You are on page 1of 43

İsimsiz Şiirler

Dada Felsefesinin Manifestosuna Giriş

Devrim Avşar
Devrim Avşar
-2020 Eylül, Kayıp Düşler Kervanı, Roman, KDY.
-2020 Aralık, İsimsiz Şiirler, “Dada Felsefesinin
Manifestosuna Giriş”, Şiir, KDY.
Nebat ve Seher Nil’e…

5
Resimlerinin gölgesi yansıyor

Odamın dağınıklığına

Kirli duvarlarına aylaklığımın

Gölgene sığınıyorum

Soğuk cam tıkırtısından

Dışarıda avare bir esinti

Yaprakların eşlik ettiği

Bir uğultuda büyüyor hasret

Yüzüm çamurlu bir toprak

Sonra?

Diniyor rüzgâr

Ağaçlar dimdik

Yapraklar boyun büküyor

Korku gıcırtıya dönüşüyor

Üşüyorum

Mayıs 2006

6 7
bir yanım karanlık, bir çığlık inler

öte taraftan meşakkatli bir gülümseme belirir

özüme alaycı bir dil uzatırım

Hissetmen mümkün mü bu buğulu camları sevindirmek için kendimi tiksintilerime

Çocuksu korkuların dirildiği kalp çırpınışını düşmana dost olmak arzusu parçalar beni

Mezarından fısıldayan ölünün imdadını yaşamlarım var birden fazla

Ölüm değil yaşam benzer ayrılığa bu sevilme hırsı

Hissederek acıyı bedenin tüm uçlarında bu hayat gayesi

Topraktan kopuşunu düşün yaşamın muvaffak olmayan güç istenci

Yaşamak ve ayrılmak her şeye dost zahirim

Ölmek ve kavuşmak kefilsiz yemin her şeye düşman Kabil’im

Ben insanların alışkanlıklarından mürekkebim

8 9
... ...

güzellik o kadar ender olmasa gerek, bana bir hüviyet verdiler sonra çaldılar

her göz defalarca görebiliyorsa eğer bir kader yazdılar, sildiler

neden sunulur peşin hükümlü kıymet bir renk sonra

bu kutsama, bu imrenme neden? boyası çabuk silindi

sözcükler hüküm sürer göz ferine

akıl güdülür anlamın çemberinde bir isim verdiler, beklentiler taşıyan

mantık her daim işlemez yine nefret uyandıran, sempati toplayan

çözülse dilin örgüsü taşıyarak yürüdüm

anlaşılmaz ve aşılmaz bu kutsal cehalet silik bir yazıda sözcüklerini ararmışım,

bilgi erdem olduğu sürece bir yandan kaderimin

güzellik mükafattır beklentileri karşıladıkça yadırgandım

bitmez bu hayırsız alamet onlardan sıyrıldıkça şüpheliydim

toprağı düşün buluşunca suyun ateşiyle

nasıl da canlanır teni kopamadım, her şeyden kopma arzusundan

verdiği oğul değerinden daha mı az değerli yaş tahtaya bastım

alınca seni rahmine ıslak zeminde oynadım

senden ne kalır ki geriye sokağa tükürdüm

Ekim 2006 yaşlılara yer vermedim

10 11
esrarın kokusu

sarımtırak duvarlar

hep arka sıralarda oturdum yırtılmaya hazır perdeler

kimse bana dokunmasın istedim ikinci el yuvarlak masa

kimseye bir faydam olmasın izmaritlerin ezildiği tabaklar

makul olmak değil niyetim fark etmez hangi günden kalma bu nahoşluk,

elden ele geçen yasaklı mecmualar

fazilet toplumun evcilleştiren tasmasıdır düşlerde dolaşan çıngıraklı kısraklar

hüsn-i zan bilirsin bu istimali omuzlar yana kaymış yersiz ağırlıktan

alengirli bezekler tuzağıdır oynaş duyguların banka kartlarında limit tükenmiş

kusmuk cevheridir varlığının karasular inmiş ayaklarımıza

unut ve yeniden hatırla her şeyi alacaklıların arka sokağını dolaşmaktan

şarkılar, kahkahalar yükselir kızlı erkekli odalardan

12 13
...

nefretine değince kan damlayan kılıç,

nasıl da cengaver oluyorsun

nefesini tıkayınca amberin kokusu, buyursun artık tiranların fermanı

günahlarından düşüyorsun dağların miskin yolcusu revandır yine

gururunu okşayınca erdemli sözler, zihnin aydınlığı karanlığa yenilmiş

iffetinden vazgeçiyorsun Zerdüşt’ün buyruğu dillenir söylencelerde

zalimin heybeti gözlerini kamaştırıyor çıralar güneşten miras alır alevini

mazluma acıma duygun öyleyse neden?

bakma sen şeytanın ateşle oynaşmasına

sen de bir söze kul olmaya hazırsan her daim görme sonsuz buhranı

tanrı’yı arayışın nafile alma kendi Ah’ını

bilmezsin zihnini saran atalarının salyasını bilmesen de öğrenme hiç

kime başkaldırsan onda bulursun istikbalini sadece zihnini kısırlaştır

kimden yanaysan nefretin onda sınanır karanlığından aydınlan

acizlik ruhunda demlenir körlüğünle bak dünyaya

ölüm rahminde döllenir

umut sevişmede gizlenir

14 15
...

Güne dair yalnız seni hatırlıyorum

Güneşli miydi, yağmurlu mu?

Sadece gözlerini,

Başında Medusa’nın tacı

Başının üzerinde kavisli bir rüzgâr

Saçlarında yılan zehri bir koku

Bir tek beni meşk ediyordu

Kimseler almazken kokunu

Kimseler duymazken içindeki ışıltının fısıltısını Gerçeği söyleme telaşıydı

Banaydı sanki her hâsılın Ve suçluluğu geç kalmışlığın.

