türük Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 1.
1-27.
SERTKAYA, Osman Fikri (2003), “Grek Harfleriyle Yazılmış Anadolu Karamanlı
Ağzı Metinleri”, Türklük Bilgisi Araştırmaları, 28/2, 1-21.
TEKİN, Talat (1984), “Grek Alfabesiyle Türkçe”, Tarih ve Toplum, 3, 180-183.

730
TÜRK LEHÇELERİNDE VE AĞIZLARINDA SPESİFİK
ZARF-FİİL EKLERİ ÜZERİNE
1
AYNEL MEŞADİYEVA

Özet
Türk lehçelerinde ve ağızlarındakı spesifik zarf-fiillerinin yapısı ve fonksiyonları bir
kaç değerli Türkologlar tarafından tespit edilmiştir. Bu çalışmada, söz konusu zarf-
fiillere ilişkin daha önce yapılan araştırmalar degerlendirilecek; eklerin morfoloji,
fonetik yapısı ve işlevleri ele alınacaktır.
Yazıda –ışlıy/-eşli, -dok, -agadan,-egeden, -agada, -egede//-gadın, -gedin, -abas/-ebes,
- ık4/-ike, -dıınan/-dıjaanan gibi spesifik zarf-fiil ekleri dikkate alınmıştır.
Çalışmaya çağdaş Türk Lehçelerinden yazı dili olan Türkiye, Türkmen, Gagauz, Özbek,
Tatar, Başkurt, Kumuk, Hakas, Karay Türkçeleri yanında, sadece konuşma dili olan
Salar Türkçesi ve ağız malzemeleri dâhil edilmiştir.
Çalışmamızın amacı Türk lehçelerinde ve ağızlarında spesifik zarf-fiil eklerinin benzer
ve ayırt edici özelliklerini, fonetik değişimlerini incelemektir, onların işlevleri ve
oluşumu hakkında bilgi vermektir.
Araştırmamızda, spesifik zarf-fiil ekleri çağdaş Türk lehçelerindeki benzer eklerle de
karşılaştırılacak.
Yazı tarihî-karşılaştırmalı Türk lehçeleri ve ağızları araştırmalarına bir katkı sağlamak
amacıyla hazırlanacaktır.
Anahtar kelimeler: Türk lehçeleri, Eski Türkçe, ağız, zarf-fiil, spesifik, ek,
tarihî-karşılaştırmalı

ON SPESİFİC ADVERBİAL PARTİCİPİAL AFFİXES


İN TURKİC LANGUAGES AND DİALECTS

Abstract
The structure and functions of the specific adverbial participles in Turkic languages and
their dialects have been reviewed by a number of valuable Turkologists. This study
evaluates previous research on these adverbial participles and examines their
morphological, phonetic structure and functions.
The paper considers specific adverbial participles affixes such as -ishlıy/- eshli, -dok, -
agadan, -egden, -agada,-egede//- gadin, -gedin,-abas/- ebes,-ik4/-ike,-diinan/-dijaanan.
The study includeds Turkish, Türkmen, Gagauz, Uzbek, Tatar, Bashkir, Kumyk,
Khakas, Karaim languages and their dialect materials, and Salar language (that is the
spoken language).
The aim of our study is to examine the similar and distinguishing features, phonetic
changes of specific adverbial participles, , and to give information about their functions
and formation in Turkic languages and their dialects.
Our research also compares specific adverbial participles with similar adverbial
participles in modern Turkic languages.
This paper contributes to the historical-comparative research of Turkic languages and
their dialects.

Doçent, Doktor, Azerbaycan Millî Bilimler Akademisi Nesimi adına Dilcilik Enstitüsünün Genel
sekreteri, aynel.meshadiyeva@mail.ru

731
Key words: Turkic languages, Old Turkic language, dialect, adverbial participle,
specific, affix, historical-comparative

Giriş

Bilindiği gibi, Türk lehçelerinde zarf-fiiller anlamsal ve sintaktik açıdan


genellikle aynıdır. Buna rağmen, bazı zarf-fiiller yalnız birkaç Türk lehçelerinde
rastlanır, yani bazı Türk lehçeleri için spesifiktir.
Zarf-fiil ekleri Eski Türkçe döneminden itibaren Türk lehçelerinde çesitli
işlevleriyle kullanımı görülen eklerdendir. Türk lehçelerinde kullanılan zarf-fiil ekleri
fonetik, morfolojik veya semantik olarak değişikliklere uğramış, bir kısmı günümüze
kadar ulaşmış, bir kısmı ise kullanımdan düşmüştür. Şu eklerin tarihî dönemlerde ve
günümüz Türk lehçelerindeki kullanımları çesitlilik göstermektedir.
Türk lehçelerinde ve ağızlarında ayrıca spesifik zarf-fiil ekleri bulunmaktadır ve bu
tür spesifik eklere çokça rastlanır. Türk lehçelerinin ağızlarında spesifik zarf-fiillerin
yapılarının, tarihî gelişim sürecindeki şekil değişikliklerinin incelenmesi oldukça önemlidir.
Fikrimizce, Türk lehçeleriyle ilgili ağız çalışmaları tarihî Türk lehçelerinin problemlerinin
çözülmesinde son derece mühimdir. Zarf-fiiller Türk lehçelerinin gramerlerinde
değerlendirilmiş olsalar bile, spesifik zarf-fiillerin fonetik, morfolojik ve işlevsel özellikleri
lâyıkı ile tasnif edilerek incelenmiştir diyemeyiz. Bu çalışmada Türk lehçelerinde ve
ağızlarında spesifik zarf-fiillerin yapısal-anlamsal ve işlevsel özelliklerini tarihî-
karşılaştırmalı tahlil etmeye çalışılmıştır. Bununla beraber, araştırmada Türk lehçelerinde
spesifik zarf-fiilleri oluşturan eklerin tarihî gelişim evrelerine değinilmiştir.
Bu çalışmada, Türk lehçelerinde çeşitli anlam ve görev değişiklikleriyle
kullanım alanı değişen spesifik zarf-fiil ekleri üzerinde durulacaktır. Türk lehçelerinde
söz konusu spesifik zarf-fiil ekleri, kimi zaman sadece zarf-fiil eki ya da sıfat-fiil eki
olarak ayrıca incelenmiştir.
Işlıy/-eşli zarf-fiil eki.
Türk lehçelerinde ışlıy/-eşli zarf-fiil eki spesifiktir. Türkolojide ışlıy/-eşli ekinin
etimolojisiyle ilgili şu teori ortaya atılmıştır: ışlıy/-eşli eki isim türeten –ış/-eş eki, fiil
türeten -la/-le eki ve –a/-e, -ıy/-i zarf-fiil ekten gelmektedir. Şu zarf-fiil eki çağdaş Tatar
Türkçesinde ve ağızlarında kullanılmaktadır.
Bununla beraber, ışlıy/-eşli zarf-fiil eki Oğuz grubu Türk lehçeleri içerisinde yer
alan Salar Türkçesinde de rastlanmaktadır. Muhtemelen, Salar Türkçesinde ışlıy/-eşli
eki Kıpçak grubu Türk lehçelerin etkisi altında oluşmuştur.
Işlıy/-eşli ekinin kulanımı ilgi çekici bir özelliktir. Şöyle ki, bu ek yalnız hareket
bildiren fiillerle kullanılır, olumsuzluk ve çatı ekleri almaz.
Söz konusu ek eş zamanlılık temel islevine sahiptir, yani asıl eylemle eş zamanlı
olarak gerçekleşen yardımçı eylemi gösterir: üteşli sorau – geçerek sormak, kaytışlıy kerü
– dönerek girmek vb. (TATAR GRAMERİ, 230.s.).
Salar Türkçesinde ışlıy/-eşli zarf-fiil eki değişik fonetik varyantlarla
rastlanmaktadır: -ğışl/-geşli, -guşli/-keşli. Söz konusu ek Salar Türkçesinde de eş
zamanlılık işlevinde kullanılmaktadır (TENİŞEV, 40.s.).
Işlıy/-eşli zarf-fiil eki özellikle Tatar Türkçesinin Mişar ağzında rastlanmaktadır
ve Edebî Tatar Türkçesinde olduğu gibi yalnız hareket fiillerle genişleyebilir.
Örneğin: Uzışlıy ılaukaga da kerep çık – Yol giderek dükana da uğra
(MAHMUTOVA, 187.s.).
-Dok zarf fiil eki.

732
Türk lehçelerinde –dok zarf-fiil eki spesifiktir. Söz konusu ek yalnız Kumuk
Türkçesinde rastlanmaktadır. –Dok zarf-fiil eki –gan/-gen fiil ekiyle genişler:
turgan+dok – kalkınca, gelgen+dok – gelince vb. (CANMAVOV, 183.s.).
–Dok eki zarf-fiil görevinde kullanılmasına rağmen, Kumuk Türkçesi üzerine
yapılan bazı çalışmalarda zarf-fiil bölümlerinde gösterilmemiştir.
Şöyle ki, Kumuk Türkçesi grameri ile ilgili çok değerli çalışmaları bulunan A.N.
Batırmurzayev, N.K.Dmitriyev, İ.A.Kerimov ve A.G.Magomedov zarf-fiiller bölümünde bu
eke yer vermemişlerdir (HACIYEVA, 45.s.). İ.A.Kerimov ve A.G.Magomedov
çalışmalarında –dok ekini zarflar bölümlerinde incelemişlerdir (KERİMOV, 83-85.s.).
–Dok zarf-fiil eki iki unsurdan oluşan ektir: ismin –da/-de yerlik hal ekinin –d
ünsüzü + -ok kuvvetlendirme ekiyle kalıplaşarak –dok şeklinde bir zarf-fiil eki ortaya
çıkmıştır.
N.K.Dmitriyev –dok zarf-fiil ekinin etimolojisiyle ilgili değişik teori ortaya
atmıştır: “Muhtemelen söz konusu ek ok//uk – ok, an kelimesinden gelir”
(DMİTRİYEV, 154.s.).
Y.D.Canmavova göre, “-Dok eki ok kelimesinden değil, ok – hatta, çok daha
kuvvetlendirme edatından gelir. Şu edat Kumuk ve başka Türk lehçelerinde hareket
icrasının kalite ve özelliğini belirtmek için sık sık değişik sözcüklerle kullanılır”
(CANMAVOV, 187.s.). Bu fikri biz de desteklemekteyiz.
Ok kuvvetlendirme edatı, hem çoğu Türk Lehçelerinde hem de Eski Türkçede
rastlanmaktadır: Hozirdanok, adabiyotga urinayotirman – Ben artık edebiyat
çalışıyorum (KONONOV, 335.s.); Anı körüp ök – bunu görünce; Arık ok sen, açsık –
zayıf ve aç olunca (MALOV, 404-406.s.).
Verilen örneklerde görüldüğü üzere ok edatı Eski Türkçede iki fonetik
varyantlarda kullanılmaktadır.
Eski Türkçede olduğu gibi Hakas Türkçesinde de ok edatı iki fonetik varyantlara
sahiptir: ox ve ök.
Belirtelim ki söz konusu edat, Hakas Türkçesinde kelimelerin hem ortasında
hem de sonunda bulunur: sinök oshas – senin gibi; “Hızıl Aal” kolhoztın toradı
çarıstarğa parıboxça - “Hızıl Aal” adlı kollektif çiftlikdeki kestane rengi at yarışta
koşmuş vb. (DIRENKOVA, 120.s.).
Fikrimizce, ok kuvvetlendirme edatının ön ünlülü olması ünlü uyumuna uyması
dolayındandır.
Kumuk Türkçesinde –dok zarf-fiil eki -dığı müddetçe, -ıncaya kadar işlevinde
kullanılmaktadır: Onu pikrusun anglagandok, Daudovnu sözün bölüp, Magaçga bagıp
buruldu – O, Daudov`un düşüncelerini anlayınca, konuşmayı kesip Mahaç`a dönmüş
(CANMAVOV, 190.s.).
Yukarıda bildirdiğimiz gibi, söz konusu zarf-fiil eki yalnız Kumuk Türkçesinde
rastlanmaktadır. Başka Türk lehçelerinde –dok ekine –gaç/-geç (Tatar, Başkurt, Kırım-
Tatar, Özbek, Uygur, Tuva Türkçelerinde), -ar-maz/-er-mez (Azeri, Karaçay-Balkar,
Türkmen, Türkiye Türkçesinde) ve –ala/-ele (Hakas, Altay ve Şor Türkçelerinde) ekleri
eşanlamlıdır.
Söz konusu zarf-fiil ekine çağdaş Türkmen lehçesinde –agadan/-egeden/-
agada/-egede/-gadın/-gedin zarf-fiil eki, Yakut lehçesinde -aat, -eet, -oot, -ööt,
Qaqavuz lehçesinde - -dıjaanan, -dijeenen, -dujaanan, -düjeenen, Karay Türkçesinde
-gaçox, - geçox, -kaçox, -keçox zarf-fiil ekleri de eşdeğerdir.
Bu ekin yukarıda bahsettiğimiz lehçelerde kullanımına dair bazı örnekleri
inceleyelim: alagadan – alınca (Türkmencede) (HOSROVİ, 16-17.s.), tangaat tağısta –
giyinince, çıkmış (Yakutçada) (HARİTONOV, 238-239.s.), yetiştijeenen, sorer babuya,
gelmedi mi Pirku – Yetişince, ihtiyara Pirku`nun gelip-gelmediğini sordu (Gagavuzca)

733
(POKROVSKAYA, 73-74.s.), Da edi kelgaçox avram Miçrige da kördüler miçrilar ol
katınnı ki korklu ol astrı – İbrahim Mısıra gelince, mısırlılar eşinin çok güzel olduğunu
görmüşler (Karaycada) (MUSAYEV, 301.s.).
-Abas/-ebes zarf-fiil eki.
-Abas/-ebes zarf-fiil eki Hakas Türkçesinin Kaçin ağzı için spesifiktir ve işlevsel
4
açıdan –ıp zarf-fiil ekiyle eşanlamlıdır: kilebes – gelip, salabas – koyup vb. (HAKAS
TÜRKÇESİNİN GRAMERİ, 243.s.).
Belirtelim ki, bu ek olumsuzluk eki almaz.
-Ik/-ik/-uk/-ük/-k zarf-fiil eki.
Çağdaş Türk Lehçelerinin ağızlarında -ık/-ik/-uk/-ük/-k spesifik zarf-fiil eki
kullanılmaktadır. Bildiğimiz üzere, –k eki Eski Türkçe döneminde sıfat-fiil görevinde
kullanılmaktaydı. Genellikle –ıp4 zarf-fiil ekinin görevinde kullanılan söz konusu zarf-
fiil eki, Türkiye Türkçesinin Doğu Trakya ve Anadolu ağızlarında rastlanmaktadır.
Ek, ilk defa Kalay (KALAY, 113.s.) tarafından tespit edilmistir. Üzerinde
durduğumuz ek Kırcaali bolgesi ağızlarında da kullanılmaktadır: sora unu alık götüryur
(ALİ, 2004, 210.s.), biz gene napsa bulurduk onu da cözük,asık yatacana koyvarıdı
gene (ALİ, 353.s.) vb.
İlgi çekici durum şudur ki, Türkmen Türkçesinin ağızlarında, özellikle Ersar ve
Çovdur ağızlarında, -ık/-ik/-uk/-ük/-k eki zarf-fiil eki işlevinde kullanılmaktadır.
Örneğin: görük gaytdı (Türkmen Türkçesinin Ersar ağzında) = görüp gaytdı
(edebî Türkmen Türkçesinde) – ziyaret edip vb. (ANNAUROV, 171.s.).
4
Başkurt Türkçesinin Güney ağzında –ık eki, hem zarf-fiil hem de sıfat-fiil
4
görevinde kullanılmaktadır. Söz konusu ağızda –ık ekin şu fonetik varyantları
mevcuttur: -ğı/-ge, -ık/-ek, -ğıza/-geze. Ekin –ğıza/-geze fonetik varyantı başlıca zarf-fiil
görevinde kullanılmaktadır. Mesela: Kem alık? – Önce alan kim?; İneçe barğıza (edebî
Başkurt Türkçesinde - barğanda) uşında ize – Annem gelince, o hala yaşıyormuş
(MİRJANOVA, 213.s.).
-Agadan/-egeden, -agada/-egede// -gadın/-gedin zarf-fiil eki.
-Agadan/-egeden, -agada/-egede// -gadın/-gedin zarf-fiil eki yalnız çağdaş
Türkmen Türkçesinde rastlanmaktadır. Söz konusu ek eş zamanlılık temel islevine
sahiptir: Mennen havar algadın, artımdan adam goyberin – benden haber alınca,
ardımca bir kişi gönderin (HOSROVİ, 17.s.).
-Dıınan ve –dıjaanan zarf-fiil ekleri.
-Dıınan ve –dıjaanan zarf-fiil ekleri Gagavuz Türkçesinde rastlanmaktadır.
L.A. Pokrovskaya “...-dıınan zarf-fiil eki, isimden fiil yapan -dık üzerine -ı
üçüncü şahıs iyelik eki ve -lan//-nan (ilen) sontakı getirilerek oluşturulmuş olduğunu
göstermektedir” (POKROVSKAYA, 72.s.).
Söz konusu ek -ınca işlevinde görülmektedir ve Gagavuz Türkçesinde yaygın
olarak kullanılmaktadır. Örneğın: Gül açtıınan yaz olur – Gül açınca yaz olur
(POKROVSKAYA, 73.s.).
-Dıınan ve –dıjaanan zarf-fiil ekleri arasında anlamsal farklılıklar görülmekte-
dir. Şöyle ki, –dıjaanan zarf-fiil eki Kıpçak grubu Türk Lehçelerinde rastlanan –gaç/-
kaç zarf-fiil görevinde kullanılmaktadır.
Örneğin: Gördüjeen epsine sen soyla: yalan deil, gerçek te böyle – Görünce,
hepsine anlat: yalan değil, gerçektir (POKROVSKAYA, 74.s.).
-Adoğon/-ydoğon zarf-fiil ve sıfat-fiil eki.
Karay Türkçesindeki -adoğon/-ydoğon eki yapı ve işlev bakımından ilgi çekicidir.
Adoğon/-ydoğon eki, hem zarf-fiil hem de sıfat-fiil görevinde kullanılmaktadır.
Bilindiği üzere, Kıpçak grubu lehçelerinden biri olan Karay Türkçesi kendine has
özelliklere sahiptir. Bu özellikler en çok sözdiziminde görülmektedir (tamlayan ünsürün

734
tamlanan unsurdan önce gelmesi, kelime gruplarında devrik yapısının yayğın olması
vb.). Buna ek olarak, Karay Türkçesinde Eski Türkçe dönemine ve Oğuz grubu Türk
lehçelerine ait bazı unsurlar rastlanmaktadır: kol- - istemek, koyanlar ulus – tavşanlar =
(mesela, Eski Türkçede – Türk bodun); menim (mesela, Azeri Türkçesinde – mәnim) –
benim vb.
H. Durgut’nun tespitine göre, “Karay Türkçesinin söz diziminde görülen
değişikliklerin nedenlerini komşu dillerin baskısına ve Karayların mensubu oldukları
inanc sistemi dolayısıyla İbranicenin etkisine bağlayabiliriz” (DURGUT, 72-82.s.).
-Adoğon/-ydoğon zarf-fiil eki olarak, eş zamanlılık işlevinde kullanılmaktadır.
Bununla beraber, Karay Türkçesinde söz konusu ek zarf görevinde kullanılan –ça
ekinin getirilmesiyle –adoğonça şeklinde rastlanır.
Çağdaş Karaycada -adoğon/-ydoğon zarf-fiil ekinin –adoğoç/-ydoğoç kısaltılmış
biçimi bulunmaktadır: aytadogon – konuşarak, açadogoç – açarak vb. (MUSAYEV,
61.s.).
Yukarıda belirtdiğimiz gibi, -adoğon/-ydoğon eki sıfat-fiil işlevinde
kullanılmaktadır. -Adoğon/-ydoğon eki geçişsiz fiillerle kullanılarak şimdiki zaman
sıfat-fiil görevinde rastlanmaktadır.
Örneğin: çıgadogon – çıkan, keledogon – gelen vb. (MUSAYEV, 62.s.).
-Işın zarf-fiil eki.
-Işın eki Türkiye Türkçesinin bazı ağızlarında rastlanmaktadır.
Türkoloji çalısmalarında -ışın zarf-fiil ekinin kökenine ilişkin genel olarak kabul
edilen görüş, ekin fiilden isim yapma -ış ekinin üzerine –ın vasıta hali ekinin
getirilmesiyle oluştuğudur. Deny (1941 b, 119), Kowalski (1938, s.118), Caferoğlu
(1959, s. 259), Eckmann (1950b, s.47), Karahan (1996 b, s.226-227), Yüce (1999, s. 81-
gibi birçok arastırmacı ekin –(y)ış + -(ı)n birleşiminden ortaya çıktıgını
düsünmektedirler.
Bu ek -ınca zarf-fiil işlevinde kullanılır, yani asıl fiilin kendisinden hemen sonra
gerçekleştiğini belirtmektedir. Örneğin: gelişin – gelince, alışın – alınca (GÜLENSOY,
114.s.); Sora gızın varmıyacanı anayişin gız varmaduhdan sona, nası verek deyolar –
Sonra kızın evlenmeyeceğini anlayınca, kız evlenmek istemezse nasıl verelim diyorlar
(CAFEROĞLU, 173.s.); Adam parayı alışın çarşıya çıkıveriyor – Adam parayı alınca
çarşıya çıkıveriyor (GÜLENSOY, 166.s.).
Hemen belirtelim ki, Caferoğlu -ışın zarf-fiil ekinin –rken, -dığı zaman, dikten
sonra işlevlerinde kullanıldığını dile getirmiştir:
Namas gılmıya gedişin, guş bana ne yapıyor, gelin bahın – Namaz kılmaya
giderken, kuş bana ne yapıyor, gelin bakın (CAFEROĞLU, 76.s.); Geçen sene biz burıya
gelişin burda bir adam-mı varmış? Bizi diyinemiş. Biz burdan gedişin arxam-sıra gelmiş
– Geçen sene biz buraya geldiğimizde (geldiğimiz zaman) burada bir adam mә varmış?
Bizi dinlemiş, biz buradan gidince arkamızdan gelmiş (RÄSÄNEN, 85.s.); Senden
ayrılışın bir deyirmene vardım – Senden ayrıldıktan sonra bir değirmene vardım
(RÄSÄNEN, 83.s.).
Söz konusu ekle ilgili çalışmaların bazılarında bu ekin –ıp zarf-fiil göreviyle
kullanılışına dair çeşitli örnekler verilmiştir:
Kedi dolmayı gaçırışın bir beyuk küpun dibine yemiye başlıyor – Kedi dolmayı
büyük bir küpün dibine kaçırıp, yemeye başlıyor (RÄSÄNEN, 85.s.); Ağam şehirden
binişin/Ağpınara indi m`ola – Ağam şehirden binip/ Akpınara indi mi ki (ÖZDEMİR,
37.s.).
-Işın zarf-fiil ekinin Anadolu ağızlarında varlığı ilk olarak Thury tarafından ele
alınmıstır. Söz konusu ekin yapısı ve fonksiyonları hakkında birçok araştırmacı çesitli
vesilelerle görüş bildirmişse de mevzu özel olarak birer makale çerçevesinde önce Deny

735
(1921, 1941), daha sonra da Räsänen (1933, 1935, 1936, 1942), Kowalski (1938),
Eckmann (1950), Caferoğlu (1959), Ergin (1984), Korkmaz (1971), Karahan (1996),
Yüce (1999), Gülensoy (1988), Günşen (2000), Gülseren (2000), Boz (2002), Gülsevin
(2002) ve Yıldırım (2004) tarafından incelenmiştir.
-Işın ekinin kulanımı Türkiye Türkçesinin Adana, Hatay, Ereğli, Kütahya,
Malatya, Kırşehir, Konya, Karaman ve Nevşehir ağızlarında oldukça yaygındır. Afyon
ve Uşak ağızlarında ise çok az görülür.
Caferoğlu, Kowalski ve Eckmann’nın kullanım örnekleri vererek belirttiklerine
göre, -ışın zarf-fiil ekinin en başlıca işlevi zaman ifade etmektir.
Bununla beraber, üzerinde durduğumuz ek sebep gösterme ve şarta bağlama
işlevlerine sahiptir: Boz duman çöküşin, yarı yoldan geri dönmüş – Boz duman çöktüğü
için, yarı yoldan geri dönmüş (sebep gösterme) (CAFEROĞLU, 76.s.); Oğlum ben
susayıp atan düşüşün şeytana uyup bana bir şey etmiyesin – Oğlum ben susayıp atan
düşersem (düştüğüm takdirde), şeytana uyup bana bir şey yapmayasın (şarta bağlama)
(RÄSÄNEN, 53.s.).
Ekin, Türkiye Türkçesinin ağızlarında, genellikle, hem kalın-ince hem de düz-
yuvarlak vokalli kullanımları bulunmaktadır. Ünlü ile sonlanan biçimlerde -y yardımcı
sesi kullanılır: -(y)arak.
Tokat ve Kastamonu ağızlarında -ışın zarf-fiil ekin vokalleri düz olarak tercih
edilmektedir -uşun: atıluşun – atılınca (CAFEROĞLU, 174.s.); galuşun - kalınca
(THURY, 20.s.) vb.
Sonuç
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, Türk lehçelerinde ve ağızlarında bazı spesifik
zarf-fiiller kullanılmaktadır. Tarama yaptığımız kaynaklarda –ışlıy/-eşli, -dok, -agadan,-
4
egeden, -agada, -egede//-gadın, -gedin, -abas/-ebes, -ık /-ike, -dıınan/-dıjaanan zarf-
fiillerin yaygın kullanımlarını gördük.
Türk Lehçelerinde ve ağızlarında görülen spesifik zarf-fiil ekleri, genellikle,
birkaç farklı ekin birleşerek kalıplaşmasından meydana gelmiştir.
Söz konusu ekler, çoğunlukla, Kıpçak, Oğuz ve Sibirya grubu lehçelerinde
görülmektedir. Bazı spesifik zarf-fiilleri günümüz Türk lehçelerinde çeşitli fonetik
değişikliklere uğrayarak kullanılmaktadır (Salar Türkçesinde ışlıy/-eşli, Tokat ve
Kastamonu ağızlarında -ışın zarf-fiil ekin vokalleri düz olarak görülmektedir -uşun).
Kimi spesifik zarf-fiil ekleri Türk lehçelerinde ve ağızlarında hem sıfat-fiil hem de zarf-
fiil eki olarak kullanılmaktadır (Karay Türkçesindeki -Adoğon / -ydoğon eki).
Türk Lehçelerinde spesifik zarf-fiil ekleri genel olarak eş zamanlılık işlevinde
kullanılmaktadır.
Söz konusu ekler Türkçelerde çoğu zaman –ıp ve –ınca zarf-fiil görevinde
bulunmaktadır. Mesela, -ışın eki –ıp ve –ınca zarf-fiil görevinde, -ık eki –ıp zarf-fiil
görevinde, -dıınan, -agadan, -dok ekleri ise –ınca zarf-fiil işlevinde rastlanmaktadır.
Fikrimizce, Türk lehçelerinin ve ağızlarının karşılaştırmalı araştırmaları bir sıra
Türkoloji problemlerin farklı açılardan analiz edilmesine imkan tanıyacaktır.

Kaynaklar
ALİ, Nigar (2004) Bulgaristan Kırcaali Bölgesi Türk Ağızları, C.1-2, Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri
ANNAUROV, Ata (1972) Ersarinskiy dialekt turkmenskogo yazika, Ashkhabad
BOZ, Erdoğan (2002) Afyon Merkez Agzi (Dil Özellikleri, Metinler, Sözlük), Afyon
Kocatepe Üniversitesi, Afyon
CAFEROĞLU, Ahmet (1944) Sivas ve Tokat illeri Agızlarından Toplamalar,
TDK, İstanbul

736
CAFEROĞLU, Ahmet (1959) “Die anatolischen und rumelischen Dialekte”, in J. Deny
et al. (ed.) Philologie Turcieae Fundamenta 1, Steiner, Wiesbaden, 239-260.s.
DENY, Jean (1941) “Le gérondif en -(y)işin, d'après les écrits du moine Ioanni
Hierothéos, en turc des Grecs-orthodoxes turcophones d'Anatolie”, Körösi
Csorna Archivum 3, 119-128.s.
DMİTRİEV, Nikolay (1940) Grammatika kumikskogo yazika, Izdatelstvo AN SSSR,
Moskva-Leningrad
DURGUT, Hüseyn (2017) “Karay Türkçesindeki –Adoğon/-ydoğon Eki Üzerine”
Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:12, Özel Sayı, Türkiye,
72-82.s.
DIRENKOVA, Nadejda (1948) Grammatika khakasskogo yazika, Hakoblnatsizdat,
Abakan
DZHANMAVOV, Yusup (1967) Deeprichastiya v kumyikskom literaturnom yazike,
Izdatelstvo «Nauka», Moskva
ECKMANN, Jean-Pierre (1950) “Karamanlıca -işin'li Gerundium Hakkında” Türk
Dili Belleten 3/14-15, 45-52.s.
ERGİN, Muharrem (1984) Türk Dil Bilgisi, Bogaziçi, İstanbul
GADZHİEVA, Ninel (1975) Problemyi tyurkskoy arealnoy lingvistiki (sredneaziatskiy
areal), Izdatelstvo «Nauka», Moskva
GRAMMATIKA HAKASSKOGO YAZIKA (pod red. N.A.Baskakova) (1975)
Izdatelstvo «Nauka», Moscow
GÜLENSOY, Tuncer (1988) Kütahya ve Yöresi Ağızları (İnceleme, Metinler,
Sözlük), TDK, Yay, Ankara
GÜLSEREN, Cemil (2000) Malatya İli Ağızları (İnceleme-Metinler-Sözlük
ve Dizinler), Ankara: TDK Yay.
GÜLSEVİN, Gürer (2002) Uşak İli Ağızları (Dil Özellikleri-Metinler-Sözlük), TDK
Yay, Ankara
GÜNŞEN, Ahmet (2000) Kırşehir ve Yöresi Ağızları (İnceleme-Metinler-Sözlük), TDK
Yay, Ankara
HARİTONOV, Luka (1947) Sovremennyiy yakutskiy yazik. Fonetika i morfologiya,
YakGiz, Yakutsk
HOSROVİ, Ali (1950) Deeprichastiya v turkmenskom yazike (avtoreferat kandidatskoy
dissertatsii), Ashhabad
KALAY, Emin (1998) Edirne İli Ağızları, TDK Yayınları, Ankara
KARAHAN, Leyla (1996) “Anadolu Ağızlarında Kullanılan Bazı Zarf-Fiil Ekleri”,
Türk Kültürii Araştırmaları (Prof. Dr. Z. Korkmaz'a Armağan) 32/1-2, 205-236.s.
KERİMOV, İbragim (1971) Grammatika kumikskogo yazika, Daguchpedgiz,
Mahachkala
KONONOV, Andrey (1960) Grammatika sovremennogo uzbekskogo literaturnogo
yazika, İzdatelstvo Akademii Nauk SSSR, Moskva-Leningrad
KORKMAZ, Zeynep (1971) “Anadolu Ağızlarının Etnik Yapıyla İlişkisi Sorunu”,
TDAY-Belleten, 21-32.s.
KOWALSKİ, Tadeusz Jan (1938) “Eine unbekannte gerundiale Konstruktion
im Anatolischtürkischen”, Archiv Orientálni 10/1-2, 115-120.s.
MALOV, Sergey (1951) Pamyatniki drevnetyurkskoy pismennosti, İzdatelstvo AN
CSSR, Moskva-Leningrad
MAHMUTOVA, Larisa (1978) Opyit issledovaniya tyurkskih dialektov (misharskiy
dialekt tatarskogo yazika), İzdatelstvo «Nauka», Moskva
MIRZHANOVA, Sariya (1979) Yuzhnyiy dialekt bashkirskogo yazika, İzdatelstvo
«Nauka», Moskva

737
MUSAEV, Kenesbay (1964) Grammatika karaimskogo yazika. Fonetika i morfologiya,
Izdatelstvo «Nauka», Moskva
MUSAEV, Kenesbay (1977) Kratkiy grammaticheskiy ocherk karaimskogo yazika,
Izdatelstvo «Nauka», Moskva
ÖZDEMİR, Ahmet (1994) Öyküleriyle Ağıtlar 1, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara
POKROVSKAYA, Lyudmila (1963) “O nekotorih deeprichastnih formah v
gagauzskom yazike” Tyurkologicheskie issledovaniya, İzdatelstvo Akademii Nauk
SSSR, Moskva-Leningrad, 69-75.s.
RÄSÄNEN, Martti (1933) “Türkische Spachproben aus Mittel-Anatolien” 1, Sivas Vil.,
Studia Orientalia 5/2, 1-151.s.
RÄSÄNEN, Martti (1935) “Türkische Spachproben aus Mittel-Anatolien” 2,
Jozgat Vil., Studia Orientalia 6/2, 1-106.s.
RÄSÄNEN, Martti (1936) “Türkische Spachproben aus Mittel-Anatolien” 3, Ankara,
Kaiseri, Kirşehir, Çankırı, Afyon Vil., Studia Orientalia 8/2, 1-130.s.
RÄSÄNEN, Martti (1942) “Türkische Spachproben aus Mittel-Anatolien” 4, Konja
Vil., Studia Orientalia 10/2, 1-83.s.
TATARSKAYA GRAMMATİKA (1993) t.2, Kazan: Tatknigoizdat
TENİSHEV, Edgar (1963) Salarskiy yazik, Vostochnaya literatura, Moskva
THURY, Jean (1885) A kasztamun-i török nyelvjárás, Budapest: Magyar
Tudományos Akadémia
YILDIRIM, Faruk (2004) “-(Y)Işın zarf-fiili üzerine” V. Uluslararası Türk
Dili Kurultayı Bildirileri 1, 20-26 Eylül, TDK, Ankara, 3207-3218.s.
YÜCE, Nuri (1999) Gerundien im Türkischen: Eine morphologische und
syntaktiche Untersuchung, TDA 23, Simurg, İstanbul

DİLBİLİMDE YAPISALCI ANLAYIŞ VE İLK OKUMA YAZMA ÖĞRETİMİ


1
Bilginer ONAN
Özet
Dilbilimde yapısalcı yaklaşım ve ilk okuma yazma öğretimine katkılarını ele alan bu
çalışma, iki ana bölümden meydana gelmektedir.
Çalışmanın birinci bölümünde, genel anlamda yapısalcılık ve dil bilimde yapısalcı anlayış
üzerinde durulmuştur. Saussure’den Greimas’a kadar yapısalcı anlayışın değişmeyen
ilkeleri vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: Ele alınan nesnenin kendi başına ve kendisi
için incelenmesi, nesnenin kendi ögeleri arasındaki bağıntılardan oluşan bir dizge olarak ele
alınması, söz konusu dizge içinde her zaman işlevi göz önünde bulundurma ve her olguyu
bağlı olduğu dizgeye dayandırma zorunluluğunun bir sonucu olarak, nesnenin artsüremlilik
içinde değil, eşsüremlilik içinde değerlendirilmesi gibi.
Çalışmanın ikinci bölümünde, yukarıda temel ilkeleri sıralanan yapısalcı anlayışın etkisiyle
kurulan dilbilim okullarının görüşleri ve bu görüşlerin Türkçe ilk okuma yazma öğretiminde
oluşturduğu dilbilimsel zeminler üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda öncelikli olarak,
yapısalcı akımın temel eserlerinden biri kabul edilen Ferdinand de Saussure’ün Genel
Dilbilim Kuramı’nda ortaya koyduğu görüşler, ilk okuma yazma öğretimi çerçevesinde
analiz edilmiştir. Saussure’ün yapısalcı dilbilim yaklaşımında, ilk okuma yazma öğretiminin
temelleri araştırılmıştır. Dilin dizge olma özelliği, töz ve biçim

Doç. Dr. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi
1
Bölümü Antakya/HATAY İleti adresi: bilgineronan@gmail.com

738
ayrımı, dil ve söz ayrımı, dizisel ve dizimsel eksen, sözlü dile öncelik verilmesi, anlam
ve değer ayrımı, gösterge kavramı, bu analizlerin temel hareket noktalarını
oluşturmaktadır. Yine bu bölümde, yapısalcı dilbilim anlayışına işlev kavramını getiren
Prag Okulu’nun dilbilim görüşleri, ilk okuma yazma ilişkisi çerçevesinde incelenmiştir.
Bu okulun dilbilim literatürüne kazandırdığı fonem, alofon, parçaüstü birim kavramları,
ilk okuma yazma öğretimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bugün ilk okuma yazma
öğretiminin temel kavramları olarak kabul edilen ses bilinci, kelime tanıma ve kelime
ayırt etmenin geri planında dilbilimsel olarak bu kavramların olduğu düşünülmektedir.
Bu bölümün sonunda, üzerinde durulan ve ilk okuma yazma öğretimiyle ilişkilendirilen
bir diğer yapısalcı yaklaşım, dilin çift eklemliliği görüşüdür. Fransız İşlevsel Dilbilim
Okulu’nun başta gelen temsilcisi Andre Martinet tarafından ortaya atılan çift eklemlilik
kavramı, bu çalışma çerçevesinde ilk okuma yazma öğretimi açısından analiz edilmiştir.
Dilbilimde yapısalcı anlayışı ve ilk okuma yazma kavramlarını bir araya getiren bu
çalışmanın ortak paydasını Türkçenin dilbilimsel karakteristiği oluşturmaktadır. Bu
nedenle, çalışmanın geri planında, ilk okuma yazma öğretiminde Türkçe dil yapılarının
oluşturduğu dilbilimsel zeminler incelenmiştir, denebilir.
Anahtar Kelimeler: Yapısalcı Dilbilim, İlk Okuma ve Yazma Öğretimi, Türkçe

1.Genel Anlamda Yapısalcılık ve Dilbilimde Yapısalcı Anlayış


Yapısalcılık, özellikle 20. yüzyıl başlarından itibaren farklı bilim alanlarında etkili
olmaya başlamış bir anlayış / yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. “Yapısalcılığın
çeşitli şekilleri olduğundan dolayı tanımlanmasının zor olduğu da ileri sürülmektedir.
Farklı yapısalcıların kullandığı yapılar zamanla birbirlerinden çok ayrı anlamlara sahip
olmuşlardır. Yine de, yapısalcılığın hem bilimde hem de toplum içinde edindiği değişik
anlamları inceleyerek ve karşılaştırarak bir bireşim ortaya konabilir” (Piaget, 1999: 9).
Her ne kadar, yayılım ve kullanım alanları geniş ve farklı olsa bile (Yücel, 2015: 18)’e
göre yapısalcı yöntemin şu özellikleri ön plana çıkmaktadır:
Ele alınan nesne kendi başına ve kendisi için incelenmektedir.
Nesne, kendi öğeleri arasındaki bağıntılardan oluşan bir dizge olarak ele
alınmaktadır.
Söz konusu dizge içinde her zaman işlev göz önünde bulundurulmalı ve her
olgu, bağlı olduğu dizgeye dayandırılmalıdır. Bunun bir sonucu olarak nesne,
artsüremlilik içinde değil, eşsüremlilik içinde değerlendirilmelidir.
Köken, gelişim, etkileşim vb. türünden artsüremsel sorunlara ancak, nesnenin
elden geldiğince eksiksiz bir çözümlemesi yapıldıktan sonra ve bunların da
dizgesel olarak ele alınmalarını sağlayacak yöntemler geliştirilebildiği
ölçüde yer verilmelidir.
Nesnenin kendi başına ve kendi kendisi için incelenmesinin sonucu olarak doğa
ötesel değil, özdekçi bir tutum izlenmelidir.
Yapısalcılık felsefi, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir
çözümleme yöntemidir.
Görüldüğü gibi yapısalcılık, nesneye ve nesnenin yapısındaki alt bileşenlerden
hareketle nesneyi açıklamaya çalışmaktadır. Yapısalcı akımın dilbilim alanındaki
öncüsü, çağdaş dilbilim çalışmalarının da öncüsü kabul edilen Ferdinand de
Saussure’dür. Saussure, dili bir dizge / yapı kabul ederek dil incelemelerinde eşsüremli
yöntem çerçevesinde dil dizgesini meydana getiren alt dizgelerden hareket edilmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. Bu yaklaşımda dil dışı etkenler devre dışı kalmaktadır.
Saussure’ün dilbilimde başlattığı bu yaklaşım, temsil ettiği Cenevre Dilbilim Okulu’nun
dışında, 1950’lere kadar diğer yapısalcı okulları da etkilemiştir.

739
2. Dilbilimde Yapısalcı Okullar ve İlk Okuma Yazma Öğretimi
Yukarıda da bahsedildiği gibi, yapısalcı yöntemin dilbilim alanındaki öncüsü,
Ferdinand de Saussure’dür. Saussure’ün kurduğu Cenevre Dilbilim Okulu’nun yanı sıra
Prag Dilbilim Okulu, Fransız İşlevsel Dilbilim Okulu ve Kophenag Dilbilim Okulu,
yapısalcı yöntemi belirleyen diğer okullardır. Bu çalışmada Cenevre, Prag ve Fransız
İşlevsel Dilbilim okullarının dilbilim alanındaki yapısalcı görüşlerinden hareketle ilk
okuma yazma öğretimi analiz edilecektir. Bu üç okulun dil öğretimi açısından en
verimli yapısalcı dilbilim okulları olduğu düşünülmektedir.

2.1. Cenevre Dilbilim Okulu ve İlk Okuma Yazma Öğretimi


Çağdaş dilbilim çalışmalarının öncüsü Ferdinand de Saussure aynı zamanda
Cenevre Dilbilim Okulunun da en önemli temsilcisidir. Çağdaş dilbilim alanının
ilkelerini ortaya koyduğu Genel Dilbilim Dersleri isimli eserinde yapısalcı yöntemin
dilbilim çalışmalarında uygulanma biçimlerine de kuramsal açıdan yer vermiştir. “İlk
zamanlarda eser hakkında farklı tartışmalar yapılmışsa da gerçek şu ki, XX. yüzyıl dil
bilimi bu yapıtla başlar, bu yapıtla gelişir. Bütün dilbilim dalları, tüm insan bilimleri bu
yapıtla yenilenir. Dil bilimin yanı sıra öbür insan bilimlerinde de en geçerli kuramların
en çarpıcı uygulamaların uzun süre çerçevesini oluşturan yapısalcılık akımı, kökünü bu
yapıttan, esinini Saussure’den alır. Dil anlayışı Saussure ile birlikte temelinden
değişecek, dilbilimci incelediği konuyu artık bağıntıların yönettiği bir dizge olarak ele
alacaktır” (Vardar, 1985: 8). Çalışmanın asıl konusu Saussure ve yapısalcı yöntem
olmadığı için çalışmanın bundan sonraki bölümünde Saussure’ün dilbilimdeki yapısalcı
görüşlerinin ilk okuma yazma öğretimiyle bağlantısı üzerinde durulacaktır.
Bu konuyla ilgili olarak öncelikle dilin bir dizge olma özelliği üzerinde durmak
gerekir. Dilin dizgesel bir sistem olduğu yapısalcı dil bilimin temel ilkelerinden biridir.
Dizgesellik, dil öğretiminin ve özelde ilk okuma yazma öğretiminin gerekçesini
oluşturmaktadır. “Dil, bir dizge yani sistem olduğu için öğretilmelidir. Sistemli bir olgu
karşısında sistemli bir öğretim süreci oluşturmak gerekir” (Onan, 2012: 235). Dizge
kavramının uzak etkisi bu şekilde açıklanabilir. Bu konu, töz ve biçim kavramlarının
etkisi üzerinde dururken daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Özellikle, okuma ve
yazma kavramlarının dizgeselliğin bir sonucu olarak sistematik bir program dâhilinde
öğretilebiliyor olması bunu göstermektedir.
Dilin uzlaşımsal niteliği, Saussure’ün üzerinde durduğu önemli hususlardan biridir.
Uzlaşımsallık, dilde ortak düşünceyi ve kullanım birliğini ifade etmektedir. Bu
bağlamda değerlendirildiğinde, dil uzlaşımsal olduğu için öğretilmelidir denebilir. Bir
ülkede konuşulan dildeki farklı ağız özellikleri ancak dil öğretimi gibi programlı bir
süreç sayesinde ortadan kaldırılabilir. Bu sürecin başlangıç noktasını, ilk okuma yazma
öğretimi oluşturmaktadır.
Saussure, Genel Dilbilim Dersleri’nde yazı ve dil kavramlarını birbirinden ayırmıştır.
Ona göre bu ayrımda dil, konuşmayı temsil etmektedir. Bu durumda yazı, dili yani
konuşmayı uzlaşımsal bir çerçevede kurala bağlar ve belirli bir standarta oturtur. Bu durum,
yazma öğrenmeyi ve yazı öğretimini zorunlu hâle getirmektedir. “Diğer yandan, yazının
geniş bir uzlaşıma sahip olması, öğretilmesini de gerekli kılmaktadır. Bunun yanı sıra, dilin
kuralları yazılı dilde görsel olarak algılanabilmektedir. Bu durum yine, yazının öğretimini
zorunlu hâle getirmektedir. Yazıyı uzlaşımsal hâle getirmede bir diğer araç okumadır. İlk
okuma yazma öğretimindeki eşzamanlılık, okuma ve yazma kavramları arasındaki
etkileşimsel uyumdan kaynaklanmaktadır.
Ferdinand de Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri’nde, üzerinde önemle durduğu
konulardan biri de töz ve biçim kavramlarıdır. Töz kavramı, kendisinden başka bir şeye

740
indirgenemeyen olgular için kullanılmaktadır. “Saussure’e göre dil bir biçimdir. Dilin
tözü sestir” (Kıran, 2006: 130). Ses tözü dilde kendisinden daha küçük birimlere
indirgenemez. Biçim ve töz kavramları temel dil becerileriyle doğrudan ve dolaylı
ilişkilere sahiptir. İlk okuma yazma öğretimi bu dolaylı ilişkilerle açıklanabilir.
Aşağıdaki tabloda bu durum gösterilmektedir.

Şekil 1: Töz ve Biçim Kavramlarına Göre Temel Dil Becerilerinin


Oluşum Aşamaları

Tablo için bkz. Bilginer Onan (2012). Dil Eğitiminin Dilbilimsel Temelleri: Ferdinand
de Saussure’ün Genel Dilbilim Kuramında Dil Eğitimiyle İlgili Bulgular

Bu tabloya göre, dolaylı ilişkiler çerçevesinde okuma ve yazma kavramları şu


şekilde oluşmaktadır:
Okumanın oluşumunda sembol (harf), ses tözüne dönüştürülür. Ses tözünden biçim
oluşturulur ve son aşamada bu biçimler diğer biçimlerle dizgesel ve uzlaşımsal bir bütün
oluşturarak anlamayı gerçekleştirir. İlk okuma yazma öğretiminde, çocuğa önce dildeki
semboller ve eşzamanlı olarak bu sembollerin fonem değerleri öğretilir. Ardından, bu
fonemlerden hece, kelime, kelime grubu ve cümle düzeyinde dizge oluşturularak biçimden
anlama geçiş çalışmaları yaptırılır. Bunun yöntemsel karşılığı ses temelli cümle yöntemidir.
Her ne kadar literatürde açıkça dile getirilmemişse de yapısalcı dilbilim yaklaşımının ses
temelli cümle yöntemini desteklediği söylenebilir. Dolaylı ilişkiler bağlamında yazma
öğretiminde de okumaya benzer süreçler işlemektedir. Yazmada öncelikli olarak ses tözü
sembole (harf) ardından anlatıma araç olması için biçime dönüştürülür. Meydana gelen
biçim, anlatma işlevinin aracı olarak kullanılır. Yazmada; ses – sembol – biçim – işlev,
okumada; sembol – ses – biçim – işlev şeklinde dört aşamalı bir süreç ortaya çıkarken
konuşma ve dinlemede; ses – biçim – işlev şeklinde sembolün olmadığı üç aşamalı bir süreç
ortaya çıkmaktadır. Yapısalcı dilbilim, ilk okuma yazma öğretiminde ayrım noktasını
sembol (harf), daha ayrıntılı bir ifadeyle sembol – ses ilişkisi olarak belirlemektedir. Sembol
– ses ilişkisi bugün ilk okuma yazma literatüründe kelime tanıma kavramıyla
karşılanmaktadır. Kelime tanıma, ses ve harfi refleksif bir şekilde örtüştürebilme becerisidir.
Kelime tanıma becerisinde yetersiz olan öğrenciler, okuma yazma öğrenme sürecinde büyük
bir zorlukla karşı karşıyadır demektir. Akıcı okuma ve akıcı yazma için kelime tanıma
becerisinin örtük hâle getirilmesi gerekmektedir.
“Saussure, Genel Dilbilim Derslerinde dil göstergeleri arasında iki tür ilişki
olduğunu ifade etmektedir. Bunlar, yatay eksen olarak ifade edilen dizimsel ilişkiler ve
düşey eksen olarak adlandırılan dizisel ilişkilerdir” (Onan, 2012: 239).
“Dizimsel bağıntılar, bir yapı yani bir dizim oluşturmak için bir göstergenin
kendinden önceki göstergelerle kurduğu ilişkiyi tanımlamaktadır. Örneğin genç sıfatı,
genç kız dizimindeki kız sözcüğüyle dizimsel ilişki içindedir. Gene /ı/ ses birimi, /k/ ve
/z/ sesbirimleriyle aynı ilişki içindedir” (Kıran, 2006: 120). Görüldüğü gibi dizimsel
ilişkiler dilde kelime, kelime grubu ve cümle düzeyindeki diziliş kurallarını ifade

741
etmektedir. İlk okuma yazma öğretimi bu üç düzeydeki dizimsel kurallarla da doğrudan
ilgilidir. Ses temelli cümle yönteminde fonemlerden kelime, kelime grubu ve cümle
oluşturmada Türkçenin dizim kuralları devreye girmektedir. Kelime düzeyinde ya da kelime
oluşturmada seslerden uzlaşımsal bir dizge oluşturulur. Özellikle Türkçe gibi anlamlı
köklerden yapım ekleriyle genişleyen dillerde öğrencinin ön bilgisinden yararlanılmaktadır.
Chomsky’nin deyimiyle edinçten hareket edilmektedir. Özellikle okuma sürecinde bu
durum daha da önem kazanmaktadır. “Örneğin, üçgen kelimesiyle ilk defa karşılaşan bir
çocuk, üçgen teriminin anlattığı kavramı henüz öğrenememiştir; ama daha önceden bildiği
üç kavramına dayanarak bir şeyler sezmeye başlar. Bu sezgi, öğrenme yolunda bir
kazançtır. Anlamlı bir kökten anlamlı bir kelime türetebilen Türkçede, bu noktada dizge
katkısı devreye girmektedir” (Yücel, 2007: 128). Saussure’ün yapısalcı dilbilim
yaklaşımının temel kavramlarından biri olan dizge, Türkçe ilk okuma yazma öğretiminde
dizge katkısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dizge katkısı, eklemeli dillerin doğal bir
özelliğidir diyebiliriz. Yazma öğretiminde dizge katkısı, okul öncesi dönemde oluşan ses
bilinciyle desteklenmektedir. Okul öncesi dönemde ses bilinci düzeyi, ilk okuma yazma
öğretiminde ses – harf birlikteliğini destekleyerek kelime adı verilen fonem kümelerinin
oluşumunu hızlandıracaktır. Ses bilinci burada edinç olarak kavramlaştırılabilir. Dizimsel
eksenin etkili olduğu kelime grubu ve söz dizimi düzeyinde ise çekim ekleri devreye
girmektedir. Özellikle söz dizimi düzeyinden itibaren dilin yatay eksen kuralları yani dil
bilgisi kuralları etkili olmaya başlamaktadır. Özetle, yatay eksen ilk okuma yazma
sürecinde kelime oluşturmadan kelime grubu ve söz dizimi yapılanmasına kadar sürecin
önemli bir bölümünün gerçekleştiği eksendir.
Saussure’ün yapısalcı dilbilim anlayışında öne çıkardığı kavramlardan biri de düşey
eksendir. Düşey eksene dizisel eksen de denmektedir. “Dizisel bağıntılar, aynı işlevi
yüklenen eşdeğer dil göstergeleri arasındaki değiştirim ilişkileriyle tanımlanmaktadır.
Bu ilişkiler, düşey eksende yer almaktadır. Buna seçme ekseni de denmektedir. Yazar
ya da konuşucu, bir tümcede aynı yerde bulunabilen sözcük bütününden ya da
dizininden sözcük seçer. Bu sözcüklerin birbirlerinin yerlerine geçebilmeleri için aynı
dil bilgisel sınıfa ait olmaları ve anlamlarının tümcenin anlamıyla bağdaşması
gerekmektedir” (Kıran, 2006: 121). Dizisel ilişkilerin dil öğretimiyle ilişkisi, kelime
öğretimi noktasındadır. Dizisel eksen, ulamlara dayalı kategorik kelime öğretimine
dikkat çekmektedir. Ulamlara dayalı kelime öğretimi ilk okuma yazma öğretiminde
kategorik sözlükleri ön plana çıkarmaktadır. Öte yandan dizisel ilişkiler, ilk okuma
yazma öğretiminde kelime hazinesinin derinlik boyutuna da dikkat çekmektedir.
Çalışmanın buraya kadarki bölümünde, ilk okuma ve yazma öğretimi yapısalcılık
ilişkisi Saussure bağlamında tartışılmıştır. Bundan sonraki bölümde Prag Okulunun
yapısalcı dilbilim anlayışı ve ilk okuma yazma öğretimi üzerinde durulacaktır.
2.2. Prag Dilbilim Okulu ve İlk Okuma Yazma Öğretimi
1926 yılında Çek dilbilimci Mathesiw’un girişimiyle kurulan Prag Dilbilim
Okulu, S. Karcavski, N.S. Troubetskoy ve R. Jakobson’un katılmasıyla etki alanını
genişletmiştir. Daha sonra bu topluluğa Rus araştırmacılar da katılmıştır.
Prag Dilbilim Okulu, dilin ses yapısına odaklanmış ve Saussure’den aldığı yapısalcı
görüşler temelinde Görevsel Sesbilim alanının temel ilkelerini ortaya koymuştur. Prag
Okulu ile birlikte sesbirimler işlevsel açıdan eşzamanlı bir yöntemle incelenmeye
başlamıştır. Okulun ileri sürdüğü fonem teorisi bağlamında ortaya koyduğu kavramlar,
ilk okuma yazma öğretimiyle doğrudan ilgilidir. Çalışmanın bu bölümünde, Prag Okulu
ve ilk okuma yazma öğretimi arasındaki ilişki fonem, alofon, parçasal sesbirim ve
parçaüstü sesbirim bağlamında ele alınacaktır. Okulun ortaya koyduğu görüşlere göre
her dilde, sonsuz denecek sayıda ve birbirlerinden çok ince farklarla ayrılmış sesler
bulunmaktadır. Dilsel nitelikli sesler, dilde anlam ayırıcı birim olarak kullanılmaktadır.

742
Dilde, anlam ayırma görevinde bulunan ses birliklerine fonem adı verilmektedir.
“Fonolojinin temelindeki birliğe, görevsel ses birliği anlamına gelen fonem denir. Bu
terim, geleneksel dilciler tarafından ses anlamında kullanılmaktaysa da modern yapısal
lengüistikte anlam ayıran ses demektir” (Başkan, 2003: 91). Bu duruma göre, gül ve kül
kelimeleri arasındaki bir karşılaştırmada /g/ ve /k/ birer fonemdir. Çünkü anlam ayırıcı
bir işleve sahiptir. Fonem ayrıca dildeki tam ses değeri anlamında da kullanılmaktadır.
Tam ses değeri, standart konuşma dilindeki seslerin değerleri anlamında kullanılmıştır.
Yazı dili açısından değerlendirildiğinde, fonem sembolün (harf), tam ses karşılığı olarak
da düşünülebilir.
“Bir fonem içerisinde bulunan ufak çeşit seslere alofon adı verilmektedir. Fonem,
birçok alofonu içine daha büyük bir birliktir. Alofonlar fonemden daha küçük parçalar
olup fonemin sınırları içinde bulunmaktadır. Fonem bir bakıma ana sestir. İnsanlar bu
ana sesi telaffuz etmeye çalıştıkları hâlde, yanda bulunan seslerin etkisiyle bu ana ses
yerine tek tek alofonlar çıkarmaktadırlar. Fonemlerin sayısı alofonlara göre çok azdır.
Herhangi bir dilde bulunan fonem sayısı 25 – 100 arasındadır” (Başkan, 2003: 93). Prag
Okulunun fonem teorisi ile gündeme gelen fonem ve alofon kavramları ilk okuma
yazma öğretimi açısından büyük önem taşımaktadır.
Fonem adı verilen standart konuşma dilinin tam ses değerleri özellikle ilk okuma
yazma öğretiminin okul öncesi örtük dönemdeki hazırlayıcısı olan ses bilinci açısından
önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde, ses bilinci gelişmiş çocuklar ki, bu fonem adı
verilen tam ses değerlerine hâkim olmayı ifade etmektedir, okul döneminde ilk okuma
yazma öğrenme sürecinde sesi hissetme aşamasını daha hızlı bir şekilde geçmektedirler.
Bu noktada, fonem eğitimi gündeme gelmektedir. Fonem eğitimi, okul öncesi
dönemden başlayarak ses bilincini geliştirmeye yönelik çalışmalar yardımıyla ilk okuma
yazma öğrenme aşamasına kadar uzanan nitel bir süreçtir. Fonem eğitimi, doğrudan
yazma öğrenme sürecini de ilgilendirmektedir. Çocuğun, işittiği kelimeleri yazabilme
becerisini kazanmada fonem eğitiminin önemli bir rolü vardır. Okul öncesi dönemde
konuşma dilinin farklı ağız özelliklerini kullanan çocukların standart konuşma dilinin
tam ses değerlerini kazanmasında fonemler ölçüt alınmalıdır. Ağız özelliği taşıyan
konuşma dilinde, alofonlar etkilidir. Akıcı ve doğru seslendirmeye dayalı okuma
çalışmalarında da fonemlerin önemli bir işleve sahip olduğu söylenebilir.

Şekil 2: Fonem ve Alofon Kavramları

743
Yukarıdaki şekilde, fonem ve alofon kavramları karşılaştırmalı olarak
gösterilmektedir. Şemada fonemin konumu göz önüne alındığında, bu kavramın sadece
ilk okuma ve yazma çalışmalarında değil, ana dili eğitiminin bütün alanlarında temel
hareket noktası olduğu sonucuna varılabilir.
Fonem ve alofon kavramlarının ardından ilk okuma yazma öğretimiyle bağlantılı
olarak parça üstü birim kavramı üzerinde de durmak gerekiyor. Parça üstü birim
kavramını açıklayabilmek için öncelikle parçasal birim kavramı izah edilmelidir.
“Parçasal birimler, dili meydana getiren ses birimleridir. Örneğin, yazma sözcüğü beş
parçasal ses birimden oluşmaktadır. İki parçasal birim aynı anda üst üste olamaz.
Parçasal birimler uzamda yer kaplarlar ve birbirlerini takip ederler. Parçasal
sesbirimlerin üzerindeki bürünsel nitelikli dil olgularına parça üstü birimler
denmektedir. Vurgu, ton, süre, durak gibi ses olguları bürünsel niteliklidir. Parça üstü
birimler uzamda yer kaplamaz” (Büker, 1991: 57). Parçasal birimlerin ilk okuma yazma
öğretimiyle ilişkisi daha önce değerlendirilmişti. Parça üstü birimlerin bu süreçle ilişkisi
asıl serbest okuma ve yazma çalışmalarında karşımıza çıkmaktadır. Okumayı anlamlı
kılmada, bürün olguları olarak da nitelendirilen parça üstü birimlere ihtiyaç
duyulmaktadır. Yazma eğitiminde ise noktalama işaretlerinin özellikle virgül gibi sesi
ve anlamı yönlendirme işlevi olan işaretlerin öğrenilmesine katkıda bulunacağı
düşünülebilir. Okuma ve yazma, doğrudan ve dolaylı ses kontrolü ile gerçekleşen
becerilerdir. Bunların kullanımıyla ilgili örnekler aşağıda sıralanmıştır.
Şekil 3: Parçaüstü birimlerle ilgili Türkçe örnekler

744
Örnekler ve açıklamalar için bkz. İclâl Ergenç (1989). Türkiye Türkçesinin Görevsel Ses Bilimi

Sonuç olarak, Prag Dilbilim Okulunun ilk okuma yazma öğretimiyle ilişkisi, ses
olgusu etrafında şekillenmiştir denebilir. Bunun temel sebebi, yapısalcı dilbilim
anlayışının ses çalışmalarını 20. yüzyılın ilk yarısında Prag Okulunun üstlenmiş
olmasıdır. Bu okulun dilbilim çalışmalarında fonem kavramını ön plana çıkarması
bugün çoğu ülkede ilk okuma yazma öğretiminde kullanılan ses temelli cümle
yöntemini de desteklemektedir.
2.3. Fransız İşlevsel Dilbilim Okulu (Andre Martinet) ve İlk Okuma
Yazma Öğretimi
Nitelik olarak incelendiğinde, Fransız işlevselcileri tarafından ortaya konan
görüşlerin Prag Okuluna daha yakın olduğu görülmektedir. Gerçekte Fransız
işlevselcilerini temsil eden Andre Martinet ve Lucien Tesniere’in bağımsız isimler olduğu
söylenebilir. Bu başlık altında, ilk okuma yazma öğretimiyle ilgili olarak Andre
Martinet’in görüşlerine yer verilecektir. “Prag Okulunun özellikle işlevci sesbilim
anlayışından etkilenen Martinet, işlevciliği ses dışındaki alanlar içinde uygulamak üzere
işlevsel dilbilim kuramı geliştirmiştir. Andre Martinet’in görüşlerini en iyi yansıtan
çalışması, ilk kez 1960’ta Genel Dilbilim İlkeleri adıyla çevrilerek yayınlanan eseridir”
(Kerimoğlu, 2014: 43-44). Martinet’in dilbilime yaptığı en önemli katkılardan biri, çift
eklemlilik kavramıdır. Martinet çift eklemliliği sadece insan diline özgü bir özellik olarak
ortaya koyar. Belirlediği çift eklemlilik düzleminde iki eklemlenme düzlemi vardır.
Birinci eklemlilik düzeyi dildeki birimlerin yan yana dizilmesinden meydana gelir. Bu
birimler, kelime ve eklerden oluşmaktadır.
Örnek:
Arda okul-a koş-arak git-ti. (I. Eklemlilik Düzeyi)
Bu cümle, birinci eklemlilik düzeyini göstermektedir. Görüldüğü gibi birinci
eklemlilik düzeyi, kelime kökleri ve eklerden oluşmaktadır. İkinci eklemlilik düzleminde
ise, kelime kökleri ve eklerden oluşan biçim birimler sesbirimlere ayrılmaktadır.
Örnek:
A.r.d.a e.v.e k.o.ş.a.r.a.k g.i.t.t.i. (II. Eklemlilik Düzeyi)
Bu açıdan bakıldığında, ilk okuma yazma öğretiminin, Martinet’in çift eklemlilik
kuramından hareketle, ikinci eklemlilik düzleminden birinci eklemlilik düzlemine doğru
ilerlediğini söyleyebiliriz. Türkçe gibi eklemeli yapı özelliği gösteren dillerde sistem bu
şekilde işlemektedir. Bilindiği üzere, ses temelli cümle yönteminde önce sesler verilir;
ardından heceler oluşturulur; daha sonra, kelime ve cümle oluşturma aşamasına geçilir.

