You are on page 1of 360

TEMEL

BRITANNICA
TEM EL EĞ İT İM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ
Encyclopaedia Britannica, Inc. (Chicago)
R obert P. Gvvinn
Yönetim Kurulu Başkanı
Peter B. N orton
Başkan
Fred H. Figge, Jr.
Başkan Başyardımcısı

Ana Yayıncılık A.Ş. (İstanbul)


Nazar Büyüm
Yönetim Kurulu Başkanı
Sadun Sönmez
Genel M üdür
Dr. Cihan Belen
Genel M üdür Yardımcısı

Children’s Britannica (Londra)


Jam es Somerville, Başeditör
Editörler
David Black, Jennifer M. Cox, William G ould, Jam es H arrison,
Jessica K uper, Jane Royce, A nne W ilkinson

Children’s Britannica
First E dition 1960
Second E dition 1969
T hird E dition 1973
Fourth Edition 1988
© 1988, 1989, 1990, 1991,1992 Encyclopaedia Britannica, Inc.

Temel Britannica
© 1988,1989, 1990, 1991,1992 A na Yayıncılık A.Ş.

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

H er hakkı saklıdır. Yazılar ve görsel m alzem eler,


izin alınm adan, tümüyle ya da kısmen yayımlanamaz.
Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, on beş günlük,
aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak
gösterilerek kullanılabilir.

ISBN 975-7760-02-01

92.34.Y .0012.3

A na Yayıncılık ve Sanat Ü rünlerini Pazarlam a Sanayi ve Ticaret A.Ş.


B üyükdere Caddesi, Üçyol Mevkii, 57, Maslak 80725 İstanbul

Baskı: Hürriyet Ofset


TEMEL
b r it a n n ic a
TEMEL EĞİTÎM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 3

HÜRRİYETİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D İ A B R İ T A N N İ C A , IN C .
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
TEMEL BRITANNICA’NIN
1992 BASKISINA İLİŞKİN NOT

T E M E L B R İT A N N İC A Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi’nin 1992 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, T E M E L B R İT A N N İC A 'nın 20. cildindeki Dizin'in ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabilmeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica’mn 3. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

Bangladeş Bermuda
Bankalar ve Bankacılık Beyaz Rusya
Baraj Bhutan
Barbados Bilecik
Barış Hareketleri Bingöl
Bartın Birleşik Arap Emirlikleri
Basra Körfezi Birleşmiş Milletler
Batı Samoa Birmanya
Batman Bitlis
Bayburt Bolivya
Bayrak Bolu
Beckett, Samuel Bonn
Belçika Borsa ve Kambiyo
Belize Boruhattı
Benin Bosna-Hersek
Berlin Botsvana
BALKAN SAVAŞLARI 7

BALKAN SAVAŞLARI, 1912 ve 1913 yılla­ açtığını duyurmasıyla başladı; ö bür devletler
rında Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri de K aradağ örneğini izledi.
arasında yapılmış ve Osmanlı D evleti’nin Bal­
k a n la r d a k i geri kalan topraklarını yitirmesiy­ Birinci Balkan Savaşı
le sonuçlanmıştır. Bu savaşlarda Osmanlı O smanlılar savaşa olumsuz koşullar altında
Devleti bir zam anlar egemenliği altındaki başladı. K om utanlar arasında var olan anlaş­
topraklar üzerinde kurulmuş yeni ve bağımsız mazlık ordun un gücünü zayıflatmaktaydı. O r ­
devletlerle savaşmış ve yenilgiye uğramıştır. duda geri hizmetler aksadığı için araç-gereç
1878’de imzalanan Berlin Antlaşması {bak. ve yiyecek sağlanamıyordu. Ayrıca genelkur­
B erlin ANTLAŞMASI) ile OsmanlIlar önemli öl­ may savaş tehlikesi belirdiği halde önlem
çüde B alk anlar’ın dışında bırakılmış, ellerin­ almak bir yana askerlerin bir b ölüm ünü terhis
de yalnızca M akedonya, Trakya, Tesalya ve etmişti.
A rnavutluk kalmıştı. Berlin Antlaşması u m u ­ Balkan devletleri karşısında Osmanlılar h e ­
lanın tersine bu topraklar üzerindeki paylaşım men hem en tüm cephelerde yenilgiye uğradı­
mücadelesine son vermedi. Bulgaristan ve lar. Edirne-Kırklareli arasında saldırıya geçen
Sırbistan’ın durm ak bilmeyen genişleme ça­ Bulgar kuvvetleri Osmanlı ordusunu bozguna
baları, Y un an istan ’ın M ak e d o n y a’dan toprak uğratarak Ç atalca’ya kadar ilerledi. Sırplar ile
istemleri ve R usya’nın Balkan Slavları’nı kış­ Yunanlılar M ak e d o n y a’yı işgal etti. OsmanlI­
kırtm a çalışmaları bölgede gerilimi iyiden lar düşm an kuşatm alarına direnen Yanya,
iyiye artırmıştı. Bu sırada R usya’nın Balkan- İşkodra ve Edirne dışında tüm Batı T ra k y a ’
lar’da artan gücünü kırmak amacıyla Avus- dan çekilmek zorunda kaldı. Bu arada 28
turya-M acaristan İm paratorluğu'nun Bosna- Kasım 1912’de A rnavutluk bağımsızlığını ilan
H e rs e k ’i topraklarına katması bir dönüm etti. Böylece O sm anlılar’ın B alk anlar’daki
noktası oldu. B alkanlar’daki etkinliği­ varlığı sona eriyordu.
nin engellenmek istendiğini gören Rusya, Çatalca önlerine kadar gelen Bulgarlar d a ­
Balkan ülkelerini birleştirme çabalarını hız­ ha ileri gidemeyeceklerini anlayınca Osmanlı
landırdı. Devleti ile 3 Aralık 1912’de ateşkes imzaladı.
Önce Sırbistan-Bulgaristan, ardından Bul- O rtaya çıkan bu yeni durum karşısında büyük
garistan-Yunanistan, Karadağ-Bulgaristan devletler Balkan Y arım adası’nda yeni sınırla­
(sözlü olarak) ve Karadağ-Sırbistan arasında rı belirlemek üzere 17 Aralık 1912’de L o n d ­
dayanışm a antlaşmaları yapıldı. Böylece B al­ r a ’da bir konferans topladılar. B u rada O s ­
kan devletleri aralarında O sm anlılar’a karşı manlI Devleti, Edirne de içinde olmak üzere
bir birlik oluşturdu. Bulgaristan ile Sırbis­ Midye-Enez çizgisinin batısındaki yerleri Bul­
ta n ’ın imzaladıkları antlaşmanın gizli ekinde garistan’a; Selanik, Güney M akedonya ve Gi-
iki ülke koşullar uygun olursa O sm anlılar’a rit’i Yunanistan’a; Silistre’yi R om anya’ya vere­
saldırmayı ve M ak e don ya’yı aralarında uygun cek, Amavutluk’un bağımsızlığım tanıyacaktı.
bir biçimde paylaşmayı kararlaştırmışlardı.
1912 ilkbaharında bu gelişmeler olurken İkinci Balkan Savaşı
Osm anlılar, Trab lusg arp ’a saldıran İtalyan­ O sm anlılar’ın bıraktıkları toprakların payla­
l a r l a savaşmaktaydı. Ayrıca ülke içinde siya­ şılması Balkan devletleri arasında bir gergin­
sal çekişmeler iyiden iyiye kızışmış, subaylar lik yarattı. Özellikle M akedonya konusunda
arasındaki siyasal görüş ayrılıkları emir k o ­ çıkan anlaşmazlık gerginliği daha da artır­
m uta zincirini olumsuz bir biçimde etkilem e­ mıştı. 29-30 Haziran 1913 gecesi Bulgaris­
ye başlamıştı. Mayıs 1912’de A rnavutlar b a­ ta n ’ın, Sırbistan ve Y u nan istan’a birden sal­
ğımsızlık istemiyle ayaklandılar. Bir yandan dırmasıyla II. B alkan Savaşı başlamış oldu.
Trablusgarp Savaşı’nın öte yandan iç çekiş­ A m a R o m anya ve K aradağ da B ulgaristan’a
melerin güçsüz düşürdüğü Osm anlılar ayak­ karşı savaşa girince Bulgarlar güç durum da
lanmayı bastırm ak için gerektiği gibi d av rana­ kaldılar. B un dan yararlanan Osmanlı Devleti
madılar. I. Balkan Savaşı bu ortam d a 8 Ekim orduları Midye-Enez çizgisini aşarak Kırk-
1912’de K a rad ağ’ın Osmanlı D evleti’ne savaş lareli ve E d irn e ’yi geri aldı.
8 BALKAN ŞAMPİYONASI

II. Balkan Savaşı önce Balkan devletlerinin voleybol, yelken, atıcılık, yüzme ve boksta
kendi aralarında imzaladıkları 10 Ağustos madalyaları vardır.
1913 B ükreş Antlaşması daha sonra Osmanlı Türkiye basketbolda 1962’de ikinci, 1983’te
Devleti ile 29 Eylül 1913'te imzaladıkları ise şampiyon oldu. Boksta 1967’de 3 altın, 2
İstanbul Antlaşması ile sona erdi. Bu antlaş­ gümüş madalya kazandı.
maya göre, D im etoka Türk sınırları içinde H e r şampiyonanın sonunda bir yıl sonra
kalmak üzere, Meriç Irmağı Türk-Bulgar sını­ şampiyonanın hangi ülkede düzenleneceği
rı olarak saptandı. Ayrıca Bulgaristan sınırları saptanır ve o ülkenin ilgili federasyon başkanı
içinde kalan T ü rk le r’e dört yıl içinde Os- Balkan Şampiyonası Organizasyon Komitesi
manlı Devleti sınırlan içine göç etm e hakkı başkanı olur. Şampiyonaya katılıp katılm a­
tanındı. B ulgaristan’da kalan T ürkler ise m ak ve şampiyonayı düzenleyip düzenlem e­
din ve m ezhep özgürlüğüne sahip olacaklar­ m ek her ülkenin kendi isteğine bağlıdır.
dı. Şampiyona Balkan ülkelerinin birbirine ya­
kınlaşmasında, barış ve dostluğun gelişmesin­
BALKAN ŞAMPİYONASI, B alkan ülkeleri de önemli bir işleve sahiptir. Ayrıca sporcula­
arasında düzenlenen bölgesel ve ulusal düzey­ rın daha büyük uluslararası yarışmalara hazır­
deki spor yarışma ve karşılaşmalarıdır. Bu lanması ve deneyim kazanması açısından da
yarışmalara (A rnavutluk, Bulgaristan, R o ­ yararlıdır.
m anya, Türkiye, Yugoslavya ve Y unanistan)
katılır. 1928 A m sterd a m Olimpiyat Oyunları BALKILAVUZU. İki türü A sya’da, geri k a­
sırasında Yunanlılar tarafından Balkan ü lke­ lanlarının tüm ü A frik a’da yaşayan 14 kuş
leri arasında Balkan Oyunları adıyla ayrı bir türü ne balkılavuzu denir. Oysa çok ilginç
yarışma düzenlenmesi önerildi. Balkan ülke­ beslenme davranışıyla bu adı gerçekten hak
lerinin bu öneriyi benimsemeleri üzerine ilk eden yalnızca iki tür balkılavuzu vardır: A fri­
oyunlar 22-29 Eylül 1929’da A tin a ’da yapıldı. k a ’da yaşayan türlerden büyük balkılavuzu
Başlangıçta atletizm, futbol, eskrim, güreş ve (Indicator indicator) ile pullu göğüslü balkıla-
tenis olm ak üzere beş spor dalında yarışmalar vuzu (indicator variegatus). Bu kuşlar, bal
yapılıyordu. 1936’dan sonra atletizm dışında porsuğu denen bir porsuk türünün ya da
kalan dallardaki yarışmalar Balkan Şampiyo­ karşılaştıkları insanların tepesinde döne döne
nası adı altında düzenlenm eye başlandı. Yal­ uçup şakıyarak onları arı yuvalarının bulun­
nızca atletizm Balkan Oyunları kapsam ında duğu yere doğru götürürler. Peşlerine düşen
kaldı. bal avcısı kovanı kırıp içindeki balı alınca da
H e r yıl Balkan ülkelerinden birinde yapılan petekte kalan balm um unu ve arı larvalarını
yarışmalar 1940-53 arasında, II. D ünya Savaşı yerler. Balkılavuzlarının bağırsaklarında bal­
sırasında ve bu dönem i izleyen yıllarda bir m um unun sindirimine yardımcı olan özel
süre yapılamadı. Ülkesinde hiç yarışma d ü ­ bakteriler vardır ve bütün omurgalılar arasın­
zenlem eyen A rnavutluk yarışmalara da en az da balmumuyla beslenen tek hayvan bu n­
katılan ülke olmuştur. lardır.
Balkan Şampiyonası günüm üzde tenis, bas­ Balkılavuzlarının öb ü r türleri de genellikle
ketbol, boks, güreş, sutopu, ju d o , karate, balansı ve yabanarısıyla beslenir, am a aynı
masatenisi, kayak, voleybol, futbol, kürek, davranışı göstermez. Bu türler, tünedikleri
eskrim, halter, hentbol, sualtı sporları dalla­ daldan ok gibi fırlayarak arıları uçarken
rında yapılmaktadır. 1953’ten bu yana güreş, havada yakalarlar.
boks, yüzme ve basketbol dallarında Balkan Balkılavuzları küçük ya da orta irilikte
G ençler Şampiyonası da düzenlenm ektedir. kuşlardır. Sırtlarındaki tüyler genellikle k ah ­
Türkiye 1957 ve 1974 yılları dışında Balkan verengimsi boz, göğüsleri ve karınları daha
Şam piyonası’na katılmış; en çok güreş dalın­ açık renktedir. K uyruklarında ve kanatların­
da başarı sağlayarak m adalya kazanmıştır. Bu da renkli lekeler bulunur. Bu kuşların çoğu
dalın dışında T ü rkiye’nin basketbol, binicilik, kuluçka asalağıdır; yumurtalarını arıkuşu, sa-
bisiklet, eskrim, futbol, ju do , kayak, kürek, kallıkuş ve ağaçkakan gibi başka kuşların
BALKUŞU 9

fırça gibi sert kıllar bulunan çatallı dilleriyle


balözlerini toplarlar.
Yeni Z ela nd a'da yaşayan tui (P rosthem a-
dera novaeseelandiae) balkuşlarının en tan ın ­
mış türüdür. İşık altında bazen m or ya da
mavi gözüken yanardöner parıltılı yeşil tüyleri
ve kanatlarının omuz bölüm ündeki beyaz
lekeleriyle çok gösterişli bir kuş olan tuinin
göğsünde halka gibi kıvrılmış iki tutam beyaz
tüy bulunur. Balözünün yanı sıra olgunlaşmış
üzümsü meyveleri, sinekleri ve öbür böcekle­
ri de yiyen bu hareketli kuş duru ve neşeli
ötüşüyle çiçeklerin arasında uçuşup durur.
Dal parçaları, yosun ve otlardan yaptığı d e r­
me çatma yuvaya dişi kuş beyaz ya da soluk
pem be renkteki yumurtalarını bırakır ve tek
başına kuluçkaya yatar.
Balkuşlarının çoğu M eliphaga cinsindendir.
Kulakları genellikle püsküllü olan bu kuşlar
yüksek sesli ötüşleriyle tanınır. Ak kulaklı
balkuşu (M eliphaga leucotis) çanak biçimin­
deki yuvasının içini hayvan postu ve tüylerle
döşer. H atta tüy ve kıl toplam ak için insanla­
rın başına ve elbiselerine konduğu da olur.
M yzom ela cinsinin üyeleri küçük yapılı,
genellikle çok göz alıcı renklerle bezenmiş,
A R D IİA uzun kıvrık gagalı kuşlardır. Bu gruptan olan
A frika 'd a yaşayan küçük balkılavuzu yuvasından kızıl balkuşu ya da kankuşu ( M yzom ela san-
çıkm aya hazırlanıyor. guinolenta) Avustralya'nın doğusunda yaşar
ve öğle sıcağında çınlayan bir sesle öter.
Familyanın en ilginç türlerinden biri de
yuvalarına bırakırlar. Böylece yuvanın sahibi, siyah-beyaz tüylü, kanatları altın sarısı çizgi­
balkılavuzunun yavrularını da kendisininki- lerle bezenmiş kırçıl balkuşudur ( Grantiella
lerle birlikte besleyip büyütür. Bazı türlerde,
yavru balkılavuzlarının gagasında bir çift çen­ N H P A ı M .K . v e l .M . M o r c o m b e

gel gelişir; yavru, sonradan kaybolacak olan


bu çengellerle yuva sahibinin yavrularını ya­
ralar ya da öldürür ve bütün yiyeceği kendisi
yiyerek uzun süre yuvada kalır.

BALKUŞU. D aha çok Avustralya ve Yeni


Z ela n d a'd a, birkaç türü de Pasifik A daları’n-
da yaşayan balkuşları çiçeklerden balözü
em erek ve çiçeklerin arasında buldukları kü­
çük böcekleri yiyerek beslenir. 170 kadar türü
olan bu kuşların ağız yapısı da bu beslenme
biçimine uyarlanmıştır. İkişer ikişer ya da
küçük sürüler halinde dolaşan balkuşları ince,
uzun ve hafifçe aşağıya doğru kıvrık olan Çiçeklerden balözü em erek beslenen balkuşlarının
gagalarını çiçeklerin içine daldırır ve ucunda d ille rin in ucunda fırça g ib i sert tü y le r bu lu n u r.
10 BALON

picta). Özellikle ökseotunun meyvelerine çok konur. İpleri kesilerek ya da ağırlığı boşaltıla­
düşkün olan bu kuş, bitkinin ince sürgünlerini rak serbest bırakılan balon, yerini kapladığı
örüm cek ağıyla ve ökseotu meyvelerinin ya­ havanın ağırlığı kendi ağırlığına eşit oluncaya
pışkan salgısıyla birbirine tu tturarak yaprak­ kadar yükselir. Yükseklik arttıkça havanın
ların arasında asılı duran bir yuva yapar. yoğunluğu azaldığı için, belli bir yükseltide iki
Yuva o kadar ince dokuludur ki alttan bakıl­ ağırlık dengelenir ve balon daha yükseğe
dığında kuşun pem be renkli yumurtaları gö­ çıkamaz. Eğer bu eşiği aşarak daha yüksel­
rülebilir. m ek isterse pilotun, balondaki “safra”ları,
Yeni Z e la n d a ’da yaşayan A nthornis cinsin­ yani kum torbalarını atarak balonun ağırlığı­
den balkuşlarına, çan sesini andıran çınlamalı nı, alçalmak için de balondaki gazın bir
ötüşleri nedeniyle çankuşu denir. Bu türlerin bölüm ünü boşaltarak havanın uyguladığı yük­
rengi genellikle yeşilimsi, kuyrukları karadır. selme kuvvetini azaltması gerekir. A m a ne
Balkuşları ile papağanlar, A sy a’nın güney­ atılan safra, ne boşaltılan gaz uçuş sırasında
doğusundaki adalarda ve A vustralya’da bulu­ yeniden yerine konamayacağı için, pilotun
nan çiçekli ağaç ve çalıların tozlaşmasında balonu yükseltip alçaltma olanakları oldukça
önemli rol oynar. {Ayrıca bak. TOZLAŞMA.) kısıtlıdır. Üstelik rüzgârla sürüklenen balo­
nun yatay hareketini yönlendirme olanağı hiç
BALON. Hafif bir gazla dolu olduğu için bulunm adığından, balon bir yerden bir yere
havada yükselebilen balonlar, uçakların ve ulaşmak için kullanışlı bir hava taşıtı değildir.
bütün hava taşıtlarının öncüsüdür. Bu basit Bu yüzden balonların yerini çok geçmeden
taşıt, genellikle kum aştan, kâğıttan ya da havagemisi de denen güdümlü balonlar almış­
ipekten yapılan ve sıcak hava, hidrojen ya da tır. S ürüklenerek değil, itme kuvvetiyle yol
helyum gibi havadan daha hafif bir gazla almasını sağlayan bir m otoru ve havada yön­
şişirilen büyük bir torb adan oluşur. Dışarıdan lenmesini sağlayan bir düm en donanımı olan
hava girmemesi ve içindeki gazların dışarı güdümlü balonlar gerçek anlam da hava taşıtı
sızmaması için üstü kauçukla kaplanan küre sayılır {bak. G üdümlü B alo n ).
ya da sosis biçimindeki bu torbayı saran bir 18. yüzyılın sonlarına kadar insanların b a ­
ağın ya da iplerin ucuna da yolcuları taşıyacak lonla havalanmayı akıl etmemiş olması o lduk ­
olan bir sepet bağlanır. ça gariptir. Ç ünkü sıcak havayla doldurulmuş
H avada serbestçe süzülebilen ve bir halatla bir balonun uçması herkesin düşünebileceği
yere bağlı olan iki tip balon vardır. Serbest kadar basit bir olaydır. A m a nedense 1782’ye
balonlar daha çok atmosferin üst katm anları­ kadar hiç kimse, bir ateşten çıkan dumanların
nın incelenmesinde ve balon yarışlarında, yükselmesinin ne kadar önemli sonuçları ola­
yere bağlı balonlar ise genellikle radyo yayın­ bileceğini düşünmemişti. Ancak o tarihte
larının iletilmesinde, reklam amacıyla ve sa­ Fransız Joseph ve Etienne Montgolfier k ar­
vaş zam anında kentleri ya da limanları alçak­ deşler, ateşten yükselen dum anların h areketi­
tan yapılacak hava akınlarına karşı korum ak ni ilk kez bilimsel açıdan incelemeye başladı­
için hava barikatı olarak kullanılır. lar ve dum anın her zaman aynı biçimde
Bir balonun havada yükselmesi, suya atılan hareket etmesini “ kaldırma kuvveti” denen
bir cismin yüzmesiyle aynı ilkeye dayanır. bir kuvvetin varlığına bağladılar.
H e r ikisi de kendi hacmi kadar hava ya da su D um anı kâğıttan bir torba içinde toplayın­
kütlesinin yer değiştirmesine yol açar. Taşıdı­ ca ne olacağını denem ek isteyen Montgolfier
ğı bütün donanım ve yolcularla birlikte b alo­ kardeşler böylece ilk balonu yaptılar: Kâğıt
nun ağırlığı yer değiştiren hava kütlesinin torba hızla mutfağın tavanına doğru yükseldi.
ağırlığından az olduğu sürece balon havada Bunun üzerine büyük bir hevesle işe koyulan
yükselecek, içindeki gazın bir bölüm ünü yitir­ iki kardeş, gitgide daha büyük ipek torbalar
diğinde ise hacmi azalacağından alçalmaya kullandılar ve balonu yükselten kaldırma kuv­
başlayacaktır. vetinin dum andan değil sıcak havadan kaynak­
U çuştan önce havalanmaması için balon landığını bilemediklerinden, bol duman elde
iplerle yere bağlanır ya da sepetine ağırlık etm ek için ateşi yün ve samanla beslediler.
BALON 11

Instiıute o f Aeronaurical Science Planet Mews 1. De Rozier ile A rla nd es


m arkisi 1783'te sıcak
Bir yıl sonra buluşlarını dünyaya duy urm a­ havalı b ir b a lo nla hava­
landılar. 2. A tm o s fe rin
ya hazır durum a gelen Montgolfier kardeşler, yukarı katm an la rın da ki
5 Haziran 1783’te, yaşadıkları A nnonay köyü­ hava koşu lla rını in ce le ­
nün m eydanında büyük bir ateş yakıp 9 m etre m ek üzere A n ta rk tik a '
dan u çu ru la n b ir S ovye t
çapındaki ipek bir balonu dum anla şişirdiler. ba lo n u . Bu balona y e r­
İzleyenlerin şaşkın bakışları arasında 1,5 kilo­ le ş tirilm iş a yg ıtla rla y a ­
m etreden fazla yükselen balon, içindeki hava pılan ö lç ü m le r radyo
d a lg a la rıyla D ü nya 'ya
soğuyunca alçalarak yere indi. ile tilir. 3. A B D 'n in in sa n ­
H aber hızla yayıldı ve Fransız Bilimler lı b ir sonda b a lo nu stra ­
Akadem isi'ndeki bilim adamlarının bile ilgisi­ to sfe re d o ğ ru ha valanı­
yor. Ç evresindeki hava­
ni çekti. A kadem i üyeleri balonu sıcak hava nın y o ğ u n lu ğ u azaldıkça
yerine havadan daha hafif bir gazla d o ldu rm a­ balon şişerek 60 m etre
yı düşündüler. O sırada İngiliz bilim adamı çapında b ir küreye d ö ­
nüşecektir. U S In fo r m a tio n S erv ic e
Henry Cavendish hidrojen gazını yeni bul­
muştu ve havadan 15 kat daha hafif olan bu
gaz bu amaca çok uygun görünüyordu (bak. Joseph Montgolfier yüksekliğin canlılar üze­
HİDROJEN). Konuyla ilgilenen Jacques Alexan- rinde ne gibi etkileri olacağını görm ek için bir
dre Cesar Charles adlı bir Fransız, bir balonu koyun, bir horoz ve bir ördeği balonun altına
doldurabilecek kadar hidrojeni elde etmeyi bağladığı bir kafesle havaya uçurdu. H ay van ­
başardı ve Ağustos 1783'te Paris’teki Champ- ların sağ salim yere inmesi ve deneyin başarıy­
de-M ars m eydanından havalanan ilk Charlie- la sonuçlanması üzerine insanlı uçuşlar için
re balonu 24 km uzakta, böyle bir deneyden hazırlıklara başlandı.
haberi olmayan yöre halkının şaşkın bakışları İlk gönüllüler Jean François Pilâtre de
arasında yere indi. Rozier ile A rlandes markisi oldu. İki arkadaş
Ne var ki, bu ilk balonları doldurm akta 21 Kasım 1783’te çok süslü bir balonla tarihin
kullanılan hidrojen kolayca alevlenen çok ilk insanlı uçuşunu gerçekleştirdiler ve Paris'
yanıcı bir gazdı ve birçok insanın yaşamına ten havalanarak 23 dakika havada kaldılar.
mal oldu. Bu yüzden, çok daha sonraları Bir ay sonra Jacques Charles ve Nicolas-
bulunan ve yanıcı olmayan helyum gazı ba­ Louis R obert bir hidrojen balonuyla iki saat­
lonları doldurm akta hidrojenin yerini aldı. lik bir uçuş denemesi, hem en ardından da
(Ayrıca bak. HELYUM.) Charles tek başına 35 dakikalık bir uçuş yaptı.
İlk balonlar hiç yolcu taşımadan havada Gazın bir bölüm ünü boşaltarak alçalmak
kendi kendine süzülürdü. 1783 Eylül'ünde için balonun üstüne bir supap takmayı ve
12 BALON

balona sanlan bir ağın altındaki halkaya bir se­ yeterli oksijeni bulundurabilmesiydi. İnsanlı
pet bağlamayı ilk akıl eden de Charles’dır. bir balonun bugüne kadar çıkabildiği en
B u yeni buluş büyük bir hızla dünyaya büyük yükseklik 37.740 metredir. Bu uçuşu
yayıldı ve Fransız Jean-Pierre Blanchard ile A B D ’li Nicholas Piantanida 22 Ekim 1965’te
A B D ’li Jo hn Jeffries 7 O cak 1785’te Manş G üney D a k o ta ’da gerçekleştirmiştir. Resmi
D enizi’ni ilk kez havadan, balonla aştılar. kurullarca onaylanan yükseklik rekoru ise
Balonların bilimsel araştırm alarda büyük ya­ 1961’de M eksika Körfezi üzerinde uçan Mal-
rar sağlayacağı kısa sürede fark edildi ve colm R oss’un ulaştığı 34.668 metredir.
yüksekteki seyreltik (düşük yoğunluklu) h a ­ Atlas O k yanusu ’nu balonla geçmek için ilk
vanın insan vücudu üzerindeki etkilerini ilk denem e 1958’de yapıldıysa da bu uçuş ancak
inceleyen Jeffries oldu. Fransız kimya bilgin­ 20 yıl sonra başarılabildi. Ağustos 1978’de
leri Joseph Gay-Lussac ile Jean Biot da Ben A bruzzo, Max A nd erson ve Larry New-
1804’te balonla 4 bin m etreye kad ar yüksele­ m a n ’dan oluşan bir ekip A B D ’deki Presque
rek havanın yapısını ve yüksekliğin hayvanlar A dası’ndan havalanıp F ran sa’daki M iserey’e
üzerindeki etkilerini araştırdılar. 1862’de ba­ inmeyi başardı. 5.023 kilometrelik bu yolcu­
lonlarla artık 10 bin m etrenin üstündeki luk yaklaşık altı gün sürmüştü. 1981’de de
yükseltilere ulaşılabiliyordu. Ja p o n y a ’daki Nagaşim a'dan yola çıkan A b ­
B alon uçuşlarındaki en üzücü olaylardan ruzzo, Nevvman, Ron Clark ve Rocky Aoki
biri İsveçli kâşif Salomon August A n d re e ’nin bu kez Büyük O k y a n u s’u aşarak A B D ’deki
Kuzey K u tb u ’nu balonla aşma denemesidir. California’ya ulaştılar. 8.550 kilometrelik bu
A n d re e ve iki arkadaşı, çoktandır düşledikleri uçuş da 84 saat 31 dakika sürdü. 1987’de
bu balon yolculuğunu gerçekleştirmek üzere A B D ’li işadamı R ichard Branson ile İsveçli
11 T em m u z 1897’de Spitzberg’ten yola çıktı­ balon pilotu Per Linstrand, atmosferin yukarı
lar. Ertesi gün bir posta güvercini her şeyin katm anlarındaki hızlı hava akımlarından ya­
yolunda gittiği haberini getirdi ve onlardan rarlanarak Atlas O k y a n u su ’nu 30 saat 41
alman son h aber bu oldu. 1930’da bir Norveç dakikada aştılar.
araştırm a ekibi, havalandıkları tarihten tam 1936’da Piccard, o güne kadar balon kılıfla­
33 yıl sonra ve öngörülen rotanın çok doğu­ rının yapımında kullanılan ipek ya da kauçuk
sundaki Beyaz A d a ’da A n d re e ve arkadaşla­ kaplanmış pam uklu kum aşlar yerine daha
rının donm uş cesetlerini bir rastlantı sonucun­ hafif olan ve gaz sızdırmayan selofan kullanı­
da buldu. mını başlatmıştı. Bugün bu amaçla polyester
20. yüzyılın başlarında güdümlü balonların ya da polietilen kullanılır.
ve uçakların hızla gelişmesi balonculuğu göl­
gede bıraktı. A m a balonla uçuş meraklıları Balonların Savaşta Kullanılması
hiçbir zaman azalmadı ve 1906-39 arasında Savaşta balonlardan yararlanm a düşüncesi ilk
her yıl düzenlenen uluslararası G o rd o n Ben- kez Fransız Devrimi sırasında doğdu. İki
nett K upası’nın öncülüğünde balonculuk ve Fransız, Avusturyalılar’ın kuşatması altında
balon yarışları bir spor etkinliği olarak yer­ olan M aubeuge kentinden bir balonla havala­
leşti. nınca, bütün hareketlerinin izlendiği kanısına
1930’ların başlarında bilim adamları çok kapılarak güvenlerini yitiren AvusturyalIlar
yüksekteki atm osfer koşullarını incelemek hem en kuşatmayı kaldırarak geri çekildiler.
için balondan yararlanmayı tasarladılar. 1794’te de Fleurus’deki çarpışmalar sırasında
Ağustos 1932’de A uguste Piccard ve Paul bir balonla atış menzilinin çok üstüne yükse­
Kipfer balonla 16.200 m etre yüksekliğe çıktı­ len Fransızlar savaşı havadan izlediler. 1870-
lar. Bu yolculukta, ilk balonlardaki açık sepet 71’deki Fransa-Prusya Savaşı’nda ise, kuşat­
yerine kapalı ve. basınçlı bir kabin kullandılar. m a altındaki Paris’in öbür kentlerle haberleş­
Bu yuvarlak metal kabinin yararı, hem içinde­ mesi ve h ü kü m et üyelerinin ülkenin işgal
ki havanın istenen basınçta tutulabilmesi, edilmemiş bölgelerine taşınması hep balonlar­
hem de deniz d ü ze y in d e n ,ç ok dah a az oksijen la sağlandı. I. D ünya Savaşı’nda (1914-18)
içeren yukarı atm osferde bile solunum için sosis biçimindeki gözlem balonları bütün cep-
BALONBALIĞI 13

yayınlanan radyo sinyallerim yansıtarak çok


uzaktaki başka bir istasyona iletebiliyordu.

BALONBALIĞI. Birçoğu denizde yaşayan 90


kadar balık türüne, bir tehlike karşısında
havayı ya da suyu içlerine çekerek balon gibi
şiştikleri için balonbalığı denir. Sıcak ve
ılıman bölgelerde dağılmış olan bu balıklar
Güney A frika’da tobi, A vustralya’da toado,
J a p o n y a’da fugu gibi yerel adlarla tanınır.
En irisi 90 cm uzunluğunda olan balonba-
lıklarından birçoğunun derisi dikenlerle kaplı
olduğundan, şiştikleri zaman bir iğnedenliği
ya da kirpiyi andırırlar. Ayrıca türlerden çoğu
Im p e r ia l W a r M u s e u m
zehirlidir. T etraodontoksin denen bu çok
II. Dünya S avaşı'nda her iki taraf, düşm an güçlü zehir balığın özellikle karaciğerinde,
uçaklarının saldırılarını ön le m ek için balonları hava
barikatı olarak kullandılar. bağırsaklarında ve kanında yoğunlaşmıştır.
Buna karşın Japonlar, özel olarak eğitilmiş
helerde kullanıldı ve düşm an uçaklarının sal­ aşçıların pişirdiği fugu balığını çok severek
dırılarını önlem ek için balonlardan hava bari­ yerler.
katları yapıldı. Balonbalıklarının dişleri birbiriyle kaynaşa­
II. D ünya Savaşı (1939-45) yıllarında İngil­ rak bir gaga biçimini almıştır. Bu yüzden,
tere, Alm anya ve A B D 'd e , tellerle birbirine yumuşakçaların ve kabukluların kabuklarını
bağlanmış balonlardan oluşan hava barikatla­ kırabilir, mercan öbeklerinden parça k o p a ra ­
rı kuruldu. Bu barikatların amacı düşman bilirler. Yüzgeçlerini hafifçe dalgalandırarak
bom bardım an uçaklarını engellemek ya da süzülür gibi ağır ağır yüzen balonbalıklarına
dalışa geçerek bom ba atm alarına fırsat ver­ daha çok haliçlerin sığ ve ılık sularında,
m em ek üzere yüksekten uçmaya zorlamaktı. mercan kayalıklarının yakınında ve deniz
1943-44 yıllarında Japonlar A B D 'y i b o m ­ diplerindeki bitkilerin arasında rastlanır. Bazı
balam ak için Ja p o n y a ’dan binlerce balon gön­ türleri de az tuzlu ve tatlı sularda yaşar.
derdiler. A m a bu balonlardan pek azı 8 bin G üneydoğu A sya'da yaşayan balonbalığı-
kilometrelik Büyük O k ya nu s’u aşarak nın ( Tetraodon cutcutia) sırtı koyu yeşil üstü­
A B D ’ye ulaştığı için fazla zarar veremedi. ne açık renk lekeli, gövdesinin yan bölümleri
sarımsı, karnı ise beyazdır. Bu balık, akv ar­
Balonların Öbür Kullanım Alanları yumlarda üretilebilen çok az sayıdaki balon-
İnsansız serbest balonlar, atmosferin üst kat­ balıklarından biridir. Süveyş Kanalı'nın açıl-
manlarını incelemek için düzenli olarak kulla­ S p e n c e r W . T in k e r 'in H a w a iia n Fish (1944) adlı k ita b ın d a n
nılır. Bu balonlar sıcaklık, basınç ve nem gibi
atm osfer koşullarım her an otom atik olarak
ölçen ve sonuçları radyo dalgalarıyla yeryü-
zündeki istasyonlara gönderen aygıtlarla d o ­
balonbalığı
natılmıştır.
Ağustos 196ü’ta A B D , alüminyum kaplı
plastikten yapılmış bir balon uydu olan “ Ec-
ho l ”i roketle uzaya fırlattı. Bu balon fırlatıl­
dıktan sonra kendiliğinden şişiyor ve çapı 3ü
metreyi buluyordu. D ünya çevresinde yörün­
geye oturtulan bu ilk haberleşm e uydusunu
1964’te daha büyük olan “Echo 2” izledi. H er
sivri burunlu
iki balon da, yeryüzündeki bir istasyondan balonbalığı
14 BALSA

masından sonra A k d e n iz’e kadar sokulan


balonbalıklarının birkaç türü, E g e ’nin güneyi­
ne kadar uzanan sıcak kesimlerde de bulunur.
Balonbalıklarıyla akraba olan sivri burunlu
balonbalıkları da ürktüklerinde gövdelerini
yusyuvarlak şişirebilir. Burunları uzun ve sivri
olan bu balıkların boyu 20 santimetreyi
geçmez.

BALSA. O rta ve G üney A m e rik a ’nın tropik


orm anlarında yetişen balsa ağacının ( O chro-
m a pyram idale) odunu son derece hafif ve
dayanıklıdır, kolay kolay bükülmez. Ç ünkü
en hızlı büyüyen ağaçlardan biridir ve bir
yılda 4 metreye kadar boylanır. Bu hızlı
büyüme sırasında odunu oluşturan hücreler­
den çoğunun zarları sertleşemediği için hücre­
ler ince duvarlı kalır. Ağaç kesilince ölen
hücreler havayla dolduğundan, iyi kurutul­ güneyde ise Polonya, Alm an D em okratik
muş bir balsa odunu m antardan bile hafiftir. Cum huriyeti ve Alm anya Federal C u m h u ­
M erm er gibi düzgün ve damarlı kabuğuyla riyeti ile çevrilidir. Baltık Denizi’nde belli
çınar ağaçlarını andıran balsanın, 45 cm geniş­ başlı üç körfez vardır: Kuzeyde İsveç ve
liğinde boz-yeşil yaprakları vardır. Finlandiya arasında yer alan Botni, Baltık
G üney Am erika Yerlileri sal ve kanolannı D enizi’nin en büyük körfezidir. D oğuda Fin­
balsa odunundan yaptıkları için, bu ağaca İspan­ landiya Körfezi, Finlandiya ile Estonya ara­
yolca’da sal anlamına gelen balsa adı verilmiş­ sında uzanarak SSCB'nin Leningrad limanına
tir. 1947’de T hor Heyerdahl ve beş arkadaşını ulaşır. Finlandiya Körfezi'nin hem en güne­
P e ru ’dan Büyük O k yanus’un ortasındaki Tu- yinde, Estonya ve Letonya arasında da Riga
am otu A daları’ndan birine kadar taşıyan Körfezi yer alır. (Estonya, Letonya ve Litvan-
K o n -T iki adlı ünlü sal da balsa ağacından ya, 1940’ta SSCB topraklarına katılmıştır.)
yapılmıştı. 7 bin km süren bu maceralı yolcu­ Baltık D enizi’nin İsveç kıyıları kayalıktır.
luğun amacı, Polinezya A daları’ndaki halkın D oğu kıyıları ise, kuzeydoğu dışında, sığ ve
P e ru ’dan göç etmiş A m erika Yerlileri olabile­ kumluktur.
ceğini kanıtlamaktı. Atlas O k y a n u su ’ndan gelen gemiler, Baltık
Balsa odunu uçak ve gemi modellerinin D enizi’ne ancak Kuzey Denizi’nden ulaşabi­
yapımında çok kullanılır. II. Dünya Savaşı’n- lir. Kuzey Denizi'nden Baltık Denizi’ne geç­
da kullanılan “ M osquito” (sivrisinek) adlı mek için iki yol vardır: Alm anya Federal
hızlı bom bardım an uçaklarının kanatları ve Cumhuriyeti topraklarında bulunan Kiel Ka­
gövdesi de, daha sağlam ve ince iki tahta nalı ile Jutland Yarımadası'm (D anim arka)
levha arasına bir “sandviç” gibi yerleştirilerek Norveç ve İsveç’ten ayıran Skagerrak ve
preslenen kalın bir balsa kerestesinden yapıl­ Kattegat boğazları. Bu boğazları Baltık Deni-
mıştı. zi'ne bağlayan dar içboğazlardan en derin
D ünyanın en büyük balsa odunu üreticisi, olanı Sund, İsveç’in güney ucuyla, D a n im ar­
G üney A m e rik a ’nın Büyük Okyanus kıyıla­ k a ’nın başkenti K op en hag’ın bulunduğu See-
rındaki E k v ad o r’dur. land Adası arasında yer alır. Ö b ü r içboğazlar
ise Büyük ve Küçük Belt boğazlarıdır.
BALTIK DENİZİ Kuzey A vru p a 'd a yer alan Önemli ulaşım bağlantı yolları üzerinde
bir içdenizdir. Kuzey-güney doğrultusunda bulunan D an im arka, ortaçağda Baltık Denizi
uzunluğu yaklaşık 1.600 km olan Baltık D e n i­ ticaretini denetleyebiliyordu. D a h a sonra, Al­
zi batıda İsveç, doğuda Finlandiya ve SSCB, m any a’nın kuzey kentlerinde yaşayan tüccar­
BALYAN AİLESİ 15

lar, H ansa Birliği olarak bilinen bir ticari Balyan oğullarını mimarlık eğitimi için Paris’e
birlik kurarak bu ticaretin büyük bir bölüm ü­ gönderdi.
nü ele geçirdiler (bak. H a n s a BİRLİĞİ). Rusya’ Balyanlar geleneksel Osmanlı mimarlığına
dan gelen kürk ve bal; İsveç’ten gelen ağaç, yenilik getirirlerken, A vrupa mimarlığında o
katran, dem ir ve bakır; P olonya’dan gelen dönem de egem en olan seçmeci tutumu izle­
kereste ve buğday, bu ticari birliğin sürekli mişlerdir. 19. yüzyılda A v ru p a ’da da m im ar­
denetimi altında, bugün Belçika ile Fransa’ lık alanında çeşitli üsluplar bir arada d e n e ­
nın kuzey kıyılarını oluşturan Flandre’a ya da niyordu. Osmanlı Devleti birçok alanda yeni­
İngiltere’ye yollanırdı. B undan yüzyıllar son­ leşme hareketleri içindeydi. Batıya açılmanın
ra, R us Çarı I. Petro, Petersburg (bugünkü büyük boyutlar kazandığı bu evrede Balyan
Leningrad) kentine bir liman yaptırarak Rus­ ailesi Osmanlı mimarlığında söz sahibi oldu.
ya’yı batıya bağlayan bir pencere açmış oldu. K rikor Balyan (1764-1831), Balyan m im ar­
Kuzey Denizi'ni Baltık Denizi’ne bağlayan lar ailesinin ilk kuşağının en önemli kişisidir.
limanlar ve boğazlar sığ ve çok dar olduğun­ III. Selim ve II. M a h m u d ’un padişahlığı
dan, bu bölgede denizcilik yapm ak oldukça dönem inde yapılan başlıca kam u yapılarının
güçtür. Ayrıca Baltık D enizi’ne dökülen ır­ ve sarayların mimarıdır. Selimiye Kışlası
m aklar, okyanusa çıkış yeri çok dar olan bu (İstanbul, 1800), Nusretiye Camisi (İstanbul,
denizin suyunu tatlılaştırdığı için, suların so­ 1826), D avutpaşa Kışlası (İstanbul, 1827)
ğukta kolayca donm asına neden olm aktadır. onun yapıtlarıdır. Kardeşi Senekerim Balyan
Baltık D enizi’nin güneybatı kesimindeki çalışmalarını Krikor Balyan ile birlikte sür­
büyük bir alan, kışın iki ay, kuzey kesimleri dürm üş, onun ahşap olarak yaptığı Beyazıt
ise altı ay boyunca donar. Ne var ki, bazı Kulesi’ni yandıktan sonra yeniden bugünkü
limanlar ve deniz yolları, buzlar arasında şekliyle yapmıştır.
kanallar açabilen buzkıranlarla tem izlenerek, G a rab et A m ira Balyan (1800-66), Krikor
deniz trafiğine açık tutulm aktadır. G ü n ü m ü z ­ Balyan’ın oğludur. İstanbul kentinin g ö rü nü­
de Baltık Denizi yoluyla taşınan belli başlı münü değiştiren önemli yapılar gerçekleştir­
mallar şunlardır: SSCB, Finlandiya ve miştir. II. M ahm ud , Abdülm ecid ve Abdül-
İsveç’ten kereste, İsveç’ten dem ir cevheri ve aziz dönem inde mimarlık yapmıştır. O rtaköy
Polonya’dan köm ür. SSCB 1975’te, Beyaz Camisi (İstanbul, 1854), D olm abahçe Sarayı
Deniz ile Baltık Denizi'ni birbirine bağlayan (İstanbul, 1856), Harbiye O kulu (İstanbul) ve
bir kanal açmıştır. II. M a h m u d ’un türbesini yapmıştır. Bunlar-
D İA T E K
BALYAN AİLESİ, 19. yüzyılda düşünce ve
uygulamalarıyla Osmanlı mimarlığını etkile­
yen ve yönlendiren m imarlar yetiştirmiş E r ­
meni kökenli bir ailedir. B aba, oğul ve
torunlar olmak üzere birkaç kuşak Osmanlı
Sarayı hizmetinde ya da saraya yakın çevre­
lerde mimarlık yapmışlardır. Son dönem O s­
manlI mimarisinde etkili olmaları ve göster­
dikleri başarı, kuşkusuz babadan oğula ve
torunlara aktarılan deneyim birikiminden
kaynaklanmıştır.
Balyan ailesinin ilk kuşakları Osmanlı kül­
tür ve geleneği içinde yetişmiştir. Bu ortam
içinde gelenek ve göreneklere uygun olarak
mesleği en alt basam aktan, çıraklıktan başla­
yarak öğrenmişlerdir. 19. yüzyılın birinci
yarısında, değişen koşulları ve çağının gerek­ G arabet A m ira Balyan O rta köy C a m isi'n i 1854'te
sinimlerini önceden sezen G a rab et Am ira yap m ıştır.
16 BALZAC

dan başka birçok kilise ve fabrikanın da yazardı. R o m an d a Gerçekçilik ve Doğalcılık


mimarıdır. akımlarının yaratıcısı olan Balzac, insan dav­
Nkogos Balyan (1826-58), G arab et Bal- ranışlarını ve duygularını yakından tanıyıp
yan’ın üç m im ar oğlundan birincisidir. K a rd e­ kavram adaki ustalığı ile ünlüdür. R o m an la­
şi Sarkis’le birlikte Paris'e giderek mimarlık rındaki kişileri bize geçmişleri ve çevreleriy­
eğitimi gördü. A m a hastalığı nedeniyle İstan­ le tanıtarak, gerçeklik kazanmalarını sağla­
bul’a dönm ek zorunda kalarak babasının ya­ m akta çok başarılı olmuştur. Bu tiplerin
nında mimarlık deneyimini artırdı. A bdülm e- çoğunu yaratm ada, yakından tanıdığı kişilerin
cid’in sanat danışmanlığını da üstlenen N k o ­ özelliklerinden yararlanırdı. Balzac, aynı tip­
gos Balyan yerli ustalara A v rup a mimarlığını leri kimi zaman ön planda, kimi zaman ise
tanıtm ak amacıyla bir okul kurdu. Beşiktaş’ geri planda kullanarak, okurun onları çeşitli
taki Ihlam ur ve Küçüksu kasırlarını da o y ap­ yönleriyle tanımasını sağladı ve kitapları ara­
mıştır. sında bir bağlantı kurm uş oldu.
Sarkis Balyan (1835-99), ağabeyi Nkogos Yazar, yapıtlarını üç grupta toplam a tasarı­
B alyan’m hastalığı yüzünden İstanbul'a d ö n ­ sını 1834-37 yılları arasında gerçekleştirerek,
mek zorunda kaldı, am a daha sonra yeniden tüm üne La C om edie hum aine (“ İnsanlık K o ­
Paris’e giderek Ecole des Beaux A rts ’a kabul medisi” ) adını verdi. 1869-76 yılları arasında
edildi. İstanbul’a d ö ndü kten sonra babasının kitapları, yeni eklerle 24 cilt olarak yayım­
ve ağabeyinin çalışmalarına katıldı. II. Ab- landı.
dülham id dönem inde kendisine yöneltilen si­ Balzac savurgan ve zevke düşkün bir yaşam
yasal suçlamalar karşısında A v ru p a ’ya gitmek sürdü. Çok ünlü bir romancı olmasına karşın,
zorunda kaldı. İstanbul’a 15 yıl sonra pahalı zevkleri yüzünden hiç borçtan kurtula­
dönen Sarkis Balyan büyük yapıları kısa madı. Fransız D evrim i'nden sonra yaşamıştı
sürede bitirmesiyle tanındı. Beylerbeyi Sarayı am a krallığı savunuyordu. Yaşam ındaki ka­
(İstanbul, 1865), Çırağan Sarayı (İstanbul, dınlarla olan ilişkileri yapıtlarını büyük ölçü­
1871), Valide Sultan Camisi (İstanbul, 1876), de etkilemiştir. Kontes Evelyn H anska ile 18
G alatasaray Lisesi ve İstanbul Teknik Ü n i­ yıl süren ilişkisi, ölüm üne yakın evlilikle
versitesi M aden Fakültesi başlıca yapıtlarıdır. noktalandı.
A gop Balyan (1838-75), G a rab et B alyan’m E n sevilen yapıtlarından, bir cimrinin iyi
üçüncü oğlu ve Balyan ailesinin son temsilcisi­ yürekli kızını konu alan Eugenie Grandet
dir. Paris’te mimarlık eğitimi gördükten sonra (1829-30) ile bencil çocuklarına kendini
V e n edik’te incelemeler yaptı; ayrıca babası­ adayan bir adamın öyküsü olan G oriot Baba
nın deneyim lerinden yararlandı. İstanbul’d a ­ (L e Pere Goriot, 1834) romanlarındaki olağan­
ki Valide Sultan K öşk ü’nü A g op Balyan üstü başarılı kadın ve erkek betimlemeleri
yapmıştır. Güzel sanatların mimarlık dışında­ yalnız 19. yüzyıl F ran sa’sı için değil, farklı d ö ­
ki dallarıyla da uğraşan A gop Balyan özellikle nem ler ve farklı ülkeler için de geçerlidir.
tiyatronun gelişmesi için çalıştı. Balzac yapıtlarıyla, sayısal olarak da kolay
kolay aşılamayacak bir rekora sahiptir. G eri­
BALZAC, Honore de (1799-1850). F ra n ­ de 85’i tam am lanm ış, 50’si taslak halinde,
sa’nın Tours kentinde doğan H o n o re de toplam 135 öykü ve rom an bırakmıştır.
Balzac, gençliğinde hukuk eğitimi gördü. Ne
var ki, edebiyat daha çok ilgisini çekiyordu. BAMBU kamışları iyice boylandığında ince
P ara kazanm ak için basımcılık, yayımcılık, gövdeli bir ağacı andırır. Oysa bu bitki
döküm cülük gibi işlerle uğraştı. Değişik ta k ­ buğdaygillerden, odunsu gövdeli, çok uzun
ma adlarla tarih, mizah ve cinayet rom anları bir ottur. E n uzun türünün boyu 40 metreyi
yazdı. Kendi adıyla yayımlanan ilk romanı aşan bam bular günde 40 cm gibi inanılmaz bir
K öylü İs y a n idır (Les C houaus\ 1829). hızla büyür. A m a gövdesi (sapı) hiçbir zaman
Balzac, çalışmaya başlayınca 15-16 saat bir ağaç gibi kalınlaşmaz ve toprağın altında
m asasından kalkmaz, fincan fincan kahve yayılan köksaplardan (rizom) çıkan dallanmış
içerek, kaz tüyünden kalemiyle durm adan bir dem et oluşturur.
BAMBU 17

boylanan bazı bam bu türleri, A v ru p a ’da ise


daha küçük, am a soğuğa dayanıklı türler
bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.
Bam buların birkaç türü tırmanıcı bitkidir,
bazılarının da gövdesi dikenlidir. Türlerden
çoğu her yıl çiçek açar ve öbür buğdaygillerde
olduğu gibi, yenebilen nişastalı tohum lar ve­
rir. Geri kalanlar ise yıllarca büyüdükten
sonra bir kez çiçek açar ve tohumlarını
dökünce yerini bu genç bitkilere bırakarak
ölür. H indistan’da çok yaygın olan bir bam bu
türünün düzenli olarak 32 yılda bir, başka bir
türün ise 60 yılda bir çiçeklendiği saptanm ış­
tır. G ene H indistan'daki bir bam bu türünün
ilginç bir özelliği de, ülkenin her yanında o
türden ne kadar bam bu varsa mevsimi gelince
hepsinin aynı anda çiçek açmasıdır. Bu olay
daha çok kuraklık yıllarında yaşandığı için,
pirinç ürününün kıt olduğu bu dönem lerde
bam bu tohumları halkın temel besini olur.
Bazı bam bu türlerinin birlikte çiçeklenme
mevsimi bu yörede öylesine önemlidir ki, Çin
ve Japon elyazmalarında bu olayın İS 292’ye
H e rb e r ı G . P o n tin g
kadar uzanan kayıtlarına rastlanır.
Boyu 40 m e tre yi aşabilen b a m b u la r, Sri Lanka'da Bazı bam bu türlerinin fındık gibi kabuklu,
çekilen bu fo to ğ ra fta k i g ib i sık kam ışlıklar o lu ş tu ru r. bir türün ise Hintliler'in fırınlayarak yedikleri
elmaya benzer etli bir meyvesi vardır. Çinliler
Bütün türlerde gövdenin içi boş. yüzeyi körpe bam bu sürgünlerini taze sebze olarak
pürüzsüz ve boğumludur. Bu boğumlar sağ­ yer, bazen de bu sürgünlerden tatlı ya da
lam bir bölme perdesiyle birbirinden ayrılır. turşu yaparlar.
T o p rak tan yeni çıkan her boğum u kıvrık ve
şeritsi yapraklar bir km gibi sarar. A m a bitki Bambu Kamışının Kullanımı
büyüdükçe bunlar döküldüğü için, kınsı yap­ Yalnız yiyecek olarak değil çok çeşitli biçim­
raklar gövdenin yalnız alt bölüm lerinde görü­ lerde yararlanılan bam bular en değerli tropik
lür. Asıl yaprak ve çiçekler ise daha yukarılar­ bitkiler arasında sayılır. Örneğin A sya’nın
da. ana gövdeden ayrılan ince dalların üzerin­ bazı yörelerinde evler bütünüyle bam bu k a­
de gelişir. K em er gibi bükülen bu dalların mışından yapılır. Ayrıca gövdenin sert dış
yapraklarla donanm ış alımlı görüntüsü Çin kabuğu soyulur ve ince şeritler halinde kesile­
ve Japo n sanatçılarına esin kaynağı olm uş­ rek paspas, paravana, hezaren işi sandalye ve
tur. koltuk örülür.
En iri gövdelerden kesilen yaklaşık 30 cm
Bambu Türleri çapında tek tek boğum lar su kovası, daha
D aha çok astropik ve ılıman iklim kuşağında inceleri ise evlerde sürahi olarak kullanılır.
yetişen 1.000 kadar bam bu türü, başta Çin ve Bazı türlerin dış bölümü bıçak yapılabilecek
Japonya olmak üzere Hindistan ve Sri Lan- kadar sert ve sağlamdır. B am budan yapılan
k a ’ya kadar bütün A sya’ya dağılmıştır. A fri­ olta kamışları, örülen sepet ve halatlar da çok
k a ’da az rastlanan bu bitkiler. G üney A m eri­ sağlam ve değerlidir. Küçük teknelerde bir
ka'daki A nd Dağları'nın sürekli karla kaplı tek bam bu kamışı yelken direği olarak yeterli-
yükseltilerinin altındaki kesimlerde bile yeti­ dir; daha büyük teknelerde birkaç kamış iple
şir. Ayrıca A B D ’nin ılıman bölgelerinde çok bağlanır. Gövdenin boğum yerlerindeki p e r­
18 BAMYA

deler içten delindiğinde, bam bu kamışı uzun ğu 30 santimetreyi bulur ve kuruduğu zam an
bir su borusu olarak kullanılabilir. Ç in'de, kendiliğinden çatlayıp yarılarak içindeki to ­
sert dış kabuğun içindeki yumuşak liflerden humları çevreye saçar. A m a T ü rkiy e’de de
değerli bir kâğıt üretilir. E n d o n ez y a’daki yetişen bazı b odur çeşitlerin meyvesi hiçbir
Cava A d a la rı’nda ise bam b u d an flüt ve ksi­ zam an bu kadar büyümez. Körpe bamyalar
lofona benzeyen bir tip vurmalı çalgı ya­ düzenli olarak toplanırsa, don olayları baş­
pılır. layıncaya k ad a r bitki meyve vermeyi sür­
dürür.
BAMYA. Körpe meyveleri taze ya da kuru T ürk iy e’nin hem en her yerinde, özellikle
sebze ve konserve olarak yenen bamyanın Ege ve A kdeniz bölgelerinde yetiştirilen
(H ibiscus esculentus) anayurdu A frika’dır. bamyanın ülkemizde yenen tek bölüm ü m ey­
A m a bu bitki bütün ılıman ve tropik iklimli veleridir. Balıkesir bamyası ve sultani bamya
bölgelerde yaygın olarak yetiştirilir. Ebegü- denen irice çeşitleri taze, olgunlaşmadan to p­
mecigillerden (bak. EBEGÜMECİ) biryıllık otsu lanan küçük A m asya bamyası ise kuru sebze
bir bitki olan bamyanın bazı çalımsı çeşitleri olarak yenir. Oysa birçok ülkede yaprakların­
2,5 m etreye kadar boylanabilirse de, sebze dan ve tohum larından salata yapılır, meyvele­
olarak tarımı yapılan çeşitleri genellikle 50-60 rinin salgısı çorbalara kıvam verm ek için
cm yüksekliğindedir. kullanılır. Ayrıca tropik ülkelerde gövde lifle­
Bamyanın yaprakları çınar yaprağı gibi rinden kumaş ve sicim üretilir.
dilimli ve tüylü, kirli sarı renkteki çiçeklerinin
ortası kırmızıdır. Beş köşeli ve sivri uçlu bir BANARES bak. V a r a n a s i .
kapsül (kılıf) biçimindeki sarımsı yeşil renkli
meyvelerin koyu kıvamlı, yapışkan bir salgısı BANÇO, telli bir çalgıdır. Metal bir kasnağa
vardır. İçinde çok sayıda küçük, yuvarlak gerili ince deriden (parşöm en) yapılma, göğüs
tohum bulunan bu tüylü meyveler henüz denen, tefe benzer bir gövdesi vardır. G övde­
sertleşmeden toplandığı için, sebze olarak deki vidalar sıkılıp gevşetilerek göğsün ger­
yenen körpe bam yalar ancak 3-5 cm uzunlu­ ginliği ayarlanabilir. G övde uzunca bir sapa
ğundadır. Oysa, tohum lar olgunlaşıncaya ka­ bağlıdır. Sapın ucundan gövdenin ucuna geri­
dar dalında bırakıldığında meyvelerin uzunlu- lerek bağlanan teller, parşöm enin üzerindeki
eşik adı verilen küçük bir tahta p arça­
J . H o ra c e M c F a r la n d
sından geçer. Bir bançoda, sayıları dört
ile dokuz arasında değişen kiriş ya da tel
bulunabilir; am a genellikle beş ya da altı
tellidir.
Banço sağ elin parmaklarıyla ya da pena
adı verilen, mızraba benzer bir kemik ya da
metal parçasıyla tellere vurularak çalınır. Sol
el sap üzerindeki ses perdelerinde gezdirile­
rek farklı notalar elde edilir.
Bu çalgının Afrika kökenli olduğu sanıl­
m aktadır. A frika'dan getirilen Siyah köleler,
A B D ’nin güneyindeki pam uk tarlalarında
banço çalarlardı. Banço, 19. yüzyılın son­
larında A B D ’li Siyah şarkıcılarca, d aha son­
ra ise ilk caz topluluklarında yaygın bir
biçimde kullanıldı ve A B D halk müziğine
girdi.
Gitarla aynı biçimde akort edilen banço,
B am yanın uzun ve s iv ri to h u m kılıfı b iç im in d e k i ondan daha tiz bir ses çıkarır. B unun nedeni,
m e yve le ri körpeyken taze sebze olarak yen ir. tellerin tahta yerine parşöm en üzerinde titreş­
BANDO 19

PUNCIi, OR THE LONDON CIIARIVARl. [Aphil it, Bançonun en yaygın


o ld u ğ u dö ne m 19. yüzyıl
sonları ile 20. yüzyıl
başlarıdır. M ü zisyen lerin
bu dö ne m de gerek
A B D 'de, gerek
İn g ilte re 'd e S iya hlar'ı
ta k lit ederek yaptıkları
m üzik bançoya olan ilg iy i
a rtırdı. 1886'dan
kalan bu resim , o
dö n e m d e İn g ilte re 'd e
bançoya d u yulan yo ğ u n
ilg iy i gö ste rm e kte d ir.
Banço sonraları,
geleneksel caz
to p lu lu k la rın d a da yer
aldı.

THE NEW VERB.


IÎANJAT—n.VNMAMlS, İ’.ANJATIS, BAXJANT!
M a ry E v a n s P ictu re L ib r a r y

mesidir. Bançoya benzeyen öteki çalgılar alanlarında gelişti. K öm ür madenleri ve fabri­


mandolin ve ukuleledir. kaların bulunduğu yörelerde, yorucu bir işgü-
nünün sonunda dinlenme ve eğlenme ortam ı
BANDO. Parklarda ya da geçit törenlerinde yarattılar. Sir Edw ard Elgar {bak. ELGAR. SIR
çalan bir bandonun işlevi insanları bir araya E dvvard), Sir A rth u r Sullivan, Gustav Holst
toplam aktır. O rkestra ve bando sözcükleri ve Benjam in Britten gibi ünlü İngiliz besteci­
çalgılarını bir arada çalan müzisyenler top lu­ leri bando parçaları da yazdılar.
luğu anlamını içerir. A m a bando müziği ile
orkestra müziği birbirinden farklıdır. O rk e s­ Askeri Bandolar ve Konser Bandoları
tralar çoğunlukla konser salonlarında, b an d o ­ Bir askeri bandodaki çalgılar, ordu yürüyüş
larsa açık havada konser verirler. Bir orkestra duru m un day ken çalınmaya uygun olacak bi­
için çok önemli olan yaylı çalgıların sesleri çimde seçilir. Askeri bandolarda ağaç üfleme,
açık havada yeterince duyulamaz ve akortları bakır üfleme ve vurmalı çalgılar kullanılır.
nemli, sıcak ya da soğuk havanın etkisiyle Kullanılan çalgıların sayı ve bileşimleri ülke­
kısa sürede bozulur. Bu yüzden, bandolarda den ülkeye, hatta alaydan alaya değişirse de,
üflemeli ve vurmalı çalgılar kullanılır. askeri bir bandoda genellikle bulunan çalgıla­
rı şöyle sıralayabiliriz: Flüt, pikolo, obua,
Bakır Üfleme Çalgı Bandoları klarnet, saksofon, fagot, korno, kornet,
Bir bakır üfleme çalgı bandosundaki çalgıla­ trom bon , euphonium , “baslar” ve vurmalılar.
rın çoğu, 1845’te Belçikalı çalgı ustası Adolphe Yürüyüş sırasında baslar ve tubalar, konser
Sax’ın tanıttığı sakshorn ailesine girer. B a­ salonunda çalarken ise kontrbaslar kullanılır.
kır üflem e çalgı band osu nd a genellikle k o r­ Nasıl bir orkestrada çok sayıda yaylı çalgı
netler, flügeller, sakshornlar, tro m bo nlar, bulunuyorsa, bir askeri ban dod a da işin çoğu­
tubalar ve davullar kullanılır {bak. D a v u l ; nu yüklenen çok sayıda klarnet vardır.
K or no A iles İ; T rompe t A ilesi ; T rombon A ilesi ). Y ürüyüşlerde kullanılan bando türleri a ra ­
Bu çalgıların sayısı b andodan bandoya değişe­ sında davul, tro m p et, büğlü bandolarını, K u­
bilir. zey İskoçya alaylarının kaval bandosunu saya­
Bakır üfleme çalgı bandoları İngiltere’de biliriz. Bu alaylar, davul ve trom petlerin eşlik
çok yaygındır. Bu bandolar, 19. yüzyılda ettiği gayda sesiyle yürürler.
ülkenin kuzey ve orta bölgelerindeki sanayi Askeri b ando aslında, bir ordu bandosu
20 BANDO

İki d ü nya savaşı arasında


en ünlü dans
ba n d o la rın d a n biri olan,
Jack H y lto n 'u n y ö n e ttiğ i
İng iliz bandosu ilk kez
uçaktan yayın yapan
m üzik to p lu lu ğ u
o lm u ş tu r.

M a r y E v a n s P icture L ib ra ry

olmanın ötesinde özelliklere de sahiptir. Bir başlayarak kullanıldığı bilinmektedir. Eski


konser salonunda çaldığında, adına konser T ü rk le r’de davul ve sancak egemenliği sim­
bandosu denir. geleyen temel öğeler arasındaydı. H ü kü m d ar
birisine beylik vereceği zaman ona sancak ve
Tarih davul teslim edilir; beylik geri alınırsa, bunlar
Çok eski zam anlardan beri orduların kendi­ da geri alınırdı. Selçuklular ile Osm anlılar'da,
lerine uygun müzikleri ve simgeleri olmuştur. devletin ve ordun un resmi müzik toplulukları
Eski R om a piyadelerinin kornoları, atlılarının (m ehterhaneleri) vardı. M ehterhanelerde,
ise trom petleri vardı. Bugün hâlâ süvariler çalgıcılar askeri disiplin altında yetiştirilirdi.
trom pet kullanır. Hantal olm alarından ötürü Özellikle 18. yüzyılda m ehter müziği büyük
kornoların yerini daha sonra büğlüler aldı. davul ve zil üçgeni gibi çalgıların çıkardıkları
Büğlü kıvrımlı bir ko rnod ur ve trom pette ses ve vuruşlarla olduğu kadar ezgisel olarak
olduğu gibi kadeh biçiminde bir ağızlıkla da A vrupa bandolarını etkilemiştir. M eh ter­
çalınır. Sınırlı sayıda nota kullanır. haneler günüm üz Türk bandolarının öncüsü
O rtaçağda, A v ru p a ’da belli başlı her kentin sayılır.
önemli günlerde ve törenlerde çalan bir b an ­ M ehter müziğinde yer alan çalgıları üç
dosu vardı. Bu bandolar, kendilerine güvence grupta toplayabiliriz: Z u rna, boru, m ehter
sağlamak için loncalar kurarak bir araya düdüğü gibi üflemeli çalgılar ilk grubu; kös
gelmiş gezgin müzisyenlerden oluşurdu. (büyük davul), davul, nakkare (küçük davul)
İngiltere’de geceleri saat başlarını duyur­ gibi vurmalı çalgılar ikinci grubu; ziller, çıngı­
mak için obua ve benzeri çalgılar çalarak raklar ve çevgenler de son grubu oluşturur.
dolaşan bekçiler, daha sonra ilk kent b a n d o ­ Osm anlılar'da Fatih Sultan M eh m ed zam a­
larını kurdular. Bunlar Noel şarkılarına da nında kurulan ilk m ehterhane daha sonraki
çalgılarıyla eşlik ederlerdi. padişahlarca geliştirildi. 1826’da Yeniçeri
İlk ordu bandolarını, askeri birliklerin yanı Ocağı’nın kaldırılması ve yerine Nizam-ı Ce-
sıra yürüyen sivil çalgıcılar başlattı. Sonraları d id ’in kurulmasıyla m ehterhaneler önemini
alaylar kendi bandolarını yetiştirdiler. yitirdi. 1827’de II. M ah m ud zam anında
Muzıka-yı H üm ayun kuruldu. Muzıka-yı Hü-
Türkler'de Bando m ayun'a bağlı ilk askeri muzıka okulu da
T ü rk le r’de askeri müziğin İÖ 4. yüzyıldan 1831’de-açıldı. Muzıka-yı H üm ayun 'un başına
BANGLADEŞ 21

getirilen G iuseppe Donizetti, bu topluluğu tapınak ve çarşılarıyla, nerdeyse bağımsız


kısa sürede çağdaş anlam da bir bandoya küçük birer kenttir. B angko k'da yalnızca
dönüştürm eyi başardı. Muzıka-yı H üm ayun ' Çinliler'in yaşadığı Sam Peng adı verilen bir
da ilk T ü rk bando şefi, aynı zam anda besteci bölge vardır. Sanayi, ticaret ve yerleşim
ve iyi bir klarnetçi olan M ehm et Ali B ey’dir. bölgeleri, birbirinden pek ayrı değildir; m o ­
Muzıka-yı H üm ayun Cum huriyet d ön em i­ dern oteller, iş hanları, batı tipi evlerle
ne kadar varlığını korudu. 1924’te kurulan dükkânların hem en yanı başında, saz damlı
Riyaseticum hur Musiki Heyeti, d aha sonra, evler ve pirinç tarlaları görülebilir.
1933'te orkestra ve bandonun birbirinden Kentin yeni bölgeleri çağdaş batı kentlerine
ayrılmasıyla Cum hurbaşkanlığı A rm oni Mu- oldukça benzem ekteyse de, B an gko k’u alışıl­
zıkası adını aldı. G ünüm üzd e bu topluluğun mışın dışında çekici kılan şey, saraylar ve çan
adı Kara Kuvvetleri A rm oni Muzıkası'dır. biçiminde kuleleri, parıldayan çatıları, oyma,
dev figürleriyle pagodalardır.
BANGKOK, T ayland ’ın başkenti ve en 1782’de yapılan Büyük Saray, B an g k o k ’un
önemli limanıdır. Kent 18. yüzyıldan bu yana bir simgesidir. Irmağın kıyısında, duvarlarla
gelişerek, Tayland Körfezi'nden 40 km yukar- çevrili sarayın içinde krallık tapınağı Vat Phra
daki M enam Irmağı’nın iki yakasına yayılmış­ Kaeo (Tay dilinde Vat tapınak dem ektir)
tır. Bir zam anlar evlerin çoğu sallar ya da vardır. Z ü m rü t B uda bu ünlü tapınaktadır.
kazıklar üzerine yapılırdı ve Tay dilinde Yeşim taşından yapılmış bu B uda heykeli,
khlongs denilen kanallar boyunca, ulaşım üstüne sürekli ışık düşen altın bir türbededir.
teknelerle sağlanırdı. Kent çağdaşlaştıkça, bu Heykelin altın ve değerli taşlardan oluşan
kanalların bazıları doldurularak trafik yo­ giysileri, yılın belli zam anlarında düzenli ola­
ğunluğunu karşılayacak yollar yapıldı. Kanal­ rak değiştirilir. Bu, T ayland'daki en kutsal
lar bugün de gezici satıcılarca kullanılm akta­ B uda heykelidir. Sivri kuleli, yaldızlı, pırıltılı
dır. Bu kanallar üzerinde, birçok ünlü yüzen daha birçok tapınakta da B u d a ’nın altından,
çarşı vardır. güzel heykelleri vardır (bak. B u d a v e B u d a ci-
Bangkok yoğun bir ticaret ve turizm m er­ LIK ). B u heykellerde B u da, kimi zaman d ü ­
kezidir. Kentin çeşitli semtleri kendine özgü şüncelere dalıp gitmiş, kimi zaman ayakta,
B B C H u lto n P ictu re L ib r a r y kimi zaman uyurken, kimi zaman da in an an ­
larıyla birlikte görülür.
B ankalar ve m odern şirketlerin çoğu gibi,
Tayland sanayisinin büyük bir bölüm ü ile
uluslararası şirketlerin bölge temsilcilikleri
B a n g k o k ’tadır. TaylandlI ve Çinli nüfusun
yanı sıra, çok sayıda A B D ’li, Japon ve öteki
yabancılar B an g k o k ’a uluslararası bir g örü ­
nüm verm ektedir. B angkok konum u gereği,
G üneydoğu A sy a’nın iletişim merkezidir.
Kentin, D on M u an g’daki büyük ve gelişmiş
havalimanı, U zakdoğu’nun belli başlı uluslar­
arası havayolu bağlantı noktalarından biri­
dir. B an g kok ’un nüfusu 5.407.100’dür (1982).

BANGLADEŞ, A sy a’nın güneyinde bir kıyı


ülkesidir. G üneyde Bengal Körfezi’ne bakan
Bangladeş batı, kuzey ve kuzeydoğuda H in ­
distan, güneydoğuda Birm anya ile çevrilidir.
D a h a önce Pakistan’ın bir parçası olan ve
Bangkok'ta çok sayıda, güzel o ym a la rla bezeli Vat Doğu Pakistan olarak bilinen Bangladeş,
adı ve rile n Budacı tapınakları vardır. 1971 ’de bağımsızlığına kavuştu. G örünü şte
22 BANGLADEŞ

yağış getiren muson rüzgârları, sık sık su


BANGLADEŞ'E İLİŞKİN BİLGİLER
baskınlarına yol açarak, insanlara ve ekinlere
YÜZÖLÇÜMÜ: 143.998 km2. zarar verir. Yaz başlarında görülen şiddetli
NÜFUS: 105.307.000 (1987). fırtınalar kuzeye yöneldiğinde, tüm köyleri
YÖNETİM BİÇİMİ: Cum huriyet; 1982'den beri askeri sular altında bırakarak büyük zarara neden
yönetim altında. olur. Bangladeş'in güney kıyısındaki Sundar-
BAŞKENT: Dakka.
bans denilen büyük bataklık orm anı, soyu
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Güneyde Ganj Irm ağı'nın Ben-
gal Körfezi'ne döküldüğü yerde, dünyanın en büyük tüken m ek te olan Bengal kaplanının son sığı­
deltasının egemen olduğu alçak düzlükler ve batak­ nağıdır. Bu kaplanın boyu 3 m etreye ulaşır.
lıklar. Ayrıca bölgede birçok timsah ve sürüngen
BAŞLICA ÜRÜNLER: Jüt, jü t benzeri lifler, pirinç, deri,
çay, pamuk, tütün. hayvan türüne rastlanır.
ÖNEMLİ KENTLER: Dakka, Çittagong, Kulna. Bangladeş halkının büyük çoğunluğunu
Bengalliler oluşturur. Resmi dili Bengali olan
bir cum huriyet olm akla birlikte, 1982’den halkın çoğunluğu M üslüm an’dır. Ayrıca ülke­
beri askeri yönetim altındadır. Başkenti D a k ­ de çok sayıda Hindu ve daha az sayıda Budacı
ka (bak. D a k k a ) , en önemli limanı da Çitta- yaşamaktadır. B angladeş’te zengin bir müzik,
gong’dur. dans ve edebiyat geleneği vardır. Bangladeş
Bangladeş çok sayıda akarsuyu bulunan dünyanın en kalabalık ve en yoksul ülkeleri
düzlük bir ülkedir. Bengal Körfezi’ne d ö k ü ­ arasında yer almaktadır.
len Büyük G a n j, B rah m ap utra ve M eghna Halkın büyük çoğunluğu çiftçilikle geçinir.
ırmakları dünyanın en büyük deltasını oluş­ Su baskınlarının erişemeyeceği yüksek ırmak
turur. Kıyılarda m angrov bataklıkları, d o ğu­ kıyıları ve tepeciklerde kurulan tarım alanla­
daki Çittagong çevresinde ise orm anlarla ö r­ rında pirinç, şekerkamışı, tütün ve sebze
tülü tepeler vardır (bak. M ANGROV). Bangla­ yetiştirilir. Ü lkede en çok yetişen ve dışarıya
deş’te nemli ve tropikal bir iklim görülür. Bol satılan jüt işlenerek, çuval ve kaba d o k u m a ­
larda kullanılır (bak. JÜ T ). Bangladeş dünya
jüt üretiminin beşte dö rdünü karşılamaktadır.
Geliştirilen sulama sistemlerinin tarımsal
üretime önemli katkısı olmaktadır.
Nüfusunun çoğu kırsal kesimde yaşayan
Bangladeş’te, kentleşm e ve sanayileşme ye­
tersiz düzeydedir. Köylerde pam uklu d o k u ­
ma ve tütün sarma işlemlerinin yapıldığı
küçük ev işletmeleri yaygındır. Ormancılık
gelişmiştir; Kulna ve Ç ittagong’da kâğıt ü re­
tilmektedir. Ülke doğal gaz dışında, m aden
bakım ından yoksuldur. Kara ve demiryolları­
nın yanı sıra gelişkin suyolları ülkenin ulaşım
sistemini oluşturur. Dünyanın en uzun k um ­
salının (120 km) yer aldığı Bangladeş, çok
sayıda turist çeker.

Tarih
Pakistan Devleti 1947’de H indistan ’ın ikiye
bölünmesiyle kuruldu. Bu bölünm e sonucu,
halkının çoğunluğu Müslüman olan Pakis­
ta n ’la, büyük çoğunluğun H indu olduğu H in­
distan, iki ayrı devlet olarak ortaya çıktı.
Pakistan, D oğu Pakistan ve Batı Pakistan
olarak bilinen iki eyaletten oluşuyordu. Ne
BANKALAR VE BANKACILIK 23

var ki, Hindistan topraklarının birbirinden yürütülen bu sistem sonraki yıllarda paranın
ayırdığı bu iki eyalet arasında 1.500 kilom et­ ortaya çıkmasıyla yaygınlaştı.
relik bir uzaklık bulunuyordu. Bu bölünme P ara önceleri altın ve gümüş gibi değerli
coğrafya açısından olduğu kadar, kültür ve dil metallerden yapılırdı. Ekon om ik yaşamın ge­
açısından da sorunlar yarattı. lişmesiyle para daha çok kullanılmaya ve el
D a h a yoksul olan Doğu Pakistan’da batıya değiştirmeye başladı. Değerli m etallerden ya­
karşı artan bir tepki gelişmeye başladı. Bu pılan para hem m iktar olarak, hem de taşıma
tepki 1971 ’de, D oğu P ak istan’da yaşayan zorluğu gibi nedenlerle yeni dönem in gereksi­
Bengalliler’in Pakistan hüküm etine başkal­ nimleri karşısında yetersiz kaldı. Bu durum da
dırmasına ve bağımsız bir Bangladeş cum huri­ bankalar ellerinde bulunan değerli metaller
yeti istemesine yol açtı. Sonuçta iç savaş çıktı. karşılığında kâğıttan (banknot) ve değersiz
Pakistan hüküm eti isyanı bastırmaya çalıştı. m etallerden para çıkardılar. Bunların her
Bengalliler’e Hindistan arka çıkınca, Hindis­ biri üzerinde yazılan m iktarda altını temsil
tan ile Pakistan arasında savaş başladı. Hint ediyordu ve ban ka isteyene bu kâğıtlar karşı­
askerleri Doğu P akistan’a girdi ve Pakistan lığında, altın olarak ödem ede bulunuyordu.
ordusunu yenilgiye uğrattı. Bu yüzden başlangıçta kâğıt para, altın para
Bengalliler 1972’de Şeyh M ucibü'r-R ah- gibi kabul edildi ve zamanla başlıca ödem e
m a n ’ın başkanlığında Bangladeş D evleti’ni aracı olan günüm üz kâğıt parasına dönüştü.
kurdular. A m a, ekonom ik sorunlar ve besin G ünüm üzde kâğıt parayı her ülkenin m erkez
maddelerinin yetersiz oluşu ülkede büyük bir bankası çıkarır ve bu paranın karşılığında
hoşnutsuzluğa yol açtı. M ucibü’r-R ahm an d a ­ bankalarda artık belli m iktarda altın b u lun du ­
ha fazla yetkiye sahip olmak için 1974’te rulmaz; am a bunun yerini devlet garantisi al­
cumhurbaşkanlığını ilan etti. 1975’te askeri dığı için, herkesin kabul ettiği bir alım gücüne
liderler yönetim e el koydular. B aşkan Muci- sahiptir.
b ü ’r-R ahm an darbe sırasında öldürüldü ve
G eneral Z iyaü’r-R ahm an başkanlığa getirildi. Bankacılığın Gelişimi
D em o kratik bir yönetim biçimi kurm ak a m a ­ Eski Y u n a n ’da değerli eşyalar tapm aklarda
cıyla 1978’de seçim yapıldıysa da, siyasal korunurdu. Kutsal yerlerde hırsızlık yapanla­
çalkantılar ve ekonom ik bunalım sürdü. rın tanrıların öfkesini üzerlerine çekeceğine
Z iy aü ’r-R ahm an 1981’de Ç ittagong’da bir inanıldığı için, tapınakların güvenli olduğu
grup subay tarafından öldürüldü. Yerine yar­ düşünülürdü. Bu hizmet karşılığında tapm ağa
dımcısı A bdüssettar geçti. Ulusal Güvenlik bir para ödenirdi. İÖ 4. yüzyıldan başlayarak
Konseyi Başkanı G eneral Erşad 1982’de Ab- Y un an istan ’da para toplayan ve ödünç veren
d ü ssettar’ı devirerek sıkıyönetim ilan etti ve bir tür banka ortaya çıkmıştır. İÖ 2. yüzyılda
tüm yetkileri kendinde topladı. Ne var ki, Romalılar, Y unanlılar’dan aldıkları bankacı­
izlediği baskıcı tutum ve kötüye giden e k o n o ­ lık sisteminden, bazı bakım lardan bugünküne
mik durum ülkedeki hoşnutsuzluğu artırdı. benzeyen bir sistem geliştirdiler. 5. yüzyılda
1985’te yapılan göstermelik bir halkoyla- R o m a ’nın yıkılmasından, 11. yüzyıla kadar
masıyla E rş a d ’ın devlet başkanlığında kalması bankacılık alanında fazla bir gelişme olmadı.
onaylandı. 1986’da sıkıyönetimin kaldırılma­ 1171’de bir savaşa para sağlamak amacıyla
sına karşın, baskılar sürdü. Bugün Bangladeş’ Venedik Bankası kuruldu. Halk hüküm ete
te rejim karşıtı siyasal partiler, halktan aldık­ banka aracılığıyla yüzde 4 faizle borç vermeye
ları destekle büyük protesto gösterilerinde çağrıldı. O zam anlar bu işler, pazar yerlerine
bulunm aktadır. koyulan sıralarda yürütüldüğü için “b a n k a ”
sözcüğü sıra anlamına gelen İtalyanca “ ban-
BANKALAR VE BANKACILIK. Bankacılı­ co” sözcüğünden türemiştir.
ğın başlangıcı Babilliler’in ödünç mal alıp Aşağı yukarı aynı yıllarda İngiltere’de tüc­
verme işini düzenleyen karmaşık bir sistem carlar altın paralarını kuyumcuların kasaların­
geliştirdikleri İÖ 2000 yılı öncesine uzanır. da saklıyorlardı. Teslim ettikleri altın para
Başlangıçta güçlü kişilerce ve tapınaklarda karşılığı, tüccarlara verilen m akbuzlar para
24 BANKALAR VE BANKACILIK

T he B a n k o f E n g la n d

Solda: L o nd ra'da T hrea dn ee dle C addesi'ndeki İn g ilte re M erkez Bankası. Sağda: Bankanın kasalarından
birin d e ki altın külçeler.

gibi elden ele dolaşıyordu. Kuyumcular daha bankaların yeniden açılmalarına izin verilme­
sonra kendilerine bırakılan altının tüm ünün di. Bu durum üzerine bankaları Federal
aynı anda geri istenmeyeceğini, bunun bir Rezerv Sistemi’ne (Ulusal Bankacılık Siste­
bölüm ünü başkalarına ödünç verm ekte bir mi) girmeye zorlam ak ve böylece bankacılık
sakınca olmadığını fark ettiler. Böylece k en ­ alanında denetimi artırm ak amacıyla B a n k a ­
dilerine em anet edilen altının bir bölüm ünü, cılık Yasası çıkarıldı. Federal Rezerv Sistemi
faiz karşılığı ödünç vermeye başlayan kuyum ­ 25 şubeli 12 yerel Rezerv B ankası'ndan olu­
cular, kendilerine bırakılan altın için de bir şur. Bu bankalar yalnızca üye bankaların
m iktar faiz öderlerse daha çok altın toplaya­ işleriyle ilgilenir; kişiler ve şirketlerle d oğ ru­
caklarını anladılar. Bu uygulamalar çağdaş dan ilişki kurmaz. Kişiler ve şirketler sisteme
bankacılık sisteminin başlangıcını oluşturdu üye bankalara para yatırır. Üye bankalar bu
ve 17. yüzyıla yaklaşırken çağdaş bankacılığın paranın belli bir yüzdesini Federal Rezerv
temelleri atıldı. bankalarına yatırır.
Bir savaşa para sağlamak amacıyla 1694’te
kurulan İngiltere Bankası 1884’te, İskoçya Türkiye'de Bankacılığın Gelişimi
dışında para basm a yetkisine sahip tek banka Osmanlı İm paratorlu ğum da ise 15. yüzyıl­
du ru m u na geldi. 1946’da devletleştirildikten dan başlayarak sarraflar A v ru p a ’dakilere
sonra yalnızca m erkez bankası işlevlerine benzer işlevler görmeye başladı. Önceleri
yönelen İngiltere M erkez Bankası tüm d ünya­ farklı değerlerdeki Osmanlı paralarının ve
daki bankalara örnek olmuştur. yabancı paraların birbiriyle değiştirilmesiyle
G erçek anlam da ilk A B D bankası 1781’de uğraşan sarraflar, daha sonra zenginlerin p a­
Philadelphia'da kuruldu ve Birleşik Devletler ralarının işletilmesi ve devlete borç verilmesi­
B ankası’na 1791’de 20 yıl süreyle ülkenin tek ni üstlendiler. Böylece 19. yüzyıla gelindiğin­
ulusal bankası olm a hakkı verildi. A m a de “G alata Sarrafları” “ G alata B ank erleri”ne
eyalet bankalarının ve Başkan Thom as Jeffer- dönüşm üştü.
son’un karşı çıkması üzerine bu ayrıcalık O sm anlılar’ın 1854’te ilk kez dış borç alm a­
1811’de yenilenmedi. 1863’ten sonra eyalet ya başlamasından, borçlarını ödeyem ez d u ru ­
bankalarının ülke çapında örgütlenmesini ma düştüğü 1870’lere kadar (bak. DÜYUN-I
sağlayacak yasa çıkarıldı. 1933’te özellikle UMUMİYE) en ünlüleri İngiliz-Fransız serm aye­
A B D bankacılık sistemi birçok bankanın k a­ sine dayanan Osmanlı Bankası olmak üzere
panm asına yol açan bir iktisadi bunalım yaşa­ 10 yabancı banka kuruldu. Bu d önem de
dı; güvenilirlikleri kanıtlanm adıkça kapanan yabancı bankaların başlıca kâr kaynaklan
BANKALAR VE BANKACILIK 25

devlet borçları ve demiryolu yapımıydı. B ü ­ Bankası dışındaki 16 yabancı bankanın yalnız­


yük ayrıcalıklar tanınan yabancı bankaların ca 25 şubesi vardır. T ürkiy e’deki toplam
içinde 1856’da kurulan Osmanlı B ankası’nın mevduatın yaklaşık yüzde 98,5’i ulusal b a n k a ­
özel bir yeri vardı; çünkü yalnızca bu bankaya lardadır. Yabancı bankalar daha çok dış
C um huriyet dö nem inde de süren para basma işlemlerde aracılık etm ektedir.
yetkisi verilmişti.
1888’de çiftçilere kredi verm ek amacıyla Bankaların İşlevleri
Ziraat Bankası kuruldu. Balkan ve I. Dünya Parasal işler söz konusu olduğunda genellikle
savaşları sırasında Türkler de bankalar kurmaya ilk akla gelen kurum bankadır. B ankalar borç
başladı. 1927’de devlet desteği ve katılımıyla, almak isteyenler ile borç verm ek isteyenler
tanınmış milletvekili ve tüccarlar Türkiye arasında aracılık eder. B ankalar kendilerine
İş Bankası'm kurdular. II. D ünya Savaşı’na para yatırılmasını özendirm ek için m evduat
kadar gerek özel sermayeli T ürk, gerek devlet sahiplerine (para yatıranlara) faiz öder; borç
bankacılığı alanında önemli gelişmeler oldu. verdikleri zaman da borçludan faiz alırlar
1930’da M erkez B ankası’nın kurulm asından (bak. F aİz).
sonra T ürk iy e’de para basma yetkisi bu b an­ Bankacılık 1970’lerin ortalarından başlaya­
kaya verildi. II. D ünya Savaşı'ndan sonra ise rak, 1980’lerin başlarında hız kazanan bir
büyük özel bankaların kurulması hız kazandı. serbestleşme, yani hük üm et denetim inin azal­
G ünüm üzde, özellikle de 1980‘den sonra T ü r ­ tılması ve değişim sürecine girdi. Serbestleş-
kiye yeniden yabancı bankalar için çekici bir menin ilk önemli sonucu faiz oranları üzerin­
ülke duru m un a gelmiştir. deki denetim in gevşetilmesiyle, faiz oranları­
Türk bankacılık sisteminin belirgin özelliği nın yükselmesi oldu.
şube bankacılığının yaygın olmasıdır. 1923’te Temel uğraşı para alışverişi olan bankalar,
316’sı Ziraat B ankası’na ait olm ak üzere 36 mevduat sahiplerine bazı kolaylıklar da sağ­
bankanın 420 kadar şubesi bulunurken, bu lar. Örneğin, bankalarda açılan çek hesaplan
sayı 1986 sonunda 56 banka için 6.364’e alışverişlerde ödem e yapm akta kullanılabile­
yükselmiştir. Çok şubelilik ulusal bankalar ceği için para olarak kabul edilebilir. Çekin
için söz konusudur. 96 şubesi olan Osmanlı kendisi para değildir; am a çeki imzalayıp

BANKA ÇEKLERİNİN SERÜVENİ


A BANKASI B BANKASI
B BANKASI
A li'n in bankası Bülent'in bankası

TAKAS ODASI B BANKASI

Bora'nın bankası
Alı. Bülent'e bir çek veriyor. Bülent, çeki kendi bankasına Bülent'in hesabına çek tutarı ,
veriyor. kadar para yatırılıyor.
A BANKASI
B BANKASI A BANKASI
Bora'nın bankası A h m e t’ in bankası A BANKASI

A li'nin bankası
Her iki çek de takas odasına
gönderilir iki banka da birbirine
borçlu durum dadır Para el
d eğiştirm ez; yalnızca çekler
çekildikleri bankalara geri
döner.
Bora, Ahm et'e bir çek Ahmet, çeki kendi bankasına Ahm et'in hesabına çek tutarı
veriyor. veriyor. kadar para yatırılıyor.

Takas od alarında , kullan ılan çekler n e de niyle ortaya çıkan alacak ve b o rç la r hesaplar arası a kta rm a la r
yap ılara k de n g e le n ir.
26 BANKALAR VE BANKACILIK

verenin hesabından, çeki alanın hesabına olarak gösterdiği varlığı üzerinde hak sahibi
para aktarılması için bankaya yetki veren bir olur.
belgedir. Ç ekte belirtilen para, çeki verenin B ankalarda başlıca iki ana hesap türü ayırt
hesabından silinip alanın hesabına eklendiği edilebilir: Vadeli tasarruf hesabı ve çek ya da
zaman ödem e tam am lanm ış olur. G ü n ü m ü ­ vadesiz tasarruf hesabı. Vadeli hesaba
zün gelişmiş elektronik bilgiişlem ve iletişim ödenen faiz genellikle d aha yüksektir ve bu
yöntemleri, çekle ödem e yöntem ini, kolaylığı hesaba yatırılan parayı çekm ekte belirli sınır­
ve zam an kazandırması bakım ından aşmıştır. lamalar vardır. M evduat sahibi parayı çekm e­
den belli bir süre önce bankaya bilgi vermekle
Bankacılık Hizmetleri yüküm lüdür. Bu yapılmazsa banka para çekil­
Sanayileşmiş ülkelerin çoğunda ülke çapında mesini kabul etse de, genellikle m evduata
şube ağına sahip az sayıda büyük ticari banka ödenecek olan faizi ödemez. Çek hesaplarına
vardır. Bu ülkelerin İtalya ve Fransa gibi genellikle faiz ödenm ez çünkü mevduat sahibi
birkaçında büyük bankaların bir bölüm ü ya bu hesaptan istediği zaman para çekebilir.
da tüm ü devlet denetim indedir. Çoğu ülkede
ise bankaların büyük bölüm ü özel şirketlerdir Ticari Bankacılık Sistemi
(bak. ŞİRKET). Büyük ticari bankaların genel­ Ticari bankalar “oransal karşılık sistemi” te­
likle çeşitli uzmanlık alanlarında hizmet veren meline dayalı olarak çalışır. G ünlük yüküm lü­
bir dizi alt kuruluşu bulunur. lükleri yerine getirm ek için ne kadar para
Büyük ticari bankaların, müşterilerin çeşitli ya da hem en paraya çevrilebilir malvarlığının
gereksinimlerini karşılayacak biçimde düzen­ gerektiği, deneyim sonucu bellidir. Kredilerin
lenmiş birçok türde m evduat hesabı vardır. ve öteki yüküm lülüklerin değerinin belli bir
B ankalar m evduat sahiplerine kredi verir ve oranı kadar hazır kaynak bulundurm ak yeter-
açık kredi kolaylıkları sunar. Açık kredi, lidir. Böylece bankacılık sistemi güven temeli
m evduat sahiplerine yatırmış oldukları p a ra ­ üzerine kuruludur. E ğer herkes bankadaki
dan belirli bir m iktar fazlasını çekme olanağı bütün parasını aynı günde çekm ek isteseydi
sağlar. Bu hizmet karşılığı bank a, fazladan bankalar ödem e yapamazdı.
çekilmiş m iktara kredi faizi uygular. B urad a B ankanın kazandığı para, gelir ve giderleri
yapılan aslında, bankanın fazla para çeken arasındaki farktan kaynaklanır. En önemli
kişiye, öteki hesaplarda toplanan paradan gelir kaynakları sunulan hizmetlerden alman
kredi vermesidir. ücretlerle, verilen kredilerden alınan faizler­
B ankalar m evduat sahibi olmayan kişilere dir. İhracat ve ithalat işlemleri de bankalar
ve şirketlere de kredi verir. “K red i” belirli bir aracılığıyla yapılır. B anka bu işlemler ned e­
süre için borç olarak verilen paradır. K redi­ niyle, işleme konu olan paranın belirli bir yüz-
den yararlananın bu süre sonunda, aldığı desi kadar komisyon alır. Büyük alım satım ­
parayı ve faizini belirlenen biçimde ve d üzen­ larda bu komisyon, verilen hizmetle ilgisi ol­
li olarak ödemesi gerekir. G ün üm üzde b a n ­ mayan çok büyük m iktarlara ulaşabilir. Bu
kalar ekonom ik koşullara bağlı olarak, m ev­ hizmetleri sağlamak için banka bazı h arca­
duat ve kredilere zaman içinde değişen faiz m alar yapar. B aşka şirketler gibi, çalışanları­
oranlan uygular. Oysa eskiden yalnızca kredi­ nın ücretini ödem ek , içinde çalışılan binaları,
nin süresine göre farklılık gösteren sabit faiz mobilya, bilgisayar ve öteki donanım ları kira­
oranlan uygulanırdı. lam ak ya da satın almak zorundadır. Ayrıca
Kredi alabilmek için genellikle bankaya m evduat toplayabilm ek için tasarruf sahiple­
paranın nerede kullanılacağını açıklamak ve rine faiz ö d em ek gerektiği gibi, birçok b an k a ­
taksitleri zam anında ödeyebilm e yeteneğini nın reklam harcaması da olur. G ene başka
kanıtlam ak gerekir. B unu yaparken çoğu şirketler gibi, işi k urm ak, genişletmek ve b ek­
zaman aylık bir gelirin varlığı yeterliyse de lenm edik durum lara karşı hazırlıklı olmak
bazı d urum larda bankalar “maddi bir güven­ için sermayeye gereksinimi vardır.
ce” arayabilir. Bu d uru m d a ö dem eler zam a­ Bankaların sunduğu hizmet türleri de ülke­
nında yapılmazsa, banka borçlunun güvence den ülkeye değişir. Ö rneğin Japonya ve
BANKALAR VE BANKACILIK 27

Çağdaş b ir banka
kasasında g ü ve n liğ e çok
önem v e rilir. Kasalar
ge n e llikle saatli kilitle
donatılır.

F irst N a tio n a l B a n k o f C h icago

A B D ’de, yatırım bankacılığı ile ticari b an k a­ “m evduat toplam a k u ru m la n ” adı altında ayrı
cılığın birbirinden ayrı olması yasa gereğidir. bir grup oluşturur. B unlar çoğunlukla k o o p e ­
Federal Alm an bankaları ise eskiden beri ratif yapısındadır. M evduat sahipleri k u ru ­
hem yatırım bankacılığı, hem de ticari b an k a­ mun ortaklarıdır. Ayrıca birçok ülkede posta
cılığı birlikte yürütür. Fransız bankacılık siste­ örgütü de, şubeleri aracılığıyla tasarruf b a n ­
mi de 1960’ların ortalarından başlayarak ge­ kacılığı hizmetleri verir. Bu tasarruf bankacı­
nel bankacılığa yönelmiştir. İngiltere’de ticari lığı kum rularından bazıları özel kişilerin yanı
bankalar, alt kuruluşları aracılığıyla yatırım sıra, yörelerindeki ticaret ve tarım işletmeleri­
bankacılığı yapar. Yatırım bankaları, anonim ne ve yerel yönetim lere de bankacılık hizmeti
şirketlerin hisse senetlerinin halka satılmasın­ verir. Birçok ülkede konut kredisinin büyük
da uzmanlaşmıştır. İngiliz bankacılık sistemi­ bölüm ünü bu kurum lar sağlar. A m a mali hiz­
nin önemli bir parçasını tüccar bankaları oluş­ m etler alanındaki geleneksel uzm anlaşmanın
turur. A dlarından da anlaşılacağı gibi bu b a n ­ yıkılmakta oluşu, bu alana da daha büyük bir
kalar iç ve dış ticaretin finansman gereksini­ rekabet getirm ektedir. B anka şubelerinde si­
minden doğmuştur. Çağdaş tüccar bankaları, gorta hizmeti verilmesi de uzmanlaşmanın o r­
öteki ülkelerdeki yatırım bankalarının şirket­ tadan kalkm akta oluşunun bir örneğidir. B öy­
lere verdiği hizmetlere benzer bir dizi hizmet lece her tür müşteriye bütün mali hizmetleri
verir. A m a 1986’ya kadar bu bankaların L o n ­ sunabilir hale gelen büyük bankalar, genel
dra Borsası’nda doğrudan tahvil ve hisse se­ bankalara dönüşm ektedir. B unlar artık mali
nedi alıp satm ak yetkisi yoktu. Bu tarihten holding diye anılmaya başlamıştır.
sonra öteki mali kurum larla iç içe geçtiler ve B aşka bir çağdaş yönelim ise para piyasala­
böylece yatırım bankalarına daha çok benzer rının gelişmesidir. Bu piyasalar, bankaların
bir du rum a geldiler. İngiliz ticari bankaları yurtiçinde ve dışında öteki bankalardan
da, tüccar bankacılığı yapan alt kuruluşlarını büyük m iktarlarda borç almalarına olanak ve­
yatırım bankası benzeri kurum lara dönüş­ rir. Büyük anonim şirketler de kısa dönem li
türdü. kaynak fazlalarını, bu piyasalarda borç v ere­
rek değerlendirir. Ayrıca bankalar m evduat
Tasarruf Bankaları sertifikası ve dövize bağlı tahviller gibi mali
Çoğu ülkede uzmanlaşmış tasarruf k u rum lan araçlar yoluyla ek kaynak sağlar. Tüm bu ge­
bulunur. Bu kurum lar bazı ülkelerde banka lişmeler sonucunda bankalar artık kredi veri­
olarak sınıflandırılır; başka bazı ülkelerde ise lecek kârlı alanlar aram adan önce, m evduat
28 BANKALAR VE BANKACILIK

toplam ak zorunda değildir. B unun yerine ö n ­


ce kredi verilecek yer bulunur sonra gerekli
kaynak para piyasalarından sağlanır. Bu uy­
gulama “borç yönetim i” olarak tan ın m ak ta­
dır. D oğrudan kredi verm ek, bankacılık piya­
sasının bazı sektörlerinde gözden düşmeye
başlamıştır. B ankalar artık kredi verm ek yeri­
ne belli müşterilerinin mali gereksinimlerini,
onlardan bonolar satın alarak karşılam akta ve
önemli alacaklarını da halka sattıkları tahvil­
lere çevirmektedir. Ayrıca ücret karşılığı te­
minat m ektubu vermek de yaygınlaşmıştır.
A n a d o lu Y a y ın c ılık A r ş iv i
B ankalar gitgide genişleyen A vrupa para pi­ T.C. Merkez Bankası, Ankara.
yasasından borç alacak müşterilerine, aldığı
ücret karşılığında tem inat m ek tub u vererek
kefil olur. Öncelikle, sıkıntıdaki bankaya, durum u
B ankalar ve öteki mali kurum lar kârlarının düzeldiği zaman m üm kün olursa faizi ile bir­
önemli bölüm ünü, müşterilerinin mali bir a ra­ likte geri ödeneceği beklentisiyle borç verilir.
cı kullanm ak yerine dolaysız olarak birbirle­ Z o r durum a düştüklerinde merkez bankası­
rinden borç alıp vermeleri duru m u nd a karşı­ nın yardımlarına koşacağına güvenerek, ban ­
laşacakları riskleri üstlenm ekten kazanır. Bu kaların gereksiz risklere girmelerini önlem ek
nedenle bankalar öngörülem eyecek kayıpları için, m erkez bankaları genellikle bankacılık
karşılayabilmek için yedek sermaye bulundu­ sistemini denetler ve bankacılık kurallarına
rur. Bu yedek sermaye günlük olağan yüküm ­ uyulmasını sağlar. Bazı büyük ülkelerin m er­
lülüklerini yerine getirm ek için elde tutulan kez bankaları şunlardır: İngiltere M erkez
yedeklerden ayrıdır. B ankalar ayrıca, işleri iyi Bankası; Federal Rezerv Sistemi (A B D );
gitmeyen şirket ya da ülkelere vermiş o ld uk­ G osbank (SSCB); Kanada Bankası; A vus­
ları çürük kredilerden doğacak zararı karşıla­ tralya Rezerv Bankası; Fransa M erkez B an ­
yabilmek için de karşılık ayırır. Birçok ülkede kası; Japonya Bankası ve B undesbank (A l­
bankalar, m evduat garantisi fonlarına katkıda m anya Federal Cumhuriyeti).
bulunur. Böylece bir bankanın güç durum a M erkez bankalarının başka işlevleri de var­
düşmesi d u ru m u nda m evduat sahipleri, özel­ dır. Kesin bir gizlilikle hüküm ete bankacılık
likle küçük m evduat sahipleri korunm uş olur. hizmetleri sunar. Aynı zam anda öteki ticari
bankalara bankacılık hizmetleri verir. Çek
Merkez Bankaları hesabı açan bankaların m erkez bankasında
Bankacılık sistemi sermaye, nakit kaynaklar birer hesabı vardır. Kullanılan çekler n ed e­
ve çürük krediler için ayrılan karşılıkların var­ niyle bankalar arasında ortaya çıkan alacak ve
lığına karşın halkın güvenim korum adıkça ça­ borçlar, karşılıklı olarak birbirinden düşülür
lışmasını sürdürem ez. Bu güven yitirilince ve her günün sonunda bir bankanın ötekine
banka, kapanm ak ya da m erkez bankasından borçlu olduğu m iktar, m erkez bankasındaki
destek almak zorunda kalır. Böyle d u rum lar­ hesaplarından yapılan aktarm ayla ödenir.
da m erkez bankası hızlı hareket etmelidir. B ankalara m erkez bankası dışındaki bankala­
Yoksa, güvensizlik öteki bankalara ve gide­ rın bankacılık hizmetleri sunmasına “m uhabir
rek tüm bankacılık sistemine yayılabilir. Bu bankacılık” adı verilir. M erkez bankaları ge­
tehlike bankaların para piyasasında birbirine nellikle kâğıt ve metal paraların çıkarılması ve
büyük borçlar verdikleri günüm üzde daha da para politikalarının yürütülm esinden de so­
büyüktür. M erkez bankası bankacılık siste­ rum ludur. B undesbank para politikalarını hü ­
minde son çare olarak borç alınabilecek bir k üm etten bağımsız olarak saptar ve uygular.
kurum olarak, güven ortam ının yeniden k u ­ A m a İngiltere M erkez Bankası bunun tersi­
rulması yönünde çalışır. ne, maliye bakanlığı adına h arek et eder. Ö te ­
BANTING VE BEST 29

ki m erkez bankalarının para politikalarını bilgisayar bağlantısıyla yürütülen ev bankacılığı


saptam a ve uygulamadaki bağımsızlıklarının uygulaması birçok ülkede şimdiden başlamış­
derecesi ülkeden ülkeye değişir. tır. Gelecekte insanlar video kataloglarından
1980’lerde bankacılık sistemlerinin giderek seçerek alışveriş yapmak yerine mağazalara
daha riskli bir d urum a gelmesi, m erkez b a n ­ gitmeyi yeğleseler bile, yanlarına çek defteri
kaları için yeni bir kaygı oluşturdu. 1970’lerde ya da para yerine, ödeme işlemlerinde kullanı­
büyük bankalar Üçüncü D ünya ülkelerine b ü ­ lacak bir plastik kart alacaklardır. Sanayileşmiş
yük borçlar verdi. Bu ülkelerin birçoğunun ülkelerde bankalar şimdiden, Alışveriş N ok­
1980’lerin başında çeşitli nedenlerle giderek tasında E lektronik Kaynak Transferi Sistem-
artan bir öd em e güçlüğü içine girmesiyle, leri’nı (E F T P O S ) denem eye başladı. Fransız-
bankalar zarara girme tehlikesiyle karşılaştı. lar alışverişleri kaydedebilen, içinde bir mik-
B una ek olarak, para piyasalarının büyümesi, roçip bulunan bellek kartı geliştirdiler. G ü n ü ­
bankaların birbirlerine bağımlılığını ve böyle­ müzdeki E F T P O S sistemleri, ödem eleri h e­
ce bankacılık sisteminin bir yerinde ortaya çı­ saplar arasında aktarm alar yoluyla gerçekleş­
kacak bir bunalımın, öteki bölüm lere de tirme düşüncesine dayanır. Belki de gelecekte
yayılması olasılığını artırdı. Kredilere değiş­ paranın hiç kullanılmadığı, alışverişin hesap­
ken faiz oranları uygulamanın yaygınlaşmış lar arasında aktarm alar yoluyla yapıldığı bir
olması da, faiz oranlarının aniden yükselmesi sistemi düşünm ek m üm kün olabilecektir.
duru m un da borçluların ödem e güçlüğüne gir­
meleri tehlikesini artırarak, bankalar için yeni BANTING VE BEST. Sir Frederick G ran t
bir sorun yarattı. Üstelik tem inat m ektubu Banting (1891-1941) ile Charles H erb ert Best
verme uygulamasının genişlemesi bankaları, (1899-1978), şeker hastalığının tedavisinde
bilanço dışı riskler olarak bilinen bir durum la kullanılan ensülin h o rm o nun u bulan kişiler­
karşı karşıya getirdi. T em inat m ektubu yal­ dir. Bir salgıbezi olan pankreasın, kandaki
nızca gerekince mali destek olmak üzere ve­ şekerin kullanılmasına yetecek kadar ensülin
rilmiş bir söz olduğu için bankanın hesapların­ üretem em esinden kaynaklanan şeker hastalı­
da doğrudan gözükmez. Bu tehlikeler karşı­ ğı bu iki doktorun çabalarıyla ölümcül bir
sında bankalarla ilgili kuralları koyanlar ve hastalık olm aktan çıkmıştır (bak. ŞEKER HaS-
m erkez bankaları, bankalara sermaye kay­ TALlGl).
naklarını ve çürük kredi karşılıklarını artırma Banting K a n a d a ’daki T oro nto Ü niversite­
zorunluluğu getirmiştir. s i n d e tıp öğrenimini tam am layarak 1916’da
Bankacılık sisteminin uluslararası nitelik do ktor oldu. I. D ünya Savaşı’na (1914-18)
kazanması sonucunda, bir ülkede çalışan ya­ d ok to r olarak katıldıktan sonra O n ta rio ’ya
bancı bankaların kendi ülkelerinde gerektiği B B C H u lto n P icture L ib r a r y
gibi denetlendiklerinden emin olm ak ve o ül­
kenin kendi bankalarının da yurtdışındaki ça­
lışmalarını yeterince denetlem ek, m erkez
bankaları için bir zorunluluk olmuştur. Belli
başlı m erkez bankaları, denetlem e sorum lu­
luklarını paylaşmak için Basle Concordat diye
bilinen bir anlaşma yapmışlardır.
Özellikle bilgiişlem ve iletişim alanlarında­
ki yeni teknolojinin uygulanması bankacılıkta
bir d önüşüm e yol açtı ve bankalarla öteki m a­
li kurum lar arasındaki farkların ortadan kalk­
ması eğilimini hızlandırdı. Bu teknolojik uy­
gulam alar sonucunda insanlar banka şubeleri­
ne gitmek yerine bilgisayar bağlantıları, hatta Kanadalı Charles Best (solda) ile S ir Frederick
Banting (sağda), hayvanların pankreas bezinden
belki görüntülü telefonlar kullanarak işlerini en sü lin i ayırarak insanlardaki şeker hastalığının
yürütecektir. Evle bank a arasında kurulan te d a visin d e kullan m ayı başardılar.
30 BANYAN

yerleşti ve o yıllarda tedavisi olmayan şeker nin parasal desteğiyle sürdüren Banting yaşa­
hastalığıyla ilgilenmeye başladı. 1921'de araş­ mının geri kalan yıllarını T oro nto Üniversite-
tırmalarım sürdürm ek için T oro n to Üniversi- si’ne bağlı araştırm a bölüm ünün yöneticiliğini
tesi'ne gittiğinde, henüz bir tıp öğrencisi olan yaparak ve kanser, kalp hastalıkları, silikoz
Best ile tanıştı. Kandaki şeker düzeyini ölçme (m aden işçilerinde görülen bir hastalık) üze­
konusunda ustalaşmış olan Best ile Banting rinde çalışarak geçirdi.
birlikte çalışmaya başladılar. Ensülin h o rm o ­ II. D ünya Savaşı yıllarında K anada Ulusal
nunu hayvanların pankreas bezinden özütle- A raştırm a K o nsey in in tıp araştırmaları m er­
yip kullanılabilir d urum a getirmeleri yalnızca kez komisyonu başkanlığına getirilen Banting’
yedi aylarını aldı. Önce köpekler, sonra şeker in 21 Şubat 1941’de İngiltere’ye giderken
hastası insanlar üzerinde denedikleri bu h o r­ bindiği uçak Yeni Z e la n d a ’daki ıssız bir yere
mon kandaki şeker düzeyini düşürdü ve zorunlu iniş yaparak parçalandı.
ensülin verildiği sürece hastalarda şeker krizi B anting’in görevini devralarak 1941’de
ya da kom a görülmedi. Bu horm onla tedavi Banting ve Best bölüm ünün başkanı olan ve
edilen ilk kişi, ağır şeker hastası olan 11 1967'ye kadar bu görevde kalan Best, kan
yaşında bir çocuktu. pıhtılaşmasından ileri gelen dam ar tıkanıklığı­
Bu buluş nedeniyle Banting ve deneylerin nın (trom boz) tedavisinde pıhtılaşma önleyici
yapıldığı labo ratuvann sahibi olan John J. R. ilaçları kullanan ilk doktordur.
Macleod 1923 Nobel Tıp Ö d ülü'n ü aldılar.
A m a Best'e haksızlık edildiğini düşünen B a n ­ BANYAN. H indistan’da yetişen banyan ağacı
ting kazandığı para ödülünü onunla bölüştü. (Ficus benghalensis), alışılmadık görünüm ü
1923’te O n ta rio ’da, To ron to Üniversitesi’ ve ilginç özellikleriyle bildiğimiz ağaçlardan
ne bağlı bir Banting ve Best tıbbi araştırma çok farklıdır. Bu ağacın yaşamı, bir kuşun
bölüm ü kuruldu ve başkanlığına Banting geti­ gagasında taşıdığı bir banyan tohum unu pal­
rildi. 1924'te Banting Vakfı kuruldu, 1930’da miye gibi kalın ve pürtüklü kabuklu bir ağacın
da T o ro n to ’da Banting Enstitüsü açıldı. A ra ş ­ gövdesine düşürmesiyle başlar. B urada filizle­
tırmalarını büyük ölçüde K anada hü küm eti­ nen yeni bitki, kendisini taşıyan ağacı sararak

Ew ing Galloway

Yandaki
fo to ğ ra fta
g ö rü le n b ir
k o ru lu k d e ğil, tek
b ir banyan
ağacıdır. Bu
ağaçlar,
dallardan sarkan
köklerin sütun
g ib i ince
gö vd e le re
d ö n ü şm e siyle
bö yle bir
g ö rü n ü m
kazanır.
BANYO VE HAMAM 31

boğan sürgünler verir ve zamanla 30-35 m et­ banyo denebilecek, yıkanm aya yarayan özel
reye kad ar boylanır. Çevreye yayılarak uza­ yerler yapılmaya başlandı. Eskiçağda Y u n a ­
yan dallar çok sayıda incecik kök salarak nistan’da, küçük büyük her kentte halk h a­
aşağıya doğru sarkıtır. Bu kökler yere değe­ mamları vardı; buralarda hem yıkanılır, hem
cek kadar uzadığında toprağa tutun ur, b u ra ­ de yüzülürdü. İÖ 1700 ile 1400 arasında,
dan beslenerek iyice kalınlaşır ve ağacın ağır, G irit’teki Knossos ve Phaistos saraylarında,
iri dallarını sütun gibi destekleyen kalın birer Y unanistan’daki Pyros ile Tiryns kentlerinde
gövdeye dönüşür. Böylece giderek daha geniş akar suyu olan ve kullanılan suyu sonra dışarı
bir çevreye yayılan dalları ve dallardan sarkan akıtm aya yarayan kanalları bulunan h a m a m ­
kökleriyle tek bir banyan ağacı zamanla lar vardı. Eski Yunanlılar ele geçirdikleri
küçük bir koruluğu andırır. Hindistan'daki başka ülkelerdeki kentlerin çoğunda da h a ­
banyan ağaçlarından birinin 320 tane kalın, m am lar yaptılar.
en az 3.000 tane ince gövdesi olduğu ve 7.000 Rom alılar ham am konusuna Eski Y unanlı­
kişinin sığabileceği kadar geniş bir alana gölge l a r d a n daha çok ilgi gösterdiler ve ham am
düşürdüğü kayıtlara geçmiştir. yapımına önem verdiler. Varlıklı Romalı-
H indistan’daki H indular için banyan ağaç­ lar’ın evlerine de ham am yaptırmaları yakla­
ları kutsaldır. Hintliler, incir ağacıyla yakın şık İÖ 3. yüzyılda başlar. Bu ham am lar
akraba olan banyanın geniş yapraklarını ta­ büyük ocaklarla ısıtılırdı. B uhar ve dum an
bak olarak kullanırlar. Kiraz büyüklüğündeki karışımı sıcak hava döşem enin altındaki ve
kırmızı meyvelerini de kuşlar, m aym unlar, duvarların içindeki kanallardan geçerek h a­
hatta kıtlık zam anlarında insanlar yer. Ağacın mamın ısınmasını sağlardı. Rom alılar büyük
gövdesinden sızan süt gibi beyaz sıvıdan ve gösterişli ham am lar yaptılar; bunların d ö ­
düşük nitelikli kauçuk elde edilir ve bu şemelerini paha biçilmez m erm erler ve d u var­
yapışkan sıvı ağacın dallarına sürülerek kuş larını mozaiklerle kapladılar. Bu ham am larda
yakalam ak için ökse olarak kullanılır. Ayrıca değişik sıcaklıktaki bölümlerin, buhar b any o­
bu sıvının çürüklere, yaralara ve rom atizm a su yapm ak için hazırlanmış yerlerin yanı sıra
ağrılarına iyi geldiğine inanılır. B una karşılık yüzme havuzları da vardı. Therm ae denilen
banyan ağacının kerestesi pek değerli d e ­ halk ham am ları Rom alılar için aynı zam anda
ğildir. buluşm a ve eğlence yeriydi.
İm parator Caracalla'nın yaptırdığı halk h a ­
BANYO VE HAMAM. Banyo dendiği zaman m amlarının kalıntıları R o m a ’nın m erkezinde
günüm üz insanının aklına soğuk ve sıcak su bugün de görülebilir. Geniş bahçeler içindeki
akan musluklarıyla, küvetiyle, duşuyla evinin bu ham am ların suyu, sukemerleriyle sarnıç­
içindeki özel yıkanma yeri gelir. Bu tür lardan gelirdi. Rom alılar yıkanm a konusunda
yıkanm a yerleri olmasa da insanlar binlerce işi oldukça ileri götürmüşlerdi. Varlıklı e rk e k ­
yıldan beri elbette yıkanıp temizlenmişlerdir. ler şarapla, kadınlar ise sütle yıkanırlardı.
İlk zam anlarda yıkanm ak için durgun sular­ İm p arato r N e ro n ’un karısının eşek sütüyle
dan ya da akarsulardan yararlanılıyordu. Eski banyo yapabilmesi için 500 eşek beslendiği
Mısırlılar için Nil Irmağı’nda yıkanmak aynı bilinmektedir.
zam anda dinlerinin bir gereğiydi. H indistan’ Y ıkanm anın çeşitli dinlerde, özellikle de
da insanların hem bedenlerini, hem de ruhla­ Müslümanlık ve Hıristiyanlık’ta önemli bir
rını tem izlem ek amacıyla Ganj Irmağı’nda yeri vardır. İlk H ıristiyanların ırm akta yıkan­
yıkanmaları dinsel inançlarından kaynaklanı­ ma geleneği Vaftizci Y a h y a’nın Hz. İsa’yı
yordu. Dinsel nitelik taşıyan bu tür yıkanm a Şeria Irm ağı’nın sularında vaftiz etm esinden
aynı yörede günüm üzde de sürüyor. Yıkanm a kaynaklanır.
ile ilgili öykülere kutsal kitaplarda da rastlan- M üslüm anlar ise nam azdan önce yüz, el,
m aktadır. kol ve ayaklarını yıkarlar. B una aptes almak
Yıkanmayı günlük yaşamın bir parçası d u ­ denir. Cam ilerde aptes almaya yarayacak
rum una ilk getirenler Eski Y unanlılar’dı. akar suyu sağlamak için şadırvanlar yapılmış­
Böylece, bugünkü anlamıyla ham am ya da tı. Haçlı Seferleri sırasında Hıristiyanlar
32 BANYO VE HAMAM

1096'da Kutsal T opra k la r'a ilk gittiklerinde lerdi. Temizlik anlayışının bu kadar çok
M üslüm anlar’ı örnek aldılar ve serinlemek değiştiği bir ortam d a Kraliçe I. Elizabeth
amacıyla sık sık yıkanmaya başladılar. 12. “gerekli olsun olm asın” yılda dört kere yıkan­
yüzyılda Salaheddin Evyubi dönem ine gelin­ m aktan gurur duyuyordu.
diğinde İslam ülkelerinde ham am yaygınlaş­ Yıkanm aya yarayan gereçlerde 19. yüzyıla
mış, tüm büyük kentlerde halka açık h am am ­ kadar pek az gelişme görüldü. Y ıkanm ak için
lar yapılmıştı. İslam dinini benim sedikten fıçıya benzer ve tahtadan yapılma, taşınabilir
sonra Tü rkler de bu geleneği sürdürdüler. küvetlerin yerini yavaş yavaş sabit küvetler
Avrupalılar, kendi ülkelerinde görmedikleri aldı. Yıkanılacak yere su taşınarak getirilirdi.
bu hamamları ilgi ve hayranlıkla değerlendir­ A m a, zamanla insanlar yıkanmanın sağlık
mişler ve bu ham am lara “Türk ham am ı” adını açısından ne kadar önemli olduğunu kavradı­
vermişlerdi. lar. Buna bağlı olarak daha çok sabun kulla­
11. ve 12. yüzyılda A vrupa kentlerinde de nılmaya başlandı. Özellikle 19. yüzyılın o rta­
halka açık ham am lar vardı. Y ıkanm ak için larında sabundan alman verginin kaldırılması
bazı evlerde de tahtadan yapılma küvetler da bunda etkili oldu. Aşırı kalabalık ve
kullanılırdı. 13. yüzyılda İngiltere Kralı III. yetersiz konutlarda oturan yoksullar için
Henry, W estm inster Sarayı'nda sıcak ve so­ kentlerde yapılan halk hamamlarının ilki
ğuk akar suyu olan bir ham am yaptırdı. A m a, 1842'de Liverpool’da açıldı. Bugün ise he­
ortaçağda çoğu insan yıkanmayı uygun gör­ m en hem en her evde bir banyo bulunm ak­
mezdi, yıkanm anın sağlığa zararlı bir alışkan­ tadır.
lık olduğunu düşünenler bile vardı. Bunlar Jap ony a'd a her evde tah tad an, yuvarlak bir
yıkanm ak yerine, kirli bedenlerinin kötü k o ­ banyo küveti vardır. Küvet genellikle evin
kularını bastırmak için güzel kokular sürünür- dışındadır ve tüm aile orada açıkta yıkanır.

ZEFA

tTÜİmüT*wijjm11 ıi»Tm»

H in d ista n 'd a Ganj


Irm ağı'nın kıyılarındaki bu
basam aklar akarsuyun
içine d o ğ ru iner. Hindu
hacılar burada, ırm ağın
kutsal sularında yıkanırlar.
BANYO VE HAMAM 33

İzlanda'daki ünlü gayzerlerin sıcak suyu bo­ halvet denir. Sıcak ve soğuk su m uslukların­
rularla taşınarak evlerde ve otellerde kullanı­ dan akan suyu doldurm ak için yarım küre
lır. Finliler’in sauna dedikleri hamamları da biçimli m erm er kurnalar vardır. K urnada
ünlüdür. Bu ham am larda sıcak taşlara su biriken suyu d ö k ün m ek için ham am tası
dökülerek buhar elde edilir. Finliler’in bu kullanılır. H am am ın orta yerine rastlayan
ham am lardaki yıkanm a yöntemleri de ilginç­ bölüm de yerden yüksekçe bir “göbek taşı”
tir. Önce çok sıcak olan buhar odasına girer­ bulunur. G öb ek taşı genellikle çokgen biçi­
ler; daha sonra soğuk suya dalarlar. Karda m indedir ve m erm erdendir. Buraya o tu ru la­
yuvarlanmayı adet edinenlere bile rastlanır. rak terlenir ve ardından kurna başına geçile­
“Fin ham am ı” da denen saunalar Finlandiya rek yıkanılır. Müşterileri yıkayanlara erkekler
dışında, A v ru p a ’nın öteki ülkelerinde ve ham am ında “tellak", kadınlar ham am ında
dünyanın başka birçok ülkesinde yaygındır. “n atır” denir. H am am da yıkanmak için kulla­
nılan taslar, kese ve lifler, sarınmak için
Türk Hamamları kullanılan peştemal ve kurulanm ak için kulla­
İslam ülkelerindeki ham am lar ve Türk h a­ nılan havlular ayrı bir zanaat kolu ürünüdür.
mamları Eski Y unan ve R om a ham am ların­ H am am la ilgili gelenekler de vardır. Ö rn e ­
dan farklıdır. Bu ham am larda yüzme havuzu ğin "gelin h am am ı” ve "güvey ham am ı”
hem en hem en hiç yoktur. Türkiye'deki biçi­ geleneği bazı yörelerde bugün de sürdürül­
miyle T ürk ham am ı kemerli bölmeleri olan m ektedir. D üğünden önce gelin, kız ark adaş­
bir mahzeni andırır. H am am ın giriş b ölü m ü n­ larıyla ham am a giderek yörenin gelenek ve
de soyunm a ve giyinme yerleri bulunur. Bu göreneklerine uygun bir törenle yıkanır. Aynı
dış bölüm den bir kapıyla iç bölüme girilir. tören dam at için de düzenlenir ve dam at da
H am am ın iç bölüm ünde de sıcak ve daha az erkek arkadaşlarıyla birlikte ham am a gider.
sıcak bölüm ler vardır. En sıcak bölüm lere Ayrıca bu tür özel törenler dışında da h a m a ­
A r a G ü ler A r ş iv i
mın toplum yaşamında önemli bir yeri vardır.
G ü nüm üzde büyük kentler dışında birçok
kentte topluca ham am a gitmek, yemekli eğ­
lenceler düzenlem ek geleneği yaşamaktadır.
Anadolu Selçukluları dönem inde A n a d o ­
lu’da çok sayıda ham am yapıldı. D aha sonra
Osmanlı dönem inde de ham am yapımı yay­
gınlaşarak sürdü. Osmanlı döneminin yapıları
arasında sayıca en fazla olanlar ham am lardır.
Osmanlılar büyük ve mimarlık açısından öz­
gün ham am lar yapm aya Fatih Sultan Meh-
med dönem inde başladılar. Özellikle İstan­
bul’da Ağa, A saplar, E bü veh a, Eyüp ve
Ç ukur hamamları bunlardandır. 17. yüzyılda
yaşamış Evliya Ç elebi’nin verdiği bilgiye göre
İstanbul’da konak ve evlerdeki özel h am am ­
ların sayısı 4.536’ya, halka açık büyük h a­
mamların sayısı ise 168’e kadar çıkmıştır.
G ene Evliya Çelebi B u rsa’da irili ufaklı 3.000
kadar ham am olduğunu belirtir.

Ilıca, Kaplıca ve İçmeler


Y ıkanm ak için genellikle sıcak suya gereksin­
me duyulur. Bu yüzden suyu ısıtırız ama bazı
sular da yeryüzüne sıcak ya da ılık olarak
B ursa'nın Çekirge se m tin d e ki Eski Kaplıca. çıkar. İnsan sağlığı açısından yararlı olduğu,
34 BARAJ

bazı hastalıkları iyileştirici özelliği bulunduğu kaplıca bulunm aktadır. Bunların arasında
bilinen bu sulara madensuları ya da “şifalı Yalova (İstanbul), G önen (Balıkesir), Ç ekir­
sular” denir. Oluşumları konusunda değişik ge (B ursa), Pam ukkale (Denizli), H aym ana
görüşler ileri sürülen m adensuları, suda çö­ (A n kara) ve Kızılcahamam (A nkara) kaplıca­
zünmüş çeşitli mineralleri içeren yeraltı sula­ larını sayabiliriz. Ülkemizde ayrıca içmeleriy­
rıdır. Kimyasal özellikleri taşıdıkları mineral le ünlü yerler de vardır.
iyonlarına göre değişen bu sular, soğuk da
olabilir. Sıcak yeraltı sularından yararlanm ak BARAJ. Akışını denetim altına almak am a­
için yeryüzüne çıktıkları kaynakların (kaynar­ cıyla bir akarsuyun önüne yapılan sete baraj
ca) çevresine tesisler kurulur. Bir ham am denir. Barajların sulama, taşkınları önlem e,
görünüm ündeki bu tesislere de ılıca ya da kentlere su sağlama, elektrik üretm e gibi çok
kaplıca (kaplı ılıca) adı verilir. Soğuk yeraltı çeşitli yararları vardır.
sularından ise içilerek yararlanılır. Bunların Bir akarsu dağlardaki kaynağından denize
da kaynaklarının çevresine tesisler kurulur. doğru yol alırken mevsimlik özelliklere bağlı
İçmeler adı verilen bu tesisler ve kaplıcalar olarak, bazen cılız bir dere gibi akar, bazen
ayrıca turizm açısından da önem taşırlar. coşkun bir ırmak olur; bazen de yatağından
Eski Yunan ve R o m a ’da kaplıcaların bazı taşarak çevresini su altında bırakabilir. Böyle
hastalıklara iyi geldiği biliniyordu. Romalılar bir ırmak üzerinde yapılan bir baraj, ırmağın
İngiltere’yi işgal ettiklerinde B ath'd a doğal suyunu denetim altına alarak su baskını ve
sıcak su kaynaklan buldular ve bunlardan taşkınları önler. Barajın ardında oluşan baraj
yararlandılar. Fransa'da Vichy ve Aix-les- gölünde yağışlı mevsimde toplanan sulardan
Bains, A lm an y a'd a B aden-B aden ve Belçi­ kurak mevsimde yararlanılır.
k a ’daki Spa kaplıcaları 18. yüzyılda çok tanın­ Kimi büyük ırmakların yatağının bir bölü­
dı. Bu kaplıcalardan ve Eski R o m a kaplıcala­ mü, kayalık kumlu bir yaylada açılmış derin
rının çoğundan günüm üzde de yararlanılm ak­ bir vadiden geçer ve çevredeki topraklar
tadır. Ülkemizde hem tedavi, hem de dinlen­ çorak bir çöl gibi kalır. Aynı ırmak, yatağının
me yeri olarak hizmet veren çok sayıda aşağı bölümlerinde alçak bir ovada kıvrılarak

Dolgu Baraj K em er Baraj

A ğ ırlık Barajı Payandalı Baraj


BARAJ 35

akarken çevresindeki alanlarda bataklıklar suyu ve elektrik enerjisi sağlanabilir. B arajın


oluşabilir; yağışlı mevsimlerde ırm ak taşarak kendisi de ırmağın bir kıyısından ötekine
geniş alanları su altında bırakabilir. Taşkınla­ geçmek için yol olarak kullanılabilir.
rın denetim altına alınmasının büyük önem
taşıdığı alanlardan biri A B D 'd e Mississippi Baraj Yapımı
Havzası’dır. Bu amaçla, ırmağın kıyıları Çok küçük barajlar yere çakılan tahta kalasla­
boyunca setler yapılmış (bak. BENT), Missis­ rın ya da çelik levhaların aralarına, suyun
sippi ve kolları üzerinde, küçüklü büyüklü sızmasını önlem ek için, kil doldurarak yapıla­
birçok baraj gölü oluşturan bir dizi baraj bilir. Büyük barajlar ise Nil üzerindeki Assu-
kurulmuştur. an Barajı gibi toprak ya da kaya dolgu,
Yeri doğru seçilmiş bir baraj, ırmağın A n k a ra ’daki Ç ubuk I Barajı gibi beton ya da
geçtiği bütün bölgeyi geliştirebilir. Barajın taş örm edir. Geniş bir ırmağın üzerinde k u ­
ardında yeterli su toplanınca geniş alanlar rulmuş olan barajlar genellikle çok yüksek
sulanarak verimli hale getirilebilir. Irmağın değildir. Yüksek barajlar çoğunlukla b e to n ­
suyunun çok fazla olduğu dönem lerde baraj dur. A m a, S SC B ’deki 300 m etre yüksekliğin­
gölünde su tutularak ırmağın aşağı kesimle­ deki N u re k B a ra jı gibi çok yüksek toprak dol­
rinde düzenli bir akış sağlanır, taşkınlar önle­ gu barajlar da vardır. D ünyanın en büyük
nir ve zamanla bataklıklar kurutulur. D aha hidroelektrik santralı ise G üney A m e rik a ’da
binlerce yıl önce Mısır’da Nil Irmağı ve P arana Irmağı üzerindeki Itaipu B ara jı’n-
Babil’de Dicle Irmağı boyunca sulama amaçlı dadır.
barajlar yapılmıştı. T o p ra k ya da kaya dolgu barajlarda, ırm a­
Elektrik enerjisi üretim inde de barajlardan ğın önüne çekilen setin su sızdırmazlığı, için­
yararlanılır. Aşağı akabileceği yüksek bir deki kil ya da beton duvarla sağlanır. Suyun
yerde toplanmış olan su bir enerji kaynağıdır. taban dan sızıp kaçmasını önlem ek için bu
Yüksekten aşağı akan su, bir su çarkını ya da duvar akarsu tabanının altına kadar indirilir.
onun günüm üzdeki gelişmiş türü olan bir su Baraj yapım alanının çevresindeki arazi çok
türbinini döndürm ek için kullanılabilir. Su engebeli olduğunda karayolu ya da demiryo-
türbinine bağlı olan bir üreteç (jeneratör) luyla taşınam ayan yapım malzemesi yüksek
aracılığıyla da elektrik elde edilir (bak. ELEK- çelik kuleler arasına gerilmiş güçlü çelik
TRİİCEneRJİSİ; Su ENERJİSİ; TÜRBİN). Elazığ’daki halatlar üzerinde gidip gelen araçlarla taşınır.
Keban Barajı elektrik enerjisi üretiminin Kimi zaman da baraj gölünün oluşacağı alan
büyük önem taşıdığı bir barajdır. 1975’te kazılarak derinleştirilir ve çıkan toprak dev
yapımı tam am lanan barajın yıllık elektrik kam yonlarla taşınarak baraj alanına getirilir.
üretimi 6 milyar kilovat saattir. Bu miktar A n a d o lu Y a y ın c ılık A r ş iv i
T ü rkiye’nin 1987’deki toplam elektrik enerjisi
üretiminin yedide biri dolayındadır.
Barajların bir başka yararı, ırmağın barajın
gerisinde kalan kesimlerinin derinleşmesi ve
dolayısıyla ırmağın yukarı çığırında akışın
yavaşlamasıdır. A rtan derinlik ve daha yavaş
akış, ırmağın daha önce ulaşıma elverişli
olmayan kimi yerlerinde ulaşım olanağı sağ­
lar. Ayrıca, baraj gölleri balık yetiştirmek için
de kullanılabilir.
Birçok yeri çorak ya da bataklık olan bir
bölgedeki büyük bir ırm ak üzerine baraj
yapıldığında, çorak topraklar sulanıp batak-
, lıklar kurutularak geniş alanlar tarım ve
\ hayvancılığa elverişli d urum a getirilebilir. Bir kaya do lg u ve beton ağırlık barajı olan Keban
Aynı zam anda kentler ve köyler için içme B arajı'nın tem el işlevi e le ktrik ü re tim id ir.
36 BARAJ

D olguda kullanılacak kayalar ve top rak çünkü barajın sağlamlığı kendi ağırlığından
yapım alanına ulaştığında boşaltılır, buldozer­ kaynaklanır. Porsuk Çayı üzerindeki Porsuk
lerle yayılır ve silindirlerle sıkıştırılır. To prak Barajı ile Akçay ü zerind ekiK em erB arajı böy ­
ya da kaya dolgu barajlar böyle sıkıştırılmazsa le barajlardır. U g a n d a ’daki, dünyanın en
dolgu gövde zamanla oturacağından barajın büyük baraj gölüne sahip Owen Çağlayanı
yüksekliği azalır ve kararsız bir yapı ortaya Barajı da bir ağırlık barajıdır. Bir ağırlık ba­
çıkar. Dolgu barajlar, baraj gölü dolduğu rajının gövdesi, dayanıklılığını artırm ak için
zam an gövdede herhangi bir oynam a olm aya­ kimi zaman payandalarla da desteklenebilir.
cak biçimde tasarlanır. Payandalı ağırlık barajlarına örnek İstanbul’
Taş örm e ya da beton bir barajın tasarım ın­ daki Elmalı II B ara jı’dır. K a n a d a ’nın Que-
da da, barajın suyun basıncıyla yıkılmaması bec bölgesindeki 1.300 metrelik Daniel J o h n ­
ya da bir bütün olarak kaymaması güvenceye son B arajı’nın 14 payandası vardır. Bazen bu
alınmalıdır. B ütün taş örm e ve beton barajlar farklı yöntemlerin birlikte kullanıldığı da
üstte dar, tabana inildikçe genişleyen bir olur. Ö rneğin, Keban Barajı bir kaya dolgu
yapıdadır. T ab a n d a genişlik yüksekliğin yarı­ ve beton ağırlık barajıdır.
sından daha fazladır. Bu tür barajlar “ağırlık” Yüksek bir baraj yapm ak için çok büyük
(ya da “beton ağırlık”) barajı olarak bilinir; m iktarda beton gerektiğinden baraj gövdele-

TÜRKIYE'NIN BELLİ BAŞLI BARAJLARI

Bitiş Akarsu İli Türü Göl alanı Kullanım Gücü


yılı (km2) amacı (megavat)

ÇUBUK 1 1936 Çubuk Ankara BA 0,94 i _


GÖLBAŞI 1938 Aksu Bursa T 1,74 S+T ------

ELMALIM 1955 Göksu İstanbul PAYANDALI BETON — i


SARIYAR 1956 Sakarya Ankara BA 83,83 E 160
SEYHAN 1956 Seyhan Adana T 67,82 S +T+E 54
KEMER 1958 Akçay Aydın BA 14,75 S+T+E 48
HİRFANLI 1959 Kızılırmak Kırşehir K 263,00 E 128
DEMİRKÖPRÜ 1960 Gediz Manisa T 47,66 S +T+E 69
APA 1962 Çarşamba Konya T 12,60 S —

SEYİTLER 1962 Seyitler Afyon T 4,90 S —

ÇUBUK II 1964 Çubuk Ankara T 1,20 i —

BAYINDIR 1965 Bayındır Ankara T 0,71 i —

ALMUS 1966 Yeşilırmak Tokat T 31,30 S+E 27


KESİKKÖPRÜ 1966 Kızılırmak Ankara T +K 6,50 E 76
ALTIN APA 1967 Dolav Konya K 2,20 S+İ —

KURTBOĞAZI 1967 Kurtboğazı Ankara T 5,00 S+ İ —

KOZAN 1972 Kilgen Adana T +K 6,20 S —

KARTALKAYA 1972 Aksu K. Maraş T 11,25 S —

PORSUK 1972 Porsuk Eskişehir BA 23,40 S+T+İ —

ÖMERLİ 1972 Riva İstanbul T 23,10 İ —

HAŞAN LAR 1972 Küçük Melen Bolu K 2,85 S+T —

GÖKÇEKAYA 1972 Sakarya Eskişehir BETON KEMER 20,00 E 300


TAHTAKÖPRÜ 1975 Karasu Gaziantep T 23,40 S+T —

KEBAN 1975 Fırat Elazığ BA+K 675,00 E 1.360


AFŞAR 1977 Alaşehir Manisa T 5,25 S —

HAŞAN UĞURLU 1981 Yeşilırmak Samsun K 22,66 E 500


GUZELHISAR 1981 Güzelhisar jzmir T +K 5,80 i —

ALİBEY 1983 Alibey İstanbul T 4,66 i —

ARPAÇAY 1983 Arpaçay Kars BA 41,86 S —

SÖĞÜT 1983 Ilgın Kütahya T 0,15 S —

ASLANTAŞ 1984 Ceyhan Adana T 49,00 S+E+T 138


OYMAPINAR 1984 Manavgat Antalya BETON KEMER 4,70 E 540
ÇAMLIDERE 1985 Bayındır Ankara K 32,00 i —

B. ÇEKMECE 1986 B. Çekmece G. İstanbul T 43,00 i —

KARAKAYA 1987 Fırat Diyarbakır BETON KEMER 298,00 E 1.800

Kullanım Amacı: i: içme suyu; S: Sulama; T: Taşkın önleme; E: Enerji üretimi. Türü: BA: Beton Ağırlık; T: Toprak Dolgu; K: Kaya Dolgu.
BARAJ 37

m aktadır. T ürkiy e’de de Sakarya Irmağı üze­


rindeki G ökçekaya, M anavgat Çayı üzerinde­
ki O ym apınar ve Fırat Irmağı üzerindeki Ka-
rakaya barajları kem er barajlardır.
D a h a ince gövdeli baraj yapm anın başka
bir yolu daha vardır. Baraj kaya taban üzeri­
ne yapılacaksa temelin oturacağı kayada d e ­
rin delikler açılır ve bu deliklere çelik çu b u k ­
lar yerleştirilir. Baraj gövdesi, bu çelik çu b u k ­
lar gövde içinde kalacak biçimde yapılır. Bu
yöntemle yapılan barajlar aynı kalınlıktaki
başka barajların dayanamayacağı kadar bü­
A n a d o lu Y a y ın c ılık A r ş iv i
yük bir basınca dayanabilir.
T ü rkiye 'd e ki kem er b a rajlard an biri, Sakarya Irm ağı
B ütün barajlarda savak denen, gerektiğin­
üzerindeki G ökçekaya Barajı'dır.
de suyu akıtmaya yarayan kapaklar vardır.
Bunların bir bölüm ü barajın temel amacına
rini daha ince yapmanın yolları aranır. Bu göre, sulama ya da elektrik enerjisi üretimi
amaçla uygulanan bir yöntem , baraj gövdesi­ için kullanılacak suyu denetlemeyi sağlar.
ni baraj gölü yönünde dışbükey yapmaktır. Başka bir bölüm savak ise, ırmağın taşıdığı
Y ukarıdan bakıldığında bir kemeri andırdığı bütün suyu akıtabilecek büyüklüktedir. B u n ­
için kem er baraj olarak adlandırılan bu tür ların çıkışları, akan suyun baraj tabanını
barajlarda, baraj gövdesinin yüzeyi daha ge­ oymasını önleyecek biçimde düzenlenmiştir.
niş olacağı için, baraj gölünün b araja yaptığı Bazı barajlarda, dik bir kanaldan oluşan
basınç daha geniş bir alana yayılır ve birim taşma savakları vardır. B unlar baraj gölü
alana daha az basınç düşer. Ayrıca suyun itme dolduğunda fazla suyun ırmak yatağına a k m a­
gücü barajın uçlarını her iki yandaki vadi sını sağlar. Üzerinde ulaşım yapılan ırm aklar­
yamaçlarına doğru bastıracağı için barajın da barajın ulaşımı aksatmaması için, gemile­
bütünüyle kayması tehlikesi de olmaz. A m a rin düzey değiştirmesini sağlayan havuzlar
vadi yamaçlarının bu basınca dayanabilecek yapılır. Bazı barajlarda ise, sombalığı gibi
bir yapıda olması gerekir. K em er barajlar göçmen balıkların yumurtalarını bırakm ak
günüm üzde dünyanın birçok yerinde yapıl­ üzere ırmağın yukarı çığırına geçmelerini

A R T L İN K

Porsuk Çayı üzerindeki


Porsuk Barajı b ir beton
ağ ırlık barajıdır.
38 BARAKUDA VE ISKARMOZBALIĞI

sağlamak için özel olarak tasarlanmış kanal­ balıklarından biri sayılır. D a h a çok Atlas
lardan oluşan balık merdivenleri bulunur. O k y a n u su ’nda yaşadığı için Atlantik baraku-
Kötü yapılan ve yıkılan bir baraj, nükleer dası da denen bu balık insanlara da saldırır ve
silahlar dışında, insanın yarattığı en büyük Batı Hint A d a la n ’nda denize girenlere k o rku ­
yıkıcı güçtür. Barajlar, yeryüzünde insan eliy­ lu anlar yaşatır.
le yapılmış olan ve A y ’dan bakıldığında görü ­ Büyük O ky a n u s’un doğusunda ve Califor-
lebilen az sayıdaki nesneler arasındadır. nia Körfezi’nde yaşayan Pasifik barakudası
(,Sphyraena argentae) en çok 1,5 metreye
BARAKUDA VE ISKARMOZBALIĞI. Sıcak kadar uzar ve büyük b arakud a gibi tek başına
ve ılık denizlerin kıyı kesimlerinde yaşayan bu değil sürüler halinde dolaşır. Iskarmozbalık-
yırtıcı balıklar aynı familyanın (Sphyraenidae) larının bir türü (Sphyraena sphyraena) Pasifik
üyeleridir. Yaklaşık 20 türü içeren bu famil­ barakudası ile hem en hem en aynı uzunlukta,
yanın A kdeniz ve Ege Denizi’nde bulunan iki ö bür türü (Sphyraena chrysotaemia) biraz
türü ıskarmozbalığı, d aha çok Atlas O k y a n u ­ daha küçüktür. Bu türlerden ilki Atlas Okya-
su ile Büyük O k y a n u s’ta yaşayan türleri ise nusu’nun doğu kıyılarından Akdeniz ve Ege
barak ud a ya da barrakud a adıyla bilinir. Denizi'ne kadar uzanan sularda yaşar, ara
Gövdeleri torpil biçiminde olduğu için suları sıra M arm ara D enizi’ne ve K aradeniz’e kadar
yararak çok hızlı yüzen bu balıkların çeneleri çıktığı da olur. Filipinler'den G üney Afrika
çok güçlü, bıçak gibi keskin ve sivri dişlerle kıyılarına ve Kızıldeniz’e kadar uzanan geniş
kaplı olan ağızları çok büyüktür. Hepsi de bir bölgede dağılmış olan öb ür tür ise Süveyş
doymak bilmeyen yırtıcı balıklardır ve sardal­ K analı’nın açılmasından sonra A kd e n iz’in do ­
ye, hamsi gibi küçük balıkların en amansız ğu bölüm üne geçmiştir.
düşmanlarıdır. H a tta balıkçıların ağlarını p ar­ B arakuda avı özellikle Atlas Okyanusu ve
çalayarak balık çaldıkları bile olur. Büyük O kyanus kıyılarında am atör balıkçıla­
2,5 metreye varan uzunluğuyla familyanın rın en sevdiği sporlardan biridir. Bu hareketli,
en iri üyesi olan büyük barak ud a (Sphyraena atak ve yırtıcı balıklar, ucuna canlı yem ya da
barracuda) tropik denizlerin en saldırgan kaşık denen parlak bir metal parçası takılmış
bir oltanın hareket halindeki bir m otordan
sürüklenmesiyle avlanır. Yakalanan balık ol­
tadan kurtulm ak için zorlu bir savaş verir,
hatta suyun dışına sıçrayarak kurtulmaya
çalışır. California kıyılarında b arakudalar tuz­
lanarak yenirse de, türlerden hiçbirinin sofra
balığı olarak fazla ekonom ik değeri yoktur.
Üstelik bazen büyük barakudaların etinde,
büyük olasılıkla zehirli otlarla beslenmiş bazı
balıkları yedikleri için öldürücü bir zehir
bulunabilir.

BARBADOS, Batı Hint A d a la rin ın en doğu­


sunda yer alır (bak. B a t i HİNT A d a l a r i ) .
D oğuda Atlas O kyanusu, batıda Karayib
D enizi’yle çevrilidir. Bir üçgene benzeyen
ada, kuzeyden güneye 34 km, doğudan batıya
22 km genişliğindedir.
Yılın bir bölüm ünde Barbados, serin ku ­
zeydoğu alize rüzgârlarının (bak. ALİZE RÜZ­
B arakudalar ve yakın akrabası olan ıskarm ozbalıkları GÂRLARI) etkisinde kalır ve bu nedenle, tropik
to rp il b içim in d e ki g ö v d e le riy le çok hızlı bire r
yüzü cüd ür. Bu yırtıcı balıkların çok g ü çlü çeneleri ve bölgede olmasına karşın iklimi çok sıcak
keskin, sivri d işleri vardır. değildir. H em en hem en tümüyle mercan
BARBADOS 39

B arb ad os'ta kıyı ş e rid in in


bü yü k b ö lü m ü p a lm iy e le r
ve m ercan kayalıkları ile
ö rtü lü d ü r; bazı kesim leri
ise en g e b e lid ir.

ZEFA

kayalıkları ile çevrili olan adanın en yüksek yüzde 90’ından çoğu 17. ve 18. yüzyıllarda
noktası, orta kuzey bölgede yer alan, denizden Batı A frika’dan köle olarak getirilmiş olan
337 m etre yükseklikteki Hillaby D ağı’dır. Afrikalılar’ın soyundandır. Birçok adalı geçi­
Eski Portekiz kâşifleri burada rastladıkları mini şekerkamışı tarım ından ya da rom,
sakala benzeyen incir ağaçları nedeniyle a d a ­ melas (şurup) ve şeker üretim inden sağlar.
ya, “sakallı” anlamına gelen B arbados adını Başka önemli geçim kaynakları turizm ve
verdiler. balıkçılıktır. B arbado s’un orm anları şekerka­
mışı ekimi için yok edildiğinden, bugün dışa­
rıdan kereste almak zorundadır. Bu durum ,
BARBADOS'A İLİŞKİN BİLGİLER
besin maddelerinin çoğu için de geçerlidir.
YÜZÖLÇÜMÜ: 430 km2. Barbadoslular kalipso müzikleriyle tanı­
NÜFUS: 254.000 (1987). nır. Kriket ulusal sporlarıdır ve B arb a d o s’tan
YÖNETİM BİÇİMİ: Bağımsız parlamenter devlet; İngiliz ünlü kriketçiler çıkmıştır.
Uluslar Topluluğu üyesi.
BAŞKENT: Bridgetovvn.
Tarih
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Hafif tepelik bir ada, kıyı hemen
tüm üyle mercan kayalıklarıyla çevrilidir. 16. yüzyılda adayı ilk kez bulan Portekizliler,
BAŞLICA GELİR KAYNAKLARI: Şeker, melas, rom, bir süre sonra yerleşenler ise İngilizler olm uş­
turizm . tur. İngilizler 1625’te geldiklerinde, adanın
asıl sahipleri olan Yerliler burayı uzun bir
süre önce terk etmişlerdi. İngilizler , şekerka­
Küçük bir ada olan B arbad os’ta 254 bin kişi mışı plantasyonu d enen büyük çiftliklerde
yaşar. Bu sayı geçimini rahatça adadan sağla­ çalıştırmak üzere Batı A frika'dan köleler
yabilecek insan sayısının üzerindedir. Halkın getirdiler. (Kölelik 1834’te kaldırıldı.)
40 BARBAR AKINLARI

B arbadoslular, eski ku ru m lan arasında, dalgasının başlamış olmasıydı. Bu göçler yü­


özellikle Codrington Koleji ile övünürler. Bu zünden barb ar kavimler R om a topraklarına
okul Batı H int A d a la n ’ndaki en eski yük­ gitgide daha çok yaklaşmak zorunda kaldılar.
seköğrenim merkezidir. 1628’de kurulan baş­ R o m a kentine ilk ciddi tehdit, O rta Asyalı
kent Bridgetown ülkenin tek liman kentidir. göçebe H u n la r’ın saldırısına uğrayan Vizigot-
Kentin nüfusu yaklaşık 7.500’dür. lar’dan geldi. H u n la r’ın önünden batıya doğ­
1966’da Barbados, İngiltere’nin sömürgesi ru kaçan Vizigotlar, T un a Irm a ğ in ı geçerek
olm aktan çıktı, bağımsız devlet ko num unda R o m a ’ya akınlar düzenlediler. İS 410’da Ala-
İngiliz Uluslar Topluluğu’nun bir üyesi oldu rik’in önderliğinde R o m a ’yı ele geçirdiler
(bak. İNGiLiz U luslar T o p l u l u ğ u ). B a rb a ­ (bak. ALARIK I). G otlar bir süre sonra
dos’ta hüküm et başbakanca yönetilir. Parla­ İspanya’ya yerleşti ve burada güçlü bir krallık
mentosu, Senato ve Temsilciler Meclisi’nden kurdular. Bu krallık, kuzeyde F ran sa’daki
oluşur. İngiltere'yi bir genel vali temsil eder. Loire Irm ağı’ndan İspanya’nın güneyine k a­
dar uzanıyordu (bak. G o t l a r ).
BARBAR AKINLARI, B arbar kavimlerin İÖ Aynı d önem de Vandallar, A lm an ya’daki
4. yüzyıldan başlayarak R om a İm p aratorlu­ yurtlarından ayrılıp, güneybatıya doğru ilerle­
ğ u n a karşı düzenledikleri saldırılardır. R o ­ meye başladılar. Fransa ve İspanya üzerinden
malılar b arb ar sözcüğünü, kendi uygarlık ve geçerek A frika’nın kuzey kıyısında bir krallık
yaşam anlayışlarını paylaşmayan ve im para­ kurdular. Vandallar, İS 455’te kom utanları
torluk sınırları dışında yaşayan tüm halklar G e n se rik ’in önderliğinde R o m a ’yı ele geçirip
için kullandılar. yağmaladılar (bak. V a n d a l l a r ).
İS 364’te R om a İm paratorluğu’nun D oğu G ene bu sırada F ranklar da batıya, F ra n ­
ve Batı olarak ikiye bölünmesi gücünün azal­ sa’nın içlerine doğru ilerlediler. Jütler ve
masına yol açtı. D oğu R om a İm parato rlu­ Saksonlar ise o dönem de bir R om a eyaleti
ğu’nun başkenti Konstantinopolis (İstanbul), olan İngiltere’ye baskınlar yapmaya başladı­
Batı R o m a ’nınki ise Milano oldu. Bu sırada, lar. Oysa Rom alılar, R o m a kentini k orum ak
im paratorluk sınırları dışında yaşayan G otlar, için ordularını İngiltere’den geri çekmek zo­
Vandallar, Lom bardlar, F ranklar, Jütler ve runda kalmışlardı.
Saksonlar gibi barbar kavimler, güçsüzlük İtalya’da uzun süre kalıcı bir yönetim k u ru ­
belirtisi gördükleri anda saldırmaya hazır lamadı. B arb ar kavimlerden O strogotlar da
bekliyorlardı. Bu kavimlerin kendi yurtlarını İtalya’da bir krallık kurdular. Ne var ki bu
bırakıp başka topraklara göz dikmelerinin krallık yalnızca 60 yıl yaşayabildi. Jüstinyen,
nedeni, A sy a’dan batıya doğru büyük bir göç güçlü bir im parator olarak Konstantinopo-

Barbar ka vim le r İS 4. yüzyıldan başlayarak Roma İm p a ra to rlu ğ u 'n a akınlar düzenledi. V izig o tla r İS 410'da
R om a'yı ele ge çird i.
BARBAROS HAYREDDİN PAŞA 41

lis’te yönetimi ele alınca, İtalya’yı da im para­


torluk topraklarına kattı. Jüstinyen’in yaşadı­
ğı dönem boyunca İtalya’da düzen yeniden
kuruldu. İS 565’te ölüm ünden sonra, bu kez
de Lom bardlar akınlarla İtalya’yı ele geçir­
diler.
Bugün, başka bazı dillerde olduğu gibi
Türk çe'd e de “vandal” her şeyi yakıp yıkan
kişi anlam ında kullanılmaktadır.

BARBAROS HAYREDDİN PAŞA (1473?-


1546) A k d e n iz’in Osmanlı egemenliğine gir­
mesini sağlayan Türk denizcidir. Kazandığı
birçok zaferden başka bazı A vrupa ülkeleri­
nin oluşturduğu ortak bir donanm aya karşı
Preveze Deniz Savaşı’nı kazanm akla da ü n ­
lüdür.
Asıl adının Hızır olmasına karşılık Kanuni
Sultan Süleyman’ın verdiği Hayreddin ve
sakalının kızıla çalması nedeniyle de A v ru p a­
lılaşın taktığı Barbarossa ya da Barbaros
(kızıl sakal) adlarıyla tanınır. Eceovalı (G eli­
bolu) sipahi Y akup A ğ a ’nın oğludur. Y akup
Ağa fethine katıldığı Midilli A dası'na yerleşip
evlenmişti. Hızır ve kardeşleri burada dünya­
ya geldiler. D İA T E K

Hızır ve kardeşlerinin gençlik dönemleriyle 1941-43 yılla rı arasında İsta n b u l'd a yap ılan Barbaros
A n ıtı'n ın çevresinde savaş g e m ile ri kabartm aları
ilgili kesin bilgiler yoktur. Bilindiği kadarıyla vardır.
Hızır, deniz ticaretiyle uğraşırken A dalar
Denizi’nde (Ege) Rodos Şövalyeleri’ne tutsak sonra ünleri iyice yayıldı. Bu yıl içinde ele
düştü. Tutsaklıktan kurtulduktan sonra k o r­ geçirdikleri gemilerden birini yükü ve değerli
sanlarca soyulan bir tüccar olm ak yerine, armağanlarla birlikte Piri R eis’le İstanbul’a
korsanlık yapm aya karar verdi. Korsanlığa Yavuz Sultan Selim’e gönderdiler. İslam
başlayan Hızır. Rodos Şövalyeleri'nce ö ldürü­ dünyasına ve A kd e n iz’e Osmanlı egemenliği­
len kardeşi İlyas’ın öcünü almak için onlarla ni yayma amacındaki Yavuz da onlara iki
savaştı. İtalya kıyılarını vurdu, ganimet ve kadırga ile iki sorguç, değerli taşlarla bezen ­
gemiler ele geçirdi. Kış aylarını, Cerbe Ada- miş iki kılıç arm ağan etti. O ruç ve Hızır
sı’m üs olarak kullanan ve A k d e n iz’in ünlü bundan sonra ağabeyleri İshak'ın da kendile­
korsanlarından sayılan ağabeyi O ru ç ’un ya­ rine katılmasıyla korsanlığın yanı sıra Kuzey
nında geçirdi. D aha sonra güçlerini birleştiren A frika’da toprak edinmeye yöneldiler. Artık
iki kardeşin korsanlık ünleri A kdeniz kıyıları­ 30 gemiden oluşan bir donanm aya sahiptiler.
na yayıldı. 1516-17’de C ezayir’in fethi için İspanyollar’a
T unus Sultanı M uham m ed, Oruç ve Hızır karşı deniz ve kara savaşları yaptılar. İsp an ­
reislere H a lk ü ’l Vad (La G aulette) limanın­ yolların birçok gemisini ele geçirdiler. Tenes,
dan ve kalesinden yararlanm a izni verdi. Telemsen ve O ran kentlerini alarak Cezayir’e
Buna karşılık iki kardeş korsanlıktan kazan­ egem en oldular. Oruç Reis Cezayir h ü k ü m ­
dıklarının beşte birini sultana verecekler ve darı oldu.
mallarını da Tunus pazarlarında satacaklardı. İshak, Oruç ve Hızır kardeşleri Cezayir’den
Korunaklı ve kolay savunulabilir bir limana atm ak için İspanyollar ve A raplar birleştiler.
sahip olan O ruç ve Hızır reislerin 1512’den 1518'de İspanyol-Arap ordularıyla yaptıkları
42 BARBAROS HAYREDDİN PAŞA

savaşlarda önce İshak sonra da Oruç öldürül­ di. Şarlken Papalık, İspanya, Venedik, C e n e ­
dü. Cezayir hükümdarlığı Hızır’a kaldı. B arba­ viz ve Malta savaş gemilerinden oluşan A n ­
ros, İspanyol-Arap ittifakına karşı durum unu drea D oria kom utasındaki Haçlı donanmasını
güçlendirmek için Yavuz Sultan Selim’e baş­ T u n u s ’a gönderdi. T u n u s’u bırakm ak zo ru n­
vurdu. Osmanlı padişahı B arbaros’u Cezayir da kalan H ayreddin Paşa Cezayir'e çekildi.
beylerbeyliğine atayarak sancakla birlikte, sa­ D aha sonra İspanya kıyılarını, Minorka ve
vaş araç ve gereçleri yolladı. A ynca M ayorka adalarını yağmaladı. Cezayir'in yö­
A nadolu kıyılarından levent toplam a yetkisi netimini evlatlığı H a sa n ’a bırakarak ailesini
de verdi. B arb a ro s’un Osmanlı buyruğuna aldı ve 1535’te İstanbul’a döndü
girmesi üzerine İspanyollar ile Cezayir ve 1536’da yeni ve güçlü bir donanm ayla
T u n u s’un A ra p , B erberi emirleri halkı ayak­ A k d e n iz’e açılan B arbaros İtalya kıyılarını
landırdılar. Kutsal R om a-G e rm en İm p arato ­ vurdu. O tra n to ’dan karaya çıkarak Castro
ru Ş arlken’in desteklediği ve çeşitli A vrupa Kalesi’ni aldı. K anu ni’nin buyruğuyla Korfu
devletlerinin katkılarıyla oluşan donanm ayı A d a sı’nın kuşatmasını bırakarak Ege Deni-
ve Tunus sultanını yenmesine karşın karada zi’ndeki Venedik adalarını 1536-37’deki sefer­
yeterince güçlü olmadığından C ezayir’deki lerle Osmanlı Devleti’ne kattı.
kaleler elden çıktı. Şerşel’e çekilen Barbaros Osmanlı donanm asının Ege Denizi’ndeki
denizdeki gücünü korud uğ und an yeniden adaları birer birer ele geçirmesi ve A k d e ­
korsanlığa başladı. niz’deki etkinliğinin artması üzerine bir Haçlı
B arbaros 1520-25 arasında A k d e n iz’deki donanm ası kuruldu. Papalık, Venedik, C e n e ­
A v rup a kıyılarını vurarak büyük ganimetler viz, Malta, İspanya ve Portekiz gemilerinden
elde etti. Kendisine katılan Türk korsanlarıy­ oluşan Haçlı donanmasının başına A nd rea
la 40 gemilik bir filo oluşturdu. Cezayir’e D oria getirildi. Osmanlı donanmasıyla Haçlı
yeniden egem en oldu ve 1530’da C ezayir’deki donanm ası Preveze Körfezi önlerinde karşı­
son İspanyol üssü olan P e n o n ’u alarak laştı. Barbaros H ayreddin Paşa, 120 gemiden
Cezayir limanını yaptırdı. Korsanlıktan elde oluşan donanmasıyla A n drea D o ria’nın 600
ettiği ganim etlerden bir bölüm ünü Aydın gemiden oluşan donanmasını yenerek P reve­
R eis’le İstanbul’a Osmanlı Padişahı Kanuni ze Deniz Savaşı'nı 28 Eylül 1538’de zaferle
Sultan Süleym an’a gönderdi. 1531’de Şerşel’e sonuçlandırdı (bak. P r ev eze D eniz Sa v a şi ).
baskın yapan Cenevizli Amiral A ndrea D oria’ Haçlı donanması büyük kayıplar vererek ve
ya büyük kayıplar verdirdi. 1532’de İspanya’ geride pek çok yanan gemi bırakarak K o rfu ’
da başkaldıran ve yenilen M üslüm anlar’ın ya çekildi. Preveze zaferi Osmanlı D evleti’
Kuzey A frik a’ya geçmelerini sağlamak için nin A k d e n iz’deki egemenliğini pekiştirdi.
gemiler gönderdi. Preveze Savaşı’ndan um duğunu bulamayan
A lm an seferi sırasında O sm anlılar’ı A k d e ­ Şarlken 1541’de Cezayir’e saldırdı ama karşı­
niz’de de güç d urum a düşürm ek için Şarl­ laştığı güçlü direniş karşısında geri çekildi.
k en ’in desteklediği Cenevizli Am iral A nd rea Fransa Kralı I. François, Şarlken’e karşı
D oria, M ora kıyılarına saldırdı, Patras ve K anu ni’den yardım istedi. Kanuni Sultan
İn e bahtı’yı aldı. Kanuni Sultan Süleyman, S üleym an’ın buyruğu üzerine güçlü bir d o ­
A k d e n iz’de Osmanlı egemenliğini sağlamak nanmayla A kd e n iz’e açılan Barbaros, Fransa
amacındaydı. B arb a ro s’u İstanbul’a çağırdı. kıyılarındaki Marsilya ve T o u lo n ’a ulaştı.
Kanuni, 1533 sonlarında İstanbul’a gelen T o u lo n ’da Fransız donanmasıyla birleşerek
B arb a ro s’a “H a y red d in ” adını verdi ve onu 1543’te N ice’i (Nis) aldı. Kışı T o u lo n ’da
vezir rütbesiyle Osmanlı donanm asına kap- geçiren B arbaros H ayreddin Paşa 1544’te
tan-ı derya (deniz kuvvetleri kom utanı) yaptı. İtalya kıyıları ve bazı adalara da saldırılar
Barbaros H ayreddin Paşa 1534’te İtalya’nın düzenleyerek İstanbul’a döndü. Beşiktaş’taki
C enova, Elba, Sicilya kıyılarını yağmaladı ve yalısına çekilen bu büyük denizci iki yıl sonra
T u n u s’u ele geçirdi. T unus sultanı bu durum 1546’da öldü.
karşısında, İspanya Kralı ve Kutsal R om a- Türbesi İstanbul'un Beşiktaş semtinde kıyı­
G e rm en İm paratoru Ş arlken’den yardım iste­ ya yakın bir yerdedir. T ürbenin hem en yanın­
BARIŞ HAREKETLERİ 43

da, ünlü heykelcilerimizden Ali Hadi B ara ile inen bir profil çizer; tekirde bu eğim daha
Z ühtü M üridoğlu’nun 1941-43 yılları arasında hafiftir. Gövdeleri kolayca dökülen iri pullar­
yaptıkları B arbaros Anıtı yer alır. Anıtın la kaplıdır ve birbirinden oldukça uzakta yer
kaidesi üstünde B arbaros ile leventlerinin alan iki tane sırt yüzgeçleri vardır. Tekirin
heykelleri, kaidenin çevresinde B arba ro s’un birinci sırt yüzgecinde koyu renkli bir kuşak
çeşitli savaşlarını ve savaş gemilerini simgele­ ve sarı bir leke, gövdesinin alt bölüm ünde de
yen kabartm alar vardır. uzunlamasına üç sıra sarı kuşak bulunur.
Barbaros Hayreddin Paşa ünlü denizciler B arbunya çevresine uyum sağlamak için renk
yetiştirdi. Piri Reis, Salih Reis, Aydın Reis, değiştirebilir ve öldüğünde canlı kırmızı re n k ­
Turgut Reis, Şeydi Ali Reis gibi döneminin leri kahverengimsi yeşile döner.
en ünlü Türk denizcileri buyruğunda çalıştı­ Eti çok lezzetli olan barbunya ve tekir
lar. D ünya tarihinin en büyük denizcilerinden eskiçağlardan beri en değer verilen sofra
biri olan B arbaros Hayreddin Paşa ihtiyatlı ve balıklarından sayılır. Eski Rom alılar bu balık­
uzak görüşlü bir kişiydi. A m e rik a ’nın keşfinin ları şölen sofralarından eksik etmezlerdi. 10
önemini kavramış ve Osmanlı devlet adam la­ yıl kad ar yaşayabilen barbunya ve tekir.
rına Y enidünya’ya seferler yapmanın yararla­
rını anlatmıştır. Tunus sultanı ile 1534’te
yaptığı kara savaşında ilginç bir buluşu vardır:
Savaş alanına topları taşıyan at arabalarının
hızını artırm ak için arabalara direk dikip
yelken açtırmıştı. Ayrıca Seyyid M uradi’ye
yazdırdığı anıları da değerli bir kaynaktır.
Barbaros, cami, türbe, m edrese, ham am ,
fırın, değirmen gibi birçok yapı yaptırmıştır.
Vasiyetinde, kendi parasıyla yaptırıp donattı­
B arbunya, bıyıklarıyla kum ları karıştıran kırmızı
ğı 30 büyük savaş gemisini devlete bırak­ renkli b ir d ip balığıdır.
mıştır.

BARBUNYA bak. F a s u l y e T ü rkiye’yi çevreleyen denizlerin yerli balıkla­


rındandır. Yaz aylarında Karadeniz, M a rm a ­
BARBUNYA VE TEKİR. Sıcak ve ılık deniz­ ra, Ege Denizi ve A kdeniz kıyılarının sığ
lerin çamurlu ve kumlu diplerinde yaşayan bu diplerinde yaşar, kışın daha ılık olan derin
balıklar birbirine çok benzeyen iki yakın sulara çekilirler. Bu yüzden Türkiye denizle­
türdür. Barbunyanın (M ullus barbatus) uzun­ rinde hem en her mevsim barbunya ve tekir
luğu en çok 40 santimetreyi, tekirinki (M ullııs avlanabilmektedir.
surm uletus) 25 santimetreyi bulur. En belirgin Aynı familyanın (M ullidae) Upeneus cinsin­
özellikleri, altçenelerinden sarkan ve duyu den olan iki tür balık da Süveyş Kanalı’nın
organı işlevini gören bıyık biçimindeki bir çift açılmasından sonra Hint O ky a n u su ’ndan A k ­
uzantıdır. Balık yum urtaları, karides, yum u­ deniz’e geçmiştir. Nilbarbunyası ( Upeneus
şakçalar ve denizsolucanlarıyla beslenen bu asym m etricus) ve paşabarbunyası ( Upeneus
balıklar deniz dibindeki kumları bıyıklarıyla m oluccensis) adıyla anılan bu iki türe D oğu
karıştırarak yiyecek arar ve kullanmadıkları A k deniz’den G üney Ege kıyılarına kadar
zaman bıyıklarını içeri çekerler. uzanan sularda rastlanabilir.
G övdeleri iki yandan basık bir elips biçi­
minde olan bu balıklar, kırmızının egemen BARIŞ HAREKETLERİ, dünyada barışın sağ­
olduğu canlı ve parlak renklerle bezenmiştir. lanması ve korunması için çalışan grupların
Sırtları kırmızımsı kahverengi, yanları p e m ­ tüm üne verilen genel addır. H erhangi bir
bemsi kırmızı, tom bul ve sarkık olan karınları hüküm ete bağlı olmayan ilk örgütlü barış
ise beyaza yakın renktedir. Barbunyanın başı, hareketi 1814’te A B D ’de gelişti. L o n d ra ’da
alında bir çıkıntı yaparak ağza doğru dimdik 1843’te uluslararası bir barış kongresi top lan ­
44 BARIŞ HAREKETLERİ

dı. Devletler arasında hakemlik yapacak bir ör­ F a r k lı g ö r ü ş le r i o la n siy a se t ve d in a d a m l a r ı ,


gütün kurulması düşüncesi de gene Lon­ ev k a d ı n l a r ı , ö ğ r e n c i l e r ile baz ı a s k e r l e r bile
dra’da düzenlenen barış toplantılarında gelişti­ k o n g r e te m silc ile r i a r a s ı n d a y e r a ld ıla r. B ö y ­
rildi. I. D ünya Savaşı’nın hem en öncesinde le c e , t o p l u m l a r ı n ç o k d e ğ iş ik k e s i m l e r i n d e n
dünya barışı için çalışan grupların sayısı 160’ı g e l e n k işiler b a r ış a m a c ı n d a b ir le ş tile r (bak.
bulmuştu. J oliot -Cu r i e , F r e d e r ic ve I r En e ; P icasso , P a b l o ;
20. yüzyılda dünyamız tarihte d aha önce hiç Sa r t r e . J e a n -Pa u l ).
yaşanmamış şiddette toplu savaşlara sahne D ünya Barış Konseyi, hareketin yönetim
oldu. D ünya savaşlarının her ikisinde de merkezi olarak 1950'de kuruldu. Frederic
(1914-18 ve 1939-45) milyonlarca asker ve Joliot-Curie bu Konsey’in kurucu üyesi ve ilk
sivil yaşamını yitirdi. K entler yakıldı, yıkıldı. başkanı oldu. Konsey, nükleer silahlanma ve
II. D üny a Savaşı’nın sonunda A B D ’de gelişti­ savaşa karşı 500 milyon imzalı Stockholm
rilen atom bom bası, J a p o n y a ’nın Hiroşima (6 Çağrısı’nı yayınladı. Bu çağrıyla nükleer si­
Ağustos 1945) ve Nagasaki (9 Ağustos 1945) lahların üretimine, o dönem de Vietnam , Ko­
kentlerine atıldı; her iki kent tümüyle yıkıldı, re ve M alaya’da sürdürülen bölgesel savaşla­
yüz binlerce insan öldü. Savaşın yol açtığı b ü ­ ra; savaşlarda kullanılan biyolojik ve kimya­
yük yıkım ve nükleer silahların kullanılması­ sal silahlara karşı çıkıldı. Beş büyük ülkenin
nın yarattığı dehşet, çeşitli ülkelerden farklı kendi aralarında bir barış paktı imzalamaları
görüşlerdeki birçok kişinin savaşa, silahlan­ istendi. D ünya Barış Konseyi bu amaçlara
maya ve nükleer silahlara karşı bir araya gel­ ulaşmak için birçok kam panya açtı, imza
melerini sağladı. topladı, konferanslar, kongreler düzenledi.
Din ve ahlak anlayışları nedeniyle, tüm
uluslararası çatışmalara ve hangi nedenle Vietnam Savaşı'na Karşı Yürütülen Barış
olursa olsun tüm savaşlara karşı çıkanlara Hareketleri
pasifist denir. Q u a k e r’lar ve M enno nit’ler gibi 1960-70 yıllan arasında Vietnam Savaşı’na kar­
bazı Hıristiyan mezhepleri de pasifistliği savu­ şı banş hareketlen yoğunlaştı (bak. VİETNAM
nur. Bu m ezheplere bağlı kimselerin çoğu Sava şi ). A B D 'n in Vietnam Savaşı'ndaki rolü­
inançlarından dolayı savaşmayı redd ederek , ne duyulan tepki hızla büyüdü. A B D ’de ve
askerlik yaparken fiilen çarpışmayacakları dünyanın birçok ülkesinde aralarında aydınla­
alanlarda çalışır. Barıştan yana bazı topluluk­ rın, gençlerin, din görevlilerinin, sanatçı ve
lar ise savaşlara karşı çıkarken, sömürgeciliğe bilim adamlarının bulunduğu binlerce kişinin
karşı verilen kurtuluş savaşları gibi haklı katılımıyla, Joan Baez ve Pete Seeger gibi
savaşları desteklerler ve bu tutumlarıyla pasi- ünlü şarkıcıların kitleleri coşturduğu barış
fistlerden ayrılırlar. gösterileri ve yürüyüşleri yapıldı.
Bu arada, Lord B ertran d Russell’ın girişi-
Barış Kongreleri B a r n a b y 's
1945’ten sonra dünyada sürekli barışın sağlan­
ması için çalışanlar içinde önemli ağırlığı olan
hareket, ilki 1949’da Paris’te toplanan, Barış
kongreleridir. Bu ilk kongreye 72 ülkeden
2 binin üzerinde temsilci katıldı. Ünlü res­
sam Picasso beyaz güvercinli tablosunu bu ilk
Barış Kongresi için yaptı ve yapıt kongrenin
afişi olarak kullanıldı. D aha sonraki yıllarda
da sürdürülen Barış kongrelerine, bu kongre­
lere birçok kez başkanlık eden ünlü fizik
bilgini Frederic Joliot-Curie’nin yanı sıra Pi­
casso, Jorge A m ado, Jean-Paul Sartre, İlya
E hrenburg, A ragon, How ard Fast gibi ö n e m ­ 1984'te L o nd ra'da nükleer silahsızlanm a için gösteri
li sanatçı, yazar ve bilim adamları katıldılar. yapan b ir to p lu lu k.
BARNUM 45

miyle 1966’da Stockholm ’de, Russell M ah k e­ Bu gerçekleşinceye kad a r kam ptaki p ro testo ­
mesi olarak bilinen uluslararası sembolik bir lar da sürecek. Ö te yandan, UB40 ve U2 gibi
mahkem e toplandı (bak. RUSSELL, BERT- pop müziği topluluklarıyla, Tracy C hapm an
r a n d ) . Hiçbir yasal yaptırım gücü olmayan ve Sting gibi pop şarkıcıları da barışın sağlan­
bu m ahk em e, dünya kam uoyunun ilgisini masına ve insan haklarının savunulmasına
Vietnam Savaşı üzerine çekmesi açısından müzikleriyle katkıda bulunm aktadır.
önemliydi. Fahri başkanlığını Russell’ın ve
idari başkanlığını S artre’ın yaptığı m ah k em e­ Türkiye'de Barış Hareketleri
de, A B D ve yandaşlarının Vietnam Savaşı’n- 14 Tem m uz 1950’de, dünya barışının kurul­
daki konum ları ve kullandıkları savaş yön­ ması, sürekliliğinin sağlanması ve nükleer
temleri yargılandı. Çeşitli filmler, fotoğraflar silahlanmaya karşı savaşılması amacıyla İstan­
gösterildi, raporlar okund u, tanıklar dinlendi. bul’da Türk Barışseverler Cemiyeti kuruldu.
10 Mayıs’ta verilen kararda, A B D ve yandaş­ T ü rkiye’de ilk örgütlü barış hareketi olan bu
larının saldırganlık ve sivil hedefleri bom bala­ dernek aynı yıl, T ü rkiy e’nin K o re ’ye asker
m aktan suçlu bulunduğu dünya kam uoyuna gönderm esine karşı çıktığı gerekçesiyle k a p a ­
açıklandı. tıldı. Yöneticileri h akkında dava açıldı.
Basın ve televizyonun V ietnam ’da yaşanan Barış hareketinin yeniden örgütlenebilmesi
vahşeti tüm açıklığıyla kam uoyuna yansıtm a­ için 1977’ye kadar beklem ek gerekti. 20
sı, savaş karşıtı tepkilerin gelişmesini, olayları N isan’da kurulan Türkiye Barış D erneği
kınayan ve savaşın bir an önce sona erdirilm e­ “nükleer silahların yasaklanmasını, tüm aske­
si için baskı yapan kesimlerin etkinliğinin ri ittifakların kaldırılmasını” istedi. Irkçılığa,
artmasını sağladı. Barış hareketleri ve dünya sömürgeciliğe, insan haklarının çiğnenmesine
halklarının bu savaşa duyduğu tepki, A B D ’ karşı çıktı. 1979’da kurucularından ve üyele­
nin V ietn am ’dan çekilmesinde büyük bir e t­ rinden 22 kişi D ünya Barış Konseyi üyeliğine
ken oldu. kabul edildi. Barış D ern eğ i’nin çalışması 12
Özellikle son yıllarda, barış eylemcileri Eylül 1980’de yasaklandı. Kurucuları ve yö­
dikkatlerini nükleer savaş tehlikesi üzerinde neticileri tutuklandı ve haklarında dava açıldı
yoğunlaştırdılar. 1950’lerde başlayan ve (bak. SİLAHSIZLANMA).
1980’lerde dünyanın her yerinde hızla yükse­
len nükleer silahsızlanma kam panyalarında, BARNUM, Phineas Taylor (1810-1891).
tüm ülkelerin nükleer silahlardan arındırılma­ A B D ’de, Connecticut eyaletinin Bethel kasa­
sı istendi. Örneğin, Eylül 1981’de orta menzil­ basında doğan Phineas Taylor B arnum , sıra­
li nükleer füzelerin İngiltere’de Berkshire- sıyla barm enlik, gazete yayımcılığı ve tiyatro­
N ew bury’deki G reen h am C o m m o n ’a yerleşti­ larda bilet satıcılığı yaptı. 1835’te, G eorge
rilmesi kararm a bir protesto yürüşü ile W ashington’un dadısı ve 160 yaşında olduğu
karşı çıkan kadınlar, daha sonra buradaki ileri sürülen bir kadını m eraklılara seyrettire­
A m erik an Hava Kuvvetleri üssünün çevresin­ rek gösteri dünyasına girdi. D a h a sonra New
de kam p kurarak , bugüne kadar benzeri Y o rk ’ta B arnum M üzesi’ni kurdu. B uradaki
görülmemiş bir protesto örneği verdiler. gösteride bol tüylü bir at, Fijili denizkızı,
Amaçları üssü 24 saat boyunca gözleyerek, sakallı bir kadın ve ünlü cüce G eneral Tom
füzelerin yerleştirilmesini önlem ekti. 1982’de T hu m b vardı. D uvarlardaki kocaman işaret­
sayıları 30 bini bulan kampçılar, el ele tu tu ­ ler müşterileri “egress”e yöneltiyordu. Bu
şarak üssü kuşattılar ve giriş çıkışı engelledi­ sözcüğün çıkış anlam ına geldiğini bilmeyen ve
ler. Füzelerin yerleştirilmesinin ön ün ü alama- olağanüstü bir yaratık ya da bir canavar
dılarsa da, nükleer füzelere karşı geniş bir görmeyi um arak salonlarda telaşla koşuşan
kam uoyu oluşturmayı başardılar. birçok kişi, ansızın kendini dışarıda bulu­
A B D ve SSCB önderleri tarafından 8 A r a ­ yordu.
lık 1987’de imzalanan O rta Menzilli Nükleer O günlerde cüce T o m T hu m b öylesine ün
Füzelerin Kaldırılması Antlaşması (INF) k ap­ salmıştı ki, 1844’te B arn um onu A v ru p a ’ya
sam ında N ew bury’deki füzeler de sökülecek. götürdü; İngiltere’de Kraliçe Victoria’nın
46 BAROMETRE

doldurdu ve tüpü ters çevirerek açık ucunu


cıva dolu bir kaba daldırdı. Tüpteki cıvanın
kaptaki cıva düzeyinden 76 cm yüksekliğe
kadar alçaldığını ve bu yükseklikte kaldığını
gördü. Tüpteki cıva sütununu yukarıda tutan
güç, havanın kaptaki cıvanın yüzeyine yaptığı
basınçtı. Bu basınç, tüpün tabanı kadar bir
alanda, 76 cm boyundaki cıva sütununun
ağırlığına eşitti. Atmosferin basıncı arttığı
zaman tüpteki cıva düzeyi yükseliyor, azaldığı
zaman cıva düzeyi düşüyordu. Böylece T orri­
celli havanın bir basıncı olduğunu kanıtla­
m akla kalmadı, ilk cıvalı barom etreyi de
yapmış oldu.
Bu sıralarda, A lm an y a’da M agd eb urg’lu
O tto von Guericke aynı deneyi su dolu bir
tüple yaptı. Suyun özgül ağırlığı cıvanınkine
oranla çok az olduğundan atm osfer basıncına
eşit ağırlıkta bir su sütunu elde etm ek için
G u e rick e’nin 12 m etre uzunluğunda bir tüp
kullanması gerekti.
M a ry E v a n s P icture L ib r a r y
B aro m etrenin gösterdiği basınç değişmeleri
Phineas B arnum , "D ü n ya n ın En büyük G ö ste risi"n e
1871'de başladı; 1881'de rakibi Jam es Bailey ile
ile hava koşullarının değişmesi arasındaki
birleşti.
TÜPÜN KAPALI UCU

önü nde ve Fransa Sarayı’nda gösteriye çıkar­ m m f u


dı. Altı yıl sonra “ İsveç bülbülü” Jenny
Lind’i, gecesi 1.000 dolara 150 konser v er­
METAL YAY
m ek üzere sözleşme yaparak, A B D ’ye gitm e­
ye razı etti.
B arnum 1871’de, “ Dünyanın E n Büyük
Gösterisi” adını verdiği bir sirk ve hayvanat
bahçesi kurdu. 1881’de rakibi Jam es Bai-
ley’le, sonra da Ringling K ardeşler’le birleşti.
Barnum-Bailey-Ringling Sirki’nin ne kadar
büyük olduğunu anlatabilmek için gezilere
20’şer m etre uzunluğunda 107 vagondan olu ­
şan bir trenle çıktıkları belirtilebilir.

