Professional Documents
Culture Documents
BİYOLOJİ
11 DERS KİTABI
Bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 30.11.2015 tarih ve 92 sayılı
(ekli listenin 190’ıncı sırasında) kurul kararıyla 2016-2017 öğretim yılından itibaren 5 (beş) yıl süreyle ders
kitabı olarak kabul edilmiştir.
YAZAR
HALİME ELKIRMIŞ
YAYIN DAĞITIM
1
Her hakkı saklıdır ve İPEKYOLU YAYIN DAĞITIM LİMİTET ŞİRKETİ’ne aittir. İçindeki şekil, yazı, metin ve
grafikler, yayınevinin izni olmadan alınamaz; fotokopi, teksir, film şeklinde ve başka hiçbir şekilde çoğaltıla
maz, basılamaz ve yayımlanamaz..
ISBN
978-975-9073-21-3
Editör
Zafer ARSLAN
Dil Uzmanı
Osman Nuri BAYRAK
YAYIN DAĞITIM
2
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı:
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
O benimdir, o benim milletimindir ancak. Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl. Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl. Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli:
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli-
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar, O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na’şım;
Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar? O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın; Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif Ersoy
3
GENÇLİĞE HİTABE
4
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
(1881-1938)
5
IÇINDEKILER
6
1. Glikoliz ..............................................................................................……………………. 64
2. Krebs Döngüsü (Sitrik Asit Döngüsü) ................................................……………………. 64
3. Elektron Taşıma Sistemi (ETS) .........................................................……………………. 66
1.4.5. Karbonhidrat, Yağ ve Protein Monomerlerinin Oksijenli Solunuma Katılma Basamakları .... 71
1.4.6. Fotosentez ve Solunum İlişkisinin Hayatın Sürdürülebilirliği İçin Önemi ………................... 73
Okuma Metni .......................................................................................................................... 75
4. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME …......................…………...............……………. 76
I. ÜNİTE SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME ……................................…...……….……………. 77
II.ÜNİTE: İNSAN FİZYOLOJİSİ .................................................................................. 85
1. BÖLÜM: DOKULAR …….......…..........................................….....................................…………. 86
2.1.1. Doku, Organ ve Sistem İlişkisi ..............................................................……………………. 87
Okuma Metni .......................................................................................................................... 89
1. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME …...……......................................………………. 90
2. BÖLÜM: SİNİRLER, HORMONLAR VE HOMEOSTAZİ …….…….....……....……………………. 91
2.2.1. Sinir Sisteminin Yapısı, Görevi ve İşleyişi …...........................................……………………. 92
A. Nöronların Yapısı ve Çeşitleri ...............................................................……………………. 93
B. Nöronlarda İmpuls Oluşumu ve İletimi .................................................……………………. 95
C. Merkezî ve Çevresel Sinir Sistemi .......................................................………………..…. 99
1. Beyin ..............................................................................................……………………. 99
2. Omurilik ..........................................................................................……………………. 103
3. Çevresel Sinir Sistemi ....................................................................……………………. 105
Ç. Sinir Sistemiyle İlgili Güncel Araştırmalar ............................................……………………. 106
1. Koku-Hafıza İlişkisi .........................................................................……………………. 106
2. Uyanma ve Uyku .............................................................................……………………. 107
Okuma Metni ........................................................................................................................ 109
2.2.2. Homeostazinin Sağlanmasında Sinir Sisteminin ve Hormonların Rolü ……….….………. 110
A. Homeostazide Geri Bildirim Kontrolü .......................................................……..…………. 110
B. Hipotalamus-Hipofiz İlişkisi ................................................................……………………. 114
C. Diyabet ve Diyabetin Kontrolü ...........................................................……………………. 117
Okuma Metni ........................................................................................................................ 118
2.2.3. Sinir Sistemi Rahatsızlıkları ve Sinir Sisteminin Sağlığının Korunması .......................... 118
2.2.4. Duyu Organlarının Yapısı ve İşleyişi ……….…..................................................…………. 123
A. Görme Duyusu ..............................………............................................................….……. 123
B. İşitme Duyusu .......................................................................................………..…………. 129
7
C. Tat Duyusu ................................………….................................................................……. 131
Ç. Koku Duyusu ...............................…………..............................................................……. 133
D. Dokunma Duyusu ...............................……..............................................................……. 134
Okuma Metni ........................................................................................................................ 137
2.2.5. Duyu Organlarının Sağlığının Korunması ……….…...........................................…..……. 138
A. Göz Kusurları ve Tedavi Yolları ..............................………....................................………. 138
B. İşitme Bozuklukları ve Tedavi Yolları .....................................................…………..………. 140
C. Dokunma Duyusu Sağlığı ve Tedavi Yolları ..............................................................……. 141
Ç. Tat ve Koku Duyusu Sağlığı ve Tedavi Yolları ..........................................................……. 142
Okuma Metni ........................................................................................................................ 143
2. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME …......................…………...............……….…. 146
3. BÖLÜM: DESTEK VE HAREKET SİSTEMİ ...........….…........................................................…. 150
2.3.1. Destek ve Hareket Sistemi Elemanlarının Yapısı ve İşleyişi ……….................................... 151
A. Kıkırdak ve Çeşitleri ......……........................................................................................…. 151
B. Eklemler ve Çeşitleri .............................................................................…………..………. 153
C. Kemiklerin Yapısı ve Çeşitleri .................................………….....................................……. 154
Ç. Kemik Oluşumu ve Kontrolü ...............................…………...........................................…. 155
Okuma Metni ........................................................................................................................ 156
D. Kasın Yapısı ve Çeşitleri ......................................................................………..…………. 158
E. İskelet Kasının Kasılma Mekanizması ..................................................………………..…. 159
1. Huxley’in Kayan İpler Modeli .........................................................……………………. 161
2. Kasılmanın Kimyasal Açıklaması .....................................................……………..……. 163
3. Kas ve İskelet İlişkisi ........................................................................………..…………. 166
2.3.2. Destek ve Hareket Sisteminin Sağlığının Korunması ....................................................... 167
3. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME …..........................………...............…………. 170
4. BÖLÜM: SİNDİRİM SİSTEMİ ...........……..............................................................................…. 173
2.4.1. Sindirim Sistemindeki Organların Yapısı ve İşleyişi ………................................................ 175
A. İnsanda Sindirim Sistemi Kısımları ......…….................................................................…. 175
1. Ağız ................................................................................................……………………. 176
2. Yutak ................................................................................................……..……………. 177
3. Yemek Borusu ..................................................................................…………..………. 177
4. Mide .................................................................................................……………..……. 177
5. İnce Bağırsak ....................................................................................………..…………. 178
6. Kalın Bağırsak ...................................................................................………..…………. 180
B. Sindirime Yardımcı Yapılar ve Organlar ................................................................………. 180
1. Karaciğer ........................................................................................……………………. 180
8
2. Pankreas ........................................................................................……………………. 182
C. Besinlerin Sindirimi ................................................………….....................................……. 183
1. Karbonhidratların Sindirimi ..................................................................................……. 183
2. Proteinlerin Sindirimi ........................................................................................………. 184
3. Nükleik Asitlerin Sindirimi ........................................................................…….………. 185
4. Yağların Sindirimi ...........................................................................……………………. 185
Ç. Sindirilen Besinlerin Emilimi ...............................…………........................................……. 185
2.4.2. Sindirim Sisteminin Sağlığının Korunması ………............................................................. 186
Okuma Metni ........................................................................................................................ 188
4. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME ….....................…………...............……………. 189
5. BÖLÜM: DOLAŞIM SİSTEMİ ...........……................................................................................…. 191
2.5.1. Dolaşım Sistemindeki Elemanların Yapısı, Görevi ve İşleyişi ………................................. 192
A. Kalbin Yapısı ve Çalışması ......……..............................................................................…. 192
B. Kan Damarlarının Yapısı ve Çalışması ...................................................................…...…. 198
1. Kılcal Damarlarla Doku Hücreleri Arasında Madde Alışverişi .........................………. 200
2. Kan Dolaşımı ...................................................................................……………….…. 201
C. Kanın Yapısı ve Görevleri ................................................…......................................……. 202
2.5.2. Dolaşım Sisteminin Sağlığının Korunması………............................................................. 207
2.5.3. Lenf Dolaşımı ve Lenf Dolaşımının Kan Dolaşımı ile İlişkisi ……….................................... 211
2.5.4. Bağışıklık ve Bağışıklık Çeşitleri ………............................................................................ 213
A. Doğal Bağışıklık ......……..............................................................................................…. 214
B. Kazanılmış Bağışıklık ..............................................................................................…..…. 216
Okuma Metni ......................................................................................................................... 219
5. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME …......................…………..................…………. 220
6. BÖLÜM: SOLUNUM SİSTEMİ ...........….................................................................................…. 223
2.6.1. Solunum Sistemindeki Organların Yapısı ve İşleyişi ………............................................... 224
A. Soluk Alıp Verme Mekanizması .........….......................................................................…. 227
2.6.2. Alveollerden Dokulara ve Dokulardan Alveollere Gaz Taşınması ….................................. 229
A. Oksijen Taşınması ......……..........................................................................................…. 230
B. Karbondioksit Taşınması .......................................................................................………. 230
2.6.3. Solunum Sisteminin Sağlığının Korunması ….................................................................... 232
Okuma Metni ......................................................................................................................... 233
6. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME ….....................………….............……………. 235
7. BÖLÜM: BOŞALTIM SİSTEMİ ...........……..............................................................................…. 238
2.7.1. Boşaltım Sistemindeki Organların Yapısı, Görevleri ve İşleyişi ……….............................. 239
A. İnsanda Boşaltımda Görevli Olan Böbreklerin Yapısı ......…..........................................…. 240
9
B. Nefronlarda Süzülme, Geri Emilim ve Salgılama Mekanizması .............................………. 241
C. Böbreklerin Alyuvar Üretimine Etkisi ..........................................................................……. 245
2.7.2. Boşaltım Sisteminin Sağlığının Korunması ………............................................................ 246
2.7.3. Boşaltımın Homeostazi Açısından Önemi ……….............................................................. 248
Okuma Metni ........................................................................................................................ 249
7. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME ….....................…………............……………. 250
II. ÜNİTE SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME ……................................................………. 253
10
KITABIMIZI TANIYALIM
11
Konuyla ilgili ilginç veya ayrıntılı bazı bilgiler bu
başlık altında verilmiştir.
12
GÜVENLİK SEMBOLLERİ
Ders yılı boyunca biyoloji laboratuvarında çeşitli etkinlikler yapılacaktır. Bu etkinlikler sırasında gü-
venlik için bazı kurallara uymak gerekir. Laboratuvar uygulamalarında karşılaşılabilecek tehlikelerden
korunmak için uyarı amacıyla güvenlik sembolleri kullanılır. Bu sembollerin anlamı aşağıda açıklanmış-
tır.
13
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
14
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
I. ÜNİTE
CANLILARDA
ENERJİ
DÖNÜŞÜMLERİ
Resimdeki sinek kuşu kanatlarını çok hızlı çırparak havada asılı kalıp durabilmesiyle tanı-
nır. Bu kuşlar türlerine bağlı olarak saniyede 15 ila 80 kez kanat çırpabilmektedir. Peki bu kuş,
hareketi için gerekli olan enerjiyi nasıl sağlıyor? Bitkiden aldığı besinin enerji üretimine katkısı
var mı? İşte bu ünitede canlılarda enerjinin hangi yollarla sentezlendiğini, canlı için gerekli olan
ATP’nin enerji dönüşüm mekanizmalarındaki rolünü öğreneceksiniz.
15
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
1. BÖLÜM
CANLILIK VE ENERJİ
16
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Enerji çeşitli şekillerde olabilir. Örneğin Resim 1.1’de bacak kaslarının çalışmasıyla bisiklet pedalları
çevrilmektedir. Bu durum hareket eden nesnelerin bağıl hareketi ile ilişkilidir. Bu enerji, kinetik enerji
olarak adlandırılır. Bazı maddelerin konumları ya da yapısı nedeniyle bir enerjisi vardır, bu da potan-
siyel enerji olarak adlandırılır. Örneğin bir barajın arkasında toplanan su, deniz seviyesinden yüksek
olduğu için potansiyel enerjiye sahiptir.
Moleküller, atomlar arasındaki bağlarda bulunan elektronların düzenlenişinden ötürü enerji taşır. Bu
enerjiye kimyasal enerji denir. Kimyasal enerji, aslında bir kimyasal tepkimede açığa çıkarılmaya uy-
gun potansiyel enerjiyi anlatır. 9. sınıfta katabolizma olaylarının kompleks molekülleri yıkarak enerji
açığa çıkardığını öğrenmiştiniz. Tüm organizmalar enerjiyi kullanır ve hücrelerinde çeşitli işler yapmak
üzere dönüştürür. Peki organizmaların çeşitli işler yapmak üzere kullanabildiği bu enerjinin kaynağı ne-
dir? Bu sorunun yanıtı adenozin trifosfat (ATP) adı verilen özel bir moleküldür.
Canlıların hücreleri minyatür bir kimya fabrikası gibidir. Hücre içerisinde, hücrenin ihtiyacına göre
binlerce tepkimeler meydana gelir. Bu tepkimelerin ayrılmaz bir parçası ise enerjidir. Hücreler var olan
enerji çeşitlerini kullanabilecekleri enerji türlerine dönüştürerek hayatlarını devam ettirir. Canlıların hüc-
relerinde kullanabildiği enerji formu ise adenozin trifosfat (ATP)’tır.
Tüm canlıların kullanabildiği enerji olan ATP’nin asıl kaynağı Güneş’tir. Yeşil bitkiler fotosentezin
başlangıç tepkimelerinde güneş ışınlarının enerjisinden yararlanarak ATP sentezler. Fotosentezin daha
sonraki tepkimelerinde bu ATP’ler kullanılarak organik besin maddesi sentezlenir. Bitkilerin kök, göv-
de, yaprak ve meyve gibi kısımlarında depolanan besin maddeleri tüketici canlılara besin zinciri ile
aktarılır. Böylece güneş enerjisi organik bileşiklerin kimyasal bağları aracılığıyla canlılara iletilmiş olur.
17
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Besin maddelerindeki kimyasal bağlar, canlıların hücrelerinde solunum tepkimeleri sırasında, enzimlerin
kontrolünde kademeli olarak yıkılır ve açığa çıkan enerji hücreye zarar vermeden kullanılır.
ATP tüm canlı hücrelerde enerjinin temel kaynağı olarak kullanılır. ATP büyük bir molekül olup bir
hücrede sentezlenip başka bir hücreye taşınarak kullanılamaz. ATP üretildiği hücrede tüketilir. O neden-
le ATP, hücre içinde sentezlenir ve hücre içinde harcanır.
ATP molekülü üç farklı kısımdan oluşur. Bunlar; adenin denilen organik baz, beş karbonlu şeker olan
riboz ve birbirine bağlı üç fosfat grubudur. Adenin bazı ve riboz şekeri organik, fosfat grubu ise inorganik
yapılıdır (Şekil 1.1).
NH2
N
N
Adenin
- - - N
O O O N Adenozin
O
O P ~O P ~O P O
Riboz
O O O
Üç fosfat grubu OH OH
ATP molekülündeki fosfat grupları arasındaki bağlar Şekil 1.1’de görüldüğü gibi kısa dalgalı bir çizgi
( ) şeklinde gösterilir. Adenin bazı ve riboz şekerinin birleşmesiyle adenozin oluşur. Bu yapıya bir fos-
~
fat grubunun bağlanmasıyla adenozin monofosfat (AMP), iki fosfat grubunun bağlanmasıyla adenozin
difosfat (ADP), üç fosfat grubunun bağlanmasıyla adenozin trifosfat (ATP) oluşur (Şekil 1.2).
Adenin P P P
Riboz
Adenozin (Nükleozit)
Adenozin monofosfat
(AMP)
Adenozin difosfat
(ADP)
Adenozin trifosfat
(ATP)
18
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
ATP’deki fosfat grupları arasındaki bağlar hidroliz ile kırılabilir. En uçtaki fosfat bağı bir molekül su
eklenmesiyle kırıldığında, bir molekül inorganik fosfat (Pi) ATP’den ayrılır ve adenozin trifosfat (ATP),
adenozin difosfat (ADP)’a dönüşmüş olur. Bu tepkime ekzergonik olup bir molekül ATP’nin ADP’ye hid-
rolizi ile 7.3 kcal enerji açığa çıkarılmasını sağlar.
İş yapan organizmalarda sürekli ATP kullanılıp yıkılırken bir yandan da ATP sentezi gerçekleşir.
ADP’ye bir fosfat grubu bağlanarak ATP sentezlenmesi olayına fosforilasyon, yıkımına ise defosfori-
lasyon denir.
fosforilasyon
DIKKAT!
Enerji açığa çıkaran tepkimelere ekzergonik tepkime denir. Defosforilasyon olayı ekzergonik
bir olaydır. Gerçekleşmesi için enerjiye ihtiyaç duyulan tepkimelere ise endergonik tepkime de-
nir. Fosforilasyon olayı ise endergoniktir.
ATP’nin fosforilasyonu için gereken serbest enerji, tüm hücrede katabolik tepkimelerden sağlanır.
Defosforilasyonda açığa çıkan enerji ise sindirim hariç tüm biyokimyasal tepkimelerde kullanılır. Enerji-
nin bu şekilde çevrimi ATP döngüsü olarak adlandırılır (Şekil 1.3). ATP döngüsü hücrede büyük bir hızla
gerçekleşir. Örneğin, çalışmakta olan bir kas hücresi tüm ATP havuzunu bir dakikadan az bir sürede
yenileyebilir.
ATP
Oksijensiz
Enerji
solunum Enerji Biyosentez tepkimeleri
19
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Canlı organizmalarda ATP molekülü üretilirken kullanılan enerji çeşidi farklı olabilir. Kullanılan enerji
çeşidine göre üç farklı fosforilasyon vardır. Bunları aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
Araştıralım-Öğrenelim
A. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
1. Aktif taşıma ve protein sentezi gibi enerjinin harcandığı olaylara ................................ olay denir.
2. ADP’ye bir fosfat grubunun eklenmesi ile ATP sentezlenmesi olayına ................................ denir.
20
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
B. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplardan farklı yollarla sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
ç. ATP, hücre içinde
sentezlenir ve hücre
içinde veya dışında D
harcanır.
1. çıkış
b. ATP molekülünün
yapısında beş karbonlu Y
D
riboz şekeri bulunur.
2. çıkış
a. Canlılık
Y
hücrelerin D
enerjiyi bir
formdan diğerine 3. çıkış
d. ATP’deki fosfat
dönüştürebilme D
grupları arasında yer Y
yeteneğine alan bağlar dehidrasyon
dayanır. ile kırılabilir. 4. çıkış
Y
D
6. çıkış
c. ATP tüm canlı
hücrelerde enerjinin Y
D
temel kaynağı olarak
kullanılır. 7. çıkış
f. ADP’ye bir fosfat
grubu bağlanarak ATP Y
sentezlenmesi olayına
defosforilasyon denir. 8. çıkış
C. Aşağıda kimyasal formülü gösterilen molekülle ilgili olarak verilen numaralı yerlere gelme-
si gereken isimleri boşluğa yazınız.
I. ..................................................
II. ..................................................
P P P
III. ..................................................
I
II IV. ..................................................
III
IV
21
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
2. BÖLÜM
FOTOSENTEZ
22
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Fotosentez olayını sadece bitkiler gerçekleştirmez. Bazı bakteriler, öglena ve algler de fotosentez
yapabilir. Bu canlılar hem kendi besinlerini fotosentezle üretir hem de diğer canlılara besin kaynağı oluş-
turur.
Resim 1.2. Tavşan, ot ile beslenerek Güneş’ten gelen enerjiden dolaylı olarak yararlanır.
Fotosentez olayı, canlıların besin ihtiyacını karşılarken aynı zamanda günlük hayatımızda kullanılan
pamuk, keten gibi tekstil ürünlerinin oluşmasında; mobilyacılıkta ve kağıt ürünlerinin oluşmasında da
katkı sağlamaktadır. Enerji üretmek için kullanılan kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtların da kaynağı as-
lında fotosentez yapan organizmalardır.
DIKKAT!
23
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Bilimsel bilginin yeni gözlemler ve var olan gözlemlerin yeniden yorumlanması ile değişebildiğini
9. sınıfta öğrenmiştiniz. Bilimsel bilgi, güvenilir ve uzun süreli olmasına rağmen tam doğru ya da kesin
değildir. Çünkü bu bilginin içerdiği gerçekler, teoriler ve kanunlar; yeni kanıtlar, yeni teknolojik avantaj-
larla yeniden yorumlanıp değişebilir. Fotosentez hakkında edinilen bilgiler de sürekli yeni bulgularla de-
ğişmekte ve gelişmektedir. Bu durum da bize bilimsel bilginin durağan olmadığını dinamik bir yapısının
olduğunu göstermektedir.
Fotosentezle ilgili önemli araştırmalar birkaç basit soru ile başladı: “Küçük bir tohum, onlarca küt-
lesi olan bir ağaca dönüştüğünde, ağacın kütlesindeki artış neden kaynaklanmaktadır? Topraktan mı?
Sudan mı? Havadan mı?” Çeşitli bilim insanları yaptıkları araştırmalar sonucunda bu soruları yanıtla-
mışlardır. Şimdi fotosentezle ilgili önemli çalışmalar yapan bazı bilim insanlarının çalışmalarına birlikte
bakalım.
Aristo
M.Ö.
toprak bulunan bir saksıya dikmiş ve bunu 5 yıl boyunca sadece yağmur suyuyla sulamıştır.
Süre sonunda fidan 77,1 kg’lık bir ağaç olmuştur. Helmont, deneme sonunda saksıdaki kuru
toprak ağırlığını başlangıçtaki toprak ağırlığından yaklaşık 60 g eksik bulmuş ve toprağın
kütlesinde önemli bir değişmenin olmadığı kanısına varmıştır. Böylece bitki ağırlığındaki 74,8
kg’lık artışın sadece sudan kaynaklandığı ve tüm bitkisel maddelerin yalnızca sudan oluştuğu
sonucunu çıkarmıştır.
24
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
alevi tamamen sönene kadar bekledi. Havada bulunan bir madde alevin devamını sağlıyor,
yanma için gerekli olan o madde bittiğinde alev sönüyordu. Bunun üzerine Priestley cam
kavanozun altına yanan bir mum ve canlı bir bitki koydu ve alevin daha uzun süre devam et-
tiğini gördü. Sonuç şuydu: Bitki mumun daha uzun süre yanması için gerekli olan o maddeyi
üretiyordu. Bu madde oksijendi.
fından oluşturulan O2 miktarının tamamen ortamda var olan CO2 miktarına bağlı olduğunu
göstermiştir.
mıştır. Araştırmacıya göre bitkiler CO2 bulunmayan bir ortamda yaşayamazlar. Theodore De
Saussure’ün elde ettiği bulgular şu şekilde özetlenebilir: Bitkiler için karbon kaynağı toprak
değil havadır. Bitki besinlerinin sadece küçük bir bölümü topraktan gelir. Bitkiler azotu hava-
dan değil topraktan alır. Mineral maddelerin alınmalarında, bitkiler seçici davranır. Topraktan,
tuzlarla birlikte su da alınır.
25
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
kimyasal bir olay olduğunu ileri sürerek fotosentezin ışık gerektirmeyen bir karanlık reaksiyon
safhası olduğunu da vurgulamıştır.
Richard Martin Willstätter ve Arthur Stoll (Riçhırt Martin Vilşitater ve Artur Şıtol)
1918 yılında Willstatter ve Stoll, fotosentez olayına dair o güne kadar bilinenleri “Karbon
1918
C. B. Van Niel (Van Niyıl)
1930’larda C. B. Van Niel, suyun fotosentezde hidrojen kaynağı olarak iş gördüğünü ka-
1930
nıtlamıştır. Araştırmacı, ışık enerjisinin suyu parçalaması sonucunda serbest kalan oksijenin
moleküler oksijeni oluşturmak üzere tekrar düzenlendiğini ve hidrojenin şekerleri oluşturmak
için karbondioksit ile reaksiyona girdiğini saptamıştır.
doğal bir hidrojen yakalayıcısı maddenin bulunduğunu ortaya koymuştur. Bugünkü bilgilere
+
göre bu maddeler ferodoksin ve NADP dir. Hill Reaksiyonu adını verdiği bir denklemle olayı
açıklamıştır. Reaksiyon, fotosentezde O2nin ışığa bağımlı reaksiyonlarda oluştuğu ve bunun
kökeninin CO2 olmayıp H2O olduğunu göstermesi yönünden önemlidir.
26
26
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Marshall Davidson Hatch ve Charles Roger Slack (Marşıl Devidsın Heç ve Çarls
Racır Silek)
1966
Araştıralım-Öğrenelim
Sizler de 1990’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında fotosentez olayına katkıda bulunan
en az iki kâşif bulunuz. Bunun için genel ağ adresleri, TÜBİTAK yayınları, Bilim Teknik dergileri gibi
çeşitli kaynaklardan faydalanınız. Araştırma sonunda edindiğiniz bilgileri sınıfta arkadaşlarınızla
paylaşınız. Edindiğiniz bilgiler üzerinden bilimsel bilginin dinamik yapısını tartışınız.
Damarlar
CO2 O2
Stoma
Kloroplast
Fotosentez olayı pek çok bitkide yapraklardaki kloroplast organelinde gerçekleşir (Şekil 1.4). Üst
2
yüzey alanı 1mm olan bir yaprak parçasında yaklaşık yarım milyon kloroplast vardır. Yapraklarda klo-
roplastlar esas olarak mezofil denilen yaprağın iç kısmındaki dokuda ve stomalarda bulunur. Karbondi-
oksit yaprağa Şekil 1.4’te görüldüğü gibi stomalardan girer. Oksijen de yine aynı yolla stomalardan çıkar.
27
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Köklerdeki emici tüyler ile alınan su, yine Şekil 1.4’te görülen damarlar aracılığı ile yapraklara gelmek-
tedir. Yapraklarda fotosentez sonucu oluşan ürünler de yine damarlar aracılığı ile köklere ve bitkinin
fotosentez yapamayan diğer kısımlarına gönderilmektedir.
Bir organizmanın ışık enerjisini soğurup o enerjiyi organik bileşiklerin yapısında kullanabilmesi, hüc-
resindeki yapısal düzen sayesinde olmaktadır. Fotosentezde görev alan enzimler ve diğer moleküller
hücre içerisindeki birtakım zarlarda gruplar hâlinde bir arada bulunur. Bu yerleşim düzeni, fotosentez re-
aksiyonlarının etkili bir şekilde gerçekleşmesini sağlar. Ökaryot organizmalarda fotosentez reaksiyonları
kloroplastlarda gerçekleşmektedir.
Biliyor musunuz?
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s.186, Ankara, 2013.
Kloroplast organeli, çift zarlı bir yapıya sahip olup iç kısmında stroma adı verilen bir sıvı bulunur. Bu
sıvı, DNA’yı, RNA’yı, ribozomları ve fotosentez için gerekli olan enzimleri barındırır. Kloroplastlar stroma-
da bulunan DNA, RNA ve ribozomlar sayesinde hem işlevleri için gerekli olan proteinleri üretir hem de
kendini eşler. Stroma içerisinde keselerden oluşan ve tilakoit olarak isimlendirilen bir üçüncü zar sistemi
bulunur. Bazı bölgelerde, tilakoitler sütunlar hâlinde üst üste dizilmiştir. Bu üst üste gelmiş yığınlara gra-
num adı verilir. Tek bir tanesi ise tilakoit olarak isimlendirilir. Bitkiye yeşil rengini veren klorofil pigmenti
ise kloraplastın tilakoit zarlarında bulunur (Şekil 1.5).
Dış zar
İç zar
Granum
Stroma
28
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Biliyor musunuz?
Bazı prokaryotların içte yer alan fotosentetik hücre zarı kıvrımları da tilakoit zar olarak isim-
lendirilebilir.
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s.187, Ankara, 2013.
Fotosentezin genel denklemi 1800’lerden beri bilinmekle beraber hâla yeni bulgularla bazı basa-
makları aydınlatılmaktadır. Genel olarak bitkilerin kloroplast içeren yeşil kısımları, ışık varlığında karbon-
dioksitten ve sudan, organik bileşikler ile oksijen üretmektedir. Fotosentezin karmaşık kimyasal reaksi-
yon serisini moleküllerin formüllerini kullanarak aşağıdaki gibi basitleştirebiliriz.
Işık enerjisi
6 CO₂ + 12 H₂O C₆H₁₂O₆ + 6 O₂ + 6 H₂O
Klorofil
Bu denklemde C₆H₁₂O₆ bir karbonhidrat (şeker) olan glikozdur. Denklemde su eşitliğin her iki
yanında da yer alır. Çünkü fotosentez sırasında 12 molekül su tüketilirken 6 molekül su yeniden üretilir.
Yalnızca tüketilen net su moleküllerini göstererek eşitliği aşağıdaki gibi de basitleştirebiliriz.
Işık enerjisi
6 CO₂ + 6 H₂O C₆H₁₂O₆ + 6 O₂
Klorofil
Ancak fotosentez denkleminin en basit formülünü yazmak istiyorsak reaksiyonun her iki tarafını da 6’ya
bölmeliyiz.
Işık enerjisi
CO₂ + H₂O (CH₂O) + O₂
Klorofil
DIKKAT!
Buradaki (CH₂O) gerçek bir şeker olmayıp bir karbonhidratın genel formülünü göstermekte-
dir.
Şimdi bu basitleştirilmiş formülü kullanarak fotosentezde reaksiyona giren maddelerden sonuçta olu-
şan ürünlere kadar bazı bilim insanlarının C, H ve O elementlerini nasıl izlediklerine bakalım.
1930’lu yıllarda Stanford Üniversitesi’nden C.B. Van Niel, karbonhidrat üretirken CO₂ kullanan fa-
kat O₂ açığa çıkarmayan bakteriler üzerinde araştırma yapmıştır. Araştırmasında kullandığı bir grup
29
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
bakteri fotosentezde suyun yerine hidrojen sülfür (H₂S) kullanmaktaydı. Bu sırada atık ürün olarak kü-
kürt tanecikleri oluştuğunu gözlemlemiştir.
Işık enerjisi
CO₂ + 2H₂S (CH₂O) + H₂O + 2S
Klorofil
Daha sonra fotosentez yapan bütün organizmaların bir hidrojen kaynağına gereksinim duyduklarını
fakat kaynakların değişiklik gösterdiğini öne sürerek düşüncesini genelleştirmiştir. Örneğin kükürt bakte-
rileri H2S, bitkiler H2O kullanmakta buna bağlı olarak da fotoototroflar atmosfere yan ürün olarak kükürt
ya da oksijen vermektedir. Bu denklemleri aşağıdaki gibi gösterebiliriz:
Klorofil
Kükürt bakterileri: CO₂ + 2H₂S + Işık enerjisi (CH₂O) + H₂O + 2S
Klorofil
Bitkiler: CO₂ + H₂O + Işık enerjisi (CH₂O)+ + H₂O + O₂
Klorofil
Genel: CO₂ + 2H₂X + Işık enerjisi (CH₂O)+ + H₂O + 2X
Yaklaşık 20 yıl sonra bilim insanları, Van Niel’ın hipotezini doğrulamışlardır. Bu amaçla fotosentez
sırasında oksijen atomunu izlemek için ağır bir izotop olan oksijen-18 (18O)’i kullanmışlardır. Yapılan
deneylerde, ağır izotoplu oksijen taşıyan karbondioksitteki oksijenlerin dağılımı aşağıda kırmızı ile gös-
terilmiştir, bu durumda fotosentezin atık ürünü olan O₂ atmosfere verilmektedir.
Kloroplastlar, granaların sayesinde ışık enerjisini kimyasal enerjiye dönüştüren yapılardır. Bu dönü-
şümü daha iyi anlayabilmek için ışığın yapısına ve bazı özelliklerine yakından bakalım.
Işık elektromanyetik olarak bilinen bir enerji formudur. Elektromanyetik enerji, göle düşen bir taşın
oluşturduğu ritmik dalgalar gibi ilerler. Elektromanyetik dalgalar arasındaki uzaklık dalga boyu olarak
isimlendirilir. Enerji miktarı ışığın dalga boylarıyla ters orantılıdır. Dalga boyu uzun olan ışığın enerji-
si düşük, kısa olanın ise enerjisi yüksektir. Işığın dalga boylarına göre sıralanması elektromanyetik
spektrum olarak isimlendirilir (Şekil 1.6).
30
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Gama Radyo
X-ışınları UV Kızılötesi Mikrodalgalar
ışınları dalgaları
Görünür ışık
Şekil 1.6. Elektromanyetik spektrumda tüm renklerin karışımı olan beyaz ışık, prizmadan geçirildiğinde mor,
mavi, yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı renkli ışık bantları oluşturur. Görünür ışık spektrumunda dalga boyu en uzun
olan kırmızı ışık, en kısa olan ise mor ışıktır.
Elektromanyetik spektrumun yaklaşık 380 nm ile 750 nm dalga boyu arasındaki dar bir kısmı yaşam
için önemlidir. Bu kısım, insan gözüyle çeşitli renkler hâlinde algılandığından görünür ışık olarak
bilinir. Mor ışığın enerjisi kırmızı ışığın sahip olduğu enerjinin iki katıdır. Bitkiler fotosentez yaparken
spektrumdaki görünür ışığı kullanır. Görünemeyen ışık ise klorofil tarafından tutulmaz ve fotosentezde
kullanılmaz.
DIKKAT!
Işığın yapısında yüksek hızla hareket eden ve enerji yüklü olan taneciklere foton denir.
Güneş’in yaydığı elektromanyetik ışınlardan, görünür dalga boyunda olanların fotonlarındaki
enerji fotosentezde kullanılır.
2. Fotosentez Pigmentleri
Görünür ışığı soğuran maddeler pigmentler olarak bilinir. Işık bir maddeyle karşılaştığında, yansı-
tılabilir, geçirilebilir ya da soğurulabilir. Farklı pigmentler farklı dalga boyundaki ışığı soğurur. Eğer bir
pigment beyaz ışıkla ışıklandırılırsa pigment tarafından ya en fazla yansıtılan ya da geçirilen rengi gö-
rürüz. Örneğin bir pigment bütün dalga boylarını soğurursa siyah gözükür. Bir yaprağa baktığımızda ise
yeşil görürüz çünkü klorofil mor-mavi ve kırmızı ışığı en iyi soğurur. Buna karşılık yeşil ışığı geçirir ya da
yansıtır yani soğuramaz.
31
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Işık
Yansıtılan
ışık
Kloroplast Granum
Soğurulan Geçirilen
ışık ışık
Şekil 1.7’de kloroplastlardaki klorofil moleküllerinin mavi-mor ışığı soğurduğunu yeşil ışığı yansıttığı-
nı ya da geçirdiğini görmekteyiz. Yaprakların yeşil görünmesinin nedeni budur.
Biliyor musunuz?
Bitkilerde klorofil dışında başka pigmentler de bulunur. Bu pigmentlere turuncu renkli karo-
ten, sarı renkli ksantofil, kırmızı renkli likopin pigmentlerini örnek verebiliriz. Bitkilerde plastitlerde
bulunan sarı ve turuncu renk veren pigment grubuna karotenoitler denir. Karotenoitler çiçek
ve meyvelere renklerini verir. Ayrıca karotenoitler fotosentezin gerçekleşmesini sağlayan renk
spektrumunu genişletebilir. Çünkü klorofilin soğuramadığı farklı dalga boylarındaki ışınları so-
ğurabilir. Soğurulan ışık ışınları daha sonra klorofile aktarılarak fotesentezde kullanılır. Bununla
birlikte bazı karotenoitler ışıktan korunma bakımından da önemli bir işleve sahiptir. Bu bileşikler
klorofile zarar verecek olan aşırı ışığı emerek yayar.
Eğer ışık cisim tarafından emilirse ışık enerjisi olmaktan çıkar, ısıya ya da kimyasal enerjiye dö-
nüşür. İşte fotosentezin mekanizması da bu esasa dayanır. Fotosentez olayında, klorofil molekülüne
çarpan ışığın yansıyan ve geçen miktarı değil soğurulan miktarı önemlidir. Grafik 1.1’de Theodor W.
Engelmann (Teodor W. Engılmın) tarafından gerçekleştirilen bir deney sonucu ışığın hangi dalga boy-
larının fotosentezde önemli olduğu gösterilmiş olup bu üç eğri, üç farklı pigment tarafından soğurulan
dalga boylarını göstermektedir.
Kloroplast pigmentleri tarafından
Klorofil b
Klorofil a
ışığın soğurulması
Karotenoitler
32
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Biliyor musunuz?
Fotosentez Pigmentinin Işığı Soğurması Nasıl Ölçülür?
Bir pigmentin ışığın farklı dalga boyunu soğurma yeteneği spektrofotometre olarak isimlen-
dirilen bir cihazla ölçülebilir. Beyaz ışık, spektrofotometrenin iç kısmında bir prizma tarafından
çeşitli dalga boylarına yani renklere ayrılır. Daha sonra ışığın farklı dalga boyları tek tek pigment
çözeltisinden geçirilir. Geçirilen ışık fotoelektrik tüpe çarpar. Fotoelektrik tüp ışık enerjisini elektrik
enerjisine dönüştürür ve elektrik akımı bir galvanometre tarafından ölçülür. Galvanometredeki
okunan değerin yüksek olması pigment çözeltisinin üzerine düşürülen ışığın az bir kısmının emi-
lip çoğunun geçtiğini gösterir. Bu değerin düşük olması ise ışığın pigment çözeltisi tarafından
soğurulma miktarının fazla olduğunu ifade eder.
Yeşil ışık ve mavi ışığın klorofil çözeltisi tarafından soğurulma oranlarının spektrofotometre
aracıyla ölçümleri şekil A’da ve B’de gösterilmiştir.
Klorofil
Işığı çözeltisi
ayrıştıran Galvanometre
prizma
A: 0 100
Klorofil
Işığı çözeltisi Galvanometre
ayrıştıran
prizma
B:
0 100
Fotoelektrik
Mavi ışık
tüp
Beyaz ışık
Campell, A.N.; Reece J.B., Biyoloji (9. baskıdan çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s.190, Ankara 2013.
Fotosentezde en etkili ışık renginin mavi-mor ve kırmızı ışık olduğu, en az etkili olanın da yeşil renk
olduğu yine 1883 yılında Theodor W. Engelmann tarafından gösterilmiştir. Araştırmacı, fotosentez hızını
ölçmek için ipliksi bir alg kullanmıştır (Şekil 1.8).
Aerobik bakteriler
Algin iplikçiği
33
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Engelmann deneyinde ipliksi algi, prizmadan geçirilen ışık ile ışıklandırmış ve algin farklı bölümle-
rinin, ışığın farklı dalga boylarına maruz kalmasını sağlamıştır. Araştırmacı, algin hangi bölümünde en
fazla oksijen çıkarıldığını, dolayısıyla en fazla fotosentezin hangi ışıkta yapıldığını saptamak için, oksi-
jen kaynağı yakınında kümeleşen, oksijenli solunum yapan (aerobik) bakteriler kullanmıştır. Bakterilerin,
algin en fazla mor-mavi ya da kırmızı ışık ile ışıklandırılmış kısımlarında kümelendiğini gözlemiştir. Bu
da bize fotosentezin en fazla mor-mavi ve kırmızı ışıkta yapıldığını göstermektedir.
Işığı soğuran ve kimyasal enerjiye dönüştüren birimler, kloroplastların grana denilen bölümünde bu-
lunur. Granalardaki tilakoit zar üzerindeki bu birimlere fotosistem denir. Fotosistem, ışığı emen pig-
mentlerden, proteinlerden ve diğer moleküllerden oluşur. Fotosistemlerde ışık enerjisi kimyasal enerjiye
dönüştürülür. Her fotosistemde anten kompleksi ve tepkime merkezi bulunur (Şekil 1.9 ve şekil 1.10).
Anten Kimyasal
kompleksi Işık enerji
Enerji Anten
transferi kompleksini
oluşturan
Tepkime merkezindeki klorofil
pigmentler
Şekil 1.9. Işığın bir fotosistem tarafından toplanması Şekil 1.10. Işığın klorofil molekülüne çarp-
masıyla oluşan elektron kopması ve enerji dö-
nüşümü
Anten kompleksi çok sayıda klorofil ve karotenoit içerir. Bu kompleksteki pigmentler ışığı toplayıp
tepkime merkezine iletir. Tepkime merkezinde ise klorofil ve ilk elektron alıcısı molekül bulunur. Tepkime
merkezindeki klorofilden ayrılan uyarılmış bir elektron, ilk elektron alıcısı tarafından yakalanır. Bu elekt-
ron aktarımı enerji dönüşümlerinin başlangıç noktasıdır.
Tilakoit zarda fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonlarında iş birliği yapan iki çeşit fotosistem yerleş-
miştir. Bunlar fotosistem Ⅰ ve fotosistem II olarak isimlendirilir. Her iki fotosisteminde tepkime merke-
zinde aynı çeşit klorofil olmasına rağmen klorofil molekülleri farklı proteinlerle birleştikleri için ışık soğur-
ma özellikleri de farklıdır. Örneğin fotosistem I 700nm dalga boyundaki ışığı en iyi soğururken fotosistem
II 680nm dalga boyundaki ışığı en iyi soğurur.
Fotosentez tek bir süreç olmayıp her biri birden fazla basamağı olan iki süreçten meydana gelir. Bu
iki süreç ışığa bağımlı reaksiyonlar ve ışıktan bağımsız reaksiyonlar (Kalvin döngüsü) olarak bilinir.
Işığa bağımlı reaksiyonları, güneş enerjisini ATP formunda kimyasal enerjiye dönüştürerek bu enerjinin
ışıktan bağımsız reaksiyonlarda kullanılmasını sağlar.
34
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
H 2O CO2
Işık
NADP+
ADP
+ Pi
Kalvin
Işığa bağımlı döngüsü
reaksiyonlar
ATP
NADPH
Kloroplast
C6H12O6
O2 (şeker)
Şekil 1.11. Fotosenteze genel bir bakış: Işığa bağımlı reaksiyonlar ve ışıktan bağımsız (Kalvin döngüsü) reaksi-
yonlar arasındaki iş birliği
Şekil 1.11’de de görüldüğü gibi ışığa bağımlı reaksiyonlar, kloroplastın tilakoit zarlarında meydana
gelirken Kalvin döngüsü stromada meydana gelir. Işığa bağımlı reaksiyonlarında, Kalvin döngüsünde
kullanılmak üzere ATP ve NADPH üretilir. Kalvin döngüsünde ise ışığa bağımlı reaksiyonlarından gelen
ATP ve NADPH kullanılırken aynı zamanda CO₂in organik molleküllere katılımı sağlanır. Daha sonra bu
organik moleküller şekere dönüştürülür. Şimdi bu iki evreye daha yakından bakalım.
Ökaryot hücrelerde kloroplastın granalarında gerçekleşir. Işığa bağımlı reaksiyonlar, güneş enerji-
sinin kimyasal enerjiye dönüştürülüp ATP’nin sentezlendiği aşamadır. Işığa bağımlı reaksiyonlarda ışık
hem ATP’nin hem de NADPH’ın üretilmesinde etkilidir. Çünkü bu tepkimelerde ışık enerjisi yardımıyla
+
su molekülleri parçalanır. Bu olaya fotoliz denir. Fotoliz ile açığa çıkan hidrojenler NADP koenzimi ta-
rafından tutularak NADPH molekülünün oluşumuna katkı sağlarken, serbest kalan oksijen molekülü ise
atmosfere verilir.
DIKKAT!
NADP: Enerji metabolizmasında bulunan elektron taşıyıcı bir koenzimdir.
Klorofilin ışığı soğurmasıyla serbest kalan elektronu tutabilecek bir sistem gereklidir. Bu sistem klo-
roplastlardaki granumda bulunan elektron taşıma sistemi (ETS)’dir. Bu sistem fotosistem I ve fotosis-
tem II’yi de içine alır. Klorofilden ayrılan elektronlar, yükseltgenme ve indirgenme kurallarına göre ETS’yi
oluşturan bir molekülden diğer moleküle doğru aktarılır. Bu aktarım sırasında elektronun kaybettiği ener-
ji ATP’nin sentezlenmesine katkı sağlar. Bu şekilde Güneş’ten gelen ışık enerjisi klorofil tarafından soğu-
rularak kimyasal bağ enerjisi olan ATP’ye dönüştürülmüş olur. Bu olaya fotofosforilasyon denir.
35
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Işığa bağımlı reaksiyonlarda ATP sentezini 1691 yılında Peter Mitchell (Pitir Mişel) Kemiozmotik Hi-
potezi ile açıklamıştır. Bu hipoteze göre ışığa bağımlı tepkimelerde elektronların tilakoit zarda bulunan
ETS’den geçişi, stromada var olan protonların tilakoit boşluğa pompalanmasını sağlar. Tilakoit boşlukta
suyun fotolizi sonucu da protonlar oluşmuştur. Bu iki durum tilakoit boşlukta proton (H+) derişimini arttırır.
+ +
Protonlar, H derişimi yüksek olan tilakoit boşluktan ATP sentaz enzimi aracılığı ile proton (H ) derişimi
düşük olan stromaya aktarılırken ATP sentezi gerçekleşir (Şekil 1.12).
Stroma
+
(Düşük H derişimi)
Fotosistem II Fotosistem I
4H
+ Işık
Işık
e– + +
NADP + H
NADPH
e– e–
e–
H 2O e –
Tilakoit boşluk ½ O2 +
+
(Yüksek H derişimi) +2H
+ 4H
Kalvin
döngüsüne
gider.
ATP sentaz
Tilakoit zar enzimi
ADP
Stroma + ATP
+
(Düşük H derişimi) Pi +
H
Şekil 1.12. Işığa bağımlı reaksiyonlar sonucu kloroplastlarda ATP ve NADPH üretilmesi
Fotosentezin ışıktan bağımsız tepkimelerinde bir molekül CO₂in kullanılması için ışığa bağımlı reak-
siyonlarda 3 ATP ve 2NADPH üretilir. Yan ürün olarak açığa çıkan O₂in büyük bir bölümü ise atmosfere
verilir.
Ökaryot, hücrelerde kloroplastın stroma sıvısında gerçekleşir. Bu tepkimeler, 1961’de Dr. Melvin
Calvin’in fotosentezin ışıktan bağımsız reaksiyonları üzerine yaptığı araştırmalar sonucu açıklanmıştır.
Bu nedenle Calvin, Nobel Ödülü almıştır. Işıktan bağımsız reaksiyonlar Kalvin döngüsü olarak da ad-
landırılmaktadır.
Bu evrede karbondioksit kullanılarak başta glikoz olmak üzere tüm organik maddeler üretilir. Işıktan
bağımsız tepkimeler sırasında ışık doğrudan gerekli olmasa da ışığa bağımlı tepkimelerde açığa çıkan
ATP ve NADPH’e ihtiyaç duyulur. O nedenle ışıktan bağımsız tepkimeler de ışıklı ortamda gerçekleşir.
Enzimlerin kullanıldığı bu tepkimelerde klorofil ve ETS kullanılmaz.
36
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Işıktan bağımsız reaksiyonlardan oluşan Kalvin döngüsünün altı kez tekrarlanmasıyla altı karbonlu
karbonhidrat ve diğer organik bileşikler üretilir (Şekil 1.13).
Işıktan bağımsız reaksiyonlarda, başlangıç maddesi olan ribuloz difosfatın reaksiyonların sonunda
tekrar üretilmesinden dolayı bir döngü vardır (Kalvin döngüsü). Şekil 1.13 de görüldüğü üzere Kalvin
döngüsü, 1 karbonlu CO₂ in, 5 karbonlu bileşik olan ribuloz difosfat (RDP) molekülüne eklenmesiyle
başlar. CO₂ in RDP’ ye katılmasıyla 6 karbonlu kararsız bir ara bileşik oluşur. Oluşan bu 6 karbonlu ara
bileşik molekülü hızla parçalanarak iki adet 3 karbonlu fosfogliserik asit (PGA) molekülünü oluşturur.
Daha sonra oluşan bu iki PGA molekülünün her birine ışığa bağılımlı reaksiyonlarda üretilen ATP’den
birer fosfat grubu aktarılır ve iki adet difosfogliserik asit (DPGA) oluşur. Oluşan DPGA’da yine ışığa
bağımlı reaksiyonlarda üretilen NADPH’ın elektronlarını alarak indirgenir ve bu sırada bir fosfat grubu
kaybederek fosfo gliseraldehit (PGAL) molekülüne dönüşür. Oluşan PGAL’den bir kısmı şeker yapı-
mında kullanılmak için döngüden çıkarken, diğerleri döngüyü sürdürür. Bu sırada da yine ışığa bağımlı
reaksiyonlarda üretilen ATP’den birer fosfat grubu döngüyü devam ettiren fosfogliseraldehitlere (PGAL)
aktarılarak Kalvin döngüsünü başlatan RDP’ın yeniden sentezlenmesi sağlanır.
6 (CO2)
P C C C C C P P C C C C C C P
Ribuloz difosfat 6 (Kararsız ara bileşik)
6 (RDP)
6 ADP C C C
Kalvin P
12 (PGA)
döngüsü 12 ATP
4 Pi
6 ATP 12 ADP
P C C C P
C C C P 12 (DPGA)
10 (PGAL) 12 NADPH
C C C P
12 (PGAL) 12 NADP+
12 Pi
P C C C 2 (PGAL)
Fotosentez reaksiyonlarında üretilen PGAL’in bir kısmı glikoza dönüşürken bir kısmı da yağ asidi,
gliserol, amino asit, vitamin, nükleotit, hormon gibi organik bileşiklere dönüşür.
Şimdi fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonları ile ışıktan bağımsız reaksiyonlarını karşılaştıralım.
37
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
H 2O CO2
Işık
NADP+
ADP
+ Pi
Kalvin PGA
döngüsü
RDP
Işığa
bağımlı
reaksiyonlar
ATP PGAL Diğer organik
besin molekülleri
NADPH (amino asit,
Kloroplast gliserol gibi)
C6H12O6
O2 (şeker)
Fotosentez yapan bir hücrenin birim zamanda kullandığı CO2 veya ürettiği O2 miktarı fotosentez
hızını gösterir. Fotosenteze fizyolojik açıdan baktığımızda fotosentez; ışık, sıcaklık ve klorofil miktarı
gibi birçok faktörün etkisi altındadır. Bu durumda fotosentez hızı, fotosenteze etki eden bu faktörlerden
miktarı en düşük olana göre belirlenir ki buna Minimum Yasası denir. Şimdi bu çevresel faktörlerin fo-
tosentez hızını nasıl etkilediğine bakalım.
Işık: Fotosentez ışık enerjisi olmadan gerçekleşemez. Işığın hem şiddeti hem de dalga boyu foto-
sentez hızını etkiler.
Işık şiddeti arttıkça fotosentez hızı belli bir değere kadar artar, sonra sabit kalır (Grafik 1.2).
38
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Fotosentez hızı
Işık şiddeti
Işık şiddetininin fotosentez hızına etkisini kavramak için aşağıdaki etkinliği yapınız.
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Işık Kaynağının Bitkiye Olan Cabomba caroliniana (Kabomba karoliniya)
Uzaklığı Fotosentez Hızını Nasıl Etkiler? veya Elodea canadensis (Elodiya kenedenis)
su bitkileri (her ikisi de akvaryumculardan te-
Amaç: Farklı ışık şiddetlerinin fotosentez hızı- min edilebilir.), 400 mL % 1 sodyum bikarbo-
na etkisini kavrama nat (NaHCO₃), deney tüpü ya da mezür, be-
herglas, bünzen mesnedi, bitki ve ışık kaynağı
Ön Bilgi: Sodyum bikarbonatın (NaHCO₃) arasında içi soğuk su dolu cam kap, elektrik
iyonlarına ayrışmasıyla oluşan bikarbonat iyonu ampülü (40 W), spatul, pens, tutucuları bu-
suyla tepkimeye girerek karbonik asiti (H₂CO₃) lunan ayak, çelik metre veya cetvel, makas
oluşturur. H₂CO₃ zayıf asit olduğundan ortama
CO₂ verir.
Uygulayalım
• Deneyi az ışık alan bir odada yapınız.
• Cobomba bitkisini kökünden kesip yapraklarını merkezdeki sapa yakınlaştırmak için elinizle
düzelterek baş aşağı şekilde dikkatlice mezüre yerleştiriniz. Üzerine % 1’lik sodyum bikarbonat
çözeltisini ekleyiniz ve sıvının hacmini kaydediniz.
• İçi su dolu deney tüpünü de bitkiyi içine alacak şekilde yerleştiriniz.
• Elektrik ampülünü (ışık kaynağını) bitkinin 10 cm uzağına yerleştiriniz.
• Bitkinin ışık yoğunluğuna alışması için 5-10 dakika ışıkta bekletiniz.
• Artık bitkiden çıkan oksijen kabarcıklarını görebilirsiniz.
• Üç dakika boyunca bitkiden çıkan oksijen kabarcıklarını sayınız.
• Mezürde fotosentez sonucu oluşan gaz, mezürdeki su ile yer değiştireceğinden mezürün yeni
sıvı seviyesini ölçünüz.
39
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Işık kaynağının bitkiye olan uzaklığı 3 dakika boyunca çıkan kabarcık sayısı
10 cm
20 cm
40 cm
80 cm
• Tablodaki verilerden yararlanarak ışık kaynağının bitkiye olan uzaklığı ile çıkan kabarcık sayı-
sındaki ilişkiyi gösteren bir grafik çiziniz.
Çıkan kabarcık
sayısı
10 20 40 80 Uzaklık (cm)
Sonuçlandıralım
1. Elde ettiğiniz sonuçlara göre ışık kaynağının bitkiye olan uzaklığı ile bitkinin çıkardığı gaz
üretimi arasında nasıl bir ilişki vardır?
2. Bitkinin bulunduğu mezüre NaHCO₃ eklenerek deney yapılırsa sonuç nasıl olur?
3. Deney tüpündeki sıvı miktarında nasıl bir değişiklik olmuştur? Eğer su seviyesi azalmışsa
bunun nedeni ne olabilir?
4. Hiç güneş almayan marketlerde satılan bitkilerin aylarca yemyeşil kalmasının nedeni ne ola-
bilir? Bu durumun floresan lambalarla bir ilişkisi olabilir mi? Açıklayınız.
Fotosentez
Işığın dalga boyu da fotosentezin hızında önemli hızı
bir faktördür. Çünkü fotosentez, klorofil pigmentinin
ışığı soğurması sonucu gerçekleşen bir olaydır. Klo-
rofil pigmenti mor ve kırmızı dalga boyundaki ışınla-
rı daha çok soğururken en az yeşil dalga boyundaki
ışınları soğurur. O nedenle fotosentez hızı farklı dal-
Işığın dalga
ga boylarında farklı değerde olur (Grafik 1.3). boyu (nm)
380 nm 750 nm
40
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Işık dalga boyunun fotosentez hızına etkisini kavramak için aşağıdaki etkinliği yapınız.
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Işığın Dalga Boyu Fotosentezi Nasıl Etkiler? Su bitkisi (Elodea), 75 W’lık
sarı lamba, 75 W’lık kırmızı
Amaç: Dalga boyu farklı ışıkların (kırmızı, sarı, yeşil, mavi) fo- lamba, 75 W’lık yeşil lamba,
tosentez üzerindeki etkisini gözlemleyebilmek 75 W’lık mavi lamba, be-
herglas, deney tüpü
Uygulayalım
• Deney tüpünü su ile doldurunuz ve beherin içinde ters çeviriniz.
• Bir müddet sonra deney tüpündeki su seviyesi azalacaktır, beheri su ile doldurunuz.
• Su bitkisi olan Elodea’yı su dolu deney tüpünün ağız kısmına pens yardımıyla yerleştirerek ters
hâlde behere yerleştiriniz.
• Düzeneğiniz için 75 W’lık 4 adet sarı, kırmızı, yeşil, mavi lamba hazırlayınız.
• Işık kaynağını Elodea bitkisinden 25 cm ileriye yerleştiriniz.
• İkişer dakika boyunca lambaları teker teker deneyerek oluşan kabarcık sayılarını aşağıdaki
tabloya kaydediniz.
Edindiğiniz verilere dayanarak bitkinin farklı ışık renklerine gösterdiği tepkinin kabarcık sayısı-
na olan etkisinin grafiğini çiziniz.
Kabarcık sayısı
Işık rengi
Kırmızı Sarı Yeşil Mavi
Sonuçlandıralım
1. Işığın rengi ile kabarcık sayısında nasıl bir ilişki vardır?
2. En çok hangi renk ışıkta kabarcık gözlemlediniz? Bunun nedeni nedir?
3. En az hangi renk ışıkta kabarcık gözlemlediniz? Bunun nedeni nedir?
41
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Klorofil miktarı: Fotosentez yapan hücrede klorofil sayısı artıkça fotosentez hızı da belli bir değere
kadar artar.
Biliyor musunuz?
Çevrenin fotosentez üzerindeki etkisi hem bitki fizyologlarını hem de ziraatçileri ilgilendir-
mektedir. Fizyolojik açıdan baktığımızda fotosentezin ışık, havadaki CO2 konsantrasyonu ve
sıcaklık gibi çevresel faktörlere nasıl yanıt verdiğini anlamak isteriz. Fotosentetik işlemlerin çev-
reye bağımlı olması ziraatçiler açısından da önemlidir, çünkü bitki verimliliği ve dolayısıyla ürün
eldesi, değişen bir çevrede fotosentez hızına bağlıdır.
Taiz, L.; E.Zeinger, Bitki Fizyolojisi (3.Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: İ.Türkan, Palme Yayıncılık,
s.171, Ankara, 2008.
Araştıralım-Öğrenelim
Fotosentez hızını etkileyen diğer etmenlerle ilgili araştırma yaparak siz de öğretmeniniz kont-
rolünde basit deneyler tasarlayınız. Bulduğunuz sonuçları grafikle göstererek arkadaşlarınızla
paylaşınız.
Seralar, bitkilerin yetişmesine uygun şartların sağlanması amacı ile çevre şartları kontrol edilebilen
veya düzenlenebilen cam, plastik gibi ışığı geçiren materyallerle örtülü yapılardır (Resim 1.3). Bitkilerin
fotosentez hızını artırmak, tarımsal ürün miktarını da etkiler. Bu yüzden seracılıkta tarımsal ürünü ar-
tırmak için CO₂ miktarını artırma (CO₂ gübrelemesi) ve yapay ışıklandırma yapma gibi yöntemler
uygulanır.
42
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Gece boyunca serada biriken karbondioksit gazı, gündüz fotosentezin başlamasıyla azalmaya baş-
lar. Serada karbondioksidin azalması fotosentez hızını azaltır. Bu da bitkilerin gelişimini olumsuz yön-
de etkiler. Bitkilerin ihtiyaç duydukları karbondioksit gazını seraya yapay yollardan vermek gerekir. Bu
durumda karbondioksit miktarını zenginleştirmek için karbondioksit gübrelemesi yapılır. Karbondi-
oksit gübrelemesi bitki verimini artırdığı gibi sebzelerin ve meyvelerin kalitesini artırır ve olgunlaşmayı
hızlandırır. Bitkiler karbondioksit gübrelemesine karşı farklı tepkiler gösterebilmektedir. Genç bitkilerin
karbondioksit gübrelemesine gelişmiş bitkilerden daha çok ihtiyaç duyduğu da bilinmektedir. Serada
karbondioksit gübrelemesi için uygulanan yöntemler şunlardır:
• Sıvı karbondioksit: Sıcak havalarda kullanılması uygundur. Maliyeti yüksek olmasına rağmen za-
rarlı madde içermemesi nedeniyle avantajlıdır.
• Katı karbondioksit: Katı bloklar hâlindedir. Çekiçle parçalanarak seranın çeşitli yerlerine kaplar içe-
risinde konur. Sıvı karbondiokside göre daha ucuzdur. Ancak çıkan gazın miktarı denetlenemediği
için ve işçilik giderlerinin çok olması nedeniyle pek kullanışlı değildir.
• Propan: Petrolden elde edilen propanın yakılması ile karbondioksit gazı elde edilir. Kışın kullanılma-
sı uygundur. Yanması ile seranın da ısıtılması sağlanır. Ancak yanmamış gaz, sera içine dağılırsa
bitkilere zararı olabilir.
• Gaz yağı: Gaz yağının yakılmasıyla karbondioksit gazı elde edilir. Kullanılan gaz yağının kükürt
oranının düşük olmasına dikkat edilmeli ve gaz yağından çıkan gaz sera içine düzgün dağıtılmalıdır.
43
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Kışın ışık seviyesinin düşük olduğu dönemlerde ve bulutlu hava koşullarında ise yapay ışıklandır-
ma işlemi uygulanabilir. Yapay ışıklandırmanın amacı fotosentezi artırarak verimi yükseltmektir. Bitkiler
gelişme dönemi boyunca ışık seviyesinden etkilenir. Sera içi ışık seviyesinde gün uzunluğunun, Güneş
ışığının gelme açısının, atmosferin bulutlu olmasının, bitki yoğunluğunun, sera yapısının ve örtü malze-
mesinin ışıklanma için etkisi söz konusudur. Yapay ışıklandırmada kullanılan lambalar, evlerde normal
aydınlatmada kullanılan lambalardan geliştirilmiştir. Başlangıçta ev lambaları kullanılmış, sonra bitkiler
için özel floral lambalara geçilmiştir.
Şimdi aşağıdaki etkinliği yaparak siz de tarımsal ürünü artırma uygulamalarını araştırarak tartışınız.
Konu: Tarımsal Ürünü Artırma Yöntemleri
Amaç: Tarımda ürün miktarını artırmak için uygulanan yöntemlerin araştırılması.
Bu çalışmada sizden;
1. Yapay ışıklandırma ve CO₂ zenginleştirilmesi vb. uygulamalarının nasıl ve nerelerde yapı-
labileceğinin araştırılması,
2. Bu yöntemlerin tarımsal ürünlere yan etkilerinin olup olmadığının araştırılması,
3. Bu yöntemlerin ülkemizdeki uygulama şekillerinin belirlenmesi istenmektedir.
Çalışma Grubu Hazırlanma Süreci
Öğretmeninizin rehberliğinde bir çalışma grubu oluşturunuz.
Çalışma grubunuzdaki arkadaşlarınızla iş birliği yaparak grup üyelerine düşen görevleri belirle-
yiniz. Genel ağı (internet) veya yazılı kaynakları kullanarak yapay ışıklandırma ve CO₂ zenginleş-
tirilmesi yöntemlerini araştırınız.
Bu yöntemleri araştırırken Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında çalışan ziraat mühendisleri gibi
uzman kişilerden de yardım alabilirsiniz.
Tarımsal ürün miktarını arttırmak için yapılması gerekenleri belirleyiniz.
Grup üyeleri olarak yaptığınız araştırmalarınızı ve incelemelerinizi fotoğraf, resim, grafik gibi
bilgilerle de bir araya getirerek bir sunum hazırlayınız.
Bir panel ortamı hazırlayarak yaptığınız çalışmayı arkadaşlarınıza sununuz.
44
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
OKUMA METNİ
45
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplardan farklı yollarla sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
ç. Işığa bağımlı
olmayan reaksiyonlar
ribuloz difosfat (RDP)
molekülüne CO₂ D
b. Fotosentezin ışığa bağlanmasıyla başlar.
bağımlı reaksiyonları 1. çıkış
gündüz, ışıktan
bağımsız reaksiyonları Y
D
gece gerçekleşir.
2. çıkış
Y
D
a. Fotosentez 3. çıkış
ökaryot d. Işığa bağımlı
hücrelerde reaksiyonlarda üretilen Y
kloroplast D ATP ve NADPH’ın
organelinde tamamı ışığa bağımlı
4. çıkış
gerçekleşir. reaksiyonlarda kullanılır.
e. Sıcaklık miktarı
fotosentez hızını
Y etkileyen genetik bir D
faktördür.
5. çıkış
Y
D
6. çıkış
c. Su fotosentezin
ışığa bağımlı Y
D
reaksiyonlarında
iyonlarına ayrılır.
7. çıkış
f. Tarımsal ürün
miktarını artırmada Y
yapay ışıklandırma
kullanılabilir.
8. çıkış
46
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
C. Aşağıda fotosentez hızını etkileyen çevresel faktörlere ait bazı grafikler verilmiştir. Bu gra-
fiklere uygun faktörleri verilen boşluğa yazınız.
Fotosentez hızı
Fotosentez hızı
Yüksek
ışık
şiddeti
Düşük
ışık
şiddeti
1. ................................................... 2. ...................................................
Fotosentez hızı
3. ...................................................
47
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
3. BÖLÜM
KEMOSENTEZ
48
48
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
1970’lerin sonlarına kadar doğadaki üretici canlıların sadece ışığı kullanarak besin üreten fotosen-
tetik canlılar olduğu biliniyordu. Ancak geliştirilen insansız araçlar sayesinde 1977 yılında Galapagos
adaları yakınındaki okyanusun hiç ışık almayan derinliklerinde bulunan hidrotermal bacaların etrafında
yeni canlılar keşfedildi. Bu yaşam ortamındaki besin piramidinin üretici canlılarının kemosentetik bak-
teriler olduğu anlaşıldı (Resim 1.4). Bu üretici canlılar ışık kullanmadan organik madde sentezleyerek
hem kendi besinlerini üretiyor hem de diğer canlılara besin sağlıyordu. İşte bu bölümde klorofile sahip
olmayan bazı ototrof canlıların organik madde sentezini nasıl gerçekleştirdiğini ve kemosentezin madde
döngüsüne katkısını öğreneceğiz.
Hidrotermal bacaların etrafındaki bakteriler, hidrotermal bacalardan çıkan hidrojen sülfürün oksidas-
yonu ile elde ettikleri kimyasal enerjiyi besin yapımında kullanmaktadır. Elektronların bir atomdan ya da
molekülden ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkimelere oksidasyon denir. Bu bakteriler güneş enerjisi
yerine inorganik maddelerin oksidasyonu sonucu açığa çıkan kimyasal enerjiyi kullanarak organik besin
maddelerini sentezlemektedir ve bu olaya da kemosentez denilmektedir.
Kemosentez olayı sadece prokaryot hücre yapısına sahip olan bazı bakteri ve arkebakterilerde ger-
çekleşir. Azot, kükürt, demir, hidrojen bakterileri ve bazı arkebakterileri besinlerini kemosentezle üretir.
Besinlerini kemosentezle üreten bu canlılara kemoototrof canlılar denir.
