You are on page 1of 350

TEMEL

BRITANNICA
TE M E L E Ğ İTİM VE K Ü LTÜ R ANSİKLO PED İSİ
Encyclopaedia Britannica, Inc. {Chicago)
Robert P. Gwinn
Yönetim Kurulu Başkanı
Peter B. Norton
Başkan
Fred H. Figge, Jr.
Başkan Başyardımcısı

Ana Yayıncılık A.Ş. (İstanbul)


Nazar Büyüm
Yönetim Kurulu Başkanı
Sadun Sönmez
Genel Müdür
Dr. Cihan Belen
Genel Müdür Yardımcısı

Children’s Britannica (Londra)


James Somerviile, Başeditör
Editörler
David Black, Jennifer M. Cox, William Gould, James Harrison,
Jessica Kuper, Jane Royce, Anne Wilkinson

Children’s Britannica
First Edition 1960
Second Edition 1969
Third Edition 1973
Fourth Edition 1988
© 1988,1989,1990,1991,1992 Encyclopasdia Britannica, Inc.

Temel Britannica
© 1988,1989,1990,1991,1992,1993 A n a Yayıncılık A.Ş.

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

Her hakkı saklıdır. Yazılar ve görsel malzemeler,


izin alınmadan, tümüyle ya da kısmen yayımlanamaz.
Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, on beş günlük,
aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak
gösterilerek kullanılabilir.

ISBN 975-7760-02-01

92.34.Y.0012.3

Ana Yayıncılık ve Sanat Ürünlerini Pazarlama Sanayi ve Ticaret A.Ş.


Büyükdere Caddesi, Üçyol Mevkii, 57, Maslak 80725 İstanbul

Baskı: Hürriyet Ofset


Mayıs 1993
TEMEL
BRİTANNİCA
TEM EL EĞİTİM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 14

H Ü R R İY E T İN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D IA B R İT A N N İC A , IN C .
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
Temel Britannica ARAŞTIRMA
Ana Yayıncılık A.Ş. Adına Sahibi Şöhret Baltaş, Münevver Doğru, Meliha Öztoprak,
Nazar Büyüm Yüksel Selek

DİL VE YAZIM DANIŞMANI


EDİTÖ RLER KURULU Vedat Günyol
Philip W. Goetz, Başkan
Encyclopcedia Britannica Genel Yayın Yönetmeni,
Chicago YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Çiğdem Karabağlı

Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı


Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul YÖNETİM SEKRETERLERİ
Özcan Akkan, Hüsniye Özdemir

Dr. Andrevv Mango


BBC Fransa ve Güneydoğu A vrupa Yayınları Eski GÖRSEL MALZEME
Müdürü, Londra Şükran Ayyıldız, Ahmet Birsin, Ferda Erentürk,
Elif Erim, Nesrin Ertürk, Erol Taşkent

Prof. Dr. İlhan Tekeli


Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara ARŞİV
Yasemin Eraygen

Prof. Dr. Nur Yalman


Harvard Üniversitesi, Cambridge (ABD) BİLGİ İŞLEM
Derya Köroğlu, Danışman, Hakan Gönenli

DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Başkan TEKNİK KOORDİNATÖR
Doç. Dr. Murat Belge, Prof. Dr. Şerif Mardin, Sefa Esenyel
Prof. Dr. İlhan Tekeli
D İZGİ
G ENEL YAYIN YÖNETMENİ Mustafa Balaban, Saliha Bilginer, Demet Yılmaz
Dr. Gürel Tüzün
DÜZELTİ
YAYIN KOORDİNATÖRÜ Nurettin Pirim, Ecmel Tanyel, Eyüp Yıldırım
Prof. Dr. Oya Köymen
TİCARET MÜDÜRLÜĞÜ
YAYIN KURULU Nusret Şumlu, Müdür
Dr. Gürel Tüzün, Başkan Hülya Akdoğan, Mehmet Altuntaş, Zerin İçli,
Nuri Akbayar, Eray Canberk, Beril Eyüboğlu, Alaattin Okurcan, Gülten Sadef, Aliye Şimşek
Işıtan Gündüz, Prof. Dr. Oya Köymen,
Hilda Hülya Potuoğlu M UHASEBE M ÜDÜRLÜĞÜ
Rana Rendantiyen, Müdür
REDAKSİYON Mustafa Yalçın Atalay, Nilgün Aydın, Olcay Işık
Yasemin Akbaş, Atilla Aksel, İpek Babacan,
Ömer Çendeoğlu, Kaya Ersoy,
Selahattin Özpalabıyıklar, Erim Süerkan, G ENEL HİZM ETLER
Mahmut Temizyürek, Barış Tütün Filiz Erol, Mustafa Turan
TEMEL BRITANNICA’NIN
1993 BASKISINA İLİŞKİN NOT

TEMEL BRİTANNİCA Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi'nin 1993 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, TEMEL BRİTANNİCA'nın 20. cildindeki Dizin'in ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabiimeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica'nın 14. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

Peru Rize
Polonya Romanya
Portekiz Ruanda
Porto Riko Rusya
Saddam Hüseyin
i/TIH'ADIrtMATIflH J3M3T
TO A İ/ÖŞİJİ AV\1?Aa 6 ÎM fW I

ı^iÂ^BĞ £££İ mflVûtaqo\Av*.s\/ nvm'û'A n mıVıfel tamVY KO\v\ A/\TVA‘a İ^ H 3 T


ijlojfirj idH J b l h m ş nsbsög ^ ? >hj asi* i3'{ 3biHqo->(!Ki a^ ,h in £ h r\u f
isJsm^iîag nfcdr? Bnsp ur! ım d h & i a n i* 4ii ,.-i: - ib a 'A:.- M*btfm
sbmülöd i s i'isbüuno?, rub lb o .islini u- İi
10‘< a f m b h ud ab Tibbb».;fi Inov n>ni?U-- ^vosgoJii^nA .ibfhdv ;A(am Ân^i .■İiî
ıısn aîtfs ^ n tb f b n isib av m lh ı iid a is ib lig»' iisİM iunog n ib u j t 3£î «boct/A .tiriz
s b n i i a n i 's i s i O i i s h f i ı b i b .Ot mn İ\ )XV.M< T lf ti X&W£Î ^ î s b b â m &*vJ. ifi^y
.ibnskşoi

n ib lİ D iî>ri . n i '; i s i n d i n İK& çftiu e o y ü l o ^ a ı^ Iişfid ifw n & n a f>! i - j \ ! n i b 3 q ö l 3 İ i m A


- i o m l h s v &bm$$4 mbU'j o i* 3le i! niışidbbftm »ı^ubio ı ^ l i cıhafrşftâ lusfs \sx sbaıÂ-ı

iâbfefei:t/î ilikli tml/-. *«j '»frntâ3 f im ib i/) H u-s^*-- v.\ e;-•-:

m v ^ H nj^b.D?;R-
PARLAMENTO 7

PARLAMENTO, halka ait olan egemenliğin yer alır. A m a, A B D ’deki siyasal sistemin adı
temsilcileri aracılığıyla kullanıldığı dem okra­ parlam enter düzen değil, başkanlık sistemi­
tik ülkelerde yasama organına verilen genel dir. Çünkü burada, başkan ve onun atadığı
addır. Günüm üzde uluslarüstü toplulukların bakanlar parlam ento niteliğindeki Kongre’ye
temsili karar organlarına da parlam ento den­ karşı sorumlu değildir. Başkan, kendisini
m ektedir. Avrupa Topluluğu’nun temsili nite­ doğrudan seçen seçmenine karşı sorum ludur.
likteki organı olan A vrupa Parlam entosu Bu sistemde başkanla Kongre’nin yetkileri
bunun bir örneğidir. anayasal kurallarla belirlenmiştir ve kuvvetler
ayrılığı yürürlüktedir.
Parlamentoların Doğuşu ve Evrimi
M utlak krallık dönem inde, krala danışmanlık Parlamentonun Yetkileri ve İşlevi
hizmeti veren ve büyük toprak sahibi soylu­ Parlam entonun en önemli iki yetkisi yasa
lardan oluşan danışma meclisleri vardı. M o­ çıkarmak ve bakanlar kurulunu denetlem ek­
dern anlam da parlam ento ise egemenliğin tir. Bunun yanında, çeşitli kararlar almak,
kraldan, önce mülk sahiplerine, sonra da uluslararası antlaşm aların onaylanmasını uy­
halka geçişi ile başlar. Parlam entonun ana­ gun bulm ak, savaş ilanına, ölüm cezalarının
yurdu olan İngiltere’de bu gelişim 13. yüzyıl­ yerine getirilmesine karar verm ek, genel ve
da başladı, 18. yüzyılda bugünkü biçimini özel af ilan etm ek gibi yetkiler de kullanabilir.
aldı. Kıta A vrupa’sında ise parlam entoların
kuruluşu Fransa’da gerçekleşen 1789 Devri- M ansell Collection

mi’nden sonra yaygınlaştı.


Egemenliğin halkın temsilcilerinden oluşan
parlam entoya geçişi iki alandaki gelişmelerin
sonucudur. B unlardan ilki, vergi toplam a
konusunda kralın tek ve m utlak yetkili ol­
m aktan çıkarak halkın temsilcilerinin bu ko­
nuda söz sahibi olmasıdır. Bu yetki daha
sonra genelleşti ve temsilciler her konuda
yasa yapma yetkisine sahip oldular. İkincisi,
önceleri kralın atadığı başbakan ve bakanlar
krala karşı sorum luyken, parlam ento bakan­
ları eleştirme ve suçlayabilme yetkisini elde
etti. Bu durum daha sonra bakanların parla­
m ento önünde siyasal açıdan da sorumlu
olm alarına yol açtı. Böylece bakanların mecli­
sin içinden seçildiği ve meclise karşı sorumlu
oldukları dem okratik parlam enter düzen ku­
ruldu.
Temsili dem okratik düzenin bir türü olan
parlam enter sistem, yasama ve yürütm e kuv­
vetleri arasında “yumuşak kuvvetler ayrılı­
ğ ı n a , bir başka deyişle kuvvetler arasındaki
işbirliğine dayanan bir düzendir. Çünkü par­
lam entodaki çoğunluk yürütm e gücüne ege­
m en olabilm ektedir.
Bugün parlam ento denince, hangi adla
anılırsa anılsın, geniş anlamıyla temsili de­
mpittıttnr. Prol<x«iö»,cn» fcnJucMtej.
m okrasilerdeki yasama meclisleri anlaşılır.
Bu anlam da A B D ’deki Kongre, SSCB’deki 16. yüzyılda Kraliçe I. Elizabeth Avam Kamarası'nın
Yüksek Sovyet parlam ento kavramı içinde bir oturum unda.
8 PARLAMENTO

Parlam entoların birincil yetkisi ülkede uy­


gulanacak hukuk kurallarını, yani yasaları
yapm aktır. Yasaların üstünlüğü ilkesi yasaları
koyan organın, yani parlam entonun üstünlü­
ğü sonucunu vermiştir. Parlam entonun üstün­
lüğü, her konuda ve sınırsız olarak yasalar
çıkarmak biçiminde gelişmiştir. Bu durum
bazen parlam entodaki siyasal çoğunluğun te­
mel hak ve özgürlükleri çiğnemesine yol açtığı
için parlam entonun üstünlüğünü sınırlayan,
anayasanın üstünlüğü düşüncesi gelişmiştir.
B arnaby’s
Bunun sonucu olarak parlam entonun çıkardı­
İngiltere'de parlam entoyu oluşturan Lordlar
ğı yasaları anayasaya uygunluk açısından de­ Kamarası ve Avam Kamarası, çalışmalarını
netleyen, yasaları anayasaya aykırı bulduğun­ Londra'daki VVestminsterSarayı'nda sürdürür.
da iptal kararı verebilen anayasa m ahkem ele­
ri kurulm uştur. ne son verm ek için parlam ento gensoru yolu­
Ö te yandan, günümüzde teknik ve ekono­ na başvurabilir. Denetim in bir başka yolu da
mik gelişmelerin hızlanması, uzmanlık konu­ meclis soruşturm asıdır. Bir bakanın görevi ile
larının artm ası, siyasal ve ekonom ik konular­ ilgili bir eyleminin suç olduğu hakkında bir
da hızla karar alm a ve kural koyma gereğinin kuşku varsa meclis soruşturm ası açılabilir.
doğması gibi nedenler yasama etkinliklerinin Soruşturm a önce parlam entoda kurulan bir
eski canlılığını yitirmesine yol açmıştır. B u­ komisyon tarafından yapılır. Soruşturmanın
gün bazı dem okratik ülkelerde yürütm e orga­ sonucunda bakan suçlu bulunursa ve bu
nı, özellikle “yasa gücünde kararnam eler” parlam entonun genel kurulunda kabul edilir­
yoluyla, bir bakım a yasama işlevini yerine se, ilgili bakan yargılanmak üzere Yüce Di-
getirm ektedir. Am a bu nitelikteki kararna­ van’a gönderilir. Bunun dışında, parlam ento
meler parlam entoda görüşüldükten sonra üyeleri belirli bir konuda bilgi edinm ek am a­
onaylanm akta ya da kaldırılm aktadır. Yasa cıyla meclis araştırması yapılmasını sağlaya­
gücündeki kararnam eler sorunu, “yasama rak, ilgili bakanlara sözlü ya da yazılı sorular
yetkisinin devredilmezliği” tartışmasını yeni­ sorarak bir anlam da denetim işlevlerini yerine
den gündeme getirmiştir. getirirler. A m a bunlar, hüküm et ya da bakan­
Parlam entonun yetkilerinin ikinci bölümü, lardan biri açısından siyasal sorum luluk do­
parlam entonun içinden çıkan hüküm etin de­ ğurmayan, dolayısıyla görevden çekilmelerini
netlenmesiyle ilgilidir. H üküm eti oluşturan gerektirm eyen denetim ve bilgilenme yolla­
bakanlar, kendi emirleri altında bulunan bü­ rıdır.
tün birimlerin işlevlerinden ve kendi çalışma­ G ünüm üzde parlam entonun denetim işle­
larından ötürü yasama organı önünde sorum ­ vinde bir aşınm a görünm ektedir. G ensoru ve
ludur. Bu denetim yetkisinin elde edilmesiy­ meclis soruşturm ası gibi denetim yollan etkili
le, m utlak krallıklardan anayasal krallıklara bir biçimde işletilem em ektedir. Çünkü parla­
(meşruti m onarşi), buradan da siyasal açıdan m entoda hüküm ete ve bakanlarına güvenoyu
sorumsuz olan devlet başkanı ile sorumlu olan vermiş bir siyasal çoğunluk bulunm aktadır.
hüküm etin bulunduğu parlam enter sisteme Parlam entodaki çoğunluk ise, bir siyasal p ar­
geçilmiştir. tinin üyeleri olduğu için bu partinin karar
Parlam entonun hüküm eti denetlem esi gü- organlarının kararlarına uymak durum unda­
venoylaması, meclis soruşturm ası, gensoru, dır. Siyasal partinin kararlarına uymayan bir
meclis araştırm ası, yazılı ve sözlü soru gibi milletvekili parti disiplinine uymadığı için
çeşitli yollarla olur. H üküm etin göreve başla­ partiden çıkarılabilir. Bu nedenle, parlam en­
yabilmesi için parlam entonun güvenini kazan­ todaki siyasal çoğunluk güvenoyu verdiği bir
ması gerekir. Görevi başında bulunan bir hüküm eti ya da bakanını güvensizlik oyuyla
hüküm eti düşürm ek ya da bir bakanın görevi- düşürm eye yanaşmaz.
PARLAMENTO 9

Yasama ve denetlem e işlevlerinde belirli İkinci meclise ise federe devletlerin eşit sayı­
bir daralm a görülmesine karşın, parlam ento­ da temsilcileri katılır. B urada federe devletle­
lar önemini sürdürm ektedir. Bunun başlıca rin çıkarları korunur. Bunun bir örneğinin
nedeni, toplum lardaki çeşitli sınıfların siyasal görüldüğü A B D ’de, yasama organı Kongre,
alanda temsilini sağlayan bir organ oluşudur. Temsilciler Meclisi ile Senato’dan oluşur.
Parlam ento, ülke yönetimine ilişkin politika­
ların üretildiği, tartışıldığı ve kararların alın­ Parlamentoların İşleyişi
dığı bir organ olarak önemini korum aktadır. Parlam entoların işleyişi anayasa ve içtüzük­
lerde gösterilir. Bunun yanında anayasa gele­
Parlamentoların Yapısı nekleri de parlam entoların işleyişinde önemli
Parlam entoların yapısıyla ilgili başlıca sorun bir rol oynar. Parlam entoların işleyebilmesi
bunların kaç meclisten oluşacağıdır. Bazı için parlam ento içi organların kurulması gere­
ülkelerde doğrudan halkın seçimine dayanan kir. Bu organlardan başlıcaları meclis başkanı
tek meclisli parlam entolar yeterli görülmüş­ ve başkanlık divanıdır. Bu organlar meclis
tür. Bazı ülkelerde ise, halkın seçimine da­ üyeleri tarafından seçilir. Meclis başkanlık
yanmayan, soyluların oluşturduğu meclis ge­ divanına, mecliste grubu bulunan siyasal par­
leneğinin bir devamı olarak ikinci bir meclis tiler güçleri oranında katılır. Bu organların
de bulunm aktadır. Bunun örneği İngiltere’de­ temel görevleri, meclis gündemini hazırlam ak
ki Lordlar K am arası’dır. G ünüm üzde ikinci ve meclis genel kurulundaki görüşmeleri yö­
meclis çeşitli siyasal nedenlerle öngörülm ek­ netm ektir. Meclisin bu organları görevlerini
tedir. Tek meclisli parlam entoların çoğunluk yerine getirirken meclisteki siyasal partilere
önderinin istediği doğrultuda çabuk karar karşı tarafsız davranm ak zorundadır.
verebilmesi, bu arada toplum un ve bireylerin M eclislerin öbür iç organları komisyonlar
hak ve özgürlüklerinin yasalar aracılığıyla ve kom itelerdir. Parlam entoda sürekli kom is­
aşırı derecede kısıtlanabilmesi, bu karar alma yonların yanında, belirli konuların araştırıl­
sürecini yavaşlatacak ikinci meclisin kurulm a­ ması için kurulan ve geçici olarak görevlendi­
sı için başlıca nedenlerdendir. Bu meclislere rilen süreksiz kom isyonlar da çalışır. Sürekli
genellikle “senato” adı verilir. Fransa’da, komisyonlar çeşitli uzmanlık ya da bakanlık
İtalya’da ve 1961 A nayasası’na göre T ürkiye’ hizmet alanlarına göre ayrılır. Dışişleri, içişle­
de bu türden ikinci meclislere yer verilmiştir. ri, milli savunma, adalet, milli eğitim kom is­
İkinci meclislerin kuruluşları da birincilere yonları bu tür komisyonların örneklerinden­
göre farklılıklar gösterir. Birinci meclisin üye­ dir. Bu tür komisyonlar kural olarak bütün
si olabilm ek için, ülkenin yurttaşı olmak, bir yasama dönemi boyunca çalışırlar. Bu
yaklaşık 30 yaşlarında bulunm ak ve ilköğre- komisyonların asıl görevi, milletvekillerinden
nim görmüş olmak yeterli sayılırken, ikinci gelen yasa önerilerini ve bakanlar kurulundan
meclis üyeliği için genellikle yükseköğrenim gelen yasa tasarılarını olgunlaştırm aktır. Siya­
görmüş olmak ve daha ileri yaşta bulunmak sal partiler kom isyonlardaki üyeleri aracılığıy­
gibi nitelikler aranm aktadır. İkinci meclisin la yasa tasarıları hakkındaki görüşlerini açık­
çeşitli meslek gruplarının temsilini sağlamak larlar. Komisyonlar bu teklif ve tasarıları
için kurulduğunu gösteren örnekler de vardır. öncelikle anayasaya uygunluk açısından ince­
K orporatif nitelikli bu türden ikinci meclisle­ ler, daha sonra kabul edilenler görüşülmek
re iki Dünya Savaşı arasında Rom anya ve üzere meclis genel kuruluna gönderilir. Bir
Y unanistan’da, 1937 A nayasası’yla İrlanda’ konunun birden fazla komisyonun görev ala­
da, 1953 Anayasası’yla Yugoslavya’da rast­ nına girmesi durum unda karm a komisyonlar
lanmıştır. kurulabilir. Parlam entonun bu tür komisyon­
Federal bir yapı gösteren devletlerde ise iki ları İngiltere’de oldukça etkisizdir. Kıta A v­
meclisli bir sistem adeta zorunludur. Bu rupa’sında ise etkili bir rol oynar. Öte yan­
sistemde birinci meclis halkın doğrudan aday­ dan, parlam entoda belirli işler için kurulan ve
lara ya da partilerine oy vermesiyle oluşur. sürekli olmayan komisyonların tipik örneğini
Bu mecliste genel kam u çıkarları korunur. meclis soruşturm a ve meclis araştırm a komis­
10 PARLAMENTO

yonları oluştururlar. Parlam ento içi organlar görüşm eler açıktır ve bunlar tutanak dergile­
arasında siyasal partilerin meclis grupları da rinde tam olarak yayımlanır. A m a, genel
yer alır. Bunlar siyasal partilerin ayrı birer kurul kararıyla kapalı oturum lar da yapıla­
örgütü değil, parlam ento içindeki kollarıdır. bilir.
Partilerin yasama organındaki çalışmaları bu Parlam entolar, seçim yasalarında öngörü­
gruplar eliyle yürütülür. Parlam ento üyeleri len usule göre, dört ya da beş yıllık bir süre
meclis genel kurulunda oy verirken, parti için halk tarafından seçilen milletvekillerin­
gruplarının daha önce o konuda almış olduk­ den oluşur. Bu sürenin dolmasından önce se­
ları bağlayıcı kararlar doğrultusunda hareket çimin yenilenmesine karar verilebilir.
ederler. Böylece parti disiplini sağlanır.
Parlam entonun temel organı meclis genel Parlamenter Ayrıcalıklar
kuruludur. Bütün yasa teklif ve tasarıları ile Parlam ento üyelerine, temsilcilik, yasama ve
parlam entonun görev alanına giren öbür ko­ denetlem e görevlerini tam bir bağımsızlık
nular genel kurulda görüşülerek karara bağla­ içinde yapabilmeleri ve özellikle parlam ento­
nır. Bir meclisin toplanmış sayılabilmesi için, daki çoğunluğun baskısı altında kalmamaları
üye tamsayısının yarıdan bir fazlasının genel için bazı ayrıcalıklar tanınmıştır. Başkaları iş­
kurul oturum unda bulunması gerekir. Am a lediğinde suç olan bazı eylemlerin parlam ento
bazı ülkelerde devamsızlıkların ve m uhalefet üyeleri işlediğinde suç olmaması ya da parla­
engellemelerinin genel kurul toplantılarını m ento üyelerinin işledikleri bazı suçlardan
yapılamaz hale getirmesini önlem ek için mec­ ötürü üyelikleri süresince ceza kovuşturması
lisin daha düşük katılımla toplanabilm esi ön­ yapılamaması parlam enter ayrıcalıklardan­
görülm üştür. Parlam entoda yasalar ve karar­ dır.
lar belli oy sayısına ulaşılarak çıkarılabilir. Kaynağı gene İngiltere’de olan parlam enter
Burada kural, meclis genel kurulunda verilen ayrıcalıkların iki biçimi vardır. Bunlardan bi­
oyların yarıdan bir fazlasının olumlu (kabul rincisi, yasama sorumsuzluğundur. Yasama
oyu) olmasıdır. Am a bazı önemli kararlar için sorumsuzluğu, parlam ento üyesinin meclis ça­
özel çoğunluklar aranabilir. Örneğin, cum ­ lışmalarındaki oylarından ve sözlerinden,
hurbaşkanının parlam ento tarafından seçildi­ mecliste ileri sürdüğü düşüncelerden, ayrıca
ği ülkelerde genellikle üçte iki çoğunluk ya da bunları meclis dışında tekrarlam asından so­
salt çoğunluk aranır. Anayasada değişiklik rumlu tutulmam ası, herhangi bir ceza kovuş­
yapan yasaların kabulü için de üçte iki çoğun­ turm asının açılamaması anlam ına gelir. Yasa­
luk gerekir. m a sorumsuzluğuna “m utlak dokunulm azlık”
Parlam entoda oylam alar açık ya da gizli da denm ektedir. Bu eskiden, kralın, aleyhin­
olarak yapılabilir. Açık oylama, parlam ento de konuşan ya da onun haklarının kısılması
üyesinin bağlı olduğu parti ve seçmeni tarafın­ için oy veren temsilciler hakkında ceza kovuş­
dan denetlenm esini de sağlar. Oy verm e turm ası yaptırmasına karşı temsilcileri koru­
tekniklerinin en klasiği renkli ya da yazılı yan bir kurum olarak doğm uştur. Bugün ise,
pusulaların bir sandığa atılması, daha çağdaş
olanı da milletvekillerinin oturdukları yerden N ovosti Press A gency

elektronik aygıtları kullanarak tercihlerini


açıklamalarıdır. Bazı oylam alar el kaldırma
ya da ayağa kalkm a biçiminde de yapılabilir.
Meclislerde bazı konuların önce görüşülmesi
bu konulara öncelik tanınarak sağlanabilir.
Ayrıca bazı konular norm al usullerin dışında,
hızlandırılmış usullerle görüşülebilir. Yasalar
genel olarak iki kez görüşülerek kabul edilir.
E ğer bazı yasaların bir kez görüşülerek kabul
edilmesi yeterli sayılmış ise bu usule “ivedilik SSCB'deki Yüksek Sovyet 1982'de Kremlin
usulü” denir. Meclis genel kurullarının yaptığı Sarayı'nda b ir oturum da.
PARLAMENTO 11

parlam entodaki çoğunluğun azınlık üzerinde­ Türkiye'de Parlamento


ki baskısını ortadan kaldırmak için kullanıl­ Osmanlı dönem inde 1876 Anayasası’nda ön­
m aktadır. Yasama sorumsuzluğu süreklidir, görülen ilk parlam ento 19 M art 1877’de top­
parlam ento üyeliği ortadan kalksa da temsil­ landı. İki dönem halinde yaklaşık 6 ay çalış­
cinin verdiği oydan, söylediği sözden ötürü tıktan sonra 13 Şubat 1878’de II. Abdülham id
cezai, hukuki sorumluluğu olmaz. tarafından süresiz tatil edildi. Bu tatil 30 yıl
Yasama sorumsuzluğunun m utlak olup ol­ kadar sürdü. Anayasanın 24 Tem muz 1908’de
maması, yani sorumsuzluğun bir sınırının yeniden yürürlüğe konması ile 17 A ralık
olup olmadığı tartışm alıdır. Ö rneğin, bir mil­ 1908’de yeniden meclis açıldı. Üç dönem ola­
letvekilinin meclis çalışmaları sırasında başka rak 2 Ağustos 1914’e kadar aralıklarla çalışan
bir milletvekiline hakaret etmesi ya da oyunu parlam ento, bu tarihte yeniden süresiz tatile
anayasal düzeni değiştirecek biçimde kullan­ girdi. 12 Ocak 1920’de toplanan son Osmanlı
ması durum unda bu sorum suzluktan yararla­ parlam entosu İstanbul’un işgalindan iki gün
nıp yararlanamayacağı tartışılm aktadır. Yasa­ sonra son kez toplandı. 11 Nisan 1920’de de
ma sorumsuzluğu milletvekilinin kişiliğine ta ­ feshedildi.
nınmış bir hak değil, yaptığı işin kam u yararı Osmanlı İm paratorluğu’nda ilk parlam en­
niteliği taşımasından doğan bir ayrıcalıktır. to, egemenlik yetkisini kullanan padişahın
Parlam enter ayrıcalıkların ikinci biçimi, ya­ yetkilerini sınırlamak üzere kurulmuş değil­
sama dokunulm azlığı'dır. Bu, parlam ento dir. Parlam ento, çeşitli iç ve dış nedenlerle
üyesinin, seçimden önce ya da sonra bir suç ilan edilen anayasanın getirdiği bir yasama or­
işlediği ileri sürülerek, meclis kararı olm adık­ ganıydı ve parlam entonun çalışmaları olm ak­
ça sorguya çekilememesi, tutuklanam am ası sızın ülke çok uzun bir süre mutlakıyetçilikle
ve yargılanamamasıdır. Parlam ento üyesinin yönetilebilmiştir. Parlam ento siyasal gücünü
herhangi bir suçtan ötürü ceza kovuşturm ası­ II. M eşrutiyet’in ilanından sonra kazanmışsa
na uğrayabilmesi için parlam entonun yasama da, I. Dünya Savaşı sırasında etkinlik göstere­
dokunulmazlığını kaldıran bir karar vermesi memiş, toplantı halinde bulunmadığı süreler
gerekir. Am a bazı durum larda, örneğin ağır içinde yürütm e organı tarafından geçici yasa­
cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, parla­ lar çıkarılmıştır. Bu da, Osmanlı D evleti’nde
m ento kararı olmaksızın ceza kovuşturmasına halkın egemenliği, yasanın üstünlüğü gibi
başlanabilir. Bu durum da yasama dokunul­ kavram ların henüz uygulama alanı bulam adı­
mazlığı kendiliğinden kalkmış sayılır. Yetkili ğını gösterm ektedir.
makam durum u hemen parlam entoya bildirir. Osmanlı D evleti’nin bu güçsüz parlam ento­
Yasama dokunulmazlığından yararlanan sunun anayasaya göre kuruluş biçimine bakıl­
parlam ento üyesi hakkında işlediği suçtan dığında iki meclisin var olduğu görülür. B un­
ötürü ceza kovuşturması yapılması ya da bir lardan Ayan Meclisi (Meclis-i Ayan) doğru­
ceza hükm ünün yerine getirilmesi, üyelik sıfa­ dan padişah tarafından, devletin çeşitli kade­
tının sona ermesine bırakılır. Üyelik süresince m elerinde görev yapmış, güvenilir ve 40 yaşı­
zamanaşımı işlemez. Bu da, yasama dokunul­ nı aşmış kişiler arasından, yaşam boyu görev
mazlığının üyelik sıfatına bağlı olarak geçici yapmak üzere atananlardan oluşurdu. Bu
olduğunu gösterm ektedir. meclisin asıl görevi, Milletvekili Meclisi
Yasama dokunulmazlığı önceleri, kralın (Meclis-i M ebusan) üyelerince verilen yasa
parlam entoya girmesini istemediği ya da p ar­ tekliflerinin anayasaya ve padişahın haklarına
lam entoda çalışırken varlığına katlanamadığı uygun olup olmadığını incelemekti. Osmanlı
bazı milletvekillerini görev yapm aktan alıkoy­ parlam entosunun ikinci meclisi olan Milletve­
masına karşı düşünülmüş bir ayrıcalıktı. B u­ kili Meclisi ise her 50 bin erkek nüfusa bir
gün de, yasama organındaki çoğunluğun bas­ milletvekili olmak üzere halk tarafından seçi­
kısına karşı ya da yasama organı dışındaki ki­ len üyelerden kuruluydu.
şilerin milletvekilinin görevini yapmasını en­ I. M eşrutiyet dönem inde Osmanlı parla­
gelleyici davranışlarına karşı koruyucu bir iş­ mentosu padişahın iradesiyle açılır, padişahın
levi vardır. iradesiyle kapanırdı. Yasaların çıkarılması,
12 PARLAMENTO

1961 A nayasası’yla meclis egemenlik yetki­


si kullanan tek organ olm aktan çıkarıldı.
Anayasada belirtilen ve görev verilen öbür
organların da egemenlik yetkisi bulunduğu
belirtildi. Bu organlardan en önemlisi, yasa­
ma organının etkinliklerini anayasaya uygun­
luk açısından denetleyen ve anayasaya aykırı
bulduğunda yasaları iptal edebilen Anayasa
M ahkem esi’dir. Böylece, yasanın üstünlüğü
ilkesi de yerini, anayasanın üstünlüğü ilkesine
bıraktı. Bu yeni ilkeler 1982 A nayasası’yla da
sürdürüldü.
A ra G üler 1960’a kadar tek meclisli bir parlam ento iş­
Türkiye Büyük M illet M eclisi'nin bir oturum u. başındayken, 1961 Anayasası’yla Millet Mec-
teklif aşamasından kabul aşamasına kadar lisi’nin yanı sıra Cum huriyet Senatosu adıyla
padişahın iradesine bağlıydı. Bakanlar kurulu ikinci bir meclis daha kuruldu. 1982 A nayasa­
üyelerini doğrudan padişah atar ve görevden sıyla yeniden tek meclisli parlam entoya dö­
alırdı. H üküm et bu meclisce denetlenem ediği nüldü.
için parlam enter bir düzen kurulamamıştır. T ürkiye’de parlam ento, 1946 seçimlerine
II. M eşrutiyet dönem inde ise, yapılan ana­ değin m uhalefet partilerinin bulunmadığı, tek
yasa değişikliklerinden sonra parlam entonun partinin iktidarda olduğu, çoğulcu olmayan
yasa koym a yetkisini kullanması kolaylaştırıl­ bir siyasal sistemin parlam entosuydu.
mıştır. Ö te yandan gene bu dönem de, bakan­ 1982 Anayasası’yla siyasal kararlar verme
lar kurulunun toplu olarak ya da bakanların sürecine değişiklikler getirilmiş, meclisin ya­
teker teker meclis önünde siyasal açıdan so­ sama işlevi sınırlanmıştır. Bu durum bir an­
rumlulukları kabul edilerek parlam entoya d e­ lam da, 1971 askeri müdahalesi sırasında ana­
netim işlevi tanınmıştır. yasal düzene sokulan yasa gücünde kararna­
Cum huriyetin ilanından da önce 23 Nisan m elerin alanının genişlemesi ve bunların ka­
1920’de toplanan ilk Türkiye Büyük Millet bul usulünün kolaylaştırılmasının devamıdır.
Meclisi’nden (TBM M ) bu yana, 1982 A naya­ Ayrıca, olağanüstü dönem lerde cum hurbaş­
sası ile dördüncü anayasa dönemine girilmiş­ kanının başkanlığında toplanan bakanlar ku­
tir. Bu süreç içinde parlam entonun niteliği, rulunun kabul ettiği yasa gücündeki karar­
işlevi, yapısı çeşitli değişiklikler göstermiştir. namelerin anayasal denetim den geçmesinin
Bu arada 27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1980 askeri yolları güçleşmiştir. Bu arada cum hurbaşka­
m üdahaleleri ile parlam ento iki kez kapatıl­ nının siyasal açıdan sorumsuzluğu ilkesi ko­
mış, 12 M art 1971 müdahalesi ile kurulan as­ runmuş ve yetkileri artırılmıştır. Bu durum ,
keri yönetimin etkisi altında kalmıştır. 1982 A nayasası’yla getirilen sisteme “başkanlı
23 Nisan 1920’de toplanan ilk parlam ento, parlam enter sistem” ya da “zayıflatılmış p ar­
batıdaki parlam ento geleneğinden farklı ola­ lam enter sistem ” gibi çeşitli adların verilmesi­
rak, kralın m utlak yetkilerinin sınırlanması ne neden olmuştur.
için değil, yıkılan bir devletin işgal edilen top­ 1982 Anayasası’na göre, yasa koym ak, de­
rakları üzerinde, ulusun iradesiyle yeni bir ğiştirmek ve kaldırmak; bakanlar kurulunu ve
devletin kurulması için toplanm ıştır. Nitekim bakanları denetlem ek; bakanlar kuruluna
1921 ve 1924 anayasaları egemenliğin kayıtsız belli konularda yasa gücünde kararnam e çı­
koşulsuz ulusa ait olduğunu ve egemenliği karm a yetkisi verm ek; bütçe tasarılarını gö­
kullanma yetkisinin yalnızca TBM M ’de bu­ rüşm ek ve kabul etm ek; para basılmasına ve
lunduğunu belirtmiştir. Bu nedenle 1960’a ka­ savaş ilanına karar verm ek; uluslararası anlaş­
dar siyasal organlar arasında meclisin üstünlü­ m aların onaylanmasını uygun bulmak; genel
ğü, hukuk kuralları arasında da yasanın üs­ ve özel af ilanına, m ahkem elerce verilip ke­
tünlüğü ilkeleri benimsenmişti. sinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine
PARMAK İZİ 13

karar verm ek TBM M ’nin görev ve yetkileri lık nedeniyle deri ne kadar kırışmış olursa
arasındadır. olsun bu çizgilerin yaşam boyunca hiç değiş­
G ene bu anayasaya göre TBM M yurttaşlar­ mediğini saptam ıştır.
ca seçilen 450 milletvekilinden oluşur. 30 yaşı­ Parm ak ucu her insanda farklı ve değişmez
nı dolduran her Türkiye Cum huriyeti yurttaşı olduğu için, kimlik saptam ada kesin bir yön­
tem dir. Parm ak uçlarının pürüzsüz yüzeyler
milletvekili seçilebilir. A m a en az ilkokul m e­
zunu olm ak ve anayasada sayılan suçları işle­ üzerinde bıraktığı izlere parm ak izi denir. Bir
memiş olmak gerekir. TBM M seçimleri her suçu araştıran dedektifler parm ak izi ararlar.
beş yılda bir yapılır. Meclis, bu süre dolm a­ Eğer bulabilirlerse suçlunun kimliğine ilişkin
dan seçimin yenilenmesine karar verebilir. en önemli ipucunu yakalamış sayılırlar.
Ayrıca anayasada belirtilen koşullara uyula­ A B D ’nin W ashington kentindeki Federal
rak cum hurbaşkanınca verilecek karara göre Soruşturm a Bürosu (FBI) çok geniş bir p ar­
de seçimler yenilenebilir. TBM M üyeliklerin­ mak izi koleksiyonuna sahiptir. Burada suçlu­
de boşalma olması durum unda her seçim dö­ ların yanı sıra, orduda ve devlet işlerinde
neminde yalnızca bir kez ara seçim yapılabi­ görevli olanların, göçmenlerin ve yabancıların
lir. Seçimler yargı organlarının genel yönetimi da parm ak izleri bulunur. Ayrıca birçok insan
ve denetimi altında yapılır. TBMM üyelerinin belleğini yitirme ya da adının başka biri
yasama dokunulmazlıkları ve sorumsuzlukları tarafından kullanılm a tehlikesine karşı kendi
vardır. Başka nedenlerin yanında, partisinden isteğiyle parm ak izini aldırm aktadır. Parm ak
istifa eden ve başka bir partiye giren milletve­izinin kullanıldığı başka bir alan da, imza
kilinin üyeliğinin düşeceği öngörülm üştür. atam ayan kişilerle ilgilidir. İmza atam ayan,
örneğin okuryazar olmayan bir kişi herhangi
PARMAK İZİ. Parm ak uçlarını örten derinin bir konuda yazılı onayını belirtm ek için par­
üzerinde, değişik desenler oluşturan ince çiz­ mak basabilir. Resmi kurum ların gözetiminde
giler ve kıvrımlar bulunur. Parm ak ucundaki uygulanan bu yöntem le parm ak izi imza
bu çizgiler her insanda, hatta tek yum urta yerine geçer.
ikizlerinde bile farklıdır. 19. yüzyılın önemli Bugün dünyanın birçok ülkesinde suçlula­
bilim adam larından Sir Francis G alton, yaşlı­ rın belirlenmesinde parm ak izinden yararlanı-
F Bİ

jHS H B m
DÜZ KEMER (ARK) KONİK KEMER (TAK) KEMENT KEMENT

jjjj M H §|j!|jg
SARMAL (HALKA MERKEZLİ) OVAL MERKEZLİ İKİZ KARMA

Parmak izi örnekleri. /


14 PARS

lir. Parm ak izi alınırken, izin net olarak lir. Bu fotoğraflar parm akları m ürekkebe
görülebilmesi için baskı m ürekkebine batırı­ basarak alman izler ile hemen hemen aynı
lan parm ak uçları kâğıda sıkıca bastırılır. biçimde sınıflandırılabilir.
Çinliler’in daha binlerce yıl önce parm ak Son zam anlarda başka yöntem ler ile görü­
izinin önemini kavradıkları ve bir tür parm ak lemeyen izler laser kullanarak görülebilm ek­
izi sistemi kullandıkları ileri sürülm üştür, ama tedir. Bu yeni teknikle 10 yıl öncesinin
bunun doğruluğunu kanıtlayacak veriler he­ parm ak izleri bile saptanabilir.
nüz bulunam amıştır.
Günüm üzde uygulanan parm ak iziyle kim ­ PARS. A krabalarından aslan, kaplan ve ja ­
lik saptam a yöntemi oldukça yenidir. Sir guara göre daha küçük yapılı, ama çok çevik,
Edvvard Henry adında bir İngiliz, yıllarca yırtıcı ve kurnaz olan pars (Panthera pardus),
çalışarak parm ak izlerini sınıflandıran bir kedigillerin en tanınmış üyelerinden biridir.
yöntem geliştirdi ve kendi içlerinde gruplara Bu yırtıcı memeli leopar ve panter adlarıyla
ayrılan parm ak izlerinin dosyalanarak kolay­ da tanınır.
ca bulanabilm elerini sağladı. İlk kez 1901’de Parsın genellikle sarımsı kahverengi olan
Scotland Yard tarafından benim senen ve Gal- postu rozet biçiminde siyah lekelerle bezen­
ton-H enry sistemi olarak bilinen bu yöntem miştir. Jaguarın postundan farklı olarak ro­
bugün dünyanın birçok yerinde bazı değişik­ zetlerin içinde siyah benekler bulunmaz. Kara
liklerle kullanılmaktadır. panter denen bazı parsların postu ise siyah
Edvvard Henry tüm parm ak izlerinin kem er üstüne soluk beneklidir. Uzunlukları, 1 m et­
(ark), kem ent, sarmal (halka merkezli) ve reye yakın kuyruklarıyla birlikte 2 metreyi
karm a biçimli olarak dört ana gruba ayrılabi­ aşar.
leceğini saptadı. Sonra her gruptaki parm ak Parsın doğal yaşama alanı Afrika, A rabis­
izlerini alt gruplar içinde yeniden sınıflandırdı tan Yarım adası, A nadolu, İran, O rta Asya,
ve ardından daha da ayrıntılı bir sınıflandır­ H indistan, Güneydoğu Asya ve Çin’dir. G ü­
mayla bu grupları kendi içinde binlerce küçük nüm üzde bu geniş bölgenin birçok kesiminde
gruba böldü. Böylece harhangi bir parm ak soyu tükenm iştir. A nadolu’da ise 1974’ten
izinin birkaç dakika içinde bulunabilmesini beri izine rastlanm am ıştır. Pars genellikle sık
sağladı. orm anlarda, fazla yüksek olmayan kayalık
Bütün parm ak izleri dört ana gruptan tepelerde bulunur. Ağaçlara çok kolay tırm a­
birine girer, ama her parm ağın bıraktığı iz nır ve postunun desenleri sayesinde yerleştiği
öbürlerinden farklıdır. Aynı insana ait her yaprakların arasında hemen hiç görülem eye­
parm ağın farklı iz bırakmasının nedeni par­ cek biçimde kaybolarak pusuya yatar. Avla­
mak uçlarındaki çizgi özelliklerinin insandan nırken pusuda bekleyip yaklaşan kurbanının
insana olduğu gibi parm aktan parm ağa da üstüne birden bire atladığı gibi, avına doğru
değişmesidir. usul usul, sezdirmeden de yaklaşabilir. En
Parm ak ucundaki çizgiler büyüteç ile ince­ gözde avları babunlar ve antiloplardır. Bazen
lendiğinde her çizgide, zincir halkası gibi evcil hayvanları yağmalamak için köylere
birbirine bitişik küçük deliklerin olduğu görü- girer, kaplan kadar sık olmasa bile insanlara
liîr. Bu delikler derinin hemen altında bulu­ da saldırırlar.
nan ter bezlerinden terin dışarıya çıktığı Parsın belli bir ürem e mevsimi yoktur. Dişi
noktalardır. Bir parm ak pürüzsüz bir yüzeye bir batında 2-4, genellikle 3 yavru doğurur.
bastırıldığında bu deliklerden çıkan küçük ter Parslar iri kedigillerin en “konuşkan” olanları
zerrecikleri birleşerek parm ak izi biçiminde arasında yer alır. G ırtlaktan gelen kükrem e
terden bir çizgi oluşturur. Bu ter izleri genel­ ile boğuk hırlam a karışımı sesler çıkararak
likle çıplak gözle görülmez. Bu zorluğu yen­ aralarında anlaşırlar. Himalaya D ağları’nın
mek için, suç yerinde parm ak izi bulunduğu karlı yüksek kesimlerinde yaşayan kar parsı
zaman, izlerin üzerine fırçayla bazı özel pud­ (Panthera unda) yazın 5.500 m etre yüksekli­
ralar sürülür. Böylece görünür durum a getiri­ ğe kadar çıkar. Yumuşak postu, ısı yalıtımı
len parm ak izlerinin fotoğrafları kolayca çeki­ sağlayan kısa ve sık iç örtü tüyleri ile rozet
PARSONS 15

PARSONS, Sir Charles (1854-1931). İngiliz


mühendis ve mucit Charles Algernon Par-
sons, buhar türbinlerini geliştirmesiyle tanı­
nır. Rosse Kontu William Parsons’ın oğlu
olan Charles Parsons, elektrik bölümünü
ıp t p t iiii yönettiği G ateshead’deki m otor fabrikasına
1884’te ortak oldu. Elektrik üretecek bir
dinamoyu döndürm ek için yüksek hızlı bir
buhar makinesi yapmaya girişen Parsons aynı
yıl ilk başarılı buhar türbinini yaptı (bak.
TÜRBİN). 1889’da Newcastle upon T yne’da
kendi fabrikasını kurarak buhar türbinleri ve
elektrik üreteçleri yapmaya başladı. Parsons
buhar türbininin kendi buluşu olduğunu hiç­
N H P A lP eter Johnson bir zaman ileri sürm edi; am a verimli ve
Öldürdüğü antilopu aslan ve sırtlanların ekonomik buhar türbinleri yapımında karşıla­
saldırısından kurtarmak için ağaca çıkarmış bir pars.
şılan tüm engel ve zorlukları ortadan kaldıran
biçiminde lekelerle bezeli soluk grimsi dış buluşlar gerçekleştirdi. Buhar türbini yapı­
örtü tüylerinden oluşur. Ayrıca sırtı boyunca mında karşılaşılan başlıca zorluk şuydu: Hızla
koyu renkli bir çizgi uzanır. Kar parsı geceleri püskürtülen buhar bir milin çevresine dizilmiş
m arm ot ve yabani koyunları avlar. Günüm üz­ olan türbin kanatlarını döndürüyordu; ama
de soyu tükenm e tehlikesi gösteren hayvanlar bunun için kullanılan buharın büyük bir
arasında sayılmaktadır. bölümü boşa harcanıyordu. Parsons gerçek­
Bulutlu pars (Panthera nebulosa ya da leştirdiği düzenlemeyle, püskürtülen buharın
Neofelis nebulosa) A sya’nın güneydoğusun­ türbin kanatlarını döndürdükten sonra topla­
daki orm anlarda yaşar. Bacakları oldukça nıp aynı milin üzerinde bulunan başka bir
kısa, üst köpekdişleri çok uzundur. Grimsi kanat sırasına gönderilebilmesini sağladı.
kahverengi postu, beneklerin yanı sıra, çevre­ Böylece buhar gücü tümüyle tükenene kadar
si siyah, geniş ve koyu lekelerle bezelidir. türbinin döndürülm esinde kullanılabiliyordu.
Bulutlu pars kuşları ve maymun gibi küçük Bir buhar türbinin en ekonom ik kullanımı,
memelileri avlar. türbin kanatlarının hızı bunları döndüren
Bazı A frika kabilelerinin soylu bir hayvan buhar akımının hızının yarısı kadar olduğu
olarak saygı duyduğu pars sık sık arm alara da zaman sağlanır. 14 atm osfer basınçlı bir ka­
işlenmiştir. Eski Mısır’da yüksek rahipler zandan çıkan buharın hızı yaklaşık olarak
üstlendikleri görevin bir göstergesi olarak saatte 3.000 kilom etredir. Bu durum da türbin
pars postu giyiyorlardı. Pars çok değerli kanatlarının dönüş hızı saatte 1.500 km olm a­
sayılan postu yüzünden kırıma uğratılarak lıdır. Küçük bir türbinin kanatlarının bu hıza
yok olmanın eşiğine gelmiştir. ulaşması için türbin çok hızlı dönm elidir. Bu
N ational M aritim e M useum

Parsons'ın tü rb in iyle işleyen buharlı Turbinia gemisi 1897 donanma denetlem elerinde büyük heyecan
yarattı.
16 PARTHENON

nedenle Parsons’ın türbini ya büyük boyutlar­ sac”ın üzerindeki çinko katm am ; konserveci­
da yapılırsa ya da yüksek hızlı m akinelerin likte kullanılan teneke kutuların yapıldığı
çalıştırılmasında kullanılırsa en iyi sonucu çelik levhaların üzerindeki ince kalay kapla­
verir. B uhar türbininin ilk önemli kullanım ma bu tür metal kaplam alardır.
alanı elektrik santrallarındaki dinam oların Bitkiler dünyasında “pas” , ürünlerde ciddi
döndürülm esi oldu. Parsons’ın buhar türbi­ hastalıklara yol açan belirli bir m antar türü­
niyle işleyen Turbinia gemisi, 1897’de yapılan nün adıdır. Bu pasların en kötüsü buğdaypası-
donanm a denetlem elerinde demirlemiş savaş dır; ama dağlaleleri, böğürtlenler ve güllere
gemileri arasına saatte 34 deniz mili gibi, o zarar veren başka pas türleri de vardır (bak.
güne göre çok büyük bir hızla girip çıkarak M a n t a r l a r ).
heyecan verici bir gösteri yaptı.
Parsons 1910’da, hızla dönen bir türbinin PASAPORT, devletin, yurttaşlarına başka
düşük hızlı bir m otoru çalıştırmasına olanak ülkelere gidip gelmeleri için verdiği bir seya­
veren hız azaltıcı dişli çarkları geliştirdi (bak. hat belgesidir. Pasaport deyimi iki Fransızca
DİŞLİ Ç a r k ). Parsons’un öbür buluşları arasın­ sözcükten doğmuştur: Geçm ek anlamını taşı­
da, ışıldaklar için özel aynalar ile teleskop, yan “passer” ve liman anlam ına gelen “p o rt”.
dürbün ve başka optik aygıtlar için m ercek Önceleri pasaport ya da kimlik belgeleri özel
yapma yöntem leri vardır. kişilere ve yabancı lim anlara giriş çıkış için
güvenli geçiş hakkı isteyen gemilere verilm ek­
PARTHENON bak. A k ropol teydi. D aha sonra bu uygulama gemiler için
kaldırıldı.
PAS, dış etkilere karşı korunmam ış haldeki Kimlik belgelerinin yüzyıllardan beri kulla-
demir ve çelik üzerinde oluşan kırmızımsı nılagelmesine karşılık, bugün bildiğimiz anla­
kahverengi bir katm andır. mıyla pasaport I. Dünya Savaşı’nın sonuna
Pas oluşum una yol açan neden, metalin kadar birçok ülke tarafından gerekli görülm ü­
havadaki oksijen ve nemle temas halindeyken yordu. 1945’te II. Dünya Savaşı’nın sona
çok yavaş ilerleyen bir yanma tepkimesine erm esinden sonra turizmin gelişmesiyle bir­
girmesidir (bak. Y a n m a ). Paslanm a için hem likte seyahat belgesi almak yaygınlaştı.
havanın, hem de nemin birlikte bulunması Pasaport, seyahat edenin fotoğrafıyla bir­
gerekir. A ntarktika’nın çok kuru havasında likte adı, doğum tarihi, yurttaşı olduğu devlet
paslanm a çok yavaş olur. H avadaki kimyasal gibi kişisel bilgileri içerir. Pasaport görevli
katışkılar ya da dum anlar paslanmayı çabuk­ m em urlar tarafından, ziyaretçi kişinin o ülke­
laştırır. Havadaki kükürt dioksit oranının de ne kadar süreyle kaldığını kanıtlayabilm ek
daha yüksek olduğu kentlerde dem ir ve çelik için, ülkeye girişte ve ülkeden ayrılışta dam ­
gereçler kırsal kesim dekine oranla daha ça­ galanır. Bazı ülkeler yabancıların ülkeye giri­
buk paslanır. Oluşan pas katm anı pul pul şine izin verm eden önce vize uygulamayı
dökülür ve böylece hava ve nemin etkisine gerekli görm ektedir. Vize, ziyaretçinin pasa­
açık yeni bir yüzey ortaya çıkar. portunda o ülkeye kabul edileceğini gösteren
Paslanmayı önlem ek için bazı önlem ler bir dam gadır ve gidilecek ülkeye varm adan
alınmazsa, dem ir ve çelik yapılar giderek önce o ülke devletinin konsolosluklarından
zayıflar ve sonunda kırılır ya da kopar. alınır.
Kromlu paslanmaz çelikler çok pahalı oldu­ H er ülkenin farklı pasaport uygulaması
ğundan her yerde kullanılamaz. Bu nedenle vardır. Başvuruda bulunan kişi yeterli sayıda
normal çelikler çeşitli koruyucularla kaplana­ fotoğrafını, milliyetine ve doğum una ilişkin
rak havanın ve nemin etkisinden korunur. belgeleri sağlamak zorundadır. Bunlar nüfus
Kaplama maddesi olarak katı makineyağı, cüzdanı ve uyrukluğa kabul belgesi olabilece­
boya, plastik, vernik ya da bir başka metal ği gibi, yalnızca eski pasaport da yeterli
olabilir. M otorlu taşıtların parlak parçaları olabilir.
üstündeki ince krom kaplam a; çatı kaplam a­ Pasaport 10 yıla kadar uzayabilen belirli
da ve kova yapımında kullanılan “galvanizli süreler için verilir ve yenilenebilir. Pasaport
PASCAL 17

sahibi eşinin ve çocuklarının adını pasaporta niz’deki ticaretleri kesintiye uğrayan Ingilte­
yazdırırsa, birlikte seyahat etm eleri halinde re'nin ve Felem enk Cum huriyeti’nin elçileri
bu kişilerin ayn pasaportlar edinm elerine de bir an önce barış yapılması için girişimde
gerek yoktur. bulundular. III. A hm ed’in Mayıs 1718’de
Türkiye’de yasalara göre, yurtdışına çıkma­ sadrazamlığa getirdiği Nevşehirli D am at İbra­
sı güvenlik açısından sakıncalı sayılan, hak­ him Paşa da barış yanlısıydı.
kında ceza soruşturm ası bulunan kişilerin Belgrad yakınlarındaki Pasarofça’da başla­
yurtdışına çıkmaları İçişleri Bakanlığı’nca en­ yan görüşm eler 47 gün sürdü. Sonunda A vus­
gellenebilir. Bu gibi kişiler pasaport atam aya­ turya ve V enedik’le ayrı birer barış antlaşması
bilecekleri gibi, pasaportları olsa bile yurtdışı- imzalandı. Antlaşm aya göre Tem eşvar, K ü­
na çıkışlarına izin verilmeyebilir. A m a bu gibi çük Eflâk ve Belgrad da içinde olmak üzere
kararlara karşı yargı yoluna gidilebilir ve Sırbistan’ın bir bölümü A vusturya’ya bırakılı­
bunların idare mahkem esince iptali sağlana­ yor, Osmanlı sınırı Niş’e kadar geriliyordu.
bilir. O sm anlIların kabul etmediği tek koşul, Er-
del-M acaristan Kralı Râköczi’nin A vusturya’
PASAROFÇA ANTLAŞMASI (21 Temmuz ya teslim edilmesiydi. M ora da bütün baskı­
1718), Osmanlı Devleti ile Venedik ve A vus­ lara karşın V enedik’e geri verilmedi. Venedik
turya arasında 1714’ten beri süren savaşı sona yalnızca Dalm açya’da bazı topraklar ile A dri­
erdirmiştir. Pasarofça Antlaşm ası’na yol açan ya Denizi kıyısında birkaç kale ve Yunan
gelişmeler, Osmanlı D evleti’nin 1699’da im­ Denizi’nde bazı adaları aldı. Parasofça A n t­
zalanan Karlofça Antlaşması ile V enedik’e laşması ile Osmanlı D evleti’nin Balkanlar’ın
bırakılan M ora Y anm adası’m geri almasıyla ötesinde hiçbir toprağı kalmadı.
başlamıştır. Venedik, M ora’yı ele geçirdikten
sonra A driya Denizi kıyıları ile Ege Denizi’n- PASCAL, Blaise (1623-1662). Fransız m ate­
deki Osmanlı adalarını da tehdit etmeye m atikçi, fizikçi ve filozof Blaise Pascal daha
başlamıştı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti çocukken m atem atik konusunda olağanüstü
karadan ve denizden yürütülen bir harekâtla yeteneğini ortaya koydu. 16 yaşındayken yaz­
1715’te M ora’yı geri almayı başardı. Bu du­ dığı Essai pour les coniques (1640; “Koniklere
rum V enedik’in müttefiki A vusturya’dan yar­ İlişkin D enem e”) adlı kısa çalışmasıyla büyük
dım istemesine yol açınca savaş B alkanlar’a matematikçi Rene D escartes’ın bile ilgisini
sıçradı. Aslında Avusturya da Karlofça A nt­ çekmeyi başardı. Vergi mahkemesi başkanı
laşması ile elde ettiği toprakları daha da olan babasının vergi hesapları için çok zaman
genişletmek, özellikle Tem eşvar’ı almak isti­ harcadığını gören Pascal, 1642-44 arasında,
yordu. Bir dizi küçük çaplı çarpışmadan sonra dişli çarklarla çalışan ve toplam a çıkarma
Osmanlı ordusu 1716’da V aradin’de ağır bir işlemleri yapabilen bir hesap makinesi geliş­
yenilgiye uğrayınca savaşın gidişi değişti. O s­ tirdi. Bu aygıt ilk m ekanik hesap makinesiydi
manlI ordusu B elgrad’a çekilerek yeni bir (bak. H esap M ak in esi ). Pascal’ın m atem atik
direniş cephesi kurmaya çalıştı. III. A hm ed’in alanındaki öbür başarıları arasında, diferansi­
II. Ferenc Râköczi’yi Erdel-M acaristan kralı yel hesap ve olasılık kuram ına katkıları sayıla­
yaparak destek kazanm ak istemesi de olumlu bilir (bak. OLASILIK KURAMI).
sonuç vermedi. Kırım Hanlığı’ndan beklenen Fizik alanında da Pascal’ın çok büyük
yardımın gelmemesi durum u daha da kötüleş­ katkıları olmuştur. 1643’te İtalyan Evangelis-
tirdi. Ekim 1717’de Belgrad’ın düşmesi sava­ ta Torricelli, yeryüzündeki her şeyin üzerinde
şın son aşamasını oluşturdu. Bu arada elde bir hava basıncı olduğunu gösteren ve bu
edilen tek başarı Ven^dik’in M ora’yı geri basıncı ölçen barom etreyi bulmuştu. Pascal
alma girişimlerinin önlenmesi oldu. deniz düzeyinden yükseğe çıkıldıkça hava
Avusturya da bu sırada İspanya ile savaşın basıncının azalması gerektiğini düşündü ve
eşiğine geldiğinden barıştan yana tutum takı­ 1648’de gerçekleştirdiği deneyle bunu kanıtla­
nınca Şubat 1718’de Osm anlılar’la savaşı dur­ dı. Bu deneyde Pascal’ın kardeşi, A uvergne’
durdu. D ört yıl süren savaş yüzünden A kde­ deki Puy de Dom e D ağı’na çıkarak cıvalı bir
18 PASİFİK ADALARI

“A ritm etik Üçgenin İncelenm esi”), De l’es-


prit geometrique (1658; “Geom etri Anlayışı
Ü zerine”), Experiences nouvelles touchant le
vide (1647; “Hava Boşluğuna İlişkin Yeni
D eneyler”) ve 1651’de yazdığı Traites de
Vequilibre des liqueurs et de la pesanteur de la
masse de l’air (1663; “Sıvıların Dengesi ve
Hava Kütlesinin Ağırlığı Üzerine İncelem e­
ler”) sayılabilir.

PASİFİK ADALARI. Pasifik Okyanusu ola­


rak da bilinen Büyük Okyanus, dünyadaki
okyanusların en büyüğü ve en derin olanıdır.
Dünya yüzeyinin üçte birini kaplar ve dünya­
daki tüm karaların toplam yüzölçümünden
daha büyüktür. Büyük O kyanus’ta irili ufaklı
binlerce ada vardır. Pasifik Adaları olarak
bilinen bu adalardan bazıları Asya ve Avus­
tralya kıtalarından deprem ler sonucu çatlayıp
ayrılmış parçalar, bazıları da okyanus taba­
nından yükselen- sıradağların doruklarıdır.
M ansell Collection
Okyanusun kuzey ve batı sınırları boyunca
Büyük Fransız m atematikçi, fizikçi ve filo zo f Blaise
uzanan Japon A daları, Tayvan (eskiden For-
Pascal. moza), Filipinler ve Endonezya A daları’na
Kıta A daları denir. Büyük O kyanus’un açık­
barom etre ile yaptığı ölçümlerle, yükseldikçe larında, yanardağların püskürm esi ya da m er­
hava basıncının düştüğünü ortaya koydu. can kümeleşmeleri sonucu oluşmuş adalara
Pascal, akışkanlarla ilgili çalışmaları sonu­ Okyanus Adaları denir. Okyanus A daları’nın
cunda Pascal yasası olarak bilinen önemli bir çoğu m ercan polipleri denen küçük deniz
ilkeyi ortaya koydu. Bu ilkeye göre kapalı bir hayvanlarının iskeletlerinden oluşmuş, atol
kapta hareketsiz durum da bulunan bir akışka­ da denen m ercanadalardır (bak. M er c a n a d a ).
nın (sıvı ya da gazın) herhangi bir noktasında­
ki basınç değişimi, değerinde bir değişme Kıta Adaları
olmadan akışkanın her yerine ve kabın çeper­ A leut Adaları, Alaska Yarım adası’nın güney­
lerine iletilir. Hidrolik pres ve hidrolik fren batısında, batıya doğru yaklaşık 1.900 km
bu ilkeye dayanarak yapılmıştır (bak. HİDRO­ boyunca uzanır. Bering Denizi’ni Büyük Ok-
LİK). Uluslararası Birimler Sistemi’nde basınç yanus’tan ayıran A leut Adaları volkanik olu-
birimi olan pascal (Pa) da adını bu ünlü bilim şumlu bir adalar zinciridir. A ttu A dası’na
adamının adından almıştır. kadar olan bölümü A B D ’ye, zincirin batı
1646’da babasının hastalığı sırasında baba­ ucundaki Kom andor A daları SSCB’ye bağ­
sına bakan Jansenci iki din adamıyla tanışan lıdır.
Pascal, adını Piskopos Cornelius Jansen’den Yağışlı, sisli ve serin olan A leut Adaları
alan ve Katoliklik’i özel bir biçimde yorumla­ hem en hem en tümüyle ağaçtan yoksun ol­
yan bu dinsel akımla ilgilenmeye başladı. m akla birlikte, otsu ve çiçeksi bitkiler yönün­
1655’te geçirdiği bir araba kazasından sonra den zengindir. A dalarda yaşayan yerli halk
bütün ilgisini bu akıma yöneltti ve Jansen- Eskim olar’la yakın bağları olan A leutlar’dır
cilik’in Fransa’daki önemli m erkezlerinden (bak. ESKİMOLAR). A leutlar yaşamlarını fok ve
biri olan Port Royal M anastırı’na girdi. kuş avlayarak, balıkçılık yaparak kazanırlar.
Pascal’ın önemli yapıtları arasında, 1654’te Bazı yörelerde kürkü için mavi tilki yetiştiri­
yazdığı Traite du triangle arithmetique (1665; lir. A daların en önemli yerleşme merkezi
PASİFİK ADALARI 19

U nalaska, başlıca hava ve deniz limanı Dutch Melanezya


H arbour’dır. M elanezya adalar topluluğu Büyük Okya-
Kur il Adaları, Sibirya’nın kuzeydoğu ucun­ nus’un batısında, ekvatorun güneyindedir.
daki Kam çatka Yarım adası’yla Japon Adaları Topluluk içinde volkanik etkinliklerle oluş­
arasında uzanan volkanik adalar zinciridir. 56 muş yüksek, dağlık adaların yanı sıra, alçak
adadan oluşan zincirin toplam alanı 15.600 m ercanadalar da vardır. En büyük ada olan
km2’dir. Kuril Adaları sık orm anlar ve eğrelti- Yeni Britanya’nın yüzölçümü 36.500 , km2
otlarıyla kaplıdır. Adaları çevreleyen denizler dolayındadır. A da coğrafi konum u açısından
yosunlar ve balık yönünden zengindir. Bismarck Takım adaları kapsam ında ve Papua
1875’ten II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Yeni Gine sınırlan içindedir. Dağlık bir ada
Japonya’ya bağlı kalan Kuriller savaştan son­ olan Yeni B ritanya’da nemli tropikal iklim
ra SSCB’ye bağlanmıştır. egemendir. Toprakları çok verimlidir. H in­
Ryu-K yu Adaları. Japonya’nın güneyinden distancevizi, kakao ve başka tropikal ürünler
Tayvan’a doğru uzanan Ryu-Kyular 73 ada­ yetiştirilir. R abaul’de iyi bir liman vardır.
dan oluşur. İklimi sıcak, toprakları çok verim ­ Bismarck T akım adalarının güneydoğusun­
lidir. Az sayıda yabanıl hayvanın yaşadığı da Solomon A daları, daha ötede V anuatu ya
adalarda birçok zehirli yılan türü vardır. A da da Yeni H ebrid A daları uzanır (bak. SOLOMON
halkı sebze, pirinç, tatlıpatates ve tütün yetiş­ Ad a l a r i ; V a n u a t u ). V anuatu’nun doğusunda­
tirir. Şekerkamışı ve ananas dış ülkelere ki Fiji A daları’nda yerli halk olan Fijililer’den
satılır. Balıkçılık da önemlidir. E n yoğun çok Hintli vardır. Fiji’de şekerkamışı, hindis­
yerleşim merkezi, aynı zam anda Japonya’ya tancevizi ve çeşitli meyveler yetişir. Viti Levu
bağlı bir il olan Okinava A dası’dır. En büyük A dası’nda altın çıkarılır (bak. FİJİ).
kent il m erkezi N aha’dır. V anuatu’nun güneyindeki Yeni Kaledonya
Yıllar boyunca hem Çin, hem de Japonya Hutchison Library
Ryu-Kyu Adaları üzerinde hak ileri sürdü,
19. yüzyılın sonlarına doğru Japonlar deneti­
mi ele geçirdi. II. Dünya Savaşı’nın en kor­
kunç çarpışm alarından biri 1945’te, O kinava’
yı işgal eden A B D birlikleriyle Japonya ara­
sında oldu. Ryu-Kyu A daları savaştan sonra
A B D ’ye geçti, 1972’de bütünüyle Japonya’ya
geri verildi.

Okyanus Adaları
Üç ana gruba ayrılan Okyanus A daları’nın
adları Y unanca’dan gelmedir. M elanezya “si­
yah adalar”, M ikronezya “küçük adalar” ,
Polinezya “birçok ada” anlam ına gelir. Pit-
cairn A dası, Norfolk Adası, Ekvador açıkla­
rındaki Galâpagos A daları, Paskalya Adası,
Japonya’ya bağlı olan Bonin (Ogasavara)
ve Volkano adaları gibi adalar bu ada topluluk­
larının dışında kalır (bak. G alâ pa g o s Ad ALARI;
P a skalya Ad a si ).
D aha batıda, Güneydoğu Asya açıklarında
Tayvan, Filipinler, Borneo ve Yeni Gine yer
alır. Dünyanın en büyük adalarından biri olan
Yeni G ine, Okyanus A d alan ’mn tüm ünden
en az dört kat daha büyüktür (bak. P a pu a S olom on A daları'nda yaşayanların çoğu
Y enî G în e ). Melanezyalı, yaklaşık yüzde 4'ü ise Polinezyalı'dır.
20 PASİFİK ADALARI

ve Loyaute A daları Fransa’ya bağlıdır. Yeni nın güzel bir limanı, ayrıca alüminyum elde
Kaledonya genelde dağlık olmakla birlikte, edilen zengin boksit yatakları vardır. D aha
hindistancevizi, kahve, pam uk ve çeşitli mey­ doğudaki Truk Adası alçak mercan resifleriy­
veler yetiştirilir. Aynı zam anda m aden bakı­ le çevrili bir yanardağdır. Doğusundaki Pona-
mından da zengindir. Çıkarılan başlıca m a­ pe Adası da volkanik oluşumlu bir adadır.
denler nikel ve krom dur. İyi bir karayolu ağı Altın ve boksit yatakları vardır. Truk, Yap,
bulunan adada demiryolu da vardır. Num ea Kosrae ve Palau adalarında tarihsel kalıntılar
güzel bir liman kentidir. Doğusunda yer alan bulunm aktadır. A dalar arasında ulaşım gemi
Loyaute Adaları üç büyük adadan ve çok ve uçaklarla sağlanır.
sayıda küçük m ercanadadan oluşur. A da hal­ Marshall Adaları, Karolin A daları’nın do­
kının çoğu Yeni K aledonya’da çalışır. ğusundaki çok sayıda m ercanadadan oluşur.
M elanezyalılar, Avustralya Y erlileri’yle ya­ Bu m ercanadalar, ortasında sığ bir lagünün
kından ilişkili bir Güneydoğu Asya halkıdır. (denizkulağı) yer aldığı halka ya da at nalı
Tenleri koyu, saçları kıvırcıktır. M elanezya biçimindedir. Başlıca adalar Kwajalein ve
dilleri, çoğu yazıya geçirilmemiş yaklaşık 400 M ajuro’dur. Dünyanın en büyük lagünü
kadar dili içerir. Bunlar arasında en önemlisi Kwajalein’dedir.
Fiji dilidir. Bununla birlikte İngilizce ile yerel M ariana, Karolin ve M arshall adaları I.
dildeki sözcüklerin karışım ından oluşan ve D ünya Savaşı’na kadar A lm anya’nın, ardın­
pidgin adı verilen “karm a İngilizce” oldukça dan Japonya’nın egemenliği altına girdi. II.
yaygındır. D ünya Savaşı sırasında kanlı çarpışmalara
sahne oldu. 1944’te ABD tarafından işgal
Mikronezya edildi. 1947’de Birleşmiş M illetler Pasifik
Küçük M ikronezya A daları, M elanezya’nm A daları Vesayet Bölgesi içine alınarak A BD
kuzeyinde uzanan Guam , M ariana, Karolin m andasına girdi. 1946-58 arasında Bikini ve
ve Marshall adalarıdır. M ikronezya’daki öbür Eniwetok adaları yürütülen nükleer denem e­
topluluklar Kiribati Cum huriyeti’ni oluşturan ler nedeniyle boşaltıldı. 1973-74 yıllarında
G ilbert, Feniks ve Line adalarıyla Okyanus toplanan M ikronezya Kongresi hazırladığı bir
A dası’dır (Banaba). M ikronezyalılar’ın M a­ anayasayla M ikronezya’yı dört bölgeye ayır­
laylar ve Polinezyalılar’ın bir karışımı olduğu dı. Anayasayı onaylayan Y ap, Truk, Ponape
sanılmaktadır. ve Kosrae adaları M ikronezya Federe Devlet-
Mariana A daları, M ikronezya’nın kuzeyin­ leri’ni oluşturdu. Kuzey M ariana Adaları
den Yengeç dönencesine doğru bir yay çizen A B D topluluğuna bağlandı. M arshall Adaları
M ariana Çukuru boyunca uzanır. ayrı bir anayasa kabul etti. Palau 1980’de
M arianalar’ın güneyinde, verimli toprakları Palau Cumhuriyeti adını aldı.
olan Guam Adası yer alır. 1521’de Portekizli M arshall A d alan ’nın güneyinde, Kiribati
kâşif Ferdinand M acellan tarafından keşfedi­ Cum huriyeti’ni oluşturan G ilbert, Feniks ve
len ada, 17. yüzyıl sonlarından 1898’e kadar Line adaları ile Tuvalu’yu oluşturan Ellice
İspanya’nın, sonra da A B D ’nin egemenliği A daları vardır (bak. KİRİBATİ; T u v a lu ) . Gil­
altında kaldı. A danın yoğun nüfusu Mikro- bert ve Ellice adaları 1976’ya kadar İngiliz
riezyalılar, Filipinliler ve İspanyollar’ın karışı­ sömürgesi olarak kaldı. Ellice Adaları
mı olan Ç am orolar’dan oluşur. M ariana Ada- 1976’da, G ilbert A daları ise 1979’da bağımsız
ları’ndan olan, kuzeydeki Saipan, R ota ve birer devlet oldular. Başlıcaları Hull, Gard-
Tinian hâlâ etkin durum da bulunan volkanik ner, Canton ve Enderbury adaları olan sekiz
adalardır. M aden bakım ından zengin olan bu m ercanadadan oluşan Feniks A daları, Kiriba-
adalarda gübre yapımında kullanılan doğal ti’nin orta kesim indedir. C anton ve E nder­
fosfat çıkarılır. bury adaları İngiltere ile A B D ’nin ortak yö­
M ariana A daları’nın güneyinde Karolin netimi altındadır. K iribati’nin bir parçası olan
Adaları yer alır. Bu topluluğun batı bölümü Okyanus Adası ile batısında küçük ve bağım­
m ercanadalardan oluşur. Palau Adaları da sız bir cumhuriyet olan N auru’da zengin fos­
Karolin Adaları kapsam ındadır. Yap A dası’ fat m adenleri vardır (bak. N a u r u ).
PASİFİK ADALARI 21

K iribati’nin doğu ucundaki Line A daları,


Jarvis, Christm as, Fanning, W ashington ve
Palmyra adalarından oluşur. Palmyra ve Ja r­
vis adaları A B D ’ye, öbürleri İngiltere’ye bağ­
lıdır. Line A daları’ndaki zengin fosfat kay­
nakları bugün önemli ölçüde azalmıştır. Bazı
adalarda büyük hindistancevizi çiftlikleri bu­
lunur.
M ikronezyalılar’ın yaşamında hindistance-
vizinin önemli bir yeri vardır. Hindistancevi-
zinden yemek için olduğu kadar, kop ra elde
etm ekte de yararlanılır. Kurutulm uş hindis­
tancevizi içi olan kopradan yağ, sabun, m ar­
garin üretilir. Ayrıca dış ülkelere de satılır.
A dalarda balıkçılık önemli bir gelir kayna-
ğıdır.

Polinezya
ZEFA
Polinezya’nın büyük bölümü kuzeyde Ha-
Bora-Bora'daki görkem li dağlar ve zengin bitki
waii, güneyde Yeni Zelanda ve doğuda Pas­ örtüsü Pasifik Adaları'nın en belirgin özelliklerini
kalya Adası arasında çizilen üçgenin içinde yansıtır.
yer alır. Polinezya Adaları dünyanın en güzel
adaları arasındadır. Hawaii Adaları A B D ’ye yer alan dağlık R apa A dası’nda taş kale
bağlıdır, başkent Honolulu Pasifik A daları’ kalıntıları vardır.
nın en büyük kentidir (bak. H a w a ii ). Fransız Polinezyası’ndaki bir başka ada
Polinezya’nın orta bölüm ünde, Fransa’ya topluluğu da, Tuam otular’m kuzeyindeki
bağlı ve Fransız Polinezyası olarak bilinen M arkiz A daları’dır. Engebeli ve dağlık olan
adalar topluluğu uzanır. Başlıca ada topluluk­ bu adaların en büyükleri Nuku Hiva ve Hiva
larından Cemiyet Adaları akarsuları ve dağla­ O a’dır. 19. yüzyılda Avrupalı kâşiflerin adala­
rıyla eşsiz güzelliktedir. A daların en yüksek ra taşıdığı hastalıklar, sert içkiler ve afyon,
tepesi 2.236 metreyi aşan O rohena’dır. Fran­ yerli halkın sayıca azalmasında önemli rol oy­
sız ressam Paul Gauguin (1848-1903) en namıştır.
güzel resimlerinden bazılarını Tahiti Adası’n- Sam oa, Fransız Polinezyası’nın batısında-
da yapmıştır (bak. G a u g u in , P a u l ). Papeete, dır. 1962’de bağımsızlığına kavuşarak Batı Sa­
Tahiti’nin başkenti ve en önemli limanıdır. moa adını alan topluluk Savaii ve Upolu ada­
Batıdaki M oorea Adası sivri doruklarıyla larını kapsar (bak. B a ti Sa m o a ). A B D ’ye bağ­
olağanüstü güzelliktedir. 240 km kadar ku­ lı olan ve A m erikan Samoası olarak bilinen
zeybatıda, mercan resifleriyle çevrili Huahi- küçük adalar topluluğu da doğuya doğru uza­
ne, R aiatea, Tahaa ve Bora-Bora volkanik nır. Batı Sam oa’nın güneyinde yer alan Tonga
olu|um lu adalardır. Tahiti’nin 210 km kadar Adaları Vava-u, H a ’apai ve Tongatapu adlı
kuzeydoğusundaki M akatea, Cemiyet Adala- üç topluluktan oluşur.
rı’nın fosfat bakım ından zengin tek adası­ Tonga ile Cemiyet A daları arasında uzanan
dır. C ook A daları, Yeni Z elanda’ya bağlı, içişle­
Cemiyet A daları’nın kuzeyinde ve doğu­ rinde özerk bir devlettir. Görece büyük ve
sunda, alçak mercan rediflerinden oluşan, irili dağlık bir ada olan Rarotonga, batılılarca
ufaklı Tuam otu Adaları bulunur. Tuam otu- 1823’ten sonra keşfedildi. Yerli halk Yeni
lar’ın güneydoğusundaki, mercan resifleriyle Zelandalı M aoriler’le akrabadır. R arotonga
çevrili ıssız dört ada M angareva A daları’dır. güzel iklimi, verimli toprakları, dom ates ve
T uam otular’ın güneybatısındaki Tubuai Ada- portakallarıyla ünlüdür.
ları’nın çoğu orm anlıktır. G ene aynı bölgede Cook A daları’nı oluşturan Penrhyn, Raka-
22 PASİFİK OKYANUSU

hanga, M anihiki, Suwarrow, Palm erston ve alır. Kaptanıyla kavga ettiği için kıyıya bırakı­
Pukapuka adaları da eşsiz güzelliktedir. lan İskoç gemici A lexander Selkirk, 18. yüzyı­
Tonga ile Cook Adaları arasında yer alan lın başında burada tek başına, dört yılı aşkın
Niue M ercanadası, Yeni Z elanda’ya bağlı, bir süre yaşamıştır. İngiliz yazar Daniel Defoe
özerk bir devlettir. Yüksekliği 60 m etre dola­ Robinson Crusoe adlı ünlü kitabını Selkirk’in
yında olan adanın ortasında eski bir lagün ta ­ anılarından esinlenerek yazmıştır (bak. D e -
banı vardır. A dada hindistancevizi ve muz ye­ fo e. D a n iel ).
tiştirilir. A vustralya’nın doğusunda yer alan Norfolk
Batı Sam oa’nın tam kuzeyindeki Tokelau Adası verimli topraklan olan volkanik olu­
Adaları içinde yer alan Swains, A tafu, Fakao- şumlu bir adadır. A da, meyve çeşitlerinin ya­
fo ve Nukunono küçük m ercanadalardır. Böl­ nı sıra, Şili arokaryası olarak bilinen özel bir
gede zaman zaman mal ve can kaybına yol çam ağacı türüyle de ünlüdür. Japonya yakın-
açan şiddetli kasırgalar olur. lanndaki Volkano ve Bonin (Ogasavara) ada­
Batı Sam oa’nm batısında, Fransa’ya bağlı larında şekerkamışı ve meyve yetiştirilir.
olan Wallis ve Futuna topraklan Wallis, Futu­ A dalar 1968’de A B D ’den Japonya’ya geç­
na ve Alofi adalarını kapsar. Batıdaki R otu­ miştir.
ma volkanik oluşumlu bir adadır.
Polinezya’nın dışında Rennell, Solomon ve PASİFİK OKYANUSU bak. B üyük O kyanus
Santa Cruz gibi, yerli halkı Polinezyalılar’a
benzeyen başka adalar da vardır. Tonga ve PASKALYA, Hıristiyan yortuları arasında en
Fiji adalan arasındaki Lau T akım adalarının eski ve önemli olanıdır. Hz. İsa’nın çarmıha
yerli halkı, Polinezyalılar’m ve Melanezyalı- gerilmesinden sonra yeniden dirilişini kutla­
lar’ın karışımıdır. Irkların bu biçimde dağıl­ mak için düzenlenir.
masına ve karışmasına ilişkin bilgiler, adalar Paskalya yortusu her zaman aynı tarihte
A vrupalılar’ca keşfedilmeden önce bu top­ kutlanmaz. İS 325’te toplanan Nikaia (İznik)
raklarda yaşayan halkların göç hareketlerine Konsili, Paskalya’nın gece ve gündüz süreleri­
ışık tutması bakım ından çok önemlidir. D ün­ nin eşit olduğu bahar dönüm ünde ya da daha
yanın birçok yöresinde eskiçağlara ilişkin de­ sonraki ilk dolunayda kutlanmasına karar
ri, taş ya da tabletlere kazınmış yazılı belgeler
bulunm uştur. Oysa Pasifik A daları’nda bu
türden yazılı belgelere rastlanm adığından, in­
sanların dış görünüm leri, dilleri, inançları, ef­
saneleri, gelenekleri ve görenekleri adalarda
yaşayan halkların geçmişini aydınlatan önemli
bilgi kaynaklarıdır.

Öbür Adalar
Pasifik A d alan ’mn güneydoğu ucunda Pitca-
irn, Büyük O kyanus’un güneydoğusunda ise
Paskalya Adası yer alır (bak. PASKALYA
A d a si ).
Güney Am erika kıyıları açığında, ekvator
üzerinde yer alan Galâpagos A daları’nda,
yaklaşık 400 yıllık dev kaplum bağalar ve de­
niz iguanaları gibi, dünyanın başka hiçbir ye­
rinde bulunmayan hayvanlar yaşar. Bu hay­
vanlar, ünlü bilim adamı Charles D arw in’in
evrim kuramını destekleyici önemli kanıtlar
İsa'nın yeniden d irilişin i ve yeni yaşamı sim geleyen
sağlamıştır (bak. D a r w in , C h a r les ). Şili kıyı­ boyalı yum urtalarla çikolatadan yum urtalar bir
ları açıklarında Juan Fernandez A daları yer arada.
PASKALYA ADASI 23

etkilenmiştir. Hz. İsa’nın yeniden doğuşunun


kutlandığı Paskalya, yılın aynı dönem indeki
eski ilkbaharı kutlam a şenlikleriyle karış­
mıştır.
Yeniden dirilişin simgesi olan beyaz zam ­
bak Paskalya’nın özel çiçeğidir. Eski gelenek­
lerde yeni yaşamı simgeleyen tavşanlar ve
renkli yum urtalar Paskalya kutlam alarının da
simgeleri olmuştur. Paskalya’da geleneksel
olarak, boyanmış katı yumurtalar ve özel çö­
rekler arm ağan edilir. Bugün bunların yanı
sıra çikolatadan yum urtalar ve tavşanlar da
Paskalya arm ağanları arasına girmiştir. Pas­
kalya günü birçok kişi yeni bir giysi giymeye
özen gösterir. Bunun da herhangi bir kötü
olayı önlem e kaygısını taşıyan eski bir boş
inançtan kaynaklandığı sanılmaktadır.

PASKALYA ADASI. Büyük Okyanus un gü­


neydoğusunda yer alan Paskalya Adası büyük
taş heykelleriyle ünlüdür. Bağlı olduğu Şili’
nin 3.700 km batısmdadır. Üzerinde insan
Eski Kudüs'te Via Dolorosa'da düzenlenen yürüyüş
yaşayan en yakın ada, 1.900 km batısındaki
töreni. Bu törende İsa'nın çarmıha gerildiği yere Pitcairn A dası’dır. Yüzölçümü 163 km2 olan
gidişi canlandırılır. üçgen biçimli Paskalya A dası’na yerli halk
R apanui der.
verdi. Bu nedenle Paskalya kutlam alarının ta ­ Kıyılarının büyük bölümü yalçın kayalarla
rihi 22 M art ile 25 Nisan arasında değişebil­ kaplı olan Paskalya A dası’nın doğal limanı
m ektedir. Batı Avrupa H ıristiyanlar’ı hâlâ bu The A n c ien t A r t & Architecture Collection
karara uyar. Oysa O rtodoks Kilisesi Paskal-
ya’yı Y ahudiler’in Ham ursuz Bayram ı’ndan
sonraki ilk pazar günü kutlar.
Paskalya’nın öyküsü Kutsal K itap’m dört
İncirinde anlatılmıştır (bak. K utsal K îta p ).
Buna göre, çarm ıha gerilerek öldürülen İsa’
nın vücudu m um yalanarak kefene sarılır ve
bir mağaraya konur. M ağaranın ağzı bir kaya
ile kapatılır. D aha sonra m ağaraya gelenler,
kayanın yerinden oynamış olduğunu görürler.
Kefen sargılarının hiç bozulmamış olmasına
karşın, ceset ortada yoktur. M ağarada melek
olduğuna inanılan bir adam oturm aktadır.
G elenlere Hz. İsa’nın göğe yükseldiğini söy­
ler. Efsaneye göre, İsa önce Mecdelli M er­
yem ’e, ardından da havarilerine ve arkadaşla­
rına görünm üştür. Böylece İsa’nın yeniden di­
rildiğine inanan Hıristiyanlar, bu olayı her yıl
Paskalya yortusu ile kutlarlar.
Paskalya Adası'ndaki yum uşak volkanik kayalardan
Hıristiyanlık putperestler arasında yayılır­ oyulm uş taş heykellerin İS 1000-1600 arasında
ken onların birçok gelenek ve şölenlerinden yapıldığı sanılmaktadır.
24 PASTEL

yoktur. A dada bulunan çok sayıdaki sönmüş bulundu. Ayrıca, yerliler gizli m ağaralardan
yanardağın kraterlerinde bataklık göller oluş­ başka taş oym alar getirdiler.
muştur. Bu dağların en yükseği yaklaşık 530 Adanın nüfusu yaklaşık 1.870’tir (1982).
metredir. A da kaba otlarla örtülüdür ve A da halkının çoğu korunaklı batı kıyısında,
önemli köylerinden biri olan güneydoğudaki H anga-Roa yakınlarında yaşar.
H anga-R oa’nın çevresi dışında çok az ağaç
bulunur. Adanın büyük bir bölümünde koyun PASTEL, renk verici toz pigmentin bağlayıcı
yetiştirilir. m addelerle karıştırılarak kalıba dökülmesiyle
Melez olan halkın çoğunluğu Polinezya yapılan çubuk biçimindeki boyama m addesi­
kökenlidir. Adayı ilk keşfeden Avrupalı, Hol­ ne ve bu boyayla yapılan resimlere denir.
landalI Amiral Jacob Roggeveen’dir. Adaya Pastel yapımında bağlayıcı m adde olarak
1722'de Paskalya günü ulaşan Roggeveen arapzam kı, kitre ya da metil selüloz kullanılır.
buraya Paskalya Adası adını verdi. 1862’de Karışıma beyaz katkı m addeleri eklenerek
3.000 kişinin yaşadığı adadan yaklaşık 1.000 istenen renk tonları elde edilir. Kurşunkalem
kişi tarlalarda çalıştırılmak üzere P eru ’ya köle kalınlığında ve 8-10 cm boyunda olan pastel
olarak götürüldü. Bunlardan yalnızca 15’i çubuklar kâğıda sürülünce, kâğıdın yüzeyinde
hayatta kalarak geri dönebildi. Geri dönenler parlak, canlı renkler oluşur; ama bunlar
adaya çiçek hastalığını getirdi. Bu yüzden kâğıdın dokusuna işlemediği için kolayca sili­
adanın nüfusu 111 kişiye düştü. D aha sonra nip bozulabilir. Bunun için pastel resimler ya
Katolik misyonerler ada halkına Hıristiyan- bir camın arkasına konarak ya da üzerine bir
lık’ı kabul ettirdi ve 1888’de ada Şili’nin sabitleştirici sürülerek korunur.
egemenliği altına girdi. Kuzey İtalya’da 16. yüzyılda ortaya çıkan
Paskalya A dası’nda, taştan yontulmuş ya­ pastel 18. yüzyılda yaygınlaştı. Jean-Baptiste-
rım insan figürlerinden oluşan 600’ün üstünde Simeon Chardin ve M aurice-Quentin de La
heykel vardır. A rkeologlar bu heykellerin İS Tour gibi 18. yüzyıl Fransız pastel ustaları
1000-1600 arasında yapıldığı kanısındadır. yaptıkları portrelerde yumuşak pastel kullan­
Uzun kulaklı heykel başlarının yüzleri kü­ dılar. Sert pastelle yapılan resimler ise daha
çümser bir ifadeyle yukarı doğru bakar. Çeşit­ çok tebeşirle çizilmiş izlenimi verir. 19. yüzyı­
li boyutlardaki bu heykellerin boyları 1-20 lın sonunda pastel kullanımını canlandıran
m etre arasında değişir. E n büyüğünün ağırlığı Fransız ressam Edgar D egas’mn balerinlerle
50 tondur. Heykeller adanın doğusunda bulu­ ilgili çalışmalarının birçoğu pastel boyayla
nan Rano R araku Y anardağı’nm gri sarı
Kroller-M uller Stichting, Otterlo, Hollanda
renkli tüflerinden ya da taşlarından yontul­
muştur. A danın bu bölgesinde hâlâ tam am ­
lanmamış heykeller vardır. Tam am lananlar
ise başka yerlere taşınmış ve çoğunlukla
gruplar oluşturacak biçimde, yüzleri adanın
içine dönük olarak taş tabanlar üzerine yer­
leştirilmiştir. Heykel başlarının üzerlerine tacı
simgeleyen silindir biçiminde kırmızı kaya
parçalan konm uştur. 1840’a gelindiğinde, ka­
bile savaşları sırasında bütün heykeller bulun­
dukları yerden indirilmişti.
1955-56’da Norveçli bilim adamı Thor He-
yerdahl (bak. HEYERDAHL, T h o r ) Paskalya
A dası’na bir araştırm a gezisi düzenledi. Bu
araştırm a sırasında yerli halktan, heykellerin
nasıl yontulduğunu, nasıl taşındığını ve taban­
larının üzerine nasıl yerleştirildiğini öğrendi. Henry van de Velde'nin (1863-1957) soyut tablosu
A raştırm ada daha eski insan heykelleri de M eyve Bezemesi pastel boyayla yapılmıştır.
PASTEUR 25

Staatliche Kunstam lungen, Dresden


Üstte solda: Fransız ressam J. B. S. C hardin'in
(1699-1779) pastel boyayla yaptığı kendi portresi.
Solda: Mary Caşsatt'ın (1844-1926) pastel tablosu
Anne ve Çocuk. Üstte: İsviçreli ressam Jean-Etienne
Liotard'ın (1702-89) pastel tablosu Çikolatacı Kız.

yapılmıştır. Pierre-A uguste R enoir, H enri de nun varlığını ortaya koydu. Bu buluşuyla
Toulouse-Lautrec ve Pierre Bonnard gibi bilim çevrelerinde adını duyuran Pasteur,
Fransız ressamların yanı sıra, A B D ’li Mary 1854’te Fransa’nın kuzeyindeki Lille Ü niver­
Cassatt ve İsviçreli ressam Paul Klee de pastel sitesi Fen Fakültesi’nin dekanlığına atandı.
tablolar yapan ünlü ressamlardır. Lille’de pek çok şarap ve damıtık içki
fabrikası vardı. Böylece, bira ve şarap gibi
PASTEUR, Louis (1822-1895). Fransız bilim içkilerin nasıl olup da buruklaştığını inceleme
adamı Louis Pasteur Jura bölgesinde, İsviçre fırsatı bulan Pasteur sonunda mayalanma
sınırına yakın küçük* bir kasabada doğdu. olayıyla ilgilenmeye başladı (bak. M ay a la n ­
Genç yaşta kimyaya ilgi duyarak, Paris’te ma ). O çağda, başta yiyecek ve içecekler
öğrenimini tam am ladıktan sonra fen bilimleri olmak üzere bütün organik m addelerde deği­
alanında doktora yaptı. 1848’de, ışığı değişik şikliklere yol açan m ayalanm a, acılaşma, çü­
yönlerde polaran iki tür tartarik asit bulundu­ rüm e, kokuşm a ve benzeri olayların doğru­
ğunu kanıtlayarak yepyeni bir m adde grubu­ dan doğruya kimyasal yapı değişikliklerinden
26 PASTEUR

Louis Pasteur'ü, Paris'teki laboratuvarm da kuduza çare bulm ak için uğraşırken gösteren bir 19. yüzyıl
çizimi.

kaynaklandığına inanılıyordu. Pasteur bütün önemini kavramış olan İngiliz cerrah Joseph
bu olayların m ikroplardan, yani havada, suda Lister, 1865’te, açık yaralara bulaşan m ikrop­
ve toprakta yaşayan minicik canlılardan (m ik­ ları öldürm ek için fenol (karbolik asit) denen
roorganizm alardan) ileri geldiğini kanıtladı kimyasal bileşiği am eliyatlarda antiseptik ola­
(bak. MİKROPLAR). Oysa o güne kadar bilim rak kullanmaya başladı. Böylece, ameliyat
adamları bu küçük canlıları m ayalanm a ve sırasında m ikrop kaparak ölen hastaların ora­
kokuşmanın nedeni değil sonucu olarak görü­ nında hızlı bir düşüş gözlendi. (Ayrıca bak.
yorlardı. Kısacası, önceden var olmayan bir­ ANTİSEPTİK; LİSTER, J o s e p h .) Aynı yıl Pasteur de
takım m ikropların bu olaylar sonucunda bir­ Fransa’nın ipek sanayisini yıkıma sürükleyen
denbire ortaya çıktığına inanıyorlardı. Bu da bir ipekböceği hastalığını araştırm akla görev­
hiç yoktan yeni bir canlının türem esi demekti. lendirilmişti. M ikropların hastalık yapıcı etki­
Yüzyıllardır sürüp giden bu kendiliğinden sine ilişkin kuram ından yola çıkarak, hastalı­
türeme kuramını hiç inandırıcı bulmayan Pas­ ğın hangi tür m ikroplardan ileri geldiğini ve
teur, her canlının ancak kendisi gibi canlı bir nasıl önlenebileceğini saptayıp ülkesinde
ana babadan dünyaya gelebileceğini inançla ipekçiliğin yeniden canlanmasında önemli rol
savundu. oynadı.
Pasteur bu alandaki çalışmalarını ilerlettik­ Pasteur’ün daha sonraki çalışmaları nere­
çe, sıcaklığın m ikroplar üzerindeki öldürücü deyse bütün bunları gölgede bırakacak kadar
etkisini fark etti. Bu bulgusu, özellikle süt, önemlidir. İnsanları ve hayvanları aşılayarak,
meyve suları, şarap, bira gibi bazı içecekleri yani belirli bir hastalığın etkeni olan mikrobu
kaynam a noktasından daha düşük bir sıcaklı­ kan dolaşımı yoluyla vücuduna vererek o
ğa kadar ısıtarak saktema olanağı veren pastö­ hastalıktan korum a olanağı olduğunu bilimsel
rizasyon yönteminin çıkış noktası oldu. Bu verilerle kanıtlayan ilk bilgin Pasteur’dür. Bu
sıcaklıkta hem içecekler besin değerini kay­ amaçla kullanılan m ikroplar laboratuvarlar-
betm iyor, hem de bozulm adan uzun süre daki özel besi yerlerinde üretilir ve hastalık
dayanabiliyordu. yapıcı etkileri büyük ölçüde azaltılır. Sonuçta,
Ö te yandan Pasteur’ün bu çalışmalarının bu m ikroplarla aşılanan kişi hastalığı en hafif
PATATES 27

b iç im iy le a t la t ır v e ile r id e a y n ı m ik r o p la
y e n id e n k a r ş ıla ş tığ ın d a o h a s ta lığ a k a r ş ı b a ğ ı­
şık lık k a z a n m ış o lu r (bak. Aşi; BAĞIŞIKLIK).
Pasteur, etkisi zayıflatılmış m ikroplarla şar­
bona (insanlara da bulaşabilen öldürücü bir
sığır hastalığı) ve tavuk kolerasına karşı ilk
aşıları hazırladıktan sonra, 1881’de kuduz
üzerinde çalışmaya başladı. Kuduz virüslerini
laboratuvarda üreterek etkisi hafifletilmiş ye­
ni soylar elde etmevi başardı ve 1885’te,
kuduz bir köpek tarafından ısırılmış küçük bir
çocuğu bu aşı sayesinde korkunç bir ölümden
kurtardı. Tony M orrison/South Am erican Pictures

Kendini yalnızca bilime adamış, alçakgö­ M oreno Buzulu ve M oreno Gölü Güney Am erika'nın
Patagonya bölgesindedir.
nüllü ve inançlı bir insan olan Pasteur, m ikro­
bik hastalıklara karşı giriştiği bu büyük savaş la geldi. G ene de nüfusu seyrektir ve çoğun­
nedeniyle birçok ülkenin madalya ve ödülle­ lukla kırsal bölgelerdedir. Bölgeden çıkartı­
riyle onurlandırıldı. 1888’de Paris’te bir aşı lan en önemli ürünler petrol ve dem ir cevheri­
üretim ve araştırm a m erkezi olarak çalışmaya dir. Bunun yanı sıra, altın, bakır, manganez,
başlayan Pasteur Enstitüsü de bütün dünya­ kurşun ve uranyum rezervleri vardır.
daki değerbilir insanların bağışlarıyla kurul­
du. Bugün dünyanın birçok yerinde Pasteur PATATES, nişastalı yum ruları için yetiştiri­
enstitüleri vardır. len değerli bir tarım bitkisidir. Dünyanın en
önemli bitkisel besin kaynaklarından biri olan
PATAGONYA, A rjantin ’in güneyinde, çok bu bitkinin (Solanum tuberosum) anayurdu­
geniş, ağaçsız, çalılarla kaplı, yarı kurak bir nun Güney A m erika’da A nd Dağları olduğu
bölgedir. 673.000 km2 yüzölçümüyle Am erika ve A m erika Y erlileri’nce yüzlerce yıl öncesin­
kıtalarındaki en geniş çöldür. Colorado Irm a­ den beri yetiştirildiği bilinmektedir. Patates
ğı kuzeyde doğal sınırı oluşturur; doğuda ise
Atlas Okyanusu vardır. Güneyde Tierra del
Fuego A dası’na kadar uzanan Patagonya,
batıda A nd D ağları’nın güney uzantısı ile
sınırlanır.
Patagonya’da yaşayan Y erliler’in bundan
5.000 yıl önce Tierra del Fuego’dan geldikleri
sanılmaktadır. 16. yüzyılın sonuna doğru G ü­
ney A m erika’ya ayak basan İspanyol kâşifler,
burada avcılıkla geçinen göçebe kabilelerle
karşılaştılar. Bu kıyıyı keşfeden ilk Avrupalı
olan Ferdinand M acellan’ın, üzerlerindeki
kalın hayvan postları, gür saçları ve boyalı
yüzleriyle Y erliler’i, bir 16. yüzyıl öyküsünde­
ki Patagon adlı canavara benzettiği için bölge­
ye bu adı verdiği söylenir (bak. M ac ella n ).
A rjantin 1817’de İspanyol egemenliğinden
kurtulunca, göçmenleri bu topraklara yerleş­
meye özendirm ek için girişimlerde bulunul­
du. Bazıları çiftçilik yapmak için, bazıları da
Hemen herkesin çok sevdiği yiyeceklerden biri olan
burada bir topluluk oluşturan Galliler gibi, patates, bitkinin toprakaltı gövdelerinin nişasta
dinsel ve siyasal özgürlüğe kavuşmak amacıy­ depolayarak şişkinleşmiş bölüm leridir.
28 PATEN

A vrupa’ya ilk kez 16. yüzyılda, Güney A m e­ Dalların ucunda salkımlar oluşturan çiçekleri
rika’dan dönen İspanyol gezginleri tarafından beyaz, sarı, m or ya da çizgilidir. Henüz
getirilmiş, daha sonra İrlanda’ya, oradan da olgunlaşmamış dom atesleri andıran yeşil, kü­
İngiltere’ye yayılmıştır. çük meyveleri minicik tohum lar içerir.
A vrupa’ya getirildiği ilk dönem lerde, yal­ Patatesin besin olarak yararlandığımız bö­
nızca zenginlerin bahçesinde yetiştirilen ve lümü toprağın altında geliştirdiği yum ruları­
ancak önemli şölenlerde sunulan değerli bir dır. Bitki ürettiği nişastayı bu yum rularda
yiyecekti. Oysa İrlanda’ya götürüldükten kısa depolar. Tek bir patates bitkisi birkaç tane ile
bir süre sonra patates büyük bir hızla yaygın­ 20 arasında değişen sayıda yumru oluşturur.
laşarak halkın başlıca besin kaynağı durum u­ Y um rular genellikle oval ya da yuvarlak
na geldi. Sanayi Devrimi sırasında sayılan biçimli; kabuğu sarı, kahverengimsi gri ya da
hızla artan fabrika işçilerine ucuz yiyecek m or; eti ise beyaz ya da sarıdır. Yum ruların
arayışıyla birlikte patates bir kesim olarak yüzeyinde “göz” denen küçük tom urcuklar
önem kazandı. 18. yüzyıl ortalarına gelindi­ bulunur. Bu tom urcuklar toprağa dikildiğinde
ğinde ise pek çok ülkede ana besin kaynağı sürgün vererek yeni bitkilere dönüşür. İşte bu
olarak ekmeğin yerini aldı. A m a, 1846-47 yüzden patates tohum dan değil “tohum luk
kışında İrlanda’da patates tarlalarına patates patates” denen küçük yum rulardan çoğaltılır.
mildiyösü denen bir hastalık bulaşarak bütün Patates en iyi derin, hafif ve besince zengin
ürünün yok olmasına neden oldu. Bunun topraklarda yetişir. Genellikle tarlalarda 70
sonucunda İrlanda’da patates tarımı geriledi. cm aralıklarla açılmış oluklara kışlık ürün için
G ünüm üzde en başta gelen patates üretici­ 40 cm, taze patates elde etm ek isteniyorsa 30
leri SSCB, Alm anya Federal Cum huriyeti, cm, tohum luk patates üretim i için ise daha
Polonya, A B D , Fransa, İngiltere, Çekoslo­ yakın aralıklarla dikim yapılır. Dikilen ürü­
vakya, H ollanda ve İrlanda’dır. Yıllık patates nün üstü 5-6 cm yüksekliğinde toprakla ör­
üretiminin 4 milyon ton dolayında olduğu tülür.
Türkiye’de ise hemen hem en bütün bölgeler­ Ü rün genellikle bitkinin toprağın üstündeki
de patates tanm ı yapılır. A m a, toplam üreti­ bölümleri solduktan sonra hasat edilir; ama
min yaklaşık üçte birini Nevşehir ve Niğde eğer uzun süre saklanm ayacak, yani kışlık
illeri sağlar. olarak tüketilm eyecekse, ilkbaharın sonlarına
Bol m iktarda nişastanın yanı sıra kalsiyum doğru yeni gelişen körpe yum rular sökülür.
ve C vitamini de içeren patates kolay sindiri- Pazarlarda taze patates adıyla satılan bu
lebilen değerli bir gıda maddesidir. En çok üründür. Patates elle ya da m akinelerle hasat
kızartılarak, yemek, salata ve püre yapılarak edilir.
tüketilir. Hayvan yemi olarak da kullanılan Patates mildiyö, çürüklük ve mozaik gibi
patatesten ayrıca nişasta çıkarılır, alkol ve bazı m antar hastalıklarına ve genellikle yap-
glikoz gibi bazı kimyasal m addelerin üreti­ rakbiti denen bazı küçük böceklerin taşıdığı
minde ham m adde olarak da yararlanılır. virüs hastalıklarına karşı çok duvarlıdır. Ayrı­
ca, patatesböceği, toprakpiresi, yaprakpiresi
Patatesin Özellikleri, Yetiştirilmesi ve ipliksolucan gibi çeşitli zararlılardan da
ve Zararlıları önemli ölçüde etkilenir. Ö rneğin, patatesbö-
D om ates ve patlıcanla yakın akraba olan ceğinin larvalan bir patates tarlasını neredey­
patates, patlıcangiller (Solanaceae) familya­ se tümüyle yok edebilir. İpliksolucanlar ise
sından otsu bir bitkidir. Güney A m erika’da patates bitkilerinin gövdelerini toprak yüzeyi­
100 kadar değişik yabani çeşidi bulunan bu ne yakın kesim lerinden kem irerek zarar gör­
bitkinin yapılan mele2leme çalışmalarıyla, ya­ mesine neden olur.
ni insan eliyle geliştirilmiş pek çok kültür
çeşidi de vardır. PATEN, ayakkabının altına takılan özel bir
Ortalam a 25 cm ile 75 cm arasında boylana- donanım la, buzun üzerinde kayarak ya da
bilen patates bitkilerinin yeşil ya da morumsu düzgün sert bir zeminin üzerinde hareket
gövdelerinde iri bileşik yapraklar bulunur. ederek yapılan bir spordur. Bu sporu yapmak
PATEN 29

için ayakkabıya takılan donanım a da paten


denir. İki tür paten vardır: Buz pateni ve
tekerlekli paten. Buz pateninde, patenin al­
tında bulunan keskin kenarlı bir çelik çubu­
ğun yardımıyla, patenci buzun üzerinde ka­
yar. Tekerlekli patende, patenin altındaki
dört küçük tekerlek, patencinin düzgün sert
bir zeminin üzerinde kesintisiz olarak hareket
etm esine olanak verir.

Buz Pateni
İlk patenciler, 2.000 yıl önce özel bir biçim
verip düz bir tabanın üzerine yerleştirdikleri
sığır kemiklerini ince deri bağlarla ayaklarına
bağlayan İskandinavyalılar’dı. Bu ilkel paten­
ler, onların donm uş akarsular ve göller üze­
rinde kayarak hızla hareket etm elerini sağlar­
dı. Sonraları kayma yüzeyi kemik yerine
m etal çubuktan yapılan patenler kullanılmaya
başladı. Başlangıçta patenlerin altındaki bu
metal çubuklar enli olduğu için yüksek hızla
gitmeye olanak vermiyordu. Kayma yüzeyi
bıçak gibi ince olan patenlerin yapılmasıyla Associated Press

17. ve 18. yüzyıllarda paten sporu çok yaygın­ Hollarıda'da kışın kanallardaki su donup yeterince
sertleşince geleneksel buz pateni yarışması yapılır.
laştı. A yakkabılara iplerle bağlanan ve ger-
çekte hiç güvenli olmayan patenler uzun süre
Eileen Langsley
kullanıldı. G ünüm üzde kullanılan, pateni
ayakkabıya vidayla bağlama yöntemi ancak
1870’ten sonra yaygınlaştı. Yapay olarak don­
durulm uş buzla kaplı ilk paten pisti de hem en
hem en aynı zam anda yapıldı.
G ü n ü m ü z d e b u z p a t e n i s p o r u s ü r a t p a t e n i,
a r tis tik p a t e n v e b u z h o k e y i o lm a k ü z e r e
b a ş lıc a ü ç b ö lü m e a y r ılır (bak. B u z HOKEYİ).
Sürat Pateni. Norveç ve H ollanda’da her
zaman sevilen bir spor olan paten yarışları,
uluslararası kurallara göre çevresi 400 m etre
olan oval biçimli bir pistte yapılır. Pistin oval
biçimi dönemeçlerin hızla dönülmesine ola­
nak verir. 500 m etreyle 10.000 m etre arasında
değişen uzaklıklarda yapılan paten yarışların­
da ulaşılan rekor hız saatte 48 kilom etredir.
Artistik Paten. Başlangıçta dönüşler, atla­
yışlar ve geçişlerden oluşan artistik paten
hareketleri zamanla gelişerek daha karm aşık­
laştı. 19. yüzyıl ortalarında A B D li bale öğret­
meni Jackson H aines'in zarif bale hareketleri­
1984'te Yugoslavya'da Sarajevo'da (Saraybosna) nin ritmik müzikle nasıl birleştirilebileceğini
yapılan Kış O lim piyat Oyunları'nda İngiliz Jayne
T orvill-C hristopher Dean çifti buz dansında altın ortaya koymasıyla, artistik paten günüm üzde­
madalya kazandı. ki biçimini aldı.
30 PATEN

eşini bir süre için havaya kaldırdığı ortak


hareketler olan “kaldırışlar” da yer alır.
A rtistik patende üçüncü dal buz dansıdır.
Vals, fokstrot, tango gibi dansların yapıldığı
ilk bölümü, önceden kararlaştırılan bir dansın
seçilen bir müzik eşliğinde yapıldığı ikinci
bölüm izler. Buz dansında yarışmanın son
bölümü yarışmacıların yaratıcılıklarını ortaya
koyduğu serbest dans bölüm üdür. 1982, 1983,
1984 dünya buz dansı şampiyonu olan İngiliz
Jayne Torvill ve Christopher D ean çifti buz
dansında çok yüksek bir ustalık düzeyine
ulaşmıştır.
Paten yaparken dikkat edilecek en önemli
nokta ayakkabı ve patenlerin ayağa çok iyi
uymasıdır. Patenin ince kayma yüzeyi üzerin­
de durmaya alışmak için evde eski bir halı
üzerinde çalışmak yerinde olur. Bilekleri içe
ve dışa doğru hareket ettirerek halının üzerin­
de yürüm ek ayak bileklerini burkulm aya kar­
şı güçlendirecek bir alıştırmadır.
Buzun üstünde kayarken, yürürken olduğu
gibi parm aklardan ve topuktan güç alamayız.
Yeri ayak parm aklarıyla değil, patenin keskin
sırtıyla itip dizleri hafifçe kırarak, ağırlığımızı
Dünya şam piyonaları ile O lim piyat Oyunları'nda kalça kaslarına vermemiz gerekir. Ö nce, yü­
artistik paten yarışmalarına katılabilm ek için uzun
süreli bir hazırlık ve eğitim gerekir. rürken yaptığımız hareketlerle pistin çevre­
sinde kaymaya başlayarak buzun üzerinde
Uluslararası Paten Birliği’nin (ISU) gitmeye alışılır. Zam anla bazı durum larda,
1892’de kurulm asından sonra ilk dünya artis­ doğru hareketin yürüyüştekinin tam tersi
tik paten şampiyonası 1896’da Rusya’da ya­ olduğunu, örneğin bir ayak öne giderken aynı
pıldı. 1908 Olimpiyat O yunları’nda yer alan yandaki kolun ve omzun da ona eşlik etmesi
artistik paten yarışması daha sonra 1924’te gerektiğini öğreniriz. D aha sonra içe, dışa,
başlayan Kış Olimpiyat Oyunları kapsamına öne ve arkaya doğru hareketi, dönüşleri,
alındı. sekiz çizmeyi ve üçlü dönüşleri öğrenmeye
A rtistik paten üç dala ayrılır: Bunlardan sıra gelir.
birincisi olan tekler yarışmasında patenci zo­
runlu hareketler ve serbest hareketler olarak Tekerlekli Paten
iki bölümde yarışır. Zorunlu hareketlerde Tekerlekli patende de hareketler buz patenin-
önceden saptanmış belirli hareketleri yapar. dekilere benzer. Sokakta kullanılan patenler,
Serbest hareketler bölümünde ise yarışmacı düzenli pistlere giderek paten yapmayı öğre­
kendi seçtiği bir düzenlemeyle atlayışlar, dö­ nenlerin kullandıklarından farklıdır. Sokak
nüşler ve dans adım larından oluşan hareketle­ patenlerinde genellikle kauçuk tekerlekler ve
ri müzik eşliğinde yapar. H areketlerin doğru­ kare biçiminde kauçuk yastıklar vardır. Pist­
luğu teknik puanlarla, estetik görünüm ise lerde kullanılan patenlerde ise ahşap teker­
artistik puanlarla değerlendirilir. lekler ve yuvarlak kauçuk yastıklar bulunur.
Çiftler artistik paten yarışmasında ise bir Bu tür patenleri kullananlar yalnızca öne
erkek ve bir kadın yarışmacı birlikte serbest arkaya ya da sağa sola eğilerek istedikleri
bir program sunar. Teklerde yapılan hareket­ yöne gidebilirler.
lere ek olarak bu yarışmada, erkek patencinin H o lla n d a lI la r 18. y ü z y ıld a n b e r i y o lla r d a
PATENT 31

tekerlekli patenlerle hareket etm e alışkanlığı verir. Patente konu olan buluş o süre içinde
edinmişlerdir. Belçikalı müzik aletleri yapım ­ mucidinin izni olmadan kullanılamaz. Böyle­
cısı Joseph Merlin 1760’ta İngiltere’ye giderek ce bir buluşun kullanılmasından sağlanan
yeni buluşu olan tekerlekli pateni L ondra’da­ gelir onun mucidine kalır.
ki seçkin bir toplantıda tanıttı. Keman çalarak Patent konusu her ülkenin kendi yasalarıy­
paten yapıp konukların ilgi ve hayranlığını la düzenlenmiştir. Genellikle patent hakkı 20
kazandı. Am a durmayı ve dönmeyi başara­ yıl kadar sürer. Bununla birlikte, Fransa gibi
madığı için bir aynaya çarpınca, ayna ve ke­ bazı ülkelerde, özellikle yararlı olduğu düşü­
man parçalandı, kendisi de ağır yaralandı. nülen bazı buluşlar için yalnızca altı yıllık bir
1829’da Fransa’da tekerlekli patenin bulun­ patent süresi tanınır.
masından 10 yıl sonra, İngiltere’de ilk teker­ Bazı ülkelerde patentin sürekliliği için be­
lekli paten yapıldı. Am a bu sporun yaygınlaş­ lirli bir paranın düzenli olarak ödenmesi
ması New Yorklu James L. Plim pton’un gerekir. Bu ödem e yapılmazsa patent sona
1863’te kauçuk yastıklı, dört tekerlekli pateni erer ve o buluşu herkes kullanabilir.
bulmasından sonra oldu. İlk patenlerin teker­ M ucitlere İtalya’da ilk patent belgelerinin
lekleri şimşirden yapılıyor ve kolayca kırılı­ verildiği 15. yüzyıldan beri patent uygulaması
yordu. D aha sonra, bilyeli yataklarda dönen çeşitli biçimlerde sürm ektedir. İngiltere’de
çelik tekerlekli patenler yapıldı. bir buluş için verilen en eski patent, Utynamlı
İlk tekerlekli paten pisti 1860’ta A B D ’nin John’a bulduğu renkli cam yapma yöntemi
Rhode Island eyaletinde, Nevvport’taki A t­ için 1449’da verilen patenttir.
lantik O teli’nde açıldı. 1870’lerde A B D ’nin Bir buluş için patent verilmesinde başlıca
çeşitli yerlerinde tekerlekli paten pistleri ya­ iki yöntem vardır. A vrupa ülkelerinin çoğun­
pıldı. 1890’da ise Batı L ondra’da Olym pia’da da yasal koşullara uygun olarak yapılan her
dünyanın en büyük pisti açıldı. Asfalt ya da başvurunun sahibine patent verilir. Patentin
ahşap olan pist döşemelerinin en iyisi sert haksız olarak verildiğini ileri süren herkes
akçaağaç odunundan yapılır. Sürat ve artistik patentin iptali için m ahkem eye başvurabilir.
paten dallarında yapılan çeşitli şam piyonalar­ Patente konu olan buluş m ahkem ede ayrıntılı
da tekerlekli patenle saatte gidilen en büyük olarak incelenir ve patent verilmiş olan kişi­
uzaklık 35 km ve ulaşılan rekor hız saatte 41 nin gerçekten yeni bir şey bulup bulmadığına
kilom etredir. karar verilir.
Tekerlekli paten sporu İngiltere’de ilk kez Patent konusunda uygulanan öbür sistem
1870’lerde yaygınlaştı. Am a bu ilk ilgi yalnız­ A B D , K anada, Avustralya, Yeni Zelanda,
ca birkaç yıl sürdü. En büyük ilgiyi 1909-12 Japonya, İngiltere, Alm anya Federal Cum hu­
arasında gören tekerlekli paten sporu, sine­ riyeti, İsveç ve A vusturya’daki sistemdir. Bu
manın gelişmesi ve I. Dünya Savaşı’nın çık­ sistemde, patent başvurusu yapan kişi buluşu­
masıyla hemen hemen yok oldu; ancak nun ayrıntılı bir açıklamasını ve çalışma biçi­
1929’da yeniden canlanabildi. mini ortaya koyan belgeler verm ek zorunda­
1970’lerde tekerlekli küçük sörflere benze­ dır. Bunları inceleyen uzm anlar buluşun ger­
yen kaykayları, gençler her yerde yaygın çekten yeni olup olmadığına karar verir.
olârak kullanmaya başladı. U zm anlar söz konusu buluşun daha önce
yapılmamış olduğuna ve başvurunun kuralla­
PATENT. Mucitlerin yaptıkları buluşlarla il­ ra uygun olduğuna inanırlarsa başvuru kabul
gili ticari haklarını korum ak amacıyla belirli edilir; buluşla ilgili bilgiler basılıp yayımlanır.
yasal düzenlem eler yapılmıştır. D aha önce D aha sonra, patent verilmesine yapılabilecek
kimsenin tasarlamadığı" yeni bir buluş yapan itirazlar için bir süre tanınır. Başvuru sahibi­
kimse bu buluşunun özelliklerini ayrıntılı bir nin gerçek mucit olmaması, buluşun ana
raporla ilgili kamu kuruluşuna bildirir ve düşüncesini başkasından almış olması bir iti­
buluşu için bir patent alır. İhtira beratı da raz nedeni olabilir. Bir patentin verilmesine
denen patent, o buluşun kullanım hakkını itiraz edildiği zaman bazen kararı m ahkem e­
belirli bir süre için yalnızca buluşun mucidine nin vermesi de gerekebilir.
32 PATLAYICILAR

Türkiye’de patent uygulaması ile ilgili ku­ çok büyük m iktarda sıcak gaz çıkarır. Patlayı­
rallar 1880 tarihli İhtira Beratı Kanunu ile cılar dediğimiz bu m addeler, yanarken çıkar­
düzenlenmiştir. Patent konusunda Fransa’da­ dıkları gazın oluşturduğu basınçla, çevrelerin­
ki uygulamayı temel alan bu yasada 1918’de deki her şeyi büyük bir gürültü ve şiddetle
ve 1932’de bazı değişiklikler yapılmıştır. Ya­ parçalar; bu olaya patlam a denir.
saya göre patent başvuruları Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı’nın ilgili dairesine yapılır. Patent Patlayıcı Türleri
verilebilmesi için yeni buluşun sanayide kulla­ Bilinen en eski patlayıcı, günümüzde de havai
nılabilmesi, yenilik taşıması ve uygulanabilir fişeklerde kullanılan kara baruttur. Eski Çin­
olması koşulları aranır. Patent süresi başvura­ lilerin belki de binlerce yıldır bildikleri kara
nın isteğine göre 5, 10 ya da 15 yıl olabilir. barutu 1249’dan bir süre önce ilk kez tanım la­
Patent başvurusuyla ilgili kararlara karşı idari yan İngiliz Katolik rahip R oger Bacon oldu.
yargı yoluna gidilebilir. Haksız verilmiş pa­ K ara barut 14. yüzyıl ortalarında ateşli silah­
tentlerin iptali için de asliye hukuk m ahkem e­ larda kullanıldı; am a taşocaklarında kayaçla-
sinde dava açılabilir. rın parçalanması gibi barışçıl amaçlarla kara
barut kullanılmasına ancak 1660’larda baş­
PATLAYICILAR. Yanan her m adde bir m ik­ landı.
tar sıcak gaz çıkarır. Ocak ve şöminelerin Güherçile (potasyum nitrat), kükürt ve
bacaları yanmayla oluşan bu gazları dışarı odunköm ürü karışımı olan kara barut yandığı
atm ak için yapılmıştır (bak. Y a n m a ). Bazı zaman kendi hacminin 4.000 katı kadar gaz
m addeler yanarken çok kısa bir süre içinde çıkarır. Çok hızlı gerçekleşen bu tepkime

E. I. du Pont d e N em ours & C om panv

İngiliz Kolum biyası'nda, Vancouver yakınlarındaki Seym our


Boğazı'nda (üstte solda) birçok deniz kazasına neden olan
Ripple Rock denizaltı kayalıkları patlayıcı kullanılarak ortadan
kaldırılm ıştır. Solda: KanadalI m adenciler suyun altındaki
kayaların içinde açtıkları tünellere 1.270 ton patlayıcı
yerleştirm işlerdir. Üstte: 5 Nisan 1958'de bu patlayıcılar
patlatılarak insan eliyle gerçekleştirilm iş, nükleer olm ayan en
büyük patlamalardan biriyle boğazdaki kayalıklar yok
edilm iştir. Günümüzde burada 15 metre derinliğinde, güvenli
bir suyolu vardır.
PATLAYICILAR 33

sırasında odunköm ürü ve kükürt güherçilenin Günüm üzde kullanılan dumansız barut gibi
çıkardığı oksijenle yanar. itici patlayıcılar, nitrogliserinle nitroselülozun
Alm an kimyacı Christian Schönbein’ın karıştırılmasıyla elde edilir. H er türlü ateşli
1846’da keşfettiği pam uk barutu daha güçlü silah fişeğinde bulunan ve bazı uçak m otorları
bir patlayıcıdır. İlk dumansız barut türü olan ile dizel m otorlarında ilk hareketi verm ek için
pam uk barutu, pamuk liflerinin derişik nitrik kullanılan bu patlayıcılar güdümlü silah ve ro­
asit ve sülfürik asitle işlenmesiyle elde edilir ketlerin hareketini sağlayan itici gücü elde e t­
(bak. NİTRİK ASİT; SÜLFÜRİK ASİT). B u tür bir lif m ek için de kullanılır.
parçası tutuşturulursa hızla ve sessizce yanar; İki dünya savaşında en çok kullanılan güçlü
ama sert bir darbeyle karşılaşırsa büyük bir patlayıcı trinitrotolüen (TNT) olmuştur. Sik-
şiddetle patlar. Bu tip patlayıcılar günümüzde lotrim etilentrinitram in (siklonit) ve pentaerit-
pamuk yerine kâğıt ve odun talaşı asitle işleme ritol tetranitrat (PETN ) gibi uzun adları olan
sokularak yapılır ve rıitroselüloz adını alır. öbür güçlü patlayıcıların hemen hem en tümü
1847’de İtalyan kimyacı Ascanio Sobrero, bazı karbonlu bileşiklerin nitrik asitle işlem­
gliserini derişik nitrik asit ve sülfürik asidin den geçirilmesiyle elde edilir.
içine yavaş yavaş dam latarak nitrogliserin'i Zincirleme çekirdek tepkim eleri sonucun­
buldu (bak. GLİSERİN). Patladığı zaman kendi da da olağanüstü güçlü patlam alar oluşabilir.
hacminin 12 bin katı kadar gaz çıkaran Nükleer bom baların çok büyük yıkıcı gücü bu
nitrogliserin son derece güçlü bir patlayıcıdır; tür tepkim elerin sonucudur (bak. N ü k l eer
ama taşınırken küçük bir sarsıntıda kolayca E n e r j İ).
patladığı için kullanılması son derece tehlike­
lidir. 1866’da İsveçli kimyacı A lfred Nobel, Patlayıcıların Kullanımı
nitrogliserinin diyatomit (kizelgur) adı verilen Kara barut bir kıvılcım ya da alevle ateşlene-
kumlu bir toprakla karıştırıldığında peynirim- bilirdi, ama günümüzdeki patlayıcıları patlat­
si katı bir maddeye dönüştüğünü ve bu mak bu kadar kolay değildir. Ateşli silahlarda
durum dayken hâlâ güçlü bir patlayıcı olduğu itici olarak kullanılan patlayıcıları ateşlemek
halde güvenli bir biçimde taşınabildiğim bir için ya bir darbeyle kolayca ateş alan az
rastlantı sonucu buldu ve bu m addeye dinamit m iktarda ateşleyici içeren bir kapsülden ya­
adını verdi. Nobel, pam uk barutunu nitrogli­ rarlanılır ya da elektrik akımı geçince akkor
serinle karıştırarak çok güçlü bir patlayıcı haline gelerek çevresindeki barutu yakan ince
olan ve güvenle kullanılabilen bir başka patla­ bir telden yararlanılarak yapılan bir ateşleme
yıcı da yaptı. Yoğun pelte kıvamındaki bu sistemi kullanılır. Kapsülü ateşleyecek darbe
patlayıcı jelatin daha çok taşocaklarında kul­ için ateşli silahın tetiği çekilir.
lanılır. Güçlü patlayıcıları patlatm ak için şiddetli
Bu karışımdaki nitrogliserini azaltıp pam uk bir sarsıntı gerekir; çünkü bu patlayıcılar ateş
barutunu çoğaltan Nobel, balistit adını verdiği aldığı zaman hızla yanar, ama patlamaz.
kemik gibi sert bir m adde elde etti. Patlayıcı Bunları patlatm ak için gerekli olan sarsıntı,
jelatine ya da dinam ite göre daha zayıf bir bir tüpe konmuş tetril ya da siklonit gibi
patlayıcı olan bu m adde, patlayınca parçala­ şiddetli patlayıcılardan oluşan bir fünyeyle
ma etkisi yerine itme etkisi yaptığı için ateşli sağlanır. Fünyeyi ateşlemek için de, ya d ar­
silahlarda “sevk barutu” olarak kullanılır beyle ateşlenen bir kapsül ya elektrikli ateşle­
(bak. ATEŞLİ SİLAHLAR). Patlayıcılardan büyük me sistemi ya da güvenlik tapası kullanılır.
bir servet kazanan Alfred Nobel, servetinin İnce uzun bir fitil biçimindeki bu tapanın
bir bölümüyle bir fon kurulmasını ve insanlığa içinde çok yavaş yanan bir barut vardır. Bir
yararlı olan yazar ve bflim adam larına her yıl ucundan ateşlenince fitilin uzunluğuna bağlı
bu fondan ödül verilmesini vasiyet etti (bak. olan bir sürenin sonunda ateş fünyeye ulaşır.
N obel Ö d ü l ler İ). Birkaç m etre boyundaki bir fitilin yanma
Patlayıcılar genellikle ikiye ayrılır. Bunlar, süresi, tapayı ateşleyenin patlam adan önce
patlam a etkisi düşük itici patlayıcılar ve güvenli bir uzaklığa gitmesine yetecek ka­
patlam a etkisi yüksek güçlü patlayıcılardır. dardır.
34 PATLICAN

Savaşta olduğu gibi barış zam anında da p at­ Asya ülkelerinin yanı sıra Akdeniz Bölgesi’n-
layıcıların önemli kullanım alanları vardır. de de yaygın olarak yetiştirilir.
Köm ür, taş ve cevher (m aden filizi) çıkarmak Sık dallı gövdesinin yüksekliği sıcak bölge­
için m adenlerde ve taşocaklarında; tünel ve lerde 1 metreyi bulan patlıcan, patatesle çok
geçit açmak için karayolu ve demiryolu yapı­ yakın akrabadır. Am a patates gibi yumruları
mında; liman ve kanal yapımında çok m iktar­ için değil, iri ve etli meyveleri için yetiştirilir.
da patlayıcı kullanılır (bak. MADENCİLİK; TAŞ­ Bazen uzunluğu 30 santim etreye ulaşan bu iri
OCAĞI). Bu amaçla kullanılan güçlü patlayıcı­ meyvelerin eti süngersi beyaz, kabuğu parlak,
lar genellikle kâğıtla kaplı, sosise benzer pa­ derimsi ve genellikle koyu m ordur. Bostan
ketler biçiminde hazırlanır ve kayaların içinde patlıcanı denen çeşidi ise uzundan çok yuvar­
açılan deliklere yerleştirilerek patlatılır. lağa yakın biçimiyle ayırt edilir; bunun mey­
Patlayıcılar konusunda uzman olmayanla­ veleri bazen beyaz ya da m or lekeli olabilir.
rın patlayıcı yapmayı denem esi, patlayıcıları Dalları donatan hafif loplu, tüylü ve boz yeşil
kullanması, taşıması ya da ellemesi son dere­ yaprakların arasından sarkan patlıcan meyve­
ce tehlikelidir. leri, m or çiçeklerinin döllenmesiyle oluşur.
Patlıcan en iyi sıcak iklimli yerlerde yetişen
PATLICAN, A kdeniz ülkelerinin ve Türk ve tohum dan üretilen bir bitkidir. H er yıl
mutfağının en sevilen sebzelerinden biridir. ürün gelişip meyve verdikten sonra sökülür,
Bu yüzden de anayurdu olan Güney ve Doğu ertesi yıl yenileri dikilir. Patlıcan vitamin ve
kalori bakımından öbür sebzelere göre yok­
suldur, ama özel lezzetinden ötürü çok sevilir.
N H P A IJ. B. Free Karnıyarık ve m usakka gibi sıcak yemekleri,
imambayıldı gibi soğuk yemeği, kızartması,
salatası, turşusu, hatta körpelerinin reçeli bile
yapılır. Bazı yörelerde ise içi oyulup kurutula­
rak kuru sebze halinde kışa saklanır. T ürkiye’
de patlıcan en çok Ege ve Akdeniz bölgele­
rinde yetiştirilir. H er yıl ortalam a 700 bin ton
dolayında ürün elde edilir.

PAULING, Linııs (doğumu 1901). A B D ’li


kimyacı Linus Cari Pauling kimyasal ve biyo­
lojik m oleküllerin yapısının anlaşılmasına çok
önemli katkılarda bulunmuştur.
Pauling A B D ’de, Oregon eyaletindeki
P ortland’da doğdu. 1922’de Oregon Eyalet
Tarım Yüksekokulu’nun (bugün Oregon Eya­
let Üniversitesi) kimya bölümünü bitirdi.
Doktorasını 1925’te Califomia Teknoloji
Enstitüsü’nde tamamladı ve 1963’e kadar bu
kurumda ders verdi. Kuvantum mekaniği
ilkelerini kimyaya uygulayan ilk bilim adam ­
larından biri olan Pauling, bu yolla m olekülle­
rin yapısını ve kimyasal bağlanm a biçimlerini
inceledi. The Nature o f the Chemical Bond
and the Structure o f Molecules and Crystals
(1939; “Kimyasal Bağın Doğası ve M olekül
ve Kristal Y apıları”) adlı yapıtı yüzyılımızın
Patlıcan sıcak yörelerde yetiştirilen ve çok sevilen bir
en önemli bilim kitaplarından biridir.
sebzedir. Pauling 1930’ların ortalarında proteinlerin
PAVLOV 35

PAVLOV, İvan (1849-1936). Kan dolaşımı,


sindirim ve koşullu refleksler konusundaki
deneysel çalışmalarıyla tanınan Rus fizyoloji
bilgini İvan Petroviç Pavlov, Rusya’daki Rya-
zan kentinde doğdu. Önce kilise okullarında
din eğitimine başladı; ama bilime duyduğu ilgi
daha ağır bastığı için din adamı olm aktan
vazgeçerek 1870’te St. Petersburg Üniversite-
si’ne (bugün Leningrad Devlet Üniversitesi)
girdi. Bunu izleyen 10 yıl boyunca hayvanlar­
da sinir sistemi fizyolojisine ilişkin deneyler
yaptı. 1883’te St. Petersburg’daki Askeri Tıp
A kadem isi’nde tıp doktorasını tam amladı.
Aynı kentte ve A lm anya’da hayvanlar üzerin­
de çeşitli deneyler yaptıktan sonra gene bu
akadem iye dönerek 1895’te fizyoloji profesö­
rü oldu.
Pavlov’un en ünlü deneyi, köpeklerde ko­
şullanmaya bağlı tükürük salgısı deneyidir.
Bazı reflekslerin öğrenm e yoluyla edinildiğini
kanıtlayan Pavlov, doğuştan var olan içgüdü­
sel reflekslerden ayırt etm ek için bunlara
koşullu refleksler adını vermişti.
T he Sm ithsonian Institution, W ashington, D. C.
Bu koşullu refleksleri incelemek üzere yap­
ABD'li kimyacı Linus Cari Pauling.
tığı ünlü deneyinde, köpeklerine her yemek
verişinde bir çıngırak çaldı. Yemeği gören
yapısını incelemeye girişti; yalnız bu arada II. köpeklerin tükürük salgısı doğal olarak artı­
Dünya Savaşı sırasında (1939-45) patlayıcılar yordu. Çıngırak sesinin hem en ardından ken­
üzerinde çalıştı. 1949’da, orak hücreli kansız­ dilerine yemek verilmesine iyice alışmış olan
lık hastalığı çeken hastalardan alm an kırmızı köpekler, uzun bir süre sonra artık yemek
kan hücrelerinde, yani alyuvarlarda, kan taşı­ verilmese de yalnızca çıngırak sesini duyduk­
yan proteinin ya da hemoglobinin biçim larında bile tükürük salgılamaya başladılar.
bozulmasına uğramış olduğunu gösterdi. Kısacası, çıngırak sesine yanıt ya da tepki
1950’lerin başlarında da, proteinlerin ikincil vermeye koşullandırılmış oldular. Pavlov bu
yapılarına ilişkin olarak, yani proteinleri oluş­
S o cieryfo r Cultural Relations with the U SSR
turan aminoasitlerin arasındaki etkileşimleri
açıklamak amacıyla, sarmal (spiral) biçimli
zincir modelini geliştirdi (bak. PROTEİN). Pau­
ling bu çalışmalarıyla 1954 Nobel Kimya
Ö dülü’nü kazandı.
Pauling nükleer silahlanma çalışmalarına
ve nükleer denem elere karşı yoğun bir m üca­
dele verdi. Bu mücadelesi nedeniyle 1962’de
kendisine Nobel Barış Ödülü verildi.
Pauling 1970’lerin sonlarında, “megavita-
m in” adını verdiği tedavi yöntem ini açıkladı.
Buna göre, soğuk algınlığı, şizofreni gibi
hastalıklara, hatta bazı kanser türlerine karşı
m ücadelede yüksek dozda C vitamini kulla­ Rus fizyoloji b ilg in i İvan Pavlov, koşullu reflekslere
nılmalıydı. ilişkin ünlü deneylerinden birini yönetirken.
36 PAVLOVA

konudaki deney ve kuram larını Koşullu R ef­ Pavlova, Rusya’da St. Petersburg (bugün
leksler ve Psikiyatri adlı kitabında topladı. Leningrad) kentinde doğdu. Ailesi Polonya-
Sindirim konusundaki araştırmalarını da lı’ydı. Bale eğitimine, 10 yaşındayken Çarlık
Sindirim Bezlerinin Çalışması adlı bir kitapta Bale O kulu’nda başladı. Sekiz yıl sonra Çar­
derleyen Pavlov, daha sonra, beynin karm a­ lık Balesi’ne geçti, 1906’da başbalerin oldu.
şık fizyolojisi ile koşullanma arasında bağlantı Pavlova 1909’da, Sergey Diaghilev yöneti­
kurmaya çalıştı. Koşullanma konusunda koy­ mindeki Rus Balesi’yle birlikte Paris’e gitti.
duğu ilkelerden psikiyatri sorunlarının çözü­ Olağanüstü güzellikte dansların sergilendiği
münde yararlanılabileceğine inanıyordu. gösterilerde, çağımızın en büyük dansçıların­
Bütün yaşamı boyunca pek çok ödül alan dan Vaslav Nijinski’yle dans etti (bak. NİJİNS-
Pavlov, sindirim fizyolojisine ilişkin değerli Kİ, V a slav ). İkilinin en ünlü gösterisi, koreo-
çalışmaları nedeniyle de 1904 Nobel Fizyoloji grafisini Michel Fokine’in yaptığı Les Sylphi-
ya da Tıp Ö dülü’yle onurlandırıldı. des balesiydi.
Pavlova 1910’da L ondra’ya gitti ve orada
PAVLOVA, Anna (1881-1931). Rus asıllı kısa sürede büyük başarı kazandı. Aynı dö­
balerin A nna Pavlova dünyanın en yetenekli nem de, avukat olan kocası Victor D andre’yle
dansçıları arasında yer alır. K oreograf Michel birlikte satın aldığı Ivy Evi’ne yerleşerek bale
Fokine’in kendisi için yazdığı Kuğunun Ölü­ dersleri vermeye başladı. Anna Pavlova
m ü adlı tek kişilik baleyle bale tarihinin 1913’te, yetişmesinde büyük payı olan İtalyan
unutulm az adları arasına girmiştir. bale öğretm eni Enrico Cecchetti ile çıktığı
H ulton Picture Library turnede birçok ülkeyi dolaşarak, bale sanatı­
nın dünyanın en uzak köşelerinde tanınmasını
ve sevilmesini sağladı. Dünya çapında ün
kazanm asına yol açan Kelebekler, Dansa Da­
vet, Kızböceği, Gavotte, Noel ve özellikle de
Kuğunun Ö lüm ü adlı balelerdeki şiirsel yoru­
mu ve zarif hareketleriyle izleyenleri büyüle­
di. 1930’da 50 yaşındayken son kez sahneye
çıktı; bundan birkaç ay sonra H ollanda’nın
Lahey kentinde zatürreeden öldü.

PEARY, Robert Edvvin (1856-1920). Kuzey


K utbu’na ilk kez ayak basan kâşif olarak
kabul edilen R obert Edwin Peary, A B D ’nin
Pennsylvania eyaletindeki Cresson kentinde
doğdu. Brunswick’teki Bowdoin College’ı bi­
tirdikten sonra A BD donanm asına katıldı.
1886’da G rönland’a yaptığı bir yolculuktan
sonra Kuzey Kutup Bölgesi’nde keşifler yap­
maya karar verdi. 1891-1908 arasında G rön­
land’a yapılan beş seferi yönetti.
Peary, Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki gezile­
rinde edinmiş olduğu deneyim lerden Grön-
land’dan Kuzey K utbu’na yaptığı keşif gezi­
sinde yararlandı. Peary’nin gemisi Roosevelt,
Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki keşif gezileri için
özel olarak yapılmıştı. İlk iki gezisinde Kuzey
K utbu’na ulaşamayan Peary, Kuzey K utbu’na
Yaşadığı dönem in en ünlü balerini olan Anna
Pavlova, Kuğunun Ö lüm ü'ndeki dansıyla bale ulaşmak için yaptığı üçüncü ve son seferinde,
tarihin in unutulm az adları arasına girdi. G rant Arazisi’ndeki Columbia B urnu’ndan
PEKARİ 37

PEGASOS. Yunan mitolojisine göre, yiğit


Perseus, G orgolar’dan M edusa’nın kafasını
kesince, akan kandan kanatlı at Pegasos
doğar (bak. P er seu s ). Bellerophontes adında
genç bir savaşçı, çeşmeden su içerken buldu­
ğu Pegasos’u tanrıça A thena’nın kendisine
verdiği bir yularla ehlileştirdikten sonra onun
üzerine binip serüven aram aya çıkar. Ağzın­
dan ateş fışkıran, üç kafasından biri aslan, biri
keçi ve biri yılan olan canavar K him aira’yı
öldürür; Am azonlar olarak bilinen kadın sa­
vaşçıları yener. Yaptıklarından gurura kapı­
lan Bellerophontes gökyüzüne uçmak isteyin­
ce, Pegasos onu üstünden atar. Anlatıldığına
göre, tanrılar kralı Zeus B ellerophontes’in
böbürlenm esinden öfkelenmiş, Pegasos’u gı­
dıklaması için bir böcek gönderm iş, böcekten
huylanan Pegasos ondan kurtulayım derken
binicisini sırtından atmıştır. Bu olaydan sonra
gökyüzüne uçmayı sürdüren Pegasos çok geç­
m eden bir takımyıldıza dönüşür.
Kuzey Kutbu'na ilk kez ayak basan ABD'li kâşif
Robert Edvvin Peary. Bir başka efsaneye göre ise esin perileri
M usalar’m Helikon D ağı’ndaki kutsal korulu­
büyük bir grupla ve taşınabilecek en fazla ğunda bulunan H ippokrene pınarı Pegasos’un
araç gereçle yola çıktı. Kâşifler küçük bir ayağını yere vurması üzerine fışkırmaya baş­
öncü kolunun seçip işaretlediği yolu izliyordu. lamıştır (bak. M u sa la r ). Bu öykünün Eski
Belirli aralıklarla ana gruptan ayrılan küçük Korint kentinden çıktığı sanılmaktadır; çünkü
gruplar, ancak geri dönm elerine yetecek ka­ Korint paralarının bir çoğunun üstünde ka­
dar erzak alıp geri kalanını yola devam edenlere natlı at motifi bulunm aktadır (bak. KORİNT).
bırakarak hareket üslerine dönüyordu. Yol­
culuğun 255 kilom etrelik son bölümü başlar­ PEKARİ. Pekariler Y enidünya’da yaşayan,
ken grupta yalnızca Peary, M atthew Henson dom uza benzer çifttoynaklı memelilerdir.
ve dört Eskimo kalmıştı. Kâşifler kutup nok­ H om urdanm aları, burunları ve gövde yapıları
tasına ulaştıklarına karar verince, orada 30 dom uzlarınkine çok benzer. A m a birçok de­
saat kadar kalarak gözlemlerde bulundular ve ğişik özellikleri nedeniyle bu hayvanlar Eski-
bilimsel veriler topladılar. Peary yaptığı keşif dünya’da yaşayan dom uzlardan ayrı bir famil­
gezileriyle G rönland’ın bir ada olduğunu ka­ ya (Tayassuidae) altında toplanmışlardır. Ö r­
nıtladı ve Eskim olar’a ilişkin araştırm alar neğin ağızlarının dışına taşan üst köpekdişleri
yürüttü. Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki denizler, yukarıya değil, aşağıya doğru kıvrıktır. A rka
gelgit olayı ve rüzgârlarla ilgili bilgiler topla­ ayaklarında dört yerine üç parm ak bulunur.
dı. Ne var ki, Peary’nin olayları kaydetm ekte Kuyrukları yok denecek ölçüde kısadır. Mi­
titizlik göstermemiş olması ve bazı bilgilerin deleri dom uzlarınkinden daha karm aşık bir
eksikliği uzm anlar arasında kuşkulara yol açtı yapı gösterir. Sırtlarındaki koku bezi keskin
ve Peary’nin Kuzey K utbu’na ulaşıp ulaşm a­ ve itici bir koku salgılar. Bazen ağaç gövdele­
dığı tartışm a konusu oklu. Peary kutup nokta­ rindeki kovuklarda ya da sık çalılıklarda yaşar
sının 8 kilom etrelik çevresinde derinlik öl­ ve yavrularını da buralarda doğururlar.
çümleri yapmış ve 2.700 m etrede bile deniz Pekariler yenebilecek hem en her şeyi ye­
dibine ulaşamamıştı. Böylece Kuzey K utbu’ mekle birlikte, en çok kabuklu yemişleri,
nun buzla kaplı büyük bir denizin ortasında tahıl tanelerini ve sebzeleri sever. Sürüler
olduğunu kanıtlamış oldu. halinde tarım alanlannı yağmalayarak büyük
38 PEKİN

verdiler. M ançu hanedanı ülkeyi, Çin Cum-


huriyeti’nin kurulduğu 1911 ’e kadar yönetti.
Pekin 1928’e kadar başkent olarak kaldı. Bu
tarihte Çin’in milliyetçi yönetimi kentin adını
Peiping olarak değiştirdi ve başkenti Nan-
king’e taşıdı. Kent 1937-45 arasında Japonlar’
ın yönetiminde kaldı. 1949’da milliyetçileri
Tayvan’a süren komünist yönetim, kente
yeniden Pekin adını vererek Çin Halk Cum-
huriyeti’nin başkenti ilan etti. Bütün bu deği­
şikliklere karşın, kent M arko Polo zam anın­
daki büyüleyici güzelliğini korudu.
Pekariler küçük, dik kulakları, kuyruksuz gövdeleri ve Pekin’de yazlar çok sıcak, kışlar sert geçer.
derilerinin altındaki bir salgıbezinden yayılan keskin Hava, Gobi Çölü’nden ovaları aşarak gelen
kokularıyla dom uzlardan ayrılır. kum lar yüzünden kuru ve tozludur. Bu ne­
denle çoğu zaman bisiklete binenler ve yaya­
zararlara yol açabilirler. Besinleri arasında, lar yüzlerine maske takarlar. Kubilay Han
öldürdükleri küçük hayvanlar ve yılanlar da Pekin’i geniş bir alanda kurduğu için, birçok
yer alır. başka Çin kentinden farklı olarak Pekin’in
Pekarilerin iki türü vardır. H er iki türün de geniş ana caddeleri vardır. Bu caddeler bo­
postu siyaha yakın renkte koyudur. Sırtların­ yunca sıralanan ağaçların ardındaki dükkân­
da siyah ve dik kıllardan oluşan bir yele ların dış yüzleri renkli oyma ve kabartm alarla
bulunur. Yakalı pekari ( Tayassu tajacu) adı­ bezenmiştir. O tobüsler, troleybüsler, kam yo­
nı, sırtından göğsüne doğru uzanan kirli beyaz netler, az sayıda otom obil, at arabaları, katır­
geniş bir şeritten alır. Uzunluğu 1 metreye lar ve yüz binlerce bisikletli caddeleri dol­
yakın, ağırlığı 22 kg kadardır. Coğrafi dağılı­ durur.
mı A B D ’nin güneyinden A rjantin’e kadar Pekin, kuzey-güney, doğu-batı doğrultu­
uzanır. sunda birbiriyle dikine kesişen yollarıyla dört­
Ak dudaklı pekarinin ( Tayassu pecari) ağız genlere ayrılır. Kentin bütün iç ve dış duvarla­
çevresinde beyaz bir şerit vardır. Yakalı rı, duvar kapıları, tapm aklar, saraylar ve
pekariden daha iri olan bu tür O rta ve Güney pazaryerleri bu düzene göre yerleştirilmiştir.
A m erika’da yaşar. Avlanan pekarilerin etleri Frank Spoonpr

yendiği gibi derilerinden de eldiven ve ceket


yapılmaktadır. OS HU
PEKİN ya da Pinyin yazılışıyla Beijing, Çin
Halk Cum huriyeti’nin başkentidir. K ent, M o­
ğolistan yaylalarına ve M ançurya’ya bağlanan
anayolların yakınında, Kuzey Çin’in verimli
ovalarının kuzey ucunda yer alır. Pekin, İÖ
12. yüzyıldan başlayarak değişik adlar altında
önemini korum uştur. İS 1267’de Moğol Kağa­
nı Kubilay H an, kenti im paratorluğun baş­
kenti yaptı. M arko Polo 1275’te Pekin’e
geldiğinde bu görkemli kente hayran kaldı.
Moğollar bölgeden çıkarıldıktan sonra, Ming
im paratorları başkentlerini Nanking’den (gü­
neyin başkenti), Pekin’e (kuzeyin başkenti)
"K ü ltü r D evrim i" sonrasında giderek değişen Pekin,
taşıdılar. dev reklam panolarıyla, herhangi bir batılı kent
M ançular 1644’te Ming hanedanına son görünüm ünü almaya başladı.
PELİKAN 39

B a rn a b y’s

Pekin'in kuzeyindeki Yazlık Saray kentte yaşayanların gezindikleri ve dinlendikleri gözde yerlerden biridir.

Kent, her ikisi de duvarlarla çevrili, kuzeyde­ geçen kom ünist yönetim park yapımı, sağlık
ki T atar Kenti ile güneydeki Çin K enti’nden hizmetleri ve sanayinin geliştirilmesi gibi
oluşur. T atar Kenti kabaca kare biçimindedir. alanlarda sağladığı hizm etlerle Pekin’in geliş­
İçinde İm paratorluk Sarayı bulunan Yasak mesine katkıda bulunm uştur. Yasak K ent’i
Kent burada yer alır. Eskiden sıradan Çinliler’ güneydeki Çin K enti’nin kapısına bağlayan
in giremediği Yasak K ent, devrim den sonra geniş ana cadde boyunca m odern hüküm et
herkese açık bir ulusal müze olmuştur. Avlu­ yapıları yer alır. Geniş ve işlek caddelerden,
lar dizisiyle birbirine bağlanmış yapıların çatı­ kentin gürültü ve kargaşasından uzakta, dar
ları parlak sarı kirem itlerle, m erdivenleri sokakların iki yanındaki avlulu ve birbirine
beyaz m erm erle kaplıdır. Yasak K ent’in dı­ yapışık geleneksel evlerde sakin bir yaşam sürü­
şında, gezinti yerleri ve tapm aklarla çevrili bir lür. Son zamanlarda gittikçe gelişen konut
dizi yapay göl bulunur. Buranın en ilginç yapımı, kente eklenen fabrikalar, banliyöler
yapıları arasında, kuzeyde Yazlık Saray, C en­ ve yeni parklarla Pekin daha da büyüm üştür.
net Tapm ağı, Pekin Oteli ve tam ortada, Demiryolu araç ve gereçleri, makine parçala­
dünyanın en büyük kent meydanı olan Tien- rı, elektronik aletler, tarım makineleri ve
anm en M eydanı sayılabilir. M odern Çin’in kimyasal m addeler üretimi kentin başlıca
kurucusu Mao Çe-Tung’un anıtmezarı mey­ sanayileridir. Pekin aynı zam anda, üniversite­
danın m erkezindedir. A ralarında, 5.000 kişi­ leri ve bilimsel araştırm a enstitüleriyle bir
lik şölenlerin verilebildiği Büyük Halk Binası’ öğrenim merkezidir.
nın da bulunduğu kamu binaları meydanın Nüfusu 9.926.000 (1988) olan Pekin, Şang­
çevresinde yer alır. hay’dan sonra Çin'in ikinci büyük kentidir.
Çinliler taş döşeli Tienanm en M eydanı’n-
da dolaşm aktan ve çeşitli uçurtm alar uçur­ PELİKAN. A nadolu’da yaygın biçimde kutan
m aktan hoşlanırlar. 1 milyonu aşkın Çinli adıyla tanınan, iri gövdeleri ve ilginç gaga
her yıl 1 Ekim ’de burada toplanarak ülkenin yapılarıyla en dikkat çekici kuşlar arasında
ulusal bayramını kutlar. Ekim 1949’da başa yer alan pelikanların yeryüzüne dağılmış yedi
40 PELOPONNESOS SAVAŞI

türü vardır. Bazılarının kanatları, bir uçtan A vrupa’da yaşayan iki pelikan türü vardır.
öbür uca 3 m etre uzunluğa yaklaşabilir. Bunlardan Eskidünya ak pelikanı (Pelecanus
Pelikanlar çok iri gagalarının altındaki ge­ onocrotalus) genel olarak pembemsi beyaz
niş deri torbaları sayesinde kolayca tanınır. tüylüdür. Kanatları açıkken, siyah uçma tüy­
Son derece esnek olan bu torba içine çok leri kolayca görülebilir. Benzer bir tür olan
sayıda balık alabilir. tepeli pelikanın (Pelecanus crispus) tüyleri
Pelikanlar kalın gövdeleri, oldukça kısa sarımsı değil, grimsi beyazdır. Ayrıca uçma
kuyrukları, geniş ve yuvarlak kanatlarıyla tüyleri yalnız kanat uçlarında siyah, ense
hantal görünüşlü kuşlardır. Bacakları da kısa tüyleri kıvırcıktır. Türkiye’de tepeli pelikan
ve kalın, ayakları perdelidir. Am a uçarken M anyas G ölü, Kızılırmak deltası ve Konya
çok güzel görünürler. Genellikle göllerde ve ilindeki, büyük ölçüde bataklık halinde olan
durgun sularda büyük koloniler halinde ürer, A kgöl’de, ak pelikan Van Gölü ve A kgöl’de
kıyılara ve akarsu ağızlarına uğrar, bazen ürer. Evliya Çelebi’nin Seyahatname'sinde
balık yakalam ak için suya dalarlar. Bir peli­ “sakakuşu” adıyla geçen kuşlar da gerçekte
kan boynunu, gagası boynunun önüne değer­ pelikandır. Pelikanların yerel olarak kullanı­
ken, başı omuzlarının oldukça gerisinde dura­ mı süren bu adı, balığın yanı sıra suyla da
cak biçimde kıvırabilir. dolan gagalarındaki torbadan aldıkları anla­
Pelikanlar yere ya da alçak .çalılıklara çalı şılmaktadır.
çırpı ve ot saplarından kabaca hazırlanmış bir Kuzey A m erika’da iki pelikan türü yaşar.
Bunlardan Yenidünya ak pelikanı (Pelecanus
erythrorhynchos) genellikle Kuzey A m erika’
nın batısındaki göl adalarında ürer. Daha
küçük yapılı olan kahverengi pelikan (Peleca­
nus occidentalis) ise ürem ek için kıyıları
yeğler. Siyah ve beyaz tüylü Avustralya peli­
kanı (Pelecanus conspicillatus) 180 santim et­
reye ulaşan uzunluğuyla en iri pelikan tü­
rüdür.

PELOPONNESOS SAVAŞI. Y unanistan’ın


güneyinde, Korint Körfezi’nin karanın içine
doğru uzanarak anakarayı neredeyse ikiye
ayırdığı görülür. D ar Korint Kıstağı ile anaka­
raya bağlanan bu yarım adaya Peloponnesos
ya da M ora adı verilir. Peloponnesos Savaşı,
İÖ 5. yüzyılda Peloponnesos Y arım adasında­
ki Spartalılar ile kuzeydoğudaki Atm alılar
arasm da oldu. Eski Y unan’daki kent devletle­
rinin en büyüğü olan A tina, bu savaşın
sonunda gücünü yitirdi.
A tina ile Sparta yıllardan beri Eski Yunan
Ak pelikanlar. Bu kuşların siyah uçma tüyleri
kanatları açıkken ortaya çıkar. kent devletleri üzerinde egemenlik kurma
çekişmesi içindeydi ve bu kent devletleri
yuva yapar. Bazen de yerdeki bir oyuğu A tina önderliğindeki Delos Birliği ile Sparta
kullanırlar. Yum urtaları mavimsi beyaz ka­ önderliğindeki Peloponnesos Birliği içinde,
bukludur. Y um urtadan çıkan grimsi kahve­ iki ayrı ittifakta toplanmıştı. Kara güçlerine
rengi tüylerle kaplı yavruları, erişkinler kıs­ ağırlık veren Sparta büyük bir ordu, daha çok
men sindirdikleri balıklarla beslerler. Yavru­ ada ve kıyı kent devletleriyle ittifak içindeki
lar genellikle gagalarını ve sık sık başlarını da A tina ise büyük bir donanm a kurmuştu.
erişkinlerin keselerine sokarak beslenirler. Sparta sorun çıkarmak için, A tina’ya bağlı
PELOT 41

kentlerde çıkan ayaklanm alardan yararlanı­ şarı kazandıysa da, Hellespontos (bugün Ç a­
yordu. İÖ 433’te kuzeybatıdaki Kerkira (bu­ nakkale Boğazı) yakınlarındaki Aigos-
günkü Korfu) halkı A tina’dan, kendisini Potam oi’de hazırlıksız yakalandı. Amiral
Sparta’nın dostu K orint’e karşı korumasını Lysandros kom utasındaki Sparta donanması
istedi. Çok geçmeden A tina ile Sparta arasın­ A tina donanmasını batırdı. D aha sonra A tina
da yıllardır süren rekabet savaşa dönüştü. açıklarına gelen Sparta donanması kente yiye­
Savaş İÖ 431 ’de, Sparta’nın müttefiki The- cek girmesini engelledi. Altı ay süren açlıktan
bai’nin A tina’nın müttefiki Plataya’ya saldır­ sonra, İÖ 404’te A tina teslim oldu ve 27 yıl
masıyla başladı. A tina’nın büyük devlet ada­ süren savaş sona erdi.
mı Perikles, donanm a Peloponnesos kıyıları­
na saldırılarda bulunurken (bak. PERİKLES), PELOT, dünyanın en hızlı sporlarından biri­
halkı sağlam surlarla çevrili A tina’da toplan­ dir. H entbole benzer, am a daha geniş bir
maya çağırdı. Bu sırada A tina’nın çevresin­ oyun alanında oynanır. İspanya ve Fransa’da­
deki A ttika topraklarını istila eden Spartalılar ki Pirene D ağları’nda yaşayan Basklar’ın ulu­
bölgedeki ekinleri yaktılar. İÖ 430 Haziran’ sal oyunudur: Bask dilindeki adı jai alai
ında Atina’da veba salgım çıktı ve sıcak ya­ (neşeli şenlik) olan pelot, 1900’de K üba’da
zın da etkisiyle hızla yayıldı. Kalabalık kentte oynanmaya başlandıktan sonra batı ülkeleri­
binlerce Atinalı ölürken, hastalık donanm aya ne de geçmiş ve daha çok jai alai adıyla
da sıçradı. Halkın yüz çevirmeye başladığı Pe­ tanınmıştır. Pelot adı ise, İspanya’da bu
rikles de bir yıl sonra vebadan öldü. oyuna verilen pelota vasca adından kaynakla­
Perikles’in ölüm ünden sonra, ona her za­ nan, Fransızca la pelote (küçük top) sözcü­
man karşı çıkmış olan Kleon, A tina’nın ön­ ğünden gelir.
derlerinden biri olarak yönetime geçti. Kısa Pelot açık havada ya da kapalı salonda
bir süre için, A tm alılar Sparta’ya karşı üstün­ oynanır. Pelot oynanan tesisin bütününefro n -
lük elde etti. İÖ 425’te Sparta barış istediyse ton denir. Cancha adı verilen üç duvarlı oyun
de, Kleon bu öneriyi reddetti. alanının uzunluğu 53,3 m etre, genişliği 15,2
Spartalılar’ın büyük kom utanı Brasidas, m etre, yüksekliği de en az 12,2 m etredir. İki
Y unanistan’da büyük yıkımlara yol açarak kısa kenar ile oyuncuların solunda kalan uzun
ilerlemeye başladı. Kleon ona karşı savaşmak kenar kapalıdır. Açık olan uzun kenarda ise
üzere yola çıktı. İÖ 422’deki savaşta Brasidas üç yan hakem ve son kararları veren bir
ve Kleon öldüler. Atina önderlerinden Nikias hakem bulunur. O nların arkasında, bir böl­
savaşı sona erdirmeyi kabul etti ve Nikias meyle oyun alanından ayrılan seyirciler
Barışı denen, altı yıl sürecek bir dönem oturur.
başladı. Pelot iki oyuncu ya da ikişer kişilik iki
A m a, A tina ile Sparta birbirlerine karşı takım arasında oynanır. Oyuncuların ellerin­
mücadeleyi sürdürdüler. Atinalı siyaset ada­ den birine deriden bir bağla, cesta denen
mı Alkibiades, daha fazla güçlenmek için kamıştan örülm üş, kavisli bir tür raket bağla­
Sicilya’yı işgal etm eleri gerektiğine Atinalı- nır. 76 cm uzunluğunda olan cesta bir kepçeyi
lar’ı inandırdı. Nikias ve Alkibiades kom uta­ andırır. H er an hareket halindeki topu yaka­
sındaki A tina ordusu Sicilya’ya doğru yola layıp hızla fırlatmaya yarayacak biçimdedir.
çıktı. Ne var ki, Alkibiades A tina’da tanrılara Pelota denen ve yaklaşık tenis topu büyüklü­
hakaret ettiği gerekçesiyle suçlandığı için, ğünde olan top beyzbol topundan küçük, golf
A tinalılar’a ihanet ederek Sparta’ya sığındı. topundan daha ağır ve serttir. Pelot toplarının
Bu arada Sicilya’daki Siracusa A tinalılar’a saatte 240 kilom etreden daha yüksek hızlara
karşı ayaklandı, Atin#' ordularını ve donan­ ulaştığı saptanm ıştır. Bu yüzden A B D ’de
masını bozguna uğrattı. Nikias’ın da araların­ profesyonel pelot oyuncuları 1967’den beri
da bulunduğu işgalcilerin hemen hepsi öldü­ koruyucu başlık giyerler.
rüldü. T opun atıldığı duvara ön duvar, oyuncula­
A tina donanm ası, A tina’ya geri dönen Al- rın arkasında kalan duvara ise sekm e duvarı
kibiades’in de önemli katkılarıyla birçok ba­ ya da arka duvar denir. Ön duvarda, döşem e­
42 PENCAP

Profesyonel bir pelot


oyuncusu saatte yaklaşık
240 km hızla gelen topu
karşılamak için sıçrıyor.
Ünlü profesyonel
oyuncuların çoğu Bask
asıllıdır.

L y n n P elham IRapho Guillumette;


' Sports lllustrated” © “T İM E " Inc.

nin biraz yukarısında, boydan boya çekilmiş A B D dışında oyunun skoru 10 ile 40 sayı
bir çizgi bulunur. Topun kesinlikle bu çizginin arasında değişir. A B D ’de ise skor, oyuncula­
üzerinden sektirilmesi gerekir. Döşeme üze­ rın sayısının bir eksiğidir. Örneğin, sekiz
rinde ön duvarlardan 9 m etre uzakta ise servis oyuncu varsa oyun 7 sayılıktır. Oyun sayısına
çizgisi bulunur. önce ulaşan taraf oyunu kazanır.
Oyun servis atışıyla başlar. Servis atışını
kullanacak oyuncu, servis çizgisi ile ön duvar PENCAP, H indistan’ın kuzeybatısı ile Pakis­
arasında durur. Topu yere atar ve yerden tan ’ın doğusunda yer alan bir bölgedir. Pen-
sıçradığı an cesta ile tutar. Sonra, duvardan cap’ın “beş ırmak ülkesi” anlam ına gelen adı
sekerek yere değmeden önce servis çizgisinin Farsça penç (beş) ve ab (su) sözcüklerinden
üzerinden geçecek biçimde hızla ön duvara kaynaklanır. Bu beş ırm ak, İndus Irm ağı’nın
fırlatır. Atış sırasında top servis alanı dışına kolları olan Jhelum , Çinap, Ravi, Satleç ve
düşerse, servis atan takımın aleyhine bir sayı B eas’tır. Pencap yöresi düzlük ve kuraktır.
yazılır. Bu ırm aklardan tahıl ve pam uk tarlalarının
Servis atışı başarılıysa, karşı takımın oyun­ sulanmasında yararlanılır.
cuları sırayla, topu ön duvardan ilk sekişinde Pencap tarihi boyunca pek çok devletin
cesta ile yakalayıp yeniden ön duvara fırlatır­ egemenliğine girdi. 18. yüzyılda bölgeyi bütü­
lar. Topun yakalanıp fırlatılması kesintisiz bir nüyle ellerine geçiren Sihler güçlü bir krallık
hareketle olur. Herhangi bir oyuncu atışı kurdular. Pencap 1849’da İngiliz yönetimine
kaçırırsa karşı taraf sayı alır. T opa, sekme geçti.
duvarından ilk dönüşünde ya da her iki İngiliz H indistam ’mn 1947’de Hindistan ve
duvardaki ilk sekişfnden önce vurulabilir. Pakistan olarak ikiye ayrılması sırasında, böl­
Servis atışını yapan takım dan bir oyuncu bir genin büyük parçasını oluşturan Batı Pencap
atış kaçırırsa, karşı takım bir sayı ve servis Pakistan’a bağlandı. Pakistan’ın bir eyaleti
hakkı kazanır. Sayı kaybeden taraf oyunu olan Pencap’ın yüzölçümü 205.345 km2, nüfu­
bırakır ve yerine yeni bir oyuncu ya da su 50.460.000’dir (1983). Halkın hemen he­
oyuncular geçer. men tüm ü M üslüm an’dır ve yüzde 90’ı Pen-
PENGUEN 43

cap dili konuşur. Eyaletin başkenti Lahor’dur nin (Aptenodytes forsteri) boyu 120 santim et­
(bak. L a h o r ) . İndus’un beş kolundan Jhelum , reye ulaşabilir. Ö bür penguenler gibi sırtı,
Çinap ve Ravi ırmakları Pakistan’daki Pencap başı ve kanatları siyah, göğsü ve karnı beyaz­
eyaletindedir. dır. Boynunun yanlarında, ensesine doğru
1947’de H indistan’a bağlanan Doğu Pencap geniş birer yarım daire biçiminde turuncu sarı
ise, 1966’da, Pencap dili konuşulan Pencap ve lekeler bulunur. İm parator penguenler A n­
Hindi dili (Hintçe) konuşulan H aryana olmak tarktika’nın içlerinde yaşar.
üzere iki eyalete bölündü. H indistan’ın Pen­ İm parator penguenden sonra en iri tür olan
cap eyaletinin yüzölçümü 50.400 km2, nüfusu kral penguen (Aptenodytes patagonica) daha
16.788.915’tir (1981). Başkenti Şandigar aynı kuzeye yayılmıştır. Boynundaki lekenin biçi­
zam anda H aryana’nın da başkentidir. Satleç miyle önceki türden ayırt edilebilir.
ve Beas ırmakları eyalet sınırları içinde kalır. İm parator ve kral penguenlerin ürem e dav­
Nüfusun yüzde 60’ını oluşturan Sihler’in ranışları son derece ilginçtir. Ü rem e döne­
kutsal kenti Am ritsar da H indistan’daki Pen­ minde dişinin yumurtladığı tek yumurtayı
cap eyaletinin sınırları içindedir (bak. SİHLER).
Halkın geri kalan bölümünün çoğu H indu’dur T epeli penguen
(bak. H İ n d u lar VE HİNDU DİNİ). Pencaplılar’ın
A d e lie pengueni
üçte ikisine yakını Pencap dili, geri kalanlarsa
Hindi dili konuşur. Bölgede, ayrı bir devlet
kurmak isteyen Sihler ile H indular arasında
şiddetli çatışmalar olm aktadır.