BAROMETRE atm osfer basıncını ölçen bir


aygıttır. A tm osfer basıncındaki değişiklikler
hava koşullarında değişmelere yol açtığı için
hava tahminlerinin yapılmasında barom etre
önemli bir rol oynar.
B arom etreyi 1643’te, G alileo’nun öğrenci­
lerinden İtalyan bilim adamı Evangelista Tor-
ricelli bulmuştur. Atm osferin yeryüzündeki
METAL YAYA BAĞLI KOL
her şey üzerinde belirli bir basıncı olduğunu
A n e ro it ba ra m o tre kesitinde, ib ren in içerideki m etal
kanıtlam ak için deneyler yapan Torricelli, 90 kapsülle bağlantısı g ö rü lü y o r. Sağda: Kadranlı b ir
cm uzunluğundaki bir cam tüpü cıva ile cıvalı barom etre.
BARSELONA 47

ilişki Torricelli ve G u e rick e’nin dikkatini çek­ özel bir yazıcıya iletilir. Yazıcı, basınç değişik­
mişti. B aro m etre “düştüğü” , yani düşük bir liklerini dö ner bir silindir üzerindeki grafik
atm osfer basıncı gösterdiği zam an, atmosfer kâğıdına işaretler. B aro m etrelerde ölçü biri­
basıncının düşük olduğu o bölgeye doğru mi milibar, milimetre ya da inç olarak işaret­
çevreden bir hava akımı oluyor ve bu durum lenmiş olabilir. 1.000 milibar, 750,1 m ilimet­
rüzgâr, yağış gibi hava değişikliklerine yol reye, o da 29,53 inçe eşittir. Deniz düzeyinden
açıyordu. B arom etrenin yükselmesi ise hava­ yükseğe çıkıldıkça, barom etre her 100 m e tre ­
nın iyi olacağını gösteriyordu. de yaklaşık 12 milibar düşer.
D aha sonra Fransız bilim adamı Blaise
Pascal, b aro m etre dağa çıkarıldığında cıva BARSELONA. Ispanya’nın ikinci büyük k e n ­
sütununun yüksekliğinin azaldığını, dağdan ti olan Barselona, işlek bir liman ve sanayi
inince de yeniden yükseldiğini gösterdi. Ç ü n ­ m erkezidir. Kent A kdeniz kıyısında, Kosta
kü atm osfer basıncı deniz düzeyinden yüksel­ B rav a’mn güneyinde, arkasını dağlara daya­
dikçe azalıyor, yükseklik azaldıkça da artıyor­ mış bir ovada yer alır. Lim ana yakın olan eski
du. Böylece barom etrenin iki önemli kulla­ kent, bir R o m a kenti olan B arcino’nun k uru l­
nım alanı ortaya çıktı. G ü nüm üzde de m eteo- muş olduğu yerdedir. Barselona adı da b u ra ­
rologlar ve denizciler barom etreyi hava ta h ­ dan gelir. Kentin bu bölüm ünde bir katedral
mini yapm akta, havacılar ve dağcılar ise deniz ve İspanyol G otik biçeminde yapılmış güzel
düzeyinden yüksekliği ölçmekte kullanırlar. yapılar vardır. İspanya’nın 1986’da A vru pa
Cıvalı barom etre, genellikle cıva düzeyinin E konom ik Topluluğu’na girmesinden bu ya­
kolayca ölçülmesini sağlamak amacıyla üzeri­ na, kentte, otomobil ve mobilya yapımı başta
ne birimlerin işaretlendiği J biçiminde bir olmak üzere, ticaret ve sanayide büyük bir
tüptür. A tm osfer basıncı en doğru biçimde gelişme olmuştur.
Fortin barometresiyle ölçülebilir. Bu b a ro ­ Deniz kıyısındaki Kolom b A n ıtı’na çıkıldı­
m etrede cıva kabının tabanı deve derisinden- ğında tüm kenti görm ek m üm kündür. Anıtın
dir ve bu tabana dayanan bir vida yardımıyla hem en yanında K olom b’un gemisi Santa Ma-
kabın büyüklüğü, dolayısıyla kaptaki cıvanın r/a’nın kopyası olan bir gemi yer alm ak ­
düzeyi ayarlanabilir. H em kaptaki cıvanın, tadır (bak. K o l o m b , K ristof ). Anıtın bu lundu­
hem de tüpteki cıvanın düzeyi aynı anda ğu geniş R am blas Bulvarı, B arselona’nın en
görülerek cıva sütununun boyu çok duyarlı büyük alanı Plaza de C atalu n a’ya kadar uza­
bir biçimde ölçülebilir. Bu sistemle, hava nır. Bir zam anlar bir dağın sel yatağı olan ve
basıncındaki değişmelerin tüpteki cıvanın ya­ adını buradan alan Ram blas B ulvan, kalaba­
nı sıra kaptaki cıvanın düzeyini de değiştirm e­ lık kahveleri, mağazaları ve sokak sergileriyle
sinin öteki cıvalı barom etrelerde yol açtığı A v ru p a ’nın en ünlü caddelerinden biridir.
ölçüm hataları önlenmiş olur. Plaza’dan başlayan ve B arselon a’nın en şık
A neroit barom etre ise kolay taşm an, sıvı­ alışveriş caddesi olan Paseo de G racia’nın
sız, metal barom etredir. Başlangıçta havacılar öbür ucunda, planını Katalonyalı m im ar A n-
ve dağcılar için yapılan bu barom etreler tonio G audı’nin (1852-1926) yaptığı La Pedre-
günüm üzde en yaygın olarak kullanılan baro­ ra adlı yapı vardır. Ramblas yakınlarında,
m etre türüdür. A neroit b arom e trede, havası bugün bir müze olan Guell Sarayı ve Guell
boşaltılmış, esnek çeperli bir kapsül vardır. P a rk ’taki çocuk bahçesi A ntonio G a u d fn in
Kapsülün yaylarla içten desteklenen çeperleri öbür çalışmalarından örneklerdir.
hava basıncındaki değişmelerle harek et eder Limanın kuzey ucunda, denizcilerin ve ba­
ve bu hareket m ekanik olarak bir ibreye lıkçıların yaşadığı güzel bir kasaba vardır.
iletilir. Üzerinde birimlerin işaretlenmiş oldu­ Limanın güney bölüm ündeki dik M ontjuich
ğu kadrand an atm osfer basıncının düzeyi tepesinin üzerinde eski bir kale bu lun m ak ­
okunur. A neroit barom etrelerin ayarı, cıvalı tadır.
barom etre kullanılarak yapılır. B arograf adı Barselona, İspanya’nın 17 bölgesinden biri
verilen yazıcı b arom e tred e, ibrenin hareketi olan K atalonya’nın başkentidir. Bu bölgede,
kaldıraç işlevi gören kollarla güçlendirilerek ülkenin büyük bölüm ünde konuşulan İs-
48 BARTÖK

Barselona, Akdeniz
kıyısında, Ispanya'nın çok
it u 'İ Ş iM i % tf ' A - ; ^ r i : -.i , ti
işlek b ir lim anı ve tica re t
fiinha\M ısU-oıma Jmmsş m m erkezidir. K o lo m b 'u n
A m e rika 'ya g ittiğ i Santa
Maria g e m isin in b ir eşi
lim and a g ö rü le b ilir.

ZEFA

panyolca’dan oldukça değişik olan Katalan lanan öbür besteciler gibi, o da Macar halkı­
dili konuşulur. Kentin nüfusu yaklaşık nın yaşam gücünü seslendirmek ve ulusal bir
1.699.23l ’dir (1986). müzik biçemi yaratm ak istiyordu. B artök ile
arkadaşı besteci Zoltân Kodâly’nin çalışmala­
BARTÖK, Bela (1881-1945). Çağının en b ü ­ rı bu yönde başarıyla gelişti ve halk müziği
yük müzik ustalarından biri olduğu herkesçe konusundaki araştırm alara hız kazandırdı.
kabul edilen Bela B artök bir M acar besteci­ H alk şarkıları ve geleneksel köy ezgilerini
dir. Schönberg ve Stravinski gibi, o da yeni derlem ek için birçok araştırma ve inceleme
armoni yöntemleri araştırdı. 1881’de, o yıllar­ gezisine çıkan B artök’un besteleri, anayurdu­
da Avusturya-M acaristan İm paratorluğu sı­ nun halk müziğinde bulduğu müzik teknikle­
nırlan içinde bulunan Nagyszentmiklos’ta dün ­ rinden esinler taşır. Bu özelliği, onun bestele­
yaya gelen Bela B artök, ilk müzik eğitimini rinin 20. yüzyılın en özgün ve ilginç yapıtları
annesinden aldı. D a h a sonraları piyano ve arasında yer almasını sağlamıştır.
bestecilik eğitimi için B u d ap eşte’ye gitti ve Bartök 1936’da, A n kara Halkevi’nin çağnlısı
piyano konserleri yanında piyano dersleri de olarak Türkiye’ye geldi ve müzik üzerine üç
vererek geçimini sağladı. konferans verdi. A y nca A dana dolaylannda
B artök , 1905’te M acaristan, Bulgaristan ve derlediği 90 kadar Türk melodisini notaya ge­
R om anya köylülerinin ezgileriyle ilgili araştır­ çirdi. 1940’ta A B D ’ye göç etmeden önce, yıllar­
malara başladı. Bu halk müziği örnekleri, ca süren araştırmalarının ürünü olan Macar
geleneksel A v rup a müziğindeki alışılagelmiş halk müziği derlemesini yayımladı. Ne var ki,
armoni kurallarına uym uyordu. B artök beste­ A B D ’ye uyum sağlamakta güçlük çekti ve
lerinde halk müziği öğelerine yer vermeye sağlığı bozuldu. New Y o rk ’ta yokluk içinde
başladı. Kendi ülkelerinin halk müziğini kul­ öldü.
BASEL 49

BARYUM gümüş gibi parlak beyaz renkte,


oldukça yumuşak bir metaldir. Ba simgesiyle
gösterilen bu kimyasal elem ent toprak alkali
metaller grubunda yer alır. A tom numarası
56, atom ağırlığı 137,34’tür. Yaklaşık
850°C’de erir ve 1.140°C’de kaynayarak b u ­
harlaşır. B aryum doğada hiçbir zaman yalın
halde bulunm az, m utlaka başka elem entlerle
bileşikler oluşturur. En yaygın doğal bileşik­
leri, barit mineralini oluşturan baryum sülfat
ile viterit mineralini oluşturan baryum k arb o ­
nattır.
Baryum un varlığını ilk kez 1774’te İsveçli
kimyacı Cari Wilhelm Scheele fark etmişti.
1808’de de Sir H um ph ry Davy elektroliz
yoluyla baryum u elem ent halinde ayırmayı
başardı.
B aryum un hem en hem en bütün tuzları çok
zehirlidir. Özellikle suda çözünen baryum
tuzları dokulardan kolayca emilebildiği için
ağız ya da deri yoluyla vücuda girdiğinde
zehirlenmeye yol açar. B una karşılık baryum
sülfat suda kolay kolay çözünmediği, dola­
yısıyla dokularca emilmediğı için aynı tehlike­
yi yaratmaz. Nitekim baryum sülfatın suyla
karıştırılmasıyla elde edilen süt gibi beyaz ve
koyu kıvamlı sıvı, sindirim sisteminin röntgen
filmi çekilecek olan hastalara içirilir. B aryum
tuzları çok yoğun olduğundan, röntgen çeki­
minde kullanılan X ışınları bu sıvının içinden
kolay kolay geçemez ve böylece yemek b o ru ­
B B C H u lto n P icture L ib ra ry
su, mide ya da bağırsaklardaki tıkanıklıklar
M acar besteci Bela Bartök.
ya da ülser gibi yaralar kolayca saptanabilir.
Ayrıca baryum sülfat, başta duvar kâğıdı
B a rtö k ’un en önemli yapıtları A ltıncı Yaylı olm ak üzere çeşitli kâğıtların, kauçuk, sabun
Çalgılar Dörtlüsü, İk i Piyano ve Vurmalı Çal­ ve yer muşambalarının yapım ında dolgu m a d ­
gılar İçin Sonat ile piyano ve kem an için iki desi, boyalarda renklendirici olarak kulla­
sonattır. Bunların yanında piyano için üç nılır.
ve kem an için iki konçertosu vardır. B artök Beyaz, ağır bir toz olan baryum k arbonat
öncelikle sahnelenm eye yönelik yapıtlar üre­ da zehirli bir baryum tuzudur. Özellikle fare
ten bir besteci olm am akla birlikte bestelediği zehiri, gözlük camı, m ercek, seramik, boya ve
M avi Sakal'ın Şatosu operası, Tahta Prens mine yapımında kullanılır.
balesi ve H arika M andarin pantom im i, b e n ­
zersiz güzellikte bölüm ler içerir. G enç piya­ BASEL İsviçre'nin ikinci büyük kentidir.
nistler için de, 150 küçük çalışma parçasını İsviçre. Fransa ve A lm anya Federal C um huri­
kapsayan, M ikro ko sm os adlı bir derlemesi yeti sınırlarının birleştiği noktadaki kent,
vardır. Bu parçalar, “Tilki’nin Şarkısı” ve ülkenin başlıca giriş kapısıdır. Kentin ortasın­
“Bir Sineğin G ü n lü ğ ü ’n d e n ” gibi adlar taşır. dan akan R en Irm ağı’nın yoğun trafiği, ona
işlek bir içliman özelliği kazandırır.
BARUT bak. PATLAYICILAR. Kentin eski katedrali, R en Irmağı’nın gü-
50 BASIM

Basımın en ilkel örneği sayılabilecek bir


uygulamayı günüm üzden 2.800 yıl kadar önce
Süm erler’de ve M ezopotam ya kentlerinde
görüyoruz. Bu toplumlar, silindir biçimindeki
bir kalıbı balm um u ya da kil üzerinde yuvarla­
yarak kalıptaki yazı ya da şeklin bir örneğini
balm um u ya da kilin üzerine çıkarmayı bi­
liyorlardı. D a h a sonra Çin’de tahtadan oy u­
lan kalıplarla basım yapıldığı ve 11. yüzyılda
tahtada n tek tek oyulan harflerin basımda
kullanıldığı biliniyor. Ne var ki, 40 bin kadar
harf ve işaretten oluşan Çin alfabesi basım
tekniğinin gelişmesi için hiç de uygun değildi.
T ah ta d an oyulan harflerle yapılan basım 15.
ZEFA
yüzyılda A v ru p a ’da resimlerin tahta kalıpla­
B asel'de M a rktp la tz'd a (pazar alanı) kuru la n pazar.
Pazarın arkasında be le diye binası g ö rü lü y o r. ra oyulması yoluyla yapılan gravür basımın
öncüsü oldu.
ney kıyısında yüksek bir düzlükte yer alır. G ü n ü m ü zde çeşitli basım yöntemleri var­
Duvarları kırmızı kum taşından örülü olan dır. B unlardan başlıca üçü: Ofset, tipo ve
yapı, R om anesk ve Gotik üsluplarının bir tifdruk (gravür) basımdır. Hangi basım yönte­
karışımıdır. Papa II. Pius’un Basel’de 15. mi kullanılırsa kullanılsın, önce basılacak
yüzyılda kurduğu üniversite, İsviçre’nin en yazının dizilmesi, resmin hazırlanması ve say­
eski üniversitesidir. Basel’de yaşamış ünlüler fanın düzenlenmesi gerekir.
arasında ressam Hans H olbein ile hümanist
bilgin Erasm us sayılabilir (bak. E r a s m u s , D e s î- Dizgi ve Düzenleme
d e r İu s ; H o lb e in . H a n s ). Tahtadan oyularak ayrı ayrı hazırlanan harf­
B asel’de her bah ar açılan İsviçre Sanayi lerin yazıyı oluşturm ak üzere bir araya dizildi­
Fuarı, halkın ve sanayicilerin son ürünleri ği ve baskıdan sonra, başka bir yazıda kulla­
görmesini sağlar. Önemli bir bankacılık m e r­ nılmak üzere saklandığı ilk basım yöntemini
kezi olan Basel’de ilaç üretimi, araştırm a ve A v ru p a ’da 1438’de Johannes G utenberg bul­
geliştirme çalışmalarının yapıldığı büyük bir du. Tipo basım denen bu yöntem de, k ab a rt­
kimya sanayisi de vardır. Böcek öldürücü m a m atbaa harfleri (hurufat) elle yan yana
olarak kullanılan D D T ilk kez bu kentte dizilerek, satırlar ve sayfalar hazırlanır. Bu
yapılmıştır. baskı yöntem inde sayfa kalıbının üzerine bir
K ent, İsviçre’nin A lm anca konuşulan bölü­ m erdane yardımıyla sürülen baskı m ü rek k e­
m ünde bulunduğu için, Basle ve Bâle olarak bi, kalıp üzerine bastırılan kâğıda çıkar ve ba­
da bilinmesine karşın, A lm anca söylenişi olan sım gerçekleşir. G u ten b e rg ’in buluşunu, Wil-
Basel d aha çok kullanılır. liam Caxton İngiltere’ye getirdi ve bu yöntem
Kentin nüfusu 174.606’dır (1986). d aha sonra A m e rik a ’daki İngiliz kolonilerine
götürüldü. 1493’te İstanbul’da M useviler’in
BASIM. Boya ya da m ürekkep sürülmüş bir kurduğu basımevinde G u te n b e rg ’in geliştirdi­
kalıbın kâğıt, kumaş gibi bir m addeye bastı­ ği tipo basım yöntemi kullanıldı. Osm anlılar’
rılması yoluyla yazı ve resimlerin çoğaltılması­ da ilk Türkçe kitabın basımı ise 1727’de İb ra­
na basım denir. Eskiden matbaacılık adı him M üteferrika’nın kurduğu basımevinde
verilen basım, günüm üzde kültürel alanda gerçekleştirildi (bak. GUTENBERG, JOHANNES;
olduğu kadar ekonom ik yaşamda da büyük İBRAHİM MÜTEFERRİKA).
önem taşır. Kitap, gazete, dergi ve afişlerin M ürekkebin sürülüşünü ve kâğıdın kalıba
yanı sıra ambalaj malzemeleri, etiketler, baş­ bastırılışım daha hızlı ve düzenli durum a geti­
vuru formları, kataloglar günlük yaşamımızda ren bir takım m ekanik gelişmelerle, bu teknik
önemli rol oynar. yüzyıllarca en önemli basım yöntemi olarak
BASIM 51

sayfa düzeninin
hazırlanması

kırma makinesi
H a z e ll, W a tso n & V in ey L td .

Günümüzde kitap basma tekniğinin aşamaları: Önce


yazı dizilir ve sonra bilgisayar yardımıyla sayfalar
düzenlenir. Düzenlenen sayfalar ve bu sayfalarda yer
alacak resimler filme çekilir; bu filmden yararlanarak
kalıp hazırlanır ve baskıya geçilir. Bobin kâğıt kullanan
büyük bir rotatif web-ofset baskı makinesi (aşağıda)
saatte 15 bin kitap basabilir. Baskıda tabaka kâğıt
kullanılan makineler, katlanıp kesildiğinde bir kitap
formasını oluşturacak büyüklükteki tabakalara baskı
yapar. Formalar bir araya getirilir, zamklanır ve dikilir.
Kitaba kapak geçirme ayrı bir ciltleme makinesinde
yapılır.
52 BASIM

kullanıldı. Yüzyıllar boyunca, basılacak harf­


ler elle dizildi. Başlangıçta harfler tahtadan
oyularak yapılıyordu, daha sonra bir kurşun
alaşımından dökm e harfler yapıldı. 1900’lerde
dizginin m ekanik olarak yapılmasını sağlayan
m akineler geliştirildi. Bu m akinelerden m o ­
notip, harfleri tek tek dök erek dizer; linotip
ve entertipte ise, yazılar satır olarak dizilir.
Bu m ekanik dizgi m akinelerinde, yazı m aki­
nesi klavyesine benzeyen bir klavyede yazılan
satırlar, önce matris denen pirinç h arf kalıpla­
rı ile dizilir, sonra gene m akinenin içinde, bu
kalıplara erimiş kurşun alaşımı dökülerek b a ­
sımda kullanılacak dökm e kurşun satırlar olu­
şur. Bu kurşun satırlar istenilen biçimde bir
araya getirilerek sayfa kalıbı hazırlanır ve bu
kalıp baskı m akinesine yerleştirilir.
G ü nüm üzde dizgi tekniği, fotodizgi yön te­ ZEFA

mi ve bilgisayar kullanımı ile çok ileri bir d ü ­ Baskı öncesi film m ontajı.
zeye ulaşmıştır. Fotodizgi yönteminde, basıla­
cak sözcüklerin harfleri bütün olarak bir filme Ofset Basım
aktarılır ve fotoğraf basımında olduğu gibi, bu Ofset basım günüm üzde en çok kullanılan
filmden baskı kalıpları hazırlanarak baskı ya­ basım yöntemidir. Bu yöntem de yazı ve re­
pılır. Fotodizgi sisteminde bilgisayarların da simlerin kalıptan kâğıda aktarılması, su ile ya­
kullanılmaya başlanmasıyla nitelikli, hızlı ve ğın birbirine karışmaması ilkesine dayanır.
eskisine göre daha ekonom ik dizgi yapımı Eskiden litografi olarak bilinen bu yöntemi bir
gerçekleşmiştir. Bilgisayarlı fotodizgi sistemi­ Ç ek, Aloys Senefelder buldu. Senefelder,
nin ana parçaları, yazının yazıldığı bir klavye, 1798’lerde basım için, üzerinde görüntünün
diski olan bir bilgisayar, printer adı verilen ve yağlı bir maddeyle işlenmiş bulunduğu bir taş
diske yüklenmiş olan dizgi bilgisinin doğru kalıp kullandı. G ü nüm üzde ofset basımda,
olup olmadığını kontrol etm ek için kâğıda genellikle alüm inyumdan yapılmış m etal lev­
dizgi yapan bir yazıcı birim, bir görüntü birimi halar olan kalıplar kullanılır. Işığa duyarlı kim­
(ekran) ve film dizicidir. yasal bir maddeyle kaplı olan bu alüminyum
Fotodizgi y aparken önce, kullanılacak harf levhalar, vakum lu bir kontakt kopya cihazı­
karakteri, harf boyu (punto), satır boyları, sa­ na, basılacak sayfaların filmleriyle üst üste
tır araları, satır sayısı gibi bilgiler bilgisayara konu r ve kuvvetli bir ışık kaynağının yardı­
verilir. D a h a sonra, dizilecek yazı klavyede mıyla film üzerindeki görüntüler levha yü­
yazılarak bilgisayara girilir. Yazılan yazılar gö­ zeyine aktarılır. Levha banyo (developm an)
rüntü biriminde izlenebilir ve gerekli düzelt­ edildiğinde, üzerindeki ışığa duyarlı kimyasal
meler klavye kullanılarak yapılır. Düzelt­ kaplam a yalnızca baskıda m ürekkep alması
m eler yapıldıktan sonra, harf karakteri seçimi istenen alanlarda kalır. Pozitif-ofset kalıbı d e­
ve sayfa düzeni başta verilen bilgilere göre nen bu yer yer kaplamalı alüminyum levhada,
bilgisayar tarafından biçimlenmiş olan yazı, kaplam anın olduğu alanlar su tutmaz.
bilgisayardan film diziciye aktarılır. Sayfalar Ofset baskı makinesinin ana parçaları şun­
bir bütün olarak filme alınır. E ğer resim kul­ lardır: Üzerine kalıbın takıldığı silindir (kalıp
lanılacaksa resim filmleri de ayrılan yerlere kazanı); bu silindirin yüzeyini önce ıslatan
yerleştirilir ve sayfanın filmi baskı kalıbına sonra m ürekkepleyen bir m erdane düzeneği;
aktarılır. Kalıp, kullanılacak basım yöntem i­ kalıp silindirindeki m ürekkebi .kendi üzerine
ne göre tipo, tifdruk ya da ofset kalıbı olarak alarak kâğıda aktaran kauçuk silindir (kauçuk
hazırlanır. kazanı); m ürekkebin kâğıda aktarılmasını
BASIM 53

sağlayan yani baskıyı yapan ve baskı anında rilir. Bu formalar daha sonra bir araya top la­
kâğıdın kauçuk silindir ile kendi arasından geç­ narak ciltlenir, k e n a rlan kesilir ve kitap hali­
tiği baskı silindirinden (baskı kazanı) oluşur. ne getirilir.
Kalıbın çevresine takıldığı silindir dönünce, Kâğıdın m akineye bobinler halinde verildi­
kalıp önce su m erdaneleri ile tem asa gelir ve ği rotatif m akineler, tab aka halinde kâğıt kul­
kalıp üzerindeki kaplamasız alanlar ıslanır. lanan m akinelere göre çok daha hızlı çalışır ve
Kalıbın kaplamalı alanları yani filmde görü n­ kâğıdın her iki yüzünü aynı anda basar. Bası­
tü olan alanlar su tutmadığı için ıslanmaz. D ö ­ lan kâğıt bir kurutucudan geçtikten sonra k â ­
nen silindirin yüzeyi d aha sonra m ürekkep ğıdın kesilip katlandığı kırm a birimine girer.
merdaneleriyle tem asa gelir ve yağlı bir yapı­ B urada form alar ciltlenmeye hazır hale gelir.
daki m ürekk ep, kalıbın su almamış kaplamalı G ü nüm üzde gazetelerin çoğu, w eb-ofset d e ­
kuru bölümlerine sürülür. Kalıp silindirine nen, bobin kâğıda ofset basım yapan bu tü r­
değerek dönen kauçuk silindir, kalıp silindiri­ den rotatif-ofset m akinelerde basılır.
nin üzerindeki m ürekkepli görüntüyü, silindi­
rin kauçuk kaplamasının üzerine alır, b u ra­ Tipo Basım
dan da, bu silindirin üzerinde döndüğü baskı Tipo basım en eski basım yöntemidir. M ü re k ­
silindiri ile her ikisinin arasından geçen kâğı­ keplenmiş k abartm a bir yüzeyden baskı elde
da görüntü çıkarılmış olur. etm e temeline dayanır. Tipo basım m akinele­
Basımda kullandığı kâğıda göre, iki tür of­ ri de, kâğıdın m akineye tabaka halinde veril­
set basım makinesi vardır: Düz ofsette kâğıt diği m akineler ve bobin halinde verildiği m a ­
tabakalar halinde; rotatif-ofset türünde ise kineler olmak üzere ikiye ayrılır. T abaka h a ­
büyük bobinler halinde m akineye verilir. K â­ linde kâğıt kullanılan m akinelerde, baskı şu
ğıdın tabakalar halinde baskıya verildiği m a­ şekilde olur: Sayfa kalıpları olarak düzenle­
kineler çok değişik boyutlarda olabilir. nen dizgiler, çelik bir çerçeve içinde, m ak in e­
Büyük basım makineleri bir defada, bir kitabın deki hareketli, düz bir yatak üzerine yerleşti­
32 sayfasını kâğıdın bir yüzüne basabilir; rilir. Bu yatağın ileri geri gidip gelmesi sıra­
aynı tabakanın ikinci geçişinde de, kâğıdın sında baskı silindiri üzerindeki kâğıdı kalıba
bastırır ve kabartm a alanlardaki m ürekkep
kâğıda çıkar. Yatağın ileri geri her h arek etin ­
de bir tabak a kâğıda baskı yapılır. Küçük tipo
basım m akinelerinde kalıbı tutan çelik çerçe­
ve düşey ko num dadır ve üzerine baskı yapıla­
cak olan kâğıt tabakası bir baskı plakası üze­
rindedir. Bir cendere gibi çalışan bu m ak in e­
ye pedal adı verilir.
Tipo basım, ofset basımdan dah a basittir.
Tipo basım makineleri genellikle daha yavaş
çalışır ve daha fazla hazırlığı gerektirir. Tipo
basım bilgisayarlı fotodizgi sistemleri için el­
verişli değildir. G ünü m üzde tipo basım artık
yerini ofset basıma bırakm aktadır.
Yüksek hızda çalışarak yüksek kalitede renkli baskı
yapan ve 32 sayfalık fo rm a basan w e b -o fse t baskı Tifdruk Basım
m akinesi.
Tifdruk basımda, basımı yapılacak görüntü
bakır bir silindirin yüzeyinde, küçük oyuk
öteki yüzüne kitabın 32 sayfası daha basılır noktalar şeklinde oluşturulur. Bu noktalar si­
ve böylece 64 kitap sayfası bir tabaka kâğıdın lindirin yüzeyi asitle dağlanarak, elmasla ya
m akineden iki geçişinde basılmış olur. Bası­ da lazer ışınlarıyla oyularak açılabilir. Silindi­
lan kâğıt kırma makinesi adında başka bir m a­ re baskı m ürekkebi sürüldükten sonra, yüzeyi
kine tarafından katlanarak form a haline geti­ silinerek m ürekkebin yalnızca oyuk noktala-
54 BASIM

tram denilen ince bir ağ tabakası kullanılır.


Baskının niteliğine göre her santim etrede eni­
ne ve boyuna olmak üzere 24-63 çizgi yer alır.
Eğer bir gazete resmi büyüteçle incelenirse bu
çizgiler nokta halinde açıkça görülebilir. B ü ­
tün noktalar aynı siyah m ürekkeple basılmış­
tır; am a noktaların farklı boyut ve sıklıkta ol­
ması sonucunda bir göz yanılmasıyla özgün
fotoğraftaki tonlar basılı resimde de görülür.
Tramlı resim, yani noktalı bir yapıya d ö ­
nüştürülmüş olan özgün resim, basım için bir
kalıba aktarılır. Uygulanacak olan basım yön­
temine göre kalıbın yapısı farklı olur. Ofset
basım kalıbında, daha önce açıklandığı gibi
noktalı bölüm ler su tutm az bir kaplamayla
kaplıdır. Tipo basım kalıbında noktalar çevre­
lerindeki beyaz alanlardan daha yüksektir.
ZEFA Basım sırasında kalıp, bu noktaların yüksekli­
T ifd ru k basım da, baskı s ilin d irin in yüzeyine d e m ir ği sayfadaki öteki kab artm a harf dizgileri ile
klo rü r e m d irilir. aynı yükseklikte olacak biçimde, bir taban
üzerine yerleştirilir. Tifdruk basımda kalıp
rın içinde kalması sağlanır. Farklı derinlikteki üzerinde bulunan farklı derinliklerdeki n o k ta ­
no k talan n içinde kalan farklı m iktarlardaki lar baskı sırasında derinliklerine göre, kâğıda
baskı m ürekkebi, baskı sırasında kâğıda geçe­ farklı m iktarda m ü rek kep geçirir. Bu yö ntem ­
rek görüntünün tonlarım oluşturur. le basılan resimler, ofset ya da tipo yöntem iy­
G ü n üm üzd e tifdruk basım makinelerinin le basılan resimlere göre daha nitelikli olur;
çoğu rotatiftir, yani bobin kâğıda baskı yapar. am a bu yöntem de basım sürecinin denetimi
Tifdruk basım yöntemiyle ucuz kâğıtlar üzeri­ zordur.
ne çok iyi renkli resimler basılabilir. A m a tif­
druk baskı silindirlerinin hazırlanması pahalı Renkli Basım ya da Renk Basımı
olduğundan bu basım yöntemi genellikle, ti­ T am renkli resim basımında, özgün sanat ya­
rajı yüksek olan (çok basılan) dergiler ve b e n ­ pıtlarındaki ya da renkli fotoğraftaki renkler,
zeri yayınlar için kullanılır. Küçük ama hızlı ana bileşenlerine (sarı, kırmızı, mavi ve siyah)
çalışan tifdruk basım makineleri ise ambalaj ayrıştırılarak ve daha sonra da her renk için
malzemesi basımında kullanılır. ayrı bir kalıp hazırlanarak gerçekleştirilir
{bak. R e n k l e r ) . R enk ayrımı denen bu ayrış­
Resim Basımı tırm a, renk filtreleri kullanılarak ya da özgün
Resim baskıları başlıca iki türe ayrılabilir: Ç i­ resmi elektronik renk-tarayıcılarla (scanner)
zim ler (tire resimler) ve tramlı resimler (ototi- tarayarak yapılır. Tarayıcı dört rengi ayırır­
piler). Çizimlerin çoğu yalnızca çizgilerin kul­ ken, aynı zam anda da renkli baskı m ü rek k e p ­
lanıldığı resimlerdir ve bunlarda fotoğraflar­ lerinden kaynaklanan kusurları göz önüne
daki gibi renk tonları yoktur. alarak gerekli renk düzeltmelerini ve tramla-
Çizimlerin basımını gerçekleştirmek göreceli ma işlemini de gerçekleştirir. Böylece, özgün
olarak daha kolaydır. A m a farklı tonları olan resimden elde edilen dört ayrı film, baskı ka­
resimlerin tipo ya da ofset basım yöntemiyle lıpları için kullanılmaya hazır d u rum da tarayı­
baskısında, renk tonlarını vermek için bir göz cıdan çıkar.
aldanm asından yararlanılır. Özgün resim, fo­
toğrafçılık yöntemleri kullanılarak, çeşitli b ü ­ Sayfa Montajı
yüklüklerdeki noktalardan oluşan bir bütüne Ofset baskı kalıpları ya da tifdruk baskı silin­
dönüştürülür. Resmi noktalara bölm ek için dirleri hazırlanm adan önce basımcı, dizilen
BASIM 55

Renkli resim basm ak için, özgün resim önce ana


ren kle rine (sarı, kırm ızı, m avi ve siyah) ayrıştırılır.
A yrıştırm a için özel renk filtre le ri kullanarak özgün
resm in d ö rt ayrı film i çekilir. Her renkte kullanılan
filtre yalnızca o ana rengi g e çirir. Renk ayrım ı
e le ktro n ik renk-tarayıcılarla da ya p ıla b ilir. Dört
film in her biri, özgün resm in yalnızca o renkteki
b ö lü m le rin i içerir. Bu sayfadaki resim lerd e renkli
basım ın nasıl gerçekleştiği g ö rü lü y o r. İlk resim
(solda) sarı ren kle ri içeren film d e n yapılan baskıdır.
Kırmızı renkleri içeren ikinci sıradaki film bu sarı
baskı üzerine basılınca aynı sırada sağda gö rü le n
resim elde e d ilir. Üçüncü sıradaki (solda) m avi
renkleri içeren film bu baskının üzerine basılınca
aynı sırada (sağda) g ö rü le n resim ortaya çıkar.
Bunun üzerine siyah-beyaz film basıldığında
kelebek re sm in in basımı ta m a m la n ır.
56 BASIN

ETEK KENARI Basımın Geleceği


1980’lere gelinceye kadar, hem en hem en bü ­
tün basım işleri yukarıda tanım lanan üç yön­
tem den biriyle yapılırdı. Elektronik alanında­
ki gelişme yalnızca basım yöntemlerini değiş­
tirmekle kalmadı, bir ölçüde basılı kitap ya da
dergilere yeni seçenekler de sağladı. G ü n ü ­
müzde haberler ve çeşitli bilgiler, televizyon
ekranlarından teletext yöntemiyle yazılı olarak
elde edilebilir (bak. İLETİŞİM; TELEVİZYON).
Merkezi bilgisayarlara bağlanan ve evlere
MAKAS KENARI yerleştirilen bilgisayar yazıcıları bazı d u ru m ­
larda, büyük basım makinelerinin yerini ala­
M AKAS KENARI
biliyor. A m a, basılı kitap ve dergilerin kişisel­
lik ve kalıcılık özelliği nedeniyle, günüm üzde
kullanılan basım yöntemleriyle basılmış kitap
ve dergilerin kullanılmaya devam edeceği
söylenebilir. Dizgi ve sayfa düzenlenmesi ala­
nında elektronik yöntemlerin artan ölçülerde
kullanılacağı da anlaşılıyor.
Kitap, dergi ve gazeteler konusunda daha
fazla bilgi D e r g İ ; G a z e t e v e GAZETECİLİK; H a b e r -
CİLİK; KİTAP; YAYINCILIK maddelerinde vardır.

FORMANIN IC YÜZÜ
BASIN bak. D e r g İ; G a z e t e ve G a z e t e c İLİK;
Form aların 16'lık iki g ru p ha lin de dü zen len diği HABERCİLİK.
m o n ta j planında sayfaların y e rle ş tiriliş i. M on ta j
bö yle y ap ıldığınd a, b irta b a k a kâğıdın arkalı önlü BASKETBOL dünyanın en gözde sporların­
ba sılm asıyla 32 sayfalık b ir kitap form ası elde ed ilir.
dan biridir. 19. yüzyılın sonunda A B D ’de
oynanm aya başlanan basketbol, burad an K a­
yazıların filmleriyle resimlerin filmlerini bir nada, Fransa, İngiltere ve dünyanın öteki
araya getirerek film montajını yapar. Renkli ülkelerine yayılmış; 1936’dan başlayarak
basım da dört ana renkle (sarı, kırmızı, mavi Olimpiyat Oyunları arasında yer almıştır.
ve siyah) üst üste yapılacak olan dört ayrı bas­ Basketbol çoğu zam an tabanı sert tahtadan
kının tam olarak çakışması için, renk ayrı­ yapılan kapalı bir alanda oynanır. D ik d ö rt­
m ından çıkan dört film üzerine kılavuz gen biçimindeki alanın boyutları çeşitlilik
işaretleri konarak , film m ontajı çok dikkatle gösterir; am a genellikle 26 m etre uzunluğun­
yapılmalıdır. Ü st üste yapılan dört baskı so­ da ve 14 m etre genişliğindedir. Oyun alanı bir
nunda istenen renkler elde edilir. E ğer baskı­ orta çizgiyle ikiye ayrılmıştır. A land a her iki
lar tam üst üste gelmezse resmin renklerinde uçtaki kenar çizgisinden 1,2 m etre içeride, eni
kaym a olur; hem istenen renkler elde edile­ 1,88 m etre, boyu 1,2 m etre olan pota adlı bir
mez, hem de resim bulanık olur. Film m ontajı levha asılıdır. B unun üzerinde yerden 3,05
ve sayfa planlaması bilgisayarla da yapılabilir. m etre yükseklikte bir sepet vardır. Sepet, 45
Sayfanın elektronik olarak düzenlenmesi hem cm çapında dem ir bir çem ber ile buna asılı, alt
zaman kazandırır, hem de elle yapılan d üzen­ kısmı açık, beyaz bir fileden oluşur. Elle
lem ede sağlanması m ü m k ün olm ayan özellik­ atılan top yukarıdan çem bere girip fileden
ler elde edilebilir. Ne var ki, bilgisayarla d ü ­ geçerek aşağıya düşünce sayı kazanılır.
zenlem e, yalnızca ofset ve tifdruk basımda ya­ Basket topu yuvarlak ve tek parçalıdır.
pılabilir. Tipo basımda, basım öncesi hazırlı­ Çevresi yaklaşık 75-78 cm, ağırlığı 600-650
ğın elle yapılması zorunludur. gramdır.
BASKETBOL 57

adım atabilir. Top sürme, her adımda bir


topu yerde sektirerek yapılır. T op sürerek
ilerleyen oyuncu durup topu tuttuktan sonra
ya pas vermeli ya da atış yapmalıdır. Eğer
yeniden top sürmeye başlarsa “çifte sü rm e”
diye adlandırılan bir hata yapmış olur.
Bir oyuncu topu potaya herhangi bir açıdan
atabilir. Sıçrayarak topu doğrudan doğruya
sepetin içine de sokabilir. Savunm a yapan
oyuncu, atış yapanı, vücuduyla değmeksizin
engellemeye çalışır. T op un çem berden girm e­
sine “b ask e t” denir ve basket yapan takım iki
sayı kazanır. Basket yapıldığı zaman top karşı
takım a geçer ve pota altında, alan çizgisinin
dışında topu alan oyuncu, beş saniye içinde
alandaki takım arkadaşlarından birine atarak
topu oyuna sokmak zorundadır. Bir oyuncu
topu kendi yarı alanındaki bir arkadaşına
atarsa 10 saniye içinde topu karşı yan alana
taşımak zorunludur. Bu yapılamazsa top rakip
takıma geçer ve yandan oyuna sokulur.
Bir takım topu rakip yan alana geçirdikten
sonra, sürerek, paslaşarak ya da herhangi bir
biçimde dokunarak kendi yan alanına geçire­
mez. Bunu yaparsa bir kural çiğneme söz
konusu olur.
Basketbol takımlarının oyunda kullanacak­
ları hücum ya da savunma taktiği konusunda
karar vermeleri gerekir.
Oyunun Oynanışı
Basketbol beşer kişilik iki rakip takımla Taktikler
oynanır. H er takımın en çok yedi yedek B asketbolda belirli hücum ve savunm a yön­
oyuncusu olabilir. Oyuncu değiştirmede sayı temleri geliştirilmiştir.
sınırlaması yoktur. Oyunun durduğu herhangi H ü cu m . Savunduğu potanın yakınında to ­
bir anda oyuncu değiştirilebilir. H er oyuncu pu ele geçiren bir takım, hızlı bir paslaşmayla
atış yapabilir ve savunma yapması zorunludur, rakibin ileri oyuncularını aşıp, p ota çevresin­
ama genelde takımdaki beş oyuncunun ayrı de bir savunm a kurulmasına fırsat bırak m a­
ayrı görevleri vardır. Bir takım, bir orta, iki dan basket yapm aya yönelebilir. E ğer bu
ileri ve iki savunma oyuncusundan oluşur. sağlanamazsa önceden düşünülm üş hücum
O rtadaki oyuncu genellikle takımın en uzun yöntem lerinden biri uygulanır. Dikkatle pas­
boylusudur. O yunun ve her devrenin başlan­ laşarak, top sürerek, rakip oyuncuların önünü
gıcında hakem , topu orta yuvarlakta, iki keserek potaya atış yapılabilecek bir fırsat ya­
takım dan birer oyuncu arasında, iki oyuncu­ kalamaya çalışılır. Bu hücum yöntem lerinde
nun da sıçrayabileceğinden daha yukarıya genellikle, bir ya da iki oyuncu serbest atış
atar. Top ancak en yüksek noktasına ulaştık­ alanı yakınında, pas alacak, pas verecek, p o ­
tan sonra iki rakip oyuncu sıçrayarak topu taya atış yapacak ve po tadan dönen topları
kendi takımı için kapm aya çalışır. T opu k a­ alabilecek bir k onum da bulundurulur.
pan takım paslaşarak ya da top sürerek p o ­ Savunm a. T op u rakibine kaptıran takım,
taya doğru ilerler. Topa sahip olan oyuncu, rakibinin sayı almasını önlem ek için bir sa­
takım arkadaşıyla paslaşmadan önce bir vunm a düzeni oluşturur. Savunm ada üç temel
58 BASKETBOL

oyuncu, potadan 4,6 metre uzaklıktaki ser­


best atış çizgisinden sepete bir serbest atış
yapma hakkı kazanır. Serbest atışı yapan
oyuncuya karışılmaz. Eğer bile bile ya da atış
sırasında faul yapılırsa, karşı tarafa iki serbest
atış hakkı verilir. Başarılı bir serbest atış bir
sayı kazandırır. Bir oyunda beş faul yapan
oyuncu oyun dışı kalır.
Oyunu geciktirmek, potayı tutm ak, sport­
mence olmayan davranışlarda bulunmak ya
da aynı anda oyunda beşten fazla oyuncu
bulundurm ak gibi durum larda, hakemler tek­
nik faul verebilirler. Bir oyuncu, top kendi
takımındayken kişisel faul yaparsa, top karşı
tarafa verilir. İki oyuncunun birbirine aynı
anda faul yapması olan çifte faulde, top orta
yuvarlaktaki hava atışıyla oyuna sokulur.
Kural çiğneme. Bir basketbol maçında faul­
lerden başka, oyun kurallarına aykırı düşen
«sc-is met
hafif hatalara kural çiğneme denir. Kural
çiğneme durum unda top rakip takıma verilir.
Serbest atış alanında üç saniyeden fazla kal­
ma, çifte sürm e, topu yere vurmadan birden
fazla adım atm a, topu tekmeleme ya da topa
yumrukla vurma, kural çiğnemedir. Topa son
dokunan oyuncu, topu alan dışına çıkardığın­
Olimpiyat Dergisi Arşivi
da ya da top kendindeyken sınır çizgisine
1988'de Antalya'da oynanan 24. Balkan
Ş am piyonasında Türkiye-Yugoslavya karşılaşması. bastığında da kuralı çiğnemiş olur. Topa
sahip olan takım 30 saniye içinde potaya bir
atış yapmak zorundadır.
yöntem vardır: Alan savunması, adam adama
savunma ve karma savunma. Alan savunma­ Oyun Süresi ve Hakemler
sında her oyuncunun savunacağı belli bir alan Basketbol oyununu, iki orta hakemi, bir sayı
vardır. Adam adama savunmada, her oyuncu hakemi, bir üç saniye hakemi ve bir de saat
bir rakip oyuncuyu engellemekle görevlidir. hakemi yönetir.
Karma savunmada bir bölüm oyuncu alan Oyun genellikle 20’şer dakikadan iki devre
savunması yaparken, ötekiler belirli rakipleri olarak oynanır. Beraberlik durum unda beşer
engellemekle görevlendirilir. Etkili bir başka dakikalık devrelerle uzatılır.
savunma yöntemi olan ve savunulan alanın Topun kurallara uygun olarak oyuna gir­
rakip alana kadar genişletildiği yöntemde mesiyle oyun saati işlemeye başlar; hakemin
amaç, rakibin 10 saniye içinde yarı alanı düdüğünü çalıp, oyunu durdurmasının nede­
geçmesini engellemek ya da onu, aceleyle nini gösteren bir el işaretiyle durur. Yum ruk­
kötü bir pas atmaya zorlamaktır. la yukarı kaldırılmış kol faulü, açık elle
kaldırılan kol ise mola istendiğini gösterir.
Faul ve Kural Çiğneme Mola, bir takımca istenen kısa aradır; bu
Faul. Basketbolda oyuncular arasında bile sırada takımın teknik yöneticisi olan koç
bile fiziksel dokunm a kurallara aykırıdır. oyuncularına taktik verebilir. Takımlar bir
Böyle bir durum da hakem düdüğünü çalar ve maç sırasında beş mola alabilir; maç uzatıldı­
bunu yapan oyuncuya “faul cezası” verir. Bu ğında, her uzatma devresinde takımlara birer
kişisel bir fauldür ve kendisine faul yapılan mola hakkı daha verilir.
BASRA KÖRFEZİ 59

Oyunun Tarihi Bölgenin kuzeydoğusu, ılıman ve düzenli


Basketbolü 1891’de M assachusetts’de beden yağışlarıyla Atlas Okyanusu iklim özellikleri
eğitimi öğretmeni James A. Naismith yarattı. gösterir. Güneydeki Âlava Havzası’nda ise
A m erikan futbolunu, oyuncular topla koştuk­ yarı Akdeniz iklimi egemendir. Sık ormanlı
ları için hoyrat bulan Naismith, yeni oyunda yüksek bölgelerde köm ür, bakır, demir ve
top eldeyken koşmayı yasakladı. Ayrıca sert­ çinko yatakları vardır. A karsulardan hidro­
liği daha da azaltmak için kaleleri oyuncuların elektrik enerjisi üretilm ektedir. Balıkçılık,
başlarından yukarıya yerleştirdi. Kaleler, sa­ çiftçilik ve özellikle koyun yetiştiriciliğinin
lonun karşılıklı iki duvarına asılan şeftali se­ yanı sıra mısır, şekerpancarı ve şarap üretimi
petleriydi. Oyunun, birçoğu bugün de geçerli başlıca tarımsal gelir kaynaklarıdır. Bununla
olan 13 kuralı vardı. Basketbol kısa sürede birlikte, sanayi de bölgenin iktisadi yaşamın­
büyük ilgi çekti ve hızla dünyaya yayıldı. da önem kazanmaya başlamıştır. Vizcaya
Türkiye’de basketbol ilk kez 1904’te Ro- ilinin başkenti Bilbao, bölgenin en önemli
bert K olej’de oynandı. İlk basketbol ligi sanayi merkezi ve nüfusun en yoğun olduğu
1927’de İstanbul’da kuruldu. Uluslararası ilk kenttir. Bilbao aynı zamanda, İspanya’nın
karşılaşma 1936’da Yunanistan milli takımıyla demir ve çelik üretilen en önemli m erkezle­
İstanbul’da yapıldı. Yunanistan’ı yenen milli rinden biridir. Bask Bölgesi’nin öbür büyük
takım, aynı yıl Berlin Olimpiyatları’na katıldı. kentleri, Bask kültürünün geleneksel merkezi
1950’de İstanbul’da düzenlenen ilk uluslar­ olan Guernica; Guipûzcoa ilinin başkenti ve
arası turnuva basketbola olan ilgiyi artırdı. turistik bir dinlence yeri olan San Sebastiân;
1959’da İstanbul’da düzenlenen A vrupa Bas­ Âlava ilinin ve aynı zamanda Bask Ülkesi’nin
ketbol Şampiyonası basketbolün gelişmesinde resmi başkenti V itoria’dır.
önemli etken oldu ve aynı yıl Türkiye Bas­ Fransız Baskları ise, Pireneler’in Atlas
ketbol Federasyonu kuruldu. 1967 Akdeniz Okyanusu kesiminde yaşarlar. Bölgenin do­
O yunları’nda ve 1968 Balkan Şam piyonasın­ ğal kaynaklardan yoksun oluşu yüzünden,
da ikinci olan Türk basketbolcuları, 1983 burada oturanların çoğu Fransa’daki sanayi
Balkan Şampiyonası’nda birinci, 1988’de kentlerine göç etmiştir.
üçüncü oldu. B asklar’ın çoğu iki dil konuşur ve koyu
Katolik’tir. Rom alılar döneminden beri bo­
BASKLAR VE BASK BÖLGESİ. Basklar zulmadan korumaya çalıştıkları Bask kültürü­
Biskay Körfezi’nin güneydoğu kıyısında nü oluşturan geleneksel danslar, şiirler ve
özerk Bask Bölgesi’nde yaşarlar. 7.261 şarkılar Bask halkı için büyük bir övünç
kmr’lik bir alanı kaplayan bölge, kuzeydoğu­ kaynağıdır. İspanyol kültürüne de önem ­
da ve güneyde Pirene Dağları, batıda ise li katkılarda bulunan Basklar, aralarında
Kantabriya Dağları ile çevrilidir. Miguel de Unanum o (1864-1936) ve Pı'o
Geleneksel Bask Ülkesi yedi ilden oluşur: Baroja (1872-1956) gibi adların bulunduğu,
İspanya’da Vizcaya, Guipuzcoa, Âlava ve birçok ünlü yazar yetiştirmiştir.
Navarra; Fransa’da Labourd, Aşağı Navarre Ö teden beri siyasal çalkantıların sürdüğü
ve Soule. bölgede 1930’larda baş gösteren Bask ayrılık­
Birçok uzmana göre Basklar, Batı Avru­ çı hareketi, E uzkadi ta Azkatasuna (ETA )
pa’nın en eski yerlilerinin soyundan gelmek­ adıyla bilinir. Bu sözcükler Bask dilinde Bask
tedir. Bask dili Euskara, öbür Avrupa dilleriy­ Yurdu ve Özgürlüğü anlamına gelir. Bölge­
le herhangi bir benzerlik göstermez; üstelik nin, 25 Ekim 1979’da seçilen bir parlam entoy­
köken bakımından, bilinen hiçbir dille akra­ la özerk Bask Ülkesi olarak tanınması, bölge
balığı yoktur. Basklar’ın 700 bin kişi dolayın­ halkına yerel yönetim konusunda söz hakkı
da olduğu sanılmaktadır. Basklar’ın yaklaşık sağlamıştır.
yüzde 86’sı İspanya’daki illerde, özellikle
Guipuzcoa, Vizcaya ve  lava’da yaşar. Böl­ BASRA KÖRFEZİ. O rtadoğu’nun en büyük
genin nüfusu, Bask olmayanlarla birlikte ırmakları Dicle ve Fırat’ın denize döküldüğü
2.134.967’dir (1981). yer olan Basra Körfezi, Hint O kyanusu’nun
60 BASTI LLE

Arabistan Yarımadası ile İran arasında kalan Bahreyn, Kuveyt ve Katar bunların en önem ­
bir uzantısıdır. Oldukça sığ olan bu büyük lileridir. K atar’ın doğusundaki Birleşik Arap
körfez, 80 km genişliğindeki Hürm üz Boğazı Emirlikleri, 1971’e kadar İngiltere’nin ege­
ile Hint O kyanusu’na açılır. En derin yeri 90 menliği altında kalmış bulunan küçük şeyhlik­
m etre, uzunluğu 990 km, genişliği 320 kilo­ lerin oluşturduğu bir federasyondur. Birleşik
m etredir. A rap Em irlikleri’nin kuzeydoğusunda, H ür­
Dünya petrol üretiminin yaklaşık yüzde müz Boğazı üzerinde bağımsız Umman Sul­
30’u Basra Körfezi’nden ve körfez çevresin­ tanlığı yer alır.
deki ülkelerden çıkarılır. Güneybatı İran,
Kuveyt, Suudi A rabistan’ın kıyı bölgesi Lahsa Körfez Savaşı
(El H asa), Bahreyn ve K atar’da zengin petrol 1980’de çıkan İran-Irak Savaşı Harg A dası’
yatakları vardır. Petrol üretimi önem kazan­ nın bombalanmasıyla 1981’de Basra Körfezi’
dıkça, Basra Körfezi ülkelerindeki geleneksel ne sıçradı. Körfeze giren şilep ve tankerler
ekonomik etkinlikler gerilemiştir. Bununla saldırılara uğradı, mayınlara çarparak zarar
birlikte hâlâ, körfez kıyısındaki verimli top­ gördü. Bu nedenle Basra Körfezi çevresinde
raklarda hurma yetiştirilir. 20 m etre derinlik­ yer alan Bahreyn, Kuveyt, Um m an, Katar,
teki sulardan, dalgıç elbisesi kullanmadan inci Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri
istiridyesi çıkarılır. Bu bölgede çöl ulaşımında bir siyasi ve iktisadi işbirliği ve savunma
bugün de yararlanılan develer yetiştirilir. örgütü kurdular. ABD ve bazı batı ülkeleri
Balıkçılık iyi örgütlenmiş bir sanayi dalıdır. ise gemilerin güvenliğini sağlamak için körfe­
Körfezden bol karides çıkar ve dışarıya satılır. ze savaş gemileri ve mayın taram a gemileri
Dünyanın en sıcak yerlerinden biri olan bu gönderdiler. 20 Ağustos 1988’de İran-Irak
bölgede ceylan, tavşan ve yabankeçisi dışında arasında gerçekleşen ateşkesle birlikte körfez
az sayıda vahşi hayvan vardır. bugünkü görece sakin konum una girdi.
Ansiklopedide, adı geçen ülkelere ilişkin
Basra Körfezi Ülkeleri ayrı maddelerin yanı sıra bir de ARABİSTAN
Basra Körfezi çevresindeki büyük ülkeler, maddesi vardır.
kuzeyde Irak ve İran, batıda Suudi A rabis­
tan’dır. Körfezin Arabistan kıyısında, şeyhle­ BASTILLE. Fransa’da ulusal bayram olarak
rin yönettiği birçok küçük devlet yer alır. kabul edilen 14 Temmuz günü, tüm öğrencile­
rin ve çalışanların ülke çapında düzenlenen
şenliklere katıldığı bir tatil günüdür. Bu
şenlikler, 1789 yılının 14 Temmuz günü, Paris
halkının çirkin görünüşlü, taş Bastille Hapis­
hanesini ele geçirişini kutlamak için düzenle­
nir. Bastille, 24 m etre genişliğinde bir hen­
dekle çevrili yüksek surları, 30 m etrelik sekiz
kulesi ve 70’i aşkın hücresiyle dev bir yapıydı.
Birçok tutsak yaşamlarının tümünü bu ka­
ranlık hücrelerde geçirmişti. En ünlü tutsak­
lardan biri de, 1703’te Bastille’in zindanların­
da ölen, gizemli “Dem ir Maskeli A dam ”dı.
1370’te yapımına başlanan Bastille, aslında
bir hapishane olarak değil, Paris’i saldırılara
karşı koruyacak bir kale olarak düşünülmüş­
tü. Sonraları, İngiltere’de vatan hainliğiyle
suçlananların kapatıldığı Londra Kulesi gibi,
Fransa krallarının düşmanlarını hapsettiği
■•«t
özel bir kaleye dönüştürüldü. Ayrıca yasakla­
nan kitaplar da o dönemde Bastille’e konu­
BAŞBAKAN 61

BBC Hulton Picture Library


Bastille'in ele geçirilmesi Fransız D evrim i'nin başlangıcı oldu. Hapishane bir süre sonra yıkıldı.

yordu. Fransa krallarının lettres de cachet temsil edilen devlet başkanlığı göreviyle, baş­
olarak bilinen kesin tutuklam a emriyle, kişile­ bakanın görevi olan devletin günlük yönetimi
ri istediği sürece hapishanede tutm a yetkisi birbirinden ayrılmıştır. Bir başbakan gücünü,
vardı. Bir başka deyişle kral, herhangi bir ülke parlam entosu çoğunluğunun ya da bir­
kimseyi yargılamaksızın hücreye artırabiliyor­ den çok yasama meclisi varsa, bunlardan en
du. Kralların sıkça başvurduğu bu tür uygula­ önemli olanının desteğinden alır. Türkiye’de
malar nedeniyle, Bastille halkın gözünde acı­ başbakanın gücü ülkenin parlam entosu olan
masız ve haksız yönetimlerin simgesi oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çoğunluğu­
Fransa tarihinin en büyük halk ayaklanması nun desteğinden kaynaklanır.
olan 1789 Fransız Devrimi başladığında, Paris İlk kez 18. yüzyıl İngiltere’sinde gelişen
halkı ilk olarak nefret ettiği Bastille Hapisha­ başbakanlık kurum u, daha sonra eski İngiliz
n esin e saldırdı ve ele geçirdi. sömürgelerine de örnek oldu. Böylece K ana­
Özgürlüğün kazanılmasının simgesi olan bu da, Avustralya, Yeni Zelanda ve H indistan’ın
olay, Paris sokaklarında şarkılar ve danslarla yanı sıra İngiliz Uluslar Topluluğu ülkelerinin
kutlandı. Bastille daha sonra yıktırıldı. 1940- birçoğunda da başbakanlık kurumu benim ­
44 yılları arasındaki Alman işgali sırasında, 14 sendi. Ayrıca Batı Avrupa ülkelerinin tümü
Temmuz ulusal yas günü ilan edildi. Am a ile Türkiye, Mısır, İsrail, Ü rdün ve öteki bazı
kurtuluştan sonra yeniden her yıl büyük bir Asya ve Afrika ülkelerinde de başbakanlar
ulusal bayram olarak kutlandı. vardır. Almanya Federal Cum huriyeti’nde
başbakana şansölye adı verilmiştir. SSCB’de
BAŞBAKAN. Demokrasiyle yönetilen ülke­ ve sosyalist sistemi benimsemiş öbür ülkeler­
lerin çoğunda, kral ya da cumhurbaşkanınca de de başbakan olarak adlandırılan bir devlet
62 BAŞBAKAN

görevlisi bulunur; ama görev ve yetkisi, örne­ Ülke yönetiminin ve yapılabilecek hataların
ğin İngiltere ve Türkiye’deki başbakan kadar sorumluluğunu kral ya da kraliçe değil, baş­
önemli değildir. bakan ve bakanlar kurulu taşır. Başbakan
Demokrasiyle yönetilen ülkelerin çoğunda devlet işleriyle ilgili olarak kraliçeyi bilgilen­
başbakan genel seçim sonuçlarına göre belir­ dirir; ayrıca, parlam entonun kapatılması ya
lenir. Türkiye’de genel seçimlerden sonra da genel seçimin zamanını saptam a konula­
mecliste en çok milletvekiline sahip olan rında kraliçeye önerilerde bulunur.
siyasal partinin başkanı, parlam enter dem ok­ Türkiye’de çağdaş anlamda başbakanlık
rasi geleneklerine göre cumhurbaşkanınca kurum u cumhuriyetin ilanından sonra 1924
başbakan atanır. Başbakan, milletvekili ya da Anayasası’yla benimsendi. Osm anlılar’da
milletvekili olabilme koşullarına sahip kişiler­ devlet işlerinin yürütülmesinde padişaha yar­
den bakanları seçer. Türkiye ve Kanada gibi dımcı olan sadrazam (başvezir) ve vezirlerin
bazı ülkelerde kimleri bakan olarak seçeceği­ bu görevlerinden ötürü parlam enter sistem-
ne başbakan karar verir. Avustralya gibi bazı dekine benzer yetki ve sorumlulukları yoktu.
ülkelerde ise bu konuda siyasal partiler karar 1876 Anayasası da (Kanun-i Esasi) vekiller
verir. kurulunu (heyet-i vükela) ve onun başı olan
Başbakan ve bakanlardan oluşan bakanlar sadrazamı meclise değil, padişaha karşı so­
kurulunun başı başbakandır. Çoğu ülkede rumlu tutm uştu. Ancak 1909’da anayasada
başbakan ve bakanlar aynı zamanda parla­ yapılan değişikliklerle sadrazam ve vekiller
m ento üyesidirler. Türkiye’de başbakanın kurulu meclise karşı sorumlu durum a geldi
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olması (bak. BiRiNCi v e İKİNCİ M e ş r u t i y e t ) . Kurtuluş
anayasaya göre zorunludur. Bakanlar meclis Savaşı döneminde ise meclisin aldığı kararları
dışından da olabilir. uygulamakla yükümlü olan İcra Vekilleri
denilen bakanlara, meclis başkanı başkanlık
Başbakanlık Kurumunun Gelişimi ediyordu; ayrıca bir başbakan yoktu.
Başbakanlık ilk kez İngiltere'de geliştiği için, Günüm üzde, 1982 Anayasası’na göre baş­
başbakanın görev tanımı yapılırken İngiliz bakan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri
deneyimi her zaman önemli bir etken olmuş­ arasından hükümeti kurması için cumhurbaş­
tur. İngiltere’de parlam entonun önemi kanınca atanır. Başbakan bakanları seçer ve
1660’tan sonra giderek artmış ve kral parla­ bakanlar kurulu listesini cumhurbaşkanının
m entoda çoğunluğu yönlendirebilecek bakan­ onayına sunar. Cum hurbaşkanınca atanan
lara gereksinim duymuştur. bakanlar kurulu bir hafta içinde hüküm et
Başlangıçta bakanlar kurulu, resmi toplan­ programını hazırlar ve Türkiye Büyük Millet
tılarına kralın da katıldığı, bakanlardan olu­ Meclisi’nin güvenoyuna başvurur. 1982
şan bir çalışma grubu olarak gelişti. Kralın ba­ Anayasası cum hurbaşkanına, başbakanın
kanlarla birlikte toplandığı günlerde bile, ba­ önerisiyle bakanların görevine son verme
kanlardan biri başkan olarak kabul edilirdi. yetkisini tanımıştır. Başbakan bakanların gö­
18. yüzyılda, Hannover soyundan gelen kral­ revlerini anayasa ve yasalara uygun olarak
lar döneminde bakanlar kurulunun önem ka­ yerine getirmelerini gözetmekle yükümlüdür.
zanmasıyla birlikte, başbakanın da önemi arttı. Bakanlar kurulunun başkanı olan başbakan
Kral I. George bakanlar kurulu toplantıların­ hüküm etin genel politikasını bakanlarla bir­
dan yavaş yavaş çekildi. O ve ondan sonra likte belirler. Bu politika doğrultusunda ha­
gelen krallar etkilerini, başbakan ve bakanlarla zırlanan hüküm et programının yürütülmesini
ayrı ayn görüşerek sürdürdüler. izlemek ve denetlem ek; bakanlıklar arasında
Kraliçe Victoria döneminde bakan seçimin­ eşgüdümü sağlamak; bakanların görevlerini
de kral ya da kraliçenin onayını alma zorunlu- yerine getirirken anayasa ve yasalara uygun
ğu sürmekle birlikte başbakan, bakanları davranmalarını gözetmek, gerekirse düzeltici
kendi seçmeye başladı. Günüm üzde İngiliz önlemler almak; cumhurbaşkanı katılmadığı
başbakanları, bakanlar kurulu toplantıların­ zaman Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık et­
da, hüküm et başkanı olarak görev yaparlar. mek başbakanın başlıca görevlerindendir.
BAŞLIK VE ŞAPKA 63

Başbakan, hüküm et başkam olarak görev BAŞLIK VE ŞAPKA, biçim açısından öbür
ve yetkilerini başbakanlık örgütüyle yürütür. giysilerden daha fazla çeşitlilik gösterir. T ür­
Başbakanlık, başbakana yardımcı olmak üze­ ban, silindir şapka, bere, hasır şapka ve fes
re oluşturulmuş Başbakanlık Dairesi ile ge­ gibi çeşitli şapkaları kadınlar ve erkekler
nellikle tüm kamu yönetimine hizmet veren yüzyıllardır giymektedir.
kuruluşları çatısı altında toplar. Başbakanlık Önceleri şapkalar, süs olsun diye değil,
Dairesi, gerekli görülen sayıda Devlet Bakan­ sıcak ya da soğuktan korunm ak için olduğu
lığı, Başbakanlık Müsteşarlığı ve Özel Kalem kadar onu giyen kişinin toplumsal bakımdan
M üdürlüğü ile birçok yönetim biriminden özel bir konumu olduğunu belirtmek için de
oluşur. Başbakan tek bir bakanlığa bağlanm a­ kullanılıyordu. Örneğin krallar, kabile şefleri
yacak kapsamdaki kuruluşların yönetim ve ve rahipler özel başlıklar giyerlerdi. G ünü­
denetimini devlet bakanları aracılığıyla sağ­ müzde de kral tacı, piskopos başlıkları, subay
lar. Bu kuruluşların başlıcaları şunlardır: şapkaları, üniversiteyi bitiren öğrencilerin giy­
Devlet Planlama Teşkilatı (D PT), Devlet dikleri kepler gibi başlıklar, kişilerin belirli
İstatistik Enstitüsü (D İE ), Türkiye Bilimsel toplumsal konumlarını simgelemektedir.
ve Teknik Araştırm a Kurumu (TÜ B İTA K ), Çok eskiden, bir savaşçı bir eve girdiğinde
Türk Standartları Enstitüsü Kurumu (TSEK) miğferini çıkarır ve elini uzatırdı. Miğferini
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Genel çıkararak ev sahibine güvendiğini, elini uzata­
M üdürlüğü (TRT), A tatürk Kültür, Dil ve rak da elinde silah gizlemediğini gösterirdi.
Tarih Yüksek Kurum u, Türkiye Atom E ner­ Bir saygı gösterisi olarak şapkaya elle doku­
jisi Kurum u (TA EK ), Hazine ve Dış Ticaret narak ya da onu çıkararak selam verm e, bu
M üsteşarlığı, Basın Yayın Genel M üdürlüğü, eski adetin günümüzde yaşayan biçimidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel M ü­
dürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı (M İT), T a­ Eskiçağlar
pu ve Kadastro Genel Müdürlüğü. Günüm üzde, kadın şapkalarına göre çok gös­
Başbakan görev ve yetkilerine ilişkin uygu­ terişsiz olan erkek şapkaları, geçmişte daha
lamalarından ötürü Türkiye Büyük Millet süslüydü. İÖ 3200’de Mısırlılar saçlarını tüy­
Meclisi’ne karşı sorumludur. Başbakanın uy­ lerle süslerlerdi. Daha sonraları, başlarını
gulamaları meclisce denetlenir. Meclisin de­ güneşten koruyan, hoş kokulu yağlar sürül­
netimi soru, genel görüşme, meclis araştırm a­ müş peruklar kullandılar. Doğuluların çoğu
sı, gensoru ve meclis soruşturması yollarıyla gibi, Mısırlılar da şapka giymezdi. Mısır
gerçekleşir (bak. H ü k ü m e t ). Başbakanın gö­ kralları, başlarına piskopos başlıklarına ben­
revi ölüm, m ahkûm iyet, meclis üyeliğiyle zeyen bir taç takar ya da peruklarının üzerine
bağdaşmayan görev kabul etme ve istifa ile bir keten bez geçirirlerdi. Eski M ısır’da halk
son bulur. Ayrıca başbakanın görevi, Türkiye başı açık gezerdi. İlk hasır şapka, Teb kentin­
Büyük Millet M eclisinden güvensizlik oyu de İÖ 2000’den kalma bir mezarın üzerindeki
alması ya da Yüce Divan’a gönderilmesiyle de kabartm alarda, bir Suriyeli’nin başında görül­
son bulur. müştür.
Uluslararası ilişkilerin arttığı son dönem ler­ İÖ 3000’de Girit A dası’ndaki Knossos’ta
de devlet ya da hüküm et başkanlarının çeşitli bir uygarlık kurmuş olan M inoslular, eskiçağ­
“zirve” toplantılarında sık sık bir araya gel­ ların çok değişik ve çok süslü giysilerini
meleri, başbakanlara dış ilişkilerde de önemli giyiyorlardı. Başlarına da uzun, sivri tepeli
bir rol yüklemiştir. Türkiye’de başbakanların şapkalar ya da ters çevrilmiş vazo görünü­
önemi çok partili siyasal yaşama geçişle birlik­ münde yüksek başlıklar geçiriyorlardı. Asur-
te artmıştır. (Ayrıca bak. B a k a n l a r K u r u l u ; lular’ın da, bazıları günümüzdeki motosikletçi
CUMHURBAŞKANI; KRALLIK; PARLAMENTO; SEÇİM; kasklarını, bazıları da sivri tepeli fesleri andı­
SİYASAL PARTİLER.) ran çok değişik başlıkları vardı.
Persler türban ve başlık giyerlerdi. Oysa
BAŞKOMUTANLIK MEYDAN SAVAŞI Yunanlı tarihçi H erodot sarıktan söz ediyor
bak. K u r t u l u ş S a v a ş i. ve şöyle yazıyordu: “Persler’in kafataslarının
64 BAŞLIK VE ŞAPKA

tisi olarak Frigler’in şapkalarına benzeyen


koni biçimli başlıklar giyerlerdi. Yunan uy­
garlığının daha sonraki bir dönem inde, kadın­
lar saçlarını arkaya doğru tarayıp, eşarp ya
da filelerle topladılar. Eşarp saçın tümünü ya
da bir bölümünü örterdi. Şapka giymezlerdi,
ama güneşten korunm ak için şemsiye kulla­
nırlardı.

Avrupa Başlıkları
Ortaçağdan önce kadınlar gibi erkekler de
saçlarını uzatırlardı. Galyalılar ile Anglosak-
sonlar deriden yapılmış yumuşak başlıklar
giyerlerdi. N orm anlar, Yunanlılar’ın petasos’
unu yeğlediler. Eski bir Hıristiyan geleneğine
göre, kadınların saçlarını örtm eleri gerekliy­
di. En çok rastlanan, rahibelerin taktığı “vu-
al” adı verilen bir tür peçeydi. Bazı yerlerde,
Sivri-yüksek şapka çok daha sonraları da vual kullanıldı. Am a bu
^ (13.-14. yüzyıllar) i Pers başlığı
gelenek aslında 11. yüzyıla kadar sürdü.
11. yüzyılda, tepesi sivri kukuleta biçimli,
zayıf olmasının nedeni, başlarını korumak boynu ve omuzları örten ama yüzü açıkta
için yaşam boyu (sarık adı verilen) keçe bırakan başlıklar giyilmeye başlandı. Çoğun­
şapkalar giymeleridir” . lukla pelerinlere iliştirilen bu başlıkların ke­
Yunanlılar ile Romalılar çoğunlukla başı narları 12. yüzyılda kürklerle süslendi. Y akla­
açık gezerler, zaman zaman pelerinleriyle şık 1150’den sonra kadınların kullandığı vua-
başlarını örterlerdi. Ne var ki, yolculuğa, ava le, “barbet” adı verilen ve çene altından
ya da tiyatroya giderken, geniş kenarlı, düz geçen bir parça kumaş eklendi. 40 yıl kadar
bir keçe şapka giyerlerdi. Yunanlılar’ın peta- sonra bu kumaş, boğazı ve göğsü örtecek
sos adı verilen şapkaları yoksul halk arasında biçimde uzatıldı. 13. yüzyılın başlarında, ba­
yaygındı. şın üstündeki yuvarlak parça, giderek sert ve
Eski Rom a'da kölelerin başlarım örtmesi yüksek bir “kutu” biçimine dönüştü.
yasaklanmıştı. Ama özgürlüklerine kavuş­ Haçlı Seferleri’ne (11.-13. yüzyıllar) katılan
tuklarında, kölelikten kurtulduklarının belir­ askerler M üslüm anların giysi biçimlerini A v­
BAŞLIK VE ŞAPKA 65

rupa’ya tanıttılar ve doğunun açık ve süslü ama modayı izleyenler kadife ya da taftadan
saç biçimlerini getirdiler. Kadınlar saçlarını olanları giyerlerdi. I. Elizabeth döneminde
boncuk ve taşlarla süsleyerek örüyorlardı. erkekler genellikle başı açık gezerlerdi; oysa
Saçlara takılan taşların sayısı kadının top­ bazı resimlerde erkeklerin, tepesi koni biçimli
lumsal konum unu yansıtıyordu. Erkekler de yüksek şapkalar ya da tüylü bereler giydiği de
saçlarına önem veriyorlardı; çoğunlukla dal­ görülür. A rtık bir önceki yüzyılın karmaşık
galı olan erkek saçları omuzlarına kadar kadın şapkalarının yerini, iki yana sarkan
iniyordu. Haçlı Seferleri’ne katılan askerlerin vualler almıştı. 16. yüzyılın ortalarında bu
başlıklarından örnek alman ilginç bir 13. vuallerin önü sivri bir biçimde yükseltildi.
yüzyıl başlığı, kaymaması ya da düşmemesi Elizabeth dönem inde, modayı izleyen kadın­
için, alından dolanan bir file ya da kumaş lar zaman zam an, Fransız kukuletası diye
parçasıyla bağlanır ve sıkı bir takke üzerine bilinen ve başın arkasını örten bir başlık
giyilerek çene altından tutturulurdu. Kadınlar kullandılar. Gene de çoğunlukla, şapka ya da
için de buna benzer bir başlık vardı. vual kullanmayarak, saçlarına özenli biçimler
15. yüzyılda, kadın ve erkek başlıkları verdiler ve değerli taşlarla süslediler.
değişmeye başladı. Erkeklerde çoğunlukla bir İngiliz şövalyeleri 17. yüzyılda geniş ke­
çeşit takke üzerine giyilen, kenarlı ve yüksek narlı ve tüylü büyük şapkalar (sombrero)
şapkalar moda oldu. Bunun yanı sıra, omuz giyerlerdi ve kapalı yerlerde şapka çıkarm a­
üzerinden dolanan uzun bir atkıya iliştirilen mak kibarlık olarak kabul edilirdi. 17. yüzyı­
kastor (kunduz kürkü) şapka da çok yaygındı. lın ortalarında, şövalyeler artık saçlarını uzat­
Yüzyılın sonunda, keçe ya da kunduz kürkün­ mıyor, buna karşılık başın iki yanından,
den melon, silindir ve tepesi basık şapkalar yukarı doğru kıvrılan peruklar kullanıyorlar­
giyiliyordu. dı. Som breroların başlık parçası bir süre uzun
Kadın başlıkları öbür giyim eşyalarına tutulduysa da, 1670’te kenarlarından biri yu­
göre çok daha göze çarpıcıydı. Yaklaşık karı doğru kıvrılarak tepesi de kısaltıldı.
1400’lerden başlayarak, yüzün her iki yanma, Bundan 20 yıl sonra, artık küçülen bu şapka,
üzeri bir tülle örtülerek saçları gizleyen büyük bu kez de üç köşeli şapka biçimini aldı.
yuvarlak süsler yerleştirilirdi. Yaşlı kadınlar Kadınlar başı açık geziyor ve yolculuk
ile dullar, modası geçmiş olsa da, vual kullan­ sırasında erkeklerinkine benzeyen geniş ke­
mayı sürdürdüler. 15. yüzyılın ortalarına ge­ narlı şapkalar, zaman zaman da evde başörtü­
lindiğinde, kadın başlıklarında yeni biçimler sü takıyor ya da kukuleta giyiyorlardı.
görülmeye başlandı. Bazıları boynuz ya da 1690’dan sonra, ön tarafı yüksek olan ve kat
kâğıt sepeti biçimindeydi, bazıları da arı kat kumaş ile telden oluşan “siperlik” ortaya
kovanına ya da kelebek kanadına benziyordu. çıktı ve 1713’e kadar modası sürdü.
Belki de bunların en çok bilineni, çan kulesi 18. yüzyıl peruk çağıydı. Önceleri, bugün
biçimindeki şapkadır. Bu, uzun bir vuali olan İngiltere’de yargıçların taktığına benzeyen ya
sivri tepeli bir şapkaydı ve yalnızca A vrupa’da da arkada bir kuyruk bırakılarak bağlanan ve
giyiliyordu. Bu şapkanın İngiltere’de kullanı­ tüm başı saran peruklar kullanıldı. Daha
lan biçimi ise, ters çevrilmiş bir yüksüğü sonraları, 1750’lerde perukların tepesi yüksel­
andırıyordu. Bu tür başlıklar yalnızca evde tildi; bukleler de arkada siyah bir filenin
giyiliyor, yolculukta ve sokakta gene kukule­ içinde toplandı. Peruklara beyaz ya da gri
talar kullanılıyordu. pudra koyma adeti, 18. yüzyılın sonlarına
16. yüzyılda erkek şapkaları çok çeşitliydi. gelindiğinde hemen hem en ortadan kalkmıştı.
En yaygın olanları, tepesi kare biçiminde olan Üç köşeli şapka 1780’lere kadar oldukça
ve Katolik din adamlarının giydiklerine ben­ yaygındı; bu tarihte Napolyon’un giydiğine
zeyen küçük şapkalar, İngiltere Kralı VIII. benzer bir şapka bunun yerini aldı. Kadın
H enry’nin portrelerinde sıkça görülen, kenar­ modası sık sık değişti ve 1775’e gelindiğinde
lı ve tüylü bereler ve kenarları yukarı dönük, kadınlar saçlarını “kule” biçiminde toplamaya
çene altından bağlanan basık şapkalardı. Bu başladılar; takm a saçlarla ya da yünlerle
başlıkların büyük bölümü yünden yapılırdı, yükseltip küçük biblolarla süslediler. Saçları­
66 BAŞLIK VE ŞAPKA

The Bridgerrıan A n Library


Renoir'in Gemide Öğle Yemeği (1881) adlı tablosu. Günün modası hasır şapkalardı.

na daha sade bir biçim veren kadınlar, dantel modaydı; 1830’larda ise hasırdan yapılmış,
başlıklar ve köylülerinkine benzeyen hasır kurdelelerle ve fiyonklarla süslü, geniş kenar­
şapkalar kullanıyorlardı. Büyük şapkalar, tıp­ lı büyük şapkalar görüldü. Tüm evli kadınla­
kı bir bebek arabasının siperliği gibi açılıp rın evde giydikleri değişik modelde boneler
kapatılabiliyordu. yüzyıl boyunca varlığını sürdürdü. Öte yan­
Fransız Devrimi (1789) sırasında erkeklerin dan 1860’larda, baş aşağı vazoyu andıran şap­
giysileri iyice sadeleşti. O zamandan bu yana kalar, tepesi basık şapkalar ve güneşli hava­
erkeklerin şapkaları pek değişmemiştir. Ö n­ larda giyilen hasır şapkaların yanı sıra, kenar­
celeri A B D ’den getirilen kunduz kürkünden, ları yukarı dönük, yapma çiçek ya da meyve­
daha sonra ipekten yapılan silindir şapkalar lerle süslenmiş şapkalar da giyildi. Hasır şap­
en yaygınıydı. Bu şapkalar günümüzde de, kalar çok uzun zamandır hem kadınlar, hem
bazı resmi davetlerde ve törenlerde giyilmek­ de erkekler arasında çok yaygındı. En iyi kali­
tedir. 1860’larda hasır şapka, 1870’lerde ise te hasır şapkalar ise, 300 yıl önce ilk getiril­
melon şapka yaygındı. Üst bölümünde hafif dikleri yerin adıyla anılan “Panam a” şapkala­
bir çukurluğu olan ve günümüzde hâlâ giyilen rıydı.
yumuşak fötr şapka 1890’larda m oda oldu.
En ilginç model değişiklikleri kadın şapka­ Kuzey Amerika
larında görüldü. İngiltere’de 1800’lerin başla­ Kuzey A m erika’ya ilk yerleşenler genel ola­
rında türbanlar, başlıklar ve torba boneler rak geldikleri ülkelerin giysilerini giyiyorlar­
BAŞLIK VE ŞAPKA 67

dı; ama en sık görülen İngiliz tarzı giyimdi. Türkler'de Başlık


Pennsylvania, Iowa ve O hio’daki Alm an göç­ Türk tarihinde en eski başlık örnekleri O rta
m enler güneş şapkası, Püriten topluluklarda­ Asya dönem inden kalmadır. Topkapı Sara-
ki kadın ve erkekler sivri tepeli yüksek şapka­ yı’nda bulunan ve çok değerli resimler içeren
lar giyerlerdi. Yüzyılın sonlarına doğru bu Fatih A lb ü m ü ’nde ve O rta A sya’nın çeşitli
şapkaların yerini üç köşeli şapka ve peruk al­ yerlerindeki Uygur duvar resimlerinde bu dö­
dı. Kadınlar 17. yüzyılda kukuleta da kullan­ neme ilişkin birçok erkek ve kadın başlıkları
dılar. saptanmıştır. Bu dönemde Türk başlıkları ge­
18. yüzyılın sonunda, ince yeşil ipekten bü­ nellikle posttan yapılıyor ya da sarıklı keçe-
yük başlıklar görüldü. Bu şapkalar, hintka- külahlardan oluşuyordu. 11. yüzyıldan kalm a,
mışı ya da “balena” ile uzunlamasına büzülür; Kâşgarlı M ahm ud’un Divanü Lügati t-Türk
baş üzerinde açılabilir ya da kapalı bir yelpaze adlı sözlüğü başlık olarak “börk” sözcüğüne
gibi toplanabilirdi. Bu tür şapkalar, yüksek ve bunun “sukarlaç” , “kızıklıg” , “kuturm a”
saç biçimlerinin moda olduğu bu dönem için ve “kıymaç” adlarıyla anılan dört ayrı çeşidi­
uygundu ve 1850’ye kadar kullanıldı. ne yer vermiştir. Börklerin üstünde yer alan
1850’lerden sonra değişik biçimde kadın ve süslemeler ve sarıklar, giyenin mesleğini ve
erkek şapkaları moda oldu. En yaygın model toplumsal konum unu yansıtırdı. Börk daha
olan, kadınların evde giydikleri ve tüm başla­ sonra İran ve A nadolu’ya göç eden ve bura­
rını örten başlıklar dönemi betimleyen bir­ larda yerleşik ya da göçebe yaşamı süren
çok tabloda görülebilir. Bunlar dantelden ya Türkm enler’de, Selçuklu ve Osmanlı ordula­
da ince ketenden yapılmış, fırfırlı ya da büz­ rında da kullanılmıştır. Günüm üzde de Doğu
gülü büyük ve geniş başlıklardı; çene altında ve Güneydoğu Anadolu’nun kimi yörelerinde,
çapraz yapılarak, ensede bağlanırdı. börk denilen bir tür başlık kullanılmaktadır.
Osmanlılar’da börk Yeniçeri Ocağı’nın resmi
20. Yüzyıl başlığı olarak 1826’ya kadar kullanılmıştır.
20. yüzyılda birbirinin karşıtı iki tür şapka
Ara Güler Arşivi
moda olmuştur. Bunlardan biri, 1911’de kun­
duz kürkünden yapılan ve araba tekerleğine
benzeyen koskocaman şapkalar, öbürü ise I.
Dünya Savaşı sonrasında görülen çan biçimli,
küçük ve başı sıkı sıkıya saran şapkalardır.
1920’lerde kadın şapkaları kaşlara kadar
iniyordu. Aynı dönem de erkeklerin silindir
şapkalarının yerini, daha az resmi olduğu dü­
şünülen fötr ve melon şapkalar aldı.
Güney A m erika’da giyilen, yüksek tepeli
ve geniş kenarlı “som brero” , güneşten korun­
ma sağlaması bakım ından işlevseldi.
Günüm üzde kadınlar daha çok resmi da­
vetlerde ve çoğunlukla kışın şapka giyerler.
Geçmişte olduğu kadar şatafatlı olmamakla
birlikte, şapkalar hâlâ modaya göre değiş­
m ektedir.
Asya ülkelerinden Japonya’da giyilen, tak­
ke biçimli kam m uri parlak siyah ipekli ku­
maştan yapılır ve üzerindeki şeride im para­
torluk arması olan krizantem işlenir. Çinliler
yayvan koni biçimli tek parçalı şapkalar kulla­
nırlar. H indistan’da ise türban yaygın olarak Jean Brindesi'nin, Osmanlı dönem inde giyilen
kullanılır. değişik kavukları gösteren bir resmi.
68 BAŞTANKARA

O sm anlılar'da 19. yüzyıldan 20. yüzyıla ka­


dar fes yaygın bir biçimde, resmi başlık olarak
kullanılmıştır. T ürkler’in 16. yüzyılda Ceza­
yirli denizciler aracılığıyla tanıdığı fes bir süre
Türk denizcileri ve İstanbullu kadınlar tara­
fından da giyilmiştir. 1827’de Koca Hüsrev
Paşa kum andasında İstanbul’a gelen Osmanlı
donanmasındaki gemicilerin başlarındaki fes,
padişah ve ileri gelen devlet adamlarınca çok
beğenilmiş ve bir süre sonra da askerlere zo­
runlu başlık olarak giydirilmiştir.
Tanzim at’tan sonra devlet memurları ve İs­
tanbul halkınca da giyilmeye başlanan fes
Cum huriyet’in ilanının ardından 25 Kasım
1925’te çıkarılan ve Şapka Kanunu olarak bi­
linen yasayla kaldırıldı ve Türkiye’de genel
başlık olarak şapka kullanılmaya başlandı.
T ürkler’de kadın başlıkları da her dönemde
değişiklik göstermiş, dönem e, modaya ve top­
lumsal duruma göre birçok başlık çeşidi kulla­
nılmıştır. Kadınlar fes giydikleri dönemde fesi
Ara Güler Arşivi yemeni, yazma, tülbent, krep gibi örtülerle
Jean Brindesi'nin bu resminde Osmanlı döneminde süslemişlerdir. Öteki kadın başlıkları arasında
kavuklu ve sorguçlu başlıklarıyla devlet görevlileri tepelik, tas, tac gibi fazla yaygın olmayan ya
görülüyor.
da özel günlerde giyilenler de vardır. Tanzi­
Yeniçeri börkü “üsküf” diye de anılmış ve bu m at’tan sonra yaygınlık kazanan hotoz da, saç
başlık yalnızca törenlerde giyilmiştir. Yeniçe­ ya da yardımcı kumaşlar ve takılar kullanıla­
ri Ocağı’na bağlı askerlerin rütbe ve sınıfları­ rak giyilen bir kadın başlığıydı.
na göre farklılık gösteren börkleri vardı. G ün­
lük yaşamlarında yeniçeriler keçe-külah BAŞTANKARA. Baştankaralar dünyanın he­
giyerler, üzerine de sarık sararlardı. men her yerine dağılmış, tombul gövdeli, kü­
Osm anlılar’da asker sınıfı dışında sivil hal­ çük ötücü kuşlardır. Başları gövdelerine oran­
kın, devlet ve din adamlarının, padişahların la oldukça iri, gagaları kısa ve düzdür. 60 ka­
kendilerine özgü başlıkları vardı. Bu dönemin dar türüyle Paridae familyasını oluşturan bu
en yaygın başlığı kavuk ve külahtı. Kavuk, kuşlar daha çok ormanların içinde ya da çev­
yüzü çuha, içi astarlı, astar ile yüz arası pa­ resinde, korularda ve bahçelerde yaşar. Yazın
mukla doldurulmuş ve üzerinden çeşitli bi­ genellikle böceklerle, kışın tohum ve üzümsü
çimlerde dikilmiş bir başlıktı. Kullanan kişi­ meyvelerle beslenen baştankaralar daldan da­
nin toplumsal durum una ve görevine göre la atlayarak yiyecek arayan çok hareketli kuş­
“kallavi” , “mücevveze” , “horasani” , selimi” , lardır. Yaprakların arasındaki bir böceği ya­
“yusufi” , “örf” , “kâtibi” , “molla kavu­ kalamak ya da bir meyveyi koparm ak için dal­
ğu” ve “tac” gibi kavuk çeşitleri vardı. Kavuk lara baş aşağı asılarak durabilirler. Yuvalarını
hiçbir zaman sarıksız giyilmez, üzerine m utla­ oyuklara, özellikle çürümüş ağaç gövdelerin­
ka kırmızı, siyah, beyaz ve yeşil renklerde sa­ deki kovuklara yapar, ayrıca insan eliyle ha­
rık sarılırdı. Padişah, sadrazam, vezir ve bey­ zırlanmış yuvalara da kolayca alışıp yum urta
ler değerli taşlarla süslenmiş kavuklar giyer­ bırakabilirler.
lerdi. Osm anlılar’da kavuk II. M ahm ud’un A vrupa, Kuzey Afrika ve A sya’da geniş bir
1832’de fesi resmi başlık olarak kabul etm esi­ dağılım gösteren 14 cm uzunluğundaki bayağı
ne kadar kullanılmıştır. Din adamları ise sarık baştankaranın (Parus majör) tepesindeki ve
sarmayı sürdürm üşlerdir. çenesindeki tüyler kara, yanakları beyaz, sırtı
BAŞTANKARA 69

Avrupa'da ve Türkiye'de yaşayan en tanınm ış baştankara türleri. Tepeli baştankara daha çok A vrupa'nın
kuzeyindeki iğneyapraklı orm anlarda yuvalanır.

koyu yeşilimsi mavidir. İlkbaharda, bileğitaşı- Gövdesi boz ve kirli sarı, tepesi kara olan
na sürtülen bir testere gibi gıcırtılı bir sesle çam baştankarası (Parus ater), sırtı sütlü kah­
öten bu kuş Türkiye’nin hemen her bölgesin­ verengi, karnı krem rengi olan bataklık baş­
de görülür. Daha küçük ve çevik bir kuş olan tankarası (Parus palustris) ve bu türe çok ben­
gökçe baştankaranın (Parus caerulus) tepe­ zeyen, ama onun gibi sulak yerlerde değil, da­
sinden kuyruğuna kadar bütün sırtı, adından ha çok dağlık yörelerdeki seyrek orm anlarda
da anlaşılacağı gibi güzel mavi renktedir. Bü­ yaşayan dağ baştankarası (Parus lugubris) da
tün öbür türler gibi öğrenme ve uyum yetene­ Türkiye’nin yerli kuşlarındandır.
ği çok gelişmiş olan bu kuş, A vrupa’da sabah­ Genellikle ayrı bir familya içinde sınıflandı­
ları kapı önlerine bırakılan süt şişelerinin m e­ rılan bıyıklı baştankara (Panurus biarmicus)
tal kapaklarını delerek süt içme alışkanlığıyla sazlık ve bataklık yerlerde yaşar. Kızıl, san ve
tanınır. Gökçe baştankara Türkiye’de daha boz renklerle bezenmiş erkeğin yanında, dişi­
çok kıyı bölgelerindeki meyve bahçelerinde si soluk renkleriyle gösterişsiz bir kuştur. Baş­
ve orm anlarda yaşar. ta Trakya’daki Gala Gölü ve O rta Anadolu

Baştankaralar insana kolayca alışan, öğrenm e ve


uyum yeteneği yüksek ötücü kuşlardır. Adlarını, bazı
türlerin (solda) tepesindeki, başlık gibi koyu renk
tüylerden alan bu kuşların birkaç türünde de dik
National Audubon Society: (Üstte) Cruickshank; (sağda) Alvin E. Staffan tüylerden b irte p e lik bulunur (sağda).
70 BATAĞAN

olmak üzere, Türkiye’nin birçok yerindeki su­ men dalar ve iyice uzaklaştıktan sonra yeni­
lak alanlarda bu kuşlara rastlanır. den su yüzüne çıkar.
Batağanlar, eşlerini çiftleşmeye çağırmak
BATAĞAN. Batağanlar, adlarından da anlaşıl­ için çok ilginç bir dans gösterisi yaparlar. Ba­
dığı gibi, çok iyi birer yüzücü ve dalıcı olan su zen dişi ile erkek karşı karşıya geçer ve kulak
kuşlarıdır. Ama sudaki bu ustalıklarına karşı­ püsküllerini dikleştirip yanak tüylerini kabar­
lık karada çok beceriksizdirler. Bacakları tarak başlarını törensel bir havayla iki yana
gövdelerinin ağırlığını dengeleyemeyecek ka­ sallar, bazen de suda göğüs göğüse vererek
dar arkada olduğu için iki yana yalpalayarak öylece dururlar. Bu davranışlar bütün yıl bo­
güçlükle yürürler. Kovalandıkları zaman da yu görülebilir; ama yuva kurma mevsimi ilk­
uçmak yerine suya dalmayı seçer ve bir de­ bahardır. Kopmuş kamış ve ot parçalarından
nizaltı gibi suyun altında yüzerek büyük bir hız­ yaptıkları bu yuva su bitkilerinin arasında yü­
la yol alırlar. zer. Dişi batağan yuvaya 3 ile 5 arasında be­
Batağanların, Podicipedidae familyasını yaz yumurta bırakır ve erkek ile dişi kuş yu­
oluşturan 19 türü vardır. Bu türlerin hemen m urtaların üzerinde sırayla kuluçkaya yatar­
hepsi, yaz aylarına rastlayan ürem e mevsi­ lar. Yuvadan ayrılacakları zaman üzerini ot­
minde başlarını süsleyen renkli tüylerden ku­ larla örterek gizledikleri için, yumurtaların
lak püskülleri ve sorguçlarıyla çok gösterişli beyaz kabuğu bir süre sonra kararır.
kuşlardır. Kışın bu süs tüyleri dökülür ve Eskidünya’da çok yaygın bir tür olan küçük
renkleri donuklaşır. Eskidünya, Avustralya batağan ( Tachybaptus ruficollis) da Türkiye’
ve Türkiye’deki göllerde sık sık rastlanan ba­ nin bütün durgun ve yavaş akışlı sularında gö­
yağı batağanın (Podiceps cristatus) kulakları­ rülebilir. Yazın gövdesinin üst bölümündeki
nın üzerinde siyah ve kabarık birer tüy küm e­ tüyler koyu kahverengi, yanakları, boğazı ve
si vardır. Yazın, yanaklarından çıkan kızıl boynunun önü kestane rengidir. Yaklaşık 27
kestane rengindeki tüyler bu kulak püskülle­ cm uzunluğundaki bu küçük tür, çevreye
rine karışarak hayvanın başını bir taç gibi çev­ uyum sağlayan renkleri nedeniyle pek göze
reler. Bazı yörelerde bahri de denen bu kuşun çarpmaz. Tehlike anında suyu dalgalandırm a­
uzunluğu, suda dimdik tuttuğu uzun boynu ve dan dalar ve başını kamışların arasına sokarak
sivri gagasıyla birlikte 50 santimetreyi bulur. tehlike geçene kadar bekler. Titrek bir ötüşü
Sırtı ve boynunun arkası koyu kahverengidir. vardır; yaşayışı ve yuvası da öbür batağanla-
Tüylerini düzeltmek ya da temizlemek için su­ rınkinden pek farklı değildir. Böcekler, böcek
yun içinde döndüğünde bembeyaz karnı o rta­ larvaları, bazen de kabuklular, yumuşakçalar
ya çıkar. Küçük ve dar kanatlarını hızla çırpa­ ve küçük balıklarla beslenir.
rak uçan batağan bir tehlike sezdiğinde he- Kızılboyun batağan (Podiceps grisegena)
daha çok omurgasız hayvanlarla beslenen, 43
cm uzunluğunda bir kuştur. Adını, ürem e dö­
neminde kahverengimsi kızıl renge dönüşen
boynundan alır. Türkiye’de kuluçkaya yattı­
ğı başlıca yerler Kızılırmak deltası, M an­
yas, Van ve Çıldır gölleridir.
Kışın Türkiye’deki birçok gölde ve deniz
kıyılarında sık sık görülen karaboyun batağa-
nın (Podiceps nigricollis) uzunluğu 30 cm ka­
dardır. Van ve Manyas göllerinde üreyen bu
kuşun yazın beliren turuncu renkteki kulak
püskülleri boynunun ve başının siyahlığıyla
güzel bir karşıtlık yaratır.
Kışın boz renkli tüyleriyle gösterişsiz bir
Avrupa ve Asya'nın birçok yöresinde görülen bu iki kuş olan kulaklı batağan da (Podiceps auriîus)
batağan türü çok usta birer dalıcıdır. üreme döneminde göz alıcı renklere bürünür.
BATAKLIKNERGİSİ 71

Bazı batağan türleri: 1 (solda) kış tüyleriyle, (sağda) yaz tüyleriyle bezenmiş kulaklı batağan;
2 Karaboyun batağan; 3 Yavrularını sırtlarında dolaştıran Horboell batağanı; 4 Batı batağanı;
5 Benekli gagalı batağan.

Bu mevsimde başı kara, boynu pas kızılı, ku­ su kıyıları bataklıknergisinin (Caltha palus-
lak püskülleri parlak turuncu renktedir. tris) altın sarısı çiçekleriyle bezenir. Adındaki
Uzunluğu 33 santimetreyi bulan bu tür Türki­ nergis sözcüğüne karşılık bu bitki bir nergis
ye’de pek yaygın değildir; kışın Türkiye’nin türü değildir, düğünçiçeğigiller familyasın-
kuzey bölgelerindeki deniz ve göl kıyılarında dandır. Bataklıknergisinin çanak biçimindeki
seyrek olarak görülür. güzel sarı çiçekleri de yapı olarak öbür çiçek-
A m erika’da yaşayan altı türden biri olan AR D E A
batı batağanı (Aechm ophorus occidentalis),
avını gagasıyla şişleyerek avlayan tek batağan
türüdür. Çiftleşme öncesinde, erkek kuş avla­
dığı balık ve solucanlarla dişiyi besler. Bu kı­
tada yaşayan batağanların, yavrularını sırtına
alıp suda gezdirmek gibi ilginç bir davranışı
vardır. En küçük bir tehlike sezdiğinde kanat­
larını sıkıca kapayarak yavrularıyla birlikte
suyun altına dalabilir. Bütün batağanların il­
ginç davranışlarından biri de, yeni tüylenm e­
ye başlayan yavrularına tüy yedirmeleridir.
Batağanların yalnızca O rta ve Güney A m e­
rika’da dağılmış, uçamayan üç türü vardır.
Bunlardan biri olan ve bugün yalnız G uate­
m ala’daki Atitlan G ölü’nde yaşayan Atitlan
batağanmın (Podilymbus gigas) soyu tüken­
mek üzeredir.
Bataklıknergisinin yürek biçiminde, parlak yeşil
BATAKLIKNERGİSİ. Baharın ilk günlerinde, renkli iri yaprakları ve çok gösterişli, altın sarısı
bütün kuzey yarıküredeki bataklıklar ve akar­ çiçekleri vardır.
72 BATAKLIK VE TURBALIK

lere pek benzemez. Çiçeklerin çoğu pem be, gömülür. Sular çekilince de, bitkinin kökleri
kırmızı, sarı gibi değişik renklerdeki taçyap- kalın gövdeyi destekleyen birer köprü ayağı
raklar ile bunları çevreleyen yeşil ça- gibi ortaya çıkar. Bu köklerin önemli bir işlevi
nakyapraklardan oluşur. Oysa bataklıkner- de akarsuların kıyıya taşıdığı mil (balçık) ve
gisinin 2 ile 5 cm çapındaki çiçekleri sarı renk­ alüvyonları tutm aktır. Zam anla biriken bu
li çanakyapraklardan oluşm uştur ve gerçek alüvyonlar denizi doldurarak kıyıda çok ve­
taçyapraklar yoktur. H er çiçeğin ortasında rimli taşkın ovaları oluşturur.
çok sayıda erkekorgan bulunur. Tohum lar ol­ Bazı kıyılarda, özellikle akarsu deltaların­
gunlaşınca, bir kılıf biçimindeki meyve ikiye da, koylarda ve lagünlerde oluşan, yeşil bir
yarılarak tohumları çevreye saçılır. bitki örtüsüyle kaplı tuzlu bataklıklar kuşların
Bataklıknergisinin yaprakları genellikle yü­ en gözde ürem e bölgeleridir. Gelgit sınırının
rek biçiminde ve kenarları dişlidir. H er dişin gerisinde kalan iç bölgelerde ise, özellikle kü­
arasında küçük bir gözenek, yani delik bulu­ çük göl ve gölcüklerde tatlı su bataklıkları
nur. Bitkinin kısa kökleriyle emdiği su fazla oluşur. Bu bataklıkların temel bitki örtüsü
geldiğinde bu gözeneklerden dışarı atılır. saz, kamış ve hasırotu gibi su bitkileridir. T ro­
Gövdenin alt bölümündeki yapraklar uzun bi­ pik bölgelerde ağaç ve çalılar egem enken, da­
rer sapla suyun içinden yükselirken, sapsız ha soğuk bölgelerde bu bataklıkların yüzeyi
olan üst yapraklar doğrudan gövdeden çıkar. otlarla kaplıdır. Ilıman bölgelerdeki tatlı su
Bitkinin boyu yaklaşık 30 santimetreyi bulur. bataklıklarının çevresinde kızılağaç ve söğüt
M art ile mayıs arasında çiçeklenen batak- gibi bol su seven ağaçlar da yetişir.
lıknergisinin gövdesi, yaprakları ve kökleri Turbalıkların dibinde, bu bölge henüz ba­
bazı yörelerde pişirilerek sebze gibi yenir. taklığa dönüşmeden önce yetişen otların ve
Oysa bitki çiğken zehirlidir ve tadı acı olduğu ağaçların çürümesiyle oluşmuş kalın bir kat­
için sığırlar otlarken bu bitkiyi yemekten kaçı­ m an vardır. Rengi kahverengi ile siyah arasın­
nırlar. da değişen ve turba denen bu çürüntü katm a­
nı zamanla karbonlaşarak, çok değerli bir ya­
BATAKLIK VE TURBALIK. Suya boğulmuş, al­ kacak olan turba köm ürüne dönüşür. İrlanda
çak ve çamurlu alanlara genel olarak bataklık ve SSCB gibi bazı ülkelerde zengin turba kö­
denir. Ama bazı bataklıklar sığ ve geçici, ba­ mürü yatakları vardır.
zıları derin ve kalıcıdır. Sıcak yaz aylarında
kuruyan geçici bataklıklar yeşil bir bitki örtü­ Bataklıklarda Doğal Yaşam
süyle kaplı olduğundan bir çayırlığı andırır; Bataklık ve turbalıklar rahatça gezilip görüle­
bu yüzden bunlara otlu ya da yeşil bataklık da bilecek yerler değildir. H er şeyden önce, ba­
denir. Yılın her mevsiminde suyla kaplı olan taklığın yüzeyi su ve çamurla kaplı olduğun­
sürekli bataklıklarda ise, saz ve kamış gibi su dan yürümek oldukça güçtür. Üstelik batak­
bitkilerinden ağaçlara kadar uzanan zengin lıkların bulunduğu yerlerde hava genellikle
bir bitki örtüsü vardır. Zam anla bu bitkilerin boğucudur ve sivrisinekler insana hiç rahat
çürümesi ve yüzeyinin süngersi bir görünüm vermez. Am a insanı rahatsız eden bu böcek­
almasıyla sürekli bataklıklar turbalıklara dö­ lerin varlığı, buralarda üreyen ya da barınan
nüşür. birçok kuşa çekici gelir. Bu yüzden bataklık­
Bataklıklardaki ağaçlar özellikle nemli or­ lar doğal yaşamın en zengin olduğu ortam lar­
tam da yaşamaya uyarlanmıştır. Örneğin tro ­ dan biridir. Larva evresini su altında geçiren
pik iklim kuşağındaki ülkelerin kıyılarında ge­ sivrisinekler ile kızböcekleri balık ve kurbağa­
nellikle mangrov bataklıkları bulunur. Bu il­ lara, bunlar da çeşitli su kuşlarına yem olur.
ginç ağaçların kökleri toprağın içinde değil A frika’daki bataklıklar özellikle balıkçıl tür­
açıktadır; dallardan ve gövdeden yere doğru leri açısından çok zengindir. A B D ’nin Florida
sarkan bu kökler havayı em erek bitkiye besin eyaletindeki Everglades, Rom anya’daki Tuna
sağlar. (Ayrıca bak. M ANGROV.) Gelgit sırasın­ deltası, Türkiye’deki Sultan sazlığı, Meriç
da sular kabardığı zaman deniz suyu bu kıyı deltası ve Hotamış bataklığı yabanıl yaşamın
bataklıklarına kadar yayılır ve ağaçlar suya en zengin olduğu bataklıklar arasında sayılır.
BATI HİNT ADALARI 73

BATI HİNT ADALARI, Florida’nın güney Hollanda Antilleri de denen A ruba, Curaçao
ucuyla Güney A m erika’daki Venezuela kıyı­ ve Bonaire ile bir dizi oluşturur.
ları arasında uzanan, toplam alanı yaklaşık Tarihin bazı dönemlerinde A vrupalılar’ın
236.000 km2 olan takım adalardır. Yaklaşık sömürgesi olan Batı Hint A d alarinın çoğu,
3.000 km uzunluğunda yarım ay biçiminde günümüzde bağımsızlığını kazanmış durum ­
olan bu adalar, Meksika Körfezi ile Karayib dadır. Antigua, Barbuda, Baham alar, B arba­
Denizi’ni kuzeyden kuşatırlar. Kristof Ko­ dos, Jam aika, Trinidad, Tobago, Dom inika,
lomb 1492’de Baham a A dalarindan San Sal­ G renada, St. Christopher, Nevis, St. Lucia,
vador (Watling) A dası’na ayak bastığında, St. Vincent ve Grenadine adaları tam bağım­
H indistan’a vardığını sanarak, bu adalara sızlıklarını kazanm adan önce ya İngiltere’nin
Batı Hint Adaları adını vermişti (bak. K O ­ denizaşırı sömürgeleri ya da İngiltere ile
LOMB. K r i s t o f ) . özgür birlik içinde olan özyönetim birimleriy­
Batı Hint Adaları üç ana gruba ayrılır: di. Anguilla, Cayman, Virgin Adaları, M ont­
Baham alar, Büyük Antiller ve Küçük A m il­ serrat, Turks ve Caicos bugün de yarı bağımlı
ler. Baham alar, ada zincirinin en kuzey ucun­ İngiliz adalarıdır.
da, içinde Turks ve Caicos adalarının yer Ö bür adaların bir bölümünü de A B D ,
aldığı takım adalardır. B aham alar’ın güneyin­ Hollanda ve Fransa yönetm ektedir. Fransa’ya
de Küba, Jam aika, Hispaniola ve Porto R iko’ bağlı olan başlıca adalar G uadeloupe ve
dan oluşan Büyük Antiller vardır. Cayman M artinik’tir (bak. G u a d e l o u p e - , M a r t Î N İ k ) .
Adaları K üba’nın güneyine düşer. Porto Ri- Curaçao ile Venezuela kıyılarındaki A ruba ve
ko’nun doğusundan güneydoğuya doğru kıv­ Bonaire, H ollanda’ya bağlıdır. St. M artin
rılan Küçük Antiller ise Virgin A daları, An- Adası, Fransa ve Hollanda arasında bölün­
guilla, Nevis, Antigua, M ontserrat, Guade- m üştür. Porto Riko ise A B D ’ye bağlı özerk
loupe, Dominika, M artinik, St. Lucia, St. bir yönetim bölgesidir (bak. PORTO RİKO; VİR-
Vincent, Barbados, Tobago, G renada ve GİN ADALARI).

Bahama " Büyük Abaco


ABD BATI HİNT ADALARI
(Florida) } BAHAMA
ADALARI
p Eleuthera Adası
Meksika Körfezi
‘ AndrosAd c A . ^ k C a t Adası
o ^ 0 S. Salvador (VVatling Adası)
Büyük ExumaS i \ L0n9i Sİand

Acklins Adi. "» CaicosAdalan

BüyükInagua
C?

Grand Cayman Virgin Adaları

çj Barbuda
JAM AİKA
PORTO o Antigua
CUMHURİYETİ RjKO
Leevvard ° r-p»Guadeloupe
A daları o
w ^ Dominica

o3 ^ Martinique
û St. Lucia
^ O <3 Barbados
• St. Vincent

Grenada
O
ö Tobago

Trinidad

Büyük
Okyanus
74 BATI HİNT ADALARI

ve güneydoğu alize rüzgârlarının yanı sıra,


büyük zararlara yol açan şiddetli kasırgalar
görülür. Yağışlar düzensizdir; genellikle
mayıs-haziran aylarıyla kasım ve aralık ayları
yağmurludur. Bitki örtüsü tropikaldir. A da­
lar palmiye ve meyve ağaçları bakımından
zengindir.
Batı Hint A dalarinın başlıca ürünü şeker-
kamışıdır. Kakao, baharat, muz, portakal,
greyfurt, limon türleri ve ananas gibi meyve­
ler; bazı adalarda yetiştirilen orkide gibi
tropikal çiçekler ve şekerden elde edilen
alkollü bir içki olan rom, dışarıya sattıkları
önemli ürünlerdir. Batı Hint Adaları besin
üretiminde kendine yeterli durum da değildir;
buğday, mısır, pirinç, balık ve et gibi temel
besin maddelerini dış ülkelerden satın alm ak­
tadır. Buna karşılık, adaların bol yağmur alan
yörelerinde yaşayanlar kendilerine yetecek
sebze ve meyveyi yetiştirebilm ektedir.
Bazı adalarda önemli sanayi ve maden
işletmeleri vardır. Jam aika, Trinidad, Porto
Riko ve Büyük Baham a’daki zengin boksit
yataklarından alüminyum elde edilir. Jamaika
batı yarıkürenin en büyük alüminyum üretici­
Carnera Press sidir. Barbados ve Tobago’da da madencilik
"Kaynaklar A dası" olarak da bilinen Jamaika gelişmiştir. Boksit ile Trinidad’da çıkarılan
görkem li çağlayanlarıyla ünlüdür.
petrol, dışarıya satılan önemli ürünler arasın­
dadır. Curaçao ve A ruba’da petrol rafinerileri
Küba Cumhuriyeti, Batı Hint A dalarinın bulunm aktadır (bak. PETROL). Son yıllarda
en büyüğüdür. Küba’nın doğusundaki Hispa- turizm sektöründe büyük bir gelişme olmuş­
niola Adası, Dominik Cumhuriyeti ile Haiti tur. Özellikle Baham alar, Barbados, Antigua
Cumhuriyeti arasında bölünmüştür (bak. D O ­ adaları doğal güzellikleri ve kumsallarıyla her
MİNİK CUMHURİYETİ; HAİTİ; KÜ BA). yıl çok sayıda turist çekmektedir. Adaların
Batı Hint Adaları milyonlarca yıl önce çoğunda düzgün bir ulaşım ağı, büyük adalar­
gerçekleşen iki büyük yanardağ etkinliği so­ da da demiryolları vardır. Turizmin etkisiyle,
nucu oluşmuştur. Bölgede hâlâ yanardağ pat­ çok küçük adaların dışında, ulaşım havayo-
lamaları ve deprem ler olur. Batı Hint Adaları luyla sağlanır.
genellikle dağlıktır. Yalnızca K üba’da geniş Batı Hint Adaları halkı farklı ırklardan
ovalar vardır. Baham alar düz ve basık, B ar­ oluşmaktadır. Batı Hint A d alarinda resmi dil
bados ve Çuraçao ise tepeliktir. Adalardaki bir gruptan öbürüne farklılık gösterir. Eski­
en yüksek tepe 3.175 m etre ile Hispaniola’da- den İngiliz sömürgesi olan adalarda İngilizce,
ki Pico D uarte’dir. Dağlar çoğunlukla adala­ K üba’da, Dominik Cum huriyeti’nde ve Porto
rın ortasına toplanmıştır ve derin vadilerle Riko’da İspanyolca, Haiti ve Fransa’ya bağlı
kıyıya doğru uzanmaktadır. Irm aklar kısa ve adalarda Fransızca konuşulur. Ne var ki,
hızlı akışlıdır. Küba ve G renada’da doğal adaların birçoğunda da eskiden konuşulan
limanlar vardır; öteki kıyılar mercan kayalık­ Avrupa dillerinin, Afrika dillerinden gelme
larından oluşmuştur. Baham alar’ın bazıları sözcüklerle karışmasından kırma bir dil orta­
sayılmazsa, Batı Hint A d alarin a tropik iklim ya çıkmıştır.
egemendir. Bölgede düzenli esen kuzeydoğu Büyük adalarda üniversite düzeyinde eği­
BATI HİNT ADALARI 75

Picturepoint
St. Vincent'in başkenti ve en önemli limanı olan Kingstovvn'un gerisindeki yanardağlar
günümüzde de etkindir.

tim verilmektedir. Batı Hint A daları’nda İn­ ve ticaret limanı olarak değer kazandı.
gilizce eğitim veren üniversitelerden başka, 1536’da A ntiller’e gelen İngilizler ve Fransız-
A ntiller’de de Fransızca eğitim veren üniver­ lar altın konusunda düş kırıklığına uğradılar.
siteler vardır. 17. yüzyılda, İspanyol yerleşmesi bulunmayan
Küçük A ntiller’de sömürge kurmaya çalışan
Tarih Avrupalı korsanlar, A ravaklar’ın tersine sa­
Kristof Kolomb 1492’de ilk kez Batı Hint vaşçı bir topluluk olan Karipler’in çoğunu
A dalarin a ayak bastığında, burada yaşayan öldürdüler, kalanları da başka adalara sürdü­
üç ayrı Yerli topluluğu vardı: A ravaklar, ler. Karipler’in bir bölümü de Dom inika
Karipler ve Kiboniler. Farklı kültürleri ve Adası’na yerleşti. Adanın dağlık ve sık or­
dilleri olan bu topluluklar tarım ve denizci­ manlarla kaplı oluşu A vrupalılar’ın iç bölge­
likle geçinirlerdi. Adalardaki altın ve öteki lere ulaşmasını engellediğinden, buradaki
değerli madenlerin peşinde olan İspanyollar, Yerliler hayatta kalmayı başarabildiler.
ilk kalıcı yerleşmeyi Hispaniola A dası’nda 17. yüzyılda HollandalIlar adaların bir bö­
gerçekleştirdiler. A ravaklar’ı altın aram a işin­ lümüne el koydular. İngilizler Barbados, N e­
de zorla çalıştırmaya başladılar. Ağır çalışma vis, Antigua ve M ontserrat adalarına; Fran-
koşullarına dayanamayan yerli halk kırıldı; sızlar da M artinik ve Guadeloupe adalarına
İspanyollar başkaldıranların çoğunu öldürdü; yerleştiler. Ne var ki, Avrupalı sömürgeciler
adanın ilk sahipleri tümüyle yok oldu. arasındaki savaşlar yüzünden adalar birçok
A dalardaki altın tükenince, Antiller uğrak kez el değiştirdi.
76 BATINILIK

dan, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, adalar


halkından birçok aile İngiltere’ye göç et­
miştir.

BATINILIK, İslam dininde Kuran ve hadisle­


rin herkesçe kavranabilecek anlamlarının ar­
dında iç (batın) anlamlarının da bulunduğu
inancını benimseyenlerin tuttuğu yoldur. Bazı
m ezhepler içinde yer edinmiş olmakla birlikte
Batmilik’i belli bir mezhebin özelliği olarak
ya da tek başına bir mezhepmiş gibi düşün­
mek yanlış olur. Değişik m ezhepler ve İslam
Camera Press
dışı bazı dinsel akımlar içinde de bu yolu
Grenada'nın başkenti St. George's kentinde yeşil bir
yamaçta kümelenen evler.
benimseyenler vardır.
Hz. M uham m ed’in ölümünden sonra, hali­
fe (peygamber vekili) seçimiyle ilgili anlaş­
Adalardaki nemli, düz ve basık topraklar, mazlıklar çıktı. Peygamberin amcasının oğlu
şekerkamışı üretimine çok elverişliydi. A vru­ ve damadı olan Hz. A li’yi halife yapmak
palIlar, Batı A frika’dan binlerce köle getire­ isteyenler Şiilik adı altında ayrı bir grup
rek tarlalarda çalıştırmaya başladılar. İnsan­ oluşturdular. Bu siyasal amaçlı ayrılık Müslü-
lık dışı koşullarda yaşamaya ve çalışmaya m anlık’ın temel ilkelerinden uzaklaşmamakla
zorlanan köleler, birçok ayaklanma girişimin­ birlikte giderek inanç değişikliklerine de uğ­
den sonra, ilk başarılı köle ayaklanmasını radı. Halifeliği kabul etmeyen Şii topluluklar
Toussaint Louverture önderliğinde gerçekleş­ Hz. Ali soyundan gelen imamları kendi dinsel
tirdiler. Fransız Devrimi (1789) sırasına rast­ önderleri olarak tanıyorlardı. 8. yüzyılda al­
layan bu ayaklanma ve daha sonra çıkan iç tıncı imam C aferü’s-Sâdık’tan sonra oğlu İs­
savaş sonucunda, Hispaniola Adası bağımsız­ mail’in imam olması gerektiğini savunanlar
lığına kavuşarak Haiti adını aldı. ayrı bir kol oluşturdular. D aha sonra gizli bir
Köle ticareti 19. yüzyıl başlarında yasak­ örgüt niteliğine bürünen ve İsmailiye diye
lanmakla birlikte, 1880’e kadar yasadışı yollar­ adlandırılan bu görüşü benimseyen topluluk,
dan sürdürüldü. Bu kez de Çin ve Hindis­ gördükleri büyük baskılar yüzünden Irak,
tan’dan göçmen işçi getiren Avrupalılar, ada­ İran, Hindistan, Türkistan gibi ülkelere dağıl­
larda muz, kakao, kahve ve baharat yetiştir­ dı ve buralarda daha önce ortaya çıkıp yaygın­
meye başladılar. Şeker üretimi ise, artık laşan dinlerden, düşünce akımlarından etki­
yalnızca büyük işletmelerin ve fabrikaların lenmeye başladı. Böylece inanç ve düşünce
tekeline kaldı. açısından İslam dünyasında bir değişim söz
1962’de bağımsızlığına kavuşan ilk İngiliz konusu oldu. Bu değişimin yarattığı görüş ve
adaları Jam aika, Trinidad ve Tobago’nun yorumlara göre K uran’ın herkesçe anlaşılabi­
ardından, 1960’lar ve 1970’lerin sonlarına len anlamı yanında herkesin kavrayamayacağı
doğru öbür adalar da kendi yönetimlerini “iç” anlamları da vardır. Bu anlamlarının
kurmayı başardılar. anlaşılabilmesi için yorum yapabilecek ve Hz.
Panam a Kanalı’na yakınlığı ve Meksika Hüseyin soyundan gelen bir imama (kaim u’z
Körfezi’nde bulunmaları bakımından öteden zaman) gereksinim vardır. Bu imam söz­
beri Batı Hint A d alarin a ilgi duyan A B D , II. cüklerin gizli anlamlarını ortaya çıkartarak,
Dünya Savaşı sırasında bazı adalarda askeri yeniden anlam landırarak ya da harflerin sayı­
hava ve deniz üsleri kurdu ve adaların içişleri­ sal değerlerini kullanarak bir sonuca varır. Bu
ne karışmaya başladı. Örneğin A B D , 1983’te yolla ulaşılan gerçek, kişiyi dine uygun bir
G renada’daki yönetimini devirmek amacıyla yaşam sürdürmesi için aydınlatır. Gizli anlam ­
adayı işgal etti. İngiltere de Batı Hint Adaları ları bulan kişi için artık dinin bağlayıcı kural­
ile öteden beri yakın bir ilişki içinde olduğun­ ları geçerli sayılmaz. Böylece ibadetin biçim­
BATI SAMOA 77

sel olarak yerine getirilmesine de gerek Öbür küçük adalarla birlikte ülkenin yüzölçü­
yoktur. mü 2.831 krrr’dir. Batı Samoa doğuda, A B D ’
Batınilik’in İsmailiye görüşüyle ilgisi olma­ ye bağlı Amerikan Samoası ile komşudur.
yan, değişik zamanlarda ve değişik görünüş­ Nüfusu yaklaşık 160 bindir ve bunun 33 bin
lerle ortaya çıkmış birçok kolu vardır. “Kad- kadarı A pia’da yaşar. Upolu ve Savaii volka­
dah” diye de anılan İran asıllı Meymun bin nik adalardır. Yanardağlar günümüzde etkin
Deysan ve Ham dan Karmat 9. yüzyılda, değildir; ama yeryüzeyi lavlarla kaplı olduğu
Fatımi Devleti’nin kurucusu Mehdi Ubeydul- için, Savaii’nin büyük bölümünde tarım yapı­
lah 10. yüzyılda, Haşan Sabbah ise 12. yüzyıl­ lamaz. Savaii’de dağların yüksekliği 1.800
da Batınilik’in değişik kolları olarak görülen m etrenin üzerine çıkar. Kıyı kesimi dışında
dinsel ve siyasal hareketleri başlattılar. hemen hiç düzlük yoktur. H er iki adada da
B atıniler’in büyük baskı görmesi, tarih krater gölleri, hızla akan ırm aklar ve çağla­
boyunca pek çok eleştiriye uğramaları, yaz­ yanlar vardır. Özellikle kasırgalar mevsimi
dıkları kitapların yakılması ve oturdukları olan aralık ve mart ayları arasında çok yağ­
kentlerin yakılıp yıkılması kendilerini gizli mur yağar. Toprakları verimli olan adalar sık
tutm alarına yol açmıştır. Korunm ak ve dü­ tropik bitkilerle örtülüdür.
şüncelerini egemen kılmak için Batıniler de
birçok yol denediler. Kimi zaman şiddete BATI S A M O A 'Y A İLİŞKİN BİLGİLER
başvurmaktan çekinmediler. İslam ülkelerin­
de çatışmalara giriştiler, ayaklanmalar ve YÜZÖLÇÜMÜ: 2.831 km2.
suikastlar düzenlediler. Rey ve Isfahan kent­ NÜFUS: 161.300 (1987).
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli meşruti krallık.
lerinde büyük bir gizli örgütlenmeyi ve ayak­
BAŞKENT: Apia.
lanmayı gerçekleştiren Haşan Sabbah, İran'
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: İki büyük volkanik ada, Savaii
da hüküm süren Büyük Selçuklu Devleti’ni ve Upolu ile yedi küçük adadan oluşur. Kıyıları mer­
güç durum a sokmuştu. 1092’de Büyük Sel­ can kayalıklarıyla kaplıdır. Savaii'deki Mauga Silisili
1.858 metreyle en yüksek tepesidir.
çuklu Veziri Nizamülmülk de bu düşünceyi
EKONOMİ: Hindistancevizi, kakao, muz, meyve ve seb­
benimseyen eylemciler tarafından öldürül­ ze başlıca ürünler; kerestecilik, balıkçılık, turizm
müştü. önemli etkinliklerdir.

BATI SAMOA, Büyük Okyanus’un ortala­ Adaların halkını, Yeni ZelandalI Maori-
rında, Yeni Z elanda’nın yaklaşık 2.900 km ler’le akraba olan Polinezyalılar oluşturur
kuzeydoğusunda yer alan adalar zinciri üze­ (bak. POLİNEZYALILAR). Buralarda az sayıda
rinde kurulu bağımsız bir devlettir. Savaii ve Avrupalı ve Çinli de yaşar. Yaygın olarak
Upolu bu zincirin iki önemli adasıdır. Upo- İngilizce konuşulur. Eğitim parasız olup, 7 ile
lu’nun kuzey kıyısındaki Apia başkenttir. 15 yaş arasında zorunludur. Adalıların başta
Hutchison Library
gelen uğraşı tarımdır. Halk, domuz ve tavuk
besler, meyve ve sebze yetiştirir. Batı Sam oa’
da plantasyon denen büyük çiftliklerde hin­
distancevizi, kakao ve muz yetiştirilir. Keres­
tecilik, balıkçılık ve turizm küçük ama geli­
şen sanayilerdir. A BD , Yeni Zelanda ve
Japonya, Batı Sam oa’nın ticaret yaptığı başlı­
ca ülkelerdir. Havayolları A pia’yı Am erikan
Sam oasindaki Pago Pago ile Fiji’deki Suva’
ya bağlar.

Tarih
U polu’ya ve Am erikan Sam oasindaki Tutui-
Batı Samoa'da, anaokulu çocukları kumsalda müzik la’ya 1722’de ilk kez ayak basan Avrupalı,
dersi yapıyorlar. HollandalI Jacob Roggeveen’dir. Savaii A da­
78 BATİK

sı bu tarihten çok sonra, 1787'de keşfedilebil- desenler boya emmesin diye balmumuyla
di. 1830’larda, Londra Misyoner D erneğinin kaplanır. İlk desen ortaya çıkınca balmumu
propagandasıyla halkın çoğu Hıristiyan oldu. eritilir ve yeni bir desen uygulanır. Böylece,
A rdından, adalara Katolik ve Protestan balmumu çıkarıldığında, yalnızca balmumu
Hutchison Libran’ sürülmeyen yerler renklendirilmiş olur. A m a­
tör bir sanatçı bir ya da iki renk kullanarak
basit desenler yapabilirken, usta bir sanatçı
birçok renkle karmaşık desenler yaratabilir.
Bu, zaman alan ve dikkatle tasarlanması gere­
ken bir süreçtir. Batik genellikle yastık kılıfı,
perde, duvar panosu, eşarp ve giysiler­
de kullanılır. Cavalı (Endonezya) erkek ve
kadınların giydiği “sarong” adı verilen renkli
eteklikler batik desenlerle süslüdür.
Cava batiklerinin tipik deseni üçgen diziler­
dir; bunlar bazen kumaşın ortasında karşı
karşıya dizilir, bazen de baştan başa geom et­
rik ya da çiçekli desenlerle kaplanmış olan
kumaşın kenarlarında bir su olarak kullanılır.
Desenlerin birçoğu kuşaklar boyu değişme­
Samoa adalarındaki kayalıklar, bitki örtüsünün çok den kullanılmıştır. Kuş, hayvan, kelebek de­
zengin olduğu vadileri çevreler.
senlerinde bir ölçüde Çin etkisi görülür. Fil,
misyonerler de geldiler. 1899’da Almanya, kobra ve ejderha desenleri H indistan’dan
ABD ve İngiltere, aralarında anlaşarak Batı gelmedir. Batik desenlerinde insan figürü­
Sam oa’yı Alm anya’nın, doğudaki adaları ise nün çok fazla kullanılmamasına karşın, bazen
A B D ’nin yönetimine bıraktılar. 1914’te I. gölge oyunlarındaki kuklalardan esinlenilerek
Dünya Savaşinın başlamasıyla birlikte, Yeni çizilen tuhaf figürlere yer verilir ve bunlar
Zelanda askerleri ülkeyi işgal etti. Savaştan genellikle koyu kahverengi tonlarda boyanır.
sonra Batı Sam oa’yı Milletler Cemiyeti adına Eskiden batik deseninin karmaşıklığı ve gü­
Yeni Zelanda yönetti; 1947’de Birleşmiş Mil­ zelliği, giysiyi giyenin toplumsal konumunu
letler gözetimi altına girdi, 1962’de bağımsız­ yansıtırdı.
lığına kavuştu. 1976’da Birleşmiş Milletler Batik yapmanın ulusal bir sanat olduğu
üyesi olan Batı Samoa, aynı zamanda İngiliz Cava’da, eski batiklerden bazıları dünyanın
Traidcraft
Uluslar Topluluğu’nun bir üyesidir.

BATİK, özel bir kumaş boyama yöntemidir.


Batik sanatının 1.000 yıllık bir geçmişi vardır.
Doğu kökenli olan bu sanat Çin, Hindistan,
Endonezya ve Filipinler’de uygulanmaktadır.
Son yıllarda gerek Avrupa, gerek A B D ’de
batik sanatına büyük bir ilgi uyanmıştır.
Batik boyamasıyla çok güzel desenler ve
renkler elde edilebilir. İlk batik çalışmaların­
da tek renk kullanılırken, 18. yüzyıldan sonra
Hintliler çok renkli kumaşlar yapmak için
yeni bir teknik geliştirdiler. İyi bir batik
çalışması, boyaların ve renklerin kullanılışı
bakımından büyük bir beceri ve bilgi gerek­
tirir. Hintli kadınlar, önceden karakalemle çizilmiş bir
Batik tekniğinde kumaş, üzerine çizilen desene balm umu uygulayarak batik yapıyorlar.
BATLAMYUS 79

en güzel dokum a desenleri arasında yer alır. rafya ve m atem atik bilginlerinden biridir.
Cavalılar’ın batik teknikleri uzun ve yorucu­ Evren konusundaki kuramlarıyla Kopernik,
dur. Kumaş yıkanır, elle yoğrulur ya da Kepler ve G alileo’dan önceki çağlarda bilim­
ayakla çiğnenir ve kurutulur; yumuşaklık ve sel ve dinsel düşünceye yön veren bu bilginin
esneklik vermek için yağa ve küllü suya tam adı Klaudios Ptolem aios’tur. A raplar bu
batırılır; ipliklerin balmumunu gerektiğinden Yunanca adı Batlamyus olarak okumuş, ya­
fazla çekmesini önlemek için, pirinç nişas­ pıtlarını onlar aracılığıyla tanıdığımız için
tasında kaynatıldıktan sonra kurutulur; sonra dilimize de bu biçimiyle yerleşmiştir.
da kayganlık vermek için tokmakla dövülür. Yaşamı konusunda fazla bilgi olmayan Bat-
Kumaşı genellikle erkekler hazırlar ve boyar. lamyus’un Mısır’da, Nil Irmağı kıyısındaki
Bir çerçeveye gerilen kumaşa, kadınlar Ptolemais Hermii kentinde doğduğu ve 78
karakalem desen çizer ve balmumu uygular. yaşındayken öldüğü sanılır. Çalışmalarını da
Eskiden balmumu, belli bir biçimde yontul­ gene Mısır’da, İskenderiye kentinin yakınla­
muş bambu kamışlarla uygulanırdı. 17. yüz­ rındaki bir tapınağın tepesinde kurulmuş olan
yılda ise tjanting adı verilen birkaç delikli bir gözlemevinde yürütmüş ve İS 127 ile 141
küçük bir bakır kap kullanılarak, balmumu ya da 151 yılları arasında ününün doruğuna
uygulama tekniği geliştirildi. Çalışan kişi, ulaşmıştır.
tjanting'i sıcak balmumuna batırır ve kumaşa Batlam yus’un Yunanca olarak kaleme aldı­
değdirmeden tam üzerinde tutar. Sıvı balmu­ ğı birçok yapıtı günümüze ulaşmıştır. Bunlar­
mu değişik kalınlıkta çizgiler halinde kum a­ dan en ünlüsü ve en önemlisi, astronomi ve
şın boyanmayacak yerlerine akıtılır; sonra trigonometri konusunda çağının bütün bilgi­
aynı işlem kumaşın tersinde yinelenir. lerini içeren Mathematike syntaksis’tir (“M a­
D aha sonra balmumu ile kaplı olan ve tuli tem atik Derlem esi”). Bu kitap, Batlam yus’a
adı verilen kumaş boyaya batırılır. (Eskiden ve yapıtlarına duyulan saygı nedeniyle gerçek
kullanılan boyaların hepsi doğal boyalardı; adından çok He megala syrıtaksis (“Büyük
günümüzde ise bazı yapay boyalar kullanıl­ D erlem e”) ve zamanla He megiste syntaksis
m aktadır.) Bu işlemden sonra, balmumunu (“En Büyük D erlem e”) diye anılmıştır. İS 9.
çıkarmak için kumaş kaynatılır. Kullanılan yüzyılda A raplar yapıtı kendi dillerine çevirir­
her renk için tüm işlem yinelenir. Mavi, sarı ken He megiste sözcüklerini el-Mecisti'ye dö­
ve kahverengi en çok kullanılan renklerdir. nüştürm üşler, kitabı bu Arapça çevirisiyle
H er bölgenin kendine özgü belli desenleri ve tanıyan batı dünyası da el-Mecisti sözcüğünü
renkleri vardır. Almagest biçiminde Latince’ye aktarmıştır.
15. yüzyılda, balmumu uygulamak için da­ Bu nedenle, Batlam yus’un bu ünlü yapıtı
ha çabuk ve ucuz bir yöntem bulundu; desen bugün bütün dünyada Almagest adıyla ta­
basmak için tjap denen bir bakır damga ya da nınır.
kalıp kullanıldı. Bununla birlikte, birçok Ca- Batlamyus bu kitaptaki bilgilerin çoğunu
valı bu tulVlerin, eski yöntemle yapılanlar İÖ 2. yüzyılda yaşamış olan Yunanlı astrono­
kadar nitelikli olmadığı kanısındadır. mi bilgini H ipparkhos’tan almış (bak. HİP-
Tjap yöntemiyle güzel desenler elde edilir PARKHOS) ve öylesine inandırıcı bir biçimde
ve bu yöntemle yapılan bir batiği elle yapı­ açıklamıştı ki, sonraki 1.400 yıl boyunca
landan ayırt etm ek için uzman olmak gerekir. hiçbir astronom bu bilgileri aşamadı. B at­
Batik tekniğini A vrupa’ya getiren Hollandalı- lamyus’a göre Dünya evrenin merkezinde
lar’dır. Batılı çağdaş desencilerin batik yapı­ hareketsiz duruyor, Güneş, Ay ve gezegenler
mında uyguladıkları yöntem ler, Cavalılar’ın de Dünya’nm çevresinde dolanıyordu. Batlam­
kullandıklarına benzemekle birlikte, batik tek­ yus’un evren kuram ı, yerini Kopernik siste­
niğini ticarileştirmek yolundaki çabalar yüzün­ mine bırakıncaya kadar 14 yüzyıl boyunca hiç
den, batik sanatında gerileme olmuştur. tartışmasız doğru kabul edildi (bak. K o p e r n i k ,
M i k o l a j ) . Batlamyus, H ipparkhos’un yıldız
BATLAMYUS ya da PTOLEMAİOS (İS 2. kataloguna kendi gözlemlediği yıldızları da
yüzyıl), eskiçağların en ünlü astronomi, coğ­ ekleyerek Almagest"te yer vermişti. 1.022
80 BAUDELAİRE

Batlamyus yalnızca
xfaeeini3\
büyük bir astronomi
r ® bilgini değil, aynı
zamanda eskiçağların en
ünlü harita
yapım cılarından ve
coğrafyacılarından
biriydi. 1486'da
Alm anya'nın Ulm
kentinde ağaçbaskı
tekniğiyle yayım lanan
"Coğrafya Kılavuzu" adlı
yapıtından alınan bu
harita, Batlamyus'un
Dünya'nın biçimine ilişkin
görüşlerini yansıtıyor.
Avrupa kıtasının sol üst
köşede yer aldığı bu
dünya haritasında bütün
adlar Latince verilm iştir.
Örneğin Ma re Irıdicum
bugünkü adıyla Hint
Okyanusu'dur.

Michaei Holford

yıldızı içeren bu liste de sonraki bilginlerce bıraktı. Yaşamını yazarlıkla kazanmak istedi­
değeri ölçülmez bir çalışma olarak benim ­ ğini açıkladı.
sendi. Afyon ve esrar gibi kötü alışkanlıklar edin­
Batlamyus aynı zamanda coğrafyayı bilim­ mesi ve aylak bir yaşam sürmesi ailesini
sel tem ellere oturtan ilk bilginlerden biridir. kaygılandırıyordu. Üvey babası onu içinde
Asya ve Afrika kıtalarının haritalarını, eski­ bulunduğu çevreden uzaklaştırmak için bir
çağların en büyük kentlerinin enlem ve boy­ süre H indistan’a göndermek istedi. Ne var ki,
lamlarını Geographike hyphegesis (“Coğrafya Baudelaire, gemi M auritius’ta demirlediği sı­
Kılavuzu”) adlı yapıtında derlemiştir. Bu rada geri dönmeye karar verdi. Kısa süren bu
yapıtın Bizans döneminden kalma özgün yolculuk ona doğunun gizemini tanıtmış, pa­
elyazm alanndan bir bölümü İstanbul’daki Fa­ ha biçilmez bir esin kaynağı olmuştu. Şiirleri­
tih Kütüphanesi’nde, Fatih Sultan M ehmed’ ne özgün bir nitelik kazandıran düşsel öğeler
in buyruğuyla yapılan A rapça çevirisi de ve imgeler bu geziden armağandır.
Ayasofya K ütüphanesi’nde saklanm aktadır. Baudelaire, babasının mirasına hak kaza­
Birkaçı günümüze kadar ulaşmış olan bu nacak yaşa gelince lüks bir yaşam sürmeye
haritalar Kristof Kolom b’a, hep batıya doğru başladı. 1857’de yayımlanan ilk şiir kitabı
giderek Atlas Okyanusu üzerinden Hindis­ Kötülük Çiçeklerinde (Les Fleurs du mal) yer
tan’a ulaşabileceği düşüncesini esinlemiştir. alan şiirlerin çoğu, dilediği gibi özgür yaşadığı
bu dönemde yazılmıştı. Baudelaire, Kötülük
BAUDELAİRE, Charles Pierre (1821-67). Ç içeklerinde insanın iyi ile kötü arasında
Charles Baudelaire, 19. yüzyılda yaşamış seçim yapabilmek için ne denli çetin bir
olmasına karşın, 20. yüzyıl şairlerini etkilemiş mücadele verdiğini dile getirir. Ne var ki,
bir Fransız şairi ve sanat eleştirmenidir. A m a­ kitabın yayımlandığı yıl, Baudelaire ve yayım­
tör bir ressam olan babasını altı yaşında cı hakkında T anrı’ya hakaretten ve ahlaka
yitiren Baudelaire, beraberlikleri çok kısa aykırılıktan dava açıldı ve bu olay şairin kötü
sürmüş olsa da, ilk sanat derslerini ondan bir ün kazanmasına neden oldu. Fransız
almıştı. Annesi daha sonra yüksek rütbeli bir yargıçlar, kitapta yer alan altı şiirin çıkartıl­
subayla evlendi. Baudelaire liseyi bitirdikten masında direttiler. Bu altı şiir üzerindeki
sonra hukuk öğrenimine başladıysa da, yarım yasak ancak 1945’te kalktı.
BAVYERA 81

Ş i i r l e r i n d e g e n e l l i k l e iç g ö z l e m l e r e y e r v e r i r .
S im g e le r in şiirsel g ü c ü n ü n d u y u m s a n d ığ ı y a ­
p ıtla r ıy la 20. yü zy ıl ş a irle rin i ç o k e tk ile m iş tir
(bak. SEMBOLİZM).
Aynı zamanda resim konusunda da yazılar
yazan Baudelaire, m odern resmin özellikleri­
ne ilişkin yeni bir görüş geliştirmiştir. Müzikle
resim arasında paralellik kurarak, renklerin
doğanın ezgileri olduğunu öne sürmüştür.
Öykülerini Fransızca’ya çevirerek, Fransız
okurlara Edgar Allan Poe’yu tanıtan Baude-
laire’dir. 1852-65 arasında Poe’nun çeşitli
öykülerini, yazdığı önsözlerle birlikte, yayım­
lattı. Ayrıca esrar ve afyonun etkilerini ince­
leyen Les Paradis artificiels (1860; “Yapay
C ennetler”) adlı bir araştırması vardır.
Baudelaire’in toplu yapıtları ölümünden
sonra yayımlandı. Şiirleri hüzünlü, düşsel
öğelerle yüklüdür. Baudelaire, mutsuz bir
yaşam sürdü ve 46 yaşında, Paris’te bir
hastanede yoksulluk içinde öldü.

BBC Hulton Picture Library BAVYERA, Almanya Federal Cum huriyeti’


Fransız şair Charles Baudelaire 20. yüzyıl şairlerini nin en büyük eyaletidir. Ülkenin güneydoğu­
etkilem iştir. sunda 70.551 km2’lik bir alanı kaplar. Nüfusu
10.974.000'dir.
Yaşamın gerçek anlamını araştıran B aude­ Bavyera dağlarla çevrili bir düzlüktür.
laire, şiirlerinde yapmacıktan kaçınmış, R o­ Ülkenin en yüksek noktası güneyde Bavyera
mantik A kım ’ın yapaylıklarını reddetmiştir. Alpleri’ndeki, 2.968 metreye ulaşan Zugspitze

ZEFA

Sonbahar renklerine
bürünm üş ağaçların
ve Garmisch-
Partenkirchen'in damları
ardında Bavyera Alpleri
görülüyor. Buradaki en
yüksek tepe Zugspitze'dir.
82 BAYAR

tepesidir. Başlıca ırm akları, kuzeyde Main ile İzmir İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel
güneyde T una’dır. Bavyera’nın kışları soğuk sekreterliğine getirildi.
ve karlı geçer. Vadilerde ise yazlar sıcaktır. I. Dünya Savaşı yıllarını cemiyetin önde
Topraklarının üçte biri orm anlarla, yarısın­ gelen kişilerinden İzmir Valisi Rahmi Bey’in
dan çoğu da ekili alanlarla kaplıdır. Bölgede yanında örgüt çalışmalarıyla geçirdi. Bu sıra­
çiftçilik ve ormancılık önemli bir yer tutar. da İttihat ve T erakki’nin görüşlerini yansıtan
Yetiştirilen başlıca ürünler arpa, yulaf, pata­ Halka Doğru dergisinin yönetmenliğini üst­
tes, şekerpancarı ve buğdaydır. Bavyera’nın lendi ve dergide “Turgut A lp” takm a adıyla
en ünlü sanayisi biracılıktır. M andıracılık ve yazılar yazdı.
sığır yetiştiriciliği önde gelen öbür iş alanları­ Celal Bayar, I. Dünya Savaşı’nın bitiminde
dır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle Osmanlı İm paratorluğu’nun çok güç koşullar
başkent M ünih’le Nürnberg, Augsburg ve içinde kalması üzerine, ülke sorunları üstünde
Regensburg kentlerinde hafif ve ağır sanayi daha etkin çalışmalarda bulunmak amacıyla
çok gelişmiştir. 1918’de Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemi-
5. yüzyıla kadar Rom alılar’ın egemenliğin­ yeti’ne girdi. İzmir’in işgal olasılığı belirince
de kalan Bavyera’yı daha sonra, doğudan önce zeybek, sonra köy imamı kılığına girerek
gelen Germ en soyundan Baiuvariler (Bavye- yöredeki köyleri “Galip H oca” takm a adıyla
ralılar) işgal etti. Bavyera uzun bir süre düka- dolaşmaya başladı ve işgale karşı halkı uyardı.
lık olarak yönetildi. 1805’te yönetimi krallığa İşgali izleyen günlerde de silahlı direnişe
dönüşen Bavyera, 1871’de Almanya Devleti’ katıldı. Balıkesir Kongresi kararıyla Akhisar
ne katıldı. cephesi alay komutanlığına getirildi.
Günüm üzde, nüfusunun yüzde 70’ini Kato- Bayar, 1920’de toplanan son Osmanlı Me-
likler, yüzde 26’sını da Protestanlar oluşturur. busan Meclisi’ne Saruhan (Manisa) milletve­
Bavyeralılar’ın özel günlerde giydikleri ulusal kili olarak girdi. Meclis’te Kuva-yı Milliye’yi
giysileri çok dikkat çekicidir. Erkekler uzun öven konuşmalar yapan Bayar 16 M art
çoraplarla birlikte deri şortlar, kadınlar ise 1920’de İstanbul işgal edilince gizlice A nka­
kabarık kollu bluzler ve işlemeli, uzun etekli ra ’ya geçti. Bursa milletvekili olarak girdiği
giysiler giyerler. Turistler Bavyera’nın Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde eski
görkemli saraylarını, dağlarındaki güzel görü­ İttihatçıların çevresine girmedi; Mustafa Ke­
nümlü gezinti yerlerini, çekici kentlerini gör­ m al’in yakın çevresinde yer aldı.
meye gelirler. Özellikle de müzik festivalle­ Bundan sonra sürekli biçimde siyasal yaşa­
riyle ünlü Bayreuth ile her 10 yılda bir mın çeşitli alanlarında önde gelen görevler
ünlü dinsel Pasyon Oyunu’nun oynandığı üstlendi. 1920’de bir süre iktisat vekilliğini
O beram m ergau köyü turistlerin çok ilgisini vekâleten yürüten Bayar, Mustafa Kem al’in
çeker. buyruğu ile Yeşil Ordu ve resmi Türkiye
Komünist Fırkası’nın (Partisi) yöneticileri
BAYAR, M ahm ut Celal (1883-1986). Türki­ arasına girdi.
ye’nin önde gelen siyaset ve devlet adam ların­ 1921-22 yılları arasında iktisat vekili olarak
dan ve Türkiye Cum huriyeti’nin üçüncü cum­ görev yaptı. 1922’de Lozan Konferansı’na
hurbaşkanı olan Celal Bayar, Bursa’ya bağlı gönderilen ilk heyete danışman olarak katıldı.
Gemlik ilçesinin Um urbey köyünde doğdu. Aynı yıl bir süre Dışişleri Bakanlığı’na vekâ­
İlk ve ortaöğrenimini Gemlik ve U m urbey’de let eden Bayar 1924’te M übadele (Değişim),
başöğretmenlik ve müftülük yapan babasının İm ar ve İskân bakanı oldu.
yanında tamamladı. Çeşitli m em urluklarda Bu sırada Mustafa Kemal, Hint Müslüman-
bulunduğu sırada Bursa’da bir Fransız okulu­ larin ın gönderdiği paranın 250 bin lirası ile
nun kurslarına giderek Fransızca öğrendi. iktisadi yaşama yararlı bir şirket kurmak
Genç yaşta siyasete atılan Celal Bayar, istiyordu. Görüşüne başvurduğu Celal Bayar
1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Bursa 250 bin liranın da anaparaya katılarak me­
örgütüne girdi. Cemiyetin güvenini kazanm a­ m ur, subay, çiftçi herkesin ortağı olabileceği
sı sonucunda, önce Bursa, daha sonra da bir ulusal banka kurulmasını önerdi. Bu
BAYBURTLU ZİHNİ 83

partisinden ve milletvekilliğinden istifa ede­


rek üç arkadaşı ile birlikte D em okrat Parti’yi
kurdu ve başkanlığına getirildi. 1946 seçimle­
rinde 61 milletvekili arkadaşıyla meclise girdi.
Cumhuriyet Halk Partisi’ne zaman zaman
sertleşen, yoğun eleştiriler yöneltti. 1950 Ma-
yıs’ında yapılan seçimlerde, D em okrat Parti
ezici bir çoğunluk sağlayarak tek başına ikti­
dara geldi. 22 Mayıs 1950’de, Celal Bayar
meclis tarafından Türkiye Cum huriyeti’nin
üçüncü cumhurbaşkanı seçildi.
Celal Bayar, D em okrat Parti’nin 1954 ve
1957 seçimlerini de kazanıp iktidarını sürdür­
mesi sonucunda 10 yıl boyunca cum hurbaş­
kanlığı görevinde kaldı. 27 Mayıs 1960’ta
ordu tarafından gerçekleştirilen darbeyle
Ara Güler Arşivi
Celal BayarTürkiye C um huriyeti'nin üçüncü
cumhurbaşkanı, bakanlar, D em okrat Parti
cumhurbaşkanıdır. yönetici ve milletvekillerinin çoğu tutuklandı.
Celal Bayar ve arkadaşları, anayasaya aykırı
öneriyi olumlu karşılayan Mustafa Kemal davranmak ve yasadışı işler yapmakla suçlan­
ulusal bir bankanın kurulmasına karar verdi. dılar. Yassıada’da hapsedilen Celal Bayar ve
Böylece Celal Bayar bakanlıktan ayrılarak arkadaşları 1961’de Yüksek Adalet Divanı
bankanın kuruluş çalışmalarına başladı. İş tarafından yargılandı. Yassıada M ahkemeleri
Bankası adıyla kurulan bankanın genel m üdü­ diye de bilinen bu yargılamanın sonucunda
rü oldu. 1924-32 yılları arasında yürüttüğü bu idama mahkûm edildi. Ama o sırada 77
görevi sırasında ülkenin ekonomik yaşamında yaşında olan Celal Bayar'ın yaşlılığı göz önü-
etkili bir yeri oldu. 1932’de iktisat bakanı nünde tutularak idam cezası affedildi ve
olması ekonomi üzerindeki etkisini daha da Kayseri Cezaevi’ne gönderildi. 1964’te rahat­
artırdı. 1937’ye kadar süren bakanlığı döne­ sızlığı nedeniyle buradan da salıverildi.
minde bir yandan, devlet yardımı ile özel Celal Bayar bundan sonraki yıllarını siya­
girişimin geliştirilmesine ağırlık verirken; öte sal hakları ellerinden alınmış olan D em okrat
yandan, Süm erbank, Etibank, Halk Bankası Partililer’in bu haklarının geri verilmesi çalış­
gibi çeşitli devlet işletmelerinin kurulmasına masına adadı. Bir dönem , D em okrat P arti’
öncülük etti. nin devamı niteliğinde kurulmuş olan Adalet
1937 Ekim ’inde başbakanlıktan istifa eden Partisi’ni destekleyen Celal Bayar bu partiyle
İsmet İnönü’nün yerine A tatürk tarafından olan anlaşmazlığı sonucunda D em okratik
başbakanlığa getirilen Celal Bayar, A ta­ Parti’nin yanında yer aldı. Ne var ki D em ok­
türk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanı ratik Parti’nin ülkenin siyasal yaşamında
olan İsmet İnönü tarafından hükümeti kur­ önemli bir etkisi olmayınca yeniden A dalet
makla görevlendirildi. Ocak 1939’da bu göre­ Partisi’ni destekledi.
vinden ayrıldı. Öm rünün son yıllarını Türkiye’deki sağ
Bayar, II. Dünya Savaşı yıllarını yönetimde partilerin bir simgesi ve başvurulan, danışı­
önemli bir görev almadan, milletvekili olarak lan, deneyimli siyaset adamı olarak geçirdi.
geçirdi. İsmet İnönü’nün 1945 başlarında çok 22 Ağustos 1986’da 103 yaşındayken İstan­
partili bir sisteme geçileceğini açıklaması üze­ bul’da öldü ve doğduğu köy olan U m urbey’de
rine Celal Bayar, daha sonra D em okrat Parti’ gömüldü. Yaşamını Ben de Yazdım (8 cilt,
nin kurucuları olacak Adnan M enderes, Fuat 1965-72) adlı kitabında anlatmıştır.
Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte Cum­
huriyet Halk Partisi içinde bir muhalefet BAYBURTLU ZİHNİ (1795-1859), hem Di­
hareketi başlattı. Ardından 7 Ocak 1946’da van hem de halk şiiri türündeki yapıtlarıyla
84 BAYEZİOI

tanınmış 19. yüzyıl şairlerindendir. Asıl adı tadır. Bayburt’un ileri gelen ailelerinden biri­
M ehmed Emin olan Zihni ilköğrenimini doğ­ nin oğlu olan Abdullah Bey adlı bir gencin
duğu B ayburt’ta tam am ladıktan sonra Erzu­ acılarla dolu 18 yıllık serüvenini konu edinen
rum ve Trabzon medreselerinde okudu. 20 bu yapıtta, Zihni çağma göre ilginç bir çalış­
yaşlarında İstanbul’a giden Zihni 10 yıl kadar ma ortaya koymuştur.
çeşitli yerlerde kâtiplik yaptı. Yaşamının bu Zihni’nin yaşamı ve sanatı 1928’de Ziyaed-
evresinde Divan şiiri türünde yazdığı şiirler ve din Fahri Fındıkoğlu ve 1988’de Saim Sakaoğ-
kasidelerle tanındı. Daha sonra döndüğü lu tarafından hazırlanan Bayburtlu Zihni adlı
Bayburt’u 1828’de Ruslar’ın işgal etmesi üze­ iki ayrı kitapta ele alınmıştır.
rine terk eden Bayburtlu Zihni, memleketine
ancak işgal kalktıktan sonra döndü. 1834’te BAYEZİD I bak. Y ild irim B a y h z îd .
gittiği Hac dönüşünde Mısır’a uğradı. Daha
sonra Akdağm adeni’nde çalışan Bayburtlu BAYEZİD II (1447/14487-1512). II. Bayezid
Zihni kısa bir süre memurluk yaptığı Erzu­ Fatih Sultan M ehm ed’in oğlu ve sekizinci
rum ’dan, Tanzim at’ın ilanını izleyen günlerde Osmanlı padişahıdır. Edirne sarayında baba­
ayrılarak İstanbul’a gitti. D onanm a kom utan­ sının gözetiminde iyi bir eğitim gören II.
larından Reşid Paşa’nın Divan Kâtipliği göre­ Bayezid öğrenimini küçük yaşta sancak beyli­
vini üstlenerek katıldığı Akkâ Savaşı’nda ği yaptığı Am asya’da sürdürdü. Gençlik yılla­
çekilen sıkıntı ve acıları yakından gördü. rı Am asya’daki sarayında, çevresine topladığı
1848’den sonra A nadolu’nun çeşitli yerlerin­ bilim ve sanat adamları arasında geçti. Bu
de m em urluklarda bulundu. B ayburt’a gider­ ortam II. Bayezid’e babası Fatih’in savaşçı,
ken Trabzon yakınlarındaki Olasa (bugün atak kişiliğinin tersine barışçı, şiiri, sanatı,
Bahçeyaka) köyünde öldü. seven bir kişilik kazandırdı.
Hem hece, hem de aruz vezniyle şiirler Otlukbeli Savaşı’nda Bayezid’e ordunun
yazan Bayburtlu Zihni, gördüğü medrese sağ kol komutanlığını veren Fatih savaştaki
eğitiminin etkisiyle Divan şairi olmaya özen- yetersizliğinden ötürü oğlundan pek hoşnut
diyse de bu alanda pek başarılı olamadı. değildi. Bu olay üzerine kendinden sonra
Aruzla yazdığı şiirler ölümünden sonra oğlu tahta geçmesi için küçük oğlu Cem'i düşün­
tarafından Divan-ı Zihni (1876) adıyla yayım­ meye başlamıştı. Ama Fatih’in 1481 ’de birden
landı. Am a asıl ününü hece ile yazdığı koşma ölümü üzerine yeniçerilerin ve bazı devlet
ve destanlarla elde etti. Özellikle, 1828 Os- adamlarının desteğiyle II. Bayezid 20 Mayıs
manlı-Rus Savaşı sırasında B ayburt’un gördü­ 1481’de tahta geçti. Oysa Cem padişahlığın
ğü zararları duygusal bir dille anlattığı koşma kendi hakkı olduğunu düşünüyordu. A ğa­
biçimindeki ağıtı ile büyük ün kazandı. “V ar­ beyine karşı çıkarak tahta geçebilmek için
dım ki yurdundan ay ağ göçürmüş/Yavru git­ mücadeleye başladı. Topladığı kuvvetlerle
miş ıssız kalmış otağı” dizeleriyle başlayan bu B ursa’ya gelen Cem, II. Bayezid’den ülkenin
şiir sonradan iki ayrı kişi tarafından bestelen- ikisi arasında paylaştırılmasını ve A nado­
miştir. Akkâ Savaşı’m konu aldığı “Akkâ lu’nun kendisine bırakılmasını istedi. II.
Destanı” , Bayburt’un yerli halkından ilginç Bayezid’in bu öneriyi reddetmesi üzerine çı­
kişileri yergi yoluyla anlatan “Otlakçı D esta­ kan savaşı yitiren Cem, Memlûk sultanına sı­
nı” , “Eşek D estanı” ve “Ocak D estanı” bili­ ğındı.
nen dokuz destanı içinde en tanınmış olanlar­ II. Bayezid’in 31 yıl süren padişahlığının ilk
dır. Bayburtlu Zihni’nin, başından geçen çeşitli yılları Cem Sultan ile mücadele içinde geçti.
serüvenleri anlattığı şiirler, yergi ve destanları Kardeşinin padişahlık tutkusunu yenebilmek,
içeren “Sergüzeştnâm e” adlı bir yapıtı vardır. kardeşine engel olabilmek için her çareye
Şairin yaşamıyla ilgili bilgiler vermesi ve başvurdu. M emlûklar'dan sonra Rodos Şö­
sanatının değişik yönlerini göstermesi bakı­ valyelerine ve papaya sığınan Cem Sultan’ın
mından önemli olan bu yapıt basılmamıştır. ölümüne kadar II. Bayezid Hıristiyan dünya­
Zihni’nin “Hikâye-i G aribe” adlı düzyazı sına karşı dikkatli bir siyaset izledi. Gene de
ağırlıklı, basılmamış bir yapıtı daha bulunmak­ bu yıllarda batıya doğru birtakım seferler
BAYEZİD II 85

sonuçlar alınamaması II. Bayezid’in ordu


içindeki saygınlığını azalttı.
Batıya karşı benimsediği saldırgan olmama
siyasetini sürdüren II. Bayezid savaşa yol
açmaktan kaçınıyordu. Cem Sultan nedeniyle
Rodos Şövalyeleri’ne ve papaya istedikleri
paraları ödedi. 1492-95 yılları arasında M aca­
ristan, Lehistan, Hırvatistan üzerine akınlar
düzenlediyse de ihtiyatlı tutum unu Cem Sul-
tan ’ın ölümüne kadar sürdürdü. Cem Sultan
1495’te ölünce (bazı kaynaklara göre zehirle­
nerek öldürülünce) II. Bayezid A vrupa’ya
karşı daha atak bir siyaset izlemeye başladı.
V enedik’in Yakındoğu ve Balkanlar’daki
egemenliğine son vermek amacıyla 1498’de,
M ora’da karışıklıklar çıkaran Venedikliler’e
savaş ilan edildi. Donanm a E ge’ye açılırken
padişah da kara ordusunun başında Venedik
seferine katıldı. 1499’da İnebahtı, ertesi yıl
M odon, Koron ve Navarin, 1501’de ise Adri-
ya Denizi kıyısındaki Dıraç ele geçirildi. Aynı
yıl Midilli A dası’m kuşatan Haçlı donanması
püskürtüldü. Venedik’in isteği üzerine
1503’te barış yapıldı. Venedik her yıl 10 bin
duka altını ödeyecek, alman yerler Osmanlı-
Hayati Tezel Koleksiyonu
lar’da kalacak, Venedik İstanbul’da üç yılda
Bilim ve sanata değer veren bir padişah olan II. bir değişen bir elçi bulundurabilecekti. Bu
Bayezid'in bu resmi Topkapı Sarayı Müzesi'ndedir. önemli seferin sonucunda M ora tümüyle Os-
manlı egemenliğine girdi.
düzenlemekten geri kalmadı. 1483’te Balkan- II. Bayezid M acaristan ve Venedik’e karşı
lar’a yapılan seferler sonunda H ersek, Os­ savaşırken doğuda Safeviler güçlenmekteydi
manlI topraklarına katıldı. 1484’te Tuna ve (bak. S a f e v î l e r ) . Moğollar ve Akkoyunlu-
Dinyester ırmaklarının Karadeniz’e dökül­ lar’a karşı başarılar kazanan Safevi Hüküm da­
dükleri yerlerdeki Kili ve A kkerm an kaleleri rı Şah İsmail Osmanlı topraklarında Şiilik’in
alındı. Böylece K aradeniz’in batı kıyısı Os- yayılmasına çalışıyordu. A nadolu’daki Türk-
m anlılar’ın denetimine girmiş oldu ve Kırım m enler’in arasına soktuğu adamlarıyla onları
Hanlığı’yla karadan bağlantı yolu açıldı. Boğ- isyana kışkırtıyordu. II. Bayezid’in Şiilik’in
dan Prensliği Osmanlı Devleti’ne bağlandı. yayılması karşısında aldığı önlemler yetersiz
II. Bayezid döneminin önemli olaylarından kalmaktaydı. Ayrıca oğulları arasında başla­
biri M em lûklar’la altı yıl süren ve bir sonuç yan taht kavgalarının yol açtığı karmaşa ayak­
alınamayan savaşlardır. H er iki devlet de lanma için uygun bir ortam yaratmaktaydı.
aralarında sahipsiz kalan sınır boylarına ege­ Sonunda 1511’de Şahkulu Baba Tekeli önder­
men olmaya ve bölgedeki küçük beylikleri liğinde Teke yöresindeki Türkm en aşiretleri
egemenlikleri altına almaya çalışıyorlardı. Osm anlılar’a karşı ayaklandı. Kütahya’yı ele
Ama asıl amaç Çin ve Hindistan üzerinden geçiren ayaklanmacılar üzerlerine gönderilen
gelen ticaret yollarının denetimini ele geçir­ Osmanlı kuvvetlerini birkaç kez bozguna
mekti (bak. B a h a r a t Y o lu -, İp e k Y o l u ) . uğrattılar. B ursa’ya doğru yöneldiklerinde
1485’ten beri sürüp giden savaşlar Tunus sadrazam Hadım Ali Paşa komutasındaki
sultanının aracılığıyla 1491’de son buldu. Bu Osmanlı ordusuna yenik düştüler. Şahkulu
savaşlara padişahın katılmaması ve başarılı öldürüldü ve ayaklanma bastırıldı.
86 BAYEZİD CAMİSİ

Aşırı dindar ve yumuşak huylu bir padişah Caminin önünde, üç kapıyla dışarıya açılan
olan II. Bayezid bu sırada devlet yönetimini kare biçimli ve revaklı (sundurmalı) bir avlu
vezirlere bırakıp E dirne’deki sarayına çekil­ bulunur. Avluda yeşil, pem be, kırmızı ve gri
mişti. Zam anının çoğunu okum ak ve ibadet renkli granitten yontulmuş 22 sütun vardır.
etm ekle geçiriyordu. Şahkulu Baba Tekeli Avluyu çevreleyen revağın üzerini 24 kubbe
A yaklanm asfnm yarattığı karmaşa içinde II. örtm ektedir. Tabanı m erm erle döşeli avlunun
Bayezid’in üç oğlu arasındaki taht kavgası hız ortasında, renkli sekiz sütunla çevrelenmiş,
kazandı. II. Bayezid yeniçerilerin ve bazı dev­ aptes almak için kullanılan suyun aktığı
let adamlarının baskısıyla 25 Nisan 1512’de muslukları ve ortasında fıskiyesiyle bir şadır­
tahtı oğlu Selim’e (Yavuz Sultan Selim) bırak­ van bulunur. Avluda, 20. yüzyılın başlarına
mak zorunda kaldı. Böylece Osmanlı tarihine kadar Ram azan aylarında, her çeşit malın
tahttan indirilen ilk padişah olarak geçen II. satıldığı esnaf sergileri kurulurdu.
Bayezid, 26 Mayıs 1512’de doğum yeri Dime- A na yapıya giriş kapısının (taç kapı) üzerin­
toka’ya giderken yolda hastalanarak öldü. İs­ deki yarım kubbede caminin yapılış tarihi
tanbul’da Bayezid Camisi’nin bahçesindeki yazılıdır.
türbede gömülüdür. Caminin ana yapısı kare planlıdır. Orta
Veli ya da Sofu lakabıyla anılan II. Bayezid kubbe, adına filayağı denen dört büyük sütun
A rapça, Farsça ve Uygurca bilirdi. Bilim ve üzerine oturtulm uştur. Ayrıca ön ve arkada
sanat adamlarına değer verirdi. Osmanlı hat iki yarım, yanlarda da bir sıra dörder küçük
(yazı) sanatının büyük ustalarından biri olan kubbeyle tavan boşluğu genişletilmiştir. Ca­
H attat Şeyh H am dullah’ın yetişmesini sağla­ minin “şahın’' denilen merkez bölümünün iki
mış, koruyuculuğunu yapmıştır. Bayezid’in, yanında, buraya kemerlerle bağlı yan bölüm-
Adli takm a adıyla yazdığı şiirlerinin toplandı­ D İATEK
ğı divan 1890’da basılmıştır.
Şehzadeliği ve padişahlığı dönemlerinde
bilim kumrularının çoğalmasına önem vermiş,
acemi oğlanlar için G alata Sarayı M ektebi'
ni kurmuştu. Yeniçeri Ocağı’nı genişleterek
Ağa Bölükleri’ni örgütlü bir durum a getirdi.
Zam anında tersane genişletilerek kalyon ya­
pımına başlandı ve güçlü bir donanm a oluştu­
ruldu.
Osmanlı mimarlığı II. Bayezid zamanında
gelişme gösterdi. Özellikle İstanbul’da yeni
yapılar yaptırıldı ve kentin bayındırlığına
önem verildi. Kentin su gereksinimini karşıla­
mak için bentler yaptırıldı. Bayezid, bugün
İstanbul’da kendi adını taşıyan Beyazıt (B a­
yezid) semtindeki, Bayezid Külliyesi olarak
bilinen cami, im aret, hamam ve çarşıdan baş­
1501-06 yılları arasında yapılan Bayezid Camisi
ka, Edirne ve Am asya’da da külliye yaptır­ Osmanlı klasik dönem m im arlığının ilk
mıştır. örneklerinden biridir.

BAYEZİD CAMİSİ, İstanbul’da, Beyazıt (Ba­ ler yer alır. Adına mihrap denen ve imamın
yezid) M eydaninda Padişah II. Bayezid’in önünde durarak topluluğa namaz kıldırdığı
1501-06 yılları arasında yaptırdığı camidir. girintinin üzeri yarım kubbe ile örtülmüştür.
Osmanlı klasik dönem mimarlığının ilk ö r­ Mihrabın sağında ise padişahlara ayrılmış,
neklerinden biri olan Bayezid Camisi’nin çevresi parmaklıklı ve kafesli yüksekçe bir yer
mimarlığını Yakup Şah’ın yaptığı sanılmak­ olan hünkâr mahfili bulunmaktadır.
tadır. Caminin birer şerefeli iki minaresi vardır.
BAYKUŞ 87

Renkli taşlarla ve yazılarla bezeli olan mina­


relerin güneyde olanı özgün bezemelerini
korumakla birlikte, kuzeyde olanı fazla ona­
rım gördüğü için eski durum unu koruyama-
mıştır.
Bayezid Camisi, en sonuncusu 1958’de ol­
mak üzere, çeşitli tarihlerde genel onarım
görmüştür. Caminin çevresinde, onunla bir­
likte yapılan ve bir bütün oluşturan m edrese,
sıbyan mektebi (ilkokul) ve kervansaray bina­
ları bugün değişik amaçlarla kullanılm akta­
dır. Bu yapıların bir bölümünde Beyazıt
Devlet Kütüphanesi, bir bölümünde de H ak­
kı Tarık Us Kütüphanesi bulunmaktadır.

