Professional Documents
Culture Documents
Xiv-Xv. Yüzyillar Türk Edebi̇yati PDF
Xiv-Xv. Yüzyillar Türk Edebi̇yati PDF
Yazarlar
Prof.Dr. Kemal YAVUZ (Ünite 1, 2, 4-7)
Prof.Dr. Mustafa CANPOLAT (Ünite 3)
Doç.Dr. İsmet ŞANLI (Ünite 8)
Editörler
Prof.Dr. Kemal YAVUZ
Doç.Dr. İsmet ŞANLI
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Genel Koordinatör
Prof.Dr. Levend Kılıç
Öğretim Tasarımcısı
Doç.Dr. Cemil Ulukan
Kapak Düzeni
Prof. Tevfik Fikret Uçar
Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız
Dizgi
Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi
ISBN
978-975-06-1104-9
2. Baskı
İçindekiler
Önsöz .................................................................................................................... vii
XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair 2. ÜNİTE
ve Yazarları..................................................................................... 32
GİRİŞ ........................................................................................................................... 33
XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİR VE YAZARLARI II ............................ 33
Şeyyâd Hamza ............................................................................................................. 33
Şeyyâd Hamza’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri .................................................... 33
Yûsuf-ı Meddâh .......................................................................................................... 36
Yûsuf-ı Meddâh’ın Edebî Kişiliği ve Eserleri .................................................... 36
Elvan Çelebi ................................................................................................................ 37
Elvan Çelebi’nin Eseri ve Edebi Kişiliği ............................................................ 38
Hoca Mesud (Mesud Bin Ahmed) ............................................................................ 39
Hoca Mesud’un Edebî Kişiliği ve Eserleri ......................................................... 39
Fahrî ............................................................................................................................. 41
Fahrî’nin Eseri ve Edebî Kişiliği ......................................................................... 41
Şeyhoğlu Mustafa ....................................................................................................... 42
Şeyhoğlu Mustafa’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................................ 42
Ahmedî (Taceddin İbrahim) ..................................................................................... 45
Ahmedî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................................................ 45
Erzurumlu Mustafa Darîr ......................................................................................... 48
iv İçindekiler
XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı 5. ÜNİTE
(1450-1500) ................................................................................ 112
GİRİŞ ............................................................................................................................ 113
FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMLERİNDE TARİHÎ DURUM ......................... 113
FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ...................... 113
Fatih ve II. Bayezid Döneminde Türk Dili ................................................................ 114
Fatih ve II. Bayezid Döneminde Türk Edebiyatı .................................................... 115
XV. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA ESER VEREN ŞAİR VE YAZARLAR ... 116
Avnî (Fatih Sultan Mehmed) ...................................................................................... 116
Ahmed Paşa .................................................................................................................. 117
Adnî (Mahmud Paşa) .................................................................................................. 118
Nişânî (Karamanlı Mehmed Paşa) ............................................................................. 118
Cemâlî ............................................................................................................................ 118
Aşkî ................................................................................................................................ 119
Melîhî ............................................................................................................................. 120
Karamanlı Nizâmî ........................................................................................................ 120
Sarıca Kemal (Kemal-i Zerd) ...................................................................................... 121
Zeynep Hanım .............................................................................................................. 121
Hufî ................................................................................................................................ 122
Şehzadelerin Çevresinde Oluşan Edebiyat................................................................ 123
Cem Sultan .................................................................................................................... 123
Karamanlı Aynî............................................................................................................. 125
Adlî (II. Bayezid) .......................................................................................................... 125
Mihrî Hatun .................................................................................................................. 127
Necâtî Bey...................................................................................................................... 128
Hamdullah Hamdî ....................................................................................................... 131
Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî ............................................................................................... 131
XV. Yüzyıl Mutasavvıf Şairleri .................................................................................... 132
XV. YÜZYILDA YAZILAN ESERLER ..................................................................... 133
Manzum Eserler ........................................................................................................... 133
Mensur Eserler.............................................................................................................. 136
Özet ................................................................................................................................ 141
Kendimizi Sınayalım .................................................................................................... 142
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ......................................................................... 143
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................ 143
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar............................................................. 144
Önsöz
Sevgili öğrenciler,
Türk edebiyatı, Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı topraklarda doğmuş ve bu mil-
letin tarihte oynadığı rollere göre gelişerek devam etmiştir. Sekizinci yüzyılda Göktürk
Abideleri ile başlayan Türk yazı dili ve edebiyatı, Türklerin batıya çekilişlerinde yeni yeni
kültür merkezleri kurmaları ile ortaya konulan çeşitli edebî verimlerle gelişmesini sür-
dürmüştür. Bu coğrafî farklılaşmalar, dinî ve kültürel arayışlar zamanla Türk edebiyatında
da bir çeşitlilik ve zenginlik ortaya çıkarmıştır. VIII-XII. yüzyıllarda Orta Asya’da (Doğu)
varlığını sürdürerek eserler veren Türk edebiyatı, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerine
bağlı olarak XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da (Batı’da)da gelişmeye başlamıştır.
Anadolu’da XIII. yüzyılda eserler vermeye başlayan Oğuz Türkçesi, bu dönemde Azer-
baycan ve Osmanlı coğrafyasının ortak dili durumundadır. Türkçenin bu kolu Türklüğün
XXI. yüzyıla kadar kesintisiz devam eden en büyük edebî dilidir. Bu dille gelişen edebiyat,
batıda yer alması sebebi ile kitabımızda Batı Türk Edebiyatı şeklinde belirtilmiştir.
Bütün bunların yanında Türklerin komşu olup temasta bulundukları, gitgide iç içe
yaşadıkları Müslüman milletler de bulunmaktadır. Türkler İslam dinini kabul ettiklerin-
de, dillerini ve edebiyatlarını da birlikte getirmişler, bu dinin değerlerini benimsemişler
ve inançları doğrultusunda yeni edebî verimler ortaya koymuşlardır. Bu edebî verimler-
de Arap ve Fars edebiyatı ile karşılıklı ilişkiler oluşmuş ve bu milletlerin edebiyatlarından
etkilenmişlerdir. Türk edebiyatı özellikle Fars edebiyatının tesiriyle XIII. yüzyıldan itiba-
ren Anadolu’da manzum olarak büyük bir gelişme göstermiş, XV. yüzyılda yazılan eserler-
le birlikte klâsik bir edebiyat görünümü kazanmaya başlamıştır.
İşte elinizdeki eser, bu bilgiler doğrultusunda, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fa-
kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi-
yatı Ders Kitabı olarak hazırlanmıştır. Sekiz üniteden meydana gelen bu kitapta her ünite-
nin kim veya kimler tarafından yazıldığı ayrı ayrı belirtilmiştir. Kitabın 1. ve 2. ünitelerin-
de “XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı”, yani Azerî ve Anadolu sahasında gelişen Türk edebi-
yatının genel durumu, bu dönemin önde gelen şairleri ile bunların eserleri hakkında bil-
gi verilmiştir. 3. ünitede “XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı, Çağatay Dili ve Edebiyatı” ele
alınmıştır. 4. ve 5. ünitelerde ise, 1. ve 2. ünitelerin devamı olarak, “XV. Yüzyıl Batı Türk
Edebiyatı”nın genel durumu ve bu dönemin önde gelen şair ve yazarları ortaya konmuş-
tur. 6. ünite, “Türk Şiirinde Nazire”nin ortaya çıkışı ve gelişimi üzerinde durulmuştur. 7.
ünitede, XIV. yüzyılın, 8. ünitede ise XV. yüzyılın önde gelen şairlerinden seçilen şiirlere
yer verilerek gerekli açıklamalar yapılmıştır.
Ünitelerde, önce anlatılan ünite ile ilgili tarihî bilgiler verilmiş, sonra da edebiyat tari-
himizin önde gelen şahsiyetleri ve eserleri ele alınıp anlatılmıştır. Ancak konunun genişli-
ği, her şairin ayrı ayrı işlenmesini zorlaştırdığından anlatılan şahsiyetler dışında, o devrin
diğer şair ve eserleri de, ele alınan ünitede, bir özet halinde verilmiştir.
Editörler
Prof.Dr. Kemal YAVUZ
Doç.Dr. İsmet ŞANLI
1
XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XIV. yüzyıl Batı (Anadolu sahası) Türk edebiyatının Türk edebiyatı tarihi için-
deki yerini belirleyebilecek,
XIV. yüzyılın başında Anadolu’da yaşayan şairleri ve bunların eserlerini ayırt
edebilecek,
XIV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının genel özelliklerini açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Azerî Sahası Türk Edebiyatı • Yunus Emre
• Hasanoğlu • Divan, Risâletü’n-Nushiyye
• Kadı Burhaneddin • Gülşehrî
• Nesîmî • Mantıku’t-Tayr
• Sultan Ahmed b. Veys • Âşık Paşa
• Anadolu Sahası Türk Edebiyatı • Garib-nâme
• Anadolu Beylikleri Dönemi
Türk Edebiyatı
İçindekiler
Kadı Burhaneddin
Kayseri’de 1345 yılında doğan Kadı Burhaneddin, Harezm’den gelen ve Selçuklular za-
manından beri babadan oğula geçen kadılık mesleğinde olan bir ailenin çocuğudur. Kadı
Burhaneddin’in asıl adı Ahmed olup, babası Kayseri kadısı Şemseddin Mehmed’dir. Ata-
larından Harezm’den Kastamonu’ya göç eden Mehmed’in oğlu Celâleddîn Habib 1243
yılında Kayseri kadısı olmuş ve Kayseri kadılığı bu tarihten sonra aynı sülaleden Kadı
Burhaneddin’e kadar gelmiştir. 1365 yılında kadı olan Burhaneddin Ahmed, sülalenin
Kayseri’de kadılık yapan en son ferdidir.
Küçük yaşlardan itibaren Arapça ve Farsçayı öğrenen; lugat, sarf, nahiv, me’ânî, beyân,
aruz, hesap ve mantık ilimlerini okuyan Burhaneddin Ahmed, on dört yaşında (1358)
Mısır’a gitmiş ve Kahire Sargıtmışıya Medresesi’nde usûl-i fıkıh, ferâiz, hadis, tefsir,
hey’et ve tıp eğitimi almıştır. Kahire’den Şam’a geçmiş ve burada iki seneye yakın Mevlânâ
Kutbuddîn Râzî’nin derslerine devam etmiş, Seyyid Muhammed Neylî’den Külliyât-ı
Kânûn’u okumuştur. Babasının ölümü üzerine yirmi yaşlarında Haleb’e gelen ve burada
bir yıl ilmî çalışmalar yapan Kadı Burhaneddin, 1364 yılında Kayseri’ye dönmüş, bir yıl
sonra, yirmi bir yaşında iken Eratnaoğlu Mehmed tarafından Kayseri kadılığına getiril-
miştir. Kadılığı sırasında adalete önem vermesinden dolayı halk arasında sevilmiş ve kısa
zamanda memleketin her tarafına adını duyurmuştur.
Eratnaoğlu Mehmed Bey’in ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ali Bey, Kadı
Burhaneddin’i 1378’de vezir olarak atamıştır. Ali Bey’in 1380 yılında âni bir şekilde ölü-
mü üzerine, devletin ileri gelenleri ve divanda bulunanlar, Kadı Burhaneddin’e bağlılıkla-
rını bildirip tam yetki vermişler ve 9 Şubat 1381’de kendisini nâib (=hükümdar vekili) ilan
etmişlerdir. 1381 yılı sonunda hükümdarlığını ilan eden Kadı Burhaneddin, bir anlık dal-
gınlığından dolayı Akkoyunlu Türkmenlerinden Karayülük Osman Bey tarafından âni bir
baskında öldürülmüştür (1398).
Kadı Burhaneddin’in esasını aşkın oluşturduğu gazelleri, her zaman insan gönlüne
ve aklına hitap eden, zevk süzgecinden geçmiş, eskimeyen şiirlerdir. Ayrıca pek çok ga-
6 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
zelinin matlaı cinaslıdır ve güzel söyleyişler ile dikkati çeker. Özgün benzetmeler yapan
şair, daha çok beş ve yedi beyitten oluşan gazeller yazmıştır. Onun şiirlerinde yer yer “ki”
edatını kullandığı da görülür. Mazmunları kullanma açısından Kadı Burhaneddin çok
usta bir şair olduğu gibi, yeni buluşlar da yapmıştır. Devrin diğer şairlerinden Nesîmî ve
Ahmedî’de görüldüğü gibi “kargı” ve “ney”i “boy” anlamına gelecek şekilde kullanan şai-
rin kendine özgü buluş ve söyleyişleri dikkat çeker:
Kadı Burhaneddin, şiirlerinde daha çok aşktan, şaraptan, eğlenceden hoşlanan realist
ve ihtiraslı bir insanın dünya zevklerini, sevgilinin güzellik unsurlarını işlemekle birlikte,
tasavvufun düşünce ve mecazlarına da yer vererek bunları en ince şekilde ele almıştır. Şi-
irlerinde görülen sevgili, okuyucuyu ve dinleyiciyi ilâhî yöne götüren bir sevgilidir. Şiir-
lerinde akıcılığı ve samimiyeti sağlayan unsurların başında sitem ve karşılıklı konuşmala-
ra dayanan ifadeler gelir:
Tuyuğ
Dilberün işi itâb ü nâz olur
Çeşmi câdû gamzesi gammâz olur
İy gönül sabr it tahammül kıl ana
Yâre irişmek işi az az olur
8 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Rüba’î
Ben leblerüni cânuma em sem görürem
Gözün yarasın gönlüme merhem görürem
Işkun odını ki yaha iki cihânı
Ben kendü cânuma yalunuz kem görürem
Nesîmî
XIV. yüzyılda Azerî Türkçesi ile coşkulu ve lirik şiirler yazan Nesîmî’nin hayatı hakkında
rivayetlere dayanan ve birbiriyle çelişen çok az bilgi bulunmaktadır. Soyu Peygamber’e da-
yandığı söylenen Nesîmî’nin asıl adı İmadüddîn, bir başka iddiaya göre de Nesîmüddîn’dir.
Onun Şamahı, Şiraz, Diyarbakır veya Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabasında doğduğu;
Diyarbakır, Irak ve Tebriz taraflarında yaşadığı ve I. Murad devrinde Anadolu’ya geldiği
rivayet edilir. Şiirlerinden devrinin medreselerinde okuyarak iyi bir eğitim gördüğü anla-
şılmaktadır. Âşık Çelebi’ye ve Divan’ındaki,
beyitlerinde görüldüğü gibi kendisini her tarafı kuşatan bir deniz ve ârif olarak görme- Elif-nâme: Yukarıdan aşağıya
doğru alfabetik sırayla bütün
ye başlayan Nesîmî, Kur’an ve hadisleri kaynak olarak kullanıp bunlardan kendi yoluna Arap harflerinin birer birer mısra
uygun olanları seçerek şiirlerinde yer vermiştir. Şiirlerinde ayet ve hadisleri uyumlu şe- başında yer aldığı ve bu harflere
kilde kullanan Nesîmî, Hazret-i Muhammed’den sonra Hazret-i Ali’yi ve diğer imamları şiirin içinde çeşitli anlamlar
yüklenmesinden oluşan şiirlere
konu edinmiş ve daha ziyade On İki İmam için şiirler yazmıştır. İlk üç halifeye şiirlerin- verilen isimdir.
de yer vermemiş olan Nesîmî edebiyatımızda Âşık Paşa’dan sonra elif-nâme yazan şairdir.
Divan’ında üç elif-nâme bulunur ve bu elif-nâmelerde elif harfinden ye harfine kadar bü-
tün harflere yer vermiştir. Bazen bu sıra tersinden yani ye harfinden başlayarak elife ulaşır.
Türkçeyi yaşadığı yüzyılda Yunus’tan sonra en iyi kullanan şair olan Nesîmî, Yusuf Has
Hâcib, Âşık Paşa ve Yunus Emre gibi söze büyük önem verir, sanatı ile övünür ve kendine
olan güvenini de açıkça belirtir.
Aruzu en iyi şekilde kullanan Nesîmî, ayet ve hadisleri şiirine katmada (=iktibasta)
çok ileri giden bir şairdir. Bu açıdan Türk edebiyatında Nesîmî gibi başka bir şairin bulun-
madığını görürüz. Tasavvufa şiirlerinde en geniş şekilde yer veren şairlerin önde gelenle-
rindendir. Bu yönü ile de tesiri başta Erzurumlu İbrahim Hakkı olmak üzere hemen her
şairde görülür. Mansur’u dilinden düşürmez ve ona şiirlerinde geniş yer verir.
Nesîmî, belki de bir propaganda şairi olması sebebi ile hep geleceğe açılır ve şiirlerin-
de canlı, hep taze kalacak olan samimi bir dil kullanır. Bu bakımdan Yunus’a benzer. Onun
şiiri canlılığını biraz da tekrarlardan ve Türkçenin ahenginden alır. Bu tekrarlarda eski şii-
rimizin ve Kutadgu Bilig devrinin ön kafiyesini de kullanır. Çeşitli şiirlerindeki bazı beyit-
leri değişik şekillerde tekrar gibi karşımıza çıkan Nesîmî, Türkçenin sırlarına vâkıf bir şa-
irdir. Üslubunun canlılığını sağlayan bir başka husus da, onun aşağıdaki beyitlerde görül-
düğü gibi sorulu cevaplı bir dil kullanmasıdır.
10 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Nesîmî de bazen Yunus’tan aldığı bir sesle, Kaygusuz Abdal’ı andıran ve onu müjdele-
yen, hatta şathiyeye kaçan bir taraf da görülür:
söyleyişine bağlıdır. Türk edebiyatında tuyuğ denince akla önce Kadı Burhaneddin gelir, an-
cak Nesîmî ile birlikte her iki şairin aynı dönemlerde tuyuğlar yazdıkları gözden uzak tutul-
mamalıdır. Nesîmî kendi devrinin şairlerinden Ahmedî ile aynı söyleyişte şiirler de yazar
ve bu şiirler Ahmed-i Dâî’ye kadar gelir. Böylece nazire edebiyatımızın başlarında yer alır.
Hurûf-ı mukata’a: Kur’an’da Mukaddimetü’l-Hakâyık: Nesîmî, Fazlullah-ı Hurûfî’nin Câvidân-nâme’sini esas ala-
yirmi dokuz surenin başında yer
alan ve telaffuz edilen harflere rak yazdığı bu Türkçe mensur eserde, çeşitli dinî konuları harflerle (Hurûfîliğe göre) açık-
verilen isim; surelerin başında yer lamaktadır. Bu eserde, Kur’an’daki hurûf-ı mukata’a, abdest, ezan, ikâmet, zekât, oruç, hac,
alan elif, lam, mim gibi ayrılmış,
münferit harfler.
ana babaya iyilik, îmân-ı yakîn gibi konularla ilgili, harflerle rakamlar arasında bağlantı-
lar kurularak yorumlar yapılır. Eserin nüshaları, dil bakımından XIV. yüzyıl özelliği taşır
ve üslup itibariyle tercüme bir eser görünümü sergiler.
Nesîmî’den tuyuğlar
I
Dalmışam şol bahra kim pâyânı yoh
Düşmişem şol rence kim hüsrânı yoh
Görmişem şol bedri kim noksânı yoh
Bulmışam şol genci kim vîrânı yoh
II
Bî-vefâ dünyâdan usandı gönül
Yok didi dünyâyı yok sandı gönül
Düşdi ışkın odına yandı gönül
Vahdetün kand-âbına kandı gönül
XIV. yüzyılda Azerî Türkçesiyle şiirler yazan şairler ve bunların eserleri hakkında kısa bil-
gi veriniz. 2
XIII. yüzyılda Anadolu’da yerleşen tasavvuf, XIV. yüzyılda Mevlevîlik, Âhilik, Babaîlik,
Hurûfîlik gibi inanç ve tarikatların mensupları arasında gelişerek devam etmiştir. Sultan
Veled’in sistemleştirdiği Mevlevîlik, Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi (öl. 1319)’nin
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde açtığı tekkeler ve Türk beylerinin de tarikata girmelerini
sağlamasıyla XIV. yüzyılda hızla yayılmıştır. Başka tarikat mensuplarının da Mevlânâ’ya
saygı duymalarından dolayı Mevlevîlik büyük ilgi görmüştür. Bu yüzyılda Mevlevîliğin
yanında Âhilik ve Fütüvvet teşkilatının da özellikle toplum hayatında düzenin sağlanma-
sında ve ticaret hayatının düzenlenmesinde büyük rolü olmuştur.
XIV. yüzyılda yaşanan siyasî olaylara bağlı olarak Türk edebiyatında da önemli geliş-
meler görülür. Bu dönemde, Anadolu beylerinin Türkçeye ve Türkçe eserlere değer ver-
melerinin yanında şairlerin tasavvufî inançları halka ulaştırabilmek için Türkçe yazmak
zorunda kalmalarından dolayı manzum ve mensur çok sayıda Türkçe eser yazılmıştır.
Arapça ve Farsça bilmeyen Türk beyleri, çevrelerinde toplayıp korudukları şair ve ya-
zarları, Türkçe eserler vermeye, çeviriler yapmaya teşvik etmişlerdir. Bunun sonucunda
çok okunan Kur’an surelerinin açıklamalı çevirileri yapılmış; peygamber kıssaları, velile-
rin menkıbeleri, nasihatnâmeler vb. konularda tanınmış Arapça ve Farsça eserler Türk-
çeye çevrilmiş, tıp, baytarlık, avcılık, kıymetli taşların özellikleri ve rüya tabirleri gibi çe-
şitli konulara ait günlük hayatta ihtiyaç duyulan eserlerin çevirileri yapılmış, telif eserler
meydana getirilmiştir. Bu dönemde yazılan eserlerde Arapça, Farsça kelime ve terkipler
bulunsa da bunların Türkçeye göre oranı çok azdır. Şair ve yazarlar, beylerin de istekleri
doğrultusunda sade bir dil kullanmışlardır. Bu dönemde dinî, destanî, manzum ve men-
sur eserler, Hz. Muhammed’in mucizelerini konu alan çoğu manzum hikâyeler, tasavvufî
ve romantik mesneviler, divanlar, Kelile ve Dimne, Marzuban-nâme gibi öğretici hayvan
hikâyeleri ile Kabus-nâme gibi nasihat kitaplarında olduğu üzere çeşitli tür ve konularda
yazılmış eserlerde Türkçe iyice işlenmiş, böylelikle edebî dil olarak Farsçanın ve Arapça-
nın önüne geçmiştir.
XIII. yüzyılda Anadolu’daki fikir ve sanat merkezi olan Konya, XIV. yüzyılda da bu
özelliğini devam ettirir. XIV. yüzyılın ikinci yarısında Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın
şair ve yazarlara verdiği değer Kütahya’yı bir kültür merkezi haline getirmiştir. Ahmedî,
Şeyhoğlu Mustafa, Ahmed-i Dâî (öl. 1421) gibi şairler, onun kurduğu meclislerin ortaya
çıkardığı şair ve yazarlardır. XIV. yüzyılda çeşitli Anadolu beyliklerinde yazıldığı bilinen
Türkçe eserlerin bir kısmı şunlardır:
Germiyanoğullar Beyliği: Mehmed Bey oğlu Süleyman Şah’ın emriyle Kâbus-nâme
ve Marzuban-nâme Türkçeye çevrilmiştir.
Menteşeoğulları Beyliği: Menteşe emiri Mehmed Bey’in oğlu Mahmud Çelebi adına
avcılığa dair Bâz-nâme isminde Farsçadan Türkçeye çevrilmiş eser ile İlyas Bey adına ya-
zılmış tıpla ilgili İlyasiyye isimli bir kitap bulunmaktadır.
İnançoğulları (Denizli-Lâdik) Beyliği: Murad Arslan Bey adına yazılmış Fâtiha ve İhlâs
Tefsirleri ile Murad Arslan Bey oğlu İshak Bey adına yazılmış bir Tebâreke Tefsiri vardır.
Aydınoğulları Beyliği: Aydınoğulları’nın da şairlere gösterdiği yakınlığı ayrıca belirt-
mek gerekir. Hoca Mesud başta olmak üzere Hüsrev ü Şîrîn adlı eseri Nizâmî’den Anadolu
sahasında ilk tercüme eden Fahrî ile Ahmedî bu bölgede yetişen şairlerin başında gelirler.
Ayrıca Arapça Ârâyisü’l-Mecâlis adlı peygamberler tarihi ile Kitâb-ı Tuhfe-i Mübârizî isimli
tıp kitabı ve Farsça Tezkiretü’l-Evliyâ adlı kitaplar Mehmed Bey adına Türkçeye çevrilmiştir.
Kul Mesud, Aydınoğlu Umur Bey’in (1340-1348) emriyle Kelile ve Dimne’yi 1360’da
Türkçeye çevirmiştir. Celâleddîn Hızır (Hacı Paşa) da Şifâü’l-Eskâm ve Devâü’l-A’lâm
isimli tıpla ilgili eserini Aydınoğlu İsa Bey adına yazmıştır. Ayrıca İshak bin Murad’ın
Edviye-i Müfrede’si ile İbn-i Baytar’ın Kitâbü’l-Câmi’ fi’l-Edviyetü’l-Müfrede adlı eserinin
bilinmeyen bir şahıs tarafından Müfredât-ı İbn-i Baytar Tercümesi adıyla yapılan çevirisi
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 15
de Umur Bey adına sade bir Türkçe ile yazılan bilimsel eserlerdir. İshak b. Murad tarafın-
dan 1376-77 tarihinde kaleme alınan ed-Dürretü’l-Mudiyye fi’l-Lugati’t-Türkiyye, bu yüz-
yılda Oğuz Türkçesinin grameri hakkında yazılmış en eski kaynaklardan biridir. Arapça-
nın gramerini öğretmek amacıyla yazılan eserde, Türkçe kelimelere, cümle örneklerine ve
dönemin gramer yapısıyla ilgili bilgilere de yer verilmiştir. Anadolu merkezli Batı Türkçe-
sinin ilk sözlüklerinden biri olan bu eser, içerisinde bazı nadir Türkçe kelimeler bulundu-
ğu için oldukça önemlidir.
Saruhanoğulları Beyliği: Nâsır-ı Tûsî’nin Bah-nâme-i Şâhî isimli eseri Sultan Yakub
bin Devlet adına Türkçeye tercüme edilmiştir.
Candar (İsfendiyaroğulları) Beyliği: Cevâhirü’l-Esdâf isimli Kur’an tefsiri, İsfendiyar
Bey’in emriyle oğlu İbrahim Bey’in okuması için yazılmıştır. Celâlüddîn Bayezid adına
1362’de Maktel-i Hüseyin tercüme edilmiştir.
Kadı Burhaneddin Ahmed ise hem bir hükümdar hem de divan sahibi bir şair olarak
ilmi ve şiiri gönlünde hisseder ve Türk edebiyatında XVI. yüzyıla kadar gelen zamanda en
büyük divanı yazar.
XIV. yüzyılda en fazla eser, Osmanoğulları sahasında yazılmıştır. Osmanlı sarayının ve
saray hayatının edebî bir merkez haline gelmesi, Orhan Bey zamanında kurulan ilk Os-
manlı medresesi ile başlar ve Yıldırım Bayezid devrinde oluşumunu tamamlar. Bundan
dolayı da Yıldırım Bayezid devrinden itibaren Anadolu’da Türkçe yazılan edebî eserlerin
sayısında birdenbire ortaya çıkan bir artış göze çarpar.
Osmanlı Devleti’nde şair ve yazarları etrafına toplayan, meclisler kuran ilk şahıs Yıldı-
rım Bayezid’in en büyük oğlu Emir Süleyman’dır (öl. 1411). Türk şiiri, Emir Süleyman sa-
yesinde büyük mesafe katetmiştir. Onun şairlere gösterdiği yakınlık ve sıcaklık bu devir-
de başka bir idareci tarafından gösterilmemiştir. Mehmed, 1398 yılında yazdığı 8702 bey-
ti bulan Işk-nâme adlı mesnevisini bu şehzadeye sunmuştur.
Emir Süleyman Ankara savaşından sonra devletteki idarî boşluğu da dolduran şeh-
zadedir. Onun 1411 yılında Edirne civarında ölümü, etrafındaki şairleri yasa boğmuş
Ahmedî ve Ahmed-i Dâî gibi şairler Emir Süleyman için ağlamışlar ve ona mersiyeler yaz-
mışlardır. Bu açıdan bakılınca Türk mersiye edebiyatının da başında Emir Süleyman ile
ona candan bağlı olan bu şairleri görürüz. XIV. yüzyılda Türkçenin resmî, ilmî ve edebî dil
olma yolunda Arapça ve Farsça ile mücadelesi devam eder. Türkçe, I. Murad devrinden iti-
baren devlet dili olarak ağırlık kazanır. Bu yüzyıl Anadolu şairleri üzerinde İran şairlerin-
den Firdevsî’nin, Nizâmî’nin, Sa’dî’nin, Ferîdüddîn-i Attâr’ın, Selmân-ı Sâvecî’nin, Kemâl-i
Hûcendî’nin ve eserlerini Farsça yazan Türk şair Mevlânâ’nın büyük etkileri olduğu gibi bu
dönemde, Farsçadan Türkçeye tercüme edilen eserler büyük ilgi görürler.
XIV. yüzyılda beylikler döneminde edebî durum hakkında kısa bilgi veriniz.
3
XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatının Genel Özellikleri
Türk edebiyatı XIV. yüzyılda bir önceki yüzyıla göre daha çok gelişmiş, bu dönemde ya-
zar ve şair sayısı artmış, manzum ve mensur çok sayıda eser yazılmıştır. Türkçe, bu yüz-
yılda saray ve ordunun yanı sıra yüksek memurların da dili olmuş ve Anadolu’da edebi-
yat dili hâline gelmiştir.
XIII. yüzyılda doğan ve yetişen ancak, asıl verimli zamanlarını XIV. yüzyılın başların-
da geçiren Yunus Emre (d. 1240-1), Gülşehrî (d. 1240) ve Âşık Paşa (d. 1272) Türk edebi-
yatının büyük şairleridir. Türkçe eser vermeyi şuurlu bir şekilde isteyen ve bunu gerçek-
leştirmeye çalışan bu şâirler, Anadolu’da bir millî edebiyat çağının açılmasını sağlamışlar-
dır. Bu şairler içinde ilk Türkçe eser veren Yunus Emre’dir. Mevlânâ, Ahmed Fakîh, Sul-
tan Veled ve Hoca Dehhânî gibi XIII. yüzyıl şairleri ise yazmış oldukları az sayıdaki Türk-
16 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
çe şiirlerle bunlardan önce bir hazırlık devresini ortaya koymuşlardır. Yunus Emre’nin ise
hem bu dönem şairleri hem de daha sonra gelen şairler üzerinde açık ve belirgin bir etki-
si görülür.
XIV. yüzyılda Anadolu’da, Karahanlı dönemi edebiyatı ile Arap ve Fars edebiyatları-
na bağlı ve bu edebiyatlardan faydalanılarak eserler yazıldığı görülür. Karahanlı dönemi
eserlerini örnek alanların başında Âşık Paşa ile Yunus Emre gelir. Yusuf Has Hâcib’den et-
kilenen Âşık Paşa, Garib-nâme’yi yazarken Kutadgu Bilig’ten önemli ölçüde faydalanmış-
tır. Her iki eserin ortak yanlarından biri de gözleme dayanmalarıdır. Ayrıca Âşık Paşa,
Garib-nâme’de hikmete yer vermesinden dolayı Türk edebiyatında hikemî şiirin başın-
da yer alır. Yunus, hem Ahmed-i Yesevî’ye hem Yusuf Has Hâcib’e bağlıdır. Bu grupta yer
alan öteki şair ve yazarlar ise Kadı Burhaneddin ile edebiyatımızda ilk menkıbe yazan El-
van Çelebi’dir.
Gülşehrî ve Hoca Mesud, Fars edebiyatının etkisinde eser verirler. Ancak edebiyatı-
mızda ilk manzum hikâye yazan Gülşehrî’nin yerli özelliği de vardır. Bazı hikâyelerinde
Fars edebiyatının mübalağalarına da yer veren ve alaylı bir dil kullanan Gülşehrî, ede-
biyatımızda İran kahramanlarına en geniş şekilde yer veren ilk şairdir. O, Mevlânâ’nın
Mesnevî’sinden hikâyeler tercüme ve şerh etmekle hem Mesnevî hikâyelerinin ilk çeviricisi
ve Türk şerh edebiyatının öncüsü, hem de Türk tercüme edebiyatının ilk temsilcisi olmuş-
tur. Hoca Mesud da, Süheyl ü Nevbahâr ve Ferheng-nâme-i Sa’dî adlı eserleri ile Gülşehrî’yi
takip etmiştir. Kutb ve Fahrî ise, biri doğuda biri batıda Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn adlı
eserini tercüme eden şairlerdir. Eserlerinde Fars edebiyatının etkisi görülen Ahmedî, kıs-
men de olsa Arap edebiyatından yararlanmıştır. Ancak asıl Arap edebiyatına yönelen şair
ve yazarımız ise, Erzurumlu Mustafa Darîr’dir. Yûsuf u Zelîhâ adlı mesnevisi, Sîretü’n-Nebî
adındaki büyük siyeri ve Yüz Hadis Tercümesi Arap edebiyatı kaynaklı eserleridir.
XIV. yüzyılda Anadolu’da gazel ve kaside nazım şeklinde bir gelişme vardır, ancak mes-
nevi nazım şekli daha çok ilgi görmüştür. Bu yüzyılda, telif ve tercüme din dışı (lâ-dîni,
profan) eserlerde XIII. yüzyıla göre büyük bir gelişme görülse de, dinî-tasavvufî eserler
daha fazladır. Bu tür eserlerden Mantıku’t-Tayr ve Garib-nâme, hem yazıldıkları yüzyılda
hem de daha sonraki dönemlerde yazılan eserlerin en hacimli örnekleridir. Daha sonraki
dönemlerde dinî-tasavvufî çok sayıda mesnevi yazılmış olsa da tasavvufu anlatan bu bü-
yüklükte başka eser yazılmamıştır. Bir süre sonra bu tür mesnevilere Yûsuf u Züleyhâ, Sü-
heyl ü Nevbahâr, Hüsrev ü Şîrîn, Cemşîd ü Hurşîd ve Hurşîd-nâme gibi romantik eserler de
eklenecektir. Ayrıca bu yüzyılda yazılan eserler arasında yer alan Dâstân-ı Geyik, Dâstân-ı
Ejderha, Dâstân-ı Kesikbaş gibi peygamber mucizeleri ile ilgili dinî hikâyeler halk arasında
büyük ilgi görmüş ve çok okunmuştur. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi XIV. yüzyıl-
da yeni bir şekil, yeni bir heyecan ve ruhla meydana getirilen eserlerin çoğunu, dinî-ahlâkî
mesneviler oluşturur. Bu eserlerin büyük bir kısmının Anadolu insanını âdeta yeniden
yoğurup şekillendiren çalışmalar olduğu görülmektedir. Bu yüzyılda Rumelinin fethi sı-
rasında Türkler arasında hakim olan din ve kahramanlık hisleri, -Anadolu’nun fethedil-
diği dönemlerde olduğu gibi- dinî-tasavvufî eserlerin yazılmasına ve çoğalmasına zemin
hazırlamıştır.
XIV. yüzyıl şairleri Türkçeyi ustaca kullanırlar. Hemen hepsi, açık ve anlaşılır bir Türk-
çe ile yazarlar. Ancak bu yüzyılda yaygın olarak görülen tercümeciliğin de etkisiyle Türk-
çeye yabancı kelimeler ile bazı yabancı dilbilgisi kuralları girmiştir. Yüzyılın sonlarına
doğru daha da artan bu eğilim sebebiyle dilde dikkati çeken bir bozulma görülür. Eser-
lerinde Arapça ve Farsça tamlamaları ölçülü ve az kullanan bu yüzyıl şairleri, şiirlerin-
de iktibaslara da yer vermişlerdir. Nesîmî, en çok iktibas (=alıntı) yapan ancak, iktibasları
Türkçe ile en iyi şekilde kaynaştırabilen ve okuyucuya bu durumu fark ettirmeyen usta bir
şairdir. Âşık Paşa ise özellikle eserinin bab (=bölüm) başlıklarını Kur’an-ı Kerim’den aldı-
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 17
ğı ayetlere ayırır. Anlattıkları bir noktada âyetlerin tefsiri gibi günlük hayata yönelik olan
Âşık Paşa, tabiatı, hadiseleri ve varlıkları gözlemleyerek şiire aktaran şairdir.
Yunus Emre
Yunus Emre’nin hayatına ait kesin bilgiler çok azdır. Onun doğduğu, yaşadığı yer ve hayatı
hakkında söylenen menkıbeler ile çeşitli yerlerde onun için yapılmış makamlar ve mezar-
lar, bu büyük şairin mezarının bulunduğu yeri de belirsiz hale getirmiştir. Kendi kurduğu
Yunus mektebine mensup şairlerin şiirlerinin onunkilere karışması da Yunus’un kimliği-
nin belirlenmesinde karışıklıklara sebep olmuştur. Yunus Emre’den sonra yaşayan Miskîn
Yunus, Âşık Yunus, Dervîş Yunus gibi daha başka adlarla anılan veya Yunus adını taşı-
yan şairler onun hayatı gibi şiirlerini de gölgelemiştir.
Yunus Emre, eserlerindeki bilgilere göre Anadolu’da birçok yeri gezmiş, Halep’e, Şam’a,
“yukarı iller” dediği Azerbaycan’a kadar gitmiş, Konya’da Mevlânâ’nın meclisinde bulun-
muştur. O, şiirlerinde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ahmed Fakîh, Saltuk, Barak, Tapduk
Emre ve Molla Kasım’dan bahseder. Saltuk ve Barak hariç bunların hepsi XIII. ve XIV. yüzyıl-
da yaşayan kimselerdir. Yunus Emre, Adnan Sadık Erzi’nin Bayezid Devlet Kütüphanesi’nde
bulunan bir mecmuada tespit ettiği bilgilere göre, h. 720/m. 1320 tarihinde 82 yaşında öl-
müştür. Bu duruma göre, 1240 yıllarında II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında doğduğu
tahmin edilen Yunus Emre, yaşlılık yıllarını son Selçuklu sultanı V. Kılıçarslan (1310-1318)
ile Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey (1300-1322) zamanında geçirmiştir.
XV. yüzyılda yazıya geçirilen Hacı Bektaş-ı Velî Velâyet-nâmesi’nde, XVI. yüzyılda ya-
zılan Taşköprülüzade’nin Şakâyık-ı Nu’maniyye’sinde ve Lâmi’î’nin Nefehatu’l-Üns’ünde
Yunus Emre’nin, Tapduk’un dervişi olduğu, uzun yıllar şeyhine hizmet ettikten sonra Sa-
karya havzasında bulunan Sarıköy’de yaptırdığı zaviyesinde bir süre halkı irşat ettikten
sonra öldüğü ifade edilir.
Hacı Bektaş-ı Velî Velâyet-nâmesi’nde Yunus Emre ile şeyhi Tapduk Emre Bektaşî ola-
rak gösterilir. Ancak Yunus Emre, şiirlerinde Tapduk Emre’ye bağlılığını sık sık belirttiği,
Mevlânâ’nın, Ahmed Fakîh’in, Seyyid Necmüddîn, Geyikli Hasan vb. şahısların adlarını
andığı halde Hacı Bektaş-ı Velî’den hiç söz etmemiştir. Yunus’un şiirlerinde Bektaşî oldu-
ğunu gösteren herhangi bir unsur da bulunmaktadır.
Yunus Emre ile ilgili çalışma yapanların da onun doğduğu ve yaşadığı yer konusunda
farklı görüşleri bulunmaktadır. Cahit Öztelli ve İbrahim Hakkı Konyalı Yunus Emre’nin
Karamanlı olduğu, Fuad Köprülü ise Sivrihisar yöresinde veya Bolu’ya ait Sakarya suyu
çevresindeki köylerden birinde yetiştiği, Abdülbaki Gölpınarlı ve Faruk Kadri Timurtaş
ise şairin Sarıköy’de yaşadığı ve orada vefat ettiği görüşündedir. Şahabeddin Tekindağ’ın
ileri sürdüğü dördüncü bir görüşe göre, Yunus’un Konya ile Kayseri arasındaki iller-
den birinde yaşamış olma ihtimali vardır. Biz de, eldeki verilerin ve menkıbelerin ışığın-
da Yunus’un Aksaray ve Kırşehir illerine yakın bir yerden olduğu kanaatindeyiz. Çünkü
Hacı Bektaş’ın bulunduğu Suluca Karahöyük ve Tapduk Emre’nin yattığı yer buralardadır.
Yunus’u da bu yerlerde aramak gerekir. Ayrıca Türkçenin o devirde Yunus hayatta iken ya-
zılan büyük eserleri olan Mantıku’t-Tayr ve Garib-nâme de bu bölgede yazılmış eserlerdir.
Yunus Emre, adı ve şöhreti Türk halkı arasında çok yaygın bir şairdir ve onun şiirle-
ri bugün bile sevilerek okunmaktadır. Mevlânâ’nın onun için, “ilâhî konaklardan geçer-
ken her çıktığım menzilde Yunus’un izini gördüm” demesi şairin halk arasındaki değerini
göstermesi bakımından önemlidir. Eğirdir, Bursa, Keçiborlu, Emre Köyü, Aksaray, Kara-
man ve Erzurum’un Dutçu köyü gibi Anadolu’nun pek çok yerinde onun adına makamlar
(=anıt-mezarlar) yapılmış, başka Yunus’lara ait olan mezarlar da bu şaire ait kabul edilmiştir.
18 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yunus Emre’nin eserlerine göre, Arapçayı ve Farsçayı bildiği, dört kitabı (Tevrat, Ze-
bur, İncil, Kur’an) okuduğu, ayetlerden, hadislerden iktibaslar yapacak derecede sağlam bir
İslamî kültüre sahip olduğu anlaşılmaktadır. O, Konya medreselerinde öğrenim görmüş,
Ahmed Fakîh ve Mevlânâ gibi şahsiyetlerin bulunduğu meclis ve eğitim yerlerinde yetiş-
miştir. Bu durumu aşağıdaki beyitlerinde görüldüğü gibi kendisi de açıkça belirtmiştir:
Onda bitmez tükenmez bir bakış, çağlayan bir gönül ve o gönle bağlı olarak söyleyen
bir dil vardır. Yunus’un anlamın kapalı olduğu bazı şiirleri, şathiye özelliği gösterir. Aslın-
da Yunus’un anlaşılır gibi görülen çok sayıdaki şiirinde de aynı durum vardır.
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 19
Şathiye: Anlamı kapalı, anlaşılması şerhe muhtaç şiir demektir. Zâhirde saçma görülen, fakat
şerh ve tahlil edildiği zaman anlamlı olduğu anlaşılan manzumelere verilen isimdir. Yunus’un
aşağıdaki iki beyiti alınan şiiri şathiyenin tanınmış örneklerindendir:
Türkçeyi gönül dili haline getiren şair, tasavvufu en ince şekilde anlatarak milletin ter-
cümanı olur. Risâletü’n-Nushiyye’de ele aldığı konular Divan’ında da işlenir. Şairin Divan’ı,
Risâletü’n-Nushiyye’nin geniş bir açılımı gibidir. Ancak Divan’ındaki dili çok incedir. O,
düşüncelerini belli bir seviyede bulunan, kültürlü kimselere anlatır. Bunun için Risâletü’n-
Nushiyye dışındaki şiirlerinde de peygamberlere, tanınmış mutasavvıflara, Attâr’ın ve
Mevlânâ’nın eserlerindeki hikayelere yer yer telmihlere başvurur. Bu yönü ile edebiyatı-
mızda telmihle anlatımda ön sırada yer alan ilk şair Yunus Emre’dir. Onunla aynı zamanda
yaşayan şairlerden Gülşehrî ve Âşık Paşa da bu yönden Yunus’u takip ederler.
Eserleri: Risâletü’n-Nushiyye isimli ahlâkî bir mesnevisi ve Divan’ı olmak üzere iki ese-
ri bulunan Yunus Emre, Türk edebiyatında hem Türkçe mesnevisi ve divanı olan ilk şair
hem de Anadolu’da başlayan Türk edebiyatında ilk Türkçe divan sahibi olan şairdir.
1. Risâletü’n-Nushiyye: Küçük bir öğüt kitabı olan bu eser, 1307’de yazılmış tasavvufî ve
ahlâkî bir mesnevidir. Mesnevinin başında fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış on üç be-
yitten meydana gelen bir manzumeden sonra kısa bir düz yazı yer alır. Bundan sonraki bölü-
mü mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmış olan eser, yazma nüshaya göre 562, matbuya
göre 623 beyittir. Risâletü’n-Nushiyye, divan yazmalarının ve baskılarının da başına konmuştur.
Risâletü’n-Nushiyye’nin,
şeklindeki daha ilk beytinden itibaren eserde, yaratılışın aslı olan dört ana unsurdan bah-
sedilir ve insan vücudu anlatılır. Sonra akıl, nefis, can ve gönüle yer verir. Yunus bu ese-
rinde, iyi-kötü, akıl-nefis, cömetlik-cimrilik, sabır-acelecilik, doğruluk-eğrilik, alçak
gönüllük-kibir gibi zıtlıkları ele alır ve böylece anlatımına bir çekicilik getirir. Yer yer iyi
ve kötü hallerden bahsederek örnekler verir. Eserde iyiler aklın, kötüler de nefsin yardım-
cıları ve askerleri olarak gösterilir. Yunus bu durumu baştan sona kadar paralel bir şekilde
ele alıp anlatmıştır. Yunus Emre, Risâletü’n-Nushiyye’de yer alan,
şeklindeki her zaman geçerli olan özdeyişini, asırlar ötesinden günümüze göndermiştir.
Yunus Emre, bir öğüt kitabı olan Risâletü’n-Nushiyye’sinde bütün iyilikleri ve kötülük-
leri saymış, insanı yücelten ve alçaltan ne varsa anlatmış ve insan olmanın yolunu göster-
miştir. Bunu yaparken peygamberlerin hayatlarından örnekler de vermiş, cimrilik, haset,
kibir, öfke, gaflet, dünya sevgisi, kin, gıybet ve dedikodunun insanı felakete sürüklediği-
ni belirterek bunların aşağılık ve insanı küçük düşüren şeyler olduğunu vurgulamıştır. İn-
sanın yücelmesi için bunları terk edip kendini bilip tanıması gerekir. Eserini zıtlıkları ele
alıp anlatarak çekici hale getiren Yunus, kibrin karşısına tevazuu (=alçakgönüllülük), nef-
sin karşısına da aklı koyar.
20 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Gazel II
1. Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi
Bostan issi kakıyup dir ne yirsin kozumı
2. Kerpiç koydum kazana poyraz-ıla kaynatdum
Nedür diyü sorana bandum virdüm özini
3. İplik virdüm çulhaya sarup yumak itmemiş
Becid becid ısmarlar gelsün alsun bezini
4. Bir serçenün kanadın kırk katıra yükledüm
Çift dahı çekemedi şöyle kaldı kazanı
5. Bir sinek bir kartalı salladı urdı yire
Yalan degül gerçekdür ben de gördüm tozını
6. Bir küt ile güreşdüm elsüz ayagum aldı
Güreşüp basamadum köyindürdi özümi
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 21
7. Kaf tagından bir taşı şöyle atdılar bana
Öglelik yola düşdi bozayazdı yüzümi
8. Balık kavaga çıkmış zift turşusın yimege
Leylek koduk togurmış baka şunun sözini
9. Gözsüze fısıldadum sagır sözüm işitmiş
Dilsüz çagırup söyler dilümdeki sözümi
10. Bir öküz bogazladum kakıldum sere kodum
Öküz issi geldi eydür bogazladun kazumı
11. Bundan da kurtılmadum n’idesini bilmedüm
Bir çerçi geldi eydür kanı aldun gözgümi
12. Tospagaya sataşdum gözsüz sepek yoldaşı
Sordum sefer kancaru Kayseri’ye azimi
13. Yûnus bir söz söyledün hiçbir söze benzemez
Münâfıklar elinden örter ma’nî yüzini
Gülşehrî
Hayatı hakkında çok az bilgi bulunan Gülşehrî, XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüz-
yılın ilk yarısında Kırşehir’de yaşamıştır. Felek-nâme ve Mantıku’t-Tayr adlı eserlerinde
bazı bilgiler bulunsa da bunlar açık ve belirgin değildir. 1250 yıllarında doğduğu tahmin
edilen şair, Felek-nâme ve Mantıku’t-Tayr adlı eserlerinde Gülşehrî mahlasını kullanır.
Mantıku’t-Tayr’daki,
hikâye yazarı hem de Farsça eserlerden ilk hikâye tercüme eden şairdir. Türk edebiyatın-
da Mesnevî hikâyelerinin ilk tercüme ve şerhini yapan da yine Gülşehrî’dir. Ancak o tercü-
me ettiği hikâyeleri aynen tercüme etmeyip kendisi de ekleme ve çıkarmalar yapmak su-
retiyle tasarruflarda bulunur.
Gülşehrî, eserlerinde yer alan hayvan hikâyelerinden dolayı Türk fabl edebiyatının
Anadolu’daki ilk şair ve yazarıdır.
İlk kalem denemelerini ve ilk eserini Farsça yazan Gülşehrî, Mevlânâ’nın mülemma-
ları, bir iki Türkçe gazeli ve Sultan Veled’in Türkçe şiirleri ile Türkçe yazmayı zımnen ima
ve işaret etmelerinin yanında Türkçeye olan sevgi ve bağlılığından dolayı Mantıku’t-Tayr’ı
ve başka şiirlerini Türkçe yazmış ve bununla da övünmüştür.
Âşık Paşa
Kırşehir ysöresindeki Arapkir’de 1272 yılında doğan Âşık Paşa’nın asıl adı Ali’dir. Ba-
bası Muhlis Paşa, Baba İlyas’ın oğludur. Şeyh İlyas da denilen Baba İlyas, Horasan’dan
Anadolu’ya göç etmiş, önde gelen bir din âlimi ve Sünnî bir mutasavvıftır. Bu sebeple öğ-
rencileri gitgide çoğalmış, Sultan I. Alaeddin Keykubad’ı bile endişeye düşürmüş, ancak
bu hükümdar yaptığı araştırmalar sonucunda Baba İlyas’ın insanların eğitim ve öğreti-
mindeki hizmetini görmüş ve takdir etmiştir. Âşık Paşa, idarenin zayıfladığı, Moğol zul-
münün gitgide arttığı, idarî kargaşa ve çekişmelerin çok olduğu bir zamanda doğmuş ve
ömrünü bu hadiseler içinde geçirmiştir. Kaynaklarda Âşık Paşa’nın iyi bir öğrenim gör-
düğü, Arapçanın, Farsçanın yanında Ermenice ve İbraniceyi, İslamî bilgiler ile tasavvuf
kültürünü öğrendiği, sûfîyâne şiirler yazdığı belirtilir. Süleyman-ı Türkmânî’den tasavvuf
dersleri alan ve Şeyh Osman’ın derslerinde yetişen Âşık Paşa, devrinin siyasî şahsiyetleri
yanında âlim ve şeyhleri ile temas kurmuş; Hacı Bektaş-ı Velî’nin eğitim halkasında bulu-
narak onun halifesi olmuştur. Olgunluk devrini Osman Bey (öl.1326) zamanında yaşayan
Âşık Paşa ömrünün son yedi senesini de Orhan Bey devrinde geçirmiş ve 3 Kasım 1332
(13 Safer 733) tarihinde vefat etmiştir. Türbesi Kırşehir’dedir.
Kırşehir’in Osmanlı topraklarına geçmesinde büyük rol oynayan ve Kırşehir beyi ta-
yin edilen Âşık Paşa, burada açtığı zaviyede dersler vermiştir. Ayrıca Mısır’a elçi olarak git-
tiğine ve Anadolu valisi Timurtaş Paşa’nın veziri olduğuna dair rivayetler de vardır. Âşık
Paşa’nın Garib-nâme’nin Peygamber’in miracını anlattığı bölümünde Kudüs şehrini, özel-
likle Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahrâ gibi yerleri anlatırken yapmış olduğu canlı tasvir
ve tavsifler bu rivayetleri doğrulamakta ve buradan şairin Mısır’a giderken Kudüs’ten de
geçtiği anlaşılmaktadır.
Garib-nâme ile ilgili dikkat çeken bir başka durum, daha sonra başkaları tarafından
Garib-nâme’den yapılan seçkilerin başka isimler altında düzenlenerek ortaya konulma-
sıdır. Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi’nde Or. 223(7) numarada kayıtlı olan Esrâr-ı
Hakâyık ve Rumûz-ı Dekâyık adlı eser bunların başında gelir. Prof. Dr. İsmail Erünsal
Kütüphanesi’nde yazma bir mecmua arasında bulunan Zübdetü’l-Esrâr da böyle bir eser-
dir. Bir de Süleymaniye Kütüphanesi Uşşâkî kitapları 350 numarada kayıtlı Tasavvuf
Risâlesi de Garib-nâme’den seçilmiş ve nesir olarak yazılmış başka bir eserdir.
Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimyâ Risâlesi de Âşık Paşa’nın yazdığı fakat Garib-
nâme dışında kalmış küçük risalelerdir. Vasf-ı Hâl ve Kimyâ Risâlesi tek destandan mey-
dana gelen manzum eserlerdir. Dâsitân-ı Mâzî ve Müstakbel ü Hâl, Dâsitân-ı Su’âl-i Acîb ü
Garîb, Dâsitân-ı Hammâl ve Dâsitân-ı Seyyid ve Şeyh ü Müftî adını taşıyan bu küçük eser-
ler, Agâh Sırrı Levend’in yayımladıkları da dahil Âşık Paşa’nın Garib-nâme’si içine girme-
miş diğer eserleridir. Ayrıca mensur olarak yazdığı Risâle-i Âşık Paşa da, şairin dikkat çe-
ken bir başka eseridir. Âşık Paşa’ın yazdığı bilinen, fakat elde bulunmayan bir eseri ise,
Risâle fi Beyâni’s-Semâ’dır.
Şiirler: Âşık Paşa’nın Garib-nâme ve diğer eserlerinde başka gazelleri de bulunmakta-
dır. Bunlar üzerinde Sadeddin Nüzhet ile Abdülbaki Gölpınarlı çalışmışlar ve bazı şiirle-
ri yayımlamışlardır.
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 27
Özet
XIV. yüzyıl Batı (Anadolu sahası) Türk Edebiyatının Abdülbaki Gölpınarlı, Cahit Öztelli, Faruk K. Timur-
1 Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirlemek. taş ve Mustafa Tatçı Yunus’un şiirlerini yayımlamış-
XII-XIII. yüzyıllarda Oğuz Türkçesine dayalı olarak lardır. Her yayında şiir sayısında farklılık görülür.
ortaya çıkan batı Türk edebiyatı, XIV. yüzyılda Anado- Gülşehrî: XIV. yüzyılın ilk yarısında Yunus Emre ve
lu ve Azerbaycan sahalarında edebî değeri ve sayıları Âşık Paşa ile birlikte eser veren üçüncü büyük şairdir.
giderek artan bir şekilde Türkçe eserler vererek gelişi- Sultan Veled gibi ilk eseri Felek-nâme’yi Farsça yazan
mini sürdürür. Ancak, Azerî (Doğu Oğuzcası) ve Ana- Gülşehrî, Türk edebiyatında mahlas kullanan ve bu-
dolu Türkçesi (Batı Oğuzcası) arasındaki farklılıklar nun endişesini taşıyan ilk şairdir. Gülşehrî’nin Felek-
XIV. yüzyılda henüz tam olarak belli olmayıp bu yüz- nâme, Mantıku’t-Tayr, Arûz-ı Gülşehrî, Kudûrî Tercü-
yıldan itibaren yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. mesi ve Kerâmât-ı Âhi Evren isimli eserleri ile çeşitli
Türk edebiyatı XIV. yüzyılda bir önceki yüzyıla göre mecmualarda yer alan Şiirler’i bulunmaktadır.
daha çok gelişmiş, yazar ve şair sayısı artmış, manzum Felek-nâme: Dinî konulu, tasavvufî tarafı ağır basan
ve mensur tercümelerin yanında Türkçe telif eserler de Farsça bir mesnevi olan Felek-nâme, 1301 yılında Ga-
yazılmıştır. Türk edebiyatının kurucu büyük şairlerin- zan Han (öl. 1303) adına yazılmıştır. Tek nüshası bu-
den Yunus Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa, önemli eser- lunan eser üzerinde ilk çalışmayı Saadettin Kocatürk
lerini XIV. yüzyılın başlarında yazmışlardır. Bu sebep- yapmış ve yayımlamıştır (Ankara, 1982).
le, XIV. yüzyıl şair ve eserleri, Anadolu’da daha son- Mantıku’t-Tayr (Gülşen-nâme): Gülşehrî, Gülşen-
ra yazılacak olan Türkçe eserlerin önünü açmaları yö- nâme adını da verdiği bu en büyük ve en önemli ese-
nünden oldukça önemlidir. Ayrıca Anadolu’da Türkçe rini, 1317’de kaleme almıştır. Mantıku’t-Tayr, Attâr’ın
ilk divan ve mesnevi sahibi şair olan Yunus Emre’nin aynı isimli eserinin ilk Türkçe tercümesidir. Fâ‘ilâtün
hem bu dönem şairleri hem de daha sonra gelen şair- fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan eser, Attâr’ın eseri-
ler üzerinde açık ve belirgin bir etkisi görülür. nin aynen tercümesi değil, serbest ve ilâveli bir çevi-
risi olup tasavvufî temsilî (=alegorik) bir eserdir. Eser
XIV. yüzyılın başında Anadolu’da yaşayan şairleri ve Kemal Yavuz tarafından 2007 yılında yayımlanmıştır.
2 bunların eserlerini ayırt etmek. (bkz. Yararlanılan kaynaklar)
XIII. yüzyılda doğan ve yetişen ancak, asıl verimli za- Arûz-ı Gülşehrî: Gülşehrî’nin aruz kalıplarını ve ya-
manlarını XIV. yüzyılın başlarında geçiren şairler, Yu- pılış şekillerini anlattığı 16 varak tutarında küçük bir
nus Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa’dır. risâlesidir. Bu küçük eserin tek nüshası Millet Kütüp-
Yunus Emre: Bunlar içinde ilk Türkçe eser veren şa- hanesi Farsça Yazmalar kısmında 517 numarada ka-
irdir. Risâletü’n-Nushiyye isimli ahlâkî bir mesnevisi yıtlıdır.
ve Divan’ı olmak üzere iki eseri bulunan Yunus Emre, Kudûrî Tercümesi: Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr’ında
Türk edebiyatında hem Türkçe mesnevisi ve divanı Kudûrî’nin eserini manzum olarak Türkçeye çevirdi-
olan ilk şair, hem de Anadolu’da başlayan Türk edebi- ğini haber vermiştir. Ancak bu eser henüz ele geçme-
yatında ilk Türkçe divan sahibi olan şairdir. miştir.
Risâletü’n-Nushiyye: 1307 yılında yazılmış, tasavvufî Kerâmât-ı Âhi Evren: Âhi Evren’den ve onun cömert-
ve ahlâkî bir mesnevidir. Mesnevînin başında fâ‘ilâtün liğinden bahseden 167 beyit tutarındaki bu mesnevi-
fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış on üç beyitten mey- nin Gülşehrî’nin olduğu konusunda şüpheler vardır.
dana gelen bir manzumeden sonra kısa bir düz yazı Bazı kaynaklar Gülşehrî’nin Âhi Evren’in halifesi ol-
yer alır. Bundan sonraki bölümü mefâ’îlün mefâ’îlün duğunu belirtseler de, o Âhi Evren’den çok Mevlânâ’ya
fe’ûlün vezni ile yazılmış olan eser, yazma nüshaya bağlılık gösterir ve hiçbir eserinde Âhi Evren’den söz
göre 562, matbuya göre 623 beyittir. etmez. Bundan dolayı Agâh Sırrı Levend, bu eserin
Divan: Yunus Emre’nin ikinci eseridir. Daha çok gö- Gülşehrî’nin olamayacağını bildirmekte ve bu fikri
nül coşkunluğu ile yazdığı cezbe şiirleri ile aklın öte- ihtiyatla karşılamaktadır.
sine geçen ve gönül dünyasına açılan manzumelerden Şiirler: Gülşehrî’nin bu eserlerinden başka nazire
meydana gelmiştir. Ona yakın yazması bulunan ese- mecmualarında ve Mantıku’t-Tayr nüshalarında yer
rin en iyi nüshası, Millet Kütüphanesi’ndedir. Divan’ı alan şiirleri de bulunmaktadır. Bu şiirlerin bazıları ya-
ilk yayımlayan, Burhan Ümit Toprak’tır. yımlanmıştır.
28 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Âşık Paşa: İdarenin zayıfladığı, Moğol zulmünün git- XIV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının genel özelliklerini
gide arttığı, idarî kargaşa ve çekişmelerin çok oldu- 3 açıklamak.
ğu bir zamanda (1272) doğmuş ve ömrünü bu hadi- XIV. yüzyıl Batı Türk (=Anadolu sahası) edebiyatı ön-
seler içinde geçirmiştir (öl. 1332). Âşık Paşa’nın en ceki yüzyıla göre daha çok gelişmiş, bu dönemde şair
önemli ve büyük eseri Garib-nâme’dir. Bu eserinden ve yazar sayısı artmış, telif ve tercüme şeklinde man-
başka Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimyâ Risâlesi, zum ve mensur çok sayıda eser yazılmıştır. Türkçe, bu
Dâsitân-ı Mâzî ve Müstakbel ü Hâl, Dâsitân-ı Su’âl-i yüzyılda saray ve ordunun yanı sıra yüksek memur-
Acîb ü Garîb, Dâsitân-ı Hammâl ve Dâsitân-ı Seyyid ların da dili olmuş ve Anadolu’da edebiyat dili hâline
ve Şeyh ü Müftî ve Risâle-i Âşık Paşa isimli küçük eser- gelmiştir.
leri bulunmaktadır. Risâle fi Beyâni’s-Semâ ise, Âşık XIV. yüzyılda Anadolu’da, Karahanlı dönemi edebi-
Paşa’nın yazdığı bilinen, fakat elde bulunmayan bir yatı ile Arap ve Fars edebiyatlarının etkisinde ve bu
eseridir. edebiyatlardan faydalanılarak eserler yazıldığı gö-
Garib-nâme: 10613 beyitten meydana gelen bu büyük rülür. Bu dönemde Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden de
mesnevi, dinî, tasavvufî ve ahlakî bir eserdir. Tasavvu- hikâyeler tercüme ve şerh edilmiştir.
fun Türkçe olarak en ince şekilde anlatıldığı telif bir XIV. yüzyılda Anadolu’da gazel ve kaside nazım şek-
eser olan Garib-nâme, “insan-ı kâmil” olmayı öğütle- linde bir gelişme vardır, ancak mesnevi nazım şek-
yen, ahlakî, didaktik bir özellik taşır. On bâbdan (=bö- li daha çok ilgi görmüştür. Bu yüzyılda, telif ve ter-
lüm) oluşan eserde birbiriyle bağlantılı bir şekilde ge- cüme din dışı (lâ-dîni, profan) eserlerde XIII. yüzyı-
nişleyen yaklaşık 550 konu üzerinde durulmuştur. la göre büyük bir gelişme görülse de, dinî-tasavvufî
Şiirler: Âşık Paşa’nın Garib-nâme ve diğer eserlerin- eserler daha fazladır. Bir süre sonra bu tür mesnevile-
de başka gazelleri de bulunmaktadır. Bunlar üzerinde re Yûsuf u Züleyhâ, Süheyl ü Nevbahâr, Hüsrev ü Şîrîn,
Sadeddin Nüzhet ile Abdülbaki Gölpınarlı çalışmışlar Cemşîd ü Hurşîd ve Hurşîd-nâme gibi romantik eser-
ve bazı şiirleri yayımlamışlardır. ler de eklenmiştir. Ayrıca bu yüzyılda yazılan eserler
arasında yer alan Dâstân-ı Geyik, Dâstân-ı Ejderha,
Dâstân-ı Kesikbaş gibi peygamber mucizeleri ile ilgili
dinî hikâyeler halk arasında büyük ilgi görmüş ve çok
okunmuştur.
XIV. yüzyıl şairleri Türkçeyi ustaca kullanmışlar, he-
men hepsi, açık ve anlaşılır bir Türkçe ile yazmışlar,
ancak bu yüzyılda yaygın olarak görülen tercümeci-
liğin de etkisiyle Türkçeye yabancı kelimelerle bazı
yabancı dilbilgisi kuralları da girmiştir. Eserlerinde
Arapça ve Farsça tamlamaları ölçülü ve az kullanan
bu yüzyıl şairleri, şiirlerinde iktibaslara da yer vermiş-
lerdir. Nesîmî, en çok iktibas yapan, ancak iktibasları
Türkçe ile en iyi şekilde kaynaştırabilen ve okuyucuya
bu durumu fark ettirmeyen usta bir şairdir.
1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 29
Kendimizi Sınayalım
1. Anadolu Selçuklu Devleti 1243’te Kösedağ’da yaptığı sa- 6. Câvidân-nâme aşağıdaki şair/yazarlardan hangisine aitttir?
vaşta aşağıdaki devletlerden hangisine yenilmiştir? a. Fazlullah-ı Hurûfî
a. Moğollar b. Nesîmî
b. Gazneliler c. Veysî
c. Akkoyunlular d. Fuzûlî
d. Osmanlılar e. Bâkî
e. Dulkadiroğulları
7. Anadolu beylikleri döneminde Âhilik ve Fütüvvet teşki-
2. XIV. yüzyılda Türk edebiyatı aşağıdaki sahalardan hangi- latı ile birlikte Anadolu’da geniş bir alana hızla yayılarak top-
sinde Oğuzcaya dayalı bir dille eserler vermiştir? lum düzenini sağlamada önemli rol üstlenen tarikat aşağıda-
a. Harezm Sahası kilerden hangisidir?
b. Altınordu Sahası a. Mevlevîlik
c. Mısır Sahası b. Hurûfîlik
d. Anadolu-Azerî Sahası c. Bektaşîlik
e. Horasan Sahası d. Kalenderîlik
e. Hayderîlik
3. Kadı Burhaneddin, aşağıdaki nazım şekillerinden daha
çok hangisi ile tanınmıştır? 8. Aşağıdakilerden hangisi Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı
a. Kaside yazarken yararlandığı eserlerden biri değildir?
b. Gazel a. Esrâr-nâme
c. Tuyuğ b. Kelile ve Dimne
d. Rüba’î c. Gülistân
e. Tercî’-i bend d. Lema’ât
e. Lisânü’t-Tayr
4. Aşağıdakilerden hangisi Kadı Burhaneddin’in dinî konu-
larda Arapça yazdığı bir esedir? 9. Kudûrî Tercümesi, aşağıdaki şair/yazarlardan hangisine
a. Farsça Divan aittir?
b. Türkçe Divan a. Yunus Emre
c. Tercîhü’t-Tavzîh b. Âşık Paşa
d. Risâletü’n-Nushiyye c. Gülşehrî
e. Makâlât d. Nesîmî
e. Hasanoğlu
5. Nesîmî, şiirlerinde aşağıdaki mahlaslardan hangisini
kullanmamıştır? 10. Garib-nâme, aşağıdaki vezinlerden hangisi ile yazılmıştır?
a. Seyyid a. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
b. Nesîmî b. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
c. Hüseynî c. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
d. Seyyid Nesîmî d. Fâ‘ilâtün fâ‘ilün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
e. Naîm e. Fâ‘ilün fâ‘ilün fâ‘ilün fâ‘ilün
30 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Ak, A. (1987). Muhibbî Divanı, Ankara: Kültür Bakanlığı Mazıoğolu, H. (1983) “Türk Edebiyatı (Eski)”, Türk Ansik-
Yayınları. lopedisi, C. 32.
Akdoğan, A. (1988). İskendernâme’den Seçmeler, Ankara: Mehmed Hâlid, M. (1928). “Hasanoğlu”, Millî Mecmua, c.
Kültür Bakanlığı yayınları. IX, nr. 107,.