Bazı kemoototrofların karbondioksidi organik bileşiğin yapısına katma yolu fotosentez yapan canlı-
ların kullandığı metabolik yolla aynıyken bazıları ise farklı metabolik tepkimeler gerçekleştirir. Kemoo-
totrof canlılar Güneş ışığı kullanmadıkları için klorofil pigmenti içermez. Fotoototroflardan farklı olarak
hem gündüz hem de gece besin üretebilir. Kemosentez sırasında inorganik madde oksidasyonu için
kullanılan inorganik madde kaynağı kemosentezi gerçekleştiren canlının türüne göre farklı olabilir. De-
+2
mir (Fe ), nitrit (NO 2), nitrat (NO 3), hidrojen gazı (H₂), hidrojen sülfür (H₂S) ve kükürt (S₂) kemoototrof
– –
49
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Nitrit ve nitratı kemosentezde kullanan bakteriler doğadaki madde döngüsünde çok önemli bir role
sahiptir. Bitki ve hayvanların ölü dokuları toprağa karıştığında ayrıştırıcı mikroorganizmalar onların üze-
rinde hızla üreyerek yapılarındaki azotlu organik maddeleri, inorganik maddelerden amonyağa (NH3)
dönüştürür. Ancak amonyaktaki azot, bitkiler tarafından doğrudan kullanılamaz. Bitkiler azotu topraktan
_ +
kökleriyle nitrat (NO 3) ve amonyum (NH 4) şeklinde alır. Ayrıştırıcı mikroorganizmalar tarafından üretilen
+
NH3ın bir kısmı topraktan H alıp amonyum (NH4) formuna dönüşerek bitkiler tarafından alınırken bir
kısım amonyak (NH3) ise kemoototrof bakteriler olan nitrosomonas ve nitrobacter tarafından bitkilerin
kullanabileceği azot tuzlarına dönüşür.
Aşağıdaki tepkimelerde görüldüğü gibi amonyak önce nitrosomonas bakterileri tarafından oksitle-
nerek nitröz asit (HNO2)’e dönüşür ve bu dönüşüm sırasında enerji açığa çıkar. HNO2 ise nitrobacter
tarafından oksitlenerek nitrik asit (HNO3)’e dönüşür ve bu dönüşüm sırasında da bir enerji açığa çıkar.
Bu bakteriler elektronları ETS’den geçirerek enerji üretir ve ATP sentezler. Bu ATP’yi ise CO2 ve H2O’yu
glikoza dönüştürmede kullanır.
Saprofitler
Organik atıklar NH3 (amonyak)
Nitrosomonas
2NH3 + 3O2 2HNO2 (nitröz asit) + 2H2O + Enerji
Nitrobacter
2HNO2 + O2 2HNO3 (nitrik asit) + Enerji
Enerji (ATP)
CO2 + H2O C6H12O6 (şeker) + O2
Kükürt bakterileri de proteinlerin kokuşmasından meydana gelen H2S (hidrojen sülfür) bileşiğini ok-
sitleyerek enerji elde eder. H2S’ün oksitlenmesiyle açığa çıkan kimyasal enerji CO2 ve H2O’yun glikoza
dönüştürülmesinde kullanılır.
Kükürt bakterileri
2H2S + O2 2H2O + 2S + Enerji (ATP)
Enerji (ATP)
CO2 + H2O C6H12O6 (şeker) + O2
Örneklerde görüldüğü gibi kemoototrof canlılar, güneş enerjisi yerine, inorganik maddelerin oksi-
dasyonu ile elde ettikleri kimyasal enerjiyi kullanır. Bu enerjiyi de organik besin yapımında kullanır. Bu
şekilde aynı zamanda da doğadaki biyolojik dengenin korunmasında etkili olurlar.
Kemosentetik bakteriler, doğada biyolojik dengenin devamı için oldukça önemlidir. Ortamdaki atık
maddelerin parçalanarak tekrar işe yarar hâle getirilmesini sağlarken aynı zamanda da çevre kirliliğini
de önlemiş olur. Özellikle madde döngülerinde kemosentetik canlılar, bazı elementlerin doğada devirli
olarak kullanımına yardım eder.
50
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Atmosferdeki Şimşek
serbest azot (N2) Yıldırım
Ayrıştırıcılar
Bitkisel protein Bitki köklerinde
serbest yaşayan azot
Amonyak (NH3)
Nitrifikasyon bakterileri bağlayıcı bakteriler
_
Nitrit (NO 2)
_
Nitrat (NO 3)
Şekil 1.14. Azot döngüsünde ayrıştırıcı bakteriler, nitrifikasyon bakterileri, denitrifikasyon bakterileri, azot bağ-
layıcı bakteriler rol oynadığı gibi şimşek, yıldırım gibi doğa olayları da etkilidir.
Azot döngüsünde görev alan kemoototroflar şekil 1.14’de gösterilmiştir. Bununla birlikte derin deniz-
lerdeki hidrotermal bacaların etrafında yaşayan kemosentetik bakteriler de hidrojen sülfürü oksitleyerek
besin ürettikleri için kükürt döngüsünde rol alırlar.
Arkebakterileri çoğu da kemosentez yapar ve büyük bir kısmı yüksek tuzluluk, düşük oksijen kon-
santrasyonu, yüksek sıcaklık, yüksek ya da düşük pH gibi zor koşullarda yaşar. Biyolojik ve ekonomik
özellikleri açısından bakıldığında yaşadıkları çevrenin zorlu koşullar olması bu prokaryotların değerini
arttırmaktadır. Örneğin bu canlılarda zor koşullara dayanıklı birçok enzim bulunmuştur. Bu enzimler,
endüstride pek çok tepkimenin gerçekleştirilmesinde, atık metallerin zehirli özelliklerinin azaltılmasında,
kalitesi düşük metal cevherlerinin biyolojik yollarla kullanılabilir hâle getirilmesinde vb. alanlarda kullanıl-
maktadır. Metallerin bulaşması ile kirlenmiş suların yeniden kullanılabilir hâle gelmesinde, boya endüst-
risinde ve oksijensiz arıtma tanklarında bulunan atık suyun yeniden temizlenmesinde de kemosentetik
organizmalardan yararlanılmaya başlanmıştır.
Araştıralım-Öğrenelim
51
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplardan farklı yollarla sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
1. çıkış
ç. Kemosentez yapan
bakterilerde ETS bulunmaz. D
Y
b. Kemosentez olayında D
klorofil pigmenti görev alır. 2. çıkış
a. Kemosentez Y 3. çıkış
sadece
prokaryot hücre D
yapısına sahip
d. Kemosentezde inorganik
canlılarda Y
D maddelerin oksidasyonu ile
meydana
açığa çıkan enerjiden organik 4. çıkış
gelir.
madde sentezlenir.
Y
D
6. çıkış
c. Kemosentez sadece
7. çıkış
gündüz meydana gelir. Y
D
f. Kemosentez yapan
organizmaların birçoğunda Y
zor koşullarda yaşamayı
kolaylaştıracak enzimler vardır. 8. çıkış
52
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
4. BÖLÜM
SOLUNUM
53
53
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Solunum olayı, soluk alıp vermek midir? Günlük yaşamda solunum, soluk alıp vermek olarak anla-
şılır. Oysa solunumdan anlamamız gereken solunumun hücresel bir olay olduğudur (Resim 1.5). Soluk
alma olayı, hücresel solunumda kullanılan oksijeni hücre içine almak ve oluşan karbondioksidi hücreden
uzaklaştırmak amacıyla canlının bulunduğu ortamla gaz alışverişi yapma olayıdır ve bu olay çoğu kez
hücresel solunumla karıştırılmaktadır.
Hücrede karbonhidrat, yağ ve protein gibi organik bileşiklerin kimyasal bağlarındaki enerjiyle ATP
sentezlenmesine hücresel solunum denir. Canlılarda hücre içinde birçok yapım ve yıkım tepkimele-
ri gerçekleşir. Bu tepkimelerin tümüne metabolizma denir. Metabolizma faaliyetleri sırasında mutlaka
enerjiye ihtiyaç duyulur. Bu enerji de hücresel solunum sonucu oluşan ATP’den elde edilir. Eğer hücresel
solunum olmasaydı canlıların kullanabildiği enerji olan ATP sentezlenemezdi.
Hücresel solunum oksijenli ve oksijensiz olmak üzere iki şekilde gerçekleşir. Oksijenli solunum,
oksijenin ve enzimlerin varlığıyla glikozun karbondioksite ve su moleküllerine kadar parçalandığı ve bu
olay sırasında oluşan enerjiden ATP’nin elde edildiği metabolik bir olaydır. Aynı şekilde organik besin-
lerin oksijen kullanılmadan, enzimler yardımıyla daha küçük moleküllere parçalanması sonucu açığa
çıkan enerjiyle ATP sentezlenmesine de oksijensiz solunum denir.
Canlı ister oksijenli solunum yapsın isterse oksijensiz solunum yapsın eğer solunum reaksiyonuna
glikoz ile başlıyorsa meydana gelen ilk tepkime glikoliz olacaktır.
DIKKAT!
Glikoliz “şeker parçalanması (Yunancada gliko: şeker, tatlı; lizis: parçalamak)” anlamına gelir.
Glikoliz, her hücrenin sitoplazmasında gerçekleşen bir olaydır. Glikoliz tepkimelerinin oksijenli
ve oksijensiz solunum yapan bütün hücrelerde ortak olması, glikoliz olayını kontrol eden kalıtsal
yapının ve enzimlerin benzer olduğunu gösterir.
54
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Hücreye alınan altı karbonlu glikoz, çeşitli enzimler yardımıyla parçalanarak üç karbonlu hâle getirilir.
Bu üç karbonlu bileşik pirüvik asit (pirüvat) olarak adlandırılır. Glikoliz, glikozun pirüvik asite çevrilmesi
sırasında bir miktar ATP’nin üretildiği tepkime dizisidir. Şekil 1.15’te özetlendiği gibi glikoliz iki evreye
ayrılabilir. Enerji harcanan evre ve enerjinin geri ödeme yapıldığı evre. Enerji harcanan evrede hücre
ATP harcarken, enerjinin geri ödendiği evrede substrat seviyesinde fosforilasyonla ATP üretilerek enerji
yeniden kazanılır.
+ - + +
2 NAD + 4 e + 4 H 2 NADH +2H
2 Pirüvik asit
C C C
Net
Glikoz (6C) 2 (3C) Pirüvik asit
Glikoz molekülünün tepkimeye girebilmesi için aktivasyon enerjisi engelinin aşılması gerekir. Bunun
için 2 ATP harcanarak glikoz kararsız bir ara bileşiğe dönüşür. Kararsız olan bu ara bileşik hemen parça-
lanıp bir dizi tepkime sonunda 2 molekül, 3C’lu pirüvik asidi oluşturur. Tepkimeler sonucu 4 ATP sentezi
gerçekleşir. Ancak aktivasyon enerjisi olarak 2 ATP harcandığından net 2 ATP kazanılır. Bu sırada bir
koenzim olan NAD (nikotinamit adenin dinükleotit) organik molekülden bir çift hidrojen atomu alarak
+
2NADH+H olarak indirgenir ve bu arada pirüvik asit oluşur.
DIKKAT!
NAD: Enerji metabolizmasında bulunan elektron taşıyıcı bir koenzimdir. Yükseltgenmiş du-
+ + +
rumda bulunan NAD e iki elektron ve bir proton (H ) bağlandığında indirgenerek 2NADH+H ye
dönüşür.
55
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
1.4.3. Oksijensiz Solunumda Glikozun Etil Alkol veya Laktik Aside Dönüşümü
Glikoliz sonucunda oluşan pirüvik asit, oksijensiz ortamda etil alkole veya laktik gibi organik molekül-
lere dönüşebilir. Glikozdan etil alkol veya laktik asit gibi farklı organik son ürünlerin oluşmasının nedeni,
glikolizden sonraki tepkimelerde kullanılan enzim çeşitlerinin farklı olmasıdır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi organik besinlerin oksijen kullanılmadan enzimler yardımıyla daha
küçük moleküllere parçalanması sonucu açığa çıkan enerjiyle ATP sentezlenmesine oksijensiz solu-
num deniliyordu. Sitoplazmada glikoliz ile gerçekleşen bu süreçten sonra mayalanma olarak da bilinen
fermantasyon reaksiyonları meydana gelir. Oksijensiz solunumla fermantasyon temel düzeyde son
elektron alıcısı açısından farklılık gösterir.
+
Fermantasyon olayı glikolizi ve hidrojenlerin NAD koenzimi aracılığıyla, pirüvik aside ya da türev-
lerine aktarılmasını sağlayan tepkimeleri kapsar. Glikoliz evresinde substrat düzeyinde fosforilasyon
+ +
gerçekleşir. Glikoliz evresinde oluşan NADH+H lerden yeniden NAD oluşturacak bir mekanizma ol-
+
masaydı hücredeki NAD lar tükenirdi. Bu durumda glikoliz tepkimeleri dolayısıyla substrat düzeyinde
+ +
fosforilasyonla ATP sentezi üretimi dururdu. Öyleyse fermantasyonun NADH+H lerden NAD üreten
tepkimeleri kapsaması glikolizin devamlılığı bakımından çok önemlidir. Ayrıca sitoplazmada pirüvik asit
ve hidrojen moleküllerinin birikmesi de engellenmiş olur. Fermantasyon, oluşan son ürüne göre farklılık
gösterir. Bunların en önemlileri etil alkol ve laktik asit fermantasyonudur.
Etil alkol fermantasyonunda glikolizden sonra oluşan pirüvik asit, devam eden tepkimelerle etil alkolü
oluşturur (Şekil 1.16). İlk tepkimede, pirüvik asitten karbon atomları CO2 şeklinde uzaklaştırılır ve iki
+
karbonlu bir bileşik olan asetaldehit oluşur. İkinci tepkimede ise glikolizde oluşan 2NADH+H molekül-
+
lerindeki hidrojenleri asetaldehit alır ve etil alkol oluşur. Böylece glikolizin devamı için gerekli olan NAD
serbest kalmış olur.
2 ADP + 2Pi
2 ATP
2CO2
+
2 NAD 2 NADH
+
+2H
56
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Birçok bakteri oksijensiz koşullarda alkolik fermantasyon yapar. Mayalar da alkolik fermantasyon
yapabilir. İnsanlar binlerce yıldır yoğurt ve ekmek yapımında mayaları kullanmaktadır. Alkolik fermantas-
yon sırasında ekmek mayasının oluşturduğu karbondioksit gazı hamurun kabarmasını sağlar.
Hamurun mayalanması sonucu karbondioksit gazının açığa çıktığını gözlemlemek için aşağıdaki
etkinliği gerçekleştiriniz.
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
2 su bardağı su, 1 çay
Etkinliğin Adı: Hamurun Mayalanması
bardağı zeytinyağı, 1,5
yemek kaşığı şeker, 1
Amaç: Mayaların oksijensiz solunum ile karbondioksit açığa çıkar-
tatlı kaşığı tuz, yaklaşık
dığını kavrama
5-6 su bardağı un, 1 ye-
mek kaşığı kuru maya
Uygulayalım
• Belirtilen malzemeleri ölçerek hazırlayınız.
• Kullanılacak kuru mayanın 3 katı miktarındaki ve 35-40°C’taki su-
yun içine 1 tatlı kaşığı şeker ilave ediniz. Kuru mayayı bu sıvının içinde karıştırarak eritiniz.
• Unun ortasını bir çukur şeklinde açıp mayalı sıvıyı oraya dökünüz, ön mayalanma için 10 daki-
ka bekleyiniz. Daha sonra diğer malzemeleri ilave ederek hamuru elle yoğurunuz.
• Hazırlanan hamurun üzerini örterek sıcak bir yerde kabarmak üzere hamuru dinlenmeye bı-
rakınız.
• Mayalanma işlemi sırasında oluşan gazları dışarı çıkartmak için mayalanmanın sonuna doğru
hamuru 1-2 kez yoğurunuz.
• Mayalanma işleminin tamamlanıp tamamlanmadığını anlamak için hamura parmakla bastırı-
nız. Hamur kısa bir süre içinde eski hâlini alıyorsa mayalanma işlemi tamamlanmış demektir.
Eğer parmak izi aynen kalıyorsa hamurun yeterince mayalanmadığı anlaşılır.
Sonuçlandıralım
1. Hamurumuzu niçin üzerini örterek sıcak bir yerde dinlenmeye bıraktık? Açıklayınız.
2. Hamurun kabarmasını sağlayan faktör nedir? Açıklayınız.
57
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
+
Laktik asit fermantasyonunda, glikoliz tepkimeleri sonucu oluşan pirüvik asit ortamdaki NADH+H in
+
hidrojenlerini alarak laktik asidi meydana getirir (Şekil 1.17). Bu tepkimeler sırasında NADH+H mole-
+
külü yükseltgenir. Böylece glikolizin devamlılığı için NAD molekülü ortama tekrardan verilmiş olur. Bu
sırada CO₂ oluşturulmaz.
2 ADP + 2Pi
2 ATP
+
2 NAD 2 NADH
+
+2H
2 Laktik asit
C C C
İnsanın kas hücreleri oksijen yetersizliğinde laktik asit fermantasyonu aracılığı ile ATP üretir. Yoğun
kas aktivitesinin başlangıcında, ATP üretmek için şeker yıkım hızı, kasın kandan oksijen sağlama hızını
aşar. Bu koşullar altında hücreler oksijenli solunumla birlikte laktik asit fermantasyonunu gerçekleştirir.
Az miktarda laktik asit, kasları ısıtıp yumuşattığı için kasların daha iyi çalışmasını sağlar. Bu nedenle
yoğun egzersizlerden önce ısınma hareketleri yapılması önerilir (Resim 1.6).
58
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Ancak uzun süreli ya da yoğun bir şekilde kas aktivesi yaparsanız bunun sonucunda laktik asit mik-
tarı artar ve kasta birikir. Bu durumda laktik asit kan yoluyla beyne taşınır. Bu durumda bireyde uyku,
yorgunluk ve ağrı merkezlerinin uyarılmasıyla ağrılar görülebilir. Ancak son çalışmalarda bu durumlara
+
sebep olarak laktik asitle birlikte kas faaliyeti sonucu artan potasyum iyonlarının (K ) neden olabileceği
de düşünülmektedir. Çizgili kaslarda oksijensiz solunumla meydana gelen laktik asitin fazlası kan ara-
cılığı ile karaciğere taşınır ve karaciğer hücreleri tarafından tekrar pirüvik asite ve glikoza çevrilir. Kara-
ciğer hücrelerinde yeterli oksijen bulunduğundan pirüvik asit mitokondriye girer ve hücre solunumunu
tamamlar. Fazla glikozlar ise karaciğer hücrelerinde glikojen şeklinde depolanır (Şekil 1.18).
Laktik
asit
Ağrı
Yorgunluk
Laktik Laktik
asit asit
Uyku
Glikoz
Pirüvik asit
Glikojen
(depo) Beyin
O2’li
solunuma
Karaciğer katılır.
Şekil 1.18. Çizgili kas hücrelerine yeterli O2 ulaşmadığında meydana gelebilecek durumlar
Bazı mantarlar ve bakteriler tarafından gerçekleştirilen laktik asit fermantasyonu süt endüstrisinde
peynir ve yoğurt yapımında önemlidir. Sayfa 60’taki etkinliği yaparak sütten yoğurt yapınız.
Biliyor musunuz?
Timsahlar kışkırtıldıklarında güçlü kuyruklarını yıldırım hızıyla ve tehlikeli bir şekilde savu-
rabilir. Böyle ani aktiflik artışları kısa sürer ve bunu uzun toparlanma dönemleri takip eder. Hızlı
ve ani hareketler, iskelet kaslarında ATP oluşumu için laktik asit fermantasyonu gerektirir. Kas
glikojen depoları yoğun kas etkinliklerinde hızla tüketilir ve laktik asit miktarı da oldukça artar.
Yetişmiş bir atlet, 100 m koşusunun yarattığı etkiyi 30 dakika veya daha kısa bir sürede yeniden
eski hâline getirebilirken bir timsah ani aktiflik artışı sonrası kanındaki fazla laktik asidi uzaklaştır-
mak ve kas glikojenini yerine koymak için uzun süre dinlenmeye ve fazladan oksijen tüketmeye
ihtiyaç duyar.
Nelsen, D.L.; Cox, M.M., Lehninger Biyokimyanın İlkeleri, (5. baskıdan çeviri), Çeviri Editörü: Y. M.
Elçin, Palme Yayıncılık, s. 548, Ankara, 2013.
59
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Yoğurt Yapalım 1 litre süt, 1-2 kaşık yoğurt
mayası (daha önce yapılan
Amaç: Sütten yoğurdun oluşmasını sağlayan yoğurt bakteri- yoğurttan), temiz tencere,
lerinin oksijensiz solunum yaptığının kavranması kâse, kaşık, ocak, bez, ter-
mometre, kepçe
Ön Bilgi: Yoğurt bakterileri oksijensiz ortamda sütteki laktozu
enerji kaynağı olarak kullanır. Oksijensiz solunum metabolizma-
ları sonucu laktik asit oluşturur. Açığa çıkan asit, sütün pH’sini düşürerek sütteki proteinlerin de-
natüre olmasına yani pıhtılaşmasına neden olur. Bu pıhtı tüm süte yayılır ve katılaşmasına neden
olarak yoğurt oluşmasını sağlar. Yoğurt bakterilerinin etkinliklerinin en iyi olduğu sıcaklık aralığı
45-50 oC’tur. Bu nedenle sütü mayalarken bu sıcaklığa dikkat edilmelidir. Aksi takdirde yoğurt oluş-
maz.
Uygulayalım
Sonuçlandıralım
Boza da fermantasyon ile oluşan bir içecektir. Firavunlar zamanından beri bilinen bu içecek ülke-
mizde genellikle bulgurdan yapılır. Başka ülkelerde mısır, arpa, çavdar, yulaf, buğday gibi çeşitli ürün-
lerden de mayalandırılarak boza yapılmaktadır. Boza buğdayla yapılırken buğday taneleri öğütülüp su
ilavesi yapılarak hamur hâline getirilir. Hamur kalın küçük parçalar hâlinde kesilip hafifçe pişirilir. Şeker
eklenmesiyle etil alkol ve laktik asit fermantasyonları gerçekleştirilir. Oluşan ürün açık sarı renge, koyu
kıvama ve ekşimsi bir lezzete sahiptir. Geleneksel fermente Türk içeceği olan boza; Balkanlara, Kırım’a,
Kafkasya’ya, Orta Asya’ya ve Mısır’a kadar yayılmıştır ve değişik yerlerde farklı kıvam ve lezzetle tanı-
nır. Biz de 61. sayfadaki etkinliği yaparak evimizde boza yapabiliriz.
60
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Boza Yapalım 1 su bardağı bulgur, 10 su
bardağı su, 1 çorba kaşığı un,
Amaç: Boza oluşumunda mayaların etkinliğini kavrama 1/4 su bardağı yoğurt, 1/4 tat-
lı kaşığı kuru maya, 2 çorba
Uygulayalım kaşığı şeker, 1/4 çorba kaşığı
vanilya
• Bulguru büyük bir tencereye koyup 8 su bardağı su ile üzeri
kapalı olarak oda sıcaklığında bir gece bekletiniz.
• Bulguru kısık ateşte 2 saat kadar pişiriniz. Mutfak robotunda çekip süzgeçten geçiriniz. Oluşan
karışımı buzdolabına koyunuz. Süzgecin üzerinde kalan bulguru yeniden tencereye koyup, 1
su bardağı su ilave edip kısık ateşte 1 saat daha pişiriniz.
• Bulguru süzgeçten geçirip buzdolabına koyunuz. Unu küçük bir tencereye koyup üzerine 1
bardak su ekleyiniz. Karışımı kısık ateşte sürekli karıştırarak koyulaşıncaya dek pişiriniz. Ateş-
ten alıp içine 1,5 çorba kaşığı şeker koyup eriyinceye dek karıştırınız. Karışım ılıyınca içine
yoğurt katınız.
• Mayayı çeyrek bardak ılık suda ezip ardından 5 dakika bekletip yoğurt karışımına katınız. Ilık
ortamda yarım saat bekletiniz. Mayalı karışımı ezilmiş bulgura ekleyip oda sıcaklığında yak-
laşık 2 gün bekletip ara sıra karıştırınız. Vanilya ve kalan şekeri ekleyip şeker iyice eriyinceye
kadar karıştırınız. Ayrıca isteğe göre bu karışımı buzdolabında üç gün bekletebilirsiniz.
Sonuçlandıralım
Fermantasyon yüzyıllardan beri uygulanmakta olan en ekonomik gıda üretim ve koruma yöntem-
lerinden biridir. Fermente yiyecek ve içecekler dünyadaki her toplumun beslenme kültürünün temel bi-
leşeni olup etnik toplulukların kültürel tarihini taşır. Hem dünya genelinde hem de ülkemizde süt (kefir,
kımız), tahıl (boza, tarhana), et (sucuk, pastırma), balık (balık sosu), soya (soya sosu), sebze, meyve ve
tohum bazlı olmak üzere çok çeşitli fermente ürünler üretilmektedir. Fermente ürünler besinleri koruma,
besin değerini zenginleştirme, antioksidan üretme, tedavi edici faktörleri barındırma ve bağışıklık sis-
temini güçlendirme gibi birçok biyolojik işlevlere sahiptir. Bahsedilen özelliklerinden dolayı son yıllarda
dünyada ve ülkemizde fermente yiyeceklerin ve içeceklerin tüketimine olan ilgi artmıştır.
Araştıralım-Öğrenelim
Fermantasyonun endüstride kullanılması ile ilgili çeşitli örnekleri, bilimsel makalelerden ve
genel ağ adreslerinden araştırınız. Araştırmalarınızın sonuçlarını sınıfınızda arkadaşlarınızla tartı-
şınız.
61
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Resim 1.7. Spor yaparken oksijen oranı fazla olan doğal ortamları tercih ederiz.
Resim 1.7’deki gibi birçok sporcu antrenman yapmak için şehirden uzak olan doğal ortamları tercih
eder. Bunun sebebi bu ortamların oksijen oranının bol olmasıdır. Çünkü spor yaparken daha çok enerji-
ye ihtiyaç duyulmaktadır ve bu enerjinin büyük bir kısmı oksijenli solunumdan sağlanır.
Hücresel solunumda, organik besinlerin oksijen varlığında bir dizi enzimatik reaksiyonla karbondiok-
site ve suya kadar parçalanmasına oksijenli solunum denir. Oksijenli solunum sırasında açığa çıkan
ATP canlılık faaliyetlerinde kullanılır.
Prokaryot olan bazı bakterilerde ve mitokondri organeline sahip tüm ökaryot canlılarda oksijenli so-
lunum gerçekleşir. Oksijenli solunum prokaryotlarda sitoplazma ve solunuma yardımcı enzimlerin bu-
lunduğu hücre zarının mezozom adı verilen özel kıvrımlı bölgelerinde gerçekleşirken ökaryotlarda ise
sitoplazmada başlayıp mitokondride devam eden tepkimelerle gerçekleşir.
A. Mitokondrinin Yapısı
Mitokondri, çift katlı zar sistemine sahip bir organeldir. Mitokondrinin dış zarı düzdür, iç zarı ise gi-
rintili ve çıkıntılı bir yapıya sahiptir. Bu yapı solunum yüzeyini artırarak daha fazla enerji elde edilmesini
sağlar. İç zarın kıvrımlarına krista denir. İç zar içinde yer alan sıvıya ise matriks denir. Krista ve matriks
denilen bu bölgelerde oksijenli solunum tepkimelerini gerçekleştiren enzimler bulunmaktadır. Aynı za-
manda matrikste DNA, RNA ve ribozomlar bulunur. Bu nedenle mitokondriler hücrenin kontrolü altında
62
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
bölünüp çoğalabilir ve protein sentezi yapabilir (Şekil 1.19). Mi- Dış zar
tokondrilerin sayısı ve büyüklüğü hücreden hücreye değişir. Mi- İç zar (Krista)
tokondri zarlarının bazı maddelere karşı uyguladığı geçirgenlik Matriks
DNA
farklıdır. Örneğin mitokondri glikoz moleküllerini içeri almazken Ribozom
üretilen ATP moleküllerini dışarı yani sitoplazmaya verebilir.
NADH ve
NADH ile gelen FADH2
elektronlar ile gelen
elektronlar
Krebs Oksidatif
Glikoliz döngüsü fosforilasyon
(elektron taşıma
Glikoz Pirüvik Asetil-CoA sistemi)
asit
MİTOKONDRİ
Ökaryot canlılarda oksijenli solunumun glikoliz evresi sitoplazmada gerçekleşirken Krebs döngüsü
ve ETS mitokondride gerçekleşir.
Oksijenli solunumda organik besinlerin yıkımı basamak basamak ve enzimlerin kontrolünde gerçek-
leşir. Her basamakta ayrı bir enzim görev alır. Bazı basamaklarda besinin yıkılması sonucu açığa çıkan
+
hidrojen atomlarından taşıyıcı moleküller (NAD ve FAD) ve oksijen yardımıyla ATP sentezi gerçekleşir
ki buradaki ATP sentezleme yolu oksidatif fosforilasyon olarak adlandırılır. Bazı basamaklarda ise
substratlardan ayrılan hidrojenlerin yerine bağlanan fosfat grupları ADP molekülüne aktarılarak ATP
sentezlenir ki bu da substrat düzeyinde fosforilasyon olarak adlandırılır.
DIKKAT!
FAD (Flavin adenin dinükleotit): Enerji metabolizmasında bulunan elektron taşıyıcı bir koen-
zimdir. FAD, 2 elektron ve 2 proton olarak FADH2ye dönüşür.
63
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
1. Glikoliz
Glikoliz, oksijensiz ve oksijenli solunumun ortak basamağıdır. Glikoliz tepkimeleri oksijensiz solu-
numda anlatıldığı gibi oksijenli solunumda da aynı şekilde gerçekleşir. Glikolizi Şekil 1.21’deki gibi özet-
leyebiliriz.
2 ADP 4 ATP
2 ATP 4 ADP 2 Pirüvik asit
Glikoz (Pirüvat)
C C C C C C C C C
+
2 NAD
+ +
2 NADH + 2H
Glikoz çeşitli enzimler yardımıyla pirüvik asite kadar yıkılır. Ancak oksijensiz solunumdan farklı olarak
+
oksijenli solunumda glikolizde ara ürünlerden kopan hidrojen atomlarını yakalayan NAD koenzimleri,
+
2NADH + H formunda mitokondriye geçerek kristaya gelir ve oksidatif fosforilasyonla ATP sentezine
katkı sağlar.
Oksijen varlığında glikolizin son ürünü olan 3C’lu 2 molekül pirüvik asit, mitokondriye geçer. Pirüvik
asit mitokondrinin matriksinde meydana gelen peş peşe birbirini izleyen bir dizi tepkimelerle döngüsel
olarak yıkılır. Bu döngüsel reaksiyonların birçok ayrıntısını ilk defa ortaya çıkaran bilim insanı Hans Krebs
(Hans Krebs, 1937) olduğundan bu döngüye Krebs döngüsü denir. Hans Krebs bu başarısından dolayı
Nobel Tıp Ödülü’nü almıştır. Krebs döngüsünde, altı karbonlu (6C) sitrik asit ilk oluşan madde oldu-
ğundan bu döngüye sitrik asit döngüsü de denir. Sitrik asit döngüsü başlamadan önce pirüvik asitten
asetil-CoA oluşur (Şekil 1.22).
Glikoz
Glikoliz
O2 varlığında
Pirüvik asit oksijenli hücre
solunumu yapılır.
O2 yokluğunda
fermantasyon Krebs
yapılır. döngüsü
Asetil-CoA
SİTOPLAZMA
Şekil 1.22. Pirüvik asit oksijen varlığında mitokondriye girer.
64
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
CO₂ de açığa çıkar (Şekil 1.23). Şekil 1.23. Pirüvik asitin asetil-CoA’ya dönüşümü
Krebs döngüsü asetil-CoA ve okzaloasetik asidin tepkimeye girmesi sonucu oluşan sitrik asitle başla-
maktadır. Asetil-CoA, 4C’lu okzaloasetik asitle birleşerek 6 C’lu sitrik asidi oluşturur. Daha sonra art arda
meydana gelen reaksiyonlar sonucu sitrik asitten tekrar okzaloasetik asit oluşur (Şekil 1.24).
2 C C C Pirüvat
+
2 NAD
+ 2CO2
2 NADH + H
2 Asetil-CoA C C
2 C C C C 2 C C C C C C
Okzaloasetik Sitrik asit 2CO2
asit
+
2 NADH + H
+
2 NAD
+
2 NAD 2 NADH + H
Krebs
2 C C C C 2 C C C C C
döngüsü
2CO2
2 FADH2 2 NAD
+
2 FAD
2 NADH + H
2 C C C C 2 C C C C
2 ADP
2 ATP
Bir glikoz molekülünün parçalanması sonucunda iki Krebs döngüsünde 2ATP molekülü substrat dü-
+
zeyinde fosforilasyonla sentezlenir ve elektronlar toplam 6NAD ve 2 FAD tarafından tutulur. Bu sırada
+
da toplam dört molekül CO2 oluşur. Krebs döngüsü sırasında oluşan 6 NADH+H ve 2 FADH2 molekülleri
elektron taşıma sistemine (ETS) aktarılır.
65
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Elektron taşıma sisteminin elektron taşıyıcı molekülleri ökaryot hücrelerde, mitokondrinin kıvrımlı iç
zarında, prokaryot hücrelerde ise hücre zarında bulunur. Mitokondrinin dış zarı küçük moleküllere ve
+
iyonlara karşı geçirgen olmasına rağmen mitokondrinin iç zarı protonlar (H ) da dâhil pek çok küçük mo-
lekül ve iyon için geçirgen değildir. Mitokondrinin iç zarı kristaları oluşturacak şekilde kıvrımlar yapmıştır.
Bu zar elektron taşıma sistemi (ETS) ve ATP sentaz enzimini taşır.
Glikoliz ve Krebs döngüsü tepkimelerinde substrat düzeyinde fosforilasyon ile 6 ATP sentezlenmek-
teydi. Öyleyse bir glikoz molekülünün yıkımı sonucu kazanılan ATP’lerin büyük bir kısmı ETS evresinde
sentezlenecektir. Elektron taşıma sistemi (ETS) Şekil 1.25’te görüldüğü gibi mitokondri iç zarındaki bir
+
dizi elektron taşıyıcı molekülden oluşmaktadır. ETS molekülleri NADH+H ve FADH2den yüksek enerjili
elektronları alır ve bir dizi indirgenme yükseltgenme tepkimesinden geçirerek sistem boyunca taşır.
Koenzimlerle taşınan elektronlar taşıyıcı moleküllere aktarılırken protonlar matrikse bırakılır. Bu sırada
+ + +
NADH+H ve FADH2 sırasıyla NAD ve FAD formlarına yükseltgenir. Böylece NAD ve FAD molekülleri
tekrar Krebs döngüsündeki elektronları kabul edebilecek hâle gelir. Taşıma sisteminde elektronların
enerji seviyeleri kademeli olarak düşürülür. Bu sırada açığa çıkan serbest enerjinin bir kısmı ısı olarak
+
ortama yayılırken büyük bir kısmı matriksteki protonları pompalamada kullanılır. Protonlar (H ) matriks-
ten mitokondrinin iç ve dış zarı arasında bulunan boşluğa doğru ETS molekülleri aracılığıyla pompalanır.
Böylece mitokondrinin iç ve dış zarı arasındaki boşluk matrikse oranla daha yüksek proton derişimine
sahip olur. Protonlar elektrik yükü taşıdığından mitokondrinin iç zarının iki yüzü arasında elektriksel yük
farkına da yol açar. Bu derişim ve elektriksel yük farkı bir potansiyel enerji oluşturur. Bu potansiyel enerji
ATP sentaz enzimi aracılığı ile solunumun son aşaması olan oksidatif fosforilasyon için kullanılır hâle
getirilir (Şekil 1.25).
+
+
H
Zarlar arası bölge
H
Elektron +
taşıyıcı H
+
protein H
kompleksi
ē ē
ē
Mitokondri
ATP
ē
sentaz
iç zarı
+
2H +½O2 H 2O
FADH2
FAD enzimi
+
NADH + H NAD
ADP + Pi ATP
Mitokondri matriksi
+
H
Oksidatif fosforilasyon
Şekil 1.25. Mitokondri iç zarında ETS’de elektron taşınması ve ATP sentezi
66
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Mitokondri iç zarında ADP’yi ATP’ye dönüştüren çok sayıda ATP sentaz enzimi bulunur. Mitokondri iç
zarı protonlara karşı geçirgen olmadığından ATP sentaz, zarlar arasındaki boşluktaki protonların tekrar
+
matrikse geri akışını sağlayan bir yol oluşturur. Protonlar (H ) yoğun oldukları zarlar arası bölgeden mat-
+
rikse geri dönerken protein kompleksi olan ATP sentazın içindeki özgül H kanalcıklarından geçer. Pro-
+
tonların (H ) zardaki geri akışından güç sağlayan ATP sentaz enzimi aktifleşerek ADP’den ATP üretimini
sağlar. ATP’nin sentezlenebilmesi için elektronların ETS’de taşınması gerekir. Elektron akışı, elektron
çekim gücü yüksek olan oksijen molekülüne doğrudur. Oksijen, ETS’nin son molekülüne gelen elekt-
ronları alarak elektron akışının ve ATP molekülünün sentezinin sürdürülmesini sağlar. Elektron kazanan
+
oksijen, elektronunu kaybetmiş bir çift proton (2H ) ile birleşerek suyu oluşturur.
+
½ O₂ + 2e + 2H H₂O
–
Bu şekilde ETS aracılığı ile elektronların oksijene doğru akışından sağlanan enerjiden ATP sentezine
oksidatif fosforilasyon denir. Sonuç olarak oksijenli solunum reaksiyonlarında CO₂ ve H₂O oluşurken
ATP üretimi de gerçekleşir (Şekil 1.26).
Biliyor musunuz?
Oksijenli solunum yapan canlılarda glikoliz, asetil-CoA ve Krebs döngüsü reaksiyonları so-
+
nucu açığa çıkan bir çift hidrojen atomuna ait elektronlar, ETS’ye NAD ile ulaştırılırsa her bir
çift hidrojen atomuna karşılık 2.5 ATP oksidatif fosforilasyonla sentezlenir. Eğer bir çift hidrojene
ait elektronlar ETS’ye FAD ile ulaştırılırsa her bir çift hidrojen atomuna karşılık 1.5 ATP oksidatif
fosforilasyonla sentezlenir.
Oksijenli solunumun genel denklemini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Sadava, D. Hillis, D.M., Heller, H.C. ve Berenbaum, M. (2011). Life: The Science of Biology. Ninth Edi-
tion., s.183, Sunderland: Sinauer Associates Inc.
Araştıralım-Öğrenelim
67
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
1 Glikoz
Glikoliz
(6C)
Oksidatif
SİTOPLAZMA
+
ATP 2 NADH + H ATP
fosforilasyonla
Substrat
düzeyinde
ATP
fosforilasyonla
2 Pirüvik asit
(3C)
Krebs döngüsü
2 NADH + H
+
Oksidatif
ve 2CO2
ATP
fosforilasyonla
elektron taşıma
sistemi
2 Asetil-CoA
(2C)
MİTOKONDRİ
6 NADH + H
+ Oksidatif
ATP
fosforilasyonla
Krebs
döngüsü
Oksidatif
2 FADH2
fosforilasyonla
ATP
Substrat
ATP düzeyinde
fosforilasyonla
4CO2
+
Şekil 1.26. Glikozun oksijenli solunumda kullanılmasıyla NADH+H , FADH2 ve CO2 çıkışı
CO₂ Oluşumu: Mitokondride 1 molekül pirüvatın yıkımı sırasında 3 molekül CO₂ oluşur. 1 molekül
glikozdan 2 molekül pirüvat oluştuğu için 6 molekül CO₂ açığa çıkar (Şekil 1.27).
2 6C 2CO2
2CO2
2 4C 2CO2
68
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Su oluşumu: Oksijenli solunumda ETS’ye aktarılan bir çift hidrojen atomunun oksijen ile birleşmesi
+ +
sonucu 1 molekül H2O oluşur (Şekil 1.28). NAD ve FAD molekülleri aracılığıyla taşınan 24 hidrojen
atomu oksijenle birleşerek 12 molekül H2O’yu oluşturur. 1 molekül glikozun krebs döngüsünde yıkımı
sırasında 6 molekül su kullanılır bu nedenle 6 molekül su ortama verilir.
+
(NAD aracılığı ile besinden gelir.) (Atmosferden gelir.)
2H + 1
/2 O2
ATP
ATP
Elektron
taşıma
sistemi
-
2e 1
/2 O2
+
2H
H 2O
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Birkaç adet çimlendi-
Etkinliğin Adı: Bitki Tohumlarında Solunum
rilmiş fasulye tohumu,
birkaç adet haşlanmış
Amaç: Çimlenen tohumların solunum yaptığının kavranması
fasulye tohumu, karbo-
natlı su, bromtimol mavi-
Ön Bilgi: Bromtimol mavisi asit baz ayıracıdır. pH > 7,6 ise mavi;
si, 10 mL dereceli silindir,
pH < 6 ise sarı renk değişimi görülür. Limonlu su, asidik özellik göste-
damlalık, üç adet büyük
rir. Bromtimol mavisiyle etkileşime girdiğinde sarı-yeşil renk değişikliği
deney tüpü, üç adet de-
gözlenir.
ney tüpüne uygun delik-
siz tıpa, penset, pamuk,
Uygulayalım
cam kalemi
69
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
damla, sonra damla sayısını artırarak limonlu su koyunuz ve tüpü çalkalayarak oluşan deği-
şimleri gözlemleyiniz. Sonucu not alınız.
• B ve C tüpüne bromtimole temas etmeyecek şekilde pamuk penset yardımıyla yerleştirilir. B
tüpüne yerleştirilmiş pamuğun üzerine dört adet çimlenmiş tohum, C tüpüne yerleştirilmiş pa-
muğun üzerine dört adet haşlanmış tohum koyunuz. Deney tüplerinin ağzını tıpa ile kapatınız.
A B C
Renk değişimi
Deney tüpü Gözlemlenen renk
Var Yok
B
C
Sonuçlandıralım
1. A tüpündeki bromtimol mavisi çözeltisinin içine limon suyu damlatıldığında renk değişimi
gözlediniz mi? Renk değişimi olduysa bunun nedeni ne olabilir?
2. B ve C tüplerinde renk değişimi oldu mu?
3. Hangi tüpte solunum olmuştur? Solunumun olduğunu nasıl anladınız?
Biliyor musunuz?
Solunum sırasında belirli bir sürede dışarı verilen karbondioksidin alınan oksijene oranına
solunum katsayısı (SK) denir. SK = 1 ise verilen CO2 alınan O2e eşittir. Bu durum, solunumda
kullanılan besinin karbonhidrat olduğunu gösterir. SK > 1 ise verilen CO2 miktarı alınan O2den
fazladır bu durum solunumda O2ce zengin organik asitlerin kullanıldığını gösterir. SK < 1 ise ve-
rilen CO2 alınan O2den azdır. Bu durumda oksijen az olan yağların kullanıldığını gösterir.
ÖNCEL, I.; ÜSTÜN, S., KELEŞ, Y., Bitki Fizyolojisi Laboratuvar Kılavuzu, A.Ü.F.F. Yayınları, s.84,
No:48, Ankara, 2004.
70
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Bir miktar bezelye tohumu,
Etkinliğin Adı: Solunum Sırasında Isının Açığa Çıkması 2 adet silindirik cam şişe,
termometre, pamuk
Amaç: Solunum sırasında ısı açığa çıktığının gösterilmesi
Uygulayalım
• Bir miktar bezelyeyi bir gün öncesinden suda bekleterek bezelyelerin çimlenmesini başlatınız.
• Ayrı bir yerde bir miktar bezelyeyi kaynatınız.
• Ayrı ayrı cam şişelere bezelyeleri koyunuz ve her iki şişedeki sıcaklığı ölçerek not ediniz.
• Aynı düzenekleri birkaç gün beklettikten sonra sıcaklığı tespit ederek değerleri karşılaştırarak
yorumlayınız.
Sonuçlandıralım
1. Şişeler arasındaki sıcaklık farkının sebebi nedir? Açıklayınız.
2. Kaynatma işleminin amacı nedir? Açıklayınız.
Oksijensiz solunum tepkimelerinde, glikoliz sonucunda oluşan pirüvik asit; etil alkol ya da laktik asit
gibi organik moleküllere dönüşür. Oluşan bu laktik asit ve etil alkol gibi organik moleküllerin kimyasal
bağlarında enerji saklı kalır. Oysaki oksijenli solunumda glikoliz sonucu oluşan pirüvik asit, inorganik
olan CO2 ve H2O’ya kadar parçalanır. Bu durumda her glikoz molekülünün yıkımında oksijenli solunum-
da oksijensiz solunuma oranla daha fazla enerji elde edilir..
Canlılar oksijenli solunumda sadece karbonhidratları kullanmaz. Gerektiği zaman yağlar ve prote-
inler de karbonhidratlara benzer şekilde solunum tepkimelerine katılarak enerji sağlamaktadır. Karbon-
hidratlar, yağlar ve proteinler solunum tepkimelerine girmeden önce hidroliz tepkimeleriyle yapıtaşla-
rına ayrılır. Karbonhidratlar 6C’lu monosakkaritlerine ayrıldıktan sonra glikoliz ve Krebs tepkimelerine
katılarak parçalanır. Yağlar ise hidroliz ile yağ asidi ve gliserole parçalandıktan sonra oksijenli solunum
tepkimelerine katılır. Proteinler de hidrolizle amino asitlerine parçalanır. Ancak amino asitler solunum
tepkimelerine girmeden önce amino grubu ayrılır. Geriye kalan ise karbon sayılarına göre 2C’lu ise
71
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
asetil-CoA’dan, 3C’lu ise pirüvattan, 4 C’lu ise Krebs döngüsünden solunum tepkimelerine katılır (Şekil
1.29). Karbonhidratlar ve lipitler solunum tepkimelerinde kullanıldığında CO2 ve H2O son ürün olarak
açığa çıkarken proteinlerin kullanıldığı durumlarda CO2, H2O ve NH3 meydana gelir.
Glikoliz
NH3
Pirüvik asit
Asetil-CoA
Krebs
döngüsü
Oksidatif
fosforilasyon
Yağlarda, karbonhidratlara göre daha fazla karbon atomu vardır. Buna bağlı olarak hidrojen sayısı
da fazladır. Enerji, karbon ve hidrojen arasındaki bağlardan kaynaklandığı için yağlarda karbonhidrat ve
proteinlere göre daha yüksek oranda enerji açığa çıkar.
Araştıralım-Öğrenelim
Enerji kaynağı olarak vücutta öncelikli olarak kullanılan organik besin maddesi hangisidir?
Araştırınız. Araştırma sonuçlarından elde ettiğiniz bilgileri arkadaşlarınız ve öğretmeninizle payla-
şarak tartışınız.
72
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Ekosistemin üreticileri dediğimiz bitkiler, Güneş enerjisini fotosentez yoluyla kloroplastlarında kimya-
sal enerjiye çevirip güneş enerjisinden yararlanır (Resim 1.8). Bu canlılar besin zincirinin ilk halkasını
oluşturur. Ekosistemlerin tüketicilerinden biri ise hayvanlardır. Hayvanlar bitkileri ya da bitkilerle besle-
nen diğer hayvanları yiyerek beslenir. Bu şekilde hayvanlar da besinlerde depolanmış enerjiyi hücresel
solunumla mitokondrilerinde açığa çıkararak Güneş enerjisinden dolaylı olarak yararlanmış olur.
Hücrelerimiz için gerekli enerjiyi besinleri yiyerek elde etmekteyiz. Besinlerin organik monomerlerin-
de depolanan enerjinin kaynağı Güneş’tir. Ekosistemdeki enerji akışında bitki ve hayvan hücrelerindeki
mitokondriler oksijenli solunum sırasında, fotosentezin organik ürünlerini kullanır. Solunum sonucu açı-
ğa çıkan enerji ise hücresel işler için kullanılır. Organik ve inorganik maddeler çevrime uğrarken enerji
çevrime uğramaz ekosisteme giren Güneş enerjisinin bir kısmı ısı enerjisi olarak açığa çıkar (Şekil 1.30).
Işık enerjisi
Fotosentez
kloroplastlarda
Organik besin
+ O2
CO2 + H2O molekülleri
Hücre solunumu
mitokondrilerde
Isı enerjisi
73
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Bitki hücrelerinde kloroplastlar ve mitokondriler, hayvan hücrelerinde ise mitokondriler enerji dönüş-
türücüler olarak görev yapar. Doğada var olan enerji, beslenme ilişkileri ve diğer ekolojik ilişkilerle biçim
ve yer değiştirerek sürekli yenilenir, asla kaybolmaz. Elde edilen kimyasal bağ enerjisinin (ATP) bir
kısmı, canlıların metabolik olaylarında (biyosentez tepkimeleri, fiziksel hareketi sağlayan tepkimeler vb.)
kullanılırken diğer kısmı da ısı enerjisine dönüştürülerek çevreye verilir. Solunum tepkimelerinin son
ürünü olan CO2 ve H2O fotosentezin ham maddesidir. Aynı şekilde fotosentezde oluşan organik mole-
külün ve oksijenin de solunumun ham maddesi olduğu görülmektedir. Bitkiler yapay ışıkta da fotosentez
yapabilir (Resim 1.9). Bunun için yeterli ışık şiddeti ve ışığın dalga boyunun uygun olması gerekir.
Geçen yüzyıla kadar bitkilerin yalnızca geceleri solunum yaptığı sanılıyordu. Ancak bilim insanlarının
çalışmaları sonucunda diğer canlılarda olduğu gibi bitkilerin de solunumlarının gece ve gündüz aralıksız
devam ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Bitkiler gündüzleri hem solunum hem de fotosentez yapar. Geceleri
ise sadece solunum yapar. Gündüzleri fotosentez hızı solunum hızından fazla olduğu için bitkiler, solu-
num sonucu ürettikleri CO2 ve H2O’yu atmosfere vermeden fotosentezde kullanır. Bunun sonucu olarak
atmosfere CO2 salınımı gündüzleri düşük olur.
Fotosentez, yeryüzünde yaşayan tüm canlılar için oldukça önemlidir. Her yıl hayvanların, toprakta
bulunan mikroorganizmaların ve bitkilerin solunumları sırasında büyük oranda karbondioksit atmosfere
karışır. Ayrıca fabrikalarda ve evlerde ısınmak için kullandığımız odunun, kömürün, doğal gazın ve ta-
şıtlarda kullandığımız petrol ürünlerinin yanması sonucu çok miktarda CO2 atmosfere verilir. Atmosferde
biriken bu gaz yine üreticiler tarafından tutularak besin sentezinde kullanılır. Bu da doğadaki madde
döngülerinin kesintisiz sürmesini sağlayan önemli olaylardan biridir. 10. sınıfta öğrendiğimiz karbon dön-
güsünde meydana gelecek aksaklık, ekolojik dengede de bozulmalar meydana getirecektir. Madde dön-
güsü sadece yukarıda anlatılanlarla ilgili değil aynı zamanda yakacak olarak kullandığımız odun, kömür
ve petrolle de ilgilidir. Bundan milyonlarca yıl önce fotosentez ile Güneş enerjisini depolayan bitkiler ve
bunlarla beslenen hayvanlar toprağın derinliklerinde yüksek basınç altında kalarak bugün kullandığımız
fosil yakıtlara dönüşmüştür. Bu fosil yakıtlar evlerimizde ısınmada, araçlarımızın hareketinde ve birçok
teknolojik etkinliğin gerçekleşmesinde kullanılır.
74
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
Resim 1. 10. Fotosentez yapan bitkiler aynı zamanda günlük hayatta kullandığımız birçok maddenin ham mad-
desini oluşturur.
Günlük hayatımızda kullandığımız pek çok malzemede; örneğin kâğıt, pamuk ve diğer doğal liflerin
neredeyse tamamı fotosentezle üretilen selülozdan oluşmaktadır (Resim 1.10). Hatta yün üretimi bile
fotosentezle gelen enerjiye bağlıdır. Bütün bitkisel ve hayvansal ürünler ile petrol gibi organik maddeler-
den elde edilen sayısız yan ürünün kaynağı Güneş enerjisidir.
OKUMA METNİ
Sürdürülebilir enerji için önemli kilometre taşlarından biri olarak değerlendirilen ilk yapay
yaprak geliştirildi. Amerikan Kimya Topluluğu’nun 241. Ulusal Toplantısında konuşan bilim in-
sanları yeşil bitkilerin Güneş ışığını ve suyu enerjiye çevirmek için kullandığı fotosentezi taklit
eden, oyun kartı büyüklüğünde, bir Güneş pili geliştirdiklerini anlattı. Massachusetts (Masaçüset)
Teknoloji Enstitüsü’nden araştırma ekibinin lideri Kimyager Dr. Daniel Nocera (Denyıl Nosera)
yapay yaprağın, gelişmekte olan ülkelerdeki yoksul evler için ucuz elektrik kaynağı olacağını
söylüyor. Nocera geliştirilen cihazın aslında yeşil bitkilere benzemediğini, yeşil bitkileri güneş
pilinin bu yeni biçimini geliştirmek için sadece model olarak kullandıklarını belirtiyor. Oyun kartı
şeklinde ama daha ince olan cihazın, kimyasal tepkimeleri hızlandıracak bileşenler kullanılarak
tasarlandığını, aksi takdirde hiçbir tepkimenin olmayacağını ya da yavaş olacağını ifade ediyor.
Cihazın parlak güneş ışığı altında bir galon suya yerleştirildiğinde, gelişmekte olan ülkedeki bir
evin günlük elektriğini karşılayacak kadar elektrik üretilebildiğini de sözlerine ekliyor. Su iki bile-
şenine ayrıldığında, hidrojen ve oksijen gazı evin en üstüne ya da yanına yerleştirilen bir yakıt
pilinde depolanıyor ve elektrik üretmek için kullanılıyor. Nocera aslında yapay yaprağın yeni bir
kavram olmadığını, ilk yapay yaprağın on yıldan daha fazla zaman önce Amerika Ulusal Yenile-
nebilir Enerji Laboratuvarı’ndan John Turner (Con Törnır) tarafından geliştirildiğini ancak bunun
yüksek verimle fotosentez gerçekleştirmesine rağmen nadir, pahalı metallerden oluştuğunu ve
ancak bir günlük ömrü olması nedeniyle de yaygın kullanım için uygun olmadığını belirtiyor. Ucuz
ve kolaylıkla ulaşılabilir malzemelerden yapılmış ve kararlı olmasıyla sayesinde, yeni geliştirilen
yaprak ile bu problemlerin üstesinden gelinmiş. Laboratuvar çalışmalarında ilk örnek (prototip),
verimliliğinde bir azalma olmadan en az 45 saat boyunca kesintisiz faaliyet göstermiş. Nocera
yeni yaprağın doğal yapraktan on kat daha fazla verimli bir şekilde fotosentez gerçekleştirdiğini
söylerken bu verimin daha da artırılabileceği konusunda iyimser olduğunu belirtiyor.
75
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplardan farklı yollarla sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
ç. Oksijensiz solunumda
pirüvat oluşumundan 1. çıkış
sonraki basamaklarda ATP
D
üretimi gözlenmez.
b. Oksijenli solunum tüm
Y
canlılarda mitokondride
D
gerçekleşir. 2. çıkış
a. Glikoliz
tepkimeleri
3. çıkış
hem oksijenli Y
solunumun hem D
de oksijensiz
solunumun ortak D d. Krebs döngüsünde substrat
tepkimesidir. düzeyinde fosforilasyonla ATP Y
sentezi görülür. 4. çıkış
e. Krebs döngüsü, asetil-
CoA ve okzaloasetik asidin 5. çıkış
tepkimeye girmesi sonucu
oluşan sitrik asitle başlar. D
Y
Y
D
6. çıkış
c. Laktik asit 7. çıkış
fermantasyonu Y
memelilerin çizgili kas D
hücrelerindeki oksijen
f. ETS’de elektron aktarımı
yetersizliğinde görülür.
mitokondrinin kristasında Y
meydana gelir.
8. çıkış
76
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
2. Fotosentez hakkındaki bilgilerin tarihsel gelişimi üzerinden elde edilen bilgiler sonucu bilimsel
bilgi hakkında nasıl bir çıkarımda bulunabilirsiniz?
4. Fotosentezin ışığa bağlı olmayan reaksiyonlarında ribuloz difosfat (RDP) molekülünün önemi
nedir? Açıklayınız.
7. Tüm canlılarda niçin glikoliz aynı şekilde ortak olarak gerçekleşir? Açıklayınız.
8. Glikolizin son ürünü olan pirüvik asitin oluşumundan sonraki reaksiyonlarda farklı son ürünler
oluşmasını nasıl açıklarsınız?
9. Etil alkol ve laktik asit fermantasyonunda pirüvik asit oluşumundan sonraki reaksiyonlarda ATP
üretimi olamamasına rağmen bu reaksiyonların gerçekleşmesinin yararı nedir? Açıklayınız.
10. Egzersiz yapan bir sporcuda çizgili kaslarda oluşan laktik asit yorgunluğa neden olmaktadır.
Egzersiz bittikten bir süre sonra yorgunluk hissi kaybolur. Buna göre hücrede gerçekleşen hangi
olaylar bu yorgunluk hissinin kaybolmasına neden olur?
11. Prokaryot ve ökaryot hücrelerde oksijenli solunumda glikoliz, Krebs döngüsü ve ETS evreleri
hücrenin hangi kısımlarında meydana gelir?
12. Oksijenli solunumda substrat düzeyinde fosforilasyon ve oksidatif fosforilasyonla ATP üretilen
hücre kısımları nereleridir?
+
13. Krebs döngüsünde açığa çıkan CO2, ATP, NADH + H ve FADH2 sayılarını belirtiniz.
14. Oksijenli solunumda oksijensiz solunuma göre enerji veriminin daha fazla olmasının sebebi ne-
dir? Açıklayınız.
77
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
7. Kloroplast sayısı fotosentez hızına etki eden ......................... bir faktörken, ışık şiddeti çevresel
bir faktördür.
8. Seracılıkta tarımsal ürünü artırmak için ...................................................................... ve
................................. yapma gibi yöntemler uygulanır.
9. ......................... yapan canlılar inorganik madde oksidasyonundan elde ettikleri enerjiyi kullanır.
10. Hücrede karbonhidrat, yağ gibi organik bileşiklerin kimyasal bağlarındaki enerjiyle ATP sen-
tezlenmesine ................................. denir.
11. ......................... sonucunda oluşan pirüvik asit, oksijensiz ortamda etil alkol veya laktik aside
kadar parçalanabilir.
12. Krebs döngüsü mitokondrinin ......................... bölümünde gerçekleşir.
78
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
C. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise “Y’’ yazınız.
3. Fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonlarında üretilen ATP’nin sadece bir kısmı ışıktan bağım-
sız reaksiyonlarda harcanır.
4. Düşük ışık şidddetinde sıcaklık artışı fotosentez hızını belli bir değere kadar arttırır.
10. Çizgili kaslarda egzersiz sırasında oluşan etil alkol yorgunluğa sebep olur.
13. Laktik asit dinlenme durumunda pirüvik asite dönüşüp oksijenli solunumda kullanılabilir.
14. Oksijenli solunumun ara ürünlerinden ayrılan hidrojen atomlarının proton ve elektronları
+
NAD ve FAD koenzimleri ile ETS’ye taşınır.
15. ETS’nin son basamağında oksijen molekülü hidrojen atomları ile birleşerek suyu oluşturur.
16. Amino asitlerin kullanıldığı oksijenli solunum reaksiyonlarında yan ürün olarak karbondiok-
sit, su ve amonyak oluşur.
a. krista
1. Ökaryotlarda oksijenli solunumun gerçekleştiği yapıdır.
c. mor
3. İnorganik maddelerden organik madde sentezi için ışık
enerjisi kullanan ototroflardır.
ç. mitokondri
79
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
i. matriks
10. Oksidatif fosforilasyonla ATP’nin sentezlendiği mito-
kondri bölümüdür.
j. yeşil
2. Canlılarda görülen aşağıdaki olaylardan hangisi, sadece fotosentez yapan canlılara özgü-
dür?
A) Organik moleküllerin inorganik moleküllere parçalanması
B) Işık enerjisinin kimyasal enerjiye dönüşmesi
C) İnorganik moleküllerin organik moleküllere çevrilmesi
D) Hayatsal olaylarda ATP enerjisinin kullanılması
E) CO2 kullanılarak organik besin sentezlenmesi
3. Özdeş koşullarda yaşayan iki ayrı bitki türünün fotosentez hızlarının farklı olması, aşağıda-
kilerin hangisinin farklı olmasından kaynaklanmaz?
A) Klorofil miktarlarının
B) Soğurdukları ışık miktarının
C) Enzim miktarlarının
D) Ortamlarındaki sıcaklık miktarının
E) Yaprak sayısının ve büyüklüğünün
80
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
7.
Cam kap
Renkli sıvı
Kireç suyu (CO2i tutar)
81
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
9. I. Karbonhidrat
II. Yağ
III. Protein
Yukarıdaki maddelerden hangisi veya hangilerinin hidrolizi ile oluşan yapı taşlar, oksijenli
solunumda yıkıldığında H2O ve CO2in yanında H2S ve NH3 gibi artıklar da meydana gelir?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve II E) I, II ve III
82
1. Ünite - Canlılarda Enerji Dönüşümleri
15. Oksijenli ve oksijensiz solunum yapan tüm hücrelerde aşağıdakilerden hangisi ortaktır?
A) Glikoliz enzimleri
B) Mitokondri
C) Krebs döngüsü enzimleri
D) FAD
E) ETS
16. Karanlık ortamda tutulan bir bitkiye verilen radyoaktif oksijen bir süre sonra bitki hücre-
sinde aşağıda moleküllerden hangisinin yapısında gözlenir?
A) Üretilen H2O
B) Üretilen CO2
C) Sentezlenen nişasta
D) Sentezlenen protein
E) Üretilen O2
18. Aşağıdakilerden hangisi, etil alkol ve laktik asit fermantasyonlarının ortak özelliği
değildir?
A) Pirüvik asite kadar aynı enzimlerin iş görmesi
B) Yıkım tepkimeleri sonucunda, substrat düzeyinde ATP üretilmesi
C) Pirüvik asit oluşumundan sonra farklı enzimlerin görev yapması
D) Yıkım tepkimeleri sonucunda CO2in açığa çıkması
E) Yıkım tepkimelerinin başlangıcında ATP tüketilmesi
83
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
84
84
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
II. ÜNİTE
İNSAN
FİZYOLOJİSİ
1. Bölüm: Dokular
2. Bölüm: Sinirler, Hormonlar ve Homeostazi
3. Bölüm: Destek ve Hareket Sistemi
4. Bölüm: Sindirim Sistemi
5. Bölüm: Dolaşım Sistemi
6. Bölüm: Solunum Sistemi
7. Bölüm: Boşaltım Sistemi
Spor yaparken kalbinizin daha hızlı attığını, daha hızlı soluk alıp verdiğinizi ve daha çok ter-
lediğinizi fark etmişsinizdir. Bunları sağlayan, vücudumuzdaki dokuların, organların ve sistemle-
rin birlikte çalışmasıdır. Bu ünitede vücudumuzdaki yapıların işleyişi hakkında bilgi sahibi olacak
denetleme ve düzenleme, destek ve hareket, sindirim, dolaşım ve bağışıklık, gaz alışverişi ve
boşaltım konularını öğreceksiniz.
85
85
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
1. BÖLÜM
DOKULAR
86
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Vücudumuzu oluşturan tüm yapılar, kimyasal düzeyde bir organizasyonun sonucudur. Çeşitli atom-
lar birleşerek molekülleri ve bu moleküller de birleşerek daha büyük yapıları oluşturur. Bu yapılar da
organelleri ve giderek canlı özelliği gösteren en küçük birim olan hücreleri oluşturacak şekilde organize
olmuştur. Çok hücreli canlılarda aynı yapıdaki ve görevdeki hücreler birleşerek dokuları, dokular birle-
şerek organları, organlar birleşerek sistemleri, sistemler de birleşerek canlı organizmayı oluşturur (Şekil
2.1). Canlı organizmanın yapısını ve işleyişini anlamada temel bilgileri edinmemizi sağlayan biyoloji
biliminin alt dalı fizyolojidir. Fizyoloji vücut yapılarının işlevlerini incelemekte ve açıklamaktadır.
DIKKAT!
Yunanca doğa anlamına gelen “physis” kelimesiyle bilim anlamına gelen “logos” kelimesinin
birleşmesi ile ortaya çıkmış olan fizyoloji, canlı dokularının, organlarının görevlerini ve bu görev-
leri nasıl yerine getirdiğini inceleyen bir bilim dalıdır. İlk kez M.Ö. 600’lü yıllarda Yunanlılar tarafın-
dan felsefi bir terim olarak kullanılan fizyoloji, 16. yüzyıldan itibaren tıp terminolojisine girmiştir.
Kas doku
Atomlar Kas hücresi
Mide (organ)
Molekül
Kas dokusu
Yemek
borusu Mukoza
Karaciğer (epitel doku)
Mide
Pankreas
İnce bağırsak
Kalın bağırsak
87
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Çok hücreli canlılarda dokuların oluşmasıyla dokular arasında iş bölümü ortaya çıkmıştır. İnsan vü-
cudunda kan, kas, kemik, sinir, yağ, destek, epitel doku gibi çeşitli dokular bulunur. Her dokuyu oluştu-
ran hücrelerin şekli, görevi, yapısı, büyüklüğü ve dizilişi o dokuya özgüdür. Bir dokunun hücresi ile başka
bir dokunun hücresinin şekli, görevi, yapısı, büyüklüğü ve dizilişi farklı olabilir.
DIKKAT!
Vücudumuzdaki çoğu organ, farklı fizyolojik görevleri olan dokular içerir. Bazı durumlarda bu görevler
o kadar farklıdır ki o organın birden fazla organ sistemine ait olduğunu düşünebiliriz. Örneğin pankreas
sindirim sistemi için önemli olan enzimleri üretirken aynı zamanda hormon üreterek hormonal sistemin
bir parçası olarak kan şekerini ayarlar.
Hayvanların özelleşmiş karmaşık organ sistemleri sınırlı tipte hücrelerden ve dokulardan oluşur. Ör-
neğin, akciğerlerin ve kan damarlarının farklı görevleri vardır. Ancak aynı temel yapıya ve özelliğe sahip
dokulardan oluşmuşlardır. Ya da bir organın yapısında birden fazla doku çeşidi birlikte bulunabilir. Şekil
2.2’de görüldüğü gibi kolumuzda birden fazla doku çeşidi bir arada bulunur.
Yağ doku
Kıkırdak doku
Kas doku
Kemik doku
Bağ doku
Kan doku
Şekil 2.2. Kolumuzda birden fazla doku çeşidi bulunur.
88
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Şekil 2.3’te görüldüğü gibi vücudumuzda dolaşım, sinir, solunum, sindirim, iskelet ve kas sistemi gibi
çeşitli sistemler bulunmaktadır. Bu sistemlerin organize çalışması sonucunda vücudumuz dengeli ve dü-
zenli olarak çalışır. Her bir sistem aslında birbirinden bağımsız olmayıp koordine çalışarak organizmanın
hayatta kalmasını sağlar.