Dünya küçülmüştü çehrende

Hayat kısalmıştı ömrümün o anlık cereyanında

Bir ömre aitti her bakışın

Lütuftu âcizane halime her sözün

Hava bir nefeslikti sadece

Güzelliğin bir görümlük…

Sonrası bu anın sürekliliğiydi

Sonrası sevmeden daha fazla seni

16 17
...

Hayat bazen beni sever

Bazen mecrasında inleyen akıntılar

Acı verir ruhuma

Akıntıda körlüğüme yanarım

Körleştirir alışkanlıklarım

Duyarsızlaştırır acılar tenimi

Bir kıvılcıma bakarım sadece Meryem’in rahmine düşmesi gibi

İçimdeki alevlerin donukluğunu harlamak için şüphelere gebe

Düşünce kurtuluştur, ruhun alışkanlıklarından.

İblisler, basar uykumu Muktedir huzursuzluğun asaletidir.

Umaylar korur çocukluğumu Telkinsiz bir nasihattir.

Ruhum Nuh’un gemisi misali çalkalanır ummanda

Mazinin enkazında yıkık zamanlar çaldım

Düşünce huzursuz eder sadece

Düşünce tehlikelerin elçisidir

Düşünce,

İsa’nın bir ışık huzmesinden damlayıp

18 19
... gözlerin maviyken

Böyle uzaktan uzaktan deniz köpürür

Kaçamaklı bir bakıştan alıkoymadan kendimi, senden menkul eskil zamanlar

başkalarının geviş getiren bakışlarına bakmadan yeşile çalarsa

aldırmadan toplumun kıymetli HARBİ-YEsini yosun yeşili olsun

Sevmeden, bazen nefret ederek âşık olmak dere dibinde kayalarla sarmaş dolaş

bazen her zamanın sözünü vererek içimden ufka batmış kırpık gözlerin

haberin olmadan sessizliğin bile çığlık olur

Sadece olasılığa düşürmek zihnini dayalı kulağım migren ağrılarına

Yaklaşmadan, uzaktan uzaktan inlemek hafif bir tebessüme dönüşür aceleci

Beklemeden gelişini beklemek seni, ansızın

Pay edilmiş olsa da bana. beni ter kokunda sakla

kirlenmişliğinde

en yakışıksız haline sevdalanmak marifetim kirlenmişlik asaletin

vermek çirkin mucizeleri -olacak gibi değil ya-

sevgiye hapsetmeden, bazen nefret etmek; iyi aile çocuğuna

kızmak ya da açık söyleyeyim kıskanmak! isyan yakışmazsa

var git yoluna, aslında ben de bilmiyorum ne istediğimi. bir ara kirlendiğinde yine/beni hatırla!

... Ocaktı, 2007

20 21
bıraksaydın o özgürlük vadeden huşu nöbetlerini

bir yaşam kolay kazanılmıyor, derdi ebeveynlerim

zaman ders vermiyor insana

sadece müptela hastalığına yakalanıyorsun

-ürettiklerinle mutlu oluyorsan

doğurduğunla yaşarsın

kopuyorsun o vakit kendinden dilzayî:

insan akan bir su misali işte varken yok oluşun makamı

her an başka bir çamura sevdalanıyor hiçlik değil, mertebe-i kübra

sarışını esmere tercih ettiğinde esmer oluyorsun bir içten başka bir içe yolcu kabrim

bir ömürlük lahzanda dilin ilk sesiyle üflendim

noktasında yine cahilim.

bir vakit gitmeyi düş kahramanlarına yazıyorsun

sen gitmiyorsun

sevdikçe yalan söylemek itiyatlı davranış

kendin için sıfatların oluyor

ama suretin bile terk ediyor seni

ayakların hürlüğüne köstek

22 23
etinin her dirheminde dilrabûn

dionysos yani

o coşkun suskunluk

iyilikten öte yücelik

karamsar yaratıcılık

meziyetsiz hüviyet

dilrabûn

her daim sönmeye anlık yakınlık arsız şehvaniyet

kandildeki titrek fitil kazınmış derimin paravan yarası

hafif rüzgara karşı direnir soluk ruhumun rengarenk gülistanı

bu kadar: var ile yok arasındaki sınır Alamut’u şeyhimin,

varlığın ilk nedeni dilrabûn Lut’un günahı

arzunun kadim asrı

varlık vadisinin uçkuru

iffeti asil kötülüğün

dilrabûn

senin düştüğün benim doğduğum uçurum

yolum, yordam bilmez sorumsuzluğum

etimin her dirheminde libido

24 25
...

şiir dilin destanıdır

her söylediğinde bir daha yenilirsin

felsefe bile aciz kalır

hüküm mantığa pay edilmiş

şiire gizli ruhların vadisi

her söyleyen bir daha yaşar şiir başka söyler, siz bildiğinizi okursunuz

ama yalnızlık biraz da yanlı-zlık ben başka dilden söylerim

kifayetsiz sözlerin mesleğidir hırsızlık buza ve ateşe üflerim

heybesinde imgeler sahipsiz şubatta cemre, ocakta köz imgelenir

düşler hakikat’ten daha amansız ben küfrederim siz latife sanırsınız

duygular sövesinden ayrık ciğerimi ezerim, sigarayı bırakırsınız

misal, ben ananızı boyayıp karşınıza çıkarsam

siz iğrenseniz de kötü davranıştan siz kendinizi Meryem’den doğmuş sanırsınız

mideden çıkmış yemişten

ottan, boktan, böcekten

imrenseniz de güzele

süslü söze, ağacın taze yemişine

aşka, meşke, kutsi erdeme

26 27
...