745
Serbest okuma ve yazma döneminde ise metin oluşturma çalışmalarına geçilir. Dilin çift
eklemliliği açısından ilk okuma yazma öğretimi, ikinci eklemlilik düzleminde başlar. Bu
düzlemde sesi tanıma, hissetme ve yazma çalışmaları yaptırılır. Daha sonra birinci
eklemlilik düzlemindeki hece oluşturma, heceleri birleştirerek kelime oluşturma ve
kelimelerin eklerle birleştirilmesi ile ilgili çalışmalara geçilir. Burada ek ve hece ayrımını
vurgulamak gerekir. Dilbilimsel olarak ek ve hece birimleri birbirinden farklı olsa da,
Türkçe de ekler ve hatta kelime kökleri tek doruklu oldukları için çocuk hece çalışmaları
kapsamında kelime köklerini ve ekleri de öğrenme fırsatı bulur. Bu durum, Türkçenin
yapısal bir özelliğinin ilk okuma yazma öğrenme sürecine katkısı olarak
değerlendirilebilir. Dilin çift eklemliliği bağlamında cümle çalışmaları birinci eklemlilik
düzeyinden sonra başlar. Özetle çocuk, dilin eklemlenme düzeylerine hâkim olmadan
okuma yazma öğrenemez. Cümleyi temel alan ilk okuma yazma yöntemlerinde bu süreç
tersine işler. Bu yöntemde, birinci eklemlilik düzeyinden ikinci eklemlilik düzeyine doğru
bir süreç takip edilmektedir. Dilin çift eklemliliği bağlamında yapısalcı anlayışta bu süreç
ikinci eklemlenme düzeyinden birinci eklemlenme düzeyine doğru ilerlemektedir.
Sonuç
Dilbilimde yapısalcı anlayış ve ilk okuma yazma öğretimi arasındaki ilişkiyi
inceleyen bu çalışma iki temel bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölümde, genel
anlamda yapısalcılık ve dilbilimde yapısalcı yaklaşım ele alınmıştır. Bu anlayışa göre,
bilimsel çalışmalarda ele alınan inceleme nesnesi, kendisini oluşturan ögeler arasındaki
bağıntılar çerçevesinde ele alınmalıdır. Dil çalışmalarında da aynı bakış açısını getirmiştir.
Dili, dil dışı etkenlerle değil, dil içi unsurlarla açıklamaya çalışır. Çalışmanın ikinci
bölümünde, başta Ferdinand de Saussure olmak üzere, diğer okulların (Prag Okulu,
Fransız İşlevcileri) yapısalcı görüşleri ilk okuma yazma öğretimiyle ilişkilendirilmiştir.
Gerek Saussure gerekse Prag Okulu ve Andre Martinet’in yapısalcı dilbilim alanındaki
görüşleri, bugün çoğu ülkede uygulanmakta olan ses temelli cümle yöntemini farklı
yönlerden desteklemektedir. Saussure, dizge görüşü ve biçim / töz ayrımında, dolaylı
olarak ilk okuma yazma öğretiminin gerekliliğini ortaya koymakta ve ses unsurunu temel
dil becerilerinin ortak paydası olarak belirlemektedir. Prag Okulu, fonem teorisi
bağlamında yine dilde ses unsurunu ön plana çıkarmaktadır. Martinet, çift eklemlilik
kuramında dilin doğasında mevcut olan eklemlilik düzlemlerini ortaya koyarken adeta ses
temelli cümle yönteminin aşamalarına dolaylı olarak sıralamaktadır. Sonuç olarak, bu
çalışma kapsamında yapısalcı dilbilim yaklaşımının ses temelli cümle yöntemiyle uyumlu
bir bakış açısına sahip olduğu söylenebilir.

Kaynaklar
BAŞKAN, Ö. (2003). Lengüistik Metodu. İstanbul: Multılıngual Yayınları.
BÜKER, S. (1991). Sinemada Anlam Yaratma. Ankara: İmge Yayınevi.
ERGENÇ, İ. (1989). Türkiye Türkçesinin Görevsel Sesbilimi. Ankara: Engin Yayınevi.
KERİMOĞLU, C. (2014). Genel Dilbilime Giriş. Ankara: Pegem Akademi.
KIRAN, Z. (2001). Dilbilime Giriş. Ankara: Seçkin Yayınevi.
ONAN, B. (2012). “Dil Eğitiminin Dilbilimsel Temelleri: Ferdinand de Saussure’ün
Genel Dilbilim Kuramında Dil Eğitimiyle İlgili Bulgular” Mustafa Kemal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 17, ss. 219-243.
PİAGET, J. (1999). Yapısalcılık. Ankara: Doruk Yayınevi.
SAUSSURE, F. (1985). Genel Dilbilim Dersleri, (Çeviren: Berke Vardar) Ankara:
Birey ve Toplum Yayınları
YÜCEL, T. (2007). Dil Devrimi ve Sonuçları. İstanbul: Can Yayınları.
YÜCEL, T. (2015). Yapısalcılık. İstanbul: Can Yayınları.

746
SOYUT ANLAMLI BAZI ARAP ALINTILARININ OĞUZ DİLLERİNDE
KIYASLAMASI
1
Dr. Dürdane RAHİMZADE
Özet
Türk dillerinin söz birimine Arap alıntıları güçlü bir şekilde etkilemiştir. Oğuz dilleri de
bu anlamda istisna sayılmamaktadır. Azerbaycan, Türk, türkmen ve Gagauz dillerinin
öz biriminde bu alıntılar farklı söz grublarında gözükmektedir.
Bu gibi söz gruplarından biri de soyut anlamlı sözlerdir. Oğuz dillerinde soyut sözlerin
büyük bir kısmını Arap alıntıları teşkil etmektedir. Bu makalede bu alıntıların bir kısmı
araştırılmış, yani bu sözlerin hem Arap dilindeki anlamı Oğuz dillerindeki anlamları
kıyaslanmış, hem de Oğuz dillerindeki anlamlar kendi aralarında kıyaslanmıştır.
“Haz” sözü Arapça`da “mutlu olmak” anlamını ifade eden gayri salim fiillerin müdaaf
fiiller grubuna ait olan "‫“( َ" َظ َظ ح‬ḥaẓẓa”) fiilinden oluşarak, aşağıdakı anlamları ifade ediyor:
yazgı, kısmet, kader,nasip;
saadet, mutluluk;
başarı, uğur;
bolluk, rifah;
hazz, zevk, lezzet, neşe.
Türk ve Azerbaycan dillerinde bu sözün anlamıçok yakındır: “ güzel bir şeyden duyulan
zevk, neşe, sevinç hissi; memnuniyet duygusu”
Türk dilinde bu söz haz şeklinde kullanılmaktadır, (müzik terimi olarak) terane, melodi
anlamı diğer Oğuz dillerinde yoktur.
Türkmen dilinde hezil şeklindedir. Anlamı farklıdır - Hezil – keyif, şenlik, şirin v.s.;
hezil berme – zevk; hezil bermek - okşamak, şefkat göstermek; hayran olmuş,
sevinmek; gülmek – kahkaha atmak, gülmekten bayılmak.
Böylece bu söz Oğuz dillerindeki değişim görüntüsü böyledir:
Hezz (Azerb) – haz (Türk) – hezil (Türkmen).
Gagauzca`da bu söz kullanılıyor.
Çalışmamızda adet, akıl, aciz v.s. sözler araştırılmıştır.

Anahtar sözler: Arap alıntıları, Oğuz dilleri, soyut sözler, anlambilimsel kıyas

Arap alıntılarının Oğuz dillerinde kıyası bu alıntıların sesbilimsel, leksik,morfolojik


vs. alanlarda araştırılması sonucunun genelini anlatmaktadır. Bu alıntılar hem bazı
açılardan araştırılıyor, hem de kıyaslanılıyor. Bütün Türk dillerinde olduğu gibi Oğuz
dillerinde de Arap alıntıları oldukça çoktur.Azerbaycan, Türk, Türkmen ve Gagauz
dillerinin leksik içeriğinde bu alıntıların yeri farklıdır. Bunların semantik içeriği çok
geniştir. Buraya bitki, hayvan adları, askeri terimler, edebiyat terimleri vs. dâhildir.
Soyut anlamlı sözler nerdeyse, bütün dillerin kelime hazinesinin büyük kısmını
oluşturmaktadır. Oğuz dilleri de bu anlamda istisna değil. Bu dillerde soyut sözlerin
büyük bir kısmını Arap alıntıları oluşturuyor. Bilindiği gibi alıntılar taşındıkları dilde
bazı gelişim süreçlerinden geçerek bu veya diğer şekilde dile uygunlaşmışlar.

1
Azerbaycan Tıp Universitesi Azerbaycan Dili Bölümü Başkan Yardımcısı

747
Bunların bazılarında sesbilimsel, bazılarında leksik, bazılarındaysa gramer değişimleri
oluşmuştur. Burada, özellikle leksik değişimlerden bahsedilecektir. Leksik açıdan alıntılarda
bazı değişimler oluşa bilir. Yani, sözkaynak dildeki anlamı koruya, kısmen kaybedebilir.
Başka şekilde dersek bu leksik birimlerde daralma, ya oluşabilir veya söz yeni anlamlar
kazanabilir. Oğuz dillerinde Arap alıntılarının araştırılması belirtiyor ki, bu alıntıların bir
kısmı anlamını tam olarak değişmiş, bir kısmı Türk dillerine geçerek orada korunup
saklanmış, Arap dillerinde ise kullanımlılığını kaybederek eskimiştir. Bu çalışmada bu tarz
sözlerin bazılarını araştırmak, yani bu sözlerin hem Arap dilindeki anlamı Oğuz dillerindeki
anlamlarıyla kıyaslanılmış, hem de Oğuz dillerindeki anlamlar kendi aralarında
kıyaslanılarak farklı özellikler belirlenmiştir.
“Meslehet”
“Meslehet” sözü Arapça`da “‫( َ” َحَْ لﺺ‬ṣaleḥa) fiilinden oluşmuştur. Bu
fiil aşağıdaki anlamları ifade ediyor.
İyi olmak; düzgün olmak.
İyilik etmek,gerekli olmak
3.Dindar olmak
İyileşmek (А.С. Юшманов. Большой арабско-русский словарь, Москва,
ООО «Дом Славянской книги», 2010, стр. 306-307)

Göründüğü gibi, bahsedilen sözün aitolduğu fiilin ifade ettiği anlamlar arasında
‫”ةحلﺼْم‬ َْ
“öneride bulunmak” anlamına rastlanmakaktdadır. Aynı zamanda isim olarak “

َْ َْ
(maṣleḥatun) sözü Arapça “meslehat” (danışmak) anlamını değil, “ilgi, çıkar,menfaat,
kaar” anlamlarını ifade ediyor.
ْْ َْ ‫َْ ْك‬ ‫َْ ْْك‬ َْ َْْ َْ َْْ َْ
. ‫ﻛَﺲﻔَنب ين ﻓﺭﻌت ﻰتح ينﺒطا َخت نأب ﻛَل حمسْأ نلو‬ ،َ ‫ا َنكﻩ ْﻗﺒَأ نل‬
‫زناﺭﻓّْ( ﻛَتحلﺼْم‬
(1970
َْ ‫اﻜﻓاﻛ‬،
َْ ‫ةمﻛاحمل‬،
َْ ‫ص‬. 8ََْ، ‫ماﺭهلا ﻊباﻄم‬
َْ ‫ةيﺭاجتل‬ َْ َْ
ْْ ََْ ‫َْﻗأ مل‬
‫يننإ لإ دَْﺼْ َْ ْك‬
ْْ

(Len ebga hune va len esmaḥa leke biʼen tuhaṭıbeni ḥatte tuʻarrifeni
binefsike. İnneni lem ajṣıt ille maṣleḥatuke)
– Kendinizi taktim etmeyince ne burda kalmak, ne de sizinle konuşmak
istiyorum.
– Bunu sizin hayırınıza diyorum.
Arapçada “danışma” anlamında en çok “‫”ةحيﺼَن‬ َ (naṣıḥatun) sözü kullanılıyor.
Azerbaycan dilinde bu sözün aşağıdakı anlamları var: 1) Nasıl davranmak mümkün,
bir işi görmek için teklif, tafsiye. Doktor tafsiye, danımla.
Sizi bir әmrdәn ötrü mәslәhәtә çağırmışam, gәrәk haman xüsusda bir mәslәhәt
görәsininiz. ( M.F.Axundzadә). Dünyagörmüş xanımların mәslәhәti ilә bir dayә
tutub uşağı ona tapşırdı. (Mir Cәlal).

Bu söz yardımı ile oluşan danışmak, öneride bulunmak, karar vermek ( Bugün annem,
Hamza ve oğulları aralarında beni Kurbana vermeye karar verdiler. C.Cabbarlı.)
ifadeleri kullanılmaktadır.
Herhangi birkonuya dair uzmanın tafsiyesi, emri, denetimi. Bununla ilgili mәslәhәt
saatı, mәslәhәt günü gibi ifadeler kullanılıyor.
Azebaycan dilinde bu sözden yaranan diğer sözler de kullanılmaktadır:mәslәhәtçı
(danışman), mәslәhәtxana d(anışmanlık),mәslәhәtlәşmәk (danışmak), mәslәhәtli
(danışılmış) vs.
Bu söz ilk bakınca anlam değiştirmişgibi görünse de, ihtimaledebiliriz ki, Arapça`daki
anlamlardan birinin, yani “yarmak, gerekli olmak, yararlı fikir”anlamının biraz
genişlemiş şeklidir, danışılan, yani gerekli, yararlı fikir.

748
Türkmencede bu söz maslahat şeklinde, yani temel dildeki şekle daha yakın bir sesbilimsel
şekilde kullanılıyor. Anlamı yaklaşık Azerbaycan dilindeki anlamla aynıdır. maslahat: 1.
Bir zat hakkında belli neticä gelmek, pikir alışmak üçin özara geçirilyän gürrüñ, geñeş, sala.
Gısğacık maslahatdan soñ bu ikisi bir karara geldiler. (A. Govşudov, Mähri-Vepa).
Garrılar ondan maslahat soramağa geldiler («Sovyet Edebiyatı» Jurnalı)
Bir meseläni ara alıp maslahatlaşmaklığa bağışlanan yığnak. Onı avçılarıñ rayon
maslahatına çağırdılar. (C. Akıyev Merğeniñ Oğlı). Mashlahatda yurdı ümsümliğe
eltmek çäreleri ara alınıp maslahatlaşılıpdır (SSSR tarıhı) 3. Övüt, nesihat. Siziñ
maslahatıñız meniñ añatdır («Sovet Edebiyatı» Jurnalı). Türkmen dilinde bu sözden
oluşan maslahatçı,maslahatdar, maslahatlaşık, maslahatlaşıklı, maslahatlaşılmak,
maslahatlaşmak, maslahatlı gibi sözler kullanılmaktadır.
Çağdaş Türk dilinde ve Gagauz dilinde bu sözler kullanılmıyor. Aynı anlamda
her iki dilde danışmak, danışma sözleri kullanılıyor.
Mәslәhәt(Azerb.) – maslahat (Türkmen)
“Haz” sözü Arapça “mutlu olmak” anlamını veren ve salim olmayan fillerin müdaaf
fiiller grubuna mensup olan "‫ َح‬¥ ‫“( "ظ‬ḥaẓẓa”) fiilinden oluşmuştur, aşağıdakı anlamları
ifadee ediyor:
kader, kısmet, baht, nasip; saadet, mutluluk; c) başarı, uğur; d) bolluk, rifah; e) hazz,
zevk, lezzet, neşe
Türk ve Azerbaycan dillerinde bu sözün anlamı çok yakındır: “ hoş bir şeyden duyulan
lezzet, neşe, sevinç hissi, yüksek memnunluk hissi”
Türk dilinde bu söz haz şeklinde kullanılıyor, (müzik terimi gibi) terane, melodi anlamı
diğer Oğuz dillerinde yoktur.
Türkmen dilinde hezil şeklindedir. Anlamı farklıdır - Hezil – keyif, şenlik, şirin vs;
hezil berme – zevk; hezil bermek - okşamak; hezil eden – hayran olmuş; hezil etmiş –
sevinmek; hezil edip gülmek – kahkaha atmak, gülmekten bayılmak.
Bu sözün Oğuz dillerindeki değişim görüntüsü böyledir:
Həzz (Azerb) – haz (Türk) – hezil (türkmen) .
Gagauzcada bu söz kullanılmıyor.
“Adet” sözü
Bu söz I bab salim olmayan fiillerden olan "َ‫“(َ"داﻋ‬ʻade”) boş fiilinden oluşmuş.
Arap dilinde temerbute (‫ )ة‬ile bitiği için,kadın cinsine ait olan "‫“("ةَداﻋ‬ʻadetun”)َ sözünün
sözlüklerde aşağıdakı anlamları var:
adet; b) yasa; c) alışkanlık
Lakin bu söz isimden daha çok Zarf özelliğinde bulanarak, “genelde” anlamı
ifade eden "ً‫“(َ"ةَداﻋ‬ʻadeten”) ve “genelde”, “her zamanki gibi” anlamlarını ifade eden
ْ
َ
"‫("ةَداﻌَلﻛ‬kelʻadeti)
şeklinde kullanılıyor.
Adet sözünün Azerbaycan dilinin açıklamalı sözlüğünde 2 anlamı verilmiştir: 1) her
hangi bir halkın hayatında eskiden beri kabul edilmiş ve kök salmış anene, resm // yasa,
moda. 2) bir insan için sradan hal alan yasa, davranış şekli, alışkanlık. Etmek fiili ile
kullanılarak “ adәt etmәk “birşeyi çok tekrar ederek ona alışmak” anlamında
kullanılıyor. Bu sözün Arapça hazır Zarf şeklinde dilimize geçmiş adeәtәn veya adeta
şeklinde kullanılıyor. Fars dilinde etmek anlamında kullanılan kerden fiilinin ekleşmiş
hali ile birleşerek adәtkar veya adәtkәrde sözünü oluşturmuştur ki, bu da “ adet etmiş,
alışmış, anlamını belirtiyor.
Türk dlinde bu söz daha geniş anlama sahiptir. Türk dilinin açıklamalı sözlüğünde bu
sözün 4 anlamı verilmiştir. 1) âdet; 2) alışkanlık; 3) toplum içerisinde çoktan beri
oluşmuş yasalar, âdet; 4) âdet, regl. Bu söz bazı birleşmeler ve sözlerin oluşumunda da
bulunuyor: âdet edinmek – bir şeyi alışkanlık hâline getirmek “ Yemeklerimizde biber
kullanmayı adet edinmişiz” (B. Felek). Âdet görmezlik – menopoz. Âdeta Zarfı Türk

749
dilinde de kullanılıyor, lakin, adeta anlamında yok, sanki anlamında kullanılıyor.
“Yüzümü âdeta cama yapıştırarak her hareketini ilgiyle izliyorum.” ( A. Ümit).
Gagauz dilinde adet sözü gelenek anlamında kullanılıyor ve diğer anlamlara sahip
değil.
Türkmen dilinde bu söz adat [aadat] gibi kullanılıyor ve daha geniş anlama maliktir:
1. Bir milletin geçmişine dayanan, eskiden gelen gelenek. Canıña yakımlı azat hovası,
Bizde bolmaz din-adatıñ novası (N. Pomma, Saylanan Eserler). Dayhanıñ gül ömrün
solduran adat (Mollamurt, Saylanan Eserler). Köne adat sizi pula satardı (Durdı Gılıç,
Goğşular); 2) alışkanlık Çünki ol öyde bolan vağtı radio diñlemeği bir eyyämden bäri
adat edinipdir (“Sovet Edebiyatı” Jurnalı). Yelli öz adatı boyunça käselere çakıp guydı
(A. Govşudov, Köpetdağıäñ Eteğinde). 3. Herzamanki, evelki. Yaz adatdakısından ir
geldi (Sovet Türkmenistanınıñ Ayalları” Jurnalı). Adatdan daşarı –a) ani adatdan
dışarı ilçi- elçi; b) farklı; müstesna Bu söz Türkmen dilinde kelime hazinesinde aktif
kullanılıyor: adeta anlamında adatça Yaver Ezimi inçemik gara murtuna adatça elini
yetirip yılğırdı-da, hiçbir zat aytmadı (M. İbrahimov, Ol Gün Geler); geleneğe uyan
anlamında adatçı ; alışmak anlamında adatlanmak veya adatlanış Onuñ bütin
durmuşı şoña adatlanıpdı. Pil sapına adatlanan eller yarağ tutmasını bilmeyärdiler (B.
Kerbabayev, Ayğıtlı Ädim); “adi” anlamında adatı.
Göründüğü gibi Türkmen dilinde bu sözün semantik tutumu ve anlamları daha geniştir,
o nedenle de galiba Türkmen diline bu söz diğer Oğuz dillerinden daha evel geçmiştir.
adet (Azerb) – adet (Türk) – adat (Türkmen) – adet (Gagauz)

“Ali” sözü
Üçkökünsüzlü salim olmayan fiillerin nakı fiiller grubuna ait olan ( ‫ )ولﻊ‬köklü "‫(َ"لَع‬ʻale)
fiilinden oluşan "‫(َ"لعع‬ʻalin) sıfatının aşağıdakı anlamları var:
yüce, uzun b) ali; c) ünlü; d) ünlü, tanınan; e) soylu; f) yüksek (ses; ateş)
ّْ ًْ ‫ْك‬ ْْ
. ‫عﺭاةﺭ َح‬ْْ ‫ع‬
َ ‫ل‬
ْ ‫ََْادج ةَي‬ ‫َدنﻊ‬
ْ َْ‫ه‬ ‫ك‬ ‫د‬ ‫ر‬
َ ‫ج‬
َ ‫ة‬
(ʻindehu derecetu ḥararatin ʻaliyetun cidden)
Onun ateşi çok yüksektir.
ْْ ْْ ْ َْ َْ ‫ْك َْ ْك‬
. ‫ﻀغ ْن َﻊ َﺭ ْْب ْﻌن‬
َ ‫لب انْﺒ‬ ْ ‫ص‬ َ ْ‫ْنأ بحح‬
ْ ‫نو ةَْْ يلَْْ ﻋل تا َْو‬
(va nuḥibbu ʼen nuʻbira ʻan ğaḍabine bil-ʼasvatil-ʻaliyeti)
ALİ sözünün Azerbaycan dilinin açıklamalı sözlüğünde ün anlamı verilmiştir. 1) En
yüksek, en baş, en yukarı. 2) Yüce, yüce. Hülaku han başkenti Tebriz şehirinde ali bir
ev malikane yaptırıyordu. (A.Bakıhanov) 3) Özel terminolojide: en gelişmiş, en
mükemmel, en zor. Ali sinir faaliyeti. Ali organizmler. Dilimizde bu sözden yaranmış
alicah, alicenab (saygın), aye “yüksek kesimden olan, soylu” anlamında alicevher
sözü kullanılıyor.
Türk dilinde ali sözü bir anlamda- “yüce, yüksek” anlamında kullanılıyor. Bu sözden
oluşan baıali, zatıalileri, zatıalimiz, alicenap sözleri kullanılıyor. Türkmen ve Gagauz
dillerinde bu söze rastlamadık. Göründüğü gibi bu sözün Azerbaycan dilinde
kullanılmaalanı daha genişlenerek tıbbi terimlerin oluşmasında kullanılmıştır.
Azerbaycan dilinde nail sözü olmak fiili ile kullanılarak, nail olmak-elde etmek,
muvaffak olmak, ulaşmak, yetmek anlamlarını belirtiyor. Maksada ulaşmak. İsteğe
ulaşmak – Dilediğimiz arzuya ulaştık. (A. Divanbeyoğlu).

“Nailiyet”
“Nailiyet” sözü “‫ ”لين‬kökünden olan, salim olmayan fiillerin boş fiiller grubuna ait “
َ‫( َ”ﻝان‬nele) fiilinden oluşmuş. Esas anlamları “nail olmak; elde etmek” olan bu fiil Arapça`da
çok kullanılsa da, aynı kökten oluşan “başarı” isim genellikle kullanılmıyor. Arapça “uğur,
başarı” anlamını “‫( َ”حا َجن‬neceḥun) ve “‫”ﻗيﻓوَْ ت‬
ْ (taufigun) sözleri ifade ediyor.
750
ْْ َْ ْْ ‫ْك‬
‫ىدم ﻰﻝﻋ ﻪ لزنم مجْ ح ﻝ َكدي‬ ‫ن‬‫ج‬َ ‫حا‬ ‫ﻪ‬ ‫يﻓ‬ ‫ةايحل‬
َ َْ َْ َ َْ َْ‫َْ َْ ك‬
.

(‫حاجن‬http://www.wordreference.com/aren/reverse)

(Yadullu ḥacmu menzilihi ʻale mede neceḥihi fil-ḥayeti)


Onun evinin büyüklüğü hayattaki başarısının
göstericisidir.
(İnnene netemenne lehut-taufiga fi mehemihi). ‫َنم َم َْ تَن اَنَنإ‬
َ ‫ﻗيﻓ ْوَْ تل كﻪَﻝ ﻰ‬
َ ‫ﻪ ماﻬَ َم َم يﻓ‬
Ona işlerinde başarılar dileriz.
(‫ﻗيﻓوتل‬http://context.reverso.net/перевод/арабский-английский) Başarı
sözünün kökünde duran nail (başarı) sözü Azerbaycan dilinde tekbaşına
kullanılmıyor, olmak yardımcı fiili ile birlikte nail olmak “elde etmek, muvaffak olmak,
ulaşmak, yetmek” anlamlarında kullanılıyor.
Türk dilinde başarı sözü olmasa da, onun kaynaklandığı nail sözü “erişmiş, ele
geçirmiş, başarmış, kazanmış, ulaşmış anlamlaeında kullanılıyor. Fakat tek şekilde
değil, Azerbaycan dilinde olduğu gibi olmak fiili ile birlikte kullanılıyor ve “erişmek,
ulaşmak, kavuşmak” anlamlarını bildiriyor. Ondan öteki ahyvanların kaçmadığını
görünce emeline nail oldu(H.E.Adıvar). Göründüğü gibi bu anlam Azerbaycan dilindeki
anlam ileaynı veya çok yakındır.
Naaliyet sözü Azerbaycan dilinde genelde aşağıdakı anlamda kullanılıyor:1)
Herhangi bir alanda, işte elde edilmişiyi sonuç; başarı. Azerbaycan halkı her alanda
yeni ve büyük başarılarelde etmiştir. (M. İbrahimov).

Türkmen dilinde ne nail ne de nailiyet sözüne rastlamadık. Aynı anlamda bu


dilde yetişen, yeten sözleri kullanılır. Gagauz dilinde de bu söz kullanılmıyor.

Kaynaklar
А.С. ЮШМАНОВ. (2010) Большой арабско-русский словарь, Москва, ООО «Дом
Славянской книги», стр. 306-307 .
1970 ‫اﻜﻓاﻛ زناﺭ‬، ‫ةمﻛاحمل‬، ‫ص‬. 8، ‫ةيﺭاجتل ماﺭهلا ﻊباﻄم‬
http://www.wordreference.com/aren/reverse) ‫حاجن‬
(http://context.reverso.net/перевод/арабский-английский) ‫ﻗيﻔوتل‬
Azәrbaycan Dilinin İzahlı Lüğәti.
Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü. I (1992) Ankara
Türkçe Sözlük. (2011). TDK Yayınları. Ankara. Русско-
туркменский словарь.

EGE BÖLGESİNDE KADIN BAŞ GİYİMİYLE İLGİLİ SÖZ VARLIĞI


1
Dr. Naciye ATA YILDIZ

Özet
Çevresel etkilerden korunmak, vücut ısısını düzenlemek, örtünmek gibi temel ihtiyaçları
karşılayan giysiler, zaman içerisinde statü, meslek, grup üyeliği gibi göstergeleri içeren
sosyo-kültürel işlevler de üstlenmişlerdir. Fiziksel ve sosyal özellikler nedeniyle, giyim
eşyalarının adlandırılmasında, çeşitlilikleriyle doğru orantılı olarak bir zenginlik söz
konusudur. Türkiye Türkçesinin yazı dili yanında ağızları da bu açıdan oldukça zengin bir
kelime hazinesine sahiptir. Bu zengin kültürde, baş giyiminin, vücut giyiminin ve ayak
giyiminin adlandırılmasında, aynı giyim eşyasının dahi farklı yörelerde farklı şekilde

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. E-posta: 1
yildiz.naciye@gmail.com

751
adlandırılmalarının yanı sıra, “yemeni” örneğinde olduğu gibi (baş giyimi/ayak giyimi)
aynı kelimenin farklı anlamlarda kullanılması da söz konusudur. Ancak bu zengin
birikim, günümüzde, köyden kente giyimin tek tipleşmesi sebebiyle unutulmaktadır. Bu
bildiride, konunun genişliği sebebiyle sadece baş giyimi ve yöre olarak da Ege Bölgesi
ele alınmıştır. Ege Bölgesinde de başörtüsü, türban gibi genellemeler sebebiyle yavaş
yavaş unutulan söz varlığı yazılı kaynaklardan ve sözlü olarak kaynak kişilerden tespit
edilmeye çalışılmış ve bu tespitlerde baş giyiminin detaylarına ve varsa farklı örtünme
biçimlerine de yer verilmiştir. Tespit edilen baş giyim isimlerinin yapısal özellikleri
değerlendirilmiş, giyim olarak gösterge içeriyorlarsa bunlar belirtilmiş ve Derleme
Sözlüğünde bulunup bulunmadıkları tespit edilmiştir. Bunların Derleme Sözlüğünde yar
almalarını ve hazırlanacak diğer yöreler ve diğer giyim türleriyle ilgili çalışmalarla bir
giyim haritası bütünlüğünde değerlendirilmesini sağlamak çalışmanın nihai hedefidir.
Anahtar kelimeler: baş giyimi, kadın, yöresel, anlam, şekil, statü.

Giriş
“Giyim” konusunu baş giyimi, vücut giyimi ve ayak giyimi olmak üzere üç ana
başlık üzerinden değerlendirmek ve bunları kadın, erkek, çocuk giyimleri olarak
sınıflandırmak mümkündür. Bu tebliğin sınırları açısından, bütün Türkiye’den giyim
konusuyla ilgili olarak elde edilen malzeme oldukça fazla olduğundan, konu “Ege
Bölgesi” ve “kadın baş giyimi”yle sınırlandırılmıştır.
Dîvânü Lûgat-İt-Türk’te “bürünçük”, “enğek”, “eşük”, “didek”, “kemek”,
“saraguç”, “terinçek” gibi birkaç kelimeyle sınırlı olan kadın baş giyimiyle ilgili söz
varlığı, zaman içinde oldukça çeşitlenmiş; kullanılan malzemenin cinsi, şekli, rengi,
giysinin kullanılış biçimi ve yeri gibi etkenlerle zenginleşmiştir. Bu zenginliğe rağmen,
giysi adlandırmalarıyla ilgili olarak “Muğla İli Milas İlçesi Çomakdağ Köyü geleneksel
kadın Kıyafeti” gibi tek bir ili hatta köyü ya da “Dîvânü Lûgat-İt-Türk’te Kadın ve
Kadına İlişkin Unsurlar” gibi tek bir eseri değerlendiren çalışmalar dışında, bütüncül bir
çalışmanın yapılmadığı, çalışmaların çoğunda konuya el sanatları açısından bakıldığı,
adlandırmalardaki ortaklıkların ve farklılıkların bir arada görülemediği, fes veya taç gibi
genel adlandırmaların kullanılıp yöresel adlandırmalara dikkat edilmediği, bu nedenlerle
de Türkiye Türkçesindeki bu zengin söz varlığının bir bütün olarak ortaya konulup
değerlendirilemediği tespit edilmiştir. Öte yandan yöresel giyimlerin gittikçe ortadan
kalkması, bu kültür birikimine ait malzemenin ivedilikle ortaya konulmasını zaruri
kılmaktadır.
Çalışmanın kaynaklarını Derleme Sözlükleri, yöresel giyim bilgileri içeren
çalışmalar ve yöresel tanıtım broşürleri gibi yazılı kaynaklarla kaynak kişiler
oluşturmaktadır. Tespit edilen kelimeler basit, birleşik ve türemiş kelimeler olarak şekil
yönünden değerlendirilmiş, yabancı kaynaklardan alınmış kelimeler belirlenmiş, hangi
yörelerde kullanıldığı belirtilmiş ve genç kızlara, evli kadınlara veya yaşlı kadınlara ait
baş giyim isimleri olarak da statü yönünden sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Her baş
giyimi isminin Derleme Sözlüğünde bulunup bulunmadığı tespit edilmiş ve varsa
özellikleri de açıklanmıştır. Söz konusu baş giyimine ait görseller de tespit edilmekle
birlikte, bunlar tebliğin basımı için belirlenen sınırları aştığından sunum sırasında
kullanılmış ancak basımda kullanılamamıştır.
Konu, diğer bölgelerle de genişletilip diğer giyim eşyaları ve bunların erkekler
ve çocuklar için olanlarının da ayrı ayrı ele alınmasıyla bir “giysi adlandırmaları
haritası” hazırlamak üzere başka çalışmalara da zemin teşkil edebilecektir.
Söz Dağarcığı
Kullanıldığı Statü/Kullanıldığı yer Yöresel özellikleri
yöre ve Derleme

752
Baş giyimin sözlüğün-de yer
ismi ve şekil alıp almadığı
özelliği, yöresi
Aboni/Abani Afyon, İzmir Başörtü kumaşı,
başörtüsü, yazma
[<(A)Abânî] D.S. de yok

Al bez Manisa, İzmir Nişanlı kız veya yeni Kırmızı ipekten


gelinler örter başörtüsü, tepeliğin
[<(T)al+(A)be D.S. de farklı üstüne örtülür.
z] birleşik anlamda Dikdörtgen şeklindedir.
kelime “kayınvalide Üçgen yapılarak
tarafından bağlanır.
örtülen bez”.
Yöre eksik.

Al duvak İzmir, Manisa, Gelin giyimi Gelinin başına örtülen


Muğla, Uşak ketenden yapılmış örtü.
[<(T)al
(T)duvak] D.S. de “duvak”
birleşik kelime var; “al duvak”
yok
Alınlık Denizli, Manisa Renkli veya beyaz
kumaştan yapılmış alın
[<(T)al+ın+lık D.S. de anlamı çatkısı
] farklı
türemiş kelime
Allı yağlık İzmir Gelin giyimi Gelin başına iç terlik ve
üzerine çuhalı keten
[<(T)al+lı sarıldıktan sonra ipekten
yağ+lık] yapılmış sarı ve kırmızı
birleşik kelime yeşil iki parçadan oluşan
2
bir aksesuardır.
Arakçin Afyon D.S. de var: Bereye
Rakçin benzeyen,şapka içine
veya yalnız olarak
[<(F)arakçîn] giyilen takke.3

Askı/Askılık Muğla/Milas/ Yeni gelinler Takkenin ön kısmındaki


Çomak-dağ kullanır. Bir yıl sonra boncuklardan yapılmış
[<(T)as+kı+ çıkartılır. Günlük 15 sıralı dizi ve
lık] hayatta sadece “tura” boncukların ucundaki
kullanılır. 20’lik altınlardan oluşan
süs.
Bağlancek İzmir, Manisa Manisa’da bekar Tepelik ve alınlığın
genç kız göstergesi üzerine bağlanan pullu,
D.S. de yok oyalı yazma

Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.2
www.afyonkulturturizm.gov.tr/TR,63454/geleneksel-giysi.html 3
753
[<(T)bağ+la+n
+cek]
Türemiş
kelime
Binofes Kütahya Küçük festir. Şarabi
renkte, ön kısmı dik,
[<(?)bino+(F)f D.S. de yok arkası meyilli, vapur
es] dumanı şeklindedir.
Başın ortasına
yerleştirilerek üzerine
dane (yazma) örtülerek
kullanılırdı. Bugün
kullanılmayan bu kadın
başlığının hemen hemen
her tarafı inci ile işlidir.4
Bürgü Afyon, Denizli İpekten kareli olarak
dokunmuş örtü. Baştan
[<(T)bür(ü)+g D.S. de var itibaren gövdeye doğru,
ü] dışarı örtüsü olarak
kullanılır.
Türemiş
kelime

Bürük Aydın, İnce dokunan bir


Manisa, Afyon kumaştan, bir insan
[<(T)bürü+k] boyunda örtü. Dışarıda
D.S. de var baştan itibaren örtülür.
Türemiş
kelime

Bürüntü Milas, Marmaris Baş örtüsü


[<(T)bürü+ntü
] D.S. de var

Bürümcek İzmir
[<(T)bür(ü)+
m+cek] D.S. de var
Türemiş
kelime

Bürüncek Uşak
[<(T)bür(ü)+n
+cek] D.S. de var
Türemiş
kelime

http://www.zeybekoloji.com/kutahya-kadin-kiyafeti-t150.html 4

754
Car/Çar Uşak, Afyon, (Kütahya)İpek veya
[<(F)çehar] Denizli, ipek keten karışımı bir
Kütahya, kumaştır. Düz
renklerine pek
D.S. de var. rastlanmaz, Bir nevi
Siyah üstlük. çarşaftır. Ancak bele
5
kadar iner.
Çatma Afyon (İki) renkli kumaştan
[<(T)çat+ma] yapılan alın bandı.
Türemiş D.S. de var; yöre
kelime farklı.

Çatkı İzmir Gelin giyimi Desenli, pullu kumaştan


[<(T)çat+kı] ve gelin teliyle birlikte
Türemiş bağlanan alın bandı
kelime

Çeki Afyon, Denizli, Mor veya turkuaz renkte


Ceki (Denizli) Aydın, İzmir krepten yapılır; işlemeli,
Cekü (Muğla/ (Bergama), pullu, oyalı şeritlerdir.
Fethiye) Muğla, Manisa İzmir yöresinde “taç”
anlamına da gelir6. Alına
[<(T)çek+i] D.S. de farklı bağlanır.
Türemiş anlamda: Muğla/Milas’da krem
kelime başörtüsü olarak rengi ipekten yapılır.
verilmiş.
Çekitme Afyon Alına bağlanan çatkı.
[<(T)çek+(i)t+
me] D.S. de yok
Türemiş
kelime

Çelgi Muğla/Fethiye Alna bağlanan yazma,


[<(T)çel+gi] yemeni (üzeri altın
Türemiş D.S. de var; yöre dizili)
kelime farklı.

Afyon,
Çember Muğla/Milas,
[<(F)çanbar]
D.S. de var; yöre
eksik.
Çemperi İpekten veya pamuklu
Çembere kumaştan el dokuması

http://www.zeybekoloji.com/kutahya-kadin-kiyafeti-t150.html 5
Semra ÖZÇITAK (2010). Bergama Arkeoloji Müzesi’nde Bulunan Geleneksel Tekstillerin Kataloglanması.
6
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Geleneksel Türk El Sanatları Anasanat Dalı Yüksek
Lisans Tezi, s.32.

755
7
[<(A)çanbar+e (Muğla/ Milas) olarak yapılan8
/i] dikdörtgen şeklinde, iki
D.S. de var; yöre kenarı oyalı, üçgen
Oyalı eksik. şeklinde katlanarak
çenperi/çembe bağlanan örtü.
reilekli çenperi
Çetebaşı Muğla/Milas Çember başörtüsünün uç
[<(S)çete+baş kısımlarını başın
+ı] üstünden bağlayarak
Birleşik kulakların
kelime dışarıda bırakılacak
9
şekilde örtülmesi.
Çevre Kütahya, İzmir
[<(T)çev(ü)r+
e]

Cığa/Çığa Denizli, Afyon

[<(T)çığa D.S. de var


Çılkım İzmir Gelin baş giyiminde
başlığın kenarındaki
[<?] D.S. de var; gümüş takılar10
faklı anlamda
(süs eşyası)
Çitme Denizli
[<(T)çit+me] D.S. de yok
Türemiş
kelime

Çuhalı keten İzmir Evliliğin ilk gününde Buna “keten kulağı” da


(baş bağlamak) denilir. İç terlik
[<(F)çuhe D.S. de yok gününde gelinin üzerine sarılan çuhalı
(F)katan] başına bu baş keten beyaz
11
Birleşik örtüsü sarılır. pamukludan yapılma el
kelime dokumasıdır. Üçgen
şeklindedir. Katmerli
çuha ile süslenmiştir.
Zikzak kesilen çuhanın
ilk katı mavi, üste gelen
ikinci katı ise kırmızıdır.
Çuha üstünde bir sıra
pul ve boncuk

Kaynak kişi: Huriye Yıldırım, Milas. 7


Kaynak kişi: Umman Yılmaz, Milas. 8
Melda ÖZDEMİR (2012). “Muğla/Milas İli Milas İlçesi Çomakdağ Köyü Geleneksel Kadın Kıyafeti”, Millî 9
Folklor, Yıl 24, Sayı 95, s.353.
Semra Özçıtak (2010). Bergama Arkeoloji Müzesi’nde Bulunan Geleneksel Tekstillerin Kataloglanması.
10
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Geleneksel Türk El Sanatları Anasanat Dalı Yüksek
Lisans Tezi, s.67.
Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.11
756
işlemesi vardır. Baş
çevresinde dönüp
üzerine gelen iki uç
kenarı tek sıra kertmeli
çuha ile süslüdür.12
Dane (Oyalı- Kütahya, İzmir Kare şeklinde çeşitli
pullu) renkte mermerşahi
denilen bezin üzerine
[<(F)dane] D.S.de var boya ile çiçekler ve
dallar baskı yapılarak
veya elle boyayarak
hazırlanan baş
örtüsüdür. Dane, kenarı
ortalanarak başa serbest
örtülür. Danelerin hepsi
oyalı hatta iğne
oyalıdır.13
Dastar/ Afyon, Denizli, Tarlada çalışan Sarı-beyaz renkli olduğu
sarı dastar, Muğla/Milas, kadınlar tarafından için “sarı dastar” olarak
kakmalı dastar Fethiye tozdan ve güneşten adlandırılmıştır. Kare
korunmak üzere şeklinde ve
[<(F)destâr] D.S. de var örtülür. 70x70,80x80
ebatlarındadır.Dastar
üzerine makinede
yaprak,
çiçek gibi stilize
motifler,
oval ya da dairesel
14
kıvrımlar yapılmıştır.
Kakmalı dastar tel
kırma süslemelerin
kullanıldığı dastar
türüdür.
Duvak İzmir,
[<(T)tuğ+ak] Muğla/Milas
Al duvak/Ak D.S. de var
duvak

Eğribaş Muğla/Milas Fesin yanlamasına


[<(T)eğ+ri takılması şeklinde
baş] D.S. de yok baş örtme biçimi

Birleşik
kelime

Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.12
http://www.zeybekoloji.com/kutahya-kadin-kiyafeti-t150.html 13
Gülfizar ÇAYLI, Filiz Nurhan ÖLMEZ (2012). Denizli Atatürk ve Etnografya Müzesi’nde Bulunan
14
Serinhisar İlçesi Yöresel Kadın Giysileri, s.123.

757
Eseli Muğla/Bodrum Kırmızı tül üzerine
gümüş teller kırılarak
[<(T)ese+li] işlenmiş kare şeklinde
örtü. Dört köşesinde de
köşe uçlarına bakan
çiçek motifleri
mevcuttur ve her
köşesinden sim püskül
sarkmaktadır. Ayrıca
kare tülün kenarları
simle işlenmiştir.
Fes Afyon Herkes tarafından Şapka yerine kullanılan;
[<(?)fes] kullanılabilir kırmızı, kalın çuhadan
yapılmış, tepesinde
D.S. de var püskülü olan, silindir
biçiminde başlık.
Fitoz İzmir Gelin giyimi Gelinlerin başına
çemberle yapılan baş
[<(?)] D.S. de yöre süsü, hotoz.
eksik
Goşar/koşar D.S. de yok Kaynana tarafından
gelinin başına Uzun bant şeklinde
[<(T)koş+ar] bağlanır. Paraların kadife, ipekli, kutnu, vb.
sırasına koşar kumaşlardan çift yüzlü
denmektedir ve yapılan
sıranın fazlalığı ve alın kısmına gelecek
zenginlik alametidir. yerlere 2-3 sıralı altın
paralar dikilerek
hazırlanan parça15
Heril Muğla, Denizli Gelin baba evinden
giderken veya gelin
Al heril D.S. de var görmesi ya da duvak
denilen düğün sonrası
[<(?)] eğlencesinde gelinin
yüzüne örtülür
16
Hotoz Afyon, İzmir İzmir yöresinde gelin
başlığı
[<(T)kotas/kot D.S. de anlamı
az] farklı; erkek
hindi.
Hotaz olarak
var; gelin duvağı
(yöre eksik

Melda ÖZDEMİR (2014) “Kozluören Köyü (Manisa İli Soma İlçesi) Tahtacı Kadın
Giyimi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi, S.69, s.172.

Semra ÖZÇITAK (2010). Bergama Arkeoloji Müzesi’nde Bulunan Geleneksel Tekstillerin 16


Kataloglanması. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Geleneksel Türk El Sanatları
Anasanat Dalı Yüksek Lisans Tezi, s.32.s.65

758
İç terlik İç terlik D.S.de Esas başlığın altına
yok. giyilen ve işlevi başın
terini almak olan bir
[<(T)iç başlıktır. Muhtelif
ter+lik] malzemeden olabileceği
Birleşik gibi genellikle beyaz
kelime dokuma, çitari ya da altı
parmak denilen
17
kumaşlardan olabilir.
İlmecer D.S.de Bez üzerine düğme ve
“ilmeçer” ve boncuklarla hazırlanan
[<(T]il+me yöre farklı tomaka
(F)cehar>cer]
Kaskı İzmir Takkenin arkasında, saç
[<(T)kas+kı] örgülerinin arasından
18
geçirilen kısım
Kaynana gemi İzmir Tepeliğin üstüne
[<(T)kayın+an D.S.de yok çeneden tepeye, tepeden
a gem+i] çeneye bağlanan
19
Birleşik sakındırak
kelime
Kefiye Uşak Kadın baş örtüsü
[<(A)kefiye]
Kepez İzmir, Manisa Gelin tarafından Ege bölgesi
[<(?)] takılır Türkmenlerde gelinin
alnına bağlanan, yedi
D.S. de var renkten yapılan taç
Keten İzmir, Denizli Evliliğin "baş Buna “çuhalı keten” de
kulak/Keten bağlamak" denilen denilir. İç terlik
kulağı D.S. de yok ilk gününde gelinin üzerine sarılan çuhalı
başına bu baş keten beyaz
20
[<(F) F)katan örtüsü sarılır. pamukludan yapılma el
(T)kulak(ğ)+ı] dokumasıdır. Üçgen
Birleşik şeklindedir. Katmerli
kelime çuha ile süslenmiştir.
Zikzak kesilen çuhanın
ilk katı mavi, üste gelen
ikinci katı ise kırmızıdır.
Çuha üstünde bir sıra
pul ve boncuk
işlemesi vardır. Baş
çevresinde dönüp
üzerine gelen iki uç
kenarı tek sıra kertmeli
21
çuha ile süslüdür.

Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.17
https://sites.google.com/site/gamzekerey/ege-yoeresi-oezellikleri/giysileri 18
https://sites.google.com/site/gamzekerey/ege-yoeresi-oezellikleri/giysileri 19
Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.20
Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.21

759
Koca yaşmak Manisa Kadınların başlarına
[<(T)koca D.S. de var örttükleri pamuklu,
yaş+mak] oyalı, pullu tülbent.22

Kofi Muğla/Bodrum Bordo keçe üstüne


23
altınlarla bezenmiş ve
önünde sakındırağı da
D.S. de var altınlarla dizili bulunan
örtü.
Kollu Muğla/Milas Takkanın üstüne askı ve
[<(T)kol+lu] turalar dışta kalacak
Türemiş şekilde bağlanan;
kelime D.S. de anlam kırmızı-bordo-mavi,
farklı; üçgen baş mor çeşitli renklerde
örtüsü ipek krep ya da pamuklu
tülbent ya da yörede
yazma denilen kumaştan
24
yapılan bant.
Koşarlı İzmir Paralarla süslü terlik
[<(T)koşa+ar+ (takke)25
lı]? D.S. de yok
Koza Afyon, Denizli Sarı dastar
[<(F)koza] başörtülerinin
D.S. de var kenarındaki püskül
Kozak başı İzmir Ege bölgesinde tepelikli
[<(F)koza+k D.S.de anlamı kadın baş giyimi26
(T) baş+ı] farklı
Türemiş
kelime

Krep/ İzmir, Denizli Kumaş ismi başörtüsü


Gırap ismi olarak genelleş-
D.S. de var miş. İnce ve canlı renkli
[<(Fr)crepe] kumaşlardan
yapılmaktadır. İlçede
“gırap” olarak da
adlandırılmaktadır.
Başa,orta kısmından
veya katlanarak
örtülmektedir. Kare
şeklindedir ve uçları

22
Melda ÖZDEMİR (2014) “Kozluören Köyü (Manisa İli Soma İlçesi) Tahtacı Kadın Giyimi”, Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi, S.69, s.172.
Özcan Atıcı, Muğla/Bodrum.23
Melda ÖZDEMİR, “Muğla/Milas İli Milas İlçesi Çomakdağ Köyü Geleneksel Kadın Kıyafeti”, Millî 24
Folklor, 2012, Yıl 24, Sayı 95, s.353.
https://sites.google.com/site/gamzekerey/ege-yoeresi-oezellikleri/giysileri 25
https://sites.google.com/site/gamzekerey/ege-yoeresi-oezellikleri/giysileri 26

760
oyalıdır.27 Günlük
hayatta 2-3; gelin
başında ise 5-7 tane
28
örtülür.
Kurdeli Denizli Tel kırma baş örtüsünün
29
[<(?)] diğer adı
D.S. de yok
Kusgun İzmir Alından arkaya doğru
çekimi kefiye bağlanması30
[<(T)kuduzgu
n>kuskun>kus
gun
(T)çek+im+i]
Birleşik
kelime
Mahmudiye Uşak Başa takılan altın
[<(A)mahmud
iyye]
Mançın Manisa Alına bağlanan alınlık
[<(?)] D.S. de yok
Marçıl/Mançu D.S.de var Altın yerine taklit Sakağı denilen ve fesin
r kullanılması bekar düşmemesi için çene
veya evli olup da altından geçirilen bağın
[<(?)] yoksulluğun üzerine dizilen bakır
işaretidir. üzerine sarı kaplama,
altın taklitleri.
Maşallah Afyon Türkmen kadınlarının
[<(A)mâ-şâ- başlarına taktığı gümüş
Allah] D.S. de var başlık.

Melkan İzmir Kartondan yapılmış


[>(Fr)Amerika D.S.de yok takkenin etrafına sarılan
31
n) Amerikan bezi
Mezarlık İzmir Alın üzerine takılan
32
[<(A)mezar+lı Mahmudiye altını
k] D.S.de yok
Türemiş
kelime

Gülfizar ÇAYLI, Filiz Nurhan ÖLMEZ (2012). Denizli Atatürk ve Etnografya Müzesi’nde Bulunan
Serinhisar İlçesi Yöresel Kadın Giysileri, s.122.
Filiz ERDEN, Melek TUFAN, E. Elhan ÖZUS (2014). Denizli Tavas İlçesi Geleneksel Kadın Kıyafetleri,
28
International Journal Of Science Culture And Sport
July 2014, s.474.
Mutlu ALTINAY (2013). Denizli’nin Kızılcabölük İlçesi Evlerinde Ve Müzesinde Bulunan 29
Geleneksel Türk Kadın Kıyafetleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Giyim Endüstrisi Ve
Giyim Sanatları Eğitimi Anabilim Dalı Giyim Sanatları Eğitimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Konya, s.27.
https://sites.google.com/site/gamzekerey/ege-yoeresi-oezellikleri/giysileri 30
https://sites.google.com/site/gamzekerey/ege-yoeresi-oezellikleri/giysileri 31
Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.32
761
Neil Afyon Baş örtüsü
[<(?)] D.S. de yok
Örtme/Ak Afyon Başa bağlanan beyaz
örtme D.S. de “ak renkte örtü
[<(T.)ört-+me] örtme” yok
Penez Afyon Yıllardan beri evli Fes üzerine dizilen altın
olanlarda evlilik yılını
[<(?)] D.S. de anlam gösterir
farklı
Perperi İzmir Gelin baş giyimi Gümüşten ve üzerinde
kırmızı yeşil taşların
[<(?)parparı D.S. de yok bulunduğu veya
“gelin pazarların birbirine
giysilerinde gümüş halkalarla
süs olarak bağlanmasından oluşur.
kullanılan Bu üçgen plakalardan
küçük, sarı uçlarında yaprak ya da
para”] pul şeklinde gümüş
takıların bulunduğu
zincirler sarkar.
Perperinin bu parçaları
alın üzerine ve yanlardan
33
yanaklara sarkar.
Pullu al Muğla/Milas Gelinin başına kına
[<(F)pul+lu gecesinde ve baba
(T)al] evinden giderken
Birleşik örtülür34
kelime
Pullu hare Afyon
[<(F)pul+lu
(F)hâre]
Birleşik
kelime
Sakağı Muğla/Milas Altın, zenginlik veya Fesin düşmemesi için
evli olmanın iki ucundan tutturulan
[>(T)sakak+ı] D.S. farklı işaretidir. bir bant çene altından
anlamda geçirilir ve bu bandın
üzerine de gene sıkça
dizilen 20’lik altınlar
dikilir. Kulak
hizasından çene altına
doğru sarkan altın
dizisine “sakağı”
denir.

Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.33
Kaynak kişi: Nurcan Yorulmaz.34
762
Sakındırak/sak İzmir, şapka ya da başlığın
ındırık/sakand Muğla/Milas çene altından bağlanan
ırak bağ.
D.S. de var,
[<(T)sak+(ı)+ yöre eksik
n+dır+ak] (İzmir
Türemiş alınmamış).
kelime

Savruk Muğla/Fethiye
[<(T)sav+(u)r
+uk] D.S. de var;
Türemiş farklı anlamda
kelime

Şamı/ Denizli, Başa sarılan ince bez35


Şami Muğla/Milas
[<(A)Şam+i] D.S. de var
Taç Afyon
[<(A)tac] D.S. de var
Basit kelime
Taka İzmir Başlık veya terliklere
[<(A)takıya] dikilen altın.
D.S. de var;
Takka, takke, Denizli, Fes
tekke,tıkka36 Muğla/Milas,
[<(A)takıya] İzmir, Kütahya

D.S.de Tekke
farklı anlamda.
Takka ve takke
var. “kadınların
giydiği fes”.

Tas Afyon
[<(A)tas]
Tel kırma Denizli, Özel bir işlemenin ismi,
[<(E?)tel Muğla/Bodrum örtünün ismi olarak
(T)kır+ma] genelleşmiş37.

Mutlu ALTINAY (2013). Denizli’nin Kızılcabölük İlçesi Evlerinde Ve Müzesinde Bulunan 35


Geleneksel Türk Kadın Kıyafetleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Giyim Endüstrisi Ve
Giyim Sanatları Eğitimi Anabilim Dalı Giyim Sanatları Eğitimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya,
s.27.

Mutlu ALTINAY (2013). Denizli’nin Kızılcabölük İlçesi Evlerinde Ve Müzesinde Bulunan 36


Geleneksel Türk Kadın Kıyafetleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Giyim Endüstrisi Ve
Giyim Sanatları Eğitimi Anabilim Dalı Giyim Sanatları Eğitimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Konya, s.27.

Özcan Atıcı, Bodrum.37


763
D.S. de farklı
anlamda;“Tel
kırma, tülbente
işlenen sırma
işi”
Tepelik Afyon, Denizli, Gümüş olması Fesin ortasında, bürgüyü
[<(T)tep+e+li Manisa, Muğla zenginlik tutmak üzere gümüşten
k] göstergesidir. yapılır. Tahta da olabilir.
Türemiş D.S. de var; Üzerine altın ve gümüş
kelime paralarla değerli taşlar
da dizilebilir.
Terlik/ternik Afyon, İzmir, Gümüş paralarla süslü
[<(T)ter+lik] Manisa başlık
Türemiş
kelime D.S. de
var;1.Beyaz
patiskadan
dikilen veya
yünden örülen
takke, başlık. 2.
Yeldirme.
Tomak zülüf Denizli
[<(?)] (F)zülf]
Birleşik
kelime
Tomaka/Toma İzmir Gelinlere takılır;
k gelinleri yıldırım Gümüşten olan bu takı
D.S. de var; çarpmasından üzerindeki kancalarla
[<(?)] “Başa takılan koruduğuna inanılır. yanlarda allı yağlık
gümüşlü kadın üzerine takılır. 38
ziyneti.
Tozak Afyon, Manisa, Gelin giyimi Düğünlerde gelinin
[<(T)toz+ak] İzmir başına takılan çeşitli
renklere boyanmış kuş
D.S. de var; tüyleri.
Tül al cala

[>(Fr)tulle D.S. de yok


(T)al (?)cala]
Tura/ Muğla/Milas
Askılı tura Takkenin alnına gelen
D.S. de var ön alt
[<(T)tuğ+ra] kısmına sık bir şekilde
dizilmiş 33 adet 10’luk
39
altın dizisi. “Askı” ile

Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1, s.69.38
Fatma AYHAN (2017). “Muğla/Milas İli Milas İlçesi Çomakdağ Kızılağaç Köyü Geleneksel Kadın
39
Giysileri”,Vocational Education Status, 12(4), 2C0058, s. 30.

764
birlikte kullanıldığında
“askılı tura” denir.
Uladı örtü Aydın Saf ipekten yapılan
[<(T)ula+dı uladu örtünün kenarları
ört+ü] D.S. de yok sim tel ve renkli iplerle
Türemiş işlenir. Fesin üzerine
kelime üçgen katlanılarak
örtülen krepin üzerine
örtülür. Fes işlemeli ise
tepesindeki püskülü öne
bırakılır.
Urbiye /rubye Denizli Gelinlerin tepeliğinin ön
kısmına sıralanan küçük
[<(A)rubiyye] D.S. de yok altın dizisi.

Üsküf (heril) Muğla/Milas, Başın tamamını


[<(R)üsküf kapatan, ince delikli
D.S. de var tülden yapılan ve üzeri
tel işi olan örtü.
Üstlük İzmir, Denizli Başörtüsü, yeldirme
[<(T)üst+lük]
Türemiş
kelime

Yanaklık Manisa Çitlembik ağacı veya


[<(T)yan+ak+l kemikle yün parçaları,
ık] D.D. de farklı kuş-tavuk tüyleri,
Türemiş anlamda boncuk, gümüş gibi
kelime malzemeler kullanılarak
oluşturulan yanak süsü
Yaşmak Muğla/Milas,
Manisa
[<(T)aş+mak]
Türemiş D.S. de var;
kelime ancak
Muğla/Milas
dâhil edilmemiş.
Yazma Afyon, Kütahya, Kalıp veya fırçayla bez
yemeni/ Manisa, Denizli, üzerine motifler
Yazma Muğla/Milas, yapılarak oluşan
Çeşitleri: D.S. de var başörtüsü. Afyon’da
Paralı yazma, kadınlar günlük hayatta
pullu yazma iki yazma kullanır.
Birini üçgen yapıp başa
[<(T)yaz+ma] örterler, diğerini ise rulo
Türemiş yaparak üçgen kısmı öne
kelime gelecek şekilde alına
bağlarlar.
Yemeni Uşak, İzmir

765
[<(A)Yemen+ D.S. de var.
i)
Türemiş
kelime
Zülüflük İzmir Gelinlere takılır Alna takılan altın ve
[<(F)zülf]+lük gümüşlerle
Türemiş D.S. de var oluşturulmuş süs
kelime

Sonuç:
Bu çalışmada Ege Bölgesine ait kadın baş giyimiyle ilgili 93 kelime tespit
edilmiştir. Bunlardan 23’ü kadın baş giyimiyle ilgili bir anlamda Derleme Sözlüğü’nde
yer almayan kelimelerdir. Bu kelimeler; aboni/abânî, ak örtme, al duvak, bağlancek,
binofes, çekitme, çitme, çuhalı, eğribaş, goşa/koşar, iç terlik, kaynana gemi, keten
kulak/keten kulağı, koca yaşmak, koşarlı, kurdeli, melkan, mezarlık, neil, perperi, tül
ala cal, uladı örtü, urbiye/rubyedir. Derleme Sözlüğünde yer almayan kelimeler içinde
yabancı kökenli kelimeler de Türkçe kökenli kelimeler de bulunmaktadır.
Yörede kullanılan üç kelimenin anlamı Derleme Sözlüğü’nde yer alandan
farklıdır: alınlık, kozak başı ve hotoz.
13 kelimenin Derleme Sözlüğü’nde bulunmakla birlikte ağızlarda farklı anlamda
kullanıldığı, 8 kelimenin ise yöre bakımından Derleme Sözlüğü’nde eksik olduğu tespit
edilmiştir.
Giyim isimlerinde 50 Türkçe, 17 Farsça, 14 Arapça, 3 Fransızca, 1 Ermenice (?),
1 Rumca, 1 Sırpça kelimenin yer aldığı; 15 kelimenin ise, muhtemelen yabancı olmakla
birlikte ağız özellikleri sebebiyle kaynağı tespit edilememiştir. Bu durumda Ege
bölgesinde baş giyimiyle ilgili adlandırmaların daha çok Türkçe kökenli olduğu
görülmektedir.
Giyim isimlerinin çeşitlerine bakıldığında örtünün kendisiyle, süsleriyle ve
bağlama şekliyle ilgili olanlar olmak üzere üç gruba ayrıldığı görülmektedir.

Kısaltmalar
Arapça

Farsça Fr:
Fransızca
Rumca
Sırpça
Türkçe

Kaynaklar
Yazılı Kaynaklar
ALTINAY, Mutlu (2013). Denizli’nin Kızılcabölük İlçesi Evlerinde Ve Müzesinde
Bulunan Geleneksel Türk Kadın Kıyafetleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Giyim Endüstrisi Ve Giyim Sanatları Eğitimi Anabilim Dalı Giyim Sanatları
Eğitimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya.

766
AYHAN, Fatma (2017). “Muğla/Milas İli Milas İlçesi Çomakdağ Kızılağaç Köyü
Geleneksel Kadın Giysileri”,Vocational Education Status, May 2017, 12(4), 2C0058, s.
20-39.

ÇAYLI, Gülfizar, Filiz Nurhan ÖLMEZ (2012). “Denizli Atatürk ve Etnografya


Müzesi’nde Bulunan Serinhisar İlçesi Yöresel Kadın Giysileri”, Süleyman Demirel
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Hakemli DergisiART-E Mayıs-Haziran 2012-09,
s.109-129.
ERDEN, Filiz, Melek TUFAN, E. Elhan ÖZUS (2014). “Denizli Tavas İlçesi
Geleneksel Kadın Kıyafetleri”, International Journal Of Science Culture And Sport July
2014, s.469-486.

KOCA, Emine-Zeynep KIRKINCIOĞLU (2016). “Denizli ili gelin Giyim-Kuşamının


Göstergebilimsel Açıdan Çözümlenmesi”. Turkish Studies 11/8, s.247-270. MERSİN,
Emel (2010). Denizli İli Çardak İlçesi Söğüt Köyü Gelin Kıyafetleri. Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
ÖZÇITAK, Semra (2010). Bergama Arkeoloji Müzesi’nde Bulunan Geleneksel
Tekstillerin Kataloglanması, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü
Geleneksel Türk El Sanatları Anasanat Dalı Yüksek Lisans Tezi, s.32.
ÖZDEMİR, Melda (2012) “Muğla/Milas İli Milas İlçesi Çomakdağ Köyü
Geleneksel Kadın Kıyafeti”, Millî Folklor, Yıl 24, Sayı 95, s.345-355.
ÖZDEMİR, Melda (2014) “Kozluören Köyü (Manisa İli Soma İlçesi) Tahtacı
Kadın Giyimi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi, S.69, s.167-180.