Akdoğan, Y. (1977). Ahmedî Dîvânı, Basılmamış doktora Merçil, E. (2000). “Türkiye Selçukluları Devrinde Türkçe’nin
tezi, İ.Ü.Türkiyat Enstitüsü, İstanbul. Resmî Dil Olmasını Kim Kabul Etti?”, Belleten, C. LXIV,
Ali Şir Nevayî. (1995). Lisânü’t-tayr (Haz. Prf. Dr. Mustafa Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Canpolat), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Okuyucu, C. (1992). “Âşık Paşa’nın Tasavvuf Risâlesi”, Erci-
Arat, R. R. (1991). Kutadgu Bilig I, metin, Ankara: Türk Dil yes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 2,
Kurumu Yayınları. Kayseri.
Ayan, H. (1979). Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme, Erzu- Ömer Bin Mezid. (1982). Mecmuatü’n-nezair, Haz. Mustafa
rum: Atatürk Üniversitesi Yayınları. Canpolat, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ayan, H. (2003). Nesîmî, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Tatçı, M. (1990). Yunus Emre Divanı II, Tenkıtli metin, An-
Türkçe Divanının Tenkitli Metni, Ankara: TDK Yay. kara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, Timurtaş, F. K. (2000). Osmanlı Türkçesine Giriş I, İstanbul
İstanbul. Timurtaş, F. K. (2006). Yunus Emre Divanı, İstanbul: Babıa-
Bursalı Mehmet Tahir. (1333). Osmanlı Müellifleri, c. I, li Kültür Yayıncılığı.
İstanbul. Tulum, M. (2000). Tarihî Metin Çalışmalarında Usul,
Çelebioğlu, A. (1999). Türk Edebiyatında Mesnevî (XV. yy.’a Menâkıbu’l-Kudsiyye Üzerinde Bir Deneme, İstanbul.
kadar), İstanbul: Kitabevi. Yavuz, K. (1983). “XIII-XVI. Asır Dil Yadigarlarının Anado-
Çiçekler, M. (2006). Mantıku’t-tayr, Kuşların diliyle, Feri- lu Sahasında Türkçe Yazılış Sebepleri ve Bu Devir Mü-
düddin Attar, İstanbul. elliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüşleri”, Türk Dünya-
Ergin, M. (1980). Kadı Burhaneddin Divanı, İstanbul. sı Araştırmaları, S. 27, İstanbul.
Feridüddîn-i Attar. (2001). Mantık al-Tayr (Çev. Abdulbaki Yavuz, K. (1991). Şeyhoğlu Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-
Gölpınarlı), İstanbul: MEB Yayınları. Ulemâ, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.
Gülşehri. (1957). Mantıku’t-Tayr, Tıpkıbasım (Haz. A. S. Yavuz, K. (2000). “Türk Edebiyatında Mesnevî’den İlk Tercü-
Levend), Ankara: TDK yayınları. me Hikâyeler ve Bazı Dikkatler”, Uluslararası Mevlâna
Hacıeminoğlu, N. (1968). Kutb’un Hüsrev ü Şîrîn’i ve Dil Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, Ankara: T.C. Kültür Ba-
Hususiyetleri, İstanbul. kanlığı Özel Dizi.
Karaağaç, G. (1997). Lütfi Divanı, (Giriş-metin-dizin- Yavuz, K. (2000). Âşık Paşa Garib-nâme, I-IV, İstanbul:
tıpkıbasım), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayın. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kartal, A. (2004). “Attar’ın Mantıku’t-tayr’ı ile Gülşehri’nin Yavuz, K. (2004). “Çeşitli Yönleri İle Mantıku’t-tayr ve Garib-
Mantıku’t-tayr’ının Mukayesesi”, I. Kırşehir Kültür nâme Mesnevîleri”, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Araştırmaları Bilgi Şöleni (8-10 Ekim 2003) Bildiri- Edebiyatı Dergisi, C. XXXI, İstanbul.
ler, Kırşehir. Yavuz, K. (2004). “Gülşehri’nin Ahı Büşr Hikâyesi”, I. Ahi
Kartal, A., Şentürk A. A. (2010). Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Evran-ı Velî ve Ahilik araştırmaları Sempozyumu, Kır-
İstanbul: Dergâh Yay. şehir 12-13 Ekim 2004, Ankara: G.Ü. Ahilik Kültürünü
Kocatürk, S. (1982). Gülşehrî ve Felek-nâme, Ankara: Kültür Araştırma Merkezi.
ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Yavuz, K. (2007). Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı, Ankara:
Köprülü, F. (1337). “En Eski Türk-Âzerî Şâiri: Hasanoğlu”, Kırşehir Valiliği Yayını: 12
Dergâh, C. I, nr. 6. Yavuz, K. (2009). “Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig”, İstan-
Köprülü, F. (1925). “Âzerî Edebiyatına Ait Notlar: 1, Hasanoğ- bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebi-
lu”, Dârü’l-fünûn Edebiyat Fakültesi Mecmuası, C. IV, nr. 1. yatı Dergisi, İstanbul.
Köprülü, F. (2003). Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Akçağ Yay. Yavuz, O. (2002). Kansu Gavri’nin Türkçe Divanı, Selçuk
Levend, A. S. (1953). “Âşık Paşa’nın Bilinmeyen İki Mesnevîsi”, Üniv. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayını: 2, Konya.
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, Ankara. Yunus Emre Divânı, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölü-
Levend, A. S. (1954). “Âşık Paşa’nın Bilinmeyen İki Eseri mü, nu. 3889.
Daha: Hikâye ve Kimyâ Risâlesi”, Türk Dili Araştırma- Yunus Emre, (tarihsiz). Risâletü’n-Nushiyye, (Eski harfli
ları Yıllığı, Belleten, Ankara. baskı), İstanbul.
Mansuroğlu, M. (1958). Sultan Veled’in Türkçe Manzume- Yüksel, S. (1965). Mehmed Işknâme, Ankara
leri, İstanbul.
2
XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XIV. yüzyıl Batı (Anadolu) Türk edebiyatının önde gelen şairlerini ve bunların
eserlerini ayırt edebilecek,
XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan eserleri, özelliklerine göre sınıflandırabilecek,
XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan mesnevileri konularına sıralayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Şeyyâd Hamza • Erzurumlu Mustafa Darîr
• Yûsuf-ı Meddâh • Manzum Eserler
• Elvan Çelebi • Divanlar, Mesneviler
• Hoca Mesud (Mesud bin Ahmed) • Mensur Eserler
• Fahrî • Kur’an ve Hadis Tercümeleri
• Ahmedî • Dinî, Destânî ve Menkıbevî
• Şeyhoğlu Mustafa Hikâyeler
İçindekiler
• GİRİŞ
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk • XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİR VE
XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II:
YAZARLARI II
Edebiyatı Anadolu Sahası Şair ve Yazarları • XIV. YÜZYILDA ANADOLU’DA YAZILAN
ESERLER
XIV. Yüzyıl Batı Türk
Edebiyatı II:Anadolu Sahası
Şair ve Yazarları
GİRİŞ
XIV. yüzyılda Batı Türk edebiyatının genel durumu ile yüzyılın başında eser veren Yunus
Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa hakkında önceki ünitede bilgi verilmişti. Bu ünitede ise, XIV.
yüzyılda Anadolu’da yetişen diğer tanınmış şair ve yazarlar ile bunların eserleri tanıtıla-
cak, bu dönemde yazılan manzum ve mensur eserler hakkında bilgi verilecektir.
Şeyyâd Hamza edebiyatımızda mersiyeleri ile de dikkati çeken bir şairdir. Türk edebi-
yatında başlangıcı çok öncelere, Alper Tonga için söylenen ağıtlara dayanan bu türde özel-
likle çocuklar için şiir yazan ilk şair Şeyyâd Hamza’dır. Bu tür şiirler, Âşık Paşa ve Cem
Sultan ile devam ederek Âkif Paşa’ya kadar uzanır. Coşku ve heyecanını, şiirlerine başa-
rılı bir şekilde yansıtan Şeyyâd Hamza, mersiyesinde hislerini açık ve samimi bir şekilde
dile getirmiştir.
Eserleri: 1. Yûsuf u Zelîhâ: Şeyyâd Hamza’nın en büyük eseri olan Yûsuf u Zelîhâ, Ana-
dolu sahası Türk edebiyatının bu konuda bilinen ilk mesnevisidir. Fâ’ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
vezniyle yazılan ve 1529 beyit olan bu mesnevi, altı bölümdür. Ancak eserde bölümleri bil-
diren bir başlık yoktur. Yûsuf u Zelîhâ, adından da anlaşılacağı üzere görünüşte Hazret-i
Yusuf ile Zeliha arasında geçen bir aşk hikâyesidir, ancak hikâyede Hazret-i Yusuf ’un ha-
yatı anlatılmaktadır. Şeyyâd Hamza’nın özellikle Yusuf kıssasını seçip Yûsuf u Zelîhâ’yı
yazması, bir bakıma eserin sürükleyiciliğini de beraberinde getirmiştir. Kur’an’da “kıssa-
ların en güzeli” olarak belirtilen ve Hz.Yusuf ’un hayatını konu alan Yûsuf Sûresi’nden ha-
reketle yazılan hikâyede, Zeliha’nın aşkı, kölelikten hükümdarlığa ve peygamberliğe giden
yolda yaşanan olaylar, kıskançlıklar, ölüm, kuyuya atılma, saraydaki durum, aşk, kölelik,
zindan hayatı, rüya yorumu gibi her devirde olduğu gibi o devir için de geçerli olan ve bir-
birini takip eden olaylar anlatılmıştır. Şair, eserini yazarken tamamen Kur’an’a bağlı kal-
mamış, serbest olarak kaleme almıştır.
Yusuf hikâyesi, her şeyden önce ilâhî bir kaynağa dayandığı için sıradan bir aşk hikâyesi
değildir. Mesnevî, bir bütün olarak değerlendirildiği zaman aile, çocuklar ve bunlar ara-
sındaki münasebetler, aile idaresi, çocuk terbiyesi, toplumun çeşitli hâlleri, insan tipleri,
devlet idaresi gibi konuların eserin temelini oluşturduğu görülür. Güzellik, aşk ve hasret
ise hikâyeyi sürükleyen unsurlardır.
Şeyyâd Hamza’nın bu hikâyeyi anlatırken samimi, saf, temiz, anlaşılır ve pürüzsüz bir
dil kullanması, her yönü ile insanları bu esere çekmiştir. Eserde Arapça, Farsça kelime ve
tamlamaların sayısı çok azdır. Arapçadan alınan kelimeler Farsçaya göre daha fazladır, an-
cak onlar da halk arasında yaygın olarak kullanılan kelimelerdir.
Yûsuf u Zelîhâ’yı tıpkıbasımı ile birlikte ilk defa yayımlayan Dehri Dilçin’dir (1946).
Osman Yıldız, eser üzerinde geniş bir dil incelemesi yapmış ve bu çalışmasında eserin
metni ile dizinini de yayımlamıştır (2008).
2. Dâstân-ı Sultân Mahmud: Şeyyâd Hamza’nın küçük bir mesnevisidir. Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezninde yazılan ve 79 beyit olan eserde, Sultan Mahmud ile yoksul bir
derviş arasında geçen konuşma anlatılır. Şeyyâd Hamza bu eserde Gazneli Muhmud’un
şahsında devrin beylerini de eleştirerek daha sonraki zamanların beylerine, güç sahiple-
rine, zenginlerine ve padişahlarına da yol gösterir. Edebiyatımızda münazara türünün bir
örneği gibi görünen bu mesnevide kısa ve canlı tasvirler yer alır. Bu eser, Sadettin Buluç
tarafından yayımlanmıştır.
3. Ahvâl-i Kıyâmet: Kıyametin konu edildiği mesnevi, 343 beyit olup fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
fâ‘ilün vezni ile yazılmıştır. Bu mesnevide kıyametin kopması, ölülerin yeniden diriltilme-
leri, kıyametin zor zamanları, Peygamber’in insanlara şefaati ve hesapların görülmesi gibi
olaylar anlatılmıştır. Eserde ayrıca Hazreti Ali’nin Kevser şarabı dağıtmasına da değinile-
rek Mevlânâ ve Sultan Veled’e de yer verilmiştir. Bu eseri, ilk defa Âmil Çelebioğlu tanıt-
mış ve eserin Şeyyâd İsa’nın olduğunu belirtmiştir. Ancak Millî Kütüphane A-3772 numa-
rada bulunan ve Şeyyâd Hamza adına kayıtlı olan nüsha, eserin Şeyyâd İsa’ya ait olmadı-
ğını göstermektedir. Metin Akar, dil ve üslup yönünden eserin Şeyyâd Hamza’ya ait oldu-
ğu kanaatindedir. Kemal Tavukçu ise eserin 289 beyitinin Şeyyâd Hamza tarafından yazıl-
dığını, Şeyyâd İsa’nın ise esere daha sonra 55 beyit eklediğini belirtmektedir.
2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 35
4. Mi‘râc-nâme: 545 beyitten meydana gelen bu mesnevi, fâ‘ilâtün fâ‘lâtün fâ‘ilün
vezni ile yazılmıştır. Anadolu Türk edebiyatında Âşık Paşa’nın eserindeki miraç-
nâme bölümünden sonra yazılan ikinci miraç-nâmedir. Bu küçük mesnevide Hz.
Peygamber’in miraca çıkışı ve gördüğü hâller açık, anlaşılır bir dille ortaya konmuş-
tur. Ankara Millî Kütüphane’de 3772 numarada bulunan bu eser üzerinde, bir yüksek
lisans çalışması yapılmıştır.
5. Vefât-ı Hazreti Muhammed aleyhisselâm: 483 beyit olan bu mesnevinin 356 beyti
Şeyyâd Hamza tarafından yazılmış, geri kalan 127 beyitlik kısmını ise müstensih eklemiş-
tir. Fatma Turhan-Güler eser üzerinde yüksek lisans çalışması yapmıştır.
6. Şiirler: Şeyyâd Hamza’nın farklı mecmualarda on altı şiiri vardır. Bu şiirler, Necmed-
din Halil Onan, Mecdut Mansuroğlu, Sadettin Buluç, Metin Akar ve Orhan Kemal Tavuk-
çu tarafından yayımlanmıştır. Orhan Kemal Tavukçu “Şeyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir
Şiiri Münâsebetiyle” adlı makalesinde şairin bilinen bütün manzumelerini değerlendirmiş
ve on altı şiirini yayımlamıştır. Bazıları na’t olan bu şiirlerde Şeyyâd Hamza’nın na’t yaz-
mada usta bir şair olduğu da anlaşılmaktadır.
Yûsuf u Zelîhâ’dan
fâ’ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
1. Çok zamân geçmez bu sözün üzere
Hoca getürdi Yûsufı bâzâra
2. Münadîler çagırur şehrlü gelür
Aya benzer kıymetî kul kim alur
3. İmdi gelün güzel oglan görici
Bahası çok İmrânî kul alıcı
4. Şehrlü kamu dirilür ol araya
Yûsuf turmış sûreti benzer aya
5. Şehr içinde bay u yohsul kalmadı
Yûsuf üzre dirilüben gelmedi
...
Varka ve Gülşâh’tan
el-meclisü’s-sâdis
fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
1. Ol bitürür cümle eksük işleri
Ol irürür menzile kalmışları
2. Kul kaçan kim sürçe oldur dest-gîr
İmdi Gülşâh’ı işitgil kim ne dir
3. Didi kim yâ Varka sen kırk gün dahı
Tanrı yolından bana güy iy sahî
4. Tâ ki birkaç gün geçe kim ol Ganî
Lutf idüp kabzeyleye benden cânı
5. Tâ firâkun orcınun öni olam
Vaslunun bayrâmına kurbân olam
6. Kaldı kırk gün dahı ol Gülşâh içün
Hâtırın yıkup gidemez n’eylesün
7. Çün yitürdi Varka kırk güni tamâm
Didi hergiz kalmadı ayruk kelâm
8. Yâ nigârîn el-vidâ‘ olsun sana
Kalmadı özrün helâl itgil bana
9. Çün anı işitdi Gülşâh-ı nigâr
Kalmadı cânında ârâm u karâr
10. Ol nigârîn âh kıldı âteşîn
Saldı ol tahtdan aşaga kendüzin
Elvan Çelebi
Âşık Paşa’nın oğlu olan Elvan Çelebi, Kırşehir’de doğmuştur. Menâkıpnâmesinde baba-
sı ve dedeleri hakkında bilgi vermesine rağmen kendinden bahsetmemiştir. Kaynakla-
rın verdiği bilgiye göre 1326 yılında babasının izni ile ailesi ve çocuklarını alarak Tanu-
közü köyüne göç etmiştir. Çorum ile Mecidözü arasında bulunan bu köy, daha sonra El-
38 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
van Çelebi adı ile anılmaya başlanmıştır. Elvan Çelebi buraya dervişleri ile yerleştikten
sonra cami, zaviye, türbe ve hamam yaptırmış ve bütün ömrünü burada geçirmiştir. Ta-
nuközü köyüne bu sülaleden ilk gelen dedesi Muhlis Paşa’dır. Muhlis Paşa’nın türbesi de
buradadır.
Âşık Paşa 1332 yılında ölünce, öğrencileri devrinde büyük bir mutasavvıf olarak bilinen
Elvan Çelebi’yi onun yerine geçirmişler, o da böylece babasının yolunu devam ettirmiştir.
Elvan Çelebi’den ilk defa Şeyhoğlu Mustafa Kenzü’l-Küberâ adlı eserinde bahsetmiş
ve bu eserde iki beytini şiirlerine örnek olarak vermiştir. Bu durum XV. yüzyıldan son-
ra da devam etmiş Hatiboğlu, Letâif-nâme ve Muhyiddin Çelebi de, Hızır-nâme adlı eser-
lerinde ondan övgü ile söz etmişlerdir. Elvan Çelebi’nin ölüm tarihi belli değildir. An-
cak Menâkıbü’l-Kudsiyye’nin 760H.=1359M. tarihinde yazıldığı göz önüne alınırsa, Elvan
Çelebi’nin 1360 yılından sonra vefat ettiğini söylemek mümkündür.
Menâkıbü’l-Kudsiyye’den
Fazliyyet-i Dühüm Der Kitâb-ı Û
[onun kitabı hakkında onuncu üstünlük]
fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün
1. Çün bilindi tamâm tokzıncım
İmdi bir gör niceymiş onıncım
2. Şoldur onıncı kim Kerîm ü Rahîm
Sunmış ol gönle bir kitâb-ı azîm
2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 39
3. Şöyle kim ol kitâbda fasl u hitâb
Evveli âhiri anun on bâb
4. Degme bâb içre on hikâyetdür
Kimi ibret kimisi hikmetdür
5. Kimi zâhir ayân çıkar ma‘nî
Kimi bâtın velî çakar ma‘nî
6. Şol ki esrâr-ı ilmdür anda
Şol ki envâr-ı ilmdür anda
7. İlm-i kudret ki min ledün dildür
Evliyânun yakîne menzildür
8. Bu kitâbun hakâyıkın diller
Bu kitâbun dekâkıyın iller
9. İttifâk itdiler beyân olmaz
Bahr-ı ummân hôd bardaga sıgmaz
10. Çok acîb ü garîb hikmetler
Çok bedî‘ ü sanî‘ san‘atlar
...
Süheyl ü Nevbahâr’dan
Zârî Kerden-i Îşân ve Nişesten-i Süheyl Nezd-i Peder-i Hod
[Herkesin ağlaşması ve Süheyl’in babasının yanında oturması]
fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl
1. Turup zâr zâr aglayu gitdiler
Bögürdiler ü çok figân itdiler
2. Bular gidicek kaldı ol o Süheyl
İkisi yaşından revân idi seyl
3. Didi iy gözüm aydını cân ogul
Tamarlarum içindeki kan ogul
4. Kara yire koyasısın babanı
Berü gel öpeyim şu kara beni
2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 41
5. Sen ü ben esen ugur eyleyeyim
Kuçayım boyununı yiyleyeyim
6. Ki bellü kopınca kıyâmet güni
Girince kulagumuza sûr üni
7. Görimeyisersin sen ayruh beni
Ne ben dahı göribileven seni
8. Ben uş dirligümden elümi yudum
Velî kaygunı hem yirince yidüm
9. Otur tahta vü pâdişâhlıgun it
Dimezven ki bir ayruk iklîme git
10. Yigitsin ü ol akl içinde koca
Aşah gönli tut himmetüni yüce
...
Fahrî
Asıl adı Yakub, lakabı ise Fahreddin olan şair hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Hüsrev ü
Şîrîn adlı eserinden iyi bir eğitim gördüğü, Arapçayı ve Farsçayı bildiği anlaşılan şair, Ay-
dınoğulları sarayında bulunmuş ve eserini Aydınoğlu İsa Bey’in isteği üzerine 1367 yılın-
da yazmıştır. Fahrî, Husrev ü Şirin’i yazdığı zaman elli yaşını aşmış olduğundan 1315 yıl-
ları civarında doğduğunu söylemek mümkündür. Fahrî’nin saraya bu kadar yakın olması-
na rağmen ömrünün sonlarını nasıl geçirdiği bilinmemektedir. Kaç yılında öldüğü ve me-
zarının nerede bulunduğu da belli değildir.
Hüsrev ü Şîrîn’den
Âgâz-ı Dâsitân
mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün
1. Eyitdi ol söz eyden bilge üstâd
Ki dutmışdı çok eski dâsitân yâd
2. Ki çün Kisrî’nün ayı oldı kara
Kodı tahtını Hürmüz şehriyâra
3. Cihân dutıcı Hürmüz dâd iderdi
Cihânı dâd-ıla âbâd iderdi
42 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Şeyhoğlu Mustafa
XIV. yüzyılda Germiyan (Kütahya) bölgesinde yetişen şairlerin başında gelir. Hurşîd-
nâme’de adının Mustafa olduğunu belirten ve Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ’yı 1401
yılında yazdığı zaman 62 yaşında olduğunu açıkça söyleyen Şeyhoğlu, buna göre 1340 yı-
lında doğmuştur. Germiyan beyi Süleyman Şah zamanında Germiyan sarayında nişan-
cılık ve defterdarlık görevlerinde bulunan Şeyhoğlu, daha sonra Yıldırım Bayezid’e (salt.
1389-1402) intisap ederek Osmanlı sarayında da bulunmuştur.
Şeyhoğlu’nun nerede, ne zaman öldüğü ve mezarının nerede bulunduğu da belli de-
ğildir. Abdülvâsî Çelebi’nin 1414 yılında yazdığı Halîl-nâme’de Şeyhoğlu Mustafa’dan da
bahsetmesine bakılırsa şairin, 1414 yılına yakın bir zamanda öldüğü söylenebilir.
Eserlerinde “Şeyhoğlu” mahlasını kullanan şair, bazı şiirlerinde ise, aynı anlama ge-
len “İbni Şeyhî” mahlasını kullanmıştır. Marzuban-nâme’nin Kahire Devlet (Eski Hidivi-
ye) Kütüphanesi’nde tam olan nüshasının iki yerinde “Sadrüddîn” ismi de geçmektedir. Bu
durumda şairin Şeyhoğlu Sadrüddîn olarak anılması gerekir.
nâme üzerinde geniş bir dil araştırması yaptığı çalışmada, eserin metin, sözlük-dizini ile
tıpkıbasımını da yayımlamıştır (1973).
3. Kabus-nâme Tercümesi: Şeyhoğlu’nun Farsçadan çevirdiği başka bir eseri, ahlâk
ve siyâset kitabı olan Kabus-nâme’dir. Şeyhoğlu, aslı dokuz bab olan eserin tercümesine
onuncu babı da eklemiştir. Eserin aslı Mısır Hidiv Kütüphanesi’ndedir.
4. Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkül-Ulemâ: Şeyhoğlu Mustafa’nın ömrünün sonuna yak-
laştığı bir dönemde, tecrübelerinden hareketle yazdığı siyaset ahlâkı ile ilgili mensur bir
eseridir. Şeyhoğlu, son eseri olan Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ’yı önceleri Germi-
yan, sonraları Osmanlı sarayında bulunan Paşa Ağa bin Hoca Paşa adına yazmıştır.
Kenzü’l-Küberâ’nın bilinen tek nüshası, Yapı Kredi Bankası Kütüphanesi’nde bulun-
maktadır. 120 yaprak olan ve sonradan numaralanan eserin asıl kısmı, dört bölümden
oluşur. Hamdele ve salveleden sonra asıl bölüm başlar. Şeyhoğlu, eseri Türkçe telif ettiğini
ve 803H.=1401M. yılında tamamladığını belirtmiştir.
Yazar, eseri için “te’lif ” kelimesini kullanmasına rağmen, Kenzü’l-Küberâ’nın
Necmeddîn-i Râzî’nin Mirsâdü’l-İbâd’ından yapılan bir tercüme olduğunu ileri sürenler
de olmuştur. Bu duruma ilk defa işaret eden Fuat Köprülü, sonradan bu fikir üzerinde
durmamıştır. Orhan Şaik Gökyay da eserin tercüme olduğunu belirtmiştir. Bu iddiada bu-
lunanlar, her iki eserin başlıklarındaki benzerliklere göre tercüme kanaatine varmışlardır.
İki eser karşılaştırıldığı zaman Şeyhoğlu’nun Kenzü’l-Küberâ’nın iskeletini, Necmeddîn-i
Râzî’nin Mirsâdü’l-İbâd’ından aldığı, fakat eserini tecrübe ve gözlemleriyle zenginleştirip
geliştirdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca eserde, Hurşîd-nâme’den bir hayli alıntıların yanında
Elvan Çelebi, Gülşehrî, Hâs, Hoca Dehhânî, Hoca Mesud, Celâleddîn-i Rûmî ve Yûsuf-ı
Meddâh gibi şairlerden alınmış şiirler de vardır. Bu şiirler, Kenzü’l-Küberâ’nın Mirsâdü’l-
İbâd’ın bire bir tercümesi olmadığını ortaya koyduğu gibi edebiyat tarihi yönünden ese-
rin değerini artırmıştır.
Kenzü’l-Küberâ, taşıdığı dil özellikleri yönünden Eski Anadolu Türkçesi içinde yer alır.
Eser, açık ve samimi dili ile daha sonra yazılan eserlerle gelişen Türk nesrine temel oluş-
turmuştur. Yazar eserinde, Kur’an ve hadis olmak üzere ana kaynakları esas almış, pey-
gamberlerden ve geçmiş padişahlardan örnekler vermiş, devlet idaresi ile ilgili terim ve
deyimleri de kullanmıştır.
Kutadgu Bilig’den sonra Türk kültür tarihi içinde ikinci, Batı Türkçesi’nde ise ilk yazı-
lan siyaset kitabı olan eser, devlet ve toplum idaresi yönünden, bilhassa kuruluş devri için
büyük önem taşımaktadır.
Divan’ı bulunmayan Şeyhoğlu’nun Hurşîd-nâme’si içinde kahramanların dilinden
söylediği 23’ü gazel olmak üzere 36 manzumesi vardır.
beytiyle başlayan gazeli Yunus’a bir naziredir ve baştan sona Yunus’un fikir ve söyleyişi-
ni yansıtır. Ahmedî’nin çok sayıda gazelinde, Türkçenin yapısına uymayan ifade şekilleri-
ni, özellikle ki’li cümleleri kullanması yüzünden lirizmde geri kaldığı ve ifadesinde tutuk-
luk olduğu görülür.
Ahmedî’nin Şehzade Cem, Ahmed Paşa, Bâkî, Fuzûlî ve Nedîm gibi şairler üzerinde
de etkisi vardır. Onun,
beyti ile başlayan gazeli, Ahmed Paşa’dan da geçerek Nedîm’de şarkı şeklinde bir başka şe-
kil ve söyleyişle karşımıza çıkar.
Şiilerinde gerçekçi olan Ahmedî, bazen resmeder gibi gazeller yazar ve mevsimler
onda doğal renkleri ile görünürler. Ahmedî’nin şiirlerinde Gülşehrî’de olduğu gibi varlığı
eski Türk şiirine kadar çıkan “dedim-dedi” şeklinde veya “sorulu-cevaplı” karşılıklı söyle-
yişler, atışmalar ve münazaralar da görülür. Ahmedî,
beyti ile,
ve
beytiyle başlayan Bursa kasidesinin ikinci kısmında, şehir halkını hedef alarak hicvetmiştir.
Kasidelerinin çoğunu Emir Süleyman’a yazan Ahmedî, mevsimleri -bahariyye ve haza-
niyye- kasidelerinde işleyen ilk şairdir. Hem kaside hem terkîb-i bend şeklinde mersiyele-
ri bulunan şair, bu şiirlerinin tamamını Emir Süleyman için yazmıştır. Medhiyelerinde ol-
duğu gibi mersiyelerinde de duygularını samimi şekilde dile getiren şair, Ahmed Paşa’dan
Bâkî’ye kadar gelen çizgide terkîb-i bend şeklinde yazılan mersiyelerin öncüsüdür.
Dönemindeki şair ve yazarlara göre çok eser yazan Ahmedî, doğu ve batı kaynakları-
na hâkim bir şairdir. Türkçenin işlenmesine ve gelişmesine eserleriyle büyük katkı sağla-
yan şair, Divan şiirinin Hoca Dehhânî’den sonra Kadı Burhaneddin ile birlikte kurucula-
rı arasında yer alır.
Genellikle açık ve anlaşılır bir dil kullanan Ahmedî, Arapça ve Farsça tamlamalardan
uzak durmaya çalışmış, ancak işlediği konu gereği, özellikle kasidelerinde yer yer yaban-
cı kelime ve tamlamalar da kullanmıştır. Yaptığı tamlamalarda ve iktibaslarda ölçülü dav-
ranan şairin şiirlerinde “ki”li cümleler kullanması, akıcılığı engelleyerek anlatımda bir tu-
2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 47
tukluğa yol açmıştır. Bu da Ahmedî’nin şiirinin lirizm yönünden Nesîmî gibi şairlere göre
gerilerde kalmasına sebep olmuştur. Mesnevîlerinin dili ise, diğer şiirlerine göre daha akı-
cı ve liriktir. Ancak Türkçenin tabiî cümle yapısından ayrılması, onu anlatım güzelliğin-
de geriye götürmüştür. Bunun yanında emir şeklindeki kullanışlar, dedim-dedi şeklindeki
söyleyişler Ahmedî’nin şiirine canlılık ve akıcılık sağlamıştır.
Eserleri: Ahmedî’nin bilinen ve elde bulunan eserleri şunlardır.
1. Divan: Kaside, gazel, terkîb-i bend ve tercî’-i bend nazım şekliyle yazılmış şiirler-
den oluşan Divan’da 750 gazel, harf sırasına göre düzenlenmiş 73 kaside, 2 tercî’-i bend,
7 terkîb-i bend ve bir muhammes olmak üzere 833 manzume vardır. Şairin nazire mec-
mualarında bulunan diğer şiirleri ile bu sayı artmaktadır. Divan’ın elde bulunan dört nüs-
hasından en eski tarihli olanı II. Murad adına yazılmıştır. Ahmedî Divanı üzerinde Tunca
Kortantamer, Yaşar Akdoğan ve Melike Erdem tarafından doktora çalışması yapılmıştır.
2. İskender-nâme: Ahmedî’nin en önemli eseri olan İskender-nâme, edebiyatımızda bu
konuda yazılan mesnevilerin ilk ve en başarılı örneğidir. Eserin aslı Firdevsî’ye dayanmak-
la birlikte asıl yazarı Nizâmî’dir. Ahmedî eseri kendine göre ele almış, yaptığı eklemeler-
le mesneviyi telif duruma getirmiştir. Ahmedî, Nizâmî’nin eserindeki bazı olayları çıkar-
dığı gibi kendisi de yeni motif ve olaylar eklemiştir. İskender-nâme’de Makedonyalı Büyük
İskender’in doğu ülkelerine yaptığı seferler ve fetihler efsaneleştirilerek anlatılmıştır. Eser,
Mevlid ve Tevârih-i Âl-i Osmân bölümleri ile ayrı bir önem taşır. Bu eserdeki Mevlid bölü-
mü ile Türk edebiyatında mevlid türünün Ahmedî ile ortaya çıktığı görülür. Aynı devrin
şairlerinden Erzurumlu Mustafa Darîr de Sîretü’n-Nebî adlı eserinde sadece Peygamber’in
doğumunu konu edinen bir mevlide yer vermiştir.
Aruzun remel bahrinde fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan ve 8754 beyit olan
İskender-nâme’de Tevârih-i Âl-i Osmân ve Mevlid’den başka bir de Işk-nâme bölümü bulun-
maktadır. Ahmedî, eserini 1390 yılında bitirmiş, ancak daha sonra yaptığı ilaveler ile Baye-
zid (öl. 1403) ve Timur’un (öl. 1405) ölümleri ve bunların devrinde geçen başka olaylara da
İskender-nâme’de yer vermiştir. Bu eser içinde yer alan Mevlid’i ise 1407’de yazmıştır.
3. Cemşîd ü Hurşîd: Ahmedî, Emir Süleyman’ın isteği üzerine, Selmân-ı Savecî’nin aynı
ismi taşıyan eserinden 1403 yılında Türkçeye çevirdiği bu mesneviyi, İskender-nâme’de
olduğu gibi eklemeler yaparak telif bir eser hâline getirmiştir. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün
vezni ile yazılan mesnevi, 4798 beyittir. Eserde, Çin fağfurunun oğlu Cemşîd ile Rum kay-
serinin kızı Hurşid arasında geçen aşk anlatılmaktadır. Ahmedî İskender-nâme’nin ba-
şında yer alan “Münâzara-i Şem‘ bâ-micmer (=Mum’un buhurdan ile Münazarası)” şiiri-
ne Cemşîd ü Hurşîd’in sonunda tekrar yer vermiştir. Eserin sonundaki yiğitlik zamanı ile
ilgili kısım, Kutadgu Bilig’i hatırlatır. Ahmedî Cemşîd ü Hurşîd’in “Fi’t-temsîl ve’t-Te’vîl”
kısmında Cemşîd ve Hurşîd’in neleri temsil ettiklerini açıklayıp dünyanın fâniliğini an-
latmıştır. Ahmedî bütün eserlerinde olduğu gibi Cemşîd ü Hurşîd’e de tevhid, münacat ve
na’tla başlamıştır. Eserin 155 beyitlik tevhid bölümünde bulunan gazel tarzındaki dokuz
beyitlik manzum kısım Divan’dan alınmıştır.
Ahmedî, daha önce Emir Süleyman için yazdığı Cemşîd ü Hurşîd’i, onun ölümün-
den sonra eklediği başka şiirlerle genişleterek I. Mehmed’e de sunmuştur. Ahmedî eserin-
de Çelebi Mehmed’i öven ve beyit sayısı 7-9 arasında değişen kaside tarzında dört man-
zumeye de yer vermiştir.
4. Tervîhü’l-Ervâh: Ahmedî, tıpla ilgili 4607 beyit tutarındaki bu mensevisini 1403-
1410 yılları arasında yazmıştır. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezni ile yazılan eser Emir
Süleyman’a sunulmuştur.
5. Bedâyi’u’s-Sihr fî-Sanâyi’i’ş-Şi’r: Ahmedî, Farsça mensur-manzum karışık bir risale
olan bu eserini, Reşîdüddîn Vatvât’ın (öl. 1177-78) Hadâ’iku’s-Sihr fî-Dekâ‘iki‘ş-Şi‘r adlı
eserindeki edebî sanatlara ait açıklamaları özetleyip Farsça örnekleri artırmak suretiyle
meydana getirmiştir. Şair, bu eserde kendi şiirlerinden örneklere de yer vermiştir.
48 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
6. Mirkâtü’l-Edeb: Bu eser, Aydınoğullarından İsa Bey’in oğlu Cüneyd Bey için yazıl-
mış Arapça-Farsça manzum bir sözlüktür. Ayrıca Mirkâtü’l-Edeb’in sonunda Mîzânü’l-
Edeb ve Mi‘yârü’l-Edeb adlı iki Farsça kaside bulunmaktadır. Mîzânü’l-Edeb, 195 beyit
olup fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmıştır. Manzumede, Arapça sarf (=ke-
lime bilgisi, morfoloji) kuralları anlatılmıştır. Mi‘yârü’l-Edeb’de ise Arapça nahiv (=söz
dizimi, cümle, sentaks) kuralları anlatılmıştır.
2. Sîretü’n-Nebî: Darîr’in bu eseri Türkçede yazılmış ilk siyer kitabı olması bakımın-
dan önemlidir. Yazar, Kıssa-i Yûsuf ’tan (=Yûsuf ve Zelîhâ) daha çok Sîretü’n-Nebî ile ta-
nınmıştır. Darîr, Siyer’ini Mısır’da Melik el-Mansur Ali’nin emriyle yazmaya baş-
lamış, ancak eserini tamamladığında (1388) Mansur Ali ölmüş olduğu için Mısır hü-
50 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Manzum Eserler
XIV. yüzyılda yazılan manzum eserler; divanlar, mesneviler ve manzum sözlüklerden oluşur.
a. Divanlar: XIII. yüzyılda Anadolu’da sadece Sultan Veled’in Farsça Divan’ı, varken
XIV. yüzyılda Yunus Emre, Kadı Burhaneddin, Nesîmî, Ahmedî ve Kaygusuz Abdal’ın
Türkçe divanları bulunmaktadır. Nesîmî’nin ise Türkçe Divanı yanında Farsça Divanı da
vardır.
b. Mesneviler: XIV. yüzyılda Anadolu’da gelişen Türk edebiyatında mesnevilerin ön-
ceki yüzyıla göre sayılarının artmasının yanında konuları da çeşitlenmiştir. Bu yüzyıl-
da daha çok dinî-destânî, dinî-tasavvufî, menkıbevî didaktik mesneviler ve edebî yönü ön
planda olan macera ile karışık romantik aşk mesnevileri yazılmıştır.
Dinî-destânî ve dinî-tasavvufî özellikleri bulunan mesneviler, halka özellikle ahlâk,
fazilet, fedakarlık, yiğitlik gibi meziyetlerin anlatılması, bazı dinî bilgilerin öğretilmesi
ve dinî terbiye verilmesi amacıyla yazılmış didaktik eserlerdir. Bu dönemde, Hz.
Muhammed‘in mucizelerini (Mu’cizât-ı Nebevî), konu alan küçük manzum hikâyeler de
yazılmıştır. Bazısının yazarı belli olmayan ve Arap menşeli olan Dâstân-ı Geyik, Dâstân-i
Ejderhâ, Dâstân-ı Hamâme (güvercin), Dâstân-ı Kesikbaş, Dâstân-ı Cemel (deve), Dâstân-ı
Dahdah gibi Peygamber’in mucizeleri ve savaşlarıyla ilgili dinî hikâyeler; Hz. Ali’nin Cenk-
leri, Hz. İbrahim ve İsmail Destânları halk arasında büyük ilgi görmüş ve çok okunmuştur.
Bu hikâyelerin büyük bir kısmı, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle, sanattan uzak ve sade
bir Türkçe ile yazılmışlardır.
Tursun Fakîh (ö. 1326‘dan sonra), Gazavat-ı Resûlullah (Kıssa-i Mukaffa, Hz.
Muhammed’in Mukaffa adlı putla savaşı), Muhammed Hanefi Cengi, Hz. Muhammed’in
2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 51
Ebu Cehil ile Güreş Tuttuğu ve Gazavât-ı Emirü’l-Mü’minîn Ali (Cumhur-nâme) gibi eserleriyle
bu konuda en çok eser yazan şair olmuştur. Beypazarlı Maazoğlu Hasan’ın Hz. Ali’nin Feth-
i Kal’a-i Selâsil’i ile Cenâdil Kal’ası Cengi; Nakiboğlu’nun Dâstân-ı Adn der-hikâyet-i Hasan
ve Hüseyn’i; İzzetoğlu’nun Tâvûs Mu’cizesi; Sadreddîn’in Mu’cize-i Muhammed Mustafa’sı ve
Dâstân-ı Geyik’i Hz. Peygamber’i konu edinen mesnevilerdir. Bu yüzyılda yazıldığı tahmin
edilen Hikâye-i Câbir ise, Hz. Peygamber’in iki mucizesinin anlatıldığı bir eserdir.
Kirdeci Ali tarafından yazılan Dâsitân-ı Hamâme, dinî-destanî mahiyette olup 52
beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. Eserde Hz. Peygamber’in örnek ahlâkı ve ahde
vefa üzerinde durulmuştur. Kirdeci Ali’nin bir başka mesnevisi olan Dâsitân-ı Ejderhâ,
“Gazavât-ı Ali” türünde 116 beyitten oluşan bir eserdir. Eserde, Hz. Peygamber’e uzak
bir ülkeden gelen Müslümanların şikâyet ettikleri ejderha ile Hz. Ali arasındaki savaş
anlatılmaktadır. Kirdeci Ali’nin Kesikbaş Destânı da Hz. Ali’nin cenknâmelerinden olan
150 beyitlik bir mesnevidir. Kirdeci Ali’nin Hikâye-i Delletü’l-Muhtel’i ise, “Binbir Gece
Masalları” türünde 364 beyitten oluşan bir eserdir.
Kırşehirli veya Kayserili İsâ, dinî-destanî bir eser olan Dâstân-ı Vefât-ı İbrâhîm’i, Hz.
Muhammed’in m. 630 senesinde doğan ve bir yıl sonra haziran ayında vefat eden oğlu İb--
rahim için yazmıştır. Şeyyâd İsâ’nın Ahvâl-i Kıyâmet ile elde bulunmayan Salsal-nâme’si
de XIV. yüzyılda yazılan bu tür eserlerdendir.
Kastamonulu Şâzî’nin 1362’de yazarak Candaroğlu Celâleddin Şah Bayezid’e (öl.
1385) sunduğu Dâstân-ı Maktel-i Hüseyn isimli eseri “maktel” türünün Türkçede bilinen
ilk manzum örneğidir. Şair fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazdığı bu eserin 3319 bey-
it olduğunu belirtir. Bütün bu dinî, destânî, menkıbevî eserlerin hepsi fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
fâ‘ilün vezniyle yazılmıştır.
Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı ile Âşık Paşa’nın Garib-nâme’si, XIV. yüzyılda ilk defa
tasavvufî ve sosyal konularda yazılmış Türkçe büyük mesneviler olup daha sonraki yüzyıl-
larda bunların benzeri görülmez. 1307 yılında tamamladığı Felek-nâme adlı Farsça eseri-
ni İlhanlı hükümdarı Gazan Han’a sunan Gülşehrî, Kudurî çevirisi’ni Mantıku’t-Tayr’dan
önce yazmıştır. Mantıku’t-Tayr, Ferîdüddîn-i Attâr’ın aynı isimli eserinin Türkçe çevi-
risi olup Gülşen-nâme adıyla da bilinir. Garib-nâme, Türk edebiyatında yazılan Türkçe
ilk büyük telif mesnevidir. Hem Garib-nâme hem de Mantıku’t-Tayr, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
fâ‘ilün vezniyle yazılmışlardır. Âşık Paşa, Garib-nâme adlı eseri ile Süleyman Çelebi’ye
tesir etmiş ve Mevlid’in yazılmasına zemin hazırlamıştır.
Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi, devrinde önemli ve meşhur bir sûfî olmasına rağmen Şâtıbî (öl. 1194): Asıl adı, Ebû
Muhammed el-Kâsım b. Firruh b.
şair olarak fazla tanınmamıştır. Elvan Çelebi’nin yedisi Câmi’ü’n-Nezâ’ir’de olmak üzere Halaf b. Ahmed el-Ru’aynî olan ve
toplam dokuz şiirinden başka zamanımıza kadar ulaşan tek eseri Menâkıbu’l-Kudsiyye fî kıraat (=kıraat: Kur’an’ın usûl ve
Menâsıbi’l-Ünsiyye’dir. Garib-nâme gibi telif bir eser olan bu mesnevi, 1358-59 tarihinde kâidesine göre okunması) ve tefsir
ilmindeki geniş bilgisiyle meşhur
yazılmış ve 2083 beyitten oluşmaktadır. Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezniyle yazılan eser, olmuş İslam âlimidir. Bugün
Baba İlyas sülâlesi ve etrafındakilerin hayat hikâyelerinin dönemin anlayışına uygun bir İspanya’da bulunan Jativa (Şâtibâ)
şehrinde doğduğu için Şâtibî
şekilde menkıbe unsurlarıyla süslenerek anlatıldığı manzum bir „menâkıp-nâme“dir. lakabıyla tanınmıştır. Hırzu’l-
Bu yüzyılın dinî konulu mesnevilerinden biri de Ladikli Mehmed bin Âşık Selman’ın Emânî ve Vechü’t-Tahânî isimli, L
kafiyeli 1173 beyitlik kıraatla ilgili
Şâtıbî tercümesi olan Keşfü’l-Me’ânî’sidir. Eser, 1398’de yazılmıştır. Müellifin ayrıca Kur’an manzumesi, müellifin lakabından
hakkında manzum bir eseri de bulunmaktadır. dolayı el-Şâtibiyye adıyla tanınmış
ve büyük ilgi görmüştür.
Said Emre ile Kaygusuz Abdal, bu yüzyılda yetişen ve şiirlerinde Yunus Emre ile
Âşık Paşa’nın etkisi bulunan mutasavvıf şairlerdir. Said Emre’nin hece vezniyle yazdığı
şiirlerinde Yunus Emre’nin etkisi görülür. Ayrıca Said Emre, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Arapça
olan Makâlât’ını düzyazıyla Türkçeye çevirmiştir. Kaygusuz Abdal ise bu yüzyılın tasav-
vufî halk edebiyatının en güçlü şairidir. Manzum ve mensur çok sayıda eseri bulunan
Kaygusuz’un Divan’ı, Gülistân, Gevher-nâme, Minber-nâme gibi küçük mesnevileri ile
Budala-nâme, Vücûd-nâme, Kitâb-ı Miglâte adlı mensur risâleleri vardır. Dilgüşâ ile Sa-
52 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
XIV. yüzyılda Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi yazan şairleri belirtiniz ve bu mesneviler hakkın-
3 da bilgi veriniz.
Mensur Eserler
XIV. yüzyılda manzum eserlerin yanında, telif ve tercüme çok sayıda mensur eser de ya-
zılmıştır. Bu yüzyılda yazılan mensur eserler, mesnevilerde olduğu gibi daha çok Kur’an
ve hadis çevirileri, çeşitli sûrelerin tefsirleri, peygamber kıssaları, siyer, evliya hikâyeleri
ve dinî-destânî kahramanlık hikâyeleri ile öğüt verici hayvan hikâyeleri gibi nasihat-nâme
türünde yazılmıştır.
Kul Mesud’un Aydınoğlu Umur Bey (1309-1347) adına Farsçadan Türkçeye tercüme
ettiği Kelile ve Dimne, didaktik hayvan hikâyelerinin anlatıldığı bir eserdir. Aslı Sanskrit-
çe olan ancak daha sonra Farsça ve Arapçaya da çevirilen bu eseri, Türkçeye ilk kez çevi-
ren Kul Mesud’dur. Kul Mesud bu eseri, Ebu’l-meâlî Nasrullah’ın Farsça tercümesinden
serbest bir şekilde Türkçeye çevirmiştir. Eserde, iki önsöz, bir zeyl (=ek) ile on bölüm-
den oluşan yüz kadar hikâye bulunmaktadır. Bu tercümede, şiirler daha serbest bir tarzda
tercüme edilirken, mensur kısımlarda Farsça cümle yapısı korunmuş, mensur kısımların
arasında yer yer manzum parçalara da yer verilmiştir. Sade ve anlaşılır bir dille çevrilmiş
olan Kelile ve Dimne, XIV. yüzyılın ilk dönemine ait Türkçe sade nesrin en güzel örneğidir.
Şeyhoğlu Mustafa, Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın (sal. 1368-1388) isteği üzeri-
ne Marzuban-nâme ile Kabus-nâme’yi Farsçadan çevirmiştir. Sadeddin Varvarî’nin XIII.
yüzyılda yazdığı bir eser olan Marzuban-nâme, Kelile ve Dimne gibi didaktik hayvan
hikâyelerinden oluşan bir eserdir. Şeyhoğlu’nun Marzuban-nâme çevirisinin dili çok sa-
dedir ve hikâyeler konuşma üslubu ile anlatılmıştır. Hikâyeler içinde yer yer âyetlere, ha-
dislere, halk arasında yaygın olarak bilinen Arapça ve Farsça sözlere, önceki şairlerden,
özellikle Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahâr’ı ile Ferheng-nâme-i Sa’dî’sinden alınmış bazı
beyitlere de yer verilmiştir.
Şeyhoğlu’nun Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın isteği üzerine Farsçadan tercüme et-
tiği ikinci eser, ahlakî bir nasihat-nâme olan Kabus-nâme’dir. Kabus-nâme’nin bu yüz-
yılda ikinci çevirisi, Akkadıoğlu tarafından I. Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’ın (1403-
1410) yakın adamlarından Hamza Bey adına yapılmıştır. Şeyhoğlu Mustafa’nın baş-
2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 55
ka bir mensur eseri de Necmüddîn Dâye’nin Mirsâdü’l-İbâd’ından faydalanarak yazdığı
Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ’dır. Şeyhoğlu’nun bu eseri, Türk edebiyatında Kutad-
gu Bilig’den sonra devlet idaresini konu alan ikinci eser olarak kabul edilir. Devlet adam-
larına yönelik devlet yönetimi ile ilgili tavsiyelerin yer aldığı eser, Yıldırım Bayezid döne-
mi devlet adamlarından Paşa Ağa bin Hoca Paşa’ya sunulmuştur. Elvan Çelebi, Gülşehrî,
Hâs, Hoca Dehhânî, Hoca Mesud, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Yûsuf-ı Meddâh’ın şiir-
lerinden örnekler de bulunan eser, bu şair ve yazarların adlarının günümüze ulaşmasını
sağlaması sebebiyle dikkat çeker.
XIV. yüzyılda Anadolu’da dinî konularda da çok sayıda mensur eser yazılmıştır. Bunlar
arasında İsfendiyaroğlu İsmail Bey’in emriyle Cevâhirü’l-Esdâf adıyla bilinmeyen bir ya-
zar tarafından yapılan Kur’an tercümesi ile Fâtiha, Yâsin, Tebâreke, İhlâs gibi çok okunan
sûrelerin tefsirleri de bu yüzyılda yazılan mensur eser örnekleridir.
Erzurumlu Mustafa Darîr’in de Sîretü’n-Nebî, Fütûhu’ş-Şâm Tercümesi, Yüz Hadis Çe-
virisi gibi mensur eserleri vardır. Darîr, Kıssa-i Yûsuf’tan çok Sîretü’n-Nebî’si ile tanınmış-
tır. Altı cilt olan Sîretü’n-Nebî, İbn Hişam, Vâkıdî, Ebu’l-Hasan Bekrî’nin eserleriden ya-
rarlanılarak yazılmış telif bir eserdir. İçinde manzum kısımlar da bulunan bu eserin Hz.
Muhammed’in doğumunu anlatan manzum mevlid bölümünden Süleyman Çelebi de fay-
dalanmıştır. Darîr, Fütuhu’ş-Şâm isimli eserini ise, Halep nâibi Emir Çolpan adına Arap
tarihçisi Vâkıdî’nin aynı isimli Arapça eserinden çevirmiştir. Eserde Suriye’nin Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethi anlatılmaktadır. Üç cilt olan
eserin içinde yer yer manzum parçalar da bulunmaktadır.
İbrahim bin Mustafa bin Alişîr’in 1332 tarihinde Hama’da yazdığı Nazmü’l-Hilâfiyyât
Tercümesi, dört büyük mezhebin ve onların imamlarının birbirinden farklı olan görüşleri-
nin anlatıldığı, fıkıh sahasındaki dinî eserlerden biridir. Kutbuddîn-i İznikî, Mukaddime-i
Kutbuddîn olarak da bilinen Râhatu’l-Kulûb’unda, ayetlerden ve hadislerden hareketle
“iman”, “namaz”, “zekat”, “oruç”, “hac” ve “umre” konuları hakkında bilgi vermiştir.
Muhammed bin Mustafa’nın Tebâreke Tefsîri ile İhlâs Sûresi Tefsîri; Sa’lebî’nin Aydı-
noğlu Mehmed Bey adına (sal. 1301-1333) Ârâyisü’l-Mecâlis adlı Arapça eserden çevir-
diği Kısas-ı Enbiyâ ile yine Aydınoğlu Mehmed Bey adına bilinmeyen bir yazar tarafın-
dan Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliyâ’sının çevirisi XIV. yüzyıl nesrinin önemli eserleri arasında
yer alırlar.
Hamzavî’nin (Ahmedî’nin kardeşi) Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza’nın kahra-
manlıklarını anlattığı Hamza-nâme de, bu yüzyılda yazılan dinî-destanî mahiyette men-
sur eserlerdendir. Hamzavî, ayrıca kardeşi Ahmedî’nin İskender-nâme’sini de mensur ola-
rak yazmıştır.
Seyyid Battâl Gazi ile Dânişmend Ahmed Gazi’nin kahramanlıkları etrafında meyda-
na getirilen Battâl-nâme ve Dânişmend-nâme, bu yüzyılda yazıya geçirilen önemli dinî,
destânî menkıbelerdir. XIII. yüzyılda Münşî İbn Alâ tarafından Selçuklu sultanı İzzed-
din Keykâvus b. Gıyaseddin’in emri ile yazılan Dânişmend-nâme, elde yoktur. XIV. yüz-
yılda Tokat dizdarı Arif Ali, I. Murad’ın emriyle yazdığı Dânişmend-nâme’de İbn Alâ’nın
eserinden söz eder. Dânişmend-nâme, XVI. asrın önemli şair ve yazarlarından olan Ge-
libolulu Âlî tarafından Mirkâtü’l-Cihâd adıyla yeniden düzenlenmiştir. Bu yüzyıl eserle-
rinden olan Dede Korkud Kitâbı, Oğuz Türklerinin XII-XIV. yüzyıllarda Doğu Anadolu’da
Trabzon Rumları, Abazalar ve Gürcülerle yaptıkları savaşları anlatan, bu kavimlerin kıs-
men İslâmiyeti kabul etmelerinde rol oynayan ve Oğuzların kendi aralarındaki mücade-
lelere de yer veren 12 destanî hikâyeden oluşan bir eserdir. Bu eserde yer alan Tepegöz ve
Deli Dumrul hikâyeleri ise, konuları bakımından destânî hikâyelerden ayrılırlar. Oğuzla-
rın Anadolu’yu Türkleştirmek ve Müslümanlığı yaymak için yaptıkları savaşların destan-
laştırıldığı bu hikâyelerde, Oğuzların eski destanları ile Anadolu’ya gelmeden önce Orta
56 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Asya’da yaptıkları savaşların izleri de görülür. XIV. yüzyılda son şeklini alan ve yazarı bi-
linmeyen Dede Korkud Hikâyeleri’nin en erken Osmanlıların Anadolu’da hakim oldukları
zamanlarda (XIV. yüzyılda) yazıya geçirilmiş olduğu kabul edilir. Hikâyelerin üslubu, dili-
nin düzgün oluşu ve hikâyeler arasındaki bağlantılar gibi hususlar, bu hikâyelerin sanatkâr
bir yazar tarafından yazıya geçirildiğini gösterir. Dede Korkud hikâyelerinin dili, Doğu
Anadolu Türkçesi ile Azerî Türkçesinin başlangıç döneminin özelliklerini taşır. Mensur
olan bu hikâyeler içinde manzum, yarı nazım yarı nesir olan kısımlar da vardır. Üslup
yönünden destândan hikâyeye geçiş özelliği gösteren bu hikâyelerin tek ve tam nüshası
Almanya’da Dresden kütüphanesinde bulunmaktadır. İlk defa Kilisli Rifat Bilge tarafın-
dan 1332’de eski harflerle yayımlanan Dede Korkud Hikâyeleri, daha sonra Muharrem Er-
gin (1963, 1964) ve O. Şaik Gökyay tarafından neşredilmiştir (1973).
XIV. yüzyılda, yukarıda belirtilen ahlakî, destânî ve dinî eserlerden başka tıpla ilgi-
li eserler de yazılmıştır. İbni Baytar’ın Kitâbü’l-Câmi‘i fi’l-Edviyetü’l-Müfrede adlı ese-
ri, bilinmeyen bir yazar tarafından Aydınoğlu Umur Bey (1340-1348) adına Müfredât-ı
İbni Baytar Tercümesi adıyla tercüme edilmiştir. Bu tercüme, Anadolu’da yazıldığı bili-
nen en eski Türkçe tıp kitabıdır. Bilinen ilk telif tıp kitabı ise, İshak bin Murad’ın 1390
yılında yazdığı Edviye-i Müfrede’dir. Bu yüzyılda yazılan diğer tıp kitapları ise, Ali bin
Abbâs el-Mecûsî’nin Kâmilü’s-Sınâtü’t-Tıbbiye adlı eserinin bir bölümünün tercümesi
olan Kâmilü’s-Sınâ’a ile Hacı Paşa lakabıyla meşhur olan Celâlüddin Hızır’ın daha önce
Arapça olarak yazdığı Şifâü’l-Eskâm ve Devâ’ü’l-Âlâm’ı özetleyerek Türkçeye çevirdiği
Müntahab-ı Şifâ’sıdır. Bu tıp kitapları, halk tarafından kolay anlaşılabilmeleri için sade bir
Türkçe ile yazılmışlardır.
2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 57
Özet
XIV. yüzyıl Batı (Anadolu) Türk edebiyatının önde XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan eserleri, özelliklerine
1 gelen şairlerini ve bunların eserlerini ayırt etmek. 2 göre sınıflandırmak.
XIII. yüzyılda yetişen ancak verimli dönemlerini XIV. XIV. yüzyılda Türkçenin önceki yüzyıla göre daha çok
yüzyılın başlarında geçiren Yunus Emre, Gülşehrî ve işlenip gelişmesine bağlı olarak şair ve yazar sayısı art-
Âşık Paşa’dan başka bu yüzyılın önde gelen diğer şa- mış, telif ve tercüme şeklinde manzum ve mensur çok
irleri Şeyyâd Hamza, Yûsuf-ı Meddâh, Elvan Çele- sayıda eser yazılmıştır. Manzum eserler: Bu yüzyıl-
bi, Hoca Mesud, Fahrî, Ahmedî, Şeyhoğlu Musta- da yazılan manzum eserler; divanlar, mesneviler ve
fa, Kadı Burhaneddin, Nesîmî ve Erzurumlu Musta- manzum sözlüklerdir. Divanlar: Yunus Emre, Kadı
fa Darîr’dir. Burhaneddin, Nesîmî, Ahmedî ve Kaygusuz Abdal
Bu şairlerin bilinen eserleri ise şunlardır: Şeyyâd Türkçe divanı olan şairlerdir. Nesîmî’nin ise Türkçe
Hamza’nın mesnevi nazım şekliyle yazdığı Yûsuf u Divanı’nın yanında Farsça Divanı da vardır. Mesnevi-
Zelîhâ, Dâstân-ı Sultân Mahmud, Ahvâl-i Kıyamet, ler: Bu dönemde daha çok dinî-destânî, dinî-tasavvufî,
Vefât-ı Hazreti Muhammed aleyhisselâm ile fark- menkıbevî didaktik mesneviler ve edebî yönü ön plan-
lı mecmualarda yer alan on altı şiiri vardır. Yûsuf-ı da olan macera ile karışık romantik aşk mesnevileri
Meddâh’ın Varka ve Gülşâh, Destân-ı İblis, Hikâyet-i yazılmıştır.
Kız ve Cühûd ile Kadı ve Uğru Destânı adlı mesne- Mensur Eserler: XIV. yüzyılda manzum eserlerin
vileri bulunmaktadır. Elvan Çelebi’nin ise sade- yanında, telif ve tercüme çok sayıda mensur eser de
ce Menâkıbü’l-Kudsiyye fî-Menâsibi’l-Ünsiyye isimli yazılmıştır. Bu eserler, mesnevilerde olduğu gibi daha
mesnevisi vardır. Hoca Mesud, Süheyl ü Nevbahâr çok Kur’an ve hadis çevirileri, çeşitli sûrelerin tefsirle-
(Kenzü’l-Bedâyi‘) ile Ferheng-nâme-i Sa‘dî isimli mes- ri, peygamber kıssaları, siyer, evliya hikâyeleri, dinî-
nevileri yazmıştır. Fahrî, Işk-nâme adını da verdiği destânî kahramanlık hikâyeleri ile öğüt verici hayvan
Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi ile Elvan Çelebi gibi yüzyı- hikâyelerinden meydana gelmektedir. XIV. yüzyılda
lın tek eseri olan bir şairidir. XIV. yüzyılın en çok eser yukarıda sözü edilen ahlakî, destânî ve dinî eserlerden
yazan şairlerinden biri olan Ahmedî’nin bilinen ve başka tıpla ilgili eserler de yazılmıştır.
elde bulunan eserleri Divan, İskender-nâme, Cemşîd
ü Hurşîd, Tervîhü’l-Ervâh, Bedâyî‘ü’ş-Şi‘r ve Mirkâtü’l- XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan mesnevileri konula-
Edeb’dir. Şeyhoğlu Mustafa’nın biri manzum üçü 3 rına göre sıralamak.
mensur olmak üzere dört eseri vardır. Bunlardan XIV. yüzyılda Anadolu’da gelişen Türk edebiyatında
Hurşîd-nâme manzum, Marzuban-nâme ve Kabus- mesnevilerin önceki yüzyıla göre sayılarının artma-
nâme tercümeleri ile Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l- sının yanında konuları da çeşitlenmiştir. Bu yüzyıl-
Ulemâ adlı eserleri mensurdur. XIV. yüzyılın ikinci da daha çok dinî-destânî, dinî-tasavvufî, menkıbevî
yarısında manzum ve mensur eserleri ile Türk kül- didaktik mesneviler ve edebî yönü ön planda olan
tür hayatında önemli yeri olan Erzurumlu Mustafa macera ile karışık romantik aşk mesnevileri yazıl-
Darîr’in Kıssa-i Yûsuf (=Yûsuf ve Zelîhâ) mesnevisi ile mıştır. Dinî-destânî ve dinî-tasavvufî özellikleri bu--
mensur olarak yazdığı Sîretü’n-Nebî, Fütûhu’ş-Şâm ve lunan mesneviler, halka özellikle ahlâk, fazilet, vefâ,
Yüz Hadis Tercümesi vardır. Darîr’in Sîretü’n-Nebî ile fedakârlık, yiğitlik gibi meziyetlerin anlatılması, bazı
Fütûhu’ş-Şâm adlı mensur eserlerinde yer yer man- dinî bilgilerin öğretilmesi ve dinî terbiye verilmesi
zum kısımlarda bulunmaktadır. amacıyla yazılmış didaktik eserlerdir.
Bu yüzyılda yazılan mesnevileri konularına göre şu
şekilde sınıflandırmak mümkündür:
1. Dinî-destanî veya gazavât türündeki mesneviler:
Kesikbaş Destânı, Güvercin Hikâyesi, Hz. Ali’nin cenk-
leri, İbrâhîm ve İsmâîl destânları, Ejderha Destânı,
Hatun Hikâyesi; Tursun Fakîh, Gazavât-ı Resûlullah
[Kıssa-i Mukaffa], Gazavât-ı Bahr-ı Umman ve San-
duk (Cumhur-nâme), Muhammed Hanefî Cengi, Hz.
Peygamber Ebû Cehil İle Güreş Tuttuğudur; İzzetoğ-
58 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdaki eserlerden hangisi Şeyyâd Hamza’ya aittir? 6. Ahmedî ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?
a. Varka ve Gülşâh a. Kaside şeklinde yazılan mersiyelerin öncüsüdür.
b. Hüsrev ü Şîrîn b. Çağdaşlarına göre en az kaside yazan şairdir.
c. Leylâ vü Mecnûn c. XIV. yüzyılın en çok eser yazan şairlerinden biridir.
d. İskender-nâme d. Türk edebiyatında Bursa için kaside yazan ikinci şairdir.
e. Yûsuf u Züleyhâ e. Şiirlerinde “ki”li cümleler kullanarak akıcılık sağla-
mıştır.
2. Varka ve Gülşâh’ı aşağıdaki şairlerden hangisi yazmıştır?
a. Yûsuf-ı Meddâh 7. Aşağıdaki eserlerden hangisi Ahmedî’ye ait değildir?
b. Şeyyâd Hamza a. İskender-nâme
c. Hoca Mesud b. Cemşîd ü Hurşîd
d. Harezmî c. Tervîhü’l-Ervâh
e. Elvan Çelebi d. Mirkâtü’l-Edeb
e. Kenzü’l-Küberâ
3. Menâkıbü’l-Kudsiyye ile ilgili aşağıdaki ifadelerden han-
gisi doğrudur? 8. Şeyhoğlu Mustafa ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
a. Âşık Paşa’nın eseridir. doğrudur?
b. Mensur bir eserdir. a. Hurşîd-nâme isimli eserini Yıldırım Bayezid’e sun-
c. Menâkıbü’l-Kudsiyye üzerinde ilk yayın Mertol Tu- muştur.
lum tarafından yapılmıştır. b. Türk kültür tarihi içinde ilk siyaset kitabı olan
d. Manzum bir menâkıpnâmedir. Kenzü’l-Küberâ’yı yazmıştır.
e. Mensur-manzum karışık bir eserdir. c. Marzuban-nâme’yi Arapçadan Türkçeye çevirmiştir.
d. Kabus-nâme, Farsçadan çevirdiği manzum bir eseridir.
4. Ferheng-nâme-i Sa‘dî aşağıdaki eserlerin hangisinden e. XIV. yüzyılda Divan’ı olan şairler arasında yer alır.
manzum olarak çevrilmiştir?
a. Bostân 9. Aşağıdaki eser ve yazar eşleştirmelerinden hangisi yan-
b. Gülistân lıştır?
c. Bahâristân a. Kelile ve Dimne – Kul Mesud
d. Hüsrev ü Şîrîn b. Kabus-nâme – Şeyhoğlu Mustafa
e. Risâle-i Mu’amma c. Mirsâdü’l-İbâd – Şeyhoğlu Mustafa
d. Kısas-ı Enbiyâ – Sa’lebî
5. Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ile ilgili aşağıdaki ifadelerden e. Vesîletü’n-Necât – Süleyman Çelebi
hangisi doğrudur?
a. Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn’inin Türkçe yapılan ilk ter- 10. Anadolu’da yazıldığı bilinen en eski Türkçe telif tıp
cümesidir. kitabının adı ve yazarı aşağıdakilerden hangisidir?
b. Vezni mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün’dür. a. Edviyetü’l-Müfrede – İbn Baytar
c. 5005 beyittir. b. Kâmilü’s-Sınâ’a – Ali bin Abbas el-Mecûsî
d. Giriş kısmı 300 beyittir. c. Müntahab-ı Şifâ – Hacı Paşa
e. Eserde Arapça, Farsça kelime kullanılmamıştır. d. Edviye-i Müfrede – İshak bin Murad
e. Şifâü’l-Eskâm ve Devâ‘ü’l-Âlâm – Celâlüddin Hızır
60 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Ak, C. (1987). Muhibbî Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Akalın, A. (1975). Ahmedî, Cemşîd ü Hurşîd, İnceleme- Mazıoğlu, H. “Türk Edebiyatı (Eski)”, Türk Asiklopedisi, C. 32.
Metin, Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları. Seyidov, M. (1970). “Göy, ag, gara renglerinin eski inamla
Akar, M. (1987). “Şeyyad Hamza Hakkında Yeni Bilgiler I-II”, elagası”, Haberler (Zapiski) SSR. Elmler kademiyasının
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Haberlerinden ayrıca nüsha (ayrı basım), Nu. 2.
Araştırmaları Dergisi, S. 2, İstanbul. Şemsedin Sâmi, (1316). Kamusu’l-A‘lâm, 6. cilt, İstanbul.
Akdoğan, Y. (1979). Ahmedî Dîvânı, İ.Ü.Türkiyat Enstitüsü Tarlan, A. N. (2006). Ahmet Paşa Divanı, İstanbul: MEB
Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul. Yayınları.