işte zaman toz oldu şakağında

salya sümük köpeksi aşklar

hep aynı dilde anırır

çığlıklar ne kadar zarif gerdanında fikrim, zikrimin kuşkulu arazı

gerdanında akan o morumsu günahlar bir sesim var içreğine tecavüz etmeye talip

ekşimsi göz yaşı hasret damıtır mukabelesiz sevdaya sivri sözcüklerim batar gizeminin tınazına

hangi damın penceresinden akan zerresin yalak dilim salyalar akıtacak erdemle zırhlanmış ırzına

düşün endamının kaçı kaç para bir kuyudan başıboş bir düzlüğe çıkmayı vaat ediyorum

söylemeye dilim varmıyor zaman giderek toz oluyor şakağında

gözlerin kantarında hilekar bir ibresin işin gücün hasıraltı

ve hayatın makus geçmişi olacaksın gizem daha da birikiyor,

o doygun gülüşün bir siluet ^ aç nefsimde şişkin ve şimşir mabedinde

tamahkar bir fahişenin bedeninde yine anırmaya coşuyor çığlıkların

söyledim söyledim anlamadın

sayılı günlerin var yine

kırılgan omuzdaşım

başımın kötürüm ağrısı

beynimin içinde doğmaya olgun cenin

28 29
...

hayat öyle bildiğin gibi değil

yordamında çizilmemiş mukadderat

içrek içrek tende şeytan yörüngeler çizer

kırış buruş mükemmeliyet yoktur, tanrı bile inandırıcı değilken

senin de kusurun riyakârlık olsun

düz eğretidir, zannımın karantinasında sadece kendinden menkul bir senle

bazen tünemek gerekir tüm bağırtıların üstüne mutluluk varsın böyle bahşolsun

kuyularda firavunlar düşlemek nafile

biat’et ceberut düzene

yalan en büyük kabiliyetin olsun artık ben sende azarlanacağım

sakın pes etme! sen bende muvaffak olacaksın

mubahtır düşlerin senin ben sana sen bana cüzamlı

tanrıdan icazetlidir saadet iki fani dost, iki azılı düşman

iki birbirine derman

çölde asa güneşe küskün bir haldeyken iki işlem görmeyen rakam

kılıçlar tümsek aynalar gibidir

cenkler bildiğinden de kalleşçe

kahramanın ölümü elbet utangaç zafiyetindendir

30 31
...

gelişi güzel bezenmiş belli ki,

tasarımdan eser yok.

Öylesine tesadüfi yaratılmış ki, cana dokunmadan kurşunlarınla seni yaralayan

hayran olmak nevrotik bir vaka ateşle gülümseyen

hastalık bence tüm beğeniler yıldırımlar ve fırtınalarla kükreyen

duygular kelimelerin bir oyunu korkusundan ibadete sığındığın

hangi kelimeden icat edildi çerez gibi saplantılar ama ağlamayan

örümcekler işemiş sanki ruhumuza neden diye yakınmayan

hep benzer nesnelere meylediyor kudretli

gönül denilen yersiz yurtsuz eşkıya acımasız

söylemde o kifayetsiz yaygara dilsiz

neyi bölüyorsun

nasıl biri diğerinden daha evla suyun akışı kadar çaresizdir hükümlerin

oysa umursamadığın kayalara değince tortusunu bırakır

şaşı baktığın o ucuz tasarımından mürekkep beğeniler bu yüzden hastalıktır

o asil atanın hayırsız çocuğu

ne kadar müstehzi

gaddar ve mükemmel

32 33
...

bana bir hikaye anlat

iyilerle kötüler yer değiştirmiş olsun bulutlar kurutsun göğü

hatta iyi ve kötü olmasın hiç kimse dereler yordamından sapsın

hiç kimse, hiç kimse olmasın güneşin karanlığında gözler kamaşsın

isimler olmasın güzeller yüz bulmasın

ne karşılıklı ne de karşılıksız olsun aşklar çirkinler şehvet uyandırsın

aşklar da olmasın bana bir hikaye anlat

yalanlar olsun inandırıcı olması gerekmez ama hikaye olsun

gerekirse yalan olduğu aşikar olsun ne bir olay

insanların isteyerek kandığı yalanlar ne de örgüsü olsun

zalimler daha bir kahraman illa ki bir mantığa uymasın

gerçek kahramanların foyası meydanda bana anlattığın hikaye anlatılmamış da olmasın

sefalet itikatlı talebelere doyurucu hep aynı zırvalıklardan müteşekkil

bana anlattığın hikaye böyle olsun aynı can sıkıntısından muzdarip

dinleyince meşrebim bozulsun bana bir hikaye anlat

bana bir hikaye anlat hikaye olduğu belli olsun

sadakat olduğu gibi alçakça

mis kokular lağımlarda coşsun

34 35
... bitişi yok madem

yaşam denilen düzgün soluklu esinti doğarken senin omuzlarına binmiş kader

bir kıpırtıya hapsetmek hevesi var insanda neyin hesabını tutar kör kaplı defter

umursadığı her anı ?

soluk almak tamahkarca

sonuç çıkarmak boşuna anlamak gerekmez

: duygulandırmak, meziyetle süslemek

neden bir pazarlık olur her olayda nakış nakış anları süsleyip

hataysa hata efkar icat etmek

kime göre bunca gurebaya methiye dizmek

hangi kıstasta ,

? insan çemberi dolaştıkça

bu kadar tanrı neden var dünyada ve gizli arsızlıklarıyla soludukça

neyin mükafatını verilecek bana içten içe şehveti doyumsuzca

cennet hangi kusuruma deva ama saklayarak gerçek benliğini

? ruhunu ele vermedikçe

sürünerek, yürüyerek ya da gömülerek büyür, küçülür, çürür

bir yolculuk ki başa bela .

sonra bir yol çember çember

36 37
...

adım

bir terzi marifetiyle yürüyen toprak

yarılan hayatın ince ilmikleri usulca kesiliyor

çözmek daha zordur

zordur zaman isteyen endamını göstersin o ritmik kıvrımların, yelleyerek

aceleyle çoğalır kördüğüm savursun kokunu

münasebetsiz ayak bağı çelme atar kör gözüme değsin

baş aşağı bir yolculuktur hayat kulaklarım işitsin etinin sıcaklığını

ayakta durmak çocuksu bir telaş içinde bir adım daha sözcüklerimi duyursun sana

sürünmekte gizlenir ilk adım son adımda pişmanlığım taşınır omuzlarda

ilk isyan el uzatır memeye bu telaş benim değil

ilk ağlayış hasrettir ana rahmine zorunlu vefası ahalinin

adım

sağlam olsun istenir

dik taşısın gövdeni

önce sağdakini atacaksın

sonra terzi makası gibi

38 39
… ...