BAYKUŞ. Dünyanın hemen her yanma dağıl­


mış olan baykuşların değişik büyüklüklerde
136 türü vardır. Bu türlerin en küçüğü 15 cm
uzunluğundaki cin baykuşu, en büyüğü ise 75 Puhu ya da puhukuşu, yavru bir geyiği öldürüp
cm uzunluğundaki puhudur. Bu yırtıcı gece taşıyabilecek kadar güçlüdür.
kuşları alacakaranlıkta ortaya çıktığından,
ancak belli belirsiz bir karaltı olarak seçilebi­ Baykuşların çoğu düzenli bir yuva kurmaz;
lir. G ene de tıknaz gövdeleri, kancalı gagaları kuluçkaya yatma davranışları da öbür kuşla-
ve yuvarlak kafalarıyla kolayca tanınan kuş­ rınkinden farklıdır. Öbür kuşlar genellikle
lardır. Çevresinde tüylerden birer halka bulu­ bütün yumurtalarını yum urtladıktan sonra
nan ve gözbebekleri fazla hareketli olmadığı kuluçkaya yattıkları halde, baykuşlar tek bir
için dimdik ileriye bakan çok iri, yuvarlak yum urta yumurtlayıp üzerinde bir-iki gün
gözleri bu kuşlara bilge bir görünüm kazandı­ kuluçkaya yatar ve ancak ondan sonra ikinci
rır. Bu yüzden Eski Yunanlılar baykuşu yumurtayı yum urtlarlar. Bu yüzden yuva­
bilgelik tanrıçası A thena’ya adanmış kutsal daki en yaşlı yavru birkaç günlükken en
bir kuş sayarlardı. genci yum urtadan yeni çıkmış olabilir. Bü­
Baykuşlar başka hayvanları ustaca avlayan tün baykuşların yum urtaları yuvarlak ve
ve parçalam adan yutan yırtıcı kuşlardır. Ama beyazdır.
atm aca, kartal, akbaba gibi gündüz yırtıcıları­ Baykuşların görme duyuları çok keskindir.
nın tersine hem geceleri avlanır (gece yırtıcı­ Zayıf ışıkta bile çok iyi görür ve nesneleri
ları), hem de avlarını gözleriyle değil işitme üçboyutlu olarak algılarlar. Üstelik, sanıldığı­
duyularıyla bulurlar. Üstelik kanatlarındaki nın tersine gözleri kuvvetli ışıkta körleşmez.
telekler kadife gibi yumuşacık tüylerle kaplı Gözlerinin çok hareketli olmamasına karşılık
olduğundan, gündüz yırtıcıları gibi gürültülü boyunları çok esnektir; başlarını 270 derece
kanat sesleri çıkarmadan avlarına sessizce sağa-sola çevirebilir ve 180 derece geriye
yaklaşabilirler. yatırabilirler.
Baykuşların besin kaynakları yaşadıkları Baykuşların işitme duyusu da son derece
bölgeye göre değişirse de, başlıca yiyecekleri gelişmiştir. Türlerin çoğunda yüzü bir peçe
fare, kem e, sıçan, tavşan, böcek ve küçük gibi çevreleyen tüyler büyük olasılıkla sesleri
kuşlardır. Balık baykuşları ise daha çok, ta ­ toplayarak gözlerin iki yanında yer alan kulak
banları tırtıllı olan pençeleriyle yakaladıkları deliklerine doğru yansıtır. Ayrıca baykuşların
balıkları yerler. Baykuşların hemen hepsi çoğunda, örneğin orman baykuşunda kulakla­
avlarını bütün olarak yutar ve kemik, kıl gibi rın yapısı hayvanın, seslerin hangi yönden ve
sindirilemeyen bölümleri yemekten bir süre ne kadar uzaktaki bir kaynaktan geldiğini
sonra küçük topaklar halinde kusarlar. saptayabilmesine olanak verir.
88 BAYKUŞ

bir türdür. Ağaçlıklı açık alanlarda, yerleşim


bölgelerinin yakınında ve bahçelerde yaşar.
Tüyleri değişik tonlarda kahverengi ve boz
desenlidir.
En yaygın baykuş türlerinden biri olan kır
baykuşu (Asio flam m eus) adından da anlaşıla­
cağı gibi açıklık kırları sever; gündüzleri de
görülebilir. Kulak püskülleri küçük ve belir­
sizdir. Uzunluğu yaklaşık 40 cm, tüyleri sırtın­
da kahverengi üzerine beyaz benekli, alt
bölümleri soluk renktedir.
Kukumav (Athene noctua) 20-22 cm uzun­
luğunda, kulak püskülleri olmayan bir baykuş
Frank Lane Picture Agency
türüdür. Yuvasını duvar ve ağaç kovuklarında
Kanatları yum uşacık tüylerle kaplı olan baykuşlar yapar, ama genellikle açıkta tüner ve bir
sessizce uçarak avına ürkütmeden yaklaşabilir. gündüz yırtıcısı gibi gün boyu dolaşıp avlanır­
Yukarıdaki fotoğrafta, bir ak ayaklı fareyi kapmak ken görülebilir.
üzere olan bir baykuş görülüyor.
Yaklaşık 30 cm uzunluğunda olan orman
baykuşu (Asio otus) uzun kulak püskülleriyle
Baykuşlar gece hayvanı oldukları için ge­ tanınır. Gövdesinin üst bölümleri kahveren­
nellikle gece avlanırlar. Am a Kuzey ve G ü­ gimsi, benekli ve yol yol çizgilidir. Karnında
ney A m erika’nın otlaklarında yaşayan kazıcı ise beyaz üzerine koyu renk çizgiler vardır.
baykuş, kuzey yarıkürede yaşayan kır bayku­ Peçeli baykuşun ( Tyto alba) kulak püskül­
şu ve balık baykuşları gündüz de avlanır. leri yoktur ama peçe tüyleri çok belirgindir.
Baykuşların genellikle çok uzaktan işitilebi- Tüylerinin rengi beyazdan boza, açık sarıdan
len yinelemeli bir ötüşü vardır. Örneğin kahverengimsi turuncuya kadar değişir. Peçe
puhu, derinden gelen boğuk bir “huu-huu” ve karın tüyleri genellikle daha açık renkte­
sesiyle öter. Ö bür türler de ya gıcırtılı sesler dir. Gözleri öbür baykuşlarınkinden daha
çıkarır, ya acı çığlıklar atarlar. Kemiricilerin
toprakta açtığı oyuklarda yaşayan oyuk bay­ Frank Lane Picture Agency

kuşu, yuvası tehlikeye girdiğinde çıngırıklı


yılanınkine benzer bir sesle öter. Çıngıraklı
yılan da kemirici yuvalarında yaşayan bir
yuva asalağı olduğu için bu ses baykuşun
düşmanını ürkütüp kaçırır.
T ürkiye’de, alaca baykuş, balık baykuşu,
ishakkuşu, kır baykuşu, kukumav, orman
baykuşu, peçeli baykuş ve puhu adıyla anılan
sekiz baykuş türü yaşar. Yalnız, bir süre
öncesine kadar Seyhan ve Ceyhan ırm akları­
nın çevresindeki ağaçlık alanlarda üreyen
balık baykuşunun (Ketupa zeylonensis) soyu­
nun tükendiği sanılmaktadır.
Özellikle yapraklı ve kanşık orm anlarda
yaşayan alaca baykuş (Strix aluco) yaklaşık 38
cm uzunluğundadır. Peçeli olan, ama kulak
Km " " " , J' " ,
püskülleri bulunmayan bu türün gövde tüyleri
enine ve boyuna çizgilerle alacalanmıştır.
Amerika kıtasında bulunan oyuk baykuşu, çayır
İshakkuşu (Otus scops), oldukça uzun ku­ m arm otu ya da çinçilya gibi hayvanların kazdığı
lak püskülleri olan, 19 cm uzunluğunda küçük oyuklarda yaşar.
BAYRAK 89

küçük ve koyu renkli olan bu kuş ağaç Ulusal Bayraklar


kovuklarına, yapılara, kulelere ve atm aca, Ulusal bayraklar arasında üç renkli bayrak,
şahin gibi yırtıcı kuşların bıraktığı yuvalara bir dönem başarılı bir devrimin işareti sayıl­
yerleşir. Peçeli baykuşların, Türkiye’de yaşa­ mıştır. İlk olarak İspanya Kralı II. Felipe’nin
yan bu türden başka Eskidünya’da dağılmış egemenliğine başkaldıran HollandalIlar, 16.
birkaç türü daha vardır. yüzyılda bayraklarında turuncu, beyaz ve
70 cm uzunluğunda, en iri baykuş türü olan mavi renkleri kullandılar; sonradan bayrakla­
puhunun (Bubo bubo) en belirgin özellikleri rındaki turuncu renk yerini kırmızıya bıraktı.
uzun kulak püskülleri ve turuncu renkli koca­ Fransa, devriminden sonra cumhuriyet olun­
man gözleridir. Erkeğinden biraz daha iri ca, aynı renkleri dikey olarak kullandı. Bu
olan dişi puhunun kanat açıklığı 2 metreyi modeli değişik renklerle ve bazen de ayırt
bulur. Kaya yarıklarında ve ağaç kovukların­ edici bir armayla, birçok ülke kullanm akta­
da yuvalanıp üreyen puhu, alacakaranlıkta dır. SSCB’nin bayrağında ise Ekim Devri-
dallara tüneyerek av arar. İngiltere, A m eri­ m i’nin simgesi olan orak-çekiç ve bir yıldız
ka, Afrika ve Güneydoğu Asya’da puhuyla bulunur. Birleşmiş M illetler örgütünün bayra­
aynı cinsten birkaç baykuş türü daha yaşar. ğında, açık mavi zemin üzerinde, Kuzey Kut-
bu’nu m erkez alan bir dünya haritası ve iki
BAYRAK. Binlerce yıldan beri kullanılması­ yanında barışı simgeleyen beyaz zeytin dalları
na karşın, bayrağı ilk olarak kimin bulduğu vardır.
bilinmemektedir. Önceleri putları süslemek
için kullanılan şeritler, sonradan bayrak biçi­ İşaret Bayrakları
minde bu putların yerini almış olabilir. Bay­ Bugün telsiz kullanma olanağı bulunmasına
raklar geçmişte özellikle kralların ve yönetici­ karşın işaret bayrakları hâlâ geçerlidir ve
lerin güç simgesi olarak kullanıldı; bugünse Uluslararası İşaretler Kodu tüm dünyada
saygı duyulan ve belirli kurallara göre gönde­ yürürlüktedir. “Mavi Peter” , bir geminin
re çekilen ulusal simgelerdir. sefere çıkmak üzere olduğunu gösterir. Yarısı
Savaşın tozu ve kargaşası içinde komutanın kırmızı, yarısı beyaz bayrak gemide kılavuz
bayrağı, öncülük etm ek için görev başında bulunduğuna işarettir.
olduğunu göstererek askeri yüreklendirirdi. Ulusal şenliklerde, yat ve tekne yarışların­
Bayrak yere düşer ya da düşmanın eline da işaret bayrakları tekneleri süslemek için
geçerse, kom utanın tutsak alındığı ya da kullanılır (bak. TRAFİK).
öldürülmüş olduğu korkusuyla asker savaş­
maktan vazgeçerdi. Bayrak Çekilmesi İle İlgili Kurallar
Askerler Roma birliklerinin arması olan Bayrak göndere hızla çekilir ama ağır ağır
kartal simgesini düşmana kaptırm am ak için indirilir. Yas sırasında yarıya indirilmesi du­
ölümü göze alırlardı. I. Napolyon da alay rum unda ise önce yukarı kadar çekilir, daha
sancaklarında kartal simgesi kullanarak, sonra yavaş yavaş indirilir. Bir ulusal bayrak,
R om alıları örnek aldı. Bugün aralarında hiçbir zaman başka bir ulusal bayraktan daha
A B D ’nin de bulunduğu birçok ülkenin ulusal yükseğe çekilmez. İki bayrak yan yana, aynı
simgesi kartaldır. yükseklikte olmalıdır.
Ortaçağ boyunca çeşitli bayraklar kullanıl­ Baş aşağı çekilmiş bir bayrak, felaket işare­
dı: Yatay bir direkten aşağıya doğru asılanlar, tidir. Bir savaşta bayrak indirmek teslim
uzun, giderek incelenler ve uzun flamalar. olmayı gösterir. Bayraklar genellikle sabahla­
Sancak kare biçimli ya da köşeli olurdu ve rı çekilir, gün batarken indirilir. Yalnızca
sahibinin rütbesini gösterirdi. Şövalyelerin özel nedenlerle gece gündüz direkte kalır.
mızraklarının ucuna taktıkları flamalar çatal Yabancı bir limanı ziyaret eden bir gemi,
kuyruklu olurdu. Kral şövalyenin savaştaki saygı belirtisi olarak o ülkenin bayrağını
yiğitliğini ödüllendirm ek için, çatal uçları çekebilir. Bu durum da ev sahibi ülkenin
keserek flamayı bayrağa dönüştürür; şövalye­ bayrağı pruva direğine, geminin kendi bayra­
yi de baron yapardı. ğı ise kıç bölümüne çekilir. O rtadaki ana
90 BAYRAK

direğe ise, özel bir şirkete ait olması duru­


m unda bu şirketin bayrağı çekilir.
Ulusal bayrak bazen cenaze törenlerinde
tabutu örtm ek için de kullanılır. Bu durum da
bile toprağa değmesine izin verilmez. Savaş­
ta ölenlerin tabutu bayrağa sarılır.
Beyaz bayrak teslim olma ya da ateşkes
işaretiyken, kırmızı bayrak çoğunlukla tehlike
işareti olarak kabul edilir.

Türkler'de Bayrak
Bayrağın T ürkler’de de çok eski bir geçmişi
vardır. 11. yüzyılda Kâşgarlı M ahmud tarafın­ Türk Bayrağı’nın ölçüleri.
dan yazılan Divanü Lügati't-Türk adlı sözlük­ G. Genişlik, A. Dış ay merkezinin uçkurluğa mesafesi
te bu sözcüğe “bayrak” yanında “batrak” diye ( 1/2 G), B. Ayın dış dairesinin çapı (1/2 G), C. Ayın iç,
dış merkezleri arası (0,0625 G), D. Ayın iç dairesinin
de yer verilmiştir. T ürkler’in O rta A sya’da çapı (0,4 G ), E. Yıldız dairesinin ayın iç dairesine
boylar ve boy birlikleri halinde yaşadıkları mesafesi ( 1/3 G), F. Yıldız dairesinin çapı ( 1/4 G),
dönemde beylerinin ve hüküm darlarının bay­ U. Bayrağın boyu (1 1/2 G), M. Uçkur genişliği ( 1/30 G).
rakları bulunuyordu.
Kesinlik taşımamakla birlikte Oğuzlar’ın
kırmızı, Karahanlılar’ın “al” denilen turuncu ülkenin bayrağında yer almaya başladı. Os-
ipekten bayraklan olduğu; Büyük Hun İmpa- manlı Devleti’nin kuruluş yıllarından I. Süley­
ratorluğu’nun bayrağında turuncu zemin üze­ m an’a (Kanuni) kadar hükümdarlık bayrağı
rinde bir ejderha; Avrupa H unlarinın bayra­ beyazdı. Donanm ada kırmızı zemin üzerine
ğında ise bir kartal resmi bulunduğu ileri sü­ iki ya da üç hilal bulunan bayraklar; orduda
rülm ektedir. G öktürkler’in bayrağında bir ise beyaz bayrak kullanılıyordu. O rduda ayrı­
kartal resmi ya da mavi zemin üzerinde kurt ca sarı, alaca, kırmızı, yeşil ve siyah bayraklar
başı; A varlar’ınkinde yeşil zemin üzerin­ da kullanılmıştır. II. M ahm ud’un gerçekleş­
de geriye doğru ok atan bir süvari motifi tirdiği birçok yenilik arasında Osmanlı Devle­
bulunmaktaydı. Hazar Türkleri’nin mavi ze­ ti’nin simgesi olan bayrağın belirlenmesi de
minli bayrağı üzerinde de bir kılıç ile beş yer alıyordu. Kırmızı zemin üzerine bir hilal
küçük yıldız yer alıyordu. Bayrağa “badruk” ve sekiz köşeli bir yıldızı olan bu bayrak Ab-
diyen Uygur T ürkleri’nde haki zeminli bayrak dülmecid dönemine kadar kullanılmış, bu dö­
kullanılıyor, bazılarında ise iki insan başı nemde yıldızdaki köşe sayısı beşe indirilmiştir.
bulunuyordu. İlk Müslüman Türk devletlerin­ 1922’de saltanat, 1924’te de halifelik kaldı­
den K arahanlılar’ın bayrağı al renkliydi ve rılınca bu kurum lan simgeleyen bayraklar da
üzerinde bir tuğ vardı. Gazneliler’inkinde geçerliliğini yitirmiş ve yalnızca Abdülmecid
yeşil bir zemin ve beyaz renkli bir kuş ve hilal dönem inden beri kullanılan resmi Türk bay­
resmi yer alıyordu. H arezm şahlar Devleti’nin rağı varlığını korum uştur. Bugünkü Türk
bayrağı ise düz siyahtı. bayrağı kesin biçimini 29 Mayıs 1936 tarihin­
T ürkler’de yalnız hüküm darlar değil vali, de çıkarılan bir yasayla almıştır. 22 Eylül
bey, kaptan ve ordu komutanı gibi önemli 1983’te çıkarılan yeni bir yasayla da kullanı­
görevliler de özel bayraklar taşırlardı. Büyük mına ilişkin yeni kurallar getirilmiştir.
Selçuklular, A bbasiler’in siyah renkli bayrağı­ Türk bayrağının yapılacağı kum aşlar, bo­
nı benimsemekle birlikte sultanlar ve büyük yutları, hangi kapalı yerlere konulabileceği ya
kum andanlar kırmızı bayrak da kullanırdı. da hangi kurumlarca nerelere çekilebileceği,
Türkler 13. yüzyıl ortalarında bayrakların­ bayrak çekilirken ya da indirilirken yapılacak
da hilal kullanmaya başladılar. Hilalin yanı törenler gibi konular 17 M art 1985 tarihinde
sıra, sayıları ve biçimleri değişmekle birlikte, çıkarılan Türk Bayrağı Tüzüğü ile ayrıca
yıldız da Türkler’in ve öteki birçok Müslüman belirlenmiştir.
BAYRAK

Birleşmiş Milletler

• •

Ülke Bayrakları

Afganistan

Alman Demokratik Cumhuriyeti Almanya Federal Cumhuriyeti Amerika Birleşik Devletleri

I Andorra* Angola Antigua ve Barbuda

Arjantin* Arnavutluk Avustralya

'Devlet bayrağı. Ulusal bayrakta arma yoktur.


92 BAYRAK

HBHHİİHBBhHBhEIİ
Avusturya* Bahamalar Bahreyn

Bangladeş

Barbados

Benin Bhutan

# ■

Birleşik Arap Emirlikleri Birmanya

Bolivya* Botsvana
BAYRAK 93

Brezilya Brunei

Cibuti Çad Çekoslovakya

Çin Halk Cumhuriyeti Danimarka

Dominik Cumhuriyeti* Dominika Ekvador*

*Devlet bayrağı. Ulusal bayrakta arma yoktur.


94 BAYRAK

Fildişi Kıyısı

4
Finlandiya*
I Fransa

Gabon Gambia

Gana
I I Gine

'Devlet bayrağı. Ulusal bayrakta arma yoktur.


BAYRAK 95

Gine-Bissau Grenada
l® l
Guatemala*

ma

Güney Afrika Guyana


96 BAYRAK

İsviçre İtalya
I

İzlanda Jamaika Japonya

Jfc
Kamerun Kampuçya

Kanada Katar

Kenya Kıbrıs Cumhuriyeti

Kiribati Kolombiya Komorolar


BAYRAK 97

/// %

Kongo Kore Cumhuriyeti

O
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti Kosta Rika* Kuveyt

O
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Küba

Laos
A
Lesotho Liberya

Libya Liechtenstein

M .

Lübnan Lüksemburg Macaristan

*
'Devlet bayrağı. Ulusal bayrakta arma yoktur.
98 BAYRAK

Madagaskar Malavi Maldivler

c* 1 1
Malezya Mali

Malta Mauritius
M Meksika

Mısır Moğolistan

Monako Moritanya Mozambik

Nauru Nepal
BAYRAK

Nijer Nijerya

Nikaragua* Norveç Orta Afrika Cumhuriyeti

e
Pakistan Panama

Papua Yeni Gine Paraguay


M Peru*

Polonya Portekiz

Cf

I Romanya
1 *
Ruanda
1
San Marino*
100 BAYRAK

Sao Tome ve Principe Senegal Seyşeller

Sri Lanka St. Christopher ve Nevis

A
St. Lucia
M
St. Vincent ve Grenadineler Sudan

Surinam Suriye
BAYRAK
102 BAYRAK

Ürdün Vanuatu

Vatikan Venezuela*

★ KB 3

Vietnam Yemen Arap Cumhuriyeti Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti

Yeni Zelanda Yugoslavya

Yunanistan Zaire

Zambia Zimbabve
BAYRAMLAR VE KUTSAL GÜNLER 103

BAYRAMLAR VE KUTSAL GÜNLER. riyetin ilan edildiği 29 Ekim gününde Cum hu­
Bayramlar önemli bir olayın kutlandığı, top­ riyet Bayramı, Başkomutanlık Meydan Sava-
lumsal bir sevincin yaşandığı özel gün ya da şı’nın kazanıldığı 30 A ğustos’ta ise Zafer Bay­
günlerdir. Eskiçağlardan beri, bir savaşın ka­ ramı kutlanır. A tatü rk ’ün 1919’da Samsun’a
zanılması, toplum yaşamında çok olumlu bir çıktığı gün olan 19 Mayıs’ta kutlanan A ta­
değişimin gerçekleşmesi gibi bütün toplumu türk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı ile ilk
etkileyen olaylar çeşitli eğlencelerle kutlan­ Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı 23
mıştır. Bu tür kutlamalar her yıldönümünde Nisan’da kutlanan Ulusal Egemenlik ve Ço­
yinelenerek gelenekselleşmiştir. cuk Bayramı Türkiye’nin öbür ulusal bayram ­
Eski toplum larda bayram lar daha çok, larıdır. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
mevsim değişimleri, bir ürünün toplanması, dünyadaki tek resmi çocuk bayramıdır. G ü­
bir savaşta kazanılan zafer gibi olayları kutla­ nümüzde pek çok ülkeden çağrılı çocuğun ka­
mak için düzenlenirdi. Örneğin, İslam dinini tılımıyla kutlanan bu bayramda çeşitli şenlik­
benimsemeden önce Türkler’in “İlkbahar ler düzenlenir. Dünya çocuklarının kaynaş­
Bayramı” , “Güz Bayramı” gibi bayramları ması, aralarında dostluk ve kardeşlik ilişkile­
vardı. H ititler’den ve Eski Yunanlılar’dan rinin kurulması, gelişmesi açısından bu bayra­
kalma bağbozumu şenlikleri de bir tür bay­ mın anlam ve önemi büyüktür.
ramdı. Günüm üzde bayram denince, dinsel
ve ulusal bayramlar akla gelir. Am a bunlar Dinsel Bayramlar
dışında, çeşitli meslek gruplarının da bayram ­ H er dinde, özel bir anlamı bulunduğu için
ları vardır. Pek çok ülkede 1 Mayıs, işçilerin kutlanan belirli bayram lar vardır. M üslüman­
dayanışma ve mücadelesini simgeleyen çeşitli ların Ramazan ve Kurban bayramları, Hıris­
gösterilerin düzenlendiği bir bayram günü tiyanların Noel ve Paskalya yortuları, Yahu-
olarak kabul edilmiştir. diler’in Hamursuz Bayramı dinsel bayram la­
rın belli başlılarıdır (bak. N o e l ; P a s k a l y a ) .
Ulusal Bayramlar Türkiye’de iki büyük dinsel bayram kutla­
Hem en her ulusun tarihinde bağımsızlık ilanı, nır: Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı.
büyük bir devrim, bir savaşın sona ermesi gibi Ramazan Bayramı, konuklara genellikle şe­
önemli günler vardır. Uluslar böyle önemli ker sunulduğu için “Şeker Bayramı” olarak
günleri bayramlarla kutlarlar. A B D ’de 4 da bilinir. Bu bayram, İslam dininin beş temel
Temmuz Bağımsızlık G ünü’dür. 1789'daki kuralından biri olan ve Ramazan ayı boyunca
Fransız Devrimi sırasında Bastille Hapisha­ süren bir aylık oruç bittiğinde başlar; üç gün
nesinin düştüğü gün olan 14 Temmuz Fran­ sürer. Ramazan Bayramı ve bu bayramla ilgili
sızların ulusal günüdür. Türkiye’de, cumhu- tüm ibadetler Hz. M uhammed tarafından hic­
DİATEK
retin ikinci yılında düzenlenmiştir.
Kurban B ayram inın kutlanması Müslüman
inancına göre, İbrahim Peygamber ve oğlu İs­
mail’le ilgili bir olaya dayanır. Bu inanışa göre
Allah, İbrahim Peygam ber’in kendisine bağlı­
lığını sınamak için, ondan oğlu İsmail’i kur­
ban etmesini ister. Bu isteğe uyan İbrahim
Peygamber kurban etm ek için oğlunu dağa
götürür. Tam keseceği anda, Allah bir koç
gönderir ve bunu kurban etmesini bildirir.
Kurban Bayramı her yıl hicri takvime göre
Zilhicce ayının 10. günü başlar ve dört gün
sürer. Maddi durumu elverişli kişiler bayra­
Atatürk'ün Samsun'a çıktığı gün otan 19 Mayıs
mın ilk üç gününde koyun, keçi, sığır, deve
(1919) her yıl Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor gibi hayvanları kurban ederler. Kurban etleri­
Bayramı olarak kutlanır. nin belirli bir bölümü yoksullara ve kom şula­
104 BAYRAM VELİ

III. Selim 'in bayram


kabulünü gösteren bu
tablo Topkapı Sarayı
Müzesi'ndedir.

1ujtitif**;
!<

Ara Güler Arşivi

ra dağıtılır. Bu bayram M üslüm anlar’ın K âbe’ BAZ. Kimyasal maddelerin iki önemli sınıfını
yi ziyaret ederek hacı oldukları günlere de oluşturan bazlar ile' asitler kimyasal açıdan
rastladığı için ayrı bir önem taşır. birbirinin “karşıtı”dır. Bazların asitlerle tep­
Dinsel bayram larda yoksullara yardım, bü­ kimeye girmesiyle, gene önemli bir bileşik sı­
yükleri, hastaları, kimsesizleri ziyaret ve kü­ nıfı olan tuzlar ve su oluşur. Bu bir nötrleşme
çüklere çeşitli arm ağanlar vermek gelenek ha­ (yansızlaşma) tepkimesidir; çünkü tepkime
line gelmiştir. Bayram sabahı kılınan bayram ürünü olan tuz artık ne asit, ne baz özelliği
namazından sonra yakınların kabirleri ziyaret taşıyan nötr ya da yansız bir bileşiktir (bak.
edilir. Bayram süresince pek çok yerde, “bay­ ASİT; T u z ) .
ram yeri” denilen ve çocukların ilgisini çe­ Bazlar genel olarak molekülünde bir hid­
ken eğlence yerleri kurulur. roksil grubu (O H ) ile en az bir metal atomu
bulunan bileşikler olarak tanımlanır; bu ne­
Kutsal Günler ve Geceler denle de kimyasal açıdan metal hidroksitleri
H er dinle ilgili kutsal günler vardır. Bunlar sayılır. Bunların çoğu suda çözünmeyen katı
genellikle bir din önderinin doğumunu, ölü­ bileşiklerdir. Oysa bazıları, örneğin metal
münü, bir eylemini ya da dinle ilgili önemli atomları içermeyen amonyağın ( N H 3 ) ve
bir olayı anma günleridir. Hıristiyanlık’taki sodyum, potasyum gibi alkali metallerin hidrok­
en önemli kutsal gün, Hz. İsa’nın doğumunun sitleri suda kolayca çözünür. Sanayi açısından
kutlandığı N oel’dir. M üslümanlık’ta da bu büyük önem taşıyan bu çözünür bazlara alkaliler
türden günler vardır. Bu günlerin gecesi iba­ denir. Alkali terimi, “kül” anlamındaki Arapça
detle geçirilir ve m inareler ışıklandırılır. Eski­ bir sözcükten türetilmiştir. Çünkü bu bileşikler
den ışıklandırmada kandil kullanıldığı için bu eskiden odun ve bitki küllerinden elde edilirdi.
günlere “kandil” adı verilmiştir. Bunlar, Be­ Gerçekten de alkalilerin küllü suyu andıran
rat, Regaip, Miraç ve Mevlid kandilleri ile kendine özgü, acımsı bir tadı vardır. Bu çözelti­
Kadir Gecesi’dir. ler deriye değdiğinde kaygan bir izlenim bırakır
ve baz belirteci olarak kullanılan kırmızı turnu­
BAYRAM VELİ (HACI) bak. H aci Ba y r a m sol kâğıdının rengini maviye dönüştürür (bak.
VELİ. T u r n u s o l ).
BAZALT 105

Kostik (yakıcı) alkali denen en kuvvetli da, ayrıca asitli toprakları nötrleştirm ek için
bazlar, büyük bir dikkatle ve sakınılarak kul­ tarım da yararlanılır. Yaygın ama yanlış bir
lanılması gereken çok tehlikeli m addelerdir. adlandırmayla kısaca amonyak olarak bilinen
İnsanın üzerine sıçradığında giysilerini parça­ amonyaklı su, evlerde en çok kullanılan te­
layan ve derisini ateş ya da kaynar su gibi mizlik m addelerinden biridir. Bütün yağ ve
yakan bu maddelerin kazayla yutulması da kirleri çözen bu bileşik özellikle banyo küveti,
yemek borusunun ve midenin delinmesiyle, lavabo ve cam temizleyicilerin bileşimine ka­
hatta ölümle sonuçlanan ağır yanıklara yol tılır. Gene kısaca karbonat ya da karbonat
açar. Sanayide çok önemli uygulamaları olan tozu olarak bilinen sodyum bikarbonat olduk­
bu bileşikler arasında en çok kullanılanları sod­ ça zayıf bir alkalidir. Kabartm a tozlarının ve
yum hidroksit (sudkostik), potasyum hid­ bazı köpüklü içeceklerin yapımında kullanılır;
roksit (potaskostik), kalsiyum hidroksit (sön­ midedeki fazla asidi giderdiği için mide yan­
müş kireç) ve amonyum hidroksittir (amon- malarına ve arı sokmasından ileri gelen ağrıla­
yaklı su). ra karşı etkilidir.
En önemli alkalilerden biri olan sudkostik Dünyanın birçok yerinde, özellikle A B D ’
beyaz renkli bir bileşiktir. Ya ince levha ve nin batısında alkali topraklar denen çok geniş
çubuklar halinde katı olarak ya da suda eriti­ alanlar vardır. Bu bölgelere çok az yağmur
lerek sıvı halde satışa sunulur. Sabun yapı­ yağdığı için, çözünebilen tuzlar yağmur suyu­
mında ve reyon denen yapay ipekli kumaşla­ na karışarak akıp gidemez ve alkaliler toprak­
rın üretiminde çok önemli bir hammadde olan ta birikir. Alkali oranı çok yüksek olan top­
sudkostik, ayrıca pamuk ipliklerine sağlamlık raklarda pek az bitki ve hayvanın yaşama şan­
ve parlaklık kazandırmak amacıyla pamuklu sı olduğundan, sonunda bu bölgeler çorak
dokuma sanayisinde de kullanılır. alanlara dönüşür.
Potaskostiğin sanayideki en önemli kulla­
nım alanı arapsabunu ve öbür temizlik m ad­ BAZALT, y e rk a b u ğ u n u n ç a tla k la rın d a n d ışa ­
delerinin üretimidir. Sönmüş kireçten inşaat rı ç ı k a n e r i m i ş l a v l a r ı n s o ğ u y u p k a t ı l a ş m a s ı y l a
sanayisinde sıva, çimento ve badana yapımın­ o l u ş a n v o l k a n i k b i r k a y a ç t ü r ü d ü r (bak. L a v ) .

ZEFA

Kuzey İrlanda'daki
Devler Yolu'nun
altı köşeli bazalt
sütunları lavların
yavaş yavaş
soğumasıyla
oluşm uştur.
106 BEBEK

Bazaltların rengi kurşuni ya da siyah, yo­ borçludur. Bebeğin yaşamı da babasının üret­
ğunluğu da öbür volkanik kayaçların çoğun­ tiği bir sperma hücresinin annesinin ürettiği
dan daha fazladır. Yeryüzünde çok yaygın bir yumurta hücresini döllemesiyle başlar.
olan volkanik kayaçlara, örneğin riyolite oran­ Döllenmiş yum urta, annenin karın boşluğun­
la silis içeriği daha düşük, demir ve magnez­ da yer alan özel bir organın duvarına tutuna­
yum oranı ise oldukça yüksektir. Yapısındaki rak yerleşir. Dölyatağı ya da rahim denen bu
başlıca mineraller feldispat, piroksen, olivin ve organ, doğum anma kadar bebeği barındıra­
demir oksitleridir. Bazalt kayaçlannın hemen cak olan korunaklı bir yuvadır. Döllenmiş yu­
hepsi kristalli yapıdadır; yalnız lavların hızla so­ m urta hücresi burada sürekli bölünerek hızla
ğumasıyla oluşan bazaltlar camsı bir görünüm çoğalır (bak. HÜCRE); böylece beyin, kalp, ba­
kazanır. (Ayrıca bak. Kayaç.) ğırsaklar, akciğerler, kol ve bacak gibi organ­
Okyanus sırtlarındaki ve okyanus tabanın­ lar gelişmeye başlar.
daki yanardağ patlamaları bazalt oluşumuna Döllenm eden sonraki ilk yedi hafta içinde
yol açar. Örneğin İzlanda Adası okyanus sır­ bebeğin tıp dilindeki adı embriyon'd u r. Geliş­
tındaki, Hawaii Adaları ise okyanus tabanın­ mesinin ilk aşamasında pirinç tanesinden da­
daki yanardağlardan püsküren lavların katı­ ha küçük olan embriyon tıpkı bir kurbağa
laşmasıyla oluşmuş bazaltlı adalardır. Ja­ yavrusunu andırır. Vücut hücreleri çoğalarak
ponya ve A B D ’de okyanus kıyısındaki yanar­ farklılaştıkça, bebek de giderek minicik bir
dağların lavları silisçe daha zengin olduğu insana benzemeye başlar. Yaklaşık 12 hafta
için, buralarda bileşimi granite benzeyen riyo­ sonra kollan, bacakları, elleri ve ayakları
lit gibi kayaçlar daha yaygındır (bak. YA­ oluşmuş, iskelet kemikleri gelişmiştir. 16. haf­
NARDAĞ). tada el ve ayak tırnaklarına kadar vücudunun
Erimiş lav akıntılarının çok geniş alanları bütün bölümleri biçimlenmiş, boyu 160 mili­
kaplamasıyla yeryüzünde sınırsız bazalt böl­ metreyi bulmuştur. Döllenm eden sonraki se­
geleri oluşmuştur. Örneğin A B D ’nin kuzey­ kizinci hafta ile doğum arasındaki dönemde
batısında, Hindistan ve Brezilya’da binlerce bebeğe dölüt ya da fetüs adı verilir.
kilometre genişliğinde bazalt platoları vardır. Dölyatağındaki bebek, vücudunu yumuşak
Çok akışkan olan bazalt lavları yavaş yavaş bir yatak gibi sarıp koruyan bir sıvının içinde
soğurken, katılaşan lav kütlesi büzülüp çatla­ yüzer. Ama kendi kendine ne beslenebilir, ne
yarak çok köşeli sütunlar oluşturur. Bazalt sü­ de soluk alabilir. Bu yüzden bebeğe gerekli
tunlarının en çarpıcı örnekleri, İskoçya açık­ olan besini ve oksijeni sağlamak için, gebelik
larındaki Staffa Adası’nda bulunan Fingal sırasında dölyatağının duvarında etene ya da
mağarasında ve Kuzey İrlanda’nın Antrim plasenta denen özel bir organ gelişir. Annenin
bölgesindeki Devler Yolu’ndadır. Ayrıca kanında erimiş durumda olan besin maddeleri
A B D ’de Hudson Irmağı boyundaki Palisa- ile oksijen eteneye geçer ve göbek kordonu
des’de ve California’nın Yosemite Ulusal Par­ denen ince bir bağ aracılığıyla bebeğin kanma
kı yakınlarındaki Şeytan K azıklarinda da bu aktarılır.
tür oluşumlar bulunur. Bebeğin dölyatağına yerleşmesinden başla­
yarak doğum una, yani annesinin vücudundan
BEBEK. Anne karnındaki gelişme dönem in­ ayrılıp dünyaya gelmesine kadar geçen süre
den başlayarak 12 ya da 18 aylık oluncaya ka­ ortalam a 40 haftadır. Am a, kabaca dokuz ay
dar insan yavrusuna genellikle “bebek” ya da 10 gün olarak hesaplanan bu süreyi tam am la­
“süt çocuğu” , bu dönemden sonra yalnızca yıp beklenen günde doğan bebeklerin oranı
“çocuk” denir. Bebek sözcüğü büyük olasılık­ yalnızca yüzde 5’tir. Yaklaşık yüzde 85’i, bek­
la süt çocuklarının çıkardığı “be-be” ya da lenen günden önceki ya da sonraki iki haf­
“ba-ba” gibi tek heceli seslerden kaynaklan­ ta içinde herhangi bir günde doğabilir (bak.
mıştır. D oğum ).
Bir bebek ne kadar erken doğarsa o kadar
Anne Karnındaki Bebek küçük ve az gelişmiş olacağından, dış dünya­
H er canlı, dünyaya gelişini başka bir canlıya da birdenbire karşılaşacağı değişik koşullara o
BEBEK 107

kadar zor uyum sağlar. 38. haftadan önce do­ Bu bebekler annelerinden süt emebilecek ve
ğan bebeklerde solunum ve beslenme güçlük­ m ikroplara direnç gösterebilecek duruma ge­
leri görülebilir; 28 haftalık olmadan önce do­ linceye kadar “kuvöz” denen özel bir aygıt
ğanların ise yaşama şansı çok azdır. Zam anın­ içinde bakıma alınır.
dan önce doğan bebeklere erken doğan [pre­ Yeni doğmuş bir bebek göründüğü kadar
matüre), 40. haftadan sonra doğanlara da geç güçsüz ve çaresiz değildir. Anne memesini ağ­
doğan (postmatüre) bebek denir. zıyla sıkıca kavrayarak süt emebilir; açlığını
İnsanlarda her gebelikte genellikle tek bir ve rahatsızlığını belli etm ek için var gücüyle
bebek doğar; ikiz doğum oranı az, üçüz ya da ağlayıp bağırabilir. Gürültü ve ani hareketler
dördüz doğum oldukça seyrektir. Çok ender karşısında kollarını, bacaklarını oynatarak ve
görülen beşiz ya da bunun üstündeki doğum­ bir şeyi yakalamak istermiş gibi parmaklarını
larda ise bebekler o kadar küçüktür ki yaşama bükerek ürktüğünü gösterir. Annesinin kar­
olasılıkları yok denecek kadar azdır. nında aylarca karanlıkta kaldıktan sonra, bu
yeni karşılaştığı dünyanın parlak renklerine,
Yeni Doğmuş Bebek nesnelerine ve gürültülerine henüz yabancı­
Bebeğin dünyaya geldiği anda attığı ilk çığlık­ dır. Am a her şeyi çok iyi görür ve işitir. Özel­
la akciğerleri açılır ve solunum başlar. Zam a­ likle annesinin sesini daha doğmadan önce de
nında doğan sağlıklı bir bebeğin ağırlığı genel­ duyabildiği için iyi tanır.
likle 2 ile 4 kg arasında değişir. Erken doğan Bütün bunlara karşın, yaşamını kendi başı­
bebekler ise ortalam a 900 gr ağırlığındadır. na sürdüremez. Beslenmek, ısınmak, güven
ve rahat içinde yaşayabilmek için bir insana,
ZEFA
özellikle annesine bağımlıdır. H er şeyden ön­
ce, kendisine en yararlı besin olan anne sütüy­
le beslenmesi gerekir. Ama bazen sağlık so­
runları nedeniyle anne bebeğine süt veremez
ya da bebek annesinin memesini ememez. O
zaman, kaynatılarak m ikroplardan arındırılan
inek sütü bebeğe biberonla içirilebilir.

Beslenme ve Diş Çıkarma


Anne ve bebek sağlıklıysa, dördüncü aya ka­
dar bebeği yalnız anne sütüyle beslemek ye-
terlidir. Ama biraz daha büyüyünce, m uhalle­
bi, yum urta, sebze ve meyve püresi gibi başka
yiyecekler de vermek gerekir. Bebeği “m e­
meden keserek” bütünüyle başka yiyeceklerle
beslemek için en uygun zaman bebeğin geliş­
mesini yakından izleyerek saptanabilir. Bazı
bebekler iki ay, bazıları bir yıl ya da daha
uzun süre süt emerler.
Bebeğin ilk dişleri yaklaşık yedi ya da sekiz
aylık olduğunda çıkmaya başlar. Önce her iki
çenenin ön bölümündeki sekiz kesicidiş ta­
mamlanır. Bu dönemde bebek rahatsız ve huy­
suzdur, durm adan ağlar. Kesicidişleri çıkan
bebek katı yiyecekleri ısırarak koparabilir ve
çiğneyebilir; dolayısıyla yiyebildiği şeylerin
listesi iyice zenginleşir. Yaklaşık 12 aylık ol­
Anne ile bebek arasındaki sevgi bağı, bebeğin duğunda da alt ve üst çenelerin gerisindeki
gelişmesi açısından çok önem lidir. dört azıdişi çıkar.
108 BEBEK

Büyüme ve Gelişme Ana Babanın Rolü


Bebekler şaşılacak bir hızla büyür ve değişir. Bebek, gözlerinin ve saçlarının rengi, burnu­
Altı aylık bir bebeğin ağırlığı doğduğu andaki nun ve ağzının biçimi, boyunun kısalığı ya da
ağırlığının iki katına çıkarak ortalam a 7 kilog­ uzunluğu gibi fiziksel özelliklerini kalıtım yo­
ramı bulmuştur. Bir yaşma geldiğinde bu ra­ luyla ana babasından alır (bak. KALITIM v e G E ­
kam 10 kilograma ulaşabilir. Bebeğin düzenli NETİK). Bebeğin dünyaya gelişinin biyolojik
biçimde kilo alması sağlıklı olduğunun göster­ koşullarını hazırlayan ana baba, aynı zam an­
gesidir. Üst üste birkaç hafta boyunca hiç kilo da onun yaşayacağı ve büyüyeceği ortamı be­
almamışsa annesi bebeğin hasta olduğundan lirleyen, kişiliğinin oluşmasına yön veren kişi­
kuşkulanmalıdır. lerdir.
Bebek büyüdükçe kasları güçlenir ve belirli Ana babanın sevgisi ve ilgisi, bebeğin geliş­
bir hareketi yapabilmek için hangi kasları­ mesinde çok önemli bir rol oynar. İnsan yav­
nı kullanması gerektiğini öğrenir. Yeni doğ­ rusu, hayvan yavrularıyla karşılaştırıldığında,
muş bebekler başlarını dik tutam azlar; bu gelişmesinin daha erken bir aşamasında do­
yüzden, yataktan kaldırırken ya da kucakta ğar. Dolayısıyla yaşamını sürdürebilmek için
tutarken başlarını elle desteklemek gerekir. ana babasına daha uzun bir süre bağımlı kalır.
Yaklaşık altı-yedi haftalık olan bir bebek, ha­ Örneğin bir tay dünyaya geldikten birkaç saat
reket eden nesneleri gözleriyle izleyebilir ve sonra ayağa kalkıp yürümeye başladığı halde,
gülümsemeye başlar. Aşağı yukarı üç aylık ol­ bir bebeğin yürüyebilmesi için en az bir yıl
duğunda da yüz üstü yatarken başım kaldırıp geçmesi gerekir.
bakabilir. Yedi aylık olunca iki yanından des­ Dünyaya geldikten kısa bir süre sonra ken­
teklem ek koşuluyla oturabilir, nesneleri kav­ dini doğanın içinde buluveren bir hayvan yav­
rayarak tutabilir ve anlamsız, tek heceli sesler rusu, aç hayvanlara yem olmamanın yollarını
çıkarmaya başlar. Bir yaşına geldiğinde artık yalnızca içgüdüleriyle bulmak zorundadır.
emeklemeyi ve ayakta durmayı öğrenmiştir.
15-18 aylık olduğunda ise kendi kendine yürü­ Richard Sally Greenhill
yebilecek ve “anne’', “baba", “dede” gibi ba­
sit sözcükleri söyleyebilecek kadar gelişmiş­
tir. Ama bütün bebekler aynı hızla gelişmedi­
ği için, yukarıda belirtilen dönemlerin hepsi
yalnızca kaba bir ortalam adır. Üstelik bebe­
ğin hızlı gelişmesi büyüdüğünde daha akıllı ya
da daha sağlıklı ve kuvvetli olacağı anlamına
gelmez. Bazı bebekler olağandan daha önce,
bazıları daha geç yürür ya da konuşmaya baş­
lar; ama bu becerileri edinme sırası hemen
hemen bütün bebeklerde aynıdır.

Temizlik ve Bakım
Bebeğin sağlıklı ve huzurlu olabilmesi için te­
mizlik çok önemlidir. Kendi kendine yıkana-
maz, çişini ve kakasını tutamaz. Terlediğinde
ve altı ıslak kaldığında, çok kolay örselenen
derisinde “pişik” denen yaralar açılır. Bu ne­
denle, olanaklar elverdiğince bebeği her gün
üşütmeden yıkamalı, altı ıslandığında ya da
kirlendiğinde bezlerini hemen değiştirmelidir.
Bebeklerin çoğu 18-24 aylık olduğunda kaka­
Bir bebeğin ilk ilişki kurduğu kişiler, kendisini seven,
sını, bundan birkaç ay sonra da çişini tutmayı gereksinim lerini karşılayan, temel bilgi ve becerileri
öğrenir. edinm esini sağlayan ana babasıdır.
BEBEK 109

Oysa insanda ana babaya bağımlılığın bu ka­


ESKİÇAĞ
dar uzun sürmesi kuşaktan kuşağa bilgi akta­ BEBEKLERİ
rımının da daha yoğun olmasına olanak verir. Çok eskiden yapılm ış bazı
bebekler oyuncak olarak,
Bu nedenle insanlarda içgüdüsel davranışların bazıları da dinsel
yanı sıra, ateşin nasıl yakılacağını bilm ekten, kullanılıyordu.

ileri düzeyde elektronik bilgisine varıncaya


kadar kuşaktan kuşağa aktarılan zengin bir
“kazanılmış bilgi dağarcığı” vardır. Bu bilgile­
Boyanm ış tahta ve kilden
ri her kuşak kendi çabasıyla yeniden edinecek boncuklar kullanılarak
olsa, insan toplumları bugünkü gelişmişlik dü­ yap ılm ış bir Eski M ısır
bebeği.
zeyine ulaşamazdı. The Metropolitan Museum
Bebeğin ruhsal ve zihinsel gelişiminin be­ o f Art, Rogers Fund. 1931

densel gelişimi kadar önemli olduğunu unut­


mamak gerekir. Bebek de bir bireydir; tıpkı
çocuklar ve erişkinler gibi bir kişiliği vardır.
H er şeyden önce güvenli ve huzurlu bir or­
tam da olduğunu bilmek, ana babasının ya da
Boyanm ış kilden yapılm ış,
kendisine bakacak birilerinin her zaman var kolları ve bacakları hareket
olacağından emin olmak ister. Başlangıçta edebilen bir Eski Yunan
bebeği.
yalnızca kendi gereksinimlerini karşılamaya ©EB Inc.lJohn R.
koşullanmıştır; başkalarının da istekleri ve Freeman & Co., Ltd.

beklentileri olduğunu anlayamaz. Büyüdük­


çe, özellikle ana babasının yönlendirmesiyle
başkalarını da düşünmeyi ve çevresindekilerle
sağlıklı ilişkiler kurmayı öğrenir.
Ayrıca bak. ÇOCUKLUK ÇAĞI; ERGENLİK ÇAĞI.

BEBEK, insan biçimi verilmiş bir oyuncaktır.


Bunlar genellikle çocuklar için yapılmakla
birlikte, başka amaçlarla kullanılmak üzere
Tahtadan yapılm ış bir
yapılmış olanları da vardır. Örneğin 15. yüz­ Afrika Asanti Akua-mma
yılda Fransa’da son moda giysileri sergilemek bebeği.
Brilish Museum
amacıyla oyuncak bebekler kullanılırdı.
Birçok çocuk için bebekler hem arkadaş,
hem de oyun aracıdır. İnsanın en eski ve en
yaygın oyuncağı bebektir. Çocuklar bebekleri
düşsel öykü kişileri ya da sevgi gibi duyguları­
nı yöneltecekleri nesneler olarak görürler.
Çocuklar bebeklerle oynarken büyüklerin
dünyasını taklit eder ve günün birinde gerçek
Boyanm ış tahtadan
yaşamda karşılaşacaktan olayları yaşarlar. yapılm ış, Arizona'daki Hopi
Y erlile ri'n in Kaçina bebeği.
Museum o f the American Indian.
Eskiçağlarda Bebekler Heye Foundation
Oyuncak bebeğin ilk olarak ne zaman yapıldı­
ğını kimse bilmiyor. Tarihöncesinde insanlar
taştan ya da kilden küçük insan heykelcikleri
yaparlardı. Bu çok eskiden kalma heykelcik­
lerin kutsal anlamlar taşıdığı ve dinsel tören­
lerde kullanıldığı sanılmaktadır. En eski insan
biçimli heykelcikler Fransa ve Avusturya’da
110 BEBEK

Toy Museum, Rottingdean, SussexlEB Inc. The Brooklya Children's Museum

BEBEK YAPIMINDA KULLANILAN BAZI GEREÇLER

Solda: B irbirinin içine girerek beş kuşağı sim geleyen, boyanm ış tahtadan yapılm ış Rus
M atriyoşka bebekleri; Ortada: Kumaş ve boncuklardan yapılm ış, Güney Afrika Zulu
bebeği; Sağda: 19. yüzyılda Am erika'da m ısır başağı yapraklarından yapılm ış bir bebek. The Brooklyn Children’s Museum

bulunmuştur. 25 bin ile 30 bin yıllık bu bezden yapılma, doldurulmuş bebekler de


heykelciklerin dinsel törenlerde kullanıldıkla­ vardı. Mısır’da İS 500 yılından kalma, bazıları
rı sanılmaktadır. parlak renkli yünlerden tığla işlenerek yapıl­
Mısır mezarlarında da İÖ 3000 ile 2000 mış, bazıları da başları yünden, vücutları
yılları arasında yapılmış bebekler bulunmuş­ renkli yün elbiselerle örtülmüş bebekler bu­
tur. Düz tahta parçalarından oyulmuş, geo­ lunmuştur.
metrik desenlerle süslü bu bebeklere tahta
boncuklar ya da kil şeritlerden saçlar takılmış­ Ortaçağdan 20. Yüzyıla Kadar
tı. Eski Yunan ve Rom a’da da çocukların Ortaçağda yapılmış bebeklere ilişkin çok az
gerçeğe uygun ve ustaca yapılmış bebekleri bilgimiz vardır. Kilden atlar ve şövalyeler,
vardı. cam ve kalaydan yapılmış küçük heykelcikler
A m erika’da bulunan en eski bebeklerden bulunmuştur. Hz. İsa’nın doğumundan önce
Kaçina bebeklerini, 1.500 yıldan beri Arizona Fenike, Sardinya ve İtalya’da metal döküm
ve New Mexico’daki Amerika Yerlilerinden biliniyordu. Oysa kurşundan dökme oyuncak
Zuniler ve Hopiler yapmıştır. İnsanların ge­ askerler ilk olarak ortaçağda A vrupa’da ya­
reksinimlerini karşılayan tanrıları simgeleyen pıldı.
Kaçina bebekleri kaktüs ya da bir tür kavak 16. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında bebek ve
ağacının köklerinden oyulurdu. oyuncak yapımında önde gelen Alman kent­
Eski dönem lerde bebekler kil, taş, kemik, lerinden N ürnberg’de ilk kez 1413’te ticari
tahta, meyve, fındık, mısır başağı yaprakları, amaçla bebek üretilmeye başlandı.
mısır koçanı ya da sukabağı gibi doğal m adde­ 18. yüzyıl sonlarına doğru A vrupa’da giyi­
lerden yapılırdı. Bebek yapımında kullanılan me özen gösterilmeye başlandı ve bu giysileri
en eski m addelerden biri, insan ya da hayvan sergilemede bebekler kullanıldı. Fransa’da
vücudunun biçimini en doğal biçimde verebi­ saraylı kadınların son moda giysiler içinde
len ağaç kökü ya da dalıdır. nasıl görüneceklerini gösteren bebekler yapıl­
İS 2. yüzyılda Mısır’da fildişinden bebekler dı. Bu dönemdeki bebeklerin çoğu balmu-
yapılıyordu; bugünkü SSCB’nin kuzey kesi­ mundan yapılmıştı.
minde de 1.500 yıldan beri kemikten oyma 19. yüzyıl başlarında, bebeklerin başlan ya
bebekler yapılmıştır. Ayrıca kumaştan ya da porselenden ya da sırsız seramikten yapılıyor-
BECKETT 111

du. Gövdeler ise kösele kaplı tahtadan ya da


ÇAĞDAŞ BEBEKLER
talaş doldurulmuş köseledendi. 19. yüzyılda
20. yüzyılda yapılan bazı
bebekler büyük bir kolları ve bacakları hareketli, başları dönen,
beğeni kazanmış ve
koleksiyoncularca
gözleri oynayan, sesli ve yürüyen bebekler
toplanm ıştır. piyasaya çıktı. Kâğıt, bez ve sünger bebekler
de hızla yayıldı.
Bebek yapımında plastiğin kullanılması 20.
yüzyılda gerçekleşti. Canlı insan görünümü
taşıyan bu bebeklerin özel elbise dolapları,
giysileri ve başka aksesuarları vardır. G ünü­
müzde kız ve erkek oyuncak bebekler aynı
Biri sallanan at derecede yaygındır.
üzerinde oturan bu
bebekler İsviçre'de
yapılm ıştır. Çeşitli Ülkelerde Oyuncak Bebekler
Bütün dünyada çocukların en büyük eğlencesi
A B C Ajansı/Gamma
bebeklerle oynamaktır. Bazı ülkelerde hâlâ
A B C Ajansı/Gamma
evde yapılan bebekler yeğlenmektedir. Ö rne­
ğin K ore’de çocuklar bebeklerini bambu so­
palarından, saçlarını da otlardan yaparlar.
Eskimolar kemikten ya da Kuzey Kutup
bölgesinde yaşayan mors adlı bir deniz m em e­
lisinin dişinden, oyma bebekler yaparlar.
Hindistan’da düğün armağanı olarak güzel
giysili bebekler verilir. Japonya’da bebekler
daha çok festival günlerinde kullanılmak için
yapılır. Her yıl mart ayında yapılan Bebek
Festivali’nde bebek “aileleri” birbirlerini zi­
yaret eder.

Bebek Koleksiyonculuğu
Bebek koleksiyonculuğu yaygın bir uğraştır.
Okullar ve müzeler de eğitim amacıyla bebek
toplar. Çocuklar değişik ülkelerin ve çağların
bebeklerini inceleyerek farklı kültürlerin ve
insanların giyimlerine ilişkin bilgi edinirler.
Barbi bebekleri en sevilen bebek türleri arasındadır.

© Knickerbocker Toy Company, Inc. BECKETT, Samuel (doğumu 1906). Çağdaş


edebiyatın önemli yazarlarından biri olan
İrlandalI oyun yazarı, romancı, şair ve eleştir­
men Samuel Beckett, Protestan bir ailenin
oğlu olarak 13 Nisan 1906’da Dublin yakınla­
rındaki Foxrock’da doğdu. 1920’de Portora
Kraliyet O kulu’na gittikten sonra, 1923’te
D ublin’deki Trinity College’e girerek Roman
dilleri öğrenimi gördü. 1928’de Paris’teki
Yüksek Öğretm en O kulu’nda (Ecole Norm a­
le Superieure) İngiliz dili profesörü olarak gö­
rev aldı.
Bezden Ann ve A ndy bebekleri.
Bu dönem de, çağdaş roman ve öykü yazar­
ları arasında önemli bir yeri olan İrlandalı
112 BECÛUEREL

Ölüyor”) ve LTnnommable (1953; “Adlandırı­


lm a y a n ”) adlı roman üçlemesinde, etkisinde
kaldığı düşünür D escartes’ın “Düşünüyorum,
öyleyse varım ,” felsefesinden hareket ederek,
insanın benlik ve varoluş arayışlarım irdeledi.
Beckett’in, ülkemizde de sahnelenen G odot’
yu Beklerken (En attendant G odot; 1952)
adlı oyunu, yazarın en çok tartışılan ve ona
dünya çapında ün kazandıran yapıtıdır. Bu
oyun ve bunu izleyen Sonu (Fin de Partie\
1957), Krapp’s Last Tape (1957; “K rapp’ın
Son Bantı”), Küller (Embers\ 1959), Mutlu
Günler (Happy Days; 1961) ve Play (1963;
“O yun”) gibi sahne ve radyo için yazılmış
oyunlar, II. Dünya Savaşı’ndan sonra A vru­
pa’da ortaya çıkan ve gerek biçim, gerek
içerik açısından yerleşmiş tiyatro kurallarına
karşı çıkan Uyumsuzluk Tiyatrosu'nun en
çarpıcı örneklerindendir. Bu oyunlarda Bec­
kett, acıklı olanı bir çeşit mizahla dile getire­
rek bir kara güldürü havası yaratmış, en aza
indirgenmiş kişiler ve dekorla, insanın amaç­
sız ve anlamsız bir evrendeki umutsuzlu­
ğunu, başkalarıyla iletişim kuram amasından
Lütfi Ö zkök kaynaklanan yalnızlığını aktarmaya çalış­
İrlandalI yazar Samuel Beckett'in Godot'yu mıştır.
Beklerken adlı oyunu ona dünya çapında ün
kazandırmıştır.
Sözsüz Oyun (Acts Without Words\ 1959)
adlı dizi ve Come and Go (1967; “Gel ve
G it”) gibi oyunları ise sözcüklerin en aza
yazar James Joyce ile tanışarak onun çevresi­ indirgendiği çok kısa yapıtlardır.
ne girmesi, Beckett’in yazarlık yaşamını 1970’te Nobel Edebiyat Ödülü B eckett’e
önemli ölçüde etkiledi. 1930’da Dublin’e dö­ verilmiştir.
nerek gene Trinity College’de Fransızca ders­
leri verdi. 1931'den sonra ise L ondra’da BECÛUEREL, Henri (1852-1908). Fransız
yaşamaya başlayarak Fransa ve İtalya'ya yol­ fizikçi Henri Becquerel, bilim dünyasında çok
culuklar yaptı. 1937’de Paris’e yerleşen Bec­ önemli sonuçlar doğuran radyoaktiflik olayını
kett, II. Dünya Savaşı sırasında bir yeraltı bulan kişidir. Becquerel’in 1896’da uranyum
direniş grubuna katıldı. Naziler’den kaçmak tuzlarında gözlemlediği bu olguyu sonradan
amacıyla gittiği Fransa’nın güneyindeki Vauc- öbür radyoaktif elem entlerde de saptayan
luse’de gündüzleri tarım işçisi olarak çalışır­ M arie ve Pierre Curie ile Becquerel’e 1903
ken, geceleri Watt adlı romanını yazdı. Savaş­ Nobel Fizik Ödülü verilmiştir (bak. CüRIE,
tan sonra İrlanda’da Kızılhaç Ö rgütü’ne gö­ M a rie v e P ie r r e ) .
nüllü olarak yazıldı ve bir askeri hastanede Becquerel kuşaklar boyunca bilimle uğraş­
çevirmenlik yapmak üzere yeniden Fransa’ya mış bir ailenin çocuğuydu. Fizik profesörü
gelerek 1945’te Paris’e yerleşti. olan babasının deneyleriyle genç yaşta bilime
Beckett, yazarlık yaşamının en verimli dö­ ilgi duyarak mühendislik öğrenimi gördü ve
nemi olan 1946-50 yıllarında, yapıtlarını önce yaşamının sonuna kadar hem Köprü ve Yollar
Fransızca yazıp, sonra İngilizce’ye çevirmeye İdaresi’ndeki mühendislik görevini, hem de
başladı. Bu dönemde yazdığı Molloy (Molloy; Politeknik Okul ile Ulusal Doğa Tarihi M üze­
1951), Malone Meurt (1952; “Malone sindeki fizik profesörlüğünü birlikte yürüttü.
BEÇTAVUGU 113

Becquerel, adını bilim tarihine yazdıran en yeni elem entlerin, ardından yapay radyoaktif­
önemli çalışmasına, Röntgen'in 1895 sonla­ liğin bulunmasına ortam hazırlayarak nükleer
rında bulduğu X ışınlarını incelemek amacıyla fiziğin başlangıcı oldu (bak. RADYOAKTİFLİK).
başlamıştı. Bazı maddelerin, üzerine ışık düşü­
rülerek uyarıldığında ışıldamaya başladığını BEÇTAVUĞU. Tüyleri genellikle boz ya da
biliyordu. Bu flüorışıl maddelerin X ışınları siyah üstüne benekli olan beçtavuklarının
yayıp yaymayacağını anlamak için bir deney çoğu, A frika’nın savanlarında ve M adagaskar
yapmaya karar verdi. Eskiden fotoğraf filmi Adası’nda bugün bile yabani olarak yaşar.
yerine kullanılan ışığa duyarlı bir cam levhayı Am a 16. yüzyılda A frika’ya giden Avrupalı
ışık geçirmeyen kalın, siyah kâğıtlara sardı. gezginler Gine kıyılarında gördükleri bu ya­
Bu kâğıdın üstüne de flüorışıma özelliği gös­ bani tavukları ülkelerine götürerek evcilleştir­
teren bir uranyum tuzu yerleştirerek ışıkla mişlerdir. Sekiz türü olan bu kuşlardan bazısı
uyarılması için güneşe bıraktı. Birkaç gün bugün birçok ülkede eti ve yumurtası için
sonra siyah kâğıtları açtı ve güneş ışığı alması çiftliklerde beslenir. Üstelik en küçük bir
olanaksız olan fotoğraf camını banyo ettiğin­ tehlike sezdiğinde çok yüksek sesle gıdakladı­
de üzerindeki duyarlı katmanın kararmış ol­ ğından iyi bir bekçi sayılır.
duğunu gördü. Demek ki uranyum tuzu güneş Uzunlukları 43-75 cm arasında değişen
ışığıyla uyarılmış ve kâğıttan geçerek fotoğraf beçtavuklarının dişisi ile erkeği birbirine çok
camını etkileyen bir ışın yaymıştı. Birkaç benzer. Büyük ölçüde evcilleştirilmiş olan
hafta sonra bu kez hem duyarlı camı, hem de bayağı beçtavuğu (Num ida meleagris) yakla­
uranyum tuzunu ışık geçirmez kâğıtlara sara­ şık 50 cm uzunluğundadır. Çıplak olan baş ve
rak karanlıkta ne olacağını incelemeyi tasarla­ boyun derisi kıpkırmızı, tüyleri koyu boz
dı. Sonuç çok şaşırtıcıydı; çünkü uranyum üstüne beyaz beneklidir. Tepesinde kemiksi
tuzu güneş ışığıyla uyarılmadığı halde duyarlı bir ibik bulunur ve gagasının altından hindi-
katman eskisinden daha çok kararmıştı. Aynı ninki gibi kırmızı ve mavi renkli deri parçaları
deneyi öbür uranyum tuzlarıyla ve element sarkar. Doğu A frika'da yaşayan tepeli beçta-
halindeki uranyumla deneyerek daha çarpıcı vuğunun (Guttera cristaîa) tüyleri kara üstüne
sonuçlar alan Becquerel, maddeye girim gücü mavi benekli, boynu mavi, gırtlağı kırmızıdır
X ışınlarınınkinden daha yüksek olan yeni bir
R.I.M. CampbelVBruce Coleman
ışıma kaynağı bulduğunu bilim dünyasına
açıkladı.
Bir süre sonra Curie’ler, radyoaktiflik adım
verdikleri bu ışımayı toryum elem entinde de
saptadılar ve radyum, polonyum gibi uran-
yumötesi radyoaktif elem entlerin varlığını
buldular. Atom ların hiçbir dış etkiyle uyarıl-
maksızın kendiliğinden ışınlar yayması, fizik­
te ve çağdaş dünyada çığır açacak kadar
önemli bir olaydı. Becquerel’.in bulduğu doğal
radyoaktiflik, o güne kadar bilinen bütün
enerji kaynaklarından daha güçlü, yeni bir
enerji kaynağı olan nükleer enerjinin doğuşuy­
du. Üstelik gene Becquerel’in çalışmalarıyla
saptadığı gibi, radyoaktifliğini yitiren bir ele­
ment bir süre sonra bu özelliğini yeniden
kazanabiliyordu. Radyoaktif dönüşüm denen
bu süreçle, bilinen elem ent başka bir radyo­
aktif elem ente kendiliğinden dönüştüğü için
tükenm ez bir enerji kaynağı söz konusuydu. Akbaba beçtavuğu, akbabanınkini andıran çıplak
Radyoaktif ışıma ve radyoaktif dönüşüm önce başı ve boynu nedeniyle bu adı almıştır.
114 BEDEN EĞİTİMİ

ve başında uzun, kara bir ibik vardır. Beçta- ayrı ele alındı. 18. yüzyılda Fransız düşünürle­
vuklarının en iri ve en renkli türü olan akbaba rinden Jean-Jacques Rousseau Emil (Emile
beçtavuğunun (Acryllium vulturinum) başı ve ou, de Veducatiorı\ 1762) adlı yapıtında beden
uzun boynu akbabanınki gibi çıplaktır. eğitiminin okul dersleri arasına alınması ge­
Yabani beçtavukları çoğu zaman sürüler rektiği görüşünü öne sürdü. Danim arka,
halinde yaşar ve yerde böcek arayarak dola­ 1814’te okullarda beden eğitimi derslerini
şırken gürültülü, kaba ötüşleriyle birbirlerine uygulamaya koyan ilk ülke oldu. Bunu başka
seslenirler. Ü rkütüldüklerinde bütün sürü bir ülkeler izledi. Bugün, ilk ve ortaöğretim in
ağızdan çığlıklar atar ve iri gövdelerini yerden zorunlu olduğu birçok ülkede beden eğitimi
güçlükle kaldırarak ağır ağır havalanıp yakın­ dersleri de zorunludur.
daki bir ağacın dallarında yeniden bir araya Çok küçük çocuklar için, beden eğitiminde
toplanır. Geceleri genellikle ağaçların üzerin­ öncelikle koşmak, tırm anm ak, zıplamak ve
de tüneyerek geçirirler. Dişiler yuva yapmak oynamak gibi doğal hareketleri geliştirmek ve
için fazla uğraşmadan toprağın üstüne 20 bu yönde onları cesaretlendirmek amacı gü­
kadar yumurta bırakır. Tavuk yumurtasından dülür. Daha büyük çocuklar içinse, temel
daha küçük ve sarıları daha koyu renkte olan beden eğitimi dersleri ve yarışmaya yönelik
yumurtaları oldukça lezzetlidir. spor etkinlikleri özel eğitim görmüş öğret­
menlerce yönlendirilir. Çok çeşitli olan bu et­
BEDEN EĞİTİMİ, insanlara bedenlerini sağ­ kinlikler okulların olanaklarına göre değişebi­
lıklı ve dinç tutabilmenin yollarını öğretir. lir. Örneğin, yüzme, cimnastik, atletizm ve
Eksiksiz bir eğitim için zihinsel eğitim kadar tüm takım oyunları bunlar arasında sayılabilir.
beden eğitiminin de gerekli olduğu düşüncesi Öğrenciler, beden eğitimi deslerinde yal­
eskiçağlara dayanmaktadır. Eski Y unan’da nızca bedenlerini geliştirmeyi ve formda kal­
beden eğitimine büyük önem verilirdi. Büyük mayı öğrenmezler; aynı zamanda başkalarıyla
Yunanlı filozof Platon, “Gerçek müzisyen ve işbirliği yapmayı, kendi güçlü ve zayıf yönleri­
sanatçı, müzikle cimnastiği en doğru oranlar­ ni tanımayı da öğrenirler. Öğrencilik yıllarını
da birleştirebilen kişidir” , demiştir. geride bırakan yetişkinler bile, okuldayken
Ne var ki, bu görüşe yüzyılarca değer öğrendikleri spor etkinliklerine katılmaktan
verilmedi; beden ve zihin eğitimi birbirinden ya da bunları izlemekten hoşlanırlar. (Ayrıca
bak. ATLETİZM; ÇOCUK OYUNLARI.)
Sally ve Richard GreenhiU

BEDİR SAVAŞI bak. M uham m ed. Hz.

BEDRETTİN (ŞEYH) bak. Şe y h B e d r e t t in

BEETHOVEN, Ludvvig van (1770-1827).


Ludwig van Beethoven, günümüzde müziğin
her dalındaki benzersiz yapıtlarıyla, üstün
yetenekli bir besteci olarak tanınır. Oysa
yaşadığı dönem de, piyanist olarak ona duyu­
lan hayranlık, besteciliğinden önde geliyordu.
Konserlerini izleyenler, Beethoven’in kafası­
nın içinde yarattığı müziği piyanoda anında,
içine doğduğu gibi seslendirebilmesini büyük
bir şaşkınlık ve beğeniyle karşılarlardı. (Buna
müzik dilinde doğaçlama denir.) Beetho­
ven’in yazdığı müziğin dinlenmesi de çalınma­
Beden eğitim i, genel eğitim in ayrılmaz bir
sı kadar zordu. Ne var ki, zaman içinde gelmiş
parçasıdır. Resimde kasları güçlendirm eye yarayan geçmiş bestecilerin en üstünlerinden biri ol­
bir araç görülüyor. duğu kabul edildi.
BEETHOVEN 115

Yaşamı
Beethoven, Ren Irmağı kıyısında, bugün A l­
manya Federal C um huriyetinin başkenti olan
B onn’da dünyaya geldi. 17 Aralık 1770’te
vaftiz edildi. Sert ve aylak bir adam olan
babası Köln prensinin korosunda şarkıcıydı.
Çok küçük yaşta piyano çalmaya başlayan
Beethoven’in müzik yeteneğini gören baba­
sı, onu Mozart gibi bir harika çocuk olarak
yetiştirip zengin olma hevesine kapıldı.
Dört yaşındaki Ludvvig’i gözyaşlarına aldır­
madan bir odaya kapatır, saatlerce klavsen ve
keman çalmaya zorlardı. Ludvvig sekiz yaşına
geldiğinde artık org da çalabiliyordu. 11
yaşındayken, saray orgçusu Christian G ottlob
Neefe’nin yardımcılığına atandı ve ilk kez
ondan sistemli müzik dersleri almaya başladı.
Bir sonraki yıl ise, saray tiyatrosunun orkes­
trasında klavsen çalıyordu. Deneyimi artan
Beethoven artık besteler de yapmaya başla­
mıştı.
1787’deki Viyana gezisinin B eethoven’in
yaşamında önemli bir yeri vardır. Viyana’da
M ozart’la tanıştı. B eethoven’in müziğini din­ Mansell Collection
leyen M ozart, “Bu gence dikkat edin, bir gün Ludvvig van Beethoven'in J. K. Steiler tarafından
gelecek dünya ondan söz edecek” dedi. yapılan portresi.
Annesinin ölümü üzerine çok geçmeden
Bonn’a dönmek zofunda kalan Beethoven, re, bir kez daha Viyana’ya gitti. Bilgi ve
orada yeni bir çevre edindi. Kendisine bir yeteneğine aşırı ölçüde güvenen genç sanatçı
piyano armağan eden müziksever Kont Wald- ile kendi müziğiyle dolu olan H aydn’ın çalış­
stein ve von Breuning ailesi, bestecinin ilk maları pek verimli olmadı. 1794’te Haydn’ın
gerçek dostları oldu. İngiltere’ye gitmesi üzerine Beethoven, St.
Babasının alkolik oluşu yüzünden kardeşle­ Stephan Katedrali orgçusu Johann Georg
rinin geçimini üstlenmek zorunda kalan sa­ A lbrechtsberger’den ders almaya başladı.
natçı, henüz 18 yaşındayken büyük bir sorum ­ V iyana’ya yerleşerek piyanist ve besteci
luluk altına girdi. Beethoven tıknaz, dış görü­ olarak yaşamını kazanmaya çalışan sanatçı,
nüşe aldırmayan, derbeder bir insandı. İnatçı, bir yandan da dostları Kont W aldstein, Prens
çabuk öfkelenen ve geçimsiz kişiliğine karşın, ve Prenses Lichnovvsky’nin desteğine güveni­
olağanüstü müzik yeteneği, özellikle de piya­ yordu. 1790’ların sonuna doğru başlayan sa­
no çalmadaki ustalığı yüzünden, her zaman ğırlığının etkisiyle eskisine göre daha hırçın-
çevresindekilerden ilgi ve saygı gördü. Saray laşmıştı. Dostlarından hizmetçilerine kadar
orkestrasındaki görevinden ve öğretm enlik­ herkesle kavga ediyor, hemen hemen her
ten artakalan zam anlar, kırlarda uzun yürü­ konuda sorun yaratıyordu.
yüşlere çıkar ve o sırada aklına gelen melodile­ 1802’de hastalığı iyice ilerleyen besteci,
ri yanında taşıdığı küçük deftere not ederdi. umutsuzluğa kapılarak kendini öldürmeyi bile
Bu alışkanlığını yaşamının sonuna kadar sür­ düşündü. “Heiligenstadt Vasiyetnamesi” ola­
dürdü. Sonat ve senfonilerini yazarken bu rak bilinen m ektubunda, bu niyetini tüm
küçük notlardan yararlanırdı. ayrıntısıyla anlattı. Dostlarının ilgi ve desteği­
Beethoven 1792’de büyük besteci Joseph ne karşın, müzikten başka bir avuntusu kal­
H aydn’dan kompozisyon dersleri almak üze- mayan besteci kabuğuna çekildi. Hiçbir za­
116 BEGONYA

man duyamayacağı en büyük yapıtlarını bu ya adı, Fransız botanikçi Michel Begon’un


dönem de besteledi. 1824’te D okuzuncu Sen­ onuruna verilmiştir.
fo n in in ilk seslendirilişinde sağırlığı öylesine Bütün begonya türlerinin boyları oldukça
artmıştı ki konserin sonundaki coşkulu alkış­ kısa, gövdeleri etli ve suludur. Ama bu ortak
lan, bir dostu yüzünü izleyicilere döndürme- özelliklerin dışında çiçek ve yaprakların biçi­
seydi fark etmeyecekti. Yaşamının geri kalan mi türden türe çok değişir. Çiçekler bazı
bölümünü Viyana’da geçiren besteci 26 M art türlerde tek tek, bazılarında ikişer ikişer ya da
1827’de, 57 yaşında öldü. salkımlar halinde açar, renkleri de koyu ya da
açık kırmızı, turuncu, sarı, beyaz ve pem be­
Beethoven'in Müziği nin değişik tonlarında olabilir. Yaprakların
B eethoven’den önce ünlenmiş olan Haydn ve rengi ve biçimi değişmekle birlikte hepsinin
M ozart gibi büyük bestecilerin müziği zarif, yüzeyi mumsu bir maddeyle kaplı olduğundan
hoş, güzel ve çekici melodileri içeren, çok iyi kaygan, tüysüz ve cilalanmış gibi parlaktır.
planlanmış yapıtlardı. B eethoven’in müziği Begonyalar köklerinin biçimine göre grup­
ise daha güçlü, daha romantik ve duygu landırılır. Yazın çiçek açan yumru köklü
yüklüdür. Sanatçı dinleyiciye, müziğiyle en begonyalar en iri çiçekli türlerdir. Saçak
dayanılmaz acılan, en büyük sevinçleri, coş­ D İATEK
kuyu, hatta kahkahayı duyumsatabiliyordu.
O dönem de bu, müzikte devrim demekti.
Yaşadığı sırada büyüklüğünün anlaşılamayışı-
nın nedeni bu olabilir. Beethoven’in güçlü ve
dirençli kişiliği müziğinde de kendini gösterir.
Ağırlıklı olarak çalgı müziği besteleyen
B eethoven’in İsa Zeytin Dağında adlı bir
oratoryosu, piyano için bir solo bölümün yer
aldığı Koral Fantezisi ve Fidelio adlı bir
operası vardır. D okuzuncu Senfoni etkileyici
bir koro bölümüyle son bulur. En görkemli
yapıtları, 9 senfonisi ile yaylı çalgılar için
bestelediği 17 dörtlüdür. B eethoven’in senfo­
nileri sanat dünyasında olağanüstü yaratıcılık
ürünleridir. Beethoven, bunların yanı sıra,
uvertürler, beş piyano ve bir keman konçerto­
su, 32 piyano sonatı bestelemiş; başka birçok
beste yapmıştır.

BEGONYA. Begonyalar renk renk, alımlı


çiçekleri ve güzel, gösterişli yapraklarıyla en Begonyaların insan eliyle üretilm iş 10 bin
sevilen süs bitkilerindendir. Daha çok bahçe­ çeşidinden biri olan bu güzel saksı çiçeği en yaygın
süs bitkilerindendir.
lerde ya da saksılarda görmeye alıştığımız bu
bitkilerin doğada 1.000 kadar türü vardır.
Çalı, otsu ya da sarılıcı bitki biçimindeki bu köklü begonyalar kışın çiçeklenir ve daha çok
türlerin çoğu, tropik bölgelerin gür ve nemli saksı bitkisi olarak yetiştirilir. Bu gruptan
orm anlarında kendiliğinden yetişir. Geçen olan Begonia rex türü ve insan eliyle üretilmiş
yüzyılda birçok begonya türü doğal ortam ın­ yüzlerce çeşidi en yaygın olan begonyalardır.
dan alınarak dünyanın hemen her yanına Çiçeği az ve gösterişsiz olan bu bitkiler
götürülmüş, kısa zamanda en beğenilen bahçe özellikle yürek biçimindeki güzel ve parlak
ve saksı bitkileri arasına girmiştir. Bugün yaprakları nedeniyle hem saksıda, hem bah­
begonyaların, melezleme yoluyla üretilmiş 10 çelerde yetiştirilir.
binden çok çeşidi vardır. Bu bitkilere begon­ Begonyalar tohum dan da üretilebilir; ama
BEHRENGİ 117

bitkiden kesilen bir parçanın toprağa daldırıl­


masına dayanan çelikleme yöntemi çok daha
kolay bir çoğaltma yoludur. Bir begonya
yaprağı kesilip nemli toprağa ya da kuma
daldırılırsa, kesilen uç kolayca köklenir ve
yeni bir bitki gelişir. Yaprak yerine gövde ya
da kök parçalarıyla da çelikleme yapılabilir.

BEHÇET, Hulusi (1889-1948). Ünlü Türk


doktor Hulusi Behçet, bugün bütün dünya­
da onun adıyla anılan bir hastalığı ilk tanım la­
yan kişidir. 1910’da Askeri Tıbbiye’yi bitir­
dikten sonra Gülhane Askeri Hastanesi'nde
deri hastalıkları konusunda uzmanlaşan H u­
lusi Behçet, bu ilk yıllarda araştırmalarını
özellikle frengi üzerinde yoğunlaştırdı. Bir
bakteriden ileri gelen frengi cinsel yolla bula­
şan (zührevi) bir hastalıktır. Türkiye'de fren­
ginin önlenmesinde Hulusi Behçet’in ve hoca­
sı Eşref Ruşen’in büyük katkıları olmuştur.
Daha sonra çeşitli askeri hastanelerde çalışan
Hulusi Behçet, iki yıl kadar da Budapeşte ve
Berlin'deki bazı hastanelerin deri hastalıkları
ve frengi kliniklerinde gönüllü asistanlık yap­
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
tı. Türkiye’ye dönünce, 1923’te İstanbul'daki Doktor Hulusi Behçet (1889-1948).
Zührevi Hastalıklar H astanesi'nin, ertesi yıl
da G ureba H astanesi’nin başhekimliğine
atandı. 1933’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fa­ özgün tedavisi olmayan bu kronik hastalık
kültesinde deri hastalıkları ve frengi profe­ genellikle körlük ve ölümle sonuçlanır.
sörlüğüne getirilen Hulusi Behçet ölünceye Şark çıbanı (Halep çıbanı), arpa uyuzu gibi
kadar bu görevi sürdürdü. deri hastalıkları konusunda da pek çok çalış­
Bazı hastalıklar, o hastalığın nedenini ve ması olan Hulusi Behçet’e, frengi savaşındaki
belirtilerini ilk kez tanımlayan doktorun adıy­ ve Behçet hastalığının tanımlanmasındaki
la anılır. 1947’de C enevre’de toplanan ulus­ katkıları nedeniyle ölümünden sonra, 1975’te
lararası bir tıp kongresinde Hulusi Behçet'in TÜ BİTA K (Türkiye Bilimsel ve Teknik
adıyla anılması kararlaştırılan “Behçet hasta­ Araştırm a Kurumu) hizmet ödülü verilmiştir.
lığı” da bunlardan biridir. D aha çok Akdeniz
ülkelerinde görülen bu hastalığın başlıca be­ BEHRENGİ, Samed (1938-1968). İran ço­
lirtileri ağızda ve cinsel organların çevresinde cuk edebiyatının dünyaca ünlü yazarı Samed
çıkan yaralar (aft), gözün dam ar ve ağtabaka- Behrengi 1938’de Tebriz’de doğdu. İlkokul
sında iltihaplanma, derideki kızarıklık ve öğretmeni olarak hayata atıldı. Bu arada
kabartılar, dam ar ve sinir bozukluklarıdır. Azeri halk edebiyatını inceledi ve kuşaktan
D aha önce doktorlar bu belirtileri başka kuşağa anlatılıp gelen halk masallarım derle­
başka hastalıklara bağlamış, tek bir hastalığın yerek kaleme aldı. Kendi öykülerinde, çok iyi
ortak belirtileri olarak görmemişlerdi. Uzun bildiği halk edebiyatının ve masalların izleri
yıllar bu konuyu araştıran Hulusi Behçet, görülür.
karşılaştığı birçok hastada bu belirtilerin hep Behrengi öykülerini yazdığı sırada İran ’da
birlikte ortaya çıktığını saptayarak, bunun bir M uhammed Rıza Şah Pehlevi yönetimdeydi.
virüsten kaynaklanan ayrı bir hastalık olduğu­ Bu dönemde yönetimi eleştiren aydınlar ve
nu belirledi. Henüz virüsü tanımlamadığı için yazarlar ile öteki gruplar yoğun bir baskı
118 BEİJİNG

altında tutuluyor, izlenip denetleniyorlardı. kanlı bir biçimde bastırılan Babai Ayaklan-
Buna karşın yazmayı sürdüren Behrengi öy­ ması'nın, yoksulluğun ve inanç çatışmalarının
külerinde sık sık simge, alegori, teşhis (kişi­ etkisiyle tam bir karmaşa içindeydi (bak.
leştirme) ve çağrışımlardan yararlanarak ülke A n a d o lu Selçuklu D e v l e t î. B a b a İ A y a k l a n m a-
gerçeklerini anlattı. Bu yazış biçimi masala Sl). Hacı Bektaş Veli, bugün Nevşehir’e bağlı
uygun olduğu için bu alanda da başarılı Hacıbektaş ilçesi olan Sulucakarahöyük kö­
örnekler verdi ve masal türüne yenilik getirdi. yüne yerleşerek orada bir tekke kurdu. Önder­
Çocuklara yönelik bu çalışmalar ele aldığı leri ve ileri gelenleri öldürülen Babailer’den
konuların özellikleri nedeniyle aynı zamanda bir bölümü kaçarak ya da gizlenerek yaşamla­
büyüklerin de ilgisini çekmiştir. Genellikle rını sürdürdüler. Bunlar Baba İshak halifele­
coşkulu ve duygulu bir anlatımın ağır bastığı rinden Hacı Bektaş’ın çevresinde toplandılar.
Behrengi’nin yapıtlarında büyüklerin dünya­ Hacı Bektaş o yıllarda Kalenderi, Haydari,
sı küçükler aracılığıyla anlatılırken, toplum­ Edhemi, Câmi, Şemsi dervişlerini de kendisi­
sal sorunlarla ilgili eleştiriler içeren bir yakla­ ne bağlayarak Anadolu'da yeni bir dinsel
şım da sergilenir. örgütlenmenin temellerini attı. Düşünceleri
Behrengi, 1968’de Aras Irm ağinın Tebriz önce çevre köylerde, daha sonra Anadolu’
vilayeti sınırları içinde kalan kıyısında ölü nun her yerinde ve daha sonraki yüzyıllarda
olarak bulunmuş ve ölüm nedeni anlaşılama­ Osmanlı Devleti’nin genişlemesiyle Balkan-
mıştır. lar’da, Mısır’da yandaş buldu ve hızla yayıldı.
Behrengi’nin yapıtları arasında en ünlü Bir tarikat olarak kuruluşu ve yaygınlık ka­
olanı, İtalya ve Çekoslovakya’da ödüller ka­ zanması Balım Sultan zamanına rastlar. Bek-
zanmış olan Küçük Kara Balık (1975) adlı taşiler, Balım Sultan’ı Hacı Bektaş Veli’den
öykü kitabıdır. Bihruz Dihkânî ile birlikte sonra tarikatın kuruluşuna önderlik eden
hazırladığı “Azerbaycan Masalları” adında “ikinci pir” olarak kabul ederler.
büyük bir derlemesi de bulunan Behrengi’nin Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından
öykü ve masallarının çoğu Türkçe’ye çevril­ başlayarak Yeniçeri Ocağı ile Bektaşiler ara­
miş ve bazıları Bir Şeftali Bin Şeftali (1975), sında bir yakınlık olmuştur. Bu nedenle yeni­
Kel Güvercinci (1975), Kargalar (1976), K o­ çerilere “Taife-i Bektaşiyan” (Bektaşi bölü­
nuşan Bebek (1976), Pancarcı Çocuk (1977), ğü) ya da “Hacı Bektaş Ocağı” da denirdi.
İnatçı Kediler (1979), Bir G ünlük Düş ve Padişah II. Mahmud 1826’da Yeniçeri Ocağı’
Gerçek (1980) ve Altın Civciv (1980) adların­ m kaldırırken aradaki yakın ilişkiyi düşüne­
daki kitaplarda toplanmıştır. rek Bektaşilik’i yasakladı. Birçok Bektaşi
babası ya öldürüldü ya da sürgüne yollandı.
BEİJİNG bak. PEKİN Baskılara karşın varlığını koruyan Bektaşilik,
Padişah Abdülaziz döneminde yeniden ser­
BEKTAŞİLİK, adını 13. yüzyılın ilk yarısında best bırakıldı. 1925’te tekke ve zaviyelerin
Anadolu’ya gelip yerleştiği sanılan Hacı Bek- kapatılmasıyla varlığı resmen son bulmuş
taş Veli’den alan bir tarikattır. Kurucusu Hacı oldu.
Bektaş Veli olmakla birlikte tarikatı biçimlen­ Bektaşilik, Ali’ye ve onun soyundan gelen­
diren ve tam anlamıyla bir tarikat niteliği lere bağlılığıyla Alevilik’e benzer (bak. ALEVİ­
kazanmasını sağlayan Balım Sultan’dır. A na­ LİK). Ama, Alevilik doğduğu ortama, Arap
dolu toprağında doğan bu tarikat sunduğu kültürüne daha çok bağlıdır. Bektaşilik ise,
yeni yaşama tarzıyla, Türkçe’yi en yalın biçi­ tümüyle Anadolu’nun gelenek ve görenekle­
miyle kullanan, canlı kalmasını ve yaygınlaş­ rine bağlı ve kendine özgü yanları olan bir
masını sağlayan halk şairleriyle, dini bağnazca inanç sistemidir. Bektaşilik inançları içinde,
benimseyenleri eleştirerek alaya alan fıkrala­ eski Türk inançları (toprağın, yağmurun ve
rıyla, değişik ve çarpıcı müziğiyle toplum kimi hayvanların kutsallığı gibi); Anado­
yaşamında kendine özgü bir yer edinmiştir. lu’nun eski uygarlıklarından kaynaklanan
Hacı Bektaş Veli, Horasan’dan Anadolu’ya inançlar (ekinin, şarabın kutsallığı gibi) ile
geldiğinde Anadolu, Moğol saldırılarının, Doğu dünyasının birçok inancı kaynaşmıştır.
BEKTAŞİÜZÜMÜ 119

ten sonra daha büyük sorumluluk alarak


dervişliğe, babalığa, ve halifeliğe kadar yük­
selebilir.
Cem ayini genellikle kış aylarında baba ön­
derliğinde düzenlenir. Olgunluk kazanmayı
ve gönül zenginliği edinmeyi sağlayan bu tö­
renlerde içkinin, müziğin ve semahın önemli
bir yeri vardır ve Bektaşi ayinleri bunlarsız
düşünülemez. Cem ayini, uygulanış bakımın­
dan Alevilik’teki ayinlere benzer. Bu toplan­
tılarda saz eşliğinde deyişler (nefesler) söyle­
nir, dem çekilir (içki içilir), insanları birliğe
Ara Ciiler Arşivi
çağıran şiirler okunur, semah denen ve belli
A llah , M u h a m m e d ve A li sözcüklerini, B ekta şile r'in
kuralları, biçimleri olan törensel nitelikteki
kullandığı "ta c " ve "te s lim ta ş i'n ı, Hz. A li'y i oyunlar oynanır. Böylesi toplantılarda coşku
sim g ele yen aslanı b ir araya top la ya n Bektaşi resm i. içinde kendinden geçmek bir ibadet biçimidir.
Ayrıca, Abdal Musa, Geyikli Baba gibi, Bek-
Bektaşi inancına göre bu yola giren kişi taşiler’ce benimsenen ve ermiş olduklarına
dört ayrı kapıdan geçerek gerçeğe, Tanrı inanılan önderlere ilişkin efsanelerde, onların
gerçeğine ulaşır. Birinci kapı “şeriat kapı- yırtıcı hayvanlarla konuşup söyleştiği, bir ara­
s i ’dır. Bu aşamada İslam’ın kurallarına uy­ da yaşayamayacak hayvanları bile bir ara­
mak, ehl-i beyte (Hz. Muhammed’in ev halkı­ ya getirdiği anlatılır. İşte bu yönleriyle eski
na) bağlanmak gerekir. İkincisi “tarikat kapı­ Anadolu inançlarını anımsatan Bektaşilik,
s ıd ı r . Bu aşamada tarikata ve onun önde­ değişik inanç sistemleriyle Kuran’ı temel ki­
rine bağlılık şarttır. Tarikatın bütün kural ve tap sayan İslam inançlarını birleştirmiş ve
uygulamaları bu aşamada öğrenilir. Üçüncü böylece yeni, kendine özgü bir tarikat ortaya
kapı “hakikat kapısi’dır. Evrenin sırlarını öğ­ çıkmıştır.
renerek Tanriyı tanımak, bireysellikten kur­
tulmak bu aşamada gerçekleşir. Dördüncü BEKTAŞİÜZÜMÜ. Avrupa, Asya ve Afri­
kapı “marifet kapısi’dır. Bu aşamaya ulaşan ka’nın hemen her yanma dağılmış olan bekta-
kişi evreni ve ona bağlı olarak Tanriyı kavra­ şiüzümü (Ribes uva-crispa ya da Ribes grossu-
ma gücünü kazanmıştır. laria), adını büyük olasılıkla Bektaşi sarığını
Bektaşilik’in inanç sistemi “ayin” adı veri­ andıran ve üzüm salkımı gibi kümelenmiş
len dinsel törenlerinde en açık biçimde görü­ olan meyvelerinden alır. Frenküzümü ile ya­
lür. İki büyük ayin vardır: İkrar ayini ve cem kın akraba olan bu bitki 1-2 metre boyunda
ayini. İkrar ayini, Bektaşilik’e girmek isteyen dikenli bir çalıdır (bak. FRENKÜZÜMÜ). Özel­
ve adına “muhib” (dost) ya da “talip” (istekli) likle A ve C vitaminleri, mineraller ve meyve
denen kimseler için düzenlenen törenlerdir. asitlerince zengin olan üzümsü meyveleri için
Bektaşi olan herkes bu törenlerden geçer. yetiştirilir. Melezleme yoluyla üretilmiş olan
Talip, kendisine daha önce Bektaşi olmuş çeşitlerinin meyveleri yuvarlak ya da oval,
birini “rehber” (yol gösterici) olarak seçer. koyu kırmızı, pembe, yeşil, sarımsı yeşil ya da
Rehber, talibin dileğini tekkenin önderi olan sarı renkte, üstleri tüylü ya da tüysüz olabilir.
“baba”ya bildirir ve talibi önerir. Talip, baba­ Olgunlaştığında hafif ekşimsi ve sulu olan
nın görevlendirdiği “musahip”ten (arkadaş) meyveler ya çiğ olarak ya da reçel, pasta ve
tarikatın yollarını öğrenir, ilk bilgileri alır. tatlı yapılarak yenir. Ama olgunlaşmadan
Talip abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan toplanan meyveler çiğ yenemeyecek kadar
sonra, beyaz bir kefene sarılır. Birçoğu Türk­ buruk ve acımsıdır; bu yüzden daha çok reçel,
çe olan çeşitli duaların okunduğu ayinden komposto ve marmelat biçiminde tüketilir ya
sonra, tekkeye kabul edilir. İkrar (kabul da bazı yemeklere katılır. Türkiye’de ticari
etme) ayini gizli yapılır. Talip, tekkeye girdik­ üretimi yapılmayan, bahçelerde az miktarda
120 BEKTAŞ VELİ

kırsal alan içinden akar, Liege’den geçerek


Hollanda sınırının bir bölümünü oluşturur.
Meuse’ün güneyinde Ardenler’deki tepeler
yer alır. Ağaçlık, bataklık ve yosundan bitki
örtüsüyle bu kesim, sınır komşusu Federal
Almanya ile benzerlik gösterir.

BELÇİKA'YA İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 30.518 km2.


NÜFUS: 9.861.000.
YÖNETİM BİÇİMİ: Meşruti Krallık.
Hortico
BAŞKENT: Brüksel.
B ektaşiüzüm ünün sulu m eyve le ri d iken li da lla rda n
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Ülke, güneydoğuya doğru hafif­
b ir üzüm salkım ı g ib i sarkar.
çe yükselen bir düzlük üzerindedir. En yüksek bölge­
si Botrange Platosu'dur (694 metre).
BAŞLICA SANAYİ KOLLARI: Çelik, makine, makine
yetiştirilen bektaşiüzümü Avrupa’da çok yay­ parçaları, cam, dokuma, deri, elmas kesimi, kimya
gın ve sevilen bir meyvedir. Özellikle serin ve ve besin maddeleri.
BAŞLICA ÜRÜNLER VE HAYVANCILIK: Kömür, dem ir,
nemli iklimi sevdiği için en çok İngiltere’de bakır, çinko, kurşun, tahıl, şekerpancarı, şerbetçiotu,
yetiştirilir. Hatta 19. yüzyılda İngiltere’de sığır, domuz ve at.
özel yarışmalar düzenlenir, en iri taneli, sulu ÖNEMLİ KENTLER: Brüksel, Anvers (başlıca liman),
Liege, Mons, Gand, Namur, Bruges.
ve tatlı bektaşiüzümünü yetiştirenlere ödüller
EĞİTİM: 6-15 yaş arasındaki çocukların okula gitmesi
verilirdi. zorunludur.
Bektaşiüzümü, veymut çamında pas hasta­
lığına yol açan mantarların arakonağı oldu­
ğundan, bazı ülkelerde, özellikle ABD'nin Ta r ım ve Sanayi
bazı eyaletlerinde bu bitkinin çam ağaçlarının Belçika’nın büyük bir bölümünde çiftçilik
yakınına dikilmesi yasaklanmıştır. yapılır. Bereketli orta ova topraklarının kuze­
yinde yulaf, çavdar ve patates yetiştirilir; bu
BEKTAŞ VELİ (HACI) bak. H a c i B ektaş V e l i. ürünlerin bir bölümü dışarıya satılır. Güney­
de ise buğday ve şekerpancarı tarımı yapılır.
BELÇİKA, Avrupa’nın en küçük ülkelerinden Çiftliklerde ayrıca çok sayıda sığır, domuz,
biridir. Güneybatıda Fransa, doğuda Al­ koyun ve at beslenir.
manya Federal Cumhuriyeti ile Lüksemburg, Belçika topraklarında tarımsal üretim çok
kuzeyde Hollanda arasında yer alır. Kuzey yoğundur. Ne var ki, geçmişte ülkenin asıl
Denizi’ne dar bir kıyı ile açılan Belçika, zenginlik kaynağı kömürdü.
Avrupa’nın en yoğun nüfuslu ve en çok
sanayileşmiş ülkelerinden biridir.
Belçika alçak bir düzlük üzerindedir. Bu
düzlüğü, kaynaklarını Fransa’dan alan üç
ırmak sular: Schelde, Sambre ve Meuse (Ma­
aş). Bu üç ırmak karmaşık bir suyolları
sisteminin ana kollarıdır. Schelde, Belçika’
nin batısındaki basık Flandre Ovası’nı sula­
dıktan sonra Hollanda’nın güney ucundan
Kuzey Denizi’ne dökülür. Fransa’dan doğan
Sambre, yarı yolda Belçika’ya girer, engebeli
bir kömür alanından geçer ve Nam ur’da
Meuse Irmağı ile birleşir. Meuse ise, kuzey­
doğuya doğru doğal güzelliğini koruyan bir
BELÇİKA 121

sıra şeker rafinerileri, yünlü ve pamuklu


dokuma üretimi önemli sanayi dallarını oluş­
turmaktadır. Bu sanayiler ülkenin tümüne
yayılmış olmakla birlikte, daha çok güneyde
Liege ile kuzeyde Anvers ve Gand liman
kentlerinde yoğunlaşmıştır.
Dış ülkelere maden, makine, makine par­
çası, motorlu taşıtlar, kimyasal ürünler ve
dokuma satan Belçika, nüfusuna oranla,
dünyanın önde gelen sanayi ürünü satıcıların­
dan biridir. Bu ticaretin büyük bir bölümü
Avrupa Topluluğu’na üye olan ülkelerle ya­
pılmaktadır {bak. A v r u p a T o p l u l u k l a r i ).

Kentler ve Halk
Belçika sanayileşmiş bir ülke olmasına karşın,
ortaçağdan kalma mimari güzelliklerin çoğu­
nu koruyabilmiştir. Başkent Brüksel, bir li­
Belgıan Embassy. Londra man kenti olan Anvers, Gand, Louvain,
Belçikanın ö n e m li sa n ayilerinde n biri olan m etal Malines, Bruges, Ypres ve Tournai kentleri
san ayisinin ü rü n le ri öteki ülkelere de satılır. 13.-16. yüzyıllar arasında kurulmuştur. Eski
evler sivri çatılı kiremit damları, tuğla duvarlı
Sambre-Meuse Vadisi’ncle güneye doğru ve oymalı cepheleriyle, iki yanı ağaçlı cadde­
uzanan kömür yatakları, uzun yıllardan beri leri süsler. Ortaçağdan kalma kaleler, yüksek
Belçika’nın başlıca gelir kaynağı olmuştur. çan kuleleri ile etkileyici Gotik belediye
Gene bu bölgede demir, çinko, kurşun ve sarayları, çanlarının çıkardığı hoş ezgilerle
bakır bulunur. Belçika Avrupa’daki coğrafi ünlü katedraller, bu katedralleri süsleyen
konumu ve zengin hammadde kaynaklarıyla Flaman resim ustaları Hubert ve Jan van
makine, kimya, çelik ve cam sanayilerinde Eyck, Peter Paul Rubens ve Anthony van
büyük bir gelişme sağlamıştır. Bunların yanı Dyck'in resimleri Belçika’yı çekici kılar.
Belgian Embassy. Londra

Solda: Geleneksel dantel işi yapan b ir Belçikalı. Sağda: Y a b a n ih in d ib a to p la ya n b ir çiftçi.


122 BELÇİKA

Renkli karnavalları, Brüksel'e ün kazandır­ dokuyarak bütün Avrupa’nın dokuma gerek­


mış olan dantel işlemeciliği ile ortaçağ gele­ sinimini karşılamaya başladı. Bruges ve A n­
neklerinin bazıları Belçika'da bugün de sür­ vers kuzey denizlerindeki yoğun ticaret trafi­
mektedir. ğinin önemli uğrak noktaları oldular.
Kanallarda turistler için çok çekici olan Batı Flandre, Hollanda ve Belçika 1385’te
özel kayık ve motor gezintileri yapılır. Deniz güçlü Burgonya Düklüğü’nün egemenliği altı­
kıyısındaki Ostende ise, görkemli otelleri ve na girdi. Belçika, III. Philippe’nin (İyi Philip-
gazinolarıyla gözde bir dinlence yeridir. pe) barışçıl yönetimi sırasında sanat ve mi­
Belçika’da nüfusun hemen hemen tümü marlık alanında altın çağını yaşadı. Ne var ki,
okuryazardır. İlk ve ortaöğrenimin devlet Korkusuz Charles’ın tahta geçmesiyle, baskı
desteğiyle yürütüldüğü bu ülkede, çeşitli yük­ ve ayaklanmalar baş gösterdi. Daha sonra
seköğrenim kurumlarının yanı sıra, birçok Charles’ın kızı Marie’nin yönetiminde kentler
üniversite vardır. Brüksel, Louvain, Anvers, özgürlüklerini yeniden elde ettiler. Marie’nin
Mons, Hasselt, Namur, Gand ve Liege üni­ Avusturya Arşidükü Maximilian ile evlenme­
versite kentleridir. sinden sonra, bu yöre tarihte ilk kez Avrupa’
Halkın çoğunluğu Katolik olmakla birlikte, nin savaş alanı durumuna geldi. M arie’nin
herkes dinini seçmekte özgürdür. Ülkede oğlu İspanya kralının kızı ile evlenince
başlıca iki dil konuşulur; kuzeyde yaşayan Belçika, Hollanda ve Flandre’ın bir bölümü
Flamanlar Flamanca konuşur. Flaman halkı üzerinde hem İspanya’nın, hem de Avustur­
Hollandalılar’a benzer. Güneyde Fransızca, ya’nın söz hakkı doğdu.
ülkenin bazı bölümlerinde ise Fransızca'nın Martin Luther ile Jean Calvin’in Protestan
bir lehçesi olan Valonca konuşulur. Valonlar öğretisi 16. yüzyılda bu ülkelerde büyük bir
Fransızlar’a benzer. Sanayi, ticaret ve kültür yaygınlık kazandı. Ama, bu öğretinin savunu­
merkezi olan Brüksel’de her iki dil de konu­ cuları, İspanyol Engizisyonu'nca ağır bir bi­
şulur. çimde cezalandırıldılar {bak. ENGİZİSYON). Ka­
tolik yöneticilere karşı düzenlenen ayaklan­
Tarih malar, acımasız Alba dükünün askerlerince
Tarihte ilk kez Belçikalılar’dan söz eden bastırıldı. İspanya Krallığı’na karşı savaşan
Roma İmparatoru Jül Sezar’dır. Seferlerini Hollanda sonunda bağımsızlığını kazandı.
dile getiren öykülerde, Belgaeler i “Galya’nın Bugün Belçika adıyla bilinen ülke ise 70 yıl
en cesur halkı” olarak niteleyen Sezar, İÖ daha İspanyollar'ın egemenliği altında kaldı.
57'de ordularıyla geldiği bu bölgeyi ele geçir­ Ülke 1701’den 1713’e kadar, İspanya Ve­
mek için yedi yıl uğraşmıştır. İS 4. yüzyılda, raset Savaşı olarak bilinen savaşlara sahne
Almanya üzerinden Ren Irmağı’nı geçerek oldu; sonunda Utrecht Antlaşması ile Belçi­
gelen Franklar’ın egemenliği altına giren Bel­ ka, Avusturya’ya verildi. 1792’de Avusturya­
çikalılar, 8. yüzyılda, Frank Kralı Şarlman’ın lIlar Jemappes’da cumhuriyetçi Fransız ordu­
yönetimi sırasında Hıristiyanlık’ı kabul etti­ larına yenilince Belçika, Fransız Devrimi ve
ler. Başkent Aachen ile Fransa arasında gidip Napolyon’un imparatorluğu boyunca Fransa’
gelen gezginler Belçika’dan geçmek zorun­ mn bir eyaleti oldu. Napolyon’un 1815’te
daydılar. Belçika daha sonraları Frank Kral- Waterloo’da yenilmesinden sonra, Belçika ile
lığı’nın pazarı durumuna geldi. Hollanda birleşti. 1830’daki ayaklanmalar so­
O dönemde, bugünkü Belçika toprakları, nucunda bu birlik bozuldu. 20 Ocak 1831’de
Hollanda ve Fransız Flandre’ı ile birlikte Londra’da toplanan bir konferansta Belçika
Alçak Ülkeler olarak adlandırılmıştı. Çünkü, bağımsız bir devlet olarak tanındı.
bu ülkelerin toprakları yer yer deniz yüzeyi­ Bundan bir yıl sonra Belçikalılar, Sachsen-
nin altındaydı. Haçlı Seferleri sırasında bazı Coburg’lu Alman Prensi Leopold’u kral seçti­
kentlerin önem ve zenginlik kazanması, 11. ler. 1839 Londra Antlaşması ile Avrupa’nın
ve 12. yüzyıllarda görece bağımsızlaşmalarına büyük devletleri, Belçika’nın bağımsızlığını
yol açtı. İngiltere’den yün satın alan Bruges, güvence altına aldılar. (Almanlar 1914’te
Gand, Ypres ve Louvain kentleri, bu yünü Belçika’ya girerek bu antlaşmayı bozdular.)
BELEDİYE 123

1945’te Almanya yenilgiye uğradı. Ne var


ki, Belçika parlamentosu Kral Leopold’un
ülkeye dönmesine izin vermedi. 1940'ta di-
renmeksizin Almanlar’a boyun eğdiği için
eleştirilen kral, 1950’de küçük bir farkla
kazandığı halkoylaması sonucu yeniden ülke­
ye girmeyi başardı. Fakat halkın hoşnutsuzlu­
ğu nedeniyle tahtı çok geçmeden 19 yaşındaki
oğlu Prens Baudouin'e bırakmak zorunda
kaldı. 1951'de tahta çıkan Baudouin halkın
desteğini sağladı. Ülke yönetiminde parlamen­
toya gittikçe daha çok söz hakkı verildi.
Belçika, II. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkile­
rini oldukça hızlı bir biçimde ortadan kaldır­
mayı başardı. Bunun nedeni ise, büyük kayıp­
lar vermelerine karşın, Belçika direniş güçle­
rinin ve Müttefik ordularının, Almanlar'ın
çekilirken belli başlı sanayilere ve ulaştır­
ma araçlarına zarar vermelerini engellemek
Belgian Embassy, Londra
için hızla ilerlemeyi başarmalarıdır. Savaş
Eski Bruges kenti kanalları ve tarih sel e vle riyle
ü n lü dür. sonrasında, özellikle kimya ve maden sanayi­
lerinde önemli gelişmeler sağlandı.
Belçika, 1922'de Lüksemburg ile, 1948’de
19. yüzyılda, II. Leopold’un krallığı sırasın­de Hollanda ile birleşerek Benelüks adıyla bir
da Belçika sanayi ve demiryolu sistemini gümrük birliği kurdu. Böylece daha büyük bir
geliştirerek büyük bir ilerleme sağladı. II. gümrük birliği olan Avrupa Ekonomik Toplu­
Leopold Orta Afrika’da kendi girişimiyle, luğu ya da Ortak Pazar'a katılmadan önce, bu
özel bir mülk olan Kongo Bağımsız Devleti’ni üç ülke arasındaki ticaret engelleri kaldırılmış
kurdu. Bu yöre 1908’de Belçika Kongosu ve ülkeler arasında ticaret kolaylığı sağlanmış
olarak tanındı. Kongo’nun Katanga bölgesin­ oldu. Ortak Pazar'ın merkezi Brüksel'dedir.
deki bakır, çinko ve öteki maden yataklarının 1967’de, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'
yanı sıra, kauçuk ve fildişi ticaretini de ele nün (NATO) merkezi de Brüksel’e taşınmış­
geçiren Belçika, bu yolla büyük bir servet tır.
sağladı. Bu sömürge 1960’ta, Zaire Devleti
olarak bağımsızlığını kazandı. BELEDİYE. Nüfusu belli bir sayının üstünde
olan yerleşim yerinde hükümet yönetiminin
İki Dünya Savaşı yanı sıra bir de halk yönetimi ya da yerel
1914’te Alm anların Belçika’yı ele geçirme­ yönetim vardır. Hükümet yönetimini hükü­
sinden sonra I. Dünya Savaşı'nın yıkım ve met adına hizmet gören devlet daireleri oluş­
çatışmalarının çoğu bu ülkede yaşandı. Belçi­ turur. Buralarda ücretleri ya da aylıkları
ka, dört yıl süren Alman işgalinin ardından, devletçe ödenen ve ilgili devlet kurumlarınca
1918’de yapılan ateşkes antlaşmasıyla 1940’a atanan memurlar çalışır. Halk yönetimi ise
kadar barış ve bolluk içinde yaşadı. II. Dünya beldenin sorunlarını çözmek ve bazı hizmetle­
Savaşı başladıktan kısa bir süre sonra, Alman ri yerine getirmek için halkın kendi oylarıyla
birlikleri uyarıda bulunmaksızın Belçika’ya seçtiği yöneticilerin işbaşında bulunduğu tüzel
saldırdı. Ne Belçikalılar, ne de Fransız ve kişiliği olan belediye örgütüdür.
İngiliz müttefikleri Alman saldırısının şiddeti Ülkemizde yasa gereği, nüfusu ne kadar
karşısında direnebildiler. 18 gün süren savaş­ olursa olsun tüm il ve ilçeler ile nüfusu 2.000'i
tan sonra Kral III. Leopold, işgal koşullarını aşan yerleşim merkezlerinde belediye kurul­
kabul ederek Almanlar’a boyun eğdi. ması zorunludur. Yerel halkın gereksinim
124 BELEDİYE

duyduğu değişik nitelikli hizmetlerin tümünü yaygın olduğu Beyoğlu ve Galata’da, Paris
hükümetin yerine getirmesi olanaksızdır. Bu Belediyesi örnek alınarak 1857’de Altıncı
nedenle hangi işlev ve hizmetin hükümetçe, Daire-i Belediye kuruldu. Sonraki yıllarda
hangisinin belediyece yerine getirileceği yasay­
kentin öteki semtlerinde de belediye örgütleri
la belirlenmiştir. Besin maddelerinin ve bun­ oluşturuldu. Daha sonra “şehremaneti” adıy­
ların hazırlandığı yerlerin sağlığa uygunluğu­ la bütün ülkede yaygınlaştırılan bu kurumla-
nun denetlenmesi; çöplerin düzenli toplanma­ rın yöneticilerine de “şehremini” dendi.
sı; belde içindeki yolların yapılması, onarıl­ Osmanlı Devleti’nde günümüze uzanan
ması, sokak ve alanların düzenlenmesi ve çağdaş belediyeciliğin temeli 1877’de I. Meş­
aydınlatılması; belediye sınırları içinde çalışan
rutiyet döneminde çıkarılan yasayla atılmıştır.
otobüs, minibüs, dolmuş gibi kamuya hizmet Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye’de 389
veren araçların taşıma ücretlerinin belirlen­ yerleşim yerinde belediye örgütü vardı. Baş­
mesi; kanalizasyonların yapılması, itfaiye hiz­kent oluşundan sonra 1924’te kurulan Ankara
meti, işyeri açma ve inşaat ruhsatı verilme­ belediye örgütü Cumhuriyet Türkiye’sinin
si; park ve oyun bahçeleri kurulması; yeşil belediyeciliğine örnek oldu.
alanların korunması ve yenilerinin oluşturul­ Türkiye’de belediye örgütleri 1930-35 ara­
ması; hastane, stadyum, tiyatro gibi sağlık, sında çıkarılan yasalarla çağdaş bir anlayışa
spor ve kültürel tesislerin yapılması belediye göre düzenlendi. Bu yasalar uyarınca 1984’e
hizmetleri içine girer. Belediyeler ayrıca bel­kadar belediye başkanı ve belediye meclisi
denin elektrik, havagazı ve su gereksiniminin üyeleri dört yıl için seçilirlerdi. Bu yıldan
karşılanması; halkın zorunlu gereksinmesi başlayarak belediye seçimleri beş yılda bir
olan çeşitli yiyecek ve yakacak maddelerinin yapılmaya başlandı. 1981’de belediye gelirle­
satış fiyatlarının saptanması; yoksulların ce­ rini düzenleyen yasa ve 1984’te de il merkez­
nazelerinin kaldırılması ve asker ailelerine lerinde birden çok ilçe bulunan kentlerde
yardım edilmesi; esnafın denetlenmesi gibi büyük şehir belediyelerinin kurulmasını sağ­
görevleri yerine getirir. Yasada belirtilen layan yasa gücünde kararname çıkarılmıştır.
belediye görevlerinin bir bölümü zorunlu, bir Ankara, İstanbul ve İzmir il merkezlerinde
bölümü ise bütçeleri elverirse yerine getire­ büyükşehir belediyeleri kurulmuştur. Büyük
cekleri görevlerdir. Yiyecek ve içeceklerin, şehir belediyelerinde kentin adını taşıyan
halka açık yerlerin sağlık koşullarına uygunlu­“anakent belediyesi” ile her ilçenin kendi
ğunun denetimini yapmak her belediyenin belediyeleri bulunur. Anakent belediyesi ilçe
zorunlu görevidir. Oysa hastane, stadyum belediyeleri arasında eşgüdümü sağlar ve
gibi büyük yatırım gerektiren yapılar için bütçelerinin yetersiz kaldığı durumlarda yar­
belediyenin gelir kaynaklarının yeterli olması dım ederek büyük yatırımları gerçekleştirir.
gerekir. Gelir kaynakları yetersiz olan beledi­ Belediye örgütünün organları belediye baş­
yeler bu tür görevler üstlenemezler. kanı, belediye meclisi ve belediye encümeni­
dir. Belediye tüzel kişiliğinin temsilcisi ve
Türkiye'de Belediye Örgütünün Gelişimi yürütme organı olan belediye başkanı beş yıl
Osmanlı Devleti döneminde belediye başkanı için doğrudan ve çoğunluk sistemine göre
ve meclis üyeleri çoğunlukla seçimle değil seçilir. Belediye başkanmın temel görevi be­
atama yoluyla saptanırdı. Osmanlı Devleti’ lediye meclisi ve encümeninin kararları doğ­
nin ilk döneminde belediye hizmetleri kentle­ rultusunda belediye hizmetlerinin yürütülme­
rin çarşı ve pazarlarında fiyatların, ölçü ve sini sağlamaktır. Başkan yaptığı işlerden dola­
tartıların denetlenmesini kapsardı. Bu deneti­ yı belediye meclisine karşı sorumludur. Bele­
mi kadı ve ihtisap ağaları (bir çeşit belediye diye başkanı, yeterli sayıda başkan yardımcısı
sorumlusu) yürütürdü. Hile yapan esnaf ge­ ve belediye hizmet birimlerinin yöneticileriyle
rektiğinde falaka ya da hapisle cezalandırı­ çalışarak görevini yerine getirir. Büyük şehir
lırdı. belediyelerinin anakent belediyesinde ise baş­
Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstan­ kan yardımcılığı yerine bir genel sekreter ve
bul’da yabancı uyrukluların yoğun ve ticaretin en çok dört genel sekreter yardımcısı bulu­
BELFAST 125

nur. Genel sekreter, belediye başkanının dür. Meclisin kararma sunulacak bütçe ve
önerisi ve içişleri bakanının onayı ile atanır. hesapları incelemek, yeni yollar ve parklar
Belediye meclisi, belediye örgütünün en üst açmak için yapılması gerekli kamulaştırmalar­
karar organıdır. Meclisin üye sayısı belediye la ilgili tasarıları hazırlamak, belediye hizmet­
örgütünün bulunduğu yerleşim yerinin nüfu­ leri karşılığında alınacak ücretleri saptamak,
suna göre 9-55 üye arasında değişir. Belediye belediye cezalarını belirlemek gibi konular
meclisinin üyeleri belde halkı tarafından beş encümenin başlıca görevleridir.
yıl için doğrudan ve nispi temsil sistemiyle Belediyelerin geliri 1981 tarihli Belediye
seçilir. Meclis ekim, şubat ve haziran ayların­ Gelirleri Kanunu gereğince sağlanır. Bunlar
da yılda üç kez olağan toplantı yapar. Bütçe, belediyenin, bulunduğu beldede devletin top­
çalışma programı, belediyenin gelirlerini oluş­ ladığı genel vergilerden aldığı pay ile doğru­
turan vergi, harç tarifelerinin saptanması gibi dan kendisinin topladığı vergi ve harç gelirle­
konuları görüşür, karara bağlar. Meclis, rinden oluşur.
önemli ve ivedi işler için olağanüstü toplantı 1985’te Türkiye'de 1.701 belediye vardı.
da yapabilir. Günümüzde kentlerin gelişmesiyle belediye
Belediye encümeni karma nitelikli bir or­ hizmetlerinin önemi de büyük ölçüde art­
gandır. Üyelerinin bir bölümü belediye hiz­ mıştır.
met birimlerinin yöneticileri olan imar, hu­
kuk, fen, personel, hesap ve yazı işleri dairesi BELFAST, Kuzey İrlanda’nın başkenti ve
başkanlarından; bir bölümü de belediye mec­ İngiltere’nin bir eyaletidir. Lagan Irmağı’nın
lisinin kendi içinden bir yıl için seçtiği üyeler­ Belfast Halici’ne döküldüğü yerde 17. yüzyıl­
den oluşur. Encümen, belediye başkanının da kurulmuş olan Belfast, büyük bir liman
başkanlığında toplanan sürekli bir organdır. kenti ve aynı zamanda Kuzey İrlanda’nın en
Meclisin toplantıda bulunmadığı zamanlarda önemli sanayi merkezidir.
onun görevlerini yerine getirmekle yükümlü­ 1648’de, İngiliz İç Savaşı sırasında, George

Crovvn C o p y rig h t

-yffniri '
\ £ w

tm m m ü *

y ı t i

B elfast'ta 1906'da yapılan bü yük belediye binası, Lo nd ra'da 17. yüzyılda yapılan St. Paul K a te drali'ne
benzer.
126 BELGRAD
BELGRAD. Yugoslavya’nın ve Sırbistan Fe­
Monk’un emrindeki Cromwell birliklerince deral Cumhuriyeti'nin başkenti olan Belgrad
kuşatılan kent, 18. yüzyılın sonlarına kadar ülkenin kuzeydoğusunda yer alır. Yugoslav­
sıradan küçük bir ilçe görünümündeydi. 17. ya’nın en büyük kentidir.
yüzyıl sonlarında başlayan keten bezi doku­ Sırbistan tepelerinin kuzeydeki ovalara
macılığının hızla gelişmesi sonucunda dünya­ doğru uzanan ucunda, Sava Irmağı’nın Tu-
nın sayılı keten bezi üreticileri arasına girdi. na’yla birleştiği yerde kurulmuş olan kent
Yapay dokuma sanayisi dalında da kentin önemli ticaret yollarının kesiştiği bir nokta­
önemli bir yeri vardır. dadır.
Belfast’ta dokumacılığın yanı sıra gemi Balkanlar'dan Avrupa’ya giden yol üzerin­
yapım sanayisi de gelişmiştir. 18. yüzyılın de olduğu için çağlar boyunca çeşitli ordular
küçük tersaneleri. 1847’de Lagan Irmağı’nın Belgrad’a sahip olmak amacıyla kıyasıya sa­
taranarak derinleştirilmesinden sonra, büyük vaşmıştır. İÖ 3. yüzyılda Keltler'in kurduğu
ölçekli gemi yapım işletmelerine dönüştü. kenti sırasıyla Romalılar, Yunanlılar, Hunlar.
1858’de kurulan Harland ve Wolff şirketi Bulgarlar, Macarlar, Türkler ve Sırplar ele
kısa zamanda dünyanın en büyük tersanesi geçirdi.
durumuna geldi. (Ünlü “Titanic” yolcu gemi­ Kentin Sırpça'daki adı, “Beyaz Kale” anla­
sinin yapımcısı da Harland ve Wolff’du.) mına gelen Beograd’dır. Bugün sadece yıkın­
Günümüzde Belfast’taki tersanelerde savaş tıları kalan eski kale, 60 metre yüksekliğinde
ve yük gemileri yapılmaktadır. bir kayalıkla son bulan bir tepenin en uç
Belfast, mühendislik ve kimya sanayisinin noktasındadır. Kalenin çevresi düzenlenerek
yanı sıra, uçak, giyim, halat, demir döküm, park yapılmıştır. Buradan bakıldığında her iki
madensuyu ve alkolsüz içkilerin üretildiği ırmağın ve kuzeye doğru uzanan ovanın
önemli bir sanayi bölgesidir. Özgün bir içki olağanüstü güzel bir görünümüyle karşılaşılır.
olan soda, zencefil esansı ve glikozdan oluşan Parkın arkasında, tepenin üzerinde eski kral­
zencefilli gazoz burada yapılır. İçi hava dolu lık sarayının, dükkânların ve başlıca otellerin
otomobil lastiği İskoçyalı mucit John Boyd bulunduğu eski kent yer alır. Tepenin dik
Dunlop tarafından 1888'de Belfast’ta yapıl­ yamaçlarından ırmak kıyısındaki kalabalık
mıştır (bak. T aş it L a s t İGİ). sanayi ve ticaret bölgelerine inilir. Sava üze­
Kuzey İrlanda’nın başlıca ticaret ve ulaşım rindeki köprüler ile Tuna üzerindeki demir-
merkezi olan Belfast limanının, kanallar ve Yugoslav Tourisı Office
havzalarla birlikte 16 km uzunluğunda kıyısı
vardır. Düzenli gemi seferleri Belfast’ı İngil­
tere’nin ve dünyanın öbür liman kentlerine
bağlar. Belfast’ın 20 km batısında yer alan
Aldergrove, İngiltere’nin en işlek havaliman­
larından biridir.
1968’de Kuzey İrlanda'da, Protestanlar ile
Katolik azınlık arasında çıkan anlaşmazlıklar
bombalı saldırılara ve silahlı çatışmalara dö­
nüşerek, Belfast’ta yaşamı önemli ölçüde
etkiledi. Bombalama olaylarının ve silahlı
sokak çatışmalarının önü alınamadı. İngiliz
birlikleri kentteki güvenlik önlemlerini artır­
dı. Kentin doğusunda bulunan Stormont’da
bir Kuzey İrlanda parlamentosu kuruldu.
1972’de bu parlamentonun çalışmaları İngiliz
hükümetince geçici olarak durduruldu. Ne
var ki, şiddet eylemleri 1980’lere kadar sürdü B elgrad hem b ir sanayi kenti, hem de hü kü m e t
(bak. K u z e y İ r l a n d a ). m erkezidir.
Belfast’ın nüfusu 322.600’dür (1983).
BELİZE 127

yolu köprüsü kenti, 1945’ten sonra gelişen


yeni Belgrad’a bağlar. Belgrad’ın modern
havaalanı da Sava’nın bu yakasındadır. Hava­
yolu, demiryolu, karayolu ve suyolu bağlantı­
ları kenti Yugoslavya’nın başlıca ulaşım m er­
kezi durumuna getirmiştir.
Belgrad 1918’de, camileri ve pazarlarıyla,
yarı doğulu görünümde bir kentti. Bugünkü
yeni, büyük yapılar ise daha çok Avrupa ti-
pindedir. Belgrad Avrupa’nın en etkileyici
kentlerinden biridir.
Kentteki fabrikalarda dokuma, deri eşya ve
çeşitli makineler üretilir. Besin sanayisinde ve
el sanatlarında da çok sayıda insan çalışır.
Önemli bir kültür ve eğitim merkezi olan
A B C Ajansı / Camera Press
Belgrad'da bir üniversite, çeşitli yükseköğre­
Yaklaşık 50 bin kişinin yaşadığı Belize
nim kurumlan ve kütüphaneler vardır. Nüfu­ ken tind en tip ik b ir g ö rü n ü m .
su 1.087.915’tir (1981).
dilen Belize, o zamanlar yerleşmeye uygun
BELİZE, Orta Am erika’da Karayib Denizi’ bulunmadı. İlk yerleşenler, 17. yüzyılda İngi­
nin batı kıyısında az nüfuslu küçük bir lizler oldu. Buraya yerleşmelerinin temel
ülkedir. Mercan kayalıkları ve mangrov ağaç­ nedeni, iç bölgelerde dokuma boyacılığında
larıyla örtülü yassı kum adacıkları, Belize’yi kullanılan bakkam ağaçlarının bulunmasıydı.
Karayib Denizi’nden ayırır. Kara komşuları
Meksika ve Guatemala’dır. 1981’de bağım­
BELİZE'YE İLİŞKİN BİLGİLER
sızlığını ilan edinceye kadar İngiliz sömür­
gesi olan bu ülkenin o zamanki resmi adı YÜZÖLÇÜMÜ: 22.965 km 2.
İngiliz Hondurası’ydı. Bugün de 1.800 kadar NÜFUS: 176.000 (1987).
İngiliz askeri, ülkeyi komşu Guatemala’nın BAŞKENT: Belmopan.
toprak isteklerine karşı korumak amacıyla YÖNETİM: Meşruti krallık; İngiliz Uluslar Topluluğu
üyesi.
Belize’de bulunmaktadır.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Çukur ve bataklık bir kıyı şeridi
İlk olarak 15. yüzyılda İspanyollar’ca keşfe- vardır; kuzey bölgeleri düzlük, güneyi ise dağlıktır.
Ülkenin büyük bölüm ü orm anlarla kaplıdır; birçok
akarsuyu vardır.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Muz, şeker, turunçgiller, kereste,
konserve meyve ve meyve suyu, çiklet özü.
EĞİTİM: 6-14 yaş arası çocukların eğitim i zorunludur.

Belize kenti, Belize Irmağı’nın ağzında,


çukur ve bataklık bir alanda kuruludur. Bu
ırmak, hem ormanın içlerine girişi kolaylaştı­
rır, hem de kesilen tomrukların yüzdürülerek
kıyıya taşınmasını sağlar. Belize kentinin ge­
lişmesi, kömür katranından yapılan boyaların
piyasada doğal boyaların yerini aldığı 19.
yüzyılda durakladı. Dış ülkelere satılan keres­
te ekonomiye geçici bir rahatlık getirdiyse de,
1920’lerden sonra, maunun bile değeri düştü.
Bakkam ağacı ise artık dış ülkelere satılma­
makta, onun yerine sedir, çam ve maun satışı
128 BELL

yapılmaktadır. Dışarıya satılan bir başka ürün


de çikle ağacından elde edilen çiklet özüdür.
Ne var ki, son zamanlarda fabrikalar çiklet
üretimi için de yapay maddeler kullanmaya
başlamıştır.
Dış ülkelere şeker ve muz satan Belize’de
kazançlı bir turunçgiller sanayisi (limon, por­
takal, greyfurt) kurulmuştur.
Ülkede turizm gelişme yönündedir. Maya
uygarlığından kalma arkeolojik buluntular ile
Avustralya’dan sonra en büyük mercan resif­
lerine sahip oluşu, Belize’ye çok sayıda turist
çeker.
Başkent olmasına karşın Belmopan’ın nü­
fusu ancak 4.500 iken, Belize kentininki
47.000’dir (1985). Latin Amerika'daki en eski
Anglikan katedrali St. John da bu kentte
bulunmaktadır.
Bölgede, Maya ve Karip Yerlileri ile bura­
ya daha önce ormanlarda çalıştırılmak üzere
Afrika’dan getirilmiş olan kölelerin torunları
yaşar. Irklar arası evlilikler çok yaygındır.
Belize’de İspanyolca, İngilizce ve Amerikan
Yerlileri’nin konuştuğu diller konuşulur. Res­
mi devlet dini yoktur. Okulların çoğu Katolik
Mansell Collection
okuludur. T ele fo nu bulan A le xa n d e r G raham Bell

BELL, Alexander Graham (1847-1922).


Alexander Graham Bell telefonu bulan kişi içinde bir elektromıknatıs ile diyafram denen
olarak tanınır. İskoçya’nın Edinburgh kentin­ çok ince bir demir levha vardı. Elektromıkna­
de doğan Bell, 1870’te ailesiyle birlikte Kana- tıs, üzerine sarılmış tellerden elektrik akımı
da’ya göç etti. Konuşma bozukluklarının dü­ geçirildiğinde mıknatıs gibi davranan bir de­
zeltilmesi ve güzel konuşma sanatı konusunda mir parçasıdır (bak. ELEKTROMIKNATIS). Aygıt-
en yetkili kişilerden biri sayılan babasının
yolundan giderek, 1872'de A B D ’nin Boston
kentinde işitme özürlüler için öğretmen yetiş­
tirmek üzere bir okul açtı. Ertesi yıl Boston
Üniversitesi’nde konuşma fizyolojisi profe­
sörlüğüne atandı.
Bell’in en büyük düşü, birbirinden uzaktaki
iki kişinin konuşabilmesini sağlayacak bir
araç bulmaktı. Bir megafonla konuşulduğun­
da bile, gırtlaktan çıkan ses dalgalarının çok
uzak mesafelere kadar yayılamadığını bildiği
için, ses titreşimlerini daha uzak mesafelere
nasıl iletebileceğini araştırmaya başladı. So­
nunda, elektrik akımı aracılığıyla bu titreşim­
leri oldukça uzağa iletmeyi başardı (bak. Ses).
B e ll'in te le fo n u yukarıdaki g ib i iki aygıttan o lu şu yo r,
Bell’in yaptığı ilk telefon, birbirinin eşi olan b u nlarda n biri alıcı, ö b ü rü verici olarak
iki basit aygıttan oluşuyordu. Bu aygıtların ku lla n ılıyo rd u .
BELLEK 129

lardan biri alıcı, öbürü verici olarak kullanılı­ve çocukların görsel imgelerin kullanımında
yor ve elektromıknatısın sargıları (bobinleri) olağanüstü bir yetisi vardır. Bu kişiler gör­
verici ile alıcı arasındaki iletken tellere bağla­
dükleri bir resmi, resim ortadan kalktıktan
nıyordu. Konuşurken çıkan ses dalgaları sonra da gözlerinin önünde canlandırabilirler.
diyaframı titreştiriyor ve her titreşimde bo­ Bu görsel imgeler, zihinde neredeyse bir
binden geçen elektrik akımının şiddeti değişi­ fotoğraf gibi tüm ayrıntılarıyla birkaç dakika
yordu. Bu akım alıcının bobinine ulaştığında, kalır. Psikologlar bu tür belleği eidetik imge
buradaki diyaframın vericideki diyaframla (silimsiz imge) olarak adlandırırlar. Böyle bir
aynı şiddette titreşmesine yol açıyor ve böyle­ belleğe sahip çocukların çoğu, yaşlan ilerle­
ce alıcının almış olduğu sesler vericiden işitile-
dikçe bu yetilerini yitirir.
biliyordu. 10 Mart 1876’da bu aygıt aracılığıy­ Psikologların bellek konusunda üzerinde
la yardımcısı Thomas Watson ile ilk telefon durdukları iki önemli soru vardır: Öğrendiği­
konuşmasını yapan Bell, 1877’de işitme özür­ miz bir şeyi nasıl anımsarız? Neden unuturuz?
lü öğrencilerinden Mabel Hubbard ile ev­ İlk sorunun içinde aslında iki soru yer alır.
lendi. Birincisi, kısa bir süre için gerekli olan bir
Seslerin bir ışık demeti aracılığıyla kısa bilgiyi nasıl aklımızda tuttuğumuzdur. G ün­
mesafelere iletilmesini sağlayan fotofon ve lük yaşamda sık sık bu türden anımsamalara
bildiğimiz gramofon ya da pikapların öncüsü gerek duyarız. Örneğin, bir şey satın alırken,
olan grafofon da Bell’in buluşudur. 1883’te satıcıya malın fiyatından daha fazla para
yaptığı bu aygıt, balmumundan plaklara kay­ verdiğimizde, paranın üstünü eksiksiz alabil­
dedilmiş sesleri okuyarak yeniden üretebi­ mek için, fiyatı belirli bir süre akılda tutm a­
liyordu. Bell sonraki yıllarda, Glenn Curtiss mız, anımsamamız gerekir. Günlük yaşamı­
adlı bir Amerikalı ile birlikte uçak yapımı mızın uyanık geçen saatlerinde gerek duydu­
üzerinde çalıştı. Ardından, Kanadalı Casey ğumuz bu kısa süreli bellek, bilgileri kısa bir
Baldwin ile birlikte, gövdesinin altındaki kı­ süre için depolar, kullandıktan sonra da, artık
zaklarla su yüzeyinde kayarak yol alan ve işine yaramayacağı için saklamaz.
suda hız rekoru kıran bir hidrofoil yaptı (bak. Öteki soru ise şudur: Geleceğe yönelik,
HİDROFOİL). başka bir deyişle uzun süre akılda tutmamız
gereken şeyleri nasıl anımsarız? “Kedi”nin
BELLEK, geçmiş bir olayı ya da bir bilgiyi, İngilizce karşılığını öğrendiğinizde, bu sözcük
zihinde tutma ve anımsama yetisidir. Sözgeli­ belleğinize işlenir ve kalıcı bir kullanım için
mi, okuldaki ilk gününüzü anımsarken, geç­ depolanır. Bu da bilgilerin uzun bir süre
mişte yaşadığınız bir olayı bilinç düzeyine saklandığı bir belleğimizin olduğunu gösterir.
çıkarmış olursunuz. Belleğiniz olmasaydı ne Günümüzde psikologlar, insanlarda her iki
kimseyi tanıyabilir, ne düşünebilir ne de kim bellek sisteminin de var olduğu ve öğrenilen
olduğunuzu bilebilirdiniz. bilgilerin ilk olarak kısa süreli belleğe, daha
Anımsama, bütün düşünme biçimlerinin sonra da kalıcı bir biçimde saklanmak üzere
temelini oluşturur. Aşağıdaki soruların ve uzun süreli belleğe aktarıldığı görüşünde­
yanıtların ne türden bir zihin çalışması gerek­ dirler.
tirdiğini karşılaştıralım: “Evinizde kaç pence­ Bir insan kısa süreli bellekten uzun süreli
re var?” ; “Kedi sözcüğünün İngilizce’si ne­ belleğe bilgi aktarma yetisini yitirebilir. Ö rne­
dir?” “Evimde 11 pencere var” demeden ön­ ğin, H. M. adında bir ABD yurttaşının, bey­
ce bu sorunun yanıtını bilmiyordunuz. Zih­ ninde elektriksel kasılmalara neden olan
ninizde evinizin bir resmini canlandırdıktan ağır bir sara hastalığı (epilepsi) vardı. Saradan
sonra, oda oda dolaşarak pencereleri saydı­ kurtulmak için geçirdiği ameliyat sırasında
nız. Oysa, “kedi”nin İngilizce’si sorulur sorul­ istenmeden beyni zarar gören H. M., ameli­
maz, görsel bir imgeye gerek kalmadan, “cat” yat öncesine kadar geçen her şeyi anımsıyordu.
sözcüğü aklınıza geliverdi. Bu uzun süreli belleğinin iyi durumda olduğu­
İnsanlar anımsama sırasında imgeleri deği­ nun bir göstergesiydi. Ayrıca telefon numara­
şik biçimlerde kullanırlar. Bazı yetişkinlerin larını ve insanların yüzünü kısa bir süre için
130 BELLİNİ

aklında tutabiliyordu. Bu da kısa süreli belle­ bu olayları yeniden anımsatıp, rahatsız edici
ğinin hâlâ çalıştığını gösteriyordu. Ne var ki, sorunlarla yüz yüze gelmelerini sağlayarak çö­
H. M. ameliyattan bu yana geçen 35 yıla züm aramalarında yardımcı olmaktı (bak.
ilişkin hiçbir şey anımsamıyor. Ameliyattan F r e u d , Sİ g m u n d ).
sonra tanıştığı hiç kimse belleğinde yer etme­ Ara sıra gazetelerde “belleğini yitirmiş”
diği gibi, kendinin de nasıl bir kişiliğe sahip birine ilişkin bir haber okuruz. Kim olduğu­
olduğuna ilişkin değerlendirmesi ameliyat ön­ nu, nerede yaşadığını ve bir ailesi olup olma­
cesiyle sınırlı. H. M .’nin sorunu, kısa süreli dığını bilmeyen bu kişiler her zaman değilse
bellekten uzun süreli belleğe bilgi aktarma de çoğunlukla kısa bir süre sonra yeniden
yetisini yitirmiş olmasından kaynaklanıyor. belleğine kavuşur. Bellek yitimine yol açan,
Neden unutuyoruz? Psikologlar uzun süreli ciddi, duygusal sarsıntılar geçirmiş bu tür
belleği, beyne yerleştirilmiş bir kitaplığa ben­ insanlara sık sık rastlanır. Bellek yitimi psiko­
zetirler. Kitaplıktaki kitaplar “bilim", “ro­ lojide amnezi olarak adlandırılır (bak. ZİHİN­
man" gibi.başlıklar altında sıralanır. Adını ya SEL SÜREÇLER).
da yazarını bildiğiniz bir kitabı kart katalogu­
na ya da bilgisayara başvurarak kolayca bula­ BELLİNİ, Giovanni (yaklaşık 1430-1516).
bilirsiniz. İnsan belleği de kitaplık gibi, bilgi­ “Venedik O kulu”nun en büyük ressamların­
nin düzenli bir biçimde depolandığı yerdir. dan Giovanni Bellini'nin babası Jacopo (yak
“Kedi” sözcüğünün İngilizce karşılığını öğ­ laşık 1400-70) ve kardeşi Gentile de (yaklaşık
rendiğimizde, bu bilgi beyindeki ilgili bölüm­
Trusıees o f the National Gallery. Londra
de depolanır. Kedinin İngilizce’sini anımsa­
mak istediğimizde, “kedi” sözcüğü bellekten
“cat”in aranıp bulunmasına (anımsama) yar­
dımcı olur.
Psikologların, unutmanın nedenlerine iliş­
kin değişik görüşleri vardır. Bazıları, beyin
hücrelerinin bozulmasından ya da beynin
yeterince kullanamamasından dolayı, önce­
den bilinen şeylerin bellekten silinerek, bey­
nin eskisi gibi çalışmamasının unutmaya yol
açtığını savunur. Sözgelimi bazı yaşlı insanla­
rın geçmişlerine ilişkin çok az şey anımsama­
sı, beyin hücrelerinin bozulmasına bağlanır
(bak. YAŞLILIK). Bazı psikologlar da, bilginin
bellekten hiçbir zaman silinmediği, unutma­
nın, bilginin anımsanması sırasındaki bir ak­
samadan kaynaklandığı görüşündedir. Bel­
lekte depolanmış olan bir sözcüğün “dilin
ucuna” gelmesi, onu anımsamakta geçici ola­
rak güçlük çektiğimiz anlamına gelir. Bir
kişiyi tanır, adını da bilir, ama nedense “bir
türlü çıkaramayız” . Gene de sonunda birden
anımsayıp, söyleyebiliriz. Ünlü psikanaliz uz­
manı Freud da, unutmanın, bellekteki olayla­
rın geri çağrılmasında ortaya çıkan bir aksak­ B e llin i'n in 1501'de yaptığı Dük Leonardo Loredan
lıktan kaynaklandığı görüşündeydi. Freud, po rtre si.

hastalarının kendilerine ilişkin hoş olmayan


gerçekleri, bu gerçeklerin vereceği sıkıntıdan 1429-1507) ünlü sanatçılardı. Ne var ki, Rö­
kurtulmak için unuttuklannı savundu. Freud’ nesans döneminde Venedik’i İtalya’nın en
un tedavi yöntemi, hastalarına hoş olmayan önemli sanat merkezi durumuna getiren, her
BELLİNİ 131

Bahçede Acı Çekme adlı


bu resim , B e llin i'n in en
güzel yap ıtlarında n
b irid ir.

Trustees o f the National Gallery, Londra

ikisini de gölgede bırakan Giovanni’dir (bak. Londra’daki Ulusal Galeri’de bulunmaktadır.


RÖNESANS). Giovanni Bellini, renkleri ve ışığı Daha önce yağlıboya resim çalışmış olan
kullanmaktaki ustalığıyla, dönemin derinlik Sicilyalı ressam Antonello da Messina ise
duygusu vermeyen resim anlayışını aşmıştır. Kuzey Avrupalı Felemenk ressamların R o­
Ressamlığa babasının atölyesinde başlayan ma ve Napoli’deki atölyelerinde yetişmişti.
sanatçı, 1459’da kendi atölyesini kurarak genç 1475’te Venedik’e gelen Antonello, portre
ressamlar yetiştirdi. Öğrencilerinden en ünlü­ çalışmalarında Bellini ve öbür Venedikli sa­
leri Giorgione ve Tiziano’dur (bak. T i z ia n o ). natçılar üzerinde etkili oldu. Bellini’nin D ük
Bellini, öğrencilerini eğitirken, kendisi de her Leonardo Loredan adlı portresi Flaman re­
zaman onlardan öğrenmeye açık oldu. sim geleneğinin belirgin özelliklerini taşır. Bu
15. yüzyılda, bölgenin en önemli liman portrede yüz hafif yana dönüktür. Dük, raf
kenti ve ticaret merkezi olan Venedik’e, lapis görünümünde bir çıkıntının arkasında dur­
lazuli mavisi türünden pahalı boyalar doğu maktadır. Çok canlı renkler içeren bu portre­
ülkelerinden getirilmekteydi. Bu bakımdan, de, giysinin dokusu çarpıcı bir gerçeklik
Venedikli ressamların, özellikle de Bellini’ duygusu vermektedir.
nin, kullandığı büyüleyici renklerden dolayı Bellini 1483’te Venedik Cumhuriyeti res­
ünlenmiş olması bir rastlantı değildir. O samlığına getirildi. Ünü Venedik sınırlarını
dönemde, resim çalışmak için Venedik’e aşmış olan sanatçıya ayrıca, İtalya’nın her
İtalya’nın her yöresinden sanatçılar geliyor­ yanından zengin sanatseverler resim ısmarla­
du. Bunlardan en ünlüleri, İtalya’nın kuzeyin­ makta yarışıyordu. Bellini ustalığını küçük
den gelen büyük Alman ressamı Dürer ve boyutlu resimlerde olduğu kadar, kiliselere
güneyden gelen Mantegna ile Antonello’dur. yaptığı büyük mihrap resimlerinde ve fresk­
Bu sanatçılar resme getirdikleri özgün üslup­ lerde de ortaya koymuş yetkin bir sanatçıdır.
larıyla Venedik’te resim sanatının gelişmesin­ Bu tür yapıtlarının en güzel örneği, Venedik’
de etkili oldular. teki San Zaccaria Kilisesi’nde bulunan,
Bellini, kızkardeşiyle evlenen manzara res­ 1505’te yaptığı mihrap resmidir. Ressam,
samı Andrea Mantegna’dan da pek çok şey Kutsal Alegori gibi başta dinsel ve mitolojik
öğrendi. Ama, Bellini’nin manzara resimleri, konular olmak üzere, konularını çeşitli alan­
Mantegna’nın, figürleri kartondan oyuncakla­ lardan seçmiştir. Din dışı konuları içeren
ra benzeyen manzara resimlerinden çok daha resimlerinin en ünlülerinden biri Ferrara D ü­
gerçeğe yakındı. Sanatçının 1460’larda yaptığı kü Alfonso’nun isteği üzerine yaptığı Tanrıla­
Bahçede Acı Çekme adlı ünlü yapıtı bugün, rın Bayramı adıyla bilinen resimdir. Bellini’
132 BENARES

nin 80 yaşlarındayken yaptığı ve sonradan


Tiziano’nun tamamladığı, konusunu mitoloji­
den alan bu resimde, tanrılar, yarı tanrılar ve
güzel kadınlar şiirsel bir anlatımla canlandırıl-
mıştır.
86 yaşında ölen Bellini’yi, ölümünden 10 yıl
önce atölyesinde görmeye giden Dürer, sa­
natçı için şu sözleri söylemişti: “Yaşlı ama
gene de resmin en büyük ustası.”

BENARES bak. V a r a n a si.

BEN-GURİON, David (1886-1973). Asıl adı


David Gruen olan David Ben-Gurion, İsrail
devletinin kurucularındandır ve ülkenin ilk
başbakanıdır. Polonya’nın Plonsk kentinde
doğan Ben-Gurion, babası Victor G ruen’in
etkisinde kalarak, Filistin topraklarında bir
Yahudi devleti kurmayı amaçlayan Siyonist
harekete katıldı (bak. SİYONİZM). 1906'da, o
zamanlar Osmanlı egemenliği altında bulunan
Filistin’e işçi olarak gitti. BBC Hulton Picture Library

I. Dünya Savaşı’nın başlangıcından kısa bir 1949'da İsra il'in ilk başbakanı olan David Ben-
G urio n, 1963'e kadar bu görevde kaldı.
süre sonra, Siyonist çalışmalarından dolayı
Osmanlı yönetimince Filistin’den sürülen
Ben-Gurion A B D ’ye giderek, siyasal çalışma­ başlayan Yahudi kıyımı, Filistin’e göçü hız­
larını orada sürdürdü. Daha sonra İngiliz landırdı. Savaşın sonunda Birleşmiş Milletler,
ordusunda Yahudi Lejyonu'nun örgütlenme­ Filistin topraklarının bölünerek bir Arap, bir
sine yardım etti. Savaş süresince de, Yakındo­ de Yahudi devleti kurulması kararı aldı.
ğu’daki lejyonda görev yaptı. Uzun yıllar bağımsız bir Yahudi devletinin
Ben-Gurion savaştan sonra, İngiliz manda­ kurulması için uğraş veren Ben-Gurion, 14
sı altına girmiş olan Filistin’e döndü ve Mayıs 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Ku­
Yahudi devleti kurma çalışmalarına katıldı. rulu kararı uyarınca kurulan İsrail Devleti’nin
Yahudi İşçi Partisi’ni (Mapay) ve Genel İşçi bağımsızlık bildirgesini okudu. Başbakanlığa
Federasyonu’nu (Histadrut) kurdu. İşçi Parti­ ve savunma bakanlığına getirilen Ben-Gurion
si daha sonra İsrail’deki en etkili siyasal güç İsrail ordusunun kuruluşuna öncülük etti. İlk
haline geldi. Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail ordusunu yönet­
Ben-Gurion 1935’te, Yahudi topluluğunun ti. Savaş 1949’da Araplar’ın yenilgisiyle so­
Filistin’e göçü, yerleşimi ve kök salması konu­ nuçlandı. 1953-55 arasındaki kısa bir süre
sunda çalışmalar yapan, dünya Siyonizm’inin dışında, 1963’e kadar başbakanlık görevini
en üst yönetim organı olan Yahudi Ajansı’nm sürdürdü. Başbakanlığı süresince Araplar’a
başkanlığına seçildi. karşı sert ve saldırgan bir siyaset izledi.
1936’da Filistin’de yaşayan Araplar, Yahu- 1963’te kişisel nedenlerle başbakanlıktan ay­
diler’in sistemli bir plan uyarınca Filistin rıldı.
topraklarına yerleşmelerine ve İngiliz manda­
sına başkaldırdılar. Ben-Gurion Filistin’de BENİN. 1975’e kadar adı Dahomey olan
yaşayan Yahudi topluluğunu, Yahudiler ile Benin Halk Cumhuriyeti, Batı Afrika’nın
Araplar arasında bir denge kurmaya çalışan Gine Körfezi’nde yer alır. Doğuda Nijerya,
İngilizler’e karşı mücadeleye çağırdı. kuzeydoğuda Nijer, kuzeybatıda Burkina Fa-
II. Dünya Savaşı’yla birlikte Avrupa’da so (1984’e kadar Yukarı Volta) ve batıda
BENZEN 133

Togo ile çevrilidir. Kıyısında sığ, tuzlu su sürdüren Dahomey Krallığı, 1899’da Fransız-
gölleri olan lagünler; daha içeride bir bataklık lar’a yenilince Fransız Batı Afrikası’na katıl­
şeridiyle yağmur ormanı vardır. Gene iç dı. 1959’da özerkliğini, 1960’ta bağımsızlığını
bölgelerde kuzeye doğru yükselerek Atakora ilan etti. 1960-70 arasında ikisi yasal olmak
Dağları’na kadar uzanan otlaklarla örtülü üzere 11 hükümet değişikliği oldu. 1975’te
yaylalar yer alır. En uzun ırmağı Oueme, yeni bir düzenlemeyle, Benin Halk Cumhuri­
Porto-Novo’da denize dökülür. Grand Popo’ yeti adını aldı. Resmi dili Fransızca olan bu
da denize dökülen Mono Irmağı, Togo sınırı­ ülkenin, Fransa ile güçlü bağları vardır. Çal­
nı oluşturur. Benin’de sıcak, nemli ve bol kantılı bir siyasal yapısı olan Benin dış
yağışlı bir iklim egemendir. yardıma bağımlı yoksul bir ülkedir.

BENT. Su toplamak ya da akışını denetim


BENİN'E İLİŞKİN BİLGİLER altına almak amacıyla bir akarsuyun önüne
kurulan küçük baraja bent denir (bak. B a ­
YÜZÖLÇÜMÜ: 112.600 km2.
NÜFUS: 4.307.000 (1987).
r a j). Bentin gerisinde toplanan su, tarım
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek partili cum huriyet. alanlarının sulanması ya da kentlerin su ge­
BAŞKENT: Porto-Novo. reksiniminin karşılanması için kullanılır. Ö r­
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: 110 km uzunluğundaki alçak neğin, Osmanlı Devleti döneminde İstanbul’
kıyı şeridi lagünlerle kaplıdır. İç bölgelerde, Oueme un su gereksinimi bir dizi bentten karşılanıyor­
Irm ağı'nın suladığı, kuzeye doğru yükselen verim li
bir yayla yer alır. du. Çoğu Belgrad Ormanı içinde bulunan
BAŞLICA ÜRÜNLER: Manyok, mısır, yam, palm iye bu bentlerin en önemlileri Topuzlu Bendi,
çekirdeği, yerfıstığı, kahve ve pamuk. Büyük Bent, Ayvat Bendi, Valide Bendi,
ÖNEMLİ KENTLER: Liman kenti Cotonou, Abomey.
Yeni Bent ve Elmalı Bendi’dir. Hemen he­
EĞİTİM DURUMU: Nüfusun yaklaşık yüzde 50'sinin 15
yaşın altında olduğu bu ülkede, yaşları 5-12 arasın­ men tümü taş ve betondan yapılmış olan bu
daki çocuklar için eğitim zorunludur. bentlerden sağlanan su, Kırkçeşme su şebeke­
si ile kente dağıtılmaktaydı.
Taşkınları önlemek amacıyla akarsu kıyıları­
Çoğunluğu Siyah Afrikalı olan halk çiftçi­ na yapılan setlere de bent adı verilir. Bu tür
likle geçinir. Darı, mısır, bir tür yerelması bentlerin en iyi örnekleri A B D ’de Mississippi
olan yam ve manyok yetiştiriciliğinin yanı Havzası’nda görülür. Yapımına 18. yüzyılda
sıra, yaylalarda, sığır ve koyun beslenir. başlanan bu bentlerin uzunluğu günümüzde
Dışarıya sattıkları başlıca ürünler palmiye 3.000 kilometreye yaklaşmıştır. (Ayrıca bak.
çekirdeği ve yağı, yerfıstığı, kahve ve pa­ TAŞKIN.)
muktur.
Benin’in başkenti Porto-Novo 208.000 nüfus­ BENZEN, kendine özgü kuvvetli bir kokusu
ludur. Bir lagün kıyısında, dar bir kara şeridi­ olan duru ve renksiz bir sıvıdır. Kolayca
ne kurulmuş olan liman kenti Cotonou’ tutuşur ve parlak, isli bir alevle yanar. Formü­
nun nüfusu işe 487.000’dir. İç bölgelerdeki lü CeHö olan bu bileşik, yalnızca hidrojen ve
ana yerleşim merkezi ve eski başkent Abo- karbon elementlerinden oluştukları için hid­
mey’in nüfusu 54.000’dir. Porto-Novo’da, rokarbonlar denen kalabalık bir sınıfın üyesi­
Dahomey Krallığı ve Fransız sömürgeciliği dir. Doğada ham petrolün bileşiminde bulu­
döneminden kalma ilginç yapılar vardır. Be­ nur ve birçok maddeyle kolayca tepkimeye
nin Krallığı’nın tarihi, Abom ey’deki müzede girerek çok yararlı bileşikler verir.
tüm ayrıntılarıyla sergilenmektedir. Gelenek­ Benzen’i 1825’te İngiliz kimyacı Michael
sel dans gösterilerinin düzenlendiği bu tarihi Faraday, balina yağından elde edilen aydın­
kentte, yerel el sanatı ürünleri önemli bir gelir latma gazında keşfetti. 1845’te Alman kimya­
kaynağıdır. cı August Wilhelm von Hofmann da bu
17. ve 18. yüzyıllarda, yerli halkın çoğu bileşiği kömür katranından ayırmayı başardı
köle olarak toplandığı için Dahomey, Köle (bak. KREOZOT). İkinci Dünya Savaşı’mn son­
Kıyısı adıyla tanındı. 1625’ten beri varlığını larına kadar benzenin tek kaynağı çelik sana­
134 BENZEŞME

yisinin yan ürünleriydi. Çelik fırınlarında mos’tan alır. Pergamos, Teuthrania kralını
kullanılacak kokkömürünün üretimi sırasında öldürdükten sonra ele geçirdiği kente kendi
açığa çıkan kömür katranı ve gazlar toplanır, adını vermiştir. Başka bir söylenceye göre de
bunlardan damıtma yoluyla benzen elde edi­ Teuthrania Kralı Grynos komşularıyla girişti­
lirdi. Bu yöntem bugün de uygulanmakla bir­ ği savaşta Pergamos’tan yardım istemiş, zafer­
likte, sanayinin son yıllarda giderek artan den sonra iki kent kurdurarak birine dostu­
benzen gereksinimini karşılayabilmek için nun onuruna Pergamon, ötekine de Gryneion
petrolden benzen üretimine de başlanmıştır. adını vermiştir.
Benzenden elde edilen en önemli sanayi Yazılı belgeler ilk kez İÖ 4. yüzyılın başla­
ürünleri stiren ile fenoldür (karbolik asit). rında Bergama’dan söz eder. Kent daha sonra
Büyük İskender’in ardından kurulan Berga­
H ma Krallığı’nın başkenti ve Helen kültürünün
ı önemli bir merkezi oldu. Bu dönemde saray,
tapınak, tiyatro gibi yapılarla süslenerek, kule
ve surlarla çevrildi. Bergama kenti, krallığın
I II R om a’ya bağlanmasından sonra da Batı A na­
c . c . dolu’nun sayılı kentlerinden biri olmayı sür­
dürdü.
Bergama’da ilk araştırma ve kazı çalışmala­
H rı 1878’de başladı. Kazılar ve onarım çalışma­
Benzen m o le kü lü , her b irin e b ir h id ro je n ato m u ları günümüzde de sürdürülmektedir. Birkaç
bağlanan altı karbon a to m u n d a n o lu şm u ş b ir halka gelişim evresi geçiren kentin tarihini bu evre­
b iç im in d e d ir. Bu halkalı altıg en yapıyı, A lm a n
kim yacı F riedrich A u g u st K eku le 'n in g ö rd ü ğ ü b ir lere göre ele almak gerekir.
rüyadan esinlenerek b u ld u ğ u söylen ir.
Bergama Akropolü
Eskiçağlarda kentler, savunmaya elverişli ol­
Stiren, plastiklerin ve yapay kauçuğun üreti­ duğu için çoğunlukla bir tepenin üzerinde
minde yaygın olarak kullanılır. Fenol ise çok kurulur, kent zamanla genişleyip, tepenin
kullanılan bir dezenfektandır (mikrop öldürü­ eteklerine doğru yayıldığı zaman tepenin üs­
cü). Benzen ayrıca motor yakıtlarına katılır; tünde kalan ilk yerleşim yerine “kentin yukarı
çeşitli katı ve sıvı yağların, reçine ve kauçu­ bölümü” anlamında “Akropol” denirdi. A n­
ğun çözücüsü olarak kullanılır. Anilin boyalar tik Bergama kentinin Akropol’ü de Bakır-
ve D D T gibi böcek öldürücü ilaçlar da ben­ çayı’nın suladığı ovaya egemen olan, 275
zenden yapılır. Ama, sanayide çok kullanılan metre yükseklikte bir tepenin üzerinde yer
bu uçucu bileşik zehirlidir ve buharlarının alır. Kurulduğu alana göre düzenlenmiş kent­
uzun süre solunması lösemiye (kan kanserine) lerin en iyi örneklerinden biridir. Yapıların
yol açar. bulunduğu yamaçlar dik olduğu için düzleşti­
rilerek oluşturulan teraslar tek ya da iki katlı
BENZEŞME bak. K o r u y u c u R e n k le n m e . sundurmalarla güçlendirilmiştir.
Yukarı kente çıkılırken büyük kale kapısı­
BENZİN bak. P e tro l. na varmadan solda Heroon'un kalıntıları bu­
lunur. Heroon Eski Yunan’da bir kahraman
BERGAMA. Günümüzde İzmir iline bağlı bir ya da yarı tanrı adına yapılmış kutsal yer ya da
ilçe olan Bergama’nın kuruluş öyküsü Ege yapıdır. Heroon 18x21 metre boyutlarında
uygarlığının ilk dönemlerine kadar uzanır. çevresi sütunlu galeriyle çevrili bir yapıdır.
Eskiçağda Pergamon olarak adlandırılan Ber­ Dinsel törenin yapıldığı oda (kült odası) ge­
gama, Dikili kıyılarından yaklaşık 30 km niş bir ön galerinin arkasındadır. H eroon’
içeride Anadolu’nun Misya diye adlandırılan un kuzeyinde Helenistik dönemden kalma
bölgesindedir. Kent Pergamon ya da Perga- bir dizi dükkândan oluşan uzun bir yapı yer
mos adını bir söylence kahramanı olan Perga- alır.
BERGAMA 135

B ergam a eskiçağın
ö n e m li b ir k ü ltü r ve sanat
m erkeziydi. Değişik
d ö n e m le rd e yap ılm ış
olan tiy a tro la r, kente
bü yük b ir canlılık katardı.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

Athena Tapınağı, kentin koruyucusu sayı­ Sarayların kuzeyinde yöneticilere ait oldu­
lan akıl ve savaş tanrıçası Athena için Akro- ğu sanılan evlerin kalıntıları vardır. Bunlar­
pol’ün en seçkin yerinde yaptırılmıştır. Tiyat­ dan sonra kentin kışla yapıları ve komuta
ro terasının üzerinde bulunan tapınak ön ve kulesi bulunur. Akropol’ün kuzey ucunda, bir­
arkada altı, yanlarda 10 sütunla çevrili Dor dü­ birine paralel beş yapıdan oluşan depolar yer
zeninde bir yapıdır. Kazılar sırasında bulu­ alır. Tahıl ve çeşitli yiyeceklerin saklandığı de­
nan birçok parçası Berlin’e götürülerek aslına polarda askerlerin silahlan da korunmaktaydı.
uygun biçimde yeniden kurulan tapınağın Depolann dizilişleri aynı zamanda bir savunma
günümüzde yalnızca temelleri Bergama’da duvan da oluşturuyordu.
kalmıştır. Yaklaşık 10 bin izleyiciyi alabilecek büyük­
Bergama kentinde Helenistik dönemin en lükteki tiyatro Athena Tapınağı’nın batısındaki
büyük kitaplıklarından biri bulunmaktaydı. dik yamaca yaslanmıştır. Helenistik dönem mi­
Athena Tapınağı’nın kuzeyinde bulunan kü­ marisini yansıtan yapının uçuruma bakan ön
tüphanenin dört salonu vardı. Bugün ancak tarafına setler yapılmıştır. 80 sıradan oluşan
alt salonları korunabilmiş olan yapının ahşap oturma yeri olan tiyatronun ahşaptan yapılmış
damlı okuma salonu, duvarların üst bölümün­ bir sahnesi vardı ve bu sahne sökülüp takılabi-
deki pencerelerden ışık alıyordu. Kütüphane­ lecek biçimdeydi. Akropol’ün öteki yapılannın
de “Bergama derisi” anlamına gelen ve hay­ tiyatronun çevresinde yelpazeyi andınr bir bi­
van derisinden yapılma parşömen üstüne ya­ çimde düzenlenişi tiyatronun görkemini daha
zılmış 200 bin yapıt bulunuyordu. Bu kitaplar da artınr.
günümüzdeki kitaplar gibi değildi; üzerine Dionysos Tapınağı, tiyatro terasının kuze­
yazı yazılmış deriler tomar ya da rulo dediği­ yinde bütün gezi yerine egemen olacak biçimde
miz bir biçimde saklanıyordu. Eski belgelere yapılmıştır. 25 basamakla çıkılan bir pod­
göre İÖ 41’de Antonius kitapların tümünü yum üzerinde bulunan tapınağın yalnız ön yü­
Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya armağan et­ zünde sütunlar vardır. Bu tür yapılar “prostil”
miştir. adını alır.
Bugün yalnızca döşeme ve temelleri kalan Zeus Sunağı, Athena Tapmağı alanının
Bergama krallarının sarayları Akropol’ün en güneyinde, ondan 25 metre kadar alçaktaki
yüksek yerindedir. Oldukça yalın olan bu bir terasta bulunur. Dış düşmanlara karşı
yapılarda odalar sütunlu bir avlu çevresine kazanılan zaferlerin anısını sonsuzlaştırmak
sıralanmıştı. ve bu zaferlerin kazanılmasına yardım eden
136 BERGAMA

A skle pios T apın ağı'nd a


hastalar tıb b i y ö n te m le rin
yanı sıra spor, müzik,
eğlence ve telkin yo lu yla
da iy ile ş tirilird i.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

tanrı ve tanrıçalara şükran borcunu ödemek Buradan beş basamakla çıkılan iki sütunlu
üzere yapılmıştır. Helenistik dönem mimarisi­ anıtsal girişe (propylaia) ulaşılır. Girişten
nin en güzel örneği olan sunağın günümüze kutsal alana 10 basamakla inilir. Tapınak
kadar yalnızca temelleri kalmıştır. Zeus Suna­ alanın solunda, sunak ise tam ortasındadır.
ğı da Berlin’e götürülerek onarılmış ve oradaki Sağ yanda ise Demeter ve Kore dinsel tören­
Bergama Müzesi’ne (Pergamon Museum) kon­ lerinin izlenmesi için 600 kişilik 10 sıra vardır.
muştur. Kutsal alanın güneyini iki geçit biçiminde
Zeus Sunağı mimarlık ve heykel sanatları­ sütunlu bir galeri kaplar. Güneyinde ise
nın uyum içinde kaynaştığı bir anıttır. Tanrı­ tapmak yer alır.
ların devlerle savaşını anlatan kabartmalar Gençler Gymnasionu’nun hemen kuzeyin­
dikkat çekicidir. de birbirini izleyen iki teras üzerinde tanrıça
Zeus Sunağı’nın güneyinde bulunan Yukarı Hera Basileia Kutsal Alanı bulunur. Gymna-
Agora"nin güney ve kuzeydoğusu Dor düze­ sionlar’a egemen bir şekilde konumlanmış olan
ninde sütunlu galerilerle çevrilidir. Halkın si­ kutsal alanın üst terasında tapmak, alttakinde
yaset ve ticaretle ilgili konulan yönetimle gö­ ise sunak vardı. Tapmağa iki yanı korkuluklu
rüşüp konuşmak için toplandığı alan olan Ago- ve 10 basamaklı merdivenle çıkılır.
ra’nın kuzeybatısında Agora Tapınağı bulunur. Çeşitli spor dallarında çalışma ve yarışma­
ların yapıldığı Gymnasion kentin en büyük
Orta Kent - yapı bileşimidir. Yukarıya doğru genişleyen
Akropol (yukarı kent) daha çok kral ailesi ile üç teras üzerine kurulu olan Gymnasion’un
yöneticilerin, aydınların ve komutanların üst terası yetişkinlere, orta terası gençlere, alt
oturduğu, gezdiği ve toplandığı merkezdi. Bu terası ise çocuklara ayrılmıştı.
nedenle de resmi bir niteliği vardı. Orta Yukarı Gymnasion batı galerisinin arkasın­
kentte ise doğrudan devlet yönetimiyle ilgili da, yarım daire şeklinde yıkanma yeri olan,
olmayan yapılar, halkın rahatlıkla girip çıktığı sütunlu avlu çevresindeki yapılardan olu­
toplantı yerleri, gençlerin spor alanları, halk şuyordu.
kesiminin tapınakları bulunuyordu. Orta bölümünde galerilerle çevrili alanda
Demeter Kutsal A lanı, 100 x 50 metre bo- güreş, disk atma, uzun atlama gibi spor
yutlannda dikdörtgen bir platforma kuruludur. çalışmaları yapılırdı. Kuzeydeki galerinin ar­
Yukarı Gymnasion’dan gelindiğinde bir çeş­ ka bölümündeki salonlarda çeşitli dersler
me ile kurban çukuru bulunan alana girilir. verilirdi. Bunlardan en solda olanı yaklaşık
BERGMAN 137

1.000 kişi alabilecek büyüklükteydi ve burada Çayı arasında Roma dönemi yerleşmesi bulu­
konuşma yarışmaları yapılırdı. Güney galeri­ nur. Burada 50 bin kişilik amfitiyatro ile 30
sinin altında bulunan üstü kapalı koşu yolu bin kişilik tiyatro vardı. Günümüzde Viran
212 metre uzunluğundaydı. Kapı denilen kalıntılar tiyatronun ayakta ka­
Orta Gymnasion’un batısında gençlerin lan kemeridir.
eğitim gördüğü yapılar bulunuyordu. Uzun Bergama, yapılan düzenli kazılarla büyük
koşu yolu doğuda Herakles ve Hermes’e bölümü ortaya çıkarılmış bir ilkçağ kentidir.
adanmış tapmağa açılmaktaydı. Tapınağın Burada kurulan Bergama Müzesi Türkiye’nin
duvarlarına yarışmalarda başarılı olan gençle­ ilk arkeoloji müzesidir. Yapılan kazılarda
rin adları yazılırdı. Küçük çocukların eğitimi­ çıkarılan birçok yapıt burada sergilenmek­
ne ayrılan Aşağı Gymnasion 80 metre uzunlu­ tedir.
ğunda bir terasa kurulmuş yapılardan oluş­
maktaydı. BERGAMOT bak. T u r u n çg il l e r.
Bugün sadece temelleri kalan Asklepios
Tapınağı, Yukarı Gymnasion’un batısında yer BERGMAN, Ingmar (doğumu 1918). İsveçli
alır. Hekimlik tanrısı Asklepios adına yapılan sinema yönetmeni Ingmar Bergman insanın
tapmak dinsel özelliklerinin yanı sıra tıp ala­ yalnızlığını, çeşitli nedenlerle çektiği ruhsal
nında araştırma ve deneylerin gerçekleştirildi­ A B C Ajansı
ği, ünlü hekimlerin yetiştiği bir okuldu. Has­
talar, bitkilerden elde edilen ilaçlar, ameliyat,
su ve çamur banyolarının yanı sıra, spor, mü­
zik, eğlence ve telkin yoluyla da iyileştirilirdi.
Kutsal alanı eski Bergama kentinin güneyba­
tısında olan tapmak İÖ 4. yüzyılda kurulmuş,
Roma döneminde 1 kilometrelik bir yolla
kente bağlanmıştı. İlk kuruluşundan sonra sü­
rekli eklerle genişletilmiştir. Tapınağın çevre­
sinde yer alan, çoğu Roma döneminden kal­
ma yapıların başlıcaları Roma Tiyatrosu, İm­
parator Odası, tedavinin yürütüldüğü kür evi
ya da Telephos Tapmağı ile çeşme ve havuz­
lardır.

Aşağı Kent
Kentin aşağı bölümünde etrafı iki sütunlu
galerilerle çevrili Aşağı Agora ile heykel
okulu ve evler bulunurdu. Evler içinde, sütun­
lu galerileri olan iki katlı Attalos Evi en
dikkat çekenidir. Güneydoğuya açılan odanın
kışın bile güneşle ısınması sağlanmıştır. İÖ 2.
yüzyılda surlarla çevrilen kente güneydeki
Eumenes Kapısı yapılmıştır. Kente girmek İsveçli sin em a .yö netm e ni Ing m a r Bergm an insanın
için kapıdan geçenler karşılarında ince yapılı yalnızlığı ve çektiği acıları işle d iğ i film le riy le ün
kazanmıştır.
bir sütun sırası ile karşılaşırlar. Mısır tanrısı
Serapis’e adanmış tapmak eski Bergama’nın
en büyük yapısıdır. Kırmızı tuğladan yapıldığı acıları, cinsel sorunlarından kaynaklanan bu­
için Kızıl Avlu olarak da adlandırılır. nalımlarını konu alan, hemen hemen benzer
anlatımlar taşıyan filmleriyle tanınır. İlk iki
Rom a Kenti filmi dışında öteki filmlerinde Tanrı, şeytan,
Bergama kentinin kuzeybatısı ile Bergama cinsel ve duygusal dünyasıyla kadın, cinsel
138 BERİNG DENİZİ

sorunlar, ölüm, evlilik konuları ağır basar. Bering Denizi’ni, Büyük Okyanus’tan Aleut
Bir papazın oğlu olarak Uppsala’da doğan Adaları ayırır. Bering Denizi’ndeki başlıca
Bergman dindar bir çevrede yetişti. Düşünce adalar, kuzey ve doğuda St. Lawrence, Nuni-
ve ahlak anlayışının biçimlenmesinde çevre­ vak ve Pribilof Adaları ile batıdaki Komandor
sinin büyük etkisi oldu. Çocukluğunda kilise­ Adaları’dır.
de gördüğü dinsel resimler onu büyülüyordu. Bering Denizi dünyanın dördüncü büyük de­
Bergman’ın duygu ve düşüncelerini görüntüy­ nizidir. 2.293.000 km2’lik bir alanı kaplar ve
le anlatma eğiliminin doğmasında bu resimle­ ortalama derinliği 1.500 metredir. Eıı derin ye­
rin önemli payı vardır. ri 4.773 metredir ve güneybatı havzasındadır.
Bergman, Stockholm Üniversitesi’nde sa­ Burada ortalama derinlik 3.660 metreden faz­
nat, tarih ve edebiyat dersleri okudu. Öğren­ ladır.
cilik yıllarında tiyatroyla ilgilendi, oyunlar Gemiler açısından geçişi en zorlu denizler­
yazdı ve yönetti. Senaryosunu yazdığı Hets den biri olan Bering Denizi'nin suyu çok
(1944; “Cinnet”) filmi büyük ilgi gördü. Bu soğuktur ve yılın büyük bölümünde buzlarla
başarının verdiği güvenle ilk filmi Kris’i kaplıdır. Yıllık ortalama sıcaklığı —4°C’dir.
(1945; “Kriz”) çekti. Daha sonraki birkaç Kış boyunca su akıntıları ve rüzgârlar buzları
filminde de gençliğin, değişen topluma uyum, sıkıştırarak, büyük buz kütleleri oluşturur.
aşk ve askerlik gibi sorunlarını işledi. Berg- Yaz gelince, güneybatı rüzgârları buzları ku­
m an’ın sonraki filmlerinde üzerinde çok zeye doğru sürerek gemilerin yolundan uzak­
duracağı kötülük konusunu işlediği ilk filmi laştırır. Bering Denizi kıyılarında ve adaların­
Fangelse (1949; “Zindan”) oldu. Kötünün her da çok az bitki yetişir. Bununla birlikte,
zaman iyiyi gölgede bıraktığı düşüncesini ele Komandor ve Aleut Adaları gibi bazı adalar­
alan film, dünyayı şeytanın yönettiğine ina­ da otlaklar toprağı hah gibi örter. Denizi
nan bir yönetmeni anlatıyordu. çevreleyen karalarda kuş ve fokların yanı sıra
Bergman filmlerinde gösterişten uzak yalın geyik ve kurt gibi hayvanlar da yaşar.
bir anlatım kullanır. İnsanların birbirlerini Bering Denizi çevresinde Aleutlar, Eski-
anlayamamalarındaki çelişkileri çözümleme­ molar, Koryaklar ve Çukçiler yaşar. Eskimo-
ye çalışır. Bergman’ın filmlerinin bir özelliği lar, Alaska kıyılarında ve denizin ortalarında­
de, çoğunlukla değişmeyen oyuncu kadrosu­ ki adalarda, Eskimolar’a benzeyen Aleutlar,
dur. Bunlar Harriet Andersson, Ingrid Thu- Aleut Adaları’nda yaşarlar. Çukçi ve Koryak­
lin, Liv Ullmann, Bibi Andersson, Max von lar, Asya’nın Kamçatka Yarımadası’nda yaşa­
Sydow gibi İsveç sinemasının önde gelen yan Sibiryalılar’dır.
oyuncularıdır. Rusya, Bering Denizi’ni keşfe çıkan ilk
Bergman, Kvinnors Vantan (1952; “Bekle­ ülkelerden biriydi. 1724’te Rus Çarı I. Petro,
yen Kadınlar”) gibi güldürü filmleri ve Som-
maren med Morıika (1953; “Monika’yla G e­
çen Yaz”) gibi gençlik aşkını anlattığı iyimser
filmler de .yaptı. Ama onun sanatını ve
tartışmak istediği sorunları en iyi yansıtan,
Yedinci M ühür (Det sjunde inseglet', 1956),
Yaban Çilekleri {Smultronstöllet\ 1957), Ses­
sizlik ( Tystnaden\ 1963), Temas (Beröringen\
1970), Viskingar och rop (1972; “Çığlıklar ve
Fısıltılar”), Y üz Yüze (Ansikte m ot ansikte\
1975) gibi filmleridir.

BERİNG DENİZİ, Kuzey Amerika’nın Alas­


ka kıyıları ile SSCB’nin Sibirya bölgesi arasın­
da uzanan bir denizdir. Kuzeyde Bering
Boğazı ile Kuzey Buz Denizi’ne bağlanan
BERLİN 139

DanimarkalI kaptan Vitus Bering’i, Asya ve cek konuma geldi. Wilhelm, dinsel inançları
Amerika arasında kara bağlantısı olup olma­ yüzünden baskı gördükleri Fransa’dan kaçan
dığını araştırmakla görevlendirdi. Bering bir grup Fransız Protestan’ına kentte yer
1728’de, sonradan kendi adını alan ve dar bir verdi. Girişimci ve çalışkan insanlar olan bu
geçit olan Bering Boğazı’ndan geçti. Denizin Fransızlar daha sonra Berlin’in gelişmesinde
iki kıtayı ayırdığını kesinlikle saptadıktan oldukça önemli bir rol oynayacak bazı ticaret
sonra 1730’da yurduna döndü. 11 yıl sonra, ve sanayi kuruluşlarının öncüsü oldular. Wil-
yeniden Bering Denizi’ne açılan Bering, bu helm’in yerine geçen I. Friedrich, dönemin en
kez Alaska kıyısına ulaştı. Dönüş yolculuğun­ güçlü Alman devleti Prusya’nın ilk kralı oldu
da, bugün adını taşıyan adada öldü. ve Berlin’i başkent yaptı (bak. P r u s y a ).
1871’de Almanya, Prusya’nın egemenliği
Bering Boğazı altına girdi; Bismarck’ın önderliğinde birleşe-
Bering Boğazı, Asya kıtasının kuzeydoğu rek tek bir devlet oldu. Berlin yeni Alman
ucunu, Kuzey Amerika kıtasının kuzeybatı İmparatorluğu’nda da başkent olarak kaldı.
ucundan ayırır. Yalnızca 90 km genişliğinde Kent artık Avrupa’nın önemli bir siyaset,
olan boğaz, Bering Denizi’nin en dar yeridir. ticaret ve sanayi merkezi durumuna gelmişti.
Alaska, 1867’de ABD tarafından satın alının­ Çok geçmeden her yöne uzanan kanal yolları­
caya kadar Rus İmparatorluğu sınırları için­ nın ve Avrupa demiryolu ağının odağı oldu.
deydi. Bugün ABD ile SSCB arasındaki sınır, Bir yanıyla da, mavnaların Polonya ve Rusya’
Bering Boğazı’ndaki Diomede Adaları’nın dan buğday, çavdar ve kereste taşıdığı, trenle­
ortasından geçer. rin Orta Avrupa’dan sığır ve yün getirdiği bir
pazar yeriydi. Sualtında beton dökümü tekni­
BERLİN, 1871-1945 arasında Almanya’nın ğinin ilk kez uygulandığı Mittelland Kanalı
başkentiydi. Havel ve Spree ırmaklarının 1930’larda tamamlandı ve Berlin’i Elbe Irma­
suladığı bir ova üzerinde kurulmuştur. II. ğı ile Kuzey Denizi’ne bağladı.
Dünya Savaşı sonrasında ülkenin Alman D e­ Kent içinde çeşitli sanayi kolları da gelişi­
mokratik Cumhuriyeti ve Almanya Federal yordu. Üretilenler arasında lokomotifler ve
Cumhuriyeti olarak ikiye bölünmesiyle Berlin demiryolu araçları, silahlar, dikiş makineleri,
kenti de Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bisikletler, kalemler sayılabilir. 1900’lerin
ayrıldı. Batı Berlin siyasal olarak Almanya başlarında Berlin, Avrupa’nın üçüncü büyük
Federal Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır. Coğ­ kenti durumuna gelmişti. Ayrıca kültür, eği­
rafi konumu bakımından ise Federal Al­ tim ve bilim alanında da önemli bir merkez
manya sınırından 180 km uzakta, Alman sayılıyordu. İşçi hareketinin kuramcısı ve
Demokratik Cumhuriyeti sınırları içinde yer önderlerinden Kari Marx ile filozof Hegel
alır. Berlin’de yaşamış ünlü kişiler arasındadır.
Bir balıkçı yerleşim yeri olarak kurulan Büyük ve görkemli birçok yapı 17. ve 18.
Berlin, 13. yüzyıla kadar bayındır bir kent yüzyılın tanınmış mimarlarınca tasarlanmıştır.
görünümünde değildi. 15. yüzyılda, Alman­ Son Alman İmparatoru II. Wilhelm’in konutu
ya’da henüz küçük bağımsız devletler ege­ olan İmparatorluk Sarayı’nın 600’den fazla
menliklerini sürdürürken, Hohenzollern aile­ odası vardır. Bir başka görkemli yapı da 19.
si kendisini Brandenburg Devleti’nin hüküm­ yüzyılda yapılmış olan katedraldir. Berlin
darı ilan etti ve Berlin’i de başkent yaptı. Filarmoni Orkestrası 1882’de kurulmuş ve
Friedrich Wilhelm 1640’ta Brandenburg Alman tiyatro adamı Bertolt Brecht yazarlık
Devleti’nin başına geçtiğinde Otuz Yıl Savaş­ yaşamına bu kentte başlamıştır.
ları (1618-48) sonucu yerle bir olmuş bir Çeşitli müzeler ve sanat galerilerinin bulun­
kentle karşılaştı. Wilhelm, Berlin’i canlandır­ duğu Berlin’de dünyanın en büyük hayvanat
mak ve güzelleştirmek için kapsamlı bir yeni­ bahçelerinden biri vardır. Kentin merkezinde
den yapım işine girişti. Spree ve Oder ırmak­ yer alan parkın içinden büyük bir bulvar
larını birleştiren bir kanal açtı ve böylece geçer. Bu bulvarda, çevresinde I. Dünya
Berlin, Baltık Denizi yoluyla ticaret yapabile­ Savaşı’na kadar Almanya’yı yönetmiş olan
140 BERLİN

hemen bütün ünlü yapılar zarar gördü, fabri­


kaların çoğu bombalandı. Savaştan sonra
Berlinliler savaş yıkıntılarından ve molozlar­
dan 60 metreden yüksek bir tepe yaptılar.
Bugün kentin çevresinde bu molozlardan
insan eliyle yapılmış birçok tepe bulunmakta­
dır. Savaş Berlin için nüfusunun ve iş alanları­
nın çoğunu kaybetmek demek oldu.
1945’te Berlin İngiltere, ABD, Fransa ve
SSCB arasında dört bölgeye bölündü. 1948’de
başlayan “Soğuk Savaş”tan sonra SSCB yöne­
timindeki Doğu Berlin, öbür bölgelerden
ayrılarak Alman Demokratik Cumhuriyeti’
nin yönetimine bırakıldı. Batı Berlin'de ise
hâlâ ABD, İngiltere ve Fransa’nın birlikleri
vardır. Ağustos 1961’de bölgeler arasında
U-Bhf. K urfü rş te n d o m m
artan gerginlik sonucu, Doğu Berlin yönetici­
leri doğu-batı sınırı boyunca bir duvar ördü­
ler. Böylece, iki kesim birbirinden tümüyle
ZEFA

Barnaby’s

İm p a ra to r W ilh e lm anısına yapılan eski ve yeni


kilise le r Batı B e rlin 'in en işlek caddesi üstü nde dir.