Akdoğan, Y. (1981). İskendernâme’den Seçmeler, Ankara: Tavukçu, O. K. (2005). “Şeyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Şiiri Münâsebetiyle”, Prof. Dr. Mustafa Canpolat Ar-
Akün, Ö. F. (1979). “Şeyhoğlu”, İslâm Ankiskopedisi, Cüz 6, mağanı, The International Association of Central
İstanbul. Asian Studies, Volume 10-1, Institute of Asian Cultu-
Ayan, H. (1990). Nesimî Divanı, Anakara: Akçağ Yayınları. re and Development.
Ayan, H. (1979). Şeyhoğlu Mustafa Hurşîd-nâme, Erzurum: Timurtaş, F. K. (1980). Şeyhî’nin Husrev ü Şirini, İstanbul:
Atatürk Üniversitesi Yayınları. Edebiyat Fakültesi Yayınları nr. 2670.
Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, İs- Tulum, M. (2000). Tarihî Metin Çalışmalarında Usul,
tanbul: Millî eğitim Basımevi. Menâkıbü’l-Kudsiyye Üzerinde Bir Deneme, İstanbul:
Buluç, S. (1968). “Şeyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Mesne- Deniz kitabevi.
visi”; Türkiyat Mecmuası, C. XV, İstanbul. Tursun Fakih (2007), Gazavât-ı Bahr-ı Ummân ve Sanduk
Buluç, S. (2007). “Şeyyâd Hamza’nın Beş Manzumesi”, Maka- (Cumhur-nâme), (Haz. Mehmet Gümüşkılıç) İstanbul.
leler, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Uzunçarşılı, İ. H. (1972). Osmanlı Tarihi I, İstanbul.
Câmi’ü’n-Nezâir, Bayezid Devlet Kitaplığı, nr. 5782. Ünver, İ. (1983). Ahmedî, İskender-nâme, İnceleme-
Darîr, Kitabu Sîretü’n-Nebî, İ. Ü. Ktp. T.Y. No 2384. Tıpkıbasım, Ankara: TDK Yayınları.
Darîr, Kitûbu Siretü’n-Nebî, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Varlık, M. Ç. (1974). Germiyanoğulları Tarihi (1340-1429),
Koğuşlar Nu. 993, 3.c. Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.
Darîr, Siretü’n-Nebi, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Ede- Yavuz, K. (2007). Gülşehri’nin Mantıku’t-Tayr’ı, Ankara:
biyatı Bölümü Seminer Kitaplığı, nu. 3022. Kırşehir Valiliği Yayınları: 12.
Dilçin, C. (1991). Mesud bin Ahmed Süheyl ü Nevbahar, Yavuz, K. (2007). “Mevlid’in Türkçe Kaynakları”, Mevlid
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Sempozyumu, Bursa.
Doğan, E. (2011). Şeyhoğlu Sadrüddin’in Kabus-nâme Ter- Yavuz, K. (1983). “Şeyhoğlu Mustafa’nın Türkçeye Hizme-
cümesi, İstanbul. ti ve Görüşleri”, Milletler Arası Türkoloji Kongresi, İs-
Elvan Çelebi, (1984). Menakıbü’l-Kudsiyye fî-Menâsibi’l- tanbul.
Ünsiyye (Haz. İsmail Erünsal-Ahmet Yaşar Ocak), İstan- Yavuz, K. (2009). “Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig”,
bul: İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları. İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
Ergin, M. (1980). Kadı Burhaneddin Divanı, İstanbul. C. 37, 2007, İstanbul.
Güneş, Ö. (2010). Fahrî’nin Husrev ü Şîrîn’i, Basılmamış Yavuz, K. (1991). Şeyhoğlu Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-
Doktora Tezi, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Ulemâ, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.
Karaağaç, G. (1997). Lütfi Divanı, Giriş-metin-dizin- Yavuz, K. -Erol Ülgen, (2008). XX. Esr Azerbaycan Edebiya-
tıpkıbasım, Ankara. tı Tarihi, Giriş Kısmı, İstanbul.
Karahan, L. (1994). Erzurumlu Darîr, Kıssa-i Yûsuf, Yûsuf Yavuz, K.-Yekta Saraç, (2003). Âşık Paşazade Osmanoğulla-
u Züleyhâ, Ankara: TDK Yayınları. rı’ nın Tarihi, İstanbul.
Kartal, A. (2003). “Sadi’nin Bostan’ı ile Hoca Mes’ud ‘un Yavuz, O. (2002). Kansu Gavri’nin Türkçe Divanı, Konya:
Ferhengnâme-i Sa’dî İsimli Mesnevîlerinin Mukayesesi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Ya-
Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Der- yınları: 2.
gisi, 3/2003. Yücel, Y. (1991). Anadolu Beylikleri ÜzerineAraştırmalar
Korkmaz, Z. (1973). Sadrüddin Şeyhoğlu, Marzubân-nâme II, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti, Ankara: Türk
Tercümesi, İnceleme-metin-sözlük-tıpkıbasım, Anka- Tarih Kurumu Yayınları.
ra: A.Ü.Basımevi.
Köktekin, K. (2007). Yusuf-ı Meddah, Varaka ve Gülşah,
3
XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
“Çağatay” ve “Çağatay Türkçesi” kavramlarını tanımlayabilecek,
Çağatay Türkçesinin tarihî gelişim sürecini açıklayabilecek,
XV. yüzyılda Çağatay Türkçesi ile eser veren şair ve yazarlar ile bunların eserle-
rini ayırt edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Çağatay • Gedâî
• Cengiz Han • Yakînî, Ok veYaynıŋ
• Çağatay Hanlığı Münâzarası
• Çağatay Türkçesi • Ahmedî, Sazlar Münâzarası
• Çağatay edebiyatı • Ali Şir Nevâî, Hazâ’inü’l-
• Çağatay edebiyatının dönemleri Me‘ânî, Farsça Divan, Hamse,
• Sekkâkî Mecâlisü’n-Nefâis, Risâle-i
• Mevlânâ Lütfî, Gül ü Nevrûz Mu’ammâ, Mîzânü’l-Evzân,
• Yûsuf Emîrî, Deh-nâme, Muhakemetü’l-Lugateyn,
Beng ü Çagır Çihil Hadîs, Nazmü’l-Cevâhir,
• Atâî Mahbûbu’l-Kulûb
• Haydar Tilbe, Mahzenü’l-Esrâr • Hüseyn-i Baykara, Divan,
• Seyyid Ahmed Mîrzâ, Ta’aşşuk- Risâle
nâme
İçindekiler
Çağatay Türkçesi, XIX. yüzyılın sonuna kadar Orta Asya Türk devletlerinde yazı dili,
edebî dil ve diplomasi dili olarak kullanılmıştır. Örneğin, Güney-batı Oğuz grubunun
doğu kanadında yer alan Türkmen sahasında XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkçesinin
Türkmenceye etkisinden değil hâkimiyetinden söz edilebilir. Şiirlerini gezip dolaştığı yer-
lerde halk dili ile söyleyen Türkmen halk şairi Mahdum Kulı’nın babası Molla Âzâdî de bir
şairdir ve Va‘z-ı Âzâdî başlığıyla aruz vezninde Çağatayca bir mesnevi yazmıştır. Yine Sam
Mirza Tezkiresi ve Sâdıkî’nin Çağatayca olan Mecma‘u’l-Havas tezkirelerinde XVI. yüzyıla
ait Türkmen şairlerinden bahsedilmekte ve şiirlerinden örnekler verilmektedir. Çağatay-
ca sadece Orta Asya Türk devletlerinde değil Osmanlı sahasında ve Avrupa Rusya’sında
Oğuz grubu dışında kalan müslüman Türkler tarafından da birçok şairin özendiği ve bu
dilde eser verdiği klâsik bir dildir.
Çağatay Türkçesi için XV. ve XVI. yüzyıllara kadar genellikle Türk tili, Türkî til, Türk
lafzı, Türk elfâzı, Türkçe, Türkçe til gibi terimler kullanılmıştır. Ali Şir Nevâî, eserlerin-
de özellikle Muhakemetü’l-Lugateyn’de Türkî ve Türkçe terimlerini kullanırken Mîzânu’l-
Evzân’da dikkat çeken şu açıklamaya yer verir: “‘Acem şu’ârâsı ve Fürs fukahâsı her kay-
sı uslûbda kim söz ‘arûsıŋa cilve ve nümâyiş birip irdiler, Türk tili bile ‘alem sürdüm ve
her niçük kâ‘idede kim ma‘nî ebkârıŋa zîb ü ârâyiş körgüzüp irdiler, Çagatay lafzı bile ra-
kam urdum” (Alî-Şîr Nevâyî. Mîzânu’l-Evzân, Hazırlayan: Kemal Eraslan, Türk Dil Kuru-
mu Yayınları No: 568, Ankara 1993, s. 11). Böylelikle Nevâî bu sözleriyle döneminin edebî
dili için Çağatay lafzı’nı da kullandığını göstermiştir.
XVII. yüzyılda Ebu’l-Gâzî Bahadır Han ise Şecere-i Türk adlı eserini Türk diliyle yaz-
dığını ve Çağatay Türkçesinden bir kelime bile almadığını şu şekilde ifade etmiştir: “Bu
târîhni yahşı yaman barçaları bilsün tip Türkî tili birlen aytdım, Türkîni hem andak aytıp
men kim biş yaşar oglan tüşünür. Bir kelime Çagatay Türkîsindin ve Fârsîdin ve ‘Arabîdin
koşmay men, rûşen bolsun tip.” (Demizon, 1871: 37).
XVIII. yüzyılda ise Mîrzâ Mehdî Han, Senglah adlı sözlüğünde hem lugat-i Türk hem
de lugat-i Çagatay terimlerini kullanmıştır.
Nevâî’nin çağdaşı ve daha sonraki bazı yazarlar ise klâsik şeklini Nevâî ile bulan bu dile
lugat-i Nevâî demişler ve onun eserlerini anlamak amacı ile yazdıkları sözlüklere bu adı
vermekten sakınmamışlardır (Eren, 1950: 145-163).
Türkoloji araştırmalarında “Çağatayca” terimi, XIX. yüzyılın ortalarında ilk defa
Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. E. Bérézin, Çağataycayı en eski Türk lehçesi ola-
rak kabul ederken, A. Vámbéry, Čagataische Sprachstudien (Leibzig, 1867) adlı çalışma-
sında Çağataycayı sadece belli dönemler içinde yer alan tarihî bir yazı dili olarak ele al-
mamış, batı ve doğu Türkistan’daki eski ve yeni yazı dillerini özellikle Özbekçeyi de içi-
ne alan bir yazı dili olarak değerlendirmiştir. Bu görüşün bazı batılı türkologlar yanında
Türk sözlükçüsü Şeyh Süleyman Efendi tarafından da kabul gördüğü eserinin girişinde-
ki şu açıklamadan anlaşılmaktadır: “Mâveraünnehr’de Özbek, Türkmen, Kazak, Mogol,
Kırgız, Kıpçak ve Kalmak gibi Çagatay lisânıyla mütekellim olan bi’l-cümle ahâli beynin-
de müsta‘mel bir çok durûb-ı emsâli dakı teksîren li’l-fâ‘ide ‘ilâve eyledim.”. Bunun yanın-
da E. M. Quatremère, Pavet de Courteille ve Th. Zenker çalışmalarında “Doğu Türkçesi”
(türk-oriental, osttürkisch) terimlerini kullanmışlardır.
“Doğu Türkçesi” ve “Çağatayca” terimleri Radloff ve Korş tarafından farklı anlamlar-
da kullanılmıştır. Radloff ve Korş yapmış oldukları tasnif denemelerinde, Çağataycayı Eski
Uygurcanın devamı olarak göstermiş, Doğu Türkçesi terimi ile -farklı sahalar olmak üze-
re- bugünkü Türk dillerine işaret etmişlerdir. Ayrıca Radloff, Çağataycayı canlı dille ilgisi
olmayan yapay bir yazı dili şeklinde nitelendirmiştir. Borokov ise bu görüşe karşı çıkarak
Çağataycanın her şeyden önce dinî-apokrif edebiyat ile ve Moğol saray kâtipleri vasıtasıy-
la gelişen Eski Uygur dilinin devamı olamayacağını ileri sürmüştür.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 65
Çağatayca da dahil olmak üzere Sovyet dönemi dil politikalarının etkisi ile X. yüzyıldan
XVIII. yüzyıla kadar yer alan yazı dillerine verilen başka bir terim de “Eski Özbekçe”dir.
Bu terimi kullanan Şçerbak, “Eski Özbekçe”yi üç döneme ayırmış; ilk döneme (X-XIII.
yüzyıllar) batı Türkçesi (Kıpçak) ve güney Türkçesi ögelerinin girdiği dili, ikinci döneme
(XIV-XVII. yüzyıllar) yapay bir yazı dili diye nitelendirdiği Çağataycayı ve üçüncü döne-
me de (XVII-XVIII. yüzyıllar) yerel ögelerin karışmasından oluşan dili almıştır.
A. Caferoğlu, Çağataycanın Köktürk ve Uygur Türkçesi ile müşterek Orta Asya Türk-
çesinin kaynaşmasıyla ortaya çıkan bir edebî bir dil olduğunu belirtmiştir.
XV-XVI. yüzyıllarda Çağatay Türkçesi için kullanılan terimleri belirtip “Çağatayca” terimi-
nin ortaya çıkışı hakkında kısa bilgi veriniz. 1
Elinizdeki bu kitap, XV. yüzyıl sonuna kadarki dönemi içerdiğinden burada sadece
Nevâî ve Baykara’ya kadarki dönemin edebî şahsiyetlerine yer verilmiştir.
Klâsik sonrası devir (XVI. yüzyılın ilk yarısından XIX. yüzyılın sonuna kadar):
Orta Asya’nın çeşitli adlar altında süren 250 yıllık siyasî birliği XVI. yüzyılın sonların-
da Şeybânî hükümdarı Abdullah Han’ın ölümü ile sona ermiş ve Şeybânî Hanlığı Hive,
Hokand ve Buhara Hanlıkları olmak üzere üçe bölünmüştür. Bu hanlıklar arasındaki iç
savaşlar kültür hayatında da etkisini göstermiş, güçlü şair ve yazarların yetişmemesi sebe-
biyle Çağatay edebiyatı gerilemeye başlamış ve zamanla yerini Özbek diline bırakmıştır.
Bu dönemin başlıca temsilcileri Ebu’l-Gâzî Bahadır Han, Mûnis Harezmî, Âgehî, Kâmil,
İvaz Otar, Ömer Han ile oğlu Muhammed Alî Han, Cihân Hatun ve Muhammed Şerif ’tir.
Sekkâkî
Çağatay şiirinin kurucularından sayılan, kasidelerinden XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV.
yüzyılın ilk yarısında yaşadığı anlaşılan Sekkâkî hakkında en önemli bilgiyi veren Nevâî
olmuştur. Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis adlı şairler tezkiresine göre, Sekkâkî, Maveraünne-
hirlidir ve Timurluların Uluğ Bey zamanında büyük bir şöhrete ulaşmış, hatta saray şairli-
ğine kadar yükselmiştir. Nevâî, Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde, onun Mevlânâ Lütfî
kadar büyük bir şair olmadığı görüşündedir.
Sekkâkî’nin British Museum Add. 2079 ve Taşkent Kol Yazmaları nr. 7685’de nüshala-
rı bulunan Divan’ı eksiktir. Bu nüshalardan British Museum’daki nüsha daha tam ve eski-
dir. Bundan başka çeşitli yazmalarda bazı beyitleri tespit edilmiştir. Ayasofya Kütüphanesi
Hassan, Hz. Muhammed’e nr. 4757 kayıtlı bir mecmuanın 165-167. sayfaları arasında Sekkâkî ve Lütfî’nin hem Uy-
yazdığı övgü dolu şiirlerle tanınan
Arap şairidir. gur hem de Arap harfleriyle yazılmış gazelleri bulunmuştur.
Sekkâkî’nin şiirleri, 1963’te Janos Eckmann’ın “Çağatay Dili Örnekleri. Sekkâkî diva-
nından parçalar” (Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi XII, 1963, s.157-174) ile 1999’da Kemal
Eraslan’ın Mevlânâ Sekkâkî Divanı (TDK Yayınları: 720, Ankara) adlı çalışmalarında iş-
lenmiştir. Ayrıca Divan’ı, Sakkakiy, Tanlangan asarlar adında Taşkent 1958 yılında kril
harfleriyle de basılmıştır.
Òalk itti ÒÀliḳ òulḳuŋuz òalúın Muóammed òulúı tig Allah huyunuzu Hz. Muhammed’in huyu gibi yarattı.
Ol òulú vaãfın ayàalı SekkÀkì hem Óassan irür O huyun vasıflarını söylemek için Sekkâkî de Hassan
gibi oldu.
ŞÀhÀ bu yay u yaz u küz úış resmi dünyÀda bolup Ey şah, bu yaz, ilkbahar, sonbahar, kış mevsimi dünyada var
Ot birle yil topraú birle su èunãurı insÀn irür olup; ateş ile rüzgar, toprak ile su unsuru insam oluşturur.
CÀvid bolġıl dünyÀda köŋlüŋ tilegeni bile Gönlünün dilediği ile dünyada ebedî ol.
TÀ kiçe kündüz hafta ay yılġa óisÀb ÀsÀn durur Çünkü gece gündüz, hafta, ay, yıla hesap kolaydır.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 67
Mevlânâ Lütfî
Mevlânâ Lütfî ismi, Ali Şir Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis, Nesâyimü’l-Mahabbe,
Muhakemetü’l-Lugateyn, Hâlât-ı Pehlevân Muhammed, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big adlı
eserlerinde ve divanlarının önsözü olan Hutbe-i Devânîn’de geçmektedir. Bu eserlerde “bu
kavmin üstadı ve söz melikidir” ifadesiyle övülen Lütfî’nin sanatı ve döneminin edebî ge-
leneği içindeki yeri hakkında epeyce bilgi bulunsa da hayatı hakkında yeterli bilgiye sa-
hip değiliz. Doğum yılı ve yeri belli olmayan Lütfî’nin ölüm yılı da 1482 veya 1492 olarak
gösterilmektedir.
1414’e kadar Şiraz’da hüküm süren İskender Mîrzâ adına Farsçadan Türkçeye tercüme
ettiği Gül ü Nevrûz adlı mesnevisi ile Divan’ı Lütfî’nin Çağatay dilini ustalıkla kullanan
büyük bir şair olduğunu gösterir. Lütfî, eserlerinde çağdaşlarının ve kendisinden sonraki-
lerin dilinden daha az yabancı unsurlara yer vermiştir.
Lütfî, gazel ve tuyuğ tarzında asıl başarısını gösterdiği gibi, Gül ü Nevrûz mesnevisi ve
yazdığı kasidelerinde de dil ve üslup yanında nazım tekniği bakımından da başarılıdır.
Yukarıda söylediğimiz üzere, Lütfî’nin bugüne kadar bilinen iki eseri Divan’ı ve Gül ü
Nevrûz adlı mesnevisidir.
Yurt içinde ve dışında en az 20 nüshası bulunan Lütfî Divanı, Günay Karaağaç tarafından
yayımlanmıştır (Lütfi Divanı, Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım, TDK Yayınları: 687, Ankara 1997).
Lütfî’nin yaklaşık 2400 beyitlik Gül ü Nevrûz mesnevisi, Celâleddin Tabîb tarafından
1333 yılında Farsça yazılmış hikâyenin tercümesidir. 1411 yılında tercüme edilen eserin
bugün 9 nüshası bilinmektedir.
Çü nevrūz boldı nevrūz içre fìrūz Nevruz olduğu zaman nevruz içinde mutlulukla
Atadı oġlınıŋ atını Nevrūz oğlunun adını Nevruz koydu.
Ayrıca kaynaklarda bu iki eserin dışında Lütfî’nin olduğu anılan eser adları da mev-
cuttur. Nevâî, Şerâfeddin Alî Yezdî’nin Zafer-nâme adlı tarihini Türkçeye tercüme ettiğini
söylese de böyle bir tercüme henüz ele geçmemiştir. Farsça şiirler de yazan Lütfî’nin şua-
ra tezkirelerinde ve yazma mecmualarda zikr edilen Farsça Divanı da bugün elde değildir.
CÀdūlıúdın her dem ol otluú közüŋ cÀn köydürür O ateşli gözün her an cadılıkla can yakar.
NÀr miŋizlig ikki irniŋ laèl u mercÀn köydürür Nar gibi iki dudağın lal ve mercan yakar.
Burúaè alġanda yüziŋni şemè körmiş tün kiçe Dün gece mum örtümü açınca yüzünü görmüş.
Ol sebeb baştın ayaúúa rişte-i cÀn köydürür O sebeple baştan ayağa can ipliğini yakar.
Kün miŋizlig yüzüŋe özin derìçeŋdin salıp Güneş gibi yüzüne kendini pencerenden salınca,
Sìne óasret dÀġı birle mÀh-ı tÀbÀn köydürür göğüs hasretin dağlaması ile parlak ayı yakar.
Her nefes kökke yiter baġrım kebÀbındın tütün Her nefes göğe bağrımın kebap oluşundan duman
Niteyin cÀnımnı her dem Àh-ı sūzÀn köydürür yükselir. Ne yapayım canımı her an yakıcı ah yakmaktadır.
Lüùfìniŋ kögsin hedef úılsa oúuŋ bir sehmi bar Lütfî’nin göğsünü hedef yaparsa okun korkusu var.
Kim anıŋ baġrı otı elbette peykÀn köydürür Çünkü onun bağrının ateşi muhakkak peykanı yakar.
Yûsuf Emîrî
Hayatı hakkında fazlaca bilgi sahibi olmadığımız Yûsuf Emîrî, XV. yüzyılın ilk yarısın-
da yaşayan Şahrûh’un oğlu Baysungur’un nedimlerindendir. Nevâî, Emîrî’yi Mecâlisü’n-
Nefâis’inde Türk şairlerinden göstermekle birlikte onun pek şöhret kazanmadığını, 1433
yılında Herat’ta vefat ettiğini, kabrinin Bedehşan yakınlarında olduğunu bildirmiştir.
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi T.Y. nr. 2850’de kayıtlı olan, baş tarafında Fuzûlî
Divanı’nın bulunduğu yazmanın 163b-283b yaprakları arasında Emîrî’nin Türkçe ve Fars-
ça şiirlerinin yer aldığı Divan’ı vardır. Ayrıca Divan’ın diğer bir nüshası, aynı kütüphane-
nin 5452’de kayıtlı bir mecmuanın 353b-405b yaprakları arasındadır. Emîrî’nin Farsça şi-
irlerinde döneminin mutasavvıf şairlerinden Şeyh Kemâl-i Hocendî’yi taklit ettiğini Fuad
Köprülü, İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Çağatayca” maddesinde belirtmiştir.
èÁşıú min èışú otıda baġrım kebÀbdur Âşığım, aşk ateşinde bağrım kebaptır.
Bir laóôa körmesem anı óÀlim òarÀbdur Onu bir an görmezsem hâlim haraptır.
Ayrılsa yÀr mindin öler min firÀúıda Sevdiğim benden ayrılırsa ben ayrılığında ölürüm.
CÀnım ġamıda teşne vü úanım şarÀbdur Canım gamında susamış ve kanım şaraptır.
èIşú otı tüşti cÀnıma hergiz èilÀcı yoú Canıma aşk ateşi düştü asla ilacı yok.
ÓÀlimġa raóm eyleseŋiz åevÀbdur Hâlime acırsanız sevap kazanırsınız.
Òaùùıŋ melūlı min leb-i laèliŋ firÀúıda Lal dudağının ayrılığında yüzündeki ayva tüylerinin şaşkınıyım.
Her kimge ġam yoluúsa èilÀcı şarÀbdur Her kime gam düşerse onun ilacı şaraptır.
Baġrım izildi köydi tenim kitti ùaúÀtım Bağrım ezildi, tenim yandı, güçüm-kuvvetim kesildi.
Bì-çÀre òasta cÀnıma andaú èaõÀbdur Zavallı hasta canıma işte öylesine azap olmaktadır.
Nevmìd eylemeŋ meni ey yÀr vaãldın Ey yar, beni kavuşmadan umutsuz kılma.
Kūyuŋda gerdenimge körer sen tınÀbdur Senin bulunduğun mahalde gerdanıma dolanan urgandır, görüyorsun.
Bìhude il sözige kirip kavlama meni Beyhude el sözüne kapılıp beni kovalama.
Bu cÀn-sipÀrım işikiŋizde bÀbdur Bu feda ettiğim can eşiğinizde kapıdır.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 69
èÁúilġa bir işÀret irür úıããa muòtasar Akıllı kişi için bir kıssa bir işarettir.
Fehm eylegen kişige bu söz kitÀbdur Düşünen kişi için bu söz kitaptır.
Niçün úaşıga baġlamayın köŋlümi Emìr Ey Emir, niçin gönlümü onun kaşına bağlamayayım.
Bu beyt hüsn defteridin intihÀbdur Bu beyit, güzellik defterinden seçilmiştir.
Yûsuf Emîrî’nin Divan’ından başka Deh-nâme adlı mesnevisi ve Beng ü Çagır adlı mü-
nazarası bulunmaktadır.
Türk edebiyatında afyon ve şarap başlı başına bir konu olarak alınmış ve işlenmiştir.
Bu konuyu ele alan şairlerin ilki Yûsuf Emîrî’dir. Eserin adındaki beng ‘afyon, esrar’ ve ça-
gır ‘şarap’ anlamlarına gelir. Şiir ve düz yazı ile karışık olarak münazara şeklinde yazılan
Beng ü Çagır’ın Baysungur Mîrzâ’ya sunulduğu dolaylı olarak eserde anlatılmıştır. Alego-
rik bir tarzda yazılan eserde “beng” yeşiller giymiş yaşlı bir derviş, “şarap” ise renginin kır-
mızı olması dolayısıyla, kırmızı giysiler içerisindeki heyecanlı bir genç olarak tanıtılmış-
tır. Bilinen tek nüshasının Londra British Museum Add. 7914 (yaprak 329b-337b) numa-
rada kayıtlı olduğu bu münazara üzerine Gönül Alpay Tekin’in Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı-Belleten 1972 (s. 103-125)’de “Yusuf Emirî’nin Beng ü Çaġır Adlı Münazarası” baş-
lığını taşıyan çalışması vardır.
Deh-nâme (On Mektup) adlı eser ise âşık ile maşuk arasındaki mektuplaşmalardan
oluşan mesnevi türü bir eserdir. Bu mesnevilerde tevhid, na’t, sebeb-i te’lif (=eserin yazılış
sebebi) ve dönemin padişahına övgü bölümlerinden sonra başlayan genellikle beşi âşıktan
sevgiliye beşi de sevgiliden âşığa gönderilmiş gazellerle süslü on manzum mektup ve ha-
time bölümü bulunur. Türk edebiyatındaki deh-nâmelere örnek olarak Yûsuf Emîrî ve
Şah İsmail’in Deh-nâme adlı eserlerini ayrıca Harezmî’nin Muhabbet-nâme, Hocendi’nin
Letâfet-nâme, Ahmet Mîrzâ’nın Ta‘aşşuk-nâme adlı eserlerini verebiliriz. Emîrî’nin 906 be-
yit tutan bu mesnevisi, 1429 yılında yazılmış ve Baysungur Mîrzâ’ya ithaf edilmiştir. Ese-
rin birisi Uygur diğeri Arap harfli olmak üzere iki nüshası bilinmektedir. Arap harfli nüsha
1429 yılında istinsah edilmiştir. Londra British Museum Add. 7914 (yaprak 228b-272a)’te
kayıtlı olan bu nüshanın transkripsiyonlu metni Ümran Somer tarafından mezuniyet tezi
olarak hazırlanmıştır (Yusuf Emirî. Deh-nâme, İstanbul 1969, İstanbul Üniversitesi Ede-
biyat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No:873). Uygur harfli nüsha ise meş-
hur hattat Zeynü’l-‘Abidîn tarafından istinsah edilmiştir. Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Ha-
zine 2172 (57b-58a)’da korunan söz konusu nüsha, Deh-nâme’nin “tevhid” bölümü olan
23 beytini ihtiva etmekte olup R. R. Arat tarafından “Bir Yazı Numûnesi Münasebeti İle”
başlığıyla Fuad Köprülü Armağanı (İstanbul 1953, s.17-29)’nda yayımlanmıştır.
Atâî
Yesevî dervişlerinden İsmail Ata’nın torunlarından olan Atâî’nin hayatı hakkında yeterli
bilgiye sahip değiliz. Ali Şir Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis’inde Atâî’nin adı şu şekilde geç-
mektedir: “Mevlânâ Atayî Belh’de bolur erdi. ‘İsma’il Ata ferzendlerindendir. Dervîş-veş ve
hoş-hulk, münbasit kişi erdi. Türkî-gûy erdi. Öz zamânıda şiiri Etrâk arasıda köp şöhret
tuttı. … Kabri Belh nahâvisidedür.”
XVI. yüzyılda istinsah edilmiş olan Atâî Divanı’nın bugüne kadar bilinen tek nüsha-
sı St. Petersburg Şarkiyat Enstitüsü’nde kayıtlıdır. Bu nüshada 260 gazeli vardır. A. N. Sa-
moyloviç 1927 yılında bu nüshayı tanıtarak 17 gazelini ilk olarak yayımlamıştır. A. Fıtrat
ise bu 17 gazelin 15’ini 1928 ve 1945’te tekrar yayımlamıştır. Son olarak Ergeş Rüstemov,
Atayî, Tanlangan Eserler adlı çalışmayı hazırlamıştır (Taşkent, 1960).
70 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Haydar Tilbe
Timur’un torunlarından İskender Mîrzâ döneminde yani XIV. yüzyılın sonları ile XV.
yüzyılın ilk yarısında yaşamış ve Türkçe yazmış Çağatay şairlerindendir. Semerkandlı
Devletşah’ın Tezkiretü’ş-Şu‘ârâ adlı eserinde şair hakkında şu bilgi verilmiştir: “Fâzıllar ve
şâ‘irlerden Mevlânâ Haydar’ın Türk ve Fars dilinde güzel ve derin mazmunlu şiirleri var-
dır. Şeyh Nizâmî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ına Türkçe cevap yazmış, Emîrzâde İskender adına
adamıştır.” Mecâlisü’n-Nefâis’te ise Haydar Tilbe için “Türkî-gûy” lakabıyla Türkçe yazdı-
ğı bildirilmektedir.
Genceli Nizâmî’nin Mahzenü’l-Esrâr (=Sırlar Hazinesi) adlı mesnevisinden esinlene-
rek kaleme aldığı aynı vezin ve aynı isimdeki eseri 615 beyitten ibarettir. Özbek bilim ada-
mı Hadi Zarif, eseri 1959 yılında yayımlayıp eserin 1409-1414 yılları arasında yazıldığı-
nı söylemiştir. Hadi Zarif, eserin 1508’de Herat’ta yazılmış nüshasının British Museum’da
bulunduğunu da belirtmiştir (1959: I/195-211). Bugüne kadar eserin nerede olduğu bilin-
meyen ikinci nüshasının tam metni 1858 yılında Kazan’da basılmıştır. Eser üzerinde Öz-
bekistan ve Kazan’da çeşitli yayınlar yapılmış olmakla birlikte son çalışma, 2008 yılında
Türkiye’de Avni Gözütok tarafından hazırlanmıştır.
Mahzenü’l-Esrâr’dan
Söz Ta‘rîfide
Emr çü úaùè itti èadem menzili Emir yokluk menzilini aşınca,
Sözge raúam urdı úalemniŋ tili kalemin dili söze başladı.
Söz güherin bilgüçi ãarrÀf-ı rÀz Söz cevherini bilen sır sarrafı,
Boldı cihÀn mülkiŋe manãūbe-bÀz cihan mülküne (yer yüzüne) oyunlara başladı.
Cilve úılıp söz yataúı içre õevú Zevk söz yatağı içinde cilve kılınca
Şevú ü ùaleb boynı ara saldı ùavú şevk ve istek boynuna gerdanlık astı.
èİlm maóal taptı vü úıldı ôuhūr İlim yer buldu ve ortaya çıktı.
Şuèle urup pertevnige saldı nūr Alevlenerek parlaklığına ışık saçtı.
Acunda tâ anıŋ tig şâh bolġay Dünyada onun gibi şah olunca
Du‘â-gū ibn-i Mirânşâh bolġay Mirânşâh’ın oğlu duacı olacak
Şâhrûh zamanında Horasan valiliği yapmış olan Seyyid Ahmed, 1436 yılında yazıp
Şâhrûh Mîrzâ’ya sunduğu Ta‘aşşuk-nâme adlı mesnevisi ile tanınmıştır. Eser, Hocendî’nin
Letâfet-nâme’si tarzında yazılmış olup her mesnevide olması gereken münacat, na’t, dö-
nem padişahının medhi ve sebeb-i te’lif bölümlerinden sonra gelen on aşk mektubun-
dan ibarettir. Her mektubun sonunda bir gazel ve “sözün hülasası” başlıklı bölüm yer alır.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 71
Eserde şair, “Seydî” mahlasını kullanmıştır. 321 beyit tutan mesnevinin bugüne kadar
Arap harfli iki nüshası bilinmektedir (Londra, British Museum Add. 7914 (y. 273a-289b)
ve Eleazar Birnbaum nüshası).
1973 yılında A. M. Sçerbak’ın tıpkıbasımıyla birlikte yayınından başka eserden par-
çalar ve Seyyid Ahmed hakkında edebiyat tarihi ve antolojilerde çeşitli yazılar yer alsa da
eser üzerinde Türkiye’de yapılan ilk müstakil çalışma lisans mezuniyet tezidir: Sezer Öz-
koçer, Seyyid Ahmed Mirza. Ta‘aşşuk-nâme, İstanbul 1968, İstanbul Üniversitesi Edebi-
yat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No:871. Kazım Köktekin (2000) ve Ayşe
Gül Sertkaya’nın da metnin nüshaları üzerinde yapılmış iki farklı çalışması vardır (2002).
Ta‘aşşuk-nâme’den
Söznüŋ Hülâsası
Kil iy sÀkì kitürgil bÀde vü cÀm Ey içki sunan, gel, şarap ve kadehi getir.
İçeli mey be-yÀd-ı Aómed ü Cem Ahmet ve Cem’i yad etmek için içelim.
Meyì kim rūó andın mest bolġay Ruhun ondan mest olacağı bir şarap,
Maóabbet kūyıda ser-mest bolġay Sevgi muhitinde kendisinden geçecek.
Bilür sin kim cihÀnnıŋ yoú beúÀsı Cihanın sonunun olmadığını bilirsin.
BeúÀsı yoú cihÀnġa ni baúası Bekası olmayan cihana niçin değer verelim.
Taòammül yaòşı iştür pìşe úılmaú Tahammül iyi iştir, alışkanlık haline getirmek,
Taóayyül birle hem endìşe úılmaú Hayal ederek düşünmek de güzeldir.
Gedâî
Asıl adı, doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Gedâî hakkında sadece Nevâî’nin kitapla-
rında bilgi vardır. Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis’in üçüncü meclisinde Gedâî için şunları söy-
lemektedir: “Mevlânâ Gedâî, Türkî-gūy (Türkçe söyleyen)’dur, tanınmışlardandır. Babur
Mîrzâ zamânında şiiri şöhret kazandı, bir tarzda söyler ve onun meşhur matlalarından bi-
risi şudur:
Âh kim dîvâne köŋlüm mübtelâ boldı yana
Bu köŋülnüŋ ilgidin cânġa belâ boldı yana
(Ah! Deli gönlüm yine sevgiliye tutuldu; can bu gönül ülkesinden yine belâya uğradı.)
Mevlânâ yaşı doksanı geçmiştir.” Mecâlisü’n-Nefâis’te Gedâî’nin yaşı ile ilgili olarak ve-
rilen bu bilgi, J. Eckmann tarafından değerlendirilmiş ve eserin 1494’te yazıldığı dikkate
alınarak 1404-1405 yıllarında doğmuş olabileceği ileri sürülmüştür.
Gedâî, Sultan Babur döneminde şöhret kazanmış, Babur’dan sonra tahta çıkmasını
arzu ettiği Şâhrûh’un torunu Hüseyin Sultan’a atfen bir kaside yazmıştır. Şiirlerinde “Gedâ”
ve “Gedâî” mahlaslarını kullanan şairin bilinen tek eseri Divan’ıdır. Paris Bibliótheque Na-
tionale Suppl. Turc. 981’de kayıtlı yazmada Divan’ının bilinen tek nüshası üzerinde Janos
Eckmann çalışmıştır (1971).
72 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Gedâî Divanı’ndan
Ey miniŋ óaúúımda yüz türlüg cefÀ úılġan köŋül Ey benim hakkımda yüz türlü cefa kılan gönül
Òasta cÀnımnı giriftÀr-ı belÀ úılġan köŋül Hasta canımı belaya salan gönül
Cümle-i õerrÀtdın kiçken kişini küç bile Zerrelerin tümünden geçen kişiyi zorla
Bir cefÀçınıŋ ilige mübtelÀ úılġan köŋül Bir zulmedenin eline düşüren gönül
Bì-vefÀlar dik olup bìgÀne vü min òastanı Vefasızlar gibi ilgisiz olup ve ben hastayı
Mihnet ü ġam birle mundaú ÀşnÀ úılġan köŋül Sıkıntı ve kederle böyle aşina eden gönül
Derd ü óasret birle hicrÀn otına salıp mini Derd ve hasretle beni ayrılık ateşine atarak
èİşret ü èìş ü tena“umdın cüdÀ úılġan köŋül Yiyip içme ve nimetlerden ayrı bırakan gönül
Min GedÀ kim min daġı ol şÀh-ı hūbÀn èışúı kim Ben Gedâ, ben bile o güzellerin sultanının aşkı için
Ey miniŋ óaúúımda yüz türlüg cefÀ úılġan köŋül Ey benim hakkımda yüz türlü cefa kılan gönül
Yakînî
Döneminde arisrokrat zümre arasında önemli olan okçuluğa ait nesir tarzında yazdığı Ok
ve Yaynıŋ Münâzarası adlı eseri ile tanınmıştır. Bu münazara eseri, Türk edebiyatında gü-
zel ve süslü nesre örnek gösterilecek tarzdadır.
Yakînî’nin hayatıyla ilgili yeterli bilgiye sahip değiliz. Mecâlisü’n-Nefâis’in ikinci mec-
lisinde Yakînî mahlaslı şair için şu şekilde bir açıklama vardır: “Mevlânâ Yakînî az konu-
şan, rindâne bir kişiydi. Türkçe ve Farsça şiir söylerdi. Türkçesinden bu matlaını çok öv-
gülerle okur idi ki;
Son zamanlarında edep dışı sözlerinden tövbe edip tarîkî yola geçti. Kabri dere-i
Dübaranda’dır.”
Kemal Eraslan’ın Fuad Köprülü’ye dayanarak verdiği bilgiye göre Yakînî, Heratlı’dır.
Ok ve Yaynıŋ Münâzarası adlı eserin bilinen tek nüshası, XVI. yüzyıl başlarında is-
tinsah edilmiş olup British Museum Add. 7914 (y. 314a-321a)’te kayıtlıdır. Arap harfle-
riyle metin ve metnin İngilizce tercümesi Fahir İz tarafından 1962’de yayımlanmıştır:
“Yakini’s Contest of the Arrow and the Bow”, Németh Armağanı, Ankara 1962, s. 267-287.
Yakînî’nin bu eseri, 1959 yılında yayımlanan Özbek Edebiyatı adlı dört ciltlik eserin birin-
ci cildinde Ergeş Rüstemov tarafından verilmiştir.
Münâzara’nıŋ İbtidâsı’ndan
Bir kün bir niçe ãÀóib-ùarîú ehli, úabøa atımçı bahÀdır yigitler ya dig meclis esbÀbın
úurup ve oú tig maófilni tüzüp, bir gÿşede geştge çıúıp irdiler. NÀgÀh TürkistÀn ùarafındın bir
igni bükülgen úarı birlen bir serv boyluġ yigit yitiştiler. Úarıàa èizzet yolındın oŋ úol sarı, yi-
gitge sol úol sarı yurt birdiler.
Bir gün birçok yol sahibi, nişancı ve cesur gençler, yay gibi meclis hazırlığını yapıp ve
ok gibi oturacak yerleri düzene sokarak bir köşede eğlenceye başlamışlardı. Ansızın Tür-
kistan tarafından omzu bükülmüş bir ihtiyar ile selvi boylu bir genç geldiler. Yaşlıya hür-
meten sağ kolda, gence sol kolda yer verdiler.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 73
Ahmedî
Sazlar Münâzarası adlı eseri ile tanınan Ahmedî hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Eserin-
den bazı bilgiler edinilse de bunlar içerisinde en sağlamı, eserin üslubundan anlaşılacağı üze-
re Ahmedî’nin klâsik Çağatay öncesi şairlerinden oluşudur. Ayrıca eserinden Ahmedî’nin
değerli bir şair olduğu ve sağlam bir mûsikî kültürüne sahip bulunduğu anlaşılmaktadır.
Eser, nesir olarak yazılmış kısa mukaddimeden sonra gelen 130 beyitten oluşan küçük bir
mesnevidir. Mesnevinin konusu, meyhanede bulunan sekiz telli sazın yani tanbur, ud, çeng,
kopuz, yaturgan, rebab, kungura gibi çalgıların birbiriyle tartışmaları ve her birinin kendisi-
ni üstün görüp benlik davası gütmesidir. Onların arasındaki bu münazara yani çekişme in-
sanlar arasındaki çekişmelere benzer. Meyhanenin piri, bu münazarayı sona erdirmeyi tav-
siye eder ve sazların hepsini azarlar. Sembolik özellik taşıyan Sazlar Münâzarası adlı eserde
benlik davası güden sazlar, doğru yolu bulamamış, vahdet sırrına ermemiş basit insanları,
meyhanenin piri ise doğru yolu gösteren mürşidi temsil etmektedir.
Eserin bilinen tek nüshası Londra British Museum Add. 7914, y. 321b-328b’de kayıtlı-
dır. Eser üzerinde Kemal Eraslan çalışmıştır: “Ahmedî, Münâzara (Telli sazlar atışması)”,
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. XXIV, İstanbul 1986, s. 129-204.)
Çeng aradın boynın uzatıp revÀn Çeng boynunu hemen aradan uzatıp
Tüzdi oşal lahża tümen miŋ figÀn işte o an binlerce figan kopardı.
Şuèbede terkìb ü èamel naúş u ãavt Şubedeki terkip, amel, işleme ve güzel sesler,
Úılmadım ol cümleni bir lahża fevt ne varsa hiçbirini bir an olsun terk etmedim.
Tanbūre dik yüzni úılay pÀyimÀl Tanbure gibi yüz tanesini ayak altına alayım.
İyledi oġlÀnlar anı dest-mÀl Delikanlılar onu mendil yaptılar.
1452 yılında Sultan Ebu’l-Kâsım Babur, Horasan hâkimi olunca baba-oğul Horasan’a
döndüler. Bu sırada babası bir süre Sebzvâr şehri emirliğinde bulundu. Ali Şir, küçüklük-
ten itibaren Mîrzâ Baykara’nın torunu Emîr Gıyâsüddîn Mansûr’un oğlu Hüseyn-i Bayka-
ra ile birlikte büyümüş ve birlikte öğrenime başlamıştı. Aralarında ölünceye kadar sürecek
olan dostluğun temelleri bu yıllarda atılmıştı.
1456 yılında Ali Şir, Ebu’l-Kâsım Babur ile birlikte Meşhed’e gitti. Ebu’l-Kâsım Babur
bu şehirde vefat etti, ancak Ali Şir hemen geri dönmeyip bir müddet daha Meşhed’de kal-
dı, öğrenimini sürdürdü. Yine bu sıra Şeyh Kemâl-i Tevbetî ile görüşüp ondan feyz aldı.
Babasının vefatı üzerine Herat’a dönen Ali Şir, Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın hizmetine girdi. Ancak
Hüseyn-i Baykara ile olan yakınlığı sebebiyle Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın hizmetinde fazla kala-
mayıp ayrıldı. Herat’tan Semerkand’a giderek orada Hâce Fazlullâh Ebû Leysî hankahına
gelerek iki sene derslere devam etti.
1469 yılında Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan üzerine yürüme-
si sırasında Karabağ’da yakalanıp öldürülmesi neticesinde Hüseyn-i Baykara Horasan’ı ele
geçirip Timurlular tahtına oturdu. Ali Şir bu hadise üzerine Herat’a dönüp dostu Hüseyn-i
Baykara’nın hizmetine girdi. Hüseyn-i Baykara, Ali Şîr’e “mühürdarlık” görevini verdi. Ali
Şir bu görev yanında Baykara’nın en yakın dostu ve destekçisi oldu. Nitekim o sıra vergi
yüzünden ortaya çıkan bir ayaklanmayı Ali Şir dirayetiyle önlemeye muvaffak oldu. Ayrı-
ca Şâhrûh’un torunu Mîrzâ Yâdigâr Muhammed’in Uzun Hasan’ın desteği ile Herat üze-
rine yürümesi ve şehri ele geçirmesi olayında Ali Şir’in emrindeki kuvvetlerle şehre girip
Mîrzâ Yâdigâr Muhammed’i yakalaması ve tahtı kurtarması, onun Baykara’ya olan sada-
katini gösterdiği gibi büyük bir idareci olduğunu da işaret etmektedir.
1472 yılında Nevâî, “Emîr” yani “Dîvân beyi” unvanını aldı. Bütün gücüyle ülkedeki
yolsuzluklarla savaşıp haksızlığa uğrayanları korumaya çalıştı. Bu hareketi birçok düşman
edinmesine sebep olduysa da asla doğru yoldan ve mücadeleden ayrılmadı.
1476 yılında büyük hürmet ve takdir beslediği devrin önde gelen siması Molla
Câmî’nin irşadı ile Nakşbendî tarikatına intisab etti.
1479 yılında, Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın oğlu Mîrzâ Ebû Bekr’in ayaklanmasını bastırmak
için Esterâbâd’a yürüyen Baykara, Herat’ta naib olarak Ali Şir’i bıraktı.
1483-1485 yılları arasında Hamse’sini tamamladı. 1487 yılında Esterâbâd valiliğine
gönderildi, böylece gereksiz yere Herat’tan uzaklaştırılan Nevâî, bu görevde bir yıl kaldık-
tan sonra 1488 yılında görevden affını istedi, kabul edilince Herat’a döndü.
1489 yılında üstadı ve yakın dostu Seyyid Hasan-ı Erdşîr’in vefatı Ali Şir’i fazlasıyla
üzdü. Ali Şir Nevâî bunun üzerine Seyyid Hasan-ı Erdşîr’in hayatı, faziletleri ve münase-
betlerini ihtiva eden risalesini kaleme aldı.
1490 yılında Nevâî, Divan beyliği görevini bırakarak Hüseyn-i Baykara’nın nedimi
olarak kalmakla yetindi. 1492 yılında ise mürşidi ve üstadı Molla Câmî’nin vefatı Nevâî
için daha büyük bir yıkım oldu. Bunun yanında saray entrikaları, Hüseyn-i Baykara’nın
oğulları ve torunları ile olan münasebetleri, şehzadelerin taht kavgaları Nevâî’yi fazlasıyla
rahatsız etti ve hayattan bezdirdi. 1498 yılında teselli için Meşhed’e gitti, bir müddet kal-
dıktan sonra Hacc’a gitmek için saraydan izin istedi. Ancak yolların güvenli olmayışı se-
bebiyle izin verilmedi ve Herat’a döndü.
Hayatının son yıllarını Herat’ta sadece sanatıyla zamanını geçiren Ali Şir Nevâî, 3
Ocak 1501 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu ve hayattayken hazırlattığı Kudsiye Ca-
mii yanındaki kabre gömüldü.
Ali Şir Nevâî’nin klâsik Çağatay edebiyatının teşekkülünde seçkin bir yeri vardır. Dört
Türkçe, bir Farsça divanı, hamsesi, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuara tezkiresi, Muhakemetü’l-
Lugateyn’i ve sayısı otuzu aşkın çeşitli konudaki eserleri ile başlı başına bir çağı dolduran,
ona kendi damgasını vuran büyük bir şair, fikir adamı, devlet adamı ve hepsinin üzerinde
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 75
dil ve ulus arasındaki köprüyü kurmasını bilen bilinçli bir Türk dili savunucusu ve hadimi
(=hizmetçisi) idi. Bu düşünce ile Türklüğü aydınlatan eserler verdi ve Türkçe için çalıştı.
Farsçanın resmî dil olarak hüküm sürdüğü, Fars edebiyatının Molla Câmî ile zirveye
ulaştığı ve aydın kesimin Farsça yazmayı meziyet saydıkları dönemde Nevâî’nin, Türkçe-
nin birçok yönden Farsçadan üstün bir dil olduğunu savunması ve Türkçe ile de yüksek
bir edebiyat meydana getirmenin mümkün olduğunu bizzat eserleriyle ispat etmesi, genç
şairleri Türkçe yazmaya özendirmesi göz önüne alınırsa, kültür ve edebiyat hayatımızdaki
yeri ve hizmeti daha iyi anlaşılır. O ayrıca, doğusu ve batısı ile bütün Türk şairlerini oku-
yan ve değerlendiren bir edip idi.
Nevâî’nin her eseri, döneminin sosyal ve kültürel bir yönünü aydınlattığı gibi, onun
geniş kültürünü, millî şuurunun yüceliğini ve sanat dehasını da yansıtmaktadır. Câmî ve
Hüsrev-i Dihlevî’nin tesiri altında kalmasına rağmen hiçbir zaman taklitçi bir sanatkâr ol-
mamış, orijinal kalmaya hatta bazı bakımlardan üstatlarını aşmaya muvaffak olmuştur.
Orta Asya Türk kültür ve sanat hayatının gelişmesinde en büyük rolü oynayan Nevâî, şaşı-
lacak derecede Türkçe sevgisine ve Türkçenin ifade kudretinin üstünlüğü inancına sahip-
tir. Altmış yıllık hayatını bu inanç uğruna veren Nevâî, kültür ve edebiyat tarihinde seç-
kin bir yer edinmiştir.
Nevâî’nin şöhreti, yalnız Çağatay alanı içerisinde kalmamış, siyasî ve coğrafî sınırla-
rı aşarak bütün Türk ülkelerine yayılmış, eserleri her yerde zevkle okunmuş, yüzyıllar bo-
yunca yetişen nice ünlü şairleri etkisi altında bırakmıştır. Pek çok Osmanlı şairi, nazireler
yazarak hatta Çağatay Türkçesinde şiirler kaleme alarak Nevâî’ye olan şükran borçlarını
dile getirmekten geri kalmamışlardır.
Eski yazarlarca “Nevâî tili” diye de adlandırılan Çağatay Türkçesi, henüz gereği gibi
araştırılmış olmaktan uzaktır. Agâh Sırrı Levend’in hazırladığı ve kıymetli bir bibliyograf-
ya ile şairin bütün eserleri hakkında genel bir bilgi vermeyi amaç edinen dört ciltlik yayın,
bu alanda büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Nevâî’nin eserlerinin hemen hemen tama-
mı üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Kültür dünyamızdaki büyük bir boşluk bu şe-
kilde doldurulsa da filoloji çalışmasına dayanan edebiyat araştırması henüz yapılmamıştır.
Nevâî’nin çeşitli tür ve konularda pek çok eser vermesi, onun kuruculuk vasfı ve gaye-
si ile izah edilebilir. Gerçekten Nevâî, Türk edebiyatının gelişmesinde Tanzimatçıların oy-
nadığı rolü, klâsik Çağatay edebiyatının teşekkül ve gelişmesinde yüklenir. Bu sebepledir
ki Nevâî, Fars edebiyatını örnek almış, çeşitli türlerde Farsça yazılan eserleri Türkçeyle ye-
niden ve orijinal kalarak yazmaya gayret etmiştir.
Nevâî’nin eserleri şunlardır:
Divanları (Hazâ’inü’l-Me‘ânî): Ali Şir Nevâî, Münşe’ât’ında 4 Türkçe divanını tertip et-
meden önce 1469-1486 yılları arasında Bedâyi‘ü’l-Bidâye ve Nevâdirü’n-Nihâye adını verdi-
ği iki divanını tanzim ettiğini yazmaktadır. Bedâyi‘ü’l-Bidâye’nin Hüseyn-i Baykara’nın ar-
zusu ile tanzim edildiğini ayrıca belirtmek gerekir. Nevâî’nin kendi derlediği ikinci divanı
Nevâdirü’n-Nihâye tek nüshadır ve 1480’lerde Alî Meşhedî tarafından yine Baykara için ya-
zılmıştır. Nevâdirü’n-Nihâye’den sonra tanzim ettiği divanının adı Hazâ’inü’l-Me‘ânî’dir. Bu
tertip her iki divanın yazılışından sonra yazılan şiirleri içerir. Hazâ’inü’l-Me‘ânî şairin ço-
cukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemlerinde yazdığı şiirleri ihtiva eder. Yani Garâ’ibü’s-
Sıgâr, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyi’ü’l-Vasat ve Fevâ’idü’l-Kiber olarak düzenlenmiştir.
Garâ’ibü’s-Sıgâr (Günay Kut, Ali Şir Nevayi. Gara’ibü’s-Sıgar, İnceleme-Karşılaştırmalı
Metin, TDK Yayınları, Ankara 2003), Nevâdirü’ş-Şebâb (Metin Karaörs, Nevâdirü’ş-Şebâb,
İstanbul 1984 (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi), Bedâyi’ü’l-
Vasat (Kaya Türkay, Bedâyi’ü’l-Vasat, TDK Yayınları, Ankara 2002) ve Fevâ’idü’l-Kiber
(Önal Kaya, Fevâyidü’l-Kiber, TDK Yayınları: 670, Ankara 1996) adlı divanlarından başka
olarak yine Farsça Divan’ı da vardır.
76 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Garâibü’s-Sıgâr’dan
Sin öz òulúuŋnı tüzgil bolma il aòlÀúıdın òorsend Sen kendi huyunu düzelt, başkalarının ahlakı ile yetinme.
Kişige çün kişi ferzendi hergiz bolmadı ferzend Çünkü insana başkasının çocuğu asla kendi çocuğu gibi olmaz.
ZamÀn ehlidin üz peyvend eger diseŋ birev birle Zamanın insanlarından ilişkini kes, eğer birisi ile dersen ki,
Úılay peyvend bÀrì úılmaġıl nÀ-ehl ile peyvend ilişki kurayım, hiç olmazsa layık olmayanla ilişki kurma.
Köŋül kÀmını úoy ger òod miniŋ dìvÀne köŋlümni Gönlün dileğini bir yana bırak, eğer bizzat benim deli gönlümü
Taparsın eyle yüz perkend ü sal her itke bir perkend bulursan yüz parça et ve her bir parçasını bir köpeğe at.
Halkın öğüdünü dinlemeyerek, işin şaşılacak yanı, hem de
İşitmey òalú pendin ùurfe kim pend ilge hem dirsin başkalarına öğüt verirsin.Yapabilirsen öğüt dinle, sen kim
Úıla alsaŋ işitgil pend sin kim ilge birmek pend başkalarına öğüt vermek kim.
Bu fÀnì deyr ara ger şÀhlıġ ister iseŋ bolġıl Eğer bu ölümlü dünyada hükümdar olmak istersen
GedÀlıġ nÀnıġa horsend ü bolma şÀhġa óÀcetmend kulluk ekmeğine razı ol ve hükümdara muhtaç olma.
Bolup nefsiŋġa ùÀbiè bend úılarsın tüşse düşmeni Nefsine uyup, eline geçerse düşmanı bağlarsın.
Saŋa yoú nefs dik düşmen úıla alsaŋ úıl anı bend Sana nefsin gibi düşman yoktur; yapabilirsen onu bağla.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 77
Şeker-lebler tebessüm úılġanın körgeç köŋül birme Şeker dudaklıların gülümsediğini görünce gönül verme.
Ki bì-dillerni açıġ yıġlatur Àòir bu şeker òand Çünkü âşıkları sonunda bu şeker gülüş acı acı ağlatır.
CihÀn leõõÀtını şìrìn körer sin lìk bendiŋdür Dünyanın zevklerini tatlı görürsün ama onlar senin
GiriftÀr olma vÀúıf bol ki úayd u úand irür mÀnend ayak bağındır.
Bu bağa yakalanma, gerçeği iyice bil, çünkü “bağ” ve
“şeker kamışı” benzerdir.
Köŋüldin cehl renci dÀfièi ger isteseŋ bardur Gönülden cehalet hastalığını gideren bir ilaç ararsan
NevÀyì bÀġ-ı naômı şekkeristÀnıda ol gül-úand o gülbeşeker Nevâî’nin şiir bahçesinin şeker kamışlı-
ğında vardır.
Ali Şir Nevâî’nin Türk edebiyatındaki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.
3
Hüseyn-i Baykara
Hüseyn Mîrzâ bin Mansûr bin Baykara, 842H.=1438M. yılında Herat’ta doğdu. Anne ve
baba tarafından Timur hanedanından gelen Baykara’nın babası yedi yaşında vefat etti, on
dört yaşına kadar onu annesi Fîrûzebigim büyüttü. Bu yaşa gelene kadar Herat’taki saray-
da kaldı ve iyi bir eğitim gördü. Baykara’nın çocukluk ve gençlik yılları Timur ailesinin ya-
kını olan Gıyâsüddîn Kiçkine Bahâdır’ın oğlu Ali Şir Nevâî ile birlikte geçti. Eğitim hayat-
larında başlayan bu dostluk ömürleri boyunca devam etti.
Baykara’nın babası mütevazi bir şehzade olup amcası da Belh hükümdarı idi. 1452’de
Herat’a hâkim olan Ebu’l-Kâsım Babur’un hizmetine girdi. 1454 yılında Semerkand’a gitti
ve orada akrabası olan Ebû Sa‘îd Mîrzâ’nın koruması altında kaldı. Sonra Merv hükümda-
rı Mu‘izeddîn Sencer’in yanına gitti ve kızıyla evlendi. Ebu’l-Kâsım Babur’un ölümü üze-
rine 1457’de Horasan tahtına oturdu.
Hüseyn-i Baykara, Herat’ı ele geçirmeyi planlıyordu. Ali Şir Nevâî, Baykara’nın cihangir-
lik hırsını dizginlemeye çalışmıştır. Nevâî’nin “en büyük sultanlık söz sultanlığıdır” deme-
sine rağmen Baykara, Herat sultanlığını ele geçirmek için o dönemin hükümdarı olan Ebû
Sa‘îd Mîrzâ ile çekişmeye başladı. 1468 yılında Ebû Sa‘îd Mîrzâ’nın Karabağ yakınlarında
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a yenilmesi bu olaydan kısa bir süre sonra da ölmesiy-
le 1469 yılında Herat tahtına oturdu ve ömrünün sonuna kadar hükümdarlık yaptı (1506).
Hüseyn-i Baykara, otuz altı yıldan fazla Herat’ta hüküm sürdü. Fakat Şeybânîlerin ço-
ğalması ve 1500 yılında Timurluların payitahtı Semerkand’ı ele geçirmeleri Baykara için
büyük düşman olmasına neden oldu. Baykara, uzun yıllar boyunca tahtını korumak için
oğulları ile savaşmaya mecbur oldu. 1497 yılında oğlu Bedî‘üzzamân ile Belh’te, 1500 yı-
lında kendisine baş kaldıran oğlu Muhammed Hüseyn ile Estrâbâd’da savaştı. Bu savaşlar
devleti güçsüzleştirdi ve Timur hanedanının gerilemesine yol açtı. Şeybânî Han 1506 yılın-
da Belh’e hücum etti. Baykara ve oğlu Bedî‘üzzamân bunun karşısında aynı safta yer aldı,
Bedi‘üzzamân Belh’ten, Baykara Herat’tan bu saldırıya karşılık vermek istedi. Fakat Baykara,
bu savaşa giderken yolda 5 Mayıs 1506’da vefat etti. Tahta Baykara’nın oğulları oturdu. An-
cak bu da uzun sürmedi. Kardeşler arasındaki taht kavgasından zayıf düşen devleti, Şeybânî
Han 20 Mayıs 1507 tarihinde Herat’ı ele geçirerek Timur saltanatını ortadan kaldırdı.
İyi bir asker, iyi bir idareci olan Baykara, aynı zamanda iyi bir şairdi. Herat’ı “Timuro-
ğulları Rönesansı” diye bilinen büyük kültür ve medeniyet hamlesinin merkezi hâline ge-
tiren odur. Kısacası Baykara’nın en büyük hizmeti, Türk dilini ve kültürünü himaye etme-
sidir. Onun döneminde Çağatay Türkçesi altın çağını yaşamış, Türkçeye olan itibar art-
78 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
mıştır. “Hüseynî” mahlası ile şiirler yazan Hüseyn-i Baykara, birlikte büyüdükleri çocuk-
luk arkadaşı Ali Şir Nevâî ile Çağatay Türkçesinin devlet ve edebiyat dili olması için uğ-
raş vermişlerdir. Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuara tezkiresinin bir bölümünü ona tah-
sis ederek bu hizmetini takdirle yâd etmiştir. Ayrıca Babur hatıratında Hüseyn-i Baykara
hakkında geniş bilgi verilmiştir.
Hüseyn-i Baykara’nın şiirlerinin toplandığı Divan’ının bugün bilinen pek çok nüshası
bulunmaktadır. Divan’ın Ayasofya nüshası İsmail Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbası-
mı yapılarak çoğaltılmıştır: Türk Edebiyatı Örnekleri V, Divan-ı Sultan Hüseyn Mîrzâ Bay-
kara, “Hüseynî”, İstanbul 1946. Bu Divan üzerine Kemal Eraslan’ın 1987 yılında Hüseyn-i
Baykara Divanı’ndan Seçmeler (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara) adlı çalış-
ması olmuştur. 2005 yılında ise Talip Yıldırım’ın nüsha karşılaştırmalı olarak hazırladığı
Hüseyin Baykara Divanı (İnceleme, Metin, Dizin) doktora tezi (Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara) vardır.
Baykara’nın otobiyografi tarzında küçük bir risalesi de bulunmuştur. Amasya Beya-
zıt Kütüphanesi nr. 15’te kayıtlı olan yazmanın baş tarafındaki bu risalenin faksimilesi de
İsmail Hikmet Ertaylan tarafından 1945 yılında yapılmıştır: Türk Edebiyatı Örnekleri II,
Risale-i Sultan Hüseyn Baykara, İstanbul. Risalenin yeni bulunan nüshaları üzerine Bilal
Yücel’in 1996 yılında şu çalışması vardır: “Hüseyn-i Baykara Risâlesi’nin Uzak İki Nüsha-
sı”, Türklük Bilimi Araştırmaları, C. II, S. 2, Sivas 1996, s. 69-112.
Otúa yaúġıl servni ol úadd-i raènÀ bolmasa O güzel boy olmayınca serviyi ateşte yak.
Yilge birgil gülni ol ruòsÀr-ı zìbÀ bolmasa O güzel yanak olmayınca gülü yele ver.
Serv birle gül temÀşÀsıġa taèlìm yoú durur Bahçe içerisinde o gül yanaklı servinin seyri olmazsa
BÀġ ara ol ol serv-i gül-ruòdın temÀşÀ bolmasa servi ile gül seyretmeye talim edilmez (çekilmez).
Nige ãaflar çikti müjgÀndın eger cÀn mülkige Eğer gözlerinin meyli her an öldürme ve yağmalama
Közleriniŋ meyli her dem úatl ü yaġma bolmasa değilse niçin can ülkesine kirpiklerden sıra sıra asker çekti.
Bolmaġay irdi cünūn deştide ser-gerdÀnlıġım Saçının kıvrımından ve parlamasından başımda sevda
Zülfi pìç ü tÀbıdın başımda sevdÀ bolmasa olmasa idi, delilik çölünde perişanlığım olmazdı.
Gevher-i maúãūd tapmak mümkin irmes iy köŋül Gözyaşım kavuşma umudu ile deniz gibi olmadıkça ey gönül,
Köz yaşım tÀ vaãl ümìdi birle deryÀ bolmasa istenilen mücevheri (yani vaslı) bulmak mümkün değildi,
SÀkiyÀ mey tut ki hicr endūhıdın bulmas óalÀã Ey saki, bana şarap sun, çünkü her an elimde ağzına kadar
Her dem ilgimde leb-À-leb cÀm-ı ãaóbÀ bolmasa dolu şarap kadehi olmazsa ayrılık belasından kurtulamam.
İy Hüseynì bÀde içsem yÀd ilindin tink durur Ey Hüseynî, yabancının elinden şarap içersen ister âb-ı hayat
Bolsa Àb-ı Òıżr u èömr-i cÀvidÀn ya bolmasa olsun isterse ebedî hayat olmasın benim için fark etmez.
3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 79
Özet
“Çağatay” ve “Çağatay Türkçesi” kavramlarını tanımlamak. XV. yüzyılda Çağatay Türkçesi ile eser veren başlıca şa-
1
Çağatay, Moğol hükümdarlarından Cengiz Han’ın ikin- 3 irler ile bunların eserlerini ayırt etmek.
ci oğlunun adıdır. Bu terim, Çağatay’ın ölümünden son- XV. yüzyılda Çağatay Türkçesi ile eser veren başlıca
ra hükümdar olan torunu Kara Hülâgu ve Duva Han şair ve yazarlar Sekkâkî, Mevlânâ Lütfî, Yûsuf Emîrî,
dönemlerinde Moğol devletinin (Çağatay Hanlığı) ve Atâî, Haydar Tilbe, Seyyid Ahmed Mîrzâ, Gedâî,
Maveraünnehir’in Türk ve Türkleşmiş göçebelerinin adı Yakînî, Ahmedî, Ali Şîr Nevâî ve Hüseyn-i Baykara’dır.
olmuştur. Hanlığın doğusundaki göçebelere ise “Mo- Bu şair ve yazarların bilinen eserleri şunlardır:
ğol” denilmiştir. Timur hâkimiyeti zamanında da impa- Sekkâkî: Divan ile çeşitli yazmalarda yer alan bazı
ratorluk sınırları içinde yaşayan herkes için “Çağatay” adı beyitlerinin yanında Ayasofya Kütüphanesi (nr.
kullanılır. Çağatayların Timur’dan sonra Özbeklerle kay- 4757)’nde bir mecmuada hem Uygur hem de Arap
naşmalarına rağmen adlarını koruduklarını bugün Ka- harfleriyle yazılmış gazeller; Mevlânâ Lütfî: Divan ile
zak, Özbek ve Karakalpaklar arasındaki kabile ve yer adla- Gül ü Nevrûz (mesnevi); Yûsuf Emîrî’nin Divan, Deh-
rından anlamak mümkündür. nâme ve Beng ü Çagır mesnevileri ile Farsça şiirler;
Çağatay Türkçesi (veya Çağatayca), Çağatay Hanlığı dö- Atâî: Divan; Haydar Tilbe: Mahzenü’l-Esrâr (mesne-
neminde (1242-1370) göçebe Türklerin dili olduğu tah- vi); Seyyid Ahmed Mîrzâ: Ta‘aşşuk-nâme (mesnevi);
min edilen ve Timurlular zamanında şekillenen yazı dili- Gedâî: Divan; Yakînî: Ok ve Yaynıŋ Münâzarası (mes-
dir. Bu dil ile Orta Asya Türk-İslam yazı dilinin Karahan- nevi); Ahmedî: Sazlar Münâzarası (mesnevi); Ali Şir
lı ve Harezm-Altın Ordu Türkçelerinin devamındaki yazı Nevâî: Türkçe Divanlar (Hazâ’inü’l-Me‘ânî: Garâ’ibü’s-
dili kastedilir. Sıgâr, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyi’ü’l-Vasat, Fevâ’idü’l-
Kiber), Farça Divan, Hamse (Hayretü’l-Ebrâr, Ferhâd
Çağatay Türkçesinin tarihî gelişim sürecini açıklamak. u Şîrîn, Leylî vü Mecnûn, Seb’a-i Seyyâre, Sedd-i
2
Çağatay Hanlığı döneminde, Karahanlı ve Harezm- İskenderî), tezkireleri Mecâlisü’n-Nefâis, Nesâyimü’l-
Altın Ordu Türkçelerinin devamı olarak göçebe Türk- Mahabbe min Şemâimi’l-Fütüvve, dil ve edebiyat ko-
ler arasında geliştiği tahmin edilen Çağatay Türkçe- nulu eserleri Risâle-i Mu‘ammâ, Mîzânü’l-Evzân,
si, Timurlular zamanında şekillenmiştir. Klâsik hâlini Muhakemetü’l-Lugateyn’dir. Dinî-ahlakî eserleri ise
Ali Şîr Nevâî (öl. 1501) ile alan bu dil, XIX. yüzyılın Münâcât, Çihil Hadîs, Nazmü’l-Cevâhir, Lisânü’t-Tayr
sonuna kadar Orta Asya Türk devletlerinde yazı dili, Sîrâcü’l-Müslimîn, Mahbûbu’l-Kulûb; Hüseyn-i Bay-
edebî dil ve diplomasi dili olarak kullanılmıştır. kara: Divan, Risâle-i Sultan Hüseyn Baykara (otobi-
yografi tarzında küçük bir eser).