OKUMA METNİ
Doku Mühendisliği ve Ürünleri
“Doku Mühendisliği” terimi ilk olarak 1987 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nden Dr. Y.C. Fung
(Fank) tarafından ABD Ulusal Bilim Vakfı’nın (NSF) bir toplantısında dile getirilmiş. Gerçek an-
lamda doku mühendisliği yaklaşımı ise Massachusetts (Meseçüsit) Teknoloji Enstitüsü’nden
Kimya Mühendisi Prof. Robert Langer (Rabırt Lengır) ve Harvard (Harvırt) Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden Cerrah Prof. James Vacanti (Ceyms Vakenti)’nin ortak çalışmalarıyla tanımlanmış
ve 1990’ların başından itibaren bu konuda bilimsel araştırmalar başlamış. Doku mühendisliği-
nin Avrupa Komisyonu tarafından yapılan tanımı ise şöyle: “Doku Mühendisliği, canlı hücrelerin,
destek malzemeleri ve/veya biyolojik moleküllerin yardımıyla biyolojik dokuları oluşturmalarıdır”
(2001). Bu tanıma uygun olarak öncelikle vücut içerisindeki gerçek doku mikro çevresini taklit
etmek amacıyla biyouyumlu ve biyobozunur yapıdaki polimer, seramik veya bunların birleşimi
kompozit malzemeden üç boyutlu doku iskeleleri hazırlanır. Biyolojik moleküller, diğer bir deyişle
“biyosinyal moleküller” ise doku oluşumu süresince çeşitli hücresel işlevleri (yapışma, yayılma,
üreme, farklılaşma vb.) desteklemek amacıyla kullanılır. Uygun bir kaynaktan (hastanın kendi-
sinden, yakınından veya bir başka vericiden) alınan hücreler, doku hasarına uygun olarak ta-
sarlanmış doku iskelesine ekilir. Gerekli besin maddeleri ve biyosinyal moleküller ile oluşturulan
laboratuvar ortamında (hücre kültürü) hücreler doku iskelesine yapışır, çoğalır ve kendi hücre
dışı matrislerini sentezleyerek doku oluşturmaya başlar.
Bilim ve Teknik Dergisi, Kasım 2010, Sayı 516, s.70 (Kısaltılmıştır).
89
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplarla farklı yollardan sekiz ayrı çıkış noktasına ulaşabilirsiniz.
Doğru çıkışı bulunuz.
ç. Bir dokudaki
1. çıkış
hücrelerin bazı
işlevsel genleri D
aynıdır.
Y
b. Dokular birleşerek D
organları oluşturur. 2. çıkış
3. çıkış
Y
a. Aynı görünüşe D
ve işleve sahip
D d. Doku
hücre grupları Y
hücrelerinin
dokuları
sitoplazma
oluşturur. 4. çıkış
miktarları aynıdır.
5. çıkış
e. Bir organda farklı
doku çeşitleri D
Y bulunmaz.
Y
D
6. çıkış
c. Dokuyu oluşturan 7. çıkış
hücrelerin organel Y
çeşitleri farklı olabilir. D
f. Organlar farklı
fizyolojik görevleri Y
olan dokuları
içerebilir. 8. çıkış
90
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
2. BÖLÜM
SİNİRLER, HORMONLAR VE HOMEOSTAZİ
91
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Bir gün içinde yüz ifadeniz aynı mı kalıyor? Bunun yanıtı kesinlikle “hayır” olacaktır. Çünkü gün içinde
karşılaştığımız durumlara göre bazen güleriz, bazen şaşırız, bazen kızarız bazen de canımız yanmıştır
ve ağlamaklı oluruz. İşte bunun gibi birçok duygu yüzümüze bakılarak anlaşılabilir (Resim 2.1). Peki bu
tepkileri vermemizi sağlayan nedir? Bunun yanıtı sinir sistemimizdir.
Sinir sistemi canlının çevresindeki değişiklikleri algılamasını ve hızlı tepki vermesini sağlar. Sinir sis-
temimiz sayesinde iç ve dış ortamdan gelen uyarıları algılarız. Çevremizde ses dalgaları, ışık, sıcaklık,
basınç ve kimyasal maddeler gibi pek çok uyarıcı etken vardır. Bu etkenlerin oluşturduğu uyarılar duyu
organlarımızda bulunan özel hücreler tarafından algılanır. Bu özel hücrelere reseptör (alıcı) hücreler
denir. Uyarılar, reseptör hücrede uyartının başlamasına neden olur. Bu uyartılar sinir hücrelerine ile-
tilerek merkezî sinir sistemi organlarına (beyin ve omurilik) taşınır ve burada yorumlanır. Daha sonra
kas ve salgı bezi gibi tepki vermemizi sağlayan efektör organlarına iletilir. Sonuç olarak da kasılma,
gevşeme ya da salgı üretme gibi tepkiler gösteririz. Aynı zamanda sinir sistemi hissetmeyi, algılamayı
ve hareketleri kontrol eder. Düşünmemizi, hatırlamamızı, öğrenmemizi, kendimiz ve çevremiz hakkında
bilinçli olmamızı sağlar. Sinir sistemi, ileri derecede farklılaşmış hücrelerden organize olmuş bir ağdır.
Sinir dokuyu oluşturan hücrelerin her birine nöron denir.
92
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sinir sisteminin temel yapı ve görev birimi nöron adı verilen sinir hücreleridir. Nöronların, uyartıları
alma, iletme ve cevap verme gibi özellikleri vardır. Nöronlar çok farklılaşmış hücreler olup bölünme
yetenekleri yoktur. Bir nöron, hücre gövdesi ile hücre gövdesinden çıkan dendrit ve akson denilen uzan-
tılardan oluşur (Şekil 2.4).
Dendritler
Hücre gövdesi
Çekirdek
Sinaps
Miyelin kılıf Uyarı yönü
Bir nöronun bilgiyi alabilmesi ve iletebilmesi yüksek düzeyde özelleşmiş hücresel organizasyon ge-
rektirir. Bir nöronun çekirdeği ve organelleri hücre gövdesinde bulunur. Hücre gövdesinden dendrit
ve akson olmak üzere iki tip uzantı çıkar. Dendritler çok sayıda, kısa ve dallanmış uzantılardır. Hücre
gövdesiyle, dendritler reseptör ya da diğer nöronlardan gelen uyartıları alır. Nöron aynı zamanda, diğer
hücrelere uyartı iletimini sağlayan aksona sahiptir. Aksonlar, çoğunlukla dendritlerden daha uzundur.
Örneğin bir zürafanın omuriliğinden ayaklarındaki kas hücrelerine kadar uzanarak bir metreden daha
fazla bile olabilir. Aksonların sonlandığı ve dallanarak genişlediği bölge akson ucu olarak adlandırılır.
Aksonun dallanmış olan her bir ucu, bilgiyi sinaps adı verilen bağlantı yerinden diğer hücreye aktarır.
Akson ucundan salgılanan nörotransmitter olarak tanımlanan kimyasal maddeler ile uyartılar diğer bir
sinir hücresine veya tepki organına iletilir.
Sinir sisteminde nöronlarla birlikte nöronlardan daha fazla sayıda olan yardımcı hücreler de vardır. Bu
hücrelere nöroglia ya da kısaca glia hücreleri denir. Nöronlardan farklı bir yapıya sahip olan bu hücreler
nöronlara destek verir ve beslenmelerine yardımcı olur. Ayrıca glia hücreleri ortamdaki iyon konsantras-
yonunu kontrol ederek nöronların metabolizmasını ve faaliyetlerini de düzenler. Aynı zamanda bir glia
hücresi olan Schwann (şıvan) hücreleri omurgalı hayvanların aksonlarının etrafını kaplar. Bu hücreler
bazı aksonların etrafında miyelin kılıf adı verilen bir örtü oluşturur. Etrafında miyelin kılıf bulunan ak-
sonlara miyelinli aksonlar denir. Bu yapı bakır elektrik tellerinin etrafını saran izolasyon tabakasına
benzetilebilir. Miyelin kılıf aksonun elektriksel izolasyonunu sağlayarak uyartı iletimini hızlandırır. Örne-
ğin miyelinli sinir hücrelerinde uyartı iletimi miyelinsiz hücrelere göre yaklaşık 10 kat kadar daha hızlıdır.
93
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Miyelin kılıf Schwann hücreleri arasında kesintiye uğrayarak boğumlar meydana getirir. Bu boğumlara
Ranvier boğumları denir (Şekil 2.5).
Dendritler
Hücre gövdesi
Çekirdek
Akson uçlarındaki
sinaptik keseler Schwann hücresi Ranvier boğumu
Schwann hücresi
Akson
Miyelin katmanları
Sinir hücreleri, yaptığı göreve göre duyu nöronu, ara nöron ve motor nöron olarak gruplandırılır.
Duyu nöronları: Işık, ses, dokunma, ısı, koku ve tat gibi dış ortamdan gelen uyarıları algılayan
duyu organlarında bulunan ya da kan basıncı, karbondioksit düzeyi, ve kas gerilimi gibi vücudun çeşitli
kısımlarında bulunan reseptörlerden aldıkları uyartıları merkezî sinir sistemine taşır. Bunlara getirici
nöronlar da denir.
94
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
DIKKAT!
İyonlar sinir hücrelerin iç kısmı ve onları çevreleyen sıvı arasında eşit dağılmaz. Bunun so-
nucu olarak da hücrenin iç tarafı dışına göre daha fazla negatif (-) yüke sahip olur. Hücre zarı
arasındaki bu zıt yüklerin birbirini çekmesi bir potansiyel enerji oluşturduğundan bu yük farkı zar
potansiyeli olarak adlandırılır.
Diğer nöronlardan gelen ya da nörona özgü uyarılar; bir nöronun zar potansiyelinde, onun uyartı
oluşturması, iletmesi ve bilgi işlemesi ile sonuçlanan değişiklikler oluşturur. Zar potansiyelindeki ani de-
ğişiklikler, bizim bir çiçeği görmemizi, bir kitabı okumamızı ya da bir ağaca çıkmamızı sağlar. Bu yüzden
nöronların işlevini anlayabilmemiz için kimyasal ve elektriksel güçlerin zar potansiyelini nasıl oluşturdu-
ğuna ve değiştirdiğine, başka bir değişle impuls iletiminin nasıl gerçekleştiğine bakalım:
Miyelinsiz nöronlarda impuls iletimi: Uyarılmamış bir sinir hücresinin dış tarafı pozitif (+), iç ta-
rafı negatif (-) elektrik yüklüdür. Buna kutuplaşma (polarizasyon) denir. Polarizasyonun nedeni hücre
+
içindeki ve hücre dışındaki iyonik bileşiklerin derişimlerinin farklı olmasıdır. Hücre içinde potasyum (K )
95
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
+ +
derişimi fazla, sodyum (Na ) derişimi azdır. Hücre dışında ise tam tersine potasyum (K ) az, sodyum
+
(Na ) fazladır. Hücre içinin negatif olmasının nedeni, derişimi hücre dışına göre fazla olan negatif yüklü
iyonlardır. Bunlara örnek olarak proteinler, amino asitler, sülfat, fosfat ve diğer negatif yüklü iyonları
–
verebiliriz. Hücre içinde klor (Cl ) da bulunur. Ancak klor derişimi hücre dışında daha fazladır. İmpulsun
iletimi hücre dışı ile hücre içi arasındaki bu yük dağılımının bozulmasıyla gerçekleşir. O nedenle polari-
zasyon durumundaki sinir hücresi her zaman impuls taşımaya hazırdır.
Kutuplaşma, sodyum-potasyum pompasıyla sağlanır. İyon pompaları sodyumu aktif olarak hücreden
+
uzaklaştırmak ve potasyumu aktif olarak hücre içine alabilmek için ATP harcar. Sodyum (Na ) dışarı,
+ + +
potasyum (K ) içeri pompalanır. Dışarı verilen sodyum (Na ) miktarı, içeriye alınan potasyum (K ) mikta-
rından fazla olduğundan zarın dış tarafı pozitif (+), iç tarafı negatif (-) yüklüdür.
Nöron uyarıldığında elektriksel bir değişme olur. Bunun nedeni sodyum-potasyum pompasının ters
çalışmasıdır. Bu kez sodyum (Na ) içeri, potasyum (K ) dışarı pompalanır ve zarın dış tarafı negatif (-), iç
+ +
tarafı pozitif (+) olur. Bu durumda sinirin dış kısmı pozitif yük kaybetmiş, iç kısmı pozitif yük kazanmıştır.
Buna depolarizasyon denir (impuls oluşumu). Bu bölgede iletim tamamlanınca bitişik bölgenin depola-
+ +
rizasyona uğramasıyla impuls bu bölgeye iletilir. İlk bölgede ise Na –K pompası normal çalışarak eski
durumuna gelir. Buna da repolarizasyon adı verilir (Şekil 2.8).
İmpuls yönü
+
Na Aksiyon potansiyeli
+
İmpuls ilerlerken depolari- K
zasyona uğrayan kısım sod- K
+
+
yumların dışarı çıkmasıyla Na
tekrar eski hâline döner.
(repolarizasyon) +
Na
repolarizasyon
+
Na Aksiyon potansiyeli
Depolarizasyon-repolarizas- K
+
+
Na
polarizasyon repolarizasyon depolarizasyon
96
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İmpuls iletimi sırasında hem kimyasal hem elektriksel değişmeler gerçekleşir. Bu sırada enerji (ATP)
gereklidir. İmpulsun geçişi sırasında glikoz ve O2 tüketilir, CO2 üretilir, sinirde ısı artışı olur. Öyleyse sinir
hücrelerinde iletim hem elektriksel hem de kimyasaldır diyebiliriz.
İmpuls oluşurken gereken enerji, nöronun kendisinden sağlandığı için niteliği değişmez. Ancak bazı
etmenler impuls sayısını etkiler. Uyarının frekansı (sıklığı), şiddeti ve süresi arttıkça impuls sayısı da ar-
tar. Örneğin yanağımıza hafifçe dokunulduğunda ve tokat atıldığında, her ikisini de aynı sürede duyarız.
Ancak ikinci durumda daha fazla impuls oluşur. Bir sinir telinden geçen impuls sayısı çok olursa tepkinin
şiddeti ya da çeşidi artabilir.
Bütün nöronlarda oluşan impulsların özelliğinin aynı olmasına karşın bazılarının ışık, bazılarının ses
olarak algılanmasında uyarıyı alan duyu reseptörü ve impulsu taşıyan yol önemlidir. Bu nedenle im-
pulslar sinir sisteminin farklı bölgelerine gider ve farklı değerlendirilir. Örneğin gözde, ışığı algılayan
fotoreseptörler bulunur. Işığın fotoreseptörlerde oluşturduğu uyartı görme sinirleri ile beyindeki ilgili mer-
keze iletilir ve burada görüntü olarak algılanır. Diğer taraftan ses dalgaları kulaktaki reseptörleri uyarır.
İmpulslar işitme sinirleri ile beyindeki işitme merkezine taşınır ve beyinde ses olarak algılanır. Böylece
uyarının çeşidi ve kaynağı belirlenir.
Miyelinli nöronlarda impuls iletimi: Miyelinli nöronlarda impuls iletimi hızlıdır. Miyelinli nöronlar-
da Ranvier boğumu bulunur. İmpuls iletimi, bir Ranvier boğumdan diğer Ranvier boğuma sıçrayarak
gerçekleşir (Şekil 2.9). Buna atlamalı impuls iletimi denir. Bu durumda Ranvier boğumları arasında
uzaklık ne kadar fazla ise impuls iletimi o kadar hızlı olur. Örneğin, miyelinli bir aksonda iletilen impuls
saniyede 120 metre yol alabilirken miyelinsiz aksonda 12 metre yol alır. Akson çapının artması ve miye-
lin kılıfa sahip olma impuls iletimini hızlandırır.
Ranvier boğumu
Miyelin kılıf
Depolarizasyon yayılması
Miyelinli akson
Miyelinsiz akson
97
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sinapslarda impuls iletimi: Bir nöronun diğer bir nöron veya hedef organ ile karşılaştığı yerlere
sinaps denir. İki nöron arasında doğrudan bir bağlantı yoktur. Aralarında sinaps boşluğu bulunur. İmpuls
iletimi nöron boyunca elektrokimyasal (elektriksel ve kimyasal) yolla gerçekleşirken sinapsta bazı kim-
yasal maddelerle olur. Bu nedenle iletim hızı daha yavaş gerçekleşir. Sinapsta kimyasal iletimi sağlayan
maddelere nörotransmitter (nörohümor) madde denir. En tanınmış nörotransmitter maddeler asetil-
kolin, adrenalin, nöradrenalin, histamin, dopamin ve seratonindir.
Sinaptik kese
Nörotransmitter
madde
Akson
ucu
Sinaps
Nörotransmitter maddeler, aksonun ucundaki sinaptik keselerden salgılanır. İmpuls sinaptik keseye
ulaştığında, küçük kesecikler içinde bulunan nörotransmitter maddeler sinaps boşluğuna yayılır. Diğer
nöronun zarını uyararak aynı şiddette ve özellikte impuls oluşturur (Şekil 2.10). İmpulsun sinapstan ge-
çişi, sinir hücresinden geçişinden daha yavaştır. İmpulsun ikinci nörona geçişinden sonra nörotransmit-
ter maddeler enzimlerle parçalanarak nöronun sürekli uyarılması önlenmiş olur. Nörotransmitter mad-
deler, dendritler tarafından salgılanmaz. Bu nedenle impulslar daima birinci nöronun aksonundan ikinci
nöronun dendritine doğru ilerler.
Sinapslar, aynı zamanda impulslara direnç gösteren yerlerdir. Bir uyartı vücuttaki tüm tepki organla-
rına iletilmez. Çünkü sinapslar seçici direnç yetenekleri ile bütün organların uyarılmasını önler ve gerekli
olanların uyarılmasını sağlar. İmpulsların durdurulması ya da kolaylaştırılması da sinapslarda olur. En-
gelleme ve kolaylaştırma olayları üretilen nörotransmitter çeşidine bağlıdır. Kolaylaştırıcı sinapslarda,
+
sinaps boşluğuna salgılanan nörotransmitter maddeler, bir sonraki nöronun sodyum (Na )’a geçirgen-
liğini sağlar ve depolarizasyona neden olur. Böylece impuls iletilmiş olur. Engelleyici sinapslarda ise
nörotransmitter maddeler, bir sonraki nöronda klor (Cl–) geçirgenliğini artırır. Böylece hücreye fazla klor
(Cl–) girdiğinden zarın iç tarafı daha da negatif (-) olur. Bu durumda impuls oluşmaz ve iletim durur.
98
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İnsanda sinir sistemi merkezî ve çevresel sinir sistemi olmak üzere iki kısımda incelenir (Şema 2.1).
Beyin ile omurilik, merkezî sinir sistemini oluşturur. Somatik sinir sistemi ve otonom sinir sistemi ise
çevresel sinir sistemini oluşturur .
SİNİR SİSTEMİ
Sempatik Parasempatik
sinirler sinirler
Ön Orta Arka
beyin beyin beyin
Uç beyin Beyincik
Omurilik
soğanı
Ara beyin
Pons
Epitalamus
Talamus
Hipotalamus
Merkezî sinir sistemi, sinir sistemimizin düzenleyici merkezleridir. Ara nöronlar ile motor nöronların
gövde kısımlarını bulundurur. Merkezî sinir sisteminin beyin ve omurilik gibi iki önemli merkezi vardır.
Bu yapılar iç ve dış ortamdan gelen uyarıları alır ve değerlendirir. Çevresel sinir sistemi merkezî sinir
sistemine bilgi gönderir, ondan bilgi alır ve vücudun iç ortamını düzenler. Şimdi beyin, omurilik ve çevre-
sel sinir sistemini yakından tanıyalım:
1. Beyin
Beyin, insan vücudunun en karmaşık organlarından biri olup milyonlarca nörondan oluşmuştur. Ka-
fatası içine yerleşmiş durumda olan beyin, yetişkin bir insanda 1300-1500 g kadardır. Beyin, kafatası ve
meninges adı verilen beyin zarları tarafından korunur.
99
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Meninges zarları dıştan içe doğru; sert zar, örümceksi zar ve ince zar şeklinde sıralanır (Şekil 2.11).
Kafa derisi
Kemik zarı
Kafatası kemiği
Sert zar
Örümceksi zar
İnce zar
Kan damarı
Boz madde
Ak madde
Şekil 2.11. Beyin kafatası kemikleri ve bu kemiklerin altında yer alan üç katlı beyin zarı tarafından korunur.
Sert zar, kafatası kemiklerinin hemen altında bulunur. Örümceksi zar, sert zarla ince zar arasında
bulunur. Taşıdığı bağ doku lifleri sayesinde sert zarla ince zarı birbirine bağlar. İnce zar ise taşıdığı kan
damarları sayesinde beynin beslenmesini sağlar. İnce zar ile örümceksi zarın arası kan basıncı etkisi
ile kılcal damarlardan çıkan beyin-omurilik sıvısından (BOS) oluşur. Bu sıvı beyni ve omuriliği vurma,
çarpma gibi mekanik darbelere karşı korur. Nöronlar ile kan damarları arasında madde alışverişini sağ-
lar. Ayrıca merkezî sinir sistemindeki iyon değişiminin dengede kalmasını sağlar.
Gelişimini tamamlamış bir insan beyni ön beyin, orta beyin ve arka beyin olarak üç bölümde incelenir.
Ön beyin
Ön beyin, insan beyninin en büyük kısmıdır. Diğer beyin kısımlarını üstten örter. Ön beyin, uç beyin
ve ara beyin olmak üzere ikiye ayrılır. Uç beyin, beyin yarım kürelerinden oluşurken ara beyin ise tala-
mus, hipotalamus ve epitalamustan oluşur.
a. Uç beyin: İki yarım küreden oluşur. Bu yarım küreler birbirine üstten nasırlı cisim, alttan beyin
üçgeni adı verilen bağlar ile bağlanır. Bu bağlar nöronların aksonlarından oluşur. Beyin yarım kürelerini
enine ayıran derin yarığa Rolando yarığı adı verilir (Şekil 2.12).
100
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Ön beyinden enine bir kesit alındığında dışta boz madde, içte ak madde kısımları bulunur. Boz mad-
de nöron gövdelerinden, ak madde miyelinli aksonlardan oluşur. Miyelin, beyaz ve yağlı yapıda olduğun-
dan bu kısmın beyaz görünmesine neden olur. Boz madde kısmı kabuk adını alır. Kabuk kısmının dış
yüzeyi çok sayıda kıvrıma sahiptir. Bu kıvrımlar boz maddenin yüzey alanını arttırır. Bu da insan beyni-
nin diğer omurgalı canlılardan daha gelişmiş olmasını sağlar. Beyin kabuğunda zekâya dayalı olaylar,
bilinç, hafıza, zekâ, düşünme, yazma, bilerek hareket etme ve beş duyunun alınıp değerlendirilmesi gibi
çeşitli merkezler vardır.
Beyin yarım küreleri birbirinden farklı işlevleri kontrol eden dört loptan oluşmuştur. Bu loplar ve işlev-
leri aşağıda Şekil 2.13’te özetlenmiştir.
Şekil 2.13. Beyin, birbirinden farklı faaliyetleri kontrol eden merkezlere ayrılmıştır.
101
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
b. Ara beyin: Bu kısımda talamus, hipotalamus ve epitalamus bulunur. Talamus koku duyusu
hariç bütün duyuların toplanma ve dağılma merkezidir. Duyular burada sınıflandırılarak beyin kabu-
ğundaki duyu merkezlerine iletilir. Omurilikten ve beynin alt kısmından gelen sinirler ile ön beynin duyu
merkezlerine giden sinirler buradan geçer. Hipotalamus, talamusun altında bulunur. Organların düzenli
çalışması için önemli görevler yapar. Bunların bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: Açlık, tokluk ve susa-
manın kontrolü, türün devamı için üreme davranışları, hipofiz bezinin çalışmasının düzenlenmesi, vücut
ısısının düzenlenmesi, uykunun ve uyanıklığın ayarlanması, heyecanın, korkunun ve stresin kontrolü,
karbonhidrat ve yağ metabolizmasının düzenlenmesi, kan basıncının düzenlenmesi. Ayrıca, salgıladı-
ğı özel hormonlarla, hipofizin çalışmasını düzenler. Epitalamus ise melatonin salgılayan epifiz bezini
içerir. Melatonin hormonu vücudun uyku düzenini ayarlar. Ayrıca, beyin omurilik sıvısını oluşturan bazı
kılcal damar toplulukları da burada yer alır.
Orta beyin
Ara beyin ile beyincik arasında bulunur. Orta beyinde kas tonusu ve vücudun duruşu ile ilgili merkez-
ler de bulunur. Aynı zamanda görme ve işitme ile ilgili refleks merkezlerini de bulundurur. Fazla ışıkta
göz bebeklerinin kısılması ya da görme alanına bir taraftan bir şey girdiğini fark ettiğimizde başımızı
otomatik olarak o tarafa çevirmemiz buradaki refleks merkezleri ile sağlanır. Aynı şekilde küçük bir seste
köpeğin kulaklarını dikleştirmesi de orta beynin kontrolünde sağlanan reflekslerdir.
Arka beyin
a. Beyincik: Ön beyin gibi iki yarım küreden oluşur ve enine kesit alıp incelendiğinde dışta boz,
içte ak maddenin bulunduğu görülür. Boz madde sinir hücrelerinin gövdelerinden, ak madde ise akson-
larından oluşur. Ak madde, boz madde içinde dallanmalar yapar. Bu görünüm bir ağacı andırdığı için
beyinciğe hayat ağacı da denir. Beyincik hareket ve denge merkezidir. İç kulaktaki yarım daire kanalları
ve gözden gelen uyartılarla birlikte vücudun dengesini sağlar. Görme, işitme ve kas hareketleri arasında
koordinasyonu sağlar. İskelet kaslarının düzenli çalışmasını ayarlar. İstemli hareketlerin düzenlenme-
sinde beyin yarım küreleri ile birlikte çalışır. Eğer beyincik hasara uğrarsa gözler hareket eden bir cismi
izler ancak cismin durduğu noktada duramaz. Cisme yönelik el hareketleri de bozulur.
lik soğanı, ön beyin ve beyinciğin tersine dışta ak madde, içte boz Hipofiz bezi
maddeden oluşur. Beyin yarım kürelerinden çıkıp vücuda giden
motor sinirler omurilik soğanında çaprazlanır. Böylece sağ yarım
küreden gelen sinirler vücudun sol tarafını, sol yarım küreden
gelen sinirler ise vücudun sağ tarafını kontrol eder. Omurilik so-
ğanı solunum, sindirim, dolaşım, salgılama gibi yaşamsal olayla-
rın düzenlenmesini kontrol eder. Ayrıca yutma, kusma, çiğneme, Pons
Omurilik
hapşırma ve öksürme gibi refleksleri kontrol eder. Hayati önemi soğanı
olan olayların kontrol edildiği merkezlerin bulunması nedeniyle Omurilik Beyincik
omurilik soğanına hayat düğümü adı da verilir. Çeşitli nedenler Şekil 2.14. Arka beyinde beyincik,
ile omurilik soğanı zarar görürse kişi hayatını kaybedebilir. omurilik soğanı ve pons bulunur.
102
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
c. Pons: Pons, sadece memelilerde bulunur. Beyinciğin bir yarım küresinden diğerine impuls taşır.
Vücudun sağ ve sol tarafında yer alan farklı kasların çalışmasını ve omurilik soğanındaki solunum mer-
kezlerini düzenler.
2. Omurilik
Omurilik, omurga kanalı içinde yer alır ve omur kemikleri tarafından korunur. Üst ucu omurilik soğanı
ile birleşir, alt ucu koni şeklinde sonlanır. Omuriliğin üzerini beyinde olduğu gibi dıştan içe doğru sert,
örümceksi ve ince zarlar örter. Örümceksi zar ve ince zar arasında omuriliği darbelerden koruyan beyin
omurilik sıvısı (BOS) bulunur. Omuriliğin enine kesiti alındığında, beyin yarım kürelerindekinin tersi ola-
rak içte boz madde, dışta ak madde görülür (Şekil 2.15). Ortada kelebek görünüşünde olan boz madde
ara nöronlar, çeşitli sinir hücreleri, nöroglia hücreleri ve kan damarlarını bulundurur. Ak madde, nöroglia
tarafından desteklenen miyelinli sinir tellerini bulundurur.
Ak madde
Dorsal kök
Dorsal kök
Duyu nöronu
Omuriliğin arka kısmından çıkan iki kola dorsal (sırt) kök adı verilir. Buradan omuriliğe duyu nöron-
ları girer. Ön kısmından çıkan iki kola ise ventral (karın) kök adı verilir. Motor nöronlar, omuriliğin ventral
kökünden çıkar.
Duyu nöronlarının çoğu beyne ulaşmadan önce omurilikte çapraz yapar. Beyinden çıkan motor si-
nirler ise omurilik soğanında çapraz yapar. Bu nedenle vücudumuzun sol kısmını beynimizin sağ yarım
küresi, vücudumuzun sağ kısmını ise beynimizin sol yarım küresi kontrol eder.
Omurilik uyartıları iletmek ve refleksleri yönetip kontrol etmek şeklinde iki önemli görevi üstlenmiştir.
1. Uyartıları iletmek: Beyin ve çevresel sinir sistemi arasındaki bağlantıyı kurar. Çevreden gelen
uyaranlar sonucu oluşan impulsları beyne iletir. Beyinden gelen impulsları da çevresel sinir sistemine
ileterek hedef organların uyarılmasını sağlar.
2. Refleksleri kontrol etmek ve yönetmek: Bir uyaran karşısında aniden, istemsiz ve otomatik
olarak yapılan hareketlere refleks denilmektedir. Refleksler uyarılara karşı verilen ilk ve en kısa ce-
vaplardır. Hayvanlarda beyin zedelense bile bazı refleksler devam edebilir. Başı kesilen tavuğun kanat
çırparak sıçraması, beyni tahrip edilmiş bir kurbağanın derisine asit sürüldüğünde ayağı ile asidi silme
103
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Doğduğumuz andan itibaren sahip olduğumuz reflekslere kalıtsal refleks denir. Bu reflekslere örnek
olarak göz kırpmak, hapşırmak, öksürmek, yutmak, bebeklerin emme refleksi ve diz kapağına vurulunca
bacağın öne doğru fırlatma hareketi verilebilir. Doğuştan gelen bu kalıtsal reflekslerin dışında öğrenme
ile sonradan kazanılan bazı refleksler de vardır. Öğrenilmiş bazı davranışların sürekli yapılması bir süre
sonra omurilikte kazanılmış refleks oluşmasına neden olur. Yürüme, yüzme, koşma, bisiklet sürme, ara-
ba kullanma, müzik aleti çalma gibi alışkanlıklar öncelikle beyin kabuğu tarafından öğrenilir. Öğrenildik-
ten sonra kazanılmış refleks hâline gelir ve omuriliğe devredilerek buradan yönetilir. Eğer hata yapılırsa
tekrar beyin devreye girer ve hata düzeltilir. Yani davranış omurilik tarafından yönetilse de beyin her
zaman bilgilendirilir.
Refleksin ortaya çıkmasını sağlayan refleks yayıdır. Refleks yayı, uyartının alındığı noktadan baş-
layıp omuriliğe giden ve omurilikten kasa veya beze ulaşan sinirsel yoldur. Refleks yaylarında sinaps
sayısı azdır, bu nedenle iletim hızlı olur. En basit refleks olayında duyu ve motor olmak üzere iki nöron
görev yapar. Buna diz kapağı refleksi örnek verilebilir (Şekil 2.16).
Duyu nöronları
Beyne giden sinir
Motor nöronlar
Ara nöron
uyarıları bacak kaslarına
ileterek bacağın ileri doğru
fırlamasına neden olur.
Eline iğne batan bir insan, elini hızla çeker fakat acısını sonradan hisseder. Çünkü refleks yaylarında
impulslar önce omuriliğe daha sonra da beyne iletilir.
Birçok refleks yayında ikiden fazla nöron etkilidir. Örneğin çıplak ayakla sivri bir taşa basılırsa ayak
yukarı doğru çekilir. Böylece yaralanmanın önüne geçilmeye çalışılır. Aynı şekilde sıcak bir cisme doku-
nup elimizi çekmemiz de yine yaralanmanın önüne geçmek için yapılan bir refleksdir. Bu tür reflekslerde
duyu, ara ve motor nöron olmak üzere üç nöron görev alır ve üç nöronlu refleks olarak adlandırılır.
104
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Üç nöronlu refleks hareketlerinde reseptörün, uyarılmasıyla duyu nöronunda impuls oluşur. Bu nö-
ron, impulsu omuriliğe taşır. Duyu nöronu, impulsu omurilik içindeki ara nörona aktarır. Ara nöron, de-
ğerlendirme sonucu oluşan impulsu motor nörona iletir. Motor nöron, impulsu tepki organına taşır. Motor
nöronla gelen impulslar da el ve kol gibi tepki organlarımızın hareketini sağlar.
Sıcaklık ya da acı hissedilmesi omurilikten beyne impuls aktarılması sonucu oluşur. İmpuls sinirlerle
beyne iletilerek sıcaklık ve acı hissi olarak yorumlanıp istemli hareketlerin meydana gelmesi sağlanır.
Elini yakan kişinin istemli olarak elini üflemesi gibi.
Çevresel sinir sistemi, beyin ve omurilikten çıkarak vücuda dağılan sinirlerden oluşur. Bu sinirler
hareket etmemizde ve iç organlarımızın çalışmasında önemli rol oynar.
Omurilik sinirleri 31 çifttir. Bu sinirler duyu ve motor nöronları içerir. Omurilikten çıkan sinir çiftleri
tüm vücuda dağılır. Bu sinirlerden birisi de bacaklara giden ve vücudumuzdaki en uzun sinir olan siyatik
siniridir.
Beyinden 12 çift sinir çıkar. Bu sinirlerin çoğu duyu ve motor nöronları içerir. Beyinden çıkan sinirler
başa ve gövdenin üst kısmındaki organlara dağılır. Örneğin bu sinirlerden 10. kafa siniri olan vagus siniri
göğüs ve karın boşluğundaki organlara giderek iç organların çalışmasını kontrol eder.
Çevresel sinir sistemi, somatik sinir sistemi ve otonom sinir sistemi olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Somatik sinir sistemi: İstemli olarak çalışır. Bilinçli olarak yaptığımız hareketleri kontrol eder.
İskelet kaslarını merkezî sinir sistemine bağlayan sinirler, somatik sinirlerdir. Somatik sinirlerin hücre
gövdeleri beyinde ve omurilikte bulunur. Aksonları ise iskelet kaslarına gider. Bu sinirler yürümek, koş-
mak, yazmak gibi istemli vücut hareketlerini kontrol eder.
b. Otonom sinir sistemi: İstemsiz olarak çalışır ve vücudumuzun iç ortamını düzenler. Beyinden
ve omurilikten gelen motor sinirlerden oluşur. Bu sinirler miyelinsiz sinirlerden oluşmuştur. Bu nedenle
impuls, miyelinli motor sinirlere göre daha yavaş ilerlemektedir. Otonom sinir sistemi iç organların çalış-
masını düzenlemekte olup birbirine zıt çalışan sempatik ve parasempatik sinirlerden oluşur. Her bir
iç organa hem sempatik hem de parasempatik sinir bağlanır. Böylece boşaltım, kan dolaşımı, üreme,
solunum, sindirim sistemi hareketleri ve bazı endokrin bezlerin çalışması gibi önemli vücut fonksiyon-
larını kontrol eder. Otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik sinirleri, organ işlevlerini kontrol
etmede çoğunlukla antagonistik (birbirine zıt) çalışır. Örneğin sempatik sinirler etkinken kalp daha hızlı
çarpar, sindirim durur, karaciğer glikojeni glikoza çevirir ve adrenalin salgısı artar. Parasempatik sinirler
ise genellikle sakinleştirmeye teşvik edicidir. Böylece kalp atışı azalır, sindirim artar ve glikojen üretimi
artar. Ancak üreme etkinliğini düzenlemede parasempatik sinirler, sempatik bölüme zıt çalışmaktan çok
tamamlayıcı etki yapar. Bu şekilde otonom sinir sistemi homeostatik dengenin sağlanması ve organların
çalışmasının kontrol edilmesine katkıda bulunur.
105
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İdrar torbasını gevşetir, idrar biriktirir. İdrar torbasını kasar, idrar atılımını sağlar.
Sindirim kanalındaki peristaltik hareketi yavaşlatır. Sindirim kanalındaki peristaltik hareketi hızlandırır.
Tablo 2.1’den de anlaşılacağı gibi sindirim sisteminde parasempatik sinirler hızlandırıcı etki yaparken
sempatik sinirler yavaşlatıcı etki yapmaktadır. O nedenle yemek yedikten sonra parasempatik sinirler
devreye girmekte ve sindirim kanalına gönderilen kan miktarı artmaktadır. Bu durumda ise beyin ve
diğer organlara giden kan miktarı azaldığından uykumuz gelmektedir. Aynı şekilde yemeklerden sonra
kol ve bacaklara giden kan miktarı azalacağı için yemeklerden hemen sonra spor yapmak sağlık sorun-
larına neden olabilmektedir.
Sevdiğimiz bir müziği dinlediğimizde, uyuduğumuzda veya sevdiğimiz bir yemeğin kokusunu duydu-
ğumuzda beynimizde ne olmaktadır? Yakın zamana kadar bilim insanlarının bu soruları yanıtlayabilme
umutları çok azdı ancak günümüzde birçok teknikle bu sorulara bilim insanları yanıt bulabilmektedir. İn-
san beyninde yaklaşık yüz milyar nöron bulunmaktadır. Bu beyin hücrelerini birbirine bağlayan devreler,
çok gelişmiş olan bilgisayarlardan bile daha karmaşıktır. Buna karşılık beyin devreleri kolayca gözlene-
mez. Ancak yeni teknolojiler sayesinde bu sorun ortadan kalkmıştır. Araştırmacılar kişilerin konuşurken,
resimlere bakarken ya da düşünürken insan beyninin birçok bölgesini izleyebilmektedir. Bu şekilde bey-
nin belirli bölgesiyle, yapılan işlev arasında ilişki kurabilmektedirler. Şimdi koku-hafıza ve uyanma-uyku
ilişkisi gibi güncel ve merak edilen sinir sistemimizi yakından ilgilendiren konulara birlikte göz atalım.
1. Koku-Hafıza İlişkisi
Koku alma duyusu ile hafızanın birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu araştırmacılar sıklıkla söyle-
mektedir. Çevremizdeki kokuları yabancılık çekmeden tanımamızın nedeni bir koku hafızasına sahip
olmamızdır. Her türlü koku, özel bir kodlamayla koku belleğimizde arşivlenir. Bir kokuyla karşılaştığımız
anda, bu arşive başvurularak koku tahlil edilir. İlk defa duyumsadığımız, hafızamızda bilgileri bulun-
mayan bir koku da diğer kokulara benzetilerek yorumlanır. Böyle bir belleğimiz olmasaydı, bir kokuyu
tanımlamak imkânsız hâle gelecekti. Koku ile hafızanın ilişkisi bu kadarla da sınırlı kalmaz. Çünkü ko-
kular, kendileriyle bağlantılı olarak geçmişte yaşanan bazı olayları da aklımıza getirir. Yolda yürürken
106
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
rastladığımız tanıdık bir parfüm kokusu, bize o parfümü kullanan arkadaşımızı hatırlatır. Bir yemek koku-
su, seneler öncesine ait eski bir olayı zihnimizde canlandırabilir. Bazı kokular güzel hisler uyandırırken
bazıları hoşa gitmeyen duygular verebilir (Resim 2.2).
Resim 2.2. Bazı kokular hoşumuza giderken bazı kokular da hoşumuza gitmeyebilir.
Kokulara ilişkin bilgilerin beyindeki belirli bölgelerde toplandığı düşünülmektedir. Koku belleğini gör-
sel ve işitsel hafızadan ayıran en önemli noktalardan biri bir kokuyu algılamanızla birlikte birçok anınızın
da canlanmasıdır. Bu koku bir çiçekten, bir baharattan hatta bir insandan kaynaklanıyor olabilir. Yapılan
araştırmalar göstermiştir ki her insanın kokusu, parmak izi gibi tamamıyla kendine özgüdür. Sadece tek
yumurta ikizleri bu duruma bir istisnadır. Özel eğitimli köpekler suçluyu ararken onun ten kokusunun izini
sürerler. Kişiye özel koku nedeniyle de suçluyu diğerlerinden ayırt edebilir.
Bazı araştırmalar koku alamayan insanların anılarının da silindiğini ortaya koymuştur. Her zaman
farkında olunmasa bile kokular insan hayatında önemli rol oynar. Bu duyunun yaşamsal önemi yoktur.
Yani koku alamayan insanlar yaşayabilir. Ancak olası bir yangında duman kokusu alınamaz ve kişi ora-
dan uzaklaşmazsa yaşamı tehlikeye girebilir. Koku duygusu yaşam kalitesi yönünden de büyük önem
taşımaktadır. Tat ve koku alma duyuları birbirleriyle etkileşim içinde olduklarından, koku alma yetisini
kaybeden biri, artık yemek yemekten zevk almaz. Koku almamaya neden olan durumlar erken tedavi
edildiğinde, bu duyu geri dönebilir.
2. Uyanma ve Uyku
Eğer bir konuşmayı dinlerken ya da kitap okurken uyuklamışsanız dikkatinizin ve zihinsel uyanıklığı-
nızın hızla değişebildiğini fark edebilirsiniz. Bu tip geçişler, uyanıklık ve uykuyu düzenleyen beyin sapı
(orta beyin, pons ve omurilik soğanı bileşimi) ve uç beyin tarafından kontrol edilir. Uyanıklık dış dünya-
nın farkında olmaktır. Uyku ise dış uyaranların alındığı ancak farkında olunmadığı durumdur.
Bilinenin aksine, uyku beyin için etkin bir durumdur. Kafa derisindeki birçok noktaya yerleştirilen
elektrotlarla beyin dalgaları olarak tanımlanan elektriksel aktiviteyi bir elektroansefalogram (EEG)
107
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
şeklinde kaydedebiliriz. Bu kayıtlar, beyin dalga frekanslarının uykunun belirli evreleri boyunca değişim-
ler geçirdiğini ortaya koymaktadır (Resim 2.3).
Yaşamak için uykunun gerekli olmasına karşın, işlevi hakkında hâla çok az şey bilmekteyiz. Bir kura-
ma göre uyku ve rüya görmek öğrenmenin ve hafızanın pekiştirilmesi için gereklidir. Yine bazı deneyler,
öğrenme sırasında etkinleşmiş olan beyin bölgelerinin uyku sırasında yeniden etkinleştiğini göstermiştir.
Biliyor musunuz?
Beynimizi Temizlemenin Yolu Uykudan Geçiyor
Hafıza ve öğrenme üzerine olumlu etkileri bilinen uykunun, beyni zehirli maddelerden temiz-
lediğine dair yeni veriler elde edildi. Rochester (Raçıstır) Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Dr. M.
Nedergaard (Nedırgart) ve ekibinin yaptığı çalışmada uykunun sağlığımız üzerindeki farklı bir et-
kisi ile ilgili önemli sonuçlara ulaşıldı. Science (Sayns) dergisinde yer alan bu çalışmada, fareler
üzerinde yapılan deneyler, uyku sırasında beyin hücreleri arasındaki boşluğun %60 arttığını ve
bu artışın uyanıkken merkezî sinir sisteminde oluşan zehirli maddelerin beyinden uzaklaştırılma-
sında etkili olduğunu gösteriyor. Uyku süresince beyindeki hücresel yapının değiştiğini gösteren
bu çalışmaya göre uyanık hâlde beyin hücreleri arasındaki boşluk küçük olduğu için beyinde
temizleme işlemi yok denebilecek kadar az. Bu nedenle düzensiz veya yetersiz uyku birçok
hastalığa sebep olabilir. Bu çalışma, uykunun sağlımız üzerinde farklı bir rolü daha olduğunu
göstererek “hayati” önemini bir kere daha vurguluyor
108
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
OKUMA METNİ
Anılarımız Kokularda mı Gizleniyor?
Duyduklarımızı ya da gördüklerimizi mi hatırlamak daha kolay, yoksa bir kokuyu mu? Yapılan
araştırmalara göre göze ve kulağa gelen uyarılar bazen çabuk unutulabiliyor, karıştırılabiliyor ya
da bazı etkenler bu uyarıların öğrenilmesini etkileyebiliyor. Oysa koku duyusu ve hafıza birbir-
leriyle tahminimizden çok daha yakından ilişkili. Bir kokunun bir anı, bir yeri, bir kişiyi ya da bir
olayı hatırlatması da işte bu yakın ilişki sayesinde gerçekleşiyor. Koku hafızası denilen bu gizem,
deneyimlerimizle ilgili aslında. Anılar ve bu anılarla ilgili duygular kokularla harekete geçiyor ve
daha sonra hatırlanıyor. Kokuya gösterilen tepkinin öğrenilen bir tepki olduğu düşünülüyor. Örne-
ğin bebeklerin koklama yeteneği olmasına rağmen güzel kokuyla kötü kokuyu ayırt edemeyişleri
bu öğrenme sürecinin henüz çok başında olmalarından kaynaklanıyor. Aslında pek çok yeni ko-
kuyu çocukluğumuzda öğreniyoruz. Bu nedenle olsa gerek çoğunlukla kokular bizi çocukluğumu-
za götürüyor. Bilim insanları kokunun önemli bir tedavi yöntemi olduğunu da keşfetmiş. Olumsuz
bir deneyim sırasında ya da sonrasında hissedilen koku yaşanan o deneyimle bağdaştırılıyor ve
o koku “hoş olmayan” bir koku olarak hafızada yer ediyor. Ama bunun tersi de sözkonusu tabii.
Kokular olumlu deneyimlerle de ilişkilendirilebilir. Tıbbi tedavilerde, özellikle psikiyatride bu çok
avantajlı bir durum hâline gelebiliyor. Örneğin Birmingham (Börminhem) Üniversitesi’nde yapılan
çalışmalarda epilepsi hastalarında aromaterapi uygulamasının etkileri gözlenmiş ve pek çok has-
tada rahatlama sağlayan kokular sayesinde nöbet sıklığının azaldığı görülmüş.
109
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Endokrin bezlerinin hormon üretmesi ve salgılaması; sinir sisteminin endokrin bezlerini uyarması,
kandaki çeşitli madde miktarlarının değişmesi, kandaki hormonların endokrin bezlerini uyarması durum-
larında gerçekleşmektedir. Endokrin ve sinir sistemlerinin işlevleri birbirinden farklı olmasına karşın, bu
iki sistem yakın iş birliği içinde çalışır. Her ikisi de vücudumuzdaki iç ortamı dengede tutmaya katkıda
bulunur.
Vücut sıcaklığınızın aldığınız her sıcak duşta ya da içtiğiniz sıcak kahvede hızla yükseldiğini hayal
edin. Sizce sonuç ne olacaktır (Resim 2.4)? Vücut sıcaklığımızın sabit olduğunu biliyorsunuz, eğer vücut
sıcaklığımız sürekli artarsa yaşamımızı sürdürmemiz imkânsız olacaktır. İç ortamımızı dengede tutmak
yani homeostaziyi sağlamak bizim için oldukça önemlidir.
Homeostazi çoğunlukla uyarıyı azaltan negatif geri bildirim ya da uyarıyı artıran pozitif geri bil-
dirim kontrol mekanizmalarıyla sağlanır. Negatif geri bildirimi şu örnekle açıklayabiliriz: Kuvvetli bir
110
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
egzersiz yaptığınızda ısı üretirsiniz ve vücut sıcaklığınız artar. Sinir sistemimiz bu artışı algılayarak
terlemeyi tetikler. Terlediğinizde, nemin derinizden buharlaşmasıyla vücut sıcaklığınız düşer ve normal
sıcaklığına geri döner. Vücudumuzdaki birçok homeostazi olayı negatif geri bildirimle sağlanmaktadır.
Pozitif geri bildirim ise homeostaziyi sağlamakla birlikte asıl önemi vücuttaki süreçlerin tamamlanmasına
yardımcı olmaktır. Örneğin, doğumda annenin rahim çıkışındaki reseptörler, bebeğin başının oluşturdu-
ğu basınçla karşılaştığında rahmin kasılmasını uyarır. Bu kasılmalar rahim çıkışında daha fazla basınç
oluşmasına neden olarak bebek doğuncaya kadar kasılmaların daha da artmasını sağlar.
Homeostazi dinamik bir denge olup iç ortamı değiştirmeye çalışan dış etkenlerle bu değişimlere karşı
koyan iç kontrol mekanizmaları arasındaki karşılaşmadır. Örneğin bir ısıtıcının düğmesinin çevrilmesiyle
oda nasıl aniden ısınmıyorsa uyarıcılara karşı fizyolojik tepkilerin de ani olmadığı göz önüne alınmalıdır.
Sonuçta homeostazi iç ortamdaki değişimleri ortadan kaldırmamakta, onları sadece yumuşatmaktadır.
Kandaki glikoz, CO₂ ve pH düzeyinin ayarlanması, vücut ısısının ve dokulardaki su dengesinin dü-
zenlenmesi gibi süreçlerde hormonlar önemli görevler üstlenmişlerdir. Hormonların birçoğu da vücutta
homeostaziyi negatif ve pozitif geri bildirim mekanizmaları ile düzenler.
İnsanlarda metabolik denge kan glikoz düzeyinin 70-110 mg/mL olmasına bağlıdır. Hücresel solu-
num için glikoz temel kaynak olduğundan kan glikoz düzeyini bu normal sınırlar içinde tutmak son de-
rece önemlidir. Pankreas organında üretilen ve birbirine zıt çalışan (antagonistik) insülin ve glukagon
hormonları kandaki glikoz düzeyini belirler. Bu iki hormondan her biri negatif geri bildirimle düzenlenen
basit endokrin yolla çalışır. Kan glikoz düzeyi normal sınırın üzerine çıktığında, insülin salınması, kan-
dan vücut hücrelerine glikoz girişini tetikleyerek kandaki glikozu düşürür. Kandaki glikoz normalin altına
inerse glukagonun salınması, karaciğerdeki glikojen depolarından kana glikoz verilmesini tetikler (Şekil
2.17).
Homeostazis:
Kan glikoz düzeyi
(70-110 mg/100mL)
Glukagon
111
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Canlı hücrelerinin çoğunun hücre içi pH’si 7’ye yakındır. pH’deki küçük bir değişiklik hücre için za-
rarlı olabilir. Örneğin insan kanının pH’si 7,4’tür. Kan pH’si 7’ye düşen ya da 7,8’e yükselen bir insan
birkaç dakikadan fazla hayatta kalamaz. Bu nedenle vücumuzda kan pH’sini kararlı tutan kimyasal bir
+
sistem vardır. Vücudumuzdaki asit-baz dengesini belirleyen başlıca elemanlar hidrojen (H ) ve hidroksit
+
(OH–) iyonlarıdır ve hücredeki kimyasal süreçler hidrojen (H ) ve hidroksit (OH–) iyonlarının derişimine
çok duyarlıdır. Ancak tampon adı verilen bileşiklerin varlığı vücudumuzdaki biyolojik sıvıların pH’lerinin
+
nispeten sabit tutulmasını sağlar. Bir çözeltideki H ve OH– derişimlerindeki değişikliği en aza indire-
cek bileşiğe tampon adı verilir. İnsan kanını ve başka biyolojik çözeltilerin pH’lerini kararlı tutan çeşitli
tamponlar vardır. Bunlardan biri kan plazmasındaki H2O ile CO₂ in birleşmesiyle oluşan karbonik asittir
(H₂CO₃). Vücut pH değeri üzerinde vücudumuzdaki bikarbonat (HCO–₃) ve karbonik asit (H₂CO₃) önemli
görev üstlenir.
pH artışına cevap
HCO₃– + H
+
H₂CO₃
(Karbonik asit) pH düşüşüne cevap (Bikarbonat)
+
Eğer kandaki H derişimi düşmeye yani pH artmaya başlarsa, yukarıdaki tepkime sağa doğru ilerler
ve hidrojen iyonlarını yerine koyacak şekilde daha fazla karbonik asit, bikarbonata ve hidrojene ayrışır.
+
Buna karşılık eğer kandaki H derişimi artar yani pH düşerse bu durumda tepkime sola ilerler ve bikar-
bonat hidrojenle birleşir.
Böbrekler de asit baz dengesinin düzenlenmesine katkıda bulunur, böbrekler akciğerler ile birlikte
kan pH’sinin 7,3-7,4 arasında sabit tutulmasında önemli rol alır. pH değiştiğinde böbrekler farklı zaman-
larda kana hidrojen veya bikarbonat iyonları salgılayarak kan pH’sini düzenler. Ayrıca solunum sonucu
açığa çıkan ve kanda biriken karbondioksidin akciğerlerden uzaklaştırılması da kan pH’sinin sabit tutul-
masında önemli rol oynar. Solunum sonucu artan karbondioksit kanın pH’sini azaltıcı yönde etki etmek-
tedir. Artan karbondioksit ise beyindeki solunum sistemini kontrol eden merkezi uyarır. Böylece daha
derin ve hızlı solunum yapılması sağlanır. Sonuç olarak kandaki karbondioksit solunum yoluyla dışarıya
atılır ve kandaki karbondioksit normal seviyeye getirilir.
Homeostazinin devamı için böbrekler aynı zamanda ADH (antidiüretik hormon= vazopressin) ve
aldosteron gibi hormonlarla beraber, su ve elektrolit dengesini düzenleyerek kan basıncının ve kanın
ozmotik basıncının dengelenmesine yardım eder. Aldosteron böbrek üstü bezlerinin kabuk bölgesinden
+ –
salgılanan bir hormon olup böbreklerde sodyumun (Na ) ve klorun (Cl ) emilimini arttırırken potasyumun
+
(K ) emilimini azaltır. Böylece kanda, hücre içi ve hücre dışı sıvılarda iyon derişimi düzenlenir.
112
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
ADH hormonunun rolünü daha iyi kavramak için tuzlu yiyecekler yedikten sonra ya da terleyerek su kay-
bedince kanın ozmotik basıncı yükseldiği zaman neler olacağını şekil 2.18’e bakarak inceleyebilirsiniz.
Hipotalamustaki
ozmoreseptörler
ADH salınmasını
tetikler.
Susuzluk
Hipotalamus
Su içme kan
ozmotik basıncını
normale indirir.
ADH
Hipofiz bezi
Artmış geçirgenlik
Distal
UYARI:
tüp
Kan ozmotik
basıncında
artış (örneğin,
aşırı terleme
sonucu)
H2O geri emilimi,
ozmotik basıncın
yeniden artmasını
engeller.
Toplama kanalı
Homeostazi:
Ozmotik basıncı
(300 mOsm/L)
113
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Vücut sıcaklığımızın ayarlanması da yine geri bildirim mekanizmasına bağlı karmaşık bir sistemce
düzenlenir. Sıcaklık ayarlanmasının algılayıcıları beynin hipotalamus bölgesinde yoğunlaşmıştır. Bura-
daki bir grup sinir hücresi bir termostat gibi davranarak normal sınırların dışındaki bir sıcaklığı ısı kay-
bettiren ya da kazandıran mekanizmaları harekete geçirerek tepki verir.
Vücut ısısı yükseldiğinde hipotalamus uyarılır, ısı üretimine neden olan titreme ve kimyasal ısı üreti-
mi baskılanır. Isı, kan ile dokulardan deriye taşınır, derideki kan damarları genişler ve terleme olayı baş-
lar. Böylece ısı kaybı sağlanmış olur. Kanda ısı artışı olduğunda hipotalamus vücut sıcaklığını azaltmak
için solunumu hızlandıran sinirsel uyarılar başlatır. Böylece solunum yüzeyinden buharlaşma ile sıcaklık
düzenlemesi yapılır. Ortamın çok soğuk olması hâlinde sıcaklık düzenleyici merkezler gerektiği gibi ça-
lışamaz, vücut sıcaklığı 35°C’a ya da daha aşağılara düşer. Deride bulunan soğuk reseptörleri sıcaklık
düşmesini algılar. Böylece sıcaklığı yükseltecek refleksler başlatılır. Titreme başlar, tüyler dikleşir, ısı
oluşma hızı artar, terleme baskılanır, derideki damarlar büzülür ve vücut sıcaklığının azalması önlenir.
Bu mekanizmalar ile kaybedilen ve kazanılan ısı dengelenir. Böylece vücut sıcaklığı sabit tutularak ho-
meostazi sağlanır.
B. Hipotalamus-Hipofiz İlişkisi
Hipotalamus, endokrin ve sinir sistemlerinin ortak çalışmalarını sağlamak açısından merkezî bir rol
oynar. Beyinde yer alan hipotalamus tüm vücuttaki sinirlerden ve beyinden bilgi alır. Tepki olarak da
hipotalamus çevresel koşullara uygun olarak endokrin uyarılar başlatır. Hipotalamustan çıkan uyarılar,
hemen altında yer alan hipofiz bezine ulaşır. Şekil 2.19’da görüldüğü gibi hipofizin arka ve ön olmak
üzere farklı hormonlar salgılayan iki ayrı bölümü vardır.
Hipotalamus
Hipofiz bezi
Hipotalamus
Arka hipofiz
Ön hipofiz
114
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Arka hipofiz, hipotalamusun bir uzantısı olup hipotalamustaki belirli hücreler tarafından sentezlenen
antidiüretik hormon (ADH) ve oksitosin hormonunu depolamak ve salgılamakla görevlidir (Şekil 2.20).
Hipotalamus
Aksonlar
Arka hipofiz
Ön hipofiz
Antidiüretik hormon (ADH) ya da vazopressin, böbreklerden suyun geri emilimini artırarak idrar hac-
mini azaltmaktadır. Sonuçta, kan ozmotik basıncı normal sınırlar içinde tutulmaktadır. Oksitosin ise
meme bezlerinden süt salgılanmasını ve ayrıca doğum sırasında rahmin kasılmasını düzenlemektedir.
Ön hipofiz tarafından salgılanan hormonlar insan vücudundaki metabolizma, üreme faaliyeti gibi
birçok süreci düzenlemektedir (Şekil 2.21).
Arka hipofiz
Ön hipofiz hormonları
115
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Şekil 2.21’deki ön hipofiz hormonlarının görevlerini kısaca açıklayalım. FSH (Folikül uyarıcı hor-
mon) ve LH (Lüteinleştirici hormon), gonadotropinler olarak da adlandırılan bu hormonlar, eşey bez-
lerini (ovaryum ve testis) etkileyerek cinsiyet hormonlarının salgılanmasını ayrıca yumurta ile spermin
gelişimini düzenler. Dişilerde LH, olgunlaşmış yumurtanın yumurta kanalına atılması ve yumurtanın ge-
lişmiş olduğu folikül kesesinin korpus luteuma dönüşmesini sağlar. Erkeklerde LH testislerden testos-
teron hormonunun salgılanmasını sağlamaktadır. TSH (Tiroit uyarıcı hormon), tiroit bezindeki tiroksin
hormonu üreten hücreleri aktifleştirerek tiroksinin sentezini ve salgılanmasını düzenler. ACTH (Adreno-
kortikotropik hormon), böbrek üstü bezinin kabuk bölgesini (adrenal korteksi) steroid yapılı hormonları
salgılanması için uyarır. Prolaktin (LTH), gebelik sırasında meme bezlerinin büyümesini ve annelik
içgüdüsünün oluşmasını sağlar. Doğumda prolaktin miktarının artması ile süt oluşumu sağlanır. Emzir-
me sırasında prolaktin, gonadotropinlerin (FSH ve LH) salgılanmasını engeller veya azaltır. Bu nedenle
bebeğini emziren bayanın doğurganlığı azalır. MSH (Melanosit uyarıcı hormon), bazı omurgalılarda
derinin renk içeren hücrelerinin etkinliğini düzenler. Somatotropin hormon (Growth hormon) (STH =
GH) ya da büyüme hormonu olup, kemik, kıkırdak ve iskelet kasları başta olmak üzere vücutta büyüme
kapasitesi olan her dokuda büyümeye yol açar. Uyardığı dokuların hücrelerinde mRNA ve protein sen-
tezini hızlandırır.
Araştıralım-Öğrenelim
Hipofiz hormonlarının vücuttaki etkilerini kapsamlı olarak araştırınız. Bu hormonların eksik-
liğinde veya fazlalığında meydana gelebilecek durumları raporlaştırınız. Elde ettiğiniz raporları
sunum hâline getiriniz ve sınıfta arkadaşlarınıza sununuz.
Endokrin bezlerinin karşılıklı etkileşimi ile kanda hormon dengesinin sağlanmasında geri bildirim
(feed back-fiid bek) mekanizması önemli rol oynamaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi geri bildirim
pozitif ya da negatif olabilir. Pozitif geri bildirim hormon üretimini arttırırken negatif geri bildirimde ise
hormonun etki ettiği hücrede sentezlenen ürün miktarı, hormon salgılayan endokrin bezinin aktivitesini
azaltır. Örneğin hipofiz bezi, TSH salgılayarak tiroit bezini uyarır. Tiroit bezi kana tiroksin hormonu salgı-
lar. Tiroksin hormonu kanda belli bir seviyeye ulaştığında hipofizi etkileyerek TSH salgısını azaltmasına
yani negatif geri bildirime neden olur. Şema 2.2’de hipofiz bezinin böbrek üstü bezi, yumurtalık ve testis
arasındaki geri bildirimini görebilirsiniz.
Hipofiz
Şema 2.2. Endokrin bezlerinin karşılıklı etkileşimi ile hormon dengesi sağlanır.
116
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Glikoz homeostazisindeki düzensizlikler sonucu halk arasında şeker hastalığı (diabetes mellitus-
diyabetis mellitus) adı verilen diyabet ortaya çıkar. Şeker hastalığı, insülin azlığından ya da hedef
hücrelerin insüline az tepki vermelerinden kaynaklanır. Kanda glikoz düzeyi artar ancak hücreler meta-
bolik gereksinimlerini karşılamak için yeterli glikozu alamaz. Onun yerine hücresel solunum için başlıca
kaynağı yağ oluşturur. Ciddi olgularda yağların parçalanması sonucunda oluşan asidik metabolitler,
kanda birikerek kan pH’sini düşürmek ve vücuttan sodyum ve potasyum iyonlarının çıkmasını sağlamak
gibi etkilerle yaşamı tehlikeye düşürebilir.
Şeker hastası olan insanlarda, kan glikoz düzeyi böbreklerin geri emme kapasitesini aşabilir. Böbrek
süzüntüsünde fazla glikoz, dışarı atılır. Bu nedenle idrarda glikoz bulunması, bu hastalığın belirtilerinden
biridir. Glikoz idrarda yoğunlaştıkça onu uzaklaştırabilmek için daha fazla su kullanıldığından çok su içilir
ve idrar miktarı çok artar.
Diyabetin tip 1 ve tip 2 olmak üzere başlıca iki çeşidi vardır. Her ikisinde de kan şekeri yüksektir an-
cak nedenleri çok farklıdır. Tip 1 diyabette bağışıklık sisteminin, pankreasın insülin üreten beta hücrele-
rini yok etmesi söz konusudur. Genellikle çocuklukta ortaya çıkar ve insanın insülin oluşturma yeteneği
yok olur. Tedavide, günde birkaç kez enjekte edilen insülin uygulanır (Resim 2.6). Geçmişte, insülin hay-
van pankreaslarından elde edilmekteyken, günümüzde insan insülini genetiği değiştirilmiş bakterilerden
daha ucuz yolla sağlanmaktadır.
Tip 2 diyabette ise hedef hücreler insüline tepki vermemektedir. İnsülin üretilmekte fakat hedef hüc-
reler kandan glikozu alamadığından, kandaki düzey sürekli yüksek kalmaktadır. Tip 2 diyabette kalıtım
rol oynamakla birlikte, aşırı kilolu olmak ve az egzersiz yapmak, riski önemli ölçüde artırmaktadır. Bu tip
diyabet genelde 40 yaşından sonra çıkmakta ancak aşırı kilolu ve hareketsiz yaşayan çocuklarda bile
bu hastalık gelişebilmektedir.
Diyabeti olan insanların %90’ından fazlasında tip 2 görülmektedir. Birçoğu, kan glikoz düzeylerini
sürekli egzersiz ve sağlıklı beslenmeyle kontrol altında tutabilmektedirler.
117
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
OKUMA METNİ
Los Angeles (Los Encılıs)’taki Californiya (Kaliforniya) Üniversitesi’nden bir grup araştırma-
cının çalışması umut edildiği gibi ilerlerse önümüzdeki yıllarda basit bir tükürük testi ile diyabet,
kanser ve belki de sinir sistemi hastalıkları ve vücudumuzun kendi dokularına karşı uygun olma-
yan bağışıklık yanıtı oluşturmasına neden olan hastalıkların erken evrede tanısı mümkün olabile-
cek. Clinical Chemistry (Klinikal Kemistriy)’de yayımlanan ve şimdiye kadar insan tükürüğündeki
RNA (ribonükleik asit) molekülleri ile ilgili yapılmış en kapsamlı analiz olma özelliğine sahip çalış-
maya göre kanda bulunan pek çok hastalık habercisi molekül, tükürükte de bulunuyor. Genel ola-
rak görevi hücrede proteinlerin oluşması esnasında mesaj taşıma ve hücrenin diğer kısımlarına
DNA komutlarını ulaştırma olarak bilinen RNA’nın karmaşık kimyasal tepkimeleri gerçekleştirdiği
de artık biliniyor ve bazıları keşfedilememiş çok sayıda işlevi olduğu düşünülüyor. Araştırmacılar-
dan Dr. David Wong (Deyvit Vank) üzerinde çalıştıkları testin tip 2 diyabet, mide kanseri ve diğer
hastalıklar için ümit vaat ettiğini, tükürük analizi yapılmazsa hastalıklarla ilgili önemli ipuçlarının
gözden kaçırılabileceğini söylüyor.
Sinir sistemi, insanın içsel ve dışsal çevresini algılamasını sağlayan, algı sonucunda oluşan bilgiyi iş-
leyen, çeşitli sinyallerin vücudun farklı bölgelerine iletimini gerçekleştirerek organların ve kas yapılarının
düzenini sağlayan vücudumuzdaki en önemli sistemlerden biridir. Bu sistemin iyi çalışamaması birtakım
rahatsızlıklara yol açar.
Sinir hastalıkları, sinir sistemi organlarından kaynaklandığı gibi sinir sisteminin fonksiyonel bozuklu-
ğundan da kaynaklanabilir. Merkezî sinir sistemini ilgilendiren hastalıklar, bunlardan birini veya birden
fazlasını içeriyor olabilir. Nöronlar yani sinir hücreleri dış etkilere karşı son derece hassastır. Bu hücre-
lerin ölmesi hâlinde yerine yenileri gelmez.