PENGUEN. Penguenler uçamayan deniz


kuşlarıdır. Pulsu tüylerle kaplı dar kanatları
uçmak yerine yüzmeye uyarlanmıştır ve fok­
ların ya da balinaların yüzgeç ayaklarına
benzer. Gövdelerinin iyice gerisine yerleşmiş
geniş perdeli ayakları üzerinde dimdik durur­
larken hizmete hazır garsonları andırırlar.
Salıntılı yürüyüşleri de dikkat çekicidir.
Penguenlerin tümü güney yarıkürede yaşa­
yan birçok türü vardır. İçlerinden önemli bir İm p a ra to r penguen
bölümü A ntarktika’da ve en güneydeki ada­
larda yaşar. En kuzeyde rastlanan penguenler
ise tam ekvatorda yer alan Galâpagos Adala-
rı’nda bulunur.
Panguenler birey sayısı yüz binlere ulaşabi­
len büyük topluluklar halinde yaşar ve ü rer­
ler. Karada tüm beceriksizliklerine karşılık,
suyun yüzeyinde ve altında hem çok hızlı,
hem de uçan bir kuşun zarif görünüşünü
andırır güzellikte yüzerler. Keskin ve sivri
gagaları peşlerine düştükleri balıkları kolayca
yakalayabilmelerini sağlar. Karada dik bir nöbetleşerek ayakları üzerinde tutan eşler,
eğimle karşılaşınca kârınlarının üstüne yatıp aynı zam anda karınlarından sarkan deri uzan­
ayaklarıyla yeri iterek kaym alarına oldukça tısıyla da örterek sıcak tutarlar. Y um urtadan
sık rastlanır. Penguenlerin doğal düşmanı pek çıkan yavru da bir süre erişkinlerin ayakları­
yoktur. Am a bazen suda yüzerken yırtıcı pars nın üzerinde kalarak soğuktan korunur.
foklarına yem olurlar. Ö bür penguenler kayalık adalarda üreyip
En iri penguen türü olan im parator pengue­ yum urtalarını yerdeki ya da kayaların arasın­
44 PENİSİLİN

daki oyuklara bırakırlar. Ya ot parçalarından Yalnız bazı insanların penisiline alerjisi oldu­
kaba bir yuva yapar ya da yuvayı küçük ğundan, ilacı kullanmadan önce bir duyarlık
taşlarla döşerler. testi yapmak gerekir.
Tepeli penguenler (Eudyptes cinsi) A ntark­ Penisilin bir rastlantı sonucunda bulunmuş­
tika kıyılarından Güney Afrika, Avustralya, tur. Fleming’in stafilokok grubundan bakteri­
Yeni Zelanda ve Güney A m erika'da Pata­ leri ürettiği besi yerine havadan küçük bir küf
gonya kıyılarına kadar, ayrıca Hint Okyanusu parçacığı düşmüştü. Bu m antarlar, özel ola­
ile Atlas O kyanusu’nun güneyindeki adalara rak hazırlanmış besi ortam ında hızla çoğaldı
yayılmıştır. Bu grubu oluşturan penguenler ve birkaç gün sonra Fleming küf m antarları­
tepelerinin iki yanındaki sarı tüylü sorguçla­ nın çevresindeki bakteri kolonilerinin (toplu­
rıyla dikkat çeker. Sakallı penguen (Pygosce - luklarının) yok olduğunu fark etti.
Us antarctica) A ntarktika çevresindeki deniz­ Penicillium cinsinden olan bu m antarlar,
lerde ve Büyük O kyanus’un güneyinde yaşar. peynirde, bayat ekm ekte ve nemli mahzen
Adını, kulaklarından başlayıp çenesinin altın­ duvarlarında her zaman görülebilen küf m an­
dan geçen siyah ince bir çizgiden alır. tarlarıyla yakın akrabadır. M ikroskopla bakıl­
Güney A frika kıyılarında bulunan gözlüklü dığında minicik boya fırçalarını andıran bu
penguenin (Spheniscus demersus) göğsünden canlıların oluşturduğu gruba, “fırça” anlam ın­
başlayıp gözlerini aşarak gagasına uzanan daki Latince penicilla sözcüğünden türetile­
beyaz bir çift şeridi vardır. Karadayken çıkar­ rek bu ad verilmiştir.
dığı anırmayı andıran sesinden ötürü “eşek Fleming, şeker ve et suyuyla hazırladığı
pengueni” olarak da bilinir. Bu penguenler özel besi yerinde bu küf m antarlarını ürettik­
yum urtalarını açtıkları uzun tünellere bırakır­ ten sonra bu suyu süzdü ve penisilin adını
lar. Gözlüklü penguenlere benzer birkaç tür verdiği bir sıvı elde etti. Bu sıvıyla yaptığı
Güney A m erika’nın batı kıyılarında ve G alâ­ deneylerde birçok bakteri türünün, örneğin
pagos A d alan ’nda yaşar. En küçük penguen difteri, zatürree ve boğaz iltihaplarının etkeni
türü olan küçük mavi penguen (Eudyptula olan mikropların üremesinin durduğunu gör­
minör) Avustralya ve Yeni Zelanda çevresin­ dü. Böylece, vücut dokularına zarar verm ek­
deki denizlere yayılmıştır. Bu türün boyu sizin m ikropları öldürebilen antibiyotik grubu
yaklaşık 40 santim etredir. ilaçların ilk örneği bulunmuş oldu. (Ayrıca
Adelie pengueni (Pygoscelis adeliae) A n­ bak. ANTİBİYOTİKLER.)
tarktika’da yaygın biçimde görülen küçük O tarihten yıllar sonra How ard Florey ve
yapılı türler arasındadır. Yalnız Adelie pen­ Ernst Chain adında iki bilim adamı, penisili­
gueni ile im parator penguen Güney K ut­ ni, bozulm adan saklanabilecek kuru bir toz
bu’na ulaşabilen türlerdir. halinde ve bol m iktarda üretm eyi başardılar.
1941’de bu ilaç ilk kez hastaların kullanımına
PENİSİLİN, antibiyotik grubu ilaçların ilk sunuldu ve 1945’te, penisilini insanlığa arm a­
örneğidir. A lexander Fleming 1928’de bu ilacı ğan eden Fleming, Florey ve C hain’e Nobel
bulduğunda birçok hasta için yeni bir umut Fizyoloji ya da Tıp Ödülü verildi (bak. FLE­
ışığı doğmuştu. Çünkü doktorlar ve kimyacı­ MING, F l o r e y v e C h a in ).
lar yıllardan beri m ikrobik hastalıkların önü­
nü alabilmek için, hastalara zarar vermeksizin PERİ bak. PERİLER VE PERİ MASALLARI.
mikropları öldürebilecek bir m adde arıyorlar­
dı. Gerçi kireçkaymağı, iyot, arsenik ve kinin PERİBACALARI, kuleyi andıran ilginç görü­
gibi bazı m addelerin mikropları öldürdüğü nüşleriyle dikkati çeken yüzey şekilleridir,
biliniyordu, ama bu m addeler yanlış kullanıl­ însan peribacalarım n bulunduğu bir alana
dığında ya da yüksek dozda verildiğinde uzaktan baktığında kulelerden oluşmuş bir
hastaları da zehirleyebiliyordu. Oysa penisilin masal kentiyle karşı karşıya olduğu duygusu­
normal dozlarda zehirli değildir ve bu antibi­ na kapılır. Bu yüzden, bu çok ilginç yüzey
yotiğe direnç gösteren bazı türler dışında pek şekillerine ülkemizde peribacaları adı veril­
çok bakteri üzerinde etkilidir (bak. BAKTERİ). miştir. Peribacalarına başta ülkemiz olmak
PERİBACALARI 45

N ezih Başgelen

Göreme'deki peribacaları. Dünyada en ilginç görünüm lü peribacaları, ülkemizin


İç Anadolu Bölgesi'ndedir.

üzere, genellikle Akdeniz çevresindeki yöre­ karşı koruyan sert kütle bazen dengesini
lerde rastlanır. Çünkü peribacaları, etkinliği yitirerek düşer. O zaman bu koruyucu şapka­
son jeolojik dönem e kadar süren yanardağla­ nın düştüğü yerde yeni bir peribacası oluşur.
rın bulunduğu çevrede oluşmuştur. Koruyucusundan yoksun kalan öteki periba-
Peribacalarının oluşabilmesi için öncelikle cası ise aşınmaya başlar.
arazinin yanardağ etkinlikleri sırasında püs­ Peribacalarının bazıları silindir biçimli sü­
kürtülmüş lav ve tüflerin katm anlar halinde tunlar halindedir; bazıları ise konik birer
üst üste yığıldığı bir yapıya sahip olması kuleye ya da küçük bir piram ide benzer.
gerekir. Bunun yanı sıra, arazinin yüzeyi Biçimlerinin yanı sıra yükseklikleri de farklı­
aşınmaya elverişli olmalıdır. Yüzeyi koruyan dır. 1 m etreden küçük peribacaları olduğu
bitki örtüsünün olmaması ve bu alanın sağa­ gibi, yüksekliği 35 m etreyi bulan peribacaları -
nak halinde yağış alan yarı kurak bir bölgede na da rastlanır.
yer alması da gerekli bir koşuldur. Dünyada en ilginç görünümlü peribacaları
Tüf, eski jeolojik dönem lerde yanardağla­ ülkemizin İç A nadolu Bölgesi’ndedir. Eski­
rın püskürttüğü küçük katı m addelerin üst den Kayseri, Nevşehir ve Aksaray yörelerin­
üste yığılarak oluşturduğu, yumuşak ve kolay­ de yaşayan insanlar, Hıristiyanlık’m ilk dö­
ca aşınabilen bir katm andır. Yanardağların nemlerinde ve daha sonraları düşm anlarından
başka bir püskürm e aşamasında çıkarttığı korunm ak için peribacalarının yoğun olarak
akışkan lavın soğuyarak katılaşmasıyla sert bulunduğu kuytu ve korunaklı alanlara sığın­
bir katm an oluşur. Bu sert katm an alttaki mışlardı. Bu insanların yerleştiği alanlar, son
yumuşak tüf katm anının aşınmasını önler. jeolojik dönem de Erciyas ve M elendiz dağla­
Am a bu sert katm an bile doğa olayları karşı­ rının püskürttüğü lav ve tüflerin yığılmasıyla
sında uzun süre durum unu koruyam az ve oluşmuştur. G ünüm üzde G örem e, Zelve ve
aşınır. Çatlayıp parçalanan sert lav kütleleri­ Ihlara vadilerinde eskiden yaşayanların yu­
nin çevresindeki tüf katm anı zaman içinde sel muşak tüflü arazi ile peribacalarım oyarak
sularıyla aşınır ve arazi yüzeyi alçalır. Sonun­ yaptıkları birçok barınak ve kilise turizm
da, tepesinde şapkayı andıran sert lav kütle­ açısından büyük önem taşım aktadır. Bazıla­
siyle altında sütun biçimli bir kütle ortaya rında iki ya da üç katlı eski konutlar ve dış
çıkar. Böylece peribacası oluşur. Kuleyi andı­ kesimlerinde de güvercinlikler olan peribaca-
ran ve tüften oluşan peribacasım aşınmaya ları günümüzde turistik lokanta ve otel olarak
46 PERİKLES

d a k u lla n ılm a k ta d ır (bak. K a pa d o k y a ; N ev ­Perikles, kamu hizmeti görenlere para


şe h ir ). ödenmesini, yani zengin ya da yoksul her
özgür yurttaşın eşit olarak siyasal haklardan
PERİKLES (İÖ 495-429), İÖ 5. yüzyılda yararlanm asını sağlayarak demokrasiyi güç­
yaşamış ünlü bir Atinalı devlet adamıdır. lendirdi. Perikles her A tinalı’nın devlet işleri­
Siyasete atıldığında Yunanistan kargaşa için­ ne ilgi duymasını, yasalardan ve siyasetten
deydi. Bu dönem de Yunanistan ayrı ayrı kent anlamasını, aynı zam anda da dönemin büyük
devletlerine bölünmüştü. Bunların en önemli­ yazar ve sanatçılarının yarattığı tiyatro ve
leri arasında yer alan A tina ile Sparta, arala­ müzik yapıtlarını izleme olanağına sahip ol­
rında bir birlik kurarak Persler’i yenilgiye masını istiyordu.
uğratmışlardı. A tinalılar bu zaferden büyük Eski Yunan sanat ve edebiyatının en büyük
bir kıvanç duyuyorlardı. İÖ 460’larda Atina yapıtlarından bazıları Perikles dönem inde ya­
halkı Perikles’i önder olarak seçti. ratıldı; oyun yazarlarının en ünlülerinden
Perikles’in amacı A tina’nın gücünü denizde Sofokles onun arkadaşıydı. Perikles’i tanıyan
ve karada geliştirmekti. Bunun için fetihlere ve ona hayran olan öbür yazarlardan biri de
girişti, ama başarı elde edemeyince A tina’ ünlü tarih yazarı Thukydides’ti. Perikles ya­
nın barışçı yollarla güç kazanmasının daha iyi pıtlarıyla A tina’yı güzelleştirmeleri için hey­
olacağına karar verdi. Ona göre, A tina uygar keltıraş ve mimarları destekledi. A kropol adı
dünyanın merkezi olmalıydı. verilen tepe üzerindeki yapıların gerçekleş­
Atinalılar için, halkın kendi kendini yönet­ mesi büyük ölçüde onun çabasıyla oldu (bak.
me biçimi olan demokrasi uygulaması bir A k r o po l ). B u yapıların en önemlisi tanrıça
övünç kaynağıydı. Yasalar tüm yurttaşların A th en a’ya adanmış olan Parthenon Tapma-
katılımıyla yapılıyordu ve her özgür A tinalı’ ğı’ydı.
nın kam u hizm etlerinde görev almaya hakkı Perikles’in son yılları sorunlu geçti. A tina’
vardı. nın büyüyen gücünü ve etkisini kıskanan öbür
M ichael H o lfo rd kent devletleriyle A tina arasında savaşlar
çıktı. Kentin barış ve refaha kavuşmasıyla
ilgili um utlar giderek yıkıldı. İÖ 431’de Pelo­
ponnesos Savaşı başladı (bak. PELOPONNESOS
SAVAŞI). Önceleri, Atinalılar güçlü surlarla
çevrili kentlerinin kuşatm aya dayanabileceği­
ne ve düşm anlarına denizden yapılan saldırı­
ların başarıyla sonuçlanacağına inanıyorlardı.
Am a İÖ 430’da ortaya çıkan veba salgını pek
çok A tinalı’nın ölümüne neden oldu. Bunlar
arasında Perikles’in iki oğlu da vardı. Bir yıl
sonra, A tinalılar’a 30 yıl önderlik etmiş olan
Perikles de öldü.

PERİLER VE PERİ MASALLARI. Dünyanın


neresinde olursa, olsun çok eski zamanlardan
beri bazı insanlar perilerin ve cinlerin varlığı­
na inanır. Bu inanışa göre periler, çeşitli
büyülerle insanların işine karışan, genellikle
dişi, doğaüstü varlıklardır. İnsanlara uğur ya
da uğursuzluk getirirler. Farsça kökenli bu
sözcük halk dilinde görünmeyen, gizli güç
anlam ına gelir. Cinlerin ise gözle görülm e­
Eski Atina'da seçimle işbaşına gelen ve görevini yen, insan biçiminde küçük yaratıklar olduğu­
30 yıl sürdüren devlet adamı Perikles'in büstü. na inananlar vardır. Ağaç kovuklarında, terk
PERİLER VE PERİ MASALLARI 47

Birçok peri masalı ve perilerle ilgili inanç


H int, İran, Eski Yunan ve Rom a efsanelerin­
den kaynaklanır {bak. E fsane ve MİTLER; HİNT
EDEBİYATI). Büyücülerin, cadıların, uçan halı­
ların, sihirli lambaların akıl almaz işler yaptığı
peri masalları bizi bir düşler evrenine götürür.
Eski Yunanlılar ile Rom alılar her nesnenin
kendine özgü bir ruhu olduğuna inanırdı.
Varlığından kuşku duym adıkları, yarı keçi,
yarı insan biçimindeki tanrıların, su perileri­
nin, dağ ve orm an cinlerinin yaşamlarında
önemli bir yeri vardı. Bu inançlardan kaynak­
lanan düşsel öyküler Romalı istilacılarca Ku­
zey A vrupa’ya taşındı ve yüzyıllar boyunca
ağızdan ağıza dolaştı.
“Gemici Sinbad”, “Ali Baba ve Kırk H ara­
m iler” gibi öyküleri içeren Binbir Gece M a­
salları örneğinde olduğu gibi, masallar bir
ülkeden öbürüne geçti; zamanla çağdaş ya­
şam biçimlerinden etkilenerek değişime uğra­
dıkları oldu (bak. Bİnb İr G ece M a sa lla r i ).
M ary E vans Picture Library William Shakespeare gibi ünlü sanatçıların
Edmund Dulac'ın 19. yüzyılda, Perrault'nun derlediği yapıtları perilerle ilgili yaygın inançları etki­
"K ülkedisi" masalı için yaptığı bir resim. ledi. Shakespeare Bir Yaz Gecesi Rüyası
(A M idsum m er Night’s D ream ; 1595-96) adlı
edilmiş değirm enlerde, ıssız yerlerde yaşadık­ Marısell Collection
larına inanılır.
Peri ve cinlerle ilgili bazı inançlar çok eski
zam anlara dayanır. Kanıtlanmamış bir görüşe
göre, bir zam anlar A vrupa’da ufak tefek,
esmer insanlar yaşarmış. D aha uzun boylu ve
güçlü bir ırk topraklarını ele geçirince bu
küçük insanlar bataklıklara, orm anlara ve
dağlara kaçmak zorunda kalmışlar. “Cin”
olarak nitelenen bu yaratıkların sığır besle­
dikleri, hastalanan hayvanları kendilerine öz­
gü yöntem lerle iyileştirdikleri ve doğaüstü
güçlere sahip oldukları söylentisi yayılmış.
Cinlerin bazı insanları etkileri altına alarak
kötü işler yaptırdıklarına inananlar olmuş.
Sonradan cinlerle ilgili bu söylentilerden “ca­
dı” kavramı doğmuş.
Eski uygarlıklarda, dinlerde ve törelerde
ipuçlarını bulduğum u^peri masalları, halktan
kişilerin kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktar­
dığı düş ürünü öykülerdir. Bu masallarda
cinler, periler, devler, ejderhalar yer alır.
Bunlar sık sık biçim değiştirme yeteneğine
sahiptir. Ahlaksal açıdan ya çok iyi ya da çok Gustave Dore'un "Çizm eli K edi"yi konu alan bir
kötüdürler. resmi.
48 PERİSKOP

oyununda, periler kralı O beron’la periler kra­


liçesi Titania’yı konu almıştı. Shakespeare’in
perileri, kendileri istemedikçe kimse tarafın­
dan görülemezdi.
17. yüzyılda Charles Perrault adlı bir Fran­
sız, “Külkedisi” , “Parm ak Ç ocuk” , “Uyuyan
G üzel” ve “Mavi Sakal” gibi çok tanınan peri
masallarını ilk kez derleyip yayımladı. 19.
yüzyıl Alm an yazarlarından Grimm Kardeşler
(bak. G rimm K a r d e şl e r ) de yüzlerce halk
öyküsünü derleyip kitap haline getirdi. G ene
19. yüzyılda DanimarkalI yazar H ans Christi-
an A ndersen, bazıları “Kibritçi Kız” gibi
acıklı, bazıları “Brem en Çalgıcıları” gibi ke­
yifli birçok güzel peri masalı yazdı (bak.
A n d e r se n , H ans C h r istia n ).
1889-1910 arasında, Andrew Lang adlı bir
İskoçyah dünyanın dört bir yanından peri
m asallarını derleyerek 12 ciltlik bir “Peri Periskopun iki ucundaki aynalar gözlenen cisimden
M asalları” dizisi yayımladı. E n çok tanınan gelen ışık ışınlarının yönünü değiştirir. Bu çizim,
periskop borusuna belirli bir açıyla yerleştirilm iş
masal perilerinden biri de Sir Jam es M atthew aynaların, gözlenen cisimden (üstte solda) gelen
B arrie’nin çocuklar için yazdığı Peter Pan ışığı yansıtarak gözlem cinin gözüne (altta sağda)
(1904) adlı oyunda yer alan Tinkerbell’di. nasıl ulaştırdığını gösterm ektedir.
Ü nlü film yapımcısı ve yönetm eni Walt
Disney, başta Pam uk Prenses ve Yedi Cüceler Işık düz bir çizgi üzerinde yol alır; ama bazı
olmak üzere birçok peri masalını sinemaya m addeler ya da cisimler (örneğin bir ayna)
uyarlayarak çocuklar için bir düşler evreni ışığı yansıtır. Periskopta tepedeki aynaya
yarattı. ulaşan ışık yansıyarak alttaki aynanın üzerine
Türk masallarında perilere ve cinlere çok düşer ve ikinci bir kez yansımaya uğrayarak,
sık rastlanmaz. Peri masalları genellikle ger­ oradan göze gelir. Böylece gözlemci tepedeki
çekdışı bir görünüm altında somut bir gerçeğe aynayla aynı doğrultuda olan herhangi bir
parm ak basar. Cin, peri ve dev gibi sihirli cismi görebilir (bak. IŞIK; YANSIMA v e K ir ilm a ).
güçler iyiyi ve kötüyü simgeler. İyi ile kötü, İlk basit periskoplar I. Dünya Savaşı (1914-
yoksul ile zengin', güçlü ile zayıf arasındaki 18) sırasında kullanıldı; çarpışmalar sırasında
çatışmalar çoğunlukla iyiden ve doğrudan siperlerde mevzilenmiş olan askerler siperden
yana güçlerin başarısıyla sonuçlanır. Örneğin, çıkm adan çevreyi bu periskoplarla gözleyebi­
yoksul genç devin hakkından gelerek padişa­ liyorlardı. Kalabalık bir ortam da insanların
hın kızıyla evlenmeye hak kazanır ya da başlarının üzerinden çevreye bakmak için de
kimsenin ilgi göstermediği huysuz ihtiyara basit bir periskoptan yararlanılabilir. M ercek
yardım eden iyi yürekli köy delikanlısı tarla­ ve prizm alarla donatılmış periskoplar da var­
sında bir küp dolusu altın bulur. dır. D enizaltılarda, tekne sualtındayken su­
yun üstünü gözetleyebilmek için, uzunluğu 12
PERİSKOP. Gözlemcinin doğrudan görüş m etreyi bulan gelişkin periskoplar kullanılır.
hattı üzerinde bulunmayan cisimleri görmek Sanayide belli bir noktaya doğrudan bak­
için periskop denen 6ir aygıt kullanılır. Basit m ak güç ya da tehlikeli olabilir; böyle durum ­
bir periskop, iki ucuna ayna yerleştirilmiş bir larda, örneğin fırınların, rüzgâr tünellerinin
borudan oluşur. Aynaların sırlı (yani gümüş ya da nükleer reaktörlerin içine bakmak
kaplanmış) yüzeyleri birbirine bakar; peris­ için periskop kullanılır. Tıpta doktorlar sistos-
kop kullanılırken aynalar ile düşey doğrultu kop ve endoskop denen özel periskop türleriyle
arasında 45°’lik bir açının bulunması gerekir. hastaların iç organlarını incelerler.
PERİYOTLAR CETVELİ 49

PERİYOTLAR CETVELİ. P e r iy o d ik c e tv e l y a de aynı sıralarda benzer buluşlar gerçekleş­


d a p e r iy o d ik ta b lo o la r a k d a a n ıla n p e r iy o tla r tirdi.
c e tv e li, b ilin e n b ü tü n e le m e n tle r in a r ta n atom M endeleyev’in hazırladığı ilk cetvelde 17
numaraları n a ( g ü n ü m ü z d e b u n a b a z e n p r o ­ sütun vardı; ama cetvel daha sonraları yeni­
to n sa y ısı d a d e n ir ; bak. PROTON) g ö r e s ır a la n ­ den gözden geçirildi ve sütun sayısı sekize
d ık la r ı b ir lis te d ir. L is te , b e n z e r ö z e llik le ri indirildi. O zamandan bu yana yeni elem ent­
o la n e l e m e n tle r b ir a r a y a g e le c e k b iç im d e ler bulundukça cetvel birçok kez değişti.
d ü z e n le n m iş tir . Periyotlar cetvelinin en yaygın kullanılan
1869’da Rus kimyacı Dimitriy İvanoviç biçimi çizimde gösterilmiştir. H er kareye bir
M endeleyev, o dönemde bilinen bütün ele­ elem entin kimyasal simgesi yazılmıştır. Ö rne­
mentleri atom kütlelerinin (buna eskiden ğin, berilyum elem enti “B e” ile gösterilmiştir
atom ağırlığı denirdi) büyüklüğüne göre sıra­ (cetvelin sol üst köşesine bakınız). Bu simge­
layarak bir liste hazırladı. M endeleyev, İngiliz lerin hangi elem entlere ait olduğunu KİM ­
kimyacı John Newlands'ın yaptığı araştırm a­ YA SA L ELE M E N T L E R maddesindeki cet­
lardan, benzer kimyasal ve fiziksel özellikle­ vele bakarak bulabilirsiniz. Periyotlar cetveli­
rin listede oldukça düzenli aralıklarla yinele­ nin her karesinde, elem entin simgesiyle bir­
neceğini biliyordu ve cetvelini de benzer likte atom numarası da yer almaktadır. Beril­
özellikleri olan elem entler alt alta gelecek yumun atom numarası 4’tür ve bu, berilyu­
biçimde hazırlamıştı. Cetvelinde bazı boşluk­ mun çekirdeğinde dört proton olduğunu gös­
lar kalmıştı, ama M endeleyev bu boşlukların terir. Cetvelde grup denen 18 düşey sütun
ileride bulunacak elem entlerle dolacağını tah ­ bulunm aktadır. Aynı gruptaki elem entlerin
min ediyordu; bu tahm ininde haklı da çıktı. benzer özellikleri vardır, çünkü bu elem entle­
Öte yandan A lm an kimyacı L othar Meyer rin en dış elektron kabuklarındaki elektronla­

P e riy o tla r C e tve li


50 PERÖN

rın y e rle ş im d ü z e n i b ir b ir in in a y n ıd ır (bak. PERON, Juan ve Eva. Juan Domingo Peron


E lek tr o n ). B u b e n z e r lik le r y a ta y s ır a la r h a ­ (1895-1974), ilki 1946-55, İkincisi ise 1973-74
lin d e , d ü z e n li a r a lık la r la ( p e r iy o d ik o la r a k ) arasında olmak üzere iki kez A rjantin devlet
y in e le n ir ; b ö y le y e d i y a ta y s ır a , y a n i y e d i başkanlığı yapmıştır. D aha çok Evita olarak
periyot v a r d ır . tanınan karısı Maria Eva D uarte (1919-52),
Yatay sıralarda, yani her periyotta soldan Juan P erön’un etkin bir destekçisi olmanın
sağa doğru gidildikçe atom ların elektron sayı­ yanı sıra önemli bir siyasetçiydi.
sı artar. Bu artış genellikle dış kabuktaki Juan Peron, Buenos Aires eyaletinde Lo-
elektron sayısında olur. Am a cetvelin orta bos yakınlarında doğdu. Ailesiyle birlikte
bloğunda yer alan geçiş elementleri'nde, bu önce Patagonya’ya giden Peron, daha sonra
artış dolmamış durumdaki iç kabuklarda olur. yerleştikleri Buenos A ires’teki askeri okuldan
Geçiş elem entlerinin daha içte kalan iki dizisi­ 1913’te mezun oldu. A rjantin ordusuna katı­
ne cetvelin altında yer verilmiştir. Lantanitler lan Peron, 1939’da albay rütbesine yükseldi.
ya da azrak toprak metalleri denen bu dizinin Bundan sonraki birkaç yıl boyunca özel gö­
15 elementi kimyasal olarak birbirine çok revlerle Şili’ye ve İtalya’ya gönderildi.
benzer. Bu 15 elem ent, doğada yalnızca M aria Eva D uarte, Buenos A ires’te Los
başka elem entlerle oluşturdukları kimyasal Toldos’ta doğdu. Bir radyo ve film sanatçısı
bileşikler (karışımlar) halinde bulunur ve bu olarak tanınmaya başladığı dönem de siyasal
elem entleri bileşiklerden ayırmak çok güçtür. ve toplumsal olaylarla ilgilendi ve içlerinde
A zrak toprak m etallerinin bazılarına doğada Juan P erön’un da bulunduğu ünlü önderlerle
çok ender rastlanır; ama bunlardan biri olan tanışma fırsatı buldu.
seryum (Ce), altın, gümüş ve kalaydan daha 1943’te aralarında Juan P erön’un da bulun­
boldur. Aktinitler denen öbür dizinin ele­ duğu bir grup genç subay A rjantin’de yöneti­
m entleri radyoaktif elem entlerdir. A ktinitler­ mi ele geçirdi. Peron kısa zam anda yeni
den yalnızca dördü doğada bulunur; bunlar­ yönetimin önderleri arasına girdi. Çalışma ve
dan biri de uranyum dur. Ö bürleri ise, labora- sosyal güvenlik bakanlığı görevini yürütürken
tuvarda başka elem entlerin çekirdeklerinin kendi partisinin temellerini attı. İşçi sendika­
yüksek enerjili parçacıklarla bom bardım an larını hüküm et denetim ine alan Peron, “göm­
edilmesi sonucunda elde edilir (bak. NÖTRON; leksizler” diye adlandırılan düşük gelirli işçi­
PARÇACIK HIZLANDIRICILARI); bu yolla elde edi­ lerin durumlarını iyileştirmeye çalıştı. Kısa
len aktinitlerin biri de plütonyum dur. U ran­ sürede, hüküm et içinde savaş bakanlığı ve
yum ve plütonyum atom enerjisi üretiminde başkan yardımcılığına yükseldi. 1945’te ana­
kullanılır (bak. NÜKLEER ENERJİ). A tom num a­ yasal yönetim isteyen bir grubun gerçekleştir­
rası 92’den büyük olan elem entlere uran- diği darbe sonunda tutuklanan Peron, Eva
yum ötesi elementler denir. Yeni bulunan D uarte ve sendikacıların ön ayak olduğu
uranyum ötesi elem entler henüz adlandırılm a­
mıştır ve bunlar atom num aralarıyla tanınır Hultorı Picture Library

(elem ent 104, elem ent 105 gibi). Elem ent


108’in yeri açılmış, ama bu elem ent henüz
elde edilememiştir.
Bugün bilinen yalnızca 109 elem ent vardır;
buna karşılık bileşik halinde bulunan m adde
sayısı çok daha fazladır. Bu nedenle, elem ent­
ler arasındaki bağıntıları gösteren bir cetvelin
olması bilim adam larına büyük yarar sağlar.
Ö rneğin, asal gazların hepsi de zor yoğunla­
şır. IA grubundaki alkali m etaller, yum u­
şak, erim e noktaları düşük, m etal yapılı kati­
lardır.
Ayrıca bak. ATOM; KİMYA. A rja n tin li siyasetçiler Eva ve Juan Peron.
PERU 51

grevler Buenos A ires’i sarınca serbest bırakıl­ PERSEUS, Yunan mitolojisinde adı geçen
dı. Kısa bir süre sonra Eva D uarte ile evlendi. bir kahramandır. Peloponnesos (Mora) Yanm-
1946’ya gelindiğinde artık devlet başkanı seçi­ adası’nda hüküm süren Argos K r a l ı Akrisios,
lebilecek gücü toplamıştı. bir oğlu olması için Delfi kâhinlerine baş­
Peron devlet başkanlığı sırasında ülkeyi vurur. Ne var ki, kızı D anae’nin bir erkek
diktatörlükle yönetti {bak. D ik t a t ö r ) . T op­ çocuk doğuracağını ve torununun kendisini
lumsal ve ekonomik yaşam da devlet deneti­ öldüreceğini öğrenir. Bunun üzerine Akrisi-
mini artırdı. İşçilerin ücretlerini ve sosyal os, kimseyle evlenmemesi için kızını tunçtan
yardımları yükselterek kamuoyunun desteğini bir kuleye kapatır. Buna karşın, tanrılar kralı
kazandı. Silahlandırma program ı ve ücret Zeus altın yağmuru biçiminde kuleye yağarak
zamları ile ordunun da kendisine bağlı kalm a­ D anae’nin odasına girer. Bir süre sonra Da-
sını sağladı. Halkın tepkisini önlem ek için nae bir erkek çocuk dünyaya getirir ve adını
gazeteleri kapattı, eğitimi denetim altına aldı. Perseus koyar. Akrisios bu durum u öğrenince
Ulusal Kongre’yi ve Yüksek M ahkem e’yi kızıyla torununu bir sandığa kapatarak denize
kendi partisinin üyeleriyle doldurdu. 1951 atar.
seçimlerinden önce, yeniden seçilebilmek için Sandık Seriphos A dası’nda karaya vurur.
anayasayı değiştirdi. D anae ile oğlunu, adanın kralı Polydektes
Eva Peron kocasına destek sağlamak için kurtarır. Yıllar geçer ve Perseus büyür. Da-
çalıştı. Resmi bir görevi olmamasına karşın, nae’yle evlenmek isteyen Polydektes, Perse-
işçi sendikalarının örgütlenm esinde yardımcı us’tan kurtulm ak için onu canavar M edusa’
oldu. 1947’de kadınların oy verm e hakkını nın kafasını uçurmakla görevlendirir. Perseus’
elde etmesini sağladı. Yoksul halka yiyecek, un bu görevden sağ çıkmayacağı kanısında­
para ve ilaç yardımı yaptı. H astanelerin ve dır (bak. M e d u s a ).
konutların iyileştirilmesine katkıda bulundu. Oysa tanrılar Perseus’a yardım eder. Ona
Çok sayıda radyo istasyonuna sahip olan Eva kanatlı sandallar, kılıç, kalkan ve giyeni
Peron, birçok gazete ve dergiyi kapatarak görünmez kılan H ades başlığını verirler. Böy­
basma karşı sert bir sansür uyguladı. 1952’de lece Perseus görünm eden hedefine yaklaşm a­
kanserden öldü. yı başarır. M edusa’ya her kim doğrudan
Peron 1955’e kadar pek çok düşman kazan­ bakarsa taşa dönüştüğünden, parlak kalkanı­
mıştı. Katolik Kilisesi’ne yönelttiği saldırılar nı ayna gibi kullanarak, kılıcını savurduğu
aforoz edilmesine yol açtı. A rtan enflasyon ve gibi canavarın kafasını uçurur. M edusa’nın
yolsuzluk söylentileri halkta hoşnutsuzluk ya­ kafası Perseus’un elinde artık korkunç bir
rattı. 1955 Eylül’ünde askeri bir darbeyle silahtır. O nun yardımıyla bir deniz canavarını
yönetim den uzaklaştırılan Peron, ülkesinden taşa çevirerek A ndrom eda adlı genç kızı
kaçarak Paraguay’a gitti. D aha sonra İspan- kurtarır. D anae’ye göz koymuş olan Polydek­
ya’da M adrid’e yerleşti. 1961’de, M aria Es- tes ile adamlarını da taşa çevirir. Sonra
trela M artmez Cartas ile evlendi. D aha önce A rgos’a döner. Bir yarışma sırasında attığı
dansçı olan M aria, Isabel adını aldı ve sonra­ diskle kaza sonucu A krisios’u öldürür. Böyle­
dan bu adla tanındı. ce kehanet yerine gelmiş olur.
Perön’un taraftarları onun yokluğunda par­
tinin çalışmasını sürdürdüler. 1973’te yapılan PERSLER bak. M edler ve Persler.
seçimlerde Peroncu adaylar çoğunluğu kaza­
nınca Peron yeniden A rjantin’e döndü ve PERU, Güney A m erika’nın batı kıyısında yer
devlet başkanı seçildi. 1974’te öldüğünde alır. Kıtanın üçüncü büyük ülkesidir. Kuzey­
karısı Isabel devlet başkanlığı görevini üstlen­ de Ekvador ve Kolombiya, doğuda Brezilya
di, ama A rjantin’in artan ekonom ik ve top­ ve Bolivya, güneyde Şili, batıda Büyük O kya­
lumsal sorunlarının üstesinden gelemedi. nus ile çevrilidir.
1976’da askerlerin yönetime el koymasıyla, Kıyıya paralel uzanan ve dorukları yer yer
Isabel Peron bu görevden uzaklaştırıldı (bak. 6.000 m etreyi geçen A nd D ağlan (bak. AND
A r ja n t in ) . DAĞLARI) ile deniz arasında, genişliği 15-50 km
52 PERU

P E R U 'Y A İL İŞ K İN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 1.285.215 km2.


NÜFUS: 21.792.000 (1989).
YÖNETİM: İki meclisli, çok partili cumhuriyet.
BAŞKENT: Lima.
DOĞAL YAPI: Büyük Okyanus kıyısı boyunca uzanan
And Dağları zinciri ülkeyi üç ayrı bölgeye ayırır: Kıyı
bölgesi; sıradağlardan oluşan dağlık bölge (en yük­
sek nokta 6.728 metreye ulaşan Huascarân Dağı'dır);
dağların Amazon havzasına doğru alçalan bölümün­
de, ormanlarla kaplı geniş ovalar.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Balık ve deniz ürünleri, pamuk,
şekerkamışı, pirinç, tütün, kahve, buğday, mısır,
patates, fasulye, arpa, kereste, kauçuk, petrol, bakır, H utchison Library
altın, gümüş, kurşun, çinko cevheri, demir cevheri, Amazon Irmağı üzerindeki Pucallpa limanında muz
vanadyum, sığır ve koyun. taşımak için bekleyen tekneler.
ÖNEMLİ KENTLER: Lima, Callao, Arequipa, Trujillo,
Chiclayo, Cuzco.
EĞİTİM: 6-15 yaşları arasındaki çocuklar için zorunlu ve ovalara doğru alçalır. Güney A m erika’nın en
parasızdır.
büyük gölü olan Titicaca G ölü, Peru ile
Bolivya sınırında, denizden 3.809 m etre yük­
arasında değişen, büyük bir bölüm ü çöl­ sektedir.
lerden oluşan bir kıyı şeridi uzanır. Sayıları
50’yi bulan ırm ak ve akarsuların çok azı İklim ve Yabanıl Yaşam
denize ulaşır. Sulama yapılan ırmak vadilerin­ P eru’nun iklimi üç büyük bölge arasında,
de toprak verimlidir. Nüfus yoğunluğu yük­ doğudan batıya doğru büyük bir değişkenlik
sek olan bu bölgelerde çeşitli ürünler yetişir. gösterir. Kıyı boyunca kuzeye akan soğuk
G üneyde A rjantin’in içlerine kadar uzanan Peru (H um boldt) Akıntısı kıyı şeridinde, yıl
Atacam a Çölü dünyanın en kurak yerlerinden boyunca çok az değişiklik gösteren kurak ama
biridir. Kıyı şeridine hem en hiç yağmur düş­ serin ve sisli bir iklime yol açar. Dağlık bölge
mez. Sierra adı verilen dağlık bölge yüksek daha çok yazları yağış alır, güneye doğru
düzlüklerden, kayalık uçurum lardan ve derin yağış azalır. Doğudaki Am azon ormanları
vadilerden oluşur. Genişliği yer yer 300 kilo­ üzerinden gelen nemli rüzgârlar orm anlarla
m etreden fazladır. Dağların montana adı veri­ kaplı ovalara her yıl yoğun yağış bırakır. Bu
len doğu etekleri Am azon Irm ağı’nı çevrele­ yağışlar Am azon havzasını oluşturan ırm akla­
yen, orm anlarla kaplı, selva denen geniş rı besler (bak. A m azon I r m a ğ i ). A m azon’un
aşağı bölgelerinde iklim sıcak ve nemlidir.
Yıllık ortalam a sıcaklık 27°C, yıllık yağış
m iktarı ise 2.030-2.540 mm arasındadır.
Kıyı şeridi ve A ndlar’ın denize bakan ya­
maçları çalılıklar, kaktüsler ve bodur otlarla,
orm anlık ovalar çok çeşitli ağaç ve bitkilerle
kaplıdır.
Soğuk Peru Akıntısı, zengin balık türleriyle
ülkeyi dünyanın önde gelen balıkçılık m er­
kezlerinden biri durum una getirmiştir. Hay­
van besiciliği ve gübrelem ede kullanılan balık
unu dışarıya satılan başlıca ürünlerdendir.
Balık Peru’nun güney kıyılarındaki küçük
adalarda avlanır. Bu adalarda yaşayan mil­
yonlarca deniz kuşu dışkılarıyla toprağın üze­
rinde kalın bir tabaka oluşturur. Guano adı
PERU 53

verilen bu m adde gübrelem ede kullanılır. 1936) gibi önemli yazarlar ve şairler yetiş­
Peru hayvan varlığı bakımından da zengindir. miştir.
A ndlar’da lama, alpaka, vikunya, çinçilya, Ü lkede eski uygarlıklardan kalan tarihsel
yüksek tepelerde uçucu kuşların en irilerin­ yapılardan en önemlileri İnka İm paratorluğu’
den olan A nd kondoru yaşar. Ormanlık nun başkenti Cuzco’dadır. Cuzco’nun 80 km
ovada ve Am azon havzasında maymun, pu­ kadar kuzeybatısında 15. yüzyıldan kalm a bir
ma, jaguar ve tapirler ile çeşitli papağan ve İnka kenti olan Maçu Pikçu yer alır. Yüksek
yılan türlerine, akarsularda yırtıcı piranalara bir tepenin üzerine kurulm uş olan bu kent
rastlanır. 1911’de Hiram Bingham tarafından bulun­
m uştur. P eru’da kentler İspanyol mimarisinin
İnsanlar ve Kentler özelliklerini taşır.
Peru nüfusunun sekizde biri A vrupa kökenli­
dir. Bunlar genellikle yönetici kadroları oluş­ Tarım v6 Sanayi
turur. G eri kalanı, daha çok dağlık bölgelerde Ü lke ekonomisi büyük ölçüde tarım ve m a­
yoğunlaşmış olan Keçuva Yerlileri, Titicaca denciliğe dayanır. Dağlık bölgenin yüksek
Gölü çevresinde yaşayan A ym aralar, İspan­ düzlüklerinde yaşayan Y erliler’in çoğu ya­
yol ve Yerli karışımı olan mestizolardan şamlarını sürdürebilm ek için mısır, patates,
oluşur. Y erliler’in çoğu hayvancılıkla geçinir. fasulye ve buğday yetiştirir, hayvancılık ya­
Bazıları m aden ocaklarında çalışır. Taştan par. Yerliler ayrıca evlerde dokudukları giysi­
yapılmış penceresiz kulübelerde yaşar, kendi leri, kendi yaptıkları çanak çömlekleri pazar­
yaptıkları giysileri giyerler. M estizolar kent­ larda satarlar. Sığır ve koyundan başka yük
lerde yoğunlaşmıştır. Resmi dil İspanyolca ve hayvanı olarak lam a, yününden yararlanm ak
Keçuva dilidir. Nüfusun yüzde 90’ından fazla­ için alpaka yetiştirilir. Ülkenin öteki önemli
sı Katolik’tir. Okuryazarlık oranı yaklaşık tarımsal ürünleri pam uk, şekerkamışı, pirinç,
yüzde 80’dir. Başlıcaları Lim a’da, A requipa’ meyve, sebze, kahve, tütündür. Doğu kıyıla­
da, Cuzco’da ve Trujillo’da olmak üzere rında yetişen kınakına ağacından kinin elde
ülkede 30’dan fazla üniversite vardır. P eru’da etm ekte yararlanılır.
edebiyat 19. yüzyıl sonlarında gelişmeye baş­ M adencilik ülke için önemli bir gelir kayna­
lamış, Jose Santos Chocano (1875-1934), Ce- ğıdır. Kuzey kıyılan, dar kıta sahanlığı ve
sar Vallejo (1892-1938), Jose M aria Arguedas Am azon havzasında petrol ve doğal gaz ya­
(1911-69) ve M ario Vargas Llosa (doğumu takları vardır. Peru sömürge dönem inde altın
R a y M anley/Shostal

A nd Dağları'nda bir lama sürüsü. İnkalar'dan daha önceki dönem de evcilleştirilen ve bugün de yük hayvanı
olarak yararlanılan lamalar ağır yük taşıyamasalar da, yorulm adan uzun süre yol alabilirler.
54 PERU

ve gümüş yataklarının zenginliğiyle ünlüydü.


Bu m adenlerin her ikisi de hâlâ çıkarılm akta­
dır. A ynca bakır, kurşun, çinko, dirençli çelik
üretim inde kullanılan vanadyum , değerli bir
m aden olan bizmut vardır. En önemli sanayi
ürünleri dokum a, kâğıt, çim ento, kimyasal
m addeler ve m otorlu araçlardır.
P eru’daki yüksek dağlar ulaşımı zorlaştırır.
Az sayıda iyi limanından en önemlileri Cal-
lao, Chim bote, Ilo ve Salaverry’dir. Kıyı
boyunca uzanan karayolu Panam erikan Kara-
yolu’nun bir parçasını oluşturur. Bir başka yol
da Lim a’yı Am azon havzasında önemli bir T o n y M orrisonlSouth Am erican Pictures
liman olan Pucallpa’ya bağlar. B atıdan doğu­ Dünyanın, üzerinde ulaşım ve taşımacılık yapılan en
ya uzanan iki demiryolu m adenlere ulaşmak yüksek gölü olan Titicaca'da kamış tekneleriyle yol
bakım ından önemlidir. B unlardan biri Lim a’ alan Yerliler.
dan başlayıp 4.830 m etre yüksekliğe tırmanır. bazıları günümüzde de ekilen ürünler yetişti­
Bu özelliğiyle dünyada tektir. U zak yöreler riyordu. Çömlek yapımında dokum acılıkta ve
arasında hava taşımacılığı yapılır. Callao’da yapı işlerinde çok ileriydiler. Güney Am erika
uluslararası bir havalimanı vardır. tarihinin en gelişmiş uygarlıklardan birini
kuran İnka İm paratorluğu, 1438’de bölgede
Tarih yayılmaya başlayarak bugünkü Ekvador, Pe­
Peru’daki ilk yerleşmeler en az 10 bin yıl ru ve Şili topraklarını ele geçirdi (bak. İN-
öncesine dayanır. Bu en eski topluluklar KALAR).
Paul C onklin/P ix fr o m P ublix
1532’de İnka kenti C ajam arca’ya ayak ba­
san İspanyol kom utan Francisco Pizarro, ken­
disini dostça karşılayan İnka İm paratoru Ata-
hualpa’yı tuzağa düşürerek 1533’te idam ettir­
di. Aynı yıl başkent Cuzco’ya girdi ve İnka
topraklarını tümüyle ele geçirdi. 1535’te Lima
kuruldu ve Güney A m erika’daki İspanyol
yönetiminin başkenti oldu.
19. yüzyılın başlarında İspanyol egemenliği
altındaki bölgelerde isyanlar çıktı. Güney
A m erika’da bağımsızlığına ilk kavuşanlar Şili
ve A rjantin oldu. İspanyol askeri gücü Lima’
da mevzilenmişti. A rjantin’in ulusal kahra­
manı Jose de San M artin, İngiliz denizci Lord
C ochrane’in donanmasının desteğiyle İspan-
yollar’ı Lim a’da yendi. Peru 1821’de bağım­
sızlığını ilan etti. Kolombiya, Venezuela ve
Ekvador İspanyol boyunduruğundan kurtul­
duktan sonra Lima’ya giren Simön Bolıvar,
ordusuyla iç kesimlerdeki İspanyol kuvvetle­
rini yenilgiye uğratarak 1824’te sömürge yö­
netimine son verdi (bak. B o l iv a r , S im ö n ).
Bolıvar’dan sonra, yaklaşık 100 yıl boyunca
Peru çeşitli siyasal çalkantılara sahne oldu.
Y erliler Pisac'da kurulan bir pazarda mallarını Savaşlar ve isyanlar birbirini izledi. Bolivya
satarken. ile sınır sorunlarının ardından İspanya’yla
PETRARCA 55

ve anasını babasını yitirmiş çocuklarla birlikte


yaşıyordu. Ne var ki, Olmayan Ü lke’de büyü­
mek yasalara aykırı olduğundan, bu çocuklar
biraz büyüyünce geldikleri yere geri gönderi­
liyordu.
Peter Pan oyunu, P eter’in peşine takılarak
Olmayan Ü lke’ye uçan biri kız, üç kardeşin
serüvenlerine ilişkindir. Kendini övm ekten
hoşlanan Peter, hiç kimseden korkmadığını
göstermek için akıl almaz serüvenlere girişir.
Neredeyse boğulacakken bile, “ölmek benzer­
siz bir serüven olmalı” dem ekten geri kalmaz.
Ünlü korsan Kaptan Kanca’yı çocukların da
yardımıyla yenmeyi başarır. Üç kardeş sonun­
David. M. Fretz
da adadaki öteki çocukları da peşlerine taka­
Peru-Ekvador sınırının yakınında, pazara götürülm ek
üzere kamyona yüklenen sığırlar. rak evlerine geri dönerler; zamanla büyür,
çoluk çocuğa karışırlar. Peter ise kaygısız, şen
şakrak çocukluğunu sürdürür.
(1864-66) ve Şili’yle (1879-83) yapılan savaş­ G ünüm üzde L ondra’daki Kensington Par-
lar ülke ekonomisini önemli ölçüde zayıflattı. kı’nı, Peter P an’ı çevresindeki çeşitli hayvan­
Peru ekonomisi 20. yüzyılda hızla gelişmeye lara flüt çalarken gösteren bir heykel süsler.
başladı. James Barrie, sonradan öykü kitabı olarak
1968’de ordu yönetime el koydu. Askeri yayımlanan Peter Pan'dan gelen tüm kazancı
yönetim sırasında sansür ve siyasal baskı bir çocuk hastanesine bağışlamıştır.
politikası uygulandı. 1980 seçimlerinde Fer-
nando Belaunde Terry cum hurbaşkanı seçildi PETRARCA, Francesco (1304-1374). H ü ­
ve sivil yönetim başladı onun ardından manizm A kım ı’nın öncüsü olan Francesco
1985’te Alan G a rd a Perez, Haziran 1990’da Petrarca, yapıtlarıyla Rönesans’ın başlangıcı­
yapılan seçimlerde de Japon asıllı A lberto nı belirlemiş ünlü bir İtalyan şair ve düşünür­
Fujim ori cum hurbaşkanı seçildi. dür (bak. HÜMANİZM; R ö n e s a n s ) . Yaşadığı dö­
nem de değerli bir bilgin, ateşli bir hatip ve
PETER PAN. İskoçyah yazar Sir James Matt- yetenekli bir yazar olarak tanınmıştı.
hew Barrie’nin yarattığı, hiç büyümeyen çocuk Petrarca, Toskana’da A rezzo’da doğdu.
Peter Pan’ın, yapraktan yemyeşil giysisi ve D aha sonra ailesi Fransa’da Avignon’a yerleş­
uyurken bile uçabilme yeteneğiyle masal kah­ ti. Francesco burada okula başladı. Şiiri
ram anları arasında özel bir yeri vardır. İlk kez derslerden çok seviyordu. Bir söylentiye gö­
1904’te sahneye konan Peter Pan oyunu, o re, derslerine çalışsın diye babası bir gün tüm
tarihten sonra İngiltere’de ve öteki ülkelerde şiir kitaplarını toplayıp yakmıştı. Petrarca bir
yüzlerce kez oynandı, kitabı pek çok dile süre M ontpellier Üniversitesi’nde hukuk öğ­
çevrildi ve filmi yapıldı. renimi gördükten sonra İtalya’ya döndü.
James B arrie’nin, küçük yaşlarda beş oğlu 1326’da babası ölünce bütünüyle edebiyata
olan bir arkadaşı vardı. Barrie bu çocuklara yöneldi. İlk şiirlerini annesinin ölümü üzerine
gerçekdışı öyküler anlatm aktan ve onlarla kaleme alan Petrarca, klasik Latince’ye oldu­
oyun oynam aktan çok hoşlanırdı. İşte Peter ğu kadar İtalyanca’ya da önem verdi. Birçok
Pan bu düş ürünü öykülerden doğdu. şiirini İtalyanca yazdı ve Rönesans lirik şiiri­
Peter Pan, hiç büyüm eyerek dilediği gibi nin gelişmesine katkıda bulundu. En güzel
eğlenm ek isteyen bir çocuktu. Ağzında hiç şiirlerini, idealleştirdiği bir aşkla sevdiği Lau-
değişmeden kalan sütdişleri büyümediğinin ra için yazdı. L aura’yı ilk kez 1327’de Avig-
kanıtıydı. “Olm ayan Ü lke” adında bir adada non’daki bir kilisede görmüştü. Sevdiği kadı­
periler, korsanlar, yabanıl hayvanlar, Yerliler nın kimliğini hiçbir zaman açıklamayan Pet-
56 PETRO

rarca, 40 yıl boyunca şiirlerinde bu aşkı dile kendisine “başşair” olarak defne dalından
getirdi. şairlik tacı giydirildi. Varlıklı ve güçlü kişiler
1333’te uzun yolculuklarının ilkine çıktı. P etrarca’yı ağırlamak için yarışıyordu. O da
Fransa, Belçika ve A lm anya’da çağın önde bu yaşam dan ve kazanmış olduğu ünden
gelen bilginleriyle düşünce alışverişinde bu­ hoşnuttu. Ne var ki, yaşamıyla dinsel inançla­
lundu; klasik elyazmalarını bulmak için m a­ rı arasındaki çelişkiden de tedirginlik duyu­
nastır kitaplıklarında araştırm alar yaptı. yor, zaman zaman bu yüzden derin bunalım ­
Petrarca klasik Yunan kültürü ile Hıristi­ lar yaşıyordu. H ata yapan insanların bile
yanlık arasında bir süreklilik olduğunu savu­ Tanrı katında bağışlanma um udu olduğuna
nuyor, ortaçağın katı düşünce sistemine karşı inanan Petrarca’nın bu özgün bakış açısı,
Bibliotheque Nationale, Paris
insanı dünyanın merkezine koyan hümanist
fi din ve ahlak anlayışının özünü oluşturur.
»f.'ş .
P etrarca’nın sonraki yılları acı ve üzüntüyle
geçti. Eski dostları olan Kardinal Colonna ile
Kral R oberto öldü. E rkek kardeşi bir m anas­
tıra kapanarak dünyadan elini eteğini çekti.
I 1348’de A vrupa’yı kasıp kavuran veba salgı­
1 nında Laura da aralarında olmak üzere birçok
yakınını ve dostunu yitirdi. P etrarca’nın öm ür
boyu arkadaşı olan şair Giovanni Boccaccio
bu zor zam anlarda ona güç verdi.
Bu dönem de şiirlerini yeniden gözden geçi­
rerek “Laura’nın Sağlığındaki Şiirler” ve “Lau-
ra ’nın Ölüm ünden Sonraki Şiirler” olmak
üzere ikiye ayırdı. Canzoniere (“Şarkı Kita­
bı”) olarak tanınan bu şiirlerde, L aura’ya
olan sonsuz aşkını dile getirirken, delikanlı­
lıkta işlenen hatalar, dünya zevklerinin geçi­
ciliği ve T a n n ’ya olan inancı konusundaki dü­
şüncelerini yansıttı.
1369’da, sakin bir köy olan A rquâ’ya çeki­
Francesco Petrarca Hümanizm Akım ı'nın
len Petrarca, bundan beş yıl sonra kitapları ve
öncülerindendir. kâğıtları arasında ölü bulundu.

çıkıyordu. 1337’de gittiği R om a’da geçmişin PETRO I (1672-1725). Rus Çarı I. Petro
görkemli yapıtlarından etkilendi. Hıristiyan- dönem inde Rusya A vrupa’nın en büyük güç­
lık’ın giderek kurumlaşmasının getirdiği yoz­ lerinden biri durum una geldi. Rusya tarihinin
laşm adan ve papanın dindışı konularla uğraş­ en büyük devlet adam larından ve reform cula­
m asından duyduğu tedirginlik yüzünden rından biri olmasına karşılık, acımasız ve
Fransa’da Vaucluse kentine çekildi. B urada şiddet yanlısı yönetimiyle binlerce insanın
K artaca Savaşları’nı konu alan “A frika” adlı ölüm üne neden oldu.
destanı yazdı (bak. K a r t a c a Sa v a ş l a r i ) . A yrı­ Ç ar A leksey’in oğlu olan Petro M oskova’
ca  dem ’den başlayan ve Rom a tarihindeki da doğdu. Yetenekli ve çalışkan bir çocuktu.
ünlü kahram anların yaşamını konu alan bir Bilimsel ve askeri eğitiminin yanı sıra m aran­
kitaba başladı. gozluk, m atbaacılık, demircilik gibi zanaatlar
1340’ta Paris Üniversitesi’nde ders verm ek da öğrendi. Babası ölünce yerine üvey ağabe­
için bir çağrı aldı. Aynı zam anda Napoli Kralı yi III. Fyodor geçti. Onun vâris bırakm adan
R oberto da onu sarayına davet etti. Petrar­ ölmesi üzerine, öteki üvey kardeşi V. İvan’la
ca İtalya’nın güneyindeki Napoli’ye gitti. birlikte çar ilan edildi. 1695’te K aradeniz’i de­
1341’de R om a’daki Capitolino Tepesi’nde netimi altına almak amacıyla Osmanlı İm pa­
PETRO 57

ratorluğu’na karşı savaş açtı. Azak (bugün içinde reform larla uğraşıyordu. İlleri yeni
Azov) kentini ele geçirmek üzere yola çıktı. yönetim birimlerine dönüştürerek her ilin
Ağır bir yenilgiye uğradı, am a yeni bir donan­ başına yönetsel, yargısal ve askeri yetkileri
ma kurdu. 1696’da A zak’ı kuşatıp ele geçirdi. olan valiler atadı.
1697-98 arasında batının ekonom ik ve kül­ M adencileri, üreticileri ve tüccarları üreti­
türel yaşamıyla ilgili bilgiler toplam ak üzere mi artırm aya yönelik önlem ler almaya zorla­
A vrupa’ya gitti. Amacı, Rusya’yı güçlü bir dı, U ral Dağları’nda dem ir sanayisini kurdur­
ülke durum una getirmekti. Takm a bir adla du. A vrupa’ya çok sayıda öğrenci gönderdi.
A lm anya’da silah, İngiltere’de gemi yapımı Büyük toprak sahipleri olan boyarları yöne­
ve A m sterdam ’da oymacılık konusunda ince­ tim den uzaklaştırarak, senato adlı yeni bir
lem elerde bulundu. meclis kurdu. Reform lara karşı çıkan Rus
Ülke dışındayken aldığı bir ayaklanma h a­ O rtodoks Kilisesi’nin etkisini azalttı ve kendi­
beri üzerine M oskova’ya dönerek ayaklanm a­ sini desteklemesini sağladı. İlk Rus gazetesi­
yı şiddetle bastırdı. D aha sonra Rusya’yı nin yayımlanmasına ön ayak oldu.
A vrupa’nın gelişmişlik düzeyine ulaştırmak Neva Irm ağı’nın ağzını ele geçirerek orada
amacıyla geniş çaplı bir reform uygulamasına St. Petersburg (sonradan Petrograd, bugün
girişti. Leningrad) kentinin temelini attı. St. Peters­
1700’de K aradeniz’i ele geçirme planından burg 1712’de Rusya’nın başkenti oldu. Kentin
vazgeçerek Osm anlılar ile İstanbul A ntlaşm a­ kuruluşu sırasında sağlıksız koşullarda çalış­
sın ı imzaladı. A rdından Baltık D enizi’ne m ak zorunda bırakılan binlerce serf yaşamını
egemen olan İsveç’e savaş açtı. Aynı yıl, Rus yitirdi (bak. LENİNGRAD).
ordusu korkunç bir kar fırtınası sırasında Petro 1709’da İsveç Kralı XII. K arl’ı Polta-
İsveç Kralı XII. Kari tarafından bozguna va Savaşı’nda yenerek Rusya’nın A vrupa’da­
uğratıldı. Bunun üzerine hemen yeni bir ordu ki siyasal konum unu güçlendirdi. 1711’de
kurm aya girişen I. Petro, bir yandan da ülke Osm anlılar’a karşı Besarabya ve Boğdan’a
Michael Holford doğru yürüyüşe geçti. Prut Irmağı yakınların­
da ordusu kuşatıldı. Edirne A ntlaşm ası’yla
(1713) A zak’ı geri vermeyi kabul etti. Batıda
İsveç’le savaşmayı sürdürdü. II. Kuzey Savaşı
1721’de imzalanan Nystad A ntlaşm ası’yla so­
na erdi. Bu antlaşmayla Baltık D enizi’nin
doğu kıyıları Rusya’ya verildi. 1721’de “B ü­
tün R uslar’ın İm paratoru” ilan edildi.
I. Petro 1722’de Osm anlılar’dan önce dav­
ranarak İran ’a saldırdı. H azar Denizi’nin batı
ve güney kıyılarını ele geçirdi. Ayrıca altın
aram ak ve yeni ticaret m erkezleri kurm ak
amacıyla Büyük O kyanus’a keşif filoları gön­
derdi.
I. Petro koyduğu ağır vergiler ve uyguladığı
şiddet yüzünden ülkesinde sevilmedi. Savaş­
ların ve reform program larının yükünü çeken
serflerin ve işçilerin başlattığı ayaklanmaları
kanlı bir biçimde bastırdı. İkinci karısı Kateri-
na’yı, 2.564 değerli taştan yapılmış bir taç
giydirerek çariçe ilan etmesi halkı çok kız­
dırdı.
Çar I. Petro, Rusya'yı Avrupa ülkelerinin gelişm işlik
düzeyine ulaştırmak için bilgi edinm ek ve yenilikleri
Acımasız kişiliğini yansıtan en çarpıcı ör­
öğrenm ek amacıyla, takma adla, Avrupa'nın çeşitli neklerden biri de kendisine karşı çıkan oğlu
ülkelerinde bir süre çalıştı ve gözlemlerde bulundu. A leksey’i 1718’de ağır işkencelerle öldürtme-
58 PETROL

sidir. Yoğun ve zorlu yaşamı yüzünden sağlığı Gazyağına İngiltere’de parafin denir. Am a
bozulan I. Petro 52 yaşında öldü. Ölüm ünden parafin aslında petrolden elde edilen, mum,
sonra yerine karısı, I. K aterina adıyla tahta cila, su geçirmez karton ve kâğıt yapımında
geçti. kullanılan yarı saydam, sert bir m umdur.
Açık renkli, kalın bir yağ olan ve ilaç olarak
PETROL sözcüğü, Latince’de “kaya” anlamı­ kullanılan vazelin (kimyadaki adı petrolatum )
na gelen petra ve “yağ” anlamına gelen oleum de bir başka petrol ürünüdür.
sözcüklerinden türetilmiştir. Günüm üzde pet­
rol ve petrol ürünleri büyük önem taşır. Ham Petrolün Keşfi
Benzin, gazyağı, m azot, fueloil (yağyakıt), 19. yüzyılın ortalarına kadar ham petrol,
makine yağı, bitüm ve parafin mumu çok doğal olarak yüzeye sızdığı yerlerde oluştur­
bilinen petrol ürünleridir. Benzin otom obil­ duğu birikintilerden toplanırdı. Hayvanların
lerde; gazyağı gaz lam balarında, bazı ısıtma su içtiği kaynaklara ya da tuzlu su çıkarmak
aygıtlarında ve jet uçaklarının m otorlarında; için açılan kuyulara sızdığı için de çoğu zaman
mazot (dizel yakıtı da denir) otobüs, kamyon can sıkıcı, istenmeyen bir m adde olarak görü­
ve gemilerdeki dizel m otorlannda kullanılır. lürdü. 1850 dolaylarında A B D ’de A. C.
Buharlı gemilerin kazanlarında buhar üretil­ Ferris ve onun ardından S. M. Kier, petrolün
m esinde; çelik, cam, seramik gibi m addelerin lam ba yağı olarak kullanılmasına yönelik ilk
üretiminde kullanılan bazı sanayi fırınlarında çalışmaları başlattılar. D aha sonra New Y ork’
ve bazı binaların ısıtma sistemlerinde fueloil lu iki avukat, George Bissell ve Jonathan
yakılır. M akinelerin düzgün ve rahat çalışabil­ Eveleth, Pennsylvania’da bir petrol aram a
mesi için ince ya da kalın makine yağlarına şirketi kurdular ve emekli bir demiryolu
(en kalınlarına gres denir) gereksinim vardır. m üteahhiti olan Edwin L. D rake’i,
B itüm den, asfalt ve yalıtım malzemesi üreti­ Pennsylvania’daki küçük Titusville kasabası
minde yararlanılır. (Ayrıca bak. ASFALT; B U ­ yakınlarında petrol kuyusu açmakla görevlen­
HAR KAZANI; DİZEL MOTORU; GA Z; ÎÇTEN YANMALI d ird iler
MOTOR; J e t MOTORU; Y a k i t .) D rake 27 Ağustos 1859’da 21 m etre derin­
Petrol binlerce yıl boyunca basit bir biçim­ de petrole rastladı. Çok geçmeden günde
de kullanıldı. Babilliler yol döşerken ve bağ­ sekiz varil, sonra da 20 varil petrol çıkarmaya
layıcı m adde olarak bitüm den, Rom alılar başladı. Petrol, balina avlamak gibi riskli bir
yolları için Sicilya’dan getirttikleri asfalttan işten daha güvenilir ve daha Ucuz bir lamba
yararlanırlardı. Eski Çinliler, tuz üretm ek için yağı kaynağı olduğu için hazır bir pazar
tuzlu suyun ısıtılmasında doğal gaz kullandı­ buldu. A rtık petrole hücum ve petrol çağı
lar. İtalya, A lm anya, Kuzey A m erika ve başlamıştı.
Birm anya’da ham petrolün tedavi edici özel­
likleri olduğuna inanılırdı. Petrolün Oluşumu ve Bulunması
Petrol denizlerdeki bitki ve hayvanların öl­
Gazyağı ve Parafin dükten sonraki kalıntılarından oluşmuştur.
1850’de İskoçyah bilim adamı James Young, Bu kalıntılar deniz yatağında milyonlarca yıl
şeyi denen bir kayaçtan gazyağı elde etm enin boyunca çürümüş ve geriye yalnızca yağlı
yöntemini buldu. Young, gazyağının lam ba­ m addeler kalmıştır. Yağlı m addeler çamur
larda bitkisel yağ ya da balina yağı yerine altında kalmış ve zam anla çamur sıkışıp kayaç
kullanılabileceğini gösterdi. Kimyadaki adı katm anlarına, alttaki yağlı m addeler de petrol
kerozen olan gazyağının başlıca iki türü var­ ve gaza dönüşmüştür. Y erkabuğundaki altüst
dır. Bunlardan birincisi gaz lam balarında, gaz oluşlar bazen denizlerin kara parçaları haline
sobalarında ve ısıtıcılarda; daha uçucu olan gelmesine ve petrol içeren kayaçların da
ikinci türü ise, bazı traktörlerin ve küçük binlerce m etre derine gömülmesine yol aç­
balıkçı teknelerinin m otorlarında yakıt olarak mıştır.
kullanılır. Jet uçaklarının m otorlarında kulla­ Çoğunlukla petrol oluştuğu yerden başka
nılan gazyağı ikinci türdendir. yerlere taşınmıştır. Bazen kayaçlardaki göze-
PETROL 59

PETROL ARAMA
Bir zamanlar denizlerde yaşamış olan küçük bitki ve hayvan artıkları m ilyonlarca yıllık bir süreç sonunda
petrole dönüşm üştür. Bugün bu petrol Dünya'nın deri

Petrol belirli türdeki kayaçlardan sızabilir; ama, Araştırm a gem ileri denizaltındaki kayaç yapısının
bazılarından da sızamaz. Sert, gözeneksiz bir kayaçla resm ini çıkarmak için sesin yankılanmasına dayalı
karşılaştığında hapsolur kalır. teknikler kullanır. Daha sonra, bilim adamları arama
sondajının (delme işlem inin) nerede yapılacağına
karar verirler.

Güç hava koşullarında, örneğin Kuzey Denizi'nde Delme borusu kayaç katmanlarını delip geçer ve
arama sondajları için, yarısı sualtında kalabilen petrole rastlayıncaya kadar derine iner. Karada
pla tform la r kullanılır. Bu pla tfo rm la r bir yerden sondaj çalışması açık denizdekinden çok daha
başka bir yere hareket ettirilebilir. kolaydır.

Eğer arama sondajlarından o lum lu sonuç alınmışsa,


yüzer sondaj platform unun yerini sabit üretim Petrol, bir boruhattıyla üretim platform undan
platform u alır. Bu dev platform karada m onte edilir kıyıdaki term inale pom palanır. Oradan tankerlere
ve röm orkörlerin yedeğinde çekilerek getirilir. yüklenip dünyanın çeşitli yerlerine gönderilir.
60 PETROL

Solda: Petrolü karadan taşımak için, boruların birbirine kaynatılarak döşenmesiyle oluşturulan boruhatları
kullanılır. Sağda: Petrol sondajı. Delmede kullanılan matkap ucu körlendiğinde delikten çıkarılır ve uç
yenilenir.

neklerden sızıp kilom etrelerce derinden yüze­ ve bu aygıtlara dayalı olarak geliştirilmiş
ye çıkmış ve burada buharlaşmış (gaz haline bilimsel aram a yöntem lerinden yararlanırlar.
dönüşmüş), geriye bir bitüm ya da zift birikin­ A m a bütün bu çalışmalar yapılmış olsa da,
tisi kalmıştır. Çoğu kez de gözeneksiz, sert açılacak kuyudan petrol çıkacağı gene de
kayaçlarla karşılaşmış ve buralarda toplan­ kesin değildir.
mıştır. Bulunan petrol yatakları bu tür kayaç-
ların petrolü tutmasıyla oluşmuştur. Bu ya­ Petrol Kuyuları, Boruhatları ve Tankerler
taklarda, süngerin su emmesi gibi, gözenekli G ünüm üzde pek çok petrol kuyusu, m aran­
kayaçlann emdiği petrolün üstü kubbe biçim­ gozların delik delmek için kullandıkları döner
li, sert ve gözeneksiz kayaçlarla örtülm üştür. m atkap uçlarına benzeyen uçlarla delinip
Am a bu kayaçlar ile petrol arasında genellikle açılır; aradaki fark, petrol için kullanılanların
bir doğal gaz katm anı, petrolün altında da çok daha büyük olmasıdır. M atkap ucu,
çoğu kez eski denizden arta kalan tuzlu su sondaj kulesi ya da delme kulesi denen
bulunur. yüksek bir kuleden, tel halatlara bağlanarak
Belirli bir yerde petrol bulunup bulunm adı­ sarkıtılan delme borusunun ucuna takılır.
ğı ancak sondajla (delmeyle) anlaşılabilir; D elm e borusu kule tabanındaki döner tabla­
ama jeologlar yerkabuğuna ilişkin bilgilerden dan geçer. Bu boru m akine gücüyle, çoğu
yararlanarak petrol bulunm a olasılığı olan zaman bir dizel m otoruyla döndürülür; ama
yerleri önceden belirleyebilirler. Çoğu zaman son olarak geliştirilen türbosondaj tekniğinde
hava fotoğraflarından çıkarılan haritaları in­ elektrik m otorlarından yararlanılm aktadır.
celeyen jeologlar, petrol açısından um ut veri­ Delik derinleştikçe, delme borularına yenileri
ci olan alanları seçerler ve daha sonra bu takılır. Delme borusundan aşağı yapay bir
alanlar karadan taranır. Kayaç ve bitki örtüsü çamur pom palanır; bu çamur sürekli olarak
incelenir, sondaj yoluyla sağlanan yeraltı ka­ m atkap ucunun deliklerinden dışarı püskürür
yaç örnekleri getirilip laboratuvarda çözümle­ ve delinen deliğin yanlarından yukarıya geri
nir. Jeologlar yeraltı kayaçlarının konum , döner. Bu çamur yalnızca m atkap ucuna
derinlik, sertlik gibi özelliklerini ve hatta sıvanan kayaç parçacıklarını temizlemekle
türünü belirleyebilmek için özel aygıtlardan kalmaz, ucun yağlanmasını ve soğumasını da
PETROL 61

sağlar; ayrıca, taşıdığı basınç açılan deliğin Petrolü denizden taşımak için tanker denen
duvarlarının içe doğru çökmesini önler. D aha gemiler kullanılır. Bunlar özel olarak tasarım ­
sonra deliğe çelik borudan bir koruyucu kılıf lanmış teknelerdir; tankerlerin makineleri
geçirilir ve çim entolanır. Çok derin delikler­ kıçta (geminin arka ucunda) bulunur. T ekne­
de, kılıf çapı tepede yaklaşık 45 santim etrey­ nin çok büyük bir bölüm ü petrol bölmelerine
ken dipte yaklaşık 10 santim etreye düşer. ayrılmıştır. Büyük tankerler petrolü küçük­
Gerekli dikkat gösterilmezse, m atkap ucu lerden daha ucuza taşır. Günüm üzde 550.000
petrole ulaştığında petrol şiddetle dışarı fışkı­ tonluk tankerler yapılınca bunların yanaşabi­
rabilir, böylece boşa akabilir ve yangın tehli­ leceği uygun iskele bulmak bir sorun olmuş­
kesi doğurabilir. Bunu önlem ek ve petrolü tur. Bu tür tankerler limanı kullanmak yeri­
aşağı doğru bastırabilm ek için ağır sondaj ne, derin sulardaki yüzer şam andıraların yanı­
çamuru kullanılır; ayrıca bir valf ve boru na demir atar; yükleme ve boşaltmayı da
sisteminin yardımıyla da basıncın yavaş yavaş şam andıralardan başlayıp deniz yatağından
serbest bırakılması sağlanabilir. E ğer doğal kıyıdaki depolam a tanklarına giden boruhat-
basınç petrolü yüzeye çıkaracak kadar güçlü ları aracılığıyla gerçekleştirirler.
değilse, petrol ya pom palanarak ya da yüksek
basınçlı gaz basılarak dışarı çıkarılır. İkinci Petrolün Arıtılması
yöntem e “gazla yükseltm e” denir. Ham petrol, rafineri denen arıtm a tesislerin­
Büyük m iktarlarda petrolü karadan taşı­ de benzin ve gazyağı gibi petrol ürünlerine
mak için boruhatlarından yararlanılır. Çelik­ ayrılır. Bu değişik ürünler farklı sıcaklıklarda
ten yapılan boruların çapları 15 cm ile 2 m etre kaynayıp buharlaşır; bu özellikten yararlanı­
arasında olabilir. Boruhatları vadileri aşabilir, larak, aynmsal damıtm a denen yöntem le bu
dağlara tırm anabilir ve ırm ak yataklarının ürünler ham petrolden ayrılabilir (bak. DAMIT­
altından geçebilir (bak. B o r u h a t t i ). MA). Ham petrol ısıtılır, bir sıvı ve buhar (gaz)
Rosskam karışımı halinde, ayırma kulesi denen çelik
bir kuleye pom palanır. Sıvı bölüm kulenin
dibinde toplanır, fueloil ve bitüm gibi ürünler
haline gelir. B uharlar kulede yükselir ve
yükseldikçe de soğur. Önce m azot gibi daha
ağır ürünler sıvılaşır ve bunlar kulenin değişik
düzeylerindeki tepsilerden çekilip alınır. B en­
zin buharları kulenin tepesine kadar yükselir
ve buradan alınarak sıvılaştırılır.
D am ıtm a, arıtm anın birinci aşamasıdır.
H am petrol rafineride, değişik ürünlerin iste­
nen m iktarlarda elde edilebilmesine olanak
verecek biçimde işlenebilmelidir. Yüksek sı­
caklıklarda gerçekleştirilen bir işlem olan
“kraking” (parçalam a), ağır ürünleri daha
hafif bileşenlerine ayırır ve böylece elde
edilen benzin miktarı artar. B ütün m addeler
m oleküllerden, m oleküller de atom lardan
oluşur (bak. A t o m ; M o l e k ü l ) . Petrol hidro­
karbon m oleküllerinden, yani hidrojen ve
karbon elem entlerinin atom larından oluşur;
ama bütün petrol m oleküllerinde aynı sayıda
atom bulunmaz. Örneğin, fueloil m olekülle­
B ir alkillem e tesisinden görünüş. Bu tesiste artık
rinde gazyağı m oleküllerindekinden daha
rafineri gazlarından yüksek oktanlı yakıtların katkı çok hidrojen ve karbon atom u vardır ve bu
maddesi üretilir. yüzden fueloil m olekülleri gazyağı molekül-
62 PETROL

(parafin mumu) bulunur; parfüm ler, kozme­


tikler ve hatta peynirin bozulmasını önleyen
bazı m addeler petrol yağlarından hazırlanır.
Böceklere karşı kullanılan ilaçlarda başka
petrol yağlan vardır. Etilen (dom atesleri ya­
pay olarak olgunlaştırm ak için de bu madde
kullanılır) ve yapay ipek ya da tırnak cilası
yapımında kullanılan aseton gibi ürünler,
arıtm a işleminden elde edilen gazlardan üreti­
lir. Yapay kauçuk, plastikler ve sıvı deterjan
yapımında kullanılan başlıca kimyasal m adde­
ler de gene petrol ürünüdür. Pek çok ilaç ve
boya, hatta sakız ve güçlü patlayıcılar gibi
m addeler de petrol ürünleri içerebilir. Petrol
gazları soğutularak ve sıkıştırılarak sıvılaştırı-
labilir; tüplere doldurularak pazarlanan bu
tür propan ve bütan gibi gazlar çoğunlukla
m utfaklarda ve aydınlatm a amacıyla kulla­
nılır.

Doğal Gaz
Pek çok ülkede karada ya da deniz yatağında
British Gas açılmış petrol kuyularından elde edilen doğal
Kuzey Denizi'nde bir sondaj platform u. gaz boruhatlarıyla kentlere taşınır; fabrikalar­
da, evlerde, ısıtma ve aydınlatma amacıyla
lerinden daha ağırdır. Kraking işleminde, kullanılır. Ham petrolden aynlan gaz, işlene­
büyük taşların parçalanıp çakıl haline getiril­ rek çok kolay alev alan buharlardan arıtılır.
mesi gibi, daha ağır m oleküllerin bazıları da Doğal gazın çoğu bataklık gazı olarak da
ısı ve basıncın etkisiyle parçalanır ve daha ha­ adlandırılan m etandır. M etan, petrol ve kö­
fif m oleküller elde edilir. m ürle birlikte bulunur; ama bazen tek başına
“Reform ing” (düzeltim) işlemi ise arıtm a da oluşur. 19. yüzyılın başlarında A B D ’de
sürecinin en önemli aşamasıdır. Bu, yüksek keşfedilen doğal gaz kuyularına “yanar kay­
sıcaklık ve basınçta gerçekleştirilen, m olekül­ nak” denirdi. Petrol arayıcıları önceleri, ba­
lerin büyüklüklerinden çok biçimlerini değiş­ sıncın etkisiyle petrolün yüzeye çıkmasını
tirmeye yönelik bir işlemdir. Bu işlemle hid­ sağlayan doğal gaza pek önem vermediler.
rokarbon zincirlerinin biçimi değiştirilir ve Yüzeyde petrolden ayrılan gaz bir boruya
bunlar “arom atik” bileşikler denen benzen alınarak borunun ucunda dev bir meşale gibi
halkalı bileşiklere dönüştürülür. Ü stün nite­ yakılırdı. Yalnızca gaz çıkan kuyular ise
likli benzin bu aşam ada elde edilir. tutuşturulur ve yıllarca kendi kendine yanm a­
Ö rneğin, A B D ’de bir varil ham petrolden ya bırakılırdı. A m a 1870’lerde A B D ’de bu
63 litre benzin, 22 litre ağır fueloil elde edilir; gazdan yararlanm aya yönelik çalışmalar baş­
oysa O rtadoğu’da bir varil petrol ancak 31 latıldı ve doğal gazın boru şebekesiyle evlere
litre benzin, buna karşılık 63 litre fueloil dağıtılması sağlandı.
verir. Petrol ya 159 litre eşdeğerindeki “varil” Doğal gaz genellikle yüzeyden binlerce
ya da özellikle denizyoluyla taşındığında “ar­ m etre derinde, kumtaşı gibi gözenekli bir ka­
tık to n ” (1.016 kg) ve “m etrik to n ”la (1.000 yaç katm anm ca tutulm uş olarak bulunur; bu
kg) ölçülür. katm an, gaz geçirmeyen ve bu özelliğiyle de
D aha az bilinen petrol ürünlerinin şaşırtıcı doğal gazın kaçmasını önleyen bir başka ka­
kullanım alanları vardır (bak. KİMYA SANAYİ­ yaç katm anıyla örtülüdür. Doğal gaz aramala-
Sİ). M um larda ve cilalarda petrol mumu n petrol aram alarına benzer biçimde yürütü­
PETROL 63

lür. Ingiltere’de doğal gaz aram aları da, örneğin Kuzey Denizi’nin İngiltere ve
1930’larda başladı. 1950’lerde İskoçya’da Norveç’e ait kesim lerinde petrol sondajları
Edinburgh yakınlarında ve Y orkshire’da kü­ yapılmaktadır.
çük yataklar bulundu. Dünyanın görünür petrol rezervi yaklaşık
Kuzey Denizi’nde doğal gaz aranm asına 666 milyar varil kadardır; bunun yarıdan çoğu
1964’te izin verildi. Petrol şirketleri bölgeye O rtadoğu’dadır. Bu, yerin altından çıkarılabi­
dev sondaj platform ları gönderdiler ve sonuç­ leceği bilinen petrol miktarıdır. Çoğu petrol
ta İngiltere’nin doğu kıyısı açıklarında zengin yatağı keşfedilmeyi beklem ektedir. Teknoloji
gaz yatakları keşfedildi. Bulunan yataklar İn­ ilerledikçe, çok derin sular altındaki petrolü
giltere’nin gaz talebini karşılayacak kadar bü­ çıkarm anın, A B D ’deki şeyi çökellerinde ve
yüktü. Doğal gaz, deniz yatağına döşenen bo- K anada’daki bitümlü kum larda hapsolmuş
ruhatlarıyla kuyulardan kıyıya taşındı ve ora­ petrolü elde etm enin ve belki de bugünkü
dan da yeni bir boru şebekesiyle bütün ülkeye petrol alanlarından daha çok petrol çıkarm a­
dağıtıldı. Kuzey D enizi’nde yürütülen çalış­ nın yolu bulunabilecektir. Günüm üzde uygu­
m alarda kötü hava koşullarının etkisiyle sık lanan yöntem ler, petrolün çoğunun yeraltın­
sık büyük tehlikelerle karşılaşıldığı ve sondaj da bırakılmasını zorunlu kılmaktadır.
aygıtlarının yitirildiği oldu.
En büyük doğal gaz üreticileri ABD ve Enerji Bunalımı
SSCB’dir. Yapımına 1967’de başlanan bir bo- A B D , Japonya ve A vrupa ülkeleri gibi sana­
ruhattı doğal gazı günümüzde Sibirya’dan yileşmiş ülkeler büyük ölçüde petrole bağım ­
U rallar’a ve SSCB’nin batı kesimlerine, ora­ lıdır. 1970’lerde petrol üreticisi ülkeler petrol
dan da Türkiye’ye taşım aktadır. H ollanda, fiyatlarının çok düşük olduğuna karar vererek
Kuzey D enizi’ndeki yataklardan Almanya fiyatları büyük ölçüde artırdılar. Sanayileşmiş
Federal Cum huriyeti, Belçika ve Fransa’ya ülkeler bunu ödem ek zorundaydılar. Am a
gaz satm aktadır. onlar da sanayi m allarının fiyatlarını artırdı­
1980’lerin sonlarında çeşitli ülkelerdeki şir­ lar. Fiyatlar yükselmeye devam ettikçe enerji­
ketler çürüyen çöp yığınlarından çıkan m etan den tasarruf etmeye ve daha az petrol kullan­
gazından elde ettikleri enerjiden yararlanarak maya çalıştılar. Petrol üreticileri ve tüketicile­
elektrik üretm eye başladılar ve bunda başarılı ri petrolün bir gün tükeneceğinin bugün far­
da oldular. kındadırlar. O nun için petrol kaynaklarının
akıllıca kullanılması, güneş enerjisi ve nükle­
Petrol Kaynakları er enerji gibi başka enerji kaynaklarının geliş­
Büyük petrol yatakları birkaç ülkede toplan­ tirilmesi gerekm ektedir. M otorlu taşıtlar için
mıştır. E n büyük petrol üreticisi SSCB’dir; er geç başka yakıtlara gereksinim duyula­
dünya üretiminin neredeyse beşte biri bu ül­ caktır.
kede gerçekleştirilir. A B D (dünyanın en çok
petrol satın alan ülkesi) ve Suudi Arabistan Türkiye'de Petrol ve Doğal Gaz
(dünyanın en çok petrol satan ülkesi) petrol 19. yüzyılda Osmanlı D evleti’nin sınırlan için­
üreticisi ülkeler arasında ikinci ve üçüncü sı­ de yer alan Musul ve Bağdat vilayetlerinde
rada yer alırlar. ham petrol sızıntısına rastlanan bazı alanlar
Dünyanın bilinen en büyük petrol rezervle­ olduğu biliniyordu. Bu yüzyıl sonlarında bir
ri O rtadoğu’dadır. Suudi A rabistan, İran, yabancı şirket Türkiye’de ilk kez petrol aram a
Irak, Kuveyt, K atar ve A bu Dabi büyük pet­ sondajı yaptı. İskenderun çevresinde yapılan
rol üreticileridir. Bu ülkelerle birlikte N ijer­ sondajlarda doğal gaza rastlandı. Bir başka
ya, Libya, Cezayir, Endonezya, Ekvador, yabancı şirketin 1900’de Trakya’daki M ürefte
G abon ve Venezuela, petrol satış fiyatlarını yöresinde yaptığı sondajda petrol bulundu.
ortaklaşa belirleyebilmek için Petrol İhraç Am a çıkan petrol m iktan çok az olduğundan
Eden Ü lkeler Ö rgütü’nü (O PEC ) kurm uş­ bir süre sonra kuyular kapatıldı.
lardır. Doğu A nadolu Bölgesi’ni uzun yıllar işgal­
Ülkeleri çevreleyen kıta sahanlıklarında leri altında tutan Ruslar, I. Dünya Savaşı sıra­
64 PETUNYA

sında Erzurum ve Erzincan yörelerinde yapı­ tilen ham petrolün bir bölümünü İskenderun
lan bazı sondajlarda petrole rastladılar. I. Körfezi’ne, B atm an Rafinerisi’nde İşleneme­
Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti Irak ’ yen petrolü öteki rafinerilere taşımak ve Irak ’
taki geniş ham petrol alanlarını yitirdi. Türki­ tan gelen petrolü değerlendirm ek amacıyla
ye bu zengin petrol alanlarında hakkı olduğu­ bazı başka boruhatları da yapılmıştır. Bunlar
nu ileri sürdü. 1926’da imzalanan bir antlaş­ B atm an-D örtyol, Şelmo-Batman ve Yumur-
mayla Türkiye, Irak’ın elde edeceği petrol ge­ talık-Kırıkkale boruhatlarıdır. 1987’de Türki­
lirinin yüzde 10’unun 25 yıl süreyle kendisine ye’deki rafinerilerde işlenerek elde edilen
verilmesi karşılığında bu topraklardan vaz­ başlıca petrol ürünlerinin yaklaşık m iktarları
geçti. şöyleydi: 2,5 milyon ton benzin, 760 bin ton
Türkiye’deki cevher yataklarının araştırıl­ jet yakıtı, 6,5 milyon ton m azot, 8 milyon ton
ması ve saptanm ası amacıyla kurulan M aden fueloil ve 390 bin ton gazyağı.
Tetkik ve A ram a Enstitüsü (M TA ), 1940’ta Türkiye’de petrol ürünlerinin kullanıldığı
Siirt ilinin Ram an Dağı yöresinde ve 1945’te bazı term ik santrallar da vardır. Bunlar Ali­
Garzan yöresinde verimli ham petrol yatakla­ ağa, Am barlı, Bornova, H opa ve Seydişehir
rı buldu. D aha sonra M T A ’nın görevini dev­ santrallarıdır.
ralan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı T ürkiye’nin başlıca doğal gaz kaynakları
(TPA O ) Siirt ilinde birçok kuyu açarak üre­ M arm ara Bölgesi’nin Trakya kesimi ile G ü­
tim yaptı. A ram a ve üretim izni alan bazı ya­ neydoğu Anadolu Bölgesi’ndedir. Çevre kir­
bancı petrol şirketleri de A dana, Adıyam an, lenmesine yol açmayan temiz bir yakıt olan
D iyarbakır ve Siirt’te verimli yataklar buldu­ doğal gaz yataklarının araştırılması çalışmala­
lar. Türkiye’nin ham petrol üretimi 1950’de rına Türkiye’de 1960’larda başlandı. 1974’te
18.000 ton, 1960’ta da 375.000 tondu. Bu yıl­ T P A O ’nun yaptığı sondajlar sırasında Ha-
lardan önce Türkiye, benzin ve gaz gibi petrol m itabat’ta (bak. KIRKLARELİ) verimli doğal gaz
ürünleri gereksinmesini yurtdışından satın yataklarına rastlandı. Dünya doğal gaz re­
alarak karşılıyordu. 1955’te Siirt ilinde B at­ zervlerinin çok küçük bir bölümü ülkemizde­
man (bugün Batm an ilinde), 1961’de Kocaeli dir. Bu rezervlerin en büyük bölümü Hamit-
ilinde İPRAŞ, 1962’de İçel üinde ATAŞ, 1972’ ab at’tadır. Burada yapılan üretim sonucunda
de İzmir ilinde Aliağa ve 1987’de de A nkara elde edilen doğal gaz, bir term ik santral ile
ilinde O rta Anadolu (bugün Kırıkkale ilinde) bazı fabrikalarda yakıt olarak kullanılm akta­
rafinerilerinin yapılması, Türkiye’yi önemli dır. H am itabat’tan geçen SSCB-Türkiye D o­
m iktarda ham petrol satın alan ve gereksin­ ğal Gaz B oruhattı, Bulgaristan sınırından A n­
mesi olan petrol ürünlerini kendi rafinerile­ kara’ya kadar uzanır. Doğal gazın boruhattıy-
rinde işleyerek elde eden bir ülke durum una la ulaştığı yörelerdeki konutlar ile sanayi ku­
getirdi. Rafinerilerinin yıllık ham petrol işle­ ruluşlarında çevreyi sürekli kirleten öteki ya­
me kapasitesi 30 milyon tondan çok olan T ür­ kıtların yerini alması tasarlanmıştır. A nkara
kiye, 2,5 milyon ton kadar ham petrol üret­ kentindeki konutlara ulaştırılan doğal gazın
m ekte ve 20 milyon tondan çok ham petrol İstanbul’da da kullanıma sunulması için çalış­
satın alm aktadır. m alar sürdürülm ektedir.
1986’da açıklanan bilgilere göre Türkiye’de
saptanan üretilebilir durum daki ham petrol PETUNYA. Dünyanın birçok yerinde süs bit­
rezervlerinin kalan m iktarı yaklaşık 21 milyon kisi olarak yetiştirilen petunyaların (Petunia)
tondur. Bu üretilebilir rezervin yüzde 59’u ya­ anayurdu Güney A m erika’dır. Tütünle aynı
bancı petrol şirketlerinin elindedir. Yabancı familyada (Solanaceae) yer alan bu bitkiler
petrol şirketlerinden başlıcaları Mobil ve adını, Brezilya’da “tü tü n ” anlamına gelen pe-
Shell’dir. Irak, K erkük’te ürettiği ham petro­ tun sözcüğünden alır. Ayrıca, gene aynı famil­
lün bir bölüm ünü boruhattıyla A dana ilindeki yanın üyesi olan patates ve patlıcanla da akra­
Yum urtalık limanına pom palar. Bu ham pet­ badır.
rolün bir bölümü Türkiye’deki rafinerilerde Petunyalar ortalam a 30 santim etreye kadar
işlenir. Güneydoğu A nadolu Bölgesi’nde üre­ boylanabilen, oldukça küçük yapraklı bitki-
PEYGAMBERÇİÇEĞİ 65

sanlara bildiren peygamberdir. İslam ’a göre


kendisine kitap indirilmiş dört peygamber,
Hz. Musa (Tevrat), Hz. Davud (Zebur), Hz.
İsa (İncil) ve Hz. M uham m ed’dir (Kuran).
Nebi ise, A llah’ın insanları bu kutsal kitaplara
uymaya çağırmakla görevlendirdiği peygam­
berdir. Bu yüzden resuller aynı zam anda ne­
bidir, ama her nebi resul değildir.
Hz. M uhamm ed tarih boyunca insanlara
birçok peygam ber gönderildiğini açıklamıştır.
Kuran'da bunlardan 25’inin adı geçer. Bir bö­
lümü Kutsal K itap’ta da yer alan bu peygam­
NHPA/George Bernard berler Hz. Â dem , Hz. İdris, Hz. Nuh, Hz.
Bahçe petunyalarının çok değişik renklerde çiçek H ud, Hz. Salih, Hz. İbrahim , Hz. Lût, Hz.
açan çeşitleri vardır. İsmail, Hz. İshak, Hz. Y akub, Hz. Yusuf,
lerdir. Bazıları baştan başa yapışkan tüylerle Hz. Şuayb, Hz. M usa, Hz. H arun, Hz. D a­
kaplı olan 12 değişik türü vardır. Dalların vud, Hz. Süleyman, Hz. Eyub, Hz. Zülkifl,
ucunda tek tek açan mor, pem be, beyaz, kır­ Hz. Yunus, Hz. İlyas, Hz. Elyesa, Hz. Zeke-
mızı ya da alacalı renkli iri çiçekleri son dere­ riya, Hz. Yahya, Hz. İsa ve Hz. M uham ­
ce alımlıdır. Çiçeklerin huni biçimli taçyap- m ed’dir.
rakları tabanda birbiriyle kaynaşmış olmakla
birlikte kenarlarda loplara ayrılmıştır. PEYGAMBERÇİÇEĞİ, ilkbaharda gelincik­
Bol güneşli yerleri seven petunyalar bütün lerle birlikte tarlaları donatan alımlı bir kır
bir yaz ve sonbahar boyunca çiçek açmayı sür­ NHPAI Campbell
dürür. Bunların park ve bahçelerde olduğu
kadar balkonlarda saksı içinde yetiştirilen çe­
şitleri de vardır. Yabanilerinin çokyıllık olma­
sına karşın, süs çeşitleri biryıllık bir bitki gibi
yetiştirilir; yani tohum dan üretilen bu bitkiler
çiçeklenip solduktan sonra sökülür, ertesi yıl
yenileri dikilir.

PEYGAMBER, T a n n ’mn söz ve buyruklarını


insanlara ilettiğine inanılan kişidir. Farsça bir
sözcük olan peygamber, bildirim, haber anla­
mında pey gam ile getiren, ulaştıran anlam ın­
da ber takısından oluşm uştur ve “bildiri ya da
haber getiren elçi” dem ektir. Buyruklarının
Tanrı tarafından peygam berlere bildirilmesi­
ne 'vahiy denir. Buyrukları vahiy yoluyla edi­
nen peygam berler, bunları insanlara iletmek
ve yorumlamakla görevlidir.
Kutsal K itap’ta ve K uran"da birçok pey­
gamberin sözü geçer; yaşamları, toplum a ilet­
tikleri m esajlar ve insanları T a n n ’mn yoluna
döndürebilm ek için gösterdikleri çaba ve m u­
cizeler anlatılır.
İslam dinine göre, peygam berler resul ve
Kırların en gösterişli çiçeklerinden olan
nebi olarak ikiye ayrılır. Elçi anlamına gelen peygamberçiçekleri genellikle tahıl tarlalarında
resul, A llah’ın gönderdiği kutsal kitapları in­ gelinciklerle birlikte yetişir.
66 PEYGAMBERDEVESİ

bitkisidir. Çiçeklerinin koyu mavisi gelinciğin


kırmızısına karışarak kırları bir ressamın tab­
losuna dönüştüren bu bitkinin (Centaurea
cyanus) en bol bulunduğu yer Akdeniz Bölge-
si’dir. A m a, çiçeklerinin güzelliğinden ötürü
başka birçok yerde süs bitkisi olarak yetişti­
rilir.
Bileşikgillerden (Compositae) biryıllık bir
bitki olan peygamberçiçeğinin kendi gibi Cen­
taurea cinsinde yer alan 500 kadar kardeş türü
vardır. Bulunduğu familyanın öbür üyeleri gi­
bi peygamberçiçeği de tek bir çiçek gibi gö­
rünse de, gerçekte çok sayıda çiçeğin bir ara­
ya toplanm asından oluşan kömeç biçiminde
çiçekler açar. Çiçek kömecinin göbeğindeki
m or, tüpsü çiçekleri koyu mavi dilsi çiçekler Arıthony Bannister/NHPA

çevreler. Tüpsü çiçeklerin erkekorganları çi­ Göz alıcı desenlerle bezeli bir pemgamberdevesi
avını yanıltacak ölçüde çiçeğe benzer.
çeğe bir böcek konduğunda içeriye doğru bü­
zülür, bu sırada çiçeğin iç yüzündeki ince tüy avladığı belirtilm ektedir. Peygamberdeveleri­
demetleri çiçektozlarını sıyırıp alır ve böceğe nin çoğu yeşildir ve bu sayede yaprakların
bulaşmasını, böylelikle de tozlaşmayı sağlar. arasında görülm eden avını bekleyebilir. Bazı­
Peygamberçiçeğinin tıpkı bir fırçayı andıran ları ise çiçeğe çok benzeyen parlak renklerle
minik tohum ları vardır. bezenmiştir. Onları çiçek sanarak yaklaşan
Pek çok yabani bitkiden olduğu gibi, pey- böcekler bu hatalarını yaşamlarıyla öderler.
gamberçiçeğinden de değerli süs çeşitleri ge­ Peygamberdevesinin dişisi genellikle çift­
liştirilmiştir. Yabanilerinden daha uzun boylu leştikten sonra erkeğini bile yer ve daha sonra
olan bu çeşitlerin, doğadaki renginden başka bıraktığı yum urtaları havada hemen sertleşen
beyaz, pembe ve leylak renklileri de vardır. köpüklü bir kitleyle örter. Y um urtalardan çı­
kan yavrular, kanatsız olm alarına karşın eriş­
PEYGAMBERDEVESİ. Ö n bacaklarını dua kinlere çok benzerler.
ediyormuş gibi göğe kaldırıp kıpırtısız durm a­
sından ya da öne arkaya sallanmasından ötürü PEYNİR. Süt ekşiyip pıhtılaşınca (kesilince),
bir grup böceğe peygamberdevesi adı veril­ katılaşan bölüm sütün suyundan (peyniraltı
miştir. A m a son derece yırtıcı olan bu böcek­ suyu) ayrılır. İşte peynir, teleme ya da süt
lere “duacı” değil “avcı” olduklarını belirten kesmiği denen bu katı m addeden yapılır.
bir ad daha çok yakışır. Çünkü göğe açılan A m a genellikle peynir yaparken, sütün kendi
bacakları gelen avın üstüne kıvrılarak am an­ kendine ekşiyip kesilmesi beklenm ez, süte
sız bir kıskaca dönüşür. Bacağın eklem yerin­ peynir mayası denen bir sıvı eklenerek pıhtı­
den birbiri üstüne kapanan iki uzun parçası laşma süreci hızlandırılır. Peynir mayası ola­
testere dişine benzer çıkıntılarla donanmıştır rak, gevişgetiren hayvanların yavrularının mi­
ve yakaladığı kurbanı parçalayacak ölçüde delerinde salgılanan bir enzim (renin) kullanı­
güçlüdür. lır. Bitkisel peynir mayası olarak bir tür küf
Peygamberdevelerinin bilinen yaklaşık m antarı kullanıldığı gibi, laktik asit bakterile­
2.000 türü vardır. Bunların çoğu dönenceler ri de kullanılabilir.
arasında kalan bölgelerde yaşar. Am a 7-40 Değişik yöntem ler ve değişik süt çeşitleri
cm uzunluğundaki bayağı peygamberdevesi kullanılarak yüzlerce çeşit peynir yapılır.
(Mantis religiosa) A frika’nın kuzeyinden Av­ Dünyadaki peynirlerin çoğu inek sütünden
rupa içlerine kadar yayılmıştır. yapılır. Am a bazı ülkelerde koyun, keçi ve
Sıcak ülkelerde yaşayan çok daha iri türle­ m anda sütünden de peynir yapılır. Bilinen en
rin küçük kertenkeleleri ve kurbağaları bile eski işlenmiş besin m addelerinden biri olan
PEYNİR 67

peynir dünyanın birçok ülkesinde tüketilir. İnek sütünden yapılan yumuşak kam am ber
Am a Japonya ve Çin gibi bazı ülkelerde sütün peyniri ilk kez Norm andiya’da aynı adı taşı­
beslenm ede önemli bir yeri olmadığı için pey­ yan köyde yapılmıştır. Bu peyniri ilk kez üre­
nir yapma geleneği de yoktur. ten M adam H arel’in heykeli köye dikilmiştir.
Birçok farklı peynir çeşidi vardır. Bazıları Brie peyniri yağlı, çok ince bir disk biçiminde­
sert, bazıları yumuşak ya da krem gibidir. Ba­ dir. P ont-rE veque ise kare biçiminde, çok gü­
zıları taze yenir. Bazı peynirler az yağlı, bazı­ zel kokulu bir peynirdir. Chevre adlı keçi pey­
ları çok yağlıdır. niri genellikle küçük yuvarlak parçalar halin­
de yapılır. Rokfor peyniri Güney Fransa’da
Peynir Çeşitleri Roquefort çevresinde, koyun sütünden yapı­
Türkiye’de birçok peynir çeşidi vardır, ama lan nefis mavi bir peynirdir. Yapımında kulla­
en çok üretilenler sırasıyla beyazpeynir, ka­ nılan penicillium küfü bu peynirin içindeki
şarpeyniri ve tulumpeyniridir. Beyazpeynir mavi dam arları oluşturur. Rokfor peynirinin
yapmak için genellikle koyun sütü kullanır. eşsiz tadı, bölgedeki doğal kireçtaşı m ağarala­
70°C’ye kadar ısıtılan süt soğuduktan sonra rında bekletilerek olgunlaştınlm asından kay­
mayalanır. 1,5 saat sonra oluşan telem e, bez­ naklanır.
lere sarılarak özel kasalarda süzülmeye bıra­ Pişirilmiş peynirler olarak bilinen gravyer
kılır. 3-4 saat kadar sonra alman büyük kalıp­ ve İsviçre peyniri İsviçre’den gelir. İsviçre
lar 2 saat süreyle tuzlu suya yatırılır. Sonra peyniri yapmak için süt kesmiği küçük parça­
küçük kalıplara bölünür ve tuzlu su dolu tene­ lar halinde preslenm eden önce yaklaşık
kelere yerleştirilir. Lehimlenen tenekeler 45 52°C’ye kadar ısıtılır. Sonra, 6-8 gün süreyle
gün süreyle buzhanelerde bekletilir, sonra pi­ 22°C-27°C arası sıcaklıkta bekletilirken ortaya
yasaya sürülür. çıkan karbon dioksit, peynirde delikler oluş­
Dünyaca ünlü Fransız peynirlerinin pek ço­ turur.
ğu yumuşak ve olgunlaştırılmış peynirlerdir. Parm esan peyniri, adını İtalya’nın kuzeyin­
Bu peynirler, başka birçok peynir çeşidi gibi deki Parm a’dan almıştır. Oldukça sert olan
preslenmez ve yapımı sırasında küf m antarları bu inek peyniri 2-3 yıl bekletilerek olgun hale
eklenir. Sıcaklığı ve nemi duyarlı bir biçimde getirilir. Genellikle yemeklerde kullanılır.
ayarlanmış olgunlaştırma odalarına bırakılır. Gorgonzola, sevilen bir İtalyan mavi peyniri­
Sütün kesilmesi için kullanılan bakterilerin ve dir. Kırmızı kabuklu yuvarlak bir peynir olan
küfün etkisiyle peynirin yapısı ve tadı değişir. Edam ve tekerlek biçimli beyaz bir peynir
Bazen bu işlem sırasında, çoğu Fransız peyni­ olan G ouda ünlü H ollanda peynirleridir.
rine özel ağır kokusunu veren gazlar oluşur. Bazı peynirlere çeşitli bitki ve baharatla
çeşni verilir. Tom me au Raisin’in siyah kabu­
Octopus Books LtdIPaul Williams
ğu, kurutulm uş üzüm kabuklarıyla yapılır.
Boursin, sarmısak ve başka çeşni verici bitki­
ler içeren bir Fransız peyniridir. Fransız krem
peynirleri de çok ünlüdür.
Y unanlılar’m beyazpeyniri feta koyun sü­
tünden, İtalyan peyniri mozzarella ise m anda
sütünden yapılır.
İngiltere, A B D , Avustralya, Yeni Zelanda
ve K anada’da en çok kullanılan çedar peyniri
ilk kez İngiltere’nin Som erset bölgesinde,
Cheddar’daki çiftliklerde yapılmıştır.
Çedar peyniri yapmak için, bir gece bekle­
tilen akşam sütü sabah sütüyle karıştırılır ve
peynir mayası eklenerek kesilmesi sağlanır.
Sonra süt kesmiği 36°C-39°C sıcaklığa kadar
Çeşitli Fransız peynirleri. ağır ağır ısıtılır. Bu sıcaklıkta 20-30 dakika
68 PHİLİPPOS

bekletildikten sonra içinde kalmış olan pey-


niraltı suyunun tümüyle ayrılması için üç deği­
şik işlem uygulanır ve 50 ölçü kesmiğe 1 ölçü
tuz eklenerek preslenir. Presleme işlemi üç
gün boyunca özel bir peynir presiyle ve gide­
rek artan bir kuvvet uygulanarak yapılır.
Sonra 60°C sıcaklıktaki suyun içinde bir da­
kika bekletilen peynirin dış yüzeyinde ince bir
kabuk oluşur. Bu kabuk saf domuz yağıyla
yağlanır ve biçimini koruması için bir pam uk­
lu kum aşa sarılır. D aha sonra kuru ve iyi ha­
valandırılmış bir odada üç ile dokuz ay
arasında bekletilir. Üç ay sonra, peynirdeki
tereyağının peynirin her yerine eşit biçimde
dağılmasını sağlamak amacıyla peynir sık sık
ters çevrilir.
Günüm üzde üretilen peynirin büyük bölü­
mü birçok çiftlikten gelen sütten yapılır ve
fabrikalarda üretilir. Ü retim süreci büyük öl­
çüde m akinelerle gerçekleştirilir; yapılan pey­
nir nem ve sıcaklığı denetlenen depolarda
bekletilir.

PHİLİPPOS II (İÖ 382-336). M akedonya


Kralı II. Philippos tüm Y unanistan’ı egem en­
liği altına alarak oğlu Büyük İskender’in im­ Prof. M. Andronicos

paratorluğunun temellerini attı (bak. BÜYÜK II. Philippos'un olduğu sanılan kü çü kfild işi büst.
İ s k e n d e r ) . Gençliğinde bir süre rehin kaldığı
Thebai’de, ünlü kom utan Epam inondas’tan lemiş, yetenekli bir devlet adamıydı. Büyük
önemli savaş taktikleri öğrendi. M akedonya rüşvet ve vaatlerle A tina’nın direnişini önledi
tahtına Philippos’tan önce ağabeyi Perdikkas ve Yunanistan üzerinde egemenlik kurdu. İÖ
çıktıysa da, onun İÖ 359’da dağlı kabilelerin 346’da Delfi’de Pythia Spor Yarışm aları’nı
ayaklanması sırasında öldürülmesi üzerine düzenlem ekle, kendisini işgalci değil, gerçek
Philippos kral oldu. Zam an yitirm eden bir bir Yunanlı saydığını gösterdi. Atinalı De-
M akedonya ordusu kurmaya girişti. Dağlı ka­ m osthenes, Philippos’u Yunan kent devletle­
bileleri yenerek M akedonya’nın sınırlarını ge­ rini birbirine düşürmeyi amaçlamakla suçlu­
nişletti. K entler arası anlaşmazlıklardan ya­ yordu (bak. D e m o s t h e n e s ) . Oysa, Philippos’u
rarlanarak Y unanistan’da egemenlik kurm ak Yunan kent devletleri arasındaki kavgalara
için çalıştı. son verecek ve Persler’e karşı yapılacak sefer­
İÖ 358’de altın m adenlerine geçit sağlayan de onları zafere ulaştıracak güçlü bir önder
Am phipolis’i A tinalılar’dan aldı ve daha son­ olarak görenler de vardı.
ra bu bölgede Filippoi kentini kurdu. İki kent D aha sonraki yıllarda Philippos egemenli­
daha ele geçiren Philippos, Am phipolis’i A ti­ ğini kuzeye doğru yaymaya çalıştı. Tüm Yu­
na’ya geri vereceğine söz vererek Y unanlılar’ı nanlıların başkom utanı olarak kabul edildi,
yatıştırabildi. İÖ 352*de aniden harekete ge­ am a planlarını tam am layam adan öldürüldü.
çip Tesalya ve M anisa’yı işgal etti. İÖ 347’de Karısı Olympias’tan olan oğlu Büyük İsken­
ise O lynthos’u ele geçirdi. Sonraki yıl Thebai der tahta çıktı.
ile ittifak kurarak, kutsal Delfi kentini işgal 1977-78’de Y unanistan’ın kuzeyinde kazılar
etmiş olan Phokisliler’i bozguna uğrattı. yapan arkeologlar üç kral mezarı ortaya çı­
Philippos, Yunan kültürünü çok iyi özüm- kardılar. Bunlardan birinde buldukları yarı
PICASSO 69

yarıya yanmış cesedin II. Philippos’a ait oldu­


ğu sanılmaktadır.

PİRASA. Soğanla çok yakın akraba olan pıra­


sa (.Allium porrum ) kışın en çok tüketilen seb­
zelerden biridir. Bazı arkeolojik bulgular,
anayurdunun O rta ve Doğu Akdeniz bölgele­
ri olduğu sanılan bitkinin Eski M ısırlılar’ca
kullanıldığını göstermiştir. G ünüm üzde de
pek çok ülkede yaygın olarak yetiştirilen bu
sebzenin ülkemizdeki yıllık toplam üretimi
300 bin ton dolayındadır.
Pırasa ikiyıllık bir bitkidir; ilk yıl kök ve
yaprak, ikinci yıl çiçek ve tohum oluşturur.
Ö bür bitkiler gibi gerçek bir gövdesi bulun­
mayan bu bitkinin etli yaprak tabanları birbi­
rini bir km gibi sararak bir gövde görünüm ü­
nü almıştır. Genişliği 5-6 santimetreye, uzun­
luğu ise 50 santim etreye (bazı çeşitlerde 100-
150 cm) ulaşabilen ve “kın gövde” de denen
bu beyaz renkli yalancı gövdenin üst ucunda,
birbirinin içinden çıkan yeşil, ince uzun yap­
raklar bulunur; işte bitkinin sebze olarak ye­
diğimiz bölümü km gövde ve yapraklardır. Pı­
rasa ilk yıl hasat edildiğinden pek çiçekli hali­ Ara Güler

ne rastlanmaz. Oysa hasat edilmeyip kendi İspanyol ressam Pablo Picasso 20. yüzyılın en büyük
sanatçılarındandır.
haline bırakılsa, ikinci yıl upuzun bir çiçek sa­
pının ucunda iri, top gibi küm eler oluşturan Sanatlar O kulu’na kabul edildi. O rada üstün
beyaz ya da leylak renkli çiçekler açar. Çiçek­ yeteneği ile dikkati çekti.
ler döküldükten sonra da üstleri pütürlü kü­ 1900’de ilk kez Paris’e gitti. Dönem in
çük siyah tohum lar oluşur. yenilikçi sanatçılarının yaşadığı M onm artre
Çok sevilen bir sebze olan pırasa çeşitli mi­ semtinde bir süre yoksulluk içinde yaşadı.
neral ve vitaminlerce zengin, değerli bir besin­ Picasso, yaklaşık 1901-04 arasındaki ilk dö­
dir. Serin yerleri seven bitki en iyi, humusça nem yapıtlarında sıradan insanların, sirk pal­
zengin, nemli topraklarda yetişir. Yazlık ve yaçolarının, akrobatların resimlerini yaptı.
kışlık çeşitleri vardır. Yazlık çeşitler kışlık Büyük kentlerdeki yaşam kadar, sirk yaşamı
olanlar gibi soğuğa dayanıklı değildir. da ilgisini çekiyordu. Ne var ki, tablolarında
bu yaşamın hüzünlü yanını yansıttı. Mavinin
PICASSO, Pablo (1881-1973). İspanyol res­ çeşitli tonlarını hüznü ve kederi yansıtmak
sam Pablo Picasso 20. yüzyılın en büyük için kullandı. Sanatçının bu dönemi “Mavi
sanatçılarındandır. Dehası ve yaratıcılığıyla D önem ” olarak tanım lanır. 1904-06 arasında
sanata yön veren Picasso’nun resmin yanı sıra resimlerinde mavi yerine daha çok pem be ve
çok sayıda heykeli, oymabaskı ve seramik gri kullanmaya başladı. Hüzün duygusunun
yapıtları vardır. Ayrıca sahne tasarım ları da biraz daha hafiflediği bu dönem ise “Pembe
yapmıştır. D önem ” olarak adlandırıldı.
Picasso İspanya’da Malağa kentinde doğ­ 1907-14 arasında Paris’te aynı apartm anı
du. Babası da ressam ve resim öğretm eniydi. paylaşan Picasso ile Georges Braque, sanat
Resim öğrenim ine 15 yaşında B arselona’daki tarihinde yepyeni bir çığır açan Kübizm Akı-
güzel sanatlar okulunda başladı. Bir yıl sonra mı’nı başlattılar (bak. KÜBİZM). Picasso’nun
M adrid’deki San Fernando Kraliyet Güzel Kübist sanat anlayışının ilk örneği Avignonlu
70 PİCASSO

Solda; Picasso'nun Alm an ressam


Lucas Cranach'ın (1472-1553) bir
resm inden esinlenerek, Kübist anlayışla
yaptığı Oturan Kadın portresi.
A ltta : Ayna Önündeki Kız.

Museum o f M odem Art, New York

SPADEM , Paris/VAGA, New York; fotoğraf,


Museum o f Modern Art, New York

Madrid'de Prado Müzesi'nde bulunan Guernica tablosu Picasso'nun savaşa karşı duyduğu
güçlü nefreti yansıtır.
PİL 71

Kızlar (1907) adlı tablosuydu. Bu dönem de


yaptığı resimlerin en ünlüleri Pipo İçen A dam
(1911), kolaj tekniğiyle yaptığı Bam bu San-
dalyeli Natürmort (1912) ve bir karakalem
çalışması olan Şişe, Bardak ve Kemanadır
(1912-13).
Picasso 1917’de, Sergey Diaghilev’in Rus
Balesi için sahne dekorları yapmak üzere
İtalya’ya gitti. İtalya’da kaldığı süre içinde
Napoli ve Pom pei’deki tarihsel kalıntıları ve
klasik sanat örneklerini görme fırsatı buldu.
1918’de Rus Balesi dansçılarından Olga Koh-
lova ile evlendi. Picasso o yıllarda İtalya’da
gördüklerinin etkisiyle klasik üslupta resimler
yaptı. Bunu, Kübizm’i daha da ileri götüren
çalışmalar izledi. O dönem de yaptığı resimle­
rin en ünlüleri Üç M üzikçi (1921), A n tik Büst
ile Natürmort (1925) ve Üç Dansçı’dır (1925).
Gerçeküstücü olmadığını açıklamış olması­
na karşın, Picasso Gerçeküstücü ressamların
Paris’te açtığı ilk sergiye katıldı. 1935’te sona
eren evliliğinin ardından M arie-Therese Wal-
ter ile tanıştı. Tükenm ek bilmeyen enerjisiyle
çeşitli konularda resim ve heykel çalışmalarını
sürdüren sanatçı o yıllarda Çarmıha Gerilme
(1930), Kırmızı Koltukta Oturan Çıplak
(1932), A yna Ö nündeki Kız (1932) adlı tablo­
ları yaptı. İspanya İç Savaşı (1936-39) sırasın­ Anadolu Yayıncılık Arşivi
da İspanya hüküm eti Paris Dünya Fuarı’nda- Picasso'nun Yaşam adlı yapıtı.
ki (1937) İspanyol pavyonu için Picasso’ya
büyük boyutlu bir tablo ısmarladı. Picasso O dönemde daha çok mitolojik konularla ilgi­
daha tablosuna başlam adan H itler’in uçakları lendi; yarı insan, yarı keçi faunlar, flüt çalan
İspanya’nın Bask bölgesinde küçük bir kasa­ Pan resimleri, ayrıca sahne dekorları, kitap
ba olan G uernica’yı bom baladı. Picasso sava­ resimleri yaptı.
şa ve kasabanın acımasızca bom balanm asına Küçük bir tel ya da tahta parçası gibi, eline
karşı duyduğu tepkiyi başyapıtı sayılan Guer- geçen en basit gereçten olağanüstü çarpıcılık­
nica adlı tablosuna yansıttı. Bugün M adrid’de ta bir yapıt yaratabilen bu büyük sanatçı,
Prado M üzesi’nde bulunan bu tablo 3,5 m etre yaşamının son 10 yılında da enerjisinden ve
genişliğinde, 7,82 m etre uzunluğunda, üç yaratıcılığından hiçbir şey yitirmedi.
levhadan oluşan bir pano biçimindedir. Sa­ 1971’de Louvre Müzesi, Picasso’nun sekiz
natçının bu yağlıboya çalışmasında belirli bir yapıtını sergileyerek sanatçının 90. doğum
m ekân yoktur. Resimdeki insan ve hayvan gününü kutladı. Picasso 92 yaşında, ardında
figürleri acı, hüzün ve savaşa karşı duyulan binlerce yapıt bırakarak öldü. Sanatçının ya­
güçlü nefreti yansıtır. pıtları bugün dünyanın çeşitli ülkelerindeki
Alm an işgali altındaki Paris’te resimlerinin başlıca müze ve galerilerde sergilenm ektedir.
sergilenmesi yasaklanan Picasso, II. Dünya Ayrıca bak. RESİM SANATI.
Savaşı’ndan sonra Paris işgalden kurtulunca
Salon d ’A utom ne’da bir sergi açtı. Resmin PİL. El fenerinin ışık verm esi, kapı zilinin ya
yanı sıra heykel, seram ik, taşbaskı ve asitli da el radyosunun çalması için gerekli elektrik
oymabaskı tekniğiyle yüzlerce yapıt verdi. enerjisini sağlayan piller, daha büyük boyutlu
72 PİL

VOLTA PILI LECLANCHE PİLİ

Tuzlu su
e m d irilm iş
keçe

Sıra sıra dizilen bakır Manganez D ioksit


ve çinko d iskle r tuzlu ve Karbon
su e m d irilm iş keçeyle
b irb irin d e n a yrılm ıştır

Paralel bağlanm ış p ille r Seri bağlanm ış p ille r

Başlıca üç tü r pil vardır. Bunlar, Volta pili ile "k u ru " ve "ya ş" Leclanche pilleridir.

işler, örneğin bir telefon santralına gerekli Piller kuru, yaş ve katı elektrolitli olarak üç
enerjinin sağlanması için de kullanılabilir. türe ayrılır. En çok kullanılan birincil pil olan
Birbirine bağlı birden çok pilden oluşan Leclanche pilini ilk kez 1868’de Fransız m ü­
elektrik enerjisi kaynaklarına da batarya hendis Georges Leclanche kullanmıştır. Lec­
denir. lanche pilinin bir cam kavanoz içinde yapılan
1794’te İtalyan fizikçi Alessandro V olta, bir yaş türü ve m etal bir kap içinde yapılan kuru
tuz çözeltisine, daldırılmış iki farklı metal türü vardır. Genellikle kısaca kuru pil denen
parçasını bir telle birbirine bağladığında tel­ kuru Leclanche pilleri kapı zili, el feneri ve el
den elektrik akımı geçtiğini keşfetti. Volta radyosu gibi az elektrik akımı gerektiren
daha sonra tuz çözeltisine, bu iki metalden aygıtlarda kullanılır. D aha büyük m iktarlarda
oluşan birçok başka metal çifti daldırdı ve elektrik akımı sağlamak için ikincil pillerden
onları birbirinden ayırmak için aralarına kar­ yararlanılır. Bunlar genellikle kurşunlu akü­
ton levhalar yerleştirdi. Volta, pila adını m ülatörlerdir.
verdiği bu düzeneğin iki ucundaki m etallere Bir pilin bir elektrik devresinden elektrik
dokunduğunda küçük bir elektrik şoku hisset­ yükü akıtabilme kuvvetine elektrom otor kuv­
ti. Bu basit elektrik düzeneğine sonradan vet (EM K) denir. Voltla ölçülen elektrom o­
Volta pili adı verildi. tor kuvvet, pilin yapımında kullanılmış olan
Bu ilk pildi. D aha sonra pil yapımında m etallerin ve çözeltinin türüne göre değişir.
birçok gelişme oldu; ama bütün piller, içlerin­ Leclanche pilinin elektrom otor kuvveti 1,5
de gerçekleşen kimyasal değişim sonucu elek­ volttur.
trik akımı veren aygıtlardır. V olta’nm yaptığı gibi çok sayıda pili birbiri­
Başlıca iki pil türü vardır. Kısaca pil denen ne bağlayarak daha büyük bir elektrom otor
birincil piller, içerdiği kimyasal m addeler kuvvet elde edilebilir. Ö rneğin, elektrom otor
tükenene kadar elektrik akımı üretir; sonra kuvveti 1,5 volt olan 10 pili birinin artı ucu
yeniden kullanılamaz. A küm ülatör denen öbürünün eksi ucuna bağlanacak biçimde, bir
ikincil piller ise kullanılıp bittikten sonra araya getirirsek, bu bataryanın elektrom otor
elektrikle yüklenerek yeniden kullanılabilir. kuvveti 10x1,5 = 15 volt olur. Pillerin bu
M otorlu taşıtlarda kullanılan aküm ülatörler biçimde birbirine bağlanmasına seri bağlama
ya da kısaca aküler bu türe örnektir. denir. Eğer bu pillerin artı uçlarını birbirine,
PİPO 73

eksi uçlarını da birbirine bağlayarak bir batar­ ' ' —


ya yaparsak, bu bataryanın elektrom otor
kuvveti bir pilin elektrom otor kuvveti olan
1,5 volttur; ama bu kez bataryanın kullanım
süresi artar. Büyük kapasiteli uzun öm ürlü bir
batarya yapmak için pillerin bu biçimde birbi­
rine bağlanmasına paralel bağlama denir.
İngiliz bilim adamı Francis Thomas Bacon’
m 1959’da bulduğu yakıt pili, hidrojen ve
oksijenin birleşip su oluşturmasıyla çalışır.
Elektrolizin tam tersi olan bu süreçte çok Alfred Dunhill Ltd.
m iktarda elektrik enerjisi açığa çıkar (bak. 1 Güzel oym alarla bezeli çanağı ve kehribar
E l e k t r o l iz ) . Uzay araçlarında elektrik enerji­ ağızlığıyla, lületaşından yapılm a bir Fransız piposu.
si üretm ek için kullanılm akta olan yakıt pille­ 2Avrupa Bavyera'da hâlâ yaygın olarak kullanılan bir Orta
piposu. Ağızlık ve sapının en üst bölümü
rinin elektrikli otom obillerde kullanılması kemikten, alt bölüm ü ise kiraz ağacı odunundan
için de denem eler yapılmaktadır. Yüksek yapılmıştır. Tirol üslubu olarak bilinen bu piponun
verimli olduğu ve yakıtı ucuz olduğu için yakıt breuer çanağı metal bir kapakla örtülüdür. 3 Özenle
işlenm iş bir Iran piposu. Kemikten yapılm ış renkli
pilleri çok iyi bir elektrik enerjisi kaynağıdır. sapı yaldızla bezelidir, çanağı kilden yapılmıştır.
4 SSCB'de kaolinden yapılm ış bir pipo. 5 17. yüzyıla
özgü, kilden yapılm ış eski bir pipo. 6 Sardinya
PİNGPONG bak. MASATENİSİ.
Adası'nda süpürgeotu köklerinden yapılm a iki
m odern pipo. 7 Bambu kökünden yapılm ış, üzeri
PİPO. D ünyanın çeşitli yörelerinde yaşayan süslü bir Birmanya piposu. 8 Kuzeydoğu
pek çok insan yüzyıllardır değişik biçimlerde eyaletlerinde yaşayan Am erika Y erlileri'nin
arduvazdan oyduğu bir pipo. Çanağı tam ortaya
ve farklı gereçlerle yapılmış pipolarla tütün yerleştirilm iştir.
içer. Kuzeyin buzlu yörelerinde yaşayan Eski-
m olar, mors dişinden yapılmış zarif, oymalı
pipolar kullanırken, eskiden afyon kullanma
alışkanlığının yaygın olduğu U zakdoğu’da en
çok, sapları yeşim ve lakeyle bezenmiş, çanak
bölümleri oldukça ufak pipolar beğenilir.
T ütünü ilk kullananların O rta A m erika’da­
ki A ztekler (bak. AZTEKLER) ile Kuzey A m eri­
ka Yerlileri olduğu sanılm aktadır (bak. TÜ­
TÜN). Eski oyma resimlerden A ztekler’in tü ­
tünü ince, uzun çubuklarla içtiği anlaşılm ak­
tadır. A B D ’nin Ohio eyaletindeki eski m ezar­
larda dirsek biçiminde, kil ya da taştan
yapılma pipolar ortaya çıkarılmıştır. Bu zarif
pipolar kabilelerin kutsal saydıkları kuş ve
hayvan başı oymalarıyla bezelidir. Y erliler’in
ünlü calumet ya da “barış çubuğu”nun uzun­
luğu 1 m etreden fazlaydı. Bu çubukların
tütün doldurulan çanağı m erm er ya da kırmızı
taştan, sapı ise dişbudak ağacından yapılırdı.
Bu pipo, av ya da savaşla elde edilen başarıla­
rı simgeleyen at kılı, boncuk ve tüylerle
süslenirdi.
Avrupa pipoyla ilk kez 16. yüzyılın sonla­
rında, A m erika’dan dönen denizciler aracılı­
ğıyla tanıştı. Pipo yapımında ağaç, kemik ya
74 PİRANA

kaplayan Am azon havzasındaki akarsularda


ve Orinoko gibi yakınındaki ırm aklarda ya­
şar. İçlerinden 4-5 tür özellikle tehlikelidir.
Pirana’nın en belirgin özelliği iri ve sivri
dişleridir. Güçlü kaslara bağlı alt ve üstçene-
lerde sıralanmış olan ustura gibi keskin bu
dişler ağız kapandığında birbirlerine sıkıca
kenetlenir. Böylece pirana kendinden çok
daha iri olan avından büyük parçalar kopara­
bilir. Piranadan başka bunu yapabilecek pek
az balık vardır.
En büyük pirana türü Brezilya’nın doğu­
sunda yaşayan ve uzunluğu 60 santimetreyi
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Türkiye'de lületaşından yapılm ış pipolar.
bulabilen pirayadır (Pygocentrus piraya). Ta­
nınmış bir akvaryum balığı olan kızıl pirana
da sırlı Alman porseleninden, elle oyulan ve (Serrasalmus nattereri) ise yaklaşık 30 santi­
renklendirilen lületaşına kadar çok çeşitli metreye kadar büyür.
m addeler kullanıldı. Biçim ve büyüklükleri Piranaların son derece yırtıcı olduğu eski­
değişmekle birlikte, daha sonraki 300 yılda en den beri söylenip yazılmıştır. G erçekten bin­
yaygın kullanılan pipolar kilden yapılanlar lerce balıktan oluşan büyük sürüler halinde
oldu. Bunlar 19. yüzyılın ortalarında pipo yaşayan piranaların suya giren ya da düşen
yapımında ağaç fundası ya da ormangülü gibi sığır ve kapibara gibi iri hayvanlara saldırdık­
bitkilerin köklerinin kullanılmaya başlam a­ ları bilinmektedir. Am a çoğu pirana türü
sından sonra gözden düştü. Bu bitkilerin öbür balıklar ve suya düşen meyve, tohum
köklerinden elde edilen oduna breuer denir gibi bitkisel m addelerle beslenir. Bazı bölge­
ve breuer pipolar günümüzde de yaygın ola­ lerde insanlar piranaların bol bulunduğu sula­
rak kullanılm aktadır. rın yakınlarına bile gitmek istem ezlerken,
bazı bölgelerde piranalarla ilgili hiçbir saldırı
PİRANA. Güney A m erika’daki akarsularda olayına rastlanm am ıştır. Bu balıkların özellik­
yaşayan, küçük ama yırtıcılığıyla ünlü bir le çok açken, ürem e dönem lerinde ya da
düzineyi aşkın balık türü pirana adıyla tanı­ büyük sürüler halinde dolaşırken büyük hay­
nır. Bu balıklar tetralar gibi, saldırgan olm a­ vanlara saldırdıkları sanılmaktadır. Dişi pira­
yan çok renkli birçok akvaryum balığının nalar yum urtalarını su bitkilerine yapıştırır,
akrabasıdır. Piranalar çok geniş bir alanı erkekleri de bunları yavrular gelişip çıkıncaya
ARDEA kadar korurlar.

PİRE. Pireler küçük, kanatsız, koyu kahve­


rengi ve kan emici böceklerdir. Bir pire üç çift
güçlü bacağının yardımıyla gövde uzunluğu­
nun 200 katı uzaklığa sıçrayabilir. Küçük ve
yuvarlak başında yer alan ağız parçalarıyla,
üzerinde yaşadığı memelilerin ve kuşların
derisini delip kanını emer. Gövdesi yanlardan
iyice yassılaşmıştır. Başının gerisinde ve göv­
desinde sıralar halinde dikensi çıkıntılar bulu­
nur. Gövdesinin biçimi sayesinde üzerinde
yaşadığı hayvanın kılları ya da tüyleri arasın­
da çok hızlı hareket edebilir. Gövdesindeki
Pirananın gövdesi yanlardan basık ve enlidir. Güçlü
çeneleri, birbirlerine sıkıca kenetlenen keskin dişlerle arkaya yatık çıkıntılar ise geriye doğru kay­
donanmıştır. masını engeller.
PİRENE DAĞLARI 75

Dişi pireler yum urtalarını üstünde yaşadık­ rak rastlanm aktadır: Ayrıca pireler tifüs ile
ları canlıların kılları arasına ya da yaşadıkları tularem i ya da tavşan vebası adlarıyla tanınan
çevredeki, pislik ve artıklarla dolu korunaklı hastalıklara yol açan m ikropların taşıyıcıları
yarık çatlaklara bırakır. Böylece yum urtadan arasındadır. Sayısı 1.600’ü bulan pire türlerin­
den yalnızca küçük bir bölümü gerçekten
tehlikelidir. A m a özellikle sıcak ülkelerde
yaşayan bazı türler kan emdikleri konakların
derisini tehlikeli biçimde örseleyerek şiddetli
ağrılara neden olur ve açtıkları yaralar çeşitli
mikropların vücuda girmesi için uygun bir
ortam yaratır.

PİRENE DAĞLARI, Fransa ile Ispanya’yı


birbirinden ayırır. İki ülkenin arasındaki sı­
nır, ortada yer alan en yüksek dağ sırasının
doruk noktalarından geçer. Pireneler yaklaşık
430 km uzunluğundadır. En yüksek noktası
3.404 m etrelik A neto Tepesi’dir. D oruklar
hep karla kaplıdır; yüksek vadilerde küçük
buzullar vardır. İspanya kesiminden daha çok
yağış alan Fransa kesimi aynı zam anda daha
ağaçlıktır.
Pire üç çift güçlü bacağının yardım ıyla gövde Fransa ile İspanya arasındaki başlıca kara
uzunluğunun 200 katı uzaklığa sıçrayabilir. Erişkin
pirelerin uzunluğu 1-10 mm arasında değişir.
ve demiryolları Pireneler’in alçalarak denize
yaklaştığı iki uçtan geçer. İç kesimlerde ise,
çıkan larvalar besin sıkıntısı çekmez. Larvalar en önemlileri Som port, Perche ve Perthus
çok küçük ve beyaz tırtıllara benzer. Y eterin­ olan geçitlerden yararlanılır. Rom alılar’ın da
ce beslenen larvalar bir tırtıl gibi çevrelerine kullandığı Som port Geçidi 7.824 m etrelik bir
koza örüp pupa evresine girer. Kozadan tünelle Fransa demiryolu ağını İspanya de­
erişkin biçimini alarak çıkan pire artık kan miryolu ağma bağlar.
em erek beslenmeye hazır bir asalaktır. Dağların ortasında yer alan A ndorra dün­
Pireler m em eliler ve kuşların asalağıdır. yanın en küçük devletlerinden biridir (bak.
Asalağın üstünde yaşadığı canlılara “konak” A n d o r r a ) . Pireneler’deki hızlı akışlı ırm ak­
denir ve pirelerin birçok türü belli bir konakta lardan elde edilen enerjiyle elektrik üretilir.
yaşamayı yeğler. Örneğin Latince bilimsel adı Batıdaki vadilerde tahıl ve meyve yetiştirilir.
Pulex irritans olan insan piresinin başlıca Picturepoint
konağı insandır. Am a pireler sık sık bir
konaktan öbürüne geçer ve etçil hayvanlar
genellikle avladıkları hayvanlardan pire de
alırlar.
Pireler bir konaktan öbürüne kolayca geçe-
bildiklerinden ve kan em erek beslendiklerin­
den, hasta olanlardan sağlıklı olanlara mikrop
taşıyan tehlikeli hayvanlardır. O rtaçağda mil­
yonlarca insanın ölmesine yol açan hıyarcık
vebasının lağım faresi olarak da bilinen kem e­
lerin üzerinde yaşayan pirelerin ısırığıyla in­
sanlara bulaştığı anlaşılmıştır (bak. V e b a ).
Kem elerin sayısı bir ölçüde azalmış olduğun­
dan hıyarcık vebasına günümüzde ender ola­ Pirene Dağları'nda bir İspanyol köyü.
76 PİRİNÇ

Pireneler’in A kdeniz’e yaklaşan güney ya­


m açlarında büyük üzüm bağları vardır. Kış
sporları birçok turisti dağların orta kesimine
çeker. Pirene D ağlan’mn batı ucunda, Fran­
sa’daki Biarritz ile İspanya’daki San Sebasti-
an arasında kalan kıyı boyunca dinlence
tesisleri vardır. Ö teki A vrupa dillerine benze­
meyen bir dil konuşan Basklar da bu bölgede
yaşarlar (bak. B a s k l a r v e B a s k B ö l g e s İ).

PİRİNÇ. Tahıl bitkileri içinde buğdaydan


sonra en çok yetiştirilenlerden biri olan pirinç
(Oryza sativa) dünyadaki en önemli bitkisel Nature Photographers Ltd.
besin kaynaklarındandır. Aslında dünyanın Borneo'da pirinç fidelerinin dikilişi. Pirinç ekilen
batı bölüm ünden çok doğusunda önem taşı­ bölm eler (tavalar) bir karışa yakın derinlikte suyla
doludur.
yan bu değerli tahıl özellikle A sya’nın Çin,
Japonya ve Hindistan gibi fazla nüfuslu ülke­ tadır. H indistan’dan Ç in’e, oradan da başka
leri ile Malezya ve Filipinler gibi sıcak yörele­ ülkelere yayıldığı düşünülen bu değerli tarım
rinde halkın tem el besinini oluşturur. D ünya­ bitkisinin İÖ 3000’lerde Çin’de yetiştirildiği
daki toplam pirinç üretiminin yüzde 90’ı bilinm ektedir. Büyük İskender İÖ 4. yüzyılda
A sya’da gerçekleştirilir. Babil’i ele geçirdiğinde Dicle ve Fırat kıyıla­
Eskiçağlardan beri yetiştirilen pirincin orta­ rında pirinç tarımı yapılıyordu. Pirinç A vru­
ya çıkışına ilişkin ilginç bir Çin efsanesi pa’ya 15. yüzyılda, Kuzey A m erika’ya ise 17.
vardır. Bu efsaneye göre, bir kıtlık zamanında yüzyılda götürülmüştür.
balık tutm aya giden, am a balık yerine kurba­ Buğdaygiller (Gramineae) familyasında yer
ğalar kralını yakalayan küçük bir köylü kızı alan öbür tahıllar gibi pirincin de boğumlu
kurbağayı serbest bırakınca, balık ağının ince ince uzun bir gövdesi (sapı) ve saçak kökleri
deliklerinden geçen güneş ışınları pirinç tane­ vardır. Şerit biçimindeki ince uzun yaprakla­
lerine dönüşü vermiştir. G erçekte pirincin rın her biri, çıktığı boğumu bir km gibi sarar.
Avustralya ve H indistan’da göl kıyılarında Pirincin çiçekleri gövdenin ucunda bileşik
yetişen yabani bir bitkiden türediği sanılmak- salkımlar halinde bulunur. Salkımlar çok sayı­
NHPA/Douglas Dickens
da başakçıktan oluşur; her başakçıkta tek bir
çiçek vardır. Bu çiçekler döllenerek olgun bir
tohum a, yani pirinç tanesine dönüşür. T ane­
lerin her biri “kavuz” denen bir kılıfla örtülü­
dür. İşte bu kavuzlu taneler, hatta bitkinin
kendisi yaygın olarak “çeltik” adıyla anılır.

Pirinç Tarımı
Pirinç başlıca, 45° kuzey, 35° güney enlemleri
arasında kalan tropik, astropik ve ılıman
bölgelerde yetiştirilir. Pirinç tarım ında sulu ve
kuru olmak üzere iki yöntem den yararlanılır.
Yaygın olarak kullanılan sulu yöntem de ürün
suyun içinde yetiştirilir. Bu yüzden akarsu ve
göl kıyılarındaki alüvyonlu, düz topraklar
yeğlenir. Oysa bazı yüksek yerlerde, aynı
öbür tahıllar gibi, suda bekletilmeksizin doğ­
Endonezya'nın Bali Adası'nda teraslanm ış pirinç rudan toprağa ekilen pirinç çeşitleri de var­
tarlaları. dır.
PİRİNÇ 77

Pirinç, birbirinden alçak setlerle aynlan içi


su dolu bölmelerde yetiştirilir. “T ava” denen
bu bölm eler yakındaki akarsulardan arklarla
akıtılan suyla doldurulur. Önceden özel ça­
murlu yataklarda çimlendirilen pirinç fideleri
ortalam a 15 cm uzunluğa eriştiğinde asıl
yerlerine, yani tavalara dikilir. Fideler bol su
ve güneşin etkisiyle hızla büyüyüp gelişir. Bu
süreç içinde ara sıra tavaların suyu boşaltıla­
rak yabani otlar temizlenir. Pirinç tarım ı­
nı tehdit eden en önemli öğelerin başında
kuraklık, yabani otlar, kuşlar ve böcekler
gelir. Mehmet Akgül
Kastamonu ilinin Tosya yöresinde pirinç tarlaları.
Pirinç yaklaşık 6-9 aylık bir süre sonunda,
yaprakları sararm aya başladığında hasat edi­
lir. H asat, tavaların suyu boşaltılıp toprak işlemler aslında ürünün besleyici değerini
kuruduktan sonra yapılır. Tarlada kalan sap­ yitirmesine neden olur. Çünkü pirinç taneleri­
lar genellikle m andalara yedirilir. Pirinç tarı­ nin dış katm anları insan sağlığı için çok
mı A B D gibi bazı ülkelerde m akinelerle gerekli bir m adde olan Bı vitaminince (tiya-
yapılıyorsa da, aslında pek çok bölgede genel­ min) zengindir (bak. VİTAMİN). Nitekim , te­
likle insan gücüne dayanır. mel besini pirinç olan azgelişmiş bölgelerde,
kaba temizlenmiş pirinç insanların Bı vitam i­
Pirincin Kullanımı nini alabilecekleri tek kaynaktır. Bu yüzden,
Dünyada üretilen pirincin büyük bölümü uzunca bir süre kaba temizlenmiş pirinç yeri­
doğrudan yiyecek olarak tüketilir. A m a, ta­ ne, kavuzları tümüyle çıkarılmış, parlatılmış
nelerin kavuzları yenm eden önce çıkarılır; bu pirinçle beslendiklerinde, Bı vitamini yoklu­
işlem azgelişmiş kırsal bölgelerde genellikle ğundan kaynaklanan beriberi denen bir hasta­
havana benzer çukur kapların içinde tokm ak­ lığa yakalanırlar.
larla dövülerek, gelişmiş ülkelerde ise m aki­ Pirinç taneleri öğütülerek un ve nişasta da
nelerle yapılır. M akineyle tem izlenen pirinç­ elde edilir. Pirinç unundan yapılan ham ur
lerde kavuzlar tümüyle alınıp taneler bem be­ maya tutm adığı, yani kabarm adığı için ekm ek
yaz, parlak bir hale gelir. Ö bür ilkel yöntem ­ yapımında kullanılmaz. Am a gene de A s­
de ise pirinç tanelerinin üstünde kısmen ya’nın doğusundaki bazı bölgelerde pirinç
kavuz artıkları kalır. D aha çok tanelerin unundan gözleme gibi bazı yassı ham ur
görünüm ünü düzeltmek amacıyla yapılan bu ürünleri yapılır. Pirinç unu ve nişastası en
çok sütlü tatlı yapımında ve pastacılıkta kulla­
NH PA/N. A. Callow nılır.
Japonya’da pirinçten m ayalandırılarak saki
denen bir çeşit bira yapılır. Çin ve H indistan’
da da buna benzer alkollü içkiler hazırlanır.
Pirinç haşatından sonra arta kalan saplar,
pirinç kepeği ve tanelerin parlatılm asından
kalan un hayvanlara yedirilir. Ayrıca, sapla­
rından şapka, yer yaygısı, çanta ve ayakkabı
gibi bazı hasır eşya yapılır. Pirinç köklerinin
yakılmasıyla elde edilen küller ise pirinç
tarlalarının toprağına gübre olarak katılır.
“Pirinç kâğıdı” denen bir çeşit kâğıdın ya­
pıldığı bitkinin ise pirinçle hiçbir ilgisi yok­
Güney Asya'da, Nepal'de pirinç hasadı. tur.
78 PİRİNÇ

T ürkiye’de pirinç tarım ının büyük bölümü Bunlar sert olmakla birlikte gene de dövüle­
M arm ara, K aradeniz ve Ege bölgelerinde rek işlenebilir, haddeden geçirilerek levha
yapılır. Pirinç ekimi yapılan 53 bin hektarlık haline getirilebilir, tel, çubuk ve boru halinde
alandan alman ürün 165 bin tondur; bu çekilebilir. Sarı pirincin çinko oranı yüzde
üretim de en büyük pay Edirne ilinindir. 40’tır; bunlar daha sert ve dayanıklıdır, dövü­
E dirne’yi Çorum , Samsun, Sinop, İzmir, M a­ lerek işlenemez, ama kalıplara dökülebilir ya
nisa, Balıkesir ve Kastam onu izler. da sıcak haldeyken ekstrüzyon yöntemiyle
(belirli biçimdeki bir delikten zorla geçirile­
PİRİNÇ. Bakır ile çinko m etallerinin karışı­ rek) ya da preslenerek biçimlendirilebilir.
mından oluşan alaşımlara pirinç denir. Pirinç­ Başka özel pirinç türleri de vardır.
te bakır oranı yüzde 60-90, çinko oranı ise Pirinç genellikle elektrikli fırınlarda üreti­
yüzde 10-40 arasında değişir. Eskiden bakır- lir; bu fırınlarda sıcaklık ve erime koşulları
kalay alaşımlarına da pirinç denirdi; ama bu titiz biçimde denetlenir. Önce bakır eritilir,
alışımlann asıl adı tunçtur; tunca bazen bronz daha sonra bu eriyiğe çinko külçeleri atılır;
da denir (bak. T u n ç ) . Pirincin ilk olarak doğu elde edilen alaşım kalıplara dökülerek yassı
ülkelerinde bulunduğu sanılmaktadır. A vru­ pirinç kütükleri elde edilir. M etalin iyi biçim-
p a’ya ise ortaçağda geçmiştir. lendirilebilmesi için döküm sonrasında soğu­
Pirinç bakırdan daha sert ve daha sağlam­ manın yavaş olması gerekir. Pirincin sağlamlı­
dır; bakır gibi aşınmaya ve paslanm aya karşı ğını, paslanmaya karşı dayanıklılığını artır­
dayanıklıdır. Pirincin özellikleri içerdiği çinko m ak ve bazı başka özel nitelikler kazandır­
oranına göre değişir. Çinko m iktarı azaldıkça m ak için, alaşıma bazen az m iktarda başka
m etal daha yumuşaklaşır ve kolayca dövüle­ m etaller, özellikle de kurşun ve manganez
rek biçimlendirilebilir bir özellik kazanır; katılır.
buna karşılık çinko oranı yüksek pirinçler Pirincin çok değişik kullanım alanları var­
daha sert ve kırılgandır. Çinko oranı yüzde dır. Pirinç paslanmaz; onun için makine
10-15 arasında değişen pirinçler kırmızı altın yataklarının ve sürekli nem gören pom pa ve
rengindedir; bunlar çok iyi dövülebilir; soğuk m akine parçalarının yapımına çok elverişlidir.
haldeyken biçimlendirilebilir, işlenebilir. Çin­ Dişliler, pervane kanatları, buhar borularının
ko oranı yüzde 30 olan pirinç altın renginde­ bağlantı parçaları, valfler, vidalar ve başka
dir ve oldukça üstün özelliklere sahiptir. pek çok m akine parçası genellikle pirinçten

ZEFA

H indistan'da Ganj Irmağı


kenarındaki Varanasi
kentinde pirinç işleyen bir
usta.
PİRİ REİS 79

A m erika’nın iç kesim lerinde kışlayan bir kuş


türüdür. İnekkuşları (Molothrus cinsi) ve 80’i
aşkın öbür kuş türleriyle birlikte leteridae
familyasını oluşturur. Pirinçkuşu (D olichonyx
oryzivorus) yaklaşık 18 cm uzunluğunda ve
kaim gagalıdır. İlk bakışta irice bir serçeyi
andırır. Üreme mevsiminde erkeğin tüyleri,
ensesindeki sarı, sırtında ve kuyruksokum un-
daki beyaz lekeler dışında siyahtır. Ü rem e
mevsiminden sonra tüylerini döken erkeğin
yeni tüyleri, serçelerinki gibi sarımsı kahve­
rengi ve çizgilidir. E rkek ilkbahara kadar dişi
ve yavrularınkine benzeyen bu tüylerle do­
laşır.
Pirinçkuşları çiftleştikten sonra dişiler yer­
deki oyuklara bitki saplarından çanak biçi­
minde yuvalar yapar ve bu yuvalarını otla
döşerler. Dişi yuvaya koyu benekli grimsi ya
da kahverengimsi 5-6 yum urta bırakır. Yavru­
lar büyüyüp palazlanınca, pirinçkuşları sürü­
ler halinde toplanıp güneye göç etmeye
başlar.
Türk Kültürüne H izm et Vakfı/Sadberk Hanım Müzesi
B ütün ilkbahar ve yaz boyunca pirinçkuşla-
Pirinçten yapılm ış bir 16. yüzyıl Osmanlı şamdanı. rı buldukları böceklerle beslenip yavrularını
da beslerler. Yaz sonuna doğru ise buğdaygil
yapılır. Pirinç çok iyi parlatılabilir ve bu bitkilerinin tohum larını yemeye başlarlar. Pi­
nedenle de çaydanlık, tepsi, lam ba, şamdan rinçkuşu sürüleri eskiden kıyılardaki bataklık­
gibi bezemeli eşya yapımında kullanılır. larda yetiştirilen pirinçlere büyük zarar veri­
yordu. Am a pirinç üretilen alanların değişme­
PİRİNÇKUŞU, Kuzey A m erika’nın kuzey si sonucu verdikleri zarar da azalmıştır.
kesimlerinde üreyen ve genellikle Güney
O.S. Pettingill, Jr./National Audubon Society
PİRİ REİS (1470-1554). Ünlü bir Osmanlı
denizcisi olan Piri Reis, deniz coğrafyası
alanındaki çalışmaları ve çizdiği dünya harita­
sıyla tanınmıştır.
Ç ekirdekten yetişme bir denizci olan Piri
Reis, küçük yaşta amcası Kemal Reis’in
yanında denizlere açıldı. A kdeniz’de birçok
korsanlık olayına karıştı. Amcası Osmanlı
D evleti’nin hizm etine girince Piri Reis’e de
kaptanlık verildi. 1499-1502 arasındaki Os-
m anlı-Venedik Savaşı’na katılan Piri Reis
1511’de amcası ölünce G elibolu’ya çekildi.
Burada ünlü yapıtı Kitab-ı Bahriye (“Denizci­
lik K itabı”) üzerine çalışmaya koyuldu.
1513’te bir dünya haritası çizdi. Yavuz Sultan
Selim’in çağrısı üzerine 1517’de Mısır’a sefer
yapan donanm ada görev aldı. 1522’deki R o­
Üreme m evsim i yaklaşırken pirinçkuşunun erkeği
çayırlık alanlarda, çiftleşeceği ve türdeşlerine karşı dos seferine katıldı. 1521’de bitirdiği Kitab-ı
savunacağı bir bölge belirler. Bahriye'yi yeniden düzenleyerek 1525’te K a­
80 PİROMETRE

Piri Reis'in Kitab-ı


Bahriye'sinde Kıbrıs Adası.

U.n'V''

Ara Güler Arşivi

nuni Sultan Süleyman’a sundu. 1528’de ikinci dan daha doğru bilgiler ve çizimler içerir.
bir dünya haritası çizerek bunu da padişaha 1528’de çizdiği ikinci dünya haritasından elde
arm ağan etti. kalan parça ise Atlas O kyanusu’nun kuzey
Piri Reis bundan sonra Kızıldeniz, Um m an kesimini kapsar. H aritada görülen Asor A da­
Denizi ve Basra Körfezi’nde görev yapan ları ile A ntiller’e ilişkin çizimler 1513 tarihli
Osmanlı donanmasına katıldı. 1547’de bu haritaya göre daha doğrudur.
donanm anın kaptanlığına getirildi. Bölgedeki
Osmanlı egemenliğini tehdit eden Portekizli­ PİROMETRE. Yüksek sıcaklıkların ölçüm ün­
le r e karşı çetin savaşlara girişti. Am a son de sıradan bir term om etre kullanılamaz, çün­
seferinde gemilerinin bir bölümünü önlem kü term om etrenin camı erir ve içindeki sıvı
olarak B asra’da bıraktığı için donanm anın kaynar. Bu nedenle özel tipte term om etrele­
başından ayrılmakla suçlanarak idam edildi. rin kullanılması gerekir. Bu tür özel sıcaklık
Piri Reis denizciliğinin yanı sıra coğrafya ölçüm aygıtlarına pirom etre denir.
alanındaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Ünlü Sıcak cisimler ısı yayar: Isı bir elektromag-
yapıtı Kitab-ı Bahriye Akdeniz ve Ege Denizi netik ışınım biçimidir (bak. isi; İ şin im ) . Cisim
kıyılarını, adalarını ve limanlarını tanıtan bir ne kadar sıcaksa yaydığı ışınım da o ölçüde
kılavuzdur. K itapta yer alan 223 haritada çok olur; bu ışınımın dalga boyları cismin
anlatılan yerlerin coğrafi özellikleri ayrıntıla­ sıcaklığına bağlıdır. Cisim ısındıkça kızarır ve
rıyla betimlenmiştir. Piri Reis ayrıca, uzun sonra da rengi kırmızıdan turuncuya, turun­
deneyim lerinden ve birçok yazılı kaynaktan cudan da sırasıyla sarı, beyaz ve maviye
yararlanarak kaleme aldığı bu yapıtta, o döner. Pirom etreyle sıcaklık ölçüm ünde cis­
dönem de bilinen denizler ve karalar hakkında min bu özelliğinden yararlanılır.
yararlı bilgiler verir, denizlerdeki rüzgâr çeşit­ Işınım pirometresi'nde ışınım, bir ısılçiftin
lerinin ve fırtınaların bir döküm ünü yapar. bağlantı yeri üzerinde odaklanır. (Isılçiftin
Piri Reis 1513’te çizdiği ilk dünya haritası nasıl çalıştığı T E R M O M E T R E maddesinde
için Kristof Kolom b’un 1498’de çizdiği, bu­ anlatılm ıştır.) Isılçift, aldığı toplam ışınım
gün kaybolmuş olan haritayla Portekizli ve m iktarına bağlı bir değer gösterir. Bu değer­
A rap coğrafyacıları!? çalışmalarından yarar­ den de cismin sıcaklığı bulunabilir.
lanmıştır. H aritadan günümüze kalan parça Optik pirometremde, üzerinden elektrik akı­
İber Yarım adası, Kuzeybatı A frika, Atlas mı geçirilerek ısıtılan bir tungsten filaman
Okyanusu ile O rta ve Güney A m erika’nın bulunur; bu filamanın rengi ile ölçümü yapı­
doğu kıyılarını kapsar. Piri Reis’in bu haritası lan cismin rengi karşılaştırılır. Filamanın ren­
16. yüzyılda batılı haritacıların çalışmaların- gi cismin rengine gelince, filamanın sıcaklığı,
PİR SULTAN ABDAL 81

onu ısıtmak için kullanılan akım m iktarından söylentisinin etkisinden oğlu I. Tahm asp da
bulunabilir; bu sıcaklık cismin de sıcaklığıdır. yararlandı. Aleviler gelip kendilerini kurtara­
cak mehdiyi beklem ekteydiler. Bu arada art
PİR SULTAN ABDAL (16. yüzyıl), yaşadığı arda birçok ayaklanma çıktı. Kanuni Sultan
dönem de düşünce ve şiirleriyle hem Anadolu Süleyman Irak seferine çıkarak 1534’te Bağ­
halkını etkilemiş, hem de bu halkın bir kesi­ dat’ı, ardından da Tebriz’i aldı. Daha sonra
minin sözcüsü olmuştur. Pir Sultan A bdal, I. Tahm asp da 1548’de Anadolu içlerine iler­
Hatayi (Şah İsmail ya da I. İsmail) ile birlik­ ledi. Pir Sultan Abdal, işte böyle savaşlarla,
te Alevi-Bektaşi edebiyatının kurucuların­ ayaklanm alarla altüst olmuş A nadolu’da, bir
dandır. Kişiliği, sorunları dile getirişi ve hak­ Alevi Türkm en köylü, bir halk ozanı, bir
sızlıklara karşı yürekli direnişiyle adı ef­ derviş, bir şeyh, bir kavga adamı olarak
sanelere de kanşarak bugüne ulaşmıştır. yaşadı. Bir şiirindeki “Yetmiş üçer idik,
A leviler’ce yedi büyük şairden biri olarak girdik bu yola/Yalbirdalı kılıçlar hep aldık
kabul edilen Pir Sultan A bdal’ın yaşamına ele” dizelerinden 73 kişiyle bir ayaklanma
ilişkin bilgiler kendi şiirlerine, halk arasında başlattığı anlaşılm aktadır. Sonunda ayaklan­
dolaşan efsanelere ve öbür şairlerin yazdıkla­ ma bastırılarak yakalanan Pir Sultan A bdal’ı,
rına dayanmaktadır. Bunlara göre Pir Sultan’ Sivas Valisi Hızır Paşa zindana attırır; bir süre
m asıl adı H aydar’dır. Bugün Sivas’ın Yıldız- sonra da İstanbul’dan gelen emirle idam
eli ilçesine bağlı Çırçır bucağının Banaz edilir.
köyünde doğm uştur. Doğum ve ölüm tarihle­ H alkın benimseyip destan kahram anı ko­
ri bilinm em ektedir. Ailesinin H orasan’dan num una getirdiği Pir Sultan’ın yaşamı efsane­
İran A zerbaycam ’ndaki Hoy kasabasına, ora­ lere konu olmuştur. B unlardan birine göre,
dan da A nadolu’ya geçen bir Türkm en soyun­ Pir Sultan darağacından inince İran ’a yönel­
dan olduğu en yaygın görüştür. Ayrıca atala­ miş. O nu yakalamak isteyen Hızır Paşa’nın
rının Y em en’den Sivas’a geldiği de öne sürül­ adamları Kızılırmak K öprüsü’ne gelmişler.
m ektedir. Pir Sultan A bdal’ın nasıl bir eğitim Köprüyü geçen Pir Sultan, köprüye “G el”
gördüğü bilinmemekle birlikte, Alevi gele­ demiş, köprü suya batmış, peşindekiler öteki
nekleri ve tarikat yaşamı içinde yetişip olgun­ yanda kalakalmışlar. Pir Sultan doğruca H o­
laştığı anlaşılm aktadır. rasan’a gitmiş ve şahın huzuruna çıkarak bir
16. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti nefes okumuş. D aha sonra yürüyerek gittiği
siyasal kaygılar yüzünden dinsel hoşgörüden Erdebil’e varınca ölmüş ve oraya gömülmüş.
uzaklaşarak baskıcı uygulamalara başlamıştı. Pir Sultan’ın şiirleri Anadolu tekke edebi­
Köylüler güçleşen yaşam koşulları ve ağır yatının önemli bir kolu olan Alevi-Bektaşi
vergi yükü altında ezilirken haksızlıklar, rüş­ edebiyatının en yetkin örnekleridir. Şiirlerin­
vetler, adaletsizlikler, iç kavgalar sürüp git­ de tasavvuf ve Hz. Ali sevgisi çevresinde,
m ekteydi. Bu sırada Hatayi mahlasıyla (tak­ insan sevgisi, yaşamda eşitlik, kardeşlik,
m a ad) şiirler yazan Şah İsm ail’in Anadolu ölümsüzlük, evren, Tanrı-insan birliği gibi
A leviler’i üzerinde giderek artan bir etkisi konuları işlemiştir. O na göre Hz. Ali, evren-
vardı. Şah İsmail 16. yüzyılın hem en başında Tanrı-insan üçlüsünü bir birlik içinde gören
Safevi D evleti’ni kurunca A nadolu üzerinde­ tasavvuf anlayışı kapsam ında örnek insandır.
ki etkisi daha da arttı. Bu durum Osmanlı Ö te yandan insan, vücudu ölümlü, ruhu
D evleti’ni büyük ölçüde rahatsız etm ekteydi. ölümsüz bir varlıktır. Şiirlerinde, yaşadığı
Ayrıca Şah İsm ail’in, günün birinde değişik dönem in haksızlıklarını, dinsel tutuculuğu,
bir kimlikle gelip dünyaya adalet dağıtacak verilen yalan yanlış fetvaları, rüşvet düşkünü
“m ehdi” olduğuna A16viler’ce inanılm aktay­ kadıları dile getirmiştir.
dı. Şah İsm ail’i 1514’te Çaldıran’da büyük bir Pir Sultan şiirlerini duru ve yalın bir halk
yenilgiye uğratan Yavuz Sultan Selim, Os- diliyle söylemiştir. Söyleyişindeki akıcılık,
manlı ordusunu arkadan vuracakları korku­ duygusal coşku ve derinlik ile halk dilini en
suyla savaştan önce binlerce Alevi’yi öldürt­ ince duyguları bile anlatacak biçimde ustalık­
m üştü. Şah İsmail dönem inde başlayan mehdi la kullanması onun en önemli özellikleridir.
82 PISA

Şiirlerinin çok geniş bir alana yayılmasında ğunda olduğu günlerde yapılmış katedral,
duygu ile düşüncenin akıcı bir söyleyiş içinde vaftizhane ve eğik çan kulesi yer alır. K ated­
bütünleşmesinin büyük payı vardır. M edrese ral, siyah ve beyaz m erm erden görkemli bir
eğitimi görmemiş olması ve Divan edebiyatı­ yapıdır. 1564’te Pisa’da doğan bilim adamı
nın etkisi altında kalmaması geniş halk kitle­ Galileo Galilei, Pisa K atedrali’nin tavanında
lerince kolay anlaşılır ve benim senir olmasına asılı bir lam banın sallanışını izledikten yıllar
katkıda bulunmuştur. sonra, bu gözleminden kalkarak, zaman ölçü­
Son dönem lerde yapılan araştırm alar so­ m ünde sarkaçtan yararlanılabileceğini sapta­
nunda Pir Sultan A bdal adını taşıyan altı ayrı mıştır (bak. G a l il e i , G a l il e o ; S a r k a ç ) . Kub­
şair olduğu ortaya çıkarılmıştır. A raştırm acı­ beli, sekizgen planlı vaftizhanede ise 13.
lar, değişik yörelerde ve değişik dönem lerde yüzyıldan beri vaftiz törenleri düzenlenir.
yaşamış olan bu şairlerin özelliklerini saptaya­ Gotik üsluptaki m anastırlar eski mezarlığı
rak birbirlerinden ayırma çabasındadırlar. çevreler. 1203’te K udüs’ten bu mezarlığa 53
gemiyle toprak taşınmıştır.
PISA. Eğik kulesiyle ünlü Pisa kenti İtalya’ Katedralin yanında, eğik kule olarak bilinen
nın orta kesiminde, A rno Irmağı kıyısmda- çan kulesi vardır. Yapımına 1174’te başlanan
dır. Akdeniz kıyısından 11 km uzaklıkta, ba­ bu kule, tem elinin çürük olması nedeniyle
taklık bir ovanın ortasında yer alır. O rtaçağda 1350’de tam amlanabildi. Beyaz m erm erden,
zengin bir kent devleti ve liman olan Pisa, Ce- 56 m etre yükseklikte olması tasarlanmıştı.
nova’nın en büyük rakibiydi. Filosu 1284’te Y ana doğru yatm aya başlayınca, eğik biçimde
Cenevizliler’ce yakıldı. G iderek A rno Irmağı bitirildi. Günümüzde düşey doğrudan 5,2 met­
doldu ve Pisa önemini biraz güneyindeki Li- re yana yatık olan Pisa Kulesi turistler için bü­
vorno’ya kaptırdı. yük bir ilgi odağıdır. Hâlâ yıkılma tehlikesiy­
Pisa surlarla çevrili bir kenttir. Kuzeybatı le karşı karşıya olduğuna inanılmakta ve kurta­
köşesinde, kentin zengin ve gücünün doru­ rılması için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

Fotocielo

Vaftizhane (solda),
katedral (ortada) ve eğik
çan kulesi (sağda)
yüzyıllardır Pisa'ya tu rist
çeker. A ltta sol köşede
eski kent surlarının bir
bölüm ü görülm ektedir.
PISSARRO 83

Pisa ayrıca önemli bir demiryolu kavşağı­ kişilik bir grupla (bunlara Pisagorcular deni­
dır. Ekonomisi hafif sanayiye dayanır. yordu) Güney İtalya’daki Kroton (bugün
Nüfusu yaklaşık 103.527’dir (1988). C rotone) kentine yerleşti.
Bilindiği kadarıyla Kroton halkı Pisagorcu-
PİSAGOR ya da PYTHAGORAS (İÖ yakla­ lar’a karşı ayaklandı ve onların toplandıkları
şık 580-500), Eski Y unan’ın büyük filozof binayı ateşe verdi. Pisagor bunun üzerine
ve m atem atikçilerinden biriydi. Geom etri ve M etapontion’a sığındı ve İÖ 6. yüzyılın sonla­
müzik alanlarında adı çok geçen Pisagor, in­ rından ölüm üne kadar burada yaşadı. Pisa-
san ruhuna ilişkin düşünceleriyle de anımsa­ gorcu okul varlığını İÖ 4. yüzyıla kadar
nır. Pisagor, Ege Denizi’ndeki Samos (Sisam) sürdürdü.
A dası’nda doğdu. İÖ 532 dolaylarında Samos Pisagor’un adı geom etride sık geçer (bak.
GEOMETRİ). Pisagor teorem ine göre dik açılı
bir üçgenin hipotenüsünün (uzun kenarının)
karesi, karşısındaki iki kenarın karelerinin
toplam ına eşittir. A m a teorem i Pisagor’un
kendisinin değil, onun öğretilerini geliştiren
öğrencilerinin bulduğu sanılmaktadır.
Pisagor’un öğretisi ve birçok düşüncesi
bilinmekle birlikte yazdıklarının hiçbiri günü­
müze ulaşmamıştır. Pisagor, ölenlerin ruhları­
nın yeryüzüne sadece yeni insanlar olarak
değil, hayvanlar olarak da geri dönebileceğini
ileri sürm üştü. Ayrıca sebzelerden fasulyenin
de ruhu olduğuna inanıyordu ve öğrencilerine
fasulye yemeyi yasaklamıştı. Düşm anları Pi­
sagor’un fasulyeyi hazımsızlığa neden olduğu
için sevmediğini ve midesini korum ak için bu
kuralı koyduğunu ileri sürmüşlerdir.
Pisagor, D ünya’nın merkezdeki bir ateşin
çevresinde dönen bir küre olduğunu söyleyen
ilk bilim adam larından biridir. O dönem de
öbür filozofların çoğu D ünya’nın düz olduğu­
nu ileri sürüyordu. Dünyanın dönerken m ü­
zik sesi çıkardığını da söyleyen Pisagor, evre­
nin işleyişinin sayılara ve sayıların arasındaki
ilişkiye bağlı olduğunu ileri sürdü. Bu düşün­
cesini müziğe başarıyla uyguladı ve titreşen
bir telin çıkardığı notaların telin uzunluğu ile
kesin bir m atematiksel ilişki içinde olduğunu
gösterdi (bak. MÜZİK).

PİSİBALIĞI bak. Y a s s ib a l ik l a r .