Hohenzollern prens, kral ve imparatorlarının


heykellerinin sıralandığı, 60 metre yüksekli­
ğindeki Zafer Anıtı dikkat çeker.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin büyük
caddeler kenti oldu ve bu özelliği günümüzde
de sürmektedir. O dönemde Berlin’in en işlek Eski kent m erkezi Doğu B e rlin 'd e d ir. Bu yöre de ki pek
ve hoş bulvarı, “ıhlamur ağaçlarının altında” çok eski yapı on arılm ıştır.
anlamına gelen Unter den Linden'di. Bu,
İmparatorluk Sarayı’ndan, büyük bir kemer
biçiminde olan Brandenburg Kapısı’na kadar ayrıldı. Son zamanlarda Berlin’in geleceği ile
I,5 km uzunlukta bir yoldu. Her iki yanında ilgili görüşmeler taraflar arası gerginliği azalt­
saraylar, üniversite, opera binası, lüks oteller mış ve aradaki geçiş kısıtlamaları hafifletil-
ve mağazalar vardı. 1784’de yapılmış olan miştir.
Brandenburg Kapısı bugün hâlâ ayaktadır. Batı Berlin, birçok fabrika, banka ve şirke­
1933’te iktidara gelen Naziler Berlin’in batısı­ tin, 180 kilometrelik “koridor”u aşarak Al­
na 1936 Olimpiyat Oyunları için görkemli bir manya Federal Cumhuriyeti’ne taşınması yü­
stadyum yaptılar ve kenti otoyollarla Al­ zünden zarar gördü. Ne var ki, kent zaman
manya’nın öbür bölgelerine bağladılar. içinde, açılan sergiler, sahnelenen oyunlar ve
müzik festivalleriyle bir sanat merkezi olarak
II. Dünya Savaşı'nın Etkileri eski konumunu yeniden kazandı. Batı bölü­
II. Dünya Savaşı’nda kentin yaklaşık yedide münde yeni bir üniversite kuruldu; savaşta
biri yıkıldı ve bazı caddelerinde, hasar görme­ zarar görmüş binalar onarıldığı gibi, binlerce
miş yapı, dükkân ya da ev kalmadı. Hemen modern konutun yer aldığı yeni bir site
BERLİN ANTLAŞMASI 141

yapıldı. Siteye, tasarımını yapmış olan Berlin de, Almanya Başbakanı Otto von Bismarck
doğumlu, dünyaca ünlü mimar Walter Grop- başkanlığında 13 Haziran 1878’de bir kongre
ius’un adı verildi. Berlin’de gösterişli mimari toplandı. Berlin Kongresi’ne Avusturya,
proje uygulamaları bugün de sürmektedir. Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, Rusya ve
Batı Berlin gelişen, çağdaş bir sanayi kenti­ Osmanlı Devleti katıldı. Bir ay süren görüş­
dir. En önemli sanayi kolu makine, özellikle melerin sonunda 13 Temmuz 1878’de taraflar
de elektrikli ve elektronik makine sanayisidir. Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçmek
Öbür ürünleri arasında giysi, besi ve kimyasal üzere Berlin Antlaşması’m imzaladılar.
maddeleri sayabiliriz. Kömür, çelik, ham­ Bu antlaşma hükümlerine göre Ayastefa­
madde ve besin dış ülkelerden satın alman nos Antlaşması ile kurulan büyük Bulgaristan
başlıca ürünlerdir. Berlin’in Federal Almanya üçe bölündü. Makedonya, reformlar yapmak
ile bağlantısını Hamburg, Hannover ve koşuluyla Osmanlılar’a bırakıldı. Özerklik
Frankfurt am Main’e ulaşan üç hava korido­ verilen Doğu Rumeli Osmanlı egemenliğin­
ru, üç demiryolu ve üç karayolu sağlar. Mal de kalacak, ama atanacak vali Hıristiyan
ve eşya taşımada yararlanılan başlıca ulaşım olacaktı. Sınırları kuzeyde Tuna, güneyde
yolları Hannover’e giden demiryolu ile Mit- Balkan Dağları olmak üzere daraltılan Bulga­
telland Kanalı’dır. ristan kendi hükümeti ve milisi olan, Osmanlı
Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin orta­ İmparatorluğu’na vergi ödeyen özerk bir
sında yalıtılmış durumdaki Batı Berlin’in, prenslik durumuna getirildi. Antlaşmanın
bölünmeden önceki önemine bir daha kolay öteki hükümlerinde ise Romanya, Sırbistan
kolay kavuşamayacağı söylenebilir. Ne var ki, ve Karadağ tam bağımsız devletler olarak
Batı Berlin her yıl Federal hükümetten olduk­ tanındılar. Osmanlı Devleti’nin sınırları için­
ça büyük miktarda para yardımı alır. Bunun de sayılan Bosna-Hersek’in yönetimi geçici
sonucu olarak da Doğu Berlin’e göre daha olarak Avusturya’ya verildi. Kars, Ardahan,
hareketli ve gösterişlidir. Ana alışveriş m er­ Batum Rusya’da kaldı. Doğubeyazıt ve Eleş­
kezi olan Kurfürstendamm, Avrupa’nın en kirt Osmanlı Devleti’ne geri verildi. Ayrıca
lüks ve büyük caddelerinden biridir. Berlin’in Osmanlı Devleti Rusya’ya taksitle 60 milyon
en yüksek binası ise Doğu Berlin’deki tele­ lira savaş tazminatı ödemeyi üstlendi.
vizyon kulesidir. 365 metre yüksekliğindeki Berlin Antlaşması Rusya’nın Balkanlar’da
kuleden tüm kenti görmek mümkündür. Ayastefanos Antlaşması ile sağladığı üstünlü­
Her iki kesimde de kentin görünümünü ve ğü en aza indirdi. Ama Avrupa’daki bü­
3 milyon Berlinli’nin yaşamını değiştirecek yük devletlerin birbirleriyle çatışan çıkarla­
yaygınlıkta yeni yapılar yapılmaktadır. rını uzlaştıran bu antlaşma, etkilerini 20.
yüzyılın başlarına kadar sürdürecek bir den­
BERLİN ANTLAŞMASI. 1877-78 Osmanlı- gesizlik de yarattı (bak. B a l k a n S a v a ş l a r i ).
Rus Savaşı sonunda yapılan Ayastefanos A nt­ Berlin Kongresi İngiltere’nin Osmanlılar’a
laşması Rusya açısından son derece olumlu karşı tutumunda köklü değişiklikler yarattı. O
koşullar içeriyordu. Ruslar Balkanlar’da ve tarihe kadar Osmanlı Devleti’nin Rus Çarlı-
doğuda Osmanlılar’dan kopardıkları toprak­ ğı’nca yıkılmasını önlemeye çalışan İngiltere,
lar ile güç kazanmışlar, yeni Balkan devletleri Osmanlılar’ın yıkılmasının kaçınılmazlığı yar­
üzerinde belirgin bir üstünlük sağlamışlardı. gısına vararak bu yaklaşımını değiştirdi. Buna
Ama bu yeni durum Ortadoğu’daki konumu bağlı olarak da ya Osmanlı topraklannı kendisi
açısından İngiltere’yi ve Balkanlar’da gözü ele geçirmek ya da bu topraklar üzerinde ken­
olan Avusturya’yı rahatsız ediyordu. Alman­ disine yakın küçük devletler kurdurmak ama­
ya’yı da yanlarına çeken bu iki devlet Ayaste­ cıyla girişimlere başladı. Amacı Rusya’nın
fanos Antlaşması’na karşı çıkarak bir uluslar­ Akdeniz’e inmesini engellemekti. Bu durum
arası konferans toplanmasını istediler. Yeni Osmanlı Devleti’nin dış politikasında İngilte­
bir savaşı göze alamayan Rusya bu öneriyi re’nin boşalttığı yeri Almanya’nın almasına
kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Ayaste­ yol açtı. Böylece Almanya ile başlayan
fanos Antlaşması’m değiştirmek üzere Berlin’ yoğun ilişkiler, Osmanlı Devleti’nin Alman­
142 BERLIOZ

İletişim Yayıncılık Arşivi


Berlin K o n g re si'n d e b ir o tu ru m . M asanın başında ayakta A lm a n ya Başbakanı O tto vo n B ism arck, sağda ise
fesli O sm anlı de le geleri g ö rü lü y o r.

ya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na girerek ratorlarının oluşturduğu Üç İmparator Birli-


dağılmasına yol açan sürecin başlangıcı oldu. ği’nden çekildi. Birliğin dağılması ve Avustur­
Berlin Antlaşmasının ardından Osmanlı- ya ile Rusya arasında başlayan amansız reka­
Avusturya ilişkilerinde de temelli değişiklik bet aynı zamanda I. Dünya Savaşı’yla noktala­
oldu. Osmanlı Devleti’nin dağılmamasını, Rus­ nan sürecin de başlangıcı oldu. Bu arada Berlin
ya’nın Balkanlar’a yerleşmemesi için bir gü­ Kongresi’nden istediklerini elde edemeyerek
vence olarak gören Avusturya, kongre sırasın­ küskün ayrılan İtalya da Akdeniz'de bir yayıl­
da bu görüşünü değiştirdi. Bu ülke de İngiltere ma siyaseti izlemeye başladı. Bu yayılmayı ger­
gibi Osmanlılar’ın çöküşünü kaçınılmaz olarak çekleştirmek amacıyla da Almanya ve Avustur­
değerlendirmeye başladı ve dış politikasını ya ile birlikte hareket etmeyi uygun gördü.
Slav birliğini engelleyerek Selanik’e kadar
yayılma üzerine kurdu. Böylece Balkanlar’da BERLIOZ, Hector (1803-1869). Bir taşra
Avusturya ile Rusya arasında yoğun bir reka­ doktorunun oğlu olan besteci Hector Louis
bet başladı. Berlioz, Güneydoğu Fransa’da Grenoble ya­
Berlin Antlaşması’nın en önemli sonuçla­ kınlarındaki Cöte Saint-Andre’de doğdu. Da­
rından biri kuşkusuz Rusya’nın kongreden ha çocuk yaşta, müzik ve beste konusunda
umduğu sonuçları elde edememesiyle ortaya birçok bilgiyi kendi kendine öğrendi. Sonra
çıktı. Rusya, Almanya’dan beklediği desteği da, babasının baskılarına karşı koyarak, Pa­
göremeyince, Alman, Avusturya ve Rus impa­ ris’teki tıp öğrenimini bırakıp, ünlü Paris
BERMUDA 143

Konservatuvarı’nın müzik bölümünde öğren­ oldu. Beethoven’e hayranlık duyan Berlioz,


ciliğe başladı. onun orkestrayı kullanmadaki ustalığından
En tanınmış yapıtı olan Fantastik Senfoniyi çok şey öğrendi. Kimi zaman çok büyük bir
1830’da tamamladı. Bu senfoni Berlioz’un orkestra kullandı. Ölüler Missası (Requiem)
yaşamını ve Shakespeare’in oyunlarında oy­ yapıtında ise dört üflemeli çalgı grubundan
namak üzere Paris’e gelmiş olan İrlandalI yararlandı. Berlioz, 19. yüzyıl Romantik or­
sanatçı Harriet Smithson’a olan aşkını dile kestra bestecilerinin ilki ve birçok bakımdan
getirir. Berlioz daha sonra Harriet Smithson’ da en büyüklerinden biridir. Büyük ölçekli
la evlendiyse de bu mutlu bir evlilik olmadı. çalışmalardan hoşlanan Berlioz duygu, dü­
Berlioz, Fantastik Senfoniyi tamamladığı şünce ve güçlü karşıtlıkları belirtebilmek için
yıl, Roma Ödülü’nü kazandı. Böylece İtalya’ çalgıların tüm değişik seslerini kullandı. Onun
da yaşama ve çalışma olanağına kavuştu. Bir müziği coşku uyandıran sesler ve tatlı melodi­
süre gitarıyla dağ bayır dolaşarak, haydutlar lerle dolup taşar. Ne var ki, sık sık kullandığı
ve köylülerle arkadaşlık etti, İtalya’yı gezdi. düzensiz müzik kalıpları ile hızlı değişimleri
18 ay sonra Fransa’ya dönerek müzik çalışma­ bazı dinleyicileri yadırgatır.
larına yeniden başladı. Ne var ki, Parisliler Berlioz müziğini halka sevdirmek ve or­
Berlioz’un müziğini sevmedi, belki de ne yap­ kestraları bu müziği çalmaya alıştırmak için,
mak istediğini anlayamadılar. Berlioz’un, yaşamının sonraki bölümünde orkestra yönet­
Paris Operası’nda sahnelenen Benvenuto Cel- meni olarak Avrupa’da dolaştı. Berlioz’un
lini operası başarısızlıkla sonuçlandı; ama müziği 20. yüzyılda daha iyi anlaşılmaya
orkestra yapıtları beğenildi. Harold İtalya’da başlandı. Günümüzde, Berlioz’un görkemli
adlı senfonisinin çarpıcı viyola solosu, ünlü Truvalılar operası sahnelenmekte, Korsan ve
kemancı Paganini’yi çok etkilemişti. Rom a Karnavalı gibi konser uvertürleri de sık
Shakespeare’in oyunlarını çok seven Ber­ sık seslendirilmektedir.
lioz’un Rom eo ve Jülyet, Beatrice ve Benedict
gibi birçok yapıtına bu oyunlar esin kaynağı BERMUDA, Atlas Okyanusu’nun batısında,
zincir gibi sıralanmış 300 kadar mercanada ve
BBC Hulton Picture Library adacığından oluşur. New York’un 1.200 km
güneydoğusunda ve Kuzey Carolina’daki
Hatteras Burnu’nun 1.046 km doğusunda yer
alan bu adalar topluluğu bir İngiliz kolonisi­
dir. Adalar zinciri, balık oltası biçiminde
kuzeydoğudan güneydoğuya, 35 km boyunca
uzanır.
Düz ve basık olan adaların yüzeyi kayalık­
tır. En yüksek tepe, 85,8 metreyle Town
Hill’dir. Adalarda tatlı su kaynağı bulunmadı­
ğı için, içme ve kullanma suyunu büyük bir
damıtma tesisi sağlar. Bermuda Adaları’nda,
Meksika Körfezi’nden kuzeye doğru gidildik­
çe, Gulf Stream’in ılık sularının etkisi görü­
lür. Bu ılık su akıntısı yüzme, dalma, balık
tutma ve yatçılık için çok uygun bir ortam
yaratır. İklim, tıpkı Florida’nın güneyindeki
Miami’nin iklimi gibi, yılın her mevsimi gü­
neşli, ama hiçbir zaman bunaltacak kadar
sıcak değildir. Gerek iklimi, gerek A B D ’ye
yakınlığı dolayısıyla buraya her yıl 500 bini
aşkın turist gelir.
Hector B erlioz'un 1845 ta rih li b ir taşbaskı resm i. Uzun ve dar adalar, köprüler ve doldur­
144 BERMUDA

B erm u da 'n ın başkenti H a m ilto n , Büyük


B erm uda A da sı'n dad ır. Kent b ir derin su
lim a n ın ın kuzey kıyısında ku ru lm u ştu r.
Lim an, en büyük g e m ile rin bile kentin ana
caddesine kadar yanaşm asını sağlayacak
d e rin lik te d ir. Castle L im an ı'nd aki (üstte) eski
kalenin kalıntıları, kentin tu ris t çeken
ye rle rin d e n b irid ir.
Bermuda News Bureau

ma yollarla birbirine bağlanmıştır. Ana Ada Adalarda A B D ’nin deniz ve hava üsleri
(Main Island) ya da Büyük Bermuda denen vardır. Üslerin bulunduğu topraklar II.
en büyük adanın merkezinde, doğal bir limanı Dünya Savaşı’nın başlarında ABD hükümeti­
olan 1.676 nüfuslu başkent Hamilton yer alır. ne 99 yıllığına kiralanmış ya da devredilmiştir.
Takımadaların 53 k n r ’lik toplam yüzölçümü­ Bu üsler için deniz doldurulmuş ve böylece
nün üçte ikisini bu ada oluşturur. Öbür büyük toprak kazanılmıştır.
adalar Somerset, Ireland, St. George ve St. Halkın temel geçim kaynağı turizmdir.
David’dir. Öbür önemli uğraşlar sebzecilik ve balıkçılık,
özellikle de ıstakoz avcılığı ve zambak üreti­
midir. Bermuda’nın zambak soğanları ve çi­
BERM UDA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
çeklerinin başlıca alıcısı A B D ’dir. Bermuda"
YÜZÖLÇÜMÜ: 53 km2. da Paskalya zamanları zambak tarlalarının
NÜFUS: 57.800 (1987). görünümü çok güzeldir. Ayrıca küçük fabri­
YÖNETİM: içişlerinde bağımsız İngiliz kolonisi. kalarda hazırlanan bazı ilaçlar ve parfüm
BAŞKENT: Hamilton. esansları dış ülkelere satılmaktadır.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: 20'sinde insan bulunm ayan 300 Daha 1511’de “La Bermuda” olarak harita­
kadar küçük ve alçak mercanadadan oluşan adalar
zinciri. larda gösterilen Bermuda Adaları’nı, 16.
BAŞLICA GEÇİM KAYNAKLARI: Turizm, sebzecilik, ba­ yüzyıl başlarında, İspanyol Juan Bermüdez’in
lıkçılık, gemi onarımı, zambak üretim i. keşfettiği söylenir. Ama, İspanyollar burada
EĞİTİM: Çocukların 5-16 yaşları arasında okula gitm ele­
ri zorunludur.
kalıp yerleşmediler. 1609’da Virginia’da yeni
kurulan yerleşim bölgelerine giden küçük bir
filonun komutanı Sir George Somers’in ami­
Çoğu zaman, Bermuda’nın Batı Hint A da­ ral gemisi rotadan çıkıp, adalarda kazaya
ları kuşağına bağlı olduğu düşünülürse de, en uğradığında, Bermuda Adaları’nda hiç kimse
yakın Batı Hint adası 1.300 km uzaklıktadır yaşamıyordu. Amiral ve adamları Virginia’
ve Bermudalılar kendilerini hiç de Batı Hintli ya ulaşmak için sandallar yaptılar ve gittikleri
olarak görmezler. Adalardaki toplam nüfu­ yerde adaları çok övmeleri yüzünden 1612’de
sun yarıdan çoğunu, 17. ve 18. yüzyıllarda bir vali eşliğinde 60 göçmen yerleşmek üzere
Afrika’dan getirilmiş Siyah kölelerin torunları Bermuda’ya geldi. Adalara, amiralin anısına
oluşturur. bir ara Somers Adaları da dendi.
BERNHARDT 145

Bermuda’da 1968’de yeni bir anayasa hazır­ ayılar vardır. Ayı, Bern’in hanedanlık arması
landı. Yerel hükümetin yetkileri artırıldı. ve simgesidir. Her yerde, hatta pastaların
Şiddetlenen ırk çatışmaları, 1977’de devletin üzerinde bile bu sevimli simge göze çarpar.
ırk ayrımına son veren bir tutum almasına yol Nydegg Köprüsü’nün yakınında da 1480’den
açtı. Ne var ki, daha sonra başlayan bağımsız­ beri ayıların beslendiği ve korunduğu çukurca
lık görüşmelerinden sonuç alınamadı. Bugün bir yer vardır.
de savunma ve dışişleri İngiliz hükümetinin Bern, tarihi üniversitesi ve çeşitli konularla
sorumluluğundadır. ilgili çok sayıda müzesi ile kültür birikimi
zengin bir kenttir. Kentte yaşayan 144 bin
BERN (Berne olarak da yazılır), İsviçre’nin kişinin çeşitli uğraşları arasında çikolatacılık
başkentidir. İsviçre Alpleri’nin batı eteklerin­ ve motor yapımı yer alır. Bern, Birleşmiş
de yer alır. Zürich, Basel ve Cenevre’den Milletler’e bağlı Evrensel Posta Birliği’nin
sonra dördüncü büyük kenttir. Aare Irmağı’ merkezidir.
mn hızla akan sularının hemen hemen tümüy­
le kuşattığı kayalık bir sırtta kurulmuş olan bu BERNHARDT, Sarah (1844-1923). Fransız
güzel kentte, ana caddeler boyunca gösterişli tiyatro oyuncusu Sarah Bernhardt’ın annesi
çeşmeler ve mağazaların sıralandığı üstü ka­ HollandalI, babası Fransız’dı. Gerçek adı
palı çarşılar vardır. 12. yüzyılın sonlarına Henriette Rosine Bernard olan Sarah, Paris’
doğru, Almanca ve Fransızca konuşan halklar te doğdu. Sahne yaşamına ilk kez 18 yaşında,
arasındaki sınırda, askeri bir üs olarak kuru­ Comedie-Française’de adım attı. Sanatçı
lan Bern, ortaçağın birçok özelliğini koru­ tiyatrodaki ilk başarısını, 25 yaşında, François
maktadır. Kentin, aynı zamanda, engebeli Coppee’nin Le Passant (“Yoldan Geçen”) ad­
kırsal alanda kurulmuş modern bir kesimi lı tek perdelik oyunundaki halk ozanı Zanetto
vardır. Bern’de en göze çarpan iki yapıdan rolüyle kazandı. Ardından 1872’de Victor
biri, kanton adı verilen İsviçre devletlerinden Hugo’nun Ruy Blas adlı manzum oyununda
gelen delegelerin toplanarak ulusal sorunları büyük bir başarıya ulaştı. Sarah Bernhardt,
tartıştığı ulusal parlamento binası (Bundes- Racine’in Phedre (1879) ve Hugo’nun Herna-
haus); öbürü de yüksek ve ince kulesiyle, rıi oyunlarında olağanüstü bir oyunculuk yete­
görkemli Münster Katedrali’dir. neği göstererek Fransız sahnelerinin kraliçesi
Kentin saat kulesi de çok ünlüdür. Bu oldu.
kulenin tepesinde 16. yüzyıl yapısı bir saatle, İnce yapılı, siyah, anlamlı gözleriyle çarpıcı
her saat başı ortaya çıkarak dönen kuklalar ve bir güzelliği olan Sarah Bernhardt’ın, pürüz­
süz sesi için Victor Hugo “altın ses” derken,
Picturepoint
bir başka eleştirmen, “Sadece altın değil,
şimşek ve gök gürültüsü, cennet ve cehennem
var bu seste” , demişti.
Sarah dramatik oyunculuğuyla olduğu ka­
dar, olağandışı kişiliğiyle de ün kazandı.
Sanatçının odasında bir insan iskeleti ve tabut
sakladığına ilişkin söylentiler dolaşıyor ve
alışılmamış davranışlarından söz ediliyordu.
Alabildiğine kararlı ve güçlü bir kişiliği olan
Sarah Bernhardt, heykel ve resimle de uğraş­
tı. Bir roman ve oyunculuk konusunda bir
kitap yazdı. “Çalışmak benim yaşamım” di­
yen ünlü sanatçı 1870 Paris kuşatmasında bir
hastane kurdu.
İsviçre 'n in başkenti Bern ortaçağa özgü birçok
1879’da Londra’daki gösterilerinin biletleri
öze lliği bu gü n de koru m aktad ır. Katedralin kapışılıyor, halk “Tanrısal Sarah” için deli
çan ku le sin in yükse kliğ i 1.000 m etred ir. oluyordu. 1880’de gezgin bir tiyatro topluluğu
146 BERNINI

dayken La Voyante (“Geleceği Gören Ka­


dın”) adlı bir Hollywood filminin çekimi
sırasında Paris’te öldü.

BERNINI, Gian Lorenzo (1598-1680). Gian


Lorenzo Bernini 17. yüzyılda yaşamış en
önemli İtalyan sanatçılarından biridiı. Resim,
heykel ve mimarlık gibi çeşitli sanat dalların­
da yapıtları vardır. Bernini, Barok sanatın
yaratıcılarındandır. Sanatçı, Barok üslubun
belirgin nitelikleri olan büyüklük ve görkemi
kusursuz bir uyum ve denge içerisinde verme­
ye özen gösterirdi. Bernini’nin resimlerinden
pek azı günümüze ulaşabildi; heykellerinin
çoğu ise R om a’da bulunmaktadır.
Bernini Napoli’de doğdu. Babası, Floran-
salı heykelci Pietro Bernini’ydi. 1605’te Ro-
m a’ya giden Bernini yaşamının büyük bir
bölümünü orada geçirdi. Sanatçı yapıtlarının
çoğunu Borghese ailesi ve bu ailenin daha
sonra papa seçilen üyeleri VIII. Urbanus, X.
lnnocentius ve VII. Alexander’ın koruması
altında gerçekleştirdi. Bernini’nin önemli ya­
pıtlarının çoğu Rom a’daki Borghese Galeri-
si’ndedir. Aeneas, Ankhises ve A skanios’un
Truva'dan Kaçışı bu dönemden örneklerdir.
T iya tro sanatı konusunda gerek sahnede, gerek
sahne dışında g ö s te rd iğ i du yarlık, Fransız oyuncu
Bernini büyük boyutlu ilk heykellerini Scipi-
Sarah B ern ha rdt'a dünya çapında ün kazandırdı. one Borghese’nin isteği üzerine yapmıştır.
Sanatçının yeni bir gerçekçilik anlayışıyla
yorumladığı, H ades’in Persephone’yi Kaçır­
kuran oyuncu, düzenli olarak Fransa dışında m ası, D avud, Apollon ve Daphne adlı heykel­
turnelere çıkmaya başladı. Aynı yıl ABD ve leri Borghese Galerisi’nde, aynı dönemde
Kanada’ya, daha sonra Güney Amerika ve yaptığı Poseidon ve Triton ise Londra’daki
Avustralya’ya gitti. Bu ülkelerde Sardou’dan Victoria-Albert Müzesi’ndedir.
La Tosça ve Fedora, Rostand’dan L'aiglon Bernini, dinsel konulu ilk heykelleriyle
( “Yavru Kartal”) ve Dumas’dan Kamelyalı mimarlık alanındaki ilk yapıtı olan R om a’da­
Kadın (La Dame aux Camelias) gibi klasik ve ki San Bibiana Kilisesi’nin ön yüzünü, VIII.
modern oyunlar sahneledi. Sarah Bernhardt Urbanus’un koruması altında gerçekleştirdi.
gittiği her yerde başarı kazandı. Paris’te, Bernini’nin en önemli mimarlık yapıtı ise, San
kendi tiyatrosunda erkek rolüne çıkarak Pietro’nun mezarı üzerindeki dört sütunlu
Hamlet’’i oynadı. görkemli çatı ya da İtalyanca adıyla baldoc-
1905’te bir oyun sırasında dizini inciten china"dır. Bu çatı Barok sanatının en yetkin
Bernhardt, 1915’te kangren oldu ve sağ baca­ ve parlak ürünlerinden biridir. Bu başarısın­
ğını kestirmek zorunda kaldı. Ne olursa olsun dan dolayı Papa X. lnnocentius, Bernini’yi
oyunculuğu bırakmadı ve ABD turnesinde, Navona Alam ’ndaki Dört Irm ak Çeşmesi"ni
oturarak oynayabileceği rollere çıktı. I. yapmak üzere Rom a’ya çağırdı. Sanatçı çeş­
Dünya Savaşı’nda, Fransız askerlerini cephe­ menin ortasına bir Mısır dikilitaşı (obelisk),
de, tekerlekli sandalyesiyle ziyaret etti. çevresine de dört mermer figür yerleştirdi. Bu
“Sahnede, kendi savaş alanımda ölece­ figürler 17. yüzyıl dünyasının bilinen başlıca
ğim” diyen sanatçı, gerçekten de, 79 yaşın­ dört ırmağını, Tuna, Rio de la Plata, Ganj ve
BERTOLUCCI 147

BERTOLUCCI, Bernardo (doğumu 1940).


İtalyan sinemasının önde gelen yönetmenle­
rinden Bernardo Bertolucci şair ve film eleş­
tirmeni bir babanın çocuğudur. Bertolucci’nin
sanatla ilk tanışması şiirle olmuş ve daha 12
yaşındayken yazdığı şiirleri çeşitli dergilerde
yayımlanmıştır. In cerca del mistero (1962;
“Gizem Peşinde”) adlı şiir kitabıyla da Ulusal
Şiir Ödülü’nü kazanmıştır.
Şiir çalışmalarının yanında sinemaya da ilgi
duyan Bertolucci, 1961’de üniversiteyi bıra­
karak ünlü İtalyan film yönetmeni Pasolini’
nin yanında asistanlığa başladı. Bir yıl geçme­
den de La Commare Secca (1962; “Azrail”)
adındaki ilk filmini çekerek yönetmenliğe
adımını attı. Fazla ilgi görmeyen bu ilk
filminden sonra Devrimden Önce (Prima
della Rivoluzione\ 1964) adlı ikinci filmini
çeken Bertolucci, bu filmiyle birlikte sinema
alanında yolunu kendi çizmeye başladı. Öv­
güyle karşılanan film, Cannes’da Max Ophuls
Ödülü’nü (Genç Eleştirmenler Ödülü) aldı.
Daha sonraki yıllarda Örümceğin Stratejisi
{La Strategia del Ragno\ 1970) Konformist (II
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Conformista; 1970) ve Paris’te Son Tango
Bernini, V atikan'da, San P ie tro 'n un mezarı
üzerindeki g ö rke m li bronz çatıyı tam dokuz yılda
( Ultimo Tango a Parigi; 1972) gibi bir dizi
tam am lad ı. filme imza atan Bertolucci, özellikle Paris’te
Son Tango filmiyle bütün dünyada kendinden
Nil’i simgeliyordu. Bernini’nin mimarlık ala­ söz ettirdi. Başrollerini Marlon Brando ve
nındaki son ama en önemli yapıtı, Rom a’daki Maria Schneider’in oynadığı film A B D ’li orta
San Pietro Kilisesi'nin önündeki Noel, Pas­ yaşlı bir adamla, genç bir Fransız kızın arasın­
kalya gibi özel dinsel günlerdeki kutsama daki ilişkiyi anlatıyordu. Serüven Paris’te
törenleri için tasarlanmış olan alandır. geçiyor ve ölümle noktalanıyordu. Birçok
Bernini, Louvre Sarayı’nın dış yüzünü yeni­ eleştirmenin “porno” (pornografik) suçlamasıy­
letmek isteyen Kral XIV. Louis’nin çağrısı la karşı karşıya kalmakla birlikte, film sine­
üzerine 1665’te Paris’e gitti. Sarayın dış yüzü maya getirdiği şiirsel dil ve cinsellik konusun­
tamamlanamadıysa da, Bernini Fransa kralı­ daki özgür tutumu nedeniyle geniş ilgi gördü.
nın bir büstünü yaptı. Bu büst bugün Louvre Bu filmden sonra 1976’da uluslararası bir
Müzesi’ndedir. yapım olan 1900 (Novecento/1900) adlı büyük
Bernini’nin son yılları eskisi kadar verim­ filmini gerçekleştiren Bertolucci, ticari ba­
li olmadı. Parasal gücünü yitiren papalık kımdan umduğu kadar başarılı olamadı. Tür­
ise büyük ölçekli tasarımları destekleyemi- kiye’de 1988-89’da gösterilen bu filmin baş­
yordu. rollerini Burt Lancaster, Robert de Niro, Ge-
Bernini çok renkli kişiliğiyle, çağdaşlannca rard Depardieu ve Dominique Sanda gibi
sayılan bir sanatçıydı. İngiliz günce yazarla­ dünyaca ünlü yıldızlar paylaşıyordu. Film,
rından John Evelyn tiyatroya da el atan 1900’lerde başlayarak İtalya tarihini 70 yıllık
Bernini’nin yeteneklerini, “sahne dekorunu bir zaman dilimi içinde toplu olarak ele
yapan, heykelleri yontan, makineleri icat alıyordu. Konusu gereği çok uzun olan bu
eden, müziği besteleyen, güldürüyü yazan, film (5 saat 30 dakika) doğru dürüst gösterime
kısaca tüm olayı yaratandır” , diye özetler. bile giremedi ve ticari başarısızlıkla sonuçlan-
148 BESLENME

dönemdeki yaşama biçimini ustalıkla canlan­


dırmasıdır.

BESLENME, yaşam için gerekli enerjiyi ve


hücrelerin yapımında kullanılan temel mad­
deleri sağlayan besinlerin dış ortamdan alına­
rak vücutta kullanılmasıdır. Bütün canlılar
yaşayabilmek için beslenmek zorundadır. Bit­
kiler topraktan ve sudan aldıkları azot, demir,
fosfor, kalsiyum gibi inorganik maddeleri
güneş ışığının yardımıyla bireşimleyerek, fo­
tosentez denen bir süreçle kendi besinlerini
kendileri üretebilirler. Bu nedenle bitkilere
“kendibeslek” canlılar denir. Oysa hayvanlar
ve insanlar “dışbeslek”tir; yani kendilerine
gerekli olan temel besinleri bitkisel ve hay­
vansal yiyeceklerle dışarıdan, büyük ölçüde
hazır olarak alırlar. Örneğin hayvanların bir
bölümü otçuldur, bitki yer; bir bölümü etçil­
dir, başka hayvanların etini yer; bir bölümü
de hepçildir, hem bitki, hem hayvan yer.
İnsanlar ise, dinsel inançlarının ve törelerinin
getirdiği kısıtlamalar dışında, yaşadıkları or­
A B C Ajansı
tamda bulabildikleri hemen her çeşit bitkisel
B ernardo B ertolucci çekim i üç yıl süren Son ve hayvansal yiyecekle beslenirler (b a k . YİY E ­
İm parator film i ne de niyle başka birçok ö d ü lü n yanı
sıra A ltın Küre Ö d ü lü 'n ü de kazandı. CEKLER).
Yalnızca çalışmak, oyun oynamak, yürü­
mek ya da koşmak gibi günlük etkinlikler için
dı. 1900’ün ardından A y (La Luna; 1979) fil­ değil, kalbin çalışmasından soluk alıp verme­
mini çeken ve gene umduğu başarıyı elde ede­ ye varıncaya kadar bütün vücut işlevlerinin
meyen Bertolucci en büyük başarısını, yerine getirilebilmesi için enerji gereklidir.
1988’de ülkemizde de gösterilen Son İmpara­ Bu enerjinin kaynağı olan besinler aynı za­
tor (Le Dernier Emperor) filmiyle gerçekleş­ manda kas, kemik ve kan gibi vücut dokuları­
tirdi. nın yapıtaşlarını da içerir. Vücutta her gün
Son İm paratorda daha üç yaşında bir milyonlarca hücre öldüğünden, ölen hücre­
çocukken tahta çıkan Çin İmparatoru Pu- lerin yerine yenilerinin konarak dokuların
Yi’nin dramını konu alan Bertolucci, Pu- yenilenmesi, vücudun gelişmesi, büyüme­
Yi’nin tahta çıkışından başlayarak, yönetim si ve sağlıklı kalabilmesi de besinlere bağlı­
dönemini, tahttan indirilmesini ve Çin’de dır.
yönetim değişikliğinden sonraki ilginç yaşa­ Dünyada her yıl 40 milyon insanın açlıktan
mını anlatarak Çin tarihinden bir kesit sunar. ve yetersiz beslenmenin neden olduğu çeşitli
Gösterildiği bütün ülkelerde geniş yankılar hastalıklardan öldüğünü bir an bile unutma­
uyandıran film, bu başarısını birçok dalda mak gerekir. Ölenlerin 15 milyonu bebekler
topladığı “Altın Küre” ve “Oskar” ödülleriyle ve çocuklardır. Ayrıca milyonlarca insanda,
kanıtlamış, En İyi Film ve En İyi Yönetmen kötü ve yanlış beslenmeden kaynaklanan
oskarlarım almıştır. çeşitli beslenme bozuklukları söz konusudur.
Genellikle şiirsel bir anlatımın egemen Beslenmek yalnızca karın doyurmak olmadı­
olduğu Bertolucci filmlerinin ana özelliği, ğından, dengeli beslenmeyen kişilerin sağlığı­
tiplerin ya da kahramanların ayrıntılı biçim­ nı koruması bir yana yaşamını sürdürebilmesi
de, derinlemesine işlenmiş olması ve anlatılan bile çok güçtür.
150 BESLENME

Bitkilerin hücre duvarını oluşturan ve yal­ taşlarım yeniden bir araya getirerek kendi
nız bitkisel besinlerde bulunan selüloz, 3.000 dokularını oluşturan proteinleri yapabilir.
kadar glikoz molekülünün birbirine bağlan­ Protein açısından zengin olan başlıca hayvan­
masıyla oluşmuş karmaşık bir karbonhidrat­ sal yiyecekler yumurta, et, balık, peynir ve
tır. Ama insanın sindirim sisteminde parçala­ süt, bitkisel yiyecekler ise ekmek, patates,
nıp dokularca emilemediği için gerçek anlam­ fındık ve ceviz gibi kabuklu yemişler, bezelye,
da bir besin maddesi sayılmaz. Bununla bir­ fasulye ve mercimektir.
likte, sindirim artıklarından oluşan dışkıyı
yumuşatıp hacmini artırarak bağırsak hare­ Yağlar
ketlerini hızlandırmak ve besinlerin emilmesi­ Yağlar da karbon, hidrojen ve oksijenden
ni kolaylaştırmak gibi önemli bir işlevi vardır. oluşur. Tereyağı, yağlı et, kaymak, peynir ve
Bol selüloz içeren bitkisel liflere beslenmede yumurta gibi yiyeceklerden alman hayvansal
yer verilmesi kabızlığın ve bazı bağırsak yağlar ile mısır, ayçiçeği, aspir, fındık ve ceviz
hastalıklarının önlenmesinde etkili olur. Bi­ gibi yağlı tohumlardan elde edilen bitkisel
lim adamları, insanın ilk atalarının bol selü­ yağlar dengeli beslenmede önemli bir yer
lozlu yiyeceklerle beslendiğini ve sindirim tutar. Ama bu temel besinlerin fazla alınması
sisteminin bu tip beslenmeye uyarlanmış ol­ zararlı olabilir. Bazı yağların kalp hastalıkları
duğunu düşünürler. İnsanlar zamanla birçok olasılığını artırdığına inanan birçok doktor,
yiyeceği doğal haliyle yemeyip, selülozun sağlıklı bir yaşam için özellikle hayvansal
parçalanmasına yol açan karmaşık işlemler­ yağların fazla yenmemesini salık verir.
den geçirdikleri için, bağırsakları artık selülo­
zu sindirme yeteneğini yitirmiştir. Mineraller
Midede şişerek tokluk duygusu veren, do­ Mineraller vücudun sağlıklı kalabilmesi için
kularca emilmeyen ve besin değeri olmadığı gerekli olan kimyasal elementler ile bu ele­
için insanı şişmanlatmayan bitkisel lifler, özel­ mentlerin inorganik bileşikleridir. Her mine­
likle bol selüloz içeren kepekli tahıllar, çiğ ralin, öbür besin maddelerinin etkisini güç­
sebze ve meyveler, zayıflamak isteyenler için lendiren tamamlayıcı bir görevi vardır. En
hazırlanan rejim listelerinin temel öğesidir. çok sütte ve süt ürünlerinde bulunan kalsi­
Oysa dengeli bir beslenmede bu tür yiyecek­ yum, kemiklerin ve dişlerin sağlıklı gelişme­
lere her zaman yer vermek gerekir. sinde önemli rol oynar. Gene süt ürünlerinde,
yumurta sarısında, baklagillerde ve kuru ye­
Proteinler mişlerde bulunan fosfor da kemik ve dişlerin,
Proteinler, aminoasit denen yapıtaşlarından kas ve sinir dokusunun yapıtaşlarındandır.
oluşmuş büyük moleküllü bileşiklerdir (bak. İçme sularında bulunan flüorun da diş çürü­
PROTEİN). Aminoasitlerin bileşiminde temel melerini önlediği saptanmıştır (bak. DİŞLER).
olarak karbon, hidrojen, oksijen ve azot Alyuvarların yapımında kullanılan demir
bulunur. Vücut bu elementleri birleştirerek yaşamsal önem taşıyan minerallerden biridir.
bazı aminoasitleri üretebilirse de, gerekli olan Vücuttaki eksikliği kansızlığa yol açan bu
birçok aminoasit vücutta bireşimlenemediği element en çok karaciğerde, yumurtada, mer­
için bunların yiyeceklerle, hazır olarak alın­ cimek, nohut gibi baklagillerde ve ıspanak,
ması gerekir. Et ve balık gibi hayvansal marul gibi yeşil yapraklı sebzelerde bulunur.
yiyecekler en dengeli aminoasit kaynakları­ Özellikle sodyum klorür bileşimindeki sofra
dır. Am a iyi seçilmiş bitkisel yiyeceklerle de tuzuyla alman sodyum ve hemen hemen
iyi bir protein dengesi sağlanabilir. bütün yiyeceklerde az miktarda bulunan po­
Proteinler vücudun gerçek yapıtaşlarıdır; tasyum, vücuttaki sıvı dengesinin korunma­
kemikler, kaslar, deri, sinirler, kısacası vücu­ sında, kasların çalışmasında ve sinir uyarıları­
dun büyük bölümü proteinlerden oluşur. Yi­ nın iletiminde önemli görevler üstlenir. Bun­
yeceklerle alınan proteinler sindirim sırasında lardan başka, sinir sisteminin ve kasların
parçalanarak aminoasitlerine ayrışır ve vücut, etkinliğinde rol oynayan magnezyum, demi­
bu aminoasit deposundan seçtiği uygun yapı- rin vücutta kullanılmasına yardımcı olan bakır
BESLENME AĞI 151

ve tiroit hormonlarının yapımında görev alan ağır boyutlara ulaştığında, bu eksikliği içecek­
iyot da önemli minerallerdir. Ayrıca, az lerle karşılamak artık olanaksızdır ve hastayı
miktarda alınması yeterli olan çinko, manga­ hemen bir hastaneye yatırarak damardan
nez ve öbür mineraller de vücut kimyasında serum vermek gerekir. Sodyum klorür suyun
belirli görevler üstlendiğinden, dengeli bir dokularda tutulmasında önemli rol oynadığın­
diyette minerallerin eksik edilmemesi ge­ dan, ağır su kaybı olgularına çoğu kez sodyum
rekir. eksikliği de eşlik eder. Bu yüzden, sıcak yaz
günlerinde terle atılan tuz ve su kaybını önle­
Vitaminler mek için tuzlu ayran gibi içecekler önerilir.
Sağlıklı yaşamak için son derece gerekli olan
bu maddeler ansiklopedide ayrı bir madde BESLENME AĞI. Bitkiler gibi kendi besinini
olarak, VİTAMİN başlığı altında anlatıl­ üretme yeteneği olmayan hayvanlar, yaşamla­
mıştır. rını sürdürebilmek için başka canlıları yemek
zorundadır. Bu yüzden doğadaki yabani hay­
Su vanların yaşamı genellikle başka bir hayvana
Su, bütün canlılar için yaşamın temelidir. yem olarak son bulur. Örneğin ot yiyerek
Vücut ağırlığının üçte ikisini oluşturan suyun beslenen bir tavşan günün birinde bir tilkiye
bir bölümü her gün ter, idrar, dışkı ve solukla yem olur; tilki ölünce de onun leşini bu kez
dışarı atıldığı için, bu su kaybının yiyecek ve sinek kurtçukları ile leşböcekleri yiyip bitirir.
içeceklerle dengelenmesi gerekir. Başta içme Bitkilerden başlayıp çeşitli hayvanların birbi­
suyu olmak üzere çay, kahve, süt, meyve rini yemesiyle sürüp giden bu ilişkiyi çevrebi­
suyu, limonata, ayran gibi içeceklerin yanı lim (ekoloji) uzmanları beslenme zinciri ola­
sıra katı yiyecekler de vücudun su gereksini­ rak adlandırırlar.
mini karşılayabilir. Örneğin marul ve kıvırcık Doğada tek tür yiyecekle beslenen hayvan
salatanın onda dokuzu sudur. Ayrıca karbon­ pek azdır. Tavşan yalnız otları değil yabani
hidrat, protein ve yağların enerji açığa çıkar­ meyveleri, ağaçların yaprak ve filizlerini de
mak üzere vücutta “yakıldığı” kimyasal tepki­ yiyebilir. Tilki ise tavşandan başka fareleri,
melerde de su oluşur. sıçanları, kümes hayvanlarını ve böcekleri
Yiyeceklerin sindirilmesinde, açığa çıkan yiyerek beslenir. Bu nedenle, çok karmaşık
besin maddelerinin emilerek hücrelere taşın­ olan bu ilişkiler ağını anlayabilmek için, pek
masında, daha sonra sindirim artıklarının ve çok besin zinciri arasındaki bağlantıyı kurmak
zararlı maddelerin dışarı atılmasında, ayrı­ gerekir. Çevrebilim uzmanları bu bağlantıyı
ca vücut sıcaklığının denetlenmesinde çok göstermek için, canlıların adlarını ya da re­
önemli görevler üstlenen suyun vücuttaki simlerini oklarla birleştirerek ayrıntılı şemalar
eksikliği ölüme kadar varan ağır sonuçlar çizerler. Genellikle bir örümcek ağı kadar
doğurur. İnsanlar her gün normal olarak 1,5-2 karmaşık olan bu şemalara beslenme ağı
litre kadar su kaybederler. Bu kaybı karşıla­ denir.
mayacak kadar az su içmek ya da alınan Aslında doğa son derece karmaşık olduğu
günlük su miktarından daha çoğunu aşırı için, gerçeğe birebir uyan bir beslenme ağı
terleme ve idrarla dışarı atmak vücudun çizmek çok güçtür. Bu ağa katılacak her yeni
bütün iç dengesini bozar. Kısacası susuzluk da hayvan başka bir canlıyı yediğinden ya da
açlık kadar tehlikelidir. Sıcak ve kurak çöl başka bir canlıya yem olduğundan, ağa ekle­
ikliminde yaşayanlarda, bazen günde 10 litre­ necek okların sonu gelmeyecektir. Çevrebi­
yi bulan su kaybı birkaç saat içinde ölümle limciler bu güçlüğü yenmek için genellikle bir
sonuçlanır. Maraton koşucularının da yarışlar hayvanın yalnızca temel yiyeceklerini ya da
sırasında yeterince su içmeye özen gösterme­ belli bir bitki türünü yiyen bellibaşlı hayvanla­
leri gerekir. Yüksek ateş, uzun süreli ishal ve rı göstermekle yetinirler.
kusma da vücutta hızla su kaybına yol açaca­
ğından, özellikle bu durumdaki bebeklerin Beslenme Basamakları
susuz kalmamasına dikkat etmelidir. Su kaybı Beslenme ağının çizilmesiyle, doğadaki bu
152 BESLENME AĞI

Yandaki beslenm e ağı,


A n ta rktika çevresindeki
zengin deniz yaşam ını
g ö s te riy o r. Balıkların,
deniz kuşlarının, fok,
balina ve insanların,
insan
özellikle Ja p o n la r'ın ve
Kaşalot R uslar'ın ye d iğ i, kril
Çubuklu balina
adıyla b ilin e n küçük b ir
kabuklu bu ağm tem el
halkasıdır. Kril öze llikle
bazı çub uklu ba lin aların
başlıca yiye ce ğ id ir. A m a
bu ba lin aların hem en
hepsi avlanarak
Yengeç yiyen fok tü k e tilm iş o ld u ğ u n d a n ,
denizlerdeki kril sayısı
iyice artm ıştır. Yaz
aylarınd a plan kto nla
beslenen k rille r suyun
Deniz kuşları
yüze yin i uçsuz bucaksız
(penguen) b ir ö rtü g ib i kaplar. Bu kril
ö rtü s ü n ü n 650 m ily o n ton
Etçil ağ ırlığ ında o ldu ğu
Kalamar plankton
san ılm aktad ır.

Bitkisel plankton

karmaşık ilişkinin bazı noktaları açıklığa ka­ Çeşitli Beslenme Ağları


vuşur. Enerjisini güneş ışığından, hammadde­ Yukarıda sözü edilen hayvanların çoğu or­
lerini topraktan ve sudan alarak kendi besini­ manda yaşadığı için, çizilen bu piramit bir
ni kendisi üretebilen yeşil bitkiler genellikle orman bölgesi beslenme ağıdır. Ama çöller­
en alt basamağa yerleştirilir. Temel olarak den tropik ormanlara varıncaya kadar, her
bitkiyle beslenen tavşan ve sıçan gibi hayvan­ yaşama ortamı için bir beslenme ağı çizilebi­
lar bir üst basamakta toplanabilir. Bunlar lir. Örneğin denizlerdeki beslenme ağının en
otçul hayvanlardır. Daha çok öbür hayvanları alt basamağında, bitkisel plankton ya da
yiyerek beslenen gelincik ve baykuş gibi fitoplankton denen çok küçük bitkiler yer alır.
hayvanlar ise daha yukarıdaki bir basamakta Küçük balıklar ve öbür deniz canlıları ara
yer alır. Bunlar etçillerdir. Otçullar ile etçille­ basamaklardadır. En tepede ise köpekbalık­
rin arasındaki basamağa da hem bitki, hem ları, katil balinalar gibi iri ve yırtıcı hayvanlar
hayvan yiyen porsuk, tilki gibi hayvanlar bulunur.
yerleştirilir.- Bunlar da hepçillef dir. Beslenme ağlarının incelenmesi bilim
Beslenme basamağı denen bu aşamaların adamlarına birçok açıdan yardımcı olur. Söz­
belirlenmesinden sonra, beslenme ağı karma­ gelimi, bir ormandaki aynı türden bütün
karışık bir çizgiler yumağı olmaktan çıkarak ağaçlar kesildiğinde ne olacağını önceden
düzenli bir şemaya dönüşür. Bu şemaya görebilmek için o ormanın beslenme ağı
bakıldığında, bitkilerden otçullara ve etçillere çizilir. Eğer az bulunan bir hayvan türü bu
doğru gidildikçe her basamakta daha az sayı­ ağaçlardan beslenen hayvanları yiyerek yaşı­
da canlı olduğu açıkça görülebilir. Bu neden­ yorsa, böyle bir kesim bu türün yaşamını
le, tabanı geniş tepesi dar olan bu şekil bir tehlikeye atacaktır. Çevre korumacılar bir
piramidi andırır. Bu beslenme piramidinin türü ya da bölgeyi en iyi nasıl koruyabilecek­
tabanında yaprak, ot, çiçek ve ağaçlarıyla lerine karar verirken, beslenme ağlarından ve
kalabalık bir bitki topluluğu, tepesinde ise benzeri yöntemlerden çok yararlanırlar (bak.
yalnızca bir iki gelincik ya da baykuş vardır. D o Gay i K o r u m a ).
BETA 153

BESSEMER, Sir Henry (1813-1898). İngiliz içlerinden biri ölünceye kadar kıyasıya dövü­
mucit Bessemer, büyük miktarda ve ucuz çelik şürler. Doğadaki yaşam ortamından alınan
üretimini olanaklı kılan yöntemi bularak de- bir beta ancak bir saat kadar yaşayabildiği
mir-çelik sanayisinin doğuşunu hazırlamıştır. halde, TaylandlIlar yüzlerce yıldır melezledik-
İngiltere’de, Hertfordshire’deki Charlton ka­ leri betalar arasından 10 saat dövüşebilen
sabasında doğdu. Babasının burada küçük bir şampiyonlar yetiştirmişlerdir. Bu beta dövüş­
makine atölyesi vardı. Çocukluğunda zamanı­ lerinde, tıpkı horoz dövüşlerinde olduğu gibi,
nın çoğunu bu atölyede geçiren ve öğrenebile­ izleyiciler hangi balığın yeneceği konusunda
ceği her şeyi öğrenen Bessemer, 17 yaşına bahse tutuşurlar.
geldiğinde zengin olma kararıyla Londra’ya Kavgacılıkları dışında çarpıcı renkleri ve
gitti. İlk buluşlarından ikisi baskı teknikleriy­ güzel görünümleriyle dikkati çeken betalar,
le ilgiliydi: Basınç altında harf dökme tekniği­ dünyanın hemen her yerinde akvaryum me­
ni geliştirdi ve bir dizgi makinesi yaptı. raklılarının en sevdiği balıklardandır. Doğada
1840’ta tunç tozundan “altın yaldız” üretme­
nin yolunu bularak, gizli tuttuğu bu yöntemle
çok para kazandı.
Bessemer çelik üretimi konusundaki çalış­
malarına Kırım Savaşı (1853-56) sırasında
başladı. Çünkü yeni bir top geliştirmeyi tasar­
lıyor, ama yeterince sağlam bir metal bulamı­
yordu. O zamanlar kullanılan dökme demir
fazla miktarda karbon içerdiği için çok kırıl­
gandı. Bessemer bu sakıncayı gidermek için,
erimiş dökme demire hava üflemeyi tasarladı.
Böylece, havanın oksijeniyle birleşen karbon
eriyikten ayrılıyor ve geriye yumuşak bir çelik
kalıyordu. Bessemer dönüştürücüsünde yapı­
lan bu işlemle, gerektiği kadar karbon katıla­
rak istenen sertlikte çelik elde edilebiliyordu
(bak. DEMİR v e Ç ELİK ).
Bessemer işlemiyle üretilen çelik, 1864’ten
başlayarak köprü, gemi, demiryolu rayları,
silah ve makine yapımında büyük çapta kulla­ Çok kavgacı olan erkek beta balığı, hava
nıldı. Bu işlem çelik fiyatını 1860’taki düzeyi­ kabarcıklarıyla yap tığ ı yu va n ın çevresine h içb ir
nin üçte birine kadar düşürmüş, Bessemer’e balığı yaklaştırm az.
de büyük bir servet ve ün kazandırmıştı. Bu
buluşu için birçok ülkeden ödül ve madalyalar yalnızca kahverengi ya da yeşilimsi renkte
alan Bessemer 1879’da da “sir” unvanıyla olan bu balıkların çaprazlamayla üretilmiş
onurlandırıldı. örneklerinde erkekler mavi, kırmızı, yeşil ve
eflatun renkleriyle göz alır. Yüzgeçleri de
BETA. Canlı renkleriyle akvaryumları süsle­ doğadaki örneklerinden daha geniş ve göste­
yen bu balığın bir adı da kavgacı Siyam rişlidir. Üstelik akvaryum için üretilmiş beta­
balığıdır. Bütün öbür hayvanlar gibi balıklar ların erkekleri doğadaki kadar hırçın ve kav­
da belirli zamanlarda, özellikle üreme mevsi­ gacı değildir; gene de iki erkeği aynı akvaryu­
minde birbirleriyle dövüşürler. Ama küçük ma koymak gerektiğinde aralarını bir cam
bir balık olan beta (Betta splendens) öylesine bölmeyle ayırmak gerekir. Camdan birbirleri­
hırçın ve kavgacıdır ki, anayurdu olan Tay­ ni gören betalar, yüzgeçlerini gerip bu bölme­
land’da (eski Siyam) özel beta dövüşleri nin önünde gidip gelerek dövüşmeye hazırla­
düzenlenir. nırlar.
İki erkek beta aynı kaba konduğunda. Bir tatlı su balığı olan betanın doğal yaşama
154 BETON

alanı gölcükler, akaçlama kanalları ve akarsu­ Yaklaşık yarım saat sonra beton donarak
ların durgun kesimleridir. Anofel denen sıtma katılaşmaya başlar ve birkaç saat içinde iyice
sivrisineği de bu durgun sularda ürediği için, sertleşir. Ama kalıbı sökmek için genellikle
sivrisineğin larvalarıyla beslenen beta, sıtma birkaç gün beklenir; bu arada beton kendi
savaşının doğal yardımcılarından sayılır. Be­ ağırlığını taşıyabilecek ve dış etkenlerle biçim
tanın yaşadığı durgun sularda hem oksijen az değiştirmeyecek kadar sağlam ve dayanıklı
olduğundan, hem de solungaçları öbür balık­ bir taş kütlesine dönüşmüş olur.
larınki gibi sudan oksijeni almaya pek elveriş­ Yapıların duvar, döşeme, kiriş ya da kolon
li olmadığından, hayvanın solungaçlarının üs­ gibi bölümleri, köprülerin taşıyıcı ayak ve
tünde özel bir solunum organı vardır. Bu kirişleri, barajlar, yollar, havaalanı pistleri ya
yüzden betalar ara sıra su yüzeyine çıkar ve da istenen herhangi bir biçimdeki taş bloklar
ağızlarını havayla doldurarak, bu organ aracı­ betondan yapılabilir.
lığıyla havanın oksijenini solurlar. Beton yapımında kullanılan bütün gereçle­
Betaların üreme davranışı da çok ilginçtir. rin miktarını titizlikle ölçerek, karışımdaki
Yumurtaların ve yumurtadan çıkan yavrula­ oranlarını iyi ayarlamak gerekir. Genellikle
rın bakımını, öbür balıklardaki gibi dişi değil bir birim çimento, iki birim kum ve dört birim
erkek üstlenir. Üreme mevsimi geldiğinde, çakıl ya da kırma taş kullanılır (1:2:4 oranı).
erkek beta su yüzeyine hava üfleyerek kabar­ Betonun daha sağlam olması isteniyorsa, ka­
cıklar oluşturur. Sonra vücudundan sümüksü rışım oranı 1:1:2 olmalıdır. Ama dayanıklılı­
bir sıvı salgılayarak kabarcıkları bu maddeyle ğın çok önemli olmadığı durumlarda, 1:3:6
kaplar. Böylece birbirine sıkıca yapışan ka­ oranındaki az çimentolu karışım çok daha
barcıklar su üzerinde sal gibi yüzen bir küme ekonomiktir; çünkü beton yapımında kullanı­
oluşturur. Dişi balık yumurtalarını bu kabar­ lan gereçlerin en pahalısı çimentodur.
cıkların arasına bırakır ve erkek beta, küme­
den ayrılıp düşen yumurtaları ağzıyla yakala­
Çemeni and Concrete Association
yıp yeniden yerine yerleştirir. Yavrular yu­
murtadan çıkıncaya kadar bu köpükten yuva­
yı özenle korur, gerektiğinde onarır ve başka
balıkları, hatta dişisini bile yumurtalara yak­
laştırmaz. Yumurtadan çıkan yavruları, ken­
dilerine bakabilecek duruma gelinceye kadar
koruyup gözetmek gene erkeğin görevidir.

BETON, kırma taş ya da çakıl, kum, su ve


çimento karışımından yapılan bir tür yapay
kayadır (bak. ÇİMENTO). Doğal kayalar kadar
sağlam olmanın ötesinde, kalıba dökülerek
istenen biçimde üretilebilmesi betona büyük
bir üstünlük sağlar. Bu nedenle, hem bulun­
duğu yerden çıkarılması zor olan, hem de
istenen biçimi vermek için yontulması gere­
ken doğal kayaların inşaat sanayisindeki yeri­
ni almış olan beton, bugün en çok kullanılan
yapı gerecidir.
Beton yapmak için genellikle Portland
çimentosu, kum, çakıl ya da kırma taş suyla
karıştırılarak, önceden hazırlanmış kalıplara
dökülür. Tahta levhaların istenen biçimde
İn g ilte re 'n in Cheshire ken tind eki yeni belediye
birleştirilmesiyle hazırlanan bu kalıplar, bit­ sarayının yap ım ın da, be to n a rm e tabanı o lu ştu rm a k
miş parçanın iskeleti ya da çerçevesi gibidir. için çelik çub ukların üzerine beton d ö külüyor.
BETON 155

Çemeni and Concrete Association

Beton kö p rü le rin kiriş ve g e rg ile ri yüke daha dire n çli olm ası için ö n g e rilim li be tond an yap ılır. İskoçya'nın
Glasgovv ken tind eki K in gston K öprüsü de g e rilm iş çelik kab lo larla d e s te k le n m iş tir ve 10 şe rit üzerinden
akan b ir tra fiğ in yü kü n ü taşır.

Betonun niteliğini belirleyen etkenlerden Betonun sertleşmesini sağlayan, çimento


biri de sudur. Karışımdaki su oranı arttıkça ile su arasındaki kimyasal tepkimedir. Bu
betonun direnci azalacağından fazla su kul­ tepkime en iyi ılık ortamda gerçekleşir. Soğuk
lanmamak gerekir. Öte yandan, karışım yete­ havada tepkime çok yavaş olacağından, için­
rince sulu olmazsa bu kez de betonu kalıba deki su donabilir. Böylece buz parçaları beton
dökerken arada boşluklar kalabilir. Bu ne­ kütlesini çatlatarak dayanıklılığını büyük öl­
denle kaliteli beton üretimi çok beceri gerek­ çüde azaltır. Bu kimyasal tepkimenin gerçek­
tiren bir iştir. Günümüzde, beton karıştırma leşebilmesi için su gerekli olduğundan, dökül­
makinesi (betonyer) denen mekanik sarsıcı­ dükten sonraki ilk birkaç hafta içinde beto­
larla oldukça az sulu karışımlardan dayanıklı nun tümüyle kuruması engellenmelidir. Kısa­
ve gözeneksiz beton elde edilebilmektedir. cası, beton dökmek için en uygunu nemli ve
156 BEYATLI

ılık havadır. Çok soğuk havalarda, yeni dö­ içindeki taşlar açığa çıktığı için mozaik görü­
külmüş betonun üstünü örterek soğuktan nümünde bir yüzey elde edilir. Kıvrımlı ince
korumak, çok sıcak havalarda da nemli tut­ katmanlar halinde dökülen beton da, spor
mak için zaman zaman sulamak gerekir. salonları, uçak hangarları gibi geniş m ekân­
Beton basınca (sıkıştırmaya) çok dayanıklı larda çatı örtüsü olarak kullanılabilir.
bir gereçtir; ama bükülme ve gerilime karşı
aynı direnci gösteremez. Bu nedenle, germe BEYATLI, Yahya Kemal (1884-1958). Çağ­
ve çekme kuvvetlerinin etkisinde kalacak daş Türk şiirinin oluşum evresinde kendisin­
olan yapı kirişlerinin yapımına çok uygun den en çok söz edilen şairlerden biridir. Asıl
değildir. Bu sakıncayı gidermek için, karışı­ adı Ahmed Agâh olan şair Üsküp’te doğdu.
mın içine demir ya da çelik çubuklar yerleşti­ Çocukluğu ailesinin çiftliğinde doğayla iç
rilerek betonarme denen donanımlı betonlar içe geçti. Varlıklı olan ailesi bir Osmanlı
yapılır. İlk kez 1849’da Joseph L. Lambot adlı sancakbeyinin soyundan geliyordu. Annesi
bir Fransız’ın yaptığı betonarme, eskiden geleneklere bağlı, duygulu bir kadın, babası,
kullanılan çelik kirişlere oranla daha ucuz ve bir ara Üsküp belediye başkanlığı da yapan
yangına daha dayanıklı bir gereçtir. ileri görüşlü bir adamdı. Yahya Kemal önce
Betonarme yapmak için, kalıbın içine çelik mahalle mektebine gönderildi; okulun dayak­
çubuklar yerleştirildikten sonra çevresine be­ çı hocasından çok korkar ve onu sevmezdi.
ton dökülür. Beton katılaşırken büzülür ve Üç yıl süren başarısız bir öğrencilik dönemin­
çubuklara sıkıca yapışır. Böylece, direnci çok den sonra, babası onu çağdaş eğitim veren bir
yüksek olan çelik çubuklar, betonarme üzeri­ okula yazdırınca okumayı sevmeye başladı.
ne uygulanan germe kuvvetlerine kolayca 12 yaşındayken ailesi Selanik’e yerleşti. Bir
karşı koyabilir. Günümüzde hemen hemen yıl sonra annesini yitirmesi Yahya Kemal’de
bütün yapılarda betonarme kullanılır. şiirlerine de yansıyan derin bir acı yarattı.
İnşaat sanayisinde çok kullanılan gereçler­ Babası gittiği arkadaş toplantılarına onu da
den biri de öngerilimli beton'dur. Bu üretim götürürdü. Bu toplantılardaki tartışmalar
tekniğinde, çelik çubuklar kalıba yerleştiril­ onun siyaset ve edebiyata genç yaşlarda ilgi
meden önce gerilerek uzatılır ve çevresine duymasına yol açtı. O yıllarda Muallim Naci’
dökülen beton sertleşinceye kadar kancalarla nin, Tevfik Fikret’in şiirlerine öykünen şiirler
gerilerek kalıba tutturulur. Beton sertleşmeye yazıyor, sevdiği bir kıza duyduğu ilgiyi şiirler­
başlayınca kancalar açılır ve serbest kalan le dile getiriyordu.
çubuklar eski boyutlarına dönebilmek için 1902’de okumak için geldiği İstanbul’da,
betonu sıkıştırarak direncini artırır. Bazen de evine sanatçıların gidip geldiği bir akrabasının
beton bloklar kalıba dökülürken içlerinde bir yanında kalan Yahya Kemal, eğitimini Ro-
delik bırakılır. Sonra bu bloklar yan yana bert Kolej’de sürdürmeye hazırlanıyordu. Bu
dizilir ve deliklerinden geçirilen çelik bir tel dönemde Türk müziğinin ünlü bestecisi Hacı
iyice gerilerek iki uçtaki takozlara bağlanır. Arif Bey’in yönettiği fasılları ve müzikle ilgili
Beton sertleşmeye başlayınca serbest bırakı­ söyleşileri dinleyerek derin bir müzik duyarlı­
lan tel, tıpkı öngerilimli betonda olduğu gibi ğı kazandı.
blokları sıkıştırarak direncini artırır. 1903’te Yahya Kemal, o yıllarda tanıdığı
Beton yapımında çeşitli teknikler geliştiril­ Jön Türkler’in de etkisiyle izinsiz olarak
miştir. Örneğin karışıma kömür cürufu kata­ yurtdışına çıkıp Paris’e gitti. Şairin Paris’te­
rak ya da hava üfleyerek hafif beton yapılabi­ ki yaşamı, siyasal inançlarının oluşmasın­
lir; içine boya karıştırarak renkli beton üreti­ da, batı edebiyatını da tanıyarak kendine
lebilir ya da sertleştikten sonra yüzeyi özel bir özgü bir edebiyat beğenisinin doğmasında çok
boyayla boyanabilir. Hatta betonun yüzeyine etkili oldu. Siyasal Bilgiler Okulu’na giren
özel bir desen ya da kabartma yapmak isteni­ Yahya Kemal, tarih dersinde Osmanlılar’dan
yorsa, kalıbın betona değen iç yüzeylerine bu çok az söz edilmesinden etkilenerek Osmanlı
desen işlenebilir. Bazen de beton donduktan tarihinin, özellikle yükseliş dönemine büyük
sonra yüzeydeki çimento örtüsü kazınır ve bir merakla eğildi. Ne var ki, 1912’de yurda
BEYAZIT KULESİ 157

girdi. 1926’da Varşova’da, 1929’da Madrid'de


elçilik görevlerinde bulundu. 1934-43 yılları
arasında önce Yozgat sonra Tekirdağ millet­
vekili olarak yeniden meclise girdi. 1948’de
atandığı Karaçi büyükelçiliğinden ertesi yıl
emekli oldu. Çok sevdiği İstanbul’a yerleşe­
rek yaşamının sonuna kadar şiirleriyle ilgi­
lendi.
Yahya Kemal, yaşadığı dönemde hiç kitap
yayımlamadı, kitapları ölümünden sonra ya­
yımlandı. Şiirleri İstanbul semtlerine, Boğaz­
içi’nin güzelliğine, Osmanlı müziğine ve mi­
marisine duyduğu hayranlığın dile getirilişi­
dir. Tarih, özellikle de Osmanlı tarihinin
parlak dönemleri, doğa, aşk ve ölüm onun
sürekli işlediği konulardı. Şiirlerini pürüzsüz
bir İstanbul Türkçesi’yle yazdı. Dizelerinde
özellikle bir ses uyumu kurmaya, döneminin
açık, anlaşılır Türkçe’sini kullanmaya özen
gösterdi. Yahya Kemal aruz veznini Türkçe’
ye ustalıkla uyarlayan son şairdir. Hece
ölçüsüyle yalnızca “O k ” adlı şiiri yazmıştır.
Cahil Tanyol'un tiniyle
Dizelerdeki anlam bütünlüğünü şiirin tümün­
Yahya Kem al Beyatlı aruz veznini T ürkçe'ye ustalıkla
uya rla yan son şairdir.
de sağlamaya önem verdi. Bu özelliğini batı
şiirini iyi bilmesine borçluydu. Divan ve batı
döndüğünde Balkan Savaşları sonucunda Os- şiirinin olumlu özelliklerini ustalıkla birleşti­
manlı İmparatorluğu küçülmüş; doğduğu ve rerek kendine özgü bir şiir anlayışı geliştirdi.
çocukluğunu geçirdiği yerler ülke sınırları Gerek şiirin konularına getirdiği zenginlik,
dışında kalmıştı. gerek bu konuları işlemedeki ustalığıyla dö­
Yahya Kemal, yayımladığı ilk şiirleriyle neminin ve daha sonra gelen şairlerin üzerin­
üne kavuşmuş, yapıtları elden ele dolaşır de derin bir etki yarattı. Şiirlerinin birçoğu
olmuştu. Yazdığı şiirler edebiyat çevrelerinde bestelenmiştir.
ilgiyle izleniyordu. 1912’de Darüşafaka Lise- Yahya Kemal’in Divan şiiri etkisiyle yazdı­
si’nde ve daha sonra da Darülfünun’da (İstan­ ğı Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962) adlı yapıtının
bul Üniversitesi) tarih ve edebiyat dersleri dışındakiler, yeni bir anlayışa yöneldiği şiir­
öğretmenliğine başladı. Osmanlı İmparator­ lerdir. Bu şiirler Kendi G ök Kubbem iz
luğu I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştı. (1961), Rubailer ve Hayyam Rubailerini
Yurdun yabancı devletlerce paylaşılıp işgal Türkçe Söyleyiş (1963) adlı kitaplarda toplan­
edilmesinden sonra, Kurtuluş Savaşı yılların­ mıştır. Ayrıca tarih, İstanbul, edebiyat ve
da öğrencileriyle birlikte bu ulusal savaşı siyaset gibi konularda çeşitli gazete ve dergi­
destekledi. 1921'de A ti (İleri) gazetesinde lerde yayımlanan yazıları A z iz İstanbul
başyazar olarak Kurtuluş Savaşı’m övücü, (1964), Eğil Dağlar (1966), Edebiyata Dair
destekleyici yazıları yayımlanıyordu. 1921’de (1971) ve anıları Çocukluğum, Gençliğim,
dönemin genç yazarlarından Ahmet Hamdi Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973) adlı kitap­
Tanpınar, Nurullah Ataç ve Mustafa Nihat lardadır.
Özön ile birlikte çıkardığı Dergâh dergisinde
yayımlanan yazılarında, kültür ve edebiyat BEYAZIT KULESİ, İstanbul'da Beyazıt sem-
konularını tartıştı. 1922'de Lozan Barış Kon- tindedir ve halk arasında “Yangın Kulesi”
feransı’na danışman olarak katıldı ve bir yıl diye de bilinir. İstanbul Üniversitesi’nin bah­
sonra Urfa’dan milletvekili seçilerek meclise çesinde yer alan bu kule ilk kez ahşap olarak
158 BEYAZ RUSYA

yangın önce saraya telgrafla bildirilir, padi­


şahtan irade (buyrultu) çıkınca kuleden İcadi-
ye’ye işaret verilirdi. Buradan atılan topla da
yangın bütün kente duyurulurdu.
Yangını gören nöbetçi gözetleme görevlisi
“Ağa bir çocuğun oldu” diye kule ağasına
haber verirdi. Ağanın “Kız mı oğlan mı?”
sorusuna “kız” yanıtı verilirse yangının Bey­
oğlu, “oğlan” yanıtı verilirse Eminönü yaka­
sında olduğu anlaşılırdı.
85 metre yüksekliğindeki Beyazıt Kulesi’ne
180 basamakla çıkılır. Yapımında kesme taş
kullanılmıştır. Dört köşe bir taban üstünde
yuvarlak bir sütun halinde yükselmektedir.
Günümüzde de yangın gözetleme ve hava
gözlem kulesi olarak kullanılan bu tarihsel
yapı kenti simgeleyen yapılardan biridir. Bir
gün sonrasının hava tahmini geceleri kulenin
tepesinde yanan değişik renkteki ışıklarla
belirtilir. Buna göre kırmızı ışık karlı havayı;
yeşil, yağmurlu; mavi, güneşli ve açık; sarı ise
sisli havayı gösterir.

D İA T E K BEYAZ RUSYA. Beyaz Rusya Sovyet Sosya­


85 m etre yü kse kliğ in de ki Beyazıt K ulesi'n e 180 list Cumhuriyeti SSCB’nin en batısındaki
basam akla çıkılır. cumhuriyetlerden biridir. Batısında Polonya,
kuzeyinde ise Baltık Denizi ile arasına giren
1808’de II. Mahmud tarafından yaptırılmıştı. Litvanya ve Letonya vardır. Kuzeyi ve doğu­
Kentte çıkan yangınların yerini saptamak ve su Rusya Sovyet Federe Sosyalist Cumhuriye­
görevlilere hızla haber ulaştırmayı sağlamak ti; güneyi Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuri­
için yapılan bu kule, 1826’daki yeniçeri ayak­ yeti ile çevrilidir. Beyaz Rusya’nın yüzölçümü
lanmasında yakılınca, aynı yere 1828’de bir 207.598 km2’dir.
ahşap kule daha yapıldı. Daha sonra bu kule Beyaz Rusya'nın tarihi büyük ölçüde top­
1849’da değişikliğe uğradı ve günümüzdeki raklarına el koymak isteyen güçlü komşuları
biçimini aldı. Rusya ile Polonya'nın savaşlarının tarihidir.
Kulede gece gündüz kenti gözetlemekle gö­ Bu çekişme ilk olarak 9. yüzyılda, burası
revlendirilmiş nöbetçiler bulunurdu. Köşklü Doğu Slav kabilelerinin yurduyken başladı.
adı verilen bu nöbetçiler İstanbul’un herhangi Daha sonraki yüzyıllarda Beyaz Rusya önce
bir semtinde yangın çıktığını görünce işaret­ ilk Slav devletlerinden Kiev, sonra Litvanya
lerle o dönemin itfaiyecileri olan tulumbacıla­ ve ardından Polonya’nın egemenliğine girdi.
ra haber verirlerdi (bak. TULUMBACILAR). Polonya’nın 1772-95 arasındaki paylaşımı
Gündüz çıkan yangınlar semtine göre belirli üzerine Rus Çarlığı’na katıldı. Polonya, I.
işaretlerle bildirilirdi. Eğer yangın kentin kar­ Dünya Savaşı’nda Beyaz Rusya topraklarının
şı kıyısında (Üsküdar yakası) ise İcadiye tepe­ batısını geri aldı. Doğu bölümünde ise bir
sindeki nöbetçiye bayrakla işaret verilirdi. sovyet cumhuriyeti kuruldu. Beyaz Rusya
Yangın Beyoğlu yakasında ise iki tarafa birer 1922’de SSCB’nin ilk dört cumhuriyetinden
sepet, Eminönü (surlarla çevrili olan eski biri oldu. Polonya 1939’da Almanya ile SSCB
kentin tümü) yakasındaysa ikişer sepet asılır­ arasında paylaşılınca, Beyaz Rusya’nın Po­
dı. Geceleri ise maytapla işaret verilerek uya­ lonya’da kalan batı bölümü de Beyaz Rusya
nda bulunulurdu. II. Abdülhamid zamanında Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne katıldı.
BEYAZ RUSYA 159

Novosıi Press Agency


Beyaz R usya'nın başkenti ve SSCB'nin y e d in ci bü yük kenti olan M in sk'te ki Zafer Alanı

II. Dünya Savaşı’nda, Haziran 1941’de SSCB’nin orta bölgelerinde olduğu gibi aşırı
Almanlar’ın SSCB’yi işgali üzerine, Beyaz değişiklik göstermez.
Rusya toprakları savaş alanına dönüştü. Baş­ Toprağın verimsiz olmasına karşın halk
ta Yahudiler olmak üzere, halkın büyük geçimini temel olarak tarımdan sağlar. Hay­
bölümü Naziler tarafından öldürüldü; birçok vancılık ve mandıracılığın yanı sıra, keten,
kent ve kırsal yerleşme yeri yıkıldı. Günü­ kenevir ve patates yetiştirilir. Tahıl, şeker­
müzde Beyaz Rusya, SSCB’nin 15 cumhuriye­ pancarı ve meyve üretimi de önemlidir. Top­
tinden biridir. Dört yılda bir seçilen Yüksek raklarının dörtte birinden fazlası ormanlarla
Sovyet tarafından yönetilir. kaplı olan Beyaz Rusya’da kerestecilik en
Beyaz Rusya’nın kuzeyindeki topraklar önemli uğraş alanlarından biridir. Temel sa­
düzlükler, tepeler, göl ve ırmaklarla parçalan­ nayi kolları arasında makine, metal işleme,
mıştır. Güneydeki alanın büyük bölümünü dokuma, orman ve tarım ürünlerinin işlenme­
Polezya denen düz bataklık bir ova kaplar. si sayılabilir. Büyük sanayi merkezleri Minsk,
Her yıl ilkbaharda ırmaklar eriyip setlerini Gomel, Vitebsk ve Mohilev’dir. Ülkenin baş­
aşarak taşınca, bölge bir göl görünümü alır. kenti ve en büyük kenti olan Minsk’te tarım
Ovanın büyük bölümü Pripet Bataklıklan’yla makineleri, traktör ve yük kamyonları üreti­
kaplıdır. Yazlar serin, kışlar ılıktır. Sıcaklık lir. Kimya sanayisi de gelişmektedir.
160 BEYAZ SARAY

Beyaz Rusya’da demiryolu, karayolu ve ta İngiliz kuvvetleri başkanlık konutunu ate­


suyollarından oluşan gelişmiş bir ulaşım ağı şe verdiler. Tümüyle yanan iç bölümler yeni­
vardır. Brest ve Minsk gibi kentleri Moskova den yapıldı, dış duvarlar ise yangın izlerini
ile Varşova’ya bağlayan demiryolu hattı çok kapatmak için beyaza boyandı. Beyaz Saray
önemlidir. adı da buradan gelir. Yarım daire biçimindeki
Nüfus 9 milyonun üzerindedir. Halkın yak­ güney girişi ile sütunlu kuzey girişi 1920’lerde
laşık yüzde 80’ini Beyaz Ruslar oluşturur. eklenmiştir. O zamandan bu yana tüm ABD
Beyaz Rusya’da yaşayan öbür halklar arasın­ başkanları burada yaşamıştır. Yatak odaların­
da Ruslar, PolonyalIlar, Yahudiler ve Ukray­ dan birinde ise çok uzun boylu olan Abraham
nalIlar ön sıralan alır. Beyaz Ruslar Rusça ve Lincoln’un boyuna uygun yatağı durmak­
Ukrayna diline yakın bir Doğu Slav dili tadır.
konuşur ve Kiril alfabesiyle yazarlar. Beyaz Saray’ın 1902’de yapılan batı kana­
dında başkanın çalışma odası yer alır. Doğu
BEYAZ SARAY, AB D başkanının resmi kanadı 1942’de eklenmiştir.
konutudur. Washington, D .C .’nin merkezin­ Büyük, özel bir konuta benzemesine kar­
dedir (bak. WASHINGTON) . Beyaz boyalı sade şın, Beyaz Saray zamanla yalnızca başkanın
ama etkileyici bir yapıdır. ailesini değil, yardımcı ve sekreterlerinden
James H oban’ın tasarladığı yapı, 1792 ile oluşan büyük bir kadroyu da barındıracak
1800 arasında yapılmıştır. İrlanda doğumlu kadar büyütülmüştür. Yapıda 54 oda, 16
bir mimar olan Hoban, başkan konutu için banyo, sayısız salon, koridor ve depo vardır.
düzenlenen çizim yarışmasını kazanmıştı. Çi­ Bir doktor ve dişçi muayenehanesi, televiz­
zimde, İrlanda’nın Dublin kentindeki Leins- yon stüdyosu ve camla örtülü güneşlenme yeri
ter dükünün sarayından esinlendiği söylenir. olan solaryumdan başka, bir kapalı yüzme
John Adams, Beyaz Saray’da yaşayan ilk havuzuyla, tüm personeli alacak büyüklükte
başkandı. Karısıyla birlikte buraya taşındığın­ bir nükleer bomba sığınağı da bulunmaktadır.
da yalnızca altı oda tamamlanmıştı ve Bayan Başlıca salonlar, resmi yemek salonu, D o­
Adams çamaşırlarını bugünkü en büyük ka­ ğu Salonu, mavi, yeşil ve kırmızı salonlardır.
bul salonu olan Doğu Salonu’nda kuruturdu. Halkın hafta içinde belirli sabahlar gezebile­
1814’te, İngiltere ile A B D arasındaki savaş­ ceği bu salonlar antika mobilyalarla, avizeler
Picturepoint

Beyaz S aray'ın s ü tu n lu ana g iriş kapısı.


BEYİN 161

ve özel olarak dokunmuş halılarla döşen­ dilindeki adı tümbeyin ya da ansefaldir. Ama
miştir. genellikle ayrım yapmaksızın hem tümbeyne,
Beyaz Saray’ı çevreleyen bahçeler yaklaşık hem de tümbeynin en küçük ve en gelişmiş
6,4 hektar büyüklüğündedir; çimenlikler, çi­ bölümü olan asıl beyne kısaca beyin denir.
çek bahçeleri ve korulardan oluşur. Güney
girişi önündeki çimenlik, başkanın ve ailesi­ Asıl Beyin
nin özel kullanımı içinse de, Paskalya’da İnsan beyninin en önemli bölümü olarak
halka açılır. duygularımızı ve kişiliğimizi yönlendiren asıl
beyin, beyin yarımküreleri denen iki parça­
BEYİN. Eskiden düşünce ve duyguların m er­ dan oluşur. Yüzeyi, yani beyin kabuğu insan­
kezinin kalp olduğu sanılırdı. Oysa bugün da öylesine kıvrımlıdır ki, bu görünümüyle iri
bilincin, içgüdülerin ve deneyimle kazanılan bir cevizi andırır ve kıvrımları açılıp yayılacak
bilgilerin beyinde oluşup biçimlendiğini bi­ olsa bir yastık yüzü kadar geniş bir alanı
liyoruz. Sinir sisteminin en önemli parçası kaplar. Beyin kabuğunda milyonlarca sinir
olan beyin, vücudun bütün hareketlerini ve hücresinin gövdeleri bir araya toplanmıştır;
tepkilerini yönettiği gibi duyguların, belleğin hücreler böyle toplu haldeyken kirli beyaz
ve kişiliğin de merkezidir (bak. BELLEK; DUY­ renkte gözüktüğü için bu dokuya bozmadde
GU; SİNİRLER VE SİNİR SİSTEMİ). Basit yapılı hay­ denir. Bozmaddenin altında, beyin kabuğun­
vanların beyni, kalınlaşarak kordon biçimini dan vücudun her yanma ve beynin öbür
almış tek bir sinir lifinden oluşur. Genel kural bölümlerine uzanan sinir lifleri, yani aksonlar
olarak, gelişmiş hayvanların beyni basit yapılı kümelenmiştir. Bu liflerin dışı beyaz bir kılıfla
hayvanlarınkinden, iri yapılı hayvanların bey­ sarılı olduğu için bozmaddeden daha açık
ni de küçük hayvanlarınkinden daha büyük ve renkte gözüken bu dokuya da akmadde denir.
karmaşıktır. Ama beyin büyüklüğünün zekây­ Beynin içinde, tam ortasına rastlayan bölü­
la hiçbir bağlantısı yoktur. İnsanlarda yetiş­ münde karıncık denen boşluklar vardır. Bir-
kinlerin beyninin çocuklarınkinden, erkekle­ birleriyle bağlantılı olan bu boşlukların içi
rin beyninin kadınlarınkinden biraz daha bü­ beyin-omurilik sıvısıyla doludur. Su gibi duru
yük olması yalnızca yaş, vücut ağırlığı ve cin­ ve renksiz olan beyin-omurilik sıvısı beyin
siyet farkından kaynaklanır. karıncıklarında üretilir ve beyin yarımkürele­
Bütün sinir sistemi gibi beyin de, nöron rinin çevresini kuşatıp, omuriliğin iç kanalın­
denen milyonlarca sinir hücresinden oluşur. da akarak beyni ve omuriliği darbelere, sür­
Biçimi ve boyutları bulunduğu yere göre tünmelere karşı koruyan bir tampon işlevi
değişirse de, tipik bir sinir hücresinin çekir­ görür.
dekli bir gövdesi, dendrit denen kısa ve ağaç Beyin, duyu organları aracılığıyla bütün
gibi dallanmış ipliksi uzantıları ve akson ya da vücuttan bilgi alır; yani iç ve dış ortamdaki
sinir lifi denen, çok daha uzun, genellikle değişiklikleri duyular aracılığıyla algılar. Bu
dallanmayan tek bir ana uzantısı vardır. sürece duyumsama denir. Deri, kaslar, göz­
Dendritler dışarıdan, örneğin başka bir sinir ler, kulaklar, burun ve öbür duyu organların­
hücresinden gelen uyarıları nöronun hücre dan gelen bilgiler duyu sinirleri aracılığıyla
gövdesine taşır; akson ise hücre gövdesinden sürekli olarak beyne iletilir. Beyin de aldığı
aldığı uyarıları dışarıya, sözgelimi komşu nö­ bu bilgileri değerlendirerek, hareket sinirleri
ronların dendritlerine iletir. Beyindeki sinir aracılığıyla kaslara gerekli emirleri gönderir
hücrelerinin gövdeleri çok küçük, aksonları (bak. DUYULAR; KAS).
da kısadır. Oysa merkez sinir sistemi ile Beyin kabuğunda, vücudun değişik bölüm­
vücudun çeşitli bölümleri arasındaki bağlantı­ lerindeki hareket ve duyu sinirlerini denetle­
yı sağlayan bir sinir hücresinin aksonu omur­ yen ayrı ayrı alanlar vardır. Örneğin ellerin
ilikten ayağın başparmağına kadar uzanabilir. hareketi ve duyusal algılaması beyin kabu­
Kafatasının içine yerleşmiş beyaz bir kütle ğundaki ayrı bir alandan, bacaklarınki başka
olan beyin üç bölümden oluşur: Asıl beyin, bir alandan denetlenir. İşitme ve görme alan­
beyincik ve beyin sapı. Bütün bu yapının tıp ları da ayrıdır. Bu alanların büyüklüğü, dene­
162 BEYİN

timinden sorumlu olduğu hareketin ya da ve karmaşık hareketler ile yürüme, yazma


duyunun hızına ve karmaşıklığına bağlıdır. ya da dikiş dikme gibi öğrenilmiş hareketle­
Örneğin ellerin yapabildiği hareketler çok rin yönetilmesinde beyin kabuğuna yardımcı
karmaşık ve hızlıdır; dolayısıyla, beyin kabu­ olur.
ğunun el hareketlerini yöneten alanı geniştir Beyincik de asıl beyin gibi iki yarımküre­
ve çok sayıda nöronu içerir. Oysa hareketleri den oluşur. Ama yüzeyi beyin kabuğu gibi iri
daha yavaş ve kısıtlı olan ayak bileği ile ayağı kıvrımlarla değil, incecik kırışıklarla kaplıdır.
denetleyen alan daha küçüktür. Duyular için Beyincikte de vücudun değişik bölümlerini
de aynı şey geçerlidir. Ellerin parmak uçları denetleyen belirli alanlar vardır. Gözleri ha­
çok duyarlı olduğundan, nesnelerin biçimini reket ettiren kaslar da beyinciğin denetimi
ve öbür özelliklerini algılamak için elimizle altındadır.
dokunuruz. Bu bilgi sinirler aracılığıyla beyin Beyincikte bilinçli algılama yetisi bulunma­
kabuğundaki ilgili alana ulaşır. Ayak parmak­ dığı için, beyinciğin yıkıma uğraması ya da
ları bu kadar duyarlı olmadığı için, topladığı kesilerek tümüyle çıkarılması duyularda ve
bilgileri daha küçük bir alana gönderir. zekâda herhangi bir bozukluğa yol açmaz.
Beyinden vücuda dağılan sinirler soğanilikte Ama ayakta durmak ve yürümek güçleşir;
çaprazlanarak yön değiştirdiği için, beynin sol denge bozuklukları ve hareketlerde sarsaklık
yarımküresi vücudun sağ yanını, sağ yarımkü­ görülür.
resi de sol yanını denetler.
İnsanın bilinci ve çevresinde olup bitenleriBeyin Sapı
anlaması, büyük ölçüde beyin kabuğunun Beyin yarımkürelerini ve beyinciği omuriliğe
sorumluluğunda olan çok karmaşık bir süreç­ bağlayan bölüme beyin sapı denir. Varol
tir. Gözümüzle bakar, ama beynimizle görür köprüsü ve soğanilik gibi iki temel bölümden
ve anlarız. Aynı biçimde, kulağımızla dinler, oluşan beyin sapı, iç organlar ile beyin arasın­
ama beynimizle işitiriz. daki bağlantıyı sağladığından beynin çok
önemli bir bölümüdür. Refleks hareketlerin,
Beyincik kalp atımlarının ve solunum hızının deneti­
Beynin altında yer alan beyincik, kaslarımızın minden beyin sapı sorumludur. Hem beyin­
uyumlu biçimde hareket etmesinden ve vücu­ den baş ve boyun kaslarına (örneğin çiğneme­
dun dengesinden sorumludur. Özellikle hızlı yi, yutkunmayı ve konuşmayı sağlayan kas­

beyin kafa kafatası beyin


oluğu derisi zarları yankafa
alın lopu |0 pu

kıvrım

bozmadde
akmadde artkafa
lopu
ortabeyin

beyincik
(denge)

soğanilik
beyincik asıl beyin (iç organlar)
(istem li hareketler)
o m urilik

B eynin yu m u şa k dokusu kolayca ö rse le neb ile ceğ i için, içte beyin zarları, dışta da kafatası g ib i sağlam
kem ikten b iry a p ıy la koru nu r. Beyin ya rım kü re le ri, be yin cik ve s o ğ a n ilik bu yapının içinde dir.
BEYİN 163

lar), hem de görme, işitme ve koklama dan bu hayvanların beynindeki koku lopu
duyularından beyne giden kafatası sinirleri de insanınkinden daha fazla gelişmiştir.
beyin sapından geçer. Kişilik ve zekâyı yaratan düşünce ve duygu­
Bir yazıyı okurken gözlerimiz sözcüklerin ların merkezi olan beyin, aynı zamanda büyü­
üzerinde odaklanır ve beynimiz ne gördüğü­ meyi ve hücrelerdeki kimyasal tepkimelerden
müzü algılar. Göz kaslarımız sözcük sözcük, çoğunu düzenleyen hormonların yapımını da
satır satır bütün sayfayı tarayacak biçimde yönetir. Bu hormonların bir bölümü, beyin
gözlerimizi hareket ettirir. Daha önce gördü­ tabanına bir bezelye tanesi gibi asılı duran
ğümüz her sözcüğü tanırız ve belleğimiz o hipofiz bezince salgılanır ve gene beyin taba­
sözcüğün ne anlama geldiğini bize söyler. nındaki hipotalamus bölgesince denetlenir
Sözcükleri tanıyan, beynin konuşma merkezi­ (bak. HORMONLAR). Hipotalamus ayrıca kalp,
dir. Sözcükleri yüksek sesle okuyacak olur­ akciğerler, bağırsak ve böbrek sinirlerini de
sak, konuşma merkezi her sözcüğün nasıl yöneten önemli bir merkezdir.
seslendirileceğini gırtlak ve dil kaslarımıza
bildirir. Sözcükleri yazmak istediğimizde de Beyin Hastalıkları
beynimiz her harfi yazmak için el kaslarının Beyin çok karmaşık bir organdır; ama duyu
nasıl kasılması gerektiğini söyler. Bütün bun­ sinirleri olmadığı için “ağrımaz” . Baş ağrısı
lar biz farkına varmadan gerçekleşir; çünkü dediğimiz ağrı duyumu genellikle beyin zarla­
beyin bunları otomatik olarak yapmayı öğren­ rından, öbür dokulardan, kafatası damarla­
miştir. rından ya da baş, boyun ve yüz kaslarının
Hayvanlar da koşar, sıçrar ve yüzerken fazla gerilmesinden ileri gelir. Örneğin genel­
hareketlerini büyük bir ustalıkla denetleyebi­ likle başın yalnızca bir yanında duyulan ve
lirler. Ama bir tavşanın ya da köpeğin beyni çok şiddetli bir baş ağrısı olan migrenin
kaynağı kafatası damarlarıdır. Beyni ve om u­
riliği saran zarların iltihaplanması demek olan
menenjit de şiddetli baş ağrısı yapabilir (bak.
M e n e n j it ).
Bütün öbür organlar gibi beynin yaşaması
da kanın taşıdığı oksijene ve öbür besin
maddelerine bağlıdır. Beyne giden kan akımı
birkaç dakika için bile kesilse, beynin bazı
bölümleri ölebilir. Bu durumda, o bölümün
yönettiği duyu ve hareketler aksar ya da
tümüyle durur. Buna felç denir. Beyin doku­
sunda doğuştan ya da sonradan olan herhangi
bir bozukluk da vücudun bazı bölümlerinin
hareket edememesiyle, yani felçle sonuçlana­
bilir (bak. F e l ç ).
Beyin ile hareket ve duyu sinirleri arasında­
ki iletişim, nörondan nörona atlayan elektrik
İnsanın ve hayvan ların beyni bü yüklük, yüzey
kıvrım ları ve koku lopu g ib i bazı özel b ö lg e le rin darbeleriyle gerçekleşir. Bu iletideki herhangi
ge lişm e si açısından farklıdır. bir bozukluktan kaynaklanan başlıca hastalık­
lar sara ve Parkinson hastalığıdır. Sarada,
nöronlar arasındaki sinir iletisi kesildiği anda
insan beyninden oldukça farklıdır. Bu hay­ hastada genellikle şiddetli kasılmalarla birlik­
vanlarda da asıl beyin, beyincik ve soğanilik te bilinç yitimi görülür (bak. S a r a ). İleri
vardır; yalnız tavşanın beyin kabuğu hiç yaşlarda görülen Parkinson hastalığının nede­
kıvrımsız, köpeğinki ise insanınkinden daha ni ise, nöronlar arasındaki sinir iletisine yar­
az kıvrımlıdır. Buna karşılık, tavşanlarda ve dımcı olan kimyasal maddelerden dopamin
köpeklerde koku duyusu çok önemli olduğun­ salgısının' eksikliğidir. Bu hastaların başı ve
164 BEYLERBEYİ SARAYI

elleri istemdışı olarak sürekli titrer; hastalık Rönesans ve Barok karışımı bir mimarlık
ilerledikçe yürümeleri ve konuşmaları da anlayışıyla yapılmış olan iki katlı asıl saray
güçleşir. (Yazlık Saray) deniz kıyısında yer alır ve
Duygu ve düşünceler beyinde “barındığı” önünde rıhtımı vardır. Yapımında mermer ve
için, şizofreni ya da ağır ruhsal çöküntü (dep­ kefeki taşı kullanılmıştır. Özellikle Boğaz’a
resyon) gibi bazı ruh hastalıklarının nedeni bakan yanı olağanüstü süslü üslubu ile dikkati
beynin çok karmaşık olan kimyasal yapısına çeker. Saraya haremden, selamlıktan ve kol­
bağlanabilir. Am a beynin nasıl çalıştığı ve iş­ tuk kapılarından (önünde nöbetçi duran kapı)
lev bozukluklarının nasıl ortaya çıktığı bütün olmak üzere ayrı ayrı üç mermer merdivenle
ayrıntılarıyla anlaşılıncaya kadar, bu konuda çıkılır. Sarayın zemin katının ortasında üstü
öne sürülen her görüş bir varsayım olarak ka­ camekânlı ve 16 mermer sütunun çevrelediği
lacaktır. bir havuz bulunur. Deniz hamamı olarak

BEYLERBEYİ SARAYI. 19. yüzyıl, Osmanlı Ara Güler

mimarlık tarihinde çok sayıda saray ve köş­


kün yapıldığı bir yüzyıl olarak yer alır. Kuz­
guncuk ile Beylerbeyi arasında bulunan eski
bir bahçenin yerine yaptırılan Beylerbeyi
Sarayı da 19. yüzyıldan kalmadır. Boğaziçi’
nin Anadolu yakasını, görkemi ve zarafeti ile
süsleyen bugünkü saray daha önce II. Mah-
mud zamanında yaptırılan ve 1851’de yanan
ahşap sarayın yerine 1865’te Padişah Ab-
dülaziz tarafından yaptırılmıştır. Mimarı o
dönemin birçok sarayının yapımını üstlenen
Sarkis Balyan’dır.
Yazlık Saray’ın yanında Mermer Köşk, Sarı
Köşk ve Ahır Köşk’ten oluşan Beylerbeyi 1865'te Padişah A bdülaziz tarafınd an yap tırıla n
B eylerbeyi Sarayı, B oğ aziçi'nin A n a d o lu
Sarayı denizden geriye doğru setler halinde
yakasındadır.
yükselen bir bahçenin içinde yer alır. Birçok
havuzun bulunduğu ve ağaçlarla kaplı bahçe,
tümü Paris’te yaptırılmış hayvan heykelleri ile kullanılan bu havuzun suyu denizden sağla­
süslüdür. Yazlık Saray ile Sarı ve Mermer nır. Birinci katının tümü mermer, ikinci katı
köşkler arasında bulunan havuz, içinde san­ ise mermer benzeri taşlarla döşeli olan sa­
dalla gezilebilecek kadar büyüktür. Yüksek rayın altı büyük salonu ve 24 odası vardır.
bir duvarla çevrilmiş olan saraya kara tarafın­ Yapının orta yerinde bulunan altlı üstlü iki
dan girişi sağlayacak bahçe kapıları açıldığı salon ile odaların iç süslemeleri çok zengindir.
gibi, denize bakan bahçe duvarına da, deniz Saray mermer ve ahşap oymacılığı, altın nakış
yoluyla gelindiği zaman girişi sağlayacak iki işçiliği, resim ve yazı ile yoğun bir şekilde
kapı açılmıştır. Bu duvarın iki köşesinde bezenmiştir.
denize bakan altı köşeli iki küçük deniz köşkü Sarayda padişahların yanı sıra birçok ünlü
vardır. konuk da kalmıştır. Abdülaziz çoğunlukla yaz
Bahçedeki büyük havuzun kenarındaki iki aylarını burada geçirirdi. Abdülhamid Balkan
katlı Sarı Köşk’ün her katında bir salon ve Savaşları başladıktan sonra Selanik’ten bura­
iki oda bulunur. Havuzun arkasındaki Mer­ ya getirilmişti. Sarayda kalan yabancı konuk­
mer Köşk ise tek katlıdır. Cephesi mer­ ların önde gelenleri arasında III. Napol-
mer kaplı olan köşkte, ortasında fıskiyeli bir yon’un eşi Fransa İmparatoriçesi Eugenie,
havuz bulunan sofa ile iki oda vardır. Ahır Avusturya İmparatoru Franz Joseph, Kara­
Köşkü padişahın atlarının bakımı için yaptırıl­ dağ Kralı Nikola, İran Şahı Nasıreddin ve
mıştır. Grandük Nikolay sayılabilir.
BEYOĞLU 165

BEYOĞLU, bir zamanlar sinemaları, tiyatro­ oğlu caddeleri dar ve bakımsız, sokakları eğri
ları, çeşitli eğlence yerleri ve büyük, gösterişli büğrüydü. Elçilik binaları ile bazı yabancıla­
mağazalarıyla yalnız İstanbul’un değil bütün rın evleri dışta tutulacak olursa, tüm evler
Türkiye’nin en gözde eğlence ve alışveriş ahşaptı. Müslüman ve Hıristiyan mahalleleri
merkeziydi. ise hâlâ birbirinden ayrıydı. Nüfusun çoğunlu­
20. yüzyılın ilk yarısında en görkemli çağını ğunu Rumlar oluşturuyordu.
yaşamış olan bu semt Bizanslılar döneminde Zamanla canlanıp hareketlenmeye başla­
her yanı ağaçlıklarla ve çayırlarla kaplı, yer yan Beyoğlu’nda 1850’den sonra kahvehane­
yer bağların bulunduğu yemyeşil bir alandı. ler hızla çoğaldı. Bugünkülere hiç benzeme­
Bizanslılar buraya “karşı yakanın bağları” yen bu kahvehanelerin içinde çok ünlü olanla­
anlamına gelen “Peran Bağları” ya da Pera rı vardı. Gene bu yıllarda Naum adındaki Ha-
adını vermişlerdi. İstanbul’un fethinden sonra lepli bir Hıristiyan’ın kurduğu tiyatro, oynadı­
Galata surlarının dışında da yerleşim alanları ğı Fransızca ve İtalyanca oyunlarla Beyoğlu
kuruldu. Ama Beyoğlu’nun bu kırsal görünü­ yaşamına değişiklik getirdi, canlılık kattı. Bey­
mü ve ıssızlığı 1700’lerin sonlarına kadar oğlu gün geçtikçe elçiliklerde yaşayanların,
sürdü. II. Bayezid döneminde yapılan Asma- İstanbul’a gelen yabancıların ve İstanbul’da
lımescit, birkaç cami ile Hıristiyanların otur­ Müslüman olmayan halktan zengin kesimin
duğu Dörtyol, Tomtom, Polonya gibi semtle­ kümelendiği bir yer haline geldi. Batıdakilere
rin bulunmasına karşılık Beyoğlu tenha bir benzer eğlence yerleri açıldı. 19. yüzyılın son­
yerdi. larına doğru sayıları artan müzikli gazinoları
Galata’da art arda çıkan yangınlardan son­ ve kahveleriyle, tiyatrolarıyla, yabancı yayın
ra daha güvenceli olur düşüncesiyle Beyoğ- satan gazeteci ve kitabevleriyle Beyoğlu artık
lu’na taşınan yabancı elçilik binaları yavaş İstanbul’un batıya açılan penceresi ve eğlence
yavaş bu ıssız görünümü bozmaya başladı. yeri olmuştu.
1780’lerde ise Beyoğlu’nun sınırları Taksim’e İstanbul’un surlar içinde kalan ve Eminönü
kadar genişlemişti. Daha ileride Aya Dimitri yakası denen kesiminde yaşayan Müslüman
tepelerinde ise Tatavla (bugünkü Kurtuluş) halk ise Beyoğlu’na pek iyi gözle bakmazdı.
köyü yer alıyordu. O yıllarda Beyoğlu’na ancak Avrupalı olmaya
19. yüzyıla gelindiğinde Beyoğlu sınırları­ özenen kimseler giderdi. Ayrıca, bu semti
nın genişlediği, Tophane ile Kasımpaşa ya­ çoğunlukla gençler yeğler, tatil günlerinde
maçlarını evlerin kapladığı görülmektedir. özenle giyinip ana cadde (İstiklal Caddesi)
1873’te ise Galata ile Beyoğlu’nu birleştiren boyunca bir aşağı bir yukarı gezinerek “piya­
tünel yapılmıştır. 19. yüzyılın başlarında Bey- sa” yaparlardı. Gelenek ve göreneklerine
bağlı olanların yadırgadığı bu gençler o döne­
min birçok edebi yapıtına konu olmuştur.
Nezih Başgelen Arşivi
Ahmed Midhat Efendi’nin Felâtun Bey ile
Râkım Efendi adlı romanında Felâtun Bey,
Recaizade Mahmud E krem ’in Araba Sevdası
adlı romanında Bihruz Bey bu tür kimseleri
canlandırırlar.
Beyoğlu ilki 1831, İkincisi 1870’te olmak
üzere iki büyük yangın geçirdi. 1870’teki yan­
gın büyük kayıplara yol açtı. Resmi rakamla­
ra göre 3.000 kadar ev, dükkân, bina yandı. O
zamana kadar dar bir cadde olan bugünkü İs­
tiklal Caddesi, genişletilerek yeniden yapıldı
ve “Cadde-i Kebir” (Büyük Cadde) adını
aldı.
B e yo ğ lu 'n d a ki g ü n ü m ü zü n İstiklal C a dd esi'nin 19. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başların­
yüzyıldaki g ö rü n ü m ü . da Cadde-i Kebir bir Avrupa kenti caddesini
166 BEYRUT

duktan sonra Cadde-i Kebir’e İstiklal Caddesi


adı verildi. Günümüzde de cadde bu adla
anılır.
Beyoğlu, Cumhuriyet döneminde de uzun
süre özelliklerini korumuştur. Daha sonra
1970’lerde yitirdiği, ülkenin kültürel yönden
de seçkin bir semti olma özelliğini yeni­
den kazanmaya başlamıştır. Sayıları gittikçe
artan resmi ve özel tiyatrolar ile kitabevleri,
resim galerileri ve yabancı ülkelerin kültür
kuruluşları buna katkıda bulunmaktadırlar.
Günümüzde Beyoğlu aynı zamanda önemli
Nezih Başgelen Arşivi
bir ticaret ve alışveriş merkezidir.
Eski B e yo ğ lu 'n u n denizden g ö rü n ü m ü
İstanbul’un Fatih ve Eminönü ile beraber
tarihsel çekirdeğini oluşturan üç ilçesinden
andırıyordu. Tünel’den çıkıp Taksim’e doğru biri olan Beyoğlu’nda 1983’ten bu yana ilçe
yürüyen bir kimse, yolda fotoğraf stüdyoları­ belediyesi halka hizmet götürmektedir. Nüfu­
na, batı tarzı pastanelere, kitabevlerine, ka­ su 245.999’dur (1985).
dın berberlerine, her çeşit malın satıldığı ve
“bonmarşe” denen büyük mağazalara, bira­ BEYRUT, Ortadoğu ülkelerinden Lübnan'ın
hanelere ve eğlence yerlerine rastlardı. Siyasal başkenti ve en önemli limanıdır. Akdeniz’in
ve kültürel ilişkiler daha çok Fransa ve Alman­ doğu kıyısında, dağlık bir burunda yer alır.
ya ile kurulduğu, özellikle de Fransız dili ve İÖ 15. yüzyılda Fenikeliler’ce kurulan, İS
kültürü o dönemlerde geçerli olduğu için iş ve 3. yüzyılda Romalıların yönetimi altına gi­
eğlence yerlerine Fransızca ve Almanca adlar ren Beyrut, ilk Roma hukuku okulunun
konmuştu. Bu caddede yolcu taşıyan atlı açıldığı kent olarak ünlendi. 551’de bir dep­
tramvaylar ise 1913’te yerlerini elektrikle remde yıkılan kent önceki parlak durumuna
işleyen tramvaylara bıraktı. uzun süre kavuşamadı. 12. yüzyılda. Haçlılar
Beyoğlu yalnızca Cadde-i Kebir demek zamanında biraz canlanan Beyrut, ancak 14.
değildi; Şişhane ile Galatasaray’ı birleştiren yüzyıldan sonra yeniden zengin bir liman
ve bu caddeye paralel olarak uzanan Meşruti­ kenti olabildi. 19. yüzyılda Fransız şirketleri,
yet Caddesi de giderek önem kazandı. Union Beyrut’ta bir liman ile kenti Şam’a bağlayan
Française, Pera Palas ve Bristol Oteli gibi demiryolunu yaptılar. Bugün de Fransızca,
yapılar tarihsel kimlikleri ve değişik mimari­ Arapça’dan sonra ikinci dil olarak kullanılır.
leriyle bu semtte yer alırlar. Tepebaşı Bah­ I. Dünya Savaşı'ndan (1914-18) sonra kuru­
çesi diye ün salan eğlence yeri de özel­ lan, II. Dünya Savaşı sırasında bağımsızlığını
likle yaz aylarında sazlı eğlentileri ve “muzi- kazanan Lübnan Devleti’nin başkenti olan
ka”ları ile ilgiyi çeker ve birçok yazara konu Beyrut’ta savaştan sonra çağdaş yapılar yük­
olurdu. seldi. Ortadoğu’nun en modern kentlerinden
Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan biraz da sine­ biri durumuna gelen Beyrut aynı zamanda
malar olmuştur. Türkiye’de halka açık ilk önemli bir ticaret ve bankacılık merkezidir.
sinema gösterisi 1897’de Galatasaray’daki Ne var ki, 1975’te Lübnan’da başlayan
Sponeck Birahanesi’nde yapılmıştır. Bu gös­ Hıristiyan-Müslüman İç Savaşı, Beyrut’a çok
teriyi gerçekleştiren Sigmund Weinberg zarar verdi. Kent merkezi büyük ölçüde
1908'de Tepebaşı’nda Türkiye’nin ilk yerleşik yıkıldı ve büyük otellerin bulunduğu bölge
sineması olan Pathe’yi açmış ve giderek Bey­ zarar gördü (bak. L ü b n a n ). Bombalamalar,
oğlu’nu sinemalar kaplamaya başlamıştır. D a­ tüfek sesleri, top ateşleri, yabancıların kaçırıl­
ha sonraları Beyoğlu’ndaki Yeşilçam Sokağı ması neredeyse günlük olaylardan sayılır ol­
Türkiye’de filmciliğin merkezi olmuştur. du. İç savaştan bu yana nüfusu yaklaşık 475
İstanbul yabancı güçlerin işgalinden kurtul­ bin eksilen Beyrut’ta, bütün bu olumsuzlukla­
BEYTLEHEM 167

Jill Brovvn/MEPA
Karşıt g ü çle r arasındaki am ansız savaşlar sonucu yıkım a uğrayan gü n ü m ü z B e yru t'u n d a n tip ik b ir g ö rü n tü .

ra karşın halk olağan bir kent yaşamı sürdür­ adı geçen bu kentin Hz. İsa’nın ve Davud
meye çalışmaktadır. peygamberin doğum yeri olduğuna inan­
Kent, Müslüman gerillaların denetimindeki maktadır (bak. DavuD; İSA. Hz.).
Batı Beyrut ve Hıristiyan Milisler’in deneti­ Beytlehem, Hz. İsa’nın doğum yeri olması
mindeki Doğu Beyrut olarak, kesin bir biçim­ nedeniyle, Nâsıra (Nazareth) ve Kudüs gibi,
de ikiye bölünmüştür. Beyrut’ta ayrıca büyük Katolik, Protestan ve Rum Ortodokslar’ca
bir Filistinli göçmen topluluğu da vardır. hac kenti olarak kabul edilmiştir. R om anın
Bir zamanlar çok hareketli olan Beyrut ilk Hıristiyan İmparatoru I. Constantinus’un
Havaalanı neredeyse kapalı gibidir. Bu hava­ annesi, Hz. İsa’nın doğduğu sanılan kent
alanı birkaç uçak kaçırma eylemine de sahne yakınlarındaki mağaranın üzerine bir kilise
olmuştur. yaptırmıştır.
Kudüs Krallığı’nı kuran ilk Haçlı Seferi’nin
BEYTLEHEM. Şeria Irmağı’nın batı yakasın­ önderi I. Baudouin 1100’de bu kilisede taç
daki yamaçlarda, Kudüs’ün 8 km güneyinde giydi. Kent, 1187’de Kudüs Krallığı’nın düş­
eski Beytlehem kenti yer alır. Beytlehem, mesinden sonra Araplar’ın ve Türkler’in yö­
kireç badanalı kerpiç ya da taş evleriyle, netimine geçtiyse de, Hıristiyan dünyası için
Doğu Akdeniz ülkelerinin belirgin yapı özel­ önemini her zaman korudu. Beytlehem, I.
liklerini taşımaktadır. Dünya Savaşı sırasında Türkler’den geri alı­
Kentin çevresinde tahıl, incir, zeytin ve nınca, Filistin topraklarıyla birlikte İngilte­
üzüm yetiştirilir; yamaçlarda koyun ve keçi re’nin koruması altına verildi, ama 1948’
beslenir. de yeniden Ürdün topraklarına katıldı.
Hıristiyanlar, Kutsal Kitap’ta (Tevrat-İncil) 1967’deki Arap-İsrail Savaşı’nın sonunda İs­
168 BEYZBOL

rail, Ü rdün’ün Batı Şeria bölgesi ile birlikte beyzbol alanında iç alan, dış alan ve ceza alanı
Beytlehem kentini de ele geçirdi. bulunur. İç alan, kenarları 27’şer metre olan
bir karedir. Karenin kale adı verilen dört
BEYZBOL, genellikle A B D ’nin ulusal oyunu köşesinden biri sayı kalesi'dir. Kaleler sağdan
olarak kabul edilen bir takım sporudur. At sola doğru birinci, ikinci ve üçüncü kale
derisiyle kaplı küçük bir top, bir tahta sopa ve olarak adlandırılır. İç alanın ortasında, sayı
deri eldivenlerle oynanır. Dokuzar oyuncu­ kalesinden 18 metre uzakta fırlatıcı tümseği
dan oluşan iki takım arasında oynanan oyu­ vardır.
nun amacı, rakip takımdan daha fazla sayı Sayı kalesinde beyaz plastikten beş yüzlü
turu yapmaktır. bir plaka, öbür kalelerde küçük branda yas­
tıklar bulunur. İç alanın sayı kalesinde kesi­
Oyun Alanı şen iki kenarı ve bunların uzantısı, ceza çizgisi
Üç metre yüksekliğinde bir çitle çevrili olan adını alır. Bu iki ceza çizgisi arasında kalan

BİR SONRAKİ VURUCU YERİ

k
ORTA DIŞ ALAN OYUNCUSU

SAĞ DIŞ ALAN


SOL DIŞ ALAN OYUNCUSU
OYUNCUSU

B üyük lig beyzbol


alanının kurallara uyg un
b o y u tla rı: Sayı kalesiyle
sağ ve sol ceza
çizg ile rin deki en yakın
en ge lin ya da çitin arası
en az 70 m etre olm a lıd ır.
YAKALAYICI (Y)
1958'den sonra yapılan
O beyzbol alanlarında ceza
çizgisi uzunluğu en az 100
m etre ve orta alan ç itin in
sayı kalesine uzaklığı en
az 123 m etred ir. Ceza
SAYI KALESİ VE OYUNCULARIN KONUMU çizgileri beyaz te b e şir ya
da kireçle işaretlenir.
BEYZBOL 169

alanın iç alandan öteye uzanan bölümü dış


alan, ceza çizgileri ile çevre çitleri arasındaki
alan da ceza alanıdır. İç alanın boyutları kesin
kurallarla belirlenmiştir ama, dış alan ve ceza
alanının büyüklüğü farklılık gösterir. Genellik­
le ceza çizgilerinin uzunluğu 100 metreden, dış
alanın sayı kalesine en uzak noktasının uzaklığı
123 metreden az olamaz. Kalelerin, fırlatma
tümseğinin ve kaleler arasındaki yolların dışın­
daki alan çimle kaplıdır.
Beyzbol topunun çevresi 23 cm, ağırlığı Fırlatıcı, to p u fırla tırke n sayı kalesine d o ğ ru b ir adım
atar sonra yu m u şa k ve hızlı b ir hareketle to p u fırla tır.
142-149 gr arasındadır. Beyzbol sopasının
boyu 107 santimetreden, çapı da 7 santimetre­
den fazla olamaz. lannın topu alıp kale bekçilerine ulaştırmasına
Oyunu, her biri bir kale çevresinde bulunan kadar geçen sürede zamanı kalırsa, öbür
dört hakem yönetir. Oyuncular vücudu saran kaleleri de dolaşarak sayı kalesine döner. Bu
bir forma, kalın çoraplar ve çivili özel ayakka­ durumda sayı turunu tamamlamış olur. İsa­
bılar giyer, koruyucu başlık takarlar. Çim betli bir vuruştan sonra bir kaleye ulaşabilen
olmayan yapay yüzeyli alanlarda lastik ayak­ vurucuya, koşucu denir. Sayı turunu tamam-
kabı giyilir. layamadan aradaki kalelerden birinde kalan
koşucu ya kendinden sonraki vurucunun isa­
Kurallar betli vuruşu ile ortaya çıkan koşma süresinde
Beyzbol genellikle dokuz devre olarak oyna­ ya da herhangi bir anda, kale bekçilerini
nır. Her devrede her iki takımın bir savunma atlatarak, bir sonraki kaleye koşar; bu yoldan
ve bir hücum hakkı olur. Hücumdaki takımın sayı turunu tamamlamaya çalışır. Her kalede
oyuncularının her birinin bir vuruş hakkı aynı anda ancak bir koşucu bulunabilir. Koşu­
vardır. Konuk takım hücum durumunda, cu iki kale arasında koşarken, top kale
öbür takım savunma durumunda oyuna bekçisine ulaştırılırsa ya da topu taşıyan bir
başlar. savunma oyuncusu koşucuya değerse, koşucu
Savunmadaki takımın oyuncularının farklı oyun dışı kalır.
görevleri vardır. Fırlatıcı fırlatıcı tümseğinde, Eğer vurucu iyi bir vuruşla topu çitlerin
yakalayıcı sayı kalesinin arkasında, üç kale ötesine gönderirse buna, sayı turu vurmak
bekçisi üç kalenin çevresinde, bir kısa top denir. Sayı turu vuran oyuncu, yakalanması
yakalayıcı iç alanın hemen dışında ve üç dış söz konusu olmadan, kalelerden geçerek sayı
alan oyuncusu dış alanda yer alır. turunu tamamlar. Sayı turu vurulduğu zaman
Hücumdaki takımın oyuncuları sırayla sayı eğer kalelerde koşucular varsa, onlar da sayı
kalesine gelerek, fırlatıcının yakalayıcıya attı­ turunu tamamlarlar.
ğı topa sopayla vurmaya çalışırlar. Fırlatıcının
atışının, vuruş alanı içinden geçen, geçerli bir Özel Beceriler
atış olup olmadığına sayı kalesinin arkasında Beyzbola yeni başlayan biri için alanda yer
duran hakem karar verir. Fırlatıcının dört seçimi, sağ elini mi, yoksa sol elini mi
geçersiz atışı, vurucuya birinci kaleye yürüme kullandığına bağlıdır. Eğer topu sağ eliyle
hakkı verir. Üç kez geçerli atışa vuramayan, atıyorsa, alandaki dokuz görevden herhangi
vurduğu top yere düşmeden yakalanan ya da birini yapması için bir engel yoktur. Ama
ceza alanına düşen vurucu, oyun dışı kalır. Üç solaksa, fırlatıcı, birinci kale bekçisi ya da dış
oyuncusu oyun dışı kalan takım hücum hakkı­ alan oyuncusu olması daha uygundur. Daha
nı kaybeder ve savunmaya geçer. İki takım da geniş bir alanı denetleyen kısa top yakalayıcı-
vuruş hakkını tamamlayınca devre biter. sı, ikinci kale bekçisi ve dış alan oyuncuları
Vurucu, topa isabetli bir vuruş yapınca için en önemli özellik hızlılıktır. İç alan
birinci kaleye koşar ve eğer savunma oyuncu- oyuncularının hem çevik, hem de topu yaka-
170 BEZELYE

Küçük lig beyzbolu 9-12 yaşlarındaki ço­


cukların kendi beden ölçüleri ve güçlerine
uygun koşullarda oynayabilecekleri, boyutları
küçültülmüş beyzboldur. Donanımı, oynanan
devre sayısı, alanın boyutları ve kaleler ara­
sındaki uzaklık normal beyzboldan farklıdır.

Oyunun Tarihi
Kökeni kesin olarak bilinmeyen beyzbolun
18. yüzyılda oynanan rounders adlı bir İngi­
liz oyunundan kaynaklandığı sanılmaktadır.
Beyzbolun ilk gelişimi ile kriket oyunu arasın­
Fırlatm a b içim in e bağlı olarak to p u tu tu ş b iç im le ri
da bağ kuran görüşler de vardır.
de de ğişir, (a) Eğri çizercesine atışta, bilek dışa ve 1846'da New Jersey’de yapılan beyzbol
aşağı d o ğ ru silkile rek pa rm akla rla topa b ir dönüş maçı, örgütlü beyzbolun ilk maçı kabul edilir.
v e rilir, (b) Hızlı b ir fırla tm a için, başparm ak ve ö b ür
pa rm akla rın ucuyla sıkıca kavranan to p b ir bilek
Beyzbolun yaygınlaşması sonucu zamanla
hareketi ile atılır, (c) Y um uşak b ir fırla tm a için, profesyonellik ortaya çıktı ve 1871'de Ulusal
gevşek tu tu la n to p parm ak uçlarından kayarcasına Profesyonel Beyzbol Oyuncuları Birliği ku­
atılır.
ruldu. Bu birlik 1876’da yerini Profesyonel
Beyzbol Kulüpleri Ulusal Ligi'ne bıraktı.
lamakta usta olmaları gerekir. Tüm oyuncula­ 1901'de de Amerikan Ligi kuruldu. Bu iki
rın ise güçlü kollara gereksinimi vardır. ligin şampiyonları ilk kez 1903'te karşılaştı.
İyi bir fırlatıcı, topu ender olarak “ortaya” 1905’ten bu yana her yıl iki ligin şampiyonları­
atar; hemen her zaman vuruş alanının köşele­ nın Dünya Serileri maçında karşılaşmasıyla
rine göndermeye çalışır. Her fırlatmayı aynı beyzbol sezonu sona erer.
hareketle yapmak büyük önem taşır. Fırlatıcı
topu olabildiğince omzu ve bedeniyle fırlat- BEZELYE. Baklagillerden olan bezelye (Pi-
malıdır. Tüm yükü kollarına yüklememelidir. sum sativum), gerek besin değeri, gerek
Yakalayıcının güçlü kollara sahip olması, toprağı azotça zenginleştirmesi açısından çok
topu ustalıkla yakalayabilmesi gerekir. Yaka- yararlı bir bitkidir (bak. AZOT; BAKLAGİLLER).
layıcının önemli bir görevi de, rakip takımın Avrupa’nın güneyi ile Asya’nın güneybatısın­
vurucusunu inceleyerek, onun zayıf yanlarını dan bütün dünyaya yayıldığı sanılan bezelye­
keşfetmektir. nin yüzlerce yıldır tarla ve bahçe ürünü olarak
Çeşitli düzeylerdeki beyzbol liglerinde genç­ pek çok çeşidi geliştirilmiştir. Bunların çoğu
lere usta eğiticiler denetiminde oyunu öğrenme sebze olarak yenir, bir bölümü de yem bitkisi
ve yeteneklerini geliştirme olanağı verilir. Bir­ olarak değerlendirilir.
çok ünlü beyzbol oyuncusu, oyunculuk yaşam­ Çeşidine göre boyu 30 santimetreden 2
larına küçük yaşta bu liglerde başlamıştır. metreye kadar değişen bezelye otsu ve sarılıcı

V urucu kollarını bedenin de n uzakta tu ta r ve sopayı sallarken bedeni de sopanın


ha reke tini izler.
BHUTAN 171

bir bitkidir. Gövdesi dik duramayacak kadar gunlaştığından kışın sonlarına doğru ekilir.
güçsüz olduğundan, bileşik yapraklarının Buruşuk taneli sırık bezelyesinin meyve veri­
ucundaki sülüklerle çevresinde bulabildiği mi daha yüksek, tohumları daha büyük ve
desteklere sarılarak tırmanır. Sebze olarak lezzetlidir. Sığır, koyun ve at yemi olarak
yetiştirilen bahçe bezelyelerinin çiçeği beyaz, yetiştirilen yem bezelyeleri bahçe bezelyele­
tarla ürünü olan yem bezelyelerininki kırmı­ rinden daha sert badıçlı, tohumları da genel­
zımsı mordur. Yaprakların koltuğundan çıkan likle kahverengi ya da beneklidir.

BHUTAN, Himalayalar’ın doğu yamaçların­


da kurulu olduğu için gözden ırak bir krallık­
tır. Kuzeyde Çin’in Tibet bölgesi ile güneyde
Hindistan’ın bir parçası olan Assam arasında
yer alır. Ülke çok dağlık ve ormanlıktır, bazı
bölgeleri aşırı yağmur alır. Yoğun bitki ör­
tüsüyle kaplı bu bölgelerde fil, maymun, kap­
lan, geyik gibi çeşitli yaban hayvanları yaşar.

BH U TAN 'A İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 47.000 km2.


NÜFUS: 1.337.000 (1987).
HÜKÜMET: M eşruti krallık.
BAŞKENT: Thim phu.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Doğu Himalayalar'da yüksek
dağ sıraları, A lpler'e özgü çayırlar, alçaklarda verim li
vadiler vardır.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Mısır, pirinç, meyve, sığır, kereste.
(Solda) T o h u m la rı irile ş m iş o lg u n b ir bezelye ÖNEMLİ KENTLERİ: Thim phu, Phuntsholing.
m eyve si; (sağda) henüz o lg u n la şm a m ış b ir bezelye
b itk is in in körpe badıçları, çiçekleri ve sarılıcı
sülükle ri.
Halkın çoğu Tibet kökenlidir ve Bhutlar
diye anılır. Tibetli komşuları gibi Dalay La-
tek bir çiçek sapının üzerinde kelebek biçi­ ma’yı dini liderleri olarak tanırlar. Tibetliler’
minde birkaç çiçek birden açar. Bitkinin inkine benzer bir dil konuşurlar. Ülkenin
sebze olarak yenen bölümü, yeşil badıç biçi­ dört bir yanında manastırlar vardır. Halk, dağ
mindeki meyvelerin içinde bulunan yeşil ya yamaçlarında teraslanmış tarlalarda mısır,
da sarı renkli yuvarlak tohumlarıdır (bezelye pirinç ve tahıl, daha aşağılarda da elma, ar­
tanesi). Yalnız sultani bezelye denen çeşidi mut, erik gibi meyveler yetiştirir. Ülkede,
körpeyken toplanıp kabuğuyla (badıcıyla) Tibet’e özgü uzun tüylü bir sığır türü olan
birlikte, taze fasulye gibi pişirilerek yenir. Bu yak, koyun ve benzeri çiftlik hayvanları bes­
bezelye çeşidinin badıçları yassı, tohumları lenir.
küçüktür ve iyice olgunlaşmadıkça kabuğun Bhutan’ın eski tarihine ilişkin çok fazla
içindeki zarı sertleşmez. Araka gibi iri taneli bilgi yoktur. 19. yüzyılda bölge valileri arasın­
çeşitler ise tohumları olgunlaşınca toplanır ve da sürekli iç savaşlar olmuş, sonunda güçlü
kabuklarından ayrılan iç bezelyeler ya taze Tongsa valisi, İngilizler'in de tanımasıyla,
sebze olarak yenir, ya da konserve yapılarak 1907’de ülkenin tek hükümdarı ilan edilmiş­
saklanır. Dalında kurumaya bırakılan tohum­ tir. Bhutan’ın dışişleri, 1910’da yapılan bir
lardan elde edilen bezelye unundan ise çocuk sözleşme ile, 1949’a kadar İngiltere’nin dene­
maması ve bezelye çorbası yapılır. timine girdi. Bu tarihte yapılan özel bir
Düzgün taneli bodur bezelyeler soğuğa anlaşma ile İngiltere’nin işlevini Hindistan
dayanıklı olduğundan ve tohumları hızla ol­ üstlendi. Hindistan’la olan bu özel ilişki bu-
172 BILDIRCIN

lerle kırçıllanmıştır. Erkeklerin boynunda iki


siyah şerit bulunur. Gürültülü bir biçimde,
hızla ve alçaktan uçan bu bıldırcın daha çok
otların arasına saklanmayı seçer ve çok zorun­
lu olmadıkça uçmaz. Bu yüzden genellikle
ortalarda görülmeyen, yalnız sesleri duyulan
bu kuşlar tahıl tarlalarında ve otlaklarda
yaşar, tavuk gibi yeri eşeleyerek yem ararlar.
En sevdikleri yiyecekler buğday, arpa tanesi
ve ayçiçeği çekirdeği gibi bitkisel tohumlar ile
böceklerdir. Dişi bıldırcın yumurtalarını bı­
rakmak için bir tarlada ya da otlarla kaplı bir
yerde sığ bir çukur kazıp içini kuru otlarla
döşer. Tavuk, hindi, sülün, keklik, tavuskuşu
gibi akrabaları içinde tek göçmen tür olan
bayağı bıldırcın üreme mevsiminde uzun göç
B hutan'da b ir d u va r resm i. Bu uzak H im alaya
yolculuklarına çıkarak Asya, Avrupa ve Tür­
ülkesinde g ü n ü m ü zd e de kaplanlara kiye’ye gelir. Başta Orta Anadolu olmak
rastla yab ilirsiniz.

gün dc sürmektedir. Bhutan 1971’den beri


Birleşmiş Milletler üyesidir. Dışa açılmak için
çaba göstermektedir. Komşu ülkelerle ticare­
tini geliştirmek için gerekli yolların açılması­
nı, Hindistan hükümetinden ısrarlı istekler­
de bulunarak sağlamayı başarmıştır. H ükü­
metin ve devletin başında kral denen bir
mihrace vardır. Krallık babadan oğula geçer.
Ayrıca bakanlar kurulu ve ulusal meclis de
yönetimde söz sahibidir. Başkent Thimphu’ üzere her bölgedeki tarla ve otlaklarda ürer;
nun nüfusu 20.000’dir (1985). ağustos sonundan ekime kadar sürüler halin­
de yeniden Afrika’ya döner.
BILDIRCIN. Keklik ve sülünle akraba olan Afrika’nın doğusunda yaşayan mavi bıldır­
bıldırcınlar küçük, tombul gövdeli, kısa kuy­ cın (Coturnix adamsoni), yalnızca 13 santi­
ruklu kuşlardır. Daha çok ot ve çalılarla kaplı metreyi bulan uzunluğu ve 45 gramlık ağırlı­
açık alanlarda yaşar, tohum, üzümsü meyve ğıyla en küçük bıldırcın türüdür.
ve böcekle beslenirler. Yenidünya bıldırcınları genellikle daha
130 türü olan bıldırcınların 95 türü Eski- canlı renklerle bezenmiş, biraz daha iri yapılı
dünya’da, 35 türü de Yenidünya’da dağılmış­ kuşlardır. Gagaları Eskidünya bıldırcınları-
tır. Eskidünya bıldırcınları genellikle daha nınkinden daha güçlü, ayakları mahmuzsuz-
küçük yapılı ve sarımsı kahverengi gibi do­ dur. Dişiler ile erkeklerin görünümü birbirin­
nuk, tek renkli kuşlardır. Birçok türün ayak­ den farklıdır. Bazı türlerin tepesinde, düz ya
ları mahmuzludur, gagaları da Yenidünya da öne doğru kıvrık olan uzun bir sorguç
bıldırcınlarınınki kadar güçlü değildir. Hin­ bulunur.
distan ve Afrika’nın yerli kuşlarından olan
bayağı bıldırcın (Coturnix coturnix) 18 cm BİBER. Meyveleri hem sebze, hem baharat
uzunluğundadır ve küçük bir kekliği andırır. olarak kullanılan tatlı ve acı biberler, patlı­
Sarımsı kahverengi tüyleri, yaşadığı çevreye cangiller familyasının Capsicum cinsindendir.
uyum sağlayacak biçimde açıklı koyulu tüy­ Anayurdu Orta ve Güney Amerika olan bu
BİBERİYE 173

salataya doğranır, kızartılır ya da turşusu


yapılır. Dalında kızarmaya bırakılan acı sivri
biberler ise kurutularak öğütülür ve kırmızı
toz biber ya da pul biber halinde baharat
olarak kullanılır. Paprika adıyla bilinen etli
kırmızı biberin hem taze meyveleri, hem
turşusu çok lezzetlidir. Çok daha iri, çan
biçiminde ve derin loplu olan dolmalık bibe­
rin rengi sarı ile yeşilin açık ve koyu tonları
arasında değişir. Genellikle kızarıp acılaşma­
dan önce toplanan meyveler salatada çiğ
olarak yendiği gibi etli ya da zeytinyağlı
dolması, kızartması ve turşusu da yapılır.
Biçimi dolmalık bibere benzeyen, ama iyice
etli ve kırmızı olan domates biberinden de
biber salçası hazırlanır.
A ve C vitaminlerince zengin olan biber
meyvelerine acı ve yakıcı tadını veren alkalo­
it, mide salgısını artırarak iştah açar ve
sindirimi kolaylaştırır. Ama aşırı salgı artışı
midede ülser denen yaraların açılmasına yol
açacağından, fazla biberli yiyeceklerden ka­
çınmak gerekir.
En çok kullanılan baharatlardan biri olan
karabiber, yeşil ve kırmızı biberlerle aynı
familyadan olmayan değişik bir bitkinin kuru­
NHPAlDouglas Dickens tulmuş meyvelerinden elde edilir (bak. K A R A ­
Y u g o sla vya 'n ın g ü n e yin d e b ir b ibe r tarlası ve yeni BİBER).
to p la n m ış kırmızı biberler.

BİBERİYE. Çeşitli hastalıklara iyi gelen şifalı


bitkiler 15. yüzyıl sonlarında, Amerika’nın bir bitki olarak eskiçağlardan beri tanınan
keşfinden sonra Ispanya’ya götürülmüş, bura­ biberiyenin (Rosmarinus officinalis) anayur­
dan bütün dünyaya yayılmıştır. Türkiye’ye ise du Akdeniz çevresidir. Türkiye’nin Güney
biber tohumları ilk kez 16. yüzyılda Macaris­ Anadolu Bölgesi’nde de kendiliğinden yetişir.
tan’dan gelmiştir. Ballıbabagiller familyasından olan biberiye,
Bu cinsin en önemli türü olan Capsicum genellikle 1 metreye kadar boylanan ve kışın
annuum, 1 metreye kadar boylanabilen biryıl- yapraklarını dökmeyen, çalı görünümünde,
lık otsu bir bitkidir. Sivri biber, çarliston, çokyıllık bir bitkidir. Keskin ve güzel kokulu
dolmalık biber ve süs biberi gibi değişik biçim olan ince yapraklarının üst yüzü parlak koyu
ve tatta meyveler veren birçok çeşidi geliştiril­ yeşil, alt yüzü gümüş rengindedir. Yaprakları­
miştir. Kiraz gibi küçük, yuvarlak meyveler nın kenarları, alt yüzündeki tüylü olukların
veren arnavutbiberi ile sivri biber acı, çarlis­ içinde bulunan ve bitkinin solunumunu sağla­
ton genellikle hafif acı, dolmalık biber tatlı­ yan gözenekleri koruyabilmek üzere içe doğ­
dır. Üstü pürüzsüz, kaygan ve parlak olan, ru kıvrıktır. Yurdumuzun bazı yörelerinde bu
içinde küçük, yassı ve beyaz tohumlar bulu­ bitkiye “kuşdili” denmesi yaprakların bu gö­
nan meyveler olgunlaşmadan önce beyazımsı rünümünden kaynaklanır. Ayrıca “hasalban”
sarı renkte, körpeyken açık ya da koyu adıyla da anılan biberiyenin bilimsel cins
yeşildir. Olgunlaştıkça renkleri sarı, kırmızı, adının Latince’deki anlamı ise “deniz çiyi”dir.
turuncu, hatta mora döner. Sivri biber genel­ Gerçekten de Akdeniz kıyılarındaki dik yar­
likle yeşilken toplanır ve çiğ olarak yenir. ları ve yamaçları kaplayan biberiye çalılıkları
174 BİLARDO

maya başlanmış, dünyanın birçok ülkesinde,


özellikle de İngiltere, Kanada ve Avustralya’
da çok yaygınlaşmıştır. Delikli bilardonun
masası daha küçüktür ve birkaç çeşidi vardır.
Bilardo masası özel ölçülerde yapılmış ah­
şap, kenarları yükseltilmiş ve yeşil çuha ile
kaplanmış bir masadır. Gene yeşil çuha kaplı
kauçuk bantlarla çevrelenmiştir. Masanın
dört köşesinde ve uzun kenarlarının orta
noktalarında, toplam altı delik bulunur.
Oyunda amaç, isteka denen uzun tahta sopay­
la yeşil çuha üzerindeki toplara vurarak, de­
liklere sokmaktır. İstekanın ucunda küçük bir
deri parçası takılıdır ve bu deri sık sık tebeşir-
lenerek vuruş sırasında kayması önlenir. Bi­
lardo topları 19. yüzyıl sonlarına kadar fildi­
şinden yapılırdı. Günümüzde daha çok sente­
tik malzeme kullanılmaktadır.
Masanın kısa kenarına paralel olan çizgiye
engel çizgisi ya da vuruş çizgisi, bu çizgi ile
kenar arasında kalan küçük bölgeye “balk”
denir. Merkezi, aynı zamanda engel çizgisinin
orta noktası olan yarım daireye “D ” adı
verilir. Bilardo ve snookerde, bir oyuncu,
topu deliğe düşürdükten sonraki her vuruşu
Frank Lane Picture Agency “D ” içinden yapar. Buna “elden oynama”
Baharda e fla tu n u m su açık m avi çiçeklerle donanan denir.
b ib e riye dalları arıla r için çok çekicidir.

Bilardo
yaz başlarında soluk mavi çiçekleriyle donan­ Bilardoda masa delikli ya da deliksiz olabilir.
dığında, kıyılar hafif sis basmış ya da çiy İngiliz bilardosu da denen delikli masa bilar­
düşmüş gibi buğulu bir görünüm alır. dosu, daha çok İngiltere’de ve geçmişte bu
Biberiyenin yapraklarından elde edilen hoş ülkeye bağlı ülkelerde yaygındır. Fransız bi­
kokulu uçucu yağ yüzyıllarca koku maddesi lardosu deliksiz masada ve Kara Avrupası’n-
olarak kullanılmıştır. Ayrıca yapraklarından da oynanır.
demlenen çayın baş ağrılarına iyi geldiğine, İngiliz bilardosu ikisi beyaz, biri kırmızı üç
biberiye yağının da belleği canlandırıp güçlen­ topla oynanır. Beyazlardan birinin üzerinde
dirdiğine inanılırdı. Bu yüzden anı ve bağlılık iki siyah nokta vardır. Oyunculardan biri
simgesi olarak görülen biberiye birçok ülkede “benekli”yi, öbürü “düz” beyazı vuruş topu
düğün ve cenaze törenlerinin ayrılmaz bir olarak seçer. Masada, üçü uzunlamasına sıra­
parçasıdır. Günümüzde daha çok baharat lanmış, öbür üçü de engel çizgisi üstünde yer
olarak kullanılan bitkinin taze ya da kurutul­ alan toplam altı nokta bulunur. Uzunlaması­
muş yaprakları et, balık, sebze yemeklerine na sıralanmış olanlar bilardo noktası, piramit
ve vermutlara katılır. noktası ve orta noktadır. Oyunun başında
kırmızı top bilardo noktasına konur. Oyuncu
BİLARDO. Bir bilardo masasında toplar ve vuruş topunu " D ” içinde istediği yerden
isteka ile çeşitli oyunlar oynanabilir. Bu kullanır. Sayı yaptığı sürece oyunu sürdürür.
oyunların başlıcaları, 600 yıllık bir geçmişi İlk oyuncu sayı yapamadığı ya da hatalı vuruş
olan bilardo, snooker ve delikli bilardo ya da yaptığı zaman oyun el değiştirir. Oyunun
çanaktır. Snooker 20. yüzyılın başında oynan­ amacı vuruş topunu öbür iki topa vurdurarak
BİLARDO 175
rak karambol yapmak yani sayı kazanmaktır.
Başlangıç vuruşunda, beyaz top önce kırmızı
topa vurdurulmalıdır, oyunun devamında ön­
ce öbür beyaz topa da çarptırılabilir. Sayı ka­
zanamayan oyuncunun yerine öteki geçer ve
oyun sürer.

Snooker
Çok tutulan İngiliz kökenli bir bilardo oyunu­
dur. 22 topla oynanır. Vuruş topu beyazdır ve
her iki oyuncu da aynı topu kullanır. Her biri
1 sayı değerinde 15 kırmızı top vardır. Öteki
toplar, çeşitli renklerdedir ve renklerine göre
sayı değerleri değişir. Sarı top 2, yeşil top 3,
kahverengi top 4, mavi top 5, pembe top 6 ve
siyah top 7 sayı değerindedir.
Oyuncu, sayı kazanmak için vuruş topuyla
David Muscroft Photography
öteki topları deliklere göndermeye çalışır.
Delikli b ila rd o 1 5 to p la ve snooker m asasından daha
Oyunun başında kırmızı toplar masanın üst
küçük b ir masada oynanır. bölümüne yakın bir yerde bir üçgen oluştura­
cak biçimde dizilir. Öbür toplar da masa
üzerinde belirli yerlere konur. Oyuncular bir
ya da vuruş topuyla bir topu ya da her ikisini kırmızı, bir başka renkten olmak üzere, kır­
deliklere düşürerek sayı elde etmektir. En mızılar bitinceye kadar topları deliklere dü­
çok sayısı olan oyunu kazanır. şürmeye çalışırlar. Düşen kırmızı toplar delik­
Fransız bilardosu da denen deliksiz masa lerde kalırken, öbürleri alınıp kendi noktala­
bilardosu ikisi beyaz, biri kırmızı üç topla rına yeniden yerleştirilir. 15 kırmızı top bittik­
oynanır. Burada amaç istekanın yardımıyla ten sonra, renkli toplar sarıdan siyaha doğru
beyaz toplardan birini öbür iki topa vurdura­ sırasıyla oynanır. Siyah topun deliğe düşürül­

Solda: İng iliz b ila rd o su , b ila rd o noktasında duran kırmızı to p la başlar. Sağda: Snookerde m asaya 22 to p
y e rle ş tirilir.
176 BİLECİK

mesiyle oyun sona erer. Bilardoda olduğu gibi Yöredeki varlıklarını hâlâ koruyan yörük-
snookerde de hüner, sayı getiren her vuruştan ler ilin orta kesimindeki yaylalarda hayvanla­
sonra, yeni bir sayı daha yapabilmek için, rını otlatırlar. Osmaneli yakınlarında genişle­
vuruş topunu uygun bir yerde durdurabil­ yerek alüvyonlu bir ova oluşturan Sakarya
mektir. vadisinde tarım yapılır. İstanbul’u A nado­
lu’ya bağlayan demiryolu, pek çok köprü ve
Delikli Bilardo tünelden geçerek Sakarya ve kollarından biri
ABD ve Kanada’da çok yaygın bir bilardo olan Karasu vadilerini aşar. Sakarya Ir-
çeşididir. Bir başka adı da “çanak”tır. Snoo­ mağı’na Bilecik ilinde katılan öteki kollar,
kerde olduğu gibi 15 top üçgen biçiminde Bursa ilinden gelen Göksu, Bolu ilinden
toplanır ve her iki oyuncu da aynı vuruş gelen Göynük ve Gölpazarı yöresinden gelen
topunu kullanır. Sekiz topu deliğe düşüren Akçay akarsularıdır. İl sınırları dışında Por­
oyuncu oyunu kazanır. Önemli olan, vuruşu suk Çayı’na katılan Sarısu Çayı üzerinde,
yapacak kişinin hangi topu, hangi deliğe taşkınları önleme ve sulama amacıyla Dodur-
düşüreceğini önceden bildirmesidir. Delikli ga Barajı kurulmuştur.
bilardonun, kuralları biraz daha değişik olan
türleri vardır.
BİLECİK İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
BİLECİK. Karadeniz, İç Anadolu, Ege ve YÜZÖLÇÜMÜ: 4.307 km2.
Marmara bölgelerinin birbiriyle komşu oldu­ NÜFUS: 160.909 (1985).
ğu bir alanda yer alan Bilecik ilinin toprakla­ İL TRAFİK NO: 11.
rı, dağlar arasına sıkışmış bir yayla görünü­ İLÇELER: Bilecik (merkez), Bozüyük, Gölpazarı, Osman­
mündedir. Ekonomik yönden çevresindeki eli, Pazaryeri, Söğüt, Yenipazar.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Osman Gazi Camisi; Orhan Gazi
illere göre olanakları dar ve nüfusu seyrek Camisi ve İmareti; Şeyh Edebali ve Mal Hatun
olan Bilecik’in Türk tarihinde önemli bir yeri türbeleri; Köprülü Mehmed Paşa Camisi; Vezirhan
vardır. Kayı boyundan küçük bir aşiret Ertuğ- olarak da bilinen Köprülü Kervansarayı; Kapılıkaya
mezarları; Kasım Paşa Külliyesi; Rüstem Paşa Cami­
rul Gazi önderliğinde Söğüt’e yerleşmiş ve si; Gülalan Köşkü; Yediler ve Ertuğrul Gazi orm an içi
böylece Osmanlı Devleti’nin temelleri bu dinlenm e yerleri.
topraklar üzerinde atılmıştır. Ertuğrul Ga-
zi’nin ölüm yıldönümü olan 10 Eylül’de Sö­
ğüt’teki Ertuğrul Gazi Türbesi’nde her yıl Bilecik ilinin iklimi, bir yandan İç Anadolu
anma töreni düzenlenir. Yayla köylerinden Bölgesi ve Ege Bölgesi’nin İçbatı Anadolu
gelen yörüklerin de katıldığı bu anma günün­ bölümü, bir yandan da Marmara ve Karade­
de hava açık da olsa yağmur yağacağına niz bölgeleri iklimleri arasında geçiş özellikle­
inanılır. ri gösterir. Karasal ve ılıman iklimin kesiştiği
bir yörede yer alan Bilecik’te kışlar yaylalarda
Doğal Yapı soğuk ve kar yağışlı, vadilerdeki kuytu alan-
İl toprakları Sakarya Irmağı tarafından ikiye
bölünmüş gibidir. Eskişehir ili yönünden do-
ğu-batı doğrultusunda Bilecik ili topraklarına
giren Sakarya önce kuzeybatıya, sonra kuze­
ye yönelir ve Osmaneli yakınlarında kuzeydo­
ğuya dönerek Sakarya iline geçer. Sakarya
Irmağı’nın bir yay çizerek geçtiği il toprakları
doğuda Sündiken, güneybatıda Domaniç, ku­
zeybatıda Katırlı (Avdan), kuzeydoğuda da
Kapıorman dağlarının uzantıları tarafından
kuşatılmıştır. İlin en yüksek noktası Yirce
Dağı’nda 1.906 metre yüksekliğindeki Tav-
şantepe'dir.
BİLECİK 177

larda oldukça ılık geçer. Yazlar ise sıcak ve


kuraktır.
Yaylalarında otsu bitkilerin egemen olduğu
Bilecik ilinin dağlık kesimleri ormanlarla kap­
lıdır. İl alanının beşte birini kaplayan orman­
lar, alçaklarda meşelerden, orta kesimlerde
gürgen ve kızılçamlardan, yükseklerde de
kayın, karaçam ve sarıçamlardan oluşur.

Tarih
Bilecik adının nereden geldiği konusunda
çeşitli söylentiler vardır. Bunlardan bir tanesi­
ne göre doğudan gelen bir topluluk Bilecik Anadolu Yayıncılık Arşivi

yöresinde kuracakları kentin temellerini kaz­ B ilecik'in Gölpazarı ilçesinde b u lu nan Kapılıkaya
m ezarları.
maya başlar. Bir gün haberleri olmaksızın,
kullandıkları araç ve gereçlerin başka bir yere
taşınmış olduğunu görürler. Bu olay temel İslam dininin yayıldığı dönemlerde İslam
kazma süresi içinde birkaç kez yinelenir, araç ordularının değişik zamanlarda Bilecik’e gel­
ve gereçler hep aynı yere taşınır. Topluluğun dikleri ve Söğüt kasabasını 807’de fethettikle­
yaşlı üyelerinden biri bu durum karşısında ri bilinmektedir. Kayı boyundan ayrılan kü­
“Bileydik kentin temellerini buraya atardık” çük bir topluluğa önderlik eden Ertuğrul Gazi
der. Söylentiye göre bu “bileydik” sözü za­ 8. yüzyıl sonlarına doğru Söğüt’e yerleşmişti.
manla değişerek Bilecik olmuştur. Yapılan Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra yerine
araştırmalar İÖ 3000’de Bilecik yöresinde geçen oğlu Osman Gazi, Belokome Kalesi’ni
bazı yerleşme yerlerinin kurulmuş olduğunu 1299’da Bizans tekfurundan aldı. Hemen
göstermektedir. İÖ 1200’lerde Frigler’in ege­ ardından Anadolu Selçukluları tarafından bir
menliğine giren bölge, daha sonra Persler’e uçbeyliği olarak Osman Gazi’ye verilen Bile­
bağlandı. Bitinya ve Roma yönetiminden cik toprakları böylece bir devletin doğuşuna
sonra Bizans sınırları içinde kalan Bilecik’te, sahne oldu (bak. O sm an l i İ m p a r a t o r l u ğ u ).
Belokome Kalesi adıyla bilinen bir kale vardı.
Kentin 4 km güneybatısındaki Agrilion ile 25 Ekonomi
km doğusundaki Belokome kentlerinin kalın­ Bilecik ilinde yaygın ekonomik etkinlik tarım­
tıları günümüzde de görülebilir. dır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler şe­
Anadolu Yayıncılık Arşivi kerpancarı, buğday, domates, arpa, karpuz,
üzüm, soğan, kavun ve patlıcandır. Yaylala­
rında hayvancılık yapılan Bilecik ili, eskiden
çok önemli bir gelir kaynağı olan ipekböcek-
çiliğinde bugün de ülke çapında Bursa’dan
sonra ikinci sıradadır. Bira üretiminin önemli
hammaddelerinden biri olan şerbetçiotu, Bi­
lecik ilinin önde gelen bitkisel ürünlerinden-
dir. İlin en büyük kenti olan Bozüyük
(1985’te nüfusu 25.130), aynı zamanda bir
sanayi merkezidir. Bozüyük’te seramik, am­
pul, kâğıt üreten; demir dökümü yapan çeşitli
fabrikalar vardır. Yeraltı kaynakları bakımın­
dan oldukça zengin olan il topraklarında
antimon, feldispat, kaolin, sanayi kili, tuğla-
kiremit hammaddesi, magnezit ve bitümlü şist
14. yüzyılın ilk y a rıs ın d a yapılan O rhan Gazi Cam isi. içeren maden yatakları vardır.
178 BİLGE KAĞAN

İl Merkezi: Bilecik uzaklıktaki iki ayrı yerleşmeden oluşur. Eski


İÖ. 3000 yıllarında tunç yapımı için kalay kent, Yukarı Bilecik adıyla anılır. Öteki
çıkartıldığı bilinen Bilecik Anadolu’nun Tunç yerleşme ise kentin demiryolu istasyonu ve
Çağı’na geçiş sürecinde önemli bir yere sahip­ çevresinde kurulmuştur. Küçük ve gelişme­
tir. Daha sonra Bilecik hem maden ticaretin­ miş bir ticaret merkezi görünümünde olan
den ötürü, hem de Trakya ve Anadolu Bilecik’te bir devlet hastanesi, bir de meslek
arasında bir bağlantı noktası olması nedeniyle yüksekokulu vardır.
hızla gelişmiştir. Bizans döneminde bu devle­ Kentin nüfusu 18.506'dır (1985).
tin ileri karakolu durumunda olduğu için
Selçuklular buraya sık sık akınlar düzenlemiş­ BİLGE KAĞAN (683-734). Göktürk Devle-
lerdir. Türkler ile Bizanslılar arasında kent ti’ni yeniden canlandıran İlteriş Kağan’ın
birkaç kez el değiştirmişse de Bizanslılar büyük oğlu olan Bilge Kağan aynı zamanda
egemenliklerini, kenti Osman Gazi alana Türk dilinin en eski örneklerinden Orhun
kadar sürdürmüşlerdir. Anıtlar’ından bazılarını diktiren Göktürk ka­
19. yüzyıl sonlarında Hüdavendigâr (Bursa) ğanıdır. Babası öldüğünde sekiz yaşındaydı.
vilayetinin Ertuğrul (Bilecik) sancağına bağlı Amcası Kapağan Kağan döneminde kendisin­
bir kaza merkezi olan Bilecik, Kurtuluş Sava­ den bir yaş küçük kardeşi Kültigin ile birlikte
şı sırasında üç kez Yunan işgaline uğradı ve 6 yetişti. Daha 14 yaşındayken Göktürk ülkesi­
Eylül 1922’de işgalden kurtuldu. Kurtuluş nin batı bölgelerini yönetmekle görevlendiril­
Savaşı’nın ilk yıllarında Türkiye Büyük Millet di. Bu görevini başarıyla yerine getirirken
Meclisi hükümetinin temsilcileri olan Mustafa birçok savaşa katıldı. Kardeşi Kültigin de
Kemal Paşa ve Miralay İsmet Bey (İnönü) ile Kapağan Kağan’ın yanında büyük bir komu­
İstanbul hükümetinin temsilcileri olan Ah- tan olarak tanındı.
med İzzet ve Salih paşalar arasındaki ilk Kapağan Kağan'ın 716’da ölümü üzerine
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Göktürkler'in başına oğlu İnel Kağan (Bökü
Kağan) geçti. Ama ülkeyi yönetmekte yeter­
siz görüldüğü için Kültigin aynı yıl, İnel
Kağan’ı tahttan indirerek Göktürk yönetimi­
ne ağabeyi Bilge Kağan’ı getirdi. Bilge Kağan
bütün askeri yetkileri kardeşi Kültigin’e bı­
raktı. Amcası Kapağan Kağan zamanında
yönetimden uzaklaştırılan büyük devlet ada­
mı Tonyukuk’u kendisine danışman yaptı.
Kapağan Kağan’ın son dönemlerindeki sert
tutumu Türk boyları arasında huzursuzluk
yaratmıştı. Ölümünden sonra çıkan taht kav­
gaları Türk boylarının ayaklanmalarına yol
açtı. Bilge Kağan, kardeşi ve danışmanının
yardımlarıyla bu ayaklanmaları bastırdı. En
büyük görev ordu komutanı Kültigin’e düş­
Tabakhane Deresi va d isin d e kurulan B ilecik kenti müştü.
b irb irin d e n 5 km uzaklıktaki iki ayrı ye rle şim
ye rin d e n oluşur.
Göktürk Devleti'nin birliğini sağlamlaştı­
ran Bilge Kağan, Tonyukuk’un öğütlerini din­
leyerek Çin ile iyi ilişkiler içine girdi. Çin
görüşmenin Bilecik istasyonunda yapılmış ol­ sınırındaki alışveriş yerlerinin düzenli işleme­
ması kentin tarihinde önemli bir olaydır. sini sağladı. Göktürkler bu yolla Çin’den
İstanbul-Ankara demiryolu ve karayolunun sağladıkları ipeğin Asya’da ticaretini yaparak
geçtiği Bilecik kenti, Sakarya’ya katılan Kara­ önemli gelir elde ediyorlardı. Göktürkler
su’nun kollarından Tabakhane Deresi vadi­ zaman zaman Oğuzlar’la savaşmalarına kar­
sinde kurulmuştur. Kent, birbirinden 5 km şın Bilge Kağan döneminde oldukça rahat bir
BİLGİSAYAR 179

Bilgisayarlar üzerinde çalıştıkları konuyu


çok çabuk çözümleyebilirler. Norm al olarak,
buldukları sonuçlar her zaman doğrudur.
Elektronik m akineler oldukları için, örneğin
bir otomobil m otorundaki gibi hareketli par­
çaları yoktur. Bu nedenle de aşınmazlar ve
hemen hemen hiç yanlış yapmazlar. Bilgisa­
yarların çoğu değişik alanlarda iş görebilecek
ve bir görevden öbürüne kolaylıkla geçebi­
lecek biçimde tasarlanmıştır. Bu özellikleri
nedeniyle, günümüz dünyasındaki önemleri
büyüktür. İnsan yeteneklerinin ötesinde he­
saplama becerileri olan bu m akineler, dur­
maksızın yineleme gerektiren bazı basit işlem­
leri bıkmadan, usanm adan, hatasız olarak
sürdürebilirler. Büro ve fabrikalarda her gün
yinelenen sıkıcı işleri üstlenebilirler. Ayrıca
her alanda bilgi ve becerimizi artırm ada bize
yardımcı olurlar.
Buharlı makinelerin ve fabrikalarda kulla-
mlan öbür makinelerin icadı insanlara, iş
yapmada yardımcı olacak büyük bir fiziksel
Bilge Kağan dönem inden kalma Orhun Anıtları güç sağladı. M akineler Sanayi Devrim i’ne
üstündeki yazılar.
olanak verdi. Fabrikalar 1800’lerde yaygınlaş­
yaşam sürdüler. Ülkesinde yetişen ürünlerin tı ve insan yaşamı önemli ölçüde değişti (bak.
halkının yaşamasına yetmediğini bilen Bilge S a n a y i D E V R İ M İ ). 20. yüzyılın sonlarında geli­
Kağan ticarete önem veriyordu. Birçok savaş şen bilgisayarlar ise bize büyük bir zihinsel
bu ticaretin engellenmesi yüzünden çıkmıştı. güç kazandırdı. M akinelerin kendi gücümüzle
Bilge Kağan 734 sonlarında hakanlık danış­ yapmamız gereken işleri üstlenmeleri gibi,
manı ve Çin elçisi Buyruk Çor tarafından bilgisayarlar da bizim için düşünüyor, pek çok
zehirlenerek öldürüldü. Ölm eden önce zehir­ bilgiyi belleklerinde saklıyor ve anımsıyorlar.
lendiğini anlayınca kendisini zehirleyenleri ve Daha şimdiden yaşama ve çalışma biçimleri­
işbirlikçilerini öldürttü. Büyük bir törenle mizi değiştirdiler. Bu değişim, Sanayi Devri-
gömüldü ve bir yıl sonra da, yaşamını kendi mi’nde olduğu gibi, yaşamımızı doğrudan
ağzından anlatan yazıtın bulunduğu anıt di­ etkilediği için zaman zaman “Bilgisayar Dev­
kildi. rimi” diye de adlandırılıyor.
Hoşgörülü bir kişiliği olan Bilge Kağan Bilgisayar alanında hızlı bir gelişme gözle­
halkını mutlu kılmak için uğraşan başarılı bir niyor; nerdeyse her gün yeni bir ilerleme
önder ve devlet adamıydı (bak. GÖKTÜRKLER; gerçekleşiyor; yalnızca birkaç yıl içinde bilgi­
O rhun A n it l a r i). sayar dünyası bütünüyle değişebiliyor. Bu
m addede bilgisayarın ne olduğu, nasıl çalıştığı
BİLGİSAYAR, sayılar, sözcükler, resimler ve ve nasıl geliştiği anlatılmaktadır.
başka m akinelerden gelen sinyaller gibi veri­
leri aldığı kom utlar uyarınca işleyerek çeşitli Bilgisayar Türleri
sonuçlara ulaşabilen bir makinedir. Örneğin, Bilgisayarlar süper bilgisayarlar, ana bilgisa­
bilgisayar sayıları kullanarak hesap yapabilir; yarlar, minibilgisayarlar ve mikrobilgisayarlar
sözcükleri bir araya getirerek bize bilgi vere­ olarak dört ana türe ayrılır. Bilgisayarların
bilir; resimlerdeki şekilleri ya da bir müzik büyüklüğü arttıkça yapabilecekleri işlerin
parçasındaki farklı öğeleri algılayabilir ve önemi, miktarı ve çalışma hızları da artar.
başka makineleri denetleyebilir. En güçlüleri ve büyükleri süper bilgisayar’
180 BİLGİSAYAR

lardır. Bir süper bilgisayarda, aynı anda belli


bir işin farklı bölümleri üzerinde çalışabilen
çok sayıda küçük bilgisayar vardır. Bir süper
bilgisayar saniyede 100 milyondan fazla işlem
yapabilir.
Süper bilgisayarlar, ivedi olarak yapılması
gereken ve büyük sayıda hesaplamayı gerekti­
ren zor işlerde kullanılır. Örneğin, hava
tahm inlerinde hızlı davranılması zorunludur,
yoksa daha bir tahmin yapamadan her şey
olur biter. Süper bilgisayarlar, uzay araçların­
daki m otorlar gibi m akinelerin tasarımlarının
ne sonuç vereceğini görmek için de kullanılır.
M ühendisler farklı tasarım lara uygun çok
sayıda makine üreterek bunları tek tek dene­
mek yerine, bu denemeleri doğrudan bilgisa­
yarda yapıp sonucu görebilirler.
A na bilgisayar'lar (mainframe) süper bilgi­
sayarlardan sonra gelen en güçlü bilgisayar­
lardır. Bir ana bilgisayar birbiriyle bağlantılı
bir çok bağımsız birimden oluşur. Genellikle
bütün bir odayı kaplayabilecek büyüklüktedir
ve çalıştırılması için birkaç kişiye gerek var­
dır. A na bilgisayarlar büyük şirketler ve
devlet kuruluşlarınca kullanılır. Büyük şirket
ve kuruluşlar, karmaşık işlerini yürütebilmek
ve ayrıca sanayi alanında üretim süreçlerini
denetleyebilm ek için, çok fazla bilgiyi işleye­
bilecek büyük bilgisayarlara gereksinim du­
yarlar. Bir ana bilgisayar birbirinden bağımsız
görevleri aynı anda yürütebilir. Sürekli olarak
bir işten öbürüne geçer ve işleri küçük parça­
lara bölerek sırayla sonuçlandırır.
M inibilgisayaf lar ana bilgisayarların küçül­
tülmüşü olarak tanımlanabilir. Birbiriyle bağ­
lantılı birkaç bağımsız birimden oluşurlar; bir
ya da iki kişi tarafından işletilebilirler. Mini-
bilgisayarlar ana bilgisayarlar kadar güçlü
değildir; iş yaşamında ya da kamu kesiminde
daha küçük ölçekli işler için kullanılırlar.
Mikrobilgisayar'lar en küçük bilgisayarlar­
dır. Çoğu bir yazı makinesi büyüklüğündedir;
Texas InsırumenısIlBM
ama ceket cebine sığacak büyüklükte olanları
da vardır. Mikrobilgisayarlar fazla bilgiişlem
Üstte: İlk bilgisayarlarda çok yer kaplayan lambalı gücü gerektirmeyen işlerde, örneğin küçük
devreler (arkada) vardı. Daha sonra daha küçük
baskı devre panoları (ortada) geliştirildi. işletmeler, okullar ve evlerde kullanmak için
Günümüzdeki bilgisayarların çoğunda, kırkayağa çok elverişlidir. Birçok mikrobilgisayarı kul­
benzeyen kutular içine yerleştirilm iş m ikroçipler lanırken, televizyon ya da yazıcı gibi bazı ek
kullanılıyor (önde). Altta: Takılıp çıkarılabilen her
kutuda, silisyum dan yapılmış ve her biri kendi içinde birimlere bağlamak gerekir.
tam bir devre oluşturan çok sayıda m ikroçip vardır. Bilgisayarlar giderek küçülüyor ve güçleni­
BİLGİSAYAR 181

yor. Böylece ana bilgisayarlarla mini ve mik­ Bilgisayarın Çalışması


robilgisayarlar arasındaki fark da giderek Ne kadar büyük ya da güçlü olurlarsa olsunlar
kayboluyor. Yeni bir mikrobilgisayar birkaç bütün bilgisayarlar aynı biçimde çalışır. Bir
yıl önce üretilmiş bir ana bilgisayar kadar bilgisayar dört temel birim ya da parçadan
güçlü olabiliyor. oluşur. Bunlar girdi, ana işlem, bellek ve çıktı
Bilgisayarlar kullanımlarına göre, “genel birimleridir. Bilgisayarın beyni ana işlem biri­
amaçlı” ve “özel amaçlı” olmak üzere iki m id ir (AİB) ve öteki üç birim A İB ’ye bağ­
gruba ayrılır. Genel amaçlı bir bilgisayar, lıdır.
gücüne bağlı olarak, ayrı türden bir çok iş Girdi (input) birimi verilerin bilgisayara
yapabilir. Öte yandan, özel amaçlı bir bilgisa­ girildiği bölümdür. “V eri” (data), bilgisayarın
yar, örneğin çamaşır makinesi ya da torna bir hesaplama ya da başka türden bir işlemi
tezgâhı gibi bir makineyi denetlemek üzere, sonuçlandırabilmek için gerek duyduğu sayı­
yalnızca bir tek özel görev için tasarlanmıştır. lar, sözcükler ya da benzeri bilgilerdir. Girdi
Özel amaçlı bilgisayar genellikle, denetleye­ birimi kullanılarak bilgisayara girilen veriler
ceği makinenin içine yerleştirilmiş bir m ikro­ kümesini AİB alır ve bellek birim ine aktarır.
bilgisayardır ve belli bir iş için ayrılmış (dedi- Veriler burada A İB ’nin kullanımına hazır
cated) bilgisayar olarak da bilinir. bulundurulur. Bellek biriminde ayrıca bir
Elektronik hesap makinelerinin çalışması kom utlar kümesi vardır. AİB bellekten bu
da bilgisayarlara benzer (bak. H esap MAKİNE­ verileri ve komutları alır; verileri kom utlara
Sİ), ama yalnızca aritmetik ve bazı m atematik uygun bir biçimde kullanarak işi, örneğin bir
işlemlerini yapabilirler. O nun için, cep hesap hesaplamayı sonuçlandırır. İşlemin sonucu,
makineleri gerçek bilgisayarlar kadar güçlü ve gerek duyuluncaya kadar saklanmak üzere
yararlı değildir. belleğe geri döner. AİB sonucu bellekten alır

BİLGİSAYAR NASIL ÇALIŞIR

İÇ BELLEK DIŞ BELLEK

Büyükya da.küçük, bütün bilgisayarlar tem elde aynı biçimde çalışırlar. Bilgisayarın beyni ana işlem
b irim i'd ir (AİB). G irdi birim i, bilgisayara verileri (rakam ya da sözcükler) yüklemek için kullanılan
bölüm dür. Bu birim çoğunlukla bir klavyedir. Girdi birim i verileri ikili kodlara dönüştürür. Kodlanmış
veriler bilgisayardaki m ikroçiplerce işlenir ve saklanır. Bilgisayarın kendisinin iç belleği vardır.
Bilgisayardaki bellek çipleri iki çeşittir. ROM çipleri değiştirilem eyen, kalıcı program ları içerir. RAM çipleri,
yalnızca belli bir işi yapmak için gerekli program ve verileri stoklar. Bu program ve veriler istendiğinde
hemen d e ğiştirilebilir ve genellikle de bilgisayarın dış belleği'nde (örneğin bir kasette ya da diskte) saklanır.
Çıktı b irim i bilgisayarın ulaştığı sonucu verir. Bu birim resim ya da sözcükleri bir ekranda gösterebileceği
gibi sonucu kâğıda basılı olarak da verebilir.
182 BİLGİSAYAR

ve bilgisayarın çıktı (output) birimi'ne gönde­ ve hatta çevrelerinde olup biten bazı şeyleri,
rir. Sonuç çıktı biriminde görülür ve kullanı­ örneğin ısıdaki değişiklikleri algılayabiliyor­
ma sunulur. lar. Sonra da elde ettikleri bu verilere göre iş
A İB ’de işlemlerin belli bir biçimde yürütül­ yapabiliyor; sayı ya da sözcükleri ekranda
mesini sağlayan kom utlar kümesine program gösterebiliyor, kâğıt üzerine yazabiliyor; ek­
denir. Bilgisayarın farklı işleri yapabilmesi, randa sesli, hareketli, renkli görüntüler ürete­
belleğinin farklı program larla beslenmesine biliyor; kâğıt üzerine şekiller çizebiliyor; elek­
bağlıdır. Örneğin bir ev bilgisayarına, hesap tronik olarak üretilmiş bir sesle konuşabiliy­
yapmak, bilgisayar oyunları oynamak, kişinin or; makineleri otom atik olarak çalıştırabiliy-
belli bir konudaki bilgisini sınamak, telefon orlar. Bilgisayarların tüm bu işlemleri gerçek­
num araları listesini tutm ak gibi işler için farklı leştirme yordamı yapay zeka olarak adlandı­
program lar yüklenebilir. Bir ev bilgisayarının rılmaktadır. G erçekten, yakın bir gelecekte
girdi birimi genellikle bir klavye, çıktı birimi kendi başlarına “düşünebilecek” kadar oto­
de bir televizyon ekranı ya da bir yazıcıdır. matik çalışan bilgisayarlar bile yapılabilir.
Klavye belli bir program için gerekli verilerin Bütün bu farklı işleri tek bir makine nasıl
bilgisayara girişinde kullanılır. Örneğin, bö­ başarabiliyor?
lünmesi istenen iki sayı ya da bir sınavdaki
soruya verilen yanıt klavye kullanılarak bilgi­ Bilgisayar Kodları
sayara girilir. A İB , bellek biriminden aldığı Çeşitli verilerin, komutların ve sonuçların her
ilgili program komutlarını izleyerek istenen biri bilgisayarın içinde bir koda, yani özel bir
bölme işlemini yapar ya da verilen yanıtı simgeye dönüştürülür. Bu bir “ikili kodudur
bellekteki doğru yanıtla karşılaştırır; doğru ve “iki tabanlı sayılar sistemi”ndedir (bak.
mu yanlış mı olduğuna karar verir ve sonucu İKİLİ SAYI SİSTEMİ). O’dan 9'a kadar 10 rakam ­
ekrana ya da yazıcıya gönderir. dan oluşan onlu sayı sisteminden farklı ola­
Günüm üzün bilgisayarları şaşırtıcı çeşitli­ rak, ikili sayı sisteminde yalnızca 0 ve 1
likte işler başarabiliyorlar. Sayıları ve sözcük­ rakam ları vardır. En sağdaki basamak l ’ler,
leri kolayca kullanabiliyor, sesleri anlayabili­ onun solundaki ise 2’ler basamağıdır. Daha
yor, yazılan okuyabiliyor, yüzleri tanıyabiliyor sonraki basam aklar 2’nin 4, 8, 16, 32 gibi

Bilgisayar Terimleri
AİB Ana işlem birim i bilgisayarın beynidir. K Bilgisayarın bellek kapasitesini ya da bir
program ın uzunluğunu göstermek için kullanılan
BASIC Çoğunlukla m ikrobilgisayarlarda ölçü birim i. K, " kilobayt" ın sim gesidir ve 1.024
kullanılan bir bilgisayar dili. "Yeni Başlayanlar bayta eşittir.
İçin Genel Amaçlı Simgesel Komut Kodu"
anlamına gelir. RAM Rasgele erişim li bellek, geçici program ve
verileri gerekli olduğu sürece saklayan bellek
B ayt Sekiz " b it " I i k bir grup. Yalnızca 0 ve 1'leri
birim idir. Programdaki kom utlar ya da veriler bu
kullanarak birbirinden farklı 256 tane sekizli grup
belleğin herhangi bir bölüm ünden anında
oluşturulabileceği için, bir bayt O'dan 255'e kadar
sağlanabilir.
olan ondalık sayılardan herhangi birini temsil
edebilir.
ROM Salt okunur bellek, kullanıcının
B it Bilgisayarda kullanılan ikili sayı sistemine değiştirem ediği kalıcı programları içeren bellek
göre yazılmış ikili kodda 1 (kapalı) ya da 0 (açık). birim idir.

