You are on page 1of 165

PROF. DR.

FARUK SÜMER

YABANLU PAZARI
SELÇUKLULAR DEVRÎNDE
MİLLETLERARASI
BÜYÜK BÎR FUAR

AN IMPORTANT INTERNATIONAL
FAIR DURİNG THE
SALJUK PERİOD

İSTANBUL — 1985

........ . ..................................... "I.... 1......... 1


Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Yayını 14

BU ESER
Bakanlar Kurulu’nun 20.7.1980 tarih ve 8/1307 Sayılı
kararıyla kamu yararına hizmet verdiği kabul edilerek ver­
gi muafiyeti tanınmış olan TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMA­
LARI VAKFI’nın yayınıdır.
Her hakkı mahfuzdur. TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMA­
LARI VAKFI’nm müsaadesi olmaksızın tamamen, kısmen
veya herhangi bir değişiklik yapılarak iktibas edilemez.

Haberleşme Adresi: P. K. 94 Aksaray - İST.


Telefon: 520 53 83 - 511 10 03
Dizgi Baskı: Afşin Matbaası
Kapak Düzeni: Ömer Onay
Kapak Baskı: San Ofset

II
İÇİNDEKİLER

Sahife

SUNUŞ ................................................................. IV
ÖNSÖZ ..’............................................................ . VI

GİRİŞ ................................................................. 1 - 10

YABANLU PAZARI .............................................. 11-24

İNGİLİZCE TERCÜMESİ .......................... .. ... 25-32

I. EK-ZAMANTI KARESİ ....... ... .................. 33- 45

İNGİLİZCE TERCÜMESİ ............. 46-55

II. EK - BEY BARS’IN 1277 YILINDAKİ


ANADOLU SEFERİNE DAİR İBNÜ’Z-ZÂHİR’İN
RİSALESİNİN TERCÜMESİ .............................. 56-95

KAYNAKLAR ve İNCELEMELER ............. ...... 96- 99

VESİKALAR

1 — Z. Kazvînî’nin Yabanlu Pazan Hakkında-


ki Sözlerinin Arabça Metni ............ 103

2— XVI. Yüzyılda Zamantı Kalesindeki Si- . .


lalı, Mühimmat ve Erzak İle İlgili '
Liste ...................................................... 104-105

3— İbnü’z-Zâhir’in Risalesinin Arabça Met­


. ni ... ... ... ... ... ... ... ................... 106-132-.

RESİMLER ............. . ... ... ............................ 133-140

DİZİN ... ... ........ ... ........ 141-156

HARİTA
m
SUNUŞ

«Yabanlu Pazarı» adıyla neşrettiğimiz bu kitap, dünya


ve Türk iktisat tarihi için olduğu kadar kültür tarihi için
de gerçekten çok kıymetli bir «kaynak eser» olacaktır.
Bu eser uzun süren bir araştırma sonucu meydana gel­
miştir. Araştırmanın bir kısmı kitaplar arasında, bir kısmı
ise «arazi» de geçmiştir. Çoğumuz için genç sayılmayacak
bir ilim adamının arazi çalışmalarında gösterdiği sabır, se­
bat ve gayreti bizzat müşahede ettim. İlim aşkının, insanı
nasıl yorulmaz, bıkmaz ve korkmaz yaptığını gördüm.
«Zamantı» kalesinin tepesine tırmanışını ben ancak arka­
dan seyretmek zorunda kaldım, çünkü kendim yarı yol­
dan döndüm.
Çok sık tekrar eden ve gece gündüz süren bu araştır­
ma gezilerinde köylerdeki temaslarımızdan, çok şey öğren­
dik: Tarihi eserlere rastladıkça onların perişan halini gö­
rüp nihayetsiz ızdırap duyduk. Beyazıtta ne idüğü belirsiz
taşlan Bizans eseri olduğu için her gün gözümüzün içine
sokan zihniyet Türk’ün hemen hiç bir eserine kanat ger­
memiş. .. Duvarlarında otlar ve hattâ ağaçlar büyüyen ker­
vansaraylar, türbeler, çeşmeler kendimize küsüşümüzün,
kendimizi bütün benliğimizle terkedişimizin hatırlatıcısı
olarak adetâ zorla yaşıyorlar.
Bu araştırma, diğer yayınlanınız gibi, daha çok ya,-
bancılann takdirine mazhar olacak. Ancak bu araştırma­
nın yapılması için bize kaynak bulmada yardımcı olan kıy­
metli kardeşim Ali ÇOŞKUNün. konunun ehemmiyetini der­
hal takdir edip sıcak ilgi göstermesini ve Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği ile, İstanbul Sanayi Odası ve Kayseri Ticaret
Odası’nm maddî desteklerini esirgemeyen başkanlarının ve
diğer idarecilerinin anlayışlarını minnet ve şükranla zikret­
mek bizim için zevkle yerine getirilmesi gereken bir vazi-

IV
fedir. Sonra bu desteğe katılan İstanbul Ticaret Odası
ile İstanbul Ticaret Borsasmın Sayın başkan ve üyelerine
de samimiyetle teşekkür ederim.
Vakfımız, Türk dünyasının herhangi bir gerçeğini gün
ışığına çıkaran, çıkarmağa maddî veya mânevi destek olan
herkese, her kuruluşa daima sonsuz minnet ve şükranlarını
sunar. Bu eserinden dolayı kıymetli âlim Prof. Dr. Faruk
SÜMER’e de duyduğumuz minnet ve şükran sonsuzdur. Da­
ha uzun yıllar sağlıkla ve eksilmeyecek ilim aşkıyla dünya
ilim âlemine daha nice eserler kazandırmasını dilerim.

Prof .Dr. Turan YAZGAN

I......... t.................
.1. .1.

ÖNSÖZ

Kitabın, adından , da anlaşılacağı üzere, Yabanlu Pazarı


Selçuklular devrinde her yıl Anadolu’da kurulan, kelime­
nin şimdiki geniş manası ile, milletlerarası büyük bir
fuarın adıdır. Öyle ki Yabanlu Pazarı’nm, mahiyeti dolayı-
sı ile, XIII. yüzyılda sadece İslâm, âleminin değil, «dünyanın
en büyük milletlerarası fuarı» olduğu ilmi bakımdan te-
reddüdsüzce ifade edilebilir. Bu, gerçekten böyle olmakla
beraber Yabanlu Pazarı son zamanlara kadar ilim alemin­
ce meçhul kalmıştır. Meselâ Doğu ticaretine de temas eden
umumî eserler şöyle dursun W. Heyd’in Ortaçağda Doğu
ticareti tarihi (Histoire du commerce du Levant au Mo-
yen-Âge) adlı klasik . kitabında Yabanlu Pazarı’nm ismi
bile geçmediği gibi, yine Avrupa’da aynı konuda ve bu
arada Selçuklular devrindeki ticarî faaliyetler için yazıl­
mış incelemelerde de bu fuardan söz edilmez. Halbuki Ya­
banlu Pazarı’ndan bahseden bütün kaynaklar Avrupalı
âlimlerce yakından tanınmakta idi. Hatta bunlardan Ya­
banlu Pazarı’na dâir en geniş bilgiyi veren Zekeriyâ el-
Kazvînî’nin (ölümü •. 1283) Asâru 1-bilâd’ı geçen, yüzyılın or­
talarında Almanya’da basılmıştı. Zamanımızda Yabanlu
Pazarı ve bunun milletlerarası bir fuar olduğu Türkiye’de
Selçuklu tarihi üzerindeki çalışmalar sonucunda meydana
çıkarıldı (ileride metne bk.). Fakat ilim âlemi bundan da
haberdar olamadı. Bu yüzden Mevlânâ’nm Mesnevî’sinde
geçen ve bu mühim fuarı ifade eden «Yabanlu» sözü Tür­
kiye’de «Köylü Pazarı», Avrupada da, eski lügatçılar ve
şerhçiler gibi, «pazar, ticâret emtiası ve hatta kervan»
manalarında izah edildi. Öyle umuyoruzki bu inceleme ile
Yabanlu Pazarı, ehemmiyeti ve bu fuarın, dünya ticaret
tarihindeki yeri artık yakından tanınmış ve anlaşılmış
bulunacaktır.

VI
Okuyucular, incelemeye iki EK’in yapılmış olduğunu
göreceklerdir. Bunlardan I. EK Zamantı kalesine tahsis
edilmiştir. Bilhassa «Semendû» ve «Tsamandos» adları ile
Arab-Bizans mücâdelelerinde sık sık geçen, Selçuklular,
Beylikler devirlerinde ve hatta OsmanlIlar zamanında
(XVI. yüzyılda) da ehemmiyetinden çok şey kaybetmeyen
bu mühim kalenin mevkii AvrupalI âlimler arasında mü­
nâkaşa konusu olmuştur. İşte I. EK’teiki incelemede bu
kalenin hüviyetinin kesin bir şekilde tesbit edilmiş olduğu
görülecektir.
II. EK’e. gelince bu, Memlûk hükümdarı Bey Bars’ın
(ölümü: 673 = 1277) 675 yılının son aylarında (1277, Nisan-
Mayıs) Kayseri’ye kadar uzanan seferi hakkında, bu se­
fere katılan Muhyîddîn İbn Abdüz-Zâhir’in yazdığı gün-
lük’ün türkçe geniş bir hülasasıdır. Bu günlükte Yabanlu
Pazarı, bu pazara, dünyanın her tarafından tacirlerin ka­
tıldığı, aranılan her malın orada bulunduğu anlatıldığı
gibi, o zamanın. Türkiye’sinin durumu ve Kayseri , ile
ilgili dikkate değer birçok müşahedelere de rastgelinir. Bu
müşâlıedelerden sadece yeni bilgiler elde edihnekle kalınmı­
yor, onlar aynı zamanda birçok hataların düzeltilmesinde,
müphem birçok meselenin aydınlatılmasında da bize yar­
dımcı oluyor. Tamamen edebî bir üslûp ve süslü ifadeler
ile yazılmış olan arabça bu günlüğü tercüme etmek zahme­
tine katlanmamızın sebebi de bu hususlardan ileri gelmiş­
tir. Günlüğe bir giriş ile birçok haşiyeler konularak fay­
dalanılması kolaylaştırılmıştır.
Sözlerime son vermeden önce bana yardımda bulunan
aziz arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Çünkü bu,
benim için zevkle yerine getirilmesi gereken bir vazifedir.
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nm Sayın Başkanı
Prof. Dr. Turan Yazgan. Beyefendi’nin teşvik ve destekleri
olmasa idi bu eserin hazırlanıp yayınlanması gerçekten çok
gecikirdi. Aziz arkadaşım bana, yakından yardımcı olmak
için bizzat Kayseri bölgesinde arazî çalışmalarıma katılmış,
yorgunlukları, titretici gecelerde dağ başlarında ve köy yol­
larında çekilen zahmetleri benimle birlikte paylaşmıştır.
Başkanı olduğu müessese ile millî kültürümüze mühim
hizmetlerde bulunan Sayın Turan Yazgan Beyefendi’ye
gönlümün en derin yerlerinden gelen teşekkürlerimi su­
narım.
VII
Bolu Yüksek Eğitim Okulu öğretim görevlisi talebem
İsmail Hakkı Akyoloğlu Bey de arazi üzerindeki araştır­
malarımda her an bana yardımcı olmuştur. Bu aziz tale­
beme de çok teşekkür ederim.
Şimdi Kayseri Vakıf Müdürü olan çalışkan ve ciddî
tarihçilerimizden Mehmet Çayırdağ Bey ile meslekî çalış­
malarından arta kalan zamanı bilhassa Kayseri tarihine
dâir araştırmalara hasr etmiş olan Diş tabibi Hâlit Erkilet-
lioğlu Bey’in yakın alâka ve yardımlarını da unutamam. Ha-
lit Bey evvelce çekilen filimlerin kaybolması yüzünden Pa­
zar Ören kasabası ile Zamantı kalesine kadar gitmek nezâ­
ketini göstermiş, Pazar Ören kasabası ile Zamantı Kalesi’-
nin fotoğraflarını çekip bana göndermek lûtfunda bulun­
muştur. Bu temiz kalbli genç kardeşlerime pek çok teşekkür
ederim. Değerli sanatkâr Ömer Onay Bey de haritanın ya­
pılmasında ve eserin kapağının hazırlanmasında mesleğin­
de gösterdiği sabır, Ciddiyet ve titizliğin en güzel örnekle­
rini vermiştir. Bu aziz gence de çok teşekkür ederim.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nm çalışkan men­
suplan Saadet Pınar, Zuhal Kerimoğlu, Şenol Gürcanlı ha­
nımlara ve Turan İşcan kardeşime de teşekkür etmeyi
unutmamalıyım. ■ .
laleli 15 Haziran 1985
Faruk Sümer

VIII
GİRİŞ

Prof. Dr. Faruk SÜMEK

Türkler’den önce Bizans İmparatorluğu’nun elinde bu­


lunan Anadolu ıktisâden ve dolayısı ile her bakımdan sö­
nük bir ülke durumunda idi. Bu husus bilhassa Anadolu’­
nun milletlerarası ticaret yollarının dışında 'kalmış olma­
sından ileri gelmiştir. X. ve XI. yüzyıllarda ülkenin en geri
kalmış bölgelerinin Batı Anadolu ile Orta Anadolu oldu­
ğu biliniyor. Anadolu’nun medeniyetçe ileride bulunan bi­
ricik bölgesi ise Fırat’ın ötesindeki bazı, Doğu ve Güney
doğu yöreleri idi. Bunun da sebebleri adı geçen yörelerden
bazılarının dünya ticaretini, ellerinde tutan Müslümanlar’m
idaresinde olması, bazılarının da İslâm hududunda bulun­
masıdır. Anadolu’nun geri, kalan'büyük bölgesi ise, az yu­
karıda kaydedildiği üzere, her . bakımdan karanlıklar için­
de bulunuyordu. . . , “' ' , '
Bizans ile İslâm âlemi arasında yüzyıllar boyunca
daimî bir harb halinin sürüp gitmesi, bu durumun baş­
lıca sebeblerinden birini teşkil etmiştir. Anadolu’nun bilhas­
sa orta kesiminin doğu tarafları, hemen kesilmeksizin asır­
larca devam eden Arab akutları dolayısı ile bu ülkenin en
fazla tahribe uğrayan bölgesi idi. Bü bölgede «ören» veya
«virân» adını taşıyan yer adlarının mühim bir kısmı Türk­
ler’den önceki devirler ile ilgilidir. . . .
1071 Malazgird zaferinden sonra Oğuz Türkleri' Sel­
çuklu hânedanınm idaresi altında Anadolu’yu vatan edin­
diler; orada yurt tuttular ve yerleştiler. Haçlı seferleri yü­
zünden gerek Franklar, gerek BizanslIlar ile başlayan
uzun mücâdelenin 1176 yılında Türkler’in lehine netice-
_ 1 _.

................... n-ı. -....... i.... :.......i..........................


TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALAR! Ağustos 1985

lenmesi Bizans’ın Anadolu’dan Türkleri çıkarmak gaye­


sine son verdirdi. Bu zaferden sonra yeni siyasî başarılar
ile Selçuklu hududları mütemadiyen genişledi; güneyde An­
talya ve Alâiyye (Alanya), kuzeyde Sinop ve Samsun Sel-
çuklular’ın en canlı ticaret limanlan haline geldiler. Güney­
de Alâiyye, kuzeyde Sinop’ta tersaneler inşa edildi ve do­
nanmalar vücuda getirildi. Buna müvazi olarak kalkınma
hareketlerine girişildi. Şehirler sür’atle imar edilmeye baş­
landı. Hatta yeni şehirler inşa edildi (Aksaray gibi) ;köy ve
kasaba vasfını taşıyan pek çok yerler büyük şehirler haline
geldiler. Bunlar camiler, mescidler, medreseler, hanlar, çeş­
meler, hastahâneler, kimsesizler yurdu gibi içtimâi eserler
ile süslendi. Selçuklu hükümdarları ve devlet adamları tica­
retin bir ülke için taşıdığı ehemmiyeti şuurlu bir şekilde
kavramışlardı. Bununla ilgili olarak sultanlar Kıbrıs kralları
ve Venedikliler ile ticaret antlaşmaları yaptılar. Yabancı ta­
cirlerden yüzde üç gibi çok cüz’i bir gümrük vergisi aldılar
(Islâm âleminde umumiyetle yüzde on, Çinde yüzde otuz
gümrük resmi almıyordu). Hatta denizlerde de emniyetin
sürdürülmesi ve bu suretle yabancı ülkeler ile yapılmakta
olan ticarî faaliyetlerin devam etmesi için, vücuda getiri­
len donanmalar da vakit vakit harekete geçiniliyordu. 1225
veya 1226 yılında girişilen deniz aşırı bir sefer ile Kırım’­
daki Suğdak limanı fethedildi. Bu, sadece ticarî maksatlar
ile yapılmış bir sefer idi. Kırım sahillerindeki en mühim
ticaret limanı olan Suğdak şehrinin 1239 yılma kadar Sel-
çuklular’ın idaresinde kaldığı sanılıyor. Kuzey ticaretinin
Türkiye için hayatî bir ehemmiyet taşıdığı' bunun gibi daha
bazı misaller ile iyice bilinmektedir.
. Selçuklu hükümdarları sürdürdükleri ticarî politikanın
gereği olarak huzur ve sükûn içinde bulunan ülkelerinde
eski anayoları tamir ettikleri gibi, belki yeni yollar da yaptı­
lar. Bü yollar üzerinde konak konak kervansaraylar inşa
ettirdiler. Bu kervansaraylardan her birisi kale gibi müs­
tahkem., yani berkitilmiş olup, sayısı hiç de az olmayan ör­
nekleri, pek sarp, kısıkları çok, iki tarafındaki dağlar dik,
dar ve uzun su akan boğaz yollarında bile görülür. Kervan­
sarayları inşa etmek için gereken malzemenin bu sarp,
çok dar, su akan boğaz yollarına pek büyük güçlükler çe-'

— 2.
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

kilerek getirilmiş oluğunu ancak oraları görmüş olanlar bi­


lebilirler. Bilindiğ üzere onlar aynı zamanda sanat değeri ta­
şıyan âbidelerdir ve Türkler’in Anadolu’yu, tarihinde gör­
mediği en mamûr bir duruma getirdiklerinin en canlı şâdid-
leridir. Ribat da denilen Anadolu’daki kervansarayların ya­
pılması geleneği bilhassa Türkistan ile ilgilidir. X yüzyılda
yazılmış İslâm coğrafya eserlerinde Türkistan’ın her tara-
fınfında sayılamayacak derecede çok kervansaray (ribât)
bulunduğu anlatılır. Yaz mevsimlerinde ana yollar üzerinde
yolculara karlı su ikram etmek geleneğinin de Türkiye’ye
Orta Asya’dan gelmiş olduğunu gösteren kuvvetli deliller
vardır. Kervansaraylar inşa etmekte gözetilen başlıca gaye,
anlaşılacağı üzere, yolcuların ve ticâret kervanlarının kor­
kusuz ca ve rahatça seyahat edebilmelerini sağlamak idi.
Öyleki kervansaraylara inen yolcular ücretsiz olarak ora­
larda kalırlar, yerler, içerler, mescidlerinde namazlarını kı­
lar, yunak yani ham amlarında yıkanılardı. Yoksul yolcula­
rın ayakkabıları tamir edildiği gibi, tamir edilemeyecek ka
dar eskimiş olanların yerine yenileri verilirdi. Tabiî yolcula­
rdı hayvanlarının yemleri de ücretsiz olarak karşılanırdı.
Büyük kervansaraylarda baştabana (bîmâristân) bulundu­
ğu da bildriliyor (meselâ Kayseri bölgesindeki Karatay ker­
vansarayında) . Yolcular arasında ölüm vâki olursa kefenle­
nip civardaki mezarlıkta defnedilirdi. Bütün kervansaray­
lar vakıf idiler. Bunlar sultanlar, sultanların zevceleri, bel­
ki kızları ile vezirler ve diğer devlet adamları tarafından
meydana getirilmişlerdi. Selçuklu kervansaraylarında Müs­
lim, gayr-i Müslim herkes misafir edilir ve bu hususta hiç­
bir fark gözetilmezdi. Anlaşılacağı üzere kervansaraylar,
Türk evlerinin ve Türk köy odalarının geniş ölçüdeki ör­
nekleri idiler. Türklerdeki ekmeğini bir daha görmeyeceği
geçici bir misafir ile paylaşmak geleneği, şüphesiz, insan­
lık duygusunun en belirgin ifadesidir.
Tabiî kervansaraylar ile birlikte pekçok da köprü ya­
pılmıştır ki, bunların mühim kısmı zamanımıza kadar gel­
miştir. Bu vesile ile şu hususu bir defa daha belirtelim, ki Sel­
çuklular hastahâneler, kimsesizler evi gibi içtimâi tesisler
vücuda getirmekte de en önde geliyorlardı. Hatta söylemek
mümkün olabilirki başlıca Selçuklu şehirlerinde (bunlara

—3 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Çankırı da dahildir) mutlaka bir hastahâne tesis edilmişti.


Konya gibi daha büyük şehirlerde iki hastahânenin bulun­
duğu biliniyor. Hülâsa İran’daki Büyük Selçuklular.daha zi­
yade medrese, Türkiye Selçukluları daha çok kervansaray
ve hastahâne yapımına ehemmiyet vermişlerdir.
Selçuklular Anadolu’yu milletlerarası ticaret sahası
içine sokmak için başlıca iki ana yola dikkat gösterdiler;
Batı-Doğu Yolu, Kuzey-Güney Yolu. . .

A. BATI-DOĞU YOLU : Bu yol Antalya’dan başlı­


yor. Burdur, İsparta, Konya, Aksaray, Kayseri gibi mühim
konakları geçtikten sonra Sivas’ta Kuzey - Güney yolu ile
birleşiyor; oradan da Erzurum’a, gidiyor ve Erzurum’dan
Tebriz ulaşıyordu. Bu yoldan Mâzanderân (Hazar Deni-
zi’nin güney. kıyısı), Acem Irak’ı, Kuzey Âzerbeycan
(Gence, .Şirvan) tacirleri ile Tiflis’teki Gürcü tüccarı
faydalanıyordu. Büyük ticaret merkezlerinden biri olan
Tebriz ile Konya arasındaki mesafeyi ticaret arabalarının
kırk, günde kat’ettikleri çağdaş bir müellif tarafından-,bil­
dirilir. Yol üzerinde yalnız. Kayseri ile .Sivas arasında yir-
midört kervansaray bulunduğu yine aynı müellif tarafın­
dan haber veriliyor. Bu haber mübalağalı.olmalıdır.. Fakat
her-iki şehir arasında müteaddid. kervansarayların mev­
cut. olduğunu başka kaynaklardan kesin olarak biliyoruz.
Kayseri’den pek mühim bir yol da Göksün - Maraş üzerin­
den-Haleb’e gidiyor.. Bu yol üzerinde de kervansaraylar inşa
edilmişti. Kayseri - Elbistan -.Malatya ile Kayseri...Sarız
yahut Kara Kilise - Hurman - Elbistan - Akça Derbend-Göy-
nük - Delük - Haleb yolları da en ehemmiyetli yollardan sa­
yılıyorlardı. Bilhassa bu sonuncusu belki, en işlek, yol olup
gerek askeri gerek ticarî bakımlardan çokça kullanılıyor­
du.

B. KUZEY - GÜNEY YOLU : Bu yol’ Sinop limanın­


dan başlayarak' Tokat’tan geçip Sivas’ta. Batı - Doğu yolu
ile birleştikten sonra Malatya üzerinden devrin büyük bir
ticaret şehri olan Haleb’e ulaşıyordu. Mamafih buradan
ve diğer zikredilen yollardan ticaret . kervanları Âmid
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

(Diyarbakıri, Musul ve Bağdad gibi şehirlere de gi­


diyorlardı. Kuzey ülkelerinden gelen tacirler yolun her ba­
kımdan müsâid olması dolayısı ile Sivas’tan Kayseri’ye, Ya­
banlu Pazarı’na ve hatta Konya’ya kolayca ulaşabi­
liyorlardı. Selçuklular bu arada Sivas’ı da milletler-
aarsı bir ticaret merkezi haline getirmek başarısını
göstermişlerdi. Öyle ki, Cenevizliler gibi, İran’daki ma­
hallî hükümdarlar bile XII. ve XIII. yüzyıllarda orada tica­
ret mümessilleri bulunduruyorlardı. . Suriye, Mısır,' Irak
İran ve Türkistan ülkelerinden gelen tacirler, Sivas’da Ve­
nedik, Ceneviz, Napoli, Piza gibi İtalyan cumhuriyetlerine
mensup kalabalık sayıda tüccar ile Bizans, Rus. ye Kıpçak
ülkelerine mensup tüccar ile buluşuyor ve geniş, çapta
mal alış - verişi yapılıyordu. XIII. yüzyılda Sivas'da sadece
sabun, itriyât ve at satışlarından Selçuklu devletinin pek
büyük bir gelir elde ettiğini batılı bir seyyah bildirir. Türk-
menler’in keçeden mamul kızıl berklerinin tâ Fransa ve
İngiltere’ye kadar yayılmasıda bu devamlı ve geniş âlış-vo-
riş ile ilgilidir. İtalyan cumhuriyetlerinin yine Türkmenler
tarafından Anadolu’da yetiştirilen soy atlardan ve Türk­
menler tarafından imal edilen halılardan satın alma­
ları Selçuklular devrinde başlar. Türk sahtiyanları . ve
hatta belki Türk eğerleri Avrupa da bu zamanda tanın­
maya başlanmışdır. '
. Giriş bölümüne son vermeden önce Selçuklular dev­
rinde ihraç ve ithal edilen maddeleri kısaca kaydetmek
yerinde olacaktır. . ,

A. ŞAP: Bü madde dokuma sanayiinde kullanılıyor­


du. Batı, bu maddeyi Doğu’dan karşılıyordu. Anadolu şap­
lan evsaf itibariyle Mısır şaplarından daha iyi olduğun­
dan Batılılar şap ihtiyacını Anadolu’dan temin etmeye baş­
ladılar. Türkiye’de o zamanlar iki şap madeni pek tanın­
mıştı: şimdi Giresun’a bağlı Şebin Karahisar, diğeri de
Kütahya. '

B. GÜMÜŞ: Çağdaş bir müellif Selçuklular devrinde


dört gümüş madeninin. işletilmiş olduğunu bildiriyor.. Fa­
kat o, bu madenlerin nerede oldukları hakkında bilgi, ver-

— 5 —
J. .1

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

miyor. Bu gümüş madeni ocaklarından ikisinin Ulukışla ile


Gümüşhane yörelerinde bulunduğunu biliyoruz. Bunlara
Amasya’ya bağlı Gümüş Hacı köyündeki gümüş madeni ile
Kütahya’ya yakın bir yerdeki gümüş madenlerini de - pek
muhtemel olarak - ilâve edilebilir. İbn Abdüzzâhir’in günlü­
ğünde Kayseri’ye bağlı Sarız yöresine gelindiğinde: «gümüş
madeni buraya yakındır» denilmesi gümüş çıkarılan diğer
bir ocağın mevcudiyetini akla getirmektedir. Gerçekten Sa-
nz - Pınar Başı arasında Pınar Başı’na çok daha yakın, eski­
den beri Büyük Gümüşgün, Küçük Gümüşgün köyleri var­
dır ki, madenin bu köylerde olduğunu düşünmek (veya ka­
bul etmek), her halde, yerindedir. Fakat meşgul olduğu­
muz devirde Türkiye’den gümüş ihraç edildiğine dâir bir
kayda rastgelmedim.

C. BAKIR: XIII. yüzyılın ortalarında Türkiye’yi ziya­


ret etmiş olan batılı ve dikkatli bir seyyah Selçuklu ülke­
sinde bakır istihsal edildiğini yazıyor. Bazı meslektaşları­
mız bu bakır madeninin Diyarbekir bölgesindeki Ergani ba­
kır madeni olduğunu (bu, 1122 yılında Zu’l-Karneyn Kalesi
yakınında keşfedilen bakır madeni olmalıdır) söylüyorlarsa
da bu madenin Kastamonu bögesindeki bakır küresi olması
muhtemeldir. Mamafih Diyarbekir bölgesi de Selçuklu hu-
dudlan dahilinde olduğuna göre Ergani bakırından da ge­
lir elde edildiğini söylemek mümkündür. Bunlardan başka
Erzincan’da da bakır madeni olduğunu ve elde edilen bakır­
dan kapkacak ve her yere gönderilen güzel lambalar yapıl­
dığını meşhur seyyah İbn Battuta haber veriyor.

Ç. DEMİR: Ayın müellif Türkiye’de demir de çıkarıl­


dığını yazıyorsa da bu madenin nerede bulunduğunu söy­
lemiyor. O zamanlar Divriği’de demir çıkarılıp çıkarılmadığı
hakkında bilgi yoktur. Mamafih bu demir madeni Toros
dağlarında olabilir.

D. LACİVERT TAŞI : Bu maden Konya yöresinde bu­


lunmakta idi.

— 6 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

E. TUZLA: Güvenilir 'kaynaklardan birinde meşgul ol­


duğumuz devirde sekiz tuzla’mn bulunduğu bildiriliyor.

F. BORAKS : (milhu’l-bevrak) : Ahlat bölgesi 1232 veya


1233 yıllarında Selçuklu idaresine geçmişti. Şehir ve böl­
gesi öyle mamur ve halkı da öyle zengin, idi ki çağdaş
müellifler gelirinin Mısır’ın gelirine denk olduğunu söy­
lerler. X. yüzyılın İslâm coğrafyacıları Van Gölü çevresinde
Boraks (milhu’l-bevrak) çıkarıldığını ve bu madenin Irak
ve diğer yerlere ihraç edildiğini yazarlar. Boraks, bilhassa
ekmek yapan fırıncılar tarafından kullanılıyordu.

G. ZIRNIK :çBu madde de Van Gölü’nün. güneyindeki


dağda bulunuyordu. San ve kırmızı renkte olan zırnık da
Ahlat bölgesinin başlıca ihraç mallan arasında sayılıyordu, j

G. DİĞER MADDELER: Bunlar başlıca kitre, sakız ve


reçine idi. Kitre bilhassa bol miktarda Antalya ve İsparta
bölgelerinden elde ediliyordu. Sakız’ın ise ilâç yapılmasın­
da ve cila işlerinde kullanıldığı biliniyor.

H. DERİ: Dericilik Türkler’in eski bir sanatı olup


bunu yurd edindikleri Anadolu’da da devam ettirmişler
ve hatta geliştirmişlerdi. Yalnız Kır Şehri’nde değil, Tür­
kiye’nin bütün şehirlerinde Ahiler topluluğundan kalaba­
lık Türk sanatkâr zümreleri debbağlık yani dericilik ile
meşgul oluyorlardı. Deriden edikler (uzun konçlu çizmeler,
kısa konçluları kadınlar tarafından kullanılıyordu umumi­
yetle san ve kırmızı renkli idiler.), sokman (diğer bir tür
çizme), başmak (kadın papucu) gibi ayakkabılardan başka
Türkmenler yani Türk konar göçerleri kışın giyilmek üzere
deri elbiseler de yapıyorlardı. Türk sahtiyanlan da pek ün­
lü olup batı tacirleri ile Suriye ve Mısır tüccarına çok mik­
tarda satılıyordu. Bu sahtiyanların en rağbet görenleri kır­
mızı ve mor renkte olanları idi. Dericilik Türkiye’de geliş­
mesini Osmanlı devrinde de' sürdürmüştür. Öyleki XVI.
yüzyıllarda Türkiye’yi ziyaret eden seyyahlar dünyanın
hiçbir yerinde deri imâlinde Türkler ile mukayese edile­
cek sanatkârlann bulunmadığını yazarlar.

— 7 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

I. HALI: Başlıca Türkmenler tarafından, dokunuyor


ve dünyanın her tarafına ihraç ediliyordu. H. Kılıç Ars-
lan (ölümü: 1192) tarafından kurulan Aksaray şehrinde
de dokunan ve eşlerinin dünyanın hiç bir yerinde bulun­
madığı söylenilen halılar da her tarafa gönderiliyordu. .

İ. YÜN ve TİFTİK /Bunlardan bez dokunduğu gibi, kaf­


tan, bürümcek, yaşmak, dolama ve terlik (kadın gömleği)
olmak üzere giyim mamulleri de meydana getiriliyordu.
Bunlardan da ham veya mamul olarak kayda değer miktar­
da pek çok maddenin yabancılara satılmış olması ihtimal­
den uzak değildir. Yukarıda da belirtildiği1 üzere, tiftik ve
keçeden mamul kızıl renkli Türkmen börkleri Fransa ve
İngiltere gibi uzak ülkelere de götürülüyor ve oralarda da
giyiliyordu. Ankara soflarının ve bundan mamul elbiselerin
XVI. yüzlyıl başlarında başta Şam (Dimaşk) olmak üzere
Suriye’de rağbet gördüklerini! biliyoruz.

J. KERESTE: Güney Batı Anadolu’dan bilhassa Mı­


sır’a çokça ihraç ediliyordu. Kerestenin ihraç edildiği baş­
lıca limanlar Alâiyye ve Antalya limanları idi.

K. MEYVE: Türkiye’de Selçuklular devrinde de çeşitli


meyveler yetiştiriliyordu. Bilhassa Konya bölgesinde yetiş­
tirilen ve Kamereddîn adını taşıyan ve Şam kayısılarına
tercih edilen kayısılar pek lezzetli olmaları dolayısı ile Mı­
sır, Suriye ve Irak’a satılıyordu.

L. TAHIL : Bilhassa buğday batı ülkelerin, kıtlık


zamanlarında da Suriye’ye satılıyordu. ■ .
M. AT: Orta Anadolu’da Türk oymakları tarafından
yetiştirilen soylu atlar ile katırların en istekli müşterileri
batılı tacirler idiler. Mamafih bu soylu atlardan Mısır ve
Suriye’ye de ihraç ediliyor ve oralar da ikdiş (Bedevîler’in
dilinde: kitiş) adı ile tanınıyordu. Hükümdarların ve bey­
lerin Anadolu atlarından Memlûk sultanlarına hediye ola­
rak göndermeleri onların soylu atlar oldukları halikında­
ki müelliflerin sözlerini teyid eder. .. .

• 8 ■—
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

N, KOYUN: Bilhassa Doğu ve Güney Doğu Anadolu’­


dan İran, Irak ve Suriye’ye ihraç ediliyordu. . .

O. BALIK: Van Gölü’nde^ bol miktarda çıkarılan ve


et-tirrih adı verilen lezzetli balık tuzlanıp her tarafa ihraç
ediliyordu. Hatta tanınmış bir müellif bu balığın Horasan’da
Belh şehrinde satıldığına şâhid olduğunu. yazıyor.

P. KÖLE: Türkmenler tarafından savaş ve akmlarda


elde edilen erkek ve kadın tutsaklar çok sayıda , olmak
üzere, Mısır, Suriye, Irak, İran gibi ülkelere satılıyordu.
Diğer taraftan Türk de olmak üzere muhtelif milletlere
mensup tüccar tarafından Karadeniz’in Kuzey doğusu ile
aynı denizin doğusundaki Rus, Kıpçak, Çerkeş v.s, asıllı er­
kek ve kadın köleler Anadolu’ya getirilip bilhassa, Sivas
ve Yabanlu Pazan’nda komşu ülkelerin Müslüman tacirle­
rine satılıyordu. Bu kölelerin sayısı da pek çok idi.
XIV. yüzyılın birinci yansında Türkiye’nin birçok yö­
relerinde pamuk yetiştirildiğinin, adı geçen ülkeyi, yakından
tanıyan İranlı bir müellif tarafından yazılması, bu mad­
denin, daha dar bir sahada olmak üzere, Selçuklular dev­
rinde de ekilmiş olduğunu akla getiriyor. . ~ ,
Türkiye’de ipekli, imâl ve ihraç edildiği de bir kaynak­
ta haber veriliyor ki dikkate şayandır. .
Türkiye’de geniş ölçüde şeker kamışı imâl edildiği ve
bundan yine çok miktarda şeker yapıldığı hakkında bilgi
yoktur. Anadolu’da şeker imâl edildiğine dâir bir âlimimi­
zin sözleri, bize göre de kaynaktaki şikâr - hâne’nin (av
köşkü) şekerhâne şeklinde anlaşılmasından ileri gelmiş­
tir. Konya’da ithal edilen şekerlerin satıldığı bir «şekerciler
hanı» vardı. Nasreddin Hoca’nın «Konya’da adama hel­
vayı döğe döğe yedirirler» sözündeki helva, münhasıran
veya daha ziyâde pekmezden yapılıyordu. Pekmez, bilindiği
üzere Orta Asya’dan getirilmiş, türkçe bir kelimedir.
İthal edilen maddelere gelince, bunların da başlıcaları
şunlardı: En değerli ipekli ve bu maddeden yapıl­
mış işlemeli (altın, gümüş ve diğer şeyler ile) elbiseler,
—j 9---
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

pek nefis dokunmuş yünlü, pamuklu kumaşlar ile onlar­


dan yapılmış elbiseler, kıymetli kürkler, şeker, sabun, gü­
zel kokular (itriyât), çoğu Hind menşeli ilâç için kullanı­
lan eczacılık maddeleri, madenî eşya, kağıt, züccaciye,
muhtemelen kılıç, zırh tulga ve kalkan gibi silâhlar.
Netice olarak Selçuklular devrinde Türkiye mamur ve
halkı müreffeh bir ülke’ idi. Bize kadar gelmiş, İçtimaî
eserler bu gerçeğin en canlı şâhidleri oldukları gibi, yerli
ve yabancı kaynaklardaki ifadeler de aynı hususu pek açık
bir şekilde teyid ederler. Selçuklu ülkesini ziyaret etmiş
Batılı müelliflerden Simon de Saint-Quentin Türkiye’nin
pek zengin bir ülke olduğunu, misaller vererek, tafsilatla
anlatmakta, diğer çağdaş batılı bir müellif, Joinville de
«Selçuklu sultam Müslüman hükümdarlarının en zengi­
nidir» demektedir. GİRİŞ bahsindeki sözlerimize son verme­
den şu ilmî gerçeği de ifade edelim ki, Selçuklular, Beylik­
ler ve Osmanlı devrinin ilk zamanlan, Anadolu’nun, en es­
ki zamanlardan bugünlere kadar gelen tarihinin en mamur,
dolaıyısı ile en mes’ud devrini teşkil eder. Diğer bir ifade ile
Türkler Anadolu’yu ikinci veya üçüncü derecedeki bir
memleket durumundan her bakımdan en önde gelen ülke­
lerden biri durumuna yükseltmişlerdir. İstilâ ve fetih tarih­
te tabiî bir vâkıadır. Ve bunlan yapmamış bir millet de yok
gibidir. Mühim olan fethin bir ülkeye felâket mi yoksa
saâdet mi getirdiğidir.

— 10 —
YABANLU PAZARI

Büyük mutasavvıf Şâir Mevlanâ Celâleddin-i Rûmî’­


nin Mesnevî’sinde şöyle bir beyit vardır.

«Çûn Yabanlu der miyân-i şehr hâ


Ez nevâhî âyed âncâ belir hâ»

Yani, «Yabanlu şehirler arasında bulunduğu için ora­


ya bölgelerden (ülkelerden) emtia gelir».
Mesnevî’nin Türk mütercimleri Veled Izbudak ve Ab-
dulbâki Gölpmarlı, bu beyti şöyle çevirmişlerdir: «şehir­
lerdeki köylü pazarına benzer âdeta, etraftan alış-veriş
için hep oraya gelirler (?)» 12. Anlaşılacağı üzere nâşirler «Ya
bunlu» kelimesini şehirlerdeki «köylü pazarı» şeklinde ter­
cüme etmişlerdir. Burada asıl hayret verici olan husus şu­
dur ki ne asrımızda ne de eski zamanlarda şehirlerde
«köylü pazarları» nın olduğudur. Hatta Anadolu’da ve di­
ğer hiç bir İslâm ülkesinde şehirlerin dışında ve bizzat
köylerde bile «köylülere mahsus» pazarlar yoktu^ Mesne­
vî’nin İngilizce mütercimi Reynold A. Nicholson’a gelince,
o bu beyti şöyle çevirmiştir:
<«This) like a great mart (situated) between towns;
thither come goods from ali directions» 3. Bu tercüme, şüp­
hesiz, daha doğrudur. Ancak Nicholson da Yabanlu’nun

1 Mesnevî-i ma'nevî, yayınlayan Alâ'üddevle, Tahran, 1299, s. 654 satır


22; The Mathnavvî of Jalâluddîn Rûmî, yayınlayan ve İngilizceye çevi­
ren R. A. Nicholson, GMNS, London, 1933, V, s. 520, beyit 4283.
2 Mevlânâ, Mesnevî, Şark-İslâm klâsikleri, İstanbul, 1946, 1, VI, s. 342.
3 The Ma*hnawî of Jalâluddîn Rûmî, GMNS, 1934, VI, s. 495, beyit
4283.

— 11 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1935

pazar manasına geldiğini sanmıştır. Bu beyitten sonra ge­


len iki beyitte de Yabanlu adı iki defa daha geçiyor4. Bu
beyitlerin konumuz için o kadar ehemmiyeti yoktur. Ma­
mafih bu beyitlerde de şu hususlar ifade ediliyor: «ora­
da kusurlu, sahte ve kalp emtia bulunduğu gibi, incilere
benzer çok kıymetli ve kazanç getiren, emtia da görülür.
Akıllı ve tecrübeli tacirler Yabanlu’da gerçek ve kusurlu
emtiayı birbirinden ayırd ederler. Bu tacirler için Yabanlu,
bir kazanç yeridir5.)
Naşir, mütercimler ve Farsça, lügat yazanların hemen
hepsi Yabanlu’yu cins ismi sanmışlar ve onu «pazar, ker­
van ve emtia yani ticaret malı» şeklinde manalandırmış-
lardır6. . . .
4 Nicholson'm metninde kelime: Yapunlû (V, s. 520-521, beyit 4283
s. 521, beyit 4285, 4286) dur. Bu, kelimenin yanlış bir şeklidir. Yabanlu
« gerek Tahran basmasında (gösterilen yer), gerek Türkçe şerhlerde doğ­
ru bir şekilde gösterilmiştir. . -
5 Eserin Türkçe neşrinde Türk mütercimleri bu beyitleri şöyle çevirmişlerdir
. (VI, s. 342 - 343) :
, «Şehirlerdeki köylü pazarına benzer âdeta; etraftan alışveriş için
. hep. oraya gelirler (?). .. ,
Kusurlu kumaşla adamın kesesini berbat eden kalp akça; ve inci gibi
' değerli ve pahalı kumaş hep oradadır. ■ -
Bu köylü pazarında kim daha ziyâde ticaretten anlar; geçer a'kçayla,
kalıp akçayı görür, tanırsa kâr eder.
Köylü pazarı bu çeşit adama kâr yeri olur; Başkasına da, körlüğü
yüzünden, suç ve zarar getirir». .
’ '"NichölsohTn' tercümesi de şeyledir (s. 495) :
......... - «(This) like a great mart (situaıted) between towns; thiiıher come
goods from ali direetions; . ' . ■
, . --Damaged, -spurio-u-s and swindlinor (literally: cutpurse) commoditi-
es (and also) Lucrative commodities highly esteemed', İlke pearl. The
shrevvdest traders in this mart (carefully) inspecf the genuine anâ
, . . spurious wares-to him (sudh an one) themart is a place of gain, while
to others in their blindness it is a place of los-s». .- , ,,
6 7\s.m Efendi, Burhân-i Kâti' tercümesi, İstanbul, 1189, ll-2, s. 375. Ânend-
■ - râc lügatında- ise şöyle deniliyor: «Yabanlu her şehir ve köyden satmak
için emtia ve tahılın getirildiği bir yer. Hindçede bu yere mendi ve genç
; ■ denilir.., Burhân'da-, nun'un takdimi ile yazılmıştır. Reşîdî'de, ise kelime-
■ nin kafileye emtia manasına geldiği yazılır» (Tahran, 1335,,V, ş:4663);
Ft, Steingaşs,jPersian - Englişh diçtionary, London, ,1947,ş, 1528, G. Do­
, çerfer .de Burhân-i.-Katî'daıkı sözleri naıklettikden sonra selefleri,gibi ı;bir
. , cips ismi saydığı Yabanlu'nun menşei ye manası- üzerinde, uzunca.- bilgi­
ler vermiştir (Turkishe und Mongolische elemente im Neupersischen,
Wiesbaden, 1975, VI, s. 136).

—- 12 —
F. SÜMER: YABANLU PAZAR!

Mesnevî’ıyi neşr, tercüme ve şerh edenlerden hiçbirinin


Yabanlu’nun bir has ismi olabileceğini akıllarına getir­
memiş olmaları, bize göre, hayret vericidir. Çünkü beyit­
lerin manâları, bu beyitlerde, bir yerin söz konusu edile­
bileceği ihtimâlini düşündürebilirdi.
. Yabanlu, Bâzâr-i Banlû (yahut: Ya.blû şeklinde) .bo­
zuk bir imlâ ile Selçuklu müverrihi İbn-i Bîbi’nin, 1282 de
sona eren, eserinde geçer7.
Yabanlu doğru yazılışı ile diğer mühim bir Selçuklu
vakayinamesi olan Aksarayî’niıi Müsâmeretü’l-ahbâr’in
da bir kaç defa zikredilir8. Ancak Yabanlu, 1277--yılında
Türkiye’nin doğrudan doğruya Moğollar tarafından idare
edilmeye başlanması üzerine Anadolu’ya tayin edilen Mo­
ğol umumî valilerinin yaylakları haline gelmişti.. Bu .umu­
mî valilerden Abuşkâ’nın (Tatar, vâliliği1 ■ 1299 - 1304),
İrin.cin (Kireyit, vâliliği 1305 - 1317), gibi Moğol umumî

7 «Fermân-ı kazâ mezâ sâdır şud ki ümerâ-'i etrâ.f bâ-cumlegi-i a-sâk-ir be-
■ ’aiefzâr-'ı Bâzâr-i Yabanlu (metin ; Banlu; (kelime aşiı-nda- noktasız), re-
vertd ve -umerâ-i kibar be-hidmet-i dergâh peyvendend ber rnûceb-i
ferman kâffe-i serlerkerân -ve 'airme-i dilâverân bâ-'uddet-i kâmil • be-
bâzârgâh-i Yabanlu’ (Banlu) müetemi' şu-dend - Sulta-n'ın (İzzeddıri Key-
' kâvüs), yerine:.getirilmesi gereken şu fermanı: ilan:'edildi (H. 612,-. M.
1216). Taşra beyleri bütün çerileri ile Yabanlu Pazarı otlağına gitsinler
Büyük beyler de Sultanın katına gelsinler. Ferman gereğince bütün sü
başılar ve bütün alplar, mükemmel yad. ve- silahları ile. .-baza-r yeri Ya-
banlu'da- toplandılar' (-Histoi-re des Şefdijoucldes d'Asie Mineyre d'apres
l'abrege du Seldjouknâ-meh d'fon -Bîbî, texte -pe-rsan, p-ublie d'apres le
Ms. de Paris par M. The Houtsma, Leide, 1902 s. 60). Aynı eserin mv-
fassal'ında- Pazarın adı ' 'aiefzâ-r-ı Ya-blû Bâzâr, Bâzârgâh-i Yablu olmak
üzere yine .yanlış bir-yazılış ile gösterilir (el-Evâm.iru'l-'Alâiyye, yayın­
layanlar N. Lugal-A.Ş. Erzi, ilahiyat Fakültesi Yayınlarından, Ankara,
1957, I, s. 227).-Az ileride Hout-sma yayını olan muhtasarda: «leşker-i man-
•sOr tâ evâ-n-i harîf be-rîf-i riyâz-i ga-nnâ (-yi) -Baljly' mağna- sâzen.d>> s. 61.
Mufassalda: «leş'ker-i . ma-nsûr tâ evân-i ıhârif be-rîf u hasab-i riyâz-i gan-
hâ '(-yi). Yablu mağria s'âzed»' şeklindedir (s. 228 ve dahi s. 255). Her
iki- nüshada da Yabanlu. yerine Banlu veya'Yablu isimlerinin-görülmesini
kelimenin müstensihler .tarafından yanlış'yazılmış şekilleri -olarak kabul
etmekten başka-çare yoktur. Kelimede-hece düşmesinin : vuku'-bulduğu
■ da söylenemez, Zira ■ Mevlânâ ve . Ak'sarayî de Yabanlu’nun böyle bir
dil hâdisesine uğramadığı açıkça- görülüyor. ' : '
Yayınlayan O. Turan, TT K, Ankara, 1944 s. 103, 286, 308. Burada keli­
menin yazılışı sadece Ya-banlu'dur. .-. ■ ' ,.