şimdi sen memleket kadar vuslat terbiyenin makus çirkefliğine bürünmüş

kabir kadar ebedi huzur görünmeyen yüzünde nur var zanneden

ve ölüm gibi soğuk mutluluk ya da çıkacakmış gibi tevekkül eden

canhıraş telaşım kavuşmak sana koynuna girdiği kefenden

yıkıp gelmek ar teriyle örülmüş duvarları şehvaniyetini sergileyen

terbiyeden edepten yoksun cüretim takva sahibi kevaşeler

zakkumdan ağı sağmışım uzaklaşıyorum

tuba ağacından meyve çalmışım

kavuşmak için sana tüm günahlarım kendi gibi namuslu ırzı kırıklardan

sıyrılmış tüm arzular şehvetimden adına halel gelmesinden korkan

kuru meşin sıcaklığı tenim korkun biraz daha

illa ki, varsa yoksa o karanlık gözlerin ama benden, benden söz etmeden

o yosun yeşili serzenişin söylediklerime saldırmadan koruyun namusunuzu

gureba semtinde özürsüz güzelliğin ben yokmuşum gibi olun lütfen!

ve sonunda hasret yazmışım adını bırakın kendi öfkemi fısıldayayım

sana gelen yolların levhalarına biterse belki sizi de sevebilirim

sana dair tüm şarkılarda yersiz bir mırıltı olmuşum anlayış gösteririm bu takvalı vücudunuza

asırlık köhnemiş ruhunuza

40 41
...

her şey sevilebilir nedir bu dilimden düşmeyen türkünün sırrı

sevildikçe güzel de görünür bu sırtıma binen havanın iksiri

huzursuzluklar biraz makul olur belki ?

belki bir gün sizden biri bile olurum bulaşmış bir kere musibet yozlaşmışlık

başka bir erdem timsaline karşı sizi korurum bu kaç asırlık hastalık

ama saldırmayın bana neden ruhumuza ecza olur folklorik şarlatanlıklar

bu haylaz duruşuma bir dünya tasarlamak mecburi mi

karşıcı tavrıma tahammül gösterin hasret neden hep haritasında çizgiler çizer yolumuza

vahşiliğinizden bir ufuk görmeye alışık benliğimiz

onur türetmenizi nasıl görmezden geldiysem gözlerimiz arar korkarak karanlıkta

nasıl ki, baskıyla kuşattığınız yuvamızda aşındırarak asıl özgürlüğü yaşamın

yalana boyun eğdiysem kaybederek bütün çirkin mucizeleri

özgürlüğü bencilliğinize teslim ettiysem hep vaat edilen vadilere yuvarlanarak

bi gayret beni görmeyin törpülenir coşkun duygular

yokmuşum gibi olun lütfen! aşkın zekamız körelir

42 43
Kalıba dökülmüş demirin akışkanlığıyla lütfedilen ömür ...

sancı-yarak büyür buruşuk cenin gideceğini haber veriyor yılgın gözlerin

dünyayı ağlayarak görür kafa yağının marifeti benden ve dahi yaşanmış onca musibetten

büyür plastik tutunamamanın o naif gerçeğinden

sertleşir demir -ağır perde yorgun kapanışta-

sarar etrafımızı kültürün zehirli hissi bir solukta tükettik bizi

büyüler masallardaki yalanlar üzerimizde hakkını veremediğimiz bir gaye var

güzellikler hep geçmişte yaşar bıraksalar belki yoluna koyacaktık bazı şeyleri

olmayan dünyaya uğranan yolcular zavallı kurbanlar mutlu olmasak da bir yaşantımız olacaktı adam akıllı

yaşasın var olan çirkinlik bende hiç tükenmeyen umut

heyecanlı ve gerçek sende zoraki mutluluk belirtileri

yanında soluyan kötülük yetmez, ama olsun diyecek kadar yetingeniz

ham oluş gidecek misin diye sormuyorum

dinamik dilrabûn gideceksen git diyecek kadar çözümsüzüm

bu donmuş duygular ezeli hastalık kalsan biliyorum değişmeyecek

tedavisi fanusta saklanmak git ve bana özgürlüğümü bırak

her şeye çamur atmak senden dolayı yontulmuş kırıntılarım yeter bana

ilkelerle kutsanan benlikleri zincirlerinden kurtarmak onlardan kendime bir kukla yapacağım

yıkmak en mükemmeli de olsa düzenleri hayatı bu orta yaşımda yeniden oynayacağım

44 45
gün aşırınca ışıltıyı şafağın kuytu sıcağında

mezar olur taze zaman ömrümün hilkat aynasında

anın her reddesinde üzerime yürüyen sonsuz hiçlik

zıvanasına oturmamış nizamın avareliğinde daim

bu boşluk buhranı görünmez mahfuz gerçek

şevki yok bu parıltılı nefislerin

ukdelerime kavuşacağım en azından kamaştıracak ışık yok feri endamında

bir müddet karşı koyamayacağım bir yol uzanır nihayeti saklı dolambaçta

iğnelemeler olacak etimde ilham oluyor bana bu menfi manzara

çoğalacak nedensiz pişmanlıklar hiç yokken var oluyor yeni yaşam alametleri

kanıksayınca yokluğunu o zaman başlayacağım zihnim kanatlanıyor varoluş semasında

zaman fırsatıyla duruyorsa karşımızda felekler diziliyor boylu boyunca

gitmeye ya da kalmaya karar vermek lazım dalga dalga işitiliyor kainatın dilinden mistik bir mani

geç kalmanın çaresizliği bulmadan bizi karmaşayı berraklaştırıyor sivri boylu şahika

enlerde marazi güzellik saadet hükmünde

şimdi tarih değil kıyamet oluyor bu irkilmem

coşkun yaratım doğuyor kasvetli sabahta

güneş körleştirir karanlık doğurur beni

Belki bir Temmuz gecesi, 2010 gibi…

46 47
...