Felç, Alzheimer hastalığı, MS, epilepsi ve Parkinson hastalığı gibi sinir sistemi bozuklukları önemli
sağlık sorunlarındandır. Sinir sistemindeki bozukluklara yol açan nedenler çevresel olabildiği gibi kalıtsal
da olabilmektedir. Genetik ve çevresel faktörlerin sinir sistemine etkisini araştırmak için bilim insanları,
aile bireylerinin genetik olarak akrabalıklarını, hangi bireylerin sinir sistemi rahatsızlığı olduğunu ve han-
gilerinin aynı ev ortamında yetiştiğini araştırmaktadır. Bu tip araştırmalarda tek yumurta ikizleri büyük
önem kazanmaktadır. Şimdi bazı sinir sistemi rahatsızlıklarına birlikte bakalım:
118
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Felç: Vücuttaki tüm istemli kasların kontrolü beyin tarafından gerçekleştirilmektedir. Beyin hücrelerini
besleyen damarlardaki herhangi bir tıkanıklık, bu hücrelerin ölmesine yol açmaktadır. Beyne kan akımını
sağlayan damarların aniden tıkanmasına bağlı oluşan bölgesel hücre ölümü sonucunda, bu hücrelerin
kontrol ettiği kas grupları da işlevini göremez ve felç veya inme denilen durum ortaya çıkar. Bunun dı-
şında, beyin damarlarından birinin, yüksek tansiyon veya kaza neticesinde aniden yırtılıp kanın beynin
içine akması sonucunda da felç meydana gelebilir. Buna halk arasında beyin kanaması denilmektedir
(Şekil 2.22). Kanama veya damar tıkanıklığına bağlı oluşan hasar kalıcı olabilir ve kişi felç olup kolunu
veya bacağını kullanamayabilir, konuşması bozulabilir. Meydana gelen hasar bazen geçici olup zaman
içinde iyileşir ve kişi eski hâline dönebilir.
Damar sertliği, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, kalp hastalıkları ve sigara kulla-
nımı felç riskini arttırabilmektedir. Felce yol açan beyin kanamalarının en önemli nedeni ise kontrol edi-
lemeyen yüksek tansiyon hastalığıdır. Felç teşhisi, klinik bulguların değerlendirilmesi ve tomografi (BT)
gibi görüntüleme yöntemleri ile yapılıyor. Bu görüntüleme yöntemleri sayesinde felce yol açan damarsal
bozukluklar (tıkanma veya kanama) görülebiliyor. Bu hastaların, nöroloji uzmanının yanı sıra mutlaka
bir kardiyoloji uzmanı tarafından da muayene edilip kalp ve damar hastalıkları açısından da incelenmesi
gerekiyor. Felç geçirdikten sonra ne kadar erken müdahale edilirse kalıcı hasar oluşma olasılığı o kadar
azalıyor. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta, felcin en önemli tedavisi, ondan korunmak yani
risk etkenlerini en aza indirmektir.
Alzheimer hastalığı: Olayları karıştırma ve hafıza kaybıyla karakterize olan bir çeşit zihinsel bo-
zukluktur. Görülme sıklığı yaşla bağlantılı olup 65 yaşında yaklaşık %10’dan, 85 yaşında ise yaklaşık
%35’ten başlamaktadır. Hastalık, ilerleme gösteren özelliğe sahiptir ve hastaların başkaları tarafından
giydirilmesi, yıkanması ve beslenmesini gerektiren durumlara ulaşabilir. Ayrıca, Alzeheimer hastaları
yakın aile fertlerini bile tanıyamamaktadır. Bu hastalıkta, beynin bazı bölgelerindeki birçok nöron ölmek-
tedir. Sonuçta, beyin dokusunda önemli ölçüde küçülme gözlenmektedir. Hâlen Alzheimer hastalığının
tam tedavisi bulunmamakla birlikte bu konudaki yoğun çalışmalar, bazı belirtilerin azaltılmasında etkili
ilaçların geliştirilmesini sağlamıştır.
119
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Parkinson hastalığı: Bu hastalığın belirtileri kas titremeleri, denge bozukluğu, eğik duruş ve ayak-
ları sürüyerek yürüyüştür. Yüz kasları ifadenin anlaşılmasını güçleştirecek ölçüde sabitleşmiştir. Bu
hastalığın tam nedeni bilinmemekle birlikte orta beyindeki birtakım nöronların ölmesiyle ortaya çıktığı
görülmüştür. Parkinson hastalığının da Alzheimer gibi tam bir tedavisi bulunmamakla birlikte bilim in-
sanlarının yaptığı deneysel çalışmalar sonucu hastalığın ilerlemesini durdurucu bir takım yöntemler
geliştirilmektedir.
Epilepsi: Epilepsi (sara), beyin içinde bulunan sinir hücrelerinin olağan dışı bir elektro-kimyasal bo-
şalma yapması sonucu ortaya çıkan nörolojik bozukluktur. Beynin normalde çalışması ile ilgili elektriğin
aşırı ve kontrolsüz yayılımı sonucu oluşur. Epilepsi tanısında EEG (elektroensefalogram) çok önemli bir
yere sahiptir. EEG’de beyin ve kalbin bulunduğu bölgede deri üzerine elektrotlar yerleştirilir ve alttaki
organların elektriksel etkinliği kaydedilir (Şekil 2.23).
Şekil 2.23. Epilepsi nöbeti ve beyinde meydana gelen değişimler ve EEG görüntüsü
Epilepsi nöbetleri farklı şekillerde ortaya çıkar. Bazı nöbetlerden önce korku hissi gibi olağan dışı
algılamalar ortaya çıkarken bazı nöbetlerde kişi yere düşebilir, bazen ağzı köpürebilir. Epilepsi belirtileri
her kişide farklı seyreder. Bu belirtileri şöyle sıralayabiliriz: Bilinç kaybı, bayılma, titreme, yere düşme,
halüsinasyon, otururken uzaklara dalma, nefes darlığı, nefes kesilmesi, dokularda ve yüzde morarma,
aşırı tükürük salgılanması, idrar kaçırma, hareketlerini kontrol edememe, kriz sonrası şaşkınlık, uyku
hâli, korku vb. Ancak bu belirtilerin hepsi de görülmeyebilir.
Bu sayılan belirtilerden herhangi biri ile karşılaşıldığında ilk yardım olarak öncelikle kişiyi güvenli bir
yere yatırmak önemlidir. Kişinin hareketleri durdurulmaya çalışılmamalıdır. Çünkü hareketler bilinçsiz-
ce yapıldığı için ne kadar uğraşılsa da bir yararı olmayacaktır. Kişiyi ayıltmak için herhangi bir şekilde
uğraşta bulunulmamalıdır. Kişi yavaş yavaş kendine gelecektir. Ancak kişi dişlerini sıkıyorsa ağzına
kesinlikle el temas ettirilmemeli, sert ve temiz bir cisimle dilinin solunum yolunu tıkaması önlenmelidir.
120
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Multiple skleroz (MS): Bu hastalıkta bağışıklık sisteminin hücreleri merkezî sinir sistemine sızar
ve nöronu saran miyelin kılıfı tahrip eder (Şekil 2.24). Bu durumda nöron fonksiyonundaki bozulmaya
bağlı olarak bazı kaslarda felç görülebilir. Beynin görme, konuşma, yürüme gibi fonksiyonlar üzerindeki
kontrol kabiliyeti bozulur. MS belirtileri hafif ya da ağır olabilir. Belirtiler aniden ortaya çıkabilir ya da kay-
bolabilir.
b. Sağlıklı nöron
Araştıralım-Öğrenelim
Çeşitli sinir sistemi rahatsızlıklarından bazılarını öğrendiniz. Bunların dışında hangi sinir sis-
temi rahatsızlıkları bulunmaktadır? Sinir sistemimizin sağlığını korumak için neler yapmalıyız?
http://biltek.tubitak.gov.tr gibi genel ağ adreslerinden ve çeşitli kaynaklardan bu soruların yanıtla-
rını araştırınız ve edindiğiniz bilgileri sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
Sinir sistemimizin sağlığını aynı zamanda alkol ve çeşitli maddelerin bağımlılığı da kötü etkilemek-
tedir. Alkol, sigara ve uyuşturucu maddelerin kullanımı sinir sistemine zarar vererek bağımlılık yapmak-
tadır. Alkol, vücuttaki sinirsel iletimin azalmasına neden olur. Bu durumda reflekslerde azalma görülür.
Beyincik, vücudun dengesinden sorumludur. Alkol alanlarda beyincik görevini yeterince yapamadığın-
dan alkollü kişiler dengesiz şekilde yürürler. Alkol, beyni de etkilediğinden karar verme yeteneği azalır.
Dolayısıyla kişi kendini kontrol edemez duruma gelir. Soğukta sıcak hissi kazanmak için alınan alkol
aldatıcı olup donmayı hızlandırır. Çünkü alkol alındıktan hemen sonra mideden emilerek kana geçti-
ğinden karaciğer ve kaslarda fazla miktarda ısı oluşumuna neden olur. Oluşan ısı biyolojik olaylarda
kullanılmaz. Ayrıca kılcal kan damarlarının genişlemesine neden olan alkol kanın bu damarlara akışını
artırır. Böylece alkolün etkisiyle oluşan ısı dışarıya verilir. Bu sırada vücut ısısını da kaybeder.
Tütün ve sigaranın kullanılması da kişide alışkanlık, daha sonra da bağımlılık yapar. Sigarada bulu-
nan nikotin zehirli bir madde olup beyindeki dolaşım ve solunum merkezlerini doğrudan etkileyerek ilgili
organların çalışmasını bozabilir. Beyinde damar tıkanıklığına neden olarak beyin hücrelerinin ölümüne
121
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
yol açabilir. Bu durumda öğrenme bozuklukları, hafıza zayıflığı ve erken bunama görülebilir. Uyuşturucu
maddeler ise merkezî sinir sistemi üzerine yatıştırıcı, keyif verici, uyarıcı ya da uyutucu olarak etki eder.
Bu maddeler uzun süreli kullanıldığında şizofreni ve depresyondakine benzer davranışlar görülür. Kişilik
bozukluğu ve akli dengenin yitirilmesi meydana gelir. Yüksek dozlarda alındığında bilinç kaybı, koma ve
ölüm görülebilir. Sinir sisteminin sağlığını korumak için alkol, sigara ve uyuşturucu maddeler kesinlikle
kullanılmamalıdır.
Biliyor musunuz?
Pasif içiciler sigara dumanına maruz kaldıklarında sigara içenlere oranla daha mı fazla
zarar görür?
Sigaranın içinde zararlı yaklaşık 4000 kimyasal madde olduğu ve pasif içicilerin sigaranın
içerdiği yaklaşık 3700 kimyasal maddeden zarar gördüğü belirtiliyor. Sigara yakıldığında kişinin
sigarayı içine çekmesi sırasında “ana akım”, sigaranın kendiliğinden yanması sırasında da “yan
akım” denilen duman akımları oluşuyor. Sigara içen kişi ana akım dumanından zararlı bileşikleri
içine çekiyor. Sigara içen kişilerin yanında bulunan pasif içiciler ise yan akım dumanının zarar-
larına maruz kalıyor. Yan akım dumanının yanma ısısının daha düşük olması ve sigaranın ağız
kısmında bulunan filtreden geçmemesi nedeniyle ana akım dumanından daha yüksek yoğun-
lukta nikotini, katranı ve kanserojen bileşikleri içerdiği söyleniyor. Bu nedenle pasif içicilerde de
sigara içen kişilerde olduğu gibi alerji, astım, bronşit, akciğer, kanser, kalp ve damar hastalıkları
görülebiliyor.
Bilim ve Teknik Dergisi, Ağustos 2010, Sayı 513, s.17 (Merak ettikleriniz.).
122
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Resim 2.7. Günlük hayatta duyu organlarımız sayesinde birçok etkinliği gerçekleştiririz.
Her birimizin günlük hayatta sıklıkla yaptığı bazı faaliyetler vardır. Televizyonda sevdiğimiz bir prog-
ramı izleriz, gazetelerde ve dergilerde ilgimizi çeken yazıları okuruz. Müzik ve radyo programlarında
sevdiğimiz parçaları dinleriz (Resim 2.7). Evden çıkmadan önce parfüm süreriz. Yiyecekleri önce kok-
layıp sonra tadına bakarız. Televizyonu açmak için kumandanın düğmesine belli bir biçimde basma-
mız gerekir; radyonun sesini işitmek için ses düzeyini ayarlamamız, okuyabilmek için gazeteyi elimize
almamız, parfüm sürmek için şişeyi elimize alarak spreyine belli bir kuvvet uygulamamız, yiyecekleri
koklayabilmek içinse onları yine elimize almamız gerekebilir.
Peki, bu faaliyetlerde hangi duyularımızı kullanırız, hiç düşündünüz mü? Tüm bu faaliyetlerde görme,
dokunma, işitme, koklama ve tad alma duyularımız görev yapar. Duyuların alınması dış dünyaya açılan
duyu organları sayesinde olur.
Duyu organları, dış çevredeki uyaranları alır ve merkezî sinir sistemine iletilmesi için duyu sinirlerinde
impuls oluşturur. Çevredeki uyaranlar, duyu organlarındaki özelleşmiş epitel hücreler veya sinir uçları ile
alınır. Bu alıcılara reseptör (almaç) denir. Reseptörler, duyu nöronlarında impuls oluşturur. Duyu sinir-
leri bu impulsları merkezî sinir sisteminde beyne götürür. Burada ilgili merkezlerce değerlendirilir. Duyu
organlarımız göz, kulak, burun, dil ve deridir. Şimdi bu organları birlikte tanıyalım.
A. Görme Duyusu
Göz, ışığı algılayan ve bunu impulslara dönüştüren duyu organımızdır. İnsan gözü, 400-750 nano-
metre arasındaki ışığı görebilir. 400 nanometreden daha küçük ve 750 nanometreden daha büyük dalga
boyuna sahip ışık, impuls oluşumuna neden olmadığı için görme olayı gerçekleşmez. İnsan gözü, belirli
mesafedeki nesnelerin görüntülerini algılayabilme ve birçok rengi ayırt edebilme özelliğine sahiptir. Gö-
zümüz, göz küresinden ve göze yardımcı yapılardan oluşmuştur.
Göze yardımcı yapılar kaşlar, göz kapakları, kirpikler, gözyaşı bezleri ve göz kaslarıdır. Kaşlar ve
kirpikler gözü yoğun Güneş ışınlarından korurken yabancı maddelerin ve alından gelebilecek terin göze
kaçmasını engeller. Göz kapakları, altta ve üstte bulunur. Gözü mekanik olarak koruyan bu yapıların
yanında bir de gözyaşı salgılayan bezler vardır. Gözyaşı gözü nemli tutar, kurumaktan korur. Göze ula-
şan mikroplar gözyaşında bulunan bazı enzimler sayesinde yok edilir. Ağlama durumunda gözyaşının
123
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
fazlası burun boşluğuna akar, bir kısmı da gözden dışarı taşar (Resim 2.8). Ağlarken burnumuzun ak-
masının sebeplerinden birisi budur.
Göz kapağı
Kaş
Kirpik
Gözyaşı bezlerini
içeren kısım
Resim 2.8. Göze yardımcı yapılar
DIKKAT!
Göze yardımcı yapılar arasında göz kasları da yer alır. Göz küresinin hareketini sağlayan
kaslar, cismin yönüne doğru gözü hareket ettirir. Bu kaslar gözleri aynı yönde hareket ettiremezse
çift görme ya da şaşılık dediğimiz sorun ortaya çıkar.
Sert tabaka
Damar tabaka
Kirpiksi kaslar Ağ tabakası (Retina)
Arka oda
Mercek Camsı cisim
İris
Sarı benek
Göz bebeği
Kan damarları
Kornea
Ön oda Kör nokta
Asıcı bağları Görme sinirleri
Göz küresinin dıştan içe doğru üç tabakadan oluştuğu görülür. Bunlar; sert tabaka, damar tabaka
ve ağ tabakadır (Şekil 2.25).
Sert tabaka: Göz yuvarlağının sağlam ve kuvvetli olmasını sağlayarak gözün şeklini ve gözün iç
kısmını korur. Göz kürelerinin yuvaları içinde hareket etmesini sağlayan kaslara tutunma yeri de oluş-
turmaktadır. Bağ doku yapısında olan sert tabaka öne doğru saydamlaşarak saydam tabakayı yani
korneayı oluşturur. Saydam, renksiz ve kan damarı taşımayan kornea, ışığın kırılmasını sağlar. Kornea
göze gelen ışığı kırarak ışığın göz merceğine ulaşmasını sağlar.
124
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Biliyor musunuz?
Sert tabakaya sklera denir. Göz kapaklarımızı açtığımızda bu tabaka beyaz renkte görülür.
Çocuklarda ise sklera mavimsi renkte görülür. Çünkü sklera, altında bulunan pigment tabakası-
nın koyu-mürekkep rengini dışarıya yansıtmaması için yeterince kalınlaşmamıştır.
Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları (Genel Biyoloji), Cilt 1/Kısım II, Meteksan A.Ş, s.296, Ankara, 2007.
Damar tabaka: Sert tabakanın altında yer alır. Bu tabaka gözü besleyen kan damarları bakımından
zengindir. Aynı zamanda yoğun pigmentler de içeren bu tabaka, içerdiği pigmentlerden dolayı koyu
renkte görünür. Pigmentler göze gelen ışığın çoğunu emer. Işığın yansımasını önleyerek görüntü net-
liğinin sağlanmasına yardımcı olur. Damar tabaka gözün ön kısmında farklılaşarak göze rengini veren
irisi oluşturur. İrisin tam ortasında bulunan açıklığa göz bebeği denir.
Gözümüze ışık, göz bebeğinden girer. İrisin düz kasları, iris büyüklüğünü değiştirir, böylece göz be-
beğinden göze giren ışık miktarı ayarlanır. Parlak ışıkta, göz bebeği çapı azalır ve göze giren ışık miktarı
azalarak gerektiği kadar ışığın göze girmesi sağlanır. Loş ışıkta iris genişler ve göz bebeği çapı artar
(Resim 2.9).
İrisin arkasında saydam, ince kenarlı göz merceği bulunur. Mercek, göze gelen ışınları ikinci kez kı-
rarak ağ tabaka üzerinde bir noktada toplar. İris etrafında kalınlaşan damar tabaka, düz kaslarla birlikte
kirpikli cisim adı verilen yapıyı oluşturur. Kirpikli cisim göz merceğinin sabitlenmesini sağlar. Uzaktaki
ve yakındaki cisimlere bakılırken kirpikli cisim kasları kasılıp gevşeyerek merceğin kalınlığını ayarlar.
Örneğin yakındaki bir cisme bakarken göz bebeği küçülür, göz merceği şişkinleşir. Uzaktaki bir cisme
bakarken ise göz bebeği büyür, göz merceği incelir. Böylece cisim hangi uzaklıkta olursa olsun görüntü-
nün retinada bulunan sarı benek üzerine düşmesi sağlanır. Buna göz uyumu denir.
Gözümüz içinde üç farklı boşluk bulunur. Saydam tabaka ile göz merceği arasında kalan boşluğa ön
oda, mercekle iris arasında kalan boşluğa da arka oda adı verilir. Bu odalar özel bir sıvı ile doludur. Bu
sıvı göz şeklinin ve canlılığının korunmasını sağlar. Mercek ile retina arasında kalan boşluk ise camsı
sıvı olarak adlandırılır. Bu kısım jelimsi bir sıvıyla doludur. Camsı sıvı, göz küresinde iç basınç meydana
getirerek gözün şeklinin sabit kalmasını sağlar.
125
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Ağ tabaka (Retina): Göz küresinin en iç kısmında bulunan tabakadır. Bu tabakada ışığı algılayan fo-
toreseptörler ve ağ şeklinde dağılmış sinir hücreleri bulunur. Göz merceği ışığı fotoreseptörlerin üzerine
düşürür. Görme sinirleri, fotoreseptörlerde meydana gelen impulsları beyin merkezine iletir. Retinadaki
fotoreseptörler şekillerine göre çubuk ve koni hücreleri olarak adlandırılır (Şekil 2.26).
Çubuk hücresi
Retina
Koni hücresi
Sarı benek
Kör nokta
Ağ tabakada çubuk ve koni hücrelerinin en yoğun bulunduğu yer sarı benek olarak adlandırılır. Sarı
benek retinaya ulaşan ışınların toplandığı yerdir. Sarı beneğin merkezinde koni hücreleri, kenarlarında
ise çubuk hücreleri yoğunlaşmıştır.
Görme sinirlerinin göz küresinden çıktığı nokta ise kör nokta olarak adlandırılır. Burada fotoreseptör
bulunmadığından buraya düşen ışık algılanmaz ve görüntü oluşmaz.
Çubuk hücreleri, ışık şiddetinin daha az olduğu durumlarda görmeyi gerçekleştirir. Renkleri algıla-
maz ve siyah beyaz görmeyi sağlar. Çubuk hücrelerinde ışık miktarının az olduğu ortamlarda görmeyi
sağlayan rodopsin adı verilen bir pigment bulunur. Rodopsin sentezi için A vitamini gereklidir. A vitamini
eksikliğinde karanlıkta görme güçleşir, bu durum ise gece körlüğü olarak adlandırılır. Koni hücreleri ise
yeterli ışık şiddetinde renkli görmeyi sağlar. Retinada üç tip koni hücresi vardır. Bunlar kırmızı, yeşil ve
mavi ışığı algılama özelliğine sahip pigmentleri taşıyan koni hücrelerdir. Koni hücrelerinin bir grubunun
genlerinde meydana gelen kalıtsal olarak bozulma renk körlüğü hastalığını oluşturur. En yaygın görüleni
kırmızı-yeşil renk körlüğüdür. Koni reseptörlerinin hiç bulunmaması ise total renk körlüğü olarak adlan-
dırılır. Bu hastalığa sahip bireyler siyah-beyaz görür.
Görme olayı: Cisimden yansıyan ışınlar korneada kırıldıktan sonra göz bebeğinden geçer ve göz
merceğine ulaşır. Buradan mercekte ikinci kez kırılan ışınlar camsı sıvıya geçer. Buradan retina üzerine
düşer ve retinada ters bir görüntü oluşur. Işınlar retinada sarı benek adı verilen bölgede bulunan çubuk
ve koni hücrelerini uyarır. Uyarılan hücreler görme sinirlerinde impuls oluşturur. İmpulslar, bu sinirler
126
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
tarafından beynin görme merkezine iletilir. Burada değerlendirildikten sonra net, düz ve renkli görüntü
oluşur (Şekil 2.27).
Şekil 2.27. Cismin görüntüsü retinada ters oluşur, beyinde değerlendirilip düz olarak algılanır.
Her iki gözden çıkan sinirler beyin kabuğunda optik kiyazma olarak adlandırılan bir bölgede birleşir.
Burada her iki gözün sol tarafla ilgili görüntüsü beynin sağ tarafına, sağ tarafla ilgili görüntüsü ise beynin
sol tarafına iletilir (Şekil 2.28).
Görme alanı
Optik kiyazma
Talamus
Görme merkezi
Şekil 2.28. Sağ ve sol gözden gelen görüntüler beynin görme merkezinde birleşir.
127
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Memeli Gözünün İncelenmesi Koyun ya da sığır gözü, disek-
siyon küveti, plastik eldiven,
Amaç: Gözün yapısını kavrama diseksiyon seti, ameliyat ma-
kası, eldiven, gazete kâğıdı
Uygulayalım
• Elinize eldiven giyerek temin etmiş olduğunuz göz üzerindeki bağ ve yağ dokusunu ameliyat
makası yardımıyla temizleyiniz.
• Bu gözü kornea alta gelecek şekilde diseksiyon küvetine yerleştiriniz.
• Beyaz sinir demetinden tutarak kesme işleminiz için destek sağlayınız. Göz küresini yatay
eksen doğrultusunda kesmeye başlayınız.
• Bu işlemi gözü tamamen iki yarım küreye ayırana kadar devam ettiriniz.
• Gözün arka ve ön kısımlarını inceleyerek burada bulunması gereken yapıları görmeye çalışı-
nız.
• Daha sonra gözün ön kısmında bulunan merceği zedelemeden yuvasından çıkarınız.
• Merceği gazete kâğıdı üzerinde dolaştırınız ve mercek üzerinden yazılarda meydana gelen
değişiklikleri fark etmeye çalışınız.
Sonuçlandıralım
Bu etkinlikle gözün yapısını incelediniz. Böylece kornea, camsı sıvı, göz merceği, gözün katmanları
vb. yapıları yakından gözlemleyerek gözün yapısını daha iyi kavradınız.
128
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
B. İşitme Duyusu
İnsanda işitme ve denge birbiriyle yakından ilişkilidir. Kulak, işitme duyusunda ve denge olayında
görev alan organımızdır. Hem işitme hem de denge mekanoreseptörlerde oluşan impulsların merkezi
sinir sistemine iletilmesiyle gerçekleşir.
Kulak; dış kulak, orta kulak ve iç kulak olmak üzere üç bölümden oluşur (Şekil 2.29).
Yarım daire
Örs kanalları Kemik
kemiği Üzengi
Salyangoz (Kohlea)
Çekiç kemiği
kemiği İşitme sinirleri
Kulak kepçesi
Kulak Yuvarlak
Kulak zarı pencere
Kulak memesi yolu
Oval
Kulak
pencere
boşluğu Östaki
Dış kulak Orta kulak İç kulak borusu
Dış kulak: Kulak kepçesi ile dış kulak yolundan oluşur ve kulak zarı ile sonlanır. Kulak kepçesi çev-
reden gelen ses dalgalarını toplar, kulak yoluna iletir. Kulak kepçesinden gelen ses dalgalarını da kulak
kepçesi kulak zarına iletir. Aynı zamanda kulak yolunda kulak kiri salgılayan bezler bulunur. Kulak kiri
kulağa giren maddeleri tutar. Orta kulakla dış kulağı birbirinden ayıran yapı kulak zarıdır. Bağ dokudan
oluşan kulak zarı düşük frekanslı seslerle yavaş, yüksek frekanslı seslerle hızlı titreşir. Bu titreşimleri
orta kulağa iletilir.
Orta kulak: Kulak kemikleri ile östaki borusundan oluşur. Kulak zarı ile dış kulaktan, oval ve yuvarlak
pencerelerle iç kulaktan ayrılır. Çekiç, örs ve üzengi kulak kemikleridir. Çekiç kemiğinin sapı, kulak zarı-
nın iç yüzeyine yapışıktır. Üzengi kemiğinin tabanı oval pencereye bağlıdır. Bu kemikler, kulak zarından
oval pencereye kadar bir zincir oluşturur. Havadaki titreşimler, kulak zarı üzerinden bu kemik zinciri ile iç
kulağın sıvı ortamına taşınır. Oval pencere, orta ve iç kulağı birbirinden ayıran zar ile kaplı bir açıklıktır.
Oval pencerinin altında ise yuvarlak pencere bulunur.
Orta kulak boşluğundaki hava basıncı ile dış ortamdaki hava basıncının aynı düzeyde tutulmasını
östaki borusu sağlar. Orta kulak, östaki borusu ile yutağa bağlanır. Yükseklik, şiddetli ses gibi etkenler
ile kulak zarına dıştan uygulanan basınç, östaki borusu sayesinde iç taraftan da uygulanarak denge
sağlanır ve kulak zarının zarar görmesi önlenir. Östaki borusunun yutağa uzanan ucu normalde kapalı-
dır. Esneme, yutma, aksırma gibi durumlarda açılır.
129
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İç kulak: İç kulakta hem işitme hem de denge duyularının alındığı yapılar bulunur. İç kulak şakak ke-
miği içinde yer alır. İşitme duyusu ile ilgili yapı salyangoz (kohlea), denge duyusu ile ilgili yapılar yarım
daire kanalları ile kesecik ve tulumcuk adlı torbalardır.
Orta kulaktan sonraki ilk bölüm dalız adını alır. Dalız, iç kulağın oval pencereye bakan kısmındaki
boşluktur. Oval pencereden gelen ses dalgalarını salyangoza iletir. Dalız boşluğunun alt kısmında sal-
yangoz (kohlea) bulunur. Şekil 2.30’da görüldüğü gibi salyangoz (kohlea), yan yana üç kanaldan olu-
şan tüp şeklinde bir yapıdır. Bu tüpün içindeki kanallar zarlarla birbirinden ayrılır. Bu üç kanaldan ortada
yer alan kohlear kanal, işitme reseptörü olan Corti organını (korti organını) bulundurur. Kohlear kanal
endolenf adlı sıvı ile doludur. Kohlear kanalın üstündeki vestibüler kanal ile altındaki timpanik kanal
perilenf adlı sıvı ile doludur. Timpanik kanal ile kohlear kanal arasındaki temel zar üzerinde yani kohlear
kanalın içinde Corti organının kıl hücreleri bulunur. Mekanoreseptör olan kıl hücrelerinin üzerinde de
çatı zarı vardır. Çatı zarın bir ucu serbest olup diğer ucu temel zara bağlıdır. Ses ile perilenf sıvısında
oluşan basınç dalgası yuvarlak pencere zarına kadar iletilir. Bu basınçla yuvarlak pencere zarı orta
kulağa doğru itilir. Oluşan hareket ile temel zar üzerindeki reseptörlerin kıl hücreleri çatı zara sürtünür.
Bu sürtünme duyu sinirlerinde impuls başlatır. İmpulslar, talamusa sonra da beyin kabuğuna giderek
değerlendirilir.
Vestibüler kanal
ve perilenf sıvısı
Vestibüler zar
Kohlear kanal ve
Oval endolenf sıvısı
pencere Kohlear
Dalız Corti organı sinirler
Yuvarlak pencere
Timpanik kanal
ve perilenf sıvısı
Temel zar
Şekil 2.30. Kulak salyangozu iç yapısı
Kulağın işitmeden ve dengeden sorumlu organ olduğunu belirtmiştik öyleyse işitme ve denge olayı-
nın nasıl meydana geldiğine sırayla bakalım.
İşitme olayı: Ses dalgaları kulak kepçesi tarafından toplanır ve kulak zarına iletilerek kulak zarı
titreştirilir. Kulak zarındaki titreşimler orta kulağa iletilir. Orta kulakta çekiç, örs ve üzengi kemiklerinin
titreşmesiyle titreşim kuvvetlenir ve iç kulağa oval pencere ile iletilir. Oval penceredeki titreşimler sal-
yangoz içindeki sıvıları titreştirir. Bu titreşimler dalız aracılığı ile vestibüler kanala iletilir. Burada titreşim
sonucu oluşan sıvı dalgaları, timpanik kanal aracılığı ile kohlear kanala geçer. Bu kanalın tabanında
bulunan temel zar titreşir. Bu titreşimler Corti organında bulunan kıllı duyu hücrelerinde impuls oluşturur.
Bu impulslar işitme sinirleri ile beyin kabuğundaki işitme merkezine iletilir ve burada ses olarak algılanır.
Denge olayı: İç kulakta bulunan tulumcuk, kesecik ve yarım daire kanalları dengenin sağlanmasında
görevlidir. Yarım daire kanalları, dönme hareketi ile oluşan konum değişikliklerini algılayan yapılardır.
130
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Yarım daire kanallarında denge reseptörleri (tüy hücreleri) ve endolenf sıvısı bulunur. Vücut ve vücutla
birlikte baş dönüş hareketi yaptığında veya ileriye, geriye ya da sağa, sola büküldüğünde yarım daire
kanalları içindeki endolenf sıvısı hareket eder (Şekil 2.31). Endolenfin hareketi tüy hücrelerinin bükülme-
sini sağlar. Böylece denge reseptör hücrelerini uyarmış olur. Bu hücreler de sinirlerde impuls oluşturur.
Bu impulslar denge sinirleri ile beyinciğe taşınır. Beyincik hareket yönünü algılar ve bunu beyin kabuğu-
na iletir. Böylece vücuttaki denge değişiklikleri algılanır.
Tüy
Sinir lifleri
Kesecik ve tulumcuk yer çekimine karşı yapılan hareketlerde oluşan konum değişikliklerini algılayan
yapılardır. Kesecikte ve tulumcukta denge reseptörleri ve otolit adı verilen denge taşları da bulunur.
Vücudun konumu değiştiğinde bu taşlar hareket eder ve duyu reseptörlerine basınç yapar. Basınç de-
ğişikliği bu hücrelerde impuls başlatır. İmpuls denge sinirleriyle beyne ulaşır. Böylece vücudun konum
değişikliği algılanır.
Biliyor musunuz?
Deniz veya kara taşıma araçları içinde uzun süre sallanma, küçük bir daire içinde dönme gibi
hareketler, kulaktaki denge organının reseptörlerini aşırı uyarabilir. Bu durumda baş dönmesi,
kusma, deride renk solması, terleme ve kan basıncında değişmeler görülür.
NOYAN, A., Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, Meteksan A.Ş., 14. Baskı, s.477, Ankara, 2004.
C. Tat Duyusu
İnsanlarda tat alma duyusu organı dildir. Dil aynı zamanda konuşma, yutma ve yutkunmaya yardımcı
bir organdır. Epitel doku ile örtülü olan dil üzerinde tadı alan papilla adı verilen çıkıntılarda tat tomurcukları
131
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
bulunur. Tat tomurcuklarında tat duyusunu alan reseptörler vardır ve bu hücreler tat alma sinirleriyle
bağlantılıdır. Tat almayı sağlayan reseptörler kimyasal maddeleri algılayan kemoreseptörlerdir.
Bir besinin tadının alınabilmesi için o besininin moleküllerinin sıvı içerisinde çözünmüş olması gere-
kir. Sıvı içerisinde çözünmüş olan maddeler tat tomurcuklarındaki kemoreseptörleri uyarabilir. Çiğneme
ile birlikte pek çok madde ağızdaki tükürük sıvısı içinde çözünür. Çözünen madde duyu hücresini uyarır.
Böylece bu hücrede impuls başlar. Bu impulslar tat alma sinirleri ile önce talamusa, daha sonra beyin
kabuğundaki tat merkezine iletilir ve tat algılanır.
Memelilerde tat alınmasından sorumlu reseptör hücreler, tat tomurcukları şeklinde organize olmuş,
değişime uğramış epitel hücreleridir. Tat tomurcukları, ağız ve dilin değişik bölgelerine yayılmış olarak
bulunur. Dildeki tat tomurcuklarının çoğu, papilla denen meme biçimindeki çıkıntılarla birlikte yer alır. Tat
tomurcuklarına sahip dilin herhangi bir bölgesi, beş çeşit tattan herhangi birini algılayabilir (Şekil 2.32).
Duyu
reseptör
Duyu nöronu hücreleri
Tat
poru
Tatlı
Besin
Tuzlu
Tat tomurcuğu molekülü
Ekşi
Papilla Acı
Umami
Dil
Beş tat çeşidi
Şekil 2.32. Dilin tüm bölgelerindeki tat tomurcukları, beş tat çeşidi için özgün olan duyu reseptör hücrelerini içerir.
Biliyor musunuz?
Umami (Japoncada “lezzetli” için kullanılır) tadı, bir amino asit olan glutamat tarafından ya-
ratılır. Genellikle tatlandırıcı olarak kullanılan monosodyum glutamat (MSG), et ve eski peynir
yiyeceklerinde doğal olarak bulunur ve bazen tat bakımından kaliteyi ortaya çıkarır.
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s.1101, Ankara, 2013.
Biliyor musunuz?
Tat almada koku almanın da rolü vardır. Tatlar beyindeki sıcaklık ve koku merkeziyle beraber
bulunan bir merkez tarafından yorumlanır. Çiğnemeyle beraber meydana gelen koku, burunla
da algılandığından, tat ve koku ortak olarak değerlendirilir. Örneğin burnumuzu kapayıp soğanı
çiğnediğimizde, yalnız tatlımsı bir duygu algılarız. Tat almada koku almanın da rolü olduğundan
nezle olduğumuzda veya çok acı baharatlı şeyler yediğimizde ve çok sigara içildiğinde tat alma
duyarlılığımızı yitiririz.
Demirsoy, A.,Yaşamın Temel Kuralları (Genel Biyoloji), Cilt 1 / Kısım II, Meteksan AŞ, s.256-258, An-
kara, 2007.
132
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Tat Algılamasına Fiziksel Özelliklerin Etkisi Gazlı bez, kesme şeker
Amaç: Tat algılamayı etkileyen faktörlerin kavranması
Uygulayalım
Bir arkadaşınızın dilini dışarı çıkarmasını isteyiniz.
Dilin üzerini gazlı bez ile kurulayınız.
Dilin üzerine bir adet kesme şeker koyunuz. İlk anda tat hissinin oluşup oluşmadığını kaydediniz.
Tat hissi oluşmadıysa oluşması için 2 dakika kadar bekleyiniz.
Arkadaşınıza nasıl bir tat aldığını sorunuz ve kaydediniz.
Sonuçlandıralım
1. Dilin üzerine kesme şekeri koyar koymaz niçin tadını algılayamadık da 2 dk. bekledik? Açık-
layınız.
2. Bu deneye göre tat almayı etkileyen faktörler nelerdir? Açıklayınız.
Bu etkinlikle dilin uyarılabilmesi için besin maddelerinin suda çözünmesi gerektiğini öğrendiniz. Şim-
di de koku duyusuna bakalım.
Ç. Koku Duyusu
Koku alma organı olan burun aynı zamanda solunuma da yardımcı bir organdır. Burun önden iki
delikle dışarıya açılırken arka taraftan da yutağa açılır. Burun boşluğunun üst tarafında küçük bir yer
kaplayan koku alanı bulunur. Koku alanında reseptör hücreler ve epitel hücreler vardır. Bu alana sarı
bölge denir. Epitel hücreleri mukus salgısı yapar. Her biri birer sinir hücresi olan reseptör hücrelerinden
çıkan siller mukus içinde yer alır. Reseptör hücrelerin ise aksonları kalbur kemiğini geçer ve koku soğan-
cığına girerek, buradaki sinir hücreleri ile sinaps yapar (Şekil 2.33).
Beyin
Koku soğancığı
Koku soğancığı
Aksonlar
Kalbur kemiği
Koku epiteli
Reseptör hücreler
Mukus
Siller
Şekil 2.33. Mukus içinde çözünen moleküller duyu hücreleri üzerindeki kimyasal uyarıları alan reseptörler
tarafından algılanır. Oluşan uyartılar bu duyu hücreleri tarafından doğrudan koku soğancığına iletilir ve beyinde
koku olarak algılanır.
133
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Reseptör hücreler, mukus içinde çözünen maddelerle uyarılır. O nedenle tıpkı dilde olduğu gibi bu-
rundaki reseptörler de kemoreseptörlerdir. Reseptör hücrelerde oluşan impuls koku soğancığındaki si-
nirlere aktarılır. Bu impulslar talamusa uğramadan doğrudan beyin kabuğuna gider ve koku algılanır. İki
burun deliğine, koku veren maddelerin geliş zamanı arasındaki fark, kokunun hangi yönden geldiğini
anlamada önemli bir etkendir. Koku alma duyusu aynı çeşit koku ile uzun süre uyarılınca yorulur ve bu
koku hissedilmez. Ancak farklı bir koku ile temas edilince koku hemen algılanır. Koku duyusunun yorul-
ması insanı kötü kokulardan koruyan bir adaptasyondur.
D. Dokunma Duyusu
Şimdiye kadar görme, işitme, tat alma ve koklama duyularımızı gördük. Bunların içinden en önemli
duyumuz hangisidir diye sorsak birçoğumuz belki de görme diyecektir. Görme de çok önemli bir duyu-
muzdur. Ancak beynimize en çok bilgi veren dokunmadır (Resim 2.10). Dokunma duyusu organımız ilk
başta eller gibi görünse de aslında tüm vücudumuzu saran derimiz dokunma duyusunu oluşturur.
Derimiz; soğukluğu, sıcaklığı, sertliği, yumuşaklığı, basıncı, yüzeylerin pürüzlü veya düzgün oluşu
gibi özelliklerini algılar. Derinin duyuları algılamanın yanında birçok özelliği de vardır. Bunlardan bir-
kaçını şu şekide sıralayabiliriz: Koruyucu tabaka olarak tüm vücudumuzu sarar. Böylece vücudu dış
ortamdaki fiziksel ve kimyasal etkilerden korurken vücuda mikropların girmesini de engeller. Vücudun
su kaybını önler. Terleme ile vücut sıcaklığının düzenlenmesine ve boşaltıma yardımcı olur.
Derinin yapısını iki temel doku oluşturur. Bunlar: Epitel doku ve bağ dokudur
a. Epitel doku: Vücudun, organlarının yüzeyini örten dokudur. Hücreleri birbirlerine hemen hemen
boşluk bırakmayacak şekilde yapışıktır. Bu doku bir taban zarı üzerinde bulunur. Bu zar taşıdığı kan
damarları vasıtasıyla epitel doku hücrelerinin beslenmesini sağlar. Epitel dokuda kan damarı bulunmaz.
O nedenle beslenme, bağ dokusu aracılığıyla ve difüzyonla olur. Epitel doku; vücutta bulunduğu yere,
yaptığı göreve ve bu görevden dolayı kazandığı yapı şekline göre örtü epiteli, bez epiteli ve duyu epiteli
olmak üzere üç kısma ayrılır.
134
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Örtü epiteli, vücudun iç ve dış yüzeyini örter. Hücrelerinin şekillerine ve dizilişine göre iki kısımda
incelenir. Bunlardan biri tek katlı epitel olup bir sıra halinde yan yana dizilmiş hücrelerden oluşmuştur.
Hücre şekillerine göre tek katlı yassı epitel, tek katlı kübik epitel, ve tek katlı silindirik epitel olmak üzere
üçe ayrılır.Bir diğer örtü epitel türü ise çok katlı epitel olup çok fazla epitel hücresinin üst üste gelmesiyle
oluşur. Çok katlı epitel üst deride bulunur.
Bez epiteli salgı üreten epitel dokudur. Örneğin tükürük, ter, gözyaşı gibi dış salgılar tiroksin ve insü-
lin gibi hormonlar salgı epiteli tarafından salgılanır.
Duyu epiteli ise duyu organlarının yapısında bulunur. Dış ortamdan gelen fiziksel, mekanik, kimyasal
ve optik uyarıları alan ve özel bir enerji sistemine çeviren hücrelerdir. Dış yüzeye bakan kısımlarında re-
septör (almaç) denen duyu hücreleri ya da tüyleri bulunur. Örneğin dildeki tada duyarlı reseptörler epitel
hücresidir.
b. Bağ doku: Dokuları birbirine bağlayan ve vücuda desteklik sağlayan dokudur. Bağ dokusu hücre-
lerden, ara maddeden ve liflerden oluşur. Bağ doku hücreleri mast hücreleri, fibroblastlar ve makro-
fajlardır (Şekil 2.34).
Yağ hücresi
Melanosit
Lenfosit
Mast hücresi
Kan damarı
Kollajen lifler
Mast hücreleri kanın damar içinde pıhtılaşmasını önleyen heparini üretir. Ayrıca histamin de sal-
gılar. Histamin, kılcal damarların geçirgenliğini artırır ve alerjilerde miktarı artar. Fibroblastlar ise bağ
dokunun liflerini ve ara maddeyi üretir. Makrofajların fagositoz yapma özellikleri vardır ve vücut savun-
masında görev alır.
Bağ dokunun lifleri ise kollajen lifler ve elastik lifler olmak üzere ikiye ayrılır. Kollajen lifler demetler
hâlinde bulunur. Proteinden oluşur ve gerilmeye dayanıklıdır. Elastik lifler dallanarak gevşek bir ağ oluş-
turur. Proteinden yapılmıştır ve esnektir.
Bağ doku hücre arası maddelerine, taşıdıkları liflere ve belirli bir şekle sahip olup olmamalarına göre
vücudumuzda çeşitli şekillerde bulunabilir.
135
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Yapısında çekilmeye, bükülmeye dayanıklı ağ şeklinde lifler bulunan gevşek bağ doku omurgalı
hayvanlarda oldukça yaygındır. Kan damarları ve lenf boşluklarıyla donatılmıştır. Dermiste (alt deri) ve
bezlerinde bulunur. Sıkı (yoğun) bağ dokunun ara maddesinde kollagen lifler ve bunlar arasında elastik
ağlar bulunur. Mekanik etkilere karşı görev yapan vücut kısımlarında bulunur. Kollajen lifler birbirine
paralel şekilde dizilir. Hücrelerinde yağ depolayan bağ doku da vardır. Yağ sentezi yapan hücrelere
lipoblast denir. Deri altında, kemik iliği gibi yerlerde bolca görülür.
Deri, görevlerine göre üst deri (epidermis) ve alt deri (dermis) olmak üzere iki kısımda incelenir (Şekil
2.35).
Gözenek Kıl
Sıcaklık
reseptörleri
Epidermis
Korun Malpighi
(üst deri)
tabakası tabakası
Serbest sinir uçları
Dermis
(alt deri) Ter bezi
Sinirler
Kıl kökü
Yağ doku Kan damarları
Dokunma reseptörü
Basınç reseptörü
Üst deri (Epidermis): Kan damarları ve sinirlerin olmadığı çok katlı epitel dokudan oluşur. Üst kıs-
mında yassı, sert ve ölü hücreler bulunur. Bu bölüme korun tabakası denir. Korun tabakasında kera-
tinleşmiş hücreler bulunur. Keratinli hücreler deriyi vurma, çarpma, mikroorganizmalar gibi etkenlere
karşı korur. Korun tabakası altında canlı hücrelerden oluşan deriye renk veren melanin pigmentlerinin
bulunduğu malpighi tabakası yer alır.
Alt deri (Dermis): Dermis, bağ dokudan yapılmıştır. İçinde kan damarları, sinir uçları, duyu resep-
törleri, kaslar, ter ve yağ bezleri bulunur. Derinin dermis tabakasında dokunma, basınç, sıcak, soğuk ve
ağrı duyusunu alan birbirinden farklı reseptörler vardır. Dokunma ve basınç duyusunu alan mekanore-
septörler en çok parmak uçlarında bulunur. Kıl kökü reseptörleri bir tür dokunma reseptörüdür. Deride
ısı duyusunu alan iki tip termoreseptör bulunur. Bunlar soğuk ve sıcak duyusunu alan reseptörlerdir.
Termoreseptörler çabuk yorulur. Doku hasarı oluşturan ya da oluşturmak üzere olan uyaranlar ile aşırı
sıcaklık, ağrı reseptörlerini uyarır. Derideki reseptörlerden çıkan uyarılar duyu sinirleri ile beyin korteksi-
ne ulaşır ve ilgili duyu algılanır.
136
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
OKUMA METNİ
İsveç Kraliyet Teknoloji Üniversitesi’nden araştırmacılar ilk kez insanın dokunma duyusunun
hassasiyetini ölçtü. Scientific Reports (Sayıntifik Reports) dergisinde yayımlanan çalışmada in-
sanların pürüzsüz görünen yüzeylerdeki nano ölçekteki girinti ve çıkıntıları bile hissedebildiği an-
laşıldı. Bu bulgular örneğin görme engelliler için geliştirilen dokunmatik ekran benzeri uygulama
alanlarında yararlı olabilir.
Araştırmacılardan yüzey kimyası alanında çalışan Profesör Mark Rutland (Mark Ratlınt), in-
san parmağının üzerinde 13 nanometre ölçeğinde küçük çıkıntılar olan pürüzlü yüzeyler ile düz
yüzeyler arasındaki farkı algılayabildiğini söylüyor. Yani eğer parmağımız dünya büyüklüğün-
de olsaydı sadece dokunma duyumuzla evler ve arabalar arasındaki farkı anlayabilirdik. Çalış-
ma, pürüzlü yüzeylerin algılanmasında girintinin ve çıkıntının dalga boyu yani genişliği ile yüzey
sürtünmesinin önemli olduğunu ortaya çıkardı. Bir yüzey üzerinde hareket ettirdiğimizde par-
mağımızda titreşim hissederiz. Bu titreşimler farklı yüzeylerde farklı şekilde hissedilir. Yüzeyin
üzerindeki pürüzler, farkı algılayabilmemiz için yüzeye ne kadar bastırmamız gerektiğini belirler.
Örneğin en uygun sürtünme kuvvetinin oluşması için çok pürüzlü yüzeylere daha az kuvvet uygu-
lamak gerekir. Bu bilgiler robotlardaki dokunma algısı ve görsel gerçeklik uygulamalarında yararlı
bilgiler sağlayabileceği gibi dokunmatik ekranlarda titreşimler sayesinde farklı dokuları algılamak
amacıyla da kullanılabilir.
137
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Yaşamımız için çok önemli olan duyu organlarımızın sağlığına dikkat etmezsek duyu organlarımız-
da birtakım bozukluklar ortaya çıkabilir. Peki, bu bozukluklar nasıl düzeltilir? Günümüzde teknolojinin
gelişmesiyle duyu organları ile ilgili tedavi yöntemleri artmıştır. Şimdi duyu organlarımızın sağlığının
korunması ile ilgili neler yapabileceğimizi görelim.
İnsanlar gözlerinde meydana gelen çeşitli bozulmalar nedeni ile görme problemleri yaşarlar. Bu prob-
lemler bazı kişilerde doğuştan vardır, bazılarında ise sonradan meydana gelir. Bu göz kusurlarını şu
şekilde sıralayabiliriz:
1. Miyopluk: Gözün önden arkaya doğru çapı uzun veya gözün çapı normal olduğu hâlde göz mer-
ceğinin dışa kavisliği fazladır. Bu durumda görüntü retinanın önünde oluşur. Yakını görüp uzağı net
göremeyen bu göz bozukluğunda, net görüş, iç bükey (kalın kenarlı) mercek kullanılarak sağlanır (Şekil
2.36).
a. Normal görüş b. Miyop görüşte görüntü sarı c. Miyopluk kalın kenarlı mer-
benek önüne düşer. cekle düzelir.
Şekil 2.36. Miyopluk
2. Hipermetropluk: Gözün önden arkaya doğru çapı kısa veya gözün çapı normal olduğu hâlde göz
merceği daha incedir. Bu durumda görüntü retinanın arkasında oluşur. Uzağı görüp yakını net göreme-
yen bu göz bozukluğunda, net görüş dış bükey (ince kenarlı) mercek kullanılarak sağlanır (Şekil 2.37).
138
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
4. Prespitlik: Yaşlanma ile göz merceği esnekliğini kaybetmeye başlar ve uyum yeteneği azalır.
Uzağı iyi gördüğü hâlde yakını net göremez. Dış bükey (ince kenarlı) mercekle yakını görmesi sağlanır.
5. Glokom: Mercekle kornea arasındaki ön bölümde bulunan saydam sıvının fazlası bir kanalla atılır.
Bu kanal tıkanırsa gözün iç basıncı artar, retina hücreleri zarar görür ve körlük ortaya çıkar (Şekil 2.39).
6. Katarakt: Göz merceğinin içindeki sıvının saydamlığını kaybetmesi sonucunda görüntünün oluşa-
mamasıdır. Bu durum ameliyatla düzeltilebilir (Şekil 2.40).
b. Saydamlığını kay-
a. Normal mercek
betmiş mercek sonucu
katarakt oluşur.
Şekil 2.40. Katarakt
139
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
7. Şaşılık: Gözü hareket ettiren kasların uyumsuzluğu sonucunda oluşur. Bu bozukluk ameliyatla
düzeltilebilir.
8. Renk körlüğü: Kırmızı-yeşil renk körlüğü, kırmızı ve yeşil renklerin birbirinden ayırt edilemediği
kalıtsal bir göz kusurudur. Tedavisi yoktur. Genellikle bu kişiler, kırmızı ve yeşil renkleri algılayamaz.
Ancak tüm renkleri algılayamayanlar da vardır. Tüm renkleri algılayamayanlara da tam renk körü denir.
Gözlük ve kontak lensler; miyopluk, hipermetropluk ve astigmatlık gibi göz kusurlarının tedavisinde
kullanılan teknolojik araçlardandır (Resim 2.11).
Resim 2.11. Kontak lensler gözlük kullanamayanlar için teknolojik bir gelişmedir.
Ayrıca teknolojik gelişmeler sayesinde korneadaki bozulmalar nedeniyle göz kusuru yaşayanlar, kor-
nea nakli ile korneasını değiştirilebilmektedir.
Tüm bunlarla birlikte göz sağlığımızı korumak için gözlerimizi temiz tutmalıyız. Başkalarına ait havlu-
ları ve gözlükleri kullanmamalıyız. Televizyonu uzun süre ve yakından izlememeliyiz. Okuma sırasında
gözlerimiz ile kitap arasındaki uzaklığın 20-35 cm olmasına dikkat etmeliyiz. Gözlerimizi aşırı ışıktan
korumalıyız. Gözlerimizin görme yeteneğini artırmak için A vitamini içeren besinler tüketmeliyiz.
İşitme bozukluklarının birçok sebebi vardır. Bunların bazıları işitme kaybına, bazıları da sağırlığa yani
hiç duymamaya yol açabilir. İşitme bozuklukları doğuştan olabileceği gibi sonradan da oluşabilir. İşitme
kayıplarının şiddeti, hafiften kalıcılığa doğru değişmektedir. Bazı işitme sorunları muayene ile teşhis
edilirken bazıları için çok sayıda test gerekebilir.
Kulağın bölümlerine göre işitme kaybı nedenleri farklı olabilir. Dış kulakta bulunan kulak kiri, yabancı
cisim, kulak kepçesi yokluğu ya da doğuştan şekil bozukluğu, dış kulak yolunun doğuştan kapalı olması
ya da kulak şeklinde bozukluk, kulak zarının sertleşmesi, dış kulak iltihabı ya da tümör oluşması dış
kulak bölümündeki işitme kaybı nedenidir. Orta kulak iltihabı, basınç düşüklüğü, orta kulak kireçlenmesi,
orta kulak kemiklerinin kaynaşması, orta kulakta yer alan tümörler, yırtılmış ya da delinmiş kulak zarı
orta kulak bölümündeki işitme kaybı nedenleridir. İç kulaktaki işitme kaybı nedenleri ise yaşlılığa ve
yüksek gürültüye maruz kalmaya bağlı olarak kohleadaki işitme sinirlerinin zarar görmesidir. Bu tür bir
140
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
işitme kaybı kalıcı işitme kaybı olarak da bilinir. Ayrıca iç kulak iltihabı, işitme sinirinde bulunan tümörler
de işitme kaybına neden olabilir.
İşitme sorunlarının tedavisi ise sorunun nedenine ve şiddetine göre değişmektedir. Bazı tedavi yolla-
rını şu şekilde sıralayabiliriz:
• Koklear implant: Koklear implant, iç kulakta meydana gelen sorunları gidermeye yarayan tıbbi bir
cihazdır. İşitme cihazları, sesin şiddetini yükseltirken koklear implant, beyne ses sinyallerini gön-
dermede problem yaşayan kohlearın görevlerini yerine getirir. Koklear İmplant, sesleri kodlanmış
elektriksel uyarımlara dönüştürür. Bu uyarımlar, işitme sinirini uyarır ve beyin tarafından ses olarak
algılanır.
• Wireless teknoloji: Duymayan kulaktan duyan ya da az miktarda işitme kaybı olan kulağa kablosuz
iletim sağlayan teknolojik bir yöntemdir. Kişi bu cihazla sesleri daha iyi duyar.
Dış dünyadaki sesleri duymamızı sağlayan kulağımızın sağlığını korumak için kulaklarımızı temiz
tutmalı ve soğuktan korumalıyız. Kulaklarımızı sert cisimlerle karıştırmamalı ve dış darbelerden de koru-
malıyız. Aynı zamanda yüksek sesli ortamlarda bulunmamalı, patlama sesi gibi şiddetli seslerin olduğu
ortamlarda, oluşan basıncın kulak zarımıza zarar
vermesini engellemek için ağzımızı açmalıyız.
141
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Dokunma hissimizi, bedenimizin dış dünya ile irtibatını sağlayan radar olarak düşünebiliriz. Dokun-
ma, insanın dış dünyayla ilk tanışma yoludur. Peki dokunma duyumuzu sağlayan derimize ne kadar iyi
bakıyoruz?
Derimize yeterli özeni göstermezsek birçok deri hastalığı ile karşılaşabiliriz. Bu hastalıklar ağrıya,
acıya sebep olarak dokunma duyumuzu olumsuz etkiler. Derimizi delici, kesici, ezici cisimlerin meydana
getirdiği yaralardan, yanıklardan, soğuğa bağlı olan çatlaklardan ve kimyasal maddelerin tahrişine bağlı
olarak ortaya çıkan yaralardan sakınmalıyız. Bu tür etkenler derimizi fiziksel olarak etkiler ve dokunma
duyumuzu zayıflatır.
Bazı deri hastalıklarının teşhisinde ise dermatoskop adı verilen cihaz kullanılır (Resim 2.14). Der-
matoskop cihazı, cilt yüzeyini 10 ila 100 kere büyüterek görüntüler. Deri yüzeyinin mikroskopik olarak
incelemesine olanak tanıyan bu işlem ile benlerin yapısındaki değişimler de izlenebilir.
Koku ve tat alma duyularımız hem yemeye karşı iştahımızı açarak hem de sosyal aktivitelerden al-
dığımız hazzı artırarak yaşamımızı güzelleştirir. Koku ve tat almada sorun yaşadığımız zaman, daha az
yemek yer, sosyal aktivitelerden keyif almaz ve kendimizi kötü hissederiz. Koku ve tat alma duyularımız
bizi yangın, zehirli gaz ve bayat yiyecekler gibi tehlikelere karşı da korur.
Bilim insanları, koku alma duyusunun en gelişmiş olduğu yaş aralığının, 30-60 arası olduğunu öne sür-
mektedir. 60 yaşından sonra koku alma duyusunun, azalmaya başladığını ve yaşlıların büyük bir çoğun-
luğundan koku alma yetisinde azalma olabileceğini öne sürmektedir. Bazı kişilerin koku ve tat alma duyu-
ları doğuştan az gelişmiştir. Ayrıca burun ve sinüs boşluğundaki polipler, hormonal değişiklikler veya diş
142
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
hastalıkları da koku ve tat duyularının azalmasına neden olabilir. Böcek ilacı gibi kimyasallara ve bazı
ilaçlara uzun süreli maruz kalmak da bu sorunun kaynağı olabilir. Sigara da koku ve tat alma yetisini
olumsuz etkiler. Sigarayı bırakan insanlar, bu yetilerini yeniden kazanır. Kimi zaman bazı ilaçlar koku ve
tat alma bozukluğuna yol açar ve ilaç bırakıldığında veya tedavi değiştirildiğinde bu duyularda iyileşme
görülür. Ayrıca ciddi solunum yolu enfeksiyonu veya mevsim alerjisi olan hastalar, iyileşince veya alerji
mevsimini geçince de normal fonksiyonlarını kazanabilir (Resim 2.15).
Dil ve burun sağlığımız için günlük hayatta şunlara dikkat etmeliyiz. Ağız temizliğine önem vermeliyiz.
Çok sıcak ya da çok soğuk yiyeceklerden ve içeceklerden kaçınmalıyız. Alkol ve sigara kullanmamalı ve
dilimize zarar verebilecek bazı kimyasal maddelerden uzak durmalıyız. Burun kıllarını koparmamalıyız.
Burnumuzu karıştırmamalıyız. Ne olduğunu bilmediğimiz ya da kokusu keskin olan maddeleri koklama-
malıyız.
OKUMA METNİ
143
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İyi ya da kötü tüm anılarımız zamanla yok olmaya meyilli. Ancak uzmanlara göre duygularımı-
zı yoğun olarak harekete geçiren anılar, belleğimizden diğer anılarımıza göre daha geç siliniyor.
Üstelik bizi olumsuz yönde etkileyen, özellikle de korku duygumuzu harekete geçiren anıları
daha doğru olarak hatırladığımızı gösteren bazı araştırmalar var. Bu da belleğimiz ve duyguları-
mız arasında bir etkileşim olduğunu gösteriyor. Yaşadığımız olay bizi duygusal açıdan ne kadar
olumsuz etkilediyse o olayı anıya çevirme olasılığımız o kadar yüksek oluyor. Daha doğru ve ay-
rıntılı olarak hatırlama olasılığımız da. Buna karşın düğün, doğum günü gibi olumlu duygularımı-
zı canlandıran olaylarda ya da işyerinde geçirdiğimiz sıradan bir gün gibi üzerimizde belirgin
bir etki bırakmayan zamanlarda beynimiz ortamdaki bir ayrıntıya odaklanmıyor. Bu durum
böyle olaylara dair pek çok şeyi eşit derecede ve daha yüzeysel hatırlamamıza neden olu-
yor. Yani yaşadığımız olayların bizde yarattığı duygular belleğimizi farklı şekillerde uyarıyor.
Bilim insanları bunda etkili olan psikolojik nedenin altındaki fizyolojik durumu şöyle açıklıyor:
Özellikle de olumsuz olan güçlü duygular, beynimizin medial temporal lobunda yer alan ve duy-
gusal tepkilerimizin oluşmasında görev alan amigdalayı uyarıyor. Amigdala yine aynı lobda yer
alan, kısa ve uzun süreli bellek ile yön bulma becerimiz üzerinde önemli rolü olan hipokampus
adlı bölgeyi harekete geçiriyor. Hipokampus olayların hem depolanmasında hem de geri çağ-
rılmasında etkin olan bir bölge. Depolanacak olayları seçerken olumsuz duyguyu yaşatan olayı
belleğimizde daha kolay ulaşılabilir, geri çağrılabilir bir anıya dönüştürüyor. Ayrıca bu olumsuz
duygunun yaşanmasına neden olan ayrıntıları daha iyi saklıyor.
144
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Duygularımız, bizi olumsuz olaylar üzerinde tekrar tekrar düşünmeye itiyor. Böylelikle sıkça
düşündüğümüz bu olaylarla ilgili bilgiler daha ayrıntılı olarak belleğimize yerleşiyor. Araştırmacılar
belleğimizin bu şekilde çalışmasının insanın çağlar boyunca tehlikelerden korunmasına olanak
sağladığını düşünüyor. İnsanoğlunun böylelikle daha önce yaşadığına benzer tehlikeli bir durum-
la karşı karşıya geldiğinde korkması gerektiğini hatırlayıp etkili ve hızlı savunma mekanizmaları
geliştirmeyi öğrendiğini ileri sürüyorlar. Ne de olsa insanın hayatta kalabilmesi için daha önce
neden korktuğunu hatırlaması gerek. Konunun bir diğer yönü ise insanların genellikle kötü anıları
üzerine daha fazla düşünmesi. Uzmanlara göre bu genel bir eğilim. Bazı insanlar her ne kadar
yaşamın olumlu yanlarını görüyor olsa da pek çoğu olumsuz olaylar üzerinde düşünmeyi daha
fazla tercih ediyor ya da buna yatkın oluyor. Arkadaştan ayrılmaktan, bir eşyayı kaybetmekten ya
da eleştirilmekten duyulan üzüntü; yeni bir arkadaş edinmekten, kayıp bir eşyayı bulmaktan ya
da övülmekten duyulan mutluluktan daha yoğun olabiliyor. Bir sınavdan çıktıktan sonra “Ne güzel
çözdüm ama o soruyu!” dediğinizi hatırlıyor musunuz? Eminiz ki “O soruya dokunamadım bile.”
ya da “O soruyu nasıl yanlış yapabildim?” gibi cümleleri daha fazla kurmuşsunuzdur. Genellikle
bardağın boş tarafını görüyor, olumsuz duygulara yöneliyoruz.
145
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplardan farklı yollarla sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
ç. Doğduğumuz 1. çıkış
andan itibaren sahip
olduğumuz reflekslere D
kalıtsal refleks denir.
b. Sinir sistemi canlının
çevresindeki değişiklikleri Y
algılamasını ve hızlı tepki D
vermesini sağlar. 2. çıkış
3. çıkış
Y
D
a. Her dokuyu
oluşturan d. Bağışıklık sisteminin
hücrelerin şekli, hücrelerinin merkezi Y
görevi, yapısı, D sinir sistemine sızıp
büyüklüğü ve nöronu saran miyelin 4. çıkış
dizilişi o kılıfı tahrip etmesi
dokuya sonucu multiple skleroz
özgüdür. hastalığı oluşur.
Y
D
6. çıkış
146
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
C. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise “Y” yazınız.
1. Akson çapı ne kadar büyük ise iletim hızı o kadar yavaş olur.
7. Otonom sinir sistemi birbirine zıt çalışan sempatik ve parasempatik sinirlerden oluşur.
9. Tip 2 diyabette bağışıklık sistemi, pankreasın insülin üreten beta hücrelerini yok eder.
10. Omurilik uyartıları iletmek ve refleksleri yönetip konrol etmek şeklinde iki önemli görevi üst
lenmiştir.
147
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
2.
I. Mast hücreleri
II. Fibroblastlar
III. Kollajen lifler
IV. Ara madde
Bağ dokusunun yapısında, yukarıdakilerden hangileri bulunur?
4. Limon gören bir insanda, tükürük salgısının artması sırasında oluşan impulslar;
I. ara nöron,
II. tükürük bezi,
III. duyu nöronu,
IV. motor nöron
yapılarını hangi sırada geçer?
148
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
6. Orta kulakta bulunan ses dalgalarının iç kulağa iletilmesinde rol oynayan çekiç ve üzengi
kemikleri, kulağın hangi kısımları ile bağlantılıdır?
7. Bir gazın burnun sarı bölgesindeki koku reseptörlerini uyarması ve bunun sonucunda ko-
kunun alınabilmesi için bu gazın;
I. fazla miktarda olma,
II. mukusta çözünebilme,
III. küçük moleküllü olma
özelliklerinden hangisi ya da hangilerine öncelikle sahip olması gerekir?
8.
I. Antidiüretik hormon (ADH) (Vazopressin)
II. ACTH
III. Somatotropin (STH)
IV. Oksitosin
V. LTH
Yukarıdaki hormonlardan hangileri hipofizin ön lobundan, hangileri arka lobundan salgılanır?
149
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
3. BÖLÜM
DESTEK VE HAREKET SiSTEMi
2.3.1. Destek ve Hareket Sistemi Elemanlarının Yapısı ve İşleyişi
2.3.2. Destek ve Hareket Sisteminin Sağlığının Korunması
150
150
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Resim 2.16. Golf sopa- Şekil 2.41. Kaslar ve kemikler vücuda hareket ve desteklik sağlar.
sıyla topa vururken kaslar
ve kemikler birlikte çalışır.
Resim 2.16’daki kişinin golf sopasıyla topa vurması için kas ve kemiklerin koordine bir şekilde çalış-
ması gerekmektedir (Şekil 2.41). Bunun gibi konuşma, yazma, yürüme ve yüzme gibi etkinliklerimiz de
yine iskelet ve iskelete bağlı kaslar tarafından sağlanır. Destek ve hareket sistemimiz; kıkırdak, kemik,
kas ve eklem olmak üzere çeşitli elemanlardan oluşur. Şimdi destek ve hareket sistemini oluşturan bu
yapıları tanıyalım.