13 —
.... I,.:

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

vâhlerinin yaz mevsimlerini Yabaulu’da geçirdiklerini bili­


yoruz. Yine Moğol umumî vâlilerinden Samagar Noyan’m
da yazlan burada oturduğu anlaşılıyor. Çünkü Pazar
Ören’in 10 km. batısındaki Samagar köyü muhtemelen
onun adını taşıdığı gibi, köyün güneyindeki dağ da aynı
ad ile anılır. Hatta bu son husus dirayetli ve aynı zamanda
âdil bir emîr olan Samagar Noyan’m bu dağa gömülmüş
olduğunu gösterebilir9*. Aksarayî’de Yabanlu’nun sadece
bir yaylaik şeklinde anılması, Moğollar’ın 1277 yılında
Anadolu’nun idaresini doğrudan doğruya ellerine almaları
yüzünden, orada artık fuar kurulamadığını akla getirebi­
lir. Fakat kesin bir şey söylenemez.
Yabanlu Pazarı üzerinde en tafsilatlı bilgi veren biri­
cik müellif, Zekeriyâ b. Muhammed el-Kazvînî’dir (ölümü:
Irak’da 1283 yılında).
Zekeriyâ el-Kazvînî ÂsâruTbilâd ve ahbâru’l-’ibâd
adlı tanınmış eserinde Yabanlu Pazarı hakkında aynen
şunları yazıyor: «Anadolu’da (bi-r Rûm) her yıl baharın
başında kırk gün süren bir pazar kurulur. Bu pazara Ya­
banin (metin: Beyelu) denilir. Bu pazara uzak yerlerden,
doğu, batı, güney ve kuzeyden insanlar gelir. Tâcirler bu
pazara katılmak için pek büyük bir gayret sarfederler.

9 Samagar Noyan hakkında bilgi için: F. Sümer, Anadolu’da Moğollar, Sel­


çuklu araştırmaları dergisi, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Ya­
yınlarından, Ankara, 1969. I, s. 61-62, 64). Anadolu'daki âdil Moğol
vâlilerinden biri de Samagar Noyan idi. Mevlânâ Celâleddîn’in oğlu Sul­
tan Veled'in maddî yardımda bulunması için, onu öğen Türkçe, «ağa­
mız bizi unutma» nakaratlı Farsça bîr şiir yazdığını biliyoruz. F. Köprülü
bu şiiri neşretmişti. Halkın şimdi bu köye Samagır da dediğini işitti isem
de Tahrir defterlerinde ve umumî söyleniş şskli Samagar'dır. Büyük mik-
yaslı eski haritalarda da böyle yazılmıştır (yani Samagar). XVI. yüzyılda
yazılmış tahrir defterlerinde Samagar köyünde vergiye tâbi 2 bekâr ya­
şıyordu (Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 216, s. 92). Sama­
gar köyünün kuzeyindeki dağların arkasındaki Çömürşek Özü yöresinde
Samagar Viranı adlı bir köy de vardı (aynı defter, s. 115). Aynı yüzyı.la
ait fakat daha sonra yazılmış başka bir defterde Samagar Viranı adlı köy­
de vergiye tâbi 13 kişinin yaşadığı görülüyor (Tapu ve Kadastro Umum
Müdürlüğü Arşivi, nr. 108, s. 480). Tâbiî bu hususta yani Samagar adının
bu Moğol beyi ile ilgili olduğu hakkında kesin bir şey söylenemez. Zira
bu isim başka yerden de gelebilir.

— 14 —
f. sümer : yabanlu pazari

Doğu tacirlerinin emtiasını Batılı tacirler alırlar. Batılıla-


nnkini de Doğulu tacirler alırlar. Kuzeyden gelenlerin
mallarını Güneyli tüccar ve Güneylilerinkini de Kuzeyliler
satın alırlar. Bu pazarda Türk ve Rum köleleri (el-memâ-
lik) ve karavaşları CeTcevârî=câriyeler) bulunur. Güzel
atlar ve katırlar da satılır. Yine orada atlas ve sakallât
kumaşlarından yapılmış elbiseler, kunduz, deniz köpeği
kürkleri10 ve Burtâs kürkleri de satılıp alınır. Yabanluda
kusurlu malların kusurları hayret verici bir şekilde gizle­
nerek satışa arz edilir. Bu pazarın geleneklerinden biri de
şudur: satın alınan bir mal asla geri verilemez. Anlatıldı­
ğına göre tacirlerden biri yüksek bir fiatla yakışıklı bir
memlûk (delikanlı ve çocuk yaşta köle) satın almış. Ta­
cir, satıcı uzaklaştıktan sonra kölenin güzel bir kız oldu­
ğunu görmüş» ".
10 Her iki basma metinde: «Ve mine’l-firâ' el-F.nd.r ve Kelbu’l-mâ’ ve'lBur-
tâs». Lüğatlarda f.n.d.r. şeklinde bir kelime görülemedi. Bu sebeble bu­
nun el-kunduz olması kuvvetle muhtemeldir. Kaşgarlı kunduz'u türkçe
olarak gösterir ve bu kelimeyi: «el-kuzâ'âtu ve hiye kelbetu'l-mâ» sözleri
ile karşılar. Yani türkçe kunduz'un arabça karşılıkları el-kuzâ'âtu ve kel-
bu'İ-mâ'dır ve ona göre bunlar eş manalı kelimelerdir. Kelbü'l-mâ' an­
laşılacağı üzere, su köpeği ‘demektir. R. Dozy de ayni şeyi söylüyor-
«Kuridus Ou kunduz castor huve 'kelbu'l-mâ'i'l-bahrî (Supplement aux
diötionnaires Araba, leide, 1928, II, s. 410). Hamdullah Müstevfî (XIV.
yüzyıl) ise: «kuzâ'âtu sek-i âbî duşmen-i peleng est ve pösteş pûşiş
est» sözlerini söylüyor ve kunduz'u: «mâ'rüfest ve Moğulân kala’un
hwanend hem ber huşk tevâned buved ve hem der âb ve ân-râ merâtib-i
hâdimî ve mahdûmî est post-i mahdûmeş-râ mûy-i bisyâr buved nerm
ve rengin ve cevherdâr buved = kunduz - tanınmış bir hayvandır. Moğol-
lar ona kala'un derler; hem karada hem de suda yaşar. Onlar da efen­
dilik ve uşaklık mertebeleri Vardır. Efendilerin derilerinin tüyleri çok ol­
duğu gibi yumuşak, renkli ve parlaktır» (The zoological section of the
NuzhatuT-Oulûb, yayınlayan ve İngilizce tercümesi J. Stephenson, Lon­
don, 1928, s. 86-87, tercüme s ^1).11

11 Âsâru'l-bilâd, yayınlayan F. VVüstenfeld, Göttiğen, 1848, I, s. 358, Bey­


rut yayını, 1960, s. 531 (metnin aslı için, vesikalar kısmına, bk). Ya­
. banlu Pazarı’nm Moğollar’dan sonra Dulkadır beylerinin de yaylakları
olduğu görülüyor. Adı geçen hanedandan Halîl Bey’in mezarının Za-
. mantı kalesinin altında, Melîık Gazi türbesinin yanında bulunduğu an­
laşıldığı gibi (Ârifi,. Elbistan ve Maraş'da Zulkadır (Dulkadır) oğulları hü­
kümeti, Tarih-i Osmanî encümeni mecmuası, II, s. 369-370) yine aynı aile-
„• ... den Süleyman. Bey Pazar Ören’in arkasındaki yazı geçirdiği Koşcağız'da bir
bir türbe yaptırmıştı. Bu türbeye Garîb türbe deniliyor (bu türbe hak-

15 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Zekeri yâ el-Kazvînî’nin. Yabanlu Pazarı’na dâir verdiği


bilgiler fuarın milletlerarası mahiyeti ve orada yapılan ti­
caretin ehemmiyeti hakkında bize açık bir fikir veriyor ve
görüldüğü üzere-. «Pazara yetişmek için tüccar büyük bir
gayret sarfeder» deniliyor. Yabanlu Pazarladı da, onun mil­
letlerarası bir fuar olduğunu gösteriyor. Gerçekten. Ya-
banlü Pazarı, bize göre, «başka ülkelere mensup olanların
(= Yabanlu) Pazarı, yani yabancılara mahsus pazar, yaban­
cılar için pazar, yabancıların katıldığı pazar» demek olmalı­
dır. Fuarın ehemmiyeti diğer kaynaklarca da t'eyid edilir.
Meselâ Yabanlu Pazarı’ınm kurulduğu yeri 675 (1277) yılın­
da bizzat görmüş olan müverrih «Muhyîddîn ibn Aıbdu’z -
Zahir : «bu pazarda dünyanın her bölgesinden gelmiş insan­
ların teşkil ettiği bir kalabalık toplanır. Bu sebeble Yaban-
lu’da her ülkeden getirilmiş mal bulunur.» sözlerini yaz­
maktadır12*. ....
. Zekeriyâ.; el-Kazvînî’nin metninde geçen, kürkler Ka­
radeniz ile Hazar denizlerinin ötesindeki kuzey ülkelerin­
den getiriliyordu. Müellifin metninde zikredilen Burtâs,

kında: F. Sümer, Bozok tarihine dâir araştırmalar. Cumhuriyetin. 50. yılı


Anma Kitabı, Dil ve-Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1973,. s. 346-347) . Garîb
' türbe’nin. tamir edilmesi için 1970 yıllarında birçok yetkili makamlara baş
vurmuştum. Geçen yıl türbeyi ziyaretimde nahiye müdürü Arif Metin
■■ :Bey: «Hocam türbemiz sizin gayretlerinizle tamir edildi» demiştir. Bu,
böyle midir, bilmiyorum. Devletleri sona erinceye kadar Pazar Ören ve
Pınar Başı’nın dahil olduğu, Zamantı kazası da, geniş Bozok bölge­
si gibi, Dulkadır oğullarının idaresinde idi. Bunu mesleğimin başlarında
tahrir defterlerini incelediğim zaman anlayınca, pek hayret etmiştim.
Çünkü en son tedkiklerde bile Dulkadır oğullarının hakimiyet sahaları
sadece Maraş-Elbistan bölgesine inhisar ettirilmişti.

i2'
Muhyiddîn ibn'Abduz-Zâhir'in (ölümü: 1292) eserinin konumuzu ihtiva
■' eden kısmı -kayıptır. Ancak el-Ömerî (ölümü: 1349) ve Kalkaşendî
(ölümü: 1418). gibi müellifler - bu müverrihin Anadolu seferi - hak-
kındaki risalesinden geniş İktibaslarda bulunmuşlardır. Burada adı ge-
' çen eserlerden faydalanılmıştır: el-Ömeri, ’ Mesâlikül-ebsâr, Anadolu kıs-
■ mı, yayınlayan F. Taeschner," Leipzig, 1.929, s. 3-18; Kalkaşendî,, Sübhu'l -
Sşâ, Kahire, 1919, XIV, s. 141-165. Arabça, metin için Vesikalar kısmına
’ bk. (nr. 3). ' ■ .

— .1’6 ——
F. SÜMER: YABANLU PAZARİ

Orta İtil (Volga) havzasında yaşayan bir kavmin adı olup


İslâm âleminde kürkleri ile tanınmıştı13.
Yine Müellifin metnindeki Türk adı île XII. ve XIII. yüz­
yıllarda bilhassa Don-Volga arasında yaşayan Kapçaklar
kasd ediliyor. O zamanlar da bu Türk kavminden İslâm
âlemine çokça köle getiriliyordu.
Yine orada zikr edilen atlara gelince, bu atlar Anado­
lu’daki Türkler tarafından yetiştirilmekte olup, Marco Po-
lo’nun «güzel Türkmen atlan» dediği atlar işte bu atlardır.
Memlûk müelliflerinden el-Ömeri de (ölümü •. 1349) bu at­
ları pek öğer. Daha sonraki müellifler Anadolu’daki bu at­
ları Arab atlarına eş değerde sayarlar. Giriş kısmında da
söylendiği üzere Türk atlarının en istekli müşterileri
İtalyan cumhuriyetleri tacirleri idiler. Mamafih Anadolu
atlarından Mısır ve Suriye’ye de satılıyordu M.
Sakâllât’a gelince bu, bir tür ünlü ipekli olup bundan
dolayı bazı dillerde ona saklâtûn, saklâtin, sakarlât denilir­
di. Her yerde aranan bu çok değerli ipekli, kırmızı ile ma­
vi renkte ve altın işlemeli idi; en güzelleri Bağdad’da do­
kunuyordu. Avrupa’da da büyük bir üne sahip olan bu
ipekli orada ciclatun (Fransa ve İngiltere’de), ciclât (Al­
manya’da), ciclâton (Ispanya’da) adları ile anılırdı13.
Bilindiği üzere çoğu yine Türkiye’deki Sivas’ta Ve Ya­
banlu Pazarı’nda satılan Kıpçak asıllı köleler Bağdad hâli-
feliğinin ve diğer bazı devletlerin olduğu gibi,' Eyyûbiler’in
de hassa askerini teşkil ettiler-, 1250 yılında da Mısır’da mü-

13 Burtâslar hakkında bütün İslâm coğrafyacıları bilgiler vermişlerdir. Bart-


hoîo’un onlar hakkındaki makalesi kifayetli sayılmaz ise de yine de fay­
dalıdır (Islâm Ansiklopedisi, Burtâs maddesi, II, s. 820-821); ayrıca V.
Minorsky, The Regions of the world, GMNS, London, 1937, s. 462-465;
The Encyclopaedia of Islâm (new edition) da biraz daha- tafsilatlı bilgi
vardır (I, s. 1337-1338).

w Bu soylu Anadolu atları hakkında: F. Sümer, Türkler'de atçılık ve binî-


. ellik, TDA, İstanbul, 1983, I, s. 20-27.15

15 M. Mu'în, Ferheng-i Fârsî, Tahran, 1342, II; s. 1984. R. Dozy'nin diction-


naires detaille les nonıs des vetements chez les Arabs (Amsterdam,
1845) adlı lügatında bu kumaşlar hakkında bilgiye-rastgelinemedi.-'

--- '17 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

v&rrihlerce, «ed-Devletü’t-Türkiyye» adı verilen kendi dev­


letlerini kurdular. Bu devlet, yine bilindiği üzere, Moğol
ilerleyişini durdurarak onların yenilmez bir kavim olmadı­
ğını isbat etti. Bu Türk Memlükler’i aynı zamanda millî dil­
lerine ve geleneklerine bağlı insanlar idiler. Arabça öğren­
meye hiç de ehemmiyet göstermiyorlar, yerli halka Tat,
kendi aralarında yaşayan, fakat Türk asıllı olmayanlara da
Yavı adını veriyorlardı. Memlükler devrinde, türkçe öğret­
mek maksadıyla pek eser yazılmasının sebebi budur. İşte
bu eserlerin en tanınmışlarından birini yazan Esireddîn
Ebü Hayyân (ölümü: 1345) Kitâbul-idrâk li-lisâni’l-Etrâk ad
h eserinde fuar hakkında şu bilgiyi veriyor: «Yabanlu Ba-
zan-bu, Anadolu (Rûm) ülkesindeki pazarlardan biri olup
çölde (fî’l-bprriye) kurulur ve kırk gün sürer.» 16 Görüldüğü
gibi Ebü Hayyân da fuarın kırk gün sürdüğünü yazarak
el-Kazvînî’yi teyid eder.
Ancak onun fuarın çölde kurulduğu sözleri doğru de­
ğildir, Selçuklu kaynaklarında yazıldığı ve şimdi de açık­
ça görüldüğü gibi Yabanlu Pazarı’nm kurulduğu yer otu
ve suyu bol bir yörede bulunuyordu. Ebû Hayyân’ı yanıl­
tan husus yabân’m türkçe de kır, ekilmemiş, boş arazi ma­
nalarını taşıması ve bu kelimenin Farsça’da çöl demek
olan bîyâbân’dan gelmesi olmalıdır. •
. Diğer bazı Mısırlı müellifler de el-Melik ez-Zâhir, Bey
Bars’ın 675 (1277) yılında yaptığı Anadolu seferi münase­
beti ile Yabanlu Pazar’ından kısaca söz ederler ve onun ti­
cari bakımdan mühim bir pazar olduğunu belirtirler17.

16 Yabanlu Bazarı: «Ey sûık, zâliıke'l-mekânu el-musemmâ bi-Yabanlu (me­


tin: Yubunlu); Sükun min esvâki'r-Rûm fî'l-berriyye yukimûne fîhî erba'-
îne yevmen = Yabanlu Bazarı yani Pazar, Yabanlu adıyla anılan yerdeki
pazardır. Bu pazar Anadolu ülkesindeki pazarlardan biri olup çölde ku­
rulur ve kırk gün sürer (yayınlayan A. Caferoğlu, İstanbul, 1931, s. 91
ve haşiye 4).
17 Meselâ Bey Bars'ın diğer bir müverrihi olan âlim ibn Şeddâd (ölümü:
1285) bu seferde bulunmadığı halde, hâdiseleri yakından bilen bir mü­
ellif olarak hükümdarının Anadolu seferi hakkında (bazı hatalar olmak­
la beraber) güzel bilgiler veriyor ve konumuzla ilgili olarak aynen şun­
ları söylüyor. «...Sultan buradan sonra dağlar aşarak ve nehirler geçe­
rek ayın yirmi altıncı Cumartesi gecesi Kara Hisar yanına indi ki bura-

— 18 —
F. SÜMER: YABANLU PAZAR!

Zekeriyâ el-Kazvînî Pazar’ın baharın başında (evvel


rebî’) kurulduğunu kaydediyor. Bey Bars’ın maiyyetinde bu
lunan İbn Abdu’z-Zâlıir, 24 Zi’l-ka’de, Cuma (1277, 29 Ni­
san Perşembe) Yabanlu Pazarı’na yakın Karaca Hisar ka­
yalıklarına gelindiğini ve 25 Zî’l-ka’de Cumartesi (30 Nisan
Cuma) yani ertesi gün oradan hareket edildiğini yazıyor;
fakat pazan’m kurulmuş olduğu hakkında hiç bir şey söy­
lemiyor. Bununla beraber Pazar’ın Mayıs’da, en. geç Hazi­
ran ayı içinde de kurulduğu kuvvetli bir şekilde ileri sürü­
lebilir.
Fuarda kusurlu malların kusurlarının hayret edilecek
şekilde gizlenerek satıldığı sözleri, Mevlânâ’nın beyitleri
ile doğrulanıyor (başta 2. sayfaya bk), Mamafih, başka
ülkelerde de uzun süren pazarlarda aynı hilenin yapıldığı
görülüyor ’8.
Yabanlu Pazarı’nm ne zaman sona erdiği hakkında hiç
bir bilgiye sahip değiliz. Eseri 1324 yılında sona eren Sel­
çuklu müverrihlerinden Kerimüddîn Mahmûd el-Aksarayî,
daha önce de işaret edildiği üzere, Yabanlu’dan sadece
Anadolu’daki Moğol umumî valilerinin yaylakları şeklinde
bahsediyor ve onu selefi İbn-i Bibi gibi, «Bâzâr-ı Yabanlu
Bâzârgâh-i Yabanlu» şekillerinde vasıflandırmıyor. Bundan
bşlki 'tahmin edilebilir ki, Yabanlu Pazarı’nm faaliyeti. Mo-

nın pazarının kurulması o güne yakın idi» (Bay Pars tarihi, türkçfeye çe-
' ' vifen Ş. Yaltlkaya, TTK, İstanbul, 1914, s. 99). Faka! bu kısmın doğru ter­
. cüme edildiğinden şüphe edilebilir. Çünkü bu kaynaktan faydalandığını
bildiğimiz müverrihlerin eserlerinde böyle bir ifade görülemiyor. Mese-
' lâ bu müverrihlerden Yûnînîde: «26 zi'l-ka'de, Cumartesi gecesi Pazar'a
yakın Kara Hisar'a geldi. Bu pazara dünyanın her tarafından adam gelir. Cu­
martesi hareket etti» deniliyor (Zeyi mir'âti'z-zamân, Haydar Âbad, 1380­
1960-, III, s. 193). Yine aynı kaynağa dayandığı anlaşılan ibn Ay Bey ed-
devâdârî ise: ayın 26 ncı, Cumartesi gedesi.Kara Hisar civarına indi (Sul-
• tan Bey Bars). Burası Pazar'a(Yabanlu Pazarı'na) yakın idi. Bu,pazarda (es-
,■ sök)'-her.taraftan gelen insanlar toplanır» demektedir. (Kenzüy-dür.er ve
ıcâımi’üT-gürer, yayınlayan U. Haarmann, Kahire, .1391, s, 203). Memlûk
- devrinin büyük müverrihlerinden el - Makrîzî (Kitâb.u's-sulûk, Kahire,
1934-1937, I, s. 631) ile ibn Tağrı Bindi de (en-Nucûmu'z-zâhire, Ka­
hire, VII, s. 251 ve devamı) Pazar ile ilgili hiç bir haber yoktur.

18 Aşağıda 27 numaralı haşiyeye bk.

— 19 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

ğol hâkimiyeti devrinde, XIII. yüzyılın sonlarında veya XIV.


yüzyılın ilk çeyreğinde sona ermiştir.
Yabanlu Pazar’ı nerede kurulmakta idi? Bu, gerçekten
konunun halli en güç meselesini teşkil etmiştir. Eğer yanıl­
mıyorsam Yabanlu Pazarı’nm varlığına ilim âleminin dik­
katini ilk defa çeken Merhum Profesör Osman Turan’dır.
O, yayınladığı Müsâmeretü’l-ahbâr’a koyduğu bir haşiyede
Yabanlu Pazarı’nm, Sivas ile Kayseri arasında olduğunu
söylemiş ”, sonra bu pazarın Kayseri-Elbistan arasında, Ka-
rahisar ovasında oduğunu ifade etmiş ®, 1971 de de yayın­
lanan en son eserinde fuarın Kayseri - Elbistan yahut Kay-
seri-Haleb yolu üzerinde bulunduğunu yazmıştır21. ,
. Bana gelince, 1968 yılında Kayseri - Pınar Başı arasın­
daki arazi' üzerinde yaptığım, araştırmada fuar’ın Pınar
Bâşı’nm 20 km. batısında ve Kayseri’nin 100 km. doğusun­
daki Pazar Ören olabileceğine ihtimal verip bunu pek ih­
tiyatlı bir görüş şeklinde, Anadolu’da Moğollar adlı maka­
lemde ifade etmiştim22. 1973de çıkan başka bir makalem­
de de Pazar Ören’in Selçuklular devrindeki Yabanlu Paza­
rı olduğunu düşündüğümü kaydetmiştim23. Fakat bu sözler
» TTK, Ankara, 1944, s. 286, haşiye 2. ..

2(1 Selçuklular tarihi ve Türk-İslâm medeniyeti,. Ankara, 1965, s. 269,

21 Selçuklular zamanında Türkiye, İstanbul, 1971, s. 501, 541, 633. Şu ifade­


. terden merhum O. Toran'tn Yabanlu Pazan'nın yeri hakkında açık bir
. fikre sahip olmadığı görülüyor..Bu, şüphesiz, araziye çıkıp meseleyi ora­
da araştırmamasından ileri gelmiştir. Ne şimdi, ne.de eskiden Kara Hisar
ovası şeklinde coğrafî veya İdarî bir bölge var idi. Muhyîddîn . İbn Ab-
zu'z-zâhir'in risalesinde görülen ad Kara Hisar olmayıp Karaca Hisar'drr.
. Karaca Hisar da bir köy olup müellif 1277 de geçtiği esnada harab bir
durumda bulunuyordu; adının daha sonraları görüiememesi şüphesiz bu
husus ile ilgilidir. . ,

22 Adı geçen makalede bu mesele ile ilgili sözlerim aynen şöyledir.- «Mahal­
' ■ linde yaptığımız araştırmalara rağmen Yabanlu Pazar’nın nerede olduğu-
■ nu kesin olarak tayin etmek, maalesef, mümkün olmadı. Şimdi Yabanlu
■ Pazarı’nm Kayseri’ye bağlı Pınar Başı kazası dahilinde olduğunu (Pazar
Ören?) düşünüyoruz.» (Anadolu'da Moğollar, Selçuklu araştırmaları der­
gisi, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınlarından, Ankara, 1969.
s. 71, haşiye 55).

23 Anma kitabı, s. 346-347.

— 20 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

zayıf sayılmayacak bazı delillere dayanmakla beraber, hiç


bir şüpheye yer bırakmamak için teyid edici başka, delil
veya deliller elde etmeyi de arzu ediyordum. Bunun için,
yani meseleyi kesin bir sonuca bağlamak gayesi ile, 1983 ve
1984 yılarında Kayseri Sivas ve Elbistan arasındaki geniş
arazi de yeniden araştırmalar yaptım. Bu arada Memlûk
hükümdarı Bey Bars’ın 675 (1277) yılındaki Anadolu sefe­
rine katılmış olan Muhyiddîn İbn Abdü’z-îâhir’in adı ge­
çen sefer ile ilgili risale veya günlüğünde geçen konakları
ve yolları aradım. Bu müellifin, yukarıda zikrettiği­
miz kaydından da anlaşılacağı üzere, Memlûk ordusu dö­
nüş yolunda Yabanlu Pazan’mn kurulduğu yere de uğra­
mıştı. Ben de Kayseri-Sivas yolu üzerindeki Alâeddin Key-
kubad’a ait Sultan Hanı’ndan başlayarak, Memlûk ordusu­
nun dönüş yolunu takib ettim ve en sonunda şimdi Pazar
Ören denilen eski Yabanlu Pazarı topraklarına ulaştım-
*.

24 Sultan Hanı'ndan (Kayseri - Sivas ana yolu üzerinde ve Kayseri'-


den 50 km. mesefede i. Alâeddin Keyku-bâd -ölümü: 1237 - kervansa­
rayı) Güney doğuya, giden yoldan 5 km. mesafede ve oradan 1 km. solda
(kuzeydoğuda) Kara Ören köyü vardır. Bu köye Sultan Hanı'nın pek az
kuzey doğusundan başka bir yol geliyor. Oradan 4 km. güney doğuda
Iğdeciik köyü ve onun önünde sıra dağlar bulunur. Yol İğdecik'ten yine
güney doğuya- gidiyor ve 4 km. de Pir Ahmed'e varıyor. Pir Ahmed'in
tam önündeki tepeye Tepe Arkaç, tam doğusundakinede Kınrt_Tepe denili­
yor. Yine Pir Ahmedin güney doğusundaki tepeye de Çoksorut adı veri­
liyor. Mamafih yolumuzun her iki tarafı da arızalı ve dağlıktır. Bu se-
beble yolumuz dağ üzerinden geçiyor. Pir Ahmed'in 2 km. tam güneyin­
de Gigi köyü de dağ üzerinde bulunuyor ve bu dağ yolu epeyce bir
mesafe tutuyor. Aynı yolda 8 km. mesafedeki Emir Ören köyü de dağ
üzerindedir. Bu köyün (Emir Ören) 2 km. kuzeyinden Taçın çayı çıkı­
yor. Yine güney doğuyu takip eden yolumuz Taçın (yeni adi: Top Sö­
ğüt) köyüne ulaşıyor. Taçın çayı adı geçen köyün~”içinden geçiyor. Kö­
yün az kuzey doğusunda görülen Çiğil deresi bu addaki ünlü Türk kav-
mini hatırlatıyor (yer adları hatıraları Çiğiller'den kalabalık zümrelerin
Oğuzlar'ın arasında Anadolu'ya gelmiş olduklarını gösteriyor). Yüksek
Köse dağı (Gâvur'un Dağı = Hınzırı -Dağı) Tacın (Top Söğüt'ün)'ı-n kuzey
doğusunda yüksekliği ve büyüklüğü ile kendini gösteriyor. Emir Ören'-
den güney doğudaki Şıvgın köyüne geldik. Bu köy düzlüktedir. Taçın çayı
Şıvgın'da-n 7 km. güney batıdaki Ekinciler (eski adı Zek)'e doğru gider.
Biz doğuda Panlı köyüne doğru gidiyor ve köyün solundan geçen Çö-
mürşek (eski adi: Çömürşek Özü) deresini görüyoruz. Bize söylendiğine
göre,.eslki yol Acı Barnak fAcı Parmak) denilen gedikten Yere Geçen'e
iner. Bu gedik ..(Acı Parmak) Panlı'ntn önündeki alçak sıradağ üzerinde

— 21 —

T
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Böylece mesele kesin bir şekilde halledilmiş oldu ve Pazar


Ören kasabasının da eski Yabanlu Pazarı üzerinde kurul­
duğu anlaşıldı. Esasen, bizzat Pazar Ören adı da (doğrusu
Pazar Öreni-Pazar’ın Öreni-viranesi) Yabanlu Pazarı’nm
orada kurulmuş olduğunu gösteren kuvvetli bir delil idi.
. Pazar Ören’e gelince, burası denizden 1535 metre yük­
seklikte bir kasabadır; Kayseri-Pınar Başı caddesi üzerinde
bulunuyor; arkasındaki bir birine bağlı çıplak, yük­
sekçe tepeler veya alçak dağ silsilesi ile önündeki suyu bol so
ğuk ve duru Zamantı ırmağı arasında yer almıştır. Toprağı
verimli sayılmıyor; nüfusu 2000 kadar olup bu nüfusun ço­
ğunu yoksul Avşar Türkmenleri teşkil ederler. Çevredeki
toprakları çorak ve dar köylerin ekserisi de onlara yani Av­
şar boyuna ait olup eski yaylaları olan Uzun Yayla’da ise
bir kaç dönümlük bir araziye bile sahip değillerdir. Buna
gerçekten hayret edilir25. Pazar Ören’nin hemen arkasın-

bulunmaktadır. Panh'dan az güney batidaki Hassa'ya (5km)..oradan gü­


ney batıdaki (2km.) Girveli köyüne, Girveli'den de zikredilen dağın
batıdaki meyilli eteğinden geçip dağın öbür tarafındaki Oruç Oğlu'na
vardık ki bu, Pazar Ören'e pek yakın (3 km.) ve onun az kuzey batısın­
da bulunan bir köydür. Yere Geçen, Pazar Ören'in az kuzeyinde (1 km.
mesafede), Oruç Oğlu'nun da hemen doğusuna düşüyor.
Seyahatimiz esnasında, kaydedildiği gibi, Iğdecik'in güney
doğusundaki dağlar, Muhyîddîn ibn Âbdu'-zâhir'in sözlerinden
anlaşıldığına göre, Küçük Güdüllü (?) dağları, Çömürşek Özü'-
nü (vâdisini) Pazar Ören yöresinden ayıran dağlar da Büyük
Güdüllü'dür. Müellifin, Kızıl Su adıyla söz ettiği «nehr» de muh­
temel olarak, Taçın çayıdır. Müellifin, yazdığı gibi, bu çayın genişliği
takriben yerine göre 2, 3, 5 metre; derinliği de umumiyetle 50 cm. dir.
Bununla beraber bu çay kıyısında yaşayan köylülerimizce Taçın'ın bir
çok yerlerinde derinliğin 2 m. olduğu ifade edilmiştir. Bazı yerlerde kı­
yılarının dik olduğu görüldü.

' 25 Ne Avşarlar uğradıkları haksızlıkları Cumhuriyetten önceki hükümetlere


anlatabilmişler, ne de hükümetler onların meselelerini anlayabilmişlerdir.
Bu yüzden Avşarlar'ın mağdur durumları bugüne kadar sürüp gelmiştir.
Bey aileleri de boydaşları gibi yoksul bir duruma düştükleri için töre
korunamamış ve eski bir söz ile «her ev bir Kara Han» gibi olmuş yani
töreleri çiğneyerek başına buyruk harekete başlamıştır. Bunun sonucun­
da kendi aralarında sık sık çıkan üzüntü verici hâdiseler bugüne kadar
sürüp gelmiştir. Komşularından onlar hakkında menfi sözler işitilmesinin
sebeblerinden biri de, her halde, budur. Ancak Avşarlar'ı küçümseyen

— 22 -—
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

da'ki tepe dizisinden veya alçak dağ silsilesinden gelen su,


Pazar Ören ile ona komşu diğer bir iki köyün elmalıklarını
ve diğer bahçelerini sulamaktadır. .
Pazar Ören’in güneyinde ona 2 km. mesafedeki Zaman-
tı ırmağı ise suyunun fazlalığı, soğukluğu ve duruluğu kıyı­
larındaki otların bolluğu ile hayvanların pek hoşlandıkları
bir ırmaktır. Pazar Ören’in 8 km. kuzeydoğusundaki, şimdi
halkımızın Kuş Kalesi dediği zapt olunmaz Zamantı Kalesi
de fuar’ın. emniyetini korumakta idix. .
Selçuklular devrinde Anadolu’nun öteki yörelerinde
bu mahiyette bir fuar olmadıktan başka bildiğim kadarı ile
İslâm âleminin başka bir bölgesinde de, Yabanlu fuarında
olduğu gibi bütün dünya tüccarının, katıldığı ikinci bir fuar
da yoktur27. O devrin dünyasında bir eşi daha olmayan bu
pazar gerçekten, kelimenin bugünkü geniş manası ile, mil-
letlararası büyük ve mühim bir fuardır. Şüphesiz Anadolu’­
nun coğrafî durumunun elverişli olması bu fuarının kurul­
masında pek mühim bir âmildir. Batılı tacirler Kıbrıs tari­
ki ile Yabanlu Pazarı’na güçlük çekmeden geldikleri gibi,
kuzeyli tacirler de Kırım sahillerindeki Suğdak ve diğer li­
manlardan Sinop’a, oradan da kervansaraylarda konakla­
yarak Sivas tariki ile kolayca fuar yerine ulaşmakta idiler.
Bizans, Gürcü, Er-Rân-Şîrvân (= Kuzey Âzerbeycan), İran,
mağrur komşuları onların evlerini gece yarısında bile gelen en yoksul
yolculara açtıklarını ve yoksul ev sahiplerinin yarım ekmeklerini bîr daha
karşılaşmayacakları konuklarına yedirdiklerini itiraf etmişlerdir. Böyle bir
hareket yüksek bir insanlık duygusuna, sahip olmakla ilgili değil midir?

26 Zamantı kalesi hakkında tafsilât için EKLER kısmına bk. (nr. 1).

27 Buhara'dan 7 veya 8 fersah (takriben 40 km.) mesafedeki Tevâvîs


( = eski adı Arfûd) de eski zamanlarda her yıl 10 gün süren bir
fuar kuruluyordu. Bu fuarda da satılan mal kusurlu da olsa geri alınmı­
yordu (W. Barihold, Turkestan down to the Mongol invasion, G M N S,
London, 1928, s. 98). Yine Buhara'ya yakın başka bir yerde ve kışın
Türkistan'ın Uşrusana yöresinde her yıl kurulan, kalabalık tacirlerin ka­
tıldığı, fuar mahiyetinde büyük pazarlar kuruluyordu (Barthold aynı eser,
s. 99, 168). Hatta sadece bir mala ait pazar veya fuarlar da olduğu söy­
leniyor, Türkistan'da at fuarları, Huzistan da eşek, Âzerbeycan'daki Er-
debîl'de Ankara kedisi cinsi fuarları gibi (Aly Mazaheri, La Vie çuotidi-
enne des Musulmans au moyen age, Paris, 1951, s. 205).

— 23 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Irak, Suriye tacirleri ise komşu ülkelerin tacirleri olduk­


larından onlar için fuara katılmak bir mesele teşkil etmi­
yordu. Mısırlı tacirlerin ise hem kara, hem de deniz yolunu
tercih ettikleri anlaşılıyor. Elde bilgi olmamakla beraber
Türkistan ve Hind tacirlerinin de uzun süren ve müşterisi
çok böyle mühim bir fuara katılmış olmalarına ihtimal ver­
mek pek .tabiîdir. Esasen o devrin tacirleri için uzaklığın
bir mesele teşkil etmediğini pek iyi bilmekteyiz. Hong-
kong’a, Kanton’a, Malaka yarımadasına ve hatta Kore’ye
kadar giden tacirlerin Yabanlu Pazarı’na katılmaları işten
bile değildi. Ancak bu fuann kurulmasında ikinci mühim
bir âmil vardı ki, o da, eserin GİRİŞ kısmında ifade
edildiği gibi, Selçuklu sultanlarının takip etikleri şuurlu ti­
caret politikasıdır. Bu akıllıca politika ile onlar o zaman­
ların en büyüle ve en uzun süren ve bu bakımlardan dün­
yanın biricik milletlerarası fuarının kendi ülkelerinde ku­
rulması başarısını göstermişlerdir. Bu fuarda muhtelif mil­
letlere mensup tacirler arasında manevî bir kültür alış-ve­
rişinin de yapılmış olduğu şüphesizdir.

24 —
YABANLU PAZARI

an International fair in Anatolia during


The Seljuk Period

A reference to Yabanlu Pazarı in the following couplet


in the Masnawî of Mawlânâ Jalâluddîn-i Rûmî, the famous
mystic poet, indicates that this market was situated among
a nümber of towns and goods were brought there from va-
rious regions :

«Çün Yabanlu der miyân-i şehr hâ


Ez nevâhî âyed ânca behr hâ» 1

The Turkish translators of the Masnawi, Veled İzbudak


and Abdülbaki Gölpınarlı translated these lines as follows:
«şehirlerdeki köylü pazarına benzer âdeta - Etraftan alış
veriş için hep oraya gelirler» 2. In English it would be as
follows: «It seems just like a peasant market in towns -
They ali come there to seli and buy in goods». As you see
İzbudak-Gölpınarlı translated the word Yabanlu as a «pea­
sant market», which they believed was held in towns. But
markets known by that name never existed in towns in the
past and we do not see them anywhere in Turkey at the
present time.
The English. translation of the same couplet by Reynold
Nicholson was, «(This) like a great mart (situated) bet­

i Ma$nawî-i ma'navî' edited by 'Alâ ad^dawla, Tahran, 1299, p. 654, lines


22; edited and translated by R. A. Nicholson, The Mathnawi of Jalâlud-
dîn Rûmî, G.M.N.S. Löndon, 1933, V, p. 520, lines 4283.
2 Mevlâna, Mesnevi, Şank-Islâm Klâsikleri, İstanbul, 1946, VI, p. 342, lines
4283. .

— 2o
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

ween towns; Thiter come goods from ali directions» 3. This


translation is, naturally, more correct. But Nicholson also
supposed that Yabanlu means a market4.
In the Masnawî in the next two couplets following this
one the word Yabanlu occurs more times. As far as our
subject is concerned these couplets are not of any particu-
lar interest. But they point out that one finds cheap there
counterfeit and defective goods as ge-nuine and valuable
articles. The wise and experienced merchants in Yabanlu
were able to differentiate the genuine articles from the che­
ap imitations. For such merchants Yabanlu was a good
markets.
Originally Yabanlu is a proper noun. The word was
mistaken for a common noun by editors and translators as
well as compilers of dictionaries. In fact compilers of dicti-
onaries defined the word Yabanlu as a market, a caravan
and even goods6. it is surprising that neither editors, nor
translators and commentators of the Masnawî ever thought
that this word could be a proper noun. If the meanings of
the said couplets had been considered carefully one could
see that the said word Yabanlu was used to indicate a na­
me of a market. I should like to repeat the same couplet
again:

«Çûn Yabanlu der miyân-i şehr hâ


Ez nevâhî âyed ânca behr hâ» i.e.
As Yabanlu was among towns
Goods come there from the regions.»

~ VI, p. 495. The word is shown in the text of Nicholson as Yapunlû, but
in the Tahran edition, in the correct form as Yabanlu.

■» İbid, 1934, VI, p. 495. '

5 Nicholson edition, p. 521, lines 4284-4286.

6 Âsim Efendi, Tarcama-î Burhân-i qâti, İstanbul, 1189, p. 375; Ânendrâc,


Tahran, 1335, V, p. 4663; F. Steingass, Persîan-English dictionary, London.
1957, p. 1528; G. Doerfer, Turkishe und mongolische elemente im New
persischen, Wisbaden, 1975, VI, p. 136.

—• 26 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

Originally Yabanlu means a stranger. Thus, Yabanlu Baza­


li means the market of strangers.
Yabanlu Pazarı is referred to as Bâzâr-i Yablû as a na­
me of the market in the İbn-i Bibi’s work7, which was bro-
ught down to 1281 A. D. The word also occurs in its cor-
rect spelling in Musâmarat al-ahbâr of Aksarâyî, another
important Saljuk chronicle, composed in 1324 A8.
The most detailed description of this market is given
by Zakariyâ b. Muhammad al-Qazvinî who died in 1283
A.D. in Iraq. The account of al-Qazvînî about Yabanlu Pa­
zarı is as folloıvs: «A forty days long market is held in Ana-
tolia annually, This market is called Yabanlu9. People go
to this market from far away place in the North, South,
East and West. Merchants make great effort to trade in
this market. The goods of the Eastem merchants are pur-
chased by the merchants of the West and vice versa. And
7 Al-Avâmir al-Âlâiyya, edited in facsimile by A. S. Erzi, TTK, Ankara,
1956, p. 163, edited by N. Lugal and A. S. Erzi, Ankara, 1957, I, p. 227,
here: Yablû Bâzâr, Bâzârgâh-i Yablû. The abridged edition of the same
wofk published by M. The. Housfma : Histoire des Seldjoucides D'asie
Mineur d'apres l'abrege du Seldjouknameh d'ibn-Bîbî, Leide, 1902, p. 70,
here: Bâzâr-i Banlû.
8 Edited by O. Turan, Ankara, 1944, p. p. 103, 286, 308. But in this work
Yabanlu was described as yaylak-i, Yabanlû i.e. The grazing ground of
Yabanlu. İn fact when Mongols seized the military and civil administra-
tion of Turkey in 1277 Yabanlu ıbecaıme the summer residence of the
Mongol military governors. Thus Abushka and Irinjin, the military go-
vernors of Anatolia (memâlik ar-Rûm) used to spend their summers at
Yabanlu (Aksaray?, p.p. 286, 308). Şamagar Noyan, another Mongol go-
vernor of Turkey, probably chosed this place as his summer guarter.
The fact that there is a village called' Samagar 10 km. to the west of
Pazar Ören and a mountain to the soufh of the village by the same
name can be considered as en evidence of this view. İn the sixteenth
century, five married and two ummarried persons lived at this village.
İn the same time on the norh of this village, at the Chömürshek, dis-
trict there was another small village called Samagar (see Elbistan re-
gister. Başbakanlık Arşivi, nr. 216, p.p. 92, 115). On Samagar Noyan
see my article: «Anadolu'da Moğollar», Journal of the Seljuk studies,
published by The Institute of Sajljuk History and Civilisation, Ankara,
1969, p.p. 61-62, 64).
9 İn the printed' texte of the vvorlk the name is written as Beyelulh. This
is another corrupt form of Yabanlu.

— 27 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

the gocds of the merchants of the North are bought by the


merchants from South and vice versa. Turkish and Greek
slaves, fine horses and mules were also sold here. Satin
and siglaton cloths and dresses, valuable furs known as
beaver, water-dog and Burtâs 1011 were available. Deceptions
have been made there in astenishing mannors. According
to a traditional rule of this market an article önce sold can
never be retumed. it is related that a very handsome male
slave was önce bought by a merchant at a high price. When
the seller disappeared he realized that he was actually a
beautiful girlu.
Qazvînî’s account indicates very explicitly the impor-
tance of Yabanlu Pazarı: «merchants make great effort to
trade in this market.» This Information is confirmed by ot­
her sources. For example the Egyptian historian Muhyîddîn
Ibn'Abdu’z-zâhir, who sow the place of Yabanlu Pazarı
in 1277 says: «you can find every article at this great mar­
ket, for ali the merchants of the world are there» 12. .
In the text of al-Qazvînî ahi al-Mağrib means undoub-
tedly the peoples coming from Byzantium, Italian Repub-
lics, the: kingdem of Cyprus and perhaps merchants who
belonged to the other western countries. As for Ahi aş-Şimâl
this expreses mechants who come from the countries in the
north of the Black Sea. Burtâs which is mentioned in the
passage of al-Qazvînî, as we have seen, was the name of a
people who lived along the middle course of the Volga ri-
ver. The furs of Burtâs were famous in the Moslem world
during the Middle-Ages13. As for siglaton cloth it was a

10 İn itine texts: «min al-firâ al-f.nd.r va kaib al ma' va'l-Burtâs». Al-f.n.d.r.


probably must be al-qunduz i.e. beaver. Kalb ai-mâ'also means beaver.
On Burtâs see below.
11 Âsâr al-bilâd va aifchbâr al-'ibâd, edited F. Wüstenfeld, Göttingen, 1853,
p. 357, edition of Beirut, 1960, p. 531. See also the original fext or al-
Qazvînî at the beck of the bock.
12 İn Subh al-â'şâ' of Qafqashandî, Qaıhira, 1919, XIV. p. 162; al-Umarî.
Kitâb masalık al-absar fî mamâlik al-amsâr, edited F. Taeschner, Leipzig.
1929, p. 17. . .
13 On Burtâs, see the article in The Encyclopaedia of İslam (new edition)
I, p. p. 1337-1338. :

— 28 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

kind of silk embroiderd by gold and manufactured es-


pecially in Baghdad. This silk was very valuable and had
great reputation.
As we have seen our author said that The Yabanlu Pa­
zarı was opened in «evvel rebî’» i. e inearly spring. Bu whil@
al-Maliku’z-Zâhir Bey Bars, The Mamluk ruler, passed by
here retuming from his Anatolian expedition on April 30
in 1277, the market was not held yetM, We can judge from
this fact and from the climatic conditions of the arsa
that market was held later, probably in early May15.
But al-Qazvînî’s statement that the Yabanlu market
lasted forty days is corroborated with the Information given
by the well known Grammarian, Ebû Hayyân, who died in
Cairo in 1343w. . , .. .
Al-Qazvîm, as it is seen, speak of Turkish slaves as
well.as those the Greek origin. These Turkish slaves balon-
ged to the Qıpchaq Turks who lived generallv betvreeıı the
Dön and Volga rivers at that time. These slaves were, usu-
ally bröught to the town of Sivas, the greatest trade çenter
of the Saljukids of Turkey as well as to Yabanlu Pazarı aş

u See riöte 12. ' ......