YARDIMCI GÜRCAN, Kevser (2016). “Osmanlı Dönemi dokuma sanatından


Örnekler”. International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), C.2, s.219-
241.
Yayın Kurulu (1992) “Bergama Müzesindeki Türkmen Gelini”, Bergama Belleten, S.1,
s.68-74.
Kaynak Kişiler
Umman Yılmaz. 64 yaşında. Muğla/Milas ilçesi Ekinanbarı Köyü. Derleme tarihi:
08.08.2016
Nurcan Yorulmaz. 67 yaşında. Muğla/Milas ilçesi merkez. Derleme tarihi: 08.08.2016
Huriye Yıldırım. 61 yaşında. Muğla/Milas ilçesi İkizdere Köyü. 10.08.2016
Özcan Atıcı. 68 yaşında. Muğla/Bodrum. 11.08.2016
İnternet kaynakları
www.zeybekoloji.com/kutahya-kadin-kiyafeti-t150.html
www.google.com.tr/search?tbm=isch&q=dENİZLİ+geleneksel+kadın+giyimi&chips=q
:denizli+geleneksel+kadın+giyimi,online_chips:tavas&sa
www.afyonkulturturizm.gov.tr/TR,63454/geleneksel-giysi.html
www.google.com.tr/search?biw=1366&bih=635&tbm=isch&sa=1&ei=kl4tW_2QIMbL
wAKI1bDYDw&q=Çomakdağı+kadın&oq=Çomakdağı+kadın&gs
www.bodrum-guide.org/rehber.asp?id=85
www.etimolojiturkce.com/kelime/çevre
www.nisanyansozluk.com
https://sites.google.com/site/gamzekerey/ege-yoeresi-oezellikleri/giysileri
http://home.earthlink.net/~al-qurtubiyya/Otto_Fem_Hats/OttoFemHats.html
www.google.com.tr/search?biw=1600&bih=767&tbm=isch&sa=1&ei=DGY7W7qIKo
WVsAHZhYagBw&q=izmir+yöresi+geleneksel+giyim
www.google.com.tr/search?q=aYDIN+gELENEKSEL+KADIN+GİYİMİ&tbm

767
MUZAFFER İZGÜ’NÜN BAZI ÇOCUK KİTAPLARINDAKİ DİL VE ANLATIM
ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA
1
Dr. Ayşegül CELEPOĞLU
Özet
Çocuk edebiyatı, Cumhuriyet Dönemi ile birlikte daha çok önemsenmiştir. Günümüzde
çocuk edebiyatı yazarlarının sayısında büyük bir artış görülmektedir. Ancak bazı
yazarlarımız vardır ki onların yerlerinin dolması kolay kolay mümkün olmayacaktır.
İşte o yazarlardan biri de Muzaffer İzgü’dür. Zor bir çocukluk döneminin ardından
öğretmen okulundan mezun olur ve uzun yıllar öğretmenlik yapar. İlk yazıları 1959
yılında Aydın’da bir gazetede yayımlanır. İlk kitabı ise 1970’te Remzi Kitabevi
tarafından basılır.
Yazınsal nitelikli çocuk kitaplarındaki dil ve anlatımın yazar tarafından başarılı bir şekilde
uygulanmış olması, çocuğun düşünce gücünü ve dil becerilerini (dört temel beceri esas
alınmıştır) geliştirmede önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmada Muzaffer İzgü’nün ilk
baskıları arasında hemen hemen onar yıl bulunan ve rastgele seçilen dört çocuk kitabı,
yazarın dil ve anlatım anlayışını tespit etmek amacıyla incelenmiştir. Dört çocuk kitabını
seçerken on yıl aralıklarla basılmış olmasına dikkat edilmesinin sebebi yazarın dil ve
anlatımında farklılıklar oluşmuşsa onu da yakalayabilmektir. Bu kitaplarda yazarın
kullandığı kelimeler, atasözleri, deyimler ve cümlelerin tespit edilmesi amaçlanmıştır.

Bu amaçtan yola çıkarak ilkokul öğretmenlerinin Muzaffer İzgü’nün kitaplarını


okuturken tespit ettiğimiz dil ve anlatım özelliklerini çocuğun dil ve düşünme
becerilerini geliştirme yolunda kullanabilmeleri hedeflenmektedir. Üzerinde çeşitli
araştırmaların yapıldığı yazarımızın dil ve anlatımdaki başarısı hem öğretmenlere hem
de öğrencilere katkı sağlayacaktır. Bu çalışmada doküman incelemesi yöntemiyle elde
edilen veriler değerlendirilmiş ve çalışmamız yazarın dört eserindeki “dil ve anlatım
özellikleri” ile sınırlandırılmıştır. Yazarın seçtiği yerel kelimeler, cümleler, deyimler,
atasözleri tespit edilmiş ve tablolaştırılmıştır. Oluşturulan bu tablo ile çocukların
düşünme güçlerinin ve dil becerilerinin nasıl geliştirilebileceği üzerinde durulmuştur.
Muzaffer İzgü seçtiğimiz dört kitabında halk dilini kullanarak günümüz Türkçesinde
pek rastlanmayan kullanış biçimlerine, yerel kelimelere, söyleyişlere, deyimlere,
atasözlerine, yalın ve kısa cümlelere, etken çatılı fiillere yer vermiştir.
Anahtar kelimeler: çocuk edebiyatı, Muzaffer İzgü, dil ve anlatım özellikleri, dil becerisi

1
Hacettepe Üniversitesi Temel Eğitim Bölümü Sınıf Eğitimi Ana Bilim Dalı, e-posta:
acelep@hacettepe.edu.tr

768
A STUDY ON THE LANGUAGE AND EXPRESSION CHARACTERISTICS OF
CHILDREN'S BOOKS OF MUZAFFER IZGÜ

Abstract
Children's literature has become more important with the Republican Period. Today
there is a large increase in the number of children's literature authors. However, we have
some authors who will not be able to fill their places easily. One of those writers is
Muzaffer İzgü. After a tough childhood, the teacher steps into his teaching career as a
school graduate and teaches for many years. The first writings were published in 1959
in Aydın. The first book was published in 1970 by Remzi Bookstore.
The successful implementation of language and expression in literary children's books
has an important role in developing the child's thoughts and language skills (based on
four basic skills). In this study, four children 's books, which were almost ten years old
among the first presses of Muzaffer Izgü, were examined in order to determine the
author' s language and narrative understanding. When choosing four children's books, it
is important to note that they have been printed at intervals of ten years, so that if there
are differences in the language and expression of the author, then it is possible to catch
them. In these books, it is aimed to identify the words, proverbs, idioms and phrases
used by the author. It is aimed that primary school teachers will use their language and
expression skills that we have discovered while reading Muzaffer Izgü's books in order
to develop their language and thinking skills. The success of our writing, where various
researches are carried out, on language and expression will contribute to both teachers
and students. In this study, the data obtained by document examination method were
evaluated. Our work is limited to the "language and narrative features" in the author's
four works. Local words, phrases, idioms and proverbs selected by the author are
identified and tabulated. This table focuses on how children's thinking and language
skills can be improved. Muzaffer Izgü used the language of the people in the four books
we chose, to the forms of usage which are not encountered in contemporary Turkic,
local words, utterances, idioms, proverbs, simple and brief sentences, vague phrases.

Keywords : children’s literatüre, Muzaffer İzgü, language and narrative features, power
of thinking, language skill

1. Giriş

Edebiyat, çocuğun zekâ, hayal gücü, muhakeme yeteneği, problem çözme becerisi gibi
beyin faaliyetlerini geliştirecek bir unsurdur. Çocuk edebiyatı, çocuklara hayat ve insan
gerçekliğini sanatsal nitelikli dilsel ve görsel iletilerle sunan, onların duygu ve düşünce
dünyalarında etkiler uyandıran eserlerin genel adıdır.

Çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminde önemli bir uyarıcı olan kitap, okuma ve
yazma öğreniminin temel taşıdır ve dil gelişimini kolaylaştırır. Çocuklar için edebiyat ise
her şeyden önce dildir. Çocuk edebiyatının amaçlarına hizmet edebilmek için çocuk

769
kitaplarının çok iyi hazırlanmış olması ve çocuk kitaplarında dil kullanımının hatasız
olması gerekir.

Çocuğa sunulan dil hatalarından arınmış çocuk kitapları, çocuğun beğenisini kazanacak,
böylece çocuğa okuma alışkanlığı kazandırmanın da temellerini atacaktır.

Günümüzde çocuk edebiyatı yazarlarının sayısında bir artış görülmektedir. Ancak bazı
yazarlarımız vardır ki onların yerinin dolması pek mümkün olmayacaktır. İşte o
yazarlardan biri de Muzaffer İzgü’dür.

29 Ekim 1933 yılında Adana’da beşinci çocuk olarak bir gecekonduda doğan ve büyüyen
İzgü, oldukça fakir bir çocukluk dönemi geçirmiş ve kendi deyimiyle “hep çalışan” bir
çocuk olmuştur. Çocukluk yıllarına ait anılarını pek çok kitabında dile getirmiştir. Bugüne
kadar 143 kitabı olan İzgü’nün 77’si çocuk ve gençlik kitabından oluşmaktadır.

Yazarlık yaşamına 1959’da Aydın’daki öğretmenlik yıllarında yetişkinlere yönelik


küçük öykü ve denemeler yazarak başlayan İzgü, 1964’te Demokrat İzmir gazetesinde
yazarlığını dürdürmüş, 1970’lere doğru çocuk kitapları yazmaya başlamıştır.

İzgü çocuk yazarlığının bambaşka bir şey olduğunu, herkesin harcı olmadığını ve
çocuklara yönelik yazmanın büyük bir sorumluluk gerektirdiğini söylemekte ve şöyle
devam etmektedir: “Yetişkinlere yazarken daha rahatım, çocuklara yazdığınızda en
küçük hatanızı affetmez. O hatayı sürdürür, o yanlışı unutmaz çocuk. Dersiniz ki ikinci
baskıda değiştireyim. Önce basılanı 5000 çocuk okuyacak. 5000 çocuğu nerede arayıp
bulacaksınız, bu yanlışı düzeltip özür dileyeceksiniz. Her zaman söylerim, büyükler için
yazarken sırtımda yük yok benim ama çocuklar için yazarken çok büyük bir yük var.
Çünkü ona yanlış söyleyemezsin, yalan söyleyemezsin.” Çocuk kitaplarında dilin
önemine değinen İzgü, “Çocuklar için dil çok önemli, dili sade kullanmanız gerekiyor,
sözcükleri seçeceksiniz. Paragraf uzunluğuna dikkat edeceksiniz.” diyor. Ayrıca kitabın
adının, kapağının ve baskısının önemini de vurgulayan Muzaffer İzgü çocuk kitaplarının
albenisine dikkat çekiyor.

Çocuklara okuma sevgisi ve alışkanlığı kazandırmak çocuk edebiyatının temel işlevidir.


İzgü bu bilinçle “Çocuk okuru olmayan bir toplumun büyük okuru olmaz, okuyucu
yetişecek ki okuma alışkanlığı kazanacak.” diyerek duygularını dile getirmektedir.

Bu bakış açısıyla yazarın çocuk kitaplarındaki anlatım özellikleri dikkat çekmektedir.


Çalışmamızda yazarımızın kelime tercihi, cümle yapısı, deyimler, atasözleri esas
alınarak dört çocuk kitabı gözden geçirilmiştir. Amacımız, İzgü’nün dil konusundaki
hassasiyetini belirlemektir.

2. Yöntem

Çalışmamızda doküman incelemesi yöntemi kullanılmıştır. Doküman


incelemesi, araştırılması hedeflenen olgu veya olgular hakkında bilgi içeren
yazılı araçların çözümlenmesini kapsamaktadır. (Yıldırım ve Şimşek, 2005).

Çalışmanın amacı gereğince yazarımızın onar yıl aralıklarla basılmış dört kitabı
esas alınmıştır. Kitaplar rastgele seçilmiştir.

770
Çalışmada yer alan kitapların bilgileri aşağıdaki gibidir:

Yazarın Adı Kitabın Adı Kitabın Basım Sayfa Sayısı


Tarihi

Muzaffer İzgü Ekmek Parası 1979 167

Al Yanaklı Hasan 1989 126

Bulutlara Simit Satan 1998 47


Çocuk

Anneannemin Cep 2006 106


Telefonu

3. Bulgular ve Yorum

İzgü’nün bu dört kitabında anlatım özellikleri bakımından en çok dikkati çeken yerel
kelimeler, yalın bir dil, Türkçe kökenli kelimeler ve devrik cümleler olmuştur.
Yazarımızın bazı kelimeleri hiç kullanmaması, onların yerine anlamca aynı veya yakın
kelimeleri kullanmayı tercih etmesi dikkati çekicidir. (ses yükselteci/hoparlör gibi)
İzgü’nün eserlerinde yapılan araştırmalarda atasözlerine, deyimlere, devrik cümlelere,
eksiltili cümlelere sıkça rastlanmıştır.

Kez: defa, kere

“Her kezinde…” (s, 5), “Bir kezinde ben de sünmüştüm.” (s. 17), “Bir kezinde elimdeki
ot yastığı suya kaptırdım.” (s. 114), “Bir kezinde söyle, benim dediğim gibi yapsın.” (s.
125) (Ekmek Parası)

“Bir kezinde telefonu sehpanın üzerinden düşürmüştü.” (s.8) (Anneannemin Cep


Telefonu)

Denli: kadar

“Hademeler sile sile o denli parlatmışlar ki daha odaya adım atar atmaz kendimi yerde
buldum.” (s. 40 ), “O denli severdim ki balonları.” (s. 46) (Ekmek Parası)
“-Seyit sen kaç kuruş buldun?
-Şu denli…

-Ben de bu denli…” (s. 98) (Ekmek Parası)

771
“Kim bilir ne denli sevindi anasına kavuşunca, anasının boynuna dolanınca…” (s.14)
(Al Yanaklı Hasan)

“Ah, dayım o denli rahat ki, bir yandan ders çalışıyor, bir yandan bana yanıt veriyor
başını önündeki kitaptan kaldırmaksızın.” (s. 38) (Bulutlara Simit Satan Çocuk)
“-Bu denli mi, diye sordu.
-Evet, bu denli, dedim.” (s. 45) (Bulutlara Simit Satan Çocuk)

“Senin zamana ne denli önem verdiğini hepimiz biliriz.” (s.14) (Anneannemin Cep
Telefonu)

“Onlarla istediğin denli konuşuyorsun ama aynı ücreti veriyorsun.” (s.15)


(Anneannemin Cep Telefonu)

“Oya ile istediğin denli konuşacaksın.” (s. 19) (Anneannemin Cep Telefonu)
“Ben bu yaşa geldim, bu denli güzel kısır yemedim.”(s. 59) (Anneannemin Cep Telefonu)

Soluklanma: teneffüs
“Bir hafta sonra Leman öğretmen bir soluklanmada beni sınıfta alıkoydu.” (s. 123)
(Ekmek Parası)

“İkinci soluklanmada kimse kantine gidip bir şey almadı.” (s.53) (Anneannemin Cep
Telefonu)
Gömüt: mezar

“Babam kömür tozunun ortasını gömüt gibi açar, sonra kova kova su taşır, bu gömüte
dökerdik.” (s. 11) (Ekmek Parası)

“O koca araba bu dükkânın içinde demirden bir gömüt olunca ya!...” (s.12) (Al Yanaklı
Hasan)

Hamamlık: banyo
“İnanmazsınız, bir de hamamlık yapacağım oraya.” (s. 147) (Ekmek Parası)
Ayak: basamak
“Birkaç ayak merdiven iner, kapkara bir tozla karşılaşırdık.” (s.8) (Ekmek Parası)

Alaf : alev

Arabaların kaloriferleri olurmuş, hele o kocaman arabanın kaloriferi öyle ısıtırmış ki


insanı alaf edermiş.(s. 43) (Al Yanaklı Hasan)

Silgeçler: silecekler
Silgeçleri kaldırıyordu. (s. 25) (Al Yanaklı Hasan)
Eder: fiyat

772
Aslında uçak ederleri ucuzlamasaydı yine bu benim içime gömdüğüm bir istek olarak
kalacaktı. (s.69) (Anneannemin Cep Telefonu)
Umar: çare

Kırk gün evde herkes başının umarına bakmıştı. (s. 87) (Ekmek Parası)
Boyun kırmak: boyun eğmek, bükmek

“Münevver Hanım’ın evine varıncaya dek boynumuzu kırmamayı unutmuş, hele


kapıdan içeri girerken iki kardeş iyice boynumuzu kırmıştık.” (s. 145) (Ekmek Parası)

“Her yıl Münevver Hanım’a boyun kırmaktan iyidir.” (s. 149) (Ekmek Parası)
us: akıl
Ay, neden usuma gelmedi? (s.102) ) (Anneannemin Cep Telefonu)
Devinim: hareket

İstediğim gibi karın üzerinde devinimler yapıyorum. (s.103) ) (Anneannemin Cep


Telefonu)

Salt: Salt gece kuşları bizimle yarış etmeye kalkarlar ama yetişemezler. (s.33)
(Bulutlara Simit Satan Çocuk)

Diğer kelimeler:

Mutlanmak, dinelmek(ayakta durmak), işlik(atlet), utku, sulu sulu dökmek,


sünmek(hasta, bitkin), sulu saplıcan (zatürre), dink, darı, şımşırık terlemek, bıcır bıcır
ter akmak, lavgar lavgar konuşmak (Ekmek Parası)

Yekinmek(ayağa kalkmak), ivedi, ses yükselten (megafon), dinelmek, us, devinim,


varsıl, yitmek, muştu, duyumsamak, yapsatçı (müteahhit) (Al Yanaklı Hasan)

Ses yükselteci (megafon), doldurma aygıtı (şarj cihazı), konuşma aygıtı (ahize),
konukluk (misafirlik), ayırdına varmak (anlamak, farkına varmak) (Anneannemin Cep
Telefonu)

Devrik Cümleler:
“İlk günler çok fısıldadık anama.” (s. 6) (Ekmek Parası)
“Ondan sonra mutlu kıldı kâğıt bizi.” (s. 7) (Ekmek Parası)
“Kış boyunca her akşam bu öyküyü anlatırdı babam bize.” (s. 17) (Ekmek Parası)

“Ama o akşam doktordan geldiğimizde ne anam uyudu ne de babam.” (s.20) (Ekmek


Parası)
“Öteki çırakların arasından çekip alıverdim görünüşüyle.” (s. 7) (Al Yanaklı Hasan)
“Yine mi geldin bu onarım yerine?” (s.8) (Al Yanaklı Hasan)

“Uyumuş, uyanmış arka koltukta.” (s. 11) (Al Yanaklı Hasan)

773
“Hasan, teneke kutunun içinde makarna haşlamasını öğrenmiş, babasına bile yedirmiş
bir öğle üzeri.” (s. 11) (Al Yanaklı Hasan)
“Bilir misin anamın çeyiziymiş bu kupa.” (s. 18) (Al Yanaklı Hasan)

“Bu aynalar ne çok seviyor biz çocukları.” (s.36) (Bulutlara Simit Satan Çocuk)
“Adres diye ne yazacağım zarfın üzerine?” (s.37) (Bulutlara Simit Satan Çocuk)

“Çok şişman bir postacı, çantası da öyle mektup dolu ki geliyor benim yanıma
gülerek…” (s.39) (Bulutlara Simit Satan Çocuk)

“Dayım yetişemiyordu bana, bir koşturuyordum ki evin yukarısındaki çamlığa doğru.”


(s.44) (Bulutlara Simit Satan Çocuk)

“O kasabadaki çocukluk arkadaşlarımdan biri arar belki Metin.” (s.22) (Anneannemin


Cep Telefonu)

“İkisi de unutmamışlar o yolculuklarını.” (s.75) (Anneannemin Cep Telefonu)

“Sokakta, apartmanda duymayan kalmamıştı anneannemin uçakla yolculuk yapacağını.”


(s.78) (Anneannemin Cep Telefonu)

“Hiç bitmez ki anneannemin sürprizleri.” (s.68) (Anneannemin Cep Telefonu)


Deyimler: ocağı batmak, soğuk almak, Arap olmak (Ekmek Parası)
Otuz iki dişe keman çaldırıyor emmi.... (s. 17) (Al Yanaklı Hasan)
Bardaktan boşanırcasına yağdı. (s. 25) (Al Yanaklı Hasan)
Atasözleri: Yenle yanana dağ bile dayanmaz. (Ekmek Parası)
Ne gelirse soğukla soysuzdan gelir. (Ekmek Parası)

Dört kitaptan yola çıkarak yaptığımız çalışmada yazarın kendine ait bir üslubu ve
seçtiği kelimeleri olduğu dikkatimizi çekmektedir.

Basım yılları arasında onar yıl olan bu kitaplarda yazarımızın seçtiği kelimler, cümleler
açısından herhangi bir değişikliğe gitmediği görülmektedir.

4. Sonuç ve Öneriler

Muzaffer İzgü, genellikle halktan insanları ve onların konuştuğu dili tercih etmiş, onun
dışında yerel kelimelere ve sade dile önem vermiştir. Bu durum kitaplarını okuyan
çocukları zaman zaman zora sokabilir. Bir taraftan bilinmeyen kelimelerin araştırılması
ve öğrenilmesi iyi olabilir diye düşünülebilir, diğer taraftan da bu kelimelerin günlük
hayatta kullanılmadığı söylenebilir.

Görüyoruz ki çocuk edebiyatımızda Muzaffer İzgü tarzı diyebileceğimiz bu dil


özellikleri farklı kitaplarında da görülecektir. Tespit ettiğimiz bu özelliklerin dışında
eksiltili cümleler, isim cümleleri, etken ve edilgen cümle yapıları da eserlerinde dikkat

774
çekmektedir. Cümle yapıları veya üslup incelemesi de araştırmacılar tarafından
yapılabilir.

Sınıf öğretmenleri Muzaffer İzgü’nün kitapları vasıtasıyla deyimleri, atasözleri, devrik


cümle yapılarını öğretilebilirler veya derslerinde işledikleri bu konuları onun kitapları
vasıtasıyla pekiştirebilirler.

Kaynaklar
GÜLTEKİN Ali, ÇİFTÇİ Zeynep, YETİM Arzu, ORHAN Zeynep “Eleştiriler Işığında
Muzaffer İzgü Yapıtlarının Yeniden Değerlendirilmesi”, Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(1)
İZGÜ, Muzaffer Ekmek Parası (1979), Al Yanaklı Hasan (1989), Bulutlara Simit Satan
Çocuk (1998), Anneannemin Cep Telefonu (2006), Bilgi Yayınları.
Küçük Dev Adam Muzaffer İzgü (Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi “Yaşayan Çocuk
ve Gençlik Edebiyatı Yazarları” konulu sempozyumun kitabı), Bilgi Yayınevi, İstanbul,
2006.
ŞİMŞEK Hasan, YILDIRIM Ali 2015, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri,
Ankara 2009

TELAFER AĞZI
1
Bilgehan Atsız GÖKDAĞ

Özet

Irak Türkmenlerinin kullandığı dil Azerbaycan Türkçesi ağızları içinde


değerlendirilmektedir. Irak Türkmen ağızları “ŋ” sesinin “v”ye ve “y”ye değişmesi
açısından başlıca iki gruba ayrılmaktadır. 1400 yıldır Irak’ta yaşayan Türkmenlerin
dillerinin hukuksal statüsü bölgesel dil seviyesindedir. Doğu Oğuz grubunun güney
kanadında yer alan Irak Türkmen Türkçesi, kendine has ses ve biçim özellikleri ile
birlikte eski Türkçe birçok unsuru yaşatması bakımından dikkati çekmektedir. Irak
Türkmenlerinin yerleşim bölgeleri, Irak’ın kuzeyindeki Telafer’den başlayıp, Musul
etrafındaki köyler, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Dakuk, Tuzhurmatı, Kifri, Hanekin,
Bedre’ye kadar uzar. “ŋ” sesinin “y”ye değişmesi açısından Musul, Telafer, Altunköprü,
Tuzhurmatı, Kifri bölgelerinde kullanılan ağızların birçok ortak özellikleri vardır. Irak
Türk ağızları üzerine ülkemizde (özellikle de Kerkük, Erbil, Emirli bölgeleri) bazı
yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlanmış olsa da bölgede kullanılan dil Türklük
bilimi alanında yeterince araştırılmamıştır.
ABD’nin Irak’ı işgal ettiği yıllarda, özellikle 2004-2008 yılları arasında yoğun çatışma
dönemi geçiren Telafer, en son IŞİD’in Irak’ta alan hâkimiyeti kurmaya başlaması ile bir
felakete sürüklenmiştir. 2014 Haziran’ında teröristlerin Musul’u ele geçirmesinin ardından
2017’de biten işgal süresince Telafer halkının neredeyse % 90’ından fazlası şehirden göç
etmek zorunda kalmıştır. IŞİD işgali öncesinde Telafer’in merkez nüfusu yaklaşık olarak
350.000 kişidir. Nahiye ve köylerle birlikte 700.000 kişiden fazla insanın yaşadığı kentin
merkez nüfusu tamamen Türkmen, nahiye ve köyler de hesaba katılırsa % 80’e yakını
Türkmen’dir. Telaferli Türkmenlerin büyük çoğunluğu Irak içerisinde göç

Prof. Dr. Kırıkkale Üniversitesi, batsiz@gmail.com

775
etmiştir. Irak’ın içerisinde göç eden nüfustan sonra Telaferli Türkmenlerin en yoğun
olarak göç ettiği bölge Türkiye’dir. Türkiye Telafer’den yaklaşık 80.000 kişilik bir göç
almıştır. Türkiye’ye göç eden Telaferlilerin % 80’ine yakını başkent Ankara’ya
yerleşmiştir. Ankara ile birlikte Adana, Şanlıurfa ve Gaziantep yoğun göç alan öteki
illerdir.
50 sene önce Sadettin Buluç’un makalesi hariç üzerinde hiçbir çalışma yapılmayan
Telafer ağzı, Irak Türkmencesi içinde kendine has özellikleri bakımından dikkati çeken
bir değişkedir. Eski Türkçe ve Doğu Türkçesine ait bazı ses ve biçimbirimlerin
(ağrığ<agrıg “ağrı”, “hastalık” teki<teg, tegi “gibi”, “kadar”) korunduğu Telafer ağzı;
yer yer Urfa, Gaziantep ağzına (siye<sana) yaklaşmaktadır. Büyük ünlü uyumunun
sağlam olduğu Telafer ağzının en önemli özelliği “ŋ” sesinin “y”ye (birtükiŋ
>verduğuy, “verdiğin” köŋül>göyül “gönül”, soŋra>soyra “sonra”) dönüşmesidir. Ünlü
düşmesi, ünlü değişimi, ünsüz değişmeleri, ünsüz ikizleşmeleri, ünsüz benzeşmeleri,
bile kelimesinin kişi ve dönüşlülük zamiri olarak kullanımı, isim ve fiil çekimlerinde
kullanılan farklı biçimbirimler bildirimizde değerlendirilecektir. Kitle iletişim
araçlarının yaygınlaşması ve göç gibi sebeplerle Telefer Türkçesini kullananların
Türkiye Türkçesinden yaptıkları bazı kopyalamalara da temas edilecektir. Bildirimizde
yer alan dil malzemesi Ankara’da yaşayan Telefer Türkmenlerinden derlenmiştir.
Ayrıca Rıza Çolakoğlu’nun Telafer Folkloru (İstanbul 2017) ve Ahmet T. Tiryaki ve
Füsun Menşure tarafından hazırlanan Muhaceretteki Telaferli Türkmen Şairler
Antolojisi (İstanbul 2018) adlı eserlerde yer alan metinlerden de yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Oğuzca, Irak Türkmen Ağızları, Telafer

Giriş
Oğuz Türkçesinin Irak’taki kolları Türkmen şehri Telafer’den Bağdat’ın
güneydoğusunda Bedre bölgesinde uzanan bir şerit içinde, başta Kerkük olmak üzere
ülkenin kuzeydoğusunda ve merkez bölgelerinde dağınık olarak konuşulur. Bu şeridin
kuzeyinde Türkiye, batısında Dicle nehri, doğusunda İran sınırı yer alır. Doğudan
kuzeybatıya doğru Kerkük, Musul, Telafer hattı Türkiye’nin güneydoğusunda bir Irak
Türkmen kuşağı oluşturur. Bu kuşak, Bayır-Bucak Türkmenleri aracılığıyla Türkiye’de
Çukurova’ya; Suriye’de Azez ve Afrin’e kadar uzanır. Bu şeridin kuzeyinde Türkiye,
batısında Dicle nehri, doğusunda İran sınırı yer alır. Doğudan kuzeybatıya doğru
Kerkük, Musul, Telafer hattı Türkiye’nin güneydoğusunda bir Irak Türkmen kuşağı
oluşturur. Bu kuşak, Bayır-Bucak Türkmenleri aracılığıyla kesintili olsa da Türkiye’nin
en batısına doğru uzanır.(Eker:2008,94-95).
Azerbaycan Türkçesi ağızları içinde değerlendirebileceğimiz Irak Türkmen
ağızları, yaklaşık 2,5 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır. İran’ın Güney
Azerbaycan, Tahran, Save bölgesi ağızları ve Türkiye’nin Urfa, Diyarbakır, Elazığ,
Gaziantep ağızlarıyla büyük benzerlikler gösteren Irak Türkmen ağızları “ng” sesinin “-
v-”ye ve “-y-” ye dönüşmesi bakımından başlıca iki gruba ayrılmaktadır. Kerkük, Erbil,
Dakuk, Mendeli, Hanekin, Kazaniye ağzı “-v-” grubunu (gēldüv<geldin, ēlüv<elin);
Telafer, Altun Köprü, Duz-Hurmatu, Teze-Hurmatu, Kifri, Beşir, Emirli ağızları ise “-
y-” grubunu (eliy, geldiy) oluşturmaktadır (Buluç:2007; 282). v ağızları Tebriz’le,
Afganistan Avşar ağızlarıyla; y ağızları Urfa’yla birlik gösterir. Anadolu doğu kümesi
ağızlarının da Azerbaycan Türkçesinin batı ve güney ağız kümelerinin birer uzantısı
oldukları görülebilir. Güneydoğuda Urfa ağzı, Anadolu doğu kümesi ağız bölgesini
Tellafer, Altunköprü, Tazehurmatu, Tuzhurmatu, Kifri, Beşir, Emirli, Karatepe ile
Kerkük, Erbil, Dakuk, Mendeli, Hanekin gibi dil adacıklarıyla yaşamakta olan Irak
Türkmenleri ağızlarına bağlar (Jorma1999:99).

776
Van gölünün güneyinden geçen bir hat, Orta ve Güney bölgelerdeki konuşma
biçimlerini birbirinden ayırır. Bu iki bölgeyi ayıran başlıca fonetik ölçü, kelime
başındaki k-g farklılığıdır. Bilhassa Kars ve Erzurum’un dâhil olduğu orta grupta
kelime başındaki k'lar g olur: galmah, goyun, gadın. Güneyde kalan, Diyarbakır, Urfa,
Mardin ve Hakkâri'de kelime başındaki k'lar gırtlağa kaymış olarak korunmaktadır, işte
bu illerimizle Irak Türkleri ağzı ve güney Azerbaycan'daki bazı ağızlar, bir bütün teşkil
etmektedir. (Ercilasun1992:117)
1400 yıldır Irak’ta yaşayan Türkmenler, üçüncü büyük etnik grubu oluştursa da
dilleri resmî dil olarak kabul edilmemiş, bölgesel dil sayılmıştır. Irak Türkleri eskiden
beri kendi kendilerine yerli ağzıyla “Türkman” adı vermekte, konuştukları lehçeye de
“Türkmanca” demektedirler (Paşayev 1998: 16-17). Irak'taki Türkmenler 1990'lara
kadar kendi dillerinde eğitim almamalarına rağmen dillerini korumuşlardır. Saddam
sonrası Irak'ta Türkçe eğitim verilen 428 anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise
bulunmaktadır. 199 okul ile Kerkük ve 119 okul ile Telafer bu sayıda başı çekmektedir.
Irak Türkleri 1970’li yıllardan bu yana, Balkanlarda olduğu gibi, yazı dili/edebî dil
olarak Türkiye Türkçesini benimsemişlerdir; Halk edebiyatı ürünlerinde daha çok
Kerkük ve Tuz Hurmatu ağzı esas alınır. Örneğin, edebî dilde mastar eki –mAk ile,
Kerkük-Tuz lehçesinde ise –mag ile gösterilir. Irak Türkçesi bölgelere, şehirlere hatta
aynı şehir içinde mahallelere göre farklılıklar gösterebilir. Doğal olarak bir sözcüğün
farklı biçimlerini bir arada görmek mümkündür. Örneğin e≠kiz’in yanı sıra ikki hatta ki
biçimleri bir arada görülebilir.
Kerkük ağzı ve diğer ağızlar günlük dilde; edebiyat ürünlerinde, özellikle hoyrat ve
maniler ile diğer sözlü edebiyat ürünlerinde kullanılmaktadır. Irak Türk ağızları Azeri
Türkçesinin bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir. Resmi kaynaklarca kullanılan Türkmen
(Türkman) ve Türkmence terimlerine rağmen, Irak ağızları Azeri Türkçesinin doğal bir
uzantısı olarak kabul edilir. Bölgede konuşulan varyantlar için genel olarak Irak Türkçesi,
Irak Türkmen Türkçesi, Irak Azericesi, Türk nüfusun bu şehirde yoğunlaşması sebebiyle
Kerkük Türkçesi vb. terimler kullanılmaktadır. Bunlardan Türkmence terimi dilbilimsel
olarak bölgenin Azerbaycan Türkçesi sahasında oluşu gerçeğiyle çelişir (Demir2002:53).
Oğuz grubunun güney kanadında yer alan Irak Türkmen Türkçesi, kendine has ses ve şekil
özellikleri ile eski Türkçe birçok unsuru yaşatması bakımından dikkati çeker. Eski Türkçede
görülen “burun” Munna altmış il burun (Bundan altmış yıl önce) (Nuri: 24); “tek, teki”
Sebbehe teki kef etti (Sabaha kadar eğlendi) (Haydar:1979; 7); “birle”
Gēlinyēvegirdigibirlįdamnan şeker sepelle (Gelinin eve girmesiyle damdan şeker dökerler)
(Nuri:1987; 54) edatlarının varlığı; söz başı -k- ve -t- ünsüzlerinin kimi kelimelerin başında
korunması köbek, köç, köçmeğ, kölge, kösk “göğüs”, köynek, tikiş, tik-, tök, tohın-
(Hürmüzlü:2003); “öng (ön)” Dereden çiòtįoàlannÀrın öngün aldı (Dereden çıkıp
oğlanların önünü kesti) (Nuri:1987,52); “yengice” (yenice) Yengice köyü kimįn yere
(Haydar:1979, 30); “donguz /dongız” (domuz); “eng (ön)” (Hürmüzlü:2003) gibi
kelimelerde Eski Türkçedeki “ng” sesinin varlığı, “su” kelimesinin Eski Uygur Türkçesinde
olduğu gibi yer yer “suv” şeklinde kullanılması: Tez ēnsįn az suv aparsın (Çabuk gelsin az
su götürsün) (Nuri: 1987,26); Eski Türkçe fiilden isim yapan -g- ekinin varlığı: acıg (öfke,
inat), ulug (ulu), agrıg (ağrı, acı), başarığçı (başaran), bilikli (bilgili), sıvağ (sıva), boyağ
(boya) gibi (Hürmüzlü: 2003).
Irak’ın ABD tarafından işgali sonrası Irak’ta yaşayan Türkmen Türkleri sıkıntılı
döneme girmişlerdir. Kürtlerin asırlardır Türklerin yaşadığı topraklara göz dikmesi
sonucu başlattıkları bölgeyi Türklerden arındırma girişimlerine daha sonra eklenen İŞİD
zulmü milyonlarca soydaşımızın yerlerinden yurtlarından olmasına yol açmıştır. Miladi
674 yılında Irak’a gelip yerleşerek bölgenin en eski sakinlerinden olan Türkmenlere
Osmanlı devletinin yıkılışının ardından katliamlara kadar uzanan zulümler yapılmıştır.

777
Peşmerge ve İŞİD’in son dönemde gerçekleştirdikleri zulüm karşısında Türkiye
Cumhuriyetine sığınan soydaşlarımız zorluklar içinde başta Ankara ve İstanbul olmak
üzere çeşitli illerimizde yaşamakta olup doğma yurtlarına huzur ve rahatlığın gelmesiyle
dönüş ümitlerini canlı tutmaktadırlar.
Irak’ı işgal ettiği yıllarda, özellikle 2004-2008 yılları arasında yoğun çatışma
dönemi geçiren Telafer, en son IŞİD’in Irak’ta alan hâkimiyeti kurmaya başlaması ile
bir felakete sürüklenmiştir. 2014 Haziran’ında teröristlerin Musul’u ele geçirmesinin
ardından 2017’de biten işgal süresince Telafer halkının neredeyse % 90’ından fazlası
şehirden göç etmek zorunda kalmıştır. IŞİD işgali öncesinde Telafer’in merkez nüfusu
yaklaşık olarak 350.000 kişidir. Nahiye ve köylerle birlikte 700.000 kişiden fazla
insanın yaşadığı kentin merkez nüfusu tamamen Türkmen, nahiye ve köyler de hesaba
katılırsa % 80’e yakını Türkmen’dir. Bu yönüyle dünyanın nüfusça en kalabalık
ilçesidir. Telaferli Türkmenlerin büyük çoğunluğu Irak içerisinde göç etmiştir. Irak’ın
içerisinde göç eden nüfustan sonra Telaferli Türkmenlerin en yoğun olarak göç ettiği
bölge Türkiye’dir. Türkiye Telafer’den yaklaşık 80.000 kişilik bir göç almıştır.
Türkiye’ye göç eden Telaferlilerin % 80’ine yakını başkent Ankara’ya yerleşmiştir.
Ankara ile birlikte Adana, Şanlıurfa ve Gaziantep yoğun göç alan öteki illerdir.
Aramice tel (tepe) ve ağbar (toprak) sözünün birleşmesinden oluştuğu ve zamanla
Tell-Afar ve Telafer’e dönüştüğü sanılmaktadır. Yöre halkının dilinde Tılafar söyleyişi
hâkimdir (Saatçi 2015:108). 50 sene önce SadettinBuluç’un makalesi hariç üzerinde
hiçbir çalışma yapılmayan Telafer ağzı, Irak Türkmencesi içinde kendine has özellikleri
bakımından dikkati çeken bir değişkedir. Eski Türkçe ve Doğu Türkçesine ait bazı ses
ve biçimbirimlerin (ağrığ<agrıg “ağrı”, “hastalık” teki<teg, tegi “gibi”, “kadar”)
korunduğu Telafer ağzı; yer yer Urfa, Gaziantep ağzına (siye<sana) yaklaşmaktadır.
Büyük ünlü uyumunun sağlam olduğu Telafer ağzının en önemli özelliği “ŋ” sesinin
“y”ye (birtükiŋ>verduğuy, “verdiğin” köŋül>göyül “gönül”, soŋra>soyra “sonra”)
dönüşmesidir. Ünlü düşmesi, ünlü değişimi, ünsüz değişmeleri, ünsüz ikizleşmeleri,
ünsüz benzeşmeleri, bile kelimesinin kişi ve dönüşlülük zamiri olarak kullanımının yanı
sıra isim ve fiil çekimlerinde kullanılan farklı biçimbirimler bulunmaktadır.
Salnâmelerde bile Çağatay Türkçesine yakın bir dille konuşulduğu aktarılan
Telafer Türkçesinde diğer Irak Türkmenlerinde olduğu gibi 12 ünlü vardır. Türkiye
Türkçesinden farklı olarak kapalı é, bulanık æ (a ile e arası), kısa í (ı ile i arası) gibi
ünlüler ile ā ve ē gibi uzun ünlüler de bulunur. İlâveten; b > m benzeşmesi, v > ġ
benzeşmesi, ç > ş benzeşmesi, ş > ç benzeşmesi, y > b benzeşmesi ve n > l, n > v ile n >
y benzeşmeleri söz konusudur. Kelime sonunda dar ünlülerin bulunması halinde baş
taraftaki geniş ünlülerin uzun olması, dar ünlülerin de kısalması Irak Türkçesinde
yaygındır ve Telâfer ağzında da vardır (Sadettin Buluç, Tellâfer Türkçesi Üzerine,
TDAY - Belleten 1973 -1974, *Ankara, 1974, s. 51.) Telafer‟de 18-20 yaş üzerindeki
insanların İstanbul Türkçesini konuşmakta zorlandıkları görülse de çocukların ve
gençlerin büyük kısmı rahatlıkla konuşabilmektedir. Bu durum, Türk televizyon
kanallarının yörede yoğun izlenmesinin ve Telafer‟deki okullarda verilen Türkçe
derslerinin etkisiyle açıklanmaktadır. (Bakır-Pekin 2018:106),.
Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve göç gibi sebeplerle Telefer Türkçesini
kullananların Türkiye Türkçesinden yaptıkları bazı kopyalamalar da dikkati
çekmektedir. Bildirimizde yer alan dil malzemesi Ankara’da yaşayan Telafer
Türkmenlerinden Mutasım Efendi’den derlenmiştir. Ayrıca Rıza Çolakoğlu’nun Telafer
Folkloru (İstanbul 2017) ve Ahmet T. Tiryaki ve Füsun Menşure tarafından hazırlanan
Muhaceretteki Telaferli Türkmen Şairler Antolojisi (İstanbul 2018) adlı eserlerde yer
alan metinlerden de yararlanılmıştır.

778
Irak’ın Telafer bölgesinde konuşulan Türkmence diğer ağızlardan daha çok
fonolojik olarak ayrılmaktadır. Bazı kelimelerin sadece Telafer ağzında kullanımı da
ayrı bir özellik olarak dikkati çekmektedir. Irak Türkmen ağızlarının Türkiye’de ilk
araştırmacılarından olan Prof. Dr. Sadettin Buluç’un “Tellâfer Türkçesi Üzerine,
(TDAY-Belleten 1973-1974, Ankara 1974. S. 49-57) adlı makalesinin dışında Telafer
ağzı üzerine herhangi bir çalışma yapılmamıştır. 2017 yılında Noor IbrahimAhmed
Bayati tarafından hazırlanan Telâfer Türkmen Ağzı (inceleme-metin-sözlük) adlı
yüksek lisans tezine hazırlayan tarafından erişim izni kısıtlaması getirildiği için
ulaşılamamıştır. Ankara’da yaşayan Telafer Türkmenlerinin ağızları üzerine bir yüksek
lisans tezi benim danışmanlığımda Esra Özder’e verilmiş olup henüz başlangıç
seviyesindedir. Irak Türkmen ağızları üzerine 2014 yılına kadar yapılan çalışmalar
Önder Saatçi tarafından “Irak Türkleri Dil Çalışmaları Bibliyografyası” (Diyalektolog,
Sayı 8, Yaz 2014, Sayfa 21-47) adlı makalede sıralanmıştır.
Yörenin folkloruyla ilgili çalışmaları bulunan şair Rıza Çolakoğlu Telafer
ağızlarının telaffuz farklılıkları ve kelime tercihi bakımından diğer Irak Türkmen
ağızlarından ayrıldığını örneklerle açıklar. Çolakoğlu’na göre ñ,n> y değişiminden
hareketle bazı Irak Türkmen ağızlarıyla benzeşen Telafer ağzını bu grupların içinde
göstermek doğru değildir. Irak Türkmen ağızlarının hiçbirine benzemeyen Telafer ağzı
Azerbaycan lehçesi ve Urfa ağzına daha yakındır. Kalın seslileriyle tanınan Telafer
ağzının Irak Türkmen ağızları içinde özel bir yeri vardır (Çolakoğlu2017: 12). Kalın
ünlülerin hâkim olduğu ağzı erkekler ağzı veya dili olarak nitelendiren Çolakoğlu’na
göre “Telafer köylüsü kabaca konuşurken eski Türk efsaneleri kahramanları anımsanır.
Tren istasyonunda veya havaalanında rastladığın birisi sana haralısay? yani ‘nerelisiniz’
der demez hemen bir Telaferli olduğunu bileceksin”. Kerkük ağzında gere “siyah, kara”
kelimesi Telafer ağzında gara şeklinde söylenir. Yine değirmen kelimesi de dagırman
şekliyle kalın ünlülüdür. Bazı kelimeler farklı anlamlarıyla Telafer ağzında karşımıza
çıkar: umağ “ümit”, tüley “şans”, “fırsat”, tense- “önemse-“, “umursa-“, eşek cenneti
“derin uyku”, serçek “hikâye”, “masal”, koray “perde”, “örtü”, tıknaz yerine kullanılır.
Tapxur “defa”, “kere”, mıklacı: “Yol kesen”, berşevik “haydut”, çuğulla-“ İhbar
etmek”, “beze sarmak” çuğullanmış “gebermiş”, bugazlamak “hayvanı kesmek” ,
ğaritmağ, kopmağ, lakımalamağfiileri “hızlı koşmak”; tomtat, tükme, dolu, kalın, pıfnı
“tıknaz” anlamındadır.
Telafer’de gizli bir dil kullanıldığını Rıza Çolakoğlu’nun şu cümlesinden
anlıyoruz. “Bir grup Telaferli aralarında muammalı bir şekilde konuşurlarken onlarla
birlikte olan diğer Türkmenler hiçbir şey anlamazlar” (Çolakoğlu2017: 12-13).Telafer
ağzı içinde iki ayrı ağız bölgesi olarak Aşağı ve Yukarı Kale arasında sözcük
kullanımlarındaki farklılıklara dikkat çeken Çolakoğlu “Biz Aşağı Kaleliler eyere balan
derken Yukarı Kaleliler kevend derler. Biz çuvaldız deriz onlar “febene” derler
(Çolakoğlu2017: 14) cümleleriyle oldukça kıymetli bilgiler sunmaktadır.
Telafer Ağzında İki Lehçelilik
Bir dil kullanıcısının ana dilinin yanı sıra, aynı dilin bir başka lehçesini ya da ağzını,
ses ve biçim bilgisi düzlemlerinde iki değişik düzgüleme yoluyla kullanabilmesi ve sosyal
ilişkilerini her iki lehçede de yürütebilmesi durumu, dil biliminde iki lehçelilik
(bidialectiism) olarak adlandırılmaktadır. 13. Yüzyıldan itibaren Türkçede gördüğümüz ve
karışık dillilik olarak da adlandırılan iki lehçelilikten kaynaklı dil kullanımlarına
günümüzde de rastlanmaktadır. (Karaağaç 2013:484-485). Türkiye Türkçesi bazen ülke
sınırları dışında yaşayan ve yerel bir varyantı konuşan kişi ve toplulukların kullandığı bir üst
dil durumundadır. Balkanlarda olduğu gibi Kuzey Kıbrıs, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler
de standart bir varyanta dayanan Türkiye Türkçesi yazı dilini edebî eserlerinde kullanırlar.
Türkiye Türkçesinin bu bölgelerde yaşayan Türkler tarafından tercih

779
edilmesinin temelinde statüsü yüksek, prestijli bir dil olarak kabul edilme fikri
yatmaktadır. Ölçünleştirilmiş bir yazılı üst dil olarak kullanılan Türkiye Türkçesi ile
yerel varyantlar arasında önemli farklılıklar göze çarpmakta olup karşılıklı etkileşimler
de mevcuttur. Ağız özellikleri farkında olmadan kullanılan yazı dili olan Türkiye
Türkçesine taşınır. Irak Türkmen edebiyatında halk şiiri hariç Türkiye Türkçesi
kullanılmış olsa da konuşma diline ait birçok unsur eserlerin içine dâhil edilmiştir.
Telafer ağzına ait özellikler 2014 yılından beri Türkiye’de göçmen olarak yaşayan
şairlerin şiirinde görülmektedir. Bu şairler şiirlerini Türkiye Türkçesinde yazarken kendi
yöresel konuşma biçimlerine de yer verirler. Aşağıdaki şiirlerde Telafer ağzının bazı
özellikleri –Xp öğrenilen geçmiş zaman eki, -yX şimdiki zaman eki, teki “gibi” edatı,
de- fiili yerine diy- biçiminin kullanımı, şimdiki zaman çokluk 3. şahıs çekimindeünsüz
ikizleşmesi (oturullar), Bildirme teklik 1. şahıs çekim eki olarak Telafer ağzında –Am
biçimi kullanılırken şair bunu Türkmenem örneğinde tercih etmiş, öncesi ve sonrasında
Türkiye Türkçesi yazı dilindeki –Xm eki benimsenmiştir. (Uygurum, Türkmenem,
Müslümanım, Yomutum//Amma tutsak benim) göynek, yıglı- sele- , men, torpag,
-yXgibi Telafer ağzına has biçimler yerine Türkiye Türkçesi yazı dilindeki gömlek,
ağla-, söyle-, ben, toprak,–(X)yor şimdiki zaman eki tercihleri dikkati çekmektedir.

Yürekte yaralar çoğalıp bu çağ


Ciğere vurulup çapraz çapraz dağ
Akıllar yaşarken istiyortoprağ
İlahı sen koru bizi zulümden
Neccaroğlu der biz yaşıyuğ mahzun
Zalımlar elinden olubux mecnun
Doğme elimizden çıkmışızsurğun
İlahi sen koru bizi zulümden

Güneş kara takmış Dicle kan akar


Ölüm gömlek teki her gelen takar
Bu mihnet ne zaman vatandan kalkar
Ağla gönlüm ağla vatan yaralı
Günlerim geçiyor kemik kırarak
Hasret çektiriyor bana bu firak
O bu seni alıp satıyor Irak
Böyle bir vatanda yaşıyorum ben

Mellahoğlu diyer yok beni duyan


Belki de ölürsen bulunmaz yuyan
Mezarını kazan toprağa koyan
Böyle bir vatanda yaşıyorum ben

İki dertli bir odada


Oturullar dertli dertli
Dem dem sohbet sözlerini
Söylesinler dertli dertli
Uygurum, Türkmenem,
Müslümanım, Yomutum
Amma tutsak benim

Ünlü Uyumları

780
Telafer ağzında kalınlık incelik uyumu sağlamdır. Alınma kelimelerde daha fazla
görülür. Evleri var kardan bayaz, Saxta pullar sizin olsun, Sönmez yanan ataşımız,
Zalımlar elinden olubux mecnun, xeste, elet<alet, ezen<ezan, kerven<kervan.
Düzlük yuvarlaklık uyumu tam değildir. Bazı ekler düz ünlülü, bazıları da yuvarlak
ünlülüdür. Bu durum düzlük yuvarlaklık uyumunun bozulmasına yol açar.Dögiş bizim
dostlux bizim, Baxsam yarım yar degul//Elim çeksem ârdegul.hesap ivadegül bir
delüktür, bitirdüxten,,Yengi silik baza köynek giyerduğ Şirin ruhumTürke
yaxun,artuğ.Bazı örneklerde uyum korunur. Çamır gibi
Ünlü Düşmesi
Telafer ağzında en sık rastlanan ses olaylarındandır: yer(i)<yürü<yorı, oryu<oraya,
harıy<haraya “nereye”âşret<aşiret, âzzim<azizim, it<iti “keskin”, Şimdiki zaman eki –
yX’nın ünlüsü çoğu durumda düşer..tülküdüşüniy kurt dişlerini birbirine sürtüy kapıda
bekliyi
Ünlü Değişmeleri
e>i değişimi :siye “sana”, miye “bana”, işek “eşek” ı>u değişimi: Furat “Fırat”, yaxun
“yakın” e>a değişimi: Gâlin “gelin”, ö>e değişimi: sele- “söyle-”, ü>i değişimi: bilbil
“bülbül”, o>u değişimi: buğaz “boğaz”, ö>ü değişimi: çürek “çörek”, u>ı değişimi:
mına “buna”,onı “onu”
Yer Değiştirme (Metatez)
Telafer ağzında çok sayıda metatez örneklerine rastlanır.
burğul<bulgur, samırsag<sarımsak, üskek<yüksek, eskük<eksik, torpag<toprak

Ünsüz ikizleşmesi
Telafer ağzında en sık görülen ses olayıdır. aşuğ (aşık) >aşşuğ, çene >çeyne, köpek
>köppek, pisik (kedi) >pissik, dögec (değenek) >dokkaç, deveçi (deveci) >deveççi, heps
(hapis) >heppıs, havadan >havaddan, köpik (köpük) >köppik, qaşuğ (kaşık) >qaşşuğ.
öllük dirik “Anneyle babanın son çocuğu”, toppuğ“Topuk”dokkuz,kisse,sebbah,
karrı,dokkac, birrik,appardı, çıxammaz,gellem, ollam, hileççi, görrem,<görürüm
çeççeg<çiçek

Ünsüz Değişmeleri
k>ğ değişimi
ocağ,dudağ,sıcağ,otlağ,oğlağ,olmağ, gelmeğ, savuğ
k>x değişimi
Söz içi ve söz sonu k sesi genellikle x(hı)ya dönüşür.
oxur, çox, yuxu, kaxınca, çıxardı, zorluxtan, kuyruxları, yoxtur,
savux l>r değişimi
kirri. “kirli”
ng sesinin durumu:
Irak Türkmen ağızlarının en ayırt edici özelliklerinden biri ng>y değişimidir. Telafer
ağzında bu değişim diğerlerine göre daha ileri safhadadır. Ng sesi yengi “yeni”, yünglü
“yünlü”yeng”elbise kolunun ağzı” gibi örneklerde kendini koruyan ses, bazı örneklerde yn
sesine dönüşmüştür. köynek “gömlek”, soynu “sonu”, soyna “sonra”. köngül “gönül”
kelimesi daha çok gevil, seyrek olarak da göyül, göyün biçimleriyle kullanılmaktadır.yalğuz
“yalnız” örneğinde ğ’ye değişmiştir. Bunun dışında birçok örnekte y sesine dönüşür.
diylemeğ, aylamağ “anlamak”, doyız, yaylışlığıy “yanlışlığını”, zilfiyin “zülfünün, seley
“söyleyin”, suyuy “senin suyun”, çüregiy “senin çöreğin”
n>y değişimi
Söz içinde özellikle eklerde n sesi y’ye dönüşür. boyuy<boyunu, siye “sana”, miye
“bana”, ağzıya “ağzına, batasay”batarsın” geldiy “geldin” gidiysey “gidiyorsan”

781
p>m değişimi: tammaca<tapmaca “bulmaca, bilmece”, k>g değişimi: giçi“keçi”, b>m
değişimi: min- “bin-“, men, moncuğ, mına “buna”: t>d değişimi: daş, oynadır, kaynadır,
ş>ç değişimi: Çaşar “şaşar”, şorba “çorba”, niş “niçin”
nd>nn benzeşmesi: acınnan,,ivasınnan,,gidennen,gelennen, mennen, yl>yn
benzeşmesi: yavrularıynan, gonşusınnan, ulduzuynan, duzuynan
y türemesi: Daha çok ses düşmesi ve kelime birleşmelerinde görülür. Uzunluklar da y
sesinin ortaya çıkmasını sağlar. Diy-“de-“ neyçin “ne için”, yuxu “uyku”, çeyne “çene”
-r- düşmesi: –DXr ekindeki r sesi genellikle düşer. bağındadı, kişidi, şirindi.
-y- düşmesi: üreksiz “yüreksiz”, iva “yuva” imşağ yumsak”, uldurum “yıldırım”,
üskek “yüksek”, üz “yüz”, iğit “yiğit”
-Ar> -Ir/-Ur
Türkiye Türkçesinde geniş zaman eki olarak –Ar eki isteyen fiiller Telafer ağzında -Ir/-
Ur ekiyle geniş zaman ifade eder. Terse arxta ağaç mızgaf kururduğ, Kimi oyun oynar
kimi çalırdı, Kimi biçer kimi yolma yolurdu
Hece düşmesi
Mırta “yumurta”, üsne “üstüne” mahla“mahalle”
-g ekinin korunması: Bazı kelimelerde Eski Türkçe fiilden isim yapım eki –g
korunmuştur: Allah siye ağrığ incik vermesin, sıvığ “sıvı”
Fiil Çekimi
Telafer ağzı fiil çekimi bakımından büyük ölçüde Kifri ağzıyla benzerlik göstermektedir.
Ankara’da yaşayan Mutasım Efendi’nin verdiği bilgilerden hareketle fiil çekiminin
Telafer ağzındaki görünümü şöyledir:
Ek Fiilin Çekimi
xesteyim xeste degülem
xestesey xeste degülsey
xestedi xeste degül
xesteyug xeste degülüg
xestesiz xeste degülsiz
xestediler xeste degüldiler
xesteydim gözelsem
xesteydiy gözelsey
xesteydi gözelse
xesteydug gözeliyseg
xesteydiyiz gözelseyiz
xesteydiler gözelseler

Bilinen Geçmiş Zaman


bagladım baglamadım
bagladıy baglamadıy
bagladı baglamadı
bagladug baglamadug
bagladıyız baglamadıyız
bagladılar baglamadılar

Öğrenilen Geçmiş Zaman


durmuşam durmamışam
durmuşsay durmamışsay
durmuş durmamış
durmuşug durmamışug
durmuşsız durmamışsız
durmuşlar durmamışlar
782
durubam durmuyıbam
durupsay durmuyıpsay
durup durmuyıp
durubug durmuyıbug
durupsız durmuyıpsız
duruplar durmuyıplar
Şimdiki Zaman
gédiyem bilmiyem kalıyam görmiyem
gédiysey bilmiysey kalıysay görmiysey
gédiyi bilmiyi kalıyı görmüyug
gédiyug bilmiyug kalıyug
görmüyug
gédiysiz bilmiysiz kalıysız
görmiysiz
gédiyler bilmiyler kalıylar görmiyler
Geniş Zaman
yaparam bilmem (bilmenem) diyerem
yaparsay bilmessey diyesey
yapar bilmez diyer
yaparug bilmerug (bilmenig) diyerug
yaparsız bilmessiz diyesiz
yapallar bilmezler diyelle
Gelecek Zaman
gidecegem gitmiyeceyem
gidecegsey gitmiyecegsey
gidecek gitmiyeceg
gideceguz gitmiyecegug
gideceksiz gitmiyecegsiz
gidecekler gitmiyecegler
İstek
yıgliyim yıglemiyim
yıgliyesey yıglemiyesey
yıglaya / yıgla yıgleme
yıgliyeg yıglemiyeg
yıgliyesiz yıglemiyesiz
yıglesinner yıglemesinner
Gereklilik
gerek gelim gerek gelmim
gerek gelesey gerek gelmisey
gerek gelsin gerek gelmesin
gerek geleg gerek gelmiyeg
gerek gelesiz gerek gelmiyesiz
gerek gelsinner gerek gelmesinner
Emir – İstek
alım almıyım
al (alginen) alma
alsın almasın
alag (alagın) almıyag
alıy almay
alsınnar almasınnar

783
Şart
çeksem çekmessem
çeksey çekmessey
çekse çekmesse
çekseg çekmesseg
çekseyiz çekmesseyiz
çekseler çekmeseler

Kaynaklar
BAKIR Abdulhalik-Süleyman PEKİN “Irak Türkmenlerinin Mazlum Şehri
Telafer” Oğuz-Türkmen Araştırmaları Dergisi II, 1, 2018, Haziran, 64-117
BAYATLI, Hidayet Kemal (1996), Irak Türkmen Türkçesi, TDK Yayınları, Ankara.
BULUÇ, Sadettin (2007), “Kerkük Hoyrat ve Manilerinde Başlıca Ağız Özellikleri,
Makaleler, (Hazırlayan: Zeynep Korkmaz), TDK Yayınları, Ankara, s. 271-279.
------------------------, “Tellâfer Türkçesi Üzerine”, Makaleler, (Hazırlayan: Zeynep
Korkmaz) TDK Yayınları, s. 284-291.
--------------------------- , “Irak Türk Ağızlarının Bazı Ses Özellikleri”, Makaleler,
(Hazırlayan: Zeynep Korkmaz), TDK Yayınları, Ankara, s. 331-333.
ÇOLAKOĞLU, Rıza (2017), Telafer Folkloru, Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul
DEMİR Nurettin, Emine YILMAZ (2002), Türk Dili El Kitabı, Grafiker Yayınları,
Ankara.
EKER, Süer (2008), “Türk Dili Tarihinde Bir Dil Bilimsel Temas Bölgesi Olarak
Diyarbakır”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır I (ed. Bahaeddin Yediyıldız,
Kertsin Tomenendal), Diyarbakır Valiliği ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, Ankara.
ERCİLASUN Ahmet Bican (1992). “Irak Türkleri Dil Edebiyatı”, Türk Dünyası
Üzerine İncelemeler, Akçağ Yayınları, Ankara.
HAYDAR, Çoban Hıdır (1979), Irak Türkmen Ağızları, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
HÜRMÜZLÜ, Habib (2003), Kerkük Türkçesi Sözlüğü, Kerkük Vakfı Yayınları,
İstanbul.
JORMA, Atilla;(1999) Hazar Berisi, Karadeniz Kültür Çevresinde Türk Dili, Haarlem,
KARAAĞAÇ Günay (2013), Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Tdk. Yayınları, Ankara.
NURİ, Muhsin Kevser (1987), Erbil ve Amirli Ağızları, İstanbul Üni. Sosyal Bil. Ens.
Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
PAŞAYEV, Gazanfer (1998), Irak Türkmen Folkloru, Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul.
--------------------- vd. (2004), İraq-Türkman Lehcesi, Elm, Nurlan, Bakı 2004.
SAATÇİ, Subhi (2015), Irak Türkmen Boyları Ötüken Neşriyat, İstanbul.
TİRYAKİ Ahmet T., Füsun MENŞURE (2018), Muhaceretteki Telaferli Türkmen
Şairler Antolojisi, Post Yayınları, İstanbul.

784
İNGİLİZ İDARESİNDEKİ KIBRISLI TÜRKLERİN İNGİLİZCE
İLE İMTİHANI (1901-1905)

Mehmet DEMİRYÜREK

Özet
Osmanlı İmparatorluğu 1878 yılında Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye devretti ve Kıbrıs’ta
İngiliz dönemi başladı. 1923 Lozan Antlaşması’na kadar ada hukuken Osmanlı toprağı
olarak kabul edilse de İngilizler 1878 yılından itibaren Kıbrıs’ta yeni bir idare sistemi
kurdular. Kıbrıs parası basıldı, The Cyprus Gazette (Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs) adlı resmi
gazete yayınlanmaya başlandı ve adanın idaresi için pek çok kanun ve yönetmelik yapıldı.
Yeni yönetimin resmi dili Türkçe, Rumca ve İngilizce idi. Önce 1884 yılında bir
nizamname yayımlandı ve Kıbrıs’ta görev yapan İngiliz memurların yerel diller olan Türkçe
ve Rumcayı öğrenmeleri gerektiği ilan edildi. İngiliz memurlar için Türkçe ve Rumca
sınavları yapılmaya başlandı. 1890’lı yılların sonuna doğru aslında İngiliz memurlar için
hazırlanan bu sınavlara Kıbrıs hükumet dairelerinde çalışan Türk ve Rum memurlar da
girdiler. Rum memurlar Türkçe sınavına, Türk memurlar da Rumca sınavından başarılı
olmaya çalışıyorlardı. 1901 yılında söz konusu dil sınavları yeniden düzenlendi ve Kıbrıslı
Türk ve Rumlar için İngilizce sınavları yapılmaya başlandı. Bu konuda 1904 yılı bir milat
oldu. Çünkü artık hükumet dairelerinde çalışan tüm memurlar (İngilizler, Türkler ve
Rumlar) 3 dil (İngilizce, Türkçe, Rumca) öğrenmek zorundaydılar. Sonuç olarak Kıbrıs’ta
yaşayan ve hükumet dairelerinde çalışmak isteyen Kıbrıslı Türkler ana dilleri Türkçe
dışında İngilizce ve Rumca öğrenmek zorunda kaldılar. Daha önceki çalışmalarımızda
İngiliz memurların Türkçe ve Rumca öğrenme süreçleri ile Türk memurların Rumca ve
Rum memurların da Türkçe öğrenme süreçleri ele alınıp değerlendirilmişti. Bu çalışmanın
amacı ise Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ta yönetenlerin dili olan İngilizceyi öğrenme süreçlerinin
ilk yılları incelenecek ve değerlendirilecektir. Kaynak olarak The Cyprus Gazette adlı Kıbrıs
resmi gazetesi kullanılacaktır. Çalışma Kıbrıs eğitim tarihi ile Kıbrıs Türk tarihine katkıda
bulunmayı hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: Kıbrıs Türk Tarihi, Kıbrıs Eğitim Tarihi, Yabancı Dil Öğretimi,
Kıbrıs’ta İngiliz İdaresi

Giriş
1878 yılı başlarında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan antlaşmalar
gereğince Temmuz 1878’de İngilizler Kıbrıs’a geldiler ve adanın yönetimini
devraldılar. Bu gelişme ada yöneticilerinin dilinin değiştiği anlamına geliyordu. Bir
başka deyişle adanın idarî hâkimi değişirken yönetim dili de değişmiş oluyor ve
yönetenlerin dili olan İngilizce Türkçenin yerini alıyordu. Ancak Kıbrıs gazetesi 2
Temmuz 1894 tarihinde yayınlanan sayısında Kıbrıslı Türklerin mevcut İngiliz idaresini
nasıl algıladıklarını anlatmakta ve şöyle demektedir:
“Biz Osmanlılar metbu’-ı müfahhamımız devlet-i aliyye tarafından İngiltere
hükumeti idaresine muvakkaten ve emaneten tevdi’ ve ihale olunmuş bir ahaliyiz.”(
“İfade-i Mahsusa”, Kıbrıs, 2 Temmuz 1894; 1). Kıbrıslı Türklere göre İngiliz idaresi
geçici idi ve ada sonunda asıl sahibine teslim edilecekti. Oysa gerçekte ada artık fiili
olarak Britanya İmparatorluğu’nun idaresinde bulunuyordu.
Devlet memuru İngilizler için 1884 yılında başlatılan dil öğrenme girişimi, 1897
yılında Rum memurların Türkçe sınavına, 1902 yılında ise Türk memurların Rumca

Prof. Dr., Hitit Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü mehmetdmryrk@gmail.com

785
sınavına girmeye başlamasıyla (DEMİRYÜREK, 2017: 368) yaygınlık kazandı.
Bununla birlikte Kıbrıslı Türklerin, adanın o zamanki idarecileri olan İngilizlerin dilini
öğrenmeye başlamaları ise resmi olarak, Rumcadan 5 yıl önce, 1897 yılında Lefkoşa
İdadisi’nin (Lefkoşa Türk Lisesi) kurulması ile başlamıştı.