A. Kıkırdak ve Çeşitleri
Vücudun basınca ve eğilmeye karşı esnek dokusunu oluşturan kıkırdak, özel bir bağ dokusu tipidir.
Sinir, kan ve lenf damarı içermeyen kıkırdak doku beslenmesini etrafındaki bağ dokudan sağlar. Anne
döl yatağında iskeletimiz ilk oluşurken kıkırdak yapıdadır. Daha sonra minerallerin birikmesiyle sertle-
şir ve yerini kemik dokuya bırakır. Eklemlerde, kaburga uçları gibi yerlerde ise kemikleşme olmaz. Bu
bölgeler hayat boyu kıkırdak olarak kalır. Dayanıklı, esnek ve yüzeyleri düzgün olduğu için eklemler
kemiklerin hareketini kolaylaştırır. Ayrıca eklem yerlerinde bulunan, doğumdan önce ve sonra kıkırdak
yapıda olan epifiz plağı, uzun kemiklerin gelişmesini ve büyümesini sağlar.
Kıkırdak hücreleri yuvarlak veya oval şekilli, büyük çekirdekli hücreler olup kondrosit adını alır. Kıkır-
dak dokunun ara maddesine ise kondrin denir. Kıkırdak doku hücreleri bir kapsülle çevrilidir. Kapsülün
içinde bir veya birkaç tane kıkırdak hücresi bulunabilir. Kıkırdak dokunun ara maddesi olan kondrinde
lifler bulunur. Bu liflerin yapısına, düzenine ve miktarına göre kıkırdak doku hiyalin, elastik ve fibröz kı-
kırdak olmak üzere üçe ayrılır:
151
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
1. Hiyalin (saydam) kıkırdak: Tüm omurgalıların embriyo dönemindeki iskeletini oluşturan hiyalin
kıkırdak, yetişkinlerin de soluk borusu, kaburga uçları ve uzun kemiklerinin başında bulunur (Resim
2.17). Hücre ara maddesi şeffaf ve homojendir. Kollajen lifler bulundurur. Bu lifler sayesinde bükülmeye
dayanıklıdır.
2. Elastik kıkırdak: Karada yaşayan memelilerin kulak kepçesi, kulak yolu, östaki borusunda bulu-
nur (Resim 2.18). Hücre ara maddesinde elastik lifler bulunur o nedenle bükülebilir özelliktedir.
3. Lifli (fibröz) kıkırdak: Omurlar arasındaki disklerde, kasları kemiklere bağlayan tendonlarda ve
eklemlerde, kemikleri birbirine bağlayan ligamentlerde bulunur (Resim 2.19). Hücre ara maddesinde bol
miktarda kollajen lif bulunur. Basınca ve çekmeye karşı dayanıklıdır.
152
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
B. Eklemler ve Çeşitleri
Kemiklerin birbirleri ile bağlanma noktalarına eklem denir. Eklemler hareket derecelerine göre; oyna-
maz (hareketsiz), yarı oynar (az hareketli), oynar (hareketli) eklem olarak ayrılır. Vücudumuzda kafatası
kemikleri arasında oynamaz; omurlar arasında yarı oynar; omuz, dirsek, bilek, parmak, kalça, diz ve alt
çenede ise oynar eklemler bulunur (Şekil 2.42).
3. Oynar (hareketli) eklemler: Kol ve bacaklarda görülen eklemlerdir. Örneğin, kürek kemiği-
pazu kemiği arasında, kalça kemiği-uyluk kemiği arasında oynar eklem bulunur. Oynar eklem bölge-
sinde ligament olarak adlandırılan ve iki kemiği birbirine bağlayan eklem bağları yer alır. Ligament,
eklemlere sağlamlık ve kuvvet kazandırır.
Biliyor musunuz?
Kafatasındaki tek hareketli eklem, alt çene eklemidir. Alt çene kemiği hareketli eklemle şakak
kemiklerine bağlı olup gıdaları alıp çiğnemeyi sağlar.
Türker, M.; Yücetaş, Ş., Ağız, Diş, Çene Hastalıkları ve Cerrahisi, Özyurt Matbaacılık, 3. Baskı, 2004.
153
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Destek ve hareketimizde önemli bir yer alan kemik doku, kemik hücreleri ve bu hücrelerin arasını dol-
duran ara maddeden oluşur. Kemik hücresine osteosit adı verilir. Kemik hücreleri uzantılı olup bu uzan-
tıları sayesinde birbirleriyle ilişki kurar. Kemik dokunun hücre ara maddesi organik maddelerle inorganik
maddelerden yapılmıştır. Ara maddesine osein denir. Ara maddede aynı zamanda kollajen lifler de
bulunur. Ara maddedeki inorganik maddelerinin çoğunluğu kalsiyum tuzlarıdır. Bu tuzlar kemiğe sertlik
verir. Eğer besin maddeleriyle yeterli miktarda tuz alınmazsa vücut hücreleri tuz ihtiyacını, kemiklerden
karşılar. Yaşlandıkça, ara maddenin organik kısmı azalır, inorganik kısmı artar. Bu nedenle yaşlılarda
kemikler daha sert ve daha kırılgandır.
Kemik doku, süngerimsi kemik doku ve sıkı (sert) kemik doku olmak üzere ikiye ayılır (Şekil 2.43).
Sinirler
Kan damarı
Osteosit
Kemik doku
Havers kanalı
Volkmann kanalı
Süngerimsi kemik doku: Gözenekli yapıda olup, kan hücrelerinin yapımını sağlayan kırmızı iliği
bulundurur. Tüm kemik çeşitlerinin içinde süngerimsi kemik dokusu vardır.
Sıkı (Sert) kemik dokusu: Tüm kemik çeşitlerinin dış kısmında bulunur. Enine kesiti mikroskopta
incelenirse kan damarları ve sinirlerin geçmesine yarayan Havers kanalları görülür. Kemik hücreleri bu
kanalların çevresinde sıralanmıştır. Hücreler uzantıları ile havers kanallarındaki kandan besin ve oksijen
alır. Havers kanallarını birleştiren enine kanallara Volkmann kanalları denir.
Kemikler üzerinde periost adı verilen kemik zarı bulunur. Kemik zarında, kollajen ve elastik liflerle bol
miktarda kan damarı ve sinir vardır. Damarlar ve sinirler kanallarla kemiğin içine girer. Kemik zarı kemi-
ğin enine büyümesini ve onarımını sağlar. Kemiğin boyuna büyümesini, uzun kemiklerin baş kısmında
bulunan epifiz plağı sağlar. Epifiz plağı, kemik doku oluşumunu sağlayan hiyalin kıkırdak tabakasıdır.
154
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Yass
ı
İnsan iskeletini oluşturan kemikler uzun, yassı, kısa
ke
ve düzensiz olmak üzere dört şekilde görülür (Şekil
m ik
2.44).
ik
kemik boyuna kesilerek incelenirse diğer kemikler gibi
süngerimsi kemik ve sıkı kemik dokusu olmak üzere iki
Uzun
kısımdan meydana geldiği görülür. Gövde kısmının or-
kemik
tasındaki boşluğu sarı kemik iliği doldurur. Yassı kemik-
ler kafatası, kürek, kaburga, göğüs, kalça ve diz kapağı
kemikleridir. Kısa kemiğe el bilek ve ayak bilek kemikleri
Düzensiz kemik
örnek gösterilebilir. Düzensiz kemiğe ise omur kemikleri
örnektir.
Uzun kemik
Yassı
Ç. Kemik Oluşumu ve Kontrolü
ke
mik
Kemiklerimiz bağ dokudan ve hiyalin kıkırdaktan
oluşur. Örneğin kafatasının bazı kemikleri bağ dokudan
Kısa kemik
köken alırken kol ve bacak kemikleri hiyalin kıkırdağın
sertleşmesiyle oluşur.
Uzun kemik
mı olurken bir yandan da kemik yıkımı olur. Büyüme ça-
ğında yapım yıkımdan fazla olduğu için kemikler uzar.
Yaşlılıkta ise kemik yıkımı yapımdan fazla olduğu için
boy kısalığı ve kemik erimesi gözlenir.
155
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Şekil 2.45. D vitamini eksikliğinde kemiklerin normal formu bozulur ve raşitizm ya da yetişkinlerde görülen
osteomalezi ortaya çıkar.
Kemik oluşumu ve gelişiminde D vitamininin de önemli bir yeri vardır. D vitamini ince bağırsaktan
kalsiyumun ve fosfatın kana emilmesini sağlar. D vitamini eksikliğinde, kalsiyumun ve fosfatın ince ba-
ğırsaktan kana emilimi azalır. Bu durumda kemiklerin ve dişlerin oluşumu gecikir, kemikler yumuşayıp
eğilir (Şekil 2.45). İnsan vücudunda bulunan bazı lipitler, deri üzerine Güneş’ten gelen ultraviyole ışığı-
nın etkisiyle D vitaminine dönüştürülebilir. O nedenle günün belirli saatlerinde kısa süreli güneşe çıkmak
D vitamini sentezini uyarmaktadır (Resim 2.20).
OKUMA METNİ
Sağlığımızın Sessiz Hırsızı Osteoporoz
Osteoporoz yani kemik erimesi yaşla veya menopozla kaçınılmaz olsa bile, beslenme alışkın-
lıklarındaki ve hayat tarzındaki birtakım değişiklikler hastalığı geciktirilebilir veya önleyebilir.
Halk arasında kemik erimesi olarak bilinen osteoporoz, kemik kütlesi kaybı, kemiğin ince
yapısının bozulmasıyla kemiğin kırılmaya yatkın hâle gelmesi durumu olarak tanımlanıyor. Be-
lirti göstermeyen bu hastalıkta kemikler kaybedilirken herhangi bir rahatsızlık hissedilmiyor an-
cak kemik kütlesi kaybı sonucu kemiklerde kırık oluştuğunda ağrı hissediliyor. Hastalık 50 yaş
156
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Hastalığın tanısı,15-20 dakika gibi kısa sürede yapılan kemik yoğunluk ölçümü ile anlaşılıyor.
Kemik erimesi sonucunda kaybedilen kemik tam olarak geri kazanılamadığından, erken tanı has-
talığın seyri açısından çok önemlidir. Bu nedenle Türkiye’deki ve diğer ülkelerdeki sağlık bakan-
lıklarının yanı sıra konu ile ilgili dernek ve kuruluşlar toplumda farkındalık yaratmak ve bilimsel
çalışmaları paylaşmak adına kampanyalar ve toplantılar düzenliyor. Özellikle Dünya Osteoporoz
Günü olan 20 Ekim’de tanıtım kampanyaları daha da yoğunlaşıyor. Ülkemizde Türkiye Osteo-
poroz Derneği ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’ne bağlı Osteoporoz ve Diğer
Metobolik Kemik Hastalıkları Çalışma Grubu üyeleri de önemli bilimsel çalışmalara imza atarak
düzenledikleri kongrelerde kamuoyunu aydınlatıcı paylaşımlarda bulunuyorlar.
157
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Resim 2.21. Vücuda destek olan ve hareketi sağlayan kemikler, kaslar ve eklemler ile birlikte çalışır.
Resim 2.21’de tenis oynayan sporcunun raketi tutan kolu ile topu havaya atan kolundaki kaslarında
nasıl bir fark vardır? Çoğunuzun yanıtı belki de raket tutan kolun kası kasılmış diğerinin ise gevşemiş
olduğu olacaktır. Bu doğru bir yanıttır çünkü kolu dirsekten bükmek için pazı kası kasılır, açmak için de
pazı kası gevşetilir. Kas doku uyarıldığı zaman kasılır ve tutunduğu organ ya da kemiğin oynamasını
sağlayarak hareketi gerçekleştirir.
Kaslar, iskeletle beraber vücuda hem destek olur hem de iskeletin hareketini sağlar. Yürümek, koş-
mak, çiğnemek, kan dolaşımı gibi bütün vücudun hareketi kaslara bağlıdır. Kas dokusunun uyarılabilme,
uyarı iletebilme, kasılabilme ve esneyebilme gibi özellikleri bulunur. Vücut kitlesinin yaklaşık % 40-50’si
kas dokusundan oluşur.
Kas doku hücreleri uzun şekilli olup kas lifi adını alır. Kas dokunun hücreleri arasında hücre ara
maddesi yoktur. Kasın hücre zarına sarkolemma, sitoplazmasına ise sarkoplazma denir. Kas hücre-
lerinin endoplazmik retikulumuna da sarkoplazmik retikulum denir. Sarkoplazmada kasılıp gevşeme
özelliğinde olan, protein yapılı miyofibril denilen telcikler bulunur. Miyofibrillerden ince olanı aktin, kalın
olanı ise miyozin adını alır. Bu miyofibriller, mikroskopta açık ve koyu bantlar şeklinde görülüyorsa bu
kas, çizgili kas adını alır. İskelet kasları ve kalp kası çizgili kastır. Eğer mikroskopta miyofibriller bantlı
yapı göstermiyorsa bu kasa düz kas denir.
Vücudumuzda bulunan kaslar yapı ve çalışma şekillerine göre; çizgili kas, düz kas ve kalp kası
olarak üçe ayrılır. Şimdi bunları sırasıyla öğrenelim.
158
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kalp kası: Kısa ve silindirik olan hücreleri yan dallanmalar yapmıştır. Hücrelerinde bir veya iki çe-
kirdek bulunur ve çekirdekler hücrenin ortasındadır. Yapı olarak çizgili kasa benzer, hızlı ancak ritmik
kasılır. Çalışma prensibi ise düz kaslara benzer, otonom sinir sistemi kontrolünde istek dışı çalışır (Şekil
2.48).
Kaslar kimyasal enerjiyi, mekanik enerjiye dönüştüren ve uyarılara kasılma ve gevşeme şeklinde
cevap veren yapılardır. Kaslarımız vücut ısımızın korunmasında ve vücut şeklimizin oluşmasında önemli
bir yer tutar.
Kaslarda kasılmayı, sinirlerden gelen uyartılar sağlar. İskelet kaslarının kasılabilmesi için her kas
hücresine bir sinir ucu gelmesi gerekirken, düz kaslarda kas hücrelerinin oluşturduğu demete bir sinir
ucunun gelmesi hepsinin kasılması için yeterlidir. Kalp kasının kasılması için ise mutlaka sinir uyartıları
gerekmez çünkü kalp kası kendi özel uyarı sistemine sahiptir.
159
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Bir kas lifinin uyarılması için gerekli olan minimum uyartı şiddetine eşik şiddet denir. Kas lifi, eşik şid-
detin altındaki uyarılara cevap vermez. Eşik şiddetindeki ve üzerindeki uyarılara cevap verir. Bu cevaba
aksiyon potansiyeli denir. Eğer kas, eşik değerden daha şiddetli bir uyarı ile uyarılırsa eşik değerinde
oluşan aksiyon potansiyeli değişmez. Yani eşik şiddet ve üzerindeki uyarılara tüm gücü ile aynı şekilde
cevap verirken eşik şiddetin altındaki uyarılara hiç cevap vermez. Buna ya hep ya hiç prensibi denir
(Grafik 2.1.a). Ancak bir kas lifi bu prensibe uyarken, çok sayıda kas lifinden oluşmuş olan kas demeti
bu prensibe uymaz. Birçok kas telciğinden oluşmuş kas demetinde, her telciğin uyarılma eşiği aynı ol-
madığından merdiven etkisi gerçekleşir (Grafik 2.1.b).
Kas demetinin
kasılması
Miyofibrilin
kasılması
Grafik 2.1. Bir kas telinin (a) ve bir kas demetinin (b) kasılması
160
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İnsan baygın olmadığı sürece kaslarının tümü hafifçe kasılı durumdadır. Buna tonus denir. Tonus
hâlindeki kas, tamamen gevşemiş bir kasa göre daha güçlü tepki gösterebilir ve uyarı alındığı zaman
daha çabuk tepki oluşturulur.
Kasın kasılmasının nasıl gerçekleştiği merak konusu olmuştur. Önceleri kas kasılmasının, tek bir kas
telinin kendisinin kasılıp boyunun küçülmesi ile gerçekleştiğine inanılıyordu. Ancak kas telinin yapısının
belirlenmesi ve biyofiziksel çalışmalar kasılmanın, kas telinin boylarının küçülmesi ile değil, ince kas
tellerinin kalın teller üzerinde kaymasından kaynaklandığını göstermiştir. Bu bilgilere dayanarak ilk kez
Andrew HUXLEY (Endruv Haksley) ve Jean HANSON (Jan Hansın) tarafından 1950’li yıllarda bu meka-
nizma için kayan iplikler hipotezi öne sürülmüştür. Kasların kasılabilen birimleri olan telcikler, iki çeşit
proteinden yapılmıştır. Miyozin ve aktin adını alan bu proteinlerin ışığı kırma oranları farklı olduğu için
mikroskop altında telciklerde kalın ve ince görüntü gözlenir. Huxley’in bu modeline göre kasılma, kası
oluşturan aktin ipliklerinin miyozin iplikler üzerinde kaymasıyla gerçekleşir.
Çizgili kaslarda miyofilamentlerin dizilişi, tekrarlanan açık ve koyu bantların ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Kas yapısında sadece aktin iplikçiklerin bulunduğu bölge mikroskopta açık renkli görünür. Bu
bölgeye I bandı adı verilir. Miyozin ve aktin iplikçiklerin bulunduğu bölge koyu renkli görünür. Bu bölge
A bandı adını alır.
Açık bantlar olan I bandı üzerinde Z çizgisi bulunur. Koyu bantlar olan A bandı üzerindeki açık renkli
bir bölge H bandı adını alır. A bandı, hem aktin hem miyozin proteinlerini içerirken, H bandında sadece
miyozin proteini bulunur. İki Z çizgisi arasında kalan bölge sarkomer adını alır. Sarkomer, temel kasılma
birimidir (Şekil 2.49).
Sarkomer
Z çizgisi Z çizgisi
Aktin
Miyozin
H bandı
I bandı A bandı I bandı
Sarkomer
Şekil 2.49. İskelet kasının yapısı ve kasılma birimi
161
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Çizgili kasların kasılması Huxley’in kayan iplikler hipotezine göre kasılma, kası oluşturan aktin iplik-
lerinin miyozin iplikler üzerinden birbirine doğru kayması ile gerçekleşir. Bu ipliklerin birbirinden uzaklaş-
ması ise gevşemeyi sağlar (Şekil 2.50).
Z çizgisi Z çizgisi
Aktin
Miyozin
H bandı
I bandı A bandı I bandı
Sarkomer
Gevşemiş durumda kas (a)
Şekil 2.50. Huxley’in kayan iplikler modeline göre çizgili kaslar, aktin ve miyozin iplikçiklerinin hareketi ile kasılır
ve gevşer.
Aktin ve miyozin ipliklerinin oluşturduğu birlikteliğe aktomiyozin kompleksi denir. Kayan iplikler
hipotezine göre kas kasılırken ve gevşerken meydana gelen olayları tablo 2.2’deki gibi gösterebiliriz:
Z çizgileri ve aktin iplikleri birbirine yaklaşır. Z çizgileri ve aktin iplikleri birbirinden uzaklaşır.
162
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Çizgili kaslarda kasılmanın başlaması için bir uyarı gereklidir. Çizgili kaslar merkezî sinir sisteminden
gelen miyelinli motor nöronların uyarıtılarıyla uyarılır. Motor nöronlar ile kas arasındaki bağlantı bölgesi-
ne motor uç plak denir. Merkezî sinir sisteminden uyartılar motor uç plak vasıtasıyla çizgili kasa ulaşır.
Motor plağın uyarılması ile motor plaktan asetilkolin salgılanması, kas kasılmasını başlatır (Şekil 2.51).
Nöron
Akson ucu
Akson ucu
Miyofibril
Z çizgisi Z çizgisi
Aktin
Miyozin
H bandı
I bandı A bandı I bandı
Sarkomer
Motor nöron ucundan salgılanan asetilkolin hormonu, sinirin kasla bağlantı bölgesine yayılır. Asetil-
+
kolin, kas zarının (sarkolemma) Na geçirgenliğini arttırarak elektriksel değişime neden olur yani kasın
++
uyarılmasını sağlar. Uyarılmış kasın sarkoplazmik retikulumundan Ca iyonları çıkarak aktin ve miyozin
++
arasına yayılır. Ca , miyozin lifleri üzerinde bulunan ATPaz enzimini aktifleştirir böylece ATP hidrolize
uğrar ve kasılma sağlanır.
++
Kasın gevşemesi durumunda Ca iyonları sarkoplazmik retikulum tarafından aktif taşıma ile geri
alınır ve kas gevşer. Kasın gevşemesi için de ATP gereklidir.
Kas kasılması için gerekli enerji ATP’den karşılanır. Kasların hızlı çalışması sırasında kasta bulunan
ATP kısa sürede tükenir.
ATPaz
ATP ADP + Pi + Enerji
163
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kasılmanın başında kas lifi içinde bulunan ATP sadece birkaç kasılmaya yetecek kadardır. Oysa
kasın sürekli ATP’ye ihtiyacı vardır. Bu ATP’leri ise kas lifi; kreatin fosfat metabolizmasından, mitokond-
rideki solunum reaksiyonlarınlarından ve sitoplazmadaki glikoliz reaksiyonlarından (laktik asit ferman-
tasyonu ile) karşılar.
Kasılma faaliyetinin başında kreatin fosfattan çok hızlı bir şekilde ATP oluşumu sağlanır. Kreatin fos-
fat hidrolize uğrayarak fosfatını ADP’ye verir ve böylece yeniden ATP sentezlenmiş olur.
Kreatin kinaz
Kreatin fosfat + ADP Kreatin + ATP
Kaslar dinlenme hâlindeyken bu mekanizma tersine işler. Kreatin, ATP’den bir fosfat alarak kreatin
fosfat şekline dönüşür. Böylece enerji gerektiğinde kullanılmak üzere kreatin fosfatta depolanmış olur.
Kreatin kinaz
Kreatin + ATP Kreatin fosfat + ADP
Kreatin fosfat sayesinde ATP ihtiyacı yaklaşık 15 saniye kadar karşılanabilir. Orta şiddetteki kas ak-
tivitesinde kas kasılması için kullanılan ATP’nin çoğu oksidatif fosforilasyon ile sağlanır. Egzersizlerin ilk
on dakikasında, kas glikojeni glikoza yıkılarak, sonraki zamanda ise kandan gelen glikoz ve yağ asitleri
kullanılarak oksidatif fosforilasyon yapılır. Eğer egzersiz uzarsa kas, glikozdan daha çok yağ asitlerini
kullanır.
Eğer egzersizin şiddeti yüksekse kasa ATP ihtiyacını karşılamaya yetecek ölçüde O2 ulaşamaz. Bu
durumda kas, oksijensiz solunum (laktik asit fermantasyonu) da yapar. Bir süre sonra kasta laktik asidin
birikmesi yorgunluk yaratır.
Kas aktivitesinin sonunda kasın içindeki kreatin fosfat ve glikojen düzeyleri azalır. Bunları yerine koy-
mak için de enerji gereklidir. Bu nedenle kas, aktivitesini bitirdikten sonra bir süre daha yüksek miktarda
O2 tüketmeye devam eder. Ayrıca birikmiş olan laktik asidin kullanılması için de oksijen gerekmektedir.
Şiddetli bir egzersizden sonra derin solumaya devam etmemiz, yüksek düzeyde oksidatif fosforilasyon
yapılmasını sağlar. Böylece üretilen ATP ile kreatin fosfat ve kas glikojeni yerine konur.
Kaslardan kana geçen laktik asit, karaciğere taşınır. Karaciğerde laktik asit, pirüvik aside dönüşür.
Pirüvik asidin bir kısmı oksijenli solunumda kullanılıp enerji elde edilirken bir kısmı da glikoza dönüştü-
rülür ve karaciğer, glikozu glikojen hâlinde depolar.
Biliyor musunuz?
Kastaki herhangi bir metabolik bozukluk, kalsiyum iyonlarının sarkoplazmik retikulumdan dı-
şarıya sızmasına ve geriye pompalanmamasına bu da kasın kasılı kalmasına neden olur. Vücut-
taki tüm kasların, ölümden kısa bir süre sonra katılaşması (Ölü Katılığı-Rigor Mortis) bu nedene
dayanır.
Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları (Genel Biyoloji), Cilt 1/Kısım II, 15. baskı, Meteksan AŞ., s.224,
Ankara 2007.
164
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Kas Yorgunluğunun Tayini Ağırlık, kronometre, metro-
nom, ip
Amaç: Kas yorgunluğunu meydana getiren şartların belirlen-
mesiyle yorgunluğun nedeninin ve dinlenme sırasındaki olayların
kavranması
Uygulayalım
• Bu deneyi iki arkadaş yardımlaşarak yapacaksınız.
• Biriniz masaya oturunuz, dirseğinizi ve kolunuzu masanın üzerine serbest olarak bırakınız ve
avuç içini yukarı doğru tutunuz.
• Arkadaşınız bir ipin ucuna ağırlığı takarak ipin diğer ucunu uzattığınız elinizin işaret parma-
ğına bağlasın ve ağırlığı masanın diğer ucundan aşağı sarkıtsın (Aşağı sarkıtılan ağırlık yere
değmemelidir.).
• Kendinizi hazırladıktan sonra metronomu çalıştırınız ve metronomun salınım hareketlerine
uyarak üç dakika boyunca parmağınızı açıp kapayarak ağırlığı hareket ettiriniz.
• Arkadaşınız her dakikada parmağınızın açılıp kapanma sayısını kaydetsin.
• Sürenin sonunda parmağınızı bir dakika dinlendiriniz.
• Sonra aynı işlemi üç dakika daha tekrarlayınız.
• Elde ettiğiniz sonuçlardan bir grafik oluşturarak bu grafiği yorumlayınız.
1. Deneme
Dakika Parmağın açılıp kapanma sayısı
1. dk.
2. dk.
3. dk.
2. Deneme
Dakika Parmağın açılıp kapanma sayısı
1. dk.
2. dk.
3. dk.
Parmağın açılıp
kapanma sayısı
1. Deneme
2. Deneme
Zaman (dak)
165
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sonuçlandıralım
1. İlk dakika ile son dakika arasındaki parmak açılıp kapanma sayısının farklı olmasının sebe-
bi nedir?
Kas kasılmasının harekete dönüşmesi için kasların tutunacağı sert bir yapı olan iskelete gereksinim
duyulur. Bunun için kasın bir ucunun hareketli, diğer ucunun da daha az hareketli bir yere bağlı olması
gerekir. Çizgili kas demetlerinin kemiklere bağlandığı yerler bağ dokusundan yapılmıştır. Bunlara kas
kirişi veya tendon adı verilir. Böyle bağlantı yerleri olmasaydı, kas, etkisiz ve sadece titreyen bir yığın
olacaktı. Kasın kemiğe bağlandığı yer başlangıç noktası, ekleme bağlandığı kısım sonlanış noktası
olarak kabul edilir.
İskelet kasları çoğunlukla çiftler hâlinde çalışır. Genel olarak iskelet kasları biri kasılırken diğeri gev-
şeyecek şekilde yerleşmiştir. Bir iskelet kası kasıldığı zaman vücudun bir kısmının hareketine sebep
olabilir. Bunun karşıtı olan kas kasılınca hareket eden kasın başlangıçtaki durumuna döner.
Açıcı kas
Bükücü
kas
Bükücü kas
Açıcı kas
Aynı yönlü çalışan yani beraber kasılıp beraber gevşeyen kaslara sinerjist kaslar (karın kasları gibi)
denir. Karın ve sırt kasları sinerjist kaslara örnektir. Zıt yönlü çalışan yani biri kasılırken diğeri gevşeyen
kaslara antagonist kaslar (kolun dirsekten bükülmesini ve doğrulmasını sağlayan kaslar gibi) denir.
Yani bu kaslardan biri kasılırken diğeri gevşer. Kolumuzu dirseğimizden bükerken pazı kasımızın şiş-
tiğini, arka taraftaki kasın gevşeyip düzleştiğini görürüz (Şekil 2.52). Derimizi hareket ettiren kaslar da
vardır. Bunlar; göz kapağı kasları, dudak kasları ve yüz kaslarıdır.
166
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Resim 2.22. Dengeli beslenmek ve spor yapmak iskelet ve kas sistemimizi güçlendirir.
Destek ve hareket sisteminin sağlığını korumak için düzenli spor ve egzersiz yaparak kas ve kemik-
lerimizi güçlendirmeliyiz. Sağlıklı beslenmeye ve günlük yaşamda yaptığımız hareketlere dikkat etme-
miz gerekir (Resim 2.22). Besinlerle alınan süt ve süt ürünleri kemiklerin güçlenmesi açısından son de-
rece önemlidir. Bunlarla birlikte sebze ve meyve gibi besinler de sağlığımız açısından oldukça önemlidir.
Destek ve hareket sistemimizin sağlığını korumak için dik oturmaya, ağır yük kaldırmamaya ve zor-
layıcı hareketler yapmamaya dikkat etmek gerekir.
167
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Amaç: Destek ve hareket sistemi için sporun ve beslenmenin önemini tartışarak kavramak
Hazırlık
Sınıfta, destek ve hareket sistemi için spor ve beslenmenin önemini tartışmak üzere 3-5 kişi-
lik bir grup oluşturunuz. Grup arkadaşları olarak görsel ve yazılı kaynakları kullanarak açık otu-
rum öncesi araştırmalar yapınız. Oturuma katılacak kişilerin konularına iyi hazırlanmış olmaları
gerekir. Açık oturumu yönetmek üzere bir başkan seçiniz. Başkan, üyelere söz vererek oturumu
yönetecek olan kişidir.
Not: Açık oturum bir yarışma havasında geçmez. Başkan konuyu belirtir, konuşmacıları
tanıtır. Üyeler, başkandan söz alarak konuşurlar ve aralarında tartışmazlar.
Uygulama
Oluşturduğunuz 3-5 kişilik grupla sınıfın ön tarafına geçiniz.
Üyeler olarak başkandan söz alarak yaptığınız araştırmalara dayanan bilgilerinizi sınıf önün-
de paylaşınız.
Oturumun sonunda tüm sınıfın konuşmaya katılmasını sağlayınız.
İnsanlarda destek ve hareket sistemi dayanıklı bir sistemdir. Bununla beraber bazen kemiklerde,
eklemlerde ve kaslarda çarpma, düşme ve atlama gibi nedenlerle bazı hastalıklar ve rahatsızlıklar mey-
dana gelebilir. Bunlardan bazıları, ezilme, menisküs, kas lifi kopması, burkulma, kırık ve çıkıklardır. Böy-
le durumlarda bilinçli bir ilk yardımdan sonra hemen bu konuda uzman bir hekime başvurmak gerekir
(Resim 2.23).
Resim 2.23. Spor yaparken meydana gelen kas ve kemik rahatsızlıklarında hemen bir hekime gidilmelidir.
168
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kemik bütünlüğünün bozulmasına kırık denir. Kırıklar, kemik ve kemiğe yakın kas, eklem, bağlar
gibi yumuşak dokularda vurma, çarpma ve düşme gibi kazalar sonucunda meydana gelebilir. Ayrıca
yaşlılık döneminde kendiliğinden de kırıklar oluşabilir. Aşırı zorlama ya da baskı sonucunda kemiklerin
eklem yerlerinden kalıcı olarak ayrılmasına çıkık denir. Çıkık, genellikle eklemlerin fazla zorlanması,
çarpma, düşme ve darbe alma sonucunda oluşabilir. Eklem, tıbbi müdahale olmadan normal konumuna
dönemez. Vücudumuzda kırık ya da çıkık durumları oluştuğunda mutlaka uzman bir hekime gidilmelidir.
Kemik erimesi (osteoporoz), kemik metabolizmasındaki bir bozukluk sonucunda kemikteki pro-
tein yapının seyrelmesiyle iskelette ortaya çıkan ve kemiklerin çok kolay kırılabilmesine sebep olan
bir hastalıktır. Kemiğin birim hacimdeki mineral yoğunluğu azalmıştır. Bu nedenle kemikler daha kolay
kırılır hâle gelir. En çok omurlarda, kalça ve bilek kemiklerinde görülse de vücuttaki bütün kemikler bu
durumdan etkilenir. Destek ve hareket sistemindeki en önemli rahatsızlık omurgamızı meydana getiren
omurlar arasında bulunan disklerin bozulmasıdır. Kıkırdak dokusundan oluşmuş bu diskler bozulunca
omurlar normal konumlarını kaybeder ve kayma gösterir. Kayan omurlarla birlikte disk, omuriliğe ve
omurilikten çıkan sinirlere baskı yapar ki bu hastalığa halk arasında bel fıtığı denir.
Bel sağlığını korumak için kişi hiçbir zaman çok ağır bir yükü kaldırmamalı, kaldıracaksa mutlaka diz-
lerini kırarak yani çömelerek cismi yerden almalıdır. Belden eğilerek kaldırmamalıdır. Hiçbir cismi uza-
narak almamalıdır. Daima cisimlere yaklaşarak arada mesafe bırakmaksızın almalıdır. Sağlıklı iken bel
ve karın adalelerini güçlendirici egzersizler yapmalıdır. Hareketli bir hayat tarzını benimsemek yararlıdır.
Araştıralım-Öğrenelim
Destek ve hareket sistemi rahatsızlıklarından olan kırık, çıkık, burkulma, menisküs ve eklem
rahatsızlıklarını detaylı olarak araştırınız. Bu rahatsızlıklara neden olan etmenleri ve tedavi yolları
ile ilgili edindiğiniz bilgilerden bir sunum hazırlayınız ve sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
169
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplarla farklı yollardan sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
1. çıkış
ç. Kemiklerin birbirleri ile
bağlanma noktalarına D
eklem denir.
b. Omurlar arasındaki Y
disklerde elastik kıkırdak D
a. Kıkırdak 2. çıkış
arasında yer alır .
doku, vücudun
3. çıkış
basınca ve Y
eğilmeye karşı D
esnek dokusunu
oluşturan özel d. Kemik zarı kemiğin enine
D Y
bir bağ dokusu büyümesini ve onarımını sağlar.
tipidir. 4. çıkış
5. çıkış
Y
D
6. çıkış
c. Kıkırdak hücreleri 7. çıkış
yuvarlak veya oval Y
şekilli büyük çekirdekli D
hücreler olup kondrin
adını alır. f. Çizgili kaslar istemli kasılır.
Y
8. çıkış
170
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
C. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise ’’ Y’’ yazı-
nız.
3. Tonus hâlindeki bir kas, tamamen gevşemiş bir kasa göre daha yavaş tepki gösterir.
8. Kemiğin boyuna büyümesini uzun kemiklerin baş kısmında bulunan periost sağlar.
171
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
3. Kanda;
I. kalsiyum tuzları,
II. kalsitonin,
III. D vitamini,
IV. glikoz
maddelerinden hangisi ya da hangilerinin artması, kemiklerin sertleşmesini etkilemez?
4.
I. Bağırsak kasları
II. Atardamar ve toplardamarlardaki kaslar
III. Kol kasları
IV. Kalp kasları
Yukarıdakilerden hangileri otonom, hangileri merkezî sinir sisteminin denetiminde çalışır?
172
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
4. BÖLÜM
SİNDİRİM SİSTEMİ
173
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Ailemizle birlikte yemek masasına oturduk artık yemek yeme zamanı gelmiştir (Resim 2.25). Bi-
raz sonra masadaki yiyecekler ağzımızda çiğnenerek parçalanacak, sindirim sistemimizdeki asitler ve
enzimler tarafından yıkılacak ve sonunda küçük moleküller hâlinde emilerek bünyemize katılacaktır.
Beslenme olarak bilinen bu süreçte besin maddeleri alınmakta, parçalarına ayrılmakta ve emilmektedir.
Sindirim sisteminde sindirilemeyen maddelerin dış ortama atılmasıyla da süreç tamamlanmaktadır.
Yediğimiz besin maddeleri çoğunlukla, protein, yağ ve karbonhidratlar yani büyük moleküllerdir. Bun-
larla birlikte besinler su, mineraller ve vitaminler gibi küçük yapılı maddeleri de içerir. Ancak büyük mo-
leküller hücre zarından geçemez. Bu nedenle parçalanmaları gerekir. Öyleyse sindirimin temel amacı
büyük molekülleri hücre zarından geçebilecek hâle getirmektir. Büyük yapılı besin maddelerinin hücre
zarından geçebilmeleri için enzimler ve su yardımı ile yapı taşlarına yani monomerlerine ayrılmasına
sindirim denir. Burada enzimler kullanıldığı için buna kimyasal sindirim denilmektedir. Su, mineraller
ve vitaminler ise küçük yapılı moleküller olduğundan sindirilmez, doğrudan doğruya hücre zarından
geçer. Besinlerin dişler ve kaslarla daha küçük parçalara ayrıştırılması mekanik ya da fiziksel sindirim
olarak adlandırılır. Bu olayda, besinlerin yüzey alanı artırılarak kimyasal sindirim kolaylaşır.
Kimyasal sindirim gerçekleştiği yere göre hücre içi ve hücre dışı sindirim olmak üzere ikiye ayrılır.
Fagositoz veya pinositoz ile alınan besinlerin koful içinde sindirilmesine hücre içi sindirim denir. Dışarı-
dan alınan besin, hücre tarafından oluşturulan besin kofulu içine alınır. Lizozom organeli ile besin kofulu
birleşir ve sindirim kofulu meydana gelir. Sindirim kofulunda besinin hidrolizi gerçekleşir. Oluşan mono-
merler sindirim kofulundan sitoplazmaya geçer. Artık maddeler de ekzositozla hücreden dışarıya atılır.
174
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Hücre dışındaki besinlerin, hücrenin dışarıya salgıladığı hidroliz enzimleriyle sindirilmesine de hücre
dışı sindirim denir. Hücrenin dışında oluşan monomerler, pasif veya aktif taşıma ile hücre içine alınır.
Hücre dışı sindirim, hayvanların vücut dışı ile bağlantılı olan bölümlerinde gerçekleşir. Sindirim için böyle
hücre dışı bir boşluğa sahip olmak, büyük olan besin parçalarından yararlanmaya olanak sağlar.
Hücre dışı sindirimin hücre içi sindirimden daha gelişmiş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü hücre içi
sindirimde ancak hücreye alınabilecek kadar küçük olan besin parçalarından yararlanılabilir. Büyük par-
çalar hücreye alınamaz.
Yenilen besin maddelerini hücrelerin kullanabileceği moleküllere dönüştüren sindirim sistemi, sindi-
rim kanalı ve bu kanala çeşitli sindirim sıvılarını borucuklar aracılığı ile salgılayan yardımcı bezlerden
oluşur. Yardımcı bezler tükürük bezleri, pankreas, karaciğer ve bir sindirim sıvısını biriktiren safra
kesesinden oluşur. Şimdi insanda sindirim kanalını oluşturan organları ve bu organlara salgıladığı sıvı-
larla sindirime yardımcı olan bezlerin yapısını ve işleyişini öğrenelim.
Sindirim kanalı ağız, yutak, yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak ve anüsten meydana
gelir (Şekil 2.53).
Yemek borusu
Karaciğer Mide
Safra kesesi
Pankreas
Kalın bağırsak
İnce bağırsak
Apandis
Anüs
175
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
1. Ağız
Besinlerin hem fiziksel hem de kimyasal sindirimi ağızda başlar. Ağız boşluğunda dil ve dişler bulunur
(Şekil 2.54). Aynı zamanda tükürük bezleri de ağız boşluğuna salgıladığı tükürükle sindirime yardımcı
olur.
Diş eti
Damak
Küçük dil
Dil
Dudak
Şekil 2.54. Ağzın genel görünümü Resim 2.26. Dişler fiziksel sindirimi sağlar.
Dişler; besinlerin fiziksel sindirimini kesme, parçalama ve öğütme yaparak sağlar. Bu şekilde besinin
yüzey alanını arttırır ve yutmayı kolaylaştırır (Resim 2.26).
Dil; çiğneme sırasında besini lokma adı verilen yuvarlak şekle sokar. Lokmayı ağız boşluğuna ve
yutağa doğru iter. Dil aynı zamanda tat alma organı olup besinlerin tadının alınmasını da sağlar.
Tükürük bezleri; kulak altı, çene altı, ve dil altı olmak üzere üç çifttir (Şekil 2.55). Ağız boşluğuna
besin alındığında tükürük bezlerinden tükürük sıvısı salgılanır. Aynı zamanda, tadı bilinen bir besin ağza
girmeden kokusu ya da sadece görülmesi gibi çeşitli şartlanmalar, tükürük bezlerine sinirlerle uyartılar
gönderilmesini sağlayarak tükürük bezlerinden tükürük sıvısının salgılanmasını sağlar.
Dil altı
tükürük bezleri
Şekil 2.55. Tükürük bezleri, mekanik ve kimyasal sindirime salgılarıyla yardımcı olur.
176
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Tükürüğün içinde su, sodyum, kalsiyum gibi bazı iyonlar, mukus ve amilaz (pityalin) enzimi bulunur.
Amilaz enzimi nişasta ile glikojenin hidrolizini sağlayarak karbonhidratların kimyasal sindirimini başlatır.
Tükürüğün pHʼsi 6,2-7,4 arasında değişir. pH değerinin yükselmesi, tükürüğün yapısında bulunan
kalsiyum ve fosfor gibi maddelerin çökmesine ve diş taşları oluşumuna neden olur.
2. Yutak
Boğazımızın hem yemek borusuna hem de soluk borusuna açılan bölümüdür. Yutulan lokma, yu-
taktan yemek borusuna geçer. Lokmanın soluk borusuna geçmesini kıkırdak yapılı olan gırtlak kapağı
(epiglottis) önler.
3. Yemek Borusu
Yutak ile mide arasında yer alan kanaldır. Bu bölümde fiziksel ve kimyasal sindirim olmaz. Besinlerin
mideye taşınmasını sağlar. Dıştan içe doğru bağ doku, kas doku ve mukoza yapılarından oluşur. Ye-
mek borusunun 1/3’ü çizgili kas, diğer kısımları düz kastan yapılmıştır. Bu nedenle yutma işlemi istemli
olarak başlar, refleks olarak devam eder. Yemek borusunun düz kasları, halka kaslardan ve boyuna
kaslardan oluşmuştur. Bu kasların kasılıp gevşemesi peristaltik hareketler olarak adlandırılır ve bu
sayede besinler yemek borusunda ilerler (Şekil 2.56).
Kaslı tabaka
Gevşeme alanı
4. Mide
Sindirim kanalının yemek borusu ile ince bağırsak arasında kalan bölümüdür. Mide besinleri geçici
olarak depolar, mekanik ve kimyasal sindirimin yapılmasını sağlar. Burada besinler bulamaç hâline gelip
kimus adını alır ve ince bağırsağa iletilir.
177
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Yemek borusu
Mide ağzı
(kardia)
Bağ doku yapılı zar
Mide kapısı
(pilor)
Düz kas tabakaları
Mukoza
Onikiparmak bağırsağı
Midenin yemek borusu ile birleştiği yer mide ağzı (kardia) adını alır. Kardia, mide içeriğinin yemek
borusuna geçmesini engeller. Mide ile bağırsağın birleştiği bölgeye de mide kapısı (pilor) denir. Pilor
bölgesi bağırsak içindeki maddelerin mideye geri dönüşünü engeller. Midenin yapısında dıştan içe doğ-
ru; bağ doku, düz kas ve mukoza tabakası bulunur (Şekil 2.57).
Midenin dışındaki bağ doku, midenin korunmasını sağlar, üzerini periton adı verilen ince bir zar
tabaka örter. Ortadaki düz kaslar, enine, boyuna ve çapraz olarak yerleşmiş olup düzenli kasılarak sindi-
rim salgısı ile besinlerin karışmasını sağlar. En içteki mukoza tabakası ise epitel dokudan yapılmış olup
hücreleri mukus ve sindirim enzimleri salgılar.
Midenin mide öz suyu salgılaması şu şekilde gerçekleşir; besini görme, koklama veya besinin mide
duvarına dokunması ile sinirler midenin salgı bezlerini uyarır. Mide salgı bezlerinden kana gastrin hor-
monu salgılanır. Gastrin hormonu, kan yolu ile midenin mide özsuyu salgılayan hücrelerini uyarır ve
mide boşluğuna mide özsuyunun salgılanmasını sağlar.
Mide öz suyu yüksek derişimde hidroklorik asit içerir. O nedenle bu sıvı, kuvvetli asit özellikte olup
pHʼsi yaklaşık 2’dir. Mide öz suyu içinde; protein sindiren su, HCl, pepsin enzimi ve mukus bulunur.
Midede proteinlerin kimyasal sindirimi bu enzimle başlar.
Peki, mide öz suyundaki protein sindiren enzim niçin mideyi sindirmez? Bunun birden fazla nedeni
vardır, bunlardan biri midenin pepsin enzimini pepsinojen şeklinde inaktif olarak salgılamasıdır. Bir di-
ğer nedeni de epitel hücreler tarafından salgılanan mukusun midenin iç yüzeyini korumasıdır. Bununla
birlikte mide bezlerinin mide boşken salgı yapmaması da midenin korunmasında etkendir.
5. İnce Bağırsak
Sindirim kanalının mide ile kalın bağırsak arasında kalan bölümüdür. İnce bağırsakta besinlerin
kimyasal sindirimi tamamlanır ve monomer hâline gelen besinlerin kan kılcallarına ve lenf kılcallarına
178
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
emilimi gerçekleşir. İnce bağırsak da mide gibi dıştan içe doğru bağ doku, halka şeklinde ve boyuna
uzanan düz kas dokusu ile mukoza tabakasını bulundurur.
İnce bağırsağın mukoza yüzeyinden, besinlerin emilimini sağlayan villus (tümür) adlı parmak şeklin-
de yapılar bulunur. Villuslar, mikrovilluslu epitel hücrelerden oluşmuştur. Villuslarda, kan kılcal damarları
ve lenf damarları bulunur. Villuslar ve mikrovilluslar besinlerin emilim yüzey alanını arttırır (Şekil 2.58).
Villus
İnce bağırsak
Lenf kılcalı
Atardamar Mikrovillus
Epitel hücresi
Toplardamar
Şekil 2.58. İnce bağırsaktaki villus ve mikrovillusların yapıları
İnce bağırsağın içini örten, mukoza tabakasındaki salgı bezlerinden mukus ve ince bağırsak öz suyu
salgılanır. İnce bağırsak öz suyu içindeki sindirim enzimleri; sükraz, maltaz, laktaz, enterokinaz, pepti-
daz ve nükleotidazlardır.
İnce bağırsak; duodenum (onikiparmak bağırsağı), jejenum (boş bağırsak), ileum (kıvrımlı bağırsak)
olmak üzere üç bölümden meydana gelir. Duodenum (onikiparmak bağırsağı), ince bağırsağın baş-
langıç bölümüdür ve üzerinde vater kabarcığı adı verilen bölge bulunur. Buraya karaciğerden çıkan
koledok kanalı ile pankreastan çıkan virsung kanalı açılır.
Midedeki asitli kimusun onikiparmak bağırsağına girmesi ile buradaki hücrelerden sekretin ve ko-
lesistokinin hormonları salgılanarak kana verilir. Sekretin hormonu, pankreasın bikarbonat iyonlarını
(HCO3) salgılamasını sağlayarak ince bağırsağın pH’sini düzenler. Ayrıca sekretin karaciğerde safra
–
üretimini ve salgılanmasını sağlar. Kolesistokinin hormonu ise safra kesesinin kasılmasını sağlayarak
safranın onikiparmak bağırsağına geçmesini sağlarken aynı zamanda da pakreastan sindirim enzimle-
rinin salgılanmasını sağlar. Kolesistokinin ve sekretin hormonlarının her ikisi de midenin hareketlerini
yavaşlatır.
Jejenum (boş bağırsak), ince bağırsağın onikiparmak bağırsağından (duodenumdan) sonra gelen
kısmıdır. Besinlerin çoğu boş bağırsakta emilir. İleum (kıvrımlı bağırsak) ise ince bağırsağın jejunumdan
kalın bağırsağa kadar olan kısmıdır. İnce bağırsakta gerçekleşen sindirim ve emilim olaylarından sonra
sindirilmeyen besin artıkları peristaltik hareketlerle kalın bağırsağa iletilir.
179
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
6. Kalın Bağırsak
Kalın bağırsağın görevlerini şu şekilde sıralayabiliriz: Sindirilemeyen artık besinlerdeki suyu, safra
tuzlarını ve bağırsaktaki bakteriler tarafından sentezlenen B ve K vitaminlerinin kana emilimini sağlar.
Sindirim artıklarını geçici olarak depolar ve bunların peristaltik hareketlerle anüsten dışkı (feçes) olarak
atılmasını sağlar. Dışkı, çok sayıda bakteri, selüloz ve diğer sindirilmemiş besin maddelerini içerir.
Karaciğer, pankreas ve tükürük bezleri sindirime yardımcı organlardır. Tükürük bezlerini ağzı anlatır-
ken anlatmıştık, şimdi karaciğer ve pankreasın sindirimdeki görevlerine değinelim.
1. Karaciğer
180
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
vater kabarcığına boşaltılır. Safranın içinde; su, safra tuzları, safra pigmentleri, bikarbonat iyonları, ko-
lesterol ve yağ asitleri bulunur. Safrada sindirim enzimleri bulunmaz. Ancak birçok görevi vardır, bunları
şu şekilde sıralayabiliriz:
• Karaciğerin yaşlı alyuvarları parçalaması ile oluşmuş olan safra pigmentlerinin, dışkı ile atılmasını
sağlar.
• İçindeki bikarbonat iyonları sayesinde bağırsak ortamını bazikleştirir böylece pankreas ve bağırsak
enzimlerinin etkinliği artar.
Biliyor musunuz?
Safra kesesi taşları neden oluşur?
Safra kesesinde taş oluşmasının pek çok nedeni vardır. Safranın içeriğinde bulunan madde-
lerin oranlarında bir bozulma olduğunda bu maddelerin (kolesterol, bilirubin) kristal şeklinde çök-
mesi, taş oluşumu için bir zemin oluşturur. Tek veya çok sayıda taş oluşabilir (Şekil 2.61). Ayrıca
çeşitli kan hastalıkları, bu bölgenin enfeksiyonları, safra akımını zorlaştıran mekanik nedenler,
yüksek kolesterol düzeyleri vb. taş gelişimine neden olabilmektedir. Safra kesesi taşlarının tanısı
karın ultrasonografisiyle konulur. Aç durumdayken yapılan bir karın ultrasonografisi ile safra ke-
sesindeki taşların sayısı, boyutu gibi pek çok özellik hakkında bilgi sahibi olunabilir.
Yemek borusu
Safra kesesi
Onikiparmak bağırsağı
Karaciğer çok önemli bir organdır. Safra salgısı ile sindirime yardımcı olmasının yanında vücutta
üstlendiği bazı görevler de şunlardır:
181
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
2. Pankreas
Midenin hemen altında, yaprak şeklinde bir bezdir. Hem hormon hem de enzim salgıladığından kar-
ma bir bezdir. Pankreas salgıladığı insülin ve glukagon hormonlarıyla vücudun kan şekerini düzenler.
Pankreasın sindirim enzimi içeren salgısı sindirimde görevlidir (Şekil 2.62).
Pankreas, sindirimle ilgili salgılarını virsung kanalıyla onikiparmak bağırsağındaki vater kabarcığı-
na döker. Pankreas salgısının pH değeri yaklaşık 8,5’tir. Bu salgı, taşıdığı bikarbonat iyonları sayesinde
mideden gelen asit özellikteki kimusun nötrleşmesini sağlar.
Pankreas
Vater kabarcığı
Virsung kanalı
Sindirim enzimleri salgılayan hücreler
Onikiparmak bağırsağı
Şekil 2.62. Pankreas, hormon ve sindirim enzimi salgılayan karma bir bezdir.
182
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Pankreas öz suyu içinde su, bikarbonat, bazı iyonlar ve sindirimde görev alan enzimler bulunur. Bu
enzimler amilaz, tripsinojen, kimotripsinojen, karboksipeptidaz, lipaz, DNAaz ve RNAaz’dır. Trip-
sin, kimotripsin ve karboksipeptidaz proteinlere etki eder. Amilaz, nişasta ve glikojene etki eder. Lipaz,
yağlara etki eder. Nükleazlar ise DNA ve RNA’ya etki eder.
C. Besinlerin Sindirimi
Protein, yağ ve karbonhidrat gibi büyük moleküllü organik besinlerin hücreler tarafından alınıp kulla-
nılabilmesi için yapı taşlarına kadar parçalanması gerekir. Sindirim ağızda başlar, midede devam eder
ve ince bağırsakta son bulur.
1. Karbonhidratların Sindirimi
Karbonhidratların sindirimi ağızda başlar, midede kimyasal sindirime uğramadan ince bağırsağa ula-
şır, ince bağırsakta ise kimyasal sindirimi tamamlanarak yapı taşlarının emilimi sağlanır.
Ağızda;
Amilaz
Glikojen + Su Maltoz + Dekstrin
İnce bağırsakta;
Nişasta ve glikojenin, ağızda tükürüğün içerisindeki amilaz enzimi ile sindirilmeden kalan kısmı,
pankreastan salgılanan amilaz enzimi ile ince bağırsakta sindirilir.
Pankreatik amilaz
Nişasta + Su Maltoz + Dekstrin
Pankreatik amilaz
Glikojen + Su Maltoz + Dekstrin
İnce bağırsağın salgıladığı maltaz, sükraz, laktaz ve dekstrinaz enzimleri de disakkaritleri ve deks-
trini sindirir. Maltaz enzimi, maltozu glikozlarına parçalayarak sindirir. Aynı şekilde sükraz enzimi sükro-
zu, laktaz enzimi de laktozu hidroliz ederek yapı taşlarına ayırır. Dekstirinaz enzimi de dekstrini glikoz-
larına parçalar.
183
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sindirimi tamamlanan karbonhidratların yapı taşları ince bağırsaktaki villuslar tarafından emilerek
kan dolaşımına katılır ve fazlası karaciğerde depolanır.
2. Proteinlerin Sindirimi
Proteinlerin kimyasal sindirimi ağızda olmaz, midede kimyasal sindirimi başlar ince bağırsakta ta-
mamlanır.
Midede;
İnce bağırsakta;
Kimotripsin
Polipeptit + Su Küçük polipeptit
Karboksipeptidaz
Küçük polipeptit + Su Amino asit
Sindirilerek yapı birimlerine ayrılmış proteinler villuslardan emilerek kan dolaşımına katılır.
Biliyor musunuz?
Geviş getiren memelilerin midelerinde sütü pıhtılaştıran rennin enzimi bulunur. Bu enzim
başka birçok memelide de bulunur. Rennin, süt proteinlerini pıhtılaştırarak ve çökelterek sütün
midedeki hareketini yavaşlatır. İnsanların bebeklerinde rennin enzimi bulunmaz. Yeni doğan bu
bebeklerde de pepsin enzimi, ergin bireylerde olduğu gibi süt proteinlerini sindirir.
Hickman, C. P.; Roberts, L. S., Keen, S. L., Larson, A., I’Anson, H., Eisenbur, D. J., Zoology, 14th Edi-
tion, Mc Graw-Hil Higer Education, p.716, New York, 2008 .
184
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Nükleik asitlerin sindirimi pankreastan salgılanan nükleazlar olarak adlandırılan enzim grubu ile ince
bağırsakta olur. Nükleazlar DNA ve RNAʼyı nükleotitlere parçalar. Diğer hidroliz enzimleri de nükleotit-
leri, nükleozitlere, azotlu bazlara, şekerlere ve fosfatlara parçalar.
Nükleazlar
DNA, RNA + Su Nükleotit
Enzimler
Nükleotitler + Su Baz, Şeker, Fosfat
4. Yağların Sindirimi
Yağların kimyasal sindirimi sadece ince bağırsakta gerçekleşir. Yağlar kimyasal sindirime uğrama-
dan önce, safra kesesinden onikiparmak bağırsağına ulaşan safra tuzları ile küçük damlacıklar şeklinde
fiziksel (mekanik) sindirime uğrar. Böylece pankreastan salgılanan yağların kimyasal sindirimini sağla-
yan lipaz enzimi için geniş bir yüzey alanı sağlar.
Lipaz
Küçük yağ damlacıkları + Su Yağ asitleri + Gliserol
2.63). Bağırsak epiteline geçen besinlerden Şekil 2.63. İnce bağırsaktan kan kılcal damarları ve lenf
glikoz, amino asitler, suda eriyen vitaminler kılcal damarları ile emilen besinler kalpte birleşir.
185
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
villuslardaki kılcal kan damarı ile, yağların sindirimi ile oluşan gliserol ve uzun zincirli yağ asitleri ile
yağda eriyen vitaminler ise lenf sistemine ait damarlar aracılığıyla dolaşıma katılır. Villuslarda bulunan
kan kılcal damarları ve lenf damarları ile emilen besinlerin kan dolaşımına katılırken izlediği yolu şekil
2.63’te görebilirsiniz.
Kan kılcalları ile emilen besinler, bağırsaktan karaciğere giden bağırsak toplardamarına (kapı toplar-
damarı) geçer. Karaciğerde kandaki besinlerin normal değerlerinin ayarlanması yapıldıktan sonra be-
sinler karaciğer üstü toplardamarına geçer ve sonra alt ana toplardamarı ile birleşir. Alt ana toplardamar
ile de kalbin sağ kulakçığına ulaşır.
Yağların yapı taşları olan gliserol ve yağ asitleri lenf sistemi ile dolaşıma katılmadan önce bağırsak
epitel hücrelere geçtikten sonra hücre içinde yeniden yağları oluşturmak üzere birleşir. Oluşan yağlar,
kolesterolün katılması ve özel proteinle kaplanmanın ardından ekzositozla epitel hücrelerinden lenf kıl-
callarına aktarılır. Yağların proteinle kaplanmış hâline şilomikron denir. Yani yağlar, şilomikron hâlinde,
lenf yolu ile taşınarak kalbe ulaşır.
Bugün insanların geçirdiği ve geçirmekte olduğu hastalıkların birçoğunun beslenme alışkanlıkları ile
ilgisi vardır. Doğru ve dengeli beslenme ile bu hastalıklar en aza indirilebilir. Daha sağlıklı yaşamak bizim
elimizdedir. Bir fabrikadan çok daha mükemmel olan vücudumuza gerekenden çok besin aldığımızda
vücut bu besinlerin fazlasını depolayarak şişmanlığa neden olur. Hele hele gerekli besinleri yeteri kadar
almadığımızda ise hastalıklara kolayca yakalanırız. Dengeli ve yeterli beslenme, besinlerin içerisinde
bulunan protein, karbonhidrat, yağ, vitamin, mineral ve suyun ihtiyacımızı karşılayacak oranda ve bir-
likte alınmasıdır. Besinlerin alındığı ve sindirildiği yer olan sindirim sistemi hastalıklarının beslenme ile
önemli ilişkisi vardır.
Sindirim sistemimizin dolayısıyla vücudumuzun sağlığını korumak için lokmaları iyice çiğnemek ve
yavaş yemek gerekir. Beynimizdeki açlık hissi kontrol merkezi yeme süresi ile yakından ilgilidir. Yavaş
yediğimizde 20 dk. içerisinde doygunluk hissi oluşur. Çok sıcak ve çok soğuk şeyler yiyip içmekten
kaçınmalı, yemekten sonra ağır hareketler yapılmamalıdır. Kafeinli ve asitli içecekler içmek ve aşırı acı,
baharatlı, ekşi, yağlı yemekler yenilmesi de sindirim sistemimizin sağlığını bozmaktadır. Stresli bir hayat
tarzı da sindirim sistemini etkilemektedir.
Eğer bunlara dikkat etmezsek sindirim ile ilgili bazı hastalıklara yakalanabiliriz. Bu hastalıklardan
bazıları şunlardır:
Gastrit: Gastrit, midenin zararlı uyaranlara karşı geliştirdiği bir sindirim sistemi rahatsızlığıdır. Ge-
nellikle mideyi etkileyen gastrit, midenin zararlılara karşı verdiği iltihabi bir cevaptır. Yediğimiz baharatlı
186
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
bir yiyecek, alkol veya bozuk gıdalar gastrite yol açabilir. Gastrit genellikle midenin yüzeysel hücre ta-
bakasını tutar.
Gastrit teşhisi koymak için endoskopi yöntemi uygulanabilir (Şekil 2.64). Endoskopide hastanın mi-
desine, ucunda kamera olan ince bir boruyla girilir. TV gibi bir ekrandan, doktor hastanın midesini görür
ve midede sorun varsa teşhisi koyabilir. Etkili ve güvenilir bir yöntemdir. Dil kökü ve küçük dil, spreyle
uyuşturulur. Bazen damar yoluyla da rahatlatıcı bir ilaç yapılabilir. Böylece hastanın midesi bulanmaz ve
endoskopi yapmak kolaylaşır. Gerekirse tanı için hastadan parça alınır ve mikroskobik olarak incelenir.
Şekil 2.64. Mide rahatsızlıklarında ucunda ışık ve kamera bulunan bir boru, ağızdan mideye uzatılır ve teşhis
konur.
Gastrit, ilerlerse kötü sonuçlara yol açabilen bir hastalık olduğundan mutlaka tedavi edilmelidir. Eğer
gastritin sebepleri arasında bakteri yoksa tedavide, mide asidini azaltıcı ya da asidin etkisini yok edici
ilaçlar hastaya verilir. Bu ilaç tedavisiyle birlikte, diyet tedavisi uygulanır. Midenin yüzeyini tahrip etme-
yecek yiyeceklerle beslenmek önerilir. Eğer hasta, sigara ya da alkol kullanıyorsa bunların bırakılması
şarttır.
Ülser: Ülser, gastritten farklı olarak midede oluşan ve tüm tabakaları içerebilen yaralardır. Ülsere yol
açan etkenler, genellikle uzun süredir mideyi rahatsız etmekte olan durumlardır. Çok uzun süre mide
asidinin fazla salgılanması yüzey hücrelerini olumsuz etkileyerek yaralar oluşmasına neden olabilir. Bu
yaralar derinleşerek mide delinmesine bile yol açabilir. Tedavideki temel prensip, mide asit salgısını
azaltmaktır.
Biliyor musunuz?
1982’de Avusturalyalı araştırmacılar Barry Marshall (Beri Marşıl) ve Robert Warren (Rabırt
Verın), ülserin aside dirençli bir bakteri olan Helicobacter pylori (Helikobakter pilori) tarafından
oluşturulan bir enfeksiyon olduğunu bildirdiler. Ayrıca çoğu mide ülserinin de antibiyotik tedavisi
ile iyileştirilebileceğini gösterdiler.
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s. 88, Ankara, 2013.
187
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İshal (Diare): İshal veya diare, dışkının sık olarak sulu veya yumuşak çıkması durumudur. İshal, ba-
ğırsak hareketlerinin hızlanması dolayısıyla da içindeki maddelerin hızlı ilerlemesi sonucunda oluşur. Az
gelişmiş ülkelerdeki ishal sonucunda ölümlerin en büyük nedeni yeterince temiz suyun yokluğu ve atık
su arıtma kapasitesinin yetersizliğidir. İçme suyuna kanalizasyon suyu karışması da önemli bir nedendir.
İshal tedavisinde hastanın kaybetmiş olduğu suyun yerini alacak miktarda su alması önemlidir. Çoğu
kişi için bundan başka bir tedavi gerekli değildir.
OKUMA METNİ
Reflü Nedir?
Halk arasında “mide reflüsü” olarak bilinen gastro-özofageal reflü (GÖR) hastalığı, asit mide
içeriğinin fizyolojik sınırdan daha fazla miktarda ve sıklıkta yemek borusuna (özofagus) geçişi
nedeniyle yemek borusunun kendini asitten koruma özelliğinin yok olmasıdır. Toplumda insan-
ların %7-10’unda, erişkinlerin yaklaşık %20’sinde GÖR hastalığının olduğu ve bunların en az %
30’unun antiasit tedaviler kullandığı bilinmektedir. Kadınlar ve erkekler arasında görülme sıklığı
eşit olup en sık 30-40’lı yaşlarda karşımıza çıkar. Ancak GÖR hastalığına bağlı komplikasyonlar
(istenmeyen yan etkiler) 60-70’li yaşlarda daha sıktır.
Sağlıklı insanlarda görülen fizyolojik reflü, özellikle gece yatar pozisyonda veya yemeklerden
sonra gelişir. Fizyolojik reflünün nedeni, yemek borusu alt ucundaki “sfinkter” in (kapayıcı meka-
nizma) gevşemesi veya mide içi basıncın artmasıdır. Bu şekilde mide-yemek borusu bariyerinin
geçici kaybı fizyolojik reflü oluşumuna yol açar.
Mide içeriği midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeniyle belirgin derecede asittir. Eğer oni-
kiparmak bağırsağından mideye doğru safra geri akımı varsa mideden yukarı çıkan içerik hem
asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine
neden olur. Reflü hastalığı, asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun
süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve/veya safralı mide içeriğinden koruya-
maması nedeniyle oluşur. Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini
engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen durum, bu mekaniz-
manın gevşek oluşudur. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birlikte yaşanır. Bu mekanizma dışında,
mide ve yemek borusu arasındaki basınç farkı, yemek borusunun temizlenmesindeki yetersizlik,
mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi, bu hastalığı tetikleyen diğer
nedenlerdir.
188
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplardan farklı yollarla sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
ç. Kalın bağırsakta
1. çıkış
villus şeklinde kıvrımlar
bulunmaz ve kimyasal D
sindirim de gerçekleşmez.
Y
b. Pepsinojen, mide D
hücrelerinden kana verilir. 2. çıkış
a. Büyük 3. çıkış
Y
moleküllerin enzim
D
ve su yardımı ile
monomerlerine d. Safrada sindirim enzimleri
ayrılmasına D Y
bulunmaz.
sindirim
4. çıkış
denir.
e. İnce bağırsakta sindirimi
5. çıkış
tamamlanan tüm besin
maddeleri kan kılcalları ile
Y D
dolaşım sistemine katılır.
Y
D
6. çıkış
B. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise ’’ Y’’ yazı-
nız.
189
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
4. İnce bağırsağın mukoza yüzeyinde, besinlerin emilimini sağlayan villus adlı parmak şeklin-
de yapılar bulunur.
5. Gastrit, mide mukozasının iltihaplanmasıdır.
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
6. Yağ asitleri ve gliserol ince bağırsak epiteline geçtikten sonra hücre içinde yeniden yağlara
dönüşür ve etrafları proteinle kaplı şekline ………………………….. denir.
2. İnce bağırsaktaki villuslarda bulunan tüm lenf kılcalları tıkansaydı, aşağıdaki hangi madde-
nin vücut hücrelerine taşınması öncelikle aksardı?