13 According tö the Turkish trahslation of İbn: Shaddâd's work' (Baypârs
tarihi, translated .from Arabic into Turkish by Sharaf al-dîrr-Yalftcaya;
TTK, İstanbul, 1941, p. 89) few days beforethe opening of the-fair al-
Maliık az-.Zâhir Bey Bars passed through here on 30 April (1277).
But this statement.can not be seen in the later co’mpilers, who üsed
İbn Shaddâd's worlk on the Bey Bars milita-ry expedition fo Anatolia in
1277. Thus it is very doubtful that ibn Shaddâd's words were, in Our
subject, translated correctly. . 7
w Kitâb al-idrâk li-lisân al-Atrâk, edited and translated A. Caferoğiu; İs­
tanbul, 1931. p. 91. Abû Hayyân also said that The market (as-sûk) was
held in adesert area (op.cit.). But it is not true. The land which includes
the place of ourmanket was covered wifh abundant grase, as the historian
İbn Bîbî desoribes several timeş, and irrigated by the Zamantı river and
streams. For this reason it is very probable that Abû Hayyân made this
mistaıke because of the meaning of the word «yabanlu». Truly «yaban»
means countıyside, uncultivated land, uninhabhed area and according
to Redhcuse (New Redhouse, Turkish-English dictionary, İstanbul, 1983
p. 1233) deserf. This word comes from persian' «bîyâbân». i. e. desert
(see Deorfer, op..cit.). .. .- ’

— 2.9-—

..... I"... .. ..... 'T


TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

indicated in the text of Al-Qazvînî. Qıphaq and Greek sla-


ves were bought by Syrian, Egyptian and Iraqi merchants.
Whe know that these Qıpchaq slaves formed the nucleus of
the Ayyûbid army and subsequently founded their own
state in Egypt in 1250. As for the fine horses, these wers
bred by the Turkish tribes of Turkey. Marco Polo describes
them as beautiful horses. As a matter of fact Anatolian
horses were bought for the most part by the Italian mer­
chants. Syrian and Egyptian merchants also purchased a
good number of them. These Anatolian horses preserved
their fame in the following centuries under the name of
Qaraman17.
There are some hints in the Mawlânâ’s couplets which
comfirm Qazvînî’s statement that the sale of defective
goods at the Yabanlu Pazarı was a frequent occurence ’8.
But it is not known when this fair began and ceased to
exist, However, we can say definitely that in the middle of
the XIV. th century the fair was no longer held. Even tho-
ugh it is most probable that this çan be much earlier, to-
wards the end of the XIII th century. At that time Turkey
became a province of the Mongol ükhanid Empire.
It was the late professor O. Turan who mcntipncd Ya­
banlu Pazarı for the first time and pointed out its impor­
tance for the cömmercial history of the Selj.uk period19. In
his last work he wrote that Yabanlu Pazarı was on the road
runnig from Kayseri to Syria20. Really the discovery of the
place of Yabanlu formed the most difficult problem of our
subject. To solve this problem I studied sources, examined
data again and of course visited the Kayseri region seve-
ral times. Finally as a result of these long and tyring rese-
arches it has been possible to locate the market. This was

17 On these fine Anatolian horses : see F. Sümer> Türkler'de Atçılık ve Bi­


nicilik», Türk Dünyası Araştırmaları Publications, İstanbul, 1983.

18 See afaove, p. 2.
Cf. Afcsarayî Musâmarat al-akhbâr, p. 286, note 1, Selçuklular tarihi ve
Türk-İslâm medeniyeti, Ankara, 1965, p. 269.
20 Selçuklular zamanında Türkiye, İstanbul, 1971, see index (p. 749).

— 30 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

Pazar Ören, a small tora between Kayseri and Pınar Başı,


100 kms. from the former and 20 kms. from the latter.
Pazar Ören (more correctly Pazar Öreni) means the
rain of the market. This Pazar Ören was not an inhabited
place until the second half of the last century and was
used as a yaylak, i. e. summer camping ground by the
Mongol gavernors in the XIV th century, by The Dulkadirid
rulers in the following centuries and by the Avshar Tur-
comans more recently. In the second half of the XIX th cen­
tury the Avshar serttled here, as in other places of the
area. In the course of tme this settlement becamo a small
town about 2000 people. Its altitude from sea-level is 1500
m. A low mountain chain lies behind this little town
and the Zamantı river passes in front of it. 8 kms. to the
north-east of this town on a high and large peak or a small
mountain there is the Zamantı castle, which was, as it is
well known, famous as an inaccessible fortress during the
Byzantine and Seljuk periods and even later. This castle
protected the Yabanlu Pazarı as well as the Zamantı dist­
. Our researches also showed that ali the ancient cara-
rict 2I22
van roads met at Pazar Ören area.
There were fairs, of course, in some other countries of
the Islamic world in the Middle Ages But none of them
can ever be compared with the Yabanlu Pazarı as a great
number of Moslem merchants from various countries such
as Persia, Iraq, Syrian and Egypt as well as non Moslem
merchants from Western and Northern countries traded
there. So it is clear that Yabanlu Pazarı was really an inter-
national fair in the modern sense of the word.
It İs a fact that the geographical position of Anatolia
was very favorable for the growth of such a market. But
21 On the Zamantı castle see Addenda.
22 W. Barthold, Turkestan down to the Mongol invasion, G M N S, London,
1928, p p. 98-99-168. «İn olden times at the Tevâvis in Mâ-
varâ'an nahr, a market was held annually lasting ten days. According to
Barthold «articles bought at this bazaar were ender no consideration ta-
ken bark even though deception was afterwards proved against the sel­
ler» (p. 98).

—» 3 1 ■
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALAR! Ağustos 1985

there was another factor. This was the trade policy carried
out by the Saljuk rulers. In fact as poihted out in the intro-
ductioıı of the Turkish text of this work the sultans reali-
zed fully the importance of the trade for their country and
for their state. Numerous caravansarays built on the
trade roads are the most outstanding evidence of this po­
licy. In ıhese caravansarays ali the! passengers, including
Moslim and Non Moslim merchants enjoyed warm hos-
pitality.
EKLER

ZAMANTI KALESİ

Burada maksadımız Zamantı kalesinin nerede bulun­


duğunu, diğer bir ifade ile şimdi hangi kale harabesinin
Zamantı kalesi olduğunu ilim âlemine bildirmektir. Vakıa,
bu mesele daha önceleri bilhassa AvrupalI âlimlerce araştı­
rılmış ise de tam bir görüş birliğine varılmamıştır. Aşağıda
verilecek izahlardan anlaşılacağı üzere Avrupah âlimler
arasında daha kuvvetli kabul edilen görüş hatalı bir mütâ­
lâa idi. Daha az muhtemel sayılan görüş ise gerçeği ifade
ediyordu. Bu mesele üzerinde görüş birliğine vanlmaması-
nın sebebine gelince bu, bilhassa arazi üzerinde esaslı bir
araştırmanın yapılmamış olması ile ilgilidir. Eğer W.M. Ram
say veya E. Honigmann Kuş kalesi’ne çıkıp etrafa şöyle bir
baksalardı «Tsamandos» (=Zamantı) kalesinin bu kaleden
başkası olamıyacağma derhal hükmedeceklerdi.
Zamantı kalesinin adı, bilhassa Arab-Bizans mücâdele­
sinin çok şiddetlendiği X. yüzyılda sık sık geçiyor. Cezire
(Kuzey Irak ve Güney Doğu Anadolu) ve Suriye hüküm­
darı Hamdanîler’den meşhur Seyfüd-devle (ölümü: 967
), 050 yılında Bizans ülkesine yaptığı bir seferde, Elbis­
tan bölgesinde olduğu kabul edilen Hısnu’l-'uyûn ile es-Saf-
saf ve Sanabus kalelerini aldıktan sonra Tzamandos (= Sa-
mandu) yani Zamantı kalesine gelmişti; yanında meşhur
şâir el-Mütenebibî’de vardı. O, yazdığı bir şiirde Seyfül-
devle’yi ilerlemeye teşvik ederek şöyle diyordu : «Bizans ku­
mandanı üzerine gelirse yenilir ve Zamantı bizim olur

— 33 —

... -. .... . ■.. ... .. ....... .... .. "T. .... .. ... ..... -. î. . .. ' ' ... ....... . . ..
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALAR! Ağustos 1985

Çekinir gelmez ise kovalanıp Boğaz içine erişilir» *. Seyfüd-


devle Zamantı’dan Harşana (Charsia-nan = Kastron) üzeri­
ne yürüdü. Harşana’nm Müşâlim Kalesi olduğu ittifakla
kabul edilmiş ise de bu görüşü tasdike pek cesaret edemiyo­
rum 2.
Bu sefer, bilindiği gibi, Seyfüd-devle’nin mağlubiyeti

1 «Fe in yukdim fe kad zurna Semendû ve in yuhcim fe~mev'iduhu'l-Khalî-


cu» (Kalkaşandî, XIV, s. 152; el-ömerî, s. 10. Bu ikinciste beyit farklıdır).
2 E. Honigmann, Die Osfgrenze des byzantinischen Reiches, Bruxelles, 1935,
s. 49-50, türkçe tercümesi F. Iştltan, Bizans devletinin doğu siniri, İstan­
bul Üniversitesi Yayınlarından, İstanbul, 1974, s. 49; A. A. Vasiliev,
Byzance et les Arabs, edition française prepare par M. Canand, Bruzelles,
1968, s. 83, 'haşiye 4. Müşâlim kalesi Yozgad'ın Ak Dağ Madeni'ne bağlı
ve onun 11 km. kuzey doğusunda bulunan bir köydür; yeni adı Çalış'kan'-
dır.' 1970 sayımına göre nüfusu 1434'dür. Kale, köyün kuzeyinde her ta­
rafa hâkim bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Köyde Müşâlim ailesine
ait bazı türbe harabeleri vardır. Bunların harab duruma gelmelerine sa­
dece zaman değil, taşlarını söküp yapılarda, kullanmak üzere köylüleri­
miz de yardımcı olmuşlardır. Bu, ülkemizin her yerinde görülen hazin
bir hâdisedir. Beş vakit namazını kılan uzun yaz günlerinde oruçlarını
tutan bu adamların atalarına ait türbe, medrese ve bunlar gibi dinî ve
tarihî eserlerin taşlarını evlerinin yapılarında kullandıkları için Allah'dan
korkmamaları hayret vericidir. '
Müşâlim (bu ad nereden.geliyor, iyice bilemiyorum) bir ailenin reisi
olup nesli Selçuklulardan sonra bu kale ve civarını XIV. ve XV. yüzyıllar­
da idare etmiştir. Bu aileye mensup birçok kimseler sipahi ve alay beyi
olarak Osmanlı devletinin hizmetinde de bulunmuşlardır. Bu kalenin' eski
■ adının uzun ve yorucu araştırmalarımızdan sonra Kara Hisar-ı Behram
Şah olduğu anlaşıldı. Kaleye adını veren Behram Şah, I. Izeddîn Key-
kâvus’un büyük beylerinden Ernîr-i meclis Mübârizeddîn Behram Şah'-
tır. Kendisinin orayı imar ederek bir kasaba haline getirdiği anlaşılıyor.
Behram Şah orada bir câmi, bir han ve (her halde bunlara gelir sağla­
mak için) dükkânlar yaıptınmıştır. Avynı şehirde meşhur devlet adamı Ce-
lâleddin Karatay'ın bir hamamı, kardeşinin de bir medresesi vardı. Ham­
dullah Müstevfî'nin Kara Hisar-ı Behram Şah'ın gelirinin 11.600 dinar
olduğunu yazması burasının oldukça mühim bir kasaba olduğunu gös­
terir (tafsilatlı bilgi için, F. Sümer, Boz Ok tarihine dâir araştırmalar,
s. 333 - 335). '
Harşana şehrinin Müşâlim kalesi olduğunda Tereddüd etmemin başlı­
ca sebebi, Seyfüddevle'nin hareket üssünden çok uzakta bulunması ve.
aynı zamanda zengin bir yer sayılmamasıdır. 610 (1213-1.214) yı­
lında Sivas Sübaışı'sı Yavaş Arslan adına düzenlenmiş bir vakfiyede Kay­
seri vilâyetine bağlı Kharsana adlı bir kalenin adı geçiyor. Bence bu
■ kale Kayseri'nin kuzey yöresinde aranmalıdır. . .

— 34
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

ile sona erdi. Öyleki o Haleb’e güçlükle ve pek az asker ile


dönebildi34. Buna rağmen çok cesur aynı zamanda şâir ve
âlimlerin hâmisi olan büyük mücâhid hükümdar Bizanslı-
lar’m teklif ettikleri mütârekeyi reddederek ertesi yılın
(951) yazında yeniden sefere çıktı. Arabissos’dan (= Yar­
puz = Afşin) «Samandû» (=Zamantı)’ya doğru yürürken
kırk bin kişilik bir Bizans ordusunun orada toplanmış ol­
duğunu haber aldı. Seyfüd-devle bu ordu ile karşılaşmayı
uygun görmedi; beklenilmedik bir zamanda soğuklar çık­
mış, kar da yağmaya başlamıştı. Bu yüzden elde ettiği tut­
sak ve «doyumluklar» ile Âmid’e (= Diyarbakır) döndü;
oradan da Haleb’e geçti ’.
954 yılı Ekim ayında Hades (=Göynük) yakınındaki
el-Uhaydib dağında yapılan kanlı bir savaşta Seyfüd-devle
şahsen gösterdiği eşsiz kahramanlık sayesinde Bizans ku­
mandanı Bardas Fokas’ı ağır bir bozguna uğratmıştı. Tut­
sak alınan Bizans valileri arasında Zamantı (= Tzamandos)
ile Likandos valileri (patrioe) de vardı5.
Zamantı kalesi Türkler devrinde de asırlar boyunca
ehemmiyetini korudu. Kalenin altında ve güney tarafında
bulunan Melik Gâzi türbesi, ismin de gösterdiği gibi
muhtemelen, Danişmendliler’in hükümdarlarından en bü­
yük ve Haçlı muharebelerinin en meşhur şahsiyetlerinden
Gâzi’ye (ölümü : 1134) aittir6. Bu türbe Danişmendliler’inde

3 M. Canard, Histoire de la dynasty des H'amdanides de Jâzîra et de


Syrie, Paris, 1953, I, s. 251-252, 763-770; A. A. Vasiliev, Byzance et les
Arabs, s. 341-343.
4 Canard, s. 770-773; Vasiliev, s. 343-347.
5 Canard, s. 778-783; Vasilies s. 348-350. Anadöluda İslâmî kitabeler
TOEM yıl 1331 nr. 32, s. 459.
6 Gâzi'nin oğlu Melik Mehmed'in türbesinin Kayseri'de yaptırdığı camiin
yanındaki medresede bulunması (H. Edhem, Anadolu'da İs­
lâmî kitabeler, TOEM, yıl 1331, nr. 32, s. 459; Kayseriye şehri,
TOEM, İstanbul, 1334, s. 17-18, 29-30). Zamanlı kalesi altında bulunan
türbenin Melik Gâzi'ye ait olduğunu gösterebilir. Fakat G. Bell’in türbe­
nin adını «Mahmud (Mehmed?) Ghâzi» şeklinde işitmiş ■ olması,
(21 numaralı haşiyeye bk), bizleri şüpheye düşürmez ise, nasıl izah edi­
lebilir? O. Turan H. Edhem'in Kayseri'de Melik Mehmed'e aid Ulu Câ-
miin kiliseden çevrilme olduğunu söylediğini yazar (Selçuklular tarihi

- 35 —-
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

yaz mevsimini burada geçirdiklerini gösterir. Kale sonra


Selçuklular’m idaresine geçti. İbn-i Bîbî’de kalenin adı Za-
mantü şeklinde geçer. Selçuklu hükümdarı Alâaddîn Key-
kubâd tahta geçtikten (1220) bir müddet sonra (1223 yılın­
da) kendisine tahakküm ettiklerine veya etmek istedikle­
rine inandığı, daha doğrusu istediği şekilde hareket edebil­
mek için, devlete büyük hizmetler ifa etmiş, tecrübeli ve
değerli beyleri ortadan kaldırırken Emîr-i meclis Fahreddîn
Behram Şah’ı da Zamantı kalesinde hapsettirmişti âkibeti
hakkında kaynakta bir şey söylenmiyor ise de hayatı sona
erinciye kadar orada kaldığında şüphe yoktur. Bu emîrin
Behram. Şah Kara Hisarı’nı kurduğunu yukarıda görmüş­
tük. Adı geçen hükümdarın oğlu Giyâseddîn Keyhüsrev de
Selçuklular’m hizmetine alınmış Harizmliler’in başı Kayır
Han’ı, babasının vasiyyetine uyarak kardeşi îzzeddîn Kılıç
Arslan’m tahta geçirilmesini istediği için, yakalatıp aynı
kaleye göndermişti. (1237). Kayır Han çok geçmeden Za-
mantı kalesinde öldü8. Bu hâdisenin Harizmliler’in Selçuk-
lular’m hizmetinden ayrılarak Kuzey Suriye’ye gitmeleri­
ne sebeb olduğunu biliyoruz. Onlar Köse Dağ (1243) sava­
şında faydalı hizmetler görebilirlerdi. Moğol kumandanı
Baycu Noyan’ın Anadolu üzerine yürümeye karar verirken
onların Selçuklu hizmetinden ayrılmalarını da her halde he­
sap etmiştir.
îlhanlılar’ın devlet adamlarından Hamdullah Müstevf,
«Zamandû»yu bir şehir olarak zikreder. Ona göre Zamandû
orta derecede bir şehir olup İlhanlı. hâzinesine verdiği ver­
gi 14.600 dinardır’. Fakat müellifin Zamandû’nun bir şehir

s. 25; Selçuklular zamanında Türkiye, s. 172, haşiye 59). Fakat H. Ed-


hem böyle bir şey söylemiyor. Bilakis o: «bu binanın eski bir kiliseden
münkalib olduğu mahallince mervî ise de bu cihet muhtac-ı tedkikdir»
diyor. ".

7 Houstma neşri, s. 110.

s Aynı eser, s. 110, 220. Aksarayî'de Zamandû, Celâleddîn Karatay'ın ker­


vansarayının tasviri esnasında geçer: «Çunîn gûyend kiçûn ân ribât râ
ki der vilâyet-i Zamandû ber şâri'-i Ablistân sâhte est... (s. 37).
7 «Zamandû = şehrî vasat est, hukûk-i dîvâneş çehârde hezâr ve şastsad di­
nar est» (Nüzhetu'l-kulûb, yayınlayan G. LeStrange, leyden, 1913, s. 99).

—- 36 —
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

olduğuna dâir sözlerini teyid edecek bir kayıt olmadığı gi­


bi, onun bu isim ile hangi şehri kasdettiği hakkında da bir
tahminde bulunmak mümkün değildir. Bu sebeble Ham­
dullah Müstevfî’nin vergi ile ilgili olarak verdiği rakam Za-
mantı yöresinden alman vergi olmalıdır.
Zamantı bölgesi XIV. yüzyılın ikinci yansında Dulka-
dır oğullarının eline geçmiş ve beyler Pazar Ören-Koşcağız
(Koçcağız) yöresinde yazlannı geçirmişlerdir. İncelemenin
asıl kısmında da yazıldığı üzere adı geçen hanedandan Ha­
lil Bey’in mezarı Melik Gâzi türbesi yanında olduğu gibi,
torunu Süleyman Bey’in yaptırdığı bir türbe de Koşcağız da
bulunmaktadır. Halkımızın Süleyman Bey’in türbesine «Ga-
rib Türbe» adını verdiği yine orada kaybedilmişti. Tahirir
defterlerinde, adı geçen Dulkadır Beyi’nin Melik Gâzi türbe­
si yanına bir mescid ile bir zaviye yaptırdığı ve Savalân ekin
liginin10, gelirinin yarısını bunlara vakfettiği bildiriliyor".
Süleyman Bey’in oğullarından Şah Süvar Bey’in de Pınar
Başı köyünde (şimdi kaza merkezi) mescid ve zâviye yap­
tırdığını ve bunlara köy yakınındaki bir çiftlik’in gelirini
tahsis ettiğini aynı defterlerden öğreniyoruz12. Adı geçen
Şah Süvar hem emirliğini kabulettirmek, hem de Dulkadır
beyliğini Memlûk devletine tâbi olmaktan kurtarmak için
1467 yılında mücâdeleye girişmiş, üzerine gönderilen kala­
balık sayıdaki Memlûk ordularını birbiri arkasından ağır
mağlubiyetlere uğratmıştı. Bu zaferler üzerine doğrudan
doğruya Memlûk vâli (nâib) leri tarafından idare edilen
Darende, Ayıntâb, Kars (= Kadirli), Sis (= Kozan) ve
Ramazan oğulları’na âid Adana, idaresi altına geç­
mişti. Fakat 875 (= 1470) yalında Yaş Bek’in kumanda­
sındaki Memlûk ordusuna karşı, türlü sebebler yüzünden,
başarı gösteremedi. İçlerinde yakın akrabalarının da bulun­
duğu beylerin çoğu ve dolayısı ile askerleri Şah Şüvar’dan
ayrıldılar. Kendisini destekleyen Fâtih de onu yalnız bıraktı.

ıo Sâvalân ekinliği zamanımıza kadar gelmiştir. Bu, Pınar Başı'nın güney


batanda, Pazar Ören'in az güney doğusunda, Kızıl Han'ın yanında ve
doğusunda bulunan bir düzlüktür. Kayseri-Prnar Başı yolu Sâvalân'ın üst
tarafından geçer (ayrıca 1:200.000 ölçekli Kayseri haritasına bk).
11 Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 108, s. 450).
12 Aynı defter, s. 447. ■

— 37 —

i.......... ....... r
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Bu yüzden Şah Süvar Bey 60 kadar adamı ile Zamantı kale­


sine kapandı. Kale Yaş Bek tarafından kuşaltıldı. Geceleyin
bir kıçış hareketi ile kaçmaya teşebbüs edeceği ve ölünce­
ye kadar savaşacağı yerde (çünkü sağ bırakılması ihtimali­
nin pek zayıf olduğunu kendisi de biliyordu) Yaş Bek’in sa­
mîmi olmayan sözlerine inanarak veya inanmaktan başka
çare görmeyerek, kaleden inip teslim oldu. (Zilhicce 876 —
Haziran 1472). Fakat Yaş Bek, beklenildiği üzere, sözünde
durmadı. Şah Süvar Bey, kardeşleri ve yakın adamları zin­
cire vurulup Kahire’ye götürüldüler. Orada aym zamanda
pek yakışıhklı olan bu yiğit Dulkadır beyi üç kardeşi Yah­
ya, Erduvân’a, Hudâdâd ile birlikte Bâbu’z-Zuveyle’de çen­
gele vuruldu. Bâbu’n-Nasr’da asılmalarına karar verilen di­
ğer kardeşleri İsa, Yunus ve Salim ise affedildiler. Şah Sü­
var Bey’in yakınlarından olan diğer on iki kişinin ise bo­
yunları vuruldu. Çengele asılan Dulkadır Beyi, derin bir ız-
dırap içinde olduğu halde ızdırabmı belli etmediği halk ta­
rafından hayretle müşahade edildi u.

» İbn Acâ, Târîh el-Emîr Yaş Bek ez-Zâhirî. yayınlayan H, Tuleymat, Kahi­
re, 1393 (1973), s. 78-95, 123-160; ibn lyâs Bedâyi'u'-zuhûr, yayınlayan
M. Mustafa, Kahire, 1963, III, s. 59. Bu son eserde Şah Süvâr'ın yanında
Erduvana, Hüdâdâ (d), Yahya Kâvir (yani herhalde Gâvur Yahya). Sel-
mân olmak üzere dö-t kardeşi bulunduğu, bunlardan üçünün Şah Süvar
ile birlikte çengele vurulduğ u, Selmân'ın, delikanlı ve yakışıklı olduğu için
Yaş Bek'in şefaati ile hayatının bağışlandığı yazılıyor (s. 77-78). Dulkad-
rılılar tarihinde Şah Süvar Bey'in faaliyetleri pek dikkate değer bir hâ­
disedir. Bu hâdisenin teik başına ele alınıp incelenmesi icâbeder. Üç veya
dört defa memlûk ordularını pek ağır mağlubiyetlere uğratan Şah Sü-
vâr Bey Yaş Bek karşısında neden başarı gösteremedi? Adı geçen Mem-
lük emîrinin (yani Yaş Bek'in) 1480 yılında Urfa yakınlarında Bayındır Bey
ve Musullu Sûfî Halîl Bey kumandalarındaki Alk-Koyunlu ordusuna yenilmesi
onun gerçekten muktedir bir kumandan olmadığı şüphesini haklı olarak
sıkla getirir. Yaş Bek, Sultan Kayıd Bay'ın emri ile sefer esnasında Fâtih'e
ve Ak Koyunlu Uzun Haşan Bey'e elçiler göndermişti. Bu hükümdarlara
neler va'd edildi ki onlar Dulkadır Beyi'nin hazin âkibetine seyirci kal­
dılar. Hatta Yaş Bek Zamantı kalesine-vardığında Amasya valisi Şehzâde Bâ-
yezid'den elçi gelerek Yaş Bek'in gelişinden memnuniyet duyulduğu ifa­
de edilmiş, ihtiyaç olursa tahıl gibi yiyecek hususlarında yardım yapılaca-
cağı bildirilmişti (Tarih Yaş Bek, s. 142). Halbuki Fâtih'in Şah Süvâr'ın
beyliğin başına geçmesini istediğini ve hatta bunu destekliğini biliyo­
ruz. Bu münasebetle kendisini Dulkadır beyi kabul etmesi için Mısır Sul­
tanına «iltimas-nâme» göndereceğini Dulkadır emîrine bildirmişti» (Fâ-

— 38
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

1515 yılında Dulkadır Beyi Alâu’d-devle’yi bertaraf ede­


rek yerine Şah Süvar Bey’in oğlu Ali Bey’i geçiren Yavuz
Selim, Elbistan’dan Kayseri’ye giderken ordusu ile birlikte
Zamantı kalesinin karşısındaki bir yerde konaklamıştı14*.
Kanunî devrinde Zamantu, Elbistan sancağına bağlı
kazalardan biri idi. Bu kaza ilk zamanlarda Pınar Başı, Çö-
mürşek Özü ve Hanzîr (?yahud Hınzır?) adlı üç nahiyeye
ayrılmıştı. Zamantı kazasında aynı adı taşıyan ne bir kasa­
ba, ne bir köy görülebiliyor. Şimdi bir ilçe merkezi olan Pı­
nar Başı da köy (karye) şeklinde anılmakta olup burada
Kanunî devrinde (1520 - 1563) Ada adlı ekinlik ile birlikte 41
bennek, 53 mücerred, 20 çift, 24 nîm çift ve bir imam yaşı­
yordu. Bunlardan başka yine Pınar Başı köyünde 2<3 sipahi
ve sipahi oğlu oturuyor. Pınar Başı Selçuklu müverrihi İbn-i

tih devrine ait münşeat mecmuası, yayınlayanlar N. Lugal-A. Erzi, İstanbul,


1956, s. 44. mektup tarihsizdir). Vezîr-i âzam Mahmûd Paşa'nın gönder­
diği bir mektupta, ise Mısır Sultanına, beyliğini kabul etmesi için, «mü-
dârâ sureti izhâr olunması» tavsiye edilmekte bu kabul edilmediği tak­
dirde istenildiği şekilde hareket edilebileceği yazılmakta, düşman bu ta­
raflarda görünürse gerektiği takdirde Çelebi Sultaın'ın (Amasya vâ’isi Bâ-
yezîd'rn), olmaz ise bizzat Pâdişâhın yardıma geleceği bildirilmekte idi
(aynı eser, s. 64-65). .
Fâtih'in Gebze'de ölümü ile (1482) sona eren seferinin Memlükler'e
karşı olduğunda asla şüphe yoktur. Yaş Bek'in 1480 yılında Ak-Koyun-
lular'a yenilmesi Fâtih'e Memlûk ordusunu mağlub edeceğine kuvvetle
inandırmıştı; gayesi ise, herhalde, Dulkadır ve Ramazan oğulları beyliğini
Memluk tâbiiyetinden kurtarmak ve Divriği, Darende, Malatya, Aydıntâb
(Anteb) Çukur Ova'daki şehirleri ülkesine katmak idi. '

14 Fî'şehr-i Cumâde'l-Uiâ Sene 921 (= Haziran 1515) Yemü'l-erba'â fî gur-


reti. Minhu oturak olup seher vaktinde Sinan Paşa canibinden ulaklar
gelip Alâüd-devle-i bîdevletin başın dört nefer oğulları başıyle ve otuz
nefer ümerâsı başların getürüp otağ-ı hümâyûn önüne bırağılup hemân
olgun öğle vakti göçülüp Gök su (?yahut Göksün?) Çayırı konağına ko­
nuldu yevmü'l-l-Hamîs fî 2. Minhu ilâ yevmi'l-isneyn beş gün oturarak
olup Dûşenbe gün Rumeli beğlerbeğisi Serasker Sinan Paşa vezîr-i âzam ol­
du yevmu's-Selâsâ fî 7. Minhu otağ-ı hümâyûn Kayseriyye cânibine mun'-
atıfbyuruld'u yevmu'l-Erbâ'â fî 8. Minhu Alaca Çayır konağına yevmu'l-Ha-
hu Zamantı kalesi Saru Öz (=Sarız) konağına yevmup'I Cum'a fî 10. Min­
hu Zamântı kalesi mukabelesine konuldu. Yevmu s-Sebt fî 11. Minhu Sa-
rımsaklu ( = Bünyân) konağına Yemu'l Ahad fî 12. Minhu Kayseriyye
şehrine yevmü'l-isneyn fî 13. (Ferîdün Bey, Münşeâtu'selâtin, İstanbul,
1274, s. 408-409). . .

— 39 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Bîbî’de geçtiği15 ve Zamantı (=Zamandû) da ayrıca zikre-


dildiği ve bu husus diğer kaynaklarca da teyid edildiği için
AvrupalI âlimlerin ve Rahmetli O. Turan’ın dediği gibi16.
Pınar Başı Zamantı’yı ifade edemez.
1862 (= 1279) yılında Zamantı Kayseri’ye bağlı kazalar­
dan biri halinde bulunuyordu17.
Zamantı kalesi ve yöresi hakkında verilen bu umumî
bilgilerden sonra kalenin nerede bulunduğu hususu ile il­
gili olan.asıl konumuza dönebiliriz.
Anadolu’nun Türkler’den önceki tarihî coğrafyası hak­
kında pek tanınmış bir mütehassıs olan W. M. Ramsay, Za-
mantı (Tsamandos) kalesinin Aziziye yani Pınar Başı ol­
duğunu söylüyor. Avrupa ilim âleminde kuvvetli sayıldığı­
nı belirttiğimiz görüş işte bu görüş yani Zamantı kalesinin
Aziziye olduğu görüşüdür.ıs. Bizans tarihine dâir mühim
araştırmaları ile ilim âleminde haklı bir şöhret kazanmış
olan E. Honigmann’a gelince, o Aziziye üstündeki bir bü­
yük veya sun’i tepenin (tumulus) muhtemelen Zamantı’nın
(Tzamandos) mevkiini gösterdiğini ifade etmiştir19.

15 «Şerefeddîn puser-i Hatîr bâ-fevcî ez leşker-i Rûm ve ez leşker-i Moğol


rûy sûy-i Ablistân cihet-i hirâset-i şugûr nihâd ve be - Bınâr başı
(ya : Bigâr Bâşı) nuzûl kerd» (Houtsma yayını, s. 311).

Selçuklular zamanında Türkiye, s. 173 haşiye 62, s. 407, 465, 541.

17 Sâlnâme sene 1279 (1862), s. 149. Kâtib Çelebi Zamantı kalesi ve kaza­
sı ‘hakkında kayda değer bilgi vermiyor (Cihan nûmâ, İstanbul, 1146, s.
598, 599).

18 Ramsay Zamantı’nın (Tsamandos) mevkii hakkında uzun bir mütalâada


bulunuyor (The historical geography of Asia Minör, Amsterdam, 1962,
s. 289-291). Bu arada şu sözleri de ifade ediyor: «A Fortress called Das-
. menda or Tsamandos was at Azizie ( = Pınar Başı), and the magnificent
foun.tains there led to the river being called Zamanti Su» (s. 290). Yi­
ne orada şu cümleye de rastgeliniyor: «Bardas, afiter his victory at La-
para, A. D. 976, immediately proceeded to Tsamandos. The description
«uits a site near Komana as Lapara, and Azizie as Tzamandos admîrably...
(s. 291).

19 Die Ostgrenze des byzantinischen Reiches, s. 45, 49, 66, türkçe tercü­
mesi F. Işıltan, Bizans devletinin doğu sınırı, İstanbul Üniversitesi, Ede­
biyat Fakültesi Yayınlarından, İstanbul, 1970, s. 63-64.

--,40 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

Diğer birçok araştırmaları arasında Hamdanîiler üze­


rinde mufassal ve o derecede değerli bir eser yazmış olan
M. Canard, anlaşıldığına göre, Ramsay’ın görüşünü daha
isabetli saymıştır20.
Anadolu’yu gezen seyyahlardan, G. L. Bell, Pınar Başı’n-
dan Kayseri’ye giderken yoldan gördüğü kalenin Bizans
kaynaklarında geçen Tzamandos (=Zamantı) olduğuna ih­
timal vermiş ve Ramsay’in «Mahmûd Ghazi’yi» görmediği
için Zamantı’yı Aziziye’de gösterdiğini söylemiştir21.
A. A. Vasiliev de G. Bell’in görüşüne katılmıştır22.
Bana gelince bilhassa Selçuklu ve Memlûk kaynakları
dolayısı ile Zamantı kalesini biliyor ve bu kalenin, samimi­
yetle ifade edeyimki, halkımızın Kuş kalesi dediği ve hari­
talarda da aynı adla gösterilen Pazar Ören’in 8 km. kuzey
doğusunda ve Pınar Başı’nm 13 km. batısında ve Melik Ga­
zi türbesinin yanındaki kale olduğundan emin bulunuyor­
dum. Çünkü Avşarlar’m «Zamantılı» adını verdikleri yö­
renin en eski Türk halkının yaşadıkları bu yörede Kuş ka­
20 «Sur le Zamanti Su se trouvait l'une d es principales stations de l'itine-
raire Melitene - Cesaree, Tzamandos, arabe Samandû, turc Zamanti, d'ou
le nom actuel de la riviere. La piace de Tzamandos a iongtemps 6te fiex â
Azîziyeh, situee sur le Zamanti su â un endroit ou se reunissent de
nombreux ruisseaux qui font plus que doubler le volüme de la riviâre
venue de la region de Virandhehir. Plus au nord. II Semible que Azîzi-
yeh soit , l'emplacement de l'ancinne Ariaratheia et que Tzamandos soit
sur une hauteur un peu plus au sud-ouest.» (aynı eser, s. 274-275).
21 «Among the Kilis at some distance to the right of the road stands the
casfleof Mahmûd Ghazi, magnificently placed upon a peak. My Zaptieh
told1 me that in spite of its name it was a Christian fortress, for he had
seen croses carved upon the lintels and only the distate for furfher
excurcions that follows upon long stages of mountain travel prevented
me from going up to it. I have a shrevvd suspicion that it must be Tsa­
mandos of the Byzantine historians» (Amurath to Amurath, London,
1924, s. 344-345). ,
22 «et, sur Tsamandos-Samandu, probablement l'actuel site de Mahmûd
Gâzî, sur une colline situee au nord-ouest de 'Azîziye- G. Bell...»
(Byzance et les Arabes, 11-1, s. 342 haşiye 5; aynı ifade için s. 217 ve
haşiye 1'e de bk). H. Edhem'in ise bu görüşlerden hiç birine katılmadığı
görülüyor: «Ahmed Tevhîd Bey ise Melik Gazi kalesinin Zamantı oldu­
ğunu bir çok senelerden beri zannetmekte idi. Zamantı kalesinin mev­
kii daha aranmak lâzımdır» (Anadolu'da İslâmî kitabeler, s. 452).

41
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

lesi’nden başka kayda değer bir kale yoktu. Fazla olarak


İbn Acâ’nm Yaş Bek’in tarihindeki sözleri bunu kuvvetle
teyid ediyordu23. Bu bilgiler meseleyi halletmekte ve başka
delillere hacet bırakmamakla beraber araştırmalar sürdü­
rüldü ve XVI. yüzyılda yazılmış tahrir defterlerinde kuvvet­
li yeni deliller elde edildi. Bunlardan biri şudur: «Mezre’a-i
Eski Tekye der nezd-i Kal’e-i Zamantu tâbi-i mezkûr; Vakf-ı
zâviye-i Melik Gazi rahmetu’l-lahi aleyhi» Z4.
23 «Ve ekâme-eyyedehullaıhu- (Ey Emîr Yaş Bek) bi-kal'ati Hurmân ilâ
yevmi'l-ahadı tâsi'i şehri Zi'l-hicceti ve rahale minhâ ve nezele bi-Hâni'-s
Sultânı fe-’hiye zâtu murûcin ve miyâhin ve rahale minha yevme'l isneyni,
fe-nezele bi-mekânın yusemmâ Beyâz(?)... summe rahale min'hâ ve
nezele bi-Re'sil'aynı (Pınar Başı) ve izâ hiye mekânu zâti murûcin ve ez-
hârın ve enhârın ve lekad şâhedtu Re'sel-ayni ıhazihi ve hiye fî gâyeti'i-
âcûbeti yetedeffeku'l-mâ min esfeli ke'z-zulâli ve bicevânibihâ eşcârun,
ve fîl-vâdî bi'l-kurbi mine'l-ayni'l-kebîri 'uyûnun sigârun ve yectemıu'l-
kulle ve yasîru nehrun kebîrun, ve huve aslu nehri Kızılca Irmak (metin :
Merhâ ırmak) el-vâsilu ilâ Azana (= Adana) ve ekâme bihâ es - selâsâ
ve'l-erba'â ve rahale bukrete nihâri'l-hamîsi şalise aşrete ve nezele'alâ
Kal'ati Zamantu ve ekâme bihâ leyleten. Ve fî sabîhati nehâri'l-Cum'ati
entakale ilâ mekânın bi'l-kurbi min sûri'l-kal'aıtı bi-cânibi'z-zâviyeti'l -
meşhûreti ve'l-turbeti» (s. 140-141). .
( Tarih Yaş Bek'in Dr. A. Tuleymât tarafından yapılan neşrinin, mem­
nuniyet verici bir neşr olduğunu, maalesef, söyleyemiyeceğim. Bu ne­
şir de bir veya pek çok has isimlerin yerlerinin yazmalarda boş olduğu
söylendiği gibi birçokları da yanlış okunmuştur. Halbuki benim vaktiyle
görüp faydalandığım Topkapu Sarayı ve Paris Bibliothegue National'daki
(nr. 6025) nüshalar pek güzel yazılmış nüshalardı. Bilhassa Topkapı Sa­
rayı kütüphanesi'ndeki nüsha (III. Ahmed Ktp., nr. 3057) boşlukları ol­
mayan bir nüsha idi. Sonra nâsir yer adları hakkında pek çok eser hatta
The Encyclopaedia of İslâm'a bile baş vurmamış ve sadece Yâkût'un
Mu'cemül-büldân'ından istifade etmeye çalışmıştır. Bu arada hayretle
görülmüştür ki Çukur Ova'daki Kars (Kadirli) kasabası hakkında Yâkût'-
ta gördüğü Doğu Anadolu'daki Kars şehri ile ilgili bilgiyi vermiştir. By
sebeble Topkapı Sarayı nüshasına, dayanılarak boşlukların doldurulması
ve yanlış okunuşların düzeltilmesi gerekmektedir. Bundan başka eserde
geçen şahıs, oymak ve yer adları hakkında da kısa ve özlü bilgi veri­
lerek Türkiye tarihi için de pek mühim bir kaynak olan bu eserden fay­
dalanılma kolaylaştırılma! ıdır.)
2’ Eski Tekke şimdi bir köy olup Pazar Ören nahiyesine bağlıdır. Bu köy
kalenin az güney batısına düşer. Kaleye de bu köyden gidilir (İçişleri
Bakanlığı, Türkiye'de meskûn yerler kılavuzu, Ankara, 1946, I, s. 375;
1 : 200.00 mikyasiı Kayseri vilâyeti haritası). Diğer talhrir defterleri kayıt­
ları da şunlardır: «Cemâat-ı Zâviye-i Melik Gâzi der nezd-i Kal'a-i Za­
mantu; hâne... (yeri boş), resim 100. Karye-i Yaruk Taş vakf-ı Zâviye-i
Melik Gâzi der nezd-i Kal'a-i Zamantu tâbi-i Zamantu (nr. 216, s. 66-69).

— 42 —
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

1984 yılı Ekim ayında arkadaşlarımla birlikte karla ör­


tülmüş olan kaleye çıktık; yüksekliğinin deniz seviyesinden
2116 m. olduğu bildiriliyor. Kale yüksek bir tepe üzerinde
inşa edilmiştir; batıdan Köşkerli K, kuzeyden Koca Dağ, do­
ğudan da birbirine bitişik yüksek tepeler ile çevrilmiştir.
Kalenin üzerinde bulunduğu tepe ile bu arızalar arasında­
ki mesafe pek dardır. Onun için kalenin zaptı, imkansız de­
nilebilecek derecede, pek güçtür, sağlam bir şekilde yapıldı­
ğı görülen surlardan bazı kısımlar ayaktadır; epeyce hasara
uğramış olmakla beraber bazı burçları da varlığını sürdürü­
yor. Yaşlılar kalenin çocukluk yıllarında çek daha iyi du­
rumda olduğunu, komşu köylerdeki birçok kimsenin ev ya­
pımında kullanmak üzere kaleden pek çok taş söktüklerini
söylediler. Buna rağmen kalenin onarılması mümkün gibi
görünüyor. Kalenin sathına gelince; orada sadece pek az
kalmış yapı enkazları görülebiliyor. Havanın müsait olma­
masından sathın tam ölçüsü alınamadı. Fakat dört dönüm­
den az olmadığı hususunda görüş birliğine varıldı.
Yine tahrir defterlerinde Zamantı kalesinde XVI. yüz­
yılda 34 “mustahfızân “veya “hisar eri” vardı. Dikkate de­
ğer gördüğümüz için kaledeki silah, mühimmat, malzeme­
nin dökümü, tahrir defterlerinin birinden aynen nakle­
dilerek aşağıda verilmiştir.
. , Ancak bazı kelimeleri okuyamadığım gibi, onların ne
olabileceğini de araştıramadım. Çünkü bu, uzun sürebilirdi.
Fazla olarak konumuzla da yakından ilgili değildi. Mama­
fih meslektaşlarımızın incelemeleri için eserin sonunda met­
nin fotokopisi verilmiştir.

«Âlât-ı Harb Der Kal’a-i Zamântû El-Mezkûr»


Topkûn (?) Aded 5
At gemi Pare 25
Tüfenk Kundağı Aded 4610

35 Adını XVI. yüzyılda Zamanlı bölgesinde yasayan Köşk er lü oymağından


. almış görünüyor. Köşkerlü oymağının başında da Köşker ( = Kevşger?)
oğulları bulunuyordu.

— 43 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Şarkı (?) vâr Tüfenk Aded 25


Güherçile Müdd 6
Baş top Köhne (=eski) Aded 2
Şayka topu Aded 2
Deve pırangısı Aded 4
Pırangı nezd-i fâris
(?atlıda bulunan pırangı?) Aded 8
Enükle (?) pırangı Aded 10
Zarbûzân (=bir tür top) Aded 6
Tir (=ok) Aded 1350
Keman ( = yay) Aded 35
Yeniçeri çantası Aded 36
Harbe (=kısa mızrak) Aded 20
Cevşen (—örme zırh) Köhne Aded 13
Dizçek Köhne Aded 2
Kolçak Aded 4
Darbûzân kundağı Aded 85
Araba Aded 12
Küçük sandık (?) Top otu der kîse Aded 2
Şayka arabası Aded 2
Tuğulğa (=tulga, miğfer) Aded 60
26
Müdd 1
Kazm.a Aded 12

26 Bu kelimeyi türlü şekillerde okumak mümikün görünüyor ise de hiç bi­


rinden bir mana çakmıyor. Kitabın sonunda, Vesikalar kısmındaki asıl
metne bk.

--- 44----
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

Balta Aded 12
Vârya (?)-i âhen (= demir) Aded 14
Küski-i âhen Aded 14
Kurşun Pare 30
Kürek Köhne Aded 13
Kükürd Müdd 4
Palâmûr urganı Aded 2
Sedef (?) kılıç (?) Aded 1
Bakraç nuhâs (=bakır) Aded 9
Kendum (=buğday) Müdd 120
Cev (arpa) Müdd 60»

27 Defter-i mufassal-: livâ-i Mar'aş, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü


Arşivi, nr. 108, yaprafc 443”.