Pisagor, titreşm ekte olan bir telin uzunluğu ile PISSARRO, Camille (1830-1903). İzlenimci
notalar arasındaki ilişkiyi saptamış, böylece
m atem atik ile müzik arasında bir bağlantı kurmuştu.
ressam Camille Pissarro, Batı Hint A daları’n-
dan St. Thom as’ta doğdu. Ticaretle uğraşan
varlıklı bir Yahudi ailesinin çocuğuydu. 12
Tiranı Polykrates’in acımasız yönetiminden yaşında Paris’e gönderildi ve orada beş yıl
kaçtı. Kendi koyduğu kuralları, din ve felsefe­ eğitim gördü. D aha sonra babasının yanında
ye ilişkin düşüncelerini benimsemiş olan 300 çalışmak üzere St. Thom as’a döndü. Babası
84 PİTON

Camille Pissarro'nun
M ontm artre Bulvarı'nda
İlkbahar (1897) adlı
yapıtı.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

ressam olmasına izin vermeyince, önce sanat­ adlı tablosunu o dönem de yaptı. D aha sonra
çı bir arkadaşıyla birlikte V enezuela’ya kaçtı. Fransa’ya dönerek Paris yakınlarındaki Pon-
A m a sonunda babasından izin alarak 1855’te tosie köyüne yerleşti. Bundan sonraki 12 yıl
Paris’e gitti. boyunca çevredeki kır ve köy yaşamını, tarla­
Pissarro orada ünlü ressam Jean-Baptiste ları, çalışan köylüleri resimledi. En soğuk kış
Camille C orot’dan m anzara resmi yapması­ günlerinde bile hep açık havada çalıştı.
nı öğrendi. Pierre-A uguste R enoir, Claude İzlenimci ressamlar arasında, resimleri çok
M onet ve Paul Cezanne gibi İzlenimci res­ satılan sanatçılardan biri Pissarro’ydu, ama
samlarla dostluk kurdu. Bir süre Paris yakın­ gene de geçim sıkıntısı çekiyordu. 1885’te
larındaki Louveciennes köyünde yaşadı ve tanıştığı Georges Seurat’nın etkisiyle bir süre
orada çok sayıda m anzara resmi yaptı. İzle­ noktacılık tekniğini benimsedi. A m a çok geç­
nimci ressam lar günün değişik saatlerinde ışı­ m eden bu tekniğin doğayla doğrudan ilişkisini
ğın sudaki yansımalarını resim lerken, Pissar­ engellediğini öne sürerek İzlenimci üsluba
ro toprağın, ağaçların, köy evlerinin resmini geri döndü. Sanatçının 1892’de Paris’te açtığı
yaptı. Resimlerini öteki İzlenimci ressamlar başarılı sergi bir ressam olarak ününün artm a­
gibi parçalı ve kesik fırça vuruşlarıyla yapıyor­ sını ve parasal durum unun düzelmesini sağ­
du. Toprağın resmini yapmayı çok sevdiği için ladı.
ufuk çizgisini resmin üst bölümlerine yerleşti­ 1890’larda göz iltihabı yüzünden açık hava­
rip gökyüzüne daha az yer bırakıyordu. Fran­ da çalışamaz oldu. A m a gene de resim yap­
sız yazar Emile Zola sanatçının resimleri için, mayı sürdürerek penceresinden gördüklerini
“Pissarro’nun resimlerinde toprağın derinden tuvaline geçirdi. O dönem deki en önemli
gelen sesini duyarsınız” demişti. yapıtları Sabah, Gün Işığında İtalyanlar B ul­
1870’te Fransa-Prüsya Savaşı çıkınca İngil­ varı (1897) ve Paris, M onmartre Bulvarı’nda
tere ’ye gitti ve orada Julie Vellay ile evlendi. Gece’dir (1897).
İngiltere’de kaldığı bir yıl boyunca İngiliz
m anzara resmini tanım a fırsatını bulan Pissar­ PİTON. En uzun yılanlar arasında yer alan
ro, bir yandan da çevresinde gördüklerini pitonlar, Asya ile A frika’nın genellikle tropik
tuvale geçirdi. Kristal Saray, Londra (1871) kesim lerinde ve A vustralya’da yaşar. Birman-
PİYANO 85

yumurtladığı 60 kadar yumurtasını saracak


biçimde çöreklenir ve yum urtaların çatlaması­
nı bekler. H er yavrunun, içinde geliştiği
yum urtanın kabuğunu kırmaya yarayan, ağ­
zından dışarı doğru uzamış küçük ve keskin
bir diş bulunur. Bu yum urta dişi birkaç gün
sonra düşer. Hindistan pitonu gösteri amacıy­
la en yaygın biçimde eğitilen piton türüdür.

PİYANO, klavyeli çalgılar içinde en çok


tanınanıdır. Birçok müzik yapıtında kullanı­
lır. Piyano için, öbür çalgılardan daha fazla
yapıt bestelenm iştir. Sık sık tek başına, solo
olarak çalındıktan başka, senfoni orkestrala­
rında, oda müziği topluluklarında ve şarkılara
eşlik etm ekte de kullanılır. Güzel konçertola­
rın çoğu, piyano ve orkestra için yazılmış
olanlardır.
“Piyano” sözcüğü İtalyanca’da “yum uşak”
(piano) ve güçlü (forte) anlam ına gelen piano-
forte sözcüğünün kısaltılmış biçimidir. İlk
piyanoyu 1709’da, Floransalı çalgı yapımcısı
Bartolom eo Cristofori’nin (1651-1731) yaptığı
sanılmaktadır. Bestecilerin klavsenden daha
güçlü ses çıkaran bir çalgı aradıkları dönem de
ortaya çıkan piyano, müzik çevrelerinde ola­
ğanüstü bir ilgiyle karşılandı. Piyanoda ses,
klavsende olduğu gibi tuşlara bağlı m ızrapla­
Joe B. BlossomINHPA rın telleri çekmesiyle değil, küçük çekiçlerin
Sarıldığı ağacın dallarında avını bekleyen bir Afrika tellere vurmasıyla oluşuyordu. Parm ak tuşa
pitonu.
basmayı sürdürse bile, tuşun bağlı olduğu
çekiç tele vurur vurmaz küçük bir yayın
ya’nın güneyinden Endonezya ve Filipinler’e yardımıyla tekrar yerine dönüyordu. Ayrıca
kadar uzanan bölgede yaşayan, gövdesi köşeli sesin şiddeti daha kolay denetlenebiliyordu.
desenlerle bezeli kafesli piton (Python reticu- Tuşlara sert basıldığında kuvvetli, yumuşak
latus) anakonda kadar ağır olm am akla birlik­ basıldığında hafif ses veriyordu. 1821’de
te, 9 m etreyi aşabilen boyuyla en uzun yılan Fransız klavsen yapımcısı Sebastien E rard,
türüdür. Ö bür dev yapılı pitonlar arasında, C ristofori’nin piyanosunu geliştirerek, tele
A frika ya da kaya pitonu (Python sebae) ile vuran çekici tam am en eski yerine dönm eden,
Hindistan pitonu (Python molurus) 6 m etre tele yakın bir yerde beklemesini sağlayan yeni
uzunluğu aşabilir. bir düzenek ekledi. Böylece tuşa arka arkaya
Pitonlar zehirsiz yılanlardır. Yakın akraba­ basıldığında, hazır durum da bekleyen çekiç
ları olan boalar gibi sıcakkanlı hayvanları tele aynı çabuklukla vurabiliyordu. Bu yenilik
kaim gövdeleriyle sararak boğuncaya kadar piyanoya klavsende olmayan bir üstünlük
sıkarlar. E n irileri küçük bir keçi, domuz ya kazandırdı (bak. K l a v s e n ). Çalma kolaylığı
da geyiği yutabilir. A m a avlan genellikle ve güçlü ses özelliklerinden dolayı piyano
küçük memeliler ve kuşlarla öbür sürüngenler A vrupa’da kısa zam anda yaygınlaştı. Cristo-
gibi daha küçük hayvanlardır. fori’den esinlenen Avrupalı çalgı yapımcıları
Pitonların tenis topu iriliğindeki yum urtala­ bazı değişiklikler ekleyerek kendi piyanoları­
rından sert ve ince derili yavrular çıkar. Dişi nı yaptılar. 18. yüzyılın en çok tanınan piyano
86 PİYANO

İki klavyeli bir


klavsen.
Philip Manuel ve
Gavin Williamson

yüzyılda yapılmış
Hollanda klavikordu.
Berlin, State Institutefor Music

Bartolom eo Cristofori tarafından


1720'de yapılm ış, bilinen en eski
piyano.
The Metropolitan Museum o f Art,
The Crosby Brown Collection o f
Musical Instruments, 1889

Kuyruklu küçük piyano.


Kimball Piano & Organ Company

Duvar piyanosu
ya da konsol piyano.
The Wurlitzer Company

Kuyruklu büyük
konser piyanosu.
Steinvvay & Sons
PIZARRO 87

yapımcıları Alman Johann A ndreas Stein, ve ses kesilir. Tiz ses tuşlarına üçer tel, orta
G ottfried Silbermann ve onun öğrencisi Jo- ses tuşlarına ikişer tel, pes ses tuşlarına birer
hannes Z um pe’ydi. tel bağlıdır. Tellerin titreşimi bir eşik aracılı­
Büyük besteci Johann Sebastian Bach’ın ğıyla ses tablasına iletilir. Tahtadan yapılmış
oğullarından Johann Christian Bach, 1768’de ses tablası sesi büyütür ve niteliğini etkiler.
L ondra’da Johannes Z um pe’nin yaptığı dört Piyanistler ayaklarıyla alt bölümdeki pedal­
buçuk oktavlık küçük bir masa piyanoyla ilk lara basarak piyanonun sesini değiştirebilir­
piyano resitallerinden birini verdi. Bu konser, ler. Sol pedal seslerin daha hafif çıkmasını,
piyanonun İngiltere’de sevilmesini ve yaygın­ sağ pedal seslerin uzamasını sağlar. Kuyruklu
lık kazanmasını sağladı. Alm an Cari Bechste- piyanolarda bulunan orta pedal ise yalnızca
in, Alm an asıllı A B D ’li Henry Steinway, pedal basılırken çalınan seslerin uzaması için­
AvusturyalI Ignace Joseph Pleyel gibi usta pi­ dir. Eskiden piyanoların şasisi tahtadandı.
yano yapımcıları özgün teknikleriyle piyano­ Teller ancak hafifçe gerilebildiği için sesleri
nun ses niteliğini yetkinleştirdiler. Wolfgang yeterince güçlü değildi. 1788’de teller çelik
Am adeus M ozart, Ludwig van Beethoven, kasalara gerilmeye başladı. 1826’da Fransız
Franz Liszt ve Frederic Chopin gibi ünlü bes­ yapımcı Henri Pape, çekiçleri deri yerine
teci ve piyanistler piyano için olağanüstü gü­ keçeyle kaplam aya başladı. Zam anla çeşitli
zellikle müzik parçaları bestelediler. yenilikler eklenerek piyanolar geliştirildi. G ü­
nüm üzde kullanılan piyanolar çelik şasili ve
Piyanonun Yapısı 18. yüzyıl piyanolarından çok daha gür sesli­
Piyanonun 88 sesi, dolayısıyla 88 tuşu vardır. dir. Ses genişliği “la” ile “do” arasında yedi
Bu bakım dan, org dışında, müzik aletleri oktav ile bir küçük üçlüden oluşur. Başlangıç­
içinde sesi en güçlü olanıdır. Tuşları keçe tan bu yana sürekli bir değişme ve gelişme
kaplı çekiçlere bağlayan düzenek, parm akla geçiren piyano, çeşitli biçimlerde ve boylarda
tuşa basıldığında, gene keçeden yapılmış sus­ üretildi. 19. yüzyıl sonlarında yapımı bir
turucuların tellerden ayrılmasını ve çekicin zanaat olm aktan çıktı ve piyano bir sanayi
belli bir tele ya da tel grubuna vurduktan ürünü durum una geldi. Bazı büyük A BD ve
sonra geri çekilmesini sağlar. Böylece tellerin Japon şirketleri yeni değişikliklerle çalgının
titreşm esinden ses oluşur. Parm ak tuştan ses hacmini geliştirmeyi denediler.
kaldırıldığında çekiç yerine döner; susturucu­ Telleri ve ses tablası yatay olan kuyruklu
lar yeniden tellere değerek titreşimi durdurur piyano, telleri ve ses tablası düşey olan duvar
Bu basit çizim, b ir duvar piyanosu ya da konsol piyano, 1880’e doğru
piyanosunun nasıl A B D ’de geliştirilen m ekanik ya da otom atik
çalıştığını gösterm ektedir. piyano ve üstünde çıkıntılar bulunan bir
Tuşa basıldığında,
susturucu telden ayrılır ve silindirin kolla döndürülmesiyle çalışan sokak
çekiç tele vurur. Tuşa piyanosu en çok bilinen piyano çeşitleridir.
basıldığı sürece telin
titreşm esi için, yaylı bir
mekanizma çekicin geri PIZARRO, Francisco (1471-1541). P eru’da­
gelm esini sağlar. Tuş ki İnka İm paratorluğu’nun fatihi olan Fran­
serbest bırakıldığında, cisco Pizarro, İspanya’nın Estrem adura böl­
susturucu yeniden tele
değerek titre şim i durdurur gesindeki Trujillo’da doğdu. Çocukluk yılları­
ve ses kesilir. na ilişkin olarak yoksul olduğu ve doğru
dürüst eğitim görmediğinden başka pek bir
şey bilinmem ektedir. Okum ayı hiç öğrenem e­
di. Kristof Kolom b’un zengin ve yeni bir ülke
keşfettiği haberi geldiğinde, Pizarro İspanya’
nın güneyindeki Sevilla’daydı. O radan Atlas
Okyanusu’nu geçerek Yenidünya’ya gitti.
1513’te Vasco Nünez de Balboa’nun Büyük
O kyanus’a düzenlediği keşif seferine katılan
88 PLANCK

yetkili kıldı. Kardeşleri ve yaklaşık 180 aske­


riyle 153l ’de Panam a’dan ayrılan Pizarro,
ekvatorun hem en kuzeyinde, Ekvador top­
raklarında karaya çıktı. A nd Dağları’nı geçe­
rek güneye doğru, Peru’nun kuzeybatısındaki
Cajam arca kasabasına kadar ilerledi.
İnka İm paratoru A tahualpa’nın 30 bin as­
keri vardı; bu nedenle Pizarro’nun 180 askeri
onu kaygıya düşürm edi. Pizarro’nun, bir gö­
rüşme için C ajam arca’ya gelmesi yolundaki
çağrısını kabul etti. A tahualpa yanındaki
3.000 silahsız adam la Pizarro’nun hazırladığı
tuzağa düştü. Pizarro’nun askerlerinin top ve
tüfeklerle saldırması üzerine A tahualpa yaka­
landı, adamları öldürüldü ve Pizarro neredey­
se bir anda im paratorluğun denetimini eline
geçirdi.
A tahualpa’nın altın ve gümüş olarak fidye
ödemeyi kabul etm esine ve bunun ödenm esi­
ne karşın, Pizarro gene de onu öldürttü.
Ölüm haberi gelince İnka orduları geri çekile­
rek savaşı bıraktı. Pizarro İnka İm paratorlu­
ğ u n u n büyük bölüm ünü İspanyol egemenliği
altına aldı ve 1535’te, sonradan P eru’nun
Wide World başkenti olan Lim a’yı kurdu.
ABD'li heykelci Charles Carey Rumsey'in yaptığı Pizarro’nun gücünü ve zenginliğini kıska­
tunç Pizarro heykeli.
nan Alm agro, Pizarro’ya karşı savaş açtı.
Pizarro Panam a’ya yerleşti. (.Ayrıca bak. Pizarro’nun kardeşi H ernando 1538’de Al-
B a l b o a , V asco N ü n e z D e .) m agro’yu yendi. Savaştan sonra yargılanan
1523’te, Diego de Alm agro adında bir Alm agro idam edildi. Üç yıl sonra A lm agro’
asker ve H ernando de Luque adında bir nun yandaşları Pizarro’yu Lim a’daki evinde
papazla Güney A m erika’nın batı kıyısından öldürdüler.
aşağılara doğru bir keşif ve fetih seferine
çıktı. Gemileri El Gallo A dası’na geldiğinde PLANCK, M ax (1858-1947). Alman fizikçi
yiyecekleri bitmişti. Pizarro kuma kılıcıyla bir Max Kari Ernst Ludvvig Planck çağımızı
çizgi çekerek kendisiyle gelmek isteyenlerin etkilemiş bir bilgin ve filozoftur. Berlin ve
çizginin öbür yanma geçmesini istedi. 13 kişi Münih üniversitelerinde fizik öğrenimi gördü
Pizarro’yu izledi. Ö bürleri geri döndü. Pizar­ ve doktora çalışmasını 1879’da tamamladı.
ro ve arkadaşları Peru’nun kuzeybatı ucunda­ D aha sonra Kiel Üniversitesi’nde ders verm e­
ki Tumbes kıyısına ulaştılar ve burada P eru’ ye başladı; 1889’da da Berlin Üniversitesi’ne
daki İnka İm paratorluğu’na ilişkin bilgi edin­ geçti. 1892’de aynı üniversitede profesör olan
diler (bak. İ n k a l a r ). Planck, bu görevini 1928’de emekli olana
Pizarro gereksindiği askeri gücü Panam a’da kadar sürdürdü.
kendi başına toplayamayacağım anlayınca, Planck, ısıtılan cisimlerin yaydığı ışınım
kralın yardımını sağlamak için İspanya’ya (radyasyon) üzerinde araştırm alar yaptı. Bu
döndü. Kral I. Carlos (Kutsal Rom a-G erm en çalışmalarının sonucunda kuvantum kuramını
İm paratoru V. Kari) Pizarro’nun anlattıkları­ ortaya attı ve geliştirdi (bak. KUVANTUM KURA­
nı dinledi ve göstermiş olduğu yüreklilikten MI). 1900’de, tıpkı m adde gibi enerjinin de
dolayı ona soyluluk unvanı verdi. 1529’da da çok küçük parçacıklardan oluştuğu görüşünü
Pizarro’yu İspanya adına Peru’yu fethetm eye ileri sürdü. Bu enerji parçacığını kuvantum
PLANETARYUM 89

içinde izleyiciler için oturacak yerler bulunan


bir yapıdır.
İyi bir planetaryum gökyüzünün gece görü­
nüm ünü gerçeğe çok uygun olarak canlandı­
rabilir. Yapay bir gökkürenin görsel olarak
sergilendiği bu gösterinin başında, izleyicile­
rin gözlerini karanlığa alıştırmak için ışıklar
yavaş yavaş karartılır. Sonra, salonun ortasın­
da bulunan bir gösterici (projeksiyon m akine­
si) kullanılarak gökcisimlerinin gökyüzündeki
görünümü ışıklı noktalar biçiminde tavanda
canlandırılır. Elektrik m otorlarıyla döndürü­
len gösterici, gökcisimlerinin gökyüzündeki
görünür hareketlerinin tavanın üzerinde gö-
Popperfoto rülebilmesini sağlar. Göstericinin hareketi
Alm an fizikçi Max Planck m odern fizikte yeni bir hızlandırılarak ya da geri çevrilerek gökyüzü­
devir açan kuvantum kuramını geliştirm iştir.
nün belirli bir tarihteki ve belirli bir andaki
görünüm ü canlandırılabilir. Planetaryum gös­
olarak adlandıran Planck, enerjinin sürekli tericisi gezegenlerin, kuyrukluyıldızların, bu­
bir akış halinde değil, küçük kuvantum paket­ lutsuların ve öbür gökcisimlerinin büyütülmüş
leri halinde yayıldığını ortaya koydu. Bir resimlerini de gösterebilir; bir uzay aracı
kuvantum daki enerji m iktarının (E ), o enerji içinde uzayda yol alımyormuş izlenimini ve­
ışınımının frekansına (/), yani saniyede yayı­ ren görüntüler de sergileyebilir.
lan dalga sayısına, dolayısıyla da ışınımın dal­ Planetaryum gösterileri, çocuklara olduğu
ga boyuna bağlı olduğunu gösterdi E ’nin f y e kadar yetişkinlere de astronomiyle ilgili konu-
bölümü her zaman, Planck sabiti (h) denen
çok küçük bir sayı verir. D oğada evrensel ge­ The London Plarıetarium
çerliği olan Planck sabiti fizikte büyük önem
taşır; sayısal değeri Planck’ın G öttingen’deki
mezar taşm a kazınmıştır.
Kuvantum kuram ı daha önceki bütün fizik
kuram larına ters düşüyordu, ama kısa zam an­
da öbür tanınmış fizikçiler tarafından başarıy­
la uygulandı ve 20. yüzyılın tem el fizik kuram ­
larından biri olarak kabul edildi. Planck bu
çalışmalarıyla 1918 Nobel Fizik Ö dülü’nü
kazandı. Planck ayrıca, m odern fiziğin bir
başka temel kuram ı olan Einstein’in özel
görelilik kuramını da destekledi (bak. GÖRELİ­
LİK K u r a m i ). Gerçekten de, Einstein’m Planck’
m ikinci önemli buluşu olduğu söylenir.
Planck, term odinam ik ve m ekanik alanları
ile ısı yayınımına ilişkin elektrik ve optik
konuları üzerinde de önemli çalışmalar ger­
çekleştirdi. Berlin’deki Max Planck Enstitüsü
dünyaca ünlü bir bilim merkezidir. Londra Planetaryum u'nun gökyüzü izlenimi veren
kubbesinin üzerinde yalnızca yıldızların ve
PLANETARYUM, yarım küre biçimindeki ta­ gezegenlerin ışıklı görünüm leri değil, takımyıldızlara
eskiden yakıştırılmış olan düşsel biçim ler ve bir
vanında gökyüzündeki yıldızların ve gezegen­ cism in gökyüzündeki konum unu belirlem eye
lerin ışıklı noktalar olarak gösterildiği ve yarayan gök koordinatları da gösterilm ektedir.
90 PLANKTON

lann anlatılmasında büyük değer taşıyan bir bölüm ü, diyatomeler ve kamçıldar olarak
öğretim aracıdır. Bu gösteriler sırasında çoğu bilinen çok küçük tekhücreli hayvan ve bitki­
kez canlı bir müzik eşliğinde açıklayıcı bilgiler lerden oluşur. Tebeşir kısmen, delikliler de­
verilebilir ya da banda alınmış yorumlar nen milyonlarca küçük canlının kabukların­
yayınlanabilir. dan oluşm uştur. Canlıyken öbür planktonlar­
Başlangıçta planetaryum sözcüğü gezegen­ la birlikte sürüklenen bu tekhücrelilerin öl­
lerin G üneş’in çevresindeki hareketini göste­ mesiyle birlikte kabukları denizin dibine çö­
ren m ekanik m odeller için kullanılırdı. G ünü­ ker (bak. T e b e ş ir ). Yılın belirli aylarında
müzdeki anlamıyla ilk planetaryum 1923’te yengeç ve denizyıldızı gibi çeşitli deniz hay­
M ünih’te, Deutsches M useum ’da açıldı. Bu vanlarının küçük yum urtaları ve larvaları da
planetaryum un gelişkin mercek sistemleri, planktonların arasına katılır.
ışık kaynaklan, m otorlar ve dişlilerden oluşan M emelilerin en irisi olan mavi balina yal­
göstericisini, bu alanda günüm üzde de ünlü nızca, planktonlar arasında yer alan, karidese
bir kuruluş olan Alm an Zeiss şirketi yapmıştı. benzer küçük kabuklularla beslenir. Kril de­
Dünyanın en büyük planetaryum u SSCB’de- nen bu kabuklular çok geniş sürüler halinde
dir. M oskova’daki bu planetaryum un kubbe Güney O kyanusu’nda yaşar. Balinalar deniz
çapı 25,15 m etredir. suyuyla birlikte ağızlarını krille doldurur ve
krilleri yutm adan önce suyu dışarı püskürtür­
PLANKTON. “Plankton” adı, sürüklenen ya ler (bak. B a l în a ; B es len m e AĞI; K r îl ).
da dolaşan anlamına gelen Yunanca bir söz­ Bazı bitkisel ve hayvansal planktonlar, özel­
cükten türetilm iştir. Planktonlar denizlerde likle de sıcak denizlerde bulunanlar geceleri
sürüklenerek yaşayan ve göl gibi tatlı sulann ışıldar (bak. BİYOLOJİK IŞILDAMA). Planktonlar
yüzey katm anlarında da bulunan canlılardır. tem el olarak akıntıyla sürüklenm ekle birlikte,
Çeşitli büyüklükte sayısız bitki ve hayvan geceleri suyun yüzüne çıkıp gündüzleri dibe
akıntıya bağlı olarak denizlerde sürüklenm ek­ çekilir, yaklaşık 90 m etre kadar derine ine­
tedir. H er deniz hayvanı beslenme açısından bilirler. Ringa gibi planktonlarla beslenen
dolaylı ya da doğrudan planktonlara bağımlı balıklar, geceleri planktonları izleyip yü­
olduğundan, planktonlar denizlerdeki yaşa­ zeye yaklaştıklanndan kolayca avlanabilirler.
mın kaynağıdır. Küçük balıklar planktonlarla Planktonlar serin ve soğuk denizlerde, özel­
beslenirken büyük balıklar da küçük balıkları likle de kıyıların yakınlarında çok yaygındır.
yer. Planktonların bolluğu akıntılara ve suyun
Plankton tanımına akıntıyla sürüklenen mineralce zengin olmasına bağlıdır.
tüm hayvanlar ve bitkiler girdiğinden çapı 1
m etreye ulaşan büyük denizanaları bile PLANÖR, m otorsuz, büyük kanatlı hafif bir
plankton sayılır. Am a planktonların büyük hava taşıtıdır. H er uçak, kanatlarına yeterli
Dr. Canteflund/NHPA kaldırm a kuvvetini sağlayacak bir hızı sürdü­
rebildiği sürece, m otorunu durdurup planör
gibi uçabilir. Bunun için pilot uçağın burnunu
hafifçe aşağı yöneltip uçağı yavaş yavaş alçal­
maya bırakır. Uçakların çoğu bu durum da
oldukça dik bir açıyla alçalır ve bu nedenle
m otoru çalışmadan uzun süre uçamaz. Am a
planörler özel olarak m otorsuz uçuş için
tasarlanmıştır. Planörlerin uzun kanatları dü­
şük hızlarda bile büyük bir kaldırma kuvveti
sağlar; ince uzun aerodinam ik biçimli gövdesi
sürtünm e kuvvetini en düşük düzeye indirir
(bak. Uçak). Planörün hızını koruyabilmesi
Çeşitli biçim lerdeki m avi-yeşil suyosunu türleri.
Yaklaşık 12 kez büyütülm üş bu suyosunları tatlı için küçük bir açıyla alçalması yeterlidir (yak­
sularda yaşayan planktonlar arasında yer alır. laşık 25 m etrede 1 m etre). Buna göre 1 km
PLANÖR 91

yükseklikteki bir planör durgun bir havada 25


km uzaklıktaki bir noktaya ulaşabilir. Yarış
planörleri daha da uzağa gidebilir. 2.500
m etre yükseklikteki böyle bir planör hiçbir
hava akım ından yararlanm adan 100 km kadar
uçabilir.

Planör Türleri
M odern planörlerin çoğu, m onoplan denen, Tony DuffylAllsport
tek kanatlı, bir ya da iki kişilik planörlerdir. Planörün, en fazla kaldırma kuvvetini sağlayacak
Birçok planör çeşidi vardır. uzun kanatları ve sürtünm eyi azaltacak ince uzun bir
gövdesi vardır.
En basit yapılı, en hafif ve ucuz olan
planörler, açık bir iskelete bağlanmış düz bir
kanat ve bir kuyruktan oluşur. Ü stü açık pilot lir; pilot havalanan planörün burnunu yukarı
koltuğu öndedir. Bu tür planörler başlangıç kaldırıp planörü bir uçurtm a gibi yükseltir ve
eğitiminde ve kısa uçuşlarda kullanılır. araç çekmeyi bırakınca çekme kablosunu
Uçağa benzeyen, gövdesi kapalı planörler­ çözer.
de pilot kapalı bir pilot kabininde oturur. Planör bir uçakla çekilerek de havalandırı-
Hafif ve sağlam bir yapısı olan bu planörler labilir. Uçağa uzun bir iple bağlanarak çeki­
fazla hızlı değildir; kolay m anevra yapamaz­ len planör istenilen yüksekliğe ulaşınca (yak­
lar, ama süzülerek yükselebilirler. Bu tip laşık 600 m etre) ip çözülür ve planör uçaktan
planörler ileri planörcülük eğitiminde kullanı­ ayrılarak uçuşunu sürdürür.
lır. G ünüm üzde kullanılan planörlerin çoğu M otorlu planörlerde, planörün süzülerek
bu tiptir. uçmasına yetecek kadar yükselmesini sağla­
Yüksek uçuş planörleri gerçek bir uçak yan küçük bir m otor vardır. Yeterince yükse­
gibidir; birçok uçuş aygıtıyla donatılmıştır. Bu lince m otor durdurulur.
aygıtların en önemlisi, planörün yükseldiğini Planör havada süzülerek giderken kendisi­
ya da alçaldığını gösteren varyom etredir. nin alçalış hızından daha büyük bir hızla
K anatlardan dışarı doğru uzanan hava frenle­ yükselen bir hava akımıyla karşılaştığı zaman
ri planörü dikleştirerek, küçük alanlara inm e­ süzülerek yükselir. Planör bu hava akımının
yi kolaylaştırır. Planörün çok hızlı uçmasını içinde kaldığı sürece, yükselen hava onu da
engellem ek ya da fırtına sırasında sıkça görü­ yükseltir.
len burgaçlı hava hareketleriyle planörün çok Planör pilotlarının en çok yararlandığı yük­
çabuk yükselmesini önlem ek amacıyla da selen hava hareketlerine termal adı verilir.
hava frenleri kullanılır. Term al, güneşli sıcak günlerde yerden yukarı
doğru yavaşça yükselen yüzlerce m etre geniş­
Planörün Uçuşu liğinde sıcak hava kütleleridir. Bir term alin
Planörün uçması için önce havalanması gere­ içine giren planörcü, term alden çıkmamak
kir. Bir planörü havalandırm ak için kullanılan için daireler çizerek uçar ve saniyede 6 m etre
en eski yöntem , sapana benzeyen uzun kau­ kadar bir hızla yükselebilir. Bazen döne döne
çuk bir kordonla planörü bir tepenin yama­ yükselen toz parçacıkları bir term alin oluştu­
cından fırlatm aktı. Çok kullanılan bir başka ğunu gösterir. Yükseldikçe soğuyan term al
yöntem , m otorla döndürülen bir çarka hızla birkaç bin m etre yüksekliğe çıktığında içinde­
sarılan bir çekme teliyle planörü çekmektir. ki su buharı yoğunlaşarak milyonlarca su
Bu sistemle, havalanmasına yetecek bir hızla damlacığına dönüşür. Bu damlacıklar yerden
öne doğru çekilen planör yeterli yüksekliğe kümülüs bulutlar olarak görülür (bak.
ulaşınca (yaklaşık 300 m etre) çekme telinden B u l u t ).
ayrılır. Yeterince düz bir alan varsa, güçlü bir Term al bulutun içine doğru yükselişini
m otorlu araca bağlanan 300 m etrelik bir sürdürür. Eğer kör uçuş için gerekli gereçlerle
kabloyla çekilerek de planör havalandırılabi- donatılmışsa, planör bulut içinde de yük­
92 PLANÖR

selişini sürdürebilir. Planör birkaç term alden uçuşunu sürdürür. Planörü yükseltecek bir
yararlanarak hedefine doğru uçar. Planör term al bulana kadar tepelerin rüzgâr alan
pilotu bazen term aller içinde yükselerek he­ yamaçlarında uçarak planörün havada kalm a­
definden uzakta bir noktaya gider ve yeterin­ sı sağlanır.
ce yükseldikten sonra term alden çıkıp süzüle­ Dağlık bölgelerde, yüksek tepelerin arasın­
rek hedefine yönelir. Planörlerle 1.400 kilo­ dan geçen hava akımları içinde gözle görül­
m etreden fazla uzaklıklar aşılabilmiş, saatte m eyen hava dalgalanm aları oluşur. Bir akar­
195 kilom etreden fazla hızlara ulaşılmış, suyun içindeki kayanın çevresinde oluşan
14.000 m etrenin üzerinde yüksekliklere çıkıl­ anaforları andıran bu dalgalar bazen çok
mıştır. Planör term al bulamadığı zaman süzü­ yükseklere ulaşır. Planörler bu tür hava dal­
lerek alçalır ve yere inmek zorunda kalır. galarıyla California’daki Sierra N evada’da
Planörler tepelerin üzerinde uçarak da yük­ 12.000 m etreye, Yeni Z elanda’daki Cook
selebilir. Yam aca doğru esen rüzgâr tepeyi Dağı’nda 9.000 m etreye kadar yükselebilir.
aşmak için yükselir. Yükselen bu havanın
içinde ileri geri uçan bir planör de havayla Planörlerin Tarihi
birlikte yükselir ve rüzgâr kesilene kadar Havacılığın en büyük öncülerinden İngiliz

SÜZÜLEREK YÜKSELME BİÇİMLERİ

DALGA YÜKSELİŞİ

Planörlerin uçarken
yükselmesi üç biçimde
olur: Yamaç yükselişi,
dalga yükselişi ve term al
yükseliş. Yamaç
yükselişinde, bir kayalığın,
bir tepe ya da dağın
yamacında yükselen
rüzgâr planörü yükseltir.
Dalga yükselişinde, dağlık
b ir bölgeden geçen hava
akımının içinde oluşan
hava dalgaları planörü
yükseltir. Termal
yükselişte ise, ısınarak
yeryüzünden yükselen ılık
hava akımından
yararlanılır. Termal adı
verilen bu hava akımı
içinde bir kartal ya da
akbaba gibi daireler çizerek
VTIA’ uçan planör bu hava
Kent Orm an Bataklık Açık alan akımıyla birlikte yükselir.
PLASTİK CERRAHİ 93

mucit Sir George Cayley 1809’da pilotsuz yarışmalarda pilotlara, genellikle kötü hava
uçan bir planör yaptı. Cayley 1853’te, 80 koşullarında uzun mesafe uçuşları gerektiren
yaşındayken ilk insanlı planör uçuşunu ger­ görevler verilir. Bu yarışmalarda en uzağa
çekleştirdi. Bu planörün denetim sistemi ol­ giden ya da belirli bir yere en kısa sürede
madığı için “pilot”un uçuş bilgisine gereksini­ ulaşan pilot yarışmayı kazanır.
mi yoktu. Sir G eorge bu planörle önce bir Türkiye’de planörcülük eğitimi, Türk Hava
erkek çocuğunu, sonra da korkudan ödü K urum u’nun (TH K ) 1936’da Eskişehir’de
kopan arabacısını uçurdu. kurduğu İnönü Planör Kampı ile başlamıştır.
Sonraki 50 yıl içinde, İngiltere’de W. S. G ünüm üzde T H K ’nın Eskişehir’deki eğitim
Henson ve John Stringfellow, Fransa’da Yüz­ m erkezinde planör pilotları yetiştirilir. Türk
başı Jean-M arie Le Bris planörle denem e planörcüler uluslararası yarışmalara da katıl­
uçuşları yaptılar. Le Bris albatrosları örnek m aktadır.
alarak planörler yaptı ve 1850’lerde bunlarla
kısa uçuşlar gerçekleştirdi (bak. A l b a t r o s ). PLASTİK CERRAHİ. D eri, kas, kıkırdak,
A lm anya’da O tto Lilienthal kuşları izleyerek yağ gibi yumuşak dokuları ve kemikleri kesip
uçma sanatını öğrendi; 1891’den 1896’ya ka­ biçimlendirerek kişinin dış görünüm ünü de­
dar yatay ve düşey kuyruk yüzeyleri olan, kuş ğiştirmeyi amaçlayan plastik cerrahi ameliyat­
kanadı biçimli planörler yaptı. Planöre asıla­ ları başlıca iki nedenle uygulanır. Bunlardan
rak uçulan bu planörlerle bir tepeden birçok ilki, doğuştan ya da sonradan olma yapı
kez uçan ve bir uçuşunda 275 m etre kadar bozukluklarını onarm aktır. Örneğin tavşan
yükselen Lilienthal, 1896’daki bir uçuşunda dudağı ya da yapışık el parm akları gibi fiziksel
yaralanarak öldü {bak. HAVACILIK TARİHİ). bir kusurla doğan bebeklerin, trafik kazasın­
Orville ve W ilbur W right kardeşler de da, yangında ya da savaşta yaralanan kişilerin
1903’te ilk uçağı yapm adan önce planörlerle görünür kusurlarını ameliyatla düzeltmek
denem eler yapmışlardı; ama planörcülük bir plastik cerrahların işidir.
spor olarak I. Dünya Savaşı sonrasına kadar Bazen, bu anlam da yapısal bir bozukluğu
gelişmedi. Savaştan sonra Alm anya ve A vus­ olmayan kişiler de dış görünüm lerini değiştir­
turya’nın uçak yapması ve hava kuvvetleri mek isterler. D aha çok estetik kaygısıyla
kurması yasaklandığı için bu ülkeler planör­ uygulanan bu ikinci tip am eliyatlara genellik­
cülüğe yöneldi ve süzülerek yükselebilen ilk le estetik cerrahi denir. D erilerindeki kırışık­
planörü 1922’de gerçekleştirdiler. II. Dünya lıkları gidererek daha genç görünm ek isteyen
Savaşı başladığında dünyanın dört bir yanında yaşlı kişilere uygulanan “yüz germ e” am eli­
planör uçuşları yaygınlaşmıştı. Bu savaş sıra­ yatları (ritidektomı) ve burunlarını küçültmek
sında her iki taraf da askerlerini taşımak için, isteyenlere uygulanan estetik burun am eliyat­
m otorlu uçaklarla çekilen büyük planörler ları (rinoplastı) bu gruptandır. Bu ameliyatlar
kullandı. Alm an askerleri 1940’ta Belçika, çok pahalı olmakla birlikte, özellikle sinema
H ollanda ve G irit’e planörlerle indiler. M üt­ yıldızları, fotom odeller, hatta siyasetçiler gibi
tefikler 1944’te A vrupa’yı istila ederken pla­ görünümleriyle de etkileyici olmaları gereken
nör de kullandılar. kişiler arasında oldukça yaygındır.
G ünüm üzde planörlerin birçok kullanım Günüm üzde usta cerrahlar ve gelişmiş am e­
alanı vardır. Uçak pilotlarının eğitim inde, liyat teknikleri sayesinde, onarıcı nitelikteki
havacılık ve uzay araştırm alarında, özellikle plastik cerrahiyle olağanüstü sonuçlar alınabi­
de uçak tasarım ında planörlerden yararlanı­ liyor. H aftalar ya da aylar sonra ameliyattan
lır. Fırtınaların içindeki uçuşlarda ve öbür hem en hiçbir iz kalmaz ve onarılan doku ya
m eteoroloji araştırm alarında da planörler da organ norm al görünüm üne kavuşur.
kullanılmıştır. Planörcülük II. Dünya Sava- İnsanın en göze çarpan bölüm ü yüzü oldu­
şı’ndan beri sevilen bir spor olmuş ve planör­ ğu için, plastik cerrahi ameliyatları en çok
lerin çoğu bu amaçla yapılmıştır. Ulusal yüzdeki doku ve organlara uygulanır. K op­
yarışmaların yanı sıra iki yılda bir dünya muş ya da biçimi bozulmuş kulaklar, kusurlu
şampiyonası düzenlenir. Birkaç gün süren bu burun ve çene, vücudun görünmeyen bölüm-
94 PLASTİKLER

hatta giysilerde yaka yapmak için de kullanıl­


dı ve yıllarca tek plastik türü olarak kaldı.
19. yüzyılın sonlarında selüloite oldukça
benzeyen, ama ondan farklı olarak yanma
özelliği bulunmayan selüloz asetat ve kolayca
boyanabilen kazein plastikleri ortaya çıktı.
Bütün bu plastik m addeler doğal ham m adde­
lerden yapılıyordu; selüloz plastikleri için
linter pamuğu ya da odun ham uru, kazein
plastikleri için de süt proteini kullanılıyordu.
Jim StevensonlScience Photo Library
Selüloitten ve kazein plastiklerinden, günü­
Plastik cerrahide, koldaki derin bir yara izini müzde de masatenisi topu ve düğme yapılır.
kapatmak için deri nakli am eliyatı uygulanır.
Diş fırçası sapı ve gözlük çerçevesi gibi
lerinden alınan doku ve kemiklerle yeniden kalıplanarak biçimlendirilen m addeler ve say­
biçimlendirilebilir. Yanık izlerini gidermek dam ambalaj kâğıdı yapılan selüloz asetat ise
için, gene vücudun başka bir yerinden alman daha geniş bir alanda kullanılır. Dokum acılık­
sağlıklı deri parçası yaranın üzerine “yam a­ ta kullanılan selüloz asetat lifleri reyon adıyla
nır” . Deri nakli ya da deri aşılama denen bu bilinir (bak. DOKUMACILIK).
yöntem plastik cerrahide en çok uygulanan
tekniklerden biridir. G örünüm ü hoş olmayan Günümüzde Plastikler
doğum lekeleri ve benler de deri nakliyle ya Günüm üzdeki plastik sanayisinin temellerini
da başka yöntem lerle yok edilir. Bir kazada 1907’de Leo Baekeland (1863-1944) atmıştır.
kopmuş olan parm akların, hatta kol ve bacak­ A B D ’de çalışan bir Belçikalı olan Baekeland,
ların yerine dikilmesi ise plastik cerrahinin yapay bir gomalak ya da reçine elde etmeye
çağımızdaki en büyük gelişmelerinden biridir. uğraşıyordu. Sonunda kimyasal m addeleri
M ikroskop altında uygulanan mikrocerrahi birbirine karıştırarak, tümüyle yapay ilk reçi­
ameliyatları, incecik kan dam arlarını ve sinir­ ne olan fenol-formaldehit'i üretti ve bu m ad­
leri birbirine dikerek dokuların daha çabuk deye “bakalit” adını verdi. Yepyeni bir yalı­
iyileşmesine ve normal işlevini yerine getire­ tım maddesi olan fenoplastlar hızla gelişmek-
bilmesine olanak sağlamıştır.
EKSTRÜZYON
PLASTİKLER, genellikle ısı ve basınç uygula­
narak, kalıba dökm e, haddelem e gibi yön­ ısılyumuşar
plastik toz
tem lerle biçimlendirilen yapay m addelerdir.
Çok çeşitli amaçlarla kullanılabilen plastikler
kimyasal olarak, polim er denen, zincire ben­
zer çok uzun m oleküllerden oluşur. Bu poli-
m erler de m onom er denen çok sayıda küçük
ekstrüzyon
molekülün uç uca bağlanmasıyla oluşm uştur yöntemiyle
üretilen boru
(bak. POLİMER).
Plastiklerin öyküsü, A lexander Parkes’ın
(1813-90) yeni keşfettiği selüloz nitratı 1862
Londra Sergisi’nde tanıtmasıyla başladı. Par-
kalıp bloğu
kes, “parkesin” adını verdiği bu m addenin pa­
tentini 1855’te almıştı. D aha sonra “selüloit”
adı verilen bu yeni maddeyi A B D ’li John
Wesley H yatt geliştirdi. Selüloit dayanıklı ve
uzun öm ürlü, am a çok yanıcı bir maddeydi.
İlk kuru fotoğraf filminin yapımında kullanı­ PÜSKÜRTME DÖKÜM
lan selüloit, tarak, bıçak sapı, yapay takı ve
PLASTİKLER 95

Imperial Chemical Industries (solda); Plastics Division,


Carbide and Carbon Chemical Corporation (sağda)

Solda: Püskürtme döküm yöntem iyle b içim lendirilm iş bir plastik kap. Sağda: Ekstrüzyon yöntem iyle
üretilen plastik levha.

te olan elektrik ve radyo sanayisinde bir tuldukları zaman biçimlerini koruyarak sert­
devrime yol açtı. 1926’da, fenoplastlardan leşir. Isılyumuşar plastikler bu özellikleriyle
farklı olarak, renklendirilebilm e özelliği olan öbür temel plastik grubu olan ısılsertleşir
üre-formaldehit, 1935’te de melamin-formal- (term oset) plastiklerden ayrılır. Isılsertleşir
dehit üretim ine başlandı. Dayanıklı ve deko­ plastiklere ısı ve basınç uygulandığı zaman
ratif bir yüzey kaplam a gereci olarak kullanı­ kimyasal bir tepkim e gerçekleşir; yan yana
lan m elam in-form aldehit, form ika gibi ticari olan polim er zincirleri birbirine çapraz biçim­
adlarla tanınır. de bağlanarak, yeniden biçimlendirilmesi ola­
Önem li bir ham m addesi amonyak olduğu naksız, katı bir ağ oluşturur. Fenoplastlar,
için üre-form aldehit ve m elam in-form aldehit, am inoplastlar ve başka birçok plastik bu
am inoplastlar adıyla bilinir. 1950’lere gelene türdendir. A m a ısılyumuşar plastiklerin kulla­
kadar sanayi ürünü öbür organik kimyasal nım alanları çok daha geniştir.
m addelerin pek çoğu gibi, fenoplastlar ve E n önemli üç ısılyumuşar plastik olan
am inoplastlar da bir yan ürün olarak köm ür­ polietilen, PVC ve polistiren günüm üzde çok
den elde edilirdi. büyük m iktarlarda üretilir ve toplam plastik
1920’lerde uzun polim er zincirlerinden yeni üretiminin büyük bölüm ünü oluşturur. Böyle-
plastik m addeler yapılabileceğini ortaya ko­ sine çok üretilen başka tek plastik türü,
yan araştırm alar yapıldı. 1930’larda bilim 1954’te İtalya’da keşfedilen ve kimyasal yapısı
adamları bugünkü dev plastik sanayisinin polietilene yakın olan polipropilen'dir. Özel
temelini oluşturan üç m adde ürettiler. Bu amaçlar için kullanılan ve küçük m iktarlarda
m addeler polietilen (ya da politen), polivinil üretilen birçok başka plastik türü de vardır.
klorür (PVC ) ve polistir en' di. Kimyacılar hem
PV C’yi hem de polistireni 19. yüzyılda labo- Petrokimya Ürünleri
ratuvar deneyleri sırasında keşfetmişlerdi; 1930’ların sonlarına gelindiğinde, günümüzde
am a bunların nasıl kullanılacağını bilmiyor­ kullanılan önemli plastiklerin pek çoğu keşfe­
lardı. 1933’te İngiltere’de yapılan araştırm a­ dilmişti ve tam anlamıyla geliştirilmemiş olsa
larda keşfedilen polietilen ise en basit ve da tem el kimyasal yapıları anlaşılmıştı. Am a
kolay anlaşılır polim er zincir yapısına sa­ plastik devriminin gerçekleşmesi için bir baş­
hiptir. ka şey daha gerekliydi. Bu da petrokim ya
Bu üç plastik ısdyumuşar (term oplastik) sanayisinin kurulmasıydı. Petrokim ya ürünle­
plastiklerdir. Bu plastikler ısıtılınca erim eden ri, ham petrolün işlenmesi sırasında yan ürün
yum uşar, kolayca biçimlendirilebilir ve soğu­ olarak elde edilen organik bileşiklerdir. Pet-
96 PLASTİKLER

rokimya sanayisinin kurulmasıyla, köm ürden farklı yöntem lerle üretilir. Isılsertleşir plastik­
ve bir ölçüde de melas gibi bitkisel ham m ad­ ler sıkıştırma döküm yöntemiyle biçimlendiri­
delerin m ayalanmasından elde edilen mono- lir. Bu yöntem de, iki parçası iç içe geçen bir
m erler yerine, ham petrolden elde edilen çelik kalıbın alt parçasının içine belirli bir
m onom erler kullanılmaya başladı. Böylece m iktar toz plastik konulur. Döküm ü yapıla­
plastiklerin daha büyük m iktarlarda ve ucuza cak plastik parçanın biçimine göre yapılmış
üretilebilmeleri sağlandı. Bu da, metal ve olan üst parça kalıbın alt parçasının üzerine
odun gibi geleneksel m alzem eler karşısında indirilerek, kalıbın içindeki ısıtılmış toz plasti­
plastiklerin ek bir üstünlük kazanm asına yol ğin üzerine büyük bir basınç uygulanır. Isı ve
açtı. basınç altında bir kimyasal tepkim e gerçekle­
Günüm üzde, dünya petrol rezervlerinin şir ve kalıptaki plastik sertleşir. D ekoratif
hızla tükenm ekte olduğunu biliyoruz ve gele­ yüzey kaplam a malzemesi olarak kullanılan
cekte bugünkü gibi ucuz ve bol petrokim ya levhaların üretim inde de buna benzer bir
ürünleri bulunmayacağını görebiliyoruz. Bu yöntem izlenir. A m a bu yöntem de önce, sıvı
nedenle petrolün en iyi biçimde nasıl kullanı­ reçine kâğıt ya da kumaş katm anlarına em di­
labileceği artık daha çok araştırılıyor. Yaşa­ rilir. Sonra bunları çelik levhalar arasına
mımızın önemli bir parçası haline gelen plas­ yerleştirip ısı ve basınç uygulanınca katı bir
tikler ve öbür kimyasal m addelerin üretimi levha oluşur.
için ileride de petrole gereksinim duyulacağı Isılyumuşar plastikler ısıtılarak yumuşatıla-
hemen hem en kesindir. Ham petrol kıtlaştık­ bildiği için ısılsertleşir plastiklere göre çok
ça ve bu nedenle de pahalılaştıkça eski üretim daha fazla yolla işlenebilir. Bunların işlenme­
yöntem leri yeniden gündeme gelebilir. Ham sinde uygulanan tem el yöntem , püskürtm e
petrolden elde edilen bütün plastikler, ku­ döküm yöntem idir. Bunun için, ısılyumuşar
ramsal olarak, köm ürden de elde edilebilir. plastik ısıtılarak akışkan durum a getirilir ve
Kimyasal m addelerin üretim i için, başta sonra basınç altında, kapalı bir kalıba püskür­
köm ür olmak üzere, daha önceki temel tülür; soğuyarak sertleşen plastik kalıbın şek­
ham m addelere bir geri dönüş de beklene­ lini alır ve kalıp açılarak döküm çıkarılır.
bilir. Üfleme döküm yöntemi ısılyumuşar plastik­
lerden şişe gibi içi boş gereçler yapmak için
Plastiklerin İşlenmesi kullanılır. Isıtılarak yumuşatılan plastik, kalı­
Büyük kimya sanayisi şirketlerinin ürettiği bın içine verilen basınçlı havanın etkisiyle
temel polim erlere bazen sentetik reçineler de kalıbın çeperlerine yayılır ve soğuyup katıla­
denir (bak. REÇİNE). A m a bu reçinelerin şınca bu biçimini korur. Ekstrüzyon yönte­
işlenerek yararlı ürünler haline getirilebilm e­ minde ise, ısıtılarak yumuşatılan plastik ba­
leri için, genellikle onlara birçok başka m ad­ sınç altında bir delikten geçirilir. Sıkılan
denin katılması gerekir. Bu katkı m addeleri tüpten diş m acununun çıkışı gibi, delikten
plastiklerin özelliklerini belli yönlerden geliş­ dışarı çıkan plastik içinden geçtiği deliğin
tirmeye yarayan, testere talaşı, m ineral tozu biçimini alır ve soğuyarak sertleşir. Eğer
ya da dokum a gibi basit dolgu m addeleri plastiğin içinden geçtiği delik dar bir yarık
olabilir. Am a katkı m addelerinin pek çoğu, biçimindeyse zar gibi ince bir plastik levha
genellikle karm aşık yapılı kimyasal bileşikler­ elde edilir. Bu yöntem le, deliğin biçimine
dir. Sabitleştirici, pas önleyici, plastikleştirici, bağlı olarak değişik biçimlerde plastik çubuk,
yağlayıcı, katalizör ve pigment olarak kullanı­ boru ve benzeri ürünler elde edilir. Kullanılan
lan katkı m addeleri vardır. Bütün bu m adde­ plastiğin türüne bağlı olarak da esnek olm a­
ler, polimerin işlenmesi sırasındaki özellikle­ yan, sert ürünlerin yanı sıra, bükülebilir
rini ve elde edilen son ürünün niteliklerini çe­ yapıda, esnek ürünler de üretilebilir.
şitli yönlerden geliştirmeye yarar. Ekstrüzyon yöntemiyle üretilen ısılyumuşar
Isılsertleşir plastikler ve ısılyumuşar plas­ levhalar daha sonra ısıyla biçimlendirme yön­
tikler ısıtıldıkları zaman tümüyle farklı dav­ temleriyle de işlenebilir. Bu yöntem lerden
randıkları için bunlardan yapılan ürünler de en çok uygulananı vakumla biçimlendirmedir.
PLASTİKLER 97

IC l Plastics Division
Solda: Polivinil klorür(PVC) boruların birleştirilm esi.
Ü stte: Döküm yöntem iyle yapılm ış polipropilen
sandalyeler.

Bu yöntem de, ısıtılmış levha içi oyuk bir maddeyle karıştırılıp ısıtılmasıyla üretilir. P o­
kalıba emilir. Isılyumuşar levhalar bir gaz liüretanlar gibi son derece önemli ısılsertleşir
alevinden yararlanılarak birbirine kaynatıla- plastik köpükler de vardır.
bileceği gibi, uçlarına yapıştırıcı sürülerek de Güçlendirilmiş plastiklerde, plastiğin sağ­
birleştirilebilir. lamlığını artıran ve onu “kom poze” bir m ad­
Olağanüstü çeşitlilikte kullanım alanı olan deye dönüştüren dolgu maddesi çok önem li­
PV C’yi işlemek için özel yöntem ler uygulanır. dir. Bu amaçla kullanılan başlıca katkı m ad­
Esnek bir zar biçimindeki PVC, kalenderleme deleri cam ve bir ölçüde de asbest liflerdir
yöntemiyle elde edilebilir. Bu yöntem de, (bak. LİF). R eçineler, genellikle polyester ve
PVC en az üç sıcak baskı silindirinden oluşan, epoksi türü ısılsertleşir plastiklerdir. Reçine­
“kalender” adlı bir m akineden geçirilir. Y ü­ ler bir life em dirilerek kimyasal katalizörlerle
zeylerinde oyma işlemeler bulunan silindirler işleme sokulursa, son derece güçlü ve pekişik
kullanılarak, kabartm a desenli ve baskılı plas­ bir m adde oluşur. Karbon lifleri pahalı ol­
tikler yapılabilir. Ü zerine macun halindeki m akla birlikte, uçaklarda olduğu gibi hafifli­
PVC yayılarak, plastik kaplı dokum a ve m etal ğin ve dayanıklılığın son derece önemli oldu­
yüzeyler elde edilebilir. Isıtılmış metal eşya, ğu yerlerde güçlendirici katkı maddesi olarak
m acun ya da toz halindeki PV C ’ye ya da kullanılır.
başka bazı ısılyumuşar plastiklere daldırılarak Bazı güçlendirilmiş plastik türleri sıkıştırma
plastikle kaplanabilir. Başka bazı plastikler döküm yöntemiyle büyük m iktarlarda üreti­
de krom , altın gibi m etallerle kaplanabilir. lir; ama pek çoğu az m iktarda ve elde yapılır.
Plastikler çoğu kez m etal ve odun gibi Ö rneğin bu tür güçlendirilmiş plastikten yapı­
geleneksel m alzemelerin işlendiği yöntem ler­ lan gemi tekneleri ve otom obil kaportaları tek
le işlenir; onlar gibi m akinelerle biçimlendiri­ tek yapılır.
lir, kesilir, delinir ve tutkalla yapıştırılır.
Plastiklerin K ullanım A lanları
Genleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Plastikler Ö nceleri plastiklerin başlıca kullanım alanı
Birçok plastik türü katı halde üretilebildiği evlerdi; evde çevremize bir göz atınca günü­
gibi köpük yapısında da üretilebilir. Köpük müzde plastiklerin ne kadar yaygın olarak
yapısında üretilmiş olan bu plastiklere genleş­ kullanıldığını hem en görürüz. Banyoda ve
tirilmiş plastik ya da plastik köpüğü denir. m utfakta kullandığımız bir çok plastik eşya­
Plastik köpüğü, genellikle ısılyumuşar plastik­ nın yanı sıra, elektrikli süpürgeden buzdolabı­
lerin, ısıtıldığı zaman gaz çıkaran bir kimyasal na, telefondan televizyona kadar birçok elek­
98 PLATA IRMAĞI

trikli ev aletinde plastik parçalar bulunur. Sudan 21 kat daha ağırdır ve erim e noktası
A ynca her türlü am balajlam a işinde çok çok yüksektir (1.769°C). D oğada bazen pal-
büyük m iktarlarda plastik kullanılır. ladyum, rodyum , iridyum, osmiyum ve ruten­
Plastiklerin sanayideki kullanım alanları bu yum gibi azrak (ender rastlanan) m etallerden
kadar açıkça görülm emekle birlikte, en az bir ya da birkaçıyla karışık halde bulunur.
bunlar kadar önemlidir. H em en hem en her Platinin pek çok özelliğini taşıyan bu m etalle­
tür sanayi ürününün şu ya da bu parçası re “platin m etalleri” de denir.
plastikten yapılır. Günüm üzde hiçbir sanayi Platin, 18. yüzyıla kadar bilim adamlarının
dalı plastik kullanm adan çalışamaz. M akine pek dikkatini çekmedi. D aha önceleri platin,
sanayisinde kullanılan plastikler az m iktarda ağırlığı nedeniyle zaman zaman sahte altın
üretilen özel plastiklerdir. Bunların üstün para yapımında kullanılmaktaydı. En önemli
özellikleri mühendislik tasarım larında önemli platin üreticisi ülkeler SSCB ve Güney A fri­
bir rol oynamalarını sağlar. Örneğin m otorlu k a’dır. Ayrıca K anada, A B D , Güney A m eri­
taşıtların elektrikli parçaları ve kablo dona­ ka, Yeni Zelanda ve İzlanda’da da az m iktar­
nımları, m ekanik parçalan, döşem eleri, iç larda platin çıkarılır.
doğram aları, denetim panoları ve başka bir­ Platinin değeri ve önemi asit ile benzeri
çok parçasının yapımında plastikler kullanılır. kimyasal m addelerden etkilenm em esinden ve
Tıpta, cerrahide ve dişçilikte de plastikler erim e noktasının yüksek olmasından gelir.
gittikçe artan m iktarlarda kullanılmaktadır. Kimya laboratuvarlarm da kullanılan eritm e
Toplam plastik üretiminin yaklaşık üçte kapları ya da yüksek sıcaklıklara dayanıklı
birini kullanan ambalaj sanayisi plastik tüke­ deney potaları platinden yapılır. Platin ku­
tim inde ilk sırayı alır. O nu, toplam üretim in yumculukta da kullanılır. Am a altından daha
dörtte birini kullanan inşaat sanayisi izler. pahalı olduğu için, çoğu kez altına katılarak
Yapılarda kullanılan taban döşem e, duvar “beyaz altın” üretilir. Beyaz altında altının
kaplam a, ara bölm e, elektrik yalıtım ve ısı m iktarı çok, platininki azdır; platin yerine
yalıtım m alzem elerinin, kapı tokmağı, pence­ palladyum da kullanılabilir. Elektrik sigorta-
re çerçevesi, oluk ve pis su borularının çoğu
plastiktendir. Ayrton Metals and the Platinum Advisory Centre

Plastiklerin Sakıncaları
Çok dayanıklı olm alanna karşın, plastikler
zam anla özelliklerini yitirebilir. Örneğin, po­
lietilen gibi birçok plastik türü zamanla es­
nekliğini yitirir, kınlgan hale gelir; PVC gibi
birçok plastik türü zamanla rengini yitirir.
Günüm üzde plastiklerin üretim i ucuz olduğu
için kullanılmış plastikler işlenip yeniden kul­
lanılmaz. D eterjan, içme suyu ya da meyve
suyu şişeleri gibi birçok plastik eşya bir kez
kullanılıp atılır. A m a doğadaki m ikroorganiz­
m alar plastikleri kolayca parçalayamadığı
için, birikip kalan bu atıklar uzun dönemli bir
çevre kirliliğine yol açar.

PLATA IRMAĞI bak. P a ra n â , P a ra g u a y ve


PLATA IRMAKLARI.

PLATİN, gümüşsü beyaz renkli, çok ağır,


değerli bir m etaldir. Kimyasal simgesi Pt, Platin, kuyum culukta çeşitli takılar yapmak için sıkça
atom numarası 78, atom ağırlığı 195,09’dur. kullanılan bir metaldir.
PLUTARKHOS 99

larının uçları da platinden yapılır; bu platin irdeler. İkinci bölümü ise Platon’un olgunluk
uçlar elektrik kıvılcımlarının yüksek sıcaklığı­ dönemi m etinleri oluşturur. Düşüncelerini bu
na ve kimyasal etkisine karşı son derece diyaloglarla ortaya koyan Platon, Sokrat’ı
dirençlidir. Ağırlıkların ve ölçülerin kusursuz örnek alarak “A dalet nedir?” , “Güzellik ne­
ve çok duyarlı standart örnekleri de platinden dir?” , “İyilik nedir?” gibi soruların yanıtları­
hazırlanır (bak. ÖLÇME). Platin ısıtıldığında nı, insanların kendilerinin bulması için çalışır.
öbür metallerin pek çoğundan daha az genle­ En önemli diyaloglarından oluşan Devlet'te
şir; genleşmesi hemen hemen yumuşak ca- (Politeia) yetkin bir devletin nasıl olması
mınki kadardır. Bu nedenle, içine tel giren gerektiği sorusuna yanıt arar. Platon hüküm ­
havası boşaltılmış cam tüplerde, örneğin elek­ darların devleti kendi çıkarları doğrultusunda
trik am pullerinde platin teller kullanılabilir ve değil, bütün insanların iyiliği için, bilgece
böylece tüpün içine hava sızması engellenebi­ yönetm eleri gerektiğine inanıyordu. Bu ne­
lir. Am a bunun için genellikle daha ucuz denle küçük yaşta eğitilmelerini öngörüyor­
alaşımlar (m etal karışımları) tercih edilir. du. Ne var ki, felsefe yoluyla aydınlatmayı ve
Platin kimya sanayisinde katalizör olarak eğitmeyi üstlendiği İtalyan prenslerinden
da çok kullanılır. (Katalizör, bir kimyasal Genç Dionysios’un yetiştirilmesinde başarılı
tepkim e sırasında, kendisi değişime uğram a­ olamadı.
dan başka m addelerdeki değişimleri hızlandı­ Platon İÖ 327’de, bugünkü üniversitelerin
ran m addedir.) Örneğin sülfürik asit üreti­ başlangıcı sayılabilecek “A kadem i” adlı oku­
m inde, kükürt dioksit gazı ile havadaki oksi­ lu kurdu. Yaşamı boyunca hem ders verdiği,
jenin birleşmesini hızlandırmak için platin hem yöneticiliğini yaptığı bu okul, Rom a
katalizör kullanılır. İm paratoru Jüstinyen kapatıncaya kadar 800
yıl süreyle bir araştırm a ve tartışm a m erkezi
PLATO bak. Y a y l a . olarak etkili oldu.
Platon, Timaios ve Kritias adlı diyalogların­
PLATON (İÖ 428-347). Eflatun adıyla da da, bir zam anlar Atlas Okyanusu’nda bulun­
bilinen Eski Yunanlı düşünür Platon batı duğu ve sonra sulara gömüldüğü ileri sürülen
felsefesinin kurucularındandır. Platon, A tina’ A tlantis A dası’nın öyküsünü anlatır (bak.
nın Peloponnesos Savaşı sonrasında uğradığı A t l a n t İs ) . B u öykünün gerçek mi, yoksa
yenilginin yarattığı bunalım dönem inde yetişti düşünürün düş gücünün ürünü mü olduğu bi­
(bak. P e lo p o n n e s o s S a v a ş i ) . Dem okrasi adına linm em ektedir.
başa geçen yeni yöneticilerin adaletsizliği, bir
zam anlar ilgi duyduğu siyasetten uzaklaşması­ PLUTARKHOS (İS 46-120). Yunanlı yazar
na ve kendini felsefeye adam asına neden Plutarkhos, yazmış olduğu çok sayıda denem e
oldu. Böylece, çevresindeki dünya ile ilgili ve yaşamöyküsüyle 15. yüzyıldan bu yana
gerçekleri irdelem eye ve açıklamaya yöneldi. hem batıda, hem doğuda pek çok düşünürü
Yaşamı boyunca hiçbir yazılı m etin bırak­ ve yazarı etkilemiştir. Felsefe dersleri veren,
mayan Eski Yunanlı düşünür Sokrat’ın öğren­ bir felsefe okulunu yöneten ve kent yönetimin­
cisi ve dostu olan Platon, öğretm eninin çeşitli de çeşitli görevler üstlenen Plutarkhos’un
kişilerle giriştiği karşılıklı konuşma ve tartış­ geniş bir çevresi vardı ve sık sık gezilere
maları kâğıda döktü (bak. S o k r a t ). Bu karşı­ çıkardı. Birçok kez R om a’ya gitti.
lıklı konuşmaları “diyalog” denen bir yazı Plutarkhos’un yazar olarak ünü, önde gelen
yöntem ine dönüştürdü. “Sokratik” ve “plato­ 50 kadar Yunanlı ve R om alı’nın yaşamöykü-
nik” olarak ikiye ayrılan Platon’un yapıtları lerini içeren Hayatlar (Bioi paralleloı) adlı
günümüze kadar ulaşmıştır. Bunlardan ilk yapıtından kaynaklanır. Bunlardan, m eslek­
bölümü Platon’un gençlik dönemine ilişkin, leri ya da kişilikleri benzeyen 40’ı ikişer ikişer
Sokrat’ın düşüncelerinin ağırlıkta olduğu m e­ ele alınmış ve karşılaştırmalı olarak anlatıl­
tinlerdir. Sokrat’m Savunması (Apologia Sok- mıştır. Ö rneğin, Plutarkhos Yunanlı bir gene­
ratous) örneğinde olduğu gibi alaycı ve inatçı ralin yaşamöyküsünü, ona çok benzediğini
bir sorgulamayla ahlak ve eğitim sorunlarını düşündüğü Romalı bir generalin yaşamöykü-
100 PLÜTON

süyle karşılaştırmış ya da biri Yunanlı, öbürü


PLÜTON'A İLİŞKİN BİLGİLER
Romalı olan iki devlet adamı kişilikleri, başa­
rılan, doğum ve ölümlerine ilişkin bilgilerle GÜNEŞTEN ORTALAMA UZAKLIK: 5,913 milyar km.
Hayatlar'da yer almıştır. Amacı örnek davra­ YIL UZUNLUĞU: 248,5 Dünya yılı,
nış kalıplan oluşturm ak olan Plutarkhos, bu GÜN UZUNLUĞU: 6,39 Dünya günü.
yapıtıyla Yunanlılar ve Rom alılar arasında BİLİNEN UYDULARI: 1 (1978'de keşfedilen Kharon).
karşılıklı saygıyı artırm ak düşüncesindeydi. ÇAP: Plüton 3.500 (?); km; Kharon 1.800 km (?).
Plutarkhos aynı zam anda bir Rom a yurtta­ KÜTLE: Plüton ve Kharon birlikte 0,0025 (Dünya = 1)
(Plüton'un kütlesi olasılıkla Kharon'unkinin 10 ka­
şıydı. îleri yaşlarında doğum yeri olan Y una­ tıdır).
nistan’ın kuzeyindeki K haironea’ya çekildi. ÖZGÜL AĞIRLIK: 0,4-0,9 (su = 1).
Nükteli bir dil kullanan yazar, kaleme ORTALAMA YÜZEY SICAKLIĞI: Güneş ışığı alan yanın­
da -226°C ile -213°C arasında; karanlıkta kalan
aldığı yaşamöykülerinin arasına yer yer gü­ yanında yaklaşık -253°C.
lünç öyküler serpiştirmiş ve ünlülerin tuhaf
alışkanlıklarına değinm ekten de geri kalm a­
mıştır. Çoğu zaman Güneş ve Ay tutulm aları­ başladı. Birkaç gün arayla çekilmiş fotoğrafla­
nın oluşum unu, bazı geleneklerin nasıl başla­ rı dikkatle karşılaştıran Tom baugh, gezegenin
dığını ya da bir sözcüğün nasıl anlam kazandı­ arka plandaki “sabit” yıldızlara göre hareketi­
ğını da açıklamıştır. Plutarkhos’un önemli bîr ni saptayarak Plüton’un varlığını belirledi.
başka yapıtı da 60’tan fazla denem eden olu­ Plüton adını, Eski Yunan ve Rom a m itolo­
şan E thika'dır (Latince’de Moralia). Çoğu jisindeki yeraltı tanrısı Plüton’dan (Hades)
söylev ya da diyalog niteliğindeki bu dene­ alır. Son derece soğuk ve ürkütücü, am a o
m elerde din, siyaset, felsefe, edebiyat ve denli de gizemli, uzak bir gezegendir. Plüton’
ahlak konularını çeşitli yönleriyle ele almıştır. dan Güneş, uzayın öbür sayısız yıldızı arasın­
Bu denem eler, Hayatlar'la birlikte, özellikle da kalan parlakça bir yıldız olarak gözükür.
16. yüzyılda çok etkili olmuştur. Fransız yazar Y er’den bakıldığında ise Plüton soluk bir
M ontaigne ünlü Denemeler'ini (Essais; 1580- yıldıza benzer; en güçlü teleskoplarla bile
88) Plutarkhos’un E thika'sim okuduktan son­ Plüton’u net ve belirgin bir teker halinde
ra yazmıştır (bak. DENEME). İngiliz oyun görm ek olanaksızdır.
yazarı William Shakespeare ise Hayatlar'm Plüton’un G üneş’e olan ortalam a uzaklığı
Thomas N orth’un yaptığı çevirisini nerdeyse 6 milyar km kadardır. Aslında Plüton, Güneş
ezbere biliyordu ve Rom a tarihinden esinlen­
diği bazı oyunlarında bazı bölümleri olduğu Royal Astronomical Society

gibi kullanmıştır.

PLÜTON bak. H ad es.

PLÜTON, G üneş’in çevresinde dolanan do­


kuz büyük gezegenden en uzakta olanıdır. En
son keşfedilen gezegen olan Plüton’u 1930’da
A B D ’li astronom Clyde Tom baugh ortaya
çıkardı. Am a bu keşiften daha önce A B D ’li
astronom lar Percival Lovvell ve William H.
Pickering, N eptün gezegeninin hareketlerini
dikkatle izleyerek, ondan da ötede bir baş­
ka gezegenin olması gerektiğini ileri sürmüş­
lerdi. Bu varsayıma dayanan Tom baugh
1929’da, A rizona’daki Flagstaff’ta kurulu Plüton bize o kadar uzaktır ki, Dünya'dan
olan Percival Lovvell Gözlem evi’nde, gökyü­ bakıldığında bir yıldızm ış gibi gözükür. Onun
gezegen olduğu, arka plandaki yıldızlara göre
zünün bu yeni gezegenin bulunm a olasılığı konum unun değişmesinden (okla işaretli noktalara
olan bölgesini fotoğraflar çekerek taram aya bakın) anlaşılır.
PNÖMATİK AYGITLAR 101

sisteminin, G üneş’e en uzak yörüngede dola­


nan gezegenidir. Am a Plüton’un elips biçimli
yörüngesi öbür gezegenlerin yörüngesinden
daha basıktır ve bu yüzden G üneş çevresinde­
ki dolanımı sırasında N eptün’ün izlediği yö­
rüngenin içinden geçer. Saniyede ortalam a 3
km kadar bir hızla yol alan Plüton, Güneş
çevresindeki dolanımın! 248 yıldan biraz daha
uzun bir sürede tam amlar.
Plüton çok soluk göründüğünden, astro­
nom lar bu gezegenin oldukça küçük olduğuna
inanm aktadırlar. Gezegenin çapının yaklaşık
3.500 km olduğu sanılm aktadır; yani Plüton
ve Ay yaklaşık aynı büyüklüktedir. Plüton’un
yapısının hangi m addelerden oluştuğu tam Cephas Picture LibraryIFRWK B. Higham
olarak belirlenem em iştir; am a pek çok astro­ A sfalt zemini kırmak için pnöm atik aygıtlar kullanılır.
nom gezegenin donm uş m etan gazından oluş­
tuğunu düşünm ektedir. Gezegenin yoğunluğu nir, ama bundan pek yararlanılmazdı.
ve kütlesi de tam olarak saptanam am ıştır, 1861’de, A lpler’den geçen ve Fransa ile İtal­
ama yoğunluğunun suyunkinden az olduğu ya’yı birbirine bağlayan M ont Cenis (Frejus)
tahm in edilm ektedir. Bu kadar küçük ve Tüneli’ni yapmakla görevli İtalyan mühendis
soğuk (yaklaşık —213°C) bir gezegende a t­ Germ ain Sommeiller, kayalarda delik delm ek
mosferin bulunması da çok küçük bir olası­ için bir pnöm atik m atkap geliştirdi. Aslında
lıktır. tünel yapım işi birkaç yıl önce ve tam am en
1978’de A B D Deniz Kuvvetleri Gözlem- insan gücüne dayalı olarak başlatılmıştı; bu
evi’nden James W. Christy ve R obert S. yeni aygıtın kullanılmasıyla çalışmalar büyük
H arrington, Plüton’un çevresinde bir uydu­ bir hız kazandı.
nun bulunduğunu saptadılar. Gezegenin çev­ Pnöm atik aygıtlar için gerekli basınçlı hava
resindeki bir tam dolamınım 6,39 Dünya bir kom presörden sağlanır. K om presör hava­
gününde tam amlayan bu uyduya, gene m ito­ yı sıkıştırarak, sağlam, çelik bir tankta depo­
lojide ölüleri Styks Irm ağı’ndan geçirerek lar; tankın basıncı santim etre kareye 3,5-7 kg
H ades’e götüren sandalcı K haron’un adı ve­ arasında tutulur. Yol işlerinde ve inşaat alan­
rildi. A stronom lar K haron’un çapının Plü­ larında kullanılan kom presörler genellikle te ­
to n ’un yarıçapından daha büyük olduğunu kerleklidir. K om presörde kam yonlardakine
sanm aktadırlar. benzer bir dizel m otoru vardır; bu m otor
tanka hava basan bir pompayı çalıştırır. Kom ­
PNÖMATİK AYGITLAR, sıkıştırılmış havay­ presörün otom atik denetim düzeneği, tank
la çalışan aletlerdir. (“Pnöm atik” sözcüğü, basıncı yeterli düzeye eriştiğinde pom pa m o­
“rüzgâr” ya da “nefes” anlam ındaki Eski torunu yavaşlatır, ama tank basıncı düştüğün­
Yunanca pneum a sözcüğünden gelir.) Pnö­ de bu kez m otoru hızlandırır ve pom panın
m atik aygıtların, çekiç, m atkap, köm ür kaz­ daha çok hava basmasını sağlar. Hava tankı
ma aygıtı (havöz), taşlama aygıtı, perçinlem e esnek, kauçuk bir hortum la pnöm atik aygıta
ve perçin kesme aygıtı gibi çeşitli türleri bağlanır; hortum un ezilmesini ya da yırtılma­
vardır. (Perçin, m etal levhaları birbirine tut­ sını önlem ek için çevresi çelik telle sarılır.
turm ak için kullanılır. Kalın bir çiviye benzer. Pnöm atik aygıtlar hafiftir, elektrik çarpma
Levhalardaki deliklerden geçirildikten ve başı tehlikesi yoktur, kıvılcım ya da dum an çıkar­
yerine oturtulduktan sonra ucu çekiçlenerek mazlar. Bu nedenlerle, atm osferin temiz tu­
delikten çıkmayacak biçimde levha yüzeyine tulmasının gerektiği ya da bir kıvılcım atlam a­
taşırdır.) sıyla yangın çıkma tehlikesinin bulunduğu
Sıkıştırılmış havanın gücü eskiden beri bili­ m aden ocağı ve tünel gibi yerlerde kullanıl­
102 POE

maya çok elverişlidirler. Dalgıçlar da sualtı


işlerinde pnöm atik aygıtlardan yararlanabi­
lirler.
Başlıca iki tip pnöm atik aygıt vardır: Hava
m otoruyla çalıştırılanlar ve alternatif piston
hareketli m otorla çalıştırılanlar. Hava m oto­
ru, bir karter içinde dönen bir rotordan
oluşur. Kom presörden gelen basınçlı hava
karterden içeri girer, rotora takılı kanatlara
çarpar ve rotoru döndürür. Rotorun göbeğin­
den çıkan mil ise, işi gerçekleştirecek takım a
bağlıdır. Sıkıştırılmış havayla çalışan taşlama
ve parlatm a aygıtları, döner tel fırçalı aygıt­
lar, m atkaplar, tornavida ve lokma takımları
bu tiptendir.
A lternatif piston hareketli pnöm atik aygıt­
lar, sıkıştırılmış havanın etkisiyle ileri geri
gidip gelen bir pistonla çalıştırılır. Piston ileri
doğru giderken, kendisine bağlı bir ucu,
örneğin bir kazma ucunu da ileri doğru
hareket ettirir. Sert zeminleri kırm aya, gev­ Hulton Picture Library
şetmeye yarayan kırma ya da kazma aygıtları; Korku öyküleri yazarı Edgar Allan Poe.
kazantaşlannı kırma gibi işlerde kullanılan
çekiç ve keskiler; perçin tabancaları; döküm ­
hanelerde kalıp kumunu sıkıştırmak için kul­ riyle öyküleri yayımlandıysa da, yoksul bir
lanılan tokm aklar (bak. D ö k ü m ) bu tür aygıt­
yaşam sürm ekten kurtulam adı. Ne ailesi ne
lardır. M adenlerde kullanılan pnöm atik del­ de dostu vardı; aşk ilişkileri de düş kırıklığıyla
me aygıtları da bu biçimde çalışan çekiç sonuçlanıyordu. Bu yüzden ele aldığı konular
türleridir. gittikçe daha karam sar ve korkulu bir niteliğe
Sıkıştırılmış hava pnöm atik aygıtlarda oldu­ büründü. Çeşitli dergilerde yayın yönetm enli­
ğu kadar, kaldırm a m akinelerini, presleri, ği yaptı, ama kurtulamadığı kötü alışkanlıkla­
şahm erdanları ve başka m akineleri çalıştır­ rından ötürü hiçbir yerde tutunam adı.
m akta da kullanılır. 1836’da evlenen Poe, kısa bir dönem m ut­
luluğu tattıysa da, beş yıl sonra hastalanan
POE, Edgar Allan (1809-1849). A B D ’li şair karısı 1847’de öldü,
ve öykü yazarı Edgar Allan Poe, çoğu doğa­ Poe, kötülük, suç, korku, felaket, uğursuz­
üstü olayları konu alan öyküleriyle korku luk, ölüm ve ölümden sonraki yaşam gibi,
edebiyatı ve polisiye türünün gelişmesinde başka şiir ve öykülerde ele alman konulardan
önemli bir rol oynamıştır. değişik konuları işlediği yapıtlarıyla okuyucu­
Mutsuz bir yaşam süren ve 40 yaşında ölen ların düş gücünü kamçıladığı için, yaşamının
Poe, anne ve babasını küçük yaşta yitirmişti. son yıllarında üne kavuşmuştu. Polisiye ve
Varlıklı ve iyi yürekli bir kadın onu evlat bilimkurgu rom anların öncüsü sayılan yazarın
edindiyse de, üvey babası ile geçinemedi. Bir bazı öyküleri ülkemizde Morgue Sokağı Cina­
yıl üniversiteye devam ettikten sonra kaçıp yeti (The Murders in the Rue M orgue; 1841)
orduya katıldı. D aha sonra West Point’teki adıyla derlendi. Kitaba adını veren öykü
A BD Askeri A kadem isi’ne girdi. Ne var ki, dünyada ilk dedektif öyküsüdür. Poe’nun
kum ar ve içkiye düşkünlüğü yüzünden üç ay ünlü öykülerinden “Kuyu ve Sarkaç” ile
geçmeden okuldan atıldı. “Geveze Y ürek” de aynı kitapta yer alm akta­
Poe daha sonra yazarlığa heveslendi. Baş­ dır. Yazarın sevilen şiirlerinden “The R aven”
langıçta hiçbir başarı sağlayamadı. Bazı şiirle- (“Kuzgun”) doğaüstü olaylara yer verir, “An-
POLARILMA 103

nabel L ee” ise müzikli ritmiyle duygu yüklü dalgaları “enine dalga” olarak tanımlanır.
bir aşk şiiridir. Sıradan bir ışık dem eti, olanaklı bütün yan
doğrultulardaki enine dalga hareketlerini içe­
PO IRMAĞI, İtalya’nın en uzun ırmağıdır. rir. Bu hareketleri göremememizin bir nede­
Fransa sınırı yakınında Alp D ağları’ndan ni, bunların son derece hızlı gerçekleşmesidir
doğar ve Kuzey İtalya boyunca doğuya doğru (sarı ışıkta saniyede yaklaşık 500 trilyon dalga
akarak Adriya Denizi’ne dökülür. 652 km hareketi bulunur).
uzunluğundaki bu ırm ak, taşıdığı alüvyonlar­ Bir el feneri, sıradan bir elektrik ampulü ya
dan oluşan ve ülkenin en verimli bölümü olan da G üneş’ten gelen ışık “kutuplanm am ış”
Po Ovası’m akaçlar. Kuzeyinde ve batısında ışıktır, çünkü bunlarda dalgalar bütün doğrul­
Alp Dağları, güneyinde ise A pennin Dağları tularda yana doğru titreşir. Kutuplanm ış ışık­
ile sınırlanan ova, Po ve Adige ırmaklarının ta ise, dalgalar belirli bir doğrultuda başka
A driya Denizi’ne kavuştuğu geniş ve bataklık doğrultulardakilerden daha çok titreşir; bu
deltada sona erer. tür bir kutuplanmış ışık çeşitli yollardan elde
Po Irm ağı’nm A lpler’den gelen kolları, edilebilir. Örneğin sıradan, kutuplanm am ış
A penninler’den kaynaklananlardan daha bü­ ışık Polaroid gibi polarıcı bir filmden geçirile­
yük ve çok sayıdadır. Bunların çoğu A lpler’in bilir; bu, saydam plastik ya da cam levhalar
yüksek kesimlerindeki buzullardan ve karlı arasına yerleştirilmiş ve her iki yüzü herapatit
alanlardan doğar, özellikle yaz güneşinin k ar­ denen kimyasal bir maddeyle kaplanmış ince
ları ve buzları erittiği zam anlarda daha gür bir filmdir.
akarlar. Bu ırmak kolları aynı zam anda K u­ İki polarıcı filmi birbirinin karşısına tutar
zey İtalya’daki G arda ve Como gibi güzel ve bunlardan birini kendi çevresinde yavaş
gölleri akaçlar. Fransa ve İsviçre’den gelen yavaş döndürürseniz, bu iki filmden geçip
bazı kara ve demiryolları bu ırm akların vadi­ gelen ışık giderek soluklaşır ve öyle bir an
lerinden geçer. Milano ve Torino gibi sanayi gelir ki, ışığın neredeyse tüm ü yok olur; ama
kentleri için gerekli elektrik enerjisi bu akar­ eğer ilk filmi döndürm eyi sürdürürseniz, ışık
sulardan sağlanır. Po Irm ağı, çığırı boyunca yeniden artm aya başlar. Bu olay, her bir
sulama kanalları aracılığıyla çevresini sular. filmin yalnızca belirli bir yan doğrultudaki
Irmağın taşıdığı büyük m iktardaki alüvyonun dalga hareketinin geçmesine izin verm esinden
bir bölüm ü ırmak yatağına çökerek yatağın kaynaklanır. Eğer bu iki film geçmesine izin
yükselmesine yol açar. Geçmiş zam anlardan verecekleri dalga hareketlerinin doğrultuları
bu yana Po Irm ağı’nı önemli bir ulaşım aynı olacak biçimde konum landırılırsa, o za­
yoluna dönüştürm ek için tasarılar hazırlan- man ışığın büyük bölüm ü geçebilir. Am a
dıysa da, ancak küçük bir bölüm ünden ula­ filmlerden biri, birincisinden geçen ışığın bir
şımda yararlanılır. Sonbahar aylarında çevre­ bölüm ü ikinci film tarafından kesilecek biçim­
ye büyük zarar veren taşkınlar olur. D eltasın­ de döndürülürse, öyle bir konum a gelinir ki,
da birçok kola ayrılan Po Irmağı başlıca beş birincisinden geçen ışığın dalga hareketinin
ağızdan denize dökülür. doğrultusu ile İkincisinden geçebilecek olanın
doğrultusu birbirine dik durum a gelir ve işte o
POLARILMA. Eğer bir ışık dem eti ya da zaman bu iki filmden hiçbir ışık geçmez.
başka herhangi bir ışınım türü (bak. İşin im ) Buna, “çapraz” düzenleme denir.
belirli bir doğrultuda öbür doğrultulara oran­ Fizikçiler, çeşitli m addelerin incelenm esin­
la daha fazla titreşiyorsa, o ışınım ya da ışık de ve ışık konusundaki araştırm alarda polarıl­
dem eti polarılmış ya da kutuplanmış dem ek­ mış ışıktan yararlanırlar; polarılmış ışık başka
tir. Bunu anlam ak için ışığın bir tür dalga uygulam alarda da kullanılır. Çapraz olarak
hareketi olduğunu anımsamak gerekir (bak. düzenlenmiş iki polarıcı filminin arasına uy­
I ş ik ). Işık belli bir doğrultuda yol alırken, gun bir saydam plastik parçası yerleştirilirse,
dalga hareketi yanlara doğru gerçekleşir; yani filmlerden hiçbir ışık geçmeyebilir; am a bu
dalganın titreşim doğrultusu ile ilerleme doğ­ plastiğe bir kuvvet uygulanırsa, plastiğin özel­
rultusu birbirine diktir, bu yüzden de ışık likleri değişir ve bir parça ışık geçebilir. Bu
104 POLİMER

Polarılmış ışık yalnızca tek


bir doğrultuda titreşir. Işığı
polarm a özelliği taşıyan iki
ince katman üst üste konur
ve bunlardan biri oklarla
gösterilen biçim de 90°
döndürülürse, ışık
katm anların b irb irin i
örtm eyen kesimlerinden
geçer. Ama katmanların
birb irin i örten bölüm ünde
ışık polarılır ve buradan
geçemez.

John Beeston ve
Alan Evans-Jones

durum da plastiğin üzerinde renkli çizgiler oluşan polarim etre, dönm e derecesini ölçmek
oluşur. Bu renkli çizgilerin oluşturduğu desen için kullanılır.
uygulanan kuvvete bağlıdır. İşte inşaat m ü­
hendisleri bu olgudan yararlanarak, gerçek­ POLİMER, “çok parça” anlamına gelen Y u­
leştirecekleri köprü, bina gibi büyük ve pahalı nanca iki sözcükten türetilmiş bir sözcüktür
yapılarda hangi kuvvetlerin doğabileceğini ve m onom er denen daha küçük moleküllerin
araştırabilirler. Bunun için önce köprünün uç uca eklenmesiyle oluşan bir molekülü
küçük ve ucuz bir modeli yapılır ve bu model tanım lam ak için kullanılır. Homopolimerler
uygulanan çeşitli kuvvetler altında, polarılmış aynı tipten m onom erler, kopolimerler ise en
ışıkla incelenir. Böylece mühendis inşaata az iki farklı tipten m onom erler içerir. Binler­
başlam adan önce, tasanınım yaptığı köprü­ ce m onom er birbiriyle birleşerek makromole-
nün taşıması gereken yüklere dayanıp dayan­ kül denen dev bir molekül oluşturabilir.
mayacağını, bazı kesimlerinin tasarım ının de­ Polim er oluşum una yol açan kimyasal tep­
ğiştirilmesinin gerekip gerekmediğini belirle­ kimelere polimerleşme denir. Katılma poli-
yebilir. m erleşm esfnde çift bağlar kopar ve m ono­
Televizyon görüntülerini taşıyan radyo dal­ m erler basitçe birbirlerine eklenir; bu tepki­
galan da polarılmıştır. Bir vericinin göndere­ me sırasında başka herhangi bir bileşik oluş­
ceği dalgalann kutuplanm a doğrultusu anten maz. Yoğunlaşma polim erleşm esfnde ise,
düzeniyle belirlenir. G örüntüyü net olarak m onom erlerin her iki ucunda kolayca tepki­
alabilmesi için alıcı televizyonun anteni de meye giren atom grupları vardır ve m onom er­
verici anteniyle tam olarak aynı açıda olacak ler birbirleriyle birleşirken bu grupları dışarı
biçimde ayarlanmalıdır. atar; bu tepkim e sonucunda su açığa çıkar.
Kutuplanm ış ışık üretm ek ya da incelemek Pek çok doğal yoğunlaşma polimeri vardır;
için çoğu zaman Nicol prizm alarından yarar­ örneğin, izopren denen hidrokarbon m olekül­
lanılır; bu prizm alar, iki kalsit (kalsiyum lerinin birleşmesiyle oluşan kauçuk m olekül­
karbonat) parçasının belirli doğrultularda ke­ leri bu tür bir polimerleşme ürünüdür. (H id­
sildikten sonra tekrar birbirlerine yapıştırıl­ rokarbon, yalnızca hidrojen ve karbon atom ­
ması yoluyla hazırlanır. Bazı m addeler pola- larından oluşan bir m oleküldür.) K arbonhid­
nlm ış ışığın doğrultusunu değiştirebilir ya da ratlar sınıfından selüloz ve nişasta binlerce
bu ışığı döndürebilir. Nicol prizm alarından glikoz m olekülünden; proteinler, belirli diziler
POLİNEZYALILAR 105

m o n o m e r le r

H - 0 - O - İ O - H H İ - 0 ~ O ~ İ 0 - H H İ- 0 - O - T o - H H !- 0 - O 0 - H
l J L — -i ' l _
1.

1
H H - O - H H - 0 -~ H
X

X
0

o
I
0 - O - O - O - O —0 - 0 - 0

.
su p o lim e r

Yoğunlaşm a polim eri, m onom erlerin açığa su çıkararak birbirlerine bağlandıkları bir polim erleşm e
ürünüdür. M onom er parçalarını çevreleyen kesikli çizgiler, açığa çıkan suyu oluşturan hidrojen ve oksijen
atom larını gösterm ektedir.

halinde düzenlenmiş uzun aminoasit zincirle ­ karışmıştır, ama Polinezya ırkının özellikleri
rinden oluşur (bak. KARBONHİDRATLAR; NİŞAS­ hâlâ kendini gösterir. Açık ya da koyuca ten
TA; PROTEİN; REÇİNE; SELÜLOZ). rengi, orta boy, tıknaz vücut yapısı, düzden
Son derece önemli bir kimyasal m adde kıvırcığa değişen saçlar ve vücutta hem en hiç
grubu olan plastikler yapay, yani insan eliyle tüy bulunmayışı bu ırkın tem el özelliklerin-
yapılmış polim erlerdir. Polietilen, polivinil dendir.
klorür (PV C), polistiren gibi pek çok plastik A rkeolojik buluntular, insanların Batı Poli-
türü katılm a polim erleridirler. Naylon ve nezya’daki Tonga ve Samoa adalarına ilk kez
terilen ise yapay yoğunlaşma polim erlerinin yaklaşık İÖ 2000’de yerleştiğini gösterm ekte­
iki örneğidir. Başka yapay polim er örnekleri dir. Bu ilk göçmenlerin M alakka Y arım ada­
olarak, yapay kauçuklar, boyalar ve yapıştırı­ sın d a n geldikleri ve daha sonra okyanus
cılar gösterilebilir (bak. DOKUMACILIK; NAYLON; akıntılarına ve rüzgârlara karşı, doğu yönün­
PLASTİKLER). de ilerleyerek buradaki adalara yerleştikleri
sanılmaktadır.
POLİNEZYALILAR, Büyük O kyanus’un do­ 16. yüzyıl sonlarında Polinezya’ya gelen ilk
ğusunda geniş bir alana yayılmış bir dizi AvrupalIlar İspanyollar oldu. Onları H ollan­
adadan oluşan Polinezya’nm halkıdır. Yunan- dalIlar, İngilizler ve Fransızlar izledi. Polinez-
ca’dan türem iş olan Polinezya sözcüğü “bir­ yalılar A vrupalılar’ın saldırısına karşı diren­
çok ada” anlam ına gelir. Bu adaların en meye çalıştılarsa da, uzun süre dayanacak
büyük ve en tanınmış olanları arasında, bu­ kadar güçlü değillerdi ve 19. yüzyılın sonuna
gün A B D ’ye bağlı olan Hawaii A daları; Batı gelindiğinde, çeşitli A vrupa ülkeleri, A B D ve
Samoa ve A m erikan Samoası; Tonga; Cook Şili, Polinezya’nın tam am ını ele geçirmişlerdi.
A daları; Paskalya Adası ve Fransız Polinez- A vrupalılar’ın egemenliği adaların çoğunda
yası yer alır. Fransız Polinezyası, Markiz yerel kültürün bozulmasına yol açtı. G ünü­
A daları ile en önemlisi Tahiti olan Cemiyet müzde Polinezya kültürünün hâlâ özgünlüğü­
A daları’nı kapsar. Yeni Z elanda’nın en eski nü koruduğu yerler Tonga ile Batı Sam oa’dır.
halkı olan M aoriler ile Fiji halkının bir Polinezya halkının en yoğun olduğu H aw aii’
bölüm ü de Polinezyalı’dır. Bölgenin yerli de ise, tam tersine, geleneksel kültür nere­
halkı, dünyadaki başlıca dokuz coğrafi ırktan deyse silinmiş ve yerel Polinezya dilini konu­
biri olan Polinezya ırkındandır (bak. I r k ) . şabilen çok az insan kalmıştır. Avrupalılar ile
Zam an içinde başka bölgelerden ve ırklardan kurulan ilişkinin en kötü sonuçlarından biri
insanlar da bu adalara gelip yerleşmişlerdir. de yerel halk arasında kızamık ve grip gibi
1981 verilerine göre, yaklaşık 1,5 milyon daha önce bölgede görülmeyen hastalıkların
Polinezyalı vardır. Bölgede birbirine benzer yayılması olmuş, bu hastalıklar binlerce kişi­
30 ayrı Polinezya dili konuşulm akla birlikte, nin ölüm üne yol açmıştır.
günüm üzde birçok Polinezyalı’nm ana dili
İngilizce ya da Fransızca’dır. Bunun nedeni, Polinezya Kültürü
adaların uzunca bir süre İngiliz ya da Fransız Polinezyalılar el sanatları ile ünlüdür. T oplan­
sömürgesi olarak kalmış olmasıdır. O zam an­ tı evleri ve kanolarındaki M aori el oymaları
dan beri farklı ırklardan insanlar birbirleriyle ile vücutlarına ve yüzlerine yaptıkları dövm e­
106 POLİNEZYALILAR

ler; Paskalya A dası’ndaki dev boyutlu heykel­ geçinen insanların yararlandığı bu tekneler
ler; Hawaii’nin tüylü pelerinleri ve başlıkları; hâlâ önemini korum aktadır.
tapa bezi (bazı ağaçların iç kabuklarından Polinezya’da tarım yaygın olarak yapılır.
elde edilen, kum aşa benzer bir m adde) üzeri­ M anyok, tatlıpatates, gölevez, ekmekağacı,
ne yapılan resimler ve ince dokunmuş hasırlar muz, şekerkamışı ve hindistancevizi gibi
Polinezyalılar’ın özgün sanat ürünleri arasın­ ürünler yetiştirilir. Bunlardan hindistancevizi
dadır. G ünüm üzde, çoğu kaybolmuş olan bu ve vanilya gibi ürünlerin dış ülkelere satılm a­
geleneksel sanatları yeniden canlandırm ak sına karşılık, çoğu yiyecek maddesi evde
için çaba gösterilm ektedir. Turizm deki geliş­ tüketilm ek üzere ekilir. Polinezya’da m aden
me, turistlerin satın alm aktan hoşlandıkları yoktur. Eskiden ağaçları kesmek için taş el
yerel sanat ürünleri için yeni bir pazar oluş­ araçlarından, ekim ve dikim işlerinde de sert
turm uştur. tahtalı ağaçların odunlarından yapılma araç
D aha çok sözlü edebiyat geleneğinin yaygın gereçten yararlanılırdı. Oymacılık gibi daha
olduğu Polinezya’da müzikte ağırlık insan ince işler, yontulmuş kemik ve köpekbalığı
sesine verilmiştir. Müzik ve dans genellikle dişleri kullanılarak yapılırdı. İnsanların top­
Polinezya şiirini ifade etm enin, görüntülem e­ rak ile çevrelerindeki bitki ve hayvan türleri­
nin araçlarıdır. Şarkılarda kabile şefleri ve ne ilişkin bilgileri çok zengindir. Havvaii’de,
özel konuklar övülür. Danslarda hareketler bataklık koşullarında yetişen gölevez bitkisini
ve figürler daha çok belden yukarısıyla ya­ sulamak için etkileyici sulama yöntemleri
pılır. geliştirilmiştir.
Tekne yapımı Polinezyalılar’ın en eski gele­ Günüm üzde Polinezyalı kadınların çoğu
nekleri arasındadır. İlk Polinezyalılar’ın ada­ kendi evlerinde çalışır. Geleneklerin etkili
lara varm ak için Büyük O kyanus’ta binlerce olduğu bölgelerde ise, önemli şölenlerde de­
kilom etre yol almış oldukları anlaşılm aktadır. ğerli arm ağanlar olarak birbirlerine verdikleri
En büyük deniz taşıtları, bugünkü katam a- çok güzel hasırlar dokur ve renkli tapa bezleri
ranlann atası olan 18-21 m etre uzunluğundaki üretirler. Yiyecek m addeleri genellikle bol­
çift gövdeli oyma kayıklardı. Bu teknelerde dur. E rkekler derin sularda orkinos, köpek­
iki kütük arasına yerleştirilmiş kalaslar üzeri­ balığı ve dev vatozlar, sığ göllerde musur
ne sazdan evler kurulurdu. Böylece çok sayı­ avlarken, kadınlar ve çocuklar da deniz ka­
da aile canlı hayvan ve ürünleriyle birlikte bukları toplar.
uzun deniz yolculuklarına çıkabiliyordu. Böl­ Geleneksel Polinezya dininde yüce gökyü­
gedeki başlıca ulaşım aracı olan ve balıkçılıkla zü tanrılarına tapılır. Ayrıca, en büyük şefle-

BÜYÜK OKYANUS

FÛLİPİNLER
Msıshal.
■ Ac i'
ûı/torf, •
Markız
Ellice.'., fokelau.' . Ad.
Ad- . A if • ' . :
ENDONEZYA Vanuatu, a j ^Samoa • Cemiyet
K r -A d . a * .- . fjjam otu
/* % ! Tonga ., Cook *
ı_ / Acı. '■ A d Oğlak donences
~ka!edor lubuaı Paskalya'
A d -"

A P F İP h o to Trends

Bora-Bora Adası'nda kadınlar sığ


sularda balık ağı gererken. Bu harita Pasifik Adaları'ndaki başlıca kültürleri göstermektedir.
POLİS 107

(Solda) Malcolm S. KirklPeter Arnold; (sağda) John Levvis Stage/Photo Researchers


Ü stte: Tongatapu Adası'ndaki başkent Nukualofa'da krallık
sarayı. Sağda: Genç bir Samoalı sepet örerken ailesi yemek
hazırlıyor.

rin vücutları aracılığıyla insanlarla iletişim yüzyılda Rom a İm paratoru Augustus Caesar
kurduklarına inanılan daha küçük tanrılar da R om a kenti için özel bir polis gücü oluştur­
vardır. Sonuç olarak Polinezya şeflerinin ken­ muş ve bu örgüt yaklaşık 350 yıl boyunca
dileri de yarıtanrı ya da tabu'dur (bak. T a b u ). işlevini sürdürm üştür. Kutsal Rom a-G erm en
Şeflerin dokunuşlarının tehlikeli olduğuna İm paratoru Şarlman ise İS 800’de yeni bir
inanılır ve sıradan insanlar hiçbir zaman polis gücü kurm uştur.
onlara doğrudan yaklaşamaz. Günüm üzde Düzenli polis örgütlerinin ortaya çıkışı dev­
Polinezyalılar’m büyük çoğunluğu H ıristiyan’ let yapısının karmaşıklaştığı daha yakın çağla­
dır, am a burada Hıristiyan dini genellikle yerel ra rastlar. Polisin günümüzdeki biçimine uy­
geleneksel inançlarla iç içe geçmiştir. Din gun olarak örgütlendiği ilk kent L ondra’dır.
değiştirmeye karşı çıkan şeflerin siyasal güçle­ 18. yüzyılda Londra kenti için oluşturulan
ri hâlâ çok fazladır. yerel kolluk gücü sokaklarda dolaşarak suç
20. y ü z y ılın s o n l a r ı n d a k i e n ö n e m l i d e ğ i ­ işlenmesini engelleme görevini üstlenmiştir.
ş im , a d a ü lk e le rin in s ö m ü rg e y ö n e tim in d e n Chicago Poliçe Department
k u rtu lm a s ıd ır . A d a la r ın k e n d i iç in d e k i y a d a
a d a la r a r a s ın d a k i s a v a ş la rın s o n b u lm a s ı, b ir ­
ç o k a d a d a t u r i z m i n h ız l a g e li ş m e s i, e ğ it im
o l a n a k l a r ı n ı n y a y g ın l a ş m a s ı v e Y e r l i h a l k ı n
b ir k e s im in in k e n tle r e g ö ç e tm e s i d ik k a te
d e ğ e r ö t e k i d e ğ i ş i k l i k l e r d i r (bak. PASİFİK A d a -
LARl).

POLİS, kent ya da ülke çapında kamu düzeni­


nin ve güvenliğin sağlanması, suçların önlen­
mesi, suçluların izlenmesi, yakalanması ve
yasaların uygulanmasıyla görevli kişi ya da
kurum dur. Polis örgütü, tüm ülkeyi kapsayan
m erkezi bir biçimde ya da yerel olarak örgüt­
lenebilir.
polis kopekleri insan,
İnsanlık tarihinde polisin kolluk gücü ola­ uyuşturucu ve patlayıcı madde aramasında
rak ortaya çıkışı çok eskiye dayanır. İS 1. kullanılır.
108 POLİS

bulunur. Özel olarak yetiştirilmiş polis kö­


pekleri insan, uyuşturucu ve patlayıcı aram a­
sında kullanılabilir. Trafik polisi ise m otorlu
araçlar yasasını uygulamak ve trafik kazala­
rında suçluyu bulmakla görevlidir.
Dedektiflik bölümü ya da sivil bölüm cina­
yet ve benzeri suçların soruşturulm ası ile
ilgilenir. Genellikle bilgisayarlar ile tutulan
suç kayıtları ve parm ak izleri şüpheli kişilerin
belirlenmesine yardımcı olur. H aberleşm e
bölümünün başlıca görevi devriye gezen polis
arabalarını ya da motosikletli polisleri olay
yerlerine gönderm ektir.
Bazı ülkelerde suçlu çocuklarla ilgilenen,
çocukların suçtan korunmasını ve izlenmesini
sağlamakla görevli bir çocuk bölümü de
bulunur. Bu bölüm toplum içerisinde sorun
olabilecek küçük suçlulara, yasal açıdan yol
göstericilik görevini de üstlenir. Polis gücü­
nün büyüklüğüne bağlı olarak, polis örgütün­
de uyuşturucu ya da dolandırıcılık masası gibi
bölümler de yer alabilir. Polis, yasaları uygula­
m ak için yasal sınırların dışında bir güç
kullanamaz, görevli olduğu bölgenin dışına da
çıkamaz. B una karşılık “sıcak takip” kuralı
gibi yasal düzenlem elerle, polise komşu böl­
gede de suçluyu izleyebilme yetkisi tanın­
mıştır.
David Simson
Türkiye'de Polis Örgütlenmesi
Bazı ülkelerde polis toplu gösterilerde m iğfer ve
kalkan kullanır. Osmanlı İm paratorluğu dönem inde kolluk
görevleri askeri birlik niteliğindeki özel birim ­
lerce yerine getirilirdi. Tanzim at döneminde
19. yüzyılda polis örgütü artık tüm İngiltere ilk kez ayrı bir kolluk gücü olarak kurulan
çapında örgütlenmişti. zaptiye örgütü 1846’da Zaptiye M üşiriyeti’ne
bağlandı ve bu örgüt 1879’da yerini Zaptiye
Polisin Örgütlenmesi ve Görevleri N ezareti’ne bıraktı. II. M eşrutiyet dönem in­
Bütün dünyada polis değişik yollarla denet- de (1908-18) Zaptiye Nezareti kaldırılarak,
lense ve yönetilse de görevleri genellikle daha sonra Cum huriyet dönem indeki Em ni­
birbirine benzer. Polis her ülkede özel ilgi yet Genel M üdürlüğü’ne de kaynak olan yeni
alanına göre belirli bölümlere ayrılarak örgüt­ bir örgütlenm eye gidildi.
lenir. Türkiye’de bugünkü polis örgütü 1937’de
Polis gücünün temelini oluşturan üniform a­ Em niyet Teşkilatı K anunu’na göre kuruldu.
lı polisler belirli bölgelerde devriye gezerek İçişleri B akanlığına bağlı olan Em niyet G e­
yasaları çiğneyenleri yakalar ve suç işlenmesi­ nel M üdürlüğü m erkez, taşra ve yurtdışı
ni önlemeye çalışır. Buna önleyici kolluk bölüm lerinden oluşur. Jandarm a ile birlikte
görevi denir. Bu bölümün içerisinde, genellik­ genel kolluk hizmeti gören polisler üniformalı
le kalabalıklara, toplu gösterilere ve ayaklan­ ya da sivil olabilirler. Ö rgütün elemanlarını
m alara karşı kullanılan atlı polisler ile Türki­ yetiştiren başlıca kurum , Em niyet G enel M ü­
ye’deki “Çevik Kuvvet” gibi özel birimler de dürlüğü’ne bağlı polis kolejleridir; amir ve
POLO 109

yöneticileri yetiştiren bir de Polis Akademisi bırakılmıştır. Kale direklerinin açıklığı 7,3
vardır. m etredir. Topun kolay yuvarlanması için çim
Polisin görev ve yetkileri geniştir, ama kısa biçilir. Oyuncular, ucunda 20-25 cm
bunların yasal sınırları içinde yerine getirilme­ uzunluğunda tahtadan yapılmış silindir biçi­
si gerekir. Bu konuları düzenleyen, 1934’te minde bir tokm ak bulunan 120 santimetrelik
çıkarılan Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu esnek bam bu sopalar kullanırlar. Uzun saplı
bugüne kadar çeşitli değişiklikler geçirmiş, bir çekiç görünüm ünde olan sopanın sapında
polisin ilgi alanını belirleyen sınırlar giderek bileğe takılan bir kayış bulunur. Oyunun
genişlemiştir. kurallarına göre polo sopası yalnızca sağ elle
tutulabilir. Söğüt ya da bambu kökünden
POLİTİKA bak. S İ y a s e t. yapılan topun çapı yaklaşık 8 cm, ağırlığı da
113-150 gr kadardır.
POLO, at üzerinde oynanan eski bir top Polo maçı her biri 7-7,5 dakika süren dört,
oyunudur. O rta Asya kökenli olduğu sanılan altı ya da sekiz devreden oluşur ve dörder
bu oyunun İran’da yaşayan Persler’ce İÖ 6. kişilik iki takım arasında oynanır. H er oyun­
yüzyılda oynandığı bilinmektedir. Polo adı, cunun görevi farklıdır. 1 num aralı oyuncu
Keşm ir’de konuşulan bir H int lehçesinde top forvettir (hücum oyuncusu); 2 num ara oyun
anlam ına gelen pulu sözcüğünden kaynak­ kurucudur, atakları başlatır; 3 ve 4 num aralar
lanır. ise bek, yani savunma oyuncusudur, görevleri
Polo Persler’de seçkin süvari birliklerinin karşı takım oyuncularını engellem ektedir.
eğitiminin bir parçasını oluşturuyordu. Daha H er oyuncu oyundaki becerisine göre —2 ile
sonra İra n ’dan Afganistan, Tibet, Çin, Japon­ 4-10 gol değeri arasında derecelendirilir.
ya ve H indistan’a geçti. Batı dünyasına, Oyunu, atlı iki alan hakem i ile saha dışındaki
1860’larda İngiliz H indistam ’nda polo takım ­ bir başhakem yönetir. E n çok gol atan takım
ları ve kulüpleri kuran İngilizler’ce tanıtıldı. maçı kazanır. D evreler arasında atlar değişti­
Günüm üzde polo A B D , İngiltere, A rjantin, rilirken küçük bir mola vardır, bir m ola da
Şili ve M eksika’da yaygın olarak oynanm ak­ oyunun tam yarısında verilir. Özel yetiştirilen
tadır. polo atlan genellikle bir günde iki devreden
Polo, açık havada, 275 m etre uzunluğunda, fazla oynatılmaz.
146 m etre genişliğinde bir çim alanda oyna­ Polo oyuncusu karşı takımın bir oyuncusuy­
nır. A lanın bitiş çizgilerinin gerisinde, atların la aynı hizada dörtnala giderken topu çele­
durup dönebilmesine yetecek genişlikte yer bilir, am a rakibine bir açıyla yaklaşamaz.

Acme

^ ....:
New York'ta Long Island'da bir polo maçı. Oyun sırasında her oyuncu en az altı at kullanır.
110 POLO

Topa en son vurmuş olan ve topu izleyen


oyuncunun önünden geçilmez. Bu tehlikeli POLONYA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
bir faul olduğu gibi, karşı takım a da bir YÜZÖLÇÜMÜ: 312.683 km2.
serbest vuruş hakkı kazandırır. H er golden NÜFUS: 37.875.000 (1989).
sonra takım lar kale değiştirir. YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet.
D örtnala giderken topa vurmak için iyi BAŞKENT: Varşova.
zam anlam a gereklidir. A tını dörtnala koştur­ DOĞAL YAPI: Ülkenin büyük bölümü güneyde Çekoslo­
vakya'nın Südet bölgesi ve Karpat Dağları'yla sınır­
m ak, durdurup döndürm ek ve yeniden tam lanmış, Vistül Irmağı ve kollarının akaçladığı bir düz­
hıza ulaşmak için polo oyuncusu iyi bir binici lüktür. Ormanlık bölgeler yaygındır.
olmak zorundadır. BAŞLICA ÜRÜNLER: Çavdar, buğday, yulaf, patates, şe­
kerpancarı, keten, canlı hayvan, kömür, çelik, çimen­
to, çinko, kayatuzu.
POLO, Marko bak. M a r k o P o lo . DIŞARIYA SATILAN BAŞLICA ÜRÜNLER: Kömür, bakır,
kükürt, gemi, demiryolu gereçleri, sanayi ürünleri,
et, süt ürünleri.
POLONYA büyük bir Doğu A vrupa ülkesi­
BAŞLICA KENTLER: Varşova, -Lödz, Kraköw, VVroclavv,
dir. Kuzeyinde Baltık Denizi, güneyinde Çe­ Poznan, Gdansk, Szczecin, Katowice, Bydgoszcz,
koslovakya’nın Südet bölgesi ve K arpat D ağ­ Lublin, Gdynia, Zabrze, Czçstochovva.
ları bulunur. Batısında Alm an D em okratik EĞİTİM: 7-14 yaşları arasında zorunlu ve parasızdır.
Cum huriyeti, doğusunda SSCB vardır. Kuzey
Avrupa Ovası’nın bir bölümü Polonya sınırla­ Czçstochowa’ya uzanan kireçtaşı yaylası, Oj-
rı içindedir. cöw’daki m ağaralar ve tepelerdeki kale kalın­
Baltık kıyılan boyunca tepeleri çamlarla tıları Polonya’nın görülmeye değer yerleri
kaplı burunlara ve kumsallara rastlanır. Po­ arasındadır. K arpatlar’m kuzeyindeki gör­
lonya güzel gölleri ve orm anlarıyla ünlüdür. kemli yeşil yamaçlar, granit T atra D ağları’nın
Kıyı şeridinin gerisinde, büyüleyici görüntüle­ yalçın görüntüsüyle ilginç bir karşıtlık oluş­
riyle binlerce gölün yer aldığı geniş bir ova turur.
uzanır. Kielce yakınındaki orta düzlükte yer Polonya A vrupa’nın kuzeybatısındaki ılı­
alan orm anlık bölge, Kraköw ’dan (Krakovi) m an iklim ile SSCB’nin sert iklimi arasında

BALTIK DENİZİ
G dynia

G dansk

Bialystok
Warta

Poznan
ALMAN
VARŞOVA
DEMOKRATİK K
CUMHURİYETİ POLONYA

,W roctaw Lublin

Katovvice

K rakövv
ÇEKOSLOVAKYA Polonya Kuzey Avrupa
Ovası'nda, Alm an
Demokratik
C um huriyeti ile SSCB
arasında yer alır.
POLONYA 111

bir geçiş bölgesi özelliği taşır. Yılın en soğuk


ayı olan ocakta toprak karla örtülür, göller ve
küçük ırm aklar buz tutar. En sıcak ay ise
tem m uzdur. Yağışlar daha çok yaz aylarında
görülür. Toprağın büyük bölüm ü, yer yer
huşağaçlarıyla karışan çam ormanlarıyla kap­
lıdır. Ö bür yaygın ağaç türleri kayın, kavak,
karaağaç ve meşedir. A karsu kenarlarında sık
sık söğüt ve kızılağaca rastlanır. Elm a, arm ut,
erik ve kiraz ağaçları ülkenin her yerinde
yetişir.
Yüzyıllar önce Polonya’da, A vrupa bizonu
ve sığınların yaşadığı büyük orm anlar vardı.
G ünüm üzde ise yalnızca Bialowieza Orm a-
nı’nda ve daha başka bir iki yerde az sayıda Z EFA
bizona rastlanır. Bunların avlanması yasaktır. Eski Krakövv'un merkezindeki, 13. yüzyıl yapımı
O rm anlarda yaban dom uzu, kurt, tilki, kızıl Dokumacılar Sarayı büyük bir alışveriş
geyik ve boz ayılar bugün de varlıklarını merkezidir.
sürdürm ektedir.
Polonya’nın ırm akları kuzeye doğru akarak uyarm ak amacıyla trom petini çalmayı yarıda
Baltık D enizi’ne dökülür. En büyük ırmağı, keser. Çarçabuk kapılar kapatılarak düşm ana
Çekoslovakya’dan doğan ve ülkeyi boydan karşı barikatlar kurulur ve başkent yağma
boya geçen Vistül’dür. Kolları Alm an D e­ edilm ekten kurtarılır. 13. yüzyılda Moğollar’
m okratik Cumhuriyeti ile sınır oluşturan ın saldınsına uğrayan başka bir eski kent
O der ise ikinci büyük ırm aktır (bak. ODER olan Lublin ise kurtarılam ayarak yakılıp yıkıl­
IRMAĞI). mıştır.
Gniezno ülkenin ilk başkentiydi ve 1320’ye
Halk ve Kentler kadar Polonya krallan bu kentin katedralinde
II. Dünya Savaşı öncesinde çeşitli etnik grup­ taç giyerdi. Bugünkü başkent, aynı zam anda
ların yaşadığı Polonya’da yaklaşık 6 milyon ülkenin en büyük kenti olan V arşova’dır
Yahudi vardı. Bunlardan 3 milyonu Naziler’ (bak. V a r ş o v a ). İkinci büyük kent, dokum a
ce yok edildi. Savaş sonrasında büyük göç sanayisinde önemli yeri olan L ödz’dur. 1945’e
hareketleri oldu. Günüm üzde oldukça türdeş kadar Breslau adıyla bir Alm an kenti olan
nitelikteki nüfusun yaklaşık yüzde 80’i K ato­ W roclaw’da pek çok fabrika vardır. Poznan,
lik’tir. Polonya’da H int-A vrupa dil ailesine Rönesans dönem inden kalm a eski ve güzel
bağlı Slav dilleri grubundan bir dil olan Lehçe belediye binası ve barok üsluptaki katedraliy­
konuşulur. 1850’lerde sanayileşmenin başla­ le ünlüdür. Varşova ile Kraköw arasında yer
masıyla genç nüfus kırsal alanlardan kentlere alan Czçstochovva’da 14. yüzyıldan kalm a bir
göçtüyse de, bugün hâlâ nüfusun üçte biri m anastır vardır.
çiftçilik yapm aktadır. Gdansk-G dynia liman bölgesi, Baltık Deni-
Polonya’nın en eski ve güzel kenti, zi’ndeki önemli ticaret m erkezlerinden biri­
1600’den önce 500 yıl kadar ülkenin başkenti dir. G dansk (Danzig) Rönesans dönem inde
olan Kraköw ’dur. A vrupa’da en iyi korunmuş başlıca liman kentlerinden biriydi ve
ortaçağ kentlerinden biri olan Kraköw, gotik 1970’lerin sonunda gelişen Dayanışm a h are­
ve Rönesans mimarlık «üslupları açısından çok ketinin m erkezi oldu (bak. G d a n s k ).
zengindir. Kentteki Meryem A na Kilisesi’nin
kulesinden her öğlen, yanda kesilen, coşku­ Kültürel Yaşam
lu bir trom pet sesi yükselir. Efsaneye göre Polonya tarih boyunca birçok kez saldırıya
1241’de bir nöbetçi ufukta bir toz bulutu gö­ uğramış, topraklan güçlü devletlerce parça­
rür. Yaklaşan Moğol ordusuna karşı halkı lanmış, buna karşın ulusal kimliğini yitirme-
112 POLONYA

Polonya'nın kırsal
kesiminde kiliseye
giden insanlar. Ülke
nüfusunun yaklaşık
yüzde 80'i Katolik'tir.

Tim Sharman

miştir. Kimliğinin korunm asında ve biçim­ akla gelenlerdir (bak. CURIE. M a r ie VE PlERRE;
lenmesinde edebiyatın önemli bir rolü var­ K o p e r n ik , M ik o l a j ).
dır. Polonya’nın süsleme sanatları, şarkılar ve
19. yüzyılda yetişmiş üç büyük şairinden halk danslarında kendini gösteren renkli bir
1798 doğumlu Adam Mickiewicz 1855’te İs­ folkloru vardır. G ünüm üzde bu gelenekler
tanbul’da öldü. Öldüğü ev bugün müzedir. çeşitli kurum lar aracılığıyla yaşatılmaya çalı­
Sonraki kuşağın önde gelen edebiyatçıların­ şılmaktadır.
dan Henryk Sienkiewicz (1846-1916) ile Okuryazarlık oranı yüzde 99,3’ü bulan Po­
Wladyslaw Reym ont (1867-1925) ve çağdaş lonya’da eğitim 7-14 yaşlan arasında zorunlu
yazarlardan Czeslaw Milosz (doğumu 1911) ve tüm aşam alarda parasızdır. En önemli
Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir. PolonyalI üniversiteleri arasında Varşova Üniversitesi,
olup da ünü ülkesinin sınırlarını aşan önemli dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan
yazarlardan biri de sonradan İngiltere’ye yer­ K raköw ’daki Jagiello Üniversitesi ve Lublin
leşen Joseph C onrad’dır (bak. CONRAD, JO­ Katolik Üniversitesi sayılabilir. Ayrıca ülkede
SEPH). çeşitli araştırm a enstitüleri ve akadem iler
Polonyalı bir yurtsever olan ünlü besteci vardır.
Frederic Chopin, piyano için yazdığı rom an­
tik yapıtlarıyla ünlüdür (bak. C h o p in , FREDERİC Sanayi, Tarım ve Ulaşım
F r a n ç o is ) . Değerli piyanist Ignacy Jan Pade- Polonya yeraltı kaynakları zengin bir ülkedir.
rewski (1860-1941) 1919’da Polonya başbaka­ Y ukarı ve Aşağı Silezya’da taşköm ürü çıkartı­
nı olmuştu. A rtur Rubinstein (1887-1982) ise lır. Güneydoğuda kükürt, Katowice’de çinko
dünyaca ünlü bir piyanistti. Sinema sanatında ve kurşun yatakları vardır. Ayrıca linyit,
çok ileri giden Polonya’da 20. yüzyılın ikinci kayatuzu, doğal gaz ve bakır elde edilir.
yarısında Andrzej W ajda (doğumu 1926), Petrol ve dem ir gereksinimini büyük ölçüde
Andrzej M unk (1921-1961) ve Rom an Po- dış ülkelerden sağlayan Polonya gelişkin bir
lanski (doğumu 1933) gibi üstün yetenekli yö­ sanayi ülkesidir. Demir-çelik, m akine, ulaşım
netm enler yetişti. Polonya tiyatrosu da 20. araçları, kimyasal m addeler, pam uklu doku­
yüzyılda büyük bir canlanma gösterdi. m a, kâğıt, metal ürünler ve elektrikli ev
Bilime büyük katkısı olan PolonyalIlar ara­ aygıtları üretilir. O rm anlarından elde edilen
sında m odern astronom inin kurucusu Mikolaj yumuşak odunlu kereste dışarıya satılır. Ba­
Kopernik ve radyum u bulan M arie Curie ilk lıkçılık da ülke ekonom isine büyük katkı
POLONYA 113

sağlar. G dansk’ta gemi yapım ve onarım ile G dansk’ı geri aldı. Böylece Baltık Denizi’
tesisleri vardır. ne çıkış yeniden sağlanmış oldu. 15. yüzyılın
Topraklarının yarıya yakım ekime elverişli sonuna doğru Osm anlılar ve Kırım Tatarları
olan Polonya’da patates, şekerpancarı, çav­ Karadeniz çevresindeki bazı bölgeleri ele
dar, buğday, arpa üretilir; domuz ve sığır geçirerek Polonya’nın doğu ticaret yolunu
yetiştirilir. kestiler. Aynı dönem de Kutsal Roma-
Polonya’da sanayi bölgelerine ve limanlara Germ en im paratoru, Töton Şövalyeleri’ni Po­
ulaşan demiryolları özellikle yük taşımacılı­ lonya’ya karşı ayaklandırdı. Bu arada Polon­
ğında önemlidir. Varşova, karayolu ağının ya sınırları Rus ve Osmanlı akınlarıyla zorla­
m erkezidir. Ayrıca O der Irm ağı’ndan suyolu nıyordu.
taşımacılığında yararlanılır. Başlıca limanları I. Zygm unt (1506-48) Rus saldırılarının
Szczecin, Gdynia ve G dansk’tır. Uluslararası çoğunu püskürttü. Osm anlılar’ın sürekli akın-
hava seferleri Varşova Havalim anı’ndan ya­ larını durdurm ak için ise 1533’te bir banş
pılır. antlaşması imzaladı. 1569’da birleşik ve ba­
ğımsız bir krallık yönetimini öngören bir
Tarih anayasa hazırlandı. Tüm soyluların kralın
Slav kabilelerinin Vistül havzasına İÖ seçimine doğrudan katılması sağlandı. Litvan­
2000’lerde yerleştikleri sanılmaktadır. İS 9. ve ya G randüklüğü ve Polonya Krallığı, tek bir
10. yüzyıllarda bu bölgede Piast hanedanı hüküm darca yönetilen bir devlet oluşturdu­
egemendi. 966’da Piast H üküm darı I. Miesz- lar. Bu dönem de soyluların köylüler üzerin­
ko Hıristiyanlık’ı kabul etti ve Polonya devle­ deki sömürüsü ağırlaşmıştı.
tinin temelini attı. Polonya Doğu A vrupa’nın önemli bir tarım
Ne var ki, Polonya 200 yıl boyunca, doğuya ve ticaret merkezi durum una geldi. Seçimle
doğru genişleme amacında olan Kutsal R o - işbaşına gelen Stefan Batory, R uslar’ın işgali
m a-G erm en İm paratorluğu’na karşı bağımsız­ altındaki toprakları geri almayı başardı, ülke­
lığını korum ak için m ücadele etm ek zorunda de reform lara girişti. B atory’den sonra başa
kaldı (bak. K u t s a l R o m a -G er m e n İ m p a r a t o r ­ geçen III. Zygmunt W aza (1587-1632) İsveç
l u ğ u ). Polonya 12. yüzyılda bu im paratorlu­ ve Rusya ile savaşa girdi. Bu dönem de parlak
ğun egemenliğine girdi ve bazı topraklarını zaferler kazandıysa da daha sonra Osman-
yitirdi. Ülke 13. yüzyılda yeni sorunlarla lı akınları karşısında zayıf düştü. Polonya’
karşılaştı. 1241’de başlayan Moğol akınları nın zayıf düşmesinden yararlanan İsveç,
büyük yıkımlara neden oldu. Ö te yandan 1629’daki bir antlaşmayla Baltık kıyı kentleri­
ülkenin kuzeyi, Vistül’ün doğusunda güç ka­ ni aldı. Bir yandan Osm anlılar A vrupa’nın
zanmış olan Töton Şövalyeleri’nin tehdidi ortalarına doğru ilerlerken, Ruslar da to p rak ­
altına girdi. Töton Şövalyeleri 1308’de Dan- larını batıya doğru genişletmeye başlamıştı.
zig’i (bugün G dansk) ve Pom orze’nin (Pome- 1674’te tahta çıkan Jan Sobiesky, Viyana’yı
ranya) kıyı bölümünü ele geçirince Polon­ kuşatan Osmanlı ordusunun yenilgiye uğratıl-
ya’nın denizle ilişkisi kesildi. masında önemli rol oynadı (1683). Karlofça
Son Piast Kralı III. Kazimierz, T ötonlar’ın A ntlaşm ası’yla Osm anlılar’ın elindeki toprak­
tehdidi altındaki komşuları Litvanyalılar ile lar yeniden Polonya’ya geçti (1699).
PolonyalIlar arasında bir birlik oluşturm aya Avusturya ve Rusya 17. yüzyılın sonunda
çalıştı. 1386’da Litvanya G randükü II. A vrupa'nın iki büyük gücü olarak öne çıkmış­
Wladyslaw Jagiello’nun Polonya Kraliçesi tı. 18. yüzyılın başında Polonya İsveç'in işgali­
Jadwiga ile evlenmesiyle istenen birlik ger­ ne uğradı, kentleri yağmalandı ve nüfusu­
çekleşti. Bu evlilikle Polonya topraklan dört nun dörtte birini yitirdi. Bundan yararlanan
kez büyüdü ve doğu ticaret yolu açılmış oldu. I. Petro, Polonya topraklannm bir bölümünü
1410’da Jagiello, G runw ald’de Töton Şöval- ele geçirerek, Polonya’nın Rusya’nın koru­
yeleri’ni yenmeyi başardı. 1466’da oğlu IV. ması altına girdiğini ilan etti. 1772’deki bir an­
Kazimierz, Töton Şövalyeleri’ne karşı açtığı laşmayla Polonya topraklarının yaklaşık üçte
On Üç Yıl Savaşları’nı kazanarak Pom eranya biri Rusya, Avusturya ve Prusya arasında bö-
114 POLONYA

desteklenen Polonya, Kızıl O rd u ’yu yendi ve


1921’de Riga A ntlaşm asıyla doğu sınırını da
çizdi.
Polonya sanayi açısından çoğu A vrupa ül­
kesine göre daha geriydi. Bu nedenle yalnızca
savaş yaralarım sarm akla kalmayıp yeni bir
yönetim oluşturm ak, eskiden üç parçaya ay­
rılmış olan ülkede birliği sağlamak ve bir sa­
nayileşme programı uygulamak zorundaydı.
20 yıl sürecek bağımsızlık dönem inde oldukça
önemli adım lar atıldı.
Polonya, SSCB ile Almanya arasındaki an­
laşmazlıkların dışında kalacağını um uyordu.
Polonya'nın başkenti Varşova'da bir sokak.
Varşova'nın büyük bölüm ü II. Dünya Savaşı'nda Fransa, Rom anya ve İngiltere’yle savunma
gördüğü yıkımdan sonra yeniden kuruldu. anlaşmaları yaparak olası bir savaştan uzak
kalmaya çalıştı. Alm anya ile de saldırmazlık
lündü. Bu olay Polonya soylulannın yurtse­ paktı imzaladı. II. Dünya Savaşı öncesinde
verlik duygularını kamçıladı. Düzenli bir ordu Alm anya ile SSCB 23 Ağustos 1939’da kendi
kurduktan başka 1791’de yeni bir anayasa ile aralarında bir saldırmazlık paktı imzaladılar.
halk egemenliğini öngören bir yönetim planı Alm an birlikleri savaş ilan etm eden 1 Eylül’
geliştirdiler. Polonya’nın Fransız D evrim i’ne de Polonya’yı istila etti. SSCB de doğu illeri­
benzer bir girişimde bulunm asından kaygıla­ ne girdi. Polonya toprakları ikiye bölünerek
nan Rusya ülkeyi işgal etti. 1793’teki ikinci Alm anya ve SSCB’ye bağlandı. Bunun üzeri­
paylaşımla Polonya daha da küçüldü. Sonraki ne Paris’te bir Polonya sürgün hüküm eti ku­
yıl G eneral Tadeusz Kosciuszko önderliğin­ ruldu. PolonyalIlar Fransız ordusuyla birlikte
deki ayaklanma yenilgiyle sonuçlandı. 1795’te A lm anlar’a karşı savaştılar. Sürgün hüküm eti
Rusya, Avusturya ve Prusya’nın katıldığı son daha sonra L ondra’ya taşındı. Nazi işgali al­
bölünmeyle birlikte Polonya 100 yılı aşacak tındaki Polonya’da çok sayıda Y ahudi’nin ya­
bir süre boyunca Avrupa siyasal haritasından şadığı gettolar kapatıldı (bak. G e t t o ).
silindi. 1941’den başlayarak Naziler büyük bir soykı­
rım a girişti. Chelm no, Auschwitz ve Treblin-
20. Yüzyıl ka toplam a kam plarında 3 milyon Yahudi öl­
I. D ünya Savaşı’nın yarattığı yeni durum , Po­ dürüldü. Alm an orduları Polonya üzerinden
lonya’nın yeniden bir devlet olarak ortaya çı­ SSCB’ye saldırıya geçti. Bunun üzerine
kışının koşullarını hazırladı. Buna yardımcı SSCB, Polonya sürgün hüküm etini tanıdı ve
olan başlıca etkenler bağımsızlık özlemi için­ PolonyalI savaş tutsaklarından bir direniş or­
de olan PolonyalIlar’ın sürekli mücadelesi, dusu kurulmasını onayladı. Polonya’nın iş­
Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi, A lm an­ galiyle başlayan ülke çapındaki direniş hare­
ya’nın yenilgisi ve Avusturya İm paratorluğu’ keti savaş yılları boyunca giderek gelişti,
nun çöküşüydü (bak. A v u s t u r y a İ m p a r a t o r ­ 1 Ağustos 1944’te Varşova’da büyük bir ayak­
l u ğ u ). 1917 Şubat’ında Rusya’da kurulan ge­ lanmaya dönüştü. İki ay süren çarpışmalar
çici hüküm et Polonya’nın bağımsızlık hakkını kentin yıkılması ve halkın toplam a kam pları­
tanıdı. 1919’da Paris Barış Konferansı’nın so­ na sürülmesiyle sonuçlandı. A yaklanm a bastı­
nunda imzalanan Versay A ntlaşm ası’yla Po­ rıldıktan sonra Ocak 1945’te Kızıl O rdu V ar­
lonya daha önce yitirmiş olduğu toprakların şova’ya girdi. M art 1945’te Alm an işgali sona
önemli bir bölüm ünü geri alarak bağımsızlığa erdirildi.
kavuştu. Bağımsızlığın ilanından hem en sonra II. Dünya Savaşı’ndan sonra Polonya Ulu­
kurulan Polonya ordusu Litvanya, Ukrayna sal Birlik H üküm eti A B D ve İngiltere tarafın­
ve Beyaz Rusya’ya karşı saldırıya geçti. Bu dan tanındı. SSCB ile de doğu sınırı konusun­
yüzden SSCB ile savaş çıktı. Batılı devletlerce da anlaşmaya varıldı. Böylece Polonya ba-
POMPA 115

1981’de G eneral Wojciech Jaruzelski baş­


kanlığında yeni bir hüküm et kuruldu. Aynı
yılın aralık ayında sıkıyönetim ilan edildi ve
Dayanışm a Sendikası kapatıldı. 1983’te sıkı­
yönetim kaldırıldı, 1985’te seçimler yapıldı.
Jaruzelski yönetimi, SSCB’de ve öteki sosya­
list ülkelerde yürürlüğe giren reform ların da
etkisiyle ülkede ekonom ik ve toplumsal alan­
da önemli değişimlere yöneldi. A m a 1988’de
yeni bir grev dalgası patlak verdi. H üküm et
ve Dayanışm a önderlerinin aldığı ortak karar­
lar doğrultusunda H aziran 1989’da serbest se­
çimler yapıldı. Seçimler sonunda Dayanışm a
yanlılarının ağırlıkta olduğu bir koalisyon hü­
küm eti kuruldu.
Dayanışm a Sendikası içindeki düşünce ay­
rılıkları 1990’da bölünmeyle sonuçlandı ve
W alesa’nm karşıtları yeni bir parti kurdu.
Gdansk'ta restore edilm iş bir sokak; geri planda
M eryem Ana Kilisesi görülm ektedir. POLYOMİYELİT bak. Ço c u k Fe l c î

POMPA, sıvıları hareket ettirm eye yarayan


ğımsız bir devlet olarak yeniden Avrupa hari­ m akinelere denir. Havayı ve başka gazları
tasında yerini aldı. Ne var ki, yüzölçümü 1939 pom palam ak için kullanılan m akinelere ise
öncesine göre küçülmüştü; eski topraklarını hava pompası denir; vakum pom paları ve
A lm anya’dan geri almasına karşılık, daha faz­ kom presörler hava pompası türleridir (bak.
lasını SSCB’ye bırakm ak zorunda kalmıştı. H a v a Po m p a s i ).
Ulusal Birlik H üküm eti’nin kurulmuş ol­ İnsanların tarım la uğraşmaya başladıkları
masına karşın, hepsi de savaş sırasında bağım­ ilk dönem lerde karşılaştıkları en önemli so­
sızlık mücadelesi vermiş çeşitli partiler arasın­ runlardan biri, tarlaları sulayabilmek için
da anlaşmazlık çıktı. Sonunda kom ünist Bo- ırm aktaki suyu yükseğe taşıyabilmekti. Ö nce­
leslaw Bierut cum hurbaşkanı oldu. leri, iplerin ucuna bağlanmış kovalardan ya­
Ü lkede toprak reform u yapıldı ve büyük rarlanm aya çalıştılar; ama bir süre sonra
sanayi işletmeleri kamulaştırıldı. Hızla sana­ Çinliler ve Mısırlılar daha pratik bir yöntem
yileşme amacıyla planlar yapıldı ve ülke kay­ geliştirdiler. Kovaları büyük bir çarkın çevre­
nakları bu amaca yönelik olarak kullanılmaya sine yerleştirdiler; çark suyun akışıyla dönü­
başladı. A m a, kilise, öğrenciler ve aydınlar yor, kovalar suya daldıkça doluyor, yukarı
özgürlüklerin kısıtlanmasından, mal kıtlığın­ çıkan kova suyunu bir oluğa boşaltıyordu.
dan ve gelirlerinin yetersizliğinden şikayetçiy­ Çark bazen eşek, deve ve hatta insan gücüyle
diler. 1956’da Poznari’da başlayan genel grev döndürülüyor, bazen de bir yel değirmenine
bastırıldı. 1968’de aydınların ve öğrencilerin bağlanıyordu.
protestosu tüm üniversite kentlerine yayıldı. İster hava, ister su pom palam ak için kulla­
1970’lerde ülke çapında işçi direnişleri başla­ nılsın, pom palar genellikle iki sınıfa ayrılır:
dı. Bu arada 1978’de PolonyalI Karol Vojtyla, A lternatif hareketli (yani ileri geri hareketli,
II. Johannes Paulus adıyla papa seçildi. Yeni itmeli) pom palar ve dönel pom palar.
papanın 1979’da Polonya’yı ziyareti sırasında­
ki karşılama törenleri yönetim karşıtı gösteri­ Alternatif Hareketli Pompalar
lere dönüştü. 1980’de Lech W alesa’nm önder­ En eski alternatif hareketli pom pa türlerin­
liğinde Dayanışm a Sendikası kuruldu ve kısa den biri em m e tulum ba' d ır. Em me tulum ba­
sürede bir m uhalefet odağı durum una geldi. nın nasıl çalıştığını anlayabilmek için, örneğin
116 POMPA

EMME DIYAFRAMLI POMPA


TULUM BA t u l u m b a ko lu

TULUMBA, SUPAP ESNEK DİYAFRAM


AĞZI
SUPAP PİSTON

SUPAP SİLİNDİR
SUPAP

KUYU ■^KO L AŞAĞI DOĞRU BASTIRILDIĞINDA DİYAFRAMIN'KONUMU

meyve suyunun kamışla emilmesi olayını in­ sek bir su sütununu tutm aya yetmez). Uygu­
celeyelim. Bilindiği gibi Dünya atmosferi lam ada tulum ba verimi yüzde 100 olam ayaca­
vücudumuzun üzerinde santim etre kareye ğı için bu yükseklik çok daha azdır.
yaklaşık 1 kilogramlık bir basınç uygular. Biz Suyu bundan daha yükseğe çıkarmak için
bunun farkına varmayız; çünkü, dış hava basma tulumba kullanılır. Basma tulum ba
basıncı içimizdeki basınçla dengelenir (bak. kuyunun dibine yakın bir noktaya yerleştirile­
A t m o s fe r ). Kamış emildiğinde içindeki hava bilir. Piston tepedeki tulum ba koluna uzun
boşalır, dolayısıyla bardaktaki meyve suyu­ bir çubukla bağlanır. Çubuk, silindirin tepe­
nun yüzeyinde etkili olan basınç artar ve sinde yer alan ve su sızmasına izin vermeyen
meyve suyunu kamışın içine iter. bir delikten geçer. Em me tulum badan farklı
Tulum balarda, bir silindir ile bu silindirin olarak, basma tulumbada bir basma borusu ve
içinde tulum ba kolu yardımıyla aşağı yukarı suyun silindirden bu boruya geçişini sağlayan
hareket ettirilebilen bir piston bulunur. Pisto­ deliği tek yönde kapamaya yarayan fazladan
nun ortasındaki delik ile silindirin dibindeki bir supap vardır. Basma tulum ba emme tu ­
delik su pap 'larla kapalıdır; “klape” denen bu lumbaya benzer biçimde çalışır; ama piston
supaplar suyun yalnızca bir yönde geçmesine silindirin tepesine ulaşıp yeniden aşağı doğru
izin verir. Silindirin altındaki emme borusu hareket etm eye başladığı zaman, basma boru­
kuyudaki suya kadar uzanır; bu boru örneği­ su supabı basma borusundaki suyun ağırlığıy­
mizdeki kamışa benzetilebilir. Piston kaldırıl­ la kapanır ve borudaki suyun silindire geri
dığında, piston supabı kapanır ve atm osfer dönmesini önler.
basıncı suyun emme borusunda yükselerek Eski Rom alılar alternatif piston hareketli
silindire dolmasını sağlar. Piston aşağı doğru pom palar kullanırlardı; 16. yüzyılda da O rta
hareket ettirildiğinde bu kez silindirin dibin­ A vrupa’da, derin m aden ocaklarından suyu
deki supap kapanır, piston supabı açılır ve su, dışarı pom palam ak için bu tür pom palar
pistonun üstündeki boşluğa geçer. Piston yaygınlaştı. Bu pom paların silindirleri bazen
yeniden kaldırıldığında, supabı kapanır ve içi boşalmış ağaç gövdelerinden yapılırdı. 18.
üstündeki su tulum banın ağzından dışarı bo­ yüzyılda Thomas Newcomen ve James W att’
şalır. Emme tulum balar suyu kuramsal olarak m bulduğu buhar m akinelerinden pistonlu
yaklaşık 10 m etreden daha yükseğe çıkara­ pom paları çalıştırm akta yararlanıldı.
maz; çünkü, yaklaşık 10 m etrelik bir su D iy a f ramlı p o m p a , piston yerine deri, kau­
sütunu, deniz düzeyinde var olan atmosfer çuk ya da ince bir m etalden yapılmış esnek bir
basıncına denk bir basınç doğurur (atmosfer diyaframın (yani zarın) bulunduğu alternatif
basıncı, emme borusunda bundan daha yük­ hareketli bir pom pa türüdür. Bu tür pom palar
POMPA 117

DİŞLİ YARIDÖNEL
POMPA
POMPA
ÇIKIŞ

KARTER

KARTER

KARTER
TAHRİK
TAHRİK MERKEZKAÇ
EDİLEN DİŞLİ POMPA
DİŞLİSİ EMME

inşaatlarda suyun dışarı atılması için kullanı­ giriş tarafından yağ çıkış tarafına) ancak
lır. İnşaatlarda pistonlu pom palar kullanılır­ dişlilerin dönmesiyle ve bu dönm e sırasında
sa, suyun içindeki kum ve öbür katı parçacık­ birbiriyle tem as eden dişlerin arasından taşı­
lar pistonun ve silindirin kısa sürede yıpran­ narak geçebilir. Birbirini iyi kavrayan dişler
masına neden olur. Diyaframlı pom palarda arasından geriye yağ dönüşü olamayacağın­
diyafram dan herhangi bir kaçak olamayacağı dan, bu tür pom palarda supaba gerek kalmaz.
için, bu tip pom palar otom obillerde yakıt de­ U çakların hidrolik sistem lerinde, örneğin te ­
posundan karbüratöre benzin pom palam ak kerlek kaldırma indirme donanım larında dişli
için çok kullanılır. Ateşi körüklem ek için kul­ pom palar kullanılır.
lanılan eski m oda körükler gerçekte diyaf- Yarıdönel pom palar genellikle küçük tek ­
ramlı bir pom padır. nelerde, dipte biriken suyu dışarı atm ak için
Bisiklet p o m p a sı , pistonu supap işlevi de kullanılır. Bunlar aslında basma tulum ba ilke­
gören basit bir aygıttır. Piston geriye doğru sine göre çalışır. Am a bu pom paların tam bur
çekilirken yumuşak deriden ya da plastikten biçimindeki karterinde, piston yerine, bir
yapılmış conta biçimindeki piston ile silindir kolun ileri geri hareketiyle önce bir yönde
çeperi arasından geçen hava, pistonun önün­ sonra buna ters yönde yarım dönüşler yapan
de kalan silindir boşluğuna dolar. Piston ileri bir pala ya da kanat bulunur.
doğru giderken hava sıkışır ve contanın kena­ M erkezkaç pom pa ya da santrifüj p o m p a
rını silindir çeperine bastırır; böylece havanın denen pom paların ortasında bir çark vardır.
geri kaçması önlenir. Sıkışan hava esnek Pom palanacak su ya da sıvı çarkın göbeğin­
bağlantı borusundan bisiklet lastiğine geçer; den geçip kıvrık pervane kanatlarının arasına
tekerlek lastiğindeki supap, içeri dolan hava­ girer ve bu kanatlarca pom pa karterinin
nın geri kaçmasını önler. çeperlerine doğru savrulur (bak. M er k ezk a ç

Dönel Pompa
M akinelerin çalışan parçalarına basınçlı yağ
basmak için çok kullanılan dişli p o m p a basit
bir dönel pom pa tipidir. Dişli pom panın
karterinde iki dişli çark vardır; bunlardan biri
m otora bağlıdır ve kendisi döndükçe öbür
dişli çarkı da döndürür. Bu dişli çarklar
kartere öyle yerleştirilmiştir ki, basılacak yağ
karterin bir yanından öbür yanma (ya da yağ
118 POMPEI

K u v v et ). S u y u n b a s ıld ığ ı p o m p a k a r te r i s a l­
y a n g o z b iç im in d e d ir .
Türbokom presörler . Gaz türbinlerinde ya
da jet uçaklarının m otorlarında yanmanın
tam olması için büyük m iktarda havaya gerek
vardır; bu hava genellikle türbokom presörle
basılır. Türbokom presör en basit biçimiyle,
bir karter ile bu karterin içinde hızla dönen
bir vantilatörden oluşur. Vantilatörün kanat­
ları genellikle birkaç sıra halindedir (bak.
İÇTEN YANMALI MOTOR).

POMPEI, Güney İtalya’da Napoli Körfezi’


nin güneydoğusunda, Vezüv Y anardağı’nm
eteklerinde yer alan bir eskiçağ kentidir. Eski
R om a’da zengin bir ticaret ve kültür merkezi
olan kent, İS 63’te şiddetli bir deprem geçirdi.
D eprem in yol açtığı yıkım daha tam olarak
onarılam adan, İS 79’da Vezüv Y anardağı’nın
püskürmesi sonucu H erculaneum ve Stabiae
kentleriyle birlikte lavlar altında kaldı.
Pompei kentinin sonunu getiren ilk patla­ Paul Popper
ma 24 Ağustos 79’da oldu. Yanardağın püs­ Pompei'de bir fırıncının evinin kalıntıları.
kürttüğü erimiş kızgın lav ve çam urlar kenti
tam am en örttü. Zam anla soğuyup katılaşan canlılığıyla anlatmıştır. Plinius, Vezüv’den
lavlar kentin üzerinde yaklaşık 6 m etre kalın­ fışkıran lavların nasıl kentin üzerine indiğini,
lığında, cüruf ve kül karışımı bir tabaka kentten kaçan insanların üzerlerine yağan
oluşturdu. H erculaneum ’a da ulaşan lavlar kızgın küllerden sakınmak için başlarını yas­
kenti 18 m etre kalınlığında bir örtüyle kapla­ tıklarla korum aya çalıştıklarını yazar. Canla­
dı. Stabiae Vezüv’den daha uzakta olduğu rını kurtarm a çabasıyla m ahzenlere saklanan
için, kenti kaplayan lav örtüsü daha inceydi. çok sayıda insanın dum andan boğularak öldü­
Romalı yazar Genç Plinius, Tacitus’a yazdı­ ğünü, ikinci gün patlam a kesildikten sonra
ğı iki m ektupta, tanık olduğu bu olayı olanca sağ kalanların Pom pei’ye geri döndüğünü,
Mansell Collection kenti kaplayan tabakayı kazıp tünel açarak
değerli eşyalarının çoğunu kurtardıklarını an­
latır.
Ortaçağda bu kentlerin varlığı iyice unutul­
du. Pom pei’deki kalıntıları 16. yüzyılda bir
rastlantı sonucu m im ar Domenico Fontana
buldu. İlk kazı 1709’da H erculaneum ’da ya­
pıldı. Pom pei’nin bulunduğu yörede kazılar
1748’de başladı. 1763’te bulunan bir yazıttan
kentin Pompei olduğu anlaşıldı. Aralıklarla
sürdürülen kazılar sonucunda ortaya çıkarılan
kentler, Eski Yunan ve Rom a sanatına duyu­
lan ilginin yeniden canlanmasına katkıda bu­
lundu. Eşsiz güzellikteki buluntular, 18. yüz­
yılda ilk kez Fransa’da ortaya çıkan Yenikla-
Pompei'de göm ülü kalmış ve kızgın lavların etkisiyle
taşlaşmış bu köpek gövdesi kazılar sonucu ortaya
sikçilik A kım ı’nın gelişmesinde önemli rol
çıkarılmıştır. oynadı (bak. KLASİKÇİLİK VE YENİKLASİKÇİLİK).
POP MÜZİK 119

Kalıntılar Pom pei’nin 3 km uzunluğunda denetimi altına girmesini sağladı. Sertorius’u


bir surla çevrili olduğunu gösterir. K entte çok ise kendi adamları öldürdü. İÖ 71’de Pom pei­
sayıda tapınak, ham am , pazaryeri, bir amfiti- us ordusuyla R om a’ya döndü.
yatro ve mozaik resimlerle bezeli evler bulun­ Pompeius ile bir zam anlar Sulla yanlısı
muştur. D aha sonraki yıllarda bazı konutlar zengin bir subay olan Marcus Crassus İÖ
özenle onarılmış ve bahçeleri yeniden yeşil- 70’te konsül seçildiler. Bundan sonra Pom pei­
lendirilmiştir. Atlı arabaların 1.900 yıl önce us soylulardan koparak halktan yana bir
sokaklarda bıraktığı derin tekerlek izleri hâlâ tutum aldı. Üç yıl sonra A kdeniz’i korsanlar­
görülebilm ektedir. Pom pei’yi görmek için bu dan temizleyen Pom peius savaşları sona er­
bölgeye her yıl binlerce turist gelir. dirm ek için doğuya gitti. Suriye, Filistin ve
A nadolu’nun büyük bir bölümünü ele geçirdi.
POMPEIUS. (İÖ 106-48). Gnaeus Pompeius, Ama Rom a’ya döndüğünde senato Pompeius’
Rom a Cumhuriyeti döneminin sonlarında ya­ un doğuda yaptığı anlaşm aları onaylamadı.
şamış bir devlet adamı ve kom utandır. Henüz Pompeius, yokluğunda R om a’da güç kazanan
17 yaşındayken, Marius ve Sulla adlı iki Jül Sezar’dan destek gördü. Sezar, Pompeius
ve Crassus ile birlikte “Üçler Meclisi” anlam ı­
Mansell Collection na gelen “Birinci Trium virlik”i kurdu ve kızı
Julia’yı Pom peius’la evlendirdi.
Sezar ülkesinin sınırlarını genişletmek için
fetihlere girişti (bak. JÜL S e z a r ) . Crassus ise
A nadolu’da savaşırken öldürüldü. Bu durum ­
da Pompeius Sezar’ı kendine rakip olarak
görmeye başladı. Sezar’ın halk tarafından
sevilmesini ve kazandığı zaferleri kıskanı­
yordu.
Pompeius, Sezar’dan yetkilerini bırakıp
R om a’ya dönmesini istediyse de, Sezar bunu
kabul etm edi. O rdusunun başında İtalya’ya
yürüdü. İÖ 49’da iç savaş çıktı. Pompeius
Y unanistan’a kaçarak orada bir ordu topladı.
Başlangıçta başarılı olduysa da, İÖ 48’de
Tesalya’daki Pharsalos’ta (Çatalca) yenilgiye
uğradı. Kurtuluşu M ısır’a kaçm akta buldu;
ama karaya ayak basar basmaz öldürüldü.
Eski Romalı devlet adamı ve komutan Pompeius.
POP MÜZİK. Geniş kitlelerce dinlenen ve
çok çeşitli müzik üsluplarını kapsayan bu
kom utan arasında R om a’da önderliği ele ge­ terim , İngilizce’de “yaygın olarak sevilen
çirmek için süren iç savaşa katıldı. Marius müzik” anlam ına gelen popu lar music söz­
halkı, Sulla ise soyluları temsil ediyordu. cüklerinden gelir. 1950’lerde A B D ’de ortaya
Pom peius yeni soylu olmuş, zengin bir aile­ çıkan rock and roll müziğinden kaynaklanan
den geliyordu. İç savaşta Sulla’nın yanında pop müzik, sürekli değişen üslupları içerir.
yer aldı. İÖ 82-81’de Sicilya ve A frika’da Pop müziğin doğduğu yer İngiltere ve A BD
M arius yanlılarını yendi ve döndüğünde Sulla olduğu için adları da İngilizce olan rock and
ona magnus (büyük) ,samm verdi. roll, ragtime, reggae, fo lk , rhythm and blues,
Sulla’nın ölüm ünden sonra Pompeius, o blues, swing, salsa, heavy metal, punk, funk,
zam anlar R om a’nın bir ili olan İspanya’ya soul, caz, disco, rap ve country , pop müzik
gitti. Amacı burada M arius yanlısı Quintus kapsamına giren müzik türlerinin yalnızca
Sertorius'un önderliğindeki bir ayaklanmayı birkaçıdır.
bastırm aktı. Pompeius İspanya’nın R om a’nın Müzik üsluplarındaki bu sınırsız çeşitlilik,
120 POP MÜZİK

pop müziği açıklayıcı bir tanımın yapılması­ Rock and Roll ve Rock
nı güçleştirmektedir. Binlerce izleyici önünde 1950’lerin ortalarında, aslında Siyahlar’ın mü­
verilen dev konserlerin yanı sıra, pop müziğin ziği olan rhythm and blues'u beyaz gençlerin
geniş kitlelere ulaşmasını ve benimsenmesini coşkuyla dinlediğini fark eden Cleveland’lı
sağlayan en önemli öğe, 20. yüzyıl teknolojisi­ radyo programcısı Alan Freed, bu müziğe
nin getirdiği, sesi kusursuz bir biçimde ileten program larında yer vermeye başladı. Freed’in
radyo, pikap, kaset, teyp, televizyon ve video rock and roll adıyla sunduğu bu müzik kısa
gibi sesli ya da hem sesli, hem görsel iletişim zam anda büyük bir hızla yaygınlaştı. Başlan­
araçlarıdır (bak. SES KAYDI). A B D ’de ve Av­ gıçta gençler arasında geçici bir heves olarak
rupa ülkelerindeki 100 bin kişilik salonlarda değerlendirilen rock and roll coşkusu, ateşlili­
yapılan konserlerle ve teknolojik olanaklarla ği, kurallara ve geleneklere karşı çıkan tarzıy­
milyonlarca kişiye ulaşan pop müzik, dünya­ la tutucu politikacılar ve din adamları tarafın­
nın öteki ülkelerinde de özellikle gençlerce dan tepkiyle karşılandı. R ock and roll'un gör­
sevilerek dinlenir. Son yıllardaki pop müzik düğü olağanüstü ilgi plak yapımcılarını da bu
konserlerinin en ünlüsü 13 Tem muz 1985’te alana yöneltti.
Etiyopya’da açlık çeken insanlara yardım R ock and roll' un ilk beyaz şarkıcısı Bili
sağlamak amacıyla gerçekleştirilen konserdir. Haley ve grubu Com ets’in, radyo programla-
Aynı anda İngiltere’de L ondra’da 72 bin, nnda binlerce kez çalman R ock A rou n d the
A B D ’de Philadelphia’da 90 bin kişilik bir Clock (1954) adlı plakları 25 milyonun üzerin­
izleyici kitlesi önünde verilen bu dev konser, de satıldı. R ock and roll' un tüm dünyada
A B D ’den dünyadaki 1,5 milyar televizyon yaygınlaşmasını sağlayan bir başka ad ise
izleyicisine canlı yayınla iletilmiştir. Buddy Holly idi. Bununla birlikte, dönemin
Aşağıda pop müzik kapsam ına giren deği­ asıl temsilcisi rhythm and blues , country ve o
şik müzik üsluplarına kısaca değineceğiz. zam anlar, yalnızca güneydeki beyazlarca din­
lenen western müzikten yararlanarak, rock
Blues ve Rhythm and Blues and roll' u kendine özgü bir tarzla geliştiren
1900’lerde, A frika’dan getirilen kölelerin Elvis Presley’dir. Bağımsız, uçarı ve isyankâr
A B D ’nin güneyindeki pam uk tarlalarında ça­ görünüşü, gençlerin duygularını ve tepkilerini
lışırken söylediği ezgilerden caz müziği doğdu dile getiren besteleriyle, Presley bir anda
(bak. Ca z ). Y an yakınma yarı türkü biçimin­
MCA Records
de, hüzünlü ve ağır tem polu ezgilerden oluşan
blues , aksak ritimli ragtim e , daha sert ritim ­
lerle söylenen rhythm and blues caz müziğinin
ilk örneklerindendi. Ragtim e üslubunun kö­
keni ortaçağ halk ozanlarının şarkılarına,
Siyahlar’ın banço müziğine ve honky tonk
denen aksak ritimli piyano müziğine dayanı­
yordu. Ragtim e' ın en ünlü temsilcisi, M aple
L ea f Rag (1899) adlı parçasıyla adını duyuran
Scott Joplin’di. Zam anla çeşitli caz topluluk­
ları, Bessie Smith, Leadbelly, Chuck Berry,
B. B. King, gibi ünlü adlar ortaya çıktı.
1950’lerde A B D ’de beyazlara özgü kırsal mü­
zik türü olan country üslubu, gene aynı
yıllarda hızlı ve güçlü ritim lerden oluşan,
coşkulu ve taşkın duyguların müziği olan rock
and roll ortaya çıktı. Pop müzik tarihin­
de yepyeni bir çığır açan rock and roll' un te ­
meli blues ve rhythm and blues'a dayanıyor­ B. B. King 1949'dan başlayarak, gitar çalma ve blues
du. söylem e üslubuyla pop m üziği etkilem iştir.
POP MÜZİK 121

savaş sonrası genç kuşağın gözdesi oldu.


Arayış içinde olan bu gençler, kendilerinden
önceki kuşağın deneyim lerinden yararlanm ak
yerine, yaşayarak öğrenm ek istiyorlardı. Be­
ğenileri, yaşama bakışları ve müzik anlayışları
ana babalannmkinden çok farklıydı. Presley’
in müziği, özellikle de rock and roll onların
beklentilerinin yanıtı gibiydi. Presley 1956’
da, her biri 1 milyonun üzerinde satan 45
plağının birincisi olan H eartbreak HoteV i
çıkardı.
1960’larda pop müziği etkileyen önemli
olaylardan başlıcaları “topluluk” kavramının
yerleşmesi, A B D ’li gitarcı Les Paul’un elek-
Popperfoto
trogitarı yetkinleştirmesi ve sesi yükselten bir 1977'de ölen efsanevi sanatçı Elvis Presley, Las
aygıt olan amplifikatörün geliştirilmesiydi. Vegas'ta bir konser sırasında. Sanatçının
Aynı dönem de rock and r o ll dan daha karm a­ ölüm ünden sonraki hafta içinde 8 m ilyon plağı
satıldı.
şık biçimli ve ritmi daha güçlü olan rock
müzik ortaya çıktı. R ock müziğin İngiltere’
deki en önemli temsilcisi, Liverpool kentin­ psychedelic ro ck , uyuşturucularla yola çıkan,
den John Lennon, Paul M cCartney, George uzun saçları ve olağandışı giysileriyle “barış
Harrison ve Ringo Starr adlı dört gencin ve sevgi” üzerine kurulmuş bir yaşamın sözcü­
kurduğu Beatles topluluğuydu. 1960’ta çıktık­ lüğünü yapan hippie' lerin dünyasını yansıtı­
ları A vrupa turnesinde Yesterday ve Yellow yordu. Ayrıca, daha yumuşak ve uyumlu
Submarine gibi, pop müziğe yepyeni bir içerik seslerden oluşan so f t ro ck ; Siy ahlar’ın gospel
kazandıran parçalarıyla büyük bir ilgi ve müziğinden etkilenm iş, dindışı konulu şarkı­
hayranlıkla karşılanan bu ünlü topluluk, rock lardan oluşan so u l ; geleneksel biçimde yazıl­
müziğin tüm dünyada tanınmasını ve benim ­ mış, akustik gitar, elektrogitar, bas ve davulla
senmesini sağladı. Topluluk 1970’te dağıldı, desteklenm iş fo lk rock; melodi öğesini en
ama plak ve kasetleri 1982’ye kadar yaklaşık aza indirerek vurmalı çalgılara ağırlık veren,
1 milyar sattı. Aynı dönemde rock müzikte çok aksak ritimli funk; elektronik çalgılara ağırlık
çeşitli yönelimler ve türler gelişti. Sözgelimi veren ve klasik motiflerle rock müziğe sanat-

Popperfoto

Beatles topluluğu ABD'de


ilk kez 1964'te, The Ed
SuIIivan S how adlı
televizyon program ında
sahneye çıktı.
122 POP MÜZİK

H endrix’di. 1960’larda savaş karşıtı protesto


şarkılarında beste ve güfte yeteneğini birleşti­
ren Bob Dylan (asıl adı R obert Zim m erm an),
B lowin in the W ind ve The Times They A re
a-Changin adlı şarkılarıyla dünya gençliğini
derinden etkiledi (bak. HALK MÜZİĞİ). Aynı
dönem de rock müzik dünyasının en önemli
olaylarından biri de 1969’da A B D ’de, üç gün
boyunca 500 bini aşkın izleyici önünde ger­
çekleştirilen W oodstock Müzik ve Sanat Fes-
tivali’ydi. 1960’ların sonlarında kurulan Chi­
cago, D eep Purple, Jethro Tull, King Crim-
son, Yes, Genesis, Pink Floyd ve Crosby,
Stills, Nash and Young gibi topluluklar 1970’
lerde ürettikleri özgün müziklerle rock müziğe
yepyeni boyutlar kazandırdılar. 1970’lerde rock
müzikle klasik müziğin kaynaşması, rock müzi­
Plak doldurm aya 1964'te başlayan Eric Clapton hâlâ ğin dans müziği olmaktan çıkıp sanatsal niteliği­
dünyanın en usta gitaristlerinden biridir. nin ağırlık kazanmasına yol açtı.
1970’lerin sonlarına doğru rock müzik top­
sal bir nitelik kazandıran progressive rock gibi luluklarının çoğu dağılırken Elton John, Rod
yeni türler ortaya çıktı. Stewart, A bba, The Eagles, Electric Light
1960’larda rock müziğin siyasal ve toplum ­ Orchestra, Em erson, Lake and Palmer, Rick
sal konuları dile getirm ekteki yatkınlığını W akem an, David Bowie, Bruce Springsteen,
keşfeden bazı sanatçılar rock müziğinde Poliçe, Q ueen, Supertram p gibi yeni toplu­
önemli bir atılım gerçekleştirdiler. Bu döne­ luklar ve sanatçılar öne çıktı. 1970’lerin sonla­
min ünlü adları Rolling Stones, The Yard- rında Chick Corea ve John M cLaughlin’in
birds, The Byrds, The Grateful D ead, Jeffer- öncülüğünde ja z z ro ck , İngiltere’de Sex Pis-
son A irplane, The Beach Boys, The D oors, tols ve Stranglers gibi toplulukların öncülü­
The W ho, Pink Floyd, Janis Joplin ve Jimi ğünde p u n k rock ortaya çıktı. 1980’lerdeki

Hakan Gönenli

Pink Floyd 1988'de


Londra'da bir konser
sırasında.
POP MÜZİK 123

heavy metal' in kökeni Led Zeppelin, D eep


Purple ve Black Sabbath gibi toplulukların ve
Alice C ooper’ın elektrogitar ve davula ağırlık
veren yüksek sesli, sert ritimli müziğine daya­
nır. Bu türün ilk örneklerini verenler Kiss,
Def Leppard, Iron M aiden, Krokus ve Scor-
pions topluluklarıydı. R ock müzikte toplum ­
sal bir niteliği olan öfke ve şiddetin, onun bir
uzantısı olarak gelişen heavy m etal'de başlı
başına, kendi içinde bir amaç olduğu görülür.
1980’lerin önde gelen heavy m etal grupları
Iron M aiden, M etallica, G uns’n’ Roses ve
A C /D C ’dir. A B C Ajansı
1980’lerin bir başka önemli olayı da Heavy m etal topluluklarından M otley Crew.
1970’lerin sonlarına doğru tırm anm aya başla­
yan nükleer silahlanmaya, A frika kıtasında rika ve batı müziğinin uyumlu bir birleşimi
baş gösteren açlığa, Güney A frika’daki ırkçı­ olan Graceland (1986) adlı bir albüm çıkardı.
lığa, Am azon orm anlarının yok edilmesine ve Günüm üzde adından en çok söz edilen pop
çevre kirliliğine tepki olarak gerçekleştirilen müzik sanatçı ve toplulukları arasında Ma-
dev konserlerle rock müziğin siyasal, toplum ­ donna, U2 ve Simple Minds sayılabilir.
sal olayları konu edinrriesidir. 1985’te A frika’
da açlık çeken insanlara yardım amacıyla dü­ Reggae, Kalipso, Rap ve Disco
zenlenen “Live A id” konserlerine ve Ulus­ Bob M arley öncülüğünde gelişen Jam aika
lararası A f Ö rgütü’nün düzenlediği konserle­ kökenli reggae müziğin belirgin özellikleri,
re David Bowie, Peter Gabriel, Tracy Chap- ağır vurmalı çalgılar, yankılanan ritmik gitar,
m an, Sting ve Bruce Springsteen gibi birçok derin bas ve vokaller’dir. Kökeni, 1950’lerde
ünlü sanatçı katıldı. Ünlü şarkıcı ve söz yazarı yaygınlık kazanan kalipso'ya. dayanır.
Paul Simon, Güney Afrikalı müzikçilerle Af- Jimmy Cliff’in The H arder They Com e

İstanbul Kültür ve Sanat


Vakfı’nın izniyle

Jazzrock
m üzikçilerinden Spyro
Gyra topluluğu.
124 POP MÜZİK

pop müziğin başlangıcı sayılır. Radyo yayıncı­


lığının altın yıllarını yaşadığı 1940’larda ve
1950’lerde Fehmi Ege, Necdet Koyutürk ve
Şecaattin Tanyerli’nin Türkçe sözlerle yazdık­
ları tangolar sevilerek dinlenirdi. 1960’larda
dünyada hızla yayılan pop müzik ülkemizde
de etkisini gösterdi. Am a o yıllarda özgün
pop şarkıları yazmak yerine yabancı şarkılara
Türkçe sözler yazılırdı. Dönem in en çok
tutulan şarkılarına söz yazan Fecri Ebcioğlu
ve Sezen Cum hur Ö nal’ın şarkıları radyo
program larında sık sık yer alıyordu. O dö­
nem de özellikle okullarda am atör müzik top­
lulukları çeşitli konserler verir, kendi arala­
rında coşkuyla izlenen yarışmalar düzenler­
lerdi.
Zam anla sayıları artan pop müzik sanatçıla­
rı yeni arayışlar içine girdiler. Bu arayışın ilk
ürünleri geleneksel halk müziğinden esinlene­
rek yazılmış şarkılar oldu. Dönem in önde
gelen adları Fikret Kızılok, Cem Karaca,
1984'te sekiz G ram m y Ödülü kazanan ünlü şarkıcı
Alpay, Erol Büyükburç ve A jda Pekkan ile
Michael Jackson. Moğollar, Üç H ürel ve Dönüşüm toplulukla­
rıydı. Aynı yıllarda pop müzik dünyasında
(1973) adlı filmiyle daha geniş bir dinleyici yeni bir çığır açan Beatles ülkemizde de
kitlesine ulaşan reggae , 1970’lerden başlaya­ etkisini gösterdi. 1960’ların sonlarında ortaya
rak çok sayıda pop müzik topluluğuna ve çıkan M odern Folk Üçlüsü özgün besteleriyle
şarkıcıya esin kaynağı olmuştur. Reggae' nin pop müziğe yeni bir soluk getirdi. 1970’lerin
dünya çapında ün kazanmasını sağlayan İngi­ önde gelen öteki adları halk müziğinden
liz topluluğu UB40’tır. esinlenerek yazdığı şarkılarla ve ilginç görü­
1970’lerde yaygınlık kazanan disco müziği nümüyle tanınan Barış M anço, ülkemizde
yalnızca hareket ve dans amacıyla geliştiril­ rock müziğin ilk özgün örneklerini veren
miş, özellikle ritmin vurgulandığı bir türdür. Erkin Koray, söz yazarı, besteci ve şarkıcı
1977’ye kadar daha çok Siyahlar’m soul müzi­ Tim ur Selçuk’tu. 1980’lerde adını en çok
ğinin etkilerini taşıyan disco , Michael Jack- duyuranlar arasında M azhar-Fuat-Özkan ile
son’la daha vurucu ve daha renkli bir yapıya Yeni Türkü
kavuştu. Sonraları, rhythm and blues öğele­
riyle kurulmuş bir başka hareket ve dans
müziği olan rap ortaya çıktı. Kurtis Blow’un
The Breaks adlı yapıtı bu türün ilk örnekle-
rindendi. Dans ve rock' u en iyi biçimde
birleştiren Talking H eads topluluğu, Genius
o f L o ve adlı plaklarıyla büyük ün kazandı.