++
A) Glikoz B) Amino asit C) B vitamini D) Yağ asiti E) Ca tuzları
190
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
5. BÖLÜM
DOLAŞIM SİSTEMİ
191
191
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Vücudumuzdaki tüm hücreler canlılığını sürdürmek için besin ve oksijene ihtiyaç duyar. Bu maddeleri
de hücresel solunumda kullanır ve sonuçta artık maddeler oluşur. Oluşan bu artık maddelerin de hüc-
relerden uzaklaştırılması gerekir. İşte vücudumuzdaki bütün hücrelerin ihtiyaçlarını sağlayan ve oluşan
artıkları da boşaltım organlarına ileten dolaşım sistemidir. İnsanda dolaşım sistemi, madde taşınması-
nın yanı sıra başka görevler de üstlenmiştir. Bunlar arasında vücut sıcaklığının düzenlenmesi, bağışıklık
sağlama ve hormonal düzenleme sayılabilir.
İnsanda dolaşım sistemi kalpten, damarlardan ve kandan meydana gelir. Kanın dolaşımını sağlayan
bu sisteme lenf dolaşımı da yardımcı olur. Şimdi dolaşım sisteminde görev alan bu yapıları ve organları
öğrenelim.
Kalp, göğüs kafesinde bulunan ve vücudun her yerine damarlar aracılığı ile kan pompalayan kastan
yapılmış bir organdır. İki akciğerin arasında bulunur ve her insanın yaklaşık kendi yumruğunun büyük-
lüğü kadardır.
Aort
Akciğer atardamarı
Üst ana toplardamarı
Akciğer toplardamarı
Sağ kulakçık
Sol kulakçık
Üçlü kapakçık
İkili kapakçık
Sağ karıncık
Sol karıncık
Yarımay kapakçıkları
Kalp, üstte iki kulakçık (atrium), altta iki karıncık (ventrikül) olmak üzere dört odacıklıdır (Şekil 2.65).
Kalbin sol kısmında oksijence zengin kan bulunurken sağ kısmında oksijence fakir kan bulunur. Ku-
lakçıkların karıncıklara açıldığı yerde kapakçıklar bulunur. Sağ kulakçıkla sağ karıncık arasında üçlü
kapakçık (triküspit), sol kulakçıkla sol karıncık arasında ikili kapakçık (biküspit, mitral) yer alır. Ayrıca
kalbin sol karıncığından çıkan aort ve sağ karıncığından çıkan akciğer atardamarında yarım ay şeklin-
de kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kalpten pompalanan kanın geri dönmesini engeller ve kanın tek
yönde akmasını sağlar.
Kalp dıştan içe doğru üç tabakadan oluşur. Bu tabakalar perikart, miyokart ve endokarttır. Perikart
en dışta bulunur. Perikart, bağ doku yapılı, çift katlı zardan oluşur. Bu zarların arasında kalbin kolay ça-
lışmasını sağlayan sıvı bulunmaktadır. Miyokart, ortada bulunan kalp kasıdır. Üçüncü bölümden hatırla-
yacağınız gibi kalp kası yapı bakımından çizgili, işlevsel açıdan düz kasa benzer. Kalbin karıncıklarında-
ki miyokart tabakaları kulakçıklardakinden daha kalındır. Sol karıncıktaki miyokart da sağ karıncığa göre
192
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
daha kalındır. Çünkü tüm vücuda kan, sol karıncıktan pompalanmaktadır. Endokart ise en içteki kısım
olup tek sıralı epitelden oluşmuştur. Endokart kaygan yapıda olup kanın akışını kolaylaştırır.
Kalbin tüm vücuda damarlar aracılığı ile kan pompaladığını belirtmiştik. Peki, kalbin damarlarla bağ-
lantıları nasıldır? Kalpten çıkan damarlara atardamar, kalbe giren damarlara ise toplardamar denil-
mektedir. Kalbin kulakçıkları toplardamarlar ile bağlantılıdır. Sol kulakçığa akciğerden oksijence zengin
kan taşıyan akciğer toplardamarı bağlanırken, sağ kulakçığa tüm vücuttan karbondioksitçe zengin kan
taşıyan alt ve üst ana toplardamarları bağlanır. Kalbin karıncıkları ise atardamarlar ile bağlantılıdır. Sol
karıncıktan tüm vücuda oksijence zengin kanı taşıyan aort atardamarı çıkarken sağ karıncıktan ise ok-
sijence fakir kan taşıyan akciğer atardamarı çıkar (Şekil 2.65).
DIKKAT!
Kalp kendisi için gerekli olan besini ve oksijeni içindeki kandan sağlamaz. Kalp, aorttan çıkan
atardamarların miyokart tabakasına giren kılcallara ayrılmasıyla oluşan koroner damarlardan
besin ve oksijen ihtiyacını sağlar. Koroner damarlar tıkanır ya da daralırsa kalp, ihtiyacı olan besin
ve oksijeni alamaz. Bu durum kalp krizine (enfarktüs) neden olur.
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Memeli Kalbinin İncelenmesi Koyun veya sığır kalbi,
diseksiyon küveti, plas-
Amaç: Memeli kalbinin ve damarların yapısının kavranması tik eldiven, diseksiyon
seti, makas
Uygulayalım
• Ellerinize plastik eldiven giyiniz ve diseksiyon küvetine yerleştirilen
kalbin öncelikle dış yapısını inceleyiniz. Kalbin dışında görülen damarlar kalbi besleyen koroner
damarlardır. Kalbe ait dört adet damar bulunur. Parmaklarınızı kullanarak bu damarların hangi
damarlar olduğunu saptamaya çalışınız.
• Aortu makasla keserek açınız ve yarım ay şeklindeki kapakçıkları gözlemleyiniz.
• Keskin bir makas yardımıyla sol karıncığı açınız. Sol karıncığın duvarı boyunca kesmeye de-
vam ediniz. Kesme işlemini sol karıncık çevresinden yukarı sağ karıncığa ve sağ kulakçığa
kadar yapınız.
• En son karıncıkları birbirinden ayıran perdeyi keserek işlemi bitiriniz.
• Kalbi boyuna doğru iki parçaya bölünüz. Karıncıkları ve kulakçıkları birbirine bağlayan üçlü ve
ikili kapakçıkları inceleyiniz.
• Kalbin yapısını ve kalbi oluşturan tabakaları gözlemleyiniz. Kulakçıkların ve karıncıkların duvar
kalınlıklarını karşılaştırınız. Kapakçıkları kalbin duvarına bağlayan lifleri inceleyiniz.
193
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sonuçlandıralım
1. Kalpten çıkan damarlardan hangisinin çapı daha fazladır? Bunun nedeni ne olabilir?
2. Kalpteki kapakçıkların görevi ne olabilir? Açıklayınız.
3. Kalpteki kulakçıkların ve karıncıkların duvarlarını karşılaştırınız. Duvarlardaki farklılığın ne-
deni ne olabilir?
Kalbin çalışması, ritmik bir şekilde kasılma ve gevşeme ile gerçekleşir. Kalbin kasılmasına sistol,
gevşemesine diastol denir. Kalbin bölmeleri kasıldığında (sistol) kanı pompalar, gevşediğinde (diastol)
ise kanla dolar. Kulakçıkların ve karıncıkların kasılıp gevşemesi birbirine zıttır. Kalbin bir pompalama, bir
kanla dolma döngüsüne kalp döngüsü denir (Şekil 2.66).
Şekil 2.66’da görülen kalp döngüsü yaklaşık 0,85 saniye sürer. Bu sürenin yaklaşık 0,15 saniyesi ku-
lakçıkların kasılması, 0,30 saniyesi karıncıkların kasılması, 0,40 saniyesi ise kalbin dinlenmesi ile geçer.
194
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Karıncıkların kasılması ile kanın atardamarlara girmesi sonucu esnek olan damar duvarları genişler.
Atardamar duvarının bu şekilde düzenli gevşemesi nabız adını alır. Nabız sayıldığında kalp atım hızı
ölçülmüş olur. Bir stetoskop aracılığı ile duyulan kalp sesleri kapakçıkların kapanma sesleridir. Duyu-
lan kalp sesinden birincisi, kulakçıklar ve karıncıklar arasındaki kapakçıkların kapanması ile ikincisi ise
karıncıklar ile atardamarlar arasındaki yarım ay kapakçıklarının kapanması ile ortaya çıkar (İkinci ses
daha yüksek frekanslıdır.). Kapakçıkların birinde veya daha fazlasında olabilecek bir bozukluk sonucu
kan, kapakçıklardan ters yönde fışkırabilir. Bu sırada bir tıslama sesi duyulur, bu durum kalp üfürümü
olarak adlandırılır. Çoğunlukla kalpte üfürüm bozukluğu, ameliyat gerektirecek ölçüde kan dolaşımını
etkilemez. Kalbin kasılıp gevşemesi sırasında kanın atardamar duvarına yaptığı basınca ise tansiyon
adı verilir. Tansiyon, büyük ve küçük tansiyon olarak iki çeşittir. Büyük tansiyon karıncıkların kasılması
sırasında kanın atardamar duvarına yaptığı basınçtır. Karıncıkların gevşemesi anında kanın yaptığı
basınç ise küçük tansiyon olarak adlandırılır. Sağlıklı bir insanda dinlenme hâlinde büyük tansiyon 120
mmHg, küçük tansiyon ise 80 mmHg basıncındadır.
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Nabız ve Tansiyon Ölçülmesi Tansiyon aleti
Amaç: Nabız ve tansiyon ölçümünün öğrenilmesiyle vücutta- (stetoskobu ile birlikte)
ki dolaşım ve bununla ilgili kavramların anlaşılması
Uygulayalım
1. Tansiyon Ölçülmesi
• Stetoskobu atardamar üzerine yerleştirip kolluk kısmını (kumaş kısmı) sıkıştırınız.
• Baramotre kısmındaki gösterge 200-220 mmHg değerini gösterinceye kadar hava pompala-
yınız.
• Hava verdiğiniz yerdeki vidayı yavaş yavaş gevşeterek sesin
ilk ve son duyulduğu noktaları kaydediniz.
• Sesin ilk duyulduğu yer sistolik basınç (büyük tansiyon), son
duyulduğu değer ise diastolik basınçtır (küçük tansiyon).
2. Nabzın Ölçülmesi
• Boynunuzdaki veya el bileğinizin iç kısmındaki atardamara işa-
ret ve orta parmağınızı atışları hissedecek şekilde yerleştiriniz.
• Duyduğunuz atışları 1 dakika boyunca sayarak kaydediniz.
• Sınıfınızda yapılan ölçümleri bir tabloya not ediniz.
Sonuçlandıralım
195
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sol kulakçık
Sağ kulakçık
Sinoatrial düğüm (SA)
His demetleri
Atrioventriküler düğüm
Purkinje lifleri
EKG
Şekil 2.67. Kalbin çeşitli bölgelerinde bulunan özelleşmiş yapılar kalpte kasılmayı kontrol eder. Bu kasılmaları
EKG ile görebiliriz.
Kalp, çalışmasını kendisi başlatan bir organdır. Fakat pompaladığı kan miktarı ve kalp atım sayısı
otonom sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Kendi kasılması için gerekli uyarıyı kendisi yaratır. Kalbin
uyarılması sağ kulakçık çeperindeki bir grup hücre topluluğu olan sinoatrial düğüm (SA) ile gerçekleş-
tirilir. SA düğüm, sinir hücrelerinkine benzeyen elektriksel impuls üretir. SA düğümden çıkan impulslar
kalp dokusu içinde hızla yayılır. Buna ek olarak, bu uyarılar vücut sıvıları aracılığı ile deriye de iletilir. Bir
elektrokardiyogram (EKG) ile bu akımlar deri üzerine yerleştirilen elektrotlarla kaydedilebilir. Bu akımın
zamana karşı çizilmiş grafiğinde, kalp döngüsünün kendine özgü şekli ortaya çıkar (Şekil 2.67).
SA düğümden çıkan uyarılar, önce kulakçıkların duvarına yayılarak her ikisinin de aynı anda ka-
sılmasına yol açar. Kulakçıkların kasılması sırasında SA düğümden çıkmış olan impulslar, sağ ve sol
kulakçıkların arasındaki yine bir hücre grubu olan atrioventriküler düğüme (AV) ulaşır. İmpulslar bu
noktada kalbin uç noktasına yayılmadan önce 0,1 saniye kadar geciktirilir. Böylece kulakçıkların karın-
cıklar kasılmadan önce tümüyle boşalması sağlanır. Daha sonra AV düğümden gelen sinyaller, karıncık-
ların duvarları boyunca, özelleşmiş kas lifleri olan his demetlerine iletir. His demetinin sağ ve sol kolları
aracılığı ile uyarı purkinje liflerine ulaşır. Purkinje lifleri de uyarıyı karıncık kaslarına iletir ve karıncıklar
kasılır (Şekil 2.67).
Vücudumuzun fizyolojik durumu SA düğümü düzenleyerek kalp ritmini değiştirir. Buna göre SA düğü-
mün çalışmasını etkileyen bazı faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
196
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
• Hormonlar: Korku ve heyecan hâlinde salgılanan epinefrin (adrenalin) hormonu kalp atışını hızlan-
dırır (Resim 2.27.a). Tiroit bezinden salgılanan tiroksin hormonu da kalp atışını hızlandırır. Asetilko-
lin hormonu ise yavaşlatır.
• Sıcaklık: Vücut sıcaklığındaki artış, SA düğümünü uyarır ve kalp atışı hızlanır. Örneğin vücut sı-
caklığınızdaki 1oC’luk bir artış kalbi dakikada 10 atım hızlandırır. Ateşli hastalıklarda kalp atışının
hızlanması bu nedenledir.
• Karbondioksit: Kandaki CO₂ artarsa kanın pHʼsi düşer ve asitlik artar. Bu durumda kalp atışı hız-
lanır. Örneğin spor yaparken kandaki CO2 miktarı artar. Bunu uzaklaştırmak için kalp daha çok kanı
akciğere pompalamak ister (Resim 2.27.c).
• Kimyasal maddeler: Nikotin ve kafein gibi kimyasal maddeler de SA düğümünün çalışmasını hız-
landırır (Resim 2.27.b).
a. Stresli durum
b. Kahve c. Spor
Resim 2.27. Kalp atış hızımızı stres (a), içilen kahve (b) ve spor (c) etkiler.
Araştıralım-Öğrenelim
Kalbin çalışmasına etki eden bazı faktörleri gördünüz. Bunlarla birlikte sempatik sinir sistemi,
adrenalin, tiroksin, kafein, tein, asetilkolin, vagus siniri vb. faktörlerin kalbin çalışmasına daha fazla
nasıl etki ettiğini araştırınız. Araştırma sonuçlarını raporlaştırarak bir sunum hazırlayınız ve sınıfta
arkadaşlarınızla paylaşınız.
197
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kılcal damar
Toplardamar ucu
Atardamar (a) Endotel tabaka
Toplardamar (b)
Toplardamarlar: Kanı kılcal damarlardan alarak kalbe getiren damarlardır (Şekil 2.69.b). Toplar-
damarlar, oksijeni düşük olan kanı taşır ve sadece akciğer toplardamarı oksijence zengin kan taşır.
Toplardamarlar da, atardamarlarda olduğu gibi üç tabakadan meydana gelmiş olmasına rağmen bazı
farklar vardır. Bu farklardan biri dış tabakadaki bağ dokunun liflerinin az olmasıdır. Diğer bir fark ise orta
tabakada yer alan kas dokunun ince olması ve elastik lifler bulunmamasıdır. Toplardamarların çapları
198
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
atardamardan büyük olduğu için daha çok kan bulundurur. Toplardamarlarda kan basıncı düşüktür. Bu
damarlarda kanın hareketini sağlayan etkenler şunlardır:
• Toplardamarın çevresini saran iskelet kaslarının kasılması ile damarın sıkışması, bunun sonucu ka-
nın kalbe doğru hareketinin sağlanması (Şekil 2.70),
Baldır
kaslarının
kasılması
Kapakçıklar
Baldır kasları kapalı Baldır kasları
gevşemiş kasılmış
Şekil 2.70. Çizgili kaslar ve toplardamarlarda tek yönlü açılan kapakçıklar kanın kalbe doğru hareketine yardım eder.
• Vücudun alt kısmındaki toplardamarlarda kanın geriye akmasını engelleyen, tek yönde açılan kapak-
çıklar bulunması. Ancak vücudun yukarı bölgelerindeki toplardamarlarda ise kapakçık bulunmaz, kan
akışında yer çekimi etkili olur.
• Nefes alma sırasında göğüs kafesinin genişlemesi, göğüs boşluğundaki basıncı düşürür. Böylece üst
ve alt ana toplardamarlardaki kan, gevşeyen kulakçıklara dolar. Bu durum da yine toplardamardaki
kanın akışına etki eder.
199
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
toplardamarlara geçen kanın akış hızı tekrardan artar. Kan akış hızının en az olduğu damar kılcal da-
marlardır (Grafik 2.4).
Kan basıncı ise damarların çeşidine ve bulunduğu yere göre değişir. Kan basıncını; kalbin atış gü-
cündeki artış, kan miktarındaki artış ve kan damarlarının büzülmesi artırır. Kan basıncı en yüksek aort-
tadır. Kan, atardamarlarda ilerledikçe kan basıncı azalır. Kılcallarda daha düşük ve toplardamarlarda en
düşük seviyeye ulaşır (Grafik 2.5).
50 120
40 100
30 80
20 60
10 40
0 Damarlar 20
Aort
Atardamarlar
Kılcal damarlar
Toplardamarlar
Ana toplardamarlar
0 Damarlar
Aort
Atardamarlar
Kılcal damarlar
Toplardamarlar
Ana toplardamarlar
Kan ile doku sıvısı arasındaki madde alışverişi kılcal damarlarda olur. Kılcal damarlarda madde
alışverişini etkileyen iki farklı basınç vardır. Bunlar kan basıncı ve kan protein ozmotik basıncıdır. Kalbin
kanı pompalamasıyla oluşan basınç kan basıncıdır ve kan basıncı atardamar ucundan toplardamar
ucuna doğru azalır. Bu durum küçük moleküllerin kandan doku sıvısına doğru geçmesini sağlar. Kanın
protein ozmotik basıncını ise kanın plazmasında bulunan albumin, globulin ve fibrinojen gibi büyük mo-
leküllü proteinler oluşturur. Bu moleküller kılcal damardan çıkamaz o nedenle damar içinde değişmeyen
sabit bir protein ozmotik basıncı oluşturur. Bu basıncın etkisiyle doku sıvısında bulunan küçük molekül-
ler tekrardan kana geçebilir.
200
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Doku hücreleri
Doku sıvısı
Ozmotik
Kan basıncı basınç
40 mmHg 25 mmHg
Ozmotik basınç
25 mm Hg
Kılcal damar
Kan
basıncı
Atardamar ucu Doku sıvısı 15 mmHg
Toplardamar ucu
Kanın akış yönü
Kılcallarda, atardamar ucundan toplardamar ucuna gidildikçe kan basıncı azalır. Albumin, globulin
gibi kan proteinleri sayesinde oluşan protein ozmotik basıncı ise kılcalların her noktasında aynıdır (Şekil
2.71). Bu iki basınç birbiri ile karşılaştırıldığında, kan basıncının büyük olduğu yerlerde kılcallardan doku
sıvısına, ozmotik basıncın büyük olduğu yerlerde ise doku sıvısından kılcallara madde geçişi olur. Bu
sayede kanın içindeki besin ve oksijen doku hücrelerine, hücrelerden çıkan artıklar da kana geçmiş olur.
2. Kan dolaşımı
Kanın vücuttaki dolaşımı büyük ve küçük kan dolaşımı olarak iki kısımda incelenir:
Küçük kan dolaşımında: Sağ karıncıktan pompalanan kan, akciğer atardamarı tarafından akciğere
taşınır. Kan, sağ ve sol akciğerdeki kılcallardan geçerken oksijenle zenginleşirken karbondioksidi bıra-
kır. Akciğerden ayrılan oksijence zengin kan, akciğer toplardamarı ile kalbin sol kulakçığına gelir. Oksi-
jence zengin bu kan sol kulakçığın kasılması ile gevşemiş olan sol karıncığa geçer. Küçük kan dolaşımı,
sağ karıncıkta başlar, sol kulakçıkta biter.
Büyük kan dolaşımında: Sol karıncıktaki oksijence zengin kan, aort ile tüm vücuda yayılır. Aortun
yukarı giden kolu (şah damarı), baş ile kolların kılcallarına kan taşır. Aortun aşağı giden kolu ise karın
bölgesindeki iç organlar ile bacakların kılcallarına kan taşır. Baş, boyun ve kollardan gelen oksijence
fakirleşmiş kan, üst ana toplardamara geçer. Alt ana toplardamar da gövde ve bacaklardan kan getirir.
Her iki ana toplardamar da oksijence fakir kanlarını sağ kulakçığa boşaltır. Büyük kan dolaşımı, sol ka-
rıncıkta başlar, sağ kulakçıkta biter (Şekil 2.72).
201
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Baş ve kollar
Akciğer toplardamarı
Aort
Kalp
Karaciğer toplardamarı Karaciğer
(Kapı toplardamarı)
Mide
Alt ana toplardamar
Böbrekler
Gövde ve bacaklar
Şekil 2.72. İnsanda büyük ve küçük kan dolaşımı
Damarlarımız içinde dolaşan kan, plazma adı verilen sıvı ile farklı tipte hücrelerden oluşan özel-
leşmiş bir bağ dokudur. Kanın asıl görevi taşıma işlemidir. Akciğerlerden aldığı oksijeni ve sindirim sis-
teminden aldığı besin monomerlerini hücrelere, hücrelerde oluşan metabolik atıkları da böbrek, akciğer
ve deri gibi boşaltım organlarına taşır. Kan ayrıca salgı bezleri tarafından üretilen hormonları hedef
hücrelere götürür. Ancak bununla birlikte kan, vücudun su, asit ve baz dengesinin düzenlenmesinde ve
vücut sıcaklığının sabit tutulmasında da görev almaktadır.
Kanımız aynı zamanda vücudun savunmasında önemli görev üstlenmiştir. Bu durum kanda bulunan
akyuvarlar ve antikorlar ile sağlanır. Ayrıca yaralanma durumunda pıhtılaşarak kanama durdurulur hem
yara açıklığından mikropların girmesi engellenir hem de değerli bir madde olan kanın kaybı engellenir.
Biliyor musunuz?
Vücut hücrelerinin içinde bulundukları iç ortamın değişmez tutulması, vücudun normal fonk-
siyonu ve hayatın devamlılığı için şarttır. Kan dolaşımının birkaç dakika için bile durması, iç
ortamın değişmesine ve tamiri mümkün olmayan bozukluklara hatta ölümlere neden olur. İç or-
tamın değişmez tutulması işini belirtmek için W.B. Cannon (W. B. Kenin) (1871-1945) tarafından
homeostazi deyimi kullanılmıştır.
NOYAN, A., Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, Meteksan A.Ş., s.559,14. Baskı, Ankara, 2004.
202
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kanın %55’ini plazma, %45’ini ise kan hücreleri oluşturur. Kanımızdan bir miktar alınıp içine pıhtı-
laşmayı önleyici bir madde damlattıktan sonra santrifüj makinesinde şekil 2.73’teki gibi santrifüj edilirse
tüpün dibinde yoğun kırmızı bir çökelti görülür. Yoğun kırmızı çökelti kan hücreleridir, üzerindeki açık sarı
renkli sıvı plazmadır.
Kanın % 55’ini oluşturan kan plazmasının yaklaşık %90’ı su olmasına karşın çözünmüş tuzlar kanın
önemli elemanlarıdır. Bununla birlikte kanımızda plazma proteinleri (albumin, globulin, protrombin, fibri-
nojen, antikorlar), vücudun bir bölgesinden diğer bölgesine taşınan besin maddeleri, metabolik artıklar,
solunum gazları ve hormonlar gibi çok çeşitli maddeler de bulunur (Şekil 2.73).
DIKKAT!
Serum, pıhtılaşma faktörlerinden ayrılmış plazmaya verilen isimdir.
Plazma %55
İçerik Temel görevleri
Su Diğer maddeleri taşıyan çözücü
Trombositler Kan
250,000-400,000
pıhtılaşması
Eritrositler O2 ve bir miktar
5-6 milyon
(Alyuvarlar) CO2 taşınması
203
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kanın %45’ini oluşturan hücresel kısım; oksijen taşıyan alyuvarlar (eritrositler), savunmada görev
alan akyuvarlar (lökositler) ve pıhtılaşmada görev alan kan pulcuklarından (trombositler) meydana
gelir. Şimdi kan dokunun hücrelerine yakından bakalım.
Hemoglobin molekülü
Biliyor musunuz? (Yapısındaki demir, oksijen
bağlar.)
Küçük boyutuna karşın bir alyuvar hücresi yaklaşık
250 milyon hemoglobin molekülü içerir. Her hemoglobin
de dört molekül O₂ bağlayabildiğinden (Şekil 2.74) bir al-
yuvar yaklaşık bir milyar O₂ molekülü taşıyabilir.
Demir
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri),
Oksijen molekülü
Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme Yayıncılık, s.911, Alyuvar
Ankara, 2013. Şekil 2.74. Bir hemoglobin dört oksi-
jen bağlayabilir.
3
Alyuvar sayısı çeşitli faktörlerden dolayı kişiden kişeye göre değişebilir. Örneğin 1 mm kanda erkek-
lerde 5 milyon, kadınlarda ise 4 milyon kadar alyuvar bulunur. Bununla birlikte deniz seviyesinden yük-
seklere çıkıldıkça da alyuvar sayısı artmaktadır. Yükseklerde atmosferdeki oksijen miktarı azaldığı için
alyuvar sayısı artar. Alyuvarlar fetüste 3-5. aylar arasında karaciğerde ve dalakta üretilirken, gebeliğin
5. ayından itibaren yaşamın sonuna kadar kırmızı kemik iliğinde üretilir. Alyuvarlarda aktif hareket yete-
neği yoktur o nedenle bir yerden başka bir yere taşınmaları kan akışı ile sağlanır. Alyuvarların ömürleri
yaklaşık 120 gün olup ömürlerini tamamlayan alyuvarlar karaciğerde ve dalakta parçalanır.
204
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Bazı akyuvarlar vücuda giren yabancı maddeleri tanıyabilen hafıza hücrelerine dönüşür ve daha uzun
zaman yaşayabilir. Tüm kan hücreleri, kemik iliğinde bulunan kök hücreler tarafından yapılabilir (Şekil
2.75).
Kemik iliği
Kök hücre
T lenfosit B lenfosit
Şekil 2.75. Akyuvar hücreleri kemik iliğindeki hücrelerin farklılaşması ile oluşur.
Lenfositler, fagositoz yapmaz. Üretim yeri olan kemik iliğinde olgunlaşanlarına B lenfosit, timüs
bezinde olgunlaşanlarına T lenfosit denir. B lenfositler antikor üreterek mikroplarla savaşır. T lenfositler
ise hücresel bağışıklık sağlar.
c. Kan pulcukları (Trombositler): Kemik iliğinin büyük hücrelerinden koparak oluşur. Çekirdekleri
yoktur, sekiz gün kadar yaşarlar, sonra da karaciğerde ve dalakta parçalanırlar. Kan pıhtılaşmasında
kullanılırlar.
Kanın pıhtılaşması: Vücudunuzun herhangi bir yerinde oluşan kesik sonucu meydana gelen kana-
manın durmadığını düşününüz. Vücudumuz için çok değerli olan kan miktarında azalma sonucu yaşa-
mımız tehlikeye girer öyle değil mi? Ancak bir yerimizin yaralanmasıyla oluşan kanamada, damardan
kanın akmasını önlemek amacıyla kanımızda birtakım reaksiyon süreci meydana gelir. Bu reaksiyonlar
sonucu kan pıhtılaşır ve kan kaybı engellenir.
Günlük yaşamda ara sıra oluşan küçük kesikler yaşamımızı tehlikeye sokmaz, bu kesik ve sıyrıklar
kanda bulunan maddeler sayesinde tıkanarak tamir edilir. Ancak daha büyük kesiklerde hasar gören
damar çeperinin kan ile teması sonucu kan pıhtılaşması başlar. Pıhtılaşma sürecinde kan pulcukları
(trombosit), protrombin ve fibrinojen proteinleri görev alır.
DIKKAT!
205
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Pıhtılaşma süreci damar zedelenmesi sonucu başlar. Hasarlı damar büzülür ve trombositler, zede-
lenen damar duvarındaki bağ doku liflerine yapışarak trombosit tıkacı oluşturur. Eğer damar hasarı
küçükse sadece trombosit tıkacı, kan kaybını tamamen durdurur. Fakat hasar büyükse ek olarak fibrin
iplikçiklerinin oluşması da gerekir.
Kanda sürekli olarak inaktif durumda bulunan fibrinojen pıhtılaşma sürecindeki en önemli maddedir.
Fibrinojenin aktif şekli fibrindir. Protein iplikçikler hâlinde olan fibrin kanın hücrelerini toplayarak çöker
ve pıhtıyı oluşturur. Bir damarın iç duvarı hasar gördüğünde damar duvarındaki bağ doku kanla temas
eder. Trombositler bağ dokunun kollajen liflerine yapışır. Bu trombositler salgıladıkları yapışkan madde
ile yakındaki trombositleri de yapışkan hâle getirir. Trombositler, kan kaybını acil olarak önlemek amacı
ile bir tıkaç oluşturur. (Şekil 2.76).
Kan pıhtısı
Aktif trombositler Fibrin
Hasar görmüş kan damarı
Trombositler
++
Ca iyonları + Enzimler
Protrombin Trombin
Fibrinojen Fibrin
Pıhtı
206
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Tüm hücrelerimizin ihtiyaç duyduğu maddeleri bulunduran vücut sıvımız olan kanımız ile onu tüm
vücuda pompalayan kalp ve kanımızı hücrelere kadar ulaştıran damarların görevlerini yerine getireme-
diğini düşününüz. Bu durumda tüm organların çalışması aksayacak ve yaşamımız tehlikeye girecektir.
Öyleyse yaşam için bu kadar önemli olan bu yapıların korunması çok önemlidir. Dolaşım sistemimizi
oluşturan yapıların sağlığını korumak için yaşa uygun spor yapılmalı, alkol ve sigara kullanılmamalı, aşı-
rı kilo ve stresten kaçınılmalıdır. Eğer yaşantımıza dikkat etmezsek kalp krizi, damar tıkanıklığı, kangren
ve varis gibi kalp-damar rahatsızlıklarına yakalanma olasılığımız artar. Şimdi bu rahatsızlıklara birlikte
bakalım.
Kalp krizi: Kalp krizi, kalbi besleyen koroner damarlarda gerçekleşen tıkanma sonucu kalp kasının
ilgili bölümünün beslenememesi ve oksijensiz kalması sonucu meydana gelen şiddetli göğüs ağrısıyla
ortaya çıkan rahatsızlıktır ve çoğunlukla ölümle sonuçlanır (Resim 2.29). Bu nedenle dünyada en başta
gelen ölüm nedenlerinden biridir.
207
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kalp-damar hastalıklarının oluşumunda başlıca nedenler; beslenmede doymuş yağların (katı yağlar,
margarinler vb.) fazla tüketimi, aşırı tuz tüketimi, sebzenin, meyvenin, tam tahıl ürünlerinin tüketiminin
yetersiz olmasıyla birlikte, hareketsiz yaşam biçimi ve sigara kullanımı olduğu tespit edilmiştir. Eğer
yaşantımızda bu olumsuzluklardan kaçınmaya dikkat edersek bu rahatsızlıklara yakalanma olasılığımız
da azalacaktır.
DIKKAT!
Plak
Kalp-damar hastalıkları teşhis edildiğinde olası bir
kalp krizini önlemek amacıyla balon anjiyoplasti yöntemi
uygulanır. Hastanın kasık bölgesinden bir kesik açılarak
kateter denilen ince bir tel ile bacak atardamarına ulaşılır. Katater
Tel, damarın içinden dolaşım boyunca devam eder ve tı-
kanık damarın yanına geldiğinde kateter üzerindeki balon Balon
şişirilir, şişirilen balon tıkanık damarı açar. Damar açıldık-
tan sonra balon söndürülüp kateter geri çekilir ve damarın
açık kalmasını sağlayan stent, damar duvarlarına yerleşti-
rilir (Şekil 2. 78). Stent
Sıkıştırılmış plak
Şekil 2.78. Damara stent takma
Damar tıkanıklığının önüne geçmek için gıdalarla alınan yağın ve kolesterolün azaltılması, kilo kaybı,
sigarasız bir yaşam, şeker hastalığı var ise kan şekerinin kontrol altına alınması sağlanmalı ve ayrıca
daha aktif ve hareketli bir yaşam tarzı benimsenmelidir.
Kangren: Kangren, dokuların kendilerini besleyen atardamarların herhangi bir sebeple, tamamen
yetersiz hâle gelmesi sonucunda canlılığını kaybetmesi durumudur. Kangreni kuru ve yaş diye ikiye
ayırabiliriz. Kuru kangrende simsiyah bir renk alan kangren bölgesi, kupkuru bir hâlde olup bir mumyayı
andırır. Bu tip kangren, atardamar tıkanması sonucu olur ve kangrenli bölge, canlı bölgeden çok belirgin
bir çizgi ile ayrılır. Yaş kangren ise beslenmesi aşırı derecede bozulmuş dokuların sıyrık yoluyla mikrop
kapması veya kuru kangrenin enfeksiyona maruz kalması sonucunda meydana gelir.
208
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kangren, hemen hemen birçok organ ve dokuda görülebilir ve en çok kollarda, bacaklarda, apandis-
te ve ince bağırsaklarda görülür. Kangrenin tedavisi, komşu dokulardaki dolaşımın durumuna, kangre-
nin sebebine ve yerine göre değişiklik gösterir.
Biliyor musunuz?
Raynaud Hastalığı
Ellerdeki ve ayaklardaki kan akımının, özellikle soğukla temastan sonra azalmasına Rayna-
ud hastalığı deniliyor. Oldukça sık görülen bu rahatsızlığın toplumun yaklaşık %5-10’unu etkiledi-
ği tahmin ediliyor. Raynaud hastalığı olanların %75’ini 15-40 yaş arasındaki kadınlar oluşturuyor.
Bu hastalık kendiliğinden başlayabildiği gibi, romatizma ve damar sertliği gibi hastalıklardan son-
ra da görülebiliyor. Soğukla temas sonrasında ciltteki damarlar aşırı tepki göstererek daralıyor
ve buna bağlı olarak da kan akımı azalıyor. Sadece soğukla temas değil, duygusal değişimler
ve stres de atak başlatabiliyor. Ataklar genellikle birkaç dakika ile sınırlı ancak soğuğa uzun süre
maruz kalınırsa saatlerce de sürebiliyor. Raynaud genellikle parmakları, kulakları ve burnu et-
kiliyor. Atak sırasında, kan akımının azalmasına bağlı, ellerde ve ayaklarda üşüme ve morarma
görülüyor. Hastalığın teşhisi için özel bir tetkik yoktur. En az iki yıl süren ataklar, sıcak ortamda
ellerdeki ve ayaklardaki kan akımının normal olması, başka bir hastalığın bulunmaması Rayna-
ud hastalığının teşhisi için yeterlidir. Atak sırasında derhâl sıcak uygulama yapılması gerekiyor.
Hastalığın tedavisinde atakların önlenmesi oldukça önemli yer tutmaktadır. Elleri ve ayakları so-
ğuktan korumak gerekiyor. Sigara içilmemesi, düzenli spor yapılması ve stresten mümkün oldu-
ğunca uzak durulması da alınacak diğer önlemler arasındadır.
Bilim ve Teknik Dergisi, Mart 2006, Sayı 460, s.95.
Varis: Bacaklarda derinin hemen altındaki toplardamar genişlemelerine varis denir. Bacaklarımız-
daki toplardamarlar kirli kanı yer çekiminin tersi yönünde temizlenmesi için akciğerlere ve kalbe taşıyan
damarlardır. Bu damarların içinde yukarı doğru akımın sağlanabilmesini kolaylaştıran ve aşağıya doğru
kanın toplanmasını engelleyen kapaklar vardır. Bacak kaslarının çalışması ile kan bu kapakların yardımı
ile tek yönlü olarak yukarı ilerler. Ancak kapaklarda hasar oluştuğunda kanın yer çekimi ile aşağı yönde
basınç oluşturması ile yüzeysel toplardamarlarda varisler oluşur (Şekil 2.80).
209
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kalp ve damar hastalıklarının bir kısmını gördük. Peki, damarlarımızda dolaşan kanımızda hacim
olarak yetersizlik ya da hastalıklar meydana geldiği durumlar nelerdir ve bu durumlarda neler yapılma-
lıdır? Tüm hücrelerimiz için gerekli olan kanın hacminin azalmış olduğu durumlarda, özellikle bir yara-
lanma sonucu çok miktarda kan kaybetmiş bir yaralının tedavisinde, en kesin ve esaslı sonuç kan nakli
ile sağlanır.
Araştıralım-Öğrenelim
Kan dokusunun naklinin nasıl gerçekleştiğini kapsamlı olarak araştırınız. Kan dokusu naklinde
kan doku uyuşmazlığının nedenlerini ve sonuçlarını raporlaştırınız. Elde ettiğiniz raporları sunum
hâline getiriniz ve sınıfta arkadaşlarınıza sununuz.
Kan, vücut dışında üretilemeyen bir doku olup tek kaynağı şu an için sağlıklı bağışçılardır. 50 kg
üzerinde, 18-65 yaş aralığında bulunan, bulaşıcı hastalığı veya riski bulunmayan her insan kan bağı-
şında bulunabilir. Kan bağışında bulunmak oldukça önemlidir. Ülkemizdeki kan ihtiyacı yıllık iki milyon
ünite civarındadır. Acil kazalarda ve ameliyatlarda hastaların kana ihtiyacı vardır. Bu kan acil durumlarda
hastanın yakınları tarafından karşılanabilirken kimi zaman da karşılanamamaktadır. İşte böyle zamanda
kan bağışlarının önemi ortaya çıkar.
ETKİNLİK: Tartışma
Tartışma Konusu: Kan Bağışının Önemi
Uygulama
7-10 öğrenciden oluşan bir grup oluşturunuz.
İçlerinden bir lider belirleyiniz.
Grup üyelerinin birbirini görebilecekleri bir oturma düzeni oluşturunuz.
Liderin yönetiminde 15-20 dk. sürecek biçimde kan bağışının niçin önemli olduğunu tartışınız.
Tartışma esnasında aşağıdaki noktalara dikkat ediniz:
• Katılanların uygun bir oturma düzeni içinde yer alması,
• Tartışmaya tüm grup üyelerinin katılması,
• Liderin tartışma öncesi konu ile ilgili bir giriş konuşması yapması,
• Liderin dengeli bir yönetim gösterip katılanlara sorular sorması,
• Liderin konuşmalar sırasında ve tartışma sonunda özetler yapması,
• Liderin tüm konuşmacıların tartışmaya katılmalarını sağlaması, onları teşvik etmesi,
• Tartışmanın amacına ulaşması ve tartışma süresinin kullanımı.
Kan bağışı sırasında ya da kanlı vücut sıvıları ile temas sonucu, açık yaradan, mukozalardan veya
iğne batması ile ciltten kan yoluyla birçok hastalık da bulaşabilir. Bunlardan birkaçı Hepatit B, Hepatit C,
HIV (AIDS) virüsleri ile özellikle ülkemiz için Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsüdür.
AIDS (Acquired Immure Deficiency-Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu), HIV (Human Immu-
nodeficiency Virus-İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü) adı verilen virüsün sebep olduğu hastalıktır. Bu
virüs, insanda bağışıklık hücrelerini konak olarak kullanarak insanın bağışıklık sistemini çökertir. Bu
durum, insanın bağışıklık sisteminin çökmesine ve çeşitli enfeksiyonlara karşı savunmasız kalmasına
neden olur. Bunun sonucunda da sıradan bir hastalık bile öldürücü etki yapar. AIDS hastalığına karşı
alınması gereken önlemlerden bazıları şunlardır: Cinsel ilişki yoluyla bulaşmayı önlemek için güvenli
210
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
korunma yöntemleri tercih edilmelidir. Kan yoluyla bulaşmayı önlemek için iğne ve enjektörler tek kulla-
nımlık olmalıdır. Cerahi aletler iyi sterilize edilmelidir. Manikür, pedikür araçları ile ustura, jilet vb. araçlar
kişiye özel olup steril olmalıdır.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) keneler tarafından taşınan virüslerin neden olduğu bir hasta-
lıktır. Henüz ergin hâle geçmemiş olan keneler, küçük omurgalılardan kan emerken bu virüsleri alır. Er-
ginleşen keneler hayvanlardan ve insanlardan kan emerken onlara virüsü bulaştırırlar. Hastalık belirtileri
arasında ani başlayan ateş, hâlsizlik, iştahsızlık, baş ağrısı, kollarda, bacaklarda ve sırtta şiddetli ağrı,
bazen kusma, karın ağrısı veya ishal olabilir.
Lenf sistemi, lenf kılcalları, lenf toplardamarları ve lenf düğümlerinden oluşmuştur. Lenf sıvısının
pompalanmasını sağlayan lenfe ait özel bir kalp yoktur. Bu nedenle lenf atardamarı da bulunmaz.
Lenf kılcalları, kan kılcalları gibi vücudun büyük bir bölümüne yayılmıştır ve bir ucu kapalıdır. Tek
tabakalı epitel hücre yapısındaki duvarlarının madde geçirgenliği fazladır. Lenf kılcalları daha sonra
lenf toplardamarlarına bağlanır. Kan kılcalları, proteinlerin doku sıvısına çıkışına izin vermediği hâlde
bir miktar protein ve akyuvar, doku sıvısına geçer. Bu proteinlerin yeniden kana taşınması gerekir. Doku
sıvısına çıkan proteinler lenf kılcallarına geçer ve lenf yolu ile kana taşınır (Şekil 2.81). Kılcal damarlar
tarafından kaybedilen sıvı, difüzyonla lenf kılcallarına girdikten sonra lenf ya da akkan olarak adlandırı-
lır. Lenf sıvısı daha sonra kan dolaşımına katılır. Lenf ve kan dolaşımının bu şekilde birleşmesi, sindirim
sisteminde gördüğümüz gibi ince bağırsaktan yağların kana aktarımında da işlev görürür.
Atardamar ucu
Kan
akış
yönü
Toplardamar ucu
Şekil 2.81. Toplar damar ucunda kan ile doku sıvısında madde alışverişi sırasında kan kılcalına geri dönemeyen
sıvıyı lenf kılcalı alır.
Lenf toplardamarları kan dolaşımındaki toplardamarlara göre büyük çaplıdır. Lenf toplardamarları da
kan dolaşımındaki toplardamarlar gibi tek yöne açılan kapakçıklara sahiptir. Lenf, kalp tarafından pom-
palanmadığından lenfin hareketi kana göre oldukça yavaştır. Lenf dolaşımında ayrıca lenf damarlarının
birleştiği yerlerde, özel hücre kümelerinden meydana gelen lenf düğümleri vardır.
211
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Lenf hareketi toplardamarlardakine benzer şekilde dokulardan ve organlardan kalbe doğru gerçek-
leşir. İskelet kaslarının kasılması, solunum sırasında göğüs kafesinde meydana gelen basınç farkı, tek
yöne açılan kapakçıklar ve arkadan gelen sıvının öndeki sıvıyı itmesi lenf sıvısının hareketini sağlar.
Lenf sıvısı vücutta iki yolla taşınarak kan dolaşımına katılır (Şekil 2.82).
1. Yol 2. Yol
Başın ve
göğsün sol Lenf kılcal damarları
kısmı ile
sol koldan
toplanan Büyük lenf damarı
Peke sarnıcı
lenf
Göğüs kanalı
Sağ köprücük
altı toplardamarı
Sol köprücük altı top- (Lenf, kana karışır.)
lardamarı
(Lenf, kana karışır.)
Üst ana
toplardamarı
Sağ kulakçık
Bazen lenf sisteminin çalışmasını engelleyen bozukluklar olabilir. Bu bozukluklar dokular arasın-
daki sıvının çok miktarda artmasına neden olarak ödem adı verilen durumun ortaya çıkmasına neden
olur. Ödem durumunda doku sıvısı hücre içine doğru hareket eder ve hücrelerin şişmesine neden olur.
Ödemli bölgeye parmakla bastırılırsa basılan yer hamur gibi göçer ve bir süre göçük kalabilir.
Lenf damarlarının yolları üzerinde bulunan en önemli lenf düğümleri dalak ve bademciklerdir. Lenf
düğümlerinin içinde vücut savunmasında görev alan akyuvarlar bulunur. Vücut bir enfeksiyonla savaşır-
ken, bu hücreler hızla çoğaldıklarından, lenf düğümleri şişer ve hassas hâle gelir. Hasta olduğumuzda
doktorun boynunuzdaki, koltuk altlarınızdaki ve kasıklarınızdaki lenf düğümlerinde şişme olup olmadığı-
nı kontrol etmesi bu yüzdendir.
212
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Vücudumuz bakteri, virüs ve mantar gibi birçok hastalık etkeni için ideal bir yaşam alanıdır. Bu et-
kenlerin insan vücuduna girerek çoğalmalarına enfeksiyon adı verilir. Vücudumuz bu organizmalar için
hazır besin maddelerini, üreme ve gelişme için korunaklı bir ortamı ve yeni ortamlara taşınma olanakla-
rını sunar. Örneğin bir nezle ya da grip virüsü açısından çok iyi bir ev sahibi olabiliriz ancak bu bizim için
hiç de hoş bir durum değildir.
Tüm hayvanlar, doğuştan gelen doğal bağışıklığa sahiptir. Bu bir enfeksiyon durumunda hemen ak-
tif duruma geçen savunma olup daha önce o etkenle karşılaşıp karşılaşmamasından etkilenmez. Doğal
bağışıklığa özgül olmayan bağışıklık da denir ve vücuttaki savunmanın birinci ve ikinci hattını oluşturur
diyebiliriz. Eğer hastalık etkenleri bu savunma etkenlerini geçerse bu sefer vücut üçüncü bir savunma
hattını oluşturacaktır ki bu da özgül bağışıklık olan kazanılmış bağışıklıktır (Tablo 2.3).
Hastalık etkenleri
(Bakteri, mantarlar ve virüsler gibi)
KAZANILMIŞ BAĞIŞIKLIK
Savunmanın üçüncü hattı
(Sadece omurgalılarda bulunur.)
Antikorlar vücut sıvılarındaki enfeksiyona karşı savun-
Geniş bir reseptör grubu kullana-
ma yapar (humoral bağışıklılık).
rak belirli hastalık etkenlerine özgü
Lenfosit hücreleri enfeksiyona neden olan antijenle
özellikleri tanır ve daha yavaş tepki
doğrudan ilişkiye girer ve yok eder (hücresel bağışıklık).
verir.
213
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Doğal Bağışıklık
Vücudun genel özgül olamayan savunması olup vücudumuzun herhangi bir hastalık etkenine karşı
doğuştan dirençli olmasıdır. Doğuştan olduğu için doğal bağışıklık kalıtsal olup türe özgüdür. Örneğin
tavukta koleraya neden olan bakterilere karşı ve sığırda vebaya neden olan virüslere karşı bizler direnç-
liyizdir, bu virüsler bizde hastalık yapmaz. Aynı şekilde insanlarda etkili olan çocuk felci ve kabakulak
gibi hastalıklara karşı da hayvanlar dirençlidir. Doğal bağışıklık vücudumuzun sahip olduğu deri, mide,
burun, epitel doku, fagositoz yapan hücreleri, doğal olarak hastalık etkenini öldüren hücreler (doğal katil
hücreler), antimikrobiyal proteinler ve yangısal tepki gibi savunmanın 1 ve 2. hattını oluşturan yapılar
tarafından sağlanır.
Savunmanın birinci hattı: Hastalık etkeninin vücuda ilk girdiğinde karşılaştığı savunma engeli olup
amacı hastalık etkenini vücuda girer girmez yok etmektir. Ağız, burun, göz, mide, deri, epitel doku ve
bunların salgıları savunmanın birinci hattını oluşturur.
Deri, mikropların vücut içerisine girmesini engellerken salgıladığı ter ve yağ ile pH değerini düşürerek
ortamı mikroorganizmalar için yaşanmaz hâle getirir (Resim 2.30). Çünkü yağ ve ter bezlerinden gelen
salgılar, insan derisinde pH’si 3-5 olan asitlik kazandırmaktadır ve bu asitlik düzeyi çoğu bakterinin
üremesini önlemek için yeterlidir. Tükürük, gözyaşı ve mukus salgılarındaki lizozim enzimi de gözlerin
çevresindeki ve üst solunum yollarındaki açıklıklardan girecek bakterilerin hücre duvarlarını parçalar
(Resim 2.31). Besinlerle alınabilecek mikroplar da midenin asidik ortamıyla mücadele edemez ve bağır-
saklara geçmeden ölürler.
Resim 2.30. Deri, mikropların vücut Resim 2.31. Gözyaşı içerisinde bakterilerin hücre du-
içerisine girmesini engeller. varını parçalayan lizozim enzimi vardır.
214
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Savunmanın ikinci hattı: Eğer hastalık etkenleri savunmanın birinci hattını aşarlarsa bu sefer hüc-
resel yapılı doğal savunmalar devreye girecektir ki bu da savunmanın ikinci hattını oluşturur. Bu etkenler
fagositoz yapan hücreler, doğal olarak hastalık etkenini öldüren hücreler (doğal katil hücreleri), antimik-
robiyal proteinler ve yangısal tepkidir.
Fagositoz yapan hücreler hastalık etkenini fark ettikten sonra onları içindeki bir kofula alarak hapse-
der. Bu koful daha sonra bir lizozomla kaynaşarak hastalık etkeninin parçalanmasını sağlar (Şekil 2.84).
5 Artıkların atılması
Doğal olarak hastalık etkenini öldüren hücreler (doğal katil hücreleri) vücutta dolaşarak virüs bulaş-
mış hücreleri ve kanserleşmiş hücrelerin yüzey proteinlerindeki anormallikleri fark ederek bozulduklarını
anlar. Ancak bu bozulmuş hücreleri fagositoz etmeyip bu hücreleri öldürecek kimyasallar salgılayarak
virüslerin ya da kanserin yayılmasını engeller.
Antimikrobiyal proteinler hastalık etkenlerine saldıran ya da onların üremelerini durduran çeşitli pro-
teinlerdir. Bunlardan bazıları hastalık etkeninin hücre zarı yapısını bozar. İnterferon adı verilen savun-
ma proteini de virüs enfeksiyonlarına karşı koyar. İnterferonlar virüs bulaşmamış komşu hücrelerin,
virüslerin çoğalmasını engelleyen maddeler üretmesini teşvik eder. Bu yolla interferonlar virüslerin hüc-
reden hücreye yayılmalarını engelleyerek nezle ya da grip gibi enfeksiyonları sınırlar.
Yangısal tepki ise elinize batmış bir kıymığın sizi uyaran ağrısı ve şişkinliğinde, bölgesel bir yangısal
tepki sonucu olup yaralanmalarda ya da enfeksiyonlarda salgılanan uyarıcı moleküllerin oluşturduğu
değişikliklerdir. Önemli bir yangısal tepkinin sinyali histamindir. Histamin bağ dokuda bulunan mast
hücrelerinin keseciklerinde depolanır. Yaralanma bölgelerinde salınan histamin, çevredeki kan damar-
larının genişlemesine ya da geçirgen olmasına yol açar. Böylece kılcallardan doku sıvısına madde ge-
çişinin hızı artar. Bunun sonucunda kızartı ve ödem oluşur. Ortamda bulunan hastalık etkeni bakteriler
ve yaralı dokudan salınan çeşitli maddeler, fagositoz yapan akyuvar hücrelerini uyarır ve yaralı dokuya
geçmelerini sağlar. Akyuvarlar, burada bulunan hastalık yapıcı bakterileri yok eder. Bu sırada fibrinojen
ve pıhtılaşmada rol oynayan diğer proteinler de kanın pıhtı oluşturmasını sağlayarak mikropların sağlıklı
dokuya yayılmasını önler (Şekil 2.85).
215
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Kimyasal sinyaller
Akyuvar
B. Kazanılmış Bağışıklık
Hastalık etkenleri doğal bağışıklıktaki birinci ve ikinci savunma hatlarını aşarsa bu sefer kazanılmış
bağışıklık olan üçüncü savunma hattı devreye girer. Doğal bağışıklığın yanı sıra kazanılmış bağışıklığa
sahip olma sadece omurgalılara özgüdür. Kazanılmış bağışıklık, lenfosit adı verilen akyuvar hücrele-
rinden T ve B lenfosit hücrelerine dayanır. Diğer tüm kan hücreleri gibi lenfositler de kemik iliğindeki kök
hücrelerden köken alır. Bazı lenfositler, kemik iliğinden timüs bezine göç ederek T lenfosit hücrelerine
dönüşür. Kemik iliğinde kalarak olgunlaşan lenfositler ise B lenfosit hücrelerine dönüşür.
B ya da T lenfosit hücrelerinin tepki vermesine yol açan herhangi bir maddeye antijen adı verilir. B
ve T lenfositleri antijenleri tanıma özelliğine sahip reseptörlere sahip biçimde üretilmiştir. Antijen, sadece
kendine özgül reseptörleri taşıyan lenfosite bağlanır. Antijene bağlanmış olan lenfosit, çoğalarak farklıla-
şır. Sonuçta lenfositlerden antijene özel antikorlar üreterek savaşan kısa ömürlü plazma hücreleri ile
antijeni tanıyan uzun ömürlü bellek (hafıza) hücreleri oluşur. Bu olaya birincil bağışıklık denir. Hafıza
hücreleri ise vücutta uzun süre kalır. Aynı hastalık etkeni ikinci defa vücuda girdiğinde daha önceden
tanındığı için tepki daha güçlü ve kısa sürede gerçekleşir. Buna da ikincil bağışıklık adı verilir.
DIKKAT!
Antikorlar, antijeni kendine bağlayarak antijen-antikor kompleksi oluştuktan sonra antijenin
etkisiz hâle gelmesini sağlayan, B lenfositlerinden salgılanan protein yapılı moleküllerdir.
Lenfositlerden B lenfositlerinin çalışma şekli humoral bağışıklık olarak adlandırılır. B lenfositleri an-
tijenle doğrudan temas etmeyip antijene özel antikorlar üretir. Antikorlar vücut sıvıları yoluyla antijene
ulaşır. Antikor, antijenle tepkimeye girerek antijen-antikor kompleksini oluşturur. Kompleks durumundaki
antijen, serbest antijene göre fagositoz yapan hücreler tarafından daha kolay parçalanır. Tifo, difteri gibi
bakteri hastalıklarında humoral bağışıklık etkilidir.
216
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
T lenfositlerin bağışıklığı sağlamadaki çalışma şekli ise hücresel bağışıklık olarak adlandırılır. Çün-
kü T lenfositler antikor salgılamayıp antijenle doğrudan ilişkiye girerek antijeni yok etmeye çalışır.
Bağışıklık hafızası: Bağışıklık hafızası, suçiçeği gibi birçok hastalığa karşı aşılama ya da hastalığı
geçirme gibi uzun süreli korumadan sorumludur. Bir antijenle daha önceden karşılaşmış olma bağışıklık
tepkisinin hızını, gücünü ve süresini değiştirir. Bir antijenle ilk kez karşılaşma birincil bağışıklık cevabının
temelini oluşturmaktadır. Eğer birey, aynı tip antijenle yeniden karşılaşırsa tepki daha hızlı, daha etkili ve
daha uzun süreli olmaktadır. İkincil bağışıklıkta cevap, bir antijenle ilk karşılaşmadan sonra üretilen T ve
B hücrelerinin birikimine dayanır. Bu hücrelerin yaşam süreleri uzun olduğu için onlarca yıl sürebilecek
bağışıklık hafızasının temelini oluşturur (Grafik 2.6).
A antijeni
A ve B antijenleri ile
ile ilk
karşılaşma
karşılaşma
Araştıralım-Öğrenelim
AIDS, Kırım-Kongo kanamalı ateşi ve grip gibi virütik hastalıklar ve alerji gibi bağışıklık sistemi
hastalıklarını kapsamlı olarak genel ağlardan ve TÜBİTAK yayınlarının bilim teknik dergileri gibi
çeşitli bilimsel kaynaklardan araştırınız. Araştırma sonunda edindiğiniz bilgilerden bir sunum ha-
zırlayarak sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
217
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
sonucu vücutta hastalık etkenine karşı oluşan lenfositlerden bazıları hafıza hücrelerine dönüşür. Kişi
aynı hastalık etkeni ile tekrar karşılaştığında, o hastalığa karşı vücutta hazır bulunan hafıza hücreleri
antikorların hızla üretilmesini sağlar. Bu antikorlar hastalık etkenini hastalık oluşturamadan ya da has-
talık ilerlemeden yok eder.
Bir zamanlar çok fazla sayıda insanın ölümüne ya da sakatlanmasına neden olmuş çok sayıdaki bu-
laşıcı hastalığa karşı aşılama kampanyaları başarılı olmuştur. Dünya çapında bir aşılama kampanyası,
çiçek hastalığını 1970’lerin sonunda tümüyle ortadan kaldırmıştır. Endüstrileşmiş ülkelerde, bebeklerin
ve çocukların aşılanma ile düzenli olarak aktif bağışıklık sağlamaları bir zamanların korkulan hastalıkları
olan çocuk felci, kızamık ve boğmaca vakalarının önemli ölçüde azalmasını sağlamıştır.
Hazırlık
Sınıfta aşılanmanın önemini tartışmak üzere 3-5 kişilik bir grup oluşturunuz.
Grup arkadaşları olarak görsel ve yazılı kaynakları kullanarak açık oturum öncesi araştırmalar
yapınız. Oturuma katılacak kişilerin konularına iyi hazırlanmış olmaları gerekir.
Açık oturumu yönetmek üzere bir başkan seçiniz. Başkan, üyelere söz vererek oturumu yönete-
cek olan kişidir.
Not: Açık oturum bir yarışma havasında geçmez. Başkan konuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır.
Üyeler, başkandan söz alarak konuşurlar ve aralarında tartışmazlar.
Uygulayalım
Pasif bağışıklık kazanılması: Hastalanmış kişilere başka bir canlının vücudunda geliştirilen antikor-
ların hazır olarak verilmesi pasif bağışıklık kazanılmasıdır. Pasif bağışıklık da iki şekilde kazanılabilir.
Bunlardan ilki doğal yolladır. Örneğin hamilelik sırasında annedeki bazı antikorların fetüse plasenta
aracılığı ile geçmesi, doğumdan sonra da emzirme ile anne sütündeki bazı antikorların bebeğe geçme-
si, bebeğe doğal yolla pasif bağışıklık sağlar. Antikorların ömrü kadar (birkaç hafta ile birkaç ay arası)
bebekte doğal yolla bağışıklık devam eder. İkinci pasif bağışıklık kazanma yolu ise serumdur. Serum
ile at ve sığır gibi hayvanlardan elde edilen belirli bir antijen için üretilmiş antikorlar bireye verilir. Serum
elde etmek için öncelikle hayvanın vücuduna serumu hazırlanacak hastalığın mikrobu verilerek mikroba
karşı hayvan vücudunun, antikor oluşturması sağlanır. Daha sonra hayvandan alınan kanın hücreleri ve
diğer proteinleri ayrıştırılarak antikor taşıyan serum elde edilir. Eğer bu hastalık etkeni ile hastalanmış
insana serum verilirse serumdaki antikorlar etkisini gösterir ve tedavi sağlanır.
218
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
OKUMA METNİ
Tıp dünyasında kalp ameliyatları sırasında çok kan kaybı önemli ölüm nedenlerinden biri ola-
rak kabul ediliyor. Bu durumlarda acil kan nakli gerekebiliyor. Yeni geliştirilen bir cihaz ile ameliyat
sırasında hastanın kanı toplanıp kan hücreleri yoğunlaştırılarak toplardamar yoluyla hastaya geri
veriliyor. Hemosep olarak adlandırılan cihazın kullanımı 100’den fazla açık kalp ameliyatı dene-
mesinden sonra Kanada’da ve Avrupa’da onaylanmıştır. Bu cihaz kullanıldığında ameliyat sonra-
sı kan nakli sıklığı da azalmış. İşlem sırasında kan ameliyat edilen bölgeden alınıyor. Cihazdaki
torba, alınan kanı yoğunlaştırmak için kimyasal bir sünger ve mekanik bir karıştırıcı kullanıyor.
Yoğunlaştırılmış hücreler damar yoluyla hastaya geri naklediliyor. Bu miktar, bir vericiden alına-
cak kan miktarından hayli düşüktür. Üstelik nakil sonrası hastanın kendi kanına karşı herhangi
bir tepki oluşması da söz konusu değildir. Bir uzman tarafından bir vericiden alınan kanın daha
sonra hastaya verilmesi sırasında yapılan karmaşık işlemler yerine, bu cihaz sayesinde ameliyat
sırasında sadece tek bir adımda, basit bir işlem yapılıyor. Bu cihazın Glasgow Strathclyde (Gı-
laskov Sıtretkalyt) Üniversitesi’ndeki yaratıcıları, cihazı çok yakın bir zamanda piyasaya sunmayı
düşünüyor.
219
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplarla farklı yollardan sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
ç. Küçük kan dolaşımı
kalbin sağ karıncığından 1. çıkış
başlar, sol kulakçıkta son
D
bulur.
b. Kalpten çıkan damarlara
atardamar, kalbe giren Y
a. Vücudumuzdaki damarlara ise toplardamar D
2. çıkış
bütün hücrelerin denmektedir.
ihtiyaçlarını getiren
3. çıkış
ve hücrelerde oluşan Y
artıkları da boşaltım D
organlarına taşıyan
dolaşım d. Kalbin kasılması için
D Y
sistemidir. gerekli uyarı, yapısıdaki AV
düğüm tarafından başlatılır. 4. çıkış
5. çıkış
Y
D
6. çıkış
B. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise ’’ Y’’ yazı-
nız.
1. Sağ kulakçıkla sağ karıncık arasında üçlü kapakçık, sol kulakçıkla sol karıncık arasında ikili
kapakçık yer alır.
220
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
4. Vücudun alt kısmındaki toplardamarlarda kanın geriye akmasını engelleyen, tek yönde açı-
lan kapakçıklar bulunur.
5. Vücudu mikroorganizmalara karşı savunan kan hücreleri alyuvarlardır.
6. Kalp krizi, dokuların kendilerini besleyen atardamarların herhangi bir sebeple, tamamen ye-
tersiz hâle gelmesi sonucunda canlılığını kaybetmesi durumudur.
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
1. Kalp kasını;
I. kulakçık ve karıncıklardan geçen kan,
II. koroner damar sistemi,
III. lenf damarları
besler.
ifadelerinden hangisi ya da hangileri doğrudur?
221
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
3. Atardamarların;
I. bol esnek life sahip olma,
II. kanı kalpten uzaklaştırma,
III. iç yüzeyinden yassı epitel (endotel) ile örtülü olma
özelliklerinden hangisi ya da hangileri toplardamarlarda bulunmaz?
4. Kılcal damarların;
I. tek sıralı epitelden oluşan, ince bir çepere sahip olması,
II. kan akışının oldukça yavaş ve düzenli olması,
III. kan basıncı ile protein ozmotik basıncın farklı değerlerde olması
özelliklerinden hangisi ya da hangileri, kan ile doku hücreleri arasındaki madde alışverişinde
etkilidir?
5.
I. Suçiçeği geçirmiş bir insanın, bir daha bu hastalığa yakalanmaması
II. Hastalanan bir insanın antibiyotik kullanması
III. Tetanoz olmuş bir hastaya, antikor içeren serum verilmesi
Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri pasif bağışıklığa örnek olabilir?
222
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
6. BÖLÜM
SOLUNUM SİSTEMİ
223
223
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Yaşamak için nefes alıp vermenin şart olduğunu hepimiz biliriz. Çevremizdeki havadan, vücudumu-
zun bütün hücrelerine oksijen taşınırken bir seri olaylar meydana gelmektedir ve nefes alma bu olayların
başlamasına sebep olan bir olaydır.
Canlıların yaşamlarını sürdürmek için enerjiye ihtiyacı vardır. Bu enerjinin organik monomerlerin hüc-
resel solunumla parçalanması sonucu elde edildiğini 1. ünitede öğrendiniz. Oksijen kullanılarak ger-
çekleşen hücre solunumunun sağlanabilmesi için sürekli olarak hücreye oksijenin girmesi ve karbon-
dioksidin de hücreden çıkarılması gerekmektedir. Nefes alma ve hücresel solunum olaylarını birbirine
karıştırmamakta fayda vardır. Çünkü nefes alma olayı gaz alışverişini ifade ederken hücresel solunum
ise hücre içerisinde ATP üretilmesini ifade etmektedir.
Oksijenin vücut içine alınması ve açığa çıkan karbondioksidin vücuttan dışarı atılması olayına nefes
alıp verme ya da soluk alışverişi adı verilir. İnsanda soluk alışverişi, oksijen bakımından zengin hava-
nın akciğerlere girmesi ve karbondioksitçe zengin havanın akciğerlerden dışarı atılması olayıdır. Bu ola-
yı gerçekleştiren sisteme solunum sistemi denir. Solunum sisteminde görev alan organlara solunum
sistemi organları denir.
Doğduğumuz andan itibaren çalışmaya başlayan ve ömrümüzün sonuna kadar faaliyet gösteren
solunum sistemimiz burundan, yutaktan, gırtlaktan, soluk borusundan ve akciğerlerden meydana gelir
(Şekil 2.86).
Burun boşluğu
Burun deliği
Ağız
Yutak
Gırtlak
Soluk borusu
Bronş
Pleura boşluğu
Bronşçuk
Sağ akciğer
Sol akciğer
Diyafram
224
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Burun: Solunum sisteminin dışarıya açıldığı yapı, burun delikleridir. Hava, burun deliklerinden alına-
rak burun boşluğuna girer. Burun boşluğu iç yüzeyi mukus salgılayan mukoza bezleri ile kaplı olup silli
epitel hücreler ve koku alma reseptörlerini de bulundurur. Burun boşluğundan geçen hava, burun içinde-
ki kılcal kan damarları sayesinde ısınır. Burun iç yüzeyinden salgılanan mukus sayesinde de hava nem-
lenir ve içindeki yabancı maddeleri tutar. Burunla alınan hava, burun boşluğunun açıldığı yutağa iletilir.
DIKKAT!
Hava ağız yoluyla da alınabilir ancak burundan alınan hava, toz ve mikroplardan arındırıldığı
için ağızdan alınan havaya göre daha sağlıklıdır.
Yutak ve gırtlak: Hava, burun boşluğundan sonra yutağa daha sonra da soluk borusunun üst kısmı
olan gırtlağa geçer. Soluk borusunun başlangıcında bulunan gırtlak, kıkırdak ve bağ doku yapılı olup
içinde çok katlı silli epitel doku ve ses telleri bulunur. Gırtlağın üst kısmında ağızdan gelen besinlerin
soluk borusuna kaçmasını engelleyen gırtlak kapağı (epiglottis) bulunur. Gırtlak, besinin yutulduğu
zaman dışında her zaman açıktır. Yutma sırasında gırtlak yukarı doğru kalkar, bu sırada gırtlak kapağı
(epiglottis) geriye doğru yatar ve soluk borusunun girişi kapanır.