Bakır telde yoğunlaştı ince kan elektrik

Kızıl yumruda pıhtılaştı özgürlük öksürüğü

Hayat girdaba dönüştüğü zamana tosluyor

Cenahlarda akan iril yuvarlar sekiyor

Ve ateş yayılıyor ince küllerinden bulanık dumana

Bir daireye hapsediyor kendini beden

İçte alevler kaynıyor

Dışta vahşi et çiğ/damlası Daha da sonlanır damarlardaki elektriğin çırpıntısı

Tende tüyler ürperiyor, sallanarak ayakaltına Boşalır ilikler, kaybeder hayatın ışıltısı

Derin bir üflemeyle kanatlar param parça Yılgınlık sonsuz bir kavgayı umarken

Elçi eli boş dönecek arşın huzura Ebedi bir boşluğa yuvarlanır suskunluk

Ruh bedenden önce kaçtı çünkü savaş alanında

Karanlık sarıp sarmalamaya geldi mağlup cesedi

Gözler seyirsiz kalacak bu ıssız sahrada

Beyhude hakikatler anılarda gezgin küheylan

Dil güzaf, bir zincir gibi dolanmış boyunlara

Titreyince ölümcül beden

İki ayağa kapanır ketum pençeler

48 49
...

Kayıp gitti geçmişin perde aralığında sükûnet

Vahşi tantanalarla uğurlandı

Her şeye boş vermiş makul insan öldü

Bağırmayı yeni öğrendi kırsal maymunlar

anlamsız serzenişli

Yeni kavgalar depreşir körpe ırzlarda

O siyah gizemler mis kokulu kirler biriktirir

Fışkırır şehvet yağları, dile iştah kabartır Fesat yağmuruyla düşman çocukları

Namusu kirletmekle başlar arınma rengarenk gülistan olsa da

Bezirgân buyruklar kifayetsiz kaldı Ayrık otlara yetişmez boyları

Taraflar saf değiştiriyor hilebaz oyunda

Boğazlarda lafazan balgamlar boğuluyor

Evcil kuşlar kafeslerini dişleriyle tarumar

Tiranlar erdem bayrağını göndere çeker durmadan

Giderek artacak başıboş isyan

Cemiyet zehrini yutmamış terbiyesiz çocuklar büyüdü

Falakadan kurtulmuş çıplak ayaklar yeşerdi parklarda

50 51
...

Ziyan olmuş düşler, erkeli inzivalarda

Kaburgalar kıkırdar utangaç beynin yüküyle

Boşa geçmiş onca üşengeçlik

Bir yaratımdan yoksun düş gücümüz

Geç mi kaldık dersin, isyan için

Gün geçmiyor ki, sahte gerçek inşa edilmesin

Zaviyelerde yetişen tohumlar

ucube güzellikler türetmesin Sahipsizler cehenneminde büyüyecek arsız askerlerimiz

Kırbaçlar her zaman bileli- amadedir gamsız nefislere Dost yılanlar koşar doru taylar gibi imdadımıza

Yalar ruhumuzun tüylü tazeliğini Tükenmeyiz kötülükte saklanırız

Naif bakışlarımızda cinayetlerin seyri Alt edeceğiz budala ahaliyi

O alışılmış yalanların dinletisi tarihin dili

Tanrının şarkısı her daim inletir duvarlarını tüneklerimizin

Kulaklarımız aynı nakaratla irkilir beş vakit

Merhamet çoğaltır zalimin kibrini

İnsanlık cübbesi altında vahşi yaratıklar ehilli

Sadakaya aç meczuplar cennetini yönetir

52 53
sen aldanmayı masumiyet suyuyla yıkayan

elleri toprak ve yangın kokan

bu halihazırda duran hakikat dayanılmaz cazibenin hürriyeti

akışına sual olmaz nehir gibi akar aşina güzelliklerin düşmanı

her bir zerresi kayaları iştahla yalar aşkın sonsuzluğuyla dünya ile paydaş

görünen ne kadar da üryan ruhun alacakaranlığında tebessümlü görüntü

bu gözüme perde olmuş şaşkınlık senin için beyimdeki tüm kuyuları eştim

izanıma değince başka tuhaf unuttuğum Yusuflar haykırdı adını

nedir bu kendinden emin bakışlar suretin o şeytani tuzaklarda buldu beni

kisve sahibi ucubelere duyulan hayranlık o kuyularda bendim adın haykırılınca

ya ne demeli dobra söylenen dedikoduya sen gökyüzü parlaklığında bana uzak

ben miyim alemde sarhoş ama görebildiğim kadar var olan

sahtelik mi ulaştı gerçekliğin demine gözlerimle dokunabildiğim kadar yakın

duyamadığım kadar yoksun

yaşadığım kadar ölümsüz

54 55
...