Türkiye'de Pop Müzik


Ülkemizde pop müzik batı ülkelerinden ol­
dukça değişik bir biçimde gelişti. 1940’larda
halk müziği ve sanat müziği dışında, Türkçe
sözlerle söylenen ve dans müziği olarak dinle­ Yeni Türkü topluluğu 1980'lerde Türkiye'de adını en
nen yabancı kaynaklı tangolar Türkiye’de çok duyuran müzik topluluklarından biridir.
PORSU KAĞACI 125

Yeni Türkü toplukları sayılabilir. Son yıllarda geniş düzlükler dışında hemen her yörede
ülkemizde büyük bir ilgi gören disco , har d yaşam aktadır.
rock ve özellikle heavy metal müzikte kendi D aha küçük yapılı olan A m erika porsuğu
olanaklarıyla çalışmalar yapan gençlerin kur­ ( Taxidea taxus) Kuzey A m erika’nın batısın­
duğu çeşitli am atör topluluklar vardır. Bu da, K anada’nın güneyinden M eksika’ya ka­
topluluklardan özellikle Pentagram ve M eta- dar uzanan bölgede görülür ve bayağı porsuğa
for’un çalışmaları ilgiyle izlenmektedir. oranla daha çok etle beslenir.
Bal porsuğu ( M ellivora capensis) A frika’da
PORSELEN bak. ÇANAK ÇÖMLEK. ve A sya’nın güneyindeki ormanlık bölgelerde
yaşar. Gövdesinin üst bölümleri beyazımsı,
PORSUK. Çok iyi birer kazıcı olarak tanınan alt bölümleri ve bacakları siyahtır. Bal porsu­
porsuklar sansara akraba sekiz türden oluşan ğu kazdığı tünellerde yaşar, geceleri dolaşm a­
memeli hayvanlardır. Postu kalın ve kaba, ya çıkarak küçük hayvanlar, meyveler ve
pençeleri güçlü olan bu hayvanların görme balla beslenir. Büyük balkılavuzu denen bir
duyuları yetersiz kalırken koku alma duyuları kuşun sesini izleyerek arıların balla dolu
gelişmiştir. Hem hayvansal, hem de bitkisel yuvalarını bulur {bak. B a l k i l a v u z u ) .
besinleri yiyebilirler. Bayağı porsuk ya da Güneydoğu A sya’nın çayır ve orm anların­
Avrasya porsuğu ( M eles meles) siyah beyaz da yaşayan ağaç porsukları ( M elogale cinsi),
şeritli başıyla öbür türlerden ayırt edilir. Malaya porsuğu ( M ydaus javanerısis) ve Fili­
Postunun boz görünen üst bölümündeki her pin porsuğu (Suillotaxus marchei) öbür por­
kılın gerçekte dibi beyaz, ortası siyah, ucu suk türleri arasında yer alır. Bu porsukların
gene beyazdır. Genellikle ormanlık ya da koku bezleri çok keskin bir koku salgılar.
ağaçlık bölgelerde, kazılması kolay çıplak
yamaçlarda açtıkları oyuklarda toplu halde PORSUKAĞACI. B ütün kuzey yarıküreye
yaşarlar. Geceleri dolaşmayı yeğlediklerinden yayılmış olan porsukağaçları çok uzun öm ürlü
ortalıkta pek görülmezler. Bir zam anlar İngil­ ağaç, ağaççık ya da çalılardır. Bazılarının
tere ’de 1850’lerde yasaklanana kadar, bu 1.000 yaşında olduğu sanılan bu iğneyapraklı
hayvanlar fıçılara konarak eğlence olsun diye bitkilerin porsukgiller ( Taxaceae) familyası­
köpeklerle dövüştürülürdü. Ayrıca uzun kıl­ nın Taxus cinsini oluşturan sekiz türü vardır.
larından tıraş fırçası yapıldığından çok sayıda Bu türler ilginç kozalaklarından ötürü çam ve
porsuk avlanmıştır. Bayağı porsuk Türkiye’de köknar gibi öbür iğneyapraklılardan kolayca

W ardene WeisserlARDEA

Am erika porsuğu yeri


kazarak bulduğu küçük
hayvanlarla beslenir. Çok
güçlü olan bu tür,
tehlike karşısında, toprağı
insanın kazmayla
yapabileceğinden daha
hızlı kazarak saklanır.
126 PORTAKAL

ayırt edilir. Porsukağaçlarmın kozalakları, ça­ doğrudan taze meyve olarak yenir ya da suyu
nağı andıran küçük ve etli meyveler halinde­ içilir.
dir. Olgunlaştığında parlak kırmızı bir renk Portakal, anayurdu olduğu sanılan Çin’de
alan meyvelerin içinde tek bir sert tohum bu­ ve A sya’nın güneydoğusundaki öbür bölge­
lunur. Koyu yeşil yassı yaprakları gibi tohum ­ lerde çok eskiçağlardan beri yetiştirilm ekte­
lan da zehirli bileşikler içerir. Tohum lar inek dir. A raplar’ın U zakdoğu’ya yaptıkları ticaret
ve koyunlarda zehirlenm e ve ölümlere yol aç­ seferleriyle A frika’nın ve A kdeniz’in doğu
makla birlikte, kuşlar için iyi bir besin kayna- kesim lerine, oradan da A vrupa’ya yayıl­
ğıdır. mıştır.
Bazı ayrıksı örneklerine rastlanırsa da, G ünüm üzde, elm adan sonra en çok yetişti­
porsukağaçları genellikle 25 m etreye kadar rilen meyvelerden biri olan portakalın dünya­
uzayabilen ağaççık boyutunda bitkilerdir. Ö r­ daki üretim inde en büyük pay A B D ’nin
neğin, A vrupa, Asya ve ülkemizde yaygın güney eyaletlerinindir. Toplam üretimin yak­
olan adi porsukağacı ( Taxus baccata) 10-30 laşık yarısını karşılayan bu ülkeyi Brezilya,
m etre arasında boylanır. Ö bür porsukağaçları İspanya, İtalya, Güney Afrika, Japonya,
M eksika, İsrail, H indistan, Avustralya ve
PORSUKAĞACI m eyveler Jam aika izler. Önemli üreticiler arasında yer
alan Türkiye’de ise portakal başlıca Akdeniz
ve Ege bölgelerinde yetiştirilir. En önde gelen
üretici iller A ntalya, A dana, İçel, Hatay,
[Şubat
Aydın ve M uğla’dır. Yıllık üretimin 700 bin
ayına d o ğ ru ^
y a p r a k la r ın ^
ton dolayında olduğu ülkemizde yetiştirilen
a ltında açan *
erkek ç ile k le r başlıca portakal çeşitleri arasında yafa, va-
Hf _ yapraklar, şington ve valensiya sayılabilir.
a. IRLANDA^^Pvedişi >
derin çatlakh, -------- .çiçekler
kızıl kabuk
PORSUKAĞACI Huriye Güner

gibi bu türün de pek çok süs çeşidi geliştiril­


miştir. Japonya porsukağacının ( Taxus cuspi-
data) hem 15 m etre uzunluğunda çalımsı, hem
de kaya bahçelerinde yetiştirilen birkaç santi­
m etre uzunluğunda minik çeşitleri vardır.
A B D ’de yaygın olarak yetişen Pasifik por-
sukağacının ( Taxus brevifolia) dallarından es­
kiden Yerliler ok yapardı.

PORTAKAL, bol sulu ve tatlı meyveleri için


yetiştirilen küçük bir ağaçtır. Limon ve m an­
dalina gibi turunçgiller familyasında yer alan
bu ağaç ( Citrus sinensis) da kışın yapraklarını
dökmez. Kendi haline bırakıldığında 9 m etre­
ye kadar boylanabilirse de genellikle budana­
rak 4-5 m etre yüksekliğinde tutulur. Y aprak­
lan oval biçimli, koyu yeşil ve parlak, çiçekleri
ise beyaz ve çok hoş kokuludur. Turuncu ve
yuvarlak biçimli iri meyvelerinin yenen etli
bölümü genellikle sarı ya da turuncu, bazı
çeşitlerinde ise koyu kırmızı olur. Bu kırmızı
çeşitlere “kan portakalı” denir. Aynı öbür
turunçgil meyveleri gibi portakal da C vitami­ Portakal, dünyada elmadan sonra en çok yetiştirilen
ni açısından zengindir ve birçok ülkede ya m eyvedir.
PORTEKİZ 127

E n iy i, d o n o la y la r ın a r a s tla n m a y a n sıc a k
PORTEKİZ'E İLİŞKİN BİLGİLER
ve tr o p ik b ö lg e le r d e y e tiş e n p o r ta k a l
a ğ a ç la r ı g e n e llik le g ö z a ş ısıy la ü r e ti lir (bak.
YÜZÖLÇÜMÜ: (Asor ve Madeira adaları ile birlikte)
A şilam a ). A n a ç o la r a k ç o k e s k id e n b e r i 91.985 km2.
s a ğ la m y a p ılı v e m a n ta r h a s ta lık la r ın a k a rş ı NÜFUS: 10.372.000 (1989).
d a y a n ık lı tu r u n ç a ğ a ç la r ı k u lla n ılm ış tır ; y a n i YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet.
is te n e n p o r ta k a l ç e ş id in in d a lla r ın d a n k e s ile n BAŞKENT: Lizbon.
DOĞAL YAPI: Ülkenin kuzeyi 900-1.500 metre yüksekli­
g ö z le r tu r u n c a a ş ıla n ır. A m a , tu r u n ç a ğ a ç la r ı­ ğinde dağlık yaylalarla kaplıdır. İç bölge 1.500 metre­
n ın d a p o r ta k a la z a r a r v e r e n b ir h a s ta lık ye çıkan sıradağlarla kesilir. Güneyde alçak tepeler
ta ş ıd ığ ı a n la ş ıld ığ ın d a n b e r i y a b a n i lim o n gib i ve bataklıklar bulunur. Ülkenin başlıca ırmakları Tajo
ve Douro'dur.
b a ş k a a n a ç la r d a n d a y a r a r la n ılm a k ta d ır . BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, mısır, pirinç, çavdar,
Gelişimini tamamlamış bir portakal ağacı patates, şarap, zeytin, mantar, sardalye, orkinos;
her yıl ortalam a 1.000 tane portakal verebilir tungsten, demir cevheri, kalay; dokuma, kumaş.
ve üretkenliği 50-80 yıl kadar, hatta bazen ÖNEMLİ KENTLER. Lizbon, Porto, Coimbra, Setübal,
Madeira Adaları'nda Funchal.
daha fazla sürebilir. Portakal dalında iyice EĞİTİM: 7-14 yaşları arasında temel eğitim parasız ve
olgunlaştıktan sonra toplanır. M eyvelerin, zorunludur.
yaralanıp berelenmeyi önlem ek için dikkatli­
ce toplanması gerekir. Toplanan ürün doğru­
dan piyasaya sürüldüğü gibi, özellikle dışarıya şaktır; Atlas Okyanusu’ndan esen soğuk rüz­
satılacak ya da mevsim sonuna kadar saklana­ gârlar ülkenin en güneyi dışında hemen her
caksa yıkanır, kurutulur, dezenfekte edilir, yerine yağış getirir. Bitki örtüsü zengindir ve
kâğıtlara sarılır ve sandıklanır (bak. GREY­ A vrupa’nın kuzeyinde yaygın olan bitkilerin
FURT; LİMON; TURUNÇGİLLER). yanı sıra tropik bitkiler de yetişir. Çam,
kestane, karaağaç, meşe ve m antar meşesi,
PORTEKİZ, A vrupa anakarasının en batısın­ ayrıca zeytin, palmiye, kaktüs ve mimoza
daki ülkedir. Portekiz, kuzey ve doğu kom şu­
su olan İspanya ile birlikte İber Y anm adası’n-
dadır.
Portekiz’in Atlas Okyanusu kıyıları çoğun­
lukla alçak ve kum ludur; hemen gerisinde
geniş bir kıyı ovası bulunur. Ülkenin başlıca
limanları, hepsi de İspanya’da doğan ve iki
ülke sınırının belli bölümlerini oluşturan bü­
yük ırm akların ağızlarında yer alır. Kuzey
sınırının bir bölümünü oluşturan Minho Irm a­
ğı, hem en güneyindeki D ouro Irm ağı’na ka­
dar uzanan dağlık bir bölgede akar. D ouro’
nun güneyinde, Portekiz’in en yüksek sıra­
dağları olan Serra da E strela’da yükseklik
1.991 m etreye kadar ulaşır. D aha güneye
inildikçe, toprak Tajo Irm ağı’nın çevresinde­
ki bereketli düzlüklere doğru alçalır (bak.
T ajo IRMAĞI). T ajo’nun güneyinde ülkenin
görünüm ü iç bölgelerin büyük bölüm ünü düz
ya da değişir hafif engebeli yaylalar oluşturur.
Portekiz’in güneyindeki en önemli ırmak Gu-
adiana’dır.

İklim ve Halk
Portekiz’in iklimi genel olarak ılık ve yumu-
128 PORTEKİZ

Lusıadas (1572; “Lusitanialılar”) adlı yapıtıy­


la tanınan de Cam öes bir askerdi; uzak
denizlere açılan Portekizli kâşiflerle dünyanın
birçok yerini gezdi, büyük şiiri O s Lusiadas" ı
da bu geziler sırasında yazdı. Portekiz’de
10’dan fazla üniversite bulunur; bunların en
büyükleri Lizbon ve Coim bra kentlerindedir.
Portekiz halkının büyük bölümü K atolik’tir.
Portekiz’de çok sayıda güzel tarihsel yapı
bulunur. İspanya’daki Elham ra Sarayı’ndan
sonra İber Yarım adası’nın en güzel yapısı
olduğu söylenen B atalha’daki Santa M aria da
Vitöria M anastırı ile Lizbon’un banliyösü
Belem ’deki m anastır ve kilise bu tür yapılar­
dandır. Evora ve Sintra’daki şatolar Magrip
mimarlığının güzel örnekleri arasındadır.
Braga yakınında, her dindar Portekizli’nin
yaşamı boyunca en az bir kez görmeye gittiği
bir türbe vardır. 1917’de Hz. M eryem ’in
çocuklara göründüğü ileri sürülen ünlü Fati-
ma da çok tutulan bir hac merkezidir.

Tarım ve Sanayi
Portekiz’de büyük kentler çok azdır. İki
büyük kent başkent Lizbon ile D ouro Irmağı
Portuguese National Tourist Office
Douro Irmağı kıyısındaki Porto, Portekiz'in ikinci
ağzında yer alan, şarapları ve balıkçılığıyla
büyük kentidir. ünlü Porto’dur (bak. LİZBON).
Ülkenin toplam nüfusunun üçte biri tarımla
yaygındır. Bununla birlikte, ülkede geniş uğraşır. Başlıca ürünler, güneyde yetişen buğ­
maki ve çalılıkların yanı sıra çıplak dağ day, kuzeyde yetişen mısır ve patates, ırmak
yamaçları da bulunur. Büyük yabanıl hayvan­ vadilerinde yetişen pirinçtir. Portekiz’de mey­
ların sayısı çok azdır. ve çok boldur. Setübal portakalları, Elvas
Portekizliler çok balık yer, özellikle kuru­
tulmuş m orina balığını çok severler. Pirinç,
mısır, fasulye ve meyve, özellikle üzüm öteki
önemli yiyecekleridir.
Portekiz’de futbolun yanı sıra tekerlekli
patenle oynanan hokey maçları da çok sevilir.
İspanya ve M eksika’da olduğu gibi Portekiz’
de de boğa güreşi geleneksel bir spordur.
A m a Portekiz’de yapılan boğa güreşlerinde
boğanın öldürülmesi yasaktır.
Portekiz’in ulusal ve resmi dili Portekizce’
dir. İspanyolca gibi Latince kökenli olan
Portekizce, Brezilya-nm da ulusal ve resmi
dilidir. İspanyollar ve Brezilyalılar çoğunlukla
birbirlerini anlarlar, ama bu iki dil birbirinden
oldukça farklıdır. Ü nlü Portekizli yazarlar
Portekiz'in en güneyindeki Algarve bölgesinde
arasında, 16. yüzyılın en iyi şairlerinden biri balıkçılık önem li bir etkinliktir. Fotoğrafta, ağlarını
olan Luıs de Camöes (1524-80) sayılabilir. Os onaran balıkçılar görülüyor.
PORTEKİZ 129

çöküşünden sonra çok uzun yıllar Portekiz


tarihi de İspanya’nınkine benzedi. 12. yüzyıl­
da Portekiz bağımsız bir krallık oldu ve I.
Joâo’nun hükümdarlığı sırasında (1385-1433)
büyük bir denizaşırı im paratorluğun tem elleri
atıldı. Kâşiflerin eğitimine ve gezilerinin plan­
lanmasına yardım eden I. Jo âo ’nun oğlu
Prens H enrique bu uğurda en çok çalışanlar­
dan biriydi (bak. GEMİCİ HENRIOUE). Bartolo-
m eu Dias ve Vasco da Gam a gibi kâşiflerin
yardımıyla Portekiz güney ve doğu denizleri­
ne egemen oldu (bak. D ia s , BARTOLOMEU;
G a m a , V asco D a ).
Bu dönemi Portekiz’in gücünün sürekli
düşüşü izledi. Kuzey A frika’ya düzenlenen
seferlerin başarısızlıkla sonuçlanması ve aşırı
harcam alar sonucu zayıflayan ülke 1580’de
İspanya Kralı II. Felipe’nin eline geçti ve
Lizbon'da, IV. Pedro anıtıyla tanınan Rossia Alanı ve Portekiz İm paratorluğu İspanya’nın düşm an­
kentin aşağı bölüm ü. ları olan H ollanda ve İngiltere’nin yoğun
saldırılarına uğradı. Portekiz 1640’ta Kral IV.
erikleriyle ünlüdür. H em en her bölgede zey­ Joâo’nun önderliğinde yeniden bağımsızlığını
tin, güneyde ise portakal, limon, incir, keçi­ kazandı; ama doğudaki topraklarında güçlü
boynuzu ve badem yetişir. Ülkenin iç kesim­ bir yönetim kurulam adı. E n önemli sömürge­
lerinde, porto adı verilen kırmızı şarabın elde si olan Brezilya da 1822’de bağımsızlığına
edildiği üzüm bağları bulunur. Bu şarabın adı kavuştu (bak. BREZİLYA).
Porto kentinden gelir. Başka bir önemli ürün 1910’da Kral II. M anuel düşürüldü ve
de m antar meşesi ağacından elde edilen m an­ Portekiz bir cumhuriyet oldu. 15 yıldan uzun
tardır. Kıyı balıkçıları sardalye ve orkinos bir süre ülkenin yoksulluğu ve sorunları gide­
avlar. H er yaz Newfoundland açıklarındaki rilemedi; sürekli hüküm et değişiklikleri ve
G rand Sığlıği’na m orina balığı avına çıkılır. siyasal anlaşmazlıklar sürdü. 1926’da bir grup
Portekiz’de nitelikli köm ür azdır, ama ka­ subay hüküm eti devirerek yönetimi ele geçir­
lay, tungsten, bakır, demir ve manganez gibi di. Coim bra Üniversitesi’nde profesör olan
m adenler bulunur. Eskiden bu m adenler A ntönio de Oliveira Salazar 1932’de başba­
enerji yetersizliği yüzünden çok fazla çıkarıla- kanlığa getirildi. Salazar halkın seçtiği bir
mıyordu. En önemlileri D ouro, Zezere ve ulusal meclisi öngören bir anayasa hazırla­
Câvado ırm akları üzerinde kurulan hidro­ dı. Meclise karşın ülkeyi bir diktatör gibi yö­
elektrik santrallarıyla enerji sıkıntısı büyük neten Salazar 1968’e kadar başbakanlıkta
ölçüde giderilmiştir. kaldı.
M antar, sardalye ve orkinos konserveleri 1970’te ölen Salazar’m yönetimini Marcello
yapan fabrikaların yanı sıra, yünlü ve pam uk­ C aetano’nun başkanlığındaki hüküm et izledi.
lu giysiler, çimento ve kâğıt sanayileri vardır. 1974’te ordu hüküm eti devirdi. Salazar yöne­
A sor ve M adeira adalarının dışında, Porte­ timinin karşıtlarının da yer aldığı yeni bir
kiz’in bir başka denizaşırı bölgesi de Çin’deki koalisyon kuruldu ve siyasal hüküm lüler affe­
K anton ile Hong Kong arasında yer alan dildi. Yeni hüküm etin ilk eylem lerinden biri
M akao’dur. A frika’daki Portekiz sömürgelerinde milliyet­
çi güçlere karşı savaşan Portekiz birliklerini
Tarih geri çekmek oldu. Portekiz’in sömürgeleri
Portekiz bir zam anlar Lusitania adıyla bir olan Angola, M ozambik, Portekiz Ginesi
Rom a eyaletiydi. Rom a İm paratorluğu’nun (bugün Gine-Bissau) ve Cabo Verde Adaları
130 PORTO RİKO

bağımsızlıklarını kazandılar. Bu ülkelerde ya­


şayan birçok Portekizli geri döndü.
Sorunlarla geçen uzun yıllardan sonra Por­
tekiz’de demokrasiye dönüş kolay olmadı.
Portekiz birçok sorunla yüz yüze geldi. Tica­
retini geliştirmek ve A vrupa’da daha etkin bir
yer edinm ek isteyen Portekiz 1986’da Avrupa
T opluluklarına (AT) tam üye oldu.

PORTO RİKO. Batı Hint A daları’ndan biri


olan Porto Riko A B D ’ye bağlı bir özerk
bölgedir. Florida’nın 1.600 km kadar güney­
doğusunda yer alır. Batı Hint A d atan ’nm bir
bölüm ünü oluşturan Büyük A ntiller’in en Halk ve Ekonomi
doğusundadır. Uzunluğu doğudan batıya 180 Porto Riko halkının çoğunluğu 16. yüzyılda
km, kuzeyden güneye ise 65 km kadardır. adaya yerleşen İspanyollar’ın soyundan gelir.
Porto R iko’nun kıyılarını kıyı ovaları çevre­ Bunlar dışında kalanlar ise İspanyol ve Siyah
ler; adanın topraklarının büyük bölümü ise karışımıdır. Büyük çoğunluğu Katolik olan
doğu-batı doğrultusunda uzanan sıradağlarla halk İspanyolca konuşur. Porto R iko’da nü­
kaplıdır. Yüksekliği 1.300 m etreye varan bu fus yoğunluğu çok yüksektir; insanların çoğu
dağların arasında çok güzel verimli vadiler yer iş bulmak için A B D ’ye gitm ektedir. Örneğin
alır. Çoğu kuzeyden denize dökülen akarsular New Y ork’ta 600 bin Porto Rikolu yaşar.
hızlı akışlıdır; bazılarından sulama ve elektrik Müzik ülke kültüründe önemli bir yer tutar.
enerjisi üretim inde yararlanılır. Tropik bölge­ D aha çok vurmalı çalgılar ve ritmin ağırlıklı
de yer almasına karşın, Porto R iko’nun iklimi olduğu salsa müziği adada çok yaygındır.
yılın büyük bölüm ünde kuzeydoğudan esen Ünlü viyolonselci Pablo Casals yaşamının son
serin rüzgârlar nedeniyle ılıktır. A danın çok 20 yılını Porto R iko’da geçirmiştir. 1956’dan
güzel kum salları, A B D ’den gelen turistlerin beri adada Casals Şenliği düzenlenir; ayrıca
ağırlandığı lüks otelleri vardır. Kasırgalar daha sonra San Juan’da bir Casals Müzesi
zaman zaman büyük zararlara yol açar. Porto açılmıştır
Puerto Rico Tourism Company
Riko eskiden sık orm anlarla kaplıydı; ama
günümüzde hem en hem en bütün orm anlar
tarım alanı kazanm ak amacıyla yok edilmiş
durum dadır. Kaplum bağa, kertenkele, kara
kurbağası, zehirsiz yılanlar ve kuşlar dışında
adada yabanıl yaşam azdır.

P O R TO R İK O 'Y A İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 9.104 km2.


NÜFUS: 3.308.000 (1989).
YÖNETİM: ABD'ye bağlı özerk bölge.
BAŞKENT: San Juan.
DOĞAL YAPI: İç kesimde yer alan sıradağlar kıyı
ovalarıyla çevrilidir; adada hızlı akarsular bulunur.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Şeker, tütün, muz, pirinç, mısır,
fasulye, madeni eşya, kimyasal maddeler, çimento.
ÖNEMLİ KENTLER: San Juan, Ponce, Mayagüez, Ba-
yamon.
EĞİTİM: 6-12 yaşları arasında zorunludur.

Porto Riko'da 20'den fazla yapay göl vardır.


POSEİDON 131

bulunan bir havalimanı Kuzey ve Güney


Am erika ile Avrupa bağlantılarını sağlar.

Tarih
Porto Riko 1493’te Kristof Kolomb tarafın­
dan keşfedildi. 1508’de Juan Ponce de Leön
adayı ele geçirdi ve San Juan limanının
bulunduğu koyu keşfetti. Buraya “zengin
lim an” anlamına gelen Porto Rico adını verdi.
Sonradan bu ad adanın bütünü için kullanıl­
maya başladı. Adanın büyük kentlerinden
birine Ponce de Leön’un anısına Ponce adı
verilmiştir. İspanyol göçmenler adada yaşa­
yan A ravak Yerlileri’ne öylesine kötü davran­
dılar ki, 1582’de adada hiç Yerli kalmadı.
İspanyollar’m yaptığı istihkâm lar San Ju an ’ı
ele geçirilmesi zor bir yer durum una getirdi.
A B D ’nin 1898’de İspanya’yı yenmesinden
sonra Porto Riko A B D ’nin egemenliği altına
girdi. 1917’de ada halkına A B D yurttaşlığı
hakkı tanındı; 1946’da adanın valiliğine ilk
kez bir Porto Rikolu getirildi. A da bugünkü
özerk statüsünü 1952’de kazandıysa da ada
Puerto Rico Tourism Company
halkı hâlâ A B D yurttaşıdır. Adayı, 21 yaşın
Günümüzde bir müze olan tarihsel San Geronim o
Kalesi, San Juan'ın kumsal bölüm ünde yer alır.
üzerindeki seçmenlerin oylarıyla dört yıllığına
seçilen bir vali yönetir. Porto Riko ABD
Kongresi’ne, dört yılda bir seçilen ve oy hakkı
Adanın kuzeyinde mükemmel bir liman bulunmayan bir temsilci gönderir.
oluşturan San Juan, başkent ve başlıca liman­
dır. San Juan’ın büyük bölümü, ana adaya POSEİDON. Yunan mitolojisinde Zeus, Ha-
köprülerle bağlanmış küçük bir adada yer des ve Poseidon baş tanrı K ronos’un oğulları­
alır. Eskiden valinin oturduğu saray, katedral dır. (Rom a mitolojisinde bu tanrılar Jüpiter,
ve İspanyolların yaptığı şatolar, m erm er hü­ Plüton ve N eptün olarak adlandırılır.) Bu üç
küm et binasıyla ve yüksek, çağdaş otellerle kardeş babalarını devirerek evreni aralarında
ilginç bir karşıtlık sergiler. bölüşürler. Zeus göklerin, H ades yeraltında
Topraklarının beşte dördü ekili olan adada olduğu varsayılan ölüler ülkesinin ve Posei­
başlıca ekonomik uğraş tarımdır. Halk kendi don, denizler ile ırmakların tanrısı olur. Pose­
tüketim i için pirinç, mısır, fasulye ve muz idon orkinoslarla yunus balıklarının dostu­
yetiştirir, süt ve et elde etm ek için sığır besler. dur; denizatlarının çektiği arabasına binerek
Ekonom ik açıdan önem taşıyan başlıca ürün­ kasırgalar estirir, denizi allak bullak eder.
ler ise tütün, kahve, turunçgiller ve şekerka- Gemiciler yolculuklarının kazasız belasız geç­
mışıdır; kahve dışarıya da satılır. Son 20 yıl mesi için Poseidon'a yakarırlar. Poseidon,
içinde Porto R iko’da sanayiyi geliştirmek için elinden bırakmadığı üç çatallı mızrağıyla çev­
yoğun çabalar harcanmıştır. Şeker, giyim resindeki toprakları sarsar, şiddetli deprem le­
eşyası, gübre, yapı gereçleri, plastik, petrol re neden olur.
ürünleri ve çim ento üretilm ektedir. Ülkede Karısı Am phitrite ile birlikte okyanusun
bakır yatakları da bulunmuştur. dibinde altın bir sarayda yaşayan Poseidon,
Kıyı ovalarını izleyen bir demiryolu adanın aynı zamanda atların yaratıcısı ve at yarışları­
büyük bölümünü dolaşır; ayrıca karayolları nın koruyucu tanrısıdır. Zam an zaman bir
da oldukça gelişmiştir. San Juan yakınında kentin koruyucusu olmak için başka tanrılarla
132 POSTA HİZMETLERİ

yarışmaya girer. A tina kentinin koruyuculuğu


için katıldığı yarışmada A thena’ya yenik düş­
m üştür (bak. A t h e n a ). Z eus’u hiç sevmez.
Z eus’un krallığını ele geçirmeye ve onu zinci­
re vurmaya kalkınca, ceza olarak Truva’nın
surlarını yapmakla görevlendirilir. Bu işte
tanrı Apollon ona yardım eder. Truva Kralı
Laomedon ücretlerini vermeyi reddedince, Po-
seidon selleri ve deniz canavarlarını kentin üze­
rine salar. Daha sonra da Truva Savaşı sırasında
Truvalılar’a karşı Akhalar’ı destekler.
Eski Y unan’ın kıyı kentlerinde Poseidon’a Public Roads Administration
adanmış tapm aklar vardı ve onuruna atletizm 19. yüzyılda ABD'deki atlı posta örgütü Pony Express
yarışmaları düzenlenirdi. yerini telgraf sistem ine bıraktı. Resimde, telgraf
te lle rin i çeken işçilerle selamlaşan bir Pony Express
postacısı görülüyor.
POSTA HİZMETLERİ, m ektupların ve pa­
ketlerin belirli bir para karşılığında bir yerden
bir yere gönderilmesini kapsar. Genellikle Pers ve Rom a im paratorluklarında bir dev­
önceden satın alman pulların fiyatı gönderilen let hizmeti olarak haberleşm e düzgün ve
m ektup ya da paketin ağırlığına ve gideceği gelişmiş yolların yardımıyla sağlanıyordu.
uzaklığa göre değişir. Am a bu m ektupların tümü hüküm et işleri ile
Başlangıçta posta hizmetlerinin bir parçası ilgili resmi yazışmalardan oluşuyordu. Özel
olarak kurulmuş olan postaneler, günümüzde m ektup gönderm ek isteyen kişi ve kuruluşlar
toplum a birçok değişik yoldan hizmet verir. kendi habercilerini bulmak zorundaydılar.
Bazı ülkelerdeki bankacılık ve para yollama Özel postaların kuruluşu ortaçağ sonlarına
hizmetleri ile resmi ya da özel kurum lara rastlar. Bu dönem de şirketler ve loncalar özel
yapılan çeşitli ödem eler bunların arasında posta hizmetlerini başlattılar. Bu sırada ulus­
sayılabilir. Etkili bir posta hizmetinin kurul­ lararası posta hatları da ortaya çıktı.
ması, özellikle ticaret m erkezlerinden uzakta
oturanlar için postayla sipariş vererek alışve­ Modern Posta Hizmetleri
riş yapma olanağını da yaratmıştır. 15. yüzyılın sonlarında hüküm etler düzenli
posta hizmetlerini başlattılar. İlk posta sis­
Eski Posta Sistemleri tem leri Fransa’da 1477’de, İngiltere’de ise
Günlük yaşamın sıradan bir parçası durum un­ 1516’da başlatıldı. İkisi de doğrudan devlet
da olan posta hizmetlerinin ortaya çıkışı hizmetinde olan ve halka açık olmayan bu
günüm üzden 5.000 yıl kadar önceye dayanır. kuruluşları 1627’de Fransa’da, 1635’te de
Eski M ısır’da başlayan posta hizmetleri 1.000 İngiltere’de düzenli bir kamu hizmeti başlatan
yıl kadar sonra Çin’de de oluşturuldu. İlk posta sistemlerinin kuruluşu izledi.
postanelerin de Çin’de kurulduğu sanılm akta­ Posta hizmetlerinin yavaş yavaş bir devlet
dır. İÖ 6. yüzyılda Persler, yol boyunca dizili tekeli niteliği kazanması ve bunun 17. yüzyıl
belli noktalarda mola vererek at değiştiren sonlarında resmileştirilmesi özel posta kuru­
ulaklar aracılığıyla oldukça hızlı haber gönde­ luşlarının giderek ortadan kalkmasına yol
rebiliyorlardı. Eskiçağın en iyi posta sistemi açtı. A m a, bu özel kuruluşlar ortadan kalktık­
ise Rom a İm paratorluğu’nda kuruldu. Bu ları tarihe kadar yeni hizmetler geliştirmeyi
sistem daha sonra Bizans İm paratorluğu’nda sürdürdüler. Bu kuruluşların başlattığı, zarfın
ve çevresinde kurulan İslam devletlerinde de üstüne m ektubun postaya verildiği yeri ve ta­
benimsendi. Ulaklı posta sistemlerinde, bu­ rihi gösteren bir damga basılması gibi yenilik­
günkü anlam da “postane” denebilecek mola ler devlet postalarınca da benimsendi.
noktaları genellikle yol üzerindeki hanlarda 18. yüzyılda öncelikle ana hatlarda posta
bulunurdu. arabaları kullanılmaya başladı. A B D ’deki ilk
POSTA HİZMETLERİ 133

posta arabası seferlerini, ünlü diplom at ve bi­


lim adamı Benjam in Franklin (1706-90) posta
m üdür yardımcılığı yaptığı 1753’te başlatmış­
tı. Aynı yıllarda buharlı gemiler ve trenlerle
m ektup dağıtımı da başladı. Bugünkü anlam ­
da posta hizmetlerinin kurulm asında Sir Row-
land Hill (1795-1879) adlı bir İngiliz eğitimci­
nin büyük payı olmuştur. Hill, insanların bir­
birlerine daha çok m ektup gönderm eleri sağ­
lanırsa posta hizmetleri için ödenen paranın
büyük oranda düşeceğini gördü. Bu konudaki
düşüncesini hüküm ete sundu ve sonunda
uzaklık ne olursa olsun İngiltere’nin dört bir
yanında posta için ödenen paranın aynı ol­
ması sağlandı. Hill aynı zam anda, m ektu­
bun üzerine yapıştırılan bir pul ile posta United States Postal Service

parasını gönderenin ödemesini sağlayan siste­ M ektuplar ülkelere, bölgelere, kentlere ve daha
küçük yerleşim merkezlerine göre sınıflandırılır.
mi de başlattı.
Kısa süre içinde başka ülkeler de posta
hizm etlerinde İngiliz sistemini örnek almaya layan atlı posta sistemi Pony Express, telgra­
başladılar. D aha sonra gazetelere ve eğitimin fın kullanılmasına kadar görevini sürdürdü.
gelişmesinde büyük önemi olan basılı gereçle­ Pony Express’in binicileri arasında ünlü Buf-
re de düşük fiyat uygulanmasına başlandı. falo Bili de vardı (bak. B uffa lo B ill ).
Posta hizmetlerindeki reform lar ile demir- 20. yüzyılda başlayan havayoluyla posta
yollarındaki büyüme aynı zamana rastlar. taşımacılığında kısa süre içinde hızlı bir geliş­
T renlerdeki özel vagonlarla taşınmaya başla­ me görüldü. İlk uluslararası uçak postası
nan m ektuplar 640 km uzaklıktaki bir yere 1919’da Paris ile Londra arasında gerçekleşti­
bile, postaya verildiğinden bir gün sonra rildi ve giderek dünya çapında yaygınlık
ulaşabiliyordu. A B D ’de 1860’ta hizmete baş- kazandı. II. Dünya Savaşı sırasında askeri

US Post Office Department

Solda: ABD'de kullanılan mektup sınıflandırma makineleri saatte 36 bin mektubu ayırabilm ektedir.
Sağda: Damga makinesi pulların üzerini gözle izlenemeyecek kadar hızla damgalayabilm ektedir.
134 POSTA HİZMETLERİ

yazışmaları hızlandırmak amacıyla İngiltere’ sonra ara sınıflandırma m erkezlerine gönderi­


de başlatılan telsiz telgraf uygulaması, lir. B urada çeşitli yerlerden gelen ve aynı
1952’de Evrensel Posta Birliği (U PU ) tarafın­ yöne gidecek olan m ektuplar bir araya topla­
dan da kabul edildi. 1874’te uluslararası an­ nır. Son aşama, m ektupların gidecekleri yer­
laşmalar tem elinde kurulan bu birlik ülke­ lerin sınıflandırma m erkezlerine gönderilm e­
ler arasındaki posta alışverişinde standart­ sidir. M ektuplar bu m erkezlerde yaya dağıtı­
laşma sağlamaya çalışır. M erkezi İsviçre’nin cılar ya da genellikle küçük m otorlu araçlar
Bern kentinde olan U PU 1948’den beri çalış­ aracılığıyla dağıtılmak üzere kişisel adreslere
malarını Birleşmiş M illetler’e bağlı bir uz­ göre sınıflandırılır. M ektup dağıtımı çoğun­
manlık kuruluşu olarak yürütm ektedir. lukla kapıda teslim ya da özel posta kutusuna
bırakm a yoluyla gerçekleştirilir; ama postane­
Posta Hizmetleri ve Teknoloji lerde bulunan ve belli bir para karşılığı
Etkili bir posta hizmeti için tek tek m ektup ve kiralanan özel posta kutuları da yaygın olarak
kolilerin elden geldiğince bir araya getirilerek kullanılmaktadır.
topluca gönderilmesi gerekir. Bu süreç, m ek­ Günüm üzdeki dağıtımı daha hızlı ve kolay
tupların caddelerde bulunan posta kutuların­ bir hale getirmek için de pek çok yenilik
dan ve postanelerden toplanmasıyla başlar. geliştirilmiştir. Posta kodu da bu yenilikler­
Toplanan m ektuplar yerel sınıflandırma m er­ den biridir. Türkiye’de 1985’te başlatılan uy­
kezlerinde, aynı yere gidecekler bir araya ko­ gulamaya göre beş rakamlı posta kodları
nularak sınıflandırılır. Pullar genellikle bir kullanılır. İlk iki rakam gönderinin gideceği
m akinenin yardımıyla damgalanır. Gidecek­ ilin trafik num arası, son üçü ise posta dağıtım
leri yere göre gruplandırılan m ektuplar, daha yerine verilen num aradır. İstanbul’da kullanı­

Uçakların posta hizm etlerinde kullanılmasıyla, bu alanda büyük hız kazanıldı


POSTA HİZMETLERİ 135

lan ilk iki num aralar suriçi ve surdışı bölümler Türkiye'de Posta Hizmetleri
için 34, Beyoğlu için 80, A nadolu yakası için Osmanlı İm paratorluğu’nda yabancı devletle­
ise 81 olarak belirlenmiştir. rin elde ettiği kapitülasyonlar, bu devletlerin
Paketler ve koliler ile ilgili işlemler, bunla­ ülkenin posta hizm etlerine el atmasını kolay­
rın biçim ve boyutlarının çeşitli olması nede­ laştırmıştı (bak. K a pitü la sy o n ). 16. yüzyılın
niyle çok daha güçtür. Dam galanm aları ve ilk yarısında çalışmaya başlayan yabancı pos­
talar 20. yüzyılın ilk yarısına kadar ülkenin iç
Post Office ve dış haberleşm esinde önemli bir rol oyna­
mayı sürdürdü. II. A bdülham id, yönetimine
karşı olan Jön Türk yayınlarının yabancı
posta örgütleri yoluyla ülkeye girdiğini bildiği
için bu postaları denetlem eye çalıştıysa da
başaramadı. Yabancı posta örgütlerinin ülke­
den bütünüyle çıkarılması ve yabancı posta­
nelerin kapatılması ancak 1923’te imzalanan
Lozan Barış A ntlaşm asıyla gerçekleşebildi.
Osmanlı İm paratorluğu’nda resmi posta
hizmetleri II. M ahm ud (1785-1839) dönemine
kadar, dünyadaki posta sistemlerinin çoğunda
olduğu gibi yalnızca resmi devlet haberleşm e­
lerini kapsıyordu ve ulaklar aracılığıyla yürü­
tülüyordu. Osmanlı ulaklarına “posta tatarı” ,
İngiltere'nin Londra kentinde m ektuplar özel yeraltı ulakların mola verip at değiştirdiği noktalara
posta trenlerine yükleniyor. ise “m enzilhane” adı verilirdi. Ülkede pek
çok yenilikçi girişimi başlatan II. M ahmud,
sınıflandırılmaları genellikle elle yapılır. A yrı­ 1832’de çıkardığı bir ferm anla, hiçbir ayrım
ca taşıyıcı kayışların, kaldırıcı ve yükleyici yapılmaksızın bütün halkın yararlanabileceği
m akinelerin kullanılması işlemleri hızlandır­ bir posta sistemi kurulmasını istedi. 1834’te
m aktadır. Üsküdar-İzm it arasında bir posta yolu yapıldı
Posta hizm etlerinde ve m ektup taşımacılı­ ve arabalarla posta taşımacılığı başladı.
ğında genellikle çağa uygun yöntem lerden Kasım 1839’da G ülhane’de ilan edilen T an­
yararlanılır, tik zam anlarda kullanılan posta zimat Ferm am ’ndan bir yıl sonra Posta N eza­
trenleri hiç durm uyordu. M ektuplar yol bo­ reti kuruldu. Birkaç yıl içinde İstanbul’un
yunca destekler üzerine yerleştirilmiş posta başka yerlerinde ve çeşitli eyaletlerde yeni
çantalarının trene çekilmesiyle toplanıyordu. postaneler açıldı.
Dağıtım ise m ektup torbalarının gerekli yer­ 1861-65 arasında posta bakanlığı yapan
lerde trenden fırlatılmasıyla gerçekleştirili­ gazeteci Agâh Efendi, 1840’ta İngiltere’de
yordu. Son zam anlarda hızlı trenlerin devreye uygulamaya konan posta pulu kullanımını
girmesi ve taşımacılığın gelişmesiyle yol bo­ Türkiye’de de gerçekleştirmek istiyordu. 13
yundaki büyük kasabalarda durarak m ektup­ Ocak 1863’te posta pulunun kullanılmaya
ların boşaltma ve yükleme işleminin elle başlanmasıyla birlikte posta hizmetleri kolay­
yapılması çok daha güvenli ve kolay durum a laştı ve hızlandı.
gelmiştir. Birçok büyük kentte m ektup taşı­ 1871’de, 1855’te genel m üdürlük olarak
macılığı trafik sıkışıklığı yüzünden yeraltı kurulmuş olan telgraf işletmesiyle birleştirilen
yoluyla yapılmaktadır* Paris ve New Y ork’ta Posta N ezareti, Posta ve Telgraf Nezareti
basınçlı hava tüpleri kullanılm aktadır. Lon­ adını aldı. II. M eşrutiyet’in ardından 1909’da
dra’da 1927’den beri, ana sınıflandırma m er­ bir genel m üdürlüğe dönüştürüldü. 1911’de
kezleri ile bağlantılı bir biçimde çalışan oto­ telefonun da iletişim alanına girmesi üzerine
matik yeraltı posta trenleri hizmet verm ek­ Posta, Telgraf ve Telefon Nezareti adıyla
tedir. yeniden bakanlık oldu.
136 POSTA PULU

1918’de, posta hizmetleri artık daha çok öne sürüldü. İlk kez 1972’de A B D ’de St.
deniz ve demiryollarıyla sürdürüldüğü için Louis’te, bundan 20 yıl önce tasarımı ödül
posta tatarlarının görevine son verildi. Ertesi kazanmış 14 katlı yapılardan oluşan Pruitt-
yıl bakanlık yeniden genel m üdürlük yapıldı Igoe sitesi yıktırıldı. İşte, “m odernizm sonra­
ve saltanatın kaldırıldığı 1922’ye kadar çalış­ sı” anlamına gelen Postmodern dönemi başla­
malarını sürdürdü. tan, bir bakım a bu olay oldu. D aha sonra
1920’de A nkara’da bir posta m üdürlüğü A vrupa’da da bü tür yıkımlar gerçekleştirildi.
kuruldu. Saltanatın kaldırılmasından sonra A vrupa’da doğan, batının tem el kavram ve
İstanbul’daki genel m üdürlükle birleştirilen gelişmelerini sorgulayan Postm odernizm , bir
bu işletme 1953’te Türkiye Cumhuriyeti Pos­ akım ya da hareket sayılmaz. Bu başlık
ta, Telgraf ve Telefon İşletmesi adını aldı. altında bazen birbiriyle çelişen birçok düşün­
Kısaca PTT olarak bilinen bu genel m üdürlük ceye rastlanır. Bunların birleştiği nokta ileri
günümüzde Ulaştırm a Bakanlığı’na bağlı bir teknolojiye ve modernizm e artık eskisi gibi
kam u iktisadi kuruluşu olarak çalışmalarını hayranlık duym am alarıdır. Postm odernizm ’in
sürdürm ektedir. önde gelen mimarları arasında R obert Ventu-
ri (doğumu 1925), Philip C. Johnson (doğumu
POSTA PULU b a k . P u l v e P u lc u lu k . 1906) ve James F. Stirling (doğumu 1926)
sayılabilir.
POSTMODERNİZM. 1960’ların sonlarında M imarlıkla sınırlı kalmayan Postm oder­
m odern sanatla, özellikle de mimarlık alanın­ nizm edebiyatta, öbür sanat dallarında ve
da bir hesaplaşm a olarak ortaya çıktı. 19. günlük yaşamda da etkisini göstermiştir. Post-
yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında m odernistler m odern sanatın 1950’lerin so­
sanatçılar değişen toplumsal ve ekonomik nunda artık kurumlaştığı ve yaratıcılığın sona
koşulların doğrultusunda, gelenekleri ve yer­ erdiği savındaydı. Böylece geleneği yadsıma­
leşik kuralları göz ardı eden, daha öncekiler­ dan, onun sunduğu eski biçimleri yerine göre
den çok değişik resimler, heykeller ve yapılar değiştirerek kullanma yoluna gidildi.
yaratm aya başladılar. Hızlı teknolojik geliş­ Y akın zam ana kadar toplum un asıl ulaşm a­
m eler, yeni görüşlerin yayılması, geleneksel sı gereken insani değerlerden söz edilirken ve
inançların ve değerlerin sorgulanması yeni Aydınlanm a Çağı düşünürlerinden bu yana,
arayışlara yol açmıştı. “M odern sanat” olarak sanat ve bilimlerin sadece doğal güçler üzerin­
nitelenen bu gelişme çeşitli akımları ve kav­ de denetimi artırm akla kalmayıp insanın bu
ram ları içeriyordu. Bunlar arasında Yeni İzle­ yolla bilgiye, özgürlüğe ve mutluluğa ulaşaca­
nimcilik, Sembolizm, A rt Nouveau, Fovizm, ğı savunulurken, 20. yüzyılın sonuna doğru bu
Kübizm, Gelecekçilik, Dışavurum culuk, G er­ iyimserlik kalmadı (bak. A y dinlanm a Ç a ğ i ).
çeküstücülük akla ilk gelenlerdir (bak. DIŞA­ Edebiyatta evrensellik yerine genellikle, par­
VURUMCULUK; GERÇEKÜSTÜCÜLÜK; KÜBİZM; SEM­ çalanmış bir toplum un tekil öznelerine yer
BOLİZM). Sanattaki bu altüst edici gelişme verilmeye başlandı. A nlatı düzeni bilinçli bir
demir-çelik, betonarm e ve cam gibi yeni yapı biçimde bozularak, okurun yorum ve yaratm a
gereçlerinin ortaya çıkmasıyla en çarpıcı bi­ sürecine bir ölçüde katılımı öngörüldü. Post-
çimde m im arlıkta kendini gösterdi (bak. Mİ­ m odernist olarak tanım lanabilecek yazarlar­
MARLIK). Eski üsluplara şiddetli bir tepkiyle dan İtalyan U m berto Eco (doğumu 1932)
karşı çıkan m im arlar, inşaatta devrim yaratan Gülün A d ı (II nom e della rosa; 1981) adındaki
yeni gereçleri kullanarak her türlü süsleme­ rom anında, görünüşte 14. yüzyılda bir İtalyan
den arındırılmış, yalın ve işlevsel binalar m anastırındaki cinayet öyküsünü anlatır.
yaptılar. A m a roman özünde din, tarih, felsefe ve
Ne var ki, bir süre sonra bu m odern ve bilim açısından “gerçek”in sorgulanmasıdır.
görkemli yapıların insana ve doğaya yabancı Bu edebiyatın öteki temsilcileri arasında John
olduğu yolunda eleştiriler yükselmeye başla­ Berger (doğumu 1926), Italo Calvino (1923-
dı. M odern yapıların geleneksel kent dokusu­ 85), Salman Rushdie (doğumu 1947), Gabriel
nu bozduğu ve eski çevre kültürünü yok ettiği G arcia M arquez (doğumu 1928), Jorge Luis
POYRAZKUŞU 137

Borges (1899-1986) sayılabilir (bak. BORGES, Potasyum bileşikleri sabun, cam, kibrit başı,
J o r g e LuıS; G a r c ia M a r o u e z , G a b r ie l ). Önde barut, havai fişek, dezenfektan, ilaç, boya ve
gelen düşünürleri ise Jacques D errida (doğu­ fotoğrafçılık malzemeleri yapımında kullanı­
mu 1930), Jean Baudrillard (doğumu 1929) ve lır. Potasyum siyanür öldürücü bir zehirdir.
Jean François L yotard’dır (doğumu 1924). Katışıksız potasyum ilk kez 1807’de İngiliz
kimyacı Sir Hum phry Davy tarafından elde
POTASYUM, alkali m etaller (bak. Pe r İ y o t - edildi; Sir Davy bunun için potasyum hidrok­
la r C e t v e l i ) grubundan, çok yum uşak, suyun siti (potaskostik) elektroliz işleminden geçir­
üstünde kalacak kadar hafif ve balmumuyla di. Bu aynı zam anda bir m etalin ilk kez
hem en hem en aynı derecede (63°C) eriyen bir elektroliz yoluyla başka m addelerden ayrıl-
elem enttir. Kimyasal simgesi K, atom num a­ masıydı (bak. ELEKTROLİZ).
rası 9, atom ağırlığı 39,102’dir. Başka m adde­
lerle kolayca birleşir. Aslında göz alıcı bir POYRAZKUŞU. Deniz kıyısında çalıların ya
gümüş parlaklığındadır, am a havadaki oksije­ da kumların üzerinde koşuştururken görebile­
nin etkisiyle yüzeyinde ince bir oksit katm anı ceğimiz kıyı kuşlarından olan poyrazkuşları-
oluşur; bu nedenle kısa sürede kararır. Potas­ mn altı türü vardır ve en iyi bilineni bayağı
yum suya katıldığında sudaki hidrojeni açığa poyrazkuşudur (H aem atopus ostralegus ) . B a­
çıkarır ve hidrojen m or bir alevle yanar. Bu yağı poyrazkuşu kırmızı gagası ve gözleri,
nedenle potasyum un hava ve sudan korunm a­ pem be bacakları, siyah beyaz tüyleriyle tanı­
sı, şişede yağ içinde saklanması gerekir. nabilir. Başı ve sırtı siyah, kuyruğunun büyük
Potasyum başka m addelerle kolayca birleş­ bölümüyle birlikte karnı beyazdır. Siyah ka­
tiğinden doğada katışıksız halde bulunmaz. natlarında geniş ve beyaz birer şerit dikkat
Başka elem entlerle oluşturduğu bileşikler çok çeker. Kanatlarını düzenli çırparak hızla
kararlıdır, yani kolayca ayrışmaz. Pek çok kil uçarlar.
ve kayaç türünde bulunur, ama potasyum u bu Poyrazkuşu uçarken ıslığa benzer güçlü bir
m addelerin içinden ayırarak elde etm ek zor­ ses çıkarır. Sonbahar ve kış aylarında sürüler
dur. Kullanılan potasyum un çoğu, karnalit ve halinde bir araya gelen bu kuşlar, özellikle
silvit gibi m inerallerden potasyum tuzları kıyıların gelgit kuşağında sular çekilince açığa
biçiminde elde edilir. Bu m ineraller günü­ çıkan midye, istiridye gibi yumuşakçaların
müzde A lm anya’da Stassfurt’ta, Fransa’da, aralık duran kabuklarını ustaca ayırarak bes­
Polonya, İspanya, SSCB ve A B D ’de çıkarıl­ lenir. Ürem e mevsiminde iç kesimlere giren
m aktadır. Lût G ölü’nün tuzlu sularından ve poyrazkuşları bazen tarla süren çiftçileri izle­
A B D ’de California’daki Searles Gölü gibi yerek altüst olan topraktaki solucan ve böcek­
kurumuş göl yataklarından da potasyum tuz­ leri yer.
ları elde edilebilmektedir. Dişi poyrazkuşu yerdeki küçük bir oyuğa
Potasyum bütün canlılar için gerekli olan genellikle üç yum urta bırakır. Bazen küçük
tem el elem entlerden biridir. Potasyum ilk
olarak bitki küllerinden potasyum karbonat
biçiminde elde edilmiştir; bunun için bitki
külleri suda çözündürülmüş, sonra sıvı bölüm
demir bir kapta kaynatılmış, böylece potas­
yum karbonat buhar halinde çözeltiden ayrıl­
mıştır. Potasyum karbonata potas denir. Po­
tas bakımından zengin olan odun külü topra­
ğa serpilirse bitkilerin gelişmesine katkıda
bulunur. Potasyum klorür, potasyum nitrat
(güherçile) ve potasyum sülfat gibi potasyum
tuzları en çok kimyasal gübrelerde kullanılır.
Bu tür gübreler, ekilen bitkilerin topraktan
aldığı potasyum un yerine geçer (bak. G ü b r e ). Küçük bir oyuğa yerleşm iş dişi poyrazkuşu
138 POZİTİVİZM

birkaç taş ya da denizkabuğu parçalarıyla yerek aralarındaki bağları, bir başka deyişle
döşenen bu oyuklar deniz kıyısında, akarsula­ yasaları kavram aya çalışır.
rın çakıllı kıyılarında ya da sürülmüş bir Com te insanlık tarihinin, her biri kendisin­
tarlada seçilebilir. Y um urtalar sarımsı kahve­ den öncekini aşan bir dizi aşam adan geçerek
rengi üzerine kahverengi lekelidir. Y um urta­ geliştiğini öne sürer. Bunların ilki olayları
dan çıkan hav tüyleriyle kaplı yavrular hemen denetleyen güçlerin ya tüm varlıkların içinde
koşuşturmaya başlayabilir. onları harekete geçirip yöneten gizemli güçler
Bayağı poyrazkuşu Avrasya ve A frika’da ya da insan biçimli güçler olduğuna inanılan
yaşar. Kuzey A m erika’nın batısında ve Avus­ dinsel aşamadır. Bunu, doğaüstü güçlerin
tralya’da yaşayan iki ayrı tür, kırmızı gagaları yerini düşüncelerin, yani felsefi ilkelerin aldı­
ve pem be bacakları dışında tümüyle koyu ğı metafizik aşama izler. Sonunda, bilimin el
renktir. üstünde tutulacağı ve insanların çabalarını
yalnızca toplum un çıkarları yolunda yararlı
POZİTİVİZM, nesnel araştırmayla kazanılmış bilgileri geliştirmeye adayacakları pozitif aşa­
bilgi dışındaki bilginin bir değeri olmadığını, ma, yani sanayi aşamasına ulaşılır. Bu aşam a­
tek sağlam bilginin olguları gözlemleyerek da insanlar açıklamak istedikleri olguları gene
elde edilen verilere dayalı bilgi olduğunu öne bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandır­
süren öğretidir. Pozitivizm, Olguculuk olarak mayı öğrenirler.
da adlandırılır. Bu öğretide olgu, duyum ları­ Pozitivizm’in bilgisel ve mantıksal yanları
mız ve algılarımız anlamına gelir. Pozitivizm’e Com te ile yakın ilişkisi olan John Stuart Mili’
göre duyumlarımız ve algılarımızla doğrudan ce geliştirilmeye çalışıldı. İngiltere’de Poziti­
edindiğimiz bilgilerden başka bir olgu yoktur. vizm’in bir başka temsilcisi olan H erbert
Pozitivizm’in kurucusu Auguste C om te’ Spencer, Darvvin’in evrim kuramını da çalış­
dur. Com te öğretisine bu adı, kendisinden malarının kapsamı içine aldı. D aha sonra
önceki öğretilerin yıkıcı ve olumsuz olduğu­ Pozitivizm Avusturya ve A lm anya’da gelişti.
nu, bir tek kendi öğretisinin yapıcı ve olumlu AvusturyalI düşünür Ernst Mach tüm bilginin
olduğunu dile getirmek için vermiştir. Çünkü doğrudan deney yoluyla duyu verilerinden
kök olarak “pozitif” sözcüğü, yıkıcı anlamına elde edilen öğelerden oluştuğunu ileri sürdü.
gelen “n eg atif’in karşıtıdır; olumlu ve yapıcı 20. yüzyıl içindeyse Pozitivizm en güçlü anla­
anlam ına gelir. Com te metafiziği, yani bir tım ına, demokrasinin eleştiricileri ve azınlık
otoriteye dayandırılan, tartışmasız kabul edi­ yönetiminin çeşitli kuram larının savunucuları
len bilgileri tümüyle boş bilgiler olarak değer­ olarak tanınan bazı İtalyan ve Alman düşü­
lendirir. O na göre ister idealist, ister maddeci nürlerle ulaştı. Bunlardan İtalyan Vilfredo
olsun, deneyi yadsıyan tüm öğretiler m etafi­ Pareto, bilimsel yöntemin her türlü bilgi
ziktir ve felsefeden metafiziği tümüyle atm ak alanına ısrarla uygulanması gerektiğini vurgu­
gereklidir. O nun yerine bilim konm alıdır ve layarak, olguları ve olgular arasındaki ilişkile­
bu nedenle Pozitivizm bir bilim felsefesi­ ri bulup ortaya koymanın bir fizikçinin ya da
dir. kimyacının olduğu kadar bir sosyologun ya da
C om te’a göre bilimler bir deneyler toplamı iktisatçının da işi olduğunu öne sürdü. Felse­
olmalıdır. H er gerçek bilgi pozitif ve göreli­ fede geçerli olan deney öncesi düşüncelere
dir. Bilim ile felsefe arasında kuramsal uyum karşı çıkan Pareto doğal hukuk, toplum söz­
ve yöntem birliği vardır. Bilimsel yöntem ler leşmesi, adalet ve doğru düşünce konularında
bırakılm adan deneylerle ulaşılan gerçekliğin kuram lar ileri sürenlerle yaygın tartışm alara
bütünü üzerinde tek bir yargıya ulaşılmalıdır. girdi. O na göre doğal hukuk konusunda
Bilimin konusu bütünüyle göz önüne alındı­ kurgusal düşünceler üretm ek, değişik ülkele­
ğında felsefenin konusuyla zorunlu olarak rin çeşitli dönem lerinin yasa kitaplarını araştı­
birleşir. Deneyin yardımı olmaksızın zihnin rıp ortaya çıkarm aktan ve içlerinde gerçekten
kendi kendisine çıkartacağı şey, eğer anlamsız ne olduğunu gösterm ekten daha kolaydı.
değilse tümüyle uydurmadır. Uğraş alanı yal­
nızca olgular olan bilim, bu olguları gözlemle­ PÖN SAVAŞLARI bak. K a r t a c a S a v a ş l a ^ .
PRAG 139

PRAG, Çekoslovakya’nın başkenti ve en bü­ kalma bir mezarlığın da bulunduğu eski Y a­


yük kentidir. Ülkenin batı ucunda, Vltava hudi mahallesinin kalıntılarına rastlanır.
Irmağı üzerindedir. Eski bir kent olan Prag 1348’de kurulan Karlova Üniversitesi, O rta
güzel yapılarıyla ünlüdür; bunlardan bazıları­ A vrupa’daki en eski üniversitedir. Bohemya
nın tarihi 9. yüzyıla kadar uzanır. Prag’da Kralı ve Kutsal Rom a-G erm en İm paratoru
G otik, B arok, Rokoko, Klasik, Yeniklasik IV. K arl’ın kurmuş olduğu bu üniversite
dönem lere özgü 2.000’e yakın yapı ve anıt Avrupa kıtasının her yanında öğrenci ve bilim
vardır. adamları için bir çekim merkezi oldu. K entte
Ülkenin en uzun ırmağı olan Vltava, Prag’ ayrıca Nazi işgali sırasında öldürülen öğrenci­
m içinden geçerek güneyden kuzeye doğru lerin anısına kurulmuş bir üniversite ve çok
akar. Irmağın batı kıyısında, bir zamanlar sayıda yükseköğrenim kurum u vardır. Kon-
Bohem ya krallarının, günümüzde ise cum hur­ servatuvarın bağlı olduğu Müzik Akademisi
başkanının oturduğu, 16. yüzyıldan kalma de önemli bir sanat m erkezidir. Eski kentin
H radcany Şatosu yer alır. Sarayın iç avlusun­ doğusunda yer alan m odern kent m erkezinde­
da, yapımına 1344’te başlanan Svatj Vit Ka­ ki Vaclav M eydam ’nda, 10. yüzyılda hüküm
tedrali vardır. Şatonun aşağısında, kıvrımlı, sürmüş olan Bohemya Kralı Vaclav’ın heykeli
dar sokakların ve bugün çoğu devlet dairesi bulunur. Prag’da II. Dünya Savaşı sırasında
olarak kullanılan eski sarayların yer aldığı öldürülen direniş önderi Julius Fucık’in adını
Mala Strana (Küçük M ahalle) bulunur. taşıyan büyük bir park ve eğlence m erkezin­
1357’de kurulan ve Prag’ın en güzel yapıların­ den başka çok sayıda park vardır.
dan biri olan Karel Köprüsü, kentin batı Prag kültürel yaşamının canlılığıyla ünlü­
yakasını Stare M esto adı verilen Eski K ent’e dür. Çek besteci Bedrich Sm etana ve Antonm
bağlar. Stare M esto’da B arok dönem e ait pek Dvorak her yıl ilkbaharda düzenlenen bir
çok zarif kilise vardır. K ent, “altın Prag” müzik festivaliyle anılır. Kentin senfoni ve
anlam ına gelen zlata Praha adını bu kilisele­ flarmoni orkestraları yetkinlik ve yorum açı­
rin altın yaldız kaplı çatılarından alır. Gotik sından çok üstündür. Dünyaca ünlü yazarlar­
üsluptaki Tyn Kilisesi büyük din adamı Jan dan Franz Kafka (bak. K a fk a .F r a n z ), Rainer
H us’un 15. yüzyılda başlattığı reform hareke­ M aria Rilke (1875-1926) ve Aslan A sker
tinin m erkezi olmuştu. DanimarkalI astrono­ Şvayk (1923) rom anının yazarı Jaroslav Ha-
mi bilgini Tycho B rahe’nin mezarı da burada­ sek (1883-1923) Prag doğumludur. Tycho
dır (bak. B r a h e , T y c h o ). Kilisenin hemen Brahe ve Johannes Kepler gibi büyük astro­
yakınında, içinde bir sinagog ve 13. yüzyıldan nomi bilginlerinin araştırm a yapma olanağı

Vltava Irmağı Prag


kentinin ortasından
geçer.
140 PRAKSİTELES

bulduğu Prag’da ünlü bilim adamı A lbert miştir. Tanrıların güçlülüğünü vurgulamak
Einstein da 1911-12 yıllarında ders vermiştir yerine, onların kusursuz güzelliğini öne çıkar­
(bak. E in stein , A l b e r t ; K e p l e r , J o h a n n es ). mayı yeğleyen ilk heykelcidir.
Prag, önemli bir ulaşım ve sanayi m erkezi­ G ünüm üze ulaşan tek yapıtı, 1877’de bulu­
dir. Çoğu kentin batısında yer alan fabrikalar­ nan H erm es ve Ç ocuk D ionysos adlı m erm er
da lokomotif, otobüs, otomobil ve makine heykeldir. Güçlü ve yakışıklı H erm es, bir
gibi ağır sanayi ürünlerinin yanı sıra, gıda ağaç gövdesine dayadığı kolunda Dionysos’u
m addeleri, kimyasal m addeler, elektronik eş­ taşım aktadır. Duruşu rahat ve esnektir. H ey­
ya ve giyim eşyası üretilir. Doğu ve Batı kelin öbür kolu kırıktır. Bir zam anlar elinde
A vrupa’nın birleşme noktasında yer alan kent bir salkım üzüm tuttuğu sanılmaktadır.
aynı zam anda ulusal demiryolu ağının da Praksiteles’in yapıtlarından eski yazarlar
m erkezindedir. Kent yakınındaki Ruzyne’ hayranlıkla söz ederler; ne var ki, bunların
de büyük bir havaalanı vardır. Toplu taşım a­ yalnızca birkaçının kopyaları bulunm uştur.
cılık otobüs, tram vay ve m etroyla sağlanır. Sanatçının en ünlü yapıtı olan K nidos A frodi-
Vltaya Irm ağı’nda yolcu vapurları işler. tVnin bir kopyası R om a’da, Vatikan Müze-
si’ndedir.
Tarih
Prag’ın tarihi önce eski Bohem ya Krallığı’nın, PRENS ADALARI, M arm ara Denizi’nin ku­
sonra da çağdaş Çekoslovakya’nın tarihidir zeydoğusunda, İstanbul kentinin Anadolu ya­
(bak. B o h e m y a ; Ç eko slo v a k y a ). Bugün Prag’ kası açığında yer alan ve dokuz adadan oluşan
in bulunduğu yerdeki ilk yerleşmenin tarihi bir takım adadır. Kentin Anadolu yakası kıyı­
9. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Ortaçağda sına paralel olarak kuzeybatı-güneydoğu doğ­
ticaretle zenginleşen Prag, kenti kuran rultusunda dizilen ve kısaca A dalar diye
Premysl hanedanından sonra yönetime gelen adlandırılan bu takım adalardan en büyüğü
Luxem bourg hanedanı dönem inde başkent B üyükada’dır. Ö teki sekizi ise Heybeliada,
oldu. Jan Hus 1415’te yakılarak öldürüldük­ Burgazada, Kınalıada, Kaşıkadası, Tavşan-
ten sonra kentte halk ayaklanmaları baş adası, Sedefadası, Yassıada ve Hayırsızada
gösterdi. 15. yüzyıldan sonra Prag hızlı bir olarak da bilinen Sivriada’dır. A dalar, yönet­
gerileme süreci yaşadı. 19. yüzyılda başlayan sel açıdan İstanbul iline bağlı bir ilçedir.
sanayileşme ve demiryollarının yapımı kentin A dalar ilçesinin merkezi Büyükada’dır. İstan­
büyümesine ve gelişmesine yol açtı. Prag bu bul Büyük Şehir Belediyesi sınırları içinde
süreç içinde Çek kültürel rönesansının m erke­ bulunan A dalar’m yüzölçümü 11 k n r ’dir.
zi ve 1918’de bağımsızlığını ilan eden Çekos­ Nüfusu ise 1985’te 14.785’ti.
lovakya’nın başkenti oldu. II. D ünya Savaşı A dalar jeolojik yapı bakımından Kocaeli
sırasında Nazi işgali altında kalan kentte Yarım adası’nın bir parçasıdır. Yarım ada üs­
5 Mayıs 1945’te büyük bir ayaklanma çıktı. tünde aşınmaya karşı dirençli bazı kayaçlar-
A yaklanm a Kızıl O rdu kente girinceye kadar dan oluşan tepelik alanların M arm ara D enizi’
sürdü. Savaştan çok zarar görmeyen Prag’da nin yükselmesinden sonra suyun üstünde ka­
kent m erkezi korunarak çevresinde uydu lan bölümleri takımadaları oluşturm uştur
yerleşmeler kuruldu. 1968’de reform girişim­ (bak. M a r m a r a DENİZİ). Topraklarının genel­
leri ve SSCB’yle ilişkileri azaltma siyaseti likle kızıl renkli olması nedeniyle Türkler
SSCB tarafından önlendi. Prag 1989’da yeni­ tarafından “ Kızıl A dalar” olarak adlandırılan
den kitlesel gösterilere sahne oldu. bu takım adalar, uzun bir süre “Papaz A dala­
Prag’ın nüfusu 1.206.098’dir (1988). rı” adıyla da anılmıştır. Bunun nedeni, O rto­
doks m ezhebinde din adamı yetiştirmek am a­
PRAKSİTELES, İÖ 4. yüzyılda yaşamış ünlü cıyla Heybeliada Papaz M ektebi adıyla
bir Yunanlı heykelcidir. M erm eri incelikle 1844’te öğretime açılan okuldur. Bu adala­
işleyen Praksiteles zarif, yuvarlak çizgili, canlı rın en büyükleri olan Büyükada eskiden
ve hareketli görünüşlü heykelleriyle kendin­ Prinkipo ve Pityoussa, Heybeliada ise Halkis
den sonraki sanatçıları büyük ölçüde etkile­ ya da Halki ve Khalkitis adlarıyla anılırdı.
PRENS ADALARI 141

Burgazada'dan
Heybeliada'nm
görünüşü.

Erkin Emiroğlu

Yassıada uzun bir süredir askeri amaçla kulla­ kır gazinosu vardır. A ya Yorgi Tepesi olarak
nılm aktadır. Sivriada ile Eşekadası olarak da da adlandırılan bu yüksek noktaya açık bir
bilinen Tavşanadası ise yerleşim yerleri olm a­ havada çıkıldığında öteki adalar, M arm ara
yan ıssız adalardır. Denizi, İstanbul ve hatta Yalova kıyıları
İlk kez R om a dönem inde yerleşildiği bili­ rahatlıkla izlenebilir. Son yıllarda deniz oto ­
nen A dalar’da daha sonraki Bizans dönem in­ büsü seferleri de yapılan A dalar’m nüfusu
de birkaç balıkçı köyü vardı. Bizans dönem in­ yazlığa gelenler nedeniyle yazın birkaç kat
de prensler ile prenseslerin buraya sürgün artar. Adalar’daki başlıca gezi alanları Büyük-
edilmesi nedeniyle “Prens A daları” adıyla ada’daki D ilburnu, H eybeliada’daki Değir-
anıldı. A dalar, daha çok batılılar tarafından m enburnu orm an içi dinlenme yerleri ile
Prens A daları olarak adlandırılır. Bu takım ­ Burgazada’daki Kalpazankaya yöresidir. Y ö­
adalar, Fatih Sultan M ehm ed’in İstanbul’u rük Ali ve Nizam adıyla anılan plaj lan olan ve
alması sırasında Osmanlı topraklarına katıldı. eskiden tertem iz koylarında denize girilen
A dalar’daki yerleşim yerleri birer balıkçı kö­ A dalar kıyıları, son yıllarda M arm ara D eni­
yü olma niteliğini 19. yüzyıl ortalarında yitir­ zi’nde görülen kirlenm eden büyük ölçüde
meye başladı. Bunun başlıca nedeni, etkilenmiştir. Belediye hizmetleriyle öteki
1846’dan sonra düzenli vapur seferleriyle resmi hizm etlerin karşılanması amacıyla çalış­
A dalar’m İstanbul kentiyle bağlantısının sağ- tırılanların dışında m otorlu araç çalıştırılma­
lanmasıydı. Bu yüzyıl sonlarında yavaş yavaş yan A dalar’da ulaşım faytonlarla sağlanır.
bir sayfiye yeri haline gelmeye başlayan Ada- Gezi amacıyla A dalar’a gelenler fayton turları
lar5a, İstanbul’da yaşayan azınlıklar ile Türki­ ve çocuklar için büyük eğlence kaynağı olan
ye’de yaşayan ve levanten denen batılılar eşek gezileri yaparlar.
tarafından bazı bahçeli, yazlık konutlar ve Turizm açısından büyük değer taşıyan A da­
köşkler yaptırıldı. Cum huriyet dönem inde lar’da bazı önemli kurum lar da vardır. B unla­
varlıklı Türkler tarafından da sayfiye yeri rın başlıcaları, ülkemizin ilk sanatoryum u
olarak kullanılmaya başlayan A dalar, eski olan ve 1924’te açılan Heybeliada Sanatoryu­
yapıları ve eşsiz güzellikleriyle İstanbul’un mu ile Deniz Kuvvetleri’ne bağlı Heybeliada
başlıca dinlenme ve gezi yerlerindendir. Deniz Lisesi’dir. Ünlü edebiyatçılarımızdan
Kızıl çamlarla kaplı bu takım adaların en Hüseyin Rahm i G ürpınar’ın H eybeliada’da-
yüksek noktası olan ve Büyükada’da yer alan ki, Sait Faik Abasıyanık’m Burgazada’daki
202 m etre yüksekliğindeki Y ücetepe’de bir evleri müze haline getirilmiştir.
142 PRETORIA

PRETORIA, Güney A frika Cum huriyeti’nin ciliği önde gelir. Sanayisi sürekli gelişen
yönetim merkezi ve Transvaal ilinin m erkezi­ kentin Siyah işçilerinin büyük çoğunluğu bir
dir. Ülkenin yasama merkezi ise Cape Tow n’ yurtluk olan B ophuthatsw ana’da oturur.
dır. Pretoria, Güney Afrika Cum huriyeti’nde Kentteki beyazlar daha çok hizmet sektörün­
beyazların çoğunlukta olduğu tek büyük de çalışır.
kenttir. 1855’te M arthinus Pretorius tarafından ku­
Apies Irm ağı’nın her iki yakasında kurulu­ rulan Pretoria’ya Boer devlet adamı Andries
dur ve Magalies Dağı’mn eteklerine doğru Pretorius’un (1798-1853) adı verilmiştir. Nü­
uzanır. Planlı bir kenttir. Dikdörtgen bloklar fusu 822.925 dolayındadır (1985).
arasında uzanan caddelerini, küm eler oluştu­
ran mavi ya da çiçekli jakaranda ağaçları PREVEZE DENİZ SAVAŞI (27 28 Eylül
süsler. Kentin m erkezindeki, Church Square 1538). Barbaros Hayreddin Paşa kom utasın­
olarak bilinen alanda A dalet Sarayı ile öbür daki Osmanlı donanması ile Cenevizli amiral
hüküm et yapıları yer alır. Church Square’ A ndrea D oria kom utasındaki Haçlı donan­
den doğu ve batı doğrultusunda toplam 20 ması arasında geçen Preveze Deniz Savaşı,
kilom etrelik bir cadde uzanır. Burada Boer Osmanlı D evleti’nin A kdeniz’deki egemenli­
önderi Paul K ruger’in onarılıp müze haline ğini pekiştirmiş ve bu egemenlik 1570’lere ka­
getirilen evi vardır. dar sürmüştür.
M eintjes’ Kop adlı tepede başlıca yönetsel Osmanlı donanması Barbaros Hayreddin
yapılar yer alır. Bu tepenin yamaçları terasla­ Paşa’nın kaptan-ı derya olmasına (1533) ka­
narak bahçe haline getirilmiştir. K entte ayrıca dar varlığını Ege D enizi’nde duyurmuş, A k­
güzel ve geniş parklar, beş doğal yaşamı deniz’de daha çok bağımsız Türk korsanları
korum a alanı vardır. etkinlik göstermişti. Bu korsanların önderi
P retoria’daki iki üniversitede de A frikaner olan Barbaros Hayreddin Paşa’nın Osmanlı
dilinde eğitim verilir. Ayrıca kentte ülkenin D evleti’nin hizmetine girmesinden sonra do­
en büyük araştırm a kurum u olan Bilim ve Sa­ nanm a Akdeniz kıyılarını vurmaya, A kdeniz’
nayi Araştırmaları Konseyi vardır. Bir demir­ deki ticareti ellerinde tutan İspanya, Porte­
yolu m erkezi olan P retoria’da demir-çelik, kiz, Venedik, Ceneviz, M alta gibi denizci
m akine sanayisi, gıda işleme ve elmas m aden­ devletlerin çıkarlarını engellemeye başladı.

Pretoria'ya bakan b ir tepede yer alan hüküm et yapıları. Önde teraslanm ış bahçeler görülüyor.
PREVEZE DENİZ SAVAŞI 143

Preveze Deniz Savaşı


Osmanlı Devleti'nin
Akdeniz'deki
egem enliğini
pekiştirm iştir.

Nezih Başgelen Arşivi

Osmanlı D evleti’nin A kdeniz’de gittikçe bü­ Preveze önlerinde görüldü. Bu kez 122 gemi­
yüyen bir tehlike oluşturm aya başlaması üze­ den oluşan Osmanlı donanması daha da
rine, Venedik’in çağrısı ve papalığın desteğiyle hazırlıklıydı ve düşmanı hilal (ayça) biçi­
İspanya Kralı ve Kutsal Rom a-G erm en İm pa­ mindeki savaş düzeni içinde karşıladı. Buna
ratoru Şarlken’in önderlik ettiği büyük bir göre m erkezde Barbaros Hayreddin Paşa
Haçlı donanmasının kurulmasına karar veril­ bulunuyor, sağ kola Salih Reis, sol kola da
di. 1538’de hazır durum a gelen 600 parçalık Şeydi Ali Reis kom uta ediyordu. Turgut
bu donanm anın kom utanlığına da Amiral Reis’in 20 gemilik filosu ise geride yer alıyor­
A ndrea D oria getirildi. du. Haçlı donanması birbiri ardınca üç sıra
1538 yazında Ege Denizi’ne açılan Osmanlı biçiminde dizilmişti. Ö nde ağır toplarıyla
donanması Girit A dası’m yağmaladıktan son­ kalyonlar, ortada kadırgalar, en arkada da
ra Eğriboz Adası açıklarına demirlemişti. Bu çekdiri türü hafif gemiler vardı. A ndrea
sırada A ndrea D oria da Y unanistan’ın batı­ D oria önce ağır toplarla Osmanlı donanm ası­
sındaki A rta Körfezi’nin girişinde yer alan nı dağıtmayı, ardından da hafif gemilerle
Preveze Kalesi’ni kuşatmıştı. D urum u öğre­ yanaşarak son darbeyi indirmeyi amaçlıyor­
nen Barbaros Hayreddin Paşa hem en hareke­ du. Am a yeterli rüzgâr olmadığından ağır
te geçince A ndrea D oria kuşatmayı kaldıra­ gemiler hareketsiz kalınca, saldırıya geçen
rak kuzeydeki Korfu A dası’na çekildi. Os­ Osmanlı donanması kalyonları ateş altına
manlI donanması A rta Körfezi’ne demir atın­ aldı. Bunun üzerine A ndrea D oria ikinci
ca, 25 Eylül’de Preveze önlerine gelen Haçlı sıradaki kadırgaları ileri sürerek Osmanlı
donanması körfezin girişini kapattı. 27 Eylül’ donanmasını çevirmek istedi. Turgut R eis’in
de ani bir hareketle körfezin dışına çıkmayı filosu buna aynı biçimde karşılık vererek
başaran Osmanlı donanması Haçlı donanm a­ Haçlı donanmasının arkasına sarkmaya başla­
sıyla karşı karşıya geldi. A ndrea D oria yanlış dı. Barbaros Hayreddin Paşa da ön sıradaki
m anevralarla donanmasını güç durum a düşü­ kalyonları yarıp kadırgalara saldırınca A n­
rünce Barbaros Hayreddin Paşa bu durum dan drea D oria bir çem berin içine düşmekte
yararlanm ak istedi. 40 gemiden oluşan bir olduğunu görerek geri çekilme buyruğunu
filoyu ileri sürerek Haçlı donanmasını bölm e­ verdi. Beş saat süren savaş sırasında 128 gemi
ye çalıştı. D urum un daha da kötüleştiğini yitiren Haçlı donanması düzensiz biçimde
gören A ndrea D oria donanm asına geri çekil­ kaçmaya başladı. Osmanlı donanması hava­
me buyruğunu verdi. Bir süre Haçlı donan­ nın kararm asından sonra da sürdürdüğü izle­
masını izleyen Osmanlı gemileri havanın ka­ me harekâtına fırtına çıkması üzerine son
rarması üzerine Preveze’ye döndüler. vererek Preveze önlerine döndü. (A yrıca bak.
28 Eylül sabahı Haçlı donanması yeniden B a r b a r o s H a y r ed d in P a ş a .)
144 PRIESTLEY

PRIESTLEY, Joseph (1733-1804). Joseph yısıyla Birmingham halkı Priestley’in evini ya­
Priestley deneysel kimya alanında çok önemli kıp kilisesini ateşe verdi. Priestley 1794’te
katkılarda bulunmuş İngiliz asıllı bir bilim ada­ A B D ’ye giderek Pennsylvania eyaletinin
mıdır. Yorkshire’lı bir terzinin oğluydu. Dini N orthum berland kentine yerleşti ve yaşamı­
eğitim gördü, pek çok eski ve yeni dil öğren­ nın sonuna kadar bilim ve din alanlarındaki
di. Birkaç yıl papazlık ve öğretm enlik yaptık­ çalışmalarını burada sürdürdü.
tan sonra, W iltshire’daki C alne’da Lord Shel-
burne’ın kütüphane m üdürü oldu. D aha son­ PROKOFYEV, Sergey (1891-1953). SSCB’
ra Birmingham ’a taşındı. li besteci Sergey Sergeyeviç Prokofyev, U k­
Priestley pek çok gaz keşfetmiş ve bunların rayna’da Sontsovka (bugün Krasnoye) kö­
özelliklerini belirlemiştir. Bilimsel bir eğitim yünde doğdu. İlk müzik eğitimini annesinden
görmemesine karşın son derece ilginç deney­ aldı. D aha sonra St. Petersburg’da (bugün
ler yapmıştır. Yakınlardaki bir bira fabrika­ Leningrad) konservatuvara girdi. Prokofyev
sında, biranın mayalanması işlemi sırasında izleyici karşısına ilk kez 1908’de, piyanist
çıkan ve “sabit hava” diye adlandırdığı gazı olarak çıktı.
toplayarak, bu gazı su ile karıştırmayı başar­ 20. yüzyıl m odern sanatıyla yakından ilgi­
mış ve sodayı elde etmiştir. (“Sabit hava” lendiği dönem de çağdaş balenin yaratıcısı,
aslında, ansiklopedimizde ayrı bir m addede ünlü sanatçı Sergey Diaghilev ile tanıştı. Bu
açıklanan karbon dioksit gazıdır.) Priestley tanışma uzun yıllar sürecek olan bir dostluğun
Ağustos 1774’te oksijeni buldu (bak. OKSİ­ başlangıcı oldu. Diaghilev için birçok beste
JEN), onun solunum ve yanma için gerekli yazan sanatçı o yıllarda en yaratıcı dönemini
olduğunu gösterdi. K ükürt dioksit ile am on­ yaşadı. Bu bestelerin en ünlüleri Klasik Sen­
yak da keşfettiği öbür önemli gazlardır (bak. fo n i , Re M ajör Birinci Kem an Konçertosu ve
A m o n y a k ). Yedidir Yediler adlı koro yapıtıdır.
Priestley dem okrasiden yanaydı. Am erikan Prokofyev 1917 Ekim Devrim i’ni coşkuyla
kolonilerinin İngiltere’den bağımsızlıklarını karşıladıysa da, dönemin güç koşullarında
kazanma savaşlarında Amerikalılar’dan, Fran­ müziğe yer ayırmanın zor olacağı sonucuna
sız D evrim i’nde de devrim cilerden yanaydı. vardı. 1918’de geçici olarak ülkesinden ayrıl­
1791 ’de, bağlı bulunduğu derneğin Fransız dı. Beste çalışmalarının yanı sıra A B D ’de,
Devrim i’ni kutlam ak için verdiği yemek dola­ Fransa’da ve A lm anya’da konserler verdi.
(Solda) National Portrait Gallery, Londra; (sağda) Mansell Collection

Bilim adamı Joseph Priestley ve gazlarla ilg ili deneylerde kullandığı bazı aygıtlar.
PROMETE 145

1927’de SSCB’ye geri döndüğünde büyük bir PROMETE ya da PROMETHEUS. Yunan


sanatçı olarak karşılandı. 1925, 1930 ve mitolojisine göre Prom ete, Z eus’un önderli­
1933’te çıktığı A B D turnelerinde olağanüstü ğindeki Olymposlu tanrılardan da eski olan
başan kazandı. M oskova’ya yerleştikten son­ T itanlar’ın soyundandı. Prom ete ile ilgili çe­
ra beste çalışmalarını yoğun bir biçimde sür­ şitli öyküler vardır. Bunların bazısında Pro-
dürdü. m ete’nin önce tanrılara benzeyen görüntüler
20. yüzyılın m odern armoni anlayışıyla Mansell Collection
besteler yazdı. O yıllarda R om eo ve Jülyet
(1935-36) bale müziğini, Lenin’in sözlerini
kullanarak Ekim Devrimi'nin 20. Yıldönü­
mü Kantatı'm (1937), Sergey Ayzenştayn'ın
A leksandr N evski (1938) filminin müziğini,
Stalin’in 60. doğum yıldönümü için Selam
(1939) adlı kantatı ve ünlü Rus yazar Lev
Tolstoy’un rom anından esinlenerek görkem ­
li Savaş ve Barış operasını (1941-42) yaz­
dı.
Prokofyev’in müziği genellikle güçlü ve
sarsıcı olmakla birlikte çoğu zaman çok duy­
guludur. Duygulu yanı en çok piyano, keman

Hulton Picture Library Bir Eski Yunan vazosunun üzerindeki bu resimde,


Zeus'un kartalının zincire vurulm uş Promete'nin
karaciğerini yemesi betim leniyor.

yarattığı, sonra bu görüntülere can vererek


insanı oluşturduğu anlatılır. İnsanlar yeryüzü­
ne indikten sonra, Prom ete G üneş’ten aldığı
ateşle yaktığı bir meşaleyi onlara verir. Böyle-
ce insanlar ateşe, dolayısıyla uygarlığa kavuş­
muş olur.
Prom ete’den genç olan Zeus, onun geleceği
görme gücünü ve zekâsını kıskanm aktadır.
Prom ete’nin insanların önünde kendisini kü­
çük düşürdüğünü düşündüğü için ateşi onlar­
dan geri alır. Ne var ki, Prom ete Z eus’un
ateşi nereye sakladığını bularak onu yeniden
insanlara verir. Zeus öç almak için Prom ete’yi
Kafkas D ağları’nda bir kayaya zincirler ve
karaciğerini yemesi için bir kartal yollar.
Prom ete ölümsüz olduğundan geceleri karaci­
ğeri yenilenir, böylece kartal karaciğeri her
gün yemeyi sürdürür. Bir keresinde Zeus,
20. yüzyılın en önem li Rus bestecilerinden eğer tanrıların egemenliğini tehdit eden bir
Sergey Prokofyev.
gizi açıklarsa onu özgür bırakacağını söyler.
A m a Prom ete bu yoldan özgür kalmayı red ­
ve viyolonsel için yazdığı konçerto ve sonatla­ deder ve işkenceye yılmadan dayanır, çünkü
rında ortaya çıkar. En çok sevilen besteleri sonunda Z eus’un oğullarından biri tarafın­
arasında Üç Portakal İçin A şk (1919) operası, dan kurtarılacağını biliyordur. G erçekten de
Teğmen K ije (1934) süiti, Peter ve K urt (1936) Z eus’un oğullarından kahram an Herakles
adlı senfonik çocuk masalı sayılabilir. kartalı öldürerek Prom ete’yi kurtarır.
146 PROPAGANDA

PROPAGANDA, iç ya da dış kamuoyunu


belirli hedefler doğrultusunda etkilem ek için,
çeşitli yöntem ler kullanarak belli bir görüşü
yayma çabasıdır. Bir ülkede hüküm et ya da
muhalefet toplum a kendi görüşlerini kabul
ettirm ek için propaganda yapar. Ayrıca, be­
lirli bir amaç uğruna ya da bir çıkarı gerçek­
leştirmek üzere bir araya gelmiş gruplar da
propagandaya başvurabilir.
Siyasal bir terim olan propagandanın çoğu
kez bir olumsuzluk içerdiği düşünülür. Ö rne­
ğin bir demeç, “yalnızca propaganda” diye
nitelenerek dikkate alınmayabilir. Am a söz­
cüğün kendisi ne olumlu, ne de olumsuz bir
anlam taşır. Propaganda sözcüğü ilk kez,
Katolik Kilisesi’nce 1622’de, Hıristiyan inan­
cının yayılması amacıyla oluşturulan bir örgü­
tün adında yer almıştı. Oysa, propaganda
eylemi gerek dinsel, gerek siyasal alanda çok I WflUYC
eski dönem lerde de vardı.

Kitle İletişim Araçlarını Kullanma


FOR U.S.ARMY
NEAREST RECRUITING STATION
Propaganda yöntem leri çağlar boyunca değiş­
ti. Basılmış belgeler ve vaazlar yerini siyasal Library o f Congress

toplantılara, dinsel törenlere, kongrelere ve Bu afişte, ABD'deki m illiye tçiliğ in simgesi Sam
Amca, I. Dünya Savaşı sırasında, "Seni ABD ordusu
daha sonra da günüm üzde propagandanın en için is tiy o ru m " sözleriyle gençleri orduya çağırıyor.
etkili araçları olan radyo ve televizyona bırak­
tı. Bugün habercilik alanında kitle iletişim çizgi çoğu zaman belirsizdir. Bazen bir hükü­
araçları o kadar güç kazanmıştır ki, denetlen­ m et, haber servisini kendi partisine destek
meleri özel bir çaba gerektirir. Bazı ülkelerde sağlamak için de kullanabilmektedir.
radyo, televizyon, basın gibi m edyalar tüm üy­
le devlete bağlıdır ve devletçe denetlenir. Bir Silah Olarak Propaganda
İngiltere’de olduğu gibi, başka bazı ülkelerde Propaganda, tarih boyunca var olan siyasal ve
de kitle iletişim araçlarının bir bölümü devle­ toplumsal düzene karşı olanların elindeki
tindir, ama devlet ötekilerin içeriğini de temel silahlardan biri olmuştur.
denetler. A BD gibi bazı ülkelerde ise kitle Sömürgeci devletlere karşı bağımsızlıkları
iletişim araçları doğrudan özel sektörün dene­ için m ücadele eden ya da bir devletten ayrıla­
timinde bir ticaret aracıdır ve reklam la besle­ rak bağımsız devletini kurm ak isteyen önder­
nir. Radyo ya da televizyon aracılığıyla pro­ ler büyük ölçüde propagandadan yararlanır­
paganda yapmak isteyen parti ya da kuruluş­ lar. Zorba yönetimler ya da diktatörler de,
lar, bu araçları kullandıkları süre karşılığında kendilerine karşı olanları halkın gözünden
para öder. Bu da parası çok olanlara daha düşürm ek için propagandayı bir silah olarak
fazla propaganda olanağı sağlar. kullanırlar. Değişik zam anlarda ülkenin için­
D em okratik ülkelerde yönetimlerin devlet de bulunduğu koşullara göre Y ahudiler’e,
denetim indeki iletişim araçlarıyla kendi pro­ göçmen ve azınlıklara, komünistlere karşı
pagandalarını yapmaları olumlu karşılanan yoğun propaganda yürütüldüğü görülmüştür.
bir uygulama değildir. Bu gibi yönetimler A lm anya’da 1930’larda Naziler (bak. N A ­
yazılı basını ve televizyonu daha çok halkı Z İZ M ) gerek kendi ülkelerinde iktidara yürür­
bilgilendirmek için kullanır. Ne var ki, bilgi ken, gerek başka ülkeler üzerindeki amaçları­
vermek ile propaganda yapmak arasındaki nı gerçekleştirmeye çalışırken, propagandayı,
PROTEİN 147

gerçekleri çarpıtarak insafsızca kullandılar. önemli görevler düşer. Am a proteinlerin bu


Propaganda bakanı olan Joseph Goebbels, süreçlerdeki rolü, bütün öbür biyomolekülleri
henüz televizyonun olmadığı bir dönem de geride bırakacak kadar önemlidir. Çünkü
radyo yayınlarını ve halk toplantılarını Nazi- “enzim ” denen proteinler olmasa, yaşamın
ler’in çıkarlarına uygun bir biçimde yönlen­ tem eli olan biyokimyasal tepkim elerden hiç­
dirdi. II. Dünya Savaşı boyunca (1939-45) biri gerçekleşemezdi. “İlk” ya da “birincil”
M üttefikler bir karşı propaganda kampanyası anlamındaki Yunanca protos sözcüğünden
açarak atağa geçtiler. Bu kam panyada uçak­ türetilmiş protein adı da bu bileşiklerin canlı­
lardan bildiriler atıldı ve radyo yayınlarına ların yaşamındaki ayrıcalıklı yerini vurgular.
ağırlık verildi. İngiliz radyo program ları A v­ H er canlının hücrelerinde, yalnızca o türe
rupa’nın işgal altındaki ülke halklarına direniş özgü olan çeşitli proteinler bulunur. Başka bir
gücü verm eye, A lm anlar’ın savaştaki kayıpla­
rını ve yenilgilerinin kaçınılmazlığını bildir­
meye yönelikti. İngiltere bu açık propaganda­
ya ek olarak, gizli propaganda taktikleri de
geliştirdi. Ülkelerindeki durum larından hoş­
nutsuzluklarını bildiren kişilerin açıklamaları­
nı içeren bu propaganda gerçekte L ondra’da
hazırlanıyor ve işgal altında olmayan çeşitli
m erkezlerden yayınlanıyordu.

Radyo Yayınları
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana dış ülkelere
yönelik radyo yayınları, dünyanın başta gelen
ülkelerinin siyasal propagandalarında önemli
bir rol oynam aktadır. Yayınlarda, güncel
haberler verm enin yanı sıra, açık propaganda
yapılır. Genellikle A B D ve SSCB kaynaklı
olan bu yayınlar daha çok okum a yazma oranı
JŞ**/ \
düşük olan ve kırsal alandaki halkın dış
olaylarla ilişkisini sadece radyo aracılığıyla
sürdürdüğü azgelişmiş ülkelere yöneliktir.
Y u r t ta ş l a r ın a ö z g ü r sö z h a k k ı v e r e n d e ­
m o k r a tik y ö n e tim le r d e p r o p a g a n d a d o ğ a l b ir
t a k tik v e k a ç ın ılm a z b ir u y g u la m a d ır (bak.
DEMOKRASİ). A m a g e r ç e k le r i g iz le m e , a b a r t ­
m a , y a la n g ib i y ö n te m le r in k u lla n ılm a s ın a
k a r ş ı h a lk ın e ğ itilm e s i v e siy a sa l b ilin c in in
g e liş tirilm e s i z o r u n lu d u r .

PROTEİN. En basitinden en gelişmişine ka­


dar bütün canlılar, biyom olekül adı altında
toplanan birtakım organik m addelerden olu­
şur. Bunlardan biri de proteinlerdir. Örneğin Wm
insanda toplam vücut ağırlığının yaklaşık yüz­
de 12’si protein, yüzde 70’i su, yüzde 15’i
yağlar, geri kalanı da karbonhidratlar, nükle-
ik asitler ve çeşitli tuzlardır. O ranı canlıdan
canlıya değişen bu biyom oleküllerden her
birine yaşam süreçlerinde kuşkusuz çok
148 PROTESTAN KİLİSESİ

deyişle, hiçbir canlının protein molekülü baş­ yer verilmesi sağlık açısından çok önemlidir
ka bir canlı türünün protein molekülüne (bak. B e sle n m e ).
benzemez. Ayrıca canlıların ürettiği birçok
m adde, örneğin yum urta akı, boynuz, kıl, Protein türleri
tırnak ve ipek de gene protein yapısındadır. Proteinler, çok genel bir sınıflandırmayla,
Proteinler, kimyasal açıdan polim er olarak yapısal ve işlevsel proteinler olarak iki gruba
tanım lanan çok karmaşık yapılı organik bile­ ayrılır.
şiklerdir (bak. POLİMER). H er polim er, m ono­ Yapısal protein ler , gerçek anlam da dinamik
m er denen daha küçük birimlerin ya da bir işlevi olmayan, bir canlının çeşitli dokula­
m oleküllerin birbirine eklenm esinden oluş­ rının m oleküler temelini oluşturan bileşikler­
muş uzun bir molekül zinciri biçimindedir. dir. İşlevsel proteinler gibi yaşam süreçlerin­
Proteinlerdeki bu molekül zincirleri, amino- de doğrudan sorumluluk üstlenmeyen bu
asit denen çok sayıda monomerin peptit bağla­ proteinler dokuların gelişmesi, büyümesi ve
rıyla birleşmesinden oluşur. Am inoasitlerin yenilenmesi için gereklidir. Örneğin, bağdo-
yapısında ise tem el olarak karbon, hidrojen, ku ya da destekdoku denen kem ik, kıkırdak,
oksijen ve azot, ayrıca çoğunda kükürt ve eklem bağları, kirişler ve deri gibi dokuların
fosfor gibi kimyasal elem entler bulunur. Pro­ tem el maddesi olan kollajen ile kıl, saç,
teinlerin yapıtaşları olan çeşitli aminoasitler tırnak, tüy gibi dokuların başlıca öğesi olan
değişik bir düzenleme içinde birbirine eklen­ keratin yapısal proteinlerdendir.
diğinde değişik bir protein m olekülü ortaya İşlevsel proteinler içinde en önemlisi, vücut­
çıkar. Kısacası, proteinlerin yapısında yer taki yüzlerce biyokimyasal tepkim ede katali­
alan 20 kadar aminoasidin molekül zinciri zör rolü oynayan enzim lerdir (bak. E nzİm ).
içinde yer değiştirmesiyle, birbirine benzem e­ Bu tepkim eleri hızlandıran ve düzenleyen
yen sonsuz sayıda protein molekülü oluşa­ enzimlere katalitik proteinler de denir. Bütün
bilir. hücrelere oksijen taşımakla görevli olan alyu­
Yeşil bitkiler, topraktan aldıkları azotu ve varlara kırmızı rengini veren hemoglobin de
fotosentez sonucunda açığa çıkan m addeleri önemli işlevsel proteinlerden biridir. Gene
birleştirerek kendileri için gerekli olan amino- işlevsel proteinler grubundan olan antikorlar,
asitleri yapabilirler (bak. F o to s e n t e z ) . H ay­ vücudun doğal savunma proteinleridir. Bazı
vanlar ise aminoasit gereksinimlerini yedikle­ işlevsel proteinler ise kasılıp gevşeyerek, yani
ri yeşil bitkilerden ve öbür hayvanlardan molekül zincirinin uzunluğunu ve yönünü
karşılamak zorundadırlar. Yiyeceklerdeki değiştirerek vücudun hareketinde önemli bir
proteinler sindirim sırasında parçalanarak te ­ rol oynar. Örneğin kas dokusundaki aktin ve
mel bileşenlerine, yani am inoasitlerine ayrı­ miyozin bu tip kasılgan proteinlerdir. Ayrıca
lır. D aha sonra dokulardan emilerek kan bütün proteinler canlıların, özellikle etçil
dolaşımıyla vücudun her yanma taşm an bu hayvanların yaşamsal enerji kaynaklarından
aminoasitler, o canlının büyümesi, dokularını biridir.
yenilemesi ve yaşamını sürdürm esi için gerek­
li olan kendi proteinlerine dönüştürülm ek PROTESTAN KİLİSESİ, Katolik ve O rto­
üzere hücrede yeniden bireşimlenir. doks kiliseleriyle birlikte Hıristiyanlık’ın üç
Y um urta, yağsız et, peynir, balık, süt ve ana kolundan biridir. 16. yüzyıla kadar Batı
jelatin protein açısından zengin yiyeceklerdir. A vrupa’da tek egemen kilise Katolik Kilisesi
Bu yiyecekler, hem hücrenin canlı bölümünü idi. Reform hareketi Katolik öğretisine ve
oluşturan protoplazm anın yapımı için gerekli uygulamasına karşı çıkan Protestanlık’m ku­
olan proteinleri sağlar, hem de vücudun rulmasıyla sonuçlandı (bak. R e fo r m ) . 16.
enerji gereksinimini karşılar. Bitkilerdeki yüzyılda Protestan Kilisesi yalnızca M artin
proteinlerin yapısında genellikle, insanın ken­ Luther ile Jean Calvin’in izleyicilerince kuru­
di proteinlerini üretebilm esi için gerekli olan­ lan Lutherci ve Kalvenci (bugün Presbiteryen
lardan daha farklı aminoasitler bulunur. Bu ve Reform ) kiliseleri kapsarken, daha sonra
nedenle, beslenm ede hayvansal proteinlere kendi içinde birçok m ezhebe bölünmüştür.
PROTESTAN KİLİSESİ 149

18. yüzyıla gelindiğinde Katolik Kilisesi, Or- leyenler anlam ındaki Evanjelik terimi kulla­
todokslar dışındaki hemen bütün reform yan­ nılır. D aha dar anlam da, dine kişisel olarak
lılarını Protestan olarak niteleyince, tüm bu bağlanılacağını, kilise törenlerinde İncil 9in va­
mezhepler Protestan adıylaanılmaya başlandı. az edilmesini ve Kutsal K itap’ın tek yetki kay­
Protestanlık, iman ve kilise düzeni konula­ nağı sayılmasını savunan kiliselerdir. Augs-
rında Kutsal K itap’ı T anrı’nın gerçek sözü burg’da 1530’da yazılan ve Luther ile yandaş­
olarak kabul eder. Protestanlar papa kavra­ larının görüşlerinin yer aldığı Augsburg İti-
mına karşı çıkarak her Hıristiyan’ın Kutsal katnam esi bugünkü Lutherci inanışın temelini
K itap’ın öğretilerini izleyip gerçek ibadet oluşturur.
yolunu bulabileceğini ve bir Hıristiyan yaşamı 19. yüzyılda Alm an hüküm etinin reformcu
sürebileceğini savunur. Protestan kiliselerin bütün mezhepleri bir devlet kilisesi içinde
hemen tüm ü, İncil ’de yer aldığı gerekçesiyle toplam a kararı, birçok Lutherci’nin A lm an­
vaftiz ve komünyon (şükran ayini) ayinlerini ya’yı terk etm esine yol açtı. A vustralya’ya
sürdürür. giden bu gruplar Lutherci Kilise’yi kurdu.
Luîherciler , dünyada 70 milyona varan üye A lm anya’da kalan, ama birleşik kiliseye gir­
sayılarıyla Protestan Kilisesi’nin en kalabalık mek istem eyenler ise “H ür Kiliseler”i oluştur­
mezhebini oluştururlar. 16. yüzyıl din reform ­ du. G ünüm üzde toplam 70 milyon Lutherci’
cusu M artin L uther’in izleyicisi olan bu mez- nin yüzde 40’ı A lm anya’da yaşam aktadır.
heptekiler, aynı zam anda Evanjelik olarak da Norveç, İsveç, D anim arka ve İzlanda’nın
adlandırılır. Reform dönem inde kurulmuş resmi devlet kilisesi olan Lutherci Kilise’ye
tüm Protestan kiliseleri için, Kutsal K itap’ı iz­ burada yaşayanların yüzde 90’ı bağlıdır.
Church Mıssionary Society

Güney Hindistan'da b ir vaftiz töreni.


150 PROTESTAN KİLİSESİ

A B D ’de de 8,5 milyonun üzerinde üyesi kralın otoritesinin ağır bastığı ulusal bir yapı­
vardır. Hem en tüm Lutherci Kiliseler 1947’de ya kavuştu.
kurulan Lutherci Dünya Federasyonu’na R eform ’dan sonra, değişik zam anlarda ve
üyedir. nedenlerle İngiltere Kilisesi’nden kopan kili­
Presbiteryenler. Presbiteryen Kilise'de in­ seler “H ür Kiliseler” olarak adlandırılır. Ay­
sanların kendi temsilcilerini seçerek oluştur­ rılma nedenleri arasında kendi inançlarını dile
dukları bir temsili yönetim vardır. Bu yöneti­ getirme özgürlüğü, kilise yaşamını özellikle
ciler genellikle daha yaşlı ve deneyimlidir. Bu de T anrı’ya tapınm a biçimini düzenleme hak­
nedenle bu kilise, “yaşlı” anlam ında Yunanca kı ve kilise yönetimine ilişkin görüş farklılık­
bir sözcükten türetilen “presbiteryen” olarak ları sayılabilir. En büyük “H ür Kiliseler”
adlandırılmıştır. Presbiteryenler’in ibadetleri Babtist Kilise, Birleşik Reform Kilisesi (Pres­
arasında Kutsal Kitap ve ilahiler okum a, dua biteryenler ve Kongregasyonaller) ve Meto-
etm e, vaaz verme vardır. Aralarındaki işbölü­ dist Kilise’dir. O uaker’lar gibi başka bazı
müne göre kilisenin dinsel etkinliklerini dü­ kiliseler de H ür Kiliseler kapsam ındadır.
zenler ve denetler, yoksullara yardım eder ve Püritenler. Püriten sözcüğü gerçekte “kili­
kilisenin mali işleriyle ilgilenirler. 16. yüzyılda seyi saflaştırmak isteyen kişi” anlamına gelir.
Reform hareketiyle birlikte oluşan Presbiter­ İlk Püritenler’in genellikle katı ve yalın bir
yen Kilise, Jean Calvin’in öğretisi üzerine yaşamları vardı. Süssüz giysiler giyer, saçları­
kuruldu. M artin L uther’den etkilenen Calvin, nı kısa kestirir, neşelenmeyi ve eğlenmeyi hoş
İsviçre’de yalnız dinsel inançlarını ve düşün­ karşılamazlardı. 16. yüzyılda papalıktan ayrı­
celerini açıklamakla kalmadı, yaşlılar ya da lan İngiltere Kilisesi, Katolik öğretinin önem ­
presbiterlerin önderliğinde bir kilise örgütle­ li bir bölümünü korum uştu. İngiltere Kilisesi
me tasarımını da gerçekleştirdi. Kalvenci içinde kalarak bu kiliseyi dönüştürm e uğraşı
düşünce A vrupa’da, özellikle de Fransa, İs- veren Püritenler, ibadetin yalınlaştırılmasını
koçya, H ollanda ve İsviçre’de hızla yayıldı. ve kilisede daha fazla reform yapılmasını
Fransa’da H uguenotlar, H ollanda’da H ollan­ istediler. Ayrılan bir bölüm Püriten İngiltere’
da Reform Kilisesi ortaya çıktı. İskoçya’da de Presbiteryen Kilise’yi kurarken, başka bir
Presbiteryen Kilise resmi devlet kilisesi ola­ bölümü de bugün Kongregasyonal olarak
rak tanındı. A m erika’ya göç eden Fransız adlandırılan Bağımsız Kilise’yi oluşturdu.
H uguenotlar, İskoçlar ve İngilizler Presbiter- Kongregasyonaller her Hıristiyan topluluğun
yenlik’i bu yeni kıtaya da taşıdılar. kendi içinde bir kilise olduğunu, kendi rahip­
Anglikan Kiliseler Topluluğu , kökenleri lerini seçerken kimsenin karışmaması gerekti­
İngiltere Kilisesi’ne dayanan ulusal ve özerk ğini savunuyorlardı. 17. yüzyılın ikinci yarı­
kiliselerin oluşturduğu bir topluluktur. Angli- sında, İngiltere’de bütün din adamlarının
kanlık hem Protestanlık, hem de Katoliklik İngiltere Kilisesi’nin kurallarına uyması iste­
özelliklerini barındırır. Bir orta yol olarak, nince, Püritenler kilisenin dışında kalmayı
ibadet ve kilise örgütlenm esinde daha esnek seçtiler. Baskıya uğradıkları bu dönem lerde
ve özerk bir yapısı vardır. 17., 18. ve 19. İngiltere’yi terk eden birçoğu A m erika’ya göç
yüzyıllarda İngiltere’den dünyanın çeşitli böl­ etti.
gelerine gidenler, buralarda İngiltere Kilisesi’ Babtistler. Dünyadaki 30 milyondan fazla
nin inanç ve ibadet biçimlerine bağlı kalarak B abtist’in büyük bölümü Kuzey A m erika’da
kendi kiliselerini kurdular. Bu kiliseler so­ yaşar. Babtist Kiliseler A vrupa’da da oldukça
nunda Anglikan Kiliseler Topluluğu’nu oluş­ yaygındır. Babtist Kiliseler evanjeliktir. K ut­
turdu. sal K itap’ın, özellikle de Yeni A h it bölüm ü­
Reform hareketiyle papalıktan ayrılan İn­ nün kilise törenlerinden çok daha önemli
giltere Kilisesi, bu ayrılışa önderlik eden olduğunu savunurlar. Reform dönem inde or­
V III. H enry’nin ölüm ünden sonra yeniden taya çıkan Babtist hareket, bütün vücudun
Katoliklik’e döndü. 17. yüzyılda R eform ’dan suyun içine sokularak vaftiz edilmesini öngö­
yana olanlar kilise içinde ağırlık kazandıysa rür. Babtistler küçük çocukları vaftiz etm ez­
da, bu yüzyılın sonunda İngiltere Kilisesi ler, çünkü ancak yetişkinlerin bu inancı kav­
PROUST 151

rayabileceğine inanırlar. Bu kilise insanlara Proton ya da nötron için zaman zaman


tam ve kesin olarak neye inanm aları gerekti­ nükleon terimi de kullanılır. Çekirdekteki
ğini söylemez. O nlara inanç özgürlüğü tanır; protonların sayısına proton sayısı ya da atom
neyin doğru, neyin yanlış olduğuna kendileri­ numarası denir. Elektriksel bakım dan nötr
nin karar vereceklerini belirtir. Bütün Baptist olan bir atom da proton sayısı ile elektron
Kiliseler birbirleriyle sıkı ilişkiler içindedir. sayısı aynıdır ve dolayısıyla da proton sayısı
B abtistler’in çoğu Dünya Babtistler Birliği’ne elem entin özelliklerini ve periyotlar cetvelin­
bağlıdır. deki yerini belirler (bak. K im yasal E lem en t ­
M etodistler , 18. yüzyılda İngiltere Kilisesi ler; PERİYOTLAR CETVELİ).
içinden doğan bir dinsel akımın izleyicileridir. Protonlar kararlı parçacıklardır ve parçacık
John ve Charles Wesley adlı iki din adamının fiziği alanındaki temel araştırm alar için geliş­
öğretileri doğrultusunda İngiltere Kilisesi’nde tirilmiş parçacık hızlandırıcılarında kullanılır­
reform yapmak isteyen bu dinsel topluluk lar (bak. PARÇACIK HIZLANDIRICILARI).
kilise dışına itilince, M etodist adını alarak
özerk bir kiliseye dönüşmüştür. İlk Hıristi­ PROTOZOA bak. T e k h ü c r e lİ H a y v a n l a r .
yanlık öğretilerine bağlı olan M etodistler bu
öğretilere uygun olarak yaşamayı önerirler. PROUST, Marcel (1871-1922). 20. yüzyıl
18. yüzyılda A m erikan kolonilerinde çalışma­ romanının yaratıcılarından Fransız romancı
ya başlayan M etodist vaizler, 19. yüzyılda Marcel Proust, Paris’in güneybatısındaki An-
inançlarını tüm dünyaya yaydılar. İngiltere’de teuil’de doğdu. D aha Condorcet Lisesi’nde
H ür Kiliseler’in en büyüğü olan M etodist
Hulton Picture Library
Kilise’nin A vrupa’nın başka ülkelerindeki ye­
ri daha önemsizdir.

PROTON. A to m la r , te m e l p a r ç a c ık y a d a
a to m a ltı p a r ç a c ık d e n e n d a h a k ü ç ü k p a r ç a c ık ­
la r d a n o lu ş u r . H e r a to m u n m e r k e z in d e a r tı
y ü k lü , y o ğ u n b ir ç e k ir d e k v e b u ç e k ir d e ğ in
ç e v r e s in d e d e e n e r ji k a t m a n l a r ın a y a d a
k a b u k l a r ın a y e r le ş m iş e k s i y ü k lü e l e k tr o n la r
b u lu n u r . P r o to n l a r , a to m la r ın ç e k ir d e k le r in ­
d e y e r a la n te m e l p a r ç a c ık la r d a n d ır . H e r
p r o to n b ir a r tı e l e k tr ik y ü k ü ta ş ır ; b u y ü k ,
b ü y ü k lü k b a k ım ın d a n e l e k tr o n y ü k ü n e e ş it­
tir , a m a z ıt k u tu p lu d u r . P r o to n u n k ü tle s i
e l e k tr o n k ü tle s in in 1 .8 3 6 k a tı k a d a r d ır v e
y a k la ş ık o la r a k n ö tr o n u n k in e e ş ittir (bak. Büyük Fransız yazar Marcel Proust.
A to m ; T e m e l P a r ç a c i k l a r ) .
H idrojen atom unun çekirdeği tek bir pro­ öğrenciyken sınıf dergisine birçok yazı yaza­
tondan oluşur; başka atom ların çekirdeklerin­ rak bu alanda yeteneği olduğunu gösterdi.
de protonlar ile birlikte nötronlar da bulunur, Askerliğini yaptıktan sonra, Siyasal Bilgiler
ama çekirdeğin artı yükünden yalnızca pro­ O kulu’nda hukuk ve edebiyat öğrenimi
tonlar sorum ludur. Proton adı 1914’te kon­ gördü.
m uştur; bu ad, “birincil” ya da “ilk” anlamına Proust öğrencilik yıllarından sonra meslek
gelen Yunanca p ro to s sözcüğünden gelir. Bu olarak yazarlığı seçti. 1896’da les Plaisirs et
adın verilmesi, atom kütlesinin neredeyse les jours (“H azlar ve G ünler”) adı altında bir
tamamının protonlardan kaynaklandığının sa- öykü derlemesi yayımladı. Bu yapıtını, İngiliz
nılmasındandı. Oysa atom çekirdeğinde yük­ sanat eleştirmeni John Ruskin’den yaptığı la
süz parçacıklar olan nötronlar da yer alıyor­ Bible d ’A m iens (1904; “Am iens İncili”) ve Se-
du, am a nötron ancak 1930’da keşfedilebildi. sam e et les lys (1906; “Susam ve Zam bak­
152 PRUSYA

lar") gibi çeviriler izledi. Ruskin’in yapıtları


Proust’un güzellik kavramını yeniden düşün­
mesine yol açtı. Simgeler ve alegori (bak.
ALEGORİ) Proust'un yapıtlarının belirgin bir
özelliği oldu.
Proust’un başyapıtı olan Geçmiş Zam an
Peşinde (Â la recherche du tem ps p e rd u ;
1913-27), birkaç ciltten oluşan uzun bir ro­
mandır. Bu rom anda kendi yaşamını alegori
kullanarak anlatırken, kişiliğinin psikolojik
derinliklerine iner. Proust’a göre benlik sü­
rekli değişirken, yalnızca geçmiş sonsuza ka­
dar değişmeden kalır. Geçmişe de ancak Mary Evans Picture Library
bellek yoluyla ulaşılabilir. Rom anın ünlü bir 19. yüzyılda Avrupa'nın en güçlü ordularından biri
bölüm ünde, yazarın çaya batırarak yediği Prusya ordusuydu.
kurabiyenin damağında bıraktığı tat ona tüm
geçmişini çağrıştırır. “Bilinç akım ı” adı veri­ 1701’de B randenburg ve Prusya hüküm da­
len ve olayların zaman içindeki sıralanışı rı, Prusya Kralı sanını aldı. Am a krallık,
yerine, anı ve izlenimlerin yarattığı çağrışım­ Polonya arada kalmak üzere iki bölümden
lara göre sıralanışına dayanan bu teknik, oluşuyordu. Büyük Friedrich adıyla tanınan
özellikle İrlandalI yazar James Joyce’un yapıt­ Prusya Kralı II. Friedrich (bak. F r ie d r ic h II)
larında görülür (bak. J o y c e . J am es ). R uslar’la anlaşarak Polonya’nın bir bölüm ü­
Proust 1909’da başladığı bu romanı 1912’de nü ele geçirince, Prusya toprakları da birleş­
bitirdikten sonra birkaç başka yapıt daha miş oldu. Protestan dinine bağlılık, Prusya
yayımladıysa da, asıl başyapıtını yıllarca göz­ ordusunun subay kadrosunu oluşturan, top­
den geçirerek dokusunu ve yapısını daha da rak sahibi soylu Junker’lcr ve güçlü bir ordu o
zenginleştirdi. Rom anın son bölümleri yaza­ dönem de Prusya’nın sahip olduğu başlıca üç
rın ölüm ünden sonra yayımlandı. özellikti.
1806’da Jena Çarpışm ası’nda Napolyon
PRUSYA, II. Dünya Savaşı’nm sonuna kadar karşısında ağır bir yenilgiye uğrayan Prusya
A lm anya’nın en önemli eyaletiydi. A lm anya’ kısa sürede kendini topladı. 1815’te W aterloo
nın kuzeyini hem en hem en tümüyle kapsaya­ Savaşı’nda Napolyon’un kesin yenilgiye uğra-
rak, batıda H ollanda ile Belçika sınırından tılmasında Prusya birliklerinin katkısı oldu.
doğuda Polonya ve Litvanya sınırına kadar Bundan sonra Prusya daha küçük Alm an
uzanan bu bölge, nüfus ve yüzölçümü bakı­ eyaletlerinden bazılarıyla sıkı ilişkiler kurm a­
mından tüm ülkenin yaklaşık üçte ikisi kadar­ ya başladı.
dı. Neredeyse 300 yıl boyunca Alm an eyalet­ Prusya Başbakanı O tto von Bismarck,
leri arasında önde gelen Prusya, sonunda bu Prusya’nın önderliğinde birleşik bir Alm anya
eyaletleri birleştirmeyi başardı. kurm ak istiyordu. 1871’deki Fransa-Prusya
Prusya tarihi 13. yüzyılda, Töton Şövalyele­ Savaşı sonunda, Prusya Kralı I. W ilhelm’in
ri adı verilen Alm an şövalyelerinin, Baltık Alm an im paratoru olarak tahta çıkmasıyla bu
Denizi kıyısında, Vistül Irm ağı’nın doğusun­ amaç gerçekleşti (bak. B ism arck , O tto v o n ).
da yer alan ve PrusyalIlar olarak bilinen puta Bu tarihten sonra Prusya A lm anya’nın en
tapan kabilelerin yaşadığı toprakları işgal önemli eyaleti durum una geldi. II. Dünya
etmesiyle başlar. 1525’te Töton Şövalyeleri’ Savaşı’ndan sonra Prusya’nın O der ile Neisse
nin önderi, H ohenzollern hanedanından Al- ırm aklarının doğusunda kalan bölümü yeni­
brecht kendisini Prusya dükü ilan etti. den Polonya’nın eline geçti. Sonradan Kalî-
1618’de bu san, Elbe ile O der ırm akları ara­ ningrad adını alan Königsberg çevresindeki
sındaki B randenburg’un, geçe Hohenzollern küçük bir bölge de SSCB’ye verildi. Prusya
hanedanından olan hüküm darına geçti. eyaleti 1 M art 1947’de resm en ortadan kalktı.
PSİKİYATRİ 153

PSİKİYATRİ. Tıbbın uzmanlık dallarından Ayrıca, olmadık sesler işitmek ya da hayaller


biri olan psikiyatri, ruhsal bozuklukların ince­ görmek biçiminde ortaya çıkan sanrılar (halü-
lenmesini ve tedavisini konu alır. Ruhsal sinasyonlar) ve öbür duyu yanılsamaları baş­
bozukluk teriminin kapsamı çok geniştir; bir lar. Bu düşünce ve algılama bozuklukları
uçta çok hafif ve geçici rahatsızlıklardan öbür bazen bütün zihinsel süreçlerin işleyişini alt­
uçta çok ağır ve uzun süreli hastalıklara kadar üst edecek ve kişide panik yaratacak kadar
uzanır. En ağır ruhsal bozukluklar, psikiyatri güçlüdür. H asta, yani şizofren, bir noktadan
alanında uzmanlaşmış doktorların, yani psiki­ sonra artık neyin gerçek, neyin gerçekdışı
yatrların ya da halk arasındaki yaygın adıyla olduğunu ayırt edemez. Yaşadığı olayları ve
“ruh d o k to rla rın ın p sik o z olarak tanım ladık­ karşılaştığı davranışları yanlış anlayıp yanlış
ları kişilik bozukluklarıdır. Psikozların, farklı yorumlar; insanlarla ve dış dünyayla ilişkileri
belirtilerle ortaya çıkan pek çok türü vardır; bozulduğu için giderek içine kapanır. Psiki­
ama yapılan araştırm alar, incelenen her top­ yatrlar bu durum u “gerçekle bağlantının kop­
lumun oldukça küçük bir yüzdesinde psikoz­ m ası” olarak tanımlamışlardır.
lara rastlandığını ortaya koymuştur. Duygulanım bozuklukları genellikle daha
Psikiyatrlara göre üç ayrı tipte psikoz var­ ileri yaşlarda başlar. Bu tip hastalıklarda kişi
dır. Birinci gruptakiler, tıpkı vücudu etkile­ ya derin bir ruhsal çöküntü içindedir ya da
yen hastalıklar gibi fiziksel nedenlerden ileri kendisini çok değersiz hissettiği, hatta intiharı
gelir. Beyindeki organik bir bozukluktan kay­ düşündüğü çökkünlük (depresyon) durum u
naklandığını belirtm ek üzere “organik psikoz­ ile kendisini her şeyden önemli gördüğü
lar” adı altında toplanan bu hastalıkların taşkınlık (mani) durum u arasında gidip gelir.
iyileşme şansı, psikiyatrın, hastalığın tem elin­ Bu yüzden psikiyatride bu hastalığın adı
de yatan fiziksel bozukluğu saptayıp tedavi m anik-depresif ya da m anyakodepresif psi­
edebilme yeteneğine bağlıdır. kozdur (taşkınlık-çökkünlük psikozu).
Ö bür iki gruptaki psikozların ise böylesine Duygulanım bozukluğu olan hastalar teda­
somut ya da henüz saptanabilmiş bir nedeni viyle normal kişiliklerine yeniden kavuşabilir­
yoktur. Psikiyatrlar bu iki grubu ayırt edebil­ ler. Oysa düşünce bozukluğu olan hastaların,
mek için hastalık belirtilerinin özelliklerini özellikle şizofrenlerin çoğu tedaviden sonra
göz önüne alır ve temel zihinsel süreçlerden bile hastalığın bazı izlerini taşırlar ve tümüyle
hangisinin, düşüncelerin mi yoksa duyguların eski kişiliklerine dönm eleri pek olağan de­
mı daha çok etkilendiğini saptam aya çalışır­ ğildir.
lar. Düşünce bozukluklarıyla ortaya çıkan G ünüm üzde, düşünce ve duygu bozukluk­
psikozların en uç örneği şizofrenidir. Duygu larının en yıkıcı belirtilerini denetim altına
bozukluklarının daha ağır bastığı psikozlara almaya yardımcı olabilecek çeşitli ilaçlar var­
ise duygulanım bozuklukları denir. dır. Ne var ki, hiçbir ilaç bu hastalıklara köklü
Bazen bu iki gruptaki psikozlardan hangisi­ bir çare olacak kadar etkili değildir ve ruh
nin söz konusu olduğunu saptam ak oldukça sağlığının en ciddi sorunu olan psikozların
güçtür; çünkü hastalık çoğu zaman hem duy­ gerçek nedenlerini belirleyip tedavi olanakla­
guları, hem düşünceleri aynı yoğunlukta etki­ rını bulabilm ek için araştırm aların sürdürül­
ler. Psikiyatrlar, sağlıklı bir tanı koyabilmek mesi gereklidir.
için, bu iki psikoz grubundaki hastalık belirti­ Psikiyatrlar, bunların dışında kalan ve daha
lerinin nasıl ve hangi koşullar altında başladı­ hafif belirtiler gösteren pek çok ruhsal bozuk­
ğını büyük bir titizlikle araştırdılar. Sonunda luk tanımlamışlardır. Kuşkusuz düşünce ve
düşünce bozukluklarının, özellikle şizofreni­ duygu süreçlerinin işleyişini bozan, ama psi­
nin hem en her zaman ergenlik çağının bitimi­ kozlar kadar ağır ve yıkıcı olmayan bu hasta­
ne doğru ya da yetişkinlik dönem inin ilk lıklar n evroz adı altında toplanır. Nevrozların
yıllarında ortaya çıktığını saptadılar. H astalı­ en belirgin özelliği, kişinin kendi düşünce ve
ğın başlangıcında kişi, çoğu zaman saplantıya duygularında bir bozukluk olduğunu fark
dönüşerek kendisini rahatsız eden kuruntula­ edip hastalığının bilincine varabilmesidir.
ra (yanlış ya da temelsiz düşüncelere) kapılır. (Oysa psikozlu hastalar bütün gerçekler gibi
154 PSİKOLOJİ

kendilerindeki değişiklikleri de yadsır ve has­ mel amacı, zihnin derinliklerini ve bilinçaltını


ta olduklarını kabul etm ezler.) Nevrozlu has­ elden geldiğince anlam aya çalışmak, özellikle
taların tedavisinde, kişinin kendisini rahatsız çocukluk çağında bu iç çatışmaların ve gergin­
eden sorunları anlayıp bunların üstesinden liklerin nasıl geliştiğini belirleyebilmektedir.
gelmesine yardımcı olan psikoterapi yoluyla Toplum sal psikiyatri okulu ise, ruhsal bo­
genellikle çok olumlu sonuçlar alınabilm ekte­ zuklukların çözümlenmesinde kişinin yaşam
dir. Psikoterapinin pek çok yöntemi vardır; deneyimlerini ya da beyinsel işlevlerini değil,
ama hepsinin ortak yanı psikiyatrla konuşa­ yaşadığı toplum sal koşulları, yani yetiştiği
rak sorunun temeline inmeye, ruhsal çatışma­ çevreyi, toplumsal sınıfı ve çevresinden gelen
nın nasıl ve neden kaynaklandığını saptayarak baskı ya da zorlamaları araştırm ak gerektiği­
belirtileriyle nasıl başa çıkılabileceğini araştır­ ne inanır. Bu psikiyatri araştırm alarının hede­
maya dayanır. fi hastanın kendisi değil toplumsal çevresidir.
Psikiyatrlar henüz bütün ruh hastalıklarının Ruhsal bozukluklar, yukarıda tanımlanan
nedenlerini tam olarak belirleyemedikleri bu dört grup öğenin bileşkesi olabilir; başka
için, uygulanacak en iyi tedavi yöntemleri bir deyişle, beyindeki organik bir bozukluk,
konusunda da tam bir uzlaşmaya varabilmiş öğrenilmiş davranışlar, iç çatışmalar ve top­
değillerdir. Bu nedenle günüm üzde, ruh has­ lumsal baskılar belki de hastalığın gelişmesin­
talıklarının kökenine ve tedavisine değişik den aynı derecede sorum ludur. Ruhsal bo­
açılardan yaklaşan dört temel psikiyatri okulu zuklukların nedenleri ve etkili tedavi yöntem ­
vardır. B iyolojik p sik iyatri , ruhsal bozukluk­ leri konusunda bilim adamlarının henüz uz­
lardan çoğunun beyindeki işleyiş bozuklukla­ laşmaya varamamış olmaları, psikiyatrinin bu
rından kaynaklandığını savunur. Dolayısıyla hastalara yardımcı olm akta çaresiz kaldığı
bu görüşü benimseyen psikiyatrların araştır­ anlam ına gelmez. Çağımızda hiçbir ruh hasta­
m aları beynin yapısını ve işleyişini daha iyi sının durumu umutsuz değildir ve çeşitli
anlamaya yöneliktir. psikoterapi yöntemleriyle günden güne daha
Davranışçı p sik iya tri , insan davranışların­ um ut verici sonuçlar alınabilmektedir.
dan çoğunun sonradan öğrenildiğini vurgula­ A yrıca bak. R u h HASTALIKLARI.
yarak, ruhsal bozuklukların da büyük ölçüde
öğrenilmiş davranışlar olduğunu öne sürer. PSİKOLOJİ, insanların duygu, düşünce ve
Bu okula bağlı psikiyatrlar her şeyden önce davranışlarını, zekâ ve yetenek bakımından
hastalığın dışavurumu olan belirtilere önem aralarında ne gibi farklar olduğunu inceleyen
verir, bir belirtinin altında gizli nedenler bilim dalıdır {bak. ZEKÂ). Psikolojinin konu­
aram azlar. Araştırm alarının odak noktası, bu sunu oluşturan olaylar insanın çevresiyle olan
olağandışı davranışın nasıl öğrenildiğini ve ilişkilerinden kaynaklanır. Bu nedenle psiko­
psikoterapi yoluyla nasıl değiştirileceğini sap­ loji insan ile çevresi arasındaki ilişkileri,
tam aktır. insanın çevreye uyum sürecini ve ne gibi
P sikodinam ik psikiyatri'yo, göre, ruhsal bo­ durum larda bu çevreye uyum sağlayamadığını
zuklukların çoğu zihindeki bilinçdışı süreçle­ da araştırır. İnsan zihninin nasıl çalıştığı çok
rin sonucudur. İstekler, korkular ve gereksi­ eski zam anlardan beri m erak konusu olmuş­
nimler, kişinin düşünceleri, duyguları ve dav­ tur {bak. ZİHİNSEL S ü r e ç l e r ) . Ne var ki, bu
ranışları üzerinde ters ya da olumsuz etki yoldaki araştırm alar ancak 19. yüzyılın sonun­
yaratan ruhsal çatışmalara yol açabilir. Kişi­ da, doğa bilimlerinin ve nesnel araştırm a
nin bilinci dışında gelişen bu çatışmalar, yöntem lerinin gelişmesinden sonra bilimsel
bilinçaltının derinlemesine araştırılmasıyla or­ bir nitelik kazanmıştır. Psikoloji bir bilim
taya çıkarılabilir. Bunun yolu da kişiyi özgür­ olarak ortaya çıkm adan önce insan davranış­
ce konuşma akışı içinde bütün düşlerini, ları felsefenin bir konusu olarak ele alınıyor
yarattığı fantezileri, hatta aklına gelen her ve akıl yürüterek açıklanmaya çalışılıyordu.
şeyi anlatm aya yüreklendirm ektir. Buna psi­ Çok karmaşık olan insan davranışlarını, duy­
kiyatride “özgür çağrışım” yöntemi denir. gu (bak. DUYGU) ve düşüncelerini incelemek
Psikodinamik psikiyatri araştırm alarının te­ için öteki bilimlerden de yararlanılır.
PSİKOLOJİ 155

H er biri ayrı m addelerde anlatılan A N A ­ nekleri kişiliğini etkiler. İnsanın tek tek baş­
TO M İ, FİZ Y O L O Jİ, KİM YA, SO SYO LOJİ kalarıyla ve toplumsal çevresiyle olan ilişkisi
ve A N T R O PO L O Jİ bunların başlıcaları- psikolojinin ilgi alanına girer.
dır. Varılan çeşitli sonuçlar ve ilişkiler ise m a­
tem atik formülleriyle ve istatistiklerle açık­ İnsanın Psikolojik Gelişimi
lanır. Yetişkinliğe kadar çocuklarda gözlenen geliş­
m eler 20. yüzyılın başında psikologların başlı­
Toplum ve İnsan ca ilgi konusu oldu. İsviçreli bilim adamı Jean
İnsanlar toplum içinde yaşar ve yaşadığı Piaget, Fransa’da A lfred Binet Enstitüsü’nde
sürece toplum dan etkilenir. Topluma uyum okul çocuklarına uyguladığı testlerden, çocu­
sağlama ya da toplum sallaşma nerdeyse doğar ğun yetişkinliğe kadar bir dizi zihinsel gelişim
doğmaz başlar. D oğada şempanzeler gibi evresinden geçtiği sonucuna vardı. Örneğin,
toplu olarak yaşayan hayvanlar da vardır beş yaşındaki bir çocuğun önünde, sosis gibi
(bak. İ nsanin KÖKENİ). Am a insan toplulukla­ bir ham ur parçası yoğrularak, solucan gibi
rı, dil öğrenm e ve konuşabilme, karmaşık incecik yapılıp hangisinin daha ağır olduğu
problem leri çözebilme gibi yetenekleriyle sorulduğunda, solucan gibi uzun olanın ağır
hayvanlardan ayrılır. Dil bir topluluk içinde olduğu yanıtı alınıyordu. Oysa sekiz yaşındaki
yaşanarak öğrenilir. M atem atikten müziğe, bir çocuk her ikisinin de aynı ağırlıkta olduğu­
bir dizi bilim ve sanat dalı dil bilmeden nu kavram akta güçlük çekmiyordu.
öğrenilemez. Dilin bir özelliği de kuşaktan 1926’dan yaşamının sona erdiği 1980’e ka­
kuşağa bilgi aktarım ını sağlamasıdır. dar Cenevre Üniversitesi’nde çocuk psikoloji­
Doğduğu zaman kendi varlığının farkında si profesörü olarak çalışan Piaget’nin gelişim
olmayan insan yavrusu ilk önce açlık, susuz­ evreleri kuram ı çocuk eğitim ve öğreniminde
luk gibi temel gereksinmelerinin karşılanması büyük değişikliklere yol açtı. Belli kavram la­
için tepki gösterir. Çok geçmeden ona yakın rın yerleşebilmesi için çocuğun zihinsel geliş­
ilgi gösteren ana babasını ve öteki bireyleri mesinde belli aşam aların tamamlanmış olması
tanır. İlgi alanı genişler, çevresiyle bağlar gerekiyordu. Bu nedenle, öğretm enin bilgi
kurar. Küçükken aile çevresinin, daha sonra aktararak zihne yüklem ekten çok, çocuğa
öğretm enlerinin ve arkadaşlarının davranışla­ dünyayı keşfetmenin yollarını göstermesi
rı, içinde doğduğu toplum un görenek ve gele­ önem kazanıyordu.

Hayvanlardan farklı
olarak, insanlar
konuşarak birbirleriyle
ilişki kurdukları için, insan
davranışlarının nedenleri
çok daha karmaşıktır.
156 PSİKOLOJİ

Psikolojide Araştırma Yöntemleri le olan ilişkileri, içinde bulundukları koşullar


Zihinsel olayların ve insan davranışlarının incelenir. Ne var ki, bu gözle görülebilir
doğa bilimleri gibi kesinlik göstermeyişi onla­ yöntem yeterli değildir. Çünkü insan davra­
rın incelenmesini güçleştirmektedir. Psikolo­ nışlarının kökeninde zihinsel ve duygusal
jide de öteki bilim dallarında olduğu gibi, olaylardan kaynaklanan sevinç, üzüntü, öfke,
g ö zlem 'in önemi büyüktür. kıskançlık gibi iç yaşantılar vardır. İnsan bu
Bir araştırmacı olayları doğal koşullar altın­ gibi öznel duyguların nedenini kendi kendine
da inceleyerek gözlemde bulunabildiği gibi, bile kolay kolay açıklayamaz. Yüzyılın başın­
koşulları istediği bir düzene koyarak da ince­ da AvusturyalI ünlü psikolog Sigmund F reud’
leme yapabilir. Buna deney denir. Olaylar tek un bulduğu psikanaliz yöntemi psikolojide
boyutlu olmayıp çeşitli etkiler altında gelişti­ bir devrim yaratmış, çocukluktan beri isten­
ğinden, araştırıcı her seferinde, incelediği m eyen, bastırılmış ve yasaklanmış yaşantıla­
olayı etkileyen koşullardan birini biraz değiş­ rın gün ışığına çıkmasına yardımcı olmuştur
tirerek gözlemde bulunur. Bu değiştirilen (bak. F r e u d , S ig m u n d ).
koşul ya da etm ene bağım sız değişken denir. İnsan araştırm alarında bundan başka gö­
Genellikle birbiriyle eşleştirilmiş iki grubun rüşm eler, anketler, psikolojik testler, labora-
kullanıldığı psikolojik deneylerde gruplardan tuvar deneyleri ve istatistiksel bilgiler de
biri denem e grubu , öbürü ise kontrol grubu ’ kullanılır.
dur. Kontrol grubu doğal koşulları altında
incelenirken, deneme grubunun koşulları her Hayvanlar Üzerinde Araştırmalar
seferinde birer birer değiştirilerek sonuçlar İnsanlarla yapılan deneylerde yasal sınırlama­
izlenir. lar olduğu için bu deneylerden önemli bir
Gözlem yoluyla insanların evde, okulda, bölümü hayvanlar üzerinde yapılmaktadır.
sokakta, işyerindeki alışkanlıkları, birbirleriy- A ralarında pek çok fark olmasına karşın

Barnaby's

Psikologlar insan
davranışlarını daha iyi
açıklayabilmek için
özellikle maym unların
ilişkilerini de incelerler.
PTOLEMAİOS 157

insanlar ile hayvanlar arasında benzerlik de lar, onların düşüncelerini etkileyici ve m oral­
vardır. O nlar da bizim gibi görür, işitir, uyur, lerini yükseltici taktikler uygularlar.
yer ve içer. Çevrelerinin bilincinde olup,
korku nedir bilirler. Hayvanlar ile insanlar PSYKHE bak. E r o s î l e P sy k h e.
arasında bu gibi benzerliklerden dolayı psi­
kologlar anımsama ve görme gibi zihinsel PTOLEMAİOS bak. B a tla m y u s
işleyişleri çözmek için hayvanların beyinleri
üzerinde incelem eler yaparlar. Am a günü­ PTOLEMAİOS II (İÖ 308-246). Philadelphos
müzde hayvanların bu gibi deneylerde kulla­ adını da taşıyan II. Ptolem aios, İÖ 285’te
nılması büyük tepkilere yol açm akta, hayvan­ Mısır kralı oldu. Büyük İskender’in generalle­
ların yaşamının laboratuvarlarda son bulması­ rinden, ünlü bir kom utan olan I. Ptolem aios’
na şiddetle karşı çıkılmaktadır. un oğluydu. Suriye, A nadolu ve Ege’deki
topraklarını genişleten Ptolem aios, Rom a ve
Psikolojinin Kullanıldığı Alanlar H indistan’a elçiler göndererek M ısır’ın gücü­
Psikoloji insanı daha yakından tanım aya yar­ nü sağlamlaştırdı. İÖ 267-261’de Ege’de, he­
dımcı olduğu için günümüzde eğitim, tıp, men bir yıl sonra da Suriye’de çıkan savaşlar­
çalışma yaşamı, üretim gibi alanlarda bu da ise başarılı olamadı. Ne var ki, diplomatik
bilimden büyük ölçüde yararlanılm aktadır. yollardan M ısır’ın üstünlüğünü korudu. Pto­
Bugüne kadar psikolojinin en etkili ve lemaios, M ısır’a birçok yenilik getirdi. Tarım ­
yararlı olduğu alan eğitimdir. Psikolojik araş­ da ve ekonom ide planlı bir uygulamaya geçil­
tırm alar ve testler çocukların belirli yaşlarda di. Köylünün sağladığı ucuz emekle tarım
nelere ilgi duyduklarını ya da yeteneklerinin ürünlerine dayalı ticaret gelişti. Başkent İs­
neler olduğunu ortaya çıkarır. Eğitimciler ve kenderiye büyük bir liman ve ticaret merkezi
ana babalar bu gibi bilgi ve tekniklerden durum una geldi.
yararlanarak çocukların gelişmelerine katkıda Bilim ve sanatı destekleyen II. Ptolem aios,
bulunabilir. Gençlerin başarılı olacakları m es­ babasının bilim ve araştırm a m erkezi olarak
leklere yöneltilm elerinde de uzm anlar psiko­ İskenderiye’de kurmuş olduğu kütüphane ile
lojik testler uygulayabilir.
Psycho (ruh) ve logia (bilim) sözcüklerin­
den oluşan psikolojinin tıptaki önemi giderek
artm aktadır. Zihinsel ve bedensel özürlülerin
genellikle psikolojik tedaviye gereksinimi
olur. Bunu klinik psikologlar üstlenir. Mide
bulantısı, baş ya da karın ağrısı gibi belirtiler
gösteren pek çok hastanın asıl derdinin kaygı,
heyecan, sıkıntı gibi psikolojik nedenlerden
kaynaklandığı görülm ektedir. Hekim ler ve
sağlık görevlileri için psikoloji bilgisi aynı
zam anda hastanın içinde bulunduğu durumu
anlamaya ve ona bu bakım dan yardımcı
olmaya yarar. B ütün bu işlerle uğraşan, belli
alanlarda uzmanlaşmış psikologlar vardır.
Eğitim ve tıptan başka iş yaşamında ve üretim
alanında da insan gücünü en verimli biçimde
kullanmak için psikolojiden yararlanılır. R ek­
lamcılık psikolojinin kullanıldığı bir başka
alandır.
Propagandada da psikolojinin büyük rolü
II. Ptolemaios başarılı b ir yöneticiydi. Onun
vardır (bak. P r o pa g a n d a ). Siyasetçiler psiko­ hüküm darlığında Mısır bir ticaret merkezi olarak
lojik araştırm alarla seçmenlerin nabzını yok­ gelişti.
158 PUCCINI

müzeyi genişletti. A ralarında Kallimakhos ile


T heokritos’un da bulunduğu şairlere sarayın
kapılarını açtı. İskenderiye’de bir hayvanat
bahçesj kurdu. Onun buyruğuyla Kızıldeniz’
den Nil’e kadar bir kanal açıldı. İÖ yaklaşık
280’de Pharos A dası’nda, İskenderiye limanı­
na giren gemilere yol gösteren İskenderiye
Feneri yapıldı. Bu fener Dünyanın Yedi Hari-
kası’ndan biri sayılır.

PUCCINI, Giacomo (1858-1924). İtalyan


besteci Giacomo Puccini, operalarının dram a­
tik yapısı, melodilerinin zenginliği ve güçlü
tekniğiyle operada Gerçekçilik A kım ı’nın ön­
de gelen temsilcilerindendir. La B ohem e ,
Tosça ve M adam Butterfly adlı operaları, tüm
dünyada ilgiyle karşılanmış ve birçok kez
sahnelenmiştir.
Puccini, İtalya’nın Lucca kentinde, değerli
müzikçiler yetiştirmiş bir ailenin çocuğu ola­
rak doğdu. Aile geleneğine uygun olarak
başlangıçta orgcu olmak niyetindeydi. Ne var
ki, V erdi’nin A id a operasını izlediği gün
yaşamında bir dönüm noktası oldu. Onu
dinledikten sonra opera bestecisi olmaya ka­
rar verdi. Milano K onservatuvarı’nda müzik İtalyan besteci Giacomo Puccini.

Hulton Picture Library öğrenimini başarıyla tamamladı ve çok geç­


m eden ilk operası Le V ilif yi yazdı. Bu yapıtı,
1884’te M ilano’da sahnelendiğinde büyük bir
başarı kazandı. Bu olay, dönemin ünlü müzik
yayıncısı Giulio Ricordi’nin ilgisini çekmesini
ve aralarında uzun yıllar sürecek bir dostlu­
ğun oluşmasını sağladı. 1889’da M ilano’da La
Scala’da sahnelenen ikinci operası E dgar ,
librettosu (şarkı m etni) zayıf olduğu için
başarısızlığa uğradı. 1893’te Ricordi sanatçıyı
W agner’in Nürnbergli Usta Şarkıcılar operası­
nı izlemesi için A lm anya’nın Bayreuth kenti­
ne gönderdi. W agner’in müziğinden etkilenen
Puccini, gelecekte konularını seçerken daha
özenli olmaya karar verdi. Aynı yıl, olgunluk
döneminin ilk operası olan M anon L escaufyu
yazdı ve bu yapıtıyla büyük başan kazandı.
Puccini’nin operaları içinde en ünlüsü La
Bohem e' dir. Sanatçı ilk kez 1896’da sahnele­
nen bu yapıtını, H enri M urger’in Paris’teki
sanatçıların ve öğrencilerin yaşamını anlatan
Puccini'nin önem li operalarından biri olan Madam
B utterfly 1904'te ilk kez sahnelendiğinde rom anından esinlenerek yazmıştı. 1900’de
başarısızlığa uğradıysa da, sonradan değeri anlaşıldı. Tosça"yı, 1904’te bir Japon kızıyla A B D ’li bir
PUL VE PULCULUK 159

deniz subayı arasındaki mutsuz ilişkiyi konu


alan M adam Butterflyh yazdı. A ltın B atı’nin
K ızı operası ilk kez 1910’da, A rturo Toscani-
ni’nin yönetim inde, New York M etropolitan
O perası’nda sahnelendi. Çağdaş opera beste­
cilerinden Claude Debussy, Richard Strauss,
A rnold Schönberg ve İgor Stravinski’nin ya­
pıtlarına ilgi duyan Puccini, o dönem de her
biri değişik üslupta tek perdelik operalar
besteledi. Bu yapıtlardan Pelerin gerçekçi,
Rahibe Angelica duygusal, Gianni Schicchi ise
güldürücü oyunlardı. Son yapıtı T u ran dof yu
tam am layam adan gırtlak kanserinden öldü.
Bu yapıtı sonradan besteci ve orkestra yönet­
meni Franco Alfano tam amladı.

PULITZER, Joseph (1847-1911). A B D ’li


yayımcı ve gazeteci Joseph Pulitzer’in gazete­
cilik tarihinde önemli bir yeri vardır. M acaris­
tan ’da M akö’da doğan ve B udapeşte’de büyü­
yen Joseph Pulitzer’in babası Yahudi bir tahıl
tüccarı, annesi ise Alm an asıllı bir K atolik’ti.
Bir göz hastalığı nedeniyle M acaristan ordu­
suna ve Fransızlar’ın Yabancı Lejyonu’na
kabul edilmeyince büyük bir düş kırıklığına
The New York Historical Society, New York
uğrayan Pulitzer, 1864’te A B D ’ye göç etti ve
ABD'li yayımcı ve gazeteci Joseph Pulitzer.
A m erikan İç Savaşı (1861-65) sırasında Birlik
ordusuna katıldı.
Savaştan sonra M issouri’deki St. Louis’e Pulitzer’in yazıları dürüst içeriklerinden ötürü
gitti. O radaki Alm an göçmenler arasında kısa okurların güvenini kazandı.
sürede tanınarak 1869’da Missouri eyalet Pulitzer’in vasiyeti uyarınca 1917’den bu
meclisine seçildi. D aha sonra A lm anca ya­ yana A B D ’de her yıl edebiyat, müzik ve
yımlanan bir günlük gazeteye m uhabir olarak gazetecilik dallarındaki en iyi yapıta “Pulitzer
girdi. St. Louis’te yayımlanan Dispatch ile Ö dülü” verilir. Pulitzer ayrıca A vrupa’da
P ost gazetelerinin denetimini ele geçirerek siyasal, sosyal ve ahlaksal araştırm alar yapan­
Post-Dispatch adı altında birleştirdi. Yazdığı lara verilecek üç burs için gerekli fonu da
başyazılarla gazeteye saygınlık kazandırdı. sağlamıştı.
Pulitzer 1883’te, New Y ork’ta yayımlanan Bundan başka Pulitzer, her yıl en tarafsız
W orld adlı gazeteyi de satın almayı başardı. ve değerli kamu hizmetinde bulunacak bir
Gözü pek bir yönetici olan Pulitzer kısa A BD gazetesine altın madalya verilmesi için
zam anda gazeteyi geliştirdi. de bir fon kurdu. Vasiyeti uyarınca bıraktığı
William Randolph H earst 1895’te New parayla New Y ork’taki Columbia Üniversitesi
Y ork’ta yayımlanan J ou rn al i satın alınca Gazetecilik O kulu kuruldu.
Pulitzer güçlü bir rakiple karşılaştı. W orld' un
fiyatını 2 sentten 1 sente indirerek rekabete PUL VE PULCULUK. Pul koleksiyonculuğu
girdi. 1887’de Evening W orld’ü çıkarmaya ve filateli olarak da bilinen pulculuk, sevilen
başladı. Önce fazla kâr getirmeyen bu gazete, bir uğraştır. Pulculuğa ilgi duyan çocukların
Pulitzer’in başarılı yönetimi sayesinde kısa birçoğu büyüdükten sonra da bu ilgilerini
sürede tutundu. Pulitzer bu sırada görme sürdürür. Çünkü pulculuk yetişkinlerin de
yetisini iyice yitirmişti. İşçilere yakınlık duyan ilgisini çeker.
160 PUL VE PULCULUK

spaaMffA' '
ûa x M a r.

Üstte: İngiltere'de 1840'ta kullanılan ve posta pullarının öncüsü


olan 1 penilik M ulready zarfı. Üstte sağda: Dünyanın ilk yapışkan
posta pulları olan 2 penilik mavi ve 1 penilik siyah İngiliz pulları
(1840). Altta sağda: ABD hüküm etinin 1847'de çıkardığı ilk ABD
pulları olan 10 sentlik siyah ve 5 sentlik kahverengi pullar. Charles Hahn

Pullar, posta hizmetlerinin karşılığını öde­ rich kantonunda 1843’te, A B D ’de 1847’de,
mek amacıyla m ektup zarflarının üzerine Fransa, Belçika ve Bavyera’da 1849’da, O s­
yapıştırılan, bir yüzü zamklı küçük etiketler manlI D evleti’nde 1862’de kullanılmaya baş­
olarak ilk kez İngiltere’de kullanılmaya başlan­ landı. 1861’e kadar 1.000’den fazla değişik pul
dı (bak. P osta HİZMETLERİ). Başka bir ülkede basılmıştı; 5 yıl sonra bu sayı yaklaşık 2.500’e
pul kullanılmadığı için bu pulların üzerine çıktı. Günüm üzde her yıl binlerce çeşit yeni
İngiltere’nin adı yazılmamıştı. Bu uygulama pul basılmaktadır. İlk pul albümü 1862’de
İngiliz pullarında günümüzde de devam e t­ yapılmıştır.
m ektedir. 240 pulluk tabakalar halinde bası­
lan ve makasla kesilerek birbirinden ayrılan Pul Koleksiyonu
bu pullar 1 Mayıs 1840’ta satışa çıkarıldı. Genellikle pul biriktirm eye, pulcularda satı­
M akas kullanmadan pulların kolayca birbi­ lan ve 500 ya da 1.000 kadar değişik pul içeren
rinden ayırılması için pulların kenarlarında bir pul paketi satın alarak başlanır. Bu başlan­
bir dizi delik açmak düşüncesi, İrlandalI gıçtan sonra koleksiyona yeni pullar eklem ek
mühendis H enry A rcher tarafından ortaya zor değildir. Çeşitli yollarla elde edilen m ek­
atıldı ve ilk kez 1854’te İngiliz pullarında tup zarflarındaki pullarla koleksiyon zengin­
uygulandı. Böylece günümüzde yaygın olarak leştirilebilir. Koleksiyoncular ellerinde fazla
kullanılan, kenarları tırtıllı pullar ortaya çıktı. bulunan aynı tür pulları birbiriyle değiştirerek
Sahte pul kullanımına karşı bir önlem olarak koleksiyonlarını çeşitlendirirler. Başlangıçta
başlangıçta pullar filigranlı kâğıda basılırdı bulabildikleri her tür pulu biriktirerek işe baş­
(bak. FİLİGRA N). A m a günümüzde bu uygula­ layan pul koleksiyoncuları, genellikle bir sü­
ma bütün pullarda görülmez. re sonra belirli pul türlerine yönelirler. Be­
Kullanılmış pulların yeniden kullanılmasını lirli bir ülkenin pullarını, belirli bir döne­
önlem ek için, zarflara yapıştırılan pullar pos­ min pullarını ya da belirli bir konudaki pul­
tanede damgalanır. Günüm üzde genellikle ları toplam ak gibi seçimler yaparak uzman­
postalam a tarihini ve yerini gösteren bu posta laşırlar.
damgası, koleksiyoncuların kullanılmış ve Biriktirilen pullar, pul albüm lerinin içine
kullanılmamış pulları birbirinden ayırt etm e­ yerleştirilerek düzenlenir. Pul albümlerine
sini sağlar. sayfa eklenip çıkarılabilir. H er ülke için özel
Posta pulları Brezilya’da ve İsviçre’nin Z ü­ sayfalar ve her pul için özel yerler ayrılmış
PUL VE PULCULUK 161

olan basılı pul albümleri de vardır. Bu tür


albüm ler özellikle pulculuğa yeni başlayanlar
için yararlıdır.
Çeşitli pullarla ilgili bilgi ve resimleri içeren
pul katalogları, koleksiyoncuların ellerindeki
pulları tanım alarına ve alınacak yeni pulları
seçmelerine yardımcı olur. Bu kataloglarda
pulların piyasa değerleri de yazılıdır. Scott’s
Postage Stamp Standard Catalogue (“Scott’un
Posta Pulları Standart K atalogu”) ve Stanley
Gibbons’ın Stanıps o f the W orld'ü (“Dünya
Pulları”) bu tür katalogların örnekleridir.
J. R. Karrach
Yıpranmış bir pul değerini büyük ölçüde
Pul koleksiyoncuları bazı pulları tam olarak
kaybeder. Bu nedenle pulları yıpratmamak tanıyabilm ek için kataloglardan yararlanır.
için elle tutm am ak, pul cımbızı denen küçük
maşalarla tutm ak gerekir.
Pullar, pul albüm lerine bir ucu pula, öbür m artırm ak için bir filateli derneğine katılm a­
ucu albüme yapıştırılan küçük saydam kâğıt­ ları yararlıdır. 19. yüzyılda kurulmuş olan
lardan yararlanılarak yerleştirilir. Özel olarak Londra Kraliyet Filateli Derneği ve A m eri­
yapılan bu kâğıtlar istenince kolaylıkla puldan kan Filateli Derneği bu derneklerin en ünlüle-
ve albümden ayrılabilir. Sayfalarında saydam rindendir. Türkiye’de de birçok filateli derne­
cepler bulunan pul albümleri de vardır; pullar ği vardır. Bunların ilki, 1948’de kurulan
bu ceplere yerleştirilerek korunur. İstanbul Filatelist Kulübü’dür (bugün İstan­
Pullar sınıflandırılmadan önce, yapışık ol­ bul Filatelistler Derneği). Türkiye’de pul
dukları zarflardan ayrılıp saydam zarflarda koleksiyonculuğu cum huriyetten sonra, 1940’
saklanır. Pulu zedelem eden zarftan ayırmak larda yaygınlaşmıştır.
için pulun yapışık olduğu kâğıt ıslatılır. Bazı
pullar sudan zarar görebileceği için bu işlem Ender ve Hatalı Pullar
pulu ıslatm adan yapmaya çalışılır. Bunun için Eski pulların bir bölümünün çok az sayıda
zarfın pula yapışık olan bölümü kesilerek örneği günümüze gelebilmiştir. Bu tür ender
zarftan ayrılır ve bir kaba koyulan suyun bulunan pullar çok değerlidir. Dünyanın en
üzerinde yüzmeye bırakılır. 10 dakika kadar ender bulunan pullarından biri 1856’da İngiliz
sonra pulun altındaki kâğıt, pulun kolayca Guyanası’nda kullanılmış olan bir sentlik
ayrılabileceği kadar ıslanmış olur. Islanan puldur. Siyah m ürekkeple basılmış olan bu
pulları ısıtarak kurutm aktan kaçınmak gere­ pulun günümüze yalnız bir örneği kalmıştır.
kir, yoksa pul kıvrılır. Kıvrılmış bir pulu 1873’te bir çocuğun bulup bir pulcuya birkaç
düzeltmek için, içinde ıslatılmış kâğıt bulunan sente sattığı bu pul, 1970’te bir açık artırm ada
kapalı bir kutuda bir süre bekletm ek gerekir. 280 bin A B D D oları’na satılmıştır.
Bunu yaparken pulun yeniden ıslanmamasına Hatalı pullar, pulun basımı sırasında yapı­
dikkat edilir. lan yanlışlık sonucu öbür pullardan farklı olan
Bir pulun kenarlarındaki tırtılların yapısı o ve çok az sayıda bulunan pullardır. Bu tür
pulun özelliği ve değeri yönünden önem taşır. hatalı pullar da, az oldukları ölçüde değerli­
Bazı pullar birbirine benzer, am a kenarları dir. Örneğin 1918’de A B D ’de çıkarılan ilk
farklıdır. Bunları birbirinden ayırt etm ek ve uçak postası pullarının bir tabakasındaki pul­
genel olarak bir pulun kenar tırtıllarının larda uçak resmi ters basılmıştır. H er biri 24
yapısını belirlem ek için, üzerine belirli tırtıl sentlik olan bu pullar, üzerlerinde yazan
türleri işaretlenmiş olan özel kartlar kullanı­ değerden çok daha değerlidir.
lır. Pulları yakından incelemek için bazen
büyüteç de gerekebilir. Pulların Yapımı
Pul koleksiyoncularının bilgi ve olanakları- Bir posta pulu basılacağı zaman yapılacak ilk
162 PUL VE PULCULUK

C um huriyet dönemi
çullarından örnekler.
Üstte: 1922, TBMM
serisi (solda); 1930,
Ankara Kalesi (ortada);
1943, Ankara-Baraj
(sağda). Altta: 1952
(solda); 1963, Gazi
Eğitim Enstitüsü
(ortada); "Ankara 70"
Posta Pulları Türkiye III.
M illi Sergisi (sağda).