80 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
1. “Çağatayca” terimi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi 4. Çağatay edebiyatı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
yanlıştır? söylenemez?
a. Çağatay Türkçesi veya Çağatayca ile Orta Asya Türk- a. Çağatay edebiyatı, Karahanlı ve Harezm Türkçele-
İslam yazı dilinin Karahanlı ve Harezm-Altın Ordu rinin devamı olarak gelişen, Çağatay Türkçesinin
Türkçelerinin devamındaki yazı dili kastedilmektedir. edebî dil olarak kullanıldığı, XX. yüzyıl başlarında
b. Ali Şir Nevâî, eserlerinde kendi döneminin Türk yazı kadar devam eden Türk edebiyatıdır.
dili için hem Türkî ve Türkçe hem de Çağatayca teri- b. Çağatay edebiyatında klâsik öncesi dönem, Çağatay
mi kullanması dikkat çekicidir. yazı dilinin başlangıç dönemidir, XV. yüzyıl başla-
c. Çağatay Türkçesi, XIV. yüzyılın sonuna kadar Orta Asya rından Nevâî’nin ilk divanını düzenlediği 1465 yılı-
Türk devletlerinde sadece edebî dil olarak kullanılmıştır. na kadarki dönemi içerir.
d. Çağatay Türkçesi için XV. ve XVI. yüzyıllara kadar c. Klâsik şeklini Nevâî ile bulan Çağatayca ile yazılmış
genellikle Türk tili, Türkî til, Türk lafzı, Türk elfâzı, eserlerde Nevâî’nin ilk divanına kadar gittikçe azalan
Türkçe, Türkçe til gibi terimler kullanılmıştır. derecede Karahanlı Türkçesi özellikleri yer almaktadır.
e. XVII. yüzyılda Ebu’l-Gâzî Bahadır Han, Şecere-i Türk d. Çağatay edebiyatının klâsik şeklini almasında, 1469-
adlı eserini “Türkî tili” birle yazmış olduğunu ifade 1506 yılları arasında hüküm süren, Herat’ı siyasî mer-
ederken XVIII. yüzyılda Mîrzâ Mehdi Han Senglah kez olması yanında devrin sanat ve kültür merkezi
adlı sözlüğünde hem lugat-i Türk hem de lugat-i Ça- hâline getiren Hüseyn-i Baykara’nın da rolü büyüktür.
gatay terimlerini kullanmıştır. e. 1506 yılında Özbeklere karşı yapılan savaşa gider-
ken ölen Baykara’dan sonra klâsik Çağatay edebiya-
2. “Çağatay” adının kaynağı aşağıdakilerden hangisidir? tı Şeybânîler tarafından Orta Asya’da, Babur ile de
a. Dağ adı Hindistan’da olmak üzere iki bölgede devam etmiştir.
b. Timur’un ikinci oğlu
c. Akarsuyun adı 5. Aşağıdakilerden hangisi manzum-mensur karışık olarak
d. “güçlü, kuvvetli” anlamında bir sıfat “münazara” şeklinde yazılmıştır?
e. Cengiz’in ikinci oğlunun adı a. Beng ü Çagır
b. Gül ü Nevruz
3. Nevâî’nin “bu kavmin üstadı ve söz melikidir” diyerek c. Deh-nâme
eserlerinde andığı, Divan’ı ve Gül ü Nevrûz adlı mesnevisi d. Ta’aşşuk-nâme
olan Çağatay şairi kimdir? e. Mahzenü’l-Esrar
a. Yûsuf Emîrî
b. Sekkâkî 6. Aşağıdakilerden hangisi “Deh-name” tarzında yazılmamıştır?
c. Seyyid Ahmed Mîrzâ a. Deh-nâme
d. Mevlânâ Lütfî b. Gül ü Nevrûz
e. Yakînî c. Ta’aşşuk-nâme
d. Letâfet-nâme
e. Muhabbet-nâme
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Aka, İ (1991). Timur ve Devleti, Türk Tarih Kurumu Yayın- Köprülü, F. (1945). “Çağatay Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedi-
ları, Ankara. si, C. III, İstanbul.
Borovkov, A. K. (1954). “Özbek Yazı Dilinin Kurucusu”, (Çe- Kut, G. (1989). “Ali Şir Nevai”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
viren: Rasime Uygun), TDAY-Belleten. Ansiklopedisi, C. II, İstanbul.
Caferoğlu, A. (1948). “Çağatay Türkçesi ve Nevâî”, Türk Dili Levend, A. S. (1965). Ali Şir Nevai, C.I. Hayatı, San’atı ve
ve Edebiyatı Dergisi, C. II, İstanbul. Kişiliği, Ankara.
Canpolat, M. (2000). “Özbek Yazılı Edebiyatı”, Türkiye Dı- Levend, A. S. (1966). Ali Şir Nevai, C.II. Divanlar, 4 Türkçe,
şındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 14. Özbek Edebi- 1 Farsça Divan, Ankara ,
yatı I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Levend, A. S. (1967). Ali Şir Nevai, C. III. Hamse: Hayretü’l-
Canpolat, M. (2002). “Çağatay Dili ve Edebiyatı”, Türkler Ebrar, Ferhad ü Şirin, Leylî vü Mecnun, Seb’a-i Seyyar,
Ansiklopedisi, C. III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Sedd-i İskenderî, Ankara.
Eraslan, K., (1986a) “XV. Yüzyıl Çağatay Edebiyatı”, Büyük Levend, A. S. (1968). Ali Şir Nevai, C.IV. Divanlar İle Ham-
Türk Klâsikleri, Tarih-Antoloji-Ansiklopedi, C. III, İs- se Dışındaki Eserler, Ankara.
tanbul: Ötüken Yayınları. Levend, A. S. (1958). “Türkiye Kitaplıklarında Nevai Yazma-
Eraslan, K. (1986b) “Çağatay Şiiri”, Türk Dili, Türk Dili Şiir ları”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara.
Özel Sayısı II, Sayı 415-416-417 (Temmuz-Ağustos- Ölmez, Z. (2007). “Çağatay Edebiyatı ve Çağatay Edebiyatı
Eylül). Üzerinde Araştırmalar”, Türkiye Araştırmaları Litera-
Eraslan, K. (2001). Mecâlisü’n-Nefâis, I-II, Ankara: TDK Ya- tür Dergisi, C. 5, S. 9.
yınları. Samoyloviç, A. K. (1944). “K istorii literaturnogo sredneaziatsko-
Ercilasun, A. (2008). Türk Dili Tarihi, Ankara, S. Baskı, tureckogo yazıka: Mir-Ali-Şir”, Sbornik pyatisotletiyu so
Eckmann, J. (1958). “Çağatay Dili Hakkında Notlar”, Türk dnya rojdeniya, Leningrad. (Türkçeye Çevirisi: Ankara Dil
Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten. ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yıllık Araştırmaları Dergisi I.)
Eckmann, J. (1959a). “Çağatay Dili Örnekleri”, Türk Dili ve Sertkaya, O. F. (1970). “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiir-
Edebiyatı Dergisi, C. IX, İstanbul. leri I”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi XVIII; II, TDED
Eckmann, J. (1959b). “Das Tschagataische”, Philologiae Tur- XIX, (1971); III, TDED XX, (1972).
cicae Fundamenta, Wiesbaden. Thúry, J. (1906). A középazsiai török nyelv ismertetései, Bu-
Eckmann, J. (1988). Chagatay Manual, Indiana University dapest; (Türkçesi: “Orta Asya Türk Dilinin Tetkiki”, Millî
Publications, Uralic & Altaic Series, Volume 60, Bloo- Tetebbular Mecmuası II, İstanbul).
mington 1960 (Türkçeye Çeviren: Günay Karaağaç, Ça- Tören, H. (2001). Ali Şir Nevâyî, Sedd-i İskenderî, TDK ya-
ğatayca El Kitabı, İstanbul. yınları, Ankara.
Eckmann, J. (1963). “Çağatay Edebiyatının Son Devri (1800-
1920)”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara.
Eckmann, J. (1970). “Nevaî’nin İlk Divanları Üzerine”, Türk
Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara.
Eren, H. (1950). “Çağatay Lûgatleri hakkında notlar”, Ankara
Üniversitesi DTCF Dergisi VIII, Ankara.
Grousset, R.(1993). Bozkır İmparatorluğu, Attila-Cengiz
Han-Timur, (Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen), İstanbul:
Ötüken Yayınları.
İnan, A. (1946). “Çağatay yazı dilinin kuruluşu tarihine dair
düşünceler”, Türk Dili-Belleten, C.III, S. 6-7, İstanbul.
Korkmaz, Z. (2004). “Ali Şir Nevâyî ve Çağatay Yazı Dili”,
Ali Şir Nevayi’nin 560. Doğum, 500. Ölüm Yıl Dönüm-
lerini Anma Toplantısı Bildirileri, 24-25 Eylül 2001,
Ankara: TDK Yayınları.
4
XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirleyebilecek,
XV. yüzyıl Azerî sahası Türk edebiyatının önde gelen şairlerini ve bunların eser-
lerini ayırt edebilecek,
Anadolu sahası Türk edebiyatının XV. yüzyılın ilk yarısında önde gelen şair ve
yazarları ile bunların eserlerini ayırt edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı • Süleyman Çelebi
• Azerî Sahası Türk Edebiyatı • Vesîletü’n-Necât
• Hakîkî • Abdülvâsî Çelebi
• Hatâî • Halîl-nâme
• Habîbî • II. Murad (Murâdî)
• Hamîdî • Şeyhî
• Anadolu Sahası Türk Edebiyatı • Hüsrev ü Şîrîn
• Ahmed-i Dâî • Har-nâme
• Çeng-nâme
İçindekiler
• GİRİŞ
• XV. YÜZYIL AZERÎ SAHASI TÜRK
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk EDEBİYATI
XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı • XV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI TÜRK
Edebiyatı
EDEBİYATI (1400-1450)
• XV. YÜZYIL (1400-1450 ARASI)
ANADOLU SAHASI ŞAİR VE YAZARLARI
XV. Yüzyıl Batı Türk
Edebiyatı I
GİRİŞ
XV. yüzyılda Doğu Türk edebiyatının Horasan ve Maveraünnehir’de, Batı Türk edebiyatı-
nın ise Irak, Azerbaycan ve Anadolu’da eserler verdiği görülür. Bu yüzyılda Herat ve Semer-
kand merkez olmak üzere Timur’un çocuklarının ve torunlarının hâkim oldukları bu yer-
lerde Doğu Türkçesi ile çok parlak bir edebiyat (=Çağatay edebiyatı) meydana gelmiş-
tir. Bu ünitede, XV. yüzyıl Azerî sahası Türk edebiyatının genel durumu ile Anadolu
sahası Türk edebiyatının yüzyılın ilk yarısındaki (1400-1450) durumu, önde gelen şair
ve yazarlar ile bunların eserleri hakkında bilgi verilecektir. Anadolu sahası Türk ede-
biyatının XV. yüzyılın ikinci yarısındaki durumu, şair ve yazarları ile bunların eserle-
ri ise, 5. ünitede yer alacaktır.
Habîbî, XV. yüzyılda Azerî sahasındaki en önemli şairdir. Akkoyunlu hükümdarı Sul-
tan Yakub’un himayesinde yetişmiş, sonra Şah İsmail’in himayesine girmiş, Şah İsmail
tarafından “melikü’ş-şu’arâ” unvanıyla büyük iltifat görmüştür. Bilinmeyen bir sebeple
Safevî ülkesinden ayrılarak II. Bayezid zamanında İstanbul’a gelen Habîbî, I. Selim
zamanında İstanbul’da ölmüştür. Evliya Çelebi, mezarının Sütlüce’de Caferâbad tek-
kesi yakınında olduğunu haber verir. Latifi, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi tezkirelerin-
de Habîbî hakkında bilgi vermişlerdir. Latifî, Habîbî’nin bir gazeline de nazire yaz-
mıştır. Âşık Çelebi, onun şiirlerinde tasavvuf ve aşk çeşnisi bulunduğunu ve Acemane bir üs-
lupla yazdığını söyler. Hasan Çelebi onun ilim ve marifet sahibi, edası Acemane ve şiiri
âşıkane bir şair olduğunu belirtmiştir.
Azerî sahasında Nesîmî ile Fuzûlî arasında yetişen şairlerin en önemlisi olan Habîbî’nin
Divan’ı ele geçmemiştir. Fuad Köprülü 42 şiirini yayımlamıştır (1932). Şiirlerinden Şiî ol-
duğu ve Hurufîliğe meyli bulunduğu anlaşılan Habîbî, güçlü bir şairdir. Fuzûlî’nin onun bir
müseddesine nazire yazmış olması ve bir gazelini tahmis etmesi, Habîbî’yi beğendiğini gös-
terir. İ. Hikmet Ertaylan, Habîbî hakkında yazdığı makalesinde, onun bu tanınmış müsed-
desine yazılan nazireleri vermiştir (1928).
Bu yüzyılda Şirvanşahların saray şairi iken Anadolu’ya gelen Hamîdî, bir süre
Kastamonu’da Candaroğlu İsmail Bey’in yanında kalmıştır. Daha sonra 1459’da İstanbul’a
gelerek Fatih’ten büyük bir iltifat gören, ancak çekemeyenleri tarafından Fatih’in gö-
zünden düşürülerek Bursa’ya sürülen Hamîdî, II. Bayezid devrinde Bursa’da ölmüş-
tür. Hüsrev ü Şîrîn yazarı Bursalı Celîlî, Hamîdî’nin oğludur. Hamîdî’nin Fatih’e sundu-
ğu Divan’ın özgün basımını İ. Hikmet Ertaylan bir önsözle birlikte yayımlamıştır (1949).
Hamîdî’nin Divan’ındaki şiirlerinin çoğu Farsçadır. Türkçe olarak yazdıkları daha az
olup 4 kaside, 28 gazel ve 2 beyit olmak üzere tamamı 240 beyittir (Ünver, 1974: VI/1,
197-233). Hamîdî’nin şiirlerinde dil, Osmanlı şairlerinin dilinden hiç farklı değildir. Bu
bakımdan Hamîdî’yi sadece yetiştiği yeri göz önüne alarak Azerî sahasına dahil edebiliriz.
XV. yüzyılda Azerî sahasının Nesîmî ile Fuzûlî arasında yetişen en önemli şairi hakkında bil-
1 gi veriniz.
lerdir. Ahmed-i Dâî, Çeng-nâme adlı eserini, Ahmedî ise Tervîhü’l-Ervâh’ı Emir Süleyman’a
sunmuşlardır. Yine her iki şair, bu şehzadenin ölümü üzerine mersiyeler yazmışlardır.
Süleyman Çelebi Mevlid’ini bunun zamanında yazmıştır. Mehmed, Işk-nâme (Tuhfe-
nâme)’sini ona ithaf etmiştir.
bir kolu olan “Eşrefiyye” II. Murad devrinde kurulmuştur. Bu iki tarikatın kurulduğu dö-
nemden itibaren Osmanlı toplumu üzerinde siyasî, sosyal, fikrî, edebî ve kültürel yönden
önemli etkisi olmuştur.
Edebiyatımızda şuara tezkireleri gibi önemli eserlerden olan “nazire mecmuaları”nın
Anadolu’da yazılan ilk örneğine II. Murad devrinde rastlanır. Ömer b. Mezîd tarafından
derlenen ve II. Murad’a sunulan Mecm’atü’n-Nezâir, II. Murad devrine kadar Türk şiirinin
değerlendirilmesini sağlayan önemli bir kaynaktır.
II. Murad devrinde yazılan dinî, tasavvufî, ahlâkî, edebî, tarihî, tıbbî eserler ile siyaset-
nâmeler, menâkıb-nâmeler, mûsikîye dair eserler, lügatler ve ansiklopedik eserler, ilim ve
kültür hayatının ileri bir seviyeye çıkmasını sağlamıştır. Ancak bu eserler içerisinde pozi-
tif bilimlere, matematik ve felsefeye dair kitapların az olması dikkat çekicidir. Bu eserlerin
çoğu bizzat II. Murad’ın emir ve teşvikiyle yazılmış ve kendisine sunulmuştur. Önemli bir
kısmı tercüme olan bu eserlerin, halkı dinî ve kültürel yönden eğitmek maksadıyla kale-
me alındıkları da bir gerçektir.
XV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da şiir, edebiyat ve sanatla ilgilenen, kendileri için eser
2 yazılan Osmanlı şehzade ve padişahları hakkında bilgi veriniz.
Ahmed-i Dâî
Germiyan bölgesi şairlerinden olan Ahmed-i Dâî Türk edebiyatının önde gelen şairle-
rindendir. 1350-1355 yıllarında doğduğu tahmin edilen şairin Süleyman Çelebi ile aynı
zamanlarda yaşadığı, doğum ve ölüm tarihlerinin birbirlerine yakın olduğu anlaşılmak-
tadır. Ancak Süleyman Çelebi Bursa’da, Ahmed-i Dâî ise Germiyan bölgesinde bulun-
maktadır. Ailesi ve yaşayışı hakkında bilgi bulunmayan şairin asıl adı Ahmed, mahla-
sı ise Dâî’dir. Çocukluk ve gençlik yıllarını Germiyanoğlu Süleyman Şah zamanında ge-
çirmiştir. Sonra Yıldırım Bayezid’in Kütahya valiliği ve Germiyan Beyi II. Yakup Bey za-
manlarını yaşayan şair, ayrıca Emir Süleyman’ın hizmetinde bulunmuştur (Alpay Tekin,
1992:18). Süleyman Şah’ın ölümü üzerine oğlu II. Yakup Bey’e intisap etmiş, bu durum Yıl-
dırım Bayezid’in Menteşe, Aydın, Saruhan ve Germiyan Beyliklerini aldığı 1390 yılına ka-
dar sürmüştür. Ahmed-i Dâî bundan sonra hep bu bölgeye vali olan Yıldırım Han’ın oğlu
Emir Süleyman’ın yanında bulunmuştur. Çeng-nâme adlı eserini 1406 yılında bu şehzade-
ye sunan Ahmed-i Dâî, Emir Süleyman’ın şairi olarak da anılmıştır (Özmen, 2001: XXXI).
Ahmed-i Dâî, Emir Süleyman’ın 1411 yılında ölümünden sonra Musa Çelebi’ye yönelmiş
ve ona bir kaside sunmuşsa da, Çelebi Mehmed’in hükümdar olması ile padişaha yakınlaş-
ma yolları aramıştır. Çelebi Mehmed şaire yakınlık göstermiş ve oğlu Murad’ın eğitim ve
öğrenimi için görevlendirmiştir. Dâî Şehzade Murad için Ukûdü’l-Cevâhir adlı eserini ka-
leme almıştır. Ayrıca I. Mehmed’e (1413-1421) övgü olarak altı şiir ile bir mersiye yazmış-
tır. II. Murad’ın saltanatının ilk yıllarında da yaşayan Ahmed-i Dâî, şiirlerinde ona bağlılı-
ğını bildirir ve onun için dua eder. Ahmed-i Dâî’nin İzmiroğlu Cüneyd Bey ile yaptığı mü-
cadelede galip gelerek onu öldüren Hamza Beg için yazdığı mersiyeden hareketle 1425 ta-
rihlerinde öldüğü söylenebilir (Yavuz, - Saraç, 2003: 177; Özmen, 2001: 37-41). Bursa’da
Daî’nin adını taşıyan bir mahalle ile bir cami ve hamamın bulunmasından orada öldüğü
ve mezarının Bursa’da bulunduğu söyleniyorsa da bu bilgi kesin değildir.
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 91
Şiirlerinde bazı güzel ve dikkat çekici söyleyişlerin yanında yâr, dost, ârif, sûfi ve
zâhid gibi kavramların tariflerini yapan Dâî, bu yönüyle Bağdatlı Ruhi’yi de iki yüzyıl ön-
cesinden işaret eder:
Ahmedî’nin,
ile,
beyitleriyle başlayan gazelleri arasında bir hayli benzerlik olduğu görülür. Hem resim hem
psikolojik durumun açığa çıktığı bu gazeller, her iki şairin eski şiirimiz içinde hangi yön-
leri ile birbirlerine benzediklerini veya hangi yönlerden ayrıldıklarını da ortaya koyar. Bu
gazellere göre Ahmedî’nin daha çok resim ve görünüşe, Dâî’nin de psikolojik tarafa önem
verdiği anlaşılmaktadır. Ancak benzerlikler ve ayrılıklar bu kadarla sınırlı kalmaz. Diğer
yandan,
diyerek, Allah’tan kendisini Peygamber’e yakın etmesini ister. Ayrıca bu devrin şairleri
arasında, Erzurumlu Mustafa Darîr’i bir tarafa bırakırsak, dört büyük halifeye eserlerin-
de yer veren şairler arasında Şeyhoğlu Mustafa ile Ahmed-i Dâî vardır. Bu da ayrıca dik-
kate değer bir husustur.
Dâî mahlassız gazeller yazdığı gibi, onun tamamlanmamış şiirleri de vardır. Bu durum, şa-
irin şiiri üzerinde düşündüğünü, zaman zaman ve yeri geldikçe yazdığını akla getirmektedir.
Dâî mesnevi, gazel, kaside olarak bütün şiirlerinde yeri geldikçe nasihat verir. Bu açı-
dan bakılınca onda öğüt fikrinin büyük yer tuttuğu görülür.
Kur’an, hadis, tefsir, fıkıh, lugat, aruz, inşa usulü, tıp, geometri, hesap, astronomi, rüya
tabiri yanında fal ve tarihle ilgili pek çok konuda eser yazmış ve tercümeler yapmıştır. Dö-
neminin çok yazan şair ve yazarı olan Dâî’yi hem şiir hem nesir alanında geçen bir başka
şair yoktur. Nesir dilinde ise kısa cümleler kullanan Dâî, Şeyhoğlu Mustafa ve Erzurumlu
Mustafa Darîr ile beraber Türk edebiyatında nesir dilinin kuruluşuna büyük katkı sağlamış-
tır. Teressül adlı eseri ile Türk edebiyatında ilk yazı örneklerini yazan da Ahmed-i Dâî’dir.
Eserleri: Ahmed-i Dâî, devrinde manzum ve mensur eser yazan Erzurumlu Musta-
fa Darîr, Şeyhoğlu Mustafa ile birlikte üçüncü bir sanatkâr olarak karşımıza çıkar. İsma-
il Hikmet Ertaylan, Ahmed-i Daî’nin Hayatı ve Eserleri (1952) adlı monografisinde onun
manzum ve mensur 17 eserini tespit etmiştir. Eserlerinden manzum olanlar; Türkçe Di-
van, Farsça Divan, Çeng-nâme, Ukûdü’l-Cevâhir (Farsça sözlük), Ebulleys-i Semerkandî
Tefsirinin Mukaddimesinin Türkçe Çevirisi, Camasb-nâme, Vasiyyet-i Nûşinrevân-ı Âdil
be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr tercümesi’dir. Dâî’nin Mu’tayebât’ı ise müstakil bir eser olma-
yıp Türkçe Divan’ından seçilmiş 12 mizahî kıt’adan oluşmaktadır.
Camasb-nâme, İran şairlerinden Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (öl. 1274) gizli ilimlerden
bahseden “yıldız-nâme” türündeki otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevisinin genişletilmiş
tercümesidir. Dâî’nin bu eseri bugünkü bilgilere göre Camasb-nâme’nin Türkçe ilk ter-
cümesidir. Farsça aslında olduğu gibi aruzun fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl vezniyle yazılan
mesneviyi İsmail Hikmet Ertaylan iki nüshadan yararlanarak yayımlamıştır (1952).
Ukûdü’l-Cevâhir, şairin II. Murad’ın şehzadeliği sırasında yazdığı Farsça manzum
bir sözlüktür.
94 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Vasiyyet-i Nûşinrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr ise, mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün
vezniyle ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış, 115 beyitlik didaktik bir eserdir. Mesnevinin
başında yer alan dokuz beyitlik mukaddime ile hâtimedeki bir kısım beytin dışında ka-
lan bölüm Farsçadan tercüme edilmiştir. Adaletiyle meşhur Nûşirevân’ın oğlu Hürmüz’e
verdiği öğütlerden oluşan bu eser, aynı zamanda bir siyaset-nâme özelliğine de sahiptir.
Dâî’nin ayet, hadis ve atasözlerinden yararlandığı ve baştan sona cinaslarla ördüğü bu
mesnevi, çocuklar muhatap alınarak yazılmış ilk nasihat-nâme kabul edilir. Eseri önce İ.
H. Ertaylan tıpkıbasım olarak yayımlamış (1952), daha sonra Mahmut Kaplan (1993) ve
Emine Yeniterzi (2006) yeni harflere aktararak neşretmiştir.
Divan: 21 kaside, 6 tercî’-i bend ve terkîb-i bend ile 304’ü gazel olmak üzere toplam 331
şiir bulunan Divan’daki bazı gazeller beş beytin altında kalan eksik şiirlerdir. Bu eksik şiir-
lerin sayısı sekizi bulur. Dâî’nin Divan’ı Mehmet Özmen tarafından yayımlanmıştır (2001).
Divan’ın bilinen ve mürettep olmayan iki nüshası vardır. Bunlardan biri, Burdur Vakıf
ve Halkevi Kitaplığı 735 numarada kayıtlı olan Ahmed-i Dâî külliyatı içinde yer alan eksik
bir nüshadır. Bu nüshadan ilk bahseden Ahmet Ateş’tir (1948). Dâî Divanı’nın tam nüsha-
sı Kahire’de, Mısır Millî Kütüphanesi (Dârü’l-Kütüb ve’l-Vesâik el-Kavmiyye)’nde 8658/23
numarada kayıtlıdır. Kahire nüshasından ilk bahseden ise, Tunca Kortantamer’dir (1977).
Çeng-nâme: Ahmed-i Dâî’nin 808H.=1405M. tarihinde, Emir Süleyman adına aruzun
mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazdığı Çeng-nâme, 1446 beyitten oluşan bir mesne--
vidir. Sadece bir parçası farklı vezinle yazılan eser, çengin 24 teli ve Doğu mûsikîsinin 24
makamından hareketle 24 bölüme ayrılmıştır. Dâî, İran şairlerinden Sa’dî’nin yaklaşık yet--
miş beyit halinde işlediği konuyu, eserinde çok geniş bir şekilde ele almış ve Mevlânâ’nın,
Yunus’un, Âşık Paşa’nın, Gülşehrî’nin beyitlerine benzer beyitlere de yer vermiştir. Tasvir
yönünden Gülşehrî’yi takip eden Dâî, Çeng-nâme’de devrinin yaşayışını, özellikle Emir
Süleyman’ın meclislerini yansıtmıştır. Emir Süleyman’ın eğlence meclislerinden alınan
ilhamla yazılan, saz ve sözden bahsedilen bu mesnevi, Dâî’nin en başarılı eserlerinden
biridir. Kısmen sâkî-nâme özelliği de taşıyan ve romantik bir eser olan Çeng-nâme, ibret
verici taraflarıyla didaktik bir özellik de gösterir. Canlı, sade ve akıcı bir dille yazılan eser-
de, renkli tasvirler de vardır. Yer yer güzel Türkçe tabirler, sade mısralar da kullanılan ve
güzel bir anlatım tekniği bulunan Çeng-nâme, dili ve üslubundaki canlılık ile samimiyet
yönünden döneminin en güzel ve seviyesi en ileride bulunan eserlerinden biridir.
Çeng, kanuna benzer, dik Mesnevide çeng ve çengi meydana getiren unsurların (=ipek tel, servi ağacı, âhû de-
tutularak çalınan bir sazdır. risi, at kuyruğu) yapıları ve özellikleri kendi ağızlarından anlatıldıktan sonra visâle ancak
bunların bir araya gelmesi ile ulaşılabileceği sonucu çıkarılır. Bu mesnevide olduğu gibi
edebiyatımızda varlıkların kendisini anlatması, Yunus’un dolabı konuşturduğu şiiri ile
başlamıştır. Yunus’un tek bir şiirinde görülen anlatım şekli, bu defa Çeng-nâme’de kar-
şımıza çıkar. Burada konuşan çeng ve çengi meydana getiren unsurlardır. Eserin başında
tevhid, münacat, na’t ve dört halifenin medhiyesinden sonra Emir Süleyman’ın bütün va-
sıfları en geniş şekilde anlatılmıştır. Vezir Mehmed Paşa için yazılan övgüden sonra ikin-
ci defa Emir Süleyman’ı anlatan kısım gelir. Daha sonra kendinden ve eserinden bahseden
şair, kitabı niçin yazdığını anlattığı sebeb-i telif kısmına geçer ve bu konuyu ilk defa İran-
lı şair Sa’dî’nin ele aldığını belirtir. Bundan sonra gelen “Beyân-ı Sıfât-ı Bahâr” şeklindeki
onuncu başlıktan onüçüncü başlığa kadar meclis kurulan bir bağı, çengi ve orada olup bi-
tenleri anlatır. Bu mecliste yaşananlar, biraz da Emir Süleyman’ın yaşayışını vermektedir.
Bundan sonra, “Su’âl-kerden-i Dâî be-Çeng” başlığından itibaren çeng, uzun uzun ken-
dinden bahs eder. Çengden sonra, çengi meydana getiren unsurlardan ipek teller, servi
ağacı, ceylan derisi, at kılı ayrı ayrı kendilerini, ne olduklarını ve başlarından geçenleri ay-
rıntılı bir şekilde anlatırlar.
Çeng-nâme, bir araya gelme (=birlik, vahdet) konusunu işleyen tasavvufî ve sembolik
bir eserdir. Eserde bir sembol olarak kullanılan çeng, insanı ve özellikle de âşığı temsil
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 95
eder. Onun için Dâî Çeng-nâme’nin hâtime kısmında eserini Uşşâk-nâme diye de adlan-
dırmıştır. Aslından ayrılarak geldiği dünyada garip, zavallı ve tutsak biri olarak ele alınan
çeng ile Mevlânâ’nın Mesnevî’sindeki ney bu yönden birbirine çok benzer. Bu durum
yukarıda belirttiğimiz gibi Dâî üzerinde Mevlânâ etkisini açıkça göstermektedir. Ayrıca
Dâî, bu eseriyle mûsikî konusunda derin bilgisi olduğunu da ortaya koymuştur.
Çeng-nâme’nin Burdur, Konya ve Sivas’ta olmak üzere üç nüshası vardır. İsmail Hikmet
Ertaylan, Burdur nüshasının tıpkıbasımını diğer eserleriyle birlikte yayımlamıştır (1952).
Gönül Alpay Tekin de Konya nüshasını, başında Ahmed-i Dâî ve eser hakkında bir inceleme
ile tıpkıbasım olarak yayımlamıştır (1975). Alpay daha sonra geniş bir inceleme ile birlikte
Burdur ve Konya nüshalarını kullanarak eserin tenkitli metnini yayımlanmıştır (1992).
Dâî, yukarıda belirtilen manzum eserlerinden başka mensur eserler de yazmıştır. Bu men-
sur eserler; Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Çevirisi, Miftâhü’l-Cenne, Kitâbü’t-Ta’bir-nâme Çe-
virisi, Tercüme-i Eşkâl-i Nasır-ı Tûsî, Teressül, Tezkiretü’l-Evliya Çevirisi, Tıbb-ı Nebevî, Vesîletü’l-
Mülûk li-Ehli’s-Sülûk ve Yüz Hadis Çevirisi olmak üzere dokuz tanedir (Tekin, 1992).
Süleyman Çelebi
Türk edebiyatında ilk mevlid yazarlarından olan Süleyman Çelebi’nin hayatı hakkında
fazla bilgi yoktur. Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr’ına göre Süleyman Çelebi’nin baba-
sı Ahmed Paşa’dır. Ahmed Paşa’nın babası olan Şeyh Mahmud ise, Orhan Gazi’nin silah
arkadaşı olup Şeyh Edebalı’nın oğludur. Mahmud Paşa İznik medreselerinde müderrislik
yapmış bir âlim olmasının yanında şairliği de bulunan bir şahsiyettir.
Bursa’da doğduğu bilinen Süleyman Çelebi’nin doğum tarihi de belli değildir.
Vesîletü’n-Necât adlı eserini 1409’da, 60-65 yaşlarında iken yazdığına göre şairin 1350 yıl-
ları civarında doğduğu tahmin edilebilir. Buna göre Süleyman Çelebi, ilk çocukluk yılları-
nı Orhan Gazi zamanında, gençlik yıllarını da I. Murad devrinde geçirmiştir. Mevlid’e göre
iyi bir eğitim aldığı ve dinî bilgilere hakkıyla vâkıf olduğu anlaşılan Süleyman Çelebi, Emir
Sultan ve çevresinde yetişmesinden dolayı saraya da yakın olmuştur. Yıldırım Bayezid’in
(öl.1403) Divan-ı Hümayun imamlığı görevinde bulunan Süleyman Çelebi, Emir Sultan’ın
tavsiyesi ile Ulu Cami yapıldıktan sonra 1400 yılında, elli yaşlarında iken buraya imam ta-
yin edilmiştir. Süleyman Çelebi’nin Osmanlı Devlet’inde ilk defa şairleri bir araya getiren
ve meclis kuran Emir Süleyman’ın musahibi ve nedimi olduğu da kaydedilmiştir. Ancak
Süleyman Çelebi, Mevlid’i 1409 yılında Emir Süleyman zamanında yazdığı halde, devrin
diğer şairlerinin aksine, eserinde ondan hiç söz etmemiştir.
96 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Süleyman Çelebi hayatının son yirmi yılını Emir Süleyman ve I. Mehmed devrinde ge-
çirmiştir. Bu zamanda meydana gelen olaylardan da hiç bahsetmeyen şairin ömrünün so-
nuna kadar Ulu Cami’in imamlığını sürdürdüğü en kuvvetli ihtimal olarak görünmekte-
dir. Bursalı Mehmet Tahir, bazı kaynaklarda Süleyman Dede adı ile de anılan şairin 1422
yılında öldüğünü belirtmiştir. Bu tarih “râhat-ı ervâh” tamlamasının ebced hesabı ile ve-
rilmiş şeklidir. Mezarı, Bursa’da Çekirge yolu üzerindedir.
Mevlid, “doğmak”, doğum zamanı” ve “doğum yeri” anlamları olan bir kelimedir. An-
cak zamanla Peygamberi doğum gününde anmak ve kutlamak için yazılan eserlerin
genel adı olmuştur. Bu kutlama ilk defa Mısır’da Fatımîler devrinde 1171 yılında yapıl-
mış ve şenlikler düzenlenmiştir. Daha sonra Erbil atabegi Muzaffüriddin Kökböri za-
manında (öl.1232) Hz. Peygamber’in doğum günü en görkemli şekilde kutlanmıştır.
Bu sebeple Ebu’l-Cevzî (öl. 1200) Mevlidü’n-Nebî adlı ilk mevlid kitâbını yazmıştır.
Bu eser ayrıca “el-Arus” ismi ile de anılmıştır. Bundan sonra ise, İbni Dihye (öl.1235)
Kitâbü’t-Tenvîr fî-Mevlidi’s-Sirâci’l-Münîr adlı meşhur eserini yazmıştır. Daha son-
ra Süleyman Çelebi zamanına gelinceye kadar yine Muhyiddîn İbn-i Arabî (öl.1240),
el-Bekrî (öl. 1295) ve İbnü’l-Cezerî (öl. 1429) Arapça mevlidler yazmışlardır.
Bursa’da bir vaizin camide vaaz ederken Bakara Suresi’nin meali “Biz onun (Allah’ın)
peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arasından ayırmayız, hepsine inanırız” şeklin-
deki 285. ayetini yorumlarken peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, dolayısıy-
la Hz. Peygamber’i Hz. İsa’dan üstün görmediğini belirtmesi üzerine bir dinleyici de va-
ize; “Peygamberler arasında fark yoktur demekten maksat, resullük ve nebilik bakımın-
dandır. Bakara Suresi’nin 253. ayetinde “O peygamberlerden kimini kimisine üstün kıldık.”
denmektedir. Buna göre mertebe ve fazilet bakımından Peygamberimizin üstünlüğü var-
dır” şeklinde itiraz ederek vaizi susturur. Şehir halkı ise vaizi tutar. İddia sahibi, Halep ve
Mısır’a gidip fetvalar getirirse de vaiz inadında ısrar eder. Ancak yedinci fetvada bu fikrin-
den vazgeçer. Bu tartışma üzerine Süleyman Çelebi de,
Ölmeyüp Îsâ göge buldugı yol
Ümmetinden olmag-ıçun idi ol
Dahı hem Mûsâ elindeki asâ
Oldı anun izzetine ejdehâ
Çok temennâ kıldılar Hak’dan bular
Kim Muhammed ümmetinden olalar
beyitlerini söyleyiverir ve Mevlid’i bu olay üzerine yazar. Süleyman Çelebi, derin bir Pey-
gamber sevgisiyle yazdığı bu eseri ile devrinde devlet ve toplum düzeninin karışmasına
sebep olan Bâtınîlik gibi bozuk inançlara da karşı çıkmış ve milletin inanç birliğinin ko-
runması hususunda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir.
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 97
Süleyman Çelebi, eserini yazarken Âşık Paşa’nın Garib-nâme’sinden, Erzurumlu Mus-
tafa Darîr’in Sîretü’n-Nebî’sinden ve Ahmedî’nin Mevlid’inden yararlanmıştır. Bunların
yanında başka eserleri de okuyan şair, eseri yazmadan önce hazırlığını tam olarak yap-
mıştır. Mevlid’de daha önce yazılan eserler kadar Süleyman Çelebi’nin almış olduğu iyi
eğitimin de önemli bir yeri vardır. Bu durum şairin Mevlid’de Peygamber nurunun Hz.
Adem’den beri intikalini anlatmak için yazdığı aşağıdaki,
şeklindeki beyitlerinde daha iyi anlaşılır. Mesnevi nazım şeklinde yazılan Mevlid’de kimi
mesnevilerde görüldüğü gibi yer yer kaside ve gazel tarzında yazılmış şiirler de vardır. An-
cak Vesîletü’n-Necât’ta dikkat çeken bir husus hemen her bahrin sonunda tekrarlanan va-
sıta beyitlerinin bulunmasıdır. Tercî’-i bendlere ait olan bu özelliğin mesnevide görülme-
si dikkat çekici bir durumdur. Süleyman Çelebi,
gibi farklı şekilde de söylenmiştir. Düzenli bir şekilde her bahrin sonunda görülen bu du-
rum yalnız Süleyman Çelebi’nin eserine ait bir özelliktir. Diğer mevlid yazan şairler de
bundan esinlenmişler ve eserlerinde vasıta beyitleri kullanmışlardır. Şair eserinde, kaside
şeklinde yazdığı şiiri de dahil mahlas olarak Süleyman ismine yer vermiş ve bunu birkaç
yerde kullanmıştır. Süleyman Çelebi, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazdığı Vesîletü’n-
Necât’taki Peygamber’i övdüğü,
matlaı ile başlayan na’tını ise, mef ‘ûlü fâ‘ilâtü mefâ‘îlü fâ‘ilün vezni ile yazmıştır. Aruz vez-
nini başarı ile kullanan şair, Türkçede uzun ünlü bulunmaması yüzünden, devrin bütün
şairlerinde olduğu gibi şiirinde imale ve zihaflardan kaçamamıştır. Anlaşılır ve açık bir dil
kullanan Süleyman Çelebi, eserini Eski Anadolu Türkçesi ile yazmıştır. Arapça ve Fars-
ça tamlamalara pek az yer veren, sıcak ve sade dil ile içinden geldiği şekilde söyleyen şair,
samimiyetini yansıttığı bir eser ortaya koymuştur. Vesîletü’n-Necât okunduğu zaman ko-
laylıkla söylenebilir gibi bir düşünceye yol açan, ancak hiç de kolay olmayan bir “sehl-i
mümteni” örneğidir. Daha sonra mevlid yazan şairlerin kolay sandıkları bu husus, işe baş-
ladıkları anda, büyük bir zorluk olarak karşılarına çıkmış ve bunların hemen hepsi Süleyman
Çelebi’nin tesiri altında kalmışlar; hatta Mevlid’in beyitlerini ister istemez tekrar eder duru-
ma düşmüşlerdir. Ayrıca Mevlid’in bazı beyitleri Çizmecizade Vehbi tarafından tahmis edil-
diği gibi, şerhleri de yapılmıştır. Mevlid’in en son şerhi Hüseyin Vassâf tarafından yapılmıştır.
98 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Baştan sona Peygamber’in hayatının anlatıldığı bir eser olan Mevlid, a) tevhid-münacat
ve kitabın yazılış sebebi, b) âlemin yaratılmasının sebebi, c) Muhammed nurunun yaratıl-
ması ve Âdem’den başlayarak Peygamber’in alnında karar kılması, ç) veladet, d) peygam-
berin mucizeleri, e) mirac, f) peygamberin vasıfları ve peygamberin tebliğ vazifesini yeri-
ne getirmesi, g) peygamberin vefatı ve h) kitabın sonu olmak üzere dokuz bölümdür. Bu
bölümlerin bazılarında ayrıca fasıllara yer verilmiştir. Bunların sayısı yediyi bulur. Ancak
bazı nüshalarda on beşe kadar çıktığı da görülür. Mevlid’in en uzun kısmı, 145 beyitten
oluşan “velâdet bölümü”dür. Ayrıca bu kısımda Fatih devri şairlerinden olan Ahmed adlı
bir mevlid şairinin,
beyti ile başlayan “merhabâ” faslı da yer almıştır. Süleyman Çelebi, eserin sonunda ölü-
mün geleceğini, buna hazırlıklı olmak gerektiğini, işleri vaktinde yapmayı, nefse uymak-
la günah işlediğini anlatarak Allah’tan rahmet, af dilemiş ve eserini 812H.=1409M. yılın-
da Bursa’da yazdığını belirtmiştir.
Mevlid altı yüz yıl Müslümanların gönlünü ve aklını aydınlatmış, kederli ve neşeli gün-
lerde dost olmuş, kandillerde, sünnetlerde, bayramlarda, düğünlerde, ölümlerde, esarette,
sınır ötelerinde Allah ve Peygamber adının yasaklandığı yerlerde insanımızı canlı tutmuş
ve kendine gelmesini sağlamıştır.
Tesiri en çok görülen eserlerden olan Mevlid, daha sonra da yeni mevlidlerin yazılma-
sına öncülük etmiştir. Türk edebiyatında yüz otuz civarında mevlid yazılmış, ancak bun-
lardan hiçbiri Süleyman Çelebi’nin eseri kadar etkili olmamış ve milletin hafızasında yer
tutmamıştır. Vesîletü’n-Necât, Arnavut, Sırp, Rum, Boşnak, Kürt, Gürcü ve Arap dillerine
çevrilmesinin yanında Türk şivelerine de uyarlanarak okunmuştur. Mevlid okuyan kim-
selere “mevlid-hân” denilmiştir.
Süleyman Çelebi’nin samimi bir ilim ehli olması, dili güzel kullanması, milletin ruhuna
hitap etmesini bilmesi, kendini eleştirmesi, sadeliği, doğal davranması, anlatışındaki tat-
lık ve güzellik Mevlid’in milletin gönlünde ve hafızasında yer tutmasını sağlamıştır. Bun-
dan dolayı Vesîletü’n-Necât çok yazılmış, hemen her yerde nüshaları bulunmuştur. Türk
edebiyatında Mevlid kadar nüshası çok başka bir eser görülmez. Fakat bu nüshalar birbiri-
ni tutmaz. Bunları yazanlar keyfî davranmışlar, esere başka şiirler de eklemişlerdir. Bunun
yanında Mevlid’in kısa şeklini yazanlar da olmuştur. Sadece Peygamber’in doğumunu an-
latan nüshalar ortaya konduğu gibi, bu kısımla birlikte miraca yer veren nüshalar da var-
dır. Peygamber’in doğumu, mirac ve vefatını bulunduran nüshalar tam olanlardır. Aslın-
da bu üç kısım Mevlid’in aslını oluşturmaktadır. Böyle olmasına rağmen Mevlid’e halkın
beğendiği beyitler de karışmıştır. Bazı mevlidlerdeki güzel söyleyişler de Mevlid’e alınmış
ve halk hafızasında yer tutmuştur. Mevlid’teki “merhabâ” faslı beğenilmesi sebebi ile esere
sonradan girmiştir. Hatta bu yüzden Mevlid anonimleşme gibi bir duruma da düşmüştür.
Mevlid nüshalarında farklı beyitler bulunmasının başlıca sebeplerinden biri de, mevlid-
hanların eseri uzun veya kısa şekillerde okumalarıdır. Bu, eserin okunmasında ve nüshaları-
nın ortaya konmasında bir keyfiliği de beraberinde getirmiştir. Mevlid belirli bir usule göre
okunmuştur. Yalnız mevlid okunması için vakıflar bile kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nde
mevlid okuma zamanla resmileşmiş ve belirli bir teşrifata göre mevlid okunmuştur. Kısaca
Mevlid en yüksek tabakadan en alt tabakaya kadar bütün insanımızı kucaklamıştır.
Mevlid üzerine yapılan çalışmaların en kapsamlısı Neclâ Pekolcay’ın doktora çalışması ol-
muştur. Ahmet Aymutlu 1946 yılında bir mezuniyet tezi hazırlamış, Ahmet Ateş de Mevlid üze-
rine bir çalışma yapmıştır (1954). Faruk Timurtaş ise, Mevlid’in en son neşrini yapmıştır (1970).
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 99
1. Çünki Hak evvelligin bildün ayân 12. Ölmeyüp Îsâ göğe bulduğı yol
Dinle imdi kılayın sun‘ın beyân Ümmetinden olmağ içün idi ol
2. Hak ta’âlâ ne yaratdı evvelâ 13. Dahı hem Mûsâ elindeki asâ
Cümle mahlûkdan kim ol evvel ola Oldı anun izzetine ejdehâ
3. Hem sebeb olmuş ola bu varlığa 14. Ceddi olduğıy’çün anun ol Halîl
Işk ile dinleyeni iy Hak yarlığa Nârı cennet kıldı ana ol Celîl
4. Mustafâ rûhını evvel kıldı var 15. Cümle anun dostlığına adına
Sevdi anı ol Kerîm ü Kirdgâr Bunca izzet oldı ol ecdâdına
5. Nice bin yıl terbiyet kıldı ana 16. Çok temennî kıldılar Hak’dan bular
Anla işbu sözleri batgıl tana Kim Muhammed ümmetinden olalar
6. Mustafâ’yı kendüye kıldı Habîb 17. Tâ bularun arta izz ü hürmeti
Cümle derdlülere ol oldı tabîb Dahı yiğrek ola Hakk’a kurbeti
... ...
7. Hak ana virdi mükemmel eyledi 18. Pes bilün kim gelmedi hem gelmeye
Yaratılmışdan mufaddal eyledi Mustafâ gibi kimesne dünyeye
8. Ger Muhammed olmaya idi ayân 19. Enbiyânun şeksüz ol sultânıdur
Olmayısardı zemîn ü âsmân Cümlesinün cânı içre cânıdur
...
9. Ger Muhammed gelmeseydi âleme 20. Gerçi kim anlar dahı mürsel-durur
Tâc-ı izzet inmez idi Âdem’e Lîkin Ahmed efdal ü ekmel-durur
10. Hem vesîle olduğıy’çün ol Resûl 21. Zîra efdallığa ol elyak-durur
Âdem’in Hak tevbesin kıldı kabûl Anı öyle bilmeyen ahmak-dur
11. Nûh anun’çün garkdan buldı necât
Dahı doğmadan görindi mu‘cizât
Abdülvâsî Çelebi
XIV. yüzyılın ortalarında doğan ve XV. yüzyılın ilk çeyreğinde Amaysa ve Bursa’da yaşa-
yan şairlerden biri de Abdülvâsî Çelebi’dir. Kaynaklarda hayatı hakkında bilinenler sınır-
lı olan şair, Amasya’da doğup büyümüş ve I. Çelebi Mehmed’in hükümdar olması üzerine,
ömrünün sonlarına doğru Bursa’ya gelmiştir. Abdülvâsî Çelebi bir kadı oğlu olması sebebi
ile iyi bir eğitim görmüştür. Hatta buna dayanarak şiirlerinde Kadıoğlu ve Kadı mahlası-
nı kullanan şair, ayrıca Abdülvâsî adını da mahlas gibi yazmıştır. Şiirlerinden devrin hü-
kümdarı I. Mehmed ve vezir Bayezid Paşa’ya yakın olduğu anlaşılmaktadır. Tek eseri olan
Halîl-nâme’yi yazdığı zaman altmış, yetmiş yaşlarında olduğu dikkate alınırsa şairin, 1350
yılına yakın bir tarihte doğduğu söylenebilir. Eserinde, Ahmedî ve Şeyhoğlu Mustafa’dan
üstün olduğunu söylemesi, her iki şairi de yakından tanıdığını ve eserlerini takip ettiği-
ni gösterir. O,
şeklindeki beytinde görüldüğü gibi, kendisinin bahtı kötü, fakat sözü tatlı bir şair olduğunu belirtir.
Bayezid Paşa’yı ve Çelebi Mehmed’i Amasya’da tanıyan şair, Emir Süleyman ile Musa
Çelebi mücadelesinden başka, Çelebi Mehmed ve Musa Çelebi arasındaki mücadelelere
100 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
tanıklık etmiştir. Şair, eserinde şehzadeler arasında geçen mücadeleleri “Der Vasf-ı Ceng-i
Sultân Muhammed bâ-Mûsâ” başlığı altında 192 beyitte anlatarak bir çeşit tarih yazmıştır.
Bunun yanında devrin şairlerini de iyi tanıyan Abdülvâsî Çelebi eserinde daha çok Çele-
bi Mehmed’e yer vermiştir. Abdülvâsî Çelebi, ayrıca dönemin şairlerinden Ahmedî hak-
kında da bilgiler verir ve onun hırslı ve aç gözlü bir şair olduğunu belirtir. Böyle olmasına
rağmen Abdülvâsî Çelebi, şiirlerinde Ahmedî’yi hayırla yad eder. Şair, aşağıdaki beytinde
Halîl-nâme’yi yazdığı zaman yaşının bir hayli ilerlediğini îmâ etmektedir:
İ Kâdî vaktıdur cürmün çogaldı
Gel it tevbe ki yuya anı tevbe
Ayrıca Abdülvâsî Çelebi’nin,
Muhammed Han u sultân ibni sultân
Hudâvendigâr oglı ol güzel han
Yukarıdaki beyitlerde de görüldüğü gibi söze önem veren bir şair olan Abdülvâsî
Çelebi’ye göre, söz eksiksiz söylenmeli, açık, anlaşılır ve anlamlı olmalıdır. Anlamsız söz-
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 101
den bir fayda gelmez. Söz az ve öz söylenmeli, dinleyen ondan faydalanmalı, söyleyen
kimsenin isteğini de karşılamalıdır. Böyle olmazsa o söz, söz değildir.
Abdülvâsî Çelebi, Halîl-nâme’de İbrahim peygamberin hayatını anlatırken devrindeki
hadiselere de yer vermiş, böylece eserindeki monotonluğu kırdığı gibi, eserini de güncel-
leştirmiştir. Hz. İbrahim’in peygamber oluşunun ardından sözü Çelebi Mehmed ile Musa
Çelebi’ye getiren şair, iki şehzade arasındaki mücadeleleri anlatmış ve Mehmed Çelebi’nin
galibiyetine yer vermiştir. Ayrıca Hz. İbrahim’in şahsında yeri geldikçe Çelebi Mehmed’i an-
latmıştır. Böylece tarihe ışık tutan bir belge de bırakan Abdülvâsî Çelebi, Ahmedî gibi bir eser
yazmıştır. Eserin bu kısımları tarihimiz içinde gerçek vakalardır. Bu yönü ile Âşık Paşazâde
tarihinden önce iki şehzade arasındaki mücadeleyi ele alan ilk şair Abdülvâsî Çelebi’dir.
Abdülvâsî Çelebi’nin eseri, yemekler, kumaşlar, gökler ve gezegenler, denizler, hayvan-
lar, savaş araç ve gereçleri, bitkiler, mûsikî gibi pek çok konuda verdiği bilgi ve öğütlerin
yanında devrin anlayış ve kültürünü aks ettirmesi bakımından önemlidir. Şair, eserinde
mesnevi nazım şekli dışında sayısı on beşi bulan gazel de yazmıştır.
Halîl-nâme’de Kâbe’nin yapılışının anlatıldığı yedi beyitlik şiir, bir Ka’be-nâme olup
edebiyatımızda bu türde yazılan ilk şiirdir. Bu eserde yer alan Hz. İbrahim’in vasiyeti ise,
Kutadgu Bilig’ten sonra edebiyatımızda rastlanan ikinci bir vasiyet-nâme niteliğindedir.
Eserinde Hz. İbrahim’in hayatından başka Hz. Peygamber’e kadar gelen bir peygamler
şeceresi de ortaya koymuştur. Şair ayrıca Hz. Peygamber için,
Şeyhî
XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Şeyhî, Anadolu sahası Türk
edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biridir. Şairin adı kaynaklarda bazen Yûsuf bazen
de Sinan, Sinaneddin olarak geçer. Doğum yeri Germiyan (Kütahya)’dır. Tabip olmasın-
dan dolayı “Hekim Sinan” adıyla şöhret kazanan Şeyhî, ilk öğrenimine dönemin önemli
kültür merkezlerinden biri olan Kütahya’da başladı ve bu arada şair Ahmedî’den ders aldı.
Tezkirelerdeki bilgilere göre, bilgisini ilerletmek üzere İran’a gitmiş, burada tasavvuf, ede-
biyat ve tıp öğrenimi görmüştür. Özellikle göz hekimliğinde bilgisini ilerletti. Sehî’ye göre;
Seyyid Şerîf-i Cürcânî ile sınıf arkadaşlığı da yapan Şeyhî, dönemin önde gelen İran şair-
lerinden Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî ve Hâfız-ı Şirazî’den etkilenerek memleketi-
ne dönmüştür. İran dönüşü Ankara’da Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap ederek Şeyhî mahla-
sını alan şairin, Germiyanoğlu Yakub Bey’in özel tabibi olduğu ve daha sonra Çelebi Meh-
med ve II. Murad’ın hizmetinde bulunduğu bilinmektedir.
1415’te Çelebi Mehmed’in Karaman Savaşı sırasında hastalanması üzerine Ankara’ya
getirilen Şeyhî, padişahı tedavi etmiş, bunun karşılığında kendisine birçok hediyeyle bir-
likte Dokuzlar köyü tımar olarak verilmiş, ayrıca padişahın özel doktoru olarak görevlendi-
rilmiştir. Şeyhî, kendisine verilen köye giderken köyün eski sahipleri tarafından dövülmesi ve
canını zor kurtarması üzerine, başından geçenleri hicvederek anlattığı Har-nâme’yi yazmıştır.
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 103
Kaynaklarda ölüm tarihi hakkında tam ve tutarlı bir bilgi bulunmayan Şeyhî, II. Mu-
rad devrinde, 1429 yılında Kütahya’da ölmüştür. İbrahim b. Ahmed’in Şakâyık Tercümesi ve
Evliya Çelebi’inin Seyahat-nâmesi’nde verilen bilgilere göre mezarı, Kütahya yakınlarında-
ki Dumlupınar mevkiinde yer alan Çiftepınar köyünde olup bugün de ziyaret edilmektedir.
söz eder, ikincisinde ise II. Murad’ı över. Şeyhî’nin bu eserinde, XV. yüzyıl Türkçesinin
özellikleri bulunan arkaik kelimeler bakımından zengin dil malzemesi vardır.
Har-nâme: Şeyhî’nin en çok beğenilen ve tanınan eseri olan Har-nâme, 126 beyitten
meydana gelen bir mesnevidir. Kaynaklarda verilen bilgilere ve yazmaların durumundan
anlaşıldığına göre, Har-nâme önce I. Mehmed’e, sonra II. Murad’a sunulmuştur.
Özlü ve güçlü ifadesi, dilinin sadeliği ve güzelliği, hicvin inceliği ve zarafeti ile sosyal
eşitsizliği başarılı bir biçimde eleştiren Har-nâme, edebiyatımızda hiciv türünün en güzel
örneğidir. Şeyhî, yaşadığı bir olayı, kuvvetli tasvirleri ile hayvanları şahıslaştırarak oldukça
başarılı bir şekilde anlatmıştır. Kaynaklarda Har-nâme’nin yazılış sebebi iki farklı şekilde
verilmiştir. Birincisine göre; Şeyhî, Çelebi Mehmed’in gözünü tedavi ettiği için padişah
kendisine ihsanlarda bulunur ve Dokuzlar köyünü tımar olarak verir. Ancak köyün eski
sahipleri Şeyhî’yi köye sokmazlar ve onu dövüp elindeki bütün malını da alırlar. Şeyhî de
bu olay üzerine Har-nâme’yi yazarak Çelebi Mehmed’e sunar. İkinci bilgiye göre; Şeyhî’yi
beğenen II. Murad, onu vezir yapmak ister. Padişahın çevresinde bulanan ve Şeyhî’yi çe-
kemeyen kişiler onun, Nizâmî’nin Penc-genc’i gibi bir hamse yazdıktan sonra bu makama
getirilmesinin daha uygun olacağını söylerler. Şeyhî bunun üzerine; Nizamî’nin Hüsrev
ü Şîrîn’ini çevirmeye başlar. Önce 1000 beyti çevirip padişaha sunar. Padişah eseri çok
beğenir ve Şeyhî’ye çeşitli hediyeler verir. Aldığı hediyelerle memleketine giderken yol-
da hırsızlar tarafından soyulan Şeyhî, bunun üzerine yaşadıklarına uygun olarak Har-
nâme’yi yazıp padişaha gönderir. Şair, Har-nâme’de anlattıklarını kendi başından geçen
olaya bağlayarak padişahın adaletini ve yardımını bekler.
Har-nâme, çok sade bir Türkçe ile yazılmış, hemen her beyti sehl-i mümteni özelliği
taşıyan bir eserdir. Mesnevide çok az sayıda yabancı kelime kullanılmıştır. Bu kelimeler
ise, Türkçe sözler ve söyleyiş üslubu içinde kaybolmuştur.
Har-nâme’den
fâ’ilâtün mefâ’ilün fâ’ilün
1. Bir eşek var idi za’îf ü nizâr 6. Dudagı sarkmış ü düşmiş enek
Yük elinden katı şikeste vü zâr Yorulur arkasına konsa sinek
2. Gâh odunda vü gâh suda idi 7. Dogranur idi arpa arpa teni
Dün ü gün kahr ile kısuda idi Gözi görince bir avuç samanı
3. Ol kadar çeker idi yükler agır 8. Kargalar dirnegi kulagında
Ki teninde tü komamışdı yagır Sinegün seyri gözi yagında
4. Nice tü kalmamışdı et ü deri 9. Arkasından alınsa palanı
Yükler altında kana batdı deri Sanki it artugı-y-ıdı kalanı
5. Eydür idi gören bu sûretlü 10. Bir gün issi ider himâyet ana
Tan degül mi yürür sünük çatlu Ya’nî kim gösterür inâyet ana
Özet
XV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının Türk edebiyatı tarihi XV. yüzyıl Azerî sahası Türk edebiyatının önde gelen
1 içindeki yerini belirlemek. 2 şairlerini ve bunların eserlerini ayırt etmek.
Türk edebiyatı XV. yüzyılda, doğuda Horasan ve XV. yüzyılda Azerî sahasının tanınmış şairleri, Hakîkî
Maveraünnehir’de, batıda ise Irak, Azerbaycan ve mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazan Karakoyun-
Anadolu’da eserler vermiştir. lu hükümdarı Cihânşâh, Akkoyunlu hükümdarı Sul-
XV. yüzyılda Irak ve Azerbaycan’da sürekli savaşların tan Yakub, Hatâî, Habîbî ve Hamidî’dir. Türkçe ve
doğurduğu siyasî ve ekonomik buhranlar, Sünnî ve Şiî Farsça şiirler yazan Hakîkî’nin 893H.=1478M.’de
mezhep kavgalarının meydana getirdiği huzursuzluklar istinsah edilen Divan’ının bir nüshası British
yüzünden Azerî sahası edebiyatı verimli olamamıştır. Museum’dadır (Or. 9493). Hatâî’nin Sultan Yakub adı-
XV. yüzyılda İstanbul ve Edirne başta olmak üzere na yazdığı Türkçe bir Yûsuf u Züleyhâ’sı bulunmak-
Anadolu’daki diğer şehirlerde de ilim ve sanat faaliyet- tadır. XV. yüzyılda Azerî sahasının en önemli şairi
leri devam etmiştir. Özellikle Osmanlı şehzadelerinin Habîbî’dir. Bu şairin ilim ve marifet sahibi olması-
vali bulundukları şehirlerde ilmî ve edebî faaliyet çok nın yanında, edası Acemane ve şiiri âşıkanedir. Azerî
daha canlı ve hareketli olmuştur. Rumeli’de ise, Filibe, sahasında Nesîmî ile Fuzûlî arasında yetişen şairlerin
Serez, Selanik, Üsküp gibi şehirlerde kültür faaliyet- en önemlisi olan Habîbî’nin Divan’ı ele geçmemiş, an-
lerinde canlılık görülür. Türk edebiyatı bu yüzyılda cak Fuad Köprülü 42 şiirini yayımlamıştır. Hamidî
Anadolu’da büyük bir gelişme göstermiş, divan ede- de, Şirvanşahlar sarayı şairi iken Fatih döneminde,
biyatı artık kuruluş dönemini tamamlayarak klâsik bir 1459’da İstanbul’a gelmiş ve Fatih’ten büyük bir iltifat
duruma gelmiştir. Manzum mensur her türde ve her görmüştür. Hamidî’nin Fatih’e sunduğu bir Divan’ı
konuda yazılmış pek çok eserle edebiyat iyice gelişe- vardır ve özgün basımını İ. Hikmet Ertaylan bir ön-
rek bir yükselme devri başlamıştır. Şuara tezkirelerine sözle birlikte yayımlamıştır. Hamidî’nin Divan’ındaki
alınmış o1an ve Ömer İbni Mezid’in Mecmu’atü’n-Nezâir’i şiirlerinin çoğu Farsçadır. Türkçe olarak yazdıkları
ile Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’inde şi- daha azdır.
irleri bulunan yüzlerce şairin kaside ve gazel saha-
sında büyük bir gelişme sağladıkları açıkça görülür.
Tezkirelerde bu şairlerden eser sahibi olarak bildiri-
lenlerden bugün bir kısmının divanları elimizde bu-
lunmaktadır. Bununla birlikte yazılan divanların sa-
yısı önceki yüzyıla göre daha fazladır. Mesnevi alanında
da her konuda telif ve tercüme çok sayıda eser yazıl-
mış, hamseler meydana getirilmiştir. Fakat kaynaklar-
da hamse sahibi olduğu bildirilen şairlerden ancak bir-
kaçının hamsesi günümüze ulaşmıştır.
XIV. yüzyıldaki dinî-destanî mesnevilerin yerini bu yüzyıl-
da daha çok tarihî mesneviler almış ve yapılan fetihleri an-
latan gazavat-nâmeler yazılmıştır. Telif ve tercüme şeklinde
yazılan mensur eserlerin sayısı oldukça artmıştır. XV. yüz-
yılın ilk yarısında kaleme alınan bu eserlerin açık ve olduk-
ça sade bir dili vardır. Sultan II. Murad Türkçeye değer ver-
miş ve yazılan eserlerin açık ve anlaşılır olmasını istemiştir.
Bu yüzyılın şairleri de, şiirlerinde ata sözlerini, Türkçe tabir-
leri, Türkçe kelimelerden yaptıkları redif ve kafiyeleri kul-
lanmak suretiyle şiir dilini zenginleştirmek için büyük gay-
ret göstermişlerdir. Tercüme faaliyetleri de kesintisiz devam
etmiştir. Nesir dilinde de iki ayrı gelişme görülmüştür. Halk
için yazılan dinî eserlerde ve tarihlerde sade bir dil kullanıl-
mış, bazı eserler ise sanatkârane nesir ile yazılmıştır.
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 107
Anadolu sahası Türk edebiyatının XV. yüzyılın ilk yarısında Abdülvâsî Çelebi: Amasya’da doğup büyüyen ve Çe-
3 önde gelen şair ve yazarları ile bunların eserlerini ayırt etmek. lebi Mehmed’in hükümdar olması üzerine, ömrü-
XV. yüzyılda Anadolu sahasında önceki yüzyılla- nün sonlarına doğru Bursa’ya gelen şair, şiirlerin-
ra göre yetişen şair ve yazarların sayısı daha fazladır. de kullandığı Kadıoğlu ve Kadı mahlaslarının ya-
Yüzyılın ilk yarısında yaşayan, eser veren şair ve ya- nında Abdülvâsî adını da mahlas gibi yazmıştır. Şa-
zarların önde gelenleri, Ahmed-i Dâî, Süleyman Çele- irin tek eseri olan Halîl-nâme mesnevisi 3693 beyit-
bi, Abdülvâsî Çelebî ve Şeyhî’dir. ten meydana gelmektedir. Bu mesnevide, İbrahim
Ahmed-i Dâî: Germiyan bölgesi şairlerindendir. Dâî, peygamberin hayatı anlatılmıştır. Dâsitân-ı İbrahim
bu beyliğin Osmanlıya katılmasından sonra Yıldırım Nebî adıyla da bilinen bu mesnevi, aruzun mefâ‘îlün
Bayezid’in oğulları Emir Süleyman, Musa Çelebi ile mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazılmıştır. Halîl-nâme,
Mehmed Çelebi’nin yanında bulunarak bunlara şiirler halka dinî bilgiler vererek faydalı olmak için yazıl-
yazmıştır. Ahmed-i Dâî’nin manzum ve mensur çok mış dinî-didaktik bir eserdir. Saf ve samimi bir ifade
sayıda eseri vardır. Manzum eserleri; Türkçe Divan, ile yer yer dünya hayatına ait gerçekçi tasvirler yapı-
Farsça Divan, Çeng-nâme, Ukûdü’l-Cevâhir (Fars- lan eserde ahlâkî öğütler de verilmiştir. Mi’râc-nâme,
ça sözlük), Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Mukad- Halîl-nâme’nin sonunda yer alan 548 beyitlik bir kı-
dimesinin Türkçe Çevirisi, Camasb-nâme, Vasiyyet-i sımdır. Abdülvâsî Çelebi’nin Peygamber’in miracını
Nûşinrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr geniş bir şekilde anlatmaya çalıştığı ayrı bir eser gibi
tercümesi’dir. Dâî’nin Mu’tayebât’ı ise müstakil bir görünen bu mesnevisi de mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün
eser olmayıp Türkçe Divan’ından seçilmiş 12 mizahî vezninde yazılmıştır.
kıt’adan oluşmaktadır. Dâî’nin mensur eserleri ise, Şeyhî: Şeyhî, Anadolu sahasında klâsik şiirin kuru-
Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Çevirisi, Miftâhü’l- luşunda önemli rol oynamış, özellikle lirizm yanı
Cenne, Kitâbü’t-Ta’bir-nâme Çevirisi, Tercüme-i öne çıkan manzumeleriyle tanınmıştır. Şeyhî’nin
Eşkâl-i Nasır-ı Tûsî, Teressül, Tezkiretü’l-Evliyâ Çevi- bilinen ve elde bulunan eserleri, Divan, Har-nâme ve
risi, Tıbb-ı Nebevî, Vesîletü’l-Mülûk li-Ehli’s-Sülûk ve Hüsrev ü Şîrîn mesnevileridir. Hüsrev ü Şîrîn: Genceli
Yüz Hadis Çevirisi olmak üzere dokuz tanedir. Nizâmî’nin aynı adlı eserinin tercümesi olup, 1421-
Süleyman Çelebi: Türk edebiyatında ilk mevlid ya- 1429 yılları arasında II. Murad adına yazılmıştır.
zarlarından olan Süleyman Çelebi, Orhan Gazi, I. 6944 beyitten meydana gelen mesnevi, Faruk Kadri
Murad, Yıldırım Bayezid ve I. Mehmed’in hükümdar- Timurtaş tarafından yayımlanmıştır. Har-nâme:
lık dönemlerinde yaşamıştır. Vesîletü’n-Necât adlı tek Şeyhî’nin en çok beğenilen ve tanınan bu eseri, 126
eserini 60-65 yaşlarında iken 1409’da yazmıştır. Sü- beyitten meydana gelen bir mesnevidir. Özlü ve güç-
leyman Çelebi bu eserine Vesîletü’n-Necât adını ver- lü ifadesi, dilinin sadeliği ve güzelliği, hicvin in-
mesine rağmen halk arasında Mevlid ismi ile meş- celiği ve zarafeti ile sosyal eşitsizliği başarılı bir bi-
hur olmuştur. Peygamber’in hayatının anlatıldığı bir çimde eleştiren Har-nâme, edebiyatımızda hiciv
eser olan Mevlid, a) tevhid-münacat ve kitabın ya- türünün en güzel örneğidir.
zılış sebebi, b) âlemin yaratılmasının sebebi, c) Mu-
hammed nurunun yaratılması ve Âdem’den başlaya-
rak Peygamber’in alnında karar kılması, ç) veladet, d)
Peygamber’in mucizeleri, e) miraç, f) Peygamber’in
vasıfları ve Peygamber’in tebliğ vazifesini yerine ge-
tirmesi, g) Peygamber’in vefatı ve h) kitabın sonu ol-
mak üzere dokuz bölümdür.