Soluk borusu: Gırtlaktan gelen havayı bronşlara ileten kısımdır. Soluk borusunun yapısında içten
dışa doğru; epitel doku, C harfi şeklinde kıkırdak halkalar ve bağ doku bulunur (Şekil 2.87). İç kısım-
daki epitel hücreler sillidir. Burun boşluğunu geçebilen tozlar ve diğer yabancı maddeler, siller tarafından
tutularak akciğere girmesi önlenir. Silli epitel tabakanın altında mukus salgısı yapan hücreler bulunur.
Sillerin tuttuğu yabancı maddeler, sillerin yukarı doğru tek yönlü hareketi ile mukusla beraber dışarı atılır.
Soluk borusundaki kıkırdak halkalar, soluk borusunun devamlı açık kalmasını sağlar.
Düz kas
Kıkırdak halka
Bağ doku
Epitel doku
Sil
Mukus salgılayan
goblet hücreleri
Soluk borusu
Şekil 2.87. Soluk borusu dıştan içe doğru bağ doku, kıkırdak halka ve epitel dokudan oluşur.
225
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Akciğerler: Göğüs boşluğunda, diyafram kasının üzerinde sağda ve solda olmak üzere bir çift ak-
ciğer bulunur. Diyafram göğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinden ayıran çizgili kas yapısındaki bir
tabakadır. Sağ akciğer üç bölmeli, sol akciğer iki bölmelidir. Sol akciğerin alt kısmında kalp bulunur o
nedenle daha küçüktür. Akciğerler pleura adlı iki katlı ince zarla örtülüdür. Bu iki zar arasında az mik-
tarda sıvı ve hava bulunur. Pleura zarları arasındaki sıvı sayesinde kaburgaların akciğere zarar ver-
mesi önlenir. Soluk borusu akciğerlere girerken bronş adı verilen iki kola ayrılır. Bronşların her biri bir
akciğere gider. Bronşlar akciğerler içinde bronşçuk adı verilen birçok ince kola ayrılır. Bronşçuklarda
kıkırdak halkalar bulunmayıp kaslı bir yapıdadır. Bronşçukların uçları alveol adı verilen hava kesecikleri
ile sonlanır. Alveollerin duvarlarında tek katlı yassı epitel bulunur ve etrafı çok sayıda kılcal damar ile
çevrilidir (Şekil 2.88).
Alveol
Tek katlı
epitel
CO2
O2
Akciğerler
Alveoller akciğerlerin solunum yüzeyini artırır. Alveollere giren havanın oksijeni, alveollerin nemli
olması sayesinde çözünerek ve hızlı bir şekilde epiteli geçerek akciğer kılcal damarlarına girer. Karbon-
dioksit de tersi yönde akciğer kılcalından epitel aracılığı ile alveole difüzyonla geçer (Şekil 2.89).
Bronşçuk
Alveoller
Oksijen Karbondioksit
Hava Akciğer
toplardamar ucu
Akciğer atardamar ucu
Alyuvar hücresi
226
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Biliyor musunuz?
Dış ortamdan soluk alma ile gelen havadaki partiküller, alveollerden dışarı hava akımı ya
da sillerle uzaklaştırılamaz. O nedenle alveol içinde yabancı cisimleri fagositoz eden akyuvarlar
gezer. Ancak alveollere çok miktarda partikül gelecek olursa savunma yetersiz kalır ve geri dön-
meyecek hasarlar ortaya çıkabilir. Örneğin alveole giren sigara dumanındaki partikül şeklindeki
maddeler akciğer kapasitesini kalıcı şekilde azaltabilir. Aynı şekilde kömür madencilerinde yük-
sek oranda kömür tozu solumak, sakatlayıcı, bazen de öldürücü silikozis adlı akciğer hastalığı-
na neden olabilmektedir.
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s. 919, Ankara, 2013.
Her gün farkında olmadan defalarca tekrarlanan soluk alıp verme olayı nasıl gerçekleşiyor hiç dü-
şündüz mü? Bu olay akciğerlerin içindeki hava basıncının değişmesiyle ilgilidir. Akciğerlerdeki hava
basıncını değiştirenler ise diyafram kası ve kaburga kaslarıdır. Akciğerler kasılıp gevşeme özelliğine
sahip değildir. Soluk alıp verme, göğüs boşluğundaki basınç değişimi sonucu diyafram ve kaburgalar
arası kasların kasılıp gevşemesi ve buna bağlı olarak da akciğer hacminin genişleyip daralması sonucu
gerçekleşir (Tablo 2.4).
• Kaburgalar arası kaslar ve diyafram kasılır. • Diyafram kası ve kaburgalar arası kaslar
• Diyafram kasılarak düzleşir ve kaburgala- gevşer.
rın uçları yukarı kalkar. • Diyafram kubbeleşir ve kaburga uçları
• Göğüs kafesi genişler ve akciğerlerin hac- aşağı doğru iner.
mi artıp basıncı azalır. • Göğüs kafesi daralır ve akciğerlerin hacmi
• Atmosfer basıncı akciğer basıncından azalıp basıncı artar.
büyük olur ve akciğerlere hava dolar. • Akciğer basıncı atmosfer basıncından
daha büyük olur ve akciğerlerde sıkışan
hava dışarı verilir.
Tablo 2.4. Soluk almada ve soluk vermede gerçekleşen olaylar
227
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Soluk alma olayı enerji gerektiren bir olayken soluk verme pasif olarak enerji harcamadan gerçek-
leşmektedir. Soluk vermede aynı zamanda akciğerlerin geri yaylanma basıncının da etkisi vardır. Bu
basınç, akciğerin yapısındaki elastik liflerle ve pleura boşluğundaki sıvı tabakasının meydana getirdiği
yüzey geriliminden kaynaklanan bir basınçtır.
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Pet şişe, 2 adet pipet, 3
Etkinliğin Adı: Diyafram Hareket Modeli
adet balon (2 küçük, 1
Amaç: Diyafram hareketlerini gösteren model hazırlayarak solu-
büyük), oyun hamuru,
num mekanizmasını kavramak
bant, iplik, makas
Uygulayalım
1. Şişenin kesik ağzındaki balonun düğümünden çekildiğinde küçük balonlarda nasıl bir deği-
şim gerçekleşti?
2. Sizce bu değişimin gerçekleşmesini sağlayan nedir?
3. Bu deney sonucunda yaptığınız modelin malzemeleri, solunum sisteminin hangi yapılarına
karşılık gelmektedir?
4. Modelin çalışması ile soluk alıp vermemiz arasında nasıl bir ilişki vardır?
228
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Biliyor musunuz?
Akciğerler vücuttan çıkarılıp iyice sıkıştırılsalar bile içlerindeki hava tamamen çıkarılamaz.
Yeni doğan bir yavru bir defacık nefes almış olsa artık akciğeri terk etmez. Bu durum adli tıpta
yavrunun ölü mü doğduğunu yoksa doğduktan sonra mı öldüğünü tespitte işe yarar. Nefes almış
bir akciğer, suya konunca batmaz. Ölü doğmuş yavrunun akciğerleri suya konunca kabın dibine
iner.
NOYAN, A., Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, Meteksan A.Ş., s.507, 14. Baskı, Ankara, 2004.
Nefes almamızla akciğerlerimize dolan havadaki oksijen hücrelerimize ulaşıncaya kadar nasıl bir yol
izler? Aynı şekilde hücrelerde oluşan karbondioksit akciğerlerimize hangi yollarla ulaşır? Bu soruların
yanıtı kanımızda bulunan solunum gazlarını taşıyan, protein ve metal iyonlarından oluşan solunum pig-
mentlerinin varlığı ile açıklanır.
Tüm omurgalılarda ve bazı omurgasızlarda bulunan ve kana kırmızı renk veren solunum gazlarını
taşıyıcı pigment hemoglobindir. Omurgalılarda hemoglobin alyuvarın içinde, omurgasızlarda kanın sıvı
kısmı olan plazmada bulunur. Memelilerde olgun alyuvarlar çekirdek ve organelleri olmadığı için çok
miktarda hemoglobin bulundurur. Solunum pigmentleri aynı zamanda vücut sıvısının renkli olmasını da
sağlar. Bu pigmentler oksijen ve karbondioksit ile kolayca birleşip ayrılabildiğinden kanın solunum gaz-
larını tutma ve taşıma kapasitesini artırır.
Hemoglobin, protein yapılı olup demir atomunu da içerir. Hemoglobinde demir atomunun bağlandığı
moleküle hem denir. Hemoglobinin yapısında dört tane hem molekülü vardır. Her bir hem molekülü bir
molekül O₂ bağlar (Şekil 2.90).
Oksijen molekülleri
Alyuvar hücresi
229
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Oksijen Taşınması
Oksijenin %98ʼi alyuvarın içinde hemoglobine bağlanarak taşınırken %2’si plazmada taşınır. Eğer
oksijen hemoglobinle taşınmasaydı kanımızın ya 75 misli fazla olması ya da 75 defa daha hızlı akması
gerekecekti. Kanın 100 mL’sinde yaklaşık 15 g hemoglobin vardır. Bu özelliğinden dolayı kan 100 mL’ de
20 mL oksijen ve 50-60 mL karbondioksit taşıyabilir. Oksijenli hemoglobin, parlak kırmızı renkli görünür.
Örneğin atardamarlar içerisindeki kanımız öyledir. Oksijenin hemoglobinle birleşmesi ve hemoglobinden
ayrılması, ortamdaki oksijenin ve belirli bir oranda karbondioksidin yoğunluğu ile denetlenir.
Alveollere giren havada yüksek oranda bulunan oksijen difüzyonla akciğer kılcallarına geçer. Daha
sonra kan içindeki alyuvarlara geçerek hemoglobinle birleşir ve oksihemoglobin oluşturur.
Hb + O2 HbO2
(Hemoglobin) (Oksijen) (Oksihemoglobin)
Alyuvarlarda oksijen, oksihemoglobin (HbO2) hâlinde doku kılcallarına kadar taşınır. Doku kılcalla-
rında oksijen (O2) oranı düşük olduğu için hemoglobinden oksijen ayrılarak difüzyonla dokulara geçer.
HbO2 Hb + O2
(Oksihemoglobin) (Hemoglobin) (Oksijen)
B. Karbondioksit Taşınması
Dinlenme hâlinde bulunan vücutta yaklaşık 200 mL/dakika karbondioksit üretilir. Bu miktar sadece
kan plazmasında çözünmüş olsaydı litrede ancak 4 mL çözünmüş karbondioksit taşınabilirdi ve kanı-
mızın en az 10 defa daha hızlı akması gerekecekti. Ayrıca kanın pH’sinin 4,5’e düşmesine ve bu da
7,2-7,6 pH’li ortamlarda yaşamaya uyum sağlamış vücut hücrelerinin ölmesine neden olacaktı. Hâlbuki
hemoglobinin özel yapısından dolayı litrede 50 mL kadar karbondioksit pek az bir pH farkı ile dokular-
dan alveollere taşınabilir. Normal olarak karbondioksit kanda çok az çözünür. Fakat karbondioksit ile su
kanda bulunan karbonik anhidraz enziminin katalizlenmesi sonucu, dönüşümlü olarak tepkimeye girer
– +
ve karbonik asit (H2CO3 ) yapar. Bu bileşikte, bikarbonat (HCO 3) ve hidrojen (H ) iyonlarını meydana
getirerek kanda büyük miktarda çözünür.
Dokulardaki oksijensiz hemoglobin, hidrojen iyonu bağlar. Hidrojen iyonu bağlandıkça dokularda-
ki karbondioksit kana geçer. Ayrıca yine dokulardaki oksijensiz hemoglobin, karbondioksitle doğrudan
doğruya gevşek bir şekilde bağlanarak Karbominohemoglobini yapar.
Hb + CO2 HbCO2
(Karbominohemoglobin)
Böylece kanda karbondioksit (CO2) taşınması üç şekilde gerçekleşir. Kan plazmasında çözünmüş
karbondioksit olarak, Karbominohemoglobin şeklinde ve bikarbonat iyonları halinde taşınır.
230
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Doku hücreleri
Alveol
Hücre solunumu sonucu meydana gelen karbondioksit hücrelerden doku sıvısına, doku sıvısından
da kılcal damarlara geçer (Şekil 2.91.a). Karbondioksidin çok az bir kısmı kan plazmasında çözünmüş
hâlde taşınır. Çoğunluğu ise alyuvarlara girer. Alyuvarlarda bir kısmı hemoglobinle birleşerek Karbomi-
nohemoglobin (HbCO2) oluşturur ve bu şekilde taşınır. Karbondioksidin büyük bir kısmı (%73 - 80) ise
+
su ile birleşerek karbonik asidi (H2CO3) oluşturur. Karbonik asit daha sonra hidrojen (H ) ve bikarbonat
_ +
iyonlarına (HCO 3) ayrılır. H iyonu geçici olarak hemoglobin tarafından tutulur. Bikarbonat iyonları ise
alyuvarlardan difüzyonla plazmaya geçerek taşınır.
Karbonik anhidraz
CO2 + H2O H2CO3
(Karbondioksit) (Su) (Karbonik asit)
+ _
H2CO3 H + HCO 3
(Karbonik asit) (Hidrojen) (Bikarbonat)
+
Hb + H HHb (Doku kılcal damarlarında)
Karbondioksitçe zengin kan önce kalbe, kalpten de akciğerlere ulaşır. Akciğer kılcallarında kan plaz-
masındaki bikarbonat iyonları yeniden alyuvarlara girerek burada hemoglobinden ayrılan hidrojen iyon-
larıyla birleşir ve tekrar karbonik asidi oluşturur. Karbonik asit ise yine karbonik anhidraz enziminin
etkisiyle suya ve karbondiokside ayrışır. Ayrışan su ve karbondioksit alveollere geçerek akciğerlerden
soluk verme olayı ile atılır (Şekil 2.91.b).
+
HHb H + Hb
_ +
HCO +
3
H H2CO3
(Bikarbonat) (Hidrojen) (Karbonik asit)
Karbonik anhidraz
H2CO3 CO2 + H2O
(Karbonik asit) (Karbondioksit) (Su) (Akciğer kılcal damarlarında)
231
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sigara içenler solunum yolları hastalıklarına daha sık yakalanır ve iyileşmeleri de daha geç olur. Si-
garadaki katran, soluk borusundaki hücrelerin sillerini tahrip etmekte ve daha çok mikroorganizma solu-
num organına giriş yapmaktadır. Sigara dumanı ile nefes borularına ve hava keseciklerine zararlı gazlar
ve maddeler dolar. Yıllar geçtikçe bu zararlı gazlar ve maddeler bronşların ve hava keseciklerinin yapı-
sını bozmaya başlar. Bunun sonucunda bronşların hastalanmasıyla tıkayıcı bronşit, hava keseciklerinin
harabiyeti ve parçalanması ile amfizem adı verilen hastalık ortaya çıkar. Uzun süreli olarak bronşların
tıkanması ise KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı)’a neden olur.
ETKİNLİK: Tartışma
Konu: Solunum Sisteminin Sağlığını Tehdit Eden Hastalık, Zararlı Alışkanlıklar ve Çevresel
Etkenler (hava kirliliği, polenler vb.)
Hazırlanalım
• Tartışma sürecinde birçok öğretim araç ve tekniklerinden yararlanabilirsiniz. Bu amaçla tar-
tışmadan önce probleme uygun dramatizasyonlar yapabilir ve yakın çevrenizi gezebilir, yazılı
materyaller okuyabilir, radyo dinleyebilir ve film izleyebilirsiniz.
• Tartışma ortamında sağlıklı iletişim kurulmasında, katılımcıların birbirlerini görmeleri önemli
rol oynar. Bu nedenle daire ya da yarım ay biçiminde oturma düzeni oluşturabilirsiniz.
Uygulayalım
• 7-10 öğrenciden oluşan bir grup oluşturunuz.
• Bir başkan belirleyiniz.
• Grup üyelerinin birbirini görebilecekleri bir oturma düzeni oluşturunuz.
• Başkanın yönetiminde 15-20 dk. sürecek biçimde tartışınız.
• Bu uygulama yapılırken tartışmaya katılan başkan ve üyeler dışındaki öğrenciler gözlemci
olacaklar, tartışmayı izledikten sonra tüm öğrenciler değerlendirmeye katılıp görüşlerini belir-
teceklerdir.
232
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Bu etkinlikte solunum sisteminin sağlığını tehdit eden hastalıkları, zararlı alışkanlıkları ve çevresel
etkenleri (hava kirliliği, polenler vb.) ve nedenlerini tartıştınız. Tartışma yönteminden edindiğiniz bilgileri
günlük hayatınızda nerelerde kullanabilirsiniz? Çıkarımlarda bulunup değerlendirme yapınız.
OKUMA METNİ
KOAH nedir? “ Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı” isminin baş harflerinden oluşan kısaltılmış
bir hastalık ismidir. Kronik kelimesi uzun süredir devam eden anlamındadır. Obstrüktif kelimesi
tıkayıcı anlamındadır ve bu hastalıkta nefes borularının (bronşların) tıkandığını göstermek için
kullanılır. O hâlde KOAH’ı, “Uzun süredir bronşlarda tıkanmaya neden olan bir hastalıktır.” şek-
linde tarif edebiliriz. Bu hastalığın en kötü yanı, bronşlarda oluşan tıkanmanın bir daha düzelme-
mesi ve tedavi olunmaz ise hastalığın sinsice ilerlemesidir. Hastalığın en önemli nedeni SİGARA
bağımlılığıdır.
KOAH yaklaşık olarak 20 yıl günde bir paket sigara içme sonrasında ortaya çıkar. Eğer günde
bir paketten daha fazla sayıda sigara içiliyorsa bu zaman daha da kısalır. Hastalık genellikle 40
yaşından sonra belirti vermeye başlar. KOAH teşhisi alan kişilerin büyük çoğunluğu hâlen sigara
içen veya çok uzun süre sigara içmiş ve bırakmış kişilerdir. Hastalık sinsi ilerlediği için ve sigara
bağımlıları öksürük, balgam çıkarma gibi şikâyetleri önemsemedikleri için KOAH teşhisi konduğu
zaman hastalar akciğer kapasitelerinin önemli bir kısmını kaybetmiş olmaktadırlar.
Sigara içen her beş, altı kişiden birinde KOAH gelişmektedir. Ülkemizde 20 yaş üstündeki
kişilerin en az yarısı sigara bağımlısıdır. Dolayısıyla bizim gibi sigara içme alışkanlığının çok
yaygın olduğu ülkelerde KOAH önemli bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde en iyimser tahmin
ile 5 milyon KOAH’lı vardır. Fakat bu hastaların sadece az bir kısmı teşhis edilmektedir. Hasta-
ların önemli bir kısmı hastalıklarının farkında olmayıp öksürük, balgam çıkarma ve nefes darlığı
gibi şikayetleri çok rahatsız edici olmadıkça doktora gitmemektedirler. Sigara bağımlısı olanların
rahatsızlıklarında doktora gitmemelerinin önemli bir nedeni de sigarayı bırakmaları konusunda
uyarı almaktan kaçmaktır.
Sigara dumanı ile nefes borularına ve hava keseciklerine zararlı gazlar ve maddeler dolar.
Yıllar geçtikçe bu zararlı gazlar ve maddeler bronşların ve hava keseciklerinin yapısını bozmaya
başlar. Bunun sonucunda bronşların hastalanmasıyla tıkayıcı bronşit, hava keseciklerinin ha-
rabiyeti ve parçalanması ile amfizem ortaya çıkar. İşte KOAH adı altında bu iki hastalık yer al-
maktadır. Sigara içimi ile hem bronşlarda tıkayıcı bronşit hem de aynı zamanda amfizem gelişir.
233
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Akciğerlerde ortaya çıkan bu tıkanıklıklar ve bozulmalar sonucunda kana oksijen geçişi azalır ve
vücudun oksijensiz kalması ile pek çok ciddi rahatsızlıklar doğar.
Oluşan bu bozuklukların tedavisi ve tamiri mümkün değildir. Akciğerler bu hastalık ile erken-
den yaşlanır ve bozulur. Çünkü KOAH ilerleyici bir hastalıktır. KOAH başlayan bir hastada siga-
rayı bıraktıktan sonra bozuklukların tamamen ortadan kaybolması çok zordur. Ancak sigaranın
bırakılması ile hastalığın ilerlemesi yavaşlar. Diğer yandan sigara bırakılmaz ise hastalık çok
hızlı ilerler. KOAH için kullanılan ilaçlar sadece hastaların nefes darlığı şikâyetlerini azaltmak için
kullanılır. Bu ilaçların hastalığı ortadan kaldırmak veya ilerlemesini yavaşlatmak gibi bir etkileri
yoktur. Bu nedenle KOAH tedavisinin temelini sigarayı bırakmak oluşturur.
Öksürüğün, balgamın, nefes darlığının uzun süreli olarak devam etmesidir. Öksürük ve bal-
gam çıkarma önceleri sadece sabah görülür. Balgam çok az miktarda çıkar. Hastalar genellikle
bu şikâyetleri önemsemezler ve sigara içmenin doğal bir sonucu olarak kabul ederler. Gerçekte,
şiddetli olmayan öksürük ile birlikte az miktarda balgam çıkarmak çok önemli bir hastalığın yani
KOAH’ın erken habercisi olabilir. Eğer sigara içmeye devam edilirse ve hastalık ilerlerse öksü-
rükler şiddetlenir ve balgam miktarı gittikçe artar. Hastalar günün her saatinde balgam çıkarmaya
başlarlar. Bazen boğulacak kadar şiddette öksürükler olmaya başlar.
Nefes darlığı hastalığın erken dönemlerinde koşma, hızlı yürüme veya merdiven çıkma gibi
eforlarda ortaya çıkarken, hastalığın ilerlemesi ile istirahatte dahi nefes darlığı oluşur. Genellikle
öksürük, balgam ve nefes darlığı şikâyetleri 50 yaşına doğru ciddi şekilde artış gösterir.
Bütün bu yakınmalar kış aylarında ve özellikle hava kirliliğinin yoğun olduğu dönemlerde ve
gribal enfeksiyonlar sonrasında çok artar. Sigara içen kişilerde bu şikâyetlerden bir veya birkaç
tanesi ortaya çıktığı zaman hemen bir sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir. Çünkü erken teşhis
ve sigaranın bırakılması ile ancak bu ilerleyici ve akciğerleri sakat bırakan hastalıktan kurtulmak
mümkün olabilir.
Hastalığın ilerlemesi ile kalp yetmezliği meydana gelebilir ve ayaklar su toplamaya başlar.
Kalp yetmezliği gelişen hastalarda hastalığın ileri dönemlerinde nefes darlığı çok şiddetlenir ve
hastalar evden dışarı çıkamaz hâle gelirler. Bu dönemdeki hastalar artık günün en az yarısında
oksijen makinesine bağlı kalırlar.
Hastalığın çok ilerleyerek yukarıda belirtilen ağır rahatsızlıkların ortaya çıkmasını önlemek
için yapılması gereken sigaranın terk edilmesidir.
KOAH teşhisi konmuş hastalara çok önemli bir sorumluluk yüklenmektedir. Bu hastalığın za-
rarlı etkilerini bizzat yaşadıkları için çevrelerinde bulunan sigara bağımlısı yakınlarını ve arka-
daşlarını uyarmak ve hatta baskı yapmak zorundadırlar.
http://ailehekimligi.gov.tr/kronik-hastalklar/312-kronik-obstruektif-akcier-hastal.html
234
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplarla farklı yollardan sekiz ayrı çıkış noktasının birine ulaşabilir-
siniz. Doğru çıkışı bulunuz.
1. çıkış
ç. Soluk verme sırasında
diyafram ve kaburga D
kasları kasılır.
b. Solunum sisteminin Y
dışarıya açıldığı yapı, dış D
burun delikleridir. 2. çıkış
3. çıkış
Y
a. Oksijen alıp
D
karbondioksit
verme olayına D d. Soluk alıp verme olayı
hücre Y
omurilik soğanı tarafından
solunumu
denetlenir. 4. çıkış
denir.
e. Egzersiz sırasında önce
solunum hızlanır sonra kandaki 5. çıkış
CO2 artar, son olarak da kan
D
Y dolaşımı hızlanır.
Y
D
6. çıkış
B. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise ’’ Y’’ yazı-
nız.
2. Soluk borusundaki kıkırdak halkalar soluk borusunun devamlı açık kalmasını sağlar.
235
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
6. Soluk alışverişini arka beyinde bulunan omurilik soğanı ve pons merkezleri denetler.
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
bronş karbonik asit oksihemoglobin
1. Hava, dış burun deliklerinden alınıp burun boşluğuna girdikten sonra ………………………….. ve
daha sonra da gırtlağa geçer.
2. Soluk borusundaki ………………………………… soluk borusunun devamlı açık kalmasını sağlar.
3. Bronşçukların en uç noktaları ……………………… adlı hava kesecikleri ile sonlanır.
4. Göğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinden ayıran kaslı yapıya ……………………… denir.
5. Akciğerler ……………………… adlı iki katlı zarla örtülüdür.
6. Alyuvarlarda, karbondioksit ile suyun birleşerek karbonik aside dönüşmesini sağlayan enzim,
………………………………… dır.
1. İnsan vücudunda;
I. bronş,
II. akciğer kılcalı,
III. soluk borusu,
IV. alyuvar,
V. alveol,
VI. doku hücresi
yapılarından, oksijenin taşınma sırası aşağıdakilerin hangisinde doğru verilmiştir?
A) III-V-I-II-IV-VI B) I-III-V-II-IV-VI
C) V-I-III-II-IV-VI D) III-I-V-II-IV-VI
E) III-I-V-IV-II-VI
236
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
I II _
5. H2O + CO2 H2CO3
+
H + HCO 3
III IV
237
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
7. BÖLÜM
BOŞALTIM SİSTEMİ
238
238
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Bir organizmanın hayatı onu meydana getiren hücrelerin canlılığı ile doğrudan ilişkilidir. Daha önceki
bölümlerde hücrelerin besine ve oksijene ihtiyaç duyduğunu ve bunları nasıl kullandığını gördünüz.
Hücreler aynı zamanda faaliyetleri sonucu meydana gelen artık maddeleri de hücreden uzaklaştırmak
zorundadır. Çünkü canlıların normal yaşamlarını sürdürebilmesi için dengeli ve kararlı iç ortama (home-
ostazi) sahip olması gerekir. Bu nedenle canlılar vücutlarındaki fazla suyu, canlı için zararlı maddeleri
ve metabolik artıkları, hücrelerden ve doku sıvısından uzaklaştırmalıdır ki buna boşaltım denir. Boşal-
tım olayı ile vücudun tuz ve su dengesi korunur. Kan pH’si belirli değerler arasında sabit tutulur. Ayrıca
zehirli maddeler daha az zararlı hâle getirilerek vücuttan uzaklaştırılır. Aynı zamanda canlının ozmotik
dengesi korunur.
Çoğu metabolik artığın vücuttan uzaklaştırılabilmesi için suda çözünmesi gerektiğinden, atıklarımızın
tipi su dengemiz üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu açıdan en önemli atıklardan bazıları proteinlerin
ve nükleik asitlerin parçalanma ürünü olan azotlu bileşiklerdir. Proteinler enerji elde etmek için ya da
karbonhidratlara ve yağlara dönüştürülmek için parçalandıkları zaman enzimler azotu, amonyak (NH₃)
+
olarak ayırır. Amonyak, çok zehirlidir çünkü onun iyonu olan amonyum (NH4 ), oksidatif fosforilasyonu
engellemektedir. Bazı hayvanlar doğrudan amonyak atmasına karşın birçok tür ise onu daha az zehirli
ve daha az su ile atılan üre ya da ürik aside dönüştürür (Şekil 2.92).
İnsanda da metabolizma faaliyetleri sırasında üre, ürik asit ve kreatin gibi zararlı maddeler oluş-
maktadır. İnsanda boşaltımı gerçekleştiren organların ve yapıların tümüne boşaltım sistemi (üriner
sistemi) adı verilir.
239
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İnsanda boşaltım sistemini; böbrekler, üreter (idrar kanalı), idrar kesesi (mesane) ve üretra (dış idrar
kanalı) oluşturur. Böbrekler, vücudun orta çizgisinin (omurganın) iki yanında, karın boşluğunun arka
duvarında, bel hizasında bulunur. Bir çift böbreğin çukur kısımları birbirine dönüktür. Çukur olan göbek
kısmında böbreğe kan getiren böbrek atardamarı ile kanı böbrekten çıkaran böbrek toplardamarı bulu-
nur. Her bir böbrekten çıkan üreter adlı bir kanalla, idrar iki üreterin de ortak bağlandığı idrar kesesine
dökülür. İdrar, dişide vajina yakınında, erkekte de penis içinde bulunan üretra adlı kanal aracılığı ile idrar
kesesinden vücut dışına çıkar.
Böbrekler
Üreter
Havuzcuk
İdrar kesesi (Pelvis)
(Mesane) Nefronlar Üreter
Üretra Malpighi piramitleri
Şekil 2.93. İnsan boşaltım sistemi
İnsan böbreği uzunluğuna kesilerek incelenirse dört tabakadan oluştuğu görülür. En dışta bağ doku-
dan yapılmış böbreğin üzerini örten zar bulunur. Daha sonra kabuk (korteks) gelir. Kortekste böbreğin
işlevsel birimleri olan nefronlar bulunur. Kabuktan sonra öz bölgesi (medulla) gelir. Öz bölgesinde pi-
ramit şeklinde olan Malpighi piramitleri bulunur. Malpighi piramitleri idrar toplama kanallarını içerir. En
içte ise havuzcuk (pelvis) bulunur. Havuzcuk, böbreğin göbek kısmındaki boşluk olup burada toplanan
idrar, üreter yolu ile idrar kesesine gider (Şekil 2.93).
Böbreğin boşaltım ile ilgili asıl birimleri nefronlardır. Her böbrekte yaklaşık bir milyon kadar nefron
vardır. Nefronlar günde 180 litre kadar kan sıvısını süzebilir. Bu süzüntünün yaklaşık 1,5 litresi idrar
olarak vücuttan atılır. Bir nefron üç kısımdan oluşmuştur. Bunlar;
• Bowman kapsülü
Bowman kapsülü, yarım küre şeklinde olup yassı epitel hücrelerden oluşmuştur. Bowman kapsülü-
nün içindeki boşlukta glomerulus kılcalları yer alır. Glomerulus ve Bowman kapsülü birlikte malpighi
cisimciği adını alır. Malpihgi cisimciği ve Bowman kapsülünün devamı olan proksimal tüp, böbre-
ğin kabuk bölgesinde yer alır. Proksimal tüpten sonra gelen U harfi şeklindeki Henle kanalı böbreğin
öz bölgesindedir. Henle kanalı yine kabuk bölgesine çıkar ve kabuk bölgesinde distal tüpü oluşturur.
240
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Distal tüp, idrar toplama kanalına bağlanır. İdrar toplama kanalları öz bölgesindeki malpighi piramitle-
rinin tepesinden havuzcuğa açılır. İdrar toplama kanalları öz bölgesinde yer alır (Şekil 2.94).
Bowman kapsülü
Malpighi
Glomerulus kılcalları cisimciği
Proksimal tüp
Kabuk bölgesi
Distal tüp
Öz bölgesi
Kabuk bölgesi
Öz bölgesi
Henle kulpu
Her böbreğe, aorttan ayrılan böbrek atardamarı yolu ile kan gelir. Bowman kapsülüne giren getirici
atardamar, glomerulus yumağını oluşturan kılcallara ayrılır. Bu kılcallar birleşerek götürücü atardamar
olarak Bowman kapsülünden çıkar. Götürücü atardamar, böbrek kılcallarına ayrılarak nefron kanalcıkla-
rının etrafını sarar ve daha sonra birleşerek böbrek toplardamarına bağlanır.
• Glomerulus kılcal damarları iki atardamar arasında bulunur. Oysa diğer vücut kılcal damarları atar ve
toplardamar arasındadır. Glomerulus kılcalları iki atardamar arasında bulunduğundan, kan basıncı
vücut kılcallarından yaklaşık iki kat daha fazladır.
• Glomerulus kılcal damarı boyunca kan basıncı aynıdır. Vücut kılcallarında kan basıncı toplardamar
ucuna gidildikçe azalır.
• Glomerulus kılcalları iki katlı epitel ile örtülüdür oysa diğer vücut kılcalları tek katlı epitel bulundurur.
İki katlı epitelin olması yüksek kan basıncına dayanmalarını sağladığı gibi kan hücreleri ile proteinle-
rinin de damar dışına çıkmasını önler.
• Glomerulus kılcallarında sadece tek yönlü sıvı hareketi (süzülme) vardır. Oysaki vücut kılcallarında
iki yönlü sıvı hareketi vardır.
Nefronlarda idrar oluşumu; süzülme, geri emilme ve salgılama olmak üzere üç aşamada gerçekleşir.
1. Süzülme (Filtrasyon): Getirici atardamarlar ile gelen kanın, glomerulus kılcallarına girdiğinde
241
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
yüksek kan basıncı nedeni ile zardan geçebilecek büyüklükte olan moleküllerinin kandan Bowman kap-
sülüne geçmesine süzülme denir (Şekil 2.95). Bu süzüntü, doku sıvısının bileşimine benzer yapıda olup
içerisinde proteinler ve yağlar hariç glikoz, amino asit, tuzlar, su, üre, ürik asit ve kreatin gibi maddeler
bulundurur. Süzülme difüzyon ile gerçekleşir. Süzülme hızını kan basıncı, sıcaklık ve kandaki maddele-
rin derişimi etkiler. Süzülme hızı artarsa günlük idrar miktarı artar.
Glomerulus
Götürücü
atardamar
Getirici atardamar
2. Geri emilme: Süzülme ile glomerulustan Bowman kapsülüne geçen sıvıdaki su, glikoz, amino
asit, mineral gibi yararlı maddelerin nefron kanallarında ilerlerken kanalcıkları saran kılcal damarlara
geri geçmesidir. Eğer Bowman kapsülüne geçen süzüntü, aynen atılsaydı vücut madde kaybı yaşaya-
cağından canlının yaşamı son bulabilirdi. Geri emilme olayı maddelerin derişimine göre ozmoz, difüzyon
ve aktif taşıma ile gerçekleşir. Aktif taşıma için gerekli ATP, tüpçük hücrelerinde bulunan çok sayıda mi-
tokondriden karşılanır. Süzüntüdeki glikozun ve amino asitlerin tümü, suyun ve tuzların büyük bir kısmı,
ürenin de neredeyse yarısı geri emilir. Kas metabolizması sonucu oluşmuş olan kreatin ise geri emilmez.
Geri emilim olayı, proksimal tüpte, Henle kulpunda, distal tüpte ve idrar toplama kanallarında gerçek-
leşir (Şekil 2.96). Şimdi bu kanallara daha yakından bakalım:
+
Proksimal tüp: Glikoz, amino asit, Na aktif taşıma ile emilirken H₂O, pasif taşıma ile geri emilir.
Sağlıklı bir insanda glikozun ve amino asidin tümü aktif taşıma ile geri emilir.
Proksimal tüpte süzüntünün hacmi azalır. Ayrıca proksimal tüpteki epitel hücrelerinden, vücut sıvıla-
+
rının pH dengesini sağlamak için hücreler hidrojen (H ) iyonu salgılar. Süzüntünün fazla asidik olmasını
engellemek için de epitel hücreleri amonyak sentezleyip salgılar. Amonyak bir tampon gibi davranarak
hidrojen (H ) iyonlarını yakalar ve amonyum (NH+4) şeklinde tutar. Süzüntü asitleştikçe hücreler daha
+
fazla amonyak (NH3) sentezleyip salgılar. Proksimal tüp aynı zamanda süzüntüden tampon bikarbonatın
–
(HCO 3), % 90 kadarını da geri emerek vücut sıvılarının pH dengesine katkıda bulunur.
Henle kulpunun inen kolu: Henle kulpunun aşağı inen kolunda süzüntü ilerlerken, suyun geri emil-
mesi sürdürülür. Henle kulpu tuza karşı pek geçirgen değildir. Çevresindeki doku sıvısının ise tuz yoğun-
luğu oldukça yüksektir. Bu nedenle inen koldan, doku sıvısına önemli oranda ozmozla su çıkar. Böylece
süzüntünün çözünmüş madde derişimi giderek artar.
242
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
+
Bazı ilaçlar H
+ +
K H
Süzüntü bileşenleri: ve
H 2O Kabuk zehirler
NaCl
HCO 3
– Öz
İdrar
+
H Henle kulpu toplama
Üre NaCl kanalı
Glikoz
Amino asit
NaCl
Bazı ilaçlar
H 2O
Geri emilme
Salgılama Üre
NaCl H 2O
İdrar
Henle kulpunun çıkan kolu: Süzüntü kulpun uç noktasına ulaşır ve ondan sonra çıkıcı kolun içeri-
sinde yolculuğuna devam ederek kortekse geri döner. Yukarıya çıkan kol inen kolun aksine iyon kanal-
ları içeren su kanalları bulundurmayan bir epitele sahiptir. O nedenle Henle kulpunun çıkan kolu suyu
geçirgen değildir. İçinde yoğun tuz bulunan süzüntü yukarı doğru ilerlerken, tuz geri emilir. Tuzunu kay-
beden ancak suyunu koruyan süzüntü, kulpun çıkan kolundan kortekse doğru ilerledikçe giderek daha
seyreltik hâle gelir.
Distal tüp: Distal tüp, vücut sıvılarının potasyum (K ) ve sodyumklorür (NaCl) konsantrasyonlarının
+
ayarlanmasında anahtar rol oynar. Bu ayarlama süzüntüye distal tüpten potasyum (K ) salgılama ve
+
süzüntüden geri emilen sodyumklorür (NaCl) miktarındaki değişimle yapılır. Bu olaylarda böbrek üstü
bezlerinden salgılanan aldosteron hormonunun etkisi vardır. Distal tüp de proksimal tüp gibi hidrojen
(H ) salgılayıp bikorbonat (HCO 3) geri emilimini sağlayarak pH ayarlanmasına katkıda bulunur. Burada
+ –
suyun bir kısmı hipofiz bezinden salgılanan antidiüretik hormon (ADH) etkisi ile geri emilir. ADH, distal
tüpün ve toplama kanallarının suya karşı geçirgenliğini artırır. ADH sayesinde kana geçen su ile kanın
tuz yoğunluğu normal düzeyde tutulur.
Toplama kanalı: Süzüntüyü öz bölgesinden havuzcuğa taşır. Toplama kanalında da aktif taşıma ile
sodyumklorür (NaCl) geri emilimi ve ADH etkisi ile de suyun geri emilimi gerçekleşir. Süzüntüde yüksek
üre yoğunluğu olduğu için bir miktar üre de pasif taşıma ile toplama kanalından geri emilir. Böylece geri
emilim olayı idrar toplama kanalında tamamlanır (Şekil 2.96).
243
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
3. Salgılama: Nefron kanalcıklarını saran kılcal damarlardan, nefron kanallarına madde geçişi olayı-
dır. Salgılama olayı aktif taşıma ile gerçekleştiği için aktif boşaltım da denilmektedir. Özellikle distal tüp-
te olur. Salgılama ile penisilin gibi bazı ilaçlar, potasyum, boyalar, amonyak ve hidrojen iyonu vücuttan
uzaklaştırılır. Aynı zamanda eğer kanda eşik değerin üzerinde maddeler varsa glikoz, vitamin ve amino
asit gibi maddeler de gerektiğinde salgılanarak homeostazi sağlanmış olur.
DIKKAT!
Böbreğin kanın bileşimini denetleme görevi de vardır. Kandaki her maddenin normal bir de-
ğeri vardır ki buna eşik değer denir. Eğer bir maddenin kandaki derişimi eşik değerini aşarsa bu
madde nefron kanallarında tamamen geri emilmez. Eşik değerinden fazla olanı idrarla dışarıya
atar. Örneğin diabetes mellitus’ta (şeker hastalığı) hücre metabolizması için glikoz tamamen yakı-
lamaz ve kandaki şeker oranı yükselir. Glikoz için böbrek eşik değeri 150 mg glikoz/100 mL’dir. Bu
durumda glikozun hepsi böbrek tüplerinden geri emilemeyeceğinden dolayı idrarda bol miktarda
glikoza rastlanır.
DEMİRSOY, A., Yaşamın Temel Kuralları (Genel Biyoloji), Cilt I/Kısım II, Meteksan AŞ, s.185, 7. Baskı,
Ankara, 1996.
Süzülme, geri emilme ve salgılama olayları sonucunda idrar oluşmaktadır. Oluşan idrar, idrar top-
lama kanalları aracılığıyla böbreğin havuzcuk bölgesine iletilir ve üreterle idrar kesesine taşınır. İdrar
kesesinde biriken idrar, zaman zaman üretra ile dışarı atılır.
ETKİNLİK: Deney
Araç ve Gereçler
Etkinliğin Adı: Böbreğin Yapısının Kavranması koyun ya da sığır böbreği,
diseksiyon küveti, ameliyat
Amaç: Memeli böbreğinin yapısınının incelenmesiyle fonksi- makası, tek kullanımlık plas-
tik eldiven, pamuk, büyüteç
yonlarının öğrenilmesi
Uygulayalım
244
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Sonuçlandıralım
1. İkiye kesmiş olduğunuz böbrekte dıştan içe doğru hangi kısımları gözlemlediniz?
2. İdrar toplama kanalları nerededir? Nereye açılmaktadır?
3. Böbreğin hangi kısmında piramitleri gözlemlediniz?
4. Havuzcuk, böbreğin hangi kısmındadır?
Böbreklerimizin tek görevi kanı süzmek değildir. Farkına varmadığımız başka önemli görevleri de
vardır. Bunlardan biri de kırmızı kan hücreleri olan alyuvarların üretilmesini uyaran eritropoietin (EPO)
adı verilen hormonu salgılamaktır. Kandaki alyuvarların miktarı azalınca veya kansızlık durumu oluşun-
ca bu hormon daha fazla salgılanır. Eğer dokular yeteri miktarda oksijen alamazsa böbrekler bu hormo-
nu sentezleyip kana verir. Eğer kan, dokuların kullanabileceğinden daha fazla O₂ taşıyorsa eritropoietin
düzeyi azalır ve alyuvar üretimi düşer. Doktorlar, anemi (kansızlık) gibi sağlık sorunlarının tedavisinde
sentetik olarak üretilen eritropoietin kullanır.
Böbreklerin işlevlerini zaman içerisinde kalıcı olarak kaybetmesi sonucunda kronik böbrek yet-
mezliği ortaya çıkar. Uzun süren bazı hastalıklar veya durumlar, böbrek hücrelerinde kalıcı hasara
yol açabilir. Böbrek hücreleri kendini yenilemediği için ölen hücrenin yerini yenisi almaz. Bu nedenle
böbreğin işlevsel kayıplarının geri dönüşü yoktur. Hasar görüp ölen nefronların işlevini diğerleri üstlenir.
Geri kalan nefronlar çok daha fazla çalışmaya başlar. Nefron ölümü devam ediyorsa veya geri kalan nef-
ronlar üzerlerine binen fazla yükü kaldıramıyorsa zaman içerisinde işlev kaybı ilerleyerek kronik böbrek
yetmezliğine yol açar. Kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda sıklıkla eritropoietin yapımının azalması
sonucu kansızlık (anemi) görülür. Tüm kronik böbrek yetmezliği hastalarında en sık anemi nedeni erit-
ropoietin eksikliğine bağlı Renal Anemi (böbrek yetmezliği anemisi)’dir.
Biliyor musunuz?
Bazı atletler, alyuvar düzeylerini yükseltmek amacıyla kendilerine eritropoietin enjekte et-
mektedirler. Bu uygulama, doping olarak kabul edildiğinden Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve
diğer spor organizasyonları tarafından yasaklanmıştır. Testlerde eritropoietin bağlantılı ilaçlar ba-
kımından pozitif çıktığı için hem rekorları geçersiz kılınmış hem de ilerideki yarışma hakları iptal
edilerek cezalandırılmış sporcular bulunmaktadır.
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s. 913, Ankara, 2013.
245
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Hayati organ olarak kabul edilen böbreklerin düzenli çalışması vücudun dengesi için önemlidir. Böb-
reklerin az çalışması durumunda vücutta çeşitli rahatsızlıklar ortaya çıkabilmektedir. Böbrek taşı olu-
şumu ve böbrek yetmezliği bu rahatsızlıklar arasındadır. Böbrek taşları genellikle böbreğin havuzcuk
kısmında oluşur ve idrar yollarında aşağıya doğru ilerledikçe çok şiddetli ağrılara neden olur (Resim
2.34). Böbrek taşları genellikle kalsiyum içeriklidir. İdrar yollarında yaptığı tahribattan dolayı idrarda kan
görülmesine neden olur. Böbreklerin hiç çalışmaması durumundaysa kişi ancak diyaliz makinesine bağlı
olarak yaşamını devam ettirebilir.
DIKKAT!
Diyaliz makinesi, böbrek yetmezliği çeken hastaların belirli zamanlarda bağlanmak zorunda
kaldıkları böbrek makinesine verilen addır. İki tüpten oluşan bu makinenin tüplerinden biri hasta-
nın bileğindeki atardamarına, diğeri ise toplardamarına bağlanır. Tüpün içerisinde kanın düzenli
akışını sağlayan iki pompa bulunur. Hastanın zararlı maddelerle kirlenmiş kanı birinci tüple alınır
ve diyaliz solüsyonunun içinden geçirilerek bu zararlı maddelerden arındırılır. Daha sonra te-
mizlenen kan diğer tüple yeniden damara verilerek diyaliz işlemi sonuçlanmış olur. Fakat diyaliz
makinesi kalıcı tedavi sağlamaz.
Böbreklerin geçici işlevsel kaybına “akut böbrek yetmezliği” adı verilir. Böbreklerin kalıcı olarak
işlevini yitirmesi ise “kronik böbrek yetmezliği” olarak adlandırılır. Akut böbrek yetmezliği tedavi edil-
mediğinde kronik böbrek yetmezliğine dönüşebilir. Böbrekte işlevsel kayıp genellikle sinsice gelişir. Kişi,
böbrekler işlevini önemli ölçüde yitirene kadar hiçbir rahatsızlık hissetmeyebilir. Böbrekteki milyonlarca
nefronun %75’inden fazlası çalışamaz hâle geldiğinde belirtiler başlar. Nefronlar çalışmadığında böb-
reğin süzme mekanizması bozulur ve kanda zararlı maddeler birikmeye başlar. Böbrek yeterince kan
süzemeyince oluşan idrar miktarı da azalır ve vücutta su toplanır. Vücutta biriken su çeşitli bölgelerde
şişlikler, yani ödem şeklinde kendini gösterir. Tedavi edilmediğinde ölümcül olan böbrek yetmezliğinin
tedavisinde ilk olarak diyaliz uygulanır. Diyaliz tedavisi görmelerine rağmen, kronik böbrek yetmezliğine
yakalanan kişilerin ortalama yaşam süresi diğer insanlara göre daha düşük olabilmektedir. Kronik böb-
rek yetmezliğinin en etkin tedavisiyse böbrek naklidir.
246
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Böbrek nakli, temel olarak, bir insanın böbreğinin bir diğer insana yerleştirilmesidir. Kişinin akraba-
larından alınarak yapılan nakillere “canlı böbrek nakli”, beyin ölümü gerçekleşmiş bir kişiden alınan
böbrekle yapılan nakleyse “kadavra böbrek nakli” denir. Böbrek naklinden sonra görülen en önemli
sorun doku uyumsuzluğudur. Yabancı bir kişinin böbreği diğer kişiye takıldığında, normal koşullarda vü-
cut derhâl tepki gösterir. Vücuda giren her türlü hücreyi veya dokuyu yabancı olarak algılayan bağışıklık
sistemi harekete geçerek saldırı başlatır. Nakledilen böbreğe saldıran bağışıklık sistemi hücreleri ve an-
tikorlar yavaş yavaş veya aniden böbreğin çalışmasını durdurur. Ani olan saldırılar ameliyat masasında,
böbreği takar takmaz bile görülebilir. Ancak, yapılan titiz kan ve doku testleri neticesinde, bu tür saldırılar
kolaylıkla önlenir.
Vücudumuz için çok önemli olan böbreklerin sağlığının korunması için şunlara dikkat etmekte fayda
vardır:
• Bol sıvı alınmalıdır. Eğer az su alınırsa idrarda oksalat, ürat ve fosfat gibi maddeler yoğunlaşarak
böbrek taşlarını oluşturur.
Amaç: Böbrek taşı, böbrek yetmezliği, diyaliz, böbrek nakli gibi boşaltım sisteminin sağlığını
ilgilendiren konuların araştırılması
Bu çalışmada sizden;
1. Boşaltım sisteminin sağlıklı yapısını korumak için yapılması gerekenleri belirlemeniz,
2. Boşaltım sisteminin sağlığının bozulması durumunda meydana gelebilecek hastalıkları
araştırmanız,
3. Boşaltım sistemi hastalıklarının tedavilerinin neler olduklarını araştırmanız
istenmektedir.
247
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
İç ortam koşullarının belirli sınırlar içinde kararlı bir biçimde dengede tutulmasına homeostazis de-
nildiğini öğrenmiştiniz. Boşaltım sistemi de homeostaziste çok önemli bir role sahiptir. Çünkü hücreleri-
mizin canlılığını sürdürebildiği belirli ortam koşulları vardır ve bu ortam koşullarının sabit tutulmasında
boşaltım sisteminin rolü büyüktür. Ancak boşaltım sistemi tek başına değil diğer sistemlerle iş birliği
hâlinde çalışır.
ETKİNLİK: Tartışma
Tartışma Konusu: Böbrek, deri ve akciğerin boşaltıma ilişkin homeostatik işlevleri nelerdir?
Hazırlanalım
• Tartışma sürecinde birçok öğretim araç ve tekniklerinden yararlanabilirsiniz. Bu amaçla tar-
tışmadan önce tartışma konusuna uygun dramatizasyonlar yapabilir, tartışmada kullanmak
amacıyla belirtilen organlar ve işlevlerini önceden poster şeklinde hazırlayabilirsiniz.
• Tartışma ortamında sağlıklı iletişim kurulmasında, katılımcıların birbirlerini görmeleri önemli rol
oynar. Bu nedenle daire ya da yarım ay biçiminde oturma düzeni oluşturabilirsiniz.
Uygulayalım
• 7-10 öğrenciden oluşan bir grup oluşturunuz.
• Bir başkan belirleyiniz.
• Grup üyelerinin birbirini görebilecekleri bir oturma düzeni oluşturunuz.
• Başkanın yönetiminde 15-20 dk. sürecek biçimde tartışınız.
• Bu uygulama yapılırken tartışmaya katılan başkan ve üyeler dışındaki öğrenciler gözlemci
olacaklar, tartışmayı izledikten sonra tüm öğrenciler değerlendirmeye katılıp görüşlerini belir-
teceklerdir.
248
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
Bu etkinlikte böbreğin, derinin ve akciğerin boşaltıma ilişkin homeostatik işlevlerinin neler olduğunu
tartıştınız. Tartışma yönteminden edindiğiniz bilgileri günlük hayatınızda çevrenizdeki canlıları gözlem-
leyerek çıkarımlarda bulunup değerlendirme yapınız.
OKUMA METNİ
Beyin Ölümü ve Böbrek Bağışı
Ülkemizde yaklaşık 50 bin civarında kronik böbrek hastası olduğu ve bunlara her yıl 8 bin ki-
şinin eklendiği düşünülmektedir. Her sene, bu insanlardan sadece 1000’ine böbrek temin edi-
lip diyalizden kurtarılabilmektedir. Organ naklinde en önemli sorun yeterli sayıda böbrek vericisi
olmayışıdır. Hastaların, kendileriyle uyumlu böbreğe sahip ve verici olmayı kabul eden bir akra-
bası bulunmayabilir. Bu durumda tek şansları, beyin ölümü gerçekleşen kişilerden alınan böbrek-
lerle yapılacak olan kadavra böbrek naklidir. Batılı ülkelerde yapılan nakillerin yaklaşık %80’i
kadavra kökenliyken ülkemizde durum bunun tam tersidir. Kısaca, kadavra böbrek sayısı yeter-
sizdir. Bunun en önemli sebeplerinden biri beyin ölümü kavramının tam olarak bilinmemesidir.
Beyin ölümü, geri dönüşü olmayan koma hâli olarak tanımlanır. Genellikle kafaya gelen cid-
di darbelerden, beyin kanamalarından veya ateşli silah yaralanmalarından sonra görülebilen be-
yin ölümü tablosunun geri dönüşü yoktur. Kalp, böbrek ve karaciğer gibi hayati organlar bir süre
daha yaşamaya devam etse de beyindeki ana kumanda merkezleri geri dönülmez olarak hasar
gördüğü için bir süre sonra tüm organların çalışması durur, yani ölüm kaçınılmazdır. Beyin ölü-
mü gerçekleştikten sonra, kalbin durmasına kadar geçen süre bazen saatler bazen de birkaç
gün sürebilir. Organların bu süre içerisinde alınması gerekir. Bir organ ancak kan dolaşımı dur-
madan alınırsa nakil için kullanılabilir. Kan dolaşımı durduktan sonraki 30-40 dakikada böbrekler
ölür ve kullanılamaz. Bu nedenle, bir hastanın beyin ölümü tespit edildikten sonra en kısa süre-
de hasta yakınlarından bağış için izin istenmesi gerekir. Beyin ölümü tespit edilen bir kişinin bir-
çok organı kullanılabilir. Şu bilinmelidir ki ölen kişinin iki böbreği, karaciğeri, akciğeri, bağırsakları,
korneaları ve hatta kemikleri birçok insanın hayatını kurtaracaktır. Bağış yapılmadığındaysa or-
ganlar toprağın altında çürüyecektir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafınca da dinen hiçbir sakınca-
sı olmadığı açıklanan kadavra organ bağışının artırılması için başta devletin ilgili kurumları, sağ-
lık personeli ve medya olmak üzere toplumun her kesimine önemli sorumluluklar düşmektedir.
249
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplarla farklı yollardan sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabi-
lirsiniz. Doğru çıkışı bulunuz.
1. çıkış
ç. Böbrek atardamarındaki
azotlu artıklar, böbrek D
toplardamarındakinden azdır.
b. İnsanda boşaltım
a. Canlıların
sistemini; böbrekler, Y
vücutlarındaki fazla
üreter, idrar kesesi ve D
suyun, canlı için 2. çıkış
üretra oluşturur.
zararlı maddelerin ve
metabolik artıkların, 3. çıkış
Y
hücrelerden ve
D
doku sıvısından
uzaklaştırılmasına
d. Bowman kapsülü ve
boşaltım D Y
glomerulus kılcalları malpighi
denir.
cisimciğini oluşturur. 4. çıkış
5. çıkış
e. Glomerulus kılcalları
Y atardamar ve toplardamar D
arasında bulunur.
Y
D
6. çıkış
B. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise ’’ Y’’ yazı-
nız.
1. Geri emilim olayı, proksimal tüp, Henle kulpu, distal tüp ve idrar toplama kanallarında ger-
çekleşir.
250
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
3. İdrar toplama kanalında aktif taşıma ile NaCI geri emilimi ve ADH etkisi ile de suyun geri
emilimi gerçekleşir.
4. Kandaki alyuvarların miktarı azalınca veya kansızlık durumu oluşunca böbreklerden fazla
eritropoietin hormonu salgılanır.
5. Böbreklerin kalıcı olarak işlevini yitirmesine akut böbrek yetmezliği denir.
C. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden doğru olanla tamamlayınız.
atardamar Bowman kapsülünün üretra
6. …………………… temel olarak, bir insanın böbreğinin bir diğer insana yerleştirilmesidir.
251
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
2. Bowman kapsülüne süzülen sıvıda bulunan proksimal tüpte gözlenen glikoz ve amino asit
gibi maddelerin idrarda bulunmaması, aşağıdakilerden hangisini kanıtlar?
3.
I. Artık maddelerin vücuttan dışarı atılması
II. Kan plazmasının bir kısmının, glomerulustan bowman kapsülüne geçmesi
III. Nefron kanallarında bulunan bazı maddelerin kılcallara tekrar alınması
Yukarıdaki tanımlar hangi olaylara aittir?
I II III
A) Süzülme Geriye emilme Salgılama
B) İdrarın atılması Süzülme Geriye emilme
C) Geriye emilme İdrar atılımı Süzülme
D) İdrarın atılması Salgılama Geriye emilme
E) Salgılama Geriye emilme Süzülme
5. Böbreğin, kanın bileşimini denetleme yeteneği, nefron kanallarını saran kılcal damar sistemiyle
gerçekleşir.
Böbrek eşik değeri 150 mg/100 mL olan glikozun kandaki miktarı eşik değerinden fazla olur-
sa aşağıdakilerden hangisinin gerçekleşmesi beklenir?
252
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
1. Sinir impulslarının taşınması sırasında meydana gelen kimyasal ve elektriksel olaylar nelerdir?
Açıklayınız.
5. Motor nöronların son kısmı olup kasa impulsun ulaşmasını sağlayan bölgeye ............................
................ denir.
6. Aynı yönlü çalışan yani beraber kasılıp beraber gevşeyen kaslara .................................. denir.
253
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
7. Lokmanın soluk borusuna geçmesini kıkırdak yapılı olan ve küçük dil olarak da isimlendirilebilen
............................................ önler.
9. Yağların sindirimi ile oluşan gliserol ve yağ asitleri ile yağda eriyen vitaminler .........................
10. Kalbin bir pompalama, bir kanla dolma sürecine ................................. denir.
12. B lenfositleri antijenle doğrudan temas etmeyip antijene özel ......................... üretir.
13. Bronşçukların uçları ................................. adı verilen hava kesecikleri ile sonlanır.
15. Salgılama olayı aktif taşıma ile gerçekleştiği için .......................................... da denilmektedir.
C. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara yargılar doğru ise “D”, yanlış ise ’’ Y’’ yazı-
nız.
10. Kalbin iç yüzeyini örten endokart tabakası aşınmayı önleyen kaygan bir yapıdadır.
16. Kanda karbondioksit oranı arttığında kan pH’si azalır ve soluk alıp verme hızlanır.
17. Henle kulpunun inen kolunda suyun bir kısmının geri emilimi yapılır.
254
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
e. Homeostazi
5. İnsan dizinde yer alan kıkırdak dokudan oluşmuş yapıdır.
f. Elastik kıkırdak
6. Besinlerin yemek borusunda ilerlemesini sağlayan hare-
ketlerdir. g. Peristaltik
hareketler
h. Aktif boşaltım
8. Nefron kılcallarını saran kılcal damarlardan, nefron kanal-
larına madde geçişi olayıdır.
ı. Süzülme
255
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
4. Aşağıdakilerden hangisi kısa, yassı ve uzun kemiklerde bulunan ortak yapı değildir?
A) Kemik zarı
B) Sıkı kemik doku
C) Süngersi kemik doku
D) Kırmızı kemik iliği
E) Sarı kemik iliği
7. Eşik değerinde uyarı almamış bir kasın hafif gergin durumda olması ve bu gerginliği korumasına
“kas tonusu” denir.
Kas tonusu azalırsa;
I. tetanos olması,
II. uyarı geldiğinde kasın hemen kasılamaması,
III. kasta laktik asitinin aşırı birikmesi
durumlarından hangisi ya da hangilerinin gerçekleşmesi beklenir?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve III E) I, II ve III
256
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
8. İnsan pankreası;
I. bazı hormonların üretiminde rol oynama,
II. mideden gelen asidik kimusun nötralize edilmesinde görev yapma,
III. sindirim enzimi üretip ince bağırsağa verme
olaylarından hangisi ya da hangilerini gerçekleştirir?
A) Yalnız II B) Yalnız III C) I ve III D) II ve III E) I, II ve III
9. Sağlıklı bir insanın kalın bağırsağında, aşağıdaki olaylardan hangisi gerçekleşmez?
A) Yararlı bakterilerin K ve B vitaminlerini sentezlemesi
B) Suyun büyük bir kısmının emilmesi
C) Peristaltik hareketlerle sindirim atıklarının son bağırsağa iletilmesi
D) Salgılanan enzimlerle sindirimi tamamlanmamış besinlerin sindirilmesi
E) Sindirim artıklarının dışkı şeklini alması
12. İnce bağırsaktan emilen bir glikoz molekülü, kalbe gidinceye kadar;
I. karaciğer üstü toplardamarı,
II. kapı toplardamarı,
III. alt ana toplardamarı,
IV. karaciğer
gibi damar ve organları hangi sırada geçer?
A) II-III-IV-I B) II-IV-I-III C) III-II-IV-I D) I-IV-III-II E) I-IV-II-III
257
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
16. Derin bir nefes alarak nefesini tutmuş olan bir insanda;
I. kaburgalar arası kasların kasılması,
II. diyaframın gevşemesi,
III. akciğer hacminin azalması
olaylarından hangisi ya da hangileri gerçekleşmektedir?
A) Yalnız I B) Yalnız III C) I ve II D) II ve III E) I, II ve III
18.
I. Hb + 4O2 g HbO8
+ -
II. H2CO3 g H + HCO 3
III. HbCO2 g Hb + CO2
Yukarıdaki tepkimelerden hangileri alyuvarlarda gerçekleşir?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve III E) I, II ve III
258
2. Ünite - İnsan Fizyolojisi
20. Terlemeyle aşırı miktarda su kaybeden bir insanda, aşağıdaki olaylardan hangisi
görülmez?
A) Hipofizin kana verdiği antidiüretik hormon miktarının artması
B) Nefron kanalcıklarından büyük miktarda suyun geri emilmesi
C) İdrarın yoğunlaşması
D) Glomerulus kılcallarındaki hidrostatik basıncın artması
E) Kanın ozmotik basıncının artması
+
21. Kanında H artan ve bu nedenle kanı giderek asitleşmeye başlayan bir insanda asit-baz
dengesinin sağlanması için;
I. nefron kanalcıklarındaki sıvıda bulunan bikarbonat iyonlarının kana geri emilmesi,
II. böbrek üstü bezinin salgıladığı aldosteron hormonu miktarının artması,
+
III. nefron kanalcığındaki sıvıda bulunan Na iyonlarının kana geri emiliminin azalması
olaylarından hangisi ya da hangileri gerçekleşir?
A) Yalnız I B) I ve II C) I ve III D) II ve III E) I, II ve III
22. Santrifüj edilerek çökelmiş bir kanın plazmasında serumdan farklı olarak aşağıdaki
moleküllerden hangisi bulunur?
A) Hemoglobin B) Fibrinojen C) Antitoksin D) Antijen E) Antikor
24. Her gün bol süt ve yoğurt tüketen sağlıklı bir insanda;
I. kandaki üre,
II. kalsitonin hormonu,
III. idrardaki üre
miktarlarından hangisi ya da hangileri artar?
259
3. Ünite - Davranış
260
3. Ünite - Davranış
III. ÜNİTE
DAVRANIŞ
1. Bölüm: Davranış
Her bahar mevsiminde kar kazları (Anser caerulescens-Ansır karulesens) kışlarını geçirdikleri
Güney Meksika’dan yuva yapacakları Grönland’a, Kanada’ya ve Alaska’ya göç eder. Sonbahar-
da ise kışlarını geçirmek için Güney Meksika’ya geri dönerler. Hiç merak ettiniz mi göç eden bu
hayvanlar daha önce hiç geçmedikleri çevrelerde yollarını nasıl buluyorlar? Onların göç etmesini
sağlayan faktörler nelerdir? Göç etmeyi sonradan mı öğrenirler yoksa doğuştan bu yetenekle mi
dünyaya gelirler? İşte bu ünitede bu sorulara yanıt arayacak ve çevremizdeki diğer hayvanların
da davranışlarını sorgulayacaksınız.
261
261
3. Ünite - Davranış
1. BÖLÜM
DAVRANIŞ
262
3. Ünite - Davranış
Bölüm kapağındaki resimde bir erkek kemancı yengeci görüyorsunuz. Bu yengecin kıskaçlarından
biri diğerinden oldukça büyüktür ve bu erkek yengeç bazen kıskacını havada sallamaktadır. Peki, bu
hareketi niçin yapmaktadır? Erkek yengecin kıskacını sallamasının iki işlevi vardır: Birincisi yuvasına
çok yaklaşan diğer erkekleri geri püskürtmek ikincisi ise kendine eş arayan dişi yengeçlerin dikkatini
çekmek.
Bu örnekte görüldüğü gibi hayvan davranışlarının belirli bir amacı vardır. Hayatta kalmak, üremek ya
da besin elde etmek gibi. Hayvan davranışlarının amacı ne olursa olsun, bu davranışlar fizyolojik sistem
ve süreçlere de bağlıdır. Örneğin bir kuşun ötme davranışı için göğüs ve boğaz kaslarını kullanması
gerekir. Davranış aynı zamanda bunlarla birlikte ısıyı korumak için yumaklanan bal arılarında olduğu
gibi homeostaziye de katkı sağlar.
Canlıların yaşamaları, çevrelerinden gelen problemleri çözebilme yeteneklerine bağlıdır. Her orga-
nizma hayatı boyunca birbirini izleyen birçok çevresel değişiklikle karşı karşıyadır. Canlıların çevresi
ışık, sıcaklık, yer çekimi gibi etmenlerle organizmayı doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren canlı
ve cansız etmenlerle iç içedir. Peki, bir organizma çevresi değiştiği zaman nasıl davranır? Aslında bir
organizmanın davranışının temel amacı, kendisinin veya türünün devamını sağlamaktır. O nedenle de-
ğişen çevre koşulları da buna bağlı olarak davranışını etkiler ve organizma türünün devamını sağlayan
davranışlarda bulunur.
Bir organizmanın iç ve dış ortamdan gelen uyarılar karşısında oluşturduğu tüm faaliyetler davranış
olarak tanımlanabilir. Canlılardaki davranışı inceleyen bilim dalına ise etoloji adı verilir.
Hayvanın iç ya da dış ortamında meydana gelen ve hayvanda tepki oluşturabilen fiziksel, kimyasal
ve biyolojik değişiklikler uyarı olarak adlandırılır. Uyarılara karşı efektör organların verdiği cevaba da
tepki denir. Uyarının ve tepkinin bir sonucu olarak davranış ortaya çıkmaktadır. Örneğin aç bir köpek
için besin bir uyarıcıdır. Besini gören köpeğin tükürük salgılaması bir tepkiyken uyarının ve tepkinin et-
kisiyle köpeğin yemek yemesi ise bir davranıştır.
Peki, hangi uyaran, hangi davranışı ortaya çıkarır ve oluşturacağı tepkiye hangi fizyolojik mekaniz-
malar aracılık eder? Hayvanın büyüme ve gelişme evresinde karşılaştığı yaşamsal tecrübeleri tepkiyi
etkiler mi?