Anadolu Yayıncılık Arşivi; fotoğraf,


Ana Yayıncılık Arşivi

iş pulun üzerinde yer alacak resimlerin tasar­ g ü n ü m ü z d e d e e n g ü z e l p u lla r ın b a s ım ın d a


lanmasıdır. Pul basılacak kâğıt, odunun yanı k u lla n ılır (bak. O y m a b a sk i).
sıra paçavra ve alfa bitkisi katılmış kâğıt ha­ Bu yöntem de, basılacak resim önce pulun
m urundan yapılır. Çok güçlü lifleri olan bu gerçek büyüklüğünde, suluboyayla yapılmış
kâğıt dayanıklı ve esnektir. Pul basılacak filig­ bir taslak olarak hazırlanır. Sonra bu taslak,
ranlı kâğıt tabakalarının bir yüzüne suda eri­ kalıp adı verilen parlak, yumuşak bir çelik
tilmiş arapzamkı sürülür. Özel m akinelerdeki levhanın üzerine oyulur. Bunun için kalıpçı,
m erdanelerde zamklanan kâğıtlar ısıtılarak önce taslaktaki ana çizgileri saydam bir kâğı­
kurutulur ve kıvrılmaması için başka m erda­ dın üzerine aktarır; sonra bunu kalıbın üzeri­
nelerden geçirilir. Zam klam a işlemi pulun ba­ ne koyup düz uçlu bir aletle bastırarak çizgile­
sımından önce yapılabileceği gibi sonra da ya­ ri kalıba geçirir. D aha sonra taslağın büyütül­
pılabilir. Pul sıralarını birbirinden ayıran de­ müş bir kopyasına bakarak bütün ayrıntıları
liklerin açılması da pulun basımından önce ya oyma kalemi adı verilen keskin bir aletle kalı­
da sonra yapılabilir. Bunun için kâğıt tabaka­ ba oyar. Gerekli yerlerde çizgileri derinleştir­
sı, içinde sık aralıklarla yerleştirilmiş çelik iğ­ mek için asit de kullanılır.
neler bulunan özel bir m akineden geçirilir. Kalıp tam am lanınca bir prova baskısı yapı­
H er geçişte çelik iğneler bir sıra pulun kenar­ larak istenen sonucun alınıp alınmadığına ba­
larında delikler açar. kılır. Bunun için kalıba yoğun bir m ürekkep
Filigransız kâğıda basılan ve basit tasarım ­ sürülür, sonra bu m ürekkep silinerek temizle­
ları olan pullar kolaylıkla kopya edilebilir. Bu nir; yalnızca oyuk çizgilerin içinde m ürekkep
nedenle, sahte pulların yapılmasını önlemek kalır. Bu kalıbın üzerine bir tabaka kâğıt bas­
için çeşitli önlem ler alınır. Filigranlı kâğıt kul­ tırılınca m ürekkepli çizgiler kâğıda çıkar. D e­
lanm anın yanı sıra, karmaşık tasarım lar, özel rin çizgilerin içinde daha çok m ürekkep oldu­
renk ve m ürekkepler, özel baskı yöntemleri ğu için, çizginin derinliğine göre kâğıdın üze­
kullanılır. rindeki çizgiler farklı tonlarda olur.
Eğer baskı için bu kalıp kullanılırsa, pulları
Pulların Basımı tek tek basm ak gerekir ve kalıp kısa bir süre
İngiltere’de 1840’ta basılan ilk pulların bası­ sonra eskir. Bunun için bu kalıptan yararlana­
mında kullanılan bir tür oymabaskı yöntemi rak pulların tabaka halinde basılabileceği yeni
PUSULA 163

bir kalıp yapılır. A B D ’li Jacob Perkins’in azalmıştır. Postu desensiz ve sarımsı kahve­
(1766-1849) geliştirdiği bu yöntem de kalıp ön­ rengi, alt bölümlerindeki tüyler daha soluk
ce bir ocakta ısıtılarak sertleştirilir, sonra bir renklidir. îri bir erkeğin uzunluğu, üçte biri
kalıp aktarm a makinesine yerleştirilir. Bu kuyruk olmak üzere yaklaşık 3 m etreye ulaşa­
m akinede yumuşak çelikten yapılmış bir ak­ bilir.
tarm a silindiri büyük bir basınç altında kalıbın Pumanın (Felis concolor) sesi evcil kedinin-
üzerinde döner ve kalıptaki oyma çizgiler çe­ kine benzem ekle birlikte daha güçlüdür. Ü re­
lik silindirin üzerindeki kabartm a çizgileri me mevsiminde acı çığlıklar atar. Çeşitli hay­
oluşturur. D aha sonra bu çelik silindir de sert­ vanları yiyerek beslenir. Kuzey A m erika’
leştirilir. da geyikleri avlar ve bazen çiftlik hayvanları­
Baskı kalıbı, parlatılmış çelik ya da bakır­ na saldırır. Pum alar günüm üzde iyice azaldı­
dan büyük, düz bir levhadır. Bu metal levha ğından yalnız ıssız bölgelerde yaşam aktadır.
kalıp aktarm a makinesinin içine yerleştirilir Dişi pum a bir batında 1-5 yavru doğurur.
ve aktarm a silindirinin her dönüşüyle başlan­ Yavrular iri koyu beneklerle bezelidir. Kedi
gıçtaki kalıbın bir kopyası baskı kalıbı üzerine yavruları gibi oynamayı çok seven bu yavrular
çıkar. Böylece başlangıçtaki kalıbın birçok kolayca eğitilebilmekle birlikte giderek uysal­
kopyası baskı kalıbı üzerinde yan yana oluşur. lıklarını yitirirler. Am a erişkin pum alar ender
D aha sonra elektroliz yöntemiyle yüzeyi olarak insanlara saldırırlar.
kromla kaplanıp sertleştirilen kalıp baskı için
hazır olur. Baskı m akinesine yerleştirilen bu PUSULA, karada, denizde ya da havada yol
kalıpla pullar tabakalar halinde basılır. alırken kuzey-güney doğrultusunu bulmak
Elde edilmek istenen sonuca göre, pul bası­ için kullanılan bir aygıttır. Bulunulan yeri
mında ofset baskı, tipo baskı ve tifdruk baskı belirlemek için herhangi bir kara işaretinin
yöntem lerinin çeşitli biçimleri de kullanılır. bulunmadığı, G üneş’in ve yıldızların görün­
A yrıca bak. BASIM. mediği durum larda pusulanın yaşamsal bir
önemi vardır.
PUMA, jaguarla birlikte kedigillerin (Felidae Pusula, en basit biçimiyle, ince bir milin
familyası) A m erika’da yaşayan iki iri üyesin­ ucuna serbestçe dönebilecek biçimde oturtul­
den biridir. K anada’dan A rjantin’in güneyine muş m agnetik (yani mıknatıs özelliği taşıyan)
kadar yayılmış olan bu tür dağlarda, çöllerde bir iğneden oluşur. Bu iğne her zaman kuzey-
ve orm anlarda yaşar. Birçok yörede avlanma güney doğrultusuna yönelir, yani bir ucu hep
nedeniyle yok olmuş, A B D ’de sayıları çok kuzeyi, öbür ucu hep güneyi gösterir.
M agnetik çubuk ya da iğnelerin pusula
ZEFA olarak ilk kez ne zaman kullanıldığı pek belli
değildir. Çok eskilerde, doğal bir mıknatıs
olan m ıknatıstaşından (magnetit adıyla bili­
nen demir oksit minerali) yararlanılmıştır.
Bunun için bir mıknatıstaşı parçası iple bir
yere asılır ya da bir m antar ya da tahta
parçasının üzerinde suda yüzdürülürdü; bu
durum da taş kendiliğinden K utup Yıldızı’na
doğru yönelirdi. Pusulayı Avrupa'ya Araplar’
ın getirdiği sanılmaktadır; Kristof Kolomb'
un 1492-1502 arasında yaptığı seyahatlerden
yaklaşık 200 yıl önce pusulanın kullanılm akta
olduğu bilinm ektedir. A vrupa’da pusuladan
söz edilen, günümüze kalmış en eski yapıt,
İngiliz eğitimci ve bilgin Alexander Neckam1
Yaşadığı bölgeyi gözetleyen bir puma. Bu güçlü
m em eliler eskiden tüm Amerika kıtasında çok m 1187’de yayımladığı, aletler üzerine bir
yaygındı. kitaptır. Eskiden bir dem ir çubuğu m ıknatıs­
164 PUSULA
PUSULA O K U M A NOKTASI ^ ------ . ____ _
MIKNATISTAŞI

Ur H
~6/°50 \

HARİTA ÜZERİNDE
COĞRAFİ VE
MAGNETİK KUTUP
DOĞRULTULARINI
GÖSTEREN
İŞARETLEMELER
AYAR DÜĞMELERİ

Pusulanın yolcular için yaşamsal bir önem i vardır. Üstte, eski zamanlardan günüm üze kadar kullanılagelen
çeşitli pusula tipleri görülm ektedir.

lamak için buna doğal mıknatıstaşı sürtülür- denir; bu açının değeri Dünya üzerinde bulu­
dü. (Siz de bir iğneyi bu taşa ya da başka bir nulan yere göre değişir. Ayrıca magnetik
mıknatısa birkaç kez, ama hep aynı yönde sapma miktarı zamanla da değişir. Bu açıyı
sürterek mıknatıslayabilirsiniz. Bu iğne bir bilmek isteyen seyir görevlileri bunu basılı
m antara saplanıp suda yüzdürülürse kuzey- seyir haritaları ve çizelgelerden bulabilirler.
güney doğrultusuna yönelir.) Bu tür seyir haritalarını ilk kez 1701’de
Pusula iğnesinin her zaman kuzeyi göster­ Edm ond Halley hazırlamıştır.
mesi, m ıknatısların birbirlerini çekme özelli­ K arada olağan koşullarda seyahat ederken
ğinden kaynaklanır. D ünya, merkezinde dev yön bulmak için genellikle el pusulaları kulla­
bir mıknatıs varmış gibi davranır ve pusula nılır. Bu pusulalarda sabit bir kadran bulu­
iğnesi olarak kullanılan küçük mıknatısları nur; kadranın ortasından yukarı doğru ince
çeker (bak. M a g n e t İz m a ). Ne var ki, m ıknatı­ bir pim çıkar. Pimin sivri ucuna “m ihver”
sın gösterdiği kuzey-güney doğrultusu, Dün- denir. M ihvere, kadranın üzerinde serbestçe
ya’nın gerçek coğrafi kutuplarından, yani dönebilen magnetik bir iğne oturtulm uştur.
Kuzey ve Güney Kutup noktalarından geçen K adran, saydam bir plastik levhadır ve dere-
çizgiyle üst üste çakışmaz. D ünya’nın m agne­ celendirilmiştir; üzerine ayrıca ölçek çevirme
tik çekim etkisi altındaki pusula iğnesi bu katsayıları gibi, harita okum aya yardımcı
nedenle “gerçek” , yani coğrafi kuzeyi değil, olacak bazı bilgiler de kazınmıştır. Bu tür bir
magnetik kuzeyi gösterir; benzer etki, Güney pusulayla yeterince doğru okum alar yapabil­
Kutbu için de geçerlidir (bak. MAGNETİK m ek için, pusulanın yatay bir düzleme yerleş­
K u tu pla r ). Coğrafi Kuzey Kutup Noktası ile tirilmiş olması ve iğnenin hareketsiz durum a
m agnetik kuzey kutup noktası arasındaki gelene kadar serbestçe salınabilmesi gerekir.
uzaklık 1.600 kilom etreden biraz daha fazla­ İğnenin serbestçe hareket edebilmesi için
dır. H aritaların bir köşesinde genellikle mag­ mihverin ucuna bazen değerli taştan yapılmış
netik kuzey ile gerçek ya da coğrafi kuzey bir başlık geçirilir.
doğrultularını gösteren işaretler bulunur. Bu Bir yolcunun doğuya doğru gitmesi için,
iki doğrultu arasındaki açıya m agnetik sapma pusulasını, kadranın üzerindeki magnetik ku­
PUSULA 165

zey işareti iğne ucunun tam altına gelene çembere takılır; çem ber de gene oynak biçim­
kadar döndürmesi ve kadranın üzerindeki de, ama bu kez içteki bağlantı noktalarına
doğu işaretinin gösterdiği yöne doğru ilerle­ göre 90’ar derecelik açı farklarıyla, iki yanın­
mesi gerekir. Eğer yolcu pusulasını bir hari­ dan bir dış çem bere tutturulur. Çanağın üstü,
tayla birlikte kullanıyorsa, o zaman, magnetik büyükçe bir cam penceresi bulunan pirinç bir
kuzey ile coğrafi kuzey arasındaki sapma kapakla örtülüdür. Çanağın iç yüzeyinde pu­
açısını hesaba katarak doğrultusu üzerinde sulayı okum aya yarayan düşey, siyah bir çizgi
gerekli düzeltmeyi yapabilir. vardır. Denizci pusulası, pusula kartının m ih­
Çoğunlukla kullanılacak yere ya da amaca ver noktası ile bu işareti birleştiren doğru
bağlı olarak değişik pusula türlerinden yarar­ gemi omurgasıyla tam aynı doğrultuda olacak
lanılır. Ö rneğin, gemilerde denizci pusulası, biçimde yerleştirilir.
havada seyirde ise uçak pusulası kullanılır. Pusula kartındaki kuzey işareti, pusula
Bazen belli bir noktanın, gözlemcinin bu­ çanağının siyah çizgisinin tam karşısında oldu­
lunduğu noktadan hangi yöne doğru uzandığı­ ğu zaman gemi m agnetik kuzeye doğru yol
nı bilmek önem kazanır. Bu durum da “priz- alıyor demektir. Gemi bir başka yöne yönel­
m atik” pusula kullanılır; bu tür bir pusula da diğinde siyah çizgi de konum değiştirir, ama
sıradan bir el pusulasıyla aynı ilkeye dayanır; pusula kartı sabit kalır. K arttaki güneydoğu
ama bunun küçük bir cam bloğundan yapılmış işareti siyah çizginin tam karşısında olduğu
bir vizörü vardır ve bu vizör gözlemcinin zaman gemi güneydoğuya doğru yol alıyor
uzaktaki nesneyle ölçeğe aynı anda bakabil­ demektir.
mesini sağlar. D aha eski tipteki denizci pusulaları, hava
sertleştiğinde geminin yönünü doğru olarak
Denizci Pusulası gösteremezdi, çünkü bütün bu özel yerleştir­
Denizci pusulaları, pusula dolabı denen bir me biçimine karşın pusula kartı sabit konum-
kutuya yerleştirilmiştir; bunlar, fırtınalı hava­
larda gemi yalpalarken bile kullanılabilecek İĞNELİ PUSULA

biçimde tasarımlanmıştır. Denizci pusulala­


rında hareketli parça, karton ya da m ikadan
yapılmış, disk biçimindeki pusula kartıdır; bu
karta pusula gülü de denir. Pusula kartı 360°
ya da 32 “k erte”ye ayrılmıştır. H er kerte
ll,2 5 °’lik (11 derece 15 dakikalık) bir açıya
eşittir. Bu bölümlem edeki 32 kertenin her
birinin ayrı bir adı vardır; örneğin kuzey
İĞNELİ PUSULANIN PARÇALARI
(yıldız), kuzey kerte doğu (yıldız kerte poy­ j
DEĞERLİ TAŞ -
PLASTİK KRİSTAL YÖN KADRANI
MAGNETİK
raz), kuzey-kuzey doğu (yıldız-yıldız poyraz) PUSULA KUTUSU- İĞNE
ÇELİK UÇ- _ DERECE
bu adlardan bazılarıdır. PLASTİK ZEMİN LEVHASI KADRANI

Pusula kartının altına, dem et halinde çok


KADRANLI PUSULA
sayıda m agnetik çelik şerit ya da iğne bağlan­
mıştır. K art, pirinç bir çanağın ortasında
bulunan bir pimin mihveri (ince ucu) üzerinde
dengelenmiştir. Pim, zor aşman ve paslanmaz
bir m etalden, örneğin osmiyum-iridyum ya da
tungsten karbürden yapılır. Kartın oturduğu
mihver ise, alüminyumun içine oturtulm uş
değerli bir taştan oluşur. Pirinç çanak, gemi
ne kadar yalpalarsa yalpalasın, hep yatay İğneli pusulada (üstte) yönü, duyarlı biçimde
konum da kalacak biçimde yerleştirilmiştir. dengelenm iş b ir m agnetik iğne gösterir. Ortadaki
çizimde iğneli pusulanın parçaları görülm ektedir.
Bu amaçla çanak pirinç bir çemberin içine Kadranlı pusulada (altta), kadran sivri bir pim in
konur ve iki yanından, oynak biçimde bu üzerinde dengelenir.
166 PUŞKİN

da kalmazdı. Günüm üzdeki pusulalarda kart, giderm ek için ise, pusula dolabının iki yanına
alkol ve sudan oluşan bir sıvı karışımın birer büyük demir küre, önüne de düşey bir
üzerinde yüzer durum dadır. Bu sıvı kartın Flinders çubuğu yerleştirilir. Bunlar gerçek­
salmımmı denetler ve konum değiştirmesini leştirildikten sonra yapılan sınamada hâlâ
engeller. Sıvıdaki alkol suyun donmasını ön­ bazı hataların kalmış olduğu saptanırsa, kap­
ler; kutup bölgelerinde neredeyse tümüyle tana, bunları gidermesi için yapması gereken
alkol kullanmak gerekir. Sıvı dolu çanak kalın düzeltmeleri kapsayan bir çizelge verilir.
bir cam levhayla kapatılır ve kart bir şamandı­
ranın üzerine oturtulur. Uçak Pusulası
Pusulanın yakınlarında büyük bir demir ve Uçak pusulası ilke olarak denizci pusulasıyla
çelik kütlesinin bulunması pusula iğnesini aynıdır, ama pusula işaretleri biraz daha
etkiler ve gerekli düzeltm eler yapılmazsa değişiktir. Uçak pusulalarında pusula iğnesi,
hatalı okum alara neden olur. Eski ahşap siyah bir diskin üzerine işaretlenmiş beyaz bir
gemilerde bile, bu tür düzeltm eler yapmayı ok biçimindedir; pusula okum a noktası da
gerektirecek kadar çok demir ve çelik vardı. denizci pusulasında olduğu gibi pusula çanağı­
Gemi bir limana girdiğinde kaptan gemisini, nın üzerinde işaretlidir. Normal bir pusulada
konum u ve yönü bilinen belirli bir noktaya görülebilecek yön ve derece işaretleri ise,
yanaştırır ve orada dem ir atardı. D aha sonra çanağın çevresinde döndürülebilen bir çem­
da, özel olarak yerleştirilmiş çapaların ve berin üzerine kazınmıştır. Çem berde ayrıca,
halatların yardımıyla gemisini yönlendirerek çemberin merkezini kuzey işaretine birleşti­
pusula kartını bu noktanın yönüne göre yeni­ ren beyaz, ışıltılı iki paralel çizgi bulunur.
den ayarlardı. Pilot, örneğin doğuya doğru bir rota izlemek
Pusula hatalarının düzeltilebilmesi ya da için çemberi döndürerek üzerindeki doğu
ortadan kaldırılabilmesi için pirinç çanağın dış işaretini pusula okum a işaretinin karşısına
yüzeyine küçük çubuk m ıknatıslar tutturulur- getirir ve sonra da uçağına, pusula iğnesi iki
du. Bu m ıknatıslar denem e yanılma yoluyla paralel çizgi arasında kalacak biçimde kum an­
yerleştirilir ve pusulada doğru okum a elde da eder.
edilinceye kadar konum ları ayarlanırdı. Bu Bugün hem gemilerde, hem de uçaklarda,
küçük m ıknatıslar, bunların nasıl kullanılaca­ ani yön değişikliklerine karşı çok duyarlı bir
ğını keşfeden denizci M atthew Flinders’ın aygıt olan cayroskop (bak. C a y ro sk o p ) kulla­
adıyla, “Flinders çubukları” olarak anılırdı. nılır. U çaklarda cayroskopa ek olarak, elek­
Gem ideki pusula dolabının dem irden değil de trik donanım ında herhangi bir arıza ortaya
pirinçten yapılmasının ve kartın bulunduğu çıktığında acil olarak kullanılmak üzere nor­
noktadaki değerli taşın (safir) alüminyumun mal bir magnetik pusula da bulundurulur.
içine oturtulm asının nedeni de bu pusula
hatalarının yok edilmesi ya da en aza indiril­ PUŞKİN, Aleksandr (1799-1837). 19. yüzyıl­
mesi içindi. da, m odern Rus edebiyatının altın çağı A lek­
Bu tür pusula hataları günümüzde çelik sandr Puşkin’le başlar. Puşkin şiirleri, rom an­
gemilerde çok daha büyüktür; hatanın büyük­ ları, öyküleri ve oyunlarıyla kendinden sonra­
lüğü, yalnızca pusulanın çevresinde daha bü­ ki kuşakları da etkilemiştir.
yük bir demir kütlesinin bulunmasından de­ M oskova’da doğan Puşkin, köle olarak
ğil, yapım sırasında sac ya da öbür yapım Rusya’ya getirilen ve sonradan I. P etro’nun
araçlarının sürekli çekiçlenmesi sonucu, gemi ordusunda generalliğe yükselen bir Habeş
teknesinin D ünya’nın magnetik etkisiyle mag­ prensinin torunuydu. Puşkin’in iyi bir şair
netik hale gelmesinden de kaynaklanır. Bu olacağı daha okul sıralarındayken belli olmuş­
nedenle çelik bir gemideki pusula hatalarının tu. 1817’de liseyi bitirince, St. Petersburg’da
giderilmesi için karmaşık donanım lar gelişti­ (bugün Leningrad) dışişleri bakanlığında gö­
rilmiştir. Bu amaçla pusula dolabının içine, rev aldı. İlk önemli yapıtı olan “Ruslan ve
pusula kartını çevreleyen mıknatıs çiftleri Lyudmila” (1820) adlı uzun şiirini bu sıralarda
yerleştirilir. D aha küçük ve geçici hataları yazmaya başladı. Puşkin’in bu dönemde yazdığı
PYGMALİON 167

deliği, düşünce bütünlüğü, özgünlüğü, hafif


şakacı diliyle bir başyapıttır.
Puşkin’in öbür yapıtlarında, Rus halk m a­
sallarına yaşamı boyunca duyduğu ilgi gözlenir.
Bunlardan bazılarında, özellikle de çar ile alay
ettiği ünlü masalı “Altın Horoz”da, yazarın sı­
radan insanlara duyduğu yakınlık sezilir.
Puşkin’in sürgünden dönm esine izin veril­
mesine ve St. Petersburg’da sarayda bir göre­
ve atanm asına karşın, çar onun devrimci
eğilimlerinden her zaman kuşku duydu. Bu
dönem de kitaplar sansür ediliyor, yazarların
üzerinde polis baskısı hiç eksik olmuyordu.
1837’de karısının onurunu savunmak için
yaptığı düelloda aldığı yara nedeniyle öldü.
Puşkin dilinin güzelliği, insan zaaflarına
karşı gösterdiği hoşgörü, çizdiği insan p ortre­
leriyle bugün de dünyanın en çok okunan
yazarları arasındadır.

PYGMALİON. Yunan mitolojisinde anlatıl­


dığına göre Pygmalion, tanrıça A frodit’in
heykeline âşık olan bir Kıbrıs kralıdır. Romalı
şair Ovidius ise Değişişler (M etam orphoses ;
İS 8. yüzyıl) adlı yapıtında daha değişik bir
A B C Ajansı
öykü anlatır: Pygmalion her gördüğü kadında
Aleksandr Puşkin rom anları, şiirleri ve oyunlarıyla
kendinden sonraki kuşakları etkilem iştir. bir kusur bulan, bu yüzden de evlenmek
istemeyen genç bir heykelcidir. Günün birin­
siyasal içerikli, özgürlükçü ve devrimci şiirleri de usta elleriyle fildişinden çok güzel bir
daha basılmadan elden ele dolaşıyordu. Y ö­ kadın heykeli yapar. Heykelin güzelliği karşı­
netici çevrelerin sakıncalı bulduğu bu şiirler­ sında büyülenen Pygmalion, ona bakmaya
den dolayı Puşkin 1820’de Rusya’nın güneyi­ doyamaz ve sonunda âşık olur. Gerçekmiş
ne sürüldü. Sürgündeyken Kafkasya ve Kırım’ gibi her gün onu giydirir, kuşatır, pırıl nırıl
m doğal güzelliklerinden esinlenerek yazdı­ deniz kabukları, renk renk taşlar ve çiçekler
ğı birçok şiir arasında “Kafkas Tutsağı” arm ağan eder, sever, okşar. Geleneksel Afro-
(1822), “Haydut K ardeşler” (1827) ve “Bah- dit şenliklerinde Pygmalion, yaptığı heykelin
çesaray Çeşmesi” (1824) vardır. D aha sonra tıpatıp benzeri bir eş vermesi için tanrıçaya
O desa’ya giden Puşkin orada “Çingeneler” yakarır. Şenlik sona erince eve, heykelinin
adlı uzun şiirinin bir bölümünü yazdı ve yanma döner. Genç adam baktıkça heykelin
Yevgerıi Onegin'c başladı. kımıldadığını, etten kem ikten gerçek bir kadı­
1824-25’te ünlü İngiliz oyun yazarı Shakes- na dönüştüğünü görür. Büyük bir sevinçle
peare’in üslubunda bir trajedi yazdı. B or is ona sarılır. Evlendikten sonra karısına Gala-
G odunov adlı bu oyun 183l ’e kadar yayım­ teia adını verir.
lanmadı. Korkunç İvan zam anında geçen İrlandalI oyun yazarı George B ernard Shaw
oyun Shakespeare’in M acbeth adlı trajedisine bu öyküden esinlenerek B ir Kadın Yarattım
benzer. (Pygm alion; 1913) adlı bir oyun yazmış, bu
Puşkin’in en ünlü yapıtı, koşuk türünde oyunun 1956’da sahnelenen M y Fair L ady
yazdığı Yevgerıi Onegirı adlı romanıdır. 1823- adlı müzikal uyarlaması daha sonra filme
31 arasında yazılan bu rom an 1833’e kadar çekilmiş ve ülkemizde Benim Tatlı Meleğim
yayımlanmadı. Yev geni Onegin derinliği, sa­ adıyla gösterilmiştir.
168 PYRRHOS

PYRRHOS (İÖ 319-272). Eski Yunanlı Epir


Kralı Pyrrhos, gençliğinde bir süre İskenderi­
ye’de, Mısır Kralı I. Ptolem aios'un sarayında
rehin kaldı. Bu süre içinde Eski Mısır uygarlı­
ğını yakından tanıma ve savaş taktiklerini
öğrenme olanağı buldu. İÖ 281'de İtalya’nın
güneyindeki Taranto kenti halkı Rom a'ya
karşı ondan yardım istedi. Pyrrhos, 25 bin
kişilik bir ordu ve çok sayıda fille İtalya’ya
girdi. İÖ 280’de H erakleia’da R om alılar’la
çarpıştı. Büyük bir zafer kazandıysa da, bu
zafer kendisine çok pahalıya mal oldu. Büyük
kayıplar pahasına kazanılan zafer anlamına
gelen “Pyrrhos zaferi” deyişi buradan çık­
mıştır. ZEFA

D aha sonra İtalya'daki Yunan kentle­ Frontenac Şatosu'nun St. Lavvrence İrm ağından
görünüşü. Eskiden askeri amaçlarla da kullanılmış
riyle, Sam nitler'le ve Lucanialılar’la birleşen olan şato bugün büyük bir oteldir.
Pyrrhos, Rom alılar’a barış önerisinde bulun­
duysa da, Romalılar bu öneriyi kabul etmedi.
İÖ 279’da gene ağır kayıplar vererek Romalı- 1608’de, kâşif Samuel de Champlain önderli­
lar’ı yenilgiye uğrattı. Bu yüzden R om a’ya ğinde Fransızlar tarafından kurulm uştur. Al-
giremedi. İÖ 278’de Sicilya’ya geçti. Amacı gonkin Yerli dilinde boğaz ya da akarsuyun
Kartacalılar’ı Sicilya’dan sürmekti. Bu sırada birdenbire daralan yeri anlamına geldiği sanı­
Tarantolular ona olan güvenlerini yitirerek lan Q uebec, bugün St. Lawrence Irm ağı’nın
para yardımında bulunmayı reddettiler. böyle dar bir noktasında bulunm aktadır.
Pyrrhos İÖ 275’te B enevento’da R om alılar’a Irm ak boyunca uzanan dar ova kuzeyde
yenilerek Yunanistan’a döndü. İÖ 272’de birden 100 m etreye kadar yükselir. Tepesinde
Sparta’ya saldırdıysa da sonuç alamadı. Son­ bir taç gibi duran tarihi K ale’nin bulunduğu
raki yıl A rgos’taki bir sokak savaşında öldü­ bu bölgeye Cape Diam ond adı verilir. 17.
rülen Pyrrhos gerek yiğitliği, gerek düşm anla­ yüzyılın ortalarında Fransızlar tarafından yap­
rına gösterdiği saygı dolayısıyla hem Yunanlı­ tırılan Kale, 1763 Paris Antlaşması ile bölgeyi
la rın hem de R om alılar’ın üzerinde derin bir ele geçiren İngilizler’ce yeniden onarılmış­
etki bıraktı. Kartacalı general Hannibal, ta ­ tır.
rihteki en büyük üç generalin kimler olduğu St. Lawrence Irmağı kentin karşı kıyısında
sorulduğunda “Büyük İskender, Pyrrhos ve genişler ve Quebec limanını oluşturur. Lima­
ben” demişti. nın hemen altında verimli O rleans Adası yer
alır. Kentin yukarısında, ırmağın daraldığı
PYTHAGORAS bak . P is a g o r yerde Quebec Köprüsü kurulm uştur. Mont-
morency ile St. Lawrence ırmaklarının birleş­
tiği yerdeki M ontmorency Çavlanı, Niagara
Çavlam ’ndan daha dar, ama 30 m etre daha
yüksektir.
Irm ak boyunca uzanan ovada Q uebec’in,
Aşağı Kent denen eski bölümü kuruludur.
Burada sokaklar dar ve karm aşık, yapılar eski
ve değişiktir. Fransa’da bir kasabayı andıran
QUEBEC, K anada’nın başlıca liman kenti ve Aşağı K ent’te dükkân tabelalarının ve sokak
Ouebec eyaletinin başkentidir. Atlas Okya- adlarının hem en tümü Fransızca’dır. Irmağın
nusu’ndan 644 km içeride, St. Lavvrence kıyısında kâğıt, sigara, giyim eşyası, ayakkabı
Irm ağı’nın kuzey kıyısında yer alır. Kent ve gemi yapım sanayileri ile dem ir döküm ha­
QUITO 169

neleri bulunur. Limandan büyük m iktarlarda 12°C’dir. Ayrıca ekvatora böylesine yakın
kereste ve tahıl taşımacılığı yapılır. olduğu için O uito’da aylar arasında hem en hiç
Eğimli bölgede kurulu Yukarı Kent, geniş sıcaklık değişimi görülmez.
caddeleri, güzel evleri ve eyalet parlam ento­ Eski Ouitu Krallığı’nın merkezi olan Q uito,
sunun taş yapıları ile m odern bir görünüm ­ 11. yüzyıl ile 15. yüzyılın sonları arasında İnka
dedir. İm paratorluğu’na bağlıydı. 1534’te Francisco
O uebec’teki önemli eski yapılar arasında, Pizarro’nun önderliğinde İspanyollar’ın işgali­
bugün otel olarak kullanılan Frontenac Şato­ ne uğradı.
su, N otre-D am e des Victoires Kilisesi, Santa Kent, Büyük Okyanus kıyısından yaklaşık
Ursula M anastırı ve Kuzey A m erika’daki en 480 km uzakta yer alan, Ekvador’un başlıca
eski Fransız üniversitesi olan Laval Üniversi­ ticaret kenti Guayaquil kadar büyük değilse
tesi sayılabilir. de, ülkenin siyasal ve kültürel merkezi olm a­
Kentte yaşayanların çoğu K atolik’tir ve sının yanı sıra, yünlü ve pamuklu dokum a
Fransızca konuşur. A na dili İngilizce olan­ sanayilerinin de m erkezidir. Y erliler’in tahta,
ların sayısı birkaç bin kişiyi aşmaz. Que- fildişi, altın ve gümüşten yaptığı güzel eşyalar­
bec’in m etropoliten alan nüfusu 603.267’dir la da ünlüdür. Quito İspanyol mimarisi ve
(1986). kiliseleri bakımından zengindir. Kiliselerinde
birçok sanat yapıtı vardır. 1535’te misyoner-
QUITO, E kvador’un başkenti ve tüm Güney lerce kurulan sanat okulu, batı yarıküredeki
Am erika başkentleri arasında en eskisidir. en eski okuldur.
And D ağları’nm deniz düzeyinden yüksekliği Q uito’nun caddeleri, İspanyol sömürge
2.835 metreyi aşan yüksekliklerince, en son kentlerinin çoğunda olduğu gibi birbirleriyle
1666’da lav püskürten Pichincha Yanardağı’ kesişerek kareler oluşturur. Bu caddelerden
mn aşağı yamaçlarında yer alır. Bazen dep­ bazıları Pinchincha Y anardağı’nın yamaçları­
rem ler evlere ve öbür binalara büyük hasar na kadar uzanır.
verir. K entte bir üniversite, 11 m anastır, bir
Ekvatorun yalnızca birkaç kilom etre güne­ gözlemevi ve bir ulusal güzel sanatlar müzesi
yinde kalmasına karşın, yüksek konumu saye­ vardır.
sinde Q uito’da yıllık ortalam a sıcaklık Nüfusu 1.137.705’tir (1987).

A B C Ajansı

Ekvador'un başkenti
Quito, Güney
Am erika'daki başkentler
arasında en eskisidir.
170 RABELAIS

tuvarf na, daha sonra da Moskova Konserva-


tu v an ’na girdi. Bu konservatuvarı altın ma­
dalya kazanarak bitirdi. 20 yaşındayken ünlü
şair A leksandr Puşkin’in “Çingeneler”i üzeri­
ne bestelediği A leko adlı tek perdelik opera
ilk yapıtıdır.
M oskova'dayken besteci Peter İliç Çay-
RABELAIS, François (1494-1553). Hoşgörü­ kovski ile olan dostluğunun sanatı üzerinde
yü savunan Fransız yazar François Rabelais, büyük etkisi oldu. Rachmaninoff, duygulu ve
yaşadığı dönemdeki Fransız toplum unu alaya bazen hüzünlü müziğiyle Rus romantizminin
alan bir yergi ustası olarak ün kazanmıştır. 20. yüzyıldaki temsilcisidir.
Fransa’nın Touraine bölgesindeki Poitou’ 1895’te bestelemiş olduğu Re M ajör Birinci
da doğan Rabelais, bir süre hukuk öğrenimi Senfoni' si 1897’de ilk seslendirilişinde M osko­
gördükten sonra bir m anastıra girdi. D aha valI müzik eleştirmenlerince beğenilmedi.
sonra m anastırdan ayrılarak M ontpellier Üni- Bunun üzerine büyük bir bunalıma giren
versitesi’nde tıp öğrenimi gördü. Paris pisko­ sanatçı, beste yapmayı bıraktı. Bir süre tedavi
posu Kardinal Jean du Bellay onu özel gördükten sonra 1901’de D o M inör İkinci
doktoru olarak koruması altına aldı. 1534’te Piyano K onçertosu' nu tamamlayan Rachm a­
R om a’ya gitti. Yaşamının 14 yılını çoğunlukla ninoff, bu yapıtın kazandığı başarı üzerine
orada geçiren Rabelais, daha sonra Fransa’ya yeniden özgüvenini ve beste yapma hevesini
döndü ve Paris’te öldü. kazandı. 1909’da konser vermek üzere A B D ’
İyi bir hekim olan Rabelais’nin tıp ve ye gitti. 1917 Ekim D evrim i’nden sonra ise
arkeoloji üzerine birçok yapıtı vardır. Buna New York kentine yerleşti. 1943’te ABD
karşılık yazar asıl ününü, G argantua adlı bir yurttaşlığına kabul edildi. Zam anının en bü­
dev ile onun oğlu olan Pantagruel’in serüven­ yük piyanistlerinden olan Rachm aninoff, ya­
lerini anlatan yapıtlarıyla kazanmıştır. 1532- şamı boyunca Kuzey A m erika ve A vrupa’da
53 arasında yayımlanan ve en ünlüleri Pantag- sık sık konser turnelerine çıktı. Besteci olarak
ruel (1532) ile Gargantua (1534) olan dört ki­ en tanınmış yapıtları Piyano için D o D iyez
tap yazdı. Yazarı bilinmeyen bir öyküden M inör Prelüd (1892), D o M inör İkinci Piyano
esinlenerek yazdığı bu kitaplarda G argantua Konçertosu (1901), Piyano ve orkestra için
ve oğlu Pantagruel’in komik serüvenlerini ak­ Paganinınin Bir Teması Üzerine R apsodi
tarırken dönemin bağnazlıklarını sergiler. (1934) ve La M inör Üçüncü Senfoni' dir
Eğitim, din, savaş ve evlilik gibi konuları gül­ (1936). Rachm aninoff bunlardan başka iki
dürü çerçevesinde ele alır. senfoni, konçertolar, senfonik şiirler, kısa
Doğayı ve insanı sevecenlikle işleyen R abe­
Hulton Picture Library
lais, öğrenm e ve inceleme özgürlüğünü savu­
nur. Rabelais’nin usta bir dille ve engin bir
düş gücüyle kaleme aldığı bu yapıtlar sonraki
yazarları da büyük ölçüde etkilemiştir.

RACHMANINOFF, Sergey (1873-1943).


Rus besteci, piyanist ve orkestra şefi Sergey
Vasilyevich Rachmaninoff, varlıklı bir ailenin
çocuğu olarak Rusya’da N ovgorod’da dünya­
ya geldi. Babası, giriştiği mali işler sonucu
ailenin tüm servetini yitirince, karısıyla ço­
cuklarını terk etti. Bu yüzden küçük Sergey’in
çocukluğu mutsuz geçti. İlk müzik eğitimini
annesinden alan Sergey, dokuz yaşındayken Rus besteci, piyanist ve orkestra şefi Sergey
St. Petersburg (bugün Leningrad) Konserva- Rachmaninoff.
RADAR 171

orkestra parçaları, koro için müzik, oda tutkular ile akıl ve erdem arasındaki çatışma
müziği ve geleneksel Rus halk şarkılarından trajediyi yaratıyordu. Aklın yolu görev ve
esinlenerek şarkılar yazmıştır. sorum luluktan geçtiği için, oyunun sonunda
ahlaksal ya da dinsel değerler egemen oluyor­
RACİNE, Jean (1639-1699). Şair ve oyun du. R acine’in 1667’de yazmış olduğu A ndro-
yazarı Jean-Baptiste Racine, dilinin şiirselliği m ak (A ndrom aque) trajik bir sonla biten
ve yarattığı karakterlerin inandırıcılığı ile tutkulu bir aşk öyküsünü konu alır. Britanni-
Fransız klasik trajedisinin ustası sayılır (bak. cus, Neron Devrine A it M anzum Piyes"in
T r a je d i ). Racine Yunan mitolojisinden, Eski (Britannicus; 1669) kahram anları Rom a İm ­
Yunan trajedi yazarlarının oyunlarından ya paratoru Neron ile iktidar hırsı içindeki anne­
Mansell Collection si A grippina’dır. Oyun, N eron’u suça ve cina­
yete iten nedenleri irdeler. Ünlü Yunanlı ko­
medi yazarı A ristofanes’in E şek Arıları: Yar­
gıçlar (İÖ 422) oyunundan uyarlamış olduğu
D avacılar (L es Plaideurs; 1668), yazarın tek
komedisidir. Osmanlı tarihini değiştirerek
yazmış olduğu B ayazıt (B ajazet ; 1672) ise yı­
kımla sonuçlanan tutkulu ve kıskanç bir aşk
ilişkisinin öyküsüdür.
35 yaşında sanat yaşamının doruğuna yük­
selen Racine, Yunan m itolojisinden konuları
işleyen Iphigenie"yi (1674) ve derin, şiirsel bir
trajedi olan Phaidra"yı (Phedre; 1677) yazdı.
Racine, başyapıtı sayılan Phaidra sahneye
konduktan sekiz ay sonra tiyatroyu bıraktı.
Nedeni tam olarak anlaşılamadıysa da, dinsel
çevrelerin tiyatroya karşı giderek artan tepki­
si altında kalmış olabileceği sanılmaktadır.
Bundan birkaç yıl sonra bir dostunun ısrarı
üzerine iki trajedi daha yazdı. Ester (Esther;
1689) ve A ta li (A thalie ; 1691) adlı bu iki oyu­
nun konuları Kutsal K itap’tan alınmıştı.
Y azara yaşamının son yıllarında kral tara­
17. yüzyılda yaşayan oyun yazarı Jean Racine,
yapıtlarında klasik Yunan trajedilerini örnek almıştır. fından Fransa’nın resmi tarihini yazma görevi
verildi. Yeniden dine dönen Racine, 20 yaşın­
da tarihten seçtiği oyun kahram anlarını ger­ da dindar bir kızla evlenerek yedi çocuk
çekçi bir biçimde, sanki kendi çağında yaşa­ sahibi oldu. Fransız toplum unda saygın bir
yanlar gibi düşünen ve davranan kişiler olarak yeri olan R acine’in oyunları daha yaşadığı
çizmiştir. dönem de Fransız tiyatrosunun klasikleri ara­
La Ferte-M ilon’da doğan Racine, küçük sına girdi.
yaşta annesiz babasız kalınca Paris yakınların­
daki bir m anastırda eğitim gördüyse de, RADAR, uzaktaki cisimlerin yerlerini belirle­
sonradan bu eğitimden koparak edebiyata meye yarayan bir elektronik sistemdir. Bu
yöneldi. XIV. Louis’ye yazdığı övgü şiiriyle sistem, çok kısa süreli radyo dalgası darbeleri­
kralın desteğini kazandı. D aha sonra yazdığı nin (vuru) ince bir dem et halinde bir anten­
oyunların başarısı üzerine soylu sanı aldı. den gönderilmesi ve bu dalgaların bir engele
Eski Yunan trajedisinin klasik biçimini çarpıp antene geri dönmesinin (yankı) izlen­
kullanan Racine’in oyunları sarayın koruması mesi temeline dayanır. (Radyo dalgaları
altındaki tiyatrolarda, soylulardan oluşan bir R A D Y O maddesinde anlatılmıştır.) Tek bir
izleyici karşısında oynandı. Bu oyunlarda enerji darbesinin gönderilmesi ile antene geri
172 RADAR

nılacak olan bir teknikten yararlandılar. Ama


radarın geliştirilmesine yönelik çalışmalara
hız kazandıran asıl olay 1930’lardaki savaş
tehlikesi oldu.
1935’te İngiliz hüküm eti, bilim adamı Ro-
bert W atson-W att’tan, radyo dalgalarından
yararlanarak “ölüm ışını” üretilip üretileme-
yeceğini araştırmasını istedi. W atson-W att
hüküm ete bunun olanaksız olduğunu, ama
radyo dalgalarından yararlanılarak uçakların
daha görülm eden ya da sesi duyulmadan çok
önce saptanabileceğini söyledi. W atson-W att
bu iddiasını kanıtlam ak için 26 Şubat 1935’te
bir gösteri düzenledi ve radyo dalgaları kulla­
Signal Corps Eııgjııeering Laboratories
narak görülemeyecek ve sesi duyulamayacak
Döner radar anteninden yayım lanan mikrodalga
dem eti çevreyi tarar ve belirli b ir cisme çarpıp dönen kadar uzakta olan bir bom bardım an uçağının
yankılar gene antence algılanır. varlığını saptamayı başardı.
Düşm anın hava saldırısını önceden haber
dönmesi arasında geçen süre ölçülerek, bu verebilm ek, bu konuda erken uyarıda buluna­
darbenin gidip geldiği uzaklık bulunabilir. bilmek o kadar önemliydi ki, W atson-W att’ın
(Radyo dalgaları saniyede 300.000 km hızla düşüncesi hem en benimsendi. 1939’da II.
yol alır.) Eğer darbenin doğrultu 'su biliniyor­ Dünya Savaşı başladığında, İngiltere’nin gü­
sa, uzaklık ile doğrultu arasındaki ilişkiden ney ve doğu kıyılarında 40 kadar gizli radar
darbenin yansımasına neden olan cismin (he­ istasyonu kurulmuş durumdaydı.
defin) konum u çıkartılabilir. Bunlara “ R D F” istasyonları deniyordu
Gece karanlığında ya da sis ve bulut içinde (R D F , “radyoyla yön bulm a” anlamındaki
de kullanılabilen bu sistem, uçak ve gemilerin İngilizce R adio Direction Finding sözcükleri­
izlenmesinde çok işe yarar. Uçağa takılan nin ilk harflerinden geliyordu). Bu alanda
radar yerdeki yüksek noktaları saptayabilir. İngiltere başı çekiyordu, ama kısa bir süre
Gem ilerde ise radar, karanın ve başka gemi­ sonra A BD ve Almanya da kendi radar
lerin yerlerini belirlemek için kullanılır. Bun­ sistemlerini geliştirdiler. A B D ’de bu sisteme
lar radarın en yaygın kullanım biçimleridir, Marconi Company
ama bu sistemden çok başka alanlarda da
yararlanılır.

Radarın Ortaya Çıkışı


Bilim adamları daha radyonun bulunmadığı
dönem de çok kısa radyo dalgalarının katı
cisimlerden yansıtılabileceğini saptamışlardı.
Heinrich H ertz radyo dalgası üretm eyi başar­
dı. Radyonun öncüsü olan Guglielmo Marco-
ni (bak. M a r c o n i , G u g l i e l m o ) 1922’de, m o­
dern radara benzeyen bir sistem tasarladı,
ama bu tasarıyı uygulamaya koymadı. 1925’te
A B D ’li bilim adamları Gregory Breit ve
M erle Tuve, atm osferin, radyo dalgalarını
yansıtma özelliğine sahip iyonosfer katm anı­
nın yüksekliğini belirlemek için bir dizi deney Hava trafiği denetim görevlileri radar
sistem lerinden yararlanırlar. Bir plan konum
yapmaya giriştiler; bu çalışmaları sırasında, göstergesinde, uçaktan gelen yankılar ülkenin o
daha sonraları radarda yaygın biçimde kulla­ kesimine ait video haritası üzerine düşürülebilir.
RADAR 173

Bir gemideki (sağda) radar ekranı (solda), kıyının, adanın ve başka bir gem inin konum ve uzaklığını gösterir.
İz, radar anteni döndükçe ekranı tarar.

“radar” deniyordu; bu sözcük, “radyoyla sinde, yarıçapı yaklaşık 90 kilometreye ulaşan


algılama ve uzaklık ölçm e” anlamındaki İngi­ bir dairenin içindeki bütün noktalan sürekli
lizce Radio Detection and Ranging sözcükle­ olarak tarar.
rinden türetilmişti. Bir süre sonra dünyanın Bütün radarlarda, verici-alıcı biriminde
her yerinde bu sözcük kabul edildi. gönderilen ve alınan radyo dalgalarının tam
D aha sonraları radar ilkelerinden, uçak ve bir uyum içinde olmasının büyük bir önemi
gemilerin saptanmasının dışında, pek çok başka vardır. H er şey, darbenin yayımlanması ile
alanda da yararlanılmaya başlandı. Ateşli yankı halinde geri dönmesi arasında geçen
silahlar radarla donatıldı; ayrıca düşman zamanın doğru biçimde ölçülmesine bağlıdır.
bom bardıman uçaklarını kolayca saptayabil- Saniyede yaklaşık 1.000 darbe gönderilir, bu
meleri için gece avcı uçaklarına da radar sayı kullanım amacına uygun olarak değişir.
takıldı. Bugün, üzerindeki radar yardımıyla Kısa menzilli uygulamalarda, kısa süreli dar­
hedefini bulan füzeler de vardır. beler gönderilir; uzun menzilli uygulamalarda
Radar başlangıçta savaş sırasında kullanıl­ ise uzun süreli darbelerin kullanılması daha
mak üzere geliştirilmişti, ama 1940’lardan bu iyi sonuç verir.
yana radar hem deniz, hem de hava ulaşımın­ Verici-alıcı biriminin en önemli parçaların­
da büyük bir rol oynam aktadır. dan biri m odülatör devresidir. Bu devre,
vericinin hep aynı uzunlukta radyo dalgası
Basit Bir Radar Nasıl Çalışır darbeleri yayımlamasını sağlar. Bu çok kısa
Pek çok ticaret gemisinde görülebilecek olan darbeli radyo dalgaları, yani çok yüksek fre­
basit bir radar sisteminin üç ana parçası kanslı mikrodalga salınımları m agnetron de­
vardır. Bunlar, anten birimi (buna “tarayıcı” nen bir aygıtta üretilir.
denir), verici-alıcı birimi ve gösterici biri­ Yayımlanan iki darbe arasında verici devre­
midir. den çıkar. H edeften yansıyıp gelen çok zayıf
A nten yaklaşık 2 ya da 3 m etre genişliğin- dalgalar anten tarafından toplanır, alıcıya
dedir ve çok yüksek frekanslı radyo enerjisi aktarılır, güçlendirilir ve sonra da gösterici
darbelerini ince bir dem et halinde odaklam a­ birimine iletilir.
ya yarar. Radyo dalgalarının frekansı genel­ Radarı işletmek için gerekli bütün denetim
likle 10.000 M Hz dolayındadır (ya da bir düzenekleri genellikle gösterici biriminin (kı­
başka deyişle, bunların saniyedeki çevrim saca gösterici) üzerinde bulunur. Göstericide,
sayısı 10 milyar kadardır); bu da, dalga boyla­ televizyondakine benzer bir katot ışınlı lamba
rının 3 cm olduğu anlam ına gelir. A nten belir­ vardır; bu lam ba özel olarak radarda kullanı­
li bir eksenin çevresinde, dakikada 10 ile lacak biçimde uyarlanmıştır (bak. TELEVİZ­
25 devir arasında değişen bir hızla döner ve YON). Lambanın arkasındaki boyun bölüm ün­
böylece radar dem eti geminin çevre­ de yer alan “elektron tabancası” , ön taraftaki,
174 RADAR

üzeri kimyasal bir maddeyle kaplanmış ekrana ğu anlaşılabilir. Bilgisayarlardan yararlanıla­


bir elektron demeti düşürür. Elektronlar çar­ rak radar ekranım daha kolay okuyabilmenin
pınca ekranın üzerindeki kimyasal madde ve istenmeyen yansımaları ortadan kaldırm a­
ışıldar ve oluşan ışıklı nokta lambanın dış cam nın çeşitli yolları bulunabilir.
yüzeyinden görülebilir. Radarlardaki bu- lam­ Örneğin, sivil ve askeri uçakların hareket­
baların ekranı daire biçimindedir ve ekranın lerini denetleyen bir hava trafiği denetim
çevresi derecelendirilmiştir. E lektron demeti radarında, yalnızca uçakları görebilmek
m erkezden çevreye doğru yol alır. Elektron önemlidir. Yağmur ya da herhangi bir yüksel­
demetinin “iz” denen bu radyal (yarıçap tiden kaynaklanan yansımalar ya da buna
doğrultusundaki) hareketi, antenin dönüşüyle benzer başka yansımalar karışıklığa neden
uyumludur. Örneğin iz, lambanın üzerindeki olur. Bir bilgisayar, yalnızca uçakların erişe­
derecelendirm eye göre 0o,nin üzerindeyse, bileceği hızlarda hareket eden hedefleri gös­
anten ileri doğru yönelik dem ektir. H er izin terecek biçimde program lanabilir. Ayrıca bil­
başlangıcı, bir radar enerji darbesinin gönde­ gisayar bir radar resmi de “çizebilir” ve
rildiği ana karşılık gelir. Bir yansıma alındı­ hedefleri ışıldayan noktalardan çok daha ko­
ğında, iz bir an için aydınlanır. Bu noktanın lay okunabilen çarpı işaretleri, kareler ya da
ekranın merkezine olan uzaklığı, radar darbe­ üçgenler biçiminde gösterebilir.
sinin hedefe gidip geri dönmesi için geçen Hava trafiği denetim görevlisi, ister ışılda­
zamanla doğrudan bağıntılıdır. Dolayısıyla yan noktalar, ister bilgisayarca üretilen sim­
radar ekranı üzerinde saptanan herhangi bir geler biçiminde olsun, gördüğü hedefin kimli­
ışıldama noktası, hedefin menzilini (uzaklığı­ ğini belirler. Ayrıca bu görevlinin uçağın
nı) ve doğrultusunu gösterir. R adarın saptadı­ bulunduğu yüksekliği de bilmesi gerekir; böy­
ğı cisimlerin ekranın üzerinde oluşturduğu lece aynı rotayı izleyen, ama farklı yükseklik­
noktaların ışıldaması bir süre devam eder ve lerde uçan uçaklar birbirinden ayrı tutulabilir.
böylece, iz ekranın yüzeyini taradıkça, ekran­ (Bu konuda U Ç A K ve H A V A LİM A N I m ad­
da çevrenin tam bir görüntüsü oluşur. “Plan delerinde daha ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.)
Konum Göstergesi” denen bu sistem en Görevli bu tür bilgileri edinm ek için, “ikin­
yaygın kullanılan gösterici türüdür. cil gözetleme radarı” denen ikinci bir radar
kullanır. Farklı bir biçimde çalışan bu radarın
Bilgisayar ve Radar uçaktan “yardım ” görmesi gerekir. Bu “yar­
Bu basit açıklam alardan, radarın çalışma biçi­ dım ”! sağlayabilmek için, ikincil gözetleme
minde zam anlam a "nın büyük bir önemi oldu­ radarı, uçakta bulunan bir elektronik “kara
Royal Air Force

Silahlarda da radardan
yararlanılır. Resmin sol
tarafında görülen türden
radar aygıtları uçaksavar
silahlarının
yönlendirilm esinde
kullanılabilir. Radar
yaklaşan uçağı saptar ve
uçaksavar silahını hedefin
üzerine kilitleyerek açılan
ateşi denetim altına alır.
RADYO 175

kutu”ya bir dizi darbe gönderir. Uçağın alti­ üst ucunda kozmik ışınlar yer alır; kozmik
m etresine (uçağın bulunduğu yüksekliği ölçen ışınları sırasıyla gamma ışınları, X ışınları,
aygıt) bağlı olan kara kutu da, radara uçağın m orötesi ışınlar, görünür ışık ve kızılötesi
kimliğini ve bulunduğu yüksekliği bildiren ışınlar izler. Tayfın alt ucunda ise radyo dal­
kodlanmış bir mesaj gönderir. Askeri uçaklar gaları bulunur. (Elektrom agnetik ışınım tayfı­
“dost”u “düşm an”dan ayırt etm ek için buna na ilişkin ayrıntılı bilgi IŞINIM maddesinde
benzer bir radar sisteminden yararlanırlar ve verilmiştir.)
gizli bir kod kullanırlar. “D üşm an” uçağı bu Eğer sesler kendileriyle aynı frekansta
gizli kodu bilemez. elektrik salımmlarına dönüştürülürse, elek­
Kimliği belirsiz uçakların uçuş yüksekliğini trom agnetik dalgalar aracılığıyla uzaklara ta ­
bulmak için özel yükseklik bulma radarları şınabilir. İşte radyo iletişiminde, seslerin bu
kullanılır. Yükseklik bulmada iki yöntem elektriksel kopyalarının elektrom agnetik
uygulanır; bunlardan biri “baş sallayan ra­ dalgalarca taşınmasından yararlanılır. Elek­
dar” , öbürü ise “üçboyutlu radar” yöntem i­ trik salınımı, sürekli olarak tek bir yönde
dir. “Baş sallayan” yükseklik bulucu, ekranı akm ak yerine, akış yönü düzenli aralık­
yana yatmış sıradan bir radara benzer. Trafik larla tersine dönen bir elektrik akımıdır.
denetim görevlisi ekranın üzerinde beliren bir Birbirini izleyen bu yön değiştirmelerden
hedefin yüksekliğini bulmak istediğinde, yük­ bir tam dönüşe “çevrim” ; çevrim sıklığına, ya­
seklik bulucuyu uçağın bulunduğu doğrultuya ni bir saniyedeki çevrim sayısına da “frekans”
çevirir ve radar bu konum dayken radarın denir.
anteni aşağı yukarı sallanır. D arbe demetinin Radyo dalgalarının frekans aralığı yaklaşık
hedefe çarptığı andaki anten açısı ölçülerek 30 milyon kHz ile 10 kHz arasındadır (kHz,
uçağın yüksekliği hesaplanabilir. Ayrıca “3-D” kilohertzin kısaltılmışıdır; 1 kHz, saniyede
radarları denen üç boyutlu radarlarda ise, iki 1.000 çevrimlik bir salınım dem ektir). Bu
radarın gördüğü işleri tek bir anten sistemi dalgalar uzayda saniyede yaklaşık 300.000 km
yerine getirir. Buradaki “baş sallam a”da, hızla yayılır. Bu m addede, radyo iletişiminin
antenin m ekanik hareketinin yerini bir elek­ bugüne kadar geçirmiş olduğu evreler anlatıl­
tronik sinyal almıştır. m aktadır. Radyo program larının planlanması
Bu radarlardan pek çok alanda yararlanılır. ve hazırlanması R A D Y O VE T E L E V İZ ­
Füzelerin çoğu radarla yönlendirilir (bak. YON Y A Y IN LA R I m addesinde; radyo dal­
G ü d ü m l ü F ü z e l e r ) . R adar çoğunlukla füzenin galarının uzaktaki cisimlerin yerini belirlemek
burnuna yerleştirilir. Bazı uçaklar, pilotun için kullanılması R A D A R m addesinde; bu
hava çalkantılarından ve kasırgalardan zam a­ dalgaların evlerimizde televizyon ekranında
nında haberdar olabilmesi için de radarlarla izlediğimiz görüntünün taşınabilmesi için kul­
donatılır. R adarlar günümüzde hava tahm in­ lanılması ise T E L E V İZ Y O N m addesinde an­
lerinde önemli bir rol oynar; ayrıca uzay latılmaktadır.
araçlarınca D ünya’nm yüzey haritalarının çı­
karılmasında radarlardan yararlanılır. Silah Radyo İletişiminin İlk Günleri
ya da mermilerin hedefin yakınında patlam a­ 19. yüzyıla kadar radyo dalgalarına ilişkin
sını sağlayan fünyelerde, darbeler yerine sü­ hiçbir şey bilinmiyordu. 1864’te İskoç m ate­
rekli dalgalar gönderen radarlar bulunur. matikçi James Clerk Maxwell (bak. M a x w e l l .
Aşırı hızlı giden sürücüler de radarlarla sapta­ J a m e s C l e r k ) , elektrom agnetik tayf üzerinde­
nır ve yakalanır. ki kuramsal çalışmaları sonucunda, frekan­
sı kızılötesi dalgaların frekansından daha
RADYASYON bak. İş in im düşük, yani dalga boyu onlarınkinden da­
ha kısa dalgaların bulunması gerektiğini sap­
RADYO. D oğada çok geniş bir elektrom ag- tadı. A m a, gözle görülmeyen bu gizemli
netik ışınım tayfı, yani ışınım dalga boyu dalgaları ancak 22 yıl sonra Alm an bilim
aralığı vardır. Işınımın saniyedeki salınım ya adamı Heinrich H ertz üretm eyi başardı; bu
da titreşim sayısına bağlı olarak, bu tayfın en dalgaların da yansıma, kırılma ve girişim gibi
176 RADYO

KATMANLARIN YOĞUNLUK VE
KALINLIK DAĞILIMI
ÇOK DÜZENSİZDİR

DOĞRUDAN ALMA SINIRI DÜNYANIN YÜZEYİ

Dünya atm osferinin iyonlaşm ış katmanları radyo dalgalarını yansıtır ve uzun e rim li yayınları olanaklı kılar.

optik yasalarına uyduğunu ortaya çıkardı (bak. vericisi H ertz’in kullandığı vericinin bir ben­
Am a ne H ertz, ne
IŞIK; Y A N S I M A V E K i r i l m a ) . zeriydi. Vericinin indükleme bobini batarya­
de dönemin öbür bilim adamları bu dalgalar ya bağlandığında, birbirine yakın yerleştiril­
için pratik bir kullanım alanı bulabildi. miş iki metal küre arasında yüksek bir elek­
O dönem de H ertz’in adıyla anılan bu dal­ trik gerilimi oluşuyor ve M arconi'nin H ertz’in
galar 1894-95’e kadar yalnızca ilginç sonuçlar aygıtına eklemiş olduğu mors anahtarına ba­
veren bir laboratuvar araştırm a konusu ola­ sıldıkça, bu gerilim nedeniyle bir küreden
rak kaldı. Mors anahtarı (bak. M O R S E , S A M U - ötekine kıvılcım atlıyordu.
E L ) ve anten sistemini, H ertz vericisiyle birlik­ M arconi, kıvılcım atlama aralığının bir ya­
te ilk kez kimin kullandığı tartışmalıdır. Am a nma bir tel anten bağlamış, öbür yanını ise
bu kişi ya Rus bilim adamı Aleksandr Stepa- topraklam ış, yani ikinci küre ile toprak arası­
noviç Popov (1859-1906) ya da o tarihlerde na bir bağlantı teli çekmişti. Böylece iki küre
adı henüz duyulmamış genç bir araştırmacı arasındaki kıvılcım atlamaları antenden uzaya
olan İtalyan Guglielmo M arconi’ydi. Popov, yayılan bir dizi salınım yaratıyor; bu da mors
Rusya’da Çarlık Deniz Kuvvetleri’nde gizli bir anahtarına daha uzun ya da daha kısa süreli
görevde çalışıyordu; Marconi de çalışmalarını basarak, antenden mors alfabesine uygun
gizlilik içinde yürütüyordu, bu nedenle de işaretler yaymayı olanaklı kılıyordu (bak.
buluşa ilişkin kesin bir tarih saptam ak ve İŞAR ETLEŞM E).
bunlardan hangisinin bu buluşu daha önce Alıcı, koherör denen bir aygıttı. Bu aygıt,
gerçekleştirdiğini söylemek olanaksızdır. G e­ içine gevşek halde metal parçacıkları doldu­
ne de M arconi’nin radyonun gelişmesindeki rulmuş küçük bir cam tüpten oluşuyordu ve
katkısının çok büyük olduğunu söylemek bir anten ile toprak arasına bağlanmıştı. Alıcı
yanlış olmaz (bak. M A R C O N İ . G U G L İ E L M O ) . antende herhangi bir sinyal yokken metal
1896’da M arconi İngiltere'ye gitti ve geliş­ parçacıkların elektrik direnci yüksek bir dü­
tirdiği “telsiz aygıtı”nı orada sergiledi. Bunun zeyde kalıyordu. A m a, antene bir sinyal
RADYO 177

ulaşır ulaşmaz metal dolgu sıkışıyor ve direnci sundaki N ew foundland'da St. John’s’a kadar
önemli ölçüde azalıyordu. Direnç bu biçimde ulaştırıldığını bütün dünyaya duyurdu.
azaldığında elektrom ekanik röleler harekete
geçiyor ve bir mors yazıcısını çalıştırıyordu. İyonosfer
K oherörün bir sakıncası şuydu: Sinyalin ne­ Aslında o dönemin bilgilerine göre böyle bir
den olduğu her sıkışma sonrasında metal şey kuramsal olarak olanaksızdı. H ertz, radyo
parçacıklarını yeniden yüksek dirençli duru­ dalgalarının optik yasaları uyarınca düz bir
ma getirmek için tüpe hafifçe vurulması gere­ hat üzerinde yol aldığını göstermişti. Bu
kiyordu. Bu, tüpe bir elektrikli zil mekaniz­ durum da, radyo dalgalarının Avrupa ile
masının çekiciyle otom atik olarak vurulması Am erika arasında düz bir yol izleyerek Atlas
yoluyla gerçekleştiriliyordu. Okyanusu’nu aşabilmesi için her iki yanda da
Vericideki operatör mors alfabesiyle bir yükseklikleri 150 kilometreyi aşan antenlerin
mesaj yolladığında, bu mesajı taşıyan radyo kurulu olması gerekm ez miydi? M arconi’nin
dalgaları alıcı tarafından toplanıyor ve sonuç­ tanığı yoktu ve bu nedenle aynı telsiz mesajını
ta kâğıt bir şerit üzerinde, mors karakterleriy­ 1902’de bir dizi gözlemcinin önünde tekrarla­
le basılı hale geliyordu. Bu yeni telsiz aygıtı­ yana kadar ileri sürmüş olduğu sav kabul
nın erimi yalnızca birkaç kilom etreydi ve bu görmedi.
yöntemle m esajlar çok yavaş iletilebiliyordu. Kuramsal açıdan dalgaların ufuk çizgisinin
Ayrıca istenilen frekansta çalışılamıyordu, bu hemen ötesinde D ünya’nın yüzeyinden ayrılıp
nedenle de birbirinin menzili içinde kalan iki uzayda kaybolması gerekirken, M arconi’nin
verici aynı anda çalıştırılamıyordu. Çalıştırıl­ gerçekleştirdiği deneyde, D ünya’nın eğriliğini
dığında ise alıcılar her iki mesajı da eşzamanlı izleyerek yol alıyorlarmış gibi bir sonucun
olarak alıyor ve ortaya karmaşık sonuçlar ortaya çıkması nasıl açıklanabilirdi? Başlan­
çıkıyordu. gıçta buna kimse yanıt getiremedi. Am a
A m a 1896 ile 1901 arasında M arconi bu 1902’de A B D ’li elektrik mühendisi A rthur E.
alanda büyük bir yenilik gerçekleştirdi. Ba­ Kennelly ve İngiliz fizikçi Oliver Heaviside,
taryayla çalışan masa üstü vericilerin yerini, Dünya atmosferinin üst katm anlarında ayna
ilk olarak İngiltere’nin güneybatısında Corn- görevi gören ve radyo dalgalarını yeniden
wall’daki Poldhu kayalıkları üzerinde kurulan D ünya’ya yansıtan bir iyonlaşma katmanının
yüksek güçte bir istasyon aldı. Frekans ayar (elektrik yüklü parçacıklardan oluşan bir kat­
ya da seçme devresi geliştirildi ve böylece man) bulunduğunu öne sürdüler. Önceleri bu
istasyonlar arasındaki girişim önlendi; ayrıca iddiayı pek az kişi kabul etti. Am a 1924’te
alıcılar daha gelişkin hale getirildi. 1901’de İngiliz bilim adamı Edw ard A ppleton, Ken-
M arconi, Poldhu’dan gönderilen sinyallerin nelly-Heaviside katm anının varlığını deneysel
Atlas Okyanusu’nu aşarak K anada’nın doğu­ olarak belirledi.

Yüzeyden Çok yüksek


dalgalar frekanslı
(Yer dalgaları) dalgalar
Dünya'nın ancak sınırlı
eğriliğini izler. bir uzaklığa
ulaşabilir.

Bir vericiden ya da yayım kulesinden yayılan değişik dalga boylarındaki radyo dalgalarının Dünya
çevresinde yol alışı.
178 RADYO

d a h a yüks ek a nte n
frek ans taki güç le ndir il m iş
taşıyıcı da lg a taşıyıcı da lg a
m o d ü l e e dil m iş
taşıyıcı d a lg a
m o d ü l e e dil m iş
da lg a la rın birleştirilmesi
taşıyıcı d a lg a
(m o d ü l a s y o n ) güçlendirilir

d a h a d ü ş ü k frekanstak i
s e s sinyalleri
Yayımın Yapılması. M ikrofon konuşmacının ses sinyallerini toplar .
ve elektrik salınım larına dönüştürür (siyah renkli dalga). Osilatör ^ i D ü n y a ' n ı n yüzeyinde?
taşıyıcı dalgayı üretir (renkli dalga). M odülatör ses frekanslarındaki yol a la n d a lg a
elektrik salınımları ile taşıyıcı dalgayı karıştırır ve m odüle edilm iş v-'1' (Yer dalg ası ) M
taşıyıcı dalga elde edilir. Bu dalga g ü çle nd irilir ve anten aracılığıyla
gönderilir.

Aslında D ünya’nın çevresinde farklı yük­ biçiminde gerçekleşir; iki bandı birbirinden
seltilerde birkaç iyonlaşma katmanı vardır. ayıran kesin bir sınır yoktur.
İki ana grup halinde kümeleşmiş olan bu Frekanslar alçaktan yükseğe doğru sırala­
katm anlar, atm osferin üst kesimlerinde yer nacak olursa, ilk bant çok alçak frekans
alan gaz atom larındaki bazı elektronların, (VLF; İngilizce Very L ow Frequency sözcük­
G üneş’ten kaynaklanan morötesi ışınımın et­ lerinin başharflerinden) bandıdır. Bu bantta
kisiyle serbest kalması sonucunda oluşur yalnızca birkaç özel amaçlı istasyon çalışır.
(bak. A T M O S F E R ; E l e k t r o n ) . Bu serbest elek­ Çok alçak frekanslı dalgalar hemen hemen
tronlar, radyo dalgalarının bir bölümünü bütünüyle iyonosferden yansıtma yoluyla ile­
Dünya yüzeyine geri yansıtırlar; kalan bölü­ tilir ve böylece yeryüzü ile atmosferin oluştur­
münü iyonosfer denen katm anlar soğurur. duğu bir “kanal” içinde dünyanın bir nokta­
Yeryüzüne geri yansıyan m iktar, iyonlaşma sından bir başka noktasına ulaştırılabilir. Bu
katm anının yoğunluğuna ve yüksekliğine, nedenle VLF vericilerinin yayın alanı çok
radyo dalgasının frekansına, iyonosfer katm a­ geniştir, ama işletme maliyetleri yüksektir.
nıyla karşılaşma açısına ve bir dizi başka A lçak frekans (LF; İngilizce L ow Frequ-
etm ene bağlıdır. ency sözcüklerinin başharflerinden) bandında
İki ana katm andan birine (yeryüzünden
yüksekliği 80 ile 140 km arasında olanına)
Kennelly-Heaviside katm anı denir. A ppleton
katm anı olarak bilinen öbür katm an ise yer­
yüzünden yaklaşık 240 km yüksektedir. Bu
katm anlar olmasaydı, ilk uydu fırlatılıp D ün­
ya çevresinde bir yörüngeye oturtulana kadar
uzun menzilli radyo iletişimi gerçekleştirile-
mezdi.

Radyo Dalgalarının Frekans


Radyo Dalgaları. Radyo dalgalarının izlediği yol
Dağılım Aralığı eğriler biçim inde gösterilebilir. Dalganın en üst
Radyo dalgalarının frekans dağılım aralığı noktasına tepe, en alt noktasına çukur denir. Dalga
yedi ana banda ayrılır. Bu sınıflandırma bilim boyu tepeden tepeye ya da çukurdan çukura ölçülür.
Bu aynı zamanda bir tam çevrim dir. Dalga frekansı
adamları tarafından, dalgaların iletim özellik­ saniyedeki çevrim sayısıdır. Genlik, dalga şiddetini
lerine bağlı olarak yapılmıştır. Bir banttan ya da yeğinliğini verir. Taşıyıcı bir dalgayı, frekansını
ya da genliğini değiştirerek m odüle edebiliriz, yani
öbürüne geçiş, ani bir sıçrama biçiminde daha alçakfrekanslardaki ses (konuşma ya da müzik
değil, dalga özelliklerinin giderek değişmesi sesleri) dalgalarıyla karıştırabiliriz.
RADYO 179

s e s fr ek ans ında ki
an te n taşıyıcı d a lg a da lg a
güçlendirilir güçlendirilir
ra d y o alıcısı

zayıf fr ek ansındak i
taşıyıcı dalgı güç le ndir il m iş da lg a
taşıyıcı d a lg a

Yayımın Alınması. Radyo alıcısındaki sığaç, istenen istasyonun


frekansını seçer. Alıcının anteni, geçen taşıyıcı dalgaları toplar;
seçilen frekansta olanlar yükselteçte güçlendirilir. Ses sinyalleri bir
algılayıcıda taşıyıcı dalgalardan ayrılır ve hoparlöre gönderilir.

yayım alanı o kadar geniş değildir, çünkü bu ması çok daha güçlü ve daha geniş açılı olur.
banttaki dalgaların bir bölümü iyonosferde İyonosferden yansıyıp yeryüzüne geri dönen
soğurulur. Bununla birlikte LF istasyonları­ dalgalardan Yer dalgalarının yayılma alanı
nın kapsadığı yayım alanı hem gündüz, hem içine düşenler, sinyallerin güçlenmesine ya da
gece oldukça geniş olabilm ektedir. Pek çok zayıflamasına yol açar. İyonosferden yansıyıp
radyo alçısının LF bandı ya da “uzun dalga”sı gelen dalgalar bu kez yeryüzünden yansıyıp
vardır. A m a pek az istasyon bu banttan yayım tekrar iyonosfere geri döner, ama oradan
yapar. tekrar Y er’e yansır. Bu yansımalar süre*;
Orta frekans. (MF; İngilizce Medium Frequ- birkaç kez yinelenebilir ve sinyaller gündüz
ency sözcüklerinin başharflerinden) bandın­ ulaşamadıkları yerlere hava karardıktan son­
daki istasyonlarda dalga iletim özellikleri ra bu yoldan ulaşabilir.
öbürlerinkinden tümüyle farklıdır. Gündüz Kutup ışıkları (bak. K utup IŞIKLARI) d e n e r
çok zayıf işitilen M F bandı ya da “orta dalga” a tm o s f e r e tk ile r i, y ü k s e k e n e r ji y ü k lü p a r ç a ­
istasyonları hava karardıktan sonra, çoğu za­ c ık la r ın iy o n o s f e r e g ir m e s in e n e d e n o lu r .
man başka yayınları bozacak ölçüde güçlü K u tu p ış ık la r ın ın g ö r ü ld ü ğ ü s ır a d a a n s ız ın
alınmaya başlar. Ayrıca bu banttan gönderi­ o r ta y a ç ık a n b u iy o n la ş m ış p a r ç a c ık b ir ik im i,
len sinyaller zaman zaman zayıflama eğilimi ç o ğ u z a m a n r a d y o iş a r e tle r in in u z a y d a y itip
gösterir. Bu etkilerin nedeni iyonosferdir. g itm e s in e y o l a ç a r.
Yayımlanan bütün radyo dalgalarının, iyo- Yüksek frekans (H F; İngilizce High Frequ-
nosferden yansıyarak yayılan dalgalar ve doğ­ ency sözcüklerinin başharflerinden) bandının
rudan D ünya’nın yüzeyinden yayılan dalgalar uzun yıllar kısa menzilli radyo yayınlarından
olmak üzere iki bileşeni vardır. Gündüzleri başka bir işe yaramayacağı düşünülm üştü.
MF istasyonlarının yaydığı dalgalardan iyo- Am a bugün uzun menzilli iletişimde H F ban­
nosfere ulaşanlar hemen hemen bütünüyle dı ya da “kısa dalga” yaygın olarak kullanıl­
soğurulur ve bu nedenle de yayım alanındaki m aktadır. O dönem de böyle sanılmasının ne­
alıcı istasyonlar gündüzleri yalnızca Yer dal­ deni, yüzeyden giden dalgaların (Y er dalgala­
galarını alırlar (Y er dalgaları da oldukça geniş rının) çok kısa menzilli olması ve 1920’lere
bir alan içinde, düzenli olarak alınabilir). kadar radyo dalgalarının iyonosferden yansı­
Am a iyonosfer katm anları G üneş’in etkisiyle ması konusunda hiçbir şeyin bilinmemesin-
oluştuğundan, bu katm anların yoğunlukları dendi. Radyo dalgalarının bir bölüm ünün iyo-
ve yükseklikleri de hem mevsimlere bağlı nosferin alt katm anlarının içine girdiği, ama
olarak, hem de gece ve gündüz farklılığından bunların daha üstteki A ppleton katm anınca
etkilenerek değişir. Bu nedenle hava karar­ yansıtıldığı 1920’lerde keşfedildi. İlk yansıma,
dıktan sonra dalgaların iyonosferden yansı­ Y er dalgalarının ulaşabileceği menzilin çok
180 RADYO
„ ı I ı i i 1
A n n A nA A Radyo dalgasının frekansı ne kadar yüksek­
A1 A\ J A A AM/\
-l \ se, taşıyabileceği telefon ya da telgraf sinyal­
WW \ lerinin sayısı da o ölçüde büyük olur. Örneğin
bir SHF dalgası aynı anda 900 kadar telefon
görüşmesinin iletilebilmesini sağlar. İki kent
arasında belirli aralıklarla kurulacak istasyon­
ların yardımıyla m esajlar hat boyunca tekrar­
s e s da lg a sı lanabilir ve böylece dalgaların kısa menzilli
olmasının getirdiği sınırlamalar aşılabilir. Bu
tekrarlam a otom atik olarak yapılabilir ve
birbirinden orm anlar ya da çöllerle ayrılmış
kentler arasında bu tür bir istasyon zinciri
genlik m o d ü l a s y o n u n d a n (AM) g e ç m i ş da lg a kurularak 1.500 kilometreye kadar olan uzak­
( s e s v e taşıyıcı d a lg a karışımı) lıklara ulaşılabilir.
Eğer bir V H F dalgası iyonosfere dar bir
açıyla girerse, enerjinin çoğu uzaya kaçar.
Am a bu dalganın küçük bir bölümü iyonos-
ferde saçılıma uğrar ve bunun da bir bölümü
f r ek a n s m o d ü l a s y o n u n d a n (FM) g e ç m i ş da lg a verici istasyona uzak bir noktada yeryüzüne
(s es v e taşıyıcı d a lg a karışımı)
geri döner. Böylece bu “iyonosfer saçılımı”n-
Taşıyıcı dalganın radyo yayını için m odülasyonu. dan yararlanılarak verici istasyona uzaklıkları
yaklaşık 1.500 kilom etrenin üzerinde olan
ötesinde bir yerde yeryüzüne geri döner ve noktalarda, oldukça duyarlı bir alıcıyla VHF
birkaç kez daha gidip geldikten sonra çok bü­ dalgaları alınabilir.
yük bir uzaklığa ulaşır, hatta dünyanın çevre­
sini dolanabilir. Yer dalgalarının eriştiği uzak­ Termoiyonik Lamba
lık ile ilk yansıma noktası arasında, hiçbir sin­ 1920’lere kadar hem en hem en bütün radyo
yalin işitilemediği bir bölge kalır. istasyonları mors alfabesiyle mesaj gönder­
Ç ok yü ksek frekans (VHF; İngilizce \ e r y m ek için kullanılırdı. Radyo dalgaları aracılı­
High Frequency sözcüklerinin başharflerin­ ğıyla ve mors alfabesiyle mesaj iletimine telsiz
den), ultra yü ksek frekans (U H F; İngilizce telgraf denir. O dönem de vericilerde lamba
Ultra High Frequency sözcüklerinin başharfle­ kullanılmazdı; radyo dalgası üretm enin başlı­
rinden) ve süper yü ksek frekans (SHF; İngiliz­ ca aracı, elektrik kıvılcımları, Poulsen arkı ya
ce Süper High Frequency sözcüklerinin baş­ da A lexanderson yüksek frekans alternatö-
harflerinden) bantlarındaki istasyonların iyo­ rüydü. Bu yöntem lerden hiçbiri telsiz telefon
nosfere ulaşan dalgaları, iyonosferin bütün tekniği, yani konuşmaların ya da genel olarak
katm anlarını geçip uzaya kaçar. Bu istasyon­ seslerin radyo dalgaları biçiminde gönderil­
ların yüzeyden giden dalgalarının menzili fre­ mesi için uygun değildi.
kans artışıyla kısalır ve SHF bandının üst 1904’te İngiliz bilim adamı Sir John Am-
ucundaki dalgalar artık ufuk çizgisinin pek brose Fleming, term oiyonik diyot lambayı
fazla ötesine geçemez. M ühendisler istasyon­ buldu; A B D ’li fizikçi Lee de Forest ise
ları tepelerin ya da dağların üstünde kurarak 1906’da bu lambaya ızgara denen üçüncü bir
bu uzaklığı artırm aya çalışırlar. parça ekledi (bak. E L E K T R O N İ K ). Triyot lamba
Bu bantlar kısa menzilli olm akla birlikte denen bu aygıt zayıf sinyalleri güçlendirebil-
yaygın olarak kullanılır. Televizyon görüntü­ mekteydi. Am a triyot lambanın telsiz telefon
sünü veren karmaşık sinyaller, teknik neden­ için gerekli olan pürüzsüz salınımlar da ürete­
lerle LF, MF ve H F bantları üzerinden bildiği ancak 1913’te keşfedildi.
gönderilemez. Televizyon yayınlarında, men­ I. Dünya SaVaşı sırasında triyot lambanıp
zilleri sırasıyla yaklaşık 60 km ve 35 km olan verimliliği ve çıkış gücü büyük ölçüde artırıl­
V H F ve U H F istasyonları kullanılır. dı. 1918’e gelindiğinde pek çok ülkenin silahlı
RADYOAKTİFLİK 181

kuvvetlerinde alçak güçlü telsiz telefonlar sine oturtulan uyduların yaygın olarak kulla­
kullanılıyordu. Savaş sona erdiğinde radyo nılmaya başlanması olm uştur (bak. T e l e k o m ü ­
üreticileri yeni bir pazar aram aya başladılar. n i k a s y o n ) . V H F ve öbür yüksek frekans bant­

Genel radyo yayını 1920’de başladı. Bugün larında, yüzeyden yayılan radyo dalgaların­
term oiyonik lambanın yerini büyük ölçüde dan yararlanılarak yapılan yayınların ulaşabi­
transistor (bak. T R A N S İ S T O R ) almıştır; term o­ leceği sınır, kabaca ufuk hattının biraz ötesine
iyonik lamba ancak büyük çıkış gücünün ge­ kadar uzanır. Radyo vericisinden yayılan sin­
rekli olduğu yerlerde kullanılmaktadır. yalleri uzaydaki bir uyduya gönderm ek ve
oradan yeryüzüne geri yansıtmak, bu “ufuğu”
Radyo Nasıl Çalışır çok önemli ölçüde genişletir.
Ses dalgaları farklı frekanslarda titreşir (bak. Diyelim ki, İngiltere’deki bir U H F istasyo­
S E S ; S E S K A Y D l ) ; bu titreşim ler stüdyoda m ikro­ nu A B D ’deki benzer bir istasyonla iletişim
fonlarla toplanır ve aynı frekanslardaki elek­ kurm ak istiyor. D ünya’nm eğriliği nedeniyle,
trik salınmalarına, yani elektrik sinyallerine normal olarak bu gerçekleştirilemez. A m a,
dönüştürülür. Bu sinyaller yükselteçlerden Atlas O kyanusu’nun üzerindeki bir yörünge­
(am plifikatör) geçirilerek güçlendirilir ve ar­ ye her iki istasyonu da doğrudan görebilen bir
dından bu “ses frekansları” , vericide üretilen uydu yerleştirilmişse, bu haberleşm e başarıla­
daha yüksek frekanstaki radyo dalgalarının bilir. Sinyaller birinci istasyondan uyduya
üzerine “bindirilir” . Bu radyo dalgaları ses gönderilir; uydu alıcısı bunları toplar ve güç­
frekanslarını uzaklara taşır. Ses sinyalleri ile lendirir. Sonra da bu sinyaller uydudaki kü­
taşıyıcı radyo dalgalarının aynı dalga düzenin­ çük bir vericiye aktarılır, buradan D ünya’daki
de birleştirilmesi, yani her iki dalganın üst üs­ alıcı istasyona gönderilir ve burada yeniden
te bindirilerek tek bir dalga haline getirilmesi güçlendirilir. Bu tür güçlendirm elerde yüksel­
gerekir; bu işleme “m odülasyon” denir. “M o­ tici olarak m aserlerden yararlanılabilir. (Ma-
düle edilmiş” ses sinyalleri antene beslenir ve ser, “Uyarılmış Işınım Yayımıyla M ikrodalga
oradan elektrom agnetik dalgalar biçiminde Yükseltimi” anlamına gelen İngilizce M icro-
yayılır. İki tür modülasyon sistemi vardır: wave A m plification by Stim ulated Emission o f
Genlik m odülasyonunda (kısaca “A M ”), R adiaîion sözcüklerinin başharflerinden oluş­
elektrik salınımları yüksek frekanslı taşıyıcı turulm uştur.)
dalgaların genliğini değiştirir. Frekans modü­ Bu tip bir haberleşm e uydusunda, bütün
lasyonunda (kısaca “FM ”) taşıyıcı dalganın alıcı ve verici donanım ları ile bunların yedek­
genliği aynı kalır, ama frekansı ses frekansla­ leri bulunur. Uydular, D ünya’dan roketlerle
rıyla değişir. Televizyon vericilerinde görüntü fırlatılır ve yerden genellikle 36.000 km yük­
sinyallerini gönderm ek için AM , ses sinyalle­ sekteki bir yörüngeye oturtulur. Bu yüksek­
ri için de FM sisteminden yararlanılır. likte uydu, D ünya’nm çevresinde Dünya ile
Radyo alıcısında, iletkenlerden (bobinler­ birlikte döner ve böylece Dünya üzerindeki
den) ve sığaçlardan (bak. SiGaç) oluşan bir verici ve alıcı istasyonlara göre her zaman
düzeneğin yardımıyla frekans ayarı yapılır ve doğru konum da kalır. Uydularda enerji, ba­
böylece istenen sinyaller alınır, öbür sinyaller taryalardan ya da güneş ışınlarını elektriğe çe­
ise alıcı devresinin dışında bırakılır. Transis- viren güneş pillerinden sağlanır. Gelecekte
törler (ya da bugün pek fazla kullanılmayan bunun için belki de nükleer enerji kullanıla­
radyo lam baları), zayıflamış olarak alıcıya cak ve böylece uydunun çalışma öm rü nere­
ulaşan sinyalleri güçlendirir. Ses frekansları deyse sonsuz olacaktır. Gezegenler arası yol­
ayrılır ve elektrik salınımları hoparlöre gön­ culuklarda laserlerden yararlanm a olanağı
derilerek burada yeniden ses titreşim lerine vardır. Laserin ürettiği çok yoğun ışık dem eti,
dönüştürülür. sinyallerle modüle edilerek ses sinyalleri için
taşıyıcı dalga görevi görebilir (bak. L a s e r ) .
Uydular Aracılığıyla İletişim
Radyo dalgalarıyla iletişimde son zam anlarda RADYOAKTİFLİK. R adyoaktif m addeler,
sağlanan en önemli ilerleme, Dünya yörünge­ çevrelerine çok büyük bir hızla küçük parça­
182 RADYOAKTİFLİK

cıklar ya da ışınlar salan m addelerdir. Bu dır (bak. A t o m ) . B u radyoaktif elem entlerin


m addelerden bazıları doğada bulunur, bazıla­ atom çekirdekleri çok ağır olduklarından “ka­
rı da yapay olarak elde edilir. Bu tür m adde­ rarsızadır. Yani, bu çekirdekler oldukları gibi
lerin bu parçacık ya da ışın salma özelliğine kalmazlar, parçacık ya da ışın salarak ayrışır­
radyoaktiflik ya da radyoaktivite denir. lar, parçalanırlar. Bunun sonucu olarak başka
Radyoaktifliği 1896'da, Fransız bilim adamı atom lara, en sonunda çoğu kurşuna, bir bölü­
Henri Becquerel keşfetti. Becquerel, labora- mü de bizmuta dönüşürler. Bu sürece radyo­
tuvarındaki bazı fotoğraf levhalarını uranyum aktif bozunum denir.
içeren bir m addenin yanma koymuştu. (Fo­
toğraf levhaları fotoğraf filmlerine benzer; Atomlar Nasıl Değişebilir
onlardan tek farkı, ışığa duyarlı kimyasal Radyoaktif atom ların hepsi birlikte değişmez.
m addenin esnek bir filmin üzerine değil de bir H er atom önceden kestirilem eyen, beklenm e­
cam levha üzerine kaplanmış olmasıdır.) Bec- dik bir anda değişime uğrar. Am a çok sayıda
querel bir süre sonra levhaları banyo ettiğin­ atom un varlığı söz konusuysa, bir saniye için­
de, levhaların sanki ışığa tutulmuş gibi kapka­ de ayrışan ya da bozunan ortalam a atom sayı­
ra çıktığını gördü. Becquerel’e göre, böyle bir sı bulunabilir. Saniye başına düşen ortalam a
şeyin olabilmesi için levhaların ışıkla aynı et­ bozunma sayısına radyoaktif maddenin etkin­
kiyi gösteren bir ışınımın etkisinde kalmış ol­ liği ya da aktifliği denir. Etkinlik ya da radyo­
ması, üstelik uranyum dan geldiğini sandığı bu aktiflik birimi, Marie Curie’nin anısına “cu­
ışınların, levhaların sarılı olduğu koruyucu kı­ rie” adıyla anılır. (1 milicurie, 1 curienin bin­
lıfın içinden geçmiş olması gerekirdi. Becque- de birine eşittir.)
rel’in başlattığı bu çalışmaları Pierre ve M arie Bir radyoaktif maddenin etkinliği zamanla
Curie sürdürdüler (bak. C U R I E . M a r i e V E P l E R - azalır, çünkü, atom ları sürekli olarak ayrıştığı
R E ) . Curie’ler, radyum denen son derece et­ ve parçalandığı için atom sayısı giderek azalır.
kin (aktif) elem ent başta olmak üzere birçok Bir radyoaktif madde örneğindeki atomların
radyoaktif elem ent keşfettiler (bak. K İ M Y A S A L belirli bir bölümünün ayrışması için geçen sü­
E l e m e n t l e r ; R a d y u m ). re her zaman aynıdır. Bu süre radyoaktif
D oğada bulunan radyoaktif elem entlerden maddenin m iktarına değil seçilen kesre bağlı­
pek çoğunun çekirdekleri ağır türdendir. B ü­ dır. Toplam atom sayısının yarısı kadar ato­
tün elem entlerde atom kütlesinin hem en h e­ mun bozunması için geçen süreye radyoaktif
men tüm ü çekirdekte yoğunlaşmış durum da­ m addenin yarı öm rü denir. Radyum un 1.622

İZOTOP YARI ÖMÜR

Uranyum -238 4.510.000.000 yıl


Radyum-226 1.622 yıl
Aktinyum -227 21,6 yıl
Berkelyum-249 314 gün
7 saat 14 saat sonra Polonyum-210 138 gün
A ynştaynyum -253 20 gün
Radon-222 3,8 gün
Fermiyum-251 7 saat

28 saat sonra 56 saat sonra 112 saat sonra

Eğer 10 m iligram fermiyum-251 izotopumuz varsa ve bunu yedi saat süreyle kendi haline bırakırsak, bu
süre sonunda radyoaktif parçalanma nedeniyle 5 m iligram ının bir başka elemente dönüşm üş olduğunu
görürüz. Bu yedi saatlik dönem e ferm iyum -251'in yarı öm rü denir. Bazı başka izotopların yarı öm ürleri
sağda gösterilm iştir.
RADYOAKTİFLİK 183

yıllık bir yarı öm rü vardır. Bu dem ektir ki, lar. Bunlardan alfa parçacıkları , helyum ato­
etkinliği 20 milicurie olan bir m iktar radyum munun çekirdeği ile aynı yapıdadır, yani iki
1.622 yıl sonra yalnızca 10 milicurielik bir et­ nötron ile iki protondan oluşur. (Helyum ato­
kinliğe sahip olacak, bir 1.622 yıl daha geçtik­ munun bütününde, çekirdeğin çevresinde do­
ten sonra bu 5 milicurieye düşecek ve bu böy­ lanan iki de elektron vardır.) A lfa parçacıkla­
lece sürüp gidecektir. rı genellikle son derece hızlı (saniyede yakla­
Atom çekirdeği, proton ve nötron denen şık 20 milyon m etre) parçacık akımları (alfa
iki tür parçacıktan oluşur. Protonlar artı elek­ ışınları) halinde fırlatılırlar; ama parçacıkların
trik yüklü parçacıklardır; ama nötronların hızı kısa sürede yavaşlar, öyle ki, bu parçacık­
herhangi bir elektrik yükü yoktur. Çekirdek­ lar havada ancak birkaç santim etre kadar yol
teki proton sayısı, çekirdeğin çevresinde dola­ alır. Alfa ışınları insan derisinden içeri işle­
nan ve atom un geriye kalan bölüm ünü oluştu­ mez. Beta ışınları ise elektron akımlarıdır;
ran elektronların sayısına eşittir. Atom un bunlar, çekirdek çevresinde dolanan eksi yük­
kimyasal davranış özellikleri, elektronlarının lü parçacıklarla aynı yapıdadır (bak. E l e k ­
sayısına ve dolayısıyla da protonlarının sayısı­ t r o n ) . Gam m a ışınları çok kısa dalga boylu

na bağlıdır; nötron sayısının bunda etkisi pek elektrom agnetik dalgalardır. G am m a ışınları
azdır. Proton sayısı aynı olan atom lar, aynı X ışınlarına benzer, ama enerjileri genellikle
elem entin atomlarıdır. daha yüksektir; bu özellikleri nedeniyle daha
Örneğin, elem ent ya da atom numarası 92 büyük uzaklıklara ulaşabilir ve cisimlerin içi­
olan uranyum un, çekirdeğinde 92 proton ve ne işleyebilirler. G am m a ışınları ince bir
çekirdek çevresinde dolanan 92 elektronu kurşun perdeden bile geçebilir. Bu ışınların
vardır. Çekirdeklerindeki nötron sayısı farklı, kütlesi ya da elektrik yükü yoktur.
değişik uranyum türlerinin var olduğu bilin­
m ektedir. En yaygın tür olan uranyum-238’in Radyoaktifliğin Saptanması
çekirdeğinde 146 nötron vardır; buna proton­ Radyoaktif m addelerin yaydığı ışınlar İyon­
ların sayısı, yani 92 eklendiğinde, bu uranyum laştırıcı ışınlardır, yani bu ışınlar gaz m olekül­
türünün kütle numarası olan 238 bulunur. Öte lerini parçalayarak onları elektrik yüklü par­
yandan uranyum-235’te, 92 protonun yanı sı­ çacıklar haline dönüştürebilirler (bak. İ Y O N ) .
ra 143 nötron vardır. Radyoaktifliğin varlığını ve şiddetini sapta­
Proton sayıları aynı, ama nötron sayıları m akta kullanılan Geiger sayacında bu özellik­
farklı olan atom lara izotop denir. E lem entle­ ten yararlanılır.
rin çoğunun hem kararlı, hem de radyoaktif Geiger sayacının en önemli parçası, içinde
izotopları vardır; ama daha hafif elem entlerin düşük basınçlı hava, argon ya da bir başka gaz
çoğunun doğada yalnızca kararlı yapıdaki izo­ bulunan iyonlaşma tüpüdür. Tüpün bir ucun­
topları bulunur. Bu tür elem entlerin radyoak­ da ince bir m etal pencere vardır; içinde ise,
tif izotopları bir nükleer reaktörde yapay ola­ üzerinden elektrik akımı geçirilen bir tel bulu­
rak elde edilebilir (bak. N Ü K L E E R E N E R J Î ) . B u­ nur. Tele uygulanan elektrik gerilimi oldukça
nun için elem ent, içinde serbestçe dolanan yüksektir, ama bu gerilim öyle ayarlanmıştır
nötronlar bulunan bir reaktöre yerleştirilir; ki, normal koşullarda tel ile tüpün metal du­
elem entin atom çekirdekleri bu nötronlardan varları arasında herhangi bir kıvılcım atlaması
bazılarını soğurur, yani içine alır ve bunun so­ olmaz. Pencereden ışınım, yani radyasyon
nucunda kararsız hale gelir. İzotopların bazı­ girdiğinde, bu ışınım tüpün içindeki gazı iyon­
ları da, parçacık hızlandırıcısı ya da siklotron laştırır ve bir kıvılcım atlaması ya da bir başka
denen aygıtlarda elde edilir; bu aygıtlarda deyişle elektrik enerjisi darbesi (vuru) oluşur.
atom çekirdekleri, çok hızlı hareket eden par­ Tüpe bağlı bir yükselteç ile bir hoparlör, bu
çacıklarla bom bardım an edilir, yani dövülür. tür bir darbe oluştuğunda tıkırtı biçiminde bir
(Bu işlem, PA R Ç A C IK H IZ L A N D IR IC I­ ses üretir ve bu ses bir sayma devresiyle elek­
LA RI m addesinde anlatılmıştır.) tronik olarak kaydedilir. Üzeri ölçeklendiril-
Radyoaktif m addeler bir ya da birkaç tür miş bir aygıt darbeleri sayar ve bir kadranın
parçacık ya da ışınım (yani radyasyon) yayar­ üzerinde gösterir; bu arada darbe sıklığını öl­
184 RADYOAKTİFLİK

ALFA

Üstte solda: R adyoaktifliğin incelenmesi için kullanılan bir sis odası. Oda kısmen sıvıyla doldurulur. (A)
Balonu sıkıldığında odaya hava dolar; balon aniden serbest bırakıldığındaysa odadaki basınç düşer.
Basıncın düşmesi odanın içinde bir sis oluşmasına yol açar ve ortam da herhangi bir iyon varsa, sis bu
iyonların üzerinde yoğunlaşır. C'de bulunan herhangi bir radyoaktif m addenin çıkardığı alfa ve beta ışınları
iyonların izini belli eder. Bu izler, parlak bir ışık altında B'de görülebilir. Ortadaki iz fotoğrafında, ağır alfa
parçacıklarının iyonlarla çarpışma etkisiyle fazlaca bir sapmaya uğramadıkları görülm ektedir. Sağdaki
fotoğrafta görülen hafif beta parçacıkları ise sapmaya uğrar ve ince, dalgalı izler bırakır.

çen bir başka aygıt da saniyedeki ortalam a Radyoaktif atom lar, m addelerin “etiket­
darbe sayısını gösterir. lenm esinde” de kullanılabilir; bunun için
Sis odası denen aygıtlar, iyonların hareket­ m addedeki bazı normal atom lar çıkarılarak
lerini görülebilir ve fotoğrafları çekilebilir iz­ bunların yerine radyoaktif atom lar yerleştiri­
lere dönüştürür. Kırpışım sayacı ya da sinti- lir ve bu atom ların çıkardığı ışınımdan yarar­
lasyon sayacı denen aygıtlarda ise radyoaktif lanılarak m adde izlenir. Tıpta bu yöntem,
parçacıkların ya da ışınların varlığı, bunların hangi m addenin vücudun hangi bölümüne git­
bazı özel m addelerle çarpıştıkları zaman oluş­ tiğini saptam ak için (örneğin yeni bir ilaç de­
turdukları kısa süreli ışık parlam alarından ya­ nenirken) kullanılır. Radyoaktif etiketlem e­
rarlanılarak saptanır. den, kimya ve biyokimyada moleküllerin
kimyasal tepkim elere katılım aşamalarını ve
Radyoaktiflikten Yararlanma süreçlerini izlemek için yararlanılır.
Bilindiği gibi radyoaktif m addeler atom bom ­ Sanayide, metal parçalarda herhangi bir ya­
basının yapımında kullanılır, ama bu m adde­ rık, çatlak ve kusur, özellikle de kaynak kusu­
lerin bilim, tıp ve sanayide insanların yararına ru olup olmadığını saptam ak için başvurulan
kullanıldıkları alanlar da vardır. Örneğin fotoğraf çekimlerinde X ışınları yerine kobalt-
gamma ışınları insan vücudunun derinlikleri­ 60 gibi radyoaktif izotopların çıkardığı gam­
ne kadar işleyebilir ve belirli türden canlı hüc­ m a ışınımı kullanılır (bak. K a y n a k ) . Yüksek
releri yok edebilir; işte gamma ışınlarının bu enerjili gamma ışınlarıyla hastanelerdeki sağ­
özelliklerinden yararlanılarak, vücuttaki is­ lık gereçleri sterilize edilebilir, yani m ikrop­
tenm eyen hücre çoğalmalarının önüne geçile­ lardan arındırılabilir, ayrıca besinlerin saklan­
bilir ve örneğin bazı kanser türleri tedavi edi­ masında gene bu tür ışınlardan yararlanıla­
lebilir. Am a ışınlar sağlıklı hücreleri de yok bilir.
eder, onun için tedavinin büyük bir dikkatle
yürütülmesi gerekir. IŞINIM m addesinde, ışı­ Radyoaktif Karbonla Tarihlendirme
nımın sağlık açısından yarattığı tehlikeleri ele Radyoaktiflikten yararlanm anın en ilginç bi­
alan bir bölüme yer verilmiştir. çimlerden birine arkeoloji alanında rastlanır.
RADYOASTRONOMİ 185

Bu, radyoaktif olma özelliğine sahip karbon ışınım ya da X ışınları yayan yıldızları ve
izotoplarının arkeolojik kalıntıların yaşını gökadaları “görm ek” için özel teleskoplara ve
bulmak için kullanılmasıdır. Canlılardaki kar­ detektörlere gerek vardır. Dünyanın en iyi
bonun çoğu, kararlı bir yapıda olan karbon-12 kızılötesi teleskopları, Hawaii’deki sönmüş
izotopudur; am a bunun yanı sıra, eser m iktar­ M auna Kea Y anardağı’nın tepesi gibi, hava
da olmakla birlikte sabit bir oranda radyoak­ kirliliğinin olmadığı yüksek dağ zirvelerinde
tif karbon-14 izotopu da bulunur. Bu radyo­ kurulm uştur. X ışını detektörlerinin ise at­
aktif izotop zaman içinde parçalanır ve başka mosferin dışına, yani uzaya gönderilmesi ge­
elem entlere dönüşür. Karbon-14’ün yarı öm ­ rekir. Gökcisimlerinin yaydığı gözle görüle­
rü yaklaşık 5.730 yıldır. (Radyoaktif izotopla­ meyen ışınların incelenmesine dayalı en eski
ra radyoizotop, radyoaktif karbon izotopuna ve en gelişkin astronomi dalı radyoastronom i-
ise radyokarbon da denir.) dir ve radyoastronom ların bulmuş oldukları
Bitkiler ya da hayvanlar canlı oldukları sü­ gökcisimlerinin varlığından bugüne kadar en
rece, atm osferden ve beslendikleri m addeler­ küçük bir kuşku bile duyulmamıştır. (A yrıca
den sürekli olarak taze karbon alır ve gövde­ bak. A STRO N O M İ; G Ö Z L E M E V İ; TELESKOP; U Y D U .)
sindeki karbon-14 oranı havadaki karbon-14 Evrenin bir radyoteleskoptan görünüşü,
oranıyla hep aynı kalır. Am a bitki ya da hay­ optik teleskoplardan yararlanılarak oluşturu­
van öldüğü zaman bu oran azalmaya başlar. lan resminden çok farklıdır. Yıldızların, gök­
Karbon-14’ün yarı öm rünü bilen bilim adam ­ adaların ve başka gökcisimlerinin gönderdik­
leri ışığı optik teleskoplarla doğrudan gözlem­
ları herhangi bir canlı kalıntısındaki (bu kalın­
tı bir zam anlar canlı hücrelerden oluşan odun, leyebiliriz. Radyoastronom lar ise uzaydan
kem ik, boynuz, tahıl tanesi, yün ya da bir or­ gelen radyo dalgalarını saptam aya uğraşırlar
man yangınından artakalmış kül olabilir) kar- ve varlığını saptadıkları bu dalgaların ne
bon-14’ün karbon-12’ye olan oranını ölçerek anlama geldiğini çözebilmek için bilgisayar
o maddenin yaşını belirleyebilirler. Am a bu gibi karmaşık aygıtlar kullanırlar. G üneş’ten
yöntem yaklaşık 10 bin yıla kadar olan yaşlar gelen radyo dalgalarının şiddetinin ya da
için geçerlidir. (Örneğin bu yöntem , ölü ağaç yeğinliğinin, Güneş lekesi çevrimine bağlı
ve bitkilerden oluşan köm ürün yaşını belirle­ olarak değiştiği saptanm ıştır (bak. G ün eş ).
yebilmek için uygulanamaz; çünKü köm ürün Jüpiter gezegeni de güçlü bir radyo dalgası
oluşumu o kadar eskidir ki, geçen süre içinde kaynağıdır. Bu gezegen geniş ve güçlü bir
karbon-14’ün tüm ü bozunup tükenm iştir.) magnetik alanla çevrilidir. Elektrik yüklü
M addenin yaşamış olduğu çağ günümüze ne parçacıklar bu alandan geçerken radyo dalga­
kadar yakınsa, radyoaktif karbonla tarihlen- ları yayar. Radyoteleskoplar, Güneş sistemi­
dirme de o ölçüde doğru olur. (A yrıca bak. nin ötesinden, örneğin Samanyolu G ökada­
A R K E O L O Jİ.) sın d a n (bak. G ö k a d a ; Sa m a n y o l u ) ya da
Y er’in yaşı da radyoaktif tarihlendirm eyle bulutsu denen büyük gaz bulutlarından da
bulunur; ama bunun için karbon yerine rad­ radyo dalgaları alırlar. Bizim gökadamız olan
yum ya da uranyum (sonunda bütünüyle bo­ Samanyolu’nda, pulsar denen ve sık aralıklar­
zunup kurşuna dönüşür) ve helyum kullanılır. la ışınım darbeleri (vurular) salan radyo
dalgası kaynakları vardır; Samanyolu’nun
RADYOASTRONOMİ. 20. yüzyılın ortaları ötesindeyse son derece güçlü radyogökadalar
na kadar astronom lar evreni yalnızca optik' ve kuvazarlar yer alır. Uzayın derinliklerinde,
teleskopların yardımıyla gözlemleyebiliyor­ evrenin doğuş anından artakalmış bir radyo
lardı; yani gezegenleri, yıldızları, ışıyan gaz fon ışıması vardır; bu ışıma, “büyük patlam a”
bulutlarını ve gökadaları, ancak bu gökcisim­ nın (B ig Bang) halen sürm ekte olan yankısı­
lerinin gönderdiği ışıktan yararlanarak incele­ dır (bak. E v r e n ; Y il d i z ).
yebiliyorlardı. Am a evrendeki pek çok cisim, Bu m addede radyoastronom i tarihine kısa­
görünür ışık dalga boylarının dışında kalan ca değinildikten sonra radyoastronom ların
elektrom agnetik ışınım dalga boylarında çok kullandıkları aygıtlar ve gerçekleştirdikleri
daha parlaktır. Radyo dalgaları, kızılötesi bazı büyük keşifler üzerinde durulacaktır.
186 RADYOASTRONOMİ

na” , özel bir biçimde birbirine bağlanmış bir


antenler dizisi ya da kümesi olabileceği gibi,
bir metal levha ya da tel örgü de olabilir.
Yansıtıcının tek ya da bütün bir parça halinde
olması zorunlu değildir; bir tel örgü de radyo
dalgalarını çok iyi yansıtır. Eğer 10 santim et­
reden daha küçük dalga boyları için kullanıl­
mayacaksa, “aynanın” yüzeyinin mutlaka
düzgün olması da gerekmez.
Radyoteleskopların optik teleskoplardan
çok daha büyük olması gerekir. Bunun en
önemli nedeni, radyo dalgalarının dalga bo­
yunun görünür ışık dalga boylarından milyon­
larca kez daha uzun olmasıdır; bu nedenle
kozmik radyo yayımının ayrıntılı bir haritasını
çıkarabilmek için büyük yansıtıcılara ve anten
dizilerine gereksinim vardır. Radyoteleskop-
ların büyük olmasının ikinci bir nedeni de,
Hale Observatories
radyo sinyallerinin son derece zayıf olması ve
Orion takımyıldızındaki Atbaşı bulutsusunda geniş bir toplam a yüzeyi olmadığı sürece
bulunan iyonlaşm ış hidrojen, yakınındaki sıcak bunların varlığının saptanamam asıdır. Rad-
yıldızların ışığıyla parıldar. Bu bulutsu g örünür ışık yoteleskoplardaki detektör, genellikle ortası­
ve m orötesi ışınım saldığı gibi radyo dalgaları da
yayar. na bir bağlantı teli tutturulm uş basit bir
çiftkutuplu (dipol) anten ya da çubuktan
Radyoastronomrnin Ortaya Çıkması oluşur (bak. R a d y o ) . D etektör, çanak biçi­
1932’de A B D ’li elektrik mühendisi Kari mindeki teleskopun odak noktasında yer alır;
Jansky (1905-50), Samanyolu’ndan gelen koruyucu kutusunun içinde, alıcıya gönde-
dalgaları toplayabilen ilk radyoteleskopu yap­ rilemeyecek kadar zayıf radyo sinyallerini
tı. Bu buluş büyük heyecan uyandırdı; çünkü güçlendiren bir yükselteç (amplifikatör) bulu­
Jansky, sıradan bir radyo antenini Samanyo- nur. Radyo alıcısı karmaşık bir aygıttır ve
lu’na doğru yönelttiğinde, radyo alıcısında norm al olarak bir bilgisayar sistemine bağlı­
hafif bir ıslık sesi belirdiğini saptamıştı. dır. Teleskopla toplanan bilgi bilgisayarda
1940’larda İngiliz bilim adamı J. S. Hey, radar işlenerek gökyüzünün radyo dalgaları haritası
sistemlerinde rastlanan garip sinyal karışma­ çıkarılır. Alıcı sistemde ayrıca, dar bir dalga
larının aslında G üneş’ten gelen radyo dalgala­ boyu dağılım aralığındaki radyo sinyallerinin
rından kaynaklandığını fark etti. Aşağı yukarı şiddetini kaydedebilen bir radyo spektromet-
aynı sıralarda A B D ’li am atör astronom G rote resi bulunur. Bu özel teknik, yaydıkları özgün
R eber (doğumu 1911) ilk gerçek radyoteles­ radyo sinyallerinin incelenmesiyle Samanyo-
kopu yaptı ve bu aygıtla, Sam anyolu’nun lu’ndaki gaz bulutlarını oluşturan atom ve
m erkezinde güçlü bir radyo kaynağının bu­ moleküllerin belirlenmesinde kullanılır.
lunduğunu saptadı. Başlangıçta atılan bu kü­ Dünyanın tek çanaklı en büyük radyoteles­
çük adım lardan günümüzün dev radyoteles- kopu, A B D ’ye bağlı Porto R iko’daki Areci-
kopları doğdu. bo’da kuruludur. Burada mühendisler doğal
bir krateri tel örgüyle kaplayarak 300 m etre
Radyoteleskoplar çapında bir radyoteleskop yapmışlardır. Bu
Bir radyoteleskopun üç ana bileşeni vardır: teleskop gökyüzündeki belirli bir noktaya
Kozmik radyo dalgalarını yansıtan bir tür yöneltilem em ektedir, ama gözlemciler bunun
“ayna” , bu dalgaları toplayan bir detektör ve yerine çiftkutuplu anteni, yani detektörü h a­
son derece zayıf sinyalleri güçlendirmeye ve reket ettirebilm ektedirler. Buna ek olarak
kaydetm eye yarayan bir alıcı. Yansıtıcı “ay­ astronom lar D ünya’nın kendi ekseni çevre­
RADYOASTRONOMİ 187

sindeki dönm e hareketinden yararlanarak gü­ teleskopla araştırm a yapılırken birbiriyle bağ­
nün değişik saatlerinde gökyüzünün değişik lantılı çanaklar dizisindeki her çanak aynı
kesimlerini gözlemleyebilmektedirler. Y ön­ radyo dalgası kaynağına yöneltilir. D ünya’nm
lendirilebilir türden bir teleskop elbette Are- kendi ekseni çevresindeki dönme hareketi de
cibo’daki gibi sabit bir teleskoptan daha bu çanaklar dizisinin gökyüzünün değişik
verimlidir; örneğin, Alm anya Federal Cum- kesimlerini tarayacak biçimde dönmesini sağ­
huriyeti’nde Bonn yakınlarındaki Effelsberg’ lar. Aynı gökcisminin günlerce gözlenmesiyle
te bu tür bir radyoteleskop vardır. Effelsberg elde edilen radyo sinyallerinin bilgisayar çö­
teleskopunun çanağının çapı 100 m etredir ve zümlemeleri, daha sonra dev bir optik teles­
bu özelliğiyle dünyanın yönlendirilebilir tek kopla yapılmış gözlemlerin sonuçlarına ben­
çanaklı en büyük radyoteleskopudur. 1957’de zer biçimde ortaya konabilir.
İngiltere’deki Cheshire’da kurulan 76,2 m etre 4,6 km uzunluğunda bu tip bir teleskop,
çapındaki paraboloit çanaklı Jodrell Bank İngiltere’de Cam bridge’deki eski bir dem iryo­
teleskopu ile Yeni Güney G aller’deki (Avus­ lunun üzerinde kuruludur. H ollanda ve A vus­
tralya) Parkes ve California’daki (ABD ) tralya’da da buna benzer teleskoplar vardır.
Goldstone teleskopları da bu türdendir. Bu Dünyanın en büyük girişimölçerli radyote-
tek çanaklı radyoteleskopların dev boyutlarda leskopu 1979’da A B D ’de, New Mexico’daki
olması yapım ve bakımlarını çok pahalı hale Socorro’da kurulm uştur. Bu girişimölçer 27
getirm ekte, yapımları yıllarca sürm ektedir. antenden oluşm aktadır ve antenlerin her biri,
Bu nedenlerle, radyoastronom lar değişik tip­ “Y ” biçiminde döşenmiş rayların üzerinde
te bir teleskop geliştirmişlerdir; bu tip bir hareket ettirilm ektedir; “Y ”nin her bir kolu
teleskopta, çok büyük tek bir çanak yerine, 20 km uzunluğundadır. Bu radyoteleskop,
aynı etkiyi elde edebilen ve elektronik olarak çok küçük radyo dalgası kaynaklarını, en iyi
birbirine bağlanmış çok sayıda küçük çanak tür optik teleskopların duyarlılık düzeyinde
vardır. ortaya çıkarabilmektedir.
İki ya da daha çok sayıda çanağı birbirine Birbirinden çok uzaktaki ülkelerde bulu­
bağlayarak ve böylece girişimölçer ya da nan radyoteleskoplar arasında elektronik
interferom etre denen bir aygıt düzeni oluştu­ bağlantı sağlanabilir. Bu tür bir sistemle,
rarak, çok büyük çaplı teleskopların sahip uzayın derinliklerindeki radyo dalgası kay­
olduğu bazı özellikler, özellikle de radyo naklarının yapısı ve ayrıntıları, optik teles­
dalgası kaynağındaki ince ayrıntıları “görm e” koplarla gerçekleştirilemeyen bir incelikle be­
yeteneği elde edilebilmektedir. Bu tür bir lirlenebilir.

Z EFA

ABD'de New Mexico'da


kurulu olan
radyoteleskop, tek bir
güçlü dev aygıt işlevi
gören çok sayıda küçük
radyoteleskoptan oluşur.
188 RADYO ASTRONOMİ

Hale Observaıories University o f Manchester, Jodrell Bank


Radyoastronomi evrenin pek çok sırrını ortaya çıkarmıştır. Kuğu A gökadasının optik görüntüsü (solda) pek
az ayrıntı verir, çünkü bu gökadanın gönderdiği ışığın büyük bölüm ü Dünya'ya ulaşamadan yıldızlararası
ortam daki tozlarca soğurulur, yani em ilir. Bir bilgisayarla üretilen radyo dalgaları görüntüsü ise (sağda),
çift gökadayı andıran bir cisim ortaya koymaktadır. Kuğu A, bilinen en güçlü radyo sinyalleri kaynağıdır.

Radyo Dalgası Kaynakları lerinin nedenleri ve bu gökcisimlerine ilişkin


Evrenin radyo dalgaları aracılığıyla saptanan bazı başka bilgiler Y IL D IZ maddesinde veril­
görünüm ünün bir bütün olarak gözler önüne miştir.
serilmesiyle, şaşırtıcı özelliklere sahip bazı Süpernova Kalıntıları. Süpernova patlam a­
gökcisimlerinin varlığı da ortaya çıkmıştır. ları (bazı kütlesel yıldızların öm ürlerinin so­
Aşağıda bu gökcisimlerinden bazıları üzerin­ nuna geldiklerinde gerçekleşen dev patlama)
de biraz daha ayrıntılı olarak durulacaktır. sonucunda uzaya saçılan gazın kendisi de
Pulsar ya da atarcayıldız denen gökcisimle­ radyoteleskoplarla saptanabilen bir radyo
ri, çok yüksek hızlarda dönen çok küçük, ama dalgası kaynağı olabilir. Bu tür radyo dalgası
çok yoğun nötron yıldızlarıdır. (Pulsar adı, kaynaklarının en güçlülerinden biri Boğa
“Radyo Darbeli Yıldız” anlamına gelen İngi­ takımyıldızındaki Yengeç bulutsusudur. Bu
lizce Pulsating Radio Star sözcüklerinin kısal­ ışıltılı bulut 1054’te patlayan bir yıldızın kalın­
tılmasıyla oluşturulm uştur.) Pulsarların varlı­ tılarıdır. Bazı süpernova kalıntılarını optik
ğını ilk olarak 1968’de İngiltere’de Cam- teleskoplarla görmek hemen hemen olanak­
bridge’teki radyoastronom lar belirledi. Bu sızdır; ama bunların varlıkları gönderdikleri
pulsarlann radyo dalgası yayımları son derece radyo dalgaları aracılığıyla çok belirgin bir
düzenli aralıklarla gerçekleşen darbeler ya da biçimde saptanabilir.
zonklam alar biçimindeydi ve iki darbe arasın­ R adyo gökadalar. 1951, yeni bir bilim dalı
da geçen süre bir saniye kadar ya da bundan olan radyoastronom i için dönüm noktasıdır.
daha kısaydı. Bilim adamları bir süre bu O yıl, en güçlü radyo dalgası kaynaklarından
sinyal darbelerinin bazı sinyal karışm aların­ birinin 500 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir
dan kaynaklanıyor olabileceğini düşündüler, gökada olduğu saptandı. Bu uzaklık o zam an­
ama kısa bir süre sonra bunların gerçekten lar için akıl almaz bir şeydi. A stronom lara
Güneş sisteminin çok ötesinde yer alan nöt­ göre, Kuğu A adı verilen bu gökcisminin
ron yıldızlarından kaynaklandığını anladılar. gönderdiği dalgaların bu kadar uzaktan alına­
Bugün yüzlerce pulsar belirlenmiştir. Bun­ bilmesi için son derece güçlü bir biçimde
lardan bazılarının gönderdiği sinyaller çok sık üretiliyor olması gerekirdi. Gerçekten de
aralıklıdır; örneğin, Yengeç bulutsusunda yer Kuğu A ’dan kaynaklanan ışınım bizim gök­
alan bir pulsardan saniyede 30 sinyal, 1982’de adamızdan yayılan dalgalardan yaklaşık 1 mil­
Tilkicik takımyıldızında saptanan bir başka­ yon kez daha güçlüdür. Günüm üzde bu gök­
sından ise saniyede 642 sinyal alınm aktadır. adaya benzeyen yüzlerce gökada saptanm ıştır
Pulsarların düzenli ışınım çakmaları üretm e­ ve bunlara radyogökada denir.
RADYOMETRİK TARİHLENDİRME 189

Radyo dalgaları, gökadaları çevreleyen derece uzaktaki cisimler olarak düşünmek


magnetik alanların içinden geçerken hızlana­ gerekir. Bunlar belki de Güneş sistemi bü-
rak ışık hızına yaklaşan elektronlarca üretilir. yüklüğündedir ve normal bir gökadanın yay­
Bu tür radyo dalgası yayımına senkrotron dığından 1.000 kat daha çok enerji (ışık ve
ışıması denir. Bazı radyo dalgası kaynakları radyo dalgaları) yayarlar. Radyogökadaların
çifttir, bazılarının ışınımları bir püskürm e ve kuvazarların m erkezlerinde son derece
biçimindedir; ama daha da ilginci, bazılarının kütlesel kara deliklerin bulunması olasıdır
evrende hareket ederken bir “düm en izi” (bak. K a r a D e l î K; K u v a z a r ) .
bıra.kıyormuşçasına uzun ışınım kuyruklarının
bulunmasıdır. Bu enerjik ve uzak gökadalar Evrenin Doğası
konusundaki araştırm alar çok daha ilgi çekici Radyoastronom i evren konusundaki bilgileri­
gökcisimlerinin, yani kuvazarların keşfine yol mize iki büyük katkıda bulunm uştur. Birinci­
açmıştır. si, radyogökadalara ve kuvazarlara ilişkindir.
Kuvazarlar. 1963’te keşfedilmiş olan kuva- Radyoastronom larca yürütülen araştırm alar,
zarlar yıldızımsı gökcisimleridir ve bunların radyogökadaların bir zam anlar bugünkünden
tayfındaki kırmızıya kayma çok büyüktür daha çok olduğunu ortaya koym aktadır; çün­
(bak. E v r e n ) . (Kuvazar adı, “Yarı Yıldızımsı kü bize daha yakın olanlardan çok daha
Astronom i Radyo Dalgası IfLaynağı” anlamı­ fazlası çok uzaklardadır (ve dolayısıyla da çok
na gelen İngilizce Quasi Stellar Astrorıom ical daha eski zam anlara aittir). Bu durum , bir
Radiosource sözcüklerinden türetilm iştir.) zam anlar bazı astronom larca çok tutulan ve
Herhangi bir gökcisminin tayfındaki kırmızı­ evrenin temel görünüm ünün hiçbir zaman
ya kayma ne kadar büyükse, bu durum o değişmediğini ileri süren “durağan hal” kura­
cismin uzaklığının da o ölçüde büyük olduğu mının yanlış olduğunu gösterir.
anlam ına gelir; işte bu yüzden kuvazarları son İkinci büyük katkı, 1965’te m ikrodalga fon
ışımasının keşfedilmesidir. Birçok kuramcı
Max-Planck Institute
bunun son yarım yüzyıl içinde astronom ideki
en önemli bulgu olduğu görüşündedir. Belirli
hiçbir kaynağa bağlı değilmiş gibi gözüken
bu şaşılacak derecede kuvvetli ışınımın varlı­
ğını A B D ’deki radyoastronom lar saptadılar.
D ünya’ya kadar ulaşan bu ışınım gökyüzünün
bütün kesimlerinde aynı şiddetteydi. A stro­
nomların pek çoğu bu ışınımın evrenin çok
erken bir evresinden artakaldığı düşüncesin­
dedir. H atta bu ışınım onlara göre evrenin
genişlemesini başlatan ateş topunun kalıntıla­
rı da olabilir.

RADYOMETRİK TARİHLENDİRME, çok


eski zam anlardan kalma cisimlerin yaşını be­
lirlemeye yarayan bir yöntem dir. En yaygın
uygulanan radyom etrik tarihlendirm e yönte­
mi, jeolojik çağlardan kalmış fosillerin yaşını
saptam akta yararlanılan radyoaktif karbonla
tarihlendirm edir. R adyom etrik tarihlendir-
m enin jeoloji ve arkeolojide büyük bir önemi
vardır.
Alm anya Federal C um huriyeti'ndeki Effelsberg Jeologlar bazı atom ların radyoaktif bozu­
radyoteleskopunun 100 metre çapındaki çanağıyla
evrenin sınırlarındaki radyogökadalar ve kuvazarlar num ya da parçalanm a özelliğinden yararla­
incelenebilm ektedir. narak, 1 milyar yıldan daha yaşlı kayaçların
190 RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI

yaşını belirleyebilirler (bak. R A D Y O A K T İ F L İ K ) . dayandığı bulunmuştur. A m a, radyoaktif kar­


Bazı elem entlerin atomları kararsızdır, yani bonla tarihlendirm e tekniğinin her zaman
hep aynı biçimde kalmaz ve zamanla ayrışıp aynı ölçüde doğru sonuç verdiği söylenemez.
parçalanarak başka atom lara dönüşür. Ö rne­ Örneğin, Eski Mısır’dan kalm a, ama tarihleri
ğin, uranyum ve toryum atomları bozunarak kesin olarak bilinen bazı cisimlere bu yöntem
kurşun ve helyum gazına dönüşür. Zam anla, uygulandığında, doğru olmayan bir sonuçla
kurşun ve helyum miktarı artar, uranyum ve karşılaşılmıştır. Bu yüzden, eğer olanaklıysa,
toryum m iktarı ise azalır. Radyoaktif atom ­ radyoaktif karbonla tarihlendirm e yöntemiyle
larda bozunum oranı her zaman aynıdır. bulunan sonuçlar, başka tarihlendirm e yön­
Jeologlar, bir kayaçtaki kurşunun aynı kayaç- temleriyle elde edilecek sonuçlarla da karşı­
taki uranyum ya da toryum a olan oranını laştırılmalıdır.
ölçerek, kayacın ne zaman oluştuğunu belirle­
yebilirler. RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI.
Tarihlendirm e çalışmalarında başka radyo­ Elektriğin bir enerji kaynağı olarak yaygın bir
aktif atom lardan da yararlanılabilir. Bir po­ biçimde kullanılması ve m otorlu taşıtlar ile
tasyum türü olan potasyum-40 izotopu bozu­ uçakların ulaşımda yol açtığı büyük gelişme
narak kalsiyum ve argona dönüşür; böylece, bir yana bırakılırsa, yaşamımızı büyük ölçüde
giderek argon miktarı çoğalır, potasyum mik­ etkileyen ve toplum ları biçimlendirmekte bü­
tarı azalır. Bir kayaçtaki potasyum-40 ve yük bir rol oynayan olay radyo ve televizyon
argon m iktarları arasındaki bir oranlam a, yayımcılığıdır. Bir bilgi kaynağı olduğu kadar
kayacın yaşını ortaya koyar. eğlence ve eğitim aracı da olan radyo ve tele­
Atom ların radyoaktif bozunum hızı yarı vizyonun özel yaşamımıza gereğinden çok gir­
öm ür cinsinden verilir. Yarı öm ür, belirli bir diğini ve insanların birbiriyle konuşma alış­
m iktardaki radyoaktif maddenin yarısının bir kanlığını ortadan kaldırdığını düşünenler var­
başka m addeye dönüşme süresidir. Jeologlar dır. Am a radyo ve televizyonun bir iletişim
kayaçların yaşını ölçmek için yarı ömürleri aracı olarak değerini, bilgi verme ve eğlendir­
çok uzun, belki de birkaç milyar yıl olan me gücünü çok az kimse yadsıyabilir.
radyoaktif izotoplardan yararlanırlar. Burada, radyo ve televizyon yayımcılığının
Ö te yandan, karbon-14 izotopunun yarı tarihi ile günümüzdeki özellikleri ele alınmış­
öm rü yalnızca 5.730 yıl dolayındadır. A rkeo­ tır. Konuyla ilgili teknik bilgiler için RA D Y O
loglar bu karbon izotopunu, odun, kemik, ve T E L E V İZ Y O N m addelerine bakınız.
boynuz, tahıl tanesi, yün ya da orm an yangın­
larından artakalm ış kül gibi, bir zamanlar Radyo
canlı olan m addelerin yaşını belirlemekte Radyo yayımcılığı 12 A ralık 1901 ’de, İtalyan
kullanırlar. Bütün canlılarda radyoaktif kar­ Guglielmo M arconi’nin İngiltere’deki Poldhu
bonun adi karbona olan oranının aynı olduğu kasabasından gönderilen radyo sinyallerini
saptanmıştır. Bir bitki ya da hayvan öldüğün­ New foundland’daki St. John’s kasabasından
de, bir daha karbon-14 alamayacağı için, almayı başarmasıyla başladı. Atlas Okyanusu
yapısındaki bu karbon izotopu azalmaya baş­ ötesine ulaşan bu ilk radyo yayınıyla, mors
lar. Dolayısıyla, herhangi bir canlı, yaşamını alfabesine göre düzenlenmiş sinyaller gönde­
ne kadar eski bir tarihte yitirmişse, bulunan rilmişti. İnsan sesinin radyo dalgalarıyla gön­
kalıntısındaki karbon-14 m iktarı da o ölçüde derilmesi ise ilk kez 1892’de A B D ’de gerçek­
az olur. Kalan kârbon-14’ün oranı, o cismin leştirildi. A m a gerçek anlam da ilk radyo yayı­
yaşını verir. Karbon-14’le tarihlendirm e yön­ nı 24 Aralık 1906’da yapıldı. M assachusetts’
tem inin bazı eski yerleşim yerlerinin yaşını teki Brant R ock’tan yapılan bu yayında ilk
belirlemede çok yararlı sonuçlar verdiği orta­ kez müzik de yayımlanmıştı.
ya konm uştur. Örneğin, İngiltere’de Stone- Bunu izleyen 10-15 yıl içinde radyo verici
henge yakınlarındaki bir ocaktan alman ve alıcılarındaki teknik gelişmelerle radyo ya­
odunköm ürünün yaşı bu yöntem le belirlen­ yımcılığının gelişme gücü yavaş yavaş ortaya
miş ve bu eski uygarlık alanının İÖ 1850’ye çıktı. I. Dünya Savaşı sırasında radyo askeri
RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI 191

denetim altına girdi. Marconi 1916’da, kısa dal­ Broadcasting Company-Ulusal Yayım Şirketi)
ga yayınlarıyla askeri radyo yayınlarını düşma­ özel telefon hatlarıyla birbirine bağlanmış bir
nın engellemesini önleyici yöntemler üzerinde radyo istasyonları ağı oluşturdu. Böylece New
çalışıyordu. Savaş sonrasında deneme yayımı Y ork’taki ana radyo istasyonunun günlük
yapan istasyonlar kuruldu. İngiltere’de düzenli program ları bütün öbür istasyonlara iletilebi-
radyo yayını 14 Şubat 1920’de W rittle’da başla­ liyordu. 1927’de çıkarılan Radyo Yasası ile
dı. Radyo yayımcılığının gelişmesi A BD ve İn­ A B D ’de radyo yayımcılığı belirli kurallara
giltere’de değişik yönlerde oldu. bağlandı.
A B D ’de ilk düzenli radyo yayını 2 Kasım İngiltere’de kurulan özel radyo istasyonları
1920’de Pittsburgh’da başladı. Bu yayının ba­ ise kısa sürede hüküm etin denetim ine girdi.
şarısı öbür radyo istasyonlarının kurulmasını İlk özel radyo istasyonu, önemli askeri radyo
yüreklendirdi. Radyo yayımcılığının başlangı­ yayınlarını engelleyeceği gerekçesiyle yasak­
cından beri, A B D ’deki radyo istasyonları, landı. Am a 150 kadar am atör radyo yayımcısı
reklam karşılığında program ların giderlerini ile 4.000 kadar radyo alıcısı ya da telsiz sahibi
karşılayan özel ticari şirketlerin denetim inde İngiltere posta yönetiminden lisans almıştı.
oldu. G ünüm üzde de A B D ’de ticari şirketler İngiltere hüküm eti bu lisanslardan elde ettiği
ya reklam karşılığında belirli bir programın geliri, 18 Ekim 1922’de ilk yayınını gerçekleş­
giderlerini üstlenir ya da yapılan reklam lar tiren BBC’yi (British Broadcasting Corpora-
için ödedikleri parayla radyo istasyonunun gi­ tion-İngiliz Yayım Kurumu) desteklemekte kul­
derlerinin büyük bölüm ünü karşılarlar. landı ve başka özel radyo istasyonları kurul­
A B D ’de radyo yayımcılığının ilk yıllarından masını uzun süre engelledi. Başlangıçta bir
başlayarak ortaya çıkan başka bir gelişme de özel şirket olarak kurulan BBC, 1925’te, ta ­
ülkenin her yanındaki belirli bazı radyo istas­ rafsız bir yönetim kurulu tarafından yönetilen
yonlarının özel telefon hatlarıyla birbirine ve İngiltere Parlamentosu’na karşı sorumlu olan
bağlanması oldu. 1926’da NBC (National bir kamu kuruluşuna dönüştürüldü. BBC ilk

BBC'nin Londra'daki merkezinde ses yönetim odasında çalışan mühendisler.


192 RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI

genel m üdürü John R eith’in yönetim inde,


dinleyicilerine doğru bilgi verm ek, onları eğit­
mek ve hatta zevklerini geliştirmek ilkesini
benim seyerek, başka bir örneği bulunmayan
bir kamu hizmeti anlayışı geliştirdi. D ört ayrı
kanaldan yayım yapan BBC’nin, 24 saat sü­
rekli olarak İngilizce yayım yapan ve dünyamn
her yerinden dinlenebilen dış yayını ile başka
dillerden yayınları vardır.
G ünüm üzde İngiltere’nin birçok yerinde
bağımsız yerel radyo istasyonları da kurul­
muştur. İngiltere ve A B D ’de ilk düzenli rad­
yo yayınının başladığı 1920’de K anada’nın
M ontreal kentinde de düzenli radyo yayını
başladı. Bunu 1921 ’de Avustralya, D anim ar­ Televizyon program ları reji odasından yönetilir.
ka ve Yeni Z elanda’da; 1922’de Fransa ve Yönetmen ve yardım cıları kameralardan gelen
SSCB’de; 1923’te Alm anya, Belçika, Çekos­ görüntüleri bir dizi televizyon m onitöründen
izleyerek kameraları yö n le n d irir ve istedikleri
lovakya ve İspanya’da; 1924’te Finlandiya ve g örüntüleri bir araya getirirler.
İtalya’da; 1925’te Japonya, M eksika, Norveç
ve Polonya’da düzenli radyo yayınlarının baş­ resi) adını alarak özel radyo istasyonlarının
laması izledi. 1927’de İstanbul ve A nkara’da yayınlarını da düzenlemeyi üstlendi.
iki radyo istasyonu kuruldu. A vrupa’daki ilk renkli televizyon yayınını
1967’de gerçekleştiren ve yayınlarında reklam
Televizyon program larına yer verm eyen BB C’nin yanı sı­
M ekanik televizyon sisteminin öncüsü sayılan ra, günüm üzde İngiltere’de yayınlarında rek­
Alm an Paul G ottlieb Nipkow’un çalışmala­ lam program ları da bulunan ITV (Indepen-
rından yararlanan İskoçyalı John Logie dent Television-Bağımsız Televizyon) ülke
Baird, İngiltere’de yaptığı çalışmalar sonu­ çapında televizyon yayını yapmaktadır.
cunda 1924’te radyo dalgalarıyla görüntü ilet­ A B D ’de televizyon yayımcılığının gelişimi
meyi başardı. Bu olaydan sonra İngiltere’nin daha yavaş oldu. NBC, halk tarafından izle­
yanı sıra, SSCB, A BD ve birçok başka A vru­ nen ilk televizyon yayınını 30 Nisan 1939’da
pa ülkesinde televizyon yayımcılığında hızlı bir New York Dünya Fuarı’nda gerçekleştirdi.
gelişme oldu. Dünyadaki ilk düzenli televiz­ NBC ve CBS (Columbia Broadcasting
yon yayınını BBC, 2 Kasım 1936’da L ondra’ System-Columbia Yayım Sistemi) aym yıl için­
da gerçekleştirdi. de düzenli televizyon yayını yapmaya başladı­
BBC başlangıçta televizyon yayınında hem lar. Bir yıl sonra A B D ’de 23 televizyon istas­
m ekanik Baird sistemini, hem de elektronik yonu yayım yapıyordu. II. D ünya Savaşı sıra­
M arconi-EM I sistemini kullanıyordu; ama sında İngiltere’de olduğu gibi A B D ’de de ke­
1937’de yayınlar yalnızca M arconi-EM I siste­ sintiye uğrayan televizyon yayımcılığı 1946
miyle yapılmaya başlandı. İngiltere’deki tele­ sonrasında büyük bir hızla gelişti. 1949’da
vizyon yayımcılığını 18 yıl süreyle elinde tutan A B D ’de 10 milyon televizyon alıcısı vardı; 10
BBC, II. Dünya Savaşı nedeniyle 1939-46 yıl sonra bu sayı 50 milyona ulaştı. A B D ’de
arasında televizyon yayınlarına ara verdi. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana çok fazla sayı­
1954’te IT A ’nın (Independent Television da televizyon istasyonu kurulm uştur. A B D ’
Authority-Bağımsız Televizyon İdaresi) ku­ deki radyo istasyonları gibi bu televizyon is­
rulmasıyla BBC’nin televizyon yayımcılığı ala­ tasyonları da giderlerini reklam gelirleriyle kar­
nındaki tekeli sona erdi. Başlangıçta bölgesel şılar. 1980’lerin başında A B D ’de 750’den fazla
özel televizyon şirketlerinin yayınlarını dü­ ticari televizyon istasyonu ile eğitim yayınlan
zenleyen İT A , 1973’te IBA (Independent yapan 260 televizyon istasyonu ve 4.000’den
Broadcasting Authority-Bağım sız Yayım İda­ fazla aktarıcı televizyon istasyonu vardı.
RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI 193

En güçlü yayım ağma sahip kuruluş olan değişik bir biçimi olan PAL sistemiyle, Fransa
CBS, NBC ve A BC (Am erican Broadcasting ve SSCB ise daha karmaşık bir sistem olan
Com pany-A m erikan Yayım Şirketi) A B D ’ SECAM sistemiyle renkli yayıma başladı.
deki ticari televizyon yayımcılığına egem en­ Uydu yayımcılığı, A m erikan Telefon ve
dir. A B D ’nin televizyon yayımcılığına önemli Telgraf Şirketi’nin 10 Temmuz 1962’de 7e/-
bir katkısı “kablolu” televizyon olarak bilinen star adlı yapma uyduyla A ndover’daki televiz­
televizyon yayımıdır. Başlangıçta televizyon yon istasyonundan aldığı siyah beyaz görüntü­
yayınlarının yeterince alınamadığı ya da yal­ leri İngiltere’deki Goonhilly Downs ve Fran­
nızca bir iki yayının alınabildiği bölgelerde sa’daki Pleum eur-Boudou alıcı istasyonlarına
kurulan bu sistemde, televizyon yayınlarını yansıtmasıyla başladı. Uyduyla ilk renkli tele­
alan bir istasyon, bu yayınları kablolar aracılı­ vizyon yayımı da 16 Temmuz’da gerçekleştiril­
ğıyla abonelerinin televizyon alıcılarına gön­ di. Bu yayımların süresi, uydunun verici ve alı­
derm ektedir. Günüm üzde kablolu televizyon cı istasyonların ufukları üzerinde bulunduğu
yayımı yapan şirketler kendi program larını kısa süreyle sınırlıydı. Dünya çevresindeki yö­
yapıp yayımlamaktadır. rüngelerinde, D ünya’nm dönüş hızına eşit bir
Türkiye’deki ilk televizyon yayımını 1952’de hızla dönen ve bu nedenle sürekli olarak
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ ) gerçekleş­ Dünya’nm belirli bir noktası üzerinde bulunan
tirdi. İTÜ haftada bir gün yaptığı televizyon haberleşme uyduları kullanılarak, günümüzde
yayımını uzun süre sürdürdü. Türkiye Radyo çok daha uzun süreli uydu yayımlan yapılmak­
Televizyon Kurum u (TRT) 1966’da kapalı tadır ve bütün dünya ülkelerini kapsayan bir
devre televizyon yayımına, 31 Ocak 1968’de televizyon ve telefon ağı kurulmuştur.
de düzenli yayıma başladı. Sınırlı bir alanda
ve haftada üç gün yapılan bu yayınlar yeni Programlar
verici istasyonların kurulmasıyla yaygınlaştı. Dünyanın her yerindeki radyo ve televizyon
1984’te renkli yayın, 1986’da ikinci kanal, istasyonları çeşitli program lar yayımlar. Ya­
1989’da üçüncü kanal, 1990’da dördüncü ve yımcı kuruluşlar yayımladıkları televizyon
beşinci kanal yayınları gerçekleşti. Posta, Tel­ program larının bazılarını kendileri hazırlar.
graf ve Telefon İşletmesi (PTT) de A nkara’da Ö bür program lar ise bağımsız yapımcılardan
sınırlı bir bölgede kablolu televizyon yayımı ya da başka yayımcılardan satın alınır. Bu uy­
yapm aktadır. gulama radyo program ları için de geçerlidir.
A m a büyük ulusal yayım kuruluşları çok daha
Teknolojik Gelişmeler az radyo program ını dışarıdan satın alır.
Televizyon yayımcılığında en büyük ilerleme Radyo ve televizyon program ları, konuları­
renkli televizyonun geliştirilmesiyle gerçek­ na göre çeşitli gruplara ayrılır. Bunlar, haber­
leşti. Televizyon alanındaki araştırm aların ler ve güncel olaylar, yarışma ve komedi gibi
öncülerinden olan John Logie Baird, 1928’de hafif eğlence program ları, dizi film, müzik ve
ilk renkli televizyon yayımı denemesini başar­ spor program larıdır.
dı. 10 yıl sonra Fransız Georges Valensi, siyah Yayımlanan program lar, yapım özellikleri­
beyaz yayınları alm ak üzere yapılmış olan te ­ ne göre de üç ana bölümde toplanır. Bunlar,
levizyon alıcılarının da alabileceği ilk renkli canlı olarak yayımlanan spor ve benzeri prog­
yayım sistemini geliştirdi ve patentini aldı. ram lar; stereo olarak ses bandına kaydedilmiş
II. Dünya Savaşı öncesinde bazı renkli tele­ konser ve benzeri müzik program ları; filme
vizyon yayımları yapıldı; ama bu alandaki cid­ ya da video bantlara kaydedilmiş televizyon
di çalışmalar 1950’lerde gerçekleşti. 1954’te program larıdır. Televizyon şirketleri bunlara
A B D ’de uygulanmaya başlayan NTSC siste­ ek olarak sinema filmleri de yayımlar.
m inde yapılan renkli televizyon yayımını Bütün televizyon program larının hazırlan­
renkli televizyon alıcıları U H F bandından masında izlenen yol genellikle aynıdır. Prog­
alırken siyah beyaz televizyon alıcıları da ram yapımcısı (prodüktör) programın konu­
V H F bandından alabiliyordu. İngiltere ve A l­ sunu belirler, çekim planını yapar ve program
manya Federal Cumhuriyeti NTSC sisteminin için gerekli kişiler ile çekimi yapacak ekipleri
194 RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI

Bir televizyon program ı hazırlanırken önce, Yapımcı ve sunucu çekim planını birlikte okurlar. Bu
program ı planlayanlar toplanarak programın planda sunucunun yapacağı bazı konuşmalar da yer
kapsamını tartışırlar. alır.

Program sunucusu kamera karşısında prova yapar. Bir spor programında görevliler haberleri ve
Prova, yayım sırasında yapılabilecek hataları sonuçları toplar. Sonuçlar kartlara yazılarak
önlemeye yardımcı olur. kameranın önündeki tabelaya konur.

stüdyoda bir araya getirir. Yapımcı ve yönet­ Stüdyo dışında yapılan canlı yayımlarda ba­
m en, yönetim odası (reji odası) denen odada zen özel bir hat yardımıyla çekim ekibi stüd­
önlerindeki bir dizi televizyon ekranından yodaki yönetim odası ile haberleşir.
(m onitör), çekim yapan çeşitli kam eralardan Günüm üzde televizyon ekranlarında gör­
gelen görüntüleri izlerler. H er kam eram anın düğümüz birçok görüntünün hazırlanmasında
yapacağı çekimler önceden belirlenip kamera bilgisayarlar büyük rol oynam aktadır. Birçok
kartına yazılarak kendisine verilmiştir. Y ö­ grafik görüntünün ya da resmin oluşturulm a­
netm en, kam eralardan ve videodan gelen de­ sında bilgisayarların katkısı çok değerlidir.
ğişik görüntülerden hangilerinin hangi sırayla Stüdyoda yapılan radyo program larının ha­
kullanılacağına karar verir ve program da kul­ zırlanması, yapımı ve yönetimi televizyon
lanılacak görüntüler buna göre birleştirilir. program larındaki gibidir; ama burada kam e­
Stüdyo dışında yapılacak program çekimle­ ranın yerini mikrofon alır. Yayım sırasında
ri çok daha fazla zaman gerektirir. Bunun için hiçbir boşluk (sessizlik) olmaması günümüzün
yönetm en ve kam eram an, ses kayıtçısı, ışıkçı radyo yayımcılığında benimsenmiş bir ilkedir.
gibi kişilerden oluşan çekim ekibi gerekli do­ Yayım sırasında teknik bir sorundan kaynak­
nanımla birlikte çekim yapılacak yere gider. lanabilecek herhangi bir boşluk olunca hemen
Bazen birkaç dakikalık bir çekim için bütün yayıma girip program ın sürekliliğini sağla­
bir günü alan hazırlıklar yapmak gerekebilir. m akla görevli spikerler vardır.
RADYUM 195

Yapımcı, yönetim odasındaki m onitörlerden yayında İçinde bir yönetim odası bulunan naklen yayım aracı
kullanılabilecek görüntüleri izler. stüdyo dışı çekimlerde kullanılır.

Bir spor karşılaşmasını izleyicilere anlatan spiker Dış çekimleri bir araya getirerek ilgi çekici bir
kulaklıkla yayım yönetm eninin konuşmalarını dinler program hazırlayabilmek için program görevlileri
ve yayını bir televizyon ekranından izler. ekip halinde çalışırlar.

Günümüzde radyo ve televizyon yayımcılığı 1910’a kadar metalin kendisi katışıksız halde
değişik sesler ve görüntülerden oluşan büyü­ elde edilmedi. Curie’ler radyum u, Çekoslo­
leyici bir dünya yaratmıştır. 1901’de mors al­ vakya’da bugün Jachymov adıyla bilinen bir
fabesiyle ilk radyo yayımını yapmış olan M ar­ yerden çıkan ve pekblend denen bir m adde­
coni bu dünyayı düşleyemezdi bile. den elde etmişlerdi. D aha sonraları A frika’
nın orta kesim lerindeki Shaba’da ve Kanada’
RADYUM, çok ender bulunan bir metaldir. da Büyük Ayı Gölü kıyılarında da pekblend
Kimyasal simgesi Ra, atom numarası 88, yatakları bulundu. Radyum , A BD ve bazı
atom ağırlığı ise 226’dır. Rengi parlak beyaz­ başka ülkelerde çıkarılmakta olan karnotit
dır, ama havayla tem as ettiğinde havadaki ok­ m ineralinden de elde edilir.
sijenle birleşir ve kararır. Radyum suda çözü­ Radyum radyoaktif bir m addedir. R adyo­
nür, yani erir ve bu çözünme sırasında hidro­ aktif m addeler sürekli küçük parçacık ve ışı­
jen gazı açığa çıkar. Pek çok alanda radyum nım salarak parçalanırlar ve başka m addelere
tuzlarından yararlanılır. En yaygın bilinen dönüşürler; bu radyoaktif parçalanm a, ayrış­
radyum tuzları radyum klorür, radyum bro- ma sürecine bozunum denir (bu konu R A D ­
m ür ve radyum sülfattır. Y O A K TİFLİK maddesinde ayrıntılı olarak
Radyumu 1898’de M arie ve Pierre Curie anlatılmıştır). Örneğin, uranyum minerali za­
keşfettiler (bak. C u r ie , M a r ie v e P ie r r e ) . Am a manla radyum a dönüşür; radyum da belli bir
196 RAFFAELLO

sıra içinde başka m addelere ve en sonunda


kurşuna dönüşür. Uranyum m adenlerinde da­
ima bir m iktar da radyum bulunmasının nede­
ni budur. Am a en zengin cevherlerde bile, bir
ton kayaçta en çok, yaklaşık 0,3 gram radyum
vardır. Radyum un radyoaktif bozunumu sıra­
sında radon gazı ortaya çıkar. R adon soy gaz­
ların en ağırıdır; kendisi de radyoaktif olduğu
için çok çabuk bozunur (bak. H a v a ; İ şinim ).
Radyum un çıkardığı ışın ve parçacıklar es­
kiden tıpta ve başka alanlarda kullanılırdı.
Bazı ışınımlar insan vücudundaki hücreleri
yok edebilir; bu tür bir ışınım özelliği olan
radyum da kanser tedavisinde yaygın biçimde
kullanılmıştır. Radyum dan sanayide radyo­
grafi ışınım kaynağı olarak, örneğin metal par­
çalarında çıplak gözle görülemeyen çatlakla­
rın ya da kusurların saptanm asında yararlanıl­
mıştır (bak. X IŞINLARI). A m a bugün, tıbbi ve
teknolojik uygulamalarda radyum un yerini,
yapay olarak üretilen ve üstelik daha ucuz ve
güçlü başka radyoaktif m addeler almıştır.
Jeologlar D ünya’nm yaşını ilk olarak rad­
yumla doğru bir biçimde belirlemişlerdir.
Radyum bozunurken eser m iktarlarda hel­ Raffaello'nun koruyucusu Papa II. Julius'un sanatçı
yum gazı çıkarır. Jeologlar yerkabuğunu oluş­ tarafından yapılm ış portresi.
turan kayaçlardan aldıkları radyum örnekleri­
ni incelemiş ve bu radyumun serbest bırakmış
olduğu helyum gazı m iktarı ile kayaçta bu­ sonraki yıllarda resim öğrenimi görmek üzere
lunan kurşun miktarını ölçmüşler, böyle­ Perugia’ya gitti ve orada ressam Perugino’nun
ce kayaçların ve dolayısıyla da D ünya’nm en atölyesinde çalıştı. Perspektif uygulaması ve
az 400 milyon yaşında olduğunu saptam ışlar­ figürlerin mekânla ilişkisi konusunda Perugi-
dır. no’dan çok şey öğrendi. Onun yumuşak ve
şiirsel üslubundan etkilendi. Çok geçmeden
RAFFAELLO (1483-1520), 37 yıllık kısa öm ­ en az ustası kadar başarılı, sıcak ve canlı
ründe, olağanüstü güzellikteki yapıtlarıyla yapıtlar vermeye başladı. 1504-08 arasında
dünyanın en büyük ressamları arasında yerini Floransa’ya gitti. Rönesans kültürünü çok iyi
almıştır. Nazik, hoşgörülü, alçakgönüllü, özümlemiş bir sanatçı olan Raffaello, orada
kimseye düşmanlığı olmayan ve dostluğa de­ Leonardo da Vinci ve M ichelangelo’nun ya­
ğer veren biri olduğu konusunda herkes pıtlarını inceleme olanağı buldu. Hz. M er­
birleşirdi. Sanatçının bu özellikleri resimlerin­ yem ’i konu aldığı resimlerinin çoğunu o dö­
de de kendini gösterir. Raffaello’nun Hz. nem de yaptı. Özellikle Leonardo’nun yum u­
Meryem ve Çocuk İsa konusunu işlediği şak ifadeli, dingin figürlerinden, gölge ve ışık
birçok yapıtındaki figürlerin yüzünde son tekniklerinden etkilendi.
derece sevecen, yumuşak ve dingin, çoğu 1508’de, Rönesans döneminin en önemli
zaman gülümseyen bir ifade vardır. mim arlarından biri olan D onato B ram ante’
Raffaello İtalya’da U rbino’da doğdu. Ba­ nin (1944-1514) önerisi üzerine, Papa II.
bası ressamdı. Resim yeteneği daha küçük Julius tarafından R om a’ya çağrıldı. Kısa süre­
yaşlarda ortaya çıkan sanatçı sekiz yaşında de ünlenen ve çevresindekilerin sevgisini ka­
annesini, 11 yaşında da babasını yitirdi. Daha zanarak “ressamların prensi” olarak anılmaya
RAGBİ 197

başlayan Raffaello, önüne gelen her işi büyük 1893’te İngiltere’nin kuzeyindeki 22 kulüp
bir titizlikle yapıyor, her seferinde bir önce­ Ragbi Futbolu Birliği’nden ayrılıp 1922’de
kinden daha güzel bir yapıt ortaya çıkarıyor­ Ragbi Futbolu Ligi adını alan Kuzey Ragbi
du. V atikan’da papanın çalışma odası olarak Futbolu Birliği’ni kurdular. Ragbi 19. yüzyılın
kullanacağı Segnatura O dası’nın bezemelerini sonunda başta Fransa, Avustralya ve Yeni
üç yılda tamamladı. Bu odadaki Atina Okulu Zelanda olmak üzere başka ülkelere yayıldı.
freski Raffaello’nun en ünlü yapıtlarından
biridir. Resimde Eski Yunanlı düşünürlerden Amatör Ragbi
Aristo ve Platon’un çevresinde, geçmiş yüz­ 15’er kişilik takım lar arasında oynanır. Topun
yılların ve Rönesans döneminin düşünürleri yum urta biçiminde oluşu yuvarlak bir toptan
yer alm aktadır. İnsanların son derece gerçek­ daha kolay tutulup fırlatılmasını sağlar. Topa
çi bir anlatım la betimlendiği bu resim, sanat­ ayakla da vurmak serbesttir; ama top oval
çının içinde bulunduğu kültürel ve düşünsel olduğu için beklenm edik bir yöne gidebilir.
yaşamı bütün canlılığıyla yansıtmaktadır. A y­ Ragbi, uzunluğu 100 m etreyi, genişliği de
nı dönem de mimarlık uygulamalarına da baş­ 69 m etreyi aşmayan bir alanda oynanır. A la­
layan Raffaello, Bram ante ile birlikte San nın iki kısa kenarının ortasında H biçiminde
Pietro Bazilikası üzerinde çalıştı. B ram ante’ kaleler yer alır. Kalenin açıklığı 5,6 m etre,
nin ölümünden sonra çalışmaları tek başına ortasındaki yatay direğin yüksekliği ise 3
sürdürdü. Sistina Şapeli’ne asılmak üzere m etredir. Kale çizgisinin gerisinde kale içi
dokunacak olan hah örneklerini hazırladı. denen bir bölge vardır. Topu karşı takımın
Santa Eligio degli Orefici Kilisesi’ni ve Santa kale içi bölgesine geçirerek yere değdiren
M aria del Popolo Kilisesi’nin m ezar şapelini oyuncu bir “denem e” yapmış olur. Bu, 4 sayı
yaptı. Eski yapılara da ilgi duyan sanatçı, değerindedir.
R om a’nın arkeolojik bir haritasını çıkardı. H er denem eden sonra, sayı alan takım
Yüksek Rönesans sanatını doruk noktasına kaleye şut çekme hakkı kazanır. Vuruş oyun
ulaştıran Raffaello, yapıtlarında estetik anla­ alanından ve topun kale içinde yere değdiği
yışını yücelik ve incelikle birleştirerek klasikçi noktanın tam karşısından yapılır. Vuruşu
tutum un en etkili temsilcilerinden biri oldu. yapan oyuncu, topu yatay kale direğinin üze­
Sanatçının başyapıtı sayılan Vatikan fresk­ rinden geçirmeyi başarırsa denemeyi “gol”e
leri dışındaki öteki önemli yapıtları Niccolini- çevirmiş dem ektir. Gol 6 sayı değerinde­
Cowper Madonnası (1508), Sistina Madonna- dir. H er biri 3 sayı değerinde olan iki gol daha
sı (1513-14) ve İsa nın Göğe Yükselişi"dir vardır. Biri alan golüdür. Oyun süresince
(1518-20). Yapıtlarının çoğu A vrupa’daki herhangi bir anda topu kaleden geçiren bir
m üzelerde ve sanat galerilerinde sergilenm ek­ oyuncu bir alan golü atmış olur. İkincisi
tedir. penaltı golüdür. Takım lardan biri yanlış bir
Ayrıca bak. RESİM SANATI; RÖNESANS. davranışta bulunursa hakem oyunu durdura­
rak karşı tarafa bir penaltı vuruşu hakkı verir.
RAGBİ, futbola ve A m erikan futboluna ben­ Karşı takım vuruşu kaleye doğru yapabilir.
zeyen bir oyundur; yum urta biçiminde bir Atış başarılı olursa bir penaltı golü atılmış
topla oynanır. Ragbinin İngiltere’deki Rugby olur.
O kulu’nda 1823’te oynanan bir futbol maçın­ Gollerin çoğu hava ya da yer vuruşuyla
da bir öğrencinin, pas verm ek ya da ayakla olur. Hava vuruşu top elden bırakılıp yere
vurmak yerine, topu kapıp koşmaya başladı­ değdiği anda yapılan vuruştur. Yer vuruşu ise
ğında ortaya çıktığı kabul edilir. Topla koş­ top yere konarak yapılır.
mak daha sonra oyunun kurallarından biri 40’ar dakikalık iki devre halinde oynanan
oldu. oyun, takım lardan birinin alanın ortasında
G ünüm üzde Japonya, İtalya, A rjantin, R o­ yaptığı yer vuruşuyla başlar. Topu yakalayan
manya ve Fiji A daları’nın da içinde olduğu oyuncu koşmaya başlar; pas verir ya da şut
toplam 50 ülkede am atör ragbi oynanm ak­ atarken karşı takım onu durdurabilir. Topla
tadır. ilerleyen oyuncuyu durdurm anın tek yolu onu
198 RAGBİ

tutup düşürm ektir. Düşürülen oyuncu elinde­ lar) ve yedi bekten oluşur. Forvetler topu
ki top yere değdiğinde topu bırakm ak zorun­ kazanırsa bekler hücuma geçer. Topu kapan
dadır. Yoksa takımı aleyhine penaltı verilir. karşı tarafsa, bekler savunmaya geçip karşı
Topu elinde tutan oyuncudan başkasını tu t­ takımı engellemeye çalışırlar.
mak ya da engellemek yasaktır. Oyuncu karşı Top alanın yan çizgilerini aşarsa taça, yani
takımın kalesine doğru koşarken topu ancak oyun dışına çıkmış sayılır. Taç atışını, dışarı
kendi hizasında ya da arkasında bulunan bir çıkmadan önce topa en son dokunan takımın
arkadaşına atabilir. rakibi kullanır. Oyunculardan biri topu taç
Küçük hatalarda ve iki tarafın da topu ele çizgisinden dik açıyla 5 m etre ileri gidecek
geçiremediği durum larda hakem oyunu dur­ biçimde oyun alanına atar. Topun taça çıktığı
durup bir tür hava atışı yaptırır. H er iki yerde “sıralanm a” yapılır. H er takım dan en
takımın sekiz ileri oyuncusu (forvetler) karşı az ikişer forvet karşı karşıya dizilir ve havaya
karşıya gelerek önde üçer, arkada beşer kişi doğru atılan topu sıçrayarak yakalamaya çalı­
olmak üzere ikişer sıralı bir “diziliş” oluştu­ şırlar. Topu kapan oyuncu ya orta sahaya
rurlar. Böylece ön sıralardaki oyuncuların doğru koşmaya başlar ya da bekleri harekete
arasında bir tünel oluşur. Diziliş yan adamı geçirmesi için topu diziliş yan adamına verir.
adı verilen oyuncu topu bu tünelin içine atar. Kendi kale çizgisine uzaklığı 22 m etreden
Öndeki sıranın ortasında duran oyuncular fazla olan bir oyuncu topu ayakla taça gönde­
topu ayaklarıyla çekip almaya çalışırlar. Bu rebilir. Taç atışı, topun taça gönderildiği
sırada öteki oyuncular, rakiplerinin topu kap­ noktanın tam karşısında yapılır.
malarını engellemek için itişir. Topu yakala­ Topu kapan takım saldırıya geçtiği zaman
yan oyuncu diziliş yan adamına verir. Bu geçerli olan bir ofsayt kuralı vardır. Bu kurala
oyuncu ya topu kapıp koşmaya başlar ya da göre, oyunculardan biri topu elinde tutan ya
bir hücum başlatır. da topa dokunan son adam durum undaki bir
Bir takım , sekiz forvet (dizilişi oluşturan­ takım arkadaşının önünde kalırsa ofsayt söz

A m atör ragbide oyun alanı ve oyuncuların yerleşim i. Yukarıdaki işaretlere ek olarak taç çizgisinden 15
metre içeride, alan boyunca uzanan b ir çizgi daha vardır. Noktalar siyah takımın yarı alanında diziliş
oluşturan oyuncuların durduğu yerleri gösteriyor.
RAKUN 199

Ragbi oyununda topla


ilerleyen oyuncuyu
durdurm anın tek yolu
onu tutup düşürm ektir.

A B C Ajansı

konusudur. Hücumdaki takımın oyuncuları, RAKUN. R akunlar sık ve kabarık tüylü


ofsayta düşmemek için topu tutan arkadaşla­ kuyruklarındaki siyah halkalarla dikkat çeken
rının arkasında dururlar. etçil m emelilerdir. Yalnız A m erika’da yaşa­
Oyuncuların her yanlış hareketinde oyun yan bu hayvanlar genellikle iki tür altında
durdurulmaz. H akem , karşı tarafın yanlışı ARDEA
lehine çevirip çevirmediğine bakar. Örneğin
oyunculardan biri kendisinden ileride bulu­
nan bir takım arkadaşına pas verdiğinde karşı
takım onu durdurursa, hakem oyunun devam
etm esine izin verir. Bu durum a “avantaja
bırakm ak” denir.

Profesyonel Ragbi
Profesyonel ragbide beklere daha çok hareket
alanı sağlamak amacıyla iki forvet çıkarılarak
takım ların oyuncu sayısı 13’e düşürülm üştür.
İki ragbi türünde de oyun alanının ve topun
ölçüleri aynıdır. Ayrıca oyuncuların yerleşim­
leri ve hareketleri de çok farklı değildir.
Sayı kazanm a am atör ragbidekinden farklı­
dır. Bir deneme 4, denem eden sonra gelse de
gelmese de serbest vuruşla atılan normal bir Kuzey Am erika'nın orm anlık bölgelerinde oldukça
gol 2 sayıdır. Hava vuruşuyla atılan gol 1 sayı yaygın bulunan rakun genellikle güneş battıktan
değerindedir. Denem enin ardından başarılı sonra dolaşmaya çıkar.
bir vuruşla gelen gol am atör ragbide olduğu
gibi gol sayılmaz, 4 sayılık bir denemedir. toplanır. Bayağı rakun (Procyon loîar ) Kuzey
ve O rta A m erika'da, yengeç yiyen rakun
RAHM ANİNOV, Sergey bak. R achmani (.Procyon cancrivorous) Güney A m erika'da
noff, Se r g e y . yaşar.
200 RAMSES

Yaklaşık iri bir kedi büyüklüğünde olan


bayağı rakunun yüzü tilkiyi andırır ve gözle­
rinden siyah bir şerit geçer. Postu sık ve uzun
grimsi kahverengi tüylerden oluşur. Yengeç
yiyen rakunun gövdesi daha iri, bacakları
daha uzun, tüyleri daha kısadır. Am a davra­
nışları bakımından bayağı rakuna çok benzer.
Rakunlar büyük ağaçların kalın dallarında­
ki kovuklarda barınır. Gündüzleri gizlendik­
leri ağaçlardan yiyecek bulmak amacıyla ge­
celeri aşağıya inerler. İyi yüzücü olan rakun­
lar balık ve kurbağa avlar, mısır tarlalarını ve
kuş yuvalarını yağmalar, küçük hayvanları
yerler. İlginç bir davranışları da besinlerini
yemeden önce suda yıkamalarıdır. Yeni do­
ğan rakun yavrularının gözleri kapalıdır. Yav­
rular yaklaşık bir yıl boyunca annelerinin
yanından ayrılmaz. R akunlar kışın en soğuk
dönemlerini uyuyarak geçirirler.
O rta ve Güney A m erika’da yaşayan kinka-
ju (Potos flavus) ile A B D ’nin güneyinden
Güney A m erika’ya kadar yayılmış olan koati-
ler rakunların ilginç akrabalarıdır (bak. Michael Holford
KOATİ). M ısırfira vu n başlığı giym iş II. Ramses'in b irta ş
heykeli.
RAMSES II. İÖ 1304-1237 arasında Mısır
firavunu olan II. Ram ses, başlangıçta ülkeyi getirmiş olması bu savaşın eskiçağların en
babası Firavun I. Seti ile birlikte yönetti. 10 ünlü çarpışmalarından biri olarak anım san­
yaşında ordu komutanı oldu ve babasıyla masına yol açmıştır. Savaş, bazı kaynaklara
birçok sefere katıldı. M ısır’ın başına geçtiğin­ göre İÖ 1270’te, bazılarına göre ise 1280’lerde
de deneyimli bir yönetici ve kom utandı. 67 yıl yapılan ve tarihte bilinen ilk yazılı antlaşma
süren hükümdarlığı sırasında Mısır askeri olan Kadeş A ntlaşm ası’nın imzalanmasına
gücünün ve zenginliğinin doruğuna ulaştı. kadar aralıklarla sürdü. Daha sonra Ramses
Mısır’ın güzel ve görkemli pek çok yapısı ve Hitit kralının kızıyla evlenerek H ititler ile
heykeli bu dönem den kalmadır. dostluğunu pekiştirdi. Nil deltasını ele geçir­
Önce kuzeye doğru ilerleyerek Beyrut ya­ meye çalışan Libyalılar’a karşı açtığı savaş
kınlarına kadar ulaşan Ramses, ardından Asi Ram ses’in bir başka önemli seferidir.
Irmağı kıyısında kurulu güçlü Hitit kenti Ram ses’in zenginlik ve gücünü gösteren
(bak. H İ t İ t l e r ) Kadeş’i ele geçirmek istedi. anıtlar tüm M ısır’a yayılmıştır. Babası Seti’
Bu amaçla İÖ 1299’da kente bir sefer düzen­ nin ölümüyle yarım kalmış üç yapıt tam am ­
lendi. 20 bin askerden oluşan Mısır kuvvetle­ lanmıştır. Bunlar, K arnak’taki hipostil ya da
ri, kentin dışında Hitit ordusunun baskınına sütunlu salon, Abydos’taki bir tapm ak ve
uğradı. Savaşta Hitit askerlerinin üç kişilik babasının Luksor’daki mezar tapınağıdır
savaş arabalarının Mısırlılar’ın iki kişilik ara­ (bak. E S K İ M i s i r ) . II. Ramses, T eb’de Rames-
balarından daha üstün olduğu görüldü. Ye­ seum olarak bilinen kendi mezar tapınağın­
dek güçlerinin ulaşmasıyla Mısır ordusu zor dan başka Abydos’ta kendi adına bir de
durum dan kurtuldu ve yapılan ateşkesle Ka- tapınak yaptırmıştır. Nübye’de de altı tapınak
deş H ititler’in elinde kaldı. Ram ses’in içinde yaptırdığı bilinmektedir; bunlar arasında, Abu
bulunduğu umutsuz durum u uzun bir şiirin Simbel’de yaptırdığı iki kaya tapınağı en
yanı sıra tapınak kabartm alarında da dile önemli anıtlardandır (bak. A B U S İ M B E L ) . G iri­
RANGUN 201

şin iki yanında, firavunun oturur biçimdeki kurulu kutsal Shve Dagon Tapmağı çevresin­
dört dev heykeli kayalara oyulmuştur. de gelişti. Altın yaldız kaplı kubbesiyle dün­
Ram ses’in hüküm darlık dönemi aşırı lüks yanın en görkemli tapınaklarından biri olan
yaşantısıyla dikkat çeker. Köle sayısı önemli bu yapıda B uda’ya ait bazı eşyalar vardır ve
oranda artmış ve ordu gittikçe daha fazla çevresinde çoğunlukla hacılar toplanır (bak.
sayıda Mısırlı olmayan paralı askerlere dayan­ B u d a VE B u d a c i l i k ) . Tapınağın yüksekliği,
dırılmıştır. üzerinde bulunduğu tepeyle birlikte 112 m et­
reyi bulur.
RANGUN, Birmanya’nın başkentidir. Ü lke­ 1852’de İngiliz egemenliği altına girinceye
nin güneyinde Rangun Irm ağı’nın kuzey ya­ kadar küçük bir balıkçı köyü olan Rangun,
kasında yer alır. Irm ak büyük gemilerin bir süre sonra tüm ülkenin ticaret merkezi
girebileceği derinliktedir. Rangun Irmağı, haline geldi. Birm anya’nın 1948’de bağımsız­
Birm anya’daki başlıca ticaret yolu olan İrava- lığına kavuşmasından sonra da önemli ölçüde
di Irmağı’yla birleşir. gelişti. Kent ırm ak, kara ve havayollarının
Rangun’un m odern kesimi sömürgelere öz­ merkezi durum una geldi. Irmağın güney kıyı­
gü kent planlamasına uygun kare bloklardan sı boyunca tikağaçlarının kesilip işlendiği bir­
oluşur. Devlet daireleri ile pek çok kamu çok hızar atölyesi ve pirinç işleme fabrikasın­
kuruluşu buradadır. Kent 15. yüzyılda ku­ dan başka R angun’da dokum a, sabun, kau­
zeyde, kente egemen bir tepenin üzerinde çuk ve alüminyum sanayileri de vardır.