.45„__
THE ZAMANTI FORTRESS

The exact location of the Zamantı Fortress has been a


subject of controversy among European scholars for some
time and no agreement has yet been reached on it by scho­
lars. It is the aim of the present author to shed some Üght
on the exact location of this fortress or rather to try to
show which of the several ruins was the actual Zamantı
Fortress. As will be seen from the following arguments the
view most favoured by European scholars was wrong which
was less favoured was right. The early authors erred be-
cause they did not carry out a thorough examination of
the terrain. If W. M. Ramsay or E. Honigmann had clim-
bed «The Kush Kalesi» and taken a look around they would
have immediately come to the conclusion that the Fortress
of «Tsamandos» was no other than The Kush Kalesi».
There are frequent references to the Zamantı Fortress
in the X. th century when the Arab-Byzantine conflict
was particularly intensified. Sayfud-davzla (d. 937), the fa­
mous ruler of Jazîra (northem Iraq and south-eastern Ana-
tolia) and Syria and a member of the Hamdan! Dynasty,
reached the Fortress of Tsamandos (Zamandu) after cap-
turing the fortresses of Hisnu’l-'Uyûn, as-Safsaf and Sana-
bus, supposed to have been in the Elbistan region, during
an expedition he carried out in Byzantine territories in 950.
He was accompanied by al-Mutanabbî, the famous poet
who encouraged the ruler to push foınvard in his attack
m the following lines of a poem wrote on this occasion:
«If he (The Byzantine commender) proceeds we take Za-
mantı - If he avoids we reach the Bosphorus *».

1 See Documents, no. 3, p. 52, line 3; cf.. A!-'Umârî, p. 10.

—> 46 ~
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

Sayfud-dawla led his forces from Zamantı to Harshana


(Kharsianon=Kastron). Although Harshana hasbeen una-
nimously ideırtified with the Mushâlim Fortress2, the pre­
seni author can’t dare to confirm this view3.

2 E. Honigmann, Die Ostgrenze des byzantinischen Reiches, Bruxelles,


1935, pp. 45-50; A. A. Vasiliev, Byzance et les Arabs, edition française
prepare par M. Canard, Bruxelles, 1968, p. 83, note 4.

3 İn a wakf document dated 610 H. (1213-1214 A. D.) and belonged


to Yavaş Arslan the governor ( = Sü başı) of Sivas Kh.r.s.na ( = Khar-
san-aj isdescribed as one of the fortresses in the Kayseri region. There
is a village now called Horsuma to the north - east of Kayseri. R. Kiepert
has indicated this village as Harschana. on his mape. But there are not
seen ruins or remnants of a fortress around the village. For this reason
the fortress of Kharsana or Karsana must be searched in the north or
in the norfh-east part of the Kayseri region. Besides this Mushâlim district
was not so altractive area for Sayfud-dawla to venture to traverse stıch
a long and geographica! difficult distance and to meet the danger
which created by the Byzantine army.
As for the M'üshâli-m fortress it is nord-east to the town of Ak-
dağ Madeni in the Yozgat provînce and at a distance of 11kms. from
the former. The fortress is situated on a peaik and in a ruined condition
at the present day. On the Southern slope of the pea'k some ruined tur-
bahs are seen, which are belonged to the Möshâlim family. As re-
gards of the village of Möshâlim (it is called' now officialy Çalışkan) it
is in the immediate vicinity of the fortress and to the Southern side
of it. The origin of the noun of Mushâlim is clearly unknown to me.
But my researches s‘howed definitly that the village was a town in
the Selju'k period and both fortress and town bore the name of Kara Hi-
sar-ı Bahrâm Shâh. At that time there was a friday mosgue (câmi), an
inn or 'karavansaray (khân) and shops were built by Mubârizaddîn Bah­
râm Shâh The personage in guestion is pcssible Arnir-i majlis Fakhrad-
dîn Bahram Shâh (d. circa 1223), one of the principles beys in the time of
Îzzad-dîn Kaykâvus I. we >know alse that jalâlad-dîn Kara Tay, the well
known statesman of the Saljuk sultanate (d. 1254 A. D.) constrcted an ham-
mâm (Turkish bath) and his brother Kamâlad-dîn Rumtash (?) a mad-
rasah in the market piace of the town (see O. Turan, Celaleddin Kara-
tay, vakıfları ve vaikfiyeleri, Belleten, 1948, XII, nr. 45, p. 92). According
to Hamdullah Mustavvfî Kara Hisar-i Bahrâm Shâh payed to the II Khans
11.600 dînâr's i.e. golde piecies (Nuzhatal-kulûb, edited G. Le
Strange, GMS, Leyden, 1915, p. 97). But the author made of a great mista-
ke to say that Kara Hisar-ı Bahrâm Shâh was in the region of Konya
(ibid., p. 97). The modern scholars also had no accurate
idea of the position of this Kara Hisar. G. Le Strange repeated this mis-
take in his work, The lands of the Eastern Caliphate (Cambridge, 1930,
p. 149). Cl. Cahen thcught that this place is identical wifh the Kara

— 47
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

in this expedition Sayfud-dawla suffered a heavy de-


feat and was barely able to reach Aleppo with a handful of
troops4. Patron of scholars and poets, this famous and co-
urageous ruler rejected the Byzantine peace proposals and
launched. a new expedition in the summer of next year
(951). During his march from Arabissos (= Yarpuz = Af­
şin) to «Samandû» (=Zamantı) with his forces he received
intelligence that a Byzantine army of 40.000 had been con-
centrated there. He chose not to meet this army as vin­
ter had set in and snow had fallen. He, therefore, returned
to Âmid (Diyarbakır) with prisoners and spoils and from
there he proceeded to Aleppo5.
In a bloody battle fought near Hades (=Göynük) m
October 954, Sayfud-dawla won an overwhelming victory
över the forces of Bardas Fokas, the Byzantine comman­
der. Among the Byzantine governors captured there were
also the governors (patrices) of Zamantı (=Tzamandos) and
Likandos6.
Hisar-ı Develü (see Quelques textes negliee concernant )es Turcotnans
de Rum au mememde l'invasion Mongol, Byzantion, XIV. 1949, p p.
■ 131-149), whereas O. Turan considered that Kara Hisarı Bahrân Shâh pro­
bably points to the place which also called Demürlü Kara Hisarı (ibid,p.
66). But Develü Kara Hisarı, vvestto Develi and southwest to Kayseri, is the
town now called Yeşil Hisar. İn the earliest time (i. e. in the Saljuk
period or a little later) was Yavaş Kara Hisarı (or Kara Hisar-ı Yavaş).
As for Demürlü Kara Hisarı it was the chief town of the Çorum province du
ring the Seljuk period and localed in the south -west paft or the province,
■ and nord vvestto Alaca (Hüseyin Ovası), south-west to Çorum and north-
east to Sungurlu. The exact site of Demürlü Kara'Hisarı bears,at present
the name of Kale, i. e. fortress. Some traces of the ancient town were
seen there. Two villages, whidh arevery near The Kale and both called Ka­
le Hisar, had formed apparenty the guaders of the ancient tan i.e.
Demürlü Kara Hisarı (I am preparing an article on the historical Kara
- Hisars during the Saljuk period). The Kara Hisar-ı Bahrâm Shâh preser­
ved its name untill the last century (further information for the
Kara Hisar-ı Bahrâm Shâh'see F. Sümer, Boz Ok tarihine .dâir araştırmalar,
in «Cumhuriyetin 50. yıldönümü Anma kitabı», Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi, Ankara, 1974, pp. 331-336. ■
. * . M. . Canard, Histoire de la dynastie des H'amdanides de jazîra et de
Syrie, Paris, 1953, pp. 251-252, 763-770; A. A. Vasiliev, Byzance et les
Arabs, pp. 341-343.
s ibid., pp. 770-773; ibid., pp. 343-347.
6 İbid., pp. 778-783; ibid., pp. 348-350.

— 48---
f. SÜMER : YABANLU PAZARI

The Zamantı Fortress maintained its importance for


many centuries during the Turkish rule. The Malik Ghâzi
tomb located below the fortress and to its south, probably
belongs, as indicated by its name, to Ghâzi (d. 1134), the
famous Danishmendid ruler and one of the most outstan-
ding figures of the Crusades7. The location of this tomb is
an evidence of the fact that they had their şummer quar-
ters there. The fortress was later captured by the Saljüks.
Ibn-i Bibi refers to it as the kal’a-i Zamantu i. e. the Fort-
resse of Zamanti. In 1223 some time after the succession
to the Saljuk throne (1220) , ‘Alâaddîn Kaykubâd started a
policy of eliminating beys who had rendered important ser­
vice to the state as he feared their possible pressure. Amîr-i
Maclis Fahreddîn Bahrâm Shâh, one of the statesmen,
waş imprisoned in the Zamantı Fortress (probably in 1223).
Although historical sources are silent about his plight, it is
almost çertain- that he was kept there until the end of his
. As it is already mentioned above this statesman was,
life89
probably, responsible for the foundation of the Bahrâm
Shâh Kara Hisarı. Giyâsaddîn Kayhusrav, the. son of the
said Saljuk ruler had Kayır Khân, kader of the Khorazmians
imprisoned in the same fortress as he was in fayoumpf
the şuccesslon of ‘Izzaddîn Kılıj Arslan to the Saljuk throne
in conformity with his father’ş will (1237)'. Before long Ka­
yır Khân died in the Zamantı Fortress Upon. this inciden t
the Khorazmians dissoçiated themselves from the Şaljukş
and went to Northern Syria. Thus they were unable to ren-
7 We dört know with certeinty to hwcm this turbah was
belonged. İt is sard that (H. Edhem, Kayseriyye, şehri, TOEM, İs­
tanbul, 1334, pp. 17-18) the turbah, which was in the madrasah near the
Ulu jâmi in Kayseri, was belonged to Malik Muhammed (d. 1143), the son
of Ghâzi. Accordingly the turbah of Malik Ghâzî ( = Melik Gâzi Türbesi)
must be built, as its name indicates, for Malik Ghâzi (d. 1134), the
father of Malik Muhammed. But, if G. Bell (see note 22) .has heard ac-
curately The Malik Ghâzi Turbah was called as Mahmud Ghâzi (read :
Mehmed Ghâzi). • • • - ■ ■. ...

8 Edited M. TH. Houstma, pp. 110.

9 Ibid., p. 220; Aksaray) (Musâmarat al-âkhbâr, edited O. Turan, TTK,


Ankara, 1944, p. 37) speaks, also, of «Zamanda (Zamantı) fortress in
his deseription of .Kara Tay Karavansaray. .

— 49 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1935

der service to the Sa-ljuks in the battle of Kösedağ (1243).


Bayju Noyan, the Mongol commander, must have received
news of their breaking away from the Saljuks, This deve-
lopment probably influenced his decision of the march
över Anatolia. .
Hamdullah Mustawfî, an II khanid statesman refers to
«Zamantu» as a medium-sized city paying the II. Khanid
treasury 14.600 dinârs annually as tax10. There is, however,
neither a record to confirm this reference nor is it at ali
possible to guess which city was meant by this name. It iş,
therefore, likely that the figüre giveıı by Hamdullah Mus-
tawfî' showed the amount of tax çollected from the Zaman-
tı region.
. The Zamantı region becarne a part of the Dulkadirid
principality during the second half of the XIV th century.
Dulkadirid beys used to spend their summers at Pazar
Ören-Koşçağız. As already pointed oüt in the main article
the tomb of Khalîl Bey, a member of the sam© dynasty, is
next to the tomb of Madik - Ghâzî and a turbah
built Süleymân Bey, his grandchild is at Koşca-
ğız. This turbah was localy known as «Garîb Tür­
be». Entries in the Tahrîr Defterleri i.e. in the Ottoman re-
gisters indicate the said Dulkadirid Bey had a mesjid and
a zawiyâ .built near the tomb of Malik Ghâzî and allocated
half of the income of the Savalân farm11 to them E. Entries
in the same register show that Shâh Suvar Bey, one of
the sons of Süleymân Bey, had also a masjid and a zâwiyâ
büilt in the Pınar Başı village, (now district çenter) and
allocated to them. the income of a farm near the village13.

10 «Zamandu - Sha<hr«i vasat ast hu!kûk-i dîvânash çahârdeh hazar veshash


, ’sad dînâr ast» (ibid., p. 99). ‘

İl -.Savâlân’ preserved its name until present time: İt is a sma.ll,flat-place


near the Kaıyseri-Pınar Başı high way and TO the south-west of Pınar Başı
and to the south of the Zamantı fortress.

12 Defter-i mufassal-ı, Maraş, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi,


’ nr. 108, p. 450. ' .........

« Ibid., p. 447. ■

— 50
?. SÜMER: YABANLU PAZARI

In order to gain recognition of his emirate on one hand


and to prevent the Dulkadirid principality from becoming
subject to the Mamluk state on the other Shâh Suvar dec-
lared war on. the Mamluk state and defeated large Mamluk
armies sent against him in a series of battles. Upon his vic-
tories, Darende, ‘Aymtâb, Kars (Kadirli) ancl Sis (= Kozan)
which were ruled directly by Mamluk governors, and Ada­
na which belonged to the Ramazan oğullan were put un-
der his rule. He, hov/ever, failed for a variety of reasons to
stand against the attacks of a Mamluk army sent över him
under the command of Yaş Bek in 870 H. (1470 A. D.). Many
beys, some related to him and some of his soldiers deser-
ted him. Originally supporting him, Fâtih also withdrew
his support. For this reason Shâh Suvar Bey took refugein
the Zamantı fortress together with 30 followers. Yaş Bek laid
siege to the fortress. Instead of attempting to escape or
fight until death, he believed in the false promises of his
adversary or had to believe them as there was no other
way out, he came out of the fortress and surrendered
(Zilhicce 876=June 1472). As. expected Yaş Bek did not keep
his promise and putting Shâh Suvar and his men to chains
brought them to Cairo, where he and his three brothers
Yahya, Erduvana and Khudâdâd were hanged from hooks
while İsâ, Yûnus and Selmân, his other brothers sentenced
to be hanged at Bâbu’n-Nasr, were pardoned. Twelve close
men of Shâh Suvâr were also exocuted. The people of
Cairo were amazed to watch this very handsome and brave
Dulkadirid bey, Shâh Suvâr hanging from a hook without
displaying no sign of pain, although it was certain that he
was in great pain M.

Removing ‘Alâu’d-dawla, the Dulkadirid Bey from the


leadership of his principality and. replacing him with the
son of Shâh Suvâr Bey in 1515, Yavuz Salim stopped with

N İbn Açâ, Târîh al-Amîr Yaş Bak az-Zâhirî, ed.ited H.. Tulaymat, GJahira,
1993 (1973), pp. 78-95, 123-160 (for the Arabic text connected w.ith the
question see page 42, note 23); İbn lyyâs, Badâyi'az-zuhûr edited M.
Mustafa, Qahira, 1963, ii, p. 593. ’ ‘ '

— 51---
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

his army at a point opposite the Zamantı fortress on his


way from Elbistan to Kayseri15.
During the reing of Sülaymân the Lawgiver Zamantı
was a district of the Sanjack of Elbistan. It was originally
divi'ded into three nahiye called Pınar Başı, Çömürşek Özü
and Khınzîr or. There seem to be neither a village nor a town
bearing this name in the district of Zamantı. Pınar Başı now
a district çenter, was a village during the rsign of Sülay­
mân the Lawgiver (1520-1566). At the time there were a farm
here called Ada with 41 bennek, 53 mücerred, 20 çift, 24
nîm çift and an imâm here and a form called
Ada There were also 26 sipâhî and oipâhîoğlu li-
ving in the Pınar Başı village. Ibn-i Bîbî, the Saliuk
historian, refers to Pınar Başı16 and Zamantı too. This fact
was also confırmed by other sources. For this reson the cla-
imes of sorne European scholars as vrell as the late O.
Turan17 that Pınar Başı is the turkish name of Zamantı
cannot be acoepted.
' Zamantı was one of the districts of Kayseri in 1862
( = 1279)’8.
"After these general observations on the Zamantı fort­
ress'and the Zamantı region, we can now dcal with the
exact location of this fortress, the actual subject of. this ar
*
ticleh' - ' ’’ .. ' / . ■ . ...
W.. M; Ramsay, a wellkn.own authority on the historical
geography. of Asia Minör during the pre-Turkish period
claimed that Zamantı (Tsamandos) fortress was what was
known as ‘Aziziye or Pınar Başı in mors recent tim.es. This

IS Farîdûn, Munshaât. as-salâtîn, İstanbul, 1274, pp. 408-409 (for Turkish


' textof this, seep p. 39, note 14). ■

ı« p. 311.
İ7 Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1971, p. 173. note 62, pp.
407, 465, 541. :*

18 Sâlnâme, sene 1279 (1862), p.149.

—- 52 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

was the most favoured view by European scholars As for


E. Honigmann, who has gained a worthy reputation with
his important contributions to the history of Byzantine
state held the view that a large mound (tumulus) above
‘Aziziye probably market! the location of the Zamantı fort­
ress20.
M. Canard, who is well known for his researches on a
variety of subjects and on his detailed study of the Ham-
danids favours wlth Râmsay’ş view21. '
G. L. Bell, a traveller in Asla Minör, thought that the
fortress, wich she observod on her way from Pınar Başı to
Kayseri, was probably the Tsamandos (=Zamantı) rsferred
to in Byzantine sources and pointed out that as Ramsay.
had not seen «Mahmud Ghâzî» he mistook ‘Azîzîya for
Zamantı22. :

19 "A. Fortress called Dasme-nda or Tsamandos was at Azizie ( = Pınar Başı),


and the magnificent fountains there led to the ri'ver being called Za-
ma-nti Su....... Bardas, a-fter his victory at Lapara, A. D. 976, immediately
proceeded to Tzamandos. The descriptiön suits a site near ■ Komana as
Lapara and Azizie as Tzamandos admira-biy (The hisforical geoğraphy
of Asia Minör, Amsterdam, 1962, pp. 289-291) . .

20 Die Ostgrenze des byzantinischen Reiches, p. 45, 49, 66.

21 «Sur le Zamanti Su se trouvait l'une des principales stat.ions de l'itine-


raire Melitene-Cesaree, Tzamandos, arabe Samandû turc Zamanti, d'ou
le nom actuel de la riviere. La place de Tzamandos a longtemps ete
fixe â Azîziyeh, situee sur le Zamanti Su a un- endroit-oû" se reunissent
de nombreux ruissaux qui fort plus que doubler le volüme de la
riviâre venue da la region de Viranchehire plus au no,-d.. II Semble que
Azîziyeh soit â l'emplacement de l'ancienne Aria-ratheia et que Tza­
mandos soit sur une hauteur un peu plüs au sud^ouest». (ibid., pp.
274-275).

22 «Among the hills at some distance to the rig-ht of the road stands the
castle of Mahmûd Ghazi, magnificently placed upon a peak/ My Zap-
tieh told me that in spite of iis name it was a ’Christian
fortress, for he had seen croses carved upon the iintels and
only the distate for further -excursions that follows upon long stages
, of mountain travel prevented me from going up to it. I have a şhrewd
suspicion that it must be Tsamandos of .the Byzantine historians» (Amu­
rath to Amurath, London, 1924, pp. 344-345). .

— 53 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

A. A. Vasiliev shared Bell’s view The present author


who was familiar with the Zamantı fortress espeaciely
through îbn-i Bibi and. Mamluk sources, is of the opinion
that Zamantı fortress is no other than the Kush Kalesi, lo-
cated 8kms. to the north-east of Pazar Ören, 13 kms. to the
west of Pınar Başı and near the tomb of Malik Ghâzî. The
Awshar, describe as «Zamantılı» i. e. The Zamantian the
earliest Turkish peasants in this area, at which There is not
any other important fortresses than the Kush Kalesi.
Furthermore, this fact is confirmed by the references in
İbn Acâ’s History of Yaş Bek2’.
Although these facts «ere sufficient for the solution
of the problem further evidence was brought to light from
the XVI th century Tahrir Defterleri in one of which the
following entry is found: «Mazra-i Eski Tekye der nazd-i Ka-
la-i Zamantu, tâbi-i mazbûr; Vakf-ı zâviyâ-tü Melik Ghâzî rah
metu’l-llahi ‘aleyhi» 25. Eski Tekye (=Tekke) is at the present
time, a village very near the Malik Gâzî consepuentaly
the fortress of Zamantı26.
The present author and his friends climbed the snow-
covered fortress at an attitude> of 2116 m. in October 1984. It
is built on a high hill surrounded at a close range by Köş-
kerli to the west, Kocadağ to the north and a mountain ran­
ge to the east. Some of the strongly built walls
and towers of the fortress are stili standing Its

23 «et sur Tzamandos-Sa-ma-ndu, pröbaiblerrrent l'actul site de Mahmûd Gâzi,


sur une collin situ6e au nord-ouest d'Azîziye- G. Bell...» (ibid., p. 342,
note 5, see also p. 217, note 1).

24 Târîhk Yaş Bek, pp. 140-141 (for the aralbic paşsage refers to this
guestin see p. 42, note 23).

23 The roed going to the «Malik G'hâzi Türbesi» and consequently to the
Zamantı fortress passes throught this village (for the other data see
p. 42 note 24).

36 for the excellent descripfions, plans, designs and some photographes of


the Turbah and The fortress, see T. Özgüç - M. Akçık, Melik-Gâzi türbesi
ve kalesi, Belleten, XVIII, nr. 71, pp. 331-336. But the aufhors were not
aware of the faot that «Melik Gazi kalesi» was the famous forress of
Zamantı.

— 54 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

location makes it almost inaccessible. On. the ba-


sis of the testimony of the local elders it was in a much
betten condition in their youth. Great numbers of building
stone were removed to be used in local constructions. There
are a number of building traces within the walls of the fort­
ress. Bad weather made it impossible to take exact measu-
rements of the structure which seems to be spread över an
area of 4000 m2.
According to Tahrir Defterleri the fortress was man-
ned by 34 guards during the XVI. th century. You can find
a list of the weapons, ammunition and other materials co-
pied directly form the one of these registers in the turkish
ohapter and the photocopy of the original text in the docu-
ments at the back of the book.
The Zamantı fortress has a Central position in Anatolia.
No crowded and warlike triibes lived near it. Most of the
people in the region led a seütled life in villages. The Ash-
ar described as «Kovguncu, al-vurcu» cam© there to find
pastûreland as late as the XVIII th century. During the
XVI th century there was a small Awshar community cal-
led Bidil Awsharı mostly engaged in agriculture. in spite
of this, the Öttöman administration continued to keep the'
fortress manned, for the sake of peace and order in the area
and in case an uprising occurred. In fact two serious and
violent revplts led by Shâh Vali (1520) and Kalandar Ça-
labi (1527) broke out within close proximity of the Zamantı
fortress. . . ... .

— 55 —
II. EK

Memlûk Sultanı

BEY BARS’IN 1277 YILINDAKİ ANADOLU SEFERİNE


DÂİR KADI MUHYÎDDÎN İBN ‘ABDÜ’Z-ZÂİR’İN
RİSALESİNİN TERCÜMESİ

1263 yılından beri Türkiye Selçuklu devletinin kaderi


Pervâne . Muîniddîn Süleyman adlı bir devlet . adamının
elinde bulunuyordu. Devletin, başında genç ve o nisbette
âciz sultanların görülmesi ve aynı zamanda dirayetli bey­
lerden mahrum kalması yüzünden iktidar, mülkî ricâlden
harîs ve o derecede entirikacı olan bu adamın eline geç­
mişti. Sultan III. Giyâseddîn Keyhüsrev 1277 yılında 17
yaşında bir delikanlı veya daha da genç bir hükümdardı.
Pervâne Mîniddln Süleyman bunun babası IV. Rükneddîn
Kılıç Arslan’m taraftarlığını güderek ve Moğol askerine
dayanarak, (bu husus Moğol müdâhalesini gittikçe artır­
mıştır) Selçuklu ülkesinde siyasî birliği kurmak ve bir
fırsat elverir vermez Moğollar’ı Türkiye’den uzaklaştırmak
isteyen II. İzzeddîn Keykâvus’u Bizans’a sığınmaya mec­
bur bıraktıktan (1262 yılında) sonra Rükneddîn Kılıç
Arslan’ı da Moğollar’a öldürtmüş (1266 yılında)- ve onun
çocuk yaştaki oğlu Giyâseddîn’! tahta çıkarıp devletin ida­
resini tam olarak eline almıştı. Hiç de âdet olmadığı hal­
de beylerbeyilik, sü başılık (vilâyetlerin askeri valileri)
makamlarından çavuşluğa kadar devletin bütün askeri
mevkilerini babasının hemşehrileri olan İnanlılar ile dol­

— 56 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

duran işte bu Pervâne’dir.1 Pervane,2 az yukarıda kayde­


dildiği gibi, başarılarında Moğollar’a dayandığından onları
para ile tatmin ederek memnun kılmak için elinden gele­
ni yapmıştı. Fakat buna rağmen Moğollar’m devlet işlerine
müdâhalelerini önliyemedi. Gerçekten Moğollar’m gittikçe
ağırlaşan maddî isteklerinin bir türlü sonu gelmiyordu.
Öyleki Pervane bile onların müdâhale ve isteklerinden
bunaldı. Bunun sonucunda da Selçuklu devletini Moğol
hâkimiyetinden kurtarması için Mısır ve Suriye’nin kud­
retli hükümdarı el-Meliku’z-Zâhir Bey Bars ile muhabe­
reye girişti. Türk ağacının Kıpçak dalma mensup olan
Bey Bars, kuvvetli bir şahsiyet olup Moğol ilerleyişinin
durdurulmasında pek mühim bir rol oynamış ve hatta
bundan ve mücâdeleci ruhundan dolayı 1265 yılında Ku-
tuz’un yerine Memlûk sultanı olmuştu. Pervâne ile Bey
Bars arasmda yapılan gizli andlaşmaya göre Bey Bars
Selçuklu devletini Moğol tahakkümünden kurtaracak bu-

1 O. Turan, kaynak göstermeyerek, Pervâne'nin babasının aslen Horasanlı


olduğunu yazıyor (Selçuklular zamanında Türkiye, s. 522). Mamafih
kaynak gösterse de bu mesele de şüphesiz, en güvenilir kaynağımız
ibn-i Bîbî'dir. ibn-i Bîbî Pervâne'nin babası Mühezzebeddîn Ali'yi Dey -
lemli olarak zikreder (s. 320). Fazla olarak başka bir kaynağımıza göre Per-
vâne Abaka tarafından Aladağ'a götürülürken kendisini teselli eden ya­
kınlarına şu sözleri söylemiştir: «bundan sonra Horasanlılar-Tanrı bizi
onlardan esirgesin- bu ülkeye geleceklerdir. Onların bu ülkede varlığı
ile yaşamamızın değeri yoktur» (Aksarayî s. 117). Pervâne'nin bu söz­
leri söylemiş olduğuna inanılabilir. O, Horasanlılar ifadesi ile İlhanlI
devletinin veziri Horasanlı Şemseddîn Muhammed-i Cuveynî ile adam­
larını kastetmiş olmalıdır. Zira Anadolu mâliyesi de onun idaresi altına
girecekti. Nitekim de öyle oldu. Falkat Şemseddin Muhammed-i Cuvey­
nî dirayetli bir vezir olduğu kadar iyi kalbli bir insandı. Nitekim Aba-
ka'nm Türkiye'de dehşet verici katliâm yapmasını kısmen de olsa bu
dirayetli vezir önlemişti.

2 pervâne, «iktâ» yanı dirlik işlerine bakan dâirenin reisine deniliyordu,


tevcîh edilen dirlikler bu dairede defterlere işlenir ve dirlikler ile ilgili
beratlar bu dairede hazırlanırdı. Selçuklular devrinde bu dairenin reisi­
ne, İ. H. Uzunçarşılı'nın dediği gibi (Osman!: devleti teşkilatına medhal,
TTK, İstanbul, 1941, s. 107), pervaneci değil sadece «pervâne» denilirdi.
Pervâneci deyimi daha sonraları, Moğollar devrinde veya Kara Koyunlu­
lar Ak - Koyunlular zamanlarında görülür. Bundan başka Pervâne, fer-
mân bazı devletlerde berât manalarına da geliyordu (bu tabir için
aynı eser bk. dizin s. 514). '

— 57 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

na karşılık kendisine her yıl muayyen bir vergi verile­


cekti. İlhanlı -Moğol hükümdarı Abaka bilhassa Kilikya
Ermeni kiralının ihbarı ile bu muhabereden haberdar ol­
makla beraber Pervâne’nin kendisine hiyanet edeceğine
pek inanmıyor ve kiralın ihbarını garaza hamlediyordu;
bununla beraber Anadolu’daki Moğol kuvvetlerinin başına
Töku’yu (Celâyirler’den) geçirdi ve Toku’nun tasvibini
almadan hiçbir iş yapmamasını Pervâne’ye tenbih veya
emretti. Toku Hülegü’nün en muteber beyi İlgey (Eyle-
gey) Noyan’m oğullarından biri olarak asil bir aileye men­
suptu. Bununla beraber «bitikçi» ünvanını taşıması onun
okur yazar ve aynı zamanda mâlî meselelerden anlayan
bir bey olduğunu gösterir. Abaka onu bu meziyetinden
dolayı Anadolu umumî valiliğine getirmiş olabilir. Böylece
Abaka Anadolu’nun mâliyesini de kontrol altına aldırmıştı.
Bey Bars’ın Anadolu’ya yürümesi gecikti. Bu, belki de
Pervâne’nin gizli, yani kendisinden başka kimsenin bilme­
diği bir ricasından ileri gelmiş olabilir, yahut olmalıdır.
Fakat bu gecikme, Memlûk hükümdarının gelmekte oldu­
ğuna emin olarak Moğol tahakkümüne karşı açıkça cep­
he alan beylerbeyi Hatîr oğlu Şerefeddîn ile daha bir çok
kimsenin bertaraf edilmesine sebep olduğu gibi, M oğol -
lar’ı da daha tedbirli davranmaya şevketti. Anadolu’daki
Moğol kuvvetleri takviye edildi ve muktedir kumandanlar­
dan Tuda’un (Tudavun) Bahadur da (Sulduz’dan ve Sor-
gan Şira soyundan) Anadolu’ya gönderildi. Hatîr oğlu
Şerefeddîn’in bertaraf edilmesi hem Bey Bars hem de Tür­
kiye için bir talâhsazüktL Çünkü o, başına Türkmenler’den
ve Selçuklu askerlerinden epeyce adam toplayabilir, bu
suretle Bey Bars’a mühim bir güç kaynağı olabilir ve onu
Kayseri’de düştüğü yalnızlıktan kurtarabilirdi. .
Nihâyet Bey Bars 675 yılı Zî’l-ka’de ayının ikinci günü
(= 1277 yılı 7 Nisan) Haleb’ten, Selçuklu devletini daya­
nılmaz Moğol tahakkümünden kurtarmak için, yola çıktı.
O, Moğollar ile yapılacak karşılaşmada Pervâne’nin Sel­
çuklu ordusu ile kendisine katılacağından asla şüphe et­
miyor ve Pervâne’nin yardımı ile Moğollar’ı Anadolu’dan ko­
vacağına da inanıyordu. Filhakika Bey Bars Elbistan yöre­

— 58 —
F, SÜMER: YABANLU PAZARI

sinde Huni (=Hunu) köyü yakınında Moğollar’ı ve Gürcü as


kerterini ağır bir bozguna uğrattı (10 Zi’l-ka’de Cuma, 675 =
15 Nisan Perşembe 1277). Moğollar’dan 6770 kişi savaş mey­
danında kaldı ki, bunlar arasında baş kumandan Tuda’un
Bahadur ile Toku Bitikçi de vardı. Selçuklu ordusuna gelin­
ce, bu ordu Memlûk ordusuna katılmamakla beraber vuku
bulan kanlı vuruşmayı seyretmekle iktifa etmişti. Moğollar’-
ın yenildiğini gören Pervane sür’atle Kayseri’ye geldi; orada
eğlenmiyerek sultanı, karısı Gürcü Hatun’u, Vezir Fah-
reddîn Ali ile diğer bazı devlet büyüklerini de yanma alıp
Tokat’a kaçtı. Buna karşılık başta oğlu ve diğer bazı ya­
kınları olmak üzere Selçuklu devleti ileri gelenlerinden
on iki kişi (herhalde hepsi veya bir kısmı kendi istekle­
riyle) Memlükler’e tutsak düşdükleri gibi, yine devlet
adamlarından bir takımı da Pervane ile gitmeyerek Kay­
seri’de kalıp Sultan Bey Bars’ı beklediler.
Bey Bars, Pervâne’nîn ummadığı hareketine rağmen
geri dönmeyip Kayseri üzerine yürüdü. Anlaşıldığına gö­
re o Kayseri’de bulunduğu esnada Pervâne’nîn katına ge­
leceğini umuyor, o gelmezse de Anadolu beylerinden pek
çoğunun askerleri ile kendisine katılacağına inanıyordu.
Gerçekten Kayseri’de halk Bey Bars’ı sevinçte ve görül­
memiş bir şekildre istikbal etti. Kendisi sultanların otur­
dukları Keykubâdiyye’de misafir edildi ve Selçuklu tahtı­
na oturtuldu; adına hutbe okundu, para kestirildi; asker­
leri halka şefkatle muamele ettiler; atları için, gereken
samanı bile altın para ite satın aldılar. Fakat Bey Bars’ın
katma ne Pervane geldi, ne de askerleri ite beyler... Bey
Bars asıl şimdi hayal kırıklığına uğramıştı. O, Pervane ta­
rafından aldatıldığını artık iyice görmüş ve onun maksa­
dını anlamıştı. Pervane kendisi ile Abaka’nm karşılaşma­
sını istiyordu; hatt-ı hareketini bu karşılaşmanın netice­
sine göre tayin edecekti. Fakat onun gibi oynak .zekâlı,
entirikacı insanların çoğunda görüldüğü üzere, Pervâne’-
nin maksadı yanlış bir muhakemeye dayanıyordu. Çünkü,
savaşın gâlibi katında değil itibarını,., hayatını koruması
güç bir şey olurdu. İkinci olarak Elbistan savaşında Sel­
çuklu ordusunun seyirci kalması, onun Bey Bars ite anlaş­
tığı hakkında yapılan ithamın doğru olduğunu açıkça gös­

— 59 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

termekte idi. Üçüncü olarak, öç almak için, Bey Bars’ın


Pervâne’nin kendisine yazdığı mektupları Abaka’ya gön­
dermesi kuvvetle beklenebilirdi. Gerçekten savaş meyda­
nında Selçuklu askerlerinin cesedlerini göremiyen Abaka,
Pervâne’nin hiyânet ettiğine inanmış, Bey Bars’ın kendi­
sine gönderdiği Pervâne’ye ait mektuplar da bu inancın­
da en küçük bir şüpheye yer bırakmamıştı. Takriben bir
ay sonra Van Gölü’nün kuzeyindeki Aladağ da Pervâne’­
nin hayatına son verildi (Haziran 1277) 3. Pervâne hatalı
hareketleri ile yalnız kendisine değil Türkiye’ye de büyük
bir felâket getirmişti. Filhakika Bey Bars’a karşı bir şey
yapamıyan Abaka intikamını Anadolu Türkleri’nden aldı.
Abaka bilhassa Moğollar’a düşmanlık gösteren ve her
yerde onlar ile mücâdeleye girişen Türk göçebe topluluk­
larına yani Türkmenler’e kızıyordu. Bu sebeble Türkmen-
ler’den eline geçirdiklerini öldürttüğü gibi, devletin ileri
gelenlerinden birçoklarını da aynı âkibete uğrattı; sonra
bazı vilayetlerin yağmalanmasını ve halkın yok edilme­
sini de emretti. Memlûk müverrihleri Abaka’nın Kayseri ve
diğer yerlerde iki yüz bin kişiyi öldürttüğünü söylerler;
hatta Kayseri’den - Erzurum’a kadar olan bölgede beşyüz-
bin kişiyi kestirdiğinin rivayet edildiğini de yazarlar. Bu
rakamlar hiç şüphesiz pek mübalağalıdır. Fakat çok kim­
senin öldürüldüğünü ifade etmeleri bakımından da de­
ğer taşırlar. Öldürülenlerin çoğunun veya mühim bir kıs­
mının Türkmenler olduğu şüphesizdir. Çünkü az önce
işaret edildiği üzere, Moğollar ile mücadele eden onlar
idiler. Abaka’nın veziri Şemseddin-i Cuveynî, evvelce
(1271 de) muhteşem bir âbide ile süslediği Sivas’ın yarısı
ile diğer bazı şehirleri satın alarak buraların felâkete
uğramalarını, yani yağma edilip halkının tutsak alın­
masını önlediği ve ileri gelenlerden yüz dört kişinin haya­
tını kurtardığı gibi: âdil hanımız seçkinlerin işledikleri
suçları halktan çıkarmamalıdır.» diyerek en sonun­
da Abaka’nın gazabını teskin edebildi4. Bey Bars’a
3 İbn Şeddâd Pervâne’nin 676 Muharrem ayının ikinci on gününde
(1277 yılı Haziran ayının ortalarında) öldürüldüğünü (s. 93; el-Yûnînî, III,
s. 269), Ebû'l-Ferec de bunun Ağustos ayında vukubulduğunu yazarlar.
Ben İbn Şeddâd'in verdiği tarihin doğru olduğunu kabul ediyorum.
4 Bu meseleler için : F. Sümer, Anadolu'da Moğollar, s. 36-44; O. Turan,
Selçuklular zamanında Türkiye, s. 522-549.

— 60 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

gelince, o uğradığı hayal kırıklığından ve bilhassa as­


kerinin maddeten ve manen takviye’ye ihtiyacı olduğun­
dan Abaka ile karşılaşmayı göze alamamıştı. Fazla olarak
Türkmenler müstesna olmak üzere, Selçuklu askerinin ve
yerleşik halkın girişilecek böyle bir savaşı cesaretle des­
tekleyeceklerinden hiç de emin değildi. Türkmsnleri Kay-
seri’de toplamak ve silahla donatmak da zaman isterdi.
Bu sebebler yüzünden Kayseri’de ancak altı gün kalabil­
di; 5 Sivas’a doğru yola çıkarak Kayseri’den elli kilomet­
re mesafedeki Sultan Hanı’na kadar gitti. Bunda gözettiği
gaye, Abaka’nm bu yönde ilerleyerek, dönüş yolunu kes­
memesi ile ilgili olmalıdır. Memlûk hükümdarı, bu
yönde kaldığı bir yerde konakladığı esnada katma
Pervâne’nin elçisi geldi. Elçi, Sultân, Pervâne ve diğer
devlet' büyükleri adına konuşarak Anadolu’yu terk etme­
mesini ondan rica etti. Bey Bars bu ricayı reddettiği gibi
Pervâne hakkında, haklı olarak, ağır sözler söyledi; Sultan
Hanı’nm yanından yolunu değiştirdi; güney doğuya yö­
neldi. Arızalı arâzi’yi aşarak Yabanlu Pazarı’nm kuruldu­
ğu yere pek yakın olan Karaca Hisar da konakladı. Bu
Pazar yerinin tesbit edilmesinde onun oradan geçişi en
mühim delili teşkil etmiştir. Sonra Elbistan yöresine ge­
len Memlü'k hükümdarı savaş meydanındaki Moğol ölü­
lerini seyredip öfkesini ve yorgunluğunu gidermeye ça­
lıştı; Altça Derbend’i geçtikten sonra Moğollar’ın baskını­
na uğramamak için sarp ve çetin yerlerden Maraş’a doğ­
ru gitti; böylece ana yola çıktı. Bu yoldan Amik ovasına
inmek onun için artık kolay ve sevindirici bir yolculuk ol­
muştu.
Bey Bars’ın Anadolu seferi otuz beş gün sürdü.
5 Bey Bars 15 Zî'l-ka'de Çarşamba günü (20 Nisan Salı) Kayseri'ye girmiş
ve 20 Zî'l-ka'de Pazartesi (25 Nisan Pazar) günü buradan ayrılmıştır
: (aşağıda tercümeye s. 88 ve eserin sonundaki metnin fotokopisi­
ne bk. s. 149, 158). Bu sebeble Memlûk hükümdarının Kayseri'de on-
beş gün kaldığına dâir Ebû'l-Ferec'iin sözlerinin (Tarih, Türkçe, tercümesi
Ö. R. Doğrul, TTK, Ankara, 1951 s. 599) doğru olabileceğini düşünme­
miz yerinde olamaz (O. Turan, aynı eser, s. 549, haşiye 67). Ebû'l-Fidâ
(el-Muhtasar bi-aıhbârı'l-beşer, İstanbul, 1280, IV. s. 10) Bey Bars'ın Kay-
seri'den 22 Zî'lka'de de ayrıldığını ve şehirde yedi gün kaldığını söyler
ki, bu ifade de doğru değildir.

— 61 ——
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1935

fakat çok geçmeden Dimaşk (Şam’da) da kımız içtikten


sonra hastalandı. Bey Bars haftada iki defa kımız içiyor­
du; Bu defa fazlaca içmişti; hastalığı ilerledi ve 676 yılı,
28 Muharrem Perşembe günü (1 Temmuz Çarşamba 1277)
hayata gözlerini yumdu; vefatı seferden dönüşünden 27
gün sonra vuku bulmuştu. Ölümünden az önce beyleri ile
yaptığı bir toplantıda kendisine meydan okuyan Abaka ile
savaşılmasma karar verilmişti.
Bey Bars’ın hal tercümesini iki müellif kaleme almıştı.
Bunlardan biri meşhur müverrih ibn Şeddâd’dır (ölümü:
684 = 1285). Fakat İbn Şeddâd’in Sîretü’l-Melikü’z-Zâhir
Bey Bars adlı bu çok değerli kitabının büyük kısmı kayıp
olup eserinin ancak son beş yıllık bölümü tek bir yazma
halinde, bize kadar gelmiştir. Merhum Şerefeddîn Yaltka-
ya, daha önce de işaret edildiği gibi, Siiretü’I-Melikü’z-Zâ-
hir Bey Bars’ın bu son kısmım «Baypars tarihi» adiyle
türkçeye çevirmiştir6.
Bey Bars’ın hayatını yazan diğer müellife gelince bu,
Kadı Muhyîddîn İbnu’Abdu’z-Zâhir.’dir (ölümü: 691 —
1292). İbnü’Abdu’z-Zâhir, Bey Bars’ın itimat ettiği kâtible-
rinden biri idi. O da hükümdarı Bey Bars’ın hayatını an­
latan er-Ravzu’z-Zâhir fi sîreti’l-Meliki’z-Zâhir adlı bir eser
yazmıştı. Fakat ne tesadüfdür ki bu eserin de sadece ilk
beş yıllık (663 RebiyyüTâhir — 126,5 Şubat ayına kadar)
kısmı bize kadar gelmiştir. Bu kısım da Bey Bars’ın haya­
tını yazan Dr. Syedah Fatima Sadeque tarafından yayınlan­
mıştır7. Bereket versin her iki müellifin eserlerinin kay-

6 Tabiî bu başlığın doğru şekli «Bey Bars tarihi» olacaktır. Bu hata bü­
yük bir ihtimal ile mütercimin bey’i bay ( = zengin) okumasından ileri
gelmiştir. Çünkü Ş. Yaltkaya Kıpçaklar'ın beg kelimesini bey şeklinde
söylediklerinden, her halde, haberdâr değildi.

7 Baybars I of Egypt, Dacca, 1956. Bu eserin İngilizce 'metninde Giriş'ten


sonra Bey Bars'ın hayatı incelenmiş (s. 29-74), ibn Abdü'z-Zâhir'în ese­
rinden bize kadar gelen kısmın İngilizce tercümesi verilmiş ve eserin
sonuna da bu kısmın asıl -arabça -metni konmuştur (1-119). Konumuzu
ilgilendiren hususta ibn Şeddâd'in metni ile İbn Abdu'z-Zâhir'in metni­
nin karşılaştırılması, İbn Şeddâd'in doğrudan doğruya veya vasıtalı ola­
rak İbn-u Abduz-zâhir'den faydalandığını akla getiriyor.

—— 62 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

bolmuş kısımlarındaki bilgiler, daha sonra gelen müellif­


ler tarafından nakledilmiştir.
Kadı Mulıyîddîn İbnü’Abdu’z-Zâhir Bey Bars’ın Ana­
dolu seferine katılmış ve bu sefer hakkında müstakil bir
risale de vücuda getirmişti. Bu risale de kayıp ol­
makla beraber eserin sonlarından pek ehemmiyetsiz
bir kısmı veya tamamı Ebûl . Abbâs Ahmed el - Kal-
kaşendî’in (ölümü 812 = 1418 ) eserinde bize kadar
gelmiştir8. İşte Kalkaşendî’nin eserine dere ettiği bu risâ-
lenin, tercümesi, (bütün tarihî bilgileri ihtiva eden geniş
bir hülâsa şeklinde) biraz aşağıda, haşiyeler ile birlikte
verilmiştir. Bu tercümeden maksad Türkiye tarihini ilgilen­
diren, Bey Bars’ın Anadolu seferi hakkında, adı geçen
sefere katılmış bir müverrihin anlattıklarından Türk ilim
âleminin kolayca faydalanmasına yardımcı olmaktadır.
Böylece adı geçen sefer üzerinde daha doğru ve daha taf­
silatlı haberler elde edileceği gibi, yine tarihimizin bazı
konularına dâir yeni bilgiler öğrenilmiş olacaktır. Muh-
yîddîn İbnü’Abdu’z-Zâhir, kâtiblerin hepsi veya çoğu gibi,
risalesini «münşiyâne» bir üslub içinde kaleme âlmış, yani
orada edebî sanatlardaki meharetini göstermekten de geri
kalmamıştır. .
Yine Memlûk müelliflerinden Şihâbeddin Ebû’l-Abbâs
Ahmed b. Fadullah El - Ömerî de daha önce (ölümü: 749 =
1349) îbnî’Abdu’z-Zâhir’in bu risalesini görmüş ve onun
bir hülâsasını Mesâlikü’l-ebsâr fî memâliki’l-emsâr adlı ha­
cimli eserinin Anadolu ile ilgili bölümünün başına koymuş­
tur 9.

s Kitâb Sub'hi'l-â'şâ, Kahire, 1338 (1919), XIV, s. 139-165) Önsöz'de kay­


dedildiği gibi, arabça metin eserin Vesikalar kısmına 'konmuştur.

Yayınlayan F. Taesohner, Leipzig, 1929, s. 3-18.