Dünya aynı değildir aynı zamanda

bir yanağını güneş ısıtır, diğerini ay serinletir

ışık mı kovalar karanlığı, karanlık mı çeker ışığı

huzmeler damlayınca esmer utangacın tenine

saçlarını örter sanırsın beyaz örtüyle

bu dolanan sürüngen zaman o ateş topu ansızın söner

sırtında taşır meskun inzivayı sessiz bir inleme derinden coşar

bedeninde sürükler yorgunluğu asrın görenler felaket tellalı

bu kabirler topraktan çalar yaşamı namus çığırtkanları ellerinde curcuna aletleri

toprak bile fark etmez kendinden saklanmış olanı dillerinde salyalarıyla dökülür nifak tohumu

aynı değildir dünya aynı zamanda bir korku, hain bir dedikodu

etrafında iki haylaz aşık dolaşır umursamaz kovalamacası yeniden iki haylaz çocuğun

ıslatmaz çakmak taşı gibi parlayan yağmurlar

heybetli babanın gürlemesi korkutmaz onları

yaşlandırmaz ömür taze neşesini arsız veletlerin

yakalayınca esmer çocuk sarışın kızcağızı

sokaklar ıssız muhabbet

tenhalaşır ulu orta kalabalık

56 57
...

sarılmış gölgeler bahçenin ıslak rengine

o mübarek yağmurda canlanan göz yaşların

dokunaklı bir şarkının çiziği gibi yüreğimi parçalar

sana dokunmasın istedim zihnimin dikenli telleri

ellerim parçalamasın ellerindeki sıcaklığı benmişsin sen

ne kadar çok açım sana vicdanım

ne kadar çok bağlıyım buyurganlığına hareketimin eşzamanlı esintisi

gözlerim çocuksu bakabilse keşke gayretkeşliğine kalbimin derin yankısı

çırpınışların olmasa bendeki bu avareliğe göğüs kafesimde tutsak nefesim

sahiplenmezsen bu kirlenmiş ruhuma soluyarak öldürdüm hayallerini

celladına acıyan ölüm sevici kahraman

mutlak bir mutluluk sunar en soğuk gülüşün

paha biçilmez yoldaşlığın

sanki asırlıkmış varlığın

hep varmışsın

hiç yok olmayacakmışsın

58 59
...

öldürdüm seni değil mi?

Gözlerim bir iğnenin deliğinden ilişiyor

o kâbus karanlığa

Ortalık kan revan ışığında

seyrediyor ferim

Bir sürüngen at bana nasibimi koşturuyor

Siyah parlak bir at

Kırbaçlar derimi ısırıyor sürünerek Velhasıl belimi sarmış kırbacı bedensiz gölgenin

Atın üstünde bedensiz bir gölge gülümsüyor İğnenin deliğinde kıstırılmışım

Sıcak kırbacını sallıyor Uyanmaya mecal dilenirim kaskatı bedenimden

Beni iğnenin deliğinde kıstırıyor

Küçük şeytanları ayaklarımdan çekiyor beni

Karanlık boğmaya yelteniyor

Islak değildir buğusu

Ama boğucu keskin sudur

Ve soğuk

İçtikçe homurdanarak

Uyanmaya zorlar beni

60 61
... ...

Gözlerinden şimdi damlasa bir ışıltı Bana gökyüzünden birkaç bulut ör kazağında

aksa avuçlarıma inci tanesi bakışların İpliklerinde

dağılsa gün ışığı saçlarından kanımla rengârenk/cümbüş cemaat gözlerim boyansın

zincirlerinden kopsa bu ihtiyatlı halin Işığa inat bir mum yak şafağın nöbetinde

Bir bekleyişe ömrümü adadım

Neden böylesin diye kızmıyorum aslında Sustum ölüm uykusu inzivamda

Çırpınıyorum sadece canımı sıkıştırdığım avuçlarımda Seni beklemiyorum

kirpiklerinin cüssesinden Senden bana emek dokulu hatıralar gelsin

ince bir bakış düşsün diye bana. Senden kopmuş yadigârlar yolla

lütfetsen azar da olsa dillinden bir heceyi Beni bekleme öyleyse

bu sıkı ağız neyin sırrını tutar? Sana benden hayaller yaşıyorum

Gözlerine yerleşmiş bu sonradan görme utangaçlık Sana benden olmamış mutluluklar düşlüyorum

astarından pahalı öfke kimin hayrına? Böylesi daha aşk barındırıyor

korkundur bu yüreğine attığın şamar Böylesi daha mecaz çoğu şairin imgesinde

dinlesen o çocukcağızı Bin yıllık bir mimarinin duvarında daha sağlam yeri

bu kadar üstüne gitmesen Vuslat öldürür esrarlı gamı

biraz günaha bulaşarak öğrense erdemi Gamsızlık öldürür o hayali varlığı

kendi kirini kendisi temizlese Yani adına aşk denilen rüyadaki kamuran şahı

62 63
İki nokta arasındaki basamaksız merdiven

Ardımızda dörtnala gelen talihsizlikler

Belki sadece bir kavalın söküp alabileceği cinsten Bir sümüklü çocuk taş duvarın köşesinde

bir yangındır yüreğimdeki sıkışmış fare deliğine

Dillerin sözcükleri sadece nesneler için vardır Yutulur merdivenden kayan bacağı

Bizler nasıl bir kâsede alabiliyorsak tanrının sezgisini Bir namus ırza geçer.

Öylesine bir acıyla var ettim kendimi Bir ağlayış paklar kirlenmeyi

Kendimi ihtiyar bir yok oluşun pençesinde hissederek. Bir sevda yüceltir sadece

Kazanmak, kaybetmeyi kuyrukta bekleterek Yüceltir çaresiz iradeyi

Hayat yavan olurdu sen olmasaydın Bir kamçıyla cezasını bulur

Senin yaşattıkların, senden kasılmış ihtimaller Zevke kavuşmuş haylaz suç!

Ya olmasaydı diyorum, sen olmanın ne anlamı vardı. Bir daha olmayacakmış gibi edilir tövbe merasimi

Ben bu kadar çaresiz olmasaydım yine de olur muydun? Olmayacak denilir, olunur hep,

kendisinden ve tanrıdan saklanmayan kuytulukta

Köşeyi dönen haspa tövbesini unutur.

Unutulur yalnızlık başa vurunca

64 65
...

Şimdi talan edilmiş yurdun

kölemen bir çocuk bakışı gibi bendeki beklenti

Neden yalan söylüyoruz ki? sanki umut

Offf!!! Sanki adımı bilmiyormuş gibi, dünyanın herhangi bir yerinde

Kaçamak bakışlarını fark etmiyor muyum? gülümseyen bir kızın resimdeki suretine

İlk kez duymuş gibi, aşık olmak kadar ahmakça

Bu ne şaşkınlık! oracıkta,

Kenardan sıvışmalar sahip olma duygusuna kapılmak kadar sahtedir yaşam

Başı eğik tesadüf geçişler bolca hayal kurup gerçeklerden kopamamak,

Hem budala hem aptal hem de çirkinsin hayali bile olmayan hedefler için çabalamak,

Sen yalancılığınla masumiyet icat eden zavallı en kötüsü de onlara gerçeklikten daha fazla bağlanmak...

Olmayayım hiç senin için sonra dünyaları kurtarmış gibi gururlanmak

ne kızgın pençelerini sicili belli olmayan erdemler için.

ne de kendine dair saçma karakter tahlillerini Kim verdi bana bu sorumluluğu,

yok mu ki, herkesi yargılayan dedikoduculuğun kimin için dişimi sıkıyorum?

Sen de benzemişsin bu kentin bütün sokak aralarına Kim anlayacak ki, kim umursar ki,

ne uzaktan ne de yakından çekiliyorsun. çığırtkanların ajitasyonlarından başka. (soru değil bu?)

66 67
...

Ayak tırnaklarımla tırmalarken tahta döşemeleri,

o diş sızlatan sesleri

duymaya neden tahammül ettiğimi hiç düşünmedim.

Hafif bir gıcırtıyla oda kapısı aralandı,

Haspanın duyarsız dolaşı daha az ses çıkarıyordu.

Hatta yok denilecek kadar azdı.

O ağır gövdenin ayakları altında

sesler boğuluyormuş gibiydi. En cesaretli, en mert başkaldırıydı bizimkisi

Bu duyarsızlığın karşılığı ne olmalı diye düşündüm. birbirimize karşı

Ciğerlerimden boğazımı zorlayan derin bir öksürük Pişman olmadan, özür dilemeden kavga etmek ne güzel!

eşlik etti bu kaba sessizliğe

Beni bekleyen bir azarın

şamar gibi kulaklarımda parlağını önce hissetmedim bile

Sonra acısı duyuldu şimşeksi bakışlarımda

öfkesi fırladı seyrek dişlerimin aralığında

Şiddet iki kişilik bir savaştı, taraflar yorulunca son bulan

68 69
...

Bizler ne orta ölçekli insanlardık

ne de hissi kabarık bakireler...

İnsanlık trajedisinin en uç noktasında

dolaşmayı düşleyen hayalperestlerdik.

Hiçbir savaşın amentüsüne zılgıt dahi çalmadık;

olur ki, onların kasırgalar doğuran değirmenlerini

yelleyen nidalarından beslenmedik.

Nedense hiçbir masal kahramanı bizi büyülemedi. Bize bir yol verilmiş, bir plato, bir çorak bozkır...

Efsanelerin enjeksiyonlarından beslenen haşhaşiler Ama bütün sesler,

bize güven vermiyordu. yanılsama farz ettiğimiz görüntüler bizim içindi.

Yolumuz şahikaların göz ucunda uzayan Kornalar bizim için çalıyordu.

uçsuz bucaksız platolarında çizilmişti.

Kim tarafından?

Belki tarafımızca

ve belki idrak duraklarımızda

fısıltısını dahi duyduğumuzda

tüylerimizin birer ısırgan otuna dönüştüğü

o yüce iradenin iltimasıydı.

70 71
...

kırmızı gül goncası düştü Karun’un elinden

o zengin mabedine

keşke batmasaydın yerin dibine kelimeler daha çok cümle kuracak

uğursuz suretini göstermeseydin, birçok sesten yeni kelimeler doğacak

buğulu aynaların utanç yansımasında kurşunlar bitmeyecek yine de

kırk katırla taşıdığın anahtarlar açmaz cehalet yuva kurdukça okullarda

gönül dediğin sevda zindanının kapısını bu kaldırımlar daha ne kadar topuk tıkırtısı dinleyecek

bu denizler köpürse paklamaz kirlenmiş ruhunu aynaları belki siyah örtüler kaplayacak

bilincin köhne bir hasır renkler karanlığa gömülecek

az mı uzandın üzerinde dudaktakiler dahil

kısraklar gibi tepiştiğini hatırlasan bu günden habersiz birçok çocuk doğacak

o kibirli salyaları gizlemek için ne çok çabaladığını ve onlara bu günlere dair yalanlar söylenecek

sen de kaptırdın kendini insanlığın karanlık dehlizine ölüm betonlaşırken ihaleci iktidarların elinden

o ayak üstü sohbetlerde söylediğin yalanlarla akdetmiştin yaşam daha da solgun duracak ağaçların dallarında

ömrünü sattığın vicdan yoksunu erdemle...

72 73
... ...

Gözlerinin kenarında geçen bir ömür seldası Ey!

Vakit öksüz bir çocuk kadar bekleyişte Kutsi savaş!

Bir annenin telaşına hasret, kıvırcık kirli saçlar Kirlendin sen artık

Toprağı parçalamış gibi bakar boncuk mavisi gözler Ve tanrı bile paklamaz seni

Siyah perçemli bir kış günü kadar yalnızlık ürkütücü Çünkü mürekkebim bitti dedi

Ne olacak diye yaşamanın her sedasında bekleyiş Gamsız telaş!