108 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
1. XV. yüzyılda Herat ve Semerkand’da Doğu Türkçesiyle 6. Ömer b. Mezîd’in derleyip II. Murad’a sunduğu eser aşa-
eser veren edebiyata ne ad verilir? ğıdakilerden hangisidir?
a. Özbek Edebiyatı a. Mecmu’atü’ş-Şu’arâ
b. Çağatay Edebiyatı b. Kitâbu’l-Edvâr
c. Harezm-Altınordu Edebiyatı c. Mecmû’atü’n-Nezâir
d. Kıpçak Edebiyatı d. Makâsıdu’l-Elhân
e. Kuzey-Doğu Edebiyatı e. Mecma’u’n-Nezâir
2. XV. yüzyıl Azerî sahasında Nesîmî ile Fuzûlî arasında ye- 7. Aşağıdakilerden hangisi ilk Osmanlı tarihçileri arasında
tişen şairlerin en önemlisi aşağıdakilerden hangisidir? yer alır?
a. Hatâî a. Kemal Paşazâde
b. Hakîkî b. Gelibolulu Mustafa Âli
c. Habîbî c. Selânikî Mustafa
d. Hamîdî d. Koçi Bey
e. Cihânşâh e. Âşık Paşazâde
3. Osmanlıda şairleri toplayan ilk şehzade/padişah aşağıda- 8. Ahmed-i Dâî ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
kilerden hangisidir? yanlıştır?
a. Yıldırım Bayezid a. Ahmedî gibi Dâî de en çok Emir Süleyman için şiir
b. Çelebi Mehmed yazmıştır.
c. Musa Çelebi b. Padişah övgülerini yalnız kaside nazım şeklinde de-
d. Emir Süleyman ğil, mersiyelerinde olduğu gibi tercî’-i bend tarzında
e. II. Murad da yazmıştır.
c. Övgülerinde Acem abartılarından uzak durmuştur.
4. Osmanlıda şiir yazan ilk padişah aşağıdakilerden hangisidir? d. Üslubu çağdaşlarına göre daha zarif, açık ve akıcıdır
a. Osman Gazi e. Çeng-nâme’yi II. Murad’a sunmuştur.
b. Orhan Gazi
c. I. Murad 9. Aşağıdakilerden hangisi Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini
d. I. Bayezid yazarken yararlandığı eserlerden biridir?
e. II. Murad a. Risâletü’n-Nushiyye
b. Halîl-nâme
5. Ahmedî, Tervîhü’l-Ervâh isimli eserini aşağıdakilerden c. Tervîhü’l-Ervâh
hangisine sunmuştur? d. Sîretü’n-Nebî
a. Emir Süleyman e. Tezkiretü’l-Evliyâ
b. Çelebi Mehmed
c. Musa Çelebi 10. Abdülvâsî Çelebi’nin Halîl-nâme’sinde aşağıdaki peygam-
d. Bayezid Paşa berlerden hangisinin hayatı geniş bir şekilde anlatılmaktadır?
e. II. Murad a. Hz. Âdem
b. Hz. İsmail
c. Hz. İbrahim
d. Hz. Davud
e. Hz. Süleyman
4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 109
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Akdoğan, Y. (1988). Ahmedî Divânından Seçmeler, Ankara. Sempozyumu, 18-20 Ekim 2007, Bursa.
Akdoğan, Y. -Demirel, Ö. (2008). “Cezeri Kasım (Sâfi) Tekin, G. A. (1975). Ahmed-i Dâ’î and His Çengnâme (An
Paşa’nın Hayatı ve Eserleri,” TDED, XXXVI, İstanbul. Old Ottoman Mesnevî), Cambridge.
Ali Cânib, (1928). “Onbeşinci Asır Şâirlerinden Atâî’nin Tu- Tekin, G. A. (1992). Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical
yugları”, Hayat, nr. 93. Edition and Textual Analysis, Sources of Oriental Lan-
Ateş, A. (1948). “Burdur-Antalya ve Havasili Kütüphanele- guages and Literatures, c. XVI, Cambridge Mas.: Harvard
rinde Bulunan Türkçe, Arapça ve Farsça Bazı Mühim University.
Eserler”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiya- Timurtaş, F. K. (1963). Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin’i, İstanbul.
tı Dergisi, C. II, S. 3-4. Timurtaş, F. K. (1970). Mevlid, Süleyman Çelebi, İstanbul:
Çelebioğlu, A. (1999). Türk Edebiyatında Mesnevî (XV. yy’a MEB Yay.
Kadar), İstanbul. Timurtaş, F. (1981). Harnâme, İstanbul.
Ertaylan, İ. H. (1952). Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri, İstanbul. Yavuz, K. (2000). Âşık Paşa Garib-nâme, İstanbul: Türk Dil
Güldaş, A. (1996). Abdülvasi Çelebi, Halilnâme, Ankara: Kurumu Yay.
Kültür Bakanlığı Yay. Yavuz, K. (2007). “Süleyman Çelebi ve Mevlid, Yazılışı, Yayı-
Hatiboğlu, H. (2007). “Hadis Arka Plânı ve Kaynakları Açı- lışı ve Etkileri”, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid
sından Vesîletü’n-Necât”, Süleyman Çelebi ve Mevlid, Sempozyumu, 18-20 Ekim 2007, Bursa.
Yazılışı, Yayılışı ve Etkileri, Uluslar arası Süleyman Çe- Yavuz, K. (2010). “XIV. yüzyılda Türk Edebiyatı ve Bazı Dik-
lebi ve Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim 2007, Bursa. katler”, Adıyaman Üniversitesi Eski Türk Edebiyatı
İsen, M. - Kurnaz, C. (1990). Şeyhî Divanı, Ankara. Sempozyumu, 16-18 Mayıs 2009, Adıyaman.
Kaplan, M. (2006). “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuşirevân Yavuz, K.- Saraç, Y. (2003). Âşık Paşazâde, Osmanoğulları’nın
Tercümesi: Metin”, Erciyes, nr. 191, Kayseri. Tarihi, İstanbul: Koç Kültür Sanat Tanıtım.
Kartal, A. – Şentürk, A. A. (2010), Üniversiteler İçin Eski Yavuz, Kemal (2011). “Nesîmî ve Şiiri”, Dil ve Edebiyat Der-
Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yay. gisi, Sayı 32, Ağustos, İstanbul.
Kortantamer, T. (1977). “Ahmed-i Dâî İle İlgili Yeni Bilgiler”, Yeniterzi, E. (2006). “Ahmed-i Dâ’î ve Vasiyyet-i Nûşirevân Adlı
Türkoloji Dergisi, C. VII, Ankara. Mesnevisi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Köksal, F. (2010). Mevlid-nâme, Türk Edebiyatında Mevlid Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 19.
Türü ve Yeni Mevlid Metinleri, Kırşehir.
Kübra, B. (2011); Seyyid Burhan Divanı, İ.Ü. Sosyal Bilim-
leri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Macit, M. (2002). Karakoyunlu Hükümdar Cihânşâh ve
Türkçe Şiirleri, Ankara.
Mansuroğlu, M. (1947). Anadolu Türkçesi (XIII. Asır)
Dehhânî ve Manzumeleri, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakül-
tesi Türk Dili ve Edebiyatı Mezunları Cemiyeti Yay.
Mazıoğlu, H. (1983). “Türk Edebiyatı (Eski)”, Türk Ansiklo-
pedisi, C. 32, Ankara: MEB Yay.
Mengi, M. (2000). Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat
Tarihi-Metinler, Ankara: Akçağ Yay.
Özmen, M. (2001). Ahmed-i Dâî Dîvânı, I -II, Ankara: Türk
Dil Kurumu Yay.
Pekolcay, N. (2009). Mevlid (Vesiletü’n-Necât) Süleyman
Çelebi, Ankara.
Tarlan, A. N. (1942). Şeyhi Divanı Tarama Sözlüğü, Ankara
Tarlan, A. N. (1964). Şeyhî Divanı’nı Tetkik, İstanbul,
(Ankara 2004).
Tatçı, M. (2007). “Hüseyin Vassâf Bey’in Mevlid Şerhi:
Gülzâr-ı Aşk”, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid
t
5
XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu sahası Türk edebiyatının genel özellikle-
rini açıklayabilecek,
XV. yüzyılın ikinci yarısında eser veren şair ve yazarlar ile bunların eserlerini
ayırt edebilecek,
XV. yüzyılda yaşayan mutasavvıf şairleri ve eserlerini ayırt edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Fatih ve II. Bayezid devrinde • Zeynep Hanım
• Türk dili ve edebiyatı • Mihrî Hatun
• Ahmed Paşa • Hufî
• Avnî (Fatih Sultan Mehmed) • Adlî (II. Bayezid)
• Mahmud Paşa (Adnî) • Cem Sultan
• Nişânî • Karamanlı Aynî
• Cemâlî • Hamdullah Hamdî
• Aşkî • Mutasavvıf Şairler
• Ulvî • XV. Yüzyıl Manzum Eserleri
• Karamanlı Nizâmî • XV. Yüzyıl Mensur Eserleri
• Sarıca Kemal
İçindekiler
• GİRİŞ
• FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMLERİNDE
XV. Yüzyıl Batı Türk TARİHÎ DURUM
XIV.-XV. Yüzyıllar • FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMİ TÜRK
Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk
Türk Edebiyatı DİLİ VE EDEBİYATI
Edebiyatı (1450-1500) • XV. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA ESER
VEREN ŞAİR VE YAZARLAR
• XV. YÜZYILDA YAZILAN ESERLER
XV. Yüzyıl Batı Türk
Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk
Edebiyatı (1450-1500)
GİRİŞ
XV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının genel durumu, Azerî sahasında yetişen şairler ve bu yüz-
yılın ilk yarısında Anadolu sahasının tarihî ve edebî durumu ile önde gelen şair ve yazar-
lar hakkında 4. ünitede bilgi verilmişti. Bu ünitede, XV. yüzyılın ikinci yarısında, Fatih ve
II. Bayezid dönemlerinde Anadolu (Osmanlı) sahasında tarihî ve edebî durum, önde ge-
len şair ve yazarlar ile manzum ve mensur eserler hakkında bilgi verilecektir.
Fatih döneminde, eskiden beri fıkıh, kelâm, mantık, meânî ve bunlarla ilgili ilimler
okutulduğu gibi, müspet ilimlere karşı da büyük ilgi gösteriliyordu. Fatih, “Sahn-ı Seman”
adı verilen sekiz büyük medreseyi kurmuş ve bu medreselerde Ali Kuşçu (öl. 1474), Hayâlî
Şemseddin (öl. 1470), Molla Hüsrev (öl. 1480), Hocazâde Muslihiddîn Mustafa (öl. 1488),
Hatibzâde Muhyiddîn Mehmed (öl. 1495) gibi devrin en büyük âlimleri ders vermiştir.
Arapça ve Farsça yanında, İbranice, Keldanice, Yunanca, İslavca ve Latinceyi de bilen
ve bu dillerden bazılarına hakkıyla vakıf olan Fatih, kitaplara düşkün bir padişahtır. Top-
kapı Kütüphanesi Fatih kitapları koleksiyonunda İslamî eserlerden başka 585 adet yazma
bulunmaktadır. XI. ve XV. yüzyıllara ait olan bu yazmaların bir kısmı fizik ve matematik
eserleri, bazıları da Kitab-ı Mukaddes ve tefsirleridir. Bunların yanında Fatih’in emri ile
bazı eserlerin tercümeleri de yapılmıştır. Bu eserler arasında, Kitâbu Usûl ve’l-Erkân adı
ile anılan Öklidis’in hendese alanında tanınmış eseri Kitâb-ı Öklidis, Kitâb-ı Mesâdarat
ile Batlamyus’un ilm-i hey’et hakkında yazılan meşhur eseri Kitâb-ı Mecestî’si (asıl ismi
Matimatikî Sintaksis), büyük dil ve fen âlimi Sibeveyh’in nahiv ilminde önemli eserinin
Şeyh Ebu Said Sayrafî tarafından yapılan şerhi önde gelenlerdir. Ayrıca bu eserler Fatih
devrinin tezyinatını ve cilt sanatını da ortaya koyan önemli belgelerdir. Fatih Sultan Meh-
med dinler, mezhepler ve inanç sistemleri ile tabiatüstü meseleleri incelemeye meraklı bir
padişahtır. Hurufiliği, Hıristiyan inancını incelediği gibi, yapılan ilmî tartışmaları takip
etmiş ve bunların yazılmasını istemiştir.
Fatih ve oğlu Bayezid devrinde yazılan eserlerle Türk dili ve edebiyatı önemli geliş-
me göstermiştir. Bu dönemde yapılan çalışmaları ve yazılan eserleri, “Türk Dili” ve “Türk
Edebiyatı” şeklinde iki ana başlıkta değerlendirmek mümkündür.
Tarihî Türkiye Türkçesi: Batı Türkçesinin Anadolu’da gelişen ve daha sonra Os-
manlı Türkçesi adını alan koludur. Fatih devrine kadar gelen Türkçe, Tarihî Türki-
ye Türkçesi (XIII-XX.)nin ilk halkasını teşkil eder. Türkiye Türkçesini, gelişim süre-
cini dikkate alarak,
A. Tarihî Türkiye Türkçesi
I. Eski Anadolu (Türkiye) Türkçesi (XIII-XV. yüzyıllar)
II. Osmanlı Türkçesi (XVI-XX. yüzyıllar)
a. Klâsik Osmanlıca (XVI-XIX. yüzyıllar)
b. Yeni Osmanlıca (XIX-XX. yüzyıllar)
B. Modern (Yeni) Türkiye Türkçesi (XX. yüzyıl…)
şeklinde tasnif etmek mümkündür. Bu durumda Fatih devri Türkçesi, Eski Türki-
ye Türkçesi de denilen Eski Anadolu veya İlk Osmanlı devri Türkçesinin son döne-
mini teşkil eder. Bu devirde Azerî ve Osmanlı Türkçesi kesin olarak birbirinden ay-
rılmamıştır. XVI. yüzyıla girerken her iki bölgenin farklı ağız şekillerini kendilerine
mal ederek ayrılmaya başladıkları görülür. Bundan dolayı Fatih dönemi, Batı Türk-
çesi açısından bu farklılıkların başladığı bir dönemdir.
Fatih devrinde Orta Türkçe devrini kapatan Türk dilinin Mısır Kıpçak Türkçesi kolu
(Kuzey Türkçesi), Anadolu Türkçesine tam bir geçiş yapmış, klasik Çağatay Türkçesi baş-
layıp devam etmiştir. Eski Türkiye Türkçesi diye de anılan Eski Anadolu Türkçesinin so-
nuna gelinmiş ve Klasik Osmanlı Türkçesi başlamıştır. Bu dönemde Mısır’da yazılan eser-
lerin dili ile İstanbul’da yazılan eserlerin dilinde bir fark yokken, Doğu Türkçesinde veri-
len eserlerin dilinde, Batı Türkçesinin etkisi görülür. Eski Türkçenin bazı özelliklerini ko-
ruyarak gelişen Doğu Türkçesi, Nevâî ile başlayan Klasik Çağatay Türkçesine geçişte, Batı
Türkçesi tesirini en az seviyeye indirmiştir. Bunun yanında doğu ve batı Türklüğü arasın-
daki ilişki hiçbir zaman kesilmemiştir. İstanbul ve diğer kültür merkezlerinde bulunan
şairler divanlarında yer yer Çağatay Türkçesi ile gazeller de yazarak, kültür ilişkisini ve
Nevâî diline verdikleri değeri ortaya koymuşlardır.
Osmanlıda, II. Murad devrinde büyük kültür hareketleri, sade ve açık Türkçe eserler
yazma (Türkçecilik) akımı devam etmiş ve bu anlayış Fatih ve II. Bayezid döneminde de
varlığını göstermiştir. Devrin eserlerinde, sade ve konuşma diline yer veren bir anlatım
vardır. Ancak Fatih devrinde yazılan mensur eserlerde, özellikle Arapça ve Farsça olmak
üzere başka dillerden kelimelerin ve bazı gramer şekillerinin kullanılması gittikçe artmış-
tır. Bu durum, nesirde heybetli ve gösterişli (süslü, sanatlı) bir dilin ortaya çıkmasına se-
bep olmuştur. Fatih devrinde yetişen ve II. Bayezid devrinde eser veren, Kıvâmî, Tursun
Bey ve Sinan Paşa gibi şahsiyetler de nesir dilinde görülen bu gelişmelere paralel bir yol
tutmuşlar, Sinan Paşa ve Tursun Bey sanatlı (süslü) nesrin öncüleri olmuşlardır.
muştur. XV. yüzyılın sonunda Fatih ve II. Bayezid’in ilk on dokuz yıllık saltanatına paralel
olarak Orta Türkçe devrini tamamlayan Türk dili de, Yeni Türkçe devrine geçmiştir. Türk
edebiyatı ise, devlet adamlarının da katkısıyla, yeni alanlarda gelişerek kuruluş devrini ta-
mamlamış ve “Klâsik Türk Edebiyatı” dönemi başlamıştır.
Fatih devri edebî faaliyetleri, İstanbul’da padişah ve vezirlerin etrafında canlı bir şekilde
varlığını sürdürmüştür. Fatih, Avnî mahlası ile şiirler söyleyen ve Divan’ı olan ilk Osman-
lı padişahıdır. İlme, sanata ve şiire karşı büyük ilgisi olan Fatih, şairlerle tek tek ilgilenmiş
ve meclislerinde onlara yer vermiştir. O, sadece yakınındaki şairlere değil, uzakta olan şa-
irlere de ilgi ve desteğini eksik etmemiştir. Karamanlı Nizâmî gibi şairler onun daveti üze-
rine İstanbul yolunda can vermişlerdir. Fatih’in vezirlerinden Mahmud Paşa ile Karamanî
Mehmed Paşa da dönemin şairleri arasında yer alırlar. Cemâlî ise, fetihten sonra İstanbul’a
gelmiştir. Bu devrin en büyük şairi Ahmed Paşa’dır. Şiirleriye dikkat çeken Melîhî, özellik-
le gönül redifli murabbaı ile tanınmıştır. Aşkî ise, Fatih’e en çok kaside yazan bir şairdir.
Sarayda görülen bu edebî canlılığa paralel olarak Fatih’in şehzadeleri de şiir yazan ve
divanı olan şairlerdir. II. Bayezid, şiirlerinde Adlî mahlasını kullanmış ve bir Divan or-
taya koymuştur. Cem Sultan, küçüklüğünden itibaren geniş kültürü ile dikkat çekmekte-
dir. Daha 14 yaşında babasının Uzun Hasan üzerine yaptığı seferde Edirne’de Ebulhayr-ı
Rûmî’ye Saltuk-nâme hikâyelerinin toplanması için emir vermiş ve bu büyük eserin orta-
ya çıkmasını sağlamıştır. Şiirlerinde Cem mahlâsını kullanmış, Divan yazmış ve Cemşîd ü
Hurşîd mesnevisini Farsçadan tercüme etmiştir. Sancakbeyi olduğu zamanlarda Kastamo-
nu ve Konya’da etrafına hep şairleri toplamış, İstanbul’a paralel olarak Cem şairleri adı ile
anılan canlı bir edebî topluluk meydana getirmiştir. Bu şairler Cem’e hayatları boyunca
bağlı kalmışlardır. Karamanlı Aynî, Sa’dî-i Cem, Türâbî, La’lî, Kandî ve Şâhidî bunlardandır.
Fatih Sultan Mehmed 3 Mayıs 1481 tarihinde vefat edince, saraydaki edebî faaliyet-
ler II. Bayezid’le devam etmiştir. II. Bayezid, daha çok etrafındaki şair ve yazarlara eserler
yazdırmıştır. Tursun Bey’in Tarih-i Ebu’l-Feth’i ve Kıvâmî’nin Fetih-nâme-i Sultan Meh-
med adlı eseri hep bu padişahın isteği ile yazılmıştır. Sinan Paşa’nın eserlerini yazdığı Fa-
tih ve II. Bayezid devri, Türk edebiyatında mesnevi nazım şeklinde yazılan eserlerle dikkat
çeker. Akşemşeddinzâde Hamdullah Hamdî ile Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî bu zamanda
mesnevi yazan şairlerin önde gelenlerindendir.
Fatih ve II. Bayezid dönemi Türk dilinin genel durumu hakkında bilgi veriniz.
1
XV. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA ESER VEREN ŞAİR VE
YAZARLAR
beyitleri ile bu durum açık olarak görülür. Bu beyitleri Avnî’den başkasının söylemesi de
mümkün değildir. Sehî’nin “vâfir eş’ârı var” demesine rağmen Divan’ında yaklaşık 70 şii-
ri bulunmaktadır. Ancak mecmua, tezkire ve başka kaynaklardaki şiirleri ile 90’a yakın şi-
iri vardır (Bkz. M. Nur Doğan, Fatih Divanı ve Şerhi). Fatih’in şiirleri, Kemal Edip Ünsel,
Ahmed Aymutlu ve G. Jakob tarafından yayımlanmıştır. İstanbul Belediyesi, Fatih Millet
Kütüphanesi’ndeki Fatih Divanı’nın tek nüshasının tıpkıbasımı ile bazı şiirlerini ve açıkla-
malarını yayımlanmıştır (1995). Bunlardan başka, Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulu-
nan bir mecmuada Fatih, II. Bayezid, I. Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ın seçilmiş bazı
şiirleri bulunmaktadır. Bu mecmuadaki Avnî’ye ait on bir gazel, sevgili için yazılmış şiir-
lerdir. Fatih’in şiirleri genel olarak değerlendirildiğinde, manzumelerinde sevgilinin bü-
yük bir yer tuttuğu görülür. Fatih, devrine göre açık ve anlaşılır bir dille yazdığı hisli şiirle-
ri ile birinci sınıf bir şairdir. Fatih’in Melîhî ve Ahmed Paşa murabbaları gibi,
bendi ile başlayan “gönül” redifli bir muhammesi, onun bu şairlerden hiç de geri ol-
madığını gösterir.
Ahmed Paşa
Fatih döneminin önde gelen şairlerinden biri olan ve Türk edebiyatında Şeyhî ile Necâtî
arasında yer alan Ahmed Paşa, II. Murad’ın kazaskerlerinden Veliyüddîn Efendinin
oğlu olup Edirne’de doğmuş ve Bursa’da ölmüştür. Bursa’daki Muradiye medresesinde
müderrislik yapan Ahmed Paşa, Edirne kadılığı sırasında padişahın dikkatini çekerek pa-
dişahın nedîmi ve hocası olmuştur. Şair, İstanbul fethine katılmış, daha sonra kazasker ve
vezirlik rütbeleri de elde etmiştir.
Padişah’ın nedimlerinden birine ilgi duyduğu şeklindeki bir söylenti üzerine hapse atı-
lan Ahmed Paşa, “Kerem kasidesi”ni yazarak Fatih’e kendini affettirmiştir. Sehî tarafından
şiirlerinin halk arasında meşhur olduğu bildirilen şair, Necâtî ve Bâkî gibi döneminin ve
sonraki devirlerin önde gelen şairlerini etkilemiş ve bu şairler tarafından üstad kabul edil-
miştir. Ahmed Paşa’yı, Tâcizâde Cafer Çelebi gibi, devrinde İran edebiyatını Türk edebiya-
tına yansıtan ve nakleden bir şair olarak değerlendirenler de olmuştur.
Edebiyatın gelişmesinde ve şairlerin korunmasında önemli rol oynayan Ahmed Paşa,
Melîhî gibi şairleri Padişah’a tanıtmıştır. Onun Kerem kasidesi Şeyhî’ye, Güneş kasidesi
Atâî’ye, Gönül murabbaı da Melîhî’ye naziredir. Gönül murabbaına ayrıca Fatih tarafından
muhammes şeklinde bir nazire yazılmıştır.
Tarih düşürmekle de dikkat çeken, şiirlerinde sevgiliyi ve aşkı dile getiren Ahmed
Paşa, devrin ince ve renkli hayallere sahip bir şairi olup, tasvirleri canlıdır. Nazım tek-
niği sağlam ve aruza hakim olan şair, mazmunları ustaca kullanır. Arapça, Farsça şiirle-
rin yanında Rumca da gazel yazmıştır. 1496 yılında Bursa’da ölen Ahmed Paşa’nın bilinen
tek eseri Divan’ıdır. Ali Nihad Tarlan, Divan’ın 15 nüshasından hareketle karşılaştırılmalı
metnini yayımlamıştır. Harun Tolasa, Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası adı ile bu divanı tahlil
etmiş ve edebî durumunu ortaya koymuştur.
118 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Şiirlerini temiz, açık, akıcı ve anlaşılır bir Türkçe ile söyleyen Ahmed Paşa’nın ahenkli
ve zarif bir üslubu vardır. Türk dili tarihinde bu açıdan önemli bir yeri olan Ahmed Paşa,
Câmi’ü’n-Nezâir’de şiirlerine en çok yer verilen şairlerin başında gelir.
Cemâlî
Şeyhî’nin yeğeni olan Cemâlî, Fatih dönemi şairlerinden olup Akşehirlidir. 1410 yılına ya-
kın bir tarihte doğduğu ve II. Bayezid’in saltanatının son yıllarında vefat ettiği göz önüne
alınırsa, uzun bir ömür sürmüş ve bu üç padişah döneminde şiirler yazmıştır. Şeyhî’nin
Hüsrev ü Şîrîn adlı mesnevisine zeyl yazmıştır. Gülşen-i Uşşâk adlı mesnevisini 1446 yılın-
da yazan şairin Miftahü’l-Ferec mukaddimesinde yer alan,
Şâh içün düzmiş idüm bir hoş kitâb
Kim safâ bulurdı andan şeyh ü şâb
....
Anı tertîb eyledüm Sultân içün
Bunı tertîb it Mehemmed Han içün
şeklindeki beyitlerinden saraya yakın bir şair olduğu anlaşılmaktadır.
Fetihten sonra İstanbul’a gelen şair, yazdığı kaside ve kıtalarında İstanbul’un fethini
anlatmış ve Fatih Sultan Mehmed’i övmüştür. Kasidelerinin yanında gazel ve kıtalarında
da övgüye yer veren Cemâlî, sevgili ve aşk konulu gazeller de yazmıştır. Cemâlî’nin şiirle-
rinde dönemine göre kendine has buluş ve deyişleri vardır. Arapça ve Farsça şiirler de ya-
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 119
zan Cemâlî, döneminin çok yazan bir şairidir. O, manzum tarihlerin yanında “acîb” şiirler
de yazmıştır. Türk edebiyatında, Ahmed Paşa, Cem Sultan ve Karamanlı Aynî ile birlikte
manzum (ebcedle) tarih düşürmeyi başlatan şairlerden biridir. Ayrıca elif harfini ve nok-
talı harfleri kullanmadan gazeller yazması dikkat çeker. Divan’ında dili ağırlaşmaya başla-
yan ve klâsik Osmanlı Türkçesine yöneldiği anlaşılan Cemâlî’nin diğer eserlerinde dilinin
açık ve anlaşılır olduğu görülür.
Cemâlî’nin bilinen eserleri, Divan, Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’inine yazdığı zeyl, Hümâ
ve Hümâyûn, Miftâhu’l-Ferec, Resâil, Der-beyân-ı Meşakkat-ı Sefer ü Zarûret ü Mülâzemet
ve Yûsuf u Züleyhâ’dır.
Cemâlî’nin ilk manzumesi, 18-20 yaşlarında iken Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’ine yazdı-
ğı 109 beyitlik zeyldir. Şair, Hümâ vü Hümâyûn, (Gülşen-i Uşşâk)’u 1446 yılında II. Mu-
rad için yazmıştır. Eserde yer alan Hümâ erkek, Hümâyûn da kadın kahraman olup şair,
bu iki bu kahraman arasındaki aşkı işlemiştir. Miftâhu’l-Ferec, dinî konuda yazılmış bir
eser olup 1456 yılında Fatih’e sunulmuştur. Ayrıca, eserde Fatih için yazılmış kasîdeler de
bulunmaktadır. Resâil (Risâle-i Acîbe) ise, şairin Miftâhü’l-Ferec mukaddimesinde ‘acayib’
diye zikrettiği ve Fatih’e sunduğu bir eserdir. Cemâlî böyle orijinal bir eserin Türkçede ilk
defa kendisi tarafından yazıldığını,
Gerçi anılur Resâil ismile
Lîk Türkî yog-ıdı bu resmile
beytinde bildirmektedir. Şair bu adla ikinci bir risalesinden bahsederse de bu esere
rastlanmamıştır.
Cemâlî, Arnavutluk seferi için Der-beyân-ı Meşakkat-ı Sefer ü Zarûret ü Mülâzemet
adını taşıyan ve Arnavutluk seferini anlatan 73 beyitlik bir mesnevi yazmıştır. Yûsuf u
Züleyhâ, Cemâlî’nin bir başka mesnevisidir.
Divan, harekeli ve karışık şekilde düzenlenmiş bir eser olup içinde Türkçeden başka
Arapça ve Farsça şiirleri de vardır. Ayrıca kaside, gazel, müstezad ve tarihlerin başında ge-
nellikle açıklayıcı başlıklar yazılmıştır.
Cemâlî yarım asrı geçen şairlik hayatında Türk dili ve edebiyatına orijinal eserler ka-
zandırmıştır. O, şiirlerini ve eserlerini daha çok II. Murad ve Fatih dönemlerinde yaz-
mıştır. Latifî, şair hakkında hayli övgüde bulunmuş, ancak Hasan Çelebi bu kadar çeşit-
li şiirleri ile şöhret sahibi olmayan şairi öven Latifî’yi yadırgayıp görüşlerine katılmamış-
tır. Klâsik Osmanlı Türkçesine geçişte Eski Anadolu Türkçesi özelliklerini devam ettire-
rek eserler ortaya koyan şair, Türk dili tarihi içinde bu yönü ile önemli bir yere sahiptir.
Aşkî
Fatih’in yakın çevresinde bulunan ve ona otuza yakın kaside yazan bir başka şair de Aşkî’dir.
Şairin padişaha yakınlığı ve o devirdeki rağbeti yanında, şiirin kurallarına hâkim, gazelleri-
nin güzel olduğunu ifade eden Sehî, daha sonraki devirlerde şiirdeki tesirinin devam etme-
diğini de belirtmektedir. Latifî, Hasan Çelebi ve Âşık Çelebi’nin değerlendirmelerine göre,
şiirinde akıcılık olmadığı gibi, yazdıklarının da bir önemi ve şöhreti bulunmamaktadır.
Fatih’e yakın olmakla bir üstünlük sağlayan şairin bu durumunu, dönemi şairlerinden birisi,
Âşkiyâ tâli’üne aşk olsun
Gerçi nazmun kötü sitâren eyü
mısralarında açıkça dile getirmiştir. Câmi’ü’n-Nezâir’de şairin yirminin üstünde şiirine
yer verilmesi onun Türk şiirinde önemli bir yerinin olduğunu gösterir. Aşkî’nin gazel ve
kasidelerinden başka Nizâmî’den yaptığı Heft Peyker çevirisi vardır. Bu eseri tanıtan Gü-
nay Kut, Cemâlî’nin tezkirelerde belirtildiğinin aksine çok iyi bir mesnevi şairi olduğu-
nu ifade etmektedir.
120 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Melîhî
Fatih Sultan Mehmed’in himâye ettiği şairlerden birisi de Melîhî’dir. Aslen Tokatlı olan şa-
irin kaynaklarda Sinop veya Kastamonulu olduğu da belirtilir. Şeyh Rûşenî’nin çocukluk
arkadaşı olan Melîhî, öğrenim için İran’a gitmiş, Molla Câmî ile sınıf arkadaşı olmuştur.
Dönemi şairleri arasında şiir yazmada benzeri olmayan bir şair olup hikmetli söz söyle-
mede öncüdür.
Bedî’ ve beyân yönünden oldukça başarılı olan Melîhî, şiirde Ahmed Paşa’nın hocası-
dır. Onun tarafından Fatih Sultan Mehmed’e tanıtılmıştır. Fatih Melîhî’ye yakınlık göster-
miş, onun sohbetlerinden büyük zevk almıştır. Güzel, anlaşılır ve temiz bir Türkçe ile şi-
irler söyleyen Melîhî, zarif ve nüktedan bir şairdir. Şiir tekniğini ve ilmini de çok iyi bilen
şairin az sayıdaki şiirleri, halk arasında yayılmış ve bunlara pek çok şair tarafından nazire
söylenmiştir. Rindane ve âşıkane şiirlerini oldukça sade bir dille yazan Melîhî’nin külfetsiz
ve rahat bir söyleyişi vardır. Duyguları samimî, hayalleri ince ve renklidir. “Gönül” re-
difli murabbaı devrinde çok beğenilmiştir.
Karamanlı Nizâmî
Karamanlı Nizâmî, Fatih Sultan Mehmed devrinde yaşayan bir şair olup Karaman Beyliği
sınırları içinde yer alan Konya’da 1435-1440 yılları arasında doğmuştur. Şiirlerinden genç
yaşta olmasına rağmen iyi yetişmiş kültürlü bir şair olduğu anlaşılmaktadır. İlk öğrenimi-
ni babasından gören Nizâmî, daha sonra İran’da Farsça ile şiir sanatı ve edebî bilgileri öğ-
renmiştir. İbrahim Bey’in Karaman beyi olduğu zamanlarda Konya’ya dönen şair, İbrahim
Bey ile Pir Ahmed Bey’e kasideler sunmuştur. Mahmud Paşa, beğenip koruduğu Nizâmî’yi
Fatih’e tanıtmıştır. Nizâmî’nin ününü duyan padişah onu İstanbul’a çağırmış, ancak şair
30-35 yaşlarında iken İstanbul yolunda ölmüştür.
Zamanında çok tanınıp sevilen Nizâmî, II. Bayezid’in vezirlerinden Cezerî Kasım
Paşa, Sâfî ve Ahmed Paşa’ya nazire söylemekle tanınmış, yerine göre Ahmed Paşa’dan
üstün tutulmuştur. Latifî’nin bu şairi övmesi, şiirinin on altıncı yüzyılda beğenildiğini gös-
termektedir. İran şairlerinden etkilenen Nizâmî, Hâfız’ın gazellerine nazire ve tahmisler
yazmıştır. Onun, Fatih devrinde başlayan nazirecilik akımı içinde de önemli bir yeri var-
dır. Başta Ahmed Paşa olmak üzere Ahmedî, Şeyhî, Adnî, Atâî, Hafî-i Edirnevî, Kadı Bur-
haneddin, Mehdî, Nesîmî, Safâî, Ulvî gibi şairlerin şiirlerine elliye yakın nazire yazmış-
tır. Bununla birlikte Nizâmî’nin şiirlerine de nazireler yazılmıştır. Ona nazire yazan şairler
arasında, Zâtî, Bâkî, Nazmî, Sultan Cem, Necâtî, Kemal Paşazade ve Râgıb Paşa gibi pek
çok tanınmış şair vardır. Bu da Nizamî’nin şöhretinin kendinden sonraki asırlara ulaştı-
ğını göstermektedir.
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 121
Üç dilde şiirler söyleyen Nizâmî’nin Türkçe ve Farsça şiirleri elde bulunmasına rağ-
men Arapça şiirlerine ulaşılamamıştır. Şiirinde devrin hayatına, halkın yaşayışına yer ve-
ren şairin halk şiirini andıran mısra ve beyitleri vardır. Şiirlerinde ahenk güzelliği bulu-
nan ve vezne hakim olan şairin ifadesi düzgün ve kuvvetlidir. Manzumelerinde hece tek-
rarları, cinas ve tevriye gibi söz sanatları dikkat çeken Nizâmî, şiirinde daha çok dış görü-
nüşe önem vermiştir. Benzetme ve kelime oyunlarıyla şiirinin kusurunu örtmeyi başara-
bilen bir şairdir. Yer yer hicve yönelen şairin bu durumunu, bir kızgınlık anının ifadesi ve
sevgiliye hücumu olarak düşünmek gerekir.
Nizâmî’nin elde bulunan eseri küçük bir Divan’dır. Nizâmî, şiirlerinde yabancı dilden al-
dığı tamlamaların kısa şekillerini seçmesi ve daha sonraki devirlerde azalacak olan Türkçe
kelimelere daha fazla yer vermesi, mazmunlardan kurtulma gayretleri, konuşma dilini kul-
lanmasının yanında örf ve adetlere yer vermesi ile Türk dili tarihi içinde ayrı bir yer tutar.
Zeynep Hanım
Zeynep Hanım (öl.1474), Fatih devrinde Amasya’da yetişen iki kadın şairden biridir. Kadı
olan babasından devrinin ilimlerini, Arapça ve Farsçayı öğrenen Zeynep Hanım, musiki-
de de bilgi sahibidir. Onun tezkirelerde Fatih adına düzenlediği belirtilen Divan’ı ele geç-
memiştir. Şeyhî’ye nazireler yazmış olan Zeynep Hanım’ın tezkirelerde verilen örnek-
lerden sade ve samimî şiirler yazdığı anlaşılmaktadır. Sehî’nin yer verdiği,
beyitlerine göre, şarkıya ve musikiye yönelen kıvrak, uçarı, akıcı ve neşveli bir dili var-
dır. Şiirlerinden anlaşıldığına göre Zeynep Hanım, döneminde şiir ve edebiyat kültüründe
önde gelen ve gelecekte unutulmamak düşüncesinde olan bir şairdir. Zeynep Hanım’ı ka-
dın şair olarak Mihrî Hatun (öl. 1506) izlemiştir.
122 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Hufî
Hufî, Fatih devrinde esnaf arasından çıkan şairlerden olup kunduracıdır. Bu şairlerin ye-
tişmeleri, ilim ve sohbet meclislerine devamları ile olmuştur. Latifî’nin ‘kitap ve defter-
siz müftî ve müderris olmış-ıdı’ şeklinde bahsettiği Hufî’nin hafızası güçlüdür. Şöhretini
duyan Fatih, onu saraya çağırıp şiirlerini dinlemiş ve kendisine ihsanlarda bulunmuştur.
Fatih’in beğendiği ve nazire mecmualarında pek çok şiiri bulunan Hufî’nin Divan’ı olduğu
söylenir. Şairin, sevgiliyi konu alan, sade ve akıcı gazelleri vardır. Ayrıca anlam söz ilişki-
sine dikkat eden bir şair olup, cinaslı söyleyişlerle dikkat çeker.
Fatih döneminde yukarıda bilgi verilenlerden başka Fenâyî, Hamîdî, Kabûlî, Le’âlî, Ulvî,
Fenârîzâde Ali Çelebi, Cenderecizâde Şemsî gibi çok sayıda şairin yetiştiği, padişaha ve dev-
let adamlarına şiirler sundukları görülmektedir. Sehî Bey, Fatih devrinde dikkat çeken bir
şair olan Fenâyî hakkında; “güzel yaratılışlı, açık zihinli, şiirlerinde hâl bulunan, çok gazel ya-
zan, divan sahibi, şiir ve söz ilminde hünerli bir kimsedir” diye söz etmiştir. Dönemin şairleri,
sevgili için söylediği sade gazellerle tanınan Fenâyî’den şiirlerinde söz etmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı ülkesine dışardan gelen şairlere de yakınlık göster-
miştir. Isfahanlı Hamîdî böyle bir şairdir. Kastamonu ve Bursa’dan sonra İstanbul’a gelen
Hamidî’yi Murad Paşa padişaha tanıtmıştır. Fatih’e musahiplik yapan ve onun takdirini
kazanan şair, padişaha kasideler ve çeşitli manzumeler sunup, Sultanın kütüphanesi için
kitaplar istinsah etmiş, tercümeler yapmıştır. Fatih’in sarayında yirmi yıl kalan Hamidî,
padişahın verdiği hediyeleri değersiz görerek onu gücendirmiştir. Bunun üzerine saray-
dan uzaklaştırılarak Bursa’da Sultan Murad türbesine şeyh yapılmıştır. İstanbul’da bulun-
duğu yıllarda şiirlerini divan hâline getirmiş ve Fatih’e sunmuştur. Şair, sarayda gördüğü
izzet ve ikramı Hasbihâl-nâme’sinde anlatmıştır.
Şirvan’dan gelen ve Fatih’in sarayında yer tutan bir başka şair de Kabûlî’dir (öl.1478).
Önce Amasya’ya gelen şair, şehzade Bayezîd’den yakınlık görmüş, musahip ve nedim ola-
rak yanında kalmıştır. Kabûlî, Fatih’e gönderdiği şiirleri sayesinde Osmanlı sarayına gir-
miştir. Padişahın meclislerinde bulunan ve seferlere katılan şair, Aşkî ve Ahmed Paşa’nın
şiirlerine, padişahın emri ile nazireler yazmıştır. Devlet ileri gelenlerine de şiirler sunan
Kabûlî, yedi sene sonra saraydan uzaklaştırılmıştır. Saraya girmek ümidi ile divanını tertip
edip padişaha göndermiş, fakat kabul görmemiştir. Şirazlı Kâşifî’yi hicveden şair, bu yönü
ile beğenilmemiş ve saraydan uzaklaştırılmıştır.
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 123
Fatih dönemi şairlerinden olan Le’âlî, kendini Acem olarak tanıtıp sarayda yer tut-
muştur. Aslen Tokatlı olan bu şair, öğrenim için İran’a gitmiş, Molla Câmî’nin meclisleri-
ne katılmış ve padişaha ondan selâm getirmiştir. Padişah, Türkçe ve Farsça şiirleri bulu-
nan Le’âlî’yi Acem bildiği için ona yakınlık göstermiş, tekke vermiş ve ihsanlarda bulun-
muştur. Ancak sonradan Acem olmadığını öğrenince tekkeyi elinden almış ve meclisle-
rinden uzaklaştırmıştır.
Fatih’e kaside yazan ve yakınlığı ile bilinen şairlerden biri olan Ulvî’nin adı Şah Ali’dir.
Önce II. Murad’a, sonra Fatih’e intisab eden şair, padişahın takdir ve iltifatına kavuşmuş ve
ona kasideler sunmuştur. Ulvî’yi Fatih çevresindeki diğer şairlerden ayıran özelliği, tasavvufî
yönünün bulunmasıdır. Diğerlerinde bilgide kalan tasavvuf, Ulvî’nin hayatına girmişti.
Fatih’in sohbetlerinde bulunan ve padişahın beğendiği musahiplerinden biri de
Fenârîzâde Ali Çelebi’dir. Fenârîzâde Türkçe şiirler yazmakla birlikte daha çok Farsça
şiir söylemeyi tercih etmiştir. Bu sebeple padişahın Fars edebiyatını tanımasında önemli
rol oynamıştır. İran’da öğrenim gören Fenârîzâde Ali Çelebi önceleri kadılık yapmış, daha
sonra Anadolu ve Rumeli kazaskeri olmuştur.
Fatih’in musahiplerinden olan Cenderecizâde Şemsî de Arapça, Farsça ve Türkçe şiir-
ler yazmıştır. Önceleri ticaretle uğraşan bu şair, gittiği yerlerden getirdiği hediyelerle pa-
dişahın ilgisini çekmiştir. Kendisini beğenen Fatih, onun kabiliyetini keşfetmiş ve defter-
dar yapmıştır.
Cem Sultan
Cem Sultan, Edirne’de 23 Ocak 1459 tarihinde doğmuştur. İyi yetiştirilmiş, Farsçayı ve
Arapçayı çok iyi öğrenmiş, kültürlü, şair yaradılışlı bir şehzade olan Cem, dokuz yaşında
Kastamonu sancak beyliğine gönderilmiştir. Fatih, 1473 yılında Uzun Hasan üzerine çık-
tığı seferde Cem’i Edirne’de yerine bırakmış ve Rumeli’nin korunmasını ona vermiştir.
1474 yılında Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine Cem’i Konya’ya, Karaman eyaletine gön-
dermiştir. Burada altı yıl kalan şehzade, 3 Mayıs 1481 tarihinde Fatih’in ölümü üzerine sal-
tanat kavgalarına karışmış, ancak II. Bayezid ile yaptığı mücadeleyi kaybetmiştir. Güven-
diği bazı adamlarının ihanetine uğrayan Cem Sultan, 25 Eylül 1481 tarihinde Kahire’ye
gitti. 1482’de Rodos’a, 1489’da Roma’ya ve 1495 yılında Napoli’ye giden Cem, 25 Şubat
1495 tarihinde Napoli’de vefat etti. Ancak onun Avrupa’daki hayatı bir nevi esaret idi. Dört
sene sonra da 1499 yılında Bursa’ya defnedildi.
Sanatkâr yönü de bulunan Cem, Konya’da vali iken etrafında topladığı âlim, şair ve
sanatkârlarla dikkat çekici bir edebî canlılığın meydana gelmesine, kültür ve edebiyatı-
mızın gelişmesine de hizmette bulunmuştur. Sarayının çevresinde sayıları oldukça çok
olan bir şairler topluluğu bulunmaktadır. Başta şair şehzade olmak üzere, etrafında top-
lanan şairlere Cem şairleri adı verilmiştir. Türâbî, Aynî-i Tirmizî, Sirozlu Sa’dî, Haydar,
Kandî, Sehâyî, La’lî, Şâhidî, Şerifî-i Âmidî Cem’in çevresinde bulunan şairlerdir. Bu şairler,
124 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
şeklindeki beyitinde Cem’in yaşadığı büyük acı, trajik bir şekilde görülmektedir. Kasi-
delerinde talihinin bağlı olduğu felekten şikâyetleri dile getiren şair, II. Bayezid’e Ahmed
Paşa’nın etkisiyle yazdığı ‘kerem’ redifli kasidesinde yer alan aşağıdaki beyitinde,
şeklinde affı için yalvarır. Ancak II. Bayezid bu imkânı tanımaz. Aynı ağlamaklı hâllere yer
yer gazellerinde de rastlanmaktadır.
Gazel, mesnevi ve muamma şairi olan Cem’in Türkçe ve Farsça Divanları, Cemşîd
ü Hurşîd ile Fâl-i Reyhân-ı Sultân Cem isimli eserleri bulunmaktadır. Bursa İl Halk
Kütüphanesi’nde bulunan Türkçe Divan’ın başında Farsça Divan’dan sonra, 11 kaside, 348
gazel, 1 rubâ’î, 41 muamma ile 19 müfredât vardır.
Cemşîd ü Hurşîd, Cem Sultan’ın 19 yaşında iken, 1478’de yazıp babası Fatih Sultan
Mehmed’e sunduğu bir mesnevisidir. Eser, Selmân-ı Savecî’nin aynı adı taşıyan mesnevi-
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 125
sinin tercümesidir. Asıl adı Âyât-ı Uşşâk olan ve 5374 beyitten meydana gelen bu mesne-
vi, sadece bir tercüme olmayıp Selmân’ın eserinden daha zengindir. Eser içinde yer alan
gazellerin çoğu Cem Divanı’nda da vardır. Cem, bu mesnevinin özelliklerini ve yaptıkla-
rını eserin sonunda “Der-Hatime-i Kitab-ı Ayât-ı Uşşâk” başlığı altında 58 beyitlik bir kı-
sımda anlatmıştır.
Fâl-i Reyhân-ı Sultân Cem, 48 beyitlik küçük bir eserdir. İstanbul Üniversitesi Kütüp-
hanesi Ty. 5547 ve Ty. 5474 numaralarda kayıtlı Cem Sultan Divanı’nda bulunmaktadır.
Eser Dr. Halil Ersoylu tarafından yayımlanmıştır.
Karamanlı Aynî
Cem’e yakınlığı ile bilinen Karamanlı Aynî, aslen Tirmizlidir. Önce Karaman ülkesine gel-
miş, sonra devrin önde gelen ilim ve sanat merkezlerinden olan Kastamonu’ya gitmiştir.
Şehzade Cem’den ilgi gören ve ona hocalık yapan şair, ondan ayrılmamış; Cem, Karaman’a
gönderilince o da yanında gitmiştir. Aynî, Farsça ve Arapçayı çok iyi bilen ve üç dilde şiir
yazan bir şairdir. Şairliğinin yanında avâmil, mantık, astronomi ve cifr ile uğraşmıştır.
Cem’den başka şiirlerinde Sultan Kasım’a yer veren şair, bu Karaman beyinden yakınlık
görmüş ve kasideler sunmuş, ölümü için de bir mersiye yazmıştır.
Şiirlerinde Cem’e geniş yer veren, onu adım adım takip edip kaderine ağlayan Aynî’nin
en son 897H.=1491M. yılı için düşürdüğü tarihe göre, Cem’den önce öldüğü anlaşılmak-
tadır. Divan’ında Cem için yazılmış bir mersiye de bulunmayan Karamanlı Aynî’nin 1494
yılına kadar öldüğü kanaati ağır basmaktadır.
Aynî’nin bilinen tek eseri, Divan’ıdır. Ancak bu Divan’da gazellerden sonra yer alan
muammalar ile kaside ve musammatlar kısmında yer alan Cifr-nâme ise, ayrı birer eser
görünümündedir. Şair, 6 Arapça, 103 Farsça, 27 Türkçe olmak üzere 136 muamma yaz-
mıştır. Divan’ın kaside ve musammatlar kısmında 58, gazeliyat kısmında da 512 manzu-
me bulunmaktadır.
41 muamma yazan Cem Sultan ile 136 muamması bulunan Aynî, Doğu Türkçesi ile mu-
amma yazan şairlerin dışında, Anadolu’da ortaya çıkan Türk edebiyatı içinde bu türde ilk
defa şiir yazan şairlerdendir. Aynî, divanında sosyal olaylara ve yaşadığı çevrelere yer ver-
miştir. Bazı şiirlerinde Kastamonu, Sinop, Konya, Karaman ve Antalya gibi gördüğü yerle-
rin güzelliklerini dile getirir. Sevgilinin, şiirlerinde önemli bir yeri vardır. Türk şiirinde var-
lığı Divanü Lugati’t-Türk’e kadar çıkan ‘dedim-dedi’ gibi kullanışlar, Aynî’nin şiirinde de gö-
rülür. Özellikle musammat gazellerinde ve murabbalarında halk söyleyişleri ağır basar.
Şiirlerini Eski Anadolu Türkçesi ile yazan Aynî, açık ve anlaşılır bir dil kullanmıştır.
Gazel ve kasidelerinde halkın da anlayacağı tarzda çok az Farsça tamlamaya yer vermiştir.
Çelebi’nin babası Tâcî Bey, Cezerî Kasım Paşa, Nişancı Kutbî, Sinoplu Seyfî, Âftâbî, Zeynep
Hanım ve Mihrî Hatun gibi şairler, şiir meclislerinde bulunmuşlardır.
20 Mayıs 1481 tarihinde tahta çıkan Bayezid, bir süre kardeşi Cem Sultan ile saltanat
mücâdelesinde bulundu. Cem’in mağlubiyetinden sonra Avrupa’ya geçmesi üzerine ihti-
yatlı davranmak zorunda kalan II. Bayezid, Cem’in 25 Şubat 1495 tarihinde vefatından
sonra farklı ve kararlı bir siyaset izledi.
II. Bayezid, padişah olduktan sonra da ilim, edebiyat ve sanatla ilgilenmiştir. Adlî mah-
lasıyla şiirler yazan ve Divan sahibi bir padişah olan II. Bayezid, hat sanatı ile de uğraş-
mış, Farsça şiirler de yazmıştır. Ayrıca tarih yazıcılığına önem vermiş, Tursun Bey’e Tarih-i
Ebu’l-Feth’i ve Kıvâmî’ye de Fetih-nâme-i Sultan Mehmed adlı eseri yazdırmıştır. O, şair,
yazar ve sanatkârları himâye ederek Türkçenin gelişmesine de yardımcı olmuş, hatta on-
ların açık ve anlaşılır Türkçe ile yazmalarını istemiştir. Saltanatı oğlu Selim’e bırakarak
Dimetoka’ya giderken 26 Mayıs 1512 tarihinde vefat eden II. Bayezid, ince zevk sahibi, şi-
ire ve sanata düşkün bir şair olarak görülür. Adlî, sözlerini ölçülü ve hesaplı söyleyen bir
şairdir. Divan’ında ilk şiir olan münacatı, bir düstûr-nâme olup, hayatının sınırlarını çizer.
Tabiata ibret gözüyle bakan şair, varlık arkasında Hakk’ı, asıl sevgiliyi görür ve onun karşı-
sında hâlden hâle girer. Hikmetli şiirler de yazan ve bu yönü ile babasına ve kardeşine göre
üstün olan Adlî’nin yer yer orijinal ve kendine has söyleyişleri de görülür.
Şiirlerinde rind ve derviş tavırları sergileyen Adlî, çoğu zaman sevgili karşısında bir di-
lenci ve köle olduğunu ifade eder. Adlî’nin en önemli özelliği, beyitlerinde tenasüp sana-
tına en güzel şekilde yer vermesidir. Şiirinde yer yer deyimlere ve halk söyleyişlerine rast-
lanan ve tezatlı söyleşiyleriyle dikkat çeken Adlî’nin Mihrî Hatun üzerinde etkisi görülür.
Gazellerinin sayısı 150 civarında olan şair, babasının, Ahmed Paşa’nın ve Melîhî’nin “gö-
nül” redifli manzumelerinin etkisi ile bir de “gözüm” redifli murabba yazmıştır. Kısmen
Necâtî’den etkilenen Adlî, gönülden çok akla hitap eden hikmetli şiirler yazmıştır. Yer yer
Farsça tamlamalar kullanmasına rağmen, açık ve anlaşılır bir dili vardır. Şiirlerinde anlam
derinliği, üslubunda inişli çıkışlı söyleyişler ile hayallerinde güzellik ve özgünlük bulunan
Adlî, daha çok 5 ve 7 beyitten oluşan gazeller yazmıştır. Onun bazı gazellerinde mahlasını
sondan bir önceki beyitte kullanması dikkat çeker.
II. Bayezid’in şehzadeleri olan Ahmed, Korkud ve Selim (Yavuz)’in üçü de şairdir.
Şehzade Ahmed (1481-1512) Amasya’daki sarayında âlimleri, şairleri, musikişinasla-
rı toplamıştır. Şiirleri divan biçiminde toplanmamıştır. Müridî, Âzadî gibi şairler Şehzade
Ahmed’in sarayında bulunmuş ve ona kasideler sunmuşlardır.
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 127
Şehzade Korkud (1470-1513) şiirlerinde Harimî mahlasını kullanmıştır. Elde bu-
lunan Divanı’nın tek yazması ise, oldukça geç bir tarihte istinsah edilmiştir. Pervane
Bey mecmuasında bazı şiirleri bulunan Korkud, Hafız ve Şeyhî’ye nazireler yazmış,
orta derecede bir şairdir. Korkud’un en çok dikkati çeken özelliği, şiirlerini sade bir dil-
le yazması, Farsça tamlamaları az kullanmasıdır. Çok iyi Arapça bilen, İslam hukukun-
da derin bilgi sahibi olan Korkud’un, Arapça telif eserleri, şerhleri ve haşiyeleri vardır. Sehî
tezkiresinde, Korkud’un mûsikî ilminde de geniş bilgisi olduğu ve “Gıda-yı ruh” adlı bir
de saz icat ettiğini belirtmektedir.
Mihrî Hatun
Amasyalı Gümüşoğulları ailesine mensup olan Mihrî Hatun 1460 yıllarında doğmuştur.
Mevlânâ Belâyî adında bir kadının kızı olan Mihrî Hatun, fıkhî, dînî ve edebî bilgileri,
Arapça ve Farsçayı öğrenmiş kültürlü bir şairdir. Amasya valisi olan Şahzade Bayezid’in
etrafında oluşan edebî meclislerde bulunan, şehzâdenin annesi ve sarayın önde gelen ha-
nımları ile de arkadaşlık eden Mihrî Hatun, sarayla olan ilişkisini Şehzade Ahmed’in
Amasya valiliği sırasında da sürdürmüştür. Hem Bayezid’e hem de oğlu Şehzade Ahmed’e
kasideler yazan Mihrî Hatun, II. Bayezid’in 1481 yılında padişah olmasından sonra da hi-
mayesini ve ihsanlarını görmüştür.
Mihrî Hatun döneminde güzelliği ile de meşhur bir şairdir. Edebî çevrelerde, şiir atış-
malarında daima edebi gözetmiş ve hiç hafifliğe kaçmamıştır. Böyle olmasına rağmen hiç
evlenmemiş, hatta bazı evlilik tekliflerini de geri çevirmiştir. Bütün ömrünü Amasya’da
geçiren Mihrî Hatun 1514 yılında vefat etmiştir.
Mihrî Hatun’un bazı eserlerinden bahsedilirse de elimizde olan tek eseri Divanı’dır. Bu
divanın Türkiye kütüphanelerinde dört nüshası bulunmaktadır. Ancak nüshalardaki şiir
sayısı birbirlerinden farklılık göstermektedir. Divanı’nda 17 kaside, 210 gazel, 1 müstezat,
9 murabba, 1 tahmis, 1 terci-i bend ve 12 küçük mesnevi olmak üzere toplam olarak 251
manzume bulunmaktadır.
Mihrî Hatun, şiirlerini divan şiirinin sınırları içinde, aldığı eğitim, kabiliyet, zekâ ve
hayat şekline göre yazmıştır. Oldukça sade bir dille duygulu gazeller yazan Mihrî, divan
edebiyatının mazmunlarını kullanırken erkek şairlerden ayrı bir özellik göstermez. Hatta
bazı klişe mazmunları erkek şairler gibi kullanmıştır. Şiirlerinde samimî olan şair, çağ-
daşı şairlerden Necâtî ve Zâtî ile daha önce yaşayan şairlerden Şeyhî ve Ahmed-i Dâî’ye
nazireler yazmıştır. Özellikle Necâtî’nin etkisinde kalan Mihrî Hatun, dil yönünden de bu
şairi benimser. Şiirlerinde yabancı tamlamalara fazla yer vermemiştir. Bu bakımdan XIV.
ve XV. yüzyıl şairlerinin, özellikle Ahmed-i Dâî ile Necâtî’de görülen açıklık ve sadelik
Mihrî’de de görülür. Mazmunları kullanmada divan şiirinin sınırlarını zorlamayan şair,
yer yer sözünü sakınmadan söylemiştir.
matlalı gazeli bunun açık bir örneğidir. O bu şiirinde Zeliha’nın karşısında Yusuf ne ise
sevgiliye o açıdan bakır. Bazı söyleyişlerinde sevgili karşısında Necâtî’yi geçtiğini de söy-
lemek gerekir. Necâtî,
beyti ile bunu gösterir. Ancak Mihrî, Necâtî’yi şiirinde örnek almış ve şiirin padişahı ola-
rak anmıştır. Gerçekten Necâtî devri için İdris-i Bitlisî’nin dediği gibi şiirin husrevi yani
padişahıdır. Şiirlerinde aşk konusu geniş olarak yer alan Mihrî, bazı manzumelerinde sev-
gili karşısındaki hâlini ve âcizliğini de ifade eder. Mihrî,
derken biraz da Mevlânâ dilinden konuşur. Tok ve yüksekten konuşan bir şair olması başlıca
özelliğidir. Şair, Divanı’nda bulunan on yedi kasidenin çoğunu bayram vesilesi ile yazmıştır.
Bunlardan ikisini Bayezid’e, onunu da şehzade Ahmed’e sunmuştur. Bazı kasideleri ise, muvaş-
şah (=akrostiş) olup beyit başlarındaki harfler kaside sunulan şahsın adını vermektedir. Ede-
biyatımızda akrostiş şiiri başlatan şair olarak görülen Mihrî Hatun, aruz veznine de hakimdir.
Hiç evlenmemiş olan Mihrî Hatun, 1506’da Amasya’da ölmüştür. İstanbul kütüphane-
lerinde üç yazması bulunan Mihrî Divanı Mehmet Arslan tarafından yayımlanmıştır (2007).
Necâtî Bey
Edirne’de 1452-1455 yıllarında doğan Necâtî, XV. yüzyılın ikinci yarısında yetişen şairle-
rin en önemlisidir. Adı İsa olan Necâtî hakkında Latifî’nin “Abdullah oğludur” şeklinde ver-
diği bilgiden devşirme çocuklardan olduğu anlaşılmaktadır. Tezkirelerdeki bilgilere göre, fa-
kir bir aileden olan ve küçük yaşta öksüz ve yetim kalan Necâtî’yi ihtiyar bir kadın evlat edin-
miştir. Ancak onun Sâilî adında bir şair tarafından yetiştirildiği de rivayet edilir. Necâtî’nin
şiirinin gelişmesinde bir basamak olan Sâilî, ona şiirle ilgili ilk bilgileri öğretmiştir.
Şiir ve inşaya yeteneği olan Necâtî, dönemindeki ilim ve sanat anlayışını dikka-
te alarak kendini yetiştirmiştir. Fatih devrinin sonlarına doğru, niçin gittiği bilinmeyen
Kastamonu’da bulunduğu sıralarda meşhur “döne döne” redifli gazelini yazan Necâtî, şi-
irleriyle kısa sürede tanınmıştır. Fatih’e sunduğu “şitaiye” ve “bahariye” kasideleri ve gazel-
leriyle padişahın takdirini kazanarak divan kâtibi olmuştur. Fatih’in ölümünden sonra II.
Bayezid’e intisap eden şair, ona da kasideler sunarak iltifat görmüştür. Cem Sultan’dan son-
ra Karaman valisi olan Şehzade Abdullah’ın divan kâtipliğinde bulunan Necâtî, Şehzade
Abdullah 1484 yılında vefat edince saraya dönmüştür. Bu tarihten 1504 yılına kadar ge-
çen zamanda Sultan II. Bayezid’e kasideler sunan şair, hayatını padişahın himayesinde sür-
dürmüştür. Ayrıca İran’dan İstanbul’a dönen Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi, Mesih
Paşa ve Mustafa Paşa’ya da kasideler yazan şair bunlardan da yakınlık ve ilgi görmüştür.
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 129
Şehzade Mahmud’un 1504 yılında Saruhan sancağına tayin edilmesi ile kendisine son
görevi olan nişancılık vazifesi verilmiş ve Manisa’ya gelmiştir. Burada kendisinden baş-
ka öğrencisi Sun‘î ile Şevkî divan kâtibi, Tâli‘î de defterdar idi. Şiire ve sanata ilgi gös-
teren şehzadenin yanında geçen süreler, Necâtî’nin ömrünün refah dönemidir. Şehzade
Mahmud’un 1507 yılında vefat etmesi üzerine, Şehzade Abdullah’tan sonra ikinci bir mer-
siyeyi bu şehzade için yazan şair, şehzadelerin ölümünü hayatında bir talihsizlik saymış
ve derin bir ıstırap duymuştur. Bundan sonra resmî bir görev kabul etmeyerek kendisine
ayda verilen bin akça ile geçimini sürdürmüştür.
Necâtî, hayatının son günlerinde kendi köşesine çekilmiş, Şeyh Vefa zaviyesi yakının-
da bir ev almış ve dostları ile sohbet etmiştir. Bunlar içinde tezkire yazarı Sehî Bey, dama-
dı Abdülaziz Çelebi ile Nakkaş Bayram en önde gelen kişilerdir. Bazı zamanlar çok sevdi-
ği hâmisi Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi’yi ziyaret edererk vefâda kusur etmemeye
çalışmıştır. 27 Mart 1509 tarihinde ölen Necâtî’nin vefatına öğrencisi Sun‘î aşağıdaki tari-
hi düşürmüştür:
Sehî Bey, aynı zamanda hattat olan Necâtî’nin mezarını mermerden yaptırmış ve üzerine,
nin rediflerini Necâtî’den aldığı gibi, “gayrı” redifli tanınmış gazelinde vezin, redif ve ka-
fiyeden başka, mazmun bakımından da Necâtî’nin etkisinde kalmış ve bir nazire yazmış-
tır. Necâtî, edebiyatımızda yer yer Bâkî, Âşık Ömer ve Nedîm’den XIX. yüzyılın önde ge-
len şairlerinden olan Osman Şems’e kadar etkisi uzanan bir şairdir. Sehî, İdris-i Bitlisî’nin
tarihinde Necâtî’den “Hüsrev-i Rûm” diye bahsedilmiş olmasını özellikle belirtmiştir.
Şiirlerinde yaratılışından gelen bir samimilik ve tabiîlik bulunan Necâtî, manzumele-
rinde parıltılı, ışık dolu ve aydınlık kelimeleri seçer. Benzetmeler, tezatlar ve diğer edebî
sanatlar ile bilerek seçtiği kelimeler Necâtî şiirinin gönülleri açan bir özellik kazanmasını
sağlamıştır. Şiirine devrindeki hadiseleri de sokan şair, halk psikolojisine önem verir. Böy-
lece yaşadığı hayattan yansımalar ve gözlemler, şiir olarak en güzel şekilde dile getirilir.
“Mersiye-i Ester” adını verdiği katırın ölümü için yazdığı şiiri, onun hayata ve halka bağlı
yönünü en iyi şekilde ortaya koymaktadır.
Necâtî’nin sevgiliyi çeşitli şekillerde, görünüş ve ruh hâli ile ele alışı dikkat çekicidir.
Şair, eski şiirin bütün mazmunlarını açık ve en güzel şekilde kullandığı gibi ifade yolları-
nı daha da ileri götürür. Hareket bildiren fiilleri çok kullanan Necâtî’nin şiiri bu sebeple
durgun değildir. Onun,
beytiyle başlayan gazeli yanında, “döne döne” redifli şiiri gibi pek çok manzumeleri
buna örnektir.
Necâtî’nin manzumelerinde yer verdiği soru cümleleri, hitapları ve öğütleri, üslubu-
nun öne çıkan özellikleridir. Sözleri basit, kolay söylenebilir gibi görünse de, Necâtî’nin şi-
irinde halk düşüncesine dayalı bir derinlik, millî kültüre bağlı bir genişlik ve hayattan al-
dığı bir canlılık vardır. Bu sebeple pek çok beyti sehl-i mümteni olarak karşımıza çıkar.
beyitleri Necâtî’nin şiirinin güzelliğini, hayata bağlılığını, halkın dili, yaşayışı ve inancına
yer verme durumunu, kıskançlığı, güzelliği, sevgiyi, tevazuyu, asıl istenenin Hak kapısında
bulunacağını, sevgilinin güzelliğin çırası, mumu oluşu gibi pek çok unsuru, iki beyite ba-
sit bir görünüşle yerleştirip işlemenin hiç de kolay olmadığını gösterir. Necâtî’nin şiirleri,
Hamdullah Hamdî
Akşemseddin’in oğlu olan Hamdullah Hamdî (1449-1503)’nin XV. yüzyıl mesnevi şairle-
ri içinde ayrı bir yeri vardır. İyi bir öğrenim görmüş olan şair, bir süre Bursa’da Çelebi Meh-
med medresesinde müderrislik yaptıktan sonra Göynük kasabasına çekilmiş, eser yaza-
rak kanaatkârane yaşamış ve orada ölmüştür. Hamdî’nin şiirlerinde tasavvufun etkisi gö-
rülmekle birlikte mutasavvıf bir şair değildir. Hamdî’nin Divan ve Hamse’si vardır.