— 63 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

SULTAN EL-MELİKU’Z-ZÂHİR BEY BARS’IN ANADOLU


SEFERİ

(s. 141) «Sultanımız Efendimiz ( = el-Melikü’z-Zâhir Bey


Bars) Haleb’de bulundukları esnada bütün askerin savaş
için zırhlarını giymelerini, kılıçlarını kuşanmalarını ve mız­
raklarını ellerinde bulundurmalarını buyurdu. Kararlaştı­
rılmış olan sefer için ağırlıkları olmadan 675 yılı­
nın 2 Zî’l-ka’de Perşembe günü (7 Nisan Çarşam­
ba 1277 yılı) Haleb’den hareket etti. Ordu san­
caklara ve topuzlara varıncaya kadar hafif donatımlı idi.
Toprak arazide gitmeyi pek arzu ettiren dağlarda, binitle­
rin, seğirderek gediklerde (veya tehlikeli yerlerde) yığıldık­
larında telef olmalarına sebebiyet veren vadilerde yürüdük.
Oturmak istemediğimiz, yakınını uzağından fark edemedi­
ğimiz yerleri ziyaret ediyoruz. Nihayet Şâir el-Mütenebbî’-
nin zikrettiği kısık ile karşılaştık.... .
Sonra Dülük’ün yanma konduk. Burada, sâkinlerinin
bıraktıkları acınacak izler görülür10. Bununla beraber Dü­
lük, çiçeklerinin, gülümsemesinden, çayının kahkaha atma­
sından gülmektedir. Kalesinin, yüksek burçları ve sağlam
temelleri olduğu gibi kiliselerine ait serilmiş sütunlar üze­
rindeki süslemeler de alevli ateş gibi parlaktır”. .
Buradan yarışarak Mercü’l-Dibâc’a11
12 yürüdük. Bu, ge-

10 El Ömerî'de böyle : «ve biye rusûmu bâkiyyetün âlâ sukkânıhâ» (s. 4),
bizim metinde: «Hie rusûmu sukkânih'â.» '

11 İbn Şeddâd (s. 85) Bey Bars'ın Dülük'ten önce 'Ayıntab'a uğradığını
yazar. Dülük, Gazi Anteb'in 10 km. kuzey batısında X-XII, yüzyılları ara­
sında oldukça ehemmiyetli bir şehir idi. Müellifin de söylediği gibi, 1277
yılında Dülüik harab bir durumda bulunuyordu. Demir yolu üzerinde bu­
lunan Dülük şimdi bir köy olup Gâzi Anteb'in bir mahallesi durumuna
gelmiş veya gelmek üzeredir. Köyün güneyindeki tepe de (1211 km.)
Dülük Baba adını taşımakta ve bu tepede bir türbe görülmektedir. (R.
Hartmann'ın İslâm Ansiklopedisi'ndeki Dülük maddesine de bk. III, s.
663-664). Dülük maddesi The Encyclopaedia of Islâm (new edition, II,
s. 624) da da kifayetsiz bir mahiyettedir.
12 Mercü'l - Dibâc yani «ipek Çayırı». Bunun Maraş'ın Pazarcık
yazısında bulunduğu yahut bugünkü Pazarcık olduğu tah­
min ediliyor (M. Canard, Histoire des H'amdanides, s. 270). Honig-

— 64 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

celeyin oldu; her yere, kırağı olmasa bile çiğ düşmüştü, idi;
görülmemiş -bir karanlık vardı. Yolları bize çok zahmet ver­
di. Topraklan ayakların basmasına dayanamıyor ve insan
sanki yıkılmış bir uçurumun kenarından gider gibi yürü­
yordu. Burada geceyi geçirdik. Bu, akrep sokmuş bir inşa­
nın geçirdiği geceden daha ızdırap, verici olmuştu. Gözler
uykunun bastırmasını istiyordu. Sonra şık ağaçlık bir or­
manın aralığından yürümeye başladık. Bu yüzden kimse ar­
kadaşını göremiyor; herkes bir yol bulup- yürümeye çalışı­
yordu. Önde gidenin yolunu açmak için gerdiği her ağaç
dalı arkadaki arkadaşının yüzüne, mancınıktan atılan şid­
detli bir ok gibi, çarpıyordu. Etrafa gelince, burası eşelenmiş
mezarlar veya çatlamış dağlara benzeyen dağınık taşlar ile
çevrilmişti. Bunların aralarında da sığlık sular, daha doğru­
su gölcükler sanki kaynayan denizler gibi idiler. Oradan,de­
reler kuşanmış, karlar ile sanıklanmış ve yolları kapalı- dağ­
lara doğru giderek, çıktık. Bu esnada herkes şöyle diyor­
du: «yolun bir çıkışı var mı veya yola bir çıkış var mı?
Yollarının darlığından ancak bir kişi yürüyebiliyordu.
Ağaçlar. . yenlerin bilekleri örttüğü . gibi örtüyordu.
Bundan,başka dağlar kaygan sarp, sadece doruklan gü­
neşli olduğu gibi, vadileri de izdihamdan boğucu idi: Bu.
durumda iken giden'şöyle söylüyor: «bü merdiven gibi do­
ruklardan göğe vasıl oldum» fakat o, çok dar, bir
kısığa, inince miskinleşiyordu. Hülâsa bu ; .dağla­
rın bizi tutması, yorması bir müddet daha sürdü.. Bu
otlaklar bizi bezdirdi, bu pınarlar ve savatlar bizi; susat­
tı. Nihayet şimdi Göynük adıyla anılan manası «yanık»
demek olan Hadesü’l-Hamrâ’ya vardık,3. Zamanımızdaki Sis

■mann Mercül-Dibâc'm yukarı Pazarcık olduğunu söylüyor (türkçe ter­


cümesi, s. 131, 161). Ben bu yörede tarihî coğrafya araştırmaları yapa­
madığım için -doğru olması pek - muhtemel, bu görüş --hakkında .kesin
' blrşey söyliyemiyeceğim. , . ' .

13 Hadesu'l Ha-mra', Canard'a göre Çınarlı göl'ün kuzey kıyışındaki Inekli'de


bulunmaktadır (aynı eser, s. 269). Görüldüğü üzere-seferde bulunan
ibnü Abdu'z-Zâhir'den başka ibn Şeddâd (s. 78, 79, 85) ve bü İkinciden
faydalanmış müellifler Hadesu'l-Hamrâ'-nın kendi zamanlarında Göynük
adını taşıdığını söylerler. XVI. yüzyılda Göynük Maraş’a bağlı nâhiye-
lerden biri ve aynı zamanda nahiye -merkezi idi. O yüzyılda Göynük'te

--- . 65----
..... r-|. ... -............ r
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

kıralı (Hetum’un.) ’nııı babası Kostantin burayı Selçuklu va­


lisinin elinden alarak yakmıştı. Sonra İslâm memleketleri­
ne ve tacirlerine zarar vermek için orayı ülkesine katıp
imar etmişti. Fakat 672 (1272-1273) yılında Sultanımız Efen­
dimiz Haleb askerini gönderip kılıçla fehetti; oradaki er­
kekler öldürüldü, kadm ve çocuklar tutsak alındılar. Bun­
dan dolayı Göynük şimdi haraptır. Bu yüzden burada
görülebilecek hiç birşey kalmamıştır. Bununla beraber
orada Hamdanî Seyfüd-devle’nin inşa, ettiği yapılan gör­
dük. Fakat bunlar da çevresinde felâket dalgaları toku­
şan birbirinin üzerine yığılmış yıkıntılar idiler. Bu­
rada geceledik. Gelinlerin üzerlerine saçı saçıldığı gibi
binitlerimiz de arazinin tümsekçe yerlerine dağılmışlardı.
Atlarımız pek dikkatli bir şekilde gidiyorlardı. Ayak-

60 bennek, 55 mücerred, 6 çift, bir müezzin, bir yaşlı kimse (pîr-i fâni)
yaşıyordu (Maraş defteri nr. 106, s. 150, Tapu ve Kadastro Umum Mü­
dürlüğü Arşivi nr. 108), Göynük bugün de Maraş’ın Pazarcık kazasına
bağlı bir köy olarak (Türkiye'de meskûn yerler kılavuzu I, s. 424) adını
korumaktadır. Ancak Göynük Cana-rd ve diğer müelliflerin söyledikleri
gibi Çınarlı Göl'ün kıyısında olmayıp onun güney batısında Pazar­
cık'tan gelen ana yol üzerinde bulunmaktadır (1331 yılında basılmış
olan 1: 200.000 mıkyaslı haritaya bk.). Yine aynı haritaya’ göre
Çınarlı Gölü inekli Göl adını taşımakta olup bu göl ile Göynük ara­
sında bir çok çay ve derelerin geçtiği Göynük yazısı vardır. Göynük eski
bir kelime olup yanık, yanmış, yanma manasını taşıyor (Tarama sözlüğü,
Ankara, 1967, III, s. 1796-1797). Bu da yanmak demek olan göyün-fiilin-
den geliyor (aynı eser, s. 1803-1807). Bu fiilin XI. yüzyıldaki şekli köy-
(yanmak, yakmak), köyük' (yanmış, yanık) idi (Kaşgarh, Divâ^u Lu-
gati'tTürk, TDK, 1941, III, s. 168, 246). Aynı adda (yani Göynük) şim­
di de Anadolu'da epeyce köy vardır (Meskûn yerler kılavuzu, s. 424).
İbn Şedd-âd'ın eserinin türkç= mütercimi Ord. Prof. Şerefeddîn Yaltkaya'-
nın: «Göynük kelimesinin Ermenice olduğu dahi görülmüştür» (aynı
eser, s. 79 haşiye 1), ifadesi hayret vericidir. Eski Türk müelliflerinin bir
kısmı arabça veya forsça'ya gerektiği şekilde vâkıf idiler. Onların çoğu
ise kendi öz dillerini istenildiği şekilde bilmezlerdi. Türkçe'yi layık, ile
öğrenip onu, İlmî bir şekilde geliştirmeye çalışacakları yerde oek az
istisna ile, hepsi bu dilin kifayetsizliğinden şikâyet etmişlerdir. Göynük'-
ün İslâm devrindeki tarihi hakkında bilgi edinmek için Hades. maddesine
bk. (I,A, V-1, s. 42). İngilizce yeni baskısında da Hades (a!-Hadath)
hakkında verilen bilgi tatmin edici olmadığı gibi (IH, s. 1920), G. Le-
Strange'in kitabındaki haberler de böyledir (The Lands of the Eastern
Caliphate, Carrtbridge, 1930, s. 121-122, 133). Cl. Caıhen de, hiç doğru
olmayarak, Göynük'ün Ermenice'den geldiğini iddia . etmiştir. (La Syrie
du nord, Paris, 1940, s. 121).

— 66 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

lan kaymca yılanlar gibi karınları üzerinde yürüyorlar, ke­


sildiklerinde (yorulduklarında) de kişneyerek birbirlerini
sevk ediyorlardı. Seyahatimiz esnasında akan su geçitle­
rine dalıyorduk. Atlarımız sanki oralarda yüzmüş­
ler gibi «yüzücü» adıyla anılıyorlardı. «Bu denizi geçtik»
dediğimizde karşımıza bir dağ çıkıyor ve «bu dağı aştık»
dediğimizde de bir vadi g'örünüyordu. Şüphesiz çıkmayı, in­
meye tercih ediyorduk. Zira bu sonuncusunda hayat kay-
bedilebilirdi. Fakat bu çok sürmedi ve Gök Su’ya vardık,4.
Bu, Nehru’l Ezrak dedikleridir, el - Meliku’l - Kâmil,
Derbendât yılında (631 = 1234) Anadolu’ya yürüdüğünde
burada geri dönmeye mecbur edilmişti'5. Gök Su iki dağ

14 Ceyhan'ın, batlısında, Engizek' dağının (2168) hemen kuzeyin­


de Alişar dağından çıkan Gök Su, birçok kollar alarak batıya doğru ilerler,
sonra güneye kıvrılarak Helete'ye gelir ve oradan yine doğuya doğru
akar yeni kollar alıp gittikçe güneye doğru kıvrılır; Besni ile Adıyaman
arasındaki Şam Bayed'ı ( = Bayad boyunun Şam-Suriye-kolu) köy veya
kasabasının yanından geçer ve onun güneyinde Alk Su ile birleşir; daha
bazı kollar aldıktan sonra Fırat'a dökülür. Gök Su Şam Bayadı'nın kuzey
tarafına gelinceye kadar daima, yüksek ve sarp dağlar arasından geçer.
Ak Su'ya gelince bu Fevzi Paşa-Malatya demiryolu'na pek yakın
Pehnik dağından çıkar; az gerilmiş bir yay gibi akıp Gök Su ile birleşir.
Buna küçük Ak Su da denilebilir. Büyük Ak Su ise Maraş'ın batısında
Ceyhan'dan ayrılır ve ilk önce doğuya, sonra güneye akarak Fevzi Pa­
şa - Malatya, demiryolu'na gelir ve buradan Kuzey doğu yönünde demir
yolunu takib ederek, Pazarcrk'ı epeyce geçtikten sonra Çınar yani Inekli,
Maden ve Gölbaşı göllerini meydana getirir. .
Bir de Kara Su vardır. Bu, Pazarcık'm doğusundaki dağdan çıkar;
güneye iner orada dere şeklinde iki kol aldıktan sonra doğudaki boğaz­
dan düzlüğe çıkıp Fırat'a dökülür (1 : 200.000 mıkyaslı, Maraş, El­
bistan ve Malatya haritaları; A. Tanoğlu- S. Erinç - E. Tümer Tekin, Tür­
kiye atlası, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlarından, İstan­
bul, 1961, Malatya, paftası 1-9). XII. yüzyılın ikinci yarısında arabça
adı geçen çaylar kaynaklarda-, türkçe isimlerinin arabça tercümeleri
ile anılırlar, meselâ En-Nehrü’l-Esved, En-NehruT-Ezrak gibi. Bu, ırmak­
ların türkçe adlarının ara.bçaya çevrilerek yazıldıklarını gösterir. Bir Türk
topluluğunun .herhangi bir yöre de yurt tutması üzerine o yörede, tabii
olarak, gittikçe sayısı artan türkçe yer adları meydana, geliyordu.
13 Türkiye Selçukluları'nm hâkimiyetlerini Anadolu'nun Güney Doğu böl­
gelerine yaymak istemeleri eskiden beri Eyyübiler’i endişeye düşürmekte
idi. Eyyubî hükümdarlarından el-Meliku'l-Kâmil, bir kaynağın ifadesine
göre, Anadolu'yu fethedip aralarında taksim etmek vadiyle bütün Eyyubî
.melik ve şehzadelerini etrafına toplayıp 631 (1234) yılında kalabalık

■—-67 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

arasında olup bu dağların taşlarının mekânı, akça bu­


lutlarının meskeni, dizginlerinin büküldüğü, tozlarının
oturduğu yerdir. Bu ırmağı tam zamanında, atlarımızı.koş­
turarak, geçtik. Atlar da suyun derin yerlerine mi
girdiklerini yahut kuru yerden mi gittiklerini bilme­
den birbirlerinden önde gitmeye çalışmışlardı. Asker
çayın öbür yakasında geceledi; Mamafih onlar sa­
bahleyin bu yükse-k yerlerden uzaklaştılar. Nal sesleri bu sa­
ğır dağlarda işitiliyordu. Akça Derbend’e ulaşıncaya kadar
atlar durmadan, dinlenmeden, istenilen yere varmak için,
yürüdüler. Atlar yollarda delice koşmaya/ yığılmaya, dağ
keçileri gibi birbirinin., arkasından gitmeye, tırmanmaya
alışmışlardı. Onlar yere yakın bulutların çökmesi gibi alça­
lırlar, yıldızların yükselmesi gibi yükselirler, ve. hayâle tin
gece gitmesi gibi yol alırlar ve ayakları onlara güç. veri Hor;
böylece dağları aşar giderlerdi. Ancak bu şekilde Âkça Der-
bend’den çıkmak mümkün olabildi. Bu kısık, boğmak, için
kullanılan bir . sicim gibi olup nice yolcuyu bağlamış, bir
ağız gibi köpek dişleri.ile nice yolcuyu ısırmıştır16

bir kuvvetle Anadolu'ya yürümüş ise de gösterileri şiddetli, müdafaa so-


... nuçunda Akça Darben d ile diğer geçitlerden geçemeyip geri dönmek
.... zorunda kaldığı' gibi askerleri de Harp-ut ovasında yenilmiş, ve Artuklu-
Jar'jn bu mühim kalesi . Selçuklular'ın idaresine geçmişti, '- (tafsilat
.. . için: O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 379 ve devam i)-'

16 Akça Derbend Selçuklu kaynaklarında sık sık ‘geçtiği gibi Memlûk kay-
Haklarında da' (bazan Aikşa Derbend şeklinde- geçer. Bu) eskiden beri
■ Suriye'den ve hatta Iraklan Anadolu’ya gitmek isteyen ticâret kafileleri ile
‘ orduların en tercih ettikleri yol -üzerinde bulunan bir kısık idi. Arab ve
Bizans mücadelesi devrinde bu kısığa (yani Akça Derbend'e) Derb-u's -
Selâme (Esenlik Kısığı) ‘ denildiği anlaşılıyor. Akça- Derbend Elbistan'ın
güney doğusunda ve ona 25 km. mesefadeki «Derbend» köyünün yanında­
ki yer olmalıdır. Burada görülen kısrk'ın en dar yeri 2 m., en geniş yeri
4.5 m.dir. Krsık'ın yanından bir yol geçirilmiştir.‘Bu yolun geçtiği yer
derbend'e' dahil olup geçmeye mü-sa-id mi idi, işte bu, bilinemiyor. Köy­
lülerin' bize söylediklerine göre, yol Ba-ğlıca'dan Tatar • Deresi'ne, oradan
Gök-Su'ya ve sonra Ayran Pına-rı'na ulaşır. Altımızdaki vâsıta imkân ver-
■ mediği-.içih, maalesef -Derbehd'den daha ileriye gitmek rnümkün olma­
dı. Derbend'den -3k-m. kuzeyde (Elbistan yönünde), oldukça geniş bir
. vadide «Zilli Han» harabesi vardır. Kalıntılar Zilli Han'ın oldukça bü-
. ! yük bir kervansaray olduğunu gösteriyor; Müellifimizin dönüşte Der­
. . bendin yanında, bulunduğunu söylediği «k-hân», her halde, budur.

— 68 —
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

Buradan, çıkışımız 8. Zî’l-ka’de Çarşamba (13 Nisan, Salı


1277) günü olmuştur. Sultan ve. askerler geçide yakın bir
öz (=dere, vâdicik, koyak) de gecelediler. Bu esnada bu­
lutlar, dolu yağması ve soğukların çıkması ile cömertlikle­
rini gösterdiler. Vücuda elem veren ve sabrı tüketen yeller
de zuhur etti. Bu yüzden özdeki askerler yayılıp kırları-
bile doldurdular ve gitmek ve uzaklaşmak isteyenlere de
yollan kapadılar. . >
Sultanımız Efendimiz Emîr Şemseddîn Sunkur el-Aş-
kar’ı Öncü kuvvetlerinin başında ileri gönderdi. Emir Sun­
kur, kumandasında üçbin Tatar bulunan Kirey ile karşılaş­
tı. Kirey bozguna uğradı. Onlardan birkoçlan öldürüldüler;-
birçoklan da tutsak alındılar. Bu öncü muharebesi 9 Zî’l-
ka’de Perşembe (=14 Nisan Çarşamba) günü vuku bulmuş­
tu. Tatarlar’dan bu yol ile birçoklan öldürülüyor ve tutsak
almıyorlardı. Aynı günün gecesi Tatarlar en beğenilen bir
düzen ve en güzel bir görünüş ile gecelediler. Sultan da tam
bir ihtiyat ve uyanıklık içinde geceledi. Moğollar Sultan’m
Islâm askerinin başında olduğunu, Tanrı’nm dininin zaferi
için buraya geldiğini bilmiyorlardı. . . ;.
. 10 Zî’l-ka’de Cuma günü (=15 Nisan Perşembe 1277).
Moğollar’ın yaklaştıkları, toplanıp hücum edecekleri haber­
leri birbiri arkasından gelmeye başladı. Sultanımız Efendi­
miz askerlerine savaş meydanında sebat etmelerini, vuruş­
ma esnasında toplu bir halde bulunmalarını tavsiye etti.
Gürültülü İslâm ordusunu gereken şekilde düzene soktu-
Ve askerlerine ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini güzel
sözleri ile anlattı. Askerler Elbistan yöresindeki1718
Ilûnı.”
kayalıklarının yüksek yerlerine çıktılar. Düşmana gelince,
Zamân (=Rummân?) ırmağı19 kıyısında geceyi geçirmişti,

17 Elbistan hakkında merhum hocamız M. H. Yınanç'ın makalesine bk.


(i. A, IV, s. .223-230).
18 Son zamanlara kadar halkımız tarafından Hunu şeklinde söylenilen bu
köy, Afşin'in kuzey doğusunda olup takriben on bin nüfuslu bir kasa-
badrr. Dağlar kasabanın batısına düşmektedir. Hunu'ya şimdi Arı Taş
deniliyor. .
. 19 Metindeki Zamân'ın Rummân olması (biraz aşağıya bk) pek muhtemeldir.
..Zira bu çay şimdi de Furrnan. ( = Rummân) çayı adıyla anılır. .

— 69
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALAR! Ağustos 1985

Bu, Cahân. ırmağının ana koludur. Bunun da (Cahân’m)


aslı, hadîs-i Nebevî’de geçtiği’ üzere, Ceyhan ırmağıdır.
Askerler dağın tepesinden bakınca Moğollar’ın on bir
tabur (tulb) halinde mevki aldıklarını gördüler. Her tabur
kesin olarak bin atlıdan fazla idi. Güvenmedikleri için Sel­
çuklu askerini başka bir yerde kondurmuşlar, Gürcü aske­
rini de bir tabur haline sokup ona da ayrıca bir yer ayırmış­
lardı.
Fakat Düşman, Sultanımız Efendimizin muzaffer san­
caklarını ve çevresinde memlüklerini gördüler. Bu memlûk -
lerin başlarında göz alıcı san tulgalar vardı. Bunlar sanki
güneş ışığındaki keskin kıvılcımlar gibi idiler.
Bunun üzerine Moğollar savaşmayı kararlaştırdıkları
yere döndüler ve orada konakladılar; pişmanlık içinde idi­
ler; yanlış yolda olduklarını anlamışlardı; savaşın neticesi
hakkmda birbirlerinin fikirlerini soruyorlar, hayattan
ümidi kestikleri ile ilgili haberler yolluyorlardı.
Atlılarımız dağın en üst kısmından, akan bir sel gibi
düşman üzerine atıldılar. Bu hareketle onların hileleri boşa
çıkarıldı ve kuvvetleri uzaklaştırıldı. Bunun üzerine Tatar­
lar bileklerim sıvadılar ve tek bir adam gibi mevki
aldılar. Bu Moğollar, Abaka’nm - Allah onu yok etsin - azgın
Tatarları idiler. O, böyle bir savaşta kullanmak üzere, her
binlikten yüz kişi ve her yüzlükten on kişi ve her onluktan
da bir kişi seçerek bu orduyu meydana getirmişti. Onlara
yiğitliğin timsali olarak bakıyor, bu askerlerine büyük bir
değer veriyordu. Moğol askerinin başında büyük kuman­
danlardan Tuda’un vardı. Bu adın manası nüfûz eden de­
mektir. Yani savaşta daima başarı gösterir manasına ge­
lir 20*. Diğer bir kumandan Toku olup, Anadolu valisi ve bu

20 Moğol ordusunun baş kumandanı Tuda'un (Tudavun) Bahadur Sulduz bo­


yundan idi. Tuda'un'un, Temuçin'i TayciyutlarTn tutsaklığından kurtaran
Sorgan Şirâ'nrn torunu Sodun Noyan'm oğullarından ve Hülegü ile İran'a
gelen ve ordunun sağ kol kumandanı, yargucu ve gece nöbetçileri
beyi (emîr-i kezîık) Suncâk (Soğuncak) Noyan'ın kardeşi olduğunu bili­
yoruz. Tuda'un'un meşhur İlhanlI beylerbeyisi Çoban Beg'in dedesi ol­
duğunu da söylersek, onun hüviyetini daha iyi tanıtmış oluruz (Reşîdıde-

70 —
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

ülkedeki Moğol askerinin kumandanı idi21. Bunlardan son­


ra Tudau’nun kardeşi (!), Uruktu, Bahadur Bahşı, binbaşı­
lardan ve Abaka’nm hısımı Dizek (?) ile Sartak ve yakın­
ları geliyordu22.
Bu esnada Tatarlar meleklerin yardımını gördüler ve
kendilerinin yok olacaklarına inandılar. Moğollar’dan bir
tümen savaşa girişti ise de bunlar sadece kendilerine ölüm
getirdiler. Müslümanlar onları satarak ticaret ettiler;
kırdılar, kırılmadılar. Her taraftan düşmanın üzeri­
ne felâket yağdı. Dilleri ve kalbleri Tann’yı anma­
dıkları halde düşmanlar ayakta veya oturarak savaşı­
yorlardı. Hatta onlardan bir topluluk sol taraftan şe­
refli sancaklara doğru, arkadan çıkıyorlardı. Sultanımız on­
ların üzerlerine giderek hücum etti ve Tatarlar’dan karşılaş­
tığı kimseleri yok etti. Savaş meydanı onlardan pek çok ce­
setle doldu. Moğollar’dan birçoklan sığınmak için dağlara
yönelmişlerdi; Sultanımız Efendimiz bu Moğollar’a da yetiş­
ti; onlardan pekçoğunu tutup öldürdü. Hemen hemen düş­
mandan hiç kimse kalmadı. Askerlerden cesur kimseler,

■dîn, Câmi'ut-tevârîh, Bakü, 1957, s. 88, 89, 91, 102, 144, 157,
Moskova, 1965, s. 452-457). ibn Abdu’z-Zâhir ve İbn Şeddâd onun sa­
vaş meydanında kaldığını söylemezler. Hattâ bu İkincisi bir m-üna-se-
sebetle savaştan sonra Tuda'un'u sağ gösterir (s. 88).

21 Toku'ya gelince onun da Hülegü'ün en büyük emiri ilkey (Eylekey)


Noyan'ın oğlu olduğunu biliyoruz. Toku da devletin dayandığı ikinci bü­
yük boy olan Celâyir oymağından idi (aynı eser, Bakü, s. 102, 144, 158,
231). Toku (Toğu'nun) Celâyir devletinin kurucusu Şeyh Hasan'ın de­
desi olduğunu da- söyliyelim. Toku'nun bitikçi Unvanını taşıması, onun
okur yazar ve bu münasebetle devletin mâlî meselelerini yakından bilen bir
bey olduğunu gösterir ki, Abaka tarafından Anadolu umumî valisi tayin
edilmesinin bu husus ile yakından ilgili olduğu şüphesizdir.

22 Uruhtu ( = Uruktu = Uruğtu) Abaka- Han'ın şök-ürçüsü (yani çetrini ta­


şıyan) olup, kaynağımızda- yazıldığı gibi, Tuda’un'un değil Toku'un kar­
deşlerinden biri idi (Reşîdeddîn, Moskova, s. 137, Bakü dizin s. 624).
Kirey'e gelince, bu beyin Tatar boyundan olduğu görülüyor Sartak
ise Arulat'd-an Büyük Çağatay'ın oğlu idi ve -kardeşi Toladay Yarguçu da
bu savaşa katılmıştı (F. Sümer, Anadolu'da Moğollar, s. 42, s. 141 haşiye
30). Sartak, metinde Karaluk veya onun gibi okunacak bir şekilde gö
rülür (asıl metne bk. s. 154).

— 71 —
TÜRK DÜNYASI . ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

kaçışan Möğollar’m ardına düştüler.. Bunların hayatların­


dan ümid kesmiş pek az kimse kurtulabildi.
Yine Moğol’dan korku bilmez, vurucu bir tümen, ordu­
muzun sağ koluna yüklendi. Müslümanlar onlara karşı
koydular. Öyleki kılıçlar vurulamaz hale geldi. Bilhassa
Efendimiz Sâhib Zeyneddîn - Tanrı ululuğunu korusun - sa­
vaşta yiğitçe çarpışanlardan biri olup cesaret, atılganlık, kar
şısma çıkanları devirmesi ile herkese örnek olmuştu. Emîr
’İzzeddîn Aydemir ed-Devâdâr ez-Zâhirî şunu anlattı: Sahib.
Zeyneddîn benimle karşılaştığında mızrağım kırılmıştı Al­
lah’ın lutfu olmasa idi, hayatımı kaybedebilirdim. O bana
mızrağını verdi. Düşman zırhlılarına dürtmekten bu mız­
rağın temreni gedilmişti (çentikleşmişti). Onun topuzu da
aşınmıştı. Bu gün onun için korkuluyordu. Şükürler olsun
ki Ulu Tanrı onu korudu. Yiğitliğini haber alan Sultanımız
onu sorduğunda sadece şöyle dedi: «Düşmanı yenen de Sul­
tanımız Efendimizin azmi, onları yere seren de yine Efen­
dimizin kılıcıdır». Düşmana gelince, onların atlan, kılıçlan,
yaylan, sadaklan, tulgaları, düz ve örme zırhlan ile altın,
gümüş, mücevher gibi servetleri ganimet olarak da ele ge­
çirildi. Müslümanlardan şehîd düşenleri Ridvân karşılamış
kâfirlerden ölenleri de Mâlik teslim almıştı25. • :
, Kumandanlardan şehîd olanlar şunlardı: Şerefeddîn
Kırân el-Alâî, Emîr Celâleddîn Muhammed’in kardeşi îz-
zeddîn, Sultanın memlüklerinden Şerefeddîn Kulunçuk (?)
el-Çaşnigîr ez-Zâhirî,. Ay Beg eş-Şakîkî. Bu, eş-Şakîkî’nin ve
zîri idi. Yaralılara gelince, bunlar çok değildi; sayılan ve
bilhassa yaralan ehemmiyetsiz olduğu için, bilinmiyordu.
Müslümanlar, Allah onları vâris kıldığı için, düşmanın
oturduktan yerlere kondular; onların çadırlarına ve otağ­
larına sahip oldular. Düşmanlar öyle bir felâkete uğramış­
lardı ki sadece vücudlarmm cansız parçalan görünüyor­
du. Bu parçalar da sanki kanla çevrilmiş adalara benziyor­
lardı.
Sağ kalan tutsaklardan biri, tanıdığı ölülerin yiğitlik-
lan hakkında bilgi vermek için onlara yaklaştı ve: «bu filan­
® Müslümanlar'ın inanışlarına göre Cennet'in kapıcısı Ridvân, Cehennemin-
ki de Mâlik adlarını taşırlar.

— 72 —-
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

dır; şu falarıdır, bu böyle, idi, şu şöyle idi; - birini göste­


rip - bu, içinden binlikleri bozguna uğratacağı lâfını etmiş,
şu ise askerinizin saflarının önünde duramayacağını dü­
şünmüştü» dedi.
Moğollar’dan çok tutsak vardı. Sultan büyüklerinden
bazılarını seçtiGeri kalanları öldürüldüler. Selçuklular­
dan tutsak alınanları getirtti ve onları muhafaza altına al­
dırttı. Bunlar Pervâne’nin oğlu Beylerbeyi Mûhezzebeddîn,
büyük emirlerden Nureddîn Caca ve beylerden, kumandan­
lardan daha birçokları idiler25. Pervâne’ye gelince, o kaça­
rak 12 Zî’l-ka’de Pazar günü (17 Nisan Cumartesi) Kayse­
ri’ye vardı26; Sultan Giyâseddîn, Sahib (= Vezir) Ali oğlu
Fahreddin, Atabeg Mecdeddîn, Emîr Celâledin, Nâib Bed-
reddîn Mîkâil,27 Pervâne’nin kardeşi İzzeddinîn oğlu Tuğ-
raî Emîr Fulâneddin’e durumu bildirdi. Bu, «Müslümanlar
Moğol’un bir kısmını yendi; diğerleri de bozguna uğradı-
şeklinde «menşûr»lar yazmıştı. Pervâne, Moğollar’ın Müslü-

24 İbn Şeddâd (s. 86) ve ona'dayaman el-Yûnînî (III, s. 177) ve ed-Devâ-


dâri’ye (Kenzü'd-dürer ve câmi'uT-gurer, yayınlayan U. Haarmann, Ka­
hire, 1971, VIII, s. 199-200) göre Moğollar’dan §u noyanlar tutsak ahn-
mışlardı: Abaka'nın hısımı Zîrek, Sartak, Serkede (ÎŞerkedey?), Çirkir ?,
Tamâdeye? . ,

23 Selçuklu ordusu tek bir ok atmayarak savaşa seyirci kalmıştı. Selçuklu


beylerinin bir kısmı veya belki de hepsi kendi istekleri ile Memlükler'e
tutsak düştüler. Bu beyler şunlardı : Pervâne’nin oğlu beylerbeyi Muhez-
zebeddîn Ali, kız torunu ve sahiller beyi Hoca Yûnus'un oğlu, Caca oğlu
Nûreddîn Cibril, kardeşi Sırâceddîn İsmail, Atabey Mecded-din'-
în kardeşi Kubeddîn Mahımûd, Sü Başı Seyfeddîn Sunkurca, Sivas Sü Başı'-
sı (valisi) Tâceddin Givî'nin kardeşi Nusrete'd-din Behmen, Ârizü'l-Ceyş
Emîr Kemâleddîn İsmail, Hüsâmeddîn Keyâvük (yahut Keykâvük), Seyfed-
feddîn el-Câviş (=Çavuş), Türkmen (Germiyânlı) Alişîr oğlu Şihâbeddîn
Gâzi (ibn Şeddâd, s. 86; Yûnîriî, 111, s. 177; ibn Ay Beg ed-Devâdârî, VIII,
s. 199-200). . . ... ,,

36 Merhum O. Turan Pervâne’nin 12 Temmuz (12 Zî'l-hicce) Pazar günü


Kayseri’ye girdiğini söylüyor (Selçuklular zamanında Türkiye, s. 546)
ki, şüphesiz, sadece bir zühûldur. .. .

■Ş Metinde aynen böyle; doğrusu Emîneddîn Mikâl'dir. O. Turan nâib


Emîneddîn .Mikâîl'i Pervâne’nin yeğeni şeklinde yazıyor ki (gösterilen
yer), bu de bir zühûldur. . . r .

— 73 —

■ı. ...... -. i............ r


J................................i........................ I.

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

manlar’a kızgınlığından Kayseri’ye girip orada bulunan de­


ğerli şeyleri yağmalamalarından korkuyordu. Bu sebeble
Sultanı, emirleri, Erzurum hâkimi Gıyâseddin’in kızı olan
karısı Gürcü Hâtun’u28 beraberine aldı ve yanlarında eşya
olmadan Kayseri’den 4 günlük mesafede bulunan Tokat’a
gitti. Adı geçen Gürcü Hâtûn 400 kadar olan câriyesini de
götürdü. Bu Hâtûn servet sahibi idi. Selçuklu sultanının
buhti develeri, çadırları ve silahları vardı.
Pervâne, tehlikenin yakın olduğunu bildirdiğinden ken­
disi ve yanındakiler Tokat’a kaçar gibi gittiler. Böylece,
korkudan emirlerin çoğu onunla birlikte gidip Kayseri’de
pek az İtimse kaldı29*. Pervâne’nin nereye gittiği bilinmi­
yordu. Çünkü o, bunu gizlemişti.
Sultanımız Efendimiz yeter sayıda asker ile Emîr Şem-
seddîn Sunkur’u kaçan Moğollar’a yetişmesi için gönder­
mişti. Emîr Sunkur, evleri de yanlarında olan Moğol’dan
bir topluluk ile yolda karşılaştı. Onlardan bir kısmını öldür­
dü ve tutsak aldı. Gece karanlık çökünce geri kalanları ta­
kımlar halinde ve nereye gittiklerini bilmiyerek kaçtılar.

28 Gürcü Hatun Erzurum hakimi Muğisiddin Tuğrul Şalh'ın oğlu ile Gürcü
kıraliçesi Rosudan'dan doğmuştu. Kaynaklarda Rosudan ile evlenen Sel­
çuklu şehzâdesi'nin adı verilmez. Bu şehzadenin adının, kaynağımızda
kaydedildiği gibi, Giyâseddîn olması muhtemeldir. İL Giyâseddîn Key-
hüsrev, zikredildiği üzere, babası bir Selçuklu şehzadesi olan Gürcü kı-
raliçesi Rosudan'ın kızı ile ev/lendi (1239). Bu Gürcü perensesi Türkiye'­
de Gürcü Hatun adıyla tanındı. II Giyâseddîn Keyhüsrev bu Gürcü kı­
zına tapıyordu. Öyleki bastırdığı paralarda kendisini arslan, karısını da
onun üzerinde güneş şeklinde göstentti. Giyâseddîn'in ölümünden çok
sonra Muîniddîn Pervâne Gürcü Hatun ile evlendi ve hatta ondan bir
kız doğdu ki o da Gürcü Hatun adını taşıdı (tafsilat için: O. Turan, Sel­
çuklular zamanında Türkiye, s. 414, 415, 546).

29 Muîniddîn Pervâne ile birlikte gitmeyip Kayseri de Bey Bars'ı bekleyen


Selçuklu ileri gelenleri ise şunlardı, ishaık oğlu Emîr Seyfeddîn Çalış,
Kiçkine denilen Emîr Seyfeddîn Balaban, Seyfeddîn Şahinşâh, Muzaf-
tereddîn Hacâfî, Hatîr oğlu Şeref oğlu Emîr Nizâmeddîn, Nusretu'd-dîn
Çalış (Çavuş?) Âriz-i Malatya, Emîr Ali, Anadolu baş kadısı Hüsâmeddîn,
. MalatyalI Reşîdeddîn'ıin oğulları (ibn Şeddâd, s. 87; el-Yûnînî, III, s. 180 -
.181; ed-Devâdârî, s. 200). Bu, bizim müellifin ileride verdiği listenin
hemen aynısıdır (s.90-91'e bk.). .

— 74 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

Sultanımız Efendimiz 11 Zî’l-ka’de Cumartesi günü (16


Nisan Cuma) savaş meydanından göçtü ve Rummân adiy­
le tanınan köyün yanma kondu. Bu köy Kehf’e ve
Mağara taşma yakındır. Asıl gerçek Kehf ve Mağara taşı
(er-rakîm) budur. Kehf’in ve mağara taşının Belka yöresin­
deki Husbân’a yakın olduğu iddiası doğru değildir Mağa­
raya yakın bir yerde üzerinde Rûmî ve ya başka eski bir
yazı (mine’l-hatti’l-kadîm) bulunan bir sütün vardır30.
Er-Rummân adiyle anılan köye gelince, bu köyün evleri
ehrama benzeyen fakat toplu bir vaziyette olan bir dağın
ucunun çevresinde kurulmuştur. Dağın eteğinin çevresin­
de evler üst üste inşa edilmişlerdir. Bundan dolayı hepsi
birden saman yolu gibi görünür. Her evde mutlaka doğra­
madan korkulukları bulunan oturacak yerler (sedirler)
vardır. Pencereleri en mükemmel bir görünüştedir. Evlerin
en yüksek kısımlarına gelince, buraları da güzel bir şekil­
de sona erer. Bunların da üzerinde, temrenli düz mızrağa
benzer yumru (muhaddebi çatı yükselir. Bu köy dağlar
tarafından bir sur, daha doğrusu bir bilezik gibi çevril­
miştir. Onların ortasındaki köy de içinde ateş koru bulu­
nan bir kaba benziyor31.

30 Tünkler savaşın vuku bulduğu Hunu köyünün güneyinddki Efsus (Ara-


bissos) şehrinin adını Yarpuz'a çevirerek türkçeleştirrnişlerdir. Yarpuz XI.
yüzyılın Türk müellifi Kaşgarlı'nın eserinde dahi geçer. Kaşgarlı Yarpuz'u
güzel kokulu bir ot, kır nânesi şekillerinde m anal and inmiştir (Türkçe
tercümesi, III, s. 39). Buna rağmen zamanımızda Yarpuz'un yerini Af­
şin almıştır ki, hayret vericidir. Afşin Yarpuz'a yakın bir tepenin adı
idi. Bu sdbeble bu iki ad yan yana yaşatılabilirdi. Eshâbu'l -
Kehf’in uyuduklarına- inanılan yer, Yarpuz'un (Afşin) he­
men batisindedir. Bizim müellif gibi eski ve tanınmış bir çök
müellifler de Eshâbu'l-Kehf'in yani mağara yârânı'nın burada olduklarına
inanmışlardır (EshabuT-Kehf maddesine bk. İ. A, IV, s. 571-573). Bun­
dan dolayı Maraş beyi Nusrete'd-din Haşan (ölümü: 1234) burada bir
ribât, bir kervansaray ve bir de câmî yaptırmıştır. Dulkadı-rlılar da bu-
■ rada bazı binalar meydana getirmişler ise de bunlar harap olmuştur.
(Mükrimin Haiti (Yinanç), Elbistan maddesi, I. A, IV, s. 226-227; T. Öz-
güç, Elbistan ovasındaki tetkik gezileri ve Kara Höyük kazısı, Belleten, 1948,
XII, Sayı 45, s. 226-237); G. Le Strange Arabissos (Yarpuz) ile Elbistan'-
m aynı şehri ifade ettiğini sanmıştır (The lands of the Eastern Caliphate,
Cambridge, 1930, s. 133-142).

31 Metin: Reyyân. Bunun doğrusu yukarıda gösterildiği gibi Rummân olup


İbn Havkal ve e!-Mukaddesî gibi eslki ve tanınmış coğrafyacıların eserle-

■— 75 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Bu dağlardan, birçok sular çıkar. Bu vadilerdeki sular,


kumların dağlardan inişleri gibi akarlar. Buradaki köprü­
ler geniş olmayıp onlardan ancak bir atlı geçebilir. Suyun
geçit yerlerine gelince, talihsiz bir kimse oralardan geçemez.
Ulu Tanrı’nm takdiri ile askerler, güçlüklere .katlandıktan
sonra, kurtuldular. Her alçak araziden, çukur yerden çık­
mak kalbi zayıflatıyordu. Geçitlerden kurtulabilenler ge­
linceye değin oraya yakın bir yerde konakladık. Nihayet
geçitlerden cesaret ve metanetlerini koruyanlar geldiler
ve.- «arzın her yeri zahmet vericidir» dediler. ;
12 Zî’l-ka’de Pazar günü (= 17 Nisan Cumartesi) hare­
ket ettik. Bu esnada gök, yağmur taçları ile arza hayat veri­
yordu. Bu yüzden haşarat taşlar içinde ve zayıf kuşlar yu-

rinde geçer, ibn Havkal eskiden mamur bir şehir olan Arka şehrine Ma­
latya'dan 4 fersah (bir fersah 5.5-6 km), Aıikâ'dan Vâdiyyu'l-Hicâre'dekî
bir köy ile Vâdiyyü'l-Bakar'a 6 fersahlık bir yol bulunduğunu ve bura­
ların İslâm sınırı olduğunu yazdıktan sonra sınırdan er-Rummâne köyü
ve kalesine 6 fersah da' gidildiğini ve er-Rummâne ile Semendû (Za-
mantı) arasında 10 fersah yol olduğunu yazar (Kitab sûreti'larz, ya­
yınlayan J. H. Kramers, Leyden, 1938, s. 197). El-Mukaddesî er-Rum­
mâne ile Zamantı arasındaki mesafenin iki konak olduğunu bildirir, (s.
150). Selçuklu müverrihi Ibn-i Bîbî Sultan Alâaddîn Keykubâd'ın, ülkesi­
ni elinden aldığı Mengücük oğlu Muzafferiddîn Mahmûd'a- Kırşehir'i
dirlik yolu ile ikta ettiğini, Rummân, Arabsus (Yarpuz) ileNehr-i Kâli'-
yi de (Elbistan'ın güneyindeki Nergile yöresi) mülkiyet sureti ile verdi­
ğini bildirir (Muhtasar, IV, s. 152). Er-Rummân'aı hakkında tafsilatlı bil­
giyi müellifimiz vermiştir, ibn Şeddâd (s. 89) ve ondan faydalanan
müellifler el-Yûnînî (III, s. 182-183), Ed-Devâdârî (VIII, s. 203) ile
■ Ebu'l-Ferec (türkçe tercümesi, s. 600) Moğollar’dan bir topluluğu giz­
lediklerini öğrenen Bey Bars'ın Kayseri'den dönerken Emîr Alâaddîn Tay
. Bars el-Vezîrî'yi göndererek Rummâne'yi yaktırmış Gayr-i Müslim halkın
kadın ve çocuklarını tutsak aldırmıştı. Tahrir defterlerinde Rummân,
Hurmân kalesi adıyla anıldığı gibi, Tanır'ın güneyinde bir de Hurmân
'köyü vardır. Bunların da adları değiştirilmiş olup Hurman kalesine Yazı
Belen kalesi, Hurman'a da Yazı Belen isimleri verilmiştir. Hurman kalesi
hakkında T. Özgüç'ün raporuna da bk.: Elbistan ovasındak’ tetkik gazi-
teri ve Kara Höyük kazısı (Belleten XII. s. 45, 228-229). Hurman
. (Rummân kalesi) şimdi de (1985) eski ihtişamını andıran bir görünüş-
■ tedir. Fakat kalenin bulunduğu dar vâdi. sulak ve ekili olmakla , beraber
meskun değildir ve müellifin zikr ettiği yerlerin izleri bile kalmamıştır.
Fakat kale ve çevresi ruhları dinlendirmekte ve âdeta insanı büyülemek­
tedir. Kalenin bulunduğu vadideki ekili yerler Dağlıca (Maragoz) köyü­
ne âiddir.

— 76 —
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

yalarında boğuldular. Yerlerin ıslaklıktan tutunacak bir ta­


rafı kalmamıştı. Öyleki yılanlar bile yürüyemediler. Dağ­
ar, namus ve şerefi korumak için «Avâsım» olmaktan çıktı.
Gebe hayvanlar karınlarında taşıdıklarını bıraktılar. Taşla­
rın kayganlığından karıncaların bile ayaklan kayıyordu.
Bütün günümüzü bu durumda geçirip güneşin batmasına
yakın bir zamana kadar yürüdük. Kısıkların kolları bizleri
atlarımızın kollarından teslim alıyordu. Sonra burayı geç­
tik; akşam vakti sulu bir yere konduk. Burası , yüksek dağ­
lar ve akarsular ile çevrili bir yerdi. Buranın alçak yerine
Kışlar Pınar32 Özü (vat’at) denilir. Kışlar Pınar özü Eski
Sarus’a (Sanz’a) 33 bağlı bir yöredir. Gümüş madeni de bu-

32 Metin: Kışlâvsar. El -Ömeri'deki imla tercih edildi. Fakat Kışlar Pınar'ın


yeri, bizzat mahallinde .yaptığımız araştırmalara rağmen,, tesb.it edileme­
di. Selçuklular devrinde Sârus (Sarız). idari bir yöre idi. Gerek Sârus,
gerek Zamanda (=Zamantı) nâibler ile idare ediliyordu. Hatta Sa-
rus'da Selçuklular devrinde 658-659 (1259-1261) tarihlerinde gümüş pa-
. ra basıldığını biliyoruz (A. Tevhid Meskûkât-ı. Islâmiyye .katalogu, İs­
tanbul 1321, s. 270-280). Fakat bu İdarî yörenin merkezi neresi idi, işte
bu, bilinemiyor. Şimdiki Sarız'ın eski adının «Köy Yeri» olduğunu bi­
liyoruz. Bu ıköy Yeri'riiın Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Sarus..adını ta­
- çıması mümkündür. Nitekim Osmanlı ordusu 1915 yılında Dulkadır se­
ferinden dönerken buradan geçmişti. / . . ■. ■ ......
. 33 Metnimizde geçen Eski Sarus'a gelince şimdilik bu hususta bir. tahminda
dahi bulunmak istemiyorum. Ancak Sarız'da bana1 verilen bilgilere da-
• yanıp bazı mevkilerden ve bu mevkilerden Yabanlı Pazarı., ile Karatay
Kervansarayı'na giden yollardan sözedeceğim.. . . .
. Bu mevkilerden biri Yalak'tır. Yalak, Sarız'ın takriben .28-30 km.
güney, batısında düz vadi üzerinde bulunan bir nâhiye merkezidir. Türk­
çe. olan Yalak'a Yeşil Kent adı verilmiş ise de orası ağaçsız bir, yerdir;
halkını Avşar'ın Koca Naili oymağı mensupları meydana .getirir. Köyün
yakınında ve güney doğusunda kilise kalıntıları olduğu gibi eski yani
tarihî mezarlık da bu kalıntıların karşısında'bulunuyor. İkisi arasından ge­
çen yolun eski kervan yolu olduğu söyleniyor. Bu yol Yalak'dan onun kuze­
yindeki Kemer'e gitmektedir. Bu iki mevki arasındaki yol «daş» la * döşen­
miştir. Yol Kemer'den batıya, imi rzaı Ağa köyüne doğru yön almaktadır. Bu
köyün (Imirza Ağa) kuzeyinde Kuru Çay kısıik'ı vardır. Han harabesi kısık
: ağzında bulunur.. Burada tarihî, bir köprü de vardır, Yol buradan Cingöz
köyüne, oradan da Han köyüne gider. Adının d» gösterdiği gibi, -bura»
da bir kervansaray'ın bazı kısımları henüz ayakta olup devletin alâka ve
himmetini görmek için yolları gözlüyor. Buradan yol Kafa Dayı (Kara­
tay) Hanı'na varır. Kara Dayı (= Karatay)'dan da Zerezek-Kanber'den
geçilip isbile (Isbeie) Hanı'na gelinir (fotoğrafa bk.). Buradan da
Talas'a ulaşılır. . . ..