Kıbrıslı Türkler ve İngilizce


Yukarıdaki gazete haberinden de anlaşıldığına göre Kıbrıslı Türkler adadaki İngiliz
idaresinin geçici olduğuna inanmışlar ve İngilizceyi öğrenmeleri gerektiğini
düşünmemişlerdir. Hatta İngiliz memurların Türkçe öğrenmelerini beklemişlerdir. O
dönemi yaşayan Fadıl Niyazi Korkut da hatıralarında İngiliz işgalinin ilk 20 yılını
değerlendirirken aynı konuya çekmekte ve şöyle demektedir (KORKUT, 125-126):
“Türkler padişahın fermanındaki ‘geçici” sözüne candan inanmış oldukları için,
daima İngilizlere karşı misafir gözüyle bakıyorlardı. Rumlar çabucak İngilizce
öğrenmeye koyuldukları hâlde, Türkler bir taraftan İngiliz idaresinin geçici olduğuna
inandıkları ve diğer taraftan sarıklılar İngilizce öğrenmeyi ‘gavurluk’ saydıkları için
İngilizce öğrenmelerini terviç etmiyorlardı (…) 19’uncu asrın sonuna kadar Türkler
arasında İngilizce bilenler yalnız dört gençten ibaret idi: Kadızade Faik Bey, Saraçzade
İzzet Bey, Musa İrfan Bey ve Kirlizade Hasan Efendi. Türk halkı bu gençleri iyi
görmüyordu. Onlara kötü lakaplar takıyordu. İzzet Bey’e ‘Gavur İzzet’, İrfan Bey’e
‘İngiliz İrfan’, Hasan Efendi’ye ‘Mason Hasan’ diyorlardı. Yalnız (belki kadı oğlu
olduğu için) Faik Bey’e lakap takmamışlardı (…) Türklerin İngilizce öğrenimine geç
başlamış olmalarının sonucu işgalden kısa bir süre sonra Rumlar; komiserlik
başkâtipliklerini mahkeme mukayyitliklerini, defterdarlık ve müfettişlik dairelerindeki
yüksek memuriyetleri ellerine geçirmişlerdi.”
Fadıl Niyazi Korkut 1897 yılını Kıbrıs Türklerinin tarihî açısından önemli bir yıl
saymaktadır. Bu kanıya varmasının nedenlerinden birisi “Kıbrıs’a gençlik yetiştirmiş olan
Kıbrıs İdadisi”nin (Kıbrıs Türk Lisesi) bu yılda açılmış olmasıdır. Meseleye konumuz
açısından bakıldığında ise Kıbrıslı Türklerin resmî olarak İngilizce öğrenmeye
başlamalarının da 1897 yılında idadinin açılmasıyla gerçekleştiği görülmektedir. Ancak bu
tarihten birkaç yıl önce, söz konusu idadi henüz Rüştiye iken, Türkiye’den gelen Genç
Türklerden biri olan Hüseyin Avni Efendi Rüştiye’de gönüllü olarak İngilizce öğretmeye
başlamıştı. Ama bu durum çok kısa sürmüş “Başöğretmen Hacı Ziyaî Efendi (sonra Müftü)
ve sarıklı öğretmenler adamcağızı kapı dışarı” etmişlerdir (KORKUT,126).
1897 yılında Kıbrıs İdadisi Lefkoşa’da açıldığında, idadi dersleri arasında İngilizce de
vardı. Bu nedenle Kıbrıs Türklerinin İngilizce öğrenmeye başlamalarının resmi başlangıç
yılını 1897 olarak kabul etmek mümkündür. 6 Haziran 1898 tarihli Kıbrıs gazetesi Lefkoşa
İdadisi’nde yapılacak imtihanlar hakkında bilgi verirken sınavı yapılacak derslerden
birisinin de İngilizce olacağını “12 Haziran Pazar Günü: İngilizce İmtihanları” şeklinde ilan
ediyordu (Kıbrıs, 6 Haziran 1898, 2). Korkut’a göre söz konusu okulda bu dersi veren kişi
Vedova adlı bir Maltalı idi. Vedova okulun Rüştiye olduğu son yıl ile okulun idadi olarak
hizmet verdiği ilk yılda 1 yıl kadar İngilizce dersi vermişt ir. Ancak verdiği İngilizce dersi
“I go up, Mick is up” tan ibaret idi (KORKUT, 20).
Anlaşıldığına göre Kıbrıs Türkleri arasında İngilizcenin rağbet görmeye başlaması
1900 yılında İdadideki İngilizce öğretmenliğine Mr. Thomson adlı bir İngiliz’in tayin
edilmesiyle başlamıştır. Aynı tarihlerde Mr. Newham ( sonradan Maarif Müdürü) Kıbrıs’a
gelmiş ve Haydarpaşa İlkokulu’nda bazı Türklere özel İngilizce dersi vermeye başlamıştır.
Mr. Newham daha sonra English School’u kurmuş ve az sayıda Türk bu okula devam
etmiştir. Mr. Thomson İdadinin İngilizce öğretmenliğine tayin olunup da Türklere İngilizce
öğretmeye başladığı zamanlarda bir gün eski Rüştiyenin başöğretmeni Hafız Hacı Ziyai
Efendi Ayasofya camiinde kürsüye çıkarak “İdadi mektebine bir İngiliz

786
getirmişler, çocuklarımızı gavur edecekler” diye vaaz vermeye başlamıştır. O sırada
camide bulunan Fadıl Niyazi Korkut olayın devamını şöyle anlatmaktadır (KORKUT,
126):
“Vaizin bu sözü üzerine cemaat arasında bulunan “Nazlının Hüseyin adındaki adam
vaizin bu sözlerini işitince hemen ayağa kalktı ve ‘sizin çocuklarınız Spencer’in mektebine
devam ediyorlar’ diyerek hocayı tenkit etti. Fakat hoca ‘otur yerine, otur yerine’ diyerek
adamı susturdu. Öyle olmakla beraber cemaat gerçeği çabucak öğrendi. Meğer o zamanın
maarif müdürü Spencer’in kızı, kendi evinde İngiliz çocuklarına mahsus özel bir okul idare
ediyormuş ve vaizin oğlu ve yeğeni, o okula devam ediyormuş.”

1901 Kararnamesi ve Kıbrıslı Türklerin İngilizce Öğrenmeleri


Kıbrıs resmi gazetesinin (The Cyprus Gazette/Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs) 10 Mayıs
1901 tarihli nüshasında “Elsine: Şehr-i Eylülde İngiliz Lisanında Bir İmtihan-ı Senevî
Akd Olunacaktır” başlıklı bir hükumet kararnamesi yayınlandı. 1894 yılından bu tarihe
kadar devlet memurları veya memur olmak isteyenler için yıllık Türkçe ve Rumca
imtihanları yapılıyordu. İngiliz memurlar Türkçe ve Rumca imtihanına girerken,
Rumlar da Türkçe imtihanına girmeye başlamışlardı. Türkler henüz Rumca imtihanına
girmeye başlamamıştı. İngilizce imtihanı ise hiç yapılmamıştı.
1901 Kararnamesi İngilizce imtihanı için iki derece öngörüyordu: “Derece-i
Bâlâ/Higher Standart” ve “Derece-i Süflî/Lower Standart”. “Derece-i Bâlâ” denilen
yüksek standart sınavından başarılı olmak isteyenlerden beklenenler şunlardı (The
Cyprus Gazette, 10 May 1901; 4484; Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs, 10 Mayıs 1901):
a.Her sene ilan olunacak İngilizce bir kitaptan sınavda belirlenen yerden yazılı
tercüme yapması.
b.İngilizce resmî bir yazıyı Rumcaya yahut Türkçeye tercüme etmesi. c.Konusu
kısaca açıklanacak bir madde üzerine İngilizce bir yazı yazması. d.Konuşmada bir
İngiliz’i anlamak ve kendisini ona anlatmak becerisi ve
İngilizceyi kolaylıkla ve akıcı olarak konuşabildiğine sınav yapanları ikna etmesi.
Başarılı sayılacak adayın taşıması gereken özelliklerin ardından 1901 yılında
yapılacak sınavda adayların sorumlu tutulacakları İngilizce kitaplar olarak şunlar tespit
edilmişti:
(1).Nesir: Macaulay’s Essay on Hallam’s Constitutional History
(2).Şiir: Scotts ‘Lady of the Lake.
“Derece-i Süflî” adı verine düşük dereceli sınavdan başarılı sayılmayı isteyen
adayların başarı göstermesi gerekli alanlar ise şu şekilde sıralanmıştı:
a.Aşağıdaki kitaptan bir ibare okuyup Rumcaya yahut Türkçeye tercüme eylemesi.
Collin’s Graphic Reader, No: III.
b.Aynı kitaptan kendisine okunacak bir ibareyi yazması.
c.Aşağıdaki kitapların birisinden bir ibareyi yazılı olarak İngilizceye çevirmesi.
Rumca. O Kalos Patir.
Türkçe. Kitapçı Karabet’in Rüştiye okulları için hazırladığı Taalim-i Kıraat adlı
kitabın birinci cildi.
d.Konuşmada gerek günlük konuşmada ve gerekse resmî işlerle ilgili olarak bir
İngiliz’i anlamak ve kendisini ona anlatmak iktidarı hakkında sınav görevlilerini ikna
etmesi.
9 Mayıs 1901 tarihli olan bu kararnameye göre yüksek standart İngilizce derecesini
elde etmek isteyen adaylar hem düzyazı hem de şiirden sorumlu olacak iken düşük
standart için böyle bir şart ortaya konulmamıştı. Ayrıca kararnamede ne sınavın tarihi
ne de sınava kimlerin girebileceği de açıklanmıştı.

787
1901 Yılında Yapılan İlk İngilizce İmtihanı İlanı
10 Mayıs 1901 kararnamesinin eksik bıraktığı konular yaklaşık bir buçuk ay sonra,
21 Haziran 1901 tarihinde yayınlanan bir ilanla giderildi. İlana göre yapılması planlanan
İngilizce imtihanı 4 Eylülde başlayacaktı. Sınava girmek isteyenler 4 Ağustos 1901
tarihine kadar vilayet müsteşarlığına aşağıdaki şekilde başvuracaklardı (The Cyprus
Gazette, 21 June 1901; 4537; Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs, 21 Haziran 1901):
a.Hükumet memurları görev yaptıkları daire müdürü yahut hükumet öğretmeni
vasıtasıyla,
b.Diğer adaylar yüksek okul öğretmenleri veya tanınmış bir İngilizce öğretmeni
vasıtasıyla,
c.Yaz tatillerinde Mr. Newham’ın ders sınıflarına devam öğretmenler de isterlerse
sınava girebileceklerdir.
İlanda belirtildiğine göre sınavdan başarılı olanlara bir “şehadetname (Diploma)”
verilecekti. On iki ay İngilizce derslerine devam ettiği hâlde “derece-i süfli”
standardındaki sınavdan başarılı olamayan memurların başarısızlıklarının sebepleriyle
ilgili “daireleri reisine bir izahat-ı arz ve takdim eylemeleri” gerekecekti.
Eylül ayında yapılacak sınavla ilgili talimatname ise Kıbrıs resmi gazetesinde 16
Ağustos 1901 tarihinde yayınlandı. 8 maddeden oluşan ve “Yüksek Standart” ile “Düşük
Standart” sınavlarının yer ve zamanını ayrıntılı olarak açıklayan bu talimatname (The
Cyprus Gazette, 16 August 1901, 4579-4580; Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs, 16 Ağustos
1901) şöyleydi:
“1-İşbu 1901 senesi şehr-i Eylülünün dördüncü ve beşinci günleri Mekteb-i
İdadi’de kabl-ez-zeval saat sekizden vakt-i zevâle ve ba’d-ez-zevâl saat üçten beşe
kadar akd olunacaktır.
2-İmtihan talipleri kendi kalem ve mürekkep ve sünger kâğıtlarını
beraberlerinde getirmelidirler.
3-Talipler kendi isim ve şöhretleriyle daire yahut mekteplerini veya bunların her
ikisini dahi ve derece-i bâlâ imtihanı yahut derece-i süflî imtihanı için mi olduğunu
mümeyyizlere ita ettikleri hep kâğıtlar üzerine yazmalıdırlar.
4-Taliplerin esna-yı imtihanda konuşmalarına müsaade olunmayacaktır. Lakırdı
eden bir talibe iki defa ihtar vuku’ bulacak ve üçüncü defasında kâğıtları yırtılarak o
imtihan maddesi için kendisine numero verilmeyecek ve mamafih o talibin diğer
imtihan maddelerinde devam etmesine müsaade olunacaktır.
5-Bir kitaptan yahut diğer bir talipten hırsızlık ettiği veyahut kendi kâğıtları
suretinin diğer bir talip tarafından alınmasına müsaade eylediği görülen bir talibin
ismi taliplerin esâmi defterinden derhal terkin kılınacak ve kendisi hep numrolarını
kayb edecektir.
6-Talipler içinden imtihan olunacakları kütüb-i muayyeneyi beraberlerinde
getirmelidirler. Kütüp-i mezbûre yapraklarında nev-umma bir işaret yapılmış yahut
hatt-ı dest ile rumûzât yazılı olmamalıdır.
7-Lügat kitabı istimaline müsaade olunmayıp fakat talipler gayr-ı vâzıh bir
nokta hakkında mümeyyizlerin birisinden malumat isteyebileceklerdir.
8-Muhtelif imtihan maddeleri için muhassas olan saatler ve her bir imtihan
maddesinin muayyen numroları ber vech-i atidir.
Derece-i Bâlâ İmtihanı
Kabl-ez-zevâl
Çarşamba Saat 8’den 10-İntihab olunan kitaptan Rumcaya yahut 150
4 Eylül Türkçeye tercüme.

788
Saat 10’dan 12-İngilizî-ül-ibare bir tahrirât-ı resmiyyenin 100
Rumcaya yahut Türkçeye tercümesi.
Ba’de-z-zevâl
Saat 4’ten 5-Tafsilât-ı mevzu’u muhtasaran beyan olunacak 125
bir madde üzerine İngilizî-ül-ibâre bir tahrirât-ı resmiyye
yazması.

Perşembe Kabl-ez-zevâl
5 Eylül Saat 8’den 9-İngilizce mükâleme. 200
575

Taliplerin derece-i bâlâ imtihanını geçirmek için mükâlemede muayyen numronun


yüzde yetmiş beşini (yani 200 numrodan 150 numro) ve sair her bir imtihan
maddesinde muayyen numronun yüzde altmışını ve bir de bütün numroların mecmu’u
olan 575 numrodan cem’an 480 numro ihrâz eylemeleri matlub bulunacaktır.
Derece-i Süflî İmtihanı
Kabl-ez-zevâl
Çarşamba Saat 8’den 10-Collins’ Graphic Reader, No.III nâm kitaptan 200
4 Eylül bir ibarenin Türkçeye yahut Rumcaya tercümesi ve mezkûr
kitaptan kıraat.
Saat 10’dan 12- O Kalos Haris nam kitaptan yahut Kitapçı 150
Karabet’in cüz’i evvel Talim-i Kıraat’ından İngilizceye
tercüme.
Ba’de-z-zevâl
Saat 3’ten 4-Takrirden yazmak. 200

Perşembe Kabl-ez-zevâl. Saat 9’dan 12- Mükâleme 250


5 Eylül Ba’de-z-zevâl. Saat 3’ten 5- Mükâleme
800

Taliplerin derece-i süflî imtihanını geçirmek için her bir imtihan maddesinde muayyen
numronun nısfını ve bütün numroların mecmu’u olan 800 numrodan sülüsânı yahut 533
numro ihrâz eylemeleri matlub bulunacaktır. Mükâlemede yüzde yetmiş beş yahut 250
numrodan 187 numro ihraz eden bir talip o imtihan maddesi için tavsiye olunabilecektir.
Mükâlemeden maada her bir imtihan maddesinde yüzde elli ve mükâlemeden
maada maddeler numroları mecmu’unun sülüsânı yani 550 numrodan 366 numro ihrâz
eyleyen bir talip atiyyen derece-i süflî için mükâleme imtihanı bi’l-istisna imtihan
olunmaktan muaf tutulabilecektir.”
1901 Yılında Yapılan İlk İngilizce İmtihanı Sonuçları
4 ve 5 Eylül 1901 yılında gerçekleştirilen ilk İngilizce sınavı sonuçları Kıbrıs resmi
gazetesinin 27 Eylül 1901 tarihli yasında ilan edildi. Bu ilana göre Derece-i
Bâlâ/Yüksek Standart imtihanı için sınava girenlerden hiç kimse gerekli başarı puanını
alamamıştır. Bununla birlikte bu adayların aldığı puanı değerlendiren sınav komisyonu,
İngilizce Yüksek Standart sınavına girenlerin aldıkları puanı dikkate alarak adayların
Derece-i Süflî/Düşük Standart İngilizce sınavından başarılı sayılmaları gerektiğine karar
vermiş ve sınava giren 7 kişiye “Derece-i Süflî Şahadetnamesi (Alçak Standart
Diploması)” verilmiştir. Bahsi geçen kişilerin hepsi Rum’dur. Bu kişilere ilave olarak
Lefkoşa Hapishanesi Başgardiyanı Ali Ahmet Bey Derece-i Süflî imtihanının mükâleme
(konuşma) kısmından başarılı sayılmıştır. Bu durumda İngilizce Yüksek Standart
imtihanına giren ve gösterdikleri başarı neticesinde Derece-i Süflî/Düşük Standart

789
Diplomasına layık görülen 7 Rum’a karşılık Kıbrıslı Türklerden sadece 1 tanesi, o da
sadece konuşma sınavında başarı göstermiştir. Düşük Standart sınavında başarılı olan
Rumlar ve görev yaptıkları daireler şöyledir:

Başarı Sırası İsim Görevi ve Görev Yaptığı Yer


1 Gregory Hj. Gregory Kâtip, Tapu Dairesi
2 George J. Sassine Kâtip, Girne Kaymakamlığı
3 Antoni Papapetrou Kâtip, Tapu Dairesi
4 George K. Koumides Kâtip, Orman Dairesi
5 Josef F. Nouri Gönüllü Kâtip, Polis İdaresi
6 Johannes Calapodas Gönüllü Kâtip, Eğitim Dairesi
7 Aleksandır G.Shelish Gönüllü Kâtip, Polis İdaresi

Doğrudan İngilizce Derece-i Süflî/Düşük Standart imtihanına girip başarılı olanlar da


vardır. Bu sınavda başarılı olan 531 kişinin 23’ü Kıbrıslı Türk, 3’ü Kıbrıslı Ermeni ve
geriye kalan 27 kişi de Kıbrıslı Rum’dur. Başarı gösterenler şunlardır:

Başarı İsim Görevi ve Görev Yaptığı Yer Başarı


Sırası Puanı
1 Mustafa Fuad Ziyaî - 723
2 Demetrios Tsepsis Kâtip, Larnaka Kaymakamlığı 721
3 Kypros P. Ioannides (Eski) İnşaat Dairesi 698
mensuplarından
4 Mehmet Münir - 691
5 Yorghi Themistocles Passardis Basmacı Yardımcısı 684
6 Mehmet Said - 683
7 Ahmet Pertev Kâtip, Tapu Dairesi 682
8 Attilio Carletti Kâtip, Tapu Dairesi 677
9 Ahmet Kâzım Kâtip, Hazine Dairesi 676
- Margos Hovhannes Shahinian Kâtip, Gümrük Dairesi 676
- Ahmet Raik - 676
12 Nikolaos K. Koumides Kâtip, Lefkoşa Kaymakamlığı 675
13 Antoni N. Branco Kâtip, Larnaka Kaza Mahkemesi 663
- Mehmet Bahaeddin Kâtip, Lefkoşa Kaymakamlığı 663
15 Joseph Berbery Kâtip, Tarım Dairesi 658
16 Ahmet Derviş - 655
17 Evagoras Savides Kâtip, Orman Dairesi 652
Ioannis Iosif Eczacı, Tıbbiye Müdüriyet 652
Dairesi
19 Evripides Tchopanoglou Kâtip, Müfettiş Hesap Dairesi 650
20 Artin Papazian Muavin, Hükûmet Matbaası 649
21 Omeros Mouzalas Kâtip, Tapu Dairesi 646
22 Demetrios Ioanni Demetriades Kâtip, Tapu Dairesi 644
Antonios C. Coumides - 644
Mehmet Derviş Kâtip, Tapu Dairesi 644
25 İbrahim Hakkı - 643

Resmî gazetedeki listede 54 kişi varmış gibi görünmekte ise de bu doğru değildir. İsimler sıralanırken
1
52’den 54’e geçilmiş olup 53 atlanmıştır. Dolayısıyla listede 53 kişi vardır.

790
26 Mehmet Derviş Kâtip, Larnaka Kaymakamlığı 642
27 Konstanti Stavrides Kâtip, Tapu Dairesi 640
28 Christodoulos Zambakides Kâtip, Lefkoşa Kaza Mahkemesi 636
29 Procopi Georgides Kâtip, Tapu Dairesi 635
30 Michael. K. Petrides - 628
31 Mustafa Hulusi (Masa No. 62) - 621
32 Michael Michaelides Müsteşarlık Dairesinde Anbar 613
Emini
33 Mihael Ephrem Economides Kâtip, Tapu Dairesi 612
34 Harold Lemonides Hükumet Matbaasında Muavin 611
Aleksander Melikian Kâtip, Orman Dairesi 611
36 Hüseyin Avni Kâtip, Tapu Dairesi 602
37 Derviş Hüseyin - 601
38 Hasan Tahsin Kâtip, Tapu Dairesi 599
39 Arnaldo M. Rizzini Kâtip, Tapu Dairesi 594
40 Guion A. Tsepsis Kâtip, Larnaka Kaza Mahkemesi 591
41 Mehmet Salih - 584
42 Mustafa Hulusi (Masa No.12) - 574
43 Adonis Sofocli Kâtip, Tapu Dairesi 563
44 John Prince - 561
45 Hüseyin Niyazi Kâtip, Tapu Dairesi 560
46 Evagoras Serghides - 558
47 Peter Petrides Kâtip, Tapu Dairesi 557
48 Ahmet Sıdkı Kâtip, Genel İnşaat Dairesi 554
49 Emile Habib Huri Kâtip, Tapu Dairesi 552
50 Ahmet Zihni - 547
51 Mehmet Asım Ahmet Eczacı, Tıbbiye Müdüriyet 540
Dairesi
52 Mehmet Rıza - 539
53 Ahmet Adil - 533

Sınavda başarılı olan 23 Türk’ten 13 tanesi devlet memuru değildir ve ne işle


meşgul oldukları belirtilmemiştir. Kalan 10 kişi ise devlet memurudur. Bunların 5 tanesi
Tapu Dairesi’nde (Defter-i Hakanî) kâtiptir.
Sınavda başarı gösteren (İtalyan kökenli olan 3-4 kişi dâhil) 27 Rum’dan sadece 4
tanesi devlet memuru değildir ve ne iş yaptıkları yazılmamıştır. Kalan 21 tanesi devlet
memurudur. Bunların 10’u Tapu Dairesi’nde kâtip olup Türk kâtiplerden 5 kişi daha
fazladır. Sınavda başarı gösteren 3 Ermeni’nin ise üçü de devlet memurudur.
Bununla birlikte Derece-i Bâlâ/Yüksek Standart sınavına girip Derece-i
Süflî/Düşük Standart sınavından başarılı sayılan 7 kişi ile başarılı Rum sayısı 34’e
ulaşmaktadır. Aynı şekilde bir Türk de, kısmen de olsa, başarılı sayıldığı için başarılı
Türklerin sayısı da 24 olmuştur. Yüzde olarak ifade etmek gerekirse başarılı Rumların
oranı % 55,73; Türklerinki 39,34 ve Ermenilerin oranı da % 4.9’dur.
1902 Yılında Yapılan İngilizce İmtihanı Sonuçları
1902 yılında İngilizce sınavı ile ilgili ilk duyuru 17 Ocak 1902 tarihli resmi gazetede
yayınlandı (The Cyprus Gazette, 17 January 1902; 4693; Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs, 17
Kanun-ı sâni 1902; 14). İlana göre 1902 yılının Temmuz ayında İngilizce sınavı yapılması
planlanmıştı. İngilizce Derece-i Bâlâ/Yüksek Standart sınavı için belirlenen koşullar ve
kitaplar değişmezken Derece-i Süflî/Düşük Standart sınavı için belirlenen kitaplar

791
değişmiştir. Başarı koşulları ise aynı kalmıştır. 1901 yılı sınavı için Düşük Standart sınav
kitabı (seçilen parçanın Türkçeye ve Rumcaya çevirisi) Collin’s Graphic Reader.III iken
1902 yılında sınava gireceklerin serinin 4. Kitabından (Collin’s Graphic Reader.IV)
sorumlu tutulacakları açıklanmıştır. Ayrıca İngilizceye çevrilmesi amacıyla Türkçe ve
Rumca metin seçiminin yapılacağı kitaplar da değişmiştir. 1901 yılındaki O Kalos Patir adlı
Rumca kitabın yerini 1902 yılında Rumca Robenson, Türkçe Kitapçı Karabet’in Mekâtib-i
Rüştiyeye mahsus Taalim-i Kıraati. Birinci Kısım adlı eserin yerini ise Muallim Naci’nin
Talim-i Kıraat, Birinci Kısım adlı kitabın ikinci baskısı almıştır.
Bununla birlikte 14 Mart 1902’de yayınlanan yeni bir duyuru ile bu kitabın
Lefkoşa’da 30. Baskısının satın alınabileceği anlaşıldığı için adayların ilgili kitabın 30.
Baskısından sorumlu olacakları duyurulmuştur (The Cyprus Gazette, 14 March 1902;
4730). 9 Mayıs 1902 tarihinde ise sınavın 24 ve 25 Temmuz tarihlerinde
gerçekleştirileceği, başvuruların ise 21 Haziran tarihine kadar yapılması gerektiği ilan
olundu. Devlet memurları bağlı bulundukları daire müdürlüğü aracılığıyla sınava
müracaat edebilecekti (The Cyprus Gazette, 9 May 1902; 4791; Ceride-i Resmiye-i
Kıbrıs, 9 Mayıs 1902; 133).
İkincisi yapılan İngilizce sınav sonuçları 3 Eylül 1902 tarihli resmi gazetede
yayınlandı (The Cyprus Gazette, 3 September 1902; 4895-4896; Ceride-i Resmiye-i
Kıbrıs, 3 Eylül 1902; 245-246). Bu kez Derece-i Bâlâ/Yüksek Standart Sınavından 4
kişi başarılı olmuştur. Başarılı olanlardan 3’ü (George J. Sassine 515 puan, Gregory H.
Gregory 515 puan ve J. Kalapodas 500 puan) bir yıl önceki sınavda bu sınavdan başarılı
olamayıp Düşük Standart derecesinden başarılı sayılmıştı. 1902 yılında Yüksek Standart
Sınavından başarılı olmuşlardır. 4. Kişi olan J. Nikolopoulos Polis Dairesi’nde kâtip idi.
Yüksek Standart sınavına katılan Lefkoşa Kaymakamlığı kâtiplerinden M. Subhi adlı
Kıbrıslı Türk ise başarılı olamamış, ancak aldığı puan (472 puan) nedeniyle Düşük
Standart diplomasına layık görülmüştür.
1902 yılındaki İngilizce Düşük Standart sınavından başarılı olanların sayısı ise
52’dir. Başarılı olan Türklerin sayısı (M. Suphi dâhil) 24 olup 9 kişi devlet memuru
değildi. Bunlardan birisi olan Mehmet Şevket Bodamyalızade 1908 yılında Lefkoşa
Belediye Başkanı ve daha sonrada Kavanin Meclisi üyesi seçilecektir (DEMİRYÜREK,
2017;1-19; DEMİRYÜREK, 2015; 61-73). Çoğunluk, 8 kişi, Tapu Dairesi’nde kâtip
olarak çalışıyordu. Başarılı olanların isimleri ve çalıştıkları daireler şöyledir:

Başarı İsim Görevi ve Görev Yaptığı Yer Başarı


Sırası Puanı
15 Mustafa Mithat - 623
16 Mehmet Şevket - 622
Bodamyalızade
22 Ali Rıza Kâtip, Tapu Dairesi 611
24 Mehmet Şevki - 610
28 Ahmet Rıfat - 602
30 İbrahim Fevzi Kâtip, Tapu Dairesi 596
31 Ahmet Muhiddin Kâtip, Baş Kadılık 594
33 Mehmet Tevfik Kâtip, Tapu Dairesi 592
34 Mustafa Fadid - 588
35 Osman Enverî Kâtip, Gümrük Dairesi 586
36 Ahmet Arif Kâtip, Tapu Dairesi 585
Mehmet Muzaffer Gönüllü Kâtip, Lefkoşa Kaza 585
Mahkemesi
Mehmet Rıfat Kâtip, Tapu Dairesi 585

792
39 Ahmet Kemal Kâtip, Tapu Dairesi 583
40 Hüseyin Fikri - 571
41 Mehmet Vehid - 569
42 Ahmet Rıfat Kâtip, Gümrük Vergileri Dairesi 568
43 Mustafa Lütfi - 567
47 Mehmet Sami Kâtip, Tapu Dairesi 560
48 Ahmet Rasim Kâtip, Tapu Dairesi 548
50 Mustafa Hıfzı Memur, Tütün Fabrikası 540
51 Ali Vasfi Gümrük Mukayyidi 537
52 Mustafa Şevki - 534

1902 yılında yapılan Düşük Standart sınavında başarılı olan Rumların sayısı 28’dir.
Başarılı olanlar arasında 1 de Ermeni (Moses Sultanian) bulunmaktadır. Sonuç olarak 1902
yılında Düşük Standart Sınavında başarılı olan Türklerin oranı % 45,28 olurken Rumların
oranı % 52.83 olarak gerçekleşmiştir. Ancak Yüksek Standart sınavını geçenlerin 4’ü de
Rum’dur. Bir başka deyişle Rumların bu alandaki başarısı % 100’dür.

1903 Yılında Yapılan İngilizce İmtihanı Sonuçları


1903 yılının Temmuz ayında yapılacak İngilizce sınavının ilk duyurusu 16 Ocak
1903 tarihinde yayınlandı. Sadece Derece-i Süflî/Düşük Standart ile ilgili duyurunun
yayımlandığı ilanda adayların sorumlu olduğu İngilizce kitap (Collin’s Graphic Reader,
No.IV) aynı kalmıştır. Aday bu kitaptan bir bölümü okuyup Türkçeye veya Rumcaya
çevirecekti. Ayrıca adayın bu kitaptan okunacak bir pasajı yazması sırasında, bu sınavda
geçerli bir yenilik olmak üzere adayın yazısına da puan verileceği açıklanmıştır.
Bunun yanı sıra Türkçeden ve Rumcadan İngilizceye çeviri için kullanılacak
kitaplar ise değişmiştir. Türklerin sorumlu olacağı kitap Ali Nazima tarafından yazılan
Oku isimli kitap idi ve bu kitap Lefkoşa’da Bodamyalızade Safvet Efendi’den temin
edilebilirdi. Rumların sorumlu olacağı kitap da değişmiş ve İzmir’de Breton
Kondoleondos ve Şürekâsı tarafından yayınlanan Pediki Diyaplasis adlı kitabın ikinci
kitabı adayların sorumlu olduğu eser olarak kabul edilmiştir (The Cyprus Gazette, 16
January 1903;4957).
1903 yılının Temmuz ayında yapılacak İngilizce Yüksek Standart sınavı ile ilgili
duyuru 24 Nisan 1903 tarihinde yayınlandı. Adayların sorumlu tutulacakları temel kitap
(Macaulay’s Essay on Hallam’s Constitutional History) değişmemiştir. Adaylar bu
kitaptan seçilecek bir parçayı Türçe ve Rumcaya tercüme etmekle mükellef olacaklardı.
Bununla birklikte bu yılkı sınavda adaylar şiirden sorumlu olmayacaktı. Bu nedenle
adayların sorumlu olacakları şiir kitabı değiştirilmiş ve şiirin yerini Times gazetesi
almıştır. Adayların, Times gazetesinin son dönemde yayınlanmış nüshalarından
seçilecek bir parçayı Türkçe ve Rumcaya çevirmeleri beklenecekti. Adayların diğer
sorumlulukları şunlardı:
1.Times gazetesinden seçilecek bir parçayı “manasını bozmaksızın İngilizce
daha açık” bir şekilde yazılı olarak ifade etmek.
2.İngilizce resmi bir yazıyı Türkçe veya Rumcaya tercüme etmek.
3.Konusu kısaca açıklanmış bir mesele hakkında İngilizce resmi bir yazı yazması.
4.Bu yazı değerlendirilirken “el yazılarının tarz ve okunaklığı” dikkate alınacak
olup adaylara resmî yazı usulünün kullanılması tavsiye olunur.
5.Konuşma sınavında aday bir İngilizi anlamak ve kendisini ona anlatma
becerisine sahip olduğunu göstermeli ve İngilizceyi kolay ve akıcı bir şekilde
kullanabildiğini göstermekle mükelleftir (The Cyprus Gazette, 24 Nisan 1903; 5025).

793
19 Haziran 1903 tarihinde yayınlanan yeni bir duyuru ile 1903 yılı İngilizce
sınavlarının 22 ve 23 Temmuz 1903 tarihlerinde yapılacağı, adayların 10 Temmuz 1903
tarihine kadar başvuru işlemlerini tamamlamaları gerektiği ve resmî devlet dairesi
çalışanlarının başvurularını bağlı bulundukları müdürlükler aracılığıyla yapmalarının
zorunluluk arz ettiği ilan olunmuştur. Aynı tarihte adayların sorunlu tutulacağı Derece-i
Bâlâ/Yüksek Standart ve Derece-i Süflî/ Düşük Standart sınavları ile ilgili kitaplar ve
kazanmış olmaları gereken beceriler yeniden ilan edilmiştir (The Cyprus Gazette 19
June 1903; 5101; Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs; 19 Haziran 1903; 193).
Temmuz 1903’te yapılan İngilizce imtihanının sonuçları 28 Ağustos 1903
tarihinde ilan edildi. İngilizce Yüksek Standart derecesi için sınava giren hiçbir aday
başarılı olamamıştır. Bununla birlikte adayların aldıkları puanlar ve Düşük Standart
Sınavından geçmemiş olmaları dikkate alınarak bunların Düşük Standart Sınavından
başarılı oldukları kabul edilerek kendilerine Düşük Standart Diploması verilmiştir. Söz
konusu 4 kişinin 1’i Türk (Hüseyin Zihni), 2’si Rum ve 1’i de Ermeni’dir (Hohannes
Kalem Kalemkerian). Doğrudan Düşük Standart sınavına girip başarılı olan aday sayısı
ise 31 olup 18’i Türk’tür. Önceki 1 kişi de dikkate alınırsa 1903 yılındaki İngilizce
sınavında 19 Türk Derece-i Süflî/Düşük Standart diploması almıştır. Yine bu derecede
başarılı olan Rum sayısı ise 15 olup Kıbrıslı Türklerin oranı % 54,29’dir. Rumların
başarı oranı ise 42,85’tir. Sınavda Başarı gösteren Türkler ve aldıkları puanlar şöyledir:

Başarı İsim Görevi ve Görev Yaptığı Yer Başarı


Sırası Puanı
4 Mustafa Savfet Kâtip, Tapu Dairesi 643
5 Ahmet Faik - 633
6 Selim Sabit Mülazım Zabit, Zabıta (Polis) 631
Dairesi
7 Mehmet Asım - 620
8 Mehmet Cevdet Kâtip, Tapu Dairesi 612
Abdurrahman Şeref Mülazım Zabit, Zabıta (Polis) 612
Dairesi
15 Mehmet Cemal Mektep Muallimi (Öğretmen) 603
16 2197, Onbaşı Hasan İzzet 598
Mehmet Ali - 598
18 Hüseyin Sıdkı Kâtip, Tapu Dairesi 597
19 Yusuf Ziya - 590
20 Mustafa Zeki - 588
21 Hasan İffet Kâtip, Tapu Dairesi 586
24 Mehmet Cemal Kâtip, Tapu Dairesi 572
25 Ahmet Cemal Kâtip, Tapu Dairesi 556
27 Mehmet Ağah - 555
28 2132, Birinci Nefer Raif Polis Dairesi 553
Molla Hüseyin
30 Mehmet Adil - 540
31 Mehmet Saib Kâtip, Tapu Dairesi 539
- Hüseyin Zihni Kâtip, Tapu Dairesi -

Konuyla ilgili olan ve 4 Eylül 1903 tarihli Kıbrıs resmi gazetesinde


yayınlanan 4 kişilik ayrı bir liste oldukça dikkat çekicidir. İlana göre, adı geçen dört kişi
daha önce ilan edilmiş olan “talimatın beşinci bendi hilafında icrâ-yı hareket etmiş”lerdi.

794
İlgili madde (Bir kitaptan yahut diğer bir talipten hırsızlık ettiği veyahut kendi kâğıtları
suretinin diğer bir talip tarafından alınmasına müsaade eylediği görülen bir talibin
ismi taliplerin esâmi defterinden derhal terkin kılınacak ve kendisi hep numrolarını
kayb edecektir) şeklinde olduğu için adı geçen kişilerin kopya çekmek veya kopya
vermek suçlarını işlemiş oldukları anlaşılmaktadır. Bahsi geçen kişilerin tamamı Türk
olup isimleri şöyledir:

Adı Çalıştığı Daire


Hasan Hilmi Öğretmen
Mehmet Sadreddin Tapu Dairesi’nde Kâtip
Mustafa Sıdkı -
Mehmet Muzaffer Tapu Dairesi’nde Kâtip

İngilizcenin Devlet Memurları İçin Zorunlu Hale Gelmesi (1904)


1904 yılı İngilizcenin Kıbrıs’ta devlet memurluğu (hizmet-i mülkiye) için
zorunlu hale geldiği yıl olmuştur. 12 Şubat 1904 tarihli bir hükumet ilanına göre bu
tarihten sonra Kıbrıs hükumeti tarafından istihdam edilecek kişilerin bir “isbât-ı ehliyet
imtihanı” geçirmesi ve başarılı olması gerekecekti. Bununla birlikte memur adaylarının
öncelikle anadillerinde (Türkçe, Rumca ve İngilizce) “kıraat (okuma) ve münşeat
(yazma) ve kavaid-i sarfiyye (dilbilgisi) ve takrirden (konuşma) imlâ (yazı) dâhil olduğu
hâlde” iyi bir bilgi sahibi olduklarını ispatlamaları şarttı. Anadilleri Türkçe veya Rumca
olup “Derece-i Süflî” imtihanında başarılı olmuş memur adaylarında dil şartı
aranmayacaktı. Ancak dil şartına haiz olmayan adaylar geçici olarak tayin edilecekler ve
tayin tarihlerinden itibaren “makul bir müddet zarfında İngilizcede” başarı
gösterebilecekleri konusunda yetkilileri ikna etmekle mükellef bulunacaklardı. İlgili kişi
başarı gösterinceye dek ataması onaylanmayacaktı. Benzer şekilde anadilleri İngilizce
olan kişiler de ya Türkçeden ya da Rumcadan yapılacak “Derece-i Süflî” imtihanında
başarı göstermekle yükümlü olacaklardı. Bunlara ilave olarak memur adayları
Kıbrıs’taki resmi dillerin “üçüncüsünde” de dil yeterliliğine sahip olacakları. Bir başka
deyişle bir İngiliz memur Türkçe ve İngilizce, bir Rum memur İngilizce ve Türkçe ve
bir Türk memur da Rumca ve İngilizce dillerinde yeterli bilgiye sahip olacaktı.
Dil yeterliliği dışında adayların sahip olması gereken başka nitelikler de
gerekliydi. Bunlar; dört işlemi (toplama, çıkarma, çarpma ve bölme) yeterli derecede
bilmek, Kıbrıs tartı ve ölçüleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmak, aşar vergisi
konusunda yeterli bilgi sahibi bulunmak ve çarşı hesabı ile faiz hesabı konusunda
malumat sahibi olmak gibi şartlardı. Aday bu maddede sayılan durumları İngilizce
olarak ifade edebilme becerisine sahip olmalıydı.
Memur adaylarında aranacak bir başka özellik ise genel kültür idi. Buna göre
adaylar, dünya coğrafyası hakkında genel bilgi sahibi olmalı, Kıbrıs’a ve Kıbrıs ile
ticarî münasebetleri olan ülkelere dair genel bilgiye sahip bulunmalı ve okunaklı bir
yazıya sahip olmalıydı (Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs, 12 Şubat 1904; 38).

1904 Yılında Yapılan İngilizce İmtihanı Sonuçları


1904 yılında yapılacak İngilizce sınavının tam tarih ve günleri 3 Haziran 1904
tarihinde ilan edildi. Buna göre “Derece-i Süflî” imtihanı 20 ve 21 Temmuz’da,
“Derece-i Bâlâ” imtihanı ise 22 ve 23 Temmuz’da yapılacaktı. Adayların müracaat
usulleri ile sorumlu tutulacakları kitap ve konular ise değişmemiştir (Ceride-i Resmiye-i
Kıbrıs; 3 Haziran 1904; 151).
1904 yılı İngilizce sınav sonuçları 26 Ağustos 1904 tarihinde açıklandı. Buna
göre, İngilizce “Derece-i Bâlâ/Yüksek Standart” sınavından başarılı olan tek bir kişi

795
vardı. Söz konusu kişi 666 puan alan ve Tapu Dairesi’nde kâtip olan Mehmet Subhi adlı
Kıbrıslı Türk’tü. Mehmet Suphi aynı zamanda İngilizce Yüksek Standart imtihanından
başarılı olan ilk Kıbrıslı Türk unvanını da taşımaktadır. İngilizce Düşük standart
sınavından başarılı olanların sayısı ise 11 olup bunların 9’u Türk’tür. Kalan 2’si ise
Rum’dur. Söz konusu 11 kişinin hiçbirisi devlet memuru değildi. Başarılı olan Türkler
şunlardır:

Başarı İsim Görevi ve Görev Yaptığı Yer Başarı


Sırası Puanı
1 Abdülhamid - 597
2 Hüseyin Sami - 586
3 Ahmet Cemal - 576
4 Mustafa Tevfik - 563
5 Ahmet Selahaddin - 552
6 Hasan Hilmi - 542
Mehmet Arif - 542
10 Ahmet Faik - 537
11 Ahmet Eyüp - 535

1905 Yılında Yapılan İngilizce İmtihanı Sonuçları


1905 yılında yapılacak İngilizce sınavının duyurusu 13 Ocak 1905 tarihinde
yapıldı. Duyuruya göre Düşük Standart sınavı ile ilgili herhangi bir değişiklik söz
konusu olmazken Yüksek Standart adaylarının sorumlu olacakları kitap (Macaulay’s
Essay on Hallam’s Constitutional History) değiştirildi. Yeni sınav kitabı Southey’s Life
of Nelson oldu. Ayrıca adaylar ana hatları verilen bir konuda İngilizce resmi bir mektup
yazmak yerine bundan sonra sınav sırasında kendilerine verilecek 2 veya daha fazla
konudan birini seçerek İngilizce bir mektup yazacaklardı (The Cyprus Gazette, 13
January 1905; 5487).
Sonuçlar 8 Eylül 1905’de açıklandı (The Cyprus Gazette, 8 September 1905; 5720).
İngilizce Yüksek Standart sınavına giren hiçbir aday başarılı olamamıştı. Buna karşılık
Düşük Standart sınavından 33 kişi başarı göstermiştir. Söz konusu 33 kişinin 19’unu
Kıbrıslı Türkler oluşturuyordu. Bir başka dikkat çeken konu ise söz konusu 19 kişinin
14’ünün İdadi (Lefkoşa Türk Lisesi) öğrencisi olmasıydı. Bu sonuç İdadi’de verilen
İngilizce derslerinin belirli bir aşamaya gelmiş olduğunu ve bazı Türklerin English
School’da eğitim görmeye başlamış olduklarını göstermektedir. Başarılı olanların
isimleri ve aldıkları puanlar şöyledir:

Başarı İsim Görevi ve Görev Yaptığı Yer Başarı


Sırası Puanı
3 M. Cahid İdadi Okulu 662
4 M. Salahi İdadi Okulu 659
5 M. Sıdkı İdadi Okulu 655
6 M. Bahaeddin İdadi Okulu 651
12 H. Zihni İdadi Okulu 609
18 M. Ziya Lefkoşa Tapu Dairesi 584
19 Bahir Nami English School 577
20 M. Şemi İdadi Okulu 576
M. Şevki İdadi Okulu 576
22 M. Zeki İdadi Okulu 572

796
23 A. Behçet Larnaka 570
24 H. Zihni (No.63) İdadi Okulu 565
25 H. Cemal İdadi Okulu 564
27 M. Behiç İdadi Okulu 559
28 M. Remzi İdadi Okulu 546
V. Ali İdadi Okulu 546
30 H. Vecihi İdadi Okulu 543
32 A. Celal İdadi Okulu 536
33 M. Kâmil Lefkoşa 533

Sonuç
1878 yılında Kıbrıs adasının yönetimini Osmanlılardan devralan İngilizler Kıbrıs’ta
yeni bir yönetim kurdular. Yeni yönetim idare ettiği halk ile daha iyi bir iletişim
kurabilmek amacıyla önce yönetenler sınıfında olan İngiliz memurların yerel diller olan
Türkçe ve Rumcayı öğrenmeleri uygulamasını başlattı (1884). 19. Yüzyıl sonlarına
gelindiğinde Kıbrıs’ta görev yapan Rum memurlar İngiliz memurlar için yapılan Rumca
sınavlarına girmeye başladılar. Bunu Kıbrıslı Türklerin İngiliz memurlar için yapılan
Rumca sınavına girmeleri izledi. Bu gelişmenin ardından Kıbrıs’taki İngiliz idaresi
Kıbrıs’ta çalışan Rum ve Türk devlet memurlarının İngilizce öğrenmeleri uygulamasına
geçti (1901). Sınavlar “Yüksek Derece” ve “Düşük Derece” olmak üzere iki kategoride
yapıldı. Kıbrıslı Türkler arasında bu tarihten önce de İngilizce öğrenenler var idiyse de
bunların sayısı oldukça azdı ve toplum tarafından İngilizce öğrenenler hoş
karşılanmamıştı. Bununla birlikte 1897 yılında Kıbrıs Türk Lisesi’nin açılmasıyla
birlikte Kıbrıslı Türkler resmî bir kanalla İngilizce öğrenmeye başladılar. 1901 yılından
sonra ise İngilizce öğrenmek devlet memuru olmak isteyen veya görevlerinde kalmak
isteyen Türk memurlar için önem kazanmaya başladı. İngilizce öğrenen Türk memur
sayısı yavaş yavaş arttı. 1904 yılında ise İngilizce Kıbrıs’taki Rum ve Türk devlet
memurları için bir zorunluluk hâline geldi. 1904 yılı sonunda yapılan İngilizce
sınavında başarı gösteren Türklerin en önemli özelliklerinden birisi hemen hepsinin
idadi (Lefkoşa Türk Lisesi) öğrencisi olmasıydı. Sonuç olarak bu tarihten sonra
İngilizce öğrenen Kıbrıslı Türklerin sayısı hızla arttı. Türkler yeni idarî yapıya ayak
uydurma yolunda önemli bir atılım gerçekleştirmiş oldu. 1901-1905 yılları arasındaki
dönem dikkate alındığı zaman 5 yılda İngilizce sınavından başarı olan 180 kişinin
93’ünün Kıbrıslı Türk, 84’ünün ise Kıbrıslı Rum olduğu görülmektedir. Sonuç olarak
denilebilir ki Kıbrıslı Türkler İngilizce sınavından başarılı olmuştur.

Kaynaklar
Arşiv Kaynakları (KKTC Millî Arşiv ve Araştırma Dairesi, Girne)
The Cyprus Gazette (1901-1904)
Ceride-i Resmiye-i Kıbrıs (1901-1904)
Kıbrıs Gazetesi (1894)

Yayımlanmış Eserler
DEMİRYÜREK, Mehmet (2015) “Kıbrıs Kavanin Meclisi Azası Mehmet Şevket Bey’in İki
Mektubu Üzerine Bir Değerlendirme (s.61-73). İhsan Tayhani, Elnur Agayev (Ed), İkinci
Uluslararası LAÜ Tarih Kongresi, Lefkoşa: Lefke Avrupa Üniversitesi Yayınları.
DEMİRYÜREK, Mehmet (2017) “Kıbrıs’taki İngiliz Memurlara Yerel Dilleri Öğretme
Girişimi (1884-1908)”, International Journal of Social Science (JASSS), (57), s.359-371.
DEMİRYÜREK, Mehmet (2017) “Lefkoşa’da Belediye Meclisinin Kurulması (1885-
1908)”. Akademik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi (Assos Journal), (41), s.1-19.

797
KORKUT, Fadıl Niyazi (2000) Fadıl Niyazi Korkut: Hatıralar, (Yayıma Hazırlayanlar:
Harid Fedaî, Mustafa Haşim Altan), Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları
Merkezi Yayınları:11, Gazimağusa.

KENDİ KENDİNE TÜRKÇE ÖĞRENMEK İSTEYENLERE YÖNELİK


HAZIRLANAN ÜÇ KİTABIN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
NASIL BİR YOL İZLENMELİ-?
1
Elif CİVELEK

Özet
Günümüz koşullarında kendi kendine yabancı bir dili öğrenme imkânı teknolojinin
gelişmesiyle ve araç olarak kullanılmasıyla birlikte giderek artarken diğer taraftan
kitaplar önemli bir materyal olarak hâlâ güncelliğini korumaktadır. Yabancı dil olarak
Türkçenin hızla popülerliğinin artmasıyla birlikte piyasada kendi kendine dil öğrenmek
isteyenlere yönelik hazırlanan kitapların yazımında artış olduğu gözlemlenmiştir. Bu
kitapların kişisel tercihlere göre hazırlanıp bir standart dâhilinde oluşturulmaması bu
çalışmanın seçilme nedenidir.
Bu çalışmada yabancı dil olarak Türkçenin öğretimi için tek cilt halinde hiç Türkçe
bilmeyenlere yönelik hazırlanan Starting Turkish, Take Away Turkish ve Yabancılar
için Türkçe Öğrenme Kitabı adlı Türkçe-İngilizce iki dilli olarak yazılmış üç kitap
içerik analizi yöntemi yoluyla incelenmiştir. Bu incelemede, önce Avrupa Dilleri
Öğretimi Ortak Çerçeve Metninde yer alan A1 ve A2 kazanımlarının, çalışma için
seçilen kitapların içeriğiyle örtüşüp örtüşmediği gösterilmiştir. Daha sonra kitabın ve bir
bölümün yapısı, metin seçimi, dilbilgisi, sözcük öğretimi, alıştırmalar, kültür aktarımı,
yöntem ve yaklaşımlar ve sesletim başlıkları üzerinden bu üç kitap incelenmiştir. Bu
kitaplar belirlenen başlıklar üzerinden incelenip değerlendirildiğinde farklılıkların
benzerliklerden daha çok olduğu tespit edilmiştir.
Bunun en büyük nedeninin piyasada birbirinden bağımsız bir şekilde var olan bu
kitapların denetimden uzak olması, yazar ve alıcı arasında bir denetim, kontrol
mekanizmasının olmaması olduğu düşünülmektedir. Karşılaştırmalı analiz sonucunda
kendi kendine dil öğrenme amacıyla yazılmış bu üç kitaptaki eksiklikler tespit edilmiş,
bu eksikliklerin giderilmesine yönelik önerilerde bulunulmuş, yabancı dil olarak Türkçe
öğretimi için yazılacak bu tür kitaplar için ortak bir çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kendi kendine dil öğrenimi, dil öğrenme kitapları, yabancı dil
olarak Türkçenin öğretimi

Giriş
Yabancı dil öğretiminde ders kitapları gerek sınıf içi gerekse sınıf dışı eğitimde önemli bir
yer tutarken, mekândan ve zamandan bağımsız olarak dil öğrenmek isteyenler için birçok
materyal bulunmaktadır. Bugün teknolojinin de yardımıyla zaman ve mekân kavramlarını
dil öğretiminde ortadan kaldıran bilgisayar uygulamaları ve mobil uygulamalar olsa da ders
kitapları hâlâ önemli bir materyal olarak güncelliğini korumaktadır. Yabancı dil olarak
Türkçenin öğretiminde de gerek sınıf içi kullanımlarda

tercih edilen dil setleri gerekse daha çok sınıf dışında öğrenicinin dil gelişimini
destekleyen, dili kullanmayı zevkli hale getiren okuma kitapları ve dilbilgisi kitapları

Öğr. Gör., Hacettepe Üniversitesi 1


798
yanında bir de dil becerileri ve dilbilgisi öğretimini kapsayan tek ciltlik kendi kendine
dil öğrenme kitapları bulunmaktadır. Roberts geleneksel sınıf ortamı yerine evde
çalışmaya uygun bu yabancı dil kitapları için sınıfta kullanılmak üzere ticari olarak
üretilen yabancı dil materyallerinin aksine, ev çalışması için tasarlananlarının titiz
incelemelere daha az maruz kaldığını, pazarın yayıncılar ve potansiyel öğreniciler
arasında doğrudan yer aldığını ve bunlar arasında öğretmen ya da müfredat
planlamacılarının olmadığını belirtmektedir (Roberts,513.s.).
Sınıfta kullanılan kitaplarla evde kullanılanları karşılaştıran Roberts, ev çalışması
için tasarlanan kitapların sınıf ortamında kullanılanların aksine detaylı bir değerlendirmeden
geçmediğini belirtir. Roberts’in bu kitaplar için eleştirdiği bir diğer nokta ise kitapların
gerçek iletişimi sağlamadaki yetersizliği ve dönüt sağlamamasıdır. Bu durumu kendi yaptığı
çalışmadan da yola çıkarak şu şekilde ifade etmektedir: “Tabii ki, herhangi bir ana-çalışma
dil kitabından, bir muhatabın yokluğu göz önüne alındığında,
iletişim için gerçek fırsatlar sunacağı pek beklenmiyor olabilir. Bir ya da iki kitabın açık
uçlu cevaplar için fırsatlar yarattığı, ortaya çıkan sorunun öğrenicilerin çabaları
hakkında dönüt sağlamayacağı bulunmuştur.” (Roberts, 514.s.).
Birçok açıdan eleştirilen bu kitapların materyal olarak kullanıldığı kendi
kendine dil öğrenimi, Benson tarafından hem dar hem de geniş anlamıyla şu şekilde
tanımlanmaktadır: Dar anlamda, kendi kendine öğrenme, basılı veya radyo, televizyon
gibi kendi kendine çalışma materyallerinin kullanımını ifade eder. Daha geniş anlamda,
öğrenicilerin, öğretmenlerin yardımı olmadan, dil eğitimini büyük ölçüde ya da
tamamen üstlendiği durumları ifade eder (Benson, 26.s.).
Kojima ise kendi kendine dil öğrenimi ve sınıftaki dil öğrenimi arasındaki
farklara değinmiştir. Kojima, kendi kendine ikinci dil öğreniminin, sınıftaki dil
öğreniminden bazı önemli yönlerden farklılık gösterdiğini belirterek, kendi kendine
ikinci dil öğreniminin genellikle öğretmenlerle veya akranlarla etkileşime izin
vermediği, kurumsal kontrollerden yoksun olduğu ve öğrenmede sıklıkla kalıcılık ve
motivasyon problemlerine sahip olduğunu söyleyerek Roberts’in ve Benson’un
görüşlerini desteklemektedir (Kojima, 157.s.).
Set halinde yazılan kitapların gerek içerik gerekse uygulama anlamında
gerisinde bulunan bu kitapların yazımının artmasının en büyük nedeninin yabancı dil
olarak Türkçe alanının giderek popülerleşmesi ve ticari nedenler olduğu
düşünülmektedir. 1992 yılında Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nden Türkiye'ye gelen
öğrenicilere yönelik başlayan burs uygulaması, 2010 yılında, Yurtdışı Türkler ve
Akraba Topluluklar Başkanlığının kurulmasıyla daha fazla öğreniciye sağlanmıştır. Bu
nedenle ülkeye gelen uluslararası öğrenicilerin, öğrenicilerin eğitim göreceği Türkçe
öğretim merkezlerinin ve bunun yanında yüksek lisans, doktora programlarıyla birlikte
akademik yayınların artması kitap yazma çalışmalarını da artırmıştır.
Yukarıda belirtilen nedenlere bağlı olarak tek cilt halinde yazılan ve kendi
kendine Türkçe öğrenimini destekleyen bu kitapların yayımlanma tarihleri
incelendiğinde de özellikle 2010 yılından sonra hızlı bir artış gösterdiği görülmektedir
(Koç, ve Koç, 2014; Yıldırımalp, 2011; Atlamaz, 2012; Bayezit ve Kemikli, 2011;
Karababa, 2012; Doğan, 2011; Sekirden, ve Hızal, 2010).
Yöntem
Bu araştırmada doküman incelemesine başvurulmuştur. Doküman incelemesi,
araştırılması hedeflenen olgu veya olgular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin
analizini kapsar. Eğitim ile ilgili bir araştırmada ders kitapları, program yönergeleri vb.
veri kaynağı olarak kullanılabilir (Yıldırım ve Şimşek, 187-189.s.). Temel seviyedekiler
için yazılan kendi kendine dil öğrenme kitaplarından üçü tek tek incelenmiş, eksiklikler
tespit edilmiş, bu eksikliklerin giderilmesine yönelik önerilerde bulunulmuştur.

799
Evren Ve Örneklem
Bu çalışmanın evrenini, yabancı dil olarak Türkçenin öğretimi için yazılan ve
günlük dildeki temel iletişim kalıplarını kazandırmayı hedefleyen İngilizce-Türkçe iki
dilli kitapların içeriği oluşturmaktadır.
Örneklem olarak ise iletişimsel yaklaşımla yazılmış Starting Turkish ve Take
Away Turkish ve Yabancılar için Türkçe Öğrenme Kitabı adlı üç kitap seçilmiştir.
İşlem
Öncelikle Avrupa Dilleri Öğretimi Ortak Çerçeve Metninde yer alan A1 ve A2
kazanımlarının, Türkçe öğrenmek isteyen yabancılar için A1, A2 seviyesinde hazırlanan
kitapların içeriğiyle örtüşüp örtüşmediği gösterilmiştir. Genç’in çalışmasından
yararlanılarak başlıklar seçilmiş ve birkaç ilave yapılarak kitabın ve bir ünitenin yapısı,
metin seçimi, dilbilgisi, sözcük öğretimi, alıştırmalar, kültür aktarımı, yöntem ve
yaklaşımlar ve sesletim üzerinden inceleme yapılmıştır. (Genç, 2010)
Avrupa Dilleri Ortak Çerçeve Metnine Uygunluk
Seçilen üç kitap da hiç Türkçe bilmeyenlere yönelik yazılmış temel seviyede
Türkçe öğretmeyi hedefleyen kitaplardır. Başlangıç seviyesindekiler için yazılan bu
kitaplardan Avrupa Dilleri Öğretimi Ortak Çerçeve Metninin A1-A2 seviyesindeki
kazanımlarını kapsaması beklenir. Take Away Turkish kitabının hem A1 hem de A2
seviyesi kazanımlarını kapsadığı, sözlü iletişime diğer kitaplara nazaran daha çok ağırlık
verdiği görülmektedir. Starting Turkish adlı kitap da Take Away Turkish’te olduğu gibi
A1, A2 seviyesinin kazanımlarını kapsamaktadır. Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme
Kitabı ise yazarının belirttiği gibi sadece A1 seviyesine ait kazanımları içermektedir.
Kitabın Yapısı
Burada üç kitap, kitabın hedefleri, ünite sayısı, boyut, hedef ve evrensel kültüre
yer verme gibi açılardan değerlendirilecektir.
Take Away Turkish kitabının 35 üniteden oluştuğu görülür. Kitabın, tipik bir
kendi kendine dil öğretmeye yarayan kılavuz kitap olmadığı, verilen ünitedeki her bir
kelimeyi veya dilbilgisi noktasını anlamanın önemli olmadığı ve bu düşünceyle,
diyaloglarda ve örneklerde doğal, konuşma dilinin korunduğu belirtilmiştir. Bu kitabın
Türkçeye giriş niteliğinde bir kitap olmasının yanında, dilbilgisi kitapçığı ya da el
kitapçığı olarak kullanabileceği ifade edilmiştir.
A5 boyutunda tasarlanan kitapta görsellerin geniş yer kapladığı görülür. Kitapta
kullanılan resimler renkli olup hedef kültürü yoğun bir şekilde yansıtmamaktadır.
Kitapta yer alan 35 üniteden sadece 11 ünitede hedef kültüre ait görsel yer alırken,
sadece 1 ünitede evrensel kültüre ait olan bir görsel bulunmaktadır.
Starting Turkish adlı kitabın 12 üniteden ve her bir ünitenin de 3’er bölümden
oluştuğu görülmektedir. Her dört ünite bitiminde Review 1, Review 2, Review 3 kısımlarının
ve Grammar, Answer/Transcript, Wordlist, Pronunciation Guide (dilbilgisi, cevap
anahtarı/trankript, kelime listesi, telaffuz kılavuzu ) bölümlerinin olduğu görülür.
Bu kitabın hedefleri arasında, Türkçeyi öğrenmek isteyenler için teşvik edici ve
destekleyici olması, her gün başa çıkılması gereken, ihtiyaç duyulan dile odaklanması
(dolaşmak, düzenlemeler yapmak, insanlarla etkileşim kurmak ) olduğunu belirten
yazar, özellikle, konuşma Türkçesinin ve kendi kendine Türkçe konuşmanın
uygulanabileceğini yazar. Bu kitabın Türkiye’de yaşamak veya Türkiye’yi ziyaret etmek
ya da Türkçe konuşan kişilerle iş yapmak isteyenler için ideal olduğunu belirtir.
Kitap A4 boyutundan küçük A5 boyutundan büyüktür. Take Away Turkish’ten
farklı olarak kitap kapağında hedef kültüre ait görseller bulunmamaktadır. Kitap görsel
açıdan incelendiğinde sadece yüz ya da gövde kısımları çizilen insan resimleri dikkati
çeker. Renkli fonlar üzerindeki diyaloglar beyaz balonlar içinde dikkat çekici bir şekilde
verilmiştir. Hedef kültüre ait görsel bulunmamakta, yoğun olarak kullanılan insan

800
resimlerine bakıldığında da Türk tipine benzemedikleri, yabancıları çağrıştırdıkları
gözlemlenmiştir.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı 21 üniteden oluşmaktadır. Bu kitabın
temel amacının, Türkiye’de ve yurtdışında Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenmek
isteyen yetişkinlerin Türk dili ve kültürü ile ilgili bilgi edinmelerine yardımcı olmak
olduğu ve öğrenenlerin Türkçeyi kendi kendilerine öğrenmelerini kolaylaştırmak
amacıyla ara dil olarak İngilizce açıklamalarla desteklendiği belirtilir. A1 düzeyinde bu
kitabın hazırlandığını ve kitaptaki üniteleri tamamlayan öğrenenlerin bu temel düzeye
yaklaşmalarının amaçlandığı ifade edilmiştir. Kitap, A4 boyutunda olup diğer iki
kitabın aksine kapağında hiçbir görsel bulunmamaktadır.
Ünite başlıklarının Take Away Turkish kitabında olduğu gibi Türkçe ve İngilizce
olarak yazıldığı görülür. Diğer iki kitaptan farklı olarak konu başlıklarının yaklaşık
yarısının dilbilgisi konularını kapsayıcı şekilde seçildiği görülür. Görsellerin ise çok
küçük seçildiği, daha çok yazıya yer verildiği tespit edilmiştir. 24 ünitenin sadece 5
ünitesinde hedef kültüre ait görsel ögelere yer verilirken; 2 ünitesinde evrensel kültüre
ait görsellere yer verilmiştir.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabının diğer iki kitaptan farkı, buradaki
görsellerin çizim ve orijinal fotoğraftan oluşmalarıdır.
Bir Ünitenin Yapısı
Burada, bir ünite nasıl başlatılmıştır, yönergeler var mıdır, hangi düzen içinde
beceri kazandırma etkinlikleri sıralanmıştır vb. sorularının yanıtları cevaplandırılmaya
çalışılacaktır.
Take Away Turkish kitabında her bir ünite küçük bir diyalog ya da o ünitenin
konusuyla ilgili kelimelerle başlamaktadır. Konuşma metinleri, kelimeler ve diğer
sayfasında da dinleme metni yer almakta, bir kutucuk içinde dilbilgisi desteği, konuşma
diline ait örnek, bazen de günlük konuşma diline, kültüre, beden diline ait ipuçları, ya da
Did You Know başlığı altında Türkiye hakkında bilgilere de yer verilmektedir. Diyaloglar
görsellerle desteklenmiştir. Çoğu görselde kullanılan insan çizimleri konuşanların ruh hâlini
tam olarak yansıtmamaktadır. Diyalogun geçtiği mekân iyi tasvir edilse de kişinin ruh hâlini
gösteren dış görünüş çizimi ve kullandığı cümleler birbiriyle örtüşmemektedir.
Hiçbir bölümden önce yazılı yönergelere yer verilmemiş olup, sadece becerileri
gösteren küçük işaretlerle öğreniciye yapması gereken hakkında bilgi verilmektedir. Her
bölüme harcanması gereken süre ile ilgili bir bilgi mevcut değildir. Bütün bölümlerin
yapısı aynıdır.
Starting Turkish kitabının her bir ünitesi üçer bölümden oluşmaktadır. Üç
bölümün tamamı üniteyle ilgili farklı konu başlıklarıyla sıralanmakta ve her birinin
başında yönerge bulunmaktadır.
Diyaloglar okuma ve konuşma becerilerini kazandırmak maksadıyla verilirken;
vurgu, tonlama ve düzgün telaffuz için yararlanılabilecek cümleler ve diyaloglar CD’den
dinlenebilir ve kitabın arkasından da kontrol edilebilir, şekilde düzenlenmiştir. Her bir
ünitede Vocabulary, Tip ve Grammar bölümleri bulunmaktadır. Ünite sonlarında
öğrenicinin öğrendiklerini kontrol etmesini sağlayan Review bölümü bulunmaktadır.
Her ünitede yer alan bölüm öncesinde açık yönergeler verilmekle birlikte, her
bölüme harcanması gereken süre ile ilgili bir bilgi mevcut değildir. Bütün bölümlerin
yapısı aynıdır.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda her bir ünite bir dinleme ile
başlamaktadır. Dinleme kısmı, ya bir diyalog/metin, ya kelime, ya da öğretilecek
dilbilgisi yapılarıyla ilgili yazılan örnek cümlelerden oluşmaktadır. Bu kısmı, yeni
sözcükler, dilbilgisi desteği ve alıştırmalar takip etmektedir. Dinleme, yeni sözcükler ve

801
dilbilgisi desteği Türkçe- İngilizce karşılaştırmalı olarak verilirken, alıştırmalar
kısmında sadece Türkçe kullanılmıştır.
Starting Turkish ve Take Away Turkish kitaplarının aksine dilbilgisi desteği
kitabın sonunda değil, ayrıntılı bir şekilde ünite içerisinde verilmiştir. Ünitede yer alan
bölüm öncesinde açık yönergeler verilmekle birlikte, her bölüme harcanması gereken
süre ile ilgili bir bilgi mevcut değildir. Bütün bölümlerin yapısı aynıdır.
Metin Seçimi
Hangi metin türlerinin seçildiğine, metinlerde hedef ve evrensel kültüre ait
ögelere, diyalogların türlerine ve içeriklerine bakılmıştır.
Take Away Turkish adlı kitapta tercih edilen metin türlerine bakıldığında
diyalogların hâkim olduğu görülür. Diyaloglarının yanında düz metin olarak bir de
yemek tarifi metni ve menü bulunmakta ve hedef kültüre ait ögelere yer verilmektedir.
Öğretici ve kurmaca diyaloglar olsa da günlük konuşma dili yakalanmaya
çalışılmıştır. Toplamda yer alan 50 diyalogdan 29’unda konuşmacılar hem yerli hem de
yabancılardan seçilirken; 21’inde sadece Türk konuşmacılar vardır.
Diyaloglarda, hedef kültüre yönelik seçilen kelimelerin daha çok yer isimleri
olduğu; sırasıyla yemek kültürüne ait kelimelerin; kalıp ifadelerin, hitap şekillerinin
yanında hedef kültüre ait olup popülerliğinden dolayı evrensel nitelik kazanmış Orhan
Pamuk ve kitapları, futbol takımı isimleri; geleneksel kültüre ait Sivas kangalı, dinî
bayram ve el halısının diyaloglarda kullanıldığı görülür. Evrensel kültüre ait ise Noel ve
Bach konseri geçmektedir. Düz metinlerde ise Türk yemek kültürüne ait kelimeler
bulunmaktadır.
Starting Turkish adlı kitapta tercih edilen Türkçe metin türlerine bakıldığında
Take Away Turkish’te olduğu gibi diyalogların hâkim olduğu görülür. Take Away
Turkish’te olduğu gibi bu diyaloglar dinleme becerisini edindirmek için değil, okuma
becerisini kazandırmak içindir. Dinleme becerisini kazandırmak için yer verilen
diyaloglar bulunmakla birlikte birbirinden bağımsız bir metin oluşturmayacak cümleler
de dinleme becerisini geliştirmek için verilmiştir. Bu metinlerin İngilizce çevirisi
bulunmamaktadır.
Diyalogların yanında, menü, ilan metni, iş başvuru metni ve bir düz metin de
bulunmaktadır. Diyaloglara bakıldığında selamlaşma ve tanışma kalıpları; yer, kişi
isimleri ve yemek isimleri ağırlıklıdır.
Toplamda 56 diyalog bulunmakta ve diyaloglarda karşılıklı balonlar çıkarılarak
kimin konuştuğu belirtilmiş, isim kullanılmamıştır. Evrensel kültüre yer verilmemiştir.
Diyaloglarda kültür aktarımında yer isimleri ön plandayken düz metinlerde yemek
isimleri ön plandadır.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda 12 diyalog ve 6 düz metin
bulunmaktadır. Bu metinlerin tamamı dilbilgisi konularını kavratmak amacıyla
oluşturulmuş kurmaca metinlerdir. Diyalog ve düz metinler İngilizce tercümeleriyle
birlikte yan yana verilmiştir.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda Take Away Türkish ve Starting
Türkish kitaplarının aksine dilbilgisi konularını öğretmek maksadıyla, konuşma dilinden
uzak diyaloglara yer verilmiştir.
Hedef kültüre ait kelimelerden en çok yer verilenler diğer iki kitabın aksine Türk
yiyecek ve içecek kültürüne ait kelimelerdir. Bunu sırasıyla, yer isimleri, selamlaşma,
tanışma ve vedalaşma kalıpları takip etmektedir. Hem hedef hem de evrensel kültüre ait
ögelere 18 ünitenin 11’inde yer verilmiştir.

802
Dil Bilgisi
Dilbilgisinin, metinlerde hangi amaçla kullanıldığı, dilbilgisi açıklamalarının yer
alıp almadığına ve dilbilgisine hangi oranda yer verildiğine bakılmıştır.
Take Away Turkish adlı kitabın tüm ünitelerinde küçük notlar halinde diyaloglarda
geçen dilbilgisine yer verildiği gibi ünitelerden bağımsız olarak Türkçe-İngilizce açıklamalı
ayrıntılı dilbilgisi ekine de kitabın sonunda yer verilmiştir. Konuşma dilini yansıtmaya özen
gösteren diyaloglarda kullanılan dilbilgisi araç olarak kullanılmıştır. Tümdengelim yoluyla
dilbilgisinin öğretildiği, dilbilgisi konularının başlık verilmeksizin örnek cümleler yoluyla
kutucuk içinde ünitelerde verildiği, ünitelerde dilbilgisi konularının basitten zora doğru
gitmeyip sıralamanın takip edilmediği görülmektedir.
Starting Turkish adlı kitapta bir üniteyi oluşturan üç bölümde de küçük notlar
halinde, kutucuk içinde dilbilgisi notları Türkçe-İngilizce açıklamalı olarak yer almaktadır.
Bu kitapta da Take Away Turkish’te olduğu gibi kitabın arkasında dilbilgisi desteği yer alsa
da çok farklıdır. Birkaç sayfadan oluşan dilbilgisi Türkçe-İngilizce açıklamalardan
oluşmaktadır. Take Away Turkish başlı başına kılavuz bir dilbilgisi kitabı olarak
kullanılabilecekken, Starting Turkish çok sınırlı bilgiler içerir. Take Away’de yer alan
dilbilgisi konuları hem temel düzeyi, hem de orta düzeyi kapsarken; Starting Turkish’in
arkasında yer alan dilbilgisi konuları A1 konularını destekleyici niteliktedir.
Starting Turkish adlı kitapta da dilbilgisi konularını öğretmeye yönelik
diyaloglar hazırlanmış, dilbilgisi araç olarak kullanılmıştır. Take Away’de olduğu gibi
konuşma dili doğal bir şekilde yansıtılmaya çalışılsa da konuşma diline ait kullanımlar
Take Away’de olduğu gibi çok değildir. Dilbilgisinin sınırlı tutulması, konuşma dilinin
tüm doğallığıyla diyaloglarda olmasını engellemekte, genel anlamda zorlama diyaloglar
ortaya çıkmaktadır. Dilbilgisi konularının kolaydan zora doğru, sarmal bir yapı
içerisinde sıralandığı görülür.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda dilbilgisi konuları A1 seviyesini
kapsamaktadır. Dilbilgisini öğretmek, konuşma dilini günlük dili öğretmekten önce
gelir. Diyaloglar ve metinler öğretilmek istenen dilbilgisi konularını kapsayacak şekilde
hazırlanmıştır. Geleneksel olarak dilbilgisi öğretmek esastır. Ünite içerisinde dilbilgisi
açıklamalarına diğer iki kitaptan daha geniş yer verilmiştir. Burada diğer iki kitabın
aksine öğretilmesi hedeflenen dilbilgisi konularının isimleri yer almaktadır. Türkçe-
İngilizce olarak hazırlanan dilbilgisi desteği bölümünde açıklamalar İngilizce, örnekler
hem Türkçe hem de İngilizce verilmiştir. Üniteler içerisinde dilbilgisi ayrıntılı olarak
verildiğinden diğer kitaplarda olduğu gibi kitap arkasında verilmemiştir.
Sözcük Öğretimi
Kelime öğretiminin nasıl yapıldığı, kelime listesinin olup olmadığı, kelimelerin
telaffuzunun öğretilip öğretilmediği ve sözlük olup olmadığına bakılmıştır.
Take Away Turkish’te üniteyle bağlantılı kelimelerin İngilizce karşılıkları da
verilmiş, bazen de görsellerle kelimeler kavratılmaya çalışılmıştır. Kitapta daha çok tercih
edilen, kelimelerin İngilizce karşılıklarının verilmesidir. Temel seviyede bilinmesi gereken
kalıp ifadelerin öğretiminde ise, görsellerden yararlanılmıştır. Kitabın sonunda kelime
listesine veya kelimelerin nasıl telaffuz edilmesi gerektiğine yer verilmemiştir.
Starting Turkish’te de Take Away Turkish’te olduğu gibi ünitenin her bölümünde
Vocabulary başlığı altında kelimelere yer verilmiştir. Bu kitapta Vocabulary başlığı
altında yer verilen kelimeler hem metin ve diyaloglarda geçen kelimeler hem de yeni
kelimelerdir. İngilizce karşılıklarıyla birlikte verilmiş görsel ögelerden
yararlanılmamıştır. Sözcüklerin telaffuzuyla ilgili herhangi bir bölüm bulunmamaktadır.
Take Away Turkish kitabından farklı olarak kitap sonunda alfabetik bir kelime listesi
bulunmaktadır.

803
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda ise kelime listesi, diyalog ve
metinlerde geçen kelimelerden seçilmiş, o üniteyle ilgili yeni kelimeler eklenmemiştir.
Starting Turkish kitabında olduğu gibi kelimelerin açıklanmasında İngilizceden
yararlanılmış, görsel ögelerden yararlanılmamıştır. Take Away Turkish’te olduğu gibi
kitap sonunda tüm ünitelerde geçen kelimeleri kapsayan bir kelime listesi ve sözcüklerin
telaffuzuyla ilgili bir bölüm bulunmamaktadır.
Alıştırmalar
Kendi kendine dil öğrenenlerin çalışmalarını kontrol edebilmeleri, dönüt
alabilmeleri açısından alıştırmalar önemli bir yer tutmaktadır.
Take Away Turkish adlı kitap içerisinde hiçbir alıştırma bulunmamaktadır.
Starting Turkish kitabında ise her dört ünite bitiminde Review 1, Review 2 ve
Review 3 olmak üzere iki sayfalık alıştırmalar bulunmaktadır. Bu alıştırmalarda emir
cümleleriyle İngilizce olarak öğrenene hitap edilmiş, ilki örnek olarak verilmiştir.
Alıştırmaların çoğunluğu dilbilgisini kavratmaya yönelik olup, restoranda bir sipariş
verme, hobilerden bahsetme gibi dilbilgisinin araç olarak kullanılıp konuşma becerisini
kullandırmaya yönelik alıştırmalardır. Alıştırmaların çözümleri kitabın arkasında cevap
anahtarı olarak verilmiştir.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda ise, her ünitenin sonunda ünite
konularıyla ilgili alıştırma bölümleri bulunmaktadır. Bu alıştırmalarda Starting
Turkish’te olduğu gibi öğrenene İngilizce olarak hitap edilmiş, Starting Turkish’ten
farklı olarak örnek verilmeden alıştırmaların yapılması istenmiştir. Boşluk doldurma,
sıralama, eşleştirme, sorulara cevap verme şeklinde alıştırma türleri bulunmakla birlikte
alıştırmaların tamamının dilbilgisini kavratmaya yönelik olduğu görülmektedir. Burada
da cevap anahtarı kitabın arkasında verilmiştir.
Kültür Aktarımı
Kendi kendine Türkçe öğrenenlere yönelik hazırlanan bu kitaplarda öğretmen
kitabı olmadığı için öğrenicinin dili öğrenirken ve kullanırken yapabileceği muhtemel
yanlışlarına dayanarak yazılı açıklamalı kültür aktarım bölümlerine yer verilmiştir.
Öğrenicinin dikkatini çekmek, dile karşı farkındalık yaratmak için Take Away
Turkish ve Starting Turkish öğretmeyi amaçladıkları konularda ipucu bilgilere yazılı
açıklamalar yoluyla yer verirken Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda bu tür
bölümler bulunmamaktadır.
Take Away Turkish kitabında Türkçe öğrenenlere Tip ve Did You Know başlıkları
altında işe yarar bilgiler verilmekte, hedef dil ve kültür aktarımı açıklama yoluyla
yapılmaktadır. 35 ünitenin 7’sinde Tip başlığı bulunurken; 5’inde Did You Know başlığı;
3’ünde her iki başlık da bulunmakta; 20 ünitede ise bu iki başlık bulunmamaktadır.
Tip ve Did You Know başlıklarında geçen konular içerikleri açısından kategorize
edildiğinde davranış şekilleri, sözlü iletişim, Türkçe öğrenmek isteyenlere tavsiyeler, yeme-
içme, şehir tanıtımı, insan ilişkileri, günlük hayatta dikkat edilmesi gerekenler, turistik
yerler, sanatsal etkinlikler için internet adresleri, Türkiye’deki biyolojik çeşitlilik ,
kahvehane kültürü, Türklerin futbola bakış açısı gibi başlıklar ortaya çıkmaktadır.
Starting Turkish adlı kitapta ise 28 Tip başlığı bulunmaktadır. Sözlü iletişim
kuralları, davranış şekilleri, Türkiye’deki eğitim sistemi, konuşma becerisinin
geliştirilmesiyle ilgili tavsiyeler, para birimi hakkında bilgi, yazılı iletişim, günlük
hayata dair pratik bilgiler, Türk adetleri, Türk mutfağı, dil kullanma eğilimleri şeklinde
tip içerikleri kategorize edilebilir.

Yöntem ve Yaklaşımlar
İncelenen kitapların hangi yöntem ve yaklaşımlara göre yazıldığı tespit edilmeye
çalışılmıştır.

804
Starting Turkish’te kullanılan yöntemler iletişimsel yaklaşım ve dilbilgisi çeviri
yöntemidir. Öğretilmek istenen konular iletişimsel yaklaşıma göre seçilmiş, işlevsel
hale getirilmeye çalışılmıştır.
Take Away Turkish kitabı da Starting Turkish’te olduğu gibi dilbilgisi çeviri
yöntemi kullanılarak oluşturulmuştur. Her kelimenin, dilbilgisi açıklamasının,
diyalogların, metinlerin İngilizce açıklamaları vardır.
İletişimsel yaklaşım dilin yapısının öğretilmesinden çok iletişimsel yönüyle
ilgilenir. Take Away Turkish adlı kitapta özellikle dilin iletişim boyutunu vurgulamak için
dinleme metinlerinde konuşma diline ait doğal durumlar göz önünde bulundurulmuştur.
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı incelendiğinde ise her bir bölümün
dilbilgisine göre sınıflandırıldığı görülür. Ünite başlıklarının yaklaşık yarısı işlenecek
dilbilgisi konularını içerecek şekildedir. Bu yönüyle diğer iki kitabın benimsediği
iletişimsel yaklaşımdan ayrılır. Yine bu kitapta diğer iki kitaba nazaran her ünitede
yoğun dilbilgisi alıştırmaları bulunmaktadır. Bu alıştırmalar iletişimsel becerinin
gelişimine uygun olmayıp geleneksel dilbilgisi anlayışıyla ortaya konan alıştırmalardır.
Burada görülen bir başka yöntem ise dilsel işitsel metot olup, Türkçeyi
öğrenenden, önce metni ya da cümleleri dinlemesini, sonra tekrar etmesi alıştırmaları
yapması beklenir.
Sesletim
Bu bölümde dinleme becerisini kazandırmada önemli bir işlevi barındıran
sesletimde kitap yazarlarının nasıl bir yol izlediği, dinleme becerisini kazandırmaya
yönelik yer verilen cümle ve diyaloglara, kişi, konuşma hızı, mekâna dair ipucuna yer
verip vermeme açılarından bakılarak bulgular elde edilmeye çalışılmıştır.
Take Away Turkish kitabında yer alan dinleme metinlerinde diyalogun geçtiği
mekâna ait seslere yer verilmiştir. Normal konuşma hızında olan diyaloglarda, kadın,
erkek ve çocuk sesleri dinleyenin ayırt edilebileceği şekilde seçilmiştir. Diyaloglarda
kişinin ruh hali de verilerek dinleyenin, ifadeleri daha kolay yakalaması amaçlanmıştır.
Standart Türkçe konuşulmakta olup konuşma diline yakındır.
Starting Turkish adlı kitabın dinleme metinlerine bakıldığında diyalog şeklinde
metinlerin çok az olduğu, onun yerine konuyla paralel cümlelerin gelişigüzel sıralandığı
görülür. Seslendirenlerin yavaş konuştuğu, diyalogda geçen kişilerin yaşları ve
konumlarıyla seslendiren kişinin örtüşmediği görülür. Seslendirenlerin sayısı sınırlıdır.
Telaffuz, tekrar yoluyla öğretilmeye çalışılmaktadır.
Yabancılar İçin Türkçe Kitabı’nda dinleme metinlerinde kadın ve erkek
konuşmacıların normal hızda konuştukları görülür. Öğrenicilerin, konuşanların ruh
halini anlayabileceği şekilde dinleme metinlerinde düzenleme yapıldığı ancak dış
mekâna dair bir ipucu olmadığı görülür. Sözcüklerin sesletimi de verilmiştir.
Seslendiren erkek olup, yönergeleri de sesletmiştir. Diyalogların çeşitliliği azdır.
Telaffuz öğretimi kelime tekrarları yoluyla yapılmıştır.
Bulgular
Bu çalışmada kendi kendine dil öğrenme hedefli temel seviye için yazılmış üç
kitap çeşitli açılardan incelenmiş ve aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır.
Kitaplar, ortak çerçeve metnine göre incelendiğinde kitapların kazanımları
kapsadığı buna karşılık, A1-A2 seviyesinde öncelikle sözlü anlatım ve sözlü iletişime
ağırlık verilmelidir ilkesine yalnızca sadece Take Away Turkish ve Starting Turkish
kitaplarında ağırlık verildiği görülür. Buna karşılık önsözünde ortak çerçeve metnine
göre hazırlandığının söylenilmesine rağmen Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme
Kitabı’nın daha çok dilbilgisi konularını öğretme maksadı taşıdığı için sözlü iletişimi
geliştirme amacının arka planda kaldığı görülmüştür.

805
Kitapların yapılarına bakıldığında büyük farklılıklar dikkati çekmektedir. Take
Away Turkish A5 boyutunda 35; Starting Turkish A5 ve A4 arası 12; Yabancılar İçin
Türkçe Öğrenme Kitabı A4 boyutunda 21 üniteden oluşmaktadır.
İçindekiler sayfaları incelendiğinde, Take Away Turkish ve Yabancılar İçin
Türkçe Öğrenme Kitabı’nda ünite başlıklarının hem İngilizce hem de Türkçe olduğu,
Starting Turkish’te ise sadece İngilizce olduğu tespit edilmiştir. Her üç kitapta da
İngilizce kullanılmasına rağmen bunun oranı değişiklik göstermektedir. Starting
Turkish’te daha az kullanılmıştır.
Take Away Turkish’in arkasında çeviri ve dilbilgisi eki bulunurken, Starting
Turkish’te çeviri eki bulunmamakta bunun yerine cevap anahtarı, dilbilgisi eki,
Türkçenin özelliklerini anlatan ve nasıl telaffuz edileceğini gösteren rehber ve dinleme
metinlerinin transkripsiyonu bulunmaktadır. Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme
Kitabı’nda ise alıştırmalar cevap anahtarı ile birlikte verilmiş ve diğer iki kitapta
bulunmayan kendi kendini değerlendirme ölçeği bulunmaktadır.
Üç kitapta yer verilen görseller de hedef ve evrensel kültürü yansıtma oranları,
kültür ögelerinin seçimi, görsellerin büyüklüğü, çizim ya da orijinal fotoğraf seçimi,
kullanılan yazıların büyüklüğü vb. açılardan birbirinden ayrılmaktadır.
Starting Turkish’te hedef kültüre ve evrensel kültüre yönelik hiçbir öge
bulunmazken; Take Away Turkish’te bulunan 35 ünitenin 11’inde hedef kültüre ait
görsel, 1’inde evrensel kültüre ait bir görsel; Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme
Kitabı’nda 24 ünitenin 5 ünitesinde hedef kültüre ait ve 2 ünitesinde evrensel kültüre ait
görsellere yer verilmiştir.
Kitapların ünite yapılarına bakıldığında ise yine birçok farklılık bulunmaktadır.
Starting Turkish’te her bir ünite üç bölüme ayrılmışken, Take Away Turkish ve
Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda böyle bir durum söz konusu değildir.
Starting Turkish ve Take Away Turkish konuşma becerisini kazandırmaya
yönelik tasarlandığından bu iki kitapta hedef kültüre ait açıklamalı ipuçları hemen
hemen her ünitede yoğun bir biçimde bulunurken; dilbilgisi ağırlıklı Yabancılar İçin
Türkçe Öğrenme Kitabı’nda bunlara yer verilmemiştir.
Starting Turkish ve Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda yazılı
yönergelere yer verilse de Take Away Turkish’te bölümlerden önce yazılı yönergelere
yer verilmemiş işaretlerle gösterilmiştir.
Bu farklılıklara rağmen kitapların ortak özellikleri de bulunmaktadır. Bu ortak
özellikler, etkinliklere harcanması gereken süre ile ilgili bir bilginin mevcut olmaması,
her bir kitabın bütün bölüm yapılarının aynı olması, ünite içerisinde yoğunlukları
değişse de dilbilgisi açıklamalarına, kelime listelerine yer verilmesi, CD içermesi ve
dinleme etkinliklerine yer verilmesidir.
Metinler açısından değerlendirildiğinde her üç kitapta diyalogların yoğun olarak
kullanıldığı düz yazı metinlerin diyaloglara göre çok az kullanıldığı görülmektedir.
Take Away Turkish ve Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda yer alan tüm
metinlerin çevirileri bulunurken; Starting Turkish’te metinlerin çevirileri yoktur.
Take Away Turkish ve Starting Turkish’te diyaloglar incelendiğinde diyalogların
günlük yaşama ilişkin, günlük yaşamı kolaylaştırıcı olduğu görülse de Yabancılar İçin
Türkçe Öğrenme Kitabı’ndaki diyalogların önceliğinin dilbilgisi konularını öğretmek
olduğu görülür.
Öğretici ve kurmaca diyaloglar olsa da günlük konuşma dili yakalanmaya
çalışılmıştır. Take Away Turkish’te Starting Turkish’e nazaran konuşma dilini içeren
temel dilbilgisi kalıplarından bağımsız kullanımlar da mevcuttur.
Take Away Turkish’te yer alan 50 diyalogdan 24’ünde hedef kültüre ait yazılı
ögelere yer verilirken; Starting Turkish’te yer alan 56 diyalogdan 10’unda; Yabancılar

806
İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’ndaki 12 diyalogun 6’sında yer verilmiştir. Her üç kitapta
da hedef kültüre ait en fazla yer verilen ögeler, yer isimleri ve yemeklerdir.
Starting Turkish ve Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda diyaloglarda
evrensel ögelere hiç yer verilmezken; Take Away Turkish’te 4 diyalogda yer verilmiştir.
Take Away Turkish’te ve Starting Turkish’te diyalogları gerçekleştirenler Türk
ve yabancılardan seçilirken; Starting Turkish’te karşılıklı balonlar çıkarılarak kimin
konuştuğu belirtilmiş, sadece diyalog içerisinde karşıdaki kişiye seslenirken isim
kullanılmıştır. Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda ise diyalogları
gerçekleştirenler sadece Türklerden seçilmiştir.
Kitaplarda geçen düz yazı metinler ise sayıca diyalogların çok gerisinde olup
bunun nedeni kitapların daha çok konuşma becerisini diyaloglar aracılığıyla
kazandırmadaki işlevidir.
Take Away Turkish’te menü ve yemek tarifi olmak üzere 2; Starting Turkish’te
menü, ilan metni, iş başvurusu ve bir reklam metni olmak üzere 4; Yabancılar İçin
Türkçe Öğrenme Kitabı’nda ise toplamda 6 düz yazı metni bulunmaktadır. Bu
metinlerin ortak özelliği hiçbiri özgün metin olmayıp yazar tarafından kurgulanmış
kurmaca metin türünde olmaları ve hedef kültüre ait ögeleri içermeleridir.
Dilbilgisi açısından bakıldığında Take Away Turkish ve Starting Turkish’te
dilbilgisi araç olarak kullanılırken, Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda amaç
dilbilgisini öğretmektir. Take Away Turkish ve Starting Turkish’te ünite içerisinde kısa
açıklamalar yapılırken, Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda çok geniş
açıklamalara yer verilmiştir. Take Away Turkish aynı zamanda dilbilgisi cep kılavuzu
olarak kullanılabilecek kadar detaylı hazırlanmışken diğer iki kitapta bu özellik
görülmez. Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı sadece A1 konularını kapsarken;
konuşma dilini kazandırma işlevi taşıdığından diğer iki kitapta temel seviyenin üstünde
dilbilgisi yapıları görülmektedir.
Sözcük Öğretimi yönünden üç kitabı değerlendirdiğimizde Starting Turkish’te
kitap arkasında kelime listesi bulunurken diğer iki kitapta bulunmamaktadır. Take Away
Turkish’te kelime öğretimi görsellerle ve kelimelerin İngilizce karşılıklarının
verilmesiyle yapılırken; diğer iki kitapta sadece İngilizce karşılıkları verilmiştir. Her üç
kitapta da sözcük öğretimi yapılırken kelimelerin nasıl sesletildiği gösterilmemiştir.
Alıştırmalar açısından baktığımızda Take Away Turkish’te alıştırma bölümü
bulunmazken iki kitapta bulunur. Starting Turkish ve Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme
Kitabı’nda dilbilgisi alıştırmaları bulunsa da, Starting Turkish’te Yabancılar İçin Türkçe
Öğrenme Kitabı’ndan farklı olarak konuşma becerisini kazandırmaya yönelik
alıştırmalar da bulunmaktadır.
Kültür Aktarım Bölümleri Take Away Turkish’te 15 yerde geçerken, Starting
Turkish’te 26 yerde geçmektedir. Tüm başlıklar kategorize edildiğinde Take Away
Turkish’te daha fazla konu çeşitliliği bulunmaktadır. Yazılı kültür aktarımının en çok
yapıldığı konular, sözlü iletişim, davranış şekilleri ve dil öğrenenlere tavsiyeler
hakkındadır.
Yöntem ve Yaklaşımlar açısından bu üç kitap incelendiğinde dilbilgisi çeviri
yönteminin kullanıldığı görülmektedir. Take Away Turkish ve Starting Turkish’te
iletişimsel yaklaşım kullanılırken, Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda diğer
ikisinden farklı olarak işitsel dilsel yöntemin de kullanıldığı görülmektedir.
Sesletim başlığına bakıldığında, Take Away Turkish ve Yabancılar İçin Türkçe
Öğrenme Kitabı’nda konuşma hızı normalken, Starting Turkish’te yavaştır. Take Away
Turkish’te diyalogun geçtiği dış mekâna ait sesler verilirken, diğer iki kitapta yoktur. Take
Away Turkish ve Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda konuşan kişilerin ruh halleri
de yansıtılmışken, Starting Turkish’te yoktur. Take Away Turkish’te ve Yabancılar

807
İçin Türkçe Öğrenme Kitabı’nda dinlemelerde erkek, kadın, çocuk ayrımı yapılırken,
Starting Turkish’te seslendirenlerin yavaş bir şekilde seslendirdiği, diyalogda geçen
kişilerle yaş olarak örtüşmediği görülür. Starting Turkish’te ve Yabancılar İçin Türkçe
Öğrenme Kitabı’nda telaffuz, kelime tekrarı yoluyla yapılırken; Take Away Turkish’te
konuşma diline yakın bir şekilde bazı seslerin sesletilmediği görülür.
Sonuç ve Öneriler
Üç kitap belirlenen kriterler üzerinden doküman analizi yöntemiyle incelenip
değerlendirildiğinde farklılıkların benzerliklerden daha çok olduğu tespit edilmiştir.
Giriş bölümünde de belirtildiği gibi bunun en büyük nedeni, piyasada
birbirinden bağımsız bir şekilde var olan bu kitapların denetimden uzak olması, yazar ve
alıcı arasında bir denetim, kontrol mekanizmasının olmamasıdır.
Kendi kendine dil öğrenme kitaplarındaki eksiklikler tespit edilmiş, bu
eksikliklerin giderilmesine yönelik önerilerde bulunulmuştur. Giderek gelişen ve artan
bu tür kitapların yazımında bulgulardan hareketle elde ettiğimiz sonuçlara yönelik
öneriler aşağıda sıralanmıştır.
1.Kendi aralarında türlü farklılıklar gösteren kendi kendine dil öğrenme
kitaplarında dönüt kısmının eksik bırakıldığı ortadadır. Bu kısım kitaplarda alıştırma ve
yanında puanlamayla birlikte cevap anahtarı verilerek tamamlanmalı; öğrenicilerin ünite
bitimlerinde kendi kendine değerlendirme ölçeğine bakarak eksiklerini görmeleri
sağlanmalıdır.
Hedef kültür aktarımının hem görsel ögelerle hem de becerilerle verilmesi
gerektiği gibi, kendi kendine dil öğrenmek isteyenlere kültür rehberliği yapması
açısından yazılı açıklamalarla da yapılmalıdır.
Hedef kültür aktarımının yanında evrensel ögelere de yer verilmelidir.
Bu tür kitaplar daha çok sözlü iletişim becerisini kazandırma amaçlı olduğundan
telaffuz eğitimi ayrı bir öneme sahiptir. Özellikle dinleme metinlerinde duygular, mekân
sesletimi, konuşanın yaşını, cinsini belirtecek şekilde düzenlenmelidir.
Arada öğretmen olmadığından öğrenenin öğrendiklerinin doğruluğunu kontrol
edebilmesi açısından bu tür kitaplar iki dilli olarak yazılmalı, bir çeviri bölümü
oluşturulmalıdır.
Kitap arkasında öğrenicinin bilmesi gereken kelime listesi bulunmalıdır.
Sözlü iletişim becerisini geliştirmek hedef olduğundan, dilbilgisi araç olarak
kullanılmalı, iletişimsel yaklaşımın kuralları kitap yazımında benimsenmelidir.
Özellikle diyaloglarda dilbilgisi yapılarını değil konuşma dilini öğretmek esas
olduğundan gerekirse temel dilbilgisi konularının dışına çıkılarak bu durum çeviri
yöntemiyle telafi edilmelidir.
Sadece kurmaca metinler değil özgün metinler de kullanılmalıdır.
10.Öğreniciye dil edinimiyle ilgili tavsiyelerde bulunulmalıdır.
Kullandıkları kitabın dışında ek materyaller ve başka kaynaklar da sunulmalıdır.

Kaynaklar
ATLAMAZ, Mualla (2012) Easy to Learn Turkish Grammar & Dialogues, Cinius
Yayınları, İstanbul
BAYEZİT, Hakan; Kemikli Servet. (2011) We are Learning Turkish, Melisa
Matbaacılık, İstanbul
BENSON, Phil (2007) “Autonomy in language teaching and learning”. Language
Teaching, 40, 21–40.s.
BENSON, Phil (2001) Teaching and research autonomy in language learning, Harlow,
England: Pearson Education Ltd.

808
BİDLAKE, Erin (2009) “Learner experience using self-instructed CALL:
Methodological and learner insights.” Novitas-Royal 3 (2), 93-109.s.
Council of Europe. (2001) Common european framework of reference for languages.
Cambridge UP: Cambridge.
DOĞAN, Orhan (2011) Starting Turkish, Yazın Basın Yayın Matbaacılık, İstanbul
GENÇ, Ayten (2010) Geçmişten Günümüze Yerel Almanca Ders Kitabı İncelemesi,
Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara
KARABABA, Canan (2012) Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı, Anı Yayıncılık,
Ankara
KOÇ, Serkan; KOÇ, Özge. (2014) Practical Turkish For Everyone, Herkes İçin Pratik
Türkçe, Beşir Kitabevi, İstanbul
KOJİMA TAKAHASHİ, Chika. (2014) “Second Language Self-Instruction: Definitions
and Characteristics”, Intercultural communication review, 12, 157-165.s.
ROBERTS, John. (1995) “An anatomy of home-study foreign language courses.”
System, 23/4, 513-530.s.
SEKİRDEN, Döven, Arzu; Hızal, Mikson Şule (2010) Take Away Turkish, İstanbul:
Boyut Yayıncılık
YILDIRIMALP Müfit (2011) A practıcal Course ın Turkish, Yabancılara Pratik
Türkçe Dersleri, Türkmen Kitabevi, İstanbul
YILDIRIM, Ali; ŞİMŞEK, Hasan (2008) Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri.
Ankara: Seçkin Yayıncılık.

EDEBİYAT ÖĞRETİMİ VE SİNEMA -BİR FİLM İZLEME ETKİNLİĞİ-Ayşe


1
Derya ESKİMEN

Özet
Dil ve edebiyat öğretiminde genel olarak amaç, bireyin okuma ve dinleme alanları ile
anlama; konuşma ve yazma alanları ile anlatma becerilerini geliştirmektir. Bunun
yanında edebiyat öğretimi için okumayı bir zevk hâline getirmek, kalıcı bir alışkanlık
hâline getirmek de önemlidir. Zira eğitim öğretimde de hedeflenen bilginin kalıcı hale
getirilmesidir. Bu anlamda eğitim öğretim sürecinde kalıcılığın sağlanmasında ya da
edebî zevkin geliştirilmesinde çeşitli araç gereçler yoluyla öğrenenlere sağlanacak çoklu
öğrenme ortamları sunmak önemlidir. Eğitim-öğretimde kullanılan araç gereçler
öğrencinin birden fazla duyusuna hitap etmek, öğrenciyi daha aktif ve canlı tutmak
yoluyla öğrenmenin de etkili ve kalıcı olmasını sağlamaktadır. Esas malzemesi yazınsal
metinler olan edebiyat ve öğretimi için de benzer şeyler söz konusudur. Bu bağlamda,
dil ve edebiyat öğretimi için bu çoklu ortamlar çeşitli şekillerde sağlanabilir. Bunlardan
biri edebî metinlerden beyaz perdeye aktarılan eserleri izletmek ve öğrenenleri bunlar
üzerinde düşündürmek yoluyla olabilir. Güzel sanatların en eski dallarından biri olan
edebiyat güzel sanatların sonuncusu ve yedinci sanat olarak adlandırılan sinemanın en
fazla etkileşimde olduğu sanat dalıdır. Bu anlamda her iki sanat dalının da bir konusu,
kendilerine özgü anlatım dilleri vardır. Her iki sanat dalı da bir mesaj ve içeriğe sahiptir.
Sinemada da edebî metinlerde olduğu gibi, konu belli bir noktadan çıkıp, geliştirilir ve

1
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi.

809
bir sonuç noktasına ulaştırılır. Her ikisinde de kişiler, kişiler arası ilişkiler, bu kişilerin
içinde yer aldıkları çevre ve mekânlar söz konusudur.

Edebiyat için söz, kelime, edebî metin söz konusu iken sinema için ses, görüntü, yazı
dili, sözel dil esastır. Sinemada hareketli imgeler aynı zamanda söz ve müzikle birleşir.
Film gibi görsel unsurların içine kattıkları hareket kavramı ve renk kavramı ile olay
örgüsünü anlamaya ve kalıcılığın artmasına yardımcı olurlar. Sinema gibi görsel işitsel
uyaranların fazla olduğu; birden fazla duyuya hitap eden ortamlarda öğrenme daha
kalıcı olacaktır. Örneğin bir edebî eserin iletişim araçları yoluyla sunulması tek başına
gerçekleştirilen bir okumadan farklı etkilere sahiptir. Tüm bunlardan hareketle, bu
çalışmada amaç, dil ve edebiyat öğretimi bağlamında edebiyat öğretiminde filmlerin
yerini ele almaktır. Buna yönelik olarak, Cumhuriyet dönemi toplumsal gerçekçi
romancılarından Orhan Kemal’in Eskici ve Oğulları adlı romanının sinemaya
uyarlanmış hali film gösterimi öncesi, gösterim sırası ve gösterim sonrası etkinlikleriyle
birlikte ele alınmıştır. Çalışmada dil ve edebiyat öğretiminin esas amacı olan anlama ve
anlatma becerilerinin geliştirilmesinde sinemanın ve filmlerin eğitim aracı olarak
kullanımı örneği sunulmak istenmiştir. Bu anlamda, filmlerdeki görüntülerin analizi,
filmin yorumlanması ve film çerçevesinde yapılan diğer etkinlikler edebiyatı ve
öğrenmeyi etkili, verimli ve kalıcı hale getirmeyi yardımcı olacaktır düşüncesindeyiz.
Anahtar kelimeler: Edebiyat, Sinema, Edebiyat Öğretimi

Giriş
Eğitim-öğretimde öğrenenin birden fazla duyusuna hitap etmek, öğrenciyi daha aktif ve
canlı tutmak yoluyla öğrenmenin de etkili ve kalıcı olmasını sağlamak esastır. Öğretme-
öğrenme sürecinde çağdaş görsel ve işitsel ve materyallerin kullanılması önemlidir. Görsel
ve işitsel materyaller öğrenmenin kalıcı olmasını sağlama, birden fazla duyu organına
seslenme, öğrencinin ilgi ve dikkatini çekme, kavramları ve konuları, somutlaştırarak
basitleştirme ve dolayısıyla öğrenmeyi kolaylaştırma açılarından önemli bir yere sahiptir.
Örneğin, video filminin kısa bir sahnesinde pek çok mesaj bulunabilir. 3-5 dakika süren
kısa bir programa bir saatlik ders sığdırılabilir” (Demirel, 1993, s. 97). Ana malzemesi
yazınsal metinler olan edebiyat ve öğretimi için de benzer şeyler söz konusudur.
Günümüzde edebiyat biliminin nesnesinin yalnızca yazılı/sözlü metinler olmadığı artık
yaygın şekilde kabul ediliyor. Bir iletişim edimi olarak nitelendirilebilecek her şeyin çok
genel tutulan bir tanımla metin olduğu kabul edilirse ve edebiyatın nesnesinin metin olduğu
düşünülürse, edebiyat bilimi için çok geniş bir konu alanı ortaya çıkıyor (Kayaoğlu, 2016, s.
11). Bu bağlamda, dil ve edebiyat öğretimi için çoklu ortamlar çeşitli şekillerde sağlanabilir.
Bunlardan biri edebî metinlerden beyaz perdeye aktarılan eserleri izletmek ve bunlar
üzerinde düşündürmek yoluyla olabilir. Nitekim, “teknolojik ve ekonomik açıdan gelişmiş
ülkelerde eğitim ve öğretim etkinliklerinde filmlerin kullanılmasının geçen yüzyılın ilk
çeyreğine dayandığı bilinmektedir” (Demircioğlu, 2007, s. 77). Tüm bunlardan hareketle
denilebilir ki, film ve bu filmlerin analizi öğrencilerin yaratıcı ve eleştirel düşünme
becerilerinin gelişmesini sağlamaktadır.
Dil-Edebiyat Derslerinde Film Kullanmanın Faydaları
Filmlerin gerek görsel gerekse işitsel araçlardan olması, farklı duyu organlarına hitap
etmeleri sebebiyle eğitim-öğretimdeki önemi ve rolleri büyüktür. Bu araçlar aracılığıyla
dersler daha ilginç, basit ve anlaşılır bir biçimde öğretilebilmektedir. Eğitim öğretimde film
kullanımının faydaları, “öğrencinin dikkatini çekerek onları güdüler, dikkatini canlı tutar,
duygusal tepki vermesini sağlar, öğrenci tarafından anlaşılması zor olan kavramları
basitleştirir, şekiller yoluyla bilgilerin düzenlenmesini ve alınmasını kolaylaştırır, çoklu
öğrenme ortamları sağlar” (Dickinson, 1972; Barth ve Demirtaş 1997; Haydn 2000 akt.

810
Demircioğlu, 2007, s. 82; Demirel ve diğ., 2003, s. 83; Şimşek, 2002) olarak çeşitli
çalışmalarda da dile getirilmiştir.
Yöntem
Araştırmanın amacı ve önemi
Edebiyat eserlerinin yapısının ve anlatma biçimlerinin farkına varılması, bunlardan elde
edilebilecek olan estetik hazzı nasıl artırabiliyorsa, bir filmin nasıl kurgulandığının farkına
varmak da film izlemenin zevkini artırabiliyor (Kayaoğlu, 2016, s. 7). Dolayısıyla
çalışmada edebî eserin karakter, karakterler arası ilişkiler, döneme dair sosyo-kültürel
değerlendirmelerin sinema ile gerçekleştirilmesinin öğrenciler için kitaba yönelik daha
kalıcı bilgiler sağlayacağı, kitap ile sinemanın benzer ve farklılıklarını kavrayarak
öğrenmenin gerçekleştirilmesinin önemli olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda çalışmada
Cumhuriyet dönemi toplumsal geçekçi romancılarından Orhan Kemal’in Eskici ve Oğulları
adlı romanından uyarlanmış hâli ve analizi gerçekleştirilmiştir.
Araştırma grubu
Çalışma 2017-2018 eğitim öğretim bahar yarıyılında Türkçe öğretmenliğinde öğrenim
gören 2. sınıf öğrencileri ile gerçekleştirilmiştir. Bu öğrencilerin Yeni Türk Edebiyatı
dersini alıyor olması, Orhan Kemal’in Eskici ve Oğulları adlı romanını okumuş olması
kriterleri dikkate alınmıştır. Ayrıca çalışmada gönüllülük esas alınmıştır.
Verilerin toplanması ve analizi
Çalışma verileri, edebiyattan sinemaya adlı film çalışma/film çözümleme soruları ile
toplanmıştır. Etkinlik kâğıdı, edebî eserden uyarlanmış filme yönelik metin ile film
arasındaki farkı benzerlikleri ve filme dair unsurlara yönelik soruların yanı sıra, filmde
konu, kişiler, kişiler arası ilişkiler, zaman ve mekânı kapsayan sorulardan oluşmaktadır.
Verilerin analizinde, betimsel analiz tekniği kullanılmıştır. Bulguların yorumlanmasında
doğrudan alıntılara yer verilmiş; katılımcılardan yapılan doğrudan alıntılarda öğrencinin
numarasını ifade eden kodlamalar kullanılmıştır. Örnek olarak, 1 numaralı öğrenci (Ö1)
biçiminde verilmiştir.
Bulgular ve yorum
Filmler sosyal yapı edebî metin ilişkisini yansıtması yönleriyle en etkili görsel-işitsel
materyallerdendir. Dolayısıyla çalışmada arka planı yansıtmak üzere konuyla ve zamanla
bağlantılı olacak şekilde sosyal, ekonomik hayat üzerinde durulmuştur. “Edebiyat bilimi bir
anlamda kültür birikimidir ve bu özelliğinden dolayı en çok da sosyal bilimlerle ilişki ve
etkileşim içinde bulunur. Siegfried J. Schmidt’in de belirttiği gibi edebiyat bilimi bir sosyal
sistemdir (Schmidt, 1991, s. 7) ve bu özelliğiyle toplumun bileşenlerinden biri olan
edebiyatı inceler ve böylece kendisi de toplumsal bir olgu durumundadır. Bu anlamda
edebiyatın toplumsal gerçeklikle olan ilişkisi ve sosyal olguların kurmaca metinler
üzerinden betimlenmesi, edebiyat bilimi ile sosyoloji arasında ilişki kurulmasının temel
gerekçelerinden biridir” (Kayaoğlu, 2016, s. 13). Buna bağlı olarak öğrencilere okudukları
esere yönelik film izlemeden önce bir fotoğraf verilmiştir.
a) Görmüş olduğunuz fotoğrafların ortak özelliği ne olabilir? Bu sanatların tükeniyor
olmasının sebebi/sebepleri neler olabilir?
b) Fotoğraflarda görmüş olduğunuz tükenen el sanatları ile roman arasında nasıl bir
bağlantı kurdunuz? Açıklayınız.
c) Çevrenizde bu sanatlardan birisiyle uğraşan tanıdıklarınız var mı? Varsa uğraştığı işin
kaybolmasıyla ilgili şikâyetçi olduğu hususlar ve sebepleri neler? soruları yöneltilmiştir.
Amaç öğrencilerin dikkatini tükenmekte olan sanatlara ve bunun nedenlerine dikkat
çekmektir. Buna yönelik olarak fotoğraf, öğrencilerin okudukları eserin içeriğine
yönelik dönemin sosyal kültürel durumunu da yansıtan sanayileşme ve bunun getirdiği
olumsuzlukların geçimini ayakkabı tamirciliği ile sağlayan bir aileye yansıyan

811
olumsuzlukları üzerinden ele alınmıştır. Bu sorular dönemin sosyo-kültürel ve ekonomik
yapısı hakkında da bilgi vermektedir. Öğrencilerin verdikleri yanıtlar genellikle şöyledir:
“Bu fotoğraflarda el emeğine dayanan sanatlar yer almaktadır. Eskici’nin esleği olan
kunduracılığın önemini yitirmesi, el emeğinin önemini yitirmesi vurgulanmıştır” (Ö1).
“Makineleşmenin ardından el sanatları önemini yitirmiştir. Romanda yer alan kurgu da
ayakkabı tamirciliğine rağbet de gittikçe azalması ve ailenin yaşadığı sıkıntı
kurgulanmıştır” (Ö2).
“Bu sanatları insanlar yapıyordu. Sanayinin gelişmesiyle insan gücünün yerini makine
almıştır. Bu yüzden bu sanatlar tükenmiştir. Romanda Eskici’nin işi de bu sanatlardan
birisiydi” (Ö3).
“Küçük yerlerde yapılan el sanatlarıdır. Bu sanatların tükeniyor olmasının sebebi
gelişen teknolojidir. Filmde de ayakkabı dükkânı olan Eskici ve küçük atölyesi ile
bunun yok olması işlenir” (Ö4).
“Resimlerde el sanatları yer alıyor. Romanda da el sanatıyla uğraşan Eskici var. Ama
kazancı az, emeği fazla olan bir iş. Geçim derdinden başka işlere yöneliyorlar” (Ö5).
“Eski zamanlarda yapılan mesleklerdir. Sanayileşmenin gelişmesi bu sanatları
tüketmiştir. Romandaki Eskici de geçimini bu sanatlardan biriyle sağlıyordu” (Ö6).
“Fotoğraflarda günümüzde çok az yapılan el sanatları vardır. Bu sanatların tükeniyor
olmasının sebebi makineleşmedir. Fotoğraflarda da romanda da makineleşme sonucu
tükenmeye başlayan el sanatları vardır” (Ö7).
“Fotoğraflarda günümüzde teknolojinin ilerlemesinden kaynaklı olarak el işçiliğine
dayalı meslek gruplarının yerini makineli sistemler almıştır. Eskici dükkânı olan baba
artık işlerinin yürümediğini görüyor yani aslında el emeği olan işler bir bir
tükenmektedir” (Ö8).
“Hepsinin ortak özelliği el sanatı olması ve emeğe dayanması. Sanayileşmenin ve farklı
iş alanlarının ortaya çıkmasıyla el sanatlarına olan ilgi azalmıştır. Romanda da
kunduracılık yapan Eskici var” (Ö9).
“Eski zamanlarda yapılan mesleklerdir. Sanayinin gelişmesi bu sanatları tüketmiştir. O
dönemdeki kişiler bu el sanatları ile geçimlerini sağlıyordu. Romandaki Eskici de
böyledir” (Ö10).
“Fotoğraflarda görmüş olduğumuz zanaatların en büyük ortak özelliği hepsinin el
işçiliğine dayanması ve yok olmak üzere olmasıdır. Sanayileşmeyle birlikte yeni
fabrikaların kurulması ve üretimin hızlanması bu dükkânların kapanmasına neden
olmuştur. Romanın ana karakteri olan Eskici’nin küçük bir ayakkabı dükkânı vardır ve
sanayileşme tıpkı buradaki görsellerde olduğu gibi onu da başka işlerde çalışmaya
mecbur bırakmıştı” (Ö11).
“Sanayileşme ve makineleşmeyle birlikte bu zanaatler değerini kaybetti. Çünkü
makineler sayesinde seri üretim mümkünleşti. Romanda da ayakkabı tamirci dükkânı
işlememeye başlıyor. Çünkü seri üretimle birlikte ürünler ucuza mal olduğu için
insanlar eskiyen ayakkabılarının yerine yenisini almayı tercih ediyor olabilir” (Ö12).
“Hepsi el emeği ve kültürün bir parçası. Ortak özellik ise makineleşme ve sanayiyle birlikte
bu sanatların tükenmesi bir geçim kaynağı olarak ortadan kalkmaları. Romanın önemli bir
özelliği olan toplan Eskici’nin de mesleğinin ayakkabı tamircisi olması. Daha sonra maddi
getirisini sağlayamadığı için yaşadıkları sıkıntılara ışık tutması” (Ö13).
“Fotoğraflarda, geçmişte insanların hayatında büyük bir önem taşıyan el sanatları yer
almaktadır. Bu el sanatları o dönemin bu işle uğraşan insanların geçim kaynağıdır.
Romanda Eskici’nin dükkânını satarak mesleğini kaybetmesi ile fotoğraflarda
günümüzde artık yapılmayan el sanatları arasında bir bağlantı kurdum” (Ö14).
“Eski dönemlerde popüler olmuş olması ortak özelliği. Günümüzde ise makineleşme ve
değişen kültür ögeleriyle yok olmaya yüz tutmuşlardır” (Ö15).

812
Öğrencilerden bir kısmı artık bu sanatların yapılmadığını düşünmektedir. Öğrencilerden
bu sanatlardan birisiyle uğraşan bir tanıdıkları olduğunu ifade eden olmamıştır.
Filme göre bu sırada sosyal, ekonomik hayat nasıldır?
“Sosyal hayatta mahalle baskısı var. Topal Eskici ile dalga geçiyorlar. Ekonomik
hayatta kunduracılıkta geçimlerini sağlayamıyorlar. Çukurova’ya pamuk toplamaya
gidiyorlar” (Ö1).
“Savaştan kaçanlar zengindir. Fakat genel olarak halkın içinde orta halli denecek
kimse yoktur. Mahalle ortamı var. Komşuluk ilişkileri dedikodu ve samimiyet içeriyor.”
(Ö2). “Sosyal hayat çok kötüdür. Eskici’nin dükkânı para kazanmamaktadır. Buradan
yoksulluk olduğunu anlıyoruz. Herkes kıt kanaat geçinmektedir. Pamuk toplamak çok
zordur ancak parası iyidir. Ekonomi de çok kötüdür bu nedenle pamuk toplamaya
giderler” (Ö3).
“Dönemin sosyal ve ekonomik hayatına baktığımız zaman küçük atölyeler o dönemde
yaygın gözüküyor. Ancak sanayinin gelişmesi ile birlikte bu atölyeler kapanıyor ve
insanlar ekonomik bunalımlara sürükleniyor. Köyden kente göç önem kazanıyor” (Ö4),
(Ö5).
“Fakirlik baş göstermektedir. ancak ırgatlık da alay konusudur” (Ö6), (Ö10).
“İnsanlar maddi anlamda sıkıntıda. Kadınlara değer verilmemekte (Ö7).
fakirlik belirgin şekilde görülmekte bu sebeple insanlar başka işlere de yöneliyor”
(Ö8), (Ö14).
“Ekonomik hayat kötü. Geçim telaşesi hakim” (Ö9).
“Makineleşme ve sanayileşmenin hız kanadığı, işçi sınıfının oluşmaya başladığı dönem.
Pamuk tarlasında çalışan işçilerin şartları çok kötü. Devletin onlara verdiği bir
güvence yok. Bireye ait işletmelerin ayakta durmakta zorlandığı bir dönem olduğunu
söyleyebiliriz” (Ö10), (Ö11).
“Ekonomi henüz kalkınma aşamasında. İnsanlar yobaz” (Ö15).
Edebiyat metinleri gibi filmlerde bir gösterge sisteminden yararlanarak kurmaca bir
öykü anlatır. Edebiyatta da filmde de temel paradigmalar mekân, figür, olay ve
zamandır ve anlatım bu ögeler üzerinden adım adım kurulur (Mundt 1994: 24 akt.
Kayaoğlu, 2016, s. 59). Dolayısıyla çalışmanın ikinci bölümünde filmde konu, mesaj,
kişiler/figürler, kişiler arası ilişkiler, zaman ve mekâna yönelik sorular yer almıştır.
“Film çözümlemesi için temel bir modelin artık genel kabul gördüğünü ve bu modelin
ne, kim, nasıl, niçin sorularına yanıt aranması biçiminde tanımlanabileceğini belirtiyor”
(Faulstich, 2002, s. 25-26 akt. Kayaoğlu, 2016).
a) Filmin ana konusu nedir?
“Aileyi bir arada tutmaya çalışan, bir bacağını kaybetmiş bir babanın geçim sıkıntısı”
(Ö1).
“Toplum sorunları, bir ailenin geçim sıkıntısı, ekmek parası” (Ö2).
“Konusu fakirliktir. Fakirlik sonucu dağılan aile ve sonrasında her koşulda birbirini
bırakmayan ailedir” (Ö3).
“Ekonomik sıkıntılar yaşayan bir ailenin yaşam savaşı” (Ö4, Ö5).
“Yoksulluktan dağılan bir ailenin yeniden birleşmesidir” (Ö6,
Ö10). “Geçim sıkıntısının doğurabileceği sonuçlar” (Ö7).
“Geçim sıkıntısının insanlar üzerinde oluşturduğu olumsuz etki” (Ö9). “Sanayileşmeyle
birlikte geçim sıkıntısı yaşamaya başlayan küçük esnafların verdiği hayat
mücadelesidir” (Ö11).
“Fakirlik, zorlu çalışma koşulları” (Ö12).
“Küçük işletmelerin kendilerine yetememesi ve zorlu çalışma koşulları” (Ö13).
“Eskici ve oğullarının hayallerini gerçekleştirmek için verdikleri mücadele
(Ö14). “İnançları uğruna pes etmeden mücadele etmek” (Ö15).

813
Film hangi zamanda/dönemde geçiyor?”
“1950-60 arası” (Ö1, Ö4, Ö7, Ö8).
“Yaz ayları baba Trablusgarp gazisi en az 20-30 yıl sonra dolayısıyla 1940lı yıllar”
(Ö2, Ö3, Ö5).
“Sanayileşmenin başladığı 1950-60lı yıllar” (Ö11).
“1950li yıllar İsmet İnönü’nün iktidar olduğu yıllar” (Ö12,
Ö13). “Sanayileşmenin ortaya çıktığı 1940lı yıllar” (Ö9).
Filmde hangi şehirler ve mekânlar yer almaktadır?
Genel olarak verilen ortak cevaplar Adana Çukurova, pamuk tarlası, esnaflar
sokağı, dükkânlar, atölyelerdir.
Filmde hangi kadın karakterler yer almaktadır? Karakterlerin bedensel, sosyal, zihinsel
özellikleri nasıl? Filmdeki karakterin kişiliği ile dış görünüşü arasında nasıl bir ilişki
kurulmuş?
Öğrenciler genel olarak Topal Eskici’nin karısı, Mehmet’in eşi ve Zeliha’ya yönelik
fiziksel ve ruhsal tasvir ve ilişkilendirmeler yapmışlardır. Diğer yardımcı
karakterlere yönelik bir ifadeye rastlanmamıştır.
Filmde hangi erkek karakterler yer almaktadır? Karakterlerin bedensel, sosyal, zihinsel
özellikleri nasıl? Filmdeki karakterin kişiliği ile dış görünüşü arasında nasıl bir ilişki
kurulmuş?
Eskici’nin oğulları Mehmet, Ali ve Eskici’nin damada yönelik fiziksel ve ruhsal
tasvir ve ilişkilendirmeler yapmışlardır. Öğrenciler diğer yardımcı karakterlere dair
görüş bildirmemişlerdir.
Filmin edebiyattan farkı, görüntünün ve sesin etkileme gücüyle izleyiciye duyguları
çok daha yoğun biçimde yaşatabilmesidir (Kayaoğlu, 2016, s. 5). Üçüncü bölümde
edebî eserden uyarlanmış filme yönelik metin ile film arasındaki farkı, benzerlikleri
ve filme dair unsurlara yönelik sorulara yer verilir. Bunlardan örnekler şöyledir:
Filmde sergilenen oyunculuk doğal mı? Abartılı mı? (ses tonu, mimik, beden dili,
şive, aksan vb.)
“Doğaldı fakat şive yapılamadı”(Ö2, Ö12,Ö13, Ö15).
“Oyunculukları doğal buldum. Oyunculuk çok iyiydi. Herkes rolünü çok iyi
yaptı. Abartılı bir oyunculuk yoktu”(Ö1,Ö3,Ö4, Ö5,Ö6,Ö9,Ö10,Ö11).
“Doğal değildi. Sanki biraz abartılıydı”(Ö7, Ö8).
Filmdeki diyaloglarda ifade edilen duygular ve düşünceler sahnelere uygun mu?
“Uygun ve başarılı”(Ö1,Ö2,Ö13).
“Uygun ancak bazen Eskici’nin düşünceleri ile duyguları çelişiyor
gibiydi”(Ö3). “Diyaloglar güzeldi. Bazı bölümler daha iyi olabilirdi”(Ö4).
“Annenin komşulara isyanı olsun, kadınların tavırları olsun sahnelere
uygundu”. İşçilerin pamukta yaşadıkları iyi yansıtılmış”(Ö8).
“Diyaloglarda fazla argo vardı”(Ö14).
Filmdeki diyalogların eserin anlatılmasında nasıl bir işlevi olabilir?
“Gözümüzün önünde olayın canlandırılıp daha kolay kavranmasını sağladı” (Ö1).
“Toplumu yansıtan sözler vardı. Ekmek parası vurgusu vb”. (Ö2).
“Diyalog şeklinde olması daha iyi kavramamızı sağladı”Ö3).
“Diyaloglar öyküye bir akıcılık getiriyor”(Ö4).
“Öykünün ruhunu veriyor”(Ö5).
“Dönemin aktarılması kolaylaşmıştır”(Ö6).
“Daha anlaşılır oldu”(Ö8).
“Dönemin aktarılmasını kolaylaştırmıştır”(Ö10).
“Konuşurken bazen geçmişten bahsetmeleri hikâyeyi belirginleştirmiş”(Ö12).

814
“Diyaloglar taşra kesimin yaşamına iz tutuyor ve oradaki doğal
ortamın yansıtılmasında önemli bir etki sağlıyordu”(Ö13).
“Filmdeki diyaloglarla öykü daha dikkat çekici ve etkileyici bir hal almıştır”(Ö14).
Arka plan müzikleri nasıl bir atmosfer oluşturuyor? Karakterlerin ruh hâline ilişkin
hangi ipuçlarını veriyor?
“Arka plan müzikleri duygu değişimlerine uygundu. Ailenin
yaşadıkları/çektikleri müzikle de hissettirildi”(Ö1).
“Sahneleri çok iyi vurguluyor. Ben beğendim fakat karakterlerin ruh halini
yansıttığı söylenemez”(Ö2).
“Fon müziği insanı çok etkiliyor. Duygusal bir sahnede üzücü bir fon müziğiyle o
sahne daha duygusal bir hale geliyor. Müzik insanı etkiliyor. Arka plan müzikler o
dönemin trajik yanını ortaya koyuyor”(Ö4).
“Duyguyu daha yoğun veriyor. Ruh durumlarını yansıtıyor”(Ö5).
“Bence arka plan müzikleri güzeldi. Filmin duygusunu bizlere iyi aktardı.
Karakterlere dair bizlere duygusal ve sert oldukları ipuçlarını veriyor”(Ö6).
“Arka plan müzikleri hüzünlü bir atmosfer oluşturuyor. Karakterlerin ruh
hallerini tamamıyla yansıtıyor”(Ö7).
“Müzik beni duygulandırdı. Duygusal sahneler daha belirginleşti”(Ö8).
“Çok dramatik ve duygusal. Film zaten dram içeriyor, konuyla verilen müzikte
dram içeriyor”(Ö9).
“Arka plan müzikleri güzeldi. Film duygusunu yansıttı. Karakterlere ilişkin
ipuçları veriyor”(Ö10).
“Müzik gergin anlarda o duyguyu vermekte etkili oldu”(Ö12).
“Arka plan müzikleri sahnenin daha çok anlamlanmasına ve duygunun
geçişine yardımcı olması açısından güzeldi”(Ö13).
“Arka plandaki fon müziği duygusal olduğu için izleyenleri kendine bağlayıcı bir
etki oluşturuyor. Karakterlerin yaşadığı zorluklarla müzik arasında bir bağlantı
kurulmuştur”(Ö14).
Filmdeki gerçeklik ile derste öğrendikleriniz örtüşüyor mu? Farklılıklar var mı neler?
Genel ortak görüş “evet örtüşüyor” yönündedir.
4. Filmler anlama-anlatma gibi temel dil becerilerinin kazandırılması yönüyle en etkili
görsel-işitsel materyallerdendir. Buna yönelik olarak dördüncü bölümde, öğrencilerin
filmle ilgili üzerinde durulan/durulması gereken değerler, Filmin nasıl sona ermesini
beklerdeniz? Filmden neler öğrendiniz? Film sizde ne ile ilgili merak uyandırdı? Filmi
seyrettikten sonra aklınıza takılan soru/lar oldu mu? Neler Filmde sizi en çok etkileyen
hangi sahneydi? Neden? vb. düşünceleri sözlü ve yazılı olarak alınmalıdır. Dolayısıyla
son bölümde sözlü iletişime yönelik fikir alışverişi maksatlı sorulara yer verilmiştir:
Filmden yardımseverlik, hoşgörü, adalet, çalışkanlık, aile birliği, umutlu olma,
iyimserlik vb. ile ilgili şeyler öğrendiniz mi? Neler öğrendiniz? Yorumlayınız.
“Filmin sonunda oğulları için dükkânını satan bir babanın çocuklarına olan sevgisi,
aile birliğini gördüm”(Ö1).
“Bir babanın çocukları için iyiliği istemesi, ailenin birlik beraberlik içerisinde hareket
etmesi güzeldi”(Ö2).
“Filmde hoşgörü, iyilik hepsi vardı. Eskici’nin oğulları içim dükkânı satması ve
oğullarını pamuk tarlasında bırakmaması” (Ö3).
“Çalışkanlık, aile birliği, açısından baktığımız zaman tüm ailenin birlikte pamuk
tarlasına gitmesi”(Ö4).
“Filmin sonunda aile birliği işlenmiş. Filmin içinde de adaletsizlik vardı. Çalışanın
hakkı verilmedi. Bunların yanlış olduğunu biliyoruz. Aile birliğinin çok önemli
olduğunu bizlere güzel bir örnekle anlatmışlar”(Ö6).

815
“Eskici çocuklarına karşı ne kadar bağırsa da aslında onları çok seviyor ve yaptığı
her şeyde onların iyiliğini düşünüyor”(Ö7).
“Filmde her şeye rağmen birlik olan aile beni çok etkiledi. Babasının eksik
görülen ayağına rağmen pamukta işçi olarak çalışması çok büyük fedakârlıktı.
Dönemin yoksullukla sınanan birçok ailenin dramını bize yansıttığını
gördük”(Ö8).
“Pek göremedim. Adalet yok. O kadar çalışıyorlar avans alamıyorlar (Ö9).
“Filmin içinde çalışkanlık var. Ne olursa olsun o zaman küçük görülen ırgatlığa
kadar gidip çalışıldı. Aile birliği film sonunda yansıtıldı. Eskici oğullarını
kurtarabilmek için dükkânı sattı”(Ö10).
“Bütün yaşananlara rağmen ailesine büyük bir sevgi besleyen vefakâr bir insanının
fedakârlıklarını gördüm ve o dönemdeki insanların zorlu yaşam koşullarını
öğrendim” (Ö11).
“Evet. Topal Eskici ailesi için fedakârlık yaptı. Ne kadar aralarında çatışmalar olsa
da zor günlerinde kenetlendiler”(Ö12).
“Yardımseverlik vardı. Tam anlamıyla bir aile kenetlenmesi vardı. Herkesin tarlaya
gitmesi, topal Eskici’nin çocukları için sevdiği dükkânını satmak zorunda kalması tam
anlamıyla birbirine kenetlenmiş bir aileyi temsil ediyor. En sonunda herkesin
fabrikada çalışıp işleri bozulsa bile umutlu olmaları ve yılmamaları güzeldi”(Ö13).
“Zor durumda kalan insanlara her zaman yardım eli uzatmalıyız. Uzaktan onların
çaresiz hallerini izlememeliyiz. Her ne kadar zor durumda kalmış olsak da
birbirimizi kırıcı sözler söylememeliyiz ve sabretmeliyiz”(Ö14).
“Bir şey öğrenmedim tazeledim sadece”(Ö15).
b) Filmin nasıl sona ermesini beklerdeniz?
“Filmin sonunun yine bu şekilde bitmesini isterdim. Çocuklarına olan sevgi
ve merhametini yansıtan bir baba olarak son sahnede ailesine olan bağlılığını
göstermiştir” (Ö1).
“Bence film güzel bitiyor. Ailenin sofrada dağılan huzurundan sonra tekrar bir
sofra başında huzurlu yaşamlarıyla bitebilirdi” (Ö2).
“Filmin sonu daha iyi bitebilirdi. Sonunda yine bir hüzün vardı. Güzel bir evde,
güzel yemeklerle masa başında otururken herkes eğlenirken bitse daha iyi olabilirdi”
(Ö3). Ben olsam filmi Eskici’nin oğullarını kaybetmesi ve dükkânı satıp şehirde
kalmasıyla bitirirdim” (Ö4, Ö5).
“Ailenin fakirlikten kurtulmasını isterdim” (Ö6).
“Filmin biraz daha mutlu bitmesini ve insanların hayatlarının daha
güzelleştiğini görmek isterdim” (Ö8).
“Eskici’nin dükkânını satmasını istemezdim” (Ö9).
“Ailenin mutluluğa ve refaha ulaşarak bitmesini isterdim” (Ö10).
“Eskici’nin oğullarının ölmesi ile sonuçlanmasını bekliyordum” (Ö11).
“Pamuk tarlasında para kazanıp dükkânlarını yenilemelerini ve işverenin
ölmesini isterdim” (Ö12).
“Maddi olarak durumlarının düzelmiş şekilde tarladan dönemlerini ve hayal ettikleri
gibi dükkânı yenileyip güzel bir şekilde hayatlarına devam etmelerini
isterdim”(Ö13). c) Filmden neler öğrendiniz?
“Aileye olan bağlılık ve o zamanlardaki sosyo-ekonomik yapı”(Ö1).
“Geçimin zorluğu, hastalıkta ailenin nasıl olması gerektiği, işçiliğin
zorlukları”(Ö2) “Filmden pamuğun ve işçiliğin ne kadar zor bir iş olduğunu ve o
dönemin ne kadar zorlu koşullar alında yaşadıklarını öğrendim. Dönemin sosyal,
kültürel ve ekonomik yönlerini öğrendim”(Ö3).
“Filmden eski dönemdeki şartları ve sosyal olayları öğrendim”(Ö4).
“O dönem sosyal artlarını öğrendim”(Ö5).

816
“Sabır ve umut etmeyi öğrendim. Aile olarak birbirine bağlanmayı
öğrendim”(Ö6, Ö10).
“Filmden o dönem Türkiyesinin Adana kısmını görmüş oldum. Artık sanayileşmeyle
birlikte de el emeği dükkânın kapandığını ve fabrikalara yönlendiğini fark ettik
(Ö7). “Zamanın işçi kavramı” (Ö8).
“Geçim sıkıntısı insanların psikolojisini bozuyor. ekonomik hayat önemli (Ö9).
o dönemdeki insanların zorlu yaşam koşullarını öğrendim(Ö11).
“O yılların sosyo-ekonomik durumunu ve aile kavramının önemini öğrendim (Ö12).
fedakârlık kavramının değerini daha da çok anlamama yardımcı oldu bu film. Her ne
olursa olsun umut etmeyi, kenetlenip aile olabilmenin güzelliklerini, dönemin şartları
ve insanların çektiği sıkıntıları öğrendim. Ve her dönemin yazılan eserlerde izler
barındırdığını öğrendim”(Ö13).
“Filmden o dönemde yaşayan insanların geçim sıkıntısı sebebiyle yaşadıkları
zorlukları öğrendim”(Ö14).
Film sizde ne ile ilgili merak uyandırdı? Filmden sonra neyi/neleri merak
ediyorsunuz?
“Pamuk işçilerinin yaşamlarını, sıkıntılarını merak
ettim”(Ö1). “Eskiciye ne olduğunu merak ediyorum”(Ö2).
“Pamuk işçiliğini ve sıtma hastalığını merak ettim. Ve hala günümüzde aynı
şekilde yapılıp yapılmadığını merak ettim”(Ö3).
“Filmin geçtiği dönemi çok merak ettim”(Ö4).
“Eskici ve oğullarına daha sonra ne
oldu?”(Ö5).
“Eskici ve oğulları arasındaki bu birlik ve beraberlik sonrasında devam edecek mi?”
(Ö6, Ö10).
“Acaba en sonunda fabrikada çalışan oğullarının eski küçük dükkândaki mutluluğu
ve samimiyeti hala korudular mı?”(Ö8).
“Hala geçimini zanaatla sağlayan ve el işçiliği yapan dükkânların kalıp
kalmadığını merak ettim”(Ö11).
“Pamuk tarlası ve işçiliği merak uyandırdı”(Ö12).
“Filmde merak ettiğim unsur, Eskici’nin dükkânının neden diğer dükkânlar
gibi işlemediği”(Ö14).
Filmi seyrettikten sonra aklınıza takılan soru/lar oldu mu? Neler?
“Acaba enişte aynı iyilik seviyesinde ne kadar devam etti?”(Ö2).
“Eskiciden dükkânı alan kişi kazanç sağlayabildi mi?”(Ö4).
“Eskici dükkânı sattıktan sonra Hayatları nasıl devam etti /geçimlerini
nasıl sağladılar?”(Ö8, Ö11).
“O yıllarda devletin işçi haklarını neden güvence altına almadığı ile ilgili
sorular oluştu”(Ö12).
“İnsanların o dönemdeki yaşam şartları ve geçin sıkıntısıyla nasıl baş ettikleri merak
uyandırdı. Makineleşmeyle birlikte küçük esnafın geçim sıkıntısından dolayı girdiği
zor durumlara devletin neden destek sağlamadığı”(Ö13).
“Pamuk tarlasında çalıştıktan sonra paralarını aldılar mı?”(Ö14).
f) Filmde sizi en çok etkileyen hangi sahneydi? Neden?
“Eskici’nin oğullarını kurtarmak uğruna sattığı dükkânı ile vedalaşması
çok etkileyiciydi”(Ö1).
“Babanın doktorum yakasına tutunup yalvardığı sahne”(Ö2).
“En çok etkilendiğim sahne Eskici’nin oğlu Mehmet’ten af dilemesi ve onlara
hastanede sarılışı, ağlayışı” (Ö3).
“Eskici’nin oğlu Mehmet’e yumruk atma sahnesiydi çünkü hiç beklemiyordum (Ö4).
Babanın dükkânı sattığı sahne”(Ö5, Ö6. Ö8, Ö14).

817
“Sıtma hastalığına yakalanıp hastaneye kaldırılmaları. Ölecekler sandım”(Ö9).
“Sıtma hastalığına yakalanıp hastaneye kaldırılma sahnesinden çok etkilendim. Çünkü
yoksulluğun çok acımasız ve insanı bu durumlara getirebilmesi beni üzdü (Ö10).
Eskici’nin hastalanan çocuklarını kurtarması için doktorun elini öpmeye çalışması
beni en çok etkileyen sahneydi; çünkü Eskici’nin aslında evlatlarını çok seven fedakâr
bir baba olduğunu gördüm”(Ö11).
“Topal Eskici’nin tarlada yürürken düşmesinden ve oğlunun onu
kaldırması sahnesinden”(Ö12, Ö13).

Sonuç ve Öneriler
Çalışmada, edebî esere ve eserden uyarlanmış filme yönelik sorular dört bölüme
ayrılmıştır. Birinci bölümde öğrencilere arka planı yansıtan konuyla ve zamanla
bağlantılı olacak şekilde sosyal, ekonomik hayata ve okudukları esere yönelik film
izlemeden önce bir fotoğraf verilmiştir. Öğrenciler fotoğraflardan hareketle edebî
metinde ve filmde yer alan makineleşmenin ardından el sanatlarının –romanda ayakkabı
tamirciliğinin- önemini yitirmesi, sanayinin gelişmesiyle insan gücünün yerini
makinenin alması, ekonomik zorluklar, ailenin yaşadığı sıkıntılar üzerinde durmuşlardır.
Dönemin sosyal, ekonomik hayatı da yine buradan hareketle, sanayinin gelişmesi ile
birlikte bu atölyelerin kapanması, insanların ekonomik bunalımlara sürüklenmesi,
köyden kente göçün önem kazanması üzerinden ele alınmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümünde, konu, mesaj, kişiler/figürler, kişiler arası ilişkiler, zaman
ve mekâna yönelik sorular yer almıştır. Konuya yönelik, o döneme hâkim olan
ekonomik sıkıntıların bir aile üzerinden aktarıldığı belirtilmiş, zaman ise -filmde
Trablusgarp savaşı ve İsmet İnönü resmi gibi ayrıntılara dikkat eden öğrenciler
tarafından- 1940-50 arası olarak belirtilmiş, bazı öğrencilerce pamuk toplama zamanı,
yaz gibi cevaplar da verilmiştir. Mekânın Çukurova, Adana olduğu kolayca bilinmiş.
Kadın ve erkek karakterler de yine tek tek tanıtılabilmiştir.
Çalışmanın üçüncü bölümünde, edebî eserden uyarlanmış filme yönelik metin ile film
arasındaki farkı benzerlikleri ve filme dair unsurlara yönelik oyunculuklar genel olarak
doğal bulunmuş; ancak şive yapılmadığı da belirtilmiş. Diyalogların filme ve esere
canlılık, akıcılık sağladığı, esere ruh verdiği belirtilmiştir. Arka plan müziklerinin genel
olarak beğenildiği, karakterlerin ruh hâllerini, duyguyu daha yoğun hissetmeyi sağladığı
ifade edilmiştir. Öğrenciler, filmdeki gerçeklik ile derste öğrendiklerinin örtüştüğünü
belirtmişlerdir. Sinemaya aktarılan metinle eser arasında çok büyük farklar görülmemiş;
romandaki kişiler ve kişiler arası ilişkilerin filme yansıtılması başarılı bulunmuştur.
Kitapta verilen zamanla ve sosyal hayatla ilgili değerlendirmelerin filme aktarımı da
başarılı bulunmuş öğrenciler değerlendirmelerini bu yönde gerçekleştirmişlerdir.
Çalışmanın son bölümünde öğrencilere, sözlü iletişime, anlatma becerisine yönelik fikir
alışverişi maksatlı filmle ilgili üzerinde durulan/durulması gereken değerler, filmin nasıl
sona ermesini beklerdiniz? Filmden neler öğrendiniz? Film sizde ne ile ilgili merak
uyandırdı? Filmi seyrettikten sonra aklınıza takılan soru/lar oldu mu? Filmde sizi en çok
etkileyen hangi sahneydi? Neden? vb. sorulara yer verilmiştir. Öğrencilerin genel kanaatleri
yoksulluğa karşı verilen aile birliği ve sevgi değerinin ele alındığıdır. Ayrıca işçi sınıfı
açısından adaletin olmadığı da ifade edilmiştir. Filmin sonu için beklentilerinin, geçim
sıkıntısının bitmesi ve ailenin parasal açıdan refaha kavuştuğunu görmek olarak ifade
etmişlerdir. Filmden elde edilen kazanımlar açısından sabır ve umut etme, dönemin
şartlarının zorluğunu görme, sanayileşmenin el emeği işçiliğe yaptığı olumsuz etkiyi anlama
olarak belirtmişlerdir. Öğrencilerin filmi sonunda merak ettikleri, kafalarına takılan
soruların neler olduğuna yönelik verilen cevaplar geçimini zanaatla sağlayan ve el işçiliği
yapan dükkânların kalıp kalmadığı, pamuk işçiliği, sıtma hastalığı, filmin

818
geçtiği dönem, Eskici ve oğullarına daha sonra ne olduğu, makineleşmeyle birlikte
küçük esnafın geçim sıkıntısından dolayı girdiği zor durumlara devletin neden destek
sağlamadığı yönünde olmuştur.
sanat olan sinemanın olanakları ile edebiyatın anlatım gücünü birleştirmek öğrencilerin
yaratıcılıklarını, düşünce gücünü geliştirmektedir. Nitekim Sever (2007)’inde ifade ettiği
gibi “Güzel sanatların olanakları ile edebiyatın anlatım gücünü birleştirmek öğrencilerin düş
ve düşünce gücünü; başka bir deyişle, yaratıcılıklarını geliştirir”. Dolayısıyla, öğrencilerin
birden çok duyu organına hitap eden sinema gibi uyaranlarla birlikte gerçekleştirilen eğitim-
öğretim etkinliklerinin öğrenme sürecinde düşünme, tartışma, düşüncelerini ifade etme
becerisi kazandırmada etkili olduğu düşüncesindeyiz. Buna yönelik olarak öğrencilerin
üniversite öncesi öğretim basamaklarında film yorumlama, film analizi gibi derslere aşina
olmalarının hem üniversitede hem de genel olarak hayatta eleştirel düşünme, yorum
yapabilme kabiliyetlerini geliştirebileceği düşüncesindeyiz. Bu anlamda, lise ders
müfredatlarına kitle ve iletişim, film ve edebiyat, film çalışmalarına giriş gibi derslerin
konulması önerilebilir.

Kaynaklar
DEMİRCİOĞLU, İsmail, Hakkı (2007). “Tarih Öğretiminde Filmlerin Yeri ve Önemi”
bilig, S. 42, s. 77-93.
DEMİREL, Özcan. (1993). Yabancı Dil Öğretimi İlkeler Yöntemler Teknikler, Usem
Yayınları, Ankara
DEMİREL, Özcan, SEFEROĞLU,Süleyman Sadi. ve YAĞCI, Esed (2002). Öğretim
Teknolojileri ve Materyal Geliştirme, Pegem A Yayıncılık, Ankara
KAYAOĞLU, Ersel (2016): Edebiyat ve Film Edebiyat Bilimi Yaklaşımıyla Film
Çözümlemesine Giriş, Hiperlink Yayınları, İstanbul
SEVER, Sedat (2007). “Türkçe Öğretiminde Sanatsal Bir Uyaran Olarak Karikatürün
Kullanılması” VI. Ulusal Sınıf Öğretmenliği Eğitimi Sempozyum Kitapçığı. Anadolu
Üniversitesi, Eskişehir
ŞİMŞEK, Nazmi (2002). Derste Eğitim Teknolojisi Kullanımı, Nobel Yayınları, Ankara

TUVA TÜRKÇESİNDE GÖRÜLEN +KILA-, +ÑAYIN- , +ÇA- , +Y-, +ŞAARA-


EKLERİ ÜZERİNE
1
Buket BARAN
Özet
Güneydoğu Sibirya grubu Türk lehçelerinden olan Tuva Türkçesindeki fiil yapma konusu
oldukça dikkat çekicidir. Tuva Türkçesinde 46 fiil türetme ekinin bulunduğu ve bu eklerin
25’inin isimden fiil türettiği, 21’inin fiilden fiil türettiği, 5 ekin ise hem isimden fiil ( +A-,
+I-,+(I)k-,+kIlA-,+ÑAyIn-)hem de fiilden fiil (-A-,-I-,-(I)k-,-KIlA-,-ñAyIn-) türettiği
belirlenmiştir. Tuva Türkçesinde isimden fiil yapan ekler Genel Türk dili alanı içerisinde
farklı bir konum sergilemektedir. Bu bildiride Türk dili alanında tespit edilemeyen yalnızca
Tuva Türkçesinde görülen isimden fiil yapma eklerine değinilecektir. Tuva Türkçesinde
görülen isimden fiil yapmak eklerinin yapısal özellikleri ve işlevleri gözönüne alınarak ekin
kökeni hakkında bir sonuca varmaya çalışılmıştır. Tuva Türkçesinde +kIlA- ekinin yansıma
sözcüklerden fiil türettiği tespit edilmiştir. Ekin bu

Arş. Gör., Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
Anabilim Dalı

819
işlevi Türk dili alanında tespit edilememiştir. Tuva Türkçesinde yansıma sözcüklerden
fiil türeten bir diğer ek ise +ÑAyIn- ekidir. Tuva Türkçesinde tek biçimi görülen +ça-
ekine, Altay (+ça- /+çı-) ve Uygur Türkçelerinde (+ca-, +ça- /+çe-) de rastlanmaktadır.
Ekin Tuva Türkçesindeki işlevleri göz önüne alındığında Altay ve Uygur Türkçesinde
de görülen +çA- ekiyle yalnızca biçimsel açıdan benzerlik kurulabilir. Tuva Türkçesi
gramerlerinde +y- ekiyle ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Khabtagayeva ekin isimden
fiil türettiği ve Moğolcadan ödünçleme bir ek olduğu görüşündedir. Tuva Türkçesinde
isimden fiil türeten bir diğer ek ise +ŞAArA- ekidir. Ek Türk dili alanında tespit
edilememiştir. Bu eklerden bazıları yalnızca Tuva Türkçesinde has bir konum
sergilerken bazılarının Moğolcadan ödünçleme ekler olduğu ya da Moğolcadan
ödünçleme sözcüklerden fiil türettiği dikkat çekmektedir.
Anahtar Sözcükler: Tuva Türkçesi, Söz Yapımı, İsimden Fiil Yapma
Ekleri. Giriş
Eski Türkçenin dil özelliklerini koruyan ve çağdaş Türk dili alanının Sibirya kolunda
önemli bir yere sahip olan Tuva Türkçesinin söz yapım biçimlerinin araştırılması, Türk
dilinin tarihsel ve çağdaş alanındaki biçim birimlerin karşılaştırmalı olarak incelenmesi
açısından önem taşımaktadır. . Tuva Türkçesinde isimden fiil yapan ekler Genel Türk
dili alanı içerisinde farklı bir konum sergilemektedir. Bu sebeple Türk dili alanında
tespit edilemeyen ve yalnızca Tuva Türkçesinde görülen isimden fiil yapma eklerine
değinilerek Tuva Türkçesinde görülen isimden fiil yapmak eklerinin yapısal özellikleri
ve işlevleri göz önüne alınarak ekin kökeni hakkında bir sonuca varmaya çalışılacaktır.
1. {+kIlA-}
1.1. Tuva Türkçesinde {+kIlA-} Eki
Tuva Türkçesinde +kIlA- eki kalınlık-incelik, düzlük-yuvarlaklık uyumuna göre +kıla-/
+kile-,+kula-/+küle- şeklinde eklenmektedir. Tuva Türkçesinde çok işlek olarak
kullanılmamaktadır. Bu ek ile türetilmiş 11 fiil tespit edilmiştir.
1.1.1.Tuva Türkçesinde {+kIlA-} Ekinin İşlevleri
Asıl işlevinin bir kılışı tekrar tekrar yapma anlamında fiilden fiil türetme olan +kILA-
ekinin yansıma sözcüklere eklenerek +KIr(A)- eki gibi yansıma fiiller türettiği
görülmektedir. Bu işlevde çok işlek olarak kullanmamaktadır.
*çık (yansıma ses) +kILA- > çıkkıla- ‘tınlamak’ (TuvRuSl, 554)
* xok (yansıma ses) +kILA- > xokkula- ‘hok diye ses çıkarmak’
(TuvRuSl, 480)
*xök (yansıma ses) +kILA- > xökküle- ‘hök diye ses çıkarmak’
(TuvRuSl, 488)
*şak ‘(yansıma ses)’ +kILA- > şakkıla- ‘şaklamak’ (TuvRuSl, 565)
*şok (yansıma ses) +kILA- > şokkula- ‘şok diye ses çıkarmak’
(TuvRuSl, 577)
*tak (yansıma ses) +kILA- > takkıla- ‘takırdamak’ (TuvRuSl, 404)
*tık (yansıma ses) +kILA- > tıkkıla- ‘tıklamak’ (TuvRuSl, 429)
*tik (yansıma ses) +kILA- > tikkile- ‘tik diye ses çıkarmak’ (TuvRuSl, 413)
*tok (yansıma ses) +kILA- > tokkula- ‘toklamak’ (TuvRuSl, 415)
* tök (yansıma ses) +kILA- > tökküle- ‘tök diye ses çıkarmak’
(TuvRuSl, 418)
1.2. Moğolcada {+gilA-} Eki
Ujiyediin Çağdaş Moğolcada +gila-/+gile- ekinin, +gira-/+gire- ve +gi-
ekleriyle aynı işleve sahip olup yansıma sözcüklere eklenerek fiil türettiğini belirtir.
Örneğin; çalgila- ‘şaplamak, şıplamak’, dargila- ‘gürültülü bir şekilde koşmak’,
qalgila-‘batmadan yüzmek’gibi örnekleri bulunmaktadır (Ujiyediin 1998: 74).

820
2. {+ÑAyIn-}
2.1. Tuva Türkçesinde {+ÑAyIn-} Eki
Tuva Türkçesinde kalınlık-incelik durumuna göre ünlü ile biten sözcüklerden sonra
+ñayın-/+ñeyin- (nadiren de +gayın-/+geyin-), sonu -rt ses grubuyla biten sözcüklerden
sonra +kayın-/keyin- şeklinde eklenmektedir:
aa (yansıma ses) +ÑAyIn- > aañayın- ‘hıçkırarak ağlamak’ (TuvRuSl, 28)
xülürt (yansıma ses) +ÑAyIn- > xülürtkeyin- ‘seslenmek’ (TuvRuSl, 496)
darı (yansıma ses) +ÑAyIn- > darıgayın- ‘tıngırdamak, takırdamak’ (TuvRuSl, 149)
2.1.1. Tuva Türkçesinde {+ÑAyIn-} Ekinin İşlevleri
Tuva Türkçesinde bu ek ile türetilmiş 25 fiil tespit edilmiştir. Ek aynı zamanda eylemin
düzenli olarak gerçekleştiğini bildiren anlamda fiilden fiil türetmektedir. Ekin bu işlevi
ilgili bölümde ele alınmıştır (Bkz. 4.13.) Tuva Türkçesinde +ÑAyIn- eki yansıma
sözcüklere eklenerek yansıma fiiller türetmektedir.
*aa (yansıma ses) +ÑAyIn- > aañayın- ‘hıçkırarak ağlamak’ (TuvRuSl, 28)
*ayı (yansıma ses) +ÑAyIn- > ayıñayın- ‘kişnemek’ (TuvRuSl, 48)
*dazırt (yansıma ses) +ÑAyIn- > dazırtkayın- ‘çatırdatmak’ (TuvRuSl, 143)
*dıyırt (yansıma ses) +ÑAyIn- > dıyırtkayın- ‘cırlamak’ (TuvRuSl, 192)
*kirgirt (yansıma ses) +ÑAyIn- > kirgirtkeyin ‘hırıldatmak’ (TuvRuSl, 242)
maa ‘mö (inek sesi)’ +ÑAyIn- > maañayın- ‘mölemek’ (TuvRuSl, 284)
*şıı (yansıma ses) +ÑAyIn- > şııgayın- ‘şırıldamak’ (TuvRuSl, 590)
3. {+ça-}
3.1. Tuva Türkçesinde {+ça-} Eki
Tuva Türkçesinde bu ek ile türetilmiş olduğu tespit edilen örneklerde ekin kalın ve
geniş ünlülü eşbiçimi görülmektedir.
3.1.1. Tuva Türkçesinde {+ça-} Ekinin İşlevleri
Tuva Türkçesinde +ça- eki zamir tabanlarına eklenerek fiiller türetmektedir (İsxakov,
Palm’bax 1961: 271):
ın < ol ‘öyle’ (GraTuvYaz, 271) +ça- > ınça- ‘öyle yapmak’ (TuvRuSl, 597)
kay <*kan ‘nasıl’ (GraTuvYaz, 271) +ça- > kança- ‘nasıl yapmak’ (TuvRuSl,
225)
mın ‘böyle’< bo ‘bu’ (GraTuvYaz, 271) +ça- > mınça- ‘böyle yapmak’
(TuvRuSl, 305)
3.2. Çağdaş Türk Lehçelerinde {+ça-} Eki
Kolesnikova Altay Türkçesinde +ça-/+çı- eşbiçimleri olan ekin 3 fiilde görüldüğü ve
geçişli fiiller türettiğini belirtir. Örneğin; kurça- ‘çevrelemek’, arçı- ‘temizlemek’
(Kolesnikova 2004:113).
Öztürk de Uygur Türkçesinde +ca-,+ça-/+çe- biçimleri olan ekin birkaç fiilde
görüldüğü ve geçişli fiiller türettiğini ifade eder. Örneğin; kemçe- ‘ölçmek’, teñçe-
‘kurmak, yapmak’ (Öztürk 1997:31).
Ancak Altay ve Uygur Türkçelerinde bulunan +ça- eki Tuva Türkçesindeki +ça- ekiyle
işlev açısından benzerlik göstermediği için, yalnızca biçimsel açıdan benzerlik
kurulabilir.
4. {+y-}
4.1. Tuva Türkçesinde {+y-} Eki
Khabtagayeva, Tuva Türkçesinde +y- olarak bulunan isimden fiil türeten ekin Moğolca
isimden fiil türetme eki olan +yi- ekinden ödünçleme olduğunu ve eklendiği isim
tabanlarının ölü olduğunu belirtmektedir (Khabtagayeva 2009: 138). Arıkoğlu ise +y-
821
ekini fiilden fiil yapan ek olarak değerlendirmektedir ve bu ekle türetilen fiillerin
etimolojisinin belirgin olmadığını ifade etmektedir. -y-’den sonra fiilden türetilmiş
isimlerin bulunduğuna dayanarak bu ekin fiilden fiil yapan ek olduğu görüşüne
varmıştır (Arıkoğlu 2007:1176). Ancak isimden fiil türeten +LA- ekiyle türetilmiş
oytala-‘yaslatmak’ ve aynı kök ya da tabana sahip +y- ekiyle türetilmiş oytay-
‘yaslamak’ (TuvRuSl, 316) gibi fiiller göz önüne alındığında ekin isimden fiil türeten
bir ek olduğu sonucuna varılabilir.
Tuva Türkçesinde muhtemelen +y- ekiyle türetilmiş 94 fiil tespit edilebilmiştir ancak
Khabtagayeva’nın da belirttiği üzere bu fiillerin Tuva Türkçesinde kökleri tespit
edilememektedir.
Tuv. opay- ‘artmak (saman yığını için)’ (TuvRuSl, 323) ~ Moğ. *oboyi- >
*obo+yi-‘koni şeklinde yükselmek, artmak’ (Khabtagayeva 2009:139).
Tuv. orzay- ‘öne çıkmak, göze çarpmak’ (TuvRuSl, 326) ~ Moğ. *orsoyi- >
orso+yi- (Khabtagaeva 2009:139).
Tuv. öndey- ‘kendini yükselmek’ (TuvRuSl, 326) ~ Moğ. *öndeyi- >
önde+yi- ‘birinin başını yükseltmek, kendini yükselmek’ (Khabtagayeva 2009:139).
Tuv. saglay- ‘karışık olmak’ (TuvRuSl, 361) ~ Moğ. *saglayi- > sagla+yi-
‘tüylü, saçlı olmak’ (Khabtagayeva 2009:139).
4.2. Çağdaş Türk Lehçelerinde {+(I)y-} Eki
Kılıç Saha Türkçesinde +(I)y- olarak rastlanılan ekin işlek olarak kullanıldığını ve
isimlere, sıfatlara, zarflara ve yansıma sözcüklere eklenerek fiil türettiğini ifade
etmektedir. Saha Türkçesinde ıarı ‘hasta’ > ıarıy- ‘hastalanmak’, bük ‘eğik, eğimli’ >
bügüy- ‘dizlerinin üzerine çökmek’, ümürü ‘kısaca’ > ümürüy- ‘sıkıştırmak, kısmak’,
tip ‘yansıma ses’ > tibiy- ‘kesik kesik ses çıkartmak’ gibi örnekleri bulunmaktadır (Kılıç
2014: 69-70).
5. {+ŞAArA-}
5.1. Tuva Türkçesinde {+ŞAArA-} Eki
Tatarintsev +ŞAArA- ekinin Moğolcadan ödünçleme bir ek olduğunu belirtir (Tatarintsev,
1976: 34). Ek Moğolca gramerlerde tespit edilememiştir. Ancak Buryatçada +ja- ve +ra-
+şa- ve +ra- eklerinin birleşimiyle oluşmuş +jara- ve +şara- ekleriyle bağlantılı olması
muhtemeldir. Örneğin; muu ‘zayıf’, muujara- ‘kötüleşmek’, hayn ‘iyi’ > hayjara- ‘
iyileştirmek’, udaan ‘uzun’ > udaaşara- ‘gecikmek’ (Poppe 1992: 177).
Grammatika tuvinskogo yazıka: fonetika i morfologiya adlı gramerde +ŞAArA- ekiyle
türetilmiş fiillerin Tuvaca ve Moğolcada da bulunan ortak isim köklerinden türetildiği
belirtilir. Örneğin Tuv. çöpşeere- ‘izin vermek’ < çöp ‘doğru’, Moğ. zövşöör- ‘izin
vermek’ < zöv ‘doğru’ (İsxakov, Palm’bax 1961: 271).
Tuva Türkçesinde tespit edilen örneklerde ekin +jaara-, +şeere- ve +şuura- şeklinde
eşbiçimleri bulunmaktadır. İşlek olmayan bir ektir. Yalnızca 3 fiilde tespit edilebilmiştir:
buk ‘kötü ruh’ +ŞAArA- > bukşuura- ‘kötü bir ruh tarafından doldurulmak’
(TuvRuSl, 121)
Tuv. dajaara- ‘bir şeyi yapmaktan vazgeçmek’ (TuvRuSl, 142) ~ Moğ.
taşişaara-/taşaarax- ‘hataya düşmek, yanlış yola sapmak’ < taşija/ taşaa ‘sahte’
(EtSlTuv II, 49)
çöp ‘doğru’ +ŞAArA- > çöpşeere- ‘izin vermek’ (TuvRuSl, 543)

Sonuç
Tuva Türkçesinde +kIlA- ekinin yansıma sözcüklerden fiil türettiği tespit edilmiştir.
Ekin bu işlevi Türk dili alanında tespit edilememiştir. Moğolcada da +gilA- eki yansıma

822
sözcüklere eklenerek fiil türetir ve bu sebeple Tuva Türkçesinde +kIlA- eki
Moğolcadaki +gilA- ekiyle bağlantılı olmalıdır.
Tuva Türkçesinde yansıma sözcüklerden fiil türeten bir diğer ek ise +ÑAyIn- ekidir.
Ek Türk dili alanında tespit edilememiştir.
Tuva Türkçesinde tek biçimi görülen +ça- ekine, Altay (+ça- /+çı-) ve Uygur
Türkçelerinde (+ca-, +ça- /+çe-) de rastlanmaktadır. Ekin Tuva Türkçesindeki işlevleri
göz önüne alındığında Altay ve Uygur Türkçesinde de görülen +çA- ekiyle yalnızca
biçimsel açıdan benzerlik kurulabilir. Ek Tuva Türkçesinde sadece zamir tabanlarına
eklenerek fiil türetmektedir.
Tuva Türkçesi gramerlerinde +y- ekiyle ilgili bir bilgi bulunmamaktadır.
Khabtagayeva ekin isimden fiil türettiği ve Moğolcadan ödünçleme bir ek olduğu
görüşündedir. Arıkoğlu ise ekin fiilden fiil türettiği görüşündedir. Bu ek ile türetilmiş
sözcüklerin kökleri tespit edilememektedir. Ancak bu eki almış olan bazı sözcüklerin
köklerinin farklı isimden fiil yapan ekle türemiş biçimlerinin olması sebebiyle
(oytala-‘yaslatmak’, oytay- ‘yaslamak’ (TuvRuSl, 316) gibi ekin, isimden fiil türeten bir
ek olduğu düşünülmektedir.
Tuva Türkçesinde isimden fiil türeten bir diğer ek ise +ŞAArA- ekidir. Ek Türk dili
alanında tespit edilememiştir. Ekin birleşik bir yapıda olduğu ve Buryatçada bulunan
+jara- < +ja-+ra- ve +şara- < +şa-+ra- ekleriyle bağlantılı olduğu muhtemeldir.

Fiil Dizini ayıñayın- ‘durmadan kişnemek’


1. {+kIlA-} (TuvRuSl, 48)
bukkula- ‘bukkula- ‘anlaşılmaz sesler çırgırtkayın- ‘hırıldamak’ (TuvRuSl,
çıkarmak’ (TuvRuSl, 121) 558)
çıkkıla- ‘tınlamak’ < çık (yansıma ses) darıgayın- ‘tıngırdamak, takırdamak’
(TuvRuSl, 554) (TuvRuSl, 149)
xokkula- ‘hok diye ses çıkarmak’ <* dazırtkayın- ‘çatırdatmak’ (TuvRuSl,
xok (yansıma ses) (TuvRuSl, 480) 143)
xökküle- ‘xök diye ses çıkarmak’ < dıyırtkayın- ‘cırlamak’ (TuvRuSl, 192)
*xök (yansıma ses) (TuvRuSl, 488) dogdurtkayın- ‘gümbürdemek’
(TuvRuSl, 166)
şakkıla- ‘şaklamak’ < şak ‘şak (yansıma
xalırtkayın- ‘gıcırdamak’ (TuvRuSl,
ses)’ (TuvRuSl, 565)
465)
şokkula- ‘şok diye ses çıkarmak’ < şok xolurtkayın- ‘guruldamak’ (TuvRuSl,
(yansıma ses) (TuvRuSl, 577) takkıla- 481)
‘takırdamak’ < *tak (yansıma ses)
(TuvRuSl, 404) xülürtkeyin- ‘seslenmek’ (TuvRuSl,
tıkkıla- ‘tıklamak’ < *tık (yansıma ses) 496)
(TuvRuSl, 429) ııñayın- ‘sızlanmak’ (TuvRuSl, 602)
tikkile- ‘tik diye ses çıkarmak’ < *tik kañgırtkayın- ‘çınlatmak’ (TuvRuSl,
(yansıma ses) (TuvRuSl, 413) tokkula- 225)
‘toklamak’ < tok (yansıma ses) kıñgırtkayın- ‘çaldırmak’ (TuvRuSl,
(TuvRuSl, 415) 278)
tökküle- ‘tök diye ses çıkarmak’ < tök kirgirtkeyin- ‘hırıldatmak’ (TuvRuSl,
(yansıma ses) (TuvRuSl, 418) 242)
koñgurtkayn- ‘çan gibi çınlamak’
2. {+ÑAyIn-} (TuvRuSl, 252)
aañayın- ‘hıçkırarak ağlamak’ kögjürtkeyn- ‘çatırdamak’ (TuvRuSl,
(TuvRuSl, 28) 255)

823
maañayın- ‘mölemek’ (TuvRuSl, 284) dartay- ‘şişmek’ (TuvRuSl, 149)
padırtkayın- ‘durmadan konuşturmak’ dıylay- ‘kıvrılmak’ (TuvRuSl, 192)
(TuvRuSl, 343) dirtey- ‘şişmek, şişmanlamak’
şalırtkayın- ‘şarıldamak’ (TuvRuSl, (TuvRuSl, 164)
566) dogday- ‘irileşmek’ (TuvRuSl, 166)
şııgayın- ‘şırıldamak’ (TuvRuSl, 590) dolday- ‘eskimek’ (TuvRuSl, 170)
şııñayın- ‘şırıldamak’ (TuvRuSl, 590) doñgay- ‘eğmek, bükmek’ (TuvRuSl,
şılırtkayın- ‘fışırdamak’ (TuvRuSl, 587- 171)
588) dostay- ‘görünmek, gözler önüne
şimirtkeyin- ‘cızırdamak’ (TuvRuSl, sermek’ (TuvRuSl, 175)
574) doytuy- ‘topallamak, aksamak’
(TuvRuSl, 168)
3. {+ça-} dörbey- ‘şişirmek (dudak için)’
ınça- ‘öyle yapmak’ < ın ‘öyle’ +ça- (TuvRuSl, 178)
(TuvRuSl, 597) dörtey- ‘kabarmak’ (TuvRuSl, 179)
kança- ‘nasıl yapmak’ < *kan > kay düktüy- ‘tüylenmek’ (TuvRuSl, 188)
‘nasıl’ +ça- (TuvRuSl, 225) dündüy- ‘somurtmak’ (TuvRuSl, 188)
mınça- ‘böyle yapmak’ < bo ‘bu’ > mın emçiy- ‘eğilmek’ (TuvRuSl, 614)
‘böyle’ +ça- (TuvRuSl, 305) xalay- ‘sarkmak’ (TuvRuSl, 464)
xoduy- ‘dikilmek’ (TuvRuSl, 479)
4. {+y-} xokpay- ‘kabarmak’ (TuvRuSl, 480)
arjay- ‘kurumak, solmak’ (TuvRuSl, 68)
xolay- ‘kelleşmek’ (TuvRuSl, 480)
arzay- ‘sırıtmak’ (TuvRuSl, 68) xökpey- ‘kabarmak’ (TuvRuSl, 488)
aspay- ‘açılmak’ (TuvRuSl, 73) ırgay- ‘eğrilmek’ (TuvRuSl, 599) ırjay-
‘sertleşmek’ (TuvRuSl, 599) ırzay-
astıy- ‘şaşı yapmak’ (TuvRuSl, 74)
‘özenip bezenmek’ (TuvRuSl, 600)
bopuy- ‘yuvarlaklaşmak’ (TuvRuSl,
113)
ıspay- ‘zayıflamak’ (TuvRuSl, 601)
borbay- ‘yuvarlaklaşmak’ (TuvRuSl,
ıylay- ‘su kabarcığı oluşmak’ (TuvRuSl,
114)
593)
böpüy- ‘şişmanlamak’ (TuvRuSl, 118)
kalbay- ‘düz olmak’ (TuvRuSl, 222)
büldüy- ‘yaşarmak (göz için)’
(TuvRuSl, 127) kalçay- ‘kel olmak’ (TuvRuSl, 223)
kaşpıy- ‘sıkılmak’ (TuvRuSl, 233)
büşküy- ‘kamburlaşmak’ (TuvRuSl,
keldey- ‘eğilmek’ (TuvRuSl, 237)
128)
kılay- ‘parlamak’ (TuvRuSl, 276)
çamıy- ‘eğilmek’ (TuvRuSl, 515)
kılçay- ‘kelleşmek’ (TuvRuSl, 276)
çemdiy- ‘eğilmek’ (TuvRuSl, 526)
kılçıy- ‘ince uzun olmak’ (TuvRuSl,
çılbay- ‘kirlenmek’ (TuvRuSl, 555)
276)
çılbıy- ‘pürüzsüzleşmek’ (TuvRuSl,
555)
kılıy- ‘uçmak’ (TuvRuSl, 277)
çırtay- ‘iltihaplanmak’ (TuvRuSl, 558)
kojay- ‘çıkıntı yapmak’ (TuvRuSl, 245)
çırzay- ‘çok soğuk hissetmek’
koray- ‘kurumak ve sert hale gelmek’
(TuvRuSl, 558)
(TuvRuSl, 252)
çindiy- ‘hafifçe sallamak’ (TuvRuSl,
kulduy- ‘ihtiyarlıktan buruşmak’
534)
(TuvRuSl, 264)
çirtey- ‘ters dönmek (göz kapağı için)
kulduy- ‘ihtiyarlıktan buruşmak’
(TuvRuSl, 536)
(TuvRuSl, 264)
çolday- ‘kısalmak’ (TuvRuSl, 538)
kurzuy- ‘dişsiz olmak’ (TuvRuSl, 266)
çörpey- ‘uzamak’ (TuvRuSl, 544)
küdüy- ‘ortadan kaybolmak’ (TuvRuSl,
darbay- ‘biçimsiz bir şekilde açılmak’
268)
(TuvRuSl, 148)
küstüy- ‘alçalmak’ (TuvRuSl, 270)

824
meşpey- ‘şişmanlamak’ (TuvRuSl, 294)
metpey- ‘şişmanlamak’ (TuvRuSl, 294)
mıçıy- ‘kabarmak’ (TuvRuSl, 306)
mögey- ‘biriktirmek’ (TuvRuSl, 300)
möndüy- ‘damlalaşmak’ (TuvRuSl, 301)
opay- ‘artmak (saman yığını için)’
(TuvRuSl, 323)
orzay- ‘öne çıkmak,göze çarpmak’
(TuvRuSl, 326)
öndey- ‘kendini yükselmek’ (TuvRuSl,
326)
öpey- ‘büyümek’ (TuvRuSl, 339)
saglay- ‘karışık olmak’ (TuvRuSl, 361)
segley- ‘sallanmak’ (TuvRuSl, 371)
selbey- ‘darmadağın olmak (saç için)’
(TuvRuSl, 372)
sıgdıy- ‘dar yapmak’ (TuvRuSl, 395)
sıray- ‘dışarı çıkmak’ (TuvRuSl, 398)
sirbey- ‘ayağa kalkmak’ (TuvRuSl, 377)
sogay- ‘kafayı eğmek’ (TuvRuSl, 379)
soray- ‘çıkmak’ (TuvRuSl, 384)
sögey- ‘eğmek, bükmek’ (TuvRuSl, 385)
söögey- ‘zayıflamak’ (TuvRuSl, 386)
şagjay- ‘görülmek’ (TuvRuSl, 564)
şaptay- ‘şişmanlamak (hayvan için)’
(TuvRuSl, 568)
şırbay- ‘özenmek’ (TuvRuSl, 590)
şıylay- ‘kıvrılmak’ (TuvRuSl, 586)
şiştey- ‘sivrilmek’ (TuvRuSl, 576)
şomuy- ‘kabarmak’ (TuvRuSl, 577)
şopuy- ‘kabarmak (dudak için)’
(TuvRuSl, 578)
şörtey- ‘şişmanlamak’ (TuvRuSl, 580)
şöybey- ‘genişlemek’ (TuvRuSl, 580)
talıy- ‘çok uzaklaşmak’ (TuvRuSl, 405)
tırtay- ‘eğilmek’ (TuvRuSl, 431)
üzey- ‘bükülmek’ (TuvRuSl, 445)
5. {+şAArA-}
bukşuura- ‘kötü bir ruh tarafından
doldurulmak’ < buk ‘kötü ruh’ +ŞAArA-
(TuvRuSl, 121)
çöpşeere- ‘izin vermek’ < çöp ‘doğru’
+ŞAArA- (TuvRuSl, 543)
dajaara- ‘bir şeyi yapmaktan
vazgeçmek’ (TuvRuSl, 142) ~ Moğ.
taşişara-/taşaarax- ‘hataya düşmek,
yanlış yola sapmak’ < taşija/ taşaa
‘sahte’ (EtSlTuv II, 49

825
Kaynaklar
ARIKOĞLU, E. (2007) “Tuva Türkçesi” Türk Lehçeleri Grameri (Ed. Prof. Dr. Ahmet
Bican Ercilasun), Ankara: Akçağ Yayınları, s. 1149-1228.
TENİŞEV, E.R. (Red.) (1968) Tuvinsko-russkiy slovar’, Moskva: İzdatel’stvo
sovyetskaya entsiklopediya.
UJİYEDİİN, C. (1998) Studies on Mongolian Verb Morphology, The degree of Doctor
of Philosophy Graduate Department of East Asian Studies, University of Toronto.
İSXAKOV, F.G., A.A., Palm’bax (1961) Grammatika tuvinskogo yazıka: fonetika i
morfologiya, Moskva: İzdatel’svo vostoçnoy literaturı.
KOLESNİKOVA, A. V. (2004) Affiksal’noye glagoloobrazovaniye v altayskom
yazıke: V sopostavlenii s drevnetyurkskim yazıkom, Dis. kand. filol. nauk.,
Novosibirsk. ÖZTÜRK, R. (1997) Uygur ve Özbek Türkçelerinde Fiil, Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları.
KHABTAGAYEVA, B. (2009) Mongolic Elements in Tuvan, Wiesbaden:
Harrasowitz Verlag.
KILIÇ, İ. (2014) Saha (Yakut) Türkçesinde Fiil Söz Yapımı (Danışman Doç. Dr.
Gülsüm Killi Yılmaz), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk
Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Ankara (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi).
TATARİNTSEV, B.İ. (1976) Mongol’skoye yazıkovoye vliyaniye na tuvinskoye
leksiku, Kızıl: Tuvinskoye Knijnoye İzdatel’stvo.
TATARİNTSEV, B.İ. (2002) Etimologiçeskiy slovar’ tuvinskogo yazıka (D-İ),
Novosibirsk: Nauka.
POPPE, N. (1992) Moğol Yazı Dilinin Grameri (Çev. Günay Karaağaç), İzmir:
Ege Üniversitesi Basımevi.
Kısaltmalar
EtSlTuv II = TATARİNTSEV, B.İ. (2002), Etimologiçeskiy slovar’ tuvinskogo yazıka
(D-İ), Novosibirsk: Nauka.
TuvRuSl = TENİŞEV, E.R. (Red.) (1968) Tuvinsko-russkiy slovar’ Moskva:
İzdatel’stvo sovyetskaya entsiklopediya.

826
ÇAĞATAYCA BİR FATİHA TEFSİRİ ÜZERİNE
*
Yakup KARASOY
Özet
Kur’an-ı Kerim Fatiha Suresiyle başlamaktadır. Türkçeye değişik zamanlarda Kur’an’ın
tercümeleri yapılmıştır. Karahanlı döneminden itibaren gerek satıraltı tercümelerde
gerekse normal tercüme ve tefsirlerde Fatiha Suresi önemli bir yer tutmaktadır. Bunların
en önemlileri; Türk İslam Eserleri Müzesi’nde Karahanlı Türkçesi dönemine ait TİEM-
73, Manchester Rylands Kitaplığı’nda bulunan Türkçe İlk Kur’an Tercümesi, Karahanlı
Türkçesiyle yazılan Özbekistan İlimler Akademisi Kitaplığı’nda bulunan Kur’an
tercümesi, Süleymaniye Kütüphanesi Hekimoğlu Ali Paşa Bölümü No: 2’de kayıtlı olan
ve Harezm Türkçesi ses özellikleri gösteren nüsha, Zeki Velidi Togan tarafından
bulunan Karahanlı Türkçesiyle yazılan tefsir ve hikâyeler içinde Kıpçak, Oğuz ve
Çağatay Türkçesi özellikleri gösteren Orta Asya Tefsiri, Topkapı Sarayı III. Ahmet
nüshası diye bilinen Çağatayca yazılan önceki Doğu Türkçesiyle yapılan tercümelerin
izini taşıyan hacimli, 1304 sayfa olan bir nüshası da Konya Mevlana Müzesi
Kitaplığında bulunan nüsha, Karışık Dilli Bir Kur’an Tercümesi adıyla Süleymaniye
Kütüphanesi Yazma Bağışlar Bölümünde kayıtlı olan Oğuz, Kıpçak ve Harezm
Türkçesi dil özelliklerini bir arada bulunduran nüsha, Yakup Çerhî Tefsiri adıyla bilinen
Özbekistan İlimler Akademisi Şarkşinaslık Enstitüsünde nadir eserlerde muhafaza
edilen nüshadır. Bilindiği gibi Anadolu sahasında Eski Oğuz ve Osmanlı Türkçeleriyle
yazılmış birçok Kur’an ve Fatiha tercümesi bulunmaktadır. Doğu Türkçesiyle
yazılanlardan bir diğeri ise Berlin Devlet Kütüphanesi, Çağatayca El Yazmaları
Koleksiyonunda 1692 numaralı bir yazmanın 2-17 varakları arasındaki Fatiha Suresinin
tefsiridir. Geç dönem Çağatay Türkçesiyle yazılmış bu tefsirin oldukça kısaltılmış farklı
bir nüshası Şecere-i Terâkime’nin Rus Bilimler Akademisi Doğu Yazmaları Enstitüsü
A895 numarada kayıtlı nüshasının başındadır. Gözden kaçmış bu nüshayı istinsah eden
Çarık soyu Kayıhan boyundan Oraz Muhammed’in Oğlu Molla Gurbangeldi’dir. Eserde
istinsah edenin Türkmen oluşundan kaynaklanan ve çağdaş Türkmen Türkçesiyle
örtüşen söz varlığı dikkati çeker. Şecere-i Terâkime üzerinde yapılan çalışmalarda bu üç
sayfalık Fatiha Suresi tercümesi gözden kaçmıştır. Biz, bu çalışmamızda kısaca Fatiha
tercümelerinden bahsettikten sonra Berlin nüshası ile Şecere-i Terâkime’nin başındaki
tercümeyi söz varlığı açısından karşılaştıracağız.
Anahtar Kelimeler: Çağatayca, Fatiha Suresi, Tefsir, Şecere-i Terâkime
ON A SURAH AL-FATIHAH HERMENEUTICS IN CHAGATAY TURKISH
Abstract
The Quran, which starts with the Surah al-Fatihah has been translated into Turkish in
various times. Since Karakhanid period, Surah al-Fatihah constitutes an essential part in
both interlinear translations, standard translations and hermeneutics. The most important
ones include: TİEM-73 which belongs to Karahanlı period in Turkish Islam Arts
Museum; first Turkish translation of Quran which is in Manchester The John Rylands
Library; Quran translation in Karakhanid Turkish which is in Library of Uzbekistan

Prof. Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü. ykarasoy@gazi.edu.tr

827
Academy of Science; the transcript that exhibits Harezm Turkish properties in the
section of Hekimoğlu Ali Pasha Nu: 2 in Suleymaniye Library; the Middle Asia
hermeneutics written by Zeki Velidi Togan in Karakhanid Turkish with Kipchak, Oghuz
and Chagatay Turkish properties; the transcript that is also know as III. Ahmed
transcript in Chagatay Turkish which also has a copy in Konya Mevlana Museum; a
multi-language Quran which has Oghuz, Kipchak and Harezm Turkish properties, in
Süleymaniye Library; and finally the hermeneutics by Yakup Çerhî in Library of
Uzbekistan Academy of Science. As it is well-known there are many Quran and Surah
al-Fatihah translations with Old Oghuz and Ottoman Turkish in Anatolia. One of the
Eastern Turkish versions is, -which in Berlin State Library, The Collection of Chagatay
Manuscripts the Surah al-Fatihah between leaves 2 and 17 in the transcript numbered
with 1692. A very shortened and different copy of this hermeneutics, which actually
written in late-Chagatay period, stands in the beginning of the registered copy numbered
A895, Şecere-i Terâkime, in Institute of Oriental Manuscripts of the Russian Academy
of Sciences. This transcript, which is ignored for a long time, was rewritten by Molla
Gurbangeldi, son of Oraz Muhammed from Kayıhan tribe. Since the transcript is
rewritten by a Turkoman, a remarkable trace of modern Turkoman language is noted.
The studies on Şecere-i Terâkime have largely ignored this three-page Surah al-Fatihah
translation. In this paper, we first review the various translations of Surah al-Fatihah.
Then we present a detailed comparison between Berlin copy and the translation at the
beginning of Şecere-i Terâkime from the stand point of lexicology.
Key Words: Chagatay Turkish, Surah al-Fatihah, Hermeneutics, Şecere-i
Terâkime Giriş
Tefsir, İslâm dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerîm’in âyetlerini açıklamayı ve
yorumlamayı ifade eden terimdir. Kur’an âyetlerini yorumlama işi ve bu alandaki
literatür de tefsir başlığı altında değerlendirilir (Birışık 2011: 281). Tefsir, “Kur’an’ın
harfiyen değil mâna ve mefhum bakımından tercümesi” (Öztürk 2007: 147) anlamına
gelen meâl ile karıştırılmamalıdır. Erken devirlerden itibaren Kur’an-ı Kerîm’in çeşitli
diller yanında Türkçeye de çevirileri yapılmakla birlikte bunlara meâl denilmesi
Türkçeye özgü yeni bir durumdur. (Öztürk 2007: 147). Kısaca Kur’an’ın Arapçadan
başka dillere çevrilmesi anlamına gelen meâl; âyetleri iniş sebepleri ve yorumları ile ele
alan “tefsir”den daha dar kapsamlı bir terimdir.
Kur’an’ı Kerîm’in Türkçe tercümeleri içerisinde satıraltı çevirilerin önemli bir yeri
bulunmaktadır. Kur’an’ın Arapça metninin altına kelimesi kelimesine yapılan çeviriyi
ifade eden satıraltı tercüme, ilk Kur’an tercümelerinin birçoğunda uygulanmış bir
metottur. Eskiden bilim çevrelerinde bu amaçla kullanılan “satırarası tercüme” terimi
yerini söz konusu yöntemi daha açık ifade eden “satıraltı tercüme” terimine
bırakmaktadır (bkz. Karasoy 2017).
Kur’an-ı Kerîm’in gerek Doğu gerekse Batı Türkçesi ile yapılmış çok sayıda çevirisi
mevcuttur. Bunların en önemlileri şunlardır: Türk İslam Eserleri Müzesinde Karahanlı
Türkçesi dönemine ait TİEM-73, Manchester Rylands Kitaplığında bulunan Türkçe İlk
Kur’an Tercümesi, Karahanlı Türkçesiyle yazılan Özbekistan İlimler Akademisi
Kitaplığında bulunan Kur’an tercümesi, Süleymaniye Kütüphanesi Hekimoğlu Ali Paşa
bölümünde No: 2’de kayıtlı olan ve Harezm Türkçesi ses özellikleri gösteren nüsha, Zeki
Velidi Togan tarafından bulunan Karahanlı Türkçesiyle yazılan tefsir ve hikâyeler içinde
Kıpçak, Oğuz ve Çağatay Türkçesi özellikleri gösteren Orta Asya Tefsiri, Topkapı Sarayı
Ahmet nüshası diye bilinen Çağatayca yazılan önceki Doğu Türkçesiyle yapılan
tercümelerin izini taşıyan hacimli, 1304 sayfa olan bir nüshası da Konya Mevlana Müzesi

828
Kitaplığında bulunan nüsha, Karışık Dilli Bir Kur’an Tercümesi adıyla Süleymaniye
Kütüphanesi Yazma Bağışlar Bölümünde kayıtlı olan Oğuz, Kıpçak ve Harezm
Türkçesi dil özelliklerini bir arada bulunduran nüsha, Yakup Çerhî Tefsiri adıyla bilinen
Özbekistan İlimler Akademisi Şarkşinaslık Enstitüsü’nde nadir eserler arasında
muhafaza edilen nüsha. Yalnızca Doğu Türkçesi sahasında yapılmış bilinen sekiz
Kur’an tercümesi mevcuttur (bkz. Zengin 2017).
Fatiha Suresi, Kur’an-ı Kerîm’in ilk Suresi olması, her namazda ve birçok dinî
ritüelde okunması açısından oldukça önemlidir. Fatiha "açmak, açıklığa kavuşturmak,
sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak" anlamındaki feth kökünden türemiş bir isim
olup hatimenin zıddı olarak "bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, giriş" manasında
kullanılır (Aktaran Işık 1995: 252). Surenin Türkçe meali şu şekildedir: “Hamd,
Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki
Allah'a mahsustur. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve
sapıklarınkine değil.” (https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf).
Biz bu çalışmada 15.-20. yüzyıllar arasında bütün Doğu Türklüğünün ortak yazı dili
olan Çağatay Türkçesinin son dönemlerinde yazılmış ve Şecere-i Terâkime’nin Rus
Bilimler Akademisi Doğu Yazmaları Enstitüsü A895 numarada kayıtlı nüshasının
başında yer alan bir Fatiha Suresi tefsirini ele alacağız. Bu eseri, aynı döneme ait
bulunan ve daha önce yayımlanan Berlin Devlet Kütüphanesi’ndeki bir başka Fatiha
tefsiriyle karşılaştıracağız.
Saint Petersburg Nüshası
Bu çalışma ile bilim dünyasına sunulan Geç Dönem Çağatay Türkçesine ait
Fatiha Suresi tefsiri, Şecere-i Terâkime’nin Rus Bilimler Akademisi Doğu Yazmaları
Enstitüsü A895 numarada kayıtlı nüshasının başındadır. Bugüne kadar yayımlanmamış
bu nüshayı istinsah eden Çarık soyu Kayıhan boyundan Oraz Muhammed’in Oğlu
Molla Gurbangeldi’dir. Metin “nāme-i Oġuz bu turur” başlığı altında
yazılmıştır. Şecere-i Terâkime üzerinde yapılan çalışmalarda bu üç sayfalık Fatiha
Suresi tercümesi gözden kaçmıştır. Çalışmada, öncelikle yazmanın 11b-13a
sayfalarında yer alan bu tefsirin metnini sunacağız:
[11b] 2 Ve bihi nestaèìn bismillāḥirraḥmānirraḥìm 3
elḥamdulillāḥi rabbi’l-èālemìn sÿresiniŋ elḥamdulillāḥ fazlın
ve ḍuḥā sÿresi birle yād úılındı. Enes İbn Mālik 5 rivāyet
úılur. Resÿl sallallāhu èaleyhi ve sellem andaġ aydı: 6 Mėn
Cebrā’ìldin sordım fātihatu’l-kitābnıŋ åevābı 7 ne úadar turur
tėp, Cebrā’ìl aydı: Mėn Mìkā’ìldin 8 soradım, Mìkā’ìl aydı: Mėn
Ìsrāfìldin soradım 9 Ìsrāfìl aydı: Mėn èAzrā’ìldin soradım,
èAzrā’ìl 10 aydı: Levḥdin soradım, levḥ aydı: Mėn úalemdin 11
soradım, Úalem aydı: Bilgil ve āgāh bolġıl úaçan
kim Ḥaú celle celāluhu mėni yaratdı irse Ḥaú Taèālādın 13 nidā
keldi: Yā úalem, yazġıl! Mėn aydım: Yā ilāhì, neni yaza-
yın? Ḥaú Taèālādın nidā keldi: Yā úalem, yazġıl! Elḥamdu lillāḥ
15 tiyü úaçan mėn anı yazdım irse nÿr çıúdı, 16 èarşġa
toúundı, iki pāre boldı. Birindin küllü ferişte [12a] 1 -
lerni yaratdı, taúı birindin sėkiz uçmaúnı yaratdı. Ḥaú 2
Taèālādın nidā keldi: Yā úalem, yazġıl! Mėn aydım: Yā İlāhì,
neni yaz- 3 –ayın? Ḥaúdın nidā keldi: Yā úalem, yazġıl!

829
Rabbü’l-èalemìn er-raḥman 4 -irraḥīm tiyü úaçan mėn anı yazdım
irse bir nÿr çıkdı, köge 5 toúundı, raòmet tėŋizi andın
yaratdı. Müè- minler 6 –niŋ cānını sėver mini üçün yene Ḥaúdın
nidā keldi: 7 Yazġıl! Úalem aydı: Ne yazayın? Ḥaúdın nidā
keldi: Yā úalem, 8 yazġıl! Māliki yevmiddīn tiyü úaçan mėn anı
yazdım 9 irse bir nÿr çıúdı, sıçrap hevāġa toúundı, cennātü 10
èadnìn tėŋizini andın yaratdı ve yene nidā keldi:
Yazġıl! Mėn aydım: Ne yazayın? Ḥaúdın nidā keldi: Yazġıl!
İyyāke nābüdü ve iyyāke nestaèìn úaçan mėn anı yazdım 13
irse nÿr çıúdı, èarşġa toúundı, tevòìd tėŋizini 14 andın
yaratdı. Yene Ḥaúdın nidā keldi: Yā úalem, yazġıl! Mėn 15
aydım1 : Yā ilāhì, ne yazayın? Yene nidā keldi: Yā úalem,
yazġıl! [12b] 1 İhdinaããırāùelmüstaúìm tiyü úaçan mėn anı
yazdım irse 2 bir nÿr çıúdı, sıçrap èarşġa toúundı,
şarābentahÿrnı 3 andın yaratdı. Yene nidā keldi: Yā úalem,
yazġıl! Mėn aydım2: ne 4 yazayın? Ḥaúdın nidā keldi: Yā úalem,
yazġıl! ãırāùellezine 5 enèamte èaleyhim tiyü úaçan mėn anı
yazdım irse bir nÿr 6 çıúdı, èarşġa toúundı, rızú tėŋizin
andın yaratdı. 7 On sėkiz miŋ èalemġa Ḥaú Taèālā uşal tėŋizdin
rızú 8 rÿzesin tigürür. Yene nidā keldi: Yā úalem, yazġıl! Mėn
aydım: 9 Yā ilāhì, ne yazayın? Yene nidā kėldi ġayrilmaġḍÿbi
èaleyhim tiyü 10 úaçan mėn anı yazdım irse bir úaraŋġulıú
çıúdı, 11 hevā muèallaú durdı, miŋ yıldın soŋ yoú boldı, 12
úıyāmet künin andın yaratdı. Yene Ḥaúdın nidā keldi: 13 Yā
úalem, yazġıl! Mėn aydım: Ne yazayın? Ferman keldi Ḥaú
Taèālā[dın]: 14 Yazġıl velaḍḍāllìn tiyü úaçan mėn anı yazdım 15
irse bir úaraŋġulıú hevāġa muallaú durdı [13a]
vallāhu èālemu bissavāb3
Berlin Nüshası
Berlin Devlet Kütüphanesi, Çağatayca El Yazmaları Koleksiyonu 1692
numarada kayıtlı bir 185 sayfalık bir yazmanın yaklaşık 15 sayfalık bölümü Fatiha
Suresi’nin tefsirine ayrılmıştır. İlgili eser, Aslı Zengin tarafından Türklük Bilimi
4
araştırmacılarının istifadesine sunulmuştur . Nüshanın 5a-8b kısmı hadis ve menkıbeleri
ihtiva etmektedir. Bu aşamada, Berlin nüshasının bizim metnimizle benzerlik gösteren
2a-5a arasındaki kısmını sunarak çalışmaya esas teşkil eden Saint Petersburg nüshası ile
farklarına değineceğiz:
Fātiḥanıŋ fażíletleriniŋ beyānıda [2a] 6. ḥadíã Tefsír-i İmām-ı
Ebū ḥadíã Tefsír-i İmām-ı Ebū 7. Şucā’ -yı Semerķandíde
kėltürüpdürler kim Resūl ãallallāhu 8. ‘aleyhi ve sellem
ãaḥābeler sūre-i Fātiḥanıŋ esrārnıŋ 9. beyānını sordılar
seyyidi’l-mürselín ve òātemü’n-nebiyyín ãallallāhu 10. ‘aleyhi

met.: aydum1
met.: aydum2
M. Ergin (1974) ve Z. Ölmez (1996)’in yayımladıkları Şecere-i Terâkime metinleri buradan itibaren
3
başlamaktadır.
Zengin, Aslı (2017), “Geç Dönem Çağatay Türkçesiyle Anonim Bir Fâtiha Tefsiri”, Türkiyat
4
Mecmuası, c.27/2, 2017, 313-358.

830
ve sellem aydılar: ‘Mėn Cebrā’íl ‘aleyhi’s-selāmdın sordum. 11.
Cebrā’íl ‘aleyhi’s-selām İsrāfíl ‘aleyhi’s-selāmdın sor- 12.
dılar. İsrāfíl ‘aleyhi’s-selām aydılar ki: Mėn ķalemdin [2b]
sordum. Aydım ki: Ėy maḥrem-i esrār daòı ve ėy mübín-i 2. emr
ü nehy Fātiḥanıŋ fażílet ve menāķıblarıdın maŋa ḥaber 3.
bėrgil. Ķalem aydı: Vaķtā ki emr ķıldı Allāhu ta’ālā maŋa el-
ḥamdnı 4. [Lillāhi Rabbi’l-’ālemín] bitü dėp. Mėn bu kelimeni
levḥġa bitüdüm. Bu kelimedin 5. nūrı żāhír boldı. ‘Arş, kürsí
ve hemme āsmānġa 6. ol nūr per boldı. Ḥaķ Ta’ālā ol nurnı ikki
ķısm ķıldı 7. lar. Bir ķısmdın derece-i behştni yarattılar
ve aŋa 8. derecāt-ı ãāmedān aù ķoydılar. Yene bir ķısmdın 9.
feriştelerni yarattı. Tā ki bu kelimeniŋ ãevābını bitügeyler.
Ve yine emr ķıldı Allāhu Ta’ālā maŋa er-aḥmanír-raḥímni bitü
dip. 11. Mėn bu kelimeni bitüdüm. Yene bir nūrı peydā
boldı. 12. Evvelķıdın hemme ziyade ‘arş kürsí ve hemme āsmān
pür boldı. Yine fermān keldi kim māliki yevmi’ddínni [3a]
bitü dėp. Mėn bu kelimeni bitüdüm. Yene bir nūrı żāhir bol- 2.
dı. Ḥaķ Ta’ālā ol nūrdın derya-yı ‘adlni yarattı. 3. Ve yene
iyyākena’büdü ve iyyāke nesta’ínni bitü dėp fer 4. mān boldı.
Mėn bu kelimeni bitüdüm. Nūrı żāhir boldı. 5. İlgeriki
nurlardın büyükçe. Bu nūrnı ikki ķısm ķıldı. 6. Bir ķısmdın
Mikā’íl ‘aleyhi’s-selāmġa bėrdi. Fermān ķıl 7. dı ki bu
òālıķlarnıŋ rızķıdur dėp. Ḥażret-i Mikā’íl 8. ‘aleyhi’s-selāmnı
rızķlarġa òazíne-bānlıķķa mukarrer ķıldı. 9. Ve yene bir
ķısmdın tevfíķ deryasını yarattı. Tā bendeler 10. ol tevfíķ
birle ùa’atke ķadem ķoyġaylar. Ve yene fermān 11. Keldi kim
ihdinā’ã-ãırāùe’l-mustaķímni bitü dėp. Mėn bu kelime 12. ni
bitüdüm. Nūrı żāhir boldı ki Ḥaķ Ta’alādın. Bu nūr 13. dın
hidayetniŋ deryāsını yarattı. Vaķtā-ki [3b] 1. Allāhu ta’ālā
kāfirġa ímān-ı keramet ķılmaķnı yā gümrāhnı rāh-ı 2. rastķa
salmaķnı ol deryā-yı hidāyetdin bir ķaùre 3. ol bendeniŋ
diliġa tamışķay. Anıŋ dili küfrniŋ ķaraŋġu 4. lıķıdın rūşen
bolup ímān ve İslām şerefin ta 5. dıp ve anıŋ dili münşiraḥ ve
müfettiḥ bolġay. 6. ve yine ãıraùe’l- 7. leźíne en’amte
‘aleyhimni bitü dėp fermān boldı. Mėn 8. bu kelimeni bitüdüm.
Nūrı żāhir boldı. Ol nūrnı Cebrā’ 9. il ‘aleyhi’s-selāmnıŋ
perleride emānet ķoydı. Fermān 10. ķıldı ki bu nūr-ı yaķín
ümmet-i Muḥammeddür ãallallāhu ‘aleyhi 11. ve sellem ḥavfí
saklaġıl. Tā ki olarnıŋ başlarıdın 12. íãār ķılġıl ki olar
ímānnıŋ zevāl bolmaķıdın 13. maḥfūż ve maãūn bolġaylar. Ve yene
fermān keldi ki [4a] 1. ġayrü’l-maġḍūbi ‘aleyhimni bitü dėp.
Mėn bu kelimeni bitidüm. Nū 2.rı żāhir boldı. Per yayıp Ḥaķ
ta’ālā bu nūrdın İsrāfíl 3. ‘aleyhi’s-selāmnıŋ ãūrını yarattı.
Veleḍḍālínni bitü 4. dėp fermān boldı. Min bu kelimeni
bitüdüm. Bir ķaraŋu 5. luķ żāhir boldı. Ḥaķ Ta’ālā bu
ķaraŋuluķdın bir ferişte 6. ni yarattı. Andaġ çünki yete
āsmān ve zemín aġzıġa barlıķı 7. bolur. Bu feriştege fermān

831
boldı ki düzaònıŋ dirigleri 8. ni köterip tur dėp. Ol ferişte
yėtmiş miŋ töben 9. yürüp taḥte’ã-ãerāġa yetti. Ve yine bir
ferişteni yarattı ki 10. uzunluķı yėtmiş miŋ yıllık yoldur.
Yine bir ferişteni 11. yarattı ki evvelķı feriştedin yėtmiş miŋ
merātibe çoŋ 12. dur. Andın kiyin bir ot yarattı. Ol ot bu
ferişte 13. ùarafıŋa ḥamle ķıldı. Ol ferişte başnı secdege
ķoyup [4b] 1. el-amān el-amān dėdi. Ḥaķ Ta’alā bir taşnı yarattı
ki 2. yėte āsmān ve zemíndin nėçe merātibe çünki bu taşnı 3.
otnıŋ üzeside ķoydı. Tā ki ol otnıŋ 4. ḥarāretidin āsmān ve
zemín köymegey. Ėy 5. derviş-i nebe’-i mü’mín elḥamdülillahi
rabbi’l-’ālemín dėse 6. Ḥaķ Ta’alādın raḥmet tapur.Yevmiḍḍín
dėse 7. Ḥaķ Ta’alānıŋ ‘adli birle imānlıķ tapur. İyyāke na’büdü
8. ve iyyāke nesta’ín dėse rızknıŋ bereketini ùā 9. ‘at ve
iḥãānnıŋ tevfíķini tapur. Ihdinā’ã-ãırāù 10. -el-mustaķím dise
ímānnıŋ ãābit ve muḥkem bolmaķı
nı tapur. ãıraùe’l-leźíne en’amte ‘aleyhim dėse ímān 12. nıŋ
zevāl bolmaķıdın amānlıķ tapur. 13. Ġayrü’l-maġḍūbi aleyhim
dėse ãūrnıŋ ķorķuncı [5a] 1. dın ve ķıyāmetniŋ
ġaźābıdın òalāã 2. lıķ tapur.
St. Petersburg Nüshası ile Berlin Nüshasının
Karşılaştırılması
Ele alınan metinler karşılaştırıldığında karşımıza
birtakım farklılıklar çıkmaktadır.
Her iki metin de Fatiha Suresinin faziletlerini anlatan
bir bölüm ile başlamaktadır. Tefsirler arasındaki ilk fark da
burada kendini göstermektedir. St. Petersburg nüshasında
Fatiha Suresinin faziletlerini anlatan rivayetin kaynağı
olarak Enes İbn Mâlik gösterilirken Berlin nüshasında bu
rivayetlerin kaynağı Tefsîr-i İmâm-ı Ebû Şucâ-yı
Semerkandî’dir. Her iki metinde de bu kısım Hz. Muhammed’den
başlayan bir soru silsilesi sonunda “kalem”in ağzından
verilmiştir. Ancak, St. Petersburg nüshasının soru silsilesi
Berlin nüshasına göre daha uzundur. Bu kısım, St. Petersburg
nüshasında Hz.Muhammed(Resul) – Cebrail – Mikail – İsrafil
levh ve kalem şeklinde ilerlerken Berlin nüshasında
Hz.Muhammed(Resul) – Cebrail – Mikail – İsrafil - kalem
şeklindedir.
Berlin nüshası, St. Petersburg nüshasına göre çok daha
uzundur. St. Petersburg nüshası 1,5 varak uzunluğunda iken
Berlin nüshası 8 varaktır. Buna karşılık, Berlin nüshasının
2a-5a arasındaki 3 sayfalık kısmı Fatiha tefsiri iken bunu
takip eden 5a-8b arası hadis ve menkıbelerle dolu kısımdır.
Metinlerin kelime kadrosunda da birtakım farklılıklar
görülmektedir. Bunları bir tablo ile sunmanın faydalı
olacağı kanaatindeyiz:
St. Petersburg Nüshası Berlin Nüshası
nûr çıkdı nûrı zâhir boldı

832
arşga tokın- per bol-
ikki kısım kıl- iki pâre bol-
derece-i behişt sekiz uçmak
ferişteler küllü ferişteler
sora- sor-
yaz- bitü-

Burada dikkati çeken yaz- ve biti- fiilleridir. Biti-


fiili Berlin nüshasında, yaz- fiili St. Petersburg
nüshasında kullanılmıştır. Bilindiği gibi, Orhun
Yazıtları’nda sadece biti- fiili vardır. Kutadgu Bilig’de
de biti- fiili kullanılırken yaz- fiiline rastlamıyoruz.
Divânu Lügâti’t-Türk’te ise hem biti- hem de yaz- fiilini
görürüz. DLT’de yaz- fiili “yaz- ol bitig yazdı. o, kitap
(yazı, mektup) yazdı. Oğuzca” (Ercilasun-Akkoyunlu
2014:376) şeklinde geçmektedir. Bu da bize Oğuzların yaz-
fiilini eskiden beri kullandığını ve St. Petersburg
nüshasının bir Oğuzun kaleminden çıktığını gösterir.
İki nüsha arasında anlatım açısından da birtakım
farklılıklar mevcuttur. St. Petersburg nüshasında kaleme ne
yazacağı sorulduğunda verilen cevaptaki “Ḥaú Taèālādın nidā
keldi”, “Ḥaúdın nidā keldi” kalıp ifadeleri dikkat
çekicidir. Metinde, esere canlı bir üslup kazandıran bu
ifadelerden “Ḥaúdın nidā keldi” 7, “Ḥaú Taèālādın nidā
keldi” 3 ve “ (yene) nidā keldi” 3 kez geçmektedir.
Gerek St. Petersburg gerekse Berlin nüshasında
kâinatın denize benzetilmesi dikkati çeken bir başka
husustur. St. Petersburg metninde yer alan “rahmet denizi,
tevhit denizi, rızk denizi” kalıp ifadelerine benzer
şekilde Berlin nüshasında da “hidayet deryası, tevfik
deryası” teşbihleri kullanılmıştır. Her iki metinde yer
alan bu benzetmeler anlatımı derinleştiren ögelerdir.
Fatiha Suresi’nin ayetlerinin kalem tarafından
yazılması sonrasında bir “nur”un ortaya çıkması, hem St.
Petersburg hem de Berlin nüshalarında yer alan ortak bir
unsurdur. Söz konusunun ifadenin anlatımı daha etkileyici
hâle getirdiği açıktır.
St. Petersburg nüshasında 92 farklı kelime
kullanılmıştır. Bunlardan ay- 15, kalem 14, yaz- 31 ve kėl-
fiili 16 defa geçmektedir.

Sonuç
Fatiha Suresi tefsirleri, Türk dili tarihi açısından oldukça önemli eserlerdir. Bu
çalışmada ilk defa bilim dünyasına tanıtılan tefsir, St. Petersburg Rus Bilimler Akademisi
Doğu Yazmaları Enstitüsü A895 numarada kayıtlı Şecere-i Terâkime nüshasının başında
yer almaktadır. Geç Dönem Çağatay Türkçesine ait olan bu eser, yine aynı döneme ait
Berlin Devlet Kütüphanesi, Çağatayca El Yazmaları Koleksiyonu 1692 numarada kayıtlı

833
185 sayfalık bir yazmada bulunan ve bilimsel yayını Aslı Zengin tarafından yapılan
tefsirle karşılaştırılmıştır. Berlin'de bulunan tefsir, St. Petersburg nüshasına göre metin
olarak daha uzundur. St. Petersburg nüshası, Fatiha Suresinin tefsiri ile sonlanırken
Berlin nüshasında Fatiha tefsirinin sonunda ayrıca konuyla ilgili hadis ve menkıbeler
yer almaktadır. İki eserin kelime kadrosunda da birtakım farklılıklar dikkati
çekmektedir. St. Petersburg’daki tefsirin Molla Gurbangeldi tarafından kaleme alındığı
bilinirken Berlin nüshası anonimdir. Her iki eser de karşılıklı soru ve cevaplara dayalı
canlı bir üslupla kaleme alınmıştır.
Kaynaklar
BİRIŞIK, Abdülhamit (2011), “Tefsir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, s.
ERCİLASUN, Ahmet Bican- AKKOYUNLU, Ziyat (2014), Kaşgarlı Mahmut:
Divânu Lügâti’t-Türk, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
ERGİN, Muharrem (1974), Türklerin Soy Kütüğü, İstanbul: Tercüman 1001 Temel
Eser.
KARASOY, Yakup (2017), Satıraltı Tercümeli Fıkıh Kitabı, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
KARGI ÖLMEZ, Zuhal (1996), Şecere-i Terâkime, İstanbul: Simurg Yayınları.
ÖZTÜRK, Mustafa (2007), “Meâl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/meal
ZENGİN, Aslı (2017), "Geç Dönem Çağatay Türkçesi ile Anonim Bir Fatiha
Tefsiri", Türkiyat Mecmuası, vol.27, s.313-358.
https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf

DEĞİŞİM
PROGRAMLARI İLE ÜNİVERSİTEMİZE GELEN
YABANCI
UYRUKLU ÖĞRENCİLERİN TÜRKÇE ÖĞRENİRLERKEN
KARŞILAŞTIKLARI PROBLEMLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
1
Dr. Rasim ÖZYÜREK

Bilkent Üniversitesine değişim programları ile gelen yabancı uyruklu üniversite


öğrencileri Türkiye Türkçesi öğrenimlerinde gerek yazılı anlatımlarında, gerekse sözlü
anlatımlarında anlatım bozuklukları yaptıkları gözlemlenmiştir. Amacımız değişim
programı ile üniversitemize gelen yabancı uyruklu bu öğrenciler için bir durum tespiti
yaparak sorunları ortaya koymak, tartışmak çözüm önerilerinde bulunmaktır.
Bilkent Üniversitesi’ne değişim programıyla gelen yabancı uyruklu öğrenciler özellikle
sözlü ve yazılı anlatımlarında sözcüklerin seçiminde, anlamla çelişen sözcükleri bir
cümlede kullanmalarında, ses bakımından birbirlerine benzeyen sözcükleri yanlış
kullandıkları, sözcükleri kurdukları kendi cümlelerinde yanlış yerlerde kullandıkları,
gereksiz sözcük kullanarak duruluk ilkesinden uzakta kaldıkları gerek yazılı gerekse
sözlü anlatımın bozulduğunu, anlamca yakın sözcüklerin seçiminde, tümleçlerde,
tamlamalarda yanlışlıklar yaptıklarını, eş anlamlı kelimeleri bir arada, ekleri yanlış
kullandıkları, birleşik cümlelerde yüklemler arasında uyumsuzluklar yaptıkları, ünlü ve
ünsüz harflerin yazımında ve sözlü anlatımda birçok problemlerle karşı karşıya
kaldıkları tarafımızdan gözlemlenmiştir. Bu sorunlar öğrenciden, öğretmenden,
ortamdan, Türkçe öğretim programlarından ve okutulan Türkçe öğreniyoruz
kitaplarından kaynaklandığını görüyoruz. Bu sorunlara geçerliliği ve güvenirliği test
edilmiş çözüm önerileri getirilmelidir.

Bilkent Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi 1


834
Yaptığımız bu çalışmaya üniversitemize değişim programı ile gelen elli yabancı
uyruklu lisans öğrencisi katılmıştır. Bu çalışma betimleyici bir çalışmadır. Örnekleme
Bilkent Üniversitesi’nde Türkiye Türkçesi dersi alan elli yabancı uyruklu değişim
programı öğrencisi, öğrencilere Türkçe dersi veren beş öğretim görevlisi de anketimize
katılmıştır. Örneklemin yüzde yetmişi erkek, yüzde otuzu kız öğrencilerden oluşmuştur.
Her iki grubun yaş ortalaması yirmi iki olduğu saptanmıştır. Örneklemin yüzde yüzü
üniversite lisans öğrencisidir Öğrencilerin karşılaştıkları yukarıda belirttiğimiz sorunlar
doğrultusunda hazırlanan anket uygulamalarının sonuçları bire bir görüşmelerle
desteklenmiştir.

Türkçe dil bilgisi konularında zorlandıkları, ayrıca ekleri birleştirmede yazım hatalarını
sık yapıyorlar. Yazmada da bu konuda zorlanıyorlar.

Öğrencilerin çoğu gelecek ve geçmiş zamanda hep –yor ekini kullanıyorlar. Bir örnek
verecek olursak, “O kalacak”. Cümlesini “O kalayor”. şekliyle yazıyorlar.

Bu öğrenciler kendi dillerinin dil ve cümle yapısının, öğrendikleri dilden farklı olması
nedeniyle yazımda ve telâffuzda hatalar yapıyorlar. Çoğu öğrenciler fiileri jest ve
mimiklerle hatırlayabiliyorlar.

Türkçemiz sondan eklemeli bir yapıya sahiptir. Bundan dolayı eklerin yazımında da
yazım hataları yapıyorlar.

5. Avrupa’da sözlü ve yazılı anlatımlarda Ö+Y+N dizimine göre cümleler kuruluyor.


Bizde ise Ö+N+Y dizimine göre cümleler kuruluyor. Bu çocukların çoğu Türkçe
cümleleri kendi dilleri cümle yapılarına göre Ö+Y+N dizimine göre cümlelerini
kuruyorlar. Bu da bir hatadır.

Diğer bir konu çekim eklerinde yanlışlıklar yapıyorlar. Bunlar aşağıdaki gibidir.

6.a) Adların sonuna gelen çekim eklerinde yapılan yanlışları görüyoruz. Ad durum
eklerinde cümle içinde adın görevini belirleyen adın öteki sözcüklerle ilişkisini
göstermek amacıyla ada getirilen eklerdenen en çok kalma durum ekinde –da(-de,-ta,-te)
yönelme durum ekinin yazımında hatalar yapıldığını görüyoruz.
Ben trene biniyor.
Ben baba, anne, Kardeş Hollandada..

6.b) Adları ve ad soylu sözcükleri kişi kavramına bağlamada yapılan yanlışlıklar


Benim otomobilim çok güzel . Cümlesini Ben otomobil guzel. Şeklinde yazıyorlar.
Burada adın belirlediği şeyin kime ait olduğunu göstermemiz gerekirken bu çocuklar ön
ünlüden sonra –im gelmesi gerekirken getirilmediği gözümüze çarpıyor.”guzel”
sözcüğü de yanlış yazılmış.

6.c) İyelik eklerinden sonra ad durum ekleri getirildiğinde belirtme durumunda bazı
hatalar yapıldığını görüyoruz. iyelik eklerinden sonra ad durum eklerini yazmada sık
yanlışlıkların yapıldığı dikkatimizi çekmiştir.
“Cebimden kalemimi verir misin?” Cümlesini “Cebimde kalemim verirmisin?” Şekliyle
yazıyorlar. Burada iyelik eklerinden sonra ad durum ekleri gelebileceği konusunu
bilmedikleri anlaşılmaktadır.

835
6.d) İlgi eki bağlantı kavramı veren ektir. Türkçede ad ve ad görevli sözcüklerin
sonuna getirilen –ki eki. Bu ek Türkçede daha önce geçmiş bir adı ya da ad öbeğindeki
bir sözcüğü yinelemekten kaçınmak için kullanıldığını biliyoruz.Bu çocuklar ilgi
eklerini kullanırlarken yanlışlıklar yapıyorlar.
Pierin kalemi Pierinki şekliyle yazılacağı yerde Pier diye yazıldığı görülmektedir.

6.e) Fiil çekim eklerinde yaptıkları hatalara sık rastlanıyor. Bilindiği gibi zaman ve
kişi kavramı taşıyan bir eylem, devinme, iş durum yargı belirten sözcüklere eylem
deniyor. Bildiğimiz gibi her eylem zaman ve kişi kavramını kök veya gövdesine
getirilen eklerle verir. Zaman kişi kavramı yazımında yanlışlıklar göze çarpıyor.
“Arda Tolga Atalay İngilizce kursuna gitti.” Cümlesi “Arda Tolga İngiliz kursu
gediyor.” Bu cümlede eylem köküne getirilen ek eylemin değişik zamanlarda
gerçekleştiğini belirtmesi gerekirken kursu ve gedeyor sözcüklerinde yazım hataları
yapıldığını görüyoruz.

Eylem ya da ad kök ve gövdelerine getirilen zaman ve kişi kavramı veren eklerde


hatalar yapılıyor.
Bilkent Sözeri Market’ten bir kilo domates aldım. Cümlesi Bilkent Sözeri Market bir
kilo domates aldı. Şeklinde yazıldığını gördük. Burada bir eylemin iki biçimbirimden
oluştuğunun farkında olmayan bu öğrenciler kök ve ekleri istendiği düzeyde
bilemediklerinden hatalar yapıyorlar. Bu çocuklar özellikle fiilden fiil yapma , fiilden
isim yapma eklerdinin yazımında çok hatalar yaptıklarını ve ekleri yazmada çok
zorlanıyorlar.
8. Belirli geçmiş zaman kipiyle yapılan hikâye bileşik zamanlarda hatalar
yapıldığını görüyoruz.
Ben Belçika’dan geldiydim. Cümlesini Ben Belçikada geldi. Şekliyle yazıyorlar.
Kırıldı sözcüğünü Bozuldu diye yazıyorlar.
Metro bozuldu. Cümlesi Metro kırıldı. Şeklinde ifade ediyorlar.

Türkçe Öğretim Programlarından Kaynaklanan Sorunlar


Bu programlar iki dilli Türk çocuklarının hedef ihtiyaçlarına göre hazırlanmamıştır.
Bu çocukların Türkçe öğretimlerinde hedef ve ihtiyaçlarına göre bu programların
hazırlanmadığını görüyoruz.

Türkçe Dersleri Veren Öğretmenlerden Kaynaklanan Sorunlar


Bu öğretmenler çocuklarla tam bir iletişim içinde değiller. Yurt dışından değişim
programında yabancı uyruklu öğrencilerin Türkçe eğitiminde ve öğretiminde görev
alacak öğretmenler o çocukların hedef ve ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte
yetiştirilmeliler. Yabancı uyruklu bu öğrencilere Özel öğretim metot ve Teknikleri dersi
çok iyi bilinmelidir. Ayrıca bu dersleri veren öğretmenler her yıl hizmet içi eğitim
kurslarından geçirilmeliler. Dil öğretiminde öğrenciler yeterli donanıma sahip olmalılar.
Türkçe derslerinde teknolojiyi kullanan öğretmenler yetiştirmek gerekir.
Okunan Kitaplardan Kaynaklanan Sorunlar
Okutulan kitaplarda anlaşılması güç, yazınsal ve öğretici metinlere yer verilmesi, bu
çocukların seviyelerine göre kitapların yazılmayışı, MEB tarafından Türkçe öğretimiyle
ilgili yeni programların tez elden ülkelere göre düzenlenmesi Türkçe kitaplarının bu
programlara göre yazılması ve basılması gerekmektedir. Şu anda okunan kitaplar günün
şartlarına göre incelenmesi gerekmektedir. Yazılacak kitaplar Türkçe öğretmenleri, dil
bilimcilerle ortaklaşa çalışılarak vücuda getirilmelidir.

836
Öneriler:
Yurt dışından ülkemize gelen öğrencilere Türkiye’de uyum kursları açılmasında yarar
var. Bu kurslarla birlikte Türkçe öğreniyorum kursları açılmalıdır. Kurslar esnek
olmalıdır.
Bu çocuklara Türk kültürü dersleri verilerek Türk kültürü sevdirilmelidir.
Kaliteli programlar, yapılmalı kaliteli öğretmenler yetiştirilmeli. Türkçe öğretmenliği
yapacak öğretmenlerin deneyimli olmaları gerekmektedir.
Çocuklar için yoğun uyum sağlayıcı programlar yapılmalıdır. Türkçe öğretimi ile ilgili
çağdaş ve güncel konularda yer alması gerekmektedir. Türkçe nasıl öğretileceği
öğrencilere enine boyuna anlatılmalıdır.
Bilimsel öğretim metot ve tekniklerini çok iyi bilen, genç psikolojinden anlayan nitelikli
Türkçe öğretmenleri yetiştirilmelidir. Dilbilimciler ve eğitimbilimciler ortak çalışarak
Türkçe öğretiminin nasıl yapılması gerektiği tartışılmalıdır.
Bu çocuklara dört temel beceri iyi öğretilmeli yazım ve söyleyiş, okunuş hataları yapan
öğrenciler yaptıkları hatalardan bire bir çalışmalarla yapılan yanlışlar tez elden
giderilmelidir.

Türkçe eğitim/öğretimi için yurt dışından gelen bu çocuklara Türkçe dersini


öğretilmesinde çocukların Türkçelerini istenilen düzeye çıkarmak için ne yapılmalı? Yurt
dışından ülkemize değişim programı ile gelen bu çocukların eğitimlerinden,
öğretimlerinden anlayacak Türkçe öğretmenlerin istenilen düzeyde yetiştirilmesi
gerekmektedir. Değişim programları ile yurt dışından gelecek öğrencileri eğitecek kaliteli
Türkçe öğretmenleri ancak ve ancak kaliteli eğitim ve kaliteli programlarla, kaliteli Türkçe
öğretmenleri ile mümkün olur. Yetiştirilen bu öğretmenlerimiz Türk dilini iyi kullanır ve
öğrencilerine de doğru kullandırırlarsa dilde iletişim çok kolay gerçekleşir .
Bilindiği gibi okuma eyleminde konuşanın yerini yazar, dinleyenin yerini de okur
almaktadır. Bu nedenle konuşma ve yazma arasında bir benzerlik söz konusudur. Buna
verici dil etkinlikleri denir. Dinleme ve okuma arasında da bir ilişki vardır. Buna da
alıcı dil etkinliği adı verilir. Alıcı ile verici arasında bir iletişimin gerçekleşmesi için
dilin, kültürün ve ekonomik koşulların ortak olması gerekmektedir. İnsanlar arasında
kültürel, toplumsal ve ekonomik koşullarda benzerlik yoksa, o ortamda verici ile alıcı
arasında bir iletişimden söz etmek mümkün değildir. İşte bunun en bariz örneğini yurt
dışından değişim programları ile üniversitemize gelen bu öğrenciler, öğretmenleriyle ve
çevrelerinde bulunan diğer Türk çocukları ile tam bir iletişim içinde olamadıkları ve
dilde anlaşamadıkları da bir gerçektir
Ulusal kültür gelecek kuşaklara dille aktarılır. Türkçe, bir anlatım ve beceri dersidir.
Türkçemiz değişim programlarına katılan öğrencilerin anlama, anlatma, güzelliklerden
zevk alma ve isabetli kararlar verme gücünü geliştirmesi önemlidir. Bilindiği gibi dilin
en etkili araçlarından biri konuşmadır. Alıcının konuşulanı anlaması ise, dilde iletişimin
gerçekleşmesi demektir. Bu iletişimin gerçekleşmesi o dilin kavranması ve anlaşılması
demektir. Bu bağlamda öğrencilere doğru ve etkili konuşma alışkanlığı kazandırmak
için öğretmenlerimizin çok çaba harcamaları gerekmektedir
Anadille yapılan eğitimde, öğrencileri sözlü ya da yazılı olarak kendi düşüncelerini,
duygularını, öğrendiklerini, doğru biçimde anlatma gücü kazandırmak, ana dilini
sevdirmek, ilgi uyandırmak ve sözcük dağarcıklarını geliştirmek zenginleştirmek,
Türkçe öğretmenlerinin görevidir. Bu aynı zamanda Türkçe öğretiminin de genel
amaçları arasındadır.
Bu öğrencilere Türkiye Türkçesi öğretilirken dört temel dil becerisi ile ilgili bilgiler
öğretim elemanlarınca bütün incelikleriyle verilmelidir. Önce konuşma dilinden hareket

837
edilerek işe başlanmalı. Örnek metinler video çekimleri, kitaplar, CD’ler sınıfa getirilmeli.
Türkiye Türkçesi dersi uygulamalı olarak öğrenci merkezli yapılmalıdır. Öğrenci merkezli
eğitim derslerinin eğitimi ve öğretimi ikinci yabancı dilin Türkçe’nin öğretiminde daha
etkendir. Türkçenin ikinci dil olarak öğretilmesinde dilin ve sözün daha etkili olabilmesi
için vücut dilinin de yer yer kullanılması gerekmektedir. Yabancı uyruklu öğrencilerle
Türkiye Türkçesi dersi veren öğretim elemanları Türk öğrenciler arasında sıkı bir iletişim
gereklidir. Bu programlara katılan öğrencilerin amaçları yeniden tespit edilerek bu tespitler
doğrultusunda yabancılar için Türkçe öğreniyorum programları hazırlanmalıdır. Bu dersi
veren öğretim elemanlarının Türk kültürünü, Türkçenin bütün özelliklerini, Türkçe
öğretiminde hangi metot ve teknikleri kullanmaları gerektiğini çok iyi bilmeleri gerekiyor.
Yabancılara Türkçe öğretimini hangi ortamda nerede kimlere nasıl veriyorum? Öğretim
elemanları bu programa katılan yabancı öğrencilere Türkçenin nasıl öğretileceğini dil
bilimcilerin, eğitimbilimcilerin, görüşlerine de başvurarak dersin nasıl öğretileceği ile ilgili
yeniden bir kavram ortaya koyulmalılar. Belirlenen hedef ihtiyaçlara yönelik yetiştirilecek
kaliteli Türkçe öğretimi kaliteli bir eğitimle kaliteli programlarla ve kaliteli Türkçe
öğretmenleriyle ancak mümkündür. Durağanlıktan kurtulup yabancılara Türkçe öğretiminde
yeniliklere ve değişikliklere cevap verebilecek, reformlara ve en başta yabancılara Türkçe
öğretimi alanında yapılacak yeni yapılanmalara ihtiyacı vardır. Türkçe öğretiminde eğitimin
kalitesi konusunda işi değil beyinleri değiştirmektir. Kötüler eleştirilerek iyiye sahip
çıkılmalı bilimsel öğretim metot ve teknikleri ile genç psikolojisini bilen nitelikli Türkçe
öğretmenleri, çağdaş ve sistemli bir eğitim formasyonu ile yetiştirilmelidir. Ona göre
Türkiye Türkçesi öğretilmelidir. Kaliteli eğitim kaliteli programlarla ve kaliteli
öğretmenlerle mümkündür. Öte yandan nitelikli Türkçe öğreniyorum kitapları öğrencilerin
seviyelerine göre yazılmalıdır.

Kaynakça

DEMİREL, Özcan (1993) Yabancı Dil Öğretimi İlkeler, Yönyemler, Teknikler, Usem
Yayınları Ankara
KARABABA, Canan (2012) Yabancılar İçin Türkçe Öğrenme Kitabı, Anı Yayıncılık
Ankara
ÖZYÜREK, Rasim (1998) Örneklerle Cümle Çözümlemeleri, Kader Matbaası
Ankara ÖZYÜREK, Rasim (1998) Yazım Yanlışları, Kader Matbaası Ankara
ÖZYÜREK, Rasim (2001) Türk Dili ve Edebiyatı Öğretimi, Özün Matbaası Ankar

838
COĞRAFYAYLA İLGİLİ BİLİM DALLARINDA KAVRAMLARI ADLANDIRMA

1
Saadet ÖZTÜRK

Fransızca kökenli olan Coğrafya geniş bir alanı kapsar. Yeryüzün de meydana gelen
olayların insanların üzerindeki etkileşimi inceleyen bir bilim dalıdır. Alan olarak birçok dalla
irtibatlı olduğu gibi kendi içinde de fiziki coğrafya, beşeri coğrafya, ekonomik coğrafya,
ülkeler coğrafyası gibi dallara ayrılır. İnsanın çevreye yönelik bütün faaliyetleri beşeri
coğrafyanın inceleme alanına girer.
Coğrafya hava bilimi, yer bilimi, gök bilimi gibi birçok bilim dallarıyla terimleri ortaktır.
Bu terimlerin tanımları farklı alanlara göre değişebilir. Coğrafya terimleri başlangıçta
Osmanlı Türkçesine dayanırken Cumhuriyet Dönemi’nde Türkçe kelime köklerine ve eklerine
dayandırılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte Batı kökenli terimler, başka dallarda olduğu
gibi coğrafya alanında da öne çıkmıştır. Türkçe kökenli coğrafya terimleri arasında
tutulmayanlar olmuştur.
Tanzimat Dönemi ile başlayan batılılaştırma, beraberinde ulusallaşma hareketini de
doğurmuş, 1900’lü yılların başından itibaren sosyal ve kültürel hayatta ve dilde de
değişmeler, öğretim eğitim hayatının düzenlenmesini etkilemiştir. Batı ölçülerinde okullaşma,
kullanılan dilin de ele alınmasını gerekli kılmıştır.
Cumhuriyet tarihi boyunca ortaöğretim düzeyinde, eğitim ve öğretim dilinin
Türkçeleştirme çalışmaları yürütülürken, coğrafya ve ortak alanların terimleri de araştırma ve
inceleme konuları arasında yer almıştır.
Başlıca hedef Osmanlı Türkçesinde geçen terimlerin Türkçe olarak karşılığının
kullanılmasıdır. Ruy-i zemin karşılığı yeryüzü, mai-icari karşılığı akarsu, hatt-ı bâla karşılığı
doruk çizgisi, cümudiye karşılığı buzul terimleri o günlerde türetilen Türkçe terimlerden
birkaçıdır.
Batı kökenli terimlere de yer verilmiştir. Azami, asgari terimlerine Türkçe karşılıklar
beklenirken minimum, maksimum bunların yerini almış, asgari yağış, minimum yağış, azami
sıcaklık, maksimum sıcaklık, asgari nem, minimum nem, azami nem, maksimum nem
kullanımları yaygınlaşmıştır.
Türk Dil Kurumunun kurulmasından sonra başlatılmış olan terim çalışmalarına
baktığımızda bilim ve sanat dallarıyla ilgili Türkçeleştirme çalışmalarının yanında coğrafya
terimleri de bulunmaktadır. Bunlardan yer bilimi yani jeoloji terimlerinin bağımsız olarak ele
alınması 1971 yılına, Gök bilimi diye adlandırılmış olan astronomi terimlerinin ele alınışı ise
1969 yılına rastlar.
Bütün bunların dışında çözülmesi gereken sorun bilim kelimesiyle kurulmuş adların
yazımlarıdır. Bunun için jeoloji karşılığı yerbilim ve ayrı yazılan belirtisiz ad tamlaması
biçiminde yer bilimi görebiliriz. Türk Dil Kurumu 1970’li yıllarda yerbilim, 1990’lı yıllardan
bugüne yer bilimi yazımını doğru buluyor. Buzdağı kimine göre bitişik kimine göre ayrı
yazılıyor. Türk dilinin kurallarına göre anamometre terimin rüzgârölçer biçiminde bitişik
yazıyoruz. Sanki farklı terimlermiş gibi aysberg karşılığı buz dağı bazen bitişik bazen ayrı
yazılıyor.
Coğrafya terimleri arasında yaşanan kargaşanın görülmesi düşündürücüdür. Yayınlar
gözden geçirildiğinde aynı bilim dalının bir yandan iktisadi coğrafya bir yandan ekonomik
coğrafya veya ekonomi coğrafyası terimlerinden birinde karar kılınamamıştır. Bilim
dallarından biri olan akarsular coğrafyası terimi Türkçe olarak adlandırılmasının yanı sıra
potamoloji terimi yaygınlık kazanmıştır, ya da akarsu bilimi, ırmak bilimi biçiminde

Emekli Öğretmen1
839
adlandırıldığını da görüyoruz. Bir başka örnek klimatoloji yanında iklim bilimi terimini
buluyoruz. Kartografya terimi en sık kullanılan terimlerden biridir. Limnoloji terimi için göl
bilimi de denmektedir. Bunun deniz ve okyanus coğrafyası biçiminde adlandırıldığı da
görülmektedir. Bunların yanında bizde oşinografi, oşinografya biçiminde geçmekte, buna
okyanus bilimi de denmektedir.
Coğrafya da iki temel sorun var. Bunlardan biri “Türkçe veya yabancı kökenli terim
seçimi” diğeri “terimlerde birlik sağlama sorunu”.
Eğitim öğretim ortamlarında, ders ve test kitaplarında“yer, su ve hava” tabakalarının
terimleri atmosfer, biyosfer, ekzosfer, hidrosfer, litosfer, mezosfer, stratosfer, termosfer,
troposfer, biçiminde Fransızcadan geldiği gibi kullanılıyor. Bulunan bazı karşılıklarda ise
yazım bakımından birlik olmadığı gibi kimi yayınlarda tabaka, kimisinde katman bazen de kat
kelimeleri kullanılıyor. Anlaşılan katman, tabaka kelimesine karşılık olarak önerilmiş.
Bunlardan atmosfer terimi, önce hava küre sonra hava yuvarı, hidrosfer önce su küre sonra su
yuvarı, litosfer, önce taş küre sonra taş yuvarı termosfer önce ısı küre sonra ısı yuvarı
biçiminde kademeli olarak Türkçeleştirilmiş olmasına rağmen Fransızca karşılıkları daha çok
tercih edilmiştir.Geri kalan stratosfer, troposfer terimleri Türk Dil Kurumunca yayımlanmış
olan Sami Öngör’ün Coğrafya Terimleri Sözlük’ün de üst havayuvarı, alt havayuvarı
biçiminde bitişik olarak yazılmış, bunlarda da yazım sorunu ortaya çıkmıştır.
Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’ün de biyosfer için herhangi bir karşılık
gösterilmemiş, tanım vermekle yetinilmiştir. Başka kaynaklarda dirim yuvar karşılığını
buluyoruz. Sami Öngör de bu terimi çalışmasına almamış. Geri kalan mezosfer Türkçe
Sözlük’te orta yuvar terimiyle karşılanmışken ekzosfer terimine bu sözlükte yer verilmemiş.
Ekzosfer ise atmosferin en üstünde bulunan bir tabakadır.
Sözünü ettiğimiz terimlerdeki yuvar, yuvarlak kelimesinin köküdür. Türkçeleştirme
çalışmalarının başladığı ilk yıllarında Arapça kökenli küre kelimesine karşılık olarak
önerilmiş. Alyuvar (küre-i ahmer), akyuvar (küre-i beyza) bu sözün geçtiği ilk örneklerdir.
Daha sonra öteki bilim dallarında geçen küre kelimesi coğrafya terimlerinde de yuvar olarak
karşılanmıştır. Ancak atmosfer, hava yuvarı biçiminde benimsenmemiş, coğrafya terimlerinde
etkili olmamıştır.
Bu terimlerden atmosfer’in karşılığı olan hava yuvarı yazılı ve sözlü olarak
kullanılmamaktadır. Aynı durum eğitim ve öğretim ortamında da görülmektedir. Yaygın
olarak kullanılan atmosfer’dir. Bir coğrafya veya hava bilimi (meteoroloji) terimi olan
atmosfer terim özelliğini aşarak günümüz yazı dilinde “ortam, bulunulan mekân” gibi çeşitli
anlamlarda kullanılmaktadır. Ayrıca doğrudan solunan “hava” anlamında da kullanılıyor.

Sonuç olarak Türk bilim ve sanat dünyası, Cumhuriyet döneminde başlatılmış olan
yenileşme çalışmalarında dilin milli olmasını, kavramların Türkçe kökenli kök ve eklerden
türetilmesini ön görmüştür. Bu yolda Osmanlı Türkçesinden kalan Arapça ve Farsça kökenli
terimleri Türkçe köklere ve eklere dayalı olarak türetip kabul ettirmiş; aynı başarı Batı kökenli
kelimeleri Türkçe olarak karşılamada gösterilmemiştir. Bugün ortaya çıkan önemli sorun,
bilim dallarındaki kavramların farklı biçimlerde adlandırılması, yazımlarının kişilerin
seçimine bırakılması ve Batı kökenli kelimelere daha çok itibar edilmesini sağlamıştır.
-------

Dr. Reşat İzbırak, Coğrafya Terimleri Üzerine Bazı Düşünceler, TDK, 1949
Hamit Nafiz Pamir – Önder Öztunalı, Yerbilim Terimleri Sözlüğü TDK, 1971
Abdullah Kızılırmak, Gökbilimi terimleri SözlüğüTDK, 1969

840
Türkçe Söz Varlığında Eşya Adları Üzerine Notlar
1
Dr. Mustafa ÖNER

Dilin maddi kültürüne dâhil olan eşya adları, aslında toplumun kültür tarihini yansıtan çok
ilginç göstergelerdir. Bunlara bakarak toplumun yaşayışının tarih boyunca izleri sürülebilir. Eski
çağlarda el ustalığını yansıtan âletlerden modern zamanlardaki teknoloji ürünlerine kadar
hayatımıza giren eşya adları, kültür tarihinin olduğu kadar söz varlığı (leksikoloji) çalışmalarının
da geniş bir araştırma konusudur.
Sosyal psikologlara göre; kültür insanın doğa üstüne eklediği şeylerin bir bütünü olarak
tanımlandığında uygarlığımızın eseri olan tüm eşyalar kültürün ürünü oldukları kadar hem de
onun taşıyıcılarıdır. Modern toplumlara doğru geldikçe, eşyanın insan yaşamındaki yeri ve
anlamı giderek artmakta ve bu durum araştırmacıları, zorunlu olarak insan-eşya ilişkilerini ele
almaya doğru götürmektedir (Bilgin 2009: 1).
Hayattaki pratik değerleri dolayısıyla insan toplulukları arasında kolayca alış verişi
yapılan eşyaların adları dillerde erken çağlarda bile bir alıntı tabakası oluşturur. Örneğin Rus
edebi dilinde gözlenen ilk Türkçe alıntılar arasında Bulgar-Kıpçak devrinden geçen altın, arba,
denga, basma, bizmen, kırbaç, kalpak, tovar gibi sözler iki toplum arasındaki ilk temasları
yansıtır (Geniş bilgi için Şipova 1976; Poppe 1966; Halikov 1995: 8; Karaağaç 2008:XXIV).
Bazı Türkçe eşya adları ilk sözlük yazarı Mahmud Kaşgari’nin andığı biçimlerden bugüne
kadar pek değişmeden kalmış olabilir: bardak < bart “bardak” , bıçak, bileği < bilegü “bileme
taşı”, dağar < tagar “torba”, kaşık < kaşuk, kilit < kirit, kova, küp, şiş, süpürgü, tarak< targak,
tevsi < tev- “dizmek”, tokmak < tokımak, ütü < ütüg, yastuk (Yıldırım, Çiftçi 2012: 1235-1242).
Bunların yanı sıra eşyanın doğrudan alınmasıyla birlikte Türkçeye kolayca alıntılanan
eşya adları da pek çoktur: çerağ < Fa. çirâġ (Tietze 1967: 139); dürbün < Fa. dûrbîn (Tietze
1967: 142); fener < Rum. fanari (Karaağaç 2015: 287); soba < Mac. szoba (Karaağaç 2015: 729)
sofra < Ar. sufre; şişe < Fa. şîşe; (bk. Tietze 1967; bk. Eren 1975): anahtar < Rum. anıhtari
(Eren 1999:12; Tietze 1: 396); fırın < Rum. furun (Eren 1999: 144; Tietze 3: 123) güğüm < Rum.
kukumi (Eren 1999: 165; Tietze 3: 304); kiremit < Rum. keramidi (Eren 1999: 245; Tietze 4:
234); palaska < Mac. palászka (Karaağaç 2015: 620). Bu alıntılar aynı zamanda Türklerin son
bin yıllık komşuluk ilişkilerinin çok renkli tarihini yansıtmaktadır.

Genel dil biliminde ürün veya marka adları için ergonyme terimi kullanılmaktadır; yine bu anlamda
fakat sosyal olayların, kurumların veya organizasyonların adlarını da karşılayan çok daha geniş bir
göstergeyle chrématonyme [< Eski Yunanca chrematos “eşya” + onoma “ad”] terimi de kullanılır.
“Onomastik özel adların tüm kategorilerini içeren bir inceleme çalışmasıdır. Bu çerçevede
anthroponymie şahıs adlarının, toponymie yer adlarının ve nihayet chrématonymie de
insan tarafından yaratılan eşyaların adlarının araştırması olarak ayrılır” (Malgorzata 2013: 179).
Afad Gurbanov Azerbaycan Dilinin Onomalogiyası adlı kapsamlı monografisinde maddi kültür
anıtları, bilim ve sanat eserleri, özel eşyaların ve kurumların adları için kullandığı terimle
ktematonimleri dört grupta incelemiştir: a) Krematonimler (maddi kültür eşyalarının ve ürünlerin
adları); b) krononimler (belli tarihî günler ve bayramların adları); c) ideonimler (bilim, kültür ve
sanata ait eserlerin adları); d) ergonimler (kurum ve mekân adları). (Gurbanov 1988: 420-440)
Burada ilgilendiğimiz özel adların ad aktarması yoluyla sözlükselleşmesi olgusu önemli
bir anlam evrimidir. Berke Vardar düzdeğişmece (metonymy) dediği bu olgu için bütün kentte

Prof. Dr. Mustafa Öner- Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Dili Ana Bilim Dalı 1
841
oturanlar yerine bütün kent ve bir kadeh dolusu içmek yerine bir kadeh içmek örneklerini verir
(Vardar 2002: 86). Günay Karaağaç bu benzerlik ilişkisine dayalı iğretilemeli anlamı
(metonomic metaphor) şöyle tanımlamaktadır: “Birbirinden apayrı olan varlıklardan birinin,
herhangi bir benzetme yönüyle bir başka varlığa işaret ettiği iğretilemeli anlamlardır. Bu tür
iğretilemeler, benzerliği bulunmayan iki şeyin, önemli bir açıdan nasıl benzerlik taşıyabileceğini
gösteren karşılaştırmalardır” (Karaağaç 2013: 468).
Dildeki genel adların özel ad hâline gelmesi anlamlarını yitirerek donuklaşması (“güneşli
köy” > Güneşli Köy) özel adların biricik, başkalarına benzemez bir biçimde bir kişiyi veya bir
yeri sadece etiket olarak adlandırması elbette bir anlam donuklaşmasıdır (bk. Kurgun 2011: 298).
G. Karaağaç özel adların ayrı bir malzemesi olmadığını vurgular: “Özel adlar, bir dilin
sözlüğünden veya gramerinden seçilen yapıların, tek bir varlığa ad oluşturmasından ibarettir.”
(Karaağaç 2001: 522).
Dillerde eşya adlarının bir kısmının özel ad kökenli olduğu ve bu ada esas olan şahıs adı
(antroponym) yer adı (toponym) veya marka ve ürün adının (ergonym) tam bir ad aktarması
(mürsel mecaz; metonomy) üzerinden kalıplaşarak eşya adı hâline geldiği gözlenmektedir. Burada
özel ad kökenli birkaç eşya adı örneğine dikkat çekerek bunların ad aktarması yoluyla nasıl
oluştuğunu incelemek istiyoruz.

Yer Adı > Eşya Adı:


Ad bilgisinde yer adlarının (toponymy) dildeki tür adlarından özelleştiği ve belli bir yerin
(ülke, şehir, köy, mahalle, mekân vb.) göstergesi hâline geldiği bilinir. Germanist dil bilimci
Hadumod Bussmann, ad biliminin (onomastics) alt disiplinleri arasında kişi adları (antroponym)
su adları (hidronym) ve yer adları (toponym) incelemesini anar. Yazara göre yer adları ve kişi
adları en eski ve en şeffaf dilbilimsel biçimler arasında yer aldıklarından, dil tarihi, diyalektler
coğrafyası ve dil aileleri hakkında önemli bir hipotez kaynağıdır. Ad bilimi aynı zamanda tarihî
süreçlere (erken zamanlar tarihi ve folklor), coğrafyaya ve doğal tarihe yeni bakışlar sunmaktadır
(Bussmann 1996: 835). Nitekim millî tarih görüşünün canlandığı devirlerde kadim yer adlarının
yaşayan yaygın dillere uygun biçimde tahlil edilmek istendiğine bilim tarihi boyunca daima tanık
olmaktayız. Oysa bilimsel yöntemlerden ayrılmadan yürütülecek yer adları incelemeleri
toplumların karanlık tarihine değerli katkılar oluşturabilecektir. Aşağıda konumuz bağlamındaki
iki yer adının nasıl eşya adına evrildiğine dikkat çekeceğiz.

Hacı Tarhan > *Haştarhan > Astırhan // astragan “deri veya kumaş”

842
XIII. asır ortalarında
Karadeniz’in kuzeyinde
egemen olmaya başlayan
Altın Ordu Devleti içinde
merkezî kuvvetin
zayıflaması ile belirmeye
başlayan Kazan ve Kırım
hanlıkları ve Nogay Ordası
yanında bir de Astırhan
Hanlığı kurulmuştur (1502).
Altın Ordu zamanında
gelişmeye başlayan fakat
1552’de Kazan’ın Korkunç
İvan ordusu tarafından
alınmasından az sonra
Çarlık egemenliğine giren
(1556) bu şehrin ve hanlığın adı çeşitli kaynaklarda Hacı Tarhan, Heştarhan, Astırahan,
Astarhan, Ejderhan vb. olarak geçmektedir (bk. Arat 1942: 680; Devlet 581) Şehrin en eski
adının ise Hacı Tarhan olduğu söylenebilir (Zaytsev 2011).
1334’de buraları gezip Altın Ordu’nun 9. Hükümdarı Özbek Han’ı da ziyaret eden İbn
Battuta (1304-1368) şunları aktarır: “Sultanla beraber Hacı Tarhan [=Astrahan] şehrine gittim.
‘Tarhan’ Türkler nezdinde her çeşit vergiden muaf olan yer demektir. Bir zamanlar sufi bir Türk
hacı oraya yerleşmiş, Sultan da onun bulunduğu mekânı bütün vergilerden muaf kılmış. Böylece
hocanın çevresinde bir kasaba kurulmuş, büyümüş ve şehir hâline gelmiş.” (Battuta 2004: 485).
İbn Battuta’nın eserinde özelliklerini ayrıntısıyla anlattığı (bk. 2004: 517-518) bu
şehirdeki kürk imalatı ve ticareti Orta Çağ’dan yeni zamanlara kadar devam etmiştir. İşte
Astırhan yer adının Rusça şekli olan Astragan (Астраган) Karakül denen koyunun postundan
elde edilen meşhur bir kürkün adı olarak ünlenmiştir. Bu kürkü takliden üretilen kadife
kumaş da astragan adını taşır. Böylece Hacı Tarhan şahıs adı,
Astırhan yer adına ve oradan da bizim ilgilendiğimiz ad
aktarması ile Astragan kürkünün adına evrilmiştir.
Rusça astragan adının ise XVIII. asırdan beri Fransızcada
görülmeye başladığı kaydedilmiştir: Fr. astrakan “ölü doğmuş
kıvırcık Karakül koyunundan Astırhan usulunce hazırlanan kürk”
(CNRTL http://www.cnrtl.fr/definition/astrakan). Türkçede XX.
yüzyıl başlarından beri gözlenen astragan “Karakul kuzusunun
kıvırcık ve parlak postu” ise Fransızca kökenlidir (bk. TBKKS
126).
Galaţi “Romanya’da şehir adı” > kalas “kalın biçilmiş
uzun tahta”

843
Romanya’da Tuna nehrinin kıyısında
kerestesi ile meşhur Galaţi şehrinin
adından kalas “kalın biçilmiş uzun
tahta” (bk. TS) Galaţi (Osm. Kalas;
Alm. Galatz; Mac. Galac) bugünkü
Romanya'nın 7. büyük şehri, ülkenin
doğusunda Boğdan Bölgesi'nde,
Tuna'nın deltasında yer alır, eski
devirlerden beri kerestesi ile
meşhurdur. Evliya Çelebi de Tuna
deltasındaki İsmail şehrini anlattığı
bölümde 100 km. kadar berideki bu
şehrin adını Kalas olarak kaydeder:
“Bu İsmail şehrinin doğu tarafı Kili
kazasıyla komşudur. Kuzey tarafı Akkirman ile sınırdaştır. Yıldız tarafı Tabak Koyu ve İskerled
köyleri tarafı Boğdan vilayetiyle bitişiktir. Tuna kenarıyla gidip Boğdan’ın Kalas kalesiyle
komşudur” [35a] (Evliya Çelebi 2010: 155).
Tuna havza tarihini inceleyen Mixai Maxim’in verdiği bilgiye göre; “XVI-XVII.
yüzyıllarda Tuna’da en büyük Osmanlı tersanesi Rusçuk’ta bulunuyordu. Fakat zamanla
gemilerin tamiratı ve yeni yapımı hemen hemen bütün Tuna büyük liman şehirlerinde
gerçekleştiriliyordu. Niğbolu (Nikopol) ve Vidin’de, İbrâil ve Yergöğü’nde (Giurgiu)
Galati/Kalas’ta, Belgrad’da ve Budin’de Osmanlı tersaneleri vardı” (Maxim 2012: 374).
Romanya’da Aşağı Tuna’nın sol kıyısındaki liman şehri İbrâil’de (Braila) büyük hububat
depolarından başka önemli odun ve kereste depoları da bulunduğu ve bu hususta İbrâil ile
komşusu Kalas şehri arasında rekabet olduğu tarihî belgelerde kayıtlıdır (Maxim 2000: 365). Bu
bölgenin Osmanlı Devleti egemenliğine girdiği XVI. asırdan sonra anılan yer adının eşya adına
evrilmeye başladığı tahmin edilebilir. Ahmed Vefik Paşa Lehçe-i Osmanî’de ġalas maddesinde
“Boğdan’da bir kaza merkezi ve Tuna üzerinde en büyük iskelesi meşhurdur, kerestesi marufdur”
diye bilgi vermiştir (Ahmed Vefik 1876: 820). Benzer bilgi Şemseddin Sami Bey’in Kamus-ı
Türkî’sinde vardır: “Romanya’nın bu isimle müsemma iskelesinden gelen ve Avusturya
ormanlarından çıkan kereste kütüğü ki dört beş santimetre kalınlığında olmakla yarılıp her
birinden birkaç tahta çıkar” (Şemseddin Sami 1901: 968).
Nitekim G. Karaağaç “Eş Yazılılık, Eş Seslilik ve Çok Anlamlılık” örnekleri üzerinde
dururken bu Galat > kalas alıntısını da anmıştır (1994: 51). Böylece İdil’in deltası Astırhan’dan
sonra Tuna’nın deltası Galaţi de ġalas > kalas biçiminde eşya adı hâline gelen yer adlarıdır.
Şahıs Adı > Eşya Adı
Dillerin söz varlığında şahıs adlarının (antroponymy) da belli bir şahsı, belli bir zaman ve
mekânda, biricik olan bir varlığı adlandırmak üzere özelleştiği bilinmektedir.

Martini > martin “Tek kurşun atan yivli bir tüfek çeşidi” (Türkçe Sözlük 2011:1629)
“Drama köprüsü Hasan dardır
geçilmez; Soğuktur suları Hasan bir
tas içilmez;
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin,
Drama mahpusunda Hasan Karakedi dinlesin!..”

Bu türkü Selanik’e bağlı Debre köyünden Hasan’ın dağlara çıktığını anlatır, omzundaki
martini tüfeği de şahıs adından evrilmiş bir eşya adı olarak bizim konumuzdur. “Hekimoğlu derler

844
benim aslıma / Aynalı martin yaptırdım kendi nefsime” diye başlayan Ordu türküsünde de bu
meşhur tüfek anılır.
XIX. yüzyılda kullanılan bu silahın adı, Kubbealtı Lugatı’nda şöyle yer almaktadır:
MARTİN i. (Avusturyalı subay ve mühendis Friedrich Martini'nin adından) [Türkçeye İtalyanca
yoluyle girmiş olabilir] Tek kurşun atan, yivli bir tüfek çeşidi: Omuzumdaki martin gittikçe
ağırlaşıyordu (Ömer Seyfeddin). Zaptiyelerini çağırdı, martinlerini çevirtti; kıpırdayanı vururum
dedi (Refik H. Karay). Kubbealtı Lugatı,1968.s.
XI. yüzyılda Mahmud Kâşgarî bir tüvek sözünü anıyor: “Yaş söğüt ağacının dalının
kabuğu çıkartılır [böylece bir üfleme borusu ortaya çıkar]. Bu bir boru gibidir. İçine fındık ya da
yuvarlak şeyler konur ve [üflemek suretiyle bu taneleri atarak] küçük kuşları vurmak için
kullanılır. Böylesi bir boru kamıştan da yapılabilir” (DLT 611). Aslında tükür- < tüvkür- ile aynı
kökenden bir yansıma söz olan bu veriye göre Farsçadaki tüfeng < *tüv-e-k biçiminin de Türkçe
kökenli olduğu rahatça ileri sürülebilir (krş. Gülensoy 2007: 941).
Osmanlı silahlarının tarihini inceleyen Ágoston Gábor, Osmanlılarda geleneksel ok-yay
donanımının 1650’lere kadar gittikçe azalarak varlığını sürdürdüğünü; örneğin 1664 Macaristan
seferinde birliklere 10.982 tüfek ile sadece 861 yay dağıtıldığını belirtir (Ágoston 2006: 47).
Osmanlı ordusunda XV. asrın ilk yarısından beri yayılan tüfek üzerine, tüfekçiyan diye bir sınıf
oluşmuş ve gittikçe bu savaş teknolojisi modern zamanlara doğru çok gelişmiştir (İlgürel 1979:
304).
“Top ve tüfeğin benimsenmesi hiçbir yerde Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğundan daha ciddi ve
yoğun olmamıştır” diyen Verron J. Parry, ateşli silahların kabulüne karşı bir direnme olduğunu ve
tüfeğin atlılardan ziyade yayalar arasında benimsendiğini belirtmiştir (Parry 1975: 205). Batıda XIX.
yüzyılda geliştirilen yeni tip mekanizmalı tüfekler (kapsüllü ve iğneli) kısa süre sonra Osmanlı
ordusunda da kullanılmıştır. XIX. yüzyılın son çeyreğindeki savaşlar döneminde Amerikan
tüfekleriyle teçhiz edilen ordu hasımlarına nisbetle daha seri ateş edebilen tüfeklere sahip olmuştur
(Ágoston 2012: 47). İşte bizim türkülerde geçen martin tüfeği de bu silahlardandır.
Bu Martini-Henry tüfeğine adını veren tasarımcı İsviçreli Frederick Chevalier de
Martini’dir (1822-1897). Patenti Martini-Henry olan tüfeğin (aynı zamanda Peabody-Martini-
Henry olarak da bilinir) namlusunu tasarlayan Alexander Henry (1818-1894) ise Edinburgh
merkezli bir İskoç silah üreticisidir. İngiliz Ordusu tarafından kabul edilen bir kama yükleme
kolu ile çalıştırılan bir tüfek oldu. 1871’den itibaren bu tüfeğin İngiliz İmparatorluğunda 30 yıl
boyunca çeşitli türevleri kullanılmıştır (bk. Grace’s Guide). Osmanlı ordusu 1876 başında, Rhode
Island'daki Providence Tool Company'den kesintisiz ateş eden 600.000 Martini-Peabody tüfeğini

845
sipariş etti ve 1877 yılının Temmuz ayında, yaklaşık 442,240 tanesi gelmişti.” (Grant 2002: 15)
Böylece Osmanlı ordusunda Alman mavzerleri yayılıncaya kadar çok kullanılan martini (veya
martin) tüfeği, eşkıya türkülerine de yansımış, öylesine çok bilinen bir eşya adı olmuştur.
İng. Macintosh > Rus. макинтош > Tatar. makintoş biçimi 1966’da yayımlanan
Tatarca-Rusça Sözlük’te de yer almıştır (TRS
589); daha sonra basılan Tatar Tělěněñ Añlatmalı
Süzlěgě de bu pardesü biçimini makintoş “su
ütkermiy torgan tıgız tukımadan těgělgen ciñěl
pal’to” diye tanımlanmıştır (TTAS 2: 359).
Bu giysiye çok benzeyen trençkot (< trench
coat “siper paltosu”) İngilizce kökenlidir ve I.
Dünya Savaşı sırasında siperlerde doğmuştur. Oysa
makintoş İskoçya kökenlidir ve daha eskidir
(1823). Her ikisi de öncelikle erkekler için (sonra
da kadınlar için) uzun ömürlü yağmurluk
favorileridir ve bu moda su geçirmeyen kumaşlar
dışına da geçmiştir. 1823'te nafta ve ham
kauçuktan oluşan bir çözelti için patent alan Charles Macintosh, iki kumaşı su geçirmez hale
getirmek için bir araya getirdi. 1900'lerin sonlarına gelindiğinde, neredeyse her sözde kauçuklu
yağmurluk, bir macintosh > makintoş olarak adlandırıldı. Biçimce benzeyen trençkot ise yaklaşık
yüz yıl sonra, İngiltere'de Thomas Burberry'nin Birinci Dünya Savaşı'nın siperlerinde savaşan
askerler için geldi. Kauçuk tabakalı makintoşdan farklı olarak, fırtına destekli siper yağmurunu
püskürtmek için kimyasal olarak işlendi (Luther 2013).
Sonuç olarak; zaten genel ad kökenli olan bazı sözlerin özel ad hâline gelmesi harhangi bir
neden-sonuç ilişkisi olmaksızın varlıkların özel olarak ad almasıdır. Yer adlarının ve şahıs adlarının
yani benzersiz ve biricik varlıkların dilde bir etiket olarak karşılanması söz konusudur. Ancak bazı
özel adların, özellikle modernizmin kök saldığı, keşif ve icatların hızla arttığı ve teknolojinin hayatı
çok belirlediği son çağlarda şahıs ve yer adlarının tekrar eşyaların adları olarak söz varlığına geri
dönmesi dil bilimi açısından çok ilgi çekici bir evrimdir. Burada birkaç örnekle ele aldığımız bu
leksikal değişim aslında Türk söz varlığının yeni bir tabaka ile zenginleşmesi sonucunu verirken bu
eşya adlarının yabancı kökenli olması bakımından da dildeki (abajur, radyo, televizyon, vantilatör
vb.) sıradan alıntılar listesini bir de bu bakımdan kalabalıklaştırmıştır.
Çağımızda şahıs ve yer adlarına dayanan marka adlarının ticaret kapitalizmini nasıl
büyüttüğü ve son teknoloji ürünü pahalı objelerin âdeta şahsiyet kazanarak hayatımızın baş
köşesine kurulduğu gözleniyor. Bu biçimde eşya adlarının da millî söz varlığımıza çok daha fazla
oranda katılacağı anlaşılıyor.

Kaynaklar
Ágoston G. (2006) Barut, Top ve Tüfek, Osmanlı İmparatorluğu’nun Askeri Gücü ve Silah Sanayisi
(Çev. Tanju Akad) İstanbul: Kitap Yayınevi.
Ágoston G. (2012) Tüfek. İslam Ansiklopedisi TDV, cilt: 41, 459-461.
Ahmed Vefik (1876) Lehçe-i Osmani, İstanbul 1293.
Arat R. R. (1942) Astırhan. İslam Ansiklopedisi C. I, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 680-682.
Battuta Tancî (2004) İbn Battuta Seyahamamesi (Çev. A. S. Aykut) İstanbul: Yapı Kredi Yay. 2000.
Bilgin N. (2009) Sosyal Değişme Sürecinde İnsan-Eşya İlişkileri. İzmir: EÜ Edebiyat Fakültesi Yay.
161.
Bussmann H. (1996) Routledge Dictionary of language and Linguistics. London- New York:
Routledge. CNRTL Centre National de Ressources Textuelles et Lexicales

846
http://www.cnrtl.fr/definition/astrakan
Devlet N. (1987) “Kazan, Kasım ve Astırahan Hanlıkları”, Tarihte Türk Devletleri, II, Ankara:
Ankara Üniversitesi Basımevi, 580-582
DLT Kâşgarlı M. (2005) Divanü Lugâti’t-Türk (Çeviri, Uyarlama, Düzenleme: Seçkin Erdi, Serap
Tuğba Yurteser) İstanbul: Kabalcı.
Eren H. (1975) Türkçede Rumca Alıntılar. Türk Dili Mart 1975, C: XXXI, S: 282, s. 180-183.
Evliya Çelebi (2010) Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. Seyit Ali Kahraman, 5.
Kitap 1. Cilt, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Grace’s Guide to British Industrial History (https://www.gracesguide.co.uk/Martini-Henry_Rifle)
Grant J. (2002) The Sword of the Sultan: Ottoman Arms Imports, 1854-1914. The Journal of Military
History, Vol. 66, No. 1 (Jan., 2002), pp. 9-36
Gurbanov A. (1988) Azerbaycan dilinin onomalogiyası, Bakı: Maarif, 596 s.
Halikov A. (1995) Rus Tanınan Bulgar-Tatar Türk Asıllı 500 Sülale. (Akt. Mustafa Öner) İstanbul:
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayını, no: 131.
İlgürel M. (1979) “Osmanlı İmparatorluğunda Ateşli Silâhların Yayılışı”, İstanbul Üniversitesi Tarih
Dergisi, S. 32, 301-318.
Karaağaç G. (1994) "Eş Yazılılık, Eş Seslilik Ve Çok Anlamlılık", Ege Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi C. VIII., 31-55.
Karaağaç G. (2001) Özel Ad Bilgisi, Türk Dili C: 2001/I, S: 593, 520-525.
Karaağaç G. (2008) Türkçe Verintiler Sözlüğü, Ankara: TDK 919.
Karaağaç G. (2013) Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Ankara: TDK 1066.
Karaağaç G. (2015) Türkçenin Alıntılar Sözlüğü, Ankara: Akçağ 1274.
Kurgun L. (2011) Özel Adlar ve Sözlük Birimleri Üzerine. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi XI/2
(Kış 2011), 293-307.
Luther M. (2013) The difference between a trench coat and a macintosh:
https://www.cleveland.com/style/index.ssf/2013/11/the_difference_between_a_trenc.html
(Updated Nov 27, 2013; Posted Nov 27, 2013)
Malgorzata M (2013) Statut du Nom propre – l'exemple d'études contrastives de toponymes. Les
Aspects sémantiques et formels dans les recherches linguistiques, Wydawnictwo Uniwersytetu w
Białymstoku, Bialystok, 179-186.
Maxim M. (2000) İbrail. İslam Ansiklopedisi, cilt: 21, TDV, 363-366.
Maxim M. (2012) Tuna. İslam Ansiklopedisi cilt: 41, TDV, 372-374.
Öner M. (2008) Türkçede Rumca ve Yunanca Alıntılar Üzerine, III. Uluslararası Büyük Türk Dili
Kurultayı, Lefke Avrupa Üniversitesi Yayınları, Kipar, 293-299.
Parry V. J. (1975) İslam’da Harb Sanatı (Trc. E. Merçil, S. Özbaran) İstanbul Üniversitesi Tarih
Dergisi Sayı: 28-29, 193-218.
Poppe N. (1966) A Survey of Studies of Turkic Loan-Words in the Russsian Language. Central
Asiatic Journal, Vol. 11, No. 4 (December 1966) 287-310.
Şemseddin Sami (1978) Kâmûs-ı Türkî. İstanbul: Çağrı.
Şipova E. N. (1976) Slovar’ tyurkizmov v russkom yazıke. Alma-Ata: İzdatel’stvo Nauka Kazahskoy
SSR.
TBKKS Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü (2015) Haz. Ş. H. Akalın vd., Ankara: TDK 1161.
Tietze A. (1955) Griechische Lehnwörter im anatolischen Türkisch, Oriens, Vol. 8, No. 2, 204-257.
Tietze A. (1957) Slavische Lehnwörter in der türkischen Volkssprache,Oriens, Vol. 10, No. 1 (Jul. 31,
1957), pp. 1-47
Tietze A., Lazard G. (1967) Persian Loanwords in Anatolian Turkish. Oriens Vol. 20, 125-168.
Tietze A. (2016) Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati (Ed. Semih Tezcan) C. 1.-4. Ankara:
Türkiye Bilimler Akademisi.
Toprak Z. (1985) “Tanzimat’ta Osmanlı Sanayii”. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi,
İstanbul: İletişim Yay. 1345-1347.
Toprak Z. (1995) Tüketim Örüntüleri ve Osmanlı Mağazaları, Cogito, sayı 5, Yaz 1995, 25-28.

847
Türkçe Sözlük (2011) 11. Baskı, Ankara TDK: 549.
Vardar B. (2002) Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Multilingual.
Yıldırım T. Çiftçi M. (2012) Divanü Luġâti’t-Türk’te Yer Alan Alet-Eşya Adları. Turkish Studies,
Volume 7/2 Spring 2012, 1229-1249.
Zaytsev İ. (2011) Orta Çağ Kaynaklarında Astarhan Şehrinin Adlandırılması Sorununa Dair. Tarih
İncelemeleri Dergisi Cilt/Volume XXVI, Sayı/Number 2, Aralık/ December 2011, 607-632.

Dört Kare Yazma Yönteminin Öğretmen Adaylarının Yazma Becerileri ve Özyeterlik


Algılarına Etkisi
*
Halit KARATAY
Özet
Dört Kare Yazma Yöntemi, farklı sınıf düzeylerinde öyküleyici, betimleyici, ikna edici, tartışmacı ve
açıklayıcı metin türlerinin yazımında kolay ve işlevsel kullanılan bir öğretim sürecini kapsar. Bu
çalışmada yazılı anlatımın önemli üç evresi hazırlık, planlama ve geliştirme aşamalarının işlevsel ve
kolay yürütülmesini sağlayacak dört kare tekniği kullanılarak 3. sınıf Türkçe öğretmeni adaylarına
makale yazma çalışması yapılmıştır. Çalışma eylem araştırması şeklinde desenlenmiştir. 6 hafta
boyunca 24 ders saatinde öğrencilere dört kare yazma tekniği kullanılarak iki adet bilgilendirici ve bir
adet şiir yazma çalışması yaptırılmıştır. Bu sürecin sonunda öğrencilerin iki yazılı anlatım ürünleri
arasındaki nitelik değerlendirilmiş, ayrıca öğrencilerin süreç sonunda makale yazma ve yazılı anlatım
ile ilgili özyeterlik algılarını belirlemek için bir görüşme yapılmıştır. Çalışma sonunda öğrencilerin
dört kare yazma yöntemi kullanarak ortaya koydukları iki yazılı anlatım ürünlerinde nitelik yönünden
anlamlı bir fark olduğu belirlenmiştir. Ayrıca onlarla yapılan görüşme raporlarına göre bilgilendirici
yazma öz yeterlik algılarında olumlu bir gelişmenin olduğu, dört kare yazma yönteminin onların
özgüvenlerini artırdığı belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: dört kare yazma yöntemi, makale yazma, yazılı anlatım, özyeterlik algısı,
öğretmen adayları.

Giriş
Dört Kare Yazma Yöntemi, A4 kâğıdının dört eşit kareye bölümlenmesi ile dört aşamalı ve
bölümlü yazma süreci olarak tanımlanabilir. Bu tekniğin amacı, öğrencilerin kareler yardımıyla
belirlenen yazma konusunda etkili yazabilme becerilerini geliştirmektir. Dört kareye bölünen
yazılı anlatım kâğıdı, yazılı anlatımın planı, grafiği, şekli ve şemasıdır. Bu, bir konu ve ana
düşünce etrafında yapılacak yazılı anlatımın taslağını oluşturur. Bu taslak sayesinde öğrencilerin,
yazılarını dört ana bölümde planlayabilme becerileri edinmeleri sağlanır. Ayrıca yazma sürecinin
aşamalarını daha iyi öğrenmeleri ve yazma etkinliklerine eğlenerek katılmaları, süreci kendi
kendilerine daha kolay yürütebilme alışkanlığı edinmeleri amaçlanır.
DKYY’deki ilk üç kare, konuyla ilgili üretilen birbirini destekleyen farklı bakış açılarından, yani
belirlenen konu ve ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşüncelerle ilgili paragraflardan oluşur.
Dördüncü ve son kare ise bunların özetini içeren sonuç paragrafıdır. Yazılı anlatım kâğıdını dört
kareye ayırmak, öğrencilerin yazılı anlatımı planlı olarak tasarlamalarını ve bunlarla ilgili
belirledikleri temel düşünceleri açıklayarak, tanımlayarak ve örnekleyerek yazmalarına yardımcı
olur (Houston, 2003; Karatay, İpek ve Karabuğa, 2018). DKYY, öğrencilerin farklı anlatım
biçimlerini metin türü olarak yazılı anlatım yapabilme becerilerini geliştirdiği bilinmekte, hatta

*
Prof.Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı, e-posta:
halitkaratay@gmail.com

848
yazma eğitiminin temel düzeyinden ileri düzeyine kadar farklı düzeylerde işlevsel olarak
kullanılmaktadır (Gould, Gould ve Burke, 2010). Bunların yanında DKYY’nin, öğrencilerin
yazma becerilerinin gelişimine sağladığı birçok yarar vardır. Öğrencilerin düşüncelerini mantıklı
bir şekilde planlama ve düzenlenmelerine, konu ile ilgili düşüncelerini yazarken örnekleme,
kanıtlama, açıklama, betimleme gibi teknikleri kullanarak geliştirmelerine, dil ve anlatım
yönünden tutarlı ve anlaşılır metin oluşturabilmelerine olanak sağlar. Hatta metinde anlamsal
bütünlüğü sağlayan dil bilgisi yapılarını doğru kullanmayı, bağlama uygun söz ve söz grubunu
seçerek kullanabilmeyi geliştiren yönü de vardır.
DKYY, öğrencilerin nitelikli metinler oluşturma becerilerini geliştirmelerinin yanında yazılı
anlatım etkinliklerine istekli katılmalarını, yazılı anlatım derslerinin daha ilgi çekici ve eğlenceli
olmasını sağladığı bilinmektedir.

Araştırmanın Yöntemi
Öğrencilerin yazılı anlatımın önemli üç evresi hazırlık, planlama ve geliştirme aşamalarının
işlevsel ve kolay yürütmesini sağlamak, yazılı anlatım metinlerinin niteliğini artırmak için dört
kare yöntemi kullanılmıştır. Çalışma eylem araştırması şeklinde tasarlanmıştır. Bunun için yazma
eğitimi dersinde uygulanan yöntemden farklı olarak dönemin son altı haftası DKYY ile
işlenmiştir. Bunun için 14 haftalık yazma eğitimi dersinin son altı haftasında 3. sınıf Türkçe
öğretmeni adaylarıyla bilgilendirici metin türü makale, deneme ve şiir yazma çalışması
yapılmıştır. Her metin türü için ikişer hafta öğrencilere dört kare yazma yöntemi kullanılarak
birer adet deneme, makale ve şiir yazdırılmıştır. Uygulama sonunda öğrencilerin DKYY ile ilgili
görüşlerini yazılı olarak belirtmeleri istenmiştir. Öğrencilerden alınan yazılı anlatım görüşlerinin
içerik analizi yapılmıştır. Öğrencilerin yöntemle ilgili belirttikleri görüşler k1, k2, k3… şeklinde
ana ve alt temaların hangisine uygun ise oraya kodlanmıştır. İçerik analizi ile DKYY’nin
öğrenciler ve uygulama süreci açısından olumlu ve olumsuz özellikleri belirlenmiştir.
Bulgular
Öğrencilerin DKYY ile ilgili görüşleri olumlu, olumsuz ve öneri şeklinde üç ana temaya bağlı
incelenmiştir.
Öğrencilerin DKYY ile ilgili olumlu görüşleri
Yazılı anlatımda planlama becerisine etkisi
Yazılı anlatım metnini planlı yürütebilmemi sağladı (k1, k2, k3, k4, k5, k6, k8, k9, k10, k11,
k12, k13, k14, k15, k16, k17, k18, k19, k20).
Yazma becerisini geliştirmeye etkisi
Bu teknik öğrencilerin gelişimi açısından çok yararlıdır çünkü öğrencilerin düşünmelerini
sağlıyor (k7).
Bu teknikle daha kolay yazı yazdığımı fark ettim (k8, k9).
Anahtar kelimelerden yola çıkarak bilgilendirici metin yazmayı kolaylaştırdı (k10, ).
Yazılı anlatıma istekli olmaya etkisi
Yazılı anlatımın bölümlere ayrılması yazma isteğini artırıyor (k3).
Farklı türlerde yazmak beni heyecanlandırdı (k5)
Şiir yazmaya heveslendirmektedir (k16).
Dil ve anlatım (üslup) becerilerine etkisi
Kurduğum cümleler ve sözcük dağarcığımda zenginleşmeler oldu (k5).
Daha anlaşılır, tutarlı ve nitelikli metin yazabiliyorum (k8, k9, k13).
Dizelerin kendi arasında anlamlı bir bütün oluşturmasında etkilidir
(k16). Anahtar kelimelerin metindeki önemini anladım (k13).
Yazma alışkanlığı edinmeye etkisi
849
Düzenli bir yazılı anlatım alışkanlığı kazandırıyor (k6).
Çeşitli türlerde metin yazmaya etkisi
Özellikle şiir yazarken çok faydasını gördüm (k9, k16).
Hem şiir hem de bilgilendirici metinde kullandık, yazarken işimizi kolaylaştırdı (k12).
Bilgilendirici metin yazarken kolaylık sağladı (k19, k20).

Öğrencilerin DKYY ile ilgili olumsuz görüşleri


Zaman alıcı olması
Zaman alıcı olarak görüyorum (k1).
Anahtar kelimeler belirleyip cümle kurmakta zorlanıyorum, bu şekilde yazmak zaman alıyor
(k20)
Düşünceleri sınırlayıcı
Dört kare olması düşünceleri sınırlıyor (k1, k2, k6, k9, k10, k13, k14, k15, k17).
Anahtar kelimeleri önceden belirlemek kişinin hayal dünyasını sınırlıyor (k11, k19).
Konu geniş değilse üç karede farklı düşünceler üretmek zor oluyor (k13).
Her türe uyarlamakta karşılaşılan zorluklar
Makaleden çok deneme, şiir gibi türlere uyarlamak daha kolay (k3, k18).
Şiir yazarken bu teknikte zorlandım, düz yazılarda bu teknik daha etkilidir çünkü şiir yazarken
üç anahtar sözcükle sınırlanmak beni zorladı (k4, k10, k11, k18).
Şiir yazmada etkili bir teknik değildir (k5).
Şiir bir ilhamdır, anahtar kelimeler ve dört kare ile sınırlanamaz
(k6). Şiir yazan biri için dört kare yetmeyebilir (k7, k11).

Öğrencilerin DKYY ile ilgili önerileri


Makale yazma çalışmaları için daha çok zaman verilmelidir (k3, k14, k18).
Öğrencilere ilk ve son yazılı anlatım çalışmaları arasındaki fark gösterilmelidir (k13).
Şiir yazarken anahtar kelimelere sınır konulmamalıdır (k4, k10, k12)
Şiir yazmaya yeni başlayanlar için uygulanabilir (k6).
Bu teknik ortaokul ve liseden itibaren uygulanmalıdır, çünkü önceden bu
tekniği uygulamadığımız için zaman konusunda sıkıntı yaşadım (k7).

Sonuç ve Tartışma
Öğrenciler, DKYY’nin yazma becerilerine sırasıyla yazılı anlatım metinlerini planlama, dil ve
anlatım bakımından tutarlı metin oluşturma, farklı türlerde metin yazabilme becerilerini
geliştirdiğini ve yazma isteklerini artırdığını belirtmişlerdir. DKYY’nin, öğrencilerin yazılı
anlatım becerileri ve metinlerindeki niteliğe olumlu katkısı olmasına rağmen özellikle yazarken
düşüncelerini sınırladığını, farklı metin türlerinde yöntemi uygulamakta zorlandıklarını
bildirmişlerdir. Bunun nedeni her metin türünde bir uygulama çalışmasına yer verilmiş olmasıdır.
Eğer her metin türünde 2-3 uygulamaya yer verilmiş olsaydı, öğrenciler yöntemi uygulamakta
alışkanlık kazanacak belki de tür değiştirilince zorlanmayacaklardı. Bunu anlayabilmek için hem
uygulama sürecinin hem de uygulama sayısının artırılması gerekir. Öğrencilerin temel eğitim
yıllarında bu tür yazma yöntemleri ile karşılaşmamış olması da kısa bir süre için yönteme uyum
sağlamaları ve metin üretmeleri önünde engeldir. Genel olarak bu yöntemde öğrencilerin
kendilerini daha başarılı hissettiklerini söylemeleri, yöntemin iyi ve işlevsel olduğunu
göstermektedir. Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin yazılı anlatım becerilerinde
etkili olması (Karatay vd. 2018), bunun ana dilinde de kullanılabileceğini göstermektedir.

850
Kaynaklar
Gould, J. S., Gould, E. J. ve Burke, M. F. (2010). Four Square Graphic Organizer: A Unique
Approach to Teaching Basic Writing Skills. USA: TLC.
Houston, G. (2003). How Writing Works: Imposing Organizational Structure Withing the
Writing
Process. Boston: Allyn&Bacon.
Karatay, H., İpek, O. ve Karabuğa, H. (2018) “Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretiminde Dört
Kare Yazma Yöntemi: B2 Düzeyi Üzerine Bir Eylem Araştırması” Turkish Studies, 2018, (13),
19, s.1101-1123, DOI: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.13958

ŞART, DİLEK VE DİLEK-ŞART TERİMLERİ ÜZERİNE


Dr. Hamza ZÜLFİKAR
Tasarlama kipleri başlığı altında araya kısa çizgi konularak yazılan dilek-şart yanında dilek
koşul bir de dilek terimi kullanılır. Bunu dil bilgisi kitaplarında doğrudan şart diyerek
adlandıranlar da vardır. Bu çekimde -sa (-se) eki doğrudan fiil köküne getirilir. Bunun dışında
beş zaman eki üzerine gelen -sa (-se) çekimi ise şart diye adlandırılır. Bu durumda şart terimi ile
iki ayrı kavram ifade edilir. Karışıklığa yer vermemek için anlaşılan dilek-şart terimi kullanılmış.
Bu bildiride iki farklı dil olayını anlatan şart, dilek, dilek-şart, koşul, dilek-koşul
terimlerden kaynaklanan karışıklık, tutarsızlık incelenmeye çalışılacaktır. Birer tasarlama kipi
olan istek, gereklik ve emir bu bildirinin dışında tutulmuştur. Aslında bunların da aralarında emir,
buyuru, buyurum veya gereklik, gereklilik gibi adlandırma farklılıkları var.
Kendince terim önermek, yazısını seçtiği o terimle yazmak âdeti sadeleştirme çalışmalarının
başladığı yıllarda devam edegelmiş, bu tutum kargaşa yaratmış, terim kargaşasına bugün bile bir çare
bulunamamıştır. Çağdaş dillerde olduğu gibi bir terim birliğine varılamamıştır.
Türkçeleştirme çalışmalarında çeşitli alanlara ait terimlerinin gündeme getirilmesi Türk
Dil Kurumun kurulmasından sonra başlatılmıştır. Kurumca çıkarılan Türk Dili Türkçe-Fransızca
Belleten adlı derginin 1937 yılında yayımlanan nüshasında (23-26 sayı) Yapılan çalışmalar
matematik, kimya, fizik biyoloji zooloji botanik ve jeoloji terimleriyle ilgilidir. Bilim dallarının
adları 1937 yılında çıkan bu yayında Fransızca kökenlidir. Bilim adlarının Türkçeleştirmesi ile
ilgili çaba görülmüyor, yer bilimi henüz dile gelmemiş, bu bilim dalı jeoloji olarak geçmektedir.
Dil bilgisi terimlerine ise henüz sıra gelmemiş, tarih ise 1937'dir.
Daha önce 1935 yılında yayımlanan Osmanlıcadan Türkçe Cep Kılavuzu'nda Türkçe dil
bilgisi terimleri geçmez, Örnek olarak dil bilgisi terimi olarak ne meful ne de nesne bulunur.
Gene aynı yıl yayınlanan Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu'nda yüklem, özne gibi Türkçe
terimler de yoktur. Bu demektir ki 1937, 1938 yıllarında henüz herhangi bir dil bilgisi terimini
içeren yayın yapılmamış, çalışmalar ancak 1945'te A. Cevat Emre'nin Türk Dilbilgisi adlı
kitabıyla gündeme gelmiştir.
Bu bildiride alanı genişletmeden dilek, dilek-şart terimleri ve kapsamı üzerinde
durulacaktır.
Leyla Karahan ve Dilek Ergönenç tarafından yeni Türk harflerine aktarılan Hüseyin
Cahit'in 1908 yılında yayımladığı Türkçe Sarf ve Nahiv adlı eserinde geçen terimler 1930'lü
yıllarda da kullanımdadır. Hüseyin Cahit'in, Türkçe Sarf ve Nahiv adlı bu eserinde geçen,
konumuzla ilgili terimler şunlardır:
dilek-şart veya dilek dediğimiz görsem, görsen görse çekiminin adı bu eserde sıyga-i
şartiyye'dir. (157.s.) Bugün dilek dediğimiz göreyim göresin göre çekiminin adı emr-i
851
iltizamî'dir. Gereklik veya gereklilik diye adlandırılan görmeliyim, görmelisin, görmeli çekimin
adı emr-i vicubî'dir. H. Cahit'in emir için kullandığı terim ise emir 'dir. Bu terim bugün emir
veya buyuru kipi biçiminde adlandırılmaktadır.
Kısaca kullanılan terimler şart (görse), iltizamî (göre), vücubî (görmeli), ve emir (gör)'dir. Türk
Dil Kurumunca 1949 tarihinde yayımlanan Dilbilim Terimleri Sözlüğü adlı eserde konumuzla
ilgili terimleri buluyoruz. Bu eser Marouseau'nun lexique de la terminologie
Liguistique adlı eseri esas alınarak hazırlanmıştır.
Ele aldığımız dilek, dilek-şart, şart terimleri bu çalışmada şu terimlerle verilmiş:
dilekli (iltizam, optatif ou optatif de souhait) Dilek anlatan kip inayet ola, Allah versin,
Ah bir gitsem.
Bir de gönderme maddesi var.
dilek kipi bak. gelişimli kipler.
dilek şart kipi bak. gelişimli kipler
Bunlar alfabetik sırasında birer madde başıdır.
Gönderme maddesinin içinde de şunları buluyoruz:
Gelişimli kipler 1. Gereklik kipi (vücubi necessitatif gelmeli ), 2. buyurum (emir, imperatif
gel), 3. dilek (iltizami desideratif gele), 4. bağımlı kip (inşai subjonstif ki geleyim) 5. kesinlik kipi
(gelmiştir) 6. bileşik gereklik kipi (vücubi hikâye gelmeli idi) 7. kesinlik gereklik kipi (gelmelidir)
8. imiş'li gereklik kipi ( vücubi rivayet gelmeli imiş ), 9. şartlı gereklik kipi ( vücubi şart gelmeli
ise) 10. bileşik buyurum kipi (gelsindi) 11. imiş'li buyurum kipi (gelsinmiş)
asıl imişli kipi (gelsin imiş, geliyor imiş) ... 16 dilek şart kipi (desideratif conditionnel gelse).
Kısaca alfabetik sırasında bak kısaltmasıyla gelişimli kipler maddesine gönderilen dilek
şart kipi burada 16 numarayla numaralandırılmış tanımsız olarak dilek şart kipi (desideratif
conditionnel gelse) biçiminde verilmiş.
Anlaşıldığına göre dilek şart diye bu kipe verilen ad Fransızca desideratif conditionnel
teriminin çevirisine dayanmaktadır.
Zaman ekleri üzerine gelen -sa (-se) şart, fiil köklerine gelen -sa (-se) dilek şart veya
dilek diye adlandırılmış. Bununla iki farklı dil bilgisi terimi yapılmış.
Türk Dil Kurumunun kurulduğu yıldan 8 yıl sonra o günkü adıyla Maarif Vekâletinin yani
Milli Eğitim Bakanlığının isteği üzerine hazırlanan Ana Hatlarile Türk Grameri adlı kitapta
Tahsin Banguoğlu, fiil çekimini temporal sıgalar, modal sıgalar diye iki başlık altında toplamış
doğrudan fiil köküne gelen -sa (-se) ekini modal sıgalar başlığında sevse örneğinde olduğu gibi
temenni terimiyle adlandırmış. Bugün dilek veya dilek-şart diye kullandığımız teriminin adı bu
eserde temenni'dir ve bilgin, dilek veya dilek-şart terimlerini kullanılmamış. Beş zaman eki
üzerine gelenleri ise T. Banguoğlu şart (conditionnal) terimiyle adlandırmış. Böylece iki farklı
kavramı farklı terimlerle adlandırmış.
Banguoğlu'nun 1974 yılında yayımladığı Türkçenin Grameri daha sonra Türk Dil
Kurumunda birkaç kez basıldı, 2011 tarihli baskıda daha önce 1940 yılında kullandığı temenni
teriminin yerini dilek-şart, vücubi'nin yerini gereklik, iltizam'ın yerini istek, emir'in yerini
buyuru terimleri aldı.
T. Banguoğlu, beş zaman eki almış fiillere gelen -sa (-se) ekli çekimleri şart diye
adlandırmıştır. sevdiyse, sevmişse, sevecekse, seviyorsa, severse
T. Banguoğlu, muhtemelen J. Deny'nin 1921 yılında yayımlanmış olduğu Grammair de la
Langue Turque, Dialecte Osmanli, adlı eserden etkilenmiş.

852
Bir kavrama birden çok adın verildiğini kiplerinin genel adlarında da görüyoruz.
temporal sıgalar, modal sığalar idi, T. Banguoğlu'nun Türkçenin Gramerinde asıl zaman
kipleri, uyarı kipleri biçiminde değiştirildi. Buna buyruklar, istemler de denmiş daha sonra
bildirme kipleri tasarlama kipleri öne çıkmış.
A. C. Emre'ye gelince o da temporal, modal karşılığı bildirme, dileme kipleri( 499.s.)
terimlerini önermiş. Ahmet Cevat Emre, Türk Dil Bilgisi (TDK, 1945) adlı kitabında konuyu Fiil
Bükünü başlığı altında ele almış ( 277-284.s.). Bükün terimiyle çekim terimini kastediyor. A.
Emre, üzerinde durduğumuz konuyla ilgili olarak doğrudan fiil köküne gelen -sa (-se) ekini yani
bugün dilek veya dilek-şart denilen tasarlama kipini dilemel terimiyle adlandırmış (458.s.).
İşlenen örnekler ise desen, sussanız'dır.
1960'lı yıllara gelince Tahir Nejat Gencan'ın 1966 yılında Türk Dil Kurumu yayınları
arasında yayınladığı Dilbilgisi adlı eserini buluyoruz. Doğrudan fiil köküne gelen -sa (-se)
ekininin çekimini gelse örneğiyle dilek-koşul diye adlandırmış, Zaman ekleri üzerine gelen -sa (-
se) ekine ise gelirse, gelecekse, gelmişse, geliyorsa, geldiyse örneklerinde olduğu gibi doğrudan
koşul adını vermiş.
1913 tarihli G. Karaağaç Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü adlı eserinde şart cümlesi
maddesinin b bendinde (787.s.) "Şart çekimi, temel cümle yüklemi olmaya zorlandığı
durumlarda, şart değil dilek bildirir" demektedir. Örneği ise şöyle: Şimdi burada olsan gözlerime
ne güzel bakardın! Her gün buraya gelsek. Şu konuda biraz daha iyi düşünseniz.
Sorun, şart teriminin doğrudan fiil köküne getirilen gelse örneğinde olduğu gibi bu
çekime de şart denmesindedir (M. Ergin, G. Karaağaç).
Terimlerin kişilere göre kullanımı aşağıdaki tabloda verilmiştir,
dilek istek gereklik emir
Hüseyin Cahit Sıyga-i şartiye Emr-i iltizami Emr-i vücubi emir
TDK 1949 dilek-şart bağımlı kip gereklik buyurum
T. Banguoğlu temenni iltizam vücup emir
" dilek-şart gereklik istek buyuru
A. Cevat Emre dilemel Emir yapılı dilemel
T.N. Gencan dilek koşul
M. Ergin şart istek gereklik emir
V. Hatiboğlu dilek istek gereklik emir
Z. Korkmaz dilek-şart istek gereklik emir
G. Karaağaç şart istek gereklilik emir
Dil bilgisi terimlerinin söz konusu edilmeye başlandığı 1940'lı yıllardan bugüne aradan
elli yıl geçmiştir. Dil bilgisi terimlerinde istikrar sağlanamamıştır. Bugün beş zaman üzerine
getirilen -sa (-se) çekimleri için şart terimi genelleşmiştir. Buna koşul da deniyor. Koşul veya
şart dışında bu çekimde başka bir sorun yoktur.
Ah yarın hava güzel olsa!Ah bir elime geçse! gibi cümlelerde tarihî yapıya bakarak -sa
ekini şart olarak nitelemek kanaatimce doğru değildir. Burada bir "dilek" söz konusudur.
Dolayısıyla terim kargaşasına da meydan vermemek için buna dilek-şart, dilek koşul veya
doğrudan şart demektense dilek teriminde birleşmek gerekmektedir. Böylece dilek, istek, gereklik
emir terimleriyle bu tasarlama kiplerinde açık bir biçimde birlik sağlanır. Emir için T.
Banguoğlu'nun önerisi olan buyuru da dikkate alınmalıdır. Böylece dilek, istek, gereklik buyuru
terimleri dile oturtulmaya çalışılmalıdır.

853
Kip terimi 1949'da dile girmiştir. Önceki adı siga idi. Yeni harflerle siga, sıyga biçiminde
iki farklı yazımı var. L. Karahan, H. Cahit'in. eserini yayımlarken sıyga biçimini kullanmış.
Fransızca mood karşılığı siga kabul görmüştür. "Bir fiilin teklik çokluk biçimleriyle zamanlara ve
şahıslara göre çekimi" demek olan siga yerini kip kelimesine bıraktı. Ancak bir deyimde yani
sıgaya çekmek kalıp sözünde yer aldığı için dilde korunuyor. Kip kelimesinin ne olduğu kökeni
ise aydınlanamamıştır. Bir dil bilgisi terimi olan kip'in, başka eserlerde de kiplenim, kiplik
biçiminde türevleri oluştu. Azerbaycan Türkçesinde kip için forma, şekilcilik terimleri kullanılır.
şert şekilcisi, şert forması gibi.
Birinde karar kıldığımız örnekler de olmuştur. Bütün Batı ülkeleri bizim ek dediğimize
süfiks (suffix) derken biz bu kavramı layiha, edat, belgi, takı, ek sözleriyle adlandırmışız. Bereket
ek teriminde karar kıldık. Bunu olumlu bir gelişme sayıp diğerlerine örnek olmasını bekliyoruz.
Sarf ve nahiv adıyla eğitim öğretime başlanan sonra dil bilgisi terimine döne alan
uzmanları söz konusu kelimeyi bitişik veya ayrı yazmada birleşememişlerdir. Türk Dil
Kurumunca Zeynep Korkmaz tarafından yayımlanan dil bilgisi terimleriyle ilgili yayında gramer
terimi terk edildi. Son baskıda dil bilgisi terimi kapakta yer aldı.
J. Deny'in eserinden sonra Batı ölçülerinde dil bilgisi çalışmalarının başlatıldığı Cumhuriyet
Dönemi'nde Türkçe terim üretme ve kullanma ideali altında başlatılmış olan çalışmalar süresince
kargaşa devam edegelmiştir. Bugün Türk Dil Kurumuna ve üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı
bölümlerine rağmen dil bilgisi terimlerinde birliğe gidilememiştir. Bildirimde işlenen şart, dilek,
dilek-şar, koşul, koşul şart terimleri de bunlardan biridir. Dilek kavramı içinde "ummak, beklemek,
intizar etmek, henüz gerçekleşmemiş dilek, beklenti içinde olma" kavramları var, bu bakımdan dilek
daha kapsayıcı bir terimdi. Beklentimiz, doğrudan fiil köklerine gelen -sa (-se) ekli çekimin şart değil
dilek terimiyle adlandırılmasında karar kılınmasıdır.
Bildiride geçen terimler
asıl imişli kipi
bağımlı kip
bileşik buyurum kipi
bileşik gereklik kipi
buyuru
buyurum
desideratif
desideratif conditionnel
dilek
dilek-koşul
dilek şart kipi
emir
gelişimli kipler
gereklik kipi
gereklilik
iltizami
imiş'li buyurum kipi
imiş'li gereklik kipi
imperatif
inşai
istek

854
kesinlik gereklik kipi
kesinlik kipi
kip
kiplenim
kiplik
necessitatif
sarf nahiv
siga
subjonstif
şart
şartlı gereklik kipi
temenni
vücubi
vücubi hikâye
vücubi rivayet
vücubi şart

KAYNAKLAR
Alaeddin Mehmedoğlu, Ahmet Buran, Hatice Alaeddin Kızı Karşılaştırmalı
DilbilgisiTerimleri Sözlüğü İzmir 1994
Banguoğlu,Tahsin, Ana Hatlaile Türk Gramer, 1940
_______, Türkçenin Grameri, TDK 2011
Ergin, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul 1958 Emre, A.
C. Türk Dilbiligisi TDK İstanbul 1945 Hatiboğlu, Vecihe,
Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, TDK 1969 Karaağaç, G. Dil
Bilimi Terimleri Sözlüğü TDK, 2013
________ Türkçenin Dil Bilgisi, Akçağ yayını, 2013
Korkmaz, Zeynep, Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü TDK
1917 TDK, Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Ankara 1949

DEYİMLERDE SAKLI KALAN YABANCI KÖKENLİ KELİMELER


Dr. Hayal ZÜLFİKAR
Özet
Doğu veya Batı dillerinden yabancı kökenli bir kelime Türkçeye girdikten sonra o kelime
şok olmak, iftihar etmek örneğinde olduğu gibi bir yardımcı fiil veya şok geçirmek, iftihara
geçmek biçiminde bir deyim hâline gelebiliyor. Deyim hâline geçtikten sonra böyle bir söz dilde
korunuyor. Bu bildiride yalın biçimi zamanla dil dışı olup da deyimde saklı kalan kelimeler
üzerinde durulmuştur.
After a foreign word enters to Turkish language either from eastern or western
languages, those auxilary verbs like in the examples of şok olmak (suprised) or iftihar etmek (to
be proud of) can be changed to idioms like şok geçirmek (tohave a shock) and iftihara geçmek
(take place in the honor list). After becoming idioms these words are protected in the language. İn
this report it is explamed that the words which were out of the language with their simple forms
by time, can be preserned in the language with their idiom forms.
855
Anahtar kelimeler key words
Deyim, saklı kalan kelime, sıklık, yabancı kelime, kalıplaşma, dil dışı kelime, ölü kelime.

Yabancı veya Türkçe herhangi bir kelime kullanıma girdikten sonra rekor kırmak örneğinde
olduğu gibi bir deyim yaşamaya devam ediyor. Bunlardan bazıları çeşitli kültürel değişmeler sonucu
zamanla dil dışı kalabiliyor. Bu durumda böyle bir kelimenin yerini ya bir başka kelime alıyor veya
böyle bir kelimeye artık ihtiyaç kalmıyor ve ölü kelime sayılıyor. Bunun için Türkiye Türkçesine
göre sagun, yükünmek, sayrı, yeğin, kata, yavlak gibi Türkçe veya yabancı mübareze, suhulet,
müsahabe, zeban, gibi dil dışı kalan örnekler verebiliriz. Benzer örnekler Türkçede başlatılmış olan
sadeleştirme hareketi boyunca kullanımdan düşmüş, muvaffakiyet - başarı örneğinde olduğu gibi
yerini Türkçe kökenli kelimeler almıştır. Bu hususla ilgili pek çok örnek verilebilir. Bunun yanında
yaşadığımız dönemde dil dışı sayılan bazı kelimelerin ya terimlerimiz arasında ya bir deyimlerde
veya atasözlerinde yaşadığını ve kullanıcılarca kökeni, yapısı, anlamı bilinmediği hâlde dilde kalıcı
olduğunu görüyoruz. Böyle bir ad veya sıfat deyimlerin bünyesinde yer aldığında kültürel
değişmelere karşı dirençli oluyor. Kullanıcı o kelimenin içinde bulunduğu deyimi yeri geldiğinde
kullanıyor ama deyimde saklı kalan kelimenin anlamını, kökenini bilmiyor. Örnek olarak bugün yalın
olarak parsa kelimesi günümüz Türkçesini kullanan biri tarafından bilinmeyen, tanınmayan ölü
kelime sayılır. Ancak parsayı toplamak sözünde kullanıldığında kullanıcı ona bir anlam
verebilmektedir. "Bir gösteri sonu seyredenlerden toplanan para" anlamındaki Farsça kökenli parsa,
parsayı toplamak deyiminde saklı kalarak bugünde dilde yaşamını sürdürüyor. Eski organ adları artık
ölü duruma düşmüşken "dudak" anlamında leb kelimesi Leb demeden leblebiyi anlamak deyiminde
canlı kalmıştır.
Kelimelerin kelime grupları içinde saklı kalması yalnızca deyimlerle sınırlı değildir.
Atasözlerinde, hikmetlerde, hazır söz kalıplarında da böyle bir durum vardır. Issız eve it girer
örneğinde "sahip" anlamında ıs bugün ölü duruma düşmüş olmakla birlikte varlığını bu
atasözünde korumaktadır. Bostan ıssı kakıdı der ne yersin üzümü örneğinde de ıs kelimesini
"sahip" anlamında buluyoruz. Bunun gibi Vermeyince Mabud neylesin Sultan Mahmud sözünde
geçen "ibadet edilen, Tanrı" anlamında Arapça kökenli mabud bugün yazı dilinde kullanılmazken
bu atasözü içinde varlığını sürdürüyor. "Tanrı" anlamında bir de Arapça kökenli "halk eden,
yaradan" anlamında hallak sözü var. Kullanım sıklığı azalmış olan bu kelimeyi de Verecek olsa
Hallak gagasınan getirir laklak kalıp sözünde buluyoruz.
Taradığımız bu örnekler arasında çeşitli bilim ve sanat dallarına, meslek kollarına ait
kelimeler pek çoktur. Bunlardan da birkaç örnek verelim. Arapça dil bilgisinin cümle bilgi
bölümünde geçen irap (i:ra:p) terimi bugün kullanım süresini tamamlamış olmasına rağmen
"değersiz, hiçbir değeri yok" anlamında İrapta yeri yok deyiminde saklı kalmıştır. Meslek adlarında
Tereciye tere satmak deyiminde tere dilde yaşarken tereci sözünün kullanım sıklığı azalmıştır.
Ulaşımla ilgili menzilci sözü menzilci beygiri sözünde saklıdır. Hukukta hüküm kelimesinin çokluk
biçimi olan ahkam sözünün kullanımı giderek azalırken ahkam kesmek deyimi bu kelimeyi
korumaktadır. Kaziye-i hükmiye tamlaması dil dışı kalırken kaziye, kazın ayağı öyle değil sözünde
değişikliğe uğramış, ancak bu biçimde dilde kalabilmiştir. Ölçü birimi dirhem, iki dirhem bir
çekirdek sözünde korunmaktadır. At üzerinde taşınan büyük davul anlamında bir müzik terimi olan
kös, kös dinlemek deyiminde varlığını sürdürüyor. Ölçü birimlerinden Arapça kökenli okka, ve oka'ın
dört yüzde birine eşit birim dirhem sözleri iki dirhem bir çekirdek sözünde varlığını koruyor.
Unutmamak gerekir ki bunun halk ağzında çok daha fazla örnekleri vardır.

856
Bir geleneği, yöntemi yansıtan deyimlerden de bir örnek verelim. Saray hayatında dolap
çevirmek sözü geçer. Dolap çevirmek deyimi oluşturan dolap kendi anlamında değildir. Dolap
çevirmek, saray hayatında bir eksen etrafında dönen dolaba konan nesne odanın öbür yüzünde
oturanlara döndürülerek ulaştırılır ve buradan dolap çevirmek deyimi doğmuştur.
Bu örnekte olduğu bu tür kelimelerin ağızlarda yaşadığını söyleyebiliriz. Bölge ağızlarda
korunan deyimler ayrı bir bildiri konusudur.
Farsçadan Türkçeye geçmiş "kırk" anlamında çihil1 dilimizde çile biçiminde bir ses
değişmesine uğrayarak yer etmiştir. Çihil, "dervişlerin nefsi terbiye etmek amacıyla tasavvufta
kırk gün kendilerine uyguladıkları meşakkatli ve zahmetli bir dönem diye tanımlanır ve Türkçede
çile çekmek, çilesini doldurmak, çileden çıkarmak deyimlerinde yaşar. Sözlüklerimizde yer eden
bu çile sözü "kırk" anlamında kullanılmazken ve bu anlamda bilinmezken varlığını deyimlerde
devam ettirilir. Söz konusu deyim böyle bir kelimenin varlığını koruyor.
Konumuzun özel adlarda ilgili yönü de bulunmaktadır. Sultan Abdulaziz'in hekimbaşısı
(1861) olan Rum asıllı Marko Paşa adı derdini Marko Paşaya anlatmak deyiminde korunmuştur.
Gene adı Millî Piyango'da geçen İtalyan asıllı Piyango özel adı piyango vurmak deyiminde saklı
kalmıştır.
Konunun bir de anlamla ilgili yanı var. Kelimede "anlam yitimi" diye adlandırılabilen bu dil
olayında kelime dilde yaşarken zaman içinde bazı anlamlarının yok olduğu görülür. Arapça kökenli
bina Türkiye Türkçesinde yerini "mesken, ev, yapı" anlamlarıyla korunmuş olmakla birlikte bir dil
bilgisi terimi olarak bugün çatı diye adlandırdığımız anlamı kaybolurken bu anlam Benim oğlu bina
okur döner döner gene okur kalıp sözünde varlığını sürdürmektedir. Harf Devriminden sonra bir harf
adı olan cim sözü Cim karnında bir nokta deyiminde bundan sonra da varlığını devam ettirecektir.
Gelişen teknik alanlarla ilgili olarak bir deniz ulaşım aracı olan yandan çarklı örneği "şekeri yanına
konulmuş kahve" anlamında dilde yaşamaktadır. Bu söz argoda "bir yan eğilerek yürüyen kimse"
anlamında da kullanılır. Yalnızca teknik dallarda değil başka alanlarda da bu tür kelime örneklerine
rastlıyoruz. Çıfıt çarşısı kelimesinde geçen Arapça kökenli Çıfıt her türlü eşyanın karmakarışık bir
biçimde satıldığı yer anlamındadır. "Hileli, düzensiz" anlamındayken bu kelime çıfıt çarşısı sözünde
yeni bir anlam kazanmıştır. Ancak çıfıt bugün için artık dilde ölü kelime durumdadır. Solutmaz sancı
biçiminde dilde bir deyim vardır. "Nefes almak" anlamındaki solumak fiil kökünden solutmak "nefes
aldırmak" bugün de dilde yaşamaktadır. Ancak solutmak fiili deyimde yeni anlamlar kazanmıştır.
Burada "devamlılık bildiren ardı ardına rahatsızlık veren" anlamındaki solutmaz sözlük bilimciler
tarafından dikkate alınmalıdır.
Tespit edilen örnekler bunlarla sınırlı değil, Türkçenin etkilendiği çeşitli dillerden
Türkçeye geçen ve bir deyim içinde kalıplaşıp korunan başka deyim örnekleri vardır. Şarkı
sözlerinde yaşanan örnekler de bu malzemeye dahil edilmemiştir.
_________

1. Hasan Amid, Ferhengi Amid, Tahran 1375

Dilde bir deyimle saklı kalan kelimelerin en eskileri sırasıyla Rumcadan, Farsçadan
Arapçadan, İtalyancadan ve son olarak Fransızcadan geçen kelimelerdir.
Rumca
Kullanımı yitirilmiş veya dildeki sıklığı azalmış ama bir deyimde saklı kalmış Rumca
kelimelerden eti için avlanan küçük bir su hayvanı olan çağanoz kelimesi akıntı çağanozu gibi

857
deyiminde geçer. Bu anlamıyla akıntı çağanozu kişinin vücudunda bulunan bir çarpıklığı
anlatmak için kullanılır. Rumcadan Türkçeye geçmiş papara tek başına anlamsızken papara
yemek deyiminde anlam kazanmıştır.
Arapça
Kullanımı yitirilmiş veya dildeki sıklığı azalmış ama bir deyimde saklı kalmış Fodul (< fudûl)
hem kel hem fodul deyiminde korunmaktadır. Bunlardan bir şeyin gerçekleşmesine az zaman kalmak
anlamında ramak kelimesi de var. ramak kalmak deyiminde yaşamaktadır. Çokluk ifade eden "
günler" anlamında eyyam günümüzde eyyam görmüş biçiminde metinlerde geçer, Arapça kökenli
"kıyafet" anlamında kisve, kisveye bürünmek deyiminde anlam kazanmıştır. Tenakuz yerini çelişme,
çelişik kelimelerine bıraktı ama tenakuza düşmek deyiminde tenakuz hâlâ canlıdır.
Ait olduğu dilin kurallarına göre yapılmış kelimeler de bir deyimde yer edip kalıcılığını
koruduğu olmuştur. Örnek olarak çokluk kavramı taşıyan Arapça kökenli ahkâm, ahkâm kesmek
deyiminde korunurken yalın olarak ahkâm'ın kullanım sıklığı azalmıştır. Bunun gibi "çok bilgili"
anlamında Arapça kökenli alleme sözü alleme kesilmek deyimde varlığını sürdürüyor.
Kip terimi 1949'da dile girmiş, Arapça kökenli siga kelimesine karşılık olarak gösterilmiş bir
dil bilgisi terimidir. Bunun için şart kipinin eski karşılığı olan siga-i şartiye örneğini verebiliriz.
Bildirme kiplerinin adı o tarihlerde siga-i ihtariye, gereklik kipinin adı siga-i vücubî'dir. Bu terim
vaktiyle Fransızca mood karşılığı kabul edilmiş. "Bir fiilin teklik çokluk biçimleriyle zamanlara ve
şahıslara göre çekimi" demek olan siga, yerini kip kelimesine bırakıp kullanımdan düşerken bu
kelimeden yapılmış sigaya çekmek deyiminde siga bugün varlığını sürdürüyor.
Farsça
Farsça kökenli olup da bir deyim içinde varlığını koruyan "saç demeti" anlamında perçem
kelimesi Tut kelin perçeminden deyiminde geçer. Kullanımı yitirilmiş veya dildeki sıklığı azalmış
ama bir deyimde saklı kalmış Farsça kökenli kelimelerden şom bugün yalın olarak
kullanılmamaktadır. Dilimizde ölü durumuna düşmüşken şom ağızlı deyiminde varlığını
sürdürüyor. Farsça palas keçi kılından yapılmış kilim anlamındadır palas pandıras deyiminde
saklı kalmıştır.
İtalyanca
Kullanımı yitirilmiş veya dildeki sıklığı azalmış ama bir deyimde saklı kalmış İtalyanca
kelimelere punduna getirmek deyimini örnek olarak verebiliriz. İtalyancan Türkçeye geçmiş punt
sözü, Yalın olarak Türkçede kullanılmayan ve bir anlam taşımayan kelimedir. Sırasını zamanını
kollamak anlamında punduna getirmek deyiminde varlığını koruyor.
Fransızca
Kullanımı yitirilmiş veya dildeki sıklığı azalmış ama bir deyimde saklı kalmış Fransızca
kelimeler örnek bulacağız
Almanca
Kullanımı yitirilmiş ama bir deyimde saklı kalmış Almanca kelime için fertik örneğini
verelim. fertiği kırmak veya fertiği çekmek
İngilizce
Kullanımı yitirilmiş veya ama bir deyimde saklı kalmış İngilizce kelimeler yeni
oluşmaktadır.(örnek bulamazsak burada bunların henüz oluşmadığını söyleyebiliriz)
Sonuç
Türkçe ve özellikle yabancı kökenli kelimeler dile girdikleri dönemlerde canlı iken tebahur,
muvazene, sakıt örneklerinde olduğu gibi zamanla değişen sosyal, kültürel değişikliklerle dil dışı

858
kalabiliyor veya kullanım sıklığı giderek düşüyor. Bununla birlikte Türkçeye geçmiş her yabancı
kökenli kelime Türkçede bir iz bırakabiliyor bazen bir deyimde bir atasözünde saklı kalabiliyor.
Bunların sözlüklerimize alınıp madde başı olarak tanımlanması ancak söz konusu deyim
dolayısıyla gerçekleşiyor ve tanım da ona göre yapılıyor, kısaca söz konusu yabancı kelimenin
örnek olarak parsa sözünün tanımı değil parsayı toplamak deyimi tanımlanıyor.
Bu tür sözlerin kullanımla ilgili bir başka yönü ayakları suya değmek, baştan çıkarmak,
gözüne kestirmek deyimlerinde olduğu gibi sık kullanılmamalarıdır. Bu bakımdan yalnızca
kelime olarak değil içinde bulunduğu deyim de eski sıklığını koruyamamaktadır. İhtimaldir ki bu
özelliklerinden ötürü burada söz konusu ettiğimiz deyimler, korumadan mahrum kalacak, soyları
tükenen canlılar gibi zamanla dil dışına itilecektir.
Çoğu birbirinden aktarılmış, bazılarının deyim olup olmadığı tartışmalı olan, yayımlanmış
yirmiden fazla deyim sözlüklerinde bu hususa dikkat edilmemiştir. Geçmişten birer hatıra olarak
kalan birkaç örnek üzerinden tespit ettiğim bu durum, Türk söz varlığı ve Türk sözcülüğü
bakımından üzerinde durulması gereken ilgi çekici bir gelişmedir.

859
FUAT ŞEYH MUSTAFA'NIN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ ÜZERİNE
İNCELEME
*
Zana Hıdır HASAN

ÖZET

XX. yüzyılda yazılmış olan Fuat Şeyh Mustafa'nın "Alışsın" adlı eseri edebi
bir Türkmen eseridir. 1959 yılından itibaren şiir yazmaya başlayan şairimiz genel
olarak eserinde toplumun sorunlarına, hasrete, özleme, soyuna ve ırkına
değinmiştir. Erbil'in değerli ve milliyetçi şairi olan Fuat Şeyh Mustafa, bütün
şiirlerini Irak Türkmen Türkçesiyle yazmıştır. Aynı zamanda bulunduğu bölgeye
bağlı olarak şiirlerinde yabancı dillerden Arapça ve Farsça kelimeler de bulunmak-
tadır. Şiirlerini sade ve anlaşılabilir bir şekilde kaleme almıştır.

Anahtar Sözcükler: Fuat Şeyh Mustafa, Irak Türkmen Edebiyatı, Türkmen şiiri.

ABSTRACT

The “Alishsin” named of poems work who written by Foad Shaykh Mostafa
at XX. century is a literary Turkmen work. Our poet, who started writing poetry in
1959, in general, his work has touched on the problems of the society, misses an
longing. Shaykh Mostafa, a valuable and nationalistic our poet of Erbil, wrote all his
poems with the Iraqi Turkmen photonics. At the same time, he is used Arabic and
Persian words in foreign poetry in the regions where they are located. He's got his
poetry in a simple and understandable way.

Key words: Foad Shaykh Mostafa, Iraq Turkmen Literature, Turkmen poem’s.

Yüksek Lisans Öğrencisi; Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dil Anabilim Dalı Türk
Dil Bilim Dalı.
GİRİŞ

Adı Şeyh Mustafa Şeyh Abdullah El-Kadiri El-Erbili olan şairimiz 16 Ekim
1944 yılında Erbil Araplar mahallesinde dünyaya gelmiştir. Ortaokulu beşinci
sınıfa kadar okumuştur. Babası Şeyh Mustafa'nın Araplar mahallesinde tekkesi
olduğundan, şairimiz çoğu zamanını orada geçirmiştir. O zamanlarda tekkeye
gelenler arasında edebiyatçı ve edebiyatsever kimseler de bulunuyordu. Şairimiz
bunların meclisine katılarak edebiyat dünyasında çok şeyler öğrenmiştir. Ayrıca
kitaplar okuyarak edebi yeteneğini geliştirmeye çalışmıştır (HASRET, H., 2009: 7).
Kuşkusuz kendi hissiyatları yanında toplumun ortak duygu ve düşüncelerini de dile
getiren, sevinç ve üzüntülerini en güzel şekilde ifade eden şairlerdendir. Hayatını
Erbil'de (1944-2000) geçiren Fuad Şeyh Mustafa, toplumun bir ferdi olarak
devrinin iç yüzünü, sosyal hayatını ve duygularını eserlerinde aksetmeye
çalışmıştır ((HASRET, H., 2009: 9).

Şairimiz Fuad 1968 yılının başında kimi psikolojik hastalıklara maruz kala-
rak insanlardan uzaklaşıp evinin bir köşesine kapanmayı tercih etmiştir. O bu
davranışını yazdığı bir beyitte şöyle dile getiriyor:

Cihānda görmedim benī beşerden vefāsız maĥlūķ

Onunçün ben daĥi benī beşerden inʿizāl ettim

Bu eve kapanışı doksanlı yılların başına kadar sürmüştür. Bu süre içinde


edebiyattan bile uzak kalmıştır. Psikolojik hastalıklarla savaşan acı dolu bir hayat
yaşayarak yalnızlıkla çarpışıp bir ümide doğru günlerini geçirmeye çalışmıştır
((HASRET, H., 2009: 9).
Ơ敺Ƥ敺ƨ敺NƬ敺Wư敺MXXIV Edebi Kişiliği:

Fuad Şeyh Mustafa, Erbil’in usta şairlerinden biridir. O genellikle divan


edebiyatı ve özellikle de horyat ve dörtlüklerle ilgilenen bir şairdir (HAYDER M,
2012: 1597-1605).
O edebiyatla ilgilendiği sürece hep bunlarla uğraşmıştır. Şiirler yazarak Arapça ve
Farsça sözcüklerine bağlı kalmıştır. Hatta bu yabancı sözcükleri horyat ve
dörtlüklerde bile işlemiştir. Ancak seçtiği konular daha çok milli konulardır.
(ANWAR, İ, 2012.S. 26)
O, Türkmen milletine ve Türkmen diline içten bağlı kalmıştır ve bu bağlılık onu bir
milliyetçi bir şair durumuna getirmiştir. Onun her konuşması önce millet sonra
Türkmen dili hakkında olurdu. Her Türkmen’den de milletine ve diline bağlı
kalmasını ileri sürerek millet ve dili uğrunda hizmet vermelerini isterdi. Milletten
uzak kalanları ve diline surat çevirenleri kınayarak onlara sitem etmekten bir an bile
geri kalmazdı. Onlara horyatlarla seslenerek dillerine sahip çıkmalarını isterdi
(KARA, M, 1998: 932-934).
Babaları, çocuklarına en güzel ve en düzgün bir şekilde anadillerini öğretmeye
çağırırdı. Çünkü onun korkusu dilini unutan babalar idi ve üzülerek:

Alışsın

Vur kibrit mum alışsın

Baba dilin unutsa

Yavru kimnen alışsın

Hortayını derdi. Ve bu uğurda şairimiz Fuad çok uğraşıp çok emek harca-
mıştır. Şairimiz çok erken bir yaşta şiir yazmaya başlamış. Elimize geçen şiir
defterleriyle taslaklarını incelerken Şikayet Edeli şiirini 6 Ekim 1959 yılında yazdı-
ğını görüyoruz. Bu da bunu yansıtıyor ki şairimiz henüz on beş yaşında iken bu
şiiri yazmış. Buna dayanarak şairimiz bundan daha önceki yıllarda da şiir
denemeleri yanında bir de horyat yazdığı olmuştur, çünkü taslakları arasında
yüzlerce horyat bulunmaktadır. Yazdığı şiirleri birçoğu şikâyet kabilinden şiirlerdir
(HASRET, 2009: 5,6).
“Son zamanlarda yeğeni Mahmut şairin şiir ve horyat defterleriyle taslaklarını Arslan
Bey'e vermiştir, o da sağolsun onları bana getirerek şairimizin eserlerimi gün yüzüne
çıkarmak için kimi çalışmalarda bulunalım dedi. O defter ve taslaklara bir göz
gezdirirken her şeyden önce şairimiz hakkında bir yazı düşüncesi aklıma geldi
(SAATÇİ, Ö, 2012: 18). Onu onca Türkmen edebiyatseverlerine tanıtmak ve onun
yaşam öyküsüyle şiir ve horyatları hakkında bilgiler vermeyi gerekli buldum.
Dolayısıyla bu yazı şiir ve horyat örnekleriyle Barış dergisinde yayımladım. Şimdi
de şairimizin bütün yazdıklarını bir araya getirerek bir yapıt halinde sunmaya
çalışıyoruz. Burada şairimizin adıyla Türkmen Kardaşlık Ocağına ve bu yapıtın ışığa
kavuşmasında emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum” (HASRET, 2009: 6).
Önceden denildiği gibi çok erken bir yaşta horyat ve şiir yazmaya başla-mıştır
şairimiz, ancak elimize geçen şiir defterleriyle taslaklarında yaklaşık yirmi, yirmi beş
şiiri bulunmaktadır.( EROĞLU, Ü, 2009: 34).

Bunlardan ayrı yaklaşık kırk rubai, altı ferd, mani türünde iki mani, altı dizilik
bitmemiş bir şiir, yüz elli beşlikten oluşan Miri Suyu adında bir destan ve yüzlerce
horyat ve yedi heceli dörtlük bulunmaktadır (NAKİP, M, 2007: 28).

Şiirlerinden söz etmek gerekirse eğer bunu demeliyim ki, bu bir avuç şiirinden,
Türkmen milletine olan bağlılığı ve Türkmen diline olan sevgisi ve çocukluğuyla
gençliğini geçirdiği Erbil Kalesi’ne olan özlemi gibi yansımalar ortaya çıkmaktadır.
Bunların yanında dini konularla ilgili kimi şiirlerinin de şairimizin edebi hayatını
süslediğini görmekteyiz (HÜRMÜZLÜ, E, 2003: 78).

Ayrıca destan şeklinde yazdığı Miri Suyu destanına da bir göz atılırsa, eskiden
Erbil’de bir su gözünün adı olan Miri Suyu’nu bir sembol alarak ahını, figanını ve
yılların içinde biriktirdiği acılarla özlemlerini ona anlatarak içini boşalt-tığını görülür
(ÖZKAN, N, 2007: 37).

Rubai ve ferd şeklinde şiirler yazdığından da söz edildi, o bunlarda daha çok dini
konuları işleyip Kuran-ı Kerim’in azametinden söz ederek dünyanın fani olduğunu
ileri sürüyor (ERTUĞRUL, Ü, 2006: 47).
Bunlardan ayrı olarak şairimizin edebi hayatında cinaslı ve cinassız horyatlat geniş
bir yer tutmuşlar. Dedeler kalıtı olan horyata şiirden daha fazla önem vererek
şairimiz yazdığı horyat ve dörtlüklerde, milliyetçilik başta olmak üzere dini
konular da ağır basmaktadır (HASRET, H., 2009: 22).

2. Eserleri:

Şairimizin birkaç horyatla birkaç gazelini Kardaşlık dergisinde ve iki şiirini


de Irak dergisinde yayınladığını gördük. Bunladan başka herhangi bir eserini başka
bir yerde görmedik. Bu yüzden şairimiz Türkmen edebiyatı alanında geniş bir
şekilde tanınma fırsatını bulmamıştır(HASRET, H., 2009: 16).

Şiirlerde Dil ve Milliyetçilik

Fuat Şeyh Mustafa'nın işlediği konular daha çok milli konulardır. Ve ço-
ğunlukla bu gibi konularda kalem oynatmıştır. O, Türkmen milletine ve diline içten
bağlı kalarak bu bağlılık onu bir milliyetçi insan durumuna getirmiştir
(ERCİLASUN, A, 1993: 115).

Onun her konuşması önce millet sonra Türkmen dili hakkında olurdu. Bir Türkmen
olduğunu vurgulayarak her zaman milletin ilerlemesi için çalışırdı.

Mīri ŝuyu aldanma müslümānsın

Unutma aŝlın tāriĥte Türkmensin

Ersin, mertsin ġayūrsun, ķahramānsın

Çalış ta maʾmūr olsun virāneler

Saʿādetle yaşasın merdāneler

Mīri ŝuyu Daķuķ Erbil’e benzer

Ķan ķardaştır nāzımıza nāz açar


O du gönlümüzün sevgili yārı

Tāzeliler cömert insāndırlar

Dilleri Türkmence mert aŝlandırlar

26 Şiirlerde Hoyrat'ların Önemi

Şairimiz milletten uzak kalanları ve diline surat çevirenleri kınayarak onlara


sitem etmekten bir an bile geri kalmazdı. Onlara hoyratlarla seslenerek dillerine
sahip çıkmalarını isterdi.

Utan sen

Her oyunda utan sen

Aŝlıvı inkār etme

Tārīĥlerden utan sen

Erbilliler

Aŝlanı er bililler

Ŝattılar yād ellere

Erbilli Erbilliler
SONUÇ

Irak Türkmen Türkçesiyle yazılmış olan Fuat Şeyh Mustafa'nın "Alışsın" adlı
eseri üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda yazarın kendi dönemi içerisinde
gördüğü, kendisinde etki bırakmış olan toplumsal ya da kültürel konuları işlediği
eseri çok akıcı ve yalın bir şekilde kaleme alınmıştır. Şiirlerde ahengi sağlamak için
kafiye düzenini kullanmış, şiirin okunması ve anlaşılması için daha çok kolaylık
sağlamıştır. Fuat Şeyh Mustafa milli ve dini konulara çok önem vermiştir. O,
Türkmen milletine ve diline içten bağlı kalarak bu bağlılık onu bir milliyetçi insan
durumuna getirmiştir. Bir Türkmen olduğunu vurgulayarak her zaman milletin
ilerlemesi için çalışmıştır. Kendi milletinden ve dilinden uzak kalanları kınayarak
onlara horyatlarlarla seslenmiştir.
KAYNAKÇA

ANWAR İbrahim, (2012) “Irak’ta Türkçe Eğitiminin Dünü ve Bugünü” Kardaşlık, S.


53 S. 22-26.

ERCİLASUN A. Bican, (1993). “Irak Türkleri Dil ve Edebiyatı”, Türk Dünyası


Üzerine İncelemeler, Akçağ Yayınları, Ankara S. 113-115.

EROĞLU Cengiz, (2009) .“Irak Türklerinin Kökeni”, Kardaşlık, S. 43.

ERTUĞRUL Ümit, (2006). Irak Türkleri ve Türkiye, Kerkük Vakfı Yayınları,


İstanbul.

HASRET, H. (2009), Fuad Şeyh MUSTAFA Tüm Eserleri "Alışsın", Türkmen


Kardaşlık Ocağı Yayınları, Erbil, 5-10.

HAYDER Muhammed, (2012). “Irak Türkmen Edebiyatında Serbest Şiir


Tartışmaları”, Turkish Studies, S. 1597-1605.

HÜRMÜZLÜ Erşat, (2003). ‫( يﻗارﻌلا نطولاو نامﻛرتلا‬Türkmenler ve Irak Vatanı),


Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul.

KARA Mehmet, (1998). Hidayet Kemal Bayatlı, Irak Türkmen Türkçesi, Türk Dil
Kurumu yayınları: 664, Ankara 1996, XVIII+405 S. , Türk Dünyası Dil ve Edebiyat
Dergisi,S. 6, S. 932-934.

NAKİP Mahir, (2007). Kerkük’ün Kimliği, Bilgi Yayınevi, Ankara.

ÖZKAN Nevzat, (2007). Türk Dilinin Yurtları, Akçağ Yayınları, Ankara.

SAATÇİ Önder, (2012) “Irak Türklerini Kim Tanır?”, Kardaşlık, S.18.


86
0

You might also like