Rangun'daki en önem li yapı Shve Dagon Tapınağadır. 51 metre yükseklikteki bu görkem li tapınak altın
yaldız kaplıdır. Üzerinde bulunduğu tepeyle birlikte yüksekliği 112 metreye ulaşır.
202 RASATHANE

R angun'un nüfusu yaklaşık 2.458.712’dir dallar yüzünden çarlığın daha fazla zarar
(1983). görmemesi için Rasputin’i öldürmeyi tasarla­
dılar. Kom ploculardan birinin evinde Raspu-
RASATHANE bak. G ö z l e m e v î. tin ’e zehirli yiyecek ve şarap sunuldu. Raspu­
tin ’in zehirle ölmediğini gören kom plocular­
RASPUTİN (yaklaşık 1872-1916). Hastaları dan biri paniğe kapılarak ona ateş etti.
iyileştirme özelliğine sahip gizemli bir ermiş Sonunda, vurulmasına karşın hâlâ yaşayan
olarak tanınan Rasputin, Rus Çarı II. Niko- R asputin’i yakalamayı başararak onu bağladı­
lay’ın sarayında büyük bir güç kazanmıştı. lar, buzlarla örtülü Neva Irm ağı’nda açtıkları
Grigori Yefimoviç Rasputin, Sibiryalı bir bir delikten suya attılar.
köylüydü. Çarın, hemofili hastası (bak. K a n ) A leksandra, Rasputin’in ölümünden sonra
tek oğlu Aleksey’i hipnoz yöntemiyle iyileşti­ yönetimini daha da sertleştirdi, ama kısa bir
receğine inanıldığı için saraya alındı. Çariçe süre sonra, M art 1917’de gerçekleşen ayak­
A leksandra, R asputin’in gizemli gücüyle oğ­ lanmayla Rusya’da çarlık yönetimi son buldu
lunu kurtaracağına ve hanedanı koruyacağına (bak. EKİM D E V R İM İ).
güveniyordu. Ahlak kurallarına aykırı yaşayı­
şına ve skandallara neden olan davranışlarına RASYONALİZM, her türlü gerçeğin ölçütü
karşın onu korumayı sürdürdü. olarak aklı gösteren düşünce ve felsefe öğreti­
1905’ten I. Dünya Savaşı’nın çıktığı 1914’e lerinin genel adıdır. Bu anlam da Türkçe’de
kadar R asputin’in Rusya’daki ünü ve yaşamı­ “akılcılık” ve “usçuluk” terimleri de kulla­
na ilişkin skandallar giderek büyüdü. Ona nılır.
karşı çıkanlar Rusya’nın uzak bölgelerine Rasyonalizm sözcüğü dilimize Fransızca’
dan geçmiştir. “Hesap; yöntem ; neden; akıl”
gibi anlamları olan Latince ratio sözcüğünden
türeyen bu terim tüm öteki batı dillerinde de
vardır.
Çeşitli alanlara özgü değişik rasyonalizm
tanımları vardır. Felsefede, var olan her
şeyin, yani evrenin akıl yoluyla anlaşılabile­
ceğini ileri süren öğretiler için kullanılır. Bu
bağlamda rasyonalizm, dış dünya üzerine
bilgilerimizin kaynağı olarak duyularımızı
gösteren ve başka bilgi kaynağı kabul etm e­
yen deneyci felsefenin karşıtıdır. M utlak ger­
çeğe birtakım akıldışı yollardan ulaşılabilece­
ğini savunan mistik (gizemci) öğretinin karşı­
sında yer alır.
Rasputin'in (ortada oturan) çar ailesi ve çevresi
üzerinde gizemli bir etkisi vardı. Bir sanat terimi olarak rasyonalizm, mo­
dern üsluba tepki olarak 20. yüzyılın başında
doğan ve biçimlerdeki güzelliği sanat yapıtla­
sürüldü. Bir kez çara yazılan bir rapor rının, özellikle de mimarlık yapıtlarının işlevi­
nedeniyle gözden düşen ve saraydan kovulan ne uygun olması ilkesiyle birleştiren öğretiler
Rasputin, A leksandra’nın ısrarıyla çok geç­ için de kullanılır.
meden geri döndü. Saraydaki gücü marnlama­ Eski Y unanlılar’dan başlayarak, batı felse­
yacak kadar artan Rasputin 1915’te Çar Niko- fesi tarihi boyunca rasyonalizm birçok düşü­
lay ordularının başında savaşmaya gidince, nür tarafından temsil edilmiştir. Rasyonalist
karısı A leksandra’nın özel danışmanı olarak sayılan filozoflar arasında çeşitli farklar var­
ülkenin içişlerinin yönetimini ele aldı. dır. Parmenides ve Zenon gibi Elealı düşü­
Rasputin’in ölümü de yaşamı kadar m ace­ nürler, beş duyu aracılığıyla algılanan nes­
ralı oldu. M onarşi taraftarları, yarattığı skan­ neler dünyasının (dış dünyanın) gerçekte bir
RAVEL 203

yanılsama olduğunu, gerçeğin ancak akılla varlığını kabul etm ekle de rasyonalist gelene­
kavranabileceğini ileri sürm üşlerdir. Sokrat’a ği sürdürm üştür.
göre, tüm bilgiler daha doğduğumuzda aklı­ Gerçekte K ant’ın öğretisinin öncüsü, Eski
mızda vardır. Am a bunlar ancak eğitim aracı­ Yunanlı filozof A risto’nun felsefesidir. A ris­
lığıyla ortaya çıkarılabilir. Platon da, hocası to ’ya göre, akıl bilgi taşıyan değil, bilgi yapan
gibi bilgilerimizin doğuştan aklımızda var bir yetidir. Aristo, dış dünyayı algılayan
olduğuna ve duyularla algıladığımız nesnele­ edilgin akıl ile duyu izlenimlerini “kategori­
rin, aklımızda önceden bulunan düşüncelerin l e r e yerleştirerek işleyen etkin akıV dan söz
gölgelerinden başka bir şey olmadıklarına etmiştir.
inanıyordu. Tüm nesnel gerçekliği (dış dünyayı, evreni)
Tüm felsefesini “Düşünüyorum , öyleyse kavram lardan, yani rasyonel (akılsal) olandan
varım ” deyişine dayandıran ve varlığını dü­ türettiği için Georg Wilhelm H egel’in felsefe­
şünceye, dolayısıyla da akla indirgeyen Rene si rasyonalizmin doruğu sayılır. Ünlü “gerçek
Descartes da rasyonalistti. M odern rasyona­ olan rasyoneldir, rasyonel olan gerçektir”
lizmin kurucusu olan Descartes, doğruluğun­ önermesiyle, Hegel gerçeğe hiç deneye baş­
dan kuşku duyulamayacak bilginin m atem a­ vurm adan, yalnızca düşünmenin sınırları için­
tiksel bilgi olduğunu, çünkü m atematiğin, de kalarak ulaşılabileceğini dile getirmiştir.
aklın evrensel, zorunlu ve önsel (a priori )
ilkelerine dayandığını belirtmiştir. Descartes RAVEL, Maurice (1875-1937). Fransız bes­
gibi, Spinoza da m atematiksel bilginin en teci Joseph Maurice Ravel, geleneksel arm o­
sağlam ve kesin bilgi olduğunu kabul ederek, nileri, gamları ve ritimleri özgün, kişisel
felsefe tarihinin en kapsamlı ve tutarlı sistem­ üslubuyla bütünleştirerek biçim ve üslup açı­
lerinden biri olan sistemini, “geometrik yön­ sından kusursuz yapıtlar yarattı. Yurttaşı
tem ” denen yöntem le açıklamıştır. Descartes Claude Debussy ile birlikte İzlenimci müziğin
sonrası rasyonalizmin büyük temsilcilerinden en büyük ustalarından sayılır {bak. D ebu ssy ,
biri de Alm an filozof G ottfried Leibniz’dir CLAUDE; İZLENİMCİLİK).
(1646-1716). Leibniz’e göre, sözgelimi “Tanrı” Fransa’nın Bask Bölgesi’ndeki Ciboure’da
kavramı ile sayılar, geometri biçimleri gibi doğan Ravel, kültürlü ve sanatçı bir aileden
m atematiksel kavram lar aklımızda doğuştan geliyordu. 1889’da Paris K onservatuvarı’na
vardır. Bunları duyu algılarıyla elde etmemiz girerek Fransız besteci Gabriel Faure (1845-
olanaksızdır. A m a, duyu algıları olmadan 1924) gibi dönemin ünlü bestecilerinden ders
bunların ortaya çıkmaları da beklenemez.
Böylece Leibniz, aklın, daha doğrusu zihnin Hulton Picture Library

boş bir levha olduğunu, bu levhayı duyu


izlenimlerinin doldurduğunu, yani tüm bilgi­
lerimizin duyu algılarına indirgenebileceğini
savunan İngiliz deneyci filozof John Locke’a
yanıt vermiş oluyor, gerçekteyse rasyonalizm
ile deneyci felsefe arasında uzlaştırıcı bir
öğreti ortaya koyuyordu.
Buna benzer uzlaştırıcı bir öğretiyi savunan
Alm an filozof Immanuel K ant’a göre biz
yalnızca tek tek nesneleri bilebiliriz, onlar
üzerine bilgilerimizden genel sonuçlar ve tü ­
mel kavram lar üretiriz; am a, “kendinde şey”
diye de nitelenen nesnelerin özünü bilemeyiz.
Böylece Platon’unkini andıran idealist bir
sonuca varan Kant, aklın sınırlarını çizerek
rasyonalizmden uzaklaşmış, ama akılda, duyu 1928 ta rih li bu fotoğrafta Ravel piyanosunun
izlenimlerine indirgenemez önsel “form ”ların başında görülüyor.
204 REA

aldı. Tanınmış yapıtlarından birçoğunu bu


yıllarda besteledi. Ravel, ilk yapıtlarıyla son­
rakiler arasında ustalık ve teknik yetkinlik
açısından hemen hemen hiç fark görülmeyen
ender sanatçılardandır. Ne var ki, Faure
dışında bütün konservatuvar öğretim üyeleri
onun ilk yapıtlarını aşırı yenilikçi buldukların­
dan, konservatuvarın her yıl verdiği Rom a
Ödülü için dört kez başvurmasına karşın
hiçbir zaman kazanamadı.
Sanatçının besteci olarak ünü, piyano ve
orkestra için bestelediği yapıtlara dayanır.
Piyano için bestelediği bazı yapıtları sonradan Realar Güney Am erika'da yaşar. Kuluçkaya yatan
orkestra için düzenlenmiştir. Piyano yapıtları erkekler yum urtalardan çıkan yavruların bakımını da
arasında Su Eğlenceleri (1901), A ynalar üstlenir.
(1905), Gecelerin G aspard’ı (1908) ve Coupe-
rin in M ezarı (1917) sayılabilir. Ayrıca iki yere paralel biçimde uzatır. R ealar birey
piyano konçertosu vardır. 20. yüzyılın başında sayısı 20-30 arasında değişen sürüler halinde
Rus balesini yeniden canlandıran Sergey görülür. E rkekler genellikle yalnız yaşamayı
Diaghilev’in siparişi üzerine Daphnis ve yeğler. Reaların ürem e davranışları oldukça
Chloe (1912) adlı bale süitini yazdı. Vals ilginçtir. Erkek birçok dişiyle çiftleşir ve bu
(1920) ve balerin Ida Rubinstein için bestele­ dişilerin yerdeki bir yuvaya bıraktıkları, sayı­
diği Bolero (1928) en ünlü yapıtlarındandır. ları 20’yi bulabilen, iri, yeşilimsi beyaz yu­
Çocukları çok seven Ravel, K a z A na Süiti m urtaların üzerinde kuluçkaya yatar, yum ur­
(1908) ve Fransız yazar C olette’le (1873-1954) tadan çıkan, çizgili tüylerle kaplı yavruların
yaptığı ortak çalışma ürünü, bale ve pantom i­ bakımını da üstlenir. Yavrulara büyük bir
me dayalı Çocuk ve Büyücüler (1925) adlı bir özenle bakan erkekler bazen başka bir reanın
opera da yazdı. yavrularını bile çalmayı deneyebilir. Buna
Yaşamının son beş yılında bir beyin kana­ karşılık dişiler yavrularına karşı en küçük bir
ması sonucu konuşma yetisini yitiren Ravel ilgi bile göstermez.
artık nota da yazamıyordu. Sanatçı başarısız
bir beyin ameliyatı sonucu öldü. REAGAN, Ronald (doğumu 1911). 1980’de,
69 yaşındayken A B D ’nin 40. başkanı olan
REA. R ealar devekuşu, tepelidevekuşu ve R onald R eagan, ülke tarihinde seçilen en
emuyla akraba, Güney A m erika’da yaşayan yaşlı başkandı. Son yarım yüzyılın en tutucu
iri kuşlardır. Varlığını sürdüren iki türünden başkanı olan Reagan, 1960’larda siyasete
bayağı rea (Rhea americana) Brezilya’dan atılm adan önce radyo, sinema ve televizyon
A rjantin’e kadar, Darwin reası ( Pterocnemia çalışmalarıyla tanınıyordu.
pennata) ise P eru’nun güneyinden A rjantin’ Ronald Wilson Reagan, Illinois’da Tampi-
in güneyine kadar uzanan bölgede yaşar. co’da bir ayakkabı satıcısının oğlu olarak
R ea benzediği devekuşundan genel olarak dünyaya geldi. Reagan dokuz yaşındayken
daha küçük yapılıdır. Baş ve boynundaki ailesi Illinois’da D ixon’a yerleşti. Lisede fut­
tüyler kirli beyaz, gövdesi büyük ölçüde bol oynayan ve tiyatro oyunlarında rol alan
kahverengi ya da kül rengi, alt bölümleri ve R eagan, öğrenci birliğinin başkanlığını da
butları beyazdır. Kanat tüyleri devekuşunun- yaptı. 1928’de girdiği Illinois’daki Eureka
ki gibi güzel değildir. Kuyruğu da yoktur. College’da ekonomi ve sosyoloji öğrenimi
Ayrıca devekuşunun iki parm ağına karşılık, gördü.
reanın ayaklarında üç parm ak bulunur. Reagan çalışma yaşamına Iowa radyosunda
Rea uçamaz, ama yaşadığı düzlüklerde çok spor spikerliğiyle başladı. 1937’de W arner
hızlı koşabilir. Koşarken boynunu ileri doğru, Brothers ile imzaladığı sözleşmeyle 1964’e
REÇİNE 205

kadar süren sinema oyunculuğu dönemi baş­


ladı. Genellikle yardımcı oyuncu olarak
50’nin üstünde filmde rol aldı.
1947-52 ve 1959-60 arasında Sinema Oyun­
cuları Sendikasfnm başkanlığını yapan Rea-
gan’ın tutucu siyasete yönelmesi bu dönemde
başladı. A m erika’ya Karşı Etkinlikleri Soruş­
turma Komisyonu’na yardımcı olarak, kom ü­
nist olduğu öne sürülen kişilerle ilgili soruş­
turm alarda ve bu kişilerin sinema dünyasın­
dan uzaklaştırılmasında etkin rol oynadı.
1954-65 arası bazı önemsiz televizyon prog­
Hulton Picture Library
ram larında yer aldı.
ABD 'nin 40. Başkanı Ronald Reagan ilk kez 1980'de
1950’lerden başlayarak Cum huriyetçiler’in seçildi.
yanında yer alan Reagan, 1962’de partiye
girdi. 1966’da Cumhuriyetçi Parti’nin adayı
olarak California valiliği seçimlerini kazandı tutulan A B D ’lilerin kurtarılması için, alınmış
ve sekiz yıl valilik yaptı. Cumhuriyetçi Par­ olan kararlara karşın, bu ülkeye silah gönde­
ti’nin başkan adayı seçimlerinde 1968’de rildiği ve bu silahlardan elde edilen paranın
Richard Nixon ve 1976’da G erald Ford'a bir bölümüyle Sandinist yönetime karşı sava­
karşı başarısız oldu. 1980’deki üçüncü girişi­ şan Contra 'lara yardım edildiği anlaşılınca,
minde Cum huriyetçiler’in başkan adayı olan R eagan’ın saygınlığı önemli ölçüde azaldı.
Reagan, seçim kampanyasında ekonomide 1985-88 arasında, SSCB önderi Mihail Gorba-
liberal işleyişi ve saldırgan bir dış politikayı çov ile Ronald Reagan nükleer füzelerin
savundu. Bu görüşleriyle gelenekçi Demok- sınırlandırılmasına ilişkin dört doruk toplantı­
ratlar’ın da desteğini sağladı ve Jimmy C arter sı yaptılar. 1987’de W ashington’daki dorukta
karşısında oyların yarısından biraz fazlasını iki başkan O rta Menzilli Nükleer Füzelerin
alarak A B D başkanı seçildi. Kaldırılması A ntlaşm ası’m imzaladılar. 1988’
Başkanlığının ilk günlerinden başlayarak de R eagan’ın başkan yardımcılığını yürüten
federal hüküm etin rolünü azaltmaya çalıştı. George Bush seçimleri kazanarak başkan
Savunma harcamaları dışındaki tüm kamu oldu.
harcamalarını kısmayı öngören bütçe önerisi
onaylandı. Dış politikada SSCB ve öteki REAKSİYON bak. T e pk îm e
sosyalist ülkelere karşı önceki yönetimlerden
daha sert bir siyaset uyguladı. ABD askerleri REALİZM b a k . GER Ç EK Ç İLİK .
1983’te G renada’daki sol yönetimi devirmek
amacıyla bu ülkeyi işgal etti. Reagan, N ikara­ REÇİNE. Doğal reçineler genellikle ağaçlar­
gua’daki sol eğilimli Sandinist yönetime karşı dan elde edilen yapışkan m addelerdir. En çok
savaşan Co/ı/ra’lara A BD yardımını ısrarla bilinen doğal reçine, çam ağacından elde
savundu (bak. N İ K A R A G U A ) . edilen kolofandır. Çam reçinesi de denen
1981’de bir öldürm e girişiminde yaralanan kolofan, sarı kristal görünüm ünde, ısıtıldığın­
Reagan, geçirdiği ameliyattan sonra iyileşe­ da yumuşayan, terebentinde ve başka birçok
rek görevini sürdürdü. 1984’te ikinci kez aday çözücüde kolayca çözünen bir m addedir. B o­
oldu ve yeniden başkan seçildi. Dünyada ya, kâğıt, sabun ve yapıştırıcı yapımında
terörist eylemlere karşı kesin tavır alınmasını kullanılan kolofan, gereksiz sürtünm eleri
savunan Reagan, 1986’da terörizmi destekle­ azaltarak sesin pürüzsüz çıkmasını sağlamak
diği gerekçesiyle Libya’ya saldırıda bulundu. amacıyla keman yayma da sürülür.
A BD hava kuvvetleri Trablus ve Bingazi'yi Kolofan üretiminin büyük bir bölümü
bombaladı. Aynı yılın sonlarına doğru İran- A B D 'nin güney eyaletlerinde bulunan genç
Contra skandali patlak verdi. İran ’da rehin çam orm anlarında gerçekleştirilir. Bunun için
206 REFORM

çam ağacının kabuğu bir kuşak biçiminde sıkmaya gerek olmadan kuruyan kumaşlar
kesilir ve kesikten sızan yapışkan sakız, ağaca yapılır (bak. DOKUMACILIK).
bağlanan metal bir kapta toplanır. Toplanan
sakız büyük damıtma kazanlarında damıtıla­ REFORM, 16. yüzyıl boyunca tüm A vrupa’yı
rak arıtılır. Bu işlem sırasında yan ürün olarak etkileyen dinsel bir harekettir. Bu hareket
terebentin ve çam esansı elde edilir. Kâğıt Katolik Kilisesi’nin aşırı zenginleşmesi ve
üretiminde kullanılan odun ham urundan ve yozlaşmasına karşı gelişmiş ve Hıristiyanlık’ın
eski çam kütüklerinden de çam reçinesi çıka­ en büyük üç m ezhebinden biri olan Protestan-
rılmaktadır. Boya ve cila yapımında kullanı­ lık’ın kurulmasına yol açmıştır. En önemli
lan balsam, dam m ar, mastika, sandarak, laka önderleri M artin Luther ve Jean Calvin’dir
ve elemi gibi başka doğal reçineler de vardır (bak. C a l v i n , J e a n ; K a t o l î k K İ l î s e s İ; L u t h e r ,
(bak. B o y a v e C İ L A ) . Bazı reçineler parfüm M A R T IN ; PRO TESTA N K İLİSESİ).
yapımında büyük değer taşıyan mürrüsafi gibi Ortaçağ boyunca zenginleşen ve gücünü ar­
güzel kokulu yağlar içerir. En sert doğal tıran kilise ile papalık, siyasetle ve dünyasal
reçine olan kehribar kuyumculukta kullanılır etkinliklerle giderek daha fazla ilgilenmeye
(bak. D e ğ e r l i T a şl a r v e M ü c e v h e r l e r ). başlamış, yozlaşan kilise yaşamı Reform ön­
cesinde birçok din adamının tepkisini çekmiş­
Yapay Reçineler ti. Matbaanın bulunuşu kitap okumayı yaygın­
Bilim adamları doğal reçinelerin yapısını ince­ laştırırken, Kutsal Kitap’ın her ülkenin kendi
leyerek birçok yapay reçine çeşidi üretm enin diline çevrilmesi sıradan insanlarca da okunarak
yollarını bulmuşlardır. Bu yapay reçineler anlaşılmasını sağladı. Böylece kutsal metinlerle
birçok kullanım alanında doğal reçinelerin kilise uygulamaları arasında, yoruma bağlı fark­
yerini almıştır. Bazı durum larda da doğal ve lar ortaya çıktı. Rönesans’ın sanatı ve düşünceyi
yapay reçinelerin farklı niteliklerinden birlik­ özgürleştirici etkisi de Reform’un doğuşuna
te yararlanılabilm ektedir. Günüm üzde özel­ katkıda bulundu (bak. RÖNESANS).
likle plastik sanayisinde yapay reçineler çok Alm an din adamı Luther, Katolik Kilisesi’
yaygın olarak kullanılır. Plastik sanayisinde nin insanların günahlarından arınm aları için
kullanılan polimerin özgün biçimine reçine, önerdiği öğreti ve uygulamaların yanlış oldu­
bundan yapılan ürünün son biçimine de plas­ ğunu düşünmeye başlamıştı. Luther insanın
tik denir (bak. PLASTİKLER. POLİMER). Birçok zayıf olduğuna ve ancak T anrı’nın onu kurta­
yapay reçinenin yapımında köm ür katranı, rabileceğine inanıyordu. İnsanın günahların­
petrolden elde edilen fenol ve öbür kimyasal dan arınması için yapabileceği tek şey T anrı’
m addeler kullanılır. nın ona bağışladığı inanca sarılmasıydı. L ut­
Yapay reçineler, dayanıklı ve uzun ömürlü her, Katolik Kilisesi’nin endüljans satarak in­
oldukları, ürüne parlak bir görünüm sağladık­ sanların günahlarından arındırılması uygula­
ları için, genellikle boyalar ile öbür yüzey masına karşı çıktı. Endüljans, cennetle cehen­
kaplam a m addelerinde kullanılır. Polyester nem arasında bulunan ve insanların günahla­
ve polietilen reçineleri büyük ölçüde plastik­ rından arınm ak için bekletildikleri a ra f ta çe­
lerin ve cam elyafının üretim inde; poliüretan kecekleri cezaların belirli bir sevap işlemeleri
ise boyaların, yapıştırıcıların ve yalıtım m ad­ karşılığında Katolik Kilisesi’nce bağışlanması­
delerinin üretiminde kullanılır. Epoksi reçi­ dır. Katolik Kilisesi, günah işleyen birinin piş­
neler dokum a sanayisinde iplik yapımında manlık getirmesi ve Tann tarafından bağışlan­
kullanılır (bak. LİF). M elamin-formaldehit ması halinde bile, işlemiş olduğu bu günah ne­
reçineleri ürüne porselen görünümü verir; deniyle bu dünyada ya da arafta acı çekerek
silikon reçineleri yağlama, cila ve yalıtım cezalandırılacağını söylüyordu. Ayrıca, Hz. İsa
maddesi olarak kullanılır. Yapıştırıcı reçine­ ve öteki azizlerin yaptığı iyiliklerden ötürü Tan-
ler kontrplak ve sunta yapımında kullanılır. n ’nın papaya bu cezayı hafifletme yetkisi verdi­
Yapay reçinelerin en yaygın kullanım alanla­ ğini de ileri sürüyordu. Endüljans elde edebil­
rından biri dokum a sanayisidir. Bu reçineler­ mek için günah işleyenin iyi niyetini göstermesi
den yararlanılarak, çekmeyen, kırışmayan ve gerekiyordu. İlk başlarda endüljans kuralları
REFORM 207

Jean Calvin İsviçre'nin


Cenevre kentinde
Protestanlık'ın katı bir
ahlak anlayışını savunan
bir kolunu kurm uştur.

çok katıydı. İnsanlar pişmanlıklarını göstermek Katolikler ile 1529’dan sonra Protestan olarak
için ağır koşullarda yıllarca dua eder, sadaka anılmaya başlayan L uther’in izleyicileri ara­
verir ve oruç tutarlardı. Daha sonra, özellikle sında ayrılık baş gösterdi. Alm anya’daki bu
de 14. yüzyılda, kiliseye gelir sağlamak için en- bölünme başka yerlerde de oldu. İsviçre’de,
dülj ansın para karşılığında verilmesi birçok din Z ürich’de Huldrych Zwingli (1484-1531) ve
adamının tepkisini çekti. C enevre’de Jean Calvin ayrıntılarda farklılaş­
Luther ilk kez 1517’de endüljans satışına makla birlikte, ana konularda aynı düşünce­
karşı çıkarak kilisenin tutum unun açıkça kar­ den yola çıkarak Katolik Kilisesi’nde reform
şısında yer aldı. İnsanın sadece kişisel inancıy­ istediler. Öğretilerindeki ve kilisenin örgüt­
la günahlarından arınabileceğine inanan L ut­ lenme biçimine ilişkin düşüncelerindeki fark­
her, endüljans uygulamasını tümüyle reddet­ lılıklar, bu üç büyük reformcunun izleyicileri
ti. Çok geçmeden din sapkını olarak suçlandı. arasında uzun tartışm alara yol açarak, Protes-
İnançlarını değiştirmeyi reddedince de papa tanlık’ın gelişmesini yavaşlattı. Ayrıca, Karşı-
tarafından aforoz edildi. A lm anya’da yozlaş­ R eform ’u başlatan Katolik Kilisesi, 1545-63
mış kiliseye karşı çıkan pek çok kişi L uther’i arasında toplanan Trent Konsili ile kendini
destekledi. Önemli kiliselerin birçoğunun ba­ yenileme çabasına girişti ve yolsuzlukları ön­
şında, dinsel görevlerinden çok, para kazan­ leyecek düzenlem eler yaptı. Böylece Protes­
makla uğraşan papazlar bulunuyordu. Çoğu­ tanlık yüzyılın başlarındaki hızlı gelişimini
nun birden fazla görevi vardı ve işlerini sürdürem edi. A lm anya’nın yarısı Lutherci-
başkalarına yaptırıyorlardı. Ayrıca, papa A l­ lik’i benim serken, Calvin’in izleyicileri olan
m anya’dan büyük m iktarda vergi topluyordu. Kalvenciler Fransa, H ollanda ve İskoçya’da
Pek çok kimse kilisenin bir reform a gerek­ yayıldılar. Am a başka yerler, özellikle Güney
sinmesi olduğunu düşünüyordu. Arkasındaki A vrupa ve kuzeyin önemli bir bölümü K ato­
yoğun destekten güç alan Luther, öteki K ato­ lik olarak kaldı.
lik öğretilerine de karşı çıkmaya başladı. Reform İngiltere’de daha değişik bir biçim
Bütün insanların, papanın ya da piskoposların aldı. 1509-47 arasında hüküm dar olan Kral
yol göstermesine gerek duym adan, Hıristiyan V III. H enry’nin, evliliği yüzünden papayla
inancını doğrudan Kutsal K itap’ta bulabile­ arası açıldı ve papanın otoritesini tanım aya­
ceklerini söyledi. Kilisenin yüzyıllar boyunca rak kendisini Ingiltere Kilisesi’nin başı ilan
İncil 'in gerçek özünü sakladığını, havarilerin etti. Am a kilisede küçük bazı değişikliklerle
ve ilk kilisenin öğretisinin yeniden edinilebil- yetindi. VI. Edw ard dönem inde (1547-53)
mesi ve yeni Hıristiyan topluluklar kurulabil­ Protestanlık yerleşti. Ne var ki, kız kardeşi
mesi için yolundan sapmış bu kiliseden ayrıl­ I. Mary (1553-58) döneminde Katoliklik ve pa­
manın doğru olduğunu ileri sürdü. palık otoritesi geri getirildi. G ene bu dönem ­
Katolikler L uther’in Kutsal K itap’ı tümüyle de pek çok Protestan yakılarak öldürüldü.
yanlış anladığını öne sürdüler. A lm anya’da, M ary’nin kız kardeşi Elizabeth (1558-1603)
208 REKLAMCILIK

ise yeniden papaya karşı geldi; İngiltere bulunur. O rtaçağda Katolik ve O rtodoks
Kilisesi’nin, Reform ’dan önce olduğu gibi, olarak ayrılan kilise, 16. yüzyılda Reform
piskoposlarca yönetilen ve Katolikler ile Pro- hareketinin sonunda daha da derin bir bölün­
testanlar’ı birlikte barındıran bir kilise olması meye uğramıştır.
için çalıştı. Bu çabası tümüyle başarılı olam a­
dı. Papalık taraftarları ve uzlaşmaya kesin ola­ REKLAMCILIK. Reklam , gazete, dergi, rad­
rak karşı çıkan bazı Protestanlar böyle bir dü­ yo ve televizyon gibi çeşitli kitle iletişim
zenlemeye cephe aldılar. Böylece bugün İngil­ araçları ya da yollarda rastlanan afiş ve
tere Kilisesi’nin, öbür Protestan kiliselerden da­ reklam panoları aracılığıyla iletilen bir duyu­
ha farklı olan yapısı 16. yüzyılda oluştu. rudur. Reklamın başlıca amacı, reklamı yapı­
lan mal ve hizmetlerin satın alınmasını sağla­
Din Savaşları maktır.
Reform dönemi A vrupa’sında hem en hiç Reklam lar başka amaçlara yönelik de ola­
kimse bir ülkede birden fazla dinin var bilir. Bazı reklam lar yalnızca bilgi verir.
olabileceğine inanmadığı için, kendi gibi dü­ Örneğin, yerel bir gazetenin küçük ilanlar
şünmeyen öteki Hıristiyanlar’ı cezalandırm a­ bölümünde yer alan satılık mal ilanları söz
yı görev edindi. A vrupa’nın her yerinde konusu malı kısaca tanıtır, ama satın alınması
insanlar dinleri nedeniyle öldürüldü, hapse­ için yönlendirici reklamcılık tekniklerini kul­
dildi ya da malları ve hakları ellerinden alındı. lanmaz. Bazen de reklam veren satıcı değil,
Katolikler denetledikleri yerlerde Protestan- alıcıdır. Örneğin, elem an arayan bir şirket ya
lar’a zulm ederken, Protestanlar da Reform da kişi, o elem anda bulunmasını istediği
hareketinin yönetimce desteklendiği ülkeler­ özellikleri sıralar ve bu özellikleri taşıyan
de K atolikler’e aynı biçimde davrandılar. kişileri çalıştıracağını duyurur. Ne var ki,
Kutsal Rom a-G erm en İm paratoru Şarlken genelde reklamcılığın insanları belirli bir malı
(V. Kari) Protestanlık’ı yok etm eye çalışınca, satın almaya özendirmekle ilgili olduğu söyle­
Alm anya’da din savaşları başladı. Otuz Yıl nebilir.
Savaşları (1618-48) da iki din arasındaki
çatışmanın bir sonucudur. Bu savaşlarda ne Reklamcılığın Gelişimi
Katolikler, ne de Protestanlar tam başarı Reklamcılık insanlık tarihinin çok eski dö­
kazanabildi ve Almanya iki mezhebe bölün­ nemlerinde de vardı. Eski R om a’da m andıra­
müş olarak günümüze kadar geldi. Fransa’da ların duvarına, üzerinde keçi resmi olan bir
Katolikler ile Protestanlar 1562-98 arasında tabela asılırdı. Okulların önündeyse kırbaçla­
kıyasıya savaştılar. Savaş, daha önce Kalvenci nan bir oğlan çocuğu resmi bulunurdu. Daha
olan, ama sonra Katoliklik’e dönen Kral IV. sonra ayakkabıcılar dükkânlarının kapısına
H enri’nin 1598’de yayımladığı Nantes Ferma- postal resmi asmaya ya da bazı satıcılar
nı’yla, H uguenotlar olarak bilinen Fransız reklam için, sattıkları herhangi bir malın
Protestanlar’a dinsel ve siyasal özgürlük tanı­ resmini çıngırak eşliğinde sokak sokak dolaş­
masına kadar sürdü. tırm aya başladılar.
Bugün hemen hemen bütün Avrupa ülkele­ Bugün bildiğimiz anlam da reklamcılık, 15.
rinde din özgürlüğü vardır. Birbirine karşı yüzyılda m atbaanın bulunuşuna bağlı olarak
eskiden olduğundan çok daha hoşgörülü ol­ gelişme gösterdi. D aha çok sayıda insanın
m alarına karşın, R eform ’un neden olduğu okum a yazma öğrenmesiyle gazete satışları
bölünme hâlâ sürm ektedir. arttı. Kitlelere yönelik reklamcılığın ilk başla­
Batı A vrupa’da ve dünyanın birçok bölge­ dığı yer gazetelerdi, ama bu konuda asıl
sinde çok sayıda Protestan ve Katolik yaşar. gelişme 19. yüzyılda Sanayi Devrim i’ni izle­
İspanya, İtalya ve Belçika gibi bazı ülkeler yen yıllarda oldu. Sanayi Devrimi ile fabrika­
neredeyse tümüyle Katolik iken, İsveç, Norveç lar daha fazla mal üretm eye başladı ve kent­
ve D anim arka’da yaşayanlar büyük çoğunluk­ lerdeki nüfus büyüdü. Böylece hem satılacak
la Protestan kiliselerine bağlıdır. Ö bür Hıris­ mal, hem de bu malları satın alacak insan
tiyan ülkelerde her iki m ezhepten de insan sayısı arttı. Reklamcılık bu dönem de üretilen
REKLAMCILIK 209

gerektiği pazar araştırmalarıyla saptanır. Bu


bilgiler daha sonra, reklam kampanyasının
hazırlanışı sırasında değerlendirilir.

Kampanyanın Tasarlanması
Etkili bir reklam , reklamı yapılan ürünü ya da
hizmeti, satın alma gücü olan tüketicilere
tanıtmayı amaçlar. Reklamın yer alacağı uy­
gun medyayı, yani en uygun kitle iletişim
araçları bileşimini seçmek için, reklamcı elde
ettiği çeşitli veriler üzerinde çalışmak zorun­
Cephas Picture LibraryINigel Blythe dadır. Yayımcılar, gazete ya da derginin satış
Tokyo'daki McDonald's. Japonca okuyam ayanlar m iktarı, okurlarının yaklaşık gelir düzeyleri,
bile bu ünlü ham burgerciyi hemen fark edebilirler. yaşları, meslekleri gibi bazı bilgileri sağlayabi­
lir. Televizyon şirketleri de izleyicilerine iliş­
malların satışını kolaylaştırarak, ekonomik kin benzer bilgiler verebilir. Kampanyayı
büyümeye katkıda bulundu. düzenleyenler bu bilgiler yardımıyla, rekla­
20. yüzyılın başlarında reklamcılık artık mın hangi kitle iletişim araçlarında, hangi
satış sürecinin en önemli araçlarından biriydi. sayfa ya da program da yer alacağını belirler.
Satışını “reklam a borçlu” olmak yaygın bir Reklam için ödenen para reklamın boyutla­
inanış oldu. Reklamcılar radyoya ve II. D ün­ rına, televizyonda ise süresine ve hangi rek­
ya Savaşı’nın ardından televizyona da el lam kuşağında yer aldığına göre değişir.
attılar. Kitle iletişim araçlarının gelişiminden Televizyonun yoğun olarak izlendiği akşam
önce reklam lar ancak birkaç yüz kişiye ulaşa­ saatlerinde ve sevilen diziler arasındaki rek­
bilirken, bugün bir televizyon reklamı mil­ lam kuşakları çok pahalıdır. Yerel bir gazete­
yonlarca kişi tarafından izlenebilmektedir. nin küçük ilanlar bölümünde yer alacak bir
Reklam , malların pazarlanması ve satılma­ reklam için fazla para gerekm ezken, televiz­
sında kullanılan araçlardan yalnızca biridir. yonun en pahalı reklam kuşağında 60 saniye­
Mal satışında ürünün kendisi, fiyatı, am bala­ lik bir yer milyonlarca lirayı gerektirir.
jı, dağıtımı ve mağazada sergilenişi gibi başka Reklam harcam aları malların satış fiyatları­
öğeler de önemlidir. Pazarın paylaşımında na yedirilmiştir. Bazı mallar için reklam bütçesi
üreticiler başka şirketlerle rekabet içindedir. küçüktür ve örneğin malın satış fiyatının ancak
Yeni bir malın üretimine başlam adan önce, yüzde 5’ini oluşturur. Başka bazı ürünler ise yo­
malın ne türden bir alıcıyı hedef aldığı ve ğun reklam gerektirir ve satış fiyatının yansı
rakip malın yerini alabilmesi için ne yapılması üreticinin reklam gideri olabilir.
İstanbul Dişhekimleri Odası’nin izniyle

Her yemekten sonra


dişlerini fırçalamayı unutma! Bazı reklam lar sağlığımıza dikkat
etm em iz gerektiğini hatırlatır.
210 REKLAMCILIK

Pazarı hedef alan bir reklamcının doğru Bir reklam ajansında yaratıcı bölüm başka­
medyayı seçmesi gerekir. Seçilecek medya nı (yönetm en) ürünün nasıl tanıtılacağına,
satılmak istenen mala göre değişir. Reklam yani ürünün ne gibi bir izlenim yaratması
her zaman en geniş izleyiciye yönelik olmak gerektiğine karar verir. Metin yazarları rek­
zorunda değildir. Büyük m iktarlarda üretimi lam metnini yazar. Sanat yönetmeni ise çeki­
olanaklı olmayan nitelikli saatler, ünlü moda lecek film ya da fotoğrafları tasarlar. Kam­
evlerinin giysileri ya da bazı özel otom obiller panya konusunda müşteri ile anlaşma sağlan­
için onların “üstün değerline inandırıcı rek­ dıktan sonra, seçilen medyada yer ya da
lamlar yapılır. Bu gibi malların özellikle çok zaman satın alınır.
pahalı olması, insanlar üzerinde, değerli ol­ H er reklam bir öykü içerir. Bu genellikle,
duklarına ilişkin bir etki yaratır. Çok kısıtlı reklamı yapılan malı satın alm adan “önce”
sayıda insan tarafından satın alınabilecek insanın yaşamından tam anlamıyla hoşnut
böylesi mallar için seçilecek medya üst gelir olmadığını, o malı edindikten “sonra” ise tüm
gruplarına yönelik bir dergi olabilir. Am a sorunların çözüldüğünü anlatan bir öyküdür.
milyonlarca yetişkin ve çocuğun satın alabile­ Başka bazı reklam lar ise “önce”ye hiç değin-
ceği, örneğin gazoz türü bir içecek reklamı meksizin, mal satın alındığında insan yaşamı­
yapılacaksa, bu çok pahalı bir televizyon nın nasıl “değişeceğini” gösterir. Bazı reklam ­
kampanyası gerektirecektir. lar bir şakayı yinelerken, bazıları kolay akılda
Bir ürün başarılı bir biçimde tanıtıldıktan kalan bir reklam müziği kullanır. Başkaları
sonra da reklamın işlevi sürer. Ü rünün tüketi­ ise, reklamın ulaştırmak ya da anımsatmak
cinin aklında kalmasına çalışılır. istediği mesajı fotoğraf ya da film gibi bir
görüntüyle aktarır.
Reklam Ajansları
Reklam ajansları, iş dünyasında binlerce kişi­ Reklamcılığın Denetimi
nin çalıştığı zengin kuruluşlardır. Ajanslar Dünyanın her ülkesinde reklamcıların uyması
müşterileri adına pazar araştırm aları yürütür, gereken kurallar vardır. Bunlar arasında,
reklamları hazırlar ve medyayı seçer. gazetelerde reklama ayrılan yerin belirli bir

T £M €L b#JTANN/CA
TEtfvUyo* . MERKEZ AJANS
t o sa m / y e ju m u /

tu ş « e s — 6UJ.UT&Ü. / UCAK- TUTkUJ


(SPIttE') 1/IÛH£UDİSİ OLMAli HTİVOE. î>İL<SİSA-yA£ MÜM&MDİ5I âUAAK-
İST'IYC*.

<^4B£.uciLtEjMi2 ye.Ni v<c ısree. fa s îk û l f a s /hul a u k ;, isimse B*,ŞAG.kAALA£! IÇIK, OUİABA ~1XST±U-
ejüv/t-uij-ie. bie. ■De.sre.Ğıe/T<£MĞj. AfcOUfc. COUN •TĞ.MC1 BGJTAUMCA >A VĞ.E.İM. SAİIAM 81E- T£M£İ_
S E tA7WA&A fcAVUŞUyoe. . MUTİAİ'A SAHİP OJ-UM . ÜAOAUDIE.IİV/.

Televizyon reklam film le ri için senaryo ve "story-board" hazırlanır. Üstte Temel Britannica'nın "story-
board"u görülüyor.
REMBRANDT 211

oranı aşmaması, televizyon reklamlarının be­ artırarak reklamcılığın gelişmesinde önemli


lirli zam anlarda gösterilmesi ya da sigara ve bir adım oldu. İlk reklam ajansı da bu
alkollü içki benzeri tüketim mallarının rekla­ dönem de kuruldu. Cum huriyetin ilanından
mının yasaklanması gibi kısıtlamalar sayılabi­ sonra, başta yabancı şirketler olmak üzere
lir. Ayrıca, birçok ülkede reklamların içeriği gazete ve dergilere reklam veren kuruluşların
de denetlenir ve reklamcıların daha doğru ve sayısı arttı. Radyo reklamları 1927’de, ilk
sorumlu davranmaları sağlanmaya çalışılır. radyo yayımıyla birlikte başladıysa da 1938’de
Bu kısıtlamalar, insanların reklam nedeniyle bu uygulamaya son verildi. 1951’de yeniden
haksızlığa uğramalarını ya da abartılmış rek­ başlayan radyo reklam larına, 1972’de televiz­
lamlarla aldatılmalarını önlem ek üzere kon­ yon reklamlarının da eklenmesiyle, reklamcı­
muştur. lık alanında hızlı bir gelişme görüldü. M odern
reklam ajansları kuruldu ve reklamcılık sek­
Reklamcılığa İlişkin Tartışmalar törü büyüdü. Özellikle 1980’den sonra yaban­
Reklamcılık büyük bir iş alanıdır. İnsanlar cı kuruluşlarla bağlantılar kuran reklam
evlerinde ve sokakta hemen her an reklam lar­ ajansları dünya standartlarına uygun hizm et­
la kuşatılmış durum dadır. Reklamcılar, yal­ ler üretm eye başladılar.
nızca üreticilere değil, | satın alınabilecek
ürünleri duyurarak genel kamu yararına da REMBRANDT (1606-1669). Üretkenliği ve
hizmet ettiklerini savunurlar. Reklam geliri titiz çalışmasıyla tanınan Felemenkli ressam
olmasa, birçok gazete, dergi ve özel televiz­ R em brandt H arm enszoon van Rijn ardında
yon kuruluşunun ayakta duramayacağını ileri 600’ü aşkın yağlıboya, binlerce taslak ve asitli
sürerler. Buna karşılık, reklamcılığı eleştiren­ oymabaskı bıraktı (bak. OY M A BA S K I). Y apıtla­
ler ise, reklamların insanlara gereksinimleri rında günlük yaşamdan sahnelerin yanı sıra
olmayan malları da satın aldırdığını ve dur­ dinsel ve tarihsel konuları da işleyen R em ­
maksızın tüketm eye özenen bir toplum yarat­ brandt, asıl ustalığını portre resimlerinde
tığını öne sürerler. Ayrıca reklam giderlerinin gösterdi. Resimlerinin en belirgin yanı ışık ve
malların fiyatlarını yükselttiğini ve reklam gölge oyunlarındaki olağanüstü ustalığıdır.
için büyük harcam alar yapabilecek güçlü şir­ Rem brandt Leiden’de (bugün Hollanda
ketlerin daha küçüklere yaşama şansı tanım a­ sınırları içinde) doğdu. Resme duyduğu ilgi
dığını belirtirler. nedeniyle dönemin iki ünlü ressamının yanın­
Reklamcıların, reklam verdikleri ve büyük da çalıştı. D aha ilk yapıtlarıyla yeteneğini
paralar ödedikleri kitle iletişim araçları üze­ kanıtlayan sanatçı, 20 yaşında adını duyurm a­
rinde önemli etkileri vardır. Örneğin gazete­ ya başladı.
ler ve televizyon kanalları, ajansların reklam Rem brandt o yıllarda çevresinde gördüğü
vermeyi sürdürm esi için, daha fazla okuyucu hem en her şeyin resmini yapıyordu. En sıra­
ve izleyiciyi kendilerine çekmek isterler ve bu dan şeyler bile onun için ilgi kaynağıydı.
amaçla yaygın beğeniye uygun program lar Sanatçının o dönem den kalma taslak defterle­
yapmak ve konular işlemek durum unda kalır­ ri, pirelerini ayıklayan bir köpeğin, güneşle­
lar. A BD gibi bazı ülkelerde ise, reklamcıla­ nen bir serserinin, torununa yürümeyi öğre­
rın bazı program ları parasal olarak destekle­ ten bir dedenin ya da dedikodu yapan köylü­
mesine izin verilmiş ve dolayısıyla da reklam lerin ustalıkla çizilmiş desenleriyle doludur.
verdikleri medyayı tümüyle denetleyebilm e­ İlk yıllarında daha çok dinsel konulu resimler,
lerine olanak sağlanmıştır. m anzara resimleri ve az sayıda portre yaptı.
1631’de A m sterdam ’a yerleşti. O rada çok
Türkiye'de Reklamcılık sayıda portre siparişi alan sanatçı, kısa sürede
T ürkiye’de de ilk reklam lar gazete ilanları kentin en çok beğenilen portre ressamı oldu.
biçiminde başlamış ve ilk gazete ilanları, Önemli yapıtlarından sayılan Dr. Nicolaes
Tercüman-ı A h val gazetesinde yer almıştır. T ulp’un A natom i D ersi (1632) adlı tablosunu
1908’de II. M eşrutiyet’in ilanıyla tanınan ba­ o dönem de yaptı. Sanatçının ünlü bir anatomi
sın özgürlüğü, gazete ve dergi sayısıyla satışını uzmanı olan arkadaşı Dr. T ulp’u öğrencileri­
212 RENGEYİĞİ

Rembrandt Dr. Nicolaes


Tu İp'un A n a to m i Dersi
adlı yapıtını 1632'de
yapmıştır.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

ne insan vücudunun yapısı üzerine ders verir­ renkli fon kullanmakla birlikte, yarattığı renk
ken gösteren bu resim Lahey’de, Mauritshuis zenginliği sonradan ortaya çıkarıldı. Rem-
M üzesi’ndedir. R em brandt’ın 1634’te evlen­ brandt’ın resimleri çeşitli ülkelerdeki galeri­
diği Saskia van U ylenburgh’dan dört çocuğu lerde sergilenm ektedir. Sanatçının öteki
oldu. Am a en küçük oğlu Titus dışında hiçbiri önemli yapıtları arasında Plüton ve Prosperi-
yaşamadı. Karısının 1642’de ölümüne kadar na (1632), Danae (1636) ile çeşitli zamanlarda
geçen yıllar yaşamının en mutlu dönemiydi. yapmış olduğu kendi portreleri sayılabilir. Bu
Büyük bir ev satın alarak evini değerli antika­ portrelerde sanatçı güçlü çenesi, kalın kaşları
lar, doğudan gelme silahlar, ipekli kumaşlar, ve kararlı bakışlarıyla karşımıza çıkar.
tablolar ve heykellerle süsledi. 1649’dan son­ A yrıca bak. RESİM SANATI.
ra yaşamını H endrickje Stoffels’le paylaşan
Rembrandt, oğlunun da yardımıyla sanat ürün­ RENGEYİĞİ, Kuzey Kutup Bölgesi’nin en
leri ticaretine başladı; parasal durum u biraz tanınmış iri yapılı hayvanlarından biridir.
düzeldiyse de 1656’da eviyle birlikte her Genellikle tek bir tür (Rangifer tarandus)
şeyini satm ak zorunda kaldı. altında toplanan bu çifttoynaklı memeliler
1642’de, başyapıtlarından sayılan Gece N ö ­ günümüzde İskandinavya ve Kuzey K utbu’na
bet f ni tamamladı. Kent muhafız birliğini bir en yakın ada gruplarından biri olan Spitzberg’
zafer takının altından geçerken gösteren bu den (Svalbard) Doğu Sibirya’ya kadar uza­
resim, doğal ve canlı havasıyla, olağanüstü nan bölgede, ayrıca Kuzey A m erika’nın ku­
güzellikteki renkleriyle ünlüdür. 1650'lerde zey kesimlerinde yaşar. Am a tarihöncesi çağ­
çok sayıda asitli oymabaskı yaptı. Denediği larda bu hayvanların A vrupa’da yaygın biçim­
değişik yöntemlerle çok çarpıcı sonuçlar elde de bulunduğu, İskoçya’nın kuzeyinde 12.
etti. 1661’de görme duyusu zayıflayınca asitli yüzyıla kadar varlığını sürdürebildiği bilin­
oymabaskı yapmayı bırakm ak zorunda kaldı. m ektedir. Kuzey A m erika’dakiler dışında,
Am a yağlıboya resim yapmayı yaşamının rengeyikleri bazı yörelerde evcilleştirilmiştir.
sonuna kadar sürdürdü. Geyikler arasında yalnız rengeyiklerinin
Sonradan m odern yöntem lerle onarılıp te ­ hem erkeği, hem de dişisinde gelişmiş boy­
mizleninceye kadar, R em brandt'ın resimleri­ nuzlar vardır. Boynuzlar yayvan, kalın ve çok
nin donuk ve karam sar olduğu sanılırdı. Koyu dallıdır. Omuz yükseklikleri 0,7-1,4 m etre
REN IRMAĞI 213

arasında değişirken ağırlıkları 300 kilogramı geyikleri evcilleştirmişlerdir. Sütünü sağıp eti­
bulabilir. Rengeyiğinin kalın postunda iki kıl ni yemenin ve derisinden çadır, koşum takım ­
tipi ayırt edilir. Bunlardan dış örtü tüyleri ları, bot ve başka giyecekler yapmanın yanı
kaba ve uzun, ısı yalıtımı sağlayan iç örtü sıra, boynuz ve kemiklerinden de çeşitli alet­
tüyleri ince, sık ve yünsüdür. Dış örtü tüyleri­ ler yaparlar. Ayrıca rengeyiklerini kızakları
nin rengi yazın koyu kahverengi ya da koyu çekecek ve yük taşıyacak biçimde eğitmişler­
boz, kışın açık kahverengi ya da açık bozdur. dir. Kuzey A m erika’daki Eskim olar ise avla­
Ayrıca boynundan aşağıya doğru uzun ve dıkları rengeyiklerinin etinden ve derisinden
beyazımsı kıllar sarkar. Yayvan toynakları yararlanırlar.
karda ya da bataklık yerlerde dolaşmasını 1986’da yüksek dozda radyasyon aldığı için
kolaylaştırır, Çok iyi yüzebilen bu hayvanla­ çok sayıda rengeyiği öldürüldü. SSCB’nin
rın yazın ve kışın yaşadıkları yerler arasındaki Ukrayna bölgesindeki bir nükleer reaktörden
göçleri ünlüdür. yayılan radyoaktif m addelerle yüklü bulutlar
Rengeyikleri yaz boyunca iç kesimlerdeki rüzgârla Laponya’ya sürüklenmiş ve buralar­
otlaklarda büyük sürüler halinde otlar, içle­ da rengeyiklerinin beslendiği likenleri de etki­
rinden bazı sürüler sonbaharda kıyılara ine­ lemişti.
rek deniz yosunlarıyla beslenir. Kış geldiğin­
de yeniden geriye dönerek, karların vadiler­ REN IRMAĞI, A vrupa’daki en önemli suyo-
deki kadar derin olmadığı tepelik yerlere ludur. Bu ırmağın kıyılarını ve başlıca kavşak­
çıkar, buralarda toynaklarıyla karı temizleye­ larını denetim altına almak için yüzyıllar
rek ortaya çıkan likenleri yerler. Kuzey A m e­ boyunca pek çok savaş oldu. 1815’teki Viyana
rika’daki rengeyikleri yiyecek bulmak am a­ Kongresi’nden beri R en Irmağı her tür taşı­
cıyla genel olarak sonbaharda güneye, ilkba­ macılığa açık uluslararası bir suyolu olarak
harda kuzeye göç eder. Erkeklerin boynuzları kullanılm aktadır.
yılın son ayında, dişilerinki ise bahar ayların­ İsviçre A lpleri’nin orta kesiminden doğan
da düşer. Ürem e mevsimi sonbahara rastlar Ren Irmağı, 1.320 km aktıktan sonra Hollan-
ve erkekler haremlerini korum ak için kıyasıya
dövüşürler. KUZEY $ HOLLANDA
Rengeyiği evcilleştirilmiş tek geyik tü rü ­ DENİZİ REN
teıdam. IRMAĞI
dür. Norveç, İsveç ve Finlandiya’nın en kuzey Irmağ'

bölgelerinde yaşayan Laponlar ile Sibirya’nın p u is b u rg

Irmağı
kuzeyinde yaşayan insanlar soğuğa atlardan
ve sığırlardan çok daha dayanıklı olan bu
BELÇİKA
NHPA/Philippa Scott
.Koblenz

.Mainz

LÜKSEMBURG ALM AN YA
FEDERAL
CUMHURİYETİ

S trasbourg

FRANSA

Konstanz
Gölü
Basel

AVUSTURYA

İSVİÇRE

Geyikler arasında yalnız rengeyiklerinin hem erkeği, 400 m etre yi aşan ye rle r
hem de dişisinde gelişm iş boynuzlar vardır.
214 REN IRMAĞI

Lorelei Kayası yakınında dik yam açlar arasında akan Ren Irmağı çok işlek bir ticaret yoludur.

da’dan Kuzey Denizi’ne dökülür. R en’in baş­ hemen hemen dikine yükselen Lorelei Kayası
lıca iki kolu İsviçre topraklarındaki Chur oluşturur. Burada en derin noktasına ulaşan
yakınlarında birleşip derin ve dar bir vadi R en, vadinin 115 m etrelik genişliğinin tüm ü­
boyunca sel gibi hızla kuzeydoğuya akarak nü kaplar. Lorelei Kayası adını, burada yaşa­
Konstanz G ölü’ne girer. Konstanz G ölü’nün dığına ve güzel sesiyle denizcileri baştan
batısından çıkıp Basel’e doğru tırm anarak çıkararak teknelerinin batm asına yol açtığına
ilerleyen Ren, Schaffhausen’deki Ren Çağla­ inanılan denizkızı Lorelei’den almıştır. Kob-
yan ın d a 25 m etre yüksekten dökülür. D aha lenz’de, şaraplarıyla ünlü vadisiyle tanınan
sonra güneyden gelen A are Irm ağı’yla birle­ Moselle Irmağı R en’e katılır. M ainz’ta başla­
şir. R en Irmağı Konstanz Gölü ile Basel yan derin vadi B onn’da biter ve Aşağı R en ’in
arasında İsviçre-Almanya Federal Cum huri­ başladığı K öln’de ırmak ovaları sular.
yeti sınırını çizer. Ren Irmağı, büyük bir kent olan Düssel-
Basel’de kuzeye yönelen Ren buğday, şer- dorf’ta Ruhr bölgesine girer. Irmağın doğu
betçiotu, şekerpancarı ve tütün yetiştirilen yakasında yer alan bu bölgede madenciliği ve
geniş ve bereketli bir vadide akar. Batısında fabrikalarıyla ünlü kentler bulunur.
Fransa’nın Voj Dağları, doğusundaysa iğne- H ollanda sınırından geçerken R en’in geniş­
yapraklılarla donanmış yamaçlarıyla Karaor- liği 1 kilometreyi bulur. G erçekte H ollanda’
m anlar yükselir. Daha kuzeyde ise, her ikisi nın bütün topraklarını Aşağı Ren akaçlamak-
de doğudan gelen Neckar ve Main ırmakları tadır. H ollanda ırmağın Kuzey D enizi’ne
R en’le birleşir. ulaşan küçük kanallarının çoğunu bloke etti­
M ainz’ta Main Irm ağı’m aldıktan sonra ğinden, R en’in sularının önemli bir bölümü
Ren 130 km boyunca çok dar bir vadide dik Waal Irm ağı, çok azı Lek Irmağı ve dikkate
ve sarp yamaçların arasından akar. Vadinin alınmayacak kadarı da IJssel Irmağı yoluyla
doğu yakasını 133 m etre yüksekliğinde ve denize ulaşır.
RENKLER 215

Lek’in ağzının yakınlarında, A vrupa’nın en anlaşılamamıştı. Newton, bir güneş ışığı de­
büyük limanı olan Rotterdam yer alır (bak. m etini üçgen kesitli cam prizm adan geçirip bir
R o t t e r d a m ) . Waal Irmağı güneyden gelen ekranın üzerine düşürerek gökkuşağının bü­
Meuse Irmağı ile birleşip Hollanda toprakla­ tün renklerini içeren bir kuşak oluşturdu. Bu
rında aktıktan sonra en sonunda Kuzey Deni- renkli kuşağa tayf ya da ışık tayfı denir (bak.
zi’ne ulaşır. T a y f ) . Newton daha sonra ikinci bir prizma
A vrupa’da denizden uzak en büyük liman kullanarak, bu renkleri birleştirip yeniden
olan Duisburg, çok önemli bir ticaret yolu beyaz ışık oluşturdu. Böylece beyaz ışığın
olan Ren üzerindedir. D uisburg’dan ırmağın değişik renklerdeki ışıkların karışımı olduğu­
hem aşağı, hem de yukarı kesimlerine demir nu kanıtladı.
cevheri, tahıl, petrol, köm ür ve sanayi ürünle­ Tayftaki değişik renklere, dalga boyları
ri gönderilir. Yük gemileri ırm aktaki ikinci birbirinden farklı olan ışıklar yol açar. Tayfın
büyük liman M annheim ’a ürün getirip götü­ bir ucunda gördüğümüz m or ışık görebildiği­
rür. Büyük m avnalar Strasbourg’a, daha kü­ miz en kısa dalga boylu ışıktır; öbür uçtaki
çükleri ise Basel’e kadar yol alabilm ektedir. kırmızı ışık ise görebildiğimiz en uzun dalga
Kışın donan Ren Irmağı bazen bir ay kadar boylu ışıktır. G erçekte tayf, m or ve kırmızı
trafiğe kapanır. uçların ötesinde de devam eder ve çok uzun
R en’i öteki Avrupa kentlerine ve sanayi dalga boylu radyo dalgalarından, çok kısa
bölgelerine bağlayan kanallar ırmağın önem i­ dalga boylu gamma ışınlarına kadar uzanır.
ni giderek artırm aktadır. Kuzey Denizi ile Tayfın m or ve kırmızı uçları arasında kalan ve
Karadeniz arasında gemi ulaşımını sağlayacak çıplak gözle görülebilen bölümü çok dar bir
olan Ren-M ain-Tuna K analı’nın 1992’de hiz­ dalga boyu aralığını kapsar.
m ete girmesi beklenm ektedir. R en’in en işlek Işık bir saydam ortam dan başka bir saydam
kesimi R uhr bölgesi ile Hollanda arasındaki ortam a, örneğin havadan cama geçerken doğ­
suyoludur. rultu değiştirir. Bu olaya kırılma denir (bak.
Kıyılardaki sanayi atıkları ve kimyasal ar­ Y A N S I M A v e K i r i l m a ) . Bir cam prizm adan ya da
tıklarla sularındaki yoğun trafik, R en’i gökkuşağında olduğu gibi su damlacıklarının
1970’lerden beri giderek artan bir biçimde içinden geçen beyaz ışığın renklere ayrılması­
kirletm ektedir. 1986’da çok tehlikeli bir bo­ nın nedeni, değişik dalga boylarındaki ışığın
yuta ulaşan bu kirlenme Ren kıyısındaki değişik m iktarlarda kırılmasıdır. Dalga boyu
ülkelerin ortak çabalarıyla giderilmeye çalışıl­ uzun olan kırmızı ışık en az kırılır; kısa dalga
m aktadır. boylu m or ışık ise en fazla kırılır. Dalga boyu
bu ikisinin arasında olan öbür renkler de
RENKLER. Eğer her şeyi siyah beyaz görsey- bu iki uç arasında yer alır. Çok küçük olan
dik dünya çok sıkıcı bir yer olurdu. Doğanın ışık dalga boyları, angström denen ve m etre­
güzelliğinin büyük bölüm ünü bulutlarla bezeli nin 10 m ilyarda biri olan uzunluk ölçüsüyle
mavi gökyüzü, alev rengi bir günbatımı, ölçülür.
otların ve yaprakların yeşili, çiçeklerin, bö­ Tayfta yedi ana renk olan m or, lacivert,
ceklerin ve kuşların rengârenk görünümü mavi, yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı görünür;
oluşturur. Çok eski zam anlardan beri insan­ ama beyaz ışık gerçekte yalnızca üç tem el
larda büyük hayranlık ve şaşkınlık yaratan bir renkten oluşur. Başka renklerden elde edil­
doğa olayı gökkuşağıdır. Fransız filozof Rene meleri olanaksız olan bu renklere birincil
Descartes (1596-1650) gökkuşağının nedeni­ renkler denir. Tayfın öteki renkleri bu birincil
nin havadaki yağmur damlacıklarının beyaz renklerin karışımıyla oluşmuştur. Beyaz ışığın
renkli güneş ışığını renklere ayırması olduğu­ birincil renkleri kırmızı, yeşil ve mavidir.
nu keşfetm eden çok önce de, gökkuşağıyla Birincil renklerin karışmasıyla ortaya çıkan üç
yağmur arasındaki ilişki biliniyordu. ikincil renk çıplak gözle görülebilir. Kırmızı
Gene de büyük İngiliz bilim adamı Sir Isaac ve yeşilin karışımıyla sarı; kırmızı ve mavinin
Newton 1666’da ünlü deneyini gerçekleştire­ karışımıyla m agenta (morumsu kırmızı); mavi
ne kadar ışığın renklere ayrışması tam olarak ve yeşilin karışımıyla siyan (turkuvaz mavisi)
216 RENKLER

Gördüğümüz renkler ışığın değişik dalga boylarından kaynaklanır. Beyaz ışık bütün renklerin karışımıdır.

renkleri oluşur. Tayfın çeşitli bölgelerinin yansıyan ışığın rengine bağlıdır. Örneğin kır­
birbirine eklenmesiyle yapılan bu karıştırma mızı bir cam, beyaz ışıkta bulunan renklerden
işlemine toplamalı karışım , kırmızı, yeşil ve kırmızı dışındaki bütün renkleri soğurur. Bu
maviye de toplamalı kanşım birincil renkleri nedenle güneş ışığına tutulan kırmızı camdan
denir. yalnızca kırmızı ışık geçer. Sarı bir cam mavi
ışığı soğurur; yalnızca kırmızı ve yeşil ışığın
Maddelerin Renkleri geçmesine izin verir, bu nedenle de sarı
Bir m addenin rengi iki şeye bağlıdır. Bunlar, görünür.
m addenin doğası ve maddeyi aydınlatan ışığın Beyaz ışıktan başka bir ışık altındaki bir
türüdür. Eğer bir m adde üzerine düşen ışığı m adde, bu ışık tam kendi renginde olmadığı
hiç yansıtmıyorsa siyahtır. Eğer güneş ışığın­ sürece, doğal renginde gözükmez. Kırmızı bir
daki bütün renkleri eşit olarak yansıtıyorsa gömlek, kırmızı ışık altında kırmızı görünür;
beyazdır. Örneğin yeni yağmış kar, hemen ama mavi ya da yeşil ışık altında siyah
hemen tümüyle beyazdır. Siyah ya da beyaz görünür. Birincil renkler olan kırmızı, yeşil ve
olmayan m addeler, üzerlerine düşen beyaz mavinin değişik biçimlerde bir araya gelme­
ışığın ancak bazı bölümlerini yansıtır. Ö rne­ siyle oluşan her renk ışıkta bu gömlek farklı
ğin yeşil bir yaprak, yalnızca yaprağın yeşil bir renkte görünecektir. Bu nedenle renkli bir
rengini oluşturan renkteki ışıkları yansıtır ve giysi satın alırken çoğu zaman, elektrik ışığıy­
beyaz ışığı oluşturan öbür renkleri (kırmızı ve la aydınlatılmış olan dükkândan çıkıp kum a­
mavi ışığın büyük bölümünü) soğurur. G örül­ şın renginin açık havada nasıl göründüğüne
düğü gibi renkli m addeler, belirli dalga boyla­ de bakm ak isteriz.
rındaki ışığı soğuran, belirli dalga boylarında­ Bir m addenin rengi üzerinde ışığın etkisi
ki ışığı ise yansıtan m addelerdir ve renkleri, öylesine önem lidir ki, bilim adamları renk
RENKLER 217

denem elerinde kullanılacak standart ışıklarla G örüldüğü gibi ikincil ışık renkleri birincil
ilgili kurallar belirlemişlerdir. pigment renkleridir. Birincil pigment renkle­
rinin karışımı çıkarmalı karışıma yol açtığı
Pigmentlerin Renkleri için, bu renklere de çoğu zaman çıkarmalı
Renklerin karışımıyla ilgili olarak bir bilim karışım birincil renkleri denir. Çıkarmalı karı­
adamının anlayışı, bir ressamın resim yapar­ şım sürecini anlayabilmek için m agenta ve
ken renkleri birbirine karıştırm asından farklı­ sarı pigmentlerin karışımı olayını ışık dalga
dır. D aha önce açıklandığı gibi birincil ışık boylarına göre düşünelim.
renkleri olan kırmızı, mavi ve yeşilin toplam a­ Sarı pigment mavi ışığı soğurur; kırmızı ve
lı karışımıyla ikincil ışık renkleri olan magen- yeşil ışığı yansıtır. M agenta pigment ise yeşil
ta, siyan ve sarı oluşur. A m a, boyaların ışığı soğurur; kırmızı ve mavi ışığı yansıtır. Bu
birbirine karıştırılmasıyla elde edilen sonuçlar iki pigment karıştırıldığı zaman her iki pig­
renkli ışık dem etlerinin birbirine karıştırılm a­ m entin de yansıttığı kırmızı ışığın tümü yansı­
sıyla elde edilenlerden tümüyle farklıdır. B ü­ maya uğrarken yalnız bir pigmentin yansıttığı
tün boyalar pigment denen çeşitli renk m ad­ yeşil ve mavi ışıkların ancak yarısı yansır.
deleri içerir. Belli bir rengi olan her m adde Yarısı yansımış olan mavi ve yeşil ışıklar
gibi pigm entler de kendi renklerindeki ışığı yansıyan kırmızı ışığın yarısıyla birleşerek
yansıtır ve öbür renklerdeki ışığı soğurur. beyaz ışık oluşturur ve renk etkilerini yitirir.
Değişik renkler elde etm ek için boyalar birbi­ Böylece yansıyan ışıktan geriye yalnız kırmızı
rine karıştırıldığı zaman ise, yeni renkler ışık kaldığı için karışım kırmızı renkte görü­
çıkarmalı karışım olarak bilinen bir süreçle lür. Eğer m agenta, sarı ve siyan pigmentler
oluşur. Bu süreç farklı renklerde ışıklar karış­ eşit olarak karıştırılırsa karışım bütün ışığı
tırıldığı zaman görülen toplamalı karışımın soğurur ve siyah görünür.
ters yönünde gerçekleşir.
Ressamların kullandığı tem el renklerin kır­ Tümler Renkler
mızı, sarı ve mavi olduğu bilinir; ama bu tam Eğer renkli iki ışık karıştığı zaman beyaz ışık
anlamıyla doğru değildir. G erçekte renkli oluşuyorsa, bunlar birbirinin tümler rengi
basımda kullanılan ya da bir ressamın kullan­ olarak adlandırılır. Mavi ışık ile san ışık,
dığı katışıksız tem el renkler m agenta, siyan ve siyan ışık ile kırmızı ışık ya da m agenta ışık ile
sarıdır. Bu renklerdeki pigm entlerden ikisi yeşil ışık birbirinin tümleridir. Birbirinin tüm ­
birbiriyle eşit oranda karıştırılırsa şu renkler leri olan iki renkten biri birincil, öbürü ikincil
ortaya çıkar: M agenta ve sarının karışımıyla renktir. Hangi rengin birincil hangisinin ikin­
kırmızı; m agenta ve siyanın karışımıyla mavi; cil olduğu ise söz konusu olan rengin ışık
siyan ve sarının karışımıyla da yeşil oluşur. rengi mi, yoksa pigment rengi mi olduğuna

Eastman Kodak Co.

Beyaz ışık cam prizma içinden geçerken, tayfın görünür ışık bölgesindeki renklerine ayrılır. En kısa dalga
boylu ışık mor, en uzun dalga boylu ışık kırmızıdır. Bir angström 0,0000001 m ilim etredir.
218 RENKLER

Toplam alı karışım (renklerin birbirine eklenmesi) ve çıkarmalı karışım (renklerin bir karışımdan çıkarılması)
sonucu oluşan renkler. Solda: Toplam alı karışım birincil renkleri olan yeşil (1), mavi (2) ve kırmızı (3)
renklerin karışımıyla siyan (4), sarı (5), magenta (6) ve beyaz (7) renkler oluşur. Sağda: Çıkarmalı karışım
birincil renkleri olan sarı (1), siyan (2) ve magenta (3) renklerinin karışımıyla yeşil (4), kırmızı (5), mavi (6) ve
siyah (7) oluşur.

bağlıdır. Önceki bölümde birincil ışık renkle­ birbirinden farklı olan binlerce rengi sözcük­
rinin ikincil pigment renkleri olduğunu, ikin­ lerle belirtmeye olanak yoktur. Bu nedenle
cil ışık renklerinin de birincil pigment renkleri renkleri tanımlayabilmek ve birbiriyle karşı­
olduğunu görmüştük. laştırabilmek için renkölçümü yöntem leri ge­
liştirilmiştir. A lbert H. Munsell ve Wilhelm
Renk Özellikleri: Ton, Parlaklık ve
Doymuşluk
Çevremizde gördüğümüz renklerin çoğu bi­ OSTVVALD SİSTEMİ
rincil ve ikincil renklerin karışımından oluşur BEYAZ
ve içindeki bu renklerin oranına bağlı olarak
çok büyük bir çeşitlilik gösterir. Siyah ve
beyaz renkler katılarak da renklerin nitelikle­
ri değiştirilebilir. Bir rengin siyah ve beyaz
katılm adan önceki özelliğine ton denir. G ün­
lük yaşam da kırmızı, mavi, yeşil gibi renk ifa i». jjj

i İ Vİ
adlarıyla belirttiğimiz ton özelliği, ışığın ve ^ H 1
pigmentlerin bütün birincil ve ikincil renkleri­
ni içerir.
Renkleri siyahla karıştırarak koyu kahve­
rengi, şişe yeşili gibi koyu renkler; beyazla
kanştırarak da pem be, fildişi rengi gibi açık
renkler elde edilir. Bir rengi hem siyah, hem
beyazla kanştırarak değişik keskinlikte renk­
I
ler elde edilebilir. Bir rengin koyu ya da açık ■ ■ ■ ■
olması özelliğine parlaklık (ışıltı ) ya da seçik­
tik denir.
Bir rengin içinde bulunan katışıksız renk SİYAH
oranına da doym uşluk denir. Günlük yaşam­ Alm an kimyacı VVilhelm Ostvvald'ın geliştirdiği
da kıpkırmızı, sapsarı gibi sözcüklerle bir Ostvvald sistem inde, bir rengin çeşitli örnekleri, bir
köşesinde siyah, bir köşesinde beyaz, bir köşesinde
rengin doymuşluk özelliğini belirtiriz. de o rengin saf örneği bulunan bir üçgen içinde
Ton, parlaklık ve doymuşluk özellikleri gruplandırılır.
RENKLER 219

MUNSELL SİSTEMİ
BEYAZ

■ BİBİ
Kırmızı E f la tu n

mm
■ ■■■■■■
E
1

■■■
I111K İİ
■■■■■
■ /1 12 * /4 /6
BERRAKLIK
-------
/8 /10 /12 /14

T o n re n k le ri b i r b i r i n d e n a y ı r a n t e m e l öz el lik tir
B erra k lı k r e n g i n k e sk in
DEĞER y a d a z ay ıf o l d u ğ u n u g ö s t e r i r .

Renk çizelgeleri, renklerin belirli bir derecelendirm e sistemine göre harf ve sayılarla tanımlanmasına yarar.
ABD'li A lbert MunseH'in geliştirdiği Munsell sistem inde her renk tonu bir harf grubuyla gösterilir. Örneğin,
SGY yeşilim si sarıdır. Sistemin değer ve berraklık (kroma) çizelgelerindeki sayılar da belirli bir tonun
parlaklığını (açıklık ve koyuluk değerini) ve keskinliğini gösterir. Örneğin SGY 6/10, parlaklık değeri 6 ve
berraklığı 10 olan yeşilim si sarı rengi belirtir.

Ostwald gibi araştırmacılar çeşitli renk sis­ bazıları da mavi ışığa duyarlıdır. Duyarlı
temleri kurmuş ve renk çizelgeleri hazırlamış­ olduğu tür ışıkla uyarılan bir koni hücrede
lardır. Bu renk çizelgelerinden yararlanılarak belirli bir kimyasal değişim olur ve bunun
belirli bir rengi elde etm ek için hangi renkle­ sonucunda oluşan elektrik sinyalleri görme
rin, hangi oranlarda karıştırılması gerektiği sinirleriyle beyne iletilir. Beyin koni hücreler­
hesaplanabilir. Renkölçüm ünde günümüzde den aldığı bu elektrik sinyallerini tam olarak
en çok kullanılan sistem Uluslararası Aydın­ bilmediğimiz bir biçimde çözümleyerek renk
latma Komisyonu’nun (CIE) kabul ettiği sis­ dediğimiz algıya dönüştürür. Renkleri ya da
temdir. bazı renkleri görem eyen insanlara “renkkö-
rü” denir. Birçok türü ve derecesi olan
Renkleri Nasıl Görürüz renkkörlüğünün en çok rastlanan türü kırm ı­
Gözümüze gelen değişik dalga boylarındaki zıyla yeşili birbirinden ayırt edem em ek biçi­
ışığın değişik renkler olarak algılanması kar­ minde görülür. Renkleri ayırt edebilmek bazı
maşık bir süreçle gerçekleşir. Gözün arkasın­ mesleklerde çok önemlidir. Erkeklerde ka­
da bulunan ağtabakadaki hücrelerin bir bölü­ dınlardan çok daha fazla görülen renkkörlüğü
mü olan koni hücreler , değişik renklerin konusunda son yıllarda geniş araştırm alar
karşılığı olan değişik dalga boylarındaki ışık yapılmaktadır. Kuşlar, arılar, kelebekler ve
ışınlarına karşı duyarlıdır. Biçimleri nedeniyle maymunlar renkleri görebilir. Balıklar ve bazı
koni hücreler adı verilen bu hücrelerden sürüngenler de renk görebilir; ama kediler,
bazıları kırmızı ışığa, bazıları yeşil ışığa, köpekler, dom uzlar, atlar, sığırlar ve öbür
220 RENOIR

Renkli b a s ı m d a d ö rt ayrı
dört ayaklı hayvanlar renkleri göremez. Bu
kalıpla ü s t ü s te d ö r t ayrı hayvanlar dünyayı siyah, beyaz ve grinin
b a s ım yapılır. B u n la rd a n ilk
üç b ask ının h e r biri, birincil tonlarında görür.
p i g m e n t renkleri ola n
m a g e n t a , sarı v e si yan
re n kle ri nde n biriyle, Renkli Basım ve Renkli Fotoğrafçılık
d ö r d ü n c ü baskı d a siyah
renkle yapılır. Birbiri ü s t ü n e
Renkli basım ya da renk basımı m agenta,
ya pıl a n b u ba s ım la r siyan, sarı ve siyah renkli m ürekkepler kulla­
s o n u n d a i s te n en renkli
re s im e ld e e dil m iş olur. nılarak yapılır. Bazen istenen rengi tam ola­
Siyah kalıp ko yuluğ u rak basabilmek için başka renk m ürekkepler
a y ar la y ar ak r e s m in n et
o l m a s ın a katkıda bulun ur. de kullanmak gerekir. H er renk baskı için
ayrı bir kalıp kullanılır. Bu kalıplar renk
Kimberley Clark Corp. ayrımı denen bir ayrıştırma süreciyle hazırla­
nır. D ört ayrı kalıpla üst üste yapılan dört
basım sonucunda istenen renkli baskı gerçek­
leşir (bak. B asim ).
Renkli fotoğrafçılık, eskiden aynı anda üç
negatif film çekilerek yapılırdı. Bu yöntem de
objektiften gelen ışık, renk filtreleri kullanıla­
rak üç temel renge, yeşil, mavi ve kırmızıya
ayrılırdı. Böylece aynı görüntünün üç ayrı
renkte fotoğrafı çekilir, sonra bu fotoğraflar
üst üste gelecek biçimde basılarak renkli
fotoğraf elde edilirdi. Günüm üzdeki renkli
fotoğraf filmlerinde ise, her biri üç birincil ışık
renginden birine karşı duyarlı olan üç katm an
vardır ve renkli görüntü tek filmin üzerinde
oluşur (bak. FOTOĞRAFÇILIK).
B irin c il ışık r e n k le r i o la n k ır m ız ı, y e ş il v e
m a v in in e n ö n e m li k u lla n ım a la n la r ın d a n b iri
r e n k li te le v iz y o n d u r . T e le v iz y o n e k r a n ı ü z e ­
r in d e k ırm ız ı, y eşil v e m a v i ışık n o k ta la r ın ın
b ir b ir in e k a r ış m a s ıy la r e n k li g ö r ü n tü o lu ş u r
(bak. T elev izy o n ).

RENOIR, Pierre-Auguste (1841-1919).


Fransız ressam Pierre-A uguste Renoir, yaşa­
mı boyunca güçlüklerle mücadele etm ek zo­
runda kalmasına karşın, yaşama sevinci ve
neşeyle dolu resimler yapabilmiş ender sanat­
çılardan biridir. Resimlerinin değeri anlaşıla­
madığından alıcı bulamayan sanatçı gençlik
yıllarını yoksulluk içinde geçirdi.
R enoir’ın babası, porseleniyle ünlü Limo-
ges kentinde yaşayan yoksul bir terziydi.
R enoir başlangıçta porselenlerin üzerine de­
sen yaparak geçimini sağlıyordu. Kazandığı
paranın bir bölüm ünü daha sonra bir sanat
okuluna gidebilmek için biriktirdi.
1862’de Paris’te Güzel Sanatlar Yüksek-
okulu’nun akşam derslerini izlemeye başladı.
RESİM SANATI 221

O kulda Claude M onet’yle kurduğu dostluk cıyla Fransa’nın güneyinde Cagnes adlı küçük
ressamlık yaşamının ilk önemli adımı oldu bir köye yerleşti. Ne var ki, artan romatizma
(bak. M o n e t , C l a u d e ). Resim konusunda ge­ ağrıları yüzünden yürüyemez ve ellerini hare­
leneksel anlayışa karşı çıkan iki arkadaş, son­ ket ettirem ez durum a gelmişti. Bununla bir­
radan İzlenimcilik A kım ı’m başlatacak olan likte fırçayı eline bağlayarak resim yapmayı
Paul Cezanne, Camille Pissarro gibi sanatçıla­ sürdürdü. Oğlu Jean Renoir (1894-1979) ta ­
rın arasına katıldılar. İzlenimciler’in 1874’te nınmış bir film yönetm eni oldu.
açtıkları ilk resim sergisinde R enoir’ın bazı M anzara resimleri ve günlük yaşamdan
tabloları da sergilendi. çeşitli görünüm lerin yanı sıra, küçük kızların,
R enoir önceleri İzlenimciler’le aynı görüş­ genç kızların, köylü kadınların, son modayı
leri paylaştıysa da, 1880’deki İtalya gezisin­ izlemeye meraklı hanım ların, kısaca her yaş­
den sonra resim anlayışını önemli ölçüde tan ve toplum un her katm anından kadınların
değiştirdi. Resim yapma yönteminin yetersiz resmini yaptı. En çok tanınan tabloları Loca
kaldığı düşüncesiyle İzlenimci hareketten (1874), M oulin de la Galette (1876) ve Şem si­
kuşku duymaya başladı. 40 yaşında tekniğini yeler’dir (1883).
geliştirmek amacıyla Paris’teki sanat okulu­ A yrıca bak. İZLENİMCİLİK; RESİM SANATI.
na döndü. Birkaç yıl sonra, konuları ve ça­
lışma biçimi benzem ekle birlikte, İzlenimci- RESİM SANATI, düşünce ve duyguların
ler’den daha değişik resimler yapmaya başla­ çizgiler ve renklerle yansıtıldığı bir sanat
dı. 1890’da Alice Charigot ile evlendi. dalıdır. Gerçek ya da düş ürünü herhangi bir
1892’de açtığı sergide büyük bir başarıya olay ya da öykü resmin konusu olabilir.
ulaştı. A rtık kazancı iyileşen sanatçı kendini Nesneleri göründüğü biçimiyle yansıtan ger­
bütünüyle resim çalışmalarına verm ek ama- çekçi resimler olabildiği gibi, yalnızca renkle­
rin belirli bir düzenlemeyle birleştirildiği so­
77te Trustees o f the National Gallery, Londra
yut resimler de vardır.
Tarih boyunca resim sanatına ilişkin benzer
görüşleri paylaşan bazı ressam lar, zaman za­
man bir araya gelerek gruplar oluşturmuş,
ortak ilkeleri benimsemiş ve değişik akımlara
öncülük etmiş ya da resim “okulu” (Fransız­
ca’da ecole) olarak tanım lanan belirli bir
üslubun sözcülüğünü yapmışlardır.
Resim sanatında değişik zaman dilimlerin­
de değişik yöntem ler ve üsluplar kullanılmış­
tır. Örneğin doğrudan duvarın üzerine yapı­
lan, fresk denen resimler yakın zam anlara
kadar çok yaygındı (bak. F resk ).
Resim kâğıt, karton, mukavva, kontrplak
ya da tuval9in (çerçeveye gerilmiş ve astarlan­
mış bez) üzerine yapılabildiği gibi muşam ba,
duvar, cam ya da seramiğin üzerine de yapıla­
bilir. Kullanılacak boya ve çizim gereçlerinin
türü, resmin yapılacağı yüzeyin özelliklerine
göre belirlenir. Boyalar bitkilerden, m etal ve
m inerallerden ya da hayvanlardan elde edilir.
Günüm üzde yapay yollarla üretilen boya tü r­
leri de vardır. Ressamların kullandığı yağlıbo­
ya, toprak ve kayaçlardaki m etal ve m ineral­
Renoir'ın olgunluk dönem inde yaptığı b ir çıplak lerden elde edilen renk verici pigm en t ile
kadın resmi. bitkisel yağların karışımıdır. Sürüldüğünde
222 RESİM SANATI

alttaki yüzeyi örten katı bir tabaka oluşturur. oymaları, Eski Yunan sanatının çok gelişkin
İnce toz halinde öğütülen toprak, olduğu gibi bir düzeyde olduğunu gösterir. Ne var ki,
ya da kavrularak kullanılabilir. Boya bileşi­ vazoların üzerindeki bezem eler ve desenler
mindeki öteki m addeler ise boyanın fırçayla dışında Yunan resim sanatına ilişkin pek az
sürülmesini sağlayan bağlayıcı ve inceltici bilgi vardır. Bununla birlikte Eski Yunan
m addelerdir. Boyayı daha akışkan hale geti­ yazarlarının yapıtlarındaki övgü dolu sözler,
rerek kolay sürülmesini sağlayan başlıca m ad­ Eski Y unanlılar’ın heykel ve mimarlığın yanı
deler su, yum urta ve terebentin esansı ile gaz­ sıra resim sanatında da üstün olduğunu gös­
yağı gibi tinerlerdir. Fresklerde inceltici ola­ term ektedir. Anlatıldığına göre bu resimlerde
rak kireçli su, kâğıdın üzerine suluboya ile ya­ tanrı ve tanrıçalar, efsaneler ya da günlük
pılan resimlerde yalnızca su kullanılır. Renk yaşamdan görüntüler konu edilmiştir. Eski
verici pigmentin yapay reçineyle karıştırılma­ Yunan resim sanatı en parlak dönemini Geç
sından oluşan yapay boyalar, guvaş, mumbo- Minos (İÖ yaklaşık 1600-1150) ve Geç Miken
ya, pastel ve renkli tebeşirler en yaygın boya (İÖ yaklaşık 1400-1100) uygarlıkları sırasında
türleridir. Boya fırça, mala, ıspatula ya da bo­ yaşadı. O dönem lerden kalma kırmızı ve
ya püskürtm eye yarayan boya tabancaları siyah figürlü vazolar son derece ince bir
kullanılarak sürülür. Yağlıboya ilk kez 15. zevkin ürünüdür.
yüzyılda kullanılmaya başlandı. D aha önce Vezüv Y anardağı’nın patlamasıyla (İS 79)
sanatçılar tozboya ile yum urta sarısının karışı­ lavlar altında kalan Pompei kentinin 18.
mından elde edilen, tem pera denen bir boya yüzyıl ortalarında yeniden ortaya çıkarılması,
kullanıyorlardı (bak. B oya VE CİLA). Eski R om a’daki resim sanatına ilişkin önemli
bilgiler sağladı. Yüzyıllar boyunca kalın lav
Eski Mısır tabakası altında bozulmadan kalmış olan bu
Tarihöncesi dönem lerde yaşayan insanların resimlerde çeşitli insan figürleri, avcılar, ba­
yaşadıkları m ağaraların duvarlarına çizdikleri lıkçılar, kır ve deniz m anzaraları, tarihsel
m am ut, bizon, at, boğa gibi hayvanların olaylar ya da Yunanlı kahram an Odysseus’un
resimleri resim sanatının ilk örnekleri sayılır yolculukları gibi çeşitli destanlar ve mitolojik
(bak. M a ğ a r a San a ti ) . M ağara insanlarından sahneler konu edilmişti (bak. O dysseîa ). Ay­
yüzlerce yıl sonra Eski M ısır’da, m ezar odala­ rıca meyve ve çiçek desenlerinin yer aldığı,
rına yapılan resimler dinsel inançlardan kay­ günümüzde natürm ort (ölüdoğa) adıyla bili­
naklanıyordu. Ölüm den sonra yeni bir yaşa­ nen türden resimler de vardı. Eski R om a’da
ma geçildiğine inanılan Eski M ısır’da, ölen vazo ve duvar resminin yanı sıra kitap resim­
kimsenin eskiden her gün kullandığı eşyalara leri ve portreler de yaygındı. Süse ve lükse
gereksinim duyacağına inanılırdı. Bu nedenle düşkün olan Rom alılar evlerinin ve eşyaları­
ölü m ezara kişisel eşyalarıyla birlikte göm ü­ nın resimlerle bezenm esinden hoşlanırdı. Bu­
lür, mezar odasının duvarlarına da çeşitli nunla birlikte özgün bir sanat yaratm ak yeri­
resimler yapılırdı. Eski Mısır m ezarlarındaki ne Etrüsk ve Eski Yunan sanatını taklit
bezem e sanatının bu güzel örneklerinde her etm ekle yetindiler.
şey basit ve açık bir biçimde çizilmişti. Eski
Mısırlılar, baş ve bacakları yandan, gözleri ve Bizans
vücudu önden gördükleri gibi çizerlerdi. Fira­ Zengin bir kültür birikiminin ürünü olan
vun ya da rahip gibi önemli kişiler büyük Bizans sanatı, m im arlıkta olduğu kadar m oza­
çizilir, öteki figürler geri kalan boşluğa yan ik resim ve duvar bezemeciliğinde de yetkin
yana ve üst üste sıkıştırılırdı. Resim yapanla­ bir düzeye ulaşmıştı (bak. MOZAİK). Ortaçağ­
rın uyması gereken katı kurallar yüzünden da dünyanın en büyük kenti olan im parator­
Eski M ısır’da resim sanatı binlerce yıl hiç luk başkenti Konstantinopolis’teki (bugün İs­
değişikliğe uğramadı. tanbul) görkemli saraylar ve kiliseler binlerce
renkli taş ya da cam kırığından oluşturulan
Eski Yunan ve Eski Roma eşsiz güzellikte mozaik resimlerle bezeliydi
Günüm üze kadar gelen heykel, tapm ak ve taş (bak. BİZANS İMPARATORLUĞU; İSTANBUL). İS
RESİM SANATI 223

Trustees o f the British Museum

Üstte: Mısır'da İÖ yaklaşık 1450'den kalma bir mezar


duvarı resm i: Bataklıkta Kuş Avı. Üstte sağda: İS 2.
yüzyılda yapılm ış Romalı bir erkek çocuk portresi.
Altta: 12. yüzyıldan kalma, Hz. Musa'yı İbraniler'e
öğüt verirken gösteren resim li bir elyazması.
Altta sağda: Sim one M artini'n in İsa'nın Tapınakta
Bulunuşu adlı, ağaç üzerine yapılm ış b ir resmi (1342). Metropolitan Museum o f Art, Ne w York

The Master and Fellows ofCorpus Christi College, Cambridge

The Walker A rt Gallery, Liverpool


224 RESİM SANATI

323’te Hıristiyanlık’ın benimsenmesiyle ikona Aynı dönem de yaşamış bir başka Floransalı
adı verilen kutsal resimler yapılmaya başlandı sanatçı Cimabue ile Sienalı Agostino di Duc-
(bak. İ kon a ). İkonalar Yeni A hit’te yazılı cio freskleri ve pano resimleriyle gotik üslu­
dinsel öyküleri resimler aracılığıyla okuryazar bun en güzel örneklerini verdiler. Duccio’nun
olmayanlara öğretm ek için yapılıyordu. İkona yapmış olduğu, Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın
resmi zamanla gelişerek sanatsal bir nitelik yaşamından sahnelerin yer aldığı dev boyutlu
kazandı. Hz. İsa’nın, Hz. M eryem ’in, havari­ bir resim halk tarafından öyle beğenildi ki,
lerin ve azizlerin yaşamını konu alan ikonalar ressamın atölyesinden katedrale kadar tören­
sonraki yıllarda bütün Ortodoks kiliselerinde le ellerde taşındı.
yaygınlaştı. E rken Bizans dönem inde (330-
726) hayvanları ve m itolojik sahneleri betim ­ Rönesans
leyen mozaik resim sanatı, kilisenin katı 15. ve 16. yüzyıllar A vrupa’da bilim, sanat ve
kurallarının egemen olduğu ve ikonaların yok kültür alanında “yeniden doğuş” olarak ta­
edildiği dönem de belirgin bir duraklam a ge­ nımlanan R önesans’ın damgasını vurduğu bir
çirdi. O dönem de daha çok haç ya da benzeri dönem oldu. Bu dönemde özellikle İtalya’da
simgelere ağırlık verildi. Kilise denetiminin hem en hem en her kent kendi sanat anlayışını
zayıfladığı O rta Bizans ve Geç Bizans dönem ­ ve üslubunu geliştirdi, kendi sanatçılarını
lerinde Eski Yunan sanatına duyulan ilgi yetiştirdi (bak. RÖNESANS). Önce İtalya’da,
yeniden canlanmaya başladı. Dinsel bağnaz­ Floransa kentinde filizlenen Rönesans, za­
lıkların getirdiği kısıtlamalardan kurtulan m o­ m anla öteki kentlerde ve ülkelerde de etkisini
zaik resim, daha çeşitli konularda, doğalcı ve gösterdi.
gerçekçi bir üslupla yapıldı. İstanbul’da Aya- Floransa. Floransa’yı yeni düşüncelerin ve
sofya’da ve Kariye Camisi’nde yer alan m oza­ gelişmelerin merkezi yapan mimar Filippo
ik resimler, Bizans resim sanatının günümüze Brunelleschi ve heykelci D onatello’ydu. Ma-
ulaşabilen en güzel örnekleri arasındadır saccio’nun yapıtlarıyla bu yeni gelişmeler kısa
(bak. A yaso fy a ). sürede resme de yansıdı. R önesans’ın resim
sanatına en büyük katkılarından biri perspek­
Ortaçağ tif kurallarının saptanm ası ve bu sayede re­
Sanatta genel bir gerileme döneminin yaşan­ simlerde derinlik duygusunun verilebilmesiy-
dığı ortaçağda daha çok kitap resmine ağırlık di (bak. ÇİZİM). Resimlerinde m atem atikçiler­
verildi. 15. yüzyılda m atbaanın bulunuşuna den öğrendiği perspektif kurallarını uygula­
kadar A vrupa’daki büyük m anastırlarda ken­ yan Masaccio, aynı zam anda ışıkla ilgili çalış­
dilerini elyazmaları resimlemeye adayan ke­ m alar yaptı. Tablolarında, ışık en yakın pen­
şişler çok sayıda dinsel metni ve Incil'i resim ­ cereden geliyor ve üzerine vurduğu tüm
lediler. Bir yandan kitap resmi yaygınlığını figürleri sarıyormuşçasına, doğal ve ferah bir
sürdürürken, 11. yüzyılın ikinci yarısında atm osfer yaratmayı başardı. A natom i bilimin­
kiliselerin ve katedrallerin duvarlarına büyük den yararlanarak insan vücudunu gerçekçi bir
boyutlu resimler yapılmaya başlandı. 12. yüz­ biçimde çizdi.
yılda Konstantinopolis’ten A vrupa’ya taşınan M asaccio’nun yakın izleyicilerinden biri de
elyazmaları, ikonalar ve pano resimleri Bi­ Paolo Uccello’ydu. Perspektif kurallarını öğ­
zans resim sanatının yayılmasına yol açtı. renen Uccello’nun figürleri canlı ve hareket­
Gotik dönem de resim sanatı yeni bir canlılık liydi. Hayvan resimleri yapmayı seven sanat­
ve çeşitlilik gösterdi. çının seçtiği konular da çok çeşitliydi.
13. yüzyılda İtalyan ve Flaman ressamların Bir başka Rönesans sanatçısı olan Fra An-
canlı renklerle yaptıkları anıtsal resimler ve gelico, tanrıya duyduğu sevgi ve hayranlığı,
freskler Rönesans sanatına tem el hazırladı. ayrıntıların gözden kaçırılmadığı, göze hoş
Özellikle Floransalı ressam G iotto, fresk ve gelen renkleriyle bol ışıklı resim ve fresklerde
pano resimlerinde kullandığı parlak renkler dile getirdi.
ve usta tekniğiyle kendinden sonra gelen Floransa, İtalya’nın her yanından gelen sa­
birçok sanatçıyı etkiledi (bak. G io t t o ). natçıların toplandığı canlı bir kültür m erke­
RESİM SANATI 225

ziydi. Kente U m bria’dan gelen Piero della larla kuşatılmış olduklarından, m anzara re­
Francesca aynı zam anda bir matematikçiydi. simleri yapmayı yeğlediler. Renklerini ve do­
Bu özelliği resimlerindeki güçlü perspektifte kumalarını beğendikleri göz alıcı kum aşlara
ve m ekân yapısında kendini gösterdi. Resim ­ resimlerinde yer verdiler. Doğa fonu içinde
lerinin arka planında kusursuz güzellikte gör­ çıplak kadın resimleri (nü) yapmak Venedikli
kemli yapılar, önde ise heykel görünümlü in­ sanatçıların en hoşlandığı konular arasın­
sanlar yer alıyordu. daydı.
Bu dönem de sanatçılar kilisenin ve varlıklı G eç Rönesans dönem inin klasik üslubuyla
ailelerin koruması altındaydı. Floransa kenti­ çalışan Paolo V eronese de Venedik O kulu’n-
nin yönetimini de elinde bulunduran zengin dandı. Beyaz m erm er sarayların önünde genç
ve soylu Medici ailesinin (bak. M ed ici AİLESİ) ve güzel kadınlarla ağır giysiler içindeki soylu
koruması altında çalışan sanatçılardan en ün­ senatörlerin tablolarını yaptı. Tiziano’dan
lüleri, İlkbahar ve Venüs’ün Doğuşu tablola­ sonra Venedik O kulu’nun en tanınmış sanat­
rıyla Sandro Botticelli, M ona Lisa? sıyla bel­ çısı T intoretto’dur. Olağanüstü bir düş gücü­
leklerden silinmeyen Leonardo da Vinci, da­ ne sahip olan T intoretto’nun, hangi açıdan
ha yaşarken çağının en büyük sanatçısı olarak bakılırsa bakılsın, karanlıktan aydınlığa çıkı­
benim senen Michelangelo ve “ressamların yormuş gibi görünen figürleri ve hızlı çalışma
prensi” olarak anılan Raffaello’ydu. Bu sa­ tem posu dikkat çekiciydi. Sanatçının V ene­
natçılar insanı merkez alan yapıtlarında ışık dik’te Düklük Sarayı için yaptığı 22,5 m etre
ve perspektifi olağanüstü bir ustalıkla uygula­ uzunluğunda ve 9,1 m etre genişliğindeki C en­
dılar. Resim sanatını ve güzellik kavramını net Bahçesi adlı resmin, bugüne kadar yapı­
doruk noktasına ulaştıran Rönesans sanatçıla­ lanların en büyüğü olduğu sanılmaktadır.
rının resimlerindeki en çarpıcı özellikler fon İtalya’da bu gelişmeler olurken A vrupa’nın
ve figürler arasındaki yumuşak renk geçişleri, kuzeyinde resim sanatı farklı bir doğrultuday­
figürlerin gerçeğe uygunluğu, aralarındaki dı. Rom a mimarlığının yeniden benim senm e­
kusursuz uyum, bütünlük ve anlatım gücüydü siyle İtalya’da başlayan Rönesans hareketinin
(bak. B o t ticel li , Sa n d r o ; L e o n a rd o D a V in c i ; etkisi A lpler’in kuzeyinde çok daha geç görül­
M ic h e l a n g e l o ; R a ffa e l l o ). dü. Kuzey ülkelerindeki kiliseler hâlâ renkli
Venedik. 15. yüzyıl başlarında ve 16. yüzyıl­ cam bezemeli kocaman pencereleriyle gotik
da Jacopo Bellini ve oğulları Gentile ile Gio- üslupta yapılıyordu. Bu yapıların duvarların­
vanni “Venedik O kulu” olarak tanım lanan da resim ya da fresklere fazla yer verilmiyor­
resim üslubunu geliştirdiler. Yeteneğiyle ba­ du. Bu nedenle yaldızlı çerçevelerin içinde
basını ve kardeşini gölgede bırakan Gio- m ihrabın üzerine yerleştirilen küçük boy re­
vanni Bellini, yağlıboya kullanan ilk İtalyan simler yapıldı. Bir yandan da eskisi gibi kitap
ressamlarındandır. Yeni boyalarla renkleri ve resimleri yapılıyordu. Geç Gotik dönem in en
ışığı daha büyük bir ustalıkla işlemeyi başaran ünlü kitap bezeme ustaları sayılan üç Flaman
Giovanni aynı zam anda yapıtlarında derinlik kardeş, özenli teknikleri ve ayrıntıları doğalcı
ve m ekân duygusunu vermeyi başaran ilk R ö­ bir biçimde işleme ustalıklarıyla öne çıktı. Kı­
nesans sanatçılarındandır (bak. B e l lin i, Gio- saca Limbourg kardeşler olarak anılan Pol,
va n n i ). H ernan ve Jehanequin hep birlikte çalıştıkları
Giovanni Bellini’yle birlikte çalıştığı sanı­ için, üsluplarını birbirinden ayırmak zordur.
lan Giorgione ve Tiziano, Venedik O kulu’ Doğal görünümleri doğru ve gerçeğe uygun
nun gelişmesine önemli katkıları olan sanat­ resimlemeleriyle, Felem enk sanatının geliş­
çılardandır (bak. T izia n o ) . Venedikli ressam ­ mesine büyük katkıları olmuştur.
ların yapıtlarını Floransalı ressamlarınkinden M asaccio’nun İtalyan resmini değiştirmek­
ayıran en belirgin özellik, dinsel içerikli re­ te oynadığı rolü Felem enk ve Flandre’da R o­
simlerinin bu dünyanın ötesinde bir gizemlilik bert Campin ve Jan van Eyck oynadı. Çevre­
taşım aktan çok, insana yakın oluşlarıydı. Mic­ lerinde gotik binalar gördükleri için resimle­
helangelo ve Raffaello dinsel konulu resimle­ rinde bunları yansıtmalarına karşılık, ışık al­
re ağırlık verirken, Venedikliler, belki de su­ tında yıkanıyormuş izlenimi veren figürleri ve
226 RESİM SANATI

SC.ALAlArt Resource

Üstte: Jan van Eyck'in ağaç üzerine yağlıboya ile


yaptığı Hz. M eryem 'le Şansölye Rolin adlı resmi
(yaklaşık 1435). Sağda: M ichelangelo'nun 1508-41
arasında Sistina Şapeli'nde yaptığı Son Yargı adlı
m ihrap freskinden bir bölüm . Altta: Sandro
Botticelli'nin ağaç üzerine tem pera boyayla yaptığı
İlkbahar adlı resim (1477-78).

SC A L A /A rt Resource
RESİM SANATI 227

geniş m ekân anlayışlarıyla resme yenilik ge­ sans’ın klasik sanata dönm e eğilimi sürmekle
tirdiler (bak. E y c k , Jan VAN). Resim tarihinin birlikte, resimlerde görkemlilik, duygusallık,
en özgün yapıtlarından sayılan Giovanni A r - canlılık ve hareketlilik egemendi. Barok res­
nolfinınin Evlenmesi adlı tablosuyla tanınan min önde gelen adlarından Flam an ressam
Jan van Eyck, o dönem de yeni gelişmekte Peter Paul Rubens, kiliselere büyük mihrap
olan yağlıboya tekniğini yetkinleştiren ilk res­ panoları, mitolojik konulu resimler, çok sayı­
samdı. Yağlıboyanın yarattığı saydamlık, ışığı da portre ve saray yaşamıyla ilgili resim yaptı
resimlemede tem peradan çok daha iyi sonuç (bak. R ubens , P e ter P a u l ). M anzara resminin
veriyordu. ilk büyük ressamı olan Rubens, ressamlığın
16. yüzyılda yaşamış Flaman ressam Pieter yanı sıra önemli diplomatik görevlerle İtalya,
Bruegel (Yaşlı) resimlerinde günlük yaşam­ İspanya ve İngiltere’ye gitti.
dan görüntüler, eğlenen, yiyip içen köylüler­ 17. yüzyılın başlarında H ollanda İspanyol
den başka, o günlerde kimsenin yabancısı ol­ egemenliğinden kurtulm uş, keşif gezilerinin
madığı savaş sahnelerinden kesitleri yansıttı. sonucu elde ettiği sömürgelerle zenginleşmiş­
Yapıtlarında çarpıcı bir hareketlilik ve canlı­ ti. Varlıklı HollandalI tüccarlar sanatçılara ev­
lık egemendi (bak. BRUEGEL, P ie t e r ). Bruegel, lerinin duvarlarını süslemek için resimler ıs­
kendinden önce gelen, düş ürünü korkutucu m arladılar. Ressamlar bu tüccarların sadık eş­
yaratıkların yer aldığı resimleriyle ünlü Hie- lerini, tombul ve neşeli çocuklarını, zenginlik­
ronymus Bosch’tan etkilenmiştir. ten dolup taşan evlerinin içini gösteren resim ­
Fransa’da Rönesans ilkelerini benimseyen lerin yanı sıra, onlara bu zenginliği sağlayan
ressam lar Jean Cousin (1522-94) ve Antoine denizin ve bereketli toprakların resimlerini de
C aron’du (yaklaşık 1520-1600). Yapıtlarının yaptılar. Bazı sanatçılar ise H ollanda’nın ö te­
pek azı günümüze ulaşabilen bu sanatçılar ki yüzünün, yoksul köylülerin ve içinde yaşa­
Flaman ve Alm an ressamlar kadar etkili ola­ mak zorunda oldukları izbelerin resmini yap­
madılar. tı. Bu dönemin önemli ressamları, iç m ekân
A lm anya’da 15. yüzyılın sonlarına doğru resimleriyle tanınan Jan V erm eer ve Pieter de
resim sanatını önemli ölçüde etkileyen res­ Hooch, yiyip içen, eğlenen sıradan insanları
samlar yetişti. Bunların en ünlüleri M atthias konu alan Jan Steen ve Frans H als’tı (bak.
G rünewald, A lbrecht D ürer, Lucas Cranach H a ls , F ra n s ; V e r m e e r , J a n ). Felemenkli portre
(Yaşlı) ve Hans H olbein’dı (bak. D ü r e r , Al- ressamlarının en büyüğü olan R em brandt,
BRECHT; HOLBEIN, HANS). ışık kullanm aktaki ustalığının yanı sıra insan­
İspanya’da Gotik dönem öncesi yapılan ları tüm kişilik özellikleriyle yansıtabilmesiyle
görkemli kiliselerin duvarları adı bilinmeyen tanındı (bak. R em b ra n d t ).
ressamlarca çarpıcı resimlerle bezenmişti. B arok resmin İspanya’daki temsilcileri, do­
Rönesans resim sanatının önde gelen temsilci­ ğalcı üslubuyla tanınan Annibale Carracci ile
leri ise 15. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış kendinden sonra gelen ressamları derinden
olan Bartolom e Berm ejo ve 17. yüzyılda R ö­ etkilemiş ve kendi adıyla anılan yeni bir üslup
nesans sanatını doruk noktasına çıkaran El yaratmış olan Caravaggio idi. Işık ve gölge
G reco’dur. D aha çok dinsel konulu resimler karşıtlığını o güne kadar görülmemiş bir bi­
yapan El Greco resim yapmayı Tiziano ve çimde kullanan Caravaggio, dinsel kişileri sı­
T intoretto dönem inde, V enedik’te öğrendi. radan insanlarla birlikte ve onlara benzeterek
Resimleri Venedikli ressamların yapıtlarında­ çizdiği için yapıtları çoğu kez kilise tarafından
ki gibi renk açısından parlak ve zengindi. geri çevrilmişti (bak. C a r a v a g g io , M ich ela n ­
En çok Tiziano’dan etkilenen Velazquez g elo M erisi D a ). İspanyol ressam Goya ise
ise portre ressamlığında ustalaştı (bak. E l önceleri barok ve rokoko üslupta yapıtlar ver­
GRECO; VELAZQUEZ). di, sonradan Velazquez’in etkisinde kalarak
doğalcı ve gerçekçi bir anlayışı benimsedi.
17. Yüzyıl Yağlıboya yapıtlar yanında fresk ve oymabas-
17. yüzyılda R önesans’ın yerini barok sanat kı resimler de yapan G oya, 19. ve 20. yüzyılın
akımı aldı. Bu yeni sanat anlayışında R öne­ önemli ressamlarını etkiledi (bak. G o y a ).
228 RESİM SANATI

Archivo M as. Barselona The Art Institute o f Chicago


Diego Velazquez'in Çocuk M argarita adlı yağlıboya El Greco'nun Bakire M eryem 'in Göğe
tablosu (1660). Yükselişi adlı yağlıboya tablosu (1577).

The National Gallery o f Art, Washington, DC,


Andrew Mellon Collection The Staatliche Museum zu Berlin
İngiliz ressam Thom as Gainsborough'nun Bayan Georges de la Tour'un yağlıboya tablosu Aziz
Sheridan adlı yağlıboya tablosu (yaklaşık 1785). Sebastian'a A ğ ıt (1645).
RESİM SANATI 229

Fransa’da 1635’te Fransız Akademisi kurul­ Richard W ilson’du. Ünlü şair William Blake
muş, Fransa Kralı XIV. Louis dönem inde Pa­ ise çoğunlukla suluboya çalıştığı düş ürünü,
ris bir sanat ve kültür merkezi durum una gel­ gizemli resimleriyle resim tarihinde özgün bir
mişti. Düşüncelerin özgürce tartışıldığı bir or­ yere sahiptir (bak. B l a k e , W il l i a m ) .
tam da resimde de katı kuralları aşan, dinsel Thom as Gainsborough da 18. yüzyıl İngiliz
konular yerine hafif ve uçarı konuları ele alan resminin en büyük ustalarından biridir (bak.
bir eğilim belirdi. Antoine W atteau akadem i­ G a i n s b o r o u g h , T h o m a s ) . G erek portrelerinde,
nin yeğlediği klasik konular yerine, kendi düş gerek m anzara resimlerinde tekniği ve renkle­
dünyasının ürünü resimler yaptı. Jean-Bap- riyle dikkati çeker.
tiste-Simeon Chardin, François Boucher ve
Jean-H onore Fragonard’ın kolayca yapılıver­ Rusya Batıdaki G elişm elere Açılıyor
miş izlenimini yaratan uçarı görünümlü resim­ Rus ressamlar 17. yüzyıla kadar yapıtlarına
leri aslında yoğun bir em ek ürünüydü. imza atm adıkları için bu yapıtların kimler ta ­
16. yüzyıl Reform hareketi sonucu yok edi­rafından yapılmış olduğu ancak yazılı belgele­
len kilise resimlerinden sonra İngiltere’de re ya da üslup özelliklerine dayanılarak sapta­
uzun süre sadece Holbein ve Van Dyck gibi nabiliyordu. 14. yüzyılın sonuyla 15. yüzyı­
yabancı sanatçılar yapıt verdi (bak. V a n D y c k , lın başında yaşayan ve Rusya’nın en önemli
S i r A n t h o n y ). ressamlarından biri olan A ndrey Rublyov bu
gelenekten geliyordu. Rusya’da Hıristiyanlık’
18. Yüzyıl m benimsenmesiyle başlayan ikona yapımı
18. yüzyılda barok ve rokoko sanat akım ları­ 15. yüzyılda ulusal bilincin uyanmasıyla Slav
nın süslü ve gösterişli üslubuna tepki olarak özellikleri kazandı. Bezem elerde artık Rus
Yeniklasikçilik (Neoklasik) Akımı gelişti. Es­ motifleri yer alıyor, azizlerin giysileri yerel
ki Yunan ve Eski Rom a sanatına duyulan ilgi­ giysiler örnek alınarak boyanıyordu. İkona
nin yeniden canlanması resim sanatında da etki­ yapımı 18. yüzyıla kadar sürdü.
li oldu. Resimde tarihsel ve mitolojik konulara 1703’te I. P etro ’nun St. Petersburg (bugün
ağırlık verildi. Plastik sanatların denge, uyum, Leningrad) kentini kurması batı etkisinin
bütünlük ve yalınlık ilkeleri temel alındı. Rusya’da yayılmasına yol açtı. İtalyan ve
Yeniklasikçi sanat akımına damgasını vu­ Fransız ressamlar Rusya’ya gelirken, çok sa­
ran öncü ressam Fransız Jacques-Louis Da- yıda genç sanatçı da öğrenim görmek için A v­
vid’di. Fransız D evrim i’ni destekleyen David, rupa’nın çeşitli kentlerine gitti. 18. yüzyılın
siyasal görüşlerini yansıtan resimler yaptı. başında dinsel konulu resimlerin yerini gide­
Bunların içinde Marat’nın Ölüm ü (1793) Da- rek daha genel konular aldı. Dim itri Levitski
vid’in başyapıtlarından biridir. R enkten, ışık­ 18. yüzyılda batı üslubunda resim yapan en
tan çok desene önem veren David ve onun ünlü sanatçıydı. 1757’de St. Petersburg’da ku­
görüşünde olan sanatçılar ile karşıt görüşte rulan Güzel Sanatlar A kadem isi’ne okulun
olanlar arasında, 19. yüzyılda da sürecek bir yönetimi için Fransa’dan sanatçılar davet
tartışm a başladı. David’in önde gelen izleyici­ edildi.
lerinden Jean-A uguste Ingres “Çizgi her şey­ N apolyon’un 1812’de Rusya’yı işgali ülkede
dir* renk ise hiçtir” diyordu (bak. D a v i d . J a c - batı-Slav karşıtlığına ilişkin yoğun bir tartış­
OUES-LOUIS; KLASİKÇİLİK VE YENİKLASİKÇİLİK). manın başlamasına yol açtı. Batının değerleri
18. yüzyıl’da İngiltere’de yetişen dünya ça­sorgulanırken Rusya’nın özdeğerleri yüceltil­
pındaki en önemli ressam William H ogarth’tır di. Bu dönem de konularını tarihten alan re­
(bak. HOGARTH, W il l ia m ) . H ogarth her sınıf­ simler yapıldı. Resim yapmayı bir ikona res­
tan insanın resmini çizerken aynı zam anda ya­ samından öğrenen ve akademiyi 1860’larda
şadığı döneme eleştirel bir gözle bakmıştır. altın madalya ile bitiren İlya Yefimoviç Repin
Sir Joshua Reynolds iyi bir portre ressamıydı. tarihsel konulu resimleriyle ünlendi.
1768’de kurulan Kraliyet Sanat Akadem isi’
nin ilk başkanı oldu. 18. yüzyılda İngiltere’de M o d ern Resim
m anzara resimleriyle tanınan en ünlü ressam M odern resmin başlangıç tarihi kesin olarak
230 RESİM SANATI

Solda: Işık ve teni görüntülem ekteki ustalığıyla tanınan Jean-


Auguste Dom inique Ingres'in Valpinçonlu Yıkanan Kadın adlı
yağlıboya tablosu (1808).

Altta: Denizin ve bulutların değişen durum larını


resimlemedeki yeteneğiyle ünlü J. M. W. Turner'ın Denizde
Kar Fırtınası adlı yağlıboya tablosu.

Giraudon/Art Resource

Altta: Claude M onet'nin yağlıboya


tablosu İzlenim : Gündoğum u.

Musee Malmotan, ParisIS.P.A.D.E.M. 1972/French Reproduction Rights Inc.


RESİM SANATI 231

belirtilemezse de, 19. yüzyılın ikinci yarısında 19. yüzyılın ikinci yansında Fransa’da baş­
Fransa’da ortaya çıktığı konusunda görüş bir­ layan Doğalcılık (Naturalizm) Akımı resim
liği vardır. “M odern sanat” terim i, bu dönem ­ sanatını da önemli ölçüde etkiledi (bak. D O ­
den günümüze kadar batı resm indeki ve öteki ĞALCILIK). Doğalcılık’tan etkilenen ve öncüle­
görsel sanatlardaki yenilikçi gelişmeleri be­ ri T heodore Rousseau ile Jean-François Mil­
lirtm ekte kullanılır. Çok çeşitli akım ları, üs­ let olan Barbizon Okulu ressam lan, doğadaki
lupları ve kuram ları kapsayan m odern resim, her şeyin olduğu gibi yansıtılmasını savunu­
geçmişte kullanılmış teknikleri ve konuları yorlardı. Yerleştikleri yemyeşil ve sakin B ar­
genelde reddeder. bizon kasabasından adını alan bu sanatçı gru­
19. yüzyılda bilimsel ve teknolojik ilerleme,buna 1840’larda hayvan ve m anzara resmi
sanayileşme ve kentleşme sonucu batı top- yapmak amacıyla birçok genç ressam katıldı.
lumları hızlı bir değişim sürecine girdi (bak. Doğalcılık A kım ı’nın m anzara resmi alanın­
SANAYİ D EVRİM İ). D aha önce kabul gören din­ daki en büyük ustası Jean-Baptiste Camille
sel dogm alar ve ahlak ölçütleri sorgulanmaya C orot’ydu. C orot, sonradan geleneksel sana­
başlandı. Kilisenin eski baskısı kalmadı; din­ tın kurallanna karşı çıkacak olan İzlenimci
den bağımsız, laik devlet anlayışı yerleşti. Sa­ ressamlara da esin kaynağı oldu.
natçılar da bu gelişmeler doğrultusunda res­ G ene 19. yüzyılın ortalannda, Doğalcılık’ın
min konusu, üslubu, renk ve ışık kullanımıyla bir uzantısı olarak gelişen Gerçekçilik A kım ı’
ilgili geleneksel kalıpları değiştirmek, çağdaş m benimseyen sanatçılar, köylü ve işçi gibi,
yaşamın gereklerine uygun yapıtlar yaratm ak uzunca bir zam andır resimden uzak tutulm uş
kaygısıyla yeni arayışlara yöneldiler. konulara yer verdiler (bak. GERÇEKÇİLİK). Mil-
İngiltere’de 19. yüzyılın başlarında iki let’nin Harmancı adlı tablosuyla Gustave
önemli m anzara ressamı dünya çapında üne C ourbet’nin 1849’da yaptığı Taş Kıranlar,
kavuştu: John Constable ve William Turner. Gerçekçilik A kım ı’nın ilk resimleri sayılır.
D oğada hiçbir çirkinlik bulunamayacağını Fransa’da 19. yüzyılın sonunda Claude Mo-
söyleyen Constable, yemyeşil çayırların ve net, A lfred Sisley, Pierre-A uguste Renoir,
ağaçların resmini yaptı. T urner ise resim lerin­ Edouard M anet, Camille Pissarro ve Frederic
de parlak renkler kullandı (bak. CONSTABLE, Bazille gibi sanatçıların öncülüğünde İzlenim ­
J o h n ; T u r n e r , J . M . W .) . cilik Akımı başladı. Geleneksel resim anlayı­
Özgün renkleri ve dram atik kom pozisyon­ şının yüzyıllardır süren kurallannı altüst eden
larıyla ünlenen Fransız ressam Eugene Dela- bu sanatçılar genellikle açık havada çalışarak,
croix, yaşadığı dönem in tarihsel olaylarından doğada ve çevrelerindeki her şeyi kendi gör­
ve Kuzey A frika’nın parlak güneşinden etki­ dükleri gibi resimlerinde gösterdiler.
lendi (bak. D e l a c r o i x , E u g e n e s ) . W aterloo Anlık izlenimlerini rahat ve kesik fırça dar­
Savaşı’ndan sahneleri, aslan avlarını, Cezayir­ beleriyle, canlı renklerle yansıttılar. G elenek­
li kadınları canlı renklerle tuvaline aktardı. sel resim sanatının koyu renklerine ve aynntı-
Eugene Delacroix ve William T urner kendile­ ya önem veren tutum una karşı çıktılar. Bakıl­
rinden sonra gelen İzlenimci ressamları derin­ dığında rengin ve ışığın titreştiği izlenimini ya­
den etkiledi. ratm ak amacıyla, karşıt renkleri yan yana kul­
19. yüzyıl ortalarında İngiltere’de, Kraliyetlandılar. Işık, gölge ve biçimleri yalnızca
Sanat A kadem isi’nin katı kurallarına karşı çı­ renklerle belirlediler. İzlenimci ressamlar yal­
kan bir grup ressam, konularını geçmişteki nızca yeni bir üslup yaratm akla sınırlı kalm a­
değer yargılarını yücelten edebiyat yapıtların­ dılar, konulara da yenilik getirdiler. Edouard
dan seçtiler. Sanatta yapaylığı yadsıyan bu sa­ M anet’nin 1862’de yaptığı Tuileries Bahçe­
natçılar kendilerini “Ön-Raffaellocular” ola­ sin d e Konser adlı tablosu Paris yaşamının
rak adlandırdılar. Resimlerinde genellikle tüm özelliklerini yansıtıyordu. Yenilik geti­
parlak ışıklı, canlı, ayrıntıya yer veren bir üs­ ren, yenilikçi anlam ında avangard (avant-
lup kullandılar. G rubun önde gelen adları garde) terimi bu sırada sanat sözlüğüne girdi;
Ford M adox-Brown, H olm an H unt, John arayış içinde olan genç ressam ları nitelem ek
Millais ve D ante Gabriel R ossetti’ydi. için kullanıldı. Yeni ressamlarla eski gelenek­
232 RESİM SANATI

lere bağlı sanat çevreleri arasındaki karşıtlık 20. yüzyıl başlarında resim sanatını etkile­
ilk kez 1863’te, resimde katı kuralları uygula­ yen yeni akımlar doğdu. A lm anya’da Die
m akta büyük bir titizlik gösteren Paris’teki Brücke (“K öprü”) ve Der Blaue Reiter (“M a­
Salon Sergisi’nin 4.000 tabloyu geri çevirme­ vi A tlı”) grubu sanatçılarının öncülüğünde
siyle açığa çıktı. Bunların arasında M anet’nin Dışavurum culuk (Ekspresyonizm ), Fransa’da
ünlü Kırda Öğle Yemeği tablosu da vardı. B u­ H enri M atisse’in öncülüğünde Fovizm ve İs­
nun üzerine yapıtları sergiye alınmayan res­ panyol ressam Pablo Picasso ile Fransız res­
samlar Salon des Refuses ( reddedilenler salo­ sam Georges Braque önderliğinde, sanat tari­
nu) adını verdikleri bir sergide halkın önüne hinde bir devrime yol açan Kübizm akımları
çıktılar. Resim sanatına çok geniş kapsamlı ve başladı (bak. BRAOUE, GEORGES; DIŞAVURUMCU­
köklü değişiklikler getiren İzlenimcilik A kı­ LUK; KÜBİZM; PlCASSO, PABLO).
mı, birçok uzmanca m odern sanatın başlangı­ Batıdaki gelişmelerin yakından izlendiği
cı olarak kabul edilir (bak. İZLENİMCİLİK). Rusya’da kökleri ilkel sanatlardan güç alan
Yeni İzlenimciler olarak bilinen Paul Sig- Dışavurumcu bir hareket başlamıştı. 1912’de
nac ve Georges Seurat noktacılık tekniğini ge­ Kazimir Maleviç, Kübik Gerçekçilik olarak
liştirdiler. İzlenimciler’in saf renklerini ve tanım lanan ilk sergisini açtı. Figürlerin tümü
noktalan andıran küçük fırça vuruşlarını m a­ canlı renkli bloklara indirgenmişti. Natalia
tem atiksel bir düzen içinde uygulamayı dene­ Goncharova ve Michail Larionov ise ışın ben­
diler (bak. Se u r a t , G e o r g e s ). zeri çizgilerden oluşan resimler yaptılar. Işın-
İzlenimci A kım ’ın geliştiği dönem de yaşa­ cılık olarak nitelenen bu akımın tem el düşün­
yan Edgar Degas, hareket halindeki insan fi­ cesi, biçimlerin çeşitli nesnelerden yansıyan
gürünü çizmekte ustaydı. Bale dansçılarını ışınların kesişmesiyle elde edilmesi ilkesine
yumuşak renkler ve serbest çizgilerle betim le­ dayanıyordu. 1922’de SSCB’den kaynaklanan
di. Eski ustalardan Rubens, Delacroix ve Tin- Yapımcılık hareketi El Lissitzky ile batıya
toretto’nun yapıtlannı inceleyen Paul Cezanne geçti.
renk kadar biçimle de ilgilendi. Resimde Çeşitli ülkelerde ortaya çıkan yeni sanat
anıtsal görüntüler yaratmayı başardı. Paul akımları soyut resim sanatının doğuşuna te­
Gauguin, büyük kent yaşamını terk ederek mel hazırladı. Fotoğrafın ve fotom ekanik
doğal yaşama kavuşmak amacıyla T ahiti’ye kopya tekniklerinin gelişmesi, o güne kadar
yerleşti. Canlı renklerden oluşan en güzel re­ fiziksel dünyayı doğru olarak betimleme aracı
simlerini bu adada yaptı. Vincent Van Gogh, gibi görülen resmi bu durum dan kurtardı.
bakıldığında sanki hareket edecekmiş gibi gö­ HollandalI ressam Piet M ondrian’ın beyaz ze­
rünen ağaçlan, bulutları, ekin tarlalarını içe­ min üzerine yerleştirilmiş üç tem el renk olan
ren coşkulu resimleri ve duygu yüklü portre­ sarı, kırmızı, mavi ve gerçekte renk olmayan
leriyle 20. yüzyıl resim sanatına damgasını siyah, beyaz ve gri ile sınırlandırılmış kom po­
vurdu. Paul Cezanne, Vincent Van Gogh, zisyonları soyut resmin en katıksız örnekle­
Edgar Degas ve Paul Gauguin geleneksel ko­ riydi.
nuları ve teknikleri reddetm ekten başka, öz­ 1919’da mimar W alter G ropius’un başlattı­
gün üsluplarıyla da m odern resmin öncüleri­ ğı, Paul Klee ve Wassily Kandinsky gibi ünlü
dir (bak. C e z a n n e , P a u l ; D e g a s , E d g a r ; G a u g u ­
ressamların da katıldığı Bauhaus (yapı evi)
in , P a u l ; V an G o g h , V in cen t ). hareketi soyut resim üzerinde oldukça etkili
G ene aynı dönem de H enri de Toulouse- oldu. Paul Klee kendine özgü soyut resim an­
Lautrec, 1890’lann Paris kabarelerini ve gece layışını “bir çizgiyi yürüyüşe çıkarm ak” ola­
yaşamını derin bir psikolojik duyarlıkla re­ rak tanımlıyordu. M odern resmin en önemli
simledi. Yalın ve güçlü çizgileri, cesur renkle­ temsilcilerinden Kandinsky ise bazı sanat ta­
riyle alışılmadık canlılıkta yapıtlar yarattı. rihçilerince soyut resmin yaratıcısı olarak ka­
Fransız H enri Rousseau, egzotik bitkileri, bul edilmektedir.
yabanıl hayvanları ve orm anları betimlediği 1920’lerde ortaya çıkan Gerçeküstücülük
resimleriyle naif resmin canlanmasına önemli Akımı (Sürrealizm) daha önceki gelişmeler­
katkılarda bulundu ve m odern sanatı etkiledi. den oldukça farklıydı (bak. GERÇEKÜSTÜCÜ-
RESİM SANATI 233

Sağda: Georges Braque'ın Keman ve Palet adlı


yağlıboya tablosu (1910). Braque, Picasso'yla birlikte
Kübizm Akım ı'm başlattı.

The Museum o f Modern Art, New York, Mrs. Simon Guggenheim Fund

Üstte: Rus ressam Marc Chagall'ın Ben ve Köy adlı


yağlıboya tablosu (1911). Altta: Soyut
Dışavurum culuk Akım ı'nm önde gelen
sanatçılarından ABD 'li Jackson Pollock'un Sonbahar
R itm i adlı yağlıboya tablosu.
234 REYKJAVİK

LÜK). Gerçeküstücü ressamlar somut olarak


var olmayan, bütünüyle düş ürünü resimler
yaptılar. Gerçeküstücülük A kım ı’nın en
önemli temsilcileri Belçikalı Rene M agritte,
İspanyol Joan Mirö ve Salvador Dali, Fransız
Paul Klee, Yves Tanguy ve Giorgio da Chiri-
co’ydu (bak. D a l i , Sa l v a d o r ; K l e e , P a u l ; M ir ö ,
J o a n ).
20. yüzyılın ilk yarısında, üçü de Meksikalı
olan Jose Clemente Orozco, Diego Rivera ve
David A lfaro Siqueiros yaptıkları dev boyutlu
duvar resimleriyle fresk tekniğini yeniden
canlandırdılar. 1923-27 arasında üçü birlikte ZEFA

çalışarak M eksika tarihini ve kültürünü kala­ İzlanda'nın başkenti Reykjavik'in havadan


görünüm ü.
balık, canlı ve renkli kompozisyonlarıyla du­
varlara yansıttılar.
II. D ünya Savaşı’nın A vrupa’da yol açtığı nün gerçekleştirildiği ve orta büyüklükteki
yıkım resim sanatının merkezini Paris’ten gemilerin barındığı liman, bir dalgakıranla
New Y ork’a kaydırdı. 1960’larda A B D ’de korunm aktadır. Ö teki sanayiler gemi yapımı
H areketli Soyut, Pop Sanat, Foto G erçekçi­ ile ip, muşam ba, balık eti ve m argarin üreti­
lik, Op Sanat gibi, Soyut Dışavurumculuk midir. Kentin elektrik enerjisi gereksinimi
kapsam ında yeni akım lar ortaya çıktı. Bu ha­ hidroelektrik santrallardan karşılanır. Reyk-
rekete bağlı ressamlar fotoğraf parçaları, kon­ javik’in hem en dışındaki Keflavik’te uluslar­
serve kutulan gibi her türden nesneyi kolaj arası bir havalimanı vardır.
yöntemiyle tuvale uygulayarak yepyeni bir 20. yüzyılın başlarında Reykjavik 6.000 nü
anlatım dili oluşturdular. Bu akım lann önde fuslu küçük bir kasabaydı. Caddeleri kaldı-
gelen adlan Roy Lichtenstein, Andy W arhol, rımsızdı, evlerin çoğu ahşaptı. Günüm üzün
Peter Blake, Ronald B. Kitaj, David Hock- Reykjavik’inde ise parlam ento binası, İzlanda
ney ve Jackson Pollock’tur. Üniversitesi, Ulusal Tiyatro, İzlanda Ulusal
Türk resim sanatına ilişkin bilgiyi TÜ R K K ütüphanesi, Ulusal Müze ve iki katedralden
RESİM VE H E Y K E L SA NA TI maddesinde başka birçok önemli yapı bulunur. Ayrıca
bulabilirsiniz. Ayrıca bak. Ç a n a k ÇÖMLEK; E s k İ körfezin güzel görünüm üne bakan çok sayıda
MlSIR; ESKİ YUNAN; ETRÜSKLER; GÜNEYDOĞU ASYA villa vardır.
SANATI; İLKEL SANATLAR; UZAKDOĞU SANATI. R eykjavik’in nüfusu yaklaşık 95.755’tir
(1988).
REYKJAVİK, İzlanda’nın en büyük kenti ve
başkentidir. Adanın güneybatısında, 874’te REZENE, maydanozgiller familyasından kes­
ilk Norveç yerleşiminin kurulduğu noktada kin kokulu otsu bir bitkidir. Güney A vrupa’
yer alır. “Dum anlı koy” anlam ındaki R eykja­ da ve A nadolu’da yabani olarak, yani kendili­
vik adı kentin yakınındaki gayzerler nedeniy­ ğinden yetişen bu bitki (Foeniculum vulgare)
le verilmiştir (bak. G a y z e r ). Bu gayzerlerden çok eskiçağlardan beri güç ve cesaret simgesi
borularla taşm an sıcak su evlerde ve kamu olmuştur. Örneğin, eskiden Romalı gladya­
kuruluşlarında kullanılır; konutlann, işyerle­ törlere güç ve kuvvet verici olarak rezene ye­
rinin, yüzme havuzlarının ve seraların ısıtıl­ dirilir, atletizm yanşm alarm da birinci gelenle­
masında yararlanılır. Bu jeoterm al kaynakla- re rezene çelenkleri takılırdı.
n n kullanımından dolayı Reykjavik dünyanın Günüm üzde A B D ’de, İngiltere’de ve A v­
sayılı temiz kentlerinden biridir. rupa’nın ılıman kesim lerinde tarımı yapılan
Balıkçılık ülkenin başlıca sanayilerinden bi­ bu bitkinin en çok tohum larından (botanik
ridir. Avlanan m orinaların çoğu Reykjavik’e açısından meyve) yararlanılır. Koku verici
getirilir. Ülkenin ticaretinin büyük bölümü- olarak şekerlem e, likör ve ilaçlara katılan bu
RHODES 235

tam am ladıktan sonra sağlık sorunları yüzün­


den üniversiteye gidemeyince, 1870’te karde­
şiyle birlikte, çalışmak üzere A frika’ya gitti.
Kim berley’de elmas yeni bulunmuştu ve Rho-
des bu işten çok para kazandı. D aha sonra
Oxford Üniversitesi’nde okum ak üzere İngil­
tere’ye gitti. Sağlığının yeniden bozulması
üzerine 1873’te A frika’ya geri döndü.
Rhodes elmas m adenlerinin hisselerini sa­
hiplerinden satın alarak elmas üretiminin ve
satışının denetimini ele geçirdi. Kim berley’de
dünya elmas üretiminin de yüzde 90’ını ger­
çekleştiren bir şirket kurdu.
Kap Kolonisi Parlam entosu’na girerek,
1885’te Bechuanaland’ın güneyini Kap Kolo­
nisi hüküm etinin ve kuzeyini İngiliz hüküm e­
tinin denetim altına almasını sağladı. Bechua-
naland’ın kuzeyindeki M atabele ülkesinin
Kralı Lobengula’ya elçiler göndererek bu
ülkede m aden aram a hakkı elde eden R ho­
des, İngiliz Güney A frika Kum panyası’m
kurdu ve daha sonra İngiliz hüküm etinden bu
J. Horace McFarland Company toprakları yerleşime açma izni aldı. Çok
Rezene, m aydanozgiller fam ilyasının öbür
üyelerinin çoğu gibi keskin kokulu ve baharlı bir Mansell Collecrion
bitkidir. Bu yüzden de özellikle tohum ları koku verici
olarak kullanılır.

baharlı tohum lardan ayrıca sabun ve parfüm


sanayisinde kullanılan uçucu bir yağ çıkarılır.
Körpe yaprak ve dalları soslarda, çorbalarda
baharat olarak kullanıldığı gibi haşlanıp salata
olarak da yenir. Tohum larından halk arasında
yaygın biçimde gaz söktürücü ilaç olarak da
yararlanılır.
O rtalam a 1-1,5 m etreye kadar boylanabi-
len rezene bitkisinin iplik gibi ince parçalı
yaprakları, küçük bir şemsiyeyi andıran sarı
çiçek dem etleri vardır. D oğada pek çok çeşi­
dine rastlanır; tohum ları tatlı olanların tarımı
da yapılır.

RHODES, Cecil (1853-1902). Rodezya’nın


(bugün Zimbabve) kurucusu olan Cecil John
Rhodes’un amacı, özellikle A frika’nın güne­
yinde İngilizler’in yayılmasını sağlamak ve
Kahire’den Cape Tow n’a kadar tüm A frika’yı
İngiliz egemenliği altına sokmaktı.
Cecil Rhodes (sağda) Boerler'e karşı savaşan İngiliz
H ertfordshire’da doğan Cecil Rhodes, bir süvari birliğ in in komutanı General French'in elini
papazın beş oğlundan biriydi. Ortaöğrenim ini sıkıyor.
236 RHÖNE IRMAĞI

geçmeden bu bölgeye onun adı (Rodezya) Lyon’da en büyük kolu olan Saöne Irmağı
verildi. ile birleşen R höne, güneye doğru denize
1890’da Kap Kolonisi’nin başbakanı olan yönelir. Akışı hâlâ hızlı olduğundan ulaşım
Rhodes’un tüm Güney Afrika topraklarında için elverişli değildir. Ulaşımı sağlamak için
İngiliz egemenliğini kurm ak amacının önün­ yapılan çalışmaların yanı sıra, D onzere’de bir
deki en ciddi engel iç kesimlerdeki, Paul de kanal açılmıştır. Rhöne Irmağı Lyon böl­
K ruger’in yönetiminde olan Transvaal Cum ­ gesinde, Alp Dağları ile Fransa’nın ortasında­
huriyeti ve O ranj Bağımsız D evleti’ydi. (G ü­ ki, Massif Central diye bilinen büyük yayla­
ney A frika tarihine ilişkin daha fazla bilgiyi dan geçer. Vadinin oluşturduğu koridoru
G Ü N EY A FR İK A maddesinde bulabilir­ izleyen kara ve demiryolları, Kuzey ve O rta
siniz.) Fransa ile büyük Marsilya limanı arasında mal
Rhodes 1895’te Paul K ruger’i devirmeyi taşımacılığına olanak verir. Bir zam anlar Ro­
amaçlayan bir plan tasarladı. Ne var ki, malılar G alya’yı fethetm ek için bu yolu kul­
Rodezya silahlı kuvvetleri aceleci davranarak lanmışlardı.
Transvaal Cum huriyeti’ne yürüdü. Büyük bir Deltanın (bak. D e l t a ) başladığı A rles’da
başarısızlıkla sonuçlanan bu saldırıdan sonra ırm ak, güneybatıya doğru akan Petit Rhöne
Rhodes Kap Kolonisi başbakanlığından çekil­ (Küçük Rhöne) ve güneydoğuya yönelen
mek zorunda kaldı. G rand R höne (Büyük Rhöne) olmak üzere
Bundan sonra hiçbir resmi görev alm am ak­ iki kola ayrılır. İkisi arasında Cam argue’ın
la birlikte, 1896’daki M atabele Ayaklanm ası’ tuzlu bataklık ve otlakları uzanır.
nın bastırılmasına yardım etti. 1899’da Güney
Afrika Savaşı (Boer Savaşı) çıkınca Rhodes RICHARD (İngiltere Kralları). İngiltere tari­
Kim berley’e gitti (bak. G ü n e y AFRİKA S a v a ş i ) . hinde Richard adını taşıyan üç kral vardır.
Kimberley yaklaşık dört ay Boerler’in kuşatma­
sı altında kaldı. Rhodes Kimberley’in savunma­ Richard I (1157-1199). Aslan Yürekli
sını örgütlem ek için yoğun çaba gösterdi; G ü­ Richard adıyla da tanınan I. Richard, II.
ney Afrika Savaşı bitmeden önce öldü. Henry ile Akitanyalı E leonore’un üçüncü
oğludur. 11 yaşındayken Akitanya dükü oldu.
RHÖNE IRMAĞI. İsviçre A lpleri’ndeki bir 1189’da İngiltere kralı olan Richard kısa bir
buzuldan doğan Rhöne Irmağı yaklaşık 800 km süre sonra Kutsal Rom a-G erm en İm paratoru
yol aldıktan sonra A kdeniz’e dökülür. Sim- Friedrich Barbarossa ve Fransa Kralı II.
plon Tüneli ve Simplon Geçidi yoluyla İtalya’ Philippe ile birleşerek Kudüs’ü M üslüm an­
dan İsviçre’ye giren kara ve demiryolu Rhöne la rın elinden geri almak için III. Haçlı
vadisinin üst bölüm ünden geçer. Fransa’ya Seferi’ni başlattı (bak. H a ç l i SEFERLERİ).
ulaşm adan önce Cenevre G ölü’ne giren ır­ Nisan 1191’de Kutsal T opraklar’a doğru
m ak, A lpler’i Jura D ağlan’na birleştiren sıra­ yola çıkan Richard, yolculuğu sırasında uğra­
dağlar arasındaki bir dizi derin vadide dola­ dığı Kıbrıs’ı ele geçirdi. B urada Navarra
nır. Bu vadilerin birinde Genissiat hidroelek­ kralının kızı B erengaria’yla evlendi. H aziran­
trik santralı yer alır. da, Filistin’in kuzeyinde bir M üslüman kalesi

ZEFA

Avignon'da Rhöne
Irmağı üzerinde yer alan,
12. yüzyılda Aziz
Benezet'in yaptırdığı
köprüden günümüze
yalnızca d ö rt kemer
kalmıştır. Arkada,
papaların surlarla
korunan sarayı
görülüyor.
RICHARD 237

olan A kkâ’yı ele geçirdi. Haçlılar arasında


tam anlamıyla birlik yoktu. R ichard’ın yoklu­
ğunu fırsat bilerek İngiltere krallığını Richard’
m kardeşi John ile paylaşmak amacında
olan II. Philippe bu arada ülkesine geri
dönm üştü. Ö te yandan, II. R ichard’ın önder­
liğindeki Haçlı ordusu bir yıldan uzun süren
bir kuşatm adan sonra K udüs’ü alamayınca,
Richard, Selahaddin Eyyubi ile barış antlaş­
ması imzaladı. Ekim 1192’de yurduna geri
dönm ek üzere yola çıktı. Ne var ki, Fransa’
nin kendisi için güvenli olmadığını bildiğin­
den kılık değiştirerek Avusturya üzerinden
geçerken, Avusturya Dükü Leopold onu ya­
kalayarak hapsettirdi. İstenen fidyenin bir
bölümü ödenerek Richard serbest bırakıldı.
İngiltere’ye dönüşünden kısa bir süre sonra
II. Philippe’e karşı savaş açan Richard, Nor-
m andiya’da yaralanarak öldü. Yerine kardeşi
John geçti.

Richard II (1367-1400). Yüz Yıl Savaşları’


nin ünlü İngiliz generali Edvvard’m (Kara
Prens) oğludur (bak. Yüz Y il S a v a ş l a r i ).
1377’de büyük babası III. Edw ard’ın yerine
tahta çıkan Richard henüz reşit olmadığından
ülkeyi bir süre amcası G auntlu John ve bir
grup soylu yönetti.
Richard, 1381’de W at Tyler’in önderliğinde
ayaklanan köylülere sonradan tutmayacağı
sözler vererek onlardan yanaymış gibi dav­
randı ve ayaklanmayı yatıştırdı. Bundan son­
ra İngiltere’yi tek başına yönetm ek için başa­
rısızlıkla sonuçlanacak bir mücadeleye girişti.
G auntlu John’un 1386’da İspanya’ya gitme­ National Portrail Gallery, Londra

sinden sonra yerini bir başka amca, Glouces- 10 yaşında İngiltere tahtına çıkan II. Richard'ın 22 yıl
ter Dükü Thom as aldı. Richard 1397’de sonra tacı elinden alındı.
Thom as’ın tutuklanm asını ve öldürülmesini
em retti. nedanları arasındaki savaşta öncü birliklere
Bundan iki yıl sonra, Richard İrlanda’day­ kom uta eden Richard, 1461’de York haneda­
ken, G auntlu John’un oğlu Henry Boling- nının İngiltere tahtını ele geçirmesini ve en
broke İngiltere’ye saldırarak IV. Henry adıy­ büyük ağabeyi olan IV. Edvvard’m yeniden
la taç giymek istedi. Teslim olan Richard, tahta çıkmasını sağladı.
Pontefract Şatosu’na hapsedildi ve orada öl­ Nisan 1483’te IV. Edw ard ölünce büyük
dü. 1382’de Bohemya Prensesi A nne ile ev­ oğlu V. Edward tahta geçti. Yeni kral 12
lenmiş, ama çocukları olmamıştı. yaşında olduğundan o büyüyünceye kadar
.9 birisinin ülkeyi yönetmesi gerekiyordu.
Richard III (1452-1485). York Dükü Richard’ın V. Edward’ın naipliğini üstlenmesi­
R ichard’ın oğludur. Güller Savaşı (bak. G Ü L­ ne karşın, kralın annesi buna karşıydı. Zaman
LER SAVAŞI) adı verilen, York ve Lancaster ha- yitirmeden İngiltere’nin kuzeyinden gelen
238 RICHELIEU

soylunun oğluydu. Önce bir askeri okula


giren Richelieu, daha sonra Luçon piskopos­
luğunun ailede kalabilmesi için dinsel eğitim
gördü. Eğitimini tamamlamasının ardından
22 yaşında Luçon piskoposu oldu. Kral XIII.
Louis’nin annesi M arie de Medicis’nin güve­
nini kazanan Richelieu, 1616’da dışişleri ba­
kanı oldu. Oğluyla bozuşan Kraliçe Marie
sürgüne gönderilince, Richelieu de saraydan
uzaklaştırıldı. Krala karşı ayaklanan M arie de
Medicis’yi uzlaşmaya razı etm ek için 1619’da
yeniden göreve çağrıldı ve 1622’ye kadar kral
ve annesi arasında anlaşma sağlamak için
uğraştı. Aynı yıl M arie’nin baskısıyla Fransa’
da kardinalliğe getirildi. D aha sonra başba­
kan olan Richelieu, 1630’da Marie de M edi­
cis’nin ülkeyi terk etm esinden sonra kral, kili­
National Portrait Gallery, Londra se ve devletin kesin denetimini ele geçirdi.
Henry Tudor'a (VII. Henry) yenilen III. Richard. Büyük bir güce sahip olan Richelieu’nün
amacı, içeride soylular ile P rotestanların,
dışarıda ise H absburglar’ın gücünü kırm ak ve
Richard, kraliçenin yandaşlarıyla çatışmaya Fransa’da kralın otoritesini yeniden sağla­
girdi, birçoğunu tutuklattı ve idam ettirdi. maktı.
Kraliçeyle öbür çocukları W estm inster Ab- Richelieu’nün ilk işi, krallığın savunması
bey’e kaçtılar. için gerekli olmayan tüm kaleleri yıktırarak
İngiltere’yi tek başına yönetm ek isteyen soyluların gücünü zayıflatmak oldu. Birçok
Richard, parlam entonun da desteğiyle III. soylu ona karşı komplo düzenlediyse de,
Richard adıyla taç giydi. Edw ard’la dokuz Richelieu aralarında Fransa’nın en güçlü soy­
yaşındaki kardeşini Londra Kulesi’ne hapset­ lusu M ontm orency D ükü H enri’nin de bulun­
tirdi. 1483’te iki kardeşin birden ortadan yok duğu tüm önderleri idam ettirdi.
olması R ichard’ın emriyle öldürüldüklerine Richelieu daha sonra, birçok kentin yöneti­
ilişkin söylentileri güçlendirdi. mini elinde bulunduran ve önemli bir askeri
Buckingham Dükü 1483’te Richard’a karşı güce sahip olan H uguenotlar ya da Fransız
bir ayaklanma başlattıysa da, yenildi ve iha­ Protestanları’na karşı harekete geçti. 1628’de
netle suçlanarak idam edildi. Birkaç ay içinde H uguenotlar’ın önemli bir kalesi olan La
R ichard’ın tek oğlu ve ardından karısı öldü. Rochelle limanını kendi yönetimindeki or­
Fransa’da sürgünde yaşayan Henry Tu- duyla kuşattı ve bir yıl sonra ele geçirdi. Bir
dor’un da gözü tahttaydı. Richard ve Henry’ Katolik olmasına karşın, siyasal bir tehlike
nin orduları arasında 1485’te Bosvvorth Field oluşturm adıkları sürece, H uguenotlar’ın iste­
Çarpışması oldu. Richard çarpışmada öldü ve dikleri gibi ibadet etm elerine karışmadı. Hu-
Henry Tudor, VII. H enry adıyla tahta çıktı. guenot subayları Fransa’nın başka ülkelerle
yaptığı savaşlarda özveriyle çarpıştılar.
RICHELIEU (1585-1642). Kardinal Richelieu Richelieu, İspanya ve Alm anya’da Habs-
yaklaşık 20 yıl boyunca Fransa’nın başbakanı burg krallarını zayıflatmak için Katolik İspan­
ve kralın varlığına karşın, ülkenin mutlak ya Kralı IV. Felipe’ye karşı isyancı Alm an
yöneticisi oldu. Öldüğünde ardında A vrupa’ Protestanları’nı destekledi. 1618-48 arasında
nın güç dengesini elinde tutan, eskisinden Katolikler ile P rotestanların Otuz Yıl Savaş­
daha güçlü bir Fransa bıraktı. ları (bak. O tuz Yil S avaşlari) olarak bilinen
Richelieu Dükü A rm and-Jean du Plessis, uzun ve kanlı mücadelesine P rotestanların
III. H enri’nin başyargıcı olan önemli bir yanında katıldı. Protestan İsveç Kralı G ustaf
RİFAT 239

A d o lf un ordularına para yardım ında bulun­


du ve 1635’te Katolik İspanya’ya savaş açtı.
Başlangıçta yenilen Fransız orduları, sonra­
dan peş peşe zaferler kazanarak İspanya,
Kuzey İtalya ve Alm anya içlerine doğru
ilerlediler. Ölüm ünden sonra imzalanan ve
Fransa’nın gücünü pekiştiren Vestfalya Barış
A ntlaşm ası’nın koşullarını da Richelieu hazır­
ladı.
Çok zengin olan Richelieu gösterişli bir
yaşam sürdü ve sanatın koruyucusu oldu.
1635’te, ünlü Fransız yazarlarından oluşan ve
günümüzde de etkisini sürdüren Fransız A ka­
dem isinin kurulm asında öncülük etti.
Richelieu, Fransa’nın dış ticaret ve sanayi­
sini geliştirmek için önemli adımlar attı. Ülke
içinde, özellikle dışarıya satılacak malların
üretim ine ağırlık verdi. Dışarıdan lüks mal
alimim engellerken, denizaşırı ticaret yapan
şirketleri destekledi. Bu şirketlerden Kanada
ve Batı Hint A daları’nın sömürgeleştirilme-
sinde yararlanıldı. Fransız deniz gücünün
Ara Güleri Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
oluşturulması için de uğraş veren Richelieu’ Oktay Rifat çağdaş Türk şiirin in önde gelen
nün ölüm ünden bir yıl sonra en büyük Fransız tem silcilerindendir.
krallarından XIV. Louis tahta geçti. “Ben
devletim ” diye böbürlenen XIV. Louis, gücü­ dan da geleneksel biçimlerle bir dengeye
nü Richelieu’nün Fransa’da krallık otoritesini ulaşmaya çalıştı. Şiirin yapısına verdiği önem ­
kurm ak için gösterdiği çabaya borçludur. le dikkati çekti. Güzelleme (1945) adlı kita­
bında halk şiirinin anlatım özelliklerinden
RİFAT, Oktay (1914-1988). Çağdaş Türk geniş ölçüde yararlandı. II. Dünya Savaşı’nın
şiirinin önde gelen temsilcilerinden biri olan ertesinden 1950’lerin ortalarına kadar to p ­
Oktay Rifat, şair ve dilci Samih R ifat’ın lumsal içeriği ağır basan bir şiire yöneldi.
oğludur. T rabzon’da doğdu, A nkara Ü niver­ Aşağı Yukarı (1952) ve 1955’te Y editepe Şiir
sitesi H ukuk Fakültesi’ni bitirdi. Paris’teki A rm ağm ı’m alan Karga ile Tilki (1954) adlı
doktora çalışmasını II. D ünya Savaşı nedeniy­ kitaplarında topladığı alay ve yergi öğeleri
le tam amlayam adı. 1940’ta Türkiye’ye dön­ ağır basan bu şiirlerde yerel söyleyişlerden,
dü, m em urluk, avukatlık yaptı. İstanbul’da tekerlem elerden yararlandı. 1956’da yayımla­
öldü. dığı Perçemli S o ka k'iz ise, sözcükler arasın­
Oktay Rifat şiir dünyasında adını, şair daki düzeni ve ilintiyi bozan, kapalı, yadırga­
arkadaşları O rhan Veli Kanık ve Melih Cev­ tıcı şiirler yer aldı. Bu kitaptaki şiirler sözcük­
det Anday ile birlikte duyurdu. “G arip” lerin dünyasına çekilmiş gibiydi. A şık M erdi­
adıyla anılan şiir akımının üç temsilcisinden veninde (1958) de benzer bir çizgiyi sürdür­
biriydi (bak. GARİP). B u akım a bağlı olarak dü. Sekiz yıllık bir susuştan sonra 1966’da
yazdığı ve sıradan insanların beğenisine ses­ yayınladığı Elleri Var Özgürlüğün adlı kitabı­
lenmeyi amaçlayan yerleşik şiir anlayışına nın ilk bölüm ünde Yunan m itolojisinden esin­
aykırı şiirlerinin ilk örneklerini, bu arkadaşla- lenen, uzun dizelerle kurulm uş, yoğun şiirler
’rıyla birlikte çıkardığı Garip (1941) adlı kitap­ yer alıyordu. Bunların ardından da, çok yönlü
ta topladı. Yaşayıp Ölmek, A ş k ve Avare­ arayışlarının ve şiir birikiminin bireşimi ola­
lik Üstüne Şiirler (1945) adlı kitabında bir rak nitelenebilecek yetkin ürünler verme dö­
yandan G arip çizgisini sürdürürken, bir yan­ nemi geldi
240 RİMSKİ-KORSAKOV

Oktay Rifat bu dönem de, her biri büyük


bir ustalığı sergileyen Şiirler (1969), Yeni
Şiirler (1973), Çobanıl Şiirler (1976), Bir
Cıgara İçimi (1979), Elifli (1980), Denize
Doğru Konuşma (1982), Dilsiz ve Çıplak
(1984), Koca Bir Yaz (1987) kitaplarında
daha çok doğaya, kırsal kesime ilişkin görün­
tüler çizdi. Türkiye insanını, özellikle kırsal
kesim insanını, ayrıntılara inen gözlem gücüy­
le başarıyla yansıttı. Oyun İçinde Oyun
(1948), Birtakım İnsanlar (1961), Kadınlar
Arasında (1966), A nkara Sanatseverler Der-
neği’nce yılın en iyi oyunu seçilen Yağmur
Sıkıntısı (1969) gibi oyunlarında Türk toplu-
munun değişik yönlerini gerçekçi bir bakış
açısıyla yansıtmaya çalıştı. Oktay R ifat’ın Bir
Kadının Penceresinden (1976), Danaburnu
(1980), Bay Lear (1982) adlı rom anları da
vardır.
Şiirler ile 1970’te Türk Dil Kurum u Şiir
Ö dülü’nü, Bir Cıgara İçim i ile 1980’de Sedat
Simavi Vakfı Edebiyat Ö dülü’nü, Danaburnu
ile 1981’de M adaralı Rom an Ö dülü’nü, Dilsiz
ve Çıplak ile de 1984’te Behçet Necatigil Şiir
Ö dülü’nü kazanmıştır.

RİMSKİ-KORSAKOV, Nikolay (1844-1908) Mansell Collecrion


Büyük Rus besteci Nikolay Andreyeviç Rus besteci Nikolay Rimski-Korsakov.
Rimski-Korsakov, varlıklı ve soylu bir aile­
nin oğlu olarak N ovgorod’daki Tihvin’de lendirildi. Öğrencilerine öğretirken bir yan­
dünyaya geldi. İlk bestesini dokuz yaşınday­ dan da kendisi öğreniyordu. Öğretm enlik
ken yapmış olan Rimski-Korsakov, müzik yılları boyunca birçok genç besteciye yardım
yeteneğine karşın, ailesi tarafından St. Peters- etti. En tanınmış öğrencilerinden biri İgor
burg’daki (bugünkü Leningrad) Deniz H arp Stravinski idi.
O kulu’na gönderildi. Besteci olarak Rimski-Korsakov dört Rus
1861’de tanınmış genç besteci Mili Balaki- besteciyle birlikte çalıştı. Rimski-Korsakov,
rev’le tanıştı. Fırsat buldukça Balakirev’le Mili Balakirev, Cesar Cui, Aleksandr Borodin
birlikte çalışan Rimski-Korsakov okulu biti­ ve M odest M ussorgski’den oluşan bu grup
rince, üç yıl sürecek ve Londra ile New York Rus Beşleri adıyla tanınıyordu. O rtak özellik­
gibi birçok limanı kapsayacak uzun bir sefere leri, Rus halk şarkıları ve öykülerinden esin­
gönderildi. Bu süre içinde M i Bem ol M inör lenen besteler yaparak Rus müziğini batıdan
Birinci Senfoni’sini yazdı. Bitirdiği her bölü­ bağım sızlaştırm aktı.
mü, eleştirmesi için Balakirev’e gönderiyor­ Çok sayıda beste yapmış olan Rimski-
du. Bu senfoni ilk kez 1865’te St. Petersburg’ K orsakov’un yapıtlarından pek azı Rusya
da seslendirildi. dışında tanınm aktadır. Bunlar arasında Şeh-
Rimski-Korsakov müzik çalışmalarını sür­ razad (1888) ile Rus Paskalya Uvertürü (1888)
dürm ek amacıyla daha sonra Rusya’ya dön­ sayılabilir. Altın H oroz (1908), tamamlanmış
dü. 1873’te, müzik tekniği konusundaki bilgi 15 operası arasında en ünlüsüdür. Bu operala­
eksikliğine karşın, Petersburg Konservatuva- rın konusu genellikle Rus ya da Slav masalla­
rı’nda kompozisyon dersleri verm ekle görev- rından kaynaklanır.
RİNGA 241

Rim ski-Korsakov kendi operalarının yanı


sıra, dostları Mussorgski ve Borodin’inkileri
de tam am ladı. M ussorgski’nin ölüm ünden
sonra düzelterek yayıma hazırladığı Çıplak
Dağda Bir Gece (1867) özgün besteden daha
çok tanınır. Müzik parçalarını orkestra için
düzenlemede, yani orkestrasyonda usta olan
Rimski-Korsakov müzikle öykü anlatm akta
özellikle yetenekliydi. O rkestra yapıtları ara­
sında İspanyol Kapriçyosu (1887), Çar Saltan
M asalı’ndan (1900) “Y abanarılarının Uçuşu”
ve Sadko’dan (1898) “Hindistan Şarkısı” bu­
na örnektir. “Müzik Yaşamımın Olayları” adlı
özyaşamöyküsü ölüm ünden bir yıl sonra ya­
yımlandı. Bugün hâlâ ders kitabı olarak kulla­ R in g a n ın sırtı koy u m a v i, y a n la rı g ü m ü ş re n g in d e d ir.
nılan “Orkestrasyonun Tem elleri” ise ancak
1913’te basılabildi. (Ayrıca bak. R us BEŞLERİ.) Avlanan A tlantik ringasının küçük bir bö­
lümü taze olarak yenirken büyük bölümü
RİNGA, kuzey denizlerine yayılmış, ince tuzlandıktan, füme ve salam ura yapıldıktan
uzun yapılı, gümüşsü renkte ve en çok 40 sonra tüketim e sunulur. İskandinavya’da kü­
santim etreye yaklaşan uzunlukta bir balıktır. çük ringaların genellikle konservesi yapılır.
Eskiden ayrı türler olarak sınıflandırılan A t­ Baltık Denizi’nde bir D anim arka adası olan
lantik ringası ile Pasifik ringası günümüzde Bornholm , tütsülenm iş ringasıyla ünlüdür.
genellikle aynı türün (Clupea harengus) alt­ Dişi bir ringanın deniz dibine döktüğü
türleri sayılmaktadır. yum urtaların sayısı 40 bini aşabilir. Am a bu
Ringalar denizlerde en bol bulunan balıklar yum urtalardan çıkıp gelişebilen ringaların sa­
arasında yer alır. Ayrıca etlerinin çok besleyi­ yısı genellikle 3-4’ü geçmez. Ringa yum urta­
ci olması nedeniyle bu balıklar A vrupa’nın ları ve yavruları büyük ölçüde öbür balıklar
kuzeyinde yaşayan halkların yaşamını derin­ tarafından yenir. Yaşamları boyunca yırtıcı
den etkilem iştir. Yüzyıllar boyunca büyük balıkların ve insanların saldırısına uğrayan
ringa sürülerini avlamak için kurulan birçok ringalar ise planktonlarla beslenir (bak.
balıkçı limanı vardır. Bu lim anlardan denize PLANKTON). Ringaların solungaçları plankton­
açılan irili ufaklı balıkçı tekneleri yıllarca belli ları sudan süzebilecek bir yapı kazanmıştır.
bir bölgeye gelen, sonra bir süre için dolaştık­ Eskiden tükeneceğine kimsenin inanmadığı
ları yerleri değiştiren ringa sürülerinin peşine Kuzey Denizi’ndeki ringa varlığı günümüzün
düşerdi. O rtaçağda Hansa Birliği’ni (bak. gelişmiş yöntemleriyle sürdürülen aşın avlan­
H a n s a BİRLİĞİ) oluşturan Alm an kentleri ringa ma sonucu azalmış, dev sürüler kaybolmaya
balıkçılığını denetim leri altına aldı. başlamıştır. ‘1977’de ringa avını geçici bir süre
Ringaların 3 milyar kadarı bir araya gelerek yasaklayan A vrupa T opluluklan bu balıklann
uzunluğu 13 kilom etreyi, genişliği 6 kilom et­ yeniden bollaşması için çaba gösterm ektedir.
reyi bulan bir sürü oluşturabilir. Ringalar en Büyük O kyanus’ta avlanan binlerce ton
çok, balıkların bulunduğu derinliğe kadar ringanın pek azı salamuraya basılmakta ya da
salınan, bir ya da iki teknenin çektiği orta su tütsülenm ekte, geriye kalanı yağ ve un elde
trolü ya da gırgır ağlarıyla yakalanır. Çevirme etm ek için işlenm ektedir. Balıkyağı bazı sa­
ağlarıyla yapılan av, gırgır ağlarıyla yapılana bunların ve makine yağlarının yapım ında,
çok benzer. Eskiden çok yaygın olan galsama balık unu ise hayvan yemi olarak değerlendi­
‘ağlarıyla ringa avı günüm üzde eski önemini rilir.
yitirmiştir. (Ticari balıkçılığın bu tem el avlan­ Ringa yağı ve ununa olan yüksek talep
ma yöntem lerini B A LIK Ç ILIK maddesinde Pasifik ringasının 1956-66 arasında en gelişmiş
ayrıntılı olarak bulabilirsiniz.) aletler kullanılarak aşırı biçimde avlanmasına
242 RİO DE JANEIRO

yol açtı. Böylece bu balıkların da sayıları hızla mıştır. Kentin uluslararası havalimanı olan
azaldı. G aleao ise körfezdeki bir ada üzerindedir.
Santos D um ont havalimanının güneyinde,
RİO DE JANEIRO, Brezilya’nın ikinci büyük gene denizin doldurulmasıyla elde edilen ala­
kentidir. 1763’ten 1960’a kadar ülkenin baş­ nın üzerinde ise bir m odern sanat müzesi
kenti olan Rio de Janeiro önemli bir limandır.
ZEFA
Kısaca Rio adıyla tanınan kent, Atlas Okya-
nusu’nun batı kıyısında yer alır. R io’nun
kurulduğu yarım ay biçimindeki G uanabara
Körfezi neredeyse denizin kıyısında yükselen
mavi yeşil tepelerle çevrilidir. Bu tepelerin
çoğu deve hörgücüne benzeyen biçimleriyle
alışılmamış bir görünüm sergiler. Koni biçi­
mindeki Pâo de Açûcar (“kelle şeker”) Dağı
deniz kıyısından 395 m etre yüksekliktedir. Bu
dağa teleferikle çıkılabilir. Corcovado (“kam ­
bur”) adıyla bilinen 705 m etre yüksekliğinde­
ki dağın doruğunda Hz. İsa’nın bir heykeli
vardır. “Kurtarıcı İsa” adıyla tanınan 29
m etre boyundaki bu heykel 1931’de yapıl­
mıştır.
Kıyı tepelerinin ardındaki dağlar tropik Rio de Janeiro'nun favela adı verilen gecekondu
orm anlarla örtülüdür. Pek çok küçük adayla m ahallelerinden bir görünüm . Geride solda görülen
dik tepe Pâo de Açücar ("kelle şeker") Dağı'dır.
dolu olan denizde yoğun gemi ve feribot
seferleri yapılmaktadır. Rio ekvatorun güne­
yinde yer aldığından en soğuk ayı tem muz, en vardır. Özellikle dış turizme yönelik kuruluş­
sıcak ayı ise şubattır. İklim nemli ve tropiktir; larıyla tanınan Copacabana ve Ipanem a banli­
yağmur mevsimi kasımdan mayısa kadar yöleri daha güneyde, Atlas Okyanusu’na ba­
sürer. kan geniş ve kıvrımlı kum saldadır. Banliyöle­
Rio de Janeiro’da yaşayan insanlar karışık rin iç ulaşımları ve kent merkeziyle bağlantı­
kökenlidir; am a büyük bir bölümü, kente ilk ları sabah ve akşam saatlerinde tek yön
yerleşen Avrupalı sömürgeciler olan Porte- uygulaması yapılan iki geniş yolla gerçekleşti­
kizliler’in soyundan gelir. Rio de Janeiro’da rilir. G uanabara Körfezi üzerindeki köprü ile
ilk yerleşim 1565’te gerçekleşti. Üç yıl sonra 1979’da açılan m etro kentin trafiğini büyük
ise bir ortaçağ kalesi durum una geldi. R io’da ölçüde rahatlatm aktadır. R io’nun dünyaca
yaşayan pek çok Siyah vardır. Değişik ırktan ünlü botanik bahçesinde 30 m etre yüksekli­
insanlar arasında uyumsuzluğa pek rastlan­ ğinde palmiye ağaçları, yaprak çevresi 6
maz. Konuşulan dil Portekizce’dir. m etreye ulaşan nilüferler vardır.
R io’da hâlâ sömürge dönem inden kalma Sâo Paulo’dan sonra Brezilya’daki ikinci
eski yapılar vardır. Büyük taş duvarlı ve büyük sanayi merkezi olan R io’da giysi,
kiremit çatılı eski kiliselerin içleri altın yaldız­ ayakkabı, ilaç, cam, basım, yayımcılık ve
la bezelidir. Kent m erkezinin büyük bir bölü­ gemi sanayileri vardır. Bankacılık ve turizm
mü yeniden yapılmıştır; körfezi çevreleyen kentin başlıca gelir kaynaklarıdır. H er yıl
kıyıda beyaz gökdelenler yükselir. Brezilya’ düzenlenen Rio Karnavalı’na dünyanın bir­
ya adını veren pau-brasil ağacı gibi herdemye- çok yerinden turist gelir.
şil ağaçlarla süslü uzun ve geniş caddeler kenti Rio de Janeiro’nun nüfusu 5.090.700’dür
boydan boya geçer ve deniz kıyısı boyunca (1980).
uzanır. Rıhtım daki Santos Dum ont havalima­
nı kıyıdaki bir tepenin düzleştirilmesi ve çıkan RİO GRANDE. M eksika’da Rio Bravo del
toprakla denizin doldurulması sonucu yapıl­ N orte adıyla bilinen Rio G rande, Kuzey
RITSOS 243

A m erika’nın en uzun ırm aklarından biridir. taydı. Bir yıl sonra yeniden A tina’ya giderek
Kaynağı Kayalık D ağlar’ın güney kesimlerin­ bulduğu geçici işlerde çalışmaya başladı. Am a
de, deniz düzeyinden 3.700 m etre yüksekte­ hastalığı yineleyince 1927-30 yılları arasında
dir. A B D ’de Colorado eyaletinin güneybatı­ aralıklı olarak A tina ve G irit’teki çeşitli sana­
sından doğan Rio G rande, güneye doğru toryum larda yattı. Bu sırada bol bol kitap
akarak New Mexico’dan geçer; sonra güney­ okum a olanağı buldu. Sağlığına kavuşup has­
doğuya dönerek Meksika Körfezi’ne ulaşınca­ taneden çıkınca A tina’ya dönerek bir işçi
ya kadar A B D ’nin Texas eyaleti ile M eksika örgütüne girdi. İki yıl boyunca bu örgütün
arasındaki yaklaşık 2.000 kilometrelik sınırı sanat etkinliklerini üstlenen Ritsos şiir dinleti­
oluşturur. Rio G rande’nin toplam uzunluğu leri düzenledi, oyunlar sahneledi. D aha sonra
3.034 kilom etredir. Havzasının yüzölçümü de
445.000 km2’ye yaklaşır. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Rio G rande başlangıçta tipik bir Kayalık
Dağlar akarsuyudur: Dik kayalık yamaçları
bazı yerlerde 530 metreyi bulan derin ve dar
kanyonların içinde akar. Am a sonra çevresi
değişir, hızı kesilir, geniş düzlükler boyunca
ağır ağır ilerleyerek denize ulaşır. Aşağı
çığırındaki sığlıklar ve kum tepeleri dolayısıy­
la suyolu olarak çok az kullanılır.
Su taşkınlarını denetim altında tutm ak ve
toprağı sulamak amacıyla Rio G rande’nin
üzerinde A BD ve M eksika’nın kurduğu ba­
rajlar vardır. Deltanın özellikle Texas’ta ka­
lan bölüm ünde turunçgiller, soğan, şekerpan­
carı, fasulye, dom ates ve acı biber üretilir.
C olorado’daki San Luis vadisi önemli bir
patates üretim bölgesidir. Hayvancılık da
yapılan bu bölgede ırmak boyunca büyük sığır
sürüleri otlatılır.
Rio G rande’nin oluşturduğu sınır boyunca
bir yanda A B D ’de, öbür yanda M eksika’da
kurulmuş büyük yerleşim bölgeleri vardır.
Örneğin Texas’taki El Paso’nun karşı kıyısına
M eksika’da Ciudad Juârez, L aredo’nun karşı­
sına Nuevo Laredo, ırm ak ağzının yakınların­
da yer alan Brownsville limanının karşısına da
M atam oros kurulm uştur.
Yannis Ritsos çağdaş Yunan şiirinin en büyük
RITSOS, Yannis (doğumu 1909). Çağdaş ustalarındandır.
Yunan şiirinin en büyük ustalarından biri olan
Yannis Ritsos şiirlerinde Yunan toprağını ve
insanını yalın ve çarpıcı bir biçimde dile bu örgüt içindeki çalışmaları sırasında tanıştı­
getirir. Peloponnesos’da M onem vasia’da do­ ğı bir yayınevi sahibinin yanında düzeltmenlik
ğan şair toprak sahibi bir ailenin en küçük ve redaktörlük yaptı.
çocuğuydu. Liseyi bitirdikten sonra çalışmak İlk şiiri yayımlandığında Ritsos 18 yaşın­
için A tina’ya gitti. Am a bir süre sonra ciğerle­ daydı. H astanede yattığı dönem de çeşitli der­
rinden hastalanınca M onemvasia’ya dönm ek gilerde şiirlerini yayımlamayı sürdürdü.
zorunda kaldı. Bu yıllarda ilk şiirlerini yazan 1934’te basılan ilk kitabı To Trakter’ı (“T rak­
Ritsos ayrıca resim ve müzikle de uğraşm ak­ tö r”) 1935’te / pyramides (“Piram itler”) ve
244 RIVERA

1936’da Epitaphios (“M ezar Yazıtı”) kitapları inceleyebiliriz. İlk şiirleri kişisel, toplum sal ve
izledi. Bu yıllarda Y unanistan’da general siyasal yaşantılar arasında bağ kurmaya çalış­
İoannis M etaksas anayasayı yürürlükten kal­ tığı, yetişme dönemi de diyebileceğimiz döne­
dırmış, parlam entoyu dağıtarak bir diktatör­ min ürünleridir. 1930’ların sonlarını kapsayan
lük kurm uştu. Ritsos’un ilerici bir dünya ikinci dönem şiirlerine yalın bir dil ve lirik bir
görüşüyle yazdıklarından rahatsız olan M e­ anlatım egem endir. Üçüncü dönem inin şiirle­
taksas şairin bu son kitabını A tina’daki Zeus ri Alm an işgalini, iç savaşı ve sürgün yıllarını
Tapm ağı’nda törenle yaktırdı. kapsar. Ritsos sanat yaşamının son dönemine
Ritsos II. Dünya Savaşı çıktığında sağlığına “dördüncü boyut” adını verm ektedir.
tam olarak kavuşamamıştı. Savaş süresince Ritsos’un birçok yapıtı dilimize çevrildi.
A tina’da kaldı ve hasta olmasına karşın dur­ Boyun Eğmeyen Ülke (1983), Umarsız Pene-
maksızın şiir yazdı. lope (1983), Şiirler (1983), Yaşlı Kadınlar ve
Y urdunu işgal eden A lm anlar’a karşı dire­ D eniz (1984), Alışkanlıklar da Değişir (1984),
nen örgütlerden biri olan Ulusal Kurtuluş Parantezler (1986), D ikkatli Ariostos (1987),
Cephesi’ne (EAM ) 1945’te katılan Ritsos, Helena Nöbetçi (1988), Grağanda (1989),
Kuzey Y unanistan’daki birliklerde çeşitli gö­ bunlardan bazılarıdır.
revler üstlendi. M akedonya Halk Tiyatrosu’
nun çalışmalarını yönlendirdi. Savaşın sona RIVERA, Diego (1886-1957). Meksikalı res­
ermesi üzerine A tina’ya dönerek bir yayın­ sam Diego Rivera, Latin A m erika’da ve
evinde çalışmaya başladı. Bu yıllarda, EA M ’ın A B D ’de fresk sanatını yeniden canlandırdı.
II. Dünya Savaşı sonrasında yönetime yeni­ Duvar resmi yapmaya genç yaşta başlayan
den kralın gelmesine karşı çıkması üzerine Rivera, M eksiko’da San Carlos Güzel Sanat­
başlayan iç savaş sürm ekteydi. Bu siyasal lar Akademisi öğrencisiyken bir öğrenci eyle­
ortam da Ritsos 1948’de tutuklanarak 1952’ye mine katıldığı için okuldan atıldı. Öğrenimini
kadar Limni, M akronisos ve Ayios Staratis sürdürm ek için İspanya’ya giden Rivera, daha
adalarında sürgünde yaşadı. 1952’de özgürlü­ sonra Paris’e yerleşti. O rada Pablo Picasso ve
ğüne kavuşunca A tina’ya dönen Ritsos, iki yıl A m edeo Modigliani gibi sanatçılarla dost
sonra, Sisam’da doktorluk yapan Falitsa Yor- oldu. 1920’de Rönesans dönemi fresklerini
giadis’le evlendi. incelem ek üzere İtalya’da bir geziye çıktı.
Şiirleri birçok yabancı dile çevrilen Ritsos İtalya’da gördüklerinden çok etkilenen Rive­
1955-67 arasında çok sayıda şiir kitabı yayım­ ra, ülkesinde uygulamak düşüncesiyle yüzler­
ladı. 1956’da A y Işığı Sonatı (Sonata tu ce duvar resmi taslağı çizdi.
selinophotos) adlı yapıtıyla Ulusal Yunan Şiir 1921’de, reform yanlısı Âlvaro O bregön’un
Ö dülü’nü kazandı. 1967’de albay Georgios devlet başkanı seçilmesi üzerine M eksika’ya
Papadopulos ve arkadaşlarınca gerçekleştiri­ döndü. Yakın geçmişteki M eksika D evrim i’
len askeri darbe sonunda demokrasi kesintiye nin um utlarını ve eylemlerini dile getiren
uğrayınca Ritsos da tutuklandı. 1970’e kadar siyasal ve toplumsal içerikli bir dizi duvar
Yeros ve Leros adalarında sürgün yaşadı. resmi yaptı. A B D ’de D etroit’te D etroit Sanat
1972’de askeri cunta yönetiminde göreli bir Enstitüsü ve New York kentindeki Rockefel-
yumuşama başlayınca son yıllarda yazdığı ler M erkezi için de duvar resimleri yapan
şiirlerini yedi kitapta topladı. Aynı yıl Knokk- Rivera’nın resimleri o günlerde siyasal içerik­
le-Zout Büyük Şiir Ö dülü’nü kazandı. Ayrıca lerinden dolayı yoğun tartışm alara neden
Mainz Bilimler ve Edebiyat A kadem isi’ne oldu. Fresklerinin çarpıcı renkleri, cesur,
üye seçildi. Bu ödüller ve onurlandırm aları yalın ve anıtsal üslubu A B D ’de ve Latin
1974’te Uluslararası Dim itrov Ö dülü, 1976’da A m erika’da fresk sanatının yeniden canlan­
Uluslararası Etna-Taorm ina Şiir Ödülü, m asına yol açtı.
1977’de Lenin Ö dülü, Selanik ve Birmingham Sanatı M eksika halkının ulusal bilincini
üniversiteleri “onursal doktora” dereceleri güçlendirm ek için kullanan R ivera’nın M eksi­
izledi. ko’daki Başkanlık Sarayı için yaptığı ve M ek­
R itsos’un şiirlerini dört dönem e ayırarak sika tarihini konu alan dev boyutlu freskler
RİZE 245

Diego Rivera'nın
Meksiko'da Başkanlık
Sarayı için yaptığı bu dev
boyutlu duvar resmi eski
Zapotek uygarlığında
m ücevher yapımını
gösterm ektedir.