Bu soruların yanıtını doğal koşullarda hayvan davranışını inceleyen bilim insanları açıklamaya çalış-
mışlardır. Bilim insanları, hayvanların doğal davranışlarını normal ortamlarında gözlemleyip davranışı
denetleyen birçok değişik etmeni tanımaya ve değerlendirmeye çalışmışlardır. Gözlemler sonucunda
biyolojik yönden önemli olan birçok davranış şeklinin aslında büyük oranda doğuştan geldiğini, daha
az bir oranda ise büyüme sırasında öğrenme yani çevre etkisi ile ortaya çıktığını belirtmişlerdir.
Buna göre davranış tiplerini genel olarak doğuştan gelen davranışlar, öğrenilmiş davranışlar ve sos-
yal davranışlar olmak üzere üç şekilde gruplandırabiliriz.
263
3. Ünite - Davranış
Herhangi bir davranışı tamamiyle doğuştan ya da tamamiyle öğrenilmiş olarak sınıflandırmak aslın-
da oldukça güç olmuştur. Bunun için bilim insanları uzun süren sayısız gözlemler ve deneyler yaparak
birçok davranışı kesin sınırlarla ayırarak bazılarının doğuştan olduğunu birçoğunun da sonradan öğre-
nilerek ortaya çıktığını belirlemişlerdir. Şimdi örneklerle bu davranışlara yakından bakalım.
Doğuştan gelen davranışlar kalıtsal olarak kazanılmış olup öğrenilmemiş davranışlardır. Kalıtsal ol-
dukları için bir sonraki nesle de aktarılır. Çevrenin bu davranışlara etkisi çok azdır. Doğuştan gelen
davranışlar refleks ve içgüdü şeklinde iki grupta incelenir.
Refleks: En basit davranış şekli olup gelişmiş hayvanların davranışlarının çok az bir kısmını oluştu-
rur. Refleks çeşitli uyarılara karşı oluşan ani ve değişmez tepkilerdir. İnsanda diz kapağının hemen alt
tarafına hafif bir vuruşun, dizin ileri fırlamasına neden olması doğuştan gelen bir refleks davranışıdır.
Yeni doğan bebeğin emmesi ya da parmağınızı uzattığınızda tutması (Resim 3.1) ve yumurtadan çıkan
balığın yüzmesi refleks davranışlarına örnektir.
İçgüdü: İçgüdüler doğuştan gelen davranışlar olup kalıtsaldır ve öğrenmeyle oluşmaz ancak dav-
ranış bilinçli olarak gerçekleştirilir. Yani canlı davranışı ne için gerçekleştirdiğini bilir. İçgüdüler bireyin
yaşamını sürdürmesinde önemli role sahip olan üreme, yuva yapma, yeme, içme, yavrularına bakma ve
yaşam alanını savunma gibi davranışları içerir. Hayvanlar alemindeki her türün bireyleri, türlerine özgü
tipik içgüdüsel davranışlar gösterir. Bunlara kazların göç yolculuklarında V şeklinde uçması, arıların
buldukları besinin yerini diğer arılara bildirmesi, kuşların kendilerine özgü yuva yapacak malzemeyi
bulması, taşıması ve yuva yapması örnek olarak verilebilir.
Resim 3.1. Yeni doğan bebeğin parmağınızı uzattığınızda tutması bir reflekstir.
264
3. Ünite - Davranış
265
3. Ünite - Davranış
Resim 3.4. Göçmen kuşların ve balıkların yön bulmada dünyanın manyetik alanından etkilendiği düşünülmektedir.
B. Öğrenilmiş Davranışlar
Çevrenin davranışa etkisinin en güçlü yollarından biri de öğrenme yani belirli deneyimlere göre
davranış değişimidir. Öğrenme, bireyin farklı ortamlara uyumunu kolaylaştırarak yeni bir uyarana karşı
bireyin en uygun tepki vermesini sağlar.
Aç bırakılan bir farenin labirentte dolaşarak besin araması içgüdüsel bir davranışken besinin yerini
öğrenen farenin labirentte her defasında aynı yere gitmesi öğrenmedir (Resim 3.5).
266
3. Ünite - Davranış
Öğrenme çeşitli şekillerde olabilir. Bunlar alışma yoluyla öğrenme, şartlanma yoluyla öğrenme, izle-
nim yoluyla öğrenme ve kavrama yoluyla öğrenmedir.
Alışma yoluyla öğrenme (alışma): Organizma aynı uyaranla art arda karşılaşırsa bu uyarana karşı
verilen tepkinin çeşidi ve şiddeti gitgide azalır. Belli bir uyaran sıklığından sonra ise o uyarana verilen
tepki tamamen ortadan kalkar. İşte bu durum alışma davranışı olarak açıklanır. Şehir merkezlerindeki
güvercinlerin insanlardan kaçmaması alışma davranışına örnektir (Resim 3.6). Yine aynı şekilde kuşları
korkutup ürkütmek amacı ile tarlaya konulan korkuluk bir süre kuşları tarladan uzak tutmakta işe yarar
fakat daha sonra kuşların korkuluktan kaçmamaları da alışma davranışına örnektir.
Şartlanma yoluyla öğrenme: Doğal uyarıcılara karşı doğduğumuz andan beri oluşturduğumuz ref-
leks davranışının aynısının, doğal uyarıcı ile ilgisi olmayan uyarılara da verilmesi durumuna şartlanma
denilmektedir. Şartlanma klasik ve işlevsel olarak ikiye ayrılır.
Klasik şartlanma Rus bilim insanı Ivan Pavlov (1849-1936) tarafından gösterilmiştir. Pavlov bu öğren-
me tipini sindirim fizyolojisi çalışmalarını yaparken fark etmiştir. Köpeklerin yiyecek görünce ürettikleri
salya miktarını ölçtüğü esnada Pavlov şunu gözlemlemiştir: Köpeklere yiyecek verilmeden hemen önce
yiyecekle ilintisi olmayan bir uyarı, örneğin ışık ya da bir zil sesi verildiği taktirde, köpekler kendilerini
yiyecek beklentisi içine sokan görsel yiyecek uyaranının neredeyse aynını almış olur, yani tek başına
267
3. Ünite - Davranış
ışık da verilse zil sesi de verilse salya üretimi tetiklenmiş olur. Bu çalışmada aslında başlangıçta tek
başına zil çaldığında ya da tek başına ışık verildiğinde salya salgılamayan köpeğin bu uygulama sonu-
cunda, zil çaldığında ya da ışık verildiğinde eti görmese bile salya salgıladığı gözlenmiştir. Pavlov’un bu
çalışması şartlı refleks ya da şartlanma olarak tanımlanmıştır.
İşlevsel şartlanmada ise hayvan, kendi davranışından herhangi birini bir ceza veya ödül ile ilişki-
lendirerek öğrenir. Bir davranışı ödüllendirilmiş ise bu davranışı tekrar eder, cezalandırılmış ise bırakır.
Burada hayvan ödüllendirilen davranışı deneme-yanılma yoluyla öğrendiği için işlevsel şartlanmaya
deneme-yanılma yoluyla öğrenme de denir.
Deneme-yanılma ile öğrenme ile ilgili en ünlü deney, Amerikalı fizyolog B. F. Skinner (B. F. Sikınır)
tarafından yapılmıştır (Resim 3.7). Skinner’ın özel olarak hazırladığı deney düzeneğinde fare rastgele
hareket ederken, ilk seferinde kafesin doğru köşesinde durduğu için ödüllendirilmiştir, sonra düzenekte
bulunan pedala kazara bastığında ödüllendirilmiştir. Daha sonra ise ödül eşiği yükseltilmiş ve ödül ver-
mek için hayvanın pedala basması şart koşulmuştur. Son olarak da farenin pedala basma işlemini belirli
bir uyarıya cevap olarak yapması gerekmiştir. Burada fare rastgele yaptığı davranışlardan aldığı ödüle
göre doğru davranışı seçmiştir. Bu şekilde birçok deneme yaparak hangi davranışın ödüle götürdüğünü
deneme yanılma yaparak öğrenmiştir.
Hoparlör
Sinyal veren ışıklar
Pedal
Elektrikli ızgara
Deneme yanılma yoluyla öğrenme hayvanlara önemli bir avantaj sağlamaktadır. Çünkü bu onla-
ra içgüdüsel olmayan bazı motor davranışları edinme olanağı verir. Örneğin atların içgüdüsel koşma
yeteneği vardır ama yarış pistinde istenilen şekilde koşmaları, eğitimleri sırasında istenilen davranışı
gerçekleştirdiklerinde şeker ya da havuç verilmesi ile sağlanır.
İzlenim yolu ile öğrenme: Canlıların gördükleri nesneleri ya da ebeveynlerini taklit ederek öğren-
meleri, davranışı izlenim yoluyla öğrenmedir. Bu öğrenmeye yaparak, yaşayarak öğrenme de denir.
Çünkü birey gördüğünü yaparak, yaşayarak öğrenir. Özellikle yeni doğmuş ya da yumurtadan çıkmış
yavrularda izlenimle öğrenmeyi gözlemleyebiliriz. Bu canlılar annelerinin arkasında yürümeyi, avlanma-
yı, saklanmayı izleyerek öğrenir (Resim 3.8).
268
3. Ünite - Davranış
Bu öğrenme tipinde karşımıza basılanma kavramı da çıkmaktadır. Basılanma doğuştan gelen ile
sonradan öğrenilen ögelerin her ikisini de kapsamaktadır. Bu davranış tipinde, bir nesne ya da belirgin
bir bireye karşı uzun süreli verilen davranışsal tepki yaşamın belirli bir evresinde ortaya çıkar. Yani
burada hayvanın gelişimindeki sınırlı bir aşamada, öğrenmenin gerçekleştiği bir duyarlı dönem ya da
diğer bir deyişle kritik bir dönem vardır. Bu duyarlı dönem boyunca genç hayvan, ebeveynini izleyerek
kendi türlerine ait basit davranışları öğrenir ve ebeveynler bu dönemde yavrularını tanımayı öğrenir.
Örneğin martılarda ebeveynlerine bağlanmalarında duyarlı dönem bir, iki gün sürmektedir. Eğer bağlan-
ma gerçekleşmezse ebeveynler yavrularıyla ilgilenmeyecek ve bu da yavruların ölümüne ve dolayısıyla
ebeveynlerin üreme başarısında düşüşe neden olacaktır.
Biliyor musunuz?
Kuşlarda tepki verme eğilimi doğuştandır. Tepkinin yönlendirileceği basılanma uyartısını
ise dış dünya sağlar. Pek çok su kuşu türü üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki bunlar-
da “anneyi” doğuştan tanıma gibi bir durum söz konusu değildir. Dahası karşılaştıkları belirgin
karakterlere sahip ilk nesneyle kendilerini ilişkilendirir. 1930’da yaptığı klasik deneyde Konrad
Lorenz (Konrad Lorınz), yaban kazlarında (Anser anser) temel basılanma uyarısının yavrudan
uzaklaşan hareketli bir obje olduğunu göstermiştir. Kuluçka makinesinden çıkarılan kaz civcivleri
yumurtadan çıktıklarında ilk birkaç saatlerini bir kaz yerine Lorenz ile geçirmişler, onla bağ kurup
uygun adım onu takip etmişlerdir. Daha da ötesi, biyolojik ana babalarını ya da kendi türlerine ait
diğer yetişkin kazları tanıma emaresi göstermemişlerdir.
Campbell, A. N.; Reece, J. B., Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan, Palme
Yayıncılık, s.1123, Ankara, 2013.
269
3. Ünite - Davranış
Kavrama yoluyla öğrenme: Kavrama yoluyla öğrenme, öğrenmenin en karmaşık biçimi olup yar-
gılamayı, belleği, karşılaştırma yapmayı ve farkındalığı içeren bilme süreci olarak nitelenebilecek bilişi
içerir. Kavrama yoluyla öğrenmeye daha çok omurgalılarda rastlanır. Bu öğrenmede hayvan bir prob-
lemle karşılaştığında önceki deneyimlerinden yararlanarak problemi çözmeye çalışır. Bu öğrenmeye iç
yüzüyle öğrenme de denilmektedir.
Eğer bir şempanze yerde bir sürü kutunun bulunduğu bir odaya bırakılsa ve odada onun ulaşama-
yacağı bir yüksekliğe muz asılmış olsa şempanze durumu değerlendirip, kutuları istifleyerek besine
ulaşmaya çalışır (Resim 3.9). Bu tip problem çözme davranışı memelilerde çok gelişmiştir.
Resim 3.9. Şempanze ulaşamayacağı yerde asılı duran muzu, kutuları üst üste koyarak elde etmeyi başarır.
Kuşlarda ve özellikle de kargagillerde de kayda değer örnekler gözlenmiştir. Bir çalışmada kuzgunlar
bir daldan sarkan besin ile denenmiştir. Uçarken daldaki besini yakalamada başarısız olan kuzgunlar-
dan biri dala konup yavaş yavaş ipe yanaşmış ardından da besine ulaşıncaya kadar adım adım besi-
ne ilerlemiştir. Burada diğer kuzgunlarda benzer şekilde çözüme ulaşmıştır. Ancak bazıları da çözümü
bulamayıp başarısız olmuştur. Bu da bize problem çözme davranışının aynı türün bireyleri arasında da
kişisel beceriye ve tecrübeye göre değişebileceğini göstermektedir.
Kavrama yoluyla öğrenmede hayvanın bilişsel olarak belleğini, karşılaştırma yapma yeteneğini ve
farkındalığını kullanabildiğini gördük. Peki, bellek yer bulmada etkili midir?
Doğal ortamlarda yaşayan hayvanların yuvalarından veya besinlerinden uzaklaştıktan sonra tekrar
aynı yeri nasıl bulabildikleri de bilim insanlarını düşündürmüştür. Bilim insanları bu soruyu çevrenin
mekânsal yapısını hayvanın hafızasına almasıyla gerçekleştirdiği şeklinde yanıtlandırmışlardır. Bu ko-
nuyu Niko Tinbergen (Niko Tınbirgen) toprak kazıcı eşek arılarının (Philanthus triangulum-Filantus tri-
angulum) dişileriyle yaptığı çalışma ile açıklamıştır. Tinbergen, eşek arısının avlanmak için yuvayı terk
ederken muhtemel davetsiz misafirlerden korunmak için yuvasını kum ile örttüğünü fark etti. Dönüşte
ise arı, etraftaki onca benzer oyukların bulunmasına rağmen doğrudan kendi yuvasını bulup içeri girdi.
Tinbergen’e göre arı yuvanın yerini, etraftaki görsel işaretleri ya da belirteçleri öğrenerek belirliyordu.
Bunu test etmek için eşek arılarının doğal habitatında bir deney yaptı. Yuva girişlerinin etrafındaki cisim-
lerin yerlerini değiştirdi.
270
3. Ünite - Davranış
Çam kozalağı
(a) (b)
Şekil 3.1. Toprak kazıcı eşek arısı yuvasını bulmak için yer işaretlerini kullanır.
Eşek arısı yuvanın içindeyken yuvanın etrafını çam kozalakları ile halka biçiminde çerçeveledi (Şekil
3.1.a). Arı burdan çıkıp geri döndüğünde yuvayı başarıyla buldu. İki gün sonra, arı yuvayı terk ettiğinde
Tinbergen halka biçimdeki çam kozalaklarının yerini yuvadan uzak olacak şekilde değiştirdi. Eşek arısı
geri döndüğünde gerçek yuva girişi yerine kozalak halkasının ortasına doğru uçtu (Şekil 3.1.b). Tinber-
gen pek çok farklı eşek arısı ile deneyi tekrarladığında hep aynı sonuca ulaştı. Bu deney göstermiştir ki
hayvanlar görsel işaretler kullanarak yerlerini bulabilmektedir.
Bazı hayvanlar organize olmuş gruplar hâlinde yaşar. Hayvanlar besin, su, barınak ve düşmanla-
rından korunmak gibi ihtiyaçlarını sağlamak için geçici ya da sürekli olarak topluluk hâlinde yaşayabilir.
Örneğin kral penguenler sadece Antartika kıtasına yakın sahil bölgelerinde yuva yapar bu nedenle her
yıl üreme mevsiminde geçici olarak bu sahillerde toplanır.
Bazı hayvanlar da sosyal grup adı verilen organize olmuş gruplar oluşturarak sürekli olarak topluluk
hâlinde yaşar. Çevremizi incelediğimizde bal arıları, karıncalar gibi çok çeşitli sosyal grup örnekleri ile
karşılaşabiliriz. Bu tür sosyal gruplarda grubun hayatta kalması grupta bulunan üyelerin yakın iş birliğine
bağlıdır. Aslında sosyal gruplarda, sosyal davranışların amacı canlı kalmak ve üremek diyebiliriz. Bunu
sağlayan sosyal davranışlar ise iş birliği, çatışma ve iletişimdir.
271
3. Ünite - Davranış
Çatışma ve baskınlık davranışları: Sosyal gruplar hâlinde yaşayan hayvanlarda grup kalabalıklaş-
tıkça besin alanı ve eş için rekabet de görülür. Bu durumda iş birliği ile birlikte çatışma davranışları da
görülür. Gruptaki rekabet çatışmayı artırdığında hayvanlar arasında sosyal hiyerarşinin ortaya çıkması
gerekmektedir. Sosyal hiyerarşi bireylerin üstünlüklerine göre kademe kademe sıralanması sonucu bir-
birlerini kontrol etmesiyle oluşur. Üstünlük hiyerarşisi çoğunlukla gruplardaki kavgalar sonucu kurulur.
Üstünlüğünü ispatlayan bireyler gereksinimlerini diğerlerinden önce karşılama hakkına sahip olur ve
sembolik tehdit davranışları gösterir. Bunlar grubun diğer bireyleri tarafından açıkça anlaşılan ve galibi-
yeti gösteren davranışlardır.
Chicago (Şikago) Üniversitesi’nde Walder Allee (Valdır Eliy) ve öğrencileri tavuk sürüleri ve diğer
272
3. Ünite - Davranış
Hayvanlarda yurt savunması: Her canlı organizma yaşamak, besinini bulmak ve üremek için bir
yere ihtiyaç duyar. Hayvanın yaşadığı yer hayvan tarafından savunulursa bu yer o canlının kendi top-
rağı yani yaşadığı yurdu olur. Hayvanın yurt edindiği yeri savunma davranışına da toprağa bağlanma
denir. Hayvanlar arasındaki yurt edinme eğilimi ve yurt savunması, bireyler arasındaki çekişmeyi azaltır,
popülasyon büyümesini kontrol altında tutar ve bireylerin habitatları içinde eşit olarak dağılmasını sağla-
yarak canlıların yaşadığı ortamı en verimli şekilde kullanmasını sağlar. Toprağa bağlanma davranışları
hakkında bilgiler kuşlarda da gözlenir. Erkek kuş çiftleşme mevsimi başlamadan önce kendisine uygun
bir yer seçer. Ötüşleriyle seçtiği yerin kendisinin olduğunu diğer kuşlara duyurur. Eğer dişi kuş erkek
kuşu ve yeri çekici bulursa çiftleşme olur ve yuva kurulur (Resim 3.13). Erkek kuş, yavrular büyüyünce-
ye kadar yerini savunmaya devam eder. Aslanların bölgelerini idrarla işaretleyip korumaları da yine yurt
savunmasına örnek verilebilir.
Sosyal gruplarda iletişim: Hayvan gruplarında bireylerin faaliyetlerinin düzenlenmesi için haberleş-
me sisteminin olması iyi bir iş birliğinin yapılmasına olanak sağlar. İş birliği olan faaliyetlerde haberleşme
için iyi gelişmiş duyu organları gerekir. Bir hayvan diğerleriyle görme, ses, koku, tat ve dokunma yolla-
rıyla haberleşir ve haberleşme olmadan iş birliği olmaz.
273
3. Ünite - Davranış
Dişi erkeğin
koku alma Erkek dişinin Erkek
duyusunca karın bölgesine kanatlarını açıp
tanınabilecek ön bacakları ile titreştirerek kur
bir kimyasal tıklar. sesleri çıkarır.
salar.
Meyve sineğinin kur davranışı, bir uyaran tepki zinciri oluşturmaktadır. Her uyarana verilen tepki bir
sonraki davranışın uyaranıdır. İlk etapta erkek aynı türden bir dişi bulur ve vücudunu onunkine yönlen-
dirir. Erkeğin dişiyi görmesinde ve ona doğru dönmesinde görsel iletişim rol oynar (Şekil 3.2.a). Ayrıca
erkeğin koku duyusu dişi tarafından havaya salınan kimyasalları algılar. Bu, sinyallerin belirli moleküller
şeklinde iletilip alındığı kimyasal iletişim örneğidir. Dişiyi fark eden erkek yaklaşır ve ön bacaklarıyla ona
doğru dokunur. Bu dokunuş dokunsal iletişim, dişiyi erkeğin varlığından haberdar eder (Şekil 3.2.b). Bu
süreçte dişinin karın bölgesindeki kimyasallar erkeğe iletilir ve böylelikle dişinin türü kimyasal özellikleri
itibariyle doğrulanır. Kur davranışının üçüncü aşamasında, erkek kanadını açıp titreterek belirli bir kur
sesi çıkartır. İşitsel iletişime örnek olan bu şarkı dişiye erkeğin de aynı türden olduğunu bildirir (Şekil
3.2.c). Dişi, tüm bu iletişim şekillerine karşılık vererek çiftleşme girişimine razı olur.
Hayvansal iletişime en çarpıcı örneklerden biri de 1900’lü yılların başında Avusturyalı araştırmacı
Karl Von Frisch (Karl Von Firiş) tarafından keşfedilen Avrupa bal arısının (Apis mellifera-Apis millifıra)
simgesel dilidir. Camdan yapılmış gözlem kovalarını kullanarak o ve öğrencileri arıları yıllarca gözlem-
lediler. Frisch’in arıların hareketlerini metodolojik olarak kayıt altına alması, kovana dönen arıların diğer
arıları yiyecek kaynaklarının uzaklığı ve yönü hakkında bilgilendiren dansın şifresini çözmesini sağladı.
274
3. Ünite - Davranış
o
30
Kovan C
B
a. Besin bulma gezintisi sona b. Halka dansı besin kaynağı- c. Sallanma dansı, besin kaynağının uzak ol-
erip kovana dönen arının etrafı nın yakın olduğunu belirtir. duğu durumlarda yapılır. Besine olan uzaklık
bir anda bazı işçi arılar tarafın- arının dans esnasında düz gittiği bölümde kar-
dan sarılır. nını sallama miktarına göre belirtilir. Yön ise
arının düz gittiği kısmın açısına (kovanın dikey
yüzeyi baz alınarak) göre belirtilir.
Şekil 3.3. Kovana dönen arı yiyecek kaynaklarının konumu hakkında sembolik bir dans dili ile iletişim kurar.
Şekil 3.3’te gösterildiği gibi yuvaya dönen arının etrafını takipçi olarak adlandırılan arılar sarar (Şekil
3.3.a). Eğer yiyecek kaynağı kovana yakınsa (50 metreden az), geri dönen arı karnını sallayarak dar
daireler çizer. Halka dansı olarak bilinen bu hareketi izleyen takipçiler, kovandan çıkıp yakındaki yiye-
ceği aramaya teşvik edilmiş olur (Şekil 3.3.b). Yiyecek kaynağı yuvadan uzakta ise geri dönen arı bu
sefer sallanma dansı yapar. Bir yöne doğru yarım dönüşü, karnını sallayarak düz yürüyüşü ve diğer
bir yöne yarım daire dönüşünü içeren bu dans takipçi arılara yiyecek kaynağının kovana olan yönünü
ve mesafesini haber verir. Kovanın dikey yüzüne bağlı olan düz yürüyüş açısı, yiyeceğin Güneş’e bağlı
o
olan yatay açısıyla aynıdır. Örneğin geri dönen arı, dikey yüzeyin sağına doğru 30 bir açıyla yürürse
o
kovandan çıkan takipçi arılar Güneş’in yatay yönünün 30 sağına doğru uçarlar (Şekil 3.3.c). Daha uzun
mesafeli düz yürüyüş ve dolayısıyla daha fazla karın sallanışı yiyecek kaynağının çok daha uzakta
olduğu anlamına gelir. Takipçi arılar kovandan çıktıklarında doğruca dansın belirttiği alana gider. Çiçek
kokusu ve diğer izleri kullanarak yiyecek kaynağının yerini saptar.
Kokular ya da tatlar aracılığı ile haberleşen hayvanlar da feromon olarak bilinen kimyasal maddeleri
salar. Bal arılarında kraliçe ve onun yavruları olan işçiler tarafından üretilen feromonlar koloninin kar-
maşık düzenini sağlar. Özellikle kraliçe arının feromonunun geniş bir etki alanı vardır. İşçilerin kraliçeye
bağlı kalmasını sağlayıp yumurtalıklarının gelişmesini önler. Ve koloni dışında kraliçe ile çiftleşme uçuşu
yapabilmeleri için erkeklerin dikkatini çeker.
275
3. Ünite - Davranış
Feromonlar aynı zamanda alarm (uyarı) sinyalleri olarak da iş görür. Örneğin, golyan ya da yayınba-
lığı yaralandığında, balığın derisinden suya karışan bir madde yayılarak diğer balıklarda korku tepkisi
oluşmasını tetikler. Bu sinyali alan yakındaki balıklar da daha temkinli hareket eder ve genellikle daha
korunaklı olan nehir kenarlarında ya da göl diplerinde sürü hâlinde kenetlenirler (Şekil 3.4).
a. Alarm maddesinden önce balıklar akvaryuma ya- b. Alarm maddesi akvaryuma girdikten saniyeler son-
yılmış durumda. ra balıklar dipte küme oluşturup hareketlerini yavaşlatır.
Şekil 3.4. Alarm maddesi varlığında buna tepki veren golyan balıkları
OKUMA METNİ
Erkek Bireyleri Olmayan Karınca Kolonileri
Yaban arısı, karınca ve bal arısı kolonileri, yumurtlayan ve onları yöneten bir kraliçenin yöneti-
mi altında işleri yürüten sürüyle kısır kız kardeşten oluşur ve günlük yaşamlarını erkek bireyler ol-
madan geçirir. Kolonilerdeki erkek bireylerin sayısı yalnızca çoğalmaya yetecek kadardır. Bireyin
cinsiyeti kromozom sayısına bağlıdır. Kraliçenin bıraktığı yumurtalar, erkek tarafından döllenirse
içlerinden dişi, döllenmezse içlerinden erkek birey çıkar. Erkeklerin kromozom sayısı dişilerinki-
nin yarısıdır. Güney Amerika’daki bir karınca türüyse (Mycocepurus smithii-Miykocepurusus miti)
erkek bireylerden tamamen vazgeçmiş görünüyor. Amerikalı ve Brezilyalı araştırmacıların yap-
tıkları açıklamalara göre türün kraliçesi döllenme gerçekleşmeden yumurtluyor ve kolonilerinde
erkek bireylere de rastlanmıyor. Araştırmacılar eşeysiz üreyen hayvanların nadir görülmesinin
nedenini türlerde genlerin rekombinasyon yoluyla karıştırılmamasına bağlıyorlar. Genlerini karış-
tırmayan türlerde zararlı mutasyonların zamanla birikerek türün yok olmasına neden olduğunu
belirten araştırmacılar, evrimsel süreçte eşeysiz üreyen türlere pek rastlanmamasının nedeninin
bu olduğunu da belirtiyorlar. Ayrıca bu çalışmayla, 1960’lı yıllarda M. Smithii erkek bireyleri olma-
yan olarak tanımlanan bu karınca türünün aslında yakın akrabaları olan başka bir türe (Mycoce-
purus obsoletus-Miykocepurusus obseletus) ait olduğu da keşfedilmiş. M. Smithii kraliçelerinin
laboratuvarda erkek bireyler olmaksızın ürediğini gözlemleyen bilim insanları üremekte olan kra-
liçelerin vücutlarını inceleyerek sperm depoladıkları organlarının da boş olduğunu not etmişler.
Bilim insanları M. smithii’nin bu yöndeki ilk evrimini bir-iki milyon yıl önce geçirdiğini düşünüyorlar.
Üyesi oldukları mantar çiftçisi karıncaların 50 milyon yıl önce ortaya çıktıkları düşünülürse genç
bir tür olduğunun altını çiziyorlar. Genetik işaretleyiciler ve sistematik çalışmalar yardımıyla man-
tar çiftçisi karınca türlerini incelemeyi planlayan araştırmacılar, eşeysiz üreyen türün ortaya çıkış
tarihini ve üreme şeklindeki genetik mekanizmayı daha kesin olarak belirlemeyi hedefliyor.
Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 2010, Sayı 507, s.7.
276
3. Ünite - Davranış
A. Aşağıda birbiri ile bağlantılı cümleler içeren bir etkinlik verilmiştir. Bu etkinlikteki cümlele-
rin doğru (D) ya da yanlış (Y) olduğuna karar vererek ilerleyiniz. Her bir cevap sonraki aşamayı
etkileyecektir. Vereceğiniz cevaplarla sekiz ayrı çıkış noktasından birine ulaşabilirsiniz. Doğru
çıkışı bulunuz.
1. çıkış
ç. Organizmanın yaşadığı
çevresel şartlar değişirse D
davranışları da değişebilir.
b. Canlılarda davranış
başlatan fiziksel, kimyasal Y
ve biyolojik değişikliklere D
2. çıkış
uyarı denir.
a. Davranış, 3. çıkış
Y
organizmanın
D
uyarılar karşısında
yaptığı aktivitelerin
d. İçgüdüler deneyimle
tamamıdır. D Y
kazanılır.
4. çıkış
5. çıkış
e. Acıkan bir canlının yi-
yecek araması ve yemesi
Y D
içgüdüsel bir davranıştır.
Y
D
6. çıkış
f. Sosyal davranışlar
öğrenilmiş davranışlardır. Y
8. çıkış
277
3. Ünite - Davranış
3. Doğuştan gelen davranış şekillerinin canlılara sağladığı faydalar nelerdir? Örneklerle açıklayınız.
6. Gagalama sırasında bireyin üst sıraya yükselmesinde hangi faktörler etkili olur?
B. Aşağıdaki ifadelerin yanlarındaki kutucuklara doğru ise “D”, yanlış ise “Y’’ yazınız.
6. Canlının art arda aynı uyarıyla karşılaştığında gösterdiği tepkinin çeşidinin ve şiddetinin bir
süre sonra azalması ve sonunda tepki vermemesi alışmadır.
10. Bir bireyin beslenme, eşleşme ve yavru büyütme amacıyla koruduğu alana yurt denir.
11. Birçok hayvan tarafından haberleşmede kullanılan kimyasal salgılara feromon denir.
278
3. Ünite - Davranış
12. Arıların iletişimlerini özgün vücut hareketlerinden oluşan bir çeşit dans ile sağlaması görsel
uyarılarla iletişime örnektir.
13. Erkek cırcır böceklerinin (Gryllus campestris-Giriylus kampestris), oluşturdukları sesle dişi-
lerin ilgisini çekmesi, işitsel uyarı ile iletişime örnektir.
c. alışma
3. Hayvanın bilişsel olarak belleğini muhakeme yeteneği-
ni ve farkındalığını kullanarak öğrenmesidir.
ç. izlenim yoluyla
öğrenme
4. Hayvanın yurt edindiği yeri savunma davranışıdır.
d. refleks
f. kavrama yo-
6. Bireylerin üstünlüklerine göre kademeli sıralanması sonu- luyla öğrenme
cu birbirini kontrol etmesiyle oluşan davranış yapısıdır.
g. toprağa
7. Belli bir uyaran sıklığından sonra o uyarana verilen tep- bağlanma
kinin ortadan kalkmasıdır.
ğ. dans etme
279
3. Ünite - Davranış
2. Bir bilim insanı davranışla ilgili yaptığı bir çalışmada kaz yumurtalarını ikiye ayırıp bunların bir
kısmını anneleri ile bırakırken, bir kısmını ise kuluçka makinesine yerleştirmiştir. Anneleri ile olanlar yu-
murtadan çıkınca annelerini takip edip onun peşinde dolaşmış, büyüdüklerinde de diğer kazlarla normal
etkileşim göstererek başarılı bir şekilde eşleşmişlerdir. Kuluçka makinasına yerleştirilen yumurtalardan
çıkan yavrular ise yumurtadan çıkar çıkmaz hareket eden ve kaz türüne ait ses çıkartan bilim insanını
takip etmişlerdir. Ancak bilim insanı bu çalışmayı kuluçkadaki yavrular yumurtadan çıktıktan üç gün son-
ra yaptığında aynı sonucu almamıştır. Yani kuluçkadan çıkan yavrular bilim insanını takip etmemiştir.
Buna göre kazların öğrenme davranışı ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Bağlanma ile öğrenme davranışı vardır.
B) Bu davranışta kritik dönem bulunmaktadır.
C) Kazlar yumurtadan çıktıklarında görsel ve işitsel uyarandan etkilenmişlerdir.
D) Kazlar yumurtadan çıkar çıkmaz hareket eden ilk nesneye bağlanıp takip etmişlerdir.
E) Kazların hareketi bilinçsizce gerçekleşmektedir.
3. Kırmızı karınlı erkek dikence balıkları, yuvalama alanlarını işgal eden diğer erkeklere saldırır. Bu
balıkların bulunduğu akvaryumun önünden kırmızı bir kamyon geçtiğinde de balıkların yine saldırgan bir
tepki verdiği gözlenmiştir. Bu gözlemden yola çıkarak yapılan çeşitli deneyler sonucunda, bu balıkların
sadece kırmızı renkli kısımları olan tüm nesnelere karşı aynı saldırgan tepkiyi verdiği tespit edilmiştir.
Buna göre erkek dikence balıklarının bu davranışları ile ilgili;
I. Kalıtsaldır.
II. İçgüdüseldir.
III. Öğrenmeyle ortaya çıkar.
verilerinden hangisi ya da hangileri söylenebilir?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve II E) II ve III
4. Hayvanlar yurtlarını belirledikten sonra onu diğer hayvanların saldırılarına karşı korur. Bir hayvan
grubu bir alanı yurt olarak belirlemişse onları oradan uzaklaştırmak genellikle güçtür ve saldırılarla kar-
şılaşırlarsa ev sahipleri genellikle kavgayı kazanmaktadır.
Ev sahibi olan bu bireylerin sıklıkla kavgalardan galip çıkmasının nedeni;
I. ev sahibi birey için yurt alanının daha fazla önem taşıması ve bu alanı güçlü bir şekilde savunması,
II. saldırgan bireyin kanında daha fazla adrenalin bulunması,
III. ev sahibi bireyin genellikle yaşça büyük olması nedeni ile bu tip kavgalarda tecrübeli olması
yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri ile açıklanabilir?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) I ve III D) II ve III E) I, II ve III
280
CEVAP ANAHTARI
I. ÜNITE
Sayfa : 20
A
1. endergonik, 2. fosforilasyon, 3. fosfat bağı, 4. alışverişi, 5. üretilir, 6. canlılığını
Sayfa : 21
B
D, D, Y, 2. çıkış
Sayfa : 21
C
I. Adenozin, II. Adenozin monofosfat (AMP), III. Adenozin difosfat (ADP),
IV. Adenozin trifosfat (ATP)
Sayfa : 46
A
D, Y, Y, 4. çıkış
Sayfa : 47
B
1. çift katlı, 2. stroma, 3. grana, 4. görünür ışıkta, 5. su, 6. Kalvin, 7. Minimum Yasası,
8. kloroplast
Sayfa : 47
C
1. Sıcaklık, 2. Işığın dalga boyu, 3. Işık şiddeti
Sayfa : 52
A
D, Y, D, 3. çıkış
281
4. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME
Sayfa : 76
A
D, Y, D, 3. çıkış
Sayfa : 76
B
a. 1,2,3, b. 1,2,3,4,5,6, c. 1,2,3, ç. 1,2,3
Sayfa : 78
B
1. ATP, 2. fosforilasyon, 3. kloroplastta, 4. granalarında, stromada, 5. ribuloz difosfat (RDP),
6. fotoliz, 7. genetik, 8. yapay ışıklandırma, CO₂ zenginleştirilmesi, 9. kemosentez, 10. hücresel solu-
num, 11. glikoliz, 12. matriks, 13. asetil-CoA, 14. oksijen, 15. enzimler
Sayfa : 79
C
1. D, 2. Y, 3. Y, 4. D, 5. Y, 6. D, 7. D, 8. D, 9. D, 10. Y, 11. Y, 12. Y, 13. D, 14. D,
15. D, 16. D
Sayfa : 79
Ç
1. ç, 2. e, 3. f, 4. c, 5. ğ, 6. h, 7. d, 8. b, 9. g, 10. a
Sayfa : 80
D
1. D, 2. B, 3. D, 4. B, 5. A, 6. D, 7. B, 8. C, 9. C, 10. B, 11. B, 12. D, 13. E, 14. A,15. A, 16. A,
17. D, 18. D, 19. A
282
II. ÜNITE
Sayfa : 90
A
D,D,D, 1. çıkış
Sayfa : 146
A
D, D, D, 1. çıkış
Sayfa : 147
B
1. kohlear kanal, 2. Vazopressin (ADH), 3. korneada, 4. meninges, 5. otolit, 6. hipotalamus
Sayfa : 147
C
1. Y, 2. D, 3. D, 4. Y, 5. D, 6. Y, 7. D, 8. D, 9. Y, 10. D
Sayfa : 148
Ç
1. C, 2. E, 3. E, 4. D, 5. D, 6. A, 7. B, 8. E, 9. B
Sayfa : 170
A
D, Y, D, 3. çıkış
Sayfa : 171
B
1. kıkırdak doku, 2. periost, 3. tendon, 4. antagonistik, 5. miyozin, 6. asetil kolin
283
Sayfa : 171
C
1. D, 2. D, 3. Y, 4. D, 5. Y, 6. D, 7. D, 8. Y
Sayfa : 172
Ç
1. C, 2. C, 3. B, 4. B
Sayfa : 189
A
D, Y, D, 3. çıkış
Sayfa : 189
B
1. Y, 2. Y, 3. Y, 4. D, 5. D, 6. D
Sayfa : 190
C
1. pepsin, 2. gastrin hormonu, 3. vater kabarcığı, 4. kapı toplardamarı, 5. sağ,
6. şilomikron
Sayfa : 190
Ç
1. A, 2. D
Sayfa : 220
A
D, D, D, 1. çıkış
Sayfa : 220
B
1. D, 2. Y, 3. D, 4. D, 5. Y, 6. Y
Sayfa : 221
C
1. varis, 2. tansiyon, 3. hücresel bağışıklık, 4. histamin, 5. pasif bağışıklık, 6. serum
Sayfa : 221
Ç
1. B, 2. C, 3. D, 4. E, 5. D, 6. D
284
6. BÖLÜM SONU ÖLÇME VE DEĞERLENDIRME
Sayfa : 235
A
Y, Y, D, 7. çıkış
Sayfa : 235
B
1. D, 2. D, 3. Y, 4. Y, 5. D, 6. D
Sayfa : 236
C
1. yutak, 2. kıkırdak halkalar, 3. alveol, 4. diyafram, 5. pleura, 6. karbonik anhidraz
Sayfa : 236
Ç
1. D, 2. B, 3. E, 4. C, 5. A
Sayfa : 250
A
D, D, Y, 2. çıkış
Sayfa : 250
B
1. D, 2. D, 3. D, 4. D, 5. Y, 6. Y
Sayfa : 251
C
1. üretra, 2. Bowman kapsülünün, 3. glomerulus, 4. nefron, 5. eşik değeri, 6. Böbrek nakli
Sayfa : 251
Ç
1. C, 2. B, 3. B, 4. E, 5. A
Sayfa : 253
B
1. Epitel doku, 2. Talamus, 3. ADH, 4. eklem, 5. motor uç plak, 6. sinerjist, 7. gırtlak kapağı
(epiglottis), 8. safra, 9. lenf sistemine, 10. kalp döngüsü, 11. Kılcal damarlar, 12. antikor, 13. alveol,
14. solunum, 15. aktif boşaltım
285
Sayfa : 254
C
1. Y, 2. Y, 3. D, 4. D, 5. Y, 6. Y, 7. Y, 8. D, 9. D, 10. D, 11. D, 12. D, 13. D, 14. D, 15. Y, 16. D,
17. D, 18. Y
Sayfa : 255
Ç
1. c, 2. e, 3. b, 4. f, 5. d, 6. g, 7. ğ, 8. h, 9. a, 10. ç
Sayfa : 255
D
1. C, 2. B, 3. D, 4. E, 5. C, 6. E, 7. B, 8. E, 9. D, 10. E, 11. E, 12. B, 13. E, 14. E,15. B, 16. A,
17. D, 18. E, 19. C, 20. D, 21. A, 22. B, 23. B, 24. E
III. ÜNITE
Sayfa : 278
B
1. D, 2. Y, 3. D, 4. D, 5. D, 6. D, 7. Y, 8. Y, 9. Y, 10. D, 11. D, 12. D, 13. D, 14. D
Sayfa : 279
C
1. b, 2. ç, 3. f, 4. g, 5. ğ, 6. h, 7. c, 8. d, 9. e, 10. a
Sayfa : 280
Ç
1. D, 2. E, 3. D, 4. E
286
SÖZLÜK
-A-
-B-
287
-Ç-
çomak hücreleri: Gözün retina tabakasında bulunan, düşük ışık şiddetlerine duyarlı, siyah be-
yaz görmeyi sağlayan, çubuk şeklindeki reseptör hücreler.
-D-
dalga boyu: Elektromanyetik spektrumda yer alan ardışık iki dalganın tepe noktaları ara-
sındaki uzaklık.
dehidrasyon tepkimesi: Tepkiyen moleküllerden su kaybının meydana geldiği bir kimyasal
tepkimedir.
denatüre: Doğal niteliklerin değişmesi
denitrifikasyon: Biyosferde azotlu bileşiklerin bakteri faaliyeti ile moleküler azota indirgenmesi
olayı.
dentin: Kollagen ve kalsiyum tuzlarından oluşan, diş ya da ilkel balık pullarının yapı-
sında bulunan sert madde.
dermis: Hayvanlarda derinin alt tabakasına verilen ad.
difüzyon: Molekül ya da iyonların, yoğun oldukları ortamdan, daha az yoğun oldukları
ortama doğru yaptıkları geçiş hareketi.
-E-
efektör organlar: Sinir hücrelerinin bağlı olduğu ve sinirsel uyarılara karşı verilen cevabın yerine
getirildiği organlar, sonuçlandırıcı organlar.
ekoloji: Canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı.
ektoderm: Embriyo gelişimi sırasında oluşan üç tabakadan en dışta olanı, dış deri.
ekosistem: Belli bir alanda yer alan tüm organizmalar ve bu organizmalarla etkileşim
içerisinde bulunan abiyotik faktörler.
ekzergonik tepkime: Enerji açığa çıkaran tepkime.
ekzositoz: Ökaryotik hücrelerde kofulların hücre zarı ile kaynaşarak içerdikleri salgı, atık
vb. maddeleri hücre dışına vermesi.
elektron: Atomun yapısında bulunan negatif yüklü parçacık.
endergonik tepkime: Kendiliğinden gerçekleşemeyen, enerji gerektiren tepkime.
enerji: İş görme kapasitesi.
288
enzim: Canlı hücrelerde meydana gelen, biyokimyasal tepkimelerde katalizör olarak
görev yapan genellikle protein yapılı molekül.
endotel tabaka: Kan damarlarının içini döşeyen tek katlı yassı epitel.
enfeksiyon: Bakteri, virüs, mantar ya da protista gibi canlıların organizmaya girerek
çoğalması.
epidermis: Hayvanların vücudunu kaplayan derinin üst tabakası, üst deri.
epifiz: Omurgalılarda beyinde bulunan ve melatonin hormonu salgılayan iç salgı
bezi.
epitel doku: Hayvanlarda organizmanın vücut dışını, iç organların içini ve vücut boşlukları-
nı astarlayan doku.
etil alkol fermantasyonu: Glikozdan oksijensiz ortamda son ürün olarak etil alkolün oluştuğu ve
ATP’nin sentezlendiği, bazı anaerob organizmalar tarafından kullanılan bir
metabolik yol.
-F-
fagositoz: Ökaryot yapıya sahip bazı bir hücrelilerde ve bazı hayvansal hücrelerde bü-
yük moleküllü katı (besinlerin veya yok edilecek yabancı) maddelerin, yalancı
ayaklar yardımıyla hücre zarından koful oluşturarak hücre içerisine alması.
farinks: Ağız ve burun boşluklarıyla, gırtlak ve yemek borusu arasındaki boşluk, yutak.
fermantasyon: Bakteri, maya ve memelilerin kas hücrelerinde görülen oksijensiz şartlar altın-
da glikoz moleküllerinin parçalanmasıyla enerjinin açığa çıktığı olay.
fibroblast: Temel bağ dokusu hücresi.
fosfat grubu: Bir molekülden diğerine enerji transferini gerçekleştiren çok atomlu bir iyon.
fosforilasyon: Bir moleküle fosfat grubunun eklenmesi.
fotofosforilasyon: Fotosentez sırasında ışık enerjisinin yardımıyla ADP’ye fosfat eklenmesi
foton: Elektromanyetik radyasyonlarda enerji akışını sağlayan, elektriksel olarak
yüksüz ve kütlesiz daima ışık hızıyla hareket eden dalga paketleri.
fotoototrof: Işık enerjisini kullanarak ihtiyacı olan organik besin maddelerini üretebilen
canlılar.
fotosentez: Klorofil taşıyan canlılarda ışık enerjisi kullanılarak organik bileşiklerin üretil-
mesi olayı.
fotoreseptör: Işığa duyarlı almaçlar.
fotosistem: Kloroplastın tilakoit zarı üzerinde yer alan ve fotosentez sırasında farklı dalga
boylarındaki ışığı soğuran birimler.
289
-G-
-H-
hemoglobin: Alyuvarlarda bulunan, kana kırmızı rengini veren, yapısında demir bulunan,
oksijen ve karbon dioksit taşınmasında görev alan solunum pigmenti.
hemolitik: Kan hücrelerini parçalama özelliği olan.
hidroliz: Su ile bir kimyasal bağın parçalanmasıdır.
hidrotermal baca: Okyanus tabanlarında, yerin altından gelen yarıklardan, suyun iç yüzeyine
doğru mineralli sıcak suların çıktığı yer.
heterotrof: Kendi organik besinini üretemediği için bu besinleri dışardan almak zorunda
olan canlılar.
hipofiz: Vücuttaki çeşitli fonksiyonları düzenleyen birçok hormonu üreten ve salgıla-
yan, beyin tabanında hipotalamusun hemen altında yerleşmiş olan endokrin
bez.
homeostazi: Bir organizmanın dış ortamdaki değişikliklere rağmen kendi iç ortamını belli
sınırlar arasında dengede tutması.
hipotalamus: Görme, su dengesi, sıcaklık, uyku gibi çeşitli kontrol merkezlerini içeren, bazı
organ ve bezlerin çalışmasını düzenleyen ön beynin alt bölgesi.
hücre dışı sindirim: Hücre dışına salgılanan enzimlerle büyük moleküllü besinlerin yapı taşlarına
ayrıldıktan sonra hücre içine alınması.
hücre içi sindirim: Büyük moleküllü besinlerin hücre içerisine alınarak yapı taşlarına ayrılması.
hücresel solunum: Organik moleküllerden ATP’nin elde edildiği metabolik yol.
290
-İ-
inorganik madde: Yapısında karbon zinciri bulundurmayan karbon dioksit, su, tuz vb. madde.
-K-
kardia: Midenin yemek borusu ile birleştiği genişlemiş kısmı, mide kapısı.
karotenoit: Bitkilerde kloroplast ve kromoplastlarda yer alan sarı ya da turuncu renkli
pigment.
katalizör: Bir reaksiyonun hızını değiştiren, fakat tüketilmeyen kimyasal madde.
kanserojen: Doğrudan ya da dolaylı yolla kansere yol açan etmen.
karbonhidrat: Yapısında C, H, O atomlarını bulunduran, monosakkarit, disakkarit, polisakka-
rit olarak gruplandırılan bileşik.
kemoreseptör: Kimyasal maddelere karşı duyarlı olan almaçlar.
kemosentez: Bazı canlıların güneş enerjisi yerine inorganik maddelerin oksidasyonu ile
açığa çıkan kimyasal enerjiyi kullanarak inorganik maddelerden organik mad-
de sentezlemeleri.
kimyasal tepkime: Kimyasal bağların oluşması ya da kırılması ile sonuçlanan tepkime.
klorofil: Kloroplastın tilakoit zarı üzerinde bulunan ve çeşitli dalga boylarındaki ışığı
emen yeşil renkli pigment.
kloroplast: Bitkiler ve alglerde bulunan fotosentezin gerçekleştiği organel.
koni hücreleri: Gözün retina tabakasında yer alan, koni şeklindeki, ışığa son derece hassas
olan ve renkli görüntünün algılanmasından sorumlu olan hücreler.
kornea: Gözün en dışta bulunan sert tabakasının yaklaşık 1/6’sını oluşturan saydam
ön bölgesi, saydam tabaka.
Krebs döngüsü: Glikozun devamında pirüvatın karbondiokside metabolik yıkımının tamamlan-
dığı kimyasal döngü.
krista: Elektron taşıma zinciri ve ATP sentezini katalizleyen enzimlerin bulunduğu,
mitokondrinin iç zarındaki kıvrımlı yapı.
kromoplast: Fotoototrof ökaryotlarda bulunan sarı, kırmızı gibi renk pigmentlerini içeren
plastit.
-L-
laktik asit fermantasyonu: Oksijen yokluğunda bazı bakteri ve memelilerin çizgili kas hücrelerinde
görülen, glikoliz sonucu oluşan pirüvatın laktik aside dönüştürülmesi.
lenf: Omurgalı hayvanların lenf sisteminde dolaşan renksiz sıvı, ak kan.
291
lipaz: Yağ moleküllerini yağ asitleri ve gliserole parçalayan sindirim enzimi.
lökosit: Fagositoz yapan veya antikor üreten, renksiz kan hücresi, akyuvar.
-M-
-N-
-O-Ö-
292
oksidatif fosforilasyon: Mitokondrilerin iç zarında bulunan ETS’ler aracılığıyla elektronların oksijene
taşınması ve ATP sentezi.
organik madde: Karbon temelli molekül.
osteosit: Kemik dokuyu oluşturan hücreler.
ozmoz: Suyun seçici geçirgen bir zardan enerji harcanmadan hipotonik ortamdan
hipertonik ortama geçişi.
ototrof: Işık enerjisi veya kimyasal enerji kullanarak inorganik maddelerden kendi
organik besinini üretebilen canlılar.
ödem: Hücreler arasında normalden fazla miktarda sıvı toplanması.
-P-
periton zarı: Karnın iç kısmını astarlayan zar, iki katlı karın zarı.
pH: Bir çözeltideki hidrojen iyonunun molar derişiminin negatif logaritması.
pigment: Görünür ışığın belli dalga boylarını emen, diğerlerini yansıtarak renk veren
madde.
pinositoz: Ökaryot yapıya sahip bazı bir hücrelilerde ve bazı hayvansal hücrelerde bü-
yük moleküllü sıvı (besinlerin veya yok edilecek yabancı) maddelerin, hücre
zarından koful oluşturarak hücre içerisine alması.
polipeptit: Çok sayıda amino asidin birleşmesiyle oluşan organik molekül.
polisakkarit: Çok sayıda monosakkaritten meydana gelen organik bileşik.
por: Açıklık, delik.
proteaz: Proteinlerin peptit bağlarını kopararak yıkılmasından sorumlu olan enzim,
proteinaz.
-R-
reseptör hücre: 1. Çeşitli uyarıları alabilen ve duyu organlarının yapısında bulunan özelleşmiş
hücre, hücre grupları veya sinir uçları. 2. Almaç.
retina: Göz küresinin en içte bulunan, ışığa duyarlı hücreler ile sinir liflerini içeren
tabakası, ağ tabaka.
293
-S-T-
sinaps: Sinir hücrelerinin akson uçlarının diğer sinir hücrelerine, epitel hücrelere, kas
veya salgı bezi hücrelerine bağlanma bölgesi.
stroma: Kloroplastlarda granumların bulunduğu ara madde.
stoma: Bitkinin gaz alışverişini sağlayan yapı.
substrat düzeyinde fosforilasyon: Yıkım tepkimeleri sırasında bir ara maddeden ayrılan fosfat gru-
bunun ADP’ye doğrudan transfer edilmesi suretiyle ATP oluşturulması.
toksin: Zehir.
-Ü-V-Y-
üre: Memeli ve diğer bazı hayvanlarda amino asitlerin yıkımı ile oluşan atık
madde.
üretici canlı: 1. Işık enerjisini veya kimyasal bağ enerjisini kullanarak inorganik maddeler-
den kendi besinini kendisi üreten canlı. 2. Ototrof.
ventral: Bir organizmanın karın kısmı.
-Z-
zorunlu aerob: Hücre solunumu için oksijene ihtiyaç duyan, oksijensiz ortamda yaşayamayan
organizmalar.
zorunlu anaerob: Oksijeni kullanamayan ve oksijenin olduğu ortamlarda yaşayamayan
organizmalar.
294
KAYNAKÇA
• BAŞARAN, A., Tıbbi Biyoloji Ders Kitabı, Pelikan Kitabevi., 8. Baskı, Ankara, 2010.
• Bilim ve Teknik Dergileri, TÜBİTAK Yayınları, Ankara
• ÇIRPAR, Ö.; N.B. MULUK, O.K. ARIKAN, Bidder Tıp Bilimleri Dergisi,2012 , Cilt 4 , Sayı: 1 , 37-44
koku bozuklukları
• CAMPBELL, A. Neil; J. B. Reece, Biyoloji (9. Baskıdan Çeviri), çeviri Editörü: E. Gündüz, İ. Türkan,
Palme Yayıncılık, Ankara, 2013.
• DEMİRSOY, A., Yaşamın Temel Kuralları (Genel Biyoloji), Cilt 1 / Kısım I, 8. Baskı, Metaksan
AŞ,Ankara, 1996.
• DEMİRSOY, A., Yaşamın Temel Kuralları (Genel Biyoloji), Cilt 1 / Kısım II, 15. Baskı, Metaksan
AŞ,Ankara, 2007.
• ELÇİN, E.; F. ERKOÇ, M. ÖZTEKİN, A. D. ATİK, R. SARIKAYA, M. SELVİ, Molekülden Hücreye,
Dokudan Fizyolojiye Biyoloji Deneyleri, Palme Yayıncılık, Ankara, 2010.
• ELÇİN, E.; F. ERKOÇ, M. ÖZTEKİN, A. D. ATİK, R. SARIKAYA, M. SELVİ, Biyoloji Laboratuvarı ve
Arazi Uygulamaları, Palme Yayıncılık, Ankara, 2010.
• HICKMAN, C. P; L.S. ROBERTS, S.L. KEEN, A. LARSON, H. I’ANSON, D.J. EİSENBUR, Zoology,
14th Edition, Mc Graw-Hill Higer Education, N.Y.,2008.
• KARAÇIL, M. Ş.; Nilüfer Acar Tek, U. Ü. ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, 2013, Cilt 27, Sayı 2, 163-
173
• KARAYEL, F.; A. M. SAV, Türkiye Ekopatoloji Dergisi 2004; 10 (1-2): 39-42
• KAROL, S.; Z. SULUDERE, C. AYVALI, Biyoloji Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1998.
• KEETON, W. T.; J. L. GOULD, Genel Biyoloji (5. Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: A. DEMİRSOY,
İ.TÜRKAN, E. GÜNDÜZ, Palme Yayıncılık, Ankara, 1999.
• NELSON, L. D.; M.M. COX, Lehninger Biyokimyanın İlkeleri (Beşinci Baskıdan Çeviri), Çeviri Editö-
rü: Y. M. Elçin, Palme Yayıncılık, Ankara, 2013.
• NOYAN, A., Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, Metaksan A.Ş., 14. Baskı, Ankara, 2004.
• ÖNCEL, I.; S. ÜSTÜN, Y. KELEŞ, A.Ü.F.F. Döner Sermaye İşletme Yayınları No:48, Bitki Fizyolojisi
Laboratuvar Kılavuzu, Ankara, 2004, s.84
• SADAVA, D.; D.M. HILLIS, H.C. HELLER, M.R. BERENBAUM, Life: The Science of Biology. Ninth
Edition.,Sunderland: Sinauer Associates Inc.,2011.
• ŞAHİN, Y., Biyolojide Geçmişe Yolculuk, Palme yayıncılık, Ankara, 2007.
• T.C. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, Ortaöğretim Biyoloji Dersi (9, 10,11ve 12. Sınıflar)
Öğretim Programı, Ankara, 2013.
• TAIZ, L., E. ZEIGNER, Bitki Fizyolojisi (3.Baskıdan Çeviri), Çeviri Editörü: İ.TÜRKAN, Palme Yayın-
cılık, Ankara, 2008
• TDK, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2012.
• TDK, Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2012.
• TEZCAN, A.t; A. ATILGAN, H. ÖZ, Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 6 (1): 44-
51, 2011,ISSN 1304-9984, Derleme
• TÜRKER, M.; Ş. YÜCETAŞ, Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi, Atlas Kitapçılık, 3. Baskı,
İzmir, 1997
• http://edergi.sdu.edu.tr/index.php/zfd/article/viewFile/2050/2477 14.11.2014
295
• http://ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/ziraat/2013-27(2)/M17.pdf 21.11.2014
• http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/bahcecilik/moduller/gubreleme.pdf
16.11.2014
• http://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/adf013c6cd2a13b_ek.pdf?dergi=MAV%DD%20GEZEGEN%20
POP%DCLER%20YERB%DDL%DDM%20DERG%DDS%DD 16.12.2014
• http://www.gyte.edu.tr/ebulten/sayi56/sdunya.htm, kasım 2014
• http://www.yyu.edu.tr/abis/admin/dosya/.../4782_16112013025140_57804.pp. 12.11.2014
• http://www.dicle.edu.tr/Contents/d9ecef7d-6d1b-41e0-ba45-f52f291b91df.pdf, 03.01.2015
• http://www.fen.ege.edu.tr/~kerim.cicek/zooloji/zooloji.Ders.8.pdf 08.01.2015
• http://www.tfbd.org.tr/fizyoloji-nedir 14.01.2015
• http://www.tip.hacettepe.edu.tr/bolumler/fizyoloji.php 17.01.2015
• http://www.psikoloji.com.tr/yetiskin/yasam/koku-ve-hafiza-iliskisi-1654.html 14.01.2015
• http://bidder.org.tr/tip_bilimleri_dergisi/2012/2012_cilt_4_sayi_1/08%20DERLEME.pdf 26.01.2015
• http://bilheal.bilkent.edu.tr/aykonu/AY2002/April2002/vitaturk.htm 27.01.2015
• http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/16/14/966069/dosyalar/2012_12/19041012_4.pdf,
04.01.2015
• http://diyabet.gov.tr/content/files/yayinlar/kitaplar/hastaliklarda_beslenme/c3.pdf 13.02.2015
• http://havanikoru.org.tr/dosya/Docs_Tutun_Dumaninin_Zararlari/Sigara_ve_Kalp-Damar_Hastalik-
lari.pdf 08.02.2015
• http://www.saglikvakti.com/kan-nakli/, 26.02.2015
• http://www.saglikcalisanisagligi.org/brosurler/kanveurunbulasanhast.pdf 02.02.2015
• http://hastane.akdeniz.edu.tr/kalp-krizi-nedir 17.02.2015
• http://mikrobiyoloji.brinkster.net/bocek.html 24.03.2015
• http://archive.org/stream/animalaggregatio00alle#page/n9/mode/2up 26.03.2015
GÖRSEL KAYNAKÇA
296
Ünite Resim Ünite Resim
Sf. Görsel Kaynakça Sf. Görsel Kaynakça
No ve Şekil No ve Şekil
1 64 Resim 1.7 www.shutterstock.com 2 126 Şekil 2.25 www.shutterstock.com
1 65 Şekil 1.19 ve 1.20 Yayınevi arşivi 2 127 Resim 2.9 www.shutterstock.com
1 66 Şekil 1.21 ve 1.22 Yayınevi arşivi 2 128 Şekil 2.26 www.shutterstock.com
1 67 Şekil 1.23 ve 1.24 Yayınevi arşivi 2 129 Şekil 2.27 ve 2.28 www.shutterstock.com
1 68 Şekil 1.25 Yayınevi arşivi 2 131 Şekil 2.29 www.shutterstock.com
1 70 Şekil 1.26 ve 1.27 Yayınevi arşivi 2 132 Şekil 2.30 www.shutterstock.com
1 71 Şekil 1.28 Yayınevi arşivi 2 133 Şekil 2.31 Yayınevi arşivi
1 74 Şekil 1.29 Yayınevi arşivi 2 134 Şekil 2.32 www.shutterstock.com
1 75 Resim 1.8 www.shutterstock.com 2 135 Şekil 2.33 www.shutterstock.com
1 75 Şekil 1.30 Yayınevi arşivi 2 136 Resim 2.10 www.shutterstock.com
1 76 Resim 1.9 www.shutterstock.com 2 137 Şekil 2.34 www.shutterstock.com
1 77 Resim 1.10 www.shutterstock.com 2 138 Şekil 2.35 www.shutterstock.com
86- 2 140 Şekil 2.36 ve 2.37 www.shutterstock.com
2 Ünite kapağı www.shutterstock.com
87
Şekil 2.38, 2.39 ve
2 141 www.shutterstock.com
2 88 Bölüm kapağı www.shutterstock.com 2.40
2 89 Şekil 2.1 Yayınevi arşivi 2 142 Resim 2.11 www.shutterstock.com
2 90 Şekil 2.2 Yayınevi arşivi 2 143 Resim 2.12 ve 2.13 www.shutterstock.com
2 91 Şekil 2.3 www.shutterstock.com 2 144 Resim 2.14 www.shutterstock.com
2 93 Bölüm kapağı www.shutterstock.com 2 145 Resim 2.15 www.shutterstock.com
2 94 Resim 2.1 www.shutterstock.com 2 152 Bölüm resmi www.shutterstock.com
2 95 Şekil 2.4 Yayınevi arşivi 2 153 Resim 2.16 www.shutterstock.com
2 96 Şekil 2.5 ve 2.6 Yayınevi arşivi 2 153 Şekil 2.41 www.shutterstock.com
2 97 Şekil 2.7 Yayınevi arşivi Resim 2.17, 2.18
2 154 www.shutterstock.com
ve 2.19
2 98 Şekil 2.8 Yayınevi arşivi
2 155 Şekil 2.42 www.shutterstock.com
2 99 Şekil 2.9 Yayınevi arşivi
2 156 Şekil 2.43 www.shutterstock.com
2 100 Şekil 2.10 www.shutterstock.com
2 157 Şekil 2.44 www.shutterstock.com
2 102 Şekil 2.11 www.shutterstock.com
2 158 Şekil 2.45 www.shutterstock.com
2 103 Şekil 2.12 ve 2.13 www.shutterstock.com
2 158 Resim 2.20 www.shutterstock.com
2 104 Şekil 2.14 www.shutterstock.com
Şekil 2.46, 2.47 ve
2 105 Şekil 2.15 www.shutterstock.com 2 161 www.shutterstock.com
2.48
2 106 Şekil 2.16 Yayınevi arşivi
2 163 Şekil 2.49 www.shutterstock.com
2 109 Resim 2.2 www.shutterstock.com
2 164 Şekil 2.50 www.shutterstock.com
2 110 Resim 2.3 www.shutterstock.com
2 165 Şekil 2.51 www.shutterstock.com
2 112 Resim 2.4 www.shutterstock.com
2 168 Şekil 2.52 Yayınevi arşivi
2 113 Şekil 2.17 Yayınevi arşivi
2 169 Resim 2.22 www.shutterstock.com
2 115 Resim 2.5 www.shutterstock.com
2 170 Resim 2.23 www.shutterstock.com
2 115 Şekil 2.18 Yayınevi arşivi
2 171 Resim 2.24 www.shutterstock.com
2 116 Şekil 2.19 www.shutterstock.com
2 175 Bölüm resmi www.shutterstock.com
2 117 Şekil 2.20 ve 21 Yayınevi arşivi
2 176 Resim 2.25 www.shutterstock.com
2 119 Resim 2.6 www.shutterstock.com
2 177 Şekil 2.53 www.shutterstock.com
2 121 Şekil 2.22 www.shutterstock.com
2 178 Şekil 2.54 ve 2.55 www.shutterstock.com
2 122 Şekil 2.23 www.shutterstock.com
2 178 Resim 2.26 www.shutterstock.com
2 123 Şekil 2.24 www.shutterstock.com
2 179 Şekil 2.56 www.shutterstock.com
2 125 Resim 2.7 www.shutterstock.com
2 180 Şekil 2.57 www.shutterstock.com
2 126 Resim 2.8 www.shutterstock.com
297
Ünite Resim Ünite Resim
Sf. Görsel Kaynakça Sf. Görsel Kaynakça
No ve Şekil No ve Şekil
2 181 Şekil 2.58 www.shutterstock.com 2 248 Resim 2.34 www.shutterstock.com
2 182 Şekil 2.59 ve 2.60 www.shutterstock.com 2 250 Resim 2.35 www.shutterstock.com
2 183 Şekil 2.61 www.shutterstock.com 262-
3 Ünite kapağı www.shutterstock.com
263
2 184 Şekil 2.62 www.shutterstock.com
3 264 Bölüm kapağı resmi www.shutterstock.com
2 187 Şekil 2.63 Yayınevi arşivi
3 266 Resim 3.1 www.shutterstock.com
2 189 Şekil 2.64 www.shutterstock.com
3 267 Resim 3.2 ve 3.3. Yayınevi arşivi
2 193 Bölüm resmi www.shutterstock.com
3 268 Resim 3.4 www.shutterstock.com
2 194 Şekil 2.65 www.shutterstock.com
3 269 Resim 3.5 ve 3.6 www.shutterstock.com
2 196 Şekil 2.66 www.shutterstock.com
3 270 Resim 3.7 Yayınevi arşivi
2 198 Şekil 2.67 www.shutterstock.com
3 271 Resim 3.8 www.shutterstock.com
2 199 Resim 2.27 www.shutterstock.com
3 272 Resim 3.9 Yayınevi arşivi
2 200 Şekil 2.68 ve 2.69 www.shutterstock.com
3 273 Şekil 3.1 Yayınevi arşivi
2 201 Şekil 2.70 www.shutterstock.com
3 274 Resim 3.10 ve 3.11 www.shutterstock.com
2 203 Şekil 2.71 www.shutterstock.com
3 275 Resim 3.12 ve 3.13 www.shutterstock.com
2 204 Şekil 2.72 www.shutterstock.com
3 276 Şekil 3.2 Yayınevi arşivi
2 205 Şekil 2.73 www.shutterstock.com
3 277 Şekil 3.3 Yayınevi arşivi
2 206 Şekil 2.74 www.shutterstock.com
2 206 Resim 2.28 www.shutterstock.com 3 278 Şekil 3.4 Yayınevi arşivi
298