Hamse’sindeki mesneviler, Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ ve Mecnûn, Mevlid, Kıyafet-nâme ve
Tuhfetü’1-Uşşâk’tır. Yûsuf u Züleyhâ’sı Türk edebiyatında bu türde yazılan mesnevilerin en
güzelidir. Mevlid’i halktan ziyade aydınların anlayacağı bir dille yazmış olduğundan fazla
tanınmamıştır. İnsanın fizikî yapısının karakteri ile ilişkisini anlatan Kıyafet-nâme’si bu
konuda yazılmış manzum ilk eserdir. Tuhfetü’l-Uşşâk küçük bir aşk mesnevisidir. Hamdî’nin
Yazıcıoğlu’na nazire olarak yazdığı bir de Ahmediyye’si vardır. Divan ve mesnevileri ile
Türk dilinin ve edebiyatının gelişmesine hizmet eden Hamdî, Batı Türk edebiyatı içinde
Ahmedî’den sonra en çok eser yazan şairdir.
in ilk Cuma ve kürsü vaizi yapmıştır. Çocukluğunu II. Murad, olgunluk çağını Fatih Sul-
tan Mehmed ve ihtiyarlığını II. Bayezid zamanında yaşayan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî
1511-1512 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Ebu Eyyub-ı Ensârî civarındadır.
Hakkında pek çok menkıbe bulunan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî’nin Divan,
Risâletü’n-Nûriyye, Tefsir ve Mevhûb-ı Mahbûb olmak üzere dört eseri vardır. Daha çok
Divan’ı ve Mevhûb-ı Mahbûb mesnevisi ile Türk edebiyatında dikkat çeker. Fatih devrinde
yetişmiş II. Bayezid zamanında eser vermiştir. Şeyhoğlu ve İbn Şeyhî mahlaslarını kullan-
maktadır. Bundan dolayı edebiyatımızda I. Bayezid zamanında yaşayan Kenzü’l-Küberâ
yazarı Şeyhoğlu Mustafa ile karıştırıldığı da olmuştur. Ancak Şeyhoğlu ve İbni Şeyhî mah-
lasını kullanan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî ondan yüz sene sonra ölmüştür. 7968 beyti
bulan Mevhûb-ı Mahbûb mesnevisi ve Divan’ı şairin edebiyattaki kudretini gösteren eser-
leridir. Mesnevisini 1507-8 yılında tamamlayan şair, manevî yönü zengin bir şeyhtir. Ese-
rinde yer yer Arapça ve Farsça beyitlere de yer vermiştir. Mesnevisi özellikle nasihat ba-
kımından önemlidir. Zaman zaman padişaha da öğütlerde bulunur; devrinin şeyhlerini
eleştirir. Dervişlik hakkında bilgi verir. Peygamberi ve savaşlarını, miracı ve başka dinî ko-
nuları anlatır.
XV. yüzyılda şiirleriyle öne çıkan hanım şairleri belirtiniz ve bunlar hakkında kısaca bilgi
3 veriniz.
Manzum Eserler
Divanlar: XV. yüzyılda yetişen şairlerden divanları elde bulunanlar şunlardır: Ahmed-i
Dâî (Türkçe ve Farsça divan), Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî Bey, Avnî (Fatih), Adlî (II. Ba-
yezid), Cem, Adnî (Mahmud Paşa), Sâfî (Cezerî Kasım Paşa), Harîmî (Şehzade Korkud),
Rûşenî, Kemal Ümmî, Sarıca Kemal, Hamdullah Hamdî, Eşrefoğlu Rûmî, Karamanlı
Nizâmî, Cemâlî, Çakerî Sinan Bey, Mesîhî, Münîrî, Mihrî Hatun, Fakihî, Edhemî, Kasım,
Sevdâyî, Vasfî.
Mesneviler: XV. yüzyılda yazılan mesnevileri dinî-tasavvufî, aşk ve macera ve tarihî
mesneviler şeklinde üç başlık altında değerlendirmek mümkündür.
1. Dinî-tasavvufî Mesneviler: XV. yüzyıl mesnevilerinin en meşhuru yüzyılın başında
yazılan Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ıdır. Süleyman Çelebi’den başka bu yüzyıl-
da mevlid yazan şairler, Ârif, Kerîmî, Ahmed, Hocaoğlu, Sinanoğlu, Ebulhayr, Hamdullah
Hamdî, Keşfî-i Saruhanî ve Muhibbî’dir.
Ahmed, orijinal buluşları, güzel söyleyişi, hitablara yer vermesi ve tekrir sanatını kul-
lanması ve şiirinde yer yer lirizme yer vermesiyle mevlid yazarları içinde öne çıkmıştır.
Halk tarafından Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine eklenen ‘merhaba’ faslı ona aittir.
Mevlid’den başka XV. yüzyılın başlarında yazılan dinî mesnevilerden biri de Abdülvâsî
Çelebi’nin Halîl-nâme’sidir. Yazıcıoğlu Mehmed (öl.1453) ise, Fatih’in ilk saltanatından
sonra 1451 yılına kadar geçen zamanda Türk edebiyatının en büyük eserlerinden olan
Muhammediyye’yi, yazmıştır. Şair, Arapça mensur olarak yazdığı Megâribü’z-Zamân adlı
eserini 1449 yılında Türkçe nazma çekerek II. Murad’a sunmuştur. 9000’den fazla beyitten
134 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
oluşan Muhammediyye, mesnevi nazım şekliyle yazılmış olmakla birlikte içerisinde kaside,
müstezad, terkib-i bend ve terci-i bend şekliyle yazılmış şiirler de vardır. Muhammediyye’de
âlemin yaratılışı, cennet, cehennem, melekler, peygamberler, Hz. Muhammed’in doğu-
mu, hayatı, savaşları, mucizeleri, ölümü, yakınları, kıyamet günü, âhiret hayatı gibi ko-
nular anlatılmaktadır. Muhammediyye’de şiiriyetin ve ahengin en yüksek derecesini, daha
çok, münacat ve methiyelerde buluruz. Yer yer canlı ve renkli tasvirler yapan şair, olayla-
rı anlatırken değişik vezinler kullanır. Muhammediyye şairinin bir başka özelliği, daha çok
kasidelerde, tasavvufî hususiyetleri yer yer basit kelimelerin arkasına gizlemesidir. Bunun
yanında eski şiirin mazmunlarını ve kelime kadrosunu da en iyi şekilde kullanır. Türk mil-
letinin hayatında büyük yer tutan ve yüzyıllarca okunan Muhammediyye Mevlid ve Yunus
Divanı gibi bütün Türklüğü kucaklayan bir eserdir. Amil Çelebioğlu tarafından doktora
tezi olarak hazırlanan eser Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır.
Muhammediyye ile aynı yılda yazılmış bir başka mesnevi de Ravza-i Envâr’dır. Derviş
Hayâlî diye bilinen Çelebizâde Mevlânâ Derviş Mehmed Efendi, 1449’da tamamladığı bu
eserini Fatih’e sunmuştur. Ravza-i Envâr, küçük hikâyeler ile evliya menkıbelerinin anla-
tıldığı tasavvufî-didaktik bir mesnevidir. Eserde Mesnevî’den alınmış hikâyeler de vardır.
2182 beyit olan mesnevi, aruzun mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmıştır. Ravza-i
Envâr’da Arapça ve Farsça kelimeler ile tamlamalar bulunsa da eser, kolay anlaşılır ve açık
bir ifade ile yazılmıştır.
Hatiboğlu (öl. 1451-1456 arası) Bahrü’l-Hakâyık, Letâif-nâme ve Ferah-nâme adlı eser-
leriyle bu yüzyılın önemli mesnevi şairlerinden biridir. 1465 beyitten oluşan ve mefâ’îlün
mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmış olan Bahrü’l-Hakâyık, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Arap-
ça mensur Makalât’ının manzum bir çevirisidir. Dinî-didaktik bir eser olan Bahrü’l-
Hakâyık’ta bazı ayetlerin açıklamaları yapılmıştır. 1414’te yazılan Letâif-nâme, Arapça
mensur bir Sûre-i mülk şerhi’nin manzum tercümesidir. Eserin başındaki tevhid, na’t, mü-
nacat, dört halifenin övgüsü, tercüme sebebi, mu’cizât-ı Nebî ve mirâc kısımları ile hati-
me kısmı teliftir. Bahrü’l-Hakâyık’la aynı vezinle yazılan ve dinî-didaktik bir mesnevi olan
eser, yaklaşık 4000 beyitten oluşmaktadır. Hatiboğlu, Mevlânâ ile diğer kişiler hakkında
Bahrü’l-Hakâyık’ta yazdığı beyitleri Letâif-nâme’de tekrarlamıştır. Hatiboğlu’nun 1426’da
yazıp II. Murad’a sunduğu Ferah-nâme, konusu yüz hadis olan nasihat-nâme türünde dinî
bir eserdir. Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılan mesnevi, 6000 beyittir. Hatiboğlu, ese-
rini Arapçadan tercüme ettiğini belirtmiş, ancak asıl eserin adını bildirmemiştir. Şair, ter-
cümeye ilâveler yaparak ve bazı tasarruflarda bulunarak eserini telif bir hâle getirmiştir.
Eserlerinde sanat gayesi gütmeyen ve sade bir dil kullanan Hatiboğlu, Farsça terkiplere çok
az yer vermiştir. Hatiboğlu’nun eserleri, şiir ve sanat yönünden zayıf olmakla birlikte XV.
yüzyılın dil özellikleri bakımından da zengin olup kültür tarihi bakımından önemlidir.
Devletoğlu Yûsuf’un XV. yüzyılın ilk yarısında yazıp II. Murad’a sunduğu (1425)
Vikâye tercümesi olan Kitâbü’l-Beyân adlı eseri, dinî-didaktik bir mesnevidir. 7000 bey-
te yakın olan Kitabü’l-Beyân, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezni ile yazılmıştır. Şair, Vikâye’deki
düzene uyarak eserini 48 bölüm hâlinde yazmıştır. Eserde, abdest, namaz, oruç, zekât gibi
ibadetlerle ilgili bilgiler, İslam hukukunun (fıkhın) günlük hayatla ve insan ilişkileri ile il-
gili konuları genel olarak vermiştir. Devletoğlu, eserini verdiği bilgilerin kolay öğrenilme-
si ve okunması için manzum olarak yazmıştır. Şair, eserini sanat endişesi gütmeden, sade
ve açık bir dille kaleme almıştır.
Şeyh Elvan-ı Şirazî, Mahmud Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz adlı Farsça eserini 1426’da
Türkçeye tercüme ederek II. Murad’a sunmuştur. Gülşen-i Râz’ın Farsça aslı 1000 beyit ol-
duğu halde çevirisi 3000 beyte yakındır. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılan eser,
tasavvufî konularda 15 soru ve cevabın yer aldığı 15 bölümden meyana gelmiştir. Mesne-
vi, tasavvufî bir eser olmakla birlikte anlaşılır bir dille yazılmıştır.
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 135
Mu’înüddîn b. Mustafa, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin I. cildini II. Murad adına Mesnevî-i
Murâdiyye adıyla 1436’da manzum olarak tercüme edip açıklamıştır. İki cilt olan ve 14404
beyitten meydana gelen bu eser, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılmıştır. Eserde, be-
yit sayıları 9-15 arasında değişen gazel ve kaside tarzında yazılmış manzumeler de vardır.
Mesnevî-i Murâdiyye, Türk edebiyatında bilinen ilk Mesnevî tercümesi ve şerhi olmasının
yanında içeresinde bulunan zengin dil malzemesi yönünden oldukça önemlidir.
Afyon’da Mısırlıoğlu adı ile meşhur bir aileden olan Abdürrahim Karahisarî (öl. 1483-
1485 arası)’nin 1461’de fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ ilün vezni ile yazdığı Vahdet-nâme, 4267 beyit-
ten meydana gelen tasavvufî bir mesnevidir. Veziriazam Mahmud Paşa’ya ithaf edilen eser-
de yaratılış, araz, cevher, insan ve âlem geniş şekilde anlatılır. Şair, Vahdet-nâme’de Allah’ı ve
peygamberleri anlattıktan sonra, İslamiyetin değeri, önemi ve esasları hakkında bilgi ver-
miş, konuya göre uygun hikâyeler anlatmıştır. Eserin akıcı bir üslûbu vardır. Karahisarî’nin
nesirde ve nazımda Türkçeye hakim bir şair olduğunu eserlerinde görmek mümkündür. Ke-
lime kadrosu geniş, ufku açık bir yazar ve şair olan Abdurrahim Karahisarî, Eski Anadolu
Türkçesinin en iyi örneklerini vermiştir. Eserinin öğüt veren ve didaktik olan kısımlarında
bile dilinin kıvraklığı açıkça görülür. Dil kullanışında Arapça ve Farsça kelimelere yer ver-
se de yabancı tamlamaları az kullanır. Abdurrahim Karahisarî’nin Vahdet-nâme’den başka
Risâle fi-Eşrâti’s-Sâ’a Münyetü’l-Ebrâr ve Tercüme-i Kasîde-i Bürde isimli eserleri de vardır.
Risâle fi-Eşrâti’s-Sâ’a Arapçadır. Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l-Ahyâr ise tasavvufî bir eser
olup Akşemseddin’in isteği üzerine yazılmıştır. Tercüme-i Kasîde-i Bürde, Peygamber övgü-
sünde yazılan manzum bir tercümedir. 160 beyti bulan eser Türkçe olup tıpkıbasım olarak
1960 yılında İsmail Hikmet Ertaylan tarafından yayımlanmıştır.
Âşık Ahmed’in 1430-1451 yıllan arasında yazdığı Câmi’u’l-Ahbâr adlı mesnevi, man-
zum bir evliya tezkiresidir. II. Murad’a sunulan eser, 12293 beyit olup fâ’ilâtün fâ’ilâtün
fâ’ilün vezni ile yazılmıştır. Yusuf Hakîkî’nin Hakîkî-nâme adlı Muhammediyye tarzında
yazılmış eseri ile 2751 beyitten oluşan Muhabbet-nâme’si de bu yüzyılın dinî ve tasavvufî
mesnevilerindendir. Nesîmî’nin halifelerinden Refi’î’nin Hurufîliği anlatmak için 1408’de
yazdığı Beşâret-nâme’si, 1390 beyitten oluşan tasavvufî bir mesnevidir. Pîr Mehmed’in
Tarikat-nâme’si, Attâr’ın Musibet-nâme’sinden çevirdiği bir eser olup, tamamı elde yoktur.
Elde bulunan 80 beyti yayımlanmıştır. İbrahim Tennûrî (öl. 1482)’nin Gülzâr-ı Ma’nevî
(Gülzâr-ı Şerîf) adlı mesnevisi, 5059 beyit olup mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazıl-
mıştır. İbadetlerin ve ibadetlerle ilgili hususların âyet ve hadislerle tasavvufî bir görüş-
le anlatıldığı bu mesnevi, Muhammediyye tarzında yazılmış dinî-tasavvufî bir eser olup
Fatih’e sunulmuştur. Tennûrî’nin açık ve sade bir dille yazdığı Gülzâr-ı Ma’nevî’sinden baş-
ka Gülşen-i Niyâz adlı dinî-tasavvufî bir mesnevisi daha bulunmaktadır.
II. Bayezid dönemi şairlerinden Demirhisarlı Âbidin’in manzum Şir’atü’l-İslâm çevi-
risi ile manzum Tecvîd kitabı, Mehmed’in Gülistân-ı Şemâil (Şemâil-i Nebî)’i de bu yüzyıl-
da yazılmış dinî mesnevilerdir.
2. Aşk ve Macera Mesnevileri: XV. yüzyılda aşk ve macera konularında yazılmış olan
belli başlı mesneviler şunlardır: Abdî, Camasb-nâme isimli Farsçadan çevirdiği mesnevisi-
ni 1430’da yazıp II. Murad’a sunmuştur. Eserde, Danyal Peygamber’in oğlu Camasb’ın ma-
ceraları ve Şâh-ı Maran’ın yanında başından geçen masalla karışık olaylar anlatılmıştır. 5000
beyitten fazla eserde yer yer gazel tarzında manzumeler de vardır. Eserde, âlemin durumu,
dünyanın geçici oluşu ve Allah’a yönelmek gerektiğini anlatan öğütlere de yer verilmiştir.
Şeyhoğlu Cemâlî’nin Gülşen-i Uşşâk (Hümâ ve Hümâyûn)’ı, Aşkî’nin Heft-Peyker’i,
Münîrî’nin Mihr ü Müşterî’si, Halîlî’nin Firkat-nâme’si, Cem Sultan’ın Cemşîd-i Hurşîd’i,
Sadrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ve Zihnî’nin Gül ü Nevrûz’u, Şâhidî’nin Gülşen-i Uşşâk (Leylâ
ve Mecnûn)’ı, Çâkerî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı Ahmed-i Rıdvan’ın Hüsrev ü Şîrîn ile Leylâ
ve Mecnûn’u bu yüzyılda yazılmış aşk mesnevileridir.
136 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Halîlî’nin (öl. 1485) Firkat-nâme’sinin bu devir edebiyatı içinde ayrı bir yeri vardır.
Şair, 1471 yılında yazdığı Firkat-nâme’de, başından geçen bir aşk hikâyesini edebî bir şekil-
de anlatır. Mesnevi olmakla birlikte içinde gazellere de yer verilen eserde, hikâyeler, âşık ve
ma’şuk arasındaki mektuplaşmalarla anlatılmıştır. Eser, anlatım şekli olarak mektup tarzı-
nın kullanılması yönünden dikkat çekicidir. Firkat-nâme, şairin başından geçenleri anlat-
makla birlikte yarı mistik ve yarı romantik bir hava içinde yazılmıştır. Eser bu bakımdan
tasavvufî bir aşkı da hatırlatır.
3. Tarih ve Farklı Konularda Yazılmış Mesneviler: XV. yüzyılda fetihleri ve savaşla-
rı anlatan manzum tarihler de yazılmıştır. Manzum veya mensur olarak yazılan ve genel
olarak “vakâyi’-nâme” veya “gazavat-nâme” adı verilen bu eserler, Osmanlı İmparatorlu-
ğunun genişleme dönemi olan XV. yüzyılda daha fazla yazılmıştır. Za’ifî’nin II. Murad’ın
savaşlarını anlattığı manzum Gazâ-nâme’si, Enverî’nin Düstûr-nâme’si, Mahremî’nin II.
Bayezid’in seferlerini anlatan Şeh-nâme’si, Uzun Firdevsî’nin Midilli savaşlarını anlatan
Kutup-nâme’si, Sarıca Kemal’in Selâtin-nâme’si, Sinoplu Safâyî’nin İnebahtı ve Moton se-
ferlerini konu alan Gazâ-nâme’si, Sûzî Çelebi’nin Mihaloğlu Ali Bey’in Gazaları, Behiştî’nin
Vakâyi’-nâme-i Behiştî veya Tarih-i Sultan Cem bu tür eserlerdir.
Bu yüzyılda tarihî konularda yazılan en önemli eser, Enverî’nin Düstûr-nâme’sidir.
Enverî, Düstûr-nâme’yi 1465 yılında tamamlamış ve Mahmud Paşa’ya sunmuştur. Bun-
dan önce Fatih adına yazdığı Teferrüc-nâme isminde bir eserden bahs edilirse de bu eser,
henüz ele geçmemiştir. Düstûr-nâme mesnevi nazım şekliyle yazılmış manzum bir tarih
olup üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde, peygamberler, İran hükümdarları, Gazneli-
ler, Selçuklular, Harzemşahlar ve Moğollardan Anadolu Beyliklerine kadar geçen süredeki
tarihi olaylar hakkında bilgi verilir. İkinci bölümde Aydınoğulları tarihi anlatılır. Son bö-
lüm ise, Osmanlı tarihine ayrılmıştır. Eserin Paris Bibliotheque Nationale ve İzmir Millî
Kütüphane’de olmak üzere iki nüshası mevcuttur. Enverî’nin eserinde tutuk bir üslubu
vardır. Mükrimin Halil Yınanç tarafından eski harflerle İstanbul’da 1928 yılında neşredi-
len eser üzerinde geniş bir dil ve edebiyat araştırması yapılmamıştır.
Bedr-i Dilşâd’ın II. Murad’a sunduğu Murâd-nâme’si 10410 beyitten oluşan ansiklo-
pedik bir eserdir. İbrahim bin Bâlî’nin 13000 beyit tutarındaki Hikmet-nâme’si, yazarın
gezip gördüğü yerler hakkında tarihî ve coğrafî bilgiler de verdiği, didaktik mahiyette an-
siklopedik bir eserdir.
Mensur Eserler
XV. yüzyılda yazılan mensur eserlerin konularının zenginliği, sayılarının çokluğu ile edebî
alanda önemli bir yeri vardır. Bu yüzyılda Arapça ve Farsça eserlerden çevrilerek yazılmış
olan mensur eserlerin yanında telif eserler de bulunmaktadır. Telif veya tercüme olarak
bu yüzyılda yazılan eserlerin çoğu, dinî, tasavvufî ve ahlakî nitelikli eserlerdir. Bu konular
bir kısım eserlerde birlikte bulunduğu gibi yalnız din, tasavvuf veya ahlâk konusunda ya-
zılmış müstakil eserler de vardır. Bu dönemde yazılan mensur eserlerin başlıcaları, Kur’an
veya sûre tefsiri tercümeleri, Tezkiretü’l-Evliyâ türü eserler, menâkıpnâmeler, dinî, destanî
veya çeşitli konularda yazılmış hikâyeler, inşa usullerini öğreten eserler, sözlükler, tarihî
eserlerdir. Bu eserlerin dışında tıp, heyet, nücûm, riyâziye, mûsikî vd. alanlarda yazılmış
çok sayıda eser, genellikle sade ve anlaşılır bir dille yazılmış olup Türk dilinin zenginliğini,
Türkçenin anlatım gücünü ve yeterliliğini göstermeleri bakımından oldukça önemlidir.
Behcetü’l-Hadâyık’ı takip ederek XIV. yüzyılın sonuna doğru Erzurumlu Darîr’in yaz-
dığı Yüz Hadis Tercümesi ve Sîretü’n-Nebî ile 1401 yılında Şeyhoğlu Mustafa’nın kaleme al-
dığı Kenzü’l-Küberâ’dan başka, II. Murad devrinde yazılan İrşâdü’l-Mürid ile’l-Murâd min
Tercemeti Kitâb-ı Mirsâdi’l-İbâd, Hayâtü’l-Hayavân Tercümesi, Manyasoğlu’nun Gülistân
Tercümesi, Şirvanlı Mahmud’un Tuhfe-i Murâdî’si, Mercimek Ahmed tarafından tercü-
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 137
me edilen Kâbus-nâme; Tarih-i İbni Kesir Tercümesi, A’cebü’l-Ucab, Dânişmend-nâme,
Cevâhir-nâme-i Sultân Murâdî gibi bir hayli Türkçe mensur eser bulunmaktadır.
Mercimek Ahmed’in Kâbus-nâme çevirisi bu yüzyılın tanınmış mensur eserlerinden-
dir. Kâbus-nâme’nin daha önce yapılan çevirisini gören II. Murad, Mercimek Ahmed’den
eseri açık bir dille yeniden çevirmesini istemiştir. XV. yüzyıl sade nesrinin en güzel örnek-
lerinden biri olan ve 1431-1432’de tamamlanan çeviri Orhan Şaik Gökyay tarafından ya-
yımlanmıştır (1969).
Ahmed-i Bîcan (öl. 1465-70) da, Rûhü’l-Ervâh, Acâibü’l-Mahlûkat, Dürr-i Meknûn adlı
eserleri ile Fatih dönemi yazarlarının başında yer alır. Ayrıca O, kardeşi Mehmed Efendi’nin
Megâribü’z-Zamân adlı eserini, Envârü’l-Âşıkîn (Ahmediyye) adıyla Türkçeye çevirmiş ve
daha çok bu tercümesi ile tanınmıştır. 1451’de yazılarak Fatih’e sunulan Envarü’l-Âşıkîn,
Muhammediyye ile aynı konularda yazılmış dinî bir eserdir. Dürr-i Meknûn, gökler, gök ci-
simleri, şehirler ve ülkeler hakkında ansiklopedik bilgilerin yer aldığı bir eserdir. Acâibü’l-
Mahlûkat, Kazvinî’nin aynı addaki eserinin Türkçeye tercümesidir. Eser meleklere, yıldız-
lara, aylara, günlere, karalara, denizlere, bitki ve yiyeceklere kadar pek çok konuya yer ve-
rir. 1453 yılında otuz fasıl (=bölüm) halinde yazılan Müntehâ, Füsûsu’l-Hikem’in tercüme-
sidir. Bu eserde, Hz. Peygamber ve torunları, dört halife ile mirac hakkında bilgi verilmiş-
tir. Rûhu’l-Ervâh’ta ise peygamberlere ait hikâyeler anlatılmıştır.
Ahmed-i Bîcan’ın eserleri, dinî-tasavvufî, efsanevî ve mitolojik bir özelliğe sahiptir. Ta-
savvuf dairesi içinde yer alan yazar, teliften çok tercüme ve derleme şeklinde mensur eser-
ler ortaya koymuştur. Bazı konular eserlerinde ortak olup, yazar sanat gayesi gütmemiştir.
Fatih devrinin dikkat çeken eserlerinden biri de Eşrefoğlu Rûmî’nin yazdığı
Müzekki’n-Nüfûs’dur. Müzekki’n-Nüfûs nefsin hâlleri, dünya ve ahiret, haset, cömertlik,
cimrilik, fitne, öfke, zikir, Hallac-ı Mansûr, iyi ahlâk, insanı iyiliğe ve kötülüğe çeken hâller
gibi pek çok konunun anlatıldığı bir eserdir. Yer yer Hasan-ı Basrî, Rabia-i Adeviyye gibi
velilerin ve peygamberlerin hayat kesitleri anlatılır; insanlar iyiliğe ve doğruluğa çağrılır.
Açık, akıcı ve tatlı bir dili olan Müzekki’n-Nüfûs’da bazen şiire de yer verilir. Eserde ‘ve’
edatı, cümle başı edatı olarak görülmekle birlikte anlatımı, kısa cümlelerde bağlamayı da
üstlenmiştir. Ayrıca çok az olmakla birlikte Arapça ve Farsça kurallara göre yapılmış tam-
lamalar da bulunur. Tasavvufî Türk Edebiyatı içinde eserin bu yönü ile ayrı bir yeri vardır.
Fatih devrinde yazılan ve Türk dili tarihi açısından önem arz eden başlıca eserler-
den biri Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l-Ahyârdır. Abdurrahim Karahisarî, bu eseri
İstanbul’un fethinden iki ay sonra 1453 yılında İznik’te Akşemseddin’in işaretiyle yazmış-
tır. Münyetü’l-Ebrâr iki bölümden meydana gelmiş ve her bölüm on bâba ayrılmıştır. Eser
Hakk’a giden yolda ilerlemeyi, tasavvufun merhalelerini, nefsin hâllerini anlatmaktadır.
Ayrıca insandaki iyi ve çirkin huylara yer verir ve nefsin ıslahını, çirkinliklerden nasıl
kurtulmak gerektiğini bildirir. Eser, açık ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılmıştır. Münyetü’l-
Ebrâr, özellikle tasavvuf terimleri yönünden zengin bir eserdir. Kısa cümlelerle yazılmış
olması, anlatışındaki samimîlik ve tatlılık üslubunun bir başka özelliğidir. Yer yer manzu-
melere de rastlanır. Karahisarî, Fatih devri edebiyatı içinde görüleceği üzere Vahdet-nâme
adında bir mesnevinin de yazarıdır.
Fatih devrinin önde gelen eserlerinden biri de Saltuk-nâme’dir. Saltuk-nâme Cem
Sultan’ın emri ile Ebulhayr-i Rûmî tarafından gaza ruhunu canlandırmak için derlenmiş
bir eserdir. Yedi senede yazılan eser, Saru Saltuk’un menkıbevî hayatını, savaşlarını ve yi-
ğitliklerini anlatır. Saltuk-nâme, Battal-nâme ve Danişmend-nâme gibi eserlerin bir deva-
mı olup bunların en son halkasını teşkil eder. Bu tür merkıbelere yer veren eserler, daha zi-
yade Anadolu’da ve Rumeli’de gaza ruhunun canlı tutulmasına yol açmış ve halk arasında
yüzyıllarca okunmuştur. Aslı Topkapı Sarayı Kütüphanesi H.1612’de kayıtlı bulunan eser
üzerinde Prof. Dr. Haluk Akalın tarafından doktora çalışması yapılmıştır. Ayrıca eser Kül-
138 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
gibi Türk dili ve edebiyatında ilk inşa mecmuaları yazılmıştır. Menâhicü’l-İnşâ ayrıca süs-
lü nesrin ilk örneklerinin bulunması bakımından dikkate değer bir eserdir. Tursun Bey’in
Tarih-i Ebu’l-Feth’i de sanatlı ve süslü nesrin başlangıcında yer almıştır. Bu tür nesirde Tur-
sun Bey’le paralel giden yazarlardan biri, tesirleri Cumhuriyet devri edebiyatına kadar ge-
len Sinan Paşa’dır (1440-1486). O, Tazarru-nâme’sini sanatlı bir nesirle yazmıştır. Sinan
Paşa, bu eserde Arapça, Farsça kelimeleri de kullanmasının yanında Türkçenin bütün ifa-
de imkânlarından da faydalanmıştır. Tazarru-nâme, bazen düz, bazen devrik kısa cümleler,
cümle sonlarında seciler ve terkiplerle ahenkli, hareketli ve sanatlı bir nesirle yazılmıştır.
Yazarın mensur şiir görünümünde olan bu eseri, çok beğenilmiş olup bundan sonra süs-
lü ve secili nesre Sinan Paşa üslubu adı verilmiştir. Sinan Paşa’nın Tazarru-nâme’den baş-
ka mensur iki eseri daha vardır. Bu eserler, Nasihat-nâme ile Tezkiretü’l-Evliyâ tercümesi-
dir. İ. H. Ertaylan, Ma’ârif-nâme de denilen Nasihat-nâme’nin tıpkıbasımını bir önsözle bir-
likte yayımlamıştır (1961). E. Gürsoy Naskal’i de Tezkiretü’l-Evliyâ’yı yayımlamıştır (1987).
Sinan Paşa, Türk nesrinin gerçek anlamda kurucuları arasındadır. Sinan Paşa nesrinin
en iyi tarafı ise, kısa cümlelere yer vermesidir. Aynı durum Tezkiretü’l-Evliyâ ve Ma’ârif-
nâme’sinde de görülür.
Tazarru-nâme’den
Aşk üzerine
İşâret-i evsâf-ı ışk: Işk âsâyiş-i cândur, ışk ârâyiş-i cihândur. Işk nemek-dik-i vefâdur, ışk
hadîka-i ehl-i safâdur. Işk hakîkat çarhınun ahteridür, ışk cân leşkerinün mihteridür. Işk bir
sultân-ı kâhir ü tîzdür ki alem çekicek birbirine urur vücûd-ıla ademi. Işk bir bî-karâr u şûr-
engîzdür ki, kadem basıcak şûr u gavgâya bıragur âlemi. Işk bir cevher-i pâkdür araz san-
man; ışk râhat-ı cândur maraz sanman…
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 141
Özet
XV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu sahası Türk XV. yüzyılın ikinci yarısında eser veren şair ve yazarlar
1 edebiyatının genel özelliklerini açıklamak. 2 ile bunların eserlerini ayırt etmek.
XV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin ba- XV. yüzyılın ikinci yarısında eser veren şairlerin önde
şında Fatih ve II. Bayezid bulunmaktadır. Türk edebi- gelenleri arasında Avnî, Adnî, Nişânî, Cemâlî, Aşkî,
yatı, bu padişahların ve devlet adamlarının da katkı- Melîhî, Nizâmî, Sarıca Kemal, Zeynep Hanım, Hufî,
sıyla, yeni alanlarda gelişerek kuruluş devrini tamam- Cem Sultan, Karamanlı Aynî, Adlî, Mihrî Hatun,
lamış ve “Klâsik Türk Edebiyatı” dönemi başlamıştır. Necâtî Bey ve Hamdullah Hamdî’yi sayabiliriz.
Bu dönemde manzum ve mensur tercümelerin yanın- Bunlar arasında Avnî (Fatih) ve Adlî (II. Bayezid) yüz-
da çok sayıda telif de eser yazılmıştır. yılın divanı olan şair padişahlarıdır. Cem Sultan ise,
Fatih devri edebî faaliyetleri, İstanbul’da padişah ve hem divanı hem de mesnevisi bulunan bir şehzadedir.
vezirlerin etrafında canlı bir şekilde varlığını sür- XV. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan ve hem bu dö-
dürmüştür. Sarayda görülen bu edebî canlılığa para- nemde hem de Türk edebiyatında pek çok şairi et-
lel olarak Fatih’in şehzadeleri de şiir yazan ve divanı kileyen sanatkârlar arasında, Ahmed Paşa, Necâtî ve
olan şairlerdir. II. Bayezid, şiirlerinde Adlî mahlası- Hamdullah Hamdî önde gelirler. Şiir mecmularında
nı kullanmış ve bir Divan ortaya koymuştur. Küçük- çok sayıda manzumeleri bulunan bu şairlerden Ah-
lüğünden itibaren geniş kültürü ile dikkat çeken Cem med Paşa, Avnî, Adnî, Cemâlî, Nizâmî, Sarıca Ke-
Sultan, Edirne’de Ebulhayr-ı Rûmî’ye Saru Saltuk mal, Cem Sultan, Karamanlı Aynî, Adlî, Necâtî Bey ve
ile ilgili hikâyelerin toplanması için emir vermiş ve Hamdullah Hamdî’nin divanları elde bulunmaktadır.
Saltuk-nâme’nin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Saray- Bu dönem şairlerinden mesnevileriyle öne çıkanlar
daki edebî faaliyetler Fatih’ten sonra II. Bayezid ile de- arasında, Süleyman Çelebi, Abdülvâsî Çelebi, Yazı-
vam etmiştir. II. Bayezid, daha çok etrafındaki şair ve cıoğlu Mehmed, Cemâlî, Aşkî, Cem Sultan, Hatiboğ-
yazarlara eserler yazdırmıştır. Tursun Bey’in Tarih-i lu, Devletoğlu Yûsuf, Mu’înüddin b. Mustafa, Münîrî,
Ebu’l-Feth’i ve Kıvâmî’nin Fetih-nâme-i Sultan Meh- Halîlî, Şâhidî, Ahmed-i Rıdvan, Hamdullah Hamdî
med adlı eseri hep bu padişahın isteği ile yazılmıştır. bulunmaktadır.
Fatih ve II. Bayezid devri, Türk edebiyatında mesnevi Tursun Bey, Sinan Paşa, Âşık Paşazâde, Mercimek
nazım şeklinde yazılan eserlerle de dikkat çeker. Sinan Ahmed, Abdurrahim Karahisarî, Ebulhayr-i Rûmî,
Paşa ise bu devirde sanatlı nesir ile kendini gösterir. Halimî, Feriştehoğlu ve Pîr Mehmed mensur eserle-
riyle dönemin önde gelen yazarlarıdır.
Kendimizi Sınayalım
1. XV. yüzyıl Anadolu (Osmanlı) sahası eserlerinde görülen 6. Cemâlî’nin Hümâ ve Hümâyûn’un diğer adı aşağıdakiler-
Türk yazı dili, Türçenin hangi dönemi içinde yer alır? den hangisidir?
a. Eski Türkçe a. Gülşen-i Envâr
b. Orta Türkçe b. Gülşen-i Âşıkân
c. Klâsik Osmanlıca c. Gülşen-i Uşşâk
d. Yeni Osmanlıca d. Gülşen-i Râz
e. Modern Türkçe e. Gülşen-i Mülûk
2. Osmanlıda divanı olan ilk padişah aşağıdakilerden 7. Aşağıdaki divan şairlerinden hangisi esnaf arasından
hangisidir? yetişmiştir?
a. Fatih Sultan Mehmed a. Hufî
b. II. Murad b. Adlî
c. II. Bayezid c. Aşkî
d. Cem Sultan d. Aynî
e. Şehzade Korkud e. Nizamî
3. Aşağıdaki şairlerinden hangisi “Cem Şairleri” içinde yer 8. Karamanlı Aynî ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
almaz? doğrudur?
a. Aynî a. Divan’ından ayrı olarak Muammalar ve Cifr-nâme
b. La’lî isimli eserleri de vardır.
c. Kandî b. Anadolu sahası Türk edebiyatında Cem Sultan ile
d. Şâhidî birlikte en çok muamma yazan şairdir.
e. Necâtî c. Şiirlerinde halk söyleyişinden uzak bir üslubu vardır.
d. Cem Sultan’a mersiye yazan şairlerdendir.
4. Ahmed Paşa’nın “gönül” murabbaı aşağıdaki şairlerden e. Gazel ve kasidelerinde halkın anlayamayacağı Arap-
hangisinin şiirine naziredir? ça ve Farsça tamlamalara yer vermiştir.
a. Necâtî
b. Avnî 9. Fuzûlî, Necâtî’nin aşağıdaki kasidelerinden hangisine
c. Melîhî nazire yazmıştır?
d. Şeyhî a. Tîğ kasidesi
e. Atâî b. Seher kasidesi
c. Gül kasidesi
5. Fatih’in sadrazamlarından Mahmud Paşa’nın şiirlerinde d. Kerem kasidesi
kullandığı mahlas, aşağıdakilerden hangisidir? e. Hâtem kasidesi
a. Adnî
b. Adlî 10. Aşağıdakilerden hangisi XV. yüzyıl mutasavvıf şairlerin-
c. Aşkî den biri değildir?
d. Avnî a. Kaygusuz Abdal
e. Aynî b. Akşemseddin
c. Kemal Ümmî
d. Ömer Rûşenî
e. Niyazî-i Mısrî
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 143
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Abdurrahim Karahisarî, Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l- Ersoylu, H. (1989). Cem Sultan Divanı, Ankara.
Ahyâr, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bö- Eşrefoğlu Rûmî, (1237). Müzekki’n-Nüfus, İstanbul.
lümü Seminer Kitaplığı, nu: 4444. Fuzûlî, (1958). Türkçe Divan, Prof. Dr. Kenan Akyüz, Dr. Se-
Akdoğan, Y. -Demirel, Ö (2008) “Cezeri Kasım (Sâfî) Paşa’nın dit Yüksel, Süheyl Beken, Müjgan Cunbur, Ankara.
Hayatı ve Eserleri”, TDED, Cilt XXXVI, İstanbul. Hasan Çelebi, (1981). Tezkiretü’ş-Şuarâ, Haz. Dr. İbrahim
Aksu, C. (2002). Lutfî Divanı’nın Tahlili, İ.Ü. Sosyal Bilim- Kutluk, Ankara.
ler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul. İnce, A. (1981). Cem Sultan Cemşid ü Hurşîd – İnceleme, Me-
Ali Emîrî Efendi, (1335). “Fatih Sultan Muhammed Han Gazi tin, Basılmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.
Hazretlerinin Nefs-i Nefîs-i Hümâyûnları İçin Yazdırıp İpekten, H. (1974). Karamanlı Nizâmî, -Hayatı, Edebî Ki-
Mütalaa Buyurdukları Kitaplar”, Osmanlı Tarih ve Ede- şiliği ve Divanı-, Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.
biyat Mecmuası, 31 Kanunıevvel 1335, nu: 22. İpekten, H. (1996). Divan Edebiyatında Edebî Muhitler,
Ali Şir Nevâî, (1995). Mecâlisü’n-Nefâis, Haz. Hüseyin Ayan, İstanbul.
Kemal Yavuz, Efrasiyab Gemalmaz, Yavuz Akpınar, Re- İz, F. (1964). Eski Türk Edebiyatında Nesir, İstanbul.
cep Toparlı, Gönül Ayan. Karaağaç, G. (1997). Lutfî Divanı, Ankara: Türk Dil Kuru-
Arslan, M. (2007). Mihrî Hatun Dîvânı, Ankara. mu Yayınları.
Banarlı, N. S. (1997). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, Karabey, T. (1996). Ahmed Paşa-Hayatı, Sanatı, Eserleri-,
Ankara: MEB Yayınları. Ankara.
Bayram, Y. (2008). Adlî Sultan İkinci Bâyezîd-i Velî Dîvânı, Karahan, A. (1972). “Molla Lutfî’nin Harnâmesi ve XV. Yüz-
Amasya. yıl Sade Türk Nesri”, Bilimsel Bildiriler: TDK Yayınları.
Caferoğlu, A. (1974). Türk Dili Tarih II, İstanbul. Karasoy, Y, Yavuz, O. (2010). Âşık Ömer Divanı, Konya: Sel-
Çatıkkaş, A. (2009). Firdevsî-i Rûmî, Süleymannâme-i Kebîr, çuk Üniversitesi Yayını.
Ankara: TDK Yayınları. Karasoy, Y. (1998). Şiban Han Divanı –İnceleme, metin, di-
Çatıkkaş, A. (1983). “Türk Firdevsisi ve Süleymannâme-i Ke- zin, tıpkıbasım-, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
bir”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 25, İstanbul. Karpuz, H. Ö. (1992). Abdurrahîm Karahisarî, Vahdetnâme,
Çavuşoğlu, Ç. (1971). Necati Beg Dîvânı’nın Tahlili, İstan- I. Gramer İncelemesi, Metin; II- İndeks, Basılmamış
bul: MEB Yayınları. Doktora Tezi, Erzurum.
Çelebioğlu, A. (1996). Muhammediye, I-II, İstanbul. Kartal, A. (2000). Şeyh Yusuf Baba Sivrihisârî, Mevhûb-ı
Çelebioğlu, A. (1998). “Akşemseddin-zâde Hamdullah Hamdî Mahbûb, Eskişehir.
ve Pend-nâme’si”, Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul. Köprülü, F. (1934). Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul.
Çelebioğlu, A. (1998). Türk Edebiyatında Mesnevî - XV. Kut, G. (1978). Heşt Bihişt, Sehî Beg Tezkiresi, Harvard.
yy’a Kadar-, İstanbul. Mecmua-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Yeni-
Çetin, N. (1965). “Ahmedî’nin Mirkatü’l-Edeb’i Hakkında”, ler Kitaplığı 131.
Türkiyat Mecmuası, S. XIV, İstanbul. Mermer, A. (1997). Karamanlı Aynî Divanı, Ankara.
Danişmemd, İ. H. (1971). İzahlı Osmanlı Tarihi Kronoloji- Önler, Z. (1987). “XV. Yüzyıl Hekimlerinden Sabuncuoğlu
si, C.I , İstanbul. Şerefeddin’in Mücerrebnâme Adlı Eseri”, Fırat Üniversi-
Demirtaş (Timurtaş), F. K. (1951). , “Fatih Devri Şairlerin- tesi Dergisi (Sosyal Bilimler), S. 1.
den Cemâlî ve Eserleri”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Öztürk, N. (2001). XV. Yüzyıl Tarihçilerinden Kemal,
C.IV, Sayı 3, İstanbul. Selâtin-nâme, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Derdiyok, Ç. (1994). Cemâlî -Hayatı, Eserleri ve Divanı-, Öztürk, N. (2000). Anonim Osmanlı Kroniği (1299-1512),
Harvard. İstanbul.
Doğan, M. N. (2004), Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul. Öztürk, Z. (1993). Hamdullah Hamdi’nin Yusuf ve Zeliha
Eckman, J. (1996). Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Mesnevisi’nde Tipler ve Motifler, İ. Ü. Sosyal Bilimler
Üzerine Araştırmalar, Haz. Osman Fikri Sertkaya, An- Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.
kara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Sertkaya, O. F. (1972). “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirle-
Eraslan, K. (1999). Mevlânâ Sekkâkî ve Divanı, Ankara: ri”, TDED C.XVIII, İstanbul.
Türk Dil Kurumu Yayınları. Şemseddin Sami, (1308). Kâmûsu’l-A’lâm, C.3, İstanbul.
Ergin, M. (1962). Türk Dil Bilgisi, İstanbul. Şentürk, A. A. (1999). Osmanlı Şiiri Antolojisi, İstanbul.
5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 145
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Nazire ve nazire ile ilgili kavramları tanımlayabilecek,
Nazirenin ortaya çıkışını açıklayabilecek ve Türk şiirinde yazılan ilk nazirele-
ri belirleyebilecek,
Türk edebiyatında yazılan nazire mecmu’alarını tespit edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Nazire, nezâ’ir • Tazmîn
• Tanzîr • İstikbâl
• Müşâ’are • Nazîre-gû, nazîre-perdâz
• Mu’âraza • Zemîn şiir, model şiir
• İhtizâ • Nazire Mecmu’aları
• Muhâkât • Mecmu’atü’n-Nezâir
• Taklîd • Câmi’ü’n-Nezâir
• Nazîr • Mecma’u’n-Nezâir
• Mesîl • Pervâne Bey Mecmû’ası
• Cevâb
İçindekiler
• GİRİŞ
• NAZİRENİN ORTAYA ÇIKIŞI
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Türk Şiirinde Nazire • NAZİRELERİN NAZIM ŞEKİLLERİ
Edebiyatı • TÜRK ŞİİRİNDE YAZILAN İLK NAZİRELER
• NAZİRE MECMU’ALARI
Türk Şiirinde Nazire
GİRİŞ
Nazire (nazîre), bir şairin tanınmış bir şiirine veya şiirlerine sonradan başka bir şair veya
şairin kendisi tarafından, kafiyeleri veya kafiye ve redifleri aynı olan, aynı vezin ve konu-
da yazılan, çoklukla gazel ve kasidelerde görülen benzer şiirlerdir. Cevap da denilen nazi-
renin aynı dilde ve şivelerde olması gerekir (Gölpınarlı 1985: XXVIII).
Edebiyatta şairlerin yetişmeleri, güzel şiirlerin taklit edilmesi ve sanatkârın kendini
her yönü ile geliştirerek ortaya özgün eserler koyması ile sağlanmıştır. Bu açıdan bakın-
ca nazirelerin edebiyatta büyük bir itici güç olduğu görülür. Şair, bu ilk devrinde bir çı-
rak gibidir. Ancak şiir bilgisinin genişlemesi, hayat tecrübe ve şartlarının sanata yönelme-
si, bulunduğu ortamın hatta şairler meclisine devamı veya çok okumakla kalfalık devri-
ni de geçerek ustalık dönemine ayak basmış olur. Bütün bunlarda dili ne şekilde kullan-
ması gerektiğini öğrendiği gibi kelime bilgisi zenginleşir, kafiyenin dar ve geniş zeminleri-
ne de vâkıf olur. Gönlü, aklı ve kulağı da ses ve kelimeye karşı ilgili olur ve hafızası geniş-
ler. Büyük sanatkârlara karşı duyduğu hayranlık ve saygı, şairi onların şiirlerine yönlen-
dirir. İşte şair bu kazanımlarla sanat dünyasına girer. Böylece, güzel bulduğu şiirlere, hay-
ranlık ve saygı duyduğu şairlere olan ilgi ile onların şiirlerine, aynı konu, aynı vezin, aynı
kafiye ve redif ile şiirler yazar. Buna “nazire yazmak”, “tanzîr etmek” veya “nazîre demek”
adları verilir. Yazılan şiir de “nazire” olarak adlandırılır. Nazirenin çokluk şekli “nezâ’ir
veya nezâyir (= nazireler)”dir. Nazireyi yazan şair de “nazîre-gû” veya “nazîre-perdâz” ola-
rak anılır. Ancak ikinci şiiri yazan şairin birinci şairi, söyleyiş, edâ ve konuda geçmesi is-
tenir. Böylece edebiyatta bir genişleme ve yarışma da başlamış olur. Hatta bunun da öte-
sinde belki bir atışma havası da ortaya çıkar. Atışmada bir yarış iddiası bulunduğuna göre
aynı durum nazire için de geçerliliğini korur. Bir şair bazen kendi yazdığı şiirine de nazi-
re yazabilir. Bu durum şairin şiirde ilerlemesi ve ele aldığı konuyu daha da ileri götürme-
si ve genişletmesi demektir. Bunun yanında nazire yazan kimi şairler, hangi şairin şiirini
tanzir ettiklerini, genellikle makta beytinde zikrederler. Bu da edebiyatımızda XVI. yüz-
yıldan sonra görülmeye başlar.
Fars edebiyatında ise, nazire, “cevâb” kelimesi ile karşılanmış, ayrıca “istikbâl” ve
“tazmîn” gibi terimler de kullanılmıştır. Fars edebiyatında da ilk nazire örnekleri on ikin-
ci yüzyılda görülmeye başlanmıştır (Çiçekler, 2006: 457).
Türk edebiyatında “nazire” ilk defa, “nazireler” anlamında, Fahreddin bin Mahmud
Behcetü’l-Hadâ’ik fî-mev’izeti’l-Halâ’ik adlı eserinde kullanmıştır. Fahreddin bin Mahmud
eserinde yer verdiği koşuk adı ile bilinen manzumeler için “ve benden dilediler kim bun-
larun dilince bu fen içre bir kitâb eyleyem, nükte ve nezâyir birle söyleyem kim bularun
dilegi kabul ola” demektedir (Koç, 2011: 159-172).
matla’ı ile başlayan nazire ile cevab vermiştir. Hakim Süleyman Ata’nın bu şiire yazdığı di-
ğer nazire ise,
Her şeyden önce nazirenin Türk şiirine verdiği bir canlılık vardır ve bu canlılık asır-
lar boyu devam ederek Cumhuriyet devrine kadar gelmiştir. Yesevî’nin Anadolu yani Batı
Türk edebiyatındaki takipçisi olan Yunus Emre’nin konu, vezin, kafiye ve redif yönünden
Ahmed-i Yesevî’nin şiirlerine benzeyen veya onun şiirleri ile aynı olan bazı manzumele-
ri bulunmaktadır. Bu açıdan ele alınca Yunus’un pek çok şiiri Ahmed-i Yesevî’ye nazire
gibi görünür. Ancak Yesevî hikmetlerini, Doğu Türkçesi ile Yunus ise, Batı Türkçesinin ilk
devresi olan Eski Anadolu Türkçesi ile yazmıştır. Bu şiirlere göre, dil bakımından olan ay-
rılıkları ve zaman farkını bir yana bırakırsak, Yunus’un Ahmed-i Yesevî’yi yakından izle-
diği ve ondan pek ayrılmadığı görülür. Ahmed-i Yesevî’nin,
Törtdin yitige yittim tokuznı güzer ittim Kadimdür hiç ırılmaz ansuz kimse dirilmez
Ondın ikige kildim çerh-i Keyvân içinde Adım adım yir ölçer hükmi revân içinde
Üç yüz altmış su kiçtim tört yüz kırk tört tağ aştım Dutun diyü çağırur uğrı dahı çağırur
Vahdet şarâbın içtim tüştüm meydân içinde Bu ne acâib uğrı bu çağıran içinde
Çünki tüştüm meydânga meydânnı tola kördüm Siyâset meydânında galebeden bakan ol
Yüz ming ârifi kördüm barça cevlân içinde Siyâset kendü olmış girmiş meydân içinde
Gavvâs bahrıga kirdim vücûd şehrini kizdim Dartmış kudret kılıcın çalmış nefsün boynını
Dürni sadefde kördim güherni kân içinde Nefsini depelemiş elleri kan içinde
Arş u Kürsî’ni yördüm Levh ü Kalem’ni kördüm Sayru olmış iniler Kur’ân ünini dinler
Vücûd şehrini kizdim aydım bu cân içinde Kur’ân okıyan kendü kendü Kur’ân içinde
Cânnı kördüm cânânda ışknı kördüm meydânda Bu tılısmı bağlayan cümle dilde söyleyen
Âşıklarnıng meydânı cümle bûstân içinde Gör nice cevlân ider hırka pilân içinde
İrni kördüm irgeştim istedügümni sordum Dürlü dürlü imâret köşk ü saray yapan ol
Barçası sinde didi kaldım hayrân içinde Kara nikâb dutunmış girmiş külhân içinde
Hayran boluban kaldım bî-hûş boluban taldım Başdan ayağa değin hakdur ki seni dutmış
Özümni derdge saldım taptım dermân içinde Hak’dan ayru ne vardur kalma gümân içinde
Miskîn Hâce Ahmed cânı hem güherdür hem kânı Birisen birliğe gel ikiyi bırak elden
Cümle anıng mekânı ol lâ-mekân içinde Bütün ma‘nî bulasın sıdk u îmân içinde
Ahmed-i Yesevî, Dîvân-i Hikmet (Haz. Kemal Eraslan),
Oruç namaz gusl u hac hicâbdur âşıklara
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991, s. 304.
Âşık andan münezzeh hâlis heves içinde
Yine Yesevî’nin,
Işkıng kıldı şeydâ mini cümle âlem bildi mini
Kaygum sin sin tüni küni minge sin ok kirek sin
şeklinde başlayan hikmeti, Yunus’ta,
152 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Ahmed-i Yesevî’den gelen bu zemin veya model şiir, Yunus’tan başka şairler tarafından
da tanzir edilmiştir. XIV. Yüzyılın ikinci yarısı ile XV. asrın ilk çeyreğinde yaşayan Ahmedî
(ö. 1413) de Yesevî’nin bu şiirini aşağıdaki manzume ile tanzir etmiştir.
6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 153
Cihândan ben usanmışam bana sini gerek sini Gerekmez milket-i dünyâ gerekmez devlet-i ukbâ
Kamulardan uşanmışam bana sini gerek sini Gerekmez Kevser ü tûbâ bana sini gerek sini
N’iderem bu ten ü cânı ya sensüz âb-ı hayvânı İçüm sensüz cehennemdür yaşum-ıla cihân nemdür
Veyâhud dîn ü îmânı bana sini gerek sini Benüm sensüz cihân nemdür bana sini gerek sini
Gerekmez rûh-ıla reyhân gerekmez hûr-ıla vildân Dilemez Ahmedî iy şeh ki anun ola mihr ü meh
Gerekmez ravza-i Rıdvân bana sini gerek sini Bu iki kevnde billâh bana sini gerek sini
Yaşar Akdoğan; Ahmedî Divanı ve Dil Hususiyetleri, Basıl-
Gerekmez gönlüme selvet gerekmez rûhuma râhat mamış doktora tezi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüpha-
Gerekmez cânuma işret bana sini gerek sini nesi, nu. 2054, II.cilt, metin, İstanbul 1979, s.171-172.
Ahmedî kendisinden önceki şairlere nazire yazdığı gibi, devrinin şairlerine de ya-
zar. Bunların başında Nesîmî ile Şeyhoğlu Mustafa gelmektedir. Bu durum özellikle Şey-
hoğlu Mustafa ele alındığı zaman bir nevi atışma olarak da algılanabilir. Çünkü Ahmedî
ve Ahmed-i Dai Emir Süleyman’ın şiir meclislerinde bulunan şairlerdendir (Yavuz,
2009:631-636). Ancak Ahmedî hemen her şairi kendinden öncekiler ve aynı zamanda ya-
şayanlar da dahil tenkit eder. Bunların başında Şeyhoğlu Mustafa gelir. Saraya yakın bir
şair olan Şeyhoğlu Mustafa, Germiyan beylerinden Süleyman Şah’ın yanında yetişmiş,
tercüme ve telif eserler bırakmış nazım ve nesir sahasında üstün bir sanatkârdır. Saraya
yakınlığı sebebi ile Ahmedî’nin çekememezlik veya bir nevi hasedine uğramıştır. Ancak
Hurşid-nâme’sinde gazel tarzında yazdığı şiirlerde Ahmedî’ye nazire diyeceğimiz aynı ve-
zin ve kafiyede manzumeleri ile dikkat çeker. Bu durum bir çeşit atışma da sayılabilir. Aşa-
ğıya aldığımız Nesîmî, Ahmedî ve Şeyhoğlu Mustafa’ya ait olan bu nazire şiirler on beşin-
ci yüzyılın önde gelen şairlerinden Ahmed Paşa’yı da daha asrın başından müjdeler du-
rumdadır. Nesîmî’nin,
Zülfüni anber-feşân itmek dilersin itmegil Râzumı halka ayân itmek dilersin itmegil
Gâret-i dîn kasd-ı cân itmek dilersin itmegil Beni rüsvâ-yı cihân itmek dilersin itmegil
Burka‘ı tarh eylemişsin iy kamer yüzünden uş Mihnet-ile sa‘ferân itdün yüzümün rengini
Fitne-i âhir zamân itmek dilersin itmegil Yaşumı dah’ergavân itmek dilersin itmegil
Hatt u hâlün mantıku’tayr oldı ehl-i vahdete Gül yüzün gonca lebün nergis gözün idüp nihân
Kuş dilin sen tercemân itmek dilersin itmegil Nev bahârumı hazân itmek dilersin itmegil
Çün ene’l-Hak’dan götürdi sûretün mâhı nikâb Saçlarun bendinde bini idübenin mübtelâ
Sen hakı niçün nihân itmek dilersin itmegil Gamzen-ile nâ-tüvân itmek dilersin itmegil
Âşıka çok cevr idersin ahde kılmazsın vefâ Bir kerânı olsa cefânun idileydi ihtimâl
Adunı nâ-mihribân itmek dilersin itmegil Sen cefâyı bî-kerân itmek dilersin itmegil
Sûretün genc-i hafîdür gösterürsin gözgüde Neyçün örtersin nikâb-ıla bu zîbâ sûreti
Âlem-i gaybı ayân itmek dilersin itmegil Halkdan güni nihân itmek dilersin itmegil
Gamzeden Mısrî kılıç virmişsin esrük Türkine Ahmedî’nün kanını dökmekden assı yoh sana
Kan bahâsuz bunça kan itmek dilersin itmegil Ol fakîre bir ziyân itmek dilersin itmegil
Yaşar Akdoğan, Ahmedî Divânı’ndan Seçmeler, s. 162.
Eyledi ışkun mahabbet tîrine kalkan beni
Şimdi küllî bî-nişân itmek dilersin itmegil
ve
6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 155
Goncanun rengine al itmek dilersin itmegil
Bülbüli gülşende lâl itmek dilersin itmegil
şeklindeki matla’lar ile başlayan gazellerini nazire olarak yazmıştır. Ancak şairin iki gazel
yazdığı dikkate alınırsa, örnek olarak aşağıya aldığımız bu gazellerden biri kendi şiirine
nazire olarak da değerlendirilebilir.
Her nefes bin kasd-ı cân itmek dilersin itmegil Goncanun rengine al itmek dilersin itmegil
Bu cefâyı her zamân itmek dilersin itmegil Bülbüli gülşende lâl itmek dilersin itmegil
Bildük ol hûnî gözün kim cânumuz kasdındadur İy yüzi bedr-i münevver kaşlarun aksi bile
N’ola nâ-hak yirde kan itmek dilersin itmegil Gökdeki bedri hilâl itmek dilersin itmegil
Âşıkı hicrân içinde zâri kıldun kılmagıl Kâmetün servi vü zülfün halkası ışkında uş
Müdde‘îyi şâdumân itmek dilersin itmegil Bu elif kaddümi dâl itmek dilersin itmegil
Hüsnünün bâgı gülin her bir hasûda arz idüp Aklı kayd-ı çeşm ü leb kılmak dilersin kılmagıl
Nev bahârumı hazân itmek dilersin itmegil Rûhı sayd-ı zülf ü hâl itmek dilersin itmegil
Bülbül-i bâg-ı İremsin sahn-ı cennetdür yirün Bâdeyi sensüz içersem ben bana kıldum harâm
Her budakda âşiyân itmek dilersin itmegil Sen sana kanum helâl itmek dilersin itmegil
Vasluna bin cân virürsem kıymeti olmaz henûz Çün hayâl oldı vücûdum bu hayâl içre beni
Sen hod anı râyigân itmek dilersin itmegil Bir hayâl ender hayâl itmek dilersin itmegil
Dâ‘iyâ vaslı hayâlin dutmagıl fikründe sen Dâ‘iyâ bilmez misin la‘l-i bedahşân kıymetin
Bu tasavvurdan ziyân itmek dilersin itmegil Ol şeker-lebden su’âl itmek dilersin itmegil
Mehmet Özmen, Ahmed-i Dâi Divanı, I. cilt, Türk Dil Ku-
rumu Yayınları: 775/1, Ankara 2001, s. 125, 188.
Nazire hemen her şairimizin baş vuruğu bir yol ve deneyim olmuştur. Ancak şairle-
rimizin kendilerini daha da ileri götüren sanat kabiliyetlerini yukarılara çeken kendileri-
nin olan ve özelliklerini veren şiirleri de vardır. Bu yönden bakınca her şairin şiir sanatın-
da ayrı bir düğüm noktası olduğunu ve şiirlerin beğenilerek başka şairler tarafından tan-
zir edildiğini, böylece sanatta bir genişlemenin, bağlanıp çözülerek bir ilerlemenin bulun-
duğunu da görmemiz gerekir. Bu da şiire bir canlılık, yeni bir güç ve yeni bir hava getir-
mektedir. Ahmed Paşa’nın farklı bir nazım şekli ile Şeyhoğlu Mustafa’nın şiirlerine nazire
yazdığını da görürüz. Şeyhoğlu Mustafa’nın,
Devr içinde ser-be-ser bîmâra tîmârın viren Çîn-i zülfünden umar nâfe-i hoş-bûy-ı murâd
Bir imâratlık sana virimedi vîrân gönül Bu hevâ yolına yıllarla yeler nite ki bâd
Ol dahı sencileyin itmedi ben hasteyi yâd
İy dirîgâ bunca hecr ü zecr ü gam görmiş iken Vây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül
Almadın dâdun felekden virisersin cân gönül
Felegün nûş iderem nîşini sâgarlar-ıla
Gerçi yârun vuslatı haccında bayram itmedün Togradı hâr-ı cefâ bagrumı hançerler-ile
Yigrek oldur furkat içün olasın kurbân gönül Baş koşam dimez-idüm ben dahı dilberler-ile
Vây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül
Lâcerem ışkun belâsına mutî’ olmak gerek
Kimsenenün hükmine çün olmadun fermân gönül Yârün itden çog uyar ardına agyâr dirîg
Bize yâr olmadı ol şûh-ı sitemkâr dirîg
Sen ki manzûrun felekdür niçe olursın helâk
Kıldı bir dilber-i hercâyiyi dildâr dirîg
İy gönül hayrân gönül olma gönül giryân gönül
Vây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül
Hüseyin Ayan, Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme, Atatürk
Üniversitesi Yayınları 502, Erzurum 1969, s. 231. Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pâymâl eyledi ol zülf-i semensâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül
İy hayâl-i ser-i zülfüne gönül mahrem-i râz Dil elinden nice bir kendümi âvâre kılam
Dest-i kûtâhuma baş egmedi ol zülf-i dırâz Tîg-i hasretle demidür cigeri pâre kılam
Virdi ol perdede iy mutrib-i uşşâk-nüvâz Akl u dil oldı revân derdine ne çâre kılam
Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül
Yâr-ı mahrem kanı arz itmege derd ü gam-ı dil Gül yüzün gülşene hemdem oluban hâr ile hes
Ki hemîn âh-ı sehergâh-durur hemdem-i dil Bülbül-i hôş-nefesi oldı giriftâr-ı kafes
Leb-i cân-bahşun eger virmez ise merhem-i dil Nâle vü zâr-ıla dirse bu Melîhî n’ola bes
Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül
Faruk Timurtaş, Osmanlı Türkçesi Metinleri II, İstanbul
Zülfünün salalı hindûsı gönül boynına bend 1974, s.532.
Cân u dil kim ola her lahza giriftâr-ı kemend
Nice ola cigerüm âteş-i şevkunla sipend
Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül
Sevdün ol dilberi söz eslemedün vây gönül Düşeli ışkuna ey ruhları bed-rây gönül
Eyledün kendüzüni âleme rüsvây gönül Oldı zülfün gibi âşüfte bu bed-rây gönül
Sana cevr eylemede kılmaz o pervây gönül Nice kim hâ didüm eslemeyüp hây gönül
Cevre sabr eyleyimezsin nideyin hây gönül Eyledi cümle cihâna beni rüsvây gönül
Gönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül
Çâk olan dest-i cefâ-y-ile girîbânundur Geh deler hasretüne yüregümi şâne gibi
İlişen hâr-ı gam u mihnete dâmânundur Geh yanar şem‘-i ruhun şavkına pervâne gibi
Dökilen yirlere belâ tîgı-y-ıla kânundur Geh virür ârı yile âşık-ı dîvâne gibi
Her dem ağıza gelen mihnet-ile cânundur Geh döker gözlerümün yaşını dürdâne gibi
Gönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül
Tâli‘ün yüzi gülüp olmadı handân nideyin Hem-nefes olmaga sen hüsrev-i şîrîn-leb ile
Yüregün derdine bulınmadı dermân nideyin Virmişem ârı yile nâm u nişânıyla bile
Kasduna yâr çeker hançer-i bürrân nideyin Dile düşmiş yalunuz ben degülüm ilden ile
Virisersin bu gam u mihnet-ile cân nideyin Dil elinden niceler düşdi benüm gibi dile
Gönül ey vây gönül vây gönül eyvây gönül Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül
Işk-ı dildâr-ıla niçe idesin nâle vü zâr Tîr-i kaddümi kemân ideli ol hûr-nijâd
Eyledün sabr u karârı bu hevâlarda nisâr Şast-ı gamdan dil-i sevdâ-zede bula idi şâd
Zülfi sevdâsı ider âlemi çün başuna dar Dir idüm k’eyleyeyüm ben dahı dilberleri yâd
Fâ’ide ne tutalum eyleyesin terk-i diyâr Dil elinden kime feryâd ideyin kim kıla dâd
Gönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül Gönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül
(H. İpekten, (1974). Karamanlı Nizami. Hayatı, Edebî kişi-
Vasl-ı dilberle nasîb olmadı dil-şâd olmak liği ve Divanı, Atatürk Üniversitesi Yayınları: 208, Sevinç Mat-
Dest-i cevr ile yıkılan dilün âbâd olmak baası, Ankara 1974, s. 251-252)
Dâm-ı gamdan dil ü cân bülbüli âzâd olmak
Niçeye dek işün efgân-ıla feryâd olmak
Gönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül
kelimesi yanında başka şekillerde de söylenmesi ile bu murabba’ tam dokuz şekil-
de tekrarlanarak yüzyıllar boyu devam etmiştir (Tavukçu, 2009:1015-1020).
Yukarıda anlatıldığı gibi başlangıçta gazel veya nazım nazım şekilleri ile görülen bu
şiir, Ahmed Paşa ve Melihî’de murabba şeklinde tanzir edilmiş, Fatih ve Karamanlı Nizamî
tarafından ise, cevap olarak muhammes nazım şeklinde ortaya konmuştur. Bu da şiirde
bir genişleme ve şekil çokluğuna yol açmıştır.
Bunlardan başka Ahmedî’nin
matla’ı ile başlayan meşhur gazeli de Ahmed Paşa tarafından tanzir edilmiştir. Bu gazel ay-
rıca Nesîmî ve Şeyhoğlu Mustafa’ya da bağlanmaktadır.