Bridgeman Art Library

ölümüyle yarım kaldı. (FRESK maddesinde arası siyasette Suudi A rabistan ve Riyad’ın
de R ivera’nın bir freskini görebilirsiniz.) önemi artmış, dünyanın ilgisi bu bölgeye
yönelmiştir.
RİYAD, Suudi A rabistan’ın başkentidir. A ra­
bistan Y arım adası’nin ortasında yer alan Ri- RİZE ili, Karadeniz Bölgesi’nin doğu kesimin­
yad eskiden, çöllerle kaplı bu topraklarda de yer alır. Rize ili toprakları, güneyde Kuzey
İran’ı M ekke’ye bağlayan kervan yolunun A nadolu D ağları’nın en yüksek kesim lerin­
üzerinde verimli bir vaha ve ticaret m erkeziy­ den kuzeyde Karadeniz kıyısına kadar uzanır
di. Bugün ise m odern yapıları, yolları, hasta­ ve bu topraklarda çok az sayıda alçak düzlük­
ne ve okullarıyla Suudi A rabistan’ın en büyük lere rastlanır.
kentidir. Topraklarının dağlık ve çok engebeli oluşu
1924’te Suud hanedanının başkent ilan e t­ ilde ekonom ik olanakların kısıtlı olmasının
mesiyle kentin siyasal önemi arttı. M ekke başlıca nedenidir. Bu engebeli arazilerde işe
dinsel merkez olarak kalırken, Riyad siyasal yarar bir tarım alanına sahip olma ve eldeki
merkez oldu. 1932’de Suudi A rabistan Krallı­
ğı kurulunca başkenti olan kent, özellikle K A R A D E N İ Z /
ülkede petrolün bulunm asından sonra hızla
gelişti. II. Dünya Savaşı’nın ardından, kentin
eski yapıları düzenli bir biçimde yıkılarak
yerine bugünkü m odern Riyad kuruldu.
Günüm üzde Suudi A rabistan’ın ulaşım, ti­
caret ve eğitim m erkezidir. K entteki sanayiler
arasında çim ento fabrikası ve petrol rafinerisi
sayılabilir. 1957’de kurulan Riyad Ü niversite­
si kentin en önemli eğitim kurum udur. Nüfu­
su 1.308.000’dir (1981).
1990’da Irak ’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan
yeni O rtadoğu bunalımı ile birlikte, uluslar­
246 RİZE

nin en yüksek noktasını oluşturan Kaçkar


RİZE İL İN E İL İŞ K İN BİLGİLER
Dağı’nın doruğu il sınırlarının dışındadır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 3.920 km2.
Rize ilinin en yüksek noktası, bu dağlarda
NÜFUS: 374.206 (1985). 3.711 m etreye ulaşan ve Verçenik Doruğu
İL TRAFİK NO: 53. olarak da bilinen Ü çdoruk’tur. Son jeolojik
İLÇELER: Rize (merkez), Ardeşen, Çamlıhemşin, Çayeli, dönem de oluşan buzul aşındırmasının izlerine
Derepazarı, Fındıklı, Güneysu, Hemşin, İkizdere, İyi- rastlanan Ü çdoruk’un kuzey kesiminde küçük
dere, Kalkandere, Pazar.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Andon ve Çamlık orman içi bir buzul vardır. Bazı buzyalakları (sirk) ve
dinlenme yerleri; Ayder, Çimil, Çat, Başhemşin, Ovit buzyalağı gölleri de bulunan Rize Dağları
ve Palovit yaylaları; Ayder Kaplıcası, Andon ve turizm ve dağcılık sporu açısından çeşitli
Şimşirli içmeleri; Rize, Çayeli ve Pazar (Kız Kulesi)
kaleleri; Kale-i Balâ; İslam Paşa, Gülbahar ve Cafer olanaklar sunar. A karsu vadileriyle derin
Paşa camileri. biçimde parçalanm ış olan bu dağların yüksek
kesimlerinde hayvancılık bakım ından önem
tarım alanını genişletme ya da korum a çabala­ taşıyan gür çayırlarla kaplı, buz gibi suların
rı insanların birbirleriyle sürtüşmesine ve aktığı birçok yayla vardır.
çatışmalara yol açmıştır. Ekonom ik olanak­ Bazı kaynaklarda Dilek Dağları olarak da
sızlıklar ya da kan davaları nedeniyle ve daha adlandırılan Rize D ağlan’mn il sınırları içinde
iyi bir çalışma ortam ına kavuşmak umuduyla kalan bölüm ünden kaynaklanan suların tümü
başka yörelere göç eden Rizeliler’e ülkemizin Karadeniz’e dökülür. Bu suları toplayan baş­
hemen her büyük kentinde rastlanır. lıca akarsular Çağlayan, Fırtına ve Pazar
Sık ve gür orm anlarla kaplı olan Rize ilinde dereleri ile Büyükdere ve İyidere adıyla da
yeşil rengin çeşitlendiği eşsiz doğal güzellik­ bilinen İkizdere’dir. Yılın her mevsiminde
lerle karşılaşılır. Ülkemizin en çok yağış alan çok m iktarda su taşıyan bu küçük akarsuların
ili olan Rize’nin adı akla hem en çayı getirir. sık bir bitki örtüsüyle kaplı toprağı yum uşat­
ması nedeniyle zaman zaman toprak kayması
Doğal Yapı (heyelan) oluşur.
Rize ilinin Karadeniz kıyısında, akarsu ağızla­ Rize ilinin Karadeniz kıyısında fazla girinti
rında biraz genişleyen çok dar bir kıyı şeridi ve çıkıntıya rastlanmaz. Bu kıyının bazı ke­
uzanır. Çok küçük ovalar oluşturan bu düz­ simlerinde doğal kumsallar vardır.
lüklerin hem en ardında bir duvar gibi yükse­ Rize ili, Karadeniz Bölgesi’nin kıyı kesimi­
len dağlar tüm ili kaplar. En yüksek kesimleri ne egemen olan ılık ve yağışlı yumuşak
doğu, güney ve güneydoğuda doğal sınır iklimin etkisinde kalır. Yıllık ortalam a yağışlı
oluşturan bu dağlara Rize D ağlan denir. Rize gün sayısı 173 gün olan ve yağış miktarı 2.323
Dağları, Kuzey Anadolu Dağları’na (bak. milimetreye ulaşan Rize yurdumuzun en çok
K u z e y A n a d o l u D a ğ l a r i ) bağlı Doğu K arade­ yağış alan yöresidir.
niz Sıradağları’nm kıyı dağları dizisi içinde yer Rize ili doğal bitki örtüsü açısından çok
alır. Rize D ağ lan ’mn ve K aradeniz Bölgesi’ zengindir. İlin kıyı kesimi çay bahçeleri ve

Bekir B. Aksu!Ana Yayıncılık Arşivi

Rize kentinde yeşil


alanların çoğunu çay
bahçeleri oluşturur.
RİZE 247

Ahm et Kuzik

Rize ilinde Çamlıhemşin yöresi (solda)


ve Fırtına Deresi (üstte).

fundalıklarla kaplıdır. Yükseklere doğru çı­ D evleti’ne bağlandı. Osmanlı dönemi sonla­
kıldıkça önce kestaneler ile çeşitli meyve rında Lazistan sancağının sınırları içinde yer
ağaçlarının karışık olarak bulunduğu toplu­ alan yöre, I. Dünya Savaşı sırasında 1916’dan
luklara, daha sonra da kayın, köknar ve ladin 1918’e kadar Rus ordusunun işgali altında
orm anlarına rastlanır. Yazın ormangüllerinin kaldı. Rize yöresi, Cum huriyet dönem inde
açtığı bu orm anlar, otsu bitkiler ve çalılardan yönetsel açıdan çeşitli değişiklikler geçirdi.
oluşan orm an altı bitki örtüsü açısından da 1924’te il yapılan Rize, 1933’te yeni kurulan
çok zengindir. Rize Dağları’nda orm anın üst Çoruh iline bağlandı. 1936’da Ç oruh’tan ayrı­
sınırı 2.000 m etreden geçer. D aha yüksekler­ larak yeniden il haline getirildi.
de ağaçsız yeşil çayırlar vardır.
Ekonom i
Tarih Üçte ikisinden fazlası kırsal kesimde yaşayan
Eski dönem lerdeki tarihine ilişkin yeterli bilgi il halkı geçimini çay üretim inden sağlar.
olmayan Rize yöresine İÖ 7. yüzyılda deniz- Tarım a elverişli toprakları son derece kısıtlı
yoluyla gelen M iletliler kıyıda bazı ticaret olan Rize ilinde ekili alanların yalnızca yüzde
kolonileri kurdular. İÖ 2. yüzyılda Pontos 3 kadarı çay dışındaki bitkisel ürünlere ayrıl­
Krallığı’nm , İÖ 1. yüzyıl sonlarında da Rom a mıştır. Türkiye yaş çay yaprağı üretiminin
İm paratorluğu’nun egemenliğine giren Rize yüzde 70’ten fazlası bu ilimizde gerçekleştiril-
yöresi, daha sonraları Bizans İm paratorluğu m ektedir. Az m iktarda yetiştirilen öteki bitki­
tarafından yönetilirken birçok kez Sasaniler’ sel ürünlerin başlıcaları patates, mısır, fasul­
in saldırısına uğradı. Bu saldırıların durdu­ ye, elm a, arm ut, m andalina, portakal, tütün
rulması için Bizanslılar’a yardım eden H azar­ ve kara lahanadır. Kırsal kesimde yaşayan her
lar yöreyi A rap akınlarından da korudular. aile kendi tüketim ini karşılam ak amacıyla az
11. yüzyıl sonlarında T ürkm enler’in gelmeye sayıda sığır besler. Çamlıhemşin ve İkizdere
başladığı bu yöre, bir süre Danişmendliler ile yörelerinde de koyun yetiştirilir. Arıcılık Rize
Bizanslılar arasında el değiştirdi. Rize yöresi ilinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle
13. yüzyılda, Konstantinopolis’in (bugün İs­ İkizdere ilçesinin A nzer Yaylası’nda küçük
tanbul) Latinler tarafından işgal edilmesinden bir alanda elde edilen A nzer balının astım ve
sonra Gürcü Kraliçesi T am ara’nm yardımıyla ülser gibi hastalıklara iyi geldiği bilinm ekte­
Trabzon Rum İm paratorluğu’nu kuran Kom- dir. Buradaki değişik çiçeklerden elde edilen
nenos hanedanının yönettiği topraklar arasına bu bal son derece az m iktarda üretilebilm ekte
katıldı. 16. yüzyıl başında tümüyle Osmanlı ve çok yüksek fiyatla satılm aktadır. İlin or­
248 RİZE

Rize ilinde çay üretim i


önem li bir gelir
kaynağıdır.

Erdal Yazıc,

manlık alanlarında yaşayan köylülerin bir Yeraltı kaynakları açısından zengin olm a­
bölümü geçici işçi olarak kesim ve dikim yan Rize ilinin bazı kesimlerinde dem ir ve
işlerinde çalışır. Kıyı halkının bir bölümü manganez yatakları ile şifalı m adensuyu kay­
geçimini eskiden beri balıkçılıktan sağlar. Son nakları vardır.
yıllarda aşırı ve kurallara uygun olmayan
avlanma gibi nedenlerle K aradeniz’ Toplum ve Kültür
de balığın azalması sonucu Rizeli balıkçılar Doğu kesiminde yaşayan halkı eskiden beri
avlanmak için başka denizlere gitm ektedir. Laz olarak adlandırılan Rizeliler’in konuştu­
Fazla gelişmemiş olan il sanayisinin en ğu Türkçe’de, tarihsel geçmişin kültürel yapı­
önemli kuruluşları, kısa adı Çay-Kur olan Çay ya kattığı bazı özelliklere bağlı olarak Rumca,
İşletm eleri G enel M üdürlüğü ile özel kesimin Lazca, Erm enice, Gürcüce ve Rusça sözcük­
elindeki çay işleme ve paketlem e fabrikaları­ lere rastlanır. Bunun nedeni, yöre halkının
dır. İlin çeşitli kesimlerinde kurulmuş olan yüzyıllar boyunca Kafkas halklarıyla birlikte
balıkyağı ve balık unu fabrikaları Karadeniz’ yan yana ve iç içe yaşaması ile 20. yüzyıl
deki balıkların azalması nedeniyle güç durum ­ başlarında Rus işgaline uğramasıdır. Doğal
dadır. Rize ilinde yer alan öteki sanayi kuru­ yapının elverişsizliği nedeniyle geçim sıkıntısı­
luşları un, şekerli ürünler, orm an ürünleri, çi­ nın yol açtığı göç zorunluluğu, Rize yöresinde
vi ve tel fabrikalarıdır. Canlı bir küçük sanayi­ oldukça eski bir olgudur. Osmanlı döneminin
si olan Rize ilindeki başlıca küçük üretim iş­ sonlarında “gurbetçiliğe” başlayan Rizeliler,
yerleri m etal eşya, orm an ürünlerini işleme ve yeni işler bulmak um uduyla Rusya, Polonya
dokum a atölyeleridir. ve Kafkasya’ya giderlerdi. G ittikleri yerlerde
Doğal güzellikler açısından çok zengin olan tarım işçiliğinin yanı sıra lokantacılık, inşaat­
Rize ilinin Karadeniz kıyısında yer alan kum ­ çılık, pastacılık ve fırıncılık gibi işleri de
salları ve Rize D ağları’ndaki orm anlarla çev­ öğrenen Rizeliler’den Batum yöresinde çalı­
rili yaylalardaki yerleşim yerleri, Ege ve şan bir bölümü, dönerken yanlarında getir­
Akdeniz kıyısındaki tatil yerlerinden çok da­ dikleri çay fidelerini evlerinin bahçelerinde
ha değişik gezi ve dinlenme olanakları sunar. süs bitkisi olarak yetiştirdiler. Bu biçimde
Kaçkar D ağı’nın Çamlıhemşin ilçesi sınırları daha 1917’de Rize’ye giren çayın yaygın
içinde kalan kesiminde yaşayan çeşitli av olarak üretilmesi çok daha sonraki yıllara
hayvanları için bir korum a ve üretm e alanı rastlar. 1924’te yalnızca m erkez ilçede başla­
kurulmuştur. yan çay ekimi, 1951’den sonra öteki ilçelerde
ROBESPIERRE 249

de yaygınlaşmış, daha sonra da A rtvin, G ire­ batı kesiminde, fırtınalara karşı korunaklı bir
sun, O rdu ve Trabzon illerine sıçramıştır. koyun kıyısında yer alır. D ar olan kıyı kesimi
1960’lara kadar önemli bir turunçgil üretim doldurularak yerleşme alanı genişletilen ken­
alanı olan ve Karadeniz Bölgesi’ndeki yerle­ tin hem en ardında çay bahçeleri başlar. Kıyı
şim yerlerinin portakal ve m andalina gerek­ boyunca gelişmesini sürdüren kentten Sarp
sinmesini büyük ölçüde karşılayan Rize ilinde sınır kapısı ile H opa’yı T rabzon’a bağlayan
çayın daha çok gelir sağlamaya başlamasın­ Karadeniz kıyı yolu geçer. Kente bir yandan
dan sonra turunçgil bahçeleri sökülerek çay kırsal kesimden göç olurken, kısıtlı geçim
ekimi yapılmıştır. kaynakları nedeniyle kentten de başka kent­
İldeki başlıca geleneksel el sanatları sepet­ lere göç olur. Kentteki başlıca eğitim ve
çilik ve dokumacılıktır. Genellikle fındık dal­ kültür kurum u Karadeniz Üniversitesi’ne
larından örülerek yapılan, bele asılarak çay ve bağlı Rize Meslek Yüksekokulu’dur.
fındık taşım ada kullanılan sepetlere yörede Kentin nüfusu 50.221’dir (1985).
toka denir. Rize yöresinde dokumacılığın
2.000 yıllık bir tarihi vardır. Eskiden yalnızca ROBESPIERRE, Maxim ilien (1758 1794).
kenevirden elde edilen iplikle yapılan yerel G enç bir yargıçken, bir suçluyu ölüme m ah­
dokum a ürünlerine feretiko, şut bezi ve keten kûm etm ektense görevinden istifa etmeyi se­
adları verilirdi. G enelde Rize bezi olarak ad­ çen Maximilien R obespierre, daha sonra
landırılan bu ürünler “Andi tezgâhı” denen Fransız D evrim i’nin T erör D önem i’nde en
ilkel bir tezgâhta dokunurdu. D aha sonraları aşın şiddet uygulamalarını gerçekleştiren kişi
pam uk ipliğinin arasına az m iktarda kenevir olarak Fransa tarihine geçti.
ipliği katılarak dokunan Rize bezinin üretimi, Kuzey Fransa’da A rras’ta dünyaya gelen
artık yörede kenevir ekimi yapılmadığından R obespierre, birçok hukukçu yetiştirmiş olan
önemini yitirmiştir. bir ailenin çocuğuydu. R obespierre de avukat
olmuş, hukuk bilgisi ve özellikle yoksullan
İl M erkezi: Rize savunmakta başanyla kullandığı konuşma yete­
Miletli denizciler tarafından bir ticaret koloni­ neğiyle ün kazanmıştı. Robespiene bu yetenek­
si olarak kurulan kent, eskiden Rhizios, leriyle, 1789’da Paris’te toplanan ve bir tür
Rhizus ve Rhiza adlarıyla anılırdı. Kent ilin ulusal meclis olan Etats-G eneraux’ya A rras

Mansell Collection

27 Temmuz 1794'te
tutuklanırken tabancayla
çenesinden yaralanan
Robespierre, ertesi gün
g iyo tin le idam edildi.
250 ROBIN HOOD

Y orkshire’ın bir bölümünde geçer. Bugün bu


temsilcisi olarak girdi (bak. F r a n s iz D e v r İM İ).
Kendi siyasal görüşlerine yakın güçlü bir yörelerde Robin H ood Koyu ve Robin Hood
siyasal grup olan Jakobenler’e katıldı ve bu M ağarası adını taşıyan yerler vardır.
grubun içinde etkili oldu. 1792’de genel oyla Robin H ood’un yaşadığı varsayılan dönem ,
seçilen ulusal meclis Konvansiyon’da tüccar I. Richard ve John’un krallıklarına rastlayan
ve sanayicilerin çıkarlarını savunan Jironden- 12. yüzyıl sonu ile 13. yüzyıl başlarıdır. Robin
ler’in 1793’te gücünün kırılmasından sonra, Hood gibi gözü pek bir asinin bu dönemde
ülkeyi yönetm ek üzere kurulan Kamu G üven­ ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değildir. “Aslan
liği Kom itesi’ne Georges Jacques D anton ve Yürekli” sanıyla bilinen Kral Richard, Haçlı
Jean-Paul M arat gibi Jakobenler ile birlikte Seferleri’ne ve Avrupa’daki savaşlara katıldığı
giren Robespierre, soyluların ayrıcalıklarını için ülkeyi onun adına, acımasızlığı ve adalet­
sizliği ile tanınan kardeşi John yönetiyordu.
kaldırdı (bak. M a r a t , J e a n -P a u l ) . Karşıdev-
rimcilerle acımasız bir mücadeleye girişilen Büyük toplumsal çalkantıların görüldüğü bu
bu dönem de çok sayıda insan giyotine gönde­ dönem de birçok köylü ayaklanması olmuştur.
rilerek idam edildi. M arat’mn bir suikastte Robin Hood öykülerde, adaletsizliğe başkal­
öldürülmesinden sonra D anton’u da giyotine dırarak toprak sahibi soylular ile zengin din
gönderen Robespierre, yönetimdeki gücünü adamlarının servetini halka dağıtan, direniş
pekiştirdi. simgesi bir kahram andır.
Aynı zam anda bir edebiyat araştırmacısı Bir öyküye göre, ülke dışındaki tutsaklık
olan R obespierre, R ousseau’nun felsefesi­ döneminin ardından Kral I. Richard orm anda
nin bir izleyicisiydi (bak. ROUSSEAU, JEAN- Robin H ood’u aram aya gider. Keşiş kılığına
JACOUES). R obespierre bir yandan amaçsız giren Richard, R obin’e kraldan bir mesaj
şiddet kullanılmasına karşı çıkarken, bir yan­ getirdiğini söyler. Robin onu orm anda bir
dan da ekonomik güçlükleri yenebilmek, şölene çağırır ve bir ok atm a yarışmasını
zorunlu askerliği uygulayıp savaşı başarıya izlerler. D aha sonra kral kimliğini açıklar ve
götürebilm ek için terörü tırmandırdı. Altı R obin’i bağışlar.
hafta gibi kısa bir süre içinde 1.200 kişiyi Richard yeniden İngiltere’nin başına geçin­
giyotine gönderdi. Karşıtları giderek çoğalan ce Robin ve M arian da orm anı terk ederek bir
ve uyguladığı şiddetle kendi arkadaşları ara­ şatoda yaşamaya başlarlar. R ichard’ın ölü­
sında da korku uyandıran R obespierre, çok münden sonra yeniden başa geçen Kral John’
geçmeden zor durum daki halkın da desteğini un paralı askerleri şatoyu yerle bir eder ve
yitirmeye başladı. 27 Tem muz 1794’te K on­ M arian’ı öldürür. Robin de Küçük John’la
vansiyon R obespierre’e karşı harekete geç­ birlikte orm andaki eski yaşamına döner. Baş
ti. Robespierre tutuklandı ve ertesi gün, bir­ düşmanı, bir zamanlar Shenvood Ormam’nda
çok kişiyi göndermiş olduğu giyotinle idam karşılaştıklarında kurnazca alt ettiği Doncas-
edildi. terli Sir R oger’dır. Robin H ood’u hiç unut­
mayan Sir Roger öcünü almak için uzun
ROBIN HOOD efsanesi İngiltere’de en az 600 süredir beklem ektedir.
yıldan beri dillerde dolaşm aktadır. İyi yürekli Bir dövüşte yaralanan Robin, kendisini
bir haydut olan Robin H ood zenginleri soyup iyileştirmesi için Kirlees M anastırı başrahibesi
kazancını yoksullara dağıtır. Karısı M arian’la olan kuzeni U rsula’ya gider. Sir Roger Ursu-
orm anda yaşar. Kendine bağlı Küçük John la’ya, R obin’i öldürmeyi başarırsa toprak
adında iri kıyım bir dostu vardır. Neşesini hiç vermeyi vaat eder. D urum dan kuşkulanan
yitirmeyen rahip Tuck ile de iyi anlaşır. Robin Küçük John gerektiğinde R obin’i kurtarabil­
H ood’un gerçekten yaşamış olduğuna ilişkin m ek için yakınlarda beklem eye başlar. İlaçla
öykü ve şiirlerden başka kanıt yoktur Robin uyuşturulan ve zayıf düşen Robin gene de
H ood öyküleri İngiltere’nin kuzeyinde yaşa­ Küçük John’u ve adamlarını çağırmak için
yan halkın özlemlerini dile getirir. Robin borusunu çalmayı başarır. Gücü ancak pence­
H ood’un serüvenlerinin hemen hepsi Not- reden dışarıya bir ok atmaya yeten Robin
tingham shire’daki Shenvood O rm am ’nda ve H ood çok geçmeden ölür ve bu okun düştüğü
ROBOT 251

yere gömülür. D aha sonra R obin’in arkadaş­ kollar herhangi bir eşyanın yapımı için gerekli
ları da Sir R oger’ı öldürür. olan aletleri ve parçaları taşıyabilir ve kulla­
nabilir. Örneğin bir robot kola boya tabancası
ROBOT sözcüğünü ilk kez 1920’de Çek tutturulabilir, daha sonra da gerekli değişik­
yazarı Karel Çapek bir oyununda kullanmıştı. likler yapılarak bir m atkap ucu (delici uç)
Oyunun adı, “Rossum ’un Evrensel R obotla­ takılabilir. Günüm üzde m otorlu taşıt üreten
rı” anlamına gelen Çekçe sözcüklerin baş- fabrikaların montaj hatlarında, kaynak işi
harfleriyle kısaca R. U.R. idi. Bu yapıtında yapan robot kollardan yaygın olarak yararla­
Çapek, bütün zihinsel ve fiziksel işlerin m eka­ nılm aktadır.
nik kölelerce yapıldığı bir dünyayı canlandır­ R obotlar bilgisayarlarla denetlenebilir. Bu
mış, “robot” adını da “zorunlu hizm et” anla­ tür bilgisayarlara, robota yapacağı hareketleri
mına gelen Çekçe robota sözcüğünden tü re t­ bildiren program lar yüklenir. R obot bu hare­
mişti. Dolayısıyla robot sözcüğü “m ekanik ketleri, ek bir kom uta gerek kalmaksızın
insan” anlam ında kullanılmaya başlandı. defalarca tekrarlayabilir. Bu nedenle sıkıcı ve
Gerçek robotlar çeşitli işler yapabilen m a­ tekdüze ya da tehlikeli işlerin yapılmasında
kinelerdir. O tom atik m akinelerin çoğu yal­ robot kullanımı yeğlenir.
nızca tek bir iş yapabilir; ama mekanizmaları Robotun yaptığı iş bitince bilgisayar prog­
değiştirilerek robotlara birçok iş yaptırılabilir. ramı değiştirilebilir. Yeni program robotun
Robotların, robot kol denen ve gövdeye ek­ farklı bir iş yapmasını sağlayabilir. Ö rneğin,
lemlerle bağlanmış organları olabilir. Bu bir ağaç eşya fabrikasındaki bir robota ilkba­
harda bahçe sandalyesi, sonbaharda kızak
Sally ve Richard Greenhill
yaptırılabilir. Aynı robot bahçe iskem lelerin­
deki delikleri delebildiği gibi kızakları da bir
boya tabancasıyla boyayabilir.

Robota Yapacağı İşin Öğretilmesi


R obotlar çeşitli biçimlerde program lanabilir.
Örneğin, bir operatör elle kum anda m ekaniz­
masıyla robotu işlem sırasına göre olması
gereken bütün konum lara getirir. Bu arada
robotun her konum u bilgisayar belleğine kay­
dedilir. Bu işlem tam amlandığında artık ope­
ratöre gerek kalmaz; bilgisayar, belleğine
kaydedilmiş olan bilgiler doğrultusunda robo­
ta kum anda eder ve onu sırasıyla gerekli
konum lara getirir. Bu program lam a yöntem i­
ne “noktadan noktaya” öğretim denir. “Ke­
sintisiz yol” öğretimi denen bir başka prog­
ram lam a yöntem inde ise operatör kum anda
mekanizmasıyla, robotun yapması gereken
bütün hareketleri sırayla yapar. Bu hareketler
bilgisayarın belleğine işlenir. Böylece robota,
boya püskürtm e gibi işler için uygun olan
düzgün kesintisiz bir hareket yaptırılabilir.

Bilimkurguda Robotlar
Gerçek robotların ataları saatler, ilk otom atik
dokum a tezgâhları ve m ekanik oyuncaklar
M otorlu taşıt üreten m odern bir fabrikanın üretim gibi m akinelerdir. Günüm üzün bilgisayar de­
hattındaki robotlar işlerini otom atik olarak görürler. netimli robotları bu alandaki en son gelişme-
252 RODEO

Filmlerdeki robotlar çoğu kez ayakları üze­


rinde “yürürken” görülür. Am a bir robotu
ayaklan üzerinde dengede tutabilm ek için
yapılması gereken bilgisayar hesapları çok
karm aşıktır ve anında yapılması gerekir. Bu
nedenle robotlar daha çok tekerlekler üzerin­
de hareket ettirilir. Eğer bir robot kaba bir
zemin üzerinde hareket etm ek zorundaysa,
dengesini dört ya da daha çok bacakla sağlar.
Ayrıca bak. BİLGİSAYAR; ELEKTRONİK.

RODEO, kovboy adıyla bilinen Kuzey A m e­


rikalı sığırtmaçların binicilik ve kem ent atm a
becerilerini sergiledikleri bir yarışmadır (bak.
KOVBOY). M odern rodeo A B D ’de sığır besici­
liğinin başlamasıyla ortaya çıktı. Sığırların
büyük sürüler halinde bir yerden bir yere
taşınmasıyla geçen uzun aylardan sonra, kov­
boylar bir araya toplanır ve kendi aralarında
kem ent atm a ve ata binme yarışmaları yapa­
rak eğlenirlerdi. Zam anla bu yarışmalar halka
açık bir eğlenceye dönüştü.
1869’da Colorado eyaletinin D eer Trail
Kobol Collection kentinde düzenlenen azgın ata binme yarış­
Yasak Gezegen adlı Am erikan bilim kurgu film indeki ması en eski rodeolardan biridir. Seyircilerin
Robby, sinemanın ünlü robotlarından biridir. belli bir ücret karşılığında izlediği ilk rodeo
ise 1887’de Colorado eyaletinin D enver ken­
lerin ürünleridir. A m a m odern fabrikalardaki tinde düzenlendi.
en gelişkin robotların bile pek insana benzer Aslında azgın ata binme ve kementle sığır
bir görünüm leri yoktur. Oysa kitaplardaki ve yakalama kovboyların işinin bir parçasıydı.
filmlerdeki robotlara çoğu kez işitme, konuş­ Ö bür yarışlar rodeo alanlarında geliştirildi.
m a, görme ve hareket etm e gibi insana özgü G ünüm üzde beş standart rodeo yarışı vardır:
özellikler de yüklenmiştir. Bazıları insan Eyerli azgın ata binme, eyersiz azgın ata
görünüm ündedir ve bunlara Y unanca’da binme, azgın boğaya binme, kem entle buzağı
“adam ” anlamına gelen andros sözcüğünden yakalama ve boğayla güreş. Bazı rodeolarda
türetilmiş “android” adı takılmıştır. Android- şampiyonu belirlemek amacıyla iki yarışma
ler insan gibi davranır ve zekâlarını kullana­ daha yapılır: Tek kem entle ve çift kementle
rak her türlü işi yaparlar. Ünlü yazar Isaac boğa yakalama. Bazen de resmi olarak kabul
Asimov da bilimkurgu öykülerinde, robotlar edilen bu yedi dalın çeşitlemeleri ile bazı ek
ile onların efendileri olan insanlar arasındaki yarışmalar yapılmaktadır.
ilişkileri anlatır (bak. AsiMOV, ISAAC). M odern rodeolarda, yarışmalara ek olarak
Bir gün gerçekten bu tür robotlar olacak çeşitli binicilik ve kem ent gösterileri ile palya­
mı? Belki. Bilgisayar biliminin yapay zekâ ço, at ve köpek num araları gibi gösteriler de
dalı, çevrelerini “algılayabilen” ve elde ettik­ yer alır. Genellikle her rodeo yarışmasında
leri bilgileri iş yapm akta kullanan robotların bir “rodeo kraliçesi” seçilir. Rodeoda kullanı­
geliştirilmesiyle ilgilenmektedir. Geleceğin lacak hayvanlar özel olarak yetiştirilir ve çok
gelişkin robotlarının ses ve ışığı algılayabilen değerlidir.
elektronik algılayıcıları (bir anlam da “göz” ve R odeo yönetici ve düzenleyicilerinin
“kulak”ları) olacaktır. Bugün bile konuşabi­ 1929’da kurduğu A m erika R odeo Birliği ile
len ve okuyabilen m akineler vardır. rodeo yarışmacılarının 1936’da kurduğu der-
RODIN 253

adını verdiği anıtsal yapıtın bir parçası olarak


düşünmüştü. Ne var ki, D ante’nin İlahi K o­
medya' sından esinlenerek başladığı bu yapıtı
hiçbir zaman tam amlayam adı (bak. D a n t e
A l ig h ie r i ).
Rodin, tamamlayamadığı büyük boyutlu
tasarıları üzerinde çalıştığı yıllarda tek ya da
grup figürlerinden oluşan başka heykeller de
yaptı. Bu yapıtlardan biri, Calais kenti yöneti­
cilerinin, 14. yüzyılda kentlerini yıkımdan
kurtarm ak için yaşamlarını feda eden altı
yurtseverin anısını yaşatm ak için sipariş ettiği
anıttır. Calais’liler adlı bu anıtı Rodin 1889’da
Canadian Government Office o f Tourism tam amladı. Bu yapıtta insanların verdikleri
Kuzey Am erika'nın en ünlü rodeo yarışmalarından kararın ciddiyeti, canlıymışçasına yüzlere
biri olan Calgary Rodeosu'nda (Kanada) azgın yansımıştır. A nıtın tunçtan dökülen bir kop­
boğaya binm e gösterisi.
yası, 1913’te L ondra’da parlam ento binasının
nek birlikte rodeonun kurallarını saptadılar. bahçesine yerleştirildi. Bir başka kopyası da
Bu dernek 1975’te Profesyonel R odeo Kov­ New Y ork’ta Joseph H. H irshhorn Koleksi-
boyları Birliği adını aldı. yonu’ndadır.
A m atör bir spor olarak dünyanın çeşitli R odin’in 1885-96’da yapmış olduğu, içlerin­
bölgelerine yayılan rodeo özellikle Kanada ve de Danaid (1885), Düşünce (1886), Öpüş
A vustralya’da çok sevilir. Birçok A BD ve (1886) gibi yapıtlarının bulunduğu bir dizi
Kanada kentinde geleneksel olarak yapılan heykel, kendisi de yetenekli bir heykelci olan
rodeoların en ünlülerinden biri K anada’nın Camille Claudel (1864-1943) ile arasındaki
Calgary kentinde düzenlenen rodeodur. fırtınalı ilişkinin ürünüdür. Öpüş hangi yanın­
dan bakılırsa bakılsın, tutkulu bir sevginin
RODIN, Auguste (1840-1917). Fransız hey­ olağanüstü duyarlıkla yansıtıldığı bir aşk sim­
kelci Auguste Rodin çağdaş heykel sanatını gesidir.
derinden etkilemiştir. Bazı eleştirmenlerce heykel sanatının en
Yoksul bir ailenin çocuğu olarak Paris’te büyük portre ustalarından biri sayılan Rodin,
doğan Rodin, sanat öğrenimine 14 yaşında bir kendi dönem inde yaşamış birçok kişinin büs­
resim okulunda başladı. A rdından, üç kez tünü yaptı. 1891’de Edebiyatçılar Derneği
girdiği Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu R odin’e Fransız yazar H onore de Balzac’m
sınavlarını kazanamayınca, Sevres Porselen anıtını sipariş etti. Bu, iki yılda tam amlanması
Fabrikaları’nda, heykelci A lbert E. Carrier- gereken 3 m etre boyunda bir heykel olacaktı.
Belleuse’ün yanında çalışmaya başladı. Rodin, 40 yıl önce ölen yazarın benzerini
1871’de Carrier-Belleuse ile birlikte Belçika’ yaratm ak için uzun araştırm alara girmek zo­
ya gitti. D aha sonra İtalya’da R önesans’ın bü­ runda kaldı. H akkında yazılmış her şeyi
yük ustalarının yapıtlarını inceledi. okuduktan başka, Balzac’m terzisini bularak
En çok tanınan yapıtlarından Düşünen ondan da bilgi aldı. Balzac’m büstlerinin
A d a m 9m (1880) dünyanın çeşitli yerlerinde bazıları bugün Paris’te, Rodin M üzesi’ndedir.
sayısız kopyası vardır. Aslı ise Paris’te Rodin Sanatçının 1897’de tamamladığı Balzac hey­
M üzesi’ndedir. Bu yapıt çenesi eline dayalı, keli sanatçılar arasında büyük bir tartışm a
öne doğru eğilmiş oturan tunç bir erkek yarattı. Fransa’nın en büyük yazarlarından
heykelidir. Vücudunun duruş biçimi ve yüz birini sıradan insanlara benzettiği gerekçesiy­
•ifadesi yoğun düşünce içinde olduğu duygusu­ le önce dernek tarafından geri çevrildi. Bal­
nu verir. Rodin Düşünen A d a m ’ı, insana özgü zac’m alçıdan büstleri ve heykeli uzun süre
tüm duyguları ve düşünceleri yansıtmak am a­ R odin’in atölyesinde durdu. O dönem de de­
cıyla tasarladığı ve “Cehennem Kapıları” ğeri anlaşılamayan, hatta alay konusu olan bu
254 ROENTGEN

ROENTGEN, VVilhelm Conrad bak. R önt­


gen, WlLHELM CONRAD.

ROKET, yakıt ve oksijen yakarak çalışan ve


bu yanma sırasında oluşan gazların geriye
doğru püskürm esinin etkisiyle ileri doğru yol
alan araçlara denir. Birbirine iyice karıştırıl­
mış yakıt ve oksijen karışım larına da “itici”
denir. Havai fişekler de birer roket türüdür;
bunlarda katı itici olarak barut kullanılır.
Roketleri ilk olarak Çinliler 1232 dolayların­
da savaşta kullandılar ve ondan sonra bu
buluş hızla A vrupa’ya yayıldı. Am a topun
ortaya çıkmasıyla birlikte roketler önemini
yitirdi ve yalnızca şenliklerde kullanılmaya
başladı; bu durum 19. yüzyılın başlarına
kadar böylece sürdü (bak. H a v a î F İ ş e k ) .
1800’lerin başlarında İngiliz mucit Sir William
Congreve, top yerine kullanılabilecek roket­
ler geliştirdi. Bu roketler İngiliz kuvvetlerince
Napolyon Savaşları’nda ve 1812’deki İngilte­
re-A B D Savaşı sırasında başarıyla kullanıldı.
Basit bir rokette itici m adde roketin ön
bölüm ündeki kapalı bir borunun içinde yanar
ve oluşan sıcak gaz roketin arka ucundaki bir
m em eden dışarı püskürür. New ton’ın üçüncü
hareket yasasına göre, her etki kendisine eşit
Metropolitan Museum o f Art büyüklükte ve ters yönde bir tepki doğurur
Rodin Düşünen Adam '\, İtalyan yazar Dante
ESSA
A lig h ie ri'n in heykeli ve "Cehennem Kapıları"
yapıtının bir parçası olarak tasarlamıştı.

anıt ancak 1939’da, Rodin’in ölümünden 22 yıl


sonra M ontm artre’da bir kavşağa dikildi.
Rodin başarısızlıklar ve düş kırıklıkları
karşısında ödün verm eyen bir sanatçıydı. Bir
heykelci olarak ancak 40 yaşında kendini
kanıtlayabildi. Bugün ise dünyanın sayılı bü­
yük heykelcileri arasındadır. Yapıtlarının en
belirgin özelliği insanı tüm kişilik özellikleri
ve duygularıyla yansıtm aktaki olağanüstü an­
latım gücüdür. Sanatçının başlıca yapıtları
Paris’te Rodin M üzesi’ndedir. Dünyanın çe­
şitli m üzelerinde sergilenen yapıtlarının bazı
kopyaları da büyük kentlerin parklarında ve
alanlarında yer alm aktadır. Öpüş (1886) L on­
d ra’da Tate G alerisi’nde, Vaftizci Yahya Va­
az Verirken (1878) New York M odern Sanat
M üzesi’nde, Havva (1881) Toledo Sanat M ü­
Roket uçuşunun öncüsü Robert H. Goddard,
zesi’ndedir. tasarımını yaptığı ve 1926'da fırlattığı sıvı yakıtlı
Ayrıca bak. HEYKEL. roketiyle.
ROKET 255

Çok kadem eli uzay roketi sıvı oksijen

sistem i
hidrokarbon yakıt

3. k a d e m e m o to ru

roket d em eti

m ahfaza

2. k a d e m e m o to rları

İlk çu b u k g ü d ü m lü roket
. k a d e m e m o to rları

(bak. K u v v e t v e H a r e k e t ). Roketlerde de, o r a n ın ı y ü k s e ltiy o r d u (bak. CAYROSKOP).


geriye doğru püsküren gazın hızı ve momen- A te ş li s ila h la rla f ır la tıla n m e r m ile r d e h a v a d a
tum u borunun üzerinde ileriye doğru etki d ö n e r e k y o l a lır ; m e r m iy e b u d ö n m e h a r e k e ­
yapan bir itme kuvveti oluşturur. R oketin, tin i, s ila h ın n a m lu s u n u n iç in e o y u la n y iv le r,
geriye püsküren gazların havayı “itmesiyle” y a n i k a n a lla r s a ğ la r (bak. A teşl İ SİLAHLAR).
yol aldığı sanılmamalıdır. Eğer böyle olsaydı I. Dünya Savaşı (1914-18) sırasında roket
roketler uzay boşluğunda yakıt yakarak yol kullanılmadı, çünkü o dönem e kadar toplar
alamazdı. Bu konuyu m atematiğin yardımı iyice geliştirilmiş ve güçleri artırılmıştı. Am a
olmadan anlam ak biraz zordur. Roketlerin roket çalışmaları da bir yandan sürdü ve
hızı, tem el olarak arkalarından püsküren ga­ roketler İngiltere’de etkili bir can kurtarm a
zın hızına bağlıdır. Hızla püsküren gaz dem e­ aracı durum una geldi. R oketler bugün de bu
tine gaz jeti, gaz jetinin hızına da egzoz amaçla kullanılm aktadır. Eğer bir gemi fırtı­
(dışatım) hızı denir. Elbette egzoz hızı da nalı bir havada kıyıya doğru sürüklenir ya da
temel olarak itici yakıtın gücüne bağlıdır. kıyıya yakın bir yerde karaya oturursa, sahil
Yüzyıllar boyunca kullanılan tek itici baruttu, güvenlik ekipleri kayalıklardan ya da kumsal­
ama barutla da fazla yüksek egzoz hızları elde dan ateşlenen bir roketin yardımıyla gemiye
edilemiyordu. özel bir ip fırlatabilir. Bu ipin yardımıyla
Congreve’in geliştirdiği roketler, havai fi­ gemiye halat ve kasnak gibi malzemeler
şeklerdeki gibi bir çubuğa bağlanmıştı. Bu iletilebilir ve böylece kıyı ile gemi arasında bir
çubuklar kuyruk işlevi görerek roketin uçuş havai hat oluşturularak gemi m ürettebatı
sırasında dengede kalmasını sağlıyor, ama kurtanlabilir.
aynı zam anda rüzgârlı havalarda bir fırıldak A B D ’li bilim adamı R obert H . G oddard,
gibi dönmesine de neden oluyordu. Bu da, 1920’lerde ve 1930’larda roketler üzerinde
düşmanın üzerine doğru fırlatılan roketin çığır açıcı deneysel araştırm alar yaptı. G od­
hedefinden sapmasına yol açıyordu. İngiliz dard bu çalışmalarıyla roket uçuşunun ilk
mühendis William Hale bu roketleri geliştir­ m atematiksel formüllerini geliştirdi. R oketle­
me çalışmalarına girişti. H ale’in yaptığı roket­ rin boşlukta, yani vakum ortam ında çalışabi­
lerde çubuk yoktu; bunun yerine gazın püs- leceğini kanıtladı ve itici olarak sıvı yakıt
kürdüğü egzoz boruları belirli bir açıyla yer­ kullanımını başlattı. G oddard bu çalışmala­
leştirilmişti ve böylece roket uçarken aynı rıyla uzayda uçuşu gerçekleştirmeyi hedefli­
zam anda kendi ekseni çevresinde de hızla yordu.
dönüyordu. Bu dönm e hareketi roketin den­ A B D askeri yetkilileri G oddard’ın bu araş­
gesinin kararlılığını artırıyor, hedefe isabet tırm alarına fazla ilgi gösterm ediler, ama baş­
256 ROKET

ka ülkelerdeki ve özellikle A lm anya’daki yor, alkol sıvı oksijenle yakılıyordu (V2’lere


bilim adam ları, roketin savaşta etkili bir silah ilişkin ayrıntılı bilgi için bak. GÜDÜMLÜ FÜ ­
olarak kullanılmasına yönelik çalışmaları hız­ ZELER).
landırmışlardı. II. Dünya Savaşı sırasında II. Dünya Savaşı sırasında uygulantaya
savaşan bütün ülkeler yerden, gemilerden ve konan bir başka yenilik de, çok yüklü, ağır
uçaklardan fırlatılan roketler kullandılar. Bu uçakların yerden kalkışını kolaylaştırmak için
roketler düşman birliklerini, tankları ve uçak­ roketlerden yararlanılm aya başlanması oldu.
ları hedef alan kısa menzilli silahlardı. Bunla­ Uçağa takılan roketler kalkış sırasında ateşle­
rın çoğunda dumansız barut, balistit gibi katı niyor ve böylece ek bir itme kuvveti elde
iticiler kullanılıyordu (bak. PATLAYICILAR). ediliyordu. Kalkış sırasındaki işlevini yerine
getiren ve o arada yakıtını yakıp tüketen
Modern Roketler roketler kalkıştan hem en sonra yere atılı­
II. Dünya Savaşı sırasında roket alanındaki yordu.
en önemli gelişme, A lm anlar’ın V2 tipi roket­ V2 roketi, kıtalar arası balistik füze denen
leri geliştirmesi oldu. (V2 adı, “İntikam uzun menzilli güdümlü füzelerin yapılmasına
Camera Press
yol açtı. Bu füzeler bir kıtadan ötekine
fırlatılabilmekte ve hedeflerine yöneltilebil-
m ektedir. Çok kademeli roket tekniğiyle dü­
zenlenen bu füzeler, uç uca eklenmiş bir dizi
roketten oluşur. İlk kademe m otorları büyük
ve güçlüdür, kalkışı sağlar. D aha küçük olan
ikinci ve üçüncü kademe m otorları ise roketin
daha da hızlanması ve uçuşunu sürdürmesi
içindir.
Çok kademeli roketler uzay araştırmaları
alanında uyduların ve insanlı uzay araçlarının
fırlatılmasında kullanılmaktadır. A B D ’de ilk
uzay m ekikleri, SSCB’de Soyuz uzay araçları
ve A vrupalılar’ın A riane roketleri hep çok
kademeli araçlardır. Birinci ve ikinci kademe
m otorları roketi belirli bir noktaya kadar
hızlandırır ve bu noktada devreye giren üçün­
cü kadem e m otorları rokete, D ünya’nm çev­
resindeki bir yörüngeye oturm ak ya da
D ünya’nm kütleçekimi etkisinden bütünüyle
kurtulm ak için gerekli olan hızı sağlar. Bugü­
ne kadar yapılmış olan en büyük roket, A B D ’
nin Apollo program ı çerçevesinde kullandığı
Satürn 5 fırlatma aracıydı. Satürn 5’in fır­
latm a ram pasındaki ağırlığı 3.000 tona yakın­
dı ve dikili durum daki yüksekliği 111 m et­
1973'te M ariner uzay araştırma uydusu ile pek çok reydi.
başka ABD uzay aracının fırlatılm asında kullanılan R oketler ancak son derece hızlı giden
Atlas-Centaur roketi. araçlarda kullanılırsa verimli ve yararlı olur;
roketler trenlerde, otom obillerde ve gemiler­
Silahı 2” anlamındaki Alm anca Vergeltungs- de de denenmiş am a yararlı sonuçlar elde
, waffe 2 ’nin kısaltm asıdır.) Bu roketin ağırlığı edilememiştir.
12 tonun üzerindeydi ve burnunda ta­ Roketlerin hızını ve menzilini artırabilm ek
şıdığı savaş başlığı 1 ton kadar patlayıcı içeri­ için bilim adamları sürekli olarak daha etkili
yordu. R okette yakıt olarak alkol kullanılı­ yakıtlar bulmak için uğraşm aktadırlar. Ara-
ROMA 257

ABD 'nin geliştirdiği uzay


mekiği Dünya'ya
döndükten sonra tekrar
kullanılabilir. Bu mekikler,
sıvı hidrojen yakıtlı üç ana
roket ile katı yakıtlı iki
yardımcı roketin
yardım ıyla fırlatılır.
Yardımcı roketler yerden
yaklaşık 43 km yükseklikte
mekikten ayrılır. Mekik, üç
ana roket m otoruyla
yoluna devam eder ve
yörüngesine ulaşır. Ana
roket m otorları dışta
bulunan büyükyakıt
tankında depolanm ış sıvı
hidrojeni kullanır. İki
yardımcı roket Dünya'ya
geri düşer; bunlardan
sonraki uçuşlarda da
yararlanılabilir.

Rockwell International,
Space Division

dıkları, yüksek sıcaklıklarda daha çok gaz Ayrıca bak. İYON; MADDE; N ü k l e e r ENERJİ;
çıkaracak türden iticilerdir; böylece roket U z a y A r a ş t ir m a l a r i; U z a y U ç u ş l a r i.
m emesinden atılan gaz miktarı ve dolayısıyla
da gaz çıkış hızı artacak, bunun sonucunda da ROMA, İtalya’nın başkenti ve en büyük
roketin erişeceği hız yükselecektir. Sıvı oksi­ kentidir. Papanın yönetim inde, küçük ve
jen ve petrol kullanıldığında elde edilen bağımsız bir devlet olan Vatikan kenti de
yanma sıcaklığı 3.000°C, egzoz hızı ise daki­ Rom a sınırları içindedir (bak. VATİKAN). Y ak­
kada 145 kilom etredir. Yakıt olarak petrol laşık 3.000 yıllık zengin bir tarihi olan R om a
yerine sıvı hidrojen kullanıldığında, gaz püs­ kentine ilişkin bilgilerin bir bölüm ünü R O ­
kürme hızı dakikada 190 kilom etreye ulaşır. M A İM P A R A T O R L U Ğ U maddesinde bula­
R oketler ancak bu kadar yüksek gaz püskür­ bilirsiniz. İÖ 8. yüzyılda Tiber Irm ağı’nın sol
me hızlarıyla uyduları D ünya’nm çevresinde­ yakasındaki yedi tepeden Palatium (bugün
ki bir yörüngeye taşıyabilecek hızlara ulaşabi­ Palatino) Tepesi’nde ilk yerleşimin gerçekleş­
lirler. Herhangi bir roketin bir uyduyu yörün­ m esinden sonra, yerleşmeler öteki tepelere
geye oturtabilm esi için saatte 28.000 km hıza de yayıldı. İS 2. yüzyıla kadar sürekli büyüyen
erişmesi gerekir. Aynı roketin D ünya’nm R om a, bu tarihte nüfusu 1 milyonu bulan
kütleçekim kuvvetinden kurtulabilmesi için büyük bir kent durum una geldi.
ise hızının saatte 40.000 km olması gerekir; bu İtalyan birliği gerçekleştikten sonra 1870’te
hıza “kurtulm a hızı” denir. m odern İtalya’nın başkenti olan R om a, A vru­
Bilim adamları gelecekte hidrojenin yalnız­ pa’nın en eski kültür ve sanat m erkezlerinden
ca yakılması yerine, nükleer reaktörlerde çok biridir. 2.000 yıllık anıtların bulunduğu kent­
daha yüksek sıcaklıklara çıkartılarak püskür­ te, ortaçağdan ve Rönesans dönem inden kal­
tülmesine dayalı daha güçlü roketlerin gelişti­ ma büyük alanlar, saraylar ve yüzlerce yıldan
rilebileceğine inanıyorlar. İyon jeti (elektrik beri kullanılan yollar vardır. Eski kent m erke­
-yüklü parçacık püskürmesi) üreten iyon ro­ zinin çevresinde gelişen m odern m ahalleler iç
ketleriyle denem eler yapılm aktadır. Bu tür içe halkalar biçimindedir.
püskürtm elerde egzoz hızı son derece yük­ R om a, İtalya’nın batı kıyısının ortalarında,
sektir. Cam pagna di Rom a adıyla bilinen bir ovada
258 ROMA

San Pietro
Bazilikasından kentin
genel görünüm ü.

Hakan Gönenli

yer alır. Bu ova boyunca Tiber Irmağı derin karargâhı oldu. Bugün ise müze ve kütüphane
bir vadinin içinden akar. Kent denizden olarak kullanılm aktadır. Venedik M eydanın­
yaklaşık 24 km içeride, T iber’in iki yakasında dan başlayan tarihsel Via del Corso caddesi,
kuruludur. Alçak bir kent olan Rom a yazlan, kentin m erkezinden geçerek kuzeye doğru
özellikle de tem muz ve ağustos aylannda çok uzanır ve Halk M eydanı’nda (Piazza del
sıcak olur. Popolo) sona erer. Bir zam anlar at yarışları­
Eski R om a’nm yedi tepesinden biri olan nın yapıldığı Via del Corso, iki yanındaki şık
C apitolium ’un (bugün Capitolino) eteklerin­ mağazaları, m otosikletlerin önemli bir yer
de ünlü Rom a Forum u’nun kalıntılanna rast­ tuttuğu yoğun trafiği ve insan kalabalığıyla
lanır (bak. F o r u m ) . Bunun büyük bir bölümü, cıvıl cıvıl bir caddedir. Yarı yoldaki Colonna
artık içinde birkaç yıkık sütun ve duvardan M eydanı’nda (Piazza del Colonna) Rom a
başka bir şey bulunmayan bir düzlüktür. İm paratoru Marcus A urelius’un zaferlerinin
Forum un güneyinde, bir zam anlar Rom a işlendiği M arcus Aurelius Sütunu görülür.
im paratorlannın görkemli saraylarının yük­ Aynı alandaki Chigi Sarayı günüm üzde baş­
seldiği Palatino Tepesi vardır. Burası bugün, bakanlık konutu olarak kullanılm aktadır.
çam ağaçlannın arasında yıkıntılar içinde bir İtalyan Parlam entosunun meclislerinden biri
bahçe görünüm ündedir. Forum un doğusunda olan D elegeler Meclisi de buraya oldukça
yer alan Colosseum, 1. yüzyıldan kalma dev yakındır.
bir açık hava tiyatrosudur; ortasında, gösteri­ K entin bu bölüm ü ortaçağda da, Rönesans
lerin yapıldığı bir arena vardır. Romalı glad­ dönem inde de R om a’nm merkeziydi (bak.
yatörler burada dövüşürlerdi (bak. GLADYA­ R ö n e s a n s ) . Bu nedenle Via del Corso üzerin­
T Ö R ). D aha sonra ilk Hıristiyanlar burada de, eski saraylann yanı sıra bugün banka ya
aslanlara atıldı. da devlet dairesi olarak kullanılan 15. ve 16.
M odern kent, eteğinde büyük Venedik yüzyıl Rönesans yapılarına da rastlanır.
M eydam ’mn (Piazza Venezia) bulunduğu Ca­ Via del Corso ile batıda Tiber Irmağı
pitolino Tepesi’nin kuzeyine düşer. İtalya’nın arasında kalan dar sokaklar, T iber’in karşı
ilk kralı II. Vittorio Em anuele’nin (1820-78) yakasındaki Trastevere semtiyle birlikte, ken­
heykelinin bulunduğu Venedik M eydam ’nda, tin belki de en canlı bölüm üdür. R om a’nm
eskiden Venedik elçilerinin oturduğu gör­ her çağını temsil eden Pantheon da bu bölge­
kemli bir saray vardır. Bu saray faşizm dedir. İÖ 27’de tapm ak olarak yapılan Pan­
dönem inde Benito M ussolini’nin (1883-1945) theon, İmparator Hadrianus tarafından değiş­
ROMA 259

tirilerek yenilendi. 7. yüzyılın başında kiliseye de, papanın kutsaması için dünyanın dört bir
dönüştürülen yapı, günümüzde de aynı işlevi yanından gelen binlerce insan bu alanı dol­
sürdürm ektedir. R om a’daki yapıların çoğu­ durur.
nun dış yüzü kırmızımsı tuğla rengindedir. Bu San Pietro Bazilikası’nın kuzeyinde bulu­
yüzden kent, özellikle güneş doğarken ve nan V atikan Sarayı papalık konutudur. Sara­
batarken altın sarısı bir görünüm alır. Tiber’in yın galerileri ve odalan, içlerinde paha biçil­
batı yakasında, Sant’Angelo Kalesi olarak mez resimler, heykeller, duvar halıları, elyaz-
adlandırılan, H adrianus’un anıtm ezarı vardır. m aları ve kitaplar bulunan bir müzedir. Papa­
D aha sonra papalar tarafından kaleye dönüş­ nın özel dairesinden ayrılmış olan bu bölüm ­
türülen Sant’Angelo, uzun bir geçitle Vatikan’ ler turistlerce gezilebilmektedir. M ichelange­
m ana kilisesi olan San Pietro Bazilikası’na lo’nun tavan resimleri ve m ihrap arkasındaki
bağlanmıştır. Kalenin batısındaki kısa yoldan duvannda Son Yargı freskinin yer aldığı
Vatikan kentine ulaşılır. Sistina Şapeli de V atikan’dadır. Bu kilise,
4. yüzyılda İmparator I. Constantinus’un yap­ papanın da katılmasını gerektiren özel tören­
tırdığı San Pietro Bazilikası 15. yüzyılın sonla­ lerin yapıldığı ve papanın ölümü halinde
rına doğru yıkılmaya yüz tutm uş, yeniden kardinallerin yeni papayı seçmek üzere top­
yapımı için planlar hazırlanmıştı. 1547’de landıkları yerdir. (Ayrıca bak. KATOLİK KİLİSE­
M ichelangelo, ortasında büyük bir kubbe S İ.) R om a’da, değerli mozaiklerle bezeli kü­
olan görkemli bir kilise tasanm ı yaptı (bak. çük ve sade kiliseler olduğu gibi, sonraki
M ic h e l a n g e l o ) . Bu plan sanatçının ölüm ün­ çağlarda yapılmış çok daha gösterişli pek çok
den sonra uygulandı. Kubbenin yapımı kilise vardır.
1590’da tam am landı. M ichelangelo’nun imza­ Cam pa dei Fiori (çiçek pazarı), tiyatro
sını taşıyan Pietâ da San Pietro’dadır. Pietâ, sahnesine benzeyen küçük Sant’Ignazio M ey­
Hz. İsa çarm ıhtan indirildikten sonra ölüsünü danı, İspanyol M eydanı ve Santa Trinitâ dei
kollarında tutan Hz. M eryem ’in betimlemesi­ M onti Kilisesi’ne doğru yükselen İspanyol
dir. M ichelangelo’nun 1499’da yapmış olduğu M erdivenleri kentin görülmeye değer güzel
bu m erm er heykel onurlu bir ölümün ve yerleridir.
acının simgesidir. K atedralin önündeki elips R om a’da 300’den fazla çeşme vardır. Çağ­
biçimindeki geniş alanı, üzerinde heykeller layan gibi akan sularıyla Trevi Çeşmesi, yer
bulunan 284 sütun çevreler. Tam ortasında, aldığı dar alanın büyük bir bölümünü kaplar.
iki çeşme arasına yerleştirilmiş bir dikilitaş Turistler R om a’ya gene gelebilmek dileğiyle
vardır. Paskalya ve Noel gibi önemli günler­ Trevi Çeşmesi’ne para atarlar. Navona Mey-

Barnaby’s

M ichelangelo'nun
1547'de tasarımını
yaptığı San Pietro
Bazilikası.
260 ROMA İMPARATORLUĞU

gelir kaynağı turizmdir. Kente her yıl çok


sayıda turist gelir.
Nüfusu 2.812.827’dir (1988).

ROMA İMPARATORLUĞU. Bugünkü İtal-


ya’nın Latium bölgesinde, Tiber Irm ağı’na
bakan tepelerde kurulmuş birkaç köyden
oluşan eski R om a, sonradan dünyanın en
büyük im paratorluklarından birinin merkezi
oldu. Rom alılar tarihte pek çok ülkenin
dilini, edebiyatını, yasalarını, yönetim biçimi­
ni ve mimarlığını etkiledi.
Bir efsaneye göre Rom a kenti İÖ 753’te
Barnaby’s Rom us ve Rom ulus tarafından kurulm uştur.
Navona Meydam 'ndaki Dört Irmak Çeşmesi, büyük A m a bu kuruluş öyküsü gerçeği tam olarak
heykelci Gian Lorenzo Bernini'nin yapıtıdır. yansıtmaz (bak. ROMUS VE R om u lu s ). G ünü­
m üzde, geçmişteki olayların tarihi nasıl İÖ ve
dam ’ndaki D ört Irm ak Çeşmesi Bernini’nin İS diye belirtiliyorsa, Rom alılar da R om a’nm
yapıtıdır (bak. BERNINI, G ia n L o r e n z o ) . Rom a kuruluşunu tarihin başlangıcı olarak kabul
çeşmeleri 2.000 yıl önce yapılmış olan suke- ederdi. R om a’nm, Fenikeliler’in A frika’nın
m erleriyle beslenir (bak. SUKEMERİ). Kuzey­ kuzeyinde K artaca’yı kurm alarından yaklaşık
de, R om a’nm en büyük parkı Borghese B ah­ 60 yıl sonra kurulduğu bilinmektedir. K artaca
çeleri kente tepeden bakar. Bu bahçelerin sonradan R om a’nm en büyük rakiplerinden
içinde bulunan iki Rönesans sarayından Villa biri oldu.
Borghese günümüzde bir sanat galerisidir,
Villa Giulia ise Etrüsk sanatı müzesi olarak Roma Cumhuriyeti
kullanılm aktadır. R om a’nm tepelerinde İÖ 8. yüzyılda birbirin­
R om a’nm kuzeyinde, eski bir kırsal bölge den ayrı köyler kurulm uştu. Yüzyılların birik­
olan E truria uzanır; doğu ve güneydoğusun­ tirdiği kalıntıların alt katm anlarında, bu köy­
da, büyük Cam pagna di R om a’nm 16-24 km lerde yaşamış olan insanların gösterişsiz m e­
ötesinde Sabine ve A lban tepeleri yükselir. zarları ve kulübeleri bulunm uştur. Önem li bir
Bu tepelerde R om a’ya bakan küçük dağ yol kavşağı ve Tiber Irm ağı’nın köprübaşı
kasabaları yer alır. Bunlar arasında, yüksek olan R om a, E trüskler’in bölgeyi ele geçirme­
çağlayanlarıyla Tivoli ve Frascati, papanın siyle gerçek bir kent görünüm ü kazandı (bak.
yazlık malikânesinin bulunduğu Castel Gan- ETRÜSKLER). E trüskler bataklıkları kuruttular
dolfo, dinsel bayram larda sokakları halı gibi ve geniş çaplı bayındırlık işlerine giriştiler.
çiçeklerle örtülen A lbano ve Genzano kasa­ Y unanlılar’dan almış olduklan alfabeyi, ölçü
baları sayılabilir. A lbano ve Nemi göllerinin birimlerini ve çeşitli paralan R om alılar’a ta­
de bulunduğu bu bölgeye R om a’dan günübir­ nıttılar. Rom alılar E trüskler’den etkilenm ek­
lik gidilebilir. Pek çok Rom alı, tatilini kentin le birlikte, törelerini ve dilleri olan Latince’yi
güneybatısında, yaklaşık 27 km uzaklıktaki değiştirmediler. Bağımsız kişiliklerini koru­
O stia’nın gözalabildiğine uzanan kum salların­ dular (bak. L a tin ce ).
da geçirir. Rom alılar İÖ 509’da Tarquinialılar’ı top-
Rom a, M ilano ve Torino gibi önemli bir raklanndan kovarak, babadan oğula geçen
sanayi kenti değildir; gene de m adeni eşya, bir krallık yerine, yöneticilerini kendilerinin
giyecek ve yiyecek m addeleri, elektrikli aygıt- seçtikleri bir cumhuriyet kurdular. Tarquinia-
- 1ar üreten fabrikaları vardır. Basım, yayımcı­ lılar, E trüskler’in yardımıyla R om a’ya saldı­
lık ve sinema sanayisi gelişkindir. D uvar rarak tahtlannı geri almayı denedilerse de
halısı, m ücevher ve deri işleri gibi el yapımı başanlı olam adılar. Ü nlü Rom alı şair Quintus
mallar da üretilir. A m a R om a’nm en önemli H oratius’un Tiber Irm ağı’nı korum ak amacıy-
ROMA İMPARATORLUĞU 261

topluca kentin dışına çıktılar ve hakları veril­


mezse yeni bir kent kuracaklarını ilan ederek
soyluları tehdit ettiler. Bu durum dan korkan
soylular, pleblerin çıkarlarını korum aları ve
haklarını savunabilmeleri için iki temsilci
seçmelerine razı oldular. Bundan başka pleb-
lere kendi meclislerini kurm a hakkı da tanın­
dı. Zam anla plebler güçlendi; meclisleri yasa
önerm e yetkisine sahip oldu ve İÖ 4. yüzyıl­
dan başlayarak iki konsülden biri pleblerden
seçilmeye başlandı.
İÖ 390’da Galyalılar R om a’yı yağmaladı­
lar, yakıp yıktılar. Romalı senatörler, kenti
terk etm edikleri için topluca kılıçtan geçirildi­
ler. Sadece, surlarla çevrili olan Capitolium
(bugün Capitolino) Tepesi direnebildi. Galyalı-
lar ancak büyük bir fidye karşılığı kenti terk
ettiler. Galyalılar’ın saldırısını başka saldırılar
izledi. Ekuviler, Volskiler ve Sam nitler Rom a
ordularıyla çarpıştı. İÖ 321’de Sam nitler Ro-
m alılar’ı Napoli’nin kuzeyinde bulunan dar
bir geçitte kıstırarak yenilgiye uğrattı. R om a­
lılar teslim olmak zorunda kaldı. Buna karşın,
Rom alılar genelde hem topraklarını genişleti­
yor, hem de güçlerini artırıyordu. Ele geçir­
dikleri yerlere bazen kendi adamlarını yerleş­
tirerek koloniler kuruyorlardı. Yabancı düş­
Metropolitan Museum o f Art, Ne w York, Roger’s Fund 1903 m anların ilki, Epir Kralı Yunanlı Pyrrhos
İS 1. yüzyılda Pompei yakınlarındaki Boscoreale'de oldu (bak. PYRRHOS). Pyrrhos İÖ 280’de
b ir yatak odasındaki duvar resmi. İtalya’nın güneyine çıkarm a yaptı. Yunanlı­
la rın , R om alılar’ın bilmediği iki savaş yönte­
la nöbet tuttuğuna ilişkin öykü bu döneme mi vardı. Bunlardan biri phalanks denen, ağır
aittir. E trüskler’in R om a’dan ve Latium böl­ zırhlı piyadelerin omuz omza sekiz sıra halin­
gesinden İÖ 470 dolaylarında ayrıldığı sanıl­ de dizilerek saldırıya geçmeleriydi. Ellerinde
m aktadır. kalkanları ve mızraklarıyla karşılarındaki gev­
G iderek cumhuriyetçi bir devlet yapısının şek örgütlenmiş askerleri kolayca yıldırabili­
oluştuğu R om a’da yönetim patriciler’in, yani yorlardı. Ö bür yöntem ise, savaş alanına fille­
soyluların elindeydi. Senatoya (R om a Parla­ rin sokulmasıydı. Böylesine beklenm edik bir
m entosu) yalnızca onlar seçilebilirdi. H er yıl olayla karşılaşan askerler ne yapacaklarını şa­
bu senatörlerin arasından iki konsül seçilir, şırıyordu. D aha sonra ünlü K artaca kom utanı
konsüller barış dönem inde yasa önerisinde H annibal de savaşta fillerden yararlanm ış­
bulunur, senato toplantılarını yönetir, savaş tı. Pyrrhos Rom alılar’a karşı iki zafer kazan­
dönem inde ise ordulara kom uta ederlerdi. dı. A m a öyle çok kayıp verdi ki, “Pyrrhos
E trüskler eski güçlerini yitirmeye başlayın­ zaferi” deyimi, pahalıya mal olmuş bir zafe­
ca soylulara karşı plebler’in (halk kesimi) rin yenilgiyle eşdeğer olduğu anlamında, bir­
yanında yer almaya başladılar. Patriciler ile çok dile yerleşti. Pyrrhos’un üçüncü saldırı­
plebler arasında yüzyıllarca sürecek bir m üca­ sı ise yenilgi ile sonuçlandı ve İtalya’yı
dele başladı. Toprakların tüm ü soylulara aitti. terk etm ek zorunda kaldı. Rom a artık İtalya’
Halkın kendi hesabına çalışarak yaşamını nın neredeyse tüm ünü denetim i altına al­
kazanm a olanağı yoktu. İÖ 493’te plebler mıştı.
262 ROMA İMPARATORLUĞU

Ispanya'da, Segovia'da
İS 1.-2. yüzyıllardan
kalma sukemeri
Romalılar'ın
m ühendislikteki
ustalıklarının
göstergesidir.

Michael Holford

İÖ 3. yüzyılın ortalarında K artaca ile Rom a Roma Ordusu


arasında çatışma başladı. Hızla güçlenen bu R om a artık Akdeniz çevresindeki ülkelerin
iki devlet için Akdeniz ticaretini ele geçirmek hepsinden üstün olma yolundaydı. Başarısını
çok önemliydi. İÖ 264’te Rom a ile Kartaca büyük ölçüde ordusuna borçluydu. Kurulu­
arasında, tarihte Kartaca Savaşları olarak şundan İS 3. yüzyıla kadar Rom a ordusunun
anılan bir dizi savaşın ilki başladı. Bu savaş belkemiğini lejyonlar (alaylar) oluşturdu. Bir
241’de sona erdi. Barış ilan edildiğinde Karta- lejyon 4.000-6.000 askerden oluşuyordu. L ej­
calılar Sicilya’yı R om a’ya verm ek ve savaş yonun onda birine kohort (tabur) deniyordu.
zararlarını ödem ek zorunda kaldı. 23 yıl süren Eyalet ya da vali yardımcılarına eşdeğerde
gergin bir barış dönem inden sonra K artaca olan kom utanları legatus sanma sahipti. K o­
Savaşlan’mn İkincisi ve en büyüğü, Kartacalı m utanın em rindeki subaylara tribunus, ast­
kom utan H annibal’in İspanya’dan yürüyüşe subaydan aşağı rütbedekilere ise centurion
geçmesiyle başladı. Hannibal ordusu ile Rhö- denirdi. Lejyon, Rom a yurttaşı olan seçkin
ne Irm ağı’nı ve A lpler’i aştı; önünde ne varsa askerlerden oluşuyordu. Y edeklerden, yani
ezip geçerek İtalya’ya girdi. C annae’de büyük orduda hizmet gören yabancılardan her za­
bir zafer kazandı. Am a bundan sonra Rom alı­ man daha fazla ücret alırlardı.
lar başarılı savaş taktikleriyle K artaca ordusu­ Lejyon askerleri zırhlı piyadelerdi. Disip­
nu yıprattılar. Hannibal İÖ 203’te İtalya’yı linli ve iyi eğitilmiş olan Rom a piyadeleri tüm
terk ederek K artaca’ya geri döndü. Bundan ülkelerin korkulu rüyasıydı. H er birinin iki
bir yıl sonra da Zam a Savaşı’nda Romalı ciriti (pila) ve bir kısa kılıcı (gladius) olurdu.
kom utan Scipio A fricanus’a yenildi (bak. Piyadeler yedeklerle desteklenir, genellikle
H a n n ib a l ) . 500’er kişilik birimler halinde örgütlenirlerdi.
K artaca ile Rom a arasındaki barış 50 yıl Seferberlik durum unda orduya bazı uzm an­
sürdü. Kartaca eski zenginliğini ve önemini lar da katılırdı. Bunlardan biri kamp kom uta­
yeniden kazanm aya başladı. Bundan tedirgin nıydı. Ordu konakladığı zaman konaklanan
olan Rom alılar K artaca’ya saldırdı. III. K ar­ yerin çevresine hendek kazmadan ve gerekli
taca Savaşı ile (İÖ 146) K artaca Devleti güvenlik önlem lerini alm adan geceyi geçir­
tarihten silindi. mezlerdi. A skerlerin her birinin, kamp kurar­
ROMA İMPARATORLUĞU 263

ken ve bir sonraki gün kampı toplarken alırdı. Savaş sırasında ağır bir saldın altında
yüküm lü oldukları görevler vardı. kalırlarsa bir araya gelerek bir blok oluşturur­
Quaestor ordunun para işlerinden sorum ­ lardı. Lejyonun simgesi tunç ya da gümüşten
luydu. M ühendisler, usta ve zanaatkârlar da yapılan kartaldı. K anatlan iki yana açık olur­
orduya eşlik ederdi. Kuşatm a eylem inden ve du. Rom alılar için kartalın düşmanın eline
oldukça ilkel olan topların kullanılışından ve geçmesi onur kinci bir olaydı.
bakım ından onlar sorumluydu. M ancınık ve R om a’mn yükseliş dönem inde ordu yenil­
arbaletlerden oluşan “toplar” , genellikle sal­ mezliği ile ün salmıştı. Bunun üç tem el nedeni
dırılarda ağır taş gülleleri ya da kayalan vardı: Birincisi disiplin, İkincisi sıkı ve yetkin
fırlatmak için kullanılırdı. M ühendisler kuşat­ bir eğitim, üçüncüsü ise askerlik konusunda
m alarda kolayca kurulabilen, hareketli kule­ yenilikleri hem en benimsemeleriydi.
lerin yapımını denetlerdi. A skerler bunlarla
düşman kalesinin içini görme olanağı elde Cumhuriyetten İmparatorluğa
ettikleri için, taş ve oklarını yağdırm akta İÖ 3. yüzyılın sonlanna doğru, Yunan uygar­
güçlük çekmezlerdi. lığı R om a’da yayılmaya başladı. Rom alılar bu
Rom a askerlerinin başarısında yiğitlikleri­ uygarlığa büyük bir saygı ve hayranlık duyu­
nin yanı sıra dirençlerinin de büyük payı yordu. Bu nedenle, M akedonya Kralı V.
vardı. Çok güçlü ve sağlıklı olan askerler, Philippos (İÖ 238-179) Yunan kentlerini ve
silahlarından başka, iki hafta yetecek kadar A nadolu’yu tehdit edip de, bu kentler R om a’
yiyeceği ve kam p kurm ak için gerekli araç dan yardım isteyince, bu isteğe olumlu yanıt
gereci yanlarında taşımak zorundaydı. veren Rom alılar, M akedonyalılar’la dört yıl
A skerler, savaş hattına girdikleri zaman çarpıştılar. Sonuçta Doğu Akdeniz R om a’nın
ayrı, kol halinde yürüdükleri zaman ayrı adlar denetim ine girdi; İÖ 146’da M akedonya ve
Yunanistan da birer Rom a eyaleti oldu.
Michael Holford Böylece tüm Akdeniz R om a’nm egemenliği
altına girdi.
Bu zaferler sonucu R om a güçlendi ve
zenginleşti. Mal ve köle ticareti gelişti. Sena­
törler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olm a­
nın yollannı ararken, bazı eyalet yöneticileri­
nin de vergi toplarken zora başvurm alan
halkın tepkisini çekiyordu. Kişisel hırslar ve
açgözlülük, cum huriyetin ilk yıllanndaki yurt­
severliğin ve özverinin yerine geçmişti.
İÖ 2. yüzyılın sonlanna doğru yönetici
sınıfın davranışlannı eleştiren Tiberius ve
Gaius Gracchus adlarında iki kardeş, halkın
daha fazla hak sahibi olması için m ücadele
etmeye başladılar. İÖ 133’te soylulann el
koyduğu kam u topraklannı yoksul halka d a­
ğıtmak için bir yasa tasarısı hazırladılar.
Rom alılar’ı uyandırm ak için canlan pahasına
mücadele eden bu kardeşlerin ikisi de acıma­
sızca öldürüldü. A m a çabaları boşuna olm a­
mış, Rom alılar’da, haksızlıkların ortadan
kalkması için siyasal bir reform gerektiği
inancı yerleşmişti.
Bu sıralarda Rom a ordusunda köklü bir
değişiklik oldu. Ücretli askerler yurttaş asker­
2. yüzyıldan kalma bir Romalı asker heykeli. lerin yerini almaya başladı. Y urttaş askerler
264 ROMA İMPARATORLUĞU

tümüyle ülkelerine bağlı olduklan halde, yeni Romalı general Pom peius’a yenildi (bak.
profesyonel askerler, kom utanlan her kim ise Sulla doğuda M ithridates’le sava­
Po m p eiu s ) .
ona bağlanıyordu. Bu durum R om a’nm şırken, Marius R om a’da yönetime el koydu.
siyasal yaşamını büyük ölçüde etkiledi. O ta­ Sulla seferden döndüğünde Marius ölmüştü,
rihten sonra, başarılı generaller ordularının am a Sulla öcünü M arius’un yandaşlarından ve
desteğiyle üstün bir güç ve yetki sahibi olm a­ halktan aldı. Sonsuz yetkilerle İÖ 82’de ken­
ya başladı. dini diktatör seçtirdi.
Gaius M arius’un askerlerin desteğiyle nasıl Sulla’dan sonra R om a’da yasadışı olaylar
yükseldiği buna örnektir. Doğuştan pleb olan ve siyasetçilerin entrikaları hız kazandı. İÖ
M arius, kendine sadık ordusunun desteğiyle 73’te Spartaküs adında bir gladyatör köleler­
konsül olmuştu. İlk kez İÖ 105’te Kuzey den oluşturduğu ordusuyla R om a’ya başkal­
A frika’da Num idya’nın kralı olan Iugurtha’yı dırdı (bak. G l a d y a t ö r ; Sp a r t a k ü s ) . Çok sayı­
yenerek ünlenen M arius, daha sonra İtalya’ da Rom a lejyonunu yenilgiye uğrattıktan
mn kuzeyini tehdit eden G erm en kabilelerini sonra İÖ 71’de yenildi ve öldürüldü.
İÖ 1. yüzyılın ortalan Jül Sezar ile Pom pei­
C. M. Dixon
us arasındaki rekabetle geçti. H er ikisi de
yetenekli ve değerli önderlerdi. Bir süre,
zengin bir soylu olan Marcus Crassus’u da
aralanna alarak triumvirlik denen üçlü yöne­
tim denem esinde bulundular. (Sonraki üçlü
yönetim lerden ayırmak için, Sezar’m da için­
de bulunduğu üçlü, Birinci Triumvirlik olarak
adlandınlır.) Crassus, İÖ 53’te öldükten son­
ra Pom peius, Sezar’m G alya’daki askeri başa-
nlarını eskisinden daha fazla kıskanmaya
başladı (bak. G a l y a ; J ü l Se z a r ). Sezar’m geri
çağnlması için hüküm eti etkiledi. Sezar, bu
buyruğa uyarak geri dönecek olursa, ordusu­
nu terk etm ek zorunda kalacağının bilincin­
deydi. Bu yüzden İÖ 49’da ordusunun başın­
da yola çıktı. Kendi bölgesi olan Gallia
Cisalpina ile geri kalan İtalyan toprakları
arasında sınır oluşturan Rubicon Irm ağı’m
Afrika'da avlanmayı gösteren 2. yüzyılda yapılmış geçtikten sonra, dönüşü olmayan bir noktaya
bir Roma mozaiği.
geldi. R om a’da güçlü bir destek sağlayamaya­
cağını anlayan Pom peius Y unanistan’a kaçtı.
de üst üste iki kez yenmeyi başarmıştı. B un­ Gücünü kanıtlam ak için savaşmayı sürdü­
dan sonra patricilerin generali Sulla ile güçle­ ren Sezar İÖ 45’te R om a’ya döndü ve öm ür
rini birleştirerek, Rom a ile savaşan komşu boyu başkanlığa seçildi. Ne var ki, bazı sena­
halkları yenilgiye uğrattı. Sulla, Y unanistan’ı törler R om a’nm özgürlüğü açısından Sezar’ın
ve doğuyu tehdit eden M ithridates’le savaş­ planlarını sakıncalı buluyordu. Sezar çok geç­
mak için R om a’dan ayrıldı. m eden, bir senato toplantısından sonra han­
“M ithras” Güneş tanrısının adıydı. Mithri- çerlenerek öldürüldü (İÖ 44).
dates ise “G üneş tanrısının soyundan” anla­ Bundan sonra iktidar Marcus A ntonius’a
mına geliyordu. Karadeniz’in doğusunda bir geçti (bak. A n t o n iu s , M ar c u s ) . Ne var ki, Se­
krallık olan Pontos tahtına geçen VI. Mithri- zar’m evlat edinmiş olduğu genç Octavius R o­
dates, kanlı bir egemenlik kurarak dünyaya m a’ya dönünce, aralarında çatışma çıktı. O c­
korku salmış, annesini hapse attırdıktan baş­ tavius senato tarafından konsüllüğe getirildi.
ka, kardeşini de öldürtm üştü. Üç ayrı zam an­ Gaius Julius Caesar Octavianus adıyla, Sezar’
da R om a’ya savaş açan M ithridates, sonunda m evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir sü­
ROMA İMPARATORLUĞU 265

re sonra Octavianus ve A ntonius uzlaşmaya yıl R om a’yı yönetti. İÖ 27’de kendisine, “yü­
vararak, Sezar’ın süvari kom utanı Marcus Le- ce” anlamında Augustus sanı verilmişti; ama o
pidus’un da katılmasıyla İkinci Trium virlik’i “ş e f’ demek olan Princeps'i yeğledi. Çok bü­
kurdular. Sezar’a kom plo kurarak öldüren yük bir güce sahip olmasına karşın, R om a’nın
Brutus ve Gaius Longinus Cassius’a karşı sa­ eskiden olduğu gibi cumhuriyetle yönetildiği
vaş açarak, onları İÖ 42’de M akedonya’da izlenimini yaratm aya büyük özen gösterdi. O
yendiler. Bundan sonra doğuya giden A ntoni­ dönem de krallar m utlak egemenliğe sahipti.
us, orada karşılaştığı Mısır Kraliçesi Kleopat- Rom alılar böyle bir yönetim istemiyordu.
ra ’ya âşık oldu ve arkasından M ısır’a gitti Augustus yönetiminde Rom a en parlak dö­
nemini yaşadı. Ticaret çok büyük bir gelişme
gösterdi. Rom a yasaları im paratorluğun her
yerinde uygulanmaktaydı. Güçlü hüküm et,
lejyonlarca da destekleniyordu. İm paratorlu­
ğun egemen olduğu bölgelerdeki yerli halkla­
rın haklarına saygı gösteriliyordu. Yüzyıllar­
dan beri sürm ekte olan çekişme ve kargaşanın
sona ermesi Augustus’un başarısıydı. H alk,
yasaların güvencesi altında olmanın huzuru
içindeydi (bak. A u g u s t u s C a e s a r ) .

Yurttaşlık ve Yasalar
Rom a İm paratorluğu dönem inde Rom a yurt­
taşlarının pek çok ayrıcalığı vardı. Başlangıçta
yurttaşlık R om a’ya hizmeti geçmiş kimselere
verilirdi; daha sonra yurttaşlık hakkı yaygın­
laştırıldı. Rom a yasaları sonraki yüzyıllarda
da pek çok ülkede etkisini sürdürdü. G ünü­
müzde birçok A vrupa ülkesinin yasalarının
tem elinde R om a yasaları vardır. Bu yasalar
Rom a im paratorlarınca büyük bir titizlikle
uygulanmıştır. Bunların çoğu, kralların hem
yönetici, hem de yargıç olduğu ve yasalann
yazılı olmayıp gelenek ve ahlak kurallarına
göre belirlendiği çok eski zam anlardan beri
gelişerek yetkinleşmiştir. İÖ 5. yüzyılın orta­
larında R om a’da tem el yasalar yazılmış bulu­
nuyordu. H erkesin bu yasaların ne olduğunu
bilerek, uyma zorunluluğu vardı.
M ısır'daki Romalılar'ın vücutları mum yalanırken, Bu yasalara göre ailede baba öteki bireyle­
tahtanın üzerine renkli mum dan yapılan portreleri
yüzlerini örterdi.
rin üzerinde tartışmasız bir otoriteye sahipti.
Z am an içinde bazı yasalar değiştirilerek geliş­
(bak. K l e o p a t r a ) . O ctavianus’la yeniden ara­ tirildi. İS 6. yüzyılda Bizans İm paratoru
sı açıldı. İÖ 31’de Y unanistan’ın batı kı­ I. Jüstinyen hukukçuları ve bilginleri toplaya­
yılarındaki A ktium Savaşı’nda Octavianus, rak, dağınık bir biçimdeki yasaları incelem e­
A ntonius’un donanmasını dağıttı ve R om a’ lerini, derlem elerini ve kamuya açıklam aları­
nın rakipsiz önderi olarak yönetimi ele ge­ nı istedi. Corpus Iuris Civilis (“M edeni H u­
çirdi. kuk Yasaları”) olarak bilinen bu yasa derle­
mesi, Rom a yasalarının daha sonraki yüzyılla­
Roma İmparatorları ra kalmasını sağladı.
Octavianus İS 14’te ölünceye kadar, tam 45 R om a yasalarının zamanın sınavından ba-
266 ROMA İMPARATORLUĞU

şanyla geçmiş olması bizleri şaşırtmamalı. na kattılar. Caligula’nm ve Claudius’un dö­


Çünkü Rom alılar düzenlem e, örgütlem e ve nem lerinde eyalet yöneticilerinin yetkin ve
yönetm ekte olduğu kadar, sorunlara çözüm güçlü olmaları sayesinde im paratorluk geliş­
bulm akta da çok başarılıydılar. Bu bakım dan mesini sürdürdü (bak. CLAUDİUS). İS 54’te Ag-
sanatsal duyarlıkları ağır basan Y unanlılar’ rippina Claudius’u zehirledi, böylece oğlu Ne-
dan üstündüler. Rom alılar, uluslararası ilişki­ ron tahta geçti. İlk beş yıl sorunsuz geçti; ne
lere belirli ölçütler getiren kurallar da geliştir­ var ki, sonraki yıllarda benzeri görülmemiş
mişlerdi. bir dehşet yaşandı. N eron annesini ve karısını
öldürttükten başka, zamanın önde gelen yö-
Augustus'tan Sonra İmparatorluğun netcilerini de birer birer ortadan kaldırttı.
Durumu Neron atletizm, tiyatro ve şiir yarışmaları
Augustus ölmeden önce im paratorluğa üvey da düzenletti. Hüküm darlığının 10. yılında
oğlu Tiberius’u seçmişti. İS 14’te başa geçen R om a’da büyük bir yangın çıktı. N eron bun­
Tiberius, yayılmacı bir siyasetten yana değil­ dan ilk Hıristiyanlar’ı sorumlu tuttu ve onlara
di. D aha yönetim deyken, Tiberius’tan sonra eziyet etti. Kentin yeniden yapılması için bü­
kimin başa geçeceğine ilişkin tartışm a ve kav­ yük paralar harcadı (bak. N e r o n ) .
galar başlamıştı. A ugustus’un kurmuş olduğu R om a İm paratorluğu’nun tarihine bakacak
güçlü yönetim ağı bir süre ülkenin gerilemesi­ olursak çöküşün N eron zamanında başlamış
ni önledi. Tiberius’tan sonra Caligula 25 ya­ olduğunu görürüz. Vergi yükü altında ezilen
şında im parator oldu. Babası Germ anicus as­ insanlar sıkı ve düzenli çalışamaz olmuştu.
ker olduğu için, çocukluğu askerler arasında O rdu siyasete karışıyor, hüküm et ordunun is­
geçmişti. Halk babasını sevdiği gibi, onu da tem lerine çoğu zaman boyun eğiyordu. Ne-
benimsedi. Caligula başa geçtiği ilk aylarda ro n ’un savurganlığı im paratorluğun birçok
iyi bir yönetici izlenimi veriyordu. A m a sekiz yerinde ayaklanm alara yol açmıştı. Sonunda
ay sonra hastalandı, belki de bu hastalığın e t­ orduyu da karşısında bulan N eron intihar etti.
kisiyle, daha sonraki yıllarda dengesiz davra­ Çok geçmeden lejyonlar arasında kıran kı­
nışlarda bulundu. R om a’nm en tanınmış aile­ rana bir iç savaş başladı. Bu kargaşanın so­
lerini yok etti. Cum huriyet döneminin törele­ nunda Vespasianus adında bir general Flavius
rine karşı duyduğu tepkiyi göstermek için sev­ hanedanını kurdu. Ağır vergilerle ülkenin
diği atını önce rahip, sonra da konsül ilan etti. mali durum unu düzeltti. İS 69-79 arasında hü­
Bir gladyatör gibi dövüştü, akrabalarının ço­ küm süren Vespasianus ve ondan sonra gelen
ğunu öldürdü. Acımasızlığı dillere destan ol­ Titus ve Dom itianus adlı im paratorlar büyük
du. D ört yıl süren kanlı bir saltanattan sonra ölçüde ordunun gücüne dayandılar. Askeri
korum a görevlilerinden biri tarafından öldü­ düzenlem elerle sınırları koruyabildiler. İS
rüldü (bak. C a l i g u l a ) . 79’da, Titus dönem inde patlayan Vezüv Ya­
Caligula’nm ardından, İS 41-54 arasında nardağı bir R om a kenti olan Pom pei’yi lavlar
hüküm süren Claudius yetkin bir yöneticiydi. ve küller altında bıraktı. Bu olaydan yüzlerce
R om a yurttaşlığını genişleterek yabancı top­ yıl sonra arkeologlar her şeyi, patlam a anında
luluklara da yurttaşlık hakkı tanıdı. Özgürlü­ oldukları gibi buldular. Böylece İS 1. yüzyılda
ğünü kazanmış Yunanlı köleleri önemli devlet bir Rom a kentinde nasıl yaşandığına ilişkin
görevlerine getirdi. Bu onların güçlenmesine pek çok şey öğrenildi.
yol açtı. Üçüncü karısı Valeria M essalina en­ Dom itianus 81’de im parator oldu. İm para­
trikaları ve yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. torluğunun son üç yılında Rom alılar insanlık­
İS 48’de idam edildi. Claudius’un dördüncü la bağdaşmayan korkunç bir terör yaşadılar.
karısı olan Agrippina* önceki kocasından olan Dom itianus 96’da öldürüldü. O ndan sonra
oğlu N eron’u evlat edinmesi için Claudius’a tahta geçen Nerva yalnız iki yıl yaşadı. Traia-
baskı yaptı. Oysa Clauidus’un Britannicus nus ve yeğeni H adrianus düzeni yeniden kur­
adında bir oğlu vardı. İS 43’te Romalılar Clau­ m ak için çok çaba gösterdiler. İS 98’de başa
dius’un kom utasında İngiltere’yi işgal ede­ geçen Traianus im paratorluğun sınırlarını ge­
rek, adanın doğusunu Rom a İm paratorluğu’ nişletti. Akıllı ve ölçülü yönetimi, halkın yeni-
ROMA İMPARATORLUĞU 267

dönemin sona erm ekte olduğunu gösteriyor­


du. Marcus Aurelius im paratorluğun doğu sı­
nırını güvence altına aldıktan sonra kuzeydeki
barbar kabileleri de bir dizi savaşla eski yerle­
rine sürdü. D eprem ler ve su baskınları R om a’
nın büyük bir bölüm ünün yıkılmasına, tahıl
depolarının zarar görmesine yol açtı. Bu da
kenti kıtlığa sürükledi. D oğudan gelen veba
da hızla yayıldı. Tüm bunlara karşın, M arcus
Aurelius vergileri olabildiğince azaltarak ve
m ahkem elerin iyi işlemesini sağlayarak so­
rum lu bir yönetici olduğunu gösterdi. İm para­
torluğun gücünü tehdit ettiğini düşündüğü Hı-
ristiyanlar’a karşı baskıcı bir siyaset izledi.
M arcus A urelius Ta eis Eauton ( “Kendime
D üşünceler”) adlı kitabında bilgelik, doğru­
luk, direnç ve ölçülülük olarak belirlediği dört
Michael Holford
tem el erdem den söz eder.
İtalya'da, Herculaneum 'da kazılar sonucu ortaya İS 180’de M arcus A urelius’un ölüm ünden
çıkarılmış bir yiyecek dükkânı. Volkanik lavların her sonra im paratorluk 100 yıl boyunca “b arb ar”
şeyin olduğu gibi kalmasını sağladığı bu dükkânda denen kavimlerin saldırısı altında kaldı. B ar­
yiyecekler ön tarafta kavanozlarda saklanır,
yem ekler arkadaki ocakta pişirilirdi. bar sözcüğü, Eski Yunanlılar tarafından, R o ­
m alılar da içinde olmak üzere, kendilerinden
olmayan herkes için kullanılırdı. Eski Y unan­
den devlete güven duymasını sağladı. H adria­ lılar tüm yabancıların yabanıl ve uygarlıktan
nus, ülkeye çoktan özlenen barış ve bolluğu yoksun olduğuna inanırlardı. Rom alılar ise,
geri getirm ekte başarılı oldu. 117’de im para­ aynı sözcüğü Rom a topraklarına saldıran
tor olan H adrianus, R om a topraklarını baştan G ot, Vandal, Frank ve G erm en kavimleri için
başa denetleyerek, zayıf gördüğü yerleri sur­ kullandılar. R om a İm paratorluğu denetlen­
larla güçlendirdi. 122’de İngiltere’ye kadar mesi çok zor olan bir büyüklükteydi. En gör­
gitti. A danın kuzeydoğusunda İskoç saldırıla­ kemli çağında, kuzeyde İngiltere’den güney­
rına karşı kendi adıyla anılan bir duvar yaptır­ de A frika çöllerine, batıda Atlas Okyanusu’n-
dı (bak. H a d r ia n u s D u v a r i ) . O nun başarısı dan doğuda M ezopotam ya sınırlarına dayanı­
sayesinde bir sonraki im parator A ntoninus yordu. Bugün hâlâ izlerine rastlanan Rom a
Pius sanatsal etkinliklere zaman ayırabildi. yollan, insanlann güvenlik içinde im parator­
138-161 arasında Pius yönetimi sırasında im­ luğun bir ucundan öbürüne gidip gelmelerini
paratorluk çok gelişti. sağlardı.
M arcus A urelius’un öğrenm eye hevesli ze­ İm paratorluk sınırlarının böylesine genişle­
ki ve akıllı bir genç olması A ntoninus Pius’un mesi R om a’nın eyaletler üzerindeki doğrudan
ilgisini çekti. Lucius Com m odus adlı bir başka yönetimini giderek zorlaştırdı. Kölelik yay­
gençle birlikte onu evlat edindi. Am acı tahtını gınlığını sürdürürken, halk da yoksulluk için­
bu gençlere bırakm aktı. İS 161’de ikisi birden deydi. İm paratorluğun başlıca sorunlanndan
tahta geçti. Lucius İS 169’da öldü ve Marcus biri, sınırlarını korum ak için büyük bir ordu
tahtta tek başına kaldı. besleme zorunluluğuydu. Marcus A urelius’un
yerini alan oğlu Com m odus dönem inde (180-
İmparatorluğun Çökmesi 192) im paratorluk iç çekişmelerle sarsıldı.
N erva ile başlayan ve M arcus A urelius’a ka­ Com m odus’tan sonra cumhuriyet kurum lan
dar süren dönem , R om a tarihinin varlık ve yıkılmaya başladı. İm paratorlar yetkilerini
barış içinde yaşadığı yıllar oldu. A m a im para­ genişletti. İS 193’te Septimius Severus im pa­
torluğun bazı yörelerinde çıkan isyanlar bu rator oldu. 235’e kadar süren Severus haneda-
268 ROMA İMPARATORLUĞU

m dönem inde R om a’nm mali ve askeri gücü paratoru oldu. Konstantinopolis doğu im pa­
sarsıldı. Severus hanedanından gelen im para­ ratorluğunun, Milano ise batının başkentiydi.
torların hiçbiri eceliyle ölmedi. Bu dönem de­ I. Valentinianus batıda, kardeşi Valens doğu­
ki en önemli gelişme Hıristiyanlık’m daha öz­ da hüküm sürmeye başladı. Doğu Rom a İm ­
gür bir ortam bularak yaygınlaşmasıydı. Seve­ paratoru Valens 378’de G otlar’a yenik düştü.
rus hanedanından sonra barbar kavimlerin İm parator öldürüldü, ordusunun üçte ikisi
yeniden saldırısına uğrayan Rom a, Tuna eya­ yok oldu. Savaşın sonunda, yüzyıllardan beri
letleri gibi bölgelerde onlann egemenliğini ta­ dünyayı egemenliği altında tutm uş olan Rom a
nımak zorunda kaldı. Bu sırada doğudan da lejyonları tarihten silindi. İS 410’da A larik’in
Sasaniler saldırıyordu. B arbar akınlan ve iç öncülüğündeki Vizigotlar R om a’yı ele geçirip
savaşlar kentlerin yıkımına, yolların bozulm a­ yağmaladıktan sonra güneye inerek bereket­
sına yol açtı. li ovaları talan ettiler. R om a’nm Galyalılar
3. yüzyılın sonuna doğru im paratorluğu yö­ tarafından alındıktan 800 yıl sonra düşüşü,
netm ek öylesine güçleşmişti ki, İm parator Di- kentin tarihinde bir dönemin kapanması de­
ocletianus İS 286’da R om a İm paratorluğu’ mekti.
nun geniş topraklarını dört yönetim bölgesine Aynı yıllarda Vandallar İspanya’ya saldırır­
ayırdı. O rduyu yeniden düzenleyerek eski di­ ken, H unlar da O rta A vrupa’ya akın ediyor­
siplini kurdu. Yeni vergilerle mali durumu du. Ö nderleri A ttila 451’de G alya’da yenilgi­
düzeltmeye çalıştı. Sasaniler’i geriletmeyi ba­ ye uğradıysa da bir sonraki yıl toparlanarak
şararak im paratorluğun sınırlarım Dicle Irma- Kuzey İtalya’nın birçok kentini ele geçirdi ve
ğı’na kadar götürdü. Hıristiyanlar üzerindeki R om a’ya yöneldi. Papanın ricası üzerine
baskıyı artırdı. M ilano’yu batı im paratorluğu­ R om a’ya girm ekten vazgeçti (bak. A t t İl a ).
nun başkenti yaptı; böylece R om a eski öne­ Batı R om a İm paratorluğu artık iyice sallantı­
mini yitirdi. Diocletianus yetenekli bir yöneti­ daydı. İS 476’da İm parator Romulus Augus-
ciydi ve im paratorluğun yeniden güç kazan­ tulus, G erm en Kralı O doaker’e yenildi. Odo-
masını sağladı. aker İtalya kralı oldu ve böylece Batı Rom a
Diocletianus’un ölüm ünden sonra yönetimi İm paratorluğu tarihe karıştı.
ele geçirmek için yeniden çatışm alar baş gös­ R om a İm paratorluğu geleneğini sürdürm ek
terdi. Diocletianus’un oğlu I. Constantinus Doğu Rom a İm paratorluğu’na kalmıştı. Ne
(280-337) bu m ücadeleden zaferle çıkarak im­ var ki, Doğu R om a İm paratorluğu G üneydo­
paratorluğun iki kanadını birleştirdi ve tek ğu A vrupa’da Yunan kültürünün çok güçlü
başına yönetimi ele aldı. İS 330’da Yunanlı­ olduğu bir bölgede kurulm uştu, üstelik ege­
la rın A vrupa ile A sya’nın kavuştuğu noktada menliği altında bulunan halklar Asyalı idi.
kurduğu Bizans’a kendi adını vererek R om a’ Zam an içinde Rom a gelenekleriyle Asya ve
nin başkenti olduğunu ilan etti. Bundan son­ Y unan gelenekleri birbirinden etkilendi. İS 6.
ra ünlü Bizans kenti, 1453’te Türkler tarafın­ yüzyılın ilk yansında İmparator I. Jüstinyen’
dan fethedilinceye kadar Konstantinopolis in generallerinden Belisarios Kuzey A frika’
(Constantinus’un kenti) olarak anıldı (bak. yı, İtalya’yı ve İspanya’nın bir bölümünü bar­
C o n s t a n t in u s I; İ s t a n b u l ) . bar kavim lerden geri almayı başardı. A m a bir
C onstantinus’un hüküm darlığının en önem ­ süre sonra İtalya, G erm en kavimlerinden
li olayı Hıristiyanlık’ı kabul edişidir. 300 yıldan L om bardlar’m eline geçti.
beri sürekli baskı ve zulüm altında olmasına Bizans İm paratorluğu olarak da bilinen
karşın, Hıristiyanlık giderek daha çok yandaş Doğu Rom a İm paratorluğu 10. yüzyılda en
kazanm aktaydı. Çoktanrılı dinler eski etkile­ parlak dönemini yaşadı (bak. B iz a n s İ m p a r a ­
rini günden güne yitiriyordu. C onstantinus’un t o r l u ğ u ).
Hıristiyan olması H ıristiyanların üzerindeki Batıda, 800 yılı N oel’inde, papanın Frank
baskıların kalkmasını sağladı. Kralı Şarlm an’a im paratorluk tacı giydirme­
Constantinus’tan sonra im paratorluk hızla siyle yeni bir im paratorluk kuruldu. D aha
çözülmeye başladı. İS 364’te ikiye ayrıldı. H er sonra Kutsal Rom a-G erm en İm paratorluğu
iki kesimin de önem açısından eşit birer im­ adını alan bu devletin eski Rom a İm parator­
ROMA İMPARATORLUĞU 269

luğu ile ilişkisi yoktu (bak. KUTSAL Roma- dı. T epeler, kuzeyden gelecek saldınlan gö­
GERMEN İMPARATORLUĞU; ŞARLMAN). zetlem ekte yararlı olurdu. Tepenin eteklerin­
Çok uzun bir süre boyunca, papalarla im­ de zengin R om alılar’ın evleri bulunuyordu.
paratorlar arasında kimin daha üstün olduğu A ventinus’ta ise R om a’nın yoksul halkı ya­
konusundaki rekabet çatışma ve savaşlara yol şıyordu. Bunlar dört beş katlı yıkık ve karan­
açtı. Reform cu Papa VII. G regorius ile K ut­ lık evlere sığınmışlardı. Tepenin en yüksek
sal Rom a-G erm en İm paratoru IV. Heinrich noktasında tannça D iana (Eski Y unan’da Ar-
arasında baş gösteren şiddetli çatışma sırasın­ temis) için yapılmış bir tapm ak vardı. T epe­
da H einrich’in askerleri R om a’ya girerek nin güneybatı eteklerinde mısır am barlan yer
kenti ele geçirdi (1084). alıyordu.
Papalık 1309-1417 arasında Fransa’da Avig- Tekneyle A ventinus’un kuzeybatısına ya­
non kentine yerleşti. R om a ise bir süre İtal­ naşılacak olursa, R om a’nm hayvan pazan
yan soylularının savaş alanı oldu. 16. yüzyıl­ olan Forum Boarium görülebilirdi. D oklann
dan sonra papalar yeniden R om a’ya yer­ tam üzerinde güzel villalann ve bahçelerin
leşti. bulunduğu Palatium Tepesi herkesin oturm ak
Papalar ve kardinaller R om a’yı sayısız kili­ için özlemini çektiği bir yerdi. Çünkü alçak­
se, saray ve heykelle doldurdular. Eski anıtla­ lardaki aşın sıcağa burada rastlanm ıyordu.
rın ve yapıtların taşlarını bu yeni yapılarda Palatium ’da aynca doğunun bolluk ve bere­
kullandılar. Eski R om a’dan geriye pek az şey ket tannçası Kibele adına bir tapm ak yapıl­
kaldı. R om a 1870’te İtalya Krallığı’nm baş­ mıştı. Aventinus ve Palatium tepeleri arasın­
kenti olunca, bir kez daha değişikliğe uğradı. daki vadide Circus Maximus adıyla, ahşap bir
İyice büyüyerek bugünkü durum una geldi stadyum vardı. Çeşitli gösterilerin yer aldığı
(bak. R o m a ) . yaklaşık 640 m etre uzunluğundaki bu stad­
yum 150 bin kişilikti. İki yanında dükkânlar
Eski Roma Kenti
Michael Holford
R om a, Tiber Irmağı kıyısında “yedi tep e ”
olarak bilinen bir yörede kurulm uştu. Tepele­
rin adları sırasıyla Palatium (bugün Palati-
no), Capitolium , Aventinus, Caelius, Es-
quilinus, Viminalis ve Q uirinalis’ti. Kent A k ­
deniz’den 24 km uzaklıktaydı. T iber’in hızlı
akıntısı gemilerin yanaşmasını engelliyordu,
bu yüzden yer olarak pek elverişli sayılmazdı.
A ynca Tiber boyunca uzanan bataklıklar sağ­
lıksız bir ortam yaratıyordu. Etrüsklü m ühen­
disler bu bataklıkları kurutm aya çalıştılarsa
da başarılı olamadılar.
K ent kurulduktan sonra zaman içinde geliş­
ti. R om a’nın ilk sahiplerinin evleri, çatılan sa­
m andan yapılmış olan küçük kulübelerdi.
Tanrıları için yaptıkları tapm aklar yakınlarda­
ki yanardağlardan kopan kayalardan yontul­
m uştu. Kentin çevresinde dışardan gelecek
saldınlara karşı bir sur vardı.
İÖ 1. yüzyılın başlannda, R om a’da Cum ­
huriyet dönem inin son yıllan yaşanıyordu. Bu
yıllarda T iber’den yukarı doğru tırm anan bir
kimse ilk önce iki tepeyle karşılaşırdı. Bunlar­
da Roma hamamları. Romalılar'ın
dan soldaki Janiculum , sağdaki ise Aventinus ______.T_____ evlerinin içinde özel hamamları
idi. Janiculum ’un tepesinde eski bir kale var­ olurdu.
270 ROMA İMPARATORLUĞU

sunulur, tanrının heykeli kente tepeden ba­


kardı.
Irm ak kıyısında kurulu olmasına karşın
kent halkı içmek için T iber’in suyunu kullan­
mazdı. İçme suyu kanallarla ve toprakaltına
döşenmiş suyollanyla yakındaki pınarlardan
kente ulaştınlırdı (bak. SUKEMERİ). Bunlardan
ilki İÖ 4. yüzyılda yapılmıştı. İÖ 144’te Capi­
tolium Tepesi’ne su götürecek olan A qua
Marcia yapıldı. D aha öncekiler toprağın altın­
dayken, bu kem er toprağın üstündeydi. R o­
m a’nm kanalizasyon şebekesi de çok iyi plan­
lanmıştı. Bu şebekenin bazı bölümleri 20.
yüzyılın başlanna kadar kullanılmıştır.
İm paratorluk dönem inde R om a’nm görü­
nüm ünde çok büyük değişiklikler oldu. İm pa­
ratorlar kendi adlarını taşıyan görkemli bina­
Michael Holford lar yaptırdılar. Rom a Forum u daha sonra Au-
Roma yakınlarındaki T ivoli'de Hadrianus'un villası. gustus, Vespasianus ve Traianus’un yaptırdığı
1.000 metre uzunluğunda bir alanda 126 yılında forum lann yanında çok küçük kaldı. Traianus
yapımına başlanmıştı. Bu, etrafı hendekle çevrili,
ada tip i bir villadır. Forum u’nda yer alan, üzerine im paratorun
yaşamındaki önemli olayların işlendiği yük­
ve sıcaktan bunalanlar için buz gibi içecekler sek, m erm er sütun günümüze kadar gelebil­
satan satıcılar sıralanırdı. miştir.
Vadinin öteki yakasında bulunan Caelius Yıkanm aktan çok hoşlanan Rom alılar bü­
Tepesi evlerle kaplıydı. Buradan Jüpiter Ta- yük ham am lar yaptırmışlardı. Bunların zemi­
pınağı’na (Eski Y unan’da Zeus) giden bir yol ni mozaik işlemeliydi; kubbeleri ise m erm er
ayrılırdı. sütunlarla destekleniyordu. Z afer kazanan
Palatium ve Capitolium tepeleri arasındaki generaller için yapılan zafer takları geniş cad-
düzlükte, m erm er sütunlarıyla ve heykelleriy­ Michael Holford
le Rom a Forum u görünürdü. Forum her za­
man hararetli tartışm aların, kıyasıya pazarlık­
ların yapıldığı bir yerdi. Forum un biraz öte­
sinde, sıradan insanların buluşm a yeri olan
Comitium vardı. Rostrum denen kürsü gibi
yerde ise konuşm alar yapılırdı. Forum un ar­
kasında senatonun toplantı yeri Curia bulunu­
yordu.
Forum a giden başlıca yollardan birinin üze­
rinde iki başlı tanrı Janus’un tapmağı vardı.
Savaş sırasında tapınağın kapılan hep açık
olurdu.
Capitolium Tepesi çift dorukluydu. Kuzey-
dekinde bir kale, güneydekinde ise Tiber İr­
m ağından görülen Jüpiter Tapmağı bulunu­
yordu.
Eski R om a’da bulunan çeşitli tanrılara
adanmış tapm aklar, sunaklar, heykeller ara­
Portekiz'de, C onim briga'da bulunan Roma
sında Jüpiter ayn bir önem e sahipti. Jüpiter ham am larındaki sıcak havayla ısıtma sistemi.
Tapınağı’na savaşlarda elde edilen ganim etler Döşeme bunların üstünde yer alırdı.
ROMA İMPARATORLUĞU 271

deleri süslerdi. Özellikle, 70’te T itus’un K u­ yağmur suyu toplanırdı. Evin öbür odaları at-
düs’ü ele geçirişinin anısına yapılan Titus Takı rium a açılırdı. Girişin tam karşısında yemek
çok görkemliydi. Bugüne ancak kalıntıları ka­ odası bulunur, buradan da bahçeye çıkılırdı.
lan, Palatium Tepesi yakınlarında, Vespasia- Ev yerin altından geçen sıcak havayla ısıtılır,
nus zam anında yapılmış olan çok kemerli, bazı evlerde hamam da olurdu.
görkemli bir yapı olan Colosseum ’da çeşitli Villalara ise m utlaka hamam yapılırdı, çün­
gösteriler düzenlenirdi. Zam an içinde binala­ kü kırsal kesimde genel ham am lar yoktu. Vil­
rın çoğalmasıyla kent Capitolium Tepesi’nin lalar kent evlerine oranla daha büyük olurdu.
batısına, ordunun eğitim alanı olan Campus A trium gene vardı, am a evin asıl m erkezi bir
M artius’a doğru yayıldı. dizi kolonla çevrili olan bahçeydi. Bahçenin
ötesinde odalar bulunurdu.
Romalı Zenginlerin Yaşamı Varlıklı ailelerin oğullan genellikle okula
Eski R om a’nın zengin ve güçlü sınıfı senato gönderilirdi, özel öğretm enlerce eğitilenler de
üyesi olan patriciler ve mülk sahipleriydi. olurdu. Rom a dünyasında Eski Yunan kültü­
Tüm toplum sal ve siyasal güç birkaç soylu ai- rü egemen olduğu için öğretm enler Yunanlı-
Michael Holford lar’dan seçilirdi. Romalı bir oğlan çocuk öğre­
nimine Yunanca okum a yazma öğrenm ekle
başlardı.
Oğlan çocuklann büyüdükleri zaman eya­
letlerde para işleriyle ilgilenmeleri ya da tica­
retle uğraşabilmeleri için iyi m atem atik bil­
m eleri gerekiyordu. İlkokul eğitiminden son­
ra güzel konuşmayı ve yazmayı becerebilmek
için konuşm a sanatı dersleri alırlardı. Bu
Michael Holford

Hercuianeum 'da bir duvar resmi. Anne, kithara


çalmasını öğrenen kızını dinliyor.

lenin elindeydi. İm paratorluk dönem inde se­


nato gücünü büyük ölçüde yitirdiyse de, sena­
törlerin geldiği aileler kamuoyunu yönlendir­
m ede etkilerini sürdürdüler. Patricilerin ço­
ğunun R om a’da evi, kırsal kesimde çiftliği ve
O rta ya da Güney İtalya’da birkaç tane villası
olurdu. Kent evine bir verandadan girilirdi.
Birincil önem e sahip olan oda atrium idi. Evi
ve ocağı koruyan tanrıça V esta için bu odada
bir sunak bulunurdu. Evleri koruyan tanrılar­
dan Lar ve Penate için de ayrılmış yerler var­
dı. L ar’m heykeli evin girişinde durur, eve
uğur getirirdi. Penate ise aile ocağının bere­
ketiydi. Lar’a da, Penate’ye de armağanlar su­
nulur, özel günlerde çiçekler getirilirdi. A tri­
um dikdörtgen biçimindeydi ve tavanında,
gökyüzüne açık bir yer vardı. A trium un çatısı
bu deliğe doğru eğimli olur, taştan bir sarnıca Toga giym iş bir Romalı konsül heykeli
272 ROMA İMPARATORLUĞU

dersler ya R om a’da ya A tina’da ya da Y unan­ ti. Cum huriyet dönem inde konsüller aynı za­
ca konuşulan herhangi bir kentte verilirdi. m anda yargıç oldukları için çok büyük bir yet­
Kızlara ev işleri ve edebiyat dersleri verilir­ kiye sahiptiler.
di. Eğitim kısa sürer, 15’ine gelm eden evlen­ Romalı ailede babanın çocukları üzerinde
dirilirlerdi. Gelin, düğün günü, erkek kardeş­ çok büyük otoritesi vardı. Kadınlara da saygı
leri gibi çocukken giydiği bir tür pelerin olan gösterilirdi. Romalı kadın evinin tüm sorum ­
toga’yı çıkartır, gelinliğini giyerdi. Yüzü kır­ luluğunu yüklenir, sokağa çıktığı zaman ona
mızı bir peçeyle örtülü olurdu. Oyuncak be­ yol verilir ve kibar davranılırdı. Rom alılar ai­
beklerini tanrı L ar’a arm ağan ederdi. Babası­ le yaşamına büyük önem verirdi. Ev tanrıları­
nın evinde evlendikten sonra, törenle kocası­ nın varlığı bunun kanıtıydı.
nın evine götürülürdü. Evin eşiğinden kocası­
nın kucağında atrium a taşınır ve yeni yaşamı Yoksul Halk
başlardı. Rom alı patriciler köleleri sayesinde rahat bir
E rkek çocuklar m or kenarlı togalannı 16 yaşam sürerdi. Plebler de denen Romalı yok­
yaşında çıkarır, yerine herkesinki gibi beyaz sullar ise karanlık izbelerde üst üste yaşarlar­
toga giyerlerdi. Baba oğlunu alarak forum a dı, ne ocakları, ne de evlerine bereket getire­
götürür, onu Rom a yurttaşı olarak kütüğe cek tanrıları vardı. Evde yatar, ama yemekle­
yazdırırdı; böylece delikanlı ilk seferberlikte rini devletin sağladığı aşevlerinde yerlerdi.
askere gitmek için hazır olurdu. Rom alılar Ü nlü Romalı yazarlar hor gördükleri bu in­
oğullarının iyi bir asker olmasından övünç du­ sanlara yapıtlarında pek yer verm ediler. İS 1.
yardı. A skerden dönen bir patricinin oğlu yüzyılda yaşamış olan Decimus Iunius Iuve-
m utlaka siyasete atılırdı. M ülk sahiplerinin nalis, Rom a halkının ekm ekten ve sirke git­
oğullarının da siyaset yaşamına katıldığı olur­ m ekten başka bir şey bilmediğini yazmıştı.
du. Genç bir adam ilk önce kent meclisine Sirkler, halkı oyalayarak ekm ek derdini unut­
seçilir, görevi mısır stoklarının yeterli olup ol­ turm ayı amaçlıyordu. A raba yarışları, yabanıl
madığını saptam ak, halkın eğlence program ­ hayvanlarla boğuşturulan köleler, sonu ölüm ­
larıyla ilgilenmek olurdu. Bunun bir üstünde­ le biten kanlı gladyatör dövüşleri bazen gün­
ki görev m uhasebe işleriyle ilgilenmekti. D a­ lerce sürerdi.
ha sonraki aşama yargıçlıktı. Bundan sonra, R om a halkının yaklaşık yüzde 80’i işsiz ve
şansı açık olan, bir eyalete vali atanabilirdi. yoksuldu. E rkekler orduya katılm aya can
Bir başka olasılık ise konsüllüğe seçilebilmek- atardı. Böylece yaşamlarının bir amacı olur-
Trustees o f the British Museum

Michael Holford

Üstte: Dört atlı bir yarış arabasını gösteren duvar


kabartması. Sağda: 1. ya da 2. yüzyıldan kalma bir
tunç m iğfer. M iğferin ön kısmı maske gibidir.
ROMAN 273

olarak 20. yüzyılın ilk yansında yeni bir


nitelik kazandı. 20. yüzyılın ikinci yansından
sonra ise daha kökten değişimler geçirdi;
“yeni rom an” diye adlandırılan bir roman
anlayışı ortaya çıktı. Başta sinema olmak üze­
re 20. yüzyılın yenilikleri romanı da etkiledi;
anlatım ve kurguda yeni yollar denendi.
Rom an öteki edebiyat türlerine göre olduk­
ça genç sayılır. İngilizce ve İtalyanca’da ro­
man sözcüğüne karşılık olarak kullanılan söz­
cüklerin kaynağı, “yeni” anlam ına gelen “no-
vus” sözcüğüdür. “R om an” sözcüğü ise, ilk
kez ortaçağda uzun öyküleri adlandırm ak için
kullanıldı. Bu uzun öyküler halkın kullandığı
ve “Rom an dili” diye adlandınlan Latince’yle
yazılıyordu. Böylece bu yeni türün adı “ro­
m an” olarak kaldı.
Michael Holford
Rom an niteliği taşıyan yapıtlann varlığı çok
Hercuianeum'da iki pleb ailenin oturduğu eski zam anlardan beri bilinmekle birlikte
bir ahşap ev. romanın bir edebiyat türü olarak yaygınlaş­
ması 12. yüzyılda Fransa’da başlar. Ö te yan­
du. Zengin R om alılar’m köle sahibi olmaları dan İÖ 2000’lerde M ısır’da rom ana benzeyen
iş alanlarının tıkanm asına yol açıyor, plebler öyküler yazıldığı bilinm ektedir. H int, İran,
özgür doğmuş olsalar da iş güç sahibi olamı­ Çin, Japon edebiyatlannda 8. yüzyıldan sonra
yordu. rom an sayılabilecek edebiyat ürünleri görü­
Köleler imparatorluğun işgali altındaki eya­ lür. Eski Yunan edebiyatının son dönem lerin­
letlerden getirilirdi. Villalarda hizmetçi ve uşak, de rom an niteliğinde ilk yapıt ortaya çıktı.
tarlalarda işçi olarak çalıştırılırlardı. Bazen kâh­ Bu, Longos’un yazdığı Daphnis’le Chloe
yalık da yaparlardı. Hiçbir hakkı olmayan köle­ (Daphnis kai Khloe) adlı bir aşk öyküsüydü.
lerin yalnızca görevleri vardı ve efendiler köle­ Rom anı, atalan olan ilk uzun öykülerle
lere diledikleri gibi davranırlardı. karşılaştınrsak daha iyi anlayabiliriz. 12. yüz­
yılda ortaya çıkan ilk örnekler düzyazı değil,
ROMAN, düzyazı biçiminde yazılan ve öykü­ koşuk biçimindeydi. Sekiz heceli dizelerden
ye göre daha uzun olan bir edebiyat türüdür. oluşan bu ilk örneklerin efsane ve fabl ile
Rom anın en yaygın ve kısa tanım larından biri ortak yönleri vardır. Gerçekleşmesi, yaşan­
budur. Rom an, kişi ve olaylar aracılığıyla ması olanaksız olaylan ve serüvenleri anlatır­
geçmişin ve bugünün gerçek yaşamını, az ya lar, bu olaylar ve serüvenler anlatılırken,
da çok karm aşık bir örgü içinde anlatan bir kişilerin yaşadığı dünya ile ilgili fazla aynntıya
edebiyat türü olarak da tanımlanır. Bazı girilmez, kişilerin düşünceleri üzerinde durul­
tanım lam alara göre ise, rom an düş ürünüdür. mazdı. Bunlar tarihsel olayları, özellikle sa­
G erçek yaşama uygun olabileceği gibi uygun vaşları konu alan rom anlardı. A şk öykülerini
olmayabilir de; romancı kafasında kurduğu anlatan rom anlar da vardı. Kişileri hayvanlar­
bir dünyayı yansıtabilir. R om anda serüven; dan oluşan, eğlendirici nitelikteki rom anlar
gelenek, görenek ve kişilik incelemesi; duy­ da yaygındı.
guların ve tutkuların çözümlemeleri vardır. Şövalyelerin başından geçenleri anlatan bir
Bütün bu tanım lar ve nitelem eler çağdaş başka tür rom an da ortaçağda, yaygınlık
rom an için de geçerli olm akla birlikte, daha kazandı. Bir ünlü örnek Sir Thom as M alory’
çok 19. yüzyıl rom anının özelliklerine da­ nin 15. yüzyılda İngiltere’de yazdığı Art-
yanır. hur’un Ö lüm ü'dür (Morte d'A rthur; 1485).
Rom an sürekli değişen bir edebiyat türü Bu öykü dizisi, şövalyelerin ejderhalar, büyü­
274 ROMAN

Birinci tekil kişinin ya da romancının ağzın­


c ü le r , e s ra rlı ş a to la r la d o lu s e r ü v e n le r in i a n l a ­
dan anlatılan rom anlar olduğu gibi roman
tır ; k iş ile rin d ü ş ü n c e le r i k o n u s u n d a b ir b ilgi
v e r m e z {bak. A r t h u r ). kahram anlarını üçüncü kişi olarak anlatanlar
15. yüzyılda halk arasında tanınıp yaygınlık da vardır. R om an, anı ya da m ektup biçimin­
kazanan bir başka düzyazı biçimi de “pika- de yazılabilir. “Bilinç akışı” adı verilen akım­
resk” rom andır. Bu sözcük İspanyolca “kül­ da ise anlatım da noktalam a işaretleri kullanıl­
hanbeyi”, “serüvenci serseri” anlam ındaki maz; insanın kafasından geçenleri, düşüncele­
“picaro”dan gelir. Pikaresk rom anda serü­ ri vermeyi amaçlayan yazar sözcükleri art
venleri anlatılan kişi, şövalye romanlarının arda sıralar.
kahram anlarıyla taban tabana zıttır. Çapkın, Rom anlar konularına göre serüven, polisi­
hileci, ama çoğu kez sevimli olan rom an kişisi ye, aşk, psikolojik çözümlemelere ağırlık
aracılığıyla, okur yaşamın saçma ve çirkin veren, bir dönemin ya da bir çevrenin gelenek
yönünü görür. ve göreneklerini yansıtan töre rom anları ola­
Büyük romancılar bazen şövalye romanı ve rak sınıflandırılabilir. Çağdaş rom an anlayı­
pikaresk rom an biçimlerini değişik amaçlarla şında romanı belli bir anlatım ya da kalıp içine
kullanmışlardır. Buna bir örnek, 17. yüzyılın sokmak söz konusu değildir. Bütün bu türler­
başında İspanyol romancı Miguel de Cervan- den yararlanarak rom an yazan romancılar
tes Saavedra’nın yazdığı D on K iş o ftm (Don vardır.
QÛijote; 1605-15). Don K iş o fta yazar, şöval­ Ayrıca bak. A lman EDEBİYATI; A m e r İkan
ye romanıyla alay eder ve iki ana kişisini pika­ EDEBİYATI; ÇOCUK EDEBİYATI; FRANSIZ EDEBİYATI;
resk kahram anların karşılaştıkları gibi bir dizi İNGİLİZ EDEBİYATI; İSPANYOL EDEBİYATI; RUS EDE­
serüvenin içinde sunar. Don Kişot günümüze BİYATI.
kadar yazılmış en büyük rom anlardan biridir.
17. ve 18. yüzyıllarda A vrupa’daki toplum ­Türk Edebiyatında Roman
sal değişmeler edebiyatı da etkileyince rom an Türk edebiyatında batıdaki anlamıyla rom an
önem kazanmaya başladı. İngiltere’de Daniel ilk kez 19. yüzyılın ikinci yarısında yazılmaya
D efoe ve Samuel Richardson, Fransa’da Ma- başlandı. Bundan önce Divan edebiyatında,
rie de La Fayette ve A lain-Rene Lesage gibi bir koşuk türü olan “m esnevi” ile yazılmış
romancılar yeni bir anlayışla ürünler verdiler. uzun öyküler vardı. Halk edebiyatı alanında
A m a 19. yüzyıla gelene kadar rom an başlı ise çeşitli halk kahram anlarının, âşıkların,
başına bir tür olamadı. Pierre M arivaux, İslam dinine hizmet eden kişilerin öykü ve
V oltaire, Jean-Jacques Rousseau, Deniş Di- destanları sözlü bir anlatım la aktarılıyordu.
derot, B ernardin de Saint-Pierre gibi Fransız Osmanlı Devleti’nin sınırlan içinde ilk basım-
yazarlar ve Alm an yazar G oethe rom an evinin çalışmaya başlam asından sonra bu
örnekleri verdiler. Rom anın yaygınlaştığı ve tür ürünler basılmaya başlandı. Ülkemizde
başlı başına bir tür özelliği kazandığı çağ ise rom an öncesinin anlatı örnekleri olarak düz­
19. yüzyıl oldu. Fransa’da Stendhal, Balzac, yazı yapıtlar arasında A rapça ve Farsça’dan
Hugo, Flaubert, Zola; A lm anya’da Novalis çevrilmiş, tarihsel ve efsaneleşmiş olayları
ve Ludwig Tieck; İtalya’da Alessandro Man- konu alan öyküler de vardır. Düzyazı alanın­
zoni; İngiltere’de Jane A usten, William M. da, masal öğelerinin de karıştığı, akıldışı
Thackeray, Dickens; Rusya’da Gogol, Dosto- olayları içeren öyküler de görülüyordu.
yevski ve Tolstoy; A B D ’de Edgar Allan Poe, İlk Türk romancıları, gerek A vrupa edebi­
H erm an Melville, Nathaniel Havvthorne, yatı ile olan ilişkileri, gerek 1850’den sonra
M ark Twain ve H enry James bu dönemin en Avrupa edebiyatından yapılan çevirilerin et­
tanınmış romancılarıdır. Çağdaş rom anda ise kisiyle batı rom anına öykündüler. A m a, gele­
Fransız romancı Marcel Proust, Alm an ro­ neksel halk öykülerinden ve m eddah öyküle­
mancı Franz Kafka, İngiliz romancı James rinden de yararlandılar. Şemseddin Sami’nin
Joyce roman anlayışına yenilik getirenler yazdığı ve 1872’de yayımlanan Taaşşuk-ı Ta­
arasındadır. lât ve Fitnat ilk Türk romanı kabul edilir. Bu
Rom anların anlatım biçimleri değişiktir. dönem in en önemli romancılarından biri Ah-
ROMANTİZM 275

med M idhat’tır. Samipaşazade Sezai, Namık A frika’daki M agripliler’in A rapça’sından bazı


Kemal, Recaizade M ahmud Ekrem de ilk sözcükler geçti. Bu nedenle, günümüz R o­
romancılarımızdandır. Türk romanıyla ilgili man dilleri arasında kökleri Latince olduğu
daha geniş bilgiyi FEC R-İ Â T İ, M İLLİ E D E ­ için pek çok benzerlik bulunm asına karşılık,
B İY A T, SER V ET-İ FÜ N U N , TA N Z İM A T belirgin farklılıklar da vardır.
E D E B İY A T I ve T Ü R K ED E B İY A T I m ad­ Rom an dilleri denizaşırı topraklara giden
delerinde bulabilirsiniz. kâşifler, sömürgeciler ve göçmenler aracılı­
Ayrıca bak. ADIVAR, H a l İDE EDİP; AHMED ğıyla A vrupa’dan dünyanın çeşitli yörelerine
MİDHAT EFENDİ; AHMED RASİM; ATAY, FALİH RlF- yayıldı. İspanyollar dillerini 16. yüzyılda ulaş­
KI; GÜNTEKİN, REŞAT NURİ; GÜRPINAR, HÜSEYİN tıkları O rta ve Güney A m erika’ya götürdüler.
RAHMİ; HALİKARNAS BALIKÇISI; HİSAR, ABDÜLHAK O rta A m erika’da M eksika’da ve Güney
ŞİNASİ; İLHAN, A lT İL Â ; KARAOSMANOĞLU, YAKUP A m erika’daki pek çok Latin ülkesinde, aslın­
KADRİ; K e m a l TAHİR; N a m ik KEMAL; NESİN, A ZİZ; dan biraz değişik olsa da, İspanyol sömürgeci­
O r h a n K e m a l ; S a b a h a t t i n A l î ; S a f a , P e y a m î ; liğinin mirası olan İspanyolca, uzun süre
TANPINAR. AHMET HAMDİ; UŞAKLIGİL. HALİD ZİYA; Portekiz sömürgesi olan Brezilya’da ise P or­
Y a şa r K em a l . tekizce konuşulur. K anada’da O uebec gibi
Fransızlar’ın yoğun olduğu yörelerde Fransız­
ROMAN DİLLERİ. Günüm üzde Avrupa kıta­ ca konuşulur. Fransızca, İspanyolca ve P o rte­
sında konuşulan dillerden bazıları Latince kizce, A frika’daki bazı eski sömürgelerde
kökenlidir. “Rom an dilleri” adı verilen bu yerel dillerin yanında hâlâ resmi dil olarak
diller Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Por­ kullanılm aktadır. A ynca E speranto gibi bazı
tekizce’den başka, Fransa’nın güneyinde ko­ yapay diller de büyük ölçüde Rom an dilleri
nuşulan Provans dili, A ndorra’da ve İspanya’ tem el alınarak oluşturulm uştur (bak. ESPE­
nın kuzeydoğusunda konuşulan Katalanca, RANTO).
Rom anya’nın resmi dili olan Rum ence ve
İtalya’nın kuzeyi ile İsviçre’nin bazı bölüm le­ ROM ANTİZM , 18. yüzyıl sonlarında İngilte­
rinde konuşulan Rom anş dilidir. A ynca Sar- re ve A lm anya’da ortaya çıkan, sonra Fransa’
dinya A dası ile İtalya ve İsviçre’de konuşulan ya ve öteki A vrupa ülkelerine yayılan bir
bazı lehçeler de Rom an dilleri arasında yer düşünce ve sanat akımıdır. Bu akım edebiyat,
alır. felsefe, müzik ve mimarlık gibi alanlarda görü­
Rom an dilleri, R om alılar’ın A vrupa’da im­ lür. “ Rom antizm ” sözcüğü, İngilizce’de “ro­
paratorluklarına kattıkları bölgelerde gelişti. m ana benzer” , “rom an gibi” , “rom ansı” an-
Rom alı askerler ve tüccarlar yerleştikleri yer­ lam lanna gelen “rom antic” sözcüğünden tü ­
lere dillerini de götürdüler; böylece Latince remiştir. Rom antik dendiği zam an, duygusal
sıradan insanların günlük konuşm a dili duru­ rom anlarda anlatılan doğa görünüm leri ve
m una geldi. Alm anya, istilacı R om alılar’ın ruhsal durum lar akla geliyordu. Önceleri
giremediği yerlerden biriydi. Bu yüzden A l­ ortaçağın edebiyat ve mimarlık yapıtlannı
manca Rom an dillerine benzemez. nitelem ek için kullanılan rom antik sözcüğü
Çeşitli Rom an dillerine dönüşen Latince’ 18. yüzyılın sonlanna doğru, “klasik” sözcü­
nin edebiyatta kullanılan Klasik Latince’yle ğünün içerdiği anlam a karşıt bir anlam da
ilgisi yoktur. Rom an dilleri konuşm a dillerine kullanılmaya başlandı. D aha sonra yeni bir
dönüşürken, Klasik Latince yazı dili olarak edebiyat anlayışını niteler durum a geldi. Bu
kullanıldı (bak. LATİNCE). Bir Rom an dilinde yeni anlayışta sanatçının kişiliği öne çıkıyor,
yazılmış olan ilk yazı İS 9. yüzyıla rastlar. sanatçıya yaratm a alanında alabildiğine öz­
Rom an dillerinin düzenli ve yaygın olarak gürlük tanınıyordu.
kullanılan yazı dilleri haline gelmesi ise ancak 19. yüzyılın başlarında rom antik tavn be­
•200 yıl sonra gerçekleşti. Rom an dilleri za­ nimseyen sanatçılar edebiyat alanında bir
m an içinde çeşitli dillerden sözcükler aldı. akım oluşturm aya başladılar; böylece bu akım
Örneğin Fransızca’ya, komşu A lm anya’nın Rom antizm , bu akımı benim seyenler de “R o­
dili olan A lm anca’dan; İspanyolca’ya, Kuzey m antik” diye anılmaya başlandı. Rasyonaliz­
276 ROMANTİZM

min eleştirisi, geleneksel toplum düzenine ve dam e de Stael’in 1809-10 yıllarında ortaya
evrenin düzenine karşı çıkmak, ırklara ya da çıkan ürünleri Rom antizm ’in ilk bildirileri
başka nedenlere dayanarak insanlar arasında sayılır. 1820’de ise Klasikçiler ile Rom antikler
yapılan aynm a karşı duyarlılık gösterm ek bu arasındaki karşıtlık tümüyle ortaya çıktı. Alp-
akımın belli başlı nitelikleriydi. Duygu ve honse de Lam artine ve Victor H ugo’nun
duyumları önem sem ek, doğal güzelliklere ta­ rom antik şiirleri bu akımın en belirgin örnek­
parcasına hayranlık duymak, düş gücüne leri oldu. D aha sonra bu şairlere A lfred de
önem verm ek, insanın ruhsal dünyasına eğil­ Vigny, Prosper M erim ee, Balzac, Stendhal,
mek Rom antizm A kım ı’nın özellikleriydi. Charles-Augustin Sainte-Beuve, Alexandre
Rom antizm ’i etkileyen kaynaklar arasında Dum as (B aba), Jules M ichelet gibi şair ve
D ante, İspanyol rom ancılar, Altın Çağ İspan­ yazarlar katıldı. 1830’dan sonra ise Theophile
yol tiyatrosu, Shakespeare, M ilton, Edm und G autier, A lfred de M usset, George Sand,
Spenser, ortaçağ Fransız edebiyatı, eski İs­ G erard de Nerval gibi ikinci kuşak şair ve
kandinav şiiri, ortaçağ Alm an ve Anglosak­ yazarlar Romantizm A kım ı’nın temsilcisi ol­
son şiiri vardır. Bu yeni akım, sanatın ve dular (bak. FRANSIZ EDEBİYATI).
edebiyatın özü, işlenişi ve sunuluşu konusun­ İtalya’da Rom antizm A kım ı’nın öncü m e­
da da yeni düşünceler getirdi. Güzellik anlayı­ tinleri 1816’dan sonra görülmeye başlandı.
şının çağa ve çeşitli uygarlıklara göre değiştiği Ugo Foscolo ve A lessandro M anzoni bu
düşüncesinden hareket eden Rom antizm , sa­ akımın en önemli temsilcileridir. İspanya’da
natçının amacına ulaşmasını engelleyen bütün 1830’larda ortaya çıkan Romantizm A kım ı’
sanat kurallarına, kısıtlamalara karşı çıkı­ nin en dikkate değer yazarları ise Angel de
yordu. Saavedra ve Jose Zorilla’dır. Ö teki Avrupa
A lm anya’da Rom antizm 1798’de Schlegel ülkelerinde Rom antizm Akımı 1840’lardan
K ardeşler’in çıkardığı A thenâum dergisiyle sonra ortaya çıkmıştır (bak. İSPANYOL EDEBİYA­
başladı. Klasik dönemin şiir anlayışına karşı TI; İTALYAN EDEBİYATI; RUS EDEBİYATI).
çıkan şairlerin ürünleri dergide yer alıyordu. Rom antik anlayışta ilk resimler İngiliz res­
R om antikler ünlü filozof Im m anuel K ant’ın sam John Constable ile Fransız ressam Euge­
düşüncelerinden etkilendiler. Grim m K ardeş­ ne Delacroix’nmdır. M üzikte Romantizm
ler, Novalis, Ludwig Tieck, Wilhelm H. Akımı ise Alman besteci Richard Wagner ile
W ackenroder bu akımın en önde gelen yazar­ başlar (bak. MÜZİK; RESİM S a n a t i ) . Romantizm
larıdır (bak. A l m a n E d e b îy a t i ) . İngiltere’de mim arlıkta, özellikle A lm anya’da 19. yüzyıl­
Romantizm Akım ı, daha çok lirik anlayış da binalarin yapım ında özgür ve değişik bir
içinde ürün veren William W ordsw orth ve anlayış olarak kendini belli etmiştir. (Ayrıca
Samuel Taylor Coleridge’in 19. yüzyılın baş­ bak. Ç o c u k E d e b î y a t i ; D i ş a v u r u m c u l u k ; G e r ­
larında yayımlanan şiirleriyle ortaya çıktı. Bu ç e k ç i l i k .)
şairler gündelik dille ve yeni bir anlayışla şiir
yazıyorlardı. William Blake, Lord Byron, Türkiye'de Romantizm
John Keats, Percy Bysshe Shelley bu akımdan Tanzim at’ın ilanından sonra, 1850’lerin so­
etkilenen öteki şairlerdir. R om anda ise Sir nunda başlayan edebiyat hareketinde Türk
W alter Scott bu akımın temsilcisi sayılır (bak. okuru Fransız Rom antizm i’nin örnekleriyle
İNGİLİZ EDEBİYATI). karşılaştı. Victor H ugo, Alphonse de Lam ar­
Romantizm Akımı en geniş yankısını Fran­ tine, Alexandre Dumas (Baba ve Oğul), Ber-
sa’da buldu. 18. yüzyıl düşünürü Jean- nardin de Saint-Pierre gibi Fransız yazarların­
Jacques Rousseau’nun yapıtları Rom antizm ’ dan, İngiliz oyun yazarı Shakespeare ve A l­
in habercisi sayılır. Doğaya, doğa yasaları­ man yazar Schiller’den yapılan çevirilerle
na, toplum sal değişime önem veren bu düşü­ Türk okuru Romantizm A kım ı’nm ürünleriy­
nür 19. yüzyıl sanatçılarına yol gösterici oldu. le tanıştı. Başta Ahm ed M idhat olmak üzere
Fransa’da Rom antizm Akımı önce edebi­ Namık Kemal, Şemseddin Sami, Recaizade
yatta, sonra da siyasal alanda köklü değişim­ M ahm ud Ekrem gibi Tanzim at dönemi yazar­
lere yol açtı. Benjam in C onstant’ın ve Ma- ları Rom antizm ’in etkisinde kalarak ürünler
ROMANYA 277

verdiler. A bdülhak Ham id T arhan, Halid


R O M A N Y A 'Y A İL İŞ K İN BİLGİLER
Ziya Uşaklıgil, Yusuf Ziya O rtaç gibi yazar­
larda da bu akımın etkisi görülür. Ayrıca bak. YÜZÖLÇÜMÜ: 237.500 km2.
AHMED MİDHAT EFENDİ; EDEBİYAT-! CEDİDE; SER- NÜFUS: 23.168.000 (1989).
v e t -İ F ü n u n ; T a n z im a t E d e b İ y a t i ; T ü r k E d e b îy a - YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet.
TI; UŞAKLIGİL, HALİD ZİYA. BAŞKENT: Bükreş.
DOĞAL YAPI: Ülkenin büyük bölümü engebeli, sulak,
verimli ovalarla kaplıdır. Kuzey bölümünü Karpat
ROMANYA, A vrupa’nın güneydoğusunda Dağları keser. Yugoslavya ve Bulgaristan'la güney
yer alan bir cumhuriyettir. Kuzeyden güneye sınırını oluşturan Tuna Irmağı'nın deltası Romanya'
nın Karadeniz kıyısında yer alır.
yaklaşık 480 km, doğudan batıya en geniş yeri
BAŞLICA ÜRÜNLER: Tahıl, keten, kenevir, meyve, seb­
ise 675 kilom etredir. G üneydoğuda K arade­ ze, tütün, üzüm, hayvan ürünleri, petrol, doğal gaz,
niz’de 190 kilometrelik bir kıyısı vardır. R o­ tuz, demir-çelik, kömür.
m anya’nın komşuları güneyde Bulgaristan, ÖNEMLİ KENTLER: Bükreş, Cluj, Timişoara (Temeşvar),
Köstence, Braşov, Ploieşti, Yaş, Arad, İbrail.
batıda Yugoslavya ve M acaristan, kuzeyde ve
EĞİTİM: 8 yıllık ilköğretim parasız ve zorunludur. Ülke­
doğuda da SSCB’dir. K arpat Dağları kuzey­ de beş üniversite vardır.
batı sınırından girer ve ülkenin merkezinde
geniş bir yay çizerek Tuna Irm ağı’na ulaşır. la çok soğuk geçer. K arpatlar yılın yarısında
Karpat Dağları’nın kuzey ve batı yamaçları ile karla kaplıdır. Tuna Irmağı bazen aralıktan
çevrelenen bölgeye Transilvanya adı verilir. m arta kadar donar.
(Ayrıca bak. K a r p a t D a ğ l a r i ; T u n a Irm a ğ i.)
Karpat Dağları’nın doğu yamaçları ile Halk
SSCB sınırı arasında kalan bölgeye Moldavya Rom anya’da halkın büyük çoğunluğu R o­
(eskiden Boğdan) denir. Güney yamaçları ile m en’dir. Ayrıca ulusal özelliklerini koruyan
Tuna Irmağı arasındaki ova Eflâk adını alır. azınlıklar vardır. Bu azınlıkların en önemlisi
R om anya’nın güney sınırının büyük bölüm ü­ M acarlar’dır. İkinci azınlık grubu A lm anlar’
nü Tuna Irmağı oluşturur. Ö bür önemli ır­ dır. Çingeneler ise daha çok yaylalarda yaşar.
m aklar, Transilvanya’dan güneye akarak Tu- Ü lkede tem eli Latince’ye dayanan Rumence
na’yla birleşen Oltu ve gene Transilvanya’dan konuşulur. Rom enler İÖ 2. yüzyılda Transil-
batıya doğru akan M ureş Irm ağı’dır. vanya’da bir im paratorluk kurmuş olan Daç-
Özellikle R om anya’nın dağlarında iklim yalılar’ın soyundan geldiklerini öne sürerler.
çok serttir. Y azlar kısa ve sıcak, kışlar ise Halkın yaklaşık yüzde 70’inin Ortodoks
Rusya bozkırlarından esen buz gibi rüzgârlar- Kilisesi’ne bağlı olduğu sanılm aktadır (bak.
O r todok s KİLİSESİ). Ayrıca ülkede Katolikler,
M useviler ve M üslüm anlar da yaşar.

Tarım ve Sanayi
Halkın yaklaşık dörtte üçü tarım da çalışır.
Yetiştirilen başlıca ürünler mısır, buğday ve
patatestir. Dağlardaki otlaklarda büyük ko­
yun sürüleri beslenir. Ülkenin batısındaki
Banat düzlüklerinde sığır ve domuz yetiştiri­
lir. Kereste de önemli ürünlerdendir. K ütük­
ler küçük ırm aklardan yararlanılarak Tuna
Irm ağı’na kadar yüzdürülür.
Rom anya’nın sanayi gelişimi, Karpat Dağ-
ları’nın doğu ve güney eteklerindeki hilal
biçimli büyük petrol yatakları kuşağına daya­
nır. Ayrıca boksit, demir, bakır, krom , m an­
ganez, köm ür ve uranyum da çıkarılır. K arpat
D ağlan’mn alçak bölümlerinde ve Transil-
278 ROMANYA

vanya’da tuz elde edilir. R om anya’da geniş in Hıristiyanlık’ı K onstantinopolis’ten (bugün


doğal gaz kaynakları da vardır. Başlıca ağır İstanbul) bu dönem de almış olduğu sanılmak­
sanayi m erkezleri başkent Bükreş, batıdaki tadır.
demir-çelik üreten Reşita ve H unedoara Transilvanya 11. yüzyılda M acarlar tarafın­
kentleri, Tuna Irmağı üzerinde çelik merkezi dan fethedildi. 13. yüzyılda, K arpatlar’ı aşa­
olan Kalas ile Targovina ve Braşov’dur (bak. rak gelen ve Ulahlar (Valahlar) olarak adlandı­
BÜKREŞ). Ö bür önemli kentleri SSCB sınırın­ rılan göçebe halklar, Moldavya (Boğdan) ve
da, M oldavya’nın başkenti olan Yaş ve Tuna Eflâk adında iki devlet kurdular. 16. yüzyılda
her iki devlet de artık Eflâk ve Boğdan eyalet­
Barnaby's leri olarak Osmanlı yönetimine geçmişti. D a­
ha sonra Rusya’nın etkisine girmeye başlayan
bölge, 18. ve 19. yüzyıllarda ayaklanm alara
ve Rus işgaline sahne oldu.
Kırım Savaşı (1853-56) sırasında önce Rus­
ya, daha sonra da Avusturya ordularınca işgal
edildi. A rdından imzalanan Paris A ntlaşm a­
sıy la (1856) özerk prensliklere dönüştürüldü.
1859’da Rom anya adıyla birleşme kararı alan
prensliklerin başına 1866’da, bir Alm an pren­
si olan I. Carol seçildi. Osmanlı-Rus Sa-
vaşı’nın ardından 1878’de yapılan Berlin
A ntlaşm ası ile Rom anya tam bağımsızlığına
kavuştu. I. Carol 1881’de taç giyerek kral
oldu.
Rom anya sınırları dışında, özellikle Tran-
silvanya’da birçok Rom en yaşamaktaydı. I.
üzerinde, ırmağın ağzından 160 km içeride D ünya Savaşı başlayınca İngiltere, Fransa ve
bulunan İbrail’dir. İbrail ülkenin en büyük iç m üttefikleri, kendilerine katılması durum un­
limanıdır. R om anya’nın ana deniz limanı da Rom anya’ya Transilvanya’yı vereceklerine
Karadeniz kıyısındaki Köstence’dir. Ayrıca, söz verdiler. 1916’da Rom anya M üttefikler’e
m avnalarla Tuna Irm ağı’nın üzerinden Y u­ katıldı, ama yenilgiye uğradı ve Alm an birlik­
goslavya sınırına, oradan da A vusturya’nın lerince işgal edildi.
başkenti Viyana’ya kadar ulaşılabilmektedir. 1918’de Alm anya ve Avusturya-M acaristan
R om anya’da karayolları Batı A vrupa’ya İm paratorluğu yenilgiye uğrayınca Rom anya
göre daha geri durum dadır. Yük ve yolcu Transilvanya’yı, A vusturya’nın eyaleti olan
taşımacılığının büyük bölüm ünün yapıldığı Bukovina’yı (M oldavya’nın kuzeyi) ve Besa-
demiryolları ise Bükreş-Braşov hattı gibi bir­ rabya’yı ele geçirdi. Böylece ülkenin yüzölçü­
kaç hattın dışında tek yönlüdür. Bükreş’in mü iki katm a çıktı, ama bu kez de nüfusunun
dışındaki havaalanından uluslararası uçuşlar dörtte birini M acarlar, A lm anlar, Bulgarlar
yapılır. ve UkraynalIlar oluşturdu.
1930’larda ülke ekonom ik bakım dan sıkın­
Tarih tılı bir dönem geçirdi. 1940’ta II. Dünya
Rom alılar D açya’yı İÖ 107’de fethettiler ve Savaşı’nda A lm anya’nın yörüngesine giren
İS 273’te geri çekilene kadar ellerinde tu ttu ­ Rom anya’nın topraklarının büyük bir bölümü
lar. R om alılar’m bölge halkının dili üzerinde SSCB, M acaristan ve Bulgaristan tarafından
büyük etkileri oldu. Bölgede hâlâ Rom a işgal edildi. İlk kralın torunu olan Kral II.
kalıntılanna rastlanır. Rom anya daha sonra C arol, Rom anya’nın paylaşılmasına engel
G otlar, H unlar ve Bulgarlar gibi kavimlerin olamadı ve tahtı oğlu Mihai’ye bırakarak
işgaline uğradı. Sonraki yaklaşık 1.000 yıllık çekildi. Carol’un ülkeyi terk etm esinden son­
süreye ilişkin bilgi oldukça azdır. Romenler’ ra general Ion Antonescu R om anya’da askeri
ROMMEL 279

Acme
Transilvanya tepeleri. Tahta kornolar eskiden düşmanın yaklaştığını haber verm ek için kullanılırdı.

bir diktatörlük kurdu. 1941’de Rom anya eski Kurtuluş Cephesi çok partili parlam enter
topraklarını geri almak um uduyla Alm anya sisteme geçileceğini açıkladı. 20 Mayıs
ile birlikte SSCB’ye saldırdı. 1944’te dem ok­ 1990’da yapılan ülke tarihinin ilk özgür seçim­
ratik güçler Rom anya’daki Alm an yanlısı lerinde Ion Iliescu önderliğindeki Ulusal K ur­
diktatörlüğe karşı ayaklanarak yönetimi de­ tuluş Cephesi çoğunluğu kazandı. Ilımlı bir
virdi ve A lm anya’ya savaş açtı. Savaşın so­ siyasal çizgi izlemekten yana olan Iliescu,
nunda M üttefikler Rom anya’nın eski toprak­ devlet denetim indeki sosyalist ekonom i yeri­
larından Transilvanya’yı geri almasına izin ne, aşam a aşam a piyasa ekonomisine dönüle­
verdi. Rom anya topraklarına giren SSCB ceğini açıkladı.
birlikleri^ Kral M ihai’yi tahtını bırakmaya
zorladılar. SSCB yanlısı bir yönetim işbaşına ROMATİZMA bak. A r t r î t v e R o m a t i z m a .
geldi ve 1948’de Rom anya Halk Cumhuriyeti
kuruldu. ROMMEL, Erwin (1891-1944). A lm an m are­
1960’larda R om anya’nın yönetiminde gide­ şal Erwin Johannes Eugen Rom m el, II. D ün­
rek daha etkili olan Nikolay Çavuşesku’nun ya Savaşı sırasında A frika orduları kom utanı
(Nicolae Ceauşescu) önderliğinde, SSCB’den olarak kazandığı zaferlerle ünlüdür. M ütte-
daha bağımsız davranm aya başlayan R om an­ fikler’e karşı çölde giriştiği ustalıklı savaş
ya, A vrupa ve azgelişmiş ülkelerle ilişkilerini taktiklerinden ve beklenm edik saldırılarından
geliştirdi. 1980’lerde artan m uhalefete karşı dolayı “Çöl Tilkisi” olarak anılırdı.
baskıcı bir tutum izleyen Çavuşesku, SSCB ve Alm an ordusuna 1910’da katılan Rom m el,
öbür Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan re­ I. D ünya Savaşı’nda (1914-18) piyade alayın­
form lara da karşı çıktı. 1989 sonlarında yöne­ da teğm en olarak savaştı. İki savaş arasındaki
time karşı başlayan kitle gösterilerini zorla sürede askeri akadem ilerde görevlendirildi ve
bastıran Çavuşesku, ordunun da göstericilerin piyade savaşı konusunda bir ders kitabı yazdı.
yanına geçmesinden sonra, kaçmaya çalışır­ Rom m el 1941’de m areşal sanıyla Kuzey
ken yakalandı ve karısı Elena ile birlikte A frika’daki Alm an kuvvetlerinin kom utanlı­
kurşuna dizildi. Ayaklanmayı yöneten Ulusal ğına atandı. Bir yıl sonra el-Alameyn Sava-
280 ROMUS VE ROMULUS

ya hiç evlenmeyeceğine ilişkin yemin ettirir.


Evlenirse, doğacak çocuklarının tahta sahip
çıkacağından korkm aktadır. Oysa savaş tanrı­
sı M ars, R hea’ya âşık olur. R hea’nm M ars’
tan ikiz oğullan dünyaya gelir.
R hea’nm oğullarının büyüyüp kendisini
tahtından edecekleri kaygısıyla, Amulius be­
bekleri bir sandığın içinde Tiber Irm ağı’na
attırır. Taşan ırmağın suları alçalınca ikizlerin
içinde bulunduğu sandık kıyıya vurur. Onları
bulan bir dişi kurt sütüyle besleyerek büyü­
tür. Kurt gibi, M ars’ın kutsal saydığı hayvan­
lardan olan bir ağaçkakan da çocuklara yiye­
cek taşır.
D aha sonra ikizleri bulan kralın çobanı
Faustulus onları karısına götürür. Çobanla
karısı Romus ve Rom ulus adlarını verdikleri
çocukları öz çocuklarıymış gibi büyütürler.
H er ikisi de gözünü budaktan sakınmayan,
güçlü ve yiğit delikanlılar olur ve serüvenci bir
çoban çetesinin başına geçerler.
Bir gün Rom us yakalanır, cezalandırılmak
üzere N um itor’un huzuruna çıkarılır. D eli­
kanlının hiç çobana benzemediğini gören
Num itor, onu sorguya çeker ve çok geçmeden
Peter Newark’s Historical Pictures
kim olduğunu anlar. Am ulius’a karşı başkal-
Mareşal Rommel II. Dünya Savaşı sırasında
dıran Rom us ve Romulus onu öldürüp krallığı
Afrika'daki Alm an birliklerinin komutanıydı. büyükbabaları N um itor’a geri verirler.
Bir kent kurm aya karar veren Rom us ve
şı’nda general M ontgom ery kom utasındaki Romulus dişi kurdun onları emzirip büyüttü­
İngiliz 8 . O rdusu’na yenildi (bak. MONTGO- ğü yeri seçerler. Rom ulus, Palatium (bugün
m e r y ) . *Bunun üzerine H itler’in emriyle A l­ Palatino) Tepesi’nin çevresine bir duvar ör­
m anya’ya çağrıldı. meye başlar. Rom us yaptığı duvarın çok alçak
Rommel 1943’te A lm anya’nın savaşı kaza­ olduğunu ileri sürerek kardeşiyle alay eder ve
nacağından um udunu kesen ve H itler’i devir­ savını kanıtlam ak için üzerinden atlar. Ö fke­
meyi planlayan m uhalefet hareketine katıldı. sine yenik düşen Rom ulus, Rom us’u öldürür.
H itler bunu öğrenince, A lm anya’nın bu ünlü
generalini vatan haini olarak mahkem eye Alinari—A rt Resource!EB Inc.
çıkarmak yerine, Rom m el’den zehir içerek
kendini öldürmesini istedi. Rommel 1944
Ekim ’inde intihar etti ve askeri törenle gö­
müldü. Ayrıca bak. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI.