Çevre b irim i Bir bilgisayarın ana işlem birim ine Sayısal bilgisayar Sayısal bir makine rakamları
bağlanabilen ayrı bir girdi, çıktı ya da bellek kullanarak çalışır. Örneğin, sayısal (dijital) bir saat
birim i. zamanı rakamlarla gösterir. Bilgisayarların
çoğunda her şey rakamlardan oluşan kodlar
Donanım Bir bilgisayar sisteminde ana makine biçim inde ele alınır ve bunlara sayısal
ile bilgisayara bağlanan disk sürücü, bant bilgisayarlar denir.
okuyucu gibi ek birim lerin tüm ü.
Yazılım Belli bir görevi yerine getirebilm esi için
Ekran Bilgisayarın sonuçları üzerinde gösterdiği, bilgisayara yüklenen ya da daha önceden içine
televizyona benzer bir görüntülem e birim i. yerleştirilm iş program ların tüm ü.
BİLGİSAYAR 183

kuvvetlerini gösterir. Örneğin, 5 sayısı ikili sis­ roçipler çok küçük elektronik devrelerdir.
temde 101 olarak yazılır; çünkü 5 içinde bir 4, bir Bunlar bit kodlarının yerine geçen elektronik
de 1 vardır. Bilgisayarlarla ilgili olarak, ikili sinyallerin geçmesine ya da tutulmasına ola­
sayı sistemindeki bir sayının her bir basamağı­ nak veren çok küçük ve ucuz aygıtlardır.
na bit (ikil) adı verilir. Bilgisayara yüklenmiş Bilgisayardaki AİB, bellek ve girdi birimle­
tüm bilgiler burada “bit kodlan” biçiminde ri gibi bit kodlarını işleyen ve saklayan bölüm ­
bulunur, ama bu kodlar, 0 ve l ’lerden oluş­ ler m ikroçiplerden oluşur. Bilgisayarın için­
maz. Bilgisayarlarda kodlar kablolardan ve deki mikroçipler kenarlarına dizi dizi bağlantı
elektronik devre elem anlarından geçen elek­ iğneleri tutturulm uş olan küçük siyah kutular
trik sinyallerinden oluşur. Bir kod sinyali biçimindedir. G örünüm leri, yan yana dizilmiş
elektrik devresini açar ya da kapar. Burada dikdörtgen biçimindeki kırkayakları andırır.
elektriğin geçtiği yani devrenin “kapalı” oldu­ Asıl mikroçip kutunun içindedir ve yaklaşık
ğu konum ikili sistemdeki l ’in; elektriğin küçük bir tırnak ucu kadar ufaktır. M ikroçip­
geçmediği yani devrenin “açık” olduğu ko­ ler genellikle silisyum gibi yarıiletken bir
num ise O’ın karşılığıdır. Örneğin ikili sayı malzemenin ince bir diliminden yapılır. Bir
sisteminde 101 olarak gösterilen 5 sayısının mikroçipin içinde, tabakalar halinde üst üste
bilgisayarda “kapalı-açık-kapalı” biçiminde yerleştirilmiş çok küçük binlerce elektronik
kodlanacağı söylenebilir. G erçekte bilgisaya­ devre elemanı bulunur. Elektronik devre
rın kullandığı kodlar bunlardan çok daha elem anları, transistor, direnç, kapasitör gibi
karmaşıktır. minik elektronik aygıtlardır (bak. E L E K ­
Bilgisayara sayılar, harfler, sesler, şekiller, TRONİK).
sinyaller biçiminde giren veriler, girdi biri­ Mikroçipin içindeki devre elemanları bir­
minden A İB ’ye aktarılırken bit kodlarına birlerine çok yakın oldukları için elektrik yü­
dönüşürler. Program komutları da bit kodla­ künün bir elem andan ötekine geçmesi çok az
rına dönüştürülerek bellek biriminde elek­ bir zaman alır. Bir bilgisayann çok hızlı çalış­
triksel ya da magnetik olarak depolanır. AİB masının nedeni de budur. Çip çok sayıda ko­
makinedeki program lar yardımıyla, 0 ve 1 du da depolayabilir; böylece bilgisayar pek
biçimine dönüşmüş verilerin ne anlama geldi­ çok bilgi ve program kom utunu belleğinde tu ­
ğini öğrenir. Bellekten gelen komutları da tek tabilir. Bir mikroçip ne kadar çok elektronik
tek inceler ve bunları izleyerek veriler üzerin­ devre elem anından oluşmuşsa, gücü de o ka­
de gerekli işlemleri yapar. Uygulamada tüm dar büyüktür. A İB ’nin ve bellek biriminin iş­
veriler ikili sayı sisteminde kodlandığı için, levlerini üstlenen mikroçipe mikroişlemci de­
AİB yaptığı aritmetik işlemleri yine bu sistem nir (bak. MİKROİŞ LEM Cİ). Bilgisayarları daha
içinde yürütür. Bir hesaplama ikili sistemde küçültmek ve güçlendirmek için, mikroçiple-
yapılan çok sayıda toplam adan oluşur. İkili re gittikçe artan sayıda elektronik devre ele­
sistem aritmetiği çok basit olduğu için, bilgi­ manı sıkıştırılmaktadır.
sayar toplamaları olağanüstü bir hızla yapar.
H er bir toplam a işlemi saniyenin milyonda Bilgisayarın Kullanılması
birinden bile daha az bir zaman alır. Elde Bir makineyi denetlem ek gibi tek bir iş yapan
edilen sonuç yine ikili sistemde yazılmış bir bilgisayarlar genellikle, içlerindeki bir çipe
kod olarak çıktı birimine gider ve orada, yerleştirilmiş programı uygularlar ve dışarı­
bizim anlayabileceğimiz bir biçime yani onlu dan bir karışma gerekmeksizin görevlerini ye­
sayı sistemine, sözcüklere, seslere, resimlere rine getirirler. Ö te yandan, genel amaçlı bilgi­
ya da bir makineyi işletecek denetim işlemle­ sayarların bir işi yapabilmeleri için daha önce
rine dönüşür. programlanmaları zorunludur. Program bir
programcı tarafından yazılarak bilgisayarın
Mikroçip belleğine yüklenmelidir. Bir dizi komut içe­
M ikroçipler günümüzde bilgisayarların, güve­ ren program ilk kez, genellikle klavyeyi kulla­
nilirliklerinden hiç bir şey yitirm eden, çok narak makineye yüklenir. Bu komutlar A İB ’
küçültülebilmesine olanak sağlamıştır. Mik­ nin denetiminde gerekli bit kodlanna çevrilir
184 BİLGİSAYAR

Akış Çizelgesi ve Bilgisayar Programı ve belleğe aktarılır. Yazılan program denenir


Bir sonuç alabilmek, örneğin, oyun oynamak, ve gerekirse doğru çalışıncaya kadar düzelti­
hesaplama yapmak ya da bir resim üretmek için lir. Hazırlanan program , kullanılacağı zaman
bilgisayara program denen kom utlar verilir. Ayrıca, doğrudan bilgisayarın belleğine yüklenmek
bilgisayara konuyla ilgili bilgi (veri) de verilm elidir.
Program bilgisayara, sonuca ulaşmak için verilen
üzere magnetik bant ya da disklere kayde­
bilgileri nasıl işlemesi gerektiğini açıklar. Program, dilir.
yapılması gereken işlemleri adım adım açıklayan bir Bilgisayarlar yalnızca bit kodlarıyla iş göre­
kom utlar ya da kurallar dizisidir. Düzgün çalışan bir
program yazmak için önce bir akış çizelgesi
bildikleri için programcının programı açık ve
hazırlamak çok yararlıdır. Akış çizelgesi, izlenecek kapalı kodlarıyla yazması gerekir. Bu prog­
yolu evet ya da hayır biçim inde yanıtlanacak ramcının çalışmasını çok güçleştirdiğinden,
sorulara ve bu yanıtlara göre uyulacak komutlara
indirger. Sorular eşkenar dörtgenlere, kom utlar ise
program lama sırasında kodlar yerine bilgisa­
dikdörtgenlere yazılır. Örneğin, rafadan yum urta yar dilleri kullanılır. Komutlar, anlaşılması ve
yapmak için gerekli işler bir akış çizelgesi içinde kullanılması çok daha kolay olan onlu sayılar,
şöyle gösterilebilir:
harfler ve işaretlerle yazılır. Birçok bilgisayar
dili ve bu dillerin her birinin kendine özgü
değişik komut türleri vardır. Ev bilgisayarları­
nın çoğunda kullanılan BASIC dilinde olduğu
gibi, bilgisayar dillerinde komutların çoğu ba­
sit İngilizce sözcükler ve işaretlerden oluşur.
Belleğe daha önceden yerleştirilmiş özel
program lar bilgisayar dilindeki bu komutları,
A İB ’yi çalıştıracak ve elektrik devrelerini
açıp kapayacak elektrik sinyallerine dönüş­
türür.
Program bilgisayara, belli bir işi tam am la­
yabilmesi için yapması gerekenleri söyler.
M akinenin kendisinden isteneni yapabilmesi
için, girdi, bellek ve çıktı birimlerine de ge­
reksinim vardır. Önce, bilgisayara gerekli ve­
rileri vermek gerekir. Girdi birimi bunu yap­
mamızı sağlar. Klavyeyi kullanarak sayı ve
sözcükleri bilgisayara yükleyebiliriz. Program
klavye tuşlarından başka türlü yararlanm am ı­
zı da sağlayabilir. Örneğin, bir oyun progra­
mında “A ” tuşu “ateş” anlamına gelebilir ve
bu tuşa basarak ekranda görülen bir uçağa
ateş edilebilir.
Başka türden girdi birimleri ışık, ses ya da
görüntü biçimindeki verileri kullanır. Ö rne­
ğin, girdi birimi olarak televizyon kamerası
kullanıldığında bilgisayar resimlerdeki şekil­
leri kod sinyallerine dönüştürebilir. Bu yolla,
bilgisayar denetimindeki bir robota nesneleri
“görm e” ve “tanım a” yeteneği kazandırılabi­
lir (bak. R o b o t ).
Bilgisayarlar “görebildikleri” gibi “işitebi­
va r mı?
lirler” de. Ses ayırt etme birimleri sesleri elek­
^JLJHAYIR trik sinyali biçimindeki ikili kodlara dönüştü­
DUR ) rür. Bazı sözcüklerin kodları daha önceden
bellekte depolanmıştır. Girdi biriminden ge-
BİLGİSAYAR 185

len bir kod bellektekilerden birinin aynıysa, cükler kâğıt üzerine yazılabilir. Buna “yazılı
bilgisayar sözcüğü tanır. Böylece bilgisayar çıktı” denir. Yazıcılar çeşitli biçimlerde çalışır
sözlü komutları anlayarak gereğini yerine ge­ ve bilgisayardan çok hızlı yazılı çıktı alınması­
tirebilir. nı sağlayabilirler. Çizim elde etm ek istendi­
Makineleri çalıştıran bilgisayarların, maki­ ğinde bilgisayar bir çiziciye bağlanabilir. Çi­
nenin çevresini gözleyen ya da çalışmasını iz­ zim yapılabilmesi için, çizicide bir ya da bir­
leyen algılayıcıları vardır. Bilgisayar bu algıla­ kaç kalem kâğıt üzerinde öne ve arkaya doğru
yıcıların gönderdiği sinyaller yardımıyla, m a­ hareket eder. Bazı çizicilerde ise hareket
kinenin düzgün çalışması için ne yapması ge­ eden kalem değil kâğıttır.
rektiğini anlar. Bilgisayarlar ses de üretebilir. Kodlar bilgi­
Bilgisayardaki bellek çipleri ikiye ayrılır: sayar içindeki ses birimine iletilerek elektrik
ROM (Read Only M emory. Salt O kunur Bel­ sinyallerine dönüştürülür. Bu sinyaller gene
lek) çipleri daha önceden makineye yerleşti­ bilgisayarda bulunan bir hoparlöre gönderile­
rilmiş kalıcı program lar içerirler ve bunları dı­ rek müzik ya da ses biçiminde çıktı elde edilir.
şarıdan değiştirmek olanaksızdır. Bilgisayarın Çıktı birimi bir makineyi, örneğin bir robotu
çalışması için gerekli bilgilerle donatılmış olan ya da trafik ışıklarını denetleyen bir birim de
ROM çipleri çeşitli birimlerin işlemlerini de­ olabilir. Robotun hareketleri ya da trafiğin
netler. RAM (Random Access M em ory: Ras­ akışı, bilgisayarın çıktı birimince ilgili prog­
gele Erişimli Bellek) çipleri ise, belli bir işi ram lara uygun olarak denetlenir.
yapabilmek için gereken program ve verileri Bilgisayarın çeşitli birimlerinin birbirlerine
saklar. Gerektiğinde RAM çiplerindeki bu yakın olmaları zorunlu değildir. Birçok du­
program ve veriler hızla silinebilir ve değişik rum da, girdi ve çıktı birimleri (çoğunlukla
bir iş için yeni bir program ve veriler yüklene­ klavye ve ekran) bulunan term inallerle, bilgi­
bilir. Bu yüklemede girdi birimi kullanılabilir, sayarın dünyanın başka bir yerindeki öbür bi­
ama çoğunlukla dış bellek birimlerinden ya­ rimleri arasında telefon ya da telsiz bağlantısı
rarlanılır. Yeni program lar ve veriler, A İB ’ye kurulabilm ektedir. Örneğin, havayollarmda-
ya da iç belleğe yüklenmek üzere, bilgisayara ki yer ayırma sistemi böyle çalışır. Bilgisayar
bağlı olan ya da bağlanabilen dış bellek birim­ ve term inalleri bir bilgisayar ağı (netvvork)
lerinde hazır tutulur. oluşturur. Bağımsız çalışan bilgisayarlar da,
Onun için bir bilgisayar çoğunlukla, prog­ aralarında program ve veri alışverişinde bu­
ram ve verileri magnetik bant ya da disklere lunmak için, bilgisayar ağı oluşturacak biçim­
kaydeden bir dış belleğe bağlıdır. Programlar de birbirlerine bağlanabilirler.
ve veriler bant ya da disk yüzeyine magnetik
olarak, kapalı-açık kodları biçiminde kayde­ Bilgisayarlardan Yararlanma
dilir. Bant ve diskler istendiği sürece saklana­ Uygun girdi ve çıktı birimleriyle donatılmış
bilir ve daha sonra bunlar bir bant okuyucu ya bir bilgisayar hemen her görevi yerine getire­
da disk sürücü aracılığı ile bilgisayara yeniden bilecek biçimde program lanabilir. Bilgisayar­
yüklenebilir. Ev bilgisayarlarında genellikle lar geliştikçe kullanılabilecekleri alanlar da
“kaset” ya da “disket” (küçük esnek diskler) artm aktadır. Burada, bilgisayarların kullanım
kullanılır. D aha büyük m akinelerde özel bil­ yerlerine ilişkin birkaç örnek verilecektir.
gisayar teypleri ve kullandıkları diskler için Fabrikalarda, üretilen ürünlerin niteliğinin
büyük disk sürücüler vardır. Özel kuruluşlar denetlenm esinde bilgisayarların büyük önemi
ve kamu kurum lan çok büyük m iktarlarda vardır. Sürekli yinelenen sıradan işlerde bu
bilgiyi bilgisayar bant ve disklerinde sakla­ işleri hatasız ve hiç sıkılmadan yapabilen, bil­
m aktadır. gisayar denetimindeki robotların kullanılması
Çıktı birimi bilgisayarın yaptığı işin sonucu­ gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Bilgisayarlar
nu verir. Bu çıktı bir televizyon ekranı üzerin­ yeni makinelerin tasarımında da kullanılmak­
de izlenebilen bir resim, çizelge, sayı sütunları tadır. Bilgisayar grafikleri yardımıyla yeni ta ­
ya da sözcük satırları biçiminde görsel olarak sarlanan bir makinenin farklı koşullarda nasıl
sunulabilir. Kalıcı bir kayıt için sayılar ve söz­ çalışacağı görülebilir. Ulaştırma alanındaki
186 BİLGİSAYAR

uygulamalar bu konuda iyi bir örnek oluştu­ timde yardımcı olmaktadır. Bilgisayarlar, öğ­
rur. Bilgisayar destekli tasarım ve üretimin retimde de önemli bir rol oynarlar. Eğitime
bilgisayarlarca denetlenm esi, uçaklarda ve yönelik bir bilgisayar programı öğrenciye öğ­
otomobillerde yeni gelişmelere yol açmış, gü­ retmenlik edebilir, bilgisini sınayabilir ve
venilirliklerini artırmış, yakıt tüketimlerini programın ilerleme hızı her öğrenciye göre
azaltmıştır. Bilgisayarlar uçuşun ve hava trafi­ ayarlanabilir.
ğinin denetiminde de önem taşır. Benzer bi­ Bilgisayarların en önemli kullanım alanla­
çimde, bazı başka motorlu araçların çalışma­ rından biri de tiptir. İnsan vücudunun herhan­
ları da bilgisayarla denetlenebilm ektedir. gi bir yerinde hastalık olup olmadığını anla­
Bilgisayarlar bilgileri işleme ve kullanıma mak için kullanılan tarayıcılarda bilgisayar­
sokma alanında da büyük katkıda bulunmuş­ dan yararlanılır. Bilgisayarlar hastalık nedeni­
tur. Büyük işyerleri bilgisayarları “bilgiişlem” nin saptanmasında da yardımcı olabilirler.
işinde kullanmakta, yani ücret bordrolarının H astalara, hastalıklarının belirtileri konusun­
hesaplanması, faturaların gönderilmesi, öde­ da sorular yönelten bilgisayar, doktorun yük­
melerin denetlenmesi ve genel gidişin izlen­ lediği verilere bakarak, olasılığı en yüksek
mesi gibi işleri bilgisayarlara gördürm ektedir­ hastalık nedenini bulabilir. Bilgisayarlar has­
ler. Bilgisayar bütün bu konularla ilgili olarak talıklara karşı kullanılacak yeni ilaçların bu­
Richard ve Sally Greenhill
lunmasında da doktorlara yardım edebilirler.
Bilgisayar denetimli aygıtlar, fiziksel özürlü
ve sakat kimselere yardımcı olarak daha iyi
bir yaşam sürmelerini sağlayabilirler. Ö rne­
ğin, özel bir bilgisayar görme özürlülere kitap
okuyabilmektedir.
Bilgisayarların işlevleri yalnızca günlük ya­
şamla sınırlı değildir. Modern savaşlarda kul­
lanılan, şaşmadan hedefi bulan çok duyarlı
çeşitli ateşli silahların, savaş gemilerinin,
tankların ve savaş uçaklarının geliştirilmesin­
de bilgisayarlardan yararlanılm aktadır. Belki
de, gelecekte çıkabilecek bir savaşın sonucu
hangi tarafın bilgisayarlarının daha iyi oldu­
ğuna bağlı olacaktır. Bilgisayarların varlığı
uzayın daha ayrıntılı olarak keşfedilebilmesi-
Günümüzde birçok okulda bilgisayar derslerinin
verildiği sınıflar bulunm aktadır.
ne olanak vermiştir. Bilgisayarlar olmasaydı
uzay araçlarının yörüngelerinin hesabı ve mo­
kendisine verilen bilgileri inceler ve işin daha torlarının doğru rotayı izlemelerini sağlaya­
etkin olarak nasıl yürütüleceğini gösterebilir. cak biçimde denetimi gerçekleştirilemezdi
Bilgisayarlar, veri ya da bilgi bankası denen (bak. UZAY ARAŞTIRMALARI).
bilgi stoklarını da saklayabilirler. Bilgisayar
kendisine verilen bilgileri sınıflandırabilir ve Bilgisayarların Tarihi
bilgisayarı kullanan kişi istediği bilgiye hızla Bilgisayar, aritmetik işlemlerini dişli çark ve
ulaşabilir. Bazı ülkelerde yerel televizyon ve çubukları döndürerek yapan mekanik hesap
telefon ağlarından yararlanılarak sunulan makinelerinin evrimi sonucu ortaya çıkmıştır.
“bilgisayarla bilgi verme hizm etleri” , bilgisa­ İlk mekanik hesap makinesi, Fransız mucit
yar ağları aracılığıyla, kişilere ve kurumlara Blaise Pascal tarafından 1642’de yapıldı (bak.
her türlü bilgiyi sağlamaktadır. Bu bilgiler H esap M a k in e s i ; Pa s c a l , B l a is e ). Daha sonraki
güncelliğini sürekli korum akta, dünyanın çe­ 200 yıl boyunca, Pascal’ın hesap makinesi ge­
şitli yerlerindeki veri bankalarından doğrudan liştirildi ve 1833’te İngiliz matematikçi Char­
evlere ulaştırılabilmektedir. les Babbage değişik aritmetik işlemlerini ya­
Bilginin bu yoldan edinilebilme olanağı eği­ pacak biçimde “program lanabilen” bir maki­
BİLGİSAYAR 187

nenin tasarımını gerçekleştirdi. Komutlarını Colossus özel amaçlı bir bilgisayardı ve yal­
delikli kartlardan alan bu hesap makinesine nızca şifre çözmede kullanılabiliyordu. Deği­
“çözümleyici m akine” adı verildi. M akinede şik görevleri yerine getirmek için program la­
mekanik girdi, işlem, bellek ve çıktı birimleri nabilen elektronik bilgisayarlar, II. Dünya
bulunuyordu. Babbage bilgisayarın çalışma il­ Savaşı’ndan sonra ABD ve İngiltere’de geliş­
kelerini anlamıştı, ama “çözümleyici m akine” tirildi. Bunlardan ilki, A B D ’de 1946’da ta ­
hiçbir zaman tam amlanam adı. Çünkü, zama- mamlanan E N IA C ’tı. Bu ilk bilgisayarlar ge­
niş odaları kaplayan ama güçleri günümüz­
N ational Portrait Gallery, Londra
deki cep bilgisayarları kadar bile olmayan
dev makinelerdi. Yapımlarında kullanılan
elektron lambalarının çalışırken ısınması ve
sık sık yanması bilgisayarları güvenilmez kılı­
yordu.
Lambalı bilgisayarlar, “birinci kuşak” bilgi­
sayarlar olarak bilinir. 1940’lardan bu yana üç
kuşak bilgisayar daha geliştirildi. 1950’lerde
transistörler lambaların yerini aldı (bak.
T r a n s i s t o r ) . 1960’larda ise, birçok transistö-
rün bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş tüm ­
leşik devreler transistörlerin yerine geçti.
Bunların ardından da, 1970’lerde mikroçip-
lerle birlikte dördüncü kuşak bilgisayarlar or­
taya çıktı. Bütün bu gelişmeler bilgisayarları
daha güçlü, daha güvenilir kıldı. Aynı zam an­
İngiliz Charles da çok daha küçük ve ucuz bilgisayarlar yapıl­
Babbage'in 1830'larda
tasarladığı
maya başlandı. 1980’lerde Am erikan ve Ja­
"çözüm leyici pon teknolojilerinin elektronik ve küçültme
makine", insanın alanındaki ürünü olan ev bilgisayarları ortaya
yardımı olmaksızın
aritm etik işlemleri
çıktı.
yapabilen ve G ünüm üzde, 1990’lardan başlayarak bilgi­
program lanabilen ilk sayar teknolojisine egemen olması beklenen
makineydi. beşinci kuşak bilgisayarlara doğru bir ilerleme
görülüyor. Çok daha güçlü olacağı düşünülen
IBM
bu bilgisayarlar büyük olasılıkla, bugünkülere
göre çok daha fazla insan beynine benzer bir
mnın teknikleri makinenin parçalarının iste­ biçimde çalışacaklar (bak. B E Y İN ). Bunun için
nen duyarlıkta yapılmasına olanak verm i­ de kendi deneyim lerinden öğrenebilmeleri
yordu. gerekecek. Beşinci kuşak bilgisayarlar insan­
Yüzyılı aşkın bir süre sonra Babbage’in dü­ larla konuşabilecek, onları dinleyebilecek ve
şüncesinin doğruluğu kanıtlandı. 1944’te belki de düşüncelerini bile anlayabilecekler.
A B D ’de elektrikle çalışan mekanik bir bilgi­ Böylece bilgisayarlar yapay zekâlarını daha
sayar yapıldı. Bundan bir yıl önce İngiltere’de da geliştirebilecekler. “D üşünen” bilgisayar­
ilk elektronik bilgisayar icat edilmişti. “Colos- ların yardımıyla, robotlar bizim için daha çok
sus” adı verilen bu bilgisayar düşman şifreleri­ iş yapacak. G örm e, duyma, dokunm a gibi ye­
ni çözmede kullanıldı ve II. Dünya Savaşı’nda ni duyular kazanacak ve konuşabilecekler.
Alm anya’nın yenilgiye uğratılmasında önemli Çeşitli alanlardaki uzmanların bilgileri bir
rol oynadı. Colossus, A m erikalılar’ın m eka­ araya getirilerek “uzman sistem ler” üretilebi­
nik bilgisayarından çok daha güçlüydü ve o lecek. Bu tür sistemler, birleştirilmiş uzm an­
tarihten sonra yalnızca elektronik bilgisayar­ lık bilgilerini problemleri çözmek için kulla­
lar yapılmaya başlandı. nacaklar. Bütün bu gelişmeler göz önünde
188 BİLHARZİYOZ

bulundurulduğunda, neden bir “bilgisayar


devrimi”nden söz edildiği daha iyi anlaşıla­
bilir.

BİLHARZİYOZ bak. ŞİSTOZOMİYAZ

BİLİMKURGU, bilimsel buluşların sağladığı


yeni olanakları düşsel bir biçimde yorumlayan
bir edebiyat türüdür. Böylece, yeni buluşların
nelere yol açabileceğini ve bizi nasıl bir
geleceğe götürebileceğini düşündürür.
A y’a ilk düşsel gezi öyküsünü İS 2. yüzyılda
Eski Yunan yazarı Lukianos yazmıştır. Ama,
bizim anladığımız anlamda bilimkurgu, tek­
nolojik açıdan gelişmiş çağların ürünüdür. 18.
yüzyıldan beri, bilim ve teknoloji insanların
dünyaya bakışını ve yaşam biçimlerini artan
bir hızla değiştirmiştir. Bilimkurgu türünün
bu hızlı değişimlere bir yanıt olarak ortaya
çıktığı söylenebilir. Buna örnek, Daniel De-
foe'nun Dünya ile Ay arasında bağlantı kura­
bilecek bir aracı düşleyerek yazdığı Consoli-
dator or Transactions from the World to the
Moorı (1705; “Birleştirici ya da D ünya’dan
A y’a İletişim”) adlı yapıtıdır. Jonathan
Swift’in Güliver’in Gezileri (Gullivers Tra-
vels; 1726), Mary Shelley’nin Frankeştayn
(Frankenstein\ 1818) adlı yapıtları ile Nath-
aniel Havvthorne ve Edgar Allan Poe gibi
yazarlar, bilimkurgunun öncüleri olarak bili­
nirler (bak. D E F O E , DANİEL; SWIFT. JONATHAN;
Poe, E dgar A l l a n ).

İlk Klasikler
1864’te, Jules V erne’in D ünyanın Merkezine
Seyahat (Voyage au centre de la Terre) adlı
yapıtı Fransa’da yayımlandı. Bu roman, bi­
limsel buluşlar ve ilerlemelerden esinlenen bir
dizi öykü içinde, dünyada yankı uyandıran
başarılı örneklerdendir. 1865’te, dev bir top­
tan fırlatılan bir uzay taşıtının öyküsü, A y ’a
Seyahat (De la Terre â la Lune) yayımlandı.
1870’te yayımlanan Deniz Altında Yirmi Bin
Fersah'tâ (Vingt Mille Lieues sous les mers)
okyanus dibinin olağanüstü görüntüleri, bir
denizaltıdan izleniyormuş gibi anlatılıyordu
(bak. V e r n e , J u l e s ) . Mary Evans Picture Library
Etkisi bugün de süren en önemli bilimkur­
gu yazarlarından biri H. G. W ells’dir (bak. Jules Verne'in 1865'te yayımlanan romanı A y'a
W e l l s , H. G . ) . Wells, toplumsal eşitsizliklerin Seyahatte kâşifler Ay yüzeyini inceliyor.
BİLİMKURGU 189

ortadan kalktığı, barış içinde bir dünyadan dergisinin 1938-50 yılları arasında yazı işleri
yanaydı. Bilimkurgu türündeki yapıtlarında müdürlüğünü üstlenen John W. Campbell,
da toplumsal sorunlara ağırlık verdi. Zaman yazıların niteliğini ve öykülerin kurgusunu
Makinesi ( The Time Machine; 1895) zaman iyileştirme konusunda titizlik gösterdi. Ro-
içinde yapılan bir yolculuğun öyküsü olmanın bert A. Heinlein ve Isaac Asimov gibi bugün
ötesinde, toplum da var olan sınıfları ve bu Vav/cett World History. a Fatvcett Crest edition
sınıfların evrimini simgesel bir anlatımla dile
getirir. Dünyalar Savaşı ( The W ar o f the
Worlds; 1898) ise Mars gezegeninden dünya­
■saac astmov
mıza gelen istilacıların öyküsüdür. Wells bu
kitabı, im paratorluklar kurmuş A vrupa’nın,
ezici teknolojik donanıma sahip bir düşmanın
I,R O B O T
saldırısı karşısında düşeceği durum u göster­
mek için yazmıştı. H. G. Wells yapıtlarında,
bilimkurgunun çok geniş bir alanı kapsayabi­
leceğini göstermiştir. D oktor M oro’nun A d a ­
sı (The Island o f Dr. Moreau; 1896), hayvan
zekâsını neredeyse insan düzeyine çıkartabi-
len bir bilim adamının öyküsüdür. Am a,
hayvan-insanlar bir süre sonra insan nitelik­
lerini yitirerek yeniden hayvanlaşırlar. Bunun
üzerine adadan kaçıp uygarlığa geri dönen
doktor, oradaki insanların da hayvanlaştığını
dehşetle görür. Roman Wells’in, insanoğlu­
nun doğasındaki hayvansılığa karşı duyduğu
üzüntü ve kaygıyı dile getirdiği bir karabasan
gibidir. Bilimkurguyu güçlü kılan da, bu hem
mantıklı, hem de düşsel olabilme özelliğidir.

20. Yüzyıl
Çek romancı ve oyun yazarı Karel C apek’in Asim ov, robotlara ilişkin öykülerinin yer aldığı Ben,
1920’de yazdığı R .U .R . adlı oyunda, insanlar Robot (/, Robot; 1950) adlı yapıtında, "ro b o tb ilim
kendilerine benzeyen ama çok daha yetkin bir yasaları"ndan söz eder.
makine yaparlar. Zam anla bu m akineler insa­
na egemen olur; insanlar yaşamlarına göz hâlâ bu türün önde gelen yazarlarını yürek­
diken bu m akinelerden son anda kurtulmayı lendirdi ve dergide öykülerine yer verdi. Bu
başarırlar. Oyunda makine adam olarak kul­ dönem de, teknoloji ağırlıklı bilimkurgunun
lanılan robot sözcüğü bugün bütün dillere en önemli örnekleri yayımlandı ve bilimkurgu
yerleşmiştir. İngilizce’deki Science (bilim) ve bir edebiyat türü olarak saygınlık kazandı
fiction (kurgu) sözcüklerinden scientifiction (bak. A s i m o v . I s a a c ) .
sözcüğünü uyduran Hugo G ernsback’tır. Bilimkurgu günümüzün verilerinden kalka­
Gernsback, 1926’da A B D ’de A m azing Stories rak, geleceğe ilişkin mantığa aykırı gelmeyen
(“Şaşırtıcı Ö yküler”) adıyla ilk bilimkurgu düşsel öngörülerde bulunur. Bu yüzden çoğu
dergisini yayımladı. Çok ucuza satılan bu zaman geleceği değil de içinde bulunduğumuz
dergi, kötü kâğıda basılmış, okurları heyecan­ durumu zorlayan bir edebiyat türü olarak
landırmayı amaçlayan ve edebiyat değeri ol­ algılanır ve bizi gezegenimize farklı bir biçim­
mayan bir yayındı. Ne var ki, okurların de bakmaya yöneltir. II. Dünya Savaşı’ndan
ilgisini çekerek bilimkurgunun yaygınlaşması­ sonra irdelenen belli başlı konular arasında,
nı sağladı. Daha sonra yayımlanan As- SSCB ile ABD ve Batı Avrupa ülkeleri
tounding Stories (“Başdöndürücü Ö yküler”) arasındaki soğuk savaş, atom bombası, rek­
190 BİLİMKURGU

lamcılığın ve ticaretin etkileri, uzaydaki yeni Bilimkurgu ABD ve İngiltere dışında,


buluşlar vardı. İnsanlığı yakından ilgilendiren özellikle SSCB ve Doğu A vrupa’daki sosya­
bu gibi konulann işlenmesi, bilimkurguya list ülkelerde 1950’lerin sonuna doğru önemli
olan ilginin artmasına yol açtı. Bu dönemin bir gelişme gösterdi. Bu alanda ürün veren
önemli yapıtları arasında Alfred Bester’in, SSCB’li yazarlar arasında Yevgeni İvanoviç
Tiger! Tiger! (1952; “Kaplan! Kaplan!”), Zam yatin’in 1924’te yayımlanan ve T ürkçe’ye
Theodore Sturgeon’un More Than Human çevrilen Biz adlı kitabını, İvan Yefremov,
(1953; “İnsandan Ö te”), A rthur C. Clarke’ın Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin yapıt­
Son Nesil (Childhood’s End\ 1953) ve Frede- larını sayabiliriz. Bilimkurgu türünün başya­
rik Pohl ile C. M. K ornbluth’un The Space pıtları arasında yer alan Solaris"i (1961) ise
Merchants (1952; “Uzay Tüccarları”) adlı ünlü PolonyalI yazar Stanislaw Lem yaz­
ortak yapıtları sayılabilir. mıştır. Brian Aldiss ve David Wingrove
1986’da, Trillion Year Spree (“Trilyon Yıllık
Deneysel Bilimkurgu Cüm büş”) adında kapsamlı bir bilimkurgu
Bilimkurgu yazarları 1960’larda yeni biçem tarihi yayımladılar.
arayışlarına giriştiler. İngiltere’de yayımla­ 1980’lerde “cybopunk” adı ile adi suçlar ve
nan, önce Edvvard Carnell’in sonra da Mi- bilgisayarları konu alan yeni bir bilimkurgu
chael Moorcock’un yayın yönetmenliğini yap­ türü gelişmiştir.
tığı New Worlds (“Yeni Dünyalar”) dergisin­
de, Yeni Dalga adı verilen bu akımın örnekle­ Sinema ve Televizyonda Bilimkurgu
rini görebiliriz. Bu derginin yazarları arasın­ Radyo, sinema ve televizyonun yaygınlaşması
da, bir atom bombası deneme üssündeki bilimkurguya ilgiyi artırdı. Georges Melies
gizlerin araştırıldığı “The Terminal Beach” 1902’de Jules V erne’in A y'a Seyahat"ini sine-
(“Son Kumsal”) öyküsünün yazarı J. G. Bal- meya uyarladı. Bu bir başlangıçtı; ardından
lard ile Hothouse (1962; “Limonluk”) ve Frankeştayn ve Robert Louis Stevenson’un
Reports on Probability A (1967; “A Olasılığı 1886’da yayımlanan ünlü romanı Dr. Jekyll ile
R aporları”) romanlarının yazarı Brian Aldiss Mr. Hyde (Strange Case o f Dr. Jekyll and Mr.
de vardı. A B D ’de ise, önemli bir yazar olan Hyde) sinemalaştırıldı. Fritz Lang 1926’da
Harlan Ellison’un derlediği Dangerous Vi- sinema klasikleri arasında yer alan Metropo-
sions (1967; “Tehlikeli İmgelemler”) adlı kitap, lis"i gerçekleştirdi.
bilimkurguda içerik ve biçem değişikliğini 1950’lerde bilimkurgu sinemasında yeni bir
gösteren örnekleri içerir. canlılık gözlendi. Ray B radbury’nin, kitapları
1970’lerde, A rthur C. Clarke’ın Rama ile yakılan ve televizyon ekranlarından yönlendi­
Randevu (Rendezvous with Rama\ 1973) ve rilen bir toplum da, bir avuç kitap severin
Gregory B enford’un Timescape (1980; “Z a­ kültür birikiminin yok edilmesine karşı, bel­
man G örünüm ü”) gibi yapıtlarıyla bilime leklerinde tuttukları kitapları gizli gizli birbir­
dayalı “geleneksel” bilimkurguya yeniden dö­ lerine aktarışlarını anlattığı romanı. Değişen
nüldü. 1970 ve 1980’lerde kadınların yazdığı Dünyanın İnsanları (Fahrenheit 45T, 1966)
bilimkurgu türündeki öykü ve rom anlarla, François Truffaut tarafından özgün adıyla si­
kadın sorunları ve geleceğe yönelik yeni nemaya uyarlandı.
toplumsal öngörüler gündeme geldi. Ursula M aymunlar Cehennemi (Planet o f the Apes,
K. LeG uin’in The Left Hand o f Darkness 1968) türünden dizi filmler, 2001: Uzay Yolu
(1969; “Karanlığın Sol Eli”) yapıtı, genetik Macerası (2001: A Space Odyssey; 1968),
mühendisliğinin etkilediği bir dünyada, hem Andrey Tarkovski’nin sinemalaştırdığı ünlü
kadın, hem erkek olabilen insanları anlatır. bilimkurgu yazarı Stanislavv Lem ’in Solaris"i
Kalıplaşmış kadın ve erkek tiplerine ve cins (1972) başarılı bilimkurgu filmleridir. Sinema
ayrımına karşı bir deneme niteliğinde olan bu tekniğindeki gelişmeler, bilimkurgunun düş
romanıyla LeGuin, bilimkurgu alanında en evreninin ufuklarını genişletti. George Lu-
önemli ödüller olan Hugo ve N ebula’yı ka­ cas’ın Yıldız Savaşları (Star Wars; 1977),
zandı (bak. G e n e t ik M ü h e n d is l iğ i ). Robert W ise’ın Uzay Yolu adlı televizyon
BİLİM VE BİLİMSEL YÖNTEMLER 191

dizisi, Spielberg’in uzaydan gelen sevecen bir dokularında yaptığı değişiklikleri inceler;
yaratıkla küçük bir çocuğun dostluğunu dile fizyoloji ise insan vücudunda olup biten bütün
getiren E. 7Vsi, dünyanın her yanında milyon­ fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçleri aydın­
larca izleyici buldu. latmaya çalışır. İnsan ruhunu inceleyen psiko­
loji de yaşam bilimleri grubunun önemli
BİLİM VE BİLİMSEL YÖNTEMLER. “Bil­ dallarından biridir.
m ek” sözcüğünden türemiş olan bilim terimi, Bazen yaşam bilimleri ile yer bilimleri
evrene ve evrendeki her şeye ilişkin temel birlikte sınıflandırılarak doğa bilimleri adıyla
bilgilere ulaşmak amacıyla her konuda yürü­ anılır.
tülen araştırm a etkinliklerini anlatm ak için Fizik bilimleri grubu madde ve enerjiyi
kullanılır. Bu konulardan her biri de ayrı bir inceleyen fiziği; maddelerin özelliklerini ve
bilim dalıdır: Fizik bilimi, kimya bilimi, biyo­ davranışlarını inceleyen kimyayı; yıldızları,
loji bilimi gibi. Bilim dalları genellikle, konu­ gezegenleri ve uzayın derinliklerindeki öbür
larının niteliği açısından temel bilimler ve uy­ gökcisimlerini inceleyen astronomiyi; m etal­
gulamalı bilimler olmak üzere iki bölümde leri inceleyen metalürjiyi ve uygulamalı bilim­
toplanır. lerim en önemlisi olan mühendisliği kapsar.
Mühendisliğin, hepsi de bilimsel ilkeleri sana­
Bilim Dalları yiye uygulamayı amaçlayan pek çok dalı
Bilimin ilgi alanına giren konular sistemli bir vardır.
biçimde sınıflandırılabilir ya da dallara ayrıla­ Toplum bilimleri, in s a n to p lu m la r ın ı ç e şitli
bilir. Gerçi bazı konular birden çok bilim y ö n le riy le e le a la n b ilim d a lla r ıd ır . T o p lu m la -
dalının ortak ilgi alanıdır; ama sınıflandırma­ rın y a p ısın ı in c e le y e n s o s y o lo ji; g e ç m iş te k i
da kolaylık sağlamak için her konunun ayrı in sa n to p lu lu k la r ın ı in c e le y e n ta r ih ve a r k e o ­
bir bilim dalına özgü olduğu düşünülebilir. Bu lo ji; y ö n e tim b iç im le rin i in c e le y e n s iy a s e t
m addede başlıca bilim dallarına ve her dalın b ilim i; d ü n y a m ız ın y ü z e y in i v e in s a n la rın
temel konularına ilişkin genel bilgiler veril­ y a ş a d ık la r ı b ö lg e le r le o la n ilişk ile rin i in c e le ­
miştir. Sözü edilen bilim dallarının ve konula­ y e n c o ğ r a fy a v e b ir to p lu m u n y a d a ü lk e n in
rın çoğunu Temel Britannica'&d ayrı madde d o ğ a l v e p a r a s a l k a y n a k la r ın ı n a s ıl d e ğ e r le n ­
başlıkları olarak bulabilirsiniz. d ird iğ in i in c e le y e n e k o n o m i b ilim i b u a n a d a l
Yer bilimleri grubu jeoloji, m eteoroloji, iç in d e to p la n ır . A n tr o p o lo ji g e n e l o la r a k in ­
m ineraloji, okyanusbilim (oşinografi) ve pale­ s a n ın , o n u n y a ş a m v e d a v r a n ış b iç im le rin in
ontolojiyi kapsar. Jeolojinin konusu, kayaçlar in c e le n m e s id ir . D ilin ö z e llik le r in i v e in s a n la r
ve kayaç oluşumlarıyla birlikte bütün yeryü­ a r a s ın d a k i ile tiş im i in c e le y e n d ilb ilim ile
zünün yapısını incelemektir. Meteoroloji Dün- in s a n la rın e v r e n i ve o n a ilişk in d e n e y im le ­
ya’nm atmosferini ve hava koşullarını ince­ rin i k a v r a m a b iç im le rin i e le a la n fe ls e fe d e
ler. M ineraloji, minerallerin özelliklerini, bi­ to p lu m b ilim le rin e g ir e r (bak. TOPLUM BİLİM­
leşimlerini, yapılarını, yeryüzündeki dağılım­ LERİ).
larını ve nasıl oluştuklarını araştırır. Okya­ Birkaç bilim dalının ortak araştırma ve
nusbilim denizlerin ve okyanusların yapısını., yöntemleriyle incelenebilen konular, genel­
akıntıları, dalgalan ve gelgit olaylarını ince­ likle bu işbirliğini vurgulayan bir adla anılır.
leyen bilim dalıdır. Paleontoloji ise fosille­ Örneğin astrofizik gökcisimlerinin fiziksel
ri inceler ve biyoloji ile yakından bağlantılı­ davranışlarını inceler; başka bir deyişle astro­
dır. fizik, astronominin konularına fiziğin uygu­
Yaşam bilimleri biyoloji ile tıp bilimlerini lanmasıdır. Benzer biçimde, biyokimya biyo­
içerir. Bütün canlıları konu alan biyolojinin loji ile kimyanın, jeofizik jeoloji ile fiziğin,
iki temel dalı, bitkileri inceleyen botanik ile sosyoekonomi ise sosyoloji ile ekonomi bilim­
hayvanları inceleyen zoolojidir. Tıp bilimleri lerinin örtüştüğü alanlar olarak tanım lana­
ise anatom i, patoloji ve fizyolojiyi kapsar. bilir.
Anatom inin konusu insan vücudunun yapısı­ Matematik b ir ç o k k iş in in g ö z ü n d e y a ln ız c a
dır; patoloji hastalıkları ve hastalıkların vücut b ir b ilim d e ğ il, a y n ı z a m a n d a b ir s a n a ttır .
192 BİLMECE

Üstelik başlı başına bir inceleme alanı olduğu


kadar, birçok bilim dalının da temel araçların­
dan biridir. İstatistiği de kapsayan m atem atik
bilimlerinden hemen hemen bütün bilim dal­
larında her an yararlanılır.

Bilimsel Yöntemler
Eskiçağlardan bugüne kadar bilim adam ları­
nın temel uğraşısı evrendeki olguları açıkla­
maya çalışmak olmuştur. Doğal süreçlerle
kendiliğinden gelişen bu olgular genellikle,
Yunanca bir sözcükten türetilmiş olan fe n o ­
men (görüngü) terimiyle adlandırılır. Bilim,
en basit biçimiyle, bu olguların gözlenmesin­
den ve nasıl gerçekleştiğini anlayabilmek için
sorulan sorulardan doğmuştur. 17. yüzyıldan
önce bilim adamları bu soruların yanıtlarım,
daha eski bilginlerin o konudaki yazılarına
ZEFA
başvurarak ya da bilgisine güvenilen kimsele­ Elektron mikroskobu çağdaş araştırma
re danışarak araştırırlardı. Bu tür açıklamalar laboratuvarlarının vazgeçilmez donanım larından
çoğu kez yalnızca tahm inlere dayanıyordu ve biridir.
bilim adamları olup bitenleri anlamak için
deneye başvurmuyorlardı. İÖ 3. yüzyılda ışığında yeniden düzenlenmesi bilimsel yönte­
cisimlerin bağıl yoğunluklarına ilişkin ünlü min temel aşamalarıdır. Bilimsel yöntemlerin
ilkeyi bulan Yunanlı matematikçi Arşimet ayrılmaz bir parçası olan duyarlı araştırma
deneye önem veren birkaç eskiçağ bilginin­ araçlarıyla bunca gözlem ve deneyler yapılıp
den biridir (bak. A R Ş İM E T ). bilimin temel ilkeleri açıklığa kavuşturulma-
İS 1600 dolaylarında yaptığı deneylerle çok saydı, 20. yüzyılın sonlarına doğru uzayın
önemli sonuçlara varan İtalyan astronomi keşfinde, elektrom agnetik dalgalarla haber­
bilgini G alileo’nun (bak. G a l i l e i , G a l i l e o ) leşmede, bilişim ve bilgisayar teknolojisinde
açtığı yolda ilerleyen bilim adamları deneyle­ varılan bu ilerlemelerin hiçbiri gerçekleştirile-
rinin sonuçlarını ve bulgularını yazmaya baş­ mezdi. Bu gelişimlerin çoğunda laser, mikros­
ladılar. Bu deneyler evrendeki bazı olguları kop, parçacık hızlandırıcıları gibi duyarlı ve
açıklığa kavuşturdu ve bilinenler arttıkça bazı karmaşık aygıtların çok büyük payı olmuştur.
olgular arasında ilişki olduğu anlaşıldı. Bunlar Bugün değişik bilim dallarında eğitim görmüş
yasa denen genel ilkeler altında toplandı. Bu uzmanlar, iyi donatılmış araştırma enstitüle­
yasaların bütün koşullarda geçerli olup olm a­ rinde genellikle sıkı bir işbirliği içinde çalışır­
dığını sınamak için yeni deneyler yapıldı ve lar. Çünkü bugün için çözüm bekleyen konu­
böylece bilimsel bilgi birikimi hızla büyüdü. lar tek bir bilim dalını aşacak kadar karm aşık­
Bazen, bir yasayı sınamak için yapılan deney­ laşmış ve evrendeki her olgunun bütün bilim
ler sırasında karşılaşılan yeni ve beklenm edik dalları için değerli ipuçları taşıdığı anlaşıl­
bir olgu, yasanın yeniden gözden geçirilerek mıştır.
değiştirilmesini zorunlu kıldı.
Birbirleriyle ilişkili yasalar birleştirilerek BİLMECE. Yanıtlanması için sorulan şaşırtıcı
bir varsayım (hipotez), birçok varsayımdan ve eğlendirici sorulara bilmece adı verilir.
yola çıkarak da bir kuram (teori) oluşturula­ Örneğin, “Fillerin orkestrasına ne denir?”
bilir. sorusu “Filarm oni”diye yanıtlanır. Burada
Deney ve gözlem yoluyla edinilen bilgilerin bilmece sözcük oyununa dayandırılmıştır.
derlenip bütünleştirilmesi, bilimsel kuram la­ Eskiçağlardan beri hemen tüm uygarlıkların
rın deneylerle sınanması ve bu bulguların edebiyat ve folklorunda bilmece vardır.
BİLMECE 193

Bilmeceler, sözcüklere doğaüstü, büyülü “Üstü çayır, biçilir


güçler yükleyen ilkel inançlardan doğmuş Altı çeşme, içilir.”
olabilir. Peri masallarının çoğunda büyülerin (Koyun)
bozulabilmesi için zor bir bilmecenin çözümü­
nü bulmak gerekir. Yunan efsanelerinden Yapılan benzetm eler olumsuzlanarak soru­
birinde Odipus, Sfenks denen kanatlı canava­ lan bir tür bilmece:
rın, “Kendisi tek bir varlıkken, önce dört,
sonra iki, sonra da üç ayaklı olan nedir?’’'’ “Karnı gurul gurul eder, kurbağa değil
sorusunu yanıtlamak zorunda kalır. (Bu bil­ Ağzında zurnası var, zurnacı değil
mecenin çözümünü SFENKS maddesinde bu­ Başında tablası var, tablacı değil. ”
labilirsiniz.) Odipus doğru yanıtı bilir ve
Sfenks’in büyüsünü bozar. (Nargile)
D e lfi K â h in le r i d e , k e h a n e tle r in i b a z e n
b ilm e c e b iç im in e s o k a r v e s ö z c ü k le ri ö y le M odern bilmeceler, genellikle, sözcük ve
a k ıllıc a k u lla n ır la r d ı k i, o la y la r n a s ıl g e lişirse mantık oyunlarına dayanır. Aşağıdaki örnek­
g e lişsin ö n g ö r ü le r i g e r ç e k le ş m iş s a n ılırd ı ler günümüzde çok yaygın olan bu tür bilme­
(bak. DELFİ KÂHİNLERİ). celere ilişkindir.
Eğretilem e (istiare) yani bir şeyi renkli
benzetm elerden yararlanarak açıklama, bil­ “Kimler, dişlerini fırçalarken ıslık çala­
mecelerde çok kullanılır (bak. SÖZ SANATLA­ bilir?”
RI). H atta bazı bilmeceler yalnızca karmaşık -Takma dişi olanlar.
eğretilemelerden oluşmuş gibidir. Örneğin,
“Kızıldeniz’e beyaz bir mendil düşerse, ne
“Ocak başında kuyu olur?”
Kuyunun içinde suyu -Islanır.
Suyun içinde yılan
Yılanın ağzında mercan. ” “Filler niçin gözlük takar?”
-Tanınm am ak için.
bilmecesinde, gaz lambası anlatılırken çeşitli
yaratıcı benzetm elerden yararlanılmıştır. “Kâğıt, kaleme ne demiş?”
Eski Türkler’de bilmece, uzun kış gecele­ -Üzerimde fazla dolaşma, gıdıklanıyorum.
rinde ev halkının eğlenme ve zaman değerlen­
dirme araçlarındandı. Bunlar, çocukların eği­ “Bizim olduğu halde en çok başkalarının
timinde, düşünme biçimlerini geliştirmelerin­ kullandığı şey nedir?'"
de çok yararlı olurdu. Genellikle iki ya da -Adımız.
dört dizeli ve uyaklı olan Türk bilmeceleri,
bazen daha uzun tutulurdu. “Bir grup ördek ırmakta yüzmektedir. Bir
ördek iki ördeğin önünde, bir ördek iki
“Bir karı ile bir koca ördeğin ortasında, bir ördek de iki ördeğin
Mırmır eder her gece. arkasındadır. Acaba grupta kaç ördek
Karı der ki: -Hey koca vardır?”
Acep İstanbul nice? -G rupta üç ördek vardır. Biri en önde
-İstanbul bucak bucak, (ardında iki ördek), biri ortada (önünde ve
Çevresi mermer ocak, arkasında birer ördek), sonuncusu da en
İçinde bir sandıcak, arkada (önünde iki ördek) yüzerler.
İçi dolu boncucak.”
(Nar) G ünüm üzde, bu tür sözcük ve mantık
oyunlarına dayananlardan başka, sayı ve şekil
Bir başka ama bu kez kısa bir örnek: bilmeceleri de çok yaygındır:
194 BİNBİR GECE MASALLARI

Binbir Gece Masalları, Sultan Şehriyar ve


eşi Şehrazad’la ilgili bir ana öykü kapsamında
anlatılır. Bir zamanlar, evlendiği kadın tara­
fından aldatılan Şehriyar, bu olaydan sonra
kadınlardan nefret eder ve bir daha aldatılma­
mak için evleneceği her kadını düğünden
sonraki sabah öldüreceğine yemin eder. Böy­
lece sultan, her gece başka bir genç kızla
evlenir, ertesi sabah da kızın boynunu vurdu­
rur. Durum u öğrenen vezirin kızı Şehrazad,
genç kızları kurtarm ak için bir plan yapar.
Babasına sultanla evlenmek istediğini söy­
leyen Şehrazad, sonunda isteğini kabul ettirir
“Bu nedir?” ve planını uygulamak üzere Şehriyar’la ev­
-Elmadağ. lenir.
Şehrazad kız kardeşine düğün gecesinin
sabahında, idam için belirlenen zamandan az
önce saraya gelmesini söyler. Kardeşi gelir
gelmez de büyüleyici bir masala başlar; ne var
ki, idam saati geldiğinde masal daha bitm e­
miştir. Sultan masalın sonunu o kadar merak
eder ki, Şehrazad’ın yaşamını bir gecelik
bağışlar; Şehrazad da ilk masalı bitirir bitir­
mez yeni bir masala başlar. Şehriyar bu
masalın da sonunu öğrenm ek istediği için,
Şehrazad’ın yaşamını gene bir günlüğüne
bağışlar. Şehrazad oyununu, masallarıyla bü­
yülenen ve artık eşine güvenen Şehriyar
yeminini bozuncaya kadar binbir gece boyun­
“Bu nedir?'’'’ ca sürdürür.
-Ağaca tırm anan bir ayı. Şehrazad’ın anlattığı masallar, prensler ile
prenseslerin, sultanlar ile kölelerin, tüccarlar
“Dört tane 5 ile 56 nasıl yazılır?'’’’ ile rakkaselerin (dans eden güzel kadınların),
cinler ile perilerin serüvenleriyle doludur.
55H— | — =56 Bazı masallarda, Bağdat Halifesi H arun Re-
şid’in kılık değiştirerek halkın arasında dola­
şırken başından geçenler anlatılır. Halife hak­
Yukarıda örnekleri görülen bilmeceler çok sızlıkları düzeltir, suçluları cezalandırır. Bir
çeşitlendirilebilir. Bilmece üzerine yazılmış başka masalın konusu, Prenses Perizad’ın
birçok kitap vardır. Gazete ve dergi gibi ya­ konuşan kuşu, şarkı söyleyen ağacı ve altın
yınların birçoğu bilmeceler yayımlar ve bazı­ gölü arayışıdır.
ları ödüllü yarışmalar düzenler. “Ali Baba ve Kırk H aram iler” de Binbir
Gece M asallarindan biridir. Kırk Haram iler
BİNBİR GECE MASALLARI, doğu dünya toprak küplerin içinde gizlenerek Ali B aba’ya
sındaki eski masalların derlenmesinden oluş­ saldırmayı planlarlar, ama bir cariye onları
muş bir kitaptır. Masalların tümü aynı kişi görür ve küplerin içindeki haramilerin üstüne
tarafından anlatılmış izlenimi verirse de, ger­ kızgın yağ dökerek Ali Baba’yı kurtarır.
çekte bunlar değişik kimselerin öyküleridir. Bazı masallar da, gizemli yerleri dolaşan ve
14.-16. yüzyıllarda Mısır’da bugünkü biçim­ olağanüstü serüvenler yaşayan Gemici Sin-
lerini aldıkları sanılmaktadır. bad’ın yolculuklarına ilişkindir. Masalın birin­
BİNGÖL 195

de Sinbad, bir deniz kazası sonunda düştüğü 2.500 ile 2.900 metre arasında olan dağlarla
adadan, atkısını Züm rüd-ü Anka kuşunun kaplıdır. İlin kuzey kesiminde Karagöl ve
ayağına bağlayarak kurtulur. Kuş denizi aşar Şeytan dağları yer alır. Asıl kütlesi Erzurum
ve onu arkadaşlarına ulaştırır. Bir başka ilinin güneyi ile Muş ilinin kuzeybatısında yer
serüvende Sinbad kendini, bir fili yutacak alan Bingöl D ağları’nın güneybatı uzantısı
kadar büyük bir yılanın mağarasında bulur. olan Şerafettin Dağı ilin doğu kesiminde,
Am a, Sinbad her türlü zor durum dan kurtu­ A kçakara Dağı güney kesiminde, Akdağ ile
lacak ve kötü yazgısını yenecek kadar bece­ Karaboğa Dağı da batı kesiminde bulunur.
riklidir. Fırat Irm ağı’nın başlıca iki kolundan biri olan
Binbir Gece Masalları, A rabistan’a, İran M urat Irmağı ilin güneyinde, doğu-batı doğ­
yoluyla, H indistan’dan gelmiştir; bazıları İsa’ rultusunda akar. İlin öbür akarsuları, M urat
dan dört yüzyıl öncesine uzanır. M asallar Irm ağı’na Genç ilçesi yakınında karışan Göy­
A vrupa’da ilk kez, Antoine G alland’ın çeviri­ nük Suyu ile il sınırları dışında katılan Peri
siyle 1704’te Fransa’da yayımlandı. İngilizce Suyu'dur. İlde rastlanan düzlük alanlar Karlı­
çevirisini ise, 1830-41 yılları arasında Edward ova, Bingöl ve Genç ovalarıdır. İlin dağlık
William Lane yaptı. Binbir Gece Masalları ve yörelerinde çok sayıda küçük göl vardır.
17. yüzyılda John Bünyan’ın yazdığı Hac Söylencelere konu olan bu göller, buzul
Yolunda ( Pilgrim’s Progress; 1678-84) belki aşındırması sonucunda ortaya çıkan çukurluk­
de, dünyada kuşaklar boyunca en çok yaygın­ larda biriken sularla oluşmuş buzul gölleridir.
lık kazanmış masal kitaplarıdır. Bu ikisi, İncil
dışında, en fazla yabancı dile çevrilen kitap­
lardır. Binbir Gece Masalları, Türkçe’ye de BİNGÖL İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
çevrilmiş, en eski çeviri 1429’da yapılmıştır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 8.125 km2.
1842’de Cezayirli Ahm et Nazif’in çevirisinden NÜFUS: 241.548.
bu yana da masalların çeşitli çevirileri yayım­ İL TRAFİK NO: 12.
lanmıştır. İLÇELER: Bingöl (merkez), Adaklı, Genç, Karlıova, Kiğı,
Solhan, Yayladere.
BİNGÖL ili, genellikle dağlık ve engebeli bir İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Mendo ve Soğuksu mesireleri;
Kös Kaplıcası; Kral Kızı (Dara-Hini); Seritarius, Kiğı
yeryüzü yapısı olan Doğu Anadolu Bölge- kaleleri; Ahpik mağaraları; Mürsel Paşa Abidesi.
si’nin orta kesiminde yer alır. Adından da
anlaşılacağı gibi bu ilimizde pek çok göl
vardır. Bingöl D ağları’ndaki bu göllerin olu­ Eskiden dağlık alanlarda geniş yer tutan
şumuna ilişkin birçok söylence dolaşır. Bun­ meşe orm anları, filizlerinin hayvanlar tarafın­
lardan birine göre Akkoyunlu Hüküm darı dan yenmesi ve odun elde etm ek için düzensiz
Uzun Haşan ordusuyla bu dağlardaki göllerin kesim sonucunda azalmakla birlikte bu ilimiz
yakınında konaklamış. Uşaklarından biri ke­ orman bakımından Doğu A nadolu’nun en
silmiş bir ördeği temizlemek için gölde yıkar­
ken, ördek canlanıvermiş ve uçup gitmiş. Göl
suyunun abıhayat (ölümsüzlük suyu) olduğu­
nu anlayan Uzun Haşan o kadar göl arasında
ördeğin yıkandığı gölü bulmak için uğraşmış;
bulamayınca da buraya Bingöl adını vermiş.
Bir söylence de Köroğlu ile ilgilidir. Köroğlu,
bu yöredeki bir gölün suyundan içenin ölüm­
süzlüğe kavuşacağını işitir. Babasını da alarak
buraya gelir ama aradığı göl bin parçaya
bölünerek yitip gitmiştir.

Doğal Yapı
Bingöl ili topraklarının yüzde 80’i yüksekliği
196 BİNGÖL

zengin illerinden biridir. Dağların yüksek


kesimlerindeki düzlüklerde Alp tipi çayırlar
vardır {bak. A l p B İT KİL ER İ).
Bingöl ilinde kışlar çok sert ve karlı geçer.
En çok kış ve ilkbahar aylannda yağış alan
ilde kışın sıcaklık —20°C’nin altına bile düşe­
bilir. M urat Irmağı vadisinde iklim daha
ılımandır.
Doğu Anadolu kırık kuşağı üzerinde yer
alan ilin çeşitli kesimlerinde bugüne kadar
birçok şiddetli deprem olmuştur. Son olarak
22 Mayıs 1971’deki deprem de yüzlerce insan
Anadolu Yayıncılık Arşivi
yaşamını yitirmiş ve Bingöl kenti yeniden
Üç gözlü olan Ahpik Mağaraları'na 15 basamaklı bir
kurulmasını gerektirecek ölçüde yerle bir merdivenle çıkılır.
olmuştur.

Tarih ilk insan topluluklarının buraya İÖ 1300’lerde


Bingöl ilinin eski adı Ç apakçur’dur. Çapakçur geldiği sanılmaktadır. 1071 Malazgirt Sava-
Kutsal K itap’a (Tevrat-İncil) göre “temiz su” şı’ndan sonra Bingöl yaylaları Selçuklular’ın
ya da “Cennet Suyu” anlamına gelir. Hitit, eline geçti. 1243’te Kösedağ Savaşı’nda Sel-
U rartu, M ed, Pers, M akedonya, Selevkos, çuklular’ı yenen Moğollar yöreye egemen
Rom a, Sasani, Ermeni ve Bizans yönetim le­ oldular. D aha sonra A kkoyunlular’a ve Safe-
rinde kalmış olan Bingöl yöresinde yaşayan viler’e geçen il, 1514 Çaldıran Savaşı’ndan
sonra Osmanlı topraklarına katıldı. I. Dünya
Anadolu Yayıncılık Arşivi Savaşı sırasında Rus ordularının saldırısına
uğrayan Bingöl, Cum huriyet’in ilk yıllarında
il yapılan G enç’in ilçe merkeziydi. Genç,
daha sonra ilçe olarak Elazığ, sonra da M uş’a
bağlandı. 1936’da kurulan Bingöl ilinin m er­
kezi yapılan Ç apakçur’un adı 1945’te Bingöl
olarak değiştirildi.

Ekonomi
İl ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır.
Bingöl D ağlarının yüksek yaylalarındaki su­
lak otlaklar hayvancılık için çok elverişlidir;
çok sayıda koyun ve kıl keçisi beslenir.
Hayvancılık canlı hayvan ticaretine yönelik
olduğu için peynir ve tereyağı gibi hayvansal
ürünler yeterince elde edilmez. Arıcılıkla
uğraşılmasına karşılık modern yöntem ler kul­
lanılmadığından arıcılık da gelişmemiştir.
Bingöl yaylalarında beslenen hayvanlar ge­
nellikle A rap ülkelerine satılmaktadır.
Bitkisel üretime elverişli akarsu vadilerin­
deki düzlüklerde tarla ve bahçeler vardır. Bu
alanlarda buğday, şekerpancarı, karpuz ve
domates yetiştirilir. İlin önemli bitkisel ürün­
lerinden biri de cevizdir.
Bingöl'ün Kiğı ilçesindeki Mürsel Paşa Abidesi. İl topraklarında demir, fosfat ve linyit
BİNGÖL 197

Bingöl'ün başlıca geçim


kaynağı hayvancılıktır.

* g v
«MLfelfcJfc. ggjfee

Anadolu Yayıncılık Arşivi

yatakları vardır. İlin tek sanayi kuruluşu yem yapıldı. D ere kıyısına yakın olan evler su
fabrikasıdır. baskınına uğrayıp, yamaçtaki evlere de yuka­
rıdan taş ve kaya blokları düşmeye başlayın­
Toplum ve Kültür ca, kentleşmeye başlayan kasabanın buradan
Bingöl ilinde yaşayan halkın toplumsal yapı­ taşınmasına gerek duyuldu. 1950’lerde dere
sında aşiret ilişkileri etkisini sürdürm ekte, yatağının güneyindeki yüksek düzlüğe yeni
ağalık ve şeyhlik kurum lan gücünü korum ak­ bir yerleşme kuruldu. Valilik, resmi kuruluş­
tadır. Kışı K ahram anm araş, Diyarbakır ve lar, okullar, devlet hastanesi ve işyerleri bu
Şanlıurfa’daki ovalarda geçiren bazı aşiretler, kesimdedir. Kentin eski bölümündeki evlerin
yazın sürülerini Bingöl yaylalarında otlatabil­ hemen hepsi boştur. 1970’lerde devletçe kent­
mek için ağalara yüksek kira bedeli ödemek te deprem e dayanıklı konutlar yaptırılmıştır.
zorunda kalırlar. Göçerlik nedeniyle çocukla­
rı okula gidemeyen bu aşiretlerden bazıları Anadolu Yayıncılık Arşivi

devletin gösterdiği topraklara yerleşmiştir.


Okula gidemeyen bu çocuklar T ürkçe’yi ve
okuma yazmayı ancak askere gidince öğre­
nirler.
Bingöl halı ve kilimleri, göz alıcı renkleri ve
desenleriyle ilgi çeker. “Cacım” dedikleri
cicim kilimlerini battaniye olarak da kulla­
nırlar.

İl Merkezi: Bingöl
İlin orta kesiminde yer alan ve iki bölümden
oluşan kent Bingöl Ovası’nın kuzeybatısında
kurulm uştur. Göynük Suyu’nun kollarından
olan ve bugün Bingöl Deresi adıyla anılan Sağ-
yer Deresi kıyısındaki eski Çapakçur, kırsal
nitelikli, gelişemeyen küçük bir yerleşmeydi.
Çapakçur gelişmeye başlayıp nüfusu artınca Bingöl kenti 1950'lerde yüksek bir
dere kıyısına ve yamaçlara inen konutlar düzlükte yeniden kurulm uştur.
198 BİNİCİLİK

Elazığ-Muş karayolu kentin 2 km kuzeyinden Ata Binme ve Attan İnme


geçer. A ta binmek için, binici atın sol tarafın­
Kentin nüfusu 34.024’tür (1985). da durur; dizginleri sol elinde, atın başını
alıp gitmesini engelleyecek bir uzunlukta tu­
BİNİCİLİK. Biniciliğin çok eski zamanlardan tar.
beri var olduğu bilinir. Süvari denen atlı Sol omzu atın sol tarafında olacak biçimde,
askerler tarih boyunca savaşlarda önemli bir yüzü atın kuyruğuna dönük olarak durur ve
rol oynamıştır (bak. S a v a ş v e S a v a ş A r a ç l a - sol elini atın iki kürek kemiği arasındaki
Rl). Çinliler İ Ö 2600’de süvari birlikleri boşluğa koyar. Sol ayağını, sağ elinin yardı­
kullanmışlardı. Binicilikte ustalık ve rahatlık mıyla üzengiye yerleştirir, ayağıyla bastırarak
5. yüzyılda eyerin bulunmasından sonra arttı. üzengiyi kolanın altına doğru iter, olduğu
Daha önceleri biniciler ya doğrudan atın yerde ata doğru döner ve eyerin ortasını ya da
sırtına ya da eyer yerine konulan bir kilim ya öte yandaki kenarını tutarak hafifçe sıçrayıp,
da battaniye üzerine otururdu. Ortaçağ şö­ sağ bacağını atın üzerinden aşırır, yavaşça
valyeleri, yarışma ve savaşlardaki çarpışmala­ eyere oturur; ayağı ile yoklayarak yerini
rın sarsıntısına karşı koyabilecek büyük ve bulduğu üzengiye sağ ayağını geçirir ve diz­
ağır eyerler kullanırlardı. ginleri toplar. A ta binerken sağ elle eyeri
Binicilikte başlıca iki biçim vardır: İngiliz tutup kendini yukarı çekmek yanlış bir hare­
ve batı biniciliği. İngiliz biniciliği spor am a­ kettir; eyerin yerinden çıkmasına neden olur.
cıyla yapılan biniciliktir; batı biniciliği ise A ttan inmenin değişik biçimleri vardır.
Am erika kıtalarında kovboy denen sığır ço­ Genellikle, binici önce atı durdurur, dizginle­
banlarına özgü biniciliktir. Uzun üzengili ağır ri ve kamçıyı sol eline alıp iki ayağını da
eyerler kullanan kovboylar, bacakları düz üzengilerden çıkarır. Sonra öne doğru eğilir,
duracak biçimde ata binerler. sol elini atın boynuna, sağ elini eyerin ön
Çağdaş İngiliz biniciliği, binicinin güvenli­ bölümüne dayar ve sağ bacağını atın sırtından
ğini, at üzerindeki denetimini ve atın rahatlı­ çekerek, yere zıplar. Binici yavaşça parm ak
ğını dikkate alarak geliştirilmiştir. uçları üzerine düşmeli ve atın ön bacaklarına
Ç o c u k la r a ta b in m e y i, g e n e llik le b o y la ­ çarpmamaya dikkat etmelidir. Daha sonra
rın a u y g u n , y e r e s a ğ la m b a s a n m id illile rd e dizginleri sağ elle ve geme yakın bir yerden
ö ğ r e n ir le r (bak. MİDİLLİ). tutmalıdır. A ttan inmeden önce her iki ayağın

Batı eyeri ingiliz eyeri

— ön kaş
arka kaş —
oturacak yer-
ön kaş-----

yastı k-

binicinin
arka donanım

üzengi kayışı

tepindirik

kolan

üzengi

Bir koşumla batı ve İngiliz türünde iki eyerin başlıca bölüm leri.
BİNİCİLİK 199

doğru
bacak konumu

dizginlerin
tutuluşu
üzengi boyu

da üzengilerden çıkarılmış olması, dikkat üzengi demirine koyabilir. Ayağının tüm ünü
edilecek en önemli noktadır. yerleştirmek deneyimsiz biniciler için daha
fazla güvenlik sağlar, oysa yalnızca ayak
Binicilikte Duruşlar ucunu üzengi demirine koymak biniciye daha
Binici eyerin üstünde, başı ve vücudu dik, iyi bir denetim olanağı verir ve baldırlar ile
yüzü ileriye dönük bir biçimde oturur. Sırtını topukların etkili bir biçimde kullanılabilmesi­
kasmaz, hafif öne eğik durur, baş rahattır. ni sağlar. Binici elleri, bacakları, sesi ve
Eyerin önüne doğru ve sıkıca oturur. kamçısıyla atın harekete geçmesini, yönlendi­
Üzengilerdeki ayaklar yaklaşık 45° açıyla rilmesini ve denetimini sağlar.
dışarıya dönük olmalı, topuklar ayak ucundan A ta çok çeşitli yürüyüş ve koşu biçimleri
hafifçe aşağıda ve dizler eyere değecek biçim­ öğretilebilir. En yaygın olanları yürüyüş, tırıs,
de durmalıdır. Binici yukarıdan bakınca diz­ eşkin ve dörtnaldır. Yürüyüşte atın adımları
kapağı hizasından ileri çıkan ayak ucunu sol arka, sol ön, sağ arka, sağ ön gibi bir
görmelidir. Ayaklar üzengiye yerleştirilme­ düzen içindedir. H er adım atışta, ayakların
den bacaklar serbest olarak aşağıya sarkıtıldı- ikisi ya da üçü yere basar. Atı yürütm ek için
ğı zaman, üzengi demiri ayak bileklerine dizginler hafifçe tutulur ve bacaklarla usulca
değiyorsa, üzengi kayışlarının boyu doğru bastırılır. A t hareket edince, gidişi bacaklar
demektir. ve dizginlerle denetlenir.
Dizginler sol elde ya da parm aklara sarılmış Tırısta atın çapraz durumdaki iki bacağı
olarak her iki elde tutulur. Yuların gerginliği aynı anda hareket eder. Tırıs yumuşak ve
atın ağzının duyarlığına göre ayarlanmalıdır dengeli bir gidiştir. Binici eyerde rahatça
ve çok gergin olmamalıdır. oturabileceği gibi, ağırlığını üzengiye vererek
Binici ayağını ya da yalnızca ayak ucunu hafifçe eyerden kalkabilir.
200 BİNİCİLİK

Eşkin gidişe tınsın hızlanmasıyla geçilir. Bu gibi boydan boya sıkıca çekilen bir fırçayla
gidiş sallanan bir koltukta oturuyormuş ya da hayvan tım ar edilir. Kaşağı, beden fırçasını
dalgaya tutulmuş izlenimi verir. Binici eyer­ temizlemek için kullanılır.
de yürüyüşte olduğu gibi oturur. Eşkin gidiş­ A rka bacaklar tım ar edilirken, kuyruğu
te, bir ön ayakla iki arka ayak aynı anda yukanda tutm akta yarar vardır. Böylece atın
yerden kesilir. Sonra öteki ön ayak ve iki arka kuyruğunu savurması ya da çifte atması ön­
ayak ileri atılır; üç sayılı bir ritmi vardır. lenmiş olur.
Binici eşkin gidişte atı bir yöne döndürm ek Bacaklara yapışmış kuru çamuru temizle­
isterse bunu dönüş yönündeki ön ayak ileri mek için sert bir fırça kullanılır. Yele, kuyruk
atıldığı sırada yapmalıdır, yoksa atın ayaklan ve gövdenin daha duyarlı bölümleri için ise
birbirine dolaşıp düşebilir. yumuşak bir fırça kullanılmalıdır. D aha son­
Eşkin hızlanınca dörtnal gidişe geçilir. ra, pamuklu ya da ketenden bir bezle hayvan
D örtnalda ayakların hareketi eşkinin aynıdır; tepeden tırnağa ovulur. Göz ve burun delikle­
binici bütün ağırlığını öne verir. Biniciliğe riyle kuyruk altı iki ayrı süngerle temizlenir.
yeni başlayan bir kişi hiçbir zaman atı yokuş Ayrıca tırnakları törpülenir.
aşağı eşkin ya da tıns sürmemelidir. A tlara ve midillilere, sevecen ve akıllı bir
A t, dizginler hafifçe çekilerek ve baldırlarla ana babanın çocuklarına davrandığı gibi dav-
biraz sıkıştınlarak durdurulabilir. ranılmalıdır. Ahır ya da barınakları kuru,
temiz ve havadar olmalı, iç açıcı, çiçekli ya da
Atların ve Midillilerin Bakımı ağaçlık bir yere bakmalıdır. Hayvanlar çevre­
Yulaf, saman ve kepek en yaygın besin den yalıtılmamak, trafiği, insanları ya da
m addeleridir. Bir atın doğal besini ottur, bu başka hayvanları bulundukları yerden izleye­
nedenle ilkbaharda ve yazın hayvanları otla­ bilmelidir. Altlarına konan saman ya da talaş
maya çıkarm akta yarar vardır. A ynca atlar ve her gün değiştirilmelidir (bak. AT; MİDİLLİ).
midilliler haşlanmış arpa, mısır, havuç, elma,
salatalık ve öteki sebzeleri de severler. Türkiye'de Binicilik
Midillilere düzenli aralıklarla günde üç T ürkler’in biniciliğe ilgisi O rta Asya’da göçe­
öğün yem verilmelidir. H er zaman içme suyu be olarak yaşadıkları eskiçağlara dayanır.
taze, su kabı temiz olmalıdır. Hayvan terliy­ Eski Türkler’in çöğen, cirit gibi at sırtında
ken soğuk su verilirse kolayca hastalanabilir. oynanan oyunlarda usta oldukları bilinir.
Serinlemesi için çok az su verilebilir. Yemlik­ O rta A sya’da İÖ 4. yüzyılda eyer kullanıldığı­
te “yalama tuzu” bulunması atın sağlığı için nı gösteren arkeolojik bulgular vardır.
çok gereklidir. Midilliler, ağır iş görmedikçe, Yerleşik yaşama geçildikçe ve Osmanlı
yulafla beslenmemelidir. Çünkü yulaf alkollü dönem inde, özellikle kentlerde binicilik öne­
içki gibi başlarına vurur. A tlan ve midillileri mini yitirdi ve askeri amaçlarla sınırlı kaldı.
dikkatle gözlemekle, sağlıklarının yerinde 1913’te Sipahi Ocağı’mn kurulması binicilikte
olup olmadığını anlayabiliriz. Sağlıklı hayvan­ düzenli bir çalışmaya yönelişi gösterir. Cum ­
lar verilen yiyecekleri iştahla yer, çevrelerine huriyet döneminde A nkara, İzmir ve A dana’
karşı ilgili, canlı ve atiktirler. Tüyleri ipek gibi da düzenlenen at yanşları sivil biniciliğin
kaygan olur. Çayırda otlatılan atlar sağlıklı gelişmesinde yararlı olmuştur. İlk uluslararası
olurlar. Açık havada hareket olanağı bulmak­ karşılaşma 1931’de Bulgaristan ile yapıldı.
tan dolayı, davranışları daha uyumlu olur. Türkiye 1932’de Uluslararası Binicilik
A tlar, hava koşullan ne olursa olsun, dışarıda Federasyonu’na üye oldu. İlk altın madalyayı
kalabilirler. ise 1934’te Uluslararası Viyana Konkurhipik-
A tlann tüylerini temizlemek için yapılan leri’nde Cevat Gürkan kazanmıştır. 1937
tım ar başlangıçta zor bir iş gibi gözükebilir, Londra ve 1938 Rom a konkurhipiklerinde de
oysa nasıl yapılacağı bilinirse, pek zor olmadı­ Türk takımı birincilikler elde etti. II. Dünya
ğı anlaşılır. Tım ara başlarken bacaklar açık ve Savaşı sonrasında, uluslararası karşılaşm alar­
dengeli bir durum da attan biraz uzakta duru­ da birincilikler kazanılan 1954-59 arasındaki
lur. Atın başından kuyruğuna doğru, süpürür başarılı dönemi durgun bir dönem izle­
BİRA VE BİRACILIK 201

miştir. D aha sonra 1968 Balkan Binicilik meye başlamıştır. Sonradan bu taneler suda
Şam piyonasında ve Uluslararası Viyana ezilince içlerindeki şeker çözünmüş ve bu
K onkurhipiklerim de yeni birincilikler kaza­ çözeltiye karışan bir mayanın etkisiyle kendi­
nılmıştır {bak. KONKURHİPİK). liğinden alkollü bir içkiye dönüşmüş olabilir.
1974’te Binicilik Federasyonu tarafından Kuşkusuz bu ilk biranın içinde şerbetçiotu
A nkara’da Binicilik Okulu kuruldu. 1976’da yoktu. İnsanlar yüzyıllar boyunca biranın
İstanbul’da yapılan Balkan Binicilik Şampiyo­ içine çeşitli otlar katarak değişik bir tat
n asın d a takım olarak derece alınamadıysa da aradılar, ama biraya şerbetçiotu katılması
son yıllara göre belli bir hareketlilik sağlan­ ancak 14. yüzyılda yaygınlaştı. Özellikle ik­
mıştır. 1979’da A tina’da yapılan Balkan Bini­ limleri bağcılığa elverişli olmayan kuzey ülke­
cilik Şam piyonasında Türk Takımı Balkan lerinde hızla şarabın yerini alan bira bugün de
İkincisi olurken, Hakan Özcan da Atina A lm anlar’ın, İskandinavlar’ın ve İngilizler’in
Kupası’m kazandı. 1984 Balkan Binicilik geleneksel içkisidir.
Şam piyonasında ise Türk Bayan Milli Takımı
Balkan İkincisi oldu. Günümüzde Bira ve Bira Yapımı
Almanya ve İngiltere’de özel adlarla anılan
BİRA VE BİRACILIK. Bira, çimlenmiş tahıl­ pek çok bira çeşidi vardır. Alman ve İngiliz
lardan, özellikle arpadan yapılan ve kendine biraları genel olarak mayalama yöntemleri ve
özgü kokusu ile tadını şerbetçiotundan alan malta katılan şerbetçiotu miktarıyla birbirin­
alkollü bir içkidir. A rpa önce malt haline den ayrılır. İngiliz biraları üst mayalama
getirilir; sonra bir dizi işlemden geçirilen malt yöntemiyle üretilir, alkol oranı yüzde 4-
mayalanarak biraya dönüştürülür (bak. MALT; 6,5’tur ve içindeki şerbetçiotu m iktan lager
Şe r b e t ç îo t u ). denen Alman biralanndan daha fazladır. Yal­
Bira yapımının başlangıcı neredeyse tahıl nız İngiltere’de ale denen ve şerbetçiotu katıl­
tarımı kadar eskiye dayanır (bak. TARIM m adan yapılan biralar da vardır. Alt m ayala­
TARİHİ). B u içkiyi ilk kez 8.000 yıl kadar önce mayla üretilen Alm an biralarında daha az şer­
A kdeniz’in doğu kıyılarındaki halkların yaptı­ betçiotu vardır ve alkol oranı yüzde 3-5’tir.
ğı sanılmaktadır. Eski Mısırlılar, insanlara Alman biralarından biri olan Pilsener tipi bira
bira yapmayı tarım tanrısı Osiris’in öğrettiği­ T ürkiye’de de üretilir.
ne inanırlardı. Eski Mısır’dan başka Babil ve Bira yapımında ilk adım arpayı malt haline
U r’da da bira yapıldığı, bağcılık ve şarapçılı­ dönüştürm ektir. Başka tahıllarla ve nişastalı
ğın yaygınlaşmasından önce A kdeniz’de bira­ bitkilerle de bira yapılır; ama en çok kullanı­
cılığın bilindiği yazılı kaynaklardan anlaşıl­ lan hamm adde arpadır. A rpa taneleri büyük
m aktadır. beton ya da demir kaplarda suyla ıslatılarak
çimlenmeye bırakılır. Böylece tanelerdeki ni­
Biracılığın Başlangıcı şasta şekere dönüşür. Fırınlarda sıcak havayla
Bugün genellikle büyük bira fabrikalarında kavrulup nem oranı düşürülen ve çimlenmesi
binlerce varil dolusu bira üretilir. Am a çağdaş durdurulan bu maltın artık kendine özgü,
üretim tekniği, Eski M ısır’ın m utfaklarında ve bisküviye benzer bir tadı vardır. Bira üretim
ortaçağ A vrupa’sının m anastırlarında uygula­ birimlerine getirilen malt burada öğütülür ve
nan teknikten pek farklı değildir. Ekmeğin lapa fıçısı denen büyük, silindir biçimindeki
de, biranın da bir rastlantı sonucunda bulun­ kaplarda sıcak suyla karıştırılır. Bazen bu
muş olması gerekir. Çünkü her ikisi için de aşamada az m iktarda mısır ya da pirinç gibi
maya gereklidir ve bu canlılar çıplak gözle başka tahıllar da katılır; ama bunlar maltlaştı-
görülemeyecek kadar küçüktür (bak. M a y a ). rılmaz.
Bu yüzden, ıslatılarak çimlendirilmiş arpaya Maltlaşma aşamasında başlamış olan deği­
maya katıldığında köpüklü bir içkinin elde şiklikler lapa fıçılarında da sürer ve tanelerin
edilebileceğini kimse kestiremezdi. Belki bir­ yapısındaki m addelerin neredeyse tümü şeke­
kaç arpa tanesi ıslanmış ve ılık, nemli bir re dönüşür. Maltoz (malt şekeri) denen bu
ortam da bulunan bütün tohum lar gibi çimlen- şeker bildiğimiz çay şekeriyle aynı yapıda
202 BİRA VE BİRACILIK

Ön Yan
Hammaddeler İşlemler Üretim Ürünler

Maltlaştırma Öğütücü

Tahıl artıkları

Su tankı Küspe ZEFA


(Hayvan yemi)

Arıtma birimi
u
Şeker
Solda: Biranın yapılışı. Üstte: Fıçılardan
bira çekmeye yarayan el pompaları ve
siyah biralarını yudum layan
/ W t çözücü m üşterileriyle tipik bir İrlanda
Şerbetçiotu birahanesi (pub). Altta: Alm anya'da,
artıkları M ünih Bira Festivali'nde bira fıçıları.
(Gübre)
Bakır
Şerbetçiotu Kurutma fırını ZE FA

Soğutucu

Maya
fazlası
Mayalama tankı (Gıda
Bira
sanayisi)
mayası

Dinlendirme
tankları

Doldurm a hattı

Şişe ve Küçük fıçı Fıçı Tanker


teneke kutu

değildir; ama ona çok benzer. Maltozla birlik­ M ayalanma tamamlandığında taze bira üç-
te bazı m addeler de suda bir m iktar çözünür; dört gün daha dinlenmeye bırakılır; sonra
elde edilen bu çözeltiye mayşe denir. Lapa fıçılara ya da depolam a tanklarına dolduru­
fıçılarından alman mayşe süzülür ve malt lur. Fıçıda ya da tankta bekletme süresi
şırası ile küspe denen tortu birbirinden ayrılır. biranın tipine ve şişeyle mi, yoksa fıçı birası
Bakır kazanlarda bir-iki saat şerbetçiotuyla olarak mı satılacağına bağlıdır. Fıçı birasının
birlikte kaynatılan şıra yeniden süzülerek bir adı da çekme biradır; çünkü bu tip biralar
şerbetçiotundan ayrılır ve soğutulur. Bu aşamadan özel bir el pompasının yarattığı basınçla fıçı­
sonra şıraya bira mayası katılarak mayalanma baş­ dan çekilerek doğrudan bardaklara dolduru­
latılır. Bu süreç üç-dört gün sürer; bu sırada maya­ lur. Bazen mahzende bekletilen fıçı biraları­
lar üreyerek çoğalır ve şıradaki şekeri alkole dö­ na, ikinci bir mayalanma sağlamak için fazla­
nüştürür {bak. M a y a l a n m a ). Mayalanma sırasın­ dan şerbetçiotu ve şeker eklenir. Böylece bira
da açığa çıkan karbon dioksit ise kabın üst bölü­ fıçıda olgunlaştırılır. Birayı durultm ak için de
münde kalın bir köpük tabakası oluşturur. peltemsi bazı m addeler, örneğin balıkların
BİRET 203

yüzme keselerinden elde edilen bir tür jelatin üzerine büyük bir düşüş gösteren üretim ve
katılır. tüketim 1986’da yeniden yükselerek bir yıl
Kullanılan malt karışımına ve üretim sıra­ sonra 250 bin tona yaklaştı. Bugün Türkiye’
sında uygulanan işlemlere göre biranın rengi, nin toplam bira üretimi içinde özel sektörün
tadı ve kokusu da değişir. Malt yüksek payı yüzde 85’i geçmektedir.
derecelere kadar ısıtılırsa bira koyu renkli,
düşük derecelerde ısıtılırsa açık renkli olur. BİRET, İdil (doğumu 1941). Daha iki buçuk
Sert biralar kavrulmuş malt ya da kavrulmuş yaşındayken müzik yeteneği ile dikkatleri
arpayla yapılır. Küçük fıçılarda ve teneke üzerinde toplayan ve uluslararası düzeyde ün
kutularda satılan biralar, hatta çoğu kez şişe kazanmış bir piyanistimiz olan İdil B iret’in
biraları soğutulur, süzülür ve pastörize edilir. doğum yeri A nkara’dır. İlk müzik bilgilerini
Bunun amacı biranın raf öm rünü uzatm ak, annesinden aldıktan sonra beş yaşındayken
yani daha uzun süre dayanmasını sağlamaktır. M ithat Fenm en’den piyano dersi almaya baş­
Bu “ölü” birayı canlandırm ak için, servis ladı. Altı yaşında Cumhurbaşkanlığı Filarm o­
sırasında içine basınçlı karbon dioksit vermek ni Orkestrası eşliğinde Bach’ın piyano kon­
gerekir. Pastörize biraların köpürmesini sağ­ çertosunu seslendirmede gösterdiği başarı
lamak için çoğu kez kimyasal katkı maddeleri üzerine “harika çocuk” olarak adlandırıldı.
de kullanılır. İdil Biret yedi yaşına bastığı yıl, müzik
eğitimini sürdürm ek üzere ailesi ile birlikte
Türkiye'de Biracılık Fransa’ya gönderilebilmesi için özel bir yasa
T ürkiye’de ilk bira fabrikası 19. yüzyıl sonla­ çıkarıldı. Fransa’da Paris Konservatuvarı’nın
rında İstanbul’da, özel sektörce kuruldu. önde gelen hocalarından Jean Doyen ile
Ama bu tarihten önce de Türkiye’de bira Nadia Boulanger’den ders almaya başlayan
biliniyordu. Örneğin 1847 tarihli bazı resmi İdil Biret, yeteneğiyle dikkatleri üzerinde
belgelerden “arpa suyu” adıyla bira üretildiği topladı. Bu sıralarda piyanist Wilhelm
anlaşılmaktadır. İsviçreli Bomonti Kardeş- Kempff’in ilgisini çekerek onunla uzun süre
ler’in Feriköy’de kurdukları ilk bira fabrikası­ çalıştı. 11 yaşındayken Wilhelm Kempff’le
nı, 1909’da gene özel bir kuruluşun İstanbul’ birlikte Paris’te M ozart’ın İki Piyano İçin
da N ektar adıyla açtığı ikinci bira fabrikası K onçertosünu seslendirdi. 1945’te Boston
izledi. Sonradan bu iki şirket birleşti ve ikinci Lily Boulanger Vakfı Ö dülü’nü kazandı.
fabrika kapatıldı. 1912’de Bom onti-Nektar
şirketi İzm ir’de bir bira fabrikası daha kurdu. Ara Güler

İstanbul’daki fabrika hem malt, hem bira


üretiyor, oysa İzmir’deki fabrika yalnızca
Bomonti fabrikasının ürettiği maltı işleyebili­
yordu.
1926’da biranın tekel maddeleri kapsamına
alınmasıyla bira üretimi devlet tekeline bıra­
kıldı. Yalnız Bom onti-Nektar şirketine 1938’e
kadar malt ve bira üretimini sürdürebilmesi
için özel izin verildi. 1934’te de A nkara’daki
A tatürk Orm an Çiftliği’nde devlet eliyle ilk
bira fabrikası kuruldu. Bir süre sonra İzmir’
deki bira fabrikası sökülerek üretimine son
verildi ve çalışma izninin süresi biten Bomon-
ti-Nektar şirketi 1939’da Tekel’e devredildi.
Biranın 1955’te tekel maddeleri kapsam ın­
dan çıkarılmasıyla 1960’larda özel sektör de
bira üretimine başladı. 1984’te biranın alkollü Altı yaşında "harika çocuk"
içki sayılarak satışının ruhsata bağlanması olarak adlandırılan İdil Biret.
204 BİRHÜCRELİ HAYVANLAR

İdil Biret 1957’de Paris Konservatuvarı’nı paratorluğu ile Rusya’nın çatışması da, uzun
birincilikle bitirdikten sonra bestecilik dersle­ süreden beri A vrupa’nın gündeminde yer
ri almaya başladı. Ama icracılık alanında ba­ alan uluslararası sorunlardan biriydi. Ayrıca,
şarılı olacağını sezerek yorumculuğa ağırlık Afrika, O rta Asya ve Ortadoğu yeni sömür­
verdi ve kısa zamanda dünyanın en iyi piya­ geler arayan devletlerin çıkar çatışmasına
nistleri arasına girdi. 1968’de Uluslararası sahne olan önemli bölgelerdi.
Olivier Messiaen Y anşm asfna jüri üyesi ola­ Böylece, birbirleriyle kıyasıya çıkar çatış­
rak çağrılan İdil Biret, 1974’te Polonya’da ması içinde olan devletler, güvenliklerine
K ültürel Yararlılık Nişam’nı aldı. yönelebilecek tehlikelere karşı önlem alma
Ülke içi ve dışında sayısız konser ve resital amacıyla aralarında çeşitli savunma antlaşm a­
veren İdil Biret, özellikle B eethoven’in yapıt­ ları yaptılar. İtilaf ve İttifak devletleri diye
larını seslendirmeye ağırlık verdi. Bu büyük anılan iki karşıt cephe işte bu tür antlaşmaların
bestecinin bütün sonatlarını uzun bir çalışma ürünüdür.
sonrasında repertuarına almayı başardı. Ayrı­
ca Beethoven’in bütün senfonilerini piyanoy­ Savaşın Başlaması
la seslendirdi ve bu çalışması plağa da alındı. Avusturya’nın 1908’de işgal etmiş olduğu
Bosna’nın Saraybosna kentinde, 28 Haziran
BİRHÜCRELİ HAYVANLAR bak. T e k h ü c r e 1914’te bir Sırp milliyetçisinin Avusturya veli-
Li H a y v a n l a r . ahtını öldürmesi savaşı başlatan kıvılcım oldu.
Bu olaydan Sırbistan’ı sorumlu tutan Avus­
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, 1914 Ağustos turya, 27 Temmuz 1914’te bu ülkeye saldırdı.
undan 1918 Kasım’ına kadar süren ve çok Rusya Sırbistan’ı destekleyince Almanya,
geniş bir bölgeyi içine alan uluslararası bir Avusturya’nın yandaşı olarak, Rusya’ya savaş
savaştır. Savaşın başlangıcında, İngiltere ve açtı; Fransa da 1892’de imzaladığı İkili İttifak
İngiliz Uluslar Topluluğu ülkeleri ile Fransa, çerçevesinde Rusya’ya arka çıktı. Bunun üze­
Belçika, Rusya, Sırbistan ve savaşa kısa bir rine Almanya, Fransa’ya da savaş açtı.
süre katılan Japonya İtilaf Devletleri’ni oluş­ Alman birlikleri Fransa’ya saldırmak için
turdu. Bu devletlere daha sonra A B D , İtalya, Belçika’ya girdiler. Daha 1839’da, herhangi
Rom anya, Yunanistan ve öbür bazı ülkeler de bir saldırı karşısında Belçika’ya yardım etm e­
katıldılar. Ö bür yanda ise İttifak Devletleri, ye söz vermiş olan İngiltere, 4 Ağustos
yani Almanya, Avusturya-M acaristan İm pa­ 1914’te Alm anya’ya savaş açtı. Böylece, I.
ratorluğu, Osmanlı İm paratorluğu ve çok Dünya Savaşı başlamış oldu.
sonra katılan Bulgaristan bulunuyordu. O yıllarda orduların savunma gücü saldırı
gücünden fazlaydı. Başlangıçta güçlü filolara
Savaşın Nedenleri sahip olan İtilaf Devletleri, denizde üstünlüğü
18. yüzyılda Sanayi Devrimi’ni gerçekleştire­ ele geçirdiler. Ama daha sonra Alman de-
rek gelişen ve zenginleşen İngiltere, dünyanın nizaltıları da ticaret gemilerini batırmaya baş­
her yerine yayılmış sömürgeleriyle, büyük bir ladı. Bu savaş aynı zamanda, etkin bir rol
imparatorluk kurmuştu. 19. yüzyılda A l­ oynamamış olsalar da, uçakların kullanıldığı
manya, Fransa, Japonya, A BD gibi bazı ilk savaştır.
ülkeler de hızla sanayileşmeye başladılar ve
19. yüzyılın sonlarına doğru özellikle Alman­ Osmanlı Devleti'nin Savaşa Girmesi
ya, İngiltere’ye ciddi bir rakip oldu. Büyü­ Osmanlı Devleti 20 Temmuz 1914’te tarafsız­
yen ekonomisinin ve artan nüfusunun gereksi­ lığım ilan etmişken, 2 Ağustos 1914’te Al­
nimlerini karşılayacak sömürgeler bulmak manya ile gizli bir anlaşma yaptı. 10 Ağustos’
için dünyaya açılmaya çalışan Almanya, bir­ ta iki Alman savaş gemisi, Goeben ve Breslau
çok yerde İngiltere ve Fransa ile karşı karşıya İngiliz gemilerinin önünden kaçarken, Ça­
gelmeye başladı. nakkale Boğazı’ndan geçip M arm ara’ya girdi.
Balkanlar’da siyasal ve ekonomik etkisini İtilaf Devletleri’nin protestoları karşısında,
artırmaya çalışan Avusturya-M acaristan İm ­ Osmanlı Devleti bu gemileri satın almış gibi
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI 205

göründü; adlarını da Yavuz ve Midilli olarak General Alfred von Schlieffen’ce (1833-1913)
değiştirip kendi donanmasına kattı. A rdın­ hazırlanmıştı. Amaç Doğu Cephesi’nde asker
dan, içlerinde Yavuz'un da bulunduğu, Os- sayısı düşük tutulurken, Alman ordusunun
manlı donanması Karadeniz’e çıktı ve bazı olanca gücüyle Belçika üzerinden Fransa’ya
Rus limanlarını bombaladı. Bunun üzerine 1 girip, Fransız ordusunu ezmesiydi. Am a
Kasım'da Rusya, 5 Kasım’da da İngiltere ve Fransızlar, Alman saldırısını Paris yakınların­
Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. da yer alan M arne Savaşı’nda durdurunca,
Osmanlılar, I. Dünya Savaşı’nda üç ana Schlieffen’in planı bozuldu ve Almanya savaşı
cephede savaştılar. Bunlar, M arm ara ve Bo­ kısa bir sürede kazanma şansını yitirdi.
ğazlar, Kafkasya ve O rtadoğu'dur. (Ayrıca Bundan sonra Batı Cephesi’ndeki savaş,
bak. O smanli İ m pa r a t o r l u ğ u .) 1918 yazma kadar siper savaşı biçiminde
sürdü. Belçika kıyısında Ostende dolayların­
Batı Cephesi dan İsviçre sınırına kadar uzanan siperler, en
Savaş çıktığında, A vrupa’nın büyük ülkele­ azından 180 m etre eninde ve dikenli tellerle
rinde tüm sağlıklı erkeklerin iki ya da üç yıl örülmüş bir bölgeyle birbirinden ayrılıyordu.
askerlik yapmalarını zorunlu kılan bir sistem H er iki tarafın da ağır kayıplar verdiği savaşta
uygulanıyordu. Bu nedenle de bu ülkelerin topçu mermilerinin toprakta açtığı çukurlar
birkaç milyonu bulan orduları vardı. İngilte­ ilerlemeyi zorlaştırıyordu. Genellikle savun­
re’de ise gönüllülerden oluşan ordu çok daha mada kalan Alm anlar 1915’te bu cephede ilk
küçüktü ve bu ülkede zorunlu askerlik ancak kez zehirli gaz kullandılar. İtilaf askerleri
1916'da başladı. önce paniğe kapıldılarsa da, daha sonra
Kara savaşlarının geçtiği en önemli iki gaz maskeleriyle kendilerini koruyarak Al­
alana, A lm anya’nın batısı ve doğusu anlamın­ man saldırısını püskürttüler (bak. KİMYASAL
da, Batı Cephesi ve Doğu Cephesi adları Sa va ş ).
verildi. Daha sonra İtilaf Devletleri deniz İngilizler, siper ve engel tanımayan zırhlı
kuvvetlerinin desteğiyle savaşı, özellikle O r­ bir motorlu taşıt olan tankı ilk kez bu cephede
tadoğu ve Doğu Akdeniz’de, yeni bölgelere kullandılar (bak. T an k ). Ne var ki, 15 Eylül
sıçrattı ve A lm anlar’m sömürgelerini ele ge­ 1916’da Somme Irmağı yakınlarında az sayıda
çirme olanağı buldu. Bir başka cephe de tankla saldırıya geçmiş olmaları, başarı şans­
1915’te İtalya’nın Avusturya-M acaristan İm- larını yitirmelerine yol açtı.
paratorluğu’na saldırmasıyla, bu iki ülke ara­ Somme Savaşı, Batı Cephesi’ndeki büyük
sındaki Isonzo vadisinde açıldı. çatışmaların tüm özelliklerini taşıyordu. İngi­
A lm anlar’m iki cephede birden savaşabil­ liz komutanı Sir Douglas Haig'in (1861-1928)
mesini sağlayacak bir savaş planı, 1905’te yönettiği saldırı Alman siperlerinin bir hafta
süreyle bom bardıman edilmesiyle başladı. Yi­
Imperial War Museum
nelenen saldın ve karşı saldırılarla gelişen
savaş, kasıma kadar sürdü.
Batıdaki önemli çatışmalardan bir başkası
da A lm anlar’m V erdun’deki Fransız tabyala­
rına karşı giriştikleri saldırıdır. 1916’daki bu
çatışmada, önce geri püskürtülen Fransızlar,
yıl sonuna kadar G eneral Henri Philippe
Petain (1856-1951) kom utasında, yitirdikleri
toprakların çoğunu geri aldılar.
1917’de de şiddetle süren, büyük can ve
mal kaybına yol açan çatışmalar Batı C ephe­
si’nde iki tarafı da zayıflattı. 1917’de Fransız
ordusunda baş gösteren ayaklanmaları önle­
mek ve genelde duruma bir çözüm bulmak
İngiliz piyadeleri bir saldırıdan önce süngü takarken. için Sir Douglas Haig, Ypres yakınlarında
206 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

ya’ya saldıran Alm anlar, R um enler’i büyük


bir yenilgiye uğrattılar.
İtalya, İtilaf Devletleri’ne 1915’te katıldı.
İtalya ile Avusturya sınırındaki dağların do­
rukları Avusturyalılar’ın elinde olduğundan,
İtalyanlar zorlu çatışmalar sonucu çok az
ilerleyebildiler ve ağır kayıplar verdiler.

Osmanlı Cepheleri
Kafkasya Cephesi. 1914’te Ruslar Sarıkamış
üzerinden Erzurum ’a doğru ilerlediler. Enver
Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu A rda­
han ve Sarıkamış’ta, şiddetli kışın da etkisiy­
le, çok büyük kayıplar verdi. 1916’da geniş
Acme çaplı bir saldırı başlatan Çarlık Rusya’sı bir­
Alm an askerleri top ateşiyle yıkılmış bir likleri, Trabzon ve Erzincan’ı alarak, Van
Fransız köyünden geçiyorlar. G ölü’ne kadar indiler. Osmanlı ordusunun
başlattığı karşı saldırı Muş ve Bitlis’in geri
alınmasından sonra durduruldu. Bundan son­
yeni bir saldırı başlattı. Üç ay süren şiddetli ra bu cephede önemli bir gelişme olmadı.
çatışmalardan sonra bu saldırı da Passchen- Marmara ve Boğazlar Bölgesi. Kafkas Cep-
daele bataklıklarında son buldu. hesi’ndeki Ruslar’a yardım etm ek amacıyla
yeni bir cephe açmaya karar veren İtilaf
Doğu Cephesi Devletleri, 19 Şubat 1915’te Çanakkale Boğa-
Doğu Cephesi’nde savaş, batıya göre daha zı’nda bir saldırı başlattılar. Boğazı geçme
belirsiz bir çizgide sürdü. Saldıran tarafın girişimleri başarısızlığa uğrayınca geri çekilen
gücüne göre zafer kimi zaman bir tarafın,
Imperıal War Museum
kimi zaman öbür tarafın oldu. 1914 Ağus-
tos’unda Doğu Prusya’ya giren Ruslar, Tan-
nenberg Savaşı'nda, daha sonra bütün Alman
ordularının başına geçecek olan Paul von
Hindenburg (1847-1934) ve Erich Ludendorff
(1865-1937) komutasındaki birliklerce büyük
bir yenilgiye uğratıldı.
1915 yazında Alm anlar, Ruslar’ı Doğu
Cephesi’nde geri püskürtünce, bu başarıdan
um utlanan Bulgarlar da İttifak Devletleri’ne
katıldılar. Almanya, Avusturya ve Bulgaristan
birlikleri Sırbistan’ı işgal ettiler. Sırbistan’a
yardım etm ek için Yunanistan’ın Selanik ken­ AvustralyalI piyadeler 1915'te Gelibolu'daki Türk
tine çıkarma yapan İtilaf Devletleri savaşın siperlerine saldırdı.
sonuna kadar başarı sağlayamadılar.
Ruslar 1916’da silah ve cephane açısından
büyük sıkıntı içindeyken, bugün SSCB’yi İngiliz ve Fransız donanm aları, 25 Nisan’da
Rom anya’dan ayıran dağlık Bukovina bölge­ Gelibolu’ya çıkarma yaptılar. Mustafa Kemal
sinde, Avusturyalılar’a karşı beklenmedik bir ve Liman von Sanders yönetimindeki Türk
saldırıya giriştiler. Bu saldırının başarıyla birliklerinin kararlı direnişleri sonunda Aralık
sonuçlanmasından yüreklenen Rom anya, İti­ 1915-Ocak 1916’da tüm İtilaf birlikleri M ar­
laf Devletleri’ne katılmak istediyse de, Batı m ara ve Boğazlar bölgesinden çekildi (bak.
Cephesi’nden çektikleri birliklerle Roman- Ç ana kkale Sa v a şla ri ).
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI 207

D aha batıda, İngiliz orduları ve İngiliz


Uluslar Topluluğu birlikleri Mısır’dan sonra
Sina Çölü’nü geçerek Filistin’e doğru ilerledi-
lerse de Gazze’de Osmanlı ordusuna iki kez
yenilince, bir yılı aşkın bir süre burada kaldı­
lar. İngiliz birliklerinin başına getirilen G ene­
ral Edm und Allenby (1861-1936) 1917 sonba­
harında başlattığı saldın ile Osmanlı orduları­
nı ikiye bölerek 9 Kasım’da Kudüs’ü işgal etti.
Birliklerin çoğu Batı Cephesi’ne yardıma
gönderildiğinden, savaş uzunca bir duraklam a
İletişim Yayıncılık Arşivi
dönemine girdi. H indistan’dan yardım alan ve
Suriye Cephesi'nde Osmanlı askerleri. İngiliz casusu T. E. Lavvrence’in (1888-1935)
kışkırttığı A rap ayaklanmasından yararlanan
Ortadoğu Cephesi. Savaşın başında Suriye, Allenby, ordusunu gizlice Akdeniz kıyıların­
Filistin ve A rabistan’ın büyük bölümü Os­ da topladı; hızla harekete geçerek önce
manlI İm paratorluğu’na bağlıydı. Basra Kör- Şam’ı, ardından H alep’i işgal etti. İngiliz
fezi’nde bulunan petrol yataklarını korumak orduları Musul’a yürürken, Osmanlılar teslim
için İngiliz yönetimindeki Hint birlikleri 21 oldular ve 30 Ekim ’de M ondros M ütarekesi’
Kasım 1914’te Basra’yı işgal ettiler. Daha ni imzaladılar (bak. MONDROS MÜTAREKESİ).
sonra Dicle Irmağı boyunca kuzeye yönelen
bu birlikler, K ut-ül-A m are’de Osmanlı birlik­ Kara Savaşlarının Son Aşamaları
lerince kuşatıldılar ve 147 gün süren bir Rusya’daki 1917 Devrimi (bak. EKİM D E V R İ ­
kuşatm adan sonra 1916’da teslim oldular. M İ), İtilaf Devletleri’nin Doğu Cephesi’nde
İkinci M ezopotamya saldırısında İngilizler çökmesine yol açtı. Alm anlar başka yerlerde
K ut-ül-A m are’yi; 11 M art 1917’de de Bağ­ savaşabilmek için birliklerini bu cepheden
d a t’ı ele geçirdiler. çektiler. Avusturyalılar’la birlikte Caporet-
to ’da ani bir saldırı düzenleyerek İtalyanlar’a
Imperial War Museum
ağır kayıplar verdirdiler ve Piave Irm ağı’na
kadar sürdüler.
Bu arada Alman denizaltılarmm ticaret
gemilerine saldırması A B D ’nin İtilaf Devlet­
leri’nin yanında savaşmaya karar vermesine
neden oldu. Ayrıca, 1917 başlarında A lm an­
ya’nın, kendi safına çekmek için M eksika’ya
A B D ’nin Texas, New Mexico, Arizona eya­
letlerini verme sözünde bulunduğu öğrenilin­
ce, A B D ’nin savaşa girme kararı kesinleşti.
İtilaf D evletleri’ne para, araç ve gereç yar­
dımına başlayan A B D , ordularını A vrupa’da
savaşmaya hemen gönderem edi. 1917 Ma-
yıs’ında ABD hüküm eti Kura ile Askerlik
Yasası’m çıkarınca 21-30 yaş arasındaki
tüm erkekleri silah altına alma yetkisine sahip
oldu. 1917-18 kışı, İtilaf D evletleri’nin
savunmada, ABD birliklerini beklem ek zo­
runda kaldıkları bir dönemdi. Bu durumdan
yararlanan Alm anlar, 1918 baharında son bir
General Allenby yönetim indeki İngiliz birlikleri Aralık yarma girişiminde bulunmaya karar verdiler.
1917'de Kudüs'e girdi. İtilaf Devletleri bu şiddetli saldırıları zorlukla
208 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

keri birlikleri taşıyan gemilere eşlik ediyor ve


Alm an sömürgelerinin ele geçirilmesine yar­
dımcı oluyordu. General Paul von Lettow-
V orbeck’in savunduğu Alm an Doğu A frika’sı
dışındaki tüm Alman sömürgeleri kolayca ele
geçirildi.
Alman kruvazörleri, özellikle de 15 ticaret
gemisini batıran Em den kruvazörü açık deniz­
lerde büyük tehlikelere yol açıyordu. Emden'i
daha sonra, Avustralya deniz kuvvetlerine
bağlı Sydney kruvazörü Hint Okyanusu’ndaki
Cocos Adaları yakınlarında batırdı.
Alman donanması itilaf birliklerinin kıyıla­
ra denizden çıkarma yapmasını engellerken,
İtilaf Devletleri'nin donanmaları da asker ve
United States Arm y Signal Corps
gereç yedeklemelerini rahatça yapabilmek
Bir sokak savaşında ABD askerleri gizlendikleri
yerden Alm an askerlerine ateş ediyorlar. için açık denizleri kolluyor, aynı zamanda İt­
tifak D evletleri’nin deniz yolundan besin ve
durdurabildi. Bu sırada batıdaki bütün İtilaf gereç yardımı almalarına engel oluyordu.
Devletleri birliklerinin komutası Fransız M a­ 1915 Şubat’ında açıklanan bu ablukanın ciddi
reşali Ferdinand Foch’a (1851-1929) verildi ve sonuçlar vermesi için iki yıl geçmesi gerekti.
her ay 300 bin ABD askerinin gelmeye İngiliz ablukasına yanıt olarak Almanlar,
başlamasıyla durum değişti. İngiltere çevresindeki sularda yol alan her ti­
1918 Tem m uz’unda saldırı sırası Foch’a caret gemisini, içindekileri uyarmadan batıra­
gelmişti. Fransızlar’ın güneyde geliştirdikleri caklarını açıkladılar. Denizaltıların bu biçim­
başarılı bir saldırının ardından, İngiltere, Ka­ de kullanımı uluslararası yasalara aykırıydı ve
nada ve Avustralya birlikleri 8 Ağustos’ta A B D , Alm anya’nın bu tutum unu protesto et­
Amiens yakınlarında genel bir saldırı başlattı­ ti. Bir Alman denizaltısının İngiliz yolcu ge­
lar. Kasım ayında Almanlar savaşın başladığı misi Lusitania'yı 7 Mayıs 1915’te batırması ve
1914 hattına çekilmişti. içlerinde A B D ’lilerin de bulunduğu 1.200’e
İtilaf ordularına Selanik’te yenilen Bulgar- yakın yolcunun yaşamını yitirmesi protesto­
lar, 29 Eylül’de teslim oldular. İtilaf güçleri ların artmasına neden oldu ve Alm anlar bir
bu kez İtalya’da Piave Irm ağı’m geçti ve süre büyük yolcu gemilerini uyarıda bulunm a­
Vittorio Veneto Savaşı’nda kesin bir yenilgiye dan batırmayacaklarına söz vermek zorunda
uğrayan Avusturya, 3 Kasım’da Padova A teş­ kaldılar. Lusitania nın batırılışı, A B D ’nin İti­
kes Antlaşm ası’nı imzaladı. laf D evletleri’ne verdiği desteği ve savaşa giri­
şini büyük ölçüde etkiledi.
Deniz Savaşları İngiliz ve Alman donanması arasındaki en
Amiral Sir John Jellicoe (1859-1935) kom uta­ büyük çatışma 31 Mayıs 1916’da oldu. İngiliz-
sındaki İngiliz büyük donanması, daha güçsüz ler ile Alm anlar, önce kruvazörler savaşında,
ve deneyimsiz Alman açık deniz donanması hemen ardından da iki ana donanma arasın­
ile karşılaşmak için sabırsızlanıyordu. 28 daki Jutland Savaşı’nda karşı karşıya geldiler.
Ağustos 1914’te Amiral Sir David B eatty’nin Alm anlar başarılı bir manevrayla kaçmayı
(1871-1936) yönetiminde ağır silahlarla dona­ başardılar ve kayıpları İngilizler’in ancak yarı­
tılmış zırhlı, büyük ve hızlı savaş gemileri olan sı kadar oldu. İngilizler, kayıplarına karşın,
kruvazörlerin desteklediği hafif İngiliz savaş Kuzey Denizi’ndeki üstünlüklerini sürdür­
gemileri, Alm an kıyıları açıklarındaki Heligo- düler.
land Körfezi Savaşı'nda üç Alman kruvazörü­ 1916’da Alman denizaltılarının saldırıları
nü batırdı. arttı ve ticaret gemilerinin batırılma hızı, ye­
Açık denizlerde İngiliz deniz kuvvetleri as­ nilerinin yapılma hızını geçti. 1917 Şubat’ında
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI 209

Bir İngiliz "Q gem isi".


Dışından herhangi bir
ticaret gemisi
görünüm ünde olan bu
tip gem iler gizli toplarla
donatılmıştı ve Alman
denizaltılarını
batırmada etkili oldu.

Imperial War Museum

Alm anlar, İtilaf Devletleri limanlarına giden Hava Savaşları


ya da bu limanlardan ayrılan tüm gemileri, I. Dünya Savaşı'nda hava kuvvetlerinin en
hiçbir uyarıda bulunmaksızın batıracaklarını önemli görevi deniz ve kara savaşlarını des­
açıkladılar. İtilaf Devletleri’nin gemi kayıpla­ teklemekti. Savaşın başında, karacıların ve
rı giderek yükseldi ve nisanda İngiltere’den denizcilerin hava kuvvetleri ayrı ayrıydı. O
uzak limanlar için ayrılan her dört ticaret ge­ günlerde uçaklar emekleme dönemindeydi ve
misinden biri geri dönemedi. Şubat sonunda en kullanışlı uzun yol hava ulaşım aracı A l­
İngiltere’de ancak altı hafta yetecek kadar ta­ m anlar’m geliştirdiği, kocaman bir puro görü­
hıl stoku kalmıştı. O dönemde ne deniz di­ nümündeki zeplin havagemileriydi.
bindeki denizaltıların yerini saptayabilecek, 1915 başlarında zeplinler geceleri İngiliz
ne de yeri bilinenleri bulundukları yerde yok kentlerini bombaladı. Ama 1916’dan sonra
edebilecek kadar gelişkin araçlar vardı. G ü­ savaş uçakları ve uçaksavarlar devreye girin­
venlik için ticaret gemileri silahlandırıldı ve ce, zeplinlerin saldırıları azaldı. 1917’de A l­
ticaret konvoylarına savaş gemileri eşlik etti. man uçakları L ondra’yı ve öbür büyük kentle­
Bu önlemler batırılan gemi sayısını bir ölçü­ ri, genellikle ay ışığında, kimi kez de gündüz­
de azalttı. Bu arada denizaltıların yerlerini leri bombalamaya başladılar.
saptama ve yok etme yöntem leri de geliştiril­ Son büyük hava saldırısı 1917’de, 19 Mayıs’ı
di. Bazı denizaltılar da “Q gemisi” denen ve 20 Mayıs’a bağlayan gece 43 bombardıman
gizli toplarla donatılmış ticaret gemilerince uçağıyla başlatıldı ve bu uçakların 13'ü Lon­
batırıldı. Deniz erleri ve subaylarının gizlen­ dra’ya ulaştı. Halkı yaklaşan saldırılara karşı
diği bu gemilere bir denizaltı saldırısı oldu­
Imperial War Museum
ğunda, önce “paniğe uğramış bir grup” kur­
tarm a sandallarına binip açılıyordu. Denizal­
tı, O gemisinin işini tamamen bitirmek için su
yüzüne çıkınca, gemide kalan denizciler giz­
ledikleri silahları ortaya çıkararak denizaltıyı
top ateşine tutuyorlardı.
Alm anlar bu savaşta, çoğunluğu 1917 ve
1918’de olmak üzere yaklaşık 200 denizaltı yi­
tirdiler. Gene de Alman denizaltıları 6.000
gemi batırdı.
Alman açık deniz donanmasının uzun süre
denize açılamaması büyük gemilerde başkal­
dırm alara neden oldu. 29 Ekim 1918’de, do­
nanmaya denize açılması emri verildiğinde Kanadalı ünlü havacı Yüzbaşı "B illy " Bishop ve çift
denizciler bu emre uymadı. kanatlı avcı uçağı (1917).
210 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

uyaran sistem oldukça etkiliydi; ama II. mamasına karşın, 11 Kasım 1918 sabahı A l­
Dünya Savaşı’nda geliştirilen korunaklar tü­ man yetkililer yenilgilerini kabul eden bir si­
ründe çok az yer vardı. İngiltere’ye yapılan lah bırakm a antlaşmasını imzaladılar. Bu ant­
hava saldırılarında 1.300 kişi öldü, 3.000’den laşma Compiegne O rm am ’nda, Foch’un özel
fazla kişi yaralandı. vagonunda imzalandı ve imzadan altı saat
Savaşın sürdüğü cephelerde düşmanın yeri­ sonra, 11. ayın 11. günü, saat l l ’de yürürlü­
ni ve hareketlerini gözlemek ve fotoğraf çek­ ğe girdi.
mek için de uçaklar kullanıldı. Sonuçta, sık
sık yoğun hava çatışmaları oldu. Uçaklar aynı Antlaşmalar
zamanda demiryolu kavşaklarını, havaalanla­ Barış antlaşmalarının ilkelerini ABD Başkanı
rını ve levazım depolarını da bombalamak Wilson, İngiltere’de 1916 sonundan beri baş­
için kullanıldılar. bakan olan David Lloyd George ve Fransız
Deniz uçaklarının bu savaşta görevleri ol­ Başbakanı Georges Clemencau saptadı. A nt­
dukça sınırlıydı. Bu uçaklar ya tekerlek yeri­ laşmalarda, W ilson’un dediği gibi, “dünyada
ne konan kızaklarla denize inip kalkabiliyor demokrasiyi güven altına alm ak” amacı güdü­
ya da büyük savaş gemilerine eklenen pistler­ lüyordu. A vrupa’daki sınırların, bir ulusun
den havalanabiliyordu. İlk uçak gemisi olan başka bir ulus egemenliğinde kalmamasını
H M S Argus, uçakların inip kalkabileceği düz sağlayacak bir biçimde düzenlenmesine çalı­
üst güvertesiyle ancak 1918 Eylül’ünde hiz­ şıldı.
mete sokulabildi. İngiltere ve A B D , “Blimp” Alm anya, A lsace-Lorraine’i Fransa’ya, Si-
adı verilen küçük uçakları denizaltıları ara­ lezya’nın bir bölümünü, yeniden kurulan Po­
mak için kullandılar. lonya Devleti’ne verdi ve tüm sömürgelerini
yitirdi. M acaristan’ın bağımsızlığını ilan etm e­
Savaşın Sonu sinden sonra Avusturya-M acaristan İm para­
Almanlar 3 Ekim 1918’de, ABD Başkanı Wood- torluğu kuzey bölgesindeki toprakları yeni
row W ilson’a ateşkes istemiyle başvurdu­ Çekoslovakya ve Polonya devletlerine; doğu­
lar. Başkan kayıtsız şartsız teslim olmalarını sundaki bazı yerleri Rom anya’ya; güneydeki­
istedi. Bu sırada İtilaf Devletleri’nin deniz ab­ leri, sınırlan genişletilen Sırp devleti Yugoslav­
lukası nedeniyle açlıktan kınlan Alman halkı ya’ya bırakırken, batıdaki Fiume (bugün Ri-
4 Kasım 1918’de ayaklandı. jeka) bölgesini İtalya aldı. Baltık kıyısında
Alman ordularının tam bir bozguna uğra- Estonya, Letonya ve Litvanya adında üç yeni
Hulton Picıure Library devlet kuruldu.
Osmanlılar ile yapılan Sevr (Sevres) A nt­
laşması ile Osmanlı topraklarının bir bölümü
Yunanistan ve başka bazı devletler arasında
paylaştırıldı (bak. Sevr ANTLAŞMASI). Mustafa
Kemal başkanlığındaki A nkara hükümetinin
tanımadığı bu antlaşma, Kurtuluş Savaşı so­
nunda ortadan kalktı (bak. KURTULUŞ Sa v a şi).
O rtadoğu’da o zamana kadar Osmanlı İmpa­
ratorluğu egemenliğinde bulunan topraklar
ile Alm anya’nın sömürgeleri, Milletler Cemi­
yeti adına yönetilmek üzere, bazı İtilaf Dev­
letleri’nin mandası altına girdi. Dünya barışı­
nı korumak ve anlaşmazlıkları çözmek için
kurulan M illetler Cemiyeti pek başarılı ola­
madı.
Almanya yalnızca gönüllülerden oluşan kı­
I. Dünya Savaşı'nda birçok kadın silahlı kuvvetlere
katıldı. İngiliz kadın askerler Kasım 1918'de sıtlı bir kara ve deniz ordusu bulundurabile­
savaşın bitişini kutluyor. cek, denizaltı, tank gibi savaş araçlarına sahip
BİRİNCİ VE İKİNCİ MEŞRUTİYET 211

olamayacağı gibi hava kuvvetleri de oluştura­ B alkanlar’da 19. yüzyılda birçok ayaklanma
mayacaktı. Alman donanmasının büyük bir çıktı. Türk kökenli olmayan halklar bağımsız­
bölümü Orkney A d alan ’nda bulunan Scapa lık mücadelesine giriştiler. Birbirleriyle çıkar
Flovv’a götürülerek 21 Haziran 1919’da kendi çatışması içinde olan A vrupa devletleri ile
denizcilerinin eliyle batırıldı. Çarlık Rusya’sı da Balkanlar’da ve Ortadoğu’
28 Haziran 1919’da Almanya ile imzalanan da söz sahibi olmak için bu ayaklanmaları
Versay (Versailles) Antlaşması ile Milletler destekliyor, Osmanlı İm paratorluğu’nun içiş­
Cem iyeti’nin kurulmasını öngören yazılı an­ lerine karışarak bazı reformların yapılması
laşma aynı gün yürürlüğe girdi. Senatosunda için baskı yapıyorlardı.
Milletler Cem iyeti’ne girmesine karşı çıkıldığı 19. yüzyılın ilk yarısında, Tanzimat döne­
için A B D , Versay Antlaşm ası’m tanımadı, minde başlayan, Islahat Ferm am ’yla süren,
Almanya ve Avusturya ile 1921 Ekim ’inde ay­ batılılaşma adı verilen ve Avrupa ülkelerine
rı barış antlaşmaları imzaladı. benzemek için yapılan reformları bazı aydın­
Savaşın doğrudan yol açtığı ölümler, yakla­ larla devlet adamları da destekliyordu (bak.
şık 5 milyonu İtilaf Devletleri’nden olmak I slahat F erm anl T a n zim a t ).
üzere, 8,5 milyona ulaştı. Ayrıca 21 milyon A ralarında Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi
sivil yaralandı. Bunlara ek olarak dünyanın aydınların da yer aldığı Yeni Osmanlılar adı
değişik bölgelerinde, savaş yüzünden çıkan verilen grup, Avrupa ülkelerinin çoğunda be­
hastalıklardan ve kıtlıktan 20 milyona yakın nimsenen anayasal krallık ya da meşrutiyet
insan öldü. idaresini Osm anlılar’ın da benimsemesini isti­
yordu.
BİRİNCİ VE İKİNCİ M EŞRUTİYET. H ü­ 1876’ya gelindiğinde Osmanlı Devleti dış
küm darların mutlak yetkilerinin anayasa ve borçlarını ve faizlerini ödeyemeyecek durum ­
meclisle sınırlandırıldığı yönetim biçimine da olduğunu açıkladı. Bu bunalım sırasında
“m eşrutiyet” denir. Osmanlı Devleti anayasa­ Midhat Paşa ve arkadaşları 30 Mayıs 1876’da
lı ve meclisli yönetim düzenini 1876’da I. Abdülaziz’i tahttan indirdiler; yerine V. Mu-
M eşrutiyet ve 1908’de II. M eşrutiyet dönem ­ rad’ı geçirdiler. Ne var ki, yeni padişahın şeh­
lerinde benimsemiştir. zadeliği dönemindeki kapalı yaşamı ruhsal
dengesini bozmuştu. Abdülaziz’in ölümü
Birinci Meşrutiyet (bak. ABDÜLAZİZ) ve ardından gelişen olaylar
Osmanlı İm paratorluğu 19. yüzyılda büyük yeni padişahın ruhsal bunalımını yoğunlaştır­
bir ekonomik ve siyasal bunalıma girmişti. 17. dı. Bunun üzerine anayasayı hazırlayarak
yüzyıldan beri toprak kaybeden im paratorlu­ meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II. Ab-
ğun gelirleri giderlerini karşılayamıyordu. dülhamid tahta geçirildi.
Avrupa devletleriyle imzaladığı serbest tica­ Bu sırada Bosna-Hersek isyanları Bulgaris­
ret antlaşmalarıyla, A vrupa’dan satın alınan tan ve Sırbistan’a sıçramış, Çarlık Rusya’sı
malların gümrük vergileri son derece azaltıl­ Osm anlılar’a isteklerinin hemen yerine geti­
mıştı. Ülke pazarlarını dolduran A vrupa mal­ rilmesini isteyen bir ültimatom vermişti. Yeni
ları daha ucuz olduğu için, bu durum yerli bir savaşın çıkmasından endişelenen öbür A v­
sanayinin de gerilemesine neden olmuştu. rupa ülkeleri, Balkan sorunlarını tartışmak ve
Osmanlı padişahlarının ve zenginlerin gös­ gerekli gördükleri yenileşme programını ha­
terişli yaşamları için gereken para ile art arda zırlamak üzere İstanbul’da bir konferansta bir
girişilen savaşların yol açtığı harcamalar, an­ araya geldiler. 23 Aralık 1876’da konferansın
cak yabancı bankalardan ve devletlerden borç toplandığı gün II. Abdülhamid anayasayı
alınarak karşılanabiliyordu. (Kanun-ı Esasi) açıklayarak meşrutiyeti ilan
Bu ekonomik sıkıntıların yanı sıra özellikle etti.
1789 Fransız Devrim i’nden sonra hızla yayı­ Ne var ki, 1876 Anayasası’nda egemenlik
lan özgürlükçü düşünceler ve ulusçuluk akı­ hiçbir kısıtlama olmaksızın padişahındı. Yü­
mı, bütün çokuluslu devletler gibi Osmanlı- rütme yetkisine tümüyle sahip olan padişah,
lar’ı da sarsmıştı. Çeşitli halkların yaşadığı sadrazam ve vekilleri istediği gibi atayıp, gö­
212 BİRİNCİ VE İKİNCİ MEŞRUTİYET

I. M eşrutiyet'te
ilk meclis,
Dolmabahçe
Sarayı'nda
A bdülham id'in
konuşmasıyla
açıldı.

İletişim Yayıncılık Arşivi

revden alabiliyordu. Vekillerin meclise karşı runluydu. Am a padişahın onaylamadığı yasa­


hiçbir sorumluluğu yoktu. Padişah ayrıca ya­ lar yürürlüğe giremiyordu. Ayrıca padişah,
bancı devletlerle antlaşma imzalamak, savaş meclislerin açık olmadığı zaman, devleti ve
ve barış ilan etm ek, ordu ve donanmaya ko­ kamu düzenini korumak amacıyla, anayasa
muta etm ek, yasaları uygulamak, resmi daire­ hüküm lerine uygun olma koşuluyla yasa çıka­
lerin çalışmalarını düzenlemek gibi yetkilere rabilirle hakkına da sahipti. Kısaca, 1876 A na­
de sahipti. Padişah bunlara ek olarak meclisin yasası padişahın yetkilerini gerçek anlamda
çalışmalarını kısaltıp, uzatmaya; gerektiğinde sınırlamıyordu.
yeniden seçilmek üzere kapatm aya da yetki­ II. Abdülhamid iç ve dış baskılar yüzünden
liydi. Ayrıca “kamu yararı için” gerekli gör­ anayasayı hazırlatarak meşrutiyeti ilan etmiş
düğü kişileri sürgüne gönderme yetkisine de ve Midhat Paşa’yı sadrazam yapmıştı; ama
sahipti. durumdan pek memnun değildi. İlk işi, tedir­
Yeni anayasaya göre âyan (toplumun ileri gin olduğu Midhat Paşa’yı 1877 Şubat’ında
gelenleri) ve milletvekili (mebus) meclisleri M alta’ya sürmek oldu. Ardından çıkan Os-
Genel Meclis’i oluşturuyordu. Ayan Mec- manlı-Rus Savaşı’nı bahane ederek 1878 H a­
lisi’nin başkan ve üyeleri doğrudan padişah ziranında ilk milletvekili meclisini dağıttı.
tarafından yaşamlarının sonuna kadar görev­ Ocak 1878’de seçimleri yaptırarak ikinci kez
de kalmak üzere atanıyordu. Milletvekilleri bu meclisi topladıysa da yoğunlaşan eleştiriler
ise her 50 bin Osmanlı yurttaşına bir kişi düş­ üzerine 13 Şubat 1878'de meclisi yeniden ka­
mek üzere seçimle göreve geliyordu. Genel patarak, seçimleri süresiz erteledi; ama Âyan
Meclis padişahın buyruğuyla kasımda açılı­ Meclisi’ne dokunmadı (bak. ABD ÜLHAMİD II).
yor, m art başında çalışmalarını bitiriyordu. Böylece I. M eşrutiyet sona eriyordu.
H er iki meclis de, öbürü açık olmadığı zaman Abdülhamid ülkede söz, yazı ve toplanma
toplanamam aktaydı. özgürlüklerini kaldırdı. Baskı rejimini sürdü­
Genel Meclis kuramsal olarak yasama yet­ rebilmek için m eşrutiyetten ve yenileşmeden
kisini kullanmakla yükümlüydü. Am a yasa yana olanların üzerinde yoğun baskılar başla­
önerisinde bulunmak ve bu öneriyi tartışma dı. İm paratorluğun sınırlarını Batı A vrupa’
hakkı padişahın iznine bağlıydı. Anayasaya dan gelecek her türlü düşünceye karşı elinden
göre tüm yasaların meclislerden geçmesi zo- geldiğince kapatm aya çalıştı. Bu arada Mid-
BİRİNCİ VE İKİNCİ MEŞRUTİYET 213

hat Paşa’yı çağırarak önce Suriye, ardından aynı gün II. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda
İzmir valiliklerine atadıktan sonra, Abdülaziz’ kaldı.
in ölümünden sorumlu tutarak kurdurduğu Yapılan seçimlerle oluşan meclis 17 Aralık
özel m ahkem ede ölüme mahkûm ettirdi. 1908’de padişahın nutkuyla açıldı. Ama II.
Midhat Paşa’nın yaşamı yabancı elçiliklerin Meşrutiyet dinci çevrelerle, İttihat ve Terakki
araya girmesiyle kurtulduysa da, daha sonra Cemiyeti karşıtlarının İstanbul’da ayaklanm a­
sürüldüğü Mekke yakınlarındaki Taif’te öldü­ sıyla kesintiye uğradı. 31 M art Olayı olarak
rüldü. anılan bu ayaklanma, Selanik’ten gelen H are­
ket O rdusu’nun 24 Nisan 1909’da İstanbul’a
İkinci Meşrutiyet. girmesiyle bastırılabildi. 27 Nisan’da yeniden
II. A bdülham id’in baskıcı yönetimi altında, toplanabilen meclis II. A bdülham id’in tah t­
m eşrutiyet yönetiminin kurulmasından yana tan indirilmesine ve yerine V. Mehmed Re-
olanlar ve özellikle yüksekokul öğrencileri, şad’ın geçirilmesine karar verdi. Bundan son­
tüm polis baskısına karşın gizli gizli çalışmaya ra meclis yoğun bir yasama çalışmasına gire­
başladılar. Jön Türk adı verilen aydınlar yurt- rek II. M eşrutiyet’in siyasal ve hukuksal yapı­
dışında çıkardıkları yayınlarda da II. Abdül- sını belirleyen 1876 A nayasasındaki değişik­
ham id’e karşı mücadeleye giriştiler {bak. JÖN likleri gerçekleştirdi.
T ü RKLER). 1905 sonrasında Jön Türk hareketi Yapılan değişikliklerin en önemlisi padişa­
askeri çevreleri de etkisine aldı. Kurulan İtti­ hın yürütme yetkisinin sınırlandırılmasıydı.
hat ve Terakki Cemiyeti 1908’de Abdülha- Artık vekiller heyeti (bakanlar kurulu) uygu­
m id’i tahttan çekilmeye zorlayarak m eşrutiye­ lamalarından meclise karşı sorumluydu. Ayrı­
ti yeniden kurmak amacıyla eylemlere başladı ca meclis hüküm eti denetleyebilecekti. M ec­
(bak. İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ). liste açılan bir soru sonucunda oyçokluğu ile
İlk hareketi Yüzbaşı Resneli Niyazi Bey güvenoyu alamayan vekil düşmekteydi. Eğer
başlattı. Taburu ile M anastır dolaylannda da­ güvenoyunu vekiller heyetinin başkanı ala­
ğa çıkarak II. A bdülham id’in baskıcı yöneti­ mazsa, o zaman hüküm et düşüyordu.
mine karşı mücadele edeceğini açıkladı. Onu Meclisin yasama gücü de artırılmıştı. Yeni
Binbaşı Enver Bey (Enver Paşa) izledi. A r­ yasa önermeye artık vekiller heyetinin yanı
dından İttihat ve Terakki önde gelenleri 23 sıra her iki meclis de yetkili kılınmıştı. 1876
Temmuz 1908 sabahı Selanik hüküm et kona­ Anayasası’na göre meclis başkanını ve iki yar­
ğını işgal ettiler. Ayaklanmanın tüm ülkeye dımcısını padişah seçerken, yapılan değişik­
yayılacağından çekinen II. Abdülhamid, likle meclis kendi yöneticilerini seçme hakkını

Tarık Zafer Turtaya


Koleksiyonu

II. M eşrutiyet'in
ilanının ardından
İstanbul'da halk
coşkuyla sokaklara
dökülmüştü.
214 BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ

kazandı. Padişahın gene meclisi kapatm a yet­ İRAN


kisi vardı; ama yapılan değişiklikler kapatm a­ V ^ ^
^ BAHREYN ~ * A V \
yı hem koşullara bağlamıştı, hem de üç ay ( ıV v /\ R esü'l-H aym er( % ı _
\ '\/J \ \ Umm-el-Kayvayrvdj 1
içinde yeni seçimlerin yapılmasını zorunlu kıl­ \ '\ | , V ( BASRA KÖRFEZİ Ucman.ö0 ; Ij MMAN
KATAR ŞarcşrO -
mıştı. Barış, savaş, Osmanlı yurttaşlarının te­ \ _ DUBAI/O o Fuceyre
SUUDİ V) / * - • S '
mel hak ve özgürlükleri gibi bazı alanlardaki ARABİSTAN; / 5 Abu Dabi / ^

kararları meclisin onaylaması gerekiyordu. / ’ r -

II. M eşrutiyet dönemi İttihat ve T erakki’ ! BİRLEŞİK ARAP UMMAN


nin yönetiminde geçti. İç politikada Osmanlı­ \ EMİRLİKLERİ^..----- J
cılık yerine Türkçülük temel alındı (bak.
T Ü R K Ç Ü LÜ K ). B u dönem de, Osmanlı Devleti
ekonomisinde ve dış siyasetinde A lm anya’ya Abu Dabi ile Dubai’deki petrol ve doğal gaz
büyük ölçüde bağımlı oldu. yatakları dünyanın en verimli kaynakları ara­
10 yıl süren ve 21 Aralık 1918’de sona eren sındadır. Bunlar ülkenin başlıca zenginliğini
II. M eşrutiyet döneminde Osmanlılar üç sa­ oluşturur. Toprakların yüzde l ’den daha küçük
vaşa girdiler: Trablusgarp, Balkan Savaşları bir bölümünde sulamayla tarım yapılır. Emir­
ve I. Dünya Savaşı. Yenilgi ve büyük toprak liklerde küçük çapta balıkçılıkla da uğraşılır.
kayıplarıyla çıkılan bu savaşların ardından H er emirliği, hükümdarlık hakkı soydan
Osmanlı İm paratorluğu tarih sahnesinden si­ geçen bir emir yönetir. M adenlerin kullanım
lindi. hakkı, vergi toplanması ve polis gücü emirin
denetimindedir. Yedi emirden oluşan konsey
BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ, Basra Kör- tüm ülkeyi yönetir. Konsey üyeleri kendi
fezi’nin doğu kıyısında yedi emirlikten oluşan aralarından devlet başkanını seçerler. Konse­
topluluktur. Abu Dabi, Dubai, Şarca, Fucey- yin bütün kararları, A bu Dabi ve Dubai
re, Umm-el-Kayvayn ve Uçman emirlikleri­ emirlerinin de arasında bulunduğu en az beş
nin 1971’de kurduğu federasyona, 1972’de emirin oyuyla alınır. Petrol geliri emirlikler
R esü’l-Hayme de katılmıştır. Bu emirliklerin arasında paylaşılarak okul, hastane, yol ve
en büyüğü Abu D abi’dir. fabrika yapımı için kullanılır. (Ayrıca bak.
Birleşik Arap Emirlikleri batıda Suudi A ra­ B asra K ö r f e z i .)
bistan’dan, doğuda Umman Körfezi’ne doğ­
ru, 600 km boyunca uzanır. Kuzey-güney Tarih
arasındaki genişliği 110 km kadardır. Ku­ İÖ 3000 yılları gibi eski zamanlarda bile, bu
zeyinde Basra Körfezi, güneyinde Suudi A ra­ bölgede ticaretle uğraşan topluluklar yaşamış­
bistan olan emirliklerin büyük bölümü çok az tır. İslam dini bölgede İS 7. yüzyılda, Hz.
bitki yetişen sıcak, kuru çöllerle kaplıdır M uhammed zamanında benimsendi. Porte­
Halkın yarısı A raplar’dan, öbür yarısı da kizliler bu kıyılara ilk kez 16. yüzyıl başların­
Hintli, PakistanlI, İranlı gibi çeşitli halklardan da geldiler. 100 yıl kadar sonra İngiliz Doğu
oluşur. Nüfusun çoğunluğu M üslüman’dır. Hindistan Kumpanyası bölgeye gelerek tica­
rete başladı. 19. yüzyıl sonunda İngiltere,
BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ'NE İLİŞKİN Ateşkes Kıyısı olarak adlandırılan bu bölge­
BİLGİLER nin dış politikasını denetimi altına aldı.
YÜZÖLÇÜMÜ: 77.700 km2.
1971’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesi üze­
NÜFUS: 1.856.000 (1987).
YÖNETİM BİÇİMİ: Her biri kendi emirince yönetilen yedi
rine, Bahreyn ve K atar dışındaki Ateşkes
devletten oluşan federal birlik. Kıyısı devletleri birleşerek Birleşik Arap
BAŞKENT: Abu Dabi. Em irlikleri’ni kurdular.
DOĞAL YAPI: Genellikle alçak ve düz bir çöl.
İHRACAT ÜRÜNLERİ: Petrol, doğal gaz, hurma, alümin­ BİRLEŞİK KRALLIK bak. İNGİLTERE.
yum, kurutulmuş balık, inci.
ÖNEMLİ KENTLER: Dubai, Abu Dabi, Şarca, el-Ayn.
EĞİTİM: 6-12 yaş grubundaki çocuklar için zorunludur. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, dünya barışı için
uluslararası işbirliğini sağlamak amacıyla,
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER 215

kendi özgür istemleriyle bir araya gelen ulusları bir araya getirecek merkezi hizmetler
150’den fazla ülkenin oluşturduğu bir örgüt­ sunmak.
tür. 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Millet­ Bir ülkenin Birleşmiş M illetler’e üye olabil­
ler, dünyada barışı koruma çalışmalarının mesi için, barış isteğini belirtmesi, BM Sözleş-
yanı sıra, dünya halkları arasında dostça mesi'ndeki amaçları kabul etmesi ve bu amaç­
ilişkilerin geliştirilmesi, anlaşmazlıkların hak­ ları yerine getirme konusunda Birleşmiş Mil­
ça ve barışçı çözümlere ulaştırılması için de letler’e güven vermesi gerekir. Yeni üyeleri
elinden geleni yapar. İnsan haklarına saygı Güvenlik Konseyi önerir; Genel K urul’un
gösterilmesi ilkesine bağlı olan Birleşmiş Mil­ onaylamasıyla üyelik kesinleşir. Başlangıçta
letler üyesi devletler, yoksul ya da barınacak Birleşmiş M illetler’in aralarında Türkiye’
yeri olmayan insanların yaşam koşullarının nin de bulunduğu 51 üyesi varken, daha sonra
iyileştirilmesi, hastalıklarla savaşmak ve oku­ bağımsızlığını yeni kazanan eski sömürgelerin
ma yazma bilmeyen milyonlarca insanı eğit­ katılmasıyla üye sayısı hızla arttı. Büyük kü­
mek için işbirliği yapar. çük bütün Birleşmiş M illetler üyelerinin oy
Genellikle kısaca BM diye bilinen Birleş­ hakkı eşit olduğu için başlangıçtaki üyelerin
miş Milletler, bu amaçlarla kurulan ne ilk, ne örgütteki ağırlığı eskisine göre azaldı.
de tek örgüttür. Am a, benzer amaçlarla Bunca değişik ülkeden gelerek birlikte çalı­
kurulmuş olan ve 1920-46 arasında yaklaşık şan ve konuşmalar yapan ülke temsilcileri
60 ülkenin üyesi bulunduğu Milletler Cemiye- arasında dil sorunlarının ortaya çıkması do­
ti’nden çok daha fazla sayıda üyesi vardır. ğaldır. Konuşmacıların sözleri aynı anda,
Birleşmiş M illetler’in amaçlarını ve örgüt­ İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Rusça,
lenme biçimini ortaya koyan anayasası, BM Arapça ve Çince olmak üzere altı dile çevrile­
Sözleşmesi adıyla bilinir. Birleşmiş Millet- rek bu soruna bir ölçüde çözüm bulundu.
ler’in başlıca amaçları şunlardır: Anlaşmazlık­ O turum lara katılan herkes, altı kanallı özel
ları çözüme bağlayarak ya da saldırıyı durdu­ kulaklıklar yardımıyla bu çevirileri dinleyebi­
racak önlemleri alarak barışı korumak; halk­ lir. O turum lara ilişkin belgeler de bu altı dilde
ların hak eşitliği ve kendi kaderlerini belirle­ yayımlanır.
me ilkesi temeline dayalı olarak uluslar Birleşmiş M illetlerin altı temel kuruluşu
arasında dostluğu geliştirmek; dünya sorunla­ vardır. Bunlar Genel Kurul, Güvenlik Koh-
rının çözümünde uluslararası işbirliğini sağla­ seyi, Ekonom ik ve Sosyal Konsey, Vesayet
mak; bütün bu amaçlara ulaşma çabasında Meclisi, Uluslararası A dalet Divanı ve Sekre-

Popperfoto

ABD Dışişleri Bakanı


Edvvard R. Stettinus,
1945'te California
eyaletinin San Francisco
kentinde BM
Sözleşmesi'ni imzalıyor.
Soldan ikinci sırada
Başkan Truman
görülüyor.
216 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

ULUSLARARASI
ASKERİ KURMAY ATOM ENERJİSİ
KOMİTESİ
Güvenlik AJANSI
Konseyi

SİLAHSIZLANMA
KOMİSYONU BM ÖZEL FONU

Uluslararası Vesayet
Adalet Meclisi BM ÇOCUK FONU
BM BARIŞ GÜCÜ Divanı (UNICEF)

GENEL
KURUL BM MÜLTECİLER
BM FİLİSTİN YÜKSEK
MÜLTECİLERİNE KOMİSERLİĞİ
YARDIM İDARESİ

BÖLGESEL
EKONOMİK
GENEL KURUL'A KOMİSYONLAR
Ekonomik
BAĞLI ÖBÜR
YARDIMCI
Sekreterlik ve Sosyal
Konsey UZMANLIK
KURULUŞLAR KOMİSYONLARI

UZMANLIK TEKNİK YARDIM


KURULUŞLARI KOMİSYONU

Birleşmiş M illetler Ö rgütü'nün bölüm lerini ve bunların Genel Kurul'a nasıl bağlandıklarını gösteren şema.

terlik’tir. Sekreterlik’in merkezi New York' luğuyla alınır. Mali ya da yeni bir ülkenin
tadır. Ö bür kuruluşların çoğu genellikle, ya üyeliğe kabulü gibi önemli konularda üçte iki
New Y ork’ta ya da İsviçre’nin Cenevre ken­ çoğunluk gerekir.
tinde çalışır. Uluslararası Adalet Divanı ise
H ollanda’nın Lahey kentinde toplanır. Uyuş­ Güvenlik Konseyi
turucuların zararları ya da çevre sorunları gibi Uluslararası barış ve güvenlikten sorumlu
uzmanlık konularındaki toplantılar, çoğun­ olan Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi vardır.
lukla Birleşmiş Milletler’in Viyana (Avustur­ Bu üyelerin beşi (İngiltere, Fransa, A BD ,
ya), Nairobi (Kenya) bürolarında ya da öbür SSCB ve Çin) Güvenlik Konseyi’nde her
bölge m erkezlerinde yapılır. zaman yer alır ve daimi üyeler olarak bilinir.
Geri kalan 10 üye ülke, Genel Kurul’ca iki
Genel Kurul yıllık bir süre için seçilir.
Genel Kurul, Birleşmiş M illetler’in temel Güvenlik Konseyi’ne getirilen anlaşmazlık­
kuruluşudur; düzenli olarak her yılın sonuna lar genellikle siyasal nitelikte olduğundan, 15
doğru toplanır. Kimi zaman olağanüstü top­ ülke ortak bir çözüm üzerinde her zaman
lantılar da yapar. Birleşmiş M illetler’in bütün anlaşmaya varamayabilir. Güvenlik Konse­
üyeleri Genel K urul’da temsil edilir; her üye yi’nin karar alabilmesi için en az dokuz
ülke en çok beş temsilci bulundurabilir. üyenin “evet” demesi gerekir. Daimi üyeler­
Büyük küçük her üyenin yalnız bir oy hakkı den birinin kullanacağı “hayır” oyuna veto adı
vardır. Parlam ento işleyişini andıran Genel verilir. Bir konuda veto oyu kullanılmışsa,
Kurul, çalışmaları sırasında Birleşmiş M illet­ karar alınamaz. Am a, daimi üyeler olumlu
ler’in çeşitli kuruluşlarının çalışmalarını de­ oy kullanmayacakları bir konuda Konsey’in
netler. H er türlü uluslararası konuda görüş karar almasına engel olmak istemezlerse,
bildirme, öneri getirme, konferans toplama, oylamada çekimser oy kullanabilirler. Bunun­
bazı kuruluşlarının üyelerini belirleme yetkisi la birlikte, Birleşmiş M illetler’in karar alabil­
vardır. mesinin başka yolları da vardır. Örneğin,
Önemli olmayan konularda kararlar oyçok- Genel Kurul, bir bunalım baş gösterdiği
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER 217

zaman üyelerini olağanüstü toplantıya çağıra­ mak için ilgili bölgeleri denetlem ekle görev­
bilir. lidir.
Uluslararası bir anlaşmazlık çıkınca, G ü­ Başlangıçta, Vesayet Meclisi’nin yönetici
venlik Konseyi durum u inceleyerek, taraflara ülkeler aracılığıyla sorumluluğunu üstlendiği
sorunu barışçı yollardan çözmeleri çağrısında 10 bölge vardı ve bu bölgelerde yaşayan
bulunabilir. Bunun gerçekleşmemesi duru­ insanların toplam nüfusu 19 milyonu buluyor­
munda Konsey anlaşmazlığın çözümüne iliş­ du. Hepsi A frika’da ve Büyük O kyanus’ta
kin çeşitli yollar önerebilir. Eğer anlaşmazlık bulunan bu bölgelerin çoğu sonradan bağım­
silahlı çatışmaya dönüşmüşse, Güvenlik Kon­ sızlığını kazanarak Birleşmiş M illetler’e üye
seyi tarafları ateşkese çağırabilir; ilgili ülke ya oldu. Bugün ABD yönetimi altındaki Pasifik
da ülkelerle bütün ticaret, demiryolu, deniz­ A daları’ndan başka dünyada vesayet bölgesi
yolu, posta, havayolu ve öbür bağlantıların kalmamıştır.
kesilmesi çağrısında bulunabilir. Birleşmiş
Milletler görevlileri de barış görüşmeleri Uluslararası Adalet Divanı
yapılmasına çalışırlar. Eğer ateşkes sağlan­ Birleşmiş M illetler’in hukuk mahkemesi olan
mışsa, üye ülkelerin askeri birliklerinden olu­ Uluslararası A dalet Divanı, çoğu kez, çıkacak
şan BM Barış Gücü sorunlu bölgeye gönde­ karara uymayı önceden kabul eden ülkelerin
rilebilir. getirdiği davalara bakar. Uluslararası hukuk­
la ilgili olarak kendisine getirilen sorunlara
Ekonomik ve Sosyal Konsey ilişkin önerilerde bulunur. Divan, her biri
Birleşmiş Milletler ırk, din, dil gibi konular­ değişik ülkeden gelen ve dokuz yıl süreyle
da ayrımcılık gözetmeden yoksullara, hastala­ görev yapan 15 yargıçtan oluşur.
ra ve okuma yazma bilmeyenlere yardım eli Kimi zaman Dünya Mahkemesi diye de
uzatan bir örgüt ağı kurmuştur. Bu yardım adlandırılan bu mahkemeye getirilen bütün
işini. Genel K urul’un üç yıllık bir süre için sorunlar, oturum a katılan yargıçların oyçok-
seçtiği 54 üyeden oluşan Ekonom ik ve Sosyal luğuyla karara bağlanır. Divan en az dokuz
Konsey yürütür. yargıcın katılmasıyla toplanır. Yargıçlar, G e­
Konsey’e bağlı olarak çalışan uzmanlık nel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nce seçilirler.
komisyonları vardır. Bunlar insan hakları, Divan, Lahey’in dışında başka yerlerde de
kadın-erkek eşitliği, ticaret, nüfus, uyuşturu­ toplanabilir.
cu m addeler gibi konularla ilgili çalışmalarda
bulunurlar. Bunlardan biri olan İnsan Hakları Sekreterlik
Komisyonu, bütün insanların eşit haklara Birleşmiş M illetler’in yönetim organı olan
sahip olduğunu ilan eden İnsan Hakları Sekreterlik, Birleşmiş M illetler’in kararlarını
Evrensel Bildirisi’ni hazırlamıştır. uygular. BM genel sekreterine bağlı olarak
çalışan Sekreterlik’te, üye ülkelerin hemen
Vesayet Meclisi hepsinden yaklaşık 16 bin kişi çalışır. Hangi
I. Dünya Savaşı (1914-18) sonrasında, Millet­ ülkeden olursa olsun, Sekreterlik çalışanları
ler Cemiyeti’nin aldığı bir kararla Alm an­ Birleşmiş M illetler’e bağlılık andı içerler ve
ya’ya bağlı sömürgelerin ve önceden Osmanlı kendi ülkelerinden buyruk almazlar. Çoğu
İm paratorluğu’na bağlı bazı toprakların yöne­ New Y ork’ta, öbürleri de kendilerine nerede
timi, o bölgelerin halkları kendi kendilerini gerek duyuluyorsa orada çalışırlar.
yönetmeye hazır durum a gelinceye kadar, Uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye
başka bazı ülkelere verildi. II. Dünya Sava- sokan ya da bozan herhangi bir sorunu
şı’ndan (1939-45) sonra da bazı ülkelerin nasıl Birleşmiş M illetler’e götürm ek ve her yıl
yönetileceğine ve hangi ülkenin sorumluluğu­ örgütün çalışmaları üstüne Genel K urul’a bir
na verileceğine ilişkin vesayet arılaşmaları rapor sunmak genel sekreterin görevidir.
hazırlandı. BM Genel Kurulu tarafından 1956’da Süveyş’te ve 1962’de K üba’da sa­
üç yıl için seçilen Vesayet Meclisi, bu anlaş­ vaş tehlikesinin ortadan kaldırılmasında BM
maların gerektiği gibi uygulanmasını sağla­ genel sekreteri önemli bir rol oynamıştır.
218 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

kapsar. Herkese eğitim olanağının sağlanma­


sı da U N ESC O ’nun amaçları arasındadır.
UNESCO ayrıca, bilimsel bilgiyi yayarak, in­
sanların daha iyi koşullarda yaşamalarına da
yardımcı olur.
Merkezi C enevre’de bulunan Dünya Sağlık
Örgütü (W H O) hastalıklarla mücadeleyi ve
dünyanın her yanındaki insanların ruh ve be­
den sağlıklarının iyileştirilmesini amaçlar. Sıt­
ma ve verem gibi her yıl milyonlarca insanın
ölümüne yol açan hastalıklarla dünya çapında
mücadele eder. Bebek sağlığıyla ilgilenir. Aşı
Popperfoto kampanyaları yürüterek sağlık hizmetlerinde
Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Jiao Guan-hua çalışanlara yeni ilaçların nasıl kullanılacağını
1971'de Birleşmiş M illetler Genel Kurulu'nda öğretir, hastalıkları ve bunların yayılmasını
konuşurken.
önlemeye çalışır. Sağlıkla ilgili birçok konuda
hüküm etlere önerilerde bulunan Dünya Sağ­
Birleşmiş M illetlerin bugüne kadarki beş lık Ö rgütü’nün dünyanın herhangi bir yerinde
genel sekreteri Trygve Lie (Norveç), Dag başlayabilecek salgınları önlemek için hekim­
Ham marskjöld (İsveç), U Thant (Birm anya), leri uyaran özel merkezleri vardır.
Kurt Waldheim (Avusturya) ve Javier Perez Başka bir uzmanlık kuruluşu da, merkezi
de C uellar’dır (Peru). L ondra’da bulunan Uluslararası Denizcilik
Ö rgütü’dür (IM O). Dünya deniz ulaşımıyla
Birleşmiş Milletler'e Bağlı Kuruluşlar ilgilenen bu örgütün amaçları denizlerde gü­
Birleşmiş M illetler’e doğrudan bağlı 16 özel venliğin artırılması ve gemi kullananların kar­
kuruluş dünyanın dört bir yanındaki insanla­ şılaştıkları güçlüklerin yenilmesidir.
rı, ortak sorunlarının çözümü için bir araya Birleşmiş M illetler'le bağlantılı öbür dokuz
getirir. Bunlar bağımsız gruplar olup araların­ kuruluş da öncekiler kadar önemlidir.
da Birleşmiş Milletler üyesi olmayan ülkeler 1919’da kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü
de bulunabilir. Bu kuruluşların çoğunun Bir­ (ILO) işçilerin çalışma koşullarının iyileştiril­
leşmiş Milletler ile bağlantısı Ekonomik ve mesi için çaba gösterir. Ö bür kuruluşlar da
Sosyal Konsey aracılığıyla gerçekleştirilir. Dünya Bankası (IB R D ), Uluslararası Para
Merkezi R om a’da olan BM Gıda ve Tarım Fonu (IM F), Uluslararası Finans Kurumu
Örgütü (FA O ) besin kaynaklarının dünya (IFC), Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı
üzerinde dengeli bir biçimde dağılmasını sağ­ (IA E A ), Evrensel Posta Birliği (U PU ),
lamaya çalışmak gibi büyük bir görev üstlen­ Dünya M eteoroloji Örgütü (W M O), Ulus­
miştir. Özellikle yoksul bölgelerde milyon­ lararası Sivil Havacılık Örgütü (IC A O ) ve
larca insanın yeterince beslenemediği dünya­ Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’dir
mızda, FA O uzmanları tarım yöntemlerinin (ITU ).
iyileştirilmesi, hayvan ve bitki hastalıklarıyla
mücadele, toprakların kötü kullanımı ve aşın­ Birleşmiş M illetler'e Bağlı Özel Kuruluşlar
manın önlenmesi konularında hüküm etlere BM Genel K urulu’na bağlı yarı özerk çeşit­
yardımcı olur. li uzmanlık kuruluşları vardır. Genellikle
BM Eğitim, Bilim ve Kültür Ö rgütü’nün U N IC EF adıyla bilinen Birleşmiş Milletler
(UNESCO ) merkezi Paris’tedir. Okum a yaz­ Çocuk Fonu, II. Dünya Savaşı sonrasında
ma bilmeyen ve ancak çok basit araçları kulla­ A vrupa’daki çocukların ivedi gereksinimleri­
nabilen genç, yaşlı milyonlarca insanı eğitm e­ ni karşılamak üzere kurulmuştur. Günüm üz­
ye çalışır. Bu tür bir eğitim yalnızca kuramsal de sürekli bir yapı kazanan U N IC EF dünya­
bilgileri değil, kolay uygulanır sağlık kuralla­ nın yoksul bölgelerindeki milyonlarca anne ve
rını, basit çiftçilik ve sanayi yöntemlerim de çocuğa yardım etm ektedir.
BİRMANYA 219

BM M ülteciler Yüksek Komiserliği zeybatıda Bangladeş ve H indistan’la; kuzey


(U N H C R ), dünyanın dört bir yanında yaban­ ve doğuda Çin, Laos ve Tayland’la kom şu­
cı bir ülkeye sığınmış ya da savaş yüzünden dur. Bu ülkelerle sınırlarını çoğunluk sık
ülkesini terk etm ek zorunda kalmış 10 mil­ orm anlar ve dağlar oluşturur.
yondan fazla insanı koruyup gözetir; yeni bir Birmanya topraklarının yaklaşık yarısı or­
iş ve yaşam kurmak için yabancı bir ülkeye manlarla kaplıdır. Dağlar daha çok kuzey-
gidip de barınacak yer bulamayan insanlara güney doğrultusunda uzun, paralel sıralar
yardım etmeye çalışır. halinde uzanır. Bunların arasından, Sittang ve
Birleşmiş Milletler ayrıca, başka ülkelerin Saluen ırmaklarıyla, Çindvin adlı koluyla
elinde bulunan bilgi ve deneyimin paylaşılma­ birlikte bütün ülkenin neredeyse dörtte üçünü
sını amaçlar. Teknik yardım adıyla da bilinen sulayan büyük İravadi Irmağı akar. İravadi
bu çalışma çiftçilik, mühendislik, sağlık, de­ Irmağı’nın 2.100 kilometrelik toplam uzunlu­
miryolları ve balıkçılık gibi birçok alanı içine ğunun yaklaşık 1.500 kilometresi ulaşıma
alır. elverişlidir. Bu ırmak büyük bir deltayla
denize ulaşır. Bengal Körfezi’nin birçok aday­
Tarih la bezeli olan bu kıyısı, kayalık olduğu için
1943 Ekim ’inde İngiltere, SSCB, ABD ve tehlikelidir.
Çin barışın korunmasını amaçlayan uluslar­ Ülke doğal yapısından dolayı Yukarı ve
arası bir örgütün kurulması konusunda anlaş­ Aşağı Birmanya’ya bölünmüştür. Eskiden bu
maya vardılar. Gene bu dört ülke. Eylül bölgelerde egemen olan iki ayrı krallık, 1885-
1944’te Washington D .C .'de bir araya gelerek 1948 arasındaki İngiliz sömürge yönetimi
bu konuda görüş alışverişinde bulundular. sırasında ortadan kalkmıştır.
Güvenlik Konseyi’nde oylamanın nasıl ya­ Aşağı Birmanya üç büyük ırmağın alçak
pılacağı gibi çetin bir konu, 1945 Şubat'ında vadileri ile, Tenasserim adı verilen dar ve
SSCB’nin Yalta kentinde devlet başkanları
düzeyinde yapılan başka bir toplantıda çözü­
me bağlandı; aynı yıl içinde San Francisco'da
Birleşmiş Milletler K onferansının toplanması
kararlaştırıldı. BM Sözleşmesi, 1945 Şubat-
Haziran ayları arasındaki yoğun çalışmalar­
dan sonra, 26 H aziran’da imzalandı ve gerekli
sayıda ülkenin onaylamasıyla da 24 Ekim
1945’te yürürlüğe girdi.
San Francisco’da bir araya gelen ülke tem ­
silcileri, gelecek kuşakları savaştan koruyabi­
lecek ve Milletler Cemiyeti’nden daha kap­
samlı bir çalışma programına sahip olacak ka­
lıcı bir dünya örgütünün kurulmasını amaçla­
mışlardı. Hiçbiri bir dünya hükümeti kurma
amacı gütmedi. Birleşmiş M illetler’in yasa çı­
karmamasının nedeni budur. H er ülke kendi
egemenliğini sürdürür. BM Sözleşmesi, üye
ülkelerin içişlerine karışılmasını yasaklamış­
tır. Birleşmiş Milletler, ne türden olursa ol­
sun, vergi toplayamaz. H er üye ülke Birleş­
miş Milletler harcamalarından kendine düşen
payı öder.

BİRM A NYA, Güneydoğu Asya’da, Bengal


Körfezi’nin doğu kıyısında bir ülkedir. Ku­
220 BİRMANYA

uzun bir toprak şeridini içerir. Tenasserim , yılanlar ve sıtma taşıyan sivrisinekler boldur.
güneyde, kalay ve tungsten çıkartılan ve Halkın çoğunluğu ırmak kıyılarında kurul­
kauçuk üretilen M alakka Yarım adası’na doğ­ muş küçük köylerde yaşar. Yabanıl hayvan­
ru uzanır. Aşırı yağış alan Aşağı Birmanya, lardan korunmak için bambu ya da ağaçtan
Yukarı Birm anya’dan çok daha nemlidir. kazıklarla çevrelenmiş olan köy evleri de
Gelişen bir liman olan başkent Rangun, yılda bambu ve ağaçtan yapılır.
2.540 mm yağış alır. Kentin kuzeyindeki Nüfusun üçte ikisi O rta Asya’dan yüzyıllar
dağlık A rakan bölgesinin büyük bölümü önce göçmüş olan insanların soyundandır.
5.080 mm yağış alırken, eskiden Yukarı Bir­ Geniş, yassı yüzleriyle M oğollar’a benzerler;
m anya’nın başkenti olan M andalay, yılda ama tenleri, genellikle Çinliler’inkinden da­
yalnızca 838 mm yağış alır. ha koyu renklidir. Geriye kalan nüfus, yerli
kabilelerden, Hindistan ve Çin’den gelmiş
BİRMANYA'YA İLİŞKİN BİLGİLER insanlardan oluşur. Halkın yüzde 70’ten çoğu
Birm an’dır; yüzde 15’ini de K arenler, Şanlar
YÜZÖLÇÜMÜ: 676.577 km2. ve Kaçinler oluşturur. Geri kalanlar, çoğun­
NÜFUS: 39.218.000 (1987). lukla doğu sınırında yaşayan, çevreden soyut­
YÖNETİM: Tek partili halk cumhuriyeti. lanmış dağ kabileleridir.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Aşağı Birmanya'da üç büyük ır­ Konuşulan dil Birmanca’dır, ama çeşitli
mağın; İravadi, Saluen ve Sittang'ın geniş vadileri yer
alır. Yukarı Birmanya'da ise kuru ve açık alanlar yay­ kabilelerin konuştuğu 100 kadar başka dil de
gındır. Ülkenin doğu bölgesinde yüksek bir yayla vardır. Birm anlar’ın yaklaşık yüzde 85’i Bu-
vardır. dacı’dır; bununla birlikte, kırsal kesimde nat
BAŞLICA ÜRÜNLER: Pirinç, şekerkamışı, sebze, kavun,
karpuz, yerfıstığı, karides, tikağacı, gümüş, kalay ve adı verilen eski orman ve dağ ruhlarına
tungsten. tapanlar da vardır. İngilizce’nin resmi devlet
ÖNEMLİ KENTLER: Rangun (Rangoon), Mandalay, Mul- dili olduğu İngiliz sömürge yönetimi döne­
mein, Bassein, Pegu.
mindeki gibi bugün de okullarda İngiliz­
EĞİTİM: 6-11 yaş arası çocuklar için zorunludur.
ce öğretilir. Birm anlar’ın ulusal giysisi longyi,
tıpkı Endonezyalılar’ın giydiği sarong gibi,
Aşağı Birmanya’da muson iklimi egem en­ vücuda sarılan uzun bir kumaştır ve önden
dir. Genellikle, mayıs ortasından kasım orta­ düğmeli bir ceketle birlikte giyilir.
sına kadar süren muson yağmurlarından son­ Birmanlar iş hayvanı olarak hörgüçlü, kü-
ra, yılın geri kalan bölümü kuru geçer. Bu
Picturepoirıı
bölgede, değerli tikağacının yetiştiği muson
ormanları vardır. Nüfusun yüzde 75’inin yaşa­
dığı İravadi ve Sittang deltalarının zengin top­
rakları pirinç tarlalarıyla örtülüdür.
Yukarı Birmanya’nın merkezi çok farklıdır.
D aha düz, çok daha kuru ve açıklık olan bu
bölgede susam, darı, pamuk ve yerfıstığı gibi
ürünler yetişir. Birmanya’nın II. Dünya Sava-
şı’nda büyük zarar gören petrol bölgesi gü­
neydedir. Bu bölge Birmanya ekonomisi için
bugün de önem taşır.
Yağmur orm anlarında hâlâ pek çok yabanıl
hayvan yaşar. Orm anlarda gibon denilen bir
tür uzun kollu maymuna rastlanır. Kaplan ve
küçük bir geyik türü olan munçak ise daha az
rastlanan hayvanlardır. Birmanya’da pars ve
yaban mandası da vardır; dağlarda ayılar,
ormanların çoğunda filler yaşar. Köylerde Rangun'daki, 15. yüzyıldan kalma Shve Dagon
sokak köpeklerinden geçilmez. Kırsal alanda Tapınağı kentteki en güzel yapılardan biridir.
BİRMANYA 221

Birmanya'nın eski
başkentinin bulunduğu
geniş Pagan Ovası'nın
hemen her yerinde Buda
tapınakları ve türbeleri
m tg :* 3 y - m , s k i - (m : î - \ü_.- .
görülür.

The Hutchison Library

çük bir tür öküzden yararlanırlar. Geniş dır. 1938’de işgalci Japon ordularının yaptığı,
ırmak vadilerinde, İravadi deltasında ve pi­ Çin’in güneybatısındaki Kunming’den Birman­
rinç yetiştirilen bataklıklarda m andalar iş ya’nın kuzeybatısındaki Laşio’ya uzanan ve bir
görür. Pirinç temel tarımsal üründür ve ana demiryoluyla Mandalay’a bağlanmış olan
besin kaynağıdır. Bir zamanlar öbür Asya Birmanya Karayolu, Çin’le ticareti kolaylaş­
ülkelerine, özellikle H indistan’a çok m iktarda tırmıştır. Rangun ile Mandalay arasında bir
pirinç satılırdı, ama II. Dünya Savaşı’ndan bu ana demiryolu hattı vardır. Başka demiryolla­
yana pirinç satışı düşmüştür. Ö bür ürünler rı da olmakla birlikte ülkeyi H indistan’a ya da
arasında yağı kullanılan susam, yerfıstığı, öbür komşularına karadan bağlayan karayolu
meyve, pam uk, baklagiller, mısır, şekerkam ı­ yoktur. Birmanya’ya gelen turistler burada
şı ve ince Birmanya purosunda kullanılan tü ­ bir haftadan fazla kalamazlar ve geliş gidişle­
tün sayılabilir. rinde özel uçak kullanamazlar.
Birm anya’nın maden kaynakları zengindir.
Özellikle petrol, tungsten, kurşun, kömür, Tarih
bakır, kalay, altın, gümüş, mika, demir cev­ Birmanya’da gelişkin bir Buda uygarlığı var­
heri ve yeşim taşı vardır. Buna karşın m aden­ dır. Terk edilmiş bir kent olan Pagan’da bu
cilik az gelişmiştir. Tikağacı sanayisi (bak. uygarlıktan izler görülür. Kentte 9.-13. yüz­
T ik a C a c i ) büyük önem taşır. Tikağacı ve öbür yıllar arasında yapılmış binlerce Buda tapına­
sert odunlu ağaç türleri Birmanya’nın dış ğı bulunm aktadır.
ülkelere sattığı başlıca ürünlerdir. Kerestelik 11.-19. yüzyıllarda Birmanya prensleri ara­
orm anlar devletin denetimi altındadır. O r­ sında amansız savaşlar oldu. 1820’de büyük
m anlarda, kütüklerin taşınması ve istiflenme­ Birman Generali M aha Bandula, Hindis­
sinde, eğitilmiş filler çalıştırılır. Ülkede kau­ tan ’ın İmphal (M anipur) ve Assam eyaletleri­
çuk da üretilir. ni ele geçirip Bengal’e yönelince, o zaman
Birmanya’da tarım, ormancılık ve m aden­ H indistan’a egemen olan İngilizler Birm an­
cilik gelişmektedir. Çoğu Rangun yakınların­ ya’ya savaş açtılar. M aha Bandula geri püs­
da olmak üzere, çeltik fabrikaları, ağaç ve kürtüldü ve Birmanyalılar yalnızca Assam ve
pamuk işleme kuruluşları, hepsinden önemlisi İmphal üzerindeki isteklerinden vazgeçmekle
de petrol rafinerileri vardır. kalmadılar, aynı zamanda Aşağı Birmanya’
Birm anya’da ulaşıma elverişli karayolu az­ nın A rakan ve Tenasserim bölgelerini de
222 BİRMİNGHAM

İngilizler’e bırakmaya zorlandılar. 1826-82’de dönemin en önemli mucitleri bu kentte yetiş­


İngilizler, Aşağı Birmanya’yı adım adım ele ti. Örneğin, buhar makinesini bulan James
geçirdiler. Kral Thibavv’la 1886’da yapılan W att, gene buhar makinesinin geliştirilmesin­
savaştan sonra, başkenti Mandalay olan Yu­ de öncülük eden ve bu makineyi sanayide ilk
karı Birmanya da İngilizler’in denetimi altına kez kullanan Matthevv Boulton ile oksijen,
girdi. 1919’dan 1937’ye kadar Birmanya, H in­ azot, amonyak ve sülfürik asidi bulan kimyacı
distan’ın bir eyaleti olarak İngiliz yönetimin­ Joseph Priestley Birmingham’da yaşadılar.
de kaldı. Banliyösü Bournville’de ise Cadbury şirketi­
II. Dünya Savaşı sırasında Japonlar, Bir­ nin ünlü çikolata fabrikası vardır.
m anya’yı işgal ettikten sonra sözde bağımsız 17. yüzyıldan başlayarak kentin yakınların­
bir devlet kurarak egemenlikleri altına aldı­ daki kömür ve demir madenleri nedeniyle
lar. Savaştan sonra İngiliz egemenliği yeniden Birmingham’da çelik üretimi gelişti. Çelik
kuruldu, ama Birmanyalılar bağımsızlık is­ işletmeleri bir süre sonra yöreden taşındıysa
tiyordu. İngiltere’ye yapılan baskı sonucun­ da metal işçileri yerlerinde kalarak yeni işçi­
da seçimlere gidildi ve 1947’de bağımsız Bir­ lerle birlikte otomobil, bisiklet, demiryolu
manya Cumhuriyeti kuruldu. Birmanya ba­ yapım gereçleri gibi çeşitli metal eşya türleri­
ğımsızlığını kazandıktan sonra İngiliz Uluslar nin üretimine geçtiler.
Topluluğu’ndan ayrıldı.
Yansız bir dış politika izleyen Birmanya, Günümüz Birmingham'ı
Çin, Japonya ve SSCB ile yakın ekonomik Birmingham sanayinin korkunç çirkinlikler
ilişkiler kurdu. Çeşitli ayaklanmalardan ve ürettiği bir dönemde gelişti. Ama bugün o
siyasal çekişmelerden sonra 1962’de ordu pis, isli Victoria dönemi kentinin yerinde, son
komutanı Ne W in’in yaptığı hüküm et darbe­ British Tourist Authority
siyle, başbakan U Nu yönetimden uzaklaştı­
rıldı. Yeni hüküm et pek çok sanayi dalını
ulusallaştırdı. 1973’te yeni bir anayasa kabul
edildi. Birmanya bugün de kabile ayaklanma­
ları ve çoğu Tayland ve Laos sınırlarından
kaynaklanan, yasadışı afyon ticareti gibi so­
runlarla mücadele etm ektedir.

B İR M İN G H A M , İngiltere’nin ortasında yer


alır. Ülkenin ikinci büyük kentidir. Nüfusu
1.008.000, yüzölçümü 264 km2’dir. Ülkenin
en büyük sanayi kentlerinden biri olan Bir­
mingham, Sanayi Devrim i’nden önce bile
İngiltere’nin ekonomik gelişmesine önemli
katkılarda bulunmuştu. Sanayi dallarının çe­
şitliliği nedeniyle Birmingham’a “ 1.000 mes­
lek kenti” de denir.
Birmingham İngiliz otomobil sanayisinin
merkezidir. Dünyanın en büyük kakao ve
çikolata fabrikası da buradadır. Ağır makine
sanayisinin yanı sıra, cam, çikolata, lastik,
deri, kimyasal ürünler boya ve plastik fabri­
kaları vardır.

Tarih
Birmingham, 18. yüzyıldan başlayarak İngilte­ Birm ingham 'daki "B u llrin g ", yuvarlak, kule biçim li
re Sanayi Devrimi’nin merkezinde yer aldı ve o yapısıyla çağdaş bir alışveriş ve iş merkezidir.
BİRÛNÎ 223

30 yıldır uygulanan planlama sonucu güzelle­


şen, hava kirliliğinin denetim altına alındığı
örnek bir kent vardır.
Birmingham ’ın sanayi açısından önemli ol­ t j
masının bir nedeni de, İngiltere’nin m erkezin­
de ve ulaşım yollarının odağında bulunması­
dır. Çağdaş ve yaygın karayolu ağı doğrudan
doğruya, İngiltere’nin ana karayolu sisteminin
merkezi olan Spagetti Kavşağı’na bağlanır.
Birmingham ’ın 1960’larda yeniden yapılan
New Street İstasyonu’na her gün 700 tren
girip çıkar. Birmingham Kanal İşletmesi ku­
zey ve güneyin büyük kanallarını birleştirir.
tO l y l j li-V *
Havaalanı 1980’lerin başında büyük ölçüde
onarım görmüştür. İngiltere’nin en önemli ti­
caret fuarları ve sergileri, özel bir tren istasyo­ Anadolu Yayıncılık Arşivi
nu ve yedi büyük salonu olan Ulusal Sergi Birûnî'nin bir yapıtındaki bu m inyatür Topkapı
M erkezi’nde düzenlenir. Sarayı Müzesi'ndedir.
Kent, İngiltere’de kurulan ilk ortaokul, ilk
Belediye Bankası ve ilk Belediye Orkestrası dönerek, bilginlere büyük olanaklar sağlayan
ile tüm ülkeye bu konularda öncülük etmiştir. Sultan Memun bin el-M emun’un sarayında
Birmingham Üniversitesi 1900’de, Aston İbn Sina, İbn Miskeveyh, Ebu Nasr gibi
Üniversitesi ise 1966’da kurulmuştur. Kentin bilginlerle çalıştı. Bu dönemde kendinden 10
Ön-Rafaellocular koleksiyonuyla ünlü güzel yaş küçük olan İbn Sina ile ısı ve ışık iletimi,
bir sanat galerisi, değerli bir Bilim ve Sanayi maddenin devinimi konularında verimli tar­
Müzesi vardır. tışmalar yaptı ve yapıtlarında bu tartışmaları
açıkladı. Birûnî 1017’de Gazneli M ahm ud’un
BİRÛNÎ (973-1048 ya da 1051/52). Büyük Harezm ülkesini fethetmesinden sonra Gazne
İslam bilgini Ebu Reyhan M uhammed bin kentine yerleşti; gerek Gazneli Mahmud dö­
Ahmed el-Birûnî, Batı H arezm ’in başkenti neminde, gerek Gazneli M ahm ud’un oğlu
Kaş’ta (Ket) doğdu. Birûnî’nin yaşamı üstüne Mesud ve torunu Mevdud dönemlerinde
yeterli bilgi yoktur. Kendi yazdıklarından, ba­ büyük saygınlık görerek öm rünün son yılları­
basını küçük yaşta yitirdiğini, annesinin onu nı burada geçirdi.
odun toplayıp satarak büyüttüğünü öğ­ Birûnî’nin hangi ulustan olduğu kesin ola­
reniyoruz. Harezm şahlar soyundan ünlü bir rak bilinmiyorsa da şifalı otlar ve bazı ilaçlar
bilginin koruyuculuğu altında saraya giren konusunda bilgi veren K itâbüs-Saydane’nin
Birûnî astronomi ve m atematik öğrenimi gör­ (“Eczacılık Kitabı”) önsözüne yazdığı “ana
dü. Harezm sarayında çıkan kargaşalıklar dilim yetersiz olduğundan bilim dili olan
sırasında bir süre İran ’da kaldı, daha sonra da A rapça ve edebiyat dili olan Farsça’yı kullan­
Sultan Kâbus bin Vaşmgir'in sarayına kabul dım ” cümlesinden yola çıkılarak Türk olduğu
edildi. Bu kargaşa dönem inde, henüz 28 yaşın­ ileri sürülmüştür. Aynı zamanda bir şair ve
dayken önemli bir yapıt olan el-Âsâru’l- düşünür olan bu büyük İslam bilgininin tarih,
Bâkiye’yi (“Geride Kalan Yüzyıllar”) tam am ­ coğrafya, astronomi, fizik ve kimya dallarında
layıp Sultan K âbus’a sundu. Bu yapıtında birçok yapıtı vardır.
 dem ’den Nuh Tufam ’na kadarki olaylar Nihâyâti’l-Emâkin (“M ekânların Sonları”)
dizisini tarihsel, toplumsal, dinsel bakımdan adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye
ele almış; T ürkler’in, Yunanlılar’ın, Arap- (yeryüzü düzlemini ölçme bilgisi) kadar bir
lar’ın ve İranlılar’ın kullandıkları takvimler dizi konudaki yazıların toplamından oluş­
konusunda bilgi vermiştir. muştur.
1003 (ya da 1009) yılında yeniden H arezm ’e Sultan M esud’a sunduğu el-Kanunü’l-Me-
224 BİSİKLET

sudî adlı en önemli astronomi yapıtında, siz” olduğu düşüncesini savunan İbn Sina’dan
dünya coğrafyası, enlem ve boylam hesapları, ayrılır. B atı’da “A liboron” adıyla bilinen Bi­
dünya çapının ölçümü, G üneş, Ay ve geze­ rûnî’nin yapıtları birçok Batı diline çevril­
genlerin devinim cetvelleri gibi araştırm a ve miştir.
çalışmalarını toplayan Birûnî, bilim tarihçile­
rine göre K opernik’le başlayan çağdaş astro­ BİSİKLET pedallarla hareket ettirilen iki
nominin temellerini atmıştır. Batlamyus ve tekerlekli bir taşıt aracıdır. Fransızca’dan
A risto’nun kuram larına karşı çıkarak dünya­ dilimize geçmiş olan adı da “iki tekerlekli”
nın durağan değil, dönen bir kütle olduğunu anlamına gelir. Bugünün bisikletleri eşit bü­
kanıtlamaya çalışmıştır. yüklükteki iki tekerlek ile bu tekerlekleri
Kitâbu l-Camahir fi Marifeti’l-Cevahir birleştiren, çelik borulardan yapılmış bir ana
(■‘Cevherlerin Özellikleri Ü stüne”) adlı yapı­ çerçeveden oluşur. Binici, kadro denen bu
tında minerallerin ve bazı değerli taşların çerçevenin üzerindeki sele’ye oturur, bisikleti
özelliklerini tanıtmış, 23 katı ve 6 sıvı m adde­ yönlendiren gidon’u tutar ve ayaklarıyla pe­
nin özgül ağırlıklarını bugünkü değerlerine dal' lara basar. Binicinin pedallara uyguladığı
çok yakın olarak saptamıştır. itme kuvveti, pedal kolları, zincir ve iki zincir
Kimi araştırmacılara göre 113, kimi araştır­ dişlisi aracılığıyla arka tekerleğe iletilir. Peda­
macılara göre de 180 yapıtı olduğu ileri la her basışta iki kez dönen arka tekerlek
sürülen Birûnî’nin ancak 27 yapıtı günümüze hareket ettirici, ön tekerlek ise yönlendirici­
kalabilmiştir. Bilim ve felsefe alanındaki ça­ dir. Ön tekerlek bir çatalın arasına yerleştiril­
lışma ve araştırm alarında büyük ölçüde İs­ miş, bu çatal da bir mille kadronun önündeki
lam düşüncesinin etkisi altında kalmış olan dikey boruya yataklanmış olduğu için serbest­
Birûnî, evrenin “öncesiz” olmadığını, bir çe sağa sola dönebilir. İki yanında el tutacak
T ann’nın varlığına gereksinimi olduğunu ileri yeri olan gidon da çatalın üzerindeki bu
sürmüştür. Birûnî bu savı ile, evrenin “önce- boruya bağlı olduğundan, binici gidonu istedi-
BİSİKLET 225

ği yöne çevirerek, çatal mili aracılığıyla çatalı büyüklüğü iki katma çıkmış olur; dolayısıyla
ve ön tekerleği yönlendirebilir. Bisikletlerin vücudumuzu, basamakları birer birer çıkar­
kadrosu genellikle çeliktendir; ama bazı hafif ken kaldıracağımız yüksekliğin iki katma taşı­
modellerin yapımında alüminyum alaşımları mamız gerekir. Böylece yapılan iş iki katına
kullanılır. çıkar; oysa basamaklan birer birer çıktığımızda
Bir bisiklette aranan en önemli özellik tırmanmak için tüketeceğimiz güç azalacağın­
“çevik” olmasıdır. Pedalları zor çevrilen ve dan merdiveni daha hızlı çıkabiliriz.
insana kurşundan yapılmış gibi ağır gelen bir Bu ilke gereğince, bisikletin ana zincir
bisiklet hem binicisini yorar, hem de yol dişlisi (ayna dişli) arka tekerlekteki küçük
almaz. Oysa hafif ve “çevik” bir bisiklette pinyon dişli ile aynı büyüklükte olursa, pedal
insan saatlerce yorulmadan pedal çevirebilir. tam bir devir yaptığında arka tekerlek de bir
Bunun için kadronun iki karşıt özelliği bir kez döner. Eğer ayna dişlinin büyüklüğü
arada bulundurması gerekir: Kadro bağlantı­ pinyon dişlinin iki katı olursa, o zaman pedal
ları hem kolayca yerinden oynamayacak ka­ bir turu tamamlayıncaya kadar arka tekerlek
dar sert ve bükülmez, hem de hareket ser­ iki kez dönecektir. Bugünün bisikletlerinde
bestliği sağlayacak kadar esnek olmalıdır. uygulanan dişli çark düzeninin temeli de
Binicinin bütün gücüyle pedalları aşağıya budur.
doğru bastırabilmesi için kadronun sert ve Bir bisikletteki dişli düzeneğinin hareket
esnemez olması çok önemlidir. Eğer pedala aktarm a verimi, ayna dişlideki diş sayısını
her basışta kadro sağa sola yalpalarsa, binici arka tekerleğin çapıyla çarpıp, bulunan sayıyı
yeniden pedala basmadan önce kadroyu doğ­ pinyon dişlideki diş sayısına bölerek hesap­
rultmak zorunda kalacağından enerjisinin bir lanır.
bölümü boşa gider. Bisiklet yarışçılarının Bütün m akineler gibi bisiklet de sürekli
neredeyse bütün ağırlıklarıyla gidon ve pedal­ bakım ister. En önemli nokta, dişli çarkları,
lara yüklenip, seleye çok az ağırlık bindirm e­ zinciri ve kadrodaki bağlantı yerlerini zaman
lerinin nedeni budur. Yarışçılar aynca selenin zaman yağlamayı unutm am aktır. Eğer lastik­
dar ve sert olmasına özen gösterirler; böylece, lerinizin uzun ömürlü olmasını istiyorsanız,
bacaklarını bir piston gibi aşağı yukarı hare­ hiçbir zaman iyice şişirmeden bırakmayın.
ket ettirirken, bu hareketin bir bölümünü sele Ama bisikletinizi uzun süre kullanmayacaksa­
yaylarına aktararak enerjilerini boşa tüket­ nız, en iyisi lastiklerin havasını boşaltarak
memiş olurlar. bisikleti bir yere asmaktır. Bunu yapmazsa­
Eğer kadro yeterince esnek olmazsa, bu nız, bisikletin bütün ağırlığı sönük lastikler
kez de yoldaki bütün tümsek ve çukurların üzerine biner ve lastikler kısa sürede aşınır.
yaratacağı sarsıntı doğrudan seleye ve gidona
yansıyarak biniciyi rahatsız eder. Bu sakınca­ Bisikletin Tarihi
yı önlem ek için, kadronun yapıldığı çeliğin Bisiklet bugünkü biçimini alıncaya kadar pek
herhangi bir darbeyle biçim değişikliğine uğ­ çok değişiklik geçirmiştir. İlk bisikletler, iki
rasa bile hemen eski biçimine dönecek kadar tekerlek üzerinde dengede duran, garip görü­
esnek olması gerekir. Bu esneklik, tren teker­ nümlü araçlardı. Dikiş m akinelerinde ve tor­
leklerinin ağırlığı altında “bükülen” demiryo­ na tezgâhlarında kullanılan pedal düzeneği
lu raylarının, ağırlık kalkar kalkmaz yeniden yüzlerce yıldır biliniyordu, ama bir aracı ayak
eski biçimine dönmesi gibidir. ve pedal kuvvetiyle hareket ettirm e düşüncesi
Bisikletlerde güç ve hareket aktarımını çok geç doğdu. 1645’te Jean Theson adlı bir
sağlayan dişli düzeneği, bacak gücünden en öğretm en, bir krank mili (dirsekli bir kol)
etkili biçimde yararlanm ak üzere tasarım la­ üzerine uygulanan ayak kuvvetiyle hareket
nır. Bu tasarımın ilkesini en iyi açıklayabile­ ettirilen, dört tekerlekli “atsız bir gezinti
cek örnek merdiven çıkarken tükettiğimiz arabası” yaptı. Ne var ki, fotoğrafçılığın
güçtür. Eğer basam aklan ikişer ikişer çıkar­ babası olarak bilinen Fransız Joseph-Nicep-
sak, bacaklarımız ile merdiven arasındaki hore Niepce 1816’da iki tekerlekli bir taşıt
açıklık ya da bisikletteki karşılığıyla dişlinin aracı yaptığında, bu araca bir pedal düzeneği
226 BİSİKLET

Science Museum, Londra

1820'lerde, son modaya göre giyinen genç erkekler "züppe atı" denen drezine binerlerdi (üstte solda). Bu
modeli 1869'da velosipet ("kem ik titre te n ") izledi (solda). 1872'de de, hızını artırm ak için ön tekerleği iyice
büyütülm üş olan yüksek bisikletler piyasaya çıktı.

eklemeyi düşünmemişti. Binicinin ayaklarıyla 1861’de Fransız Pierre Michaux ve oğulları,


yeri iterek yürüttüğü bu araca “çabuk yürü­ pedal kollarını doğrudan ön tekerleğin göbe­
yen” anlamında seleriped adı verildi. Ertesi yıl ğine takarak önemli bir gelişme sağladılar.
Baron von Drais, bu aracın daha gelişmiş bir 1867 Paris Sergisi’nde halka tanıtılan ve velo­
modelini yaptı. Drezin adıyla bilinen bu araç sipet adıyla tanınan bu araç, temel ilkesi
öyle tutuldu ki, son modaya göre giyinen günümüze kadar değişmeden kalan ilk bisik­
insanlar bindiği için bir süre sonra “züppe atı” letin doğuşuydu. Dikiş makineleri üreten
diye anılır oldu. İngiliz Coventry Şirketi, büyük bir talep olan
1839’da Kirkpatrick Macmillan adlı bir bu velosipetleri İngiltere’de yapıp Fransa’ya
İskoç bu “züppe atı”na iki pedal ile iki krank satmak üzere üretime başladı. Ama Fransa ile
ekleyerek arka tekerleği itici duruma getirdi. Prusya arasında savaş çıkınca, ürettikleri ve­
Binici ayaklarını pedallara dayayarak krank­ losipetleri İngiltere’de satmak zorunda kaldı­
ları öne arkaya sallıyor, bu kranklara bağlı lar. Tekerlekleri tahtadan olan bu hantal araç
olan miller de arka tekerleği döndürüyordu. biniciyi çok sarstığı için, İngiliz halkı velosipet
1842’de bu araçla 112 km yol alarak bir yerine “kemik titreten” demeyi seçti. Pedalın
kentten öbür kente ulaşan Macmillan, yolda her devrinde yalnızca bir tekerlek dönüşü
bir çocuğa çarptığı için para cezasına çarptırıl­ kadar yol alabilen velosipeti hızlandırmak
dı ve “gözü dönmüş sürücü” damgasını yedi. için, arka tekerlek küçük yapılıp ön tekerlek
M acmillan’ın aracı özitmeli olduğu için ilk iyice büyütüldü. Am a aracın hızı ön tekerle­
gerçek bisiklet sayılmakla birlikte çok çabuk ğin büyüklüğüyle orantılı olarak arttığından,
unutuldu ve bisikletin gelişmesinde önemli bir en hızlı bisikletlere ancak çok uzun boylu
rol oynamadı. kişiler binebiliyordu.
BİSİKLET SPORU 227

Bugünün bisikletlerinde olduğu gibi, büyük BİSİKLET SPORU, iki tekerlekli bisikletin
dişlideki dönme hareketini bir “sonsuz zincir” gelişmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bisiklete
aracılığıyla arka tekerleğe ileten hareket ak­ binmek en basit mekanik ulaşım biçimidir.
tarm a düzeneği 1716’da geliştirildi ve Ritmik hareketler gerektirdiğinden sağlığa
1870’lerde ilk kez üç tekerlekli bisikletlere çok yararlıdır. Rahatlatıcı ve gevşetici etkisi
uygulandı. 1874’te H. J. Lawson’ın gerçekleş­ vardır. Bisiklete binmek keyifli bir iştir.
tirdiği pedal, zincir ve zincir dişlilerinden Bisikletin yapısını ve tarihteki gelişimini Bİ­
oluşan bir hareket düzeneği ile serbest ve SİKLET maddesinde bulabilirsiniz.
yönlendirici bir ön tekerleği olan arkadan Bisiklet alırken, hem bisikletin büyüklü­
itmeli bisikletten altı yıl sonra, bisiklet tasarı­ ğüne hem de sele ile pedal, sele ile gidon, gi­
mında en büyük gelişmeler birbirini izlemeye don ile pedal uzaklığının bisikleti kullanacak
başladı. İngiltere’de John Starley, çağdaş kişiye uygun olup olmadığına dikkat etm ek
bisikletlere çok benzeyen, tekerlekleri eşit gerekir. Bisiklete binmeyi öğrenmek zor de­
büyüklükte ve arkadan itmeli yeni bir model ğildir; tek başına başarılabilir. Gene de dene­
geliştirdi. 1888’de de İngiliz John Boyd Dun- yimli bir kişinin izlemesi ve yardımcı olmasın­
lop havayla şişirilen ilk taşıt lastiğini yaparak da yarar vardır. Başlangıçta seleyi alçaltarak,
bisikletteki rahatsız edici sarsıntılara son ver­ gerektiği zaman ayakların rahatça yere basa­
di (bak. T aşit L ast İGİ). bilmesi sağlanmalıdır. İyice öğreninceye ka­
Yeni bir taşıt aracı olarak büyük ilgi uyan­ dar, kalabalık olmayan bir yolda ya da uygun
dıran bisiklet, pahalı olmasına karşın bir oyun alanında çalışmak gerekir.
1890’larda Avrupa ve A B D ’de hızla yayıldı. Binmeden önce her zaman, bisikletin kulla­
Tatil günlerinde caddeler, parklar ve köy nıma uygun durum da olup olmadığına bakıl­
yolları bisikletçilerle doluyor, öbür günlerde malıdır. Bisiklet temiz tutulmalı, işleyen bö­
de insanlar işlerine bisikletle gidip geliyor­ lümleri yağlanmış, gerektiği gibi ayarlanmış
lardı. ve tüm vidaları sıkıştırılmış olmalıdır. Lastik­
Serbest tekerleğin kullanılması, hız değiş­ ler iyice şişirilmeli ve hepsinden önemlisi
tirme (vites) düzeneği, jant telleri ve şişme frenler denetlenm elidir.
lastiklerle hafifletilmiş tekerlekler, paslanmaz Bisiklet kısa yolculuklarda kullanışlı ve
çelikten yapılmış sağlam ve hafif bir kadro, ekonomiktir. Ayrıca bisikletle yapılan günlük
gelişmiş bir fren ve aydınlatma düzeneği, geziler ve tatil turları da çok eğlencelidir.
binicinin bacak hareketlerini engellemeden Birçok ülkede bisiklet kulüpleri turlarla ilgi­
rahatça pedal çevirmesini sağlayan kadro li bilgi sağlar ve toplu bisiklet gezileri düzen­
tasarımı ve rahat bir sele, 19. yüzyıldan bu ler.
yana bisiklet yapımında gerçekleştirilen başlı­
ca gelişmelerdir. 1962’de İngiliz mühendis Topham

Alexander M oulton’ın yaptığı ve sert lastik­


lerin yarattığı sarsıntıyı azaltmak için las­
tik süspansiyon kullandığı küçük tekerlek­
li bisiklet daha da büyük bir ilgiyle karşı­
landı.
20. yüzyılda Avrupa ve Asya ülkelerinde
ulaşım aracı olarak önemli bir yeri olan
bisiklet, otomobilin yaygınlaşmasından sonra
eski önemini yitirdi. Am a yüzyılın sonlarına
doğru, egzos gazlarıyla havayı kirletmediği,
gürültü yapmadığı ve kasları çalıştırdığı için
sağlığa yararlı bir taşıt aracı olarak çevrebilim
uzmanlarının ve doktorların önerisiyle yeni­
den yaygınlaşmaya başladı. (Ayrıca bak. Bİ­ Yalnızca sürücünün enerjisine gerek gösteren
SİKLET Spo r u ). bisiklet sporu aynı zamanda bir ulaşım biçim idir.
228 BİSİKLET SPORU

Bisiklet Yarışı hızlandırılmış rekor denir. Örneğin, 1889’da


100 yıldan daha eski olan bisiklet sporu A B D ’li Charles M urphy, bir trenin arkasın­
özellikle A vrupa’da çok sevilir. A m atör ve dan bisikletle giderek 1.600 metreyi bir daki­
profesyonel bisikletçiler için çeşitli yarışlar kadan kısa sürede aldı. Bunun için raylar
düzenlenir. Bisiklet yarışları ya oval biçimli arasına tahtadan bir yol yapılmış ve trenin
özel pistlerde ya da yollarda yapılır. arkasına dev bir otomobil camı takılmıştı.
Bisiklet pistlerindeki yarışlar görece kısa D aha sonraları motosiklet arkasından gide­
mesafelidir; bir tur 333,3 metre ya da 250 rek, bu tür hızlandırılmış rekorlar kırıldı.
m etredir. Yarışların yapıldığı pistler, dış ke­ Hızlandırılmış ve hızlandırılmamış rekorlar
narı yüksek olacak biçimde içe doğru fincan arasında çok büyük fark vardır. Hızlandırıl­
tabağı gibi eğimlidir. Böylece, yarışçıların mamış yarışta ulaşılan hız saatte 49,431 km,
köşeleri hızla dönerken savrulmaları önlen­ m otosiklet arkasından gidilerek yapılan hız­
miş olur (bak. M er k ezk a ç K u vv et ). 500-1.000 landırılmış yarışta ulaşılan hız ise saatte
metre arasındaki kısa mesafeli yarışlarda, 94,016 kilometredir. Şimdiye kadar bir bisik­
sürücüler uygun bir fırsat yakalamak için, letçinin ulaştığı en yüksek hız saatte 226,10
birbirlerini atm aca gibi kollayarak yarışa çok kilometredir. Bu hızı 1973’te A B D ’li Dr.
yavaş başlarlar. Sonra sürücülerden biri, ya Allan A bbott, üzerine ek rüzgârlık takılmış
arkadan ya da önden, rakiplerini şaşırtarak bir arabanın arkasında giderek elde etmiştir.
ansızın ileri atılır. Bu yarışlarda, bitişteki hız
saatte 65 kilometreye ulaşır. Takip yarışları Öbür Bisiklet Sporları
4.000-5.000 m etre arasında yapılır. O rta m e­ Öbür bisiklet sporları arasında bisiklet yarı­
safe yarışları ise 5, 10 ya da 20 kilom etredir. şıyla kros (kır koşusu) sporunun bir bileşimi
İki kişilik bisikletlerle yapılan yarışlar da olan bisiklet krosu vardır. Bu sporda bisiklet­
vardır. çiler, sık sık bisikletten inmek ve bisikletlerini
Yolda yapılan, zamana karşı yarışlarda her dereler, ırm aklar, çitler ve benzer engeller­
yarışmacı kısa aralarla peş peşe yarışa başlar. den omuzlarında taşıyarak geçirmek zorunda
Yol yarışının öbür biçimlerinde, tüm sürücü­ kalırlar. Bisiklet krosu genç sürücüler ara­
ler yarışa aynı anda başlar. Kazanan, bitiş sında çok yaygınlaşmıştır. Koruyucu elbise ve
çizgisine ilk ulaşandır. Toplu çıkışlı bu yarışla­ başlık giymiş genç yarışçılar, bozuk toprak
rın en ünlüsü, ilki 1903’te yapılan Fransa yollarda sıçraya, atlaya, tüm becerilerini gös­
T uru’dur. Klasikleşmiş bir yol yarışı olan tererek bisikletleriyle birbirlerini kovalarlar.
Fransa Turu birer günlük 21 etapta yapılır ve Bir başka çağdaş bisiklet sporu da, dağ
yaklaşık üç hafta sürer. Bisikletçiler, Fransa’ sürücülüğüdür; kros bisikletlerinin her arazi­
nın çeşitli yerlerinde 4.000 km dolayında bir ye uyabilen 18 vitesli özel bir türüyle yapılır.
yol boyunca yarışırlar. Bu yarışta, A lpler’in Bu bisikletler kayalık yamaçlarda, sürülmüş
ve Pireneler’in sarp yollarında yorucu tırm a­ tarlalarda gidebilir, dereler aşabilir. Son za­
nışlar da yer alır. Başka ülkelerde de benzer m anlarda bisiklet m aratonları da yaygınlaş­
yarışlar düzenlenir. mıştır.
Bisiklet sporu, 1896’dan beri Olimpiyat
Oyunları arasındadır (bak. OLİMPİYAT OYUNLA­ Türkiye'de Bisiklet Sporu
RI). Olimpiyat O yunları’ndaki bisiklet karşı­ 1897’de ilk kez Selanik’te yapılan bisiklet
laşmaları, zamana karşı 1.000 m etre yarışı; yarışları daha sonra bisiklet satıcılarının girişi­
zamana karşı 100 km takım yarışı; kısa mesafe miyle İstanbul’da da düzenlendi. Bir ara
yarışı; ikili bisiklet 2.000 m etre yarışı; bireysel yasaklandıysa da, II. M eşrutiyet’in ilanından
4.000 m etre yarışı; orta mesafe takım yarışı ve sonra Fenerbahçe Kulübü’nün öncülüğünde
bireysel yol yarışıdır. yeniden canlandı.
Havanın direncini azaltmak bisikletin hız 1923’ten başlayarak, o yıllarda kurulmuş
kazanmasında özel bir önem taşır. Eğer hava olan Bisiklet Federasyonu bölgeleri gezmeyi
engeli bir yolla kaldırılabilirse bisikletçinin amaçlayan bisiklet gezileri düzenlemeye baş­
hızı artar. Bu gibi yarışlarda kırılan rekorlara, ladı.
BISMARCK 229

1924 O lim piyatlan’na hazırlanan bir ekip,


bisiklet bulamadığı için katılamadı. Türkiye’
nin yer aldığı ilk uluslararası karşılaşma
1927’de Bulgaristan’da gerçekleşti.
1928’de yapılan Ege Turu yarışmasından
sonra, 1938’den başlayarak 1939, 1941 ve
1942’de İstanbul-Edirne-İstanbul bisiklet ya­
rışları yapıldı.
1963’teki M arm ara T uru’ndan sonra,
1966’da M arm ara Turu uluslararası nitelik
kazandı ve 1968’de Uluslararası Cum hurbaş­
kanlığı Bisiklet Turu adını aldı. 1970’de de ilk
kez Esen Bisiklet Kulübü adıyla bir bayan
takımı oluştu.
Türk bisikletçileri 1971’de İzmir’de yapılan
Akdeniz O yunlan’nda dereceye girdiler. Erol
Küçükbakırcı 1973’te Balkan şampiyonu ol­
du; 1975’te ise Libya ve Suudi Arabistan
turlarını kazandı. Haşan Can 1977’de Fransa
Tour L ’avenir Ö dülü’nü aldı. H er yıl yapılan
Uluslararası Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Tu-
ru ’nda 1989’da Türk takımı üçüncü oldu.
H ulton Picture Library

Otto von Bismarck 19. yüzyılda Prusya'yı birleşik ve


BISMARCK, O tto von (1815-1898). Bis- güçlü bir Alm anya'nın önderi yapmak için çalıştı.
marck 19. yüzyılda yaşamış önemli bir A l­
man devlet adamıdır. Siyasete atıldığında, lere karşıydı; aşırı tutucu olduğu için, ne
Almanya ayrı ayrı devletlere bölünmüştü. pahasına olursa olsun eski yönetim biçimini
Bismarck’ın amacı bu devletleri tek bir ulus korum aktan yanaydı. Alm anya’yı sarsan 1848
halinde birleştirerek A vrupa’nın büyük güçle­ Devrim i’ni asker zoruyla bastırmayı savunu­
rinden biri yapmaktı. Yeni A lm anya’yı “kan yordu.
ve dem ir”le kuracağını söyleyen Bismarck’ın Bismarck, Birleşik Meclis’e girdikten son­
tutum u katı ve acımasızdı. Bu yüzden ona ra, Alm anya’nın siyasal yaşamında etkili ol­
“Dem ir Şansölye” (başbakan) dendi. du. Gerici tutum undan ötürü, bir süre ülke­
Bismarck, Junker denilen toprak sahibi, den uzaklaşmasını sağlamak için, 1859’da
zengin, kuşaklar boyu askerliği meslek edin­ Rusya’ya, 1862’de de Fransa’ya büyükelçi
miş Prusyalı bir aileden geliyordu. Göttingen olarak atandı. Bu sırada Prusya’nın yeni kralı
ve Berlin üniversitelerinde hukuk okuduktan I. Wilhelm orduyu kralın mı yoksa meclisin
sonra devlet hizmetine girdi. Uygulanan di­ mi yönetmesi gerektiği konusunda meclisle
siplin ve kurallardan hoşlanmadığı için 25 çatışmaya girmişti. 1862’de kral, Bismarck’ı
yaşında işini bıraktı ve babasının mülkünü Prusya başbakanlığına atadı. Bismarck, baş­
yönetmeye başladı. bakan olur olmaz vakit kaybetm eden meclisi
Bu sakin yaşamı çok sürmedi. 1847’de dağıttı ve ülke yasalarının kendisine, meclise
Prusya Birleşik Meclis’i (parlam ento) üyeliği­ danışmadan orduyu yönetme yetkisini verdi­
ne seçildi. Bu sıralarda tüm Avrupa halkları, ğini ileri sürdü. Bismarck, kral otoritesinin
eski yönetim biçimlerinin değişmesini isteme­ üstünde bir güç tanımam aya kararlıydı.
ye başlamıştı. Krallar ile egemen sınıfı oluştu­ Prusya A lm anya’nın önderi, Almanya ise Av­
ran soyluların buyruklarını sorgusuz sualsiz rupa’nın en önde gelen ülkesi olacaktı.
uygulamak yerine, yönetimde söz sahibi ol­
mayı ve ülkelerini yönetecek kişileri seçebil­ Almanya'nın Birliği
meyi istiyorlardı. Bismarck bu yeni düşünce- Bismarck’ın ilk işi, 1864’te D anim arka’ya
230 BİT

karşı açtığı savaşta Avusturyalılar’ı yanına liğine karşı birleştirmelerine engel oldu ve
almak oldu. Sonuçta, önceleri Danim arka im paratorun egemenliğini sürdürmesini sağla­
kralınca yönetilen Schleswig ve Holstein dük­ dı. Aynı zamanda, bazı yeni kazanımlar
lükleri, Prusya ile Avusturya’nın egemenliği sağlayarak halkın hoşnutsuzluğunu giderm e­
altına girdi. 1866’da bir anlaşmazlığı bahane ye çalıştı. Örneğin, işçilere hastalanıp işe
eden Bismarck, Avusturya ile de savaşa gidemediklerinde ödeme yapılmasını öngören
tutuştu. Yedi hafta süren bu savaştan sonra bir sağlık sigortası sistemi başlattı, ama hükü­
yenilen Avusturya, Prusya’nın tartışılmaz ön­ m ette söz sahibi olmalarına asla izin vermedi.
derliğindeki Kuzey Alm an Konfederasyo­ Alm anya’yı güçlü bir devlet yapma amacında
n u n d a n çıkarıldı. ise başarılı oldu. Alm anya’nın ticareti ve
Bundan sonraki aşama, güneydeki Alman sanayisi gelişti; güçlü bir ordu kuruldu.
devletlerini de Prusya’nın denetimi altına 1890’da yeni İm parator II. Wilhelm, gerek
almaktı. Bunu sağlamak için Bismarck, Fran­ iç gerek dış siyasette Bismarck’ı çok tedbirli
sa ile bir çatışma nedeni yaratmaya çalıştı. bulduğu için istifa etmeye zorladı ve Bismarck
Böylelikle, Prusya’nın tüm Alman devletleri­ görevinden ayrıldı.
nin savunucusu ve önderi durum una geleceği­
ni umuyordu. Aradığı fırsat 1870’te çıktı. BİT. Bitler insanın ve bazı hayvanların vücu­
Fransa Kral W ilhelm’den, Alman kral ailesi dunda asalak yaşayan, kanatsız, yassı gövdeli,
H ohenzollernler’in başı olarak, İspanya tahtı çok küçük böceklerdir. Ayrı bir takım oluştu­
üzerindeki haklarından vazgeçmesini istedi. ran bu böceklerin 3.300’den çok türü tanım ­
Kral Wilhelm buna karşı çıktı; böylece Bis- lanmıştır. Hepsi asalak olan bu türler ağız
m arck’ın istediği olmuş, Fransız ve Alman yapılarına ve beslenme biçimlerine göre emici
hüküm etleri çatışma ortam ına sürüklenmişti. bitler ve ısırıcı bitler adıyla iki büyük gruba
Güney Almanya devletlerinin de Prusya'nın ayrılır. H er iki gruptaki bitlerin yum urtaları­
yanında yer aldığı savaşta Fransa yenildi. na sirke, yavrularına yavşak denir.
Topraklarının bir bölümünü yitirdikten sonra Emici bitler, başta insan olmak üzere me­
savaş tazminatı ödem ek zorunda kaldı (bak. melilerin dış asalağı olan ve yalnızca kan
F r a n s a -Pr u sy a Sa v a ş i ). em erek beslenen gerçek bitlerdir. Bu grubun
Bismarck’ın, Prusya egemenliğinde güçlü
bir Almanya kurma düşü tümüyle gerçekleşti. Dokuz kez büyütülm üş
insan bitinde, konağa
Prusya Kralı Wilhelm, 1871’de Alman impa­ tutunabilm esi için
ratoru olarak taç giydi. Bismarck başbakanlı­ uçlarında kancalar
ğa getirildi ve kendisine prens unvanı verildi. bulunan üç çift bacak
görülebiliyor.
Bismarck, artık savaşmak istemiyordu. Var
gücüyle yeni Alm anya’yı güçlendirmeye ve
zenginleştirmeye girişti. Almanya, Avus­
turya ve Rusya arasında, Üç İmparator Birliği
diye bilinen anlaşmayla barışı korumaya çalış­
tı. Bu girişimin, Fransa’yı Alm anya’dan öç
alma savaşma girmekten caydıracağını ve en bilinen örneği olan insan biti (Pediculus
Avusturya ile Rusya’nın çatışmasını önleyece­ humanus), temizlik koşullarına özen gösteril­
ğini umuyordu. Tüm çabalarına karşın, büyük mediğinde hızla çoğalarak büyük bit salgınla­
güçler arasında tartışm alar ve sorunlar sürdü; rına yol açabilen çok tehlikeli bir asalaktır.
yeni bir savaş çıkmadıysa da, Rusya ve İnsanı kaşındırarak ve derisinde yaralar aça­
A vrupa’nın öbür ülkeleri gittikçe A lm anya’ya rak rahatsız etmekle kalmaz, çeşitli m ikropla­
güvensizlik duymaya başladılar. 1882’de Bis­ rın taşıyıcısı olduğu için özellikle tifüs, dönüş­
marck Prusya’yı, Avusturya ve İtalya ile Üçlü lü humma ve siper humması gibi ağır hastalık­
İttifak’ta birleştirdi. lara da yol açabilir. Savaş zamanlarında ya da
Ülke içinde, Bismarck siyasi partileri bir­ askeri birlikler, hapishaneler, yatılı okullar
birlerine düşürerek, güçlerini kralın egemen­ gibi çok sayıda insanın bir arada yaşadığı
BİTKİ 231

yerlerde, insandan insana kolayca geçen bit­ bitler (pam uklubitler) ve üzüm bağlarının en
ler aracılığıyla pek çok tifüs salgını çıkmıştır. amansız düşmanı olan asmabiti (filoksera)
İnsan bitinin, yaşadığı yere göre adlandırı­ bitlerle hiçbir akrabalığı olmayan eşkanatlı-
lan iki alttürü vardır. Kirli beyaz ya da açık lardır. Ayrıca, gene bitkilerden özsu em erek
sarı renkteki vücut biti (elbise biti), daha çok beslenen şeytantükürüklerinin bir adı da saly-
giysilerin, özellikle iç çamaşırlarının dikiş alıbittir (bak. KABUKLUBİT; Şeyta n t ÜKÜRÜĞÜ;
yerlerine gizlenerek yaşar. Bu yüzden, vücut Y a pr a k b İt İ). B u böceklerin hepsine birden
bitinden ve yum urtalarından kurtulmak için bitkibitleri denir. Fındık içlerini yiyerek bes­
bitlenmiş çamaşırları kaynatarak yıkamak ve lenen larvasına fındıkkurdu dediğimiz fındık-
çok sıcak bir ütüyle ütülemek gerekir. Vücut biti, önemli tahıl zararlıları olan buğdaybiti ve
bitinden daha küçük yapılı ve kahverengi ya pirinçbiti gibi kınkanatlılar da gene bitlerle
da siyah gibi koyu renkli olan baş bitiyle akraba olmadıkları halde bit adıyla anılır.
savaşmanın en etkili yolu da, eczanelerde Eşkanatlılar ile kınkanatlılardan ayrı bir ta­
satılan özel şampuanlarla saçları yıkayıp sık kım oluşturan odunbitleri (tahtabitleri) ve
dişli bir tarakla taram aktır. Gene insanın kitapbiti gibi küçük böcekler de bit adını
asalağı olan kasık biti (Phthirus pubis) de taşıyan başka bir böcek grubudur (bak. KİTAP­
koltuk altları ile kasıklardaki kılların arasında BİTİ).
yaşar, sirkelerini kıllara yapıştırır ve temizliğe
dikkat edilmezse hızla çoğalarak deride kaşın­ BİTKİ. Canlılar dünyasının en önemli grupla­
tılı, iltihaplı yaralar açar. rından biri bitkiler, öbürü hayvanlardır. Foto­
Kuşların, kümes hayvanlarının ve bazı m e­ sentezle kendi besinini kendisi üretebilen,
melilerin vücudunda asalak yaşayan ısırıcı kökü, gövdesi ve yaprakları olan üstün yapılı
bitler, gerçek bitler gibi kan emmez. Ü zerin­ bitkiler bu özellikleriyle hayvanlardan kolay­
de yaşadıkları konağın tüy, kıl ve derisinden ca ayırt edilebilir. Oysa evrimin daha alt
parçalar kopararak beslenirler. Çünkü ağız basam aklarında bitkilerle ya da hayvanlarla
yapıları emmeye değil, ısırarak çiğnemeye ortak özellikler taşıyan, ama gerçek anlamda
elverişlidir. Hem en her memelinin ya da ne bitki, ne de hayvan sayılabilen pek çok
kuşun kendi türüne özgü ayrı bir biti vardır. canlı vardır. Uzm anlar, sınıflandırmada bü­
Bu asalaklar, hangi türe özgüyse o türün yük güçlük çıkaran bu ilkel ve basit yapılı
adıyla anılır: Koyun biti, köpek biti, sığır biti, canlıları bugün bitkiler ve hayvanlar âleminin
sıçan biti, tavşan biti, kuş biti, tavuk biti, dışında tutm a eğilimindedir. Ama geleneksel
güvercin biti gibi. Bitler konak türlerini kolay sınıflandırmaya bağlı kalan bazı bilim adam la­
kolay değiştirmezler. Örneğin köpek bitinin rı, birçok özelliğiyle bitkilere benzeyen suyo-
koyunlara ya da sığır bitinin insanlara geçme sunları (algler) ile m antarları tallıbitkiler adıy­
olasılığı pek azdır. la bugün bile bitkiler âleminden sayarlar.
Uzunlukları 0,3 ile 11 mm arasında değişen Oysa bu canlıların, üstün yapılı bitkilere özgü
bitlerin gövdesi yassı ve genellikle yarı say­ gövde, yapraklar ve iletim damarları gibi
damdır. Göğüs bölümlerinde üç çift kısa özelleşmiş dokuları yoktur; hücreleri, tal de­
bacak, bu bacakların ucunda da konağın nen basit ve özelleşmemiş ipçikler ya da
derisine tutunm alannı sağlayan birer kanca katm anlar halinde bir araya toplanmıştır.
bulunur. Buna benzer temel farklılıkları göz önüne
Bitlerle aynı takımdan olmayan bazı küçük alarak m antarları ve suyosunlarını bitkilerden
böceklere de yalnızca bu benzerlikleri nede­ ayıran yeni sınıflandırmalarda ise bu canlılar,
niyle bit adı verilmiştir. Gerçek birer bit bitki ve hayvan benzeri bütün tekhücrelileri
olmadıklarını belirtm ek için adlarındaki “bit” içeren Protista âlemi içinde sınıflandırılır;
sözcüğü ile sıfat ya da tanım sözcüğü bitişik hatta m antarlar ayrı bir âlem olarak kabul
yazılan bu böceklerin çoğu eşkanatlılardan- edilir. Canlıların sınıflandırılmasını genel çiz­
dır. Örneğin bitki özsuyuyla beslendikleri için gileriyle ansiklopedinin CA N LILA R m adde­
çok önemli bitki ve tarım zararlıları olan sinde bulabilirsiniz. (Ayrıca bak. MANTARLAR;
yaprakbitleri, kabuklubitler (koşniller), unlu- Y o su n la r .)
232 BİTKİ

Bitkilerin yüz binlerce değişik türü vardır.


Bu türlerin boyutları, ancak mikroskopla
görülebilen bazı yaprakyosunları gibi çok
küçük bitkilerden başlayıp, California’nın kı­
yı sekoyaları gibi yaklaşık 90 m etre boyunda­
ki dev bitkilere kadar uzanır. Bitki türleri
açısından dünyanın en zengin bölgesi olan,
Kuzey Kutbu ile tropik iklim kuşağı arasında­
ki enlem lerde 300 bin kadar bitki türünün
bulunduğu sanılmaktadır.

Bitkilerin Genel Özellikleri


Bütün canlılar hücre denen temel yapı birim­
lerinden oluşur. Bitkiler ve hayvanlar gibi
üstün yapılı canlılarda bu hücreler, her birinin
ayrı bir işlevi olan organları ya da özelleşmiş
dokuları oluşturacak biçimde bir araya top­
lanmıştır. Canlının yaşamını sürdürmesini
sağlayan beslenme, büyüme, solunum ve üre­
me gibi temel işlevlerin yerine getirilmesin­
den bu organlar sorum ludur. Am a bu ortak
özelliklere karşılık, hem hücre yapısı, hem de
bazı yaşamsal işlevler açısından bitkiler ile
hayvanlar arasında belirgin farklılıklar göze
çarpar. Örneğin bitki hücresinin, hayvan hüc­
resinden farklı olarak, büyük ölçüde selüloz­
dan oluşmuş sertçe bir hücre duvarı ve klo-
roplast denen organelleri vardır {bak. HÜCRE).
Böylece bitkiler, kloroplastlardaki yeşil renkli
klorofil pigmentinin yardımıyla güneş ışığını
(enerjisini) soğurup, fotosentez denen bir
süreçle kendi besinini üretebilir. Fotosentez
yeteneği olan yeşil bitkiler arasında, yaşamını
öbür yeşil bitkilere bağımlı olarak sürdüren
asalak bitkilerin sayısı pek azdır. Oysa hay­
vanlar, yaşamaları için gerekli olan besin
maddelerini bitkisel ve hayvansal yiyeceklerle
dışarıdan almak zorunda olan dışbeslek canlı­
lardır {bak. B eslen m e ).
Bitkiler de hayvanlar gibi büyüyüp gelişir
ve yeni hücreler üreterek yaralı dokularını
onarabilir. Am a erişkin yaşa gelen bir hayva­
nın büyümesi durduğu halde, bitkilerde büyü­
me olayı yaşam boyunca sürer. Bu sonsuz
büyüme özelliği de bitkiler ile hayvanları
ayıran temel farklardan biridir.
Bütün canlılar gibi bitkiler de dış uyaranla­
ra bir tepkiyle yanıt verir ve çevresindeki
Bir bitkinin başlıca bölüm lerini, çiçekli bitkilerin
değişikliklere uyum sağlayabilir. Bitkiler (kapalıtohumluların) en iyi örneklerinden biri
özellikle dokunm a, su, yerçekimi, güneş ışığı sayılan düğünçiçeğinde inceleyebilirsiniz.
BİTKİ 233

ve kimyasal m addeler gibi uyaranlara karşı me ayırırlar: En ilkel ve basit yapılı bitkileri
duyarlıdır. Bitkinin genellikle uyarı kaynağı­ içeren karayosunları ile daha üstün yapılı
na doğru dönerek verdiği bütün tepkisel bitkileri içeren damarlı bitkiler. H er iki bö­
yanıtlara yönelim (tropizm) denir. Bu tepkile­ lümdeki bitkiler de aralarındaki yapısal ve
rin en sık karşılaşılan biçimleri ışığa yönelim işlevsel benzerlikler göz önünde bulundurula­
(fototropizm ), yerçekimine ya da yere yöne­ rak kendi içlerinde yeniden gruplandırılır.
lim (jeotropizm ), kimyasal m addelere yöne­ Karayosunlarının iki büyük grubundan biri
lim (kem otropizm ), suya yönelim (hidrotro- yaprakyosunları, öbürü ciğeryosunlarıdır.
pizm) ve elektriğe yönelimdir (elektrotropizm Damarlı bitkiler bölümü ise atkuyrukları,
ya da galvanotropizm). Örneğin bir bitki baş kibritotları gibi görece ilkel bitkilerin ve
aşağı çevrilse bile, kökleri gene toprağa, eğreltiotları gibi daha gelişmiş bitkilerin yanı
tepesi de güneşe dönük olacak biçimde büyü­ sıra, yeryüzündeki bitki örtüsünün çok büyük
mesini sürdürür. Küstüm otunun yapraklarına bölümünü oluşturan açıktohumlular ve kapa-
dokunulduğu anda yaprakçıklar birbirinin üs­ lıtohumlular gibi en üstün yapılı bitkileri
tüne kapanır. Sarmaşık ya da üzüm asması içerir.
gibi sarılıcı ve tırmanıcı bitkilerin sülükleri de Çok nemli yerlerde yetişen yaprakyosunla-
dokunm aya karşı duyarlıdır; bu sülükler ya­ n , ciğeryosunları, atkuyrukları, kibritotları ve
kındaki bir dala ya da tele değdiğinde bu eğreltiotları sporlu bitkilerdir. Yaprakyosun-
desteğe sarılarak bitkinin yukarıya doğru ları ile ciğeryosunlarının kabaca kök, gövde
tırmanmasını sağlar. Çiçeklerin taçyaprakları ve yaprağı andıran bölümleri, biraz daha
genellikle ışığa duyarlıdır; güneş doğunca gelişmiş olan eğreltiotlannda giderek üstün
açılır, güneş batınca kapanır. Bitkilerin yap­ yapılı bitkilerin gerçek kök, gövde ve yaprak­
rakları da çoğu kez güneş ışığına yönelir. larına dönüşür. Am a, spor denen üreme
Yönelim sırasındaki bu kısıtlı hareketler dı­ hücreleriyle eşeysiz olarak çoğalan bu bitki­
şında bitkilerin hayvanlar gibi yürüyerek, sürü­ lerden hiçbirinin çiçekleri ve tohumları yok­
nerek, yüzerek ya da uçarak yer değiştirme tur (bak. ATKUYRUĞU; EĞRELTİOTU; KİBRİTOTU;
olanağı yoktur. Bütün yaşamlarını bulundukla­ Y o su n la r ). Oysa açıktohumlular ve kapalıto-
rı yere bağlı olarak sürdürmek zorundadırlar. humlular gibi tohumlu bitkiler hem tohumları
A ralanndaki bu temel ayrılıklara karşılık, aracılığıyla eşeyli olarak ürer, hem de hepsi­
canlıların yaşamsal işlevlerinden biri olan nin ayrı ayrı görevleri olan kök, gövde,
üreme olayı üstün yapılı bitki ve hayvanlarda yaprak ve çiçek gibi özelleşmiş organları
hemen hemen aynıdır. Hayvanlarda olduğu vardır. Kökler bir yandan topraktan su ve
gibi tohumlu bitkilerde de erkekorganın üret­ mineralleri em erken, bir yandan da bitkinin
tiği sperma hücresi dişiorganın ürettiği yu­ toprağa sıkıca tutunm asına yardımcı olur.
murta hücresini dölleyerek, bu tohumdan Gövdenin görevi yaprakları yukarıya doğru
yeni bir canlının gelişmesini sağlar. Oysa bazı yükselterek güneş ışığını daha çok almalarını
suyosunları ya da amip gibi basit yapılı sağlamaktır; ayrıca su ve besin maddelerinin
canlılar doğrudan hücre bölünmesiyle çoğalır kökler ile yapraklar arasında taşınmasını sağ­
(bak. ÜREME). Bitkilerin yeryüzündeki dağılı­ layan iletimdoku sisteminin temel ekseni de
mı büyük ölçüde tohumlarının bir yerden bir gövdedir. Fotosentez olayının gerçekleştiği
yere taşınmasıyla gerçekleşir. Bu yüzden bazı yapraklar bitkinin besin üretim merkezleridir.
bitkilerin tohumları rüzgârda uçabilecek bi­ Çiçekler ise tohum üreterek bitkinin çoğalma­
çimde kanatlıdır; bazılarında hayvanların sını ve soyunu sürdürmesini sağlar.
postuna tutunm alarını sağlayan kanca ya da Yukarıda da özetlendiği gibi, tohumu üre­
dikenler bulunur. Bazı tohum lar da yerde ten çiçek olduğuna göre bütün tohumlu bitki­
yuvarlanarak ya da suda yüzerek bir yerden lerin çiçeği vardır. Am a açıktohumlu bitkile­
bir yere ulaşabilir. rin çiçekleri bildiğimiz tipik çiçek yapısında
olmadığı için, çiçekli bitkiler terimi özellikle
Basit ve Üstün Yapılı Bitkiler kapalıtohum lular için kullanılır. (Ayrıca bak.
Botanikçiler bitkiler âlemini iki büyük bölü­ AÇIKTOHUMLULAR.)
234 BİTKİ

BAŞLICA BİTKİ SINIFLARINDAN ÖRNEKLER

Bitkiler yeşil renkli klorofil pigm enti içeren ve fotosentezle kendi besinini kendisi üretebilen canlılardır.
Hayvanlar gibi hareket organları olmadığı için bulundukları yere bağlı olarak yaşarlar. Hücre duvarları
selülozlu, bu nedenle oldukça serttir. Yaklaşık 300 bin kadar türü olan bitkiler, benzer yapısal özelliklerine
göre sınıflandırılır.

CİĞERYOSUNLARI ve YAPRAKYOSUNLARI:
Sporlarla üreyen ve toprak yüzeyinde yastık gibi bir
örtü oluşturan küçük, yeşil, çiçeksiz kara bitkileridir.
Yaprakyosunlarının yaprakları sivri uçlu,
ciğeryosunlarınınki etli ve lopludur (25.000 tür).
Aşağıdaki bütün bitkilerin iletim doku sistem i
Ciğeryosunu Yaprakyosunu vardır; iletim doku, suyu taşıyan odundoku (ksilem)
ile besin m addelerini taşıyan soymukdokudan
(floem) oluşur.

KİBRİTOTLARI: Sporlarla üreyen, iğnemsi


yaprakları ve sporkesesi başaklarıyla (strobil)
yaprakyosunlarını andıran çiçeksiz kara bitkileridir Kibritotu
(400 tür).
ATKUYRUKLARI: İçi boydan boya oyuk, eklemli ve
boğum lu gövdeleri olan bitkilerdir. Her boğumdan
Atkuyruğu çıkan uzun, sivri uçlu ve dikensi yapraklar gövdeyi
çepeçevre sarar. Sporlar, kozalağı andıran
sporkesesi başaklarınca üretilir (30 tür).

Eğreltiotları
EĞRELTİOTLARI: Genellikle parçalı olan yaprakları
Kozalak büyüdükçe bir yelpaze gibi açılan kara bitkileridir.
Sporlar yaprakların alt yüzündeki sporkeselerince
ü re tilir (10.000 tür).
AÇIKTOHUMLULAR: Meyvenin içinde saklı
olmayan tohum larla üreyen odunsu bitkilerdir.
İğneyapraklılar (kozalaklılar), yalancı sagupalmiyesi
Yalancı Köknar ile Cycadales takımının öbür üyeleri ve mabetağacı
sagupalmiyesi bu gruptandır (700 tür).

KAPALITOHUMLULAR: Belirgin yaprakları, gövdeleri, kökleri ve çiçekleri olan otsu ya


da odunsu bitkilerdir. Kapalıtohum lular, tohum çeneklerinin (çimyapraklarının) sayısına
göre iki sınıfa ayrılır.
Birçeneklilerde tek bir çenek bulunur. Buğdaygiller, İkiçeneklilerin iki tane çeneği vardır. Nilüferler,
sazlar, zambak, süsen, orkide ve palm iyeler bu kaktüsler, çalılar ve ağaçlar gibi çiçekli bitkilerin
sınıftandır (55.000 tür). çoğu bu sınıftandır (200.000 tür).

Manolya
Kaktüs
ağacı ve
çiçeği

Palmiye Orkide Nilüfer


BİTKİ 235

Çiçekli Bitkiler Bütün Besinlerin Kaynağı


Çok kalabalık bir grup olan çiçekli bitkilerin Bitkiler olmasaydı ne hayvanlar, ne de insan­
bütün türleri birbirinden öylesine farklıdır ki, lar var olabilirdi. Çünkü yeşil bitkilerin, su,
aralarından tipik bir örnek seçmek neredeyse suda çözünmüş tuzlar ve hava gibi inorganik
olanaksızdır. Kökü, gövdesi, yaprakları, çi­ m addeleri, bütün öbür canlılar için gerekli
çekleri ve meyveleriyle tam bir çiçekli bitki olan şeker ve nişasta gibi organik bileşiklere
olan düğünçiçeği gene de en iyi örnek sayıla­ dönüştürebilme yeteneği vardır. Bitkilerin
bilir. Düğünçiçeğinin birçok türü saçak kök­ kendi besinini ürettiği bu sürece fotosentez
lü, bazıları şişkin yumru köklüdür. Gövdenin denir. Fotosentezde bitkiler topraktan aldık­
altından çıkarak toprakaltında yayılan beyaz ları suyu havadan aldıkları karbon dioksit ga­
saçak kökler, tüy gibi incecik uzantılarıyla zıyla birleştirerek şekere dönüştürürler. Bu
topraktaki suyu emer. Toprağın üstünde dal­ süreç bitkilerin yalnızca yeşil bölümlerinde,
lanarak yükselen ince, uzun gövdede belirli özellikle yapraklarında gerçekleşir. Çünkü fo­
aralıklarla yerleşmiş küçük boğum yerleri tosentezde önemli rol oynayan yeşil renkli
vardır. H er boğumdan bir ya da birkaç yaprak klorofil pigmenti yalnız bu bölümlerdeki hüc­
çıkar. Yaprakların koltuğundan, yani gövde­ relerde bulunur. Bu bireşim (sentez) için ge­
ye birleştiği yerden de her zaman ya bir çiçek rekli olan enerji de güneş ışığından sağlanır
tomurcuğu ya da bir yan dal gelişir. Y aprakla­ {bak. F o to sen t ez ).
rın kısa bir sapı ve genellikle parçalı, genişçe Bitkiler ürettikleri şekerleri hem büyüme­
bir ayası vardır. lerini sağlayan temel besin maddesi olarak
Gövdenin ve dalların ucunda tek tek ya da kullanır, hem de sonradan kullanmak üzere
küçük küm eler halinde açan sarı çiçekler yumru köklerinde ya da tohum larında nişasta
bulunur. H er çiçek, yeşil renkli beş çanakyap- biçiminde depolayabilirler. Ayrıca yeniden
raktan, parlak san renkli beş taçyapraktan ve karbon, oksijen ve hidrojene aynştırılabilen
çok sayıda erkekorgan ile dişiorgandan olu­ bu m addeler bitki için gerekli olan enerjiyi
şur. Erkekorganlardan her birinin bir ipçiği sağlar. Üstelik, bitkilerin ürettiği şeker ve ni­
ve sarı çiçektozlarını üreten bir başçığı vardır. şasta yalnız bitkilerin değil bütün hayvanların
Çiçeğin tam ortasında, çok sayıda yeşil mey- ve insanların da temel besin maddesidir. Ö r­
veyaprağından (karpel) oluşan dişiorganlar neğin insanların temel yiyeceği olan ekm ek,
bulunur. Dişiorganlardan her birinin bir tepe­ nişastalı buğday tohumlarının öğütülmesiyle
ciği ile bir yumurtalığı vardır. Tepecik yapış­ elde edilen undan yapılır. Ayrıca, antilop gibi
kan yüzeyiyle çiçektozlarını toplar; şişkince otçul hayvanlar bitkileri, aslan gibi etçil hay­
bir bölüm olan yumurtalık ise sonradan tohu­ vanlar da antilopları yediği için bitkiler dolay­
ma dönüşecek olan tohumtaslağını barındırır lı ya da dolaysız olarak bütün hayvanların be­
{bak. TOZLAŞMA). Çiçeklerin tepeciği genellik­ sin kaynağıdır. İnsanlar ise hem bitkileri, hem
le boyuncuk denen ince, uzun bir bölümle bitkilerden elde ettikleri yiyecekleri, hem de
yumurtalığa bağlıdır. Tozlaşmadan sonra ça- bitkiyle beslenen hayvanların etini yiyerek
nakyapraklar, taçyapraklar ve erkekorganlar beslenir. Değişik örneklerde bu “beslenme
dökülürken, her birinin içinde tek bir tohum ağlan”nı geriye doğru izlersek, ilk basamak­
bulunan şişkin yum urtalıklar birleşerek mey­ larda hep bitkilerin yer aldığını görürüz {bak.
veye dönüşür. Düğünçiçeğinin meyvesi elma, B eslen m e A ğ i ).
arm ut, kiraz, şeftali gibi yakından tanıdığınız Bitkilerin, zengin bir besin deposu olmanın
meyvelerden farklıdır. Am a botanik açısın­ ötesinde birçok yararı vardır. Güzel görü­
dan, içinde tohum u ya da tohumları barındı­ nümleriyle doğayı süsleyen bitkiler, fotosen­
ran olgunlaşmış her yumurtalık bir meyve tez sırasında karbon dioksit alıp oksijen açığa
sayılır. çıkardıklarından, insan ve hayvanların solu­
Bitkilerin ÇİÇEK, G Ö V D E , KÖK, M EY­ numu için bitkilerin varlığı çok önemlidir.
VE ve Y A PR A K gibi temel bölümlerini Ayrıca kökleriyle toprağı tutarak toprak kay­
ansiklopedide ayrı birer madde olarak bulabi­ bını önleyen bitkilerden yakacak, kâğıt, ke­
lirsiniz. reste, zamk, boya, ilaç, reçine, kauçuk, bitki­
236 BİTLİS

sel yağlar ve dokumacılığın hammaddesi olan ma sistemini ilk kez 18. yüzyılda İsveçli bota­
bitkisel lifler gibi çok değerli ürünler elde edi­ nikçi Carolus Linnaeus geliştirmiştir. 1753’te
lir. Baklagiller gibi bazı bitkiler de toprağı yazdığı Species Plantarum (“Bitki Türleri”)
azotça zenginleştirerek tarımsal üretimin art­ adlı başyapıtında bitkileri önce Latince “cins”
masına yardımcı olur. adıyla, sonra o türü aynı cinsin öbür türlerin­
den ayırt eden değişik bir özelliğiyle adlandır­
Bitki Islahı mayı öneren Linnaeus bugünkü bilimsel ad­
Bitkiler her zaman insanlar için vazgeçilmez landırma sisteminin öncüsü sayılır.
besin kaynakları olagelmiştir. Çok eskiçağlar­ Bitkilerin nasıl sınıflandırıldığım ve adlan­
da bitkiler doğada kendiliğinden yetişir, in­ dırıldığını daha iyi anlayabilmek için aşağıda­
sanlar da yemeye elverişli bitkileri bulabilmek ki örnek yararlı olabilir. Dutun Latince adı
için durm adan göç ederlerdi. Zam anla bitki Morus"tur. A m a bu bitkinin birçok türü var­
yetiştirmeyi öğrenerek yerleşik düzene geçti­ dır. Bu türleri birbirinden ayırt etm ek için,
ler. Bugün tarımı yapılan bitkilerin hepsi ya­ meyvelerinin rengini belirten Latince sözcük­
bani bitkilerden türem iştir, ama birçoğu ata­ ler de bitkinin bilimsel adına eklenmiştir. Ö r­
larından oldukça farklıdır. Çünkü bilim neğin beyaz dutun bilimsel adı Morus alba,
adamları ve tarım üreticileri, çaprazlama ve kara dutunki Morus nigra, mor dutunki de
melezleme yoluyla daha yararlı, verimli ve üs­ Morus rubra'dır. Çünkü Latince alba, nigra
tün nitelikli bitkiler elde etmeyi başarm ışlar­ ve rubra sözcükleri sırasıyla beyaz, kara ve
dır. Örneğin yabani buğdaydan, besin değeri morumsu kırmızı anlamına gelir. Bütün bu
ve verimi daha yüksek olan, daha iri taneli bitkiler M orus cinsinin bireyleri, yani türleri­
pek çok buğday çeşidi geliştirilmiştir. Bitkile­ dir. A ralarında büyük bir benzerlik olduğu
rin çeşitli hastalıklara ve zararlı böceklere da­ için hepsi aynı cins içinde sınıflandırılmış,
ha dirençli duruma getirilmesini de amaç­ ama ağacın boyu, yaprakların biçimi, meyve­
layan bütün bu çalışmalara “bitki ıslahı” lerin rengi ve tadı değiştiği için ayrı birer tür
denir. olarak kabul edilmişlerdir.
Dünya nüfusunun ve yiyecek gereksinimi­ Öte yandan dut, incir ve ekmekağacının
nin giderek artmasına karşılık besin kaynakla­ birçok ortak özelliği olduğu için, hepsi aynı
rının hızla tükenmesi bu çalışmaların önemini ailenin üyeleri sayılarak dutgiller (Moraceae)
ön plana çıkarmıştır. Besin değeri olmayan familyası, yani ailesi içinde toplanmıştır. Böy­
birçok bitki de tedavi edici özellikleri ve ilaç lece, birbirine benzer özellikleri olan bütün
yapımında kullanılan hammaddeleriyle tıp akraba cinsler aynı aile içinde sınıflandırılır.
açısından önem taşır. D O Ğ A D A K İ BÜTÜN Örneğin buğdaygiller familyası buğday, arpa,
B İTK İLERİN KO RU NM ASI G E R E K İR . çavdar gibi tahılları ve bazı otsu bitkileri, bak­
ÇÜNKÜ H İÇ İLG İN İZİ ÇEKM EYEN SI­ lagiller familyası da bakla, bezelye, fasulye,
R A D A N BİR OT BİLE İL E R İD E İNSA N­ nohut, mercimek gibi tohum u yenen sebze
LIĞ A ÇOK Y A R A R LI O LA BİLİR. bitkilerini, yonca, fiğ, burçak gibi yem bitkile­
rini ve yerfıstığı, soyafasulyesi gibi yağlı to­
Bitkilerin Adlandırılması ve humlu bitkileri içeren çok kalabalık ve değerli
Sınıflandırılması bitki aileleridir.
Bitkilerin her dilde, ilk kez ne zaman kullanıl­
dığı bile bilinmeyen özel bir adı vardır. A k­ BİTLİS. Doğu Anadolu Bölgesi’nin en dağlık
şamsefası, civanperçemi, hanımeli, güveyfe- ve engebeli kesimlerinden birinde yer alan
neri, çarkıfelek, ballıbaba, aslanağzı, bektaşi­ Bitlis ili Van G ölü’nün batısındadır. Bitlis’in
üzümü, cinsaçı, kadıntuzluğu, çobançantası adına ilişkin söylentilerden birine göre, M a­
gibi bu güzel ve anlamlı adlar genellikle bitki­ kedonya Kralı Büyük İskender, Asya Seferi
nin belli bir özelliğini ve halkın düşgücünü sırasında bu yöreden geçerken kom utanların­
yansıtır. Ama her bitki türünün bu yaygın dan Lis’e, burada kendisinin bile alamayacağı
adından başka, iki sözcükten oluşan Latince bir kale yapmasını emretmiş. Dönüşünde
bir adı daha vardır. Bu iki sözcüklü adlandır­ kaleyi almak için çok uğraşan Büyük İskender
BİTLİS 237

Bitlis doğal ve tarihsel


çevrenin korunabildiği,
yöreye özgü m im ari
geleneklerin sürdüğü az
sayıda kentten biridir.

N ezih Başgelen

bunu başaramayıp çok sayıda askerini yitirin­ metre yüksekliğiyle Türkiye’nin üçüncü yüksek
ce komutanı Lis’e çok kızmış. D aha sonra dağıdır. Van Gölü’nün kuzeyinde yer alan
gelerek kalenin anahtarlarını Büyük İsken­ bu dağda yaşayan ve soyları tükenm ekte olan
der’e teslim eden kom utan, kendisinin bile çengel boynuzlu dağ keçileri ile yaban keçileri
alamayacağı bir kale yaptırmasını buyurduğu­ için bir koruma ve üretm e alanı kurulm uştur.
nu krala anımsatınca bağışlanmış. Kom utanı­ Bitlis ili topraklarındaki bir başka önemli dağ
nı onurlandırm ak isteyen Büyük İskender de ise, Van G ölü’nün batısında 2.828 m etre
kaleye “Bad Lis” adını vermiş. Bu ad zamanla yükseklikteki Nem rut Dağı’dır. H er iki dağ
“Bitlis” biçimine dönüşmüş. Oysa Bitlis’in da birer sönmüş yanardağdır. Süphan Dağı
tarihi çok daha eskiye dayanır. A surlular’ın doruğunun yakınlarında bir buzul, Nem rut
bu yöreye “Liz’in Y urdu” anlamında “Bit Dağı’nda ise 2.247 metre yükseklikte biri
Liz” dedikleri bilinmektedir. küçük, iki göl vardır. Nem rut Dağı'nın krate­
rinden hâlâ dum anlar tüter. İlin güneyini
BİTLİS İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER engebelendiren Bitlis D ağlarfndaki başlıca
yükseltiler, Alacabük ile Gözeli dağlarıdır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 6.707 km2. Botan ve Garzan çayları ile M urat Irm ağı’
NÜFUS: 300.843.
na M uş’un kuzey kesiminde katılan Karasu
İL TRAFİK NO: 13.
İLÇELER: Bitlis (merkez), Adilcevaz, Ahlat, Güroymak,
Hizan, Mutki, Tatvan.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Süphan Dağı; Ahlat mezar taşları;
Haşan Padişah, Usta Şagirt, Hüseyin Timur, Bugatay
Aka, Emir Bayındır kümbetleri; Bitlis, Kef ve Ahlat
kaleleri, Şerefiye Külliyesi, İhlasiye ve Hatibiye med­
reseleri; Urartu mezarları; Ulucami, Kızıl, Dörtsan-
dık, Adilcevaz Paşa, İskender Paşa camileri; Elaman
(Rahva) Kervansarayı; Alemdar, Hüsrev Paşa, Bayın­
dır ve Hatuniye köprüleri; Ahlat Müzesi.

Doğal Yapı
Bitlis ili topraklarının yaklaşık yüzde 70’i dağ­
larla kaplıdır. İldeki Süphan Dağı 4.058
238 BİTLİS

Çayı’nı oluşturan kollar il topraklarından


kaynaklanır. Ayrıca Van G ölü’ne dökülen
bazı küçük akarsular vardır.
Bitlis ili sınırları içinde çok sayıda göl
bulunur. Yaklaşık yarısı Bitlis ili sınırları
içinde kalan ve aynı zamanda Türkiye’nin en
büyük gölü olan Van Gölü bir set gölüdür.
Nemrut Dağı’nın çıkardığı lavların çevreye
yayılması, bu gölün oluşmasına yol açmıştır.
İldeki, öbür önemli göller ise Nazik Gölü,
Sodalı Göl olarak da bilinen Arin Gölü,
Nem rut ve Aygır gölleridir.
İl alanının yaklaşık üçte birini kaplamasına
karşılık orm anlar önemli ölçüde yok edilmiş­
tir. Bu orm anlar genellikle meşe ağaçlarından
oluşur. Dağ eteklerindeki çayırlar ise hayvan­
cılık bakımından önem taşır.
Sert bir kara ikliminin egemen olduğu Bitlis
ilinde kışlar soğuk ve karlı geçer. Yılda
ortalam a üç aya yakın bir süre yerlerin karla
kaplı olduğu ilde, kışın pek çok köyün çevre
ile ulaşım bağlantısı kesilir. Kış ve ilkbahar
ayları yağışlı geçer; kuytu vadiler ile göl
Nezih Başgelen
kıyılarında iklim daha yumuşaktır.
Bitlis'teki Emir Bayındır Kümbeti
15. yüzyılda Akkoyunlular dönem inde yapılmıştır.
Tarih
Bitlis İÖ 11. yüzyılda U rartular’ın yurduydu.
Adilcevaz’daki Kef Kalesi U rartular’dan kal­ geçti. Bizans döneminde yarı bağımsız Ermeni
mıştır. Daha sonra A surlular’ın, M edler’in, yönetimlerin denetiminde olan Bitlis, İS 7.
Persler’in, M akedonya Krallığı’mn, Selevkos- yüzyılda A rapların saldırısına uğradı. Arap­
lar’ın ve Partlar’ın egemenliğinde kalan Bitlis lar, Bitlis ve A hlat’taki Ermeni patriklerini
yöresi, İÖ 2. yüzyılda Rom alılar’ın eline haraca bağladıktan sonra buradan çekildiler.

Nezih Bajgelen

Ahlat'taki tarihi
Bayındır Köprüsü.
BİTLİS 239

Daha sonra gene Bizanslılar’ın eline geçen lat’ta Selçuklu kültürünün ürünü olan yapı
Bitlis, 10. yüzyılda M ervaniler’in egemenliği kalıntıları bugün de ayaktadır. Osmanlı döne­
altına girdi. 11. yüzyılda A nadolu’ya gelen minde de Bitlis, Ahlat ve Adilcevaz’da mi­
Selçuklular, Bitlis topraklarında konakladı­ marlık bakımından değer taşıyan bazı yapılar
lar. Alp A rslan’ın A hlat’a gelerek bir süre yapılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Çarlık
burada kaldığı bilinmektedir. Bitlis’teki Mer- Rusya’sının saldırısına uğrayan Bitlis, Cum ­
vani yönetimine son veren Dilmaçoğulları huriyetin ilanından sonra il yapıldı. 1929’da
egemenliğini. A hlatşahlar’ın yönetimi izledi. ilçe olarak M uş’a bağlandı; 1936’da yeniden il
Dilmaçoğulları ve A hlatşahlar’ın yönetimi oldu.
sırasında Ahlat ve Bitlis tarım , zanaat ve
ticaretle zenginleşti. Bu dönemde Ahlat pek Ekonomi
çok cami, medrese, han ve kervansarayla Bitlis halkının başlıca geçim kaynağı hayvan­
donatıldı. Eyyubi, Harezmşah ve Moğol sal­ cılıktır. İl alanının yaklaşık üçte birini kap­
dırıları sonunda Bitlis ve Ahlat büyük ölçüde layan m eralarda koyun, kıl keçisi ve sığır
yıkıma uğradı. Şerefhanlar yörede egemenlik beslenir. Yerleşik yaşayanların yanı sıra göçe­
kurduktan sonra İlhanlı, Celayirli, Timur, be aşiretlerin de büyük sürüleri vardır. Bitlis
Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevi işgalleri ilindeki m eraların bir bölümünü yazın, başta
geçiren Bitlis, 1514’te Çaldıran Savaşı sonu­ Alikan aşireti olmak üzere, göçer de denen
cunda Osmanlı topraklarına katıldı. 13. yüz­ göçebeler kiralar ve yaylak olarak kullanır.
yıldaki onanm dönemi olarak adlandırılan dö­ Göçer aşiretler sürülerindeki hayvanlardan
nemin zenginliğine bir daha ulaşamayan Ah- süt, yün, kıl ve deri elde eder, tulum peyniri
üretir, keçilerin kılından çadırlarını dokurlar.
Ara Güler
Göçerler şeker, meyve, süs eşyası, kap kacak
gibi bazı gereksinimlerini yaylaklarda dolaşan
ve bir tür gezgin satıcı olan çerçilerden
sağlarlar. Bu alışveriş göçerlerin ürettikleri
hayvansal ürünler karşılığında değiş tokuş
biçiminde gerçekleşir. M eraların giderek ta­
rım alanına dönüşmesi ve yaylak kiralarının
yükselmesi, göçerlerin bir bölümünün yerle­
şik yaşama geçmesine yol açmakta, bunun
sonucunda çerçilik de yok olmaktadır.
Hayvansal ürünlerin işlenmesi için ilin çe­
şitli yerlerinde et kombinaları ve süt ürünleri
fabrikaları kurulm uştur. Tatvan’daki yem
fabrikası da hayvan besleyenlerin yem gerek­
sinimini karşılar. Bitlis ilinin önemli bir
ürünü de baldır. Suları sodalı olan Van
G ölü’ne dökülen akarsu ağızlarıyla, suları
tatlı olan Nazik ve Aygır göllerinde balıkçılık
yapılır.
Yüzey şekillerinin dağlık olması nedeniyle
tarıma elverişli topraklar azdır. Köylü ailele­
rinin yaklaşık yüzde 80’inin toprağı yoktur.
Tarım ürünleri arasında içimi sert, niteliği
yüksek, Türkiye’de üretilen tüm tütünler­
den farklı olan Bitlis tütünü, Bitlis Sigara
Fabrikası’nda işlenir. Ayrıca buğday, şeker­
pancarı, patates, lahana ve ceviz ilin başlıca
Ahlat mezar taşları. bitkisel ürünleridir.
240 BİYOKİMYA

İl merkezindeki sigara ve un fabrikaları ile sanat m erkezlerinden biriydi. Çeşitli dönem ­


T atvan’daki küçük çaplı tersane ve Et ve lerden kalma yapıtların bulunduğu Ahlat
Balık K urum u’nun et kombinası dışında özellikle, mezar taşlarıyla ünlüdür. 13. yüzyıl
önemli sanayi kuruluşu bulunmayan Bitlis’te sonundan kalma Usta Şagirt Kümbeti (Ulu
sanayi gelişmemiştir. Türkiye ile İran arasın­ Küm bet) ile Çifte Küm betler (Hüseyin Timur
daki demiryolu ulaşımını sağlamak için T at­ ve Bugatay A ka küm betleri) ve 15. yüzyılda
van’ın Tuğ iskelesi kullanılır ve vagonlar feri­ yapılan Em ir Bayındır Kümbeti ilk göze
botla Van G ölü’nün karşı kıyısına geçi­ çarpanlar arasındadır. O dönem de A hlat,
rilir. Basra (Belh) ve Buhara kentlerinin yanı sıra
“K ubbetü’l İslam” (İslam ’ın Kubbesi) adıyla
Toplum ve Kültür anılan üç büyük kentten biriydi.
Aşiret düzeninin yüzyıllarca egemen olduğu
Bitlis ilinde toplumsal yapı eskiye göre köklü İl Merkezi: Bitlis
bir değişiklik geçirmemiştir. Aşiret reisliği ve Eskiçağlardan kalma birçok yazılı belgede
şeyhlik kurum lan günümüzde de varlığını Bitlis, sulannın bolluğu ile övülmektedir.
sürdürm ektedir. Önemli değişikliklerden biri Doğal ve tarihsel çevrenin korunabildiği,
göçer aşiretlerin yerleşmeye başlamasıdır. yöreye özgü mimari geleneklerin sürdüğü
Geleneksel yaşam biçiminin büyük ölçüde birkaç kentten biri olan Bitlis’in Anadolu
sürdüğü bu yörede, yılın belli bir döneminde kentleri arasında bu açıdan ayrı bir yeri
şeyhlere, bağlılık belirtisi olarak ürün, hayvan vardır. Tarihsel yapılan, kalesi ve eski evle­
ve para bağışında bulunulur. riyle Bitlis bugün de bir ortaçağ kenti görünü­
Bitlis çevresinde kökleri çok eskilere daya­ m ündedir. D ar bir vadinin tabanında kurul­
nan birçok söylence günümüzde de anlatıl­ muş olan kentin içinden geçen dört akarsuyun
m aktadır. Yöredeki birçok dağ, ırm ak, göl üzerinde, kesme taştan yapılmış kemerli 24
yüzyıllar boyu söylencelere konu olmuştur. köprü vardır. Kente egemen olan görkemli
Örneğin Bitlis’teki Altın Kalbur adı verilen su Bitlis Kalesi dik bir yamaçta yükselir. Bitlis
kaynağına ilişkin söylence en yaygın anlatı­ kenti tarihsel yapılar açısından çok zengindir.
lanlardan biridir. Bu söylenceye göre, kayna­ Bunlar arasında cami, m edrese, türbe, imaret
ğın bulunduğu dağlarda koyunlarmm sütüyle yapılarından oluşan Şerefiye Külliyesi ve Ha-
ve bu sütten elde ettiği yağ ile geçinen bir tibiye Medresesi anılmaya değer yapıtlardır.
kadın yaşarmış. Am a yakında koyunlarını Bir devlet hastanesi bulunan kentten geçen
sulayabileceği bir akarsu yokmuş. O da ge­ karayolu Muş-Van Karayolu’nu Siirt’e bağ­
reksindiği suyu çok uzaklardan taşıyıp getirir­ lar. Kentin nüfusu 36.073’tür (1985).
miş. Gene çok uzak bir kaynaktan testiyle
getirdiği suyla ham ur yoğururken susamış BİYOKİMYA canlıların yapısındaki kimyasal
olan koyunlarmm testiye istekle baktığını maddeleri ve yaşamın temeli olan biyokimya­
görmüş. Onlara acıyan yaşlı kadın “Tanrım sal süreçleri inceleyen bilim dalıdır. Biyokim-
ne olur şu koyunların susuzluğunu giderecek yacılann yaptığı araştırmalar, canlılann da tıp­
su ver. Bu yaşlı kadını da unutma; un eleğimi kı su, taş, toprak gibi cansız varlıklarla aynı
altına çevir” demiş. Dileği kabul olmuş ve m addelerden oluştuğunu göstermiştir. Bu te­
yamaçtan buz gibi bir su akmaya başlamış; un mel m addeler karbon, oksijen, azot ve hidro­
eleği de altına dönüşmüş. Am a T a n n ’nın bu jen elem entleridir. D em ek ki bitkilerin, hay­
iyiliği karşısında gözü doymayan yaşlı kadın vanların ve insanların “canlı” olması, hücrele­
“Keşke tüm eşyaları, taşı toprağı da altın yap” rinde gerçekleşen özel kimyasal tepkimelerin
deseydim diye sızlanmış. Yaşlı kadının bu sonucudur. Gerçekten de kasların kasılıp
açgözlülüğü karşısında öfkelenen Tanrı kadı­ gevşemesinden besinlerin sindirilmesine, bir
nı tüm eşyası ve koyunları ile birlikte taş tohum dan yeni bitkinin gelişmesinden kalıtsal
yapmış. Bugün bu çevredeki koyuna benzer özelliklerin yeni canlıya aktarılmasına varın­
taşlar bu olayın kalıntısı olarak kabul edilir. caya kadar bütün yaşam süreçleri biyokimya­
İlin Ahlat ilçesi ortaçağın önemli bilim ve sal tepkim elere dayanır.
BİYOKİMYA 241

Canlının yapısındaki elem entlerin birbiriy­ diş, kıl, saç gibi vücut dokularının yapıtaşları­
le birleşmesi ya da etkileşmesi bütün kim­ dır; bunlara yapısal proteinler denir. Enzim ­
yasal tepkim eler için geçerli olan temel yasa­ ler de birer proteindir; ama biyokimyasal
lar çerçevesinde gerçekleşir. A m a, canlı tepkim elerde görev aldıkları için işlevsel pro­
hücredeki biyokimyasal tepkim eler cansız o r­ teinlerden sayılır. K arbonhidratlar ve yağlar
tamdaki kimyasal tepkim elerden oldukça canlının temel enerji kaynaklarıdır. DNA
farklıdır. Bu farklılık her şeyden önce enzim (deoksiribonükleik asit) ve RN A (ribonükle-
denen biyokimyasal maddelerin varlığından ik asit) gibi nükleik asitler ise protein sentezi­
kaynaklanır (bak. EnzİM). Enzimler tepkim e­ ni yönlendirerek bütün hücre etkinliklerini
leri hızlandıran doğal katalizörlerdir. Olağan düzenleyen, ne zaman hangi proteinin bire-
koşullarda gerçekleşmesi olanaksız gözüken şimlenmesi gerektiğini enzimler aracılığıyla
birçok tepkim e, enzimler sayesinde canlı hüc­ hücreye bildiren, ayrıca genlerle kuşaktan
rede gerçekleşebilir. Bütün biyokimyasal sü­ kuşağa aktarılacak kalıtsal bilgiyi taşıyan çok
reçler enzimlerce denetlendiği için, çok küçük önemli m addelerdir {bak. KALITIM VE GENETİK;
ve basit yapılı bir bitkinin ya da hayvanın bile KARBONHİDRATLAR; PROTEİN; YAG).
yüzlerce enzimi vardır. Canlının boyutları Bir canlının her hücresinde, başta protein­
büyüyüp yapısı karmaşıklaştıkça biyokimya­ ler, karbonhidratlar, yağlar ve nükleik asitler
sal tepkim eler de giderek çeşitlenir ve her biri olmak üzere yüzlerce, hatta binlerce kimyasal
ayrı bir tepkimeye özgü olan enzimlerin sayısı madde vardır. Bu m addeler birbirleriyle etki­
binleri bulur. leşime girerek, bileşenlerine ayrılarak ya da
Yukarıda da belirttiğimiz gibi karbon, oksi­ daha büyük molekülleri oluşturmak üzere
jen, hidrojen ve azot elem entleri yalnızca birleşerek sürekli değişir. Yiyeceklerle alınan
canlılara özgü değildir. Am a bu elem entlerin karbonhidrat ve yağların vücuda enerji sağla­
büyük ve karmaşık moleküller halinde birleş­ mak üzere parçalanm asından, yaşam için
mesiyle, yalnız canlıların yapısında bulunan gerekli karmaşık moleküllerin (özellikle pro­
organik bileşikler oluşur. Canlı hücrenin te ­ teinlerin) yapımına kadar, hücre içinde ger­
mel bileşenleri olan bu biyokimyasal m adde­ çekleşen bu kimyasal değişikliklerin tümüne
ler dört temel grupta toplanır: Proteinler, birden metabolizma denir (bak. METABO­
karbonhidratlar, yağlar (lipitler) ve nükleik LİZMA).
asitler. Proteinlerin bir bölümü kas, kemik, Biyokimyanın temel görevlerinden biri bu

NHPA/Michael Leach

Tüyleri bembeyaz olan


bu kirpi bir albinodur.
Albinizm , saç, kıl, tüy ve
deriye rengi veren
kahverengi melanin
pigm entinin yapımında
rol oynayan enzimlerin
eksikliğinden
kaynaklanır.
242 BİYOLOJİ

metabolizma süreçlerinin nasıl işlediğini ve olan biyokimya günlük yaşamın birçok ala­
nerede aksadığını araştırm aktır. Bu amaca nında önemli rol oynar. Yiyeceklerdeki katkı
ulaşmak için hem kimya ve fizyolojinin yön­ m addelerinin, tarım da kullanılacak gübrele­
tem lerinden yararlanır, hem de bulgularıyla rin ve içme sularını arıtm ak için katılan
tıp, genetik, tarım ve veteriner hekimlik gibi kimyasal m addelerin önce biyokimya yön­
değişik bilim dallarına katkıda bulunur. temleriyle sınanması gerekir.
Radyasyonun canlı dokular üzerindeki et­
Biyokimyanın Uygulama Alanları kilerini incelemek için de gene biyokimya
Biyokimyanın temeli laboratuvar çalışmaları­ tekniklerinden ve aygıtlarından yararlanılır.
na dayanır. Bu nedenle biyokimyacılar çok Böylece, nükleer enerji santrallarından tele­
gelişmiş laboratuvar tekniklerinden ve aygıt­ vizyon ekranlarına kadar çok geniş bir alan­
larından yararlanırlar. Örneğin dokulardaki da, radyasyonun insan sağlığını tehlikeye atıp
bütün kimyasal maddeleri saptayıp ayırabilen atmadığı denetlenebilir.
spektrom etre ve krom atograf gibi özel aygıt­ Ayrıca bak. BİYOLOJİ; BİYOMÜHENDİSLİK; HÜC­
lar biyokimyanın temel araçlarıdır. Böylece RE; KİMYA.
vücuttaki horm onlar ya da dokularda tutul­
muş zehirli m addeler, başka hiçbir yöntemle BİYOLOJİ, en genel tanımıyla canlıları ince­
saptanamayacak kadar az m iktarda bile olsa leyen bir yaşam bilimidir. Ancak çok güçlü
bu aygıtlarla belirlenebilir. Canlı hücrelerin bir m ikroskopla görülebilen virüslerden, 90
özel çözeltilere ya da pelte kıvamındaki özel m etre yüksekliğindeki kıyı sekoyalan gibi dev
besi ortam larına “ekilmesine” dayanan doku ağaçlara ve 150 ton ağırlığındaki mavi balina­
kültürü de biyokimyanın en önemli teknikle­ lara kadar bütün canlılar biyolojinin ilgi
rinden biridir. Hücrenin bileşimi, çoğalma ve alanına girer. Üstelik biyoloji bu canlıların
davranış özellikleri, enzim eksiklikleri, kro­ yalnız dış yapılarıyla değil, bütün işlevsel ve
mozom bozukluklan, kanser oluşumu, ilaçla­ biyokimyasal özellikleriyle, beslenmeleri,
ra ya da m ikroplara göstereceği bağışıklık ürem eleri, davranış biçimleri ve yeryüzündeki
tepkileri bu yöntemle anlaşılabilir. Hastalık dağılımlarıyla da ilgilenir.
yapıcı bakteri ve virüslerin özel besi yerlerin­ Böylesine geniş bir alanı kapsayan bu
de üretilmesine dayanan bakteri ve virüs bilimin neredeyse sayısız denecek kadar çok
kültürleri de m ikroplardan ileri gelen birçok dalı ve uzmanlık alanı vardır. Bitkileri incele­
bulaşıcı hastalığın anlaşılmasına, tedavi ve yen botanik; hayvanları inceleyen zooloji;
bağışıklık yollarının bulunmasına yardımcı bakteri, virüs gibi tekhücreli mikroskobik
olmuştur. canlıları inceleyen mikrobiyoloji; fosil canlıla­
H astanelerin biyokimya laboratuvarlann- rı inceleyen paleontoloji; canlıların yapısını
da, adli tıp kurum larında, büyük tanm işlet­ ve organlarını hem genel çizgileriyle, hem de
m elerinde, haralarda ve karantina istasyonla­ doku ve hücre düzeyinde inceleyen morfoloji;
rında da biyokimyacılara önemli görevler bu organların işleyişini ve canlıların solunum,
düşer. Özellikle hastalardan alınan kan, id­ beslenme, ürem e gibi yaşamsal etkinliklerini
rar, dışkı ve beyin-omurilik sıvısı gibi örnekle­ araştıran fizyoloji; canlıları akrabalık ilişkile­
rin biyokimya yöntemleriyle incelenmesi has­ rine göre sınıflandıran taksonom i; virüslerden
talıkların tanısında çok değerli ipuçları sağlar. insana kadar bütün canlıların yapısını ve
Tarlalardaki ürünlerde ya da asma bağlarında yaşam süreçlerini molekül düzeyinde ince­
bulaşıcı bir hastalık baş gösterdiğinde bu leyen m oleküler biyoloji; kalıtsal özelliklerin
hastalığın etkenini saptam ak, kriminolojide genlerle kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını
suçun işlendiği yerdeki bazı izleri, örneğin saç araştıran genetik; canlılar ile cansız doğa
tellerini inceleyerek katilin kimliğini belirle­ arasındaki karmaşık ilişkileri inceleyen çevre­
mek için de gene biyokimya yöntem lerine bilim (ekoloji) ve deniz canlılarının yaşamını
başvurulur. araştıran deniz biyolojisi bu sınırsız bilimin
Yeni ilaçların ve aşıların insan vücudundaki temel dallarıdır. Ayrıca birçok konunun araş­
etkilerini araştırarak farmakolojiye yardımcı tırılmasında biyoloji ile öbür bilimlerin sıkı
BİYOLOJİ 243

British Museum ve Mansell Collection

Bu resimler, biyolojinin gelişmesindeki başlıca dönüm


noktalarını gösteriyor. Bitki ve hayvanlara büyük ilgi duyan
ressam Albrecht Dürer bu gergedan resm ini 1515'te çizmişti.
Rönesans'ın ünlü sanatçılarından Leonardo da Vinci anatomi
alanında da uzmanlaşmış, çok sayıda kemik, kas, kol ve bacak
taslakları çizmişti. Buradaki kızböceği ve menekşe çizimleri de
sanatçının taslak defterinden alınmıştır. Vesalius'un De
hum ani corporis fabrica ("İnsan Vücudunun Yapısı Üzerine")
adlı kitabından alman çizim ise insan vücudunun atardamar
ağını gösteriyor. M ikroskop, bu mantardoku örneğinde
olduğu gibi çok büyütülm üş doku çizim lerini olanaklı kıldı.
Charles Daryvin'in evrim kuramı başlangıçta çok sert tepkilere
yol açmıştı. İnsanın m aym unlarla akraba olduğu düşüncesini
benim seyemeyenler, 1861 tarihli bu karikatürdeki gibi
Darvvin'in kuramıyla alay etmeye bile kalkmışlardı.
244 BİYOLOJİ

işbirliğinden yeni bilim dallan doğmuştur. İÖ 4. yüzyılda Eski Yunan bilginleriyle baş­
Örneğin canlıların yapısındaki kimyasal m ad­ lar. D aha eski uygarlıkların tarım ve hayvan­
deleri ve bu m addelerin rol oynadığı süreçleri cılık konusundaki bilgileri ve Eski Yunan düşü­
inceleyen biyokimya, biyoloji ile kimyanın nürlerinin yeryüzünde yaşamın başlangıcına
örtüşme alanıdır. Biyofizik, canlılardaki çeşit­ ilişkin görüşleri biyolojinin doğuşunu daha
li süreçleri ve etkinlikleri açıklayabilmek için erken tarihlere götürürse de, ilk büyük biyo­
fizik bilimlerinin ilke ve kavram lanndan ya­ loji bilgini olarak A risto’nun adı anılır. Eski
rarlanır. Bitki ve hayvanlann yeryüzündeki Y unanistan’ın en büyük bilgin ve düşünürle­
dağılımını araştıran biyocoğrafya biyoloji ile rinden biri olan Aristo, birçok hayvanı kese­
fiziksel coğrafyanın, insanın kökenini ve evri­ rek yapısını incelemiş ve hayvanları yapılarına
mini araştıran fiziksel antropoloji de biyoloji göre sınıflandırmıştı.
ile antropolojinin ortak dalı sayılır. İS 2. yüzyılda yaşayan Bergamalı Galenos,
Biyoloji bilimlerinin bazı dalları, özellikle insan vücudunun yapısını daha iyi inceleyebil­
m orfoloji, fizyoloji, moleküler biyoloji ve mek için maymunlar ve domuzlar üzerinde
genetik, bütün canlılarla ilgilenen genel araş­ çalışmak zorunda kaldı. Çünkü onun yaşadığı
tırma alanlandır. Oysa ilgisini belirli canlı çağda kadavraları, yani ölü insan vücudunu
gruplanyla sınırlandırmış olan botanik, zoolo­ kesip parçalamak yasaktı. G ene de bu göz­
ji, mikrobiyoloji gibi dallar, kendi içlerinde lem lerden vardığı sonuçlar 1.000 yıldan daha
de altdallara aynlarak iyice özelleşmiştir. uzun bir süre biyoloji bilimlerine egemen
Örneğin zoolojinin bir altdalı olan ornitoloji oldu.
yalnız kuşlan, entomoloji böcekleri inceler. G alenos’tan sonra çok uzun bir süre biyolo­
Botaniğin altdallanndan algolojinin konusu ji konusunda hemen hiçbir gelişme olmadı ve
suyosunlan (algler), mikolojininki m antarlar­ eski bilginlerin görüşleri hiç tartışmasız doğru
dır. Milyonlarca tekhücreli canlıyı konu alan kabul edildi. Ancak 16. yüzyılda Belçikalı
mikrobiyoloji de yalnız bakterileri inceleyen anatomi bilgini A ndreas Vesalius’un kadavra­
bakteriyoloji ve virüsleri inceleyen viroloji lar üzerindeki çalışmalan biyolojide yeni bir
gibi altdallara aynlmıştır. dönemin başlangıcı oldu. Vesalius, 1543’te
yayımlanan ve insan vücudunu çizimlerle
Biyolojinin Tarihi ve Gelişmesi anlatan ünlü yapıtında, G alenos’un verdiği
Biyolojinin deneysel bir bilim olarak doğuşu, bilgilerden çoğunun yanlış olduğunu kamtla-

Scierıce Photo Library

Escherichia coli
bakterisinin bir elektron
mikroskobundan alınmış
görüntüsü. Üzerinde
çeşitli işlemler
uygulandığı için
bakterinin DNA'sı
hücrenin dfşına çıkarak
çevreye yayılmış.
BİYOLOJİ 245

mıştı. Eski bilginlerin bütün görüşlerine körü daha küçük gruplar olan takımları, takımların
körüne inanmayıp, doğru bilgiye deneyle içinde familyaları, fam ilyalann içinde cinsleri
ulaşmak gerektiğini ortaya koyan bu çalış­ ve nihayet her cinsin türlerini tek tek belirle­
ma çağının bilim anlayışını da derinden etki­ di. Canlıları önce Latince cins adı, sonra
ledi. bütün öbür canlılardan ayıran tür adıyla
16. yüzyılın sonlarında mikroskobun bulun­ adlandırm a sistemi de Linnaeus’un bulu­
ması biyolojide gerçek bir dönüm noktası şudur.
sayılır. İtalya'nın kuzeyindeki üniversitelerde Hayvan ve bitki fosillerinin incelenmesi bir
botanik, zooloji, anatomi ve fizyolojinin ba­ yandan paleontoloji gibi yeni bir biyoloji
ğımsız birer bilim dalı olarak okutulm aya dalının doğuşuna, bir yandan da başlangıcı
başladığı o dönem , mikroskop sayesinde çok Eski Yunan düşünürlerine kadar uzanan ev­
önemli buluşlara tanık oldu. Bitki ve hayvan rim düşüncesinin pekişmesine yol açtı. Bulu­
dokuları, böceklerin yapısı m ikroskopla ince­ nan fosiller, hayvan ve bitkilerin milyonlarca
lendi; bakterilerin varlığı keşfedildi. Canlıla­ yıldır çeşitli değişiklikler geçirerek bugüne
rın en küçük yapısal ve işlevsel birimini kadar ulaştığını ve aralannda önemli yapısal
tanımlamak için önerilen hücre terimi biyolo­ farklar olan birçok hayvanın aynı atadan
jinin odak noktası oldu ve 20. yüzyılda türediğini gösteriyordu. 19. yüzyılın başların­
m oleküler biyolojinin doğuşuna kadar yaşa­ da Fransız bilgin Jean-Baptiste de Lam arck,
mın bütün sırları hücre biyolojisiyle açık­ bu olguyu açıklamak için, çevre koşullanna
landı. uyum sağlamak üzere kazanılan yeni özellik­
Bakterilerin bulunmasından yüzlerce yıl lerin kuşaktan kuşağa aktarıldığını öne sürdü.
sonra bile, bilim adamları bu çok küçük Lam arck’tan 50 yıl kadar sonra da İngiliz
canlıların çürüyen m addelerin içinde kendili­ doğa bilgini Charles Danvin, evrimin bir
ğinden türediğini düşünüyorlardı. 19. yüzyılın “doğal seçme” sürecinin sonucu olduğunu,
ortalarında Louis Pasteur, bakterilerin yalnız ancak doğaya en iyi ayak uydurabilen canlıla­
çürüyen m addelerde değil her yerde bulundu­ rın soyunu sürdürdüğünü açıklayarak evrim
ğunu, üstelik çürümenin sonucu değil nedeni kuramını oluşturdu.
olduğunu kanıtladı. Aynca bazı bakterilerin Lamarck ve Darw in’in çalışmalan, bilim
çeşitli hastalıklara yol açtığını açıklaması adamlarını kalıtım ve çevre etkenlerini incele­
biyoloji araştırm alarına yeni bir yön verdi. meye yöneltti. Bir türün bütün ayırt edici
Böylece biyologlar insan, hayvan ve bitkilerin özelliklerinin kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldı­
yalnız sağlıklı yapılarını değil, hastalıklı bö­ ğını ilk kez 1866’da AvusturyalI keşiş Gregor
lümlerini de mikroskopla incelemeye başladı­ Mendel bezelyeler üzerinde yaptığı çalışma­
lar. Aynı dönemde kimya ve fizik bilimlerinin larla açıkladı. O zamanlar pek ilgi çekmeyen
gelişmesi de canlıların vücudundaki kimyasal bu çalışma, kalıtımdan sorumlu olduğu sanı­
ve fiziksel değişikliklerin incelenmesine yar­ lan kromozom ların mikroskopla görülmesin­
dımcı oldu. den sonra büyük önem kazandı. 20. yüzyılın
Bitki ve hayvan yapılarının m ikroskopla başlannda, kalıtsal bilgiyi yeni döllere akta­
incelenmesi, canlıları yapılarına göre sınıflan­ ran hücre bileşenlerinin kromozom lar değil
dırma düşüncesinin de esin kaynağıdır. 17. genler olduğu kanıtlandı. D aha sonra, hücre­
yüzyılda İngiliz doğa bilimci John Ray çiçekli ye bu kalıtsal bilgiyi nasıl değerlendireceğini
bitkileri çeşitli familyalar içinde topladı; hay­ ve ne zaman, hangi proteini bireşimlemesi
vanları da parm aklan ile dişlerinin yapısına ve gerektiğini bildiren D N A ’nın (deoksiribonük-
düzenine göre sınıflandırdı. 18. yüzyılda İs­ leik asit) yapısı açıklandı. Bütün bu aşam alar
veçli botanikçi Carolus Linnaeus, dünyanın genetiğin doğuşuydu. Bugün, yaşamın sır-
her yanından topladığı bitki örnekleri arasın­ lannı adım adım çözen genetik ve m ole­
daki akrabalık ilişkilerini tanımlayarak bu küler biyoloji ile doğal kaynaklann tüken­
sınıflandırma çalışmalannı bilimsel tem ellere mesini ve çevre kirliliğini önlemeyi amaçla­
oturttu. Bitki ve hayvanlan önce sınıf denen yan çevrebilim biyolojinin en ağırlıklı dallan­
büyük gruplara ayırdı; sonra her sınıfın içinde dır.
246 BİYOLOJİK IŞILDAMA

ANSİKLO PEDİNİN BİYOLOJİ İLE İLGİLİ ortaya çıkan bu ışığın, bakteri ya da m antarın
ÖBÜR MADDELERİ yaşamında bilinen herhangi bir işlevi yoktur.
Işıklı bakteri ya da m antarları barındıran
ANATOMİ GENETİK MÜHENDİSLİĞİ çürümüş ağaç gövdelerinin ve etlerin gece­
BAKTERİ HAYVAN DAVRANIŞI
BİYOKİMYA HÜCRE leyin parıltılar saçması, cinler ve periler üstü­
BOTANİK KALITIM VE GENETİK ne çeşitli öykülerin anlatılmasına neden ol­
CANLILAR MİKROSKOP
ÇEVREBİLİM UYUM muştur.
EVRİM ÜREME Bakteri ve m antarların bu amaçsız ışılda­
FİZYOLOJİ VİRÜSLER VE VİRÜS HASTALIKLARI masına karşılık, hayvanların çoğu yalnızca
FOSİL ZOOLOJİ
ürktüğünde ya da türdeşleriyle haberleşm ek
istediğinde ışık saçar. Örneğin ateşböcekleri-
BİYOLOJİK IŞILDAMA. Bazı canlılar, hüc­ nin ışığı, çiftleşmeye hazırlanan erkek ve
relerindeki kimyasal m addeleri ışık enerjisine dişinin buluşabilmesi için bir haberleşm e ara­
dönüştürerek sürekli parlayan ya da yanıp cıdır. Hayvanların bir bölümü hücrelerindeki
sönen bir ışık yayarlar. Biyolojik ışıldama ya özel kimyasal maddeleri birleştirerek kendi
da biyolüminesans denen bu olaya hayvanla­ ışığını kendisi üretir; bir bölümü de vücutla­
rın pek çoğunda, aynca bazı m antarlarda ve rında barınan ışıklı bakterilerin ürettiği ışık­
bakterilerde oldukça sık rastlanır. Am a ger­ tan yararlanır.
çek bitkilerde, amfibyumlarda, sürüngenler­
de, kuşlarda ve memelilerde bugüne kadar Işıldayan Deniz Canlıları
biyolojik ışıldama görülmemiştir. Işık saçan canlıların çoğu denizde yaşar.
Bakteri ve m antarların ışığı belirli zam an­ “Y akam oz” denen deniz ışıltılarını görmemiş
larda değil, sürekli yanar. Canlının yaşamsal denizci yok gibidir. Bu ışıltı, geceleyin yiye­
etkinlikleri sırasında bir “artık ürün” olarak cek aram ak üzere yüzeye çıkan milyonlarca

NHPA/Chaumeıon Bassot

Derin denizlerde yaşayan


engerekbalığının
altçenesinde, gövdesinin
yanlarında ve alt
bölüm lerinde çok sayıda
ışık organı vardır. Ayrıca
sırt yüzgecinden çıkan bir
uzantının ucunda ışıklı bir
kürecik bulunur. Hayvan
ağzını iyice açıp, bu
aldatıcı yem i başının
üstünde sallayarak
balıkları ağzına doğru
çeker. Engerekbalıkları,
en iri türün uzunluğu 30
cm olan küçük balıklardır.
BİYOLOJİK SAAT 247

tekhücreli hayvanın deniz yüzeyine yayılma­ ğın ışığı geceleyin 30 metre ileriden görülecek
sından kaynaklanır. Yakamozu görmenin en kadar parlaktır ve büyük olasılıkla karanlıkta
kolay yolu, gemilerin arkasındaki dalgaları avım görmesini ya da yakına çekmesini sağlar.
(dümen suyunu) ya da bir sandalın suya batıp
çıkan küreklerini gözlemektir. Çünkü bu mi­ Ateşböcekleri
nik canlılar ile denizanaları, geminin geçişin­ Kara hayvanlan içinde ışıldayan türlerin sayı­
den ve küreklerin suyu dalgalandırmasından sı çok azdır. Bu birkaç örnek arasında en
rahatsız olarak hep birden ışıldamaya baş­ tanınmışı olan ateşböceklerinin ışığı başın
larlar. arkasındaki iki noktadan ve gövdenin alt
Deniz hayvanlarında bu ışık genellikle dişi bölümünden çıkar. Batı Hint A dalan’ndaki
ile erkeğin çiftleşme çağrısıdır. Işıklı solucan­ bazı ateşböcekleri öylesine parlak bir ışık
lar yılda bir kez yum urta dökm ek için deniz saçar ki, bu adalardaki Yerliler bu böcekleri
yüzeyine toplandıklarında, Berm uda çevre­ cam kavanozlara koyup fener olarak kullanır­
sindeki deniz ışıl ışıl parlar. Bu küçük solu­ lar. A m a bu parlak ışık sürekli değildir;
canlar birbirleriyle ışık aracılığıyla haberle­ birkaç saniye arayla yanıp söner. Türlerin
şirler. çoğunda da ışığının çıkış süresi düzenlidir;
Işıldayan canlıların en bol bulunduğu yer bazen yüzlercesi bir araya gelerek hep birlikte
denizlerin derin kesimleridir. Güneş ışığının ışıklarını yakıp söndürürler.
ulaşamayacağı kadar derin olan bu kapkaran­ A teşböcekleri, lusiferin ve lusiferaz denen
lık sularda yalnızca bu canlıların ışığı yanıp iki kimyasal m adde üretir. Bu iki m adde,
söner. Bilim adamlarının yeni yeni keşfetm e­ yüksek enerjili başka bir maddenin eşliğinde
ye başladığı bu dünyada çok ilginç canlılar birleşince ışık oluşur. Bu enerji kullanılıp
vardır. Örneğin ışıldakbalığının gövdesinin iki tüketilinceye kadar ışık parlar, sonra söner.
yanındaki ışık organları, yan yana dizilmiş Ateşböceği, kimyasal enerjinin neredeyse tü­
ampuller gibi renk renk ışıklar saçar. Bu münü ışığa dönüştürebilen tek canlıdır. İnsan
balıklardan çoğunun ışığı, fotofor denen kar­ eliyle üretilmiş enerji dönüştürücülerinde bile
maşık yapılı ışık organlarınca üretilir. H er bu yüksek verime ulaşılamamıştır. Örneğin
fotoforda birçok ışık hücresi, bir yansıtıcı ve elektrik ampulü parlak bir ışık verirken bir
ışığı ince bir demet halinde toplayan bir yandan da ısınır; bu, elektrik enerjisinin bir
mercek bulunur. Işık üretem eyen bazı derin bölümünün ısı enerjisi halinde kaybolması
deniz balıkları ise ışıldayan bakterilerle işbir­ dem ektir (bak. A T E Ş B Ö C E Ğ İ).
liği yapar. Bu balıkların gövdelerinde bakteri­
lerin barındığı küçük kesecikler vardır. Balık BİYOLOJİK SAAT. H ayvanlann çoğunda,
ışık yaymak istemediğinde bu keseciklerin gündüzün geceye, yazın kışa döndüğünü algı-
üstünü zarsı bir kapakla örter. lam alannı sağlayan bir zaman duygusu ve
Derin deniz balıklarında ışık genellikle kavramı vardır. Biyolojik saat denen bu algı­
haberleşmeye yarar. Işık organları ağız çevre­ lama mekanizması, değişmez bir düzen içinde
sinde toplanmış olan bazı türler ise, bu yinelenen gece-gündüz ve mevsim değişiklik­
ışıklara aldanıp gelen küçük deniz hayvanla­ lerine hayvanın kendini hazırlamasına yar­
rıyla beslenir. Fenerbalıklarının başının üze­ dımcı olur.
rinde olta kamışına benzeyen bir uzantı, Bir hayvanın hayatta kalabilmesi için zam a­
bunun ucunda da genellikle parlak ışıklı bir nı bilmesi, daha doğrusu zamanın gün ve yıl
kabarcık vardır. Balık bu “ışıklı oltasını” içindeki akışını algılayabilmesi gerekir. Eğer
sağa sola sallayarak ucundaki “yem ”e alda­ bir güvercin her gün akşam karanlığına doğru
nan avını kolayca yakalar (bak. DERİN DENİZ uyanırsa, bir süre sonra açlıktan ölür. Çünkü
CANLILARI; FENERBALlCl). tohum ve meyveyle beslenen bu kuşlar, hava
Sığ sularda yaşayan bazı balıklar da ışık aydınlık olmadıkça yapraklann arasındaki yi­
üretebilir. Bunlann içinde ışığı en parlak yecekleri göremezler. Aynı biçimde, bir ku­
olanı çakarbalığıdır (Photoblepharon palpe- şun kışa girerken yuva kurup yumurtlaması
bratus). Mercan resiflerinde yaşayan bu balı­ da zamansızdır.
248 BİYOLOJİK SAAT

tam amlayan biyolojik bir ritim söz konusu­


dur. Buna günlük ritim ya da gece-gündüz
ritmi denir. A rı, kelebek, yarasa, baykuş ve
daha birçok hayvan günün yalnızca belirli
zam anlarında, yiyecek aram ak için yuvasın­
dan dışarıya çıkar. A rılar ve kelebekler gün-
düzcü hayvanlardır; çünkü yiyeceklerini yal­
nız gün ışığında bulabilirler. Yarasa ve bay­
kuşlar ise gececi hayvanlardır; bunlar çok
keskin olan işitme ve görme duyularıyla
avlarını karanlıkta da bulabilirler.
Bazı hayvanların biyolojik ritmi ise, A y’ın
çekim etkisinden kaynaklanan gelgit olayına
bağlıdır. Gelgit ritmi daha çok deniz kıyısında
yaşayan hayvanlarda görülür. Bu hayvanların
bir bölümü yuvalarından ya da kabuklarından
çıkarak yiyecek aram ak için suların kabarm a­
sını, bir bölümü de tam tersine suların çekil­
mesini bekler. H er iki davranış grubundaki
hayvanlar denizden uzaklaştırılarak bir labo-
ratuvar havuzunun içinde beslenseler bile bir
süre daha aynı ritmi korur ve suların alçalıp
kabarm a süresine uygun olarak davranmayı
sürdürürler. Am a denizden uzak kaldıkları
süre birkaç haftayı aşınca bu ritim yavaş yavaş
kaybolur. Çünkü biyolojik saatlerinin “doğru
zam anı” bildirebilmesi için doğal gelgit çevri­
O SF
mine gereksinimleri vardır.
Uykuya program lanm ış olan bu küçük nalburunlu
İnsanda da biyolojik saatin denetimi altın­
yarasa, kullanılm ayan bir maden ocağının duvarına da olan bazı günlük ritimler görülür. Sözgeli­
tutunarak, üzerinde biriken su buharı damlacıklarıyla mi belirli saatlerde uyur, uyanır ya da acıkırız;
kış uykusuna yatmış. vücut sıcaklığımız bile gündüz ile gece arasın­
da biraz değişir. Uzun süre yeraltı sığınakla­
En basit yapılı hayvanlarda bile bir biyolo­ rında ya da deney odalarında yaşamak zorun­
jik saat vardır. Am ip, terliksi hayvan gibi da kalan insanlar günlük ritimlerini birkaç
basit, tekhücreli hayvanların yaşamsal etkin­ hafta kadar koruyabilir, ama bu süre uzayınca
likleri günlük bir çevrim izler. Sudaki küçük bütün zaman duygularını yitirirler.
yiyecek parçacıklarını hücrelerinin içine ala­ Uçakla kıtalararası uzun yolculuklara çıkan
rak sindiren bu canlıların çoğu yalnızca gün kişilerde de çoğu kez “jet sendrom u” denen
ışığında beslenir. Bu canlılar tamamıyla ka­ biyolojik ritim bozukluğu görülür. Örneğin
ranlıkta bırakılsalar bile, beslenme ve dinlen­ H indistan’dan A m erika’ya uçarak öğle saa­
me zamanlarını gündüz ile gecenin süresine tinde alana inen bir yolcuya gece yarısı olmuş
eşit bir çevrim içinde sürdürürler. Bu da bu gibi gelebilir.
tekhücreli hayvanlann gündüzün ne zaman Birçok hayvan mevsimlere bağlı olarak
bitip, gecenin ne zaman başladığını algılaya- davranış değişiklikleri gösterir. Örneğin ayı­
bildiklerini gösterir. D em ek ki bu en basit lar havalar soğuduğu zaman kış uykusuna
canlılarda bile, dış etkenlerden, özellikle ışık­ yatarlar; kaplum bağalar ise sıcak ve kurak
tan bağımsız olarak işleyen bir iç denetim yaz aylarını uykuda geçirirler. Biyolojik saat­
mekanizması vardır. leri, bu hayvanlara uyku zamanının yaklaştı­
Hayvanların çoğunda, çevrimini 24 saatte ğını ve hazırlanmaları gerektiğini haber verir.
BİZANS İMPARATORLUĞU 249

Böylece her iki hayvan da bu uzun uykuya Çeşitli vücut etkinliklerinin bilimsel çözüm­
yatm adan önce vücudunda bir m iktar yağ lemesini yapmak da gene biyomühendisliğin
depolar. Hiç beslenm eden, uyuyarak geçire­ görevidir. Örneğin, karmaşık sanayi süreçle­
cekleri bu süre içindeki tek enerji kaynakları rinin işleyişini denetlem ek için geliştirilmiş
bu yağdır (bak. Kış U Y K U S U ). kuram lardan yararlanarak, beyinden vücu­
dun öbür bölümlerine sinirler aracılığıyla
BİYOMÜHENDİSLİK, mühendislik yöntem ­ gönderilen m esajlar incelenebilir. Bir fabrika­
leri ile tekniklerinin biyoloji ve tıp bilimlerin­ da belli bir üretim için tüketilen yakıt miktarı
deki çeşitli uygulamalarını kapsayan çok geniş nasıl hesaplanıyorsa, koşma, yürüme, yüzme
bir terimdir. gibi fiziksel etkinlikler için tüketilen enerji
Bu uygulamaların en önemlilerinden biri, miktarı da aynı biçimde hesaplanabilir.
kaza ya da ameliyat sonucunda yitirilen ya da İnsanlar ekm ek, peynir, şarap, bira ve ilaç
görevini yerine getiremeyecek durum da olan yapımında binlerce yıldır biyoloji yöntem le­
vücut bölümlerinin yerine yapay organların rinden yararlanıyorlar. Bu mayalanma olayla­
takılmasıdır. Takm a kol ve bacaklar, işitme rındaki biyolojik süreçlerin açıklanmasından
aygıtları gibi yapay organların tasarımındaki sonra, mühendisler laboratuvar deneylerinin
gelişmeleri biyomühendislerin çalışmalarına sonuçlarını geniş ölçekli sanayi üretimlerine
borçluyuz (bak. T a k m a Kol v e B a c a k ) . Biyo- uygulayabildiler. Sözgelimi 1928’de Alexan-
mühendisliğin yakın geçmişteki en önemli der Fleming’in, küf m antarlarının salgıladığı
buluşları ise yapay böbrek, kalp pili ve maddenin antibiyotik (mikrop öldürücü) etki­
kalp-akciğer makinesidir. İleri derecede böb­ sini bulması önce penisilinin ticari üretimini,
rek yetmezliği olari, yani her iki böbreği de sonra yarı sentetik birçok antibiyotiğin labo-
çalışmayan bir insan, böbrek nakli yapılma­ ratuvarlarda bireşim yoluyla elde edilmesini
dıkça ya da haftada birkaç gün yapay böbrek sağlamıştır (bak. ANTİBİYOTİKLER; FLEMING, FLO-
makinesine bağlanmadıkça yaşayamaz. Kanı rey ve C h a in ).
süzerek zehirli atıklardan temizleyen bu m a­ İnsanın sualtı ve uzay gibi özel ortam larda
kine, böbrek hastalarının yaşamını kurtaran yaşayabilmesi için gerekli sıcaklık, basınç,
bir tür yapay organdır. G ene biyomühendisle­ oksijen ve yerçekimi koşullarını düzenleyen
rin çalışmalarıyla gerçekleştirilen kalp pilleri özel destek sistemlerinin geliştirilmesi de
binlerce kalp hastasının yaşamını kurtarmış, biyomühendisliğin başarısıdır. A stronotların
açık kalp ameliyatları ve kalp nakli de ancak uzay aracı dışında kullandıkları özel giysiler
kalp-akciğer makinesinin yapımından sonra ve uzun sualtı dalışlarında giyilen dalgıç elbi­
gerçekleştirilebilmiştir. seleri bu sistemlerin ilk örnekleridir.
Science Photo Library
Biyomühendisliğin en yeni ve ilginç çalışma
alanlarından biri de genetik mühendisliğidir
(bak. GENETİK MÜHENDİSLİĞİ). G enetik m ühen­
disliği, m ikrop, bitki ve hayvanların bazı
kalıtsal özelliklerini değiştirerek bu canlıları
daha yararlı kılmanın yollannı araştırır. Ö r­
neğin, gen aktarımı yoluyla yapı ve işlevleri
değiştirilen bakterilerden sanayi atıklarının
yok edilmesinde yararlanılabilir. Genetik ya­
pısı değiştirilerek hastalıklara daha dirençli
bitki türlerinin geliştirilmesi, kromozom bo­
zuklukları, şeker hastalığı ve kısırlık gibi bazı
hastalıkların tedavisi de genetik m ühendisle­
rinin çalışmalarıyla sağlanabilmiştir.
Bir hastanın göğsüne, derinin altına yerleştirilen
kalp pili, çalışması aksayan hasta kalbin görevini BİZANS İMPARATORLUĞU, Doğu Roma
üstlenir. İm paratorluğu olarak da bilinir. İS 330’da
250 BİZANS İMPARATORLUĞU

Bizans İm paratorluğu en geniş sınırlarına I. Jüstinyen yönetim inde ulaştı.

Rom a İm paratoru Constantinus, İÖ 7. yüzyıl­ rumayı başaran Bizans İm paratorluğu, batı­


da Yunanlılar’ca kurulmuş olan Byzantion dan bağımsız olarak Doğu A kdeniz’deki ege­
(Bizans) kentine Konstantinopolis (Constan- menliğini korudu. Bizans İm paratorluğu Yu­
tinus’un kenti”) adını vererek başkent ilan nan ve Rom a uygarlıklarının son merkezi
etti. Konstantinopolis (bugünkü İstanbul), oldu.
Roma İm paratorluğunun batı kesiminin
476’da parçalanm asından sonra yaklaşık İmparatorluğun Kuruluşu
1.000 yıl boyunca varlığını korumuş olan (610'dan Öncesi)
Bizans İm paratorluğu’nun yönetsel, kültürel Julianus (361-363) döneminde putperestliği
ve ekonomik merkezi oldu (bak. R o m a İMPA­ yeniden canlandırma girişimleri sırasında, H ı­
RATORLUĞU). Avrupa ile Asya’yı ayıran bir ristiyanların okullarda eğitim vermeleri ya­
boğazın kıyısındaki elverişli limanıyla, büyük saklandı ve putperestliği destekleyici yasalar
bir im paratorluğun başkenti olmaya çok uy­ çıkarıldı. Julianus’un ölümünden sonra H ı­
gun bir kentti. ristiyanlık yeniden güçlenmeye ve yayılmaya
Rom a’dan senatörler ve yüksek m emurlar başladı.
getirterek yeni bir hüküm et kuran Constanti­ 4. yüzyılın sonlarına doğru Vizigotlar, Ro-
nus kenti görkemli yapılarla donattı. Ro- m a’yı ve Konstantinopolis’i ele geçirmek iste­
m a’nın putperest olmasına karşılık, Konstan­ diler (bak. G o t l a r ). I. Theodosius (379-395),
tinopolis bir Hıristiyan başkenti oldu. Cons­ istilacıları Balkanlar’da yendi ve onları Tuna
tantinus Hıristiyanlık dininin varlığını sürdür­ Irmağı dolaylarında yerleşmeye zorladı. Hı-
mesine izin vermekle kalmadı, kendisi de bu ristiyanlık’ı benimseyerek putperest dinleri
dini benimsedi (bak. C o n s tan tin u s I). yasaklayan Theodosius, Doğu ve Batı Roma
Bizans İmparatorluğu yöneticileri kendile­ im paratorluklarını birlikte yöneten son impa­
rini Rom a İm paratorluğu’nun gerçek mirasçı­ rator oldu.
ları kabul ediyorlardı. İS 337’de Constanti- Theodosius’un ölümünden sonra Batı R o­
nus’un ölümünden sonraki birkaç yüzyıl bo­ ma İm paratorluğu’na saldıran Got kavimleri,
yunca, Roma ile Konstantinopolis’in ilişkileri 410’da R om a’yı ele geçirdiler. Ö bür barbar
bozulmadı. Am a İS 4. ve 5. yüzyıllarda Rom a kavimlerden Vandallar Kuzey A frika’ya, İs-
İm paratorluğu’nun batı kesimi küçük devlet­ panya’ya ve İtalya’ya girdiler (bak. V a n d a l -
lere ayrılıp parçalanırken, bütünlüğünü ko­ l a r ). 5. yüzyıl sonlarında saldırıya geçen
BİZANS İMPARATORLUĞU 251

G erm en kavimleri Batı Rom a İm paratorlu- öbür Slav kavimlerin desteğiyle Avarlar, Bal­
ğu’na son verdiler. kanlar’da im paratorluk sınırlannı zorluyor-
Bizans İm paratorluğu ise saldırganlan püs­ lardı.
kürttü. B alkanlar’dan saldıran Slavlar’ı, do­ A raplar yeni yayılmaya başlayan İslam
ğudan gelen Sasaniler’i yenilgiye uğratarak dininden aldıkları güçle Bizans’a saldınya
gücünü korumayı başardı. geçtiler; 632’de Suriye ve Filistin’in denetim i­
6. yüzyılda Bizans İmparatorluğum un en ni ele geçirdiler. İskenderiye teslim olduktan
güçlü yöneticisi I. Jüstinyen (527-565), uzun sonra, 642’de Mısır da A raplar’ın egemenliği­
savaşlar sonucu Kuzey Afrika, İtalya ve Doğu ne girdi.
İspanya’yı yeniden ele geçirdi. Büyük bir 674-678 yılları arasında A raplar birçok kez
haraç ödeyerek, İran kralı ile “Sonsuz B anş” K onstantinopolis’i ele geçirmeye çalıştılarsa
anlaşmasını gerçekleştirdi. Jüstinyen döne­ da kent direndi. 8. yüzyıl başlannda, H erak­
minde, siyasal ve dinsel uyuşmazlıklar 532’de leios soyunun egemenliği son buldu. Bulgar­
Nika Ayaklanması adıyla bilinen bir halk lar ve A raplar, Bizans’a yeniden saldırdılar.
ayaklanmasına dönüştü. Komutan Belisarios 717’de İsauria (İsoriya) hanedanının ilk tem ­
ayaklanmacılan H ipodrom ’da (bugünkü A t silcisi III. Leon (717-741) Arap ve Bulgar
M eydanı) kıstırarak 30 bin kişiyi öldürttü. saldırılannı geri püskürttü. D aha sonra tahta
Jüstinyen bundan sonra eskisine göre daha da çıkan V. Konstantinos Bulgarlar’a karşı dü­
güçlendi. zenlediği seferler sonucu düşmanını zayıf
Jüstinyen’in en kalıcı reformlarından biri, düşürmeyi başardı.
Rom a hukukunu derleyip düzenlemesi oldu. Bu savaş yıllan boyunca, Bizans’a özgü bir
H ukuk bilginlerinden kurulu bir komisyonun kültür ve siyasal gelenek oluştu. Bizans İm pa­
uzun çalışmalar sonunda oluşturduğu bu der­ ratorluğum da, Batı (Rom a) kültürü ve Latin­
leme Corpus Iuris Civilis (“Medeni Hukuk ce yerine, Yunan dili ve kültürü egemen oldu.
Y asalan”) olarak bilinir ve daha sonra A vru­ Giderek artan din uyuşmazlıktan sonucunda,
pa hukukunun gelişmesine temel olmuştur. im paratorluğun batısı ile doğusu arasındaki
Jüstinyen, im paratorluğu süresince putpe­ kopuş iyice kesinlik kazandı.
restliği ortadan kaldırmaya ve Hıristiyanlık İm paratorluk içerdeki din uyuşmazlıkları
dünyasını aynı çatı altında toplamaya çalıştıy­ ve dışardan gelen saldınlar sonucu güçten
sa da başarılı olamadı. Öldüğünde im para­ düştü. Zayıf yöneticilerin başta bulunduğu
torluk savaşlardan yıpranmış, din ayrılıklarıy­ dönem de, Konstantinopolis’in güçlü surlan
la bölünmüş ve barbar kavimlerin saldırısıyla olmasaydı, 811’de Bizans ordusunu bozguna
yüz yüze kalmıştı. uğratan Bulgar kavimlerinin kenti almasını
önlem ek mümkün olmayacaktı.
Müslüman Akınları ve Dinsel
Uyuşmazlıklar (610-867) Güçlenme Dönemi (867-1081)
Bizans İm paratorluğu 7. yüzyılda ve 8. yüzyı­ Bizans İm paratorluğu yetenekli yöneticiler ve
lın ilk yansında doğuda, Müslüman devletler kom utanlar yetiştiren M akedonya hanedanı
ile Pers ordulannın saldınsına uğradı. Batıda dönem inde, 867-1056 arasında altın çağını
G erm enler ve öbür barbar kavimler Roma yaşadı. Ülke zengin bir uygarlık merkezi
uygarlık merkezlerini ele geçirdiler. Balkan­ oldu.
lar’da yerleşen Sırplar ve çeşitli Slav kavimleri H anedanın kurucusu I. Basileios (I. Vasil;
ise Konstantinopolis’e sürekli baskıda bulu­ 867-886) A nadolu’daki topraklan geri almaya
nuyorlardı. başladı. I. Basileios ve VI. Leon (886-912)
610’da, Mısır askeri valisinin oğlu H erak- yönetimleri sırasında, im paratorluk hukuku
leios (Herakleius) Bizans tacına el koydu. yeniden düzenlenerek, hukukçulann daha
Persler’i geri püskürttü; Konstantinopolis’in kolay uygulayabileceği bir durum a getirildi.
savunmasını güçlendirdi. II. Nikephoros Phokas (963-969), Girit ve
H erakleios, Tuna Irmağı ötesinden gelen K ıbns’ı yeniden ele geçirerek Doğu A kdeniz’
saldırgan A varlar’ı da yendi. Bulgarlar ve de Bizans’ın üstünlüğünü sağladı; Suriye ve
252 BİZANS İMPARATORLUĞU

Balkanlar’da önemli topraklar kazandı. Ko­ Bizans için önemli bir tehlike oluşturmaya
mutanı İoannes Tzimiskes (969-976) Balkan­ başladılar. Batıdaki yeni tehlike ise Güney
lar’da yaptığı savaşlarda Ruslar’ı geri püs­ İtalya’ya egemen olan N orm anlar’dı. Komne-
kürttü. nos hanedanından İm parator I. Aleksios (I.
Dönem in en büyük yöneticisi II. Basileios Aleksi; 1081-1118) Konstantinopolis’i ele ge­
(II. Vasil; 976-1025), 1001’de A raplar’la bir çirmek isteyen N orm anlar’a karşı Venedikli­
anlaşma yaparak, Kuzey Suriye’nin denetim i­ le rd e n yardım sağladı. 1085’te N orm anlar’ın
ni ele geçirdi. 1018’de Bulgar ordusunu yene­ önderi Robert Guiscard’ın, bir sonraki yıl da
rek, Bulgar topraklarının Bizans yönetimine Selçuklu sultanının ölmesi bu tehlikeli duru­
girmesini sağladı ve A nadolu’da eskiden yiti­ mu bir süre için geciktirdi.
rilmiş topraklan geri aldı. İtalya’da Napoli ve 1096’da A vrupa’dan ilk Haçlı ordusu gelin­
Venedik devletleri Bizans İm paratorluğu’nun ce, I. Aleksios Haçlılar’la, Selçuklular’dan
gücünü tanım ak zorunda kaldılar. alacaklan topraklan Bizans’a geri vermeleri
II. Basileios’tan sonra İtalya’da ve Balkan­ konusunda anlaştı. Am a Haçlılar Bizans İm-
lar’da ayaklanmalar baş gösterdi. 1055’te paratorluğu’nu desteklem ekten çok, Kutsal
İran’ı ele geçiren Selçuklular, A nadolu’ya T opraklar’ı (Kudüs) ele geçirmek istiyorlardı
doğru ilerlemeye başladılar. 1071’de Malaz­ {b a k . H a ç li S e f e r le r i) .
girt’te İm parator Rom en Diyojen, Selçuklu Kudüs’e doğru ilerlerken aldıkları yerlerde
kendi krallıklannı kurm ak isteyen Haçlı şö­
Sultanı Alp A rslan’a yenilerek tutsak düştü.
Selçuklular bundan sonraki 10 yıl boyunca valyeleri, Bizans İm paratorluğu’na yardım
edecek yerde, yeni sorunlar yarattılar.
A nadolu’ya akm lannı sürdürerek, Konstanti-
nopolis’i tehdit ettiler. Venedikliler’in M ısır’ı ele geçirmek üzere
başlattığı IV. Haçlı Seferi, amacından saptın-
Güçsüz yöneticiler dönem inde, Konstanti-
larak Bizans’ın işgaliyle sonuçlandı. Saldırılar
nopolis’in güçlü patriki ile papa arasındaki
sırasında Konstantinopolis’ten sürülen III.
görüş ayrılıklan sert tartışm alara yol açtı.
Bunun sonucu olarak 1054’te Rom a Katolik Aleksios’un yerine Latin düşmanı V. Aleksi­
os tahta çıktı. Konstantinopolis’in 13 Nisan
Kilisesi ile Yunan O rtodoks Kilisesi birbirin­
den bağımsızlaştı. 1204’te düşmesinden sonra kenti acımasız bir
biçimde talan eden Haçlılar hâzineyi de
Haçlı Seferleri (1081-1204) yağmaladılar. Ortaçağın bu en büyük kenti
1081’de İznik sınırına dayanan Selçuklular neredeyse yoksullaştı.

Michael Holford.

\|jv ' ■ :S0- '


Âİ1$MN0!i-$VR6€N<

İS 10. ve 11. yüzyıllarda


yapılan Venedikte'ki Aziz
Mark Kilisesi daha önce
kenti yöneten Bizans
İm paratorluğu'nun
etkilerini yansıtır.
BİZANS İMPARATORLUĞU 253

Latin Egemenliği (1204-1261) layınca, doğu sının zayıfladı. Moğol istilasın­


Bizans İm paratorluğu’nun çöküşünden sonra dan kaçarak A nadolu’ya doğru ilerleyen
Konstantinopolis’te, Flandre Kontu Baudo- Türkm en boylan küçük beylikler kurmaya
uin’in yönetiminde bir Latin im paratorluğu başlamışlardı. M ikhael’in oğlu II. Androni-
kuruldu. R om a’ya sadık bir patrik başa geti­ kos (1282-1328) ve onun torunu III. Androni-
rildi. Bizans İm paratorluğu’nun öbür kesim­ kos dönemlerinde Bizans, Balkanlar’da
leri Haçlı önderlerince yönetilen Latin devlet­ Sırplar’la, A nadolu’da da Osm anlılar’la uğ­
leri oldular. Venedik, A kdeniz’i denetleyebil­ raşmak zorunda kaldı. 1299’da bir beylik ku­
mek için önemli ada ve limanlara sahip çıktı. ran Osman Bey, topraklannı büyük bir hızla
H açlılar’ın el koymadığı Bizans topraklarında genişletmeye başladı. Sırasıyla Nikaia (İznik)
bağımsız Bizans devletçikleri kuruldu. Bu ve Nikom edeia (İzmit) Osm anlılar’ın eline
devletlerin en güçlüsü A nadolu’da Nikaia’ geçti. Prusa’ya (Bursa) giren Osm anlılar, bu
daydı (İznik). Son Bizans hanedanından I. kenti Osmanlı Devleti’nin başkenti yaptılar.
Theodoros Laskaris 1208’de, kendi atadığı bir Bizans’taki taht kavgalanndan yararlanan
Rum O rtodoks patriğinin elinden taç giyerek, Sırp Kralı Stefan Dusan, Sırp ve Bizans kralı
“Rom a im paratoru” ilan edildi. O ndan sonra olarak taç giydi. Bundan sonraki yıllar da bü­
gelenler Nikaia egemenliğini A vrupa’ya ka­ yük çalkantılarla geçti. İç savaş tüm şiddetiyle
dar genişleterek Konstantinopolis’i çevrele­ sürerken baş gösteren veba salgını çok sayıda
yen toprakları ele geçirdiler. Bizans devlet­ insanın ölümüne yol açtı. Bizans’ta İoannes
çikleri içinde Bizans’ı devam ettiren Nikaia Kantakuzenos, Osm anlılar’ın da desteğiyle
İm paratorluğu oldu. VI. İoannes adıyla tahta geçti. Osmanlı Padi­
Nikaia im paratorlarından IV. İoannes’i şahı I. M urad, 1362’de Konstantinopolis’in
tahttan indiren general Mikhael (Mihail) Pa- kuzeybatısındaki A drianopolis’i (Edirne) ele
laiologos, VIII. Mikhael adıyla taç giydikten geçirdi ve kent Osmanlı D evleti’nin yeni baş­
sonra, 1261’de Konstantinopolis’e girerek La­ kenti oldu. Böylece Bizans İm paratorluğu,
tin egemenliğine son verdi. Böylece Bizans’ta Yunanistan’ın güneyindeki topraklar dışında,
Palaiologoslar (Paleologlar) dönemi başladı. dört yanından Osmanlı topraklanyla sanlmış
oldu.
Son Dönem: Osmanlılar'ın Konstantino- Konstantinopolis ilk kez II. M anuel’in yö­
polis'i Fethi (1261-1453) netimi sırasında, 1391’de I. Bayezid’in ordula-
Palaiologos hanedanı yönetimi ele aldığında nnca kuşatıldı. Yedi ay süren kuşatmadan
im paratorluk toprakları Konstantinopolis, sonra Bizans, Osm anlılar’a eskisinden daha
Trakya, Selanik, M akedonya’nın bir bölümü, çok vergi ödemeyi ve Konstantinopolis’te bir
Ege Denizi’nde birkaç ada ve Nikaia Prensli- Türk mahallesi kurulmasını kabul etti. II.
ği’nden oluşuyordu. VIII. M ikhael, im para­ M anuel M acar kralından yardım istedi. Bu­
torluğun eski gücünü kazanması ve ticaretin nun üzerine saldm ya geçen Haçlı ordusu, Ni-
yeniden canlanması için önlemler almaya baş­ kopolis’te (Niğbolu) Osmanlı ordusunca boz­
ladı. Y unanistan’ın büyük bir bölümü ve ada­ guna uğratıldı. Yardım istemek üzere yeniden
ların çoğunda Latin egemenliği sürüyordu. İtalya, Fransa ve İngiltere’ye giden II.
Cenevizliler uzun süredir Venedikliler’in te­ M anuel somut bir yardım sağlayamadı.
kelinde bulunan ticareti ele geçirerek Gala- 1402’de Osmanlılar Ankyra (A nkara) yakın­
ta ’da kendi ticaret ağlarını kurdular. Balkan­ larında Tim ur’un ordusu karşısında bozguna
lar’da Bulgarlar ve Sırplar Bizans için tehli­ uğrayınca, Bayezid’in oğullan Osmanlı tahtı
ke yaratıyordu. için birbirleriyle savaşmaya giriştiler. Bu sar­
Konstantinopolis’i ele geçirmek isteyen ba­ sıntı döneminde Konstantinopolis’in çevresin­
tılı devletler yeni bir Haçlı Seferi düzenledi­ deki kuşatma kaldırıldı; M ora yeniden Bi­
ler. 1281’de Fransa Kralı IX. Louis’nin karde­ zans egemenliğine girdi ve Osm anlılar’a öde­
şi A njou D ükü Charles’ın başlattığı saldırı nen haraç kesildi. 1421’de Osmanlı tahtına çı­
A rnavutluk’ta yenilgiyle sonuçlandı. VIII. kan II. M urad, babası I. M ehm ed’in Bizanslı-
Mikhael askeri gücünü batı sınırlarında top­ lar’a tanıdığı ayncalıklann tüm ünü kaldıra­
254 BİZANS İMPARATORLUĞU

rak, 1422’de Konstantinopolis’i ve Thessalo- halkla ya da halkın seçtiği temsilcilerle genel


nike’yi (Selanik) yeniden kuşattı. toplantılar yapardı.
1444’te düzenlenen yeni bir Haçlı Seferi, Aynca, yaptığı iş bugünkü içişleri ve dışişle­
O sm anlılar’ca V arna’da bozguna uğratıldı. ri bakanlarının görevlerine benzeyen bir baş-
Bizans tahtına 1448’de XI. Konstantinos görevli vardı. Devlet daireleri, saray görevli­
çıktı. Konstantinopolis’i ele geçirmek üzere leri, saray muhafız kıtaları, güvenlik, posta
hazırlıklarını tam amlayan Osmanlı Padişahı örgütleri ve yabancı elçilerle ilişkiler başgö-
II. M ehm ed, Nisan 1453’te kenti kuşattı. Bi- revlinin sorumluluk ve yetkileri arasındaydı.
zanslılar’ın Haliç’e gerdiği zincirlerle girişi en­ Maliye, devlet topraklarının yönetimi ve sivil
gellenen Osmanlı gemileri II. M ehm ed’in yönetim görevlerini yerine getiren başka gö­
buyruğuyla, Kasımpaşa sırtlarında karadan revliler de vardı.
yürütülerek H aliç’e indirildi. Kent surlarını İmparatorluk 7. yüzyılda, thema adı verilen
aralıksız top atışına tutan Osmanlı ordusu, yerel yönetim birimlerine ayrılmıştı. Bu yöne­
Mayıs 1453’te Konstantinopolis’e girdi. İm pa­ tim sistemini ilk kez uygulayan İm parator He-
rator Konstantinos çarpışma sırasında öldü. rakleios kendisine bağlı, strategos denen ko­
Bizans İm paratorluğu, Konstantinopolis’in m utanlara, ele geçirdikleri topraklarda yerel
(İstanbul) Osm anlılar’ca alınmasıyla son bul­ yönetim birimi kurma hakkı vererek, onları
du. Böylece, II. M ehmed, Fatih Sultan M eh­ hem sivil, hem de olağanüstü askeri yetkiler­
med olarak tarihe geçti. 1453’ü izleyen 10 yıl le donattı. Bu yönetim birimleri, özellikle,
içinde de A tina, M ora ve Latin istilasından A nadolu’daki A rap saldırılarına karşı etkili
sonra Karadeniz’in doğusunda kurulmuş olan oldu.
Bizans kökenli Pontos Devleti’nin başkenti
Trabzon O sm anlIların eline geçti. Bizans Sanatı
Bizans İm paratorluğu 1.000 yılı aşkın tarihi
Devlet Yönetimi boyunca, yayıldığı bölgelerdeki çeşitli kültür­
Bizans İm paratorluğu’nda devletin başında lerle beslendi. Kökeni Eski Yunan ve Roma
çok geniş yetkileri olan bir im parator bulu­ sanatına dayanan Bizans sanatı Mısır, İran ve
nur, im paratorluk babadan oğula geçerdi. Suriye kültürlerinden de etkilenerek, doğu ve
Ne var ki, kimi zaman ordu kom utanları zor batı uygarlıklarının bir bireşimi olarak gelişti.
kullanarak tahtı ele geçirir ve yeni bir haneda­ Nezih Başgelen
nın yönetime gelmesini sağlardı. Bizans’ı za­
man zaman da im paratoriçeler yönetti. İm pa­
rator aynı zamanda en yüksek rütbeli ordu
kum andanı, en yüksek yargıç ve tek yasa
koyucuydu. A m a im parator, mutlak gücü
simgelemesine karşın, kilisenin ve Ortodoks
dininin yalnızca koruyucusuydu. Kilisenin
başkanı Konstantinopolis patriğiydi ve im pa­
ratorca doğrudan atanırdı. Din işlerinde en
büyük yetkiye din adam larından oluşan R u­
hani Meclis sahipti.
İm paratora yönetim işlerinde danışmanlık
yapan bir de senato vardı. Bu senato Rom a
Senatosu örnek alınarak oluşturulmuştu. Bazı
yasalar yürürlüğe girmeden önce senatoda
okunurdu; buna karşılık senatonun da yasa
tasarıları hazırlayarak im paratora sunma hak­
kı vardı.
Kariye Camisi'nin kubbe mozaikleri Geç Bizans
İm parator, zaman zaman halkın sorunlarını dönem i mozaik resim sanatının en güzel
dinlemek ve kendi isteklerini iletmek üzere örneklerindendir.
BİZANS İMPARATORLUĞU 255

Ayasofya'dan sonra
kentin ikinci büyük kilisesi
olan Aya İrini 4. yüzyılda
yapılmıştır.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

O rtaçağda dünyanın en büyük kenti olan İs­ d ü n y a m i m a r lı k t a r i h i n i n b a ş y a p ı t l a r ı n d a n b i ­


tanbul gösterişli saraylan, kiliseleri, hipodro­ (bak. AYASOFYA).
ri s a y ı l m a k t a d ı r
mu, zafer takları, dikilitaşları ve kent surlarıy­ Kubbeli bazilika türünün öteki örnekleri İs­
la aynı zamanda zengin bir kültür ve sanat tanbul’daki Ermiş Sergios ve Ermiş Bakkhos
merkeziydi. En çarpıcı örneklerini mimarlık Kilisesi (Küçük Ayasofya Camisi) ile Khora
alanında veren Bizans sanatı, duvar resimleri, Kilisesi’dir (Kariye Camisi).
mozaik, minyatür ve fildişi işçiliği gibi süsle­ Bizans im paratorluk sarayı olan Tekfur Sa­
me sanatlarında da yetkin bir düzeye ulaş­ rayı, O rta Bizans döneminin bir ürünüdür.
mıştı. Bugün İstanbul’un Eğrikapı semtindeki kalın­
Sanat tarihçileri Bizans sanatını üç döneme tılardan anlaşıldığına göre üç katlı olarak ya­
ayırırlar: Erken Bizans (330-726), O rta Bi­ pılan sarayın duvarları tuğla ve kesme taşla
zans (867- 1204) ve Son ya da Geç Bizans bezenmiştir.
dönemi (1261-1453). İstanbul kuruluşundan beri üç kez surlarla
Bizans mimarlık sanatının en belirgin özel­ çevrilmiştir. Bu surlardan bugünkü C errahpa­
liği dev boyutlu kubbeler kullanılmasıdır. E r­ şa semtinde bulunan Ese (İsa) Kapısı’ndan
ken Bizans döneminde başlıca iki tür yapıya başka, I.Theodosius’un yaptırdığı sonuncu
rastlanır: Uzunlamasına eksenli bazilika biçi­ surların M arm ara kıyısından başlayarak Haliç
mi ve kubbeyle örtülü merkezi planlı yapı bi­ kıyısında sona eren bölümü günümüze ula­
çimi. Aynı dönemde Yunan ya da Latin haçı şan tek kalıntıdır. 5 km uzunluğunda olan sur
planlı bazilika örneklerine de rastlanır. İstan­ 110 kule ile güçlendirilmiştir.
bul’daki İoannes Studios Kilisesi (İm rahor İstanbul’un su gereksinimini karşılamak es­
Camisi), Efes’teki Azize M eryem Kilisesi, Se­ kiçağlardan beri sorun olmuştur. Kentin ilk
lanik’teki Ayios Dimitrios Kilisesi ve Ayasof- kurulduğu dönem de su gereksinimi kaynak­
ya’dan sonra İstanbul’un ikinci büyük kilisesi lardan ve küçük sarnıçlarla karşılanırken, za­
olan Aya İrini uzunlamasına eksenli bazilika manla kent nüfusu artmış ve su sorununa kök­
türünün bilinen örnekleridir. Kubbeyle örtülü lü çözümler getirmek zorunluluğu doğmuştur.
merkezi planlı yapıların en çarpıcı örneği, Binbirdirek Sarnıcı ve Y erebatan Sarayı, Bi­
532-537 yılları arasında İm parator Jüstinyen zans mimarlığının bu alandaki en ünlü iki ö r­
tarafından yaptırılan Ayasofya (Hagia Sop- neğidir. İm parator Constantinus’un yaptırdığı
hia) Kilisesi’dir (Ayasofya Camisi). Bu yapı sarayın sarnıcı olan Binbirdirek 224 m erm er
256 BİZMUT

sütun üzerine; İm parator Jüstinyen tarafın­ kalay, kurşun ve bakır cevherleriyle birlikte
dan yaptırılan Y erebatan Sarayı ise 336 sütun bulunan bizmut, bu cevherler arıtılırken bir
üzerine oturtulm uştur {bak. YEREBATAN SA­ yan ürün olarak da elde edilir.
RAYI). Bizmut, kalay, kurşun, demir ve kadmiyum
Mozaik resim sanatı ve duvar bezemecili- gibi m etallerle birleşerek, düşük sıcaklıklarda
ğinde yetkin bir düzeye ulaşan Bizans sanatı­ kolayca eriyen alaşımlar oluşturur. Bu alaşım­
nın en güzel örnekleri Ayasofya, Kariye Ca­ lardan bazılan, örneğin Rose metali ile W ood
misi, Tekfur Sarayı ve Ravenna’daki San Vitale metali otom atik yangın söndürm e araçlarının
Kilisesi’ndedir. Erken Bizans döneminin ve yangına karşı güvenlik sistemlerinin yapı­
özelliklerini yansıtan bu yapıtlardaki hayvan m ında kullanılır. Yangın başladığında bizmut
figürleri ve m itolojik sahneler İran-Sasani alaşımı eriyerek ya otom atik püskürtm eli yan­
geleneğinin etkilerini yansıtır. Erken Bizans gın söndürm e aygıtını çalıştınr ya da yangının
dönemi sanatındaki gelişme, kilise denetim i­ yayılmasını önlem ek üzere özel çelik kapıla-
nin güçlendiği, ikonaların yok edildiği dönem­ n n kapanmasını sağlar. Bizmut bileşikleri ay-
de (717-867) durm uştur {bak. İKONA). Bu dö­ nca kozmetik sanayisinde oje, dudak boyası
nemde yüzeysel ve simgesel bir anlatımı be­ ve göz farlarına sedef parlaklığı kazandırmak
nimseyen mozaik resim sanatı, haç ya da ben­ için, tıpta da sindirim bozukluklarının tedavi­
zeri simgelere ağırlık vermiştir. sinde kullanılır.
Geç Bizans döneminde yaşanan ekonomik
güçlükler, yeni yapılar yerine, var olan yapıla­ BİZON. Sığır, m anda, koyun ve keçilerle
rın onanm ı ya da ek yapılarla yetinilmesini akraba olan bizonlar da bu hayvanlar gibi
zorunlu kılmıştır. Dönem in başlıca yapılan geviş getiren, çifttoynaklı otçul memelilerdir.
Konstantin Lips M anastır Kilisesi güney yapı­ Bizonların iki türünden biri A m erika’da, öbü­
sı (Fenari İsa Camisi), Hagios A ndreas Kilise­ rü A vrupa’da yaşar. Bir zamanlar Kuzey
si (Koca M ustafa Paşa Camisi) ve Khora Kili- A m erika’daki çayırlıklarda çok kalabalık sü­
sesi’dir. Geç Bizans döneminde kilisenin katı rüler halinde dolaşan Am erika bizonu {Bison
öğretilerinden ve denetim inden kurtulan re­ bison), bu kıtanın birçok yöresinde buffalo
sim sanatı, yeniden Helenistik ve Rom a sana­ adıyla bilinir. (Buffalo aslında m anda dem ek­
tına dönerek, doğalcı ve gerçekçi bir üslubu tir; ama A m erika’ya ilk yerleşenler bu iri
benimsemiştir. hayvanları m anda sanmış ve ayrı bir tür
olduğunu ayırt edememişlerdi.) Ö bür bizon
BİZMUT, hafif kızıla çalan gümüş beyazlığın­ türü ise bugün yalnızca A vrupa’daki bazı
da, parlak ve oldukça gevrek bir metaldir. korum a bölgelerinde yaşayan Avrupa bizonu­
Dövülerek kolayca toz haline getirilebilir. dur {Bison bonasus).
271°C’de eriyen ve 1.560°C’de kaynayan bu Erişkin bir bizon 2 m etre yüksekliğinde,
katı elem entin kimyasal simgesi Bi, atom nu­ neredeyse 1 ton ağırlığında, iri yapılı ve güçlü
marası 83, atom ağırlığı 208,980’dir. bir hayvandır. Kalın postu ve çenesinin altın­
Bizmuttan ilk kez 16. yüzyılda Alm an mi­ dan bir sakal gibi sarkan kabarık tüyleri, çok
neraloji bilgini Georgius Agricola söz etm iş­ iri olan başını daha da büyük gösterir. Sırtın­
tir. Elem entin adı da “beyaz m adde” anla­ da belirgin bir hörgücü (kam buru) vardır. Bu
mındaki Eski Alm anca Weissmuth sözcüğün­ tümsek hayvanın kalçalarına doğru giderek
den türetilmiştir. Çünkü, bizmut triklorür gibi alçalır. Başını, boynunu ve omuzlarını bir
bir bizmut tuzu çözeltisine su eklendiğinde pelerin gibi örten kalın, sık ve uzun tüylü
beyaz bir m adde oluşur. postu da hörgüçten sonra iyice seyrekleşir.
D ünya bizmut üretim inde ön sıralan Peru, Bir zamanlar Kuzey Am erika ovalarında
K anada, Meksika ve bazı Avrupa ülkeleri yaşayan Yerliler yiyeceklerini, giyeceklerini,
alır. Bu elem ent doğada ender olarak serbest barınaklarını, hatta kullandıkları aletlerin he­
halde bulunur; en önemli cevherleri bizmut men hepsini bizonlardan sağlıyorlardı. Pek
sülfür yapısındaki bizmutinit ile bizmut oksit çok kabile, yeni otlaklar arayan sürülerin
yapısındaki bizmit m ineralleridir. Çoğu kez ardında ovadan ovaya dolaşır, ok ve yayla
BLAKE 257

Zoological Society o f London

Avrupa bizonunun (solda) omuz yüksekliği Amerika


bizonununkinden (sağda) daha fazla, buna karşılık
ağırlığı daha azdır.

bizon avlardı. Yerliler oldukça lezzetli olan yan bu hayvanın soyu 19. yüzyılın sonlarına
bizon etini çiğ ya da güneşte kurutarak yer, doğru büyük ölçüde azaldı. Yalnızca Rusya’
hayvanın derisinden kışlık giysi, çadır, kayık, daki Kafkas D ağlan’nda ve eskiden Rus
semer ve koşum takımları yaparlardı. Am a çarlarının avlağı olan Polonya’daki Bialovvie-
kıtanın kuzeyinde o kadar çok bizon yaşıyor­ za’da iki küçük sürü kalmıştı. I. Dünya
du ki Y erliler’in ok ve yayla bizonların Savaşı’ndan sonra, bu bizonlardan hayatta
soyunu tüketmesi olanaksızdı. G erçekten de kalmayı başaranlar korum a altına alındı ve
beyazlar tüfekleriyle gelip bizonları sürüler Avrupa otlaklarında bir tek yabani bizon
halinde yok edinceye kadar ne bizonların kalmadı. Bugün Polonya’daki ulusal parklar­
sayısı azaldı, ne de Yerliler için açlık tehlikesi da koruma altında yaşayan safkan bizonların
baş gösterdi. sayısı birkaç yüzü bulur.
18. yüzyılın ortalarına doğru Mississippi
Irm ağı’nın doğusundaki sürüler bütünüyle BLAKE, VVilliam (1757-1827). İngiliz şairle­
yok edilmişti, ama bir sonraki yüzyılın ortala­ rinden William Blake aynı zamanda ressam
rında batıdaki ovalarda hâlâ milyonlarca bi­ ve oymabaskı ustasıydı. Yaşadığı dönemde
zon yaşıyordu. Kıtayı baştan başa geçen ilk pek tanınmayan Blake, Londralı bir çorapçı­
demiryolu ağı döşenirken, hatların yapımında nın üçüncü oğlu olarak dünyaya geldi ve tüm
çalışan binlerce insanı doyurabilmek için bü­ yaşamını L ondra’da geçirdi.
tün sürüler avlandı. Bu bizon avcılarının en Blake hiç okula gitmedi. Okum a yazmayı
ünlüsü Buffalo Bill’dir (bak. B ü FFALO B il l ). annesinden öğrendi. Resim yapmaya çok
19. yüzyılın sonlarında, büyük bölümü Ka- küçük yaşta başladı. 10 yaşında bir çizim
nada’nın kuzeyinde olmak üzere bütün Kuzey okuluna giden Blake, 14 yaşındayken oyma-
A m erika’da yalnızca 1.000 kadar bizon kal­ baskı ustası James Basire’in yanma çırak girdi
mıştı. Bunun üzerine, bizonları kurtarm ak (bak. OYMABASKI). Yedi yıllık çıraklık eğiti­
için fonlar kuruldu ve avlanmalarını yasakla­ minden sonra Kraliyet Akademisi Okulla-
yan sert yasalar çıkarıldı. Bugün ABD ve rı’na yazıldı.
K anada’da, birçoğu doğal koruma bölgelerin­ Blake, çizim ve oymabaskı çalışmalarının
de yaşayan 35-50 bin kadar bizon bulunm ak­ yanı sıra, var gücüyle okuyor ve şiir yazı­
tadır. yordu.
A vrupa bizonu gerek gövde uzunluğu, ge­ Çıraklık döneminden sonra, oymabaskı ya­
rek yerden omuzlarına kadar olan yüksekli­ parak, kitap resimleyerek geçimini sağladı.
ğiyle A m erika bizonundan biraz daha iridir; 1782’de Catherine Boucher ile evlendi. Bir yıl
buna karşılık öbür tür kadar hantal ve ağır sonra ilk şiirlerini Poetical Sketches (1783;
değildir. Eskiden A vrupa’nın doğusundaki ve “Şiir Taslakları”) adıyla yayımladı.
içlerindeki hemen hemen bütün ormanlık William Blake hiç okum a yazma bilmeyen
bölgelerde ve A sya’nın kuzeybatısında yaşa­ karısına okum a yazma öğretti; bundan kısa
258 BLERIOT

yapıtındaki 21 oymabaskı resim ve dünya


edebiyatının en büyük yapıtlarından biri olan,
D ante’nin İlahi Kom edyacındaki {La divina
commedia) resimler Blake’in sanatsal yete­
neğinin en güzel örnekleridir. Blake’in en
tanınmış şiirlerinin bir bölümü, Songs o f
Experience (1794; “Olgunluk Şarkıları”) adlı
yapıtında toplanmıştır.
Blake, uyaksız, uzun dizelerden oluşan
öykülü şiirler de yazdı. Yeni bir toplumu
düşlediği Jerusalem (1820; “Kudüs”) adlı ya­
pıtında, doğal bir yaşam biçimine dönüş
isteğini dile getirir. Toplumsal adaletten yana
Blake'in resim lediği The Book o f Job ( 1826; "Eyub olan Blake, özel mülkiyete, kilise kurum una,
Kitabı"). dönemin yasalarına, savaşa ve insanı kendine
yabancılaştıran çalışma biçimlerine karşıydı.
bir süre sonra okuma zevkini birlikte paylaş­ Am erikan Bağımsızlık Bildirgesi’nden ve
maya başladılar. Sanatçının şiir ve çizimlerini Fransız Devrim i’nden çok etkilenmiştir. Ya­
bir araya topladığı, Songs o f Innocence (1789; şadığı çağda hemen hiç ilgi görmeyen William
“Saflık Şarkıları”) adlı kitabın basımında da Blake, 19. yüzyılın sonunda William Butler
birlikte çalıştılar. Blake’in bakır levhalara Yeats ve 20. yüzyılın başında T. S. Eliot
kazıdığı yazı ve resimleri baskıya geçiren tarafından hak ettiği üne kavuşturuldu.
C atherine, aynı zamanda renklendirm e ve cilt
işlerini de yapıyordu. Blake öbür yapıtlarının BLERIOT, Louis (1872-1936). Louis Bleriot
basımını da karısının yardımıyla gerçekleş­ havacılık tarihinin ilk büyük pilotlarından
tirdi. biridir. Manş Denizi’ni uçakla geçen ilk pilot
Blake’in yalın bir anlatımla yazdığı şiirle­ olarak ün kazanmıştır. 1872’de Fransa’nın
rinde imgelemler öne çıkar. Zihninde kur­ kuzeyinde, C am brai’de doğan Bleriot mü­
duklarını çok canlı bir biçimde aktarm a yete­ hendislik öğrenimi gördü. Daha genç yaşta, o
neğine sahip olan şaire, yaşadığı dönemde günlerde yeni gelişen havacılık bilimiyle ilgi­
geleceğe ilişkin verdiği haberlerden ötürü, lenmeye başladı {bak. H a v a T a ş i t l a r i ) .
“kâhin” sıfatı yakıştırılmıştı. Blake’in yapıtla­ Bleriot 1900’de kanatları oynayabilen bir
rında akıl ile düş gücü arasındaki çatışma uçak maketi yaparak uçurmayı başardı. Bu
önemli bir yer tutar. Şaire göre, evren bir başarıdan güç alarak, maketin normal uçak
bütündür. İyi ile kötü, güzel ile çirkin bu büyüklüğünde bir örneğini yaptı, ama ne
bütünün içinde yer alır. “Tyger” (“K aplan”) yazık ki bu uçak havalanamadı. Bleriot uçak
şiirinde, şiddet ve güç simgesi kaplanı da, saf yapma denemelerini sürdürdü. Birçok başarı­
ve zayıf kuzuyu da yaratanın aynı Tanrı sız denem eden sonra, 1907’de tek kanatlı bir
olduğunu vurgular. 1818’den sonra şiir yaz­ uçak yaparak, en uzunu 503 m etre olan
mayı bırakan şair yalnızca çizim ve oymabas- birçok kısa uçuş yaptı.
kı sanatıyla uğraştı. Bleriot’nun bu yeni uçağı, birçok yönden,
G ünüm üzde, L ondra’daki Tate Galerisi zamanının öbür uçaklarından yetkindi. Bu
başta olmak üzere, birçok sanat galerisinde uçağın, dengesini sağlayan küçük kanatçıkla­
sergilenen resimleri, olağandışı görüntülerin rı, amortisör takılı iki tekerlekli iniş takımı,
yanı sıra, sanatçının canlı düş gücünü de bir de arka tekerleği vardı.
yansıtmaktadır. Blake, yaşlandıkça daha da 1907’den 1909’a kadar, her biri bir öncekin­
sık gördüğü düşlerini, resimlerine ve şiirlerine den daha gelişkin birçok uçak yapan ve
tüm ayrıntısıyla aktarabiliyordu. bunlarla uçmayı deneyen Bleriot bu uçaklara
Kutsal Kitap’ta (Tevrat-İncil) yer alan The bir servet harcadı ve çoğu kez ölümden kıl
B ook o f Job (1826; “Eyub Kitabı”) adlı payı kurtuldu. 1909’da, öncekilerden daha iyi
BOA 259

Büyük Fransız havacısı


Louis Bleriot, 25 Temmuz
1909'da Manş'ı uçakla
geçen ilk pilot olarak ün
kazandı. Fransa'da, Calais
yakınlarındaki Les
Baraques'dan havalanan
Bleriot, 39 kilom etrelik
uzaklığı 37 dakikada uçarak
Dover'e indi.

bir küçük uçak yaptı. Ağırlığı yalnızca 210 kg ettiği başarılarla büyük ün kazandı. 1914’te I.
olan bu uçak üç silindirli, 25 beygir gücünde Dünya Savaşı başlayınca fabrika askeri uçak
bir m otorla donatılmıştı. Bu, pilotun uçağı sa­ üretimine geçti. Bu uçakların en başarılıların­
ğa sola ya da aşağı yukarı yönlendirmeyi tek dan biri, savaşta üstünlük sağlayan Spad avcı
kaldıraçla yapabildiği ilk uçaktı. Bu kaldıraç uçağıydı.
çağdaş uçaklardaki manevra kolunun (levye) Bleriot savaş uçaklarının başarısından çok,
ilk örneğiydi. yolcu taşımacılığının geliştirilmesiyle ilgileni­
1909’da Daily Mail gazetesi, Manş D eni­ yordu. Amacı, çok m otorlu uçaklarla okya­
zi’ni uçarak geçecek ilk kişiye 1.000 dolarlık nus ötesi ulaşımı gerçekleştirmekti. Yaşı iler­
bir ödül vereceğini açıkladı. Fransız Comte de ledikçe bozulan sağlığı havacılıkta etkin bir
Lam bert, Hubert Latham ve Louis Bleriot rol üstlenmesini engelledi ise de, uçak firma­
şanslarını denemeye karar verdiler. De Lam- sıyla ilişkisini 1936’da Paris’te ölünceye ka­
bert’in uçağı deneme sırasında parçalandı. dar sürdürdü.
Latham ’ın uçağının motoru M anş’ın ortasında
bozuldu ve denizden bir Fransız savaş gemi- BOA. Bu yılanlar konusunda insanın kanını
since kurtarıldı. donduracak kadar korkunç öyküler anlatılırsa
Bleriot bundan kısa bir süre sonra, 25 Tem- da, boa yılanı ne söylendiği kadar büyük, ne
muz’da gün doğarken, Bleriot X I adlı tek ka­ de öylesine güçlüdür. Bu abartılı öyküler
natlı uçağıyla çok rüzgârlı bir havada Calais’ büyük olasılıkla boanın anakonda ve piton
den havalandı. Yanında ne haritası, ne gibi çok daha iri akrabalarıyla karıştırılmasın­
de pusulası vardı. Uçak denizin ortasında dan doğmuştur (bak. ANAKONDA; PİTON).
yoğun sisle karşılaştı. Bir süre sonra m otor Uzunluğu ender olarak 3,5 metreyi aşan boa
ısınmaya başladı, ama tam o sırada yağan (Constrictor constrictor) , kuzudan daha iri
şiddetli yağmur m otoru soğuttu ve sisi dağıttı. hayvanları öldürüp yutamaz; bu yüzden, yay­
Sonunda Dover Kalesi’ni gören Bleriot alça­ gın inanışın tersine, insanlar için tehlikeli
larak tam önünde yere indi. Şiddetli rüzgâr değildir.
nedeniyle sert bir iniş yaptığı için iniş takım ­ A dına başka bir belirtm e sözcüğü eklenm e­
ları ve pervane parçalandı, ama kendisine bir den yalnızca boa dendiğinde bu tür anlaşılırsa
şey olmadı. Böylece Bleriot 39 kilometrelik da, boaların daha çok O rta ve Güney A m eri­
bir uzaklığı 37 dakikada uçarak, M anş’ı uçak­ ka’da yaşayan 60 kadar türü vardır. A nakon­
la geçen ilk kişi oldu. da ve pitonlarla birlikte boagiller (Boidae)
1909’un sonlarında, Fransa’nın Reims ken­ familyasını oluşturan bu yılanların hepsi ze­
tinde düzenlenen ilk uluslararası havacılık hirsizdir. Bütün türlerde iyice küçülerek kö­
toplantısına katıldı. Sonraki yıllarda bir uçak relmiş arka bacak kalıntıları bulunur. B oala­
fabrikası kurdu ve yaptığı tek kanatlı yolcu rın çoğu canlı yavru doğurur; yani yum urtalar
uçağını Reim s’te sergiledi. dişinin içinde çatlayarak açıldığı için, yavrular
Bleriot’nun fabrikası beş yıl boyunca, uçak­ yum urtadan çıkmış ve gelişmiş olarak doğar.
larının kırdığı rekorlar ve yarışlarda elde Bu yılanların üreme hızı çok yüksektir; Para-
260 BOBSLED

Karadeniz Bölgesi dışında Türkiye’nin her


yerinde görülen bozyörük (Eryx jaculus) de
bir boa türüdür. Daha çok A frika’nın kuzeyi,
Hindistan ve O rta Asya gibi kurak yerlerde
yaşayan bu cinsin üyelerine kum boası denir.
Gündüzleri kayaların altındaki oyuklara giz­
lenen, bazen de kumları kazarak içine giren
kum boaları genellikle öbür boa türlerinden
daha kısadır. Bozyörüğün uzunluğu 1 metreyi
bile bulmaz.

Paul Popper BOBSLED bak. K iz a k Y a riş i.


Boa yılanı, derisindeki leke ve beneklerle ormanda,
yaprakların arasından süzülen güneş ışığının BOCCACCİO, Giovanni (1313-1375). İtal­
yarattığı ışık-gölge oyunları içinde kolayca
gizlenebilir. yan şair ve öykü yazarı Giovanni Boccaccio
Italyan Rönesans edebiyatının düzyazı türün­
guay’dan İngiltere’ye götürülen bir boa yı­ de yapıtlar veren ilk önemli yazarlarındandır.
lanının Londra Hayvanat Bahçesi’nde bir D aha çok çağdaş öykülere benzeyen kısa
seferde 42 yavru doğurduğu kayıtlara geç­ öyküleriyle tanınır.
miştir. Boccaccio’nun çocukluk dönemine ilişkin
Boa yılanının doğal yaşama ortam ı M eksi­ elimizde çok az bilgi bulunmasına karşın,
ka’nın kuzeyinden A rjantin’in içlerine kadar Paris’te doğduğu ve İtalya’nın Toskana bölge­
olan bölge ile Batı Hint A daları’dır. Rengi sinde mutsuz bir çocukluk yaşadığı bilinmek­
kızılımsı kahverengi olan bu yılanın derisi, tedir. Boccaccio daha sonra, banker olan
sarı ve kahverenginin açıklı koyulu tonlarında babasının ısrarı üzerine bankerlik ve ticaret
iri, oval lekelerle kaplıdır. Gövdesini ağaç öğrenm ek için Napoli’ye gitti. İş yaşamında
dallarına dolayarak bütün gün yaprakların başarılı olamadı ama Napoli’de Maria
arasında gizlenip av kollayan boa yılanı daha d ’Aquino ile tanıştı. M aria’ya duyduğu aşk
çok küçük memelilere ve kuşlara saldırır. ilk yazılarına esin kaynağı oldu. Umarsız
Uzun ve kıvrık dişleriyle avını ısırdıktan âşıkların öyküsü olan II filocolo (yaklaşık
sonra, kalın gövdesiyle sararak boğuncaya 1336; “Aşk Yorgunluğu”) romantik türdeki
kadar sıkar. ilk düzyazısıdır. Öyküde, Fiam m etta olarak
Mansell Collection

Boccaccio'nun Decamerone adlı yapıtında yer alan öykülerden birinde, Griselda adlı genç bir kadının
sabrını ölçmek için katlandığı zorluklar anlatılır.
BODRUM 261

sözü edilen M aria’dır. G ene onun için başka larında Rodos Şövalyeleri’nin eline geçti.
şiir ve öyküler de yazmıştır. 1522’deki Rodos Seferi sırasında, Kanuni Sul­
Boccaccio’nun hümanist şair Petrarca ile tan Süleyman zamanında Osmanlı toprakları­
tanışması yazarlık yaşamında bir dönüm nok­ na katıldı.
tası oldu. H er ikisi de ortaçağın kilise öğretisi­ B odrum ’daki başlıca yapıtlar M ausolos’un
ne karşı çıktı. Eskiçağa yöneldiler, insanın anıtmezarı, Rom a çağı tiyatrosu ve Bodrum
evrensel değerlerini araştırarak, Rönesans’ın Kalesi’dir. Eskiçağda Dünyanın Yedi H arika­
öncüsü oldular. sın d an biri olarak tanımlanan M ausoleion,
Boccaccio’nun en önemli yapıtı Decameron ölen Kral Mausolos için karısı Artem isia
Hikâyeleridir (Decamerone; yaklaşık 1348- tarafından yaptırıldı. Yüksek bir kaide üze­
53). Bu yapıt, Floransa’daki veba salgınından rinde duran 36 sütunla çevrili İyon üslubunda
kaçarak, kent dışındaki bir eve sığınan yedi bir çeşit tapm ak bölümü; onun üstüne yapıl­
kadın ve üç erkeğin 15 gün boyunca vakit mış 24 basamaklı bir piram it ve en tepede yer
geçirmek için birbirlerine anlattıkları 100 alan, m erm erden yontulmuş dört atlı bir
öyküden oluşur. arabada Mausolos ve A rtem isia’nın m erm er
14. yüzyıl İtalya’sını birçok yönüyle çokheykellerinden oluşan bu görkemli yapıt 42
canlı, yalın ve akıcı bir dille aktaran bu m etre yüksekliğindeydi. Anıtm ezar karşılığı
öyküler halk kültürüne ve klasik öykülere olarak kullanılan “m ozole” sözcüğü Mausole-
dayanır; gerçek yaşamdan kaynaklanan göz­ ion’dan gelir.
lemleri içerir. O dönem de kullanılan Latince M ausoleion m erm erden yapılma bir duvar­
yerine, İtalyanca’yı edebiyat dili olarak geliş­ la çevriliydi. Bu duvarın birçok bölümü son
tiren Boccaccio, Decamerone ile A vrupa ede­ yıllarda yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
biyatını geniş ölçüde etkileyerek düzyazı anla­ Duvarın uzunluğu kuzeyde 242 m etre, doğu­
tı türünün gelişmesine katkıda bulunmuştur. da ise 105 m etreye yakındır.
M ausoleion’un günümüzde yalnız temelleri
BODRUM, Rodos Şövalyeleri’nden kalma kalmıştır. Büyük İskender’in bile yakılıp yı­
görkemli kalesinde Türkiye’nin ilk sualtı ar­ kılmasına izin vermediği ve yüzyıllar boyunca
keoloji müzesi bulunan ünlü bir turizm kenti­ ayakta kalan bu görkemli yapı, zaman zaman
dir. Bilinen en eski adı H alikarnas’tır (Hali- deprem lerde yıkılmış ve ortaçağda m erm erle­
karnassos). Halikarnas eskiçağlarda, günü­ ri Rodos Şövalyeleri’nce Bodrum Kalesi’nin
müzdeki Muğla ilinin tümü ile Aydın ilinin bir yapımında kullanılmıştır. 18. yüzyılın ortala­
bölümünü kapsayan Karya ülkesinin bir ken­ rında kale duvarında bulunan ve Amazon-
tiydi. Bu ülkede Hom eros destanlarına göre lar’la yapılan bir çarpışmayı canlandıran ka­
Karyalılar ve Lelegler adı ile anılan halklar bartm a ile kazılar sonunda ortaya çıkarılan
yaşardı. Karyalılar 10 yıl süren Truva Sava- kabartm alar ve Mausolos ile karısı A rtem isia’
şı’na Truvalılar’m yanında katıldılar. nin heykelleri, padişahın izniyle İngiltere’ye
Halikarnas doğumlu ünlü tarihçi H erodot’a götürüldü. Bunlar British M useum ’da sergi­
göre kent D or göçmenlerince İÖ 7. yüzyılda lenm ektedir. Son yıllarda yapılan kazılarda
yeniden kurulm uştur. A nadolu’yu istila eden bulunan iki kabartm a parça Bodrum Müze-
Persler’in İÖ 546’da Karya yöresine de ege­ si’ndedir.
men olmaları ile H alikarnas, Persler’e bağlı K entin üst kesiminden geçen karayolunun
yerli prensler tarafından yönetildi. Kral Mau- yanındaki küçük ama güzel Rom a çağı tiyat­
solos zamanında Karya’nın başkenti oldu. Bir rosu büyük ölçüde onarılmıştır. Rodos Şö­
süre sonra Büyük İskender’in orduları tara­ valyeleri’nin yaptırdığı ve Anadolu’daki orta­
fından ele geçirilerek yakılıp yıkıldı. Sırasıyla çağdan kalma en sağlam yapılardan biri olan
M ısır’ın, R om a’nın, Rodoslu denizcilerin, kalenin yüksek burçlarından denizin ve ken­
Pontos Krallığı’nm ve Bizans’ın egemenliği tin benzersiz bir görünümüyle karşılaşılır.
altında kaldıktan sonra 13. yüzyılın ikinci 15. yüzyılın başında yapımına başlanan
yarısında M enteşeoğulları Beyliği’nin ege­ kalede savunmayı güçlendirmek için değişik
menliğine giren H alikarnas, 15. yüzyılın baş­ tarihlerde İngiliz Kulesi, Fransız Kulesi, İtal­
262 BOER SAVASI

Rodos Ş övalyeleri'nin
■M ı yaptırdığı, ortaçağdan
kalma Bodrum Kalesi'nin
burçlarından, denizin ve
kentin benzersiz bir
görünüm üyle karşılaşılır.

Şemsi Güner

yan Kulesi, Alm an Kulesi, İspanyol Kulesi kanlan tunç külçe ve avadanlıklar sergile­
adı verilen yeni kuleler yapılmıştır. Aziz nir.
Petrus adına kurulan kale iki koyun ortasın­ Maviliklerin gizinden gün ışığına çıkanlan
da, bir zamanlar ada olan, daha sonra kara ile en son hazine ise 935 yıl önce battığı saptanan
arası doldurulan Zephyria kayalığının üzerin­ bir Fatımi gemisidir. Bu gemiden çok çeşitli
dedir. Kaleye Aziz Petrus’tan ötürü “Petrus’ ve değerli eşya elde edilmiştir. Beş yıldır
un A dası” anlamına gelen Petronium adı ve­ süren bilimsel sualtı kazıları sonunda gemi de
rilmiş; bu da zamanla değişikliğe uğrayarak çıkanlmıştır. Bodrum Müzesi’ndeki cam
Bodrum ’a dönüşmüştür. eşyalar dünyadaki dört büyük cam koleksiyo­
İç içe üç surdan ve beş kuleden oluşan kale nundan biridir. Kalenin girişindeki top koru-
Bodrum ’un her yerinden görülür. Günüm üz­ ganı sürekli sergilerin açıldığı sanat galerisine
de müze olarak kullanılmaktadır. Müzede dönüştürülm üştür. Bodrum Kalesi ve müzesi,
sualtı buluntularının yanı sıra Bodrum çevre­ kente tatil için gelenlerin ilgiyle gezdikleri bir
sinde çıkarılan toprakaltı buluntuları da yer tarih hâzinesidir.
alm aktadır. O rtakent’te (Müsgebi) gün ışığı­ Bodrum 1960 öncesine kadar küçük bir
na çıkarılan, İÖ 14.-12. yüzyıllara tarihlenen balıkçı ve süngerci limanıydı. Halikarnas Ba­
Miken çağı vazoları kalenin içindeki Gotik lıkçısının Sabahattin Eyuboğlu ve Azra Erhat
kilisede sergilenir. Bunlar Yunanistan’dakiler gibi sanatçı dostlanyla düzenlediği “Mavi
dışında en değerli Miken yapıtlarıdır. Aynı Yolculuk”larla Bodrum ve yöresi ünlendi ve
bölümde Bodrum yöresindeki G ökçebel’de çok ilgi çeken bir tatil kenti durum una geldi.
(Dirmil) ortaya çıkarılan ve A nadolu’da bili­
nen en eski D or yerleşmesine ait İÖ 9. ve 8. BOER SAVAŞI bak. G ü n e y A f r İ k a Savaşi.
yüzyıla tarihlenen vazolar ile İÖ 9. yüzyıldan
kalma ve pişmiş topraktan yapılmış bir lahit BOGOTA. Güney A m erika’nın kuzeybatı
bulunm aktadır. Denizaltından çıkarılan de­ ucunda yer alan Bogota, Kolombiya Cumhu-
ğerli ve eşsiz yapıtların sergilendiği bölümler riyeti’nin başkenti, aynı zamanda en büyük
müzenin en ilginç yerleridir. Eskiden sünger­ kentidir {bak. K o lo m b iy a ). And Dağları ara­
ciler ve balıkçıların ağlarına takılan amfora sında, ülkenin m erkezine yakın, 2.640 metre
denen testiler, evde sulan serin tutm ak için yükseklikteki bir yaylada kuruludur. Yanı
kullanılır ya da satılırdı. Bodrum Kalesi’ başında Guadalupe ve M onserrate dağlan
nin içinde aynca Sualtı Arkeoloji Müzesi yer yükselir. M agdalena Irm ağı’nın kollarından
alır. Burada Tunç Çağı’na ait bir batıktan çı- biri Bogota’nın 32 km güneyindeki yaylanın
BOĞA GÜREŞİ 263

kenarından 150 m etre aşağıya akar ve çarpıcı Bogota yüzyıllardır yazarlar, sanatçılar,
görüntüsüyle Tequendam a Çavlanları’nı oluş­ müzisyenler, bilim adamları ve düşünürler
turur. Ekvatora uzak olmamasına karşın, için bir m erkez olmuştur. Dominiken papaz­
dağlar arasında ve yüksekte kurulduğu için ları 16. yüzyılda kentte, bugünkü üniversite­
Bogota’nın iklimi nemli ve serindir. nin temeli sayılacak bir üniversite kurdular.
Am erika Y erlileri’nin Bacatâ adını verdiği Aynı zamanda yoğun bir sanayi kenti olan
kenti 1538’de bir İspanyol serüvencisi olan Bogota ülkenin lastik, kimya ve eczacılık
Jim enez de Quesada ele geçirdi. Adam larının merkezidir. Kumaş, çim ento, besin, yağ, bira
çoğu İspanya’nın sıcak Endülüs yöresinden ve alkolsüz içecek fabrikalan da vardır. K en­
geldikleri için burada, yaşadıkları evlere ben­ tin çevresindeki düzlükler, koyun ve sığırlar
zer, ortasında bir avlu bulunan evler yaptılar. için elverişli otlaklardır.
İri çivilerle bezeli ağır kapıları, kafesli pence­ Başkenti ülkenin bazı yerlerine bağlayan
releri ve balkonlarıyla Bogota’nın eski kesi­ demiryolları varsa da, geçit vermeyen dağlar
minde yer alan bu evlerde bugün de yaşan­ nedeniyle, B ogota’dan Kolombiya’nın birçok
m aktadır. Bogota, dar sokaklardaki kiremit bölgesine karayoluyla ya da ırm aklarda işle­
çatılı, sömürgecilik döneminden kalma yapı­ yen gemilerle gidilir. Ö te yandan, 3.974.813
larla, geniş bulvarlardaki büyük m odern bina­ (1985) nüfuslu bu dağ kentinin gereksinimle­
ların bir karışımıdır. Kentte Katolik keşiş ve rini karşılamak için havayolundan gittikçe da­
rahiplerin yapmış oldukları çok sade, eski ha çok yararlanılm aktadır.
kiliselere de rastlanır. Dış görünümlerinin
yalınlığına karşın, bu kiliselerin içinde zarif BOĞA GÜREŞİ, İspanya’ya ortaçağda Mag-
oymalar, altın süslemeli aziz resimleri, kadife, ripliler tarafından tanıtılmıştır. Boğa güreşin­
inci ve züm rütlerle cömertçe bezenmiş kutsal de her hareket geleneklere uygun olarak
heykeller bulunur. yapılır. Soyluların başlattıkları at sırtındaki
Barnaby’s boğa güreşlerinin yerini 1700’lerde, torero
denen, çoğunlukla yaya dövüşen profesyo­
nel boğa güreşçilerinin almasıyla, m odern
boğa güreşine doğru bir gelişme başlamıştır.
Boğa güreşi İspanya, M eksika ve bazı Güney
A m erika ülkelerinde yaygındır. Fransa’nın
güneyinde ve Portekiz’de de yapılır; ne var ki,
buralarda boğa öldürülmez. Dövüş için seçi­
len boğalar sıradan sığırlar değildir; arena
için özenle yetiştirilirler.
Boğa güreşi arenadaki tören yürüyüşüyle
başlar. Gösteriye katılanlann tüm üne torero
adı verilir. Ö nden, m arşlar çalan bir bando,
onun ardından parlak gösterişli giysileriyle
atlı arena görevlileri gelir. Onların arkasında
boğalarla dövüşecek olan matadorlar yürür.
Pelerinleriyle boğayı kızdıran ve süslü kısa
mızraklarını (banderilla) boğanın ensesine
saplayarak m atadorlara yardım eden bande-
rillero’lar ise m atadorları izler. Sivri uçlu
mızraklarıyla atlı picadorlar en arkadan ge­
lir. O nlar da m atadora yardım etm ek üzere
arenada bulunurlar. Tören yürüyüşü beledi­
ye başkanı ya da başka bir resmi görevlinin
Bogota'da, Bolivar Alanı'nda yer alan görkem li oturduğu tribünün önünde sona erer ve baş
katedral. m atador güreşi başlatmak için izin ister.
264 BOĞA GÜREŞİ

Başkan boğa ahırlarının anahtannı aşağıya düşerse bacaklarında ağır zırhları olan pica-
atar. M atadorlar kadife pelerinlerini arkadaş­ dor düşen atının altından kurtulup arenadan
larına verirler; arena ilk m atador ve takımı çıkana kadar, öbür picadorlar pelerinleriyle
dışında tümüyle boşaltılır; ahırın kapısı açılır boğanın dikkatini kendilerine çekerler.
ve boğa var hızıyla arenaya girer. Kural İkinci evrede banderillerolar ve bazen de
olarak bir gösteride altı boğa öldürülür. matadorun kendisi, renkli kâğıtlarla süslenmiş
M atador ve yardımcıları, boğayı dövüşe kısa mızrakları çift çift boğanın omuzlarına
çekmek ve yormak için, pelerinleriyle çalım saplarlar. Banderillero boğanın boynuzların­
atarlar. Saldıran boğa pelerinin hareketlerini dan korunarak, yandan, zarif bir hareketle,
izler ve kısa bir süre sonra onun denetimine en fazla dört çift banderillayı boğanın om uzla­
girer. M atador ise bütün ustalığıyla boynuzla­ rına saplar. Gösterinin boğayı kışkırtan ve
ra yaklaşır. Ayaklarını kıpırdatm adan peleri­ nasıl bir tepki verdiğini m atadora gösteren bu
ni usulca boğadan kaçırır. Bu zarif geçişlerin evresi de yaklaşık beş dakika sürer.
Verorıica ve Mariposa ya da kelebek gibi özel A rtık sıra m atadordadır. Kenarları çıkıntı­
adları vardır. lı, siyah şapkasını çıkardıktan sonra, boğanın
G österinin, picadorlarm arenaya girmesiy­ ölümünü arena başkanına ya da sevdiği bir
le başlayan ilk evresi yaklaşık beş dakika kimseye, bazen de arenadaki izleyicilere arm a­
sürer. Boğa atlarına saldırınca, picadorlar ğan eder. Bir elinde kılıç, öbüründe muleta
mızraklarını ya da pica lannı boğanın boynu­ denen ince bir çubuğa takılı kısa, kırmızı bir
nun hemen aşağısına, omuzlarına saplarlar. pelerin taşır.
Bu, boyundaki güçlü kasları zayıflatarak, M atador bu evrede, kılıcının ucuna taktığı
boğanın kafasını eğmesini sağlamak ve cesa­ pelerinini kullanarak, boğanın önünde bir dizi
retini ölçmek için yapılır. Eğer atlardan biri tehlikeli ve zarif oyuna girişir. Boğanın uçu-

ZEFA

COCA-COLA S

Boğa güreşi geleneği,


boğa güreşinin
ortaçağlarda İspanya'ya
M agripliler'ce
tanıtılm asıyla başlamıştır.
BOĞAZKÖY 265

şan pelerine saldırması, onun boğa üzerindeki


denetimini gösterir. M atador, öldürm e anı
dışında, boğaya kılıçla dokunamaz. Sonunda,
yorulan ve sersemleyen boğa kafasını eğer.
M atador kusursuz bir ölüm için tüm becerisi­
ni kullanarak, en uygun anı yakalamaya
çalışır. Kılıç boğanın kürek kemikleri arasına
saplanmalıdır. M atadorun bunu başarabilm e­
si için kılıcı saplayacağı yere boynuzların
arasından uzanması gerekir. Boğanın ani bir
hareketiyle m atadorun yaşamı tehlikeye gire­
bilir. Eğer kılıç doğru saplanmışsa, boğa
Şemsi Güner
neredeyse anında ölür ve gösteri sona erer.
Boğazköy'de H ititler'den kalma Yazılıkaya açık hava
M atador kalabalığı selamlamak ve alkışlarını tapınağındaki H itit tanrılarını gösteren kabartmaların
almak üzere banderillerolarıyla arenanın çev­ bütün ayrıntılarını görebilm ek için en iyi zaman öğle
resinde yürür. Eğer başarılı olmuşsa, başkan saatleridir.
m atadoru boğanın kulaklarından biriyle ödül­
lendirir. Gösteri olağanüstü nitelikteyse, bu­ Kent ve Yazılıkaya oluşturur. Kentin en
nun karşılığı iki kulaktır. yüksek kesimi olan Büyükkale, Akropol nite­
M atador arenada yaşamını tehlikeye atar. liğindedir. Surlarla çevrili bir içkale görünü­
Sergilediği ustalık ve yiğitlik için onurlandırı­ mündeki Büyükkale kentin yönetim merkeziy­
lır. Göze aldığı tehlike ne kadar büyükse, di. Kral ve yakınlan, aralarında büyük avlu­
ödülü de o kadar büyük olur. M atador boğa­ lar bulunan bir ya da iki katlı bağımsız
nın boynuzlarına yaklaşırken zaman za­ yapılardan oluşan Büyükkale’deki sarayda
man yara alır ve bazılarının ölümü arenada oturuyordu. Sarayın en önemli bölümü, kazı­
olur. larda 3.000'in üzerinde çiviyazılı tabletin bu­
lunduğu yerdir. Arşiv ya da kitaplık olduğu
BOĞANOTU bak. K u rtb o ğ a n . sanılan bu yer birbirine paralel beş uzun
salondan oluşan iki katlı bir yapıdır. Boğaz­
BOĞAZKÖY, Çorum a bağlı Boğazkale ilçe köy’de bulunan tabletler arasında dünyanın
merkezinin eski adıdır. İÖ 1650’de kurulan ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Antlaşma-
Hitit Krallığı’nın başkenti H attuşaş’m kalıntı­ sı’nın bir örneği de vardır. Bu antlaşma Kadeş
ları Boğazköy’ün yakınındadır. Bu kalıntıları Savaşı sonrasında Hitit Kralı III. Hat-
ilk kez 1834’te Fransız Charles Texier buldu. tuşili ile Mısır Firavun’u II. Ramses arasında
1907-12 arasında yapılan kazılarda çok sayıda İÖ 1280’de yapılmıştı.
çiviyazılı tablet ortaya çıkarıldı. Büyükkale’nin kuzeybatısında H ititler’in
Alman Arkeoloji Enstitüsü’nce sürdürülen fırtına tanrısı Teşup’a adanmış Büyük Tapı­
Boğazköy kazılarında ortaya çıkarılan en eski nak yer alır. İÖ 14. yüzyıla tarihlenen bu
yerleşim kalıntısı İÖ 3000’in ilk yarısına tarih- anıtsal tapınak 160 x 135 metre boyutların-
lenm ektedir. Bu dönemin izlerine kentin Bü- dadır. O rtada yer alan asıl tapınağın çevresin­
yükkale bölümünde rastlanmıştır. H ititler’in de çiviyazılı tabletlerin bulunduğu odalar,
kente en geç İÖ 1700’de yerleşmiş olduğu, atölyeler ve büyük küplerin bulunduğu depo­
Ham murabi döneminden kalma bir tabletten lar yer alm aktadır. Bu yönüyle tapmak çeşitli
anlaşılmaktadır. Bu tablette kentin adı Hattu- işlevleri olan bir yapılar bütünüdür.
şaş olarak geçmektedir. H ititler, kendilerin­ Şuppiluliuma zamanında İÖ 14. yüzyıl orta-
den önce burada yaşayan H attiler’in kente lannda geniş bir alana yayılan kentin surları
verdikleri H attuş adını Hattuşaş yaparak güçlendirildi. Bazı yerleri sağlam kalmış olan
dillerine uydurmuşlardı. surların uzunluğu 6 kilometreyi bulur. Doğu
Çok geniş bir alana yayılmış olan Boğazköy ve batıdaki iki dere boyunca uzanan kent
kalıntılarını Büyükkale, Yukarı Kent, Aşağı surlarının güney bölümü iki sıralıdır. Dış sur
266 BOĞAZLAR SORUNU

iç sura göre alçaktır ve moloz taştan örülm üş­ ğazköy müzelerinde sergilenmektedir. 1986’da
tür. Surun iç ve dış duvarlarında dikdörtgen bulunan tunç bir tablet bugün için dünyadaki
biçimli burçlar bulunur. İç surun kalınlığı, en ilk madeni tablet olma özelliğindedir. Boğaz­
geniş yerinde 7 metreyi aşar. Surun her iki köy ve Alacahöyük’ü kapsayan alan 1917’de
yüzü taşla örülm üş duvarlardan oluşur. Böl­ milli park ilan edilmiştir {bak. A l a c a h ö YÜK).
me duvarlarıyla birbirine bağlanarak sağlam­ H attuşaş’taki kalıntılar bize Hitit uygarlığı­
laştırılan bu iki duvar arasındaki boşluk taş ve nın günümüzden yaklaşık 3.500 yıl önce
toprakla doldurulmuştur. “Sandık duvar” de­ ulaştığı düzeyi gösterm ektedir. {Ayrıca bak.
nen tarzda yapılmış olan ve üstü kerpiçle HİTİT'LER.)
örülen iç surun yüksekliği 15 m etreye ulaş­
m aktadır. Bu surların altında, kenti dışarıya BOĞAZLAR SORUNU denince, dünyada
bağlayan ve bir kuşatma sırasında gizlice birçok boğaz olmasına karşılık akla hemen
girip çıkmayı sağlayan 71 m etre uzunluğunda Çanakkale ve İstanbul boğazları gelir. K ara­
bir tünel bulunmaktadır. deniz ile Ege D enizi’ni ve A kdeniz’i birbirine
Boğazköy’ün güney surlarında, orta bölüm ­ bağlayan; ticaret ve askerlik yönünden önem
deki kapıya Yerkapı denir. Y erkapı, iki ya­ taşıyan bu boğazları ele geçirme ya da dene­
nındaki büyük sfenks heykellerinden ötürü tim altında tutm a isteği tarih boyunca çeşitli
Sfenksli Kapı olarak da anılır. Bu kapının devletler arasında savaş nedeni olmuştur.
doğusunda Kral Kapısı, batısında ise Aslanlı A sya’dan A vrupa’ya geçişin en kolay yolla­
Kapı vardır. Kral Kapısı’nın üstü Hitit m im ar­ rından biri olması ve Karadeniz’e kıyısı olan
lığının özelliği olan sivri uçlu kemerle çevrili­ ülkelerin öbür denizlere ancak bu yolla açıla­
dir. Aslanlı K apı’nın üstü ise günümüze ulaşa­ bilmesi Boğazlar’ın uluslararası önemini gü­
mamıştır. Kapının iki yanındaki duvarlarda, nümüze kadar yitirmeden korumasına yol
büyük boyutlu Hitit heykelciliğinin değerli bir açmıştır.
örneği olan iki aslan heykeli bulunur. Ağızları
açık duran bu ürkütücü görünüşlü aslanlar OsmanlIlar Döneminde Boğazlar
eskiçağ inanışına göre kötü ruhlan kente Osmanlılar 1356’da Çanakkale Boğazı’nı ge­
sokmamak için kapıya konmuşlardır. çerek ayak bastıkları A vrupa kıtasında, kısa
Güney surlarının içinde dört Hitit tapınak sürede T rakya’yı ve ardından İstanbul’u ele
yapısı daha bulunm aktadır. Am a H ititler’in geçirerek her iki boğaza da egemen oldular.
H attuşaş’taki en ilginç tapmağı, günümüzde 15. yüzyılın sonlarında kıyılarını ele geçirdik­
Yazılıkaya diye bilinen açık hava tapınağıdır. leri Karadeniz’i bir içdeniz durum una getirdi­
Yazılıkaya H attuşaş’ın 2 km kuzeydoğusunda ler; gerektiğinde Boğazlar’ı kapatarak, bu
yer alır. Bütün Hitit tanrılarını gösteren denize gemilerin giriş çıkışını denetim altında
kabartm aların olduğu kayalık bir alanda bulu­ tutm aya başladılar.
nan Yazılıkaya’yı bütün ayrıntılarıyla görebil­ Osmanlılar 16. yüzyılda Fransa, İngiltere,
mek için en iyi zaman öğle saatleridir. Venedik ve H ollanda’ya tanıdıkları bazı hak­
Yazılıkaya’daki 63 Hitit tanrı ve tanrıçası­ larla (kapitülasyonlar) bu devletlerin gemile­
nın kabartm alarının bulunduğu ve kayalardan rine serbestçe geçiş ayrıcalığı verdi {bak.
oluşan doğal duvarlarla çevrili Büyük Galeri K a p it ü l a s y o n ) . Am a tanınan bu haklar Bo-
denen bölümü III. Hattuşili dönem inde, İÖ ğazlar’daki Osmanlı egemenliğini hiçbir bi­
1275-1250 yılları arasında yapılmıştır. Büyük çimde sınırlamıyordu. Bu durum 18. yüzyılda
G aleri’nin batı duvarında tanrı, doğu duvarın­ Karadeniz’in kuzey kıyılarını ele geçiren Rus­
da tanrıça, Küçük G aleri’de kral kabartm aları ya ile 1774’te yapılan Küçük Kaynarca A nt­
vardır. Yazılıkaya açık hava tapınağının önü laşm asına kadar sürdü. Bu antlaşma ile Rus
çeşitli dönem lerde yapılan anıtsal giriş yapıla­ ticaret gemilerine Boğazlar’dan serbestçe ge­
rıyla kapatılmıştır. çiş hakkı tanınınca, yabancı gemilerin Boğaz­
H attuşaş’taki tablet, çanak çömlek, küçük lar’dan geçişi uluslararası bir sorun durumuna
heykel buluntuları A nkara’daki Anadolu M e­ geldi. Çarlık Rusya’sının K aradeniz’den A k­
deniyetleri Müzesi ile İstanbul, Çorum ve Bo­ deniz’e hiçbir sınırlamaya uğramadan geçme
BOHEMYA 267

isteği giderek öteki büyük Avrupa ülkelerinin ların 1920’de imzaladıkları Sevr (Sevres) A nt­
de işe karışmalarına yol açtı. Böylece İstanbul laşması Boğazlar’ın yönetimini uluslararası
ve Çanakkale boğazlarından yabancı gemile­ bir komisyona bırakıyordu. Bu durum 24
rin geçişi konusu 19. yüzyıl içinde Avrupa Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış A nt­
devletleri arasında birçok kez siyasal anlaş­ laşm asına kadar sürdü. Lozan Barış A ntlaş­
mazlıklar çıkmasına neden oldu. m asıyla Boğazlar T ürkler’e geri verildi. G e­
N apolyon’un Mısır’a saldırısı üzerine Fran­ çiş serbest olacak; ilgili işlemleri Milletler
sa’ya karşı 1798’de Rusya ile imzalanan işbir­ Cem iyeti’ne bağlı ve başkanı Türk olan bir
liği antlaşması uyarınca bu ülkenin gemilerine komisyon yürütecekti. Ayrıca Boğazlar’ın iki
Boğazlar’dan geçiş hakkı tanındı. 1805’te yakası da askerden arındırılacaktı.
yenilenen bu antlaşmaya eklenen bir gizli Lozan’la doğan yeni durum Sevr’e göre
madde ile Osmanlılar yabancı ülkelerin savaş daha olumluydu, ama Türkiye’nin gene de
gemilerine Karadeniz’e çıkış izni vermemeyi Boğazlar’dan geçiş üzerinde denetim hakkı
kabul etti. 1807’de çıkan Osmanlı-Rus Sava- yoktu. Türk hükümeti Lozan Barış Antlaşma-
şı’yla bu antlaşma yürürlükten kalktı. Ardın­ sı’nda yer alan Boğazlar sözleşmesinin T ürki­
dan da 1809’da İngiltere ile imzalanan yeni bir ye’nin egemenlik haklarını sınırladığını öne
antlaşma uyarınca Boğazlar tüm yabancı sa­ sürerek değişiklik önerisinde bulundu.
vaş gemilerine kapatıldı. Rusya ancak Akker- 1936’da M ontrö’de (M ontreux) toplanan
man Antlaşması ile 1826’da Boğazlar’dan uluslararası konferansta Uluslararası Boğaz­
ticaret gemilerini geçirme hakkını yeniden lar Komisyon’u kaldırılarak yetkileri Türk
elde edebildi. 1829’da imzalanan Edirne Ant- hüküm etine verildi. Yabancı ticaret gemileri­
laşması’yla bu hak geçerliliğini korurken, Bo­ nin boğazlardan geçişi serbest olacaktı. Savaş
ğazlar Osm anlılar’ın barış içinde bulunduğu gemilerinin geçişine ise sınırlamalar getirildi.
tüm ülkelerin savaş gemilerine açıldı. Böylece Lozan Barış Antlaşması ile askerden arındırıl­
Osmanlılar daha önce ikili antlaşmalarla ver­ mış olan Boğazlar, bundan böyle Türkiye
dikleri Boğazlar’dan geçiş hakkını tüm devlet­ Cumhuriyeti sınırları içindeki herhangi bir
lere tanıyordu. bölge gibi askeri bakımdan Türk ordusunun
1833’teki Mısır sorununda (bak. K a v a l a l i görev ve sorumluluk alanı içine girdi.
MEHMED ALİ P a ş a ) Rusya’nın Osm anlılar’a Boğazlar Sorunu bundan sonra ve özellikle
yardımcı olmasına karşılık olarak Boğazlar’ II. Dünya Savaşı’nı izleyen günlerde uluslar­
dan Rusya dışında hiçbir yabancı ülke savaş arası düzeyde zaman zaman gündeme geldiy­
gemisinin geçirilmemesi kararlaştırıldı. Bu se de Türkiye’yi etkileyecek bir gelişme ol­
durum öbür Avrupa devletlerini fazlasıyla madı.
tedirgin etmişti. 1841’de İngiltere, Avusturya,
Prusya, Rusya, Fransa ve Osmanlılar arasın­ BOĞDAN bak. M o ld a v y a .
da imzalanan Londra Antlaşması ile barış
döneminde Boğazlar’ın tüm yabancı devletle­ BOHEMYA. Eskiden ayrı bir devlet ve güçlü
rin savaş gemilerine kapalı tutulması karara bir krallık olan Bohemya bugün Doğu A vru­
bağlandı. Bu tarihe kadar tek yanlı sözleşme­ pa’da Çekoslovakya Sosyalist Cum huriyeti’
lerle yürütülen Boğazlar’a ilişkin düzenle­ nin bir parçasıdır. Çekoslovakya, aralarında
meler artık uluslararası toplantılarla karara ülkeye adlarını veren Çekler ve Slovaklar’ın
bağlanmaya başlanıyordu. Bu antlaşma, da bulunduğu değişik halkları barındırır. Bo­
1871’deki Londra Konferansı’nda Osmanlı- hemya Çekler’in 1.500 yıllık yurdudur ve
lar’ın dost ülkelerin savaş gemilerine barış bugün Çekoslovakya’nın en verimli ve geliş­
zamanında Boğazlar’ı açabileceği konusunda kin bölgesidir. Başkent Prag da bu bölge­
bir m adde eklenmesiyle I. Dünya Savaşı dedir.
sonuna kadar geçerliliğini korudu. Bohemya, eşkenar dörtgen biçimindedir;
orm anlarla kaplı yüksek tepeler ve dağlarla
Cumhuriyet Döneminde Boğazlar dört yanından kuşatılmıştır. Bu dağlarda de­
I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan O s m a n lI­ ğerli m adenler vardır. O rtaçağda A vrupa’da-
268 BOHR

ki en zengin gümüş yatakları Bohem ya’daydı.


Bohemya bugün gelişmiş birçok sanayiye
sahiptir.
Bohem ya’nın ortasında çeşitli tahılların ye­
tiştiği, meyve bahçelerinin bulunduğu verimli
topraklar vardır. Yol kenarlarında bile elma
ve kiraz ağaçları sıralanır. Kırsal kesimde çok
sayıda çiftlik bulunur.
Ç ekler’in Slav kökenli ataları İS ilk yüzyıl­
larda Bohemya ve hemen doğusundaki Mo-
ravya’ya yerleştiler. Bohem yalılar’ın en bü­
yük düşmanı başlangıçta A lm anlar, sonradan
AvusturyalIlar oldu. A lm anlar’la uzun süre
savaştıktan sonra, Bohemya Prensi O takar
1198’de kral oldu. Bohemya ile M oravya’yı
kapsayan krallık gelişip güçlendi. O takar’ın
Avusturyalılar’la savaşırken ölmesi üzerine
krallık toprak yitirdi. Taht çekişmeleri baş
gösterdi. Kutsal Rom a-G erm en İm paratoru
olan IV. Kari, I. Karel adıyla Bohemya kralı
da oldu. Prag Üniversitesi’nin kurucusu olan
IV. Kari dönem inden sonra Bohemya tarihin­
de bazı sorunlar çıktı. Halk başlangıçta Roma
Katolik Kilisesi’ne bağlıydı. 15. yüzyılda din
reformcusu Jan Hus Protestan Kilisesi’ni
Hulton Picture Library
kurunca, Bohemya ile M oravya’da birçok kişi
Atom fizikçisi Niels Bohr'un 1951'de çekilmiş bir
ona katıldı. 1415’te H us’un resmi kiliseyle fotoğrafı.
bağdaşmayan inançlar aşılayan bir kişi olduğu
savıyla, kazığa bağlanarak yakılmasından
sonra Bohem ya’da kanlı din savaşları başladı. nedeniyle de 1957’de Ford Vakfı’nın ilk Barış
1526’da Bohemya ile M oravya, Avusturya İçin Atom Ödülü verilmiştir.
İm paratorluğu’nun bir parçası oldu ve yakla­ K openhag’da doğan Bohr, Kopenhag Üni-
şık 400 yıl Avusturya’nın yönetiminde kaldı versitesi’nde öğrenimini ve doktora çalışması­
{bak. A v u s t u r y a İ m p a r a t o r l u ğ u ) . Ne var ki, nı tam am ladıktan sonra 1911’de İngiltere’ye
ulusal duygular hiçbir zaman yok olmadı. 19. gitti. Ertesi yıl Ernest R utherford’un Man-
yüzyılda Alm an yöneticilere ve Bohem ya’ya chester’daki laboratuvannda atomun yapısına
yerleşmiş olan A lm anlar’a karşı ayaklanmalar ilişkin kuramsal çalışm alanna başladı. Rut-
baş gösterdi. I. Dünya Savaşı sonunda bağım­ herford, en basit elem ent olan hidrojen için
sızlıklarına kavuşan Bohemya ve M oravya, bir atom modeli geliştirmişti. Bu modelden
başka bazı halklarla birlikte 18 Ekim 1918’de yola çıkan Bohr, atom un artı yüklü ağır bir
yeni Çekoslovakya D evleti’ni kurdular. Bo­ çekirdek ile bu çekirdeğin çevresindeki yö­
hemya tarihinin bu bölümünü Ç E K O SLO ­ rüngelerde dolanan eksi yüklü elektronlardan
V A KY A maddesinde okuyabilirsiniz. oluştuğunu kanıtladı. B ohr’un kuram ına göre
elektronlar yalnızca belirli yörüngelerde bulu­
BOHR, NieİS (1885-1962). DanimarkalI fizik­ nabilir. Bu durum da atom kararlıdır; ne
çi Niels Bohr, ışınım ve atom kuramı konu­ enerji soğurur, ne de enerji yayar. Bir ato­
sundaki çalışmalarıyla ünlüdür. A tom kura­ mun ışık ışınları biçiminde bir enerji yayması
mına katkıları nedeniyle kendisine 1922’de için, elektronların bu kararlı yörüngeden çe­
Nobel Fizik Ödülü, nükleer silahların sınır­ kirdeğe daha yakın olan bir iç yörüngeye
landırılması konusundaki barışçı çalışmaları atlamaları gerekir. Bu ışıma, kuvantum denen
BOKS 269

küçük “enerji paketleri” halinde salınır ve


gene B ohr’un açıklamasına göre, elektron
yörüngelerinin büyüklüğünü ve çekirdekten
uzaklığını belirleyen de kuvantum sayılarıdır.
(Ayrıca bak. ATOM; ELEKTRON; KUVANTUM KU­
RAMI.)
Bugün fiziğin temel kuram larından biri
olan kuvantum kuram ı, B ohr’un çalışmaları­
na başladığı dönemde daha yeni ortaya atıl­
mıştı. Bohr, bilim adamları arasındaki yaygın
inancı yıkarak, kuvantum kuramının eski
kuram larla çelişmediğini gösterdi.
II. Dünya Savaşı sırasında Alm anlar D ani­
NHPA/Stephen Dalton
m arka’ya girince, Naziler’e karşı olduğu için
Bir bokböceği, yum urtadan çıkan larvalarının
gizlice ülkesinden ayrılmak zorunda kalan yemesi için hazırladığı iri bir dışkı topağını
Bohr, bir süre İsveç ve İngiltere’de yaşadı. yuvarlayarak yuvasına götürüyor.
Sonra A B D ’ye geçerek New M exico’daki Los
Alamos atom laboratuvarında danışmanlık
yaptı. 1945’te ilk atom bombasının atılmasın­ bokböceği biçiminde takılar yapmışlardı. G ü­
dan hemen sonra da, atom silahlarının ulus­ neş’e tapan Eski Mısırlılar’ın, bokböceğinin
lararası denetimi için büyük bir çaba gösterdi. dışkılardan topak yapıp yerde yuvarlayışını
Aynı yıl ülkesine dönerek Danim arka Atom G üneş’in gökyüzündeki hareketine benzettik­
Enerjisi Komisyonu’nun başkanı oldu. D aha leri için bu böceği kutsallaştırdıkları sanılır.
sonra yeniden Kuramsal Fizik Enstitüsü’nün
başkanlığına getirildi. BOKS, iki yarışmacının belirli kurallar içinde,
yumruklarıyla dövüşerek yaptığı bir spordur.
BOKBÖCEĞİ. G übre ve pisliklerin içinde Boks karşılaşmaları ring adı verilen, üç sıra
yaşayıp genellikle hayvan dışkılarıyla besle­ halatla çevrili, yerden yüksekte kare biçimin­
nen birçok böceğe, bu ortak özellikleri nede­ de bir alanda yapılır. Profesyonel ve am atör
niyle bokböceği denir. D aha çok tropik ve boksun kuralları birbirinden farklıdır.
ılıman bölgelerde dağılmış olan bu böceklerin Boks iyi bir sağlık, güçlü bir beden, hız, di­
hepsi kınkanatlılardandır (bak. KINKANAT­ renç, hareketlilik ve yetenek gerektirir.
LILAR). Ağır boksörler zayıf olanlara karşı büyük bir
Bokböceği, hayvan pisliklerini yerden kazı­ üstünlüğe sahiptir. Bu nedenle de boks karşı-
yıp parçalayarak bazen elma büyüklüğünde
Michael King/Allspon
dışkı topakları yapar. Sonra bu topağı yerde
yuvarlayarak taşır ve gömmek için uygun bir
yer bulduğunda, ön ayaklarıyla kazdığı bir
oyuğun içine yerleştirir. Bu dışkı topağı hem
dişi bokböceğinin, hem de aynı oyuğa bıraktı­
ğı yum urtalardan çıkan larvalarının başlıca
yiyeceğidir. Fransız doğa bilgini Jean Henri
Fabre bokböceklerinin davranışlarını bütün
ayrıntılarıyla inceleyip yapıtlarında anlatmış­
tır (bak. F a b r e , J e a n H e n r i ) .
Bokböceklerinin en tanınmışı, özellikle
Akdeniz çevresinde yaşayan kutsal bokböce-
ğidir (Scarabaeus sacer). Çünkü Eski Mısırlı­
lar kutsal saydıkları bu hayvanın resmini her Boksta sıkı bir sağlık denetim i vardır ve boksörler
yere işlemişler, değerli taş ve m adenlerden ancak sağlıklı bulunurlarsa ringe çıkabilirler.
270 BOKS

SALDIRI
HAREKETLERİ

ÇENGEL ya da KROŞE: ALTTAN VURUŞ


Bükülm üş kolla atılan (APARKÜT): Vücudun alt
yum ruk. bölüm ünden yukarı
doğru atılan yum ruk.

DURUŞ: Sol ayak biraz


önde, sol kol biraz
YANA KAYMA: BLOK: Kolla ya da
açılmış ve sağ kol, Y um ruğun başın
Y um ruğu savuşturmak eldivenlerle yum ruğu
eldiven çene yakınında üzerinden geçm esini
için başı yana eğme. durdurm a.
olacak biçim de bedene sağlam ak için eğilm e.
yakın.
* bütün şekillerdeki boksörler solak olmayan boksörlerdir

RİNG: Ringin tabanı keçe


ya da kauçuk üstüne
ö rtü lm üş çadır bezinden
olm alıdır. Ringlerin çoğu
üç sıra halatla çevrilidir;
ama bazı am atör
ringlerde iki sıra halat
olabilir.

6,1 metre
BOKS 271

laşmaları yalnızca eş kilolardaki boksörler ve rakibinin maçı teknik nakavtla kazandığı


arasında yapılır. Uygulamada, her iki yarış­ ilan edilir.
macının da aynı sıklette (uluslararası kurallar­ Zorunlu sekize kadar sayma pek çok maçta
la belirlenmiş ağırlık gruplarında) olması ge­ uygulanan bir kuraldır. Bu kurala göre, bir
rekir. boksör yere düştükten sonra, ring hakemi
sekize kadar saymayı tam am lam adan boksa
Boks Sıkletleri Üst Sınırlar yeniden başlanmaz; her iki boksör ayakta olsa
Profesyonel Amatör bile hakem sekize kadar saymayı sürdürür.
.;• Boksta Boksta Rakibini yere düşüren boksör, hakemin say­
Hafif sinek sıklet 49 kg 48 kg maya başlamasından önce tarafsız köşeye
Sinek sıklet 51 kg 51 kg gitmek zorundadır. Gong çaldığında boksör
Horoz sıklet 53,5 kg 54 kg
Süper horoz sıklet 55 kg yerdeyse sayma devam eder. Zorunlu seki­
Tüy sıklet 57 kg 57 kg ze kadar sayma kuralı daha çok A B D ’de uy­
Yarı hafif sıklet 59 kg ---
Hafif sıklet 61 kg 60 kg gulanır. Gene A B D ’deki maçlarda bir raunt­
Yarı velter sıklet 63,5 kg 63,5 kg ta üç kez düşen boksör yenilmiş kabul edi­
Velter sıklet 66,5 kg 67 kg
Yarı orta sıklet 70 kg 71 kg
lir.
Orta sıklet 72,5 kg 75 kg Bokstaki önemli kuraldışı davranışlar (faul­
Yarı ağır sıklet 79 kg 81 kg ler) şunlardır: Belden aşağıya vurmak; bir elle
Cruiser sıklet 88,45 kg ---
Ağır sıklet 88,45+kg 91 kg vururken öbür elle rakibi tutm ak; rakibi
Süper ağır sıklet ----- 91+kg yerdeyken ya da yerden kalkıyorken vurmak;
rakibi itm ek, kafa, omuz ya da dizle vurmak;
Donanım enseye vurmak. Faul yapan bir boksör uyarı-
A m atör boksörler, yumuşak bir maddeyle labilir, puan kaybedebilir ya da yenik sayıla­
beslenmiş 227 gr ağırlığında eldivenler giyer­ bilir.
ler. Profesyonel boksta sıklete göre, ağırlığı En yaygın puanlam a yöntemleri raunt ve sayı
170-283 gr arasında değişen eldivenler kulla­ sistemleridir. Raunt sisteminde, her bir raunt­
nılır. Eldiven giymeden önce eller koruyucu ta hangi boksörün daha iyi dövüştüğü belirle­
bir bantla sarılır. Profesyonel boksörler yal­ nir. Rauntların çoğunda daha iyi dövüştüğü
nızca şort giyer, dişleri korum ak için ağza kabul edilen boksör kazanır. Sayı sisteminde,
lastikten dişlik, kasıkları korum ak içinse şor­ her raundun sonunda, o rauntta başarılı olan
tun içine madeni bir koruyucu yerleştirirler. boksöre am atör boksta 20, profesyonel boks­
A ntrenm anlarda koruyucu başlık giyerler. ta 10 sayı verilir. Rakibine de ona oranla daha
A m atör boksörler şort ve atlet giyer, karşılaş­ az bir sayı verilir. Maç sonunda, daha çok sayı
m alarda, diş ve kasık koruyucularından başka almış olan boksör kazanmış olur. ABD ve
koruyucu başlık da takabilirler. birçok başka ülkede puanları bir ring hakemi
Profesyonel boksta ring büyüklüğü 5-6 m2 ve iki masa hakemi verir. O lim piyatlar’da
arasındadır. A m atör ring en az 3,6 m2 olur. ring hakeminin oy hakkı yoktur; yalnızca beş
Ringin köşeleri yumuşak bir maddeyle bes­ masa hakemi puan verir. İngiltere’de ve bazı
lenmiştir. ülkelerde maçı kimin kazandığına çoğu za­
man ring hakemi tek başına karar verir.
Kurallar ve Puanlama A m atör karşılaşmalar genellikle profesyo­
Bir boks maçı üç türlü kazanılabilir: Boksör­ nellerden daha kısadır ve bazen yalnızca
lerden biri rakibinden daha fazla puan topla­ ikişer dakikalık üç raunttan oluşabilir. Pro­
yarak maçı sayıyla kazanabilir; yere düştük­ fesyonel boksta her biri üç dakikalık, en çok
ten sonra 10 saniye içinde ayağa kalkmayı ya 15 raunt vardır. Genellikle her raunt arasında
da raundun başında ringe yeniden çıkmayı bir dakika ara verilir.
başaramayan boksöre nakavt oldu denir ve
rakibi galip ilan edilir; ring hakemi ya da Antrenman ve Teknik
doktoru bir boksörün artık kendini savuna- Boks, çok yorucu bir spordur ve kusursuz bir
mayacak durum da olduğuna karar verebilir sağlık ve zindelik gerektirir. Bir karşılaşmaya
272 BOKS

hazırlanırken, boksörlerin birbiriyle yapacağı de buna benzer bir vuruştur, ama ağırlık
antrenm anların yanı sıra, gölge boksu, kum merkezinin kaydırılmasıyla yumruğa bedenin
torbasıyla çalışma, ip atlama ve kondisyon ağırlığı da katılır. A parküt aşağıdan yukarı
için koşu yapılır. doğru genellikle çeneyi hedef alarak atılan bir
Boksörün saldın ve savunma gücü ile hızı yum ruktur. Çengel vuruş, kroşe ya da apar­
dengesine ve harekete hazır olmasına bağlı ol­ küt rakibi nakavt edebilir.
duğu için duruşu çok önemlidir. A yaklann
her hareketinin bir amacı olması gerektiği Boksun Örgütlenmesi
her zaman akılda tutulmalıdır. Boksör, Birçok ülkede yurtiçi şampiyonalan ve her
ancak yumruk atm ak, rakibinin sal­ düzeyde am atör boks karşılaşmaları düzenle­
dırısından kaçınmak, daha iyi bir pozisyon yen ulusal bir kurum bulunur. Başlıca ulus­
almak ya da yanıltıcı hareketlerle ne yapaca­ lararası şampiyonaları Uluslararası A m atör
ğı konusunda rakibini şaşırtmak için hareket Boks Birliği düzenler.
etmelidir. İyi ayak oyunlan, bir boksörün Ayrıca bazı ülkelerde profesyonel boksu
rakibine her zaman yumruk atabilecek kadar yöneten örgütler de vardır. İki ayrı örgütün
yakın, ama attığı yum ruktan sonra geri çekile­ bulunduğu uluslararası alanda ise durum karı­
bilecek ve karşı saldınyı savuşturacak kadar ra­ şıktır. Dünya Boks Derneği (W BA), A B D ’
kibinden uzak olması anlamına gelir. nin pek çok bölgesinde profesyonel boksu
Bunu başarm ak için boksörün duruşu rahat denetler. Dünya Boks Konseyi (WBC) ise
olmalıdır. Sağa doğru biraz açılan sağ ayak, A vrupa, Latin A m erika ve Doğu ülkelerinde­
biraz öndeki sol ayakla bir denge oluşturm alı­ ki boks örgütlerini kapsayan, daha çok uluslar­
dır. H er iki ayağın ucu da hafifçe sağa dönük arası nitelikte bir kuruluştur. Genel olarak
olmalıdır; böylece bedenin yalnızca sol yanı her iki örgüt de yalnızca kendi şampiyonlarını
rakibe gösterilir. Sol kol ileride, hafifçe sıkıl­ tanır. Ne var ki, birkaç kez iki örgüt de aynı
mış sol yumruk çene hizasında olmalıdır. kişiyi dünya şampiyonu olarak tanımıştır.
Gene yukarı kalkık olan sağ kol ve çene
hizasında çeneden yaklaşık 15 cm önde du­ Tarih
ran, daha az sıkılı sağ yumruk bedeni korur. Eski Y unan’da ve R om a’da spor olarak bir
H er iki dirsek de bedeni korum ak için içe tür yumruk dövüşü yapılırdı; ama boksun asıl
doğru çekilmiş ve çene sol omza doğru eğik başladığı yer L ondra’dır. 1719’da gezgin bir
olmalıdır. Denge yitirilmeksizin rakibin yum­ gösterici olan James Fig çıplak yumrukla
ruğundan geriye kaçmayı kolaylaştırmak yapılan basit bir boks türü ortaya attı. Lon­
amacıyla beden öne doğru biraz eğik durm alı­ dra’da, Tottenham C ourt R oad’da bir ring
dır. Bu duruş “İngiliz” ya da “O rtodoks” kurarak ders vermeye başladı; kendisini şam­
biçim olarak bilinir. Bunun tam tersi yani sağ piyon ilan etti ve gelen gidene kendisiyle
ayağı ileride duran solak boksörlerin duruşu­ dövüşmesi için meydan okudu. Ödüllü dövüş
na “ters duruş” denir. olarak adlandırılan bu boksun başlangıçta
Boksta doğru vuruş tem eldir. Boksör yum­ hiçbir kuralı yoktu; ısırma, tekm elem e, raki­
ruk atarken yumruğu eldivenin içinde iyice bi yere atm a gibi hareketler yasak değildi.
sıkılmış olmalıdır. Parm aklar kapalı ve baş­ Çıplak yumrukla yapılan bu dövüşler çok
parm ak ilk iki ya da üç parmağın kıvrımı acımasız oluyor ve bazen saatlerce sürü­
içinde olmalıdır. yordu.
En yaygın vuruşlar, direk vuruş, çengel ve 1795-1825 yılları arasında her sınıftan insa­
kroşe vuruş ile aparküt vuruş’tur. Direk vu­ nın çok sevdiği ödüllü boksun en tanınmış
ruş, sağ ya da sol yumrukla düz olarak hızla öğreticisi 1795’ten 1800’e kadar şampiyonluk
ve genellikle art arda yapılan vuruştur. Bu tür unvanını koruyan “centilmen Jackson” oldu.
yumruk rakibin dengesini ya da zam anlam a­ A m a, bu yıllardan sonra ödüllü boks giderek
sını bozmak amacını taşır. Çengel vuruş gözden düştü. Bu düşüşün başlıca üç nedeni
kıvnk ve gergin bir durum daki kolla yakın­ vardı: Birincisi, m açlan izlemeye gelen kana
dan atılan hasar verici bir yum ruktur. Kroşe susamış kalabalıklar; İkincisi, maçlar üzerine
BOKS 273

UIS, JOE). Louis 1949’da, yenilmeyen şampi­


yon olarak emekliye ayrılıncaya kadar unva­
nını 25 kez koruyarak bir rekor kırdı.
1950’lerin en ünlü şampiyonu Rocky Mar-
ciano’ydu. Boks tarihindeki en sert yum rukla­
ra sahip boksörlerden biri olarak kabul edilen
M arciano, hiçbir profesyonel maçında yenilgi
almamış tek boksör olarak 1956’da boksu bı­
raktı.
1960’lar ve 1970’lerde dünya boksunun en
gözde kişisi M uhammed Ali oldu (bak. Mu-
HAMMED A Lİ). Boksun en hareketli ve en çok
tartışılan şampiyonlarından biriydi.
Ağır sıklet dışındaki sıkletlerde de önem ­
li boksörler çıkmıştır. Örneğin Henry
Arm strong aynı zam anda tüy sıklet, hafif sık­
let ve velter sıklet şampiyonluğunu elde et­
mişti. Tüy sıklet ve hafif sıklette George
Dixon, Willie Pep, Joe Gans ve Benny Leo-
B. T. Botsford Ltd.
nard gibi büyük boksörler dövüşmüştü.
18. yüzyılda boksta ağırlık ve kuvvet kadar yetenek
de önem kazandı. 19. yüzyıldan önce ender olarak Türkiye'de Boks
eldiven kullanılırdı.
Boks Türkiye’de I. Dünya Savaşı sonrasında
ilgi görmeye başladı. İlk boks kulübü 1919’da
oynanmaya başlanan kum ar ve üçüncüsü, İstanbul’da açıldı. 1923’te Boks Federasyonu
bazı maçların çok acımasız olmasıydı. kuruldu. İlk başkanı Eşref Şefik A tabey olan
1866’da A m atör Spor Kulübü kuruldu. Boks Federasyonu, bir süre sonra Güreş Fe-
Başlıca destekleyicileri olan John Cham bers derasyonu’na bağlandı ve ancak 1945’te yeni­
ve VIII. Oueensburg markisinin yönlendir­ den bağımsız bir federasyon kuruldu.
mesiyle eldivenle yapılan maçlar için kurallar Uluslararası ilk boks karşılaşmaları 1928’de
kondu. Çağdaş boks bu kurallara dayanm ak­ SSCB ve Azerbaycan takımlarıyla Moskova
tadır. ve B akû’da yapıldı. 1940’ta A B D ’de yapılan
A B D ’de boks 19. yüzyıl başlarında ortaya “Altın Eldiven” am atör boks şampiyonasında
çıktı. İlk dönem maçlarının çoğunluğu çeşitli Melih Acba 66 kiloda birincilik kazandı. D ub­
çiftliklerden köleler arasında yapıldı. lin’de yapılan 1947 Avrupa Boks Şampiyona­
1880’lerde John L. Sullivan’la birlikte A B D ’ sın d a Vural İnan en teknik boksör seçildi.
de boksa karşı ilgi arttı. Sullivan, dünya şam­ Profesyonel boks Türkiye’de 1950’lerde
piyonu olduğunu ileri süren ilk A B D ’li bok­ başladı. Eski boksörlerden M ahmut Kefeli,
sör Paddy R yan’ı 1882’de nakavtla yenerek İstanbul Boks Kulübü adıyla ilk profesyonel
dünya şampiyonluğunu kazandı. kulübü kurdu.
Dünya ağır sıklet boks şampiyonluğunu ka­ 1960’larda Akdeniz Oyunları, Balkan Şam­
zanan ilk Siyah boksör Jack Johnson oldu. piyonası ve Avrupa Şam piyonasında birçok
Johnson 1908’de şampiyon olur olmaz, boks madalya kazanıldı. Bu dönemin başlıca bok­
girişimcileri şampiyonluğu geri alacak bir be­ sörleri Seyfi T atar, Celal Sandal, Cemal Ka­
yaz adam aramaya başladılar. Johnson’un macı, Nazif Kuran, Engin Yadigâr ve Kemal
boks yaşamının büyük bir bölümü ırkçı önyar­ Yalçmkaya’dır. Cemal Kamacı profesyonel
gılardan kaynaklanan gerilim içinde geçti. boksa geçerek 1970’te A vrupa şampiyonu ol­
1937’de Joe Louis ağır sıklet şampiyonu ol­ du. 1970’lerde de Akdeniz Oyunları ve Bal­
du; “Kara Bom ba” olarak anılan Louis bu un­ kan Şam piyonasında başarılar sürdü. Celal
vanı kazanan ikinci Siyah boksördü (bak. L0- Sandal yedi birincilik ve iki ikincilik, Seyfi T a­
274 BOKSİT

tar altı birincilik, sekiz ikincilik kazandı. dak çevresi, Toros D ağlan’nın batı kesimi,
1980’lerde Balkan Şam piyonasında birinci­ Konya’nın Seydişehir ve M uğla’nın Milas ilçe­
likler alındı. 1984 Los Angeles Olimpiyatla- lerinde çıkanlır.
n ’nda Eyüp Can ve Turgut Aykaç bronz m a­ Üzerindeki toprak örtüsü tem izlenerek ya­
dalya kazandılar. taktan çıkanlan bu cevherden katışıksız alü-
Boks Federasyonu her yıl Türkiye Boks minayı ayırabilmek için, genellikle sud kostik
Şampiyonası düzenler, burada Türkiye şam­ (sodyum hidroksit) gibi kimyasal m addelerle
piyonları ve milli takım belirlenir. işlemden geçirilir. D aha sonra alümina da
elektroliz yöntemiyle ayrıştırılır ve böylece 4
BOKSİT. M etallerin elde edildiği kayaç ve ton boksitten genellikle 1 ton alüminyum elde
topraklara cevher denir. 1821’de ilk kez Fran­ edilir {bak. A l ü m in y u m ; E l e k t r o l iz ).
sa’nın güneyinde, Arles yakınlarındaki Les
Baux kasabasında bulunduğu için adını bu ka­ BOLIVAR, Simön (1783-1830). Simön Bolı-
sabadan alan boksit, en önemli alümin­ var, Güney ve O rta A m erika’daki ülkelerin
yum cevheridir. Alüminyum doğada hiçbir bağımsızlık savaşına önderlik etmiş, bu ne­
zaman serbest ya da elem ent halinde bulun­ denle “K urtancı” sanını kazanmıştır. Bolivya,
maz; çünkü oksijenle kolayca birleşerek alü­ Kolombiya, Ekvador, Panam a, Peru ve Ve-
minyum oksit (alümina) oluşturur. Boksit de nezuela gibi İspanyol boyunduruğundaki ül­
saf olmayan alüminadır. keler, Bolıvar’ın öncülüğünde toprakların­
Değişik yapıdaki birçok kayaç çağlar bo­ dan sömürgecileri kovarak İspanyol egem en­
yunca yağmurun, rüzgârın ve güneşin etkisiy­ liğine son verdiler.
le değişime uğrayarak boksite dönüşmüştür. Bolıvar, V enezuela’nın Caracas kentinde
Kaya ve taş parçalan, kil ya da kum biçiminde doğdu. Zengin ve soylu bir İspanyol ailesinin
bulunabilen boksit genellikle kırmızımsı, kah­ çocuğuydu. Küçükken annesiyle babasını yi­
verengimsi sarı, gri ya da beyaz renktedir. tirdi. Özel öğretm enlerce eğitildi, daha sonra
Boksit yatakları genellikle hemen yüzeyde ya öğrenim görmesi için amcası onu Ispanya’nın
da yüzeye yakın katm anlar halinde bulunur M adrid kentine gönderdi. O rada, 18 yaşın­
ve dünya üretiminin büyük bölümünü tropik dayken bir İspanyol soylusunun kızıyla evlen-
ülkeler sağlar. İşletilen en geniş ve en zengin diyse de, V enezuela’ya döndükleri yıl eşi
boksit yatakları Surinam, Guyana, Jam aika, ölünce 1804’te yeniden A vrupa’ya gitti. Fran­
Batı A frika, SSCB, ABD ve A vustralya’da­ sız Devrimi ile yaygınlaşan eşitlik ve özgürlük
dır. Türkiye’nin de en önemli cevherlerinden düşüncelerinden çok etkilendi.
biri olan boksit ülkemizde daha çok Zongul- G ene bu sıralarda, küçüklüğünde özel öğ­
Geological Museum, Londra retm eni olan Simön Rodriguez’e rastladı.
Rodriguez Bolıvar’a, önde gelen özgürlükçü
düşünürlerden Locke, H obbes, Jean-Jacques
Rousseau ve V oltaire’in yazılarını okumasını
önerdi. O rta ve Güney A m erika’daki gezisin­
den yeni dönmüş olan Alm an bilgini Hum-
boldt da Bolıvar’a, gittiği yerlerdeki sömürge
halklarının bağımsızlık mücadelesine hazır
olduğunu söyledi. Tüm bunlardan etkilenen
genç Bolıvar V enezuela’nın bağımsızlığı için
savaşacağına ant içti. İspanya’nın içinde bu­
lunduğu karışıklık da sömürgelerdeki bağım­
sızlık hareketinin hızlanmasına katkıda bu­
lunmuştu.
Boksitin rengi, dokusu ve sertliği, bulunduğu yere
bağlı olarak büyük ölçüde değişir. Bu örnek Batı Özgürlük Savaşı
Afrika'daki Gana'da çıkarılmıştır. 1810’da Venezuelalılar İspanyol valiyi devi­
BOLIVAR 275

Mansell Collection
Simön Bolı'var 19. yüzyılın başlarında Güney Amerika'nın büyük bir bölümünü İspanyol
egemenliğinden kurtardı.

rerek Güney A m erika’daki ilk yerel hüküm e­ 1819’da 2.500 askerle Venezuela’da karaya
ti kurdular. Oysa, yeni hüküm et İspanyol çıktı ve bir dizi çarpışmadan sonra, yağmur
askerlerine karşı koyacak kadar güçlü değildi. altında, bunaltıcı sıcaklıktaki Orinoko havza­
Çok geçmeden İspanyollar 1812’de ülkeyi sından geçerek, karla örtülü A nd D ağları’nı
yeniden ele geçirdiler. Bunun üzerine Bolı- aşıp, Yeni G ranada’nın tropik otlaklarına
var, bugün Kolombiya olan Yeni G ranada’ya vardı. Bu, savaş tarihinin en zorlu yürüyüşle­
giderek ilk önemli siyasal bildirgesini yayım­ rinden biridir. Birkaç gün sonra askerlerine
ladı ve bağımsızlık mücadelesinin sürdürüle­ dinlenmek için zaman verm eden, kendi ordu­
ceğini ilan etti. Yeni G ranada’da kurduğu sunun iki katı kadar büyük bir orduyu Boya-
küçük bir orduyla, çarpışa çarpışa V enezuela’ câ’da yendi ve böylece Yeni G ranada İspan­
nin başkenti Caracas’a girdi. Burada yapılan yol egemenliğinden kurtulmuş oldu. “K urta­
bir törende ona “K urtarıcı” adı verildi. rıcı” , sonradan G ranada’yı Kolombiya Cum ­
1815’te İspanyollar büyük bir askeri güçle huriyeti adı altında Venezuela ile birleştirdi
sömürge halklarına saldırdılar. Bolıvar, Fran- ve ilk cumhurbaşkanı seçildi.
sızlar’dan bağımsızlığını kazanmış olan Hispa- 1822’de Q uito, yani bugünkü Ekvador kur­
niola’dan (H aiti), V enezuela’daki Siyah köle­ tarıldı ve bir sonraki yıl Bolıvar P eru’ya
leri özgürleştirme sözü karşılığında, yardım geçerek İspanyollar’ı gene kesin bir yenilgiye
istedi. Bu sözü birkaç yıl sonra yerine getirdi. uğrattıktan sonra hem Kolom biya’nın hem
Bolıvar İspanya ile olan bağların artık de P eru’nun yöneticisi oldu. Kralcı güçlerin
koptuğunu, Avrupalı ya da A m erika Yerlisi denetimi altında olan Yukarı Peru da kurtarıl­
sayılamayacaklarını, kendilerine özgü bir kül­ dıktan sonra, buraya Bolıvar’ın onuruna
türleri olduğunu ve eninde sonunda m utlaka Bolivya adı verildi. Bir süre sonra V enezuela’
özgürlüklerini kazanacaklarını savunuyordu. da karışıklık çıktı. Başkanlık sarayına giren
276 BOLİVYA

bir grup 1828’de Bollvar’ı öldürm ek istedi. iklim görülür. Bitki örtüsü de, doğudaki gür
1829’da Venezuela, Kolombiya Cum huriye­ tropik orm anlardan, yüksek dağların cılız
tin d en ayrıldığını ilan etti. Bolıvar, kurtanlan bitki örtüsüne kadar büyük çeşitlilik gösterir.
ülkelerin ordularını ve donanm alarını birleşti­ Am a A ltiplano’nun büyük bölümü kuru çalı­
rerek bir uluslar birliğine katılmaları için çok larla örtülü bir bozkırdır.
çalıştıysa da aradığı desteği bulamadı.
1830’da Güney A m erika’nın artık yönetile-
meyecek bir durum a geldiğini gören Bolıvar BO LİVYA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
siyasetten çekilmeye karar verdi. Başkanlık
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.098.581 km2.
görevinden ayrılarak A vrupa’ya geçmek iste­
NÜFUS: 6.799.000 (1987).
diyse de yolculuk için yeterli parayı bulamadı. YÖNETİM BİÇİMİ: Bağımsız cumhuriyet.
Bu sırada arkadaşı G eneral Antonio Jose de BAŞKENT: Yasal başkent Sucre'dir, ama Bolivya hükü­
Sucre’nin Venezuela’da öldürülmesi ona çok meti çalışmalarını La Paz kentinde sürdürür.
acı verdi. 47 yaşında Kolombiya’da, Santa COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Ülkenin büyük bir bölümü And
Dağları'nın Batı ve Doğu Cordillera dağ sıraları
M arta yakınında verem den öldü. arasında yer alır. Kuzeyde, deniz düzeyinden 3.809
metre yükseklikte Titicaca Gölü vardır. Bu göl dün­
yanın, üzerinde ulaşım yapılan en yüksek gölüdür.
BOLİVYA, güneydoğusundaki Paraguay ile Ülkenin denize kıyısı yoktur.
birlikte, Güney A m erika’nın denize kıyısı BAŞLICA ÜRÜNLER: Kalay, kurşun, çinko, antimon,
olmayan iki ülkesinden biridir. Kuzeydoğu tungsten, petrol, şekerkamışı, patates, darı, koyun,
komşusu Brezilya’dır. Güneyinde A rjantin keçi, sığır.
ÖNEMLİ KENTLER: Sucre, La Paz, Cochabamba, Oruro,
vardır. Peru ve Şili Bolivya’nın batı sınırını Potosi, Santa Cruz.
oluşturur. EĞİTİM: 6-14 yaşlarındaki çocuklar okula gitmek zorun­
Bu kara ülkesinin beşte üçü, Brezilya’nın dadır. Ama bu yasa, kırsal alanda uygulanamamak­
tadır. Halkın yaklaşık yüzde 40'ı okuma yazma
kuzeyinde yer alan Amazon ovalarından And bilmez.
D ağlan’na kadar uzanan alçak bölgelerdir.
A nd D ağları’nda Batı Cordillera ve Doğu
Cordillera adlı iki yüksek dağ sırasının arasın­ Batıdaki orm anlarda pum a, pars, tapir ve
da, Altiplano (yüksek yayla) denen 3.700 birçok maymun türü yaşar. Kuzeydoğudaki
m etre yüksekliğinde bir düzlük vardır. ırm aklarda timsah benzeri kaymanlar vardır.
Tropik kuşakta yer almakla birlikte, Bo­ Arm adillo, opossum, kokarca ve anakonda
livya’da doğu ovalarının nemli sıcağından, adlı dev yılan da Bolivya’da görülen hayvan­
dağlık bölgelerdeki acı soğuğa kadar her çeşit lardandır. Ilık vadi ve ovalardaki orm anlarda
parlak renkli, ama çirkin sesli papağan, ara,
tukan gibi tropik kuşlar yaşar. Bolivya gölle­
rinde ördek, kaz, flamingo, batağan ve öteki
su kuşları vardır. K artallar ve kondor adlı dev
L—« akbabalar erişilmez dağların tepelerinde yuva
kurar. Öbür akbaba türlerine ise ülkenin her
BREZİLYA
PERU
yerinde rastlanır.
) Bolivya Altiplanosu insanların yaşadığı en
VTiticaca yüksek bölgelerden biridir. Nüfusun dörtte
Gölü
BOLİVYA üçü bu bölgede yaşar. Bolivyalılar’ın yarısın­
I LA P A Z 0 Cochabamba
dan fazlası İnkalar’ın soyundan gelen katışık­
S \C o O ru ro Santa Cruz \ sız Y erliler’dir. Nüfusun üçte biri mestizo
O f\P o o p o
---- v ( denen Yerli-beyaz karışımı melezlerden olu­
BUYUK
Potosi
s: şur. Beyazlar nüfusun sekizde biridir. Bunlar
OKYANUS
\
şiLi \ y
A __
V
/ —
/ i 16. yüzyılda Bolivya’yı ele geçiren İspanyol­
la rın soyundan gelir. İspanyolca hâlâ Boliv­
\ PARAGUAY \
i ya’nın resmi dilidir.
ARJANTİN \ \
__ ^ __ Beyaz azınlık hüküm eti ve ekonomiyi de-
BOLİVYA 277

Yerliler el sanatlarında ustadır. Am a yap­


tıkları şeyler atalarının yapmış olduğu çok
güzel kum aşlar ve çanaklar gibi seçkin değil­
dir. Kerpiç ya da taştan, saz damlı evlerinin
zemini topraktır.

Madencilik, Çiftçilik ve Ulaşım


İspanyollar’ı geçmişte Yukarı Peru diye
adlandırdıkları Bolivya’ya çeken orada altın
ve gümüş bulunduğu söylentileriydi. İspan-
yollar özellikle Potosi Dağı’nda zengin gü­
müş m adenleri buldular ve işlettiler. M aden­
cilik Bolivya’nın başlıca sanayi koludur ve
Tony ve Marion Morrison
pek çok Yerli m adenlerde çalışır. Altın ve
La Paz kentinin merkezindeki Plaza M urillo (M urillo
Alanı) ve başkanlık sarayı. La Paz dünyanın en
gümüş hâlâ çıkarılmaktadır. Günüm üzde B o­
yüksekte kurulm uş kentlerinden biridir. livya’nın dış ülkelere sattığı önde gelen ürün­
ler çinko, kurşun ve kalaydır. 1970’lerde
netim altında tutar. M elezler ise genellikle Bolivya’nın dış ticaretten elde ettiği gelirin
nitelikli işçi, esnaf ve küçük m em urdur. üçte birini kalay oluşturuyordu. Am a
Ülke nüfusunun en yoksul kesimi olan 1980'lerde tüm dünyada kalay fiyatının düş­
Y erliler’in çoğu çiftçi, madenci ve işçidir. Bu mesi Bolivya ekonomisini çok sarstı. Ülkenin
kesim büyük çeşitlilik gösteren Yerli dilleri öbür doğal kaynaklan arasında petrol, bakır,
konuşur. Başlıca Yerli dilleri Aym ara ve antimon ve doğal gaz vardır. Santa Cruz
Keçuva’dır. Dağlardaki Yerliler, İspanyol sö­ petrol ve doğal gaz bölgesidir.
mürgeciler gelmezden önce ataları nasıl yaşa­ A nd D ağları’nın doğu yamaçları ılık ve
mışsa öyle yaşarlar. Başlıca uğraşları çiftçi­ sulaktır. Vadilerde tahıl, kahve, tütün, şeker­
liktir. E rkekler atalarının kullandığı metal kamışı, pam uk, muz, ananas gibi yarı tropik
uçlu çubuklarla toprağı sürer, kadınlar da meyveler yetişir. Doğudaki ovalarda sığır,
arkalarından iri toprak topaklarını ufalayarak dağlık bölgelerde koyun beslenir.
onlara yardım ederler. Başlıca besinleri qui- T ropik orm anlarda abanoz, m aun, gülağacı
noa denen bir tür tahıl ile patatestir. Patates gibi değerli ağaçlar vardır. Kesilen ağaçlann
dünyanın her yerine A ndlar’dan yayılmıştır; kütükleri orm anın içinde akan ırm aklarda
ama çoğu kez kendilerini doyurmaya yetm e­ yüzdürülerek taşınır. İyi bir ulaşım ağının
yecek kadar azdır. olmayışı m aden zenginliğinin tümüyle değer­
Mısır ve koka yapraklarından yaptıkları lendirilmesine engel olm akta ve Bolivya eko­
chicha adlı içki Yerliler için neredeyse yiye­ nomisinin gelişmesini önlem ektedir. Demir-
cekleri kadar değerlidir. Kokain yapımında yollan azdır ve büyük bölümü batı yaylalann-
da kullanılan koka yapraklarını Yerliler açlı­ dadır. Santa Cruz iki demiryolu hattıyla
ğa ve soğuğa dayanmak için çiğnerler. Ülke A rjantin ve Brezilya sınırlarındaki kentlere
ekonomisi büyük ölçüde koka üretimine da­ bağlıdır. Kara ulaşımı yetersiz olduğu için
yanmaktadır. Ne var ki, hükümet tarıma dayalı hava ulaşımı çok önemlidir.
sanayilere ve ormancılığa yönelmeye çalış­ Uzak kırsal yörelerde hâlâ Yerli hamallar,
m aktadır. Yerliler ev eşyalannı, kilden ça­ kilom etrelerce uzayıp giden dağ yollarında
nak çömleklerini kendileri yapar; giysilerinin yük taşırlar. D aha ağır yükler katırlar, eşek­
çoğunu ilkel el tezgâhlarında dokurlar. K a­ ler ve lamalarla taşınır. Lama çok az su ve
dınların parlak renkli eteklikleri ve atkıları besinle uzun yollara dayanan, tehlikeli ve dar
vardır. Erkekler çok renkli pançolar giyerler. dağ patikalanndan geçerken çok dikkatle yürü­
(Panço, ortasındaki delikten başa geçirilerek yen bir hayvandır. Yerliler lamanın yününden,
giyilen bir tür pelerindir.) Kadınlar melon sıcak tutan kaba kumaşlar dokurlar. Ama lama
şapkaya benzeyen şapkalar giyerler. türünden olan vikunya ve alpakadan elde
278 BOLİVYA

Bolivya yaylalarında bir


Keçuva Y erlisi'nin güttüğü
lama kervanı. Burada
toprak sert otlarla kaplıdır.

Tony ve Marion Morrison

edilen yün daha niteliklidir. Bu üç hayvan Yer­ Deniz düzeyinden 3.650 m etre yükseklikte­
liler için çok değerlidir. Belki de bu hayvanlar ki La Paz ülkenin en büyük ve önemli
yüzünden Yerliler yüksek yaylalara yerleş­ kentidir. Burada çağdaş ticaret merkezleri;
miştir. bankalar; bira, mum, kibrit, iplik eğirme ve
Bolivya’nın Peru sınırında, Güney A m eri­ dokum a fabrikaları vardır. Bolivya’daki ya­
ka’nın en büyük gölü olan Titicaca Gölü bancıların hem en tüm ü, yarı nüfusu Y erliler’
vardır. Bu göl deniz düzeyinden 3.809 m etre den oluşan bu kentte yaşar.
yüksekte, üzerinde ulaşım yapılabilen en yük­ La Paz, Titicaca Gölü yakınlarında, And
sek göldür. Suyu buz gibi soğuk olan göl D ağlan’nın en yüksek noktalarından birinin
üzerinde, yolcu ve yük taşımacılığı buharlı eteklerindeki pek derin olmayan, güneşten
gemilerle yapılır. Parçalar halinde dağlardan kavrulan bir vadide kurulm uştur. Bölge tü­
taşman bu gemiler göl kıyısında m onte edile­ müyle kuraktır ve üretilen besin yetersizdir.
rek suya indirilir. Y erliler’in hâlâ kullandıkla­ Cumartesi günleri, doğudaki A nd vadilerin­
rı balsa denen kayıklar İnkalar’ın kullandık­ den taze sebze ve meyve, yaylalardan da
larının aynıdır. Gövdesi ve yelkenleri kalın patates ve arpa getiren katır ve lama kervan­
sazlardan örülmüş olan büyük, yuvarlak ka­ ları kenti doldurur. Pazar günleri de Yerliler
nolara benzeyen bu kayıklarla yolcu ve yük bu besinleri pazarlarda ya da kaldırımlardaki
taşınır. küçük sergilerde satarlar.
H üküm et, devlet başkanı ve parlam ento La
Kentler ve İlginç Yerler Paz’dadır. A m a, Bolivya’nın resmi başkenti
Titicaca G ölü’nün kıyısında C opacabana’da Yüksek M ahkem e’nin bulunduğu Sucre’dir.
“Işık Bakiresi”nin tapmağı vardır. Bu, Güney 1624’te kurulmuş olan Sucre Üniversitesi
A m erika’da M eryem adına yapılmış en ünlü tüm A m erika kıtasının en eski üniversitelerin-
tapınaktır. Bolivya’da baharın başlangıcı dendir. Bununla birlikte, ülkedeki okul ve
olan ağustosta komşu ülkelerden gelen Yerli­ yetişkin öğretm en yetersizliği ciddi boyutlar­
ler hayvanlarını ve ürünlerini Bakire M er­ dadır.
yem ’in kutsaması için toplanırlar. La Paz
yakınında Tiahuanaco’da İnkalar zamanından Savaşlar ve Devrimler
çok önce yapılmış garip görünümlü taş anıtlar BolivyalI Pedro Domingo Murillo 1809’da
vardır. Resmi din, İspanyol sömürgecilerin Güney A m erika’nın İspanyol egemenliğinden
ülke halkına benimsettiği Katoliklik’tir. kurtulduğunu ilan etti. Ne var ki, Bolivya’nın
BOLU 279

kurtuluşu 1825’te gerçekleşti. Ülkeye, Güney nedenle bu iki kent arasındaki ulaşımda
ve O rta A m erika’nın bağımsızlık savaşına elverişli bir konaklam a yeridir.
önderlik eden Simön Bolıvar’ın anısına Bo­
livya adı verildi (bak. BOLfVAR, SlMÖN). BOLU İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
Kurtuluştan bu yana Bolivya’da siyasal
yaşam sık sık kesintiye uğramış, ülke 180’den YÜZÖLÇÜMÜ: 11.051 km2.
fazla hüküm et darbesi, 80 cumhurbaşkanı ve NÜFUS: 504.778 (1985).
11 değişik anayasa görmüştür. Cum hurbaş­ İL TRAFİK NO: 14.
kanlarının çoğu yönetimi kan dökerek ele İLÇELER: Bolu (merkez), Akçakoca, Cumaova, Düzce,
Gerede, Gölyaka, Göynük, Kıbrısçık, Mengen, Mu­
geçirmiş ve aynı biçimde yitirmiş, altı cum­ durnu, Seben, Yığılca.
hurbaşkanı görev başında öldürülmüştür. İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Yedigöller Milli Parkı; Abant Gölü;
Bolivya’nın komşularıyla, özellikle Şili ve Kartalkaya, Şifalı Su ve Sünnet Gölü orman içi
dinlenme yerleri; Akçakoca plajları; Bolu Büyük ve
Paraguay’la ilişkileri dengesiz olmuştur. Küçük kaplıcaları; Hisartepe ve Üskübü (Konuralp)
1879’dan 1883’e kadar Bolivya, Peru’yla bir­ kalıntıları; Seben Çeltikdere kaya evleri; Ceneviz,
Keçi kaleleri; Antinoos Tapınağı, Bolu ve Mu­
likte, Şili’ye karşı savaştı. Bu savaş sonunda durnu'daki Yıldırım Bayezid külliyeleri; Göynük'teki
Bolivya daha önce sahip olduğu küçük bir Akşemseddin Türbesi, Gazi Süleyman Paşa Camisi
kıyı şeridini yitirdi. D aha sonra Şili, Bolivya’ ve Süleyman Paşa Hamamı; Bolu ve Konuralp
müzeleri, Konuralp Roma Tiyatrosu (Kırkbasa-
ya Arica limanını kullanma izni verdi. G ene maklar).
bir sınır sorunu yüzünden 1930’da Bolivya
ile Paraguay arasında şiddetli bir savaş çık­
tı. Petrol çıkarılan Gran Chaco bataklığın­ Köroğlu ile Bolu Beyi’nin büyük bir des­
da yer aldığı için bu savaşa Chaco Savaşı tansı halk öyküsü niteliğine bürünmüş serü­
denir. 1935’te biten savaştan sonra Bolivya venleri Bolu’da geçer. Bu il dağları, orm anla­
ile Paraguay arasındaki sınır sorunu çözümlen­ rı, akarsuları, gölleri ve deniziyle çeşitlilik
di. gösteren doğal yapısının yanında, tarihsel
1952’de gerçekleştirilen Bolivya Ulusal yapı ve kalıntılarıyla da ilgi çeken bir dinlence
Devrimi sonucunda kalay madenciliği kamu- yöresidir.
laştırıldı. Geniş bir toprak reformu başlatıldı
ve genel oy hakkı tanındı. Yerliler zorla Doğal Yapı
çalıştırılmaktan kurtarıldı. Ne var ki, bundan Bolu ili topraklarının yarısından çoğu dağlık­
bir süre sonra reform lar askıya alındı ve tır. Güney kesimde 2.000 m etreyi aşan bu
Bolivya’da halkın hoşnutsuzluğu yeniden art­ dağlar Kuzey Anadolu D ağlan’mn batısında,
maya başladı. 1967’de Ernesto (Che) Gueva- Karadeniz kıyısına paralel biçimde uzanan
ra önderliğindeki, yönetime karşı eylemler ise üç sıradan oluşur. İl topraklarını engebelendi-
başarıya ulaşamadı. 1980’de ordunun yöneti­ ren bu dağlık alanın yüksekliği doğudan
me el koymasıyla, hüküm et karşıtları tutuk­
landı. 1985’te yapılan genel seçimlerden sonra
belli bir iyileşme oldu. Aşırı enflasyon düşü­ KARADENİZ
AKÇAKOC/ ZONGULDAK
rüldü. Gene de yoksulluk içinde yaşayanların
sayısında bir azalma olmadı. l
) _
J
s ''
YIĞILCA®
Haşarılarmış3 MENGEN® ^ ÇA N KIRI
CUMAOVA I g j Bara/ Gölü

BOLU, Karadeniz Bölgesi’nin en batı kesi­ L ® düzce bolu ® GEREDE^


GÖLYaJCA Efteni r—i
minde yer alan ilimizdir. Dorukları bazen SAKARYA f Gölu
sisler ve bulutlar arasında kaybolan, yemyeşil
MUDURNU
orm anlarla kaplı dağlar, eşsiz güzellikteki SEBEN KIBRISÇIK
akarsular ve küçük göller Bolu’nun doğal GÖYNÜK
güzelliğini oluşturur.
BİLECİK ANKARA
İstanbul ile A nkara’yı birbirine bağlayan
karayolu üzerinde bulunan Bolu, her iki
ESKİŞEHİR
kente de hemen hemen aynı uzaklıktadır. Bu
280 BOLU

dan M udurnu ve Göynük sularıdır. Büyük


Melen Çayı’nın kollarından Küçük Melen
Çayı üzerinde H asanlar, Büyüksu üzerinde de
Gölköy baraj lan kurulm uştur.
Çok sayıda küçük gölün yer aldığı Bolu
ilinde A bant Gölü (bak. A b a n t G ö l ü ) ve
Yedigöller güzellikleriyle ünlüdür.
Karadeniz ile İç Anadolu arasındaki bir
geçiş alanında yer alan Bolu ilinin kıyı kesi­
minde oldukça yumuşak olan iklim, iç kesim-
Anadolu Yayıncılık Arşivi

Bekir B. Aksu/Ana Yayıncılık Arşivi


Y edigöller yöresindeki irili ufaklı yedi gölün çevresi
zarif köprülerden, kayın, ıhlamur, köknar ve çam
ağacı orm anlarının içindeki patikalardan geçilerek
gezilebilir.

batıya, güneyden kuzeye gidildikçe alçalır. İlk


sırayı Kıyı Dağları (Akçakoca Dağları) oluş­
turur. Bunun ardında uzanan daha yüksek
ikinci sıra A bant ve Bolu dağlarıdır. İlin
güneyini kaplayan ve üçüncü sırayı oluşturan
Köroğlu D ağlan üzerindeki Köroğlu Tepesi Bolu'nun Karadeniz kıyısındaki Akçakoca ilçesi
2.499 m etreyle ilin en yüksek noktasıdır. Bu plajlarıyla ünlüdür.
dağlann yüksek kesimlerinde çayırlarla kaplı
ve hayvancılık bakım ından önemli pek çok lere gidildikçe yüksekliğin de etkisiyle sertle­
yayla vardır. İl topraklarının yaklaşık yüzde şir. Sıcaklık kış aylarında ilin yüksekçe kesim­
9’unu kaplayan ovalar dağ eşikleriyle birbi­ lerinde oldukça düşer. Bazen A bant G ölü’
rinden aynlm ıştır. Bunlardan en önemlisi nün suları donar.
olan Düzce Ovası ilin batısında yer alır. Bolu ilinin oldukça çok yağış alan kıyı
A ynca G erede, Himmetoğlu ve M udurnu kesiminin alçak yerlerinde m akiler, yüksek­
ovaları da ilin tarım yapılan öbür düzlükleri­ lerde kestane ve kayın ormanları vardır. İl
dir. Kırık (fay) çizgileriyle sınırlanan bu alanının üçte birinden çoğunu kaplayan or­
ovalar ve dolayları aynı zamanda Türkiye’nin m anlar iç kesimlerde soğuğa ve susuzluğa
en etkin deprem alanlarm dandır. Bolu ilinde dayanıklı ağaçlardan oluşur. Bolu ilindeki
birçok sıcak su kaynağı ve kaplıca bulunması­ orm anlarda bazı az rastlanan bitki ve hayvan-
nın nedeni de kınk çizgilerdir. Sıcak sular bu lann korunması ve üretilmesi amacıyla özel
kınklardan yeryüzüne çıkar. alanlar oluşturulm uştur. Bunlardan başlıcala-
Üç dağ sırası arasında bulunan vadilerdeki n Kökez ve Sülüklügöl doğayı koruma alan-
akarsulann tümü Karadeniz’e ulaşır. Başlıca lan, Göynük-Kapıorm an Dağı, M engen-Ge-
akarsular Filyos Çayı’nın başlangıcı olan G ere­ yik Gölü, A bant geyik üretme istasyonu, aynı
de Çayı, Devrek Çayı’nın başlangıç kollann- zamanda bir ulusal park alanı olan Yedigöl-
dan Büyüksu (Bolu Suyu) ve Mengen Çayı. ler’deki alabalık üretm e istasyonu ile geyik ve
Büyük Melen Çayı ile Sakarya’nın kolların­ karaca üretm e alanıdır.
BOLU 281

Tarih Rom a İm paratorluğu’nun ikiye bölünm e­


Bolu yöresinin bilinen en eski adı Bebrikya’ siyle Bizans egemenliğine giren bölgeyi 13.
dır. Trakya’dan buraya Bitinler gelip yerleşin­ yüzyılda Selçuklular ele geçirdi. Bolu ili
ce Bebrikler daha batıya göçtüler ve yöre topraklarının Bolu, M udurnu yöreleri Konur
Bitinya adıyla anıldı. Bitinya’da kurulan ilk Alp, Akçakoca yöresi ise Akça Koca tarafın­
yerleşmenin günümüzde Düzce’nin Konuralp dan 14. yüzyılda Osmanlı topraklarına katıldı.
(eskiden Üskübü) bucak m erkezindeki Kie- Kurtuluş Savaşı sırasında işgale uğramayan
ros kenti olduğu bilinir. Bitinler, bugünkü Bolu’da ulusal mücadelenin hemen başların­
Bolu kenti yakınında Bitinyum adıyla anılan da ayaklanmalar çıktı. İşgalci güçlerle işbirliği
bir kent kurup onu surlarla çevirdiler. Daha yapan İstanbul hüküm etinin başlattığı bu
sonra Bitinler Roma egemenliğine girince ayaklanmalar ulusal kurtuluşçu güçleri yıprat-
kentin adı İm parator Claudius döneminde tıysa da kısa sürede bastırıldı (bak. KURTULUŞ
Claudiopolis olarak değiştirildi. SAVAŞI).
Rom a ve Bizans dönem lerinden kalma
kalıntılara başta Bolu ve Konuralp olmak Ekonomi
Anadolu Yayıncılık Arşivi Bolu ilinin ekonom ik yaşamı sırasıyla tarım ,
ormancılık, madencilik, sanayi ve turizme
dayanır. 19. yüzyıl sonlarında il tarımında
tahıl, tütün ve baklagiller üretimi ile hayvan
besiciliği ve arıcılık önemliydi. Karadeniz
Bölgesi’nin doğu kesiminden Bolu iline göç
edenler tarımsal üretimin çeşitlenmesine kat­
kıda bulundular. Eskiden özellikle Düzce
Ovası’nda yaygın olarak yetiştirilen tütün,
tarımsal ve ticari güçlükler nedeniyle önemini
yitirmiştir. Tütünün yerini Karadeniz’in doğu
kıyılarında da yaygın olarak yetiştirilen fındık
almıştır. Bunu çeşitli meyveler ve mısır izle­
m ektedir. Bugün Bolu ilinde elde edilen
başlıca tarım ürünlerini önem sırasına göre
şöyle sayabiliriz: Patates, buğday, mısır, şe­
kerpancarı, arpa, fındık ve elma.
İlde hayvancılık gelişmektedir. Koyun, kıl
keçisi, A nkara keçisi yetiştirilir ve sığır besici­
liği yapılır. Tavukçuluk ve arıcılık da gelişmiş­
tir. Ormancılık ise buna bağlı çeşitli işkolla-
nyla birlikte Bolu’da önemli bir geçim kayna­
ğıdır.
Yeraltı kaynakları zengin olan Bolu ilinde­
ki linyit yatakları Türkiye Kömür İşletmele-
ri’nin Bolu Linyitleri İşletmesi’nce değerlen­
dirilir.
Bolu'daki Yıldırım Bayezid Camisi 1382'de İldeki başlıca sanayi kuruluşları kamu ve
yapılmıştır. özel kesime bağlı orman ürünleri, süt ürünleri
ve çimento fabrikalarıdır.
üzere ilin çeşitli yerlerinde rastlanır. Roma A bant Gölü çevresindeki çeşitli tesisler,
dönem inde Bitinya’nın geniş çayırlarında çok K artalkaya’daki kış sporları tesisleri, Yedi-
sayıda koyun ve sığırın beslendiği, buradan göller’deki ulusal park alanı, Akçakoca plaj­
Rom a’ya buğday ve baklagiller gönderildiği ları, ulaşıma elverişli yol bağlantıları, büyük
bilinmektedir. kentlere yakın oluşu Bolu’yu çekici bir turizm
282 BOMBA

Türkiye’nin en ünlü aşçılarının Bolu ve


özellikle M engen’den çıkması da bu ile ülke
ve dünya çapında ün kazandırmıştır. Eskiden
Osmanlı saraylarının aşçıları Bolulular’dan
seçilirdi; günümüzde ise hemen hemen tüm
büyük lokanta ve otellerin aşçıları Bolulu’
dur. M engen’de her yıl aşçılarla ilgili bir
şenlik düzenlenir, pişirilen çeşitli yemekler
sergilenerek aşçılar arasında yarışmalar ya­
pılır.

İl Merkezi: Bolu
Bolu Ovası’nda kurulmuş olan kentin kuze­
yinden E-5 Karayolu geçer. Özellikle konut
yapılan alanların yayılışıyla kent bu yola
doğru genişlemiştir. 19. yüzyılda önemli bir ti­
caret merkezi olan Bolu, ticaretin gerileme­
İsa Çelik
siyle giderek eski canlılığını yitirdi. 19. yüzyıl­
Bolu'nun kuzeyinden geçen E-5 Karayolu'nun kentin da 20 binden çok olan nüfusu 1950’de ancak
ekonomik yaşamının canlanmasında önem li bir rolü 7.954’tü. E-5 Karayolu’nun yapılmasından
olm uştur. sonra canlanmaya başlayan kentte bazı sanayi
işyerlerinin açılması da nüfus artışına katkıda
bölgesi durum una getirmiştir. İlin çeşitli yer­ bulundu. K entte iki hastane ile Gazi Üniver-
lerindeki kaplıcalar, Bolu’nun turistik çekici­ sitesi’ne bağlı İktisadi ve İdari Bilimler Fakül­
liğinin bir başka yönüdür. tesi ve Meslek Yüksek Okulu vardır.
Kentin nüfusu 50.288’dir (1985).
Toplum ve Kültür
İlin nüfus bakım ından en büyük ilçesi olan BOMBA, hedefe fırlatıldığında, havadan atıl­
D üzce’de halkın bir bölümü eskiden Kafkas­ dığında ya da uzaktan gönderilen sinyallerle
ya’dan göçmüş Çerkezler ile A bazalar’dan uyarıldığında patlayacak biçimde tasarlanmış
oluşur. Bu topluluklar kendilerine özgü bir bir silahtır. Bunun için bom balar genellikle
yaşamla geleneklerini korum uşlardır. K ara­ patlayıcı m adde doldurulmuş metal bir kılıf
deniz Bölgesi’nin doğu kesiminden gelenler ile fünye denen bir ateşleme düzeneğinden
ise Akçakoca ilçesinde yoğun olmak üzere ilin oluşur. Top mermisine benzeyen ilk bom ba­
çeşitli yerlerine yerleşmişlerdir. lar barut doldurulmuş metal bir küre biçimin­
Bolu yöresi halk edebiyatında Köroğlu’nun deydi ve ağır ağır yanan bir fitille ateşlenerek
ayrı bir yeri vardır. Yiğitliği ve başkaldırıyı; patlatılıyordu. Düşman siperlerine elle ya da
aşk serüvenleri ve doğa güzellikleri karşısında havan topuyla atılan bu bom balar ilk kez 16.
duygularını ustalıkla dile getiren halk ozanı yüzyılda kullanıldı.
Köroğlu ile Celali Ayaklanmaları arasında bir El bombası denen küçük bom balar kol
ilişki olup olmadığı kesin olarak bilinmemek­ gücüyle yaklaşık 30 m etre uzağa fırlatılabilir.
tedir (bak. K ö r o ğ l u ). Ayrıca, özel tüfeklerle çok daha uzağa atılabi­
B olu’daki el sanatlarından dokumacılık len tüfek bom balan geliştirilmiştir. II. Dünya
önemini yitirmiştir. Orm anlarla kaplı ilin Savaşı’nda denizaltılara karşı kullanılan su
dağlık kesimlerinde ağaç işlemeciliği ve ağaç bombaları ise gemiden suya atılarak batmaya
eşya yapımı yaygındır. “Ç otora” adıyla bili­ bırakılıyor ve basınca duyarlı bir fünye bom ­
nen, ağaçtan yapılma su testileri, ağaçtan bayı istenen derinlikte patlatıyordu. Sualtın-
saksılar, sepet ve çantalar, tahta kaşıklar il daki bu patlam a düşman denizaltısım yara­
dışına satılarak gelir sağlandığı gibi il sınırları layacak ya da batıracak kadar güçlüydü. B u­
içinde de bir gelir kaynağıdır. gün de hedefe doğru yönlendirilebilen, çok
BOMBA 283

daha geliştirilmiş güdümlü su bom baları kul­ II. Dünya Savaşı’nda artık her uçak 450-
lanılır. 500 kilogramlık çok sayıda bombayı taşıyabi­
Bütün bom balarda patlayıcı m adde bulun­ lecek kadar gelişmişti. H atta İngiliz yapımı
maz; bazıları gaz, duman ya da zehirli kimya­ Lancaster bom bardıman uçağı, bu savaşın en
sal m addelerle doludur. Çeşitli amaçlarla ağır bombası olan 10 bin kilogramlık bir
kullanılan bu bom balara, içindeki etkili m ad­ bombayı taşıyabiliyordu.
denin türüne göre gaz bombası, kimyasal Havanın direncini en aza indirmek için
bom ba, sis bombası ya da göz yaşartıcı bomba bom balara genellikle balık gövdesi gibi aero­
denir. Yangın bom balarında ise, ateşlendiği dinamik bir biçim verilir ve düşerken yön
anda çok büyük bir ısı açığa çıkararak çevre­ değiştirerek hedeften sapmaması için kuyru­
sindeki her şeyi yakan term it ve napalm gibi ğuna kanatçıklar eklenir. Ateşlem e düzeneği­
son derece yanıcı m addeler kullanılır. nin tasarım ında da bugüne kadar büyük
gelişmeler olmuştur. Örneğin radyo sinyalle­
Havadan Bombardıman riyle çalışan ateşleme düzenekleri, bombanın
Bom balarda, top mermisindeki sevk barutu hedefe en çok zarar verebileceği yükseklikte
gibi itici bir m adde bulunmaz (bak. ATEŞLİ patlamasını sağlar. İngiliz mühendis Barnes
SİLAHLAR). Bu nedenle bombaların hedefe Wallis’in A lm anya’daki baraj lan yıkmak üze­
ulaşabilmesi için ya fırlatılması, ya havadan re tasarladığı “seken bom balar” da değişik bir
hedef üzerine bırakılması ya da patlayacağı bom ba türüdür. Çok alçaktan uçan bir uçağın
yere önceden yerleştirilmesi gerekir. Bom ba­ attığı bu bom balar, tıpkı suda sektirilen taşlar
ların uçaktan atılmasına ilk kez I. Dünya gibi baraj gölünün üzerinde sekerek kayıyor
Savaşı yıllarında başlandı. Önceleri bom balar ve barajın gövdesine vurduğu anda patlıyor­
herhangi bir savaş uçağına yükleniyor ve du. H edef alman yapının beton duvarım delip
hedefin üzerinden geçerken elle boşluğa bıra­ içeri girdikten sonra patlayacak biçimde ta­
kılıyordu. Sonradan, bombaları kanat altla­ sarlanmış bom balar ve geceleri çevreyi aydın­
rında ya da gövdenin içindeki özel bölmelerde latmak için kullanılan aydınlatma bombaları
taşıyan bom bardıman uçakları geliştirildi. Bu da vardır.
bom balar yere çarptığı anda patlıyor ve metal
gövde parçalanarak geniş bir alana saçılı­ Uçan Bombalar ve Roketler
yordu. II. Dünya Savaşı’nda A lm anlar’ın kullandığı
I. Dünya Savaşı’nda uçaklar 300 kg ağırlı­iki güçlü silah da, geleneksel bom balara
ğındaki bombaları atabiliyordu. Daha ağır benzememekle birlikte, bomba sınıfından sa­
bom balar da yapılmıştı, ama bunlar kullanıla­ yılabilir. Bunlar VI adıyla bilinen pilotsuz jet
madı. Çünkü nişan alma aygıtları hedefi tek uçağı ile V2 roketidir. M üttefik hava kuvvet­
bir bombayla vurabilecek kadar gelişmiş de­ leri bu silahların yapıldığı fabrikaları ve fırlat­
ğildi; uçaklar ise o ağırlıktaki bom balardan ma rampalarını bom balayarak A lm anlar’ın
ancak bir tanesini taşıyabiliyordu. bu “gizli silahlan” kullanmasını geciktirme-
Los Alamos Scientific Laboratory Amerikalılar'ın seydi, II. Dünya Savaşı çok daha büyük bir
"Little Boy" (Küçük yıkımla sonuçlanırdı.
Oğlan) dedikleri, V I ya da uçan bom ba, burnunda patlayıcı
71 cm çapındaki
bu atom bombası
yüklü bölmesi olan küçük bir jet uçağıydı.
6 Ağustos 1945'te Ancak hedefe ulaşmaya yetecek kadar yakıt
Hiroşima'da on dolduruluyor ve otom atik pilotla, yani uçağı
binlerce kişiyi
ölüme götürdü.
belirlenmiş rotada tutan otom atik bir aygıtla
"Fat M an" (Şişko)
yönlendiriliyordu. Hedefe varıp yakıtı bitince
adıyla anılan bu de yere çakılarak patlıyordu. Alm anlar bu
152 cm çapındaki savaşta L ondra’ya ve M üttefikler’in elindeki
atom bombası da
Hiroşima'dan üç
öbür Avrupa kentlerine 15 bin kadar VI
gün sonra fırlatmışlardı.
Nagasaki'ye atıldı. V2 roketleri bugünkü uzun menzilli füzele­
284 BOMBA

JET MOTORU

YAKIT TANKI

BASINÇLI HAVA
DEPOLARI KUYRUK VE KANAT
KUMANDA DÜZENEĞİ
KALDIRMA K
YAKIT DOLDURMA KAPAĞI
PATLAYICI
BAŞLIK OTOMATİK PİLOT

PRESLENMİŞ ÇELİKTEN
KANAT KABURGASI
LIK LEVHADAN KANAT KAPLAMASI
A lm anlar'ın V1 adıyla bilinen uçan
bombası. Burundaki hız ölçme aygıtı
silahın m enzilini denetliyor, otom atik
ateşleyici ise patlamasını sağlıyordu.
Uçan bombanın gövdesine ayrıca,
OTOMATİK ATEŞLEYİCİ VE hedefe çarptığı anda patlamasını
MENZİL DENETLEME AYGITI sağlayacak ikinci bir fünye eklenmişti.

rin öncüsüdür. Yakıt olarak alkol ve sıvı bom bardıman uçaklarından çok daha büyük
oksijenin kullanıldığı bu roketler 100 kilomet­ yıkıma yol açabilecek kadar öldürücü silahlar­
relik bir yükseltiye çıkabiliyor ve saatte 5.000 dır (bak. G ü d ü m l ü F ü z e l e r ).
kilometrelik hıza erişebiliyordu. Fırlatma
ram pasından hedefe ulaşıncaya kadar bütün Nükleer Bombalar
menzili boyunca yönlendirilebilen güdümlü II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, A B D ’
bom balar ya da füzeler ise çok daha ileri bir de büyük bir gizlilik içinde çalışan değişik
mühendislik ve teknoloji ürünüdür. Japonlar’ uluslardan birçok bilim adamının işbirliğiyle
ın kam ikaze’len ya da intihar uçakları, bir ilk atom bombası yapıldı. Aynı konuda yoğun
bakıma bu tür güdümlü silahların en basit araştırm alar yapan Nazi A lm anya’sının böyle
örnekleri sayılabilir. Kamikaze pilotları, pat­ bir silahla bütün dünyayı tehdit edeceğini
layıcıyla doldurulmuş olan uçaklarını hedefin düşünen bilim adamları, bu atom bombasının
üzerine doğru yöneltiyor ve hedefe çarparak caydırıcı bir denge öğesi olacağına inanıyor­
uçaklarıyla birlikte parçalanıyorlardı. lardı. Oysa bu bom balardan iki tanesi, 16
Bugünün savaş uçakları çok daha öldürücü Temmuz 1945’te New Mexico’nun Alamogor-
bom balarla donatılmıştır. Örneğin laserle gü- do yöresindeki denem eden sonra iki Japon
düm lenen bom balar inanılmayacak kadar şaş­ kentine atıldı. 6 Ağustos’ta Hiroşim a’ya atı­
maz bir duyarlıkla hedefi bulur. M odern lan ilk bomba yaklaşık 75 bin kişinin, 9
uçaklar da çok büyük bir hızla, ama olabildi­ Ağustos’ta Nagasaki’ye atılan ikinci bomba
ğince alçaktan uçarken bomba atabilecek da yaklaşık 39 bin kişinin ölümüne neden
biçimde tasanm lanm ıştır. Paraşütlü ya da oldu (bak. İKİNCİ D ü n y a S a v a ş i ).
güdümlü bom balar taşıyan bu bom bardıman II. Dünya Savaşı’ndan sonra Büyük Okya-
uçakları iyice alçaktan uçarken bile hiç yara nus’un güneyinde ve Nevada eyaletinde daha
almadan hedefi bombalayabilir; çünkü hedef­ güçlü atom bombası denemeleri yapan A B D ,
ten kilometrelerce uzaktayken attığı bom ba­ 1952’de bundan çok daha etkili ve yıkıcı bir
lar daha yere ulaşıp patlam adan önce uçak silah olan hidrojen bombasını geliştirdi.
yükselerek son hızla o bölgeden uzaklaşabilir. Atom bombasının olağanüstü patlama gücü,
Gene de, bir değil birkaç nükleer başlık uranyum ve plütonyum atomlarının bölünm e­
taşıyabilen kıtalararası balistik füzeler bütün si sırasında açığa çıkan enerjiden kaynaklanır
BOMBA 285

US Air Force
Büyük Okyanus'taki Bikini Adası'nda yapılan bir deneme patlatması sırasında çekilen bu foto ğ ra f nükleer
bombaların ürkütücü gücünü sergiliyor.

(bak. NÜKLEER E n e r j i ). H idrojen bombasının sını 1957’de patlattı. İlk atom bombasını
ürkütücü boyutlardaki patlama gücü ise, hid­ 1960’ta patlatan Fransa’yı 1964’te Çin izledi.
rojen atomlarının birleşerek helyum atom ları­ Bugün bom bardıman uçaklarıyla da nükle­
na dönüştüğü term onükleer tepkim eden do­ er bom ba atılabiliyor. A m a, yeraltından ya da
ğar. Kısacası, atom bombasının patlaması bir denizaltılardan fırlatılan nükleer başlıklı gü­
çekirdek bölünmesi (fisyon), hidrojen bom- dümlü füzeler, özellikle ayrı hedeflere yönel-
basınınki ise bir çekirdek kaynaşması ya da tilebilen çok sayıda hidrojen bombası taşıdı­
birleşmesi (füzyon) olayıdır. ğında çağımızın en korkunç silahlarıdır.
SSCB ilk atom bombasını 1949’da, ilk Bir tek nükleer patlam adan doğan patlam a
hidrojen bombasını 1953’te yaptı. İngiltere ilk dalgaları ve açığa çıkan ısı bütün bir kenti yok
atom bombasını 1952’de, ilk hidrojen bom ba­ edebilir. D aha da kötüsü, çevreye yayılan

I. Dünya Savaşı'nda kullanılan bom balar(solda) II. Dünya


Imperial War Museum Savaşı'nda kullanılanların (üstte) yanında çok küçük kalır.
286 BOMBAY

radyoaktif ışınlar, yani radyasyon bütün canlı­


ları öldürür ya da kuşaktan kuşağa geçecek
onarılmaz zararlar verir. Atm osferde uzun
zaman kalan bu ışınlar ve rüzgârla savrulan
radyoaktif tozların yeniden yeryüzüne inmesi
(radyoaktif serpinti) canlılar için sürekli bir
tehlikedir.
1963’te A B D , SSCB ve İngiltere atm osfer­ rprrrrrr^
deki atom bombası denemelerini yasaklayan
bir antlaşma imzaladılarsa da yeraltı denem e­
lerinden vazgeçmeye yanaşmadılar. O zam an­
dan bu yana nükleer silahları kısıtlamak, bu
tehlikeli ve pahalı silahlanma yarışına bir son
vermek için girişimler sürdürülüyor (bak.
SİLAHSIZLANMA).

BOMBAY, Hindistan Cum huriyeti’nin U m ­


man Denizi kıyısında, büyük bir ticaret ve iş
merkezi, aynı zamanda M aharaştra eyaletinin W. Suschitzky

başkentidir. Bombay limanı ülkenin batı kıyı­ Hindistan Kapısı işlek liman bölgesinde, etkileyici bir
yapıdır.
sındaki en büyük ve korunaklı limandır.
Bombay, 9. yüzyıldan 1348’de Gucerat Sul-
tanlığı’na bağlanıncaya kadar H indular’ca yö­ ne büyük katkıları oldu. 1838’de Bombay ile
netildi. Sultan, kenti 1534’te Portekizliler’e İngiltere arasında düzenli gemi seferleri baş­
bıraktı. 1661’de Portekiz kralının kız kardeşi ladı, 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ile
Bragançalı Catherine İngiltere Kralı II. Char­ yolculuk 15 gün kısaldı.
les ile evlenince, Portekizliler kenti çeyizin bir Gene Parsiler, 19. yüzyılda kente bolluk ve
parçası olarak İngiltere’ye verdiler. 1668’de zenginlik getiren pamuklu bez fabrikaları
Bombay, İngiliz Doğu Hindistan Kum pan­ kurdular. A m erikan İç Savaşı (1861-65) sıra­
y asın a kiralandı. Şirketin genel merkezi sında, A vrupa’ya Güney eyaletlerinden pa­
1672’de Bom bay’a taşındı. muk satışı durunca, bu büyük pazarı Bombay
A nakaradan ve birbirinden küçük derelerle ele geçirdi. Kentte hızlı bir gelişme baş
ayrılan yedi adadan oluşan Bombay kentine gösterdi. Kıyıların büyük bölümü ev ve işyer-
uzunca bir süre Bombay Adası denildi. A da­ leriyle doldu. A nakaraya köprülerle bağlanan
larda hindistancevizi yetişir; dereler, sular demiryolları, Bom bay’ı Batı H indistan’ın ge­
çekildiği zaman sağlığa aykırı bataklıklara micilik ve ticaret merkezi durum una getirdi.
dönüşürdü. Çağdaş Bom bay’ın gerçek kuru­ Bom bay’ın doğal limanı yaklaşık 180 km2’lik
cusunun, 17. yüzyılda bataklıkları kurutan, bir alanı kaplam aktadır.
burada bir hastane yaptıran, mahkemeler A da, kent ve körfez en güzel M alabar
kurduran, kenti askeri açıdan güçlendiren T epesi’nden görülür. Sahil yolu boyunca dizi
Gerald Aungier olduğu söylenir. Ayrıca her­ dizi parlak ışıklar kenti gerdanlık gibi süsler.
kesin istediği dini benimsemesi konusundaki Limanı çevreleyen bölgedeki yapılar değişik
hoşgörü, ticareti iyi bilen Erm eniler’i, Parsi- dönemlerin mimarisini yansıtır. Tarihi kale­
ler’i ve Baniyalar’ı buraya çekmiştir. Parsi- ler, Victoria çağından kalma gotik yapılar,
ler, dinsel baskılar yüzünden İran ’dan Hindis­ m odern çok katlı oteller ilginç bir karışımı
tan’a göç eden İranlı Z erdüştler’e verilen sergiler. Bombay bugün de pam uk ve doku­
addır. Baniyalar ise Hintli bir kastın üyeleri­ ma sanayilerinin merkezi ve H indistan’a ge­
dir. Bunların çoğu tüccar ve tefeciydi (bak. len malların indirildiği başlıca limandır. Ö bür
K a s t ; Z e r d ü ş t ) . Rıhtımları genişleten ve ilk önemli sanayi dalları deri, yün, kimya, petrol
tersaneyi kuran Parsiler’in kentin gelişmesi- ile mühendislik hizmetleridir. Nükleer araş­
BONCUK 287

tırm alar, büyük bir atom santralının bulundu­ dualarının sayısını şaşırmamak için tespih
ğu Trom bay banliyösünde yürütülür. Kent ve kullanırlar. Birçok O rtadoğu ve A rap ülke­
ona bağlı birimler 480 km2’lik bir alanda sinde eşyaya, çocuklara ya da hayvanlara,
kuruludur. 8.243.405 (1981) kişinin yaşadığı uğursuzluklara karşı güvence olduğuna inanı­
kent, dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden lan mavi boncuk takılır.
biridir. Bombay insan kalabalığı, kirliliği, Boncuklar en çok süslemede kullanılır.
gecekondu bölgeleri, sıcak ve nemli iklimi ile Giysiler boncuklarla bezendiği gibi, çeşitli
yaşamın pek de kolay olmadığı bir kenttir. takıların yapımında da boncuk kullanılır.
Konuşulan 50’den fazla dil içinde halkın Kulakta, burun kanatlarında ya da dudaklar­
hemen yarısı M arata dilini kullanır. Bombay da açılan ufacık deliklere de boncuk takılabi­
ya da öbür adıyla Santa Cruz havalimanı, lir. Kumaş üzerine ise, dikiş iğnesiyle çeşitli
önemli uluslararası hava trafik m erkezlerin­ şekiller oluşturacak biçimde inci, boncuk,
den biridir. mercan işlenir. Boncuk işi Kraliçe I. Eliza­
Bom bay’ın ünlü “Bombay Ö rdeği” , sanıldı­ beth döneminde İngiltere’de ve 17. yüzyılda
ğı gibi ördek değil, küçük bir balıktır. Tuzla­ İtalya’da bir sanat olarak gelişti. Bu dönem ­
nıp kurutularak köri baharatının katıldığı de hemen tüm giysilerde boncuk işi süsleme­
yemeklerle yenir. ler vardı. Boncuk işi A frika’nın pek çok
yöresinde, Am erika Yerlileri arasında ve
BONCUK, cam, tahta, m aden, denizkabuğu, Güney A m erika’da hâlâ yaygındır. Am erika
sert yemiş kabuğu, kemik, plastik ya da başka Yerlileri’nin boncuk işleri zevkli, çarpıcı de­
maddelerden yapılan küçük bir nesnedir. senleriyle göz alıcıdır. Bu tür boncuk desenle­
Boncukların ipe dizilebilmesi için ortalarında rine Yerli çadırlarında, giysilerde ve hatta
genellikle bir delik bulunur. atların koşum takım larında bile rastlanır. Bu
Eskiden, ipe dizilmiş boncuklar insanlann desenlerin en iyi örnekleri A psaroka, Siu ve
dualarını yinelemelerine yarardı. Dünyanın Karaayak Yerlileri arasında görülür. A fri­
pek çok yerinde boncuklar bugün de dua ya ka’da boncuklar başlıkları ve tozlukları, su
da büyü amacıyla kullanılm aktadır. Hıristi- kaplarını, önlükleri ve gerdanlıkları bezem ek­
yanlar, Budacılar, Hindular ve M üslümanlar te kullanılır. Bunlardan bazılarının anlam lan

Michael Holford

17. yüzyıl başlarında,


bugünkü ABD'nin
doğusunda beyazlar ve
Yerliler'ce para yerine
kullanılan w am pum
boncuk dizileri.
288 BONCUK

karşılaştıktan sonra boncuklan para ya da


onlann deyimiyle wampum olarak kullandı­
lar. Bu uygulama A B D ’nin bazı kesimlerinde
19. yüzyıl ortasına kadar sürdü. W ampum
genellikle cilalanmış istiridye ve salyangoz
kabuğu parçalarından yapılırdı. Bu boncuk­
lar, hayvanlann kas kirişlerinden ipliklere ya
da ağaç kabuğundan sazlara dizilirdi. Wam-
pum gerdanlıklar ve kem erler süs eşyası
değeri taşımanın yanı sıra, törenlerdeki arm a­
ğan değiş tokuşunda da kullanılırdı. G erek
antlaşm alan bağlayıcı kılmak için Yerli kabi­
leler arasında, gerek Am erika kıtasının doğu
kıyılanna ilk yerleşen beyazlarla Yerliler ara­
sındaki değiş tokuşlarda wampum uzunca bir
süre kullanılmıştır.

Eskiçağda Boncuk Yapımı


Eski M ısırlılar’ın çok güzel boncuklar yaptığı­
nı, bundan 6.000 yıl öncesinde, boncuk atöl­
Michael Holford yelerinde renkli taş boncuklara çiçek ve mey­
Boncuklarla bezenmiş bu sukabağı. Batı Afrika'da ve desenleri işlediklerini arkeoloji çalışma­
Kamerun'daki halklardan Bam um lar'ın krallık larından öğreniyoruz. Mısırlılar mumyaları­
tacıydı.
nı zarif boncuklarla bezeli kum aşlara sarar­
lardı. Bir Eski Mısır rahibinin kızının me-
da vardır. Zulular, her biri özel anlam taşıyan zarında bulunan mumyanın sarıldığı kumaş,
değişik renkte boncuklarla aşklarını dile ge­ sık işlenmiş boncuklardan oluşan balık
tirirler. Güney A frika’da kabileler belirli ve kutsal böcek desenleriyle bezeliydi ve
renklerdeki boncuk kanşım lanndan tanınır. parçalar birbirlerine boncuklarla tutturul­
Melanezyalılar ve Yeni Gineliler çoğunlukla muştu.
denizkabuğundan yapılma boncuklar kulla­
Michael Holford
nırlar.
Boncuğun kullanıldığı en önemli yerlerden
biri de ticarettir. Değiş tokuşta boncuk kulla­
nımı binlerce yıl önce başlamıştır. D enizkabu­
ğundan yapılmış gerdanlıktan deniz kıyılann-
dan çok içerlerdeki yörelerde bulan arkeolog­
lar, bunların değiş tokuş yoluyla ticarette
kullanıldığı sonucuna vardılar. 17. ve 18.
yüzyıllarda, Avrupalı kâşiflerin, gittikleri yer­
lerde boncuklarla yerel ürünleri değiş tokuş
ettiklerini biliyoruz. V enedik’te Rönesans dö­
neminde yapılan boncuklar ticaret yoluyla
Brezilya Yerlileri’ne kadar ulaşmış, kuşaktan
kuşağa geçerek yakın zam anlara kadar Yerli-
ler’ce kullanılmıştır. Kristof Kolom b’un,
A m erika’yı keşfettiği gün, San Salvador Ada-
sı’ndaki Yerli halka boncuk dağıttığını günce­
18. Mısır hanedanından kalma cilalı boncuklar (İÖ
sinden öğreniyoruz. 1550-1100). Şölenlerde, konuklara bu boncuklardan
Kuzey A m erika’da, Yerliler A vrupalılar’la yapılmış gerdanlıklar armağan olarak verilirdi.
BONN 289

Fenikeliler, cam boncuk yapma sanatını yapımı boncukların çoğu, yapım sırasında
geliştirdiler ve ilk kez parlak renkli boncuklar üzerlerine püskürtülen renkli macun parça­
yapmayı başardılar. Ayrıca boncuktan, ko­ cıklarıyla yaldızlanarak süslenir. Cam bon­
mik insan ve hayvan yüzleri yaptılar. cukların yapımında, bazı değerli taşlara ben­
İÖ 1100 dolayında Ege yöresinde çeşitli zetmek için beyaz, siyah ya da renkli cam
m adenleri, özellikle de altın ve fildişini özenle kullanılır. Cam, 30 metreyi bulan bir boruya
işleyen ustalar yetişti. G irit’te fildişi ve kehri­ üflenerek sokulur ve sonra borudan çıkarılır.
bardan çiçek biçiminde yivli boncuklar yapılı­ Böylece oluşan cam çubuk 30 cm uzunluğun­
yordu. Fosilleşmiş ağaç reçinesinden elde da parçalara bölünür ve ısıtılır. Bundan
edilen bir m adde olan kehribar, Eski Y unan­ küçük parçalar kesilir ve soğutulur. Bu işlem
lılar arasında yaygın olarak kullanılırdı. camı sertleştirir ve renkleri sabitleştirir. Kaba
Kehribar boncuklar, Rom alılar’dan önce, boncuklar, mangal kömürü ve alçı ya da külle
Fransa’nın kuzeyinde, günümüzde Bretanya birlikte bir silindirin içine konur, silindir bir
olarak tanınan bölgede de yapılıyordu. fırının üzerine oturtulur. Silindir ekseni etra­
fında dönerken içindeki boncuklar birbirine
Boncuk Yapımı sürtünerek yuvarlaklaşır ve cilalanır. Bu ara­
Günümüzde ticari boncuk üretiminde önde da alçı ya da kül bunların birbirine yapışmala­
gelen ülkelerden biri Çekoslovakya’dır. Bu rını önler. Sonunda boncuklar, pisliklerin
ülkede boncuk sanayisi selüloitten, mercana temizlenmesi ve ortalarındaki deliklerin açıl­
benzeyen boncuk yapımıyla başladı; sonra ması için yıkanır. Boncuklar bu deliklerden
tahta, boynuz, kaplumbağa kabuğu ve cam­ iplik ya da tel geçirilerek dizilir.
dan boncuk yapımı gelişti.
İtalya’nın Venedik kenti güzel cam bon­ BONN, Almanya Federal Cum huriyeti’nin
cuklarıyla ünlüdür. Bu kentte boncukçuluğun başkentidir. Kuzey Ren-W estfalya eyaletin­
geçmişi 13. yüzyıla kadar uzanır. Venedik de, Ren Irmağı kıyısında, Köln'ün 24 km

Barnaby 's
ıl r II
i moıiıı*
! T 'T T
ij J k ı

Kent merkezi
Bundesbildstelle'n\n
parke taşlı caddelerinde
kurulan pazar. Bonn
başkent olmasına karşın,
bir sanayi kenti olmadığı
için küçük kent havası
taşır.
290 BOR

kadar güneyinde yer alır. II. Dünya Savaşı’n- yem arar. Buna karşılık türlerden çoğunun
da bom balardan çok zarar görmüş olmasına bacakları kısa ve güçsüz olduğu için karada
karşın, ülkenin her yanından ulaşılması kolay yalpalayarak, beceriksizce yürürler.
olduğu için, 1949’da B onn’un başkent olması­ Denizin üstünde kilometrelerce uçan bo-
na karar verildi. Çok gelişkin demiryolu ve rankuşları karaya yalnızca ürem ek amacıyla
karayolu bağlantılarının yanı sıra, Ren Irmağı çıkar ve kalabalık koloniler halinde yuvalanır.
boyunca işleyen buharlı gemi seferleri ile Yuvalarına geceleri girip çıktıkları için varlık­
buradan ülkenin birçok önemli kentine ulaş­ ları kolay kolay fark edilmeyen bu kuşlar
ma olanağı vardır. aslında geceleri son derece gürültücüdür. Dişi
Bundestag (Federal Meclis) toplantılarının borankuşu kaya yarıklarına ya da kıyıdaki
yer aldığı modern bir yapı olan Bundeshaus, yumuşak topraklarda kazdıkları oyuklara be­
devlet başkanlığı ve başbakanlık konutları yaz, tek bir yum urta bırakır. Türlerin en
Ren Irmağı kıyısındadır. Kent nüfusunun ço­ tanınmışı olan bayağı borankuşu (Hydrobates
ğu resmi görevlerde çalışmaktadır. B onn’da pelagicus) Avrupa kıyılarındaki adalarda ve
birçok yabancı ülkenin elçilikleri de bulun­ kayalıklarda ürer.
m aktadır. Ayrı bir familyanın üyesi olan dalıcı boran-
Savaştan önce Bonn önde gelen bir üniver­ kuşları, tombul gövdeleri ve kısa kanatlarıyla
site kentiydi. Önemli tarihsel yapıları arasın­ bu en yakın akrabalarına hemen hiç benzem e­
da, bugün Friedrich Wilhelm Ren Üniversite­ yen, siyah-beyaz renkli küçük deniz kuşları­
si olan eski Elektörler Sarayı ile Poppelsdorf dır. Üstelik borankuşları gibi suyun üstünde
Şatosu sayılabilir. (Elektörler 13.-18. yüzyıl­ sekerek ya da dolaşarak değil dalarak yiyecek
lar arasında Alman krallarını seçerlerdi.) ararlar.
Köln başpiskoposunca 1786’da kurulan üni­
versitenin botanik bahçesi, gözlemevi ve zoo­ BORATAV, Pertev Naili (doğumu 1907).
loji müzesi vardır. Büyük besteci Ludvvig van Pertev Naili Boratav, Türk halk edebiyatı ve
B eethoven’in doğduğu kent olan B onn’daki folkloru üzerine değerli araştırmalar yapmış,
evi ise müzeye dönüştürülm üştür. Nüfusu Köroğlu destanını incelemiş, çok sayıda halk
292.600’dür (1987). öyküsü ve masal derlemiş bir bilim adamıdır.
Bulgaristan’ın Darıdere (Zlatograd) kasaba­
BOR bak. B o r v e B o r a k s . sında doğan Boratav, “Bana masal dünyası­
nın sihirli perdelerini aralayan kişi” dediği
BORANKUŞU. Albatros ve yelkovankuşla- annesinin anlattığı masallarla büyüdü. Çocuk­
rıyla akraba olan bu deniz kuşlarının, dünya­ luğu, kaymakam olan babasının görevli ola­
nın hemen her yanma dağılmış 20 kadar türü rak bulunduğu Arapsun (bugünkü Gülşehir),
vardır. Ayrı bir familya oluşturan bu türler­ Develi ve M udurnu’da geçti.
den hepsinin sırt tüyleri koyu boz ya da 1924’te İstanbul’da Kumkapı Fransız Kole-
kahverengi, göğüsleri daha açık renktedir. ji’nde başladığı ortaöğrenimini 1927’de İstan­
A lbatros kadar olmasa bile, rüzgârlı havalar­ bul Erkek Lisesi’nde tamamladı. Boratav,
da dengelerini yitirmeden uçmalarını sağla­ lisenin son sınıfındayken M udurnu halk tür­
yan oldukça uzun ve güçlü kanatları vardır. külerini derleyerek yaşamı boyunca sürdüre­
Borankuşu ya da fırtınakuşu adı da bu özellik­ ceği folklor çalışmalarına başlamış oldu.
lerinden kaynaklanır. A lbatroslar ve yelko- 1927-30 arasında öğrenim gördüğü İstanbul
vankuşları gibi bu kuşların da burun delikleri, Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni “Köroğlu
gaganın üstünde birleşen genişçe bir boru D estanı” adlı teziyle bitirdi. B oratav’ın bu
biçimindedir. çalışmasıyla, geniş bir alanda yüzyıllardır anla-
Borankuşları denizin üstünde dolaşarak av­ tılagelen Köroğlu destanı üzerine ülkemizde
lanan perde ayaklı kuşlardır. Kuzey yarıküre­ ilk kez bilimsel çalışma yapılmış oluyordu.
de yaşayan türler suyun üstünde kısa ve hızlı Boratav, aynı üniversiteye bağlı Türkiyat
adımlarla yürür gibi dolaşırken, güney yarıkü­ Enstitüsü’nde 1932’ye kadar hocası Fuad
redeki türler suyun üstünde sıçraya sıçraya K öprülü’nün asistanlığını yaptı. Konya Lise-
BORAZAN 291

sı üzerine Fransa’ya gitti. Boratav, Türk


folkloru ve halk edebiyatı konusundaki çalış­
malarını Fransa’da sürdürdü. Türk folklorunu
batıda tanıtm ak amacıyla yapıtlarını Fransız­
ca, Macarca ve Almanca olarak yayımladı.
Ayrıca ünlü Türkoloji bilgini Louis Bazin’le
birlikte bir Kırgız destanı olan Er-Töştük'ü
(1965) ve Türkmen şairi M ahtum kulu Firaki’
nin şiirlerini Fransızca’ya çevirdi. Türk halk
edebiyatı konusunda dünya çapında bir uz­
man olarak birçok uluslararası kongre ve kon­
feransa katıldı. 1972’de Fransa’da Bilimsel
A raştırm alar Ulusal M erkezi’nin ödülünü al­
dı. İlk baskısı 1939’da yapılan Folklor ve
Edebiyat adlı yapıtının geliştirilmiş yeni baskı­
sı ile 1983’te Sedat Simavi Vakfı Edebiyat
Ö dülü’nü kazandı.
Pertev Naili Boratav sözlü kaynaklardan
Türk folkloru ve halk edebiyatıyla ilgili derle­
meler yapmıştır. Bu ürünlerin ortaya çıkış
koşullarını, bu koşulların ürünlere yansıyış
biçimlerini incelemiştir. Öykü ve masalların
Pertev Naili Boratav'ın izniyle
zamanla uğradıkları değişimlerde, toplum da­
Pertev Naili Boratav, Türk halk edebiyatı ve folkloru
üstüne yaptığı değerli çalışmalarla tanınır. ki değişimlerin etkisine dikkat çekmiştir. B o­
ratav derlemelerini ve çıkardığı sonuçları
başka ulusların benzer edebiyat ürünleriyle
si’nde dört yıllık edebiyat öğretmenliği göre­ de karşılaştırarak halk edebiyatının evrensel
vinin ardından kazandığı bir bursla Alm an­ özelliklerini ortaya çıkarmayı amaçlamıştır.
ya’ya gitti. Berlin’de folklor konusunda ince­ B oratav’ın W. Eberhard ile birlikte yazdığı
lemeler yaptı. Boratav, bir yıl kalabildiği Typen Türkischen Volksmarchen (1953;
A lm anya’dan dönünce A nkara Dil ve Tarih- “Türk Halk M asallarında Tipler”) adlı çalış­
Coğrafya Fakültesi’nde yeni kurulan Halk ması Türk masallarıyla ilgili araştırm alarda
Edebiyatı bölümüne doçent olarak atandı. yeni bir çığır açmış, genç Türk folklorcularına
Bunu izleyen yıllarda A nadolu’nun birçok örnek olmuştur.
yerini dolaşarak folklor ve halk edebiyatı B oratav’m öbür başlıca yapıtları şunlardır:
ürünlerini derledi. 1945’te Hasanoğlan Yük­ Köroğlu Destanı (1931, 1984), Pir Sultan A b ­
sek Köy Enstitüsü’nde Sabahattin Eyuboğlu dal (Abdülbaki Gölpınarlı ile, 1943), Halk
ile birlikte geleceğin öğretm enlerine folklor Hikâyeleri ve H alk Hikâyeciliği (1946, 1988),
derlemelerinin yol ve yöntemlerini öğretti. Zaman Zaman İçinde (1958), 100 Soruda
Yetiştirdiği öğretm enlerin çoğu folklor araş­ Türk Halk Edebiyatı (1969, 1982), A z Gittik
tırm alarında verimli çalışmalar yaparak bu Uz Gittik (1969), 100 Soruda Türk Folkloru
alanda başarı kazanmış ve uzmanlaşmışlardır. (1973, 1984).
1941’de Behice Boran ve Niyazi Berkes’le
birlikte kurduğu Yurt ve Dünya dergisinde BORAZAN, 1,4 m etre uzunluğunda pirinç
incelemelerini yayımlayan Boratav siyasal ya da bakır bir borudan yapılma üflemeli bir
nedenlerle kovuşturmaya uğradı. 1950’de ko­ çalgıdır. Borazanın kısa görünmesi ve kolayca
vuşturma aklanmayla sonuçlandıysa da, dö­ taşınabilmesi için, bu boru halka biçiminde
nemin iktidarı baskısını sürdürdü. Bölümü kıvrılmıştır. Ağızlığı fincan biçimindedir. Bo­
kapatılan Boratav bir süre işsiz kaldı. Daha runun öteki ucu bir çan gibi geniştir. Borazan­
sonra 1952’de bir Fransız meslektaşının çağrı­ dan, üfleme şiddetine ve ağızlığın üzerinde
292 BORÇ

gerektiren malları satın almak ya da öde­


me gücünü aşan beklenm edik zorunlu
harcamalar için borçlanabilir. Şirketler, sat­
mış olduğu ürünlerin karşılığı ödenene kadar
geçen süre içindeki harcamalarını karşılamak
için kısa süreli borç alabileceği gibi, yeni
yatırımlar yapmak, işletmeyi geliştirmek için
de uzun süreli borç alabilir.
Borcun geri ödenme koşulları çok değişik
olabilir. Bir günlük borç alınabileceği gibi,
yıllar sonra ödenmek üzere de borçlanılabilir.
Borazanın tuş ve pistonları olmadığı için çok sayıda
nota ya da ton elde edilemez. Borç ve faiz önceden saptanan belli bir tarihte
bir kerede ya da belirli zamanlarda yapılan
ödemelerle zaman içine yayılmış olarak geri
ödenebilir. Genellikle, borcun belirli bir yüz-
dudakların gerilmesine göre, değişik notalar desi olarak saptanan faiz borcun türüne ve
ve tonlar elde edilir. süresine bağlı olarak değişebilir.
Bugün borazan genellikle askeri bandolar­ Borçlu borcunu ödemezse alacaklı yasal
da çalınır. Silahlı kuvvetlerde ise işaret ver­ yollarla onu ödemeye zorlayabilir. Borcun
mek amacıyla kullanılır. Bunun nedeni, öteki yasal yollarla zorla ödetilmesi her ülkenin
metal üflemeli çalgılarda geniş bir nota ya da kendi yasalarıyla düzenlenmiştir.
tonlar dizisine olanak sağlayan tuş ve piston­ Borçların zor yoluyla ödettirilmesine “icra
ların borazanda bulunmamasıdır. Başka bir takibi” denir. Adliye örgütü içinde yer alan
deyişle, berrak ve tiz bir sesi olan bu çalgı icra dairesi, haciz yoluyla, yani borçlunun
nota ve ton çeşitliliğinden yoksundur. mallarına el koyarak icra takibini yürütür.
Borazan çok eski bir çalgıdır. Tarihte ilk İcra dairesi bir mahkeme kararm a dayanarak
borazanlar hayvan boynuzundan yapılmıştır. icra takibi (ilamlı haciz) yapabileceği gibi,
belirli durum larda mahkeme kararm a gerek
Borazan İşaretleri olmadan da icra takibi (ilamsız haciz) yapabi­
Birçok ülkenin askeri kuruluşlarında günün lir. İcra takibiyle, borçlunun borcu karşılama­
belirli saatlerinde ya da belirli durum larda ya yetecek kadar malı satılarak borcun öden­
borazanla işaret verilir. Bu işaretlerle, askerle­ mesi sağlanır.
re kalkış, yemek, yoklama, ışıkları söndürme Eğer bir tüccar borcunu ödeyemezse, ala­
ve yatma saati haber verilir. caklılarının ya da kendisinin başvurusu üzeri­
Borazan eskiden savaş sırasında, silahlı ne mahkeme borçlunun iflasına karar verir.
kuvvetlerin özellikle hafif piyade ve süvari Bu durum da borçlunun bütün malları satıla­
alaylarına hücum işareti vermede kullanılırdı. rak parası alacaklılara bölüştürülür (bak.
Bu çalgı ayrıca tehlike anında uyarı işareti İF L A S ). Birçok eski uygarlıkta, borcunu öde­
olarak da kullanılmıştır. meyen borçlular hapse atılır hatta köle olarak
satılabilirdi. Borçlulara daha sonraları da ağır
BORÇ, yerine getirilmesi gereken bir yüküm ­ cezalar uygulanmıştır. 19. yüzyılın sonlarına
lülüktür. Am a, borç denilince genellikle para kadar İngiltere’de borçlu hapishaneleri vardı.
borcu akla gelir. Borç alan bir kişi ya da bir
şirket olduğu zaman özel borç; borçlanan BORDEAUX, G aronne Irmağı kıyısında, Bis-
devlet olduğu zaman ise kamu borcu söz kay Körfezi ve Atlas Okyanusu’ndan 96 km
konusudur. Borç alınan para karşılığında, içerde kurulmuş bir Fransız kentidir. Fransız
borç verene ya da alacaklıya ödenen bedele şarap ticaretinin en önemli merkezi olduğun­
faiz adı verilir (bak. FaİZ). dan işlek bir limandır. Kentin merkezinde
Borçlanmanın birçok nedeni olabilir. A ile­ Ouinconces Alanı vardır. Bunun hemen yanın­
ler araba ya da ev gibi büyük ödem eler da, ana caddelerin birleştiği Comedie Alanı
BORGES 293

yer alır. Bordeaux’da, eski bir Roma açık Geri kalanı tersanelerde ve demiryolu dona­
hava tiyatrosu, 13. yüzyıldan kalma St. Andre nım fabrikalarında çalışır. Bordeaux açıkla­
Katedrali, 1441’de kurulan üniversite, St. rında morina avcılığı yapılır. Ö bür önemli
Michel Kilisesi’nin yüksekliği 109 metreyi sanayileri şeker, dokum a, çömlek ve sabun
bulan çan kulesi kentin ilgi çekici eski yapıla- yapımıdır. Bordeaux Fransa’nın sekizinci bü­
rındandır. yük kentidir.
Rom alılar B ordeaux’yu bir ticaret kenti ve Kentin nüfusu 201.965’tir (1982).
Akitanya ilinin merkezi yapmadan önce, bu­
rada Keltler yaşıyordu. Kent hâlâ Gironde BORGES, Jorge Luis (1899-1986). A rjan ­
bölgesinin merkezidir. İngiltere Kralı II. tinli şair, öykü ve denem e yazarı Jorge Luis
Henry 1154’te Akitanyalı Eleanor ile evlenin­ Borges, İngiliz kökenli seçkin bir ailenin
ce, Bordeaux İngiliz egemenliğine geçti. çocuğu olarak Buenos A ires’te doğdu. B aba­
Fransızlar’ca 1453’te geri alınıncaya kadar sının bir İngiliz okulunda öğretm en olmasının
J R Karrach
ve aile ortam ının etkisiyle küçük yaşta İngiliz­
ce öğrendi ve çeviriler yaptı. Çocukluğundan
beri kitap okumaya aşırı meraklı olan Borges,
özellikle düşsel yapıtlara düşkündü. Bu düş­
künlük yaratma ve yazma biçimini derinden
etkilemiştir.
1914’te I. Dünya Savaşı başladığı sırada
Borges ailesi ile birlikte C enevre’deydi.
1919’a kadar C enevre’de kaldı, öğrenimini
tamamladı; Fransızca ve Almanca öğrendi.
1919’da gittiği İspanya’dan 1921’de A rjan­
tin'e döndü. Bu arada İspanyol edebiyatında
Sembolist Akım olarak bilinen “U ltraist”
hareketine katıldı (bak. Se m b o l iz m ). 1923’te
Bordeaux'da 18. yüzyılın siyasal gruplarından yayımladığı ilk şiir kitabı Fervor de Buenos
Jirondenler'in anısına dikilen görkem li anıt. Aires'te (“Buenos Aires T utkusu”) tangola­
rı, çocukluk döneminin afacanlıklarını, kav­
İngiltere’ye bağlı kaldı. 18. yüzyılda bir liman gaları ve özgünlüğüyle kenar mahalle yaşamı­
kenti olarak büyüyen ve zenginleşen Bor- nı konu aldı. 1929’a kadar yazdığı öbür
deaux bir “ticaret üçgeni”nde yer aldı. şiirlerinde de konular aynıdır.
A frika’dan köle taşıyan gemiler Batı Hint 1930’dan sonra Borges edebiyat alanında
A d alan ’na giderken bu limanda mola verir; yeni bir denemeye girişti. Şiir, eleştiri, dene­
Batı Hint A daları’ndan kahve ve şeker yükle­ me ve öykü türlerinin karışımından oluşan
dikten sonra, Bordeaux üzerinden geçerken kısa yazılar yazmaya başladı. Bu özgün çalış­
A frika’ya götürm ek üzere şarap alırlardı. manın ilk ürünü Historia universal de la
Daha sonra kent, Fransız Devrim i’nin ana infamia'dır (1935; "Rezilliğin Evrensel T a­
partisi olan Jirondenler’in karargâhı oldu. rihi”).
1870’te Fransa-Prusya Savaşı sonunda A l­ 1938 Borges için acılı bir yıl oldu. Babası­
manlar, Paris’i ele geçirince, başkent geçici nın ölümü ve başındaki bir yaranın iltihaplan­
olarak Bordeaux’ya taşındı. 1914’te I. Dünya ması sonucu geçirdiği ağır hastalık­
Savaşı’nın başlarında Alman orduları Paris’i tan sonra bir süre konuşma yetisini yitirmesi
yeniden tehdit edince, Fransız hükümeti bir bu yıla rastlar. Aynı yıl Buenos A ires’teki
süre için çalışmalarını B ordeaux’da sürdürdü. Ulusal Kitaplık’ta çalışmaya başladı. 1946’da
II. Dünya Savaşı sırasında, 1940 H aziran’ında kitaplıktaki görevinden alındı. 1955’e kadar
Paris düşünce çok sayıda Fransız Bor- yayıncılık yaptı. 1955’te kitaplıktaki görevine
deaux’ya sığınmak zorunda kaldı. yeniden atanan Borges, aynı yıl, soyaçekim-
Halkın büyük bölümü şarapçılıkla uğraşır. den kaynaklanan bir hastalıkla görme yetisini
294 BORGIA AİLESİ

aracılığıyla anlattığı rüyalarıyla, sihirli ayna­


larda, düşsel yaratıklarla dolu gizemli bir
dünya yaratır.
Yolları Çatallanan Bahçe (El j ardin de
senderos que se bifurcan; 1942), Ölüm ve
Pusula (La muerte y la brüfula\ 1951), Kum
Kitabı (El libro de arena\ 1955) ve şiirlerinden
yapılan seçmelerden oluşturulan Tılsımlar ad­
lı yapıtları T ürkçe’ye çevrilen Borges 1986’da
Cenevre’de ölmüştür.

BORGIA AİLESİ, Rönesans döneminde


İtalya’da büyük bir güç kazandı (bak. RÖNE­
SANS). İspanyol kökenli olan bu soylu aile,
15.-16. yüzyıllarda entrikalarla kilise ve siya­
sette çok etkili oldu. 19. yüzyılda bu aileyi
konu alan silahşor romanları yazıldı. (Borgia'
mn İspanyolca yazılışı B orja’dır.)
Alfonso de Borgia (1378-1458), 1443’te
İtalya’ya yerleşti; 1455’te III. Calixtus adıyla
A B C Ajansı papa oldu. Alfonso de Borgia iyi yürekli ve
A rjantinli şair ve yazar Jorge Luis Borges'in düşsel bilgili bir kişiydi. Yeğeni Rodrigo Borgia
yapıtlara düşkünlüğü yaratma ve yazma biçim ini (1431-1503) ise, uçarı, keyfine düşkün, kur­
etkilem iştir.
naz ve hırslı bir adamdı. Alfonso de Borgia
yeğenini kayırarak ve ayrıcalıklı davranarak
yitirdi. D aha sonra kendisini tümüyle ede­ ona hak etmediği bir hoşgörü gösterdi. Bir
biyat uğraşına veren yazar, okuma ve yazmayı din adamı olmasına karşın, Rodrigo’nun evli­
annesi ile arkadaşlarının yardımıyla sürdüre- lik dışı sekiz çocuğu olmuştu. Rodrigo
bildi. 1492’de, rüşvet ve türlü aldatmacalarla rakip­
1961’de Uluslararası Yayıncılık Ö dülü’nü lerini atlatarak, VI. Alexander adıyla papa
Samuel Beckett ile paylaşana kadar Borges olmayı başardı. Gelmiş geçmiş papalar içinde
tanınmış bir yazar değildi. Bu ödülden sonra en vicdansızıydı denebilir. Papalığı süresince
ünü önce A vrupa’ya, sonra tüm dünyaya türlü rezaletlerle ünlenen Rodrigo, başta oğlu
yayıldı. Yapıtları birçok dile çevrildi. Cesare Borgia ve kızı Lucrezia Borgia olmak
El hacedor (1960; “Düş Kaplanları”), El üzere, ailenin gücünü ve zenginliğini artırm ak
libro de los seres imaginarios (1967; “Düşsel için çalıştı.
Varlıklar Kitabı”) ve öteki yapıtlarının birço­ Cesare Borgia (1476-1507). Zorbalığı ve
ğunun adlarından da anlaşılacağı gibi, Borges acımasızlığıyla kısa sürede ün kazanan Cesa-
yapıtlarını düşsel bir dünya ve düşünce oyun­ re ’nin, papa olan babasının güvenini yitirm e­
ları üzerine kurar. Okuyucusunun bilgili, mek ve kendi çıkarlarını korumak için, öz
kültürlü ve hazırlıklı olmasını ister. Onu kardeşi Juan’ı öldürtm ekten kaçınmadığı söy­
tarihin derinliklerinde kalmış gerçeklere gö­ lenir. Kardeşinin ölümü C esare’nin tasarladı­
türür, birtakım varsayımlara dayanarak yarat­ ğı bir cinayet olmasa bile, bu gizemli ölümden
tığı dolambaçlı yollarda gezdirir. Öykülerini yarar sağladığı bir gerçektir. Babası Papa VI.
bilinen gerçeklerle kaynaştırarak büyülü, düş­ Alexander ise, siyasal oyunları için destek
lerle dolu bir evren yaratır. Bildiği çok sayıda sağlamak amacıyla C esare’ye yanaştı. 1498’de
dilin olanaklarından da yararlanarak, eski Fransa Kralı XII. Louis karısı Jeanne’dan
kitaplara, adı unutulmuş şair ve yazarlara boşanmak istediğinde, Papa Alexander onay
gönderm eler yapar. Felsefe terimleri, edebi bildirgesini kendi amaç ve çıkarları için imza­
alıntılar, m atem atik ve dille ilgili bilmeceler layarak, Cesare ile krala gönderdi. Buna
BORNEO 295

münden sonra 1671’de azizlik katına yükselti­


lerek, Aziz Francis Borgia olarak anıldı.

BORNEO, kuzey yarıkürede, Grönland ve


Yeni G ine’den sonra dünyanın üçüncü bü­
yük adasıdır. Ekvator kuşağında yer alır. Ma-
lakka Yarım adası’nın güneydoğusunda
kalan bu ada, Güney Çin Denizi, Sulu De­
nizi ve Cava Denizi ile çevrilidir. Böbrek
biçimindeki Borneo çok dağlıktır ve sık yağ­
Mansell Collection mur ormanlarıyla kaplıdır. Zengin bitki ö rtü ­
Papa VI. Alexander'in çocukları Cesare ve Lucrezia sü, tikağacı ve demirağacı gibi kerestesi de­
Borgia. ğerli ağaçları kapsar. Adada yaşayan yabanıl
hayvanlar, orangutan, gibon, bulutlu pars,
karşılık kral, C esare’yi Valentinois Dükalığı geyik, yabansığırı, fil ve neredeyse soyu
ile ödüllendirdi; gerektiğinde de askeri yar­ tükenm ekte olan gergedandır. Ada böcekler­
dımda bulunacağına söz verdi. le, özellikle kelebek, güve ve kınkanatlılarla
23 yaşındayken, İtalya’nın merkezinde yeni doludur. Dünyanın en büyük çiçeği olan
bir krallık kurmayı tasarlayan Cesare, türlü Rafflesia bu adada yetişir. Birçok bölgeyle
hile ve hainliklerle bunu nerdeyse başarıyor­ bağlantı taşımacılığa elverişli ırm aklarla sağ­
du. Çok acımasız bir askerdi ve papa olan lanır. B orneo’nun kuzeyi son zamanlara ka­
babasının desteğine güveniyordu. Ne var ki, dar dünyanın en az bilinen bölgelerinden
Papa VI. Alexander ölünce, bunu fırsat bilen biriydi. En yüksek dağ olan Kinebalu 4.101
düşmanları C esare’yi yakalayarak tutukladı­ metreyi bulmaktadır. Adanın nüfus yoğunlu­
lar. 1506’da kaçmayı başaran Cesare, Navarre ğu Asya ölçütlerine göre düşüktür. B orneo’
Sarayı’na sığındı. Viana kalesinin kuşatılması da. Malaylar, Çinliler ve bir zamanlar kafatası
sırasında öldürüldü.
Lucrezia Borgia (1480-1519), babası ile
ağabeyinin siyasal entrikalarında araç olarak
kullanıldı. Siyasal çıkarlar uğruna dört kez
evlendirildi. Bu evliliklerden ikisi papanın
kararıyla, üçüncüsü de Lucrezia’nın kocası­
nın, cinayet olduğundan kuşku duyulan ölü­
müyle sona erdi. Lucrezia, kan dökücü ey­
lemlerle ve zorbalıkla suçlanırsa da bu suçla­
malara ilişkin somut bir kanıt yoktur. Lucre­
zia, gençlik yıllarıyla ilgili olumsuz söylentile­
re karşın, sonradan adını temize çıkarmayı
başardı. Dönemin birçok ünlü sanatçısını
koruması altına alan Lucrezia, İtalyan edebi­
yatı ve resim sanatının gelişmesinde etkili
oldu.
Francisco de Borgia (1510-1572), Alexan-
der’ın torununun oğludur. İspanya’da doğan
Francisco kendi ülkesinde öğrenim gördü ve
önemli görevlerde bulundu. Karısının ölü­
münden sonra Cizvitler’e katıldı. 1551’de
rahip olan Francisco, yaşamını misyonerliğe
ve Cizvit tarikatının öğretisini yaymaya adadı.
1565’te tarikatın başkanlığına getirildi. Ö lü­
296 BORSA VE KAMBİYO

avcılığı yapan D ayaklar’ın yanı sıra, Cavalı- yakın ve komşu köyler arasında görülen mal
lar, Selebes A dası’ndan Bugiler ve Hintliler değişimi zamanla uzak kentler ve ülkeleri de
gibi değişik ırklardan insanlar yaşar. kapsadı; değişimde aracılık eden tüccarların
İngilizler ve HollandalIlar 17. yüzyıl başla­ rolü gittikçe arttı.
rında ticaret amacıyla adaya geldiler. Ticaret Bu basit başlangıçtan, günümüzde her türlü
limanları ve m erkezleri kuruldu, ticaret için mal ve hizmetin dünya çapında değişimini
sürekli bir engel oluşturan korsanlara karşı gerçekleştiren karmaşık ticaret ilişkileri orta­
önlem ler alındı. Adanın güneydeki üçte ikilik ya çıktı. Bugünün uygar insanı gereksinimle­
bölümü Endonezya’nın egemenliğindedir. rini karşılamak için dünyanın her yerinden ge­
Kuzeyde ise üç küçük devlet bulunur. Bunlar, len çeşitli mal ve hizmetleri kullanır.
1963’te Malezya Federasyonu’na bağlanan
Sabah ve Saravak ile 1981’de bağımsızlığına Para ve Bankacılık
kavuşan Brunei’dir (bak. BRUNEI; ENDONEZYA; Zam anla tüccarlar mal değişimini ortak bir
M a l e z y a ). değer ölçüsü kullanarak çok daha kolay yapa­
bileceklerini keşfettiler. Bu ortak değer ölçü­
BORSA VE KAMBİYO. M adenler, tarımsal sü, bütün malların değerinin ölçüldüğü para
ürünler gibi malların ve hisse senedi, tahvil oldu (bak. P a r a ). Başlangıçta değişimde bü­
gibi değerli kâğıtların alınıp satıldığı, fiyatları­ yük kolaylık sağlayan para, günümüzdeki
nın belirlendiği piyasalara borsa denir. Ulusal büyük ticari işlemlerde doğrudan kullanıma
paraların alınıp satıldığı, yani kambiyo ya da çok elverişli değildir. Günüm üzde para ço­
döviz kuru denen belirli bir orana göre ğunlukla perakende alımlarda kullanılır. Mal
birbirleriyle değiştirildiği piyasalara da döviz alım satımının çok büyük bir bölümü ise kâğıt
borsası ya da kambiyo adı verilir. Borsada ve madeni paralar yerine banka çekleri ya da
alınıp satılan bir malın o anda orada bulunm a­ kredi kartı kullanılarak gerçekleştirilir. Bir
sı gerekli değildir; fiyat o malın ülke ya da mal ya da hizmet satın alan kişi liraları, m ark­
dünya çapındaki arz ve talebine bağlı olarak ları, dolarları saymak yerine bir çek yazarak
oluşur. satıcıya verir. İşlemin geri kalan bölümü alıcı
ve satıcının bankaları arasında tamamlanır.
Malların Değişimi (Ayrıca bak. B a n k a l a r v e B a n k a c il ik .)
Bir mal ya da hizmetin eşdeğerde başka bir
şey karşılığında verilmesine “değişim” denir. Döviz Kuru
Uygarlık tarihi boyunca malların değişimi her İki ülke arasındaki ticaret işlemlerinde farklı
zaman önemli olmuştur. Çok eski zam anlar­ ulusal paralar söz konusu olduğu için, bunlar
dan bu yana insanlar, gereksinimlerinden faz­ arasında bir değer ilişkisi kurmak gereklidir.
lasına sahip oldukları ürünlerin bir bölümünü Başka bir ülkeden mal ya da hizmet satın al­
gereksinim duydukları ve kendilerinde olm a­ mak için ödemeyi o ülkedeki satıcının kabul
yan başka ürünlerle değiştirmişlerdir. edeceği bir para türüyle yapmak gerekir. Bu
Elinde iki geyik derisi olan ama hiç ok bu­ da, ya o ülkenin parası ya da uluslararası alış­
lunmayan bir m ağara insanı, geyik derilerin­ verişlerde genel kabul gören bir para olacak­
den birini, hiç geyik derisi olmayan ama çok tır. Bu nedenle dış ülkelerden mal satın almak
sayıda oku olan bir başkasının oklarıyla değiş­ isteyen bir tüccar önce, ödeme için kullanaca­
tirmek isteyecektir. Takas olarak adlandırılan ğı parayı (döviz) satın alır. Bunu kaça alacağı­
bu değiş tokuş işlemi bugünkü her tür değişi­ nı, yani bir paranın başka bir para karşısında­
min temeli olarak görülebilir. (Ayrıca bak. ki değerini döviz kuru belirler.
ALIŞVERİŞ; EKONOMİ.) Döviz kurları çeşitli ulusal paraların arz ve
Uygarlık ilerledikçe, insanlar mal değişimi talebine, yani insanların bu paraları almak ya
için buluşacakları belirli bir yer ve gün sapta­ da satmak için gösterdikleri istekliliğe bağlı
mayı uygun buldular. Belirli günlerde yerel olarak değişir. Bu isteklilik, insanların çeşitli
pazarlar kurulması geleneği dünyanın pek çok ülkelerde üretilen mal ve hizmetlerden ne ka­
yerinde hâlâ sürm ektedir. Önceleri birbirine dar satın almak istediklerine ve bir para türü-
BORSA VE KAMBİYO 297

! to o a ys SUMMARY 700 18:19 ödemeye yetecek kadar giysi satmadığını dü­


FT-SE 100 1608.6+20.8 at 17:31 şünelim. Bununla birlikte, A ülkesi C ülkesi­
High 1 6 12 . 2 + 2 4 .4 a t 1 5 :1 0
Low 1 59 1 . 0 + 3 .2 a t 0 9 :0 8 ne makine satm akta ve B ülkesi de C ülkesin­
F T 36 1 2 6 8 .1 + 2 0 .0 Dou J 1 8 1 4 .3 9 + 1 0 .5 den maden cevheri satın alm akta olsun. Bu
F T A l i 7 8 2 . İO -0 .2 ÎC DOM -T 17650.23+135
F T 5 00 8 5 8 . 3 7 - 0 . 45S H S-H K 2 2 7 1 .1 5 + 6 6 .7 durumda A ülkesi, C ülkesine sattığı m akine­
E FF £ 6 7 . 5 < 6 7 .3> USS 1 .4 2 1 0 PM lerden elde ettiği parayla B ülkesine olan bor­
£ S te r iin g U .S . D o l1 a r cunu ödeyebilecektir. Dünya pazarında top­
YEN 2 2 0 .1 8 PM YEM 1 5 4 .9 5 PM
CANS 1 .9 7 5 5 PM GLDR 2 .2 6 4 5 PM lam alımlar toplam satışlara eşit olacağı için
DM 2 .8 4 6 9 PM DM 2 .0 0 3 5 PM
FRFR 9 .3 2 0 3 PM FRFR 6 .5 5 9 0 PM genel ödeme dengesi de sağlanacaktır.
SUFR 2 .3 1 7 6 PM SUFR 1 .6 3 1 0 PM
ftUSS 2 .2 2 2 2 PM L İR A 1 3 8 7 .OOPH
Gol d * 4 3 5 .7 5 PM S i İ v e r P 3 9 3 .5 0 Mal Borsaları
C o p p e r £ 9 2 3 .5 0 R u bber Bazı önemli hamm addelerin ticaretini kolay­
Z in c £ 6 3 2 .5 0 ;-y .y
ir ■ laştırmak için, birçok ülkenin başlıca kentle­
The Stock Photobank. Londra rinde büyük merkezi pazarlar ya da borsalar
Birçok banka ve borsada döviz kurları ekranlardan kurulmuştur. Sıradan pazarlardan farklı ola­
izlenebilir. rak bu borsalarda alınan ve satılan mallar ora­
da sergilenmez. Alıcılar ve satıcılar borsalar­
nün (dövizin), gelecekte mal alımlarında gü­ da buluşup alış ve satış önerilerini verirler,
venle kullanılıp kullanılmayacağı yolundaki ama mallar başka bir yerde depolanmıştır.
beklentiye bağlıdır. Bu borsalarda alım satım ya “spot alım” (he­
men teslim) ya da “ön alım” (ilerde teslim)
Bretton Woods Anlaşmaları biçiminde olabilir. Spot alımda, hazır bir mal,
H üküm etler arasında mali alanda işbirliğine örneğin silolarda depolanmış buğday alınır sa­
gereksinim olduğu II. Dünya Savaşı dönem in­ tılır. Ön alımda ise o anda var olmayan m al­
de ortaya çıktı. Bu da Uluslararası Para Fonu lar, örneğin belki yıllar sonra üretilecek olan
(IMF) ile Dünya Bankasfnın (IB RD ) kurul­ buğday, üretildiği zaman teslim edilmek üze­
masına yol açtı. Bu örgütler Temmuz 1944’te, re alınıp satılır. Borsalarda işlem gören malla­
44 ülkenin temsilcilerinin A B D ’nin New rın alıcıları ve satıcıları borsada, alım satım
Hampshire eyaletindeki Bretton W oods’ta isteklerini yerine getiren aracılarla temsil edi­
toplanan konferansta vardıkları anlaşma uya­ lir. Komisyoncu ya da simsar denen bu aracı­
rınca kuruldu. lar, alıcı ya da satıcı adına alışveriş işlemleriy­
Bretton Woods Konferansı’nda döviz kur­ le ilgilenme karşılığında bir ücret alırlar.
larını düzenleyecek yeni kurallar belirlendi. M adenler, kesin olarak sınıflandırılabilen
Yeni sistemde altının dolar fiyatı ve doların ve hemen bozulmayan buğday ve öbür tahıl­
konvertibilitesi (altın ve öbür paralarla hiçbir lar, pam uk, şeker, kahve, kakao, kauçuk,
sınırlama olmadan değiştirilebilmesi) temel ipek gibi bir çok hammadde borsalarda alınır
alındı. satılır. Borsalarda ticaret inceden inceye sap­
tanmış kurallarla yönetilir. Buğday alım satı­
Dış Ticaretin Dengelenmesi mı yapılan temel borsalar Chicago, W innipeg,
Günümüzde bir ülkenin dış ülkelere sattığı Liverpool ve R otterdam ’dadır. Dünyanın ön­
mallardan (ihracat) elde ettiği para (döviz) de gelen mal borsaları Londra, New York,
banka sistemi aracılığıyla, yurtdışından satın Tokyo, Hong Kong ve başka ticaret m erkez­
alınan mallar (ithalat) için yapılacak ödem e­ lerinde kuruludur.
lerde kullanılır. Bir ülkeden öbürüne nakit
para gönderilmesi çok ender olarak gerekli Hisse Senedi ve Tahvil
olur. Çünkü her ülke dünya pazarında hem Bir kimsenin bir iş kurması için fabrika, dük­
alıcı, hem de satıcı olarak yer alır. Örneğin, A kân alacak ya da kiralayacak, makine ve mal
ülkesi B ülkesinden et, B ülkesi de A ülkesin­ satın alacak ve çalışanlarına ödemede buluna­
den giysi satın alm akta olsun. Am a A ülkesi­ cak paraya sahip olması gerekir. Bazen bir iş
nin B ülkesine, satın aldığı etlerin karşılığını için gerekli paranın hepsini kurucu kendisi
298 BORSA VE KAMBİYO

sağlayabilir. Ama çoğu zaman bu mümkün


değildir ve paranın bir bölümü başkalarından
sağlanır. Bir iş kurmak için gerekli parasal
kaynağın bir bölümü borç olarak bulunabile­
ceği gibi, bazen de bunu sağlayan kişiler şir­
kete ortak olur.
Bir işin kuruluşuna para vererek ortak olan
insanlar, kuşkusuz bu işin kâr getireceğini
um arlar. Şirket kâr etmeye başlayınca da bu
kârdan kendi verdikleri sermaye ile orantılı
olarak bir pay almayı beklerler. Örneğin, ku­
rulan bir şirkete 4.000.000 lira sermaye koyan
bir ortak, 2.000.000. lira sermaye koyan orta­ Camera Press, Londra
ğın iki katı kâr elde edecektir. Bir şirketin Menkul kıymetler borsalarında en ileri iletişim
kuruluşuna bir m iktar para vererek katılm a­ araçları ve bilgisayarlar kullanılır.
ya, yani sermaye koymaya o şirketin hissesini
satın almak denir. yı seçerler. Şirketlerin bu yoldan borç almak
Örneğimizdeki şirketin 10.000.000 lira ser­ için çıkardığı belgelere tahvil denir. Tahvilleri
mayeyle kurulduğunu ve bu sermayenin her satın alanlar şirkete belirli bir süre için borç
biri 1.000 lira değerinde 10.000 hisseye bölün­ vermiş olurlar ve bunun karşılığında her yıl,
düğünü varsayalım. Bu şirkete 4.000.000 lira tahvilin üzerinde yazılı olan faizi elde ederler.
sermaye koyan ortak 4.000, 2.000.000 lira ser­ Gene tahvilin üzerinde yazılı olan sürenin so­
maye koyan ortak 2.000, öbür ortaklar da ge­ nunda da borç olarak vermiş oldukları parayı
riye kalan 4.000 hisseye sahip olacaktır. H er geri alırlar. Hisse senedinin tersine, tahvil
bir hissenin başlangıçta 1.000 lira olan değeri karşılığında ödenen faiz şirketin kârlılığına
zamanla değişir. Şirket başarılı olur çok kâr bağlı değildir. Tahvil satın alarak bir şirkete
elde ederse, her hisseye düşen kâr miktarı ar­ borç veren kişiler, o şirket kâr etse de etmese
tacağı için bu hisseleri satın almak isteyenler de önceden belirlenmiş olan faizi alırlar.
çoğalacak ve hisseler daha yüksek bir fiyattan Devlet de borçlanmak için tahvil çıkarır.
alıcı bulacaktır. Şirket yeterince kâr edemez Devlet tahvilleri borcun geri ödenmemesi
ya da zarar ederse, her hisseye daha az kâr tehlikesi olmadığı için çok güvenli bir faiz ge­
verileceği ya da hiç verilmeyeceği için bu his­ liri getirir. Ama genellikle, faiz oranı özel şir­
seleri almak isteyen olmayacak, elinde bulun­ ket tahvillerinin faiz oranından biraz azdır.
duranlar satmak isteyecek ve hissenin değeri Özel şirketlerin tahvillerinde olduğu gibi,
başlangıçtaki 1.000 liranın da altına düşebile­ devlet tahvillerinde de genellikle her yıl so­
cektir. nunda faiz ödenmesi söz konusudur ve belli
Şirketin kârı ortaklara en az yılda bir kez bir süre içinde ya da belli bir tarihte anapara
ödenir ve bu ödeme kâr payı (tem ettü) olarak geri ödenir.
adlandırılır. Şirket kârının ortaklara dağıtım
biçimi her ülkenin kendi yasalarıyla düzenlen­ Menkul Kıymetler Borsası
miştir. Kâr payı genellikle bir oran olarak be­ Bir şirket büyüdüğü ve başarılı olduğu zaman
lirtilir. Yüzde 50 kâr payı dağıtılıyor dendiği genellikle hisse senedi ve tahvillerini halka
zaman sahip olunan hissenin yüzde 50’si ka­ açık olarak satışa çıkarır. Bu noktada, “m en­
dar kâr dağıtılıyor demektir. Bu durumda kul kıymetler” olarak adlandırılan hisse sene­
1.000 lira değerinde bir hisse senedine verile­ di ve tahvillerin alım satımının yapıldığı bor­
cek kâr payı 500 liradır. salar işin içine girer. Dünyanın her yerinde bu
Şirketler bazen yapacakları yatırımlar için tür menkul kıymetler borsaları vardır.
gerek duydukları kaynakları hisse senedi sata­ Ne var ki, sıradan insanlar borsada hisse
rak şirkete yeni ortaklar katmak yerine, belirli senedi ve tahvil alıp satamazlar. Bu işi, borsa­
bir faiz ödeyerek borçlanma yoluyla sağlama- da hisse senedi ve tahvil alıp satma izni bulu-
BORSA VE KAMBİYO 299

nan bir komisyoncu şirket ya da kişi aracılı­


ğıyla gerçekleştirebilirler. Komisyoncu olabil­
mek için borsanın üyesi olmak gereklidir. Bor-
sadaki işlemlerin komisyoncular tarafından ya­
pılması, kişi ve şirketlerin hisse senedi ve tahvil
alım satımlarını rakiplerinden gizli tutmala­
rında da yardımcı olur. Borsa komis­
yoncusu alım satımına aracı olduğu menkul de­
ğerler için belli bir oranda komisyon alır.

Londra ve New York Menkul


Kıymetler Borsaları
Bu tür borsaların en önemlilerinden biri Lon­
dra Menkul Kıymetler Borsası’dır. Borsayı,
sayıları 3.000’i aşan üyelerin seçtiği bir kurul
yönetir. Bu kurulun görevi, bütün işlerin bü­
yük bir dürüstlükle yapıldığını güvence altına
alan katı kurallara üyelerin uymasını sağla­
maktır. 1986’dan bu yana borsadaki işlemler
bilgisayarla yapılmaya başlanmıştır. Borsada­
ki menkul değer alım satımıyla ilgili tüm ay­
rıntılar bilgisayardan izlenebilmektedir. Ayrı­
ca, günlük gazeteler ve bazı televizyon kanal­
ları hisse senedi ve tahvil fiyatlarını listeler
halinde yayımlamaktadır.
Dünyadaki menkul kıymetler borsalarının
en önemlilerinden biri de A B D ’nin Nevv Camera Press, Londra

York kentindedir. Bu borsanın başlangıcı, New York Menkul Kıymetler Borsası, kentin ünlü iş
banka ve devlet tahvili ticareti yapan bir düzi- merkezi Wall Street'tedir.
Mary Evans Picture Library

Londra'da 1569'da
kurulan İngiltere'nin ilk
Krallık Borsası'nı
gösteren bir gravür.
300 BORSA VE KAMBİYO

ne tüccarın 1792’de, Wall Street’te bir ağacın gerekeni yapar. Fiyatları borsa değil, alıcı ve
altında toplanmalarına kadar uzanır. 1817’de satıcılar belirler. Belli bir şirketin hisseleri pi­
bu kişiler dernek kurarak bir binaya taşındı­ yasada alıcı bulamıyorsa, doğal olarak fiyatı
lar. Bu kuruluş büyüyerek, bugün 1.000’den düşer. Öte yandan, çok aranan, alıcısı çok
fazla üyesi olan New York Menkul Kıy­ olan hisse senetlerinin fiyatı yükselir.
metler Borsası’na dönüştü. Buradaki kârlı ti­ Borsa üyeleri, üye olmayanlar adına alım
carete katılmak olanağı veren borsa üyeliği satım yaparlar ve bu hizmetlerinin karşılığı
oldukça pahalıdır. Üye olabilmek, borsanın olarak bir ücret alırlar. Üyeler borsadaki bütün
uygun bulmasına bağlıdır. Dürüst olmayan ya işlemleri bürolarındaki bilgisayar ekranların­
da kuralları çiğneyen bir üye borsadan çıka­ dan anında izleyebilirler.
rılır.
New York Menkul Kıymetler Borsası’nda Türkiye'de Borsalar
çok çeşitli mal ve hizmet üreten 1.000’den faz­ 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’n-
la şirketin hisse senetleri ve tahvilleri işlem daki lonca örgütleri {bak. L o n c a ) bir tür borsa
görür. Bu şirketler borsaya mali durumlarını sayılabilirse de, “ticaret borsası” olarak ad­
gösteren raporlar vermek zorundadır. Borsa landırılan ilk mal borsaları 1886’da Umum
bu şirketlerin mali durumunu büyük bir dik­ Borsalar Nizamnamesi’nin yayımlanmasından
katle soruşturur. Ama, borsa işlem gören his­ sonra kurulmaya başladı. 1892’de İzmir Ti­
se senetlerinin ve tahvillerin değerinden so­ caret ve Sanayi Borsası, 1913’te Adana,
rumlu değildir; yalnızca işlemlerin dürüstçe 1925’te İstanbul, 1927’de Ankara borsaları
yapılması ve kamu yararının korunması için kuruldu ve borsa sayısı hızla arttı; 1950’de ti­
Camera Press. Londra caret borsaları yeniden düzenlendi.
Ticaret bakanlığı gerekli gördüğü yerlerde
ticaret borsası kurar ve denetler. Borsaya ka­
yıtlı malların ticaretiyle uğraşanlar borsaya
üye olmak zorundadırlar. Bu malların üretici­
leri borsaya üye olmayabilirler. Ticaret borsa-
sında meslek komiteleri, borsa meclisi ve yö­
netim kurulu bulunur. Ticaret bakanlığının
atadığı borsa komiseri borsayı denetler.
İlk menkul kıymetler borsası Osmanlı dö­
neminde 1873’te, Dersaadet Tahvilat Borsası
adıyla İstanbul’da kuruldu; 1906’da adı Es­
ham ve Tahvilat Borsası olarak değiştirildi.
Bu borsa 1929’da Menkul Kıymetler ve
Kambiyo Borsası adıyla yeniden düzenlendi,
ama son yıllara kadar önemli bir etkinliği ol­
madı.
Hisse senedi ve tahvil piyasasını geliştirmek
ve denetlemek amacıyla 1981 ’de Sermaye Pi­
yasası Kurulu kuruldu. 1985’te kurulan İstan­
bul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ise
1986 başında piyasa işlemlerine başladı. Tüzel
kişiliğe sahip, özerk bir meslek kuruluşu olan
İMKB, Sermaye Piyasası Kurulu’nun gözetim
ve denetimi altında çalışır. Başlıca organları
genel kurul ile yönetim ve denetim kurulları­
dır. Hükümetçe atanan borsa başkanı yöne­
New York Menkul Kıymetler Borsası'nda her gün tim kurulunun da başkamdir.
milyonlarca hisse senedi ve tahvil el değiştirir. İM KB’de işlemler üye bankalar, borsa ban-
BORUHATTI 301

lanılabilir. Oysa ürünün yüksek basınç altında


taşındığı petrol ve doğal gaz boruhatları,
patlama ya da kırılmaları önlemek için, her
zaman çelikten yapılır. Boruların çapı da
kullanım amacına göre 5 santimetreden bir­
kaç metreye kadar değişir.
Bugün var olan boruhatlarının büyük bölü­
mü ham petrolün ve arıtılmış petrol ürünleri­
nin aktarılması için döşenmiştir. Çünkü petrol
ve doğal gaz, bulunduğu yataktan tüketiciye
ulaşıncaya kadar çok uzun bir yol izler.
Kuyudan çıkarılan ham petrol ile doğal gazın
önce işlenmek üzere rafinerilere (arıtımevle-
rine), burada işlenen ürünlerin de çoğu kez
Türkiye'de ve D ünyada Tanıtım Dergisinin izniyle
yükleme limanlarına, depolama tanklarına ve
1985'te kurulan İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası 1986 başında piyasa işlemlerine başladı. fabrika ya da ev gibi tüketim merkezlerine
taşınması gerekir. Ham petrolü ya da benzin,
mazot gibi bir petrol ürününü demiryolu,
kerleri ve komisyoncularından oluşan borsa karayolu ve denizyolu üzerinden tankerler ya
üyeleri aracılığıyla yapılabilir; yeni üye alımı da varillerle taşımanın maliyeti çok yüksektir.
borsanın kararına bağlıdır. Borsa üyeleri Bu nedenle, hatların döşenmesindeki yatırım
müşterileri için yaptıkları alım satımlar karşı­ giderlerinin fazlalığına karşın boruhattıyla ta­
lığında, yapılan işlemin tutarıyla orantılı bir şıma en ekonomik yol sayılır.
ücret alırlar. Yeni bir petrol ya da doğal gaz kuyusu
Borsada işlemler borsa eksperlerinin dene­ açıldığında, bu kuyu bir boruhattına bağlanır.
timinde, her menkul kıymet için ayrı bir tabe­ Çoğu kez dağları aşarak gideceği yere ulaşan
laya yazılan, fiyatın ve miktarın belirtildiği boruhattının içinde sıvının ya da gazın düzenli
alış ve satış emirleriyle yapılır. Tabelada yapı­ olarak akmasını sağlamak için ürüne belirli
lan işlem borsa eksperlerine kaydettirilir ve bir basınç uygulamak gerekir. Bunun için, hat
bilgisayara aktarılarak hemen ekranlarda gös­ boyunca bir dizi pompalama ya da sıkıştırma
terilir. Borsada yapılan işlemler ve oluşan fi­ (kompresör) istasyonu kurulur. Ürün tüketi­
yatlar her gün borsa bülteninde ve ayrıca bir­ ciye ulaştığında da basıncı kullanım için ge­
çok günlük gazetede yayımlanır. rekli olan düzeye düşürülür.

BORUHATTI. Genellikle çelik ya da çelikle Boruhatlarının Gelişmesi


pekiştirilmiş beton (betonarme) boruların uç Boruhattı yeni bir buluş değildir. Çinliler çok
uca eklenmesiyle oluşan boruhatları, sıvı ve eskiçağlarda bile sulama suyunu tarlalara
gazların bir yerden bir yere taşınmasında en akıtmak için bambu kamışlarından boruhatla-
elverişli sistemdir. Eklenen borular yüzlerce, rı döşerlerdi. Sonraları aynı amaçla kullanılan
hatta binlerce kilometrelik uzun bir yol oluş­ pişmiş toprak, kurşun ve tunç boruları 19.
turduğu için bu aktarma düzenine boruhattı. yüzyılda uçlarına vida gibi diş açılarak birbiri­
boruyolu ya da aynı anlamdaki İngilizce ne eklenen dökme demirden borular izledi.
pipeline teriminin Türkçe okunuşuyla payp­ Ama boruhatlarındaki en büyük gelişme 20.
layn denir. Boruhattının yapımında kullanıla­ yüzyılın başlarında çelik çekme boruların
cak gerecin seçiminde en önemli iki etken, kullanılmaya başlamasıdır.
taşınacak ürünün niteliği ile ürünün bu kanal­ 1859’da ABD'nin Pennsylvania eyaletinde­
da ilerleyebilmesi için gerekli olan basınçtır. ki Titusville’de açılan ilk petrol kuyusundan
Örneğin tarlaları sulamak ya da pissuları çıkarılan ham petrol varillere doldurularak
boşaltmak için döşenen düşük basınçlı boru- önce at arabalarıyla, sonra tren ve gemilerle
hatlarında betonarme ve plastik borular kul­ rafinerile taşındı. 1865’te de ilk petrol
302 BORUHATTI

Novostt

S ibirya'nın uçsuz bucaksız orm anlarını ve tundralarını aşan bu boruhattını döşemek için aylarca dondurucu
soğukta çalışan insanlar gerçek bir dayanıklılık sınavı verdiler. Kar altında çalışmak ne kadar güçse, karlar
eridiğinde araziyi kaplayan sular altında çalışmak da o kadar güçtü.

boruhattı döşendi. 5 cm çapındaki demir da özel gemilerle sualtı boruhatları döşenir.


borulardan oluşan bu 8 kilometrelik boruhattı Örneğin, yaklaşık 2.500 km uzunluğundaki
günde 800 varil (127.200 litre) ham petrol bir sualtı boruhattı Sahra Çölii’nden çıkarılan
taşıyordu. Bugün dünyanın en uzun boruhat- doğal gazı Cezayir’den Kuzey İtalya’ya taşır.
larından biri, SSCB’deki Kuzey Sibirya yatak­ SSCB’den Türkiye’ye doğal gaz taşıyan 818
larından Batı Avrupa’ya doğal gaz taşıyan, km uzunluğundaki boruhattının 114 kilomet­
yaklaşık 6.000 km uzunluğundaki Trans-Si- relik bölümü de Marmara Denizi'nden geçer.
birya boruhattıdır. Yılda 6 milyar m3 gaz taşıması öngörülen bu
Boruhatları genellikle yeraltına döşenir ve boruhattı 1988’de tamamlanmıştır. Bu doğal
ürünün boruları aşındırmasını önlemek üzere gaz hattının dışında Türkiye’de üç tane de
içleri asfalt ya da kömür katranı gibi yalıtkan petrol boruhattı vardır. 1967’de yapılmış olan
maddelerle kaplanır. Ayrıca hattı kurarken Batman-Dörtyol ham petrol boruhattının yıl­
yörenin özel koşullarını da gözetmek gerekir. lık kapasitesi 3,5 milyon tondur. 1977’de yapı­
Nitekim zengin petrol yataklarının bulunduğu lan ve Kerkük petrolünü Akdeniz kıyısındaki
Kuzey Kutup Bölgesindeki 1.300 kilometre­ Yumurtalık yükleme tesislerine taşıyan Irak-
lik Trans-Alaska boruhattının sıcaklığı geçir­ Türkiye ham petrol boruhattının toplam
meyecek biçimde yalıtılmasına, hatta soğutul­ uzunluğu 986 kilometredir; bunun 641 kilo­
masına özen gösterilmiştir. Çünkü bu yörede­ metresi Türkiye topraklarından geçer. Baş­
ki donmuş toprakların (bak. T U N D R A ) borular­ langıçta 35 milyon ton olan yıllık kapasite
dan geçen petrolün ısısıyla çözülerek bataklı­ 1987’de tamamlanan ikinci bir hatla 70,9
ğa dönüşmesi gibi bir tehlike söz konusudur. milyon tona çıkmıştır. 5 milyon ton kapasiteli,
Denizaltındaki yataklardan çıkarılan ham 447 km uzunluğundaki Yumurtalık-Kırıkkale
petrol ve doğal gazın karaya ulaştırılması ya boruhattı da Kerkük petrolünü Orta Anadolu
da bir kıtadan öbürüne taşınması için de, Petrol Rafinerisine taşır.
uzman dalgıç ve mühendislerin gözetimi altın­ Dünyanın birçok ülkesinde petrol ve doğal
BOR VE BORAKS 303

gazdan başka sulama ve içme suyu taşıyan ya yatakları ile Kütahya’nın Emet ilçesindeki
da kanalizasyon ağını oluşturan birçok boru- kolemanit yatakları dünyanın en büyük bor
hattı döşenmiştir. 1955’te Ohio’da yapılan 172 yataklarıdır ve dünyadaki bilinen bor rezervi­
km uzunluğundaki bir boruhattı ise, sıvı ya da nin yaklaşık yüzde 75’i Türkiye’de bulunur.
gaz halindeki ürünleri taşıyan bu hatlardan Buna karşılık dünya boraks üretiminin en
farklı olarak kömür taşır. Öğütülüp suyla büyük bölümünü A B D ’nin California eyaleti
karıştırılarak bulamaç haline getirilen kömür karşılar. Aynca Hollanda, Japonya, Avust­
boruhattına pompalanır. Bu bulamacın hattın ralya, Çin ve Federal Almanya’da da önemli
öbür ucunda kurutulmasıyla elde edilen kö­ boraks yatakları vardır.
mür blokları uygun büyüklüklerde kesilerek Boraks renksiz kristaller halinde bulunan
tüketim merkezlerine gönderilir. katı bir bileşiktir. Yüksek sıcaklıklara kadar
ısıtıldığında kabararak beyaz köpüklü bir
BOR VE BORAKS. Kimyada B simgesiyle kütleye, soğuyunca da renksiz, camsı bir
gösterilen bor elementinin atom numarası 5, katiya dönüşür. Tuzlardaki bazı metallerin
atom ağırlığı 10,81 l ’dir. Bir ametal olan, yani varlığını belirlemek için laboratuvarlarda
metal özellikleri taşımayan bu element doğa­ “boraks incisi” deneyi yapılır. Bu deneyde,
da hiçbir zaman serbest halde bulunmaz. çözümlenecek olan tuz öğütülmüş boraksla
Genellikle göllerin ya da içdenizlerin kuru­ karıştırılır; platin telden yapılmış bir halka bu
muş yataklarında rastlanan tinkal (boraks), karışıma daldırılarak aleve tutulduğunda, hal­
kernit ve kolemanit gibi borat minerallerinin kanın içinde inci tanesi gibi camlaşmış, küçük
bileşiminde, ayrıca bazı sıcak su kaynakların­ bir boraks boncuğu oluşur. Bu boncuğun
da borik asit halinde bulunur. Bor bileşikleri rengi tuzda hangi metalin bulunduğunu göste­
çok kararlı olduğundan, elementi katışıksız rir. Örneğin kobalt tuzları boraks incisini
olarak elde etmek çok güçtür. Cevherlerinde­ koyu maviye, krom tuzları ise yeşile boyar.
ki öbür elementlerin ayrılması ve bor bileşik­ Boraks eritildiği zaman metal oksitleriyle
lerinin indirgenmesiyle elde edilen bor, yakla­ birleştiği için, kaynak ya da lehim yapılacak
şık 2.000°C’de eriyen çok sert, koyu kahve­ metallerin yüzeyindeki oksit katmanını temiz­
rengi bir toz görünümündedir. lemek amacıyla da kullanılır (bak. K a y n a k ).
Bor, bitkilerin sağlıklı gelişmesi için gerekli Boraks ayrıca, hızlı sıcaklık değişikliklerine
olan temel elementlerden biridir. Topraktaki dayanıklı oldukları için laboratuvar ve mutfak
bor bileşikleriyle alınan ve bitki dokularında kaplarının yapımında kullanılan borosilikat
çok az miktarda bulunması yeterli olan bu camlarının, örneğin payreks adıyla bilinen
elementin eksikliği çeşitli bitki hastalıklarına ateşe dayanıklı camların temel hammaddele­
ve verim düşüklüğüne yol açar. Bor ve bor rinden biridir. Sıcaklıktan etkilenmeyen, ko­
bileşiklerinin sanayide de önemli bir yeri layca çizilmeyen ve leke tutmayan yüzeyler
vardır. Örneğin çeliğin bileşimine katılan bor elde etmek için de banyo küvetlerinin, daya­
ürünün sertliğini büyük ölçüde artırır. Üstelik nıklı ev aletlerinin, duvar ve yer karolarının
bor atomları kolayca nötron soğurduğu için, camsı emaye kaplamalannda sırlama maddesi
bor çelikleri nükleer enerji santrallarındaki olarak gene borakstan yararlanılır. Bunlardan
kontrol çubuklarının yapımında da kullanılır başka dokuma, dericilik ve kâğıt sanayilerinde,
(bak. NÖTRON; NÜKLEER E n e r j i ) . Ayrıca roket sabun yapımında ve kullanma sularının sertliği­
yakıtı olarak da bor bileşiklerinden yararla­ nin giderilmesinde de boraks kullanılır.
nılır. Borakstan sonra en önemli bor bileşiklerin­
Ticari açıdan en önemli bor bileşiği sod­ den biri olan borik asit, boraks çözeltisine
yum tetraborat yapısındaki borakstır. Bu sülfürik asit ya da hidroklorik asit eklenme­
bileşik doğada tinkal cevheri halinde oldukça siyle elde edilen çok zayıf bir asittir. Toz
bol bulunur. Sanayide kullanılan boraks ise halindeki borik asit ya da ticaretteki adıyla
tinkal ya da kernit minerallerinin sıcak suda asit borik tıpta antiseptik (mikrop öldürücü)
çözündürülüp kristalleştirilmesiyle elde edilir. olarak, sudaki çözeltisi ise göz damlalarının
Eskişehir’in Seyitgazi ilçesindeki Kırka tinkal ve banyolarının hazırlanmasında kullanılır.
304 BOSTAN SİNEĞİ

BOSTAN SİNEĞİ. Dere kıyıları, bostanlar, Bostan sinekleri daha çok yaz sonunda,
sebze bahçeleri gibi sık bitki örtüsüyle kaplı özellikle nemli çayırlarda ve su kenarlarında­
sulak yerlerde yaşadıkları için bostan sineği ki bitkilerin arasında görülür. Bacakları çok
ya da dere sineği adıyla anılan bu sinekler uzun ve incecik olduğundan kolayca kopabi­
sivrisineklere çok benzer. Gövdeleri ve ba­ lir. Gene de dişi bostan sineği yumurtalarını
cakları sivrisineklerinki gibi ince ve uzundur; bırakmak için gövdesini toprağa sokarken bu
türlerden çoğunda da gene sivrisineklerinkini narin bacaklarına güvenir. Pek iyi uçamayan
andıran bir çift uzun ve saydam kanat bulu­ bu sinekler genellikle geceleri ortaya çıkarlar.
nur. Oysa bütün benzerliklerine karşın bostan Yalnız bazı türlerin erkekleri akşamüstleri
sinekleri ile sivrisinekler arasında yakın bir gruplar halinde toplanıp tatarcıklar gibi aşağı
akrabalık ilişkisi yoktur; yaklaşık 5.000 türü yukarı uçarak dans eder. Bostan sineklerinin
olan bu sinekler, karasinek, sivrisinek gibi çok ilginç davranış özellikleri vardır. Gündüz­
bütün gerçek sinekleri içeren çiftkanatlılar leri gizlenmek için özel bir çaba göstermedik­
(Diptera) takımı içinde sivrisineklerden ayrı leri gibi, günün büyük bölümünü de bir sinek
bir familya oluşturur. için en tehlikeli yer olan örümcek ağlarında
Bostan sinekleri sivrisinekler gibi hastalık geçirirler.
taşımaz; bununla birlikte türlerden birçoğu Bostan sineklerinin bazı türleri kanatsızdır;
oldukça zararlı sineklerdir. Çünkü bu türlerin bu türler kanatların gereksiz, hatta zararlı
dişisi yumurtalarını bitkilerin arasına bırakır olabileceği yerlerde yaşar. Örneğin rüzgârlı
ve yumurtadan çıkan larvalar toprağın içine bir adada yaşayan bostan sineklerinin kanat­
yerleşerek bitki kökleriyle beslenir. Böylece sız olması, rüzgârla denize doğru sürüklene­
bostanlara, sebze bahçelerine, hatta bazen rek boğulmalarını önler. Kuzey yarıküredeki
ekinlere büyük zarar verirler. Tarım zararlısı kanatsız türlerden biri de kışın dağların do­
olan türlerin çoğu, kanat açıklıkları 2 santi­ ruklarında yaşar ve karların üzerinde yavaş
metreyi bulan iri sineklerdir. Larvalarının yavaş sürünerek yol alır.
üzeri de meşin görünümünde kalın ve kahve­
rengi bir deriyle kaplıdır. BOSTON, ABD' nin Massachusetts eyaleti­
nin hem başkenti, hem de en büyük kentidir.
120 k n r ’lik bir alanı kaplayan Boston, ülkenin
kuzeydoğu köşesinde 1630’da Massachusetts
Koyu’nda kurulmuştur.
“Özgürlüğün Beşiği” olarak da anılan bu
kent ABD ulusunun ve kültürünün oluşu­
munda önemli bir rol oynamıştır. Amerikan
Bağımsızlık Savaşina yol açan pek çok olay
ve savaş Boston’da geçmiş, John F. Ken-
nedy gibi birçok önemli devlet adamı bu kent­
te yetişmiştir.
Kentin çevresinde, bazıları denizden 75
metreye kadar yükselen, hafif eğimli alçak
tepeler ve buzul birikintileri vardır. 60 katlı
John Hancock Binası’mn tepesinden bakıldı­
ğında, limana uzanan ince uzun yarımadaları,
tepeleri, ırmakları, adaları, köprüleri, kimi
kıvrımlı, kimi dümdüz caddeleri, yüksek mo­
dern yapıları, dizi dizi eski tuğla evleri ve yeşil
parklarıyla Boston, çok renkli ve karmaşık bir
görüntü sergiler.
Bostan sineklerine özellikle yaz sonunda, sık bitki Bostonlular’ın Bağımsızlık Bildirgesi’ni ilk
örtüsüyle kaplı sulak yerlerde rastlanır. kez dinledikleri eski eyalet yönetim yeri;
BOŞANMA 305

İrlandalı Boston’da ağır işlerde çalışmak ya


da zengin ailelerin evlerinde hizmet görmek
zorunda kaldı. 1855’te Boston’daki 50 bin
İrlandalı kent nüfusunun yüzde 25’ini oluştu­
ruyordu. Bunu başka göçler izledi.
Irmaklardan yeterli suyun sağlanabildiği
elverişli bir yerleşim bölgesi oluşu ve göçmen
işçilerin ucuz ücretlerle çalıştırılması yüzün­
den, Boston 19. yüzyılın başlannda bir sanayi
merkezi durumuna geldi. Bu tarihlerde ayak­
kabı ve eldiven türünden deri giyim eşyaları
ve dokuma Boston'un en önemli sanayi
ürünlerini oluşturuyordu. Oysa 20. yüzyılın
ortalarında, birçok deri eşya ve dokuma
ZEFA
fabrikası ya kapandı ya da ucuz işgücüne ve
hammaddeye daha yakın olabilmek için güne­
Boston'da, cam gökdelenlerden ilk yerleşim
dönem lerinde yapılm ış evlere kadar çok değişik ye taşındı. Gene de giyim sanayisi önemini
yapılar vardır. korudu. Elektrikli araç gereç ve bilgisayar
türünden yüksek teknoloji gerektiren ürünle­
rin yapımı önem kazandı. Kentteki öbür
bağımsızlık öncesi görüşmelerin yapıldığı ve önemli sanayiler ise besin, basım-yayın, m o­
bu yüzden “Özgürlüğün Beşiği” diye bilinen torlu araç donanımı, makine ve ulaşım araçla­
Faneuil yapısı; Boston Çay Partisi’nin plan­ rı üretimidir. Kentin ekonomisinde bankacı­
landığı ve sonradan alışveriş merkezi olarak lık ve sigortacılık da önemli bir yer tutar.
yeniden düzenlenen Faneuil ve Quincy pazar- Doğu kıyısındaki konumu ve iyi ulaşım
yerleri Boston’un iş merkezindeki tarihsel ya­ olanakları nedeniyle, Boston her zaman ulus­
pılardan bazılarıdır. lararası bir ticaret merkezi olmuştur. Boston
Charles Irmağı kenti ikiye böler. Irmağın limanı dünyanın en elverişli doğal derin li­
bir yakasında, Harvard Üniversitesi ve Mas- manlarından biridir. Kentin nüfusu
sachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün bulundu­ 573.131 ’dir (1986).
ğu Cambridge yer alır.
Işıldayan altın kubbesiyle Massachusetts BOŞANMA, evliliğin yasal olarak sona er­
Eyalet Binası kentin ünlü parkı Boston Çayı- mesi demektir. Karşılıklı sevgiye, güvene ve
rı’nın yanındadır. Bunun gerisinde ise parke mutluluk beklentisine dayalı olan evlilik iliş­
döşeli daracık sokakları, taş kaldırımları ay­ kisinin sona erdiğini belgelediği için acı verici
dınlatan gaz lambaları, pencereleri demir par­ bir olaydır. Ana babanın mutsuzluğundan
maklıklı ve cumbalı tuğla evleriyle, 19. yüzyıl­ etkilenen, güven verici aile ortamını yitiren ve
daki görünümü olduğu gibi korunan Beacon ana ile baba arasında bir seçim yapmak
Hill bulunur. zorunda kalan çocuklar için özellikle zordur.
Boston’a ilk yerleşenler İngiltere'den gel­ Boşanmayla gelen değişiklikler, çoğu zaman
dikleri için, 18. yüzyılda İngiliz kökenli olma­ çocukların davranış bozuklukları göstermesi­
yan göçmenler Bostonlular’ca benimsenmedi ne neden olur. Dersleri aksar, arkadaşları ile
ve çeşitli göçmen grupları arasında, güç ka­ olan ilişkileri etkilenir.
zanma yarışı baş gösterdi. Ne var ki, eşler arasındaki uyumun bozul­
19. yüzyılda Boston’a İrlanda’dan yeni birduğu, karşılıklı suçlamaların ve saygısız dav­
göç oldu. İrlandalılar'ın başlıca besini olan ranışların yer aldığı bir ortamda çocuk mutlu
patatese zarar veren bir bitki hastalığı nede­ olamayacağı gibi, bu türden etkilerin de
niyle aç kalan binlerce İrlandalı Yenidünya’ya davranış bozukluklarına yol açtığı görülmek­
göç etti. Boston ve New York kentleri A B D ’ tedir. Çocuğa ya da çocuklara gerçekler
nin en önemli giriş kapılarıydı. Pek çok onların anlayacağı bir biçimde anlatılırsa,
306 BOŞ İNANÇLAR

durumu kabullenmeleri daha kolay olur. verirken, ötekiler boşanmak için belirli koşul­
Evlilik kadar eski olan boşanma, toplumla- ların varlığını gerekli görür.
rın tarihsel gelişimine göre değişen özellikler Türkiye’de, Medeni Kanun’da sayılan bo­
gösterir. Günümüzde hâlâ ilkel bir yaşam şanma nedenlerinden birinin varlığı duru­
süren Pueblo Yerli kabilelerinde kadın koca­ munda, mahkemeler boşanma kararı verebi­
sının ayakkabılarını evin eşiğine bıraktığında lir. Günümüzde boşanmayı kolaylaştırma yö­
boşanmış sayılır. Birçok eski toplumda evli­ nündeki bir eğilim güçlenmektedir. Eşlerin
lik erkek çocuk doğarsa kalıcılaşır, kadının kı­ karşılıklı isteği durumunda, yargıçlar kolayca
sırlığı erkek için haklı bir boşanma nedeni boşanma kararı verebilir.
oluştururdu. Son yıllarda boşanma eskiye göre çok
Eskiçağın Asur, Babil gibi Mezopotamya fazladır ve her geçen yıl artmaktadır. Örneğin
toplumlarında boşanma kurallarla düzenle­ A B D ’de her iki evlilikten biri boşanmayla
nirdi. Asur toplumunda, kocanın karısına sonuçlanır. Boşanmanın giderek yaygınlaş­
karşı görevlerini yerine getirmemesi duru­ masında geleneksel toplumların çözülmesinin
munda kadının boşanma hakkı vardı. Boşa­ yanı sıra, toplumsal yaşamın değişen koşulları
nan kadın, koca evine getirdiği çeyiz denilen etkili olmaktadır. Ekonomik özgürlüğünü ka­
eşyayı geri alabilir ve boşandığı eşinin mirası zanan, kendi kazancıyla geçinebilen çağdaş
üstündeki hakları da sürerdi. Tutsak düşmüş kadının mutsuz bir evliliği sürdürmek için
bir savaşçının karısı iki yıl bekledikten sonra artık bir nedeni yoktur. Boşananların çoğu­
boşanmış sayılır ve yeniden evlenebilirdi. nun yeniden evlenmesi, günümüz insanının
İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı evlilikten çok şey beklediğinin göstergesi ola­
Devleti’nde, boşanma hakkı ilke olarak koca­ rak kabul edilmektedir.
ya tanınmıştı. Koca karısını tek yanlı olarak
boşayabilir, üç kez yinelenen “boş ol” sözle­ BOŞ İNANÇLAR. Zaman zaman alışkanlık­
riyle boşanma kesinlik kazanırdı. Erkek yö­ la, nedenini bilmediğimiz davranışlarda bulu­
nünden bu kolaylığa karşın, Osmanlı toplu­ nur ya da sözler söyleriz. Örneğin, yolculuğa
munda boşanma yaygın değildi. Boşanma, ge­ çıkan birisinin arkasından yere su dökmek,
lenekçi bir toplum olan Osmanlılar’da hoş merdiven altından geçmemek, aksıran birisi­
karşılanmazdı. ne “Çok yaşa!” demek boş inançların sık
Hıristiyan dünyasında ise Katolik Kilisesi rastlanan örnekleridir.
boşanmaya izin vermez. Bazı Katolik ülkeler­ B o ş i n a n ç l a r l a ilgili a r a ş t ı r m a l a r a g ö r e ,
de boşanma bugün bile olanaksızdır. Re- b u n la rın k ö k e n in i, te k ta n rılı d in lerin d o ğ u ­
form’dan sonra Protestan Kilisesi boşanma­ ş u n d a n ç o k ö n c e y a ş a m ış in s a n la r ın bağ lı
nın hukuk mahkemelerinin ilgi alanına giren o l d u k l a r ı e s k i d i n l e r d e a r a m a k g e r e k i r (bak.
“dünyasal bir şey” olduğu görüşünü benimse­ İLKEL DİNLER). B u a l ı ş k a n l ı k l a r g ü n ü m ü z e
di ve boşanmaya karşı çıkmadı. k a d a r g e lm iş, o y sa b ir z a m a n la r b u n la rı a n ­
Günümüzde, Katolik ilkelere sıkıca bağlı la m l ı k ı l a n i n a n ç l a r ç o k t a n u n u t u l u p g i t m i ş t i r .
olan ve yasaları boşanmaya izin vermeyen Boş inançların büyük bir bölümü efsanelere
İrlanda Cumhuriyeti gibi az sayıda ülke dışın­ dayanır. Ayrıca, inançların birtakım töre,
da, boşanma yasalarla düzenlenmiştir. Bu tören ve büyüsel işlemlerle de yakın ilişkisi
konuda iki ana eğilim vardır. Kimi ülkeler vardır. Evrenin yaratılışı, Ay, Güneş, yıldız­
evlilik birliğinin bozulduğunu ortaya koyan ve lar, saat, doğa olayları, doğaüstü güçler ve
yasalarda belirtilen belirli durumlarda boşan­ çeşitli sayıların uğurlu ya da uğursuz sayılması
maya izin verir. Boşanma konusunda daha boş inançlarla ilgisi olan konulardır.
hoşgörülü davranan öteki ülkeler tarafların Bazıları çok eski tarihlere dayanan boş
isteği ile boşanmaya olanak tanır. Birçok inançların kökenlerine ilişkin olarak yalnızca
Avrupa ülkesi ve sosyalist ülke böyle bir varsayımlarda bulunabiliriz. Eskiçağlarda,
görüşü benimsemiştir. A B D ’de boşanma her topraktan çıkarılan demir cevherinden demir
eyaletin kendi yasalarıyla düzenlenir. Bunla­ eşya üretme sanatının büyücülük olduğuna
rın bir bölümü kolayca boşanmaya olanak inanılması ya da eski Avrupa toplulukların­
BOTANİK 307

dan olan Keltler’in atın kutsallığına inanmala­ Boş inançların çoğu çok eskilere dayan­
rı, at nalının uğurlu sayılmasının nedeni ola­ makla birlikte, yenileri de vardır. Örneğin,
bilir. aynı kibritle art arda üç sigara yakmanın
Günümüzde Ay’ın, gezegenimiz Dünya’nın uğursuzluk getireceği inancının, 1899-1902
uydusu olduğu bilinmektedir. Oysa bundan yılları arasında İngilizler’in Güney Afrika’da
binlerce yıl önce yaşamış insanlar A y’ın zen­ yaşayan Afrikanerler ile yaptığı Güney Afri­
ginlik ve uğur getiren bir tanrıça olduğuna ka Savaşı’ndan kaynaklandığı söylenmekte­
inanıyorlardı. Bugün de geçerliğini koruyan, dir. Söylenceye göre, usta Afrikaner nişancı­
yeni ay çıktığı zaman altın tutmak ya da ları üç İngiliz askerinin tek bir kibritle
sevdiği kişinin yüzüne bakmak türünden dav­ sigaralarını yakmaları sırasında, onların yerini
ranışlar o dönemlerden kalmış olabilir. Aksı­ saptayıp yanık kibriti elinde tutan askeri
ran bir kimseye “Çok yaşa!” denmesinin, öldürmüş. Böylece, yeni bir boş inancın daha
aksırma sırasında ruhun geçici olarak beden­ doğduğu söylenir.
den ayrıldığına ilişkin eski inançlardan doğ­ Ayrıca bak. B ÜYÜ VE BÜY ÜCÜL ÜK.
muş olduğu düşünülebilir. Aksıran kimseyi
bu sözlerle sevindirmek, belki de ruhun esen­ BOTANİK ya da bitkibilim, biyolojinin bitki­
likle geri dönmesine yardımcı olma amacım leri inceleyen dalıdır. Bilim adamlarının bitki
taşır. tanımında henüz tam bir görüş birliğine vara­
Aralarında renkler ve sayıların da yer aldığı mamış olmalarına karşın, yalnız gerçek bitki­
bir dizi şeyin uğurlu ya da uğursuz sayıldığı ler değil, uzmanların bitki olarak kabul etm e­
boş inançlar da vardır. Örneğin, bazı insanlar dikleri bütün bitkisel canlılar da bu bilim
yeşil rengin uğursuz olduğuna inanıp o renkte dalının kapsamına girer. Örneğin suyosunları
bir giyim eşyası kullanmaktan kaçınır. ile mantarlar çağdaş sınıflandırmada bitki
13 rakamının uğursuz olduğu boş inancının sayılmadığı halde, suyosunlarım, yani algleri
ise, eski İskandinavlar’ın dinlerindeki bir inceleyen algoloji ile mantarları inceleyen
öyküye dayandığı sanılmaktadır. Bu öyküye mikoloji hiç tartışmasız botaniğin uzmanlık
göre, düzenbaz tanrı Loki öbür 12 tanrının dalları sayılır. Bu bilimin, gerçek bitkiler
katıldığı bir şölene 13. olarak gidip eğlence­ arasından da yalnızca belirli bir grubu, sözge­
yi bozmuştur. Bu olay, İskandinavlar’ın en limi eğreltiotlarını konu alan pteridoloji, yap-
gözde tanrısı Balder’in ölümüyle sonuçlanan rakyosunları ile ciğeryosunlarının oluşturdu­
kavgaya yol açmıştır. Bu boş inanç hâlâ ğu karayosunları grubunu konu alan briyoloji
öylesine güçliidür ki, bazı kimseler 13 kişiyi ve yalnızca fosil bitkileri inceleyen paleobota-
aynı masaya oturtmaktan kaçınır; hatta ünlü nik gibi başka uzmanlık dalları da vardır.
otellerin bazılarında 13 rakamı taşıyan oda ve Oysa botaniğin ana bölümleri böyle bir ayrım
kat yoktur. yapmaksızın bütün bitkileri ele alır; ama her
A nadolu’da halk arasında yaygın olan boş biri bitkileri değişik bir açıdan inceler. Bu
inançların birçoğu günlük yaşama girmiştir. dört ana bölüm ile kapsadıkları başlıca altbö-
Örneğin sabahleyin evden çıkarken eşikten lümler aşağıda kısaca tanımlanmıştır:
sağ ayağını önce atarak çıkmak, ilk rastlanılan 1. Bitki morfolojisi bitkilerin kök, gövde,
kişinin toplumsal durumu ve halk arasındaki yaprak, çiçek gibi bölümlerinin bütün yapısal
itibarına göre işlerin rast gidip gitmeyeceği ve biçimsel özelliklerini inceler. Bu geniş
konusunda yorumlar yapmak, esnafın siftah kapsamlı bölümün daha ince ayrıntılar üzerin­
parasını yere atması ya da yüzüne sürmesi, de yoğunlaşmış birçok altbölümü vardır. Ö r­
birine kesici alet verirken üzerine tükürmek, neğin yapısal morfoloji bitkilerin bütün bö­
akşam tırnak kesmemek, Ay ve Güneş tutul­ lümlerini dış yapıları ve görünümleriyle bi­
malarında silah atıp, teneke çalarak önlerini çimsel açıdan ele alırken, bitki anatomisi iç
kapatan cin-peri topluluğunu kaçırmak gibi yapılarını doku ve hücre düzeyinde inceler.
boş inançlar ve davranışlar Anadolu halkının Bu inceleme de dokuların yapılanma özellik­
bir kesiminin davranışlarında belirleyici rol lerini araştıran bitki histolojisi ya da dokubili-
oynar. mi ile hücrelerin biçim, boyut, duvar kalınlığı
308 BOTANİK BAHÇELERİ

Bitki morfolojisi ile bitki fizyolojisi sağlıklı


bitkileri konu alırken, bitki patolojisi ya da
fitopatoloji de bitki hastalıklarıyla ilgilenir.
3. Bitki ekolojisi ya da çevrebilimi bir
yandan bitkilerin yaşadığı doğal ortamın biyo­
lojik ve fiziksel özelliklerini, örneğin toprak,
nem, hava sıcaklığı ve ışık koşullarını, bir
yandan da bitkilerin çevreyle ilişkilerini, yani
hem cansız doğanın, hem de aynı ortamdaki
öbür bitkiler ile hayvanların bitki toplulukları
üzerindeki etkilerini araştırır. Ayrıca orman,
çalılık, fundalık, çayır, bataklık ve turbalık
gibi bitki topluluklarının incelenmesi de bu
bölümün konusudur.
4. Bitki sistematiği türler arasındaki farklı­
lıkları saptayarak bütün bitkileri ortak özel­
liklerine göre sınıflandırır; bitki taksonomisi
de tanımlanmış özelliklerine göre bitkileri
adlandırır.
Ayrıca botanik ile öbür bilim dallarının
işbirliğinden doğan ortak uzmanlık alanları da
vardır. Örneğin bitki coğrafyası bitkilerin
yeryüzündeki dağılımını, etnobotanik insan
topluluklarının tarih boyunca bitkilerden nasıl
POPPY ANEMONE
yararlandığını, bitki genetiği ise kalıtsal özel­
(a n e m o n e c o r o n a r ia ' liklerin yeni döllere nasıl aktarıldığını ve gen
Alfieri aktarımıyla insana daha yararlı ya da daha
Edvvard Step ve W. VVatson'ın 1896'da yayım ladıkları verimli soyların nasıl elde edileceğini araştı­
Favourite Flovvers ("En Sevilen Çiçekler") rır. Bunların dışında, botaniğin özellikle ta­
kitabından bir dağlalesi çizimi.
rım, ormancılık, bahçecilik, seracılık ve ecza­
gibi mikroskobik yapısal özelliklerini araştı­ cılıkla da çok yakın ilişkisi vardır.
ran bitki sitolojisi ya da hücrebilimi gibi
uzmanlık alanlarına dayanır. Kısacası çiçekle­ ANSİKLOPEDİNİN BOTANİK İLE İLGİLİ
rin konumu, taçyaprak ve çanakyaprakların ÖBÜR MADDELERİ
yerleşme düzeni, erkekorganların ve dişior- AÇIKTOHUMLULAR KİBRİTOTU
AGAÇ KÖK
ganların ayırt edici yapısal özellikleri, yaprak­ ATKUYRUĞU LİKEN
ların biçimi ve dokusu üstüne bütün ayrıntılı BAKLAGİLLER MANTARLAR
BİTKİ MEYVE
bilgileri bitki morfolojisi sağlar. Bu nedenle BOTANİK BAHÇELERİ SEBZELER
bitkilerin sınıflandırılması, yani benzer özel­ BÖCEKÇİL BİTKİLER SOĞANLI BİTKİLER
liklerine göre sınıf, takım, familya, cins ve tür BUĞDAYGİLLER ŞİFALI BİTKİLER
ÇALI TOHUM
düzeyinde gruplandırılması büyük ölçüde bit­ ÇİÇEK TOZLAŞMA
ki morfolojisine dayanır. EĞRELTİOTU ÜREME
2. Bitki fizyolojisi bitkilerin üreme ve büyü­ GÖVDE
HÜCRE
YAPRAK
YOSUNLAR
me süreçlerini, yaşam çevrimini, solunum ve KABUK ZARARLI OTLAR
beslenme gibi yaşamsal işlevlerini konu alır.
Örneğin köklerin topraktan suyu emmesi, su BOTANİK BAHÇELERİ yalnızca çevreyi gü­
ve besin maddelerinin iletimdoku sistemiyle zelleştirmek amacıyla düzenlenmediği için
yapraklara taşınması, yapraklarda fotosentez­ öbür bahçe ve parklardan oldukça farklıdır.
le besin üretimi bu inceleme alanının kapsa­ Bu bahçeler, bir yörenin yerli bitkileri ile o
mına girer. iklimde yetişmeyen bitki örneklerini bir araya
BOTANİK BAHÇELERİ 309

0 İ . h ts t t iS ’ - P İM (im h Singapur Botanik


■j$>£t«'İWw jfiü?.* Bahçesi tropik bitkilerin
milyonlarca örneğini
iMid f a f. barındırır. Merdivenin
alt basamaklarının iki
yanında açık yeşil, kızıl
kahverengi ve alacalı
yapraklarıyla kolyoz
(Coleus) türleri, daha
yukarılarda göz alıcı
kırmızı m or
bürgüleriyle
gelinduvakları
(Bougainvillea)
görülüyor.

Picıurepoint

derleyip özel bakım altında iklime uyum la seralar düzenlenir. Örneğin seralarda yarı
sağlamalarını amaçlayan zengin bir bitki ko­ gölgeli tropik yağmur ormanları ya da rüzgârlı
leksiyonudur. Bahçenin görünümünü güzel­ yüksek dağ etekleri gibi özel çevre koşulları
leştirmek için bazen aralarına ağaç ve çalılar yaratılabilir.
dikilse de, bitkilerin yerleşme düzeninde mut­ Botanik bahçelerinin yalnız ağaç, çalı ve
laka bilimsel sınıflandırma gözetilir; yani aynı odunsu bitki örneklerini içeren bölümüne
familya, cins ve türden bitkilerin bir arada arboretum, kurutulmuş otsu bitki koleksiyon­
bulunmasına özen gösterilir. Böylece hem larına da herbaryum denir.
aranan bitki kolayca bulunabilir, hem de
türler arasındaki yapısal benzerlikler ön plana Öğrenim Merkezleri
çıkar. Her bitki örneğinin yanına ya da üstüne İlk botanik bahçeleri bütün ilaçların bitkiler­
de anayurdu, halk arasında bilinen adı ve den elde edildiği çağlarda kurulmuştur. Bir
Latince adı yazılır. zamanlar Avrupa’daki manastırlarda hasta­
Botanik bahçelerindeki bitki örnekleri ço­ lıkların tedavisinde kullanmak için şifalı bitki­
ğu kez coğrafya bölgelerine ya da doğal ler yetiştirilirdi. Bu bilgi ve deneyimlerin
ortamlarına göre de gruplandırılır. Örneğin ortaçağdaki öğrenim kurumlarına aktarılma­
tropik bitkiler ya da su bitkileri için genellikle sı, üniversitelerde botanik bahçeleri kurma
ayrı bölümler vardır. Açık havada yetiştirilen düşüncesine esin kaynağı oldu. Böylece ilk
bitki türleri, botanik bahçesinin bulunduğu botanik bahçesi 1545’te İtalya’nın Padova
bölgenin iklim koşullarıyla sınırlıdır. Bu ne­ kentinde, üniversitenin çalışmalarına yardım­
denle, o iklimde yaşamayan bitkiler için cı olmak amacıyla kuruldu. Bunu Hollanda ve
gerekli sıcaklık, ışık ve nem koşullarını sağla­ Almanya’nın Leiden, Leipzig ve Heidelberg
yarak bahçedeki tür sayısını artırmak amacıy­ üniversitelerindeki botanik bahçeleri izledi.
310 BOTHA

ve parfüm sanayilerine hammadde sağlayan


önemli bir merkez olarak tanındı. Kew Bota­
nik Bahçesi bugün 25 bin canlı bitki türü ile 6
milyon kurutulmuş bitki örneğini içerir.
1935’te Süleymaniye’de 27 bin metre karelik
bir alanda kurulmuş olan İstanbul Üniversitesi
Botanik Bahçesi’nde 3.000 kadar yerli ve ya­
bancı bitki türü, dokuz sera, herbaryumunda
da 37 bin kurutulmuş bitki örneği bulunur. Ay­
rıca Ege ve Dicle üniversiteleri fen fakülteleri
ile Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fa-
kültesi’nin birer herbaryumu, İstanbul Üniver­
sitesi Orman Fakültesı’nin de zengin bir arbo-
retumu vardır.
20. yüzyılda, şifalı bitkiler yetiştirmek ve
tıp öğrencilerini eğitmek için kurulan botanik
bahçelerinin sayısı giderek azaldı. Bunların
yerini üniversitelerin araştırma merkezleri ve
sanayi kuruluşlarına bağlı özel birimler aldı.
Gene de bugün dünyanın hemen her ülkesin­
de büyük botanik bahçeleri vardır. Bilimsel
araştırma ve inceleme merkezi olma görevini
sürdüren bu bahçelerin çoğu, bitkiler âlemini
tanıtmak ve doğa sevgisini aşılamak için halka
ZEFA da açılmıştır.
İngiltere'deki Kew Botanik Bahçesi'nin seralarından
biri. Zengin bitki koleksiyonuyla ünlü olan bu BOTHA, Louis (1862-1919). 1910’da kurulan
botanik bahçesi Londra'nın batısında, Thames
Irm ağı'na bakan eski bir krallık malikânesinin
Güney Afrika Birliği’nin ilk başbakanı olan
arazisinde kurulmuştur. Louis Botha Güney Afrika’da, Natal’da doğ­
du. 11 çocuklu, İrlanda kökenli bir ailenin
oğluydu. 1884’te Zululand’in Vryheid bölge­
Başlangıçta yalnız şifalı bitkilere ayrılmış olan sinde “Yeni Cumhuriyet”in kurulmasına kat­
bu bahçelerin kapsamı giderek genişledi ve kıda bulundu. Yeni Cumhuriyet dört yıl
16. yüzyılın ünlü botanikçilerinden Carolus sonra, bağımsız bir ülke olan Transvaal top­
Clusius, Leiden’deki botanik bahçesinde bü­ raklarına katıldı ve böylece Botha, Transvaal
yük bir soğanlı bitki koleksiyonu oluşturdu. yurttaşı oldu.
Bugün Hollanda’nın dünya çapında ünlü olan Transvaal ve Oranj Bağımsız Devleti’nde
laleleri ve bir sanayi dalma dönüşmüş olan yaşayan Hollanda asıllı Boerler ile İngilizler
soğanlı bitki üretimi Clusius’un bu çalışmala­ arasında 1899’da başlayan Güney Afrika Sava­
rından doğmuştur. Zengin bitki örnekleriyle şı sırasında asker olarak büyük yararlıklar gös­
dünyanın sayılı botanik bahçeleri arasında teren Botha, daha sonra Transvaal ordusu ko­
anılan Kew Krallık Botanik Bahçesi de mutanlığına atandı. 18 ay boyunca İngiliz ordu­
1759’da Londra yakınlarındaki Kew’da kurul­ suna karşı gerilla eylemini yönetti (bak.
muştur. Bu bahçenin yöneticilerinden Sir GÜNEY A f r ik a Sa v a ş i ). Boerler’in yenilgisi
Joseph Banks ile Sir William Hooker, bitki üzerine, 1902’de İngilizler’le olumlu koşullar
örnekleri toplamak için dünyanın dört bucağı­ içeren bir barış antlaşmasının imzalanmasında
na keşif gezileri düzenlediler. Böylece Avru­ önemli katkıları oldu.
pa’da hiç tanınmayan bitki türleriyle zenginle­ Botha ve arkadaşı Jan Christian Smuts
şen bu bahçe, 1800’lerin ortalarında, yeni İngilizler’le uzlaşmayı ve işbirliğini amaçlayan
bahçe bitkilerini üreten, besin, ilaç, kozmetik bir Boer partisi kurdular. Yenilgiden sonra
BOTSVANA 311

her iki Boer cumhuriyeti İngiliz sömürgesi kuzeybatısındaki Okawango bataklık bölgesi­
oldu. Ne var ki, bu sömürgelere Botha’nın nin varlığıdır. Okavvango Irmağı yeraltına
çabasıyla İngiliz hükümetince özyönetim hak­ girip kaybolmadan önce çok büyük bir iç
kı tanındı. 1907’de Transvaal’e özyönetim delta oluşturur. Delta yabanıl yaşam açısın­
hakkı verilmesi üzerine, Botha başbakan se­ dan oldukça zengindir. Bunlar arasında, özel­
çildi. Daha sonra, 1910’da kurulan Güney likle çeşitli kuş türlerini, su yüzündeki bitki­
Afrika Birliği’ne de Ulusal Meclis tarafından lerle beslenerek her yıl deltanın bir ucundan
başbakan seçildi ve ölümüne kadar bu görev­ öbürüne göçen suaygırı sürülerini sayabiliriz.
de kaldı (bak. GÜNEY AFRİKA). I. Dünya Okavvango bölgesi papirüs sazlıklarıyla da
Savaşı'nda Botha ve hükümeti, İngiltere’yi ünlüdür. Öbür önemli ırmaklar, Limpopo ve
desteklediler. Botha, Boer milliyetçilerinin sürekli toprak üstünden akan tek ırmak olan
başlattıkları ayaklanmayı bastırdı. Alman- Chobe’dir.
lar’a karşı savaşı sürdürerek 1915’te Alman
Güneybatı Afrikası’nı ele geçiren Botha, Hayvanlar ve İklim
1919’da Versailles (Versay) Barış Konferan- Botsvana’nın kuru ve sıcak bir iklimi vardır.
sı’na katıldı. Ülkesine döndükten kısa bir süre Sıcaklık 27°C-38°C arasında değişir. Geceler
sonra öldü. ve kış günleri, oldukça soğuk geçer. Yağmur,
çoğunlukla aralık ve nisan ayları arasında
BOTSVANA, Afrika ‘nın güneyinde, dört ya­ yağar. Güneyde yıllık yağış 150 milimetredir;
nı kara olan bir ülkedir. Kuzeyden güneye ve doğuda ise bunun iki ya da üç katma çıkar.
doğudan batıya uzunluğu nerdeyse eşit olup, Botsvana’da, yabanıl hayvan türleri bakı­
yaklaşık 933 kilometredir. Komşuları Zam- mından zengin ulusal parklar ve hayvan koru­
bia, Zimbabve, Namibia ve Güney Afrika’ ma alanları vardır. Bunlardan ulaşımı en
dır. Ülkenin Zambia ile sınırı, Zambezi Irma- kolay olanı kuzeydeki Chobe Parkı dır. Bu
ğı’nın o noktadaki genişliği olan 457 metredir. parkta fil, suaygırı, zürafa, manda, zebra,
aslan, pars, antilop, devekuşu, zehirli yılanlar
ve çeşitli kuş türleri vardır.
BOTSVANA'YA İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 581.987 km2.


Halk ve Sanayi
NÜFUS: 1.167.000 (1987). Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Beçuanalar
YÖNETİM BİÇİMİ: Bağımsız cumhuriyet. sekiz ana kabileye ayrılır. Bunların en önem ­
BAŞKENT: Gaborone. lileri Banguato, Banguaketse ve Bakuena’dır.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Doğuda tepeler ve bodur ağaç­ Kalahari Çölü’nde Afrika’nın en eski halkla-
ların yer aldığı bozkırlar; kuzeybatıda bataklık ve
ırmaklar; batıda kuru ovalar vardır.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Sığır, keçi; hayvan derisi; darı,
mısır; elmas, nikel ve bakır.
ÖNEMLİ KENTLER: Gaborone, Serovve, Lobatse, Mole-
polole, Francistovvn, Selebi-Pikvve.
EĞİTİM: İlköğrenim parasızdır ve mezunların yüzde 80'i
ortaöğrenime devam eder.

Botsvana’nın büyük bir bölümü denizden


600-1.200 metre yükseklikte düz ve açık bir
platodur. Bunun beşte dördünü, seyrek ağaç­
lar ve otsu bitkilerle kaplı Kalahari Çölü
oluşturur (bak. K a l a h a r İ ÇÖLÜ). Doğudaki
tepelerde otlaklar, kuzeydoğuda çeşitli ağaç­
lar, batıda da bataklıklar ve çöller vardır.
Chobe Irmağı kıyısı ormanlıktır.
Botsvana’nın ilginç bir özelliği de ülkenin
312 BOTTICELLI

rından olan 10 bin kadar Buşman yaşar. na kavuştu ve adı Botsvana olarak değiştiril­
Bunlar avcılık ve toplayıcılıkla geçinen göçe­ di. Bugün Botsvana ticaret açısından büyük
belerdir. Ayrıca, birkaç bin Avrupalı ve ölçüde Güney Afrika'ya bağlıdır.
Afrikalı karışımı melez ve az sayıda Avrupalı
vardır. AvrupalIların büyük çoğunluğu, ülke­ BOTTICELLI, Sandro (1445-1510). Erken
ye güneydoğuda Güney Afrika’dan giren ve Rönesans döneminin en ünlü ressamlarından
Zimbabve sınırına ulaşana kadar bütün ülke­ olan Sandro Botticelli’nin gerçek adı Ales-
yi kat eden demiryolu boyunca yerleşmişler­ sandro di Mariano Filipepi’ydi. Babası boyacı
dir. Botsvana’nın başkenti Gaborone’dir. olan Sandro’ya, küçük fıçı anlamına gelen
Botsvana topraklarının yalnızca çok küçük “Botticelli” adlı ağabeyinden kalmıştır. Botti­
bir bölümü tarıma elverişlidir. Başlıca ürünler celli’nin yaşamıyla ilgili çok az bilgi bulunma­
mısır, darı, baklagiller ve kavun-karpuzdur. sına karşın İtalya’da Floransa’da doğduğu, bir
Halkın başlıca uğraşı sığır yetiştiriciliğidir. kuyumcu yanında çalıştığı bilinmektedir.
Madenlerin bulunmasından önce hayvancılık Dönemin en büyük ressamlarından, Kato­
Botsvana halkının hemen hemen tek geçim lik rahip Fra Filippo Lippi'ye çıraklık eden
kaynağıydı. Bugün en yoksul insanlar bile en Botticelli, ustasından fresk ve tempera yap­
azından birkaç sığıra sahiptir. Bazı çiftlik mayı öğrendi. Fresk, özel bir yöntemle duvar
sahiplerinin ise büyük hayvan sürüleri vardır. ya da tavanlara yapılan resimdir. Tempera
Elmastan sonra en önemli dış ticaret ürünü ve ise tozboya ile yumurta sarısının karışımın­
gelir kaynağı ettir. Sığırlar, güney yarıkürenin dan elde edilen aydınlık ve hafif renklerle
en büyük mezbahalarından biri olan, Lobat- yapılan bir çalışmadır.
se’deki et işletmesinde kesilir. Fra Filippo öldüğünde henüz 22 yaşında
Botsvana maden bakımından çok zengin olan Botticelli daha o zamanlar oldukça
olmakla birlikte, bu doğal zenginliğin büyük tanınmıştı. Genç ressam, dönemin en büyük
bir bölümü işlenmemiştir. Bakır, nikel ve sanatçılarına destek sağlayan Floransa’nın
elmas 1960’tan sonra bulundu. Orapa elmas güçlü ve varlıklı ailesi Mediciler'in koruması
madeninde 1971'de çalışılmaya başlandı. Jwa- altında resim çalışmalarını sürdürdü (bak.
neng’deki, değerli taşlar elde edilen ocakta ise MEDICI A İ L E S İ) . Botticelli’nin Mediciler için
1982’de üretime geçildi. Şu anda Botsvana dış yaptığı ve en sevilen resimlerinden biri sayılan
ticaretinde en önemli yeri tutan elmas, dış İlkbahar şiirsel anlatımı ve renklerinin zen­
ülkelerden elde edilen gelirin yüzde 65’ini ginliğiyle dikkati çeker. Tablodaki figürler
oluşturmaktadır. Bakır ve nikel Selebi-Pikwe’ uçarcasına hareketlidir.
de çıkarılır. Botsvana Afrika’nın en zengin Botticelli 1481’de, Sistina Şapeli’nin duvar­
kömür yataklarından bazılarına da sahiptir. larına freskler yapmak üzere, papa tarafından
bazı ünlü Floransalı ressamlarla birlikte Ro-
Tarih m a’ya çağrıldı. İsa ve Musa’nın yaşamlarını
Bağımsız bir cumhuriyet olan Botsvana Afri­ canlandıran duvar resimleri yaptı. İki yıl
ka Birliği Örgütü’ne, Birleşmiş Milletler’e ve sonra Floransa’ya dönen sanatçı buradaki
İngiliz Uluslar Topluluğu'na üyedir. 19. yüz­ birçok kilise ve şapeli resim ve fresklerle
yılda bölge, Kap'tan kuzeye doğru ilerleyen süsledi. Botticelli en büyük yapıtlarını Ro-
Avrupalılar’ın çok ilgisini çekti. İskoçyalı m a’dan döndükten sonraki 10 yıl içinde yarat­
misyoner David Livingstone Afrika’daki ilk tı. Mediciler için, mitolojiden esinlenerek
yıllarını, o zamanlar Bechuanaland diye bili­ yaptığı Venüs’ün Doğuşu ile Mars ve Venüs'te
nen bu ülkede geçirmiştir. kendine özgü bir renk uyumu yaratmakta çok
1885’te İngiltere’nin egemenliği altına giren başarılı olmuş, Rönesans resim sanatının ge­
ülke uzun yıllar boyunca Güney Afrika’daki lişmesine öncülük etmiştir.
bir İngiliz komisyonunca yönetildi. O dönem­ Tablolarından İlkbahar ve Venüs'ün Doğu­
de Güney Afrika bu sömürgenin yönetimini şu Floransa’daki Uffizi Galerisi’nde, Mars ve
üstlenmek istediyse de, İngiltere buna izin Venüs Londra’daki Ulusal Galeri’de sergilen­
vermedi. 1966’da Bechuanaland bağımsızlığı­ mektedir.
BOVLING 313

National Gallery, Londra


Botticelli yaklaşık 1485'te yaptığı Mars ve Venüs adlı bu tabloda, uyuyan savaş tanrısının silahlarıyla
oynayan fa u riları (m itolojide yarı keçi, yarı insan yaratıklar) betim lem iştir.

Guilicıno de M edici ve Müneccim Kralların hemen her yerinde oynanan bovling daha
Tapınması adlı iki yapıtı ise Washington’daki çok Kuzey Amerika'da yaygındır. Bovlingin
(D.C.) Ulusal Sanat Galerisi'nde bulunmak­ atası sayılabilecek oyunlar, koni biçimli kuka­
tadır. lar ve onları devirmek için fırlatılan bir
Konularını mitolojiden ya da klasik çağ çomakla oynanırdı. Kukaların çomak yerine
öykülerinden alan resimlerin dışında, Botti­ topla devrildiği bovling türü ilk kez 14.
celli de dönemin öbür ressamları gibi yapıt­ yüzyılda Almanya ve Hollanda’da yaygınlaştı.
larının çoğunda İsa’nın öldürülmesi, Meryem HollandalIlar, skittles ya da dokuz kuka adını
Ana ve Çocuk İsa türünden dinsel konuları verdikleri bu oyunu 17. yüzyılda, o zamanki
işledi. Sanatçının ışık, duyarlı renkler ve adı New Amsterdam olan New York kentine
uçucu figürlerle bezediği resimler, izleyiciye getirdiler. O zamanlar Avrupa'da dokuz ku­
olağanüstü bir canlılık ve hareketlilik duygusu ka, meyhaneler ve kumarla birlikte anılan,
verir. Botticelli’nin en yetkin yapıtlarından kötü bir oyun sayılmış, bu yüzden oyuna karşı
olan bu resimler, etkilerinden hiçbir şey sert yasalar çıkarılmıştı. A BD'de de dokuz
yitirmeden günümüze kadar ulaşmıştır.
Kilisede reform yapılmasını savunan ve
• •
Medici yönetimine karşı çıkan Savonarola
adında bir din adamının 1498'de idam edilme­ • • ------------------------------------- »#
OYUNCU
sinin Botticelli'yi çok etkilediği bilinmektedir.
Sanatçının bu olaydan sonra yaptığı resimler­
de anlatım ve figürler eski resimlerine göre
daha soyuttur. Mistik Doğum ve Simgesel
Çarmıha Geriliş adlarını taşıyan tablolar derin
bir acıyı ve bunalımı yansıtır.
65 yaşında ölen Botticelli Floransa’daki
Ognissanti Kilisesi’nde gömülüdür. Sanatçı­
nın gerçek değeri ölümünden çok sonra,
ancak 19. yüzyılın sonlarında anlaşılmıştır.

BOVLİNG, genellikle 10 tahta kuka ve ağır "Dokuz kuka"da kukalar oyuncudan 6,5 metre
bir topla oynanan bir oyundur. Dünyanın uzağa, baklava biçim inde yerleştirilir.
314 BOYA VE CİLA

kukayı yasaklayan yasalardan kaçınabilmek arasında oynanabileceği gibi, iki ya da beş


için oyuna 10. bir kuka eklendi. Dokuz kuka kişilik takımlar arasında da oynanabilir.
İngiltere'nin bazı yörelerinde bugün hâlâ oy­ Oyunun herhangi bir bölümünde, oyuncu
nanmaktadır. eğer attığı ilk topla kukaların tümünü devirir­
Günümüzde bovling alanlarında, genellikle se, ikinci top hakkını kullanmaz. İlk topla
19-23 metre uzunluğunda 106-110 cm genişli­ kukaların tümünün devrilmesine “tam isabet”
ğinde, sert tahtadan yapılmış, yan yana birkaç denir. Tam isabet 10 puan kazandırır. Ayrıca
yol vardır. Her birinin iki yanında 23 cm tam isabet yapan oyuncuya fazladan iki top
eninde birer oluk uzanır. Olukların birinin yuvarlama hakkı tanınır. Bu atışların sağladı­
üzerinde, atılan topların geri geldiği bir yatak ğı sayılar önceki 10 puana eklenir. Eğer
bulunur. Kukaların ve topların boyutları oy­ oyuncu arka arkaya üç tam isabet sağlarsa 30
nanan oyunun türüne göre değişir. Sert akça- puan kazanır.
ağaçtan yapılan, lobut biçimindeki kukaların Oyuncu normal hakkı olan iki topla tüm
boyu 38 cm, ağırlığı 1,4 kilogramdır. Bovling kukaları devirirse 10 puan elde eder. Tüm
topları metal olamaz ve ağırlığı 7,3 kilogramı kukaları deviremezse, devirdiği kuka kadar
geçemez. Topun rahatça tutulabilmesi için sayı kazanır. Profesyonel bir oyuncu oyun
üzerinde iki ya da üç delik vardır. başına ortalama 210 puan almalıdır. Oyunda
Cheryl RobinsoniAllsport
alınabilecek en yüksek puan 300'dür. Bunu
başarabilmek için her bölümde arka arkaya
üç tam isabet yapmak gerekir.
Küçük topların kullanıldığı bir başka bov­
ling türünde kukaların boyu 23 santimetreyi
geçemez. Bovlingin üç, dört ya da beş kukay­
la oynanan türleri de vardır.
İngiltere'de, bazı birahane ve kulüplerde
oynanan bovling çeşidine “dokuz kuka” adı
verilir. Kuralları yer yer değişiklik gösteren
dokuz kuka oyununda, alan genellikle kapalı
bir sundurma biçimindedir ve uzunluğu 12
metre, genişliği ise 3-4 metredir. Kukalar
sert tahtadan yapılmıştır. Bunlar yolun bir
10 kukalı bovling ABD'de, "dokuz kuka"yı
yasaklayıcı yasaları etkisiz kılmak için geliştirildi. ucuna, 60 sandmetrelik aralıklarla, baklava
biçiminde yerleştirilir. Yolun öbür ucundaki
Kukalar bovling yolunun bir ucundaki atış çizgisi ile kukalar arasındaki uzaklık 6.5
belirli noktalar üzerine, bir üçgen oluşturacak metredir.
biçimde yerleştirilir. Üçgenin oyuncuya yakın Oyuncular, 4,5 kg ağırlığındaki bir topu
köşesinde bir numaralı kuka yer alır. Üçgenin kukalara doğru yuvarlar. Oyundaki amaç ya
tabanı ise, sıraya dizilmiş dört kukadan olu­ belirli sayıda topla en çok kukayı devirmek ya
şur. 30 cm aralıkla dizilen kukaların arkasın­ da en çok üç topla tüm kukaları devirmektir.
da, topun ve devrilen kukaların içine düştüğü Oyunun bir başka türünde 31 kukanın en az
bir çukur vardır. Çağdaş bovling alanlarında, sayıda atışla devrilmesi amaçlanır.
devrilen kukalar otomatik yerleştiricilerle ye­ Bovling zaman içinde yalnızca bir eğlence
niden yerlerine konur. Oyuncu, yolun bir olmaktan çıkmış, büyük paralarla oynanan
ucundan topu kukalara doğru yuvarlar. Atış çekişmeli bir oyun olmuştur.
sırasında oyuncunun aşmaması gereken faul
çizgisi ile bir numaralı kuka arasındaki uzak­ BOYA VE CİLA. Evlerimizin duvarlarından
lık 18 metredir. Oyuncunun amacı en çok giysilerimize, ressamların tablolarından renk
sayıda kukayı devirmektir. Oyunun her bölü­ renk şekerlere, kullandığımız plastik eşyalar­
münde iki kez top yuvarlama hakkı vardır. dan otomobillere kadar çevremizdeki her şeyi
10 bölümden oluşan bovling oyunu iki rakip renklendiren boyalardır. Bütün bu değişik
BOYA VE CİLA 315

Imperial Chemical Industries Ltd.

Bugün kumaş, deri, kâğıt ve gıda boyalarının üretimi kimya sanayisinin önemli dallarından biridir.

eşyaları ya da ürünleri boyamak için yüzlerce renklendirerek daha çekici kılmak ve benzer­
tür boya geliştirilmiştir. Gene de bütün boya­ lerinden ayıran bir kimlik kazandırmak için
lar maddeyi boyama özelliğine göre iki büyük kullanılır.
grupta toplanabilir: Bir yüzeye uygulandığın­ Bir yüzeye genellikle fırçayla sürülerek ya
da örtücü bir katman oluşturan boyalar ve da püskürtülerek uygulanan örtücü boyalar
uygulandığı maddenin dokusuna işleyen bo- yüzeyden daha derine işlemediği için kalıcı
yarmaddeler. Boyalar örtücü, boyarmaddeler değildir; bu tip boyalar sıcaklık, nem gibi
gerçek anlamda boyayıcıdır. Bu özelliğini hava koşullarından etkilenir ve uygun bir
vurgulamak için boyarmadde denen bu doku- çözücüyle ya da kazınarak yüzeyden çıkarıla­
sal boyalar, doğal maddelerden elde edilen ya bilir. Boyarmaddeler ise uygulandığı m adde­
da kimyasal maddelerin bireşimiyle (senteziy­ nin yalnız yüzeyine değil bütün dokusuna
le) hazırlanan karmaşık yapılı organik bileşik­ tutunduğu için kalıcıdır; bu tür boyalar çok
lerdir. nitelikli değilse zamanla solabilir, ama boya
Mobilyaları, kapı ve pencere doğramalarını sökücü özel maddelerle işlemden geçirilme­
boyamak için kullanılan yağlıboyalar ile tekne dikçe dokudan ayrılmaz. Kumaş ve deri
ve otomobil boyaları gibi örtücü boyalar boyaları genellikle boyanacak ürünü boya
eşyaya yalnızca renk ve parlaklık kazandır­ çözeltisine batırarak uygulanır ve boyama iyi
makla kalmaz, sıcaklık değişiklikleri, nem, yapılırsa bütün dokudaki renk tonu aynı olur.
hava kirliliği gibi dış etkenlere karşı da Plastik, gıda, ilaç ve kâğıt boyaları ise çoğu
koruyucu bir katman oluşturur. Genellikle kez sıvı ya da hamur halindeki ürünün içine
renksiz olan cilalar da uygulandıkları yüzeyi katılır.
hem parlatır, hem korur. Oysa kumaş, deri,
plastik, gıda, ilaç ve kâğıt boyaları gibi Yağlıboyalar
boyarmaddelerin böyle koruyucu bir işlevi Yağlıboyaların bileşiminde renk verici bir
yoktur; bu boyalar bir ürünü ya da eşyayı pigment ile bu pigmenti taşıyan, genellikle
316 BOYA VE CİLA

bitkisel kökenli bir yağ bulunur. Pigmenti cak boyaların, kapalı yerlerde kullanılacak
yüzeye bağladığı için bağlayıcı denen bu yağ boyalardan daha uzun ömürlü ve dayanıklı
sıvı, pigment ise çoğu kez ince toz halinde olması gerekir. Nitekim yapıların dış cephe
öğütülmüş bir katıdır. Boya yapmak için, bu boyalarında kuruyucu yağ bol, terebentin
ince toz halindeki pigment özel makinelerde esansı azdır; bu da boyanın yavaş kurumasını,
bağlayıcı sıvıyla iyice karıştırılır. ama sonradan parlak ve uzun ömürlü bir
Yağlıboyaya, sürüldüğü yüzeyi bir renk yüzey oluşturmasını sağlar. İçeride kullanıla­
katıyla “örtme özelliği” kazandıran ana pig­ cak boyaların bu kadar parlak ve dayanıklı
mentler metal cevherlerinin, yani bir metalin olmasına gerek olmadığı için yağı az, tereben­
elde edildiği toprak ya da kayaçların kavrul­ tini çoktur. Yapıların içinde, özellikle tavan
masıyla hazırlanır. Çinko oksit, çinko sülfür, ve duvarları boyamak için suyla karıştırılarak
titan dioksit, üstübeç (bazik kurşun karbonat) kullanılan plastik ya da lateks boyalar yağlı­
en önemli beyaz pigmentlerdir. Demir ve boya değildir; çünkü bunların bağlayıcıların­
bakır oksitler kırmızı, kromatlar sarı ve tu­ da bitkisel ya da mineral yağlar bulunmaz.
runcu, element halindeki karbon ise çok Radyatör boyaları, çabuk kuruyan bir vernik
kullanılan siyah pigmentlerdir. Boyaya kıvam ya da lakaya metal tozlarının karıştırılmasıyla
vermek için bağlayıcının içine ayrıca tebeşir, hazırlanır. Ayrıca banyo küvetleri, lavabolar,
kireçtaşı ve kil gibi ucuz maddeler de katılır. buzdolapları, fırınlar ve soba boruları için
Bağlayıcı sıvının en önemli bileşeni yağlı özel emaye boyalar üretilir.
tohumlardan, fındık ve ceviz içinden, bazı Dış cephelerdeki taş duvarların boyanma­
bitki ve balıklardan elde edilen kuruyucu sında, pigment olarak ince kum ya da öğütül­
yağlardır. Bu yağlar havanın oksijeniyle bir­ müş kayaç, bağlayıcı olarak da tong yağı
leştiğinde katılaşarak ince ve esnek bir kat­ içeren yağlıboyalar kullanılabilir. Gemilerin
man oluşturur. Kuruyucu yağların en bilinen su kesimi altındaki bölümleri, yosun ve midye
örneği, keten bitkisinin tohumlarından elde bağlamasını önlemek için, zehirli kimyasal
edilen beziryağıdır (bak. KETEN). Çin’de yeti­ maddeler içeren özel boyalarla boyanır. Bun­
şen tong ağacının tohumlarından elde edilen ların dışında, ısıya ve aleve dayanıklı özel
tong yağı, soyafasulyesinden elde edilen soya boyalar, sera ve mandıra gibi yerlerde man­
yağı ile petrolden elde edilen çeşitli mineral tarların üremesini önleyen boyalar, karanlık­
yağlar da çok kullanılır. ta da görülebilecek biçimde parıldayan fosfor­
Bağlayıcıların bileşiminde kuruyucu yağlar­ lu boyalar vardır.
dan başka reçineler, inceltici (sulandırıcı) ve
kurutucu maddeler de bulunur. Reçineler Cila ve Lakalar
yağlıboyanın içindeki çeşitli maddelerin birbi­ Daha çok ahşap (tahta) ve deri eşyayı bozucu
rine bağlanmasını sağlar ve fırçayla sürülmesi­ etkilere karşı koruyup parlatmak için kullanı­
ni kolaylaştırır. Bunun için bazı ağaçlardan lan cilalar pigmenti olmayan renksiz boyalar­
elde edilen doğal reçineler ya da kimyasal dır. Deri eşyaları cilalamak için genellikle bir
maddelerden üretilen yapay (sentetik) reçine­ çözücüde çözünmüş hayvansal ya da bitkisel
ler kullanılır. İncelticiler ya da İngilizce'den mumlar, örneğin balmumu kullanılır. Ayak­
dilimize geçen adıyla tinerler, boyayı daha kabı ve muşamba cilaları çoğunlukla bu tür
akışkan hale getirerek sürülmesini kolaylaştı­ mumlu cilalardır. En çok kullanılan mobilya
ran terebentin esansı ve gazyağı gibi çözücü cilaları ise, doğal ya da yapay reçinelerin
maddelerdir. Kurutucu olarak kullanılan ko­ kuruyucu yağlardaki çözeltisi olan vernikler­
balt, manganez ya da kurşun gibi metaller ise, dir. Eskiden vernik yapmak için ağaçlardan
yüzeye ince bir kat halinde sürülen boyanın sızan doğal reçineler eritilir, içine beziryağı
daha çabuk kurumasına yardımcı olur. katılır ve istenen kıvama gelinceye kadar
Yağlıboyaların yapımında dikkat edilecek pişirildikten sonra terebentinle sulandırılırdı.
noktalardan biri de boyanın nerede kullanıla­ Tropik bölgelerdeki bazı ağaçların üzerinde
cağıdır. Havanın aşındırıcı ve bozucu etkisiyle yaşayan ve lak böceği denen bir kabuklubitin
karşı karşıya kalan dış yüzeylerde kullanıla­ ürettiği gomalak da vernik yapımında çok
BOYA VE CİLA 317

k u llan ılan doğal re ç in e le rd e n b irid ir (bak. Otomobillerde de genellikle nitroselüloz


K a b u k l u b î t ). A m a b u g ü n d o ğ a l r e ç i n e l e r i n (bak. SELÜLOZ) ile doğal ya da yapay bir
y e rin i b ü y ü k ö lç ü d e y a p a y r e ç in e le r a lm ıştır. reçine içeren özel laka boyalar kullanılır.
Verniklere genellikle kurutucu ve inceltici Boyanın parlamasını ve met-al yüzeye yapış­
maddeler de katılır. Verniğin kuruduğu za­ masını sağlayan reçinedir. Lakaya esneklik
man sert, saydam ve parlak bir katman kazandırmak için ayrıca bir yumuşatıcı ekle­
oluşturmasını sağlayan reçinedir; yağ ise bu nir. Bütün bu maddeler önce bir çözücüde,
katmanı dayanıklı ve uzun ömürlü yapar. genellikle alkolde çözülür; sonra içine petrol
Örneğin deniz teknelerini cilalamak için kul­ ya da kömür katranından elde edilen inceltici­
lanılan verniklere, havadan ve sudan etkilen­ ler katılır. Boya tabancasıyla püskürtme ya da
meyen dayanıklı, esnek bir koruyucu katman boya çözeltisine daldırma yöntemiyle uygula­
oluşturması için bol tong yağı katılır. nan laka çabucak kurur ve sudan, gaz ya da
Renkli bir vernik olan laka boyalar adını benzinden etkilenmeyen, sert, dayanıklı ve
lak böceğinden almıştır. Oysa yüzlerce yıldır parlak bir yüzey oluşturur.
Çin’de ve Japonya’da kullanılan gerçek doğu Ressamların kullandığı boyalara ilişkin bil­
lakalarının ne bu böcekle, ne de onun ürettiği gileri RESİM SANATI maddesinde bulabilir­
gomalakla bir ilgisi vardır. Bu boyalar laka ya siniz.
da vernik ağacı denen bir ağacın özsuyundan
elde edilir. Renkleri kırmızı, siyah, altın ya da Boyarmaddeler
gümüş beyazıdır. Ahşap ve metal eşyalara Boyarmaddelerin ilk kez ne zaman ve nasıl
laka boyaları uygularken, sürülen her katın kullanıldığı tam olarak bilinmiyorsa da, bitki
iyice kuruması beklenir; sonra bütün pürüzle­ ve hayvanlardan elde edilen doğal boyarmad­
ri giderilerek parlatılır ve üzerine yeni bir kat delerin çok eski bir geçmişi olduğu kesindir.
sürülür. Böylece üst üste 30 kat kadar laka Eski Mısırlılar bitki köklerinden, ağaç kabuk­
sürüldüğünde porselen gibi parlak, sert ve larından, likenlerden, meyvelerden, hatta ba­
pürüzsüz bir yüzey elde edilir. Lakayla parla­ zı yumuşakça ve böceklerden elde ettikleri
tılmış yüzeylere ya da eşyalara da lake denir. doğal boyarmaddelerle ipek, yün, keten ve

(Sağda) J. O lson/CIBA-GEIGY Corp., (üsttesolda) Emil


MuenchlOstman Agency, (altta solda) A t o Z Botanical
Collection/EB Inc., (ortada) Tom McHughlPhoto Researchers

Doğal boyarm addelerin kaynağı bitki ve


hayvanlardır. Bir zamanlar safran
çiçeklerinin (üstte solda) dişiorganlarının
kurutulm uş tepeciklerinden sarı,
çivitağacından (altta solda) koyu mavi,
dikenli deniz salyangozlarının (üstte)
salgılarından da erguvan renginde
boyarm addeler elde edilirdi. Günümüzde
boyarm addelerin çoğu kimyasal
maddelerden bireşim yoluyla
üretilm ektedir (sağda).
318 BOYA VE CİLA

pamuklu kumaşları birbirinden güzel renklere renkte boyarmadde veren yeni bir kabuklubit
boyarlardı. Çinliler de İÖ 3000 yıllarında iplik türü bulundu. Meksika’dan Avrupa’ya götü­
ve dokumaları boyamak için bitkilerden elde rülen bu boyarmadde kısa sürede yayıldı ve
ettikleri boyarmaddeleri kullanmaya başladı­ bu iki tür kırmız böceği yakın zamanlara ka­
lar. Doğal boyarmadde tarifleri binlerce yıl dar kırmızı boyarmadde kaynağı olarak öne­
boyunca kuşaktan kuşağa aktarıldı. Ama bu mini korudu.
tarifler ancak son yüzyıllarda yazıya geçirildi­ Bitkisel Boyarmaddeler. Bitkilerden elde
ği için, eski toplumların bildiği birçok formül edilen boyarmaddelerin belki de en değerlisi
bugün unutulup gitmiştir. ve en çok kullanılanı koyu mavi renkli çivittir.
Hayvansal Boyarmaddeler. Eskiçağlarda Bugüne kadar önemini koruyan çivit, renk
kullanılan en göz alıcı boyarmadde, hayvansal tutturmak çok zor olduğu için her zaman de­
kökenli doğal bir boya olan Sur firfiriydi. Bir ğerli sayılan mavi boyarmaddeler grubunun
dikenli salyangozdan (Murex brandaris) elde en tanınmış üyesidir. Günümüzde bireşim yo­
edilen erguvan rengindeki bu boyarmaddenin luyla üretilen bu madde eskiden yalnız çivit-
adı, Fenike uygarlığının en büyük kentlerin­ otu ile çivitağacından elde edilirdi (bak. Çİ VİT).
den biri olan Sur’dan gelir. Firfir de “erguvan Çivitotu (Isatis tinctorid) Avrupa ve Asya’da
rengi” anlamındaki Eski Yunanca bir sözcü­ yetişen, sarı çiçekli, ikiyıllık bir bitkidir. Çivit
ğün bozulmuş biçimidir. Bir efsaneye göre, elde etmek için açık yeşil renkli taze yaprakla­
Fenike tanrısı Melkart’ın köpeği kumsalda rı toplanır, kurutularak toz haline getirilir ve
dolaşırken bu deniz salyangozlarını ezmiş, böy­ suya bastırılarak mayalanmaya bırakılırdı.
lece bu boyarmaddenin sırrını öğrenmiş. Bu Baklagillerin Indigofera cinsinden olan çi-
salyangozun ezilmesiyle çıkan sarımsı sıvı gü­ vitağaçları da en az 5.000 yıl boyunca boyar­
neşte bırakıldığında gökkuşağının bütün madde kaynağı olarak kullanılmıştır. Eski Mı­
renklerinden geçerek sonunda parlak erguvan sır’daki Teb kentinin kumaş boyacıları hem
rengine dönüşür. Etkili bir sabunla yıkandı­ giysilik kumaşları, hem de mumyaları sarmak
ğında da kimyasal bir değişiklik geçirerek, gü­ için kullanılan bezleri çivitağacından elde et­
neşte solmayan ve yıkanınca rengini atmayan tikleri çivitle boyarlardı (bak. M u m y a ) .
parlak, koyu kırmızı bir renk alır. İÖ 1500 Çivit bugün bile sanayide ve evlerde çok
yıllarında boyarmadde yapım yerleri Sur ve kullanılan bir boyarmaddedir. Çivitle boya­
Sayda’dan bütün Akdeniz kıyılarına yayılmış­ nan kumaş yıkandığında solarak açık mavi bir
tı. Ama Fenikeliler biraz boyarmadde elde renk alır; ama güzel görünümünü yitirmez.
edebilmek için o kadar çok salyangoz ezmek Örneğin yıkandıkça ağaran blucin kumaşları
zorundaydılar ki, bu güzel renge sahip olmaya çivitle boyanır.
ancak zenginlerin gücü yetiyordu. Bu yüzden Çivit suda çözünmediği için boyamadan ön­
Sur firfiri yalnızca imparatorların, kralların ve ce soda ve başka kimyasal maddelerle işlem­
rahiplerin giysilerini renklendirirdi. den geçirilmesi gerekir. Çivit banyosuna dal­
Eskiçağlarda çok değer verilen boyarmad- dırılan kumaş sarımsı bir renk alır; banyodan
delerden biri de bir böcekten elde edilen canlı çıkarıldığında rengi önce yeşilimsi sarıya, son­
kırmızı renkte bir boyaydı. Kırmızı savaş ren­ ra havanın etkisiyle maviye döner. Kumaştaki
gi sayıldığı için, Eski Mısırlılar’dan başlayarak bu renk değişimlerini izlemek bir sihirbazlık
askerler hep bu renkte üniformalar giydiler. gösterisini izlemek kadar zevklidir.
Bu boyarmadde kırmız meşesi ya da çoban- Kırmızı boyalar öbür renklerden çok daha
püskülü gibi bitkilerin üzerinde yaşayan bir çabuk solar. Eski halıları incelerseniz mavi,
tür kabuklubitin dişisinden elde edilirdi. Kır­ sarı ve kahverengi desenlerin genellikle kır­
mız böceği (Kermes ilicis) denen bu kabuklu- mızılardan daha canlı olduğunu görürsünüz.
bitler tanyeri ağarmadan fener ışığında yap­ Bu aranan rengin başlıca kaynağı Avrupa’da
rakların üzerinden toplanır, sonra kurutula­ “Türk kırmızısı” ya da “Edirne kırmızısı” adıy­
rak öğütülürdü. Rönesans çağında kırmız üre­ la bilinen kökboyasıydı. Kökboyası bitkisi­
timinin en önemli merkezi Venedik’ti. A m e­ nin (Rubia tinctorum) kurutulmuş köklerin­
rika’nın keşfinden sonra bu kıtada da aynı den elde edilen bu boyarmadde Eski Mısırlı­
BOYA VE CİLA 319

lar zamanında bile üretiliyordu. Eski Yunan­ Mordanlar


lıların boyarmaddelerle ilgili ilk ticaret kayıt­ Kumaş boyalarının zamanla rengini atmaması
larında Hindistan ile Anadolu arasında kök- için mordan ya da boyasaptar denen m adde­
boyası ticareti yapıldığı yazılıdır. Elde edilen ler kullanılır. Bunlar, boyarmaddenin kuma­
boyarmaddenin niteliği ve rengi, bitkinin ye­ şın dokusuna işleyerek liflere sıkıca tutunması­
tiştiği topraktaki mineral miktarına göre deği­ na yardımcı olan mineral tuzlandır. Doğal ku­
şirdi. Nitekim canlı kırmızı renge boyayan ve maş boyalanyla kullanılan mordanlann başın­
solmayan Türk kırmızısı Avrupa’da en çok da şap (potasyum-alüminyum sülfat), kalay
aranan kökboyası olmuştu. 18. yüzyılda Fran­ (kalay klorür), krom (potasyum bikromat), de­
sa’dan gelen boya uzmanları bu boyarmadde­ mir (demir sülfat) ve bakır sülfat (göztaşı) gelir.
nin formülünü öğrenerek Avrupa’ya götürdü­ Boyanın daha iyi tutması için iplik ya da
ler. Bugün kökboyası, “alizarin” adıyla fabri­ kumaşlar önce mordan çözeltisine, sonra bo­
kalarda üretilen yapay bir boyarmaddedir. yaya batınlır. Bu yöntemin belki de en büyük
Bitkiler dünyası çok zengin bir boyarmadde yararı, aynı boyarmaddenin değişik mordan-
kaynağıdır. Çivit ve kökboyasından başka, larla açıklı koyulu tonlar, hatta değişik renk­
renk renk birçok boyarmadde bitkilerden el­ ler vermesidir. Kalay tuzuyla genellikle par­
de edilir. Bugün hâlâ birçok ülkede saç boya­ lak, bazen sert tonlar, krom tuzuyla daha ko­
mak için kullanılan, Türkiye’de, Asya ve Af­ yu tonlar elde edilir. Bakır tuzu daha çok yeşil
rika’nın bazı yerlerinde kadınların ellerini renkli bitkisel boyarmaddelerle kullanılır.
süsleyen kına, saç boyası olarak ilk kez Eski Demir tozu boyarmaddenin rengini donuklaş­
Mısır'da kullanıldı. Kına bitkisinin (Lawsonia tırıp koyulaştırır; şap ise uçuk ve soluk tonlar
inermiş) kurutulup öğütülmüş yapraklarından verir. Boyarmaddeler ile mordanlann bu
elde edilen bu toz boya da bugün bireşim yo­ özelliği, sonsuz deneme olanakları ve zengin
luyla hazırlanmaktadır (bak. K in a ). Bir çiğ­ bir renk çeşitliliği sağlar.
dem türü olan safranın (Crocus sativus) çiçek
tepeciklerinin kurutulmasıyla hazırlanan sarı Mordansız Boyarmaddeler
renkli safran boyası da eskiçağlarda çok de­ Bazı bitkilerden elde edilen boyarmaddeler
ğerliydi; çünkü yaklaşık 25 gram boyarmadde mordan kullanmadan da çok iyi sonuçlar ve­
elde etmek için 4.000 safran çiçeği gerekiyor­ rir. Örneğin ağaç ve kayaların üzerinde yeti­
du. Bu boya bazı yiyecekleri, örneğin zerde şen likenlerin boyarmaddeleri bu gruptandır.
denen tatlıyı renklendirmek için de kullanılır Likenler çok geniş bir renk yelpazesi sunar.
(bak. Sa f r a n ). Amerika’da yetişen ve yüksek Bu renkler, yüzlerce tür likenden hangisinin
bir ağaç olan bakkamın (Haematoxylon cam- kullanıldığına bağlı olarak bej ve kahverengi­
pechianum) odunundan, kumaşları griden den sarı ve turuncuya, pembe ve kırmızıdan
mora kadar değişik tonlarda boyayabilen si­ morumsu kırmızıya, yeşile ve bazen maviye
yah bir boyarmadde elde edilir. kadar uzanır. Üstelik likenlerin, kumaş ola­
Annatto adıyla bilinen tropik bir ağacın rak dokunduktan sonra bile yok olmayan hoş
meyvelerinden de aynı adlı kırmızı bir boyar­ bir kokusu vardır.
madde çıkarılır. Anayurdu Orta ve Güney Likenlerden başka yabanmersini meyvele­
Amerika olan bu ağaç Yenidünya’nın keşfin­ ri, soğan kabuğu, pancar kökü, zerdeçalın ku­
den sonra tropik ülkelerin çoğuna yayılmıştır. rutulmuş köksapları, avokado meyvesinin ka­
Batı Hint Adaları’nın yerli halklarından olan buğu, cevizin yeşil kabuğu, mürver ve çakal-
Karipler gövdelerini annattoyla boyarlardı; eriğinin meyveleri, sarıbaşak ve kanaryaotu
bu madde bugün de peynir kabuklarını ve du­ gibi bitkisel kaynaklardan da mordansız bo­
dak boyalarını renklendirmek için kullanılır. yarmaddeler elde edilir. Aynı bitkinin kök,
Gene Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa’ya yaprak, sap, kabuk, çiçek, meyve gibi değişik
götürülen brezilyaodunu da, “mordan” denen bölümleri çoğu kez değişik tonlar verir. Öbür
değişik kimyasal maddelerle birlikte kullanıldı­ bölümlerden genellikle daha yumuşak olan
ğında kırmızı, pembe ve kahverengi tonlannda yaprak ve çiçekler boyarmaddesini sap ve
renk veren bir boyarmadde kaynağıdır. köklerden daha kolay salar.
320 BOYKOT

Yapay Boyarmaddeler siyle daha da güzelleşir, solmaz ve yıkamayla


1856’da İngiltere'de William Henry Perkin ağarmaz. Akrilik, dakron ve orlon gibi yapay
adında genç bir kimya öğrencisi, bir bitkiden elyaf genellikle, tek tek bütün liflerin dokusu­
elde edilen kinini laboratuvarda kimyasal na işleyen ve lifin ayrılmaz bir parçası duru­
maddelerden bireşimlemeye uğraşıyordu. Bu­ muna gelen dağılımlı boyarmaddelerle boya­
nu başaramadı ama ilk yapay ya da sentetik nır. Yalnız bu boyama işleminin yüksek sıcak­
boyarmaddeyi üretti. Anilin moru diye bili­ lık ve basınç altında yapılması gerekir. Bu ya­
nen bu açık pembemsi mor renkli boyarmad­ pay lifler kimyasal maddelerden insan eliyle
deyi kömür katranından ayrılan anilinden el­ hazırlandığı için, daha üretim aşamasında ha­
de etmişti. Oysa eskiden bu rengi yalnızca çi­ mur halindeki çözeltinin içine boyarmadde
vit verebiliyordu. katarak önce hammaddeyi boyayıp sonra ip­
Bunun önemli bir buluş olduğunu fark eden lik (elyaf) haline getirme olanağı da vardır.
Perkin yeni boyarmaddeler üretmek için ça­ Yapay boyarmaddeler ve pigmentler doku­
lışmaya başladı. Perkin ve bazı Alman kimya­ ma sanayisi dışında başka maddelerin renk-
cılar birbirlerinden ayrı olarak yürüttükleri lendirilmesinde de kullanılır. Süt ürünleri, şe­
çalışmalar sonunda kömür katranından aliza­ kerlemeler, gazoz, meyve suyu gibi alkolsüz
rin (kökboyası) elde etmeyi başardılar. Doku­ içecekler, likörler, mürekkep ve baskı boyala­
ma sanayisinden gelen büyük talebi karşıla­ rı, deri, yer döşemesi olarak kullanılan man­
mak için boyarmadde üretiminde kullanılacak tarlı muşamba (linolyum), yağlıboyalar, kâ­
yeni makineler yapıldı. Boyarmadde üretimi­ ğıt, plastik ve kauçuk, boyarmaddelerle renk­
nin bir sanayi dalı haline gelmesiyle de 10 yıl lendirilen ürünlerin yalnızca birkaçıdır.
içinde bir düzine kadar yapay boyarmadde
üretildi. BOYKOT, bir ülkenin, ticari bir kuruluşun ya
Bugün bazı doğu ülkelerinde yapay boyar­ da bir kişinin haksız uygulamalarına örgütlü
maddeler de kullanılmakla birlikte, gelenek­ karşı çıkma eylemidir. Boykot sözcüğü ilk kez
sel boyama yöntemlerinde pek büyük bir de­ 19. yüzyılda İrlanda'da kullanıldı. O dönem­
ğişiklik olmamıştır. Oysa bütün öbür ülkeler­ de İngiltere'de yaşayan İrlandalı büyük top­
deki küçük boyama atölyelerinin yerini, mil­ rak sahipleri topraklarını işletilmek üzere
yonlarca metre kumaşı her renk ve desende simsarlara kiralıyorlardı. Bu simsarlar da,
boyayabilen modern makinelerle donatılmış yüksek kazanç sağlamak amacıyla, yoksul
büyük fabrikalar almıştır. Bugün her biri baş­ çiftçilerden bile zorla para topluyorlardı.
ka bir ürünü boyamak için kullanılan ve her Bunlardan biri de, Charles Cunningham Boy-
rengin bütün tonlarını verebilen 3.000'den cott (1832-97) adında acımasızlığıyla tanınmış
çok yapay boyarmadde vardır. Bu boyarmad­ bir simsardı. Ödeyecekleri kiraları kendileri
deler mordan gerektirmediği için genellikle saptamak isteyen İrlandalı çiftçilerle Boycott
doğrudan boyama yöntemi uygulanır. Bu arasında 1880’de anlaşmazlık çıktı. Bunun
yöntemde boyarmadde çok az miktardaki sı­ üzerine Boycott’un çiftliğine saldıran kiracı
cak suda eritilir, içindeki katı parçacıkları çiftçiler, hizmetçileri sindirerek, Boycott’a
ayırmak için süzülür ve istenen renk tonunu posta ve yiyecek ulaşımını engellediler. Boy­
elde etmek için belli ölçüde sulandırılır. cott yabancı işçi tutarak, 900 askerin koru­
Malakit yeşili, Bismarck kahverengisi, me­ ması altında ekini kaldırtabildi. Boykot teri­
tilen mavisi ve metil moru gibi bazik boyar- mi, Boycott’a karşı gerçekleştirilen toplu pro­
maddelerle ipek ve yün doğrudan boyanabi­ testo eyleminden sonra yaygınlık kazandı.
lir. Bu boyarmaddeler ayrıca hasır, rafya, se­ Günümüzde daha çok, bir ülkenin yöneti­
petlik söğüt, tanenli maddelerle sepilenmiş minden duyulan hoşnutsuzluğa dikkati çek­
deri ve selülozdan elde edilen reyonu (yapay mek amacıyla boykota başvurulmaktadır. Ö r­
ipeği) boyamak için de kullanılır. neğin birçok ülke, Güney Afrika Cumhuriye-
Bazı kükürt bileşikleri pamuk ve keten do­ ti’nin Siyah Afrikalılara uyguladığı haksız
kumaların boyanmasında iyi sonuç verir. Bu yaptırımları onaylamadığından, bu ülkenin
kükürtlü boyarmaddelerin rengi havanın etki­ mallarını satın almayarak, boykot etm ekte­
BOYNUZ 321

dir. Afganistan'a SSCB askerlerinin girişini


protesto etmek amacıyla, ABD ile birlikte
bazı ülkeler 1980 Moskova Yaz Olimpiyat
Oyunlarfnı boykot etmişti. 1984'te ise SSCB
ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler, oyun­
larda ticari kaygıların ağırlık kazandığı gerek­
çesiyle, Los Angeles Olimpiyat Oyunları’nı
boykot ettiler.
Ülkemizde son yıllarda eğitim sorunlarına
dikkat çekmek amacıyla yüksekokul ve üni­
versite öğrencileri yemek boykotuna; toplu­
sözleşme koşullarını ve düşük ücretleri pro­
testo etmek amacıyla da işçiler yemek boyko­
tu ve servis araçlarına binmeme türünden
boykotlara başvurmaktadırlar.

BOYLAM bak. E n le m ve B o y la m .

BÖYLE, Robert (1627-1691). Kimyada de­


neysel yöntemlerin öncülerinden olan İngiliz
bilgin Robert Böyle bilimin ve bilimsel deney­
lerin büyük ilgi gördüğü bir çağda yaşadı.
Bütün yaşamım çalışmaya ve bilimsel araştır­
malara adayarak çok önemli buluşlar yaptı. Mary Evans Picture Library
Birçok bilim adamı sık sık Londra’da topla­ 17. yüzyılın büyük kim yacılarından Robert Böyle.
nır. bilim alanındaki yeni gelişmeleri ve bu­
luşları tartışırlardı; Boyle’un da katıldığı bu
seçkin topluluk bugünkü Kraliyet Derneği’ hava, su ve ateş gibi dört temel öğenin değişik
nin çekirdeğidir. oranlarda birleşmesiyle oluştuğunu savunan
Cork kontunun oğlu olan Böyle, İrlanda’ Aristo’nun görüşlerine karşı çıkan ilk kimya­
mn Waterford bölgesindeki Lismore’da doğ­ cılardan biridir. Bunun yerine bütün madde­
du. Sekiz yaşındayken İngiltere’deki Eton lerin “birincil parçacıklardan” oluştuğunu öne
College’a gönderildi; üç yıl sonra da Fransız sürerek çağdaş atom kuramlarına öncülük
öğretmeniyle birlikte Avrupa gezisine çıktı. etmiştir (bak. ATOM).
İtalya’da bulunduğu sıralar büyük bilim ada­
mı Galileo’nun çalışmalarını inceleme fırsatı BOYNUZ, özellikle çifttoynaklılardan sığır,
buldu. koyun, keçi, ceylan, antilop ve geyikler ile
Avrupa gezisinden sonra deneysel çalışma­ tektoynaklılardan gergedanların başlıca saldı­
larına başlayan Böyle, yardımcısı Robert rı ve savunma aracıdır. Başın üstündeki bu
Hooke ile birlikte bir hava pompası geliştirdi. sert uzantılar hayvanın türüne göre çift ya da
Bu pompa yardımıyla havanın özelliklerini tek, düz, kıvrımlı ya da çatallı, kısa ya da
inceleyerek solunum, yanma ve ses iletiminde uzun olabilir. Bütün bu hayvanlarda boynuz­
havanın temel rol oynadığını kanıtladı. Yapıt­ ların yalnız biçimi değil dokusu da değişiktir.
larından birinde, bir gazın hacmi ile uygula­ Üstelik bazıları aynı boynuzu ömür boyu
nan basınç arasındaki ters bağıntıyı açıkladı. taşır; bazılarında ise boynuzlar her yıl yenile­
“ Böyle yasası" olarak bilinen bu bağıntıya nir. Sığır, koyun, keçi, ceylan ve antilopların
göre, sıcaklığın değişmemesi koşuluyla, bir kalıcı olan boynuzları kafatasından uzanan bir
gazın hacmi uygulanan basıncın artışıyla oran­ kemik ile bunun üstünü kaplayan boynuzsu
tılı olarak azalır. maddeden oluşur. Kuşların gagası, tüyleri,
Böyle, evrendeki bütün maddelerin toprak. balıklar ile sürüngenlerin pulları, insanın saç,
322 BOYNUZGAGA

Zürafa

Alageyık

Zürafanın boynuzları ince tüylü, kadifemsi bir deriyle kaplıdır. Geyiklerin çatallı boynuzları kemiktendir
ve her yıl yenilenir. Boğa, koç ve antilobun boynuzlarında içi oyuk kemikten bir çatıyı boynuzsu
maddeden bir dış katman örter. Gergedanın boynuzu ise birbirine iyice kaynaşmış boynuzsu liflerden
oluşm uştur.

kıl ve tırnakları da aynı boynuzsu maddeden Asya'nın birçok yöresinde gergedan boynuzu­
yapılmadır; çünkü bu oluşumların hepsi iist- nun cinsel gücü artırdığına inanılır. Bu boy­
deriden türemiştir ve temel bileşenleri keratin nuzlardan öğütülmüş tozların yüzyıllar bo­
denen lifsi bir proteindir. Bütün hayvanlar yunca çok yüksek fiyatlarla satılması, tüm
içinde yalnızca gergedanların boynuzları tü­ yasaklamalara karşın Asya gergedanlarının
müyle boynuzsu maddeden oluşur. Buna kar­ aşırı avlanmasına ve soylarının neredeyse
şılık zürafa ve geyiklerin boynuzlarında hiç tükenmesine yol açmıştır.
boynuzsu madde bulunmaz. Tümüyle kemik­ İnsanlar tarih boyunca hayvan boynuzlarını
ten olan bu boynuzların üstü ilkbaharda çok değişik amaçlarla kullandılar. Örneğin içi
kadife gibi yumuşak ve ince tüylü bir deriyle oyuk olan koyun ve sığır boynuzlarından içki
kaplanır; boynuzların büyümesi durunca bu kadehi ve üflemeli çalgı yaptılar. Bir zaman­
örtü de yok olur. Rengeyiği dışındaki bütün lar değerli sofra takımlarının kaşık ve bıçak
geyik türlerinin yalnız erkekleri boynuzludur. sapları, sigara tabakaları boynuzdan yapılır,
Her yıl yenilenen bu boynuzların büyüklüğü hatta sokak lambalarında cam yerine boynuz­
ve çatal sayısı hayvanın yaşını gösterir. dan incecik levhalar kullanılırdı. Bugün boy­
Gergedanların boynuzu, üstderiden kay­ nuz tozu genellikle gübrelere katılır; ayrıca
naklanan keratin liflerinin birbirine iyice kay­ buharla ısıtılıp yumuşatıldıktan sonra presle
naşmasıyla oluşmuş, koni biçiminde sert ve biçim verilen boynuzdan düğme, tarak, kutu
boynuzsu bir yapıdır. Hindistan gergedanının ve süs eşyası yapılır.
burnunun üstünde 30 cm uzunluğunda tek bir
boynuz, öbür türlerde ise gene burnun üstün­ BOYNUZGAGA. Asya’nın tropik kesimle­
de art arda yerleşmiş iki boynuz vardır. rinde ve Afrika’da boynuzgaga adıyla tanınan
BOZKIR 323

ilgi çekici kuşlar yaşar. Bu kuşların en çarpıcı yılan yemeyi sever. Bu kuşlar meyve ya da
özelliği gagalarıdır. Genişçe bir kemer yapa­ tohumları gagasının ucuyla koparır ve genel­
rak aşağıya doğru kıvrılan gagaları hem çok likle havaya atarak düşerken yakalayıp yutar.
iridir, hem de ilk bakışta dikkati çekecek Tüyleri daha çok siyah-beyaz ya da kahveren-
kadar canlı renklerdedir. Üstelik bazı türler­ gi-beyaz karışımıdır. Oldukça uzun kuyruklu
de bu iri gaganın üstünde büyük bir çıkıntı olan boynuzgagalar geniş kanatlarını büyük
bulunur. Boynuz ya da kasket siperi gibi bir gürültüyle çırpar ve vıraklamayı andıran
hayvanın başından ileriye doğru uzanan bu sesler çıkarırlar.
çıkıntı, gagayla aynı boynuzsu maddeden Boynuzgagaların çoğu yuvasını ağaç kovuk­
yapılmıştır. Afrika'da yaşayan türlerden iki­ larında yapar. Dişi kuş iri, beyaz yumurtaları­
sinde bu boynuzsu çıkıntının içi oyuktur. nın üstünde kuluçkaya yatmaya hazırlanır­
Malezya, Endonezya ve Borneo’da yaşayan ken, erkek kuş gagasıyla taşıdığı çamurlarla
bir başka türde de bu çıkıntının biçimi, 30 cm yuvanın girişini örterek dişiyi bu kovuğa
uzunluğundaki gaganın üstünde ters çevrilmiş hapseder. Yalnız yuvanın ağzında küçük bir
ikinci bir gagayı andırır. Bu az rastlanan türe, delik bırakır ve dişisi kuluçkada yattığı sürece
gergedan boynuzunu anımsatan gaga çıkıntısı bu delikten uzattığı yiyeceklerle onu besler.
nedeniyle gergedan boynuzgaga (Buceros rhi- Yavrular yumurtadan çıkınca kurumuş çamu­
noceros) denir. ru kırarak dişinin dışarı çıkmasına yardımcı
Boynuzgagalar genellikle ağaçların arasın­ olur. Ama yavrular biraz büyüyünceye kadar
da, bazen de açıklık yerlerde sürüler halinde yuvada kalır.
yaşarlar. Meyve, tohum ve bulabildikleri he­
men her şeyi yiyen hareketli kuşlardır. Küçük BOZKIR, ilkbaharda yağmur ve sel sularıyla
yapılı olan türler en çok böcek, iri olanlar da yeşerir; toprak kısa bir süre içinde çeşit çeşit
çiçeklerle renkli bir görünüm kazanır. Hava­
lar ısınıp da topraktaki nem azalınca, otlar
çabucak sararır ve kırlar boz bir görünüm alır.
Bozkırlara kışları soğuk, yazları sıcak ve
kurak geçen yörelerde rastlanır. SSCB'nin
güneyindeki açık, ağaçsız, otlarla kaplı geniş
bozkırlara, Rusça'da “düzlük” anlamına ge­
len step adı verilir. Bozkır toprakları batıda
Macaristan’dan başlayarak Ukrayna ve Orta
Asya üzerinden doğuda Mançurya’ya kadar,
yaklaşık 8.000 km uzunluğunda bir alanı
kaplar. Avrasya bozkırı olarak bilinen bu
bölge iki ana bölüme ayrılır: Batı bozkırı
Tuna'nın ağzındaki ovalardan başlayıp Kara­
deniz’in kuzeyinden Altay D ağlan’na varır.
Batı bozkırında yazlar sıcak, kışlar soğuktur.
Yağışlar düzensizdir. Ulaşım tarih boyunca
atlarla ve kızaklarla yapılmıştır. Ağır akışlı
ırmaklarında yazın tekneler, kışın kızaklarla
seyahat edilir. Doğu bozkırı Altay Dağları’n-
dan Büyük Hingan Dağları’na kadar uzanır.
Moğolistan bu bölgenin içinde kalır. Bu yöre
batıdan daha yüksektir. İklimi soğuk ve ku­
raktır. İnsanların yaşamasına elverişli değil­
dir. Sulak yerlere yerleşmiş topluluklar tarım­
Gergedan boynuzgaganın erkeği, yavrular
gelişinceye kadar dişi kuşu yuvaya hapsederek bir la uğraşır. Bozkırın güney bölümü giderek
delikten besler. çölle birleşir.
324 BÖBREK

Bozkırlarda iklim koşulları elverdiğince,


hayvancılık yapılır. En çorak bozkırlarda
deve, koyun gibi uzun yola dayanıklı hayvan­
lar; daha az çorak yerlerde ise sığır yetiştirilir.
Aşırı otlatma bozkırın verimliliğini azaltır.
Bazı bozkır alanları giderek tarım alanlarına
dönüşmüştür.
Avustralya ve Kalahari'deki (Afrika) boz­
kırlarda Yerli kabileler bugün de göçebe
yaşamı sürer, toplayıcılık ve avcılıkla geçi­
nirler.
Günümüzde bozkırlarda çağdaş tekniklerle
tarım yapılmaktadır. Ayrıca. ABD'nin batı­
sında. SSCB'nin güneyinde. Güneydoğu
Avustralya ve Arjantin pampalarında (bak.
P a m p a ), Avustralya ve Güney Afrika'da boz­
kırların büyük bir bölümünde yün elde etmek
için koyun yetiştirilir.
Türkiye'de dağlarla çevrili İç Anadolu Böl-
gesi'nde kara iklimi egemendir. Bu nedenle
bölgenin dörtte üçünü bozkırlar kaplar. Bu
geniş bozkırlar, koyun ve yünü çok değerli
olan tiftik keçisinin yetiştirilmesine elveriş­
lidir.
Bozkırlarda yaşayan insanlar yüzyıllar bo­
yunca çok geniş bir alanı denetimleri altında
tutmuş, yaşama biçimlerini yansıtan bir uy­
garlık geliştirmişlerdir. Bu, hayvanlara büyük
önem veren ve bunu koşum takımları, kap
kacak gibi eşyalar üstündeki hayvan resimleri
ve kabartmalarla da belli eden bir uygarlıktır.
Buna bozkır uygarlığı adı verilir ve kavimler
göçüyle izleri Asya’dan Avrupa’ya taşınmıştır
(bak. KAVİMLER GÖÇÜ).

BÖBREK. İnsanda ve gelişmiş hayvanlarda


en önemli organlardan biri olan böbreklerin
görevi kandaki zararlı maddeleri süzerek id­
rar halinde vücuttan dışarı atmaktır. Eğer
böbrekler bu görevi yerine getiremezse insan
zehirlenerek ölebilir.
Boşaltım sistemi: Böbrek atardamarları kanı
İnsanın yaklaşık 10-12 cm uzunluğunda ve böbreklere taşır; burada atıklardan temizlenen kan
fasulye tanesi biçiminde iki tane böbreği böbrek toplardam arlarıyla yeniden dolaşıma katılır.
vardır. Bunlar omurganın iki yanında, belin Böbreklerde oluşan idrar da idrar boruları
aracılığıyla idrar kesesine boşaltılır. K üçükçizim :
biraz üstünde, sırta daha yakın olarak yerleş­ Böbreğin yapısını gösteren bir kesim.
miştir. Böbreklerin dıştaki kabuk bölümü
koyu kırmızı, içteki yumuşak öz bölümü daha
açık renktedir. Her birinin kabuk bölümünde sini de Bovvman kapsülü denen zarsı bir yapı
bir milyon kadar kılcal damar yumağı bulu­ sarar. Yumakçıkların sayısının bu kadar çok
nur. Glomerül denen bu yumakçıkların çevre- olması, vücuttaki bütün kanın incecik kılcal
BÖBREK 325

damarlardan geçerek yaklaşık beş dakika gibi ya da siyek (üretra) denen başka bir boruyla
kısa bir sürede temizlenmesini sağlar. idrar vücuttan dışarı atılır. Böbrekler, idrar
Kan böbreklerden geçerken suyunun bir boruları, idrar kesesi ve işeme kanallarından
bölümünü burada bırakır. Çözünmüş durum­ oluşan bütün bu sisteme boşaltım sistemi
daki atık ve zararlı maddeleri taşıyan bu su denir.
kılcal damarların duvarlarından geçip Bow-
man kapsülüne girer. Bu kapsülden çıkan Böbrek Hastalıkları
ince, uzun ve kıvrımlı bir borucuk suyu önce Mikrobik bir hastalık ya da herhangi bir
böbreğin öz bölümüne, sonra U biçiminde bir örselenme söz konusu olsa bile böbrekler bir
kıvrım yaparak yeniden böbrek kabuğuna süre normal çalışmasını sürdürebilir. Ama
taşır. Bu taşıma sırasında süzme işlemi bir hemen gerekli önlemler alınmazsa böbrekler
ölçüde tamamlanmış, drar oluşmaya başla­ artık görev yapamayacak duruma gelir ve
mıştır. Kılcal damar yumakçığı, Bowman hasta birkaç gün içinde ölebilir.
kapsülü, taşıyıcı borucuklar ve çevresindeki Böbreklerin çalışmasını aksatan koşullar­
kılcal damar ağıyla birlikte başlı başına küçük dan biri böbrek taşlarıdır. Başta kalsiyum
bir böbrek sayılan bu süzme birimlerine nef- olmak üzere çeşitli minerallerin çökelip sert­
ron denir. leşmesiyle oluşan bu taşlar böbrek borucukla-
Kandan ayrılan su mikroskobik borucukla- rım ya da kanallarını tıkayabilir. Özellikle
rın içinde yavaş yavaş akarken, böbrek bu idrar borularına kadar inerek orada sıkışıp
sudaki yararlı tuzları ve glikoz gibi kimyasal kalan taşlar çok şiddetli ağrı yapar. Belin iki
maddeleri emerek yeniden kan dolaşımına yanında ve sırtta nöbet halinde duyulan bu
verir. Böbreğin bir ödevi de bazı hormonların dayanılmaz ağrıya böbrek koliği denir. Böb­
denetimi altında vücuttaki su miktarını dü­ rek taşlarının ilaçlarla eritilmesi, sesüstü
zenlemektir. Eğer uzun bir süre su içilmezse, (ültrason) dalgalarıyla parçalanması ya da
böbrekler idrar olarak dışarı atılmak üzere ameliyatla alınması gibi çeşitli tedavi yolları
borucuk ve kanallarda dolaşan suyun bir vardır. Ama idrar yollarında sürüklenerek
bölümünü geri emer; bu yüzden idrar miktarı ilerleyebilecek kadar küçük ve düzgün yüzeyli
azalır. Eğer çok su içilirse, böbrek suyun bir bir taşsa, genellikle kendiliğinden idrarla dı­
bölümünü geri almaya gerek duymayacağı şarı atılması beklenir.
için idrar miktarı artar. Çeşitli mikroplardan ileri gelen bütün ilti­
Her gün yaklaşık 170 litre su yumakçıklar- haplı böbrek hastalıklarına genel olarak nef­
dan süzülerek borucuklara geçer. Kuşkusuz rit, yani böbrek iltihabı denir. Nefritin belirti-
bunun hepsi idrar olmaz. Suyun büyük bölü­
Russ KinnelScience Photo Library
mü geri emildiğinden, yetişkin ve sağlıklı bir
insan günde 1,5 litre kadar idrar boşaltır.
Suyu böbrek özüne taşıyan uzun borucuk-
lardan her biri yeniden böbrek kabuğuna
döndüğünde, daha geniş olan toplayıcı kanal­
larla birleşir. Bu kanallar da kendi aralarında
birleşerek en sonunda idrar borusunu oluştu­
rur. Yetişkin bir insanda idrar borusu yakla­
şık 30 cm uzunluğundadır ve böbrekten idrar
kesesine kadar uzanır.
Karnın en alt bölümüne yerleşmiş olan
idrar kesesi, duvarları kas ve lifsi dokudan
oluştuğu için daralıp genişleyebilen esnek bir
torbadır. Her iki böbrekten gelen idrar bu
kesede biriktikçe genişler ve ortalama yarım
Hemodiyaliz tedavisi uygulanan bir böbrek hastası
litre idrarı taşıyabilir. İdrar kesesi dolduğun­ her hafta yaklaşık 20 saatini yapay böbrek
da, beyinden gelen bir emirle ve işeme kanalı makinesine bağlı olarak geçirmek zorundadır.
326 BÖCEK

leri böbreğin hangi bölümünün hastalandığı­ rur. Bu omurgasız hayvanlar Kuzey K utbu’n-
na bağlıdır; ama genel olarak ateş, baş ağrısı dan Antarktika’ya, dağ doruklarından çölle­
ve idrarın rengi ile miktarında değişme görü­ re, ormanlardan akarsu ve göllere kadar her
lür. Dışarı atılamayan fazla su dokularda bi­ yere dağılmıştır. Buna karşılık içlerinden pek
riktiği için, deride ödem denen yumuşak şiş­ azının deniz yaşamına uyum sağlamayı başa­
kinlikler oluşur. Hafif nefritler antibiyotikler­ rabilmiş olması şaşırtıcıdır.
le tedavi edilebilir. Ayrıca idrar söktürücü Bilinen böcek türlerinin sayısı 1 milyonu
ilaçlar da böbreklerin vücuttaki fazla su ve bulur; bu sayı dünyadaki bütün öbür hayvan
tuzları dışarı atmasına yardımcı olur. türlerinin en azından üç katıdır. Bu canlıların
Daha ağır iltihaplar, böbreklerin işlevlerini üstelik hızla ürediği düşünülürse, toplam bi­
yerine getiremez duruma geldiği böbrek yet­ rey sayısı olağanüstü boyutlara ulaşır. Hatta
m ezliğiyle sonuçlanır. Ağır böbrek yetmezli­ bazı araştırmacılar, böceklerin öbür hayvan­
ğinde hasta bilincini yitirir ve tedavi edilmez­ lardan çok daha küçük oldukları halde yeryü-
se ölebilir. İltihaplanma dışında başka neden­ zündeki toplam ağırlıklarının bütün öbür hay­
lerden de ileri gelebilen böbrek yetmezliği vanları geride bıraktığını öne sürerler. Ama
için başlıca iki tedavi yöntemi vardır. Biri denizlerdeki balıklarla birlikte bütün hayvan­
diyaliz, öbürü böbrek naklidir. Bir çözeltide­ lar hesaba katıldığında herhalde bu sav doğru
ki maddelerin yarı geçirgen zarlardan geçirile­ olamaz.
rek ayrılmasına dayanan diyaliz yöntemi de İnsanlar genellikle örümcek, akrep, tespih-
iki ayrı yoldan yapılabilir. Hemodiyalizde, böceği, kırkayak gibi bütün eklembacaklı
yani “kan diyalizinde hastanın kanı bir bağ­ hayvanlara böcek derler. Oysa böcekler ko­
lantı aracılığıyla yapay böbrek denen bir nusunda uzmanlaşmış bir doğa bilimci (ento-
diyaliz makinesine gönderilir. Bu makine molog) için böcek sözcüğünün anlamı daha
tıpkı böbrekler gibi kanı süzer, atıkları ve dar ve belirlidir. Bu uzmanların yaptığı sınıf­
zehirli maddeleri ayırarak temizlenmiş kanı landırmada örümcek ve akrepler ayrı, böcek­
yeniden hastanın damarlarına aktarır. Ne var ler ayrı bir sınıftır. Tespihböceği de gerçek
ki, hemodiyaliz makineleri hem pahalıdır, böceklerle değil ıstakoz, karides, yengeç gibi
hem de her hastanede bulunmaz. Üstelik kabuklu deniz hayvanlarıyla aynı sınıftandır.
hastanın haftada en az 20 saat makineye bağlı Kırkayaklar da öbürlerinden ayrı bir sınıf
kalması gerekir. oluşturur. Kısacası böcekler ile bütün bu
İkinci bir diyaliz yöntemi olan karınzan hayvanların tek ortak noktası hepsinin eklem­
(periton) diyalizinde, hastanın karın boşluğu­ bacaklı olmasıdır.
na atıkları soğurabilen özel bir sıvı şırınga Kelebek, güve, karınca, sinek, çekirge, arı
edilir. Kanda birikmiş olan atıklar ve zararlı ya da bit gibi değişik gruplar oluştursalar da,
maddeler karınzarından geçerek bu sıvıya bütün böceklerin bazı ortak özellikleri vardır.
karışır. Yaklaşık yarım saat sonra gene özel Bunlardan en önemlisi de bacak sayısının
bir boru ya da sondayla sıvı dışarı akıtılır. Bu hiçbir zaman altıyı geçmemesidir. Bu özellik
yöntemde hastanın hemodiyalizde olduğu gibi böcekleri bütün öbür eklembacaklılardan ayı­
bir makineye bağlanması gerekmez. ran temel farklardan biridir. Gerçekten de
Uzun süren (kronik) böbrek yetmezlikle­ erişkin bir böceğin dört bacağı olabilir; hatta
rinde diyaliz tedavisi hastanın özel yaşamını bazılarının hiç bacağı olmayabilir. Ama larva
büyük ölçüde kısıtladığı için, böbrek nakli evresindeki geçici bacakları, örneğin kelebek
daha iyi bir seçenektir. Bu ameliyatlar genel­ tırtıllarının sonradan kaybolan ek bacaklarını
likle başarıyla sonuçlanır ve hastaların çoğu saymazsak, erişkin bir böceğin en çok altı (üç
normal yaşantılarına dönebilirler. Ama bu çift) bacağı olabilir. Oysa eklembacaklıların
yöntemin de uygun böbrek bulma güçlüğü öbür sınıflarında bacak sayısı en az sekizdir.
gibi bir sakıncası vardır.
Böceğin Gövdesi
BÖCEK. Yeryüzünde yaşayan bütün hayvan­ Gelişmesini tamamlamış bir böceğin gövdesi
lar içinde en kalabalık grubu böcekler oluştu­ baş, göğüs ve karın olmak üzere üç bölümden
BÖCEK 327

basit göz

ön kanat
gogus _

kanat

karın - bacak

Tipik bir böcek gövdesi.


Böceklerin çoğunda göğüs
bölütlerine bağlı üç çift bacak ve
iki çift kanat vardır.

oluşur. Bacaklar göğüs bölümünden çıkar; tır. Örneğin ağustosböcekleri bitki özsularını,
kalp, mide gibi iç organlar ise karın bölümün­ sivrisinekler ise insan ve hayvanların kanını
dedir. Arı ya da kelebekte bu üç bölüm emerek beslenir. Hatta bazı böcekler larva
birbirinden kolayca ayırt edilebilir. Ama bö­ evresinden sonra hiçbir şey yemeden yaşadık­
ceklerin çoğunda göğüs ile karın tek bir parça ları için, bunların erişkinlerinde ağız bile
gibi görünür ve gövdenin altını çevirip bak­ yoktur. Örneğin karıncaaslanı larva evresin-
madıkça bu iki bölüm arasındaki sınırı belirle­ deyken bol bol beslenir, ama gelişmesini
mek güçtür. tamamladıktan sonra bilindiği kadarıyla hiç­
Böceğin başının yapısı oldukça karmaşıktır; bir şey yemez.
bu yüzden başın önemli bölümlerini inceleye­ Erişkin bir böceğin hareketlerini denetle­
bilmek için bir büyüteçle bakmak gerekir. İri yen bütün organlar göğsünde toplanmıştır.
bir çekirgede ya da sinekte anten gibi uzanan Göğüs bölümü birbirine eklemlenmiş üç bö-
bir çift duyargayı ve her biri çok sayıda küçük lütten oluşur; ama bütün böceklerde bu bö-
gözden oluşmuş iri bileşik gözleri görebilirsi­ lütlü yapıyı görmek pek kolay değildir. Göğüs
niz. Petekgöz denen bu bileşik gözlerden bölütlerinin her birinde bir çift bacak bulu­
başka böceklerin üç basit ya da yalın gözü nur. Kanatlar ise hiçbir zaman ön bölüte
daha vardır. Hafifçe parıldayan bu küçük değil, mutlaka orta ve arka bölütlere bağlan­
gözler birbirinden uzakta yer alır. Hayvan mıştır. Göğsün içinde bacakları ve kanatları
petekgözlerinin her peteğiyle, baktığı alanın hareket ettiren güçlü kaslar geniş bir yer
küçük bir bölümünü görür ve bu görüntülerin kaplar. Böceklerde omurgalılarınki gibi bir iç
birleşmesiyle mozaik gibi bir görüntü oluşur. iskelet olmadığı için, bu kaslar gövdeyi örten
Bu görüntü insandaki gibi ters değil düzdür. dış kabuğun iç yüzeyine bağlanır. Kütikül adı
Üstelik böcekler renkleri, hatta insan gözü­ verilen bu gövde örtüsü kitin denen sert bir
nün algılayamadığı morötesi (ültraviyole) maddeden yapılmıştır ve hem iç organları
ışınları da algılayabilirler. korur, hem de gövdeye biçimini veren bir dış
Gözlerin altında çene ve dudaklarla birlikte iskelet ödevi görür.
ağız parçaları yer alır. Böceklerin alt ve Böceğin gövdesinin içinde bir uçtan öbür
üstçeneleri bizimki gibi aşağı-yukarı değil, iki uca uzanan iki sinir kordonu hayvanın bütün
yana doğru hareket eder. Ama bütün böcek­ hareketlerini denetler ve baş bölümünde bir-
lerin çene ve ağız yapısı yiyeceklerini çiğne­ leşerek küçük bir beyin oluşturur. Kuşkusuz
meye değil, çoğununki emmeye uyarlanmış­ böceklerin de dokunma, görme, işitme, koku
328 BÖCEK

E. S. Ross

Solda en üstte: Sığırsineklerinin çok iri gözleri ve ısırıcı ağız


parçaları vardır. Solda ikinci: Arısineği yum urtalarını arıların
yuvalarına bırakır. Solda üçüncü: Bir yarım kanatlının yavrusu
attığı son derinin içinden tam gelişm iş bir erişkin halinde
çıkıyor. Solda dördüncü: Bir avcısinek güçlü ayaklarıyla
tuttuğu bir çekirgenin derisini delici çeneleriyle parçalayarak
avını yemeye hazırlanıyor. Solda en altta: Peru'nun yağm ur
orm anlarından garip görünüm lü bir tırtıl (kelebek larvası).
Sağda üstte: Suyun altında üç yıllık bir nem f evresi geçiren
günsinekleri erişkin durum a geldikten sonra yalnızca birkaç
saat yaşar. Sağda altta: Karıncalar, yaprakbitlerinin
salgıladığı tatlı sıvıyı emebilmek için bu böcekleri sürekli
korur ve taze bitkilerin bulunduğu yerlere taşırlar.
BÖCEK 329

E S. Ross

Üstte: incecik belli bir yabanansı,


çenelerinin arasında tuttuğu taşı
yum urtalarını koyduğu oyuğun girişine
sıkıştırıyor. A ltta : Term itlerin kanatlı
kralları, kraliçesi, sarı başlı askerleri ve
işçileri. Sağda üstte: Orta Afrika'dan bir
kızböceği. Sağda ortada: Ölçmengüvenin
tırtılı yeri karışlar gibi yürüdüğü için bu
larvalara arşınlayıcı tırtıl denir. Sağda
altta: Dişi peygam berdevesinin kendini
ve yum urtalarını korumak için en büyük
silahı korkutucu görünüm üdür.
330 BÖCEK

ve tat alma duyuları vardır; ama daha gelişmiş ca bir çift kanat bulunur. Çoğu kez bunun
canlılar gibi ağrı duyup duymadıkları yanıt­ nedeni, kınkanatlılarda olduğu gibi, ön kanat
lanması güç bir sorudur. çiftinin sertleşerek arka kanatları koruyan bir
Böceğin kalbi sırtında, bütün karın bölgesi kına dönüşmesidir.
boyunca uzanan bir boru biçimindedir. Kanı
arkadan öne doğru pompalayan bu borunun Böceklerde Başkalaşma
üzerinde kanın geri dönmesini engelleyen Bütün böcekler larva evresinden erişkin duru­
kapakçıklar bulunur. Aynı boru göğüs ve baş ma gelinceye kadar birkaç kez deri değiştirir.
bölümünde de devam eder; ama burada kan Çünkü önceleri çok yumuşak olan ve larvanın
pompalanmadan aktığı için adı artık kalp büyümesini engellemeyen kitinli kabuk sert­
değil aorttur. Böceklerde, kalp ve aorttan leştikten sonra böceğe dar gelmeye başlar.
oluşan bu uzun boru ya da sırt damarı dışında Böceğin büyüyebilmesi için, gövdesini bir zırh
başka hiç damar bulunmadığı için açık kan gibi saran bu sert ve dar kabuğu atıp kendisine
dolaşımı görülür. Renksiz bir sıvı olan kan, yeni ve daha geniş bir kabuk yapması gerekir.
sırt damarının açık ucundan akarak bütün iç Böceklerin bir bölümü yumurtadan çıktığı
organların çevresinde serbestçe dolaşır. Deri­ anda nasılsa, son derisini değiştirdiğinde de
si ince ve yumuşak olan tırtılın kalp atışlarını aynıdır. Oysa birçoğunda, atılan her kabuğun
çıplak gözle bile görebilirsiniz. altından tanınmayacak kadar değişik bir bö­
Böceklerin gövdesinin içinde dallanarak cek çıkar. Yalnız böceklere özgü olmayan,
bütün dokulara ulaşan incecik soluk boruları amfibyumlar, derisidikenliler, kabuklular ve
vardır. Trake denen bu borular gövdenin yumuşakçalar gibi başka hayvan gruplarında
yanlarında dışarıya açılan ve hayvanın soluk da görülen bu köklü değişiklik sürecine baş­
alıp vermesini sağlayan soluk deliklerine bağ­ kalaşma (metamorfoz) denir.
lanır. Böceklerin geçirdiği başkalaşmanın derece­
Hemen hemen bütün böceklerde eşeyli si sınıflandırmanın da temel dayanak noktala­
üreme görülür. Yani dişiler bir erkekle çiftleş­ rından biridir. Nitekim bilim adamları, bü­
medikçe, yavruların çıkacağı döllenmiş yu­ yüme sırasında geçirdikleri değişikliklere da­
murtaları yumurtlayamaz. Yalnız balarıları, yanarak böcekleri üç büyük gruba ayırırlar:
yaprakbitleri ve yaprakarıları gibi bazı böcek­ Başkalaşmasız, yarıbaşkalaşmalı ve tümbaş-
ler erkeğin katkısı olmadan da döllenmiş kalaşmalı böcekler.
yumurta yumurtlayabilir. Hatta bazı türlerde Başkalaşmasız böcekler az sayıda örneği
tekeşeylilik görülür; bu böcekler de döllen­ kapsayan en küçük ve en ilkel gruptur. Bunla­
meden üreyebildikleri için, o türün bütün rın larvaları yumurtadan çıktığı anda erişkinin
bireyleri dişidir ve aralarında hiç erkek bu­ küçük bir kopyası gibidir; ana-babasının bü­
lunmaz. tün yapısal özelliklerini taşır, aynı beslenme
Böcek henüz larva evresindeyken kanatları ve davranış özelliklerini gösterir. Deri değişti­
da ancak mikroskopla görülebilecek kadar rirken de bu özelliklerini koruduğu için, cin­
küçük, katlanmış birer torbacık biçimindedir. sel olgunluğa eriştiğinde, yani üreyebilecek
Çekirgelerde olduğu gibi dıştan ya da tırtıllar­ duruma geldiğinde yapısında hemen hiçbir
daki gibi içten göğüs duvarına yapışık olan değişiklik olmamış, yalnızca boyutları büyü­
kanat torbacıkları her deri değişiminde biraz müştür. Gümüşçün ve yaykuyruk gibi ilkel,
daha büyür. Ama bu torbaların açılarak geliş­ kanatsız böcekler bu gruptandır.
miş kanatların ortaya çıkması için böceğin en Daha kalabalık bir grup olan yarıbaşkalaş-
son deriyi değiştirmesi, örneğin kelebeklerin malı böceklerim yavruları da yumurtadan çık­
kozadan çıkması gerekir. Kanatlar zar gibi in­ tığında ana-babasına benzer, yalnız kanatlan
cecik iki katmandan oluşur; bu katmanların yoktur. Ama bir süre sonra deri değiştirerek
arasında da yoğun bir damar ağı vardır. n em f evresine girdiğinde sırtında küçük kanat
Böceklerin bir bölümü tümüyle kanatsızdır torbacıkları belirir ve her deri değişikliğinde
ya da kanatlar körelmiş, yalnızca kalıntıları biraz daha gelişerek, son derisini attığı anda
kalmıştır. Bazılarında da iki çift yerine yalnız­ uçabilen tam bir erişkin görünümünü alır.
BÖCEK 331
EVCIKLİ BÖCEK
(Erişkin)

TOMBUL
GÜVE (Erişkin)

Gerçek
boyut

TOMBUL
GÜVE (Tırtıl)
X 1%

ERİŞKİN SIĞIRSİNEĞİ
X2'A

TERMİT
(Kanatlı erişkin)
x 3 Vî

GÜMÜŞÇÜN

KULAĞAKAÇAN
x i '/2

TERMİT (Kraliçe)

P~'
A tf - > TERMİT (İşçi)
X3'/2
Bu sayfada başkalaşmasız, yarıbaşkalaşmalı ve tüm başkalaşmalı böceklerden örnekler verilm iştir. İlk
grupta yer alan gümüşçün büyürken hiç değişmez, ikinci gruptaki kulağakaçanın geçirdiği tek değişiklik
kanatlarının çıkmasıdır. Öbür böcekler ise yavruların ana-babaya hiç benzemediği üçüncü grubu oluşturur.
Yanlarındaki çarpı işareti ve sayılar, çizimlerin gerçek boyutlardan kaç kez büyük olduğunu gösteriyor.
332 BÖCEK

soluk delikleri petekgöz

basit göz

yum urta
borusu
duyarga
Erkeği ile dişisi birbirine çok
benzeyen böceklerde, dişinin
yum urta borusu tanınm asını
kolaylaştırır.

Hamamböcekleri, çekirgeler, termitler, gün- labalık altsınıf da 16 yarıbaşkalaşmalı ve 10


sinekleri, kızböcekleri, yaprakbitleri, ağus- tümbaşkalaşmalı takımı kapsar.
tosböcekleri ve tahtakuruları bu gruptandır. Kanatsız böceklerin en tanınmış iki üyesi,
Tümbaşkalaşmalı böceklerde ise yumurta­ Thysanura takımından gümüşçün ile Collem-
dan çıkan larva erişkine neredeyse hiç ben­ bola takımından yaykuyruktur. 1 santimetre­
zemez; kanatları da vücudun dışında değil den daha kısa olan gövdesi gümüş gibi parla­
içinde gelişir. Yaşamlarının ilk evresini tırtıl yan gümüşçün evlerde barınır. Nişastayla bes­
olarak geçiren kelebek, ipekböceği ve güve­ lendiği için duvar kâğıtlarını ve kitap ciltlerini
ler, kurtçuk dediğimiz larvalardan gelişen si­ yiyen zararlı bir böcektir. Gene küçük bir böcek
nekler, ayrıca karınca, arı ve yabanarısı gibi olan yaykuyruk da bu adı, gövdesinin altında
zarkanatlılar ile ateşböceği, uğurböceği gibi bir kilit mekanizmasıyla yay gibi kıvrık duran
kınkanatlılar bu grupta yer alır. kuyruğundan alır. Bu kilit boşaldığında ser­
Bu böceklerde larva evresi ile erişkinlik best kalan kuyruk yere çarpar ve böceği hava­
arasında, öbür böceklerin hiçbirinde olmayan ya savurur.
bir gelişme evresi daha vardır. Böceğin pupa Kanatlı böceklerin yarıbaşkalaşmalı gru­
ya da krizalit adıyla bilindiği bu evre bir din­ bundan düzkanatlılar (Orthoptera) takımı çe­
lenme dönemidir; hayvan pupa halindeyken kirgeleri ve cırcırböceklerini kapsar. H am am ­
hiç beslenmez, hareket etmez ve örneğin gü­ böcekleri ile peygamberdeveleri Dictyoptera,
velerde olduğu gibi, çevresine ördüğü koza­ değnekçekirgeleri Phasmida takımındandır.
dan erişkin bir böcek olarak çıkar. Dermaptera takımını oluşturan kulağakaçan­
lar, düzgünce katlanmış kanatlarını çok sey­
Böceklerin Sınıflandırılması rek kullanırlar. Termitler (Isoptera) tıpkı ka­
Bilimsel adı Insecta olan böcekler sınıfı, ka­ rıncalar gibi koloni halinde yaşar ve onlara
natsız böcekler ve kanatlı böcekler olarak iki benzeyen davranış biçimleri gösterir ama ka­
altsınıf a ayrılır. Kanatsız böcekler altsınıfı rıncalarla hiçbir akrabalıkları yoktur. İnsanın
yalnızca başkalaşmasız böcekleri, kanatlı bö­ ve bazı memelilerin asalağı olan emici bitler
cekler ise yarıbaşkalaşmalı ve tümbaşkalaş- ile kuşların vücudunda yaşayan ısırıcı bitler
malı böcekleri içerir. Bu altsınıflardan her biri Phtiraptera takımını oluşturur. Bunlar kanatlı
takım denen daha küçük gruplara, takımlar böcekler arasında sınıflandırıldıkları halde
familya"lara, familyalar c/m ’lere, cinsler de kanatları körelmiştir. Çok zarif görünümlü
tür"lere ayrılır. Kuşkusuz 1 milyona yakın tü­ böcekler olan günsineklerinin (Ephemeropte-
rün sınıflandırılması hiç kolay değildir. Nite­ ra) ömrü genellikle birkaç saati geçmez. Yiye­
kim uzmanların hepsi sınıflandırmada aynı ceğe gerek duymayacak kadar az yaşadıkları
özellikleri temel almadıkları ya da türler ara­ için ağızları ve sindirim sistemleri körelmiştir.
sında aynı akrabalık ilişkilerini kuramadıkları Odonata takımını oluşturan kızböceklerinin
için, takım düzeyine geldiği anda birbirinden ya da yusufçukların dar ve uzun kanatları bazı
ayrılan değişik sınıflandırmalar vardır. Ama türlerde göğse kısa bir sapla bağlanır.
genel olarak bütün böcekler 3ü takımda top­ Eşkanatlılar (Hom optera) ile yarımkanatlı-
lanır. Bunların dördü kanatsızlar, geri kalan­ lar (Hemiptera) çoğu kez birlikte sınıflandırı­
ların hepsi kanatlılar altsınıfındandır. Bu ka­ lacak kadar birbirine benzeyen iki takımdır.
BÖCEK 333

Her iki takımın bütün üyelerinde ısırıcı ağız labalık takımları içerir. Örneğin kınkanatlılar
parçaları, bitkilerden özsu emmeye yarayan (Coleoptera) yaklaşık 250 bin türüyle en kala­
bir hortuma ya da gagaya dönüşmüştür. Nite­ balık böcek takımıdır. Uğurböceği, ateşböce­
kim ağustosböcekleri, şeytantükürükleri (sal- ği, bokböceği ve karafatma birer kınkanatlı­
yalıbitler), yaprakbitleri ve kabuklubitler dır. Bu büyük takımı, karıncaları, arıları ve
yalnızca bitki özsularıyla beslenen birer eşka- yabanarılarını içeren zarkanatlılar (H ym e-
natlıdır. Dolayısıyla, “bit” adını taşıyan üye­ noptera) ile güveleri, ipekböceklerini ve kele­
lerinin de gerçek bitlerle bir akrabalığı yok­ bekleri içeren pulkanatlılar (Lepidoptera) iz­
tur. Eşkanatlılar bitki sağlığı açısından büyük ler. Bu böceklerin iki çift kanadı genellikle
önem taşır. Çünkü bu böceklerin çoğu yalnız­ çok güzel renkli, incecik yassı pullarla süslü­
ca bitki özsularını emerek ürüne zarar ver­ dür. Karasinek, sığırsineği, atsineği, tatarcık
mekle kalmaz, daha ağır sonuçlar doğuran ve sivrisinek gibi iki kanatlı böceklerin çoğu
birçok bitki hastalığını da taşır. Yarımkanatlı- çiftkanatlılar (Diptera) takımını, pireler de
lar da bitki özsuları ve kan emerek beslendik­ Siphonaptera takımını oluşturur.
leri için bitki, hayvan ve insan sağlığına çok Bugün yaşayan böceklerin çoğu küçük hay­
zararlı olan hortumlu böcekleri içerir. Ö rne­ vanlardır. Oysa bundan milyonlarca yıl önce
ğin yatak tahtakuruları insan kanı emerek, sü­ yaşayan bazı kızböcekleri kanatlarını açtıkla­
ne ve kımıl gibi ağaç tahtakuruları ise tarım rında genişliği bir uçtan öbür uca 76 santimet­
bitkilerinin özsuyunu emerek beslenir. Bu ta­ reyi buluyordu. Fosillerinden anlaşıldığına
kımda, karada yaşayan tarım zararlılarının göre bu böcekler bugün yaşayan herhangi bir
yanı sıra, suda yüzen çok ilginç böcekler de türün en az üç katı büyüklüğündeydi. Bugün­
vardır. Su tahtakuruları denen bu grubun bazı kü hamamböcekleri, kelebekler, güveler, ka­
üyeleri, uzun arka bacaklarıyla “kürek çeke­ rıncalar, yabanarıları ve sinekler de ataları
rek” suların derinliklerinde sırtüstü ya da ka- kadar iri değildir. Ama Afrika’da 12 cm uzun­
rınüstü yüzerler. Hatta tuzlu suda yaşamaya luğunda, yani küçük bir fareden biraz daha
uyarlanmış tek böcek cinsi de bu takımda yer büyük dev kınkanatlılar yaşar.
alır. Bu maddede adı geçen böceklerden çoğunu
Kanatlı böceklerin tümbaşkalaşmalı grubu ansiklopedide ayrı bir madde olarak bulabilir­
en yakından tanıdığımız böcekleri ve çok ka­ siniz.

John M arkham

Yarım kanatlıların birçok türü tarım zararlısıdır. Bitki


özsularını emerek beslenen bu böceklerin bir tek
dişisi 500 kadar yum urta bıraktığı için, dadandıkları
tahıl tarlalarını ve meyve bahçelerini yerle bir
ederler.
334 BÖCEK

Böceklerin Yaşamdaki Yeri rinliğindeki bir borunun dibindedir. Hortumu


Yeryüzünde bütün canlılara yararı dokunan aynı uzunlukta olan bir güve balözü alırken
pek çok böcek vardır; ama daha yakın çevre­ çiçektozlarını da taşımasaydı bu bitkinin soyu
mizdeki böcekler ya bizi rahatsız ettikleri ya çoktan tükenmişti. Dünyanın en büyük çiçek­
da yiyeceklerimize ve eşyalarımıza zarar ver­ lerini açan Malezya’daki Rafflesia arnoldi bit­
dikleri için böcekleri bu yönleriyle pek tanı­ kisi de çürümüş et gibi koktuğu için leş yiyen
mayız. Doğrudan insana zarar veren böcekle­ böceklerin yardımıyla tozlaşır.
rin başında sıtma ve sarıhumma hastalığını ta­ Böcekler aracılığıyla tozlaşan bütün bitkile­
şıyan sivrisinek, uyku hastalığını taşıyan çeçe rin belki insana doğrudan yararı yoktur; ama
sineği, tifüs salgınlarına yol açan bit, vebanın hepsi yaşadığımız dünyaya renk verir. Üstelik
yayılmasında rol oynayan pire ve tatarcık yalnız bu ilginç tropik bitkiler değil, elma, ar­
humması, şark çıbanı, kalaazar gibi hastalık­ mut, erik, şeftali, çilek gibi severek yediğimiz
ların taşıyıcısı olan tatarcık gelir. Ayrıca evcil birçok meyve de böcekler olmadan kolay ko­
hayvanlara öldürücü hastalıkları bulaştıran ve lay tozlaşamaz. Çok önemli bir hayvan yemi
tarladaki ya da depolardaki ekinlere zarar ve­ olan üçgül ise döllenmesini yalnızca arılara
ren pek çok böcek vardır. Tahtakurusu, ha­ borçludur.
mamböceği, karınca ve daha birçokları da Süprüntü sineklerinin larvaları ile uğurbö-
hastalık taşımadıkları halde insanın huzurunu cekleri de özellikle yaprakbiti, kabuklubit,
kaçıran hayvanlardır. tırtıl gibi tarım zararlılarını yiyerek insanlara
Bu zararlı ya da yararsız böcekler bir yana, yardımcı olur. İpek ve bal gibi çok değerli iki
birçok böcek de doğada dengenin sağlanma­ ürün ipekböceği ile arının insanlara armağanı­
sında çok önemli rol oynar. Örneğin çiçektoz­ dır. Ayrıca mobilyacılıkta çok kullanılan do­
ları erkek çiçekten dişi çiçeğe taşınmadıkça, ğal laka boyalar bir kabuklubitin salgısından,
tohumlu bitkiler hiçbir zaman çoğalamaz boyarmadde olarak kullanılan kırmız da bazı
{bak. ÇİÇEK; T o z l a ş m a ). Bu görevi bir yandan böceklerin ölüsünden elde edilir. Bunlardan
rüzgâr, bir yandan da böcekler yerine getirir. başka, dünyanın birçok yerinde tırtıllar, kın­
Özellikle bal yapmak için çiçeklerin içinde kanatlıların larvaları ve termitler, Arabistan
balözü arayan arılar, bazı kınkanatlılar ve si­ ile Afrika’nın bazı bölgelerinde göçmen çekir­
nekler çiçeklerin tozlaşmasına çok yardımcı geler insanların en sevdiği yiyeceklerdendir.
olur. Yaşamak için birbirlerine gereksinim Doğu Afrika’daki göllerin çevresinde yaşa­
duyan böcekler ve çiçekler milyonlarca yıl bo­ yanlar da sürü sineklerinin oluşturduğu oğulla­
yunca birlikte evrim geçirmiştir. Örneğin Ma­ rı ezip pelte haline getirerek bir tür kek ya­
dagaskar’daki bir orkidenin balözü 30 cm de­ parlar.
BARAJ 3.1

BANGLADEŞ BANKALAR VE BANKACILIK. 1990 sonun­


da Türkiye’de 23’ü yabancı sermayeli olmak
RESMİ ADI: Bangladeş Halk Cumhuriyeti.
üzere toplam 67 banka etkinlikte bulunuyor­
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 143.998 km2.
du. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası dı­
NÜFUS (1991): 108.760.000. şındaki yerli bankalardan 8’i kamu iktisadi te­
BAŞKENT: Dakka. şebbüsü ve özel yasayla kurulmuş ticari ban­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Dakka ka, 10’u kalkınma ve yatırım bankası, 25’i de
(5.731.000), Çittagong (2.133.000), Kulna (1.029.000), ticari bankaydı. 1991 sonunda bankalarda
Racşahi (427.000).
toplam 100,2 trilyon Türk Lirası tutarındaki
mevduatın yanı sıra, 9 milyar AB D Doları tu­
1982’den beri Bangladeş’te baskıcı yönetimini tarında döviz tevdiat hesabı da bulunuyordu.
sürdüren General Muhammed Erşad, gide­ Banka mevduatlarının yüzde 67,5’ini vadeli
rek yükselen muhalefet karşısında, Aralık tasarruf mevduatı oluşturuyordu. Toplam
1990’da istifa etmek zorunda kaldı. Ardından mevduat içinde yabancı bankaların payı yüz­
tutuklanarak yargılanan Erşad 10 yıl hapis ce­ de 3’ün altındaydı.
zasına çarptırıldı. Türk bankacılık sisteminin şube bankacılığı
Ülkenin ilk demokratik seçimi Şubat özelliği son yıllarda da devam etti. Var olan
1991’de yapıldı. Seçimleri, eski cumhurbaş­ 67 bankanın toplam şube sayısı 1990 sonunda
kanlarından General Ziyaü’r R ahm an’ın karı­ 6.584’e yükseldi. Bu nitelik özellikle yerli
sı Halide Ziya önderliğindeki Bangladeş Mil­ bankalar için çok belirgindi. Çünkü, 23 ya­
liyetçi Partisi kazandı. Halide Ziya’nın 20 bancı sermayeli bankanın toplam şube sayısı
M art’ta yemin ederek başbakanlık görevine yalnızca 113’tü.
başlamasıyla Bangladeş 16 yıllık aradan sonra 1980’lerde Türkiye’de bankacılık alanında
yeniden parlamenter sisteme döndü. 15 Ey- gözlenen bir gelişme yabancı bankaların sayı­
lül’de yapılan halkoylamasında, cumhurbaş­ sındaki artış eğilimi oldu. Ayrıca, büyük ölçü­
kanının yetkilerinin kısıtlanması katılanların de Ortadoğu sermayesine dayanan ve faizsiz
büyük çoğunluğunun oylarıyla kabul edildi. bankacılık temelinde kurulan Faisal Finans
30 Nisan 1991’de ülkenin güneydoğusunu Kurumu ile Al Baraka Türk Özel Finansman
etkileyen büyük kasırgadan 4,5 milyon kişi Kurum u’nun çalışmalarına da izin verildi.
çeşitli biçimlerde zarar gördü, 131 bin kişi ise
yaşamını yitirdi. Kasırganın yaklaşık 2,7 mil­ BARAJ. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)
yar AB D Doları tutarında hasara yol açtığı çerçevesinde Fırat Irmağı üzerinde yapılmak­
tahmin edilmekteydi. Mayıstaki fırtınalar ve ta olan Atatürk Barajı Ocak 1990’da su tut­
yıl boyu süren taşkınlar, dünyanın en yoksul maya başladı. Yapımı Ağustos 1990’da ta­
ülkelerinden biri olan Bangladeş’in durumu­ mamlanan baraj, dünyanın en büyük toprak
nu daha da güçleştirdi. ve kaya dolgu barajlarındandır. Sulama ve

TÜRKİYE'DE 1987 SONRASINDA İŞLETMEYE ALINAN


ÖNEMLİ BARAJLAR VE HİDROELEKTRİK SANTRALLAR

Bitiş Akarsu İli Türü Göl Kullanım Gücü


yılı alanı amacı (megavat)
(km2)
ALTIN KAYA 1988 Kızılırmak Samsun K 118,31 E 700
KAPULUKAYA 1989 Kızılırmak Ankara T 20,70 E, İ 74
KARACAÖREN 1989 Aksu Burdur T 45,50 S, T, E 32
KILIÇKAYA 1989 Kelkit Sivas K 64,42 E 124
MENZELET 1989 Ceyhan K.Maraş K 42,00 S, E 124
ADIGÜZEL 1989 B. Menderes Denizli K 25,90 S, E, T 62
GEZENDE 1991 Ermenek İçel BETON KEMER 3,97 E 159

Kullanım amacı: İ: İçme suyu; S: Sulama; T: Taşkın önleme; E: Enerji üretimi. Türü:K: Kaya dolgu; T: Toprak dolgu.
3.2 BARBADOS

enerji üretimi amaçlı barajın göl alanı 817 BARTIN. Eskiden Zonguldak ilinin bir ilçesi
km2, su toplama kapasitesi ise 48,7 milyar olan Bartın Ağustos 1991'de, Amasra, Kuru-
metreküptür. Yapımı süren hidroelektrik san­ caşile ve Ulus ilçeleriyle birleştirilerek il ya­
tralın kurulu gücü 2.400 megavat olacaktır. pılmıştır. Bartın ili doğuda Kastamonu, güney
Santralın iki ünitesi Temmuz 1992’de devreye ve batıda Zonguldak illeri, kuzeyde de K ara­
girmiştir. Baraj gölünde toplanan suları H ar­ deniz ile çevrilidir.
ran Ovası’na akıtmak amacıyla yapılan, her
biri 26 km uzunluğundaki iki tünelden birinin Doğal Yapı
yapımı Temmuz 1991'de tamamlanmıştır. Genellikle dalgalı düzlüklerden oluşan il top­
İkinci tünelin yapımı ise sürmektedir. raklarını Küre (İsfendiyar) D ağlan’mn batı
uzantıları engebelendirir. Ulus ilçesindeki Sa-
BARBADOS rıçiçek Tepesi (1.726 metre) ilin en yüksek
noktasıdır. İldeki başlıca düzlük ve tarım ala­
RESMİ ADI: Barbados. nı, Bartın Çayı’nın taşıdığı alüvyonların yığıl
YÖNETİM BİÇİMİ: İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi parla­
menter devlet. masıyla oluşan ve ortalama yüksekliği 50 met­
YÜZÖLÇÜMÜ: 430 km2. re dolayında olan Bartın Ovası’dır. Güneyba-
NÜFUS (1991): 258.000. tı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanan kıyı şeri­
BAŞKENT: Bridgetovvn. di boyunca birçok doğal kumsal bulunur.
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1985): Bridgetovvn (7.466; Bunlardan turizm açısından en tanınmış olan­
metropoliten alan, 102.000).
lar Çakraz, İnkumu, Güzelcehisar ve Büyük-
kızılkum'dur.
Genelde ulusal geliri nüfusundan daha hızlı İl topraklarından kaynaklanan suların tümü
artan bu zengin küçük devlet de uluslar­ Karadeniz’e dökülür. İlin en önemli akarsuyu
arası ekonomik koşullardaki olumsuzluklar­ olan Bartın Çayı’nı, başta Ulus Çayı ile Koca-
dan etkilendi. Son yıllarda ekonominin sürek­ naz ve Kozlu dereleri olmak üzere çeşitli kol­
li kötüye gitmesi, Barbados yönetimini Ulus­ lar besler. Orta boy tekneler Bartın Çayı'nı
lararası Para Fonu’ndan (IMF) yardım iste­ kullanarak 10 km içerideki Bartın kentine ka­
mek zorunda bıraktı. 1991’de şeker üretimi dar gidebilmektedir.
ile turizm ve inşaat sektörleri gerilerken, ulu­ Bartın ili Karadeniz kıyısında görülen ılı­
sal gelir de azaldı. man ve nemli iklimin etkisi altındadır. Bu ne­
Demokratik İşçi Partisi (DLP) 199İ de ya­ denle doğal bitki örtüsü oldukça zengindir.
pılan seçimleri kazanarak iktidarda kalmayı Dağlık alanların hemen tümü ormanlarla kap­
başardı. 1976-86 arasında iktidarda olan Bar­ lıdır.
bados İşçi Partisi (BLP) ise seçimlerden ana
muhalefet partisi olarak çıktı. Tarih
İlkçağda Parthenios adıyla anılan Bartın Ça-
BARIŞ HAREKETLERİ. 1977’de kurulan yı'nm çevresindeki topraklar Paflagonya’nın
Türkiye Barış Derneği’nin çalışmaları 12 Ey­ kıyı kesiminde yer alıyordu. Yörenin varlığı
lül 1980’de yasaklanmış, ardından yöneticileri
ve kurucuları tutuklanıp haklarında dava açıl­
YÜZÖLÇÜMÜ: 2.140 km2.
mıştı. Sanıkların Türk Ceza K anununun NÜFUSU (1990): 205.834.
(TCK) 141. ve 142. maddelerine göre ceza­ İL TRAFİK NO: 74.
landırılmaları isteniyordu. Mahkemenin 1983 İL MERKEZİ: Bartın.
ve 1984’te verdiği kararlar Askeri Yargıtay ta­ İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (133.942),
rafından bozuldu. 1986’da açılan ikinci dava­ Amasra (19.857), Kurucaşile (11.435), Ulus (40.600).
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): Bartın (30.142).
da tutuklu sanıkların serbest bırakılmasına
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Sarıçiçek Tepesi (1.726 m).
karar verildi. 1991’de çıkarılan Terörle Müca­
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Çakraz, inkumu, Güzelcehisar, Bü-
dele K anunu’nun TC K ’nın 141. ve 142. mad­ yükkızılkum plajları; Amastris kenti kalıntıları;
delerini kaldırması nedeniyle, ikinci dava Amasra kalesi.
düştü.
BARTIN 3.3

en önemli hayvancılık etkinliğidir. Bartın kı­


yılarında balıkçılık da önem taşır, daha çok
hamsi avlanır. Sık ormanlarla kaplı Bartın ve
Ulus yörelerinde gelişen ilk sanayi dalı keres­
teciliktir.
Amasra ilçesindeki taşkömürü yataklarında
uzun bir süredir üretim yapılmaktadır. İlde
sanayi başlangıçta kereste fabrikaları ve un
değirmenleri ile sınırlıydı. 1950 sonrasında
konserve, çimento, un, bisküvi, tuğla ve kire­
mit fabrikalarının kurulmasıyla sanayi gelişti.
Özel yatırımların arttığı son yıllarda kâğıt tor­
ba ve kireç üreten, orman ürünlerini işleyen
fabrikalarla tekne yapım yerleri de açılmıştır.
Am asra’da yaygın olan, şimşirden hediyelik
bilinen ilk yerleşmeleri İÖ 7.-İÖ 6. yüzyılda eşya yapımı yörenin ilginç el sanatları arasın­
kuruldu. Bu dönemde Karadeniz kıyısındaki dadır.
bir dizi küçük iskele Kuzey Karadeniz’den İl ekonomisine katkıda bulunan etkinlikler­
Ege Denizi kıyılarındaki limanlara giden ge­ den biri de turizmdir. Zengin doğal ve tarihsel
milerin uğrak yeriydi. İÖ 4. yüzyıl sonlarında değerleriyle Amasra ilin turizm merkezlerin­
Pers kökenli Prenses Amastris, yöredeki bazı den biridir. Karadeniz kıyısındaki İnkumu gi­
yerleşmeleri ele geçirerek yönetimi altında bi doğal plajlı, turistik tesisleri olan yerler de
birleştirdi. Yönetim yeri olarak seçtiği Sesa- turizm açısından önem taşır. Ulus yöresinde­
mos daha sonra kendi adıyla Amastris olarak ki ormanlarda yaşayan geyikler ile karacalar
anılmaya başladı. Güney kesimi bir süre Pon- için bir av koruma ve üretme alanı kurul­
tus Krallığı’nın yönetiminde kalan yöre, İÖ muştur.
70'te Roma egemenliği altına girdi. Amastris
zamanla önemini yitirdi ve İS 9. yüzyılda Ka­ İl Merkezi: Bartın
radeniz’in kuzeyinden gelen korsanlarca yağ­ Kerestecilik ve ağaç işçiliğinin yaygın olduğu
malandı. Trabzon’daki Komnenos hanedanı yörenin merkezi durumunda olan Bartın, es­
ile İznik’teki Laskaris hanedanı arasında bir­ kiden aynı zamanda bir pazaryeriydi. Bartın
kaç kez el değiştirdikten sonra, Amastris Çayı’nın ağız kesiminde bulunan ve Güzelce
1270’te Bizanslılar tarafından Cenevizliler’e adıyla anılan liman 19. yüzyılda oldukç işlek­
kiralandı. ti. Bartın'daki tersanede 400 tona kadar yük
Amastris ve yöresi 1460’ta Osmanlı toprak­ taşıyabilen, fırtınaya dayanıklı gemiler yapı­
larına katıldı. Amastris’teki Hıristiyanların lırdı. 20. yüzyılda buharlı gemi kullanımının
büyük bölümü İstanbul'un Galata kesimine yaygınlaşmasıyla Bartın’da tekne yapımcılığı
taşınırken, Eflani yöresindeki Türkmenler’in geriledi.
bir bölümü Amastris’e yerleştirildi. Amastris Zamanla küçük bir kasabaya dönüşen Bar­
adı zamanla Am asra’ya dönüştü. 18. yüzyıl­ tın, Cumhuriyet’ten sonra da bu görünümünü
dan sonra Amasra gerilerken, eski bir pazar­ korudu. 1950’de 10 bini bulmayan nüfusu
yeri olan Bartın gelişmeye başladı. 1960’ta 11 bine ve 1980’de 20 bine ulaştıktan
sonra 1990’da 30 bini aştı.
E konom i İlin en önemli sanayi ve ticaret merkezi
Bartın ilinde halkın yüzde 85’i kasaba ve köy­ olan Bartın kentinde Amasra, Karabük, Çay­
lerde yaşar. İlin ekonomisi tarım, ormancılık, cuma ve Zonguldak’tan gelen yollar kesişir.
madencilik ve sanayiye dayanır. Başlıca bitki­ Önemli bir tarihsel yapının bulunmadığı kent­
sel ürünler mısır, buğday ve patatestir. Bartın teki başlıca sağlık kuruluşları Bartın Devlet
Ovası’nda önemli miktarda sebze ve meyve Hastanesi ile Bartın Göğüs Hastalıkları Has-
yetiştirilir. Sığır besiciliği ve tavukçuluk ilin tanesi’dir.
3.4 BASRA KÖRFEZİ

BASRA KÖRFEZİ. 1981’de İran-Irak Sava­


şı sırasında, Harg A dasfnm bombalanması
üzerine savaş Basra Körfezi’ne sıçramıştı. Bu
savaşın Ağustos 1988’de ateşkesle sonuçlan­
masından iki yıl sonra yörede yeni bir savaş
yaşandı. Irak’ın Ağustos 1990'da Kuveyt’i
işgal etmesiyle başlayan Körfez Bunalımı,
Ocak 1991’de Körfez Savaşı'na dönüştü. Sa­
vaş sırasında önemli bir deniz çarpışması ol­
mamakla birlikte, denize karışan petrol ve
Irak’ın petrol kuyularını ateşe vermesi sonucu
çıkan yangınlar çevreye önemli zararlar verdi.
Ayrıca bak. KÖRFEZ S a v AŞI.

BATI SAMOA
RESMİ ADI: Batı Samoa Bağımsız Devleti.
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli meşruti krallık.
YÜZÖLÇÜMÜ: 2.831 km2.
NÜFUS (1991): 166.000.
BAŞKENT: Apia.
BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1981): Apia (33.170).

Doğal Yapı
Yalnız seçilmiş aile reisleri olarak törensel un­
Genellikle kuzeyden güneye doğru alçalan il
vanlar taşıyanların oy hakkına sahip olduğu
topraklarının büyük bölümü akarsu vadileriy­
Batı Samoa’da 1990’da yapılan halkoylama-
le parçalanmış dalgalı düzlüklerden oluşur.
sıyla bütün yetişkinlere oy hakkı tanındı. Böy­
Bu düzlükleri kuzeyde Güneydoğu Toroslar,
lece seçmen kitlesi 20 binden 56 bine yüksel­
güneyde de Mardin-Midyat Eşiği sınırlar. İlin
di. 1991’de yapılan, genel oy hakkının ilk kez
kuzey kesimini Zupser (Subaşı) Dağı ve Sa­
kullanıldığı seçimlerde İnsan Haklarını Koru­
son Dağları engebelendirir. Güney kesimin­
ma Partisi önderi Tofilau Eti Alesana küçük
deki başlıca yükselti Raman Dağı’dır (1.260
bir oy farkıyla başbakanlık koltuğunu koru­
metre). İlin en yüksek noktası Sason Dağla­
du. Batı Samoa’nın ilk başbakanının kızı Fia-
rındaki Malato Tepesi’dir.
me Naomi'nin Eğitim ve Çalışma Bakanlığı’
na atanmasıyla ülkede ilk kez bir kadın bakan
oldu. YÜZÖLÇÜMÜ: 4.694 km2.
Batı Samoa, 1990’da “O fa” tayfununun yol NÜFUSU (1990): 344.669.
İL TRAFİK NO: 72.
açtığı zarara karşın, ülke dışında çalışan Batı
İL MERKEZİ: Batman.
Samoalılar’ın gönderdikleri dövizler sayesin­ İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (168.779),
de ekonomik büyümesini sürdürdü. Ama Beşiri (34.358), Gercüş (33.002), Hasankeyf (11.690),
1991’deki “Val” tayfununun “O fa”dan daha Kozluk (64.427), Sason (32.413).
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Batman
büyük bir zarara yol açtığı tahmin ediliyordu. (147.347), Kozluk (22.499).
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Malato Tepesi (2.973 metre),
BATMAN. Türkiye’nin en yeni illerinden Zupser Dağı (2.721 metre).
olan Batman, Mayıs 1990’da, Mardin’e bağlı SICAKLIK: Batman kentinde en düşük -19,4°C
(23.1.1968), en yüksek 44,1CC (18.7.1965), ortalama
Gercüş ve Hasankeyf ile Siirt’e bağlı Batman, 15,8°C.
Beşiri, Kozluk ve Sason ilçelerinin bir araya YAĞIŞ MİKTARI: Batman kentinde yıllık ortalama 552,2
getirilmesiyle kurulmuştur. Batman toprakla­ mm.
rının küçük bir bölümü Doğu Anadolu Bölge­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Camiü'r Rızk; Hasankeyf Köprüsü;
Hasankeyf Ulucamisi; Hızır Bey Camisi; İmam Ab­
si, daha büyük bölümü de Güneydoğu A na­ dullah Zaviyesi.
dolu Bölgesi sınırları içinde kalır.
BATMAN 3.5

Malato Tepesi yakınlarında


bir tarım alanı.

Şemsi Cüner

İl topraklarından kaynaklanan sular Dicle ne geçti. İÖ 6. yüzyılda Persler tarafından yö­


Irmağı aracılığıyla Basra Körfezi’ne ulaşır. İl netilmeye başladı. İÖ 1. yüzyılda R om a’ya
sınırları içinde doğu-batı doğrultusunda akan bağlandı. Bizans yönetimindeyken zaman za­
Dicle Irmağı’nın başlıca kolları Batman ve man Sasaniler'in eline de geçen yöreye yöne­
Garzan çaylarıdır. Akarsu vadi tabanlarının lik Arap akınları İS 7. yüzyılda başladı. Arap
genişlediği kesimlerde yer alan düzlükler bit­ egemenliği döneminde bir süre Ermeniler’in
kisel üretim, dağların yüksek kesimlerindeki yönetiminde kalan yöre, 10. yüzyılda yeniden
yaylalar da hayvancılık açısından önem taşır. Bizans denetimine girdi. Halkının önemli bir
Batman ili güneyden kuzeye doğru gittikçe bölümünü Arap, Süryani, Kürt ve Ermeniler’
sertleşen karasal bir ikilimin etkisindedir. Ku­ in oluşturduğu bölgeye 12. yüzyıl başlarında
zey kesiminde kışlar soğuk ve kar yağışlı ge­ Artuklular yerleşmeye başladı. Hısn Keyfa
çer. Dağ etekleriyle Diyarbakır Havzasının (bugün Hasankeyf) bir Artuklu kolunun m er­
doğu kesimindeki kuytu alanlarda ise kışlar keziydi. Artuklu döneminden kalma birçok
daha yumuşak, yazlar sıcak ve kuraktır. tarihsel yapının yer aldığı Hasankeyf, günü­
Bitki örtüsü bozkır görünümündedir. Eski­ müzde koruma altına alınmış bir yerse de G ü­
den geniş alanları kaplayan ormanlar büyük neydoğu Anadolu Projesi (GAP) içinde yer
ölçüde yıkıma uğramıştır. Dağlık kesimlerde­ alan Ilısu Barajı’ndan dolayı sular altında kal­
ki meşeliklerde çeşitli yabanıl hayvanlar ya­ ma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
şar. Bunların başlıcaları tavşan, tilki, dağ ke­ 13. yüzyılda Moğollar’ın saldırısı sonucun­
çisi ve geyik gibi memeli hayvanlar ile atm a­ da yıkıma uğrayan yöre, daha sonra sırasıyla
ca, doğan, baykuş, kartal ve keklik gibi kuş­ Eyyubi, Karakoyunlu ve Saf evi egemenliğine
lardır. Hızla soyu tükenen dağ keçileri ve ge­ girdi. 16. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı top­
yikler ile atmaca, kartal gibi kuşların avlan­ raklarına katıldı. Sason’da yaşayan Ermeni­
ması yasaklanmıştır. ler’in 1894’te başlattığı ayaklanma 20. yüzyı­
lın başlarına kadar yöreyi etkiledi. 1957’de il­
Tarih çe olan Batman, 1990’daki yönetsel düzenle­
Batman yöresinin de içinde yer aldığı bölge meyle kurulan yeni ilin sınırları içine alındı.
İÖ 3. binyılda Hurriler’in yurduydu. İÖ 13.
yüzyılda Urartular’ın yaşadığı bu topraklar Ekonomi
daha sonra Asurlular’a bağlandı. İÖ 7. yüzyıla 1990 nüfus sayımı sonuçlarına göre halkın
ait Asur kaynaklarında adı Şupria olarak ge­ yaklaşık yüzde 43’ünün Batman kentinde ya­
çen yöre Kimmerler’den sonra Medler’in eli- şadığı ilde petrol sanayisi ile tarım ve ticaret
3.6 BAYBURT

başlıca ekonomik etkinliklerdir. İlin en önem ­


li petrol üretim alanı olan Raman Dağı'nda
arama çalışmaları 1937’de başladı; ilk olarak
1940’ta petrole rastlandı. Büyük kapasiteli
Batman Rafinerisi ise 1955’te deneme üreti­
mine geçti. Bölgedeki petrol üretim alanları­
nın genişlemesi sonucu rafinerinin işleme ka­
pasitesi aşılınca, 1967’de Batman-Dörtyol
Ham Petrol Boruhattı işletmeye açıldı. Bat­
man kentinin büyümesinde rol oynayan pet­
rol sanayisi dışındaki başlıca sanayi kuruluşla­
rı un, tuğla ve kiremit fabrikalarıdır.
Merkez ilçenin kırsal kesimiyle öteki ilçe­
lerde yaşayan halkın büyük bölümü geçimini
tarımdan sağlar. Başlıca bitkisel ürünler buğ­
day, üzüm, arpa, mercimek, pamuk, tütün ve
soğandır. Beşiri, Kozluk ve Sason’da Tekel
tarafından kurulmuş tütün işletmeleri vardır. YÜZÖLÇÜMÜ: 3.652 km2.
G A P kapsamında yer alan yörede önemli bir NÜFUSU (1990): 107.330.
İL TRAFİK NO: 69.
üretim ve verim artışı beklenmektedir. Hay­
İL MERKEZİ: Bayburt.
vancılık önemli bir gelir kaynağıdır. İlin hay­
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (78.930),
van varlığı yöreye özgü siyah ve kahverengi Aydıntepe (16.081), Demirözü (13.319).
tiftikli Ankara keçilerini de kapsar. Tiftik, kıl BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): Bayburt (33.677).
ve yünler dokumacılıkta değerlendirilir. Tica­ BAŞLICA YÜKSELTİLER: Kop Dağı (2.918 metre), Vızvız
Tepesi (2.870 metre), Göller Tepesi (2.731 metre).
retin en gelişmiş olduğu kent Batman il mer­
SICAKLIK: Bayburt kentinde en düşük -2 6 ,2 CC
kezidir. (29.1.1964), en yüksek 36,2°C (20.7.1962), ortalama
7°C.
İl Merkezi: Batman YAĞIŞ MİKTARI: Bayburt kentinde yıllık ortalama 433,4
mm.
Görece yeni bir kent sayılan Batm an’ın yerin­
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Bayburt Kalesi; Bent, Ali Şingâh,
de eskiden İluh adıyla küçük bir köy vardı. Meydan, Paşaoğulları, Pulur hamamları; Bayburt
1940’ta petrol bulunması ve rafinerinin kurul­ Ulucamisi; Kutluk Bey, Pulur, Yukarı Hınzevrek ca­
mileri; Hart, Ksanta, Varzahan kalıntıları; Korgan
masından sonra kent hızla büyük bir sanayi Köprüsü; Taşhan; Şehit Osman Türbeleri.
merkezine dönüştü. İşsizliğin yaygın olduğu
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin her yanın­
dan göç edenlerle kısa sürede kalabalık bir Demirözü ilçelerini kapsayan bir il haline ge­
kent haline geldi. 1950’de yalnızca 915 olan tirildi. Karadeniz Bölgesi'nin Doğu Karade­
nüfus, 1960’ta 10 bini, 1975’te 50 bini, 1985'te niz bölümünde yer alan Bayburt ili kuzeyde
110 bini buldu. Batman 1990'da bölgenin G a­ Trabzon, kuzeydoğuda Rize, doğu ve güney­
ziantep, Diyarbakır ve Şanlıurfa’dan sonra doğuda Erzurum, güneyde Erzincan, batıda
dördüncü büyük kentiydi. Kurtalan’da sona da Gümüşhane illeriyle çevrilidir.
eren demiryolu ile Bitlis’i M ardin’e bağlayan
karayolu Batman il merkezinden geçer. Kent­ Doğal Yapı
teki tek yükseköğretim kurumu Dicle Üniver- Orta kesimi daha alçak olan il topraklarının
sitesi'ne bağlı Batman Meslek Yüksekoku- kuzey kesimini Doğu Karadeniz Sıradağları’
lu’dur. na bağlı kıyı dağları, güney kesimini ise Ço-
ruh-Kelkit Dağları olarak adlandırılan iç sıra­
BAYBURT. Türkiye’nin yeni illerinden biri lar engebelendirir. Kuzeydeki Soğanlı Dağla-
olan Bayburt, daha önce Güm üşhane’ye bağlı rın’da Vızvız Tepesi ile Göller Tepesi başlıca
bir ilçeydi. Haziran 1989’da, Bayburt kent yükseltileri oluşturur, ilin doğu kesiminde Sa-
merkezi olmak üzere Aydıntepe, Bayburt ve rıçiçek Dağı yer alır. Güney kesimindeki Kop
BAYBURT 3.7

Dağı ile Otlukbeli Dağları, Çoruh-Kelkit


Dağları’nın batı bölümünü oluşturur. İçinden
Çoruh Irmağı’nın aktığı Çoruh-Kelkit Vadi
Oluğu’nun dar tabanı ile Bayburt ve Hart
(Aydıntepe) ovaları ilin başlıca tarım alanla­
rıdır.
İl topraklarından kaynaklanan suların bü­
yük bir bölümü Çoruh Irmağı aracılığıyla Ka­
radeniz’e dökülür. İl toprakları içinde genişçe
bir yay çizen Çoruh Irmağı'nın başlıca kolu
Mam Suyu’dur. Of’ta Karadeniz’e dökülen
Solaklı Çayı’nın başlangıç kolları ilin kuzey
kesimindeki dağlık alandan doğar.
Denize fazla uzak olmamasına karşın, yük­
sek dağların engel oluşturması nedeniyle Ka­
radeniz kıyısında görülen ılıman ve nemli ik­
limden etkilenmeyen Bayburt ilinde karasal
bir iklim görülür.
Dağların yüksek kesimlerindeki çayırlarla
kaplı yaylalar hayvancılık açısından önem ta­
şır. Sert iklim koşulları nedeniyle ilin doğal
bitki örtüsü zengin sayılmaz. Ormanlık alan­
lar da oldukça kısıtlıdır. Doğal bitki örtüsü
bozkır görünümünde olan ilde buna bağlı ola­
rak yabanıl hayvan varlığı da sınırlıdır. İlin Anadolu Yayıncılık Arşivi

çeşitli kesimlerinde ayı, dağ keçisi, tavşan, til­ Erzurum'u Trabzon limanına bağlayan yolun aştığı
Kop Geçidi.
ki, yaban domuzu gibi memeliler ile bıldırcın,
keklik, ördek, toy, turna ve üveyik gibi kuşla­ 11. yüzyıl ortalarında girdiler. Aynı yüzyılın
ra rastlanır. ikinci yarısında Saltuklu egemenliğine giren
yöre onu izleyen Danişmendli döneminde Bi­
Tarih zans saldırısına uğradıysa da geri alındı. 13.
Bayburt yöresindeki ilk yerleşmelerin günü­ yüzyıl başında Anadolu Selçuklularının yö­
müzden 5.500 yıl önce başlayan Tunç Çağı’n- netiminde bulunan yöreye daha sonra Moğol-
da kurulduğu tahmin edilmektedir. Hititler’in lar’dan kaçan Türkmen aşiretleri yerleşti. D a ­
Azzi-Hayaşa Ülkesi dediği bölge içinde kalan ha çok yağmacılıkla geçinen bu göçer aşiretle­
yöre bir süre Urartular’ın denetiminde kal­ ri İlhanlılar döneminde başka bölgelere göçe
dıktan sonra Kimmerler’in saldırısına uğradı. zorlandılar. 13. yüzyıl sonlarında yöreden ge­
Bunu izleyen Med ve Pers yönetimlerinin ar­ çen ünlü İtalyan gezgin Marko Polo’nun kita­
dından İÖ 2. yüzyılda Pontus Krallığı’na, İÖ bında burada gümüş üretimi yapıldığı anla­
64’te R om a’ya bağlandı. Bizans döneminde tılır.
Khaldia Theması’nm sınırları içine alındı. Bu İlhanlılar’dan sonra sırasıyla Eretna Beyli­
dönemde Sasaniler’in saldırısına uğrayan yö­ ği, Karakoyunlular ve Akkoyunlular tarafın­
re, bir süre de Ermeniler’in eline geçti. dan yönetilen yöre, 16. yüzyıl başında Safevi-
İS 7. yüzyılda Araplar’ın denetimine giren ler’in eline geçti; 1514’te Osmanlı toprakları­
Bayburt, Uzakdoğu’dan gelerek Trabzon’da na katıldı. Osmanlı yönetimi halkının büyük
Karadeniz kıyısına ulaşan kervan yolu üzerin­ bölümü Ermeniler’le Rumlar’dan oluşan yö­
de bulunduğundan büyük önem taşıyordu. reyi 17. yüzyılda Erzurum Eyaleti’nin bir san­
Bir süre Araplar, Gürcüler, Hazarlar ve Bi­ cağı yaptı. 19. yüzyılda iki kez Ruslar tarafın­
zanslIlar arasında el değiştirdi. Doğudan A na­ dan işgal edilen Bayburt, I. Dünya Savaşı sı­
dolu’ya akın düzenleyen Türkmenler yöreye rasında da Rus saldırısına hedef oldu. 1916’da
3.8 BAYBURT

Saltukoğulları'ndan Mengüç
Gazi'nin yaptırdığı Şehit Osman
Türbeleri.

Celsus Picture Library/Nezih Başgelen

yöreye giren Ruslar 1917 Ekim Devrimi üze­ van yolu üzerinde bulunmasından dolayı stra­
rine geri çekildiler. Yerlerini Ermeni birlikle­ tejik bir öneme sahipti.
ri aldı. Bölge 1918’de işgalden kurtuldu. Şeyh Kentin çeşitli dönemlerde onarımdan geçen
E şrefin 1919’da çıkarttığı Hart Ayaklanması surlarının dışına doğru büyümesi Anadolu
kısa sürede bastırıldı. Selçukluları ve İlhanlılar dönemlerinde başla­
dı. 16. yüzyılın ilk yarısından kalma Osmanlı
Ekonomi kayıtlarında 2 km uzunluğunda bir surla çevri­
Ekonomik olanakları kısıtlı olan ilde halkın li olan Bayburt Kalesi’nin dışında 10 mahalle
yüzde 69’u kasaba ve köylerde yaşar. Bayburt olduğu belirtilir. Aynı kaynaklara göre birçok
yöresi 1985’ten bu yana nüfus yitirmektedir. boyahane ve şaraphanenin bulunduğu kentte­
İl halkının geçim kaynağı büyük ölçüde tarım ki konutlardan 312’si Hıristiyanlar’a, 130’u
ve hayvancılığa dayalıdır. Sanayi il ekonomi­ Müslümanlar’a aitti. Bayburt’un kilim, halı ve
sine çok az katkıda bulunur. seccadeleriyle ünlü olduğunu, halkın bir bölü­
Yaylacılık yönteminin geçerli olduğu ilde münün silah üretimi ve kuyumculukta uzman­
çok sayıda sığır, koyun ve kıl keçisi yetiştirilir. laştığını belirten kaynaklar vardır.
Başlıca hayvansal ürün süttür ve süt ürünleri­ 18. yüzyıla gelindiğinde kent hemen hemen
ni işleyen bir fabrika kurulmuştur. Koyunlar- bütünüyle kale dışına taşınmış durumdaydı.
dan kırkılan yünler halı ve kilim dokumacılı­ 1828’de Bayburt'u ele geçiren Rus ordusu ka­
ğında kullanılır. Ekime elverişli alanlarda le burçlarını, bazı camileri ve mahalleleri tah­
başlıca ürünler buğday, şekerpancarı, arpa ve rip etti. Bayburt 1878’de Çıldır Sancağı’nın
patatestir. Yem bitkileri ekimi de ağırlıklı bir merkezi oldu; 1888’de yeniden kaza merkezi
yer tutar. Geleneksel uğraşların başında deri­ olarak Erzurum ’a bağlandı ve bu durum
cilik, hah ve kilim dokumacılığı gelirken, süt, 1927’ye kadar sürdü. 19. yüzyıl sonlarında
deri, un, makarna, irmik, yem. tuğla ve kire­ yaklaşık 8.000 olan kent nüfusu 1950’de
mit küçük işletmelerin başlıca üretim ve tica­ 9.843’e, 1965’te 15.184’e, 1985’te 28.068’e
ret konularını oluşturur. Bayburt’ta bir de kü­ ulaştı, 1990’da ise 30 bini aştı.
çük sanayi sitesi kurulmuştur. Çoruh Vadisi tabanı ile yamaçlarında ku­
rulmuş olan kent, ilin orta kesimlerinde yer
İl Merkezi: Bayburt alır. Aşkale’de E-23 Karayolu’na bağlanan
Kuruluşuna ilişkin yeterli bilgiye rastlanma­ E-390 Karayolu kentten geçer. Kentteki baş­
yan Bayburt kenti İÖ 8. yüzyıla kadar Doma- lıca sağlık kurumu Bayburt Devlet Hastane­
na adıyla anılıyordu. İskitler döneminde sidir.
Gymnias denen kentin adı, Bizans dönemin­ Bayburt tarihsel yapılar açısından oldukça
de Baiberdon, Ermeniler’de Payberd, Arap zengindir. Bayburt Kalesi, Taşhan (Bedes­
kaynaklarında ise Bâbirt olarak geçer. Eski­ ten), Bayburt Ulucamisi, Şehit Osman Türbe­
den çevresindeki gümüş yataklarının işletil­ leri, Paşaoğulları ve Ali Şingâh hamamları
mesinden ve Tebriz’i Trabzon’a bağlayan ker- bunların başlıcalarıdır.
BAYRAK 3.9

BAYRAK. 1988’den bu yana değişiklik geçiren ülke bayraklarıyla yeni kurulan bazı devletlerin
bayrakları aşağıda gösterilmiştir.

Afganistan Almanya Azerbaycan


3.10 BAYRAK

Kırgızistan Kolombiya

Kongo Lesotho

Letonya

Marshall Adaları Mikronezya

Moldova Namibia Özbekistan


BELÇİKA 3.11

Türkmenistan

Ukrayna Yemen

BECKETT, Samuel. Nobel Edebiyat Ödülü kanlıklarının hizmetleriyle bazı özel yetkilerin
sahibi yazar, eleştirmen ve oyun yazarı Bec­ bölgelere devredilmesi öngörülüyordu. Ayrı­
kett, 22 Aralık 1989’da, uzun süredir yaşa­ ca Hakemlik Mahkemesi’nin yetkileri de ge­
makta olduğu Paris’te öldü. İrlanda asıllı Bec­ nişletildi. Ama, federalleştirme programının
kett’in Türkçe’de yayımlanmış yapıtlarına, üçüncü evresiyle ilgili görüş ayrılıkları bir çö­
son yıllarda İmge (1989) ve Eşlik (1990) ek­ züme ulaştırılamadı. Bu evre iki meclisli par­
lendi. lamenter sistemin değiştirilmesi, bölge ve top­
luluk meclislerine doğrudan seçim yapılması,
BELÇİKA bölge ve topluluklara uluslararası antlaşmala­
rı imzalama yetkisinin tanınması konularını
RESMİ ADI: Belçika Krallığı. kapsıyordu.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli meşruti krallık. Telefon sisteminin modernleştirilmesiyle il­
YÜZÖLÇÜMÜ: 30.518 km2. gili sözleşme nedeniyle çıkan anlaşmazlık so­
NÜFUS (1991): 9.978.000. nucunda Başbakan Martens istifa etti. Kasım
BAŞKENT: Brüksel.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Brüksel
1991’de yapılan seçimlerden aşırı sağ ve sol
(137.966; metropoliten alan, 970.501), Anvers partiler kazançlı çıkarken, geleneksel partiler
(473.082), Gand (230.822), Charleroi (208.021), Liege oy yitirdiler. Mültecilere karşı kampanya yü­
(199.020).
rüten neofaşist Vlaams Blok sandalye sayısını
ikiden 12’ye çıkardı. Hükümeti kurma görevi
1980’lerin sonlarında devlet yapısının yeniden Sosyal Hıristiyan Parti önderine verildi.
düzenlenmesine ilişkin tartışmalar gündem­ Son yıllarda özellikle Polonya ile Afrika ül­
deki en önemli konuyu oluşturdu. Federalleş­ kelerinden gelen göçmenler siyasal gündem­
tirme programının 1989’da uygulamaya ko­ deki önemli konulardan birini oluşturdu.
nan ikinci evresinde eğitim ve bayındırlık ba­ 1991’de çıkarılan yeni bir yasayla üçüncü ku­
3.12 BELİZE

şak göçmenlere doğrudan Belçika uyruğuna ye geçiş sürecine girdi. Seçimlerde Başkan
geçme hakkı tanınırken, ikinci kuşak için Mathieu Kerekeu, Nicephore Soglo karşısın­
yurttaşlık hakkı kolaylaştırıldı. da yenilgiye uğrayarak, Afrika’da seçimle gö­
revden uzaklaştırılan ilk devlet başkanı oldu.
BELİZE Benin’in çözüm bekleyen sorunlarının başın­
da, son yıllarda giderek artan ekonomik ve
RESMİ ADI: Belize.
toplumsal sıkıntılar geliyordu.
YÖNETİM BİÇİMİ: İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi parla­
menter devlet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 22.965 km2. BERLİN. 1989’da Alman Demokratik Cum-
NÜFUS (1991): 192.000. huriyeti’nde komünist yönetime karşı gösteri­
BAŞKENT: Belmopan. ler yoğunluk kazandı. Halkın taleplerinden
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Belize kenti birisi de iki Almanya’nın birleşmesiydi. 9 Ka­
(43.621), Orange Walk (10.410), San Ignacio/Santa
Elena (7.989), Corozal (7.268), Belmopan (5.256).
sım 1989’da göstericiler Berlin’i ikiye bölen
duvarı aşarak kentin bölünmüşlüğüne fiilen
son verdiler. 22 Aralık 1989’da da Branden-
Eskiden İngiliz Hondurası olarak bilinen Be­
burg Kapısı açıldı. 1990 ortalarında Berlin
lize 1981’de İngiltere'den bağımsızlığını elde
Duvarı’nın önemli bir bölümü ortadan kalk­
etmişti. Öteden beri Belize toprakları üzerin­ mıştı. 1 Ocak 1991’de de Berlin yeniden tek
de hak iddia eden Guatemala, bağımsızlıktan
yönetim altında birleşti ve Almanya'nın resmi
sonra da baskılarını sürdürdü. Ama 1991’de başkenti oldu. Merkezi devlet kuruluşlarının
Guatemala hak iddialarından barışçı yoldan 12 yıl içinde Almanya Federal Cumhuriyeti’
vazgeçti ve Belize’nin tam egemenliğini tanı­
nin eski başkenti Bonn’dan Berlin'e taşınma­
dı. Belize aynı yıl Amerika Devletleri Örgütü’ sına karar verildi. Nüfus (1990) 3.409.700.
ne (OAS) üye oldu. 1991 Belize’nin İngiltere’
den bağımsızlığını kazanmasının 10., Belmo- BERMUDA
pan’ın başkent oluşunun 21. yıldönümüydü.
Siyasal bakımdan olumlu gelişmelerin yaşan­ RESMİ ADI: Bermuda.
dığı son yıllarda Belize’de ekonomi de olumlu YÖNETİM BİÇİMİ: İçişlerinde bağımsız İngiliz kolonisi.
YÜZÖLÇÜMÜ: 54 km2.
yönde gelişti. Turizm alanındaki büyümenin
NÜFUS (1991): 59.800.
yanı sıra, şeker ve muz üretimiyle ihracatın­ BAŞKENT: Hamilton.
daki artış ekonomiyi güçlendirdi. BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI: Hamilton (1989;
2.000), St. George (1.707).
BENİN
RESMİ ADI: Benin Cumhuriyeti. 1989’da yapılan Temsilciler Meclisi seçimle­
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet. rinde, iktidardaki Birleşik Bermuda Partisi
YÜZÖLÇÜMÜ: 112.600 km2. (UBP) sekiz sandalye yitirmekle birlikte par­
NÜFUS (1991): 4.776.000. lamentoda çoğunluğu korudu. U B P’nin 1985’
BAŞKENT: Porto-Novo (resmi); Cotonou (fiili). te yüzde 62 olan oy oranı da yüzde 50’ye düş­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1982): Cotonou tü. Bağımsızlık yanlısı İlerici İşçi Partisi’nin
(487.000), Porto-Novo (208.000), Parakou (66.000),
Abomey (54.000), Kandi (53.000). sandalye sayısı ise 15’e yükseldi.
Bermuda’da son yıllarda vergilerde önemli
artışlar görüldü. Ayrıca, adalara gelen turist­
1975’te Benin Halk Cumhuriyeti adını alan ve
lerin sayısı da artış gösterdi. Özellikle A B D ’
sosyalist bir düzenin kurulmasına çalışılan Be-
den gelen baskılar karşısında, kıyı bankacılığı
nin’de son yıllarda önemli gelişmeler görüldü.
konusundaki denetimlerin sıklaştırılacağı
SSCB ile Doğu Avrupa’daki köklü değişiklik­
lerden sonra Benin’de de Marksizm-Leninizm açıklandı.
reddedildi ve ülkenin adı Benin Cumhuriyeti
olarak değiştirildi. BEYAZ RUSYA______________________
Otuz yıldır ilk kez serbest seçimlerin yapıl­ RESMİ ADI: Beyaz Rusya Cumhuriyeti.
masıyla Benin 1991’de çok partili demokrasi­ YÖNETİM BİÇİMİ: Çok partili parlamenter devlet.
BHUTAN 3.13

YÜZÖLÇÜMÜ: 207.600 km2. diler. SSCB’nin varlığının sona erdiği konu­


NÜFUS (1991): 10.260.400. sunda görüş birliğine varan önderler, merkezi
BAŞKENT: Minsk. Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk olmak üze­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Minsk
(1.589.000), Gomel (500.000), Mogilyov (356.000), re, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT)
Vitebsk (350.000), Brest (258.000), Bobruysk kurulduğunu ilan ettiler. İzleyen günlerde,
(223.000), Baranoviçi (159.000), Borisov (144.000), daha önce bağımsızlıklarını kazanan Baltık
Orsa (123.000), Pinsk (119.000).
cumhuriyetleri ile iç karışıklıkların sürdüğü
Gürcistan dışında kalan eski Sovyet cumhuri­
SSCB’de 1980’lerin sonlannda başlayan de­ yetleri B D T ’ye katıldı. Eski yönetim biçimine
mokratikleşme ortamında muhalefet grupları son veren Beyaz Rusya’da, ekonominin yeni­
Beyaz Rusya Halk Cephesi'nde birleşti. Ama den yapılandırılması gündemdeki en önemli
yapılan ilk çok partili seçimde Komünist Parti konuyu oluşturuyordu.
(KP) iktidarını korudu. 19 Ağustos 1991’deki
başarısız darbe girişiminin ardından, KP 25 BHUTAIM
Ağustos’ta Beyaz Rusya’nın bağımsızlığını RESMİ ADI: Bhutan Krallığı.
ilan etti. YÖNETİM BİÇİMİ: Meşruti krallık.
Beyaz Rusya, Ukrayna ve Rusya önderleri YÜZÖLÇÜMÜ: 47.000 km2.
8 Aralık 1991’de Brest kentinde bir araya gel­ NÜFUS (1991): 1.476.000.
3.14 BİLECİK

BAŞKENT: Thimphu. BAŞLICA YÜKSELTİLER: Tavşantepe (1.906 metre), Ka­


BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI: Thimphu (1985; le Tepesi (1.779 metre).
20.000), Phuntsholing (1982; 10.000). SICAKLIK: Bilecik kentinde en düşük -16°C (13.1.1950),
en yüksek 40,6°C (21.8.1945), ortalama 12,2°C.
YAĞIŞ MİKTARI: Bilecik kentinde yıllık ortalama 438,6
Bhutan’daki demokrasi yanlısı hareket son mm.
yıllarda gittikçe artan ölçüde sesini duyurma­
ya başladı. Nepal’deki demokratik hareketin BİNGÖL
güçlenmesinden kaygıya kapılan Kral Cigme YÜZÖLÇÜMÜ: 8.125 km2.
Singye Vangçuk, ülkesini ve halkını dış etki­ NÜFUSU (1990): 250.966.
lerden korumak amacıyla baskıcı yönetimini İL MERKEZİ: Bingöl.
daha da ağırlaştırdı. Yabancı televizyonların İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (95.445),
izlenmesi yasaklandı, çanak antenler söktü­ Adaklı (19.519), Genç (43.714), Karlıova (33.257), Kiğı
(11.438), Solhan (35.292), Yayladere (3.607), Yedisu
rüldü. Giyim kuşam ve geleneksel törelerle (8.694).
ilgili sert kurallar, cezalar getirildi. BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): Bingöl (41.590).
Baskılar karşısında, İnsan Hakları İçin BAŞLICA YÜKSELTİLER: Akçakara Tepesi (2.940 metre),
Halk Forumu adı altında bir örgüt oluşturul­ Şeytan Dağı (2.913 metre), Şahin Tepesi (2.675
metre).
du. Demokrasi hareketine Nepalli göçmenle­ SICAKLIK: Bingöl kentinde en düşük -22,1°C
rin önderlik ettiğini ileri süren kral, bu hare­ (25.1.1972), en yüksek 41,3°C (7.8.1973), ortalama
kete katılanları “ulus düşmanı teröristler” 12,1°C.
YAĞIŞ MİKTARI: Bingöl kentinde yıllık ortalama 833,5
olarak niteledi. Göçmenleri ve azınlıkları he­ mm.
def alan baskı politikasıyla mücadele etmek
için Bhutan’daki Nepalli muhalif gruplar bir
“kurtuluş örgütü” kurdular. Örgüt üyelerinin
bir bölümü tutuklandı, bir bölümü ise ülkeyi
terk etmek zorunda kaldı. Sürgündeki rejim
karşıtları ise Bhutan’da İnsan Hakları İçin
Halk Forumu adlı bir örgüt kurdular.

BİLECİK
YÜZÖLÇÜMÜ: 4.307 km2.
NÜFUSU (1990): 175.526.
İL MERKEZİ: Bilecik.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (43.548),
Bozüyük (48.193), Gölpazarı (15.033), inhisar (8.140),
Osmaneli (18.118), Pazaryeri (16.112), Söğüt
(20.142), Yenipazar (5.970).
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Bozüyük
(33.162), Bilecik (23.273).
RESMİ ADI: Birleşik Arap Emirlikleri.
YÖNETİM BİÇİMİ: Her biri kendi emirince yönetilen yedi
devletten oluşan federal birlik.
YÜZÖLÇÜMÜ: 77.700 km2.
NÜFUS (1991): 1.945.000.
BAŞKENT: Abu Dabi.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1980): Dubai
(266.000), Abu Dabi (1988; 722.143), Şarca (125.000),
el-Ayn (102.000), Resü'l-Hayme (42.000).

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Kuveyt’


in Ağustos 1990’da işgalinden sonra Arap ve
Batılı askeri güçlerin topraklarında konuşlan­
dırılmasını kabul etti. Körfez Savaşı’na aktif
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER 3.15

bir biçimde katıldığı gibi, Cebel Ali’deki tesis­ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER. Dünyanın kök­
lerini de Müttefik donanmasına açtı. H ükü­ lü ve hızlı bir değişim yaşadığı son yıllarda
met, savaşa katkılarından dolayı İngiltere’ye Birleşmiş Milletler’in (BM) işlevi geçmişte
500 milyon AB D Doları, A B D ’ye ise 2,8 görülmediği kadar önem kazandı. Dünya
milyar ABD Doları ödedi. ekonomisinin gittikçe bütünleşmesi, insani
Hisselerinin yüzde 74’ü Abu Dabi hüküme­ sorunların küresel niteliği, Soğuk Savaş’ın so­
tinin denetiminde olan Bank of Credit and na ermesinin ardından Doğu Avrupa’daki de­
Commerce International’ın (BCCI) 1991’de mokratik devrimler ve SSCB’nın dağılmasıyla
iflas etmesi B A E ’nin uluslararası piyasalarda­ ortaya çıkan yeni sorunlar B M ’nin sorumlulu­
ki saygınlığına gölge düşürdü. Bu bunalım ğunu ve rolünü artırdı. Ayrıca, sürmekte olan
BA E hükümeti ile İngiltere Merkez Bankası iç savaşlar, etnik kökenli çatışmalar ve Körfez
arasında da gerginliğe neden oldu. Savaşı nedeniyle, başta Güvenlik Konseyi ol-

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÜYELERİ

1945 ABD, Arjantin, Avustralya, Belçika, Beyaz Rusya, Birleşik Krallık, Bolivya, Brezilya, Çekoslovakya,
Çin, Danimarka, Dominik Cum huriyeti, Ekvador, El Salvador, Etiyopya, Filipinler, Fransa,
Guatemala, Güney Afrika, Haiti, Hindistan, Hollanda, Honduras, Irak, İran, Kanada, Kolombiya,
Kosta Rika, Küba, Liberya, Lübnan, Lüksemburg, Meksika, Mısır, Nikaragua, Norveç, Panama,
Paraguay, Peru, Polonya, SSCB (bugün Rusya Federasyonu), Suriye, Suudi Arabistan, Şili,
Türkiye, Ukrayna, Uruguay, Venezuela, Yeni Zelanda, Yugoslavya, Yunanistan
1946 Afganistan, İsveç, İzlanda, Tayland
1947 Pakistan, Yemen Arap Cum huriyeti (1990'da Yemen Dem. Halk Cumh. ile birleşti)
1948 Birmanya (bugün Myanmar)
1949 İsrail
1950 Endonezya
1955 Arnavutluk, Avusturya, Bulgaristan, Finlandiya, İrlanda, İspanya, İtalya, Kamboçya, Laos, Libya,
Macaristan, Nepal, Portekiz, Romanya, Sri Lanka (Seylan), Ürdün
1956 Japonya, Fas, Sudan, Tunus
1957 Gana, Malezya
1958 Gine
1960 Benin (Dahomey), Burkina Faso (Yukarı Volta), Çad, Fildişi Kıyısı, Gabon, Kamerun, Kıbrıs, Kongo,
Madagaskar, Mali, Nijer, Nijerya, Senegal, Somali, Togo, Zaire (Kongo)
1961 M oritanya, M oğolistan, Sierra Leone, Tanzanya (Tanganika; 1963'te BM'ye üye olan Zengibar'la
1964'te birleşti)
1962 Burundi, Cezayir, Jamaika, Ruanda, Trinidad ve Tobago, Uganda
1963 Kenya, Kuveyt
1964 Malavi, Malta, Zambia
1965 Gambia, Maldivler, Singapur
1966 Barbados, Botsvana, Guyana, Lesotho
1967 Yemen Dem. Halk Cumh. (Güney Yemen) (1990'da Yemen Arap C um huriyeti'yle birleşti)
1968 Ekvator Ginesi, Mauritius, Svaziland
1970 Fiji
1971 Bahreyn, Bhutan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar
1973 ADC (1990'da AFC'ye katıldı), AFC, Bahamalar
1974 Bangladeş, Gine-Bissau, Grenada
1975 Cabo Verde, Kom orolar, Mozambik, Papua Yeni Gine, Sâo Tome ve Principe, Surinam
1976 Angola, Batı Samoa, Seyşeller
1977 Cibuti, Vietnam
1978 Solomon Adaları
1979 Dominika, St. Lucia
1980 St. Vincent ve Grenadinler, Zim babve
1981 Antigua ve Barbuda, Belize, Vanuatu
1983 St. Christopher ve Nevis
1984 Brunei
1990 Liechtenstein, Namibia
1991 Estonya, Güney Kore, Kuzey Kore, Letonya, Litvanya, Marshall Adaları, Mikronezya
1992 Azerbaycan, Bosna-Hersek, Ermenistan, Hırvatistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, San
Marino, Slovenya, Tacikistan, Türkmenistan
3.16 BİRMANYA

mak üzere BM ve bağlı örgütleri sorunların BM insan hakları konusunda önemli bir
çözümünde etkili olmaya çalıştılar. adım daha atarak, BM Çocuk Hakları Bildir-
1 Ocak 1992’de Mısır Başbakan Yardımcısı gesi’nin ilanının 30. yıldönümünde, 20 Kasım
Butros Butros Gali, BM'nin altıncı genel sek­ 1989’da Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni kabul
reteri olarak göreve başladı. Gali BM ’nin ilk etti. Dünyanın geleceğini gitgide daha fazla
Arap ve ilk Afrikalı genel sekreteri oldu. tehdit eden çevre sorunlarıyla ilgili BM Çevre
1992’de BM ’ye 11 yeni üye kabul edilme­ ve Gelişme Konferansı “Yeryüzü Zirvesi”
siyle üye devlet sayısı 177’ye yükseldi. 1992’de Brezilya’nın başkenti Rio de Janei-
1991’de dağılan SSCB’nin BM ’deki ve G ü­ ro’da toplandı.
venlik Konseyi’ndeki yerini Rusya Federas­
yonu aldı. BİRMANYA. Mayıs 1989’da askeri yönetim
BM Barış Gücü çatışma ve savaşların sona ülkenin Birmanya Halk Cumhuriyeti olan
erdirilmesinde ve ateşkes anlaşmalarının sü­ adını Myanmar Birliği olarak değiştirdi. Deği­
rekliliğini sağlamada etkin rol oynadı. Nobel şikliğin amacı, ülke halkının yalnızca Birman-
Barış Ödülü 1988’de BM Barış Gücü'ne veril­ lar’dan oluşmadığını ve farklı etnik topluluk­
di. Daha önce de, 1954’te Barış Gücü gene ları kapsadığını belirtmekti. Başkent Ran-
aynı ödülü almıştı. gun'un adı da Yangon olarak değiştirildi. A y ­
Angola, Kamboçya ve El Salvador’da sü­ rıca bak. Myanmar.
ren iç savaşlar B M ’nin katkılarıyla sona erdi­
rildi. Yugoslavya’daki iç savaşı durdurmak BİTLİS
için de BM büyük çaba harcıyordu. Ama Yu­
YÜZÖLÇÜMÜ: 6.707 km2.
goslavya’ya karşı uygulanan ekonomik am­
NÜFUSU (1990): 330.115.
bargo beklendiği ölçüde başarılı olmadı. İL MERKEZİ: Bitlis.
Tam Soğuk Savaş’ın bitmesi sevinci yaşa­ İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (68.132),
nırken, Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i iş­ Adilcevaz (26.950), Ahlat (34.217), Güroymak
galiyle başlayan Körfez Bunalımı sırasında (37.030), Hizan (43.790), Mutki (38.004), Tatvan
(81.992).
BM eşi görülmemiş bir uluslararası işbirliği BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Tatvan
dönemi başlattı. Irak’a hemen ve koşulsuz ge­ (54.071), Bitlis (38.130).
ri çekilme çağrısında bulunduktan sonra bir BAŞLICA YÜKSELTİLER: Süphan Dağı (4.058 metre),
Avaberhan Tepesi (3.103 metre), Ziyarettepe (3.002
dizi yaptırım kararı aldı. Üye ülkeleri, işgalin metre).
sona erdirilmesi için, kuvvet kullanımı dahil SICAKLIK: Bitlis kentinde en düşük -20,2°C (12.2.1975),
her türlü önlemi almakta serbest bıraktı. en yüksek 36,8°C (16.7.1965), ortalama 9,3°C.
Irak’ın, Kuveyt’ten çekilmesi için Güvenlik YAĞIŞ MİKTARI: Bitlis kentinde yıllık ortalama 981,8
mm.
Konseyi’nin tanıdığı süreye uymaması üzerine
16 Ocak’ta, 28 ülkeden oluşan koalisyona
bağlı kuvvetler Irak’a karşı yoğun bir hava
saldırısı başlattı. 26-27 Şubat’taki kara hare­
kâtı sonunda Irak kuvvetleri Kuveyt’ten çıka­
rıldı. Irak, 28 Şubat’ta Güvenlik Konseyi ka­
rarlarına uymayı kabul etti. 2 M art’ta topla­
nan Güvenlik Konseyi de ateşkes antlaşması­
nı onayladı; 3 Nisan’da da Körfez Savaşı’nı
resmen sona erdirdi. Ekim 1991’de Irak’ın as­
keri ve bilimsel amaçlı tesislerini bir BM ko­
misyonunun denetlemesini öngören bir karar
alındı. Bu görevle Irak’ta bulunan ve Irak’ın
nükleer planlarıyla ilgili belgeleri ele geçiren
44 BM gözlemcisi dört gün boyunca bir oto­
parkta gözaltında tutuldular. Bu nedenle
büyük bir gerginlik yaşandı.
BORUHATTI 3.17

BOLİVYA
RESMİ ADI: Bolivya Cumhuriyeti.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli, çok partili cumhuriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.098.581 km2.
NÜFUS (1991): 7.528.000.
BAŞKENT: La Paz (yönetim); Sucre (yargı).
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): La Paz
(669.400), Santa Cruz (529.200), Cochabamba
(403.600), El Alto (307.400), Oruro (176.700), Potosi
(110.700).

Mayıs 1989’daki başkanlık seçimlerinde aday­


lardan hiçbiri çoğunluğu sağlayamadı. Bunun
üzerine Solcu Devrimci Hareket adayı Jaime
Paz Zamora, Ulusal Kongre tarafından baş­
kan seçildi. Paz Zamora Bolivya’da demokra­ SICAKLIK: Bolu kentinde en düşük -34°C (9.2.1929), en
tik yönetime geçişten sonraki üçüncü başkan yüksek 39,4°C (21.8.1945), ortalama 10,2°C.
oldu. YAĞIŞ MİKTARI: Bolu kentinde yıllık ortalama 538,2
mm.
Yeni yönetim serbest piyasa politikalarını
sürdürme, enflasyonu düşürme, geçmiş yöne­
timlerden farklı olarak gıda ve hammaddede BONN, II. Dünya Savaşı’nın ardından
ulusal üretime ağırlık verme, yabancı yatırım­ 1949’da kurulan Almanya Federal Cumhuri­
ları teşvik ve bunlara yasal güvence sağlama yetinin başkenti olarak belirlenmişti. İki Al­
doğrultusunda politikalar izledi. Ayrıca koka­ manya’nın 1990’da birleşmesinden sonra, 1
in ticaretine karşı mücadelede ABD ile işbirli­ Ocak 1991’de Berlin yeniden başkent oldu.
ği sürdürüldü. Hükümet, koka bitkisinin eki­ Merkezi devlet kuruluşlarının 12 yıl içinde
mine son vererek yerine başka ürün yetiştir­ Berlin’e taşınmasına karar verildi. Bu süre
mesi için üreticilere yardım sağladı. içinde devlet işlerinin bir bölümü fiili olarak
Nüfusun yüzde 40’ını oluşturan 3 milyon ki­ Bonn’dan yürütülmeye devam edecekti. Nü­
şinin kırda ve kentte aşırı yoksulluk içinde ya­ fus (1989) 283.700.
şadığı Bolivya’da, hükümet aşırı yoksulluğun
önüne geçilmesi için bir program hazırladı. BORSA VE KAMBİYO. 1986 başında piyasa
Dış borcu 3,8 milyar ABD Doları olan Bo­ işlemlerine başlayan İstanbul Menkul Kıy­
livya, ekonomisindeki olumlu gelişmeler so­ metler Borsası (İMKB) 1988 sonrasında bü­
nucunda borçlarının bir bölümünü sildirmeyi yük gelişme gösterdi. İM KB’de işlem gören
umuyordu. hisse senedi sayısı 1986’da 3 milyon adetten
1990’da 1,5 milyara ulaştı. İşlem hacmi ise ay­
BOLU nı dönemde 9 milyar Türk Lirası’ndan 15,3
trilyon Türk Lirası’na yükseldi. Öte yandan,
YÜZÖLÇÜMÜ: 11.051 km2. 1989’da borsada fiyatlar 5 katına çıkarken,
NÜFUSU (1990): 536.869. 1990’da ve sonrasında fiyat artışları sınırlı kal­
İL MERKEZİ: Bolu.
dı. Yatırımcılar 1990 ve 1991 yıllarını zararla
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (156.326),
Akçakoca (32.839), Cumaova (26.499), Dörtdivan kapadılar. 1992’de İMKB'de gözlenen geliş­
(13.499), Düzce (156.326), Gerede (41.274), Gölyaka meler, yatırımcıların bir kötü yıl daha yaşaya­
(19.775), Göynük (20.076), Kıbrısçık (6.716), Mengen cağını gösteriyordu.
08.982), Mudurnu (27.153), Seben (11.020), Yeniça­
ğa (10.874), Yığılca (22.271).
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Düzce BORUHATTI. SSCB'den Türkiye’ye doğal
(61.878), Bolu (60.789). gaz taşıyan boruhattının 1988’de tamamlan­
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Köroğlu Tepesi (2.499 metre),
Çele Doruğu (1.980 metre), Naldökentepe (1.911 masından sonra sanayide ve konutlarda doğal
metre). gaz kullanımına yönelik çalışmalar hızla iler­
3.18 BOSNA-HERSEK

ledi. A nkara’da konutlarda doğal gaza dönüş­


türme işi tamamlanma aşamasına geldi. İstan­
bul’da ise boru döşeme çalışmaları büyük öl­
çüde tamamlanarak konutları şebekeye bağ­
lama işlemine geçildi ve Anadolu yakasında
doğal gaz kullanımı başladı.
Ayrıca, doğal gaz kullanımını ülke çapında
yaygınlaştırmak amacıyla yeni boruhatlarına
ilişkin çalışmalar başlatıldı. Bu boruhatlarının
Bursa’dan Çanakkale’ye ve İzmir’de Aliağa’
ya, İzmit’ten Ereğli ve Karabük’e, A nkara’
dan da Adana, Mersin ve İskenderun’a uzan­
ması planlanmaktadır. Öte yandan, Kafkaslar
üzerinden ikinci bir doğal gaz boruhattının
yapılması tasarlanmaktadır. 1992’de gündeme
gelen bir başka proje ise, Orta Asya’daki
Türk cumhuriyetlerinden Türkiye’ye petrol
taşıyacak bir boruhattının yapımıdır.
te olan Bosna-Hersek’te verimli topraklar da­
BOSNA-HERSEK. Balkan Yarımadası'nın ha çok kuzeydedir.
kuzeybatısında yer alan Bosna-Hersek Cum- Ülke ekonomisi temelde tarıma dayalıdır.
huriyeti’nin 1992’ye kadar resmi adı Bosna- Başlıca ürünler tahıl, sebze, şekerpancarı, ke­
Hersek Sosyalist Cumhuriyeti'ydi. Eski Yu­ ten ve tütündür. Ormancılık ve koyun besici­
goslavya’nın altı cumhuriyetinden biri olan liği de önem taşır. Sanayi ürünleri arasında
Bosna-Hersek, 1992 başında bağımsızlığını kereste, demir ve çelik, tütün, deri ve şeker
ilan ettiğinden bu yana Sırp milislerin yoğun sayılabilir. Ülkenin kuzeyinde yer alan Bos­
saldırısı altında var olma savaşı vermektedir. na’nın orta ve kuzey yörelerinde, başta erik
Bosna-Hersek kabaca üçgen biçimli dağlık bir olmak üzere meyve yetiştirilir. Güneydeki
araziden oluşur. Doğusunda ve güneydoğu­ H ersek’te ise üzüm bağları vardır. Başkent
sunda Yugoslavya’nın Sırbistan ile Karadağ Sarajevo (Saraybosna) ile Mostar yakınların­
cumhuriyetleri, kuzeyinde ve batısında Hırva­ da demir, ayrıca çeşitli yörelerde bakır, m an­
tistan yer alır. Adriya Denizi’ne 20 kilometre­ ganez, kurşun, cıva ve gümüş çıkartılır.
lik bir kıyısı bulunmakla birlikte hiç limanı Bosna-Hersek’in eski halkı, Balkan Ya-
yoktur. Sava ve Neretva ırmakları ile bunların rımadası’nın kuzeyini istila etmiş olan İllirya-
kolları tarafından akaçlanan ülkenin kuzey lılar’dı. Ülke topraklarında Yontma Taş ve
kesiminde çam ve kayın ormanları bulunur. Cilalı Taş devirlerinin izleri bulunmuştur. Ay­
Topraklarının yaklaşık yarısı ekilebilir nitelik- rıca Tunç ve Demir çağlarına ilişkin kalıntılar
da vardır. Daha sonra Romalılar tarafından
işgal edilen bölge Illyricum Eyaleti’ne bağlan­
RESMİ ADI: Bosna-Hersek Cumhuriyeti. dı. Yöreye 7. yüzyılda Slavlar gelmeye başla­
YÖNETİM BİÇİMİ: Parlamenter devlet. dı. Bosna 960’ta bağımsız bir siyasal birim
YÜZÖLÇÜMÜ: 51.129 km2.
oluşturdu. 12. yüzyıl ortalarında Bosna top­
NÜFUS (1991): 4.365.639.
rakları Macarlar’ın eline geçti. Osmanlılar
BAŞKENT: Sarajevo (Saraybosna).
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Kabaca üçgen biçiminde dağlık 1386’da Bosna’yı işgal ettiler. Birçok savaşın
bir araziden oluşur. Sularını Sava ve Neretva ırmak­ ardından, Bosna-Hersek 1463’te Fatih Sultan
ları ile bunların kolları toplar. Mehmed tarafından Osmanlı topraklarına ka­
BAŞLICA ÜRÜNLER: Tahıl, sebze, şekerpancarı, keten
ve tütün, kereste, demir ve çelik, deri, şeker. tıldı. 16. yüzyıl sonlanna doğru Bosna Eyaleti
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1981): Sarajevo olarak örgütlendi. Osmanlı yönetimi sırasında
(319.017), Banja Luka (123.937). halkın bir bölümü İslam’ı kabul etti. Bunlar
Boşnak olarak adlandırıldı.
BOTSVANA 3.19

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Hersek’te süregiden iç savaşı önleme konu­


imzalanan Berlin Antlaşması’yla Bosna-Her- sunda yeterli olmadı.
sek görünüşte bir Osmanlı vilayeti olarak kal­
makla birlikte, Avusturya-Macaristan İmpa-
BOTSVANA
ratorluğu’nun denetimine bırakıldı. 1908’de
Avusturya-Macaristan yöreyi ilhak etti. Yeni
anayasaya göre seçimlerde Ortodokslar, Ka- RESMİ ADI: Botsvana Cumhuriyeti.
tolikler ve Müslümanlar için belirli oranda YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet.
sandalye sayısı belirlendi. Bu durum Sırp mil­ YÜZÖLÇÜMÜ: 581.730 km2.
NÜFUS (1991): 1.320.177.
liyetçilerinin tepkisini çekti ve gerginlik gide­
BAŞKENT: Gaborone.
rek arttı. Avusturya veliahtı Arşidük Franz BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Gaborone
Ferdinand’ın Sarajevo’da Bosnalı bir Sırp öğ­ (133.791), Francistovvn (65.026), Selebi-Pikvve
renci tarafından öldürülmesi I. Dünya Sava- (39.769), Molepolole (1988; 29.212), Serovve (1988;
28.267).
şı’nın çıkmasına neden olan kıvılcımı oluştur­
du. Bosna-Hersek 1918’de Sırp, Hırvat ve
Sloven Krallığı’nın bir parçası olarak Sırbis­ 1989'da yapılan seçimlerde iktidardaki Bots­
tan’la birleştirildi. 1946’da da Yugoslavya’nın vana Demokratik Partisi ezici bir zafer kazan­
altı cumhuriyetinden biri oldu. dı. 1990’da Başkan Quett Masire ekonomide
Yugoslavya'da 1990’da başlayan dağılma özel kesimin ağırlığını artırmayı öngören ve
süreci Bosna-Hersek’i de etkiledi. Başlangıç­ 1991-97 dönemini kapsayan yedinci kalkınma
ta daha gevşek bir federasyondan yana olan planını açıkladı.
Bosna-Hersek, Slovenya, Hırvatistan ve Ma­ Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ırkçı politi­
kedonya’nın ardından, 1992 başında bağım­ kaları ve Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC)
sızlığını ilan etti. Bunun üzerine Sırp milisler Botsvana’yı üs olarak kulladığı suçlamaları
Müslümanlar’a ve Hırvatlar’a karşı yoğun sal­ yüzünden, bu iki ülke arasındaki ilişkiler kö­
dırıya geçtiler. Birleşmiş Milletler Güvenlik tüydü. Ama, Güney Afrika'nın ANC üzerin­
Konseyi'nin Yugoslavya’ya ekonomik ambar­ deki yasağı kaldırması ve ANC önderi Nelson
go uygulama kararı alması ve başta ABD ol­ Mandela'nın serbest bırakılmasıyla, bu ilişki­
mak üzere birçok ülkenin çabaları Bosna- lerde iyileşme görüldü.

You might also like