Ahmed Paşa’nın yukarıda Ahmedî’nin matla’ı verilen gazeline yazdığı nazire ise,
Sen hîç sormadun beni şîrîn budur ki ben Nâlişlerini derd ile bîçâre bülbülün
Şeker lebüne cânumı şükrâne yazmışam Bâd-ı sabâ eliyle gülistâna yazmışam
Gönlüm evini ışkun içün dutmışam makâm Zülfün hikâyetini gönülde misâl idüp
Genc-i nihânı gör ki ne vîrâna yazmışam Gam kıssasını levh-i perîşâna yazmışam
Bir kez cemâlüne nazar idem didüm şehâ Tâb-ı ruhunla sûzını yazarken Ahmed’ün
Mûsâ bigi tecellî odına yana yazmışam Şevkinden odlara düşüben yana yazmışam
Ali Nihad Tarlan, Ahmet Paşa Divanı, MEB Yayınları:
Susalıgumda la‘lüni zikr eyledi dilüm 2343, İstanbul 2005, s. 312.
Âb-ı hayâtı Hızr bigi kana yazmışam
Yine Şeyhî’nin de, hem Germiyan hem Osmanlı bölgesi içinde yer alan Ahmed Paşa
tarafından tanzir edilmiş şiirleri vardır. Bunlar içinde “Kerem Kasidesi”nin ayrı bir yeri-
nin bulunduğunu belirtmek gerekir.
Ahmed Paşa tarafından tanzîr edilen bu kasideye, daha sonra, başta Cem Sultan ve
Necâtî olmak üzere, diğer bazı şairlerimiz tarafından nazireler yazılmıştır (Göre, 2009:919-
958). Bundan başka olarak, Şeyhî’nin gazellerine başta Şah İsmail Hatâyî olmak üzere di-
ğer şairler tarafından nazireler de yazılmıştır. Ayrıca şairin matla’ beyti,
160 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Hatâ kuldan atâ şehden hemîşe Hatâ menden atâ senden eyâ dôst
Mürüvvet kânısın ihsân senündür Ki mürvet vaktıdur ihsân senündür
şeklinde bir tembihte de bulunmuştur. Yapılan araştırmalar Mihrî’nin Necâtî Beg’in elli
beş şiirini tanzîr ettiğini ortaya çıkarmıştır (Arslan, 2009:121-131).
Necâtî on beşinci yüzyılın son çeyreğinden itibaren bütün on altıncı yüzyıl da dahil,
etkisini sürdüren ve şiirlerine pek çok nazire yazılan bir şair olmuştur. XVI. yüzyılın şa-
irleri başta Sehî Beg, Fuzûlî olmak üzere, Bâkî’ye kadar pek çok şair Necâtî’nin şiirlerini
tanzir etmiştir. Fuzûlî,
beyti ile başlayan cevabını yazmıştır. Necâtî’den gelen bir zemin şiir olan bu gazel yalnız
Bâkî’nin tanziri ile kalmamış daha sonraki asırlarda da dillerden düşmemiş ve tanzir edil-
miştir. Ancak Edirneli şair Sâgarî ise, ayrı bir yol tutmuş Necâtî Beg’in gazellerini değiştir-
mek ve hicve dönüştürmek yolu ile “nakîze”ler yazmıştır (Musalı, 2009:309). Nakîze, bir şiir
esas alınarak onunla aynı vezin ve kafiyede, fakat anlamca zıt konuda olan ve bir nevi ze-
min şiire reddiyye olarak yazılan şiirlere denmektedir (Köksal, 2006:59).
Nazire yazma geleneği Türk edebiyatının her devri ve her bölgesinde karşımıza çak-
maktadır. On besşinci yüzyıl Çağatay Türkçesi edebiyatına bakınca aynı geleneğin Lütfî ile
Ali Şir Nevâî arasında da bulunduğunu görürüz. Lültfî’nin,
Köktedür her dem figânım körgeli sin mâhnı İstemem könglümni iylerde hayâl ol mâhnı
Da‘va-yı mihrimga tanuk tartadur min âhnı Kim tahayyül birle seyr iyler n’iter hem-râhnı
Sin kibi sultânı sivmek haddım irmestür velî Könglüm ister ni tiler min barıng ey ay u kuyaş
Bu belâlık ışk fark itmes gedâ vü şâhnı Sizni könli istemes ol kim tiler dil-hâhnı
Zülf ü ay yüzüng firâkında tümen hasret bile Okı zahmın ten ara ol yüz hayâli yaratur
Ah kim zâyi‘ kiçürdüm munça sâl u mâhnı Eyle kim Yûsuf cemâli rûşen itkey çâhnı
Dâne-i hâlıng temennâsıda iy gül hırmeni Cân u akl u hûşdın kiçkil diding kıldım kabûl
Kıl nazar kim çehre-i zerdim yaşurdı kâhnı Terk itealman n’itey nezzâre-i geh-gâhnı
Agzınıznıng fikrini mundak ki kördüm âhirî Garka boldı nâtüvân cismim sirkişkim bahrıda
Başlagusıdur ‘adem sarı min güm-râhnı Gerçi su niçe tireng bola çumurmas kâhnı
İşikingdür taht-ı devlet hâk-i pâyıng efserim Âşık irseng körmegil ey şeh gedâlarnı hakîr
Tapmadı Cemşîd ü Efrîdûn bu kadr u câhnı Kim belâlıg ışk fark itmes gedâ vü şâhnı
Kavma Lutfîni işiktin bay zekât-ı hüsn üçün Ey Nevâyî yâr işiki pâklerge kıbledür
Kimdin itsün sin ganî barında şey’ullahnı Kılagıl köz kanıdın âguşte ol dergâhnı
Günay Karaağaç, Lütfi Divanı, TDK Yayını, 687, An- Kaya Türkay, Ali Şir Nevâyi, Bedâyi‘ü’l-Vasat, TDK yayını:
kara 1997, s. 254-255. 807, Ankara 2002, s. 466.
162 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
matla’lı gazelinin naziresi olarak karşımıza çıkar. Ali Şir Nevâi’nin ilk beyti yukarıda
verilen gazeline Fuzûlî Divan’ındaki,
beytiyle başlayan gazel ile cevap verir. Fars şairlerine de nazireler yazan Fuzûlî ayrıca
Yavuz’un defterdarı olan Hayâlî-i Kadîm’e de nazire yazmıştır. Hayâlî-i Kadîm’in ilk beyti,
Harâb olupdur ol âbâd gördüğün gönlüm Tutuşdı gam odına şâd gördügün gönlüm
Gamunla toptoludur şâd gördüğün gönlüm Mukayyed oldı ol âzâd gördügün gönlüm
Cihânda başına sultân iken benüm servüm Diyâr-ı hicrde seyl-i sitemden oldı harâb
Kul oldı sen şehe âzâd gördügün gönlüm Fezâ-yı ışkda âbâd görügün gönlüm
Cefâya ögrenüben cevre cân virür şimdi Ne gördi bâdede bilmen ki oldı bâde-perest
Vefâ vü cevr ile mu‘tâd gördüğün gönlüm Mürîd-i meşreb-i zühhâd gördügün gönlüm
Görince dâne-i hâlüni dâm-ı zülfünde Firâkun odını gördükçe mûm tek eridi
Tutıldı kaldı o sayyâd gördügün gönlüm Sebât u sabra fûlâd gördügün gönlüm
Karışdı kara yire kûhsâr-ı mihnetde Getürdi acz görüp ışk müşkil oldugını
Hayâlî şimdi o şeyyâd gördüğün gönlüm Kamu hünerlere üstâd gördügün gönlüm
Abdülbâki Gölpınarlı, Fuzûlî Dîvânı, İnkilâp Kitabe-
vi, İstanbul 1985, s.XLII.
Degüldi beyle deminde bir ehl-i işret idi
Bu kanlar içmege mu‘tâd gördügün gönlüm
Ayrıca Şeyhoğlu’nun,
Visâl-i yâra irişdük olur destûr hicrâna Hezârân şükr ile minnet ki irişdük bu devrâna
Gönül maksûdına irdi gerekdür câna şükrâne Yine evvel bahâr oldı virelüm cânı şükrâne
Zihî devlet sa‘âdetdür ki şâdî geldi gam gitdi Cihân bâg-ı cinân oldı hayât-ı câvidân buldı
Ne hôş sa‘d ile devrândur fidâdur cân bu devrâna Yine kutlu zamân oldı irişdi mürdeler câna
Ne dilbersin ne serversin Alî heybetlü Haydarsın Çemenler oldı hep cennet fütûh-ı rûhadur râhat
Hızır’sın yâhud İskender ki benzersin Süleymân’a Gerek ise sana hikmet sehergeh gir gülistâna
Kapundan sürmegil beni ki cân virdüm işigünde Gül ile berg-i nesrînler açılmışdur reyâhînler
Senünle âşinâdur cân anı sen sanma bîgâne Boyanup goncalar kana yatur mahmûr ü mestâne
Niçe yirlerde turışdum niçe yerlerde sorışdum Kaçurma fursatı elden fenâ olmazdan ön bir dem
Şükür Tanrı’ya Şeyhoglı bu gün irişdi dermâna Koma peymâneyi elden tolınca tâ ki peymâne
Emine eydür ol dem oldı kim uş Âmine aydur çü vakt irdi temâm
Vücûda gelür Ahmed kudret ile Kim vücûda gele ol Hak vehbeti
Bu kez bir nûr içinde garka oldum Sonra gark oldı vücûdum nûr ile
Bürüdi nûru beni ismet ile Bürüdi beni o nûrun ismeti
Bir ağ kuş geldi arkamı sığadı Geldi bir ak kuş kanadıyla benüm
Kanadı birle katı kuvvet ile Arkamı sığadı kuvvetle katı
NAZİRE MECMU’ALARI
Türk edebiyatında ortaya çıkan ve şiirimizi açarak genişleten, edebî faaliyetlerin canlılığı-
nı devam ettiren nazirecilik neticesinde yeni eserlerin yazılması da gerekirdi. İşte bunun
sonunda Türk edebiyatında nazire mecmuaları ortaya çıkmış oldu. Nazire mecmuaları ya-
zılan şiirleri edebî bir zevke göre ele alıp, onlara ilgi duyarak devam ettiren şairleri verme-
leri ve sevilen şiirleri ortaya koymaları açısından önemlidir. Her şeyden önce edebiyat ta-
rihinde adları geçmeyen ancak şiirleri ile kendini gösteren, hayatları hakkında bilgimizin
bulunmadığı şairlerimizin böyle mecmualarda yer alması edebî zenginliğimizi de göster-
mektedir. Unutulmuş ve eserleri kaybolmuş bu şairler sayesinde nazire mecmualarımız
zenginlik kazanmıştır. Ancak nazire mecmualarına geçmeden, kimi şairlere yer veren ve
onlardan beyitler alan ilk şair ve yazar Şeyhoğlu Mustafa’dır. O Kenzü’l-Kübera’sında onun
üstünde şairin adını zikretmiş ve şiirlerine yer vermiştir (Yavuz, 1991). Fakat sonra yazılan
nazire mecmualarında şairlerin ve seçilen şiirlerin sayısı da artmıştır.
Edebiyat tarihimizin kaynaklarından olan nazire mecmuaları daha sonra yerlerini
tezkiretü’ş-şuâra genel adı ile anılan eserlere bırakacaklardır. Böyle olmakla beraber tezki-
relerin yanında hemen her asırda, özellikle on altıncı yüzyıldan sonra daha az görülmüş-
lerdir. Bunlar Türk şiir zevkinin gelişmesini de gösteren derleme eserlerdir.
166 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Metâli’ü’n-Nezâir
XVII. yüzyılda yazılan Metâli’ü’n-Nezâir, derleyeni belli son nazire mecmuasıdır. Budinli
Hisâlî (ö. 1062/1652) tarafından derlenen bu mecmua, şiirlerin sadece matla beyitlerine yer
verilmesinden dolayı diğerlerinden farklıdır. Bundan dolayı mecmuaya Matâli’u’n-Nezâ’ir
adı verilmiştir. Hisâlî’nin kendi matlalarının da bulunduğu mecmuadaki beyitler, vezinle-
re ve kafiyelere göre sıralanmıştır. Bu mecmuanın müellif hattı nüshası 2 cilt hâlinde Nu-
ruosmaniye Kütüphanesi 4245 ve 4253 numarada kayıtlıdır. Eserin birinci cildi üzerine
Bilge Kaya tarafından doktora çalışması yapılmıştır (Hisâlî, Hayatı-Eserleri ve Metâli’ü’n-
nezâir Adlı Eserinin Birinci Cildi [Metin-İnceleme], Gazi Üniversitesi, 2003; Köksal, 2006:71;
Kartal, 2011:282).
6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 169
Özet
Türk edebiyatında yazılan nazire mecmu’alarını tespit
Nazire ve nazire ile ilgili kavramları tanımlayabilmek.
1 Nazire(=nazîre): Bir şairin tanınmış bir şiirine veya 3 edebilmek.
şiirlerine sonradan başka bir şair veya şairin kendi- Nazire mecmualarından önce kimi şairlere yer veren
si tarafından, kafiyeleri veya kafiye ve redifleri aynı ve onlardan beyitler alan ilk şair ve yazar Şeyhoğlu
olan, aynı vezin ve konuda yazılan, çoklukla gazel ve Mustafa’dır. Şeyhoğlu, Kenzü’l-Kübera’sında onun üs-
kasidelerde görülen benzer şiirlerdir. Arap edebiya- tünde şairin adını zikretmiş ve şiirlerine yer vermiştir.
tında terim olarak nazire yerine “mu’âraza” yanında Fakat sonra yazılan nazire mecmualarında şairlerin ve
“ihtizâ” ve “muhâkât” kelimeleri de kullanılmış, çok seçilen şiirlerin sayısı da artmıştır.
sonraları “taklîd”, “nazîr” ve “mesîl” terimlerine de Edebiyat tarihimizin kaynaklarından olan nazire
yer verilmiştir. mecmuaları daha sonra yerlerini tezkiretü’ş-şuâra ge-
Fars edebiyatında ise, nazire, “cevâb” kelimesi ile kar- nel adı ile anılan eserlere bırakacaklardır. Böyle ol-
şılanmış, ayrıca “istikbâl” ve “tazmîn” gibi terimler de makla beraber tezkirelerin yanında hemen her asırda,
kullanılmıştır. özellikle on altıncı yüzyıldan sonra daha az görülmüş-
Nazire yazılırken örnek alınan şiire “zemîn” veya “mo- lerdir. Bunlar Türk şiir zevkinin gelişmesini de gös-
del” şiir denir. Bu şekilde şiir yazmaya “nazire yazmak”, teren derleme eserlerdir. Türk edebiyatında XV. yüz-
“tanzîr etmek” veya “nazîre demek” adları verilir. Yazı- yıl ile XVI. yüzyılın ortalarına kadar yazılan nazire
lan şiir de “nazire” olarak adlandırılır. Nazirenin çok- mecmu’aları, Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-Nezâ’ir’i,
luk şekli “nezâ’ir veya nezâyir (= nazireler)”dir. Nazire- Yazarı Bilinmeyen Bir Mecmû’atü’n-Nezâir, Eğirdirli
yi yazan şair de “nazîre-gû” veya “nazîre-perdâz” ola- Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’i, Edirneli Nazmi’nin
rak anılır. Nazire olarak yazılan şiirlerin toplandığı ki- Mecma’ü’n-Nezâir ile Pervane Beg’in kendi adıyla anı-
taplara ise, “nazire mecmu’ası (mecmû’atü’n-nezâir, lan Pervane Beg Mecmuası’dır. Bunları XVII. yüzyılda
mecma’u’n-nezâir)” denilir. Budinli Hisalî’nin 1652 yılında derlediği Metâli’ü’n-
Nezâ’ir’i takip etmiştir.
Nazirenin ortaya çıkışını açıklayabilmek ve Türk
2 şiirinde yazılan ilk nazireleri belirleyebilmek.
Arap edebiyatında ilk örnekleri Cahiliyye devrinde
yazıldığı tespit edilen nazire, İslâmî dönemde Ka’b
bin Züheyr’in Peygamber için yazdığı “Bânet Süâd (=
Sevgili Uzaklaştı)” adındaki na’tına yazılan şiirlerle en
geniş şekilde görülmeye başlanmış ve kesintisiz de-
vam edip gelmiştir.
Fars edebiyatında ilk nazire örnekleri, on ikinci yüz-
yılda görülmeye başlanmıştır.
Türk edebiyatında “nazire” kelimesini, çokluk şeklin-
de “nezâ’ir” olarak ilk defa Fahreddin bin Mahmud
Behcetü’l-Hadâ’ik fî-mev’izeti’l-Halâ’ik adlı eserinde
kullanmıştır.
Bu türün Anadolu’da başlayan Türk edebiyatında Yunus
Emre (ö.1320) ile ortaya çıktığını söylemek mümkün-
dür. Yunus, nazirelerini Ahmed-i Yesevî’nin (ö. 1166)
şiirlerine yazmıştır. Ancak Yunus’tan önce bu türün
ilk şairleri arasında yer vereceğimiz Türk şairi Hakîm
Süleyman Ata’dır. Hakîm Süleyman Ata (ö. 1194)
Ahmed-i Yesevî’nin hikmetlerine hikmetlerle karşılık
vermiş, onun yolunu sadık bir öğrencisi olarak, devam
ettirmiş ve şiirlerine nazireler söylemiştir.
170 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
1. Nazireyle ilgili verilen aşağıdaki bilgilerden hangisi 6. Türk edebiyatında mevcut bilgilere göre ilk nazire yazan
yanlıştır? şair aşağıdakilerden hangisidir?
a. Nazire şiir ile zemîn şiirin vezin ve kafiyesi aynı olur. a. Ahmed-i Yesevî
b. Nazire ile zemîn şiirin redifleri aynı olur. b. Zengi Ata
c. Nazireler daha çok gazel ve kaside nazım şekli yazılmıştır. c. Hakîm Süleyman Ata
d. Nazireye verilen adlardan biri “cevap”tır. d. Yunus Emre
e. Nazire ile zemîn şiir farklı dil ve şivelerde olabilir. e. Âşık Paşa
2. Nazire yazan bir şair için aşağıdaki ifadelerden hangisi 7. Aşağıdakilerden hangisi Yunus Emre’nin nazire yazdığı
kullanılır? şairlerden biridir?
a. nazîre-gû a. Hakîm Süleyman Ata
b. nazîre-hân b. Zengi Ata
c. nazîre-dîde c. Sultan Veled
d. nazîre-perver d. Ahmed-i Yesevî
e. nazîre-şinas e. Ahmed Fakîh
3. Arap edebiyatında nazireler ilk kez hangi dönemden iti- 8. Aşağıdakilerden hangisi Ahmedî’nin en çok tenkit ettiği
baren görülmeye başlanır? şairdir?
a. İslâmî dönemi a. Ahmed-i Yesevî
b. Emevîler dönemi b. Nesîmî
c. Cahiliyye dönemi c. Şeyhoğlu Mustafa
d. Abbasîler dönemi d. Ahmed-i Dâî
e. Abbasî ve Endülüs Emevîleri dönemi e. Kadı Burhaneddin
4. Aşağıdakilerden hangisi Fars edebiyatında nazireye veri- 9. Melîhî bendlerinde “Vay gönül vây bu gönül vây gönül ey
len isimlerden biridir? vây gönül” mısraları tekrarlanan murabba’ını aşağıdaki şair-
a. mu’âraza lerden hangisine nazire olarak yazmıştır?
b. istikbâl a. Ahmed Paşa
c. taklîd b. Avnî
d. mesîl c. Nizâmî
e. ihtizâ d. Nesîmî
e. Ahmedî
5. Bir şairin yazdığı bir şiirine örnek aldığı başka bir şiire ne
ad verilir? 10. Aşağıdakilerden hangisi XV. Yüzyılda yazılmış bir nazi-
a. zemîn re mecmu’asıdır?
b. misâl a. Mecmû’atü’n-Nezâir, Ömer b. Mezîd
c. muadil b. Metâli’ü’n-Nezâir, Hisâlî
d. emsile c. Mecma’u’n-Nezâir, Edirneli Nazmî
e. mu’ârız d. Pervâne Beg Mecmû’ası
e. Behçetü’l-Hadâ’ik
6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 171
Sıra Sizde 3
Nakîze, bir şiir esas alınarak onunla aynı vezin ve kafiyede,
fakat anlamca zıt konuda olan ve bir nevi zemin şiire reddiy-
ye olarak yazılan şiirlere denmektedir.
172 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Ahmed-i Yesevî (1991). Dîvân-ı Hikmet (Haz. Kemal Eras- Mermer, A. (2002). “XV. Yüzyılda Yazılmış Bilinmeyen Bir
lan), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Nazire Mecmuası ve Aydınlı Visâlî’nin bilinmeyen Şiir-
Akdoğan, Y. (1979). Ahmedî Divanı ve Dil Hususiyetleri, leri”, Millî Falklor, 56. sayı, Ankara.
Basılmamış Doktora Tezi, Türkiyat Araştırmaları Ensti- Musalı, V. (2009). “Necati Beg Şiirlerine Yazılmış Nazireler
tüsü Kütüphanesi, nu. 2054, II. Cilt, İstanbul. (Latifî Tezkiresi esasında)”, Kocaeli Üniversitesi I. Ulus-
Akdoğan, Y. (1988). Ahmedî Divânı’ndan Seçmeler, Ankara. lar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu 15-17 Ni-
Arslan, M. (2009). “Necati Etkisinin Tespitinde Nazireciliğin san 2009, Bildiriler, Kocaeli.
Rolü ve Muhyî’nin Necatî’ye Yazdığı Nazireler”, Kocaeli Nesîmî Divanı (1990). (haz. Hüseyin Ayan) Akçağ Yayıne-
Üniversitesi, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sem- vi, Ankara.
pozyumu, 15-17 Nisan 2009, Bildiriler, Kocaeli. Özmen, M. (2001). Ahmed-i Dâi Divanı, I. Cilt, Türk Dil
Ayan, H. (1969). Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme, Atatürk Kurumu Yayınları, Ankara.
Üniversitesi Yayınları, Erzurum. Sertkaya, A. G. (2010). “Kul Süleymân (Bakırgani) ve Yûnıs
Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I. cilt, Emre Hikmetleri”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
İstanbul. Edebiyatı Dergisi, 2008-2, İstanbul.
Canpolat, M. (1982). Ömer bin Mezid, Mecmuatü’n- Şah İsmail Hatâ’î Külliyatı (2006). (Haz. Babek Cavanşir-
Nezâir, TDK Yayınları, Ankara. Ekber N. Necef), İstanbul.
Çiçekler, M. (2006). “Nazire”, TDVİA, C. 32, İstanbul. Tarlan, A. N. (2005). Ahmed Paşa Divanı, M.E.B. Yayınla-
Doğan, M. N. (2004). Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul. rı, İstanbul.
Durmuş, İ. (2006). “Nazire”, TDVİA, C. 32, İstanbul. Tavukçu, O. K. (2009). “Ahmet Paşa’nın “Gönül Murabbaı’nın
Ertek Morkoç, Y. (2003). Eğridirli Hacı Kemal’in Camiü’n- etkisinde Yazılan Musammatlar”, Atatürk Üniversitesi,
nezâir’i, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Uluslararası Türklük Bilimi Sem-
İzmir, pozyumu, Erzurum, 25-27 Nisan 2007, Bildiriler, 2. Cilt,
Fuzûli (1286). Külliyât-ı Divan, Tasvir-i Efkâr Matbaası, Erzurum.
İstanbul. Timurtaş, F. (1974). Osmanlı Türkçesi Metinleri II, İstan-
Gölpınarlı, A. (1985). Fuzûlî Dîvânı, İnkılâp Kitabevi, 3. bul.
Baskı, İstanbul. Türkay, K. (2002). Ali Şir nevâyi, Bedâyi‘ü’l-Vasat, TDK Ya-
Göre, Z. (2009). “Kerem Kasidelerine Dair”, Atatürk Üniver- yınları, Ankara.
sitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, TAED Yavuz, K. (1991). Şeyhoğlu, Kenzü’l-küberâ ve Mehekkü’l-
39, Erzurum. ulemâ, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara.
İpekten, H. (1974). Karamanlı Nizami, Hayatı, Edebî Ki- Yavuz, K. (2010). “XIV. Yüzyılda Türk Edebiyatı ve Bazı Dik-
şiliği ve Divanı, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara. katler”, Adıyaman Üniversitesi Ulusal Eski Türk Edebi-
İsen, M.-Cemal Kurnaz, (1990). Şeyhî Divanı, Akçağ Yayın- yatı Sempozyumu Bildirileri, Ankara.
ları, Ankara. Yavuz, O. (2002). Kansu Gavrî’nin Türkçe Dîvânı, Selçuk
Karaağaç, G. (1997). Lütfi Divanı, TDK Yayını, Ankara. Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Yayını, Konya.
Karabey, T. (1996). “Mecmuatü’n-nezâir’in Yeni Bir Nüsha- Yunus Emre Divanı (1980). (Haz. Faruk Timurtaş), Kültür
sına Dair”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmala- Bakanlığı Yayınları, Ankara.
rı Enstitüsü Dergisi, Sayı 6, Erzurum.
Kaya, B. (2005). “Nazire Mecmuaları ve Hisâlî’nin Metâli‘ü’-
nezâiri”, Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 8, Bursa.
Koç, M. (2011). “Anadolu’da İlk Türkçe Te’lif Eser”, Bilig, Sayı
57, Ankara.
Köksal, F. (2006). Sana Benzer Güzel Olmaz, Divan Şiirin-
de Nazire, Akçağ Yayınları, Ankara.
Küçük, S. (1994). Baki Divanı, TDK yayınları, No: 601,
Ankara
7
XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XIV. yüzyıl şairlerinin şiirlerinden seçilmiş (Arap harfli) metinleri okuyup çev-
riyazıya aktarabilecek,
XIV. yüzyıl dönemine ait manzumeleri günümüz Türkçesi ile nesre çevirebilecek,
XIV. yüzyıl dönemine ait manzumelerin vezin ve kafiyelerini bulabilecek ve
manzumelerdeki konu ve edebî sanatları tespit edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Hasanoğlu • Gülşehrî
• Kadı Burhaneddin • Âşık Paşa, Şeyyâd Hamza
• Nesîmî • Elvan Çelebi, Fahrî
• Yunus Emre • Ahmedî
İçindekiler
• GİRİŞ
• XIV. YÜZYIL ŞAİRLERİNDEN SEÇME
METİNLER
• KADI BURHANEDDİN’İN
ŞİİRLERİNDEN
• NESÎMÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
• YUNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDEN
• GÜLŞEHRÎ’NİN MANTIKU’T-
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk TAYR’INDAN
XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler • ÂŞIK PAŞA’NIN GARÎB-
Edebiyatı
NÂME’SİNDEN
• ŞEYYÂD HAZMA’NIN
ŞİİRLERİNDEN
• HOCA MES’UD’UN
ŞİİRLERİNDEN
• FAHRÎ’NİN HÜSREV Ü
ŞÎRÎN’İNDEN
• AHMEDÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı:
Metinler
XIV. yüzyılda yetişen şair ve yazarlar hakkında 1-5. ünitelerde bilgi verilmişti. Bu ünitede
ise, XIV. yüzyılın önde gelen şair ve yazarlarının şiirlerinden örnekler verilip gerekli açık-
lamalar yapılacaktır.
HASANOĞLU’NUN ŞİİRLERİ
Gazel
mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
1.
اپاردى كوكلمى برخوش قمر يوز جانفزا دلرب Apardı köñlümi bir òoş úamer yüz cÀn-fezÀ dil-ber
نه دلرب دلرب شاهد نه شاهد شاهد سرور Ne dil-ber dil-ber-i şÀhid ne şÀhid şÀhid-i server
2.
من اولسم سن بت شنكل صراحى ايلمه قلقل Men ölsem sen büt-i şen-gül ãurÀóì eyleme úulúul
نه قلقل قلقل باده نه باده بادهٴ امحر Ne úulúul úulúul-ı bÀde ne bÀde bÀde-i aómer
7. حسن اوغلى سكا كرچه دعاجى در وىل صادق Óasanoàlı saña gerçi duèÀcıdur velì ãÀdıú
نه صادق صادق بنده نه بنده بندهٴ چاكر Ne ãÀdıú ãÀdıú-ı bende ne bende bende-i çÀker
velî: fakat, ancak. bende: köle, esir, hizmetçi, kul.
çâker: kul, köle. sâdık: doğru olan, gönülden bağlı, riyâsız.
Diliçi çeviri: Ey sevgili! Hasanoğlu, sana sâdık (olan) duacıdır, fakat sâdık olan kölenin
bağlılığıdır ve o köle de kölenin kölesidir.
Kendini bende veya çâker (kul) olarak gören âşık, her zaman sevgili(efendi)sinin hiz-
metinde olup sürekli onun lutfunu umar. Sevgilinin cömertliğine, esirgemesine ve affına
her zaman muhtaç olan âşık, sadâkatin temsilcisi bir bende olarak sevgilisi için dua eder.
Şair ikinci mısradaki “bende-i çâker” terkibi ile Allah’ın kullarından biri olan sevgilinin
“kul”(hizmetkârı)u olduğunu ifade etmiştir.
Hasanoğlu’nun aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazıp veznini bulunuz, kafiyesini belirtiniz.
1
قامشدن شكر و طاشدن جواهر عجب بيلسم بىن شيدا قيالن كيم١
آغاجدن دانه ىي خرما قيالن كيم٣ بكا بو عشق اودين پيدا قيالن كيم
seyl-âb: sel suyu, sel. dem: an, zaman. sîr-âb: suya doymuş, kanmış.
Diliçi çeviri: Gözüm, her an sel gibi yaşlarını akıtır (ve böylece her yeri sele verip) her ân
yeryüzünü suya doymuş hâle getirir.
Klâsik şiirde âşık, sevdiğinden ayrı oluşundan (hasretinden), sevgilinin eza ve cefasın-
dan ya da aşkın verdiği sıkıntılardan dolayı çoğu zaman feryat ederek ağlayıp gözyaşı dö-
ker. Beyitte ise şair/âşık, âdetâ yeryüzünü sele verecek şekilde gözyaşı döktüğünü belirte-
rek aşkının/derdinin büyüklüğüne dikkati çekmektedir(mübâlağa).
2.
كوكل تربيزينه كله ىل اول شاهGöñül Tebrìz’ine geleli ol şÀh
آخيدر كوزلرم سرخ آب هر دمAòıdur gözlerüm sürò-Àb her dem
Tebrîz: İran’ın kuzey batısındaki en büyük şehir. İran’ın Doğu Azerbaycan eyaletinin merkezi.
Tebriz ülkesi, Tebriz şehri.
ahıtmak: akıtmak, dökmek. sürh-âb: kırmızı su (kan veya şarap).
şâh: sultan, hükümdar.
Diliçi çeviri: O sultan, gönül Tebrîz’ine (ülkesine) geldiğinden beri gözlerim her an
kanlı yaşlar akıtır. Kan madde olup necistir. Kaynağı da ciğerdir. Kanlı yaş dökmek; mad-
deden arınmaktır.
Beyitte gönül, Tebrîz (şehr)’e benzetilince (teşbîh-i belîğ), sevgili de gönül şehrini alan
(yağmalayan) bir şâh olmaktadır (açık isti’âre). Divan şiirinde, burada olduğu gibi sevgi-
li çoğu zaman sultan, âşığın gönlü de sevgilinin ele geçirip yağmaladığı bir şehir/ülke ola-
rak değerlendirilir. Bu beyitte gönlün benzetildiği Tebrîz şehri, 1385’te Timur’un gönderdi-
ği ordu tarafından ele geçirilip yağmalanmıştır. Beyitte “şâhın gönül Tebrîz’ine gelmesi” ile
bu olaya telmih yapılmıştır. Nasıl Tebrîz şâhın askerleri tarafından ele geçirildiği zaman yıkı-
lıp yakıldıysa, sevgili de gönlüme geldiğinden beri (âşık olduğumdan beri) gözümden kan-
lı yaşlar akmaktadır diyen Kadı Burhaneddin (1345-1398), akıttığı “sürh-âb” ile aşktan/sev-
gilinin cefasından çektiği ızdırabın büyüklüğüne işaret etmektedir(mübâlağa). Burada ilâhi
aşk söz konusudur.
3.
مساعى چرخى نيلدى جامنهSemÀèı çaròı n’eyledi cÀnuma
كوزمى ايلدى دوالب هر دمGözümi eyledi dolâb her dem
semâ‘: Tarikat mensuplarının –özellikle Mevlevîlerin- cezbe haliyle ayakta dönmeleri
ve zikretmeleri. Semâ‘a “mukâbele” de denir.
180 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
çarh: sağ ayağa ve bu ayak yardımıyla dönüşe çarh (atmak) denir. Semâ‘ sırasında direk de-
nilen sol ayak üstünde durulur ve çarh denilen sağ ayak yardımıyla döndürülerek devir sağlanır.
dolab: Nehirden su almayı sağlayan ahşap çark.
Diliçi çeviri: Semâ‘ sırasındaki çark hareketi (dönüş) canıma neler etti, gözümü her an
gözyaşı döken bir su dolabı haline getirdi.
Beyitte semazenler, dolâb (su dolabının çarkın)a, sema‘ (dönüş) da su çarkının dönü-
şüne; sema‘ sırasında semazenlerin katlandığı sıkıntılar ile sema‘ sırasında yaptıkları zi-
kir, dolab(su çarkın)ın dönme sırasında etrafa su saçması ile çıkardığı seslere (gıcırtıya)
benzetilmiştir.
Mevlevilikte sema‘, sembolik olarak kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini,
Allah’a olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “insan-ı kâmil”e doğru yöne-
lişini ifâde eden bir “zikir” şeklidir.
Beyitte ise, şairin/âşığın “aşk”tan dolayı âdeta bir semazen ve dolap gibi durmadan
döndüğü, feryat ettiği belirtilmektedir.
4.
قاچان قونوشم اول ماه ايله ديوÚaçan úonuşam ol mÀh ile diyü
املده زيج و اسطرالب هر دمElümde zìc ü usùurlÀb her dem
kaçan: ne zaman, ne vakit. mâh: ay; ay gibi parlak, göz alıcı (güzel) sevgili.
zîc: yıldızların yerlerini, özelliklerini ve dolaşmalarını göstermek için hazırlanmış cetvel.
usturlâb: Eskiden yıldızların yer, yükseklik ve enlem daireleri ölçmeye yarayan; mev-
simler, zaman, namaz vakitleri, kıble ve yönlerin bulunması, dağ gibi cisimlerin yüksekliği,
vadilerin derinliği, iki şehir arasındaki mesafeyi ölçmeye kadar bir çok işte kullanılan alet.
Diliçi çeviri: O ay (yüzlü) ile acaba ne zaman konuşacağım diye elimde her an zîc ve us-
turlab (tutmakta ve uğurlu zamanı beklemekteyim).
Sevgili (yüzünün güzelliği ve parlaklığı yönünden) klâsik şiirde çoğu zaman aya benzetildi-
ğini daha önce belirtmiştik. Bu beyitte de sevgili yerine doğrudan “mâh” denilerek (açık isti’âre)
onun güzelliğine dikkat çekilmiştir. Kültürümüzde ayın doğuşu (hilâl), ramazanın (orucun) ve
bayramın başlangıcını tespit açısından önemlidir. Bu sebeple eskiden ve günümüzde ramaza-
nın başlangıcı ve bayram günü ayın (hilâlin) görünmesine bağlı olarak belirlenirdi.
Hilâlin, güneş battıktan sonra görülmesi, kamerî takvime göre içinde bulunulan ayın so-
nunu ve bir sonraki ayın başlangıcını gösterir. Hilâl ilk doğduğu zaman çok ince olduğu ve çok
kısa bir süre sonra kaybolduğu için, ilk günün hilâlini görmek büyük bir dikkat ve tecrübeyi
gerektirir. O anda hafif bir sis bulunursa veya hava bulutlu olursa hilâlin görülmesi mümkün
olmaz. Bu gibi durumlarda ayın doğduğu tarihi (hilâlin görülmesi; rü’yet-i hilâl) tespit için es-
kiden “zîc” ve “usturlab” denilen aletlerle astronomik hesaplamalar yapılırdı.
Âşık için sevgiliyle görüşmek ve onunla konuşabilmek çok önemlidir ve o bu anı sabır-
sızlıkla bekler. Âşık, beyitte “mâh” olarak nitelenen sevgilinin geleceği vakti “zîc” ve “us-
turlab” denilen aletlerle hesaplamaya çalışmakta, (âdetâ sevgiliden ayrı geçen günleri oruç
tutmuş gibi düşünerek) sevgilinin gelişini (bayramı) sabırsızlıkla beklemektedir.
5.
لبك عشقنه در ميخانه لردهLebüñ èışúınadur mey-òÀnelerde
كه ايچرلر شراب ناب هر دمKi içerler şarÀb-ı nÀb her dem
leb: dudak. ışk: aşk, sevgi.
mey: içki, şarap. şarâb-ı nâb: katkısız, saf şarap.
Diliçi çeviri: Meyhânelerde, (senin) dudağının aşkına her an saf şarap içerler.
Divan şiirinde en fazla üzerinde durulan güzellik unsurlarından biri dudak (leb)tır.
Görünüşündeki güzellik, renk, darlık, küçüklük, kenarındaki ben, konuşma, tatlı sözler
söyleme vs. yönleriyle divan şairlerinin sıkça üzerinde durduğu bir güzellik ögesidir.
7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 181
Âşıkların şaraba düşkün olmaları, şarabın renk yönü ile sevgilinin dudağına benzeme-
si ve on(şarâb-ı nâb)dan bir “nişan” veya bir “sır” taşımasındandır. Meyhânedeki âşıklar,
gönüllerindeki keder(aşk)tan dolayı rahatlamak amacıyla içki içerler, ancak beyitte hüsn-i
ta’lîl yapılarak “sevgilinin dudağı için” şarap içildiği söylenmiştir.
6.
لبك افسوننك معجزلكنهLebüñ efsÿnınuñ muècizligine
مقردر مجلهٴ احباب هر دمMuúırdur cümle-i aóbÀb her dem
efsûn: büyü, sihir, gözbağcılık.
mu‘ciz: i‘câz eden, acze düşüren, başkalarını bir şey yapmada geri bırakan; kimsenin
yapamayacağını yapabilme.
mukır: ikrar eden, doğruyu söyleyen, “vardır, evet öyledir” diyen.
ahbâb: dostlar, arkadaşlar.
cümle-i ahbâb: bütün dostlar, bütün arkadaşlar.
Diliçi çeviri: Dudağının büyüsünün acze düşürücülüğünü (o büyüyü başkalarının ya-
pamayacağını), dostların hepsi her an söylemektedirler.
Dudağın efsûnu ve mu‘cizesi, sözlerinde Hz. İsâ gibi can verme özelliğinin olmasıdır.
Hasta (ölmek üzere) olan âşıkları (cümle-i ahbâbı) sağlığına kavuşturan tek şey, sevgilinin
(Hz. İsâ’nın ölüleri diriltme özelliğine sahip olan) dudaklarıdır. Ayrıca söz gönülleri hem
diriltir, hem öldürür. Söz dudaktan çıkar.
7.
حجاب اولدى ياشم كرپكلرمهÓicÀb oldı yaşum kipüklerüme
قاچان يول بوله آنده خواب هر دمÚaçan yol bula anda ò˘Àb her dem
hicâb: perde; utanma, sıkılma. h˘âb (hâb): uyku.
Diliçi çeviri: Gözyaşlarım kirpiklerime (bir) perde (gibi) oldu (perde gibi gerildi). Uyku
(o perdeden, o engelden) ne zaman nasıl yol bulsun(ağlamaktan gözüme uyku girmesine,
uyumama imkân var mı)?
Çektiği sıkıntılardan dolayı büyük bir ızdırap içinde bulunduğunu belirten âşık/şair,
ağlamaktan ve (âdetâ gözlerinin önüne perde gibi) gözyaşı dökmekten uyuyamadığını
belirtmektedir(mübâlağa).
Tuyug
fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
دل خود آنكدر وىل جان آپارور Dil òod anuñdur velì cÀn aparur
ديىن قومياز عقل و اميان آپارور Dìni úoymaz èaúl ü ìmÀn aparur
كوكلمه كريدى خياىل دون كيجه Göñlüme girdi òayÀli dün gice
ظلمت ايچره آب حيوان آپارور Ôulmet içre Àb-ı óayvÀn aparur
Bu manzumede şair, gönlünü, karanlık bir ülkede bulunduğuna inanılan âb-ı hayât pı-
narına benzeterek sevgilisinin gece gönlüne giren hayalinin de onu (gönlünü) alıp götür-
düğünü (rüyasında sevgilinin hayaline âşık olduğunu) belirtmiştir.
شاها يوزكك كلىن ديرسم اوالمى ŞÀhÀ yüzüñüñ gülini dirsem ola mı
نه چكدكمى يوزكه ديرسم اوالمى Ne çekdügümi yüzüñe dirsem ola mı
پسته لبكك بندن ديلكى جاندر Piste lebüñüñ benden dilegi cÀndur
رد ايلينب سوزىن صريسم اوالمى Redd eyleyüben sözini sırsam ola mı
NESÎMÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
Gazel
müfteèilün mefÀèilün müfteèilün mefÀèilün
1.
فرقت ايچينده يانارم دردمه ايله چاره كلFirúat içinde yanaram derdüme eyle çÀre gel
ياره لو اولدم اوشته كور باغرم ايچينده ياره كلYÀrelu oldum uşta gör baàrum içinde yara gel
firkat: ayrılık.
Diliçi çeviri: Ayrılık içinde yanıyorum, derdime gel çâre eyle. Yaralandım, işte gör, yara
bağrımın içinde.
Klâsik şiirde firkat (ayrılık, hicrân), âşığın en büyük derdi ve ızdırap kaynağı olup
bunun gözle görülür delili ise, âşığın bağrında ve vücudunda meydana gelen yaraları-
dır. Âşık, ayrılığa katlanmaktansa sevgilinin her türlü eziyetine razı olup bir an önce
ona kavuşmayı ister.
2.
صربمى غارت ايلدى قاپدى قرارمى غمك äabrumı àÀret eyledi úapdı úarÀrumı àamuñ
حسرت اودنده جامنى يامخا بو بيقراره كل Óasret odında cÀnumı yaòma bu bì-úarÀra gel
Diliçi çeviri: Senden uzağa düşmem canıma yanar ateş oldu. Ey gözümün ışığı, sen beni
gel bu ateşe yakma.
5.
حمنت ايچينده غرقيم فرقتكه اوالشاىل Miónet içinde àarkayam firúatuña ulaşalı
چك صنما بو ورطه دن زورقمىكنارهكل Çek ãanemÀ bu varùadan zevraúumı kenÀra gel
revâ: uygun, yaraşır. resm: şekil, biçim, kural, plân. kâr: iş.
Diliçi çeviri: Ben senden ayrılalı âh u vâh çekerek feryat etmekteyim. Bu hâlimi bana
uygun görme, beni bu şekilde koyma, gel(bana yardım et).
8.
منتظر اولدى وصلكه حسرت و دردى چوخكوكلMuntaôır oldı vaãluña óasret ü derdi çoò göñül
خوش دكل آىن ياندوروب وعدهٴ انتظاره كلÒoş degül anı yandurup vaède-i intiôÀra gel
9.
جامن ايچينده مهركى كيزلر ايدم صاچك كيمىCÀnum içinde mihrüñi gizler idüm ãaçuñ kimi
شوق رخكدن اى پرى پرده سى اولدى پاره كلŞevk-i ruòuñdan iy perì perdesi oldı pÀre gel
mihr: sevgi, güneş; mühür, imza. şevk: aşk, aşırı sevgi; ışık. ruh: yanak, yüz
perî: doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, hayal ürünü varlık.
pâre: parça.
Diliçi çeviri: (Ey sevgili!) Sen yanağını saçlarınla nasıl saklıyorsan ben de öyle sevgini
canımın içinde gizlerdim. Ey peri gibi güzel sevgili! Yanağını görme isteğinden canımın per-
desi parçalandı, gel.
Kültürümüzdeki inanışa göre periler, cin taifesinden olup onların güzelleridir. İnsan-
lardan kaçar ve gözle görülmezler. Bazı insanları kendilerine âşık etme ve çeşitli şekillerde
görünme, bir görünüp bir kaybolma gibi çeşitli özelliklere sahiplerdir. Beyitte sevgili, gü-
zel oluşu ve âşıklara görünmemesinden dolayı insanlara görünmeyen bir varlık olan perîye
benzetilmiştir (açık isti’âre). Beyitte ayrıca âşığın gönlündeki aşk ile sevgilinin (görünmez)
bir peri oluşu arasında ilgi kurulmuştur.
10.
زلف و رخك وصالنه صوسه مش اى قمركوزمZülf ü ruòuñ viãÀline ãusamış iy úamer gözüm
اى قمرك قاتنده يوز آى ايله كون ستاره كلİy úamerüñ úatında yüz ay ile gün sitÀre gel
zülf: yüzün iki yanından sarkan saç lülesi. ruh: yanak, yüz.
visâl: kavuşma, ulaşma. kamer: ay.
gün: güneş. sitâre: yıldız.
Diliçi çeviri: Ey ay, ey yüzünün karşısında yüz Ay ile yüz Güneş’in yıldız gibi sönük gö-
ründüğü güzel! Gözüm, saçlarını ve yüzünü görmeğe susamıştır, (artık) gel.
Sevgiliden “kamer” diye söz edilen beyitte (açık isti’âre), sevgilinin saçları arasındaki
yüzü, gece karanlığında görülen “kamer/ay”ı hatırlatmaktadır. Ayrılık karanlığında kalan
âşık, artık ayın doğmasını (sevgilinin gelmesini) istemektedir. Birinci mısrada sevgiliden
ay olarak söz eden âşık, ikinci mısrada da, parlaklık ve güzellik yönünden sevgilinin yüz
ay ve güneşden daha parlak (güzel, üstün) oldtuğunu belirtmektedir (mübâlağa).
11.
جان و تىن نسيمينك سنسني و سندن آيرو يوخCÀn u teni Nesìmì’nüñ sensen ü senden ayru yoò
وار ايسه سندن اوزكه كري جان ايله تنىن آرا كلVar ise senden özge gir cÀn ile tenni ara gel
özge: başka, gayrı.
Diliçi çeviri: Nesîmî’nin canı da, bedeni de sensin, o senden ayrı değildir. Senden başka
varsa gir, can ile vücudu gel ara.
Tasavvufta Allah’a yakın olma, gönlünü ve kalbini sürekli Allah ile meşgul etme hâli
“vahdet” olarak tanımlanır. Bu beyitte de bütün benliğini sevgili ile meşgul eden/dolduran
âşık, dünyâ ile bütün ilişiğini keserek “ehadiyyet dergâhı (fenâfi’llah)”na tam bir teveccüh-
le istiğrâk, kendinden geçme halindedir.
Diliçi çeviri: Bazen yeller gibi eserim, bazen de yollar gibi tozarım, kimi zaman da sel-
ler gibi akarım. Gel, aşkın beni ne hâle koyduğuna bir bak!
3.
آقار صوالين چاغلرم دردلو جكرم داغلرم Aúar ãulayın çaàlaram derdlü cigerüm daàlaram
Şeyòüm añuban aàlaram gel gör beni èışú neyledi
شيخم آكوبن آغلرم كل كور بىن عشق نيله دى
Diliçi çeviri: Akar sular gibi çağlarım, dertli ciğerimi dağlarım. Şeyhimi anıp ağlarım.
Gel bak, aşk beni ne hâle koydu.
4. يا امل آل قلدر بىن يا وصلكه ايركور بىنYa elüm al úaldur beni ya vaãluña irdür beni
چوق آغالدم كولدر بىن كل كور بىن عشق نيله دىÇoú aàladum güldür beni gel gör beni èışú neyledi
Diliçi çeviri: Ya elimden tut beni kaldır, yahut beni visâline ulaştır. Çok ağladım artık
beni, güldür. Gel bak, aşk beni ne hâle koydu.
5.
بن يورورم ايلدن ايله شيخ صورارم دلدن دلهBen yürürem ilden ile şeyò ãoraram dilden dile
غربتده حاملكيم بيلهكلكور بىن عشق نيله دىáurbetde óÀlüm kim bile gel gör beni èışú neyledi
186 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Diliçi çeviri: Ben ilden ile yürürüm, herkese şeyh(imi) sorarım. Gurbette hâlimi kim bi-
lecek? Gel gör, aşk beni ne hâle koydu.
6.
مسكني يونس بيچاره مي باشدن آياغه ياره ميMiskìn Yûnus bìçÀreyem başdan ayaàa yarayam
دوست ايلندن آواره مي كل كور بىن عشق نيله دىDost ilinden ÀvÀreyem gel gör beni èışú neyledi
miskîn: âciz, zavallı, elinden iş gelmez.
Diliçi çeviri: Ben çaresiz zavallı Yunus'um; baştan ayağa yaralıyım, dost ilinde de bir ye-
rim yok, Gel bak, aşk beni ne hâle getirdi.
Yunus Emre’nin bir gazeli
1. Yar yüregüm yar gör ki neler var 4. Girdük bu yola èışk-ıla bile
Bu òalú içinde bize güler var áurbetlik ile bizi ãalar var
2. Úo gülen gülsün Óaú bizüm olsun 5. Her kim merdÀne gelsün meydÀna
áÀfil ne bilür Óaúú’ı sever var Úalmasun cÀna kimde hüner var
3. Bu yol uzaúdur menzili çoúdur 6. Yûnus sen bunda meydÀn isteme
Geçidi yoúdur derin ãular var MeydÀn içinde merdÀneler var
Risâletü’n-Nushiyye’den
1.
كورم بر شخصكلور بكزى صارارمش Görem bir şaòã gelür beñzi ãararmış
دوتوملش ديلى عقلى ياوى وارمش Dutulmış dili èaúlı yavı varmış
2.
كلوب عقلك اوكنده طاپو قيلدى Gelüp èaúluñ öñinde ùapu úıldı
حقه شكر ايله دى چون آىن بولدى Óaú’a şükr eyledi çün anı buldı
3.
اكر سن عقل ايسك كل بىن كور در Eger sen èaúl iseñ gel beni gör dir
طيمار ايله بنم دردمه اير در ÙımÀr eyle benüm derdüme ir dir
4.
اييتمدك كورين بر كون آىن Eyitmedüñ göreyin bir gün anı
نه صوردككيمسه يه اولكيمسه قاىن Ne ãorduñ kimseye ol kimse úanı
5.
طمع كروانييله يولدن آزدم Ùamaè kervÀnı-y-ıla yoldan azdum
سكا كلدم چون اوكم سنده سزدم Saña geldüm çün ögüm sende sezdüm
6.
بوكالوب سكا كلدم حاملى بيل Buñalup saña geldüm óÀlümi bil
مددك وار ايسه كوزم ياشن سيل Mededüñ var ise gözüm yaşın sil
7.
طمع حبسنه دوشدم چيقامازن Ùamaè óabsine düşdüm çıúamazın
قاتى بركدر ديوارى ييقامازن Úatı berkdür dìvÀrı yıúamazın
8.
كى ارنلر دورور زنداىن بكلر Key erenler durur zindÀnı bekler
هبادرلر دمر يوركلو ارلر BahÀdurlar demür yüreklü erler
9.
بيك ار طونلو دورور طمع چريسى Biñ er ùonlu durur ùamaè çerisi
مبارزدر هبادر هر بريسى MübÀrizdür bahÀdur her birisi
10.
اله كريىن زندانه اورورلر Ele gireni zindÀna ururlar
آياغنه ده دامر بويورورلر Ayaàına da demür buyururlar
…
7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 187
GÜLŞEHRÎ’NİN MANTIKU’T-TAYR’INDAN
fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
1.
شيخ قالدى اول قاپوده خوار و زار Şeyò úaldı ol úapuda ò˘Àr u zÀr
عاشق و پري و غريب و دادكار èÁşıú u pìr ü àarìb ü dÀd-kÀr
3.
نه كه وارسه مجله عاشقدر آكا Ne ki varsa cümle èÀşıúdur aña
حسرتى شول كيم ييته بر كز آكا Óasreti şol kim yite bir kez aña
Diliçi çeviri: Kâinatta ne varsa hepsi ona âşıktı ve hepsinin özlemi bir defacık ona
ulaşmaktır.
4.
هر برنه بر نظر قيلمشيدى Her birine bir naôar úılmış-ıdı
بر اشارت قوللغه اوملشيدى Bir işÀret úullıàa olmış-ıdı
Diliçi çeviri: Herbirine şöyle bir bakmıştı. (Bu) kulluğa bir işâret olmuştu.
5.
قيلدى بونلر اول اشارت اوستنه Úıldı bunlar ol işÀret üstine
هر برى خوش كورمن ديپ دوستنه Her biri òoş görinem dip dostına
Diliçi çeviri: Bunlar o işaret sebebiyle herbiri dostuna (Tanrı) hoş görüneyim diyerek;
6.
يريه بر كز دور ديدى دوردى دورور Yire bir kez dur didi durdı durur
عشق ايچينده يوز يريه اوردى دورور èIşú içinde yüz yire urdı durur
Diliçi çeviri: Yere bir defâ dur dedi, durdu; hâla duruyor. Aşk içinde yüzünü yere koydu,
(secdeye kapandı) hâlâ öyledir.
7.
صويه بر كز آق ديدى آقدى آقار äuya bir kez aú didi aúdı aúar
عشق ايچينده دون و كوندوز بيقرار èIşú içinde dün ü gündüz bì-úarÀr
Diliçi çeviri: Suya bir defa ak dedi, hâlâ akıyor; Gece gündüz kararsız bir şekilde durmaksı-
zın aşk içinde bocalamaktadır.
8.
ييله بر كز اس ديدى اسدى اسر Yile bir kez es didi esdi eser
عشق ايچينده كونده بيك منزل كزر èIşú içinde günde biñ menzil gezer
Diliçi çeviri: Yele (rüzgâr) bir defâ es dedi, hâlâ esiyor. Aşkla günde bin konağa, men-
zile uğrar.
9.
اوده بر كز يان ديدى ياندى يانار Oda bir kez yan didi yandı yanar
ياندورور هم عشق ايله كندو يانار Yandurur hem èışú-ıla kendü yanar
Diliçi çeviri: Ateşe bir defâ yan dedi, hâlâ yanıyor. Aşk ile hem kendi yanar, hem de baş-
kalarını yakar.
10.
پش بيلك هر نسنه عشقه قول دورور Pes bilüñ her nesne èışúa úul-durur
عشق دورور كيم آغالدور هم كولدورور èIşú durur kim aàladur hem güldürür
Diliçi çeviri: Öyleyse bütün her şey aşkta kul ve köledir, (zaten) aşk hem ağlatır hem de
güldürür.
Şeyyâd Hamza’nın aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazıp veznini ve kafiyesini belirtiniz. Ga-
zelin diliçi çevirisini yapınız. 2
1.
وار ايدى كنعنده بر سرور كيشى Var-idi Kenèan’da bir server kişi
آدى يعقوب كندى پيغمرب كيشى Adı Yaèúÿb kendü peyàamber kişi
2.
يوسف آدلو بر اوغلى واردى آنك Yÿsuf adlu bir oàulı vardı anuñ
اميدى ايشيت بو سوزى وارسه جانك İmdi işit bu sözi varsa cÀnuñ
3.
ييدى ياشنده ايدى يوسف نىب Yidi yaşında idi Yÿsuf nebì
صورتى خوب يوغيدى آنك كىب äÿreti òÿb yoàıdı anuñ gibi
4.
بر كيجه ياتوريكن اول دوش كورور Bir gice yaturiken ol düş görür
ايرته دورور آىن يعقوبه صورور İrte durur anı Yaèúÿb'a ãorur
5.
ايدور اى بابا ياتوردم بو كيجه Eydür iy baba yaturdum bu gice
بر عجب دوش كوررم ايشيت نيجه Bir èaceb düş görürem işit nice
190 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
6.
ايديوير تعبريىن آنك بكا Eydivir taèbìrini anuñ baña
ايده مي اول كوردكم دوشى سكا Eydeyim ol gördügüm düşi saña
7.
كوردم آى و كونش اون بر ييلدوز Gördüm ay u güneş on bir yılduz
سجده قيلورلر قموسى بكا دوز Secde úılurlar úamusı baña düz
8.
دوندى يعقوب سويله دى ايتدى جامن Döndi Yaèúÿb söyledi eytdi cÀnum
صاقال دوشك سوزمى ايشيت بنم äaúla düşüñ sözümi işit benüm
….
Diliçi çeviri: (Ey sâkî!) Kadehi doldur, elime sun, beni sarhoş et. Eğer zehir de olsa (ben
bunu) sevgilim adına içeyim.
Klâsik şiirde gazellerde üzerinde en çok durulan konu, aşktır. Çeşitli benzetmeler için-
de ve sevgilinin farklı özellik ve davranışlarına bağlı olarak beyitlerde işlenen aşk, çoğu za-
man âşıkta sebep olduğu sonuçlar bakımından isti’âre ve mecâz-ı mürsel yoluyla “şarab”a
teşbih edilir. Bu beyitte de âşığın kendisine sunulmasını istediği kadeh (şarap, mecaz-ı
mürsel) ile kastedilen aşktır. Şarap içen nasıl sarhoş olup kendinden geçerse, âşık da akıl-
la değil de duygularıyla hareket ettiği için çoğu zaman yaptıklarıyla âdetâ bir sarhoşa ben-
zer ve iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı ayırdedemez.
Ayık insanlara göre sarhoş, akıllıya göre de deli olan kişi daha rahat hareket eder ve
yaptığının sonucunu hesap edemez. Beytin birinci mısraında şarap(aşk)la sarhoş olmak
isteyen âşık, bundan sonra sevgili için her türlü tehlikeyi göze alabileceğini belirtmektedir.
2.
بو اود ايله كيم عشقى يوركمه برياخدى Bu od ile kim èışúı yüregüme bıraòdı
صامنه كه طامارداغى قامن ايله ميه جوش äanma ki ùamardaàı úanum eylemeye cÿş
Diliçi çeviri: Yüreğime aşkı bu ateşle (öyle) bıraktı ki damarlarımdaki kan coşmaz sanma.
Aşk çoğu zaman gönülde (yürekte) meydâna getirdiği acı ve etki yönünden ateşe ben-
zetilir. Vücudu dalgalanan kişi nasıl ızdırabından yerinde duramazsa, âşık olan da âdetâ
kanı (aşk ateşinden, teşbîh-i belîğ) kaynadığın (aşkın verdiği heyecan)dan dolayı yerinde
duramaz. Beyitte ateş ile kan arasında renk ve sıcaklık yönünden ilgi kurulmuştur.
3.
كريپيكلركك نازك اوخى سينمه باتدى Kirpiklerüñüñ nÀzük oòı sìneme batdı
صيناماغيچون سون الكى دمرىن كور اوش äınamaàiçün sun elüñi demreni gör uş
demren/temren: okun ucuna takılan demir ya da çelik başlık.
Diliçi çeviri: Kirpiklerinin nazik oku göğsüme battı. (İnanmıyorsan) sınamak için elini
uzat, işte temreni gör.
Okun ucuna, hedefi vurması, avı yaralaması veya öldürmesi için temren adı verilen
demir veya çelik başlık takılır. Sevgilinin kirpikleri, şekil yönünden oka benzetilir. Gamze
denilen yan ve imalı bakışlar, ok gibi âşığın sînesine (gönlüne) saplanır. Sevgilinin gam-
ze oklarıyla yaralan (âşık olan) ve aşk ızdırabından eriyen âşık, âdetâ kemiklerinin ortaya
7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 191
çıktığını böylece sînesine (gönlüne) saplanan okların temreninin görülecek hale geldiği-
ni (kemikleri sayılacak ve sanki vücudunu için görülecek duruma düştüğünü zayıfladığı-
nı) ifade etmektedir (mübâlağa).
4.
يوزن كوره ىل كيتميسر ياش كوزمدن Yüzin göreli gitmeyiser yaş gözümden
البد كونشه كيم كه باخه كوزى اوال يوش LÀ-büd güneşe kim ki baòa gözi ola yoş
lâ-büd: lazım, gerekli; şüphesiz, elbette. gözü yoş olmak: gözü kamaşmak.
Diliçi çeviri: Senin yüzünü göreli gözümden yaş gitmiyor. Zaten, sonnunda güneşe kim
bakarsa gözü kamaşır.
Beyitte sevgilinin yüz güzelliğinin etkileyici ve çekici oluşu üzerinde durulmuştur.
Sevgilinin güzel yüzünü gördüğü zaman ondan etkilenen (âşık olan) şair, sevgiliyi gördü-
ğünden (âşık olduğundan beri) ağladığını belirtmiş ve bu durumu beytin ikinci mısraın-
da “sonunda güneşe bakanın gözü kamaşır ve yaşarır” diyerek verdiği örnekle daha somut
hale getirmiştir (irsâl-i mesel).
5.
اى كوكلم آالن عامل اكر غوغا دوالرسه İy göñlüm alan èÀlem eger àavgÀ dolarsa
فكرم اوىن ايلمشم عشقك ايچون بوش Fikrüm evini eylemişem èışúuñ içün boş
Diliçi çeviri: Ey gönlümü alan, dünya eğer kavga dolarsa, fikrimin evini, aşkın için
boşaltmışım.
Sevgili, âlemde (dünyâda) güzelliği ile herkesin gönlünü kaptığı (herkesi kendine âşık
ettiği) için büyük bir karışıklık ve kavgaya sebep olur. Klâsik şiirde âşıkların gönülleri sev-
gilinin her zaman oturduğu bir saray olarak düşünülür. Sevgili âşıkların gönüllerini birbi-
rine düşürdüğü için kavga çıkmaktadır. Çıkan kavga ve mücadeleden dolayı gönlü perişan
olan âşık, sevgiliye ancak fikrinde (hayâlinde) yer vermektedir.
6.
هر كيجه قراكوده خيالك بىن ايسرت Her gice úarañuda òayÀlüñ beni ister
قومه يالكز كلمكه بر كيمسه بيله قوش Úoma yaluñuz gelmege bir kimse bile úoş
Diliçi çeviri: Her gece karanlıkta hayalin beni ister. Yalnız gelmeğe bırakma yanına birini ver.
Sevgiliden ayrı olan âşık, her gece ancak onun hayâliyle kendini teselli etmektedir.
Sevgilinin hayâlini bir insan (kapalı isti’âre) gibi düşünen âşık, sevgilinin hayâlini kendi
arzu etmiş fakat kendisiyle görüşmek isteyen hayâlmiş gibi davranmıştır (tecâhül-i ârif).
Beyitte geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gece karanlığında yalnız bir yere gitmenin
tehlikeli ve korkutucu (yanlış anlamalara sebep olabilecek) bir davranış olarak kabul edil-
mesine telmih vardır.
7.
سىن كوره ىل كيتدى بنم عقلم و هوشم Sini göreli gitdi benüm èaúlum u hÿşum
هر كيم كه پرى يوزكى كوره اوله بيهوش Her kim ki perì yüzüñi göre ola bì-hÿş
Diliçi çeviri: Seni göreli benim aklım fikrim gitti. (Zira) peri (gibi güzel yüzünü) gören
herkesin aklı başından gider.
Bu beyitte de âşık, perî gibi olan sevgilinin yüzünü gördüğünden beri kendini kaybet-
miş, aklı başından gitmiş, (yani) âşık olmuştur. Âşık olan ile aklı başında gidenin (deli ola-
nın) davranışları bakımından birbirlerinden farkı yoktur.
192 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Der-hikmet ve nasihat
Feèÿlün feèÿlün feèÿlün feèÿl
1.
اكر ديلر اولورسه هر بر كيشى Eger diler olursa her bir kişi
كه ايشله يه تاكرييه يارار ايشى Ki işleye Tañrı’ya yarar işi
2.
ايچوب حكمت و معرفت شربنت İçüp óikmet ü maèrifet şerbetin
بوتون ار اولوبان اوشاتسون پوتن Bütün er oluban uşatsun putun
3.
نه دارتوب كيشى كندوزن كوردكى Ne dartup kişi kendüzin gördügi
هوايه باقوب كوكسىن كردكى HavÀya baúup gögsini gerdügi
4.
ار اول اوال كيم عيبىن كوزه در Er ol ola kim èaybını gözedür
يوق اول كيم ديل آيروخلره اوزادر Yoú ol kim dil ayruòlara uzadur
5.
بوىن بويله بيلمك كرك عقلدن Bunı böyle bilmek gerek èaúldan
خرب ويريلن بويله در نقلدن Òaber virilen böyledür naúlden
......
AHMEDÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
Gazel
1.
جانا جهاىن ياقدى بو جانانه كوزلرك CÀnÀ cihÀnı yaòdı bu cÀnÀne gözlerüñ
نه قاشك ايتدى رحم بو جانه نه كوزلرك Ne úaşuñ itdi raóm bu cÀna ne gözlerüñ
Diliçi çeviri: Senin suretin (güzel yüzün) Yusuf ’un güzelliğini hikâye ettiği gibi; gözlerin
de Bâbil sihrini efsâne eyledi.
Hz. Yûsuf ’un güzellik timsali oluşuna ve Harut ile Marut isimli meleklerin Bâbil’de
yaptıkları büyüye telmih yapılan beyitte, sevgilinin yüz güzelliği ile âdetâ Yûsuf ’un güzel-
liğini hatırlattığı (onun gibi güzel olduğu), gözlerinin de Bâbil’de yapılan sihir gibi etkile-
me gücüne sahip olduğu belirtilerek sevgilinin yüzünün ve gözlerinin dikkat çekici güzel-
liğine vurgu yapılmıştır.
4.
درمان ايدم ديدى دوداغك دردمه وىل DermÀn idem didi dudaàuñ derdüme velì
قوماز بىن ايرمشكه درمانه كوزلرك Úomaz beni irişmege dermÀna gözlerüñ
Diliçi çeviri: Dudağın, derdime “derman edeyim” dedi amma, gözlerin benim dermana
ulaşmama izin vermiyor.
Sevgilinin dudakları (ağzı, sözleri) âşıkların dertlerine (aşklarına) çare bulacakları bir
doktordur (kapalı isti’âre). Ancak sevgilinin gözleri gamze oklarıyla, âşıkların dertleri-
ne çâre bulmalarına engel olur. Çünkü o bakış zaten âşıkı kendinden almış, deli etmiştir.
5.
ايدر هزار عابدى كمراه قاشلرك İder hezÀr èÀbidi güm-rÀh úaşlaruñ
قيلور هزار عاقلى ديوانه كوزلرك Úılur hezÀr èÀúılı dìvÀne gözlerüñ
Diliçi çeviri: Senin kaşların binlerce ibadet edeni yoldan çıkarır, gözlerin de binlerce
akıllıyı deli eder.
Kavisli şeklinden dolayı mihrâba benzetilen kaşlar, âdetâ bir fitne dükkanıdır. İçin-
deki (altındaki) göz, kirpik ve gamze ile ortak hareket eden kaş, eğri şekli gibi aslâ doğ-
ru hareket etmez ve doğru olmaz. Âbidler, mihrâba karşı geçip de sevgilinin kaşları-
nı hatırladıkları zaman kaşlara hayranlıklarından dolayı şaşırıp Kur’an’ı yanlış okurlar.
Sevgilinin gözleri de gerek güzelliği ve çekiciliği gerekse etkileme(nazar) yani saçla
birlikte etkili olan sihir gücü sebebiyle pek çok kişinin aklını başından alarak delirmesi-
ne sebep olur.
6.
قومادى جان و دل بو جهانه كه آملادى Úomadı cÀn u dil bu cihÀna ki almadı
باشالدى مشدى غارت اميانه كوزلرك Başladı şimdi àÀret-i ìmÀna gözlerüñ
Diliçi çeviri: Senin gözlerin bu cihanda esir etmedik gönül ve can bırakmadı, şimdi de
îmânı yağmalamaya başladı.
Âşıkların canlarına ve gönüllerine kasteden sevgilinin gözleri, dünyada alacak can bı-
rakmayınca imanları ele geçirmeye çalışır. Gözün imanı yağmalamasında, saç ile birlik-
7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 195
te düşünülmesinin yanında sarhoş ve kâfir olarak kabul edilmesi etkilidir. Şeytan, ölüm
anındaki bir Müslümanı çeşitli vaadlerle kandırarak ondan Allah’ı inkâr etmesini ister.
Sevgilinin gözleri de âdetâ âşığı ölüm anında kandırmak isteyen bir şeytan gibi düşünül-
müştür (kapalı isti’âre).
7.