ROMUS VE ROMULUS. Yaygın bir Rom a


efsanesine göre Romulus R om a’nm kurucu­
su, Romus ise ikiz kardeşidir. Eski İtalyan
kentlerinden A lba Longa’nın N um itor adında
bir kralı vardır. N um itor’un tahtına göz diken
Bir Roma efsanesine göre Romulus Roma'nın
kardeşi Amulius onu devirir ve tahtını güven­ kurucusu, Romus ise ikiz kardeşidir ve bir dişi kurt
ceye almak için, N um itor’un kızı R hea Silvia’ tarafından em zirilm işlerdir.
ROOSEVELT 281

Rom ulus, kendi adından esinlenerek Rom a


adını verdiği yeni kentin yapımını sürdürür.
Kendisine sığman kanun kaçaklarını Capito-
lium (bugün Capitolino) Tepesi’ne yerleştirir.
Ne var ki, aralarında hiç kadın yoktur.
Rom ulus, bir İtalyan kabilesi olan Sabinler’in
kadınlarını kaçırmak için hileye başvurur. Bir
şenlik düzenleyerek Sabinler’i çağırır. E rkek­
ler eğlenceye dalınca, Rom ulus’un adamları
Sabinli kadınları kaçırır.
Ö fkeden deliye dönen Sabinli erkekler,
kralları Titus T atius’un önderliğinde Romu-
lus’la savaşırlar. A m a Rom alı eşlerinden hoş­
lanm aya başlayan Sabinli kadınlar araya gire­
rek barışı sağlar. Titus Tatius, bir savaşta
ölene kadar, Rom ulus’la birlikte iki halkı da Başkan Franklin D. Roosevelt ABD halkına II. Dünya
yönetir. Savaşı'ndaki gelişm eleri radyodan duyururken.
Yaşamının geri kalan dönem inde tek başı­
na hüküm süren ve hem savaşta, hem de R oosevelt’i deniz kuvvetleri bakan yardımcı­
barışta büyük bir önder olduğunu kanıtlayan lığına getirdi. Bu görevdeki başarısı nedeniyle
Rom ulus, günün birinde şiddetli bir fırtına 1920’de D em okratlar’ın başkan yardımcısı
sırasında yok olur. Rom alılar onun tanrıya adayı oldu. Am a D em okratlar seçimde yenil­
dönüşerek gökyüzüne yükseldiğine inanırlar, giye uğrayınca Roosevelt de avukatlık mesle­
Ouirinus adıyla ona taparlar. ğine geri döndü. 1921’de yakalandığı çocuk
İÖ 4. yüzyılda ortaya çıktığı düşünülen bu felci hastalığı yüzünden yaşamının sonuna
efsanenin Rom a kentinin adını ve bazı gele­ kadar belden aşağısı sakat kaldı. Büyük bir
nekleri açıklamak için bir Yunan öyküsünden irade gücüyle, üç yılda koltuk değnekleriyle
esinlenilerek yaratılmış olduğu sanılmaktadır. yürümeyi öğrendi. 1924’te yeniden çalışmaya
Sabinli kadınlarla ilgili bölümü ise Rom a başladı. D ört yıl sonra New York valisi seçildi
evliliklerinde kız kaçırmayı açıklamak için ve 1930’da ikinci kez vali oldu. Bu görevdeki
söylenmiş olabilir. Sabinli kadınların kaçırıl­ başarısı nedeniyle, 1932’de D em okrat P arti’
ma efsanesi pek çok sanatçıya esin kaynağı nin başkan adayı olarak gösterildi. 1929’da
olmuştur. başlayan ekonom ik bunalım nedeniyle işsiz
kalan milyonlarca insana, “Yeni D üzen” adı­
ROOSEVELT, Franklin D. (1882-1945). Sa­ nı verdiği ekonom ik ve toplum sal reform
vaş ve barış dönem lerinde ülkesine hizmet programıyla seslendi ve rakibi H erbert Hoo-
etmiş olan Franklin D elano Roosevelt, üst ver karşısında rahat bir zaferle A B D ’nin 32.
üste dört kez A B D başkanı seçilmiştir. başkanı oldu.
Bir toprak sahibinin oğlu olan Roosevelt, Roosevelt 1933 M art’mda başkan olduğu
New York kentindeki Hyde Park’ta dünyaya zaman ülkede 12 milyon işsiz ve sosyal yar­
geldi. 1900-04 arasında H arvard Üniversite- dımla geçinen 5 milyon aile vardı. Çok sayıda
si’nde eğitim gördü. 1905’te uzak akrabası işyeri, fabrika, çiftlik ve banka kapanmış ya
Başkan T heodore R oosevelt’in yeğeni olan da iş göremez durum a gelmişti. R oosevelt’in
A nna Eleanor Roosevelt ile evlendi. 1907’de ekonom ik işleyişi hızla düzeltm ek için öngör­
New Y ork’ta avukatlık yapmaya başladı. düğü program bütün ulusa yeni bir um ut
Theodore Roosevelt ile olan ilişkisi siyasetle verdi. Devletin gerektiğinde ülke ekonom isi­
•ilgilenmesine yol açtı. 1910’da D em okrat ne karışabileceğim savunan Roosevelt, kamu
Parti’den New York Eyalet Senatosu’na se­ yapılarında, ağaçlandırm a, yol yapımı ve sel
çildi. baskını denetimi gibi alanlarda iş olanakları
1912’de W oodrow Wilson başkan olunca yaratarak işsizlere devlet eliyle iş sağladı.
282 ROSSINI

Sosyal Güvenlik Yasası’yla, işsizlik sigortası


ve emeklilik maaşı uygulaması başlatıldı.
Roosevelt hüküm etin, borçlan yüzünden güç
durum da olan çiftçilere para yardım ında bu­
lunmasını, sanayi kuruluşlarını ve bankaları
desteklemesini sağladı.
1936’da büyük bir çoğunlukla yeniden baş­
kan seçildi. Yurtiçinde yeni refah yasaları
çıkarttı. Alm an ve İtalyan diktatörlerin saldır­
gan siyasetlerini engellemeye çalışan R oose­
velt, A B D kamuoyunun A vrupa’daki olaylar­
dan uzak durm a eğiliminden dolayı olaylara
doğrudan kanşm aktan kaçındı. 1939’da savaş
çıktığında A B D tarafsız kaldı, ama 1940
yazında H itler Fransa’yı işgal edince, R oose­
velt kam uoyunu İngiltere’ye yardım etm enin
önemine inandırdı ve A B D silahlı kuvvetleri­
ni düzenli biçimde güçlendirmeyi sürdürdü.
1940’ta genel uygulamaya karşı çıkarak
başkanlık için üçüncü kez adaylığını koydu ve
Hulton Picture Library
yeniden seçildi. Bu dönem de M üttefikler’e,
İtalyan besteci Gioacchino Rossini ilk operasını 14
Alm anya ve İtalya’ya karşı savaş gereçleri yaşında yazdı.
sağladı. 1941 Ağustos’unda İngiltere Başba­
kanı W inston Churchill ile bir gemide buluşa­ Antonio Rossini A driya Denizi kıyısında,
rak sekiz m addelik A tlantik Sözleşmesi’ni Pesaro’da doğdu. Babası trom petçi, annesi
imzaladı. opera şarkıcısıydı. Çocukluğu tiyatro ve m ü­
7 Aralık 1941’de Japonya, A B D ’nin Hawaii’ zik dolu bir ortam da geçen Rossini, kısa
deki Pearl H arbor deniz üssüne saldırınca zam anda müzik yeteneğini kanıtladı. Müzik
A B D , Japonya, Alm anya ve İtalya’ya karşı öğrenim ine Bologna’da Filarmoni O kulu’nda
II. D ünya Savaşı’na girdi. 11 milyon A B D ’li başladı. D aha o dönem de H aydn ve M ozart’
silah altına alındı; uçak, tank ve silah üretimi m müziğini inceleyerek müzik bilgisini geliş­
hızla artınldı ve M ihver D evletleri’nin yenil­ tirdi. İlk operasını yazdığında 14 yaşındaydı.
mesi için M üttefikler’le sıkı ilişkiler kuruldu. Çok hızlı beste yapabilen sanatçı 20 yaşların­
1944’te yapılan seçimde Roosevelt 4. kez da yılda ortalam a 4 opera buffa (komik
başkan seçildi. 1945’te Roosevelt, Churchill opera) yazıyordu. 1810’da V enedik’te sahne­
ve Stalin Y alta K onferansı’nda bir araya lenen Evlilik Sözleşmesi adlı komik operasıy­
gelerek, A lm anya’nın kayıtsız şartsız teslim la İtalya’da adını duyurmaya başladı. Melodik
olması konusunda anlaştılar. Roosevelt bu ve canlı müziği, güçlü mizah duygusuyla
konferansta, savaştan sonra barışın korunm a­ İtalyan tarzı komik opera türüne canlılık
sı için gerekliliğine inandığı Birleşmiş Millet- kazandıran Rossini, kısa sürede adını ülke
ler’in kurulmasıyla ilgili tasarılarını Stalin ve dışında da duyurdu. Paris’te ve L ondra’da
Churchill ile tartıştı. 1945 Nisan’ında San besteci, orkestra şefi ve şarkıcı olarak çalıştı.
Francisco’da Birleşmiş M illetler’in kuruluş Opera seria'larında (ciddi opera) bile sopra­
sözleşmesini hazırlam ak için yapılacak top­ noyu bir bas gibi kalın ve derin sesle, bası da
lantıya katılam adan, beyin kanaması geçire­ bir soprano gibi sesinin en tiz perdesinden
rek öldü. Y erine, başkan yardımcısı H arry S. söylettirerek izleyicileri kahkahaya boğuyor­
Trum an geçti. du. 40’a yakın opera yazan Rossini’nin en
ünlü yapıtları Sevil Berberi (1816), Cezayir’de
ROSSINI, Gioacchino Antonio (1792- İtalyan Kız (1813), Külkedisi (1817) ve Gi-
1868). İtalyan opera bestecisi Gioacchino y om Tel’dir (1829).
ROTTERDAM 283

A vrupa’nın çeşitli kentlerinde kazandığı K ent adını, kuzeyden gelerek M aaş Irma-
parlak başarıların ardından aşırı çalışma yü­ ğı’yla bu bölgede birleşen R otte Irm ağı’ndan
zünden hastalanarak bir daha opera yazmadı. alır. 1270’lerde R otte ve Maaş ırm aklarını
1830’larda ve 1840’larda, aralarında Stabat birbirinden ayıran bir set yapıldı ve burada
Mater'inde bulunduğu birkaç dinsel parça kurulan balıkçı köyü 1340’ta kent oldu.
yazabildi. 1855’ten sonra Paris’e yerleşti. Sa­ R otterdam ’ı Delft, Lahey ve Leiden’le birleş­
natçının evi dönemin ünlü edebiyatçılarının tiren bir kanal açıldı. Bölgenin başlıca limanı
ve müzikçilerinin sık sık uğradığı bir buluşma durum una gelen R otterdam kısa zam anda
yeri oldu. 1864’te son büyük dinsel yapıtı gelişti. 1572’de İspanyol işgaline uğrayarak
K üçük Missa Solemrıis'i bitirdi. Rossini’nin yağmalanan kente, sonradan Anvers ile H ol­
öteki önemli yapıtları arasında İtalya’da Bir landa’nın güneyinden gelen tüccarlar ve zana­
Türk (1814), H ırsız Saksağan (1817) ve Semi- atçılar yerleşti. 17. yüzyılda genişletilen liman
ramis (1823) sayılabilir. İngiltere, Fransa, Doğu Hint A daları ve
A m erika ile yürütülen ticaretin başlıca m er­
ROTTERDAM, H ollanda’nın ikinci büyük kezi oldu.
kenti ve A vrupa’nın en büyük limanıdır. Ren R otterdam limanının gelişmesiyle, buraya
Irm ağı’nın bir kolu olan M aaş (M euse) Irma- gidip gelen gemilerin büyüklüğü ve sayısı da
ğı’nın iki yakasında yer alan lim an, 25 km artm aya başladı. 1829’da Voorne A dası’ndan
uzunluğundaki Yeni Suyolu adlı kanalla Ku­ geçen bir kanal açılarak yeni bir geçit yapıldı.
zey D enizi’ne bağlanır. D aha sonra M aaş Irm ağı’nın ağzı genişletile­

Rotterdam 'ın Waal Lim anı'nda boşaltılm ak için bekleyen yük gem ileri.
284 ROUSSEAU

rek derinleştirildi ve 1866-68 arasında Yeni kakao, tütün, giysi, kâğıt, kimyasal m addeler
Suyolu adı verilen bir kanal açıldı. Okyanusa üretim i sayılabilir.
açılan büyük gemilerin uğrağı olan R otter- R otterdam ’ın nüfusu 574.299’dur (1988).
dam ’da gemi yapımı da kısa zam anda başlıca
sanayi dallarından biri oldu. 1906-30 arasında ROUSSEAU, Jean-Jacques (1712-1778).
yapılan W aal Limanı, dünyanın dibi tarana­ Fransız yazar, filozof ve siyaset kuramcısı
rak temizlenmiş en büyük limanıdır. olan Jean-Jacques Rousseau, düşünceleriyle
II. Dünya Savaşı sırasında kent merkezi ve 1789 Fransız D evrim i’nin oluşum unu etkile­
liman ağır hava saldırılarına uğradı, R otter- miştir. Dinsel ve toplumsal görüşleri bu devri­
dam ’ın üçte biri yıkıldı. Savaştan sonra kentin min önderleri arasında, yaygın kabul gör­
yıkılan bölüm ü yeniden yapıldı ve liman müştür.
onarıldı. Rousseau, C enevre’de bir Protestan ailenin
Savaşta yıkımdan kurtulan yapılar arasında oğlu olarak doğdu. Annesi doğum da öldü.
15. yüzyıldan kalma St. Lauren Kilisesi, Saatçi olan babası ise kısa süre sonra Rous-
belediye binası ve Schielandshuis denen, bu­ seau’yu akrabalarının yanma bırakarak kenti
gün tarih müzesi olarak kullanılan eski top­ terk etti. 16 yaşında Cenevre’den ayrılan
lantı binası vardır. Bunun yanında, Hendrick
Mansell Collection
de Keyser’in yapmış olduğu, R otterdam lı
büyük düşünür Erasm us’un heykeli yer alır
(bak. E r a s m u s , D e s i d e r i u s ) . R otterdam , De
D oelen konser salonu, çok sayıda tiyatrosu,
m odern kütüphanesi, Hieronym us Bosch,
Pieter Bruegel, Vincent Van Gogh ve İzle­
nimci ressamların yapıtlarının bulunduğu m ü­
zesi, Erasm us Ü niversitesiyle canlı bir kültür
merkezidir.
Bisiklet, büyük küçük hem en herkesin sa­
hip olduğu yaygın bir ulaşım aracıdır. K entte
özel bisiklet yollan vardır. Kışın kanallann
donması heyecanla beklenir. Buz tutan kanal­
larda her yaştan insan sokakta gezer gibi
patenle dolaşır. Düzenli bir kent olan Rotter-
dam ’da geniş parklar ve çocuk bahçelerinden
başka, trafiğe kapalı büyük bir alışveriş m er­
kezi vardır. Özürlülerin yaşamını kolaylaştır­
m ak için özel asansörler, tekerlekli iskemlele­
rin inip çıkmasına uygun kaldırım lar ve yaya
geçitlerinde körler için uyancı işaretler bu­
lunur.
M aas’m batı kıyılannda, Pernis’te büyük
petrol rafinerileri ve daha batıda iki büyük
Fransız D evrim i'ni etkileyen düşünürlerden Jean-
liman ile sanayi bölgeleri yer alır. R otterdam Jacques Rousseau.
sevk edilen yükün tonajı bakım ından dünya­
nın en işlek limanıdır. Yükün yarıdan fazlası
petrol ve petrol ürünleridir. R otterdam aynı Rousseau, Sardinya ve Fransa’da bulundu.
zam anda A vrupa’nın kıta içi suyollarının ana Savoie’da M adam e de W arens’in koruması
birleşme noktasıdır. H er yıl R en Irm ağı’ndan altına girdi. Protestanlıksan Katoliklik’e dö­
gelen yaklaşık 225 bin m avna lim andan yarar­ nen Rousseau, burada bol kitap okuyarak
lanır. R otterdam ’m öbür sanayi dalları arasın­ kültürünü genişletti. Bir süre din ve müzik
da mühendislik ve gıda m addeleri, kahve, eğitimi gördü.
RÖNESANS 285

33 yaşında Paris’e yerleşerek Çapkın Musa- lara bağlı olacaklardı. D oğrudan demokrasiyi
lar operasını besteledi. Aydınlanm a Çağı’nın (bak. DEMOKRASİ) savunan Rousseau, halkın
önemli düşünürlerinden Deniş D iderot (1713- seçtiği milletvekillerini ve hüküm et üyelerini
84) ile tanışan Rousseau, ünlü Encyclopedie halkın temsilcileri olarak değil, yalnızca m e­
(“A nsiklopedi”) çevresine girerek, ansiklope­ m urları olarak niteledi. Çünkü ona göre genel
dinin müzik m addelerini yazdı. 1752’de beste­ irade, yani halkın egemenliği bir başkasına
lediği K öyün Kâhini operasıyla sarayda da bırakılamaz ya da devredilemezdi.
tanınm asına karşın, bu olanaktan yararlana­ M ontm orency’de yaşadığı sürede Toplum
rak rahat bir yaşam sürdürm eyi seçmedi. Sözleşm esinin yanı sıra ilk rom anı olan Julie
1754’te C enevre’ye döndü ve yeniden Pro- yahut Yeni Heloise (Julie: ou, la nouvelle Helo-
testanlık’ı kabul etti. B urada, D ijon A kade- îse\ 1761) ile Emil ya da Eğitim (Emile: ou, de
misi’nin açtığı bir tartışm a için yazdığı İnsan­ leducation; 1762) adlı yapıtlarını yazdı. Toplum
lar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeli Sözleşmesi Fransa’da yasaklandı. E m ilin ise
Üzerine Konuşm a (Discours sur Vorigine et les dinle ilgili bölümlerinin yakılmasına ve Rous­
fondem ents de Vinegalite parm i les hommes; seau’nun tutuklanmasına karar verildi.
1775) R ousseau’nun ilk büyük yapıtıdır. Bu Eğitim ve kültür üzerine görüşlerinin yer
yapıtında, 1750’de yazdığı, doğal insan ve aldığı E m il adlı yapıtında, öğretm enin otori­
doğal yaşama ilişkin kuram ının başlangıcı tesinin belirlediği bir eğitimin özgür insanlar
sayılan ve D ijon A kadem isi’nce ödüllendiri­ yaratamayacağını söyleyen Rousseau, olgun­
len denem esindeki görüşlerini geliştirmiştir. luk çağma gelene kadar çocuklara din ve ahlak
Yalnız başına “doğal düzen” içinde yaşayan eğitimi verilmemesini savunmuştur. Olgunluk
insanın m utlu, iyi yürekli ve özgür olduğunu; çağma erişen çocuk, öğretmeniyle arkadaşlık
topluluk yaşamına geçilmesiyle kötülük ve ilişkisi kurarak gerekli eğitimi alacaktır. Rous­
kıskançlığın ortaya çıktığını belirten R ous­ seau dine ilişkin olarak, kilisenin katı öğretisi
seau, mal mülk sahibi olmanın doğal eşitliği yerine, duyguya dayanan daha yalın ve uygar
yok ederek toplum da zengin-yoksul, efendi- bir din anlayışının gerekliliğini vurgular.
köle ayrımını yarattığını ileri sürm üştür. T op­ Fransa’dan İsviçre’ye geçen Rousseau, bu­
lum lar, mülkiyeti korum ak için insanlar ara­ rada da yönetim ve kilisenin tepkisini çekti.
sında sahte bir sözleşmeyle yapılan yasal ve Sonunda İngiltere’ye gittiyse de bir yıl sonra
siyasal düzenlem eler sonunda oluşmuş ve 1767’de gizlice Fransa’ya döndü. 1770’te o tur­
toplum yaşamı “doğal düzen”den kopuşu ma izni alarak Paris’e yerleşti. Kendi yaşam-
daha da belirginleştirmiştir. Böylece insanlar öyküsünü anlattığı İtiraflar'ı (les Confessions;
arasındaki eşitsizlik, insanın doğallığını yitir­ 1782) 1764’te yazmaya başladı. Bu yapıt,
diği ve toplumsallaştığı süreç içinde yaratıl­ daha sonra birçok ünlü yazarın izlediği bir
mıştır. edebiyat çizgisinin başlangıcı oldu. Son 10
Cenevre’den yeniden Paris’e dönen Rous­ yılında daha çok kendi yaşamıyla ilgili kitap­
seau, din konusunda anlaşmazlığa düşerek lar yazdı. Erm enonville’de ölen R ousseau’
Encyclopedie çevresinden uzaklaştı. 1756’da nun mezarı Fransız Devrimi sırasında Paris’e
M ontm orency’de bir kır evine yerleşti. B ura­ getirildi.
da, Fransız Devrim i’nin el kitabı sayılan
Toplum Sözleşm esini (Du contrat social; RÖLATİVİTE KURAMI bak. G ö r e l İl îk K u
1762) yazan Rousseau, daha önce yapılmış ve RAMI.
eşitsizlikleri pekiştiren sahte sözleşme yerine,
gerçek bir toplumsal sözleşme yapılmasını RÖNESANS, “yeniden doğuş” (renaissance)
önerdi. Bu yeni sözleşmeyle özgür bir top­ anlam ına gelen Fransızca bir sözcüktür. Av­
lumsal düzen kurulacaktı. İnsanlar özgür ira­ rupa tarihinde 14. yüzyılın sonuyla 15. ve 16.
deleriyle devlete devredecekleri doğal hakları yüzyılları kapsayan dönemi tanım lam akta
yerine, yurttaşlık haklarını elde edecekler, kullanılır. Eski Yunan ve Rom a kültürünün
am a devlet de genel iradeyi temsil edeceğin­ canlandığı, düşüncede, edebiyatta, resimde,
den, insanlar yalnızca kendi koydukları yasa­ heykelde, m im arlıkta büyük değişikliklerin
286 RÖNESANS

Üstte: Rönesans dönem inde Johannes Stradanus'un (1536-1605) Kitap Basımı adlı oymabaskısı.
Matbaanın bulunuşu bilgilerin kolayca ve hızla yaygınlaşmasını sağlamıştı. Altta solda: "M uhteşem
Lorenzo" adıyla bilinen Lorenzo de 'M edici'ye adanmış bir elyazması (Floransa). Altta ortada: Rönesans'ın
büyük düşünürlerinden Desiderius Erasmus'un Alm an ressamı Hans Holbein tarafından yapılm ış ağaç
baskı portresi (1535). Altta sağda: Ünlü İtalyan şair Petrarca'nın elyazması yapıtlarından birinde yer alan
portresi.

iLTP'PI BRANDOLIN1D E CDM


PARATIONEKEIP* E TREGıS
!Ai3PKtSIANTISSL\\V VIKV
!I AVRT ITVMEDTCf f lO R E l
P.PR1NCTPEM LIRT-R J ,

Jf30lA.ij.dco cjıudtm j
___ . cp: tm putu I

preptrr ad
-\V‘ c n u t Cru.*cir,i I
o d i m a*•cft-ia. i t j
â a t ıı r n a l t» .ılte r.tlıu f tf c r Ufcnuj]
dedi u ( ttn e ı m rcn m tcc j^ l.u tv f n j
d ı f a n ı m t f to U m o re m t r d t f u n c . j
'v’t d e r t s w c u m ç jc tz ro it, tu u c n u
c o rtftıe m d ın c m cc S n td ı a d c c lı
n a f 'tm r îi t p c r e ı d ^ u o d d i K o f
f\ok
tn i K n a s â c . jr ia tf t » a t n h t w t s u y ?
(En üstte) Trustees o f the British
t u c i i j -7 ü l v j e m u ic rfh s. tT.inı fm * r
Museum; (solda) Biblioteca Mediceal
Laurenziana; (üstte) Öffenliche meW6 i'm: ıı« tnurtitbus mfte tuno
Kunstsammung, Basel; (sağda) Biblioteca fi* . ıh j; ı r i h f e ı s o b n ^ fip
Nazionale S. Marco
RÖNESANS 287

(Solda) SC A L A ; (üstte) Bridgemarı Art Library

Solda: Rönesans dönemi portre ressamları insanların yalnızca


fiziksel özelliklerini değil, kişiliklerini de yansıtmaya
çalışmışlardır. Piero della Francesca'nın U rbino Dükü Federigo
da M ontefeltro adlı yapıtı bunun iyi bir örn e ğ id ir (1472).
Ü stte: Raffaello'nun Atina Okulu adlı yapıtı, Rönesans
sanatçılarının hareket halindeki insan vücuduna duydukları
ilgiyi yansıtır.

olduğu bu dönem de sanki her şey yeniden Ortaçağın sonlarına doğru A vrupa’nın siya­
doğmuş gibiydi. İşte bu tarihsel değişim döne­ sal yapısında önemli değişiklikler olmaya
mine Rönesans denmesi bu yüzdendir. R ö­ başladı. Hıristiyan A vrupa’nın önderliğini ele
nesans’la Eski Yunan ve Rom a uygarlıkları geçirmek isteyen Kutsal Rom a-G erm en İm ­
arasında kalan dönem ise “ortaçağ” olarak paratorluğu, papalar ile 11. yüzyılın ortaların­
adlandırılır (bak. ORTAÇAĞ). Rönesans döne­ dan 13. yüzyıla kadar süren uzun bir m ücade­
mindeki gelişmeler, insanın evreni, evren­ leye girişmişti. G erek papalar ile im parator­
deki konum unu algılayışını ve yaşama ba­ lar, gerek papa olmaya aday din adamları
kışını büyük ölçüde etkilemiş ve değiştir­ arasındaki çıkar ve yetki çatışmaları, A vrupa’
miştir. da dinsel birliğin simgesi olan papalık kuru-
Rönesans düşüncesinin doğmasına katkıda munu zayıflattı. Ortaçağ boyunca yaşamın
bulunan en önemli olaylardan biri İtalyan şair her alanında söz sahibi olan kilisenin gücü
ve düşünür Francesco Petrarca (1304-74) ön­ giderek azaldı. 15. yüzyılın ortalannda en
cülüğünde gelişen Hümanizm A kım ı’dır (bak. güçlü dönemini yaşayan Kutsal Roma-
H üm an İz m ; P e t r a r c a , F ra n cesco ). 1453’te Os- G erm en İm paratorluğu, 16. yüzyılda dinsel
m anlılar’m Konstantinopolis’i (bugün İstan­ uyuşmazlıklar yüzünden sarsıldı. A vrupa’da
bul) alması üzerine A vrupa’ya kaçan bilgin­ siyasal güç krallıkların eline geçti. Ulusal
ler, Eski Yunanca ve Latince önemli kitaplar­ bilincin uyanmaya başladığı Fransa ve İngilte­
la elyazmalarını birlikte götürdüler. Bu kitap­ re gibi ülkelerde halk giderek Hıristiyanlık’
larla elyazmaları, Eski Yunan ve Rom a kültü­ tan çok kendi ülkesine bağlılığı önem ser
rüne duyulan ilginin canlanmasına; insanı oldu. Coğrafi keşifler ve ticaretin gelişmesi
temel alan, akıl yoluyla iyiye, güzele ve sayesinde zenginleşen tüccarlar, kiliseye karşı
doğruya ulaşılabileceğini savunan hümanist kralların yanında yer aldılar. Kilisenin katı
(insancıl) dünya görüşünün doğmasına yol öğretisinden bağımsız, özgür düşüncenin sa­
açtı. Petrarca klasik elyazmalarıyla ilgili araş­ vunulduğu Rönesans dönem i, 16. yüzyılda
tırm alar yaptı. Eski Yunan ve Rom a uygarlık­ başlayan dinsel reform hareketinin gerçekleş­
ları ile Hıristiyanlık arasında bir süreklilik mesi için de gereken ön koşulları sağlamış
olduğunu göstermeye çalıştı. oldu (bak. R efo r m ).
288 RÖNESANS

Rönesans ile birlikte gelişen yeni düşünce­ (L a divina com m edia ; 1310-21) adlı yapıtını
lerin yayılması yeni buluş ve keşiflerle hız Latince yerine Toskana lehçesi kullanarak,
kazandı. M atbaa kitapların çoğalmasını, yeni günlük konuşma dilinde yazan D ante Alighie-
bilgi ve düşüncelerin okuyabilen herkese da­ ri’nin çağdaş İtalyanca’nın gelişmesine büyük
ha ucuz ve kolay yoldan ulaşmasını sağladı. katkısı oldu (bak. B o c c a c c io , G io v a n n i; D a n te
Pusulanın verdiği güvenceyle uzak denizlere A lig h ie r i) . O nu izleyen öteki yazarlar edebi­
yelken açıldı. Portekizliler ve İspanyollar yatta yerel dillerin yerleşmesine, okuryazarlı­
Y enidünya’yı keşfettiler. A frika’yı dolaşarak ğın bir ayrıcalık olm aktan çıkarak yaygınlaş­
H indistan’a vardılar (bak. KEŞİFLER). Yaygın masına çalıştılar.
olarak kullanılmaya başlanan barut ise ülkele­ Hüm anist dünya görüşünün, Eski Yunan
rin kendine güvenini artırdı. Ne var ki, bu ve Rom a kültürünün etkisi çok geçmeden
yüzden savaşlar eskisine göre daha yıkıcı ve heykel ve resim sanatlarında da kendini gös­
korkunç oldu (bak. PATLAYICILAR). Sömürge­ terdi (bak. Resİm S a n a t i) . Rönesans dönem in­
lerden elde ettikleri kaynaklarla ve ticaretle de ressamlar dinsel konulu resimler yapmayı
zenginlikleri artan soylu aileler, dönemin sürdürm ekle birlikte, daha çok portrelere ve
yetenekli yazarlarının ve sanatçılarının yapıt­ insanı konu alan yapıtlara yöneldiler. Sanat
larını satın almaya, onları korumaya ve des­ yapıtlarında kusursuz bir güzellik arayışı,
teklemeye başladılar. uyum, denge ve bütünlük gibi öğeler önem
kazandı. Ressamlar insanı gerçekçi bir bakış
İtalya'da Rönesans açısıyla, olduğu gibi yansıtabilmek için hare­
İlk kez İtalya’da başlayan Rönesans’ın 15. ket, ışık-gölge türünden anlatım tekniklerin­
yüzyıl sonuna kadar olan evresi E rken, 16. den yararlandılar. Perspektif kurallarının sap­
yüzyılın birinci yarısı Yüksek, ikinci yarısını tanması m imarlıktan başka, resim ve heykel
kapsayan evresi ise Geç Rönesans olarak sanatlarını da önemli ölçüde etkiledi. Pers­
tanımlanır. pektif sayesinde m im arlar tasarladıkları yapı­
Rönesans çeşitli edebiyat türlerinin gelişti­ nın bitmiş halini önceden çizerek gösterebili­
rildiği ve denendiği bir dönem oldu. İtalyan yorlardı.
şair ve öykü yazan Giovanni Boccaccio Deca- İtalya’da Rönesans’ın en önemli merkezi
m eron H ikâyeleri (Decam erone\ yaklaşık olan Floransa, zengin ve soylu Medici ailesi­
1348-53) adlı yapıtıyla düzyazının gelişmesine nin yönetimindeydi. M ediciler sanatçılara pa­
öncülük etti. O dönem de edebiyatçılar, düşü­ rasal destek sağladılar, kentte gösterişli kilise­
nürler ve din adamları yapıtlarını Latince ler ve saraylar yaptırdılar, bu yapıları güzel
yazdığından, insanlar okum a yazma bilseler tablo ve heykellerle donattılar (bak. MEDICI
de bu kitapları okuyamazdı. İlahi K om edya AİLESİ).

Rönesans dönem inde Eski Yunan ve Roma kültürlerinden hareket eden düşünür ve sanatçılar yaşadıkları
dönem i aşan düşünceler de ürettiler. Rönesans insanının tip ik bir örneği plan Leonardo da V inci'nin resim,
heykel, m im arlık ve edebiyatın yanı sıra bilim alanında da önem li çalışmaİarı oldu. İnsanın uçabilmesi için
kanatlar ve çeşitli uçma araçları tasarladıvsa da bunları gerçekleştirme olanağı bulamadı.
RÖNESANS 289

SC A L A
Rönesans m im arları Eski Yunan ve Roma sanatından esinlendiler. İtalya'da M ilano kentinde, Rönesans
ustalarından Donato Bram ante'nin yaptığı Santa Maria delle Grazie Kilisesi dönem in sanat anlayışının
örneklerindendir. Yapı büyük bir kubbeyle örtülüdür. Kubbeyi taşıyan zarif sütunlar, dış yüzeyi süsleyen
yuvarlak pencereler, üçgen alınlıklar ve iç yüzey süslemeleri klasik öğelerin yoğun biçim de kullanıldığı
Rönesans dönemi m im arlık anlayışını yansıtır.

Floransa’da yetişen Rönesans sanatçıla­ saccio (1401-28), Fra Filippo Lippi (1406-69)
rından en ünlüleri M ichelangelo, D onatello, resimde; Lorenzo G hiberti (1378-1455), A n­
Sandro Botticelli ve Leonardo da Vinci’dir drea del Verrocchio (1435-88) ise heykelcilik­
(bak. B o t ticel li , S a n d r o ; D o n a t e l l o ; L e o n a r ­ te bu dönemin önde gelen sanatçılarıdır (bak.
do d a V in c i -, M ic h e l a n g e l o ). İtalyan mimar ve G h ib e r t i . L o r e n z o ; G io t t o ).
ressam Leon Battista A lberti (1404-72) çok
yetenekli bir sanatçı olmanın yanı sıra iyi bir Rönesans Düşüncesinin Yayılması
sporcuydu. “İnsan isterse her şeyi yapabilir” Bazı düşünürlerin ve sanatçıların Eski Yunan
sözleriyle ideal insan ya da Rönesans insanı ve Rom a uygarlıklarına duydukları hayranlık,
kavramını ortaya atan odur. H er yönüyle bu Hıristiyanlık’tan bütünüyle kopm alarına yol
tanım a uyan M ichelangelo, yalnızca resim ve açtı. Oysa, R önesans’ın getirdiği yeni düşün­
heykel sanatçısı değil, aynı zam anda yetenekli celerin Hıristiyanlık inancını güçlendirdiği gö­
bir şair, mimar ve m ühendisti. Leonardo da rüşünde olanlar da vardı. HollandalI büyük
Vinci ise resim, heykel, m im arlık, müzik, düşünür Desiderius Erasm us, dinsel inançla­
edebiyat ve bilim alanlarındaki üstün yetene­ rına derinden bağlı olmasına karşın, çağının
ğini ve dehasını kanıtlamış tipik bir Rönesans en açık- fikirli düşünürlerinden biriydi. Kutsal
insanıydı. Rönesans’ın öteki önemli m im arla­ m etinlerin herkes tarafından incelenm esin­
rı, çizimde perspektifi bulan Floransalı Filip- den, bunun için de her dile çevrilmesinden
po Brunelleschi’den (1377-1446) başka, D o­ yanaydı (bak. E rasm u s .D e sid e r iu s ). Erasm us,
nato Bram ante (1444-1514) ve A ndrea Palla- Deliliğe Övgü (Encom ium m oriae ; 1509) adlı
dio’dur (1508-80). G iotto (1267-1337), Ma- yapıtında din adamlarının dar görüşlülüğünü
290 RÖNESANS

a la y a a l a r a k , in s a n la r ın o la y la r a e le ş tir e l b ir ye aktığı, İngilizce’nin ulusal dil olarak say­


g ö z le b a k m a la r ın ı ö ğ ü tle r . gınlık kazandığı, Niccolö M achiavelli’nin H ü­
A lm a n y a ’d a R ö n e s a n s ilk e le rin i ilk u y g u la ­ kümdar'mm (II Principe ; 1513), Montaigne’in
y a n s a n a tç ı A lb r e c h t D ü r e r o ld u (bak. DÜRER, D enemeler' inin (Essais\ 1580-88) İngilizce’ye
A lbrech t ). F r a n s a ’d a is e , e d e b iy a t a la n ın d a k i çevrildiği bir dönem de yaşadı. Dünyanın en
ilk te m silc isi F ra n ç o is R a b e la is id i (bak. büyük oyun yazarlarından biri olan Shakes­
R a b ela is . F rançois ) . R a b e la is g ü ld ü r ü c ü o ld u ­ peare, kendinden sonra gelen pek çok sanat­
ğ u k a d a r d ü ş ü n d ü r ü c ü v e e le ş tir e l y a z ıla rıy la çıya esin kaynağı oldu (bak. SHAKESPEARE, WlL-
lia m ).
Michael Holford
Rönesans aynı zam anda m odern bilimin
gelişmeye başladığı bir dönemdi. O rtaçağda
Roger Bacon (bak. B a c o n . R o g e r ) gibi, çağı­
nın ötesine geçmiş kuram ve düşünceleriyle
tanınan bilginler ve düşünürler, kilisenin bağ­
nazlığı ve teknolojik olanaksızlıklar yüzünden
düşünce ve bilgilerini yaygınlaştırma olanağı
bulamamışlardı. Rönesans dönem inde insan­
lar İS 2. yüzyılda yaşamış Eski Yunanlı
astronom Batlam yus’un kuram ına inanıyor­
lardı (bak. B atla m yus ). Batlam yus’a göre
D ünya evrenin m erkezinde hareketsiz duru­
yor, Güneş, Ay ve yıldızlar onun çevresinde
Rönesans dönem inden kalma yapıların ortaçağın dönüyordu. Mikolaj Kopernik bilimsel göz­
kale görünüm lü yapılarından daha alçak ve lemler ve araştırm alar sonucu bu kuramın
korunaksız oluşu, saldırıya uğrama korkusunun
azaldığı, daha güvenli bir yaşamın göstergesidir.
yanlışlığını kanıtladı. A stronom i bilgisini kök­
ten değişikliğe uğratarak yeni bilimsel araştır­
m alara temel hazırladı (bak. K o pe r n ik , MlKO-
Fransız ulusal edebiyatının öncüsü oldu. Mic- LAJ). M odern anatomi biliminin babası An-
hel de M ontaigne (1533-92) denem e türünde­ dreas Vesalius (1514-64) kadavralar üzerinde
ki yazılarıyla bu geleneği sürdürdü (bak. yaptığı incelem elere dayanarak gerçekçi bir
FRANSIZ EDEBİYATI). anatom i kitabı yazdı (bak. ANATOMİ). B u
Ispanya’da romancı, oyun yazarı ve şair bilgilerden hekim lerin yanı sıra, heykelciler
Miguel de Cervantes 1605’te yayımlanan Don ve ressamlar da yararlandı. Aynı dönemde
K işot (D on Quijote) ile çağdaş romanın ilk İngiliz bilim adamı ve düşünür Francis Bacon
örneğini verdi. Bugün de sevilerek okunan ve (1561-1626) A dvancem ent o f Learning (1605;
dünyanın en çok çevrilen kitaplarından biri “Bilginin Gelişimi”) adlı kitabında bilimsel
olan D on K işot aynı zam anda büyük bir gerçeklere ancak gözlem ve deney yoluyla
mizah yapıtıdır (bak. C ervantes S a a v e d r a . ulaşılabileceğini savunarak m odern bilimin
M ig u e l D e ). temellerini atmış oldu (bak. B a c o n , F ran -
İngiltere’de C hristopher Marlowe (1564- CIS).
93) Shakespeare öncesi İngiliz tiyatrosunun Bilim, sanat, felsefe ve edebiyat alanında
en önemli yazarıdır. Çok geniş bir bilgi yepyeni düşüncelerin ortaya çıktığı, aynı za­
birikimine sahip olan M arlowe’un yapıtları m anda keşifler ve serüvenler çağı olarak
düş gücünün yanı sıra, derin bir tarih ve din bilinen Rönesans, insanlık tarihinin en önemli
bilgisinin ürünüdür. Altı yıldan biraz uzun olaylarından biridir. O dönem den kalma eşsiz
süren yazarlık yaşamında Latin şairlerinden güzellikteki sanat yapıtlarının büyük bir bölü­
çeviriler de yaptı. mü, başta Rönesans’ın beşiği sayılan İtalya
William Shakespeare (1564-1616), İngilte­ olmak üzere, A vrupa’nın öteki ülkelerindeki
re’de I. E lizabeth’in son yıllarıyla I. James kentleri süslem ekte, resim ve heykeller büyük
dönemini kapsayan, yeni zenginliklerin ülke­ m üzelerde sergilenm ektedir.
RUANDA 291

RÖNTGEN, VVilhelm Conrad (1845-1923). üzere fiziğin pek çok alanında önemli araştır­
W ilhelm Conrad Röntgen (R oentgen), R önt­ m alar yaptı.
gen ışınları olarak da adlandırılan X ışınlarını R öntgen’in bilime en önemli katkısı 1895’te
keşfetmiş olan Alm an fizikçidir. L ennep’te X ışınlarını keşfetmiş olmasıdır. Bir vakum
doğdu, ama henüz küçük bir çocukken ailesi lambasında (yani içindeki hava boşaltılmış bir
ile birlikte H ollanda’ya göç ederek Apel- lam bada) elektrik iletkenliğini incelerken,
doorn’a yerleşti; öğrenimine de bu. ülkede tezgâhın üzerinde, lambanın yakınında dur­
başladı. Kısa bir süre U trecht’teki teknik- m akta olan, üzeri baryum bileşiğiyle kaplı bir
okulda okuduktan sonra 1865’te İsviçre’ye gitti ekranın üzerinde garip bir flüorışımanın oluş­
ve Zürich’teki Federal Teknoloji Enstitüsü’ tuğunu gördü. Bunun üzerine bu olayı araştır­
ne girdi. 1868’de buradan makine mühendisi maya girişti ve çeşitli deneyler sonucunda
olarak mezun oldu. flüorışımaya, tüpten yayılan ve gözle görüle­
Röntgen doktora çalışmasını 1869’da Z ü­ meyen bazı ışınların yol açtığını buldu. R önt­
rich Üniversitesi’nde tam amladı. D oktora te­ gen bu ışınlara X ışını adını verdi; ama bu
zi gazlar üzerineydi. Kısa bir süre sonra ışınlar günümüzde onun adıyla da anılır.
Fransa’da Strasbourg’da yeni kurulmuş olan Röntgen, X ışınlarının normal ışığı geçirme­
Fizik E nstitüsü’ne girdi ve burada Alm an yen bazı m addelerin içinden geçtiğini buldu.
fizikçi August Kundt (1839-94) ile birlikte Ayrıca ışınların fotoğraf filmlerini etkilediğini
çalıştı (K undt, günüm üzde, ses hızını belirle­ de keşfetti.
miş olmasıyla tanınır). D aha sonra A lm anya’ Bu önemli buluşundan ötürü Röntgen birçok
daki çeşitli üniversitelerde ders veren R önt­ ödül ve unvan aldı, ayrıca 1896’da Londra’daki
gen, 1900’de Münih Üniversitesi’ne fizik pro­ Kraliyet Derneği’nin Rumford Madalyası ile
fesörü olarak atandı. Başta esneklik, gazların 1901 Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı.
özgül ısısı ve ışığın polarılması konuları olmak
Mansell Collection RÖNTGEN IŞINLARI b a k . X I ş i n l a r i

RUANDA, A frika’nın iç kesiminde, ekvator


kuşağında yer alan küçük bir kara ülkesidir.
Kuzeyinde U ganda, doğusunda Tanzanya,
batısında Zaire, güneyinde ise Burundi bulu­
nur. Z aire’yle olan sınırının bir bölümü Kivu
G ölü’nden geçer. Ruanda ekvatorun hem en
güneyinde yer alır, ama deniz düzeyinden
yüksekliği 1.500 m etreyi bulduğu için iklimi
serindir.
Başkent Kigali’nin nüfusu 156.700’dür

R U A N D A ' Y A İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 26.338 km2.


NÜFUS: 6.989.000 (1989).
YÖNETİM: Tek partili cumhuriyet.
BAŞKENT: Kigali.
DOĞAL YAPI: Deniz düzeyinden yüksekliği 1.500 metre­
yi bulan ülkenin önemli bir bölümünü çayırlar
kaplar. Kuzeybatısı volkanik bölgedir. Ülkenin en
yüksek dağı olan 4.507 metre yüksekliğindeki Kari-
simbi de buradadır.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Kahve, çay, kalay.
ÖNEMLİ KENTLER: Kigali, Butare, Gisenyi.
EĞİTİM: 7-15 yaşlar arasında zorunlu ve parasızdır; ama
X ışınlarını keşfeden fizikçi VVilhelm Conrad Röntgen
çocukların ancak üçte ikisi okula gidebilmektedir.
laboratuvarında çalışıyor.
292 RUANDA

Küçük bir kara ülkesi olan


Ruanda'nın savanları,
hayvanlara otlak olması
nedeniyle ülke ekonomisi
için önem taşır.

(1981). R uanda halkının çoğu köylerde yaşar vardır. Birkaç hidroelektrik santral ve küçük
ve çiftçilik yapar. Başlıca tarım ürünleri darı havalimanları vardır. B utare’deki Ulusal R u­
ve baklagil türleri, tatlıpatates, mısır, yerfıstı­ anda Üniversitesi tıp, öğretm enlik ve m ühen­
ğı ve muzdur. Çok sayıda koyun, keçi ve dislik eğitimi verir.
domuz bulunur. Sığır sahibi olanlar zengin R uanda’nın ilk halkı olan B ahutular bugün
sayılır. Ruanda denizden uzaktır, ama Kivu de ülke nüfusunun yüzde 80’inden fazlasını
G ölü’nde bir limanı vardır. Ülkede demiryolu oluşturur. 14. yüzyılda bölgeye gelen Batusi-
yoktur ve sanayi de gelişmemiştir. Yolların ler kısa sürede B ahutular’ı denetim altına
bir bölümü asfaltlanmıştır. Toprak yollar ise aldılar ve Kigali yakınlarında bir krallık kur­
yağmur mevsiminde sık sık geçit vermez dular. Komşu ülke B urundi’nin 1891’de Al­
durum a gelir. R uanda’da sıtma hâlâ yay­ man Doğu A frikası’na bağlanmasından son­
gındır. ra, Alm anlar R uanda üzerinde de hak iddia
R uanda’da gıda m addeleri, pamuklu doku­ ettiler. Am a ülkeyi hiçbir zaman tam anla­
ma ve ayakkabı üreten küçük fabrikalar mıyla ele geçiremediler.
1916’da Belçikalılar ülkeyi işgal ettiler.
1923’te R uanda, komşusu Burundi’yle birlik­
te R uanda-U rundi adıyla Belçika’nın m anda­
sına bırakıldı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise
Birleşmiş M illetler’in vesayetine verildi.
Victoria
1959’da Batusiler ile B ahutular arasında savaş
çıktı ve son kral tahttan indirildi. 1961 ’de
R uanda Cum huriyeti kuruldu; ertesi yıl R u­
anda bağımsızlığını kazanırken Burundi de
Z A İR E bağımsız bir krallık oldu.
Bağımsızlık sonrası R uanda’dan ayrılmaya
zorlanan Batusiler Burundi’ye sığınarak R u­
anda karşıtı hareketlere başladılar. 1973’te
B atusiler’i yönetim den uzaklaştırmak için
R uanda’da bir askeri darbe gerçekleştirildi.
Tanganika
Gölü
1978’de yeni bir anayasa hazırlandı, 1981’de
ise genel seçimler yapıldı.
RUBENS 293

RUBAİ. T ürk, İran ve A rap edebiyatında leriyle de tanınm ışlardır. 20. yüzyılda Yahya
kullanılmış dört dizelik bir nazım biçimi olan Kemal Beyatlı başta olmak üzere Cemal
rubai T ürk halk edebiyatındaki mâniye ben­ Yeşil, A rif Nihat Asya, Ham am izade İhsan
zer. Rubai aruz vezninin belirli kalıplarıyla ve Fuad Bayramoğlu rubaiyi geleneksel ku­
yazılır ve bu özelliğiyle kıta, nazm gibi dört ralları ve havası içinde sürdürm üşler, Nâzım
dizelik öbür nazım biçimlerinden ayrılır. R u­ H ikm et, A ttilâ İlhan gibi yenilikçi şairler de
baide genellikle birinci, ikinci ve dördüncü rubaiden bir nazım biçimi olarak yararlanm ış­
dize birbiriyle uyaklı, üçüncü dize serbesttir. lardır.
Bununla birlikte iki beyitlik, kıta biçiminde
uyaklı (xaxa) ya da her dizesi uyaklı rubailer RUBENS, Peter Paul (1577-1640). Flaman
de yazılmıştır. ressam Peter Paul Rubens, barok üslubun en
Rubai kısa bir nazım biçimi olduğundan önemli temsilcilerindendir. Genellikle büyük
yoğun bir anlatım içerir. Çoğunlukla tasavvu- boyutlu olan resimleri ışık, renk ve yaşama
fi, felsefi düşünceleri bir özdeyiş niteliği sevinciyle doludur. Çok sayıda portre çalış­
kazandırarak anlatm ak için yeğlenen rubai, ması ve dindışı yapıtı olan sanatçının dinsel
yergide de kullanılmıştır. Rubaide vurgulan­ konulu resimlerinde derin bir duyarlılık sezi­
mak istenen düşünce, üçüncü ya da dördüncü lir. R ubens’in en güzel yapıtlarından biri olan
dizede yer alır. İlk iki dize daha çok bir İsa’nın Çarmıhtan İndiriliri (1611-14) Belçika’
hazırlık, bir giriş niteliğindedir. Genellikle da Anvers K atedrali’ndedir.
mahlas belirtilm eden yazılan rubailer divanla­ Peter Paul, ailesinin dinsel baskılar nede­
rın sonunda ayrı bir bölümde toplanır. niyle göç ettiği A lm anya’da doğdu. Babasının
Rubai İran edebiyatında ortaya çıkmış bir ölümü üzerine annesi ve üç kardeşiyle birlikte
nazım biçimidir. Adı bilinen en eski rubai Flandre’da Anvers’e döndü. Daha küçük yaşta
şairi 10. yüzyılda yaşamış olan R ûdeki’dir. parasal sorunlar nedeniyle okuldan alınarak bir
Yaygın ününü bugün de sürdüren 11. yüzyıl Anadolu Yayıncılık Arşivi
şairlerinden Baba Tahir U ryan’ın rubaileri
ise, rubaiye özgü vezin kalıplarıyla yazılmadı­
ğından dü-beyt (iki beyit) olarak adlandırılır.
G ene 11. yüzyılda yaşamış Ebu Said E b i’l-
Hayr ile 12. yüzyılda yaşamış Baba Efdal
Kâşâni ünlü birer rubai şairi olm akla birlikte
İran edebiyatında rubai Ö m er H ayyam ’la
doruğa ulaşmıştır (bak. Ö m e r H a y y a m ). A rap
şairler ise rubaiye fazla yakınlık göstermemiş­
lerdir.
R ubainin T ürk edebiyatında yaygınlık ka­
zanmasında dörtlüklerin İslam öncesi dönem ­
de başlıca nazım biçimi olmasının da payı
vardır. Bununla birlikte A nadolu’da ilk rubai­
leri, 13. yüzyılda yaşamış ,olan M evlana,
Farsça kaleme almıştır. 14.-15. yüzyıllarda
yetişen hemen her Divan şairi rubai yazmışsa
da olgun örneklerini 16. yüzyılda Fuzuli
(ölümü 1556), Kara Fazli (ölümü 1563),
Bağdatlı Ruhi (ölümü 1606) gibi usta şairler
vermiştir. 17. yüzyılda yetişmiş olan Azmiza-
de H aleti (ölümü 1631) 1.000’i aşkın rubaisiy­
le bu türün en verimli şairi sayılır. Nabî
(1642-1712), E srar D ede (ölümü 1796), Şeyh Rubens'in, karısı Isabella Brandt ile kendisini
Galib (1758-99) gibi ünlü Divan şairleri rubai­ gösteren bir tablosu (1609).
294 RUBENS

The Metropolitan M useum o f Art


Kurt ve Tilki Avı adlı bu tablo, Rubens'in bütün yapıtları gibi canlı ve hareket doludur.

soylunun hizmetine verildi. Kısa bir süre sonra zaman resimlerin tasarımını hazırladıktan
resim konusundaki yeteneğinin farkına varıldı sonra yardımcılarına bırakıyor, resim tam am ­
ve dönemin ünlü ressamlarının atölyesinde re­ landıktan sonra son fırça vuruşlarını kendisi
sim öğrenimine başladı. Aynı zamanda yapıyordu. Örneğin Fransa Kralı XIII. Louis’
Latince, Yunanca, Fransızca, İtalyanca ve nin annesi M arie de Medicis’nin günlük ya­
İspanyolca öğrendi. Zekâsı ve resim yapm ak­ şamından sahneleri betimleyen 21 tabloluk
taki ustalığıyla adından söz ettirm eye başla­ resim dizisi bu tür bir çalışmanın ürünüydü.
yan Rubens, M antova dükünün çağrısı üzeri­ Bu tablolar bugün Paris’te, Louvre M üzesi’n­
ne İtalya’ya gitti. O rada Rönesans ustalarının dedir.
yapıtlarını inceleme olanağı buldu. 1603’te Ressamlığın yanı sıra diplomatik görevler­
dükün elçisi olarak İspanya’ya gitti ve Kral II. de de bulunan Rubens, sık sık başka ülkelere
Felipe’nin sarayında ünlü İspanyol ressamla­ geziler yaptı. 1630’da İngiltere ile İspanyol
rın yapıtlarını inceledi. Felem enki arasında imzalanan barış antlaş­
1608’de annesinin ölümü üzerine A nvers’e masına katkılarından dolayı İngiltere Kralı
geri dönen Rubens, saray ressamlığına getiril­ I. Charles, R ubens’e şövalyelik unvanı verdi.
di. Saraydaki görevi sırasında son derece İngiltere’de kaldığı sırada W hitehall Sarayı’
yoğun bir biçimde çalıştı, portrelerin yanı sıra nin Şölen Evi’nin tavan resimlerini de yaptı.
çok sayıda dinsel konulu resim yaptı. 1611’de Özellikle çıplak figürleri öteki ressamların
kendi atölyesini kurarak öğrencileri ve yar­ tablolanndakinden çok değişik olan Rubens’
dımcılarıyla birlikte çalışmaya başladı. O yıl­ in resimlerinde kadınlar sıcak ve canlıdır.
larda ülkesinde olduğu kadar A vrupa’nın Işığı kullanm aktaki ustalığı figürlere hareket­
öteki ülkelerinde de adını duyuran Rubens, lilik kazandırır. Sanatçının 3.000’i aşkın yapı­
artan siparişler üzerine tabloları yetiştirebil­ tının en önemlileri arasında, Çarmıhın D ikil­
mek için yardımcılarını da kullandı. Çoğu m esi (1610), L eukippos Kızlarının Kaçırılışı
RUH HASTALIKLARI 295

(1618), Susanne Fourm ent’ın Portresi (yakla­


şık (1625) ve Kürk Mantolu Helene Fourment
(1638) sayılabilir.

RUH HASTALIKLARI. İnsan sağlığını tehdit


eden sayısız iç ve dış etken vardır. Bunlardan
bazıları çeşitli organların işleyişini ya da
vücudun genel uyum ve dengesini bozar;
bazıları da kişinin akıl ve ruh sağlığını tehlike­
ye atar. Birinci gruptaki hastalıklara bedensel
ya da fiziksel hastalıklar, ikinci gruptakilere
ise ruhsal yapı ve davranış bozukluklarıyla
ortaya çıktıkları için “ruh hastalıkları” ya da
zihinsel süreçlerde çeşitli bozukluklara yol
açtıkları için “akıl hastalıkları” denir.
Vücudu etkileyen hastalıklarda çoğu kez
yüksek ateş, ağrı, hatta deri döküntüleri gibi
fiziksel belirtiler söz konusudur. Örneğin
kızamıklı bir hastanın derisinde, gözle görü­
len ve hastalığın tanısını kolaylaştıran küçük
kırmızı lekeler belirir. Oysa ruh hastalıkların­
da genellikle hiçbir fiziksel belirti yoktur ve
hastanın dış görünüm ü çoğu zaman norm al­
dir. Başka bir deyişle, ruhsal yapıdaki deği­ Wellcome Institute Library, Londra
şiklik yalnızca davranışlara yansır ve hastalı­ Benjamin Rush'ın buluşu olan bu kayışlı sandalye,
ğın dışa vuran tek belirtisi budur. Ne var ki, hastanın hareketsiz kalmasını sağlamak ve böylece
günlük yaşamda karşılaşılan davranışların ki­ belirtilerin ortaya çıkmasını engellemek amacıyla
tasarlanmıştı.
şiden kişiye ve koşullara göre değişmesi,
yalnızca davranışlara bakarak ruh hastalıkla­
rına tanı koymayı iyice güçleştirir. Hangi a n la ş ıld ı. 19. y ü z y ılın o r ta l a r ın d a d a r u h
davranışın olağan, hangisinin hastalık belirtisi h a s ta lık la r ın ın in c e le n m e s in i, ta n ıs ın ı v e t e d a ­
olduğunu saptam ak ve “norm al” ile “anor­ v isin i k o n u a la n psikiyatri tıb b ın iç in d e a y rı
mal” arasında kesin bir sınır çizmek çok b ir u z m a n lık d a lı o la r a k g e lişti (bak. PSİKİYAT­
güçtür. Rİ). B u y e n i a r a ş tır m a a la n ın ın e n ta n ın m ış
ö n c ü le r in d e n b iri S ig m u n d F r e u d ’d u r (bak.
Ruh Hastalıklarının Tarihçesi F r e u d , Sig m u n d ).
Ruh hastalıklarının geçmişi de büyük olasılık­
la fiziksel hastalıkların başlangıcı kadar eskiye Ruh Hastalıklarının Sınıflandırılması
uzanır. A m a eskiçağlarda insanlar ruh hasta­ Psikiyatrlar genellikle bütün ruh hastalıklarını
lıklarının nasıl geliştiğini anlayamamışlar ve iki tem el grupta toplarlar: N evrozlar ve p si­
“deli” dedikleri bu hastaların içine kötü ruh­ kozlar.
ların girdiğine inanmışlardı. O rtaçağda akıl Bu iki grup arasındaki en önemli fark,
hastaları genellikle yoksullar ve zekâ özürlü­ nevrozlarda akıl yürütm e ve m antık süreçleri­
lerle birlikte düşkünlerevine ya da kimsesizler nin etkilenmemiş olmasıdır. H astada duygu
yurduna kapatılır, karanlık ve pis m ahzenler­ ve davranış bozuklukları görülmekle birlikte,
de sürekli kilit altında tutulur, hatta yaban bilinci gerçekle bağlarını koparmadığı için
hayvanları gibi zincire vurulurdu. hasta kendisi de bu değişikliklerin farkında­
Sonraları “deliliğin” de bütün öbür hasta­ dır. Bu yüzden nevrozlular çoğu zaman “has­
lıklar gibi anlaşılır nedenleri olan, tanı konu­ ta olduğumu ve garip şeyler yaptığımı biliyo­
lup tedavi edilebilecek bir hastalık olduğu rum , ama elimden bir şey gelmiyor” derler.
296 RUHR

Buna karşılık psikozlarda bilinçli düşünce ların tedavisinde, özellikle de hastanelerde


tümüyle altüst olmuştur. H astalar kafalarında doktorların gözetimi altında kullanılır.
yarattıkları düş dünyası ile gerçekleri birbirin­ Eskiden, ruhsal bozukluk gösteren hastalar
den ayıramadıkları için hastalıklarının da özel hastanelerde ya da koğuşlarda yatırılır,
farkında olamazlar. dostlarıyla, aileleriyle, hatta öbür hastalarla
Psikozlar genel olarak nevrozlardan daha görüşm elerine izin verilmezdi. Bu uygulama
ağır ve ciddi hastalıklardır. Ö rneğin, en ağır çoğu zaman hastalığın daha da kötüye gitm e­
ruh hastalıklarından biri sayılan şizofreni psi­ sine yol açıyordu. Oysa günüm üzde, eğer
koz grubundandır. Bu hastalıkta kişinin dış olanak varsa, hastaların tedavi süresince bir
dünyayla bütün ilişkisi kopm uştur. Bu yüzden arada yaşamaları sağlanır. Çünkü, başka in­
şizofrenler çevrelerinde olup bitenlerle hiç sanlarla bir arada olmak ve günlük yaşamın
ilgilenmez, olaylara normal tepki göstermez, sorunlarından uzak kalmamak kilit altında
kimseyle konuşmaz ve genellikle kendi içleri­ tutulm aktan çok daha yararlıdır.
ne kapanarak gerçek ile düşsel olanın birbiri­
ne karıştığı yan düş dünyasında yaşarlar. RUHR. Alm anya Federal Cum huriyeti’nde,
batıda Hollanda sınırından doğuda D ort-
Tedavi Yöntemleri m und’a kadar uzanan bölgede çok sayıda
Ruh hastalıklannda uygulanan tedavi yön­ sanayi kenti yer alır. R uhr bölgesi ya da
tem leri kabaca iki grupta toplanabilir. Bun­ kısaca R uhr olarak anılan bu bölge adını,
lardan ilki hastayla konuşm ak, hatta yalnızca güney kesimi boyunca akarak D uisburg’da
hastanın anlattıklannı dinlemektir. Hastanın R en ’le birleşen Ruhr İrm ağından alır.
kendi sorunları üzerinde düşünmesini, tartış­ Dünyadaki en büyük ve zengin kömür
masını ve böylece sorunun kökenine inmesini yatakları R uhr bölgesindedir. Burada çıkartı­
amaçlayan bu “konuşma tedavisi”nin ya da lan köm ürden üretilen bir kokköm ürü çeşidi
psikoterapinin çok değişik yöntem leri vardır. çelik yapımında kullanılır. Ruhr’daki demir-çe-
Bunlar içinde en bilineni, F reud’un geliştirdi­ lik sanayisinde önceleri bölgeden ve güneydo­
ği psikanaliz' dir. Psikanaliz uygulayan kişi, ğudaki Siegerland’dan çıkartılan demir cevheri
hastanın zihnini ve ruhunu derinlem esine kullanılırken, artık çeşitli yabancı ülkelerden
araştırarak bilinçaltındaki düşünceleri açığa alınan cevherler de kullanılmaktadır.
çıkarmaya çalışır. Çoğu kez çocukluk çağının ZEFA
başlangıcına kadar inen bu bastırılmış duygu
ve düşüncelerin bilinç düzeyine çıkması soru­
nun çözülmesine yardımcı olabilir. Bazı psi­
koterapi yöntemleri ise, olağan sayılmayan
davranışın nedenlerini bulmaya çalışmaksızın
yalnızca hastayı rahatlatm ayı ya da davranış-
lannı değiştirmeyi amaçlar. Psikoterapi, seçi­
len tedavi yöntem ine ve hastalığın önemine
bağlı olarak her gün ya da ayda bir kez
uygulanabilir. Psikiyatr hastayla yalnız konuş­
mayı ya da eşiyle, hatta ailenin öbür bireyle­
riyle birlikte tedaviyi sürdürmeyi seçebilir.
İkinci gruptaki tedavi yöntem leri ilaç kulla­
nımına dayanır. Ruhsal çöküntü ve bunaltı
gibi hafif nevrozların tedavisinde doktorlar
hastalarına yatıştırıcı ve çökkünlük giderici
ilaçlar verirler. Aslında bunlar reçeteyle alı­
nabilen ve günlük yaşamın yarattığı streslere
karşı herkesçe kullanılabilen ilaçlardır. D aha
Dortm und, Alm anya Federal C um huriyeti'nin Ruhr
etkili ilaçlar ise genellikle daha ağır hastalık­ sanayi bölgesindeki başlıca kentlerinden biridir.
RUS BEŞLERİ 297

Dünyanın en büyük ırmak lim anlarından


biri olan Duisburg büyük bir m avna trafiğinin
kilit noktasıdır. Ağır mavna trafiği kuzey ve
doğudan kanallar yoluyla da R uhr’a ulaşabil­
m ektedir. Dem ir ve karayolları ağı bölgenin
her noktasına ulaşma olanağı verir. Zengin
köm ür yatakları, m odern çelik fabrikaları ve
iyi ulaşım sistemi R uhr’u dünyam . en büyük
sanayi bölgelerinden biri durum una getirmiş­
tir. R uhr’da köm ür ve çeliğin yanı sıra kimya­
sal m addeler, boya ve boyarm addeler, m aki­
ne ve dokum a üretimi de yapılır. Demir-çelik
fabrikalarında yan ürün olara'k elde edilen
havagazı, büyük borularla yüzlerce kilometre
uzaklıktaki kentlere ve fabrikalara taşınır.
R uhr’daki kentlerin çoğu Lippe ve R uhr
ırmakları arasındadır. Duisburg ve Dortm und’
un yanı sıra Hamborn, Oberhausen, Mülheim,
Essen, Gelsenkirchen ve Bochum bunlar
arasındadır. R uhr Irm ağı’nm güneyinde, böl­
genin sınırlarında Hagen ve W uppertal ile
çatal bıçak gibi m adeni el aletleri ve mutfak
eşyaları üretilen Solingen ve Remscheid yer
alır. Ülkenin en yoğun nüfuslu bölgelerinden
biri olan R uhr’da çiftçilik de yapılmaktadır.

RUMELİ HİSARI bak. A n a d o l u v e R u m e lî Hİ- Music Division, New York Public Library
s a rla ri. Aleksandr Borodin müziğin geleneksel yapısını
zorlayan besteleriyle Rusya'dan önce Avrupa'da
RUS BEŞLERİ. 19. yüzyılın sonlarına doğru tanınmıştı.
Rus müziğini Batı Avrupa müziğinin etkile­
rinden kurtararak özgün ve ulusal bir müzik biri de bir sonraki kuşak bestecilerinden Mili
yaratm a amacı çevresinde birleşen beş besteci Balakirev’di. Mussorgski, Borodin, Rimski-
“Rus Beşleri” olarak anılır. G rubun üyeleri Korsakov ve Cui gibi dört yenilikçi besteci sık
Nikolay Rimski-Korsakov (1844-1908), Mo- sık Balakirev’in evinde bir araya gelerek Rus
dest Petroviç Mussorgski (1839-81), Mili Ba- halk müziğine ilişkin geniş kapsamlı araştır­
lakirev (1837-1910), Aleksandr Borodin m alar ve tartışm alar yapmaya başladılar. Beş
(1833-87) ve Cesar Antonoviç Cui’ydi (1835- bestecinin bir araya gelmesini sağlayan ortak
1918). çaba, halk müziğinden yararlanm a yöntem le­
18. yüzyıl boyunca Rusya’da en çok dinle­rini saptam ak ve ulusal müzik savının tem elle­
nen müzik türü İtalyan operasıydı. 19. yüzyıl­ rini oluşturm aktı. Bir gazete yazısında kendi­
da edebiyat alanında ünlü Rus yazarı A lek­ lerinden m oguçaya kuçka (küçük güçlü grup)
sandr Puşkin’le başlayan ulusalcı hareket olarak söz edilmesi üzerine, besteciler öncele­
müziğe de yansıdı (bak. PUŞKİN, ÂLEKSANDR). ri bu adla, sonra da Rus Beşleri adıyla anıldı.
İtalyan müzik anlayışına tepki duyan besteci­ Balakirev dışında grubun öteki üyeleri ya­
lerden Mihail İvanoviç Glinka (1804-57) ve şamlarını müzik dışı işlerle sürdürüyorlardı.
A leksandr Sergeyeviç Dargomijski (1813-69), St. Petersburg’da (bugün Leningrad) Askeri
Rus halk müziğinin renklerini taşıyan ulusal M ühendislik Akadem isi’nde öğretm en olan
bir müzik yaratm a çabasına girdiler. Müzikte Cui, besteciliğinden çok müzik eleştirmeni
yenileşme hareketini ilk benim seyenlerden olarak tanındı. İtalyan operasının etkilerini
298 RUS DEVRİMİ

masına da önemli katkıda bulunan Borodin,


Ravel ve Debussy gibi 20. yüzyılın önde gelen
İzlenimci bestecilerini de önemli ölçüde etki­
ledi.
Rus Beşleri içinde en özgün yapıtları veren
Mussorgski önceleri Rus soylularının görev
aldığı bir muhafız alayında subayken, sonra­
dan ailesinin tüm servetini yitirmesi üzerine
devlet m em uru oldu. G rubun öteki üyeleriyle
1856’da tanıştı ve Balakirev’in etkisiyle beste­
ci olmaya karar verdi. Bestelerinde müziksel
yapının ve arm oninin geleneksel kurallarına
karşı çıktığı için bazı müzik eleştirmenlerince
İzlenimcilik Akım ı’nın kurucusu olarak kabul
edilir.
Rimski-Korsakov ise St. Petersburg’da,
Deniz H arp O kulu’nda öğrenim görmüş bir
deniz subayıydı (bak. RİM SKİ-KORSAKOV , NİKO-
L A Y ). G rubun bir başka özelliği de birbirleri­
nin yarım kalmış yapıtlarını tamamlayıp bitir­
meleriydi. Sözgelimi Rimski-Korsakov Mus-
sorgski’nin ölümü üzerine Boris G odunov ve
Hovanşçina adlı operalarıyla, Ç ıplak Dağda
Bir Gece adlı orkestra yapıtını, B orodin’in
Prens İgor operasını tamamlamıştı.
Rus Beşleri halk müziği ezgilerini ve tek­
Tretyakov Galerisi, Moskova/fotoğraf, Harlingue-Viollet
niklerini kullanarak başta senfoni, konçerto
Modest M ussorgski'nin İlya Repin tarafından ve opera olmak üzere çok sayıda beste yaptı­
yapılmış bir portresi (1881). lar. Halk müziği renklerinin en belirgin oldu­
ğu yapıtlar Balakirev’in İslamey (1869) adlı
sert bir dille eleştirdiği yazılarıyla Rus Beşle- piyano rapsodisi, B orodin’in Aleksandr Puş­
ri’nin A vrupa’da tanınm asında önemli rol kin’in bir öyküsünden esinlenerek yazdığı
oynadı. G rubun öteki üyeleriyle aynı görüşle­ Prens İgor (1869-87) operası, M ussorgski’nin
ri paylaşmasına karşın, daha çok Liszt, Cho- yine Puşkin’in bir oyunu üzerine yazdığı
pin ve Schum ann’dan etkilenmiş olan Cui, Boris G odunov (1874) operası ve Rimski-
grubun halk müziği öğelerini en az kullanan Korsakov’un çeşitli besteleridir.
üyesiydi. A yrıca bak. OPERA.
Borodin Tıp ve Cerrahi A kadem isi’nde
öğrenim görmüş bir kimyacıydı. Müziğe ve RUS DEVRİMİ bak. E K İM D E V R İM İ.
bilime olan ilgisi erken yaşlarda ortaya çıktı.
1862’de Balakirev’le tanışıncaya kadar müzik RUS EDEBİYATI, 11. yüzyılda R uslar’ın
çalışmalarını kendi kendine sürdürmeye çalış­ Hıristiyanlık’ı benim semesinden sonra yazı­
tı. O tarihten sonra Cui ve M ussorgski’yle lan yapıtlarla başlar. Doğu Slav toplulukları
birlikte B alakirev’den ders almaya başladı. ilk kez 10. yüzyılın hemen başında Kiev’de
Yaşamı boyunca müziği ve mesleğini bir merkezi bir yönetim altında bir araya gelmiş­
arada yürütmeye çalıştı. Doğuştan gelen ola­ lerdi. Aynı yüzyılın sonlarında Kiev prensi
ğanüstü müzik yeteneğinin yanı sıra, daha o tarafından benim senen Hıristiyanlık’ın halkın
dönem de müziğin geleneksel yapısını zorla­ arasında yayılmasıyla okuryazarlık gelişebil­
yan besteleriyle Rusya’dan önce A vrupa’da me olanağı buldu. Bu yeni dinle birlikte
tanındı. Rus Ulusal Müzik O kulu’nun kurul­ Rusya’ya Yunanca ya da Slavca dinsel yapıt­
RUS EDEBİYATI 299

lar girdi. Y unanca’dan çeviriler yapılmaya bul) Osm anlılar’ca alınması ve Bizans’ın yıkıl­
başlandı. ması nedeniyle kaleme alınmış olan “Çargrad5
Rus edebiyatı 11. yüzyıldan 13. yüzyıl in Alınışı” dönem in ilgi çeken yapıtlarıdır.
sonlarına kadar uzanan bu ilk dönem inde 15. yüzyılın sonlarında Rusya’nın T atar
dinin ve dinsel konuların etkisi altında kaldı istilasından kurtulmasıyla başlayan dönem de
ve sınırları dince belirlendi. Bu dönemde M oskova siyasal ve kültürel yaşamın merkezi
Hıristiyan dünyasının Bizans ve Rom a m er­ durum una geldi ve kültürel yaşamda yeniden
kezleri arasında ikiye ayrılması ve Rusya’nın bir canlanma başladı. 16. yüzyılda ilk m atbaa
Katolik batıya karşı O rtodoks Bizans’ın ya­ kuruldu ve ilk olarak A p o sto l adlı kitap
nında yer alması da onu Latin dünyasından ve basıldı. Bu dönem de M oskova Prensliği’nin
kültüründen kopardı. siyasal varlığını öne çıkartan yazılar ile dinsel
11. ve 12. yüzyıllarda dinsel yapıtların yanı propaganda kitapçıkları egemen durumdaydı.
sıra başka konuları işleyen yapıtlar da yazıl­ 15. yüzyılın sonunda yazılmış olan, İran ve
maya başlandı. Bu tür yapıtlara “İskenderna- H indistan’ı gezen bir tüccarın anlattıkların­
m e”ler, bir Yahudi tarihçinin “K udüs’ün Yı­ dan oluşan “Üç Denizde Yolculuk” adlı gezi
kım Tarihi” adlı yapıtı ile “K ahram an Dioge- kitabı Rus edebiyatında siyasal ve dinsel
nes’in Y aptıkları” adlı Bizans romanının çevi­ çevrelerin etkisinden uzak ilk yapıtlarından
risi örnek olarak gösterilebilir. biridir.
11. yüzyılın ortalarında çeviri ya da uyarla­ 17. yüzyılın başında bu kez de İsveç ve
maların yanında özgün Rus edebiyatının da Polonya ordularının işgaline uğrayan Rusya
ilk ürünleri ortaya çıkmaya başladı. Rus yeniden bir kültürel gerileme sürecine girdi.
m anastır başrahiplerinin yaşamöyküleri bu Am a bu dönemin ardından dindışı öğelerle
alandaki ilk önemli adımlardı. M ağaralar sözlü halk geleneği öğeleri edebiyata girmeye
M anastırı’nın başrahibi Feodosius’un yaşa­ başladı. A rtık dinsel konuların yanı sıra gül­
mıyla, öldürülen kardeş prensler “Boris ve mece ve yergi yapıtları da yazılıyordu. 17.
G leb’in Yaşamı” bunların ilk örnekleridir. yüzyılın ortalarında başpapaz Avvakum Pet-
Ayrıca aynı yüzyılın ilk yıllarında yazılmaya roviç’in kaleme aldığı ve Rus edebiyatının ilk
başlanan vakayinameler bu dönem in önemli düzyazı yapıtlarından biri olan H ayatım basıl­
yapıtlarıdır. 12. yüzyılda rahip N estor tarafın­ dı. Bu sıralarda M oskova’da ilk tiyatro dene­
dan derlendiği varsayılan “Geçmiş Yılların meleri de başlamıştı.
Öyküsü” adlı vakayiname bu türün en ilginç
örneğidir. Batı Avrupa'nın Etkisi
O dönem lerde gelişmekte olan bu yazılıÇar I. P etro’nun 18. yüzyılda gerçekleştirdiği
edebiyatın yanında sözlü edebiyat da oldukça reform lar eskinin dışa kapalı, dindar Rusya’
zengindi. Köylü ozanlarca söylenen kahra­ smda köklü değişimlere yol açtı. Bu reform ­
manlık destanları çok yaygındı. Bu destanlar­ lar sonucu kültür üzerindeki dinsel baskılar
dan yazıya aktarılan “İgor Alayı D estanı” önemli ölçüde kalktı. Rus soylular ve aydınlar
günüm üze kadar ulaşmıştır. D estanda Novgo- kendilerine tümüyle yabancı Batı Avrupa
rod-Severski Prensi İgor Svyatoslaviç’in Kıp- kültürüyle tanışma olanağı buldular. M odern
çaklar’a karşı düzenlediği ve yenilgiyle biten Rus edebiyatı da bu reform lardan sonra 18.
seferi anlatılır. yüzyılda Klasikçilik ile birlikte başladı (bak.
13. yüzyılda T atar istilasından sonra bölge­KLASİKÇİLİK VE Y en İklas İKÇİl İk ). R us yergi ede­
sel konuları işleyen yapıtlar yazılmaya başlan­ biyatının kurucusu ve dindışı şiirin ilk örnek­
dı. Bunlardan, M oğollar’ı 14. yüzyılda yenil­ lerini veren A ntioh Dmitriyeviç Kantem ir; ilk
giye uğratan Prens Dimitri D onskoy’u öven büyük dil reformcusu, şair ve bilim adamı
Zadonşeina adlı yapıt sürm ekte olan destan Mihail Vasilyeviç Lomonosov; masallar ve
geleneğinin örneklerindendir. Ayrıca, 14. yergiler yazan ve yazarlığı meslek olarak
yüzyılda dönem in savaşlarını ve merkezi yö­ seçen ilk Rus soylusu olan, ilk Rus trajedisi
netim kurm a çabalarını anlatan “Mamay Boz­ H orev ’in yazarı A leksandr Petroviç Sumaro-
gunu” ile K onstantinopolis’in (bugün İstan­ kov; geliştirdiği vurgulu hece dizisiyle Rus
300 RUS EDEBİYATI

Sovfoto

Lom onosov (1711-65) Puşkin (1799-1837) Gogol (1809-52) Dostoyevski (1821-81)

şiirini yeniden biçimlendiren şair ve filozof linden çıkararak konuşma diline dayanan daha
Vasili Kirilloviç Trediakovski edebiyattaki bu yalın bir edebi üslup yarattı. Şiiri duygunun
gelişmenin öncüleri oldular. Rus Klasikçiliği’ anlatımı olarak kabul ederek Klasikçi­
nin önde gelen bu adları batı edebiyatının lik’in aklı ve kuralı öne çıkarmasını eleştirdi.
büyük ölçüde etkisi altındaydılar. Ayrıca Karam zin’in ünlü “Zavallı Liza” (1792) adlı
özellikle 18. yüzyılın en dikkate değer ve öyküsü duygusal yaklaşımın ilk örneklerin­
özgün Rus şairi Gavrila Romanoviç Derjavin; dendir. Bu akımın bir başka ünlü adı da şair
soyluların kültür alanındaki özenticiliğini ve çevirmen Vasili Jukovski’ydi. Eski Y unan,
alaylı bir dille yeren oyun yazarı Deniş İran ve Hint destanlarından Rusça’ya başarılı
İvanoviç Fonvizin dönemin önemli yazarlarıy­ çeviriler yapan Jukovski, Alm an ve İngiliz
dılar. edebi akımlarının etkisinde çok güzel yapıtlar
18. yüzyılın sonlarında Rusya’da köylü kalem e almıştır. Jukovski, ağıt türünde duy­
ayaklanmaları Rus edebiyatında siyasal ve gulu ve ezgili şiirler yazan şair Konstantin Ni­
duygusal tem aları öne çıkardı. Y azarlar yok­ kolayeviç Batyuşkov’la birlikte Puşkin’in ön­
sulluk içindeki köylülerin yaşamına, Rusya’da cülü sayılır.
yaygın olan toprak köleliğine ve yarattığı
toplum sal ilişkilere ilgi duymaya başladılar. Puşkin ve Sonrası
Bunlardan, toprak sahiplerinin köylüleri ez­ 19. yüzyılda Rus edebiyatı en parlak dönem i­
mesine karşı çıkan ve toplum sal yergileriyle ni yaşamıştır. Bu dönem in en büyük adı, Rus
adını duyuran Nikolay İvanoviç Novikov ile ve dünya edebiyatının önemli kilom etre taşla­
Rus edebiyatında devrimci geleneği başlatan rından biri ve tam anlamıyla ilk klasik Rus
Aleksandr Nikolayeviç Radişçev yazdıkların­ yazarı olan A leksandr Sergeyeviç Puşkin’dir
dan ötürü II. K aterina tarafından Sibirya’ya (bak. P u şk în , A lek sa n d r ). A vrupa’daki R o­
sürülmüşlerdi. Radişçev “Petersburg’dan mantizm hareketinin Rus edebiyatına girme­
M oskova’ya Bir Seyahat” (1790) adlı yapıtın­ sini sağlayarak özgün bir Rus Romantizmi
da düşsel bir yolculuk çerçevesinde toplumsal yaratan Puşkin, Yevgerıi Onegirı (1833) adlı ro­
adaletsizlik, yoksulluk ve vahşet örneklerini manıyla Rus Gerçekçilik Akımı’m da başlatmış­
yansıtmıştı. tır. Puşkin’in ölümü üzerine yazdığı şiirle tanı­
18. yüzyılın sonlarında Klasikçilik’in aşıl­nan ve gene onun gibi genç yaşta bir düelloda
m akta olduğunun ilk işaretlerini duygulu ta ­ ölen bir başka Romantik Rus şairi de Mihail
rihsel destanlarıyla ünlenen Mihail M. Keras- Lermontov’dur. Puşkin’in ardılı ve Rus edebi­
kov verdi. A vrupa’nın Romantizm öncesi yatının en önemli şairlerinden biri olan Ler-
dönemiyle çakışan bu yeni duygusal edebiya­ montov, Zamanımızın Bir Kahramanı (1840)
tın önde gelen temsilcisi olan tarihçi ve yazar adlı romanı ile kendinden sonraki Rus yazarlar
Nikolay M. Karamzin, kilise Slavca’sını yazı di­ üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Rus edebi­
RUS EDEBİYATI 301

sovjoto ÖOVJOIÜ sovfoto ise w rorK ıım es


Tolstoy (1828-1910) Çehov (1860-1904) Gorki (1868-1936) Pasternak (1890-1960)

yatında felsefi şiirleriyle ünlü Yevgeni Abra- sergileyen yapıtları yalnızca Rus edebiyatım
moviç Baratinski ve köy yaşamını betimleyen değil aynı zam anda Doğu Avrupa edebiyatın­
şiirleriyle tanınan Aleksey Vasiliyeviç Kolt- daki kara gülmece anlayışını da etkiledi.
sov bu dönemin şiir alanında son temsilcile­ Başyapıtı sayılan Ölü Canlar’da. (1842) Gogol
ridir. Rusya’daki serflik düzeninin ve toplum daki
19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Rus adaletsizliğin doğurduğu acı gerçekleri yer yer
edebiyatında G ogol’dan başlayarak roman gülünç bir anlatımla dile getirdi. Kendinden
birincil yeri almaya başladı. Rus edebiyatı sonra gelen yazarları büyük ölçüde etkileyen
dünya ölçeğinde en önemli yapıtlarını roman Gogol, Rus Gerçekçiliği’nin öncülerindendir.
türünde vermiştir. Rom anın böylesi bir geliş­ G ogol’un ardılı ve gerçek mirasçısı Fyodor
me göstermesinde 1825’te çara karşı girişilen Dostoyevski salt Rus edebiyatının değil dün­
başarısız ayaklanmanın ardından gelen baskı yanın en önemli yazarlarından biridir (bak.
ve teröre dayanan yönetimin de etkisi vardır. DOSTOYEVSKİ, F y o d o r ). R us toplum undaki sı­
Sansür toplum sal sorunların açıkça tartışılm a­ radan insanı ele alan Dostoyevski sonralan
sına izin verm iyordu. Bu nedenle de reform toplum sal sorunlara yönelmiştir. Dostoyevski
sorunları, zararsız kabul edilen ve denetim ­ yapıtlarında insanın iç dünyasının gizli kalmış
den kolayca geçebilen edebi yapıtlarda yer yönlerini büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. 19.
alabiliyordu. Böylece tüm düşünsel etkinlik yüzyılın ortalarına doğru Rus aydınlar, Batıcı­
rom an türünde yoğunlaştı. lar ve Slavcılar olarak iki ana akım çevresinde
Rus edebiyatında toplumsal konular baş­ kümelenmişti. A vrupa’nın ilerici düşünceleri­
langıcından beri önemli bir yer tutm uştur. ni Rusya’ya getirmeyi amaçlayan Batıcılar’a
Rus rom anında ele alman siyasal reform karşı Dostoyevski’nin de içinde olduğu Slavcı-
sorunu da bu geleneğe bağlı olarak toplumsal lar Rus Ortodoks dinini, su katılmamış Rus
bir içerik taşır. Y azarlar yapıtlarında küçük yaşamını ve kültürünü yüceltiyorlardı. Dosto-
insanları, yoksulları, acı çekenleri, ezilenleri, yevski’ye göre çağdaş insan eski insanlardan
binbir güçlük içinde yaşama mücadelesi ve­ daha m utsuzdu, çünkü inancını yitirmişti.
renleri ele almışlardır. Rus romanındaki bir Y azar Budala (1868-69), Suç ve Ceza (1866)
başka önemli konu da dinsel sorunlardır. ve K aram azov K ardeşler (1879-80) adlı yapıt­
Birçok yazarın yapıtında dinsel ve toplumsal larında bu görüşlerini yansıtır.
sorunları birbirinden ayırmak hemen hemen 19. yüzyılın ortalarında Rusya’da edebiyat
olanaksızdır. siyasal düşüncelerin egemen olduğu bir alana
Nikolay Gogol 1836’da sahnelenen Müfettiş dönüşmüştü. Dostoyevski gibi kilise ve çarlık
adlı oyunuyla adını duyurdu (bak. GOGOL, yönetimi yandaşı yazarların karşısında aydın­
NİKOLAY). Gogol’un yaşadığı dönemin yaşam lanmayı ve siyasal devrimi savunan yazarlar
tarzını, yönetimi ve yöneticileri, soyluları da vardı. Bunlardan, çağdaş Rus edebiyat
302 RUS EDEBİYATI

eleştirisinin temellerini atan Vissarion Gre- Saviç Nikitin ile ince ve duyarlı Fyodor
goryeviç Belinski edebiyatın, henüz oluşma İvanoviç Tyutçev gibi şairler de yetişmiştir.
aşamasında bulunan Rus ulusunun gelişmiş 19. yüzyıl Rus edebiyatının en büyük isim­
bir uygar toplum durum una gelmesine adım lerinden biri de Lev Tolstoy’dur (bak. TOLS­
adım katkıda bulunması gerektiğini savunu­ TOY, Lev NİKOLAYEVİÇ). Soylu bir aileden gelen
yordu. İlerici düşüncelerin en güçlü savaşçıla­ kont Tolstoy başyapıtı Savaş ve Barış' ta
rından A leksandr İvanoviç Herzen ise köylü­ (1865-69) Napolyon Savaşları sırasında Rus­
lüğü siyasal yaşamda birincil yere koyan, ya’nın genel bir görünüm ünü verirken insa­
Rusya’ya özgü bir sosyalizm geliştirmeye ça­ nın, zamanın, ölümsüz sanılan her şeyin
lışmaktaydı. H erzen Rus düzyazısının en bü­ küçüklüğünü, gelip geçiciliğini de anlatır.
yük yapıtlarından sayılan “Geçmişim ve Dü- A nna Karenina (1875-77) Tolstoy’un yaşama
şüncelerim”de (1861-67) yaşamını anlatmış­ daha karam sar baktığı bir başka başyapıtıdır.
tır. Genç Rus aydınlan üzerinde Nasıl Yap­ Yazar yaşlılığında yazdığı Diriliş'te (1899) ise
malı (1863) adlı yapıtıyla son derece etkili din ve ahlak görüşlerini sergiler.
olan Nikolay Çernişevski de batılılaşmayı 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Rus edebi­
savunan sosyalist yazarlardandı. Bu akımın yatı dünya edebiyatı içinde özgün yerini
içinde yer alan Nikolay Dobrolyubov ile almıştı. 20. yüzyılın başlarını da kapsayan bu
Dimitri Pisarev etkileri daha sonraki kuşakla­ yıllarda R usya’daki baskıcı çarlık yönetiminin
ra ulaşan eleştirmenlerdi. doğurduğu karam sar hava edebiyata da yansı­
Rus aydınlan içinde Batıcılık’ın önde gelen dı. Bu dönemin iki büyük yazarı, ün kazandı­
temsilcisi İvan Sergey eviç Turgenyev’dir. Rus ğı oyunları kadar öykü gibi güç bir edebi
edebiyatında Gerçekçilik A kım ı’nın İvan türün de en büyük ustalarından olan A nton
Gonçarov ile birlikte en önemli temsilcilerin­ Pavloviç Çehov ile 1917 Ekim Devrim i’nin
den olan Turgenyev, kuşaklar arasındaki ça- hazırlanm asına yapıtlarıyla katkıda bulunan
tışm alan ele aldığı Babalar ve Oğullar'da. Maksim G orki’dir (bak. Ç e h o v , A nton P a v l O-
(1862) babalannın duyarlılığından uzaklaşan, VİÇ; G o r k İ, M aks İm ). Çehov yapıtlarında, için­
şiir yerine doğa bilimlerini seçen, uyanık, de yaşadığı ortam ın karamsarlığını yansıtır.
nesnel, devrimci oğullan ya da bir başka Y apıtlarında, beklenm edik büyük olaylar
deyişle yeni insanı betimlemiştir. A m a Tur- geçmez. Doğalcılık ve Gerçekçilik akım ları­
genyev’in rom anında yarattığı bu tip Rus nın Rus edebiyatında en önemli temsilcilerin­
aydınlannca kendilerinin kötü bir kopyası den olan G orki ise yapıtlarında toplum un en
olarak kabul edilmiş ve yazar büyük bir yoksul kesimlerini ele almıştır. 20. yüzyılın
tepkiyle karşılaşmıştır. Rus Gerçekçiliği’nin başlarında Rusya’da gelişmeye başlayan sos­
öbür büyük temsilcisi Gonçarov ise O blom ov yalist hareket içinde de yer alan Gorki öykü
(1859) adlı rom anındaki kahram anıyla yalnız­ ve rom anların yanı sıra oyunlar da yazdı.
ca Rus edebiyatında değil, dünya edebiyatın­ 20. yüzyılın başlarında Rus şiiri uzun süren
da da en başanlı tiplem e örneklerinden birini durgunluğundan sıyrılarak en parlak dönem i­
yaratmıştır. Oblomov adındaki bu genç ve ni yaşadı. Sembolist (Simgeci) anlayışın ege­
cömert soylu, kararsızlığın ve aylaklığın örne­ m en olduğu bu dönemin şiirinde Vladimir So-
ğidir. 19. yüzyıl Rus toplum unun gericiliğini, lovyov, Andrey Beli, Valeri Bryusov ve şiirin­
uyuşukluğunu ve boşluğunu dile getirdiği de Toplumsal Gerçekçilik’e de yer veren
kadar, bütün dünyada bu tür insanı simgele­ A leksandr Blok önde gelen adlardı. Sembo­
yen “O blom ovluk” terimi bu karakterden list anlayışa karşı olan bir başka şairler
türetilmiştir. Fırtına (1829) adlı oyunuyla topluluğu da somutluğu ve kesinliği savunu­
geniş bir ilgi gören gerçekçi oyun yazarı yordu. Nikolay Gumilyov, A nna A hm atova
A leksandr Nikolayeviç Ostrovski ise oyunla- da bu akımın anılmaya değer şairleriydi.
nnda, rom anlarda ele alınmayan toplumsal
tabakaları, tüccarları ve kentlileri betimlemiş­ 1917 Sonrası Rus Edebiyatı
tir. Bu dönem de yoksul köy çevrelerinin şairi Rus toplum unda siyasal, ekonom ik, toplum ­
Nikolay Alekseyeviç Nekrasov, halkçı İvan sal değişimi ve yepyeni bir toplum biçimlen-
RUSSELL 303

meşini beraberinde getiren 1917 Ekim Devri­ burg, Konstantin Simonov, Olga Berggolts ve
mi edebiyatı da derinden etkiledi. Devrimin Vera İnber’di.
ilk yıllarında edebiyat alanında kendini duyu­ II. Dünya Savaşı (1939-45) sırasında propa­
ran akım G elecekçilikti. Vladimir Mayakovs- ganda amacı güden savaş edebiyatının yanın­
ki ve Velimir Hlebnikov geçmişin tüm edebi­ da, ulusal direnişte kişisel çabaların katkısını
yat değerlerini reddediyorlardı. Bu iki şair vurgulayan yapıtlar da kaleme alındı. Simo-
edebiyat tekniklerinde devrimcilikle siyasal nov’un Günler ve Geceler (1944), Silah A rk a ­
yaşamda devrimciliği uzlaştırmaya çalışıyor­ daşları (1952), İnsan A sker D oğm az (1964)
lardı. adlı rom anları savaşı gerçekçi bir üslupla an­
Devrimin ilk yıllarında işçi sınıfı kültürü­ latan yapıtlardı. Ayrıca A hm atova, Nikolay
nün gelişmesine olanak sağlayacak bir sanatın Thinov, Aleksandr Tvardovski gibi şairler de
yaratılması amaçlandı. Bu yıllarda o güne savaş yıllarının kişisel ve ulusal acılarını dile
kadar görülmemiş bir sanatsal hareketlilik getirdiler.
yaşanmaktaydı. SSCB’nin değişik yörelerin­ Stalin’in ölüm ünden sonra edebiyatın üze­
den ve toplumsal kesimlerinden gelen çok rindeki baskılar da hafiflemeye başladı. Vera
sayıda yeni şair ve yazar edebiyat dünyasına Panova’nın “M evsimler” (1953), E hrenburg’
girdi. Yapıtlarında ağırlıklı konu devrimden un Buzların Çözülüşü (1954) adlı romanları
sonra çıkan iç savaştı. İsaak B abel’in K ızıl Rus edebiyatındaki yön değişikliğinin ilk be­
Süvarilerdi (1926), A leksandr Fadeyev’in Par­ lirtileriydi. Bu arada daha önce suçlanan
tizanlardı (1927) bu tür yapıtların önde gelen- Babel gibi yazarlara onurları geri verilmiş,
lerindendir. Bu dönem de devrimci gelişmeye A nna A hm atova gibi yazarlara yapıtlarını
yakınlık duyan, ama onunla düşünsel olarak yayımlama hakkı yeniden tanınmıştı. Vera
bütünleşmeyen Konstantin Fedin, Vsevolod Panova, V iktor Platonoviç Nekrasov, Yuri
İvanov, Boris Pilnyak, Leonid Leonov ve Pavloviç Kazakov gibi yazarlar ise kuşak
Aleksey Tolstoy gibi yazarlar devrimin en çatışmalarını, ahlaksal sorunları konu edinen
şaşırtıcı ve özgün yönlerini yakalayıp betim le­ yapıtlar vermeye başladılar. Am a 1958’de
meye çalıştılar. Nikolay Kuzmin, Mihail Ro- D oktor Jivago (1957) adlı romanıyla Nobel
zanov, Leonid Andreyev, Dimitri M erejkovs- Edebiyat Ö dülü’nü alan Boris Pasternak
ki gibi yazarlarsa devrimin kitleselliğine ve SSCB’de tepkiyle karşılanınca ödülü reddet­
maddeciliğine karşı bireyi önemseyen bir mek zorunda kaldı. 1962’de Aleksandr Solje-
edebiyatı savunmaktaydılar. nitsin’in İvan D enisoviç’in Hayatında Bir Gün
Lenin’in ölümünün ardından SSCB’de yö­ (1962) adını taşıyan ve Stalin dönemi toplam a
netimi Stalin’in ele almasıyla birlikte öbür kamplarını anlatan rom anı ülke dışında ya­
kültür alanlarında olduğu gibi edebiyatta da yımlanınca edebiyata yönetimce gösterilen
baskı ve denetim duyulmaya başlandı (bak. hoşgörü de sona erdi. Bu dönem de SSCB’nin
Sovyet Sosyalîst C um huriyetleri Bİrlîğ İ; Sta - şiir alanındaki önemli adlan Yevgeni Yevtuşen-
LİN, J o sef ). Yazarlar ve bağımsız edebiyat ko, Arşeni Tarkovski, İosif Brodski, Andrey
çevreleri önce Rus Proleter Yazarlar Birliği, Voznesenski ve Bella Ahmadulina’ydı.
daha sonra Sovyet Y azarlar Birliği içinde
toplandılar. Bu dönem de edebiyata Sosyalist RUSSELL, Bertrand (1872-1970). İngiliz
Gerçekçilik ya da Toplumcu Gerçekçilik düşünür, m atematikçi ve yazar B ertrand Ar-
adıyla anılan akım egemendi. Nikolay Os- thur William Russel, m antık ve m atem atik
trovski’nin Ve Çeliğe Su Verildi (1932-34), alanlarındaki çalışmalarının yanı sıra, ulus­
Fyodor Vasiliyeviç Gladkov’un Çimento lararası barış ve nükleer silahsızlanma konu­
(1925) adlı rom anları bu akımın en tipik sundaki etkinlikleriyle de tanınır.
örnekleridir. Mihail Şolohov’un iç savaşı ko­ Russell, M onm outhshire’daki Trelleck’de
nu alan Ve Durgun A kardı D on (1928-40) adlı soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi.
romanı ise ülkede oluşturulan bürokratik Büyükbabası John Russell iki kez İngiltere
yönetimi örtük bir biçimde eleştirmekteydi. başbakanı olmuştu. B ertrand Russell özel
Bu dönemin öbür yazarları ise, İlya Ehren- eğitim gördükten sonra 1890’da Cambridge
304 RUSYA

İngiltere’de Petersfield yakınlarındaki kırsal


bir bölgede deneysel bir okul açtı. Çocukların
baskıdan uzak, özgürce eğitilmesini öngören
bu okul varlığını 1939’a kadar sürdürdü.
1931’de “lord” unvanı verilen Russell, II.
Dünya Savaşı (1939-45) yıllarının büyük bir
bölümünü A B D ’deki çeşitli üniversitelerde
konferanslar vererek geçirdi. 1944’te İngilte­
re’ye döndü ve Trinity College’da öğretim
üyeliğine atandı. 1949’da kendisine Liyakat
Nişanı verildi.
Russell 1950’lerden başlayarak felsefeden
çok, uluslararası siyasetle ilgilenmeye başladı.
Bikini A dası’nda yapılan hidrojen bombası
denemelerini kınadı. 1950’de Nobel Edebiyat
Ö dülü’nü aldı. 1958’de yeni kurulan Nükleer
Silahsızlanma Kam panyası’na (CND) katıldı
ve örgütün başkanlığına seçildi. Bundan iki
Hulton Picture Library yıl sonra, pasif direniş eylemleri düzenlemeyi
Bertrand Russell, Londra'da Trafalgar Meydanı'nda amaçlayan 100’ler Kom itesi’ni kurm ak am a­
nükleer silahsızlanmayı desteklemek amacıyla
cıyla bu görevden ayrıldı. 1961 ’de önderlik
düzenlenen bir gösteride konuşurken.
ettiği kitlesel oturm a eylemleri yüzünden yedi
Üniversitesi’ne girdi. Özellikle m atem atik ve gün hapis yattı. 90 yaşını aşmış olan B ertrand
felsefe derslerinde çok başarılıydı. Bilginin Russell 1963’te dünya barışını sağlamakta
sınırları üzerine yaptığı araştırm alarda idealist daha etkili olabilmek için devlet başkanları ile
bir görüşteyken daha sonra Deneycilik’i be­ ilişkiye geçerek B ertrand Russell Barış V akfı’
nimsedi (bak. F el se fe ). M atem atik ile m antık m ve A tlantik V akfı’m kurdu.
arasındaki yakın ilişkiyi göstermeye çalışan A B D ’nin V ietnam ’a asker göndermesine
Russell’ın bu konuda The Principles o f Mat- şiddetle karşı çıkarak, 1966’da Stockholm ’de
hematics (1903; “M atematiğin İlkeleri”) ve savaş suçlarını simgesel düzeyde yargılamak
A lfred North W hitehead ile birlikte yazdığı için kurulan ünlü Russell M ahkem esi’nin
Principia M athematica (1910-13; “M atem ati­ fahri başkanlığını yürüttü (bak. B a riş HARE­
ğin İlkeleri”) adlarında iki önemli kitabı KETLERİ).
vardır. P asif İst olan Russell, baskı ya da E vlilik ve A hlak (Marriage and M orale;
şiddete başvurm adan direnm ekten yanaydı. 1929) ile Batı Felsefesi Tarihi' nin (H istory o f
Bunun doğal sonucu olarak savaşa karşıydı. Western Philosophy\ 1946) yanı sıra birçok
20. yüzyılın başlarındaki pasifist kam panyala­ yapıtı dilimize çevrilen Russell’m A utobiog-
ra öncülük etti. 1916’da savaş karşıtı eylem le­ raphy'sı (1967-70; “Özyaşamöyküsü”), nere­
rinden dolayı 100 sterlin para cezasına çarptı­ deyse 100 yılı kapsayan bir yaşamın sürükleyi­
rıldı ve üniversitedeki görevine de son verildi. ci ve içtenlikli bir öyküsüdür.
1918’de bu yüzden altı ay hapis yattı.
Russell ahlak ve eğitim konusunda özgür­ RUSYA. SSCB’yi oluşturan 15 cumhuriyetin
lükçü düşüncelerden yanaydı. D aha 11 yaşın­ en büyüğüdür. Resmi adı Rus Sovyet Federe
dayken dinle ilgili kuşkuları olmuş, yaşamı Sosyalist Cum huriyeti’dir (RFSSC). SSCB
boyunca hiçbir dine bağlanmamıştı. Eğitim topraklarının dörtte üçü ve nüfusunun yarı­
Üzerine (O n E ducation ; 1926), Neden H ıristi­ sından fazlası Rusya’dadır. Ülkenin en büyük
yan Değilim (W hy I am n ot a Christian ; 1927), kentlerinin bulunduğu bu cumhuriyet öteki
M utluluk Yolu (The Conquest o f Happiness; cumhuriyetlere göre daha gelişmiştir.
1930) bu konularda yazmış olduğu kitaplar­ Batıda Norveç, Finlandiya, Baltık Denizi
dan bazılarıdır. 1927’de eşi D ora ile birlikte ve Estonya, Letonya, Beyaz Rusya, U krayna
RUSYA 305

cumhuriyetleri ile çevrilidir. D aha önce Doğu


Prusya’nın kuzey bölüm ünü oluşturan ve gü­
nümüzde Litvanya ile Polonya arasında kalan
Kaliningrad bölgesi de Rusya’nın sınırları
içindedir. Güneyde Karadeniz, Gürcistan,
Azerbaycan, H azar Denizi, Kazakistan, M o­
ğolistan, Çin ve Kore yer alır. Doğu kıyısı,
Büyük O kyanus’a, kuzey kıyısı Kuzey Buz
Denizi’ne açılır.
Rusya’nın bir bölümü A vrupa, bir bölümü
de Asya kıtasında bulunur. Bu iki bölgeyi
birbirinden Ural Dağları ayırır. Rusya’nın
A sya’daki topraklarına Sibirya adı verilir
(bak. S İB İR Y A ). SSCB’nin kutup bölgesi to p ­
raklarının tümüyle orm anlarının çoğu, dağla­
rının ve bozkırlarının ise önemli bir bölümü
Rusya’da toplanmıştır. A vrupa’daki toprak­
ların büyük bir bölümü, aralarına yük­
sek düzlükler ve tepeler serpiştirilmiş ovalarla
kaplıdır. Ural D ağları’nın doğusunda geniş
bir düzlük uzanır. Bu düzlük ile Büyük
Okyanus arasında engebeli yaylalar ve dağlar
vardır. Rusya’nın en büyük ve dünyanın en
derin gölü olan Baykal Gölü güneydoğuda
yer alır. Sert iklim ve engebeli topraklar doğu
bölüm ünün gelişmesini engellemiştir. Kuzey
Sibirya’nın Oymyakon ve Verhoyansk kentle­
ri dünyanın en soğuk yerleşim yerleridir. Bu Rusya'nın eski başkenti Novgorod'da pek çok
tarihsel kilise vardır.
iki kentte de —68°C sıcaklık ölçülmüştür.
Nüfusun daha yoğun olduğu batıda da halkın
büyük bölümü sert iklim nedeniyle Leningrad’ da bulunmuşlardır. SSCB’nin en önemli yayın­
m güneyinde toplanm ıştır. Rusya’da yaşa­ evleri Rusya’da bulunur. Burada 5.000’den
yan halkın çoğu R us’tur. Tatarlar, Yahudiler, fazla dergi ve 4.000’den fazla gazete basılır.
M ordvinler, Çuvaşlar, Başkırtlar, PolonyalI­ Dünyaca ünlü tiyatro ve bale topluluklarının
lar ve Alm anlar azınlık gruplardır. O rtodoks bulunduğu Rusya’da 600’den fazla müze
dini başlıca dindir, ama öteki sosyalist ülke­ vardır.
lerde olduğu gibi din yönetimce desteklen­ SSCB’nin öbür cum huriyetlerinde olduğu
mez. Eğitim 10 yıl için zorunlu ve parasızdır. gibi Rusya’da da, son yıllarda yapılan değişik­
Tüm sağlık hizmetleri de parasız olarak karşı­ liklere karşın ekonomi genellikle devletin
lanır. denetim indedir. Rusya’nın başlıca tarım
Ruslar, edebiyat, müzik, güzel sanatlar ürünleri, buğday, çavdar, yulaf ve ketendir.
alanındaki yapıtları ve bilim alanındaki başa­ Keçi, domuz, koyun ve at yetiştirilir. Bölge­
rılı çalışmalarıyla dünyaca ünlüdür. A raların­ deki geniş orm an alanları SSCB’nin en önemli
da Aleksandr Puşkin, A nton P. Çehov, Lev kereste ve kürk kaynağıdır.
N. Tolstoy, Maksim G orki’nin de bulunduğu M aden bakımından oldukça zengin olan
yazarları, Sergey Prokofyev, Peter İ. Çay- Rusya topraklarından demir, bakır, nikel,
kovski, A leksandr Borodin gibi müzisyenleri, altın ve değerli taşlar elde edilir. Sanayisi
Dimitriy İ. M endeleyev, İvan Pavlov ve Volga-Ural yöresindeki petrole, U rallar’daki
Andrey D. Saharov gibi bilim adamları dünya m aden kaynaklarına, Sibirya’daki köm ür,
edebiyatı, müziği ve bilimine büyük katkılar- petrol ve gaz yataklanna dayanır. Büyük bir
306 RUTHERFORD

alana yayılmış sanayi bölgelerinin başlıcaları


Moskova, Leningrad, Om sk, Novosibirsk,
İrkutsk, Novokuznetsk, Volga vadisi ve Ural-
lar’dır. Bu bölgelerdeki fabrikalarda m odern
bir sanayi ülkesinin gereksinim duyacağı her
türlü makine ve gereçler üretilir. Termik,
nükleer ve hidroelektrik santrallar bu fabrika­
lara gerekli enerjiyi sağlar.
Rusya 16 özerk cumhuriyet, 5 özerk yöne­
tim birimi ve 10 ilden oluşur. Rusya’nın
yönetiminde SSCB örnek alınmıştır. M osko­
va, Rusya ve SSCB’nin başkentidir. Yasama
organı Yüksek Sovyet’tir; 1 başkan, 1 sekre­
ter 16 cumhuriyeti temsil eden 16 başkan
yardımcısı ve 13 üyeden oluşur. Rusya’nın
toplam yüzölçümü 17.075.400 km2 ve toplam
nüfusu 147.386.000’dir (1988).
A yrıca b a k . SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLE­
Rİ BİRLİĞİ.

RUTHERFORD, Ernest (1871-1937) Büyük


bilim adamı Ernest Rutherford Yeni Z elan­
da’da, Nelson yakınlarındaki Spring G rove’
da (bugün Brightvvater) doğdu. Babası bir
çiftçi ve tekerlek yapımcısıydı. 12 kardeşin
dördüncüsü olan Rutherford, Nelson Colle- Hulton Picture Library

ge’dan burs kazandı ve burada başarılarla 1908 Nobel Kimya Ödülü'nü kazanan fizikçi Ernest
Rutherford.
dolu bir öğrenim dönemi geçirdi. 1890’da ise
Christchurch’teki Canterbury College’dan
burs kazandı ve yükseköğrenimini burada deklerinden alfa, beta ve gamma ışınları
tamamladı. 1895-98 arasında İngiltere’de salarak parçalanırlar ve başka elem entlere
Cam bridge’deki Cavendish L aboratuvarı’n- dönüşürler; bu ışın salımı sürecine radyoaktif
da, Sir Joseph John Thom son’ın yanında bozunum denir.
çalıştı. R utherford 1907’de İngiltere’deki Man-
Rutherford radyoaktif m addelerden yayı­ chester Üniversitesi’nde fizik profesörü oldu.
lan ışınımı (radyasyonu) inceledi ve bu tür Burada radyoaktiflik üzerindeki çalışmalarını
ışınımlar ile X ışınlan, radyo dalgaları, ışık sürdürdü. 1908’de Nobel Kimya Ö dülü’nü
gibi öbür elektrom agnetik ışınımlar arasında­ kazandı.
ki farklan belirledi (bak. IŞINIM; RADYOAK­ Rutherford en önemli buluşlarından birini
TİFLİK). M anchester’daki ilk yıllarında gerçekleştirdi.
Rutherford daha sonra K anada’ya geçerek Çeşitli m addeleri, son derece hızlı hareket
M ontreal’deki McGill Üniversitesi’nde profe­ eden alfa parçacıklarıyla dövdü, yani bom bar­
sör oldu ve burada İngiliz bilim adamı Frede- dıman etti ve bu m addelerden yapılmış ince
rick Soddy (1877-1956) ile birlikte çalıştı. filmlerden geçen alfa parçacıklarının davranı­
O nunla birlikte radyoaktif m addeler üzerinde şına bakarak, bu madde atom larının iç yapısı­
araştırm alar yaparken, radyoaktifliğin ele­ nın görüntüsünü elde etti. Bugün R utherford
m entlerin birbirine dönüşmesinden kaynak­ atom modeli olarak adlandırılan bu görüntü­
landığını keşfetti. Bu son derece önemli buluş de atom lar, artı elektrik yüklü, küçük ama
radyoaktiflik olgusunun anlaşılmasına temel ağır bir çekirdek ile bu çekirdeğin çevresinde
sağladı. Radyoaktif elem entler atom çekir- dolanan (tıpkı G üneş’in çevresinde dolanan
RÜYA 307

gezegenler gibi) eksi elektrik yüklü elektron­ rü hafif uyku evresidir. D erin uykudan uyan­
lardan oluşur. Elektronların eksi yükü çekir­ dırılan insanların pek azı rüya gördüğünü
değin artı yükünü dengeler, dolayısıyla atom ­ hatırlayabilir. Oysa hafif uyku evresindeyken
lar nötr hale gelir. uyandırılanların hemen hepsi gördükleri rü­
Rutherford, geliştirdiği bu modelden yarar­ yayı hatırlarlar. Hızlı göz hareketlerinin eşlik
lanarak atom çekirdeğinin boyutlarını da he­ ettiği bu hafif uykuya, İngilizce rap id ey e
sapladı. Buna göre tipik bir atom un yarıçapı m ovem ents (“hızlı göz hareketleri”) sözcükle­
santim etrenin 100 milyonda biri kadardı. rinin baş harfleriyle REM uykusu denir (bak.
Rutherford çekirdeğin yarıçapını ise, tüm U y k u ).
atom un yarıçapının 10 binde biri olarak he­ Yeni doğmuş bebekler toplam uyku sürele­
sapladı. R utherford’un atom modelini D ani­ rinin yaklaşık yarısını, yetişkinler ise aşağı
markalI bilgin Niels Bohr (bak. Bohr, Niels) yukarı altıda birini REM uykusunda geçirir­
geliştirdi ve m odern atom kuramını ortaya ler. D em ek ki 9 saat uyuyan bir insan
koydu (bak. A to m ). yaklaşık W ı saat boyunca rüya görür. Uyku
Rutherford I. Dünya Savaşı sırasında, deniz- hapları ve alkol alındığında REM uykusu
altıları saptam aya yönelik çeşitli çalışmalar ortadan kalkar; ama insan bu m addeleri
yürüttü. Savaştan sonra ise M anchester’a kullanmadığı geceler, sanki yitirdiği zamanı
döndü ve fizik çalışmalarını sürdürdü. yakalamak istercesine, neredeyse hiç aralıksız
1919’da azot gazını alfa parçacıklarıyla bom ­ rüya görür. REM uykusunun yalnız insanda
bardım an ederek yapay bir radyoaktif dönü­ değil, incelenen bütün memeli ve keseli türle­
şüm gerçekleştirdi. Ö bür elem entler gibi azot rinde var olduğu gözlenmiştir.
atom unun çekirdeği de proton ve nötron Rüyalara ilişkin bu olgular, rüya görmenin
denen parçacıklardan oluşur. Bom bardım an insanda ve bütün gelişmiş hayvanlarda önemli
yeterince şiddetliyse, alfa parçacıkları azot bir biyolojik işlevi olması gerektiğini düşün­
atom larından bazılarının çekirdeğinden pro­ dürüyor. Am a bilim adamları bu işlevin ne
tonları dışarı atar, bunun sonucunda da azot olduğu konusunda henüz uzlaşmaya varmış
atom ları oksijen atom larına dönüşür. R uther­ değiller. Yaşamımızın yaklaşık üçte birini
ford’un bu deneyi, insan tarafından gerçekleş­ uykuda geçirmemize ve uykusuz kaldığımız
tirilen ilk yapay m adde dönüşümüydü. zam anlar hem zihinsel, hem bedensel çökün­
Rutherford aynı yıl (1919) Cambridge Üni- tüye uğramamıza rağm en, neden bu kadar
versitesi’nde Sir J. J. Thom son’dan boşalan çok uyumamız gerektiğini kimse tam olarak
deneysel fizik bölüm ünün başına getirildi. açıklayamıyor. Bu yüzden, rüyaların niteliği
Buradaki Cavendish L aboratuvarı’nı ulus­ konusunda çok sayıda değişik kuram olması
lararası bir nükleer fizik merkezi haline getir­ pek şaşırtıcı değildir.
di. O nun ve öğrencilerinin gerçekleştirdiği
önemli buluşlar, sonradan nükleer enerji ala­ Rüyalara İlişkin Kuramlar
nında kaydedilen gelişmelere tem el oluştur­ Eskiçağlarda rüyaların, geleceği önceden ha­
du (bak. N ük l eer E n e r ji ). ber veren kehanet işaretleri olduğuna inanılır­
1914’te R utherford’a “sir” unvanı verildi; dı. Bu inanışın en bilinen örneklerinden biri,
1931’de ise baron oldu. Ölüm ünden sonra T evrat’ta anlatılan firavunun rüyasıdır. Mısır
W estm inster A bbey’de gömüldü. firavunlarından biri rüyasında yedi semiz,
yedi cılız ineğin çayırda otladığını ve sonunda
RÜYA ya da düş, uyku sırasında beliren cılız ineklerin semiz inekleri yiyip bitirdiğini
düşünce ve hayaller zinciri olarak tanım lana­ görmüş. Hz. Yusuf bu rüyayı ülkede yedi yıl
bilir. H er insanın, sonradan hatırlam asa bile bolluk, yedi yıl kıtlık yaşanacağına yormuş ve
rüya gördüğü bugün bilinen bir gerçektir. gerçekten kehaneti doğru çıkmış.
Elektroansefalografi ya da kısaca E E G denen Yakınçağlarda rüyalar üstüne geliştirilen en
yöntemle uyku sırasında beynin elektrik et­ ünlü kuram , psikanalizin öncüsü olan Sig­
kinliğinin kaydedilmesi iki tür uyku olduğunu mund Freud’un 1900’de yayımladığı Rüyalar
ortaya koymuştur. Bunlardan biri derin, öbü­ ve Yorumları (D ie Traumdetung) adlı yapıtın­
308 RÜZGÂR

Rüya görm enin fizyolojisi


uyku laboratuvarlarında
incelenir. Bu incelemenin
en önem li ipuçları,
uykudaki deneğin
kafasına yerleştirilm iş
elektrotlar aracılığıyla
alınan EEG ve REM
kayıtlarıdır.

Science Photo Library

da yer alır (bak. F r e u d , Sig m u n d ). Freud, dengesi bozulabilirdi; bu durum da dengeyi


ruhsal sorunları olan hastaların tedavisinde yeniden kurm a görevi belki de rüyalara düşü­
rüyalardan yararlandı. Çünkü rüyaları, hasta­ yordu.
nın kendisine bile itiraf etm ekten çekineceği D aha yakın tarihlerde bazı bilim adamları
kadar utanç verici, bu yüzden de bilinçaltına rüyaların biyolojik bir bilgiişlem yöntemi
itilmiş isteklerinin anlatımı olarak görüyordu. olduğunu öne sürdüler. Gün boyunca her
Üstelik bu isteklerin gerçek anlamı rüyada insan başa çıkamayacağı kadar çok sayıda
birtakım simgelerle gizlendiğinden rüyaların uyaranla (izlenim ve olayla) karşılaşır; belki
yorumlanması çok güçtü. Am a psikanaliz de rüyalar bu uyaranları tek tek tarayıp,
uygulanan bir hasta hatırladığı bir rüyayı önemli olanları önemsizlerden ya da unutul­
doktoruna anlatabilir, o da bazı simgelerin ması gerekenlerden ayırmanın bir yoludur.
neleri temsil ettiğini bulmaya çalışarak rüya­ Yaratıcı düşüncelerin çoğu, insanın yarı
nın gizli anlamını açıklamayı başarabilirdi. uyur, yarı uyanık durum da düş kurduğu ya da
Freud, rüyaların ciddiye alınması gerektiği­ hayallere daldığı anlarda ortaya çıkar; ama
ne insanları inandıran ilk bilim adamıydı. yeni düşünce ve buluşların bazen rüyalardan
A m a daha yaşadığı yıllarda bile bütün mes­ doğduğuna ilişkin sağlam kanıtlar vardır.
lektaşları onunla aynı görüşleri paylaşmadı­ Örneğin Nobel ödüllü bilim adamlarından
lar. Örneğin bir süre Freud ile birlikte çalışıp O tto Loewi, sinir uyarılarının nasıl iletildiğini
sonradan görüş ayrılığına düşen İsviçreli psi­ açıklayan en önemli deneyini rüyasında tasar­
kiyatr Cari Jung, hastanın bastırılmış istekle­ ladığını, organik kimyacı Friedrich August
rinin rüyalarında gizli olduğuna inanmıyordu Kekule ise benzenin altıgen biçimindeki halka
(bak. JUNG, C a r l ). Jung’a göre rüyalar, ne yapısını gördüğü bir rüyadan esinlenerek bul­
kadar anlaşılması güç simgelerle yüklü olsa duğunu söylemiştir. R obert Louis Stevenson
da, tıpkı şiir gibi insanın duygu ve düşüncele­ da Dr. Jekyll ile Mr. H yde adlı rom anının kur­
rinin en doğal dışavurumuydu; çünkü şiirin gusunu rüyasında tasarlamıştır.
özü de böyle bir simgeler diline dayanıyordu.
Jung’un açıklamasına göre, vücut değişen iç RÜZGAR, hareket halindeki hava kütlesidir.
ve dış koşullara kendini nasıl uyarlıyorsa Rüzgârlar nereden estiklerine bakılarak ad­
zihnin de böyle bir uyarlama mekanizması landırılır: Örneğin güneyden esen rüzgâra
vardı. Kanın kimyasal bileşimindeki dengenin güney rüzgârı, kuzeyden esen rüzgâra kuzey
bozulması gibi, zihindeki bilinç düzeyinin de rüzgârı denir.
RÜZGÂR 309

Rüzgâr oluşum una yol açan başlıca etmen


atmosferin değişik bölgeleri arasındaki basınç
farklarıdır. Genel olarak hava yüksek basınçlı
bölgelerden alçak basınçlı bölgelere doğru
akmaya eğilimlidir, ama aynı basınçtaki nok­
taların izobar ya da eşbasınç eğrisi denen
çizgilerle birleştirilmiş olduğu büyük ölçekli
haritalarda akış yönü genellikle izobar doğ­
rultusundadır (bak. M e t e o r o l o ji ). Kuzey ya­
rıkürede sırtınızı rüzgârın estiği yöne dönerse­
niz, alçak basınç alanı sol yanınızda, yüksek
basınç alanı ise sağ yanınızda kalır. Güney
yarıküre için bunun tam tersi geçerlidir. Bu
olgunun nedeni, D ünya’nm kendi ekseni çev­
resinde dönmesidir; D ünya’nm dönm e hare­
keti, hava kütlelerinin siklon ve antisiklon
denen sarmal biçimler almasına yol açar.
Geniş bir alanın üzerinde herhangi bir
atm osfer basıncı farkı olmasa bile, görece
küçük alanlar üzerinde konveksiyon denen
bir sürecin sonunda basınç farkı oluşabilir
(bak. K onv eksiyon ). Dünya yüzeyinde ısınan
hava genleşir (şişer), genleşince de daha geniş
bir alana yayılır, am a havanın m iktarı değiş­
m eden daha büyük bir hacmi kaplaması
sonucunda bu kez de yoğunluğu azalır. Böyle­
ce hava yükselmeye ve atm osferin üst kesim­
lerine doğru akmaya başlar. Karaların gündüz Ambassador College
Sıcak Cephe -i
boyunca G üneş’in etkisiyle ısınması havanın Bir m eteoroloji
Soğuk Cephe _4
yükselmesine ve ondan boşalan yere denizle­ uydusundan alınan bu
ö rtü şe n Cephe lfc ^ A fotoğrafta, tip ik bir siklon
rin üzerinden esen havanın dolmasına yol ile ona eşlikeden cepheler
açar (deniz meltemi). Geceleri karalar denizler­ görülm ektedir.
den daha çabuk soğur, bunun sonucunda rüz­
gârlar karalardan denizlere doğru eser.

VI
T[w 4M,
1 T a sıcak hava I soğuk hava A \ i

jp r , \ h -
► alçak basınç alçak basınç yüksek basınç

* 4. K >
t
Hava kütleleri yüksek basınç alanlarından Dünya'nın kendi ekseni çevresinde
alçak basınç alanlarına doğru akma eğilim i dönmesi hava kütlelerinin sarmal bir yapı
gösterir. almasına yol açar; bu da siklonların ve
antisiklonların oluşmasına neden olur.

Atm osferin farklı bölgelerinin farklı derecelerde ısınması hava hareketlerine yol açar; sıcak hava
yükselirken, ondan boşalan yere soğuk hava akar.
310 RÜZGÂR

Y a z la r ı A s y a k ıta s ın ın ıs ın m a s ı h a v a n ın “ d u r g u n lu k a l a n la r ı” o la r a k a d la n d ır ıla n b ir
k ıta n ın m e r k e z in e d o ğ r u a k m a s ın a n e d e n o lu r s a k in h a v a k u ş a ğ ı o lu ş u r .
v e b ö y le c e m u s o n d e n e n r ü z g â r la r o lu ş u r
(bak. M u so n ). Ö te y a n d a n , e k v a to r b ö lg e s in ­ Dağ Rüzgârları
d e k i h a v a d a e k v a to r u n k u z e y v e g ü n e y in d e k i R ü z g â r o lu ş u m u n a y o l a ç a n b ir b a ş k a e tm e n
b ö lg e le r d e n d a h a s ıc a k tır; b u n e d e n le e k v a to r d e d a ğ la r v e te p e le r d i r . B u lu ts u z g e c e le r d e
ü z e r in d e k i h a v a y ü k s e lir v e o n d a n b o ş a la n y ü k s e k b ö lg e le r d e k i h a v a s o ğ u r v e a ş a ğ ıd a k i
y e r e , k u z e y v e g ü n e y d e n g e le n s o ğ u k h a v a d a h a s ıc a k h a v a k ü tle le r in e o r a n la d a h a a ğ ır
a k a r . D ü n y a n ın ç e şitli b ö lg e le r in d e g ö r ü le n b ir d u r u m a g e le r e k a lç a k k e s im le r e d o ğ r u
a liz e r ü z g â rla rı d a b u y o lla o lu ş u r (bak. AlİZE a k m a e ğ ilim i g ö s te rir. B u t ü r r ü z g â r la r a
RÜZGÂRLARI). E k v a t o r u n ta m ü z e r in d e h a v a katabatik rüzgâr d e n ir ; b u r ü z g â r la r b a z e n
a ğ ır a ğ ır y ü k s e ld iğ in d e n b u h a t ü z e r in d e , v a d ile r d e ş id d e tli d o n o la y la r ın a n e d e n o lu r.

Solda: Dünya dönm üyor olsaydı, Dünya'nın yüzeyinde en hızlı dönen


yüzeydeki hava yalnızca sıcak noktalar ekvatorun üzerinde yer alır.
ekvator bölgesine doğru akacak, Daha yüksek ya da daha alçak bir

u'İ \\\J burada ısınıp yükselecek ve kutup


bölgelerine geri dönecekti.
enlemde bulunan bir nokta daha yavaş
hareket eder, çünkü bir dönüş
sırasında daha az yol alır. Hızlar
çizimde gösterilm iştir.

6 0 ° - 8 3 5 km /sa a t

3 0 ° - 1 .4 0 0 km /sa a t

0 ° - 1.675 k m /s a a t

3 0 ° - 1 .4 0 0 k m /sa a t

6 0 ° - 8 3 5 k m /sa a t

Dünyanın dönüşü yüzey rüzgârlarını oluşturur. Ekvatora doğru esen rüzgârların (doğu rüzgârları ve
alizeler) başlangıç hızları düşüktür ve Dünya'nın dönme hızından daha yavaş estiklerinden geride kalırlar.
Ekvatordan öteye doğru esen rüzgârlar ise (batı rüzgârları) Dünya'nın dönm e hızından daha hızlı eserek
onuD önüne geçerler; çünkü bu rüzgârlar daha yüksek hızlı bölgelerden esmeye başlarlar. Rüzgârlar
Dünya'nın çevresinde altı kuşak oluşturur; bu kuşaklar, ısınarak yükselen hava kütleleri ya da soğuyarak
alçalan hava kütlelerinden oluşan alanlarla birbirlerinden ayrılır. Sıcak batı rüzgârları ile kutupların soğuk
doğu rüzgârlarının karşılaştığı yerde fırtınalı kutup cepheleri oluşur.
RÜZGÂR 311

Bazı Akdeniz ülkelerinde bu tür kış rüzgârla­ güney ve güneydoğu bölgelerinde esen çöl
rına b o ra , tramontana ya da mistral gibi adlar kökenli benzer sıcak ve kuru rüzgârlara da
verilir. sam yeli denir.
Sıradağların ya da tepelerin bir başka etkisi
daha vardır. Bir dağın yamacından yukarı Beaufort Ölçeği
doğru yükselen bir hava kütlesi soğur ve Rüzgârların şiddeti, Beufort ölçeğinden ya­
içerdiği nemin büyük bölümü yoğunlaşarak rarlanılarak tahm in edilir. Bu ölçeği İngiliz
yağmur ya da kar biçiminde yağışa dönüşür. amiral Sir Francis Beaufort (1774-1857) savaş
Böylece nem yükünü boşaltan hava kütlesi gemilerinde kullanılması amacıyla geliştirmiş­
dağın öbür yakasına ulaştığında artık iyice tir. Son yıllarda olağanüstü derecede güçlü
kurudur ve burada alçalmaya başlar, alçaldık­ rüzgârlar da tabloya alınmış ve bunlar 13’ten
ça da ısınır. Dağın rüzgâraltı yamacında (bir 17’ye kadar num aralandırılm ıştır. Bu ölçekte­
dağın rüzgâraltı tarafı, esen rüzgâra bakm a­ ki Beaufort sayısı ve ortalam a rüzgâr hızı
yan arka kesimidir) aşağı doğru esen bu kuru uluslararası değerlerdir; ama rüzgârların adı
rüzgâra fö n denir. A lpler’de fön rüzgârları ve tanım lanan belirtileri ülkeden ülkeye deği­
genellikle güneyden eser ve çoğunlukla kuzey şebilir.
yamaçlarındaki karları eritir. Kayalık Dağ- H areket halindeki bir hava kütlesi, yere
lar’ın doğu kesiminden esen fön rüzgârları sürtündüğü yerlerde yavaşlar (bak. SÜRTÜN­
şinuk olarak adlandırılır. Sahra Çölü’nden ME) ve bu nedenle yüzeye yakın kesimlerde
gelip A kdeniz’in Avrupa kıyıları boyunca rüzgâr daha yavaş eser. Rüzgârın hızı yerden
esen sıcak rüzgârlara ise sirokko denir; bu 10 m etre yüksekte ölçülür. Denizin yüzeyi
rüzgâr A frika’nın sıcak yaylalarından alçala­ yere oranla daha düzgün olduğundan, deniz­
rak geldiği için fön tipindedir. Güney İtalya’ lerin üzerinde rüzgâr hızı karalardaki gibi yük­
da kuru bir rüzgâr olarak esen sirokko, daha sekliğe bağlı olarak hızla artmaz. Rüzgâr hızının
kuzeyde A kdeniz’den topladığı nem nedeniy­ yükseklikle birlikte artması, yerden yaklaşık
le çoğunlukla yağış yüklüdür. Türkiye’nin 500 metre yükseğe kadar sürer.

Beaufort Rüzgâr Şiddeti Ölçeği


Beaufort Rüzgârın Ortalama Hız
Sayısı Adı Kara Üzerindeki Belirtileri (metre/saniye)

0 Durgun Durgun hava; dum an dik olarak yükselir. 0,5


1 Esinti Dumanın sürüklenm e yönü rüzgârın yönünü gösterir;
rüzgârgülleri dönmez. 0,8-1
2 Hafif m eltem Yüzde hissedilir; yapraklar hışırdar; rüzgârgülü döner. 2-3
3 Zayıf m eltem Yapraklar ve ufak dallar sürekli hareket eder; bayraklar
h a fif hafif dalgalanır. 4-5
4 Orta m eltem Tozlar ve kâğıtlar havalanır; ince dallar sallanır. 6-8
5 Sert m eltem Yapraklı küçük ağaçlar sallanır; suda dalgacıklar oluşur. 9-10
6 Kuvvetli m eltem Büyük dallar sallanır; telefon te lle ri ıslık sesi çıkarır;
şem siyeler güçlükle kullanılır. 11-13
7 Sert rüzgâr Tüm ağaçlar sallanır; rüzgâra karşı yürürken direnç
hissedilir. 14-17
8 Fırtınamsı rüzgâr Ağaçlardan ince dallar kopar; yürüm ek iyice güçleşir. 18-20
9 Fırtına Yapılarda küçük çapta hasarlar oluşur, baca kapakları ve
kirem itler yerinden oynar. 21-24
10 Şiddetli fırtına Karada çok ender görülür; ağaçlar köklerinden sökülür,
yapılarda büyük hasarlar oluşur. 25-28
11 Çok şiddetli fırtına Çok ender gö rü lü r; çok büyük boyutlu zararlara yol açar. 29-32
12-17 Kasırga Denizde, hava köpük ve su dam lalarıyla dolar; deniz
tü m ü yle köpürür; görüş uzaklığı çok azdır. 33-60
312 RÜZGÂR

TAYFUNLAR

Ekvator
TAYFUNLAR

;;£t!P3
TROPİK FIRTINALARIN ESİŞ YÖNÜ

ORTA ENLEMLERDEKİ
FIRTINALARIN ESİŞ YÖNÜ

Tropik siklon fırtınaları olan kasırgalara Atlas Okyanusu'nda harikan, Büyük Okyanus'ta ise tayfun denir.
Bunlar tropik denizlerin üzerinde oluşur. Tornadolar gibi orta enlem lerde oluşan fırtınalar da siklon
tipindedir, ama bunlar tro p ik siklonlardan, yani kasırgalardan daha az şiddetlidir.

Fırtına H ava D u r u m u ). Hava kütlesi hareket etmeyi


Fırtına, hızla hareket etm ekte olan bir hava sürdürdükçe, daha hafif olan sıcak hava
kütlesinin neden olduğu şiddetli bir hava kütlesi yükselir ve soğuk hava kütlesinin
akımıdır. Fırtına, doğanın her gün G üneş’ten üzerine çıkar. Yukarı doğru harekete zorla­
gelen büyük m iktarlardaki enerjiyi dengele­ nan sıcak ve nemli hava kütlesi genleşerek
mek ve çevreye düzenli biçimde dağıtmak için soğur, içerdiği nem yoğunlaşır ve böylece
başvurduğu yöntem lerden biri olarak kabul bulutlar oluşur. Bu süreç devam ettikçe bulut
edilebilir. Bu enerji D ünya’ya, özellikle de damlacıkları büyür ve sonunda yağmur haline
ekvator çevresine ısı biçiminde ulaşır ve gelerek yere dökülür (bak. Y a ğ m u r ). Güney
atm osferdeki hava dolaşımıyla bütün yerkü­ yarıkürede de fırtınalar aynı biçimde oluşur;
reye dağılır. Isınan havanın bir bölümü ku­ kuzeydekinden başlıca farkı sıcak havanın
tuplara, soğuk havanın bir bölümü de ekvato­ ekvatordan güneye, A ntarktika’ya doğru ak­
ra taşınır. masıdır.
Fırtına kuzey yarıkürede, ekvatordan ge­ Bu olaylar olurken fırtınanın merkezinde
lip kuzeye doğru hareket etm ekte olan bir atm osfer basıncı düşmeye ve rüzgâr bu alçak
hava kütlesinin kutup bölgesinden güneye basınç bölgesinin çevresinde dönerek esmeye
doğru ilerlem ekte olan soğuk ve kuru bir hava başlar; esinti kuzey yarıkürede saatin ters
kütlesiyle karşılaşması durum unda oluşur. Bu yönünde, güney yarıkürede ise saat yönün­
iki tip hava kütlesi birbirine karışmaz. Karşı­ dedir.
laştıkları yerde aralarında belirgin bir ara yüzey Böylece kuzey yarıkürede sıcak ve nemli
oluşur; bu ara yüzeye cephe denir (bak. hava fırtına merkezinin doğu yakasından ku­
RÜZGÂR 313

zeye doğru hareket ederken, soğuk hava da boraların hızı bazen saatte 100 kilom etreye
merkezin batı yakasından güneye doğru akar. ulaşır. Boraların insanları fırlattığı, araçları
Bu hava dolanımı iki, üç gün sürer ve fırtına devirdiği görülm üştür. A vrupa’nın başka bö­
büyüyerek bir kıtanın yarısını kaplayacak bir lümlerinde, K aradeniz kıyılarında, SSCB’nin
boyuta ulaşabilir. Bu durum da fırtına kasırga­ kutup bölgesine yakın kesim lerinde görülen
ya dönüşmüş dem ektir. benzer fırtınalar da aynı adla anılır.
G iderek kasırgaya dönüşen siklon tipi fırtı­ Ö te yandan, sağanak yağm urlara, tipilere,
naların yanı sıra, yerçekiminin etkisiyle olu­ ani darbeli rüzgârlar biçiminde gelişen boran­
şan fırtınamsı rüzgârlar da vardır. Bu tür rüz­ lara, şiddetli kum esintilerine de fırtına dendi­
gârlarda soğuk hava kütlesi, tıpkı G rönland’ ği olur. Am a bu yanlış bir kullanımdır.
da olduğu gibi yükseklerden aşağı doğru iner. Fırtına m eteorolojide, Beaufort ölçeğinde 9,
A ntarktika’da da bu biçimde oluşan sert kar 10 ve 11 sayılı rüzgârlara verilen addır.
fırtınalarına ve tipilere rastlanır. A ntarktika Şiddetli siklon fırtınaları kasırga ölçeğindedir.
kıtası geniş ve yüksek bir yayladır. Soğuk ha­ Aynı biçimde oluşan, am a daha zayıf rüzgâr
va yayladan kıtayı çevreleyen soğuk denizlere burgaçları olan hortum lar ise fırtına ölçeğinde
doğru, insanın dayanamayacağı kadar güçlü kalır.
rüzgârlar biçiminde akar.
G ene bu bölgede., A ntarktika’nın kenar Hortum
bölümünden geçen 40° güney enlemi boyunca H ortum , yere doğru incelerek uzanan, huni
uzanan ve “kükreyen kırklar” olarak adlandı­ biçimli karanlık bir bulut gibi görünür. H or­
rılan kesintisiz bir fırtına kuşağı vardır. Bu tum aslında fırıldak gibi dönerek yükselen bir
rüzgârlar Yeni Z elanda’nın güneyinden G ü­ hava burgacıdır ve hava yükselirken denizle­
ney A m erika’daki Horn B urnu’na ve oradan rin üzerinden su kütlesini ya da karalann
da A frika’nın güney ucundaki Ü m it Burnu üzerinden ağaçları, toprağı sürükleyip yukarı
açıklarına kadar uzanarak okyanusu boydan doğru taşır. İki tip hortum vardır: Karaların
boya aşar. üzerinde başlayan hortum lara tornado denir;
İtalya ve Yugoslavya’nın A driya Denizi’ne ikinci tip hortum lar ise denizlerin üzerinde,
bakan kesimlerinde kuzeydoğudan esen çok yüzeyin düzensiz biçimde ısınması sonucunda
güçlü ve soğuk rüzgârlardan oluşan fırtınalara oluşur.
bora denir. Çoğunlukla kış aylarında doğudan Tornado tipi hortum lar büyük hasarlara ve
gelen soğuk hava kütlelerinin dağları aştıktan can kaybına neden olabilir. Tornadolar sıcak
sonra çok hızlı alçalması sonucunda oluşan ve soğuk hava kütlelerinin atm osferde karşı-

Barnaby's

Havvaii'nin 1.930 km
kuzeyinde oluşm uş bir
siklon fırtınası sistem inin
A p o llo 9 uzay aracından
çekilmiş fotoğrafı.
M eteorolojik bilgilerin
toplanması ve çeşitli
ülkelere iletilm esinde,
uydulardan yaygın olarak
yararlanılır.
314 RÜZGÂR

çok güçlü olduklarından kasırga ölçeğinde


kabul edilirler.
Kuzeyden ve güneyden gelen farklı hava
kütleleri denizin üzerinde karşılaşabilir ya da
bir tornado kayarak denize ulaşabilir. Bu
durum da denizin üzerinde döner bir su sütu­
nu biçiminde bir hortum oluşur. Denizin
üzerindeki hortum lar ender olarak hasara yol
açar, çünkü bunlar genellikle daha yavaş
hareket eder. Denizlerin üzerinde hortum lar
hava açıkken oluşur; böylece m otorlu tekne­
ler hortum u görüp yöreden kaçabilirler. D e­
nizlerdeki hortum un, yüzeye yakın bir hava
kütlesinin çevresindeki havadan daha çok ısı­
nıp yükselmesiyle ortaya çıktığı sanılm akta­
dır. Bu yükselen hava kümülonimbus denen
türden bir yağmur bulutunun tam altına rast­
lamışsa bir hortum oluşabilir. Bulut tabanı bir
koni biçimini alır ve bu koninin sivri ucu deni­
ze doğru iner. Bu ucun altına gelen kesimde
deniz kamçılanır ve bir serpinti bulutu oluşur.
ZEFA
US Weather Bureau
Kuzey Am erika'da Huron Gölü'nün üzerinde oluşan
bir hortum .

laşması sonucunda oluşur. Meksika Körfe-


zi’nden kuzeye doğru ilerleyen sıcak ve nemli
tropik hava, kuzeyden gelen kuru havayla
A B D ’nin güney ve doğu kesim lerinde karşıla­
şabilir. Bu hava kütlelerinin yönlerinin ve
hızlarının farklı oluşu, hızla yükselen bir hava
burgacına yol açar ve böylece tornado oluşur.
Tornadoların yere değen kesimleri son dere­
ce şiddetli bir biçimde döner ve izlediği yo­
lun üzerindeki binalara, sanki bir patlam a ol­
muşçasına zarar verir, ağaçlan köklerinden
burarak söker ve bazen otomobilleri bile
yerinden kaldınr. En şiddetli tornadolar
A B D ’nin orta bölgelerinde oluşur. Burada
tornadolar çoğunlukla kuzeydoğuya doğru,
saatte 15 ile 80 km arasında değişen bir hız­
la ilerler. Tornadoların korkunç gürültüsü
40 km ileriden duyulabilir. Avustralya’da da
genellikle yaz aylarında, boranlarla birlikte
tornadolar oluşur. 18 M art 1825’te bir grup
tornado A B D ’nin ortabatı kesimlerinde 689
kişinin ölümüne yol açmıştı. A B D ’de ve Batı
H int A d alan ’nda harikan olarak adlandırılan Tornadolar, toz ve su damlacıklarıyla yüklü, hızla
siklon fırtınaları da hortum biçimindedir, ama dönen hava sütunlarıdır.
RÜZGÂR 315

Yağmur bulutunun aşağı doğru inen ucu bu


serpinti bulutunun içine dalar ve aynı anda,
bir su sütunu biçiminde yükselen hortum gö­
rülür. Bu hortum ların pek çoğu yaklaşık 5 ya
da 10 m etre çapındadır ve 60 ile 120 m etre
arasında yükselebilir; ama çok daha büyük
çaplı ve daha yüksek hortum lar da görül­
müştür.

Kasırga
Kasırga, genellikle sakin bir merkezin çevre­
sinde dönen çok şiddetli rüzgârlardan oluşan
bir tropik siklon fırtınasıdır. Bu tür kasırgala­
ra A BD ve Batı Hint A daları’nda harikan,
Bandphoto
A sya’nın doğu ve güneydoğu bölgelerinde
Kuzey Am erika'nın güneydoğu kıyılarında esen ve
tayfun, Bengal Körfezi ile Um m an Denizi’n­ hızı saatte 160 kilom etreye ulaşan harikanlar büyük
de ise siklon denir. Bütün bu kasırga türleri hasara yol açar. Dev dalgalar ve sağanak yağışlar
daha ılıman enlem lerde oluşan alçak basınç tehlikeyi daha da artırır.
alanlarına benzemekle birlikte, onlardan çok
daha şiddetlidir. Kasırgalar, hava basıncının Rüzgârlar içeriye, alçak basınç alanına doğ­
m erkezde çok düşük olduğu ve dışarıya doğru ru eser, ama D ünya’nm dönüşü nedeniyle
hızla arttığı atm osfer bölgeleridir. m erkeze doğrudan ulaşmayıp sarmal biçimde
dönerek yaklaşır. Kuzey yarıkürede sarmalın
Frank Lane Picture Agency
dönme yönü saat ibresinin tersi, güney yarı­
kürede ise saat ibresi yönündedir.
Kasırga, yan yatmış dev bir tekerleğe ben­
zetilebilir; bu tekerleğin kalınlığı 1.000 m etre­
den daha fazla, genişliği ise 80 ile 500 km ara­
sındadır. Tekerleğin iç boşluğunun, yani ka­
sırganın çevresinde döndüğü sakin merkezin
çapı kilom etrelerce uzunlukta olabilir. Kasır­
ga bir yandan hızla dönerken, bir yandan da
D ünya’nm yüzeyinde saatte 15-30 kilom etre­
lik bir hızla ilerler; ilerlerken genellikle kavis­
li bir yol izler.
Kasırga yaklaşırken rüzgâr hızı artar ve kısa
sürede saatte 160 kilometreye ya da daha yük­
sek bir hıza ulaşır, bu arada denizde dev kö­
püklü dalgalar oluşur. Gökyüzü m or bulutlar­
la kaplanarak kararır, yağmur suları neredey­
se yatay olarak rüzgârla savrulur; rüzgânn se­
si, gök gürlemesi dışındaki bütün sesleri bo­
ğar. Karada evler yıkılabilir, ağaçlar köklerin­
den sökülür ve ekinler büyük zarar görür; sel­
ler büyük zarara yol açabilir.
Batı Hint A daları’nda oluşan kasırgalar ba­
zen A B D kıyılarına, özellikle de Florida’ya
ulaşarak büyük hasarlara yol açar. Kasırgalar
1950'de ABD'de M iam i Beach'ten geçen harikan
palmiye ağaçlarını kökünden sökmüş, çevreyi sanki
karada ve denizde çok yıkıcı olduğundan,
bir savaş sonrası görünüm üne sokmuştu. bunların oluşumları sürekli olarak izlenir. İz­
316 RÜZGÂR ENERJİSİ

ledikleri yolun haritası çıkarılır, olası yönlerinum dadır. Mil, çalıştırılacak makineye dişli
ve şiddetleri önceden belirlenir ve m eteorolo­ çarklarla (bak. DİŞLİ Ç a r k ) bağlanmıştır. Av­
ji istasyonları aracılığıyla halk uyarılır. rupa’da ilk kez 12. yüzyıl dolaylarında yapılan
yel değirmenleri direk değirmenler denen tip­
RÜZGÂR ENERJİSİ. İnsanlar binlerce yıldır tendir. Bu tip değirm enlerde, değirmenin m a­
rüzgârdan bir enerji kaynağı olarak yararlan­ kineleri ve bütün öbür donanım ları, düşey bir
m aktadır. Buna ilişkin olarak ilk akla gelen direğin tepesine oturtulm uş bir odanın içine
örnek yelkenli teknedir. Rüzgâr enerjisini yerleştirilir. Direğin tepesindeki değirmen,
kullanabilmenin üç yolu vardır: Yelkenli tek­ kanatlar rüzgârı tam karşıdan alacak biçimde
nelerde olduğu gibi doğrudan hareketi sağla­ döndürülebilir. Direk değirmenlerin geliştiril­
mak (bak. DENİZ TEKNELERİ; YELKEN SPORU); miş bir türü de kule değirmenler' dir; bunlarda
yel değirm enlerinde olduğu gibi herhangi bir değirmen donanımı ahşap ya da tuğladan ya­
m akinenin kanatlarını döndürm ek; elektrik pılmış sabit bir kulenin içinde bulunur. B un­
üreteçlerine (jeneratörlere) bağlı türbinleri larda yalnızca kulenin kanatları taşıyan kub­
çalıştırmak (bak. DİNAMO). Bu m addede son besi döndürülebilir.
iki kullanım biçimi üzerinde durulacaktır. 1750’lerden önce, kanatların rüzgârı karşı­
dan alabilmesi için rüzgâr yön değiştirdikçe
Yel değirmenleri değirmenin de elle döndürülm esi gerekirdi.
İlk yel değirmenleri İS 1000 dolaylarında D aha sonraları Edm und Lee adlı bir İngiliz,
İran’da yapıldı. Bu değirm enlerde kanatlar ana kanatlara dik gelecek biçimde kule kub­
uzun bir düşey milin üst ucuna takılır, milin besinin arkasına takılan ve bir tür düm en gö­
alt ucu da büyük bir taş tekerleğe (değirmen revi gören, açılmış yelpaze biçimindeki kuy­
taşma) bağlanırdı. Taş tekerlek sabit bir taşın ruk kanatlarını geliştirdi. Rüzgâr yön değişti­
üzerine oturur, öğütülecek tahıl bu iki taşın rip ana kanatlar rüzgârı tam karşıdan alma
arasına yerleştirilirdi. Rüzgâr estiğinde kanat­ konum undan çıktığında, bu kuyruk kanatları
lar ve kanatların bağlı olduğu mil dönmeye dönmeye başlıyor ve aynı anda aradaki dişli
başlar, mil de üstteki değirmen taşını döndü­ çarkların yardımıyla otom atik olarak kubbeyi
rür ve böylece arada sıkışarak ezilen tahıl de döndürerek ana kanatları yeniden rüzgârı
öğütülürdü. Buna benzer, ama yatay milli yel tam karşıdan alacak bir konum a getiriyordu.
değirmenleri bugün Çin’de hâlâ kullanılm ak­ Eski yel değirmenlerinin kanatları yelken
tadır. bezinden yapılıyordu ve rüzgârın şiddeti çok
A vrupa’daki yel değirm enlerinin kanatları arttığında tıpkı yelkenli gemilerde olduğu gibi
yatay bir mile takılıdır ve genelde düşey ko­ toplanabiliyordu. Sonraki yel değirmenlerinin

Walter SullivanIThe New York Times

Havvaii'deki bu düşey
m illi çok sayıda rüzgâr
türbininde düzenli olarak
kuzeydoğudan esen alize
rüzgârlarından
yararlanılmakta ve
2 m egawattlık (2 m ilyon
watt) elektrik enerjisi elde
edilmektedir.
RÜZGÂR ENERJİSİ 317

tutulm aları bir kuyruk kanadıyla sağlanır.


D aha çok uzak çiftliklerde kurulan bu değir­
m enler kuyulardan su çekm ekte ve bu suyun
sulama amacıyla pom palanm asında kullanılır
(bak. S u l a m a ) . Çelik yel değirmenleri ilk kez
19. yüzyılın sonlarında A B D ’de yapıldı. Ucuz
ve güvenilir olan bu değirm enlere bugün de
pek çok ülkede rastlanabilir.

Rüzgâr Türbinli Elektrik Üreteçleri


Bütün dünyada elektrik üretimi için güneş ve
su enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklardan ol­
duğu kadar rüzgârdan da yararlanm a konusu­
na büyük bir ilgi duyulm aktadır (bak. GÜNEŞ
E n e r j İSİ; S u E n e r j İSİ). Bugün pek çok evin
elektrik gereksinimi birkaç yüz w att gücünde­
ki küçük, rüzgâr türbinli üreteçlerle karşıla­
nabilm ektedir. Bu üreteçlerin gücüyle akü­
m ülatörler (bak. PİL ) şarj edilir (doldurulur),
bu aküm ülatörlerden aydınlatm ada ve elek­
trikli küçük ev aletlerinin çalıştırılmasında ya­
rarlanılır. Am a bugün, milyonlarca watt (me-
Dr. Alan Beaumont gawatt) gücünde, güvenilir, çok daha büyük
İngiltere'de Suffolk'ta bir zamanlar mısır öğütm ek rüzgâr türbinli üreteçlere gereksinim vardır.
için kullanılan bir kule değirmen. Kubbenin solunda, Rüzgâr türbinleri düşey milli ya da yatay
değirm en kanatlarını rüzgâra doğru döndürm eye
yarayan kuyruk kanatları, ana kanatların üzerinde ise milli olabilir. H er iki tip de en bol rüzgârı
menteşeli panjurlar bulunm aktadır. yakalamak için yüksek kulelerin üzerine yer-
Ewing Galloway
kanatlan panjurlu yapıldı. Panjur parçaları
menteşeliydi ve bunlar yayların yardımıyla
kapalı tutulabiliyordu. A m a rüzgârın şiddeti
arttığında yaylar esneyerek panjurlann kıs­
men açılmasına ve rüzgârın bir bölümünün
geçip gitmesine izin veriyordu. 1807’de m ü­
hendis William Cubitt, panjurları değirmenin
içinden ayarlamaya yarayan bir yöntem
buldu.
Yel değirm enleri tahıl öğütm ek ve H ollan­
da’da olduğu gibi bataklıklann suyunu pom ­
palam ak için kullanılırdı. Am a bugün bu tür
su pom palam a işlerinde genellikle dizel m o­
torlarıyla çalışan pom palardan yararlanılm ak­
tadır.
Bütünüyle çelikten yapılan ve kafes siste­
miyle yapılmış kulelerin tepesine oturtulan
yel değirmeni tipleri de vardır. Bu tip değir­
menlerin çok sayıdaki kanadı, bisiklet teker­
leğindeki tellere benzer biçimde, birbirine Dünyanın pek çok yerinde sulama ve başka
oldukça yakın olarak yerleştirilmiştir ve bun­ amaçlarla kuyulardan su çekilmesinde rüzgârla
ların rüzgârı karşıdan alacak bir konum da çalışan pom palardan yararlanılır.
318 RÜZGÂR SÖRFÜ

leştirilir, çünkü yükseklik arttıkça rüzgâr m ik­ log saatler, zamanı ibreler (kollar) yardımıyla
tarı da artar. gösterir; ibreler, zaman aralıklarına bölün­
Rüzgârı hangi yönden gelirse gelsin tutabil­ müş bir kadranın üzerinde döner (örneksel ,
diği için çok verimli olan düşey milli türbin benzer dem ektir; kolların hareketi zamanın
tipini 1920’lerde Fransız Georges D arrieus geçişini temsil eder). Sayısal ya da dijital
geliştirdi. Düşey bir milin iki ucuna bağlan­ saatler ise zamanı sayılarla gösterir; bu göste­
mış, uzun ve eğimli iki ya da üç kanattan olu­ rim genellikle sıvı kristallerle sağlanır (bak.
şan bu tip türbinler, daha çok dev bir yum urta ELEKTRONİK; SlVI KRİSTAL). Zam an aralıkları
çırpıcısına benzer. Milin alt ucu gene kulenin (örneğin saat başları) bazen bir zil sesiyle ya
tepesine yerleştirilmiş olan bir üretece bağ­ da bir elektronik devrenin çıkardığı sesle
lıdır. ayrıca vurgulanabilir.
Yatay milli rüzgâr türbinlerinde ise, uçak
pervanesine benzeyen iki ya da üç kanat var­ Mekanik Saatler
dır. Mil, arka ucuna takılı bir kuyruk kanadı­ M ekanik saatlerde, saati gösteren kola akrep
nın ya da bilgisayar denetimli bir elektrik m o­denir; akrep, her 12 saatte bir kez, yani günde
torunun yardımıyla sürekli olarak rüzgâr doğ­ iki kez kadranı dolanır. Dakikayı gösteren ve
rultusunda tutulur. K anatlar ile mil arasında­ akrepten daha uzun olan kola yelkovan denir;
ki açı da en çok verimi elde edecek biçimde yelkovan saatte bir kez, yani günde 24 kez
ayarlanabilir. kadranı dolanır. Saniyeleri gösteren kol ise,
H er türbin, kurulacağı yerin rüzgâr özelliği­
genellikle değişik renkli uzun bir kol biçimin­
ne göre özel olarak “akort” edilmelidir. Bu dedir ve bu kol da hızla kadranın üzerinde
büyük m akinelerin boyutlarının ve çıkardıkla­ döner; ama saniyeleri göstermek için, ana
rı gürültünün çevre üzerindeki etkileri (etkile­kadranın bir kenarına yerleştirilmiş ayrı bir
necek alanın çapı 60 m etre ya da daha çok küçük saniye kadranı ve minik bir saniye
olabilir) kuşlar için yaratabilecekleri tehlike­kolundan da yararlanılabilir. Saniye kolu
lerle birlikte dikkatle irdelenm elidir. dakikada bir kez kadranı dolanır.
Rüzgâr türbinlerini geliştirmek için özellik­ Kolların farklı hızlarda hareket edebilmesi­
le İngiltere, D anim arka, H ollanda, Almanya ni sağlamak için, bu kolların takılı oldukları
ve A B D ’de büyük bir çaba harcanm aktadır. miller birbirine zam an dişlileri denen bir dizi
Gelecekte belki de rüzgâr enerjisiyle çalışan dişli çarkla bağlanmıştır (bak. DİŞLİ Ç a r k ).
m akineler, rüzgârın kıtalara oranla çok daha Çapları ve diş sayıları farklı olan bu çarkların
kesintisiz estiği uzak adalarda ya da açık de­ dişleri birbirine geçecek, yani birbirini kavra­
nizlerin üzerinde yapılacak platform lara yer­ yacak durum dadır. Diş sayılarının farklı ol­
leştirilecektir. Buralarda üretilecek elektrik ması, millerin farklı hızlarda dönmesini sağ­
sualtı kablolarıyla kıtalara iletilebilir. lar. Eğer iki dişli çarktan birinin 10, öbürünün
ise 50 dişi varsa, bu iki dişli birbirini kavradı­
RÜZGÂR SÖRFÜ bak . S ö r f . ğında, büyük dişlinin her dönüşüne karşılık
küçük dişli beş kez döner; çünkü bu iki
dişlinin birbirine hız aktarm a oranı 10/50,
yani 1/5’tir. Dem ek ki, 1/60 oranını verecek
bir diş sayısı seçilerek, dakika ve saat kolları­
nın birbirlerine göre doğru hızlarda hareket
etmesi sağlanabilir.
Saatin işlemesi için, zaman dişlilerini çalış­
tıracak bir enerji kaynağına gerek vardır. Bu,
SAAT, zamanın ölçülmesinde kullanılan alet­ asılı durum daki bir ağırlık, bir yay ya da
tir. Saatlerin ana parçalan, eşit zaman aralık- elektrik olabilir. Sarkaçlı ya da zemberekli
lannda düzenli hareketler yapan bir zaman saatler kurulurken ağırlığı yukarıya kaldır­
sayma düzeneği ile hareket sayısını kaydeden m ak ya da yayı sıkıştırmak için yapılan iş,
sayma mekanizmasıdır. Örneksel ya da ana- yükseltilmiş ağırlıkta ya da sıkışmış yayda
SAAT 319

p o ta n s iy e l e n e r ji o la r a k d e p o l a n ır v e d a h a dan kurtulur, ama bu kez ardından gelen diş


s o n r a b u e n e r ji y a v a ş y a v a ş s e r b e s t b ır a k ıla ­ maşaya takılır ve böylece aynı şeyler yinele­
r a k ç a r k ta k ım ı ç a lış tır ılır (bak. E n e r ji ). B u nerek sürüp gider.
p o ta n s iy e l e n e r ji s a a ti e n a z 24 s a a t ç a lış tır ­ Eşapm an çarkı da zaman sayma mekaniz­
m a y a y e te r . masının bir parçasıdır. Sarkacın her salmımı
B u r a y a k a d a r a n la tıla n k a d a r ıy la z a m a n eşapm an çarkını bir diş ilerletir; böylece, eğer
d iş lile rin in z a m a n ı s a y m a ö z e lliğ i y o k tu r . eşapm an çarkının üzerinde 60 diş varsa,
E ğ e r k u r u lu b ir s a a tin a ğ ırlığ ı y a d a y a y ı sarkacın her 60 salınımmda çark bir tam
h e r h a n g i b ir s ın ırla m a o lm a k s ız ın a n id e n se r- dönüş yapmış olur. Eğer eşapm an çarkı sani­
ye koluna doğrudan doğruya bağlıysa ve
sarkaç bir tam salmımmı 1 saniyede yapıyor­
sa, o zaman saniye kolu da kadranı her 60
saniyede bir kez dolanır.
Sarkacın ileri-geri bir tam salınım yapma
süresi (periyodu ), takılı olduğu eksen ile
ucundaki ağırlığın merkezi arasındaki uzunlu­
ğa bağlıdır; bu uzunluk ne kadar büyükse
salınım süresi de o ölçüde uzun olur (bak.
Sa r k a ç ). Dem ek ki, sarkaç basit ama doğru
sonuç veren bir zaman sayma aracıdır. İngil­
tere’de L ondra’daki parlam ento binasında
bulunan ünlü Big Ben saatinin sarkacı 4 m etre
uzunluğundadır, periyodu ise 4 saniyedir;
alanlarda kurulu olan saat kulelerindeki saat­
lerin ve evlerde kullanılan duvar saatlerinin
sarkaçlarının uzunluğu 25 cm, periyotları ise
1 saniyedir. Saatin ileri gitmesi ya da geri
kalması durum unda, sarkacın ucundaki ağır­
lık bir vida yardımıyla çubuğun üzerinde
Sarkaçlı saat asılı bir ağırlıkla çalışır. Ağırlığın aşağı yukarı ya da aşağı kaydırılarak saatin duyarlı­
düşme hızı sarkaç tarafından denetlenir. lığı yeniden ayarlanır. Ö rneğin, periyodu
2 saniye olan bir sarkacın uzunluğu yaklaşık
best bırakılırsa, kollar denetimsiz bir biçimde 990 milimetredir. Bu uzunluğun 0,025 mm ar­
hızla döner ve 24 saatlik gün birkaç saniye tırılması saatin günde 1 saniye geri kalmasına
içinde tükenip biter Bunu önlem ek için, neden olur.
enerjinin az m iktarlarda ve düzenli aralıklarla Sarkaçlı saatlerin ayarının bozulmasının
serbest bırakılması gerekir. Bu, saatin zaman başlıca nedeni sıcaklık değişimleridir. Eğer
sayma düzeneğine, örneğin sarkacına bir metal bir çubuk ısıtılırsa genleşir (uzar);
eşapman bağlanarak gerçekleştirilir. Eşap- soğutulursa tam tersine, büzülür (kısalır).
man, bir eşapm an çarkı ile bu çarkın üzerinde Saat sarkaçlarının çubuğundaki benzer deği­
yer alan bir m andaldan oluşur. Eşapman şiklikler saatin geri kalmasına ya da ileri
çarkı bir dizi dişli çark tarafından döndürülür, gitmesine yol açar. Bunun üstesinden gelme­
mandal ise eşapman çarkını tutup bırakarak nin bir yolu, sarkaç çubuğunu genleşme mik­
bu çarkın adım adım, diş diş dönmesini tarları farklı iki m etalden yapm aktır; böylece
sağlar. İleri doğru her hareketinde eşapman iki farklı genleşme m iktarı birbirini “götürebi­
çarkının bir dişi, maşa denen çapa biçimli lir” ve ağırlığın eksenden hep aynı uzaklıkta
mandalın ucuna takılır. Diş maşayı hafifçe kalması sağlanır. D aha ucuz bir yöntem de,
iter, maşa da bu hareketi sarkaca aktararak çubuğu çok az, önemsenm eyecek düzeyde
sarkacın salınmasını sağlar. Eşapm an çarkının genleşen bir alaşımdan (bak. A laşim ) , örneğin
dönm e hareketi devam eder, diş iterek maşa­ invar çeliğinden yapmaktır.
320 SAAT

Elektrikli Saatler olarak üretilir. Belirli büyüklükteki bir kuvars


Elektrik hem önemli bir enerji kaynağıdır, kristalinin doğal bir titreşim frekansı vardır.
hem de bir elektrik kaynağından zaman say­ Saatlerde kullanılan kristallerin frekansı yak­
ma düzeneği olarak yararlanılabilir. Kent laşık 1 milyon hertzdir. Kuvars kristalin yüze­
şebekesinden evlere beslenen alternatif akım yine elektrotlar (metal kontaklar) iliştirilirse,
(bak. E lek trik ) saniyede 100 ya da 120 kez bir elektronik devrenin yardımıyla kristaldeki
yön değiştirir ve bu nedenle de frekansı 50 ya titreşim ler sayılabilir.(bak. ELEKTRONİK). Am a
da 60 hertzdir. (1 hertz, saniyede 1 çevrime kristaldeki titreşim frekansı zaman ölçümü
eşittir; bak. AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER.) Bu tür açısından çok yüksektir; bu nedenle bu fre­
bir şebekeye bağlı bir senkron (eşzamanlı) kans elektronik ve m ekanik yöntem lerle azal­
elektrik m otorunun birim zamandaki dönme tılır ve saat kollarını döndüren bir kademeli
(devir) sayısı akımın frekans değerine eşittir. m otora uygulanır. Örneğin, bir kristalin
Bu nedenle senkron m otorlar zaman sayma 1 milyon hertzlik frekansı milyonda birine
işlevi üstlenebilir ve uygun dişli çarkların indirgenerek saniyede 1 titreşim yapacak
yardımıyla bir saatin kollarını doğru hızlarda durum a getirilebilir. Kristal titreşim leri o
döndürebilir. Am a günümüzde kent şebeke­ kadar düzenlidir ki, kuvars kristalli saatlerin
sinden beslenen elektrikli saatlerin yerini pille bazıları 10 yılda yalnızca 1 saniye ileri gider ya
çalışan kuvars kristalli saatler almaktadır. da geri kalır.
Senkron saatler ise daha çok video aygıtların­
da, merkezi ısıtma programlayıcılarında ve Küçük Mekanik Saatler ve Kol Saatleri
kent şebekesinden beslenen öbür elektrikli M asa, cep ya da kol saati gibi küçük m ekanik
aygıtlarda kullanılmaktadır. saatlerde, zaman sayacı olarak sarkaç kullanı­
Sanayi ve ticarette merkezi sistemlerden lamaz; çünkü en küçük bir sarsıntı sarkacın
yaygın olarak yararlanılır. Bu sistemde zaman çalışma düzenini ve ayarını bozar. Bu nedenle
sayma düzeneği bir sarkaçtır. Sarkaç, sıradan bu tür saatlerde balans çarkı kullanılır. Bu,
sarkaçlı saatlerde olduğu gibi bir dişli çarkı sürekli olarak tek bir yönde dönmek yerine,
hareket ettirir. Bu çark her bir tam dönüşün­ yön değiştirerek önce bir yana, sonra öbür
de bir mandalı serbest bırakır ve mandal yana dönerek hareket eden çem ber biçimli bir
düşerek sarkaca bir itme sağlar. Bu mandal çarktır. Balans çarkı, içeriden çok ince bir ya­
aynı zam anda bir elektrom ıknatısı da (bak. ya, bazen pandül de denen balans ya y ı 'na
ELEKTROMIKNATIS) harekete geçirir; elektro­ tutturulm uştur. Balans çarkı belirli bir yönde
mıknatıs mandalı üst konum una geri döndü­ dönerken balans yayı gerilir ya da bir başka
rür ve dakika kolunu yarım dakika ilerletir. deyişle kendi üstüne “sarılır” ; bu sırada çark
Elektrik darbesi binadaki ana saate bağlı da yavaşlayıp durur ve yay sarımlarının açıl­
bütün öbür saatlerin kollarını da eşzamanlı maya başlamasıyla birlikte çarkın dönme yö­
olarak ve aynı ölçüde hareket ettirir. Bu nü değişir. Balans çarkına herhangi bir enerji
sistemde elektrikten bir zaman sayma düze­ beslemesi olmazsa çarkın salmımı, yani ileri-
neği olarak değil, elektrom ıknatısı işletmek geri hareketi kısa bir süre sonra durur. İşte bu
ve saat kollarını hareket ettirm ek için yalnızca enerjiyi zem berek denen ve kurularak sıkıştı­
bir enerji kaynağı olarak yararlanılır. rılan bir yay sağlar ve zembereğin hareketi,
sarkaçlı saatlerde olduğu gibi bir eşapmanın
Kuvars Kristalli Saatler aracılığıyla balans çarkına aktarılır.
Pille çalışan elektrikli saatlerde, elektrik za­ Balans çarkının dengesi çok iyi ayarlanm a­
man sayma düzeneği olarak işlev görmez; bu lıdır (balans sözcüğü Türkçe’ye “denge” anla­
işi bir kuvars kristali yerine getirir. Kuvars bol mına gelen Fransızca bir sözcükten geçmiş­
bulunan bir m ineraldir ve doğada çok farklı tir). M erkezinden tutturulduğunda, çarkın
biçimlerde bulunur. Saat yapımında kullanı­ hiçbir kesimi öbür bölümlerine oranla daha
lan kristallerin çok katışkısız, saf halde olması ağır ya da daha hafif olmamalıdır. (Aynı
gerekir; bu kadar saf kristaller doğada pek durum otomobil tekerlekleri için de geçerlidir
bulunmaz, bu nedenle de insanlarca yapay ve bunun için tekerleklere “balans ayarı”
SAAT 321

line enerji, bir silisyum mikroçipine yerleşti­


rilmiş çok sayıdaki elektronik devre elem a­
nından (transistörler, dirençler ve sığaçlar)
oluşan bir tümleşik (entegre) devre aracılığıy­
la gönderilir. Bu tümleşik devre saatin “bey­
ni” görevini görür ve pilden aldığı enerjiyle
kuvars kristalini titreşim halinde tutar. H er
titreşim de, kuvars kristali tümleşik devreye
bir vuru gönderir; tümleşik devre, “bölm e”
denen bir süreçle bu vuruları saniyede 1 vuru­
ya indirger.
Saatin bundan sonraki mekanizması göster­
genin tipine bağlıdır: Ö rneksel tipteki saatin
küçük bir kademeli m otoru vardır. Kademeli
Zemberek m otor küçük bir elektrom agnetik aygıttır ve
Mekanik saat zemberek etkisiyle çalışır ve saatin
m otorun rotor denen bir döner parçası vardır.
ayarı balans çarkı tarafından denetlenir. Tümleşik devreden gelen her vurunun etkisiy­
le rotor döner ve bu dönme hareketi bir dizi
dişli aracılığıyla saatin kollarına iletilir.
yapılır.) Balans çarkları genellikle saniyede Sayısal göstergeli saatlerde ise kademeli
2,5 salınım, yani saatte 9.000 salınım yapacak m otor yoktur. Ö rneksel saattekinden daha
biçimde tasarım lanır (bu tür bir saatte 1 büyük olan tümleşik devre sıvı kristalli göster­
saniyede 5 “tik” sesi duyulur). Balans çarkı­ geyi denetler ve ona zamanı göstermesi için
nın hızı, balans yayının çalışma uzunluğunu gerekli bilgiyi iletir.
değiştirmeye yarayan küçük bir kolun yardı­
mıyla ayarlanır. Yayın kısaltılması çarkı hız­ Zaman Standartları
landırır ve saatin daha hızlı işlemesini sağlar; Zam anın doğru olarak ölçülmesinden ilk ya­
yayın uzatılması ise saatin daha yavaş işleme­ rarlananlar, gemilerin seyir görevlileri oldu.
sine neden olur. 1530’da HollandalI bilgin G em m a Frisius,
Bu tür saatlerdeki eşapman maşasının bir kalkış limanındaki zamana göre doğru olarak
ucunda, eşapm an çarkının dişlerine geçen iki ayarlanmış bir saatin gemide bulundurulması
tırnak bulunur; bu iki tırnak çarkın diş diş durum unda, seyir görevlisinin Güneş tam
dönmesini sağlar. Maşanın öbür ucu çatal öğlen konum undayken bu saatten zamanı
biçimindedir ve bir pim aracılığıyla balans okuyarak kaç boylam derecesi yol alındığım
çarkına tutturulm uştur. Böylece maşa balans
çarkını belirli aralıklarla iterek bu çarkın Tüm leşik devre
salınmasını sağlar, ayrıca ondan aldığı salınım i
darbeleriyle balans çarkını itmeyi sürdürür.
Maşanın balans çarkına tutturulduğu pim, zor
aşman, sürtünm eyi azaltmak için yüzeyi
önemli ölçüde perdahlanabilen bir değerli taş
olan yakuttan yapılır.

Kuvars Kristalli Kol Saatleri Kuvars


Kuvars kristalli bir kol saatinin mekanizması­
na m odül denir. Bu saatlerde zaman sayma
düzeneği, 32.768 hertzlik bir frekansla titre­ Sayısal
gösterge
şen, kâğıt inceliğinde bir yapay kuvars yapra­
ğıdır. Saatin enerji kaynağı ise, yaşam süresi Kuvars kristalli saatler pille çalışır. Saatteki zaman
en az bir yıl olan düğme pildir. Kuvars krista­ sayma aracı kuvars kristalidir.
322 SAAT

bulabileceğini göstermişti. Am a bunun için 1955’te İngiltere’deki Ulusal Fizik Laboratu-


çok duyarlı saatlere gereksinim vardı; bu varı’nda kullanıldı. Bugün bunlardan binler-
amaçla yarışmalar düzenlendi ve duyarlı bir cesi dünyanın çeşitli yerlerinde kullanılm akta­
saat geliştireceklere büyük ödüller vaat edil­ dır; bazıları uçaklara ve uydulara yerleştiril­
di. Sonunda 1735’te Y orkshire’lı saat yapım­ miştir.
cısı John H arrison, 1 Num ara adını verdiği Sezyumlu saatler uzun menzilli radyo sin­
zemberekli kronom etresini yaptı. Bunu, oğlu yalleri göndererek başka saatleri de denetle­
W illiam,ın İngiltere ile Jam aika arasında ya­ yebilir. Örneğin, İngiltere’de Ulusal Fizik La-
pılan bir deniz yolculuğunda denediği ünlü boratuvarı’ndaki sezyumlu saatin 1.000 km
4 N um ara kronom etresi izledi. İstenen sonu­ uzağa radyo sinyalleri gönderen bir vericisi
ca ulaşılmıştı. Bugün ise konum belirlemek vardır; yani bu ülkedeki bütün saatler bu
için işaret kulelerinden ya da yapma uydular­ atom saatinin menzili içindedir.
dan alman radyo sinyallerinden yararlanıl­ Çeşitli ülkelerde telefon şirketlerinin sun­
m aktadır (bak. S e y ir ). duğu saat bildirme servisleri genellikle sez­
Uzay yolculuklarının başlamasıyla, zamanı yumlu saatlere göre ayarlanır. Sözcükler bil­
son derece duyarlı ve doğru olarak ölçen gisayarın belleğinde sayısal olarak depolanır
saatler yapılmaya başlanmıştır. Uzay araçları ve zam ana ilişkin duyurular spikerce kaydedi­
çok hızlı yol aldığından ve çok uzaklara len sözcüklerden elektronik olarak derlenir.
gidebildiğinden, uzay aracının öngörülen
uzay noktasına hiçbir sapma göstermeksizin Zaman Ölçümünün Tarihsel Gelişimi
ulaşabilmesi için bilgisayarların uçuş rotaları­ M ekanik saatlerin bulunmasından önce, m a­
nı ve hızlarını sürekli olarak denetlemesi nastırlarda ve kalelerde zamanı duyurmak
gerekir. Bu alanda geliştirilen en duyarlı için çanlar kullanılırdı. Çanı çalacak görevli
saatler sezyum demetli atom saatleridir; bu zamanı güneş saatinden, kum saatinden ya da
saatlerin hata oranı 1 milyon yılda 1 saniye­ su saatinden belirlerdi (bak. G üneş Sa a t İ; K um
den daha azdır. Öbür saatler de sezyumlu S a a t İ). Am a bunlar pek fazla güvenilebilecek
saatlere göre ayarlanabilir. İlk sezyumlu saat aygıtlar değildi.
A vrupa’da ilk m ekanik saatler 13. yüzyılda
Science Museum, Londra ortaya çıktı; bunları yapanlar demirci ustala­
rıydı. Bu saatler ağırlıkla çalıştıklarından ve
ayrıca çok sık kurm a gereğini ortadan kaldır­
m ak için kilise kulelerine ya da yüksek binala­
rın çatılarına yerleştirilirdi. Önceleri bunların
kadranı ya da akrep ve yelkovan kolları yok­
tu; zamanı bir çanın çalmasıyla duyururlardı.
D ünyanın hâlâ işleyen en eski saati İngiltere’
de Salisbury K atedrali’ndedir. (Bu saat 1386
dolaylarında yapılmış ve 500 milyon kezden
daha çok “tik-tak”ladıktan sonra 1956’da el­
den geçirilmiştir.) İlk ev saatleri kule saatleri­
nin küçültülmüş türleriydi ve bunların da du­
varda yüksek bir yere yerleştirilmesi gere­
kirdi.
15. yüzyılın ortalarında zem berek sistemi­
nin bulunmasıyla daha küçük saatlerin yapıla­
bilmesi olanaklı oldu. 1500 dolaylarında Peter
H enlein adındaki bir Alm an çilingir taşınabi­
lir türden ilk saati yaptı. Bu saatlerin kadranı
John Harrison'ın 1 Numara adlı saati ilk başarılı
kronom etreydi. Bu kronom etre sayesinde denizlerde üzerinde yalnızca saat kolu (akrep) vardı; da­
boylam ölçümü yapmak olanaklı durum a geldi. kika kolu (yelkovan) ise ancak 1670’te ortaya
SAAT 323

Sezyum dem etli saatler


1950'lerde geliştirildi.
Bunlar günümüzde en
doğru ve duyarlı saatlerdir.

The Director, National Physical


Laboratory, Crown Copyright

çıktı. İlk taşınabilir saatler özel keselerde taşı­ ahşaptan yapılmış çeşitli konsol ve masa saat­
nıyordu. leri yaptı.
1582’de Galileo sarkacın zamanı sayabilme Huygens’in 1670’lerin ortalarında balans
özelliğini fark etti ve 1656’da HollandalI as­ yayını geliştirmesi, taşınabilir saatlerin gerçek
tronom Christiaan Huygens bu ilkeyi saatlere bir cep saati haline getirilmesini olanaklı kıl­
uyguladı. Bu buluş saat yapımcılığının hızla dı. (İngiliz fizikçi R obert H ooke da 1650’lerin
yaygınlaşmasına yol açtı. O dönem de yapılan sonunda bu tür bir saat yapmış olduğunu ileri
saatlerin sarkaçları kısaydı ve ağırlıkla çalışı­ sürm üştür.) Balans yayının bulunmasıyla, ba­
yordu. Saatler ahşap bir kutu içine yerleştirili­ lans çarkının doğruluk ve güvenilirlik oranı
yor ve duvara asılıyordu. 1670’te İngiliz saat büyük ölçüde arttı. Bir başka büyük gelişme
yapımcısı William Clement, salımmım bir sa­ de Thomas M udge’ın 1765’te maşalı eşapmanı
niyede tamamlayan (periyodu bir saniye olan) geliştirmesi oldu. Maşalı eşapm anla balans
uzun sarkacı geliştirdi. D aha sonra da uzun çarkının serbestçe salınımda bulunması olana­
sarkaç ve ağırlığın bir kutunun içine alınma­ ğı doğdu.
sıyla, uzun kutulu saatler ortaya çıktı. İlk ucuz cep saatleri de A B D ’de üretildi.
İngiliz saatleri 17. ve 18. yüzyılda Kuzey Özellikle, R obert H. Ingersoll’un (1859-1928)
A m erika’da kullanıldı, ama Bağımsızlık Sava- ürettiği saatler İngiltere’de çok tutuldu. Kol
şı’ndan (1775-83) sonra Am erikalı saat ya­ saatleri 1890 dolaylarında ortaya çıktı ve bu
pımcıları kendilerine özgü saat türleri geliştir­ tür saatleri yıllarca yalnız kadınlar taktı. Am a
meye giriştiler. 1802’de ünlü saat ustası dört kol saatleri I. Dünya Savaşı (1914-18) sırasın­
kardeşten biri olan Simon W illard (1753- da erkekler arasında da yaygınlaştı ve hızla
1848), banço (bir tür çalgı) saatin patentini cep saatlerinin yerini aldı.
aldı. Bu, banço biçimindeki bir kutu içine yer­ Kanadalı W. A. M arrison’ın A B D ’deki
leştirilmiş uzun sarkaçlı bir duvar saatiydi. Bell Laboratuvarları’nda kuvars kristalli saati
Banço saatler bir kez kurulduktan sonra sekiz geliştirmesi zaman ölçüm ünde yeni bir çığır
gün durm adan işliyor ve oldukça doğru çalışı­ başlattı. Bugün artık bu ilkeye göre işlemeyen
yordu. İlk ucuz saatler 19. yüzyılın başlarında pek az saat kalmıştır. Enerjisini bir yıl ya da
A B D ’de piyasaya sürüldü. Connecticut’lı Eli daha uzun öm ürlü minik bir pilden sağlayan
Terry (1772-1852), bazı hareketli parçaları bu saatlerin kurulmasına gerek yoktur. Za-
324 SAATBÖCEGİ

Saatböceğinin uzunluğu 0,5 santimetreyi


biraz aşar. Gövdesi oldukça kalın ve koyu
kahverengi lekelidir. Doğada yumurtalarını
meşe, kestane, söğüt ve başka birçok ağacın
çürümeye yüz tutm uş gövdelerine ve kurumuş
dallarına bırakır. Yum urtadan çıkan beyaz
larvalar bu ağaçları içe doğru oyarak yaklaşık

Saatböceğinin larvası ve erişkini. Larvalar nemli


ahