You are on page 1of 165

M E B Y A Y IN L A R I

ŞARK - İSLÂM K LASİK LE R İ


M İL L Î EĞ İTİM B A K A N LIĞ I Y A Y IN L A R I: 484
B İL İM V E K Ü L T Ü R ESERLERİ DİZİSİ : 57
Şark İslâm - K lasik leri: 22
iN

K ita bın adı


İH S Â ’Ü L - U L Û M
İlimlerin Sayımı
Y a yın kodu
90.34.Y.0002.276
IS B N 975.11.0250.2
B ask ı y d ı
1990
B askı adedi
20.000
D iz g i, baskı, cilt
M İL L İ E Ğ İT İM B A S IM E V İ

Ya yım la r D a iresi B a şk a n lığın ın


9.10.1990 tarih ve 8306 sa yılı ya zıla n ile
üçüncü defa 20.000 adet basılm ıştır.
Şark - İslâm Klasikleri

IHSÂ’ÜL-ULÜM
İL İM L E R İN S A Y IM I

Farabî

Çeviren
P rof. AH M ET ATE Ş

İstanbul 1990
İÇİNDEKİLER

Giriş
FÂRÂBÎ

Hayati, Eserleri ve Felsefesi

1. Hayatı/1
2. Fârâbî'nin Eserleri/23
3. Fârâbî'nin Felsefesi/35

IH SA'’-ÜL ULÜM
tü m le rin S a y ım ı H akkında K ita p
1. D il İlm i Hakkında/57
2. M antık tim i Hakkmda/67
3. öğretm e (Talim ) tlim leri/92
Sayı (aded) ilmi/92 Hendese Umi/94 Menaztr ümi/97
Yıldırlar ilm i/itm ilOl Musiki ilmi/104
Ağırlıklar ilmi/106 Tedbirler (hiyel) ilmi/107

4. Tabiat ve ilâhiyat ilim leri hakkmda/111


İlahiyat ilm i (el-ilm-ül-üâhl)/121

5. Medeni ilim , fık ıh ilm i, kelam ilm i


hakkında/125
Medeni üim/125 Fıkıh ilmi/132 Kelam ümi/133

N otlar
ÎH S A 'Ü L-U LÜ M
İL İM L E R İN SA Y IM I
Giriş
FÂRÂBİ

I
H A Y A T I, E SE R LE R İ ve FELSEFESİ

1. HAYATI (874-950/260-339)
«Fftr&M, İslâm feylesoflarının en an»
layışlısı ve eski ilim leri en iyi bilenidir.
O nlar arasında feylesof sayılm ağa değen
yalnız odur. ölümünden Önce, kemale eriş­
miş, gerçeğe varm ıştı.»
Îbn-Ü-Sab’in, Bûdd-m-Arif

İslâm aleminde, ilk olarak, hakiki felse­


feyi en iy i b ir şekilde anlayıp yayan ve bun­
dan dolayı, bütün dünyanın kabul ettiği üzere,
kendisine, Aristo'nun «ilk öğretm en» sayılmar
sına karşılık, ikinci öğretm en (el- muaUimüs-
sâni) lâkabı verilm iş olan Fârâbî, Mâverâün-
nehr'de, Balasagun civarında, bugün yıkıntı­
ları K aragöl gölü yakınlarında bulunan b ir şe­
h ir ile onun dahil olduğu vilâyetin adı olan Fâ-
râb'da doğmuştur. Fârâbh, mânasına gelen Fâ­
râbî nisbesi işte bu Fârâb'dan gelm ektedir. An­
cak Fârâbî'nin bugün adı yerine geçm iş olan
olan bu nisbesi, onun Fârâb vilâyetinde doğ­
2 cim a

duğunu kesin olarak gösterm ekle beraber, bu


vilâyetin başşehri olan Fârâb şehrinde doğdu­
ğunu aynı kesinlikle göstermez.
Fârâbî ile aşağı yukarı çağdaş olan İbn
Havkal (el-mesâlik-ü ve ’l-ntemâlik «Y o lla r ve
ve ülkeler» adh eserini 977/367'de, yani bizim
Fârâbî'nin ölümünden 27 sene sonra, yazmış­
tır), onun küçük b ir kale olan Vesîc'de doğdu­
ğunu söyler. Bu rivâyetin doğru olmaması için
hiçbir sebep yoktur. Buna göre Fârâbî, aslmda
Vesîcli olduğu halde, nisbesini, örneği pek çok
görüldüğü üzere, belki pek küçük olup, herkes
tarafından bilinm eyen Vesîc'den değil, onun
dahil olduğu ve herkesçe tanınan Fârâb vilâ­
yetinden alm ıştır. Fârâbî nin çok daha gaipte,
Horasan'ın büyük şehirlerinden b iri olan Fâr-
yab'da doğduğuna dair rivayetler, herhalde,
bir isim benzerliğinden ileri gelm iş b ir yanlış­
tan ibarettir.
Fârâbî’nin babasının, doğduğu şehrin, ya­
ni Vesîc'in askerî kumandam olduğu söylenir.
Asıl adı kaynaklarda, dede adlan ile türklü-
ğünü açıkça gösteren şu şekillerde görünmek­
tedir: Muhammed b. Muhammed b. Tarhan
b. Avzalag,1 veya Muhamed b. Tarhan b. Avza-

1 Bu ad umumiyetle Uzlug veya Uzluk şeklinde


okunmaktadır. Fakat meşhur hal tercümesi m üellifi
İbn H allikân bunun burada yazıldığı şekilde okun­
ması İcap ettiğini bilhassa açıklamıştır {Vefeyût,
c 11, s. 102).
FARABİ. i . h a y a t i 3

lag, veya Muhammed b. Muhammed b. Nasr,


veya Muhammed b. Avzalag b. Tarhan v.s. Ken­
di eserlerinde daha tam b ir isme rastgeün-
mez, bunlar umumiyetle «E bû Nasr-el-Fârâbî
dedi» gibi b ir cümle ile başlar ki, buradaki
Ebû Nasr onun künyesidir. N e olursa olsun,
yukanki kayıtlardan, onun tam adının Ebû
Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarhan b.
Avazalag olduğu çıkarılabilir.
Fârâbî’nin ne zaman doğduğunu da bil­
m iyoruz. Fakat en güvenilir kaynaklar onun
hicri 339 (m ilâdî 950) senesinde, 80 yaşına ya­
kın olduğu halde, öldüğünü söylerler. Bun­
dan dolayı hicri 260 (m ilâdî 874) tarihi, bü­
yük b ir ihtim al ile, onun doğum tarihi olarak
kabul edilebilir.
Fârâbî'nin nasıl b ir fik ir çevresi içinde
yetiştiği belli değildir. Şu var ki, onun doğduğu
sıralarda, m em leketi Sâmânîlerin (204-395/
819 -1005) idaresi altında bulunuyordu. Bu sü­
lâleye mensup hükümdarların himayesi altın­
da, Maveraünnehr’de Yeni İran edebiyatının
doğduğuna ve, başta Rûdekî olm ak üzere, pek
mühim şahsiyetler yetiştiğine şahit oluyo­
ruz. Bunlar arasında, eserleri bugüne kadar
gelm emiş olm akla beraber, Şehîd-i B elhî gibi
büyük b ir şair feylesof da bulunmaktadır. Arap
d il ve edebiyatı da bu zamanda ve bu sahada
son derecede inkişaf etm işti. Bundan dolayı
IV . / X . yüzyılın ilk yansında yetişm iş olan
4 çınla

es-Sa'âlibî bu d evir şairlerinden bahseden Ye-


tîmet-üd-dehr'inin büyük b ir bölümünü, 4. cil­
din ilk yansım , bu sahada yetişm iş olan ve bil­
hassa arapça, bazan da arapça ve farsça yazan
mühim edip ve şairlere ayırm ıştır. Bu ülke, bu
devirde ilim bakımından da, son derecede ve­
rim li idi. Fârâbî’nin doğum yeri olan Fârâb'a
gelince, bu vilâyetin eski devirleri hakkında
elim izde kâfi derecede b ilgi yoktur. Ancak aynı
çağda bugün halâ kullanılm akta olan Sahâh-ül
■Cevheri adlı arap lügatini yazmış olan îsm âil
b. Hammâd-il-Cevherî (ölümü 393/1003) ile
Dîvân-ül-edeb'i yazan Ebû İbrâhim İshak b.
İbrâhim-il-Fârâbî (ölüm 350/961)'yi anmak, bu
şehrin İslâm âlem ine ve kültürüne büyük fey­
lesofumuzdan başka şahsiyetler de verdiğini
gösterm eğe kâfi gelir. Elhasıl, ne olursa olsun,
Fârâbî İslâm ülkelerinin merkezinden, Bağ-
dad'dan uzak, fakat fik ir hareketleri bakımın­
dan çok canlı ve verim li b ir sahada yetişm iş­
tir.
Fârâbl, ilk tahsilini her halde anayurdun­
da gördü. Bu tahsilin o zam anlar mutad olan
arapça ve dinî b ilgiler olduğu muhakkaktır.
Kaynaklarımızdan bazıları, onun yalnız türk-
çe bildiğini, ancak Bağdad'a geldikten sonra
bu şehirde arapçayı öğrendiğini söylerler ki,
bu b ir yanlış anlamadan ileri gelm iş olm alıdır;
çünkü aynı kaynaklar, onun Bağdad'a oldukça
tanınmış b ir şahsiyet olarak geldiğini söyler­
FARABİ. i . h a y a t i 5

ler. Yukandanberi verilen açıklamalardan,


oha, doğduğu memleket ve çevrede, ilk tah­
silini kazandıracak ve kâfi derecede arapça
öğretecek hocaları kolayca bulabileceği gö­
rülmektedir. Esasen, görünüşe göre, onun ha­
yatının sonlarına doğru veya olsa olsa belki 40
yaşından sonra geldiği Bağdad'da bu d ili yeni
öğrenm eğe çalışması, o zamanın kendisinden
sonra İbn Sina'da da gördüğümüz ve başka
örnekleri de pek çok olan, erken, pek küçük
yaşta başlıyan ve program ı birinci derecede
arapça d il bilgisini ihtiva eden tahsil sistemine
çok aykırı düşerdi. Nihayet Fârâbî, bazen «b i­
zim d ilim iz» dediği arapçada, büyük Arap ve
Iran lı ediplerin yapmağa m uvaffak olamadıkla­
r ı b ir inkilâp yapm ıştır: O, arapçayı, bütün
eserlerinin açık olarak isbat ettiği üzere, her
türlü felsefî fik irleri kolayca ve rahatça ifade
edebilecek b ir seviyeye yükseltmeğe muvafak
olmuştur. Ondan önce, Süryanîler'in ve bizzat
Araplar'm tercüme ettikleri ve yazdıkları felsefî
eserlerde görülen kaba, cüm leleri arasında ir­
tibat bulunmıyan ve birçok m efhum ları iyi
karşılamıyan d il yerine, pürüzsüz, her mefhu­
mu en güzel b ir şekilde ifade eden ve felsefî
düşüncenin zaruri kıldığı ve kısa ve kesik cüm­
lelerden mürekkep olup rabıt edatları ve rabıt
şekilleri çok az olan arapçamn hakikî bün­
yesi ile uzlaştınlam az görülen türlü fik rî bağ­
la r ile birbirine bağlı, m üteselsil uzun fik irleri
6 GİRİŞ

ifade edebilecek b ir Arap felsefe d ili kurmağa


m uvaffak olmuştur. Bu bakımdan da, Arap
d ili ve edebiyatı tarihinde, parlak ve silinm ez
izler bırakan büyük feylesof, bu d ili her halde
çok geç bir yaşta değil, ancak çocukluk yaşın­
da öğrenm iş olm alıdır.
Bütün bu düşünceler ile beraber, Fârâbî-
nin Bağdad'da arapçaya da çalıştığı ve İbn-üs
-Serrâc diye tanınan Ebû B ekr Muhammed b.
es-Serî'den (ölümü 316/928) arapça nahiv,
yani gram er dersi almış olduğu, buna karşılık
ona mantık öğrettiği hakkındaki rivayetler as­
la esassız olm ıyacaktır. Fârâbî’nin, Bağdad'a
geldiği zaman, pek çok halis Araplar, hattâ
Arap edip ve şairleri gibi, klasik arapçanın.
gram erini tekrar etm ek ve mükemmel b ir su­
rette kullandığı dilin hususiyetlerine daha faz­
la nüfus etm ek istem iş olm ası mümkündür.
Bu ders mübadelesinin m ahiyeti, biraz ileride,
daha esaslı b ir şekilde gösterilecektir.
Böylece. ilk tahsilini herhalde Vesîc'de
gördüğü muhakkak olan Fârâbî’nin, bu sıra­
da , ana d ili olan türkçe ile beraber, muhitin­
de kısmen edebiyat d ili olan farsçayı ve bu
ilk tahsilin sonunda elde ettiği arapçayı bil­
diği muhakkaktır. Bunların dışında başka dil­
ler b iliyo r mu idi? Bazı eserlerinde, b ir takım
yunanca kelim elerin izahını verirken, veya ba­
zı tabirleri kullanırken onların tekabül ettiği
yunanca kelimenin harfiyen tercümesinin baş­
FARABİ. I. HAYATI 7

ka olacağını, meselâ Yunan gram erinde « f iil»


İstılahına karşılık «h arfiyen » kelinle ıstılahının
kullanıldığını söylerken, bu d ili çok iy i b ili­
yormuş gibi davranmaktadır. Şu kadar var ki,
onun bu d ili anayurdunda öğrendiğine dair
bir kayıt bulunmadığı gibi, ne orada, ne de
yakın civarında, Maverâ'ünnehir, Şarki Tür­
kistan ve Horasan’da bu d ili b ilip okutanların
bulunduğuna dair elim izde herhangi b ir delil
mevcut değildir. Bazı kaynaklarda Fârâbî'nin
biraz ileride bahsedileceği üzere, H alep'te veya
Şam'da Seyf-üd-Devle ile ilk görüşmesinden
bahsedilirken, b ir münasebetle, 70 dil bildiği­
ni kendisine söyletirler ki, bu ifadeyi olduğu
gibi kabul etmek tamamiyle imkânsızdır. Fâ-
râbî, uzun seyahatler ile dolu hayatında, bu­
lunduğunu bazı yerlerdeki mahallî şiveleri bi­
raz öğrenmiş olabilir. Bu mümkün kabul edilse
bile bunların toplamının 70 etmesi imkânsız­
dır. Bu rivayeti, muhterem üstadımız A. Adıvar'-
ın gösterdiği üzere şu şekilde anlamak lâzım ­
dır: Arapça seb'în ( = yetm iş), mutlak olarak
söylendiği zaman, belli sayıya değil, ancak
çok olan b ir sayıya delâlet eder. O halde bu­
rada Fârâbi'nin hakikaten yetm iş dil bildiğin­
den değil, ancak çok d il bildiğinden bahsedil­
m iştir.
N e olursa olsun, memleketinde yannbile-
caği tahsilini tamamlamış olan genç Fârâbİ,
bundan sonra ne yapm ıştır? O zam anlar İS­
8 CİRIJ

lâm ülkelerinde âdet olduğu üzre, onun da tah­


silini tamamlamak için, civarındaki büyük şe­
hirlere, Buhara, Belh, Semerkand ve H erat'a
bilhassa bunların birincisine gitm iş olm ası
kuvvetle muhtemeldir. Fakat m aalesef buralar­
daki tahsili, hocaları ve üstadları hakkında
hiçbir şey bilm iyoruz.
Bazı kaynaklar, feylesofumuzun felsefeye
başlamadan evvelki hayatı hakkında, inanıl­
ması imkânsız vak alar anlatmaktadır. Meselâ
bunlardan birine göre, o Şam'da (Dımaşk)
bahçıvan id i ve A risto’nun eserlerini okuduk­
tan sonra, felsefeye merak ederek, bu sahada
çalışıp, zamanın en büyük feylesofu olmuştur.
Başka b ir rivayete göre, o musiki ile meşgul
olurken, Aristo'nun kitapları kendisine ema­
net olarak bırakılm ış, o da bunlan okuyarak,
feylesof olmuştur. Bütün bu rivayetlerin sebe­
bi, Fârâbî'nin fevkalâde şahsiyetinin, sözde
garip tesadüfler ile süslenmesi arzusu olm a­
lıdır. Devrin âdetlerine bakılacak olursa, yu­
karda esasları tesbit edilen tahsilin sonunda,
Fârâbî'nin ilk önce, b ir kaynağımızın da söy­
lediği üzere, kadılık veya b ir başkasının söy­
lediği üzere, babasının m esleği olan askerlik
mesleklerinden birine girm iş olduğu kabul
edilebilir. Bu kadılık veya askerlik vazifesi
sırasında, yine aynı kaynakların söylediğine
göre, kendisine emanet olarak bırakılan Aris­
to’nun eserlerini okuyarak, yahut da bu sa­
FARABI. i . hayati 9

hada eline geçirdiği başka felsefî eserler üze­


rinden düşünerek, kendisini tamamiyle felsefe­
ye verm iş ve asıl m esleğini bırakm ış olm alı­
dır. Bu sırada Fârâbı, karakter ve ahlâk ba­
kımından, kendisinin felsefe ve hikm et merak­
lısı b ir gençte bulunmasını istediği m eziyetlere
sahip olm ası lâzım dır. Bunlar da şunlardır:
«H ikm et ve felsefe öğrenm eğe başlıyan-
lann, doğru ve tam m izaçlı b ir genç olm ası,
iy i kim selerin taşıdığı âdetleri taşıması, ilk
önce Kur'an, d il ve şeriat ilim lerini öğrenmiş
bulunması, nefsine hâkim, iffe tli ve doğru ol­
ması, ahlâksızlık, kötülük, haksızlık, hainlik,
hile ve dolandırıcılıktan uzak bulunması, ge­
çim gailesi ile kalbinin dolu olmaması lâzım­
dır. Şer'î, dinî vazifelerini yerine getirm eli,
şeriatın esas ve âdâbından hiç birini terk et­
m em elidir. İlim ve alim leri büyük tutmalı, ilim
ve alim lerinden başka b ir şeyi saygıya değer
saymamalıdır. Felsefeyi b ir kazanç vasıtası
yapmam alıdır. Bu sıfatlardan ayn olanlar söz­
de hakim dirler». Fârâbî'nin, ileri de görülecek
olan hayatında, daima bu yüksek ahlâkî va­
sıf ve m eziyetlerin örneği olarak yaşamış olma­
sı, onun gençliğinden başlayarak, aynı şekil­
de yaşamış olmasına delâlet edebilir.
İşte Fârâbî, kadılık veya askerlik, ne olur­
sa olsun, resm î vazifesinden ayrıldıktan son­
ra, bütün hayatı boyunca devam eden uzun
seyahatlerine çıktı. Biraz ileride görüleceği
10 CIRİ3

üzere, o zamanların im kânlarına göre, artık se­


yahat edememesi ve b ir yerde oturup, sükû­
net içinde, eserler yazması veya eski eserle­
rini gözden geçirm esi icap eden ihtiyarlık za­
manlarında da devam eden bu seyahatlerini
izah etm ek için çeşitli sebepler ileri sürülmüş­
tür. Halbuki bunlara, bilhassa o zamanki İs­
lâm âlem inin, beşikten mezara kadar ilim öğ­
renilmesi lâzım geldiği fik rin i ileri süren te­
lâkkisi ile ve türlü yerlerde büyük üstadlar-
dan ilim öğrenmek için pek uzun seyahatlere
girişen bilhassa büyük hadis, fık ıh âlim lerinin
adetleri göz önünde bulundurulursa, Fârâbî'-
nin bu seyahatlerinin sebebi kolayca anlaşılır.
O, mütamadiyen bilgisini genişletmek ve en
büyük üstadlar ile bizzat görüşerek, onlar ile
türlü m eseleleri münakaşa ve müzakere etm ek
için bu seyahatlere çıkm ıştı. Kendini yalnız
düşüncelerine verm ek isteyen m izacı ve Türk­
lüğünün kendine verdiği hareketli ruhu da
onun seyahat arzusunu desteklemiş olabilir.
Ne olursa olsun, uzun müddet süren se­
yahatleri sırasında, Horasan'da ve İran'ın şark
taraflarındaki büyük şehirlerde oldukça kal­
mış olm alıdır. Fakat bu sahalardaki çalışma­
ları hakkında da elim izde herhangi b ir kayıt
yoktur. Ancak Ahlâk-ül-hükema ( «Hâkimlerin
ahlâkın) adlı eserden alarak, Beyhakî'nin an­
lattığına göre, bu sırada Büveyh-oğullannın
meşhur veziri ve devrinin en büyük edibi olan
FArAbi. i. h ayati tl

es-Sâhip İsm ail b. Abbâd, İran'ın garbinde


bulunup bugünkü Tahran'ın yakımnda olan
Rey şehrindeki sarayında, bilhassa onunla gö­
rüşmek istemiş ve bunun için im kânlar ara­
m ıştır. Fârâbî, b ir gün tam bir Türk kıyafe­
tinde ve kendisini tanıtmadan es-Sâhib’in b ir
toplantısına girm iş, es-Sâhib’in m eclisinde bu­
lunanlar, onu tanımayarak, onunla alay etm iş­
ler. B ir müddet sonra herkes biraz içki içip
başlar dönmeğe başlayınca, Fârâbî b ir çalgı
aleti ile, herkesi uyutacak b ir parça çalm ış;
bunun üzerine, toplantıda bulunanlar, ölü gi­
bi uykuya dalm ışlar; Fârâbî çalgının üzerine
«Fârâbî, yanınıza geldi, onunla alay ettiniz; o
da sizi uyuttu, sonra kayboldu,» diye yazıp
oradan uzaklaşmış. B ir müddet sonra, es-Sâ-
hib ve davetlileri uyanınca, bu harıkulâde şah­
sın kim olduğunu anlamadıklarına teessüf
ederek, onunla b ir daha görüşeceklerini te­
menni etm işler ve onun şerefine kadehlerini
kaldırm ışlar. Başka b ir çalgıcı Fârâbî'nin üze­
rine yazı yazdığı çalgıyı alınca, yazıyı görüp
es-Sâhib'e gösterm iş; es-Sâhib bilinm eyen zi­
yaretçini Fârâbî olduğunu anlayıp, ona ya­
pılan muameleden son derecede m üteessir o l­
muş ve arkasından adam lar göndermiş ise
de; onu bulamamış ve öm rü boyunca bu ha­
diseye teessüf etmiş.
Bu vak’a ilk bakışta, mümkün gibi gö­
rünüyorsa da, m aalesef doğru olm ası ihtim al
ıa CİRİS

dahilinde bile değildir. Evvelâ bu vak'a Fâ-


râbi ile seyf-üd-Devle arasında vukua gelm iş
gibi de gösterilm ektedir. Sonra es-Sâhib Ibn
Abbâd 323 - 935 de doğm uştur; Fârâbî’nin
339-950 yılında öldüğü muhakkak olduğuna
göre, o öldüğü zaman el-Sâhib, 15-16 yaşın­
da bulunuyordu ki, onun bu yaşta Fârâbî ile
arasında yukanda bahsedildiği üzre b ir vak'a
değil, herhangi b ir münasebet bile bahis mev­
zuu olamaz. Esasen biraz ileride görüleceği
üzere, bu sıralarda Fârâbî Suriye ve M ısır ta­
raflarında bulunuyordu.
Bu rivayetin esassızlığı böylece tesbit edil­
dikten sonra, yine zamanının âdetlerine de ba­
kılarak, denilebilir ki Fârâbî, memleketinden
çıkıp, İran'ın m uhtelif şehirlerinde kaldıktan
sonra, o zaman İslâm âlem inin büyük edebi­
yat ve ilim m erkezi olan Bağdad'a geldi ve
muhakkak olarak, göründüğüne göre, siyaset
adam ları müstesna, devrinin birçok mühim
şahsiyetleri ile tanıştı ve görüştü. Biraz evvel
bahsedildiği üzere, bu sırada, Fârâbî'nin bil­
hassa tbn-üs-Serrâc'dan (ölümü 316-928) nahiv,
onun da kendisinden mantık okuduğu rivayet
edilir.
ö y le görünüyor ki, tbn-ü-Serrâc, b irb iri­
ne müsavi ik i âlim arasındaki bu ders müba­
delesinin sonunda, Fârâbî'nin bu sahadaki nok­
san bilgisini tamamlamış olsa bile, kendisi ta-
m am iyle Fârâbî tesirinde kalmış ve bu tesir
fArAb I. i . hayati ıa

uzun nesiller boyunca devam etm iştir. Çünkü


îbn-üs-Serrâc ’ın nahiv sahasmda yazm ış o l­
duğu Usûl adlı eseri, hemen tam am iyle man­
tık ıstılahları ile yazılm ış olduğu gibi, onun
talebesi olan el-Rümmânî (ölümü 384-994) de
nahve dair eserlerini, bütün mantık ile doldu­
ruyordu. Öyle ki, büyük arab dilcisi Ebû Ali-
el-Fârisî, — «E ğ er nahiv el Rümmânî'nin de­
d iği şey ise, bizde ondan birşey yoktur; yok
eğer b izim dediğim iz ise, o bundan b ir şey an­
lam ıyor» demektedir. Fârâbî’nin bu büyük te­
siri el-Rümmânî vasıtası ile, İbn-üs-Serrâc'ın
çok muahhar talebelerinde de devam etm iştir.
Fârâbî bu sırada, Bağdad’da Yuhannâ b.
Hîlân'dan Kitâb-ül-bürhân'va sonuna kadar
Aristo'nun m antığım okumuştur. Kaynakları­
mızdan bazıları, onun Ebû B işir M ettâ b. Yu­
nus (veya Yûnân)'dan (ölümü 328-940) da
mantık okuduğunu, bunlar muasır olm akla be­
raber, Ebû B işir M ettâ'nın daha yaşlı ve Fâ­
râbî’nin ise ondan daha zeki olduğunu söy­
lerler. Fakat Fârâbî, b ir eserinde, b ir müna­
sebetle Aristo’nun eserlerini Yuhannâ b. Hî-
lân’dan okuduğunu bizzat söylüyorsa da, bu
ikinci şahıstan, kendine b ir şey okutmuş bir
şahıs olarak değil, Aristo eserlerini iy i öğren­
miş b ir feylesof olarak bahseder. Bundan dola­
y ı Fârâbî’nin onunla birçok m eseleleri görüş­
tüğünü, fakat bu münasebetin b ir taleb e-h o­
ca münasebeti değil, iki meslekdaş münasebe­
ti olduğunu kabul etmek icab eder
14 GİRİŞ

Fârâbî’nin Bağdad'da oturmasının ne ka­


dar sürdüğü belli değildir. Fakat burada, ge­
çime o kadar ehemmiyet verm iyen Fârâbî’nin
maddî vaziyetinin o kadar iyi olm adığı mu­
hakkaktır. Bazı rivayetlere göre, geceleri bek­
çiler için yakılm akta olan fenerlerin ışığı al­
tında durur. Ondan istifade ederek sabahlara
kadar kitap okurdu. Bu rivayet ilk bakışta bi­
raz mübâlağalı görünürse de bizzat feylesofu­
muz, mesela A risto’nun Kitâb-ürı- nefsini yüz
defa, başka b ir eserini kırk defa okuduğunu
söylüyor. O halde gecelerini de, uzun müddet
oturup eserler okumakla geçirdiği muhakkak­
tır. M addî im kânları kâfi olm ayınca, gece
bekçilerinin fenerlerinden istifade etm esi ta­
biîdir.
Fârâbî, bütün gittiği yerlerde b ir türlü
terk edem ediği ve m üverrihlerin bilhassa
kaydettikleri Türk kıyafetiyle dolaşırdı. Geçim
gailesine ve dünya servetine ehemmiyet ver­
m ediği için, bu hali ile, tam b ir feylesof hayatı
geçirm ekte idi. Bu arada. Yunan felsefesini
Arapçaya nakletmekte büyük hizm eti dokunan
Sabeî'lerin m erkezi olan Harran’a da b ir şeye-
hat yapm ış- hatta, bazı rivayetlere göre, Yu-
hannâ b. H îlân’dan burada felsefe okum uştur-
ve tekrar Bağdad’a dönmüştür. Pek büyük b ir
Bağdad’da yazmış olacaktır. Ancak bu hususta
da elim izde b ir kayıt yoktur.
Fârâbî, yaşı çok ilerlem iş olduğu halde,
aşağı yukan 70-72 yaşında B ağdadi terk
FARABİ. i . h a y a t i ıs

etti. Bu son sehahatlerine de sebeb olarak,


bazılarınca, o zamanlar Bağdad’da mezhep
münaferetinin son derece hâd bir şekil alması,
üstelik ehl-i sünnetten olm ıyan bazı mezhep­
ler arasında da şiddetli münakaşaların çık­
ması gösterilm ek istenm iştir. Bazıları da, bu
seyahata sebeb olarak 330-941 de, Bağdad'ı
zaptederek, şehri tahrip etm iş olan îbn-ül-Be-
ridî vak’asiyle bunun neticesinde Bağdad’da
çıkmış olan k ıtlığı gösterm ektedirler. Fârâ-
b in in Bağdad’dan ayrılm asının bu 330 - 941
senesinde veya onu takip eden senede vukua
gelm iş olm ası pek muhtemeldir. Ancak onun
gibi zaten çok az b ir şeye kanaat eden, mün­
zevî b ir şahsın, herhangi b ir suretle, bu, gün­
lük hadiselerden m üteessir olması mümkün
değildir gibi görünm ektedir. Bu seyahat de
bize kalırsa, her şeyden evvel, Fârâbî'nin gez­
gin temayülü ve devrin âdetleriyle izah edil­
m elidir. B ir de biraz ileride gösterileceği üze­
re, elim izdeki kaynakların gösterdiği gibi, se­
yahatinin H aleb’e müteveccih olm ayıp, o za­
manki mutad yolu takip ederek, Şam'dan ge­
çip M ısır'a doğru gittiğine bakılırsa, bu seya­
hat için başka b ir sebeb de gösterilebilir: Fâ-
râbî, biraz evvel kısmen temas edildiği üzere,
asıl felsefenin Yunanistan'dan, tskenderiye’ye
geçtiğini, orada Aristo’nun eserlerinin hüküm­
dar hâzinelerinde saklanıp nesilden nesile,
muayyen hocalar sayesinde okutularak öğre­
İS CİHİ$

tildiğini ve tslâm iyete de bu yol ile geçip, ken­


disinin bu ilm i oradaki son feylesoftan öğre-
miş olan Yuhannâ b. Hîlân'dan öğrendiğini
söylemektedir. Binaenaleyh bu kadar yaşb
olmasına rağmen, felsefenin bu kaynağını biz­
zat yerinde görm ek arzusunu duymuş olabi­
lir. Fârâbî'nin herhangi b ir hükümdar veya
vezire intisap etm esi ve kendini bu yerlerde
himaye edebileceğini düşüneceği herhangi b ir
şahsiyetin görünmemesi, üstelik Bağdad veya
felsefe m eraklısı çok olan İran ve cenubî Ana­
dolu gibi daha ziyade kendisinin istifade ede­
ceği, veya kendisinden istifade edilecek b ir mu­
hit de buralarda yoktu. Böylece büsbütün şe-
bebsiz ve gayesiz kalan bu seyahatin s ırf yu­
karda açıklanmış olan bu felsefe kaynağını ye­
rinde görm ek arzusiyle yapıldığı, oldukça kuv­
vetli b ir ihtim al olarak, ileri sürülebilir.
Kaynaklarım ızda (İb n i Hallikân ve diğer­
leri) hemen ittifak la söylendiğine göre Fârâbî,
Bağdad'ı terkettikten sonra, H aleb'e gelm iş
ve o zamana kadar hiç yapmamış olduğu bir
şeyi yaparak meşhur Hamdânî hükümdarı ve
Arap-B izans m ücadelelerinin IV ./X . asırdaki
büyük ve muhteşem kahramanı Seyf-üd-Dev-
le’ye (hüküm yılla n 333 - 356 - 945 - 956) intisap
etm iştir. Fârâbî'nin onunla görüşmesinden
başlıyarak, ölümüne kadar, kaynaklarda, bir­
birini takip eden ve şim diye kadar, iyi ve
esaslı b ir tenkide tabi tutulmadan, hakikat
fArâb I. i . hayati 17

im iş gibi kabul edilen b ir sıra vakıalardan


bahsedilmektedir. Bunların burada kısaca hu­
lâsa edilm esi, tarihî b ir kıym etleri yok ise de,
halk nazarında Fârâbî'ye verilen kıym eti gös­
termesi bakımından, faydalı olacaktır.
Bu rivayetlere göre, Fârâbî, Seyf-üd-Dev-
le'nin m eclisine ilk defa olarak girince, otur­
masına müsaade edilm iş; Fârâbî Seyf-üd-Dev-
le'ye — «Senin oturtduğun yere m i, yoksa, ken­
di yerim e m i» — diye sormuş; onun kendi yeri­
ne oturm asını söylemesi üzerine, herkesi çiğne­
yerek, gelip hükümdarın yanına oturmuş.
Hükümdar, bunun üzerine, etrafındakilere,
s ırf kendi aralarında kullandıkları b ir d il ile,
Fârâbî'ye bazı şeyler soracağı, cevap verem ez
ise dışan atm alarını söylemiş, o da aynı d il
ile, işlerin sonunun beklenmesi icap etdiği ce­
vabını verm iş. Fârâbî, bu hususî d ili nasıl b il­
diği sualine cevap olarak da, daha «yetm iş»
d il bildiğini söylem iştir. Anlatıldığına göre,
m ecliste oturanlar onunla münakaşa edemeyip,
ilk önce karşısında sükûtla oturup,cevaplarını
dinlem işler; sonra defterlerini çıkararak, bu ce­
vaplan yazmağa koyulmuşlar. Az sonra, içki
m eclisi başlayınca, Fârâbî içki içmemiş, kendi
icad ettiği kanunu çıkanp, ilk önce güldürücü
bir parça çalarak, herkesi güldürmüş, sonra
ağlatıcı b ir parça çalarak, herkesi ağlatmış,
nihayet uyutucu b ir parça çalarak, herkesi
uyutmuş ve oradan gitm iştir. Bunun üzerine,
Seyf-üd-Devle onu takdir ederek, yanından
18 GİHİ8

uzaklaştırmamış; fakat Fârâbî, hükümdarın


lütuflannı kabul etm iyerek, günde dört dir­
hem gibi, kaynaklarımızın sözüne göre, gayet
cüz’î bir tahsisatla ik tifa edip, kendini eserle­
rini yazmağa vakfetm iştir.
334/945 yılında, yine aynı rivayetlere gö­
re, Fârâbî Seyf-üd-Devle'nin Şam muhasara­
sına ve zaptına iştirâk ederek, onunla beraber
oraya girm iş ve, hayatının sonuna kadar, yani
339/950 yılm a kadar, orada kalmış ve orada
ölmüştür. Seyf-üd-Devle, bazı yüksek memur­
ları ile birlikte, onun cenaze merasiminde ha­
zır bulunmuştur. Ancak burada el-Beyhakî,
diğer kaynaklarımızdan ayrılarak, Fârâbî’nin
Şam'dan Akdeniz kıyılarındaki önem li liman­
lardan b iri olan Askalan'a gitm ek isterken,
yolda eşkiyalann tecavüzüne uğradığını, ki­
taptan geri verm eleri şartı ile, eşya ve hayvan-
lannı onlara bırakm ağa razı olan feylesofu
dinlem ediklerini, bunun üzerine Fârâbî'nin on­
lar ile vuruştuğunu ve bütün adam ları öldür­
dükten sonra, kendisinin de öldürüldüğünü söy­
ler. Sonra, bunu duyan Seyf-üd-Devle'nin, son
derecede müteessir olarak, bu eşkiyayı yaka­
lattığını, Fârâbî'yi defnettirdikten sonra, on­
ları mezarının başında idam ettirdiğin i riva­
yetine ilave eder.
Çok güzel b ir hikâye gibi anlatılan bu
rivayetlerde m aalesef en küçük b ir tenkide
tamammül edebilecek b ir vaziyette değildir.
FARABİ. i . hayati 19

İlk önce, Fârâbî'nin 330/941 e doğru H aleb'e


Seyf-üd-Devle'nin yanına geldiği söyleniyor.
Halbuki Seyf-üd-Devle’nin H aleb’i zaptedmesi
ve saltanatının başlangıcı 333/944 senesinde-
dir. Binaenaleyh bundan dört sene evvel, Fâ-
râbî’nin H aleb'e ve onun yanına gitm esi ve
bu sarayda geçm iş gibi gösterilen vakıaların
cereyan etmesi mümkün değildir. Bu münase­
betle anlatılan Fârâbî'nin sözde yetm iş d il bil­
mesi rivayeti daha evvel tenkit edilm iştir. Bu
arada, b ir de şu noktaya temas etm ek lâ­
zım dır: Kaynaklarım ız ve onlardan nakleden
m üellifler, Fârâbî’nin sözde, Seyf-üd-Devle*-
den günde dört dirhem alm ağı kabul etmesi-,
ni hakikî b ir vakıa gibi gösterirler ve bunun
da Fârâbî'nin kanaatkârlığının b ir delili oldu­
ğunu ilave ederler. Halbuki bu dört dirhem
hiç de zannedildiği kadar az b ir m iktar değil­
dir. Ondan tam b ir buçuk asır sonra, meşhur
Gazelî, lhyâ-ü ulûm-id-dîn adlı büyük eserin­
de, bekâr b ir sûfînin muhtaç olduğu parayı
hesaplamıştır. Onun hesabına göre, 4,5 dirhem
b ir sûfîye b ir ay kâfi gelm ektedir. Dirhemin
kıym eti, bir buçuk asır içinde, artmayıp eksil­
diğine göre, bu para eğer Seyf-üd-Devle tara­
fından hakikaten Fârâbî'ye verilm iş olsa idi,
o, günde b ir insamn en az b ir aylık ihtiyacına
kâfi gelecek b ir parayı kabul etm iş olurdu.
Bu da, tabiîdir ki, Fârâbî’nin yaşayış tarzına
20 ciKia

ve prensiblerine uymazdı. O halde, bu rivâyet


de mümkün değildir.
Nihayet Fârâbî’nin Şam’da (Dımaşk) öl­
mesine gelince, bu, sırada anlatılan şekli ile,
asla mümkün değildir. Çünkü Seyf-üd-Devle
gerçi 334/945 te Şam 'ı alm ıştı, fakat bu şe­
hirde iki y ıl sonra isyan çıkm ış ve şehir
337/948 de tekrar M ısır hükümdarı olan Ah-
şîdî'lerin eline geçm işti. Binaenaleyh Fârâbt'
nin orada ölmüş olm ası mümkün ise de, Seyf-
üd-Devle'nin onun namazım kıldırm ası müm­
kün değildir. Öldürülmesine gelince, onun mu­
asırı olan büyük m üverrih M es'ûdî’nin (ölü­
mü 345/956 veya 346) onun 339'da Şam’da öl­
düğünü söyledikten sonra, katil hususunda
sükûtu muhafaza etmesi, bunun asılsız oldu­
ğunu gösterm eğe kâfidir. Esasen bütün hikâ­
ye, büyük şair el-Mütenebbî nin eşkıya tara­
fından, döğüşürken öldürülm esinin aynıdır ve,
o hikâye göz önünde bulundurularak, uydu­
rulmuştur.
Fârâbî'nin hayatının bu son devrinin
menbalardan anlatılandan büsbütün başka tür­
lü cereyan ettiği bizzat onun ifadesi ile sabittir.
Fârâbî, « Kitâb-ül-medînet-il-fâzıla ve ’l-me-
dînet-il-câhile» adlı eserinin, bugün de b ir yaz­
mada (Şehid A li Paşa kütüphanesi N o. 674)
mevcut bulunan ve yukanki rivayetleri anla­
tan kaynaklarda da nakledilmiş bulunan mu-
kaddemesinde bizzat anlattığına göre, bu ki­
FÂRABİ. i . hayati 21

taba Bağdad'da başlamış ve, 330 y ılı sonunda,


onu birlikte Şam’a götürmüş, 331 yılında ora*
da tamamlamıştır; sonra yeniden gözden ge­
çirerek, fcdMara bölmüştür. B ir müddet sonra
da, onun m evzularını gösterm ek üzere, fasıl­
lara bölünmesi kendisinden istenince, 337 yı­
lında M ısır'da iken onu altı bölüme ayırm ış­
tır.
Fârâbî'nin bu sözlerinden, onu Bağdad-
dan Haleb'e değil, Şam’a geldiği ve etrafında
cereyan eden siyasî hadiseler ile, bu arada
mesela Şam’ın Seyf-üd-Devle tarafından zab-
tedilmesi, orada isyan çıkması v. s. ile, her
hangi münasebet gösterilm eden, orada bir
müddet oturduktan sonra, M ısır'a gittiği ve,
337 yılında, ölümünden ik i y ıl evvel, orada
bulunduğu muhakkak olarak anlaşılmaktadır.
Fârâbî, biraz evvel sebebleri izah edilen bu
M ısır seyahatini müteakip, yukanki ifadeden
de anlaşılabileceği üzere, tekrar Şam'a dön­
müştür. Burada, belki artık çok ilerlem iş olan
yaşının tesiri ile, tabiî b ir ölüm ile, 339/950
yılında ölmüş olm alıdır. Çünkü bütün kay­
naklar, onun mezarının Şam'da olduğunu
söyledikleri gibi, kendisi de hâlâ Şam’lılar
tarafından b ir evliya gibi kabul edilm ektedir.
Fârâbî'nin hayatının, bu tablosunu elde
bulunan im kânlar nisbetinde, çizerken, onun
şahsiyetini biraz daha açık b ir tarzda göste­
ren kaynaklarımızın naklettiği b ir kaç noktayı
22 CİRİ9

da burada ilave etm ek lâzım dır: Fârâbî inzi­


vayı çok sever, insanlardan uzak yaşamaktan
ve daima düşünmekten hoşlanırdı: Hatta bu­
nu b ir şiirinde şu şekilde anlatmaktadır:

«Zam anın ters, sohbetin faydasız, her rei­


sin bezgin olduğunu ve her başın b ir ağn ta­
şıdığını görünce, evim e kapanıp, şeref ve hay­
siyetim i korudum ve, izzet olarak bununla ka-
anat ettim . Yanım da bulunan ve avucumda işli-
dıyan hikm et şarabından içerim ; içki arkadaş­
larım mürekkep şişeleridir; musikim onların
çıkardığı seslerdir. Aynı zamanda, artık ülkeler­
de m evcudiyetleri kalmamış olan hikm et eh­
linin sözlerinden m eyveler toplarım .» O dün­
ya hayatımm değersiz olduğunu, dünyevî haz-
lann kıym eti olm adığını söyler; geniş, sonsuz
gökler isterdi. Bunu da, yine bize kadar kal­
mış b ir şiirinde, şöyle anlatmaktadır:

«Kardeşim , beyhude ve kötü şeylerin sa­


hasını bırak, hakikatleri kavrayıp, elde etm eğe
bak! N e bu dünya bizim için bir ebediyet evi­
dir, ne de insan cihanda yenilm iyecek gibidir,
öteye gitm e, biz nihayet b ir küre üzerine düş­
müş kararsız çizgilerden başka b ir şey m iyiz
ki, kısılm ış b ir ibareden ehem miyetsiz şeyler
için, birbirim ize rekabet ve haset ederiz? Gök­
lerin çevresi nemize yetm iyor ki, bu merkezde,
dünyada, sıkışıp duruyoruz,» (N a fiz Danışman
tercümesi).
FARABl. 2. ESERLERİ 23

Bunlardan dolayı, o, ekseriya vakitlerini


kırlarda geçirir, ırm ak kenarlarında veya bah­
çelerde dolaşarak, tam am iyle geniş, teiniz ve
güzel tabiat içinde yaşardı. Kaynaklarımızda
bulunan ve hayatının başlarında b ir bağ bek­
çisi olduğunu anlatan rivayet, onun bu tabiat
sevgisinden ve tabiat içinde yaşamasından
ile ri gelm iş olm alıdır. Fârâbî, eserlerini de
böyle yerlerde yazarmış. H âttâ kendisi def­
terlere değil de, ayn ayrı kâğıtlara yazdığı
için, bazan rüzgârların bu kâğıtları alıp gö­
türdüğü ve Fârâbî bunlan bulamayınca, eser­
lerin bu yerlerinin eksik kaldığı da rivayet
edilm iştir.
Görülüyor ki, büyük feylesofum uz Fârâbî'-
nin hayatı, baştan sonuna kadar, tamamiyle
öğrenmeğe ve öğretm eğe hasredilmiş, her bar
kımdan örnek olmağa değer, fedakârlık, fe ­
ragat ve tem izlikle dolu b ir hayattır.2

2. FÂRÂBÎ’N İN ESERLERİ
Fârâbî, bundan evvelki bölümde görül­
düğü üzere, baştan başa düşünme ve ilim yo­
lunda çalışmalara vakfedilm iş olan uzun ha­
yatında, pek çok eser verm ek imkânmı bul­
muştur. Bu gün el yazması, basma, latinceye
ve İbranî diline tercüm eler halinde elim ize
geçmiş bulunan eserleri ile, çeşitli kaynakla­
rın verdikleri listeler mukayese edilm ek su­
retiyle tertip edilecek b ir Fârâbî'nin eserleri
24 CİRİS

listesi, türlü isim ler altında göründüğü halde


b ir eser olm ası muhakkak veya muhtemel
olanlar bertaraf edildikten sonra, tam yüz
altm ış eseri ihtiva etm ektedir. Yalnız bu m ik­
tar onun bu sahadaki çalışm alarının büyük­
lüğünü ve verim liliğin i ispat etm ek için kâfi b ir
d elil teşkil eder.
Fârâbî’nin eserlerinin b ir kısmı, eski bü­
yük feylesofların eserlerini tanıtm a ve açık­
lama mahiyetinde eserlerdir. Ancak bunlar,
asıllanm n o zamana kadar ekseriya yeter
derecede mükemmel b ir şekilde yapılm ış ter­
cüm elerinin bulunmaması ve onlar üzerine eser
yazmış olan bazı kim selerin onlan iy i anla­
yamamış olm aları yüzünden, İslâm âleminde
son derecede faydalı otmuş eserlerdir. Burada
bu bakımdan örnek olm ak üzere, yalnız b ir
vakayı zikretm ek kâfi gelebilir: İbn Sina, çok
genç yaşmda olmasına rağmen, Aristo'nun
Mâba’d-et-tabîa (Metafizik) smı 40 defa oku­
duğu halde, anlayamadığını ve anlamak ümi­
dini büsbütün kaybettiği b ir sırada, Fârâbî'-
nin eline geçen bu sahadaki b ir eseri saye­
sinde, anlamağa m uvaffak olduğunu bizzat
talebesi el-Cüzcânî ye anlatmış, o da bize nak-
letm iştir.
Fârâbî’nin diğer b ir kısım eserleri de, çe­
şitli ilim ler ile Fârâbî'nin kendi felsefesine —
tabiî Aristo, Eflâtun v. b. feylesofların tesiri
altında kurduğu kendi felsefesin e— dair eser-
FARABİ. 2. ESERLERİ 25

lerdir. Bunlara umumî olarak bakıldığı za­


man, göze çarpan ilk şey, onların ekseriya
çok küçük risalelerden ibaret olm asıdır. Fakat
Fârâbî, bu küçük risalelerle, başka âlim ve
feylesofların büyük ciltlere sığdırm ağa muvaf­
fak olam adıkları düşünce ve b ilgileri rahat
rahat ve ferah ferah sığdırm ış görünmekte­
dir. O, hiçbir zaman, fik irlerin i ifade ederken
zahmet ve sıkıntıya düşmemiş gibidir. Bun­
dan dolayı üslûbu, ilk bakışta, çok sade ve
kolay göründüğü halde, b ir bakıma göre, son
derecede güçtür.
Yukarıda kaydedildiği üzere, şüpheli olan
eserler hariç bırakıldığı takdirde b ile sayılan
160 olan bu küçük, fakat kıym etli eserlerin
hepsini burada sayılıp tahlil edilem iyeceği
meydandadır. Bunlar için şu makaleye bak­
mak kâfi gelebilir: Ahmet Ateş, Fârâbî'nin
eserlerinin bibliyografyası, Belleten, sayı 57
(1951), s. 175-192. Burada ancak çok meşhur
ve basılmış olan eserleri, oldukça sade bir
tasnif içinde verilecektir.

A. Felsefeye giriş mahiyetinde olan eserleri.


1. Kitâb-ü mâ yenbağî en mukaddeme
kable taallüm-il felsefe (• Felsefe öğrenmeden
önce takdim edilmesi lâzım gelen şeyler kita­
b ı»). Fârâbî, bu küçük eserde, Aristo felsefesini
öğrenmeden evvel, sahip olunması icabeden
b ilgileri gösterir. Bunlar da felsefî m eslekleri.
26 GİRİŞ

Aristo'nun her kitabındaki gayelerini, felsefeye


giriş mahiyetinde olan ilim leri, felsefenin fay­
dasını, felsefe öğrenmenin yolunu, feylesof
olm ak isteyen kim selerin hallerini bilm ek v.s.
dir. Bu eser. Almanca ve İbraniceye tercüme
edilm iş olduğu gibi. Kahire, Leyden ve Dehli
de basılm ıştır.
2. Kitâb-u thsâ'-il-ulûm («İlim lerin sayımı
kitabı»), tercümesi burada verilen eser olup,
mahiyet ve tesirlerinden, basma ve başka dil­
lere tercem elerinden ayrıca bahsedilecektir.
3. Merâtib-ül-tdûm ( « İlimlerin mertebele­
rin), çok küçük b ir eser olup, çeşitli ilim lerin
mevzu ve m ahiyetlerinden bahseder. Lâtinceye
tercem e edilm iştir. De ortu scientiarum adım
taşıyan bu lâtinceye tercemenin birkaç el­
yazması nüshası (Paris ve Bodleian'da) ve b ir
de basması v a rd ır: Baeumeker, Alfârâbî
über den Vrsprung der Wissenchaften.

B. Mantığa dair eserleri.


4. Cevâmi'-ü kütüb-ilmantık («Mantık ki­
tapları dergisi»), m antığın bütün kısım larım
ihtiva eden b ir eserdir; X V III. asırda, Aris­
to'nun eserlerim yeniden arapçaya tercem e
eden Esad Yanyevî için, talebesi Muham-
med-ül-Üskübî'nin 1133'te istinsah ettiği nüs-
he, İstanbul'da Ham idiye Kütüphanesindeki 2
numarada bulunmaktadır.
FARABİ. 2. ESERLERİ 27

5. Kitab-ül müdhal fi'l-mantık ( « Mantığa


giriş kitabı»), m antık için mukaddeme mahi­
yetinde küçük b ir eserdir. İk i defa İbranî di­
line tercüme edilm iştir; birisi Münih Kütüpha­
nesinde (numara 307) bulunmaktadır.
tfusûl-u yuhtâc ileyhâ fî sınâai-il-mantık
(«Mantık sm&atında muhtaç olunan fasıllar»),
bu da m antığa giriş mahiyetinde b ir eserdir.
İbranî harfleri ile yazılm ış arapça b ir nüsha­
sı Paris'te (Biblioth£que Nationale, N r. 303)
bulunmaktadır; İbranî diline üç defa tercem e
edilm iştir.
7. Kitâb-ü kıyâs sagîr («küçük kıyas ki­
tabı»), m antıktaki kıyasa dair b ir eserdir. İbn
Bâce tarafından şerh edilm iştir. Bunun ayrıca
İbranî diline tercem eleri de vardır.
8. Kitâb-ün fVs-safsata («Safsata hakkım
da kitab»), bu da İbranî diline b ir kaç defa
terceme edilm iştir; mantık ilm indeki safsata­
dan bahseder.
9. Kitâb-ün fVl-hitâbe ( « Hitabet hakkınd
kitap»), kaynaklarımızda 20 cild lik b ir eser
olm ak üzere gösteriliyorsa da, burada bir
yanlış olacaktır; çünkü bu, umumiyetle kısa,
fakat özlü eser yazmak itiyadında olan Fâ-
râbî’nin âdetlerine m uhalif olurdu. Bu gün
yukarıda bahsedilen Ham idiye Kütüphanesin­
de (numara 812) yegâne nüshası bulunan eser
olacaktır ki, b ir defa Venedik'te, 1484’te, b ir
28 CİRİS

defa da 1515'te basılmış olan latinceye ter*


cümeler, bunun tercem eleri olm alıdır.

C. Ta'liml ilimler.
10. Fârâbî, hendese sahasında, Uklides'in
(«Kitâb-ül-usul») adlı eserinin, 1 inci ve 5 inci
kısım larına şerhler yazm ıştır. Bunlar 1270’e
doğru İbranî diline tercem e edilm iş olup, bu
tercemenin yazm alarına tesadüf edilm ektedir.
11. Kitâb-ün-nüket fî-rtıâ yesihhü velâ ye-
sihhil min ahkâm-in-nücüm ( « Yıldızlar ahkâ­
mından doğru olan ve olmayan şeyler hak­
kında nükteler hitabı»), türlü adlar altında,
birçok el yazması nüshalarına tesadüf edilen,
birçok defalar basılm ış, kısmen türkçeye ve
tamamen de almancaya tercem e edilm iş b ir
risale olup, Fârâbî, burada yıldızlara bakıla*
rak, onlardan hükümler çıkarmanın manasız­
lığın ı izah ve isbat eder.
12. Kitâb-ül-mûsîkî’t-kebîr («Büyük mu­
siki kitabı»), vezir Ebû C a'fer Muhammed b.
el-Kasım-el-Kerhî adma yazılm ış olup, R.d'Er*
langer tarafından La musigue arabe (Paris
1930) adı altında metni basılmış, sonra yine
aynı şahıs tarafından, aynı eserin ikinci cil­
dinde fransızcaya tercüme edilm iştir.
13. Kitâb-ül-müdhal fi 'I-mûsîkî («M u ­
sikiye giriş kitabı»), İstanbul’da (K ılıç A li Pa­
şa Kütüphanesi 674 v.b.) ve dünyanın başka
FARABİ. 2 . ESERLERİ 29

büyük kütüphanelerinde el yazması nüshaları


m evcut olup, bâzı parçalan H.G. Farm er ta­
rafından, kısa tercem eleri ile, CollectUm of
Arabic Writers on Music adlı eserinde (Glas-
kow, 1934) te neşredilm iştir.

D. İlâhî ilimler.
14. Kitâb-ün fi'l-akl (eAkü hakkmda ki­
tap*), akim m ahiyeti ve dereceleri hakkında
b ir eser olup, b iri büyük, diğeri küçük olm ak
üzere, ik i şekli varmış. Bu gün,görünüşe göre,
elim izde yalnız küçük olanının yazm alan, pek
çok nüshalar haline (en iyisi, Fatih Kütüp­
hanesi, numara 5416/4 nüshasıdır), bize ka­
dar muhafaza edilm iştir. Bu eser üç defa la-
tinceye tercem e edilm iş olup, b iri takriben
1314 senelerinde Kalonym os tarafından yapıl­
m ıştır. Bu latince terceme, fransızcaya terce-
mesi ile birlikte basılm ıştır; Liber Alfarabii
De intellectu et intellecto; texte latin âditi ef
traduit par M. Gilson (Archives d’histoire
doctrinnale et littiraire du Moyen Âge, c. IV , s.
123 ve devam ı). Bu eser, aynca, yukanda
adı verilm iş olan Fatih Kütüphanesinde bu­
lunan nüshasına göre, yeniden b asılm ıştır:
Risâlat al-aql. Texte arabe intigral en partie
inidit itabli par M. Bouges, Beyrut 1938. Da­
ha evvel de m etni ve almanca tercem esi Die-
terici tarafından v e rilm işti: Alfârâbî’s phi
losophische Abhandlungen (Leiden 1890, 1892)
30 giriş

15. Kitâb-ü uyûn-il-mesâil («önem li soru­


lar kitabı»), aslında 360 soruyu ihtiva ettiği
söylenen bu eser, mantığa dair b ir mukadde­
me ile, tabiiyata ve ilahiyata ait bazı sorulan
ve onların cevaplarım ihtiva eder. Son dere­
cede veciz ve sağlam b ir üslûp ile yazılm ış­
tır. ö y le görünüyor ki, Fârâbî bunu, tam bir
eser olm ak üzere kaleme almış değildir; bun­
lar ancak ilerideki eserlerinde kullanmak üze­
re yazdığı düşünceleridir. Bu eserin el yazması
pek çok nüshası olduğu gibi (meselâ Ayasof-
ya Kütüphanesi, numara 2577/1 4600/2 v.s.),
m etni Schmoelders tarafından, 1836 da, Bon-
nae’da basılm ıştır: Documenta philosophiae
Arabum. Daha sonra D ieterid tarafından, adı
geçen eserde neşr ve almancaya tercem e edil­
m iştir. Bâzı parçalan da İbranî diline tercüme
edilm işti.
16. Kitâb-ül-vûhid ve’l-vahde («B ir ve bir­
lik k ita b ı»), «b ir » mefhumu ile «b ir » kelim e­
sinin kullanıldığı türlü türlü m analan göster­
mek için yazılm ış b ir risale olup, henüz el
yazması halinde durmaktadır.
17. Kitâb-ü ajgrûz -il-Hakim Aristötûlis
( « Feylesof Aristotalis’in maksatları»), Aristo’
nun Mâba'de’t-tabiâ (M etafizik) sının esaslı
düşünceleri ile gayelerini gösterm ek üzere
kaleme alınm ış b ir eser olup, lb n Sina ancak
bu eser sayesinde felsefeyi kavnyabilm işti.
Bu da D ieterici taralından basılmış ve alm an -
FARABİ. 2. ESERLERİ

caya tercüme edilm iştir. Kahire'de, 1327 de, eZ-


lbâne’an garaz-il-Hakîm... («Feylesofun mak­
sadının açıklanması») adı altında basılm ıştır.
18. Kitâb-u fdsefet-i Eflâtun («Eflâtun
felsefesi kitabı»). Eflâtun'un felsefesini izah
etm ek için yazılm ış b ir eserdir. Ayasofya K ü ­
tüphanesinde bulunan yegâne yazması (nu­
m ara 4833), latinceye tercümesi ile beraber,
F. Rosenthal ile R. W alzer tarafından basıl­
m ıştır: Alfarabius De Platonis Philosophia
(Corpus Platonicum Medii aevi, 2), )London,
1943. Daha önce de, aslı X III. asırda Samtob
b. Yosep tarafından İbrani diline çevrilm iş ve
basılm ış idi.
19. El-mesâil-ül-fdsefîye ve’l-ecvibet-ü
’anhâ («Felsefe soruları ve onların cevapları»),
kaynaklara göre, 23 felsefî sorunun cevabı
olm ası lâzım gelirse de, bugünkü nüshaların­
da 42 soru ile cevabı vardır. Görünüşe göre,
bu risaleyi bizzat Fârâbî değil, talebeleri top­
lam ıştır. Bu da D ieterici tarafından basılmış
ve almancaya tercüme edilm iştir. Todros Tod-
rosi tarafından latinceye çevrilm iştir.

E. Medenî ilimler (ahlâk, siyaset v. s.)


20. Kitûb-ü tahsil-il saâde («Saadetin el­
de edilmesi kitabi»), bazı parçalan tbranîye
tercüme edilm iş ahlâka dair b ir eser olup,
1345’te Haydarabad'da basılm ıştır.
32 CİRİS

21. Kitâb-üt-tenbîh alâ sebil-il-saâde


( « Saadet yolunu gösterme kitabı»), çoğu za­
man bundan evvelki ile aynı sayılırsa da,
ondan ayn, felsefî b ir ahlâk kitabıdır. Hay-
darabad (1346) ve Bom bay’da (1354) basıl­
m ıştır.
22. Kitâb-ün fî mebâdî ârâ’-i ehl-il-
Medmet-il-fûzıla ( «Faziletli şehir halkı fikir­
lerinin esasları»), tam am iyle hayalî olan fazi­
letli b ir şehrin nasıl olm ası lâzım geldiğini
ve Fârâbî'nin felsefesinin esaslarını ve fik irle­
rin i gösteren b ir eserdir. Burada T an rın ın b ir­
liğinden ve başka sıfatlardan, akıl ve nefisle­
rinden, derecelerinden; feleklerden ve onların
akıllar ile alâkalarından, cisim lerden, meyda­
na gelm eleri ve derecelerinden, insan kuvvet­
lerinden, reislrin nasıl olm sı ve nasıl olmama­
sı lâzım geldiğinden, vahiyden, peygam berlik­
ten v. s. bahsolunur. M etni D ieterici tarafından
basılmış olup (Leyden, 1895), aynı şahıs tara-
tarafından Der Musterscaat adı altında alman-
caya tercüme edilm iştir (Leyden 1900).
23. Kitâb-ül-siyâset-il-medeniye («Şehir
siyaseti kitabı»), Mebâdi ’l-mevcûdât («Var-
lıklartn mebde'leri») adını da taşıyan bu ese­
rin konusu, bundan evvelki eserin konusu
gibidir. Bunun da birçok yazm aları (Ayasof-
ya Kütüphanesi, N o. 4839/3,4854/3 v. s.) ol­
duğu gibi, 1284’te, M ose ben Samuel tara­
fından tbranî diline de tercüme edilm iş ve bu
tercüme basılm ıştır (Londra, 1850).
FARABİ. 2. ESERLERİ 33

24. Kitâb-ül-elfâz - il - Eflâtuniye ( « Eflâ­


tunun sözleri kitabı»), kitapta verilen bilgilere
göre, Eflâtun’un sözlerinden toplanmış bir
ahlâk ve siyaset kitabı olup, Ayasofya Kütüp­
hanesinde üç yazma nüsha (numara 2820-2822)
hâlinde, basılmamış b ir vaziyette, durmakta­
dır.

E. Çeşitli eserler.
25. Kitâb-ül-cem- beyn re'yey-il-hakîmeyn
(«itki feylesofun fikirlerini birleştirme kitabı»),
Eflatun ile A risto’nun fik irleri arasında görü­
len uyuşmazlıkları zahirî telâkki eden Fârâbî'
nin, onların fikirlerin i birbirleriyle uzlaştırmak
için yazmış olduğu küçük b ir eserdir. Diete-
rici tarafından almancaya tercümesi ile bir­
lik te basılmış olduğu gibi, aynca Kahire’de
de basılm ıştır. Bugün el yazması hâlinde du­
ran b ir de farsçaya tercümesi vardır.
26. Kitâb-ü füsûs-il-hikem («H ikm etlerin
yüzük kaşları kitabı»), tasavvuf! hikm etleri
ihtiva eden b ir eserdir. Fârâbî, burada, büyük
sûfîlerin nefislerini terbiye ile vasıl oldukları
ve delilsiz ve isbatsız olarak anlattıkları ma­
kam lar ve b ilgileri, bazen yüksek b ir şaira-
nelik derecesine varan b ir ifade ile (Fürûzân-
fe r) ve aynı zamanda d elil ve kıyas kalıpla­
rına sokup isbat ederek anlatmaktadır. Ol­
dukça çok m iktarda el yazması nüshalarına
da tesadüf edilen bu eser (bk. meselâ Ragıp
34 GİRİŞ

Paşa Kütüphanesi, numara 1469; Şehit Ali


Paşa Kütüphanesi, numara 1385/6), üç defo
şerh edilm iştir. M etin ve şerhlerinin birçok
basmaları vardır, b ir tanesi almancaya tercü*
mesi ile beraber, M. H orten tarafından neşre­
d ilm iştir: Buch der Ringsteirıe al-Fârâbî's
(Zeitschrift für Assyriologie, c. 18 ve 20; ter­
cüme: Münster, 1906).
K halil Georr, 1947 de Revue des 6tud.es
islamiques’de neşrettiği b ir makalede, bu
eserle Fârâbî'nin öteki eserleri arasında, gö­
rülen bâzı fik ir ve ıstılah ayrılıklarına baka­
rak, bunun Fârâbî tarafından yazılm amış
olduğunu isbat etm eğe çalışm ıştır. Bizce, Bu­
rada gösterilm ek istenilen ayrılıklar, biraz
mübalağa edilm iş olduğu gibi, mukayese de
Fârâbî'nin bütün eserleri arasında yapılm ış
değildir. Şim dilik şu da muhakkak olarak
söylenebilir ki, burada görülen fik irle r ile
umumiyetle tasavvufa teveccüh eden Fârâbî­
'nin diğer eserlerinde görülen felsefesi mü­
kemmelen uyuşabilir. Ancak bu eserdeki ta­
savvuf ve onu isbat usulleri ile öteki eserleri
arasında şu fark vardır: ilk eleri tasavvufun
yollarını, İkincisi gayeyi gösterir. Esasen Kh.
G eorr da bu eserin m üellifinin Fârâbî mekte
bine mensup ve fik irce Fârâbî'ye çok yakın
b ir kimse olm ası icabettiğini söylemektedir.
Bu da isbat edilm ek istenilen eserin Fârâbî'ye
fiit olm adığı fik rin i kabul etm ek için şim di­
FARAB1. ]. FELSEFESİ 35

lik b ir sebep bulunmadığını ve bulunması çok


az muhtemel olan yeni d eliller çıkıncaya
kadar, bu eseri Fârâbî'nin eseri saymak ica-
bettiğini gösterm eğe kâfidir.
27. Et-Ta'lîm-üs-sâni (* İkinci öğretme»),
bu eser, sırf her hangi b ir m erakı tatm in için,
burada zikredilecektir. Sözde, Sâmânî hüküm*
dan Mansur b. Nuh, Fârâbî'den zamanına ka­
dar Yunan felsefesinden yapılm ış olan tercü­
m elerin tashihli b ir hülâsasını istem iş, o da
bunu yaparak, yazdığı esere de et-Tallm-üs-
sûni adını verm iş; sonra İbn i Sina, bunu
İsfahan'da Sivân-ül-hikme Kütüphanesinde bu­
larak, bütün felsefesini ondan öğrenmiş, ve
bu kütüphaneyi yakmış v.s. Burada adı geçen
hükümdar Fârâbî'nin ölümünden on sene son­
ra tahta çıktığı gibi, bizzat İbn i Sina, Fârâbî
sayesinde felsefeyi anlamağa m uvaffak oldu­
ğuna açıkça söylem iştir. O halde, bu rivayet
baştan başa b ir uydurmadan ibârettir.

3. F Â R Â B Î'N İN FELSEFESİ

Fârâbî'nin felsefesi, uzun zaman Aristo


felsefesinin alelâde tekran veya Aristo ve E f­
lâtun felsefesinin iy i mezcedilmemiş b ir kop­
yası gibi telâkki edilm iştir. Halbuki Fârâbî,
felsefeyi b ir ilim gibi kabul etmesine, Aristo
ile Eflâtun arasında hakikî b ir ayrılık olabile*
36 GİRİŞ

ceğini reddetmesine ve binenaleyh felsefeyi


bütün mesele, usul ve neticeleri, m antıkî ola­
rak, b ir olm ası lâzım gelen b ir b ilgi kümesi
gibi görm esine rağmen, içinde yetiştiği çok
canlı fik ir muhitinin ihtiyaçları, iman ettiği
dinin getirdiği esaslar ile, serbest b ir düşün­
cenin çarpışmasından doğan ve halli güç olan
b ir takım m eseleler, nihayet bizzat kendisinin
tabiat, cem iyet ve beşer hâdiselerini müşahede
ederek, elde ettiği neticeler, onun felsefesini,
birçok yerlerde, evvelkilerden esaslı b ir surette
ayırm ıştır. Bundan başka, bu felsefe ortaçağ­
larda, gerek yahudi, gerekse diğer ortaçağ-
feylesoflanna şiddetle müessir olduğu gibi,
bu tesir bazı yeni devir feylesoflarında da
açık denilebilcek şekilde, kendini göstermek­
tedir. İşte Fârâbî'nin, hiç olmazsa İslâm âle­
m inde eşsiz kalmış olan muhteşem yekpare
felsefe sistemi, yukarıda temas edilm iş olan
hususiyetleri ile, muhterem üstadım ız Adnan
Adıvar tarafından, mükemmel olarak, tavsif
ve tah lil edilm iştir. (İslâm Ansiklopedisi, Fâ-
râbî maddesi, cüz 34, s. 451-469). Burada
billhassa onun b ir hülâsası verilm ekle ik tifa
olunacaktır.
Fârâbî'nin Felsefesi, Aristo'nun eserleri­
nin, arapçaya tercüm elerinin tetkik, şerh ve
izahı ile, ondan evvel şark felsefesinde hüküm
süren tabiat felsefesi yerine, b ir zihniyet fe 1
sefesi getirm iştir, yani felsefede elkim yacılar
FAr ABİ. J. FELSEFESİ 37

ve tecrübecilerin yerini m antıkçılar ve mef-


humcular (conceptualistes) aldı. Bu cereyan
kelâm cılar üzerinde de müessir olmuştur: Bu
sahada kullanılan deliller, sonraları tabiatın
temaşasından ziyade, mantıktan alınm ıştır. N e
olursa olsun, IV /X . yüzyıl, Fârâbî sayesinde,
ilk hakikî İslâm felsefe m ektebinin kurulduğu
yüzyıl olmuştur. Fârâbî’den evvel el-Kindî'de
Aristo'nun meşşâ'un (peripatdtiens) felsefesine
doğru başlamış olan fik ir cereyanı, asıl Fârâbî
tarafından tam b ir fik ir sistem i haline getiril­
m iştir. Fârâbî, arapçayı çok mükkemmel bir
tarzda kullandığı için, b ir taraftan da îbrii
Sina'nın gelm esine y ol açm ıştır. E ğer Fârâbî
bu d ili hazırlamasaydı, belki İbn i Sina o açık
ve berrak d il ile felsefesini yazamazdı.
Arap dilinde Fârârbî’nin felsefesi kadar
ahenkli, biraz sun’î de olsa, insicam lı b ir fel­
sefe bulunamaz. Bu insicam ve ahenk arzusu
sebebi ile, Fârâbî, eski Yunan’m iki büyük
feylesofunun, Eflâtun ile Aristo'nun ayn ayn
felsefî m eslekler yaratmış olm alarım kabul
edememiş, ve netice itib arı ile bunların aynı
felsefî akideyi iltizam ettiklerini isbata çalış­
m ıştır. Bu yolda yürümek için, Fârâbî, en
büyük cesareti o asırlarda Aristo’ya atfedilen
ve hakikatta Plotinus'un Enneade’lannın de
ğiştirilm iş parçalan olan Kitab-u usûluciya
( ThelogiaYdan alm ıştır. Elhasıl Fârâbî için
fik ir âlem ine hâkim olacak b ir tek felsefe
36 ÇİRİŞ

vardı ve bundan dolayı Eflâtun ve Aristo


gibi büyük feylesofların, gayeleri hakikati ara­
mak olduğu için, aynı felsefî fik re sahip ol­
m aları lâ z ım d ı. Bunların ikisi de felsefeyi
«varlıkların , var olm ak haysiyeti ile, bilinm esi»
şeklinde ta rif eder. O halde felsefe b ird ir ve
felsefede birçok m esleklerin bulunması, siya­
set fırkalarının çok olm ası gibi, zararlıdır. Bu
fik rin neticesi olarak, başlıca feylesofların
fik irlerin i uzlaştırm akla kurulan b ir felsefe
sistem i manasında, «Fârâbî syncretism e» i de­
nilen felsefî sistem kurulmuştur.
Fârâbî, bundan sonra, kendi «syncretiste»
felsefesini İslâm akideleriyle uzlaştırm ak iste­
m iştir. O, b ir de ruh tem izliğine çok ehem-'
m iyet verm iş ve felsefî düşüncenin tem eline
bunu koymuştur. Bundan başka tabiî ve ma­
nevî ilim lerde araştırm alaı1 yapılırken, netice­
lere. hendese ve mantık yolu ile varılm asını
tavsiye ederdi. Felsefe bütün varlıklarının ilm i
olduğu için, ona varan, biraz Allah'a benze­
miş olur. «B urhan» m gerçeği bulmak için,
b ir yoldan ibaret olm ayıp, bizzat gerçeğin
kendisi olm ası fik ri, Fârâbî’nin kendine has
b ir görüşüdür.
Fârâbî'nin fizik (tabiat) ve m etafizik (ma-
ba'dattabia) sahasındaki felsefesi, hepsi b ir
gayeye varıp, b ir kül teşkil eden üç kısım
gösterin 1— Ülûhiyet, 2 — Akıl, 3 — Nübüv­
vet (peygam berlik) nazariyeleri; bunların ga­
FARABİ. 3. FELSEFESİ 39

yeleri Aristo felsefesini İslâm akaidi ile uzlaş­


tırm aktır. Bu düşünüşün de Fârâbî’nin buluşu­
dur, kendinden sonra gelenler aym fik ri devam
ettirm ekte ik tifa etm işlerdir.
tik nazariyede, Fârâbî'ye göre, Tann bir­
dir, varlığı zatında zaruridir, zatı ve varlığı
başka hiçbir şeye ve illete muhtaç değildir;
namütenahi derecede mükemmel olduğundan
bu zatiyet ve varlık başka hiçbir varlıkta yok­
tur. Bu Tann tasavvuru, İbn Sina, İbn Rüşd
ve Meymunides'in İbranî felsefesinde devam
etm iştir. Gazâlî ise, meşhur Tehûfüt-ül-felûsi-
/esinde bu fik ri. T a n rıy ı varlıklardan tama-
iniyle ayırdığı için, tenkid etm iştir. Şu kadar
var ki, Fârâbî tasavvuf yoluna girerek Tann
ile varlık arasındaki bu kesintiyi bağlar: İn­
san, duygular âleminden, akıl âlem ine geçin­
ce, ilk gerçek bilgiye ve kemâle erer: murakebe
yolu ile, Tann ile birleşerek, onda kendisini
unutur. Ancak bu düşünceye göre de duygu­
lar alem i ile akıl ve fik ir alem i arasında b ir
uçurum hasıl olacaktır.
Fârâbî, feyz («ta şm a ») nazariyesi ile, bu
uçurumu doldurur:
Tanım ın kendi cevherini bilmesinden, b il­
mek ve düşünmek, işlemek ve yaratmak oldu­
ğundan «b irin ci a k ıl» çıkar, (feyezan eder). Bu­
nun varlığı, kendi zatında mümkün iken,
Tann dolayısı ile zarurî olduğundan bunda
çokluk vardır. Bu da ilk varlığı, Tan n 'yı bil­
40 CİRİS

d iği için, bundan «ik in ci a k ıl» taşarak çıkar


(feyezan ve sudûr eder). B irinci aklın varlığı
mümkün olduğundan ve o da kendini bildi­
ğinden, maddesinden birinci felek, sûretinden
o feleğin ruhu («n e fs »i) çıkar. Aynı yollar
ile, sırasiyle on akıl hasıl olur ki, bu onuncu
akıl, akl-ı fa'âld ir: bunların karşısında da fe ­
lekler hasıl olmuştur. Bu son akıl b ir taraftan
insan ruhunun, diğer taraftan feleklerin yar­
dım ı ile, dört unsurun illetid ir; b iri ayın bu­
lunduğu felek tir ve onun altındaki âlem i, ya­
ni yeryüzü âlem ini, o idare eder. Bu akıllar,
varlık ve kudretlerini b ir Tann'dan aldıkları
için, burada Fârâbî'nin Tann telâkkisi bozul­
muş olm az ve onca yegâne varlık yine Tan-
n ’dan ibarettir. Burada Fârâbî ile Spinoza
arasında münasebet görülmektedir. Spinoza,
Mûsa b. Meymûn (Meymunides) vasıtası ile,
Fârâbî'den müteessir olmuştur. Bu iki feylesof­
ta da Tann'ya verilen sıfatlar ile varlık bir­
liğ i (vahdet-i vücut) m üşterektir.
Akl-ı fa'âlden ilk madde (heyûlâ) çıkar,
bunda suretleri almak istidadı vardır ve ay-
altı alem indeki (yer yüzündeki) dört unsurun
müşterek esası budur. Bu suretle fiziğe ge­
çen Fârâbî’ye göre, bütün cisim ler bunların
oluş (birleşiş) ve dağılışlarından hasıl olur.
Bu sırada fa'âl akıldan aldıkları suretler ile
taayyün ederler. Bundan dolayı Fârâbî muay-
yeniyete (döterm inism e) inanmaktadır; ona
FA r ABI. 3 . FELSEFESİ 41

göre, eğer bazı hadiselerin illetlerin i bilm iyor­


sak, bu onların illetleri olm adığı için değil,
belki bu illetler kolay keşfedilem ediği içindir.
Fârâbî, akıl nazariyesinde bilhassa ruh
(nefs) ile meşgul olur. Çünkü, onca, beden
kem âlini ruhtan alır; ruhun varlığının kem âli
ise, akıl sayesindedir; o halde hakiki insanı,
ruh ve bedeni ile birlikte, akıl teşkil eder.
Bundan dolayı, bunların hepsi b ir bahis için­
de toplanılabilir. Fârâbî ruhu (nefs) vazifeleri
ile izah eder: Bunlar da fiil ile anlama ve id­
râktir. B irincisi nebatî hayvani ve insani'dir.
İkin ciler ise yalnız hayvani ve insani'dir.
Nebatî ruhun vazifesi ferdin yetişm e ve ge­
lişmesi, hayvani ruhunki iyiyi elde edip,
kötüden çekinmesi, İnsanî olam nki güzel ve
faydalıyı seçm esidir. Anlama ve idrâk ise,
dış (beş duygu) ve iç m elekeler ile olur; so­
nuncular (hayvanlarda vehim , insanlarda
m üfekkire), dış m elekelerin verdiği m u'talan
toplayıp, dim ağ işlerini yapar. Bunların ne­
ticesi ilim ve sanattır. Akla gelince, Fârâbî
bunun çocukta bilkuvve m evcut olduğunu, an­
cak his mu’talnnnı alarak, b ilfiil akıl haline
geldiğini söyler. Bu dış âlem e muhtaç olmadan
kendini düşünebilir. B ir de «m üstefâd» akıl
vardır k i bu m ücerret suretleri idrâk edebilir
ve bu idrâk b ir hads ile olur. Bu akıl dere­
celerinin sonunda, faâl akıl vardır ve bunun
sayesinde kuvvede bulunan akıl ve makul fiil
42 GİRİŞ

sahasına çıkar; nasıl k i karanlıkta görmez­


ken kuvvede kalan görm e hisleri, güneşin
doğması ile, fiil haline geçer (ortaçağlarda,
şark ve garpte çok kullanılmış olan bu teş­
bih Fârâbi'nindir).

Fârâbî'nin ahlâk nazariyesine gelince, bu


am elî felsefe sahasında Fârâbî, ahlâklılık Vas­
fının, iyi ile kötünün, akıl ile fark edilebile­
ceğini iddia eder. En yüksek fazilet bilgi o l­
duğundan, yüksekten gelm iş olan ve bilgi
veren akıl, elbette hareketlerim ize dair hüküm
verm ek imkân ve kuvvetine sahiptir. Ruhun
(;nefs) arzusu ve idrâk dolayısı ile b ir iradesi
vardır; bu iradenin akit düşünceler üzerine
kurulduğunu bilen insan, hür b ir iradeye sa­
hip olur. Bu hürriyet zaruridir ve Allah'ın akil
m ahiyeti ile muayyiniyet kazanmıştır. Böyle
b ir aklî düşünceden mahrum olan insan hay­
vana benzer b ir insandır. Ancak madde akla
mukavemet edebileceğinden insan hürriyeti
asla tam ve kâm il olamaz; bu ancak aklın
hatalardan kurtulduğu ruhlar âleminde müm­
kün olabilir. Fârâbî'ye göre s ırf iyi olduğu
için iyiye ulaşmağa çalışmak en büyük saa­
dettir. Bu da insandaki ruhun kendi üstün-
dekine teveccühüdür ve bu hal göklerdeki,
feleklerdeki ruhların {nefs). Tanrıya tevec­
cüh edip yaklaştıkça saadete erişm eleri gi­
bidir.
FÂRABI 3. FELSEFESİ 43

Devlet nazariyesinde Fârâbî, Eflâtun dan


m üteessir olmuştur. Tabiî ihtiyaçların şevki
ile insanlar, iy i veya fena b ir tek şahsın ida­
resi altında toplanıp, devleti ([medîne=şehir)
kurarlar. Bu şahıs, yani reis, kötü, cahil, ah­
lâksız ve hataya düşmüş b ir kimse ise, dev­
let de kötü b ir devlet (el-medinet-ul-câhile—ca­
hil şehir) olur; fakat reis iy i ve feylesof ise,
devlet iy i b ir devlet ( medtne-i fazda) tir. Bu
iy i reis peygam ber ile feylesofun bütün iyi
vasıflarım nefsinden toplam alıdır. Fârâbî, bu
münasebetle vahiy ile felsefeyi de uzlaştır­
mağa çalışır. İy i b ir devlette, Fârâbî'ye göre,
bütün ferdler, kendi ihtisasları olan işleri yap­
m alı ve hepsi birden tam b ir bütün teşkil et­
m elidir. ö y le ki herhangi b ir uzvun rahat­
sızlığı bütün devlette duyulmalıdır. Ahlâka
gelince, bu dinî b ir topluluk teşkil eden dev­
lette kemâle gelir. Kötü devlette gaye yiye­
nsek, içecek ve maddî lezzetten ibaret olduğu
halde, iy i devlette ferd ler birbirine yardım
eder, cöm ert, alicenap ve doğru sözlü olurlar.
Kötü devletin m esulü reislerdir. Fârâbî, iyi
b ir devlete reis olacak kimselerde, bu vazife­
ye ehil olm aları için icap eden bütün vasıflar
bulunmazsa, bunlardan, birbirini tamamlıya-
cak şekilde b ir kaçının birden reis tayin edil­
mesini söyler, yani münevver b ir aristokrasi
kurulmasını tavsiye eder. Bunlar ve idare et­
tik leri, bu dünyada kazandıktan b ilgi ( = saa­
44 GİRİŞ

det) derecesinde, ahrette de saadet kazanacak*


lardır. Böylece yine her şey Allaha dönmüş
olacaktır ki, bu Şark felsefesinde görülen
«ittis a l» dır.

Umumî olarak bakılırsa, Fârâbî'nin felse­


fesi spritualiste veya daha doğrusu intellec-
tualiste b ir felsefedir. Duygularla aldığım ız
şeyler, ruhun tahayyüllerinden ibaret karışık
tasavvurlardır; asıl varlık ise ruhtur. Tam,
tek ve saf ruh Tanrı’dır; bundan sıra ile di­
ğer ruhlar fezeyan etm iştir, insan da akıl ha­
lindedir. Kâinat b ir bütün olup, iyüik ve gü­
zellikle doludur, fenalık, ancak m ünferit şey­
lerde mütenahliğin zarurî neticesi olarak, var­
dır. Ruhun Tann'ya iştiyakı vardır. B ilgi ile
yükselip, b ir dereceye kadar tatm in ed ilir
Fakat bunun sonu nedir? Fârâbî bu soruyu
açıkça cevaplandırmaz, ancak bunlara pey-
gem berlerin cevap verebileceğini söyler. Pey­
gam berlik (nübüvvet), doğru rüya ve ilham
gibi tahayyül âlem ine aittir ve akıl ile duygu
âlem i arasında yer alır. Fârâbî siyaset ve ah­
lâk felsefesinde dine yüksek b ir m evki ver­
m ektedir.

«Fârâbî, her vakit, fik ir mülkünde b ir


hükümdar gibi yaşam ıştır. Tabiat zenginlik­
lerinin ortasında fak ir b ir hayat geçiren Fâ­
râbî, muasırlarının büyük b ir ekseriyetine hi­
tap edememiş, ahlâkî ve siyasî talim lerinde
FA r ABİ. 3 . FELSEFESİ .45

bu dünyayı alâkadar eden maddelerden bah­


setmemiş, saf ruhun tecrübeleri içinde gaş­
yolup kalm ıştır. Pek az talebesi tarafından
sûfî ve'm ukaddes b ir insan gibi, akıl ve hik­
metin müşahhas b ir misali olarak, büyük b ir
hürmete nail olm uştur» (A. A. Adıvar).
II
K İTAB Ü İH S A — I L —ULÛM
H A K K IN D A

«Fârâbl'nin, ilimlerin sayılm ası ve ga­


yelerinin bildirilm esi hakkında yüksek bir
kitabı vardır ki, kimse ondan önce böyle
bir eser yazmamıştır. Kendinden sonra da
kimse o yolda yürümemiştir. Bütün ilim­
leri öğrenmek istiyenler bu kitabm reh-
" herliğinden müstağni kalm azlar ve her
şeyden evvel onu gözden geçirm elidirler»

Kadı İbn-ü Sâ’id, Tabakat übümem.

Fârâbî'nin sayısı yüz altm ışı bulan ve her


biri ayn b ir kıym et ifade eden eserleri ara­
sında, « İlimlerin sayımı hakkında kitabn,
faydası ve ihtiva ettiği b ilgi ve görüşlerin
zenginliği bakımından, diğerlerinden daha az
kıym etli değildir. Yukarıya alınmış cümlelerde
görüldüğü üzere, daha X I. yüzyılda tbn-ü
Sâ'id, bütün felsefe öğrencilerine bunu oku­
m ağı tavsiye ettiği gibi, daha sonraki yüz­
y ılla r boyunca da, aynı takdir devam etm iş­
tir. İlerid e gösterileceği üzere, latinceye üç,
İbranî diline b ir defa tercüme edilm iş olm ası
FARABI. II. İLİMLERİN SAYIMI 47

onun, aynı zamanda batıda da tesir ettiğini


gösterir.
Fârâbî bu eserini, am elî diyebileceğim iz
b ir gaye ile yazdığm ı söylüyor; çünkü o, —
«B u kitabı meşhur olan ilim leri b ir bir say­
mak, bunların herbirinin şamil olduğu bütün­
leri tarif etmek, cüz'leri bulunanların cüz’leri-
ni ve cüz’lerinin her birinde bulunan bütünü
tarif etmek maksadı ile yazdık» — diye söze
başlarken, insan bilgisinin hudutlarını mev­
zularını v.s. yi ta rif etmek, sonra aralarındaki
bağlan gösterm ek istiyor gibidir. Fakat he­
men biraz aşağıda «B u kitapta bulunan b il­
gilerden istifade edilebilir...» diyerek, eserin
am elî gayelerini anlatıyor: H er hangi b ir ilim
öğrenmek isteyen, bu kitaba bakmak suretiy­
le, çeşitli ilim lerin m evzulannı, kendisine ne­
le r öğretebilip, kendisini nelerden müstağni
kılabileceğini anlıyacağını, hangi ilm in daha
faydalı olacağına karar verebileceğini, b ir il­
m i öğrenmek istediği takdirde, bu işe körü
körüne girişm eyip, bilerek girişeceğini anlatır.
Sonra, daha da ileri giderek, bilgiç geçinen­
lerin yalancılıklarını veya neyi, ne dereceye ka­
dar bildiklerini bu kitap sayesinde anlamanın
kabil olacağını söyler. O halde, kabul etmek
lâzım dır ki, bu eser, esas bakımından, ameli
gaye ile yazılm ış, b ir nevi ilim ler ansiklope­
disidir ve gayesi yukarıda anlatıldığı üzere,
b ir ilim ler nazariyesi ve tasnifi değildir. An­
48 CIHİ9

cak şunu ilâve etm ek lâzım dır ki, arapça ola­


rak yazılm ış olup, bu güne kadar kalan en
eski ansiklopedidir.
Fârâbî, eserinin kolayca görülen bu ma­
hiyetine rağmen, bahsettiği ilim leri gelişi gü­
zel sıralamamış, onlan diğer eserlerinde görü­
len felsefî sistemi iie alâkalı, ahenkli bir ter­
tip içine koymuştur. BÖylece burada, zım ni
olarak ifade edilm iş olan b ir ilim ler tasnifi ile
karşı karşıya bulunmaktayız. Çünkü Fârâbî,
bu eserinde, ilim leri ilk önce beş büyük kıs­
ma böler: 1. d il ilm i, 2. mantık ilm i, 3. ta’-
lim î ilim ler, 4. ilâhiyât, 5. medeni ilim ler. Son­
ra, bunların her birinin içinde bulunan ayn
ayrı ilim leri mâkûl bir sıra ve tertip içinde gös­
terir; meselâ ta'lim î ilim ler şunlardır: Sayılar
(hesap), hendese, m enâzır ilm i, yıldızlar (nü-
cûrri) ilm i, musiki (çünkü bu da tam am iyle
riyaziyeye dayanır) ilm i, ccrr-i eşkal ve ted­
b irler (h ileler) ilim leri (bunlarda da her b iri­
nin am elî ve nazarî kısım larını gösterm iştir).
Görülüyor ki, Fârâbî burada mücerretlerden
başlayıp, müşahhaslara doğru gitm ektedir.
Esasen o, Kitâb-ü tahsîl-is-saâde («Saadeti el­
de etme kitabı» ) adlı eserinde, ilim lerin şu
esaslara göre tasnif edilm esi fik rin i ileri sü­
rer :
1. Nazari ilim ler. Bunlar üçtür: a. ta’lim
ilim ler (riyaziye), b. tabiî ilim ler, c. ilâhiyât
(veya mâba'dettabia, m etafizik).
FARABİ. II. İLİMLERİN SAYIMI 49

2. Am elî ve felsefî ilim ler. Bunlar ikidir:


Ahlâk, felsefî siyaset ilm i veya siyaset ilm i.
Bu tasnif, «lhsâ-ül-ulûm »da anlattığı ilim ­
ler dolayısiyle kendiliğinden meydana çıkan
tasnif ile mukayese edilirse, görülür ki, Fârâbî,
bu son eserde, bu noktai nazarı aynen takip
etm iştir. Ancak Ihsa-ül-ulûm'da, fazla olarak,
dil ve mantık ilim leri vardır ki, birincisi ma'-
kulâta delâlet etm eleri bakımından kelim elerin,
diğeri kelim elerin kendilerine delâlet etm eleri
bakımından m a'kulâtın bilgisidir. Bunlar bü­
tün ilim lerin ve ilim lerin şahıstan şahsa geçi­
şinin zarurî vasıtalarıdır. Bundan dolayı bun­
lar hepsinin başına konulmuştur. Buna göre,
Fârâbî, a. gayelerine bakarak, b. mevzularının
basitliklerine ve b izi ulaştırdıkları vuzuh de­
recesine bakarak, ilim leri tasnif etm iştir ki,
bu ikinci hususta tam am iyle kendi düşüncesi
ile hareket etm iştir. Descartes, X V II. yüzyıl­
da, güç m eselelerde, onlan cüzlere bölüp, ki^
çük ve basitlerinden başlıyarak, karışık (rpü-
dil) olanlara gidilm esi fik rin i söylerken, eğer
bu eserin latince tercüm elerini okumamış ise,
yedi yüzyıl sonra, Fârâbî ile aynı neticeye var­
mış dem ektir.
Fârâbî, bu tasnif hususunda, kimseden
mülhem olmamış ve tamamiyle orjin al b ir
düşünceyi ileri sürmüş görünüyor. Çünkü o
gamana kadar bu şekilde b ir ilim tasnifi mev­
cut değildir. Meselâ, malûmdur ki, Aristo ilim -
50 CİRİS

teri üçe ayınyonlu: 1-Nazarî felsefe (gayesi


b ilgi veya gerçekleri anlamaktır, riyaziye, ta-
biiyât ve ilâhiyat), 2-Amelî felsefe (gayesi iyi­
dir, ahlâk, tedbir i m enzil ve siyaset), 3-şiir
veya güzellik ilm i (gayesi güzelliktir, şiir, hi­
tabet ve cedel).

Aristo'nun şarihlerinde ise ik ili b ir tasnif


vardır: Nazarî ve am elî ilim ler. İslâm sahasın­
da ise, Şihâbeddin b. Muhammed, ilim leri üçe
bölmüştür: 1. Yüksek ilim (ilâhiyat), 2. Orta
ilim (riyaziye), 3. Alçak ilim (tabiiyât). Bunu
da meşhur el-Kindî’nin Mâhiyet - ül - ilm ve
aksâmih («tim in mahiyeti ve kısımları» ) ki­
tabı ile Aksâm-iU-ilm-il-irısî ( «İnsan ilimleri­
nin kısımları») kitabından aldığını söyler.
Böyle olunca, Fârâbî'ye kadar olan ilim tas­
n ifleri arasında, onunkine benzer b ir tasnif
bulunmadığı kendiliğinden meydana çıkmış
olur. Üstelik de Fârâbî'nin tasnifi çok daha
makul esas ve fik irlere dayanmaktadır.

Fârâbî'nin bu eserinin m eziyeti bunlardan


ibaret değildir. O bahsettiği ilim lerin her bi­
rini en mükemmel b ir şekilde anlatmış mev­
zularını gayelerini, dayandıktan prensipleri
çok güzel b ir şekilde gösterm iştir. Bundan do­
layı, meselâ tbn-ü Rüşd’ün talebesi olan tbn-ü
Tumlûs, El-müdhal li-stnâat-il-mantık («Man­
tık sınaatına giriş») adlı eserinde, bu sahada
Fârâbî'nin burada verdiği bilgiden daha mü­
FA r A b I. II. İLİMLERİN SAYIMI Sİ

kemmel ve iyi tertip edilm iş b ir eser görm e­


diğinden, ve galiba kendisinin de Fârâbî'nin
eseri elinde olduğu halde, o kadar iy i b ir hü­
lâsa yapamayacağına emin bulunduğundan,
thsâ-ül-ulûm’daki mantığa dair bölümü aynen
eserini alm ıştır. Bundan başka, bu eser, man­
tıkî bir tertip içine konulmuş bütün ilim leri
ve felsefeyi içine aldığından îbn-ü Sâ'id ile
birlikte denilebilir ki, hiç olmazsa şarkta,
felsefeye başlangıç için okunacak en iy i kitap
bu kitaptır.
İlimlerin sayımı hakkında kitap, son
derecede geniş ve devam lı b ir tesir yapmış­
tır. Tereddütsüz olarak denilebilir ki, şarkta,
İbn Sina'dan başlıyarak, yazılm ış olan ansik­
lopedi mahiyetindeki bütün eserlerde, Fârâ­
bî'nin bu eserinin tesirini açıkça görm ek ka­
bildir.

Garpte ise, bu tesir kendini şöyle göste­


rir: tik önce bu eser birkaç defa latinceye
tercüme edilm iştir. İlk tercüme m ilâdî X II. as­
rın başlarında yaşamış olan Dominicus Gun-
dissalinus tarafından yapılm ıştır. V e bu ter­
cüme Guilielmus Camerarius tarafından 1638’-
de Paris’te Alpharabi philosophi opusculum
de Scientiis adı altında basılm ıştır. Ancak bu
tercüme kâfi derecede sıhhatli ve tam b ir ter­
cüme değildir. Diğeri m ilâdî 1114 yılında şi­
m alî İtalya’da Cremona da doğmuş olup 1187'
52 CİRİS

de Tuleytala'da ölmüş ve 70 kadar arapça


eseri latinceye tercüme etm iş olan Gerard de
Crem ona tarafından yap ılm ıştır: Liber Alp-
harabi de Scizntiis. Yine aym asırda S evilli
John tarafından da De Scientiis adi altında
latinceye tercüme edilm iştir. Bu suretle gaip
âleminde bu eserden kolaylıkla istifade etmek
imkânı hasıl olmuştur. İlk önce, Gundissalinus’-
un De divisione philosophiae’suıda verilen ilim ­
ler tasnifinde hemen tam am iyle bu eserden
istifade edilm iştir. M ilâdî 1264'de ölmüş olan
V. de Beauvais, Speculum doctrinale sinde,
S evilli John’in tercümesi vasıtasiyle « İlimlerin
5ayımı»ndan istifade etm iştir. Fârâbî'nin
adını _ Batlamyus ve Oklides ile birlikte zik­
reden meşhur R oger B a c o n (takriben
1214— 1280)'ın da bu eserden istifade etmiş
olduğu V ogl tarafından, Die Physik Roger
Bacons (Erlangen, 1904) adlı eserinde, mey­
dana konulmuştur.

îhsâ'-ül-ulûm’dz. bulunan musikiye dair


b ir bölümün başlı başına Avrupa’da uzun
müddet müessir olduğu musiki tarihçisi H.
G. Farm er'in Journal of the Royal Asiatic
Society (1932)'de çıkan The Influence of Al
Farabi’s İhsa' al-ulum (De scientiis) on the
Writers on Music in W estem Europe (El-Fâ-
râbî'nin Ihsâ'-ill-ulûm'unun batı Avrupa'da
m usiki hakkında yazanlar üzerinde tesiri) adlı
FARABİ. II. İLİMLERİN SAYIMI 53

makalede, bütün teferruatı ile, tetkik ve isbat


edilm iştir.
lhsâ'-ül-ulûm'un Kalonymus ben Kalo-
nonymus (ölümü 1314) tarafmdan İbranî diline
de tercüme edilm iş olduğunu buraya ilâve
etm ek lâzım dır.

İhsa-ül-ulûtn un arapça metninin bu gün


dört tane el yazması nüshası bulunmuştur
ki, bunların en iyisi, İstanbul'da Köprülü Kü-
tüphanesi'nde (N o. 1604) bulunan nüshadır.
B ir başka yazması da Ispanya’da M adrid ci­
varındaki Escurial Kütüphanesi’ndedir. Arapça
metni, ilk önce, 1921 yılında Sayda'da çıkan
El-lrfân adlı mecmuada neşredilm iştir. M ı­
sırlı felsefe tarihçisi Osman Emin de, bütün
el yazmalarına istinat ederek, bunu yeniden
neşretti (K ahire 1931). Arapça m etindeki bazı
güçlükleri halledebilm ek için Angel Gonzâlez
Palencia, bu metni, ik i latince tercümenin
metni ve İspanyolca'ya tercümesi ile birlikte,
bastırdı: Alfarabi, Catûlogo de las Cierıcias,
M adrid, 1932. Nihayet Osman Emin, neşrini
biraz daha İslah ve ikmal ederek, yeni not­
lar ile, ikinci b ir defa daha b astırm ıştır:
Kahire 1949.

Buradaki tercümede istifade edilm iş olan


m etin işte Osman Em in'in bu yeniden tashih
edilm iş olan basmasındaki m etindir.
KİTABÜ İHSÂ-lL-ULÜM

İlim le rin Sayım ı


H akkında M ak ale

Ebû Nasr Muhammed b. Muhatnmed-il Fâ-


râbı’nin tümlerin mertebeleri hakkında kita­
bı1. Dedi ki2.
Bu kitabı, meşhur olan ilim leri b ir b ir
saymak, bunlardan her birinin içinde bulunan
bütünleri, bölüm leri onlann bölüm lerini ve
bölüm lerinin her birinde bulunan bütünleri
tarif etmek maksadı ile yazdık. K itab ı beş
bölüme ayıracağız:
1. D il ilm i ile bölüm leri hakkında,
2. Mantık ilm i ile bölüm leri hakkmda,
3. öğretm e3 ilim leri (sayı, hendese, me-
nazır, yıldızlar, musiki, ağırlıklar ( eşkâl) ilim ­
leri ile tedbirler *hiyel4» ilim leri) hakkında,
4. Tabiat ilim leri, ilâhiyat ilm i ve bölüm-
leri hakkında,
5. «M ed en i» ilim , ile bölüm leri; fık ıh ve
kelâm ilim leri hakkında.
Bu kitaptaki bilgilerden istifade edilebi­
lir. Çünkü insan, bu ilim lerden birin i öğren-
İLİMLERİN SAYIMI SS

mek isteyip bu kitaba bakarsa, cesaretle


''p eye giriştiğini, neye baktığını, bu bakışı ile
n& fayda teinin edeceğini, bütün bunlardan
kazancının ne olacağını, bunlarla hangi fazileti
elde edeceğini b ilir. Böylece, ilim lerden neyi
kazanmağa girişm iş ise, körükörüne ve al­
danmalarla değil de bilerek ve görerek, ona
doğru ilerler. İnsan, bu kitap sayesinde ilim ­
le r arasında b ir mukayese yapabilir ve han­
gisinin daha üstün, hangisinin daha faydalı,
hangisinin daha açık, hangisinin daha sağ­
lam ve hangisinin daha kuvvetli olduğunu,
hangisinin daha gevşek, daha kuvvetsiz ve
daha zayıf bulunduğunu anlar.

Bu ilim lerden b irin i iyice bildiğin i iddia


Ettiği halde bunu blmeyen kim seleri meyda­
na çıkarm ak hususunda da bu kitaptan fay­
dalanmak mümkündür. Çünkü kendisinden
bu ilim deki bütünü (cümle) bildirm esi, bölüm­
lerini (cüz) sayması istenir ve her bölümde
bulunan bütünler sorulur; o, buna cevap ve­
remezse, iddiasım n yalanlığı b elli olur ve
kendisinin de yalancılığı meydana çıkar.

Bu ilim lerden b irin i güzelce bilen b ir


kimsenin, bunun hepsinin m i, yoksa bölüm le­
rinden b irin i m i iy i bild iği ve bu bilgisinin
ne kadar olduğu, yine bu kitap sayesinde bel­
li olur.
56 İLİMLERİN SAYIMI

ty i b ir şekilde yetişm iş ve türlü b ilgileri


bilen kim seler arasmda her b ir ilim deki bü­
tünleri güzelce öğrenm ek isteyenlerle, ilim -
ehlinden sanılmak için onlara benzemek isle­
yenler de bu kitaptan faydalanabilirler.
Birinci Bölüm
D İL İL M İ* H A K K IN D A

D il ilm i, bütün olarak, iki kısım d ır:


1. Herhangi b ir halk arasında b ir mâna­
ya delâlet eden kelim eleri ezberlem ek ve on­
lardan her birinin delâlet ettiği şeyi bilm ektir.
2. Kelim elerin «kanun» lannı bilm ektir.
H er sınaatta7 kanunlar külli yani umumî
sözlerdir8 ve bunlardan her b iri yalnız başına
bu sınaatta bulunan birçok şeyleri içine alır,
ve kendileri için b ir sınaat meydana getirilen
şeylerin hepsini veya pek çoğunu kaplar.
B ir sınaatta, kanunlar, ya kendinden ol­
mayanlar içine girm esin, yahut kendinden
olanlar dışarıda kalmasın diye, o sınaattan
olan şeyleri çevrelem ek için meydana getiril­
m iştir. Bazan da b ir kimsenin b ir hususta
yanlış yapıp yapm adığını sınayıp denemek
için (imtihan), yahut bu sınaatın içine aldığı
şeylerin öğrenilm esi ve ezberlenm esi kolay
olsun diye hazırlanm ış olur.
Çok olan tek şeyler, ancak insan ruhunda
(nefs) b elli b ir tertip ve sıra ile hasıl olan
kanunlara girm ek suretiyle sınaatlar haline
gelir veya smaatlardan birinin içine girer.
58 İLİMLERİN SAYIMI

Meselâ nazari ve em el! yazma sanatı, tıp,


ziraat, m im arlık ve başka sınaatlar böyledir.
Herhangi b ir sınaatta kanun olan her söz,
kanun olm ası ile, andıklarım ızın ya b iri veya
hepsi için hazırlanm ıştır. Bundan dolayı âlim
ve feylesoflar, b ir cismin kemiyetinde veya
keyfiyetinde veya bundan başka bir şeyinde
hissin yanlış yapması ihtim aline karşı her
hangi b ir deneme ( imtihan) için yapılm ış olan
şakul, pergel, satır çizme aleti ve teraziler
gibi aletlere, «kanun* 1ar derlerdi. Hesap cet­
velleri ile yıldızlar için yapılan cetveller de
«kanun» 1ar denilir. Uzun ve büyük kitaplar­
dan akılda tutulmak için yapılan kısaltılm ış
kitaplar «kanun» lardır. Çünkü az sayıda
şeyler çok şeyleri içine almaktadır. Onlar az
sayıda olduklarmdan, onlan bilm ek ve ezber­
lemek suretiyle, çok sayıda şeyleri bilm iş olu­
ruz.
Şim di içinde olduğumuz konuya dönelim.
Deriz ki, her halkın dilinde b ir mânaya
delâlet eden kelim eler iki kısım dır.
1. Tek kelim eler,
2. Toplu kelim eler.
Tek kelim eler aklık, karalık, insan ve
hayvan gibi kelim elerdir. Toplu olanlar ise
«insan b ir hayvandır», «A m r beyazdır» gibi
sözlerim izdir. Tek olan kelim eler arasında
varlıkların lâkabı, adı olanlar vardır: Meselâ
İLİMLERİN SAYIMI S9

Zeyd ve Amr. Bunlardan eşyanın cins ve


nevilerine delâlet edenler vardır: İnsan, at,
hayvan, aklık ve karalık gibi. Cins ve nevi-
lere delâlet eden tek kelim eler ya isim ler, ya
fiille r (kelim e) veya edatlardır. [Arapçada]
isim ve fiillerd e (kelime) erkeklik (müzekker-
lik), dişilik (müenneslik), tekillik (vahdet),
ik ilik (teşriiye) ve çoğulluk (cemi) halleri bu­
lunur; fiillerd e (kelime) bilhassa zamanlar
vardır. Zamanlar da geçmiş zaman, şim diki
zaman ve gelecek zamandır.
H er halkın d ilin i inceleyen d il ilm i yedi
büyük bölüme (cüz) ayrılır:
1. Tek kelim elerin ilm i,
2. Toplu kelim elerin ilm i,
3. K elim elerin tek oldukları zamanki ka­
nunları,
4. K elim elerin toplu oldukları zamanki
kanunları,
5. Doğru yazma kanunları,
6. D oğnı okuma kanunları,
7. Doğru şiir okuma kanunları.
B ir mânaya delâlet eden tek kelim eler
ilm i, eşyamn cinslerine ve nevilerine delâlet
eden bu dile mahsus veya ona dışarıdan gir­
miş kelim elerin nadir" olanları ile herkes ta­
rafından bilinenlerin b irer birer neye delâlet
ettiğinin bilinm esini, onların ezberlenmesini
ve rivayet edilm esini içine alır.
60 İLİMLERİN SAYIMI

Toplu kelim eler ilm i, bu halk arasında,


toplu olarak tesadüf edilen sözlerin ilm idir,
bilinm esidir. Bu da bu halkın hatipleri ile
şairlerinin yaptıkları (yazdıkları) eserlerin ve
güzel konuşanları (ibeliğ) ile doğru konuşan­
larının (fasih) söyledikleri sözlerin rivayet
edilm esi ve ezberlenm esidir. Bunlar, uzun,
kısa, vezinli ve vezinsiz olabilir.

Tek kelim elerin kanunları ilm i, ilk önce,


seslerin ( huruf-ı mu’ceme) 10 sayılarını ve bun­
lardan her birinin, ses çıkarma uzuvlarının
(organ) neresinden çıktığım , bu sesleri çıka­
ran uzuvları aynı dilde bu harflerin birb irleri
ile birleşenlerini ve birleşm iyenlerini, b ir mâ­
naya delâlet eden b ir kelimenin meydana
gelm esi için en az kaç sesin birleştiğini,
en çok kaçının birleştiğini gösterir. İk ilik
( teşriiye), çoğulluk, erkeklik ( müzakerelik),
dişilik ( müenneslik), türeme ve başkaları gibi,
kelim elerin hallerini gösteren ekler geldiği
zaman kelimenin gövdesinde değişmeden o l­
duğu gibi kalan sesleri, ekler aldığı zaman
kelim eleri değiştiren sesleri (harf), yanyana
geldikleri zaman b irb iri ile benzeşen ( indigûm)
sesleri araştırır.

Sonra, burnun arkasından, tek kelim elerin


türlü hallerini gösteren çekim örneklerinin
( emsile) kanunlarım11 verir. Başka b ir şeyden
türem iş olmayan ilk çekim örnekleri ile türe­
İLİMLERİN SAYIMI 61

miş (ımüştak) olanları birbirlerinden ayırır; tü­


rem iş kelim elere ait sınıfların çekim örnek­
lerin i verir. İlk çekim örnekleri arasında, keli*
m elerin kendilerinden meydana getirild iği
m astarlar ile m astar olm ıyanlan birbirinden
ayırır. M astarların fiille r haline gelm esi için
nasıl değiştiklerini gösterir. F iillerin çekim
örneklerinin çeşitlerini, em ir ve nehi ile kemi­
yetlerine — bunlar üçlükler (sülâsî), dörtlük
(ırübât) ve bundan çok h arfli olan fiille r ile
m uzâaf^ olan ve muzâaf olm ıyan fiille rd ir — ,
keyfiyetlerine — bunlar fiillerin sahih ve m u-
teP3 olm alarıdır — ve bunlara benzer şeylere
göre fiillerin nasıl değiştirildiklerini gösterir.
Bütün bunların erkek ( müzekker), dişi (müen-
nes), tekil ve çoğul oldukları zaman nasıl ol­
duklarım b ildirir. B ir de fiillerin bütün hepsin­
de onların şahıslara ve zamanlara göre nasıl
değiştiklerini gösterir. Sonra, ilk vazedildikle­
ri14 sırada söylenmesi güç olup sonraları söy­
lenm esi kolay olacak şekilde değiştirilen keli­
m eleri araştırır.
K elim elerin toplu oldukları zamandaki
kanunlarım bildiren ilim iki kısım dır:
1. K elim eler toplu oldukları veya b ir tertip
içine konuldukları zaman, isim ve fiillerin son­
larının nasıl olacağını gösteren kanunları verir.
2. K elim elerin b irbirleri ile birleştirilm ele­
rinin ve yan yana gelm elerinin bu dilde nasıl ol­
duğunu gösterir ve bunların kanunlarım verir.
62 İLİMLERİN SAYIMI

İsim ve fiillerd e görülen değişikliklerin


kanunlarım nahiv (syntaxe) ilm i bild irir. Na­
h iv ilm i, [arapçada] isim ve fiillerd e ( kelime)
kelim e sonlarının nasıl değiştiğini b ildirir.
Çünkü edatlar asla değişmez. Bu değişiklik
bazan isim lerin başında olur; meselâ l arap­
çada] isim leri «m a’r ife »15 yapmak için başına
e lif lâm IS veya, başka dillerde, bunun yerini
tutacak b ir şeyin getirilm esi. İsim lerin sonla­
rında olan değişm eler de vardır, bunlara
«sonda bulunan değişm e» denir İr a p harfleri17
denilen şeyler bunlardandır. Fiilde ise, baş
tarafta değişme olm az, ancak son taraflarda
olur. İsim ve fiillerd e sonda olan değişm eler,
bunların, arapçada meselâ üç tenvin, üç ha­
reke ve cezm 18 edatlarını alm alarıdır. Arap
dilinde, kelim elerin sonunda başka b ir değiş­
me varsa, o da bunlardan sayılır. İsim lerden
bazılarının, aynı halde bulunan başka isim
m ünsarif12 olduğu, cümle içindeki yerine göre
sonu değiştiği halde, «m ü n sarif» olm adığı­
nı, sonlarının değişmeden kaldığını, yani
«m eb n i»20 olduğunu b ildirir. Bazı isim lerin de
bazı hallerde «m ünsarif» olup, bazılarında o l­
madığım ,21 yine isim lerden bütün hallerde
«m ünsarif» olanların mevcut bulunduğunu b il­
dirir.
Bu ilim , isim ve fiillerin sonunda görülen
bütün edatları ve değişm eleri sayar. İsim lerin
ve fiillerin aldıktan edatları birbirlerinden ayı-
İLİMLERİN SAYIMI 63

n r. «M ünsarif» isim lerin «m ünsarif» oldukları


bütün halleri, ve fiillerin «m ünsarif» olduğu
bütün halleri sayar. Sonra isim ler ile fiillerin
her birine hangi halde, hangi edatın eklendi­
ğini bildirir. İlk önce, her b ir halde isim edatla­
rından birinin kendisine eklendiği tekil ve
«m ünsarif» isim lerin hallerini, teker teker,
baştan başa sayar; ik ilik (teşriiye ve çoğul ha­
lindeki isim lerde aynı şeyi verir. Nihayet fiil­
lere mahsus olan «ed a t» lann değiştiği bütün
halleri, sonuna kadar, araştırır. Sonra, bazı
hallerde münsarif olan isim lerin hangi hallerde
münsarif olduklarını, hangi hallerde münsarif
olm adıklarını bild irir. Sonra, her b iri yalnız
bir tek halde kalan «m eb n i» isim leri ve bunla­
rın hangi halde «m eb n i» olduğunu bild irir.

Edatlara gelince, o d ili konuşanların âdet­


lerine göre, bunlardan her b iri b ir tek halde
kalıyorsa yani «m ebn i» ise, bunu b ildirir. Ba­
zısı yalnız b ir halde mebni ise ve bazısı bazı
hallerde münserif ise, bütün bunlan b ildirir.
Bu dilde, edat m ı, isim m i veya fiil m i olduk­
larından şüphe edilen kelim eleri, yahut bu
dilde kelim elerin bazıları isme benzer, bazısı
fiile benzer gibi görünüyorsa bunlan, hangi
kelim elerin isim yerine geçtiğini, hangi haller­
de münserif olduklannı, hangi kelim elerin fiil
yerine geçtiğini ve hangi hallerde münserif
olduklarım bildirilm esine ihtiyaç hasıl olur.
64 İLİMLERİN SAYIMI

K elim elerin birleştirilm elerinin kanunla­


rını veren kısma gelince, bu kısım, ilk önce, ke­
lim elerin bu dilde hüküm ifade eden sözler
haline gelebilm ek için, nasıl ve kaç türlü yan
yana getirilip, tertip edildiğini açıklar. Sonra
bu dilde en doğru terkip ve tertibin hangisi
olduğunu açıklar.
Doğru yazma kanunları ilm i, ilk önce, o
halkın satırlar içinde yazılmayan ve yazılan
harflerini biribirinden ayırır.22 Sonra satırlar
içinde yazılanların nasıl b ir tarzda yazılaca­
ğım açıklar.
Doğru okuma kanunları ilm i, noktaların
yerlerini, b ir dilde yazanların b ir harf satır­
larda yazılm adığı (ve yazıldığı) zaman koy­
dukları işaretleri, biribirine benzeyen harfleri
biribirinden ayırm ak için kullanılan işaretleri,
b irib irleri ile karşılaştığı zaman biribirleriyle
benzeşen, veya biribirilerinden uzaklaşan harf
ler için kullanılan işaretleri, sözlerin kesildiği
yerlerde (cüm le sonlarında), konulmakta olan
işaretleri bildirir. Sözlerin az, orta derecede
ve en çok kesildiği yerlerde kullanılan işaret­
leri biribirlerinden ayırır. B irib iri ile bitişik
kelim e ve sözlerin çirkinliğini göösteren işaret­
leri ve bilhassa aralan uzak olunca b iribirin i
bozan işaretleri açıklar.

Ş iir kanunları ilm i, d i) ilm ine benzemesi


bakımından,23 üç bölümdür.
İLİMLERİN SAYIMI 6$

Birinci bölüm, o halkın şüıierinde kulla­


nılan basil ve karmaşık vezinlerin sayılması­
dır. Sonra ayn ayn çeşitlerinden ayn ayrı ve­
zinlerinin çıktığı harf terkipleri sayılır. H arf­
lerin bu terkiplerine araplarda «esbâb» ve
«evtâd »,2* yunanlılarda ise «kesm e y e ri» ve
«ayak» denilir. Sonra beyitler ile mısralarm
m iktarları; ve ayn ayn vezinlerin, ayn ayn
beyitlerin kaç harf ve kesinti {makta’) ile
tam ve mükemmel b ir hale geldiğini araştırır.
En sonra da, tamam olan vezni noksan ola­
nından ayın r ve hangi vezinlerin duyulduğu
zaman daha parlak, daha güzel ve daha tatlı
geldiğini gösterir.

İkinci bölüm ayn ayn vezinlerdeki beyit­


lerin sonlarından2* hangisinin o dilde b ir tek
şekilde kaldığını ve hangisinin değiştiğini in­
celer. Bu son çeşitte hangisi tam dır, hangisi
artıktır, hangisi eksiktir (bunlan araştırır).
Hangi sonlann bütün şiirin hepsinde muhafaza
edilen b ir tek sesten olduklarını, hangilerinin
«kaside» boyunca muhafaza edilen birden çok
sesler ile teşkil edildiklerini, o dilde beyitlerin
sonlarının en çok kaç ses ve hece olduğunu
gösterir.2* Sonra çok ses ile olanlarda bazı
seslerin yerine söylenme ve telaffuz zamanı
kendine eşit olan başka seslerin konulmasımn
uygun olup olm adığım ve bunlardan hangisi­
nin yerine, zaman bakımından kendisine eşit
M İLİMLERİN SAYIMI

b ir ses konulmasının uygun olabileceğini


b ildirir.
Üçüncü bölüm, o dilde şiirlerde kullanıl­
ması yerinde olan kelim eler ile şiir olmayan
sözde kullanılması yerinde olm ıyan kelim e­
leri araştırır.

D il ilm i bölüm lerinin her birinde bulunan


bütünler bunlardım ibarettir.
İkinci Bölüm
M A N T IK İL M İ
H A K K IN D A

(Bu bölümde m antık ilm inin) içinde bulu­


nan bütünü, sonra onun faydalarını, sonra
m evzularını, sonra adının mânâsım bildirece­
ğiz; sonra da bölüm lerini ve her b ir bölümün
içinde bulunan bütünleri sayacağız.

M antık sınaatı, bütün halinde, aklı düzelt­


m eğe ( takvim) ve, yanlış yapılm ası mümkün
olan bütün mâkul27 şeylerde, insanı doğru
yola ve gerçek (hak) tarafına yöneltm eğe
yarayan kanunları ve insanı mâkullerde yan­
lıştan, sürçmeden ve hatadan koruyan ve
muhafaza eden kanunları verir B ir de yan­
lış yapan b ir kimsenin mâkullerde yanlış
yapmış olup olm adığından em in olunmazsa,
onun denemesi (imtihân) için kullanılan ka­
nunları gösterir. Bu da, m âkuller arasında,
yanlış yapılm ası asla mümkün olm ıyan bazı
şeylerin bulunması ile mümkündür. Bunlar da,
insan ruhunun, yaratıldığı zaman, onlan bili­
yormuş ve kesin bilgi (yakın) halinde kabul
ediyormuş gibi buldukları şeylerdir28. Meselâ
bütün parçasından daha büyüktür; her üç
68 İLİMLERİN SAYIMI

tek b ir sayıdır. Daha başka şeyler vardır ki,


onlarda yanlış yapmak, gerçekten uzaklaşıp,
gerçek olmıyan şeylere gitm ek mümkündür.
Bunlar, ancak fik ir, derin düşünce (teemmül),
kıyas ve istidlâl ile idrâk edilenlerdir. Bütün
bunlarda, daha önce, kesin (yakîn) gerçeği
isteyen insan, zarurî olarak bütün istediklerin­
de mantık kanunlarına muhtaç olur.
Bu sınaat, nahiv smaatına benzer. Çünkü
mantık smaatının akıl ile mâkulata nisbeti
(oranı), nahiv sınaatının d il ile kelim elere
nisbeti gibidir. Nahiv ilm inin bize kelim eler
hakkında verdiği bütün kanunların mâkuller­
deki benzerini mantık ilm i bize verir.
Mantık ilm i, b ir de an ız ilm ine benzer.
Çünkü mantık ilm inin m âkullere nisbeti (ora­
nı), aruzun şiir vezinlerine nisbeti gibidir. Aruz
ilminin ş iir vezinleri için bize verdiği bütün
kanunların m âkullerdeki benzerlerini bize man­
tık ilm i verir.
Bundan başka aklın yanlış yapıp yapma­
dığından veya gerçek olanı idrâk etm ekte
kusur edip etm ediğinden em in olm adığım ız
mâkullerde, on lan deneme ve sınama (im/i-
hân) aleti olan m antık kanunları, hissin alda­
nıp aldanmadığından veya m iktarını idrâkte
kusur edip etm ediğinden emin olm adığım ız
birçok cisim leri kontrol etm ek için alet olan
terazilere ve ölçülere benzer; doğruluğunu id­
İLİMLERİN SAYIMI 69

râk etm ekte hissin yanlış yapıp yapmadığından


veya kusur edip etm ediğinden emin olunmıyan
hataları kontrol ( imtihan) etm ekte kullanılan
satır çizm e aleti ( mistar) gibidir; dairelerde
yuvarlaklığım idrâk etm ekte hissin yanılıp
yanılmadığından ve kusur edip etm ediğinden
em in olunm adığı zaman on lan kontrol için
kullanılan pergel gibidir.
Bunlar m antığın gayesinin (garaz) bütü­
nüdür. Sen, insana verdiği faydanın büyüklü­
ğünü gayesinden anla! Bu fayda, kendimizde
ve kendimizden başkasında düzeltilm esini
istediğim iz her şeyde ve başkasının bizde
düzeltilm esini istediği şeyde kendim gösterir.
Elim izde böyle kanunlar bulunursa ve
kendi kendimizde istenilen düşünceyi çıkar­
mak ve düzeltmek istersek, zihinlerim izi tas­
hih edip düzelteceğim iz şeyi aramakta başı
boş, sayısız, hudutsuz şeyler arasında yüzer
b ir halde bırakm ayız; ona tesadüfi b ir yerden
ve hata yapıp, biz farkına varmadan, gerçek
olmayan b ir şeyi bize gerçek olarak göster­
mesi mümkün olan yönlerden varmak ister
b ir vaziyette de bırakm ayız. Belki gerçeğe
(hafc)doğru giderken, hangi yolu takip etm e­
m iz icabettiğini, hangi şeylerden ona gidece­
ğim izi, gidişe nereden başlıyacağım ızı, zihin­
lerim izin kesin (yakîn) bilgiye erdiğini nere­
den bileceğim izi ve, zarurî olarak istediğim ize
erişm ek için, zihinlerim izi nasıl çalıştıracağı­
70 İLİMLLKIN SAYIMI

m ızı daha önceden bilm iş olm am ız lâzım dır.


Bununla birlikte bizi yanlışa ( galat) düşüren
ve bize karanlık görünen ( mülbese) bütün bu
şeyleri bilm iş oluruz ve, işe başlarken, onlar­
dan sakınırız. Bu halde çıkardığım ız düşün­
celerde gerçek ile karşılaştığım ızı ve yanlış
(galat) yapm adığım ız kesin olarak (yakînen)
biliriz. Çıkardığım ız b ir düşüncenin hali bizi
şüpheye düşürünce ve o hususta kendimizi
yanlış yapmış sanırsak, hemen o zaman onu
sınarız. İçinde yanlış varsa, o yanlışı anlar,
sürçülen yeri kolaylıkla düzeltiriz.
Kendimizden başkasında bulunup da dü­
zeltm ek ( tashih) istediğim iz düşüncelerde de
halim iz böyle olur: Çünkü başkasındaki fik ri
(re ’y) ancak kendimizdeki fik irleri düzelten
yollar ve şeyler gibi yol ve şeyler ile düzelti­
riz. Ondaki bu fik ri (re ’y) düzeltmek (tashih)
için ona söylediğim iz söz ve d eliller husu­
sunda anlaşmazlığa düşersek, bunun neden
dolayı o fik ri düzelttiğini ve zıddını düzelt­
meden bu fik ri nasıl düzeltebildiğim ve bu
fik ri düzeltmekle neden dolayı başkasından
daha üstün olduğunu bizden sorarsa, ona
bütün bunlan gösterm eğe m uktedir oluruz.
Bunun gibi, b ir başkası, bizdeki herhangi
b ir fik ri (re’y) düzeltmek isterse, bu maksatla
kullanmak istediği söz ve delilleri sınayaca­
ğım ız şeyler, bizde önceden mevcut bulunur:
Eğer gerçekten düzeltiyorsa, neden dolayı
1UMLEKIN SAYIMI 71

düzelttiği meydana çıkar. B iz de bunlardan


kabul edeceğim izi, bilerek ve anlayarak ka­
bul ederiz. E ğer mugalata2* yapmış veya
yanlışa düşmüş ise, ne bakımdan mugalata
yaptığı ve yanlışa düştüğü meydana çıkar
ve, b iz de, bilerek ve anlayarak, bunlardan
yanlış çıkaracaklarım ızı yanlış çıkarırız.
E ğer mantık ilm ini bilmezsek, bütün bu
şeylerde halim iz, mantık bildiğim iz zamanki
halim izin aksi olur. Bütün bunlardan daha
kötüsü, daha çirkin ve daha fenası, korkulup
çekinilm eğe daha çok lâyık olanı, birbirine
zıt düşüncelere bakmak veya bunlar hakkında
çekişen iki kişi arasında ve her birinin kendi
fikrin i doğru ve karşısındakinin fik rin i yanlış
çıkarmak için getirilen söz ve d eliller hakkın­
da hüküm vermek istediğim iz zaman başımı­
za gelen haldir: Çünkü b iz mantık ilm ini bil­
mezsek, onlardan gerçeğe varm ış olanın doğ­
ruluğunu, gerçeğe nasıl vardığını ve hangi
yönden vardığını, delillerinin fikrin in doğru­
luğunu nasıl icap ettirdiğini kesin olarak ne­
reden anlıyacağım ızı bilem eyiz. Bundan dola­
y ı onlardan yanlış veya mugalata yapanın yan­
lışını. hangi yönden yanlış veya mugalata yap­
tığın ı. delillerinin nasıl fikrinin doğruluğunu
icap ettirm ediğini bilem eyiz. Bu halde ya bü­
tün fik irlerd e şaşkınlığa düşüp, hangisinin doğ­
ru, hangisinin yanlış olduğunu bilm eyiz; ya bir­
birlerine zıt oldukları halde, hepsinin hak ve
72 İLİMLERİN SAYIMI

gerçek sanırız; ya onlarda, hatta her b ir parça­


sında. hak ve gerçek yok sanırız, yahut da bi­
rini doğru bulmağa ve birini yanlış çıkarmağa
başlarız. Neden dolayı öyle olduğunu bilmeden,
doğru bulduğumuzu doğru, yanlış bulduğumu­
zu yanlış gösterm eğe çalışırız. Münakaşa iste­
yen biri, doğru bulduğumuz veya yanlış çıkar­
dığım ız fik ir hakkında, bizim le münakaşa etse,
ona bunların yönlerini, (öyle olm alarının sebeb-
lerin i) gösterem eyiz. Tesadüfen doğru veya yan­
lış bulduğumuz şeyler arasında, gerçekte öyle
olan b ir şey olsa, o ik i şeyden birinin gerçekte
bizim düşündüğümüz gibi olduğunu kesin
olarak bilem eyiz. Belki, düşüncemize göre,
doğru olan şey hakkında, — «Mümkündür
ki, yanlış olsun!», veya düşüncemize göre
yanlış olan şey hakkında — «Mümkündür ki
doğru olsun!» diye b ir zan ve kanaat bes­
leriz. Bu iki zannın ikisinde de taşıdığım ız
fikrin zıddına girm em iz mümkündür. Dışarı­
dan bize b ir fik ir gelm esi veya aklım ızdan
nefsim ize (ruhumuza) b ir düşünce gelm esi ve
bizi bugün bizce doğru veya yanlış olarak
kabul ettiğim iz şeyin aksine çevirm esi müm­
kündür. Bütün bu hallerde, darbı meselin de­
diği gibi, «geceleyin odun toplayan»'aS0 dö­
neriz.
Bütün bu şeyler, aramızda, ilim lerde ke­
mal iddia eden kimseler hakkında başımıza
gelir. E ğer b iz m antık bilm ezsek ve elim izde
İLİMLERİN SAYIMI 73

fik irleri sınayacak b ir şey bulunmazsa, ya


hepsi hakkında doğru olduğu zannını besleriz,
ya hepsini itham ederiz, yahut onları birbirin­
den ayırmağa koyuluruz ve bütün bunlan tesa­
düfi bir şekilde ve kesin olarak bilmeden yap­
mış oluruz. Hakkında iy i zan beslediğim iz
kimsenin şarlatan ve aldatıcı olup olm adığın­
dan emin olam ayız; bu takdirde yanlış yapan
kimse bizden nasip almış olur; biz de, b il­
meden, bizim le alay etmiş olana yardım et­
miş oluruz; yahut hakkında ithamda bulun­
duğumuz haklı olur, biz de bilm eden, onu at­
mış bulunuruz.
İşte bu, mantık bilm eyişim izin zararları
ve onu bilm em izin faydalarıdır. B ellidir
ki, inançlannda ve düşüncelerinde zanlar
ile yetinm ek istemeyen kim seler için man­
tık zarurîdir; (bunlar sahibinin nefsinde ken­
dilerinden vaz geçip, zıtlanna gidilm eyen
inançlardır); düşüncelerinde zanlar ile yetin­
meği ve öyle kalmağı tercih eden kimseler
için mantık ilm i zarurî değildir.
Cedelî31 söz ve konuşmalar ( muhâtebât)
iyice alışmanın, yahut hendese (geometri) ve
sayı gibi müsbet ( ta'limî) bilgilere iyice alış­
manın, insanı mantık kanunlarını bilmekten
müstağni kılacağım , yahut bunun onlann ye­
rini tutacağını ve işini yapacağını, insana her
sözü, her d elil ve her fik ri sınayacak kuvveti
vereceğini ve başka ilim lerden hiçbir şeyde
74 İLİMLERİN SAYIMI

yanlış yapmayacak şekilde insanı gerçek(hak)


ve kesin bilgiye götüreceğini iddia edenlere
gelince, bu, şiir ve nutukları (hutbe) ezberle­
meğe çalışıp, bu hususta büyük bir alışkan­
lık kazanmanın ve onlan çok çok rivâyet ve
tekrar etmenin, dilin düzeltilm esi -ve konu­
şurken hata yapılmaması bakımından, onu
nahiv ilm i kanunlarından müstağni kılacağım,
onların yerini tutacağını ve yaptığı işi yapa­
cağını ve bunun insana her sözün « i ’râb»
m ıır- isabetli ve doğru mu, yahut yanlış mı
olduğunu sınayacak kuvveti vereceğini iddia
eden kimse gibidir. Orada, nahiv hususunda,
ona verilm esi yerinde olacak cevap, burada
mantık hususunda ona verilecek cevaptır.
Ayni şekilde, herhangi b ir zamanda, man­
tık kanunlarından bir şey bilm ediği halde,
gerçekte asla aldanmayan mükemmel akıllı
b ir insan bulmak bazen mümkün olduğu için,
mantığın insanın muhtaç olm adığı b ir fazla­
lık olduğunu iddia eden kimsenin sözü de, in­
sanlar arasında, nahiv kanunlarından b ir şey
bilm ediği halde, asla konuşma yanlışı yap­
mayan kim seler bazen bulunduğu için, nah­
vin lüzumsuz b ir fazlalık olduğunu iddia eden
kimsenin sözü gibidir. H er iki söze verilecek
cevap b ir tek cevaptır.
M antığın konularına gelince, bunlar onda
kanunları veren şeylerdir. Bunlar da keli­
m elerin kendilerine delâlet etm eleri dolayısı
İLİMLERİN SAYIMI 75

ile, «m âku l» 1er ve, «m âku l» leFe delâlet etme­


leri dolayısı ile, kelim elerdir. Çünkü fik ri, onu
dikkatle tetkik etm ek ve ruhumuzda yerine
bu fik ri düzeltmeğe yarayan şeyler ve mâ­
kuller koymak suretiyle, kendimizde tashih
ederiz. Başkasının fik rin i de, ona sözler söy­
lem ek suretiyle düzeltiriz: Bu sözler sayesinde
bu fik ri düzeltmeğe yarıyan şeyleri ve mâkul­
leri kendisine anlatırız.
Tesadüfen akla gelen b ir fik ri, yine tesa­
düfen akla gelen b ir mâkul ile düzeltmemiz
ve bu m âkulleri tesadüfen bulunan b ir sayı,
terkip ve tertipte buldurmamız kabil değildir.
Belki düzeltmesini istediğim iz her fikirde,
mahdut, ne olursa olsun, b elli b ir sayıda ve
belli hallerde, terkipte ve tertipte mâkuller
ile şeylere (umûr) ihtiyacım ız vardır. Başka­
sındaki fik irleri düzeltirken, onu ifade eden
kelim elerinin hali de böyle olm alıdır. Bundan
dolayı, mâkullerde ve onlan ifadede, bizi gö-
zetliyecek ve bunlarda bizi yanlıştan koruya­
cak kanunlara kesin olarak ihtiyacım ız vardır.
Bunların ikisine, yani m âkuller ile onları ifa­
de eden sözlere, eski feylesoflar «kelim e ve söz
(nutk ve kavi)» adını v e rirle r: Mâkullere
«k a v i» derler. Ruhta (nefis) bulunan ve mâ­
kulleri ifade eden iç konuşma «k a v il» dir.
Ses ile dışan çıkan ve insanın ruhundaki fik ­
ri düzelten söz (nutuk), ruhta bulunan «k a v i»
dir; insanın, ister ruhta bulunsun, isterse ses­
7fc İLİMLERİN SAYIMI

le dışarı çıkm ış olsun, başkasında bulunan b ir


fik ri düzeltmesine yarayan söze (kavi), eski fey­
lesoflar «k ıyas» derler.
Bu halde mantık, her ik i sözün ( kavi) iki­
sinde bulunan ve anılmış olan kanunları verir.

Mantık, kelim elerin (lafız) kanunlarını


verm esi ile, b ir dereceye kadar, nahiv ile bir­
leşir. Nahiv ilm inin herhangi b ir halkın (üm­
met) kelim elerine mahsus olan kanunları ver­
mesine karşılık, mantık ilm i de bütün m illet­
lerin kelim elerini içine alan müşterek kanun­
ları verm ek bakımından ondan ayn lır. Çünkü
kelim elerde öyle haller vardır ki, bütün halk­
lar, bunda m üşterektir. Meselâ, kelim elerin
b ir kısm ı tek tektir; b ir kısm ı da toplu ola­
rak bulunur; tek olan kelim eler, isim , fiil
(kelime) ve edattır; bunlarda vezinli olanlar
ve olm ayanlar vardır.33
B ir dilde olup, ötekisinde bulunmıyan
haller de vardır: M eselâ özne, «m erfu », düz
tümleç «m ansup» tur34 ve b ir isim tamlama­
sında belirtilene harf-i ta rif olan «e lif ve lâro»
girm ez. Bu ve daha b ir çoklan Arap dilinin
hususiyetlerini teşkil eder. H er m illetin dilinde
bunun gibi kendine mahsus olan haller var­
dır. N ahiv ilm inde bulunup da bütün halkların
kelim elerinde müşterek olan şeylere gelince,
nahiv ile uğraşanlar, nahvi tesbit edilen bu
dilde m evcut olm ası dolayısı ile, onları al­
İLİMLERİN SAYIMI 77

m ışlardır. Meselâ Arap nahivcilerinin «arap-


çada kelim e çeşitleri isim, fiil ve edat ( harf)
tır » dem eleri. Yunan nahivcilerinin de «Yu-
nancada «k a v i» in kısım ları (cüz) isim , kelime
ve ed attır» dem eleri gibi. Bu bölüş, yalnız
arapçada, yahut yalnız yunancada bulunmaz,
belki bütün dillerde bulunur. Arap nahivcileri
onu arapçada bulunduğu için alm ışlard ır;
Yunan nahivcileri de onu yunancada bulun­
duğu için alm ışlardır.
O halde, her dildeki nahiv ilm i, o halkın
diline mahsus olan şeyler ile müşterek olm ası
dolayısı ile değil de, bilhassa dillerinde mev­
cut olm ası dolayısiyle, kendisinde ve başka
dillerde müşterek olan şeyleri tetkik eder.

İşte nahiv ile uğraşanların kelim elere ba­


kışı ile, mantık ile uğraşanların kelim elere
bakışları arasındaki ayn lık budur. Çünkü
nahiv herhangi b ir halkın kelim elerine mahsus
olan kanunları veriyor ve, müşterek olm ası
bakımından değil, belki nahivin kendisi için
yapıldığı dilde mevcut olm ası bakımından,
kendisi ile başkasmda müşterek olan şeyleri
alıyor.
Mantık, ancak bütün halkların kelim ele­
rinde müşterek olan kelim e kanunlarım verir
ve onları müşterek olm aları dolayısiyle alır;
herhangi b ir halka mahsus olan şeylerin hiç
birine bakmaz, belki bu hususta muhtaç olu­
7fi İLİMLERİN SAYIMI

nan şeylerin bu dilde ilim sahibi olanlardan


alınıp öğrenilm esini tavsiye eder.
Adına, unvanına gelince, b ellidir ki, o
gaye ve maksadının hepsini gösterm ektedir.
Çünkü nutuk («konuşm a») kelimesinden türe­
m iştir ve bu kelim e eski ilim adam ları ve
feylesoflarca üç mânada k u llan ılm ıştır:

1. Ses ile çıkan sözdür ve insanın içinde


bulunan şeyi d il bununla ifade ed er:
2. Ruhta bulunan sözdür ve bu da keli­
m elerin delâlet ettiği m âku llerdir;
3. İnsanda yaradılışından, (fıtr î olarak),
mevcut olan ruh kuvvetidir. Başka hayvan­
larda bulunmayan ve insanlara mahsus olan
ayırt etm e ( temyiz) kuvveti ile varlıkları bir­
birinden ayırt etm ek bunun sâyesindedir. İn ­
sanlar mâkulatı, ilim leri ve san'atlan bununla
elde ederler; eşyanın dikkatle tetkiki bununla
olur, güzel ve çirkin işler bununla birbirinden
ayırt edilir. Bu, bütün insanlarda, hatta be­
beklerde bile, bulunur.

Fakat ayırt etm e {temyiz) kuvveti, küçük­


lerde, zayıftır, işini yapacak dereceye erişm e­
m iştir. N itekim çocuğun ayağındaki kuvvet
yürümesine kâfi gelm ez; kütüğü yakacak de­
receye gelmemiş olan az ışıklı ateşe benzer.
Bu kuvvet, deli ve sarhoşlarda şaşı göze,
uykuda olanda kapalı göze, baygın kimseler­
İLİMLERİN SAYIMI 79

de üzerinde buhar veya başka b ir şeyden per­


de olan göze benzer.
Dış konuşmanın (en-nutk-ül-hâricî) kanun­
ları ile, iç konuşmanın ( en-nutk-ül-dâhili) ka­
nunlarını verdiğinden ve bu iki hususta ver­
diği kanunlar ile, insanda yaradılıştan mevcut
olan üçüncü konuşmayı ( en-nutk-ûs-sâlis) ke­
male getirip, yukarıki iki konuşmadaki işini
en doğru, en tam ve en iyi tarzda yapacak
şekilde doğru olarak sevk ettiğinden, bu ilm e,
bu üç mânâda kullanılan nutk'tan («konuş­
m a») türetilm iş olan b ir isim verilm iştir. N ite­
kim nahiv sahasındaki ilim ehlinin kitapları
arasında yalnız dış konuşmanın kanunlarını
veren kitapların çoğuna «m an tık» ism i veril­
m iştir.” B esbellidir ki, konuşmanın her saha­
sında insanı doğruya götüren ilim , bu ada
daha çok lâyıktır.
M antığın bölüm lerine gelince, bunlar se­
kizdir. Çünkü b ir fikrin veya b ir «m atlû b» un**
düzeltilm esinde kullanılan kıyas nevileri ve
söz nevileri, bütün olarak, üçtür. Bunların
mükemmel b ir hale gelmesinden sonra, konuş­
mada ( muhâtaba) kıyası kullanmağa yarayan
sınaatlann nevileri, bütün olarak, beştir: bür-
hani, cedelî, sofistâî, hatâbî37 ve şi'rî sınaatler.

Burhanl sözler38, bilinm esi istenilen «m at­


lu p » hakkında kesin b ilgi verm eğe yarayan
sözlerdir; bunu, matlubu çıkarm ak için, insan
80 İLİMLERİN SAYIMI

kendisi ile ruhu arasında kullanır; yahut


onunla başkasına hitap eder, yahut da baş­
kası bu matlubu düzeltmek için, onunla ken­
disine hitap eder. Çünkü bütün hallerinde
kesin bilgiyi ifade etm ek için kullanılır. Bu
kesin bilgiyi de aksi bulunması mümkün olma­
yan bilgidir. İnsanın bundan dönmesi mümkün
değildir, bundan dönülebileceğini zannetmesi
de mümkün değildir, onun hakkında yanlış
yaptığı şüphesine de düşmez, mugalâta onu
bu düşünceden vazgeçilm ez, b ir yön ve se-
bebten dolayı ondan şüphe etm ez ve tered­
düde düşmez.
C e d e l î sözler ( kavi) 38 iki şeyde kulla­
nılan sözlerd ir:
1. Soran, cevap verenin, meşhur sözler
ile korunmak veya zafer tem in etm ek istedi­
ğini görünce, kendisinin de ona karşı üstün­
lük ve galebe temin etm ek için, bütün insan­
ların kabul ettikleri meşhur şeyleri, sözleri
kullanmasıdır. Soran, meşhur olmayan delil
ve sözlerle cevap verene galebe çalmak ister­
se ve cevap veren de koyduğu sorunun ko­
runmasını veya zaferini meşhur olmayan söz­
lerle tem in etm ek isterse, onların ikisinin yap­
tık ları bu iş cedel yolu ile b ir iş olmaz.

2. İnsanın ya kendi kendisinde veya baş­


kasında düzeltmek istediği b ir fik ir hakkında
kuvvetli b ir zan hasıl etm ek için kullandığı
İLİMLERİN SAYIMI 81

sözlerdir. Bunlar kesin b ir b ilgi olm adığı hal­


de, insan onu kesin bir b ilgi zanneder.
S o f i s t â î sözler, insanı şaşırtmak, sa­
pıtm ak, ve yanlışa düşürmek için kullanılan
sözlerdir; gerçek (hak) olmayan şey hakkın­
da gerçek ve gerçek olan şey hakkında ger­
çek değil zannını verir; âlim olmayan kimse­
y i kuvvetli b ir âlim zannettirir, hakim olan
bir kimse hakkında da öyle değilm iş zannını
verir. Bu isim , yani safsata ism i, söz ve şüp­
he ile, insanı mugalâtaya düşürmeğe, şaşırt­
ma ve aldatmağa m uktedir kılan meharetin
adıdır. Bu da ya kendi hakkında olu r ve in­
san kendini hikm et, ilim ve fazilet sahibi zan­
neder; ya başkası hakkında olur, gerçekte
öyle olm adığı halde onun noksanlık sahibi
olduğunu zannettirir; yahut gerçek b ir fik rin
gerçek olm adığını ve gerçek olmayan b ir fik ­
rin de gerçek olduğunu zannettirir.
Bu kelime, yunanca «fe ls e fe (= h ik m e t)»
demek olan «s o fiy a » ile, «g ö z boyayan» de­
mek ola n «istis» ten m ürekkeptir; o halde
«g ö z b oyayıa hikm et» dem ektir.40 Sözler ile
herhangi bir şey hakkında göz boyacılığına
ve mugalâtaya m uktedir olan kimseye bu isim
verilir. B ir takım insanlar, — «S ofista eski za­
manlarda yaşamış b ir insanın adıdır, mezhebi
de idrâkin ve ilim lerin kıym etini yolc etm ektir;
onun fik rin i takip edip, mezhebini destekle­
yen taraftarlarına «so fistâ î» 1er adı v erilir ve
M İLİMLERİN SAYIMI

bu adamın fik ri gibi fik ir söyleyenler ile mez­


hebine yardım edenlere de bu isim verilm iştir»
derlese de, öyle değildir. Bu, cidden ahmak
olan b ir kimsenin zannıdır. Çünkü geçmiş ve
eski zamanlarda mezhebi ilim lerin ve idrâkin
kıym etsizliğini kabul etm iş olan ve bu lâkabı
taşıyan b ir insan yoktu. Eskiler, sofista lâka­
bım taşıyan b ir insanla ilg ili gördükleri için,
bir kimseye bu ism i verm iş değillerdir. Belki
onlar mehareti, konuşma tarzı, aldatma ve
yanıltm a kudreti olunca, kim olursa olsun,
halktan bir insana bu adı veriyorlardı. N ite­
kim b ir insana, cedel lâkabım taşıyan b ir in­
sanla ilgisi olduğundan dolayı, cedelî denil­
mez; belki halktan kim olursa olsun, mahare­
tinden, konuşmasının tarzından ve sınaatmı
iy i kullanmağa m uktedir olmasından dolayı
b ir kimseye «ce d e l!» denilir. Kendinde bu
kuvvet ve sınaat bulunan sofistâîdir; onun
mehareti, sanatı, sofistâîliktir; bu sanatından
ve maharetinden hasıl olan iş de, sofistâî b ir
iştir.
H a t â b î sözler,*1 insanı herhangi b ir
fik re kandırmak için kullanılan ve zihni ken­
dine söylenilen şeyler ile sükûnet bulmağa
ve, ister daha zayıf, ister daha kuvvetli olsun,
herhangi b ir şekilde o fik ri kabul ve tasdik
etm eğe m eylettiren sözlerdir. Çünkü kandırıcı
tasdikler ( et-tasdîkat-ül-iknâîye), kuvvetli zan-
dan daha aşağıdır ve bunlar birbirlerinden
İLİMLERİN SAYIMI ea

daha üstün olabilir. Sözlerin ve onunla bera­


ber kulanılan şeylerin bazılarının ötekilerden
üstün olmasına göre, bazısı ötekilerden daha
çok kuvvetli olur. Çünkü bazı kandırıcı söz­
ler ötekilerinden daha çok tesir yapar, daha
güzel söylenm iştir, ve ona daha çok güveni­
lir. N itekim şahitliklerde bazen böyle olur.
Çünkü şahitler çok oldukları nisbette habere
kandırmakta ve tasdik elde etm ekte daha te­
sirli olur ve daha çok inanç verir, ruh onların
söyledikleri şeyle daha çok sükûnet bulur. Şu
kadar var ki — kandırma kuvvetleri birbirle­
rinden üstün olm akla beraber— , hatâbî söz­
lerde kesin bilgiye yakın b ir zan hasıl edecek
b ir şey yoktur. Bu bölümde, hitâbet, cedelden
bununla ayrılır.
Ş i ' r I sözlere gelince, bu da konuşulan
şeyde, herhangi b ir hal veya şeyi daha üstün
veya daha alçak tasavvur ettirm eğe yarayan
şeylerden terkip edilendir. Bu da güzellik ve­
ya çirkinlik, yükseklik veya alçaklık, yahut
bunlara benzeyen başka b ir bakımdan olur.
Ş i'rî sözleri duyduğumuz zaman, onun
ruhumuzda hasıl ettiği hayalden, (m eselâ) hoşa
gitm eyen b ir şeye benzeyen b ir şeye baktığı­
m ız zaman ne duyarsak, öyle b ir şey duyarız:
Çünkü hemen bu şey hakkında, onun hoşla­
nılmayacak şeylerden olduğu tasavvuru hatı­
rım ıza gelir. Gerçekte onun bize tasavvur et­
tirild iğ i gibi olm adığım kesin olarak bilsek de,
84 İLİMLERİN SAYIMI

ruhumuz ondan nefret eder ve ondan uzakla­


şırız. İşin ve şeyin, şi'rî sözlerin bize tasavvur
ettirdiği gibi olm adığını bilirsek de, yine onun
hakkında, onun bu sözünün bize tasavvur et­
tirdiği gibi olduğunu kesin olarak bildiğim iz
zaman ne yaparsak, aynı şeyi yaparız. Çünkü
insanların yaptıktan, zan veya ilim lerini takip
etmekten ziyade, tasavvurlarını takip eder.
Zira insanların, zan veya ilm i tasavvurlanna zıt
olduğu halde, bir şey yapması, bu zan ve il­
mine göre değil de, sık-sık tasavvuruna göre
olur. N itekim b ir şeye benzeyen şeyler ile baş­
ka şeylere benzeyen şeylere bakmaktan ruh­
ta, aynı duygu hasıl olur.
Ş i’rî sözler, herhangi b ir şeye doğru sü­
ratle hareket ettirerek ve derece derece gö­
türerek, onu yapmağa teşvik edilen b ir insana
hitap edilirken kullanılır. Bu da, ya derece de­
rece iş yapmağa sevk edilen insanda, kendisi­
ne, doğru yolu gösterecek aklının olmaması
ve binnetice tasavvur ile yaptırılm ak istenilen
işe kalkması ve tahayyülün aklın yerini tutma­
sı ile olur; yahut kendinden istenilen hüsusta
aklı olan, fakat bu hususta düşündüğü zaman
onu yapıp yapmıyacağından emin olunmayan
b ir insan olur; bu takdirde tasavvur ile aklı
geçirm ek için hemen şi'rî sözler söylenir, ni­
hayet bu insan bu işe igirişir. Böylece, bu
işi. sonunda ne olduğunu aklı ile iyice anla-
madanğ acele ile yapmış olur; yoksa belki
İLİMLERİN SAYIMI 85

büsbütün ondan çekinir, yahut onu dikkatle,


adım adım takip eder ve sonunda, bu husus­
ta acele etmemeği ve onu başka b ir zamana
bırakmağı daha uygun görür. Bundan dolayı
öteki çeşit sözler değil, bilhassa bu şi'rî söz­
ler süslenir, bezenir; kelim elerine kuvvet ve­
rilir ve, « Mantık ilmi » ’nde zikrettiğim şeyler
ile, onun parlaklık ve güzelliği artırılır.

Kıyasların sınıflan , kıyas sınaatlan ve bü­


tün işlerde herhangi b ir fik ri düzeltmek için
kullanılan konuşmaların çeşitleri bunlardır.
Bunlar, bütün olarak, beştir: Kesin b ilgi ve­
renler (yahni), zan verenler (zannî), şaşırtan­
lar (mugallita), kanaat verenler (ntuhtia) ve
hayaller verenler ( muhayyile).

Bu beş smaattan her birinin, kendine mah­


sus şeyleri ile Ötekilerle müşterek olan başka
şeyleri vardır.

K ıyas! sözler, ister ruhta bulunsun, isterse


ses ile harice çıkm ış olsun, birleştirilm iş ( mü
ellef) sözlerdir: Ruhta bulunanlar b ir tek şeyi
düzeltm ek (ıtashih) için biribirine yardım eden
biribirine bağlı ve tertip li olan birçok mâkul­
lerdir; ses ile dışarı çıkanlar ise, bu mâkul­
lere delâlet eden ve onlara müsavi olan biri-
birine bağlı, tertip li birçok kelim elerdir. Bun­
lar, onlarla hürleşerek dinleyendeki b ir şeyi
düzeltm eğe yardım eder.
8b İLİMLERİN SAYIMI

Sesle dışan çıkan sözlerin en azı, ik i tane


ikişer ikişer kullanılan kelim elerden mürek­
keptir, ruhta bulunan sözler de ik i tane ik i­
şer ikişer bulunan tek mâkulden mürekkep­
tir. Basit olan sözler işte bunlardır.

K ıyasî sözler basit sözlerin birleştirilm esi


ile meydana getirilir. Bunlar, o zaman mürek­
kep sözler olur. Mürekkep sözlerin en azı iki
basit sözden mürekkep olanlardır; en çoğu
ise hudutsuzdur. H er kıyasî sözün en büyük
bölüm leri basit sözlerdir, en küçük bölüm leri
ise, bölüm lerinin bölüm leridir, bunlarda tek
m âkuller veya onlara delâlet eden tek keli*
m eledir.
O halde m antığın bölüm leri, zarurî ola­
rak, 8 olur ve her b ir bölüm b ir kitapta bu­
lunur:

B irinci kitapta, m âkuller ile onlara delâlet


eden tek kelim elerin kanunları vardır. O da
arapçada « mâkulât» (catâgorie), yunancada
«katîgorîyâs» adı verilen kitapta bulunur.

İkincisinde, ikişer ikişer ik i tek mâkulden


terkip edilm iş m âkuller ile, ikişer ikişer ik i
kelimeden mürekkep olup, bunlara delâlet
eden kelim elerden ibaret olan basit sözlerin
kanunları vardır. O da arapçada *el-ibûre»
ve yunancada *Bârî erîmınyâs» denilen ki­
tapta bulunur.
İLİMLERİN SAYIMI >7

Uçüncüsünde, beş sınaatta müşterek olan,


kıyaslan sınayıp denemeğe yarayan kanunlar
vardır. Bu da arapçada «el-kıyâs», yunancada
«ânâlûtîka’l-ûlâ» adı verilen kitapta bulunur.
Dördüncüsünde, burhan! sözleri sınamağa
yarayan kanunlar ile felsefeyi mükemmel ve
tam b ir hale getiren şeylerin kanunlan vardır.
Bu bölümde b ir de işlerinin daha tam, daha
üstün ve daha mükemmel b ir hale gelmesine
yarayan her şeyin kanunlan bulunur. Bu
arapça *el-Burhân» ve yunanca « Ânûtâtîka
’s-sâniye» denilen kitaptır.
Beşincisinde, cedelî sözlerin sınanmasında
kullanılan sözler, cedelî soru ve cevapların
nasıl olacağı, bütün olarak, cedel sınaatını
tamamlayıp mükemmel b ir hale getirm eğe
yarayan ve işlerini daha mükemmel, daha
üstün ve daha tesirli b ir hale getiren şeylerin
kanunlan vardır. Bu arapça « Kitâb-ül-mevâzİ'
•il-cedeltye» («C ed el yerleri k ita b ı») ve yunan­
cada *Tûbikâ» dır.
Altıncısında, ilk önce, gerçek (hak) hak­
kında insanı yanıltm ağa, aldatmağa ve şaşırt­
mağa yarayan şeylerin kanunlan ile, ilim lerde
ve sözlerde aldatmak ve yalan söylemek is­
teyen kimsenin kullandığı bütün şeyler sayılır.
Sonra, bunun arkasından, yalan saçıp aldata­
nın kullandığı yanıltıcı sözlerin karşılanması
için lâzım gelen bütün şeyler sayılır; bunların
as İLİMLERİN SAYIMI

nasıl bozulacağı, neler ile reddedileceği ve


insanın araştırdığı şeyde (matlûb) yanlıştan
veya yanıltmadan nasıl korunacağı gösterilir.
Bu kitaba yunancada uSofistikâ» denilir ki,
mânası «Y a n ıltıcı felsefe» (el-hikmet-ül-mümev-
vi/ıe)'dir.
Yedincisinde, hatâbî ( hutbî) sözleri, nu­
tukların ve güzel konuşan ve hatip kim selerin
sözlerinin çeşitlerini sınayıp denemeğe yara­
yan kanunlar bulunur, ve bu sayede onların
hitabet tarzına uygun olup olm adıkları anla­
şılır. Bu bölümde hitabet sınaatmı tamamlayıp
mükemmel b ir hale getirm eğe yarayan bütün
şeyler sayılır. Hatâbi sözlerin, türlü işlerin
ayn ayn her b ir bölümünde nutukların, nasıl
yapıldığım ve hangi şeyler ile bunların daha
iy i ve daha mükemmel b ir hale geldiğini,
işinin daha tesirli ve daha b eliğ olduğunu
bild irir. Bu kitaba yunanca Ritörikâ denilir
ki, « Hitabet» dem ektir.
Sekizincisinde, şürler ve meydana geti­
rilm iş olan ( ma'mûl) şi’r î sözlerin çeşitleri ile
çeşitli işlerde ayn ayn yapılan şiirleri sınayıp
denemeğe yarayan kanunlar vardır. Aynı za­
manda şiir sınaatmm mükem m elleştirilmesine
yarayan bütün işler sayılır. Bunlardan her
b ir sınıfın sanatının nasıl olduğu, hangi şey­
lerden yapıldığı, hangi şeyler ile mükemmel-
leştiği, daha iyi, daha kuvvetli, daha parlak
ve daha hoş olduğu, daha b eliğ ve daha te-
İLİMLERİN SAYIMI 89

sirli olm ak için hangi haller bulunması lâzım


geldiği sayılır. Bu kitaba yunancada *B6yöti-
ka» adı verilir ki, «ş iir k itab ı» dem ektir.
M antığın bölüm leri ve her b ir bölümün
içinde bulunan bütünler bunlardır.
Dördüncü bölüm, şeref ve başkanlığa en
çok yaklaşanıdır. Mantıktan ilk önce dördün­
cü bölüm istenir. Geri kalan bölüm leri dör­
düncü bölüm için yapılm ıştır. Çünkü ondan
önce gelen üçü, öğretm e tertibinde, ona ha­
zırlık, giriş ve yollardır. Ondan sonra gelen
dört tanesi ise, ik i şey içindir.
1. Onların her birinde, dördüncü bölümün
aletleri yerini tutmakta olm aları dolayısı ile,
herhangi b ir yardım ve destek, çok veya az
b ir fayda vardır.
2. Korunma bakımından. Çünkü eğer in­
san, bu sm aatlan, her birinin kanunlarını öte­
kinin kanunlarından ayn olarak bilecek kadar
bilfü (en acte) birbirlerinden ayırmazsa, in­
san, gerçek ve kesin b ilgiyi elde etm ek iste­
d iği vakit, cedelî olduğunu bilm eksizin, cedell
şeyleri kullanıp kullanmadığından em in olm az
ve sonunda kesin bilgiden sapıp, kuvvetli
zanlara düşer; yahut bilm eksizin hatâbî şey­
le r kullanmış olur ve böylece kandırma yolu­
na sapar; yahut bilm eksizin yanıltıcı ( mugal-
lit) sözleri kullanmış olur; o zamanda da bu
sözler, gerçek (hak) olmayan şeyi ona gerçek
90 İLİMLERİN SAYIMI

tasavvur ettirir ve o da ona inanır, veya ken­


disini şaşkınlığa düşürür; yahut kullandık­
larının şi’r î sözler olduğunu bilm eksizin şi'rî
sözler kullanmış olu r ve böylece inançların­
da hayallere, tasavvurlara istinat etm iş olur.
Bu hallerde, akim ca gerçeğe giden yola girip,
istediğini bulduğunu sanır; halbuki gerçekte
ona tesadüf etm em iştir. N itekim gıdaları ve
ilaçlan bilen kimse, alâm etlerini ve bilgisini
kesin olarak öğrenecek kadar zehirleri bun­
lardan ayırmayacak olursa, bilgisizliği yüzün­
den, onlan gıda ve ilâç sanarak, almak ve te­
le f olm ak tehlikesinden kurtulamaz.
İkinci halde ise, dört smaattan her b iri­
nin ehline, o smaatın tam ve mükemmel
olm ası için lâzım olan şeylerin hepsini verm iş
olur, ö y le ki insan m eharetli b ir cedelci o l­
mak isterse, kaç şeyi öğrenmeğe muhtaç ol­
duğunu anlar; sözlerinde cedel yoluna girip,
girm ediğini öğrenmek için, nefsinde veya baş­
kasında, sözlerini ne ile sınayıp, kontrol ede­
ceğini anlar; m eharetli b ir hatip olm ak iste­
diği zaman, kaç şey öğrenmeğe muhtaç oldu­
ğunu b ilir; sözlerinde hitabet yoluna mı, yok­
sa başka b ir yola m ı gittiğini bilm ek için han­
gi şeyler ile, ruhunda veya başkasında bun­
ları kontrol edip sınayacağını anlar. Aynı şe­
kilde, m eharetli b ir şair olm ak istediği za­
man, kaç şey öğrenmeğe muhtaç olduğunu
anlar; sözlerinde şiir yoluna girip girm ediğini,
İLİMLERİN SAYIMI gj

veya ondan sapıp, ondan başka b ir yolu


onunla karıştırıp karıştırm adığım bilm ek için,
kendi ruhunu ve kendinden başka şairleri
hangi şeyler ile sınayıp kontrol edeceğini
anlar. Yine aym şekilde, başkasım yanıltm ak
için ve kimsenin kendisini yanıltmaması için
kendisinde kudret bulunmasını istediği zaman,
kaç şey öğrenmeğe muhtaç olduğunu anlar.
B ir de, her söz ve her fik ird e kendisinin yan­
lış yapıp yapm adığını veya yanıltılıp yanıltıl-
m adiğini ve bunun neden dolayı böyle oldu­
ğunu bilm ek için, onu hangi şeyler ile, sına­
yıp kontrol edebileceğini anlar.
Üçüncü Bölüm
TA L İM İL İM L E R İ
H A K K IN D A

Bu ilim , kitabın başında saymış olduğu­


muz yedi büyük bölüme ayn lır.

Sayt (aded) ilmi.


Sayı ilm ine gelince, bu ad ile bilinenler
iki ilim d ir:
1. Am eli sayı ilm i,
2. Nazarî sayı ilm i.

Am eli sayı ilm i, sayısının tesbit edilm esi


lüzumlu olan sayılı şeylerin sayılan olm ak
bakımından sayılan tetkik eder. Bunlar da
insanlar, atlar, altınlar, küçük paralar (dirhem­
ler) ve başkalan gibi sayısı olan cisim ler ve
cisim lerden başka şeylerdir. H alkın pazarlar­
daki ve şehirlerdeki muamelelerinde kullan­
dıkları, bu sayı ilm idir.

Nazarî olan sayı ilm ine gelince, bu, sayı­


la n zihinde cisim lerden ve sayılan her şeyden
tecrit edilm iş olduğu halde, mutlak olarak
tetkik eder. Sayılara, kendileri ile sayılması
mümkün olan m ahsusattan" ayn olarak ve
İLlMi-LRlN SAYIMI 93

mahsusatın ve gayrisinin sayılan olan bütün


sayılan içine alabilecek b ir yönden bakar,
ilim ler bütünü araşma giren budur.
Nazari sayı ilm i, mutlak b ir surette bir­
birine nisbet edilmeden, yalm z olarak sayıla­
rın kendilerinde hasıl olan her türlü halleri
tetkik eder; meselâ ç ift (zevç), tek (ferd)
olm alan gibi. B ir de birbirlerine nisbet (izafe)
edildikleri zaman hasıl olan halleri tetkik
eder. Bunlar da eşitlik ( tesûvi), birbirinden
çok olm a (tefâzul), b ir sayının bir başkasının
b ir bölümü veya onun bölüm leri veya onun
iki katı veya onun kadar, yahut b ir bölüm
veya birkaç bölüm ziyadesi olm asıdır; oranlı
(;mütenâsip), yahut oransız (gayr-1 mütenâsip),
müteşâbih,44 yahut gayr-ı müteşâbih, müteşâ-
rik veya mütebâyin olm asıdır. Sonra, bazısı­
nın bazısına eklenmesinden veya onunla top­
lanmasından, birinden birinin çıkarılmasından
veya ayrılmasından, b ir sayının birkaç başka
sayının b irler (âhâd) sayısı ile çarpılasından
ve b ir sayının başka b ir sayının b irler (âhâd)
sayısı ile bölünmesinden hâsıl olan halleri
tetkik eder. Meselâ sayı m urabba," yahut
musattah, yahut mücessem, yahut tam, yahut
tamın gayn olur. Çünkü sayı ilm i bütün bun­
ları ve ik i sayı birbirine nisbet izâfe) edil­
diği zaman hâsıl olan halleri araştırır ve b ili­
nen sayılardan sayıların çıkarılm asının, elhasıl,
yolu ve hususiyeti sayılardan çıkarılm a olan
94 İLİMLERİN SAYIMI

her şeyin çıkarılm asının ne yoldan ve nasıl


olduğunu b ildirir.

Hendese (geometri) ilm i:


Hendese ilm ine gelince, bu ad ile bilinen
ilim ik i şeydir:
1. Am elî hendese.
2. Nazarî hendese.
Am elî hendese, bunu kullanan marangoz
ise, ağaç cisminde; bunu kullanan dem irci
ise, dem ir cisminde; bunu kullanan mimar
ise, duvar cisminde, çizgi ve yüzeylere bakar;
mühendis (= ö lçü cü , kadostro memuru) ise,
yerlerin, tarlaların yüzeylerine bakar. Böylece
am elî hendeseyi bilen herkes, aklında, o ame­
lî sınaatın konusunu teşkil eden maddeden
ibaret olan b ir cisim de olm ak üzere çizgiler,
yüzeyler, dörtgenler, daireler ve üçgenler ta­
savvur eder.

Nazarî olam , cisim lerin yüzey ve çizgile­


rine, mutlak ve umumi olarak, bütün cisim ­
lerin yüzey ve çizgilerini kavrayacak şekilde,
bakar. (Bununla meşgul olan) kimse ruhunda,
hangi cisim de olduğuna ehemmiyet vermeden,
umumî şekilde çizgiler tasavvur eder; yine
ruhunda, hangi cisim de olduğuna ehemmiyet
vermeden, en umumî yönden yüzeyler, dört­
gen, daire ve üçgen tasavvur eder; yine hangi
İLİMLERİN SAYIMI 95

cisimde, hangi madde ve mahsusta olduğuna


ehemmiyet vermeden, en umumî yönden, ha­
cim li şekillde tasavvur eder. Ruhunda ağaç,
duvar, yahut dem ir olan b ir hacim li şekil değil,
fakat bunların hepsini içine alan b ir hacimli
şkil düşünerek, mutlak olarak, tasavvur eder.
İlim ler bütününe giren bu ilim dir. Bu,
mutlak olarak, çizgi, yüzey ve hacımlarda şe­
killerini, m iktarlarını, birbirlerine eşit oluşla­
rım, birbirinden fazla oluşlarını, duruşlarımı)
ve tertiplerinin çeşitlerini inceler. N okta, açı
ve başkaları gibi onlarda bulunan şeyleri araş­
tırır. B ir de oran tılı (m ütenâsip) olanlar ile
olm ayanları, onların nelerden elde edilm iş ol­
duklarım, müteşârik olanlar ile mütebâyin
olanları, muntak ve asam4* olanlarını, ve bu
ikisinin çeşitlerini araştırır. Nazari hendese,
yolu bunlardan yapılm ak olan her şeyin ya­
pılmasındaki yönü, yolu bundan çıkarılm ak
olan her şeyin çıkarılm ası yönünün nasıl oldu­
ğunu b ildirir. B ir de bütün bunların sebeble-
rini gösterir ve hakkında şüphe edilm esi müm­
kün olm ıyan kesin ilim veren burhanlar ile
bunların neden dolayı böyle olduğunu bildi­
rir. Hendesenin baktığı araştırdığı şeylerin
bütün bunlardır.

Bu ilim ik i bölüm dür:


1. Çizgi ile yüzeylere bakar,
2. H acim li olan şeylere ( mücessem) bakar.
98 İLİMLERİN SAYIMI

H acim li şeylere bakan, küp, piram it, kü­


re, silindir, prizm a ve koniler gibi, hacim li
şekillerin nevilerine göre, bölüm lere ayrılır.
Bütün bunlara ik i yönden b a k ılır:
1. Bunlardan her birine yalnız başına bak­
m aktır. Meselâ yalnız başına çizgilere, yalnız
başına yüzeylere, yalnız başına küpe, yalnız
başına piram ide bakmak gibi.
2. Onlara ve birbirlerine nisbet ( izâfe)
edildikleri zaman hasıl olan şekillere bakmak­
tır. Bu da ya birin i ötekisine kıyas etm ekle
olur. O zaman birbirlerine eşit olm alarına, b ir
birlerinden fazla olm alarına, yahut her ikisin­
den başka hallerde bulunmalarına bakılır;
yahut da b ir ötekisi ile b irlik te b ir araya kot-
nur ve tertip edilir. M eselâ b ir çizgiyi b ir cis­
me, yahut b ir yüzeye, yahut b ir hacmi b ir hac­
me koyup tertip etmek.
Bilm ek lâzım dır ki, hendese ile sayılar
ilm inin, tem elleri ve esasları ve bu esaslardan
çıkm ış başka şeyleri vardır. Esaslar mahdut­
tur, fakat esaslardan çıkanlar hudutsuzdur.
Uklîdes el-Fîsâgöri’47nin yazdığı söylenen
kitapta, hendese ve sayının esastan vardır.
Bu el-Ustukussât kitâbı diye tanınm ıştır. Bun­
larda bakış iki yön d ed ir: Analiz ( tahlil) ve
sentez (terkip). Bu ilm in ehlinden olan eski
kim seler kitaplannda her ik i yolu birleştiri­
yorlardı. Ancak Uklîdes böyle yapmadı, çün­
İLİMLERİN SAYIMI 97

kü o, kitabındaki b ilgileri yalnız sentez ( terkip)


yoluna göre tertip etm iştir.

Menazır ilmi**:
M enazır ilm i, hendese ilm inin tetkik et­
tiği şekilleri, büyüklükleri, tertibi, duruşları,
eşitlikleri, an ık lık ları ve başka halleri tetkik
eder; fakat, bunları, mutlak olarak çizgi, yü­
zey ve hacımlarda (mücessemlerde) bulunma­
sı bakımından tetkik eder.
O halde hendesenin bakışı daha umumî­
dir. Hendesenin tetkik ettiği şeyin bütününe
dahil olduğu halde, menazır ilm in i ayırmak
ihtiyacı şundan doğmuştur: Hendesede, her­
hangi b ir şekil, duruş, tertip ve başka bakım­
dan b elli b ir halde bulunması lâzım gelirken,
çoğu zaman kendilerine bakıldığı vakit, bu­
nun aksi halde bulunurlar. Çünkü her hangi-
b ir uzaklıktan bakıldığı takdirde, gerçekte
dörtgen olan şekiller daire şeklinde, birbi­
rinden daha uzak olanlar ( mütevalİ) birbirin­
den artık, birbirinden artık olanlar birbirine
eşit görünür. B ir tek yüzey üzerine konulmuş
şeylerin b ir çoğunun, bazısı daha alçak, ba­
zısı daha yüksek görünür; önde bulunan b ir­
çok şeyler, arkada kalmış gibi görünür. Bun­
ların benzerleri çoktur.
Gerçekte bulunduğundan başka görünen
şeyler ile gerçekte olduğu gibi göze görü­
98 İLİMLERİN SAYIMI

nenler, bu ilim sayesinde, birbirinden ayn lır.


Bu ilim , bütün bunların sebeplerini, neden
dolayı öyle olduklarını, kesin burhanlar4' ile,
gösterir. Bu ilim gözün, hakkında yanlış yap­
ması mümkün olan her şeyde, yanlış yapma­
ması, belki baktığı şeyde, miktarında, şek­
linde, duruşunda, tertibinde ve gözün, hak­
kında yanlış yapması mümkün olan başka
şeylerinde, gerçeğe erişm esi için alınacak ted­
birlerin ne olacağım bildirir.
Bu sınaat sayesinde insanın yetişemiyece-
ği derecede kendisinden uzakta bulunan bü­
yüklüklerin ölçülm esi kabildir. B ir de bize
nazaran boyutlarının m iktarlarım ve. birbir­
lerine nazaran, boyutlarının ne olduğunu
anlamak mümkündür. Bunlar da uzun, yüksek
ağaçların ve duvarların yüksekliği, vadi ve
nehirlerin genişliği, hattâ gözün görebildiği
kadar, dağların yüksekliği, vadi ve nehirlerin
derinlikleri, sonra içinde bulunduğumuz yere
nazaran bulut ve başka şeylerin uzaklıkları,
yerin hangi kısmının hizasında bulundukları;
sonra, gökteki cisim lerin, yıldızların, ve ken­
dilerine ayn ayrı yerlerden bakılm ası mümkün
olan her şeyin uzaklıkları ve ölçüleri gibi
şeylerdir. Elhasıl bu ilim , göz ile görüldükten
son^a, ölçüsü ve her hangi b ir şeyden uzak­
lığ ı bilinm ek istenilen her büyüklüğü verir.
Bunların bazısı gözün yanlış yapmaması için,
onu düzeltmek gayesi ile, kullanılan aletler
sayesinde, bazısı da aletsiz olur.
İLİMLERİN SAYIMI 99

Bakılan ve görülen her şey, havadan,


yahut gözlerim iz ile bakılan şey arasında bu*
lunan saydam ( şeffaf) cisimden geçip, o şeye
varan ışıklar vasıtası ile görülür.90

Bakılan her şeye kadar saydam cism i


geçen ışıklar, ya düz (müstakim), ya dönen
(mün'attf), ya akseden (miin akis) veya kınk
(imünkesir) olur.

Düz ( müstakim) olan ışık, gözden çıktığı


zaman, geçerek kesilinceye kadar, göz tara­
fına doğru uzayan ışıktır.

Dönen (mün’attf) ışık, gözden geçerek


uzadığı zaman, yolunda ilerleyip gitmeden
önce, önüne b ir ayna çıkıp, yönii üzerinde
ilerlem esine engel olunan, sonra aynanın ta­
raflarından birine dönerek bükülen, sonra
bakanın önünden geçip, şu şekilde olduğu
gibi, döndüğü taraftan uzayan ışıktır.

Akseden (mün’akts) ışık, bakan b ir kim­


senin gözünden çıkıp, ilk önce gittiği yolda
ıno İLİMLERİN SAYIMI

bulunan aynadan dönerek aynı kimsenin cism i


üzerine düşen ışıktır. Bakan insan kendini bu
ışık sayesinde görür.

K ırık ( münkesir) ışık, bakan b ir kimsenin


gözünden çıkarak, kendi tarafına doğru ay­
nadan dönen ve ondan ayrılarak yönlerinden
birine doğru uzayan ve bakan başka b ir
kimsenin arkasında, sağmda, solunda veya
üstünde başka b ir şey üzerine düşen ışıktır.
İnsan, o zaman, arkasında yahut öteki taraf­
larından birisinde bulunan şeyi görür. Bu şu
şekildeki gibi olur:

Göz ile bakılan şey arasında bulunan


aracı ve ayna, bütün olarak, saydam cisim ­
lerdir. Bunlar da ya hava, su ve gökte bulu­
nan her hangi b ir cisim dir, yahut cam veya
ona benzeyen şeyler gibi tarafım ızdan yapıl­
mış olan bazı cisim lerdir.
İLİMLERİN SAYIMI 101

İşık lan çevirip, aldıklan yönlere doğru


gitm ekten alıkoyan aynalar, ya yanım ızda bu­
lunan dem ir veya başka şeylerden yapılm ış
aynalar olur, yahut nem li yoğun ( kesif) buhar,
su ve buna benzeyen başka b ir cisim olur.

İşte m enazır ilm i, kendilerine bakılan ve


bu dört türlü ışıklar ile ve aynalann her bi­
rinde görülen her şeyi ve bakılanda hasıl
olan her şeyi araştırır, tetkik eder.

Bu ilim ik i bölüm e ayrılır:


1. Düz ( müstakim) ışıklar ile bakılan ci­
sim leri tetkik eder,
2. Düz olmayan (gayr-i tnüştakim) ışıklar
ile bakılan cisim leri tetkik eder. Bu da aynca
«ayna ilm i» nde tetkik edilir.

Yıldızlar ümi
Y ıldızlar ilm ine gelince, bu ad ile bilinen
iki ilim d ir:
1. Yıldızlardan çıkarılan hükümler ilm i.
Bu da, yıldızların gelecekte meydana çıkacak
şeyler ile, hâlâ mevcut veya geçmiş şeylerden
b ir çoklarına delâlet etm esini tetkik eden
ilim dir.52
2. Müsbet {talimi) yıldızlar ilm i. İlim ler
ve öğretm eler (ta’limler) arasında sayılan bu-
dur. ötek isi ise, ancak rüya tabiri, falcılık.
102 İLİMLERİN SAYIMI

bakıcılık ve benzerleri gibi insana olacak şeyi


haber verm ek iktidarım kazandıran kuvvet ve
meharetlerden sayılır.

Müsbet (talim i) yıldızlar ilm i gökteki ci­


sim lerde ve yer yüzünde üç bütünü tetkik
e d e r:
a) Gökteki cisim lerin şekillerini, b irb irle­
rine nazaran duruşlarım ve âlem içindeki
m evkilerini, cisim lerinin m iktarlarım , birbirleri
ile nisbetlerini, birbirlerinden uzaklıklarının
m iktarını ve yer yüzünün, bütün olarak, yeri­
ni değiştirm ediğini ve yerinde de hareket et­
m ediğini tetkik eder.53

b ) Gökteki cisim lerin hareketinin kaç ol­


duğunu, hareketlerinin hepsinin küre şeklimde
bulunduğunu, gerek yıldızlan , gerekse yıldız­
lardan başka şeylerin hepsini içine alan şey­
leri, bütün yıld ızlan içine alan şeyleri, sonra
yıldızlardan herbirine mahsus olan hareket­
leri, bu hareketlerin her birinin kaç çeşit ol­
duğunu, kendilerine doğru hareket ettikleri
yönleri, onlardan her birinde bu hareketin
neden dolayı var olduğunu (araştınr) ve birer
b irer her yıldızın her türlü hareketleri ile, her
bir vakitte, burçlann bölüm lerindeki yerlerini
tesbit etm ek için ne yapılacağım bildirir.

B ir de gökteki cisim lerde meydana gelen


şeyleri ve onların burçlardaki hareketlerin­
İLİMLERİN SAYIMI 10 3

den meydana çıkan hallerin her birini, kavuş­


m a (içtimâ), ayrılm a ( iftirak) ve duruşlarının
birbirlerinden farklan gibi birbirine nisbet
(izâfe) edildikleri zaman hasıl olan halleri
tetkik eder.
B ir de, bütün olarak, güneşin tutulması
gibi, yer yüzüne nisbet (izâfe) edilmeden,
onun kendi hareketlerinden hasıl olan bütün
şeyleri ve ayın tutulması gibi, yer yüzünün
ona nazaran, âlemde içinde bulunduğu yerde
duruşu sebebi ile, onda meydana çıkan bütün
şeyleri (tetkik eder). «T eşrik » ve «ta g rib » 1er*4
gibi olan bu şeylerin açıklanmasını, sayısını,
hangi halde olduğunu, bunların onlarda hangi
vakitte meydana çıktığım ve ne kadar zaman­
da olduğunu (araştırır).
c) Y er yüzündeki mamur yerler ile ma­
m ur olmayan yerleri tetkik eder. Mamur yer­
lerin ne kadar olduğunu, en büyük kısım ları­
nın, yani iklim lerinin” kaç olduğunu açıklar.
O zaman mevcut bulunan meskûn yerleri,
her meskûn yerin nerede olduğunu, âleme
göre tertibinin ne olduğunu sayar. H er şey
için müşterek olan ve yer yüzünün içinde bu­
lunduğu mekân sebebi ile, gece ve gündü­
zün b ir b iri arkasından gelmesinden ibaret
bulunan âlem in b ir defa dönmesinden4* iklim ­
lerin ve oturulan yerlerin her birinde, zaruri
olarak, hasıl olm ası lâzım gelen güneşin ve
yıldızların doğma ve batm a zamanlarım, gün
1(04 İLİMLERİN SAYIM)

ve gecelerin uzunluk ve kısalığını ve benzer­


leri gibi şeyleri araştırır.
Bu ilm in içine aldığı şeylerin bütünü bu-
dur.

Musiki ilmi.
Musiki ilm ine gelince, bu ilim bütün ola­
rak, m elodilerin (lahtı) çeşitlerini, neden, ne
için ve nasıl terkip edildiklerini, daha tesirli
ve dokunaklı olm aları için hangi hallerde bu­
lunmaları icap ettiğini bilm eğe yarar.

Bu ad ile bilinen ilim ik i ilim dir.


1. Am elî musiki ilm i,
2. Nazarî musiki ilm i.

Am elî musiki ilm i, duyulan ( mahsûs) nağ­


m elerin çeşitlerini, ister tabiî, isterse su n i bir
şekilde olsun, kendileri için hazırlanm ış olan
aletlerde bulunmasını tem ine yarayan ilim dir.

Tabiî musiki aletleri gırtlak (hançere), kü­


çük dil, bunun yanında bulunan uzuvlar, (or­
gan), sonra burundur. Sun'î olanlar, flü t, ud-
lar ve başkalarıdır.

Am elî musiki ile uğraşan kimse, nağme


ve m elodileri ( lahtı) ve onlarda hasıl olan her
şeyi, üzerinde onlan çıkarmak itiyadında ol­
duğu aletlerde bulunması bakımından tasav­
vur eder.
İLİMLERİN SAYIMI 105

Nazarî musiki ilm i ise, bunların ilm ini


verir. Bu akıl ile idrak olunan (m a'kule) bir
ilim dir. B ir de m elodileri (elhân) meydana ge­
tiren her şeyin sebeblerini verir. Bunların b ir
maddeden çıkarılm ası bakımından değil, belki
mutlak olarak ve her alet ve her maddeden
çıkarılm ası bakımından bu sebebleri verir.
Bunları hangi aletle ve hangi cisim ile olursa
olsun, umumî olarak, duyulmuş olm aları ba­
kımından ele alır.

Musiki ilm i beş büyük bölüm e a y n lır:

tik bölüm, bu ilim de bulunan şeyleri çı­


karmak için kulanılan esas (mebde’) ve ilk
bilgilerden, bu ilk bilgilerin nasıl kullanıldı­
ğından bu sınaatın hangi yol ile çıkarıldığın­
dan, kaç şeyden terkip edilip kemale getiril­
diğinden, bu ilim de bulunan b ilgileri araştı­
ran kim selerin nasd olm âsı icap ettiğinden
bahseder.

ikinci bölüm, bu smaatın usulünden bah­


seder. Bu da nağm elerin çıkarılm asını, sayıla­
rının kaç olduğunu, nasıl olduklarını, çeşitle­
rinin ne kadar olduğunu ve birbirlerine nis-
betlerini açıklar. B ir de bütün bunlar hakkında
getirilen d eliller üzerinde araştırm alar yapar;
nağmelerin duruşlarındaki (evzâ’) çeşitleri, is­
teyen onlardan istediğini alsın ve aldıkların­
dan m elodiler meydana getirsin diye hazırlan­
106 İLİMLERİN SAYIMI

m ış b ir hale gelmesine yarayan tertipler hak­


kında araştırm alar yapar.

Uçüncüsü, usul bahsinde meydana çıkan


şeyler ile nâğm eler için hazırlanm ış olan, hep­
si çalgı âletleri üzerlerinde çıkan ve bunların
üzerlerindeki yeri usuller bölümünde açıkla­
nan tertipte ve m iktar üzerinde bulunan bu
sınaata mahsus âletlerin çeşitleri hakkındaki
burhanlar ile sözler arasındaki uygunluğu
araştırır.

Dördüncüsü, nağm elerin vezinleri olan ta ­


b ii î&a'lann sın ıflan hakkındaki bölümdür.

Beşincisi, bütün olarak, m elodilerin (lafın)


meydana getirilm esi, sonra tam m elodilerin
meydana getirilm esi hakkındadır. Bu bölümde
bir tertip ve intizam ile terkip edilm iş şiirler
ve ayrı ayrı m elodilerin gayelerine göre, na­
sıl ayn ayrı yapıldıktan hakkında araştırm alar
yapılır. M elodilerin yapılmasına sebeb olan
gayeye erişm ek için onu daha tesirli ve daha
dokunaklı b ir hale getiren halleri bildirir.

Ağırlıklar ilmi.sr
A ğırlıklar ilm ine gelince, bu ilim , ağırlık­
tan çekmek hususunda iki konuyu inceler:
Ağırlıklara, ya ağırlıklarını tayin etm ek, veya
kendileri sayesinde başka şeylerin ağırlıklan-
m tayin etm ek bakımından bakmakdır. Bu
İLİMLERİN SAYIMI 107

bölüm teraziler hakkmdaki sözün, bahsin esas*


lannı tetkik edip araştırır. B ir de hareket et­
tirilen veya hareket ettirm ekte kullanılan ağır­
lıklara bakm aktır. Bu bölümde ağır şeylerin
kaldırılm asında ve b ir yerden bir yere taşın­
masında kullanılan aletlerin dayandığı esasla­
rı tetkik eder.

Tedbirler (hiyel) ilm i."


Tedbirler ( hiyel) ilm ine gelince, bu bah­
sedilmiş olan öğretm e {ta'lim) ilim lerinde, var­
lıklarına burhanlar verilen her şey ile tabiî
cisim ler hakkmdaki söz, bahis ve burhanların
birbirine uyduklarını gösterm ek için alınacak
tedbirin nasıl olduğunu gösteren ilim dir. Çün­
kü bu ilim lerin hepsi çizgilere, yüzeylere, ha­
cim lere (mücessem) ve baktıkları başka şey­
lere, onlan yalnız mâkul ve tabiî cisim lerden
alınmış telâkki ederek bakarlar. Bunların ta­
b iî cisim ler ile duyulur cisim lerde (mahsus&t)
var edilm esi ve irade ile meydana çıkarılm ası
istendiği zaman, daha önceden onlarda bu­
nun meydana getirilm esini ve b irb irleri ile
uygunluklarını tertip ve nizama sokacak b ir
kuvvete muhtaç olunur. Zira madde ve du­
yulur ( mahsûs) cisim lerde öyle haller vardır
ki, burhanlar ile meydana çıkan haller tesa­
düfi b ir suret ve tarzda onlara konulmak is­
tenince, bu haller onlann oraya konulmasına
engel olur. O zaman, tabiî cisim lerin, üzer­
108 İLİMLERİN SAYIMI

lerinde meydana getirilm ek istenen şeyi ka­


bul edecek b ir hale getirilm esine, engel olan
şeyleri ortadan kaldırm ak için, b ir muameleye
tabi tutulmasına ihtiyaç hasıl olur.

İşte tedbirler (hiyet) ilm i, tedbirler bilgi­


sinin nasıl olduğunu, bunların tabii ve duyu­
lur ( mahsus) cisim lerde sun'î olarak ve b ilfiil
meydana getirilm esi için muam elelerin yolla­
rım veren ve onları bildiren ilim lerdir.

Sayı tedbirleri ( hiyet) bunlardandır ve bu­


nun birçok yönleri vardır. Zamanımız (IV .-X .
yüzyılın başlan) halkı arasında, «ceb ir ve
mukabele58» diye tanınan ilim ile benzerleri
bunlardandır. Şu kadar var ki, bu ilim sayı­
lar ilm i ile hendesede (geometri) m üşterektir.
Bu, Uklîdîs'in Üstukussât adlı kitabının onun­
cu bahsinde esaslarını verdiği «m untak» ve
«asam » 1ar80 ile, o bahiste zikretm edikleri hak­
kında kullanılmağa yarayan sayılan çıkarmak
için alman tedbirlerin nasıl olduğunu göste­
rir. Çünkü «m untak» ile «asam » m birbirlerine
nisbeti (oran) sayılann sayılara nisbeti (oran)
gibi olduğundan, her sayı, «m untak» veya
«asam », herhangi b ir büyüklüğe benzer olur.
Büyüklüklerin nisbetlerinin benzerleri olan sa­
yılan çıkardığın zaman herhangi b ir yönden
büyüklükleri çıkarm ış olursun. Bundan bazı
sayılar, «m untak» büyüklüklere benzer olsun
diye «m untak» yapılm ış, bazı sayılar da,
İLİMLERİN SAYIMI 109

«asam » büyüklüklere benzer olsun diye,


«asam » yapılm ıştır.

Hendese (geometri) tedbirleri (\hiyet) de


bunlardandır. Bunlar çoktur.
Binanın reisliği sınaatı bunlardandır61.

Türlü türlü cisim leri ölçm ek için alınan


tedbirler bunlardır.

Y ıld ızla r için aletler, m usiki aletleri yap­


mak, yaylar ve türlü silahlar gibi birçok amelî
sınaatlar için aletler hazırlam ak huşundaki
tedbirler de bunlardandır.

Uzakta bulunan ve kendilerine bakılan


eşyanın gerçekte nasıl olduğunu anlamak gibi
görüşü kuvvetlendiren ve doğruya götüren
aletlerin yapılm ası, aynalardan ışıkların dön­
mesine (müriatif olm asına) aksetmesine (mtm'-
akis olm asına), veya kırılm asına (münkesir o l­
masına) göre, ışıkların geldikleri yerler hak­
kında b ilgi kazanmak için alman m enazır
(op tik ) ilm i ile alâkalı tedbirler bunlardandır.
Y ine buradan, güneşin ışıklarım başka cisim ­
lere çeviren ve aksettiren yerler hakkında b ilgi
kazandır. Bundan da yakıcı aynalar yapılm ası
ve onun için alınacak tedbirler meydana çıkar.

Garip kaplar** ve sınaatlar için birçok


aletler yapüması için alınan tedbirler de bun­
lardandır.
110 İLİMLERİN SAYIMI

Bunlar ve benzerleri tedbirler ( hiyel)


ilim leridir. Bu ilim ler bina yapıcılığı, maran­
gozluk ve başkaları gibi cisim ler, şekiller,
duruşlar (evzd), tertip ve b ir şeyin (her hu­
sustaki) değerini ölçm e huşunda kullanılan
ve şehirlere mahsus olan am eli sınaatlara ait
ilk bilgilerdir.

Öğretme (talîm ilim leri ve bölüm leri


bunlardan ibarettir.
Dördüncü Bölüm
T A B İA T İL M İ İL E
İL A H İY A T İL M İ H A K K IN D A

Tabiat ilm i:
Tabiat ilm i, tabiattaki cisim leri (ecsâm-1
tabiîye) ve varlığı (kıvâm)e3 bu cisim lerde
olan arazları81 tetkik eder. Bu cisim lerin ve
varlığı ( kıvâm) onların içinde bulunan araz­
ların hangi şeylerden, hangi şeyler ile ve hangi
şeyler için bulunduğunu b ildirir.

Cisim ler ya sunî, veya tabiî olur.

Sunî olan cisim ler, cam, kılıç, sedir, el­


bise gibi olanlardır. Bütün olarak, varlığı b ir
sınaat ve insan iradesi ile olan her şeydir.

Tabiî olan cisim ler ise, gök, yer yüzü, bu


ikisinin arasındaki varlıklar, nebat ve hayvan
gib i varlığı ne sunî, ne de insan iradesi ile
olanlardır.

T ab iî cisim lerin hali, bu hususlarda, sunî


cisim lerin hali gibidir: Çünkü sunî cisim lerde
öyle hususlar vardır ki, onların varlığı ( kı­
vam)i sunî cisim ler iledir; onlar için öyle şey­
le r bulunur ki, sunî cisim lerin varlığı onlar­
112 İLİMLERİN SAYIMI

dan doğmuştur; öyle şeyler de vardır ki,


varlıkları onlarladır ve öyle şeyler vard ır ki,
varlıkları onlar içindir65. Bunlar, sun! cisim ­
lerde, tabiî cisim lerde olduklarından daha
b elli ve açıktır.
V arlığı ( kıvâm) sunî cisim lerde bulunan
hususiyet, elbisede düzgünlük kılıçta parlak­
lık, camda saydamlık ve sedirde nakışlar gi­
bidir.
Sunî cisim lerin kendileri için var olduk­
ları şeyler, onlann yapılm asındaki gayeler ile
m aksatlardır; meselâ elbise. Çünkü elbise,
giyilm ek için yapılm ıştır. K ılıç, düşmanla sa­
vaş yapmak için; sedir, yerin nem liliğinden
korunmak için, yahut sedirin yapılmasında
gözetilm iş olan bundan başkâ bir şey için;
cam içinde kendinden başka b ir kabın em e­
rek çekip çekmiyeceğinden em in olunmıyan
b ir şeyi saklamak için yapılm ıştır.
V a rlığı (kıvâm) sunî cisim lerde bulunan
arazların kendileri için m evcut kılındıkları ga­
ye ve m aksatlara gelince, bunlar elbisenin
süslenmeğe yarayan düzgünlüğü; kılıcın düş­
manı korkutmak için parlaklığı; sedirin görü­
nüşü güzel olsun diye nakışlan; camın, içinde
bulunan şey görünsün diye saydam oluşu
gibi şeylerdir.
Sunî cisim lerin kendileri sayesinde mev­
cut olduklan şeyler, onlann yapıcılan ve on-
İLİMLERİN SAYIMI 113

la n meydana getirenlerdir. Sedir dolayısiyle


var olan marangoz, k ılıç dolayısiyle var olan
k ılıç yapan gibi.

Sunî cisim lerin kendileri ile var olduk­


ları şeyler, her sunî cisim de, kılıçta olduğu
gibi, ik i şeydir. Çünkü onun varlığı ik i şey­
dir: Keskinlik ve dem ir. Keskinlik onun kalı­
b ı ve heyetidir, işini onunla yapar; dem ir,
maddesi ve kalıbın konulduğu yerdir (mevzû'),
bu onun kalıp heyetinin taşıyıcısı gibidir. Ku­
maşın da varlığı ik i şey iledir: Eğrilm iş ve
uzunlamasına konulmuş ipliklerin m ekik ip­
lik leri ile dokunması. Dokunma heyeti ve
kalıbıdır, ip lik ise dokumanın taşıyıcısı gibi­
d ir ve onun yeri (m evzû) ve m addesidir. Sedi­
rin de varlığı ik i şey iled ir: D ört köşeli olm a
ve tahta, dört köşelilik onun heyeti ve kalıbı­
dır, tahta ise m addesidir ve o dört köşeliliğin
taşıyıcısı gibidir.

G eri kalan sunî cisim ler de böyledir. Bu


ikisinin birleşm esi ve b irbirlerin i tamamlayıp
mükemmel b ir hale getirm esi ile, onlardan her
birinin varlığı, b ilfiil m ükem m elliği ve mahiye­
ti ile, meydana çıkar. Bunlardan her b iri, ken­
d i maddesinin için meydana çık tığı zaman­
ki hali ile hangi iş için yapılm ış ise, ancak o
işi yapar, veya onunla o iş yapılır, veya o,
o işte kullanılır, veya o işte kendinden istifade
edilir. Çünkü k ılıç işini ancak keskinliği ile
114 İLİMLERİN SAYIMI

yapar; kumaş da ancak yanlamasına iplikle­


rinin uzunlamasına ip likleri ile dokunduğu
zaman fayda verir. Sunî cisim lerin geri ka­
lanları da böyledir.

Tabiî cisim lerin de hali böyledir. Çünkü


onların her biri, ancak b ir maksat ve gaye
için mevcut kılınm ıştır. V arlığı ( kıvamı) tabiî
cisim lerde olan her şey ve araz da böyledir:
Çünkü bu, muhakkak ki, her hangi b ir mak­
sat ve gaye için var kılınm ıştır. H er cisim ve
her arazın b ir yapıcısı ve meydana getiricisi
vardır ki, o onun sayesinde meydana gel­
m iştir. Tabiî cisim lerin her birinin varlığı ve
kemal haline gelm esi ik i şey iledir.

1. Yerinin kendine nisbeti (oran) kılıcın


keskinliğinin kılıca nisbetinde eşit şeydir,
bu da bu tabiî cismin kalıbıdır;

2. Y eri, kılıca nisbetle kılıcın demirinin


nisbetine eşit olan şeydir, bu da tabiî cismin
maddesi ve kalıbın konulduğu yerd ir (mevzu)
ve onun kalıbının taşıyıcısı gibidir.

Şu kadar var ki, kılıç, sedir, elbise ve


başka sun'î cisim lerin kalıp ve m addeleri göz
ile görülür ve duyulur; meselâ kılıcın keskin­
liğ i ve dem iri, sedirin dört köşeli olm ası ve
tahtası. Tabiî cisim lere gelince, onların çoğu­
nun kalıplan ve m addeleri duyulmaz, bunların
varhklan, bizce ancak kıyas ve kesin b ilgi
İLİMLERİN SAYIMI US

veren burhanlar ile doğru olarak b ilin ir ve


kabul edilir.

Şu kadar var ki, sunî cisim ler arasında


da, kalıplan (,siyağ) duyulmayanlara sık-sık
tesadüf edilir. M eselâ şarap. Bu, sunî olarak
var edilm iş b ir cisim dir. Onun sarhoş eden
kuvveti duyulmaz, bunun va rlığı ancak işi ve
tesiri ile bilinir. İşte bu kuvvet, şarabın biçim
( sûret) ve kalıbıdır. Onun şaraba nisbetle
m evkii keskinliğin kılıca nisbetle m evkiine
eşittir. Çünkü bu kuvvet, şaraba tesirini ve
işini yaptırtan kuvvettir. T ıp smaatı ile terkip
edilm iş olan panzehir ve başkalan gibi ilâçlar
da böyledir. Çünkü onlar vücuda ancak ter­
kip sonunda kendilerinde hasıl olan kuvvetler
sayesinde tesir eder. Bu kuvvetler de duyul­
maz, ancak bu kuvvetlerden hasıl olan tesir­
ler duyulmakla müşahade olunur. H er ilâç iki
şeyle ilâç olur: Terkip edildiği karıştırılm ış
cisim ler (halt) ve ona tesirini yaptıran kuvvet.
Bu cisim ler m addesidir, kendisi sayesinde te­
sir ettiği kuvvet de kalıbı (sîga)'dır. İlâçtan bu
kuvvet kaldırılırsa, ilâç ilâç olm az; nitekim
kılıcın keskinliği kaldırılırsa, k ılıç k ılıç olmaz.
Ve yine nitekim kumaşta yanlamasına ve uzun­
lamasına ipliklerinin dokunması kaldırılırsa,
o zaman kumaş kumaş olmaz.
0

Tabiî cisim lerin kalıpları (siyağ), eğer du­


yulmakla müşahede edilm iyorsa, o zaman bun­
116 İLİMLERİN SAYIMI

lar sunî cisim lerin madde ve kalıplan arasın­


daki görülmeyen madde ve kalıplar gibi olur.
Çünkü bunlar, gözün cism i ile onda görm eği
tem in eden kuvvet gibidir; elin cism i ile ya­
kalayıp tutmayı temin eden kuvvet gibidir.
Uzuvlardan (organ) her b iri bunun g ib id ir :
Çünkü gözün kuvveti görülmez, bu, diğer
duygu uzuvlarından herhangi b iri ile de du­
yulmaz, belki ancak akıl vasıtası ile kavranır,
idrâk olunur. Tabiî cisim lerde bulunan öteki
kuvvetlere, sunî cisim lerin suretlerine benzet­
me yolu ile, sûret («b iç im le r») ve kalıplar
( siyağ) denilir. Çünkü kalıp, biçim {sûret) ve
hilkat, halk arasında, hayvanların ( — canlıla­
rın) şekillerine ve sunî cisim lerin kalıplarına
delâlet eden hemen hemen aynı mânada isim ­
lerdir. Sonra, bu mânadan alınarak, benzetme
yolu ile, tabiî cisim lerdeki m evkii, sunî cisim ­
lerdeki hilkatler, kalıplar ve biçim lerin m evki­
ine eşit olan şeylere ve kuvvetlere isim olarak
verilm iştir. Çünkü sınaatlarda âdet, halk ba­
zı şeylere adlar takm ış bulunursa, bu adlan bu
şeylerin benzerlerine de verm ektir.

Cisim lerin m addelerine, biçim lerine, yapı­


cılarına {faillerine) ve kendileri için var ol­
duktan gayelere, «cisim lerin başlangıçtan {me-
badî)» denilir; arazlar için olursa, «cisim ler­
de bulunan arazlann başlangıçtan (mebâdî)»
denilir.
İLİMLERİN SAYIMI 117

Tabiat ilm i, tabiî cisim lerde varlığı açık


ve belli olanlarım her hangi b ir duruş içine
koymakla b ildirir. H er tabiî cismin maddesini,
biçim ini, yapıcısını (fail) ve bu cismin ken­
disi için var olduğu gayeyi b ildirir. Arazla­
rında da böyledir. Çünkü arazların varlıkları
(ktvâm) ne ile ise, onu yapıcı olan şeyleri ve
bu arazların kendileri için yapıldığı gayeleri
bildirir. O halde bu ilim tabiî cisim lerin baş­
langıçları ( mebadî) ile arazlarının başlangıçla­
rını (ınebadî) verm ektedir.
Tabiî cisim lerin b ir kısm ı katışıksız (basit),
bir kısm ı katışıktır (mürekkeb). K atışıksız (ba­
sit) olanlar varlıkları kendilerimden başka
cisim lerin varlığından olm ıyan cisim lerdir,
katışık (mürekkeb) olanlar ise, hayvan ve
nebat gibi, varlığı kendisinden başka cisim­
lerden olanlardır.
Tabiat ilm i sekiz büyük bölüm e a y rılır:
Birincisi, ister katışıksız (basit), ister katı­
şık (mürekkeb) olsun, tabiî cisim lerde olan
müşterek başlangıçları (mebadî) ve bu baş­
langıçlara bağh olan arazları araştırmaktır.
Bunların hepsi « Tabiî duyma (es-Sema'-üt-
tabiî) » bölümündedir.
İkincisi, katışıksız (basit) cisim lerin mev­
cut olup olm adıklarım araştırm aktır. Bunlar
eğer mevcut iseler, hangi cisim lerdir, sayılan
kaçtır? Bu âlem nedir, ilk kısınılan nelerdir.
118 İLİMLERİN SAYIMI

bunlar kaçtır? Onlar bütün olarak, üç veya


beştir, diye tetkik eder. Bu âlepıin başka kı­
sımlarından göğü tetkik eder. Bu « Gök ve
âlem (es-Sema-ü ve ’l-âlem) » kitabının ilk
makalesinin ilk bölümünde bulunur. Sonra,
bunu geçince, katışık cisim lerin ustukuslarını69,
onların varlıkları meydana çıkarm ış olan o
katışıksız (basit) cisim lere dahil olup olm adık­
larını, yahut onların dışında başka cisim ler
olup olm adığını, eğer onların b ir parçası ise,
hangileri olduğunu araştırır. Bu, onlann gö-
rülebilip görülem ediğini ve «G ök ve âlem»
kitabında ilk bölümün sonlarına kadar araş­
tırılan başka şeyleri araştırıp tetkik etm ektir.
Bundan sonra, ister ustukuslar ve katışık
(mürekkeb) cisim lerin esaslarım olsun, isterse
onlann ustukuslan olm ıyan şeyleri olsun, bü­
tün katışıksız (basit) cisim lerde müşterek olan
şeylere bakar. Bu, gök ve onun bölüm lerini
tetkik olup, «G ök ve âlem» kitabında ikinci
bölümün başmdan üçte ikisine yakm yerini
kaplamaktadır. Sonra ustukuslardan olmayan­
lara has olan şeyler ile, onlardan ustukuslar
ve onlara bağlı arazlar olanlara has olan şey­
lere bakılır. Bu «G ök ve âlem» kitabının ikinci
bölümünün sonu ile üçüncü ve dördüncü bö­
lümlerinde tetkik edilen şeylerdir.
Üçüncüsü, umumî olarak, tabiî cisim lerin
oluşlarını (kevn) ve dağılışlarını (fesad**) ve
bununla tamamlanan bütün şeyleri tetkik eder.
İLİMLERİN SAYIMI 119

B ir de ustukusların oluş ve dağılışlarının na­


sıl olduğunu, katışık ( mürekkeb) cisim lerin
bunlardan nasıl hâsıl olduğunu ( tekevvün) ve
bütün bunların başlangıçlarının ( mebadt) ve­
rilm esini araştırır. Bu, «Oluş ve dağılış (el-
Kevrt-ü ve ’l-fesâd) » kitabında bulunur.
Dördüncüsü, katışık (mürekkeb) cisim lere
değil de, yalnız ustukuslara mahsus olan araz­
lar ile dışardan tesir alm alarının başlangıçla­
rını araştırır. Bu, « Yüksek eserler (el-Âsâr-
ül-ulviyye) » " kitabının ilk üç bölümünde gös­
terilm iştir.
Beşincisi, ustukuslardan terkip edilm iş
cisim leri, bunların bazısının parçalarının bir­
birine benzediklerini, bazısının parçalarının
birbirinden ayn olduğunu; parçalan birbirine
benzer olanlar arasında et ve kem ik gibi
parçaları birbirinden ayn olanlann terkip
ettikleri parçalar bulunduğunu; onlardan tuz,
altın ve gümüş gibi parçalan birbirinden ayn
tabiî b ir çişim e asla parça olm ıyanlar bulun­
duğunu tetkik eder. Sonra, bütün katışık
(m ürekkeb) cisim lerde, müşterek olan şeyleri
araştırır. Sonra ister parçalan birbirlerinden
ayn olanlann parçalan olsun, ister bunların
parçalan olmasın, parçalan birbirine benzer
olan bütün katışık (m ürekkeb) cisim lerde müş­
terek olan şeylere bakar. Bu da «Yüksek eser­
ler (el-Asâr-ül-ulviyye)» kitabının dördüncü
bölümünde bulunur.
123 İLİMLERİN SAYIMI

Altıncısı, — bu « Madenler kitabı (Kitâb-


ül-maâdin)» d ir — bu katışık (mürekkeb) ci­
sim ler ile, parçalan birbirinden ayn cisim lerin
parçalan olm ıyan ve parçalan birbirine ben-
ziyen cisim leri — bunlar da taş ve türlü çe­
şitleri gibi maden olan cisim ler ile bunlann
çeşitleridir — ve onlardan her bir neve has
olan şeyleri tetkik eder.

Yedincisi, — bu « Nebat kitabı (Kitâb-iin-


nebât)» dır — nebat nevilerinde müşterek ve
her b ir neve has olan şeyleri araştırmadır.
Bu, parçalan birbirinden ayn olarak katışık
( mürekkeb) cisim ler hakkındaki araştırm alım
ik i bölümünden biridir.

Sekizincisi, — « Hayvanlar kitabı (Kitâb-


ül-hayavân) » ile «Ruh kitabı (Kitûb-ün-nefsJ»
d ır — hayvan nevilerinde müşterek olarak
bulunan şeyler ile bunlardan her birine has
olan şeyleri tetkik eder. Bu, parçalan birbi­
rinden ayn loan katışık (mürekkeb) cisim ler
h ak k ın d a k i araştırmanın ikinci böiümüdür.

O halde, tabiat ilm i, bu cisim leri her bir


nevinde dört başlangıç (m ebâdi) ile bu baş­
langıçlara bağlı olan arazlan verir.

Tabiat ilm inde bulunan şeylerin bütünü


ile bölüm leri ve bölüm lerinden her birinde
bulunan bütün bunlardan ibarettir..
İLİMLERİN SAYIMI 121

İlâhiyat ilm i (el-ilm-ül-ilâhî).

Bunun hepsi Tabiat ötesi (Mûba'detta-


bü)»n kitabındadır.

İlâhiyat ilm i üç bölüm e ayrılır.

Birincisinde, varlıklar (m evcudât) ve on­


ların varlıklar olm ası ile kendilerinde mey­
dana gelen şeyler, haller, araştırılır.

İkincisinde, bölüm lere ayrılm ış olan nazarî


ilim lerdeki burhanların başlangıçları (m ebadî)
tetkik edilir. Bunlar da, mantık, hendese
(geom etri), sayı ve bu ilim lere benzeyen
başka ilim bölüm lerinin geri kalanları gibi,
bu nazarî ilim lerden her birinin hususî b ir
varlığı tetkik etm ek için ayrıldığı bölüm lerdir.
O halde, m antık ilm inin, öğretm e ilim lerinin,
tabiat ilim lerinin başlangıçlarım (m ebâdi) tet­
kik eder; onları düzeltm eğe, esasları ile hu­
susiyetlerini bildirm eğe ve ta rif etm eğe çalışır.
Nokta, b irlilik , çizgiler ve yüzeylerin cevher­
le r olduğunu ve onların ayrılabileceğini (mu-
farika) sananların zanlan ile, başka ilim ­
lerin başlangıçlannda (mebâdi) bulunan bun­
lara benzer zanlar gibi, bu ilim lerin başlan­
gıçtan (mebâdi) hakkında eski âlim ve fey-
lesoflann düşmüş olduklan bozuk zanlan
sayar, onların yanlışlıklarını isbat eder, bozuk
olduklarım meydana çıkanr.
122 İLİMLERİN SAYIMI

Üçüncü bölüm de, cisim olm ıyan ve ci­


sim lerin içinde olm ıyan varlıkları araştırır
ve tetkik eder. İlk önce bunlar var m ıdır,
yok mudur, bunu araştırır; bunların var ol­
duklarım burhanlar ile isbat eder. Sonra, bun­
ların çok olup olm adıklarım araştırır ve çok
olduklarım meydana kor. Sonra, sonlu (miite-
tıâhi) olup olm adıklarım araştırır ve sonlu
olduklarını burhanlar ile isbat eder. Sonra
kemaldeki m ertebeleri b ir m idir, yoksa mer­
tebeleri birbirlerinden farklı m ıdır, bunu araş­
tırır ve kemaldeki m ertebelerinin birbirlerinden
farklı olduğunu, burhanlar ile meydana koyar.
Sonra, çocuklarına rağmen, bunların en nakıs­
larından daha mükemmeline ve ondan daha
mükemmeline yükselmek suretiyle, sonunda,
kendinden daha mükemmel b ir şey olm a­
sı mümkün olmayan, her hangi b ir şeyin ken­
di varlığı m ertebesine benzer b ir m ertebede
bulunması asla kabil olmayan, benzeri, eşi ve
zıddı bulunmayan b ir kâm ile, kendinden önce
b ir ilk (evvel) bulunması mümkün olmayan b ir
ilk e (evvel), kendisinden daha önde b ir şey bu­
lunması mümkün olmayan b ir önde - bulunana
(mütekaidim) ve varlığın ı b ir şeyden almış
olm ası asla mümkün olm ayan b ir varlığa
(mevcût) ulaşıldığım , ve ezeli ve, mutlak ola­
rak, önde - bulunanın (mütekaddim) yalnız bu
varlık olduğunu, burhanlar ile, isbat eder.
İLİMLERİN SAYIMI 13 3

Ö teki varlıkların, var olm akta ondan da­


ha sonra ( müteahhit) bulunduğunu, kendim
den başka her b ir varlığa varlığın ı verm iş
olan ilk varlığın o olduğunu, kendinden baş­
ka her şeye b irliğ i kendisi veren ilk birin
o olduğunu, kendinden başka gerçeklik (ha­
kikât) sahibi her şeye gerçekliği veren ger­
çeğin (hak) o olduğunu ve bunu hangi ba­
kımdan verdiğini, onda hangi bakımdan olur­
sa olsun çokluğun (kesret) bulunmasının müm­
kün olm adığım ; belki b ir adı ile bunun mâ­
nasına, varlık adı ile bunun mânasına, gerçek
(hak) adı ile bunun mânasına, kendinden
başka olup hakkında b ird ir," vardır ve ger­
çektir denilen şeylerden daha çok lâyık oldu­
ğunu meydana çıkarır. Sonra, işte bu sıfatlan
taşıyanın aziz, ulu ve adlan mukaddes olan
Tann (Allâh) olduğu inancının taşınması lâ­
zım geldiğini meydana koyar. Sonra, bunun
ardından, Tann'ya verilen sıfatlardan geri ka­
lan şeyleri, hepsini tüketinceye kadar, dikkat­
le tetkik eder.
Sonra, varlıklann kendinden nasıl hasıl
olduğunu (hudûs), kendinden varlıklarını na­
sıl aldıklarım b ild irir. Sonra, varlıklann de­
recelerini, onlann bu derecelerinin nasıl hasıl
olduğunu, onlardan her birinin içinde bulun­
duğu derecenin içinde bulunmağa ne ile ehli­
yet kazandığım araştırır. B irbirlerine bağlan­
m alarının ve intizam larının nasıl olduğunu.
124 İLİMLERİN SAYIMI

birbirlerine bağlanm aları ile intizam larının ne


ile olduğunu meydana koyar. Sonra, varlık­
larda aziz ve ulu olan Tann'm n geri kalan
işlerini (ef'âl), hepsini tamamlayıncaya kadar,
dikkatle sayar. V arlıkların hiç birinde hiçbir
zulüm, hiç b ir bozukluk (halel), uyuşmazlık
(tenâfür), kötü nizam ve kötü birleştirm e ( te’lîf)
bulunmadığı ve, bütün olarak, onlardan hiç­
b ir şeyde noksan ve kötülüğün (şer) asla
bulunmadığım meydana çıkarır.

Sonra, bunun arkasından, aziz ve ulu olan


Tann'm n işlerine noksanlık girm esi ile onun
hakkında, işleri hakkında ve yaratm ış olduğu
varlıklar hakkında beslenen bozuk zanlann
yanlışlığım gösterip, on lan ortadan kaldırm ağa
girişir. Bunlann hepsini, insanın içine tereddüt
sokması veya şüphe kanştırm ası kabil olmayan
ve kendilerinden dönülmesi asla mümkün ol­
mayan kesin b ilgi (yakîn) ve ilim veren bur­
hanlar ile, çürütüp ortadan k aldırır ve redde­
der.
Beşinci Bölüm
M ED EN İ İL İM . F IK IH İL M İ
VE K E LAM İL M İ H A K K IN D A

Medenî ilim.™
Medeni ilm e gelince, bu, irade ile yapılan
işlerle (efâ l) hareketlerin (sünen) çeşitlerini,
bu işler ile hareketlerin meydana gelmesine
sebeb olan meleke, ahlâk, seciye ve huylan
ve bunların kendileri için yapıldığı gayeleri,
bunlann insanda nasıl var olm alan lâzım
geldiğini, onların insanlarda bulunmalan lâzım
geldiği yön üzere onlardaki tertiplerindeki
yönün nasıl olduğunu araştınr ve tetkik eder.
İşlerin kendileri için yapıldığı ve hareketlerin
kullanıldığı gayeleri birbirlerinden ayın r. Bun­
lardan bazılanm n gerçekte saadet olduğunu;
bazılarının da saadet olm adıkları halde, öyle
zannedildiğini; gerçekte saadet olan şeyin bu
hayatta değil, belki bu hayattan sonra olan
başka b ir hayatta, yani ahiret hayatında bu­
lunmasının mümkün olduğunu; zenginlik, cö­
m ertlik ve lezzetler gibi saadet zannedilen
şeylerin gayeler haline getirildikleri zaman,
yalnız bu hayatta bulunduğunu meydana ko­
yar. İşler ile hareketleri birbirlerinden ayırır.
126 İLİMLERİN SAYIMI

İnsana gerçekte saadet olan şeyi kazandıranın


iyilik , güzellik ve faziletler olduğunu, onlar­
dan başka şeylerin kötülük (şer), çirkin lik ve
noksanlıklar (nekais) bulunduğunu, bunların
insanda bulunmasındaki sebebin faziletli işler
ile hareketlerin şehirler ile halklar arasında
b ir tertibe göre dağılm ası ve müşterek olarak
kullanılm ası olduğunu meydana kor. B ir de
bunların ancak b ir başbuğuluk (reislik) saye­
sinde kabul olduğunu ve, şehirlerde ve halk
la r arasında, bu iş, hareket, seciye, m eleke
ve ahlâkın ancak başbuğ' (reis) ile mümkün
bulunduğunu; onun bunlan, yok olm am aları
için, korumağa çalıştığını; bu başbuğuluğun
treisliğin) ancak b ir m eharet ve m eleke ile
kabil olup, halk arasında inzibatı ( temkin)
te’min işleri ile aralarında inzibat altına alınan
şeylerin onlara karşı korunması işlerinin bun­
dan çıktığını meydana koyar. İşte hükümdar­
lık , padişahlık ve ona ne ad verm ek istenilir­
se o, bu m eharettir; siyaset de bu meharetin
yaptığı iştir.

Başbuğluk ( reislik) ik i kısım d ır:

1. Gerçekten saadet olanı elde etm eğe


yarayan ve irade ile yapılan işleri, hareketleri
ve m elekeleri inzibat altına alıp sağlamlaştı­
ran b ir başbuğluktur. Bu faziletli (fazıl) bir
başbuğluktur. Bu başbuğluğa boyun eğen şe­
İLİMLERİN SAYIMI 127

h irler ile halklar faziletli (fazıl) şehirler ile


halklardır;
2. Şehirlerde, gerçekten saadetler olm a­
dıkları halde saadetler sanılan şeylerin elde
edilm esine yarayan iş ve huylan inzibat altına
alan başbuğluktur; bu cahilane (câhil) b ir
başbuğluktur.

Bu başbuğluğun b ir çok çeşitleri vardır.


H er birine, kastettiği ve hedef tuttuğu gaye­
lere göre, b ir ad verilir ve bu, bu başbuğlu­
ğun arayıp istediği ve kendisi için gaye ve
maksat haline getirdiği şeylerin sayısınca
olur. E ğer zenginlik istiyorsa, «hasislik baş-
buğluğu» adım alır: eğer cöm ertlik istiyorsa,
«cöm erdlik başbuğluğu* adım alır; bu ikisin­
den başka b ir şey istiyorsa, bu gayesinin
adına göre, b ir ad ile adlandırdın

Bu ilim fa ziletli hükümdarlık m eharetinin


ik i kuvvetle tamamlanıp kemale erdiğini gös­
terir.
1. K ü lli71 kanunları öğrenerek kazandığı
kuvvet,
2. insanın şehir, (cem iyet işlerinde uzun
zaman çalışması ve uğraşması ile, şehirlerde
ahlâk ve şahıslar hakkındaki tecrübe işleriyle
uğraşması ile, tecrübe ve uzun müşahedeler
sayesinde, bu sahalarda olgunluk elde ederek
kazanılan kuvvettir.
129 İLİMLERİN SAYIMI

Bu, tıbbın dayandığı kuvvetlere benzer,


çünkü doktor ik i kuvvet ile b ir tedavi edici
(doktor) olur. B iri, tıp kitaplarından elde et­
tiğ i kü lli b ilgiler sayesinde kanunlar üzerin­
deki kuvvetidir; diğeri hastalarda tıp işleri
ile uzun müddet uğraşmakla ve şahısların
bedenleri üzerinde uzun müddet tecrübe ve
müşahadelerde bulunmakla bu hususta olgun­
luk kazanmak ile hasıl olan kuvvettir. Dok­
torun, türlü hallerde, türlü vücutlara göre,
ilâç ve devayı ancak bu kuvvet sayesinde tak­
d ir etm esi mümkün olur. Tıpkı bunun gibi,
hükümdarlık meharetine sahip olan b ir kim ­
senin, türlü türlü zamanlarda, türlü türlü hal­
ler ve türlü türlü durumlara göre, işleri ancak
bu kuvvet ve bu görgü ile takdir etm esi müm­
kün olur.
Medeni felsefe, tetkik ettiği irade ile yapı­
lan işlerde, hareketlerde, m elekelerde ve başka
tetkik ettiği şeylerde külli kanunlar verir.
B ir de, bunların türlü türlü haller ve vakitlere
göre takdir edilm esindeki kanunları, ne ile,
nasıl ve kaç şey ile takdir edildiğim , sonra
onları takdir edilm em iş bıraktığını, çünkü iş
(fi'l) ile takdirin, bu işten başka b ir kuvvetle
olduğunu ve yolunun ona katılm ak bulundu­
ğunu b ild irir. Bununla beraber, kendilerine
göre takdir yapılan haller ile durumlar (avâriz)
hudutsuzdur ve hepsi b ir araya toplanıp kav-
ranamaz.
İLİMLERİN SAYIMI 129

Bu ilim ik i bölüm e a y r ılır :

Saadetin tarifin i, gerçek olanı ile saadet


zannedilenini birbirinden ayırm ağı; şehirler
ile halklar arasında dağıtılm ış b ir halde bu­
lunan irade ile yapılan ve kü lli olan iş, ha­
reket, ahlâk ve huyların sayılmasını içine alan
ve onlardan faziletli olanlar öyle ok u yan ­
lardan ayıran b ir bölüm. Şehirlerde ve halk­
la r arasında, fa ziletli huy ve hareketlerin na­
sıl tertip edildiğini, fa ziletli hareketler ile iş­
leri inzibat altına almağa ve bunların şehir
halkı arasında b ir tertibe sokulmasına yara­
yan hükümdarlık işlerini, şehirliler arasında
inzibata ve tertibe sokulan şeyleri korumağa
yarayan işlerin bildirilm esini de içine alır.
Sonra, faziletli olmayan hükümdarlık meha-
retlerinin sınıflarının kaç olduğunu ve her bi­
rinin ne olduğunu sayar. H er birinin yaptığı
işleri ve her birinin kendi reisliği altında
bulunan şehirlerde ve halklar arasında hangi
hareketler ile m elekeleri sağlamca yerleştirm ek
istediklerini sayar. Bunlar Aristötâlîs'in (Aris­
to) »Bölîtîka f i t a t o ’nda bulunur ki, bu »S i­
yaset kitabı» dem ektir. Bu aynı zamanda.
Eflâtun'un « Siyaset kitabı»’nda ve E flâtunun
ve başkalarının başka kitaplarında açıklan­
m ıştır.

[Bunlardan hükümdarlık m eharetlerine


has olan işlere gelince, bunlar fa zile tli hü-
130 İLİMLERİN SAYIMI

küm daıiık m eharetlerînin hastalıklarıdır (em-


râz). onlann şehirlerine mahsus olan hareket
ve m elekeler ise, faziletli şehirlerin hastalıkları
g ib id ir].” Sonra, fa ziletli başbuğluklar ile
fa ziletli şehirlerin hareketlerinin değişip cahi­
lane hareketler ile m elekeler haline gelip-gel-
miyeceğinden em in olunmayacağma delâlet
eden yönleri ve sebebleri sayar. Bunlarla bir­
likte, faziletli şehirler ile başbuğluklann
bozulup, fa ziletli olm ayan şehir ve başbuğ-
hıklara dönmemesi için, onları inzibat altına
alm ağa yarayan işlerin çeşitlerini sayar. Aynı
zamanda, bunlar fa ziletli olm ayan b ir şehir ve
başbuğluk haline geçince onu eskiden olduğu
gibi faziletli hale getirm ek için alınacak ted­
b irleri, çareleri ve yapılacak şeyleri sayar.
Faziletli hükümdarlık meharetinin kaç şey ile
tam ve mükemmel b ir hale geldiğini, nazari
ve am elî ilim lerin bunlardan olduğunu, bun­
lara şehirlerde ve halklar arasında uzun za­
man uğraşmak ve çalışmakla elde edilen tec­
rübeden hasıl olan kuvvetin eklenmesi lâzım
geldiğini meydana kor. Bu tecrübe kuvvetinin
de ayn ayrı topluluklara, yahut şehirlere veya
halklara göre, ayn ayn hallere ve vaziyetlere
uyacak iş, hareket, ve m elekeleri takdir et­
m eğe yarayan şartlan iy i ve kolayca bulup
çıkarm ak kudreti olduğunu meydana koyar.
Bu ilim , faziletli şehrin (el-medînet-iil-fâ-
zı la) hflküm darlan ancak, zam anlar içinde.
ıs ı

«a ’y a n i"» bakımından b ir olan şartlara göre,


b irb iri arkasından gelip de, önce gelenin ye­
rin i alm ış olan sonra gelen İkincinin önce
gelenin içinde bulunduğu haller ve şartlar
içinde bulunduğu ve b irb iri arkasından gel­
m elerinin kesintisiz ve aralıksız olduğu tak­
dirde, fa ziletli olarak devam edeceğini mey­
dana koyar. Hükümdarların, kesintisiz olarak
b irb iri arkasından gelm esi için ne yapmak
lâzım geldiğini bild irir.
Hükümdarların ve başkalarının çocukla­
rında aranması lâzım gelen tabiî şartlar ile
halleri meydana çıkarır. Böylece kendisinde
bu şartlar ve haller bulunan kim seler, bunlar
ile, bu gün hükümdar olandan sonra hüküm­
dar olm ağa ehliyet kapandırılır- Kendisinde
bu tabiî şartlar bulunan kimsenin hükümdar­
lık m eharetini kazanıp, tam b ir hükümdar
olm ak için, nasıl yetiştirilm esi lâzım geldiğini;
nasıl terbiye edilm esi icabettiğini açıklar. Bun­
la r ile beraber, başbuğluklan cahilane b ir
başbuğluk olan kim selerin asla hükümdar ol­
m amaları icap ettiğini ve onların bütün hal,
iş ve tedbirlerinde nazarî ve am elî felsefeye
asla muhtaç olmadıklarını, belki onların her
birinin kendi reisliği altında bulunan şehirde
ve halk arasında, istediğini elde etm esini te­
m in eden işlerin cinsi ile meşgul olmasından
hasıl olan tecrübe kuvveti ile, gayesine doğru
yürümesinin mümkün olduğunu ve lezzeti,
13 2 İLİMLERİN SAYIMI

cöm ertliği, yahut bunlardan- başka istem ekte


olduğu iy iliğ i elde etm esini tem in eden işler*
den muhtaç bulunduğu şeyleri bulup çıkar­
ması için, kendisinde tesadüfen anadan doğ­
ma iy i b ir akıl ve anlayış kuvveti bulununca
ve buna istekleri kendi istekleri olan eski hü­
küm darları iy i b ir şekilde taklit etm esi ekle­
nince ve tabiî şartlar ile iy i gayelerine ulaşa­
cağım açıklar.

Fıkıh ilmi.
Fıkıh smaatı, insana, şeriatı74 kuranın,
tah d idi7B ile, ayn ayn takdirini açıkça göster­
m ediği şeyin, tahdit ve takdir ederek göster­
d iği şeylere bakılarak, bulunup çıkarılm ası ve
peygam berlerin gönderilm iş olduğu halk ara­
sında kurduğu dine göre, şeriat kuranın mak­
sat ve gayesinde uygun olarak, bunun düzel­
tilm esine çalışm a iktidarım kazandıran sına-
attır.

H er dinde fik irle r (ârâ) ve işler (ef’âl)


vardır. Fikirler, subhan olan Tann hakkın-
daki düşünceler ile ona sıfat olarak verilen
şeyler hakkında, b ir de âlem ve bundan başka
şeyler hakkında şeriatın koymuş ve verm iş
olduğu fik irle r gibi şeylerdir. İşler ise, aziz
ve Ulu Tann’ya ibadet ederken yapılan işler
ile şehirlerde türlü muam elelerin yapılmasına
yarayan işler gibi şeylerdir.
İLİMLERİN SAYIMI J jl

Bundan dolayı fık ıh ilm i İk i bölüm dür;


b ir bölümü fik irle r (ârâ), öteki bölümü de iş­
le r (ef'âl) hakkındadır.

Kelâm ilmi.
Kelâm sınaatı, insana dini kuranın açık-,
ça anlattığı b elli düşünce, fik ir ve işleri mu­
za ffer kılm ak ve onların aksi olan her şeyin
söz ile, yanlışlığım gösterm ek iktidarım ka­
zandıran b ir m elekedir.
Bu sınaat da ik i bölüm e a y rılır: F ik ir­
le r hakkında b ir bölüm ve işler hakkında b ir
bölüm.
Bu sınaat fıkıhtan ayrıdır. Çünkü fık ıh
âlim i (fakîh) dinin kurucusunun doğra ve
gerçek diye kabul edilm iş olan açıkça anlat­
tığı fik ir ve işleri ele alır; onları esas yapa­
rak, onlardan lâzım olan şeyleri (zaruri neti­
celeri) çıkarır. Kelâm âlim i ( mütekellim), fıkıh
âlim inin kullandığı şeylerden başka şeyler is-
tidlâl edip çıkarm az, yalnız onlan destekler
ve m uzaffer kılar. B ir insanda tesadüfen her
ik i ilim de birden iktidar bulunursa, o kelâm
ilm in i bilen b ir fık ıh âlim i (fakih-ün mütekel­
lim ) olur. Dini desteklem esi kelâm âlim i o l­
ması ile, ondan istidlallerde bulunması fık ıh
âlim i olm ası iledir.
Dinleri (m itel) destekleyip m uzaffer kıl­
m ak için lâzım olan yön ve fik irlere gelince,
kelâm âlim lerinden b ir hışm ı, — «G erçekten
134 İLİMLERİN SAYIMI

dinler ile onlarda bulunan bütün haller, in­


san fik irleri, ak ıl ve zekâsı ile tetkik edilecek
ve denenecek şeyler değildir; çünkü onlar,
derece bakımından, bunlardan daha yüksek-
d irler; zira Tann'dan gelen vahiyden alınmış­
tır ve içlerinde insan akıllarının kavramak-
tanâciz kalacakları ve kendilerine ulaşamıya-
caklan ilâh ! sırlar va rd ır» — demekle, dini
destekleyip m uzaffer kılacakları kanatindedir-
ler.
B ir de (d erler k i), — «İnsanların akılları
ile kavrayam ıyacaklan ve anlamaktan âciz
kaldıkları şeyleri dinlerin kendilerine vahiy
ile anlatıp bildirm esi tabiîdir. Y ok eğer va­
hiy insana yalnız bilm ekte olduğu şeyler ile
derin derin düşündüğü takdirde aklı ile kav­
raması ve idrâk etm esi mümkün olan şeyle
r i bildiriyorsa, onun ne mânası, ne de fay­
dası kalır. E ğer böyle olsa id i, herkes «U m a
güvenir ve ne peygam berlere (nebi) ihtiyaçla­
rı olurdu, ne de iradiye. Halbuki onlara bu ik ti­
dar verilm em iştir. Bundan dolayı dinlerin
(m illet) b ildirdikleri şeyler, idrâki akıllanm ı-
zm takati içinde olm ayan b ilgiler olm alıdır.
Sonra, yalnız bunu değil, belki akıllarımızın
beğenip kabul etm ediği şeyleri de verm elidir.
Çünkü bizce en çok beğenilip kabul edilmee-
yen her şeyin, en çok faydalı olm ası daha zi­
yade mümkün olmalıdır. Z ira dinlerin getir­
d iğ i akılların kabul etm ediği ve tasavvurların
İLİMLERİN SAYIMI 13S

çirkin ve imkânsın şeyler değildir, belki bunlar


İlâhi akıllarda doğrudur.»
«Gerçekten insan, insanlıkta, kem alin so­
nuna varsa b ile jlâ h î akıllara sahip olanlar ya­
nındaki m evkii, kâm il insan yanında çocuğun,
genç ve tecrübesiz b ir kimsenin m evkii gibi
kalır. N itekim birçok çocuklar ve tecrübesiz
kim seler, gerçekte çirkin ve im kânsız olm a­
yan şeylerin b ir çocuklarını, akıllan ile, uygun
bulmazlar, ve bunlar kendilerine «im kânsız
gibi gelir. İnsan aklının varabileceği kem âl de­
recesinin sonunda bulunan b ir kimsenin mev­
k ii İlâhi akıllar yanında tıp k ı böyledir.»
«İnsan nasıl tahsil görüp, olgunlaşmadan
önce, birçok şeyleri uygun görm ez, on lan ç i r ­
kin bulur, imkânsız olduklarım tasavvur eder­
se ve ilim ler tahsil edilip, tecrübelerle olgun­
laşınca, onlar hakkında bu zanlan silinirse ve
kendisince im kâsız olan şeyler değişip olm ası
mümkün şeyler haline gelirse ve eskiden ken­
disini hayrete düşürmüş olan şeyler, zıddı ile
hayrete düşülecek şeyler gibi olursa, öylece in­
sanlığı kâm il olan b ir insanın bazı şeyleri uy­
gun görm üyor olm ası ve gerçekte öyle olda-
d ıklan halde, ona imkânsın görünmüş olması
imkânsız d eğild ir.»
İşte bu düşüncelerden dolayı bunlar, din­
le r hakkındaki fik irlerin düzeltilm esinde şu
tedbiri aldılar; — «Gerçekten, anılması yüce
13* İLİMLERİN SAYIMI

olan Tanrı'dan bize vahiy getiren peygamber


doğrudur, sadıktır ve yalan söylemiş olm ası
caiz d eğild ir.» —
Şu ik i bakınan birinden dolayı onun böy­
le olm ası doğrudur: Yaptıkları veya kendi­
lerinden görülen m ucizeler ile; ya ondan ön­
ce gelm iş olan doğru ve sözü kabul ed ilir
kim selerin, bunun doğruluğuna ve peygam­
berlerin yüce ve aziz olan Tann'ya nisbetle
yeri, m evkii hakkındaki şehadetleri ile; yahut
her ikisi ile birden.
Bu düşünceler ile doğruluğunu ve pey­
gamberin yalan söylem iş olm asının caiz ol­
mayacağını doğru diye kabul ettiğim iz za­
man, o halde, bundan sonra, söylediği şey­
lerde akıl, düşünce, zekâ ve tetkikin (nazar)
hareket edeceği ve işe yarayacağı b ir yer
kalmamış olm ası lâzım gelir.
Bu kim seler, bu ve benzeri düşünceler
ile, dinleri destekledikleri ve m uzaffer kıldık­
ları kanaatindedirler.
Kelâm âlim lerinden b ir takım kim seler
de vardır ki, dini (m ille) şöyle destekleyip
m uzaffer, kılarlar: İlk önce, dini kuranın
açıkça gösterdiği şeylerin hepsini, gayeleri
için ifade edildikleri sözler ile, çıkarıp top­
larlar. Sonra duyulan şeyleri (mahsûs&t), meş­
hur şeyleri ve m â'kulleri incelerler. Onlar ve­
ya onlann zarurî sonuçlan (levâzun) arasın­
İLİMLERİN SAYIMI 137

da, uzaktan da olsa, dinde olan b ir şey için


b ir tanık görürlerse, dini bununla destek*
lerler. Onlar arasında, dinde bulunan b ir
şeyin zıddı olan b ir şey bulurlarsa, ve
dini kuranın ifadesinde kullandığı sözü te*
vil™ etm eleri mümkün olursa, uzak b ir
te'vil de olsa, onu te v il ederler* E ğer bu,
onlar için mümkün olmazsa ve bu aksi, zıddı
olan şeyin yanhş olduğunu gösterm ek veya
onu dinde bulunan şeye uyacak b ir yöne
yorm ak (hami) mümkün olursa, bunu yapar­
lar. Eğer meselâ duyulan şeylerin ( mahsûsât)
veya onun zarurî sonuçlarının (levâztm) b ir
şeyi icap ettirm esi ve meşhur şeylerin, veya
onların zarurî sonuçlarının bunun zıddını icap
ettirm esi gibi, meşhur olan şeyler ile duyulan
şeyler tanıklıkta biribirinin aksi olursa hangi­
sinin dinde olan şeye daha kuvvetle tanıklık
ettiğine bakarlar ve onu alırlar, ötekini atıp,
yanhş olduğunu meydana koymağa çalışırlar.
Dindeki (m ille) düşüncelerden birinin bun­
lardan birine uygun düşecek b ir şeye yorul­
m ası (hami), veya bunların birinin dine uygun
düşecek b ir şeye yorulm ası mümkün olmazsa
ve dinde bulunan b ir şeyin aksi olan duyulan
şeylerden, meşhur şeylerden ve mâkulâttan
b ir şeyin atılm ası veya yanlış olduğunun gös­
terilm esi mümkün olmazsa, şöyle demekle dini
destekledikleri ve m uzaffer kıldıkları kanaa-
tindedirler: — «O gerçektir, çünkü yalan söy­
IBS İLİMLERİN SAYIMI

lem esi veya yanlış yapması olm ıyan b ir


kim se tarafından b ild irilm iştir.» — tikin bah­
sedilen ötek i kim selerin dinin bütünü için
söylediklerini, bunlar, bu bölümünde söyler­
ler.
Bunlar, bu düşünceler ile dini destekle­
dikleri ve m uzaffer kıldıkları kanaatindedirler.
Bu kelâm âlim lerinin b ir takım ı da, bu
şeylerin benzerlerinde, yani haklarında kötü
oldukları tasavvur edilen hususlarda, başka
dinleri incelem ekle Ötendi dinlerini) destekle­
dikleri kanaatindedirler. Onlar, başka dinde
bulunan kötü şeyleri toplarlar; bu dinlerden
birine mensup b ir kimse, kendilerinin dininde
bulunan b ir şeyi kötülem ek istedim i, bunlar,
onların dinindeki kötü şeyler ile karşılarına
çıkarlar ve böylece onlara karşı kendi dinle­
rin i korumuş olurlar.
Kelâm âlim lerinin b ir başka takım ı, buna
benzer hususlarda, dine yardım için getirdik­
leri sözlerin yeter olm adığım görm üşlerdir.
Çünkü bu d elil ve sözler, karşılarındaki düş­
manlarım, söz ile karşı durmaktaki acizlerin­
den dolayı değil de, bunların istenilen soruyu
tam b ir doğrulukla gösterm esi ve isbat et­
mesi ile susturmalıdır. B öyle olunca, onlar
sözler ile birlikte, düşmanlarım ister utanıp
sıkılm aları, ister başlarına gelecek b ir fena­
lıktan korkm aları sebebi ile olsun, susmak
İLİMLERİN SAYIM 139

zorunda bırakacak şeyler kullanmağa mecbur


kaldılar.
Başka kelâm âlim leri de. kendi d in la i ken­
dilerince doğru olduğundan ve doğruluğundan
şüphe etm ediklerinden, başkalarının yanında
ne ile olursa olsun, ona yardım etm ek, onu gür
zel gösterm ek, onun hakkındaki şüpheleri da­
ğıtm ak ve hasım lannı uzaklaştırmak lâzım gel­
diği kanaatini beslerler. Bunlar, yalan, yanılt­
ma, şaşırtma ve zorla kandırma (g ib i vasıta­
lar) kullanmakta uygunsuzluk görm ezler. Çün­
kü bunlar, dinlere m uhalif olanları, şu ik i
(cins) insanlardan b iri olarak görürler: Y a düş­
mandır, onlan uzaklaştırmakta ve yenmekte,
cihad ve harplerde olduğu üzere, yalan ve a l­
datma kullanmak uygundur; yahut düşman de­
ğild ir, fakat akıl ve ayırt etm e ( temyiz) kuv­
vetlerinin zayıflığından, ruhunun (nefis) bu
dinden alacağı nasibi bilm eyen b ir kim sedir;
insanın yalan ve aldatma ile ruhunun nasibi­
ni almağa sevk edilm esi, kadınlar ile çocuklara
yapıldığı gibi, caiz ve uygun b ir iştir.
A

Ebû Nasr el-Fârâbî'nin ilimlerin botum-


lere ayrılm ası, onların bölüm leri ve derece­
leri hakkındaki kitabının yazılm ası, 640 hiç­
t i y ılı mübarek Ramazan ayının sonlarında
tamamlandı. Bu kitaba •İlim lerin saytmt» adı
verildi.
NOTLAR

1. €İlim lerin mertebeleri hakkında kitap». Burada


metinde aynen böyledir. Ancak, FAr&bi’nln bu adı
tanıyan başka bir kitabı vardır ve burada ter-
cOme edilen İlim lerin »ayma hakkmda kitap*tan
ayrıdır. Bunun için bu isim buraya yanlışlıkla
yazılmış olmalıdır.

2. «D edi k i» Isl&m yazarları arasında, çok eskl-


denberl, kullanılm akta olan b ir esere başlam a
usulü olup, ancak Avrupa tesiri İle terkedilmiş­
tir. Aslında, bilhassa F&r&bl devrinde ( X ve
daha sonraki yüzyıllarda), yazar eserini yaz­
maz, kendisi söyler, talebeleri yazarlardı. Talebe
de notunun başına Kale fUdn i * .... dedi» diye
başlam ak itiyadında idi. Arapça, eski farşça ve
türkçe eserlerin başında görülen yazar adının
anılm ası işte bu Adetin devamından lbaretlr.

3. öğretm e ilim leri (aşağı yukarı = müspet film ler).


Bunların tarifleri ve mevzuları için burada 42.
nota bakınız.

4 Tedbirler (hiyel) İlimlerinin mevzu ve mahiyet­


leri için burada a. 102 ve devamına, b ir de not
58’e ha kınız.
İLİMLERİN SAYIMI •1(1

5. «Afedeni İlim ». Bu İlim mevzuu İçin burada, s.


119’a balanız. Burada şunu İlâve etmek lâzım dır
kİ. Fâr&bl şehir (medlne) kelimesini belli bir
gaye ile, bir şehirde toplanmış olan kimselerin
meydana getirdiği «topluluk» m&nasında kullan*
m aktadır. Bundan dolayı, bilhassa kendisinin,
hakkında birkaç eser yazmış olduğu bu bölüm*
de, ahlâk, siyaset, İnsanların hayattaki gayeleri
ve başka konulan İncelemekte olduğu gibi, fa*
a le tli b ir sefirin, yani faziletli b ir şehir teşkil
eden faziletli kimselerin düşüncelerinin ne ola­
cağım veya ne olabileceğini incelemek dolayı*
siyle, bütün felsefesini de bu Ulm bölümünde
anlatm ak ve açıklam ak İmkânım bulm aktadır.

6. «D il İlm i». Bu bölümdeki düşünceleri İyi kavra­


m ak için, her şeyden önce, bilhassa A rap dili
İle onun gram er anlayışının esas alındığı dalm a
gözönünde bulunmalıdır.

7. «Sınaat». Bu kelimeyi FârâbI, hemen her vakit,


film le sıkı b ir ba ğ ı bulunan İşler ve tatbiki İlim
mânasında kullanm ıştır; yani her İlim, sırf ilim
olarak tâsavvtır edilirse, ilim dir; am eli bir fay­
dası ile birlikte düşünülürse sınaattır. Bundan
dolayı, meselâ mantık sınaatı, tıp sınaatı, ziraat
sınaatı, m im arlık sınaatı v.s. denilmektedir. Ay­
nı kelime, tbn Sina'da da, aynı mânada, hattâ
b ir defa m etafizik (m âba’dettabla) ve felsefe
mânasında kullanılm ıştır. F akat bu feylesoflar,
148 İLİMLERİN SAYIMI

bu kelimenin tarifini vermemişlerdir. (Fransız*


cada, klâsik m&nada: diactpline, art).

& «Söz ve sö z le », arapçada kavi (ve çoğul akavü)


karşılığı olarak kullanılmıştır. Tek tek kelime­
lerden tertip edilmiş İbare (1er) m&nasmdadır;
bunlar «tam » (m eselâ: geldi, güneş doğdu, gü­
neş parlaktır, gib i) veya «tam olm ıyan(gayr-l
tam )» (m eselâ: güneşin ışığı, evde) olabilir. Bu
tercümede, dalm a söz, bu m ânada olan kavi kar­
şılığı olarak kullanılmıştır.

9. «N a d ir (ç o ğ u l: nevâdir) kelim e». B ir dilde az


kullanılan veya herhangi b ir ilme mahsus bir
ıstılah terim olm adığı halde, umumi konuşma
dilinde geçmlyen kelimelerdir. Bu türlü kelime­
ler, her dilde bulunursa da, bilhassa kelime ha­
zînesi çok zengin olan arapçada çoktur ve bun­
la r öğrenciler ve edebiyatçılar tarafından ayrıca
ezberlenirdl. Bundan dolayı bazı eski büyük
A rap edebiyatçı ve dilcileri tarafından, yalnız
böyle kelimeleri toplayan ve adlarına İzafe edi­
lerek tanınan eserler yazılm ıştır: Nevâdir-ü E M
Zeyd, Nevâdir-ü İbn-ü-AratA, Nevâdir-ü Ebi Amr-
in-ü-ıŞeybdnl glbL

10. A slın d a: «h arfler». H a rf yazıda kullanılan İşa­


retler ve şekillerdir; burada İse, bu İşaretlerin
delâlet ettikleri sesler kastedilmiş olduğundan,
bu mânada harf (ve çoğul hurüf) ses (ve sesler)
İle tercüme edilmiştir.
İLİMLERİN SAYIMI 14 3

IL Yani, meselâ İsim veya fiil çekimlerini (tasrif­


lerini) cetveller halinde gösterir.

12. Burada gecen tabirlerin hepsi arapçanın gram er


ıso l ahiarıdır ve arapçaya mahsustur. Üçlük (sü-
lâaV arapça bir fllUn-dlU geçmiş zamanın tekil
üçüncü şahsı yalnız üç sessizden meydana gelen
fiild ir : KaTaBa ( = yazdı) g ib i; dörtlük (rü b a l),
aynı şahsı dört harften mürekkep olan lardır:
DaHRaCa (= y u v a rla d ı), AKRaMa ( —İkram
etti) g ib i; muzaaf olanlar üçlük (süldsü lerlnde
bulunan İki sessizi aynı olan lardır: FaRRa ( =
kaçtı) glbL

13. «Mu’tel fiil», kökünü teşkU eden seslerden biri


A, V, rd e n biri olan fiild ir: KALa ( = söyledi).
DaVVaRa ( = döndürdü), ZaYYaNa ( = süsledi)
glbL e8aMh> fiiller İse, köklerini teşkil eden h arf­
lerden biri yukarıda gösterilmiş olan A, V, Y'den
biri olmıyan ve örnekleri bundan evvelki notta
bulunan evvelki notta bulunan fiillerdir.

14. Yaz’, arapçada koymak demektir. Eski dilciler,


umumiyetle kelimelerin belli m analara gelmek
üzere vaz’ed İlmiş, konulmuş olduğunu kabul,
sonra kelim eleri delâlet ettikleri m anaya vaz’-
edenin ivaei’) T an n mı, yoksa iım n ia r im ol­
duğunu münakaşa ederlerdi Fâr&fol, burada bir
kelimenin vazedildiği sıradaki şekh İle, İlk şek­
lin i kastetmektedir.
144 İLİMLERİN SAYIMI

15. Ma’rife, belli U r şeye veya m ânaya delâlet «den


İsim dir; «b ir adam sa kargılık «adam » gibi (fran -
sızcası: tMfini.

16. Elif Idm arapçada bir İsmi m a'rlfe (muayyen


bundan evvelki nota bakınız) yapm ak için İsim*
lerln baş taratm a getirilen el- ( = ellf ve lfim )
harf-i tarifinden İbarettir: el-beyt ( = e v ; belli,
muayyen veya daha evvel bahsi geçmiş olan ev)
kelimesindeki el- gibi.

17. Arapçada iVdb, İsimlerin ive, bazı yazarlara, bu


aradn F&r&bl’ye göre, fiillerin ) cümle İçinde mev­
kilerine, hallerine (özne, tümleç, tam layan v. b.),
göre sonlarına isim çekim ekleri alm asıdır. î’rab
h arfleri de İsimlerin sonlarına aldıkları A rap ya­
zısında ekseriya yalnız işaretlerle gösterilen bu
e k lerd ir: eH âtdb-u (= k ita p ), el-kitcıb-a ( = ki­
tabı) el-kitâb-i (kitabın v .s .) ve IritdM n (b ir
k itap), kitûb-en ( = bir kitabı), kit&b-in ( = bir
(kitabın) Vdakl -w, -o, - i ; -ün, «n , An ekleri gttri.

18. Tenvin, bundan evvelki notta gösterilen ve Arap-


çada İsimlerin -un, -on, -in eklerine, harekade -ü,
-e, Alye d e n ir; cezm ise, İlilin sonunda faic U r
seslinin bulunm am asıdır: lem yaktüb ( = yaz-
m adı)’da olduğu gibL

19. Arapçada munearif, çekimlerde, bundan evvelki


notlarda gösterilmiş olduğu üzere. Uç h ail bulu*
nan İsimdir.
İLİMLERİN SAYIMI US

20. Mebni, arapçada {ekim de yalnız b ir h ail bulunan


zam irler, İşaret Bilatlan v .b . gibi kelim elerdir:
M zt ( = bu, bunu, bunun v .s .).

2L Munaarif olmayan isimler, arapçada çekimde yal*


nız İki hail bulunan İsimlerdir: Z&fer-ü ( = ZUfer
has. İsim), Züfer-e ( = Züler’i, Zûfer'in v. s.) glbL

22. Fâr&bl, burada da A rap yazışım göz Önünde bu*


buldurm aktadır. Malum dur kİ, A rap yazısında
yalnız sessizler İle uzun sesliler gösterilir; kısa
sesliler İse, hareke denilen ve yazıda bazen hiç
gösterilmeyen İşaretler ile İfade olunur.

23. Metin harflyyen böyledlr. FârâbI, şiirde İki esas


görm ektedir: 1 — Kelimeler, 2 — O nlann ter*
kiblndekl esaslar, tşte şiirin, dil İlmine benzeyen
de£ll, dil ile sıkı bir al&kası bulunan birinci kıs*
m ı burada bahis konusu edilmektedir. İkincisin*
den ise, mantık kurun da bahsedilecektir.

24. Eabûb, sebep ( = çadır İpi, b a t ) kelimesinin ço­


ğulu olup, aruz İlminde bir kapalı hece ( = — )
veya Ud açık hece ( * - * ) ’ dlr. Evtâd ise, veted
( = çadır k azıtı) kelimesinin çoğuludur ve aruz­
da birincisi açık, diğeri kapalı ( — «-*------- ) veya
birincisi kapalı, dlğedi açık ( -- --------) İki hece­
dir. Bunlardan mOate/'Uûn, mefMlün, /cfUotön
gibi «teflle sle r, onlardan da müatef’üün «nüs*
tefüün m fitle/'ilfiıı veya fâilAtün fûilûtün v .b .
gibi aruz vezninin boMr ( = deniz) lerl, yani ka­
lıp la n teşkil olunur.
146 İLİMLERİN SAYIMI

25. Fârâbl, beyit sonraları İle kafiyeyi kastetmek­


tedir. Burada sunu da İlâve etmek 1Azım dır: Fâ-
r&bl eserini yazarken, aslında beyit ve sonra şiir
demek olan kafiye kelimesi bu gilnkü m anada
kullanılıyordu, fakat bu mana, o zam anlar yeter
derecede kabul edilmemiş olduğundan, F&râbl
bunu hic kullanmamaktadır.

26. Kafiye, arapça şiirde, basit olarak, beyitlerin so­


nunda, şiirin sonuna kadar aynen m uhafaza edi­
len sestir, diye tarif edilir. Bundan kafiyenin bir
tek ses veya heceden İbaret olduğu anlaşılıyor
gibi İse de, gerçekte bu yalnız basına bir kafiye
teşkil etmez, ondan önce gelen bir veya birkaç
hecede de belli b ir uygunluk olm alıdır. M eselâ
arapçada mütekâvis denilen kafiye ■
---------■— vez­
ninde tam dört heceden meydana getirilir.

27. F&rftbL ma’kul kelimesini, ibn Sina gibi, akıl Ve


zekâ ile kavranan veya kavranılabllen ve bu sı­
fatı taşıyan şey ve fik ir mânasında kullanılm ak-
tadır. Bunun çoğul şekli olan ma’kıUât d a aynı
sıfatı taşıyan şeylerdir.

28. Ruhiyatta «İlk prensipler» denilen düşüncenin


bu esaslarına F ârâbl bazen «zarûriyât» veya
«fıtri m a’kulât» («yaradılışta v a r olan m a’kul-
le r ») demektedir. Başka m antıkçılar, bunu umu­
m i olarak, evveliydi derler.

29. Mugalata. Sekil, konusu veya her İkisi birden


bozuk olan bir kıyas demektir.
İLİMLERİN SAYIMI 147

30. Arapçası hâtib-ü’l-leyl olan bu tabir, karanlıkta


odun toplamak İsteyen, fakat görem ediği İçin
eline geçen her şeyi odun sanıp devşiren kimse­
den mecaz olarak, kullandığı kelimelerin mana­
sım İyi anlam adan, abuk sabuk konuşan kimse­
leri göstermek için kullanılır.

31. Cedel (dialectlque), meşhur veya esasen kabul


edilmiş hükümlerden teşkil edilmiş «k ıyas» de­
mektir.

32. î’rûb. bak. burada, not 17.

33. Metinde aynen böyledir. Bu İbare 11e Fftrâbl bel­


ki, «gerek çekimleri ve gerekse başka hususi­
yetleri bakımından kıyasl olanlar, bir Ölçüye
uyanlar ( = mevzun) ve müstesnalar, yani bir
ölçüye uym ayanlar vard ır» demek İstemektedir.

34. Merfu, arapçada bir cümle içinde özne (fa il,


müpteda) mevkiinde bulunup da, sonuna bu yer­
de bulunduğu İçin, -ü veya -ün ekleri gelmiş olan
isimdir. Mansup İse, cümlede tümleç (m efûl)
mevkiinde bulunduğundan sonuna -e, veya -en
ekleri gelmiş olan İsimdir.

35. Gerçekten mantık, arapçada, «konuşm a» mana­


sında olup, dile ve edebiyata d&lr bazı eserlerin
adında, bu kelimeye, bu manada olarak, tesadüf
olunur. Bu arada lbn-Ul-Sikklt (Ölümü 243/867) ’in
düzgün ve güzel arapçayı öğretmek gayesi ile
yazdığı tslâhrül-mantik («Konuşm anın düzeltil­
mesi») İle vn./XH L yüz yılda yetişmiş Bûfi İran
148 İLİMLERİN SAYIMI

Sairlerinden FerldUddln Att&r’ın eseri olup, türk-


çeye birçok defa tercüme edilmiş olan Manttk-
vt-tayr («K u şların konuşm ası») 'ım burada hatır­
latm ak icabeder.

36. Matlûp, umûmi olarak, aranan, sorulan ve hal­


ledilecek olan mesele, soru demektir. Hususi ola­
rak da, mantıki bir kıyasta çıkacak olan netice
mftnasına gelir. B ir kıyas yapılırken çıkarmak
ve isbat edilmek İstenilen şey, eğer doğru ise,
bizzat kıyasın neticesinde ifade edilmiş olacak­
tır. Bundan dolayı matlup hem soru, hem de
sorunun cevabı mânasına gelebilir.

37. HataM. Aynı m ânada olm ak üzere,fcufM ( = nut­


ka mensup) şekli de görülen bu tabir, hakiki
ve mantrki fikirlere değil, umumiyetle kabul edil­
miş fikirlere dayanan muhakeme ve düşünüş tar­
zı demektir.

38. Burhanı sözler ( = dâmonstratlon), öncülleri ke­


sin bilgilere dayanan, ve bundan dolayı kesin so­
nuçlar (neticeler) veren kıyaslardır (İbn Sina).

39. Burada not 8*e bakınız.

40. 8ophiatique karşılığı olarak kullanılan bu keli­


me, esassız ve ciddi olmayan kıyas ve fikirler
demektir. Fârâbt'ıun burada verdiği İştikak ve
kelline m ânası doğru değildir. Çünkü bu kelime
yunancada «m eharet» vectıazâkat» mânasına
İLİMLERİN SAYIMI 149

olan ao/iznıo’dan gelir ve bileşik bir kelime de­


ğildir. Ancak şunu ilâve etmek lâzım dır ki, Fft-
râbi'nin burada yanlış bir türeme vermesi, onun
yunanca bilmediğini gösteren k a ti bir delil teş­
kil etmez. Çünkü örnekleri pek «ok görüldüğü
üzere, bir İnsan pek İyi bildiği bir dilde, hatta
ana dilinde bile, kelimelerin türemesinde aldan­
mış olabilir.

41. Bak. burada not 37.

42. öğretm e (to'Itm ) ilim leri veya to'lim f İlimler.


Serbest olarak, «müsbet İlim ler» diye tercüme
edilebilecek olan bu tabir Ue eskiden riyaziyeye
dayanan İlimler kastedilirdi, ve bazan da meta­
fizik (m aba’dettabla) karşılığı olarak kullanı­
lırdı. eUmumiyetle tabiat İlimleri veya tabnyût,
değişmekte olan varlıkları İncelediği halde, to’Itm
İlimleri, varlıklardan tecrid edilmiş bir halde
m iktarları İnceler» (İbn-ü Rttşd). Bu Um eski­
den hesap (aritm etik), hendese (geom etri), yıl­
dızlar ilmi (astronom i) ve başka bölümlere ay­
rılırdı ki, bunlar burada da sayılmaktadır.

43. Mahsûsût, varlıkları dış duygu uzuvları vasıtası


Ue bilinen ve İdrâk olunan şeylerdir, gök, mavi,
yeşil, yaprak gibi. Aynı vasıtalar Ue yapılan
«tasdik» 1er, yani verilen hükm 1er için de kul­
lan ılır : Gök m avidir, yaprak yeşildir, gibi.

44. Müteşübih, iki sayının biribirileriyle çarpılan sa­


yıları orantılı (m ütenasip) olan musattah veya
IS O İLİMLERİN SAYIMI

mücessem (not 45’e bakınız) iki sayı demektir.


Meselâ 4 x3=1 2 ile 8 x6=4 8 gibi, çünkü ’dır.
G ayri müteşablh İse, böyle olmayan sayılardır.

45. M urabba, kendi kendisi ile çarpılan, meselâ


4x4, 7 x 7 gibi sayılara denilir; musattah başka
bir sayı İle çarpılana (5x4, 7 x 3 v .s.), mücessem
de musattahın sayılarından birine çarpılandır
(m eselâ 4 x 5 x 4 , ve 5 x 5 x 4 gibi).

46. Riyaziyede (m atem atik) umumiyetle kullanıldı­


ğına göre muntak (rasyonel), kökü (cezri) bu­
lunan sayıya denilir, 9=32 va 121=112 gibi; asam
ise, tam bir kökü (cezir) olmayana denilir. Fakat
Fârftbl, bu tabirleri burada biraz başka bir ma­
nada kullanmaktadır.

47. Uklides (Euclide) el-Fisâgurt MUâttan önce İÜ .


asırda İskenderiye’de yaşamış bir riyaziyeci (m a­
tematikçi) olup, arapçası Ustukussât ( « Unsurlar»,
fransızca: « EUments» ) adını taşıyan hendeseye
dair meşhur eseri yazmıştır. Bu eser, hemen ya­
zılmasından sonra, büyük bir şöhret kazanmış,
bütün Islâm memleketlerinde ve Garpte, hende­
senin (geom etri) esası olarak, okunmuş ve oku-
tutmuştur.

48. Men&zır ilmi fransızcada «optique» denilen ilim­


dir.

49. Burhan için burada s. 76’ya ve not 38’e bakınız.


İLİMLERİN SAYIMI 151

50. Bu İbarelere göre FArâbl. görme olayını, Ukll-


des’in fikrine uygun olarak, gözden çıkan ışık­
ların havadan veya göz İle bakılan şey arasında
bulunan saydam şeffaf, bir cisimden geçerek ba­
kılan şeye varm ası İle İzah etmektedir.

51. Yıldızlar İlmi, bugün aetrologle ve astronomie


dediğimiz İlimlerdir. Açıkça görülüyor kİ, FArft-
bl’nln gösterdiği ve İlim saym adığı bölüm astro­
logie, İlim saydığı bölüm de astronomie karşı­
lığıdır.

52. Yıldızların duruşlarından ve bunun neticesi ola­


rak, yer yüzündeki hadiselere tesirinden bahse­
den ve şimdi de bazan llm-1 nücum denilen söz­
de İlmin hiç bir esasa dayanmadığını, Fârâbt,
ayn bir eserinde de İzah etmiştir. Bak. burada,
eserleri, N o 11: Kitâb-ün-nüket.

53. Bundan anlaşılıyor kİ, FArftbl de, ortaçağlardaki


bütün Alim ve feylesoflar İle birlikte, yer yüzü­
nün gerek kendi mihveri (eksen) etrafındaki ve
gerekse güneş etrafındaki hareketini kabul et­
memekte İdi. O zam anlar dünya sabit ve kâina­
tın merkezi sayılırdı. Dünyanın sabit değil de,
hareket etmekte olduğu çok geç devirlerde, an­
cak X V I ncı yüz yılda Copernlc ve Galllâe tara­
fından isbat edilmiştir. Bu gerçeğin uzun müca­
delelerden sonra kabul edildiği malumdur.

54. Teşrik, bir yıldızın güneşten önce doğmasıdır;


tağrip’de güneşten sonra batmasına derler.
152 İLİMLERİN SAYIMI

55. iklim, eski coğrafyacılarda, «İmdi olduğu gibi b ir


yerle alâkalı hava şartlarının toplu olarak hep­
sine birden denilmezdi. O zam anlar, burada Fâ-
râbl’nln yaptı&ı gibi, aşağı yukarı büyük bir bü­
tün teşkil eden cülke» m ânasına kullanılırdı.
Eski bir taksime göre, yedi İklim v a rd ır: Gü­
neyde : Hbıd, Hicaz; ortada, doğudan batıya doğ­
ru : Mısır, Babll, Orta ve doğu Asya; Kuzeyde:
Anadolu ve Avrupa’nın kuzeyi, Rusya (H azer
ülkesi). B ir başka taksime göre, ortada bir İk­
lim olm ak üzere diğerleri onun etrafında, daire
gibi sıralanm ışlardır: Hintlilerin ülkeleri, A rap
ülkeleri Berberlerin ülkeleri— dördüncü ve orta­
d a — İran ülkesi, Rum ve Saklap (tsla v lar) ül­
kesi, H azer ve T ürk ülkesi ve nihayet Çin ve
Tibet ülkesi.

56. Fârâbt, devrindeki telâkkilere uygun olarak, ge


ce ve gündüzün uzunluklarındaki değişiklikler İle
meselâ güneşin ve başka yıldızların doğup bat­
m alarındaki değişiklikleri dünyanın hareketleri
İle değil, göğün hareketi İle olduğunu söylü­
yor. Burada not 53 11e karşılaştırınız.

57. A ğırlık lar İlmi, eskiden ağırlıkları çekmek İlmi


(üm -i cerr-i alçal) denilen İlim dir kİ, şimdiki
mekanik İlminin b a a konularım İncelerdi.

58. Tedbir (biyel) İlmi, şimdiki mekanik denilen İl­


min t>azı kısım ları ile, diğer müsbet İlimlerin
tatbikatım inceleyen ilim dir.
İLİMLERİN SAYIMI 1 »

59. Cebir ve mukabele, aslında riyaziye (aritm etik)


de İki amellyenin adıdır. Cebir, b ir eşitliğin (m ü­
savatın) bir taralında bulunan m enü (n egatif)
U r haddi (terim ), eşitliğin (m üsavat) her İki
tarafına ima eşk mOSbet (pozitif) U r had ll&ve
ederek yok etmektir, m eselâ:

5 z »— 6 x + 2 = 4 * » + 7

eşitliğinde (m üsavat), Uk tarafta bulunan — 6 x ’l


yok etmek İçin, her iki hadde + z ll&ve edil­
mek sureti İle,

5 x * + 2 = 4 x »+ 6 x + 7

elde edilmesi cebirdir. Mukabele İse, eşitliğin her


iki tarafından eşit veya «m ütecanis» hadleri
toddum akdır. (Meselâ yıdcandakl eşitlikte eşit
(terim ) fcalHınlmmn ile

x *= 6 x + 5
elde edilir. B u tabirler arta çağda Avrupa’y a
da geçmiş, mesel& fransızcadakl algöbre ( = ce­
b ir ) (ıstılahı (eboebir)*den çdcmıştır. F&r&bt bu­
nun bazı esaslannm Uklldes’ln kitabından çıktı­
yım söylüyorsa da, şimdiye k adar bu Isbat edil­
miş değildir. Bunun Hlnd’den gelm iş olduğu ve­
ya, daha kuvvetle muhtemel göründüğüne göre,
Islâm m üellifleri tarafından bulunduğu söylen­
mektedir Uslâm ansiklopedisi).

60. Burada not 46’ya bakınız.

6L Metnin, olduğu gibi, kelime kelime tercümesi


budur. Bütün İlimlerden bahseden eseflerde, böy-
154 İLİMLERİN SAYIMI

le bir ilmin varlığına ve nasıl b ir İlim olduğuna


dair b ir bilgiye tesadüf edilmiyor. Fftr&bi, belki,
bir bina yapılırken, çökmemesi veya yıkılmaması
için alınacak tedbirleri gösteren b ir am eli ilmi,
bir sınaatı anlatm ak İstemektedir.

62. Garip kaplar Arapçası ev&n-in acibe; el yazması


bir nüshada evaz-in; latinceye «a ğırlık lar ( —ev-
sdnJ sınaatı» mânasında tercüme edilmiştir. Bu­
rada Kahire, 1949 basun asında bulunan yukankl
şekle göre tercüme edildi

63. Kıvam, v a r oluş ve varlık mftnalanndadır. Bu


bakımdan kıvam bir arazın (accident) ayrılm az
bir şekilde bağlı olduğu, fakat var olmak için
araza Uıtlyaa olmıyan bir yer, bir mevzu de­
mektir.

64. Araz, varlıklarda cevherin zıddı olup, b ir cisim­


de bulunup da, onun cevherini teşkil etmiyen
şeydir. Bunlar, ya o varlığa — onun v a r olma­
sını temin etmeden — hususiyetini verir, yahut
umumi o lu r: K a r ve kirecin beyazlığı gibi.

65. Görülüyor ki, FflrâM , biraz aşağıda Hah» da


açıklıyacağı üzere, tabii cisimlerde, dürt «İlle t»
(sebebi görm ektedir: 1. M addi İlle t: cismin
maddesi, meselâ masanın tahtası, 2. «sû rl» illet:
maddenin aldığı şekil, meselâ masanın dört kö­
şeli olması, 3. Yapıcı ve hareket ettiren Ulet:
cisme o şekil veren, meselâ m asayı yapan m a­
rangoz, 4. G al ille t : cismin ne için yapıldığı,
meselâ masanın üzerinde kitap okumak için ya­
pılması.

Sunu da ilâve etmek lâzım dır ki, bu tasnif


aynen Aristo’da vardır.
İLİMLERİN SAYIMI 135

66. Uatvhua, «m ürekkepleri (bileşikleri) teşkil eden


a sıl» m Anasına gelen yunanca bir kelimedir. İbn
Sina bunu şöyle tarif etm ektedir: «Ustukus, İlk
cisim olup, kendisine zıt İlk cisimlerle birleşme*
si dolayısiyle ona ustukus denilir. Bundan dolayı,
cisimlerin tahliyesinde en son varılan unsur (dld*
ment) ustukustur».
67. Oluş (fcevn) maddenin suret alması, dağılış (/©■
aûd) da suretin maddeden silinip kalkmasıdır.
F ârâbl’ye göre, oluş, bir terkip veya ona benzer
t>ir şeydir; dağılış da bir çözülme, terkibin açıl­
ması veya ona benzer bir şeydir.

68. «yüksele eserler», yer yüzü İle gök arasında, gök


boşluğunda, meydana gelen yağm ur, kar, ebem­
kuşağı ve başkaları gibi olayların araştırılıp İn­
celenmesinden bahseden ilim bölümüdür.

69. Burada ayrı bir İlim gibi telâkki edilen bu ma-


badet-abia (Tabiat-ötesi, m6taphyaique) veya İlâ*
hiyat İlmi, şimdi metafizik denilen asıl felsefe
konularım İnceler.

70. Medeni ilim, tabü İhtiyaçların zorlaması He bir


şehir ( = medİne) kuran İnsanların irade İle yap­
tık ları hareketlerini, seciyelerini, ahlâklarını ve
bir de siyasete dair hususları araştıran ve İnce­
leyen ilimdir. Bak burada not 5.

71. Külli (üniversel) ayn ayrı birçok şeyleri içine


alan söz, m âna v s .’dlr. «K ü lli mânası birçok
şeyler hakkında kullanılmasına engel olmayan
düşünce ve başka şeylerdir» (İbn Sina).

72. Burada köşeli tırnak içindeki fbareler, b ir nüs­


ha hariç, başka bütün el yazması nüshalarda
mevcuttur. Fakat, konu ile alâkasız olmamakla
156 İLİMLERİN SAYIMI

beraber, aslında sahifenln kenarında bulunan ve


sonra yanlış bir yere konulmuş olan bir nota
benzemektedir.

73. A’yan. arapçada ayn kelimesinin «oğu l şeklidir.


Felsefede belli bir şahısta, müşahhas (som ut) bir
halde, v a r olan varlık mânasında «v a rlık » de­
mektir. Bundan dolayı da fert ve şahıs mana­
sında kullanılır. M eselâ «şey, akıl veya tasav­
vurda mevcut bulunan müşahhas (som ut) bir
varlık ( = ayn) veya b ir surettir» (tbn Sin a)

74. Şeriat, Kelime mânası «suya giden y o l» demek


olan şeriat, umumiyetle «d in » mânasında kulla­
nılır ve şöyle tarif e d ilir: «T an n ’nın bir peygam­
ber aracılığı ile kullan için çizdiği yol». Bu da
İki şeyden meydana g e lir: 1. İnanılm ası em­
redilen inançlar (itik atlar), 2. yapılm ası emre­
dilen İşler (am eller). Bunların birincisi kelâm
ilminin, İkincisi fıkıh ilminin konusunu teşkil
edef. Burada şeriat kelimesi daim a bu m ânada
kullanılmıştır.

75. Tahdid, felsefede bir şeyin tarifini ( =had) ver­


mek, bir şeyi tarif etmektir. Şeriatta İse, kuru­
cusunun İş (e f a l) ve İnançlar (itikad) hakkında
şu urlar ( — had, cemi hudud) teöbit etmesi, yani
bu hususlarda verdiği hükümlerdir.

76. Te’vü, bir mânayı uzak b ir mânaya çekmek, bir


hadiseyi yorumlamak mânasına gelir. Kelâm
alimlerince, dine ait bir fikir ve İşte, Kur'an’dakl
bir âyeti veya bir sözü, kesin deliller ile değil
de, zatına dayanan deliller ile yorumlamak, açık­
lam ak demektir.

You might also like