Beklemek ayrıca kaçmak demektir Riyakârlığın görünür oldu.

sürüp giden zamandan Çile mağduru nasırlar!

Aşka doğuştan meyilli Zincirlerini parlattığında kıvılcım çıkmaz

Ama o meyilde, umudun zerresinde

temkinli bir korku kadar ihtiyatlı davranır acemi yürek Dünyanın yetimleri,

Sözün tükendiği yerde durur hep hevesler Babalarınızı aramayın artık

Kursakta ölümcül bir düğüm Baba olmaya kalkmayın

Enseden bir nefes tüyler ürperten ağlayan çocuklara

Böyleymiş var olmak diye düşünmedi hiç! Babalar suçludur

Neden düşünecek ki, zaten yaşıyordu. yetim kalmanızda

74 75
...

Neler düşünemez ki insan, karanlığın lâl sokağında

sessizlik kıymete binmiş bu tenhada

soğuk soluklanmış lambalar

açık hava müptezellerinin başında saçak,

dışarıda konaklayanlar, yağmurda paklananlar,

hayatın dibinde mesken tutanlar

Neler düşünemez ki, karanlık zamanın hikmet avcıları,

umudu göğüs kafesinde saklı düşünen mağlup idealistler

ama umut bu, kırılırsa iflah olmaz bir intikama dönüşür bekle o zaman karanlık büyütsün düşünceyi!

sessizlik büyütür sinsi düşünceyi O düşünce ki karanlığın içine sokacak bozgunculuğu

ve arı kovanından çıkarsa

yavrular gübrelenmiş çiçekleri tozlarsa eğer

ham maya derelere akarsa

setler çatlaklarından sızlarsa

sancıya yakalansa köprüler

köpüklü taşkın suların arbedesinden

nasıl durdurulacak,

karanlık günlerden kalma düşüncenin fitnesi(?)

76 77
...

Sen geldiğinde ben öyle bir telaşlıydım ki!

Sabahın Seher’inde…

Yetişmeye çalıştım gelişine.

Zamana uydun çığlık çığla acelenle

Hoş geldin yüreğimin yağ bezesi

Bir ırmağın bakışı kadar berrak çıktın karşıma

Nil gibi mesela bereketli topraklara uzayan Ya yakışmazsa diyorum

Gözlerinde bir sabah dinginliği Ya beğenmezsen

Beni tanımaya çalışan kokun sardı soluğumu Hayat senin, ruh senin yüreğim

Narin dokunuşlu yârim!

Sana hazırladığım tavsiyelerim yok Yaşamandır, özgürce, tek dileğim

Kınama beni… Sen benim şansım, ben senin bahtınım.

Benden muktedir olman için hayata karşı 26 Mart 2016’ydı.

Aklını karıştırmasın diye,

tedavülden kalkmış geçmişimin tecrübeleri

Öyle sade ki şimdi

Öyle yalın ki zihninin odaları

Nasıl bezemeye kıyarım ki?

78 79
...

Mayınlar çizmiş güzergâhımızı Tristan Tzara’ya kısa bir saygı duruşu…

Dikenli uğraklar, tekinsiz sabahlar

yaşamın zincirine çarpar DADA FELSEFESİ’NİN AMENTÜSÜ

Korku biraz mutluluk getirir Dadacı felsefenin ilk ameni,

Havlayan kuş cıvıltıları parlak masmavi bir perdeyi aralar ...ya filozofsun ya da hakikat ufkunda âmâsın.

Suskun bir azarlama bizi uykuya götürür. Bedeni uyuşmuş, ruhu iğneli kalemşorler at sineklerinin
hangarında çıldırmak üzeredir.
Ellerimiz titrek bedenimizi okşayarak örttüğünde
Bir sınır bekçisi uyanıklığında kulakları mayınları sayar.
Annem gelmesin diye, ruhumu öldürüyorum.
Kör ağız, kör kulak, körlük nesnesi dışında kördür.
Gelme üşürüm diyorum, kendimdeki ona
Mağarada sessiz sevişgen oğlancıkların cıvıltılı müziği,
Gelme anne! Altımızda mayınlar var
geometrinin püfff nişasta dağınıklığı...
Gökte havlayan kuşlar, mavi perdemizi aralar.
Uzun saçlı kızların yüksek şatolarında,
Katırlarımız aç ve susuz
kısa dev adamların plaza camlarında,
Ve kıstırılıyor hayatımız katırların enik soluğunda
akvaryum ışıltısında,
Havlayan 34 kuş cıvıltısı etrafımızda
mercek altı ciğerlerin kıyımcık sofralarında
Ölüm mayınlardan değil,
bir yeraltı soytarısıdır Dadacı.
kar tanelerinin sırtından iniyor üzerimize
Tristan Tzara’ının havarisi,
Ne olur gelme anne!
Dada’nın müşrikidir aynı zamanda.
Geç kalınmış bir Roboski ağıtı.
Arzu haraç mezat, dil kalender talebelerin ödevi,

80 81
İnsan sadece kendisi değildir.

İnsan insandır aynı zamanda...

gönül koyan ebeveyn ahı... Tüm zaferlerin galibi,

hepsi günün konusu... tüm yenilgilerin mağduru,

ve yarına bırakılan iş yükü. tüm suçların ortağıdır.

Dada bir atın nalı kadar kıymetli, yelesi kadar sürüngen... İnsan her cinayette bir parça katil

Dada sadece dadadır: Da Da, Ba Ba, Ma Ma, Pa Pa, Ka Ka! ve aslında

İmzasız her söz Dada sözüdür. ölümler toplu bir intihardır.

28 Kasım 2019 13 Eylül 2020

82 83
84

You might also like