.— 77 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1935

raya yakındır34.
Yine bana söylendiğine göre Yedi Oluk'un karşısındaki yer­
den giden bir yol, Gölcük - Eğri Söğüt - Savalan'dan geçerek
Pazar Ören ile Pınar Başı arasında ve Pazar Ören'e takriben 15 km.
mesafedeki Kızıl Han'a ulaşır. XVI yüzyıla ait tahrir deftedierinde geçen
(nr. 216, s. 111; Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 108,
s. 442) Yarmaç (?) Han pek muhtemel olarak, bu Kızıl Han'dır. Çünkü, Kı­
zıl Han yakınındaki Savalan'ın Yarmaç (?) Han'ın yanında olduğu yine
defterlerde kaydediliyor (aynı defterler, s. 109, 110; s. 540). Kızıl Han'­
ın izleri, halikı 93 (1876) göçmeni olan aynı addaki köyün yanındadır,
(takriben 400 metre mesafede).
Anlaşıldığına göre Bey Bars Hurman kalesinden hareket ederek
Marabuz - Maraguz - (Dağlıca), Kır Kısrak,. Dallı Kavak, Çağşak, Tavla, Ör-
dekli ve Day Oluk'u geçip Kemer'e ulaşmıştır. Müellifin Sarus dediği, her
halde Yalak veya Kemer'dir. Memluk hükümdarı Imirza Ağa, veya bi­
zim gittiğimiz yoldan, bunlar değil ise başka1 bir yoldan Zamantı yö­
resine çıktı. Bu hususu, bazı sebebler yüzünden tesbit etmek mümkün
olmadı. Bu yaz girişeceğim yeni bir araştırma gezisi ile Bey Bars’ın Sa-
rız yöresinden Zamantı yakasına hangi yoldan gittiği herhalde anlaşıl­
mış olacaktır.
Bana gelince, ben arkadaşlarım ile birlikte Pınar Başı - Sarız
yolunda, Yedi Oluk'tan önce soldaki KabakTepe'den girip Toy-
buk yaylası, Değişmen Taşı köyünden Yıkık Han'a vardık. Han'­
danşimdi bazı temeller kalmış, bunlar da1 birkaç Avşar yay­
la evi ve ağılı için "kullanılmıştır. Han'ın taşlarından pek ço­
ğunun 93 (1876) göçmenlerince Değirmen Taşı köyünün inşasında kul­
lanılmış olduğu söyleniyor. Yıkık Han'dan Mezgidli, İcâdiye (Kara Kilise)
yolu, ile Han köyüne ulaştık. Yolda Roma mil taşlarına sık sık rastgeldîk.
Hatta bu taşlarda veya bunların yanındaki sütunlarda lâtince yazılar
vardı, Avşar’dan olan Han köylüleri eskiden kağnı ile Kavaklar, Sama-
ğar yolu ile Kara Dayı (Karatay) kervansarayı'na gidildiğini söylediler.
O Turan Ötrek (?E. v. t. rak)Tn şimdiki Ekrek olduğunu söylüyor
ise de (Celâleddin Karatay vakıfları, vakfiyeleri, Belleten, sayı 45, s. 64)
bunu kabul etmeye imkân yoktur. Çünkü, şimdiki Ekrek köyü Karatay
kervansarayının batısında ve ona çok yakın bir mesafede bulunuyor.
Halbuki risalede geçen Ötrek (?) in Sarız'a yakın bir yerde olduğu ke­
sindir. Çünkü, görüleceği üzere Ötrek (?) köyünün altında köprüler ve
bir han (= kervansaray) vardır. Bu köy ancak Kuruçay'daki kısık'ın ba­
şında olabilir. Hülasa şimdiki durumda Bey Bars'ın Sarız yöresinden
hangi yol ile Karatay Kervansarayına eriştiği üzerinde kesin bir şey söy­
lemek, benim için, mümkün değildir. Fakat Pınar Başı yolundan gidilme­
diğini pek emin bir şekilde söyliyebiliriz.

34 Bu gümüş madenî, müellifin yazdığı gibi, Sarız'a yakın bir yerde ol­
. malıdır. Gerçekten Pınar Başı'nın güney doğusunda Büyük Gümüşgün
ile Küçük Gümüşgün köyleri vardır. Bu isimler adı geçen köylerin bu­
lunduğu yerde bir gümüş madeninin bulunduğunu belki gösterebilir.
Tahrir defterlerinde Büyük Gümüşgün Abdal, Kuruçay yakınında olduğu

— 78
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

Biz geceyi geçirme hazırlığı içinde iken ve eşyalarımızı


henüz yerleştirmediğimiz esnada biri bağırınca; bir kor­
kutucu akla geldi. Bağıran, acı veren sesini yükselterek,
Moğollar’dan bir topluluğun buradaki dar bir yerde giz­
lenmiş olduğunu, kurtulmak için şafağın sökmesini bekle­
diklerini söylüyordu. Bunun üzerine Sultanımız Efendimiz
silahlanıp atlandılar ve yağmur altında sür’atle gittiler. Fa­
kat kesilmeksizin yağan pek şiddetli yağmur yürüyüşe ma­
ni oluyordu. Kanatlan ıslanmış bir kuş nasıl uçabilirdi?
Tann’nın lutfu ile Sultanımız Efendimiz geri döndü; kendi­
sini karşılayanlara «mühim birşey değil» dedi. Bunun üzeri­
ne rahat bir uyku uyuduk ve ferahlayarak her türlü kay­
gılardan kurtulduk.
Sabahleyin tarifi mümkün olmayan dağlara girdik. Öy-
leki ayak değmemiş yüksek yerler (?) asil atların yüz üstü
düşmeleri ile eğleniyorlardı (?). Oradan, geniş kayalıklara
indik ve buraya inerken kuvvetli şahinler bile takattan
düşerlerdi. Biz bu yolculuk esnasında oralardan güçlükler
çekerek geçtiğimizde de Tanrı bizi oraya ulaştırsın ve ora­
dan kurtarsın diyorduk ve vadilerden vadilere, dağlardan
dağlara gittiğimizde de orada iken buna, burada iken ona
şükür ediyorduk.
Sonra Ötrek (? Ev. t.r.ak) köyü yanına' uğradık. Bu kö­
yün altında köprüler ve bir kervansaray vardır. Bunu mu-
teakib yol üzerinde ve bir tepede diğer bir kervansaray gör­
dük. Bu, Esbîdi (metin Eşîbdî) adiyle anılır35. Bu ker­
vansaray Samandû (=Zamantı) kalesine yakındır. Bu ka­
leyi gören Ebû Tayyîb (el-Mûtenebbî, ölümü-. 965) onun
hakkında şöyle demiştir:
«O ilerler ise Zamantı’yı ziyaret ederiz
Geri çekilir ise Boğaz içine varırız» -

kaydedilen Küçük Gümüşgün aynı zamanda Kaman adlarını da taşıyor­


lardı. Yine Küçük Gümüşgün yanında Çerçi Han'ı rnezraası (ekinlik)'-
nın bulunduğu bildiriliyor. Şimdilik bu kervansaray üzerinde bir
mütalaa beyan edemiyeceğim.

35 Esbîdi ta'hrir defterlerinde Zamanlıya; bağlı köyler arasında geçiyor. Fa­


kat nereye tekabül ettiği kesin olarak bilinemiyor.

---- 79------
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Sultanımız Efendimiz bu kalenin hâkimine, bir mektup


ile adamlarından birini göndermişti. Kale hâkimi Sultanın
isteğini kabul etmiş ve: «Sultan buyruk verirse bu berkitil­
miş kaleyi teslim ederim» cevabını göndermişti. Sultan kale
hâkiminin sözlerinden memnun olmuş ve bunu ona bildir­
mişti. Develu, (Develi) ve Dârende kalelerinin hâkimleri
de . itaat ettikleri cevâbını bildirdiler.
Hamurhâ (? H. m. r. ha) 36 adlı köye yakın bir öz de ko­
nakladık.. Bu esnada hayvanların yemi tükenmiş veya tü­
kenmek üzere idi. Gerçekten binitlere birçok gece yem ve­
rilememiş helâk olmalarına da az kalmıştı. Üstelik ele ge­
çirilen başka binitler de asıl binitlerin yemlerine ortak ol­
dukları gibi, yürüyüşlerde de onlara yardımcı olmamışlar,
bu yüzden zayıflamışlardı. Öyle ki onlara binileceği şanıl-
mazdı. Allah'ın lutfıı olmasa idi. onlar zâyi olabilirler­
di. Bereket versin bu gece elde edilen bir miktar saman
daha da zayıflamalarına mâni oldu. Onlan kurtardı ve
canlandırdı.
14 Zî’l-ka’de Salı günü (19 Nisan Pazartesi) da­
ha öncekilere benzer dağlarda yürüdük, vâdilere indik;
Bu vâdilere inmenin verdiği şiddetli sıkıntıdan, mümkün
olsa da dönülüp dağların doruklarına çıkılması temenni
ediliyordu.. Mamafih çok geçmeden Kara Tay denilen ker-
vansaray’a ulaştık. Bu kervansaray, yaptırıcısının büyüklü­
ğünü gösteriyordu. O, bu kervansarayı Tanrı’nm sevabına
nail olmak için inşa, ettirmişti. Bu bina genişlik ve yüksek­
lik bakımından en muhteşem eserlerden biridir; biçimi ve
görünüşü de pek güzeldir. Bu yapı için yontulmuş ve parla­
tılmış, âdeta mermer gibi, kızıl bir taş kullanılmıştır; Sur­
ları ve sütunları kalem ile eşlerinin yapılması
mümkün olmayan, nakışlar ile süslenmiştir; kapısının
dışında iki kapılı berkitilmiş suru olan, zeminine
kaldırım taşı düşenmiş rabaz gibi bir yer olup orada dük­
kânlar vardır. Kervansarayın kapılan da demirdendir ve
en güzel bir şekilde yapılmıştır. Kervansarayın iç kısmına
gelince, burası yazlık eyvânlar (sofalar) ve kışlık bölüm

3° Mevkii tesbit edilemedi. .....

. —80---
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

ile ahırlardan meydana gelir. Hülasa bu eserin mükem-


mellliğini anlatmak güçtür. Yolcular «rihleten li’sayf vs’s-
şitâ» da37 orada aradıklarını mutlaka bulurlar. "
Bu kervansarayda hamam, hastahâne (el - bîmâris-
tân) ilaçlar (el-e_dviye), yaygılar, kapkacak vardır. Her yol­
cuya, derecesine göre, sofra hazırlanır. Sultanımız. Efendi­
mize, buraya uğradıklarında, şanlarına lâyık bir şekilde
ziyafet verildi. Onu görmek için çok kimse toplandı ise
de, bunlardan hiçbiri ne sofrasına ne de kendisine yakla­
şabildi. Bu kervansaray pek zengin bir vakfa sahiptir. Bu
cümleden kervansarayın çevresinde ve ülkenin başka yer­
lerinde pek çok köyün gelirleri bu vakfa bağlıdır. Kervan­
sarayın bir dîvânı, gelirlerine ve giderlerine bakan «kâtip
ve mübaşir» leri vardır. Tatarlar kervansaray’ın gelirlerine
el atmadılar ve onun hayırlı hizmet vermesinden dolayı
varlığını olduğu gibi sürdürmesine müsâade - ettiler, Ana­
dolu halkı kervansarayın sahibini-Allah rahmet eylesin-
pek yüceltirler38. . . • •
Ayiıı günün gecesi bir köyün yânına konduk. Bu köy
Kayseri’ye yakın ölüp *Asîb denilen dağın doğusundaki Sal-
gûma vâdisinin tam ortasında bulunur39. Şâir İmrü’u’l-
Kays’ın kabri 'buradadır. Nitekim şu şiirde ifade edilmiştir:

«Ey komşumuz birçok şeyler oldu . ■


Asîb burada oldukça ben de buradayım

37 Burada bilindiği üzere Kuraya sûresindeki (nr. 106): «Li-îlâfi Kurayşin


ilâfihim rihlete'ş-şitâ' va's sayfi» âyeti telmih ediliyor.

38 Karatay kervansarayı'nm vakfiyesi ve Karatay'ın hayatı hakkında : O.


Turan, Celâleddîn Karatay vakıfları ve vakfiyeleri, Belleten, sayı 45,
s. 18-170, tavsif ve sanat değeri için. K. Erdmann, Das Anatolische Ka-
ravansaray Des 13. Jahrhunderts, Berlin, 1961, I, s. 177-124, no, 32,
Bazı tahrir defterlerinde (meselâ 216, s. 79) kervansaray'ın bulunduğu
. köy için: «Kaınye-i Kanatayı Sultan» deniliyor. .

39 Salgûma, Kara Tay kervansarayının kuzey batisında, Tavlusun'un doğu­


sunda, Gesi'nin güney doğusunda ve ona bağlı Salkuma (yeni adı. Gür­
pınar) köyü olmalıdır. . îsbile kervansarayı'nm harabesi de Salkuma'nın
güney batısında bulunur.

— .81 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1935

Ey komşumuz! biz ikimiz burada garibiz


Her garîb diğer bir garibin akrabasıdır.» 40.
Ercâs (Eryâs) dağı bu dağdan yüksektir. Anadolu hal­
kı bu dağın (yani Erçiyaslın ünü ve onun dünyadaki bü­
tün dağlardan yüksekliği ile ilgili birçok sözler söylerler.
Gerçekten bulutların dağın eteklerine kadar inmiş olduğu
görülür. Üzerindeki kardan kışı yazından ayırd edilmez.
Pusunun yoğunluğundan akşamı sabahından anlaşılmaz.
15 Zî’l-ka’de (20 Nisan Sah Çarşamba günü) - ki Züh-
re’nin yükselişi günüdür - muzaffer ordu düzenince atlan­
dı, geniş düzlüğü akan bir su gibi doldurdu. Sultan
da emr ve iktidar sahibi olarak maiyyeti ile atlan­
dı. Hızlı seğirden atı geniş meydanda azamet ile yü­
rüyor, sahibinin sultan olduğunu biliyormuş gibi neşeli
ve sevinçli bir şekilde ona ses veriyordu.
Kayserililer, (ehlu Kayseriyye) ululan, âlimleri, zâ-
hidleri, tacirleri, halkı ve kadınlan ile Sultanı karşıladılar.
Sultan halkın bu hareketinden pek memnun kaldı ve onla­
ra bundan dolayı teşekkür etti. Kadılarına ve âlimlerine ya­
nımızda yer verdi. Onlar ile tek tek konuştu. Halktan ve
yoksullardan bîr topluluk getirdiği sevinçle vecde geldiler
ve onun verdiği hayretle zikr naraları attılar. Sultan Gıyâ-
seddin’in dehlizi (giriş yeri olan saltanat otağı), çadırları,
sultanlık alâmetleri, bir saraya ve bahçeye yakın Keyhus-
rev41 denilen özde bulunuyordu. Halk, melik, câriye,
âmir ve memur olmak üzere tabakalarına göre
tehlîl ve tekbir sesleri ile Sultanın şerefli rikâbmda yürü­
düler.
Sultanımız Efendimiz kendisi için hazırlanmış olan ota-
40 Necde 'hâkim olmuş Kinde hanedanından olan bu ünlü şâir Arablar'ın
hâtıralarına göre yandım istemek için gittiği İstanbul'dan dönerken
■ Ankara'da, ölmüştür (MS. 530?). Imru'ul-Kays'ın Asîb de öldüğü riva­
yeti Divânı'nın mukaddimesinde ve İ. A.deki hal tercümesinde zikredil-
memlştir (V-2, s. 897-898). Bu sebebi® müellifin verdiği bu haber dik­
kâte şayandır. Yâkût'da da bu şiir geçiyor (Mu'cemu'l-buldân, yayınlayan
,F. VVüstenfeld, Leipzig, 1868, III, s. 678). Fakat o, şâirin Ankara'da ağı­
lanarak öldüğü kanâatinin yaygın olduğunu söylüyor.
41 Muhtemel olarak Keykubâdiyye'yi kasdediyor. Burası, şimdi şeker
fabrikasının da bulunduğu, Kayserinin batısındaki Deli Su vadisi idi.
Bu yerin adı olarak Keykubad, zamanımıza kadar gelmiştir

— 82 —
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

ğa indiler; Gelenek üzerine. dehlizinin kapısında, Selçuklu


bandosu (en-nevbe) çalındı. Sultan halkın şerefli otağına,
girmelerine ve kendisini görmelerine izin verdi. Oraya eğ­
lendiriciler de gelmişti. Fakat yüz bulamadılar. Onlara:
«gidiniz ve istediğinizi başka bir yerde elde ediniz. Bu iş
burada yapılmaz. Burası türkü söylenecek yer değildir. Bila­
kis burası hiçbir şeye ihtiyaç duyulmayan bir yer­
dir», denildi. Sonra Sultan ihsanlarda bulunmaya başladı.
Her mevkie birini tayin , etti ve «sana, şunu verdim.» dedi,
hükmetti hükmettirdi; bildi, bildirdi. Emir Seıyfeddin Çaliş’ı
kendi naibi yaptı. Hatta şehirde bulunmayanların bile di­
leklerini yerine getirdi. Birçoklarının da korkularını1 gider­
di. Bununla beraber büyükleri muhalefetde devam ettiler;
beyleri itaatsızlıklarmı sürdürdüler. Sultan onların felah
bulmadıklarını onları ancak Tatarlar’m yola getirebilecek­
lerini görmüş ve anlamıştı. Onlar bazen saygılı devranırlar
bazan da bunu göstermezlerdi. Bunun üzerine Sultan, vaad-
lerini yerine getirmekten vaz geçti; dönmeye karar verdi ve
Tanrı’nm kendisini çıkardığı yüce makamı tercih etti.
17 Zî’l-ka’de Cuma günü (22 Nisan Perşembe) Allah’dan
her türlü iyiliği umarak atlandı ve Selçuk oğullarının çst-
rini başı üzerinde taşıttı. Halk onu çetr ve arslan,' çetr ve
kuş sahibi olarak gördüler Tan atarken Kayseri’ye girdi;
oturması için sultanlık sarayı, ona ayrılmış Selçuklu tahtı
onun için hazırlanmıştı. Bu, saray gurur verici bir devletha­
ne, ona tapmanlarm meskenleri, eğlenceyi sevenlerin yer­
leridir. Hülasa bu saray şâhâne bir binadır. Etrafını da
meyve bahçeleri çevirmiştir. Duvarları da göz alıcı muhte-

42 Bey Bars'ın alâmeti arslan idi. Arsianlı çetr bu hükümdarınkini, kuşlu çetr
de, herhalde, Selçuklu hülkümdartarınınkini ifade ediyor. Buna göre Selçuk­
lu Hanedanın alâmetinin kuş olduğu düşünülebilir. Gerçekten ibn-i Bîbî'da
şöyle bîr ifade görülür: «ukâb-i çetr-i humâyun ber hûrşîd-i selâtîn per u
bâl-i ikbâl guşâde va sâye-i devlet gusterde = uğurlu çetrin kartalı
sultanların güneşi üzerine yücelik kanat ve tüylerini açarak ve uğurlu gölge
sini yayarak..». Gerçi burada ukâb ( = kartal) birteşbih şeklinde kullanılmış
gibi görünüyorsa da (uğurlu çetrin kartalı) yine demüellifimizİn sözlerini
teyİd etmektedir. Ancak îbn-i Bîbîkartalın çift başlı olduğunu söylemiyor
(çetr hakkında bk. î. H. Uzunçarşılı, Osmanlı devleti teşkilâtına medhal,
TTK, İstanbul, 1941, dizin s. 502).

83
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

lif şekilde güzel çiniler ile bezenmiş ve en güzel süsleme­


ler ile süslenmiştir.
Sultan en uğurlu bir zamanda hükümdarlık makamına
oturdu. Taht onunla en mutlu bahtına kavuştu. Orada bu­
lunanlar sultanı kutlamak ve elini öpmek için ilerlediler.
Bundan sonra kadılar, fakikler, âlimler, sûfiler ve sarıklı­
lardan diğer mevki sahipleri, lier Cuma günü Selçuk oğul­
larının göreneğince yapıldığı üzere, orada hazır bulundu­
lar. Emir-i mahfil ayakta durdu. Emirû mahfillik onlar ka­
tında mühim bir memuriyettir43. Emîr-i mahfil güzel yüzlü
ve boylu boslu bir adam olduğu giıbi, elbisesinin yenleri
daha geniş, sarığı da daha büyük idi. .O, sultanın, buyrukla­
rını yerine getirmek üzere önünde durdu. Kürrâ (iyi Kuran
okuyanlar) hep birlikte okumaya başladılar. Bunlar hoş,
güzel ve beğenilen bir ses ve ahenkle okuyorlardı. Güzel
bir şekilde okuduktan sonra «tertib» e saptılar. Okumaları
sona erince Emîr-i mahfil yüksek sesle birşeyler söylemeye
başladı. Bu sırada avurdu, şişiyordu, sonra ma-

43 Türkiye Selçuklularında Emîr-i mahfil teşrifatçı'ya- deniliyordu ,(i. H.


' Uzunçarşılı, s. 91). Emîr-i ma'hfil'in camide bile farsça manzum şe-
. ikilde birşeyler . söylemesi, . bilhassa Irenlı muhacir Acemler'in
devlete hâkim olmalarından ileri gelmiştir. Değilse bu zamanda câri­
lerde türkçe . vâ'zlar verebilecek yeter sayıda' Türk aydını yetişmiş ve
bunun sonucunda edebî türkçe ilk meyvelerini vermeye başlamıştır. Mev-
lanâ'nın oğlu Sultan Veled'in türkçe. manzumeler yazması, Türkleri ve
. türkçeyi sevmesinden değil çevrenin dolaylı olarak zorlamasından ileri
gelmiştir. Karaman oğlu Mehmed Bey'in fermanı Türk yurdundaki, Türk
devletinin dairelerinde türkçe'nin konuşul mamasın in bir tepkisidir ve
basit bir şey olmayıp Türk kültürü bakımından pek mühim bir hâdisedir.
Halbuki Mısır gibi bir ülkede onbeşbin Türik türkçe konuşuyor ve Türk
asıllı olmayan aydınlar türkçe öğrenmeye çalışıyorlardı, iranlılar'ı kendi
■ dillerini konuştukları için, muaheze etmeye hakkımız yoktur. Bilakis on­
lar Türkiye’nin medenî gelişmesinde ■ mühim roller oynamışlardır. XI.
yüzyılda Türkistan'da : «başsız börk Tat'sız ( = Acemsiz = Farssız} Türk
bolmas» şeklinde bir söz söyleniyordu. Mesele son Selçuklu sultanları-
ntn çocuk yaşta, bulunmaları ve bilhassa şahsiyetlerinin zayıf olması ile
ilgilidir. Ancak takriben on bin kişilik bir Türk hassa askerine sahip
■ olan, fauna karşılık bütün tebaasını, aydınlarını ve devletlerinin mülki
ricâlini yerlilerin teşkil ettiği Gazneli Mahmud'un veya oğlu Sultan
Mes'ûd'un saraylarında bile türkçe konuşuluyor, buna- karşılık Türkiye
Selçukluları'nın saraylarında farsça tekellüm ediliyor. Bu, tabiî bir hâdise
değildir.

—— .84 ——
F. SÜMER: YABANLU PAZARI

naşı taaccüb verici, lakırdıları ürkütücü farsça bir şiir in-


şad etti. Hatta onu can sıkıcı bir şekilde uzattı, sözlerinin
manasını bilenler de ona katılmışlardı.
Bu iş bitince sofra kuruldu. Fakat bu sofra hükümdar­
ların şanlarına yakışır bir güzellik göstermiyordu. Orada
bulunanlar yemeği bitirmek için değil şereflenmek maksa-
diyle yediler. Sonra herkes yerli yerine gitti. Sultan da isti­
rahata çekildi; bir veya iki saat dinlendi; oradan da pek sev­
diği otağına gitti. Sultanların sarayında Selçuklular’m ka­
dınları vardı. Fakat orada ancak yoksulluk ve yoksullar gö­
rülüyordu. Oturdukları’ yerler onlara lâyık odalar sayıla­
mazdı. Bu odaların kapılarının üzerinde ipekten, fakat pek
eskimiş örtüler vardı. Hizmetçilerin yaşlılannda-bundan
dolayı onlara «büyük» denilir-perişanlık zilleti ve yoksul­
luk emareleri görülüyordu. Sultan onları kendisine yaklaş­
tırdı, onlara güler yüzle davrandı ve iyiliklerde bulundu.
. Sonra herkes Kayseri’deki Cuma namazına gitti. Bu şe­
hirde yedi cami de Cuma namazı kılınır. Buralarda hatîbler
var ise de bunlar hayvanlardan farksız gibidir (!). Namazı
Sultan camiinde kıldık. Bu, büyük bir cami olup bunlar ibâ­
det yerleri olarak, sultanların ihtişamlarına delâlet eder.
Orada onların güzel niyetlerini ifade eden hayırlı şeyler
gördük. .
Camide halk ve onların ileri gelenleri bulunuyordu. Ce­
mâat saflar halinde değil halkalar şeklinde oturmakta idi­
ler. Bir bahis üzerinde acemce bazı meseleler konuşuldu.
Hafızlar da bir araya gelip Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler oku­
maya başladılar. Fakat bu, bilinen okumadan uzak bir oku­
nuş idi. Kur’ân nağmeli bir sesle okunuyor ve kelimeleri tef­
rik için de sesin ahengi bölünüyordu. Harfler gelişi güzel
söyleniyor ve harflerin çıkış yerlerinde durulmuyordu.- Hal­
buki -söz. söylemeye ilk önce böyle başlanır. . . ..
Ezânlann vakti gelince üzerinde kaftan (el-kabâ) bu­
lunan bir. oğlan müezzin mahallinde oturan ve onun gibi
kaftan giyinmiş müezzinler arasından ayağa kalktı; tek
başına bir iki-yol tekbîr getirdi. Teşehhüd’e gelince, hepsi

■— 85 -—

T
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

titrek ve kırık sesler ve türlü nağmeler ile ona katıldılar. Se­


sinin. titrekçe nağmeli oluşu onu iyi bir «telhîn» ile okumak­
tan alıkoyuyordu. Seslerin terennümü ezanın sonuna kadar
devam etti. Ezanların okunması sona erince oğlandan baş­
ka hepsi oturdular. Bizden kimse ezanlardan bir kelime
bile anlamadı. .
Ezanlardan sonra yaşlı Emîr-i mahfil minberin tepe­
sine kadar çıktı. Anlayamadığımız bir dua okumaya başla­
dı;, bir şey iddia eden gibi konuştu ki biz buna alışık değil­
dik. Sanki bir muhasım; yahut şer’i vekil tarafından getiril-
lip hasmına karşı kendisini müdafaa etmesi için hâkimin
katında muhâkeme edilen biri gibi konuşuyordu. Bundan
sonra hatîb çıktı ve sadece Sultanımız Efendimiz için dua
etti. Halk da meleklerden öğrendikleri sözler ile dua ettiler.
Cuma namazı bu şekilde sona erdi. Sultanımız Efendimiz
için üzerlerinde adlan yazılı sikkeler kestirilmişti. Bunlar
aynı gün getirildi, Sultan bu paraların uğurlu isimleri ile
şereflenmiş olduğunu gördü. Bu mutluluğu diller ikrar ve
gözler de tasdik ettiler.
• Kayseri de medreseler, tekkeler, ribâtlar (hanlar) gör­
düm, Bunlar yaptıranların himmet sahibi olduklarını, şer'i
ve dinî ilimlere karşı duydukları samimi alâkayı ifade eder.
Bu binalar sağlam oldukları gibi parlatılmış ve süslenmiş
en güzel kırmızı taşlardan yapılmış eserlerdir. Zeminleri
de yine, en güzel bir şekilde bunlar ile döşenmiştir. Kapka-
cak ve peykelerin de en güzel çiniler ile kaplanmış olduğu
görülür. Bütün yaygıları da Gürcü halılarından ve daha de­
ğerli halılardan idi. Kayseri’de akar sular vardır. Şehrin gü­
ze?bahçeleri arklar ile sulanır. Kayseri çarşısı da şehrin et­
rafını çevirir. Şehrin içinde çarşı ve hatta dükkân bulun-
mazH. ' .
' Anadolu ülkesinin veziri Fahreddîn Hwacâ Ali’dir. Bu
zât okuma yazma bilmez; bilhassa sahih olduğu iki yüz

44 Müellifin Kayseri hakkında yazdıkları,, kısa1 olmakla- beraber, şüphesiz,


pek değerli bilgilerdir. Bu bilgiler, şimdi mevcud eserlerin de şehâdet
ettikleri gibi, Kayserİ'nin, Moğol tahakkümüne rağmen, nasıl mamur bîr
şehir olduğunu gösterir.

—' 86 —
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

memlûk, servetinin (esasını teşkil eder) ne kadar çok ol­


duğunu gösterir; günlük geliri yedi bin sultanî dirhemdir.
Kendisinin ve oğullarının dirliklerinin gelirleri buna dahil
değildir. Medresesinde otak ve çadırlarından bazılarını
gördüm ki bunlar en büyük hükümdarların sahip olma­
dığı şeylerdir. O iyilik seven ve haym işleyen bir insan ola­
rak tanmmış ve ünü her tarafa yayılmıştı45.
Muîniddin Süleyman Pervane ile karısı Gürcü Hatun’a
gelince, bunlardan her birinin pek değerli olan gizli servet­
leri meydana çıkarıldı. Sultanımız Efendimiz ile memlükle-
ri - Tanrı’nm hamdi ile - Hazret-i Süleyman’ın mülküne ve
Belkis’ın kasrına sahip olur gibi, Pervâne’nîn servetine ve
adı geçen karısının evine el koydular.
Sultanımız Efendimiz Kayseri’de oturduğu esnada as­
kerinin işlerini ve meselelerini pek ciddî bir şekilde düşün­
müştü. Tanrı’nm ona gösterdiği üzere askerin hâlini yakın­
dan takip etti ve gördü ki azık azalmış, kılıçlar savaştan
bıkmış, bilekler vuruşmadan yorulmuştu. Buna mukabil
Kâfirler’den karşı koyabilecek bir kimse de kalmamıştı. Ce-

4! O. Turan müellifin Kayseri’de Vezir Fehreddin Ali ile görüştüğünü yazı­


yor ise de (Selçuklular tarihi, s. 272) bu, doğru değildir. Müellifimiz Bey
Bars'ın 15 Zî'l-ka'de Çarşamba günü (20 Mayıs Salı, 1277). Kayse-
riye girdiğini ve 20 Zî'l-ka'de Pazartesi günü (25 Mayıs Pazar) de oradan
ayrıldığını yazdığına göre, şehir de ancak altı gün kalmış bulunuyor.
O. Turan, Bey Bars'ın Anadolu seferi için baş kaynak olan bu risaleye
gereken ehemmiyeti vermediği veya ondan doğrudan doğruya faydalan­
mayı ihmal ettiği ve hatta el-Ömerî'yi dahi bu meselede kullanmadığın­
dan Memlûk hükümdarının Kayseri'deki oturma müddeti için başka kay­
nakların (EbûT-Fidâ, Ebü'l-Ferec) yanlış bilgilerini nakletmiş ve Bey Bars'-
ın Kayseri’de takriben on gün kaldığını yazmıştır (Türkiye Selçuklular'!
s. 549, haşiye). Yine mer+ıûm O. Turan, Bey Bars'ın Kayseri'yi terkeder-
ken Seyfeddîn Çalış'ı naibi olarak bıraktığını söylüyor (aynı eser, s.
548). Fakat, biraz sonra görüleceği üzere, müellifimiz Seyfeddîn Çaiış'ı
kendi istekleri üzerine Bey Bars ile Memlûk ülkesine gidenlerin başın­
da zikrediyor. Esasen mantık bakımından da bu doğru olamazdı. Çünkü,
Bey-Bars Anadolu'ya terk edilmiş ülke gözü ile bakıp bu ülkenin idaresi
için tayinler yapmamış ve adker bırakmamıştı. Saniyen Bey Bars Mısır'a
döndükten sonra Seyfeddîn Çahş'ın sağ bırakılması düşünülemezdi. Hü­
lasa Memlûk hükümdarı Seyfeddîn'i Kayserideki ikameti esnasında naibi
yapmış şehirden ayrılırken onu da, isteği üzerine, beraberinde götür­
müştü.

— 87 —
TÜRK DÜNYASI . ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

zâyı hak etmiş olanların cezaları da verilmişti. Artık ülke­


de, istediği şekilde yayılan sürüler gibi, halktan (reaya)
başka kimse bulunmuyordu. Nankörlüklerine karşılık diyet
alınacak insanlar da yoktu. Eğer burada kalırsa bu ülke
onu geçindirecek derecede zengin değildi. Kendi ülkesinden
de ihtiyaç duyulan şeyleri getirtmesi mümkün olamazdı.
Anadolu’nun otlan çiğnendiği için otlaklar mahvolmuş,
yem azalmıştık Ekin mahsulu da yeter miktarda değildi.
Anadolu’nun atlarım doyurabilecek otlar muzaffer ordu­
nun atlarını besleyemezdi. Tatarlar’ı öldürmüş olan keskin
kılıç elde oldukça ve yılda el verirse yeniden gelinebilirdi.
İşte zikredilen bu hususlardan ötürü Sultan 20
(Zî’l-ka’de Pazartesi günü (25 Nisan Pazar) Si­
vas’a doğru yola çıktı46. Hareketinden önce kendi­
sine getirilen değerli gemleri, başlık takımını ve
diğer şeyleri emirlerine ve yakınlarına bağışlamıştı. Bir
müddet yol alındıktan sonra Kubarlu (?) denilen konağa
kondu47. Burada iken Selçuklu sultanı Giiyâseddm, Pervane
ve onunla birlikte olan devlet büyüklerini temsil etmek üze­
re Zahîreddîn Tercüman adlı bir elçi geldi. .Bu, gerçekte
Pervâne’nin yanında bulunan adamlardan biri idi. Elçinin
sözlerine göre Sultan’m hareket etmeyip beklemesi isteni­
yor ve Sultanın nereye gitmekte olduğunun bilinmediği ifa­
de, ediliyor. Fakat halk arasında onun Sivas’a doğru hareket
ettiği söylentisinin yayıldığı bildiriliyordu. Sltanımız Efen­
dimiz elçiye güzel ahdine vefa gösterdiğini, birçok misaller
zikrederek, anlattı. Bu arada defalarca yazdıkları ricalarını
kabul ederek ülkesinin en uzak köşesinden buraya geldiği
halde Pervane ve diğerlerinin kararlaştırılan hususlara ri­
âyet etmediklerini, gönderdikleri mektuplardaki sözlerine

46 Bey Bars'ın Sivas'a doğru hareket etmesi, kalabalık bir, kuvvetle üze-
. . rine yürüyeceğinden kaygılandığı, hatta belki .üzerine yürüdüğünü öğren­
diği ilhan Abaka'yı aldatarak onun kendi dönüş yolunu kesmesini ön­
lemek için olmalıdır. . . . ,

47 Metin: Atarlû, el-Ömerî: K.b.r iû (s. 15). ibn Şeddâd'ın türkçe tercüme­
. . sinde (s. 88). Kîrlû (yaıhud Kayırlû), el-Yûnînî de (III, s. 182) Kîrlû (ya­
hut Kayırlu) ed-Devâdâr'de (VIII, s. 203): Kîrlû (veya Kayırlu). Kayseri'-
den Sivas'a giden eski yol üzerinde Kumarlu adlı bir mevki olduğu gibi,
aynı yolun az ilerisinde de evvelce Kayır Hisar, şimdi de Kayır Han deni­
len bir yer veya bina vardır. ' ......

— 88-----
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

vefa.göstermediklerini söyledi ve «Hakk geldi ve batıl git­


ti; buna rağmen onlar fena maksadla işin, kolayına gittiler.'
Onların küfrü tercih ettikleri açıkça görülmüştür. Tatarlar’-
m istilasından beri onlar meş’ûm insanlar olmuşlardır»
dedi. ' . ’
Sultanımız Efendimiz Anadolu askerinin kendisi­
ni kurtaramıyacağmı anladığı gibi, daha önce uğradığı
mağlubiyetlerin korkusu ile Moğollar ile savaşamıyacağmi
da görmüştü. Devleti idare edenler işlerinde başarılı olma­
yıp zevke düşkün insanlardır; savaşı, yenmeyi ve askere
kumanda etmeyi değil eğlenceyi, sefahati seviyorlardı. Sul­
tan. elini uzatarak Süleyman Pervâne’nîn teklifini kabul
etmedi ve elçiye şöyle dedi: «ona söyle ben şimdi Anadolu’yu
ve yollarını biliyorum. Onun anasını, oğlunu, kız torununu
tutsak aldım. Tanrı’dan nail olduğumuz şu küçük zafer
bize yeter: Bir kimse hacc farizasını yerine getirince mü­
cavir olur. Biz de bunu yaptık. Bundan sonra ne yardım­
laşma, ne de bu hususta, konuşma olacaktır. Tanrı’nm bize
verdiklerinden ahreti istediğimiz için, Anadolu ..halkının
kanını dökmedik ve malını da yağmaladık. Tatarlar’a ver­
meyi arzu ettiğiniz mallarınıza dokunmak şerefsizliğini
göstermedik. Cennetler pek çök mecburiyetlere katlanan­
lar içindir. Ganimetler gâlib gelinince alınır. Sultanınızın
tahtına oturmamız. Selçuk oğullarının tahtı ile iktidarı­
mızı artırmak maksadı ile ilgili değil idi. Bu, başkalarına
güç görünen işlerin bizim için kolay olduğunu’ göstermek,
kudretimizin herkesçe tanınmasını isbat -etmek, bir hafta­
lık mesafenin bizce bir adımlık yer olduğunun bilinmesi
içindi. Yoksa, eğerimiz, Allah’ın lutfu ile kudret ve zen­
ginlik bakımlarından bu tahtan daha büyük ve daha yük­
sektir. Ülkemizde ne kadar çok devlet merkezleri vardır.
Biz bu merkezin bir işaretiyiz. Elhamdulii’llah kazandığımız
zaferler «el-Fethu’l-Kudsî’yi» geçmiştir48. . ‘ '

48 Bey Ba-rs'ın Selçuklu devletinin idareci zümresi hakkında söylediği söz­


lerin bir takım haksız ithamlar olmadığını sadece mütehassısların değil,
bu devrin tarihini yakından bilen herhangi bir kimsenin de tasdik edece­
ği şüphesizdir. Daha- önce de söylendiği gibi, -Selçuklu devleti maddeten
pek kuvvetli, ülke pek zengin idi. Fakat bir devletin ayakta durabilmesi
için, aynı ‘derecede manen de'kuvvetli olması Igerekiyordu. Hâtta bir

— 89-----

T...... .. i...... .. ... T


TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

Sultan, arzu üzerine ve bağışlama sureti ile Anadolu


büyüklerinden bir çoğunu yanında götürdü. Bunlar
şunlardı: Naibi tayin ettiği Seyfeddîn Çalış. Bu, yaşlı,
asil, ilim ile meşgul bulunan bir emir idi. O Anado­
lu’da emîrjiâd (adalet nâzın) olup buna biz de emîrü’-l-
mezâlim denilir. Zahîreddîn Mütevvec. Faziletli bir insan
olan Zahîreddîn vezirlikten daha geride sayılan müşrifu’l-
memâlik idi. Zahîreddîn bir cildlik Sıhâh ile daha birçok
İlmî eserleri kendi elyazısı ile istinsahı etmişti. Hatîr oğlu Şe-
refeddîn’in oğlu Nizâmeddin Evhad, kardeşleri, adanılan ile
babasının adamları ve amcası Şehîd-Allah rahmet etsin-Zi-
yâeddîn’in oğulları. Emîr Muzaffereddîn Mehâf, Çaşnigîr
Emîr Seyfeddîn Kiçkine49 Emîr Nûreddîn el-Mancinîkî. Ma-
latyalılar’a gelince, bunlar Emîr Ârız Reşîdeddîn’in oğullan
Kemâleddîn ve kardeşleri ile Gerger valisi Emîr Alidir. Sul­
tan Malatya’da Kâdı’l-Kudât’ı da refakatına aldı. Bu, kadı
askerin oğlu Hüsâmeddîn’dir; Hüsâmeddîn’in babası­
nı Sultan ‘Alâaddîn, elçilikle birçok hükümdarlara
göndermişti. O âlim ve fâzıl bir zât idi. Bunların çoğu­
nun yanlarında hanımları, oğlanları (gılmân) ve torunları
olmak üzere ev halkı da vardıw.
Gazaba uğrayarak götürülenlere gelince bunlar da yu­
karıda zikredilen Pervâne’nin oğlu (Muhezzebeddîn), Ho­
ca Yûnus’un oğlu. Bu, aynı zamanda Pervâne’nin kızının
devletin, bir kavmin varlığını sürdürebilmesi için bu ikinci âmilin, yani
manevi kuvvetin maddi kuvvetten çok daha mühim olduğu bir vakıadır.
Maddeten kuvvetli fakat manevi gücünü kaybetmiş nice devlet ve kavmin
yok olup gittiğini; buna karşılık yoksul fakat manen kuvvetli pek çok
milletin de büyük başarılar kazandığını biliyoruz. Tarih baştan başa bu
gibi misaller ile doludur. İlk yoksul Selçuklu beyleri büyük bir devlet
kurup Anadolu'yu da Türk vatanı yaptılar. Pek zengin fakat manen bit­
miş son Selçuklu hükümdarları ise Türk vatanına felâket getirdiler. Tür­
kiye'de tasavvuf cereyanlarının gelişmesi, Mevlâna ve Yunus Emre'nin or­
taya çıkmaları bu felâket ile yakından ilgilidir. Bereket versin Türkmen-
ler yani Türk göçebe unsuru manen güçlü olduğu gibi eski teşkilat ve
milli geleneklerini koruyorlardı. Memlekete sahip çıkıp istilacılar
ile onlar mücadele ettiler; başarıları sonuncunda Türkiye'nin beylikler
devri tarihi başladı.

49 Metin: el-Emîr Seyfeddîn Kedkiyâ

O. Turan'ın listesi ile karşılaştırınız (aynı eser s. 545-546).

— 90—
F. SÜMER : YABANLU PAZARI

oğlu idi. Pervâne’nîn anası, Anadolu emirlerinin büyükle­


rinden ve zenginlerinden Emir Nureddîn Caca Atabey’in
kardeşi Emir Kutbeddîn Ahmed, Emir Sunkurca ez-Zü Başı
(yani Sü Başı) 51. Emir Caca oğlu Sirâcsddîn îsmâl, Sivas Sü-
başısı (askeri vali) Emir Nusreteddîn, ‘Ârizu’l-ceyş Emir
Kemâleddîn, Pervâne’nîn akrabası Emîr Hüsâmeddin b.
Kavek (?) 52. Emîr Seyfeddîn Çavuş (metin: el-Câviş), Emîr
Şiiıâbeddin Gazi b. Alişîr et-Türkmâni53.
Moğollar’a gelince, bunlar da binbaşı ve yüzbaşı rütbe­
sindeki kumandanlar olup şunlardı: Zirek, Sartak54. Hanû-
ke, Serkede ve Temâdi’ye (?). Sultan ikinci günü hare­
ket ederek kervansaray adıyla anılan ‘Alâeddîn Keykubâd
hanının yakındaki bir konağa indi. Bu kervansaray, Ka-
ratay kervansarayına nisbetle daha büyüle ve vakıfları da
daha fazladır. Bu cümleden kervansarayın yakınında azık­
lık için pekçok koyun vardır. Muzaffer askerler «abîse» adlı
yemeklerinde bunlardan faydalandılar. Bu koyunlarm ne
için kullanıldığını sorduğumda: «bunlar Kervansarayın va-
kıflarmdandır. Kuzuları kervansaray’a gelenler için kesilir
cevabı verildi. Tanrı herkese yararını artırsın çok asker
geldiği halde hepsi doyuruldularS3.
Üçüncü gün, 22 Zî’l-kâ’de Çarşamba, (25 Nisan Salı) gö­
çüp Tatarlar’m kondukları Rev. ran (?) Küdüllüf? K. v. lû) 56

51 Metin: el-Emîr Sunkurcah er-Rûnâsî.

52 Metin : El-Emîr Husâmeddîn Rekâvek.

53 Yani Germiyânlı Şihâbeddîn. Kaynaklar (yeni müellifimiz ve İbn Şed­


dâd) Alişir oğlu'nun Türkmen asıllı olduğunda birleşiyorlar. Çağdaş İbn-i
Bîbî de onları doğruladığı için Germiyânlılar'ın asılları üzerinde başka
bir görüş ileri sürmek mümkün değildir. Fazla olarak Aksarâyi ve Ano­
nim Selçuk nâme gibi yerli tarihî eserlerde, İran da yazılmış Moğol devri
kaynaklarında da adları geçen müelliflerin sözlerini dolayı-sı ile destek­
leyen ifadelere rastgelinir.