اولد امحدى هدف بكى پرزحم كيم مدام Old’Aómedì hedef bigi pür-zaóm kim müdÀm
تري قضا آتار بو پريشانه كوزلرك Tìr-i úaøÀ atar bu perìşÀna gözlerüñ
Diliçi çeviri: Bu perişan, kendini kaybeden Ahmedî devâmlı kaza okları atan ve yarala-
yıp delik deşik eden gözlerine hedef oldu.
pür: dolu. zahm: yara. tîr-i kazâ: kaza ve kader okları.
Ok ve silah atanların nişangâhları, hedefleri ile âşığın göğsünde, vücudunda açılan ya-
ralar arasında şekil benzerliğinden dolayı teşbih yapılmıştır. Sevgilinin gamzeleri ise âdetâ
yay kaşlarından atılan kirpik okları şeklinde âşığın hedef olan göğsüne, gönlüne saplanır.
Âşık, sevgiliden gelen gamze oklarının levh-i mahfuzda yazılan kaderinin bir neticesi (ka-
zası) olduğunu ifade etmektedir.
Ahmedî’nin aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazınız, veznini ve kafiyesini bulunuz. Gazelin
diliçi çevirisini yapınız. 3
بر كز مجالكه نظر ايدم ديدم شها٥ تا عشقكى شها ورق جانه يازمشم ١
موسى بكى جتلى اودنه يانه يازمشم لوحهٴ كوكلده آدكى جانه يازمشم
صوسه لغمده لعلكى ذكر ايلدى دمل٦ سن هيچ صورمادك بىن شريين بودوركه بن ٢
آب حياته خضر بكى قانه يازمشم شكر لبكه جامنى شكرانه يازمشم
يوزك صفاتن امحدى امال ايده ليدن٧ كوكلم اوىن عشقك ايچون دومتشم مقام ٣
كور كه نه خوب وجهله ديوانه يازمشم كنج ﻬﻧاىن كور كه نه ويرانه يازمشم
حريتدمي كه دوداغكه لعل دميشم ٤
خجلتدمي كه ديشكى دردانه يازمشم
196 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Kendimizi Sınayalım
Apardı göñlümi bir òoş úamer yüz cÀn-fezÀ dil-ber 6. “Gözlerden sürh-âb akıtmak” ifadesinde aşağıdaki edebî
Ne dil-ber dil-ber-i şÀhid ne şÀhid şÀhid-i server sanatlardan hangisi bulunmaktadır?
1. Yukarıdaki beyitteki “dil-ber” kelimesinde bulunan edebî a. Teşbîh-i belîğ
sanat aşağıdakilerden hangisidir? b. Teşbîh-i müekked
a. Açık isti’âre c. İstihdâm
b. Kapalı isti’âre d. Tevriye
c. Tevriye e. Mübâlağa
d. Teşbîh
e. Mecâz دل خود آنكدر وىل جان آپارور
ديىن قومياز عقل و اميان آپارور
2. Yukarıdaki beyitte “şâhid” ile kastedilen aşağıdakilerden
hangisidir? كوكلمه كريدى خياىل دون كيجه
a. Âşık ظلمت ايچره آب حيوان آپارور
b. Sevgili 7. Yukarıdaki manzumenin nazım şekli aşağıdakilerden
c. Rakîp hangisidir?
d. Zâhid a. Tuyug
e. Müdde’î b. Rübâ’î
c. Şarkı
نيجه سن كل اى يوزى اغم بنم d. Kıt’a
e. Mani
سن اريتدك اودالره ياغم بنم
3. Yukarıdaki beytin kafiyesi aşağıdakilerden hangisidir?
a. Mücerred 8. Yukarıdaki manzumedeki آب حيوانibaresinin karşılığı
b. Müesses aşağıdakilerden hangisidir?
c. Mukayyed a. hayvan suyu
d. Müreddef b. hayvan çeşmesi
e. Mütecânis c. sonsuzluk çeşmesi
d. hayvan ağzı
4. Yukarıdaki beytin vezni aşağıdakilerden hangisinde doğ- e. ölümsüzlük suyu
ru olarak verilmiştir?
a. fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün جانا جهاىن ياقدى بو جانانه كوزلرك
b. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün نه قاشك ايتدى رحم بو جانه نه كوزلرك
c. fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün 9. Yukarıdaki beytin konusu aşağıdakilerden hangisidir?
d. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün a. Sevgilinin (göz ve kaşlarının) acımasızlığı
e. fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl b. Göz ve kaşların olağanüstü güzelliği
c. Cihanın yakılıp yıkılması
Göñül Tebrìz’ine geleli ol şÀh d. Kaşların hançere benzemesi
Aòıdur gözlerüm sürò-Àb her dem e. Gözlerden nazar değmesi
5. Yukarıdaki beyitte üzerinde durulan konu aşağıdakiler-
den hangisidir?
10. Yukarıdaki beyitte قاشك ايتدى رحمibaresinde bulunan
a. Gönlün Tebrîz gibi güzel oluşu
edebî sanat aşağıdakilerden hangisidir?
b. Tebrîz’in yakılıp yıkılması
a. Teşbih
c. Aşığın kanlı gözyaşı dökmesi
b. Tevriye
d. Şâh’ın Tebrîz’i alması
c. Tenasüp
e. Âşığın aşktan dolayı büyük ızdırap içinde olması
d. Kapalı isti’âre
e. Açık isti’âre
7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 197
3. Úamışdan şekker ü ùaşdan cevÀhir 2. Sen hìç ãormaduñ beni şìrìn budur ki ben
Aàaçdan dÀneyi òurmÀ úılan kim Şekker lebüñe cÀnumı şükrÀne yazmışam
4. Tenüm yitmiş iki dürlü ùamardur 3. Göñlüm evini èışúuñ içün dutmışam maúÀm
Kimin ırmaú kimin deryÀ úılan kim Genc-i nihÀnı gör ki ne vìrÀna yazmışam
6. Bu naùèuñ ferrişi her dem bu ferrÀş 5. Bir kez cemÀlüñe naôar idem didüm şehÀ
Bu èarşuñ rengini mìnÀ úılan kim MÿsÀ gibi tecell’odına yana yazmışam
198 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Akdoğan, Y. (1988), Ahmedî Divanı’ndan Seçmeler, Ankara. Köprülü, M. F. (2006), Divan Edebiyatı Antolojisi, Haz. Ah-
Ayan, H. (2002), Nesîmî, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve met Mermer, Akçağ Yay., Ankara.
Türkçe Divanı’nın Tenkidli Metni, TDK Yay., Ankara. Kurnaz, C. (1987), Hayâlî Bey Divanı Tahlili, KB Yay., Ankara.
Büyük Türk Klâsikleri, (1985), C. 1, Ötüken Söğüt Yay., Levend, A. S. (1984), Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler,
İstanbul. Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul.
Canpolat, M. (1995), Ömer bin Mezîd Mecmû’atü’n-Nezâ’ir, Onan, N. H. (1991), İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, MEB Yay.,
TDK Yay., Ankara. Ankara.
Cengiz, H. E. (1983), Divan Şiiri Antolojisi, Bilgi Yay., İstanbul. Onay, A. T. (2007), Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, (Haz.
Dilçin, C. (1991), Mesud bin Ahmed Süheyl ü Nev-bahâr Cemal Kurnaz), Birleşik Dağıtım Kitabevi, Ankara.
İnceleme-Metin-Sözlük, TDK Yay., Ankara. Saraç, M. A. Y. (2011), Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim
Dilçin, D. (1946), Yusuf ve Zeliha, Şeyyâd Hamza, TDK ve Ölçü, Anadolu Ünv., Açıköğretim Fak. Yay., Eskişehir.
Yay., İstanbul. Pala, İ. (2007), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay.,
Ergin, M. (1980), Kadı Burhaneddin Divanı, TDK Yay., İstanbul. İstanbul.
Flemming, B. (1974), Husrev u Şîrîn, Wiesbaden. Sefercioğlu, N. (1990), Nev’î Dîvânı’nın Tahlili, KB Yay.,
Flemming, B. (1975), “Hasanoğlu’nun Bir Gazeli, Sultan Gav- Ankara.
ri Divanında Bilinmeyen Şiirler”, I. Türk Dili Bilimsel Seferli, E.- Halil Yusifli (1998), Gedim ve Orta Esrler Azer-
Kurultayına Sunulan Bildiriler, (27-29 Eylül 1972), An- baycan Edebiyyatı, Bakü.
kara: Türk Dil Kurumu Yayınları, s.331-341. Şentürk, A. A. (1999), Osmanlı Şiiri Antolojisi, YKY Yay.,
İz, F. (1999), Eski Türk Edebiyatında Nazım I, Akçağ Yay., İstanbul.
Ankara. Timurtaş, F. K. (1980), Yunus Emre Divanı, KB Yay., Ankara.
Kafkasyalı, A. (2002), İran Türk Edebiyatı Antolojisi, Ata-
türk Üniversitesi Yay., Erzurum. Tolasa, H. (1973), Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Atatürk
Karabey, T. (1996), Ahmed Paşa, Hayatı Sanatı Eserleri, Ak- Ünv. Yay., Ankara.
çağ Yay., Ankara. Yavuz, K. (2000), Âşık Paşa, Garîb-nâme, TDK Yay., Ankara.
Köprülü, M. F. (1989), Edebiyat Araştırmaları II, İstanbul: Yavuz, K. (2007), Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı (Gülşen-
Ötüken Neşriyat. nâme), Kırşehir Valiliği Yay., Ankara.
8
XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
XV. yüzyıl Anadolu sahası şairlerinin şiirlerinden seçilmiş (Arap harfli) metin-
leri okuyup çevriyazıya aktarabilecek,
XV. yüzyıl dönemine ait manzumeleri günümüz Türkçesi ile nesre çevirebilecek,
XV. yüzyıl dönemine ait manzumelerin vezin ve kafiyelerini bulabilecek ve
manzumelerdeki konu ve edebî sanatları tespit edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• XV. Yüzyıl Anadolu Sahası • Avnî
Şairleri • Cem Sultan
• Ahmed-i Dâî • Adlî
• Abdülvâsî Çelebi • Mihrî Hatun
• Süleyman Çelebi • Necâtî Bey
• Şeyhî • Zeynep Hanım
• Ahmed Paşa
İçindekiler
• GİRİŞ
• XV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI
ŞAİRLERİNDEN SEÇME METİNLER
• ABDÜLVÂSÎ ÇELEBİ’NİN HALÎL-
NÂMESİ’NDEN
• SÜLEYMÂN ÇELEBÎ’NİN
MEVLİD(VESÎLETÜ’N-NECÂT)’İNDEN
XIV.-XV. Yüzyıllar Türk XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler • ŞEYHÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
Edebiyatı • AHMED PAŞA’NIN ŞİİRLERİNDEN
• AVNÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
• CEM SULTAN’IN ŞİİRLERİNDEN
• ADLÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
• MİHRÎ HATUN’UN ŞİİRLERİNDEN
• NECÂTÎ BEY’İN ŞİİRLERİNDEN
• ZEYNEP HANIM’IN ŞİİRLERİNDEN
XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı:
Metinler
GİRİŞ
XV. yüzyılda Anadolu sahasında yetişen şairler hakkında 1-5. ünitelerde bilgi verilmişti.
Bu ünitede ise, XV. yüzyılın önde gelen şairlerinin tanınmış şiirlerinden ve eserlerinden
örnekler verilip bir kısmı üzerinde gerekli açıklamalar yapılacaktır.
1.
جانا نيچه بر يانا هجرك اودى جامندهCÀnÀ niçe bir yana hicrüñ odı cÀnumda
فرقت جكرم ياقدى جوش ايلدى قامندهFirúat cigerüm yaúdı cÿş eyledi úanumda
2.
بو هجر ايله بو فرقت وصله ايريشه آخرBu hicr ile bu firúat vaãla irişe Àòir
ايركوره خدا بر كون كورم سىن يامندهİrgüre ÒudÀ bir gün görem seni yanumda
Sevgilinin ilgisizliği ve vefasızlığının bir sonucu olan ayrılık, âşığın sıkıntı ve üzüntü-
lerinin de en önemli sebebidir. Bu sebeple âşığın tek arzusu, “vuslat” yani sevgiliye kavuş-
maktır. Şair, birinci beyitte olduğu gibi bu beyitte de ayrılığın sona ererek sevdiğine kavuş-
mayı ümit etmekte, bunun için Allah’a yalvarmaktadır.
3. كر ناز و جفا سندن اولورسه نوال شاهاGer nÀz u cefÀ senden olursa n’ola şÀhÀ
هم لطف و وفا سندن فرياد و فغامندهHem luùf u vefÀ senden feryâd u fiàÀnumda
nâz: kendini beğendirme için takınılan yapmacık, cilve, işve; bir şeyi beğenmiyormuş
gibi görünme.
cefâ: eziyet, sıkıntı, zulüm.
Diliçi çeviri: Ey güzeller şahı! Eğer senden naz ve cefa gelirse ne olur? (Bunlar) feryat ve
figan ettiğim zamanda senden (bana) lütuf ve vefadır.
Klâsik şiirde sevgilinin öne çıkan en önemli özelliklerinden biri de nazlı oluşu ve
âşığa sürekli cefâ (eziyet) etmesidir. Bu nazlanma sevgiliye yakışmakla birlikte kimi za-
man ise âşığı üzer. Bu beyitte sevgiliyi, gönlünün sultanı (şâh; açık istiare) olarak gö-
ren âşık, onun nâzını, lutf ve cefâsını ise vefâ olarak değerlendirir. Bu durum sevgilinin
âşıkla ilgilendiğini gösterir. Âşık için asıl kötü olan, sevgilinin kendisine karşı umursa-
maz bir tavır sergilemesidir. Bundan dolayı âşık, kötü de olsa sevgiliden gelecek her tür-
lü tavır ve davranışa (eza ve cefaya), ilgiye severek katlanır ve bunları sevgilinin kendi-
sine yaptığı iyilik olarak değerlendirir.
4. جانانه وصالندن بيك جانه دكر بر دمCÀnÀne viãÀlinden biñ cÀna deger bir dem
آنسوز نه حيات اولسون رومحده روامندهAnsuz ne óayÀt olsun rÿóumda revÀnumda
dem: an, vakit. ansuz: onsuz.
revân: akan, giden; ruh, cân. visâl: sevdiğine ulaşma, kavuşma, ayrılıktan kurtulma.
Diliçi çeviri: Sevgiliye kavuşmanın bir anı bin cana değer. Onsuz ruhumda ve duru-
mumda nasıl bir hayat olsun?(Hiç onsuz bir hayat olabilir mi? Ben ounla yaşarım.)
Sevgiliye kavuşma (visâl, vuslat) âşığın en önemli ve en son hedefidir. Ağlama ve inle-
mesi hep bu hedefe ulaşmak içindir. Vuslat hali genellikle hicrân hâli ile birlikte değerlen-
dirilir. Bu iki hâl çoğu zaman birbirini takip eder. Genellikle hicrân hâlinde bulunan âşık,
bu hâlde vuslatı arar. Gazelin ilk iki beytinde hicrândan bahseden âşık, bu beyitte visâlin
değerinden ve öneminden söz etmektedir. Vuslat, çok zor ve nâdir olarak elde edildiğin-
den dolayı âşık için çok kıymetlidir. Onun için vuslatın “bir demi” için “bin can” verme-
ye değer olarak görülür. Sevgiliye kavuşmadıktan sonra (sevgilinin olmadığı bir) hayatın
hiçbir önemi ve değeri yoktur.
5. كوكلمده سنك فكرك دملده سنك ذكركGöñlümde senüñ fikrüñ dilümde senüñ õikrüñ
مقصود بكا سنسني هر سود و زيامندهMaúãÿd baña sensin her sÿd u ziyÀnumda
Hayatında en önemli gâyesi sevgiliye ulaşmak, sevgili ile beraber olmak olan âşık, bu
sebeple her an sevgiliyi düşünür ve sürekli ondan bahseder. İyi veya kötü her ne yapıyor-
sa, bunları hep sevgiliye kavuşmak için yapmaktadır.
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 203
6. شريين لبنك شرحن داعى كه بيان ايتدمŞìrìn lebüñüñ şeròin DÀèì ki beyÀn itdüm
شهد ايله شكر ازدم شعر ايله بيامندهŞehd ile şeker ezdüm şièr ile beyÀnumda
şîrîn: tatlı. leb: dudak.
şehd: bal. şerh: açıklama, açma, genişletme.
beyân: izah, açıklama, anlatma, açık söyleme.
Diliçi çeviri: Ey sevgili! Tatlı dudağının özelliklerini uzun uzun anlatarak açıklayan
Dâ’î, manzum sözlerimde bal ile şeker ezdim, yani çok tatlı söyledim.
Beyitte sevgilinin dudağının güzelliği ile Ahmed-i Dâ’î’nin şiirlerinin güzelliği üzerin-
de durulmuştur.
Dudak, klâsik şiirde sevgilinin en çok üzerinde durulan güzellik unsurlarından biridir.
Şiirlerde dudağın öne çıkan yönü daha çok rengi ve görünüş güzelliği, şekli yani dar ve yu-
varlak hâlidir. Ayrıca dudağın kenarındaki ben ve ayva tüyleriyle birlikte ortaya çıkan gü-
zelliği, sözle ve ağızla yakından ilgili olması da üzerinde durulan özellikleridir. Dudağın
şeker ve onunla ilgili unsurlara teşbihinde öne çıkan husus, her ikisinin de emilmeye da-
yanan tat ve lezzet yönlerinin olması ve bu sebeple ağızla ve dille yakından ilgili olmala-
rıdır. Şair, rengi ve tadı (sözünün güzelliği) yönünden bala benzettiği (teşbîh-i belîğ) du-
dağın özelliklerini anlattığı şiirini de şekere teşbih (teşbîh-i belîğ) etmekle şiirinde âdetâ
“şehd ile şeker ezdiğini/bal ile şekeri karıştırdığını” belirtmiştir. Şair böylece, tatlı ve gü-
zel olan dudak ile güzel şiirin bir araya gelmesinden dolayı güzel bir sonucun ortaya çık-
tığını ifade etmiştir.
7. اولده و آخرده اولدر ديلكم حقدنEvvelde vü Àòirde oldur dilegüm Óaú’dan
بوملايه خطا كيمسه نام ايله نشامندهBulmaya òaùÀ kimse nÀm ile nişÀnumda
Diliçi çeviri: Evvelde ve âhirde, önünde sonunda Allah’tan dileğim hiç kimsenin adım-
da ve eserlerimde kusur bulup beni kötü biri olarak anmamasıdır.
Sağlığında ve ölümünden sonra yaptıklarında kusur bulup kimsenin kendisinden kötü
bahsetmemesi için Allah’a dua ederek iyi anılmak istediğini belirten şair, bu beyitte bu za-
mana kadar söylediklerini bir kenara bırakarak, sade bir insan olarak dünya hayatında-
ki temel amacının sağlığında ve ölümünden sonra insanlar arasında iyi anılmak olduğu-
nu ifade etmiştir.
Ahmed-i Dâ‘î’nin aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazınız. Veznini ve kafiyesini belirtiniz.
1
اى بلبل دل خسته ملول اومله قفسده ە شكرانه سنك يولكه بيك جان اوله بركون ١
كيم منزلك اول باغ ايله بستان اوله بر كون كر حضرتكه ايرمكه امكان اوله بركون
هم باد صبا كله بشارت ويره كلدن ٦ عشقك يولنه اوق كىب جان دوغرولغ ايلر ٢
هم غنجه دخىكلكيىب خندان اوله بركون تا قاشلركك ياينه قربان اوله بر كون
هجران صوكجى وصله دونوب شاد اوله داعى ٧ او زلف پريشان بكا كورنلر ايلر ٣
بو غمدن آنك دردنه درمان اوله بر كون دميز كه بزه كوكلى پريشان اوله بر كون
اغيارى سوروب كوكلم اون خلوت ايدوبون ٤
تا كيم كله اول يار اكا مهمان اوله بر كون
204 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
2.
اهلى رمحتك درياسى طاشدىİlÀhì raómetüñ deryÀsı ùaşdı
امل دوت يوغيسه صو باشدن آشدىElüm dut yoà ise ãu başdan aşdı
Diliçi çeviri: (Ey) Allah’ım! Rahmetinin (esirgemenin) denizi taştı. Elimi tut, yoksa su
başımdan aştı (artık boğulacağım).
3.
اغثىن يا غياث املستغيثنيEàıånì yÀ àıyÀåe’l-müstaàìåìn
اجرىن يا جمرياملستجريينEcirnì yÀ mücìre’l-müstecìrìn
Diliçi çeviri: Ey yardıma muhtaç olanların yardımcısı, yardım et. Ey korunmayı iste-
yenlerin koruyucusu, (bizleri) koru.
4.
خطالر مخرن اجيدم كى مخارمÒaùÀlar òamrın içdüm key òumÀram
عطا قيل رمحتكدن جام اومارمèAùÀ úıl raómetüñden cÀm umaram
Diliçi çeviri: Hatâlar şarâbını içtim, çok başım ağrıyor. Rahmetinden istediğim kade-
hinden ihsan etmendir.
5.
يومل دوغرو وىل فكرم غويدرYolum doàru velì fikrüm àavìdür
تنم كاهل وىل نفسم قويدرTenüm kÀhil velì nefsüm úavìdür
Diliçi çeviri: Yolum doğrudur, ama düşüncem yoldan çıkmıştır (azgındır). Bedenim
tenbeldir, fakat nefsim güçlüdür.
2.
سها باغنده بر سرو سعادتSehÀ bÀàında bir serv-i saèÀdet
بيتوب كوسرتدى عاملده سيادتBitüp gösterdi èÀlemde siyÀdet
Diliçi çeviri: Cömertlik bağında bir mutluluk servisi biterek dünyâda efendi-
lik gösterdi.
3.
حليل اهلل ايشيتدى قيلدى شادىÓalìlu’llÀh işitdi úıldı şÀdì
ديدى امسعيل اولسون آنك آدىDidi İsmaèìl olsun anuñ adı
Diliçi çeviri: Halîlullâh (İbrâhîm Peygamber) işitti ve sevindi. “Onun adı
İsmâ‘il olsun” dedi.
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 205
4.
آىن چون كوردى صاره آرتدى كيىنAnı çün gördi äÀre artdı kìni
كني ايلدى قاتى نقص ايتدى ديىنKìn eyledi úatı naúã itdi dìni
Diliçi çeviri: Sâre onu gördüğünde kini arttı. Kinlendi ve dîni azaldı.
5.
يوريدى حجرى دوكمكه واردىYüridi Óacer’i dögmege vardı
نه دوكمك اولدرب سوكمكه واردىNe dögmek öldürüp sögmege vardı
Diliçi çeviri: Hacer’i dövmeye gitti; ne dövmesi, söğüp öldürmeye gitti.
6.
كوتورب اوغالنىن قاچدى حجرGötürüp oàlanını úaçdı Óacer
بر ايكى دره دپه كچدى حجرBir iki dere depe geçdi Óacer
Diliçi çeviri: Hâcer oğlunu alarak kaçtı, bir iki dere tepe aştı.
7.
قاچردى تيز تيز ياياق يوروردىÚaçardı tìz tìz yayaú yürürdi
اتكلرىن آردجنه سوروردىEteklerini ardınca sürürdi
8.
كيم ايزن قوم اوزره بيلميلرKim izin úum üzere bilmeyeler
سوروب آردندن آىن بوملايالرSürüp ardından anı bulmayalar
Diliçi çeviri (7-8): Çabuk çabuk ve yayan olarak yürüyor, izini kum üstünde
bulup sürerek onu bulmasınlar diye eteklerini ardından sürüyordu.
2. اهلل آدن هر كيم اول اول آكاAllÀh adın her kim ol evvel aña
هر ايشى آسان ايده اهلل آكاHer işi ÀsÀn ider AllÀh aña
Diliçi çeviri: Önce Allah adını anan kişiye Allah her işi kolaylaştırır.
3. اهلل آدى اولسه هر ايشك اوكىAllÀh adı olsa her işüñ öñi
هركز ابرت اوملايه آنك صوكىHergiz ebter olmaya anuñ ãoñı
Diliçi çeviri: Her işi başında Allah adı olursa o iş aslâ yarım (sonuçsuz) kalmaz.
4. هر نفسده اهلل آدن دى مدامHer nefesde AllÀh adın di müdÀm
اهلل آدييله اولور هر ايش متامAllÀh adıyla olur her iş tamÀm
Diliçi çeviri: Her an, her nefes alış verişte dâ’imâ Allah adını an. (Zîrâ) her iş Allah adıyla
tamamlanır.
206 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
5. بر كز اهلل ديسه عشق ايله لسانBir kez AllÀh dise èışú ile lisÀn
دوكولر مجله كناه مثل خزانDökülür cümle günÀh miål-i òazÀn
Diliçi çeviri: Dil bir defa gönülden aşk ile “Allah” dese; bütün günahlar sonbalar yaprakla-
rı gibi dökülür.
……..
6. آمنه خاتون حممد آنسىÁmine ÒÀtÿn Muóammed anesi
كأول صدفدن اولدى اول در دانسىK’ol ãadefden oldı ol dür dÀnesi
Diliçi çeviri: Hazreti Muhammed’in annesi Âmine Hatun’dur; işte o sadeften, o inci tanesi dün-
yaya geldi.
İnci sadefte oluşur. Burada Âmine Hatun bir sadef gibi Hz. Peygamber ise bir inci tanesi gibi
düşünülmüştür. Bu yüzden edebiyatımızda Hz. Peygamber’e dürr-i yetîm, “sadefte tek olarak çı-
kan iri büyük inci” de denir.
7. جونكه عبداللهدن اولدى حاملهÇünki èAbdullÀh’dan oldı óÀmile
وقت ايرشدى خفته و ايام ايلهVaút irişdi òafta vü eyyÀm ile
Diliçi çeviri: Abdullah’tan hâmile kaldı, haftalar ve günler (geçti) ve doğum vakti geldi.
8. هم حممد كلمسى اولدى ياقنيHem Muóammed gelmesi oldı yaúın
چوق عالمتلر بلوردى كلمدينÇoú èalÀmetler belürdi gelmedin
Diliçi çeviri: Hz. Muhammed’in gelmesi yakınlaştı, o gelmeden pek çok alâmetler belirdi.
9. اول ربيع االول آىي كيجه سىOl rebìèü’l-evvel ayı gicesi
اون ايكنجى كيجه اثنني كيجه سىOnikici gice iåneyn gicesi
10. اول كيجه كيم دوغدى اول خري البشرOl gice kim doàdı ol òayrü’l-beşer
آنه سى آنده نلر كوردى نلرÁnesi anda neler gördi neler
Diliçi çeviri (9-10): O Rebî‘ü’l-evvel ayının on ikicinci pazartesi gecesinde,
O insanların hayırlısının doğduğu gecede işte orada (o doğum anında) annesi neler neler gördü.
…
11. مجله ذرات جهان ايدوب نداCümle õerrÀt-ı cihÀn idüp nidÀ
چاغريشوبان ديديلر كيم مرحباÇaàrışuban didiler kim meróabÀ
Diliçi çeviri: Dünyâdaki bütün zerreler (bütün varlıklar) “merhabâ” diyerek seslendiler (karşıladılar).
ŞEYHÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
Gazel
mefÀèilün feèilÀtün mefÀèilün feèilün
1. هبار مومسيدر مهدم صبا اوالملBahÀr mevsimidür hem-dem-i ãabÀ olalum
كل ايله دوست قوخوسيله آشنا اوالملGül ile dost úoòusıyla ÀşinÀ olalum
sabâ: sabahleyin gün doğusundan esen hoş ve latif rüzgar. dost: arkadaş, sevgili.
âşinâ: tanıdık, bildik.
Diliçi çeviri: Bahar mevsimidir; tan yeline arkadaşlık edip, gülle dost ve kokusuyla bil-
dik/tanışık olalım.
Bahar, klâsik şiirde en çok ele alınan ve rağbet edilen bir mevsimdir. Bahar, bir di-
riliş ve yeniden meydana gelmedir. Bahar mevsiminin başlangıcı kabul edilen Nevrûz
(yeni gün), İran takviminde Ferverdin ayının ve ilkbaharın ilk günüdür (21 Mart). Gü-
neş bugün Hamel (koç) burcuna girer. Nevrûz, İranlıların Cemşîd zamanından kalma
millî bayramıdır.
Nevrûz, Osmanlı sarayında da kutlanmış ve zamanla bu günde çeşitli etkinlikler dü-
zenlenmesi, eğlenceler tertip edilmesi bir gelenek hâlini almıştır. Nevrûz’da müneccim-
başı, o yılın talihini gösteren yeni yıl takvimini padişaha sunar. Şairler de “Bahâriyye” ve
208 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
2. چو دور الله در احالص ايله قدح دوتاملÇü devr-i lÀledür iólÀã ile úadeó dutalum
نته كه نركس اولور مست ىب ريا اوالملNite ki nergis olur mest-i bì-riyÀ olalum
lâle: Zambakgillerden, yaprakları uzun ve sivri, çiçekleri kadeh biçiminde, çeşitli renk-
leri bulunan bir süs bitkisi (Tulipa gesneriana); kırmızı gül, gelincik çiçeği.
ihlâs: temiz sevgi ve yürekten bağlılık, samimilik, içtenlik. kadeh: içki bardağı.
nergis: Nergisgillerden, bazı türlerinde beyaz, bazılarında sarı renkte olan çiçekleri
ayrı veya bir kök sap üzerinde şemsiye durumunda, açılmadan önce bir yenle örtülü bu-
lunan, 20-80 santimetre yüksekliğinde, soğanlı bir süs bitkisi (Narcissus, narcisse); güze-
lin (baygın) gözü.
mest: sarhoş. riyâ: iki yüzlülük. bî-riyâ: dürüst.
Diliçi çeviri: Madem ki lâle mevsimidir, o hâlde samimiyetle ele kadeh alalım ve nergis
nasıl riyasız sarhoş oluyorsa, biz de öyle sarhoş olalım
Önceki beyitte olduğu gibi uzun kış mevsiminden sonra “devr-i lâle” denilen bahar
mevsiminin gelmesiyle birlikte âşık, dostlarla bir araya gelerek içip eğlenmek istemekte-
dir. Lâlenin şekli ve rengi ile şarap kadehi arasındaki benzerlik düşünüldüğünde âşığın
“devr-i lâle” ile “devr-i kadeh”i yani eğlenme vaktinin artık geldiğini kastettiği de anlaşılır.
Nergis, görünüşü itibariyle “baygın, sarhoş bir gözü” andırır ve ikinci mısrada olduğu
gibi, sarhoşluk sembolü olarak kullanılır. Klâsik şiirde güzel ve baygın gözlerden bahsedi-
lirken çoğu zaman bu çiçeğin ismine yer verilir. “Uykulu ve mahmûr bir göz”e benzetilen
nergisin sıfatı olarak ise, “mest”, “bîmâr” ve “hasta” gibi kelimeler kullanılır. Bu çiçeğe mest
ve mahmûr gibi sıfatların verilmesinde, uyuşturucu “narcotique” bir nebâtî özellik taşıma-
sının da etkisi vardır. Nergis hakkında eski Yunanlılardan gelen efsane ise kısaca şöyledir:
“Narcisse, fevkâlede güzel ve güzelliğine mağrur bir delikanlı imiş. Ormanlar perisi Eco
“Echo”, Narsisin aşkıyla muztarip ve me’yûs olarak ölmüş. Narsis bir gün bir pınar başında
suya bakarken kendi güzelliğine hayran olarak, aksini kucaklamak için suya atılıp boğul-
muş; ruhu da bir çiçek halinde meydana çıkmış.” (Onan, 1991:47).
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 209
Şair/âşık, “nergis”in bu doğal halini onun “dürüstlük”ü olarak değerlendirerek nergis gibi sak-
lamadan, samimi ve dürüst bir hal sergilemeyi; yani gönlünce içip eğlenmeyi arzu etmektedir.
Beyitte lâle ile kadeh arasında şekil ve renk yönünden ilgi kurulduğu görülmektedir.
Ayrıca devr-i lâle tamlaması da kadeh ile yakından ilgilidir. Devr, kelimesinin zaman an-
lamından başka kadehin elden ele gezip dönmesi ile devr-i lâle arasındaki ilgi olduğu ko-
layca akla gelmektedir. Ayrıca lâleden sonra nergisten söz edilmesi de bu beyitteki unsur-
lar (hayaller) arasındaki anlam ilgilerini tamamlamaktadır.
4. كوتوردى لطف صبا اوش هوا كدورتىنGötürdi luùf-ı ãabÀ uş hevÀ küdÿretini
نسيم صبح بكى بر نفس صفا اوالملNesìm-i ãubó bigi bir nefes ãafÀ olalum
5. جهان فتوحنه جم جامدر دميش مفتاحCihÀn fütÿóına Cem cÀmdur dimiş miftÀó
كلك مالزم جام جهان منا اوالملGelün mülÀzım-ı cÀm-ı cihÀn-nümÀ olalum
fütûh: fetihler, açma, ele geçirme. miftâh: anahtar.
mülâzım: hizmetkâr. câm: kadeh; ayna.
câm-ı cihân-nümâ: dünyayı gösteren kadeh, Cem’in kadehi.
210 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Diliçi çeviri: Cem, dünyayı ele geçirme (dünyada neşe ve emel kapısı)nin ahantarı ayna-
dır” demiş. Gelin, biz de içinde cihanı gösteren aynadan ayrılmayalım(onun hizmetçisi olalım).
Cem, Cemşîd: İran mitolojisinde Pişdâdiyân sülâlesinin Keyumers, Huzeng ve
Tahmurs’dan sonra dördüncü ve meşhur hükümdarıdır. Batıda Yunanlıların Baküs’ü gibi
doğuda da Cem’in şarabı icat ettiğine inanılır. 199 veya 700 yıl yaşadığı söylenen Cem’in
Nevrûz bayramını koyan kişi olduğu rivayet edilir. Devlerin taşıdığı bir tahtta oturan ve
elinde bir şarap kadehi bulunan Cem, sonraları tanrılık hevesine kapıldığı için Allah,
Dahhak’ı ona musallat etmiştir. Bunun üzerine tacını ve tahtını bırakıp kaçan Cem, 100
yıl saklandıktan sonra Dahhak tarafından yakalanıp öldürülmüştür. Dahhak ise daha son-
ra demirci Gâve tarafından öldürülmüş ve yerine Ferîdûn geçmiştir. Cem’in şarabı bulma-
sı ise kısaca şöyledir: Cem (Cemşîd) bir gün bir kuşun boynuna sarılmış bir yılanla uçma-
ya çalıştığını görür. Okçularına kuşu yaralamadan yılanı öldürmelerini emreder. Okçu-
lar yılanı vururlar ve kuş kurtulur. Kuş, bu iyiliğe karşılık Cem’e birkaç tane (tohum) hedi-
ye eder. Cem bunları eker ve böylece asma yetiştirirler. Bir bağbozumu sonunda hüküm-
dar artan üzümlerin sıkılarak sularının saklanmasını emreder. Sular bir süre sonra acıyın-
ca Cem bunu zehir zannederek içmez. Fıçılarda kalan üzüm suyu daha da ekşir ve kükrer.
Bir gün Cem’in cariyelerinden biri başının ağrısına dayanamayıp bu zehirden içerek
kendini öldürmeye çalışır. Fakat ertesi günü, ölmediği gibi başının ağrısının geçtiğini ve
üstelik rahatladığını görerek durumu Cem’e bildirir. Böylece şarap bulunmuş ve şâhdârû
(şâh ilacı) adını almıştır. Bundan sonra ise, şevkli ve muhabbetli şarap meclislerine bezm-i
Cem, âyîn-i Cem denilmiştir.
Câm-ı Cem; câm-ı cihân-nümâ: Cem’in dünyayı gösteren aynası. Buna câm-ı gîti-
nümâ da denir. Cem’in bu kadehinin yedi ayrı madenden yapıldığı ve hükümdarın kade-
hine bakarak bütün dünyada olup biteni gördüğü rivayet edilir (İpekten, 2000:165-167).
Bu beyitte de önceki beyitte olduğu gibi âşığın günlük sıkıntılardan ve gelecek kaygı-
sından uzaklaşmak isteği ifade edilmektedir. Dünyayı fethetmekten, ele geçirmekten mak-
sat, dünyanın güzelliklerine sahip olarak mutlu olmaktır. Şarap da içene keyif veren, onu
bir süre rahatlatan maddelerden biridir. Beyitte de bundan dolayı, nasıl sarhoş olan kişi
(bir süre de olsa) sıkıntı ve dertlerinden uzaklaşıp rahatlarsa, biz de Cem’in yaptığı gibi
şarap içerek biraz olsun rahatlayalım denilmiştir. Cem, câm ve câm-ı cihân-nümâ arasın-
da Cem ile ilgili olmaları yönünden; cihân fütûhu, miftâh ve Cem arasında da Cem’in hü-
kümdarlığı yönünden tenasüp vardır.
6. عملدن اجرت اومنجه غرور طاعت ايلهèAmelden ücret umunca àurÿr-ı ùÀèat ile
كنهده منتظر رمحت خدا اوالملGünehde muntaôır-ı raómet-i ÒudÀ olalum
amel: ibadet, dinin emirlerini yerine getirme.
tâ’at: Allah’ın emirlerini yerine getirme, ibadet etme.
gurûr-ı tâ’at: insanın yaptığı ibadetlerine güvenmesi.
güneh: günâhın muhaffefi, yani hafifletilmiş, daha hafif söylenen şeklidir. Eski şiir-
lerde vezin gereği bazı Farsça kelimeler böyle hafifletilmiş şekilde kullanılır: mâh-meh,
râh-reh, nây-ney gibi.
muntazır: bekleyen, isteyen.
Diliçi çeviri: İbadetimize güvenip de amelimizin karşılığını umacağımıza, günahımızın
affı için Allah’ın rahmetini bekleyelim; ondan ümidimizi kesmeyelim.
İnsan, Allah’ın kulu olduğu için ona ibadet (dinin emirlerini) yapmakla yükümlüdür.
İbadetler, Allah’ın rızası için değil de şahsî arzu ve isteklerin gerçekleşmesi için yapılırsa
(gurura kapılıp yapılan ibadet karşılığında bir talepte bulunulursa, ücret istenirse) bu doğ-
ru olmaz, günah işlenmiş olur. Bu durumda kişi, tevbe ederek Allah’ın bağışlamasını (rah-
metini) beklemelidir.
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 211
7. هبار توبه يه شيخى جنون دميش عاقلBahÀr tevbeye Şeyòì cünÿn dimiş èÀúıl
بوكون موافقت ايت ايرته پارسا اوالملBugün muvÀfaúat it irte pÀrsÀ olalum
bahâr tevbe: baharda içki içmemek için edilen tevbe.
cünûn: delilik, aklını kaybetme. âkıl: akıllı, doğru ve yerinde hareket eden.
muvâfakat: kabul etme, uygun görme. pârsâ: sofu, dine bağlı (kimse), zâhid.
irte: yarın, sonra.
Diliçi çeviri: Ey Şeyhî! Aklı başında olan, baharda tevbe etmek (içmeyeceğim demek) deli-
liktir demiş. Gel bugün bu söze uyup, içelim, keyfimize bakalım da yarın işi sofuluğa vururuz.
Tevbe, işlenmiş bir günah için bir daha işlenmeyeceğine dair (kulun Allah’a) söz verip af
dileme(si)dir. İslâma göre şarap, içki içmek haram olup insan içki içmekle günah işlemiş olur.
Klâsik şiirde bahar geldiği zaman dost meclislerinin kurulup eğlenilmesi sıkça ele alınan
konulardandır. Beyitte, baharda tabiatın güzelliklerinden (dünya nimetlerinden) faydalana-
rak, bu mevsimin yılda bir kez geldiğini fırsat bilip neşelenme, keyif ve safaya (mutlu olma)
bakma isteği dile getirilmiştir. Bu beyitte olduğu gibi gazelin bütün beyitlerinde aynı düşün-
ce hâkimdir. Klâsik şiirde şairler genellikle bir gazelde anlam bütünlüğü endişesinden uzak
bir şekilde, her beyiti diğerinden bağımsız olarak farklı konularda yazabilirler. Şeyhî’nin bu
gazeli gibi bütün beyitlerinde aynı konuya yer veren manzumelere yekâhenk denir. Bütün
beyitleri aynı güzellikte (ahenk güzelliğiyle) söylenmiş gazellere ise, yekâvâz denir.
Har-nâme’den
4.
جنه تو قاملامشدى ات و درىNice tü úalmamışdı et ü deri
يوكلر آلتنده قانه باتدى درىYükler altında úana batdı deri
Diliçi çeviri: Ne tüyü, tüyü bırak; vücudunda et ve deri adına bir şey kalmamış-
tı. Yük altında kan tere batmıştı (iki deri arasında cinas sanatı yapılmış).
5.
ايدر ايدى كورن بو صورتلوEydür idi gören bu ãÿretlü
طاك دكلمى يورور سكك چاتلوÙañ degül mi yürür süñük çatlu
Diliçi çeviri: Onu bu şekilde gören, kemikten ibâret bir şeyin yürümesi şaşıla-
cak şey değil mi? derdi.
6.
طوداغى صارقمش و دومشش اككÙudaàı sarúmış ü düşmiş eñek
يوريلور آرقاسنه قونسه سككYorılur arúasına úonsa siñek
Diliçi çeviri: Dudağı sarkmış, çenesi düşmiş(tü). Arkasına sinek konsa yoru-
lurdu.
7.
طوغرانور ايدى آرپا آرپا تىنÙoàranur idi arpa arpa teni
كوزى كورجنه بر آو ج صاماىنGözi görince bir avuç samanı
Diliçi çeviri: Bir avuç samanı görünce teni arpa arpa doğranırdı. (Karnının aç-
lığından saman görünce titremeler geçirirdi).
8. قارغالر درنكى قوالغندهÚaràalar dirnegi úulaàında
سككك سريى كوزى ياغندهSiñegüñ seyri gözi yaàında
Diliçi çeviri: Kargaların derneği (toplantısı) kulağındaydı. Sinekler de gözünün
yağında dolanıyordu.
9.
آرقاسندن آلنسه پاالىنArúasından alınsa palanı
صانكه ايت آرتوغيدى قاالىنäanki it artuàı-y-ıdı úalanı
Diliçi çeviri: Eğer palanı arkasından alınsa geri kalanı köpeklerin yiyeceğin-
den artmış sanılırdı.
10.
بر كون اسى ايدر محايت آكاBir gün issi ider óimÀyet aña
يعىن كيم كوسرتور عنايت آكاYaènì kim gösterür èinÀyet aña
Diliçi çeviri: Birgün sahibi ona acır, yani ona yardım eder.
Ahmed Paşa’nın aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazınız, veznini ve kafiyesini bulunuz.
2
رسم ايتمشم كوزمده خيالكى كوييا ٤ سرنامهٴ حمىت جانانه يازمشم ١
نقش نكارى ساغر مرجانه يازمشم حسرت رساله سن ورق جانه يازمشم
تاب رخكله سوزىن يازاركن امحدك ٥ نالشلرىن درد ايله بيچاره بلبلك ٢
شوقندن اودالره دوشوبن يانه يازمشم باد صبا اليله كلستانه يازمشم
زلفك حكايتىن كوكلده مثال ايدوب ٣
غم قصه سىن لوح پريشانه يازمشم
1. Gül yüzüñde göreli zülf-i semen-sÀy göñül 2. Çìn-i zülfüñden umar nÀfe-i òoş-bÿy-ı murÀd
Úuru sevdÀda yiler bì-ser ü bî-pÀy göñül Bu hevÀ yolına yıllarla yiler nite ki bÀd
Dimedüm mi saña dolaşma ana hÀy göñül Ol daòı sencileyin itmedi ben òastayı yÀd
VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 215
3. Felegüñ nÿş iderem nìşini sÀgarlar ile 6. Dest-ikÿtÀhuma baş egmedi ol zülf-i dırÀz
Doàradı òÀr-ı cefÀ baàrumı òançerler ile K’oldı şekker lebine ùÿùì-i dil maórem-i rÀz
Baş úoşam dimez idüm ben daòı dil-berler ile Vaz geldüm ben eger gelse bu göñlüm daòı vaz
VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül
4. YÀrüñ itden çoà uyar ardına aàyÀr dirìà 7. Dil dilerken yüzüñüñ vaãlını cÀndan daòı yig
Bize yÀr olmadı ol şÿò-ı sitem-kÀr dirìà Bir demin görür iken iki cihÀndan daòı yig
Úıldı bir dil-ber-i hercÀyiyi dil-dÀr dirìà Aúdı bir serve daòı Àb-ı revÀndan daòı yig
VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül
5. Bizi òÀk itdi hevÀ yolına sevdÀ nidelüm 8. Ben dimezdüm ki hevÀ yolına ser-bÀz gelem
PÀy-mÀl eyledi ol zülf-i semen-sÀ nidelüm Ney-i èışú-ıla àamuñ çengine dem-sÀz gelem
Úul idinmezdi güzeller bizi illÀ nidelüm Dir idüm èışú úopuzın uşadup vaz gelem
VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül VÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül
AVNÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
Gazel
feèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün
1. كورسك اول غنجه لىب چاك كريبان ايدرزGörsek ol gonca lebi çÀk-i girìbÀn iderüz
كل يوزك يادنه بلبل كيىب افغان ايدرزGül yüzüñ yÀdına bülbül gibi efàÀn iderüz
2. خسته دل قاپوكه وارسه نوال تيمار ايسرتÒasta dil úapuña varsa n’ola tìmÀr ister
ينه بو درده آنك دردنه درمان ايدرزYine bu derde anuñ derdine dermÀn iderüz
Diliçi çeviri: (Ey sevgili!). Hasta gönlüm kapına gelmişse, bunda ne var? (Bîçâre), hastalı-
ğına çare arıyor. Onun derdine ancak yine bu (senin) kapıda derman bulacağını düşünüyoruz.
Aşk derdine tutulmuş gönlüne ancak sevgilinin kapısında çare bulunacağını söyleyen
şair, gönlü kara sevdaya tutulmuş bir hasataya benzetmiş; sevgilinin kapısını da (bulundu-
ğu yeri) hastahane gibi düşünmüştür.
3. مهرك حسن بديغ و لب لعل شريينMihrüñ iy óüsn-i bedìè ü leb-i laèli şìrìn
قصهٴ محزه كيىب عامله داستان ايدرزÚıssa-i Óamza gibi èÀleme dÀstÀn iderüz
mihr: sevgi, aşk. hüsn-i bedîè: çok güzel.
leb-i la‘l: lal gibi kırmızı dudak. şîrîn: tatlı, güzel.
kıssa: ders alınması gereken hikâye, halk arasında anlatılan ibret verici hikaye.
Diliçi çeviri: Ey, güzelliği eşsiz ve lâl dudakları çok tatlı (olan sevgili)! Sana olan aşkımı-
zı, Hz. Hamza’nın kıssası gibi bütün âleme destan eder anlatırız, yayarız.
Beyitte şair/âşık, sevgiliye olan aşkını (olağanüstü güzelliğini), halk arasında dilden
dile dolaşan Hz. Hamza’nın destansı kahramanlığı gibi şiirleriyle âdetâ bir destân gibi an-
latacağını, böylece sevgilinin güzelliğinin de dilden dile dolaşacağını belirmektedir. Âşığın
sevgiliye olan aşkı (sevgilinin güzelliği) ile Hz. Hamza’nın kıssası arasında ilgi, her ikisinin
de halk arasında çokça konuşulup dillere destan olmasındandır.
4. قامتك شوقى علموش نه قدر اولسه عيانÚÀmetüñ şevúi èalem-veş ne úadar olsa èayÀn
دلده راز دهنك سرىن پنهان ايدرزDilde rÀz-ı dehenüñ sırrını pinhÀn iderüz
kâmet: boy. şevk: arzu, istek, heves, aşk.
alem: bayrak.
râz: sır. dehen: ağız. pinhân: gizli, saklı.
Diliçi çeviri: (Ey sevgili!) Senin uzun ve düzgün boyuna karşı duyduğumuz aşkı, bayrak
gibi açığa çıksa bile, biz ağzının sırrını gönlümüzde saklamaktayız.
Sevgilinin boyuna duyulan sevgi(nin herkes tarafından bilinmesi; dikkat çekici bir şe-
kilde meydana konması), direkteki bayrağa, aleme benzetilmiştir. Ayrıca beyitte boy ile
bayrak direği arasında incelik ve düzgünlük bakımından ilgi kurulduğu da düşünübe-
lir. “Ağzın sırrı” ile yok denecek kadar küçük olan ağızdan çıkan güzel sözler ve hayat ve-
rici vaadler kastedilmektedir. Birinci mısrada geçen “şevk” ile şaraba; ikinci mısrada ge-
çen “râz-ı dehen” ile esrâr (afyon)a telmih yapılmıştır. Nasıl şarap kadehi, içindeki şarabın
parlak kırmızı rengi sebebi ile bayrak gibi kendini gösterirse, esrar ve afyon gibi uyuşturu-
cu maddeler yaldızlı kağıtların arasında ve muska gibi göğsün üzerinde gizlenerek taşınır.
Ayrıca, esrarın bir adı da “dilber dudağı”dır (Doğan, 2006:102).
5. عونياكرچه اولوم دنياده مشكل ايشدرèAvniyÀ gerçi ölüm dünyÀda müşkil işdür
غمزهٴ دلرب ايله بز آىن آسان ايدرزáamze-i dil-ber ile biz anı ÀsÀn iderüz
1. Her zamÀn èÀşıúlara varmaú der-i cÀnÀna güç 3. èÁşıúa dünyÀ vü cÀn terk eylemek ÀsÀn olur
èArø-ı óÀl itmek gedÀlar óaøret-i sulùÀna güç Lìk cÀnÀn terkini itmek gelüpdür cÀna güç
2. ÁşnÀlar gözlerüm yaşın görüben óavf ider 4. Gözlerüme cevr úaãd itse raúìbi gösterür
Bì-muóÀbÀ sÀlik olmaú úulzüm ü èummÀna güç Ôulm muètÀdı degüldür pes gelür insÀna güç
2. ايراغه آمتا قاپوكدن بىن كه مروه حقىIraàa atma úapuñdan beni ki Merve óakı
طواف كعبهٴ كويك صفا اميش اى دوستÙavÀf-ı Kaèbe-i úÿyuñ ãafÀ imiş iy dost
Diliçi çeviri: Merve hakkı için beni kapından uzaklaştırma. Ey sevgili, senin mahallenin
Kâbe’sini dolanmak safa imiş.
3. دومشده زلفكى كوردم دييو سومنش ايدمDüşümde zülfüñi gördüm diyü sevinmiş idüm
كوزمه خود كورينن اژدها اميش اى دوستGözüme òod görinen ejdehÀ imiş iy dost
Diliçi çeviri: Ey dost! rüyamda saçını gördüm diye sevinmiştim. Meğer gözüme görü-
nen ejderha imiş.
4. اوميدى زلفكه طومتش ايدم وىل بيلدمÜmìdi zülfüñe ùutmış idüm veli bildüm
او دخى عمر بكى بيوفا اميش اى دوستO daòı èömr bigi bì-vefÀ imiş iy dost
Diliçi çeviri: Ümidimi saçına bağlamıştım ama onun da ömür gibi vefasız olduğunu anladım.
5. ايرمشك ايسرت ايدى خوان وصلكه ليكنİrişmek ister idi òÀn-ı vaãluña lìkin
مهان نصيىب جم آخر دعا اميش اى دوستHemÀn naãìbi Cem Àòir duèÀ imiş iy dost
Diliçi çeviri: (Cem) vuslat sofrana erişmek istiyordu, lâkin Cem’in nasibi hemen sonun-
da dua imiş ey dost.
218 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
ADLÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN
Gazel
fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
1. اى فلك دائم بىن سن نا مراد ايتمك ندنİy felek dÀéim beni sen nÀ-murÀd itmeñ neden
بىن غمكني ايليوب اغيارى شاد ايتمك ندنBeni àam-gìn eyleyüp aàyÀrı şÀd itmeñ neden
Diliçi çeviri: Ey felek neden beni hiç muradıma eriştirmiyorsun. Beni gamlı edip başka-
larını neden şad ediyorsun?
2. داد الكدن اى فلك هر كون بكا جور ايليوبDÀd elüñden iy felek her gün baña cevr eyleyüp
اول رقيب كافره عدل ايله داد ايتمك ندنOl raúìb-i kÀfire èadl ile dÀd itmeñ neden
Diliçi çeviri: Ey felek! Elinden illallah. Bana hergün zulm edip de, o kâfir rakibe adâletle
davranmanın sebebi nedir?
3. جاهلك ويروب فلك مقصودن اهل دانشكCÀhilüñ virüp felek maúãÿdın ehl-i dÀnişüñ
نامراد اوملاسىن دائم مراد ايتمك ندنNÀ-murÀd olmasını dÀéim murÀd itmeñ neden
Diliçi çeviri: Câhilin isteklerini verip de bilgili, ehil, âlim kişilerin muradına ermemesi-
ni istemen nedendir?
4. خوره بكزر اول صنم صورتده كرچه اى فلكÒÿra beñzer ol ãanem ãÿretde gerçi iy felek
سن بو حسن ايله آىن كافرنژاد ايتمك ندنSen bu óüsn ile anı kÀfir-nijÀd itmeñ neden
Diliçi çeviri: Ey felek! O put gibi güzel gerçi hûriye benzer. Senin bu güzellikle onu kâfir
huylu etmenin sebebi nedir?
5. نعمت وصلى فلك ويرب رقيبه زهرنكNièmet-i vaãlı felek virüp raúìbe zehrinüñ
كاسه سىن پر ايدوب عدلييه زاد ايتمك ندنKÀsesini pür idüp èAdlì’ye zÀd itmeñ neden
Diliçi çeviri: Vasl nimetini rakibe verip, zehrinin kâsesini doldurup Adlî’ye rızık diye
sunman nedendir?
خاك پايينه يوزك بر كره سرسون عدليا ٥ زلفى زجنرين اوزامتاز كور نيچه سر فتنه در ٢
باشكه دولت يرتدى سكا اول اللهدن آچيلوب جمنون اوالن دللر چيقادر چاهدن
Diliçi çeviri: Ben senin vefalı bir sevgili olacağını umuyordum. Senin böyle cefâkâr ola-
cağını nasıl bilebilirdim?
2.
هله سن قاعدهٴ جورده اكسوك قومادكHele sen úÀèide-i cevrde eksük úomaduñ
دوستلق حقى ايسه آجنغ اوال وار اوالسنيDostluk óaúúı ise ancaà ola var olasın
Diliçi çeviri: Sen hele cevr yapma kaidelerinde eksik komadın. Bu dostluk hakkı ise, bu
kadar olur, var olasın.
3. ره عشقكده نلر چكدكمى اى دوست بنمReh-i èaşúuñda neler çekdügüm iy dost benüm
بيله سني بر كون اوله عشقه كرفتار اوالسنيBilesin bir gün ola èışúa giriftÀr olasın
Diliçi çeviri: Ey dost, aşkının yolunda benim neler çektiğimi bir gün aşka tutulunca anlarsın.
4.
سوزمه اوميادك اى آصيالسى دل ديلرمSözüme uymaduñ iy aãılası dil dilerem
سر زلفنه آنك آخرى بردار اوالسنيSer-i zülfine anuñ Àòiri ber-dÀr olasın
Diliçi çeviri: Ey asılası gönül! Sözüme uymadın. Dilerim ki sonunda onun zülfünün
ucuna asılasın.
5. سن كه جان كلشننك بر كل نورسته سيسنيSen ki cÀn gülşeninüñ bir gül-i nev-restesisin
نه روادر بو كه هر خار و خسه يار اوالسنيNe revÀdur bu ki her òÀr u òasa yÀr olasın
Diliçi çeviri: Sen ki can gülşeninin yeni yetişen bir gülüsün, senin her çörçöpe (önüne ge-
lene) yâr olman revâ mıdır?
6.
بىن آزاده ايكن عشقه كرفتار ايتدكBeni ÀzÀde iken èışúa giriftÀr itdün
كورين سن ده بنم كىي كرفتار اوالسنيGöreyin sen de benüm gibi giriftÀr olasın
Diliçi çeviri: Beni hürken aşka düşürdün. Göreyim sen de benim gibi (aşka) tutulasın.
7.
بددعا ايتمزم اما كه خدادن ديلرم Bed-duèÀ itmezem ammÀ ki ÒudÀ’dan dilerem
بر سنك كىب جفاكاره هوادار اوالسني Bir senüñ gibi cefÀ-kÀra hevÀ-dÀr olasın
Diliçi çeviri: Bedduâ etmiyorum ama, Tanrı’dan diliyorum (ki) senin gibi (kendin gibi)
bir cefâkâra tutulasın.
8. مشدى بر حالده يز كيم ايلنن دومشننهŞimdi bir óÀldeyiz kim ilenen düşmenine
دير كه مهرى كىب سن دخى سيهكار اوالسنيDir ki Mihrì gibi sen daòı siyeh-kÀr olasın
Diliçi çeviri: Şimdi (öyle) bir haldeyiz ki düşmanına ilenen “sen de Mihrî gibi bahtsız olasın” der.
220 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Diliçi çeviri: (Asıl) beni ağlayın; zira ben ölünce üzerime bir avuç toprak atmak için
sabâ rüzgarından başka gelen olmaz. (Saba gerçekten yerdeki tozları kaldırır, bunu sanki
mezarına bir avuç toprak atarmış gibi gösteriyor).
3.
نه بالدر بو كه خال و خطك آشفته لرىNe belÀdur bu ki òÀl ü òaùuñ Àşüfteleri
چكه هجر آتشىن بوجنه بالدن غريىÇeke hecr Àteşini bunca belÀdan àayrı
Diliçi çeviri: (Bu) ne beladır ki senin beninin ve yüzündeki ayva tüylerinin deli divane
olan düşkünleri, bu kadar beladan başka ayrılık ateşini de çekerler.
4.
دود آهم نه عجبكوكلره دوتسه يوزىنDÿd-ı Àhum ne èaceb göklere dutsa yüzini
عاشقككيمسى وار اوال خدادن غريىèÁşıúuñ kimisi var ola ÒudÀ’dan àayrı
Diliçi çeviri: Âhımın dumanı yüzünü göklere tutsa şaşılmaz. (Zira) âşıkın Hüda’dan
başka kimi vardır?
5.
نه غرض ايليه عشاق وصالك وار ايكنNe àaraø eyleye èuşşÀú viãÀlüñ var iken
نه مراد ايدنه بيمار دوادن غريىNe murÀd idine bìmÀr devÀdan àayrı
Diliçi çeviri: Âşıkların senin visâlin varken, başka ne amaçları olabilir? Hasta iyi olmak-
tan başka bir şey isteyebilir mi?
6.
اول الف قامتك ايله قاشكه را دييه ىلOl elif úÀmetüñ ile úaşuña rÀ diyeli
كوكلمى اكليمز كيمسه بورادن غريىGöñlümi egleyimez kimse buradan àayrı
Diliçi çeviri: (Senin) elif (gibi düz olan) boyun ile kaşına “râ” diyeli, buradan (bu “râ”
tevriyeli kullanılmış) başka gönlümü kimse eyleyemez. (Sevgilinin kaşı, Arap alfabesinin “re”
harfine benzetiliyor, boyu da eliftir).
7.
يوزنه دوتسه جناتى نه عجب خجلت النYüzine dutsa NecÀtì ne èaceb òaclet elin
نسى واى يوزه كلور دست دعادن غريىNesi var yüze gelür dest-i duèÀdan àayrı
Diliçi çeviri: Necâtî, utanma elini yüzüne tutsa şaşılmaz. (Zirâ) dua elinden başka yüze
gelecek bir şeyi yok.
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 221
Diliçi çeviri: Senin yüzündeki ayva tüylerin (hattın) sabâya berat yazdı, “çabuk git Hıta
ve Çin memleketlerini ele geçir” dedi (Hat kelimesini tevriyeli olarak yazı ve ayva tüyü ola-
rak almış).
222 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
6.
آب حيات اوملاجيق قسمت اى كوكلÁb-ı óayÀt olmayıcaú úısmet iy göñül
بيك ييل كركسه خضر ايله سري سكندر ايتBiñ yıl gerekse Òıør-ıla seyr-i Sikender it
Diliçi çeviri: Ey gönül! Âb-ı hayat kısmet olmadıktan sonra istersen bin yıl Hızır ile
İskender’in seyrini yap; İskender ve Hızır gibi gezip dolaş.
7.
زينب چو دوست زلفى كىب تارمارسنيZeynep çü dost zülfi gibi tÀrmÀrsın
ديوانه اوملا شعركى ديوان و دفرت ايتDìvÀne olma şièrüñi dìvÀn ü defter it
Diliçi çeviri: Zeynep, dostun (sevgilinin) saçı gibi perişan bir hâldesin. Delilik etme, şiir-
lerini bir defterde topla, divan haline getir.
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 223
Kendimizi Sınayalım
CÀnÀ niçe bir yana hicrüñ odı cÀnumda 6. Yukarıdaki beyte göre sevglinin âşığa lutfu aşağıdakiler-
Firúat cigerüm yaúdı cÿş eyledi úanumda den hangisidir?
1. Yukarıdaki beyitteki “hicrüñ odı” ifadesinde bulunan a. cefa
edebî sanat aşağıdakilerden hangisidir? b. feryâd
a. Açık isti’âre c. figân
b. Kapalı isti’âre d. Tevriye
c. Tevriye e. nâz
d. Mecâz
e. Teşbîh İlÀhì sen àanìsin ben faúìrem
Øaèìfem èÀcizem ò˘ïrem óaúìrem
2. Yukarıdaki beyitte “firkat” ile kastedilen aşağıdakilerden
İlÀhì raómetüñ deryÀsı ùaşdı
hangisidir?
Elüm dut yoà ise ãu başdan aşdı
a. Farklılık
7. Yukarıdaki beyitlerin alındığı manzumenin nazım şekli
b. Ayrılık
aşağıdakilerden hangisidir?
c. Rakîp
a. Mesnevî
d. Zâhid
b. Rübâ’î
e. Sevgili
c. Şarkı
d. Kıt’a
3. Yukarıdaki beytin kafiyesi aşağıdakilerden hangisidir?
e. Mani
a. Mücerred
b. Müesses
8. Yukarıdaki manzumede “su baştan aştı” ifadesi ile anla-
c. Mukayyed
tılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
d. Mürdef
a. işler baştan bozulması
e. Müreddef
b. suyun insan boyunu aşacak derecede çok olması
c. herşeyin yolunda gitmesi
4. Yukarıdaki beytin vezni aşağıdakilerden hangisinde doğ-
d. bolluk ve bereket olması
ru olarak verilmiştir?
e. yardıma muhtaç olma
a. mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün feèÿlün
b. mefÀèìlün fe’ilâtün mefÀèìlün fe’ilün
9. Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât mesnevisinin “adı-
c. mefèÿlü mefÀèìlün mefèÿlü mefÀèìlün
nın” anlamca bugünkü karşılığı aşağıdakilerden hangisidir?
d. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
a. Kurtuluş Vesîlesi
e. fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl
b. Hz. Muhammed’in doğumu
c. Doğum Vesilesi
5. Ger nÀz u cefÀ senden olursa n’ola şÀhÀ
d. Doğum Zamanı
Hem luùf u vefÀ senden feryâd u fiàÀnumda
e. Mevlid
Yukarıdaki beyitte üzerinde durulan konu aşağıdakilerden
hangisidir?
ViãÀli ò˘Ànına irmek dilerdi evvel lìk
a. Sultanın öfkeyle etrafındakilere cefa etmesi
Naãìbi Aómed’üñ Àòir duèÀ imiş bildük
b. Hükümdarın nazlanması
10. Beytindeki “visâli h˘Ànı” ile anlatımak istenen aşağıdaki-
c. Aşığın kanlı gözyaşı dökmesi
lerden hangisidir?
d. Şâh’ın ihsanda bulunması
a. Visâli’nin konağı
e. Sevgilinin âşığa nazlanması ve cefa etmesi
b. Visâli’nin yemeği
c. Visâl yemeği
d. sevgiliye kavuşma(nın güzelliği)
e. sevgilinin sofrası
224 XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Sıra Sizde 3
Adlî’nin gazelinin çevriyazısı:
1. äubóa dek nÀlÀnam iy òÿrşìd-ruò sen mÀhdan
Niçe bir feryÀd idem úorúmaz mısın AllÀh’dan
2. Zülfi zencìrin uzatmaz gör niçe ser-fitnedür
Açılup Mecnÿn olan diller çıúadur çÀhdan
3. NÀlesinden èÀşıúuñ yÀ Rab niçe òandÀn olur
Áh elinden ol sitem-kÀruñ úayurmaz Àhdan
4. Úapuña varmaàa kÿyuñ itlerinden úorúaram
Ben gedÀ bu óürmeti umar mıdum sen şÀhdan
5. ÒÀk-i pÀyına yüzüñ bir kerre sürsen èAdliyÀ
Başuna devlet yiterdi saña ol AllÀh’dan
Vezni: fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
Kafiyesi: Àh: mürekkeb (mürdef) kafiye.
8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 225
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Arslan, M. (2007). Mihri Hatun Divanı, Amasya Valiliği Yay.
Ankara.
Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I-II,, İstanbul.
Bayram, Y. (2009). Adli Divanı, Amasya.
Büyük Türk Klâsikleri, C. 2, (1985), Ötüken-Söğüt Yay, İstanbul.
Canpolat, M. (1982). Ömer bin Mezid, Mecmuatü’n-
Nezâir, TDK yayınları 500, A.Ü. Basımevi, Ankara 1982.
Cengiz, H. E. (1983). Divan Şiiri Antolojisi, Bilgi Yay, İstanbul.
Doğan, M. N. (2004). Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul.
Ersoylu, H. (1989). Cem Sultan’ın Türkçe Divanı, TDK Yay.,
Ankara.
İpekten, H. (2000). Nef ’î, Hayatı Sanatı Eserleri, Akçağ Yay.,
Ankara.
İsen, M.-Cemal Kurnaz, (1990). Şeyhî Divanı, Akçağ Yay.,
Ankara.
İz, F. (1999). Eski Türk Edebiyatında Nazım I, Akçağ Yay.,
Ankara.
Karabey, T. (1996). Ahmed Paşa, Hayatı Sanatı Eserleri, Ak-
çağ Yay., Ankara.
Köksal, F. (2006). Sana Benzer Güzel Olmaz, Divan Şiirin-
de Nazire, Akçağ Yay, Ankara.
Köprülü, M. F. (2006). Divan Edebiyatı Antolojisi, Haz. Ah-
met Mermer, Akçağ Yay, Ankara.
Kurnaz, C. (1987). Hayâlî Bey Divanı Tahlili, KB Yay, Ankara.
Levend, A. S. (1984). Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler,
Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul.
Onan, N. H. (1991). İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, MEB Yay.,
Ankara.
Onay, A. T. (2007). Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, (Haz.
Cemal Kurnaz). Birleşik Dağıtım Kitabevi, Ankara.
Özmen, M. (2001). Ahmed-i Dâi Divanı, I. cilt, Türk Dil
Kurumu Yayınları: 775/1, Ankara.
Pala, İ. (2007). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay.,
İstanbul.
Saraç, M. A. Y. (2011). Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim
ve Ölçü, Anadolu Ünv., Açıköğretim Fak. Yay, Eskişehir.
Sefercioğlu, N. (1990). Nev’î Dîvânı’nın Tahlili, KB Yay., Ankara.
Süleyman Çelebi, (1990). Mevlid, (Haz. Faruk K. Timurtaş),
MEB Yay, İstanbul.
Şentürk, A. A. (1999). Osmanlı Şiiri Antolojisi, YKY Yay, İstanbul.
Tarlan, A. N. (2005). Ahmed Paşa Divanı, M.E.B. Yay., İstanbul.
Tarlan, A. N. (1997). Necâtî Bey Divanı, İstanbul.
Timurtaş, F. K. (1974). Osmanlı Türkçesi Metinleri II, İstanbul.
Timurtağ, F. K. (1981). Şeyhî’nin Harnâme’si, İstanbul
Tolasa, H. (1973). Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Atatürk
Ünv. Yay, Ankara.