54 Metin : Sertalak.

55 'Alâaddîn kervanasarayı için: K. Erdmann'ın yukarıda adı geçen eserine


bk. (s. 90, 97, nr. 26).

56 Mevki, tesbit edilemedi. . ■

- ■ 91 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

denilen öze (vat’at) indik. Küdüllü (? Güdüllü) bu öz ke­


narındaki dağların adıdır57. . ...
23 Zî’l-ka’de Perşembe günü (26 Nisan Çarşamba) göç­
tük. Zamantı (Samandû) kalesinin arkasındaki bir özde-
buraya yürümekte olduğumuz yoldan değil başka bir yol­
dan gelmiştik.-Kizıl Su yani en-Nehrü’l Ahmer denilen bir
çay ile karşılaştık. Kızıl Su Küçük Küdüllü’ye yakın idi. Bu
çay’ın geçit yeri zahmet verici, maniaları geniş,' inilecek
yeri çok aşağıda, ayak basılacak yeri kaygan, çıkılacak yeri
yüksek, şu içilecek yeri uzaktı; çamur (balçık) yüzünden
kaymadan çıkmak mümkün değildi58. Sultanımız Efendimiz
kılıcını çekerek kendisi ve bütün yakınlan geçiş işi ile
meşgul olduklar. Geçilecek yen bizzat kendisi seçti ve
askerin düzen içinde geçmesine, ayakta durarak nezâret
etti. Bu esnada izdihama sebep olanların üzerine yürüdü;
arkadaşına eziyet etmek isteyenleri birçok defa tedip etti.
Aynı günün saat dördünden sekizine kadar geçiş devam et­
ti ve askerler esenlikle çayı geçtiler. Bundan sonra Sultan
atma binerek suyu geçti. Diller ona dua ettiler: «Tanrı onu
korusun, uzun ömürlü kılsın» dediler. Sultan oradaki bir
vadiye indi. Burada otlak var ise de bunlar dikenli ot İsa'­
dan) değildi, manzarası da güzel, fakat Şi’b Bevvân olâ;
mazdı59. ... . . .
Sonra Cuma günü («675», 24 Zî’l-ka’de=29 Nisan Per­
şembe, «1277») hareket edip Karaca Hisar kayalıkları yanı­
na indi. Karaca Hisar vaktiyle mamur bir köy imiş. Yakın
bir zamanda insanların tahribine uğramış Karaca Hi­
sar Yabanlu Pazarı’nın61 karşısındadır. Dünyanın her ta­

v-- Bu dağın adının okunmasında K-G-üdüllü ihtimalini terich etmem, şimdi


beş köyün Güdül, bir köyün de Güdüllü isimlerini taşımalarından ileri gel­
miştir (Meskûn yerler kılavuzu s. 431). Fakat yöre halkı ne böyle bir
dağ, ne de başka bir yer adı bulunmadığını ifade ettiler. .
58 Kızıl Su'nun halkımızca şimdi Taçın suyu denilen çay olduğunu tahmin
ediyorum. Müellifin bu isimle Taçın'dan sonra gelen Çömürşeik dere­
sini kasdetmiş olması da, belki, ihtimalden uzak değildir. '
89 Bu vadi Çömürşek Özü'nden başkası olamaz. ....... ‘ ;
60 El-Ömeri'de (s. 17) böyle, metin: Karâcâr Hisar; ibn Şeddâd (s. 89):
Kafa Hisar, e!-Yûnînî (III, s. 183) ve ed-Devâdâri (VIII, s. 203) de de:
Kara Hisar. Bunun da mevkii tesbit edilemedi. Bununla beraber Pazar
Ören yakınındaki Yere Geçen veya Oruç Oğlu köylerinden biri olabilir.
« Metin: Bâzâr Bellû (s. 162); el-Ömeri'de (s. 17) de böyle.

——. 92' '


F. SÜMER : YABANLU PAZAR!

rafından gelen insanlar bu pazarda toplanır. Burada her


yerden getirilen türlü emtia satılır. Bu pazar Büyük Küdül-
lü’ye yakındır a.
Cumartesi (30 Nisan Cuma) Elbistan özüne ulaşıncaya
kadar, gün boyunca yürüdük. Aynı gün Sultanımız.Efendi­
miz - Tanrı yardımcısı olsun - ırmağı geçerek Tatar ölüleri­
nin ne vaziyette olduklarını anlamak için muharebe, mey­
danına gitti. Kartalların parçalamalarından ne hale geldi­
ler? Akbabaların gagalan onlara ne felâket getirdi? Onlara
sadece baykuşlar ağladığı için ne oldular? Bunları görmek
istemişti, anlaşıldı ki onları mızrak temreni helak etti; Ana­
dolu’nun ak doğardan (?) değil. Sağ kalanlar onları ibretle
seyrettiler; yaratıldıktan gibi rabblerine saf halinde arz
edilmişlerdi; vücudlarının kalıntılarının da yeller tarafın­
dan götürüldüğünü, ağılı yılanlann cesedlerihe musallat ol­
duklarını gördüler. Hülasa bu cesedleri her şey-, vahşi hay­
vanlar ve yeller bitirmişlerdi. Bu, cesedlerdeki yaraların
İrinlerden aldırılmış abdestlerdir. Bu, onlara karşı oynan­
mış bir oyundur. ■ ■ - . '
Sultanımız Efendimiz ve askerleri bu manzara karşı­
sında. lutfunda-n dolayı, Ulu Tanrı’ya daha çok şükrettiler.
İhsanlarından ötürü onu çok öğdüler. . ■
Orada bulunan Elbistanlı dîn ve takva sahiplerinden
bir topluluktan Sultanımız öldürülen Moğollar’m sayıları
hakkında bilgi istedi. Onlar.- «feseliTâddîne» cevabını verdi­
ler. e. Bunun üzerine ileri gelenlerden birine sordu o: «Qul
Allahu â’Iemu bî’iddetihim ma ya’lemuhum illâ kâlilun» de­
di M. Sonra Tatar ölülerini saydığını söyleyen Kur’andan bil-

Verilen tarihe göre .müellif, Bey Bars ve Memlûk askerleri Yabanlı) Pa-
zarı'nın yerini 24 Zî'l-ka'de Cuma (29 Nisan Perşembe) ve 25 Zî'l-ka'de
Cumartesi (30 Nisan Cuma) günleri görmüşlerdir. İbn Şeddâd (s. 89)
ona dayanarak el-Yûnînî (III, s. 183) ve ed-Devâdâri (VIII. s. 203) 26
Zî'l-ka'de Cumartesi gecesi Kara Hisar’a gelindiğini ve aynı, günün sa­
bahı yani 26 Cumartesi hareket edildiğini- yazıyorlar. Anlaşılacağı- üze­
re, her iki kaynak arasında bir günlük fark olduğu görülür. -Büyük Küd.ül-
. l-ü, şüphesiz, Pazar Ören'in 'kuzeyinde, ona- pek yakın olan dağlardır.
63 Mü'mînûn (nr. 23) sûresindeki (122): «ba'za yevmin fes'eli'l-addine» âye­
tine», telmi-ndir.
64 EI-Kehf (nr. 18) sûresindeki 21. âyet kaydedilmiştir.

— 93 —
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

gi sahibi Elbistanlılardan biri ölülerin altı bin yedi yüz yet­


miş kişi olduğunu söyledi ®. Ancak bu, doğru değildi. Çün­
kü, dağa sığınıp da kılıçtan kurtulamayanlar, atının yüğ-
rüklüğüne güvenip de kaçanlar bu hesabın dışındadır.
Sultan oradan ayrıldı. Çöllük yer onların cesedleri sa­
yesinde ekinlik’e döndü. Ağaç kurdları - bunlar mü’mîn idi­
ler-; Tatarlar ise kâfirlerdir-, akbabalar gibi, etlerini didik­
liyorlardı.
Sultanımız Efendimiz, ağırlık, muhafızlar ve zafer tim­
sali dehlizin Emir Bedreddîn el-Hazînedâr idaresinde önden
götürülmesini ve Akça Derbend’e girilmesini emretti. Ken­
disi Cumartesi gününün geri kalan kısmı ile Pazar günü
muzaffer ordunun artçı kolu ile arkada kaldı. Sultan bu iki
gün içinde düşmandan önüne çıkacak olanları, bir
av gibi yaklamak için, bekledi. Fakat çıkan olma­
dığından Pazartesi1 günü göçüp Derbend’de bulunan
kervansarayın yakınına kondu Aynı gün atlanıp
başka bir yola saptı. Bu yol çıplak ve pek sarp
bir yoldu. Sanki üzerlerinde binlerce yıldız yanan dağ­
ların yüksek tepelerinden geçti. Bu günün mukayese oluna-
mıyacak derecede güçlükler içinde geçmesi' askere derin bîr
ızdırab verdi. Yüce ve kudretli Tanrı korumasa idi herkes
nerede ise hayata veda edecekti. İnilip çıkılarak daha nice
zahmetler çekildikten sonra Gök Su’ya ulaştık. Sultan bu­
rada geceledi61.
29 Zî’l-ka’de Çarşamba günü (=4 Mayıs Salı, 1277) Sul­
tanımız Efendimiz göçtü ve evvelce zikredilen Göynük’e*68*
yakın bir yerde konakladı. Buradan yolunu değiştirerek
Maraş’a doğru gitti.(9. [Artık tepeleri bir bir geçmek
son bulmuştu. El-Hân ırmağı yönündeki el-Esker-
kis adlı harâb bir kalenin yanında konakladık. Sonra Sul-

65 Ibn Şeddâd (s. 89) ve ona bağlı kaynaklarda da aynı rakam veriliyor.
66 27 ZîTJka'de Pazartesi (675yılı) = 1 Mayıs Cumartesi (1277 yılı). Anılan
kervansaray, daha önce söz konusu edilen Zilli Han olmalıdır.
61 Bey Bars'ın Abaıka'nm baskınına uğramamak için ihtiyatlı hareket ede­
rek sarp, fakat kestirme yollardan gittiği anlaşılıyor.
63 Metin : K. v.l. Bunun Göynük olacağı aşikardır.
69 Buradan itibaren, genişçe hülasa edilerek, el-Ömeri’deki bilgiler veril­
miştir.
— 94 —
F. SÜMER : YABANIL) PAZARI

tan Maraş’a bağlı Börklüce (?), ye ve buradan da Sis ( = Çu­


kurova) geçitlerinden Kara Su yönündeki Merri’de (?) ko­
nakladı 70. Buradan da göçüp Derbs&k71 karşısına kon­
du; oradan Hârim yakınına geçti (6 Zî’l-hicce Salı, 675
= 11 Mayıs, Salı, 1277); yine göçüp diğer bir yere geldi.
Bu konak daha önceleri kalmış olduğu konağa yakındı. Güç
seyahatinin değneğini yere attı ve çadırlılara: «işte çadır­
lar, yöre halkına da işte evler» dedi72).

70 Bunların mevkileri emin bir şekilde tesbit edilemedi. Kara Su'ya gelince
bu, İslahiye'nin kuzeyindeki Kara Emen Gölü'nden çıkıp Amik gölüne
dökülen çaydır.
71 Derbsâk eskiden Antakya bölgesindeki tanınmış kalelerden biri idi.
Şimdi Kırık Han'a bağlı bir köy olup Terbizek denilmektedir.
72 Hârim Haleb bölgesinin belli başlı kasabalarından olup Haleb şehrinin
batısında bulunmaktadır. Bey Bars Hârim'in yakınına (675 yılı 6 ZÎ'I-hicce
Salı günü ( = 11 Mayıs Pazartesi 1277 yılı) gelmişti.

— 95 —
KAYNAKLAR ve İNCELEMELER

Muhyîddîn İbn'Abdü'z-Zâhir, Risâie, Kalkaşendi’nin Subhu'l-â'şâ'smda, Kahire,


1338 (1919), XIV, s. 139-165.

ibn Acâ, Şemseddin Muhammed b. Mahmûd, Târih el-Emîr Yaş Bek ez-Zâhirî,
yayınlayan A. A. Tuleymât, Kahire, 1393 (1973).

Kerîmeddîn Mahmud Aksarayî, Musâmeretü'l-ahbâr, yayınlayan O. Turan,


TTK, Ankara, 1944.

W. Barthold, Turkestan down to the Mongol envasion, GMNS, London, 1928.

G. L. Bell, Amurath to Amurath, London, 1924.

ibn-i Bîbî, El-Evâmiru'l-Alâiyye, tıpkı basım yayıntA.S. Erzi, TTK, Ankara, 1956,
yayınlayanlar N. Lugal-A.S. Erzi, ilahiyat Fakültesi Yayınlarından, An­
kara, 1957, muhtasar nüshasını yayınlayan M.TH. Houstma, Histoire des
Seldjoucides d'Asie Mineure, Recueii de Textes Relatifs â l'Histoire des
Seldjoucides, IV, Leide, 1902.

İbn Tağrı Birdi, Havâdisu'd-duhûr, yayınlayan W. Popper, Berkeley, 1932, VIII.

G. i. Bratianu, Rechercnes sur le commerce Genoîs dans la Mer Noire au XIII6


siâde, Paris, 1929.

M. Caınand, Histoire de la dynasfie des H'amdanides de Jazîra of de Syrle, Pa­


ris, 1953.

Cl. Cahen, Le commerce anatoiien au debut du XIII0 siecle, Melanges Louis


Halphen, Paris, 1951, s. 435-447.

-------------- , Pre-Ottoman Turkey, London, 1968.

Kâtib Çelebi, Cihan nümâ, İstanbul, 1146.

Esîreddîn Ebû Hayyân, Kitâbu'l-idrâk li-lisani'I-Etrâk, “yayınlayan A. Cafe’roğlu,


İstanbul, 1931. .

ibn Ay Beg ed-Devâdarî, Kenzü’d-dürer ve câmi’ül-gürer, yayınlayan .U Haar-


mann, Kahire, 1971, VIII. cild.

H. Edhem, Anadolu'da İslâmî kitâbeler, TOEM, yıl 1331, nr. 32, s. 452.

-------------- , Kayseriye şehri, TOEM, İstanbul, 1334.


. F. SÜMER : YABANLU PAZARI '

K. Erdmann, Das Anetoilschs Karavansaray Des 13. Jahrhunderis, Berlin, 1961.


i-II.

Ebû'l-Ferec, Tarih, Türkçe terpümesi O. R. Doğrul, TTK, Ankara, 1950. I-4I.

Feridun Bey, Münşeâ fü's-selâtîn, İstanbul, 1274, I. cilt. '

R. Grovsset, L'Einpire du Levant, Paris, 1946. ■ '

R. Hartmann, Dülök maddesi, İslâm Ansiklopedisi, III, s. 633-664.

l-bn Havfcal, Kitâb sû:e!i’İ-arz, yayınlayan H. Kramers, Leyden, 1938 -1939, '
l-ll. . . .

W. Heyd, -Histoire du- commerce du Levant au moyetk-âge, Amsferdam, 1959,


İ-Iİ. -

E. Honigmann, Dia Ostgrenze des byzantinischen Reiches, . BruxeHes, 1935,


Türkçe tercümesi F. Işıltan, Bizans devletinin doğu siniri, Edebiyat
Fakültesi Yayınlarından, İstanbul, 1970.

i-bn Hurdâdbih, Kitâbu'î-!-mesâlik ve'l-memalik, yayınlayan M. De Goeje, Ley­


den, 1889. -

Kemâleddîn Ibnü'l-'dim, Tarih Haleb, yayınlayan, S. ed-Dehhân Insiitut Fran-


çais de Damas, Di-maşk, İli, 1968.

ıç İşleri Bakanlığı, Türkiye'de meskûn yerler kılavuzu, Ankara, 1946-1948, ‘


. ■ 1'1L • . ■ ,

Ibn iyas, Bedâyi'u’z-zuhûr, yayınlayan M. Mustafa, Kahire-, 1383 -(1963), İli.

De JoinVİlıe, Membifs of the Crusades by Vîllehhardouin and Da Joinvills,


transla-ted by Sir Frank Marziais, London-Toronto, 1926. -

Zek&riyâ sl-Kazvînî, Âsaru'l biiâd ve ahbâru'l-ibâd,. yayınlayan F. VVünstenfeld,


Leipzig, 1848, il. cild, Beyrut, 1380 (1960). .

Mas-Latrie, Relatİons de l'ile de Chypre avec l'Asie Mineur au Moyetı âge, Pa­
ris, 1879. ’ ' '

Fatih devrine aid münşeat mecmuası, yayınlayanlar N. Lugal-A. Erzi, İstanbul,


1956.

Aly Mazaheri,, La vie çuotidienne des Musuiman au Moyen âge X” au Xlii“


siecle, Paris, 1951.

A. Mez, The Renaîssance of Islâm, İngilizce tercümesi S. Khuda Bakhsh, Patna-


1939. ■' ■ ’ ■ ' ........

el-Mu.kaddesî, Ahşenüt-tekâsim, leyden, 1906.

H. Müstevfî, Nuzheiü’l-kuiûb, yayınlayan G. Le Strange, GMS, Leyden, 1913.

—, 97 —

i... ..... r
1

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI Ağustos 1985

el-ömerî, Kitâb Mesglik'I-ebsâr, Anadolu kısmını yayınlayan F. Teaschner, Le-


ipzig, 1921.

T. Özçüç-M. Akok, Melîk Gazi türbesi ve kalesi, Belleten, 1954, XVIII. sayı
71, s. 331 -33.6.

F. B. Pegolotti, U Prattca dalla mercatura, yayınlayan A. Evans, Cambridge -


Massadhusetts, 1936.

W. M. Rarnsay, The Historlcal geography of Asla Minör, A-msterdam, 1962, türk-


• -çe tercümesi M Pektaş,. Anadolu'nun tarihi coğrafyası. Mili". Eğitim
Bakanlığı Yayınlarından, İstanbul.

.Reşîdeddîn, Câmi'ut-tevârih, yayınlayan A.. A. Aiiza.de, Bakü, 1957, Moskova,


1965.

S. F. S&d.egue, Saybars i of Egypt, Dacca, 1956.

Ibh Saîd, Kltâb bastî'I-arz, yayınlayan J. V. Glnes, Tetuen, 1958.

S. De Saint-Quentin, Histoire des. Tarfsres, Paris, 1965.

Salname, sene 1279 (1862).

G. Le Slrange, The Lands of the eastem caliphate, Cambridge, 1930.

F. Sümer, Eozok tarihine dâir araştırmalar. Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Anma


Kitabı, Ankara, .1974, s. 809-361.

--------------, Oğuzlar (Türkmenter), Tarihleri-Boy Teşkilâtı-Dectanfan, İstanbul,


: 1980, .III. baskı.

--------------, Anadolu'da Moğoliar, Selçuklu araştırmaları dergisi, Selçuklu Tarih


ve .Medeniyeti Enstitüsü Yayınlarından, I, s. 1-147.

!bn. .Şeddâd, Sîretu's-Sultan el-Mellkv'z-Z&hlr Bey Bara, türkçe tercümesi Ş.


Yâltkaya,' Baypara Tarihi, TTK, İstanbul, 1941.

F. Taeschner, Das Anatolisdte wegenetz nach Osmanische Guellen, Leipzig,


1924-1926, l-ff. TOrkische Bibiiotktek, 23 band.

F. Thiriet, La Romanla venitienne au Moyen Âge. Le deveioppemen.t et l'ex-


plotation du d&maine cölonial venitien (X!i'-X’ sifectes), 'Parts, 1'959.

-------- -—Ragastss des delibc-raticns du senat de Venise concomant L® Ro-


mariie, Paris- La Haye, 1961, l-H. '

O. Turan, Selçuk kervansarayları. Belleten, 1946, X, 39, s. 471-496,

-------------- 1 Celaîaddîn Karatay, vakıfları ve vakfiyeleri, Belleten, 1.943, nr. 45,


s. 18-169.

------------- Türkiye Selçukluları hakkında reenit vesikalar, TTK, Ankara, 1958 *.


" 17-'169nT- ■ . ' .

—- 58 --
F. SÜMER: YA3ANLU PAZARI

------------- , Ortaçağlarda Türkiye Kıbrıs münasebetleri, Belleten, 1946, XXVIII,


nr. 150, s. 209-227.

------------- , Selçuklular tarihi vs Tür!.-İslâm medeniyeti, Türk Kültürünü Araş­


tırma Enstitüsü Yayınlarından, Ankara, 1965.

----- - ------- , Selçuklular zamanında Türkiye, İstanbul, 1971.

I. H, Uzunçarşılı, Osmanlı devleti teşkilâtına med'raî, TTK, İstanbul, 1941.

A. A. Vasiliev, Byzance et ies Arabes, eciiiiosı française prepare par M. Ca-


nard, Bruxe!les, 1968.

Yakût, MucemuT buidân, yayınlayan F, W0stenfeid, Leipzig, 1867, l-IV.

Kuîbeddin el-Yûnînî, Zeyî Mir'âti'z zanıân, Haydar âbâd, 1380 (1960), ili.
cild.

E. A. Zachariadu. Trado and Crusade, Venetian Crete and the emiraîes af


Mer.trıs>o and. Aydın, (1300-1415), Venice, 1983.

HARİTALAR

A. 1 : lOC.OOO ölçekli Elbistan, Kayseri.

B. 1 : 200.000 ölçekli (eski yazılı) Ayıntâb (=Anteb), Haleb, Malatya,


Maraş, Elbistan, Kayseri.

C. 1 : 200.000 ölçekli (yeni yazılı) Antab, Maraş, Kayseri.

Ç. 1 : 200.000 ölçekli Kayseri ili Haritaları, 38 0-11.

D. R. Kiepert, Karie von Kleinasien, Kaisarie, Malatia, Alep.


E. A. Tanoğlu - S. Erinç - E. Tümertekin, Türkiye atlası, İstanbul Üniversitesi

' Edebiyat Fakültesi Yayınlarından, İstanbul, 1961.

—■ 99 -
VESİKALAR
1- ÂSÂRU’L- BİLÂD’DAKİ YABANLU PAZARI İLE İLGİLİ ARABÇA METİN.

lillJJ Jli JS" l>j-" j^Jb

. JlfciJIj * öX
u->yJlj 3yiil ,_/ *
JI uJsl^LJI « aJCj #

3C 3^JI iUS IİU jUJlj

^JaI ^Ja 1 j*1I ^JaI

ı <C—cLi jUJI_j (JJ-I 3


*
J' c -idJJLJ.1 ^â> j

t jj^^3jJlj *1^1 j-iiâll *1 jÂİI -b ^1-J1 j c Cf-Ib'^l ı_jLiJI

o jj ol IAa o^Ia • 4-^>«p c^L~J~c oj

Ldâ c ^Jb '3


**
^ (Sj'^'l ^jzâwı jl ç aLlJI

1 Â> jL>- 3-k>rj 4«îb <UP ı_jlp

•n
— 105 —
ÂjUaJ-J! <_ JİjJ 4*3» eilo^

a-, * iffA „
f 'M'

— 106 —
Jjj^l < . a‘-
( <*
4 *—)* .

(3<
*kî o*J <• cKk))
fi ' . 5 M t ♦/
^c3ı> C 4Uİ j^jblliJI AşC (j
* -^ * j
IaV^I aJI- *A
4xJt- û-A_jkj

3® AÎîlJuT, ijkJI <_{AıJ^ 4 jj* Â jI~4âJ £^101 dilil J

« 4y><all jldil SöTljf (_}| IfL» 3^mİI («• Cjİy>Ju» li.’t *|c A^U-j ll^l
*

Âi_^o c^UâJI dilil jlLUl y_jj cL». ^y-jl *Ç »^»-UJI l^. u^T

: Co^â-Jl dil" JL- a_1c sdlîr'T Lj c »jjlll dür j jlTl

* • «*• '. fi fi S fi
kİJlj Ç 4j *A
* IfJI 4jj>-lyfill £4>X^JI AÂ -jJI u—u-jL-U Jaİ
• *
<■ * " •* «* . *■ ’•
Jjill (l\-â j^II c>_JI Çl%>î ull d-^jjJlv-’IŞj

■* —*>. cyrt.> Ç -4
*1 r^jl j jjl-l (j-u
*j jJI ji’j3

* 4_.jJI <jî ç
0 lf- »İJ> £yj> 'iîj ı aJ»jfi- 4>l>-<i|l ^y» Jjll ‘UtJ

jjc j c ı-^Ş: y* j^-l^â-» j «GjAaÛj Ic (t^JIj» «_il^l ^1-

. Jjl» Uxp L, a£- Uj<c AXtl

— 107 —
(J 4İ c ^a1“^ ı2J!u
* 3 ûfe^C-lj
<. S . ?f . İti •" 1 . . . Sı %ır.
jjıt**»^ı û_/ T* *_$ Öy Ç Aa^2.Â!i <X»><X4> l|4>» ^p l-A> ^**Jı U—*»A<Jr lÂ
-> -- a - ~ -*

JjİlI -k«5 lJjj î *aJ?î


\f- uJ^dî -Uaİ L-^İJ Çu-i- JTjJlû3

* j£
jJ C-—** • V
*^j> «iJ^I *—^/
** 4» t-JSjpLa ’j
- ->. •*<<!.' A ... .^ •. -.'
ol j ç a^LJJ çj 4^-jlÜ3 3 (Jjt* ç

I^İS JTJJ ^ljlt-


ç ljS
*
** ıMj : A^-î Jli

ç JltJI IA_jb oju- JlUl kiU3 3/—** 0


* !>»■ û[ (JysH AjS
*" 3

(j-^- (J3- <J J^L» \^.<.\j j jjci

**lj C ^f~** ^ıji*1 Lİ *■ “ *^^«5

JfC^I jc Jl “i/1 *-<- 1-* 'J° j~c i <jP-' dlL_- ji

;ıuı £û ?î iZ&^yı Zi> jU& ^ı çj^\ij ^ÛSıi j

<«uJ (—£ VJLi- £^»ly


* d&îj t (j^ cJ?
*^ i A—*iJI (j^

JA ut ÜL J> Jc j < jû j_lı u ^2 ç jM iil


: dil tw ;öüll U

! f$l İL $ c? / 9f ll_$ OmJÎ

ms —
Ur

• J j* 4 -i <jJ* * 4-*Ü JJ» Jj-b Jj


*. ,

UjUjî (tv«j7 ı j â—--V ^jo

j_j>j!/ ûljvj <• oÂl»_^« ûfejî? c »X_Jw> gjj- C»U çl^ljAc ^Â^ij

XtL! j <2113_, t ipi» ç ojj-Z (j

»Aı 1^1»c a^uLa* IjZLAU ç *^l-J ^aiÎ <243

* ^ *il İ
İki J^C j^Lc l^SCJL» L-£ £ L jk_ll ^Aİ C>£ \~J <2 Üc

L_^- ^Jl (_ğ£"j c p_j«Jl1I ”4J l^xî> a?SjJI> jâmz^ "4—J <2JJL» his ç_>\a

jc 4i5j ı aâİj jJJİ olu Jl^-T J VÂi-V <t

2İÛ7 x; jU-ai ^l V* U->U ço’i- jû fâcJjZ


. •' ''.. $ * . . i... - •-'> »> • •'- . .—
ıJ[ j^s: j»j .x>-l l^sJLo^ ıt ^jWL ■“- - **\j (JjI.aA-I>

JÜij c A«-I_yi ı£c û* cll j’ ck^


* û
*

İîj]j c C AdJ jQ oü Ç JoÛI Jc f^Sll Ju-jîl^


tf . r > * * 7 • > •' ~
C (JftljjJI afj» x«i cJ> .Ais • I^»s>e2> (J_j t 4jİ££

t V~«_/J Wx>-t' *
°A_ <Jj7 1 Ç (JjılyaA» Cîj^’ Ö ^l
._> -'. • l >' > "■
: L^kr <_jdüij lx*^u <_jjLJJ dlkj
-5 .> x , « >.« >s^
j-UJI A>»A j j fi 4 l*4 *-_y t* 0oaJuuja»3
’<n ' ' J '

I j LİUûfeS]

• (ır • ;AJl (v)

---- 110 ----


-— 111 —
Ut

3 ı ^îJI dür 3 cjİM


* *?
b ’!) * / <j4
l-Â oL j çbyî

Jj o»2 ü Xujjlvl jjj>> ç frÂJI JU-! <iUr ö* *JI


<jJ>t

O»J£_, Ç U'_jî »jUzL 4İs»J JJ C liU-j AâJsJ, *i ^3 t IftLi - ^> Aİ-bal


i'f -f, • | • ' , • ' .liau . -ı ' •(• , , •-. , , -’•<■.
UJyMI (JİOJ^/I *ij
*l OJ} t cîjitJI (j ^U-jj JİJ ^Ui35/1 (J® (J^-l

'■M_ J»Ü»4İ Ja^ OjUaâ Ç (jLJb


"* t.« T *~ n"t ı ı . ‘ı —. "t t ı t '• ı" £■"- II "î.ı *
""
0* ^tA-l J* 2* (.s5- Ç<-5^
*' *
V"4 û-M JİJ-Î l»j»ı Jli-I
<Jlj C cîj\L ^jc ı$ jjl (Jjlil dMS JÛ- yıj X- jAM

►Lıj'^l (»j>_ (_j <2Ü3_, Ç(_j>U<<, jjc 4»l_JI Ch-vÖc- tfjJl ı-JjjJÎ

ö.b Lc c 4b> ölL5 j J-Ulj SlUJI oLj CSJUII

j L*«JI o^JLVIj çj)XI0-tüûxlj 4.U--Icı^Jl lc *


JA/û

ç^U-l Jc Ç-ÂZ-b jÜLl Jc jlll eCUj G?ÛI o5u'Jp. Jb» alûj j


5 *? ’•> i'

. »x<j)l 2*“lr (_^?'l fg.<i »21!jj çj—J1.?jbJI jj* Âi-J>_

jcî JJc djj—J.I ol»3 cJ^b pfMJij'i/ *-.î


(J 3C ol j

<V IS3 c 3^ j cjIULJI lî^b» f3-^ (b Ç jl


* *^b
rU

İ_xW j»(j|f L-İİ ,. cllll IÂ_₺ <üJİ öj^a> (j‘ pjiJ A^aÂJI <x.i> j^as-

: ıg? ı^b i'yj f7îiı .û\ J&ı m ;aUji

! Iojj^0)1 UU j*
^ (j so
*^

— 112 —
* i»—

•> Û^AJLİ ^-Ui ıjojci ^Ljp Jıll j. tp.c Â


** c^Jy
_ 4SÎZ ‘“'u'z- û^' CrJ <^
*Ua'l Wy< j|$j ç JuXl X-d-l Jş?

t—

4ü! <y> iŞe CûlSj C 4^Ü- ûûey A»-/'" ı_İ^" î #y-U fJ ^j» j4^- L-C

^3*11 -b~-j jj» ^J*" "^L> oliAfclty Ç <Uİ-G[j AiÂiT j îjly Ulı

*ÂsO! <3Î <Üİ Jİjîy *"


^ û4 Lr*i ıa-’-> -U-î 4î> 4^-pLJI

• aJûJÎÎ <_iy»î * —4^ aJlI_,_


ıj c *Jıl f,^ '^•“l

« > - S. - S >>t S t . t , -.
^LsCr Aîj jju); JU jblj-M ^Aıi S -Ub

«_^>AvsJI (ji-jîl (jUoc-îi ç j Sjt—(J[ _ «i! u-ilaJ y_j! — jUj i


<j* alhüj c 3^*“ *~~^ ^1? Cc^ızj
» '«• ' > a s.,
^_j^! aJlp o&j> -' *^l
c/ C/ u-
>"!^3!
** 3^!
: Jlî ûl^uü 4;U-î C_i a!Lj o>â- jlLl_JI Wy> -üJj ç «il ^Clj

« libs jil -u^pj c dllrf (_$ûUaLJI Wj-> ou^

C lv • y< 4X*^)Lm $ 4Üı ^J4 *— J


■ ~t •> -- . > X •> •­
.11 u^-il 4İV “ü-U (JjjiyJI ojıj
* ^y^.j

4ı ûj!(j*!j-ıâJlj Ja!_>n®l 4ijhdl* cS-4/j! c-c"lii J-A»JI Uy

1 I K.
Jto >>LI VIA

I A^a>aX—*1 *^
i_ 4 cjllukt
* 4 (Aîlxll wJI ^
*7

. öUL jliSül jjâ ,j»

c^^AjJI öl/
* 0/^11 */" • t/
*AjîJJ ö
* öÂfc j I^a^aa>xaaJ ^aJİI

jj'-JI : Â^UaLJI dAJUl ^y>j • "tfAx.il jj-JİI Jl^ ju^l _>>-l ij'"
*ll
, »-■-,. 4 *.>'»» 1 e S' '
. ölSj • *—«JiiJIj jj ölS^t$ÛJI (JlJÜJI <iUÎ, cj63«iU-l

(JjL. jjt^-^l <»Mİ<—'jjî? Çİf-Al- (J>’ tlf»l2İ İMAo ^1 AâJJ oAo öj>-JjŞİI

; J_S ^"«JİAsI jl$5 ÛIIsLaJI *d|$3


_j *$J_,»3
Çİ cUjljiİ

jj»; cİS~” i faJl^î 'iliy,a.*' 4 "^l c£7 "î/ *İAo'İl ^>îj

jJaS|I tf jJ âcjx^I I—c Kj i <J_—*“'’ û


* *r
/b ^1—*^î

• Ü
* <^Aj.S(I J-» Âİ-I^ If- J^ysilı

! ^3 .jG’Ajk * J—mİ' *İO U[ CL*j1J'

! 'JLAIj 4 I^La.>- <zS'j # dlu l^ili-l

: J—?

! uCM (jc 1**


-^ p—■>

4 öjijlS' oljAfl Jc if jUSfl <j


* *1>-Sll J^.

iâaj ç ûteriÂfej jis^ıâ*j 4 lÂftj ö^is iâa : jfi


* tö* 4 öji^ı
' : ’ .“^>”^1^0 0)
*
W

s₺Ydu
O
*« U Cfjjl djjı u_^ly> (jr-Aİ! uL’C-c Cta ûj»t-

cc^b cÇuı, u’uji j. f?J^u ar u diss m * a *v. J

d&j»j (?) oUy <^31


Ai llic ^ajJiîj i <__>Jİİ iey^. JJc Aı^aŞ iJ’rJ’" U>_? •

»L'ljjJI *
t ç-p çjJ'ı «-l^î 4_â Jc (JjAj Ç >~-,*lJ'

*
•.- •> . . , ® -*♦
• ^j^.j^-' »j (J>- û
* (z'b
0 • «* • s "** ** ** * ** * t; 0* } '
1OJc Ç_j jAİ^I Ijiz
* *jjl
(j ij"~, 4Î (jUîLJ'l Wja ÛİSCî

ç UU- »-Ii **j*


i *ı
(»4 cJ ö
* '“■J^ û
*

>> > '■ „ ' . » te 9 ' ■-


ş^ı 3 ûlUJI ja * 1^
• V /■“ 3 <J—pfk
* tP’Aj
. *- ’-*
. . •** • ...
ÂsjjAİl Âijîll ı—“ Jp •j* j^c- j^jU- cA'
*'!'

- . . e
jL^i>- (_x4>’[ : Jli U *1/ t ÂÂJi>- t,. 44^31 <—"_/ 4> jâ!l bÂaj t ûî_y

S' « e t .rt 0 t-
Ü~l (j
* bb/c jl 4-AjjL Â>IS” 4_lc tiydi (j
* Uİy» 4> 1L4 AiL)l

---' îs • a- • > 00 > a >» tf-« > > •-* *.


ck^ Cr" <-!>
*■ jli ûCy ölfJ.1 ijill Llj . ^4211
»-p>» • 00 * ^’0 »« '^1
OA> 3_jİ 4J^>- 4ötİ^ (J C»jJİ *^l

^[p
otaylj^ ** -Ulu 4j_j ta|L» C^Jj

ıj* IftjLü j cûta ^y^î. l^ö^l (jt ç 3

*
•kü J>3j tafi *^ÖU-
kL ^ta
*
)l < -jl 4İİ jJj ç^S^U Ujjc
a

---- 1 1fl
ı o i • »t • cr0 û*

t/’jJl LF : i -4 (_5i.Udl & <Jo j-^-J <• JA (j^-

-4 >^.<J1 c«İ5j 3-Aj«âJI *


çjl puİ û* Ibjj
*â)b
ç tajlJjî (j £= 4 UjLj£;Î <j ^IjAI oi^b c UjtL»î jl^l
5>d ûî dLCift Ju-lj 4^b§l J?> vj- dUlih^l c^b

(Jo^jî bLi^» J (ğifj (J—'[djUj.JΔ*—JbjJI (j


* ^z> Ç *U
^~a
O. ^ ' ' ' J> ■■ ' • tf - - \ , 9 9f
(^-İJ I LjıuAl oU4aJj i UX jİ Aİ^" t_>b" ■ÂİU-I oAa JJo l'/'M $ (J-
* I

C AÂfcll Jl>- Ç '-5>W c/’jl £^“A- c'l~“c’ M/J i * <vyj^


<£-^î çj

*
jjUJ
u Jlfî fj
* (ty jL<j illi ötl»ji ı_/°j^l dür İçli cijm ç Aii b oL»j

. ÛAk< ÇLI dlr ja uuji j , j~JI

oUa!l 13|j ç C-Aiill jjldjl (jâü lj c 04li -LaI 3 Icjd Icj; j

dük
* Sjk j jLdl U> dl <niç 14 b <■.
u*Uİ cJTjj jllaLJI Wj^ s-$S
* bj^'^ -4 ®j
*J jj 4 bJ^--*14
Ç î CÜ.I İÇ>. J55 4âl (4il4 jllJI jc IjaJİj'c £Ö J

c ^JUI l«ji L»4 ç (j“\>^Li: (_r“li! Jjâ_ jaj ûlkLJI L'Slja jUj «ûıl eiü f
l-£ 1^1...»9 Eşelet, 4 Jİj *
li ij^l ljlöî OjA_öj

-!-• â>»x »a 9^ •*> •«-• »x


C J^wj- çj| IfU Jajtfî Ç uİ/UI ip j5m IfJ uJjÜI djÂe Jİ
Çaj UÛÎ l—İ 4ıl -4 : JIja ta ÇubÇ^I lSj* yi dj^l
11. -'-İl. Z<.^1 11 . < - ’t.. IH İH-'
dJbj oAa iJb JL>. JU-I A-JU j -UJJjl Am» 14 j
>T jlâ- ş CCyeU 0A ûUjJİ4.İ l^dj ^b’jl *üji Jc 04
jjll 4 *>'
(2r L-->j5 t {^-Vutl Oj
* «iîk> * * «J^U
~Jj czb J

: 4ji

- ». tf-» -» > f / , z
(J&31J 4 4-îj l^>'\> dil u-jISm y~ ju« 45 dlUJI t'i/j
* do j

dlkUl t dİ dlUJI £~U (çÛJ

4[jlljjdİ 1 j '4ijj â_aÜ dil jV» »Ûjj 4 4>l»-^l <ilk 4

(_jjju âj7» u» ,» öll»j 3 M/J 4 1_>!U d\c3^l â4xJ$ 1_joüs!^ IjiU-î <»—<Ş3

JU CîV A» J-J4? t OJİTjî oWc CAC-J Aî u“UI dlSj

V-uL. U, c ı^ j («ryupCJi vfjiij c Öj|£2T u

ç k Irtr5» S^ Cf’ *
$k j j
' .«.. . . • ... -’.»>... >
* ı—ÂÜ V4 J»jU!l
~44i( oAa> 3 ViûUıj Ç lf-S J=>_^Â <jI _ Jtt-j ^jt- 4

. ı^Ujij UJjji ulâ^Uj c\$sb>jî cX


*~»î olsî

c J_,y c4»-b öa«İI! <^3 L>s»^lj

^jci ay dil ^ic y %_ ^>ı i$âUia öj_ j. itsciL- a

*-İj^> dl0 CÎ^j »—j/ü İİVa jU- dJc VjyJlî a>- ‘AÜjS^ÜJ l*J 4 (_}-.<>•

* —^ı
4 lclflîjr$ Â ıd
* *^İA_> 4 4—aJ mMİ i-aaİİsj 4 4a»L 4—.^

£f '"
** “* & >,A > "* *L i* ’*’ « ■* ® *
(J/ Ç UU»jij l^_

4j 4 f^ı, & rz dt jqy Jb ^ıu

« O-!j>\y- 4J *
Jsl; 44*JU<â>- jb
*»î> ^yaıjil ^J—4»l>

<USC<İJ 4 4a4av> jj-jljî 4»-bj • 4^C


*t *-jU4
(JXf l* ^yo^-î^y AA '«r’b.b

......... — 120 —
û
*

o - t > 9> . ^9-9 S »-


Cu-i~==l> Ifltjyu öl jLÖ^I öjjrfJI oÂa ^jc Cöda^4J <•

> . ' .e s «. . > / > ~


j ^1_jM aJj ç *v''jl
<_â—aIIj '■Uxll a!>-j öl a-k_şi u *^1 Uj

ÖİÜJI kV JJ Ujli J>Ü âÇjl, JbSlb ırA *>Sb

ı_ilij <Jcj ç aJI ’i/j l|J[ Ao-Î >5j c aJc y» L_1AâL^>


•. <1-
* *
&>. ı" t . . ,ıı . • t’" f .t-fı-. , <!•'
Üjy-,L«J ÇJ&J Al * «>C jj «!_>>• SJUJ
jj <•
• x • tf '"' » - .* i tl •» 'l . f .M"
. ^9 s-^î JILil JJ|, jkJI lj 4 aJ 4J’>
*ı ûj'j^
- «âl - <Ç jJ? J öA fjjl >L C AjC^J XİjP JJc ûj4j|j C

.- - '' --Z ' - - - :s r.ı <u / r' , . ...


u£^V 03^
*" A.A. yi *.L- ji aJ>—Jll * C.Jj» J Ç
dAl

......... *4^11
(^ (Sı/
** AJj C u^juam) u-İjı/Al 3^ cİA
*^

4 |*\il U f.__ ii« (JİJ # öl C-İjl>î

! !u--vJ JdJ cK> » IaÛ l>'l L^jU

CA^lLl jaj c 3??

. 6 < > ı " 1 . A , . >-


k-^UuJI (Jji3 j * jJI *^ —tA cS
ç aJU L- Jc-Uıij
> - S -> , , 09 > 0 >> > y
4^4 oAkmsu!I 1 Ju4 A^jLa V?
.... • >
■■ < Afi^---

*
^-Ar fX ûAkİÎİ ûtTC-l»

ûllıL-JI l'Su_-5jj Ç A. frl>İAİ C A_oj j LjJI


' .. •-* . >. »i »> ,
«U cöu~« £uJı □ Ç ^t^İJ «(/■•I c£J-b 1 ‘CıZJ j

: ölü-. Ail İ£P ölj-S AİB^U-^j

*w 9^ *^^*"y* 0 V>
! #UL'j *JJ-Ö aİjC_â' # a) a*-11>- ç^j^l jjliı
'ot

t UjUUj cU/15^b JâÎ

^ûc-C^oj |^lX® ^jl"j c f&liz jilaJLJI by^» çUjUy’j

x>j *-. ç LLm4^ 1)L«a^ clılsîd


4 t 5|f . H ./ • .
fjj' *- *"V^ ux-M Otc jüaLJI J<1aj l)I$5
1

• $ . .•*„ > t ■♦ ı -* f -tft t.'


: oÂjb Cjulj j>*\? a*Ij

> ,->tf -*• bj- »x.X İ>A^,J / it *•■-


• *lİ*d <37} <J *
* 1(37_7<j- f3^ b->

Ç S>y c oSyi rŞj ûJİl ^jUİl dil,- J &UJI Jjij

31 ı-jJiJI uî (_r“^ (jlLLJI Wy <j3lj ç oA_.»)l <Jc <_jl> 3® <53^


* “

İTfik U C^^U.1 ujU^Îyda>-j Ç 4İ»L2»-Ij e|»^“j 4İ»IL«İ u-ûj-i

*
!L Jj ai b^I? <■'3 j-?3 Ç uMJM.

jd>j4 IÂa 3; ’-tiJI l»3 4 Eft (Jj£ü


*^ »EÂİ «j^â 4 çJJİj)l

Cûl: Jlîj lyoi^ â^>- JxJ «3Eil j (jUılJI W

HıÜI j û1*^ Jc a*xTj 4^.cj ^c_> 4^0-j ^>3 4l_A

• CA
*tj 4ı_İİE»X-«^l ^yül IJc Aai’l ^Isî, 44jlVAxX *}l$""^J !l£'tj

ûlkUl Öi 4 -&&' Cf ^4) <• Cf-û

ûjuuc AclUl Jc öl p-f-L? 1/ jbxll >aJj cûj


*=t₺

*L
ûb c-b dİ jte-G t'bc’j)l'çdj^-yâjIj—Aİ ü[j

İ*-?"' çy u-ç * aJ[ xüIJa!>i L


yVLll (j jb
A
**
t------------------------------------- ■------------------- - —
''t • -■ — *, 7 7* 7* 7 9*
(• u-jU^iLj 3'—ky Ç (J^f3 aJ^İ-L»

• lJJcl 4İlj C 4j5 *CÛt <—İ<y

*
<_ı (j-CJ! J^ls c JjU' <_—»h * 2U3 ’i^âaÎ Uj
.UU^ -x
> _ _ i *g fi
cJ[ jüzl_Jl Wjx (»İ4j C^Jİji 4»Iâ« JİC j? C ı_İ^J!

jU dlSj çğmJIjji <*Jı cJl ttj*- C(jCfX^ jl ÂcL* (»liÎ! JSd

>/ - • • 9 • fi
AjÛM A^-^j (2x* Ç

*♦ . ••
* . J -*> > *> A- A •*♦ ,
£uU-, (J İl. *^0
• fb ^1 A ûl *Lk>- If-J 4 j»U“ ^*7 lf- J J
" ' $ . . 4..
.> <j Ll OjA '^-CA4 jjc ci^ jjc ûUaL—aJI
> - ♦ >’t . -* 9^
UL- cbby lS^ 4AAİI JjM
-b^ ' * T , > > f — . •-.. .•'•* ..>
*
ilzi
- 4ct—^7 uLax^L>-I^ 4 l£jp—^vA^trjJb *
J Lvtb <•

*l
^-f J* Ç (jfr o-V—ju ody *dyll Ij>-jÛ<3 j jdl <_d?3xJI
fi*> -' •* £ • t < *> *. > •>
djlla^ ç £«
<*.** ol_ ASCII dC-l-lj cacJu cdjvd *jb.X
, *'.• 9 ** • * 9^
. C^âla Sf Jİ u^Âİai lj- l^î JJ6 *^
<^Â₺"I u-

»» " i ' . -4 . > .-


Jjc Jj
*5 Â-jl |^Jb Icl?; Ja-vj «-L» 4_Jc ^li cJij dİ Ui

Aj,J L-Lj ♦ Aill. 'ilj 4İİc^ j'Cjj* aijÂt Vj' J^LII» IX-\j C 4$J
iftüO t* • rn. *'■'
* •' ’ rP ı-iifS <t

If’ff ’ 1^ 57 ICI-0: ip-^ı ^fvf • ’fM

•yw. ıf^’rt’ ^ıc^r ırP rı^ ırt’

’TTjt p "fpı rp «rc |pf Jt <■<<• ]P imi<? r"rPrC? ’^t T'Piîr


*?
- ■ ‘ '• ' . '< i '' s
n 1p ıfcpc rı^ ’n “n? °f? ** ’ ffp
ir
S * 0 fi ^9 •( £•

^\(-^ ‘ifa
* ’ fic IT”1’> IÎTP f-“P IRr * f ’T IFVf ’
Ç (?• 9 < ' fi ' '

w?’

*
IfT iminde? ><? rCir<‘«-
' İ ' ' <'<'•<

V<H '
m Ls^'

3
*^1 jüsd—^JI jli-, j» ^JİC SjJ 3UI fjJI 3 ûUal—Jl j»J Ş

t üU L-J 3» İ*Jâp aJj dU3 \\bj . ı^!y~i> (JbjC

C~Lp j'Vi'JI 3. Ö>ü JjSl A—d. L^» Âa~J U "4^ <j


*J *-İİP
• X U-&Jİ «b

j^Â> <jU3 I-i_ s> ^Jc <_Â4j ipi: (j-«9 1^3 4 5L.JI ipi

UjLluT jlıl jjj c ı—»y^ll aZ. *


y aİ *j
j»Lp^l «Â_ t dW l-l
*

« ı_jö3 öü-l Iaa ^c Cj AyC-1

îU», 3 M/j 3-/“c' 3^


* fjl fjJl 3 U»-jj
i » «»
dil" JL>- TIjJjyj c IjJjjj jljjj Ç- öjl/i jHI üjIc

stl>j j _ 1^ L3jl»i c eAİü!! <_fj yJLc. k^Jl* (•>_ <3 Ü*jj


»g ş> > •— • •-
* jp ~ k'4
<—İj *J'X~~ ‘£“ LT
(5’._ra^-Jj4 (5*I.(^ ’ ıj **
» -• » •* , . ... -f 4
i^p^» ^J! Laaj Jjî l-^3 ^3^ 4?
> - - > -«■ o > -e-« > -»
X_«o C Jyj.1 4 J2L.ll JİJ 4 Ja-^JJ Jlc 4 c/’ljioS' £-l> 4l?^I

jiuji us,,; 4 uj \L^ ^1 jıj^ âûı y 4 Jjj


ia^ a s - > 0> -tf »'
* 'JJ>- 4
L| û-U-^i J77J 4 <ajL

jaj 4^-ölcj>L«j y* : (_r"WI>w û^ll


-1- '.'-“.t . , - K 5*^ - 3- ... . t •
*
* (Jc
4^>₺;â)_j ALİj «uSL <__-1Lzj jjl upujl'Jl jŞ'jj ^^4/ 3 l-^-i j

• {"/"Ul c<ac Â&LJ) b^** s^^z


*

c 4 ALuJ^lj AJıl j«;j <«ÇjaA' (5^ r-? *


o-ûî Uj

3>X3 4 jl-ûJl^ *
4», -^4 li Jj'S ç 4?^. <-J
b
* 3*

. ûb.

<n>

— 129 —
........................................................................... ■“!........................ T"
— 130 —
i *
*U jj J-
*- lH. cîjÎ lj*j^ : * Ç ujCi-l

>> • I .K' * ît - 1?A i' ‘/ ı\, \t >< $ '•'


İ |»4O
*" 3 ^>J I -A
* —jIÂj y
*
İ^ Ç-^L *7
<• (0O-'^

_ru^l A—j j.y2İU JjlâUHj <-K_ 8Î"J' (‘U—âi jlLL—JI V^j


*
* ■* ’ ** •* t <r
** & *”*
*İjK-»w
l *
AjL 3 öUaLJI 4X
»ji
* 4â-ı (J CjlXjl-l (j'jjljA»

. : fJU ^Jl fJİ

î jjfL-j^T Jjlâ)l çy.jbj * (J>û Jjî

^(jsC u_jL
*JlcJl Uj c jjAi. *-^>
İA 3

t—5jj cXjj-ül j jlkl^ LJjiî qÇ</I j j İJo-l Jrfi (1 Ûi

4Sj ıÇ>j\ı £> du oç^ı


(1UJI ^U» ç LJÂj ûJl*- <-jî lf
** k-jlyL» 3 JIJ-I Ji
* *jj

4ül ûl j) ûjKİf- lp£j 4 czLâ J J^-A; U S-iiH fjJI IÂa j

a a-^ o
* J^-b 1/IMj
J- * (J—x« Jc- ^sJj IjİjLJİ c czUl ZjjIx
•A» .

} 9 ' »|S > -a- .- » > • »>


u^
*î wı j s
*^ 4!^**

L*_^ ^a^vJ
*» - -’ ■ - *

AaJL^JÎ jkj AÖİ UV|’ÇÂa4P 4J Çj


*^ 1

* öÜ
<_/ *L-JI j AV
£4 4 J^jLJI öjj "aMİİ (JiiJİ ^aİ ûl$5 ûUal_ Jl oL J
' - J/ . . . ^>.? .1W1 ..#t
“ <u
*7 dİ -ûl -uU c—‘I

, 131
«•U j^l pı_ j jllaLJI l'^p

IjJlij «J-UII <114?^ Jljs (.A^ız


* *
(JlA cJl J-^cj c I*/ 3 ^-i_4İI

di! •!» <• ‘*1^ —£ dl_j L» ı—AAic di! bJ U ;


» «♦ »i .. fi fi fi *
•..
. »' ^ tf. »
c j~ "ili & Jl 1_-i-l ^3 j (j? öt
* —> <3 Jjb!' J j

IfJo uJLat, ^jy-


* *1?
j 0^ c -A^-LaU dit j Cx3lA t—Â_îS?i

«İ^-JI (JlsT jj 4^^-<a£" İj”"ı_ Ai.c-^1 dür jUzLJI W_»^ fij 4 -ApA^II (j-l
»>, >0'- tf S 'fi , -t '■"' f
: <J^ '(J
* J ^ol (Xu-ejb
• 9 ^9 * 9. 9 ^9 . 9 s 9 j, '
(-“J'? CO^lj lf-.c- O>ıb^y 4 C^aJ^cI ^iı/
* ı-iSL-i»

» ■* ** 9, fi^-9 A 9
: o jj o>U p?Jl Jc

! v rj31 j 1^,-şcmU k l^^-b *-SJI


(j~ ■-^.

■ »c/’VJ't-^’" 3

B>

Ç I»j)' ■^y“a? j <y |*JG 4ö-

jj
ÂıJ3 çöj?J^jT31jy û
* ’- çü#'3r"(j‘ <Jl

U»- û‘J?" û1^ ‘ *’V


*" û
* ->!r C*»M' û4

c^y"(3İ£İ[u-jl)JjLrArû4 * ■>—^-'‘■tA J tX^rJ

9^ J fr fi a 9
# jru- dİ---- ^"3 J j-J'cî-L.c’Tj
! IjX J—ftlil I x *‘^j (_J
• > • X * s*
-»- * (jÂ^' Jj—i ÖA
: bjj <_^^=₺ [fjjj

.lj_L> <JJI t. dil İH' C-İİj *^>


-; J ■>

•*“ 133
3azarören kasabası. ArkadaZamantı kalesi
amantı (Kuş kalesi ye Melik Gazi Türbesi
Zamantı - Kuş kalesi batıdan görünüşü
Sultanhanı

Dulkadıroğlu Süleyman beyin Koşcağız’da Sultanhanı


yaptırdığı, Garib Türbe
İspile Hanı: Kayseri’ye 22 km mesafede Eski Maraş yolu (Uluyol) üzerinde

<aratay hanı dış kapı Hurman (Rummân) Kalesi


DİZİN

YER ADLARI

A Arafcissos (Yarpuz = Afşin) 35


76 (h. 31)
Acem Iraik'ı 4
Arı Taş 69 (h. 18)
Acı Bamak (Acı Parmak) 21 (-h.
Asib 81, 82 (h. 40) '
23)
Avrupa. 5, 33,
Adana 37
Avşar 22, 78 (h. 33)
Adıyaman 67 (h. 14)
Ayın Tâb (Antep) 37, 39 (h. 13),
Afşin. 69 (ıh. 18), 75 (ıh. 30.) . bk.
64 (h. 11)
Arabissos, Efsüs, Yarpuz
Azana (Adana) 42 (h. 2)
Ahlat 7 .
Âzerbeycan 23 (h. 27) .
Ahlat Bölgesi 7
Aziziye 40, 41
Akça Dağ 34 (h. 2)
Akça Derbend 4, 61, 68, 94 B
Aksaray 2, 4, 8, 13
Ak Su 67 (’h. 14) Babu'ri Nasr 38
Bâbu-z Zuveyle 38
Alâarfdin Keykubsd Hanı 91
Bağdad 5, 17
Alaca Çayır 39 (h. 14)
Bağlıca 68 (h. 16)
Ala Dağ 57 (h. 1), 60
Benlu veya.Yablu 13 (h. 7) .
Alâiyye (Alanya) 2, 8
Alefzâr-ı Ya'blû Bâzâr 13 (h. 7) Batı Anadolu 1 '
Alişâr Dağı 67 (h. 14) Bâzârgâh-i Yabanlu (Banlu) 13
(h. 7), 19
Amasya 6, 38 (h. 13)
Amiilk Gölü 95 (h. 70) Bâzâr-i Banlu (Yablû) . 13
Amik Ovası 61 Bâzâr-ı Yabanlu 12 (h. 7), 19
Âmid (Diyarbakır) 5, 35 Behram Şah Kara Hîsar'ı 36.
Anadolu 1, 2, 3, 4, 5, 7, 9, '10, Belh 9
11, 14, 17, 18 (h. 16), 20, Besni 67 (h. 14)
23, 40, 56, 57 (h. 1), 58, 61, Beyelu 14
63, 67, (h. 15), 70, 82, 86, 87, Bınâr Başı yahut (Pigâr Başı) 40
90 (h. 48) (h. 15)
Ankara 8, 82 (h. 40) . Bizans 1, 2, 5, 33, 35, 41
Antalya- 2, 4, 7, 95 (h. 71) Börklüce (?) 95

— 141 —

1. ..... !....... '........ '. -T


Buhara 23 (h. 27) E
Burdur 4
Efsus (Arabissos) 75 (h. 30) bk.
Büyük Ak Su 67 (h. 14) bk. Ak
Afşin, Yarpuz
Su
Eğri Söğüt 78 (h. 33)
Büyük Gümüşgün (Abdal) 6, 78
Ekinciler (Zek) 21 (h. 23)
(h. 33)
Efcreik 78 (h. 33)
Büyük Küdüllü 93
Elbistan 4, 21, 33, 39, 58, 59, 61,
68 (h. 16), 69, 93
C el-Hân Irmağı 94
Cehân Irmağı 70 bk. Ceyhan el-Uhaydib 35
Ceneviz 5 Emir Ören 21 (h. 23)
Ceyhan 67 (h. 14) Engizek Dağı 67 (h. 14)
Cezire (Kuzey Irak ve Güney Doğu En-Nehrû'l-Ahmer 92
En-Nehrû'l-Esved 67 (h. 14)
Anadolu) 33
Cingöz köyü 77 (h. 33) En-Nehrû'l-Ezrak
Ercâs (Erciyes) 82
E.-debil 23 (h. 27)
Ç örgeni 6
Er-rân-Şirrân (Kuz-/ Azerbaycan)
Çağşcık 78 (h. 33)
23 ...
Çalışken 34 (h. 2) ı
,Er-Rum>mâne 76 (h. 31) bk. Rum-
Çankırı 4 .
rnân, Hurman
Çerçi Hanı 79 (h. 33) .
Erzincan 6 ..
Çınarlı Göl. 65 ,(h. 43) ■ .
Çiğil ■ 24 (!-,. 23) . ' , Erzurum 4. ; . ■ . .. . .... . ■
Çin 2 ’ ' Esbidi (metih: Eşibdi) 7.9 ■ . r
Çek Şorut. -21’ .(h. 23) ■ • ■. Eshâbu'l-Kehf 75 ■ (h. .30) :.
Çömürşek özü - 39,-92 (h. 59)’ . Eski Sarus (Sarız) 77, 78 (h.- 33)
Çömürşek Deresi 92 (h. -58);- Es-Safsaf 33 . • ■ / ' '
Çukurova 39 (h. 13), 42 (h. 23)
F
D
Fırat 1, 67 (K 14) . ''
Dağlıca (Maraguz) 76 (h. 31) Fransa 5, 8 - '
Dallı Kavak 78 (h. 33) Forman (Hurman — Rummân)
Darende 37, 39 (h. 13), 80 Çayı 69 (h. 19) ' .
Day Oluk 78 (h. 33)
Değirmen Taşı 78 (h. 33)
G . ' '
Deli Su Vadisi 82 (h. 41)
Delük 4 , . . Garîb Türbe 15 (>h. .11), 16 ■ (!-.
Derbsâk 95 ' ' 11), 37 . . .
Derbu's Selâme (Esenlik- Kısığı) 68 Gavur’un dağı (Hınzır-, dağı) 21
(h. 15) (h. 23) ' . . ,
Develu (Develi) 80 ■ ■ Gâzi Antep 64 (h. 1,1) ■ ■,.■
D i m aşk (Şam) 62 • Gebze' 39 (h. 13).
Divriği 6, 39 (h. 13) .. Gesi ■ 81 ; (h.' 39) - ' .
’Diyarioekıir 6 ' ■ Giği 21 (H; 2.3) .
Doğu ve Güneydoğu Anadolu' 1, 9 Giresun 5 k • ■
Don 17 . ■■ Girveli 22 ; (h. 23) > . •' ■■
Dülük 64 ' ' ' Göksün \4 " . . '

—. 142 - -
Gök Su 39 (h. 14), 67, 68 (h. 16), K ■ - . ’ ,
94
Gölbaşı 67 (h. 14) Kabak Tepe 78 .. (h. 33) .­
' Gölcük 78 (h. 33) " ; ’ Kahire 38 ... . . ... .
Göynük 4, 65, 66, 94 Karaca Hisar 19, 61, 92 .
Güdüllü 22 (h. 23) Kara Dayı (Karatay) Hanı -Keryan-
Gümüş Hacı Köy 6 . sarayı- 77, 78 (h. 33) bk. Kara­
Güney-Batı Anadolu 8 tay Kervansarayı ■ ■
Karadeniz 9 . ,
Kara Emen Gölü 95 (h- .70) .
H
Kara Hisar 18 (h. 17), 19 (h- 17),
' Hades (Göynük) 35 ; 23 (h. 21), 34 (h. 2), 93 (h. 62)
Had es (al-Had-aırh) 66 (h. 13) bk. Kara Hisar-ı Beıhram §a'b (b. 2)
Hades : Kara Kilise- 4 . . ■ .
Hadesü'l - Hamrâ 65 bk. Hades Kara Ören 21 Çh. 23). . ■
Halefe 4, 35, 58, 64, 66, 95 (h. 72) Kara Su 67 (h. 14), 95, . (
Hamudhâ 80 Kara Tay Kervansarayı 77 (h. 33),
Han Köyü 78 (h. 33) . 80, 81 (h. 39), 91 '
Hanzir (yahud Hinzir) 39 ; . Kara Tay Sultan (— Kareye-i 81)
Hânim. 95 ' •' (h. 38) - ■ :
Harput Ovası 68 (h. 15) ' Kars (Kadirli)' 31 . ’
Harşana (Kharsia-non — Kastron) Kastamonu -6 . '
34 ■' Kavaklar 78 (ti. 33) ■i
Halefe 67 (h. 14) 1 ’ Kayseri 3, 4, 5, 6, 20 .(h; ?2)., 21,
Hısnu'l-uyûn 33 35 (h. 6), 39, 40, 41, 42 (h.
Horig kong 24 24), 58, 59, '61 (h- 5), 13' 74>
Horasan 9, 57 (,'h. 1) . 81, 83, 87, 88 ■' ’
Huni (Hunu) 59, 69 .(fe. 18), 75 Kayseri - Elbistan 20 ”
(h. 30) .... Kayseri - Pınarbaşı 20, 22
Hurman kalesi- 4, 76 (h. 31),.78 Kayseri - Sivas 20 (h- Z3')
(h. 33) .. Kayseriyye 39 ’('h. 14) '
Huzistan 23 (h. 27) . .' , . Kemer 77 (h. 33), 78 (h-; 33)
Keyhüsrev 82 bk. Keykubadiyye
I ■ - ■ .... Keykubad 82 (h. 41) '■
Keykubadiyye 59, 82 (h- 41)
Irak 5, 7, .8, 9, 14, 24
Kharsana 34 (h. 2) bk. Harşana'
İsparta: 4, 7 : '
Kırıkhan 95 (h. 71) '
' i ' . '■ Kmıt Tepe 21 (h. 23) '
Kır Kısrak 78 (h. 33)
İcâdiye (Kara Kilise) 78 (h. 33) Kırım 2
İğdecîk 21 (h. 23), 22 (h. 23) Kır Şehri 7 .•
İmirza Ağa 77 (hi 33) - . Kışlar Pınar Özü 77
inelkli 65 (h. 13) i Kızıl Han 37 ’ (hi 10), 73 34)
İngiltere’. 5; 8 i ■ ' Kızıl Su 22 (h. 23), 92
İran 4, 5, . 9, 23, 56 ’ Kililkya 58 •
İsbile (isbele) Hanı 77 (h. 33) .
Koca Dağ 43
İsbile Kervansarayı 81 (h. 39) bk.
Konya- 4, 5, 6, 8, 9
isbile Hanı Kore 24
İslâhiye 95 (h. 70) ' Koşcağız 15 (h. 11), 37
İstanbul 82 (h. 40) ’ Köse Dağ 21 (h. 23) , 36

— 143
Köylü Pazarı 11 .. P . ■
Kuruçay 77 (h. 33), 78 (h. 33)
Panlı 21 (h. 23), 22 (h. .23)
Kuş Kalesi 23, 33, 41 .
Pazarcık 64 (h. 12), 65 (h. 12),
Kuzey Azerbaycan (Gence - Şirvan)
67 (h.. 14)
4
Pazar Ören 16 (h. 11), 20 (h.
Kuzey Suriye 36
22), 21, 22 (h. 23), 23, 37 (h.
Küçük Gümüşçün (Kaman), 6,
10), 41, 42 (h. 24), 78 (h. 33),
78 (h. 33)
92 (h. 60), 93 (h. 62)
Küçük Kü.düllü (.? Güdüllü) 92 Pazar Öreni - viranesi - 22
.Kütalnya 5, 6
Pehnik Dağı 67 (h. 14)
Pınar Başı 6, 16 (h. 11), 20 (h.
M 22) , 37 (h. 1.0), 39, 41, 42 (h.
23) 78 (h. 33)
Maiaka yarım adası 24
Piza 5
Malatya 4, 39. (h. 13), 90 .
Mafezgird 1 ,.
R
Marabuz - Maraguz (Dağlıca) 78
(h- 33). ■ . Revrân (?) Küdüllü (? K. v. lû)
Maraş 4, 61, 64 (>h. 12), 65 (h. 91
Reyyân 75 (h. 31), bk. Rummân
13), 67 (h. 14), 95
ıe Hurman
Maraş - Elbistan 16 (h. ”11)
Rum 14
.Mâzanderân “(Hazar Denizi'nin gü- Rummân 75
, ney kıyısı) 4 .. .
Mercül - Dibâc 64, 65 (h. 12) S
Merri (?) 95
Salgûma vâdesi 81 .
Mezgitli 78 (h. 33) .
Salkuma (yeni adı Gür Pınar) 81
Mısır 5, 7, 8 ,9, 17, 18, 24, 57
(h. 39)
Musul 5 .
Sam ağar 14 (h. 9)
Muşâlim 34 (h. 2) . ’ Samagar Viranı 14 (h. 9)
Muşâlim Kalesi 34 (h. 2) , Samarndu (= Zamanlı) 35, 79
Sanslbus Kalesi 33
N Sarımsaklı (Bünyan) 39 fh. 14)
Sarız 4, 6, 78 (h. 33) .
Napoli 5 .. Saru Öz (Sarız) 39 (h. 14)
Nehru'l-Ezrak 67 SâruS (Sarız) 77 (h. 32)
Nehr-i Kâli (Nergife yöresi) 76 Savaları 37 (h. 10), 78 (h, 33)
(h. 31) Sinop 2, 4, 23
Sis (= Kozan) 37
O Sis bölgesi (= Çukurova) 95
Sivas 5, 7, 9, 17, 20, 21, 23, 60, 61
Orta Anadolu 1, 8 •, Suğdak 23 , ■
Orta Asya 3, 9 Sultan Hanı 21, 29 (h. 23), 61
_,VÇ Oğlu 22 (h. 23),. 92 (ft. 6L, Suriye 5, 7, 8, 9, 17, 24, 33, 57

ş ■ ■

Ördekli 78 (h. 33) Şam Bayadı 67 (h. 14)


Ötrek (? Ev. t.r.âk) 78, (h. 33) Şam (Dimaşk) 8. ■

144. —
Şebin Karata işar 5 Vâdiyyü'l - Hicâre 76 (ta. 31)
Şekerciler Hanı 9 Van Gölü 7, 9, 60
Şekerhâne 9 Venedilk 2, 5
Şıvgın 21 (h. 23)
Şi'b Bevvân 92 Y
Şikâr-hâne (av köşkü) 9
Yabanlu 11, 12 (ta. 5), 13, 14, 15,
17, 19 (ta. 17), 20 (ta. 21), 20,
T
(ta. 22), 21, 22, 23, 24, 61
Taçın Çayı 21 (ta. 23), 22 (h. 23), Yabanl-u Pazarı 5, 9, 14, 15 (ta­
92 (h. 58) li), 18 (ta. 16), 20, 77 (ta. 33),
Tanır 76 (h. 31) 92
Tatar Deresi 68 (ta. 16) Yalak 78 (h. 33)
Tavla 78 (ta. 33) Yapunlu 12 (ta. 4)
Teıvlusun 81 (h. 39) Yarmaç (?) Han 78 (ta. 33)
Tebriz 4 Yarpuz 75 (ta. 30) bk. Arabissos,
Tepe Arkaç 21 (h. 23) Afşin ve. Efsus .
Terbizek 95 (ta. 71) bk. Derbsâk Yazı Belen 76 (ta. 31) bk. , Rum-
Tevâvis (Arfûd) 23 (ta. 27) mân ve Hurman ' ; . .■
Tiflis 4 Yedi Oluk 78 (h. 33)
Tokat 4, 59, 74 Yere Geçen.2,1 (h. 23), 92 (b. 60}
Topkapı Sarayı 42 (h. 23) Yıkık Han 78 (ta. 33)
Top Söğüt 21 (ta. 23) Yozgad 34 (ta. 2) ,
Toybuk Yaylası 78 (ta. 33)
fsaımandbs (Zamantı) 33, 41 bk. Z ■
Zamanlı '
Zamandû 36
Türkistan 3, 5, 23 (ta. 27), 24
Zaman çayı ( — Rumman çayı) 69
Türkiye 3, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 17,
36 (ta. 6), 40, 42 (ta. 24), 56, Zamandı) (Zamanlı) 77 (ta. 32)
Zamanlı 16 (ta. 11), 34, 35 (h. 6),
57 (ta. 1), 90 (ta. 48), .
Türk vatanı 90 (h. 48) .. . 36, 37, 38 (ta. 13), 39 '(ta. 14),
40, 43 (ta. 25), 76 (ta. 31), 79, 92
Zamantı. Irmağı 22, 23’
U
Zamantı' Kulesi 15 (ta 11), 23 (ta
Ulu Cami 35 (h. 6) 26), 33, 35, 38, 43 ' ' ;
Ürfa 38 fh. 13) . Zamantılı 41
Uşrusana 23 (ta. 27) Zamantû 36, 39, 42 (h. 23) bk.
Uz-un Yayla 22 . Zamantı . .
Zerezek - Kamber 77 (h. 33)
v . Zilli Han 68 (ta. 16), 94 (h. 66)
Zlt'I - Karneyn Kalesi 6 .
Vâdiyyü'l - Bakar 76 (ta. 31) Zürre 82 ■' '

— 145----

1......... T
II
ŞAHIS ADLARI
A ç '

Abaıka 57 (h. 1), 58, 59, 60, 61, 62, Çelebi Sultan 39 (h. 13)
■ 70, 71
Abdulbâiki Gölpmarlı 11
Ak sa'rayi 14 ■ D
Alâeddin Keylku'bâd '21 (h.23), 36
Dizek 71
Alâüd-devle 11 (h.1), 39 ■
Ali (Gerger valisi) 90
Ali Bey 39 e , '
Arif Metin 16 (h. 11)
Atabeg Mecdeddln 73 Ebû Heyyân 18
Ebûl - Abbâs Ahmed el - Kalka-
şendî 63
B
Ebû Tayyib (el - Mütenebbi) 79
Bahadvr Bahşı 71 El - Kazvinî 18
Baycu Noyan 36 El - Makrizî 19 (h. 17) -
Bayındır Bey 38 (h. 13) El - Meliku'l - Kâmil 67
Bedireddin el r Hazinedar (Emir-) 94 El - Meli'ku'z Zâhir Bey Bara 18, 57
Bedreddin Mikâil (Naib) 73 El - Mütenebbi 33, 64
Behram Şah 34 (h. 2) El-Ömeri 16 (h. 12), 17, 64
Bel'kîs 87 . (h. 10) .
Bell,G. 35 (h.6) . Emineddin Mikâil 73 (h. 26) .
Bey Bara 6, 18 (h. 17), 19, (h. .17), Emir Ali 74 (h. 29) '
, 56, 57, 58, 59, '.60, 61 (h. 5), 62
' (h.6)i 63,,64 (h. 11)',, 74 (h.29), Emir - Celâleddin 73
Erduvane 38
78 (h. 33), 83 (h. 42), 87 .
(h. 45), 89 (h. 48), 93 (h. 62),
94 (h. 67), 95 (h. 72) F

C Fahredidin Ali (Vezir-) 59, 87 (h.


45), 73, 86
Canard, M. 41 Faıhreddin Behrem Şah (Emir-i mec­
Celâleddin Karatay 34 (h. 27), 36 lis) 36 ■
(h.9) Fâtih 37, 38 (h. 13)
Çinkir 73 (h. 24) Fulâneddin 73

— 146 —
G J

Joinville 10
Gâzi 35 (h. 6)
II. Gıyâseddin 36, 56 , 74 (h. 28)
K . . . . .
Gıyâseddin 74 ■
III. Gıyâseddin Keyhüsrev 56, 74 Kalkaşendi 16 (h. 12), 63
Gürcü Haıtun 59,74, 87 ■ ■ Kaşgarlı 1'5 (h.10)
Kâtib Çelebi 40 (h. 17) ' ’•
Kâyıd Bay 38 -(h. 13) ■
. H
Kayır Han'ı 36
Halil Bey 15 (h. 11), 37 Kemâleddın (Emir, Âri-zu'l - ceyş),
Hamdullah Müstevfi 15 (h. 10), 91
34 (h.2), 36, 37 .' . Kemâledd'in İsmail 73 (h. 25)
Hanûıke- 91 Kerimıüddlin Maıhmûd el-Aksarayi 19
Haltiroğlu Şerefeddin 58 II. Kılıç Arslan 8 '
Kirey 69
Hatiroğlu Ziyâeddin'in oğlu 74
Kosfantin 66
(h. 29)
Kuıtbeddin Mahmud 73 (h. 25), 91
Hazret-i Süleyman 87 Likandos (Paıtrice) 35 , . . '
Heıtum 66 ■ . '
Hoca Yuınus'un oğlu 73 (h. 25), 90 M
Hudâd-âd 38 I ■ '. •■
Hüsâmsddin (Anadolu Başkadısı) Mahmud (Mehmed?) 35 (h. 6)
74 (h. 29), 90 Mahmud Ghâzi 41, bk. Melik Gâzi
Mahmud Paşa 39 (h. 13)
Hüsâmeddin Kâvek yahut Keyâvük
Mâlik 72 : ' >■ . -
(? Emir - Pervâne'nin akrabası)
Marco Polo 17 .
73 (h. 25), 91 .
Melik Gazi 15 (h.11), 35 (h.6),
37, 41 .
İ Melik Mehmed 35 (h. 6) ' .
Mevlâna Celaleddin 11, 13 . (h. 7),
. ibn Abdü'z-Zâhir 6, 19, 62, 63 14, 19, 90 (h. 48)
ibn Âcâ 38 (h. 13), 42 Mevlâna- Celaleddin -Rûmî 11 •„
ibn Battuta 6 ■ ■ Muğisiddün Tuğrul .Şalh , ■ (Erzurum
İbn-î Bibi 19, 36, 4Q, 57 (h. 1) Hâkimi) 74 (h. 28) - , ..
İbn Şeddâd 18 (h. 17), 62 (h.47), Muhezzebeddin Ali (Deylemli) 57
64 (h. 11), 65 (h. .13) (h. 1) " :• ■ . i
ibn Tağrı Birdi 19 (h. 17) Muhy iddin ibn AbÜo’z-Zâthir16
ilgey (Eylegey) 58 . (h,12), 20 (h. 21), 21, 62, 63
imru'-ul-Kays 82 (h. 40) fck. Ibn^ Abdu'z - Zahir- ■
irincin (Kireyit, valiliği 1305-1317) Muîniddin Süleyman 56 bk. Per­
1:3 - . : . vane 87. . .
İsa 38 ■'r ' ? Musullu Sû-fi Halil Bey 38 ..: (h; 13)
izzeddin (Emî'f-.'CşJâfeddîni. Mu'ham- Muzaffereddin H-acâfi 74 (h. 29) '
med'in kardeşi) 72 Muzaıffeneddln Mahmud (Mengü-
izzeddin Aydemir ed-Devadâr ez- cük oğlu) 76 (h. 31)
Zâhiri 72 Muzaffer-eddln Mehâf 90
II. izzeddin Keykâvus 34 (h. 2), Mübârizeddin Behram Şah 34 (h. 2)
56 Mıühe-zzeibeddin (beylerbeyi, Pervâ­
izzeddin Kılıç Arslan 36 ne'nin oğlu) 73, 90

— 1147 —
N Sinan Paşa 39 (h. 14)
Sunkurca ez-Zü başı (Sü Başı) 81
Nasreddin Hoca 9 Süleyman Bey 37
Nizâmeddıin Evhad (Hatiroğlu Şe-
■refeddin'in oğlu) 74 (h. 29), 90
$
Nureddin Caca 73, 91
Nureddin el-Mancınıkî 90 Şah Süvâr 37, 38 (h. 13), 39
Nusreteddin (Sivas Sü başısı) 91 Şemseddin - Muhammedi Cuveyni
Nusrete'ddin Behmen 73 (h. 25) 57 (h. 1), 60
Şemseddin Surtkur el-Ajkar 69, 74
Şerefedtiin Kırân el-Alâî 72
P
Şerefeddin Kulunçük el-Çaşnigir ez-
Pervâne 56, 57 (h. 1), 58, 59, 60, Zâhiri 72
61, 73, 74, 89 Şerefu'l - Mülk 74 (h. 29)
Pervâne'nin Anası 91 Şihâbeddîn Gazi b. Alişir et-Türk-
Pir Ahmed 21 (h. 23) mâni (Emir-, Genmiyanlı) 91

R
T
Ridvân 72
Rosudan (Gürcü kraliçesi) 74 (h. Tamâdeye (?) 73 (h. 24)
28) Toku (Gelayir) 58, 59
IV. Rükneddin Kılıç Arsian 56 Toladay Yarkuçu 71 (h. 22)
Tuda'un Bahadvr (Sulduz - Se-gan
S Şira'nın torunu) 58

Sahih Zeynedldin 72
U
Salim 38
Saımagar Noyan (Moğol valilerin­ Uruhtu 71
den) 14 (h. 9) Uzun Haşan Bey 38 (h. 13)
Sartak 71, 73 (h. 24), 91 Y
Selıman 38 (h. 13) Yahya. Kâvir 38 (h. 13)
Serikede (Serkedey?) 73 (h. 24), 91 Yaş Bek 37, 38 (h. 13), 39 (h 13),
Seyfeddin Balaban (Kıiçkine) 74 42 (h.23)
(h. 29), 90 _ Yavaş Arsian 34 (h. 2)
Seyfeddin Çalış (İShak oğlu) 74 Yavuz Selim 39 <
■ (h. 29), 87 (h. 45) Yunus 38
Seyfeddin Çavuş (Emir, el-Çâviş) 79 Yunus Emre 90 (h. 48)
(h. 25), 91
Seyfeddin Sunkvrca 73. (h. 25)
Z
Seyfeddin Şahinşâh 74 (h. 29)
Seyfüd-devle 33, 34 (h. 2) , 35,66 Zâhireddin Mütevvec 74 (h. 29), 90
Sirâceddin İsmail (Cacaoğlu) 73 Zdkeriya b. Muhaımmed el-Kazvînî
(h. 25), 91 16, 19
Simon de Saint - Quentin 10 Zirek 73 (h. 24), 91

— 148 —
III

DEVLET, HÂNEDAN, EL, BOY,


ADLARI ve ÜNVANLARI
A F

Ahiler 7 Franlklar 1
Alk-İKoyunhj 38 (ti. 13), 39 (h. 13)
Artu'klular 68 (h. 15)
Avşar 22, 41 G

Gürcü 4, 23
B

Bartılılar 5 H
Bizans 23, 40 (h 19), 56
Hamdaniler 33, 41
Boz Ok 16 (h. 11)
Harizmliler 36
Burtâslar 17 (h. 13)

K
C
Karavaşlar (el-cevârl = cariyeler)
Celâyir oymağı 71 (h. 21)
15
Cenevizliler 5
Kayserililer 82
Kıbrıs kırallığı 2
Kıpçak 5, 17, 57, 62 (h. 6)
ç
Kinde 82 (h. 40)
Çerkeş 9 Koca Naili oymağı (Avlarlardan)
77 (h. 33)
D Köşker ( = Kevişger) 43 (h. 23),
42 (h. 25)
Daınişmendliler 35 Köşkerli 43 bk. Köşkerlû
Dul'kedır oğulları 15 (h. 11), 16
Köşkerlu 42 (h. 25), 43 (h. 23)
ıh. 13), 37
Dulıkadırlılar 38 (h. 13)
i
E
İlhanlI devleti 57 (h. 1), 58
Ed-devletü't Türkiy'ye 18 ilhanlılar 36
Eyyübiler 17 İslâm 1, 11

— 149

t... ..... r
M Ramazan oğulları 37
Rus 5, 9
Memluk Sultanı S
Memlükler 18, 21, 37, 38 (h. 13),
S
39 (h. 13), 41, 56, 57, 58, 59,
60, 61 (h. 5), 53 Selçuklu devleti, devri, beyleri, or­
Mısır 38 ('h. 13) dusu 2, 3, 4, 5, 6, 7, 10, 13, 18,
Moğol 8, 13, 14, 15 ('h. 11), 18, 19, 36 (h. 6), 39, 40 (h. 16), 41, 56,
20, 36, 40 (.h. 15), 56, 58, 60, 57 (h 2), 58, 59, 60, 61, 70,
61 90 (h. 48)
Moğol'lar 20 (h.22), 57 (h. 2), 69, Selçuk oğul lan 83
70, 71, 72, 73, 74, 89, 91, 93 Sulduz 71 (h. 20)
Müstümanlar 71, 72 .>
T ; .
O Tatarlar 69, 70, 71, 81, 83, 89, 91
Türk 3, 9, 15, 17, 41, 63 ,■
Oğuzlar 21 (h. 23)
Türk göçebe unsuru 90 (h. 48)
Oğuz Türkleri 1 ,
Türkiye Selçukluları 4, 67 (h.'15)
OsmanlI 7, 34 (h. 2), 57 (h. 2)
Türk Konar göçerleri 7 '
Osmanlı Devletti 39 (h. 1)
Türikler 1, 2, 3, 7.' 17, 35, 40 "
Türk Mem lükleri 18 ’
R Türkmen 5, 7, 8, 9, 58, 60, 61
Türkmenler 90 (h. 48) .
Ramazan oğlu 39 (h. 13) Türik oymaikları 8

150 —
IV

MADDELER VE DEYİMLER
A Debbağ (derici) 7
Deniz Köpeği kürkü 15
Abîse 91
Deri 7
Altın 9
Deri elbise 7
Araba. 44 Deve Pırangısı 44
At 5, 8
Dizçek 44
At gemi 43
Dolama 8
Atlas kumaşı 15

E
B
Edik (uzun konçtu çizme) 7
Bakır 6 Elbise 9
Bakraç nühâs (z= bakir) 45 el-Kunduz 15 (h. 10)
Balta 45 el Kuzâ'âtu 15 (h. 10)
Başmak (kadın pabucu) 7 Emîr-i Mahfil 86,
Baş Top (köhne) 44 en-Nevbe 83
Bîmaristân 3 Enükle (?) pırangı 44
Boraks (ımilhu'l - bevrak) 1
Bu Mas kürkü 15
Bürümcek 8 G

Güherçile 44
C Gümüş 5, 6, 9
Gürcü halıları 86
Cev (arpa) 45
Cevşan (örmezırh) 44
H
Ciclât (Alm.) 17 :
Ciclâton (Isp.) 17 Halı 5, 8
Ciclaıtun (Trans, ing.) 17 Harbe (kısa mızrak) 44
Çetr ve Arsian 83
Çetr ve Kuş 83
I
Çiniler 86
Itriyat 5
0 '
İ
Darbûzân kundağı 44
Demir 6 İkdiş (Bedeviler'in dilinde kitiş) 8

— i 151 —
K Ribâtlar (Hanlar) 86
Rum köleleri (el-memâlîk) 15
Kâdı'l - Kudât (kadılar kadısı, baş
ıkadı) 90
S
Kaftan 8
Kalkan 10 Sabun 5
Kamereddin (kayısı) 8 Salkâllât 15, 17
Kapkacaık 6 Sakız 7
Kayseri çarşısı 86 Salklâtûn, Saklatin, Sakarlât 12
Kazma' 44 Sedef (?) 45
KelbuT-mâ' 15 (h. 10) Selçuklu Tahtı 83
Kemân (—yay) 44 Sokman 7
Kerıdum (— buğday) 45
Kereste 8
ş
Kervansaray 21 (h. 23)
Kılıç 90 Şap 5
Kımız 62 Şarkı (?) var tüfenk 44
Kızıl Borikler 5 Şayka Arabası 44
Kitre 7 T
Kolçak 44 Tabur (Tulb) 70
Koyun 9 Tahıl 8
Köle 9 Tekkeler 86
Kunduz 15 Terlik (kadın gömleği) 8
Kurşun 45 Tiftik 8
Küski-i âhen 45 )
*
Tîr (=< 44
Kükürd 45 Topkun (?) 43
Kürek 45 Tuğulga (=Tulga, miğfer) 44
Tuzla' 7
L Tüfenk Kundağı 43
Türk eğerleri 5
Lacivert Taşı 6 Türkmen atları 17
Lamba 6 Türkmen börideri 8
Türk sahtiyanları 5, 7
M
V
Medreseler 86
Meyve 8 Varya! 45
Mısır Şapı 5 .
Y
P
Yakût 42 (. 23) : .
Palâmûr Urganı 45 Yaşmak 8
Pervâneçi 57 (h. 2) Yeniçeri çantası 44
Pırangı nezd-i Fâris (?) 44 Yün 8

R Z

Reçine 7 Zarbûzân (= bir tür top) 44


Ribât 3 Zırnık 7

152
GENERAL INDEX OF THE ENGLISH TEXTS

A Bardas 53 (n. 19), See Bardas Fc-


tos
Abushka 27 (n. 8) Bayj'U Noyan 50
ibn Âcâ 54 Bazârgâh-i Yablû 27 (n. 7). See
Adana 54 Yabanl’u Pazarı
Afşin 48 Bâzâr-i Banlû 27 (ri. 7). See Ya­
Ahla'ş - Şimal 28 ban lu Pazarı
A'kdâğ 47 G.l. Bell 53
Aksârayî 27, 49 (n. 9) Bladk Seaı 28
Alâa'd-dawla 25 (n. 2), 51 Bosphorus 46
Alâadtfin Keykubâd 49 ' Bozök 48 (n. 3)
Alaca 48 (n. 3) Bidil Awjharı 55
Aleppd 48 Bsntâs 28
AHa'l-Mağrib 28 Byzance 47 (n. 2), 48 (n. 4)
a!-Maliku'z-Zâhir Bey Bars 29 Byzanıtine 31, 47, 48, 53
al-Mutanabbî 46 Byzaıntium 28
al-Qazvînî 28, 29, 30
al-Umarî 28 (n. 12)
C
Âmid 48
Anatolia 27, 29 (n. 15), 31, 46, Cairo 29, 51
53, 55 M. Canard 53
Arfkara 27 (n. 7) Chömürshek 27 (n. 8). See Çö-
Arabissos 48 ■mürşek Özü
Crusades 49
Arabs 48 (n. 4)
Cyprus 28
Ariarafbeia 53 (n. 21)
Çorum 48 (n. 3)
Asia Minör 52, 53
Kalerrcfar Çalabi 55
as-Safsaf 46
Awshar 31, 55
D
Aziziye 52, 53, 54 (n. 23)
Darende 51
B ■■ ■■ ■- ' Demürl'ü Kara> Hisarı 48 (n. 3)
Dasfnenda 53 (n. 19). See Zamanlı
Bâ'bu'n-Nasr 51 Fortress
Baghdad 29 Don 29
Bahrâm Shâh Kara Hisarı 49 Dulkadirid 31, 50, 51

— 133 —

T . . ...... '1..
E Kars 51
Gıyâscddin Kayhusrav 49
Elbistan 46, 52 îzzad-dİn Kayikâvus 47 (n. 3)
Erduvana 51 Kayır Khân, leader of the Khoraz-
mians 49
F Kayseri 30, 31, 47 (n. 3), 52, 53
Kayseri - Pınar Başı 50 (n. 11)
Fâtih 51
Kemâled-din Rumtash 47 (n. 3)
Bard&s Fokas 48
Khalİl Bey 50
Fahreddin Batmam Shah, Amîr-i
Khar-sana 47 (n. 3)
m-ajlis 47 (n. 3), 49
Kharsronan (Kastron) 47
Khınzir 52
G Khudâdâd 51
Abdıülbaki Gölpınarlı 25 izzeddin Kılıj Arslan 49
Greek slaves 28, 29 . . Kocada ğ 54
Komana' 53 (n. 19)
Konya 47 (n„ 3) ■
H
Kösedag 50
Hades (—Göynük) 48 . Köş'kerlî 54
Hamdan ids 53 . . Kush Kalesi 46, 54
Hamdan i Dynasfy 46
E. Honigmann 46, 53 . . L
Harshana 47
Ebû Hayyân 29 Lapara 53 (n. 19) ‘
Hısnu'l - Uyun 46 . Süleyman the Lawgiver 52-
Morsuma 47 (n. 3) Likandos 48

I ‘ ‘ ? • M

lraq 27, 31, 46 Hamdullah Mustavfî -50:-.-


lraqi 30 Mahmıud Ghâzi-53.. See Malik. Ghâzi
Italian rnerchants 30 Malik Ghâzi 49, 50, 54
Italian Republics 28 Malik Ghâzi Türbesi 54 . (n. 25)
Maraş 50 (n. 12)
Mâvarâ'an-nahr 31 (n. 22)
İ
Mawlânâ 30 (n. 25)
İbn Bibi 49, 54 Mongol govemors 31
İsâ 51 Mongol lîkhanid' Empire 20
İslamic world 31 Mongol 27 _(n. 8).
Veled İzbudak 25 Moslem rnerchants 31, 32 '
Moslem world 28
Muhammad al-Qazvînî‘ 27 ’
J
Malik Mvhammed 49 (n.‘7)-’
Jazire 46 Mu'hyiddîn ''İbn' Abdu'z-Zâh'İr- 28
K Mushâlİm 47
Kadirli '51 Mu'shâlim Fortress 47
Kara Hisar-ı Bahram Shâh 47 (n. 3),
48 (n. 3)
N
Kara Hİsar-ı Develü 48 (n.'3)
Kara Tay Kerva-risarâyı 49 (n, 9) Reynold Nteholson 25, 26;

<154-—
Samagar Noyan 2/ (n. 8) Tsamandos 46, 48, 52, 53, 54 (n
Samagar; village 27 (n. 3) 23). See Zamanlı
Garîb Türbe 50
P
V
Pazar 'Ören 27 (n. 8), 31, 54,
Persia 31 A.A. Vaslfev 54
Pınar Başı 31, 50, 52, 53, 54 /irançhe'hir 53 (n. 21) ..
Marco Polo 30 Volga 28, 29

Q Y

Yabanlu 26, 27, 29, 30. See Ya­


Q:ra.man 30
banili ’ Pazarı
Qıpchaq Turks 29, 30
Yabanlu Pazarı 25, 27, 28, 29,. 30
Yablû Bâzâr 27 (n. 7). See Ya-
R
ba-nlu Pazarı
Yalıya 54 ..
Ramazan oğulları 51
Yapuniû 26 (n. 3). See Yabanili
W.M. Ramsay 46, 52, 53
Pazarı
Yarpus 48. See Afşin, Arabissos ■
S Yaş Bek 51, 54
Yavaş Arslan 47 (n. 3)
Saljuks 49, 50
Yavuz Selim 51
Sa-ljukids 29
Yeşil Hisar 48 (n. 3)
Saımandû 48, 54 (n). See Zamanlı Yozgat 47
Sanabil® 46
Yunus 51
Sâvâlan 50 (n. 11)
Shâh Suvar Bey 50, 51
Z
Sis 51
Sivas 29, 47 (n. 3) Zaikariya Muhammaci al-Qzvînî.
Syria 46 See al-Qazvînî
Zamanlı 47, 49, 52, 54
T Zamaıntu 49, 50
Zam-antı Castle 31
Tekye 54 Zamartı Fortress 46, 49, 50 (n. 11),
Tevâvis 31 (n. 22) 51, 53, 54, 55
O. Turan 30, 52 Zamanlı disfrict 31
Turkestan 31 (n. 22) Zamanlı regrön 52
Turkey 25, 27 (n. 8), 30 Zamantı River 29 (n. 16)

—"155-—
ERRATA

page line

Commender Comma nder 46 27


Kingdem Kingdom 28 21
placo pisçe 30 27
Moslim Moslsm 32 8
mape map 47 12
constracted çonstructed 47 . 32
piecies pieces 47 37
dört don t 49 37
hwom whom 49 28
wich which 53 11
sow saw 28 16

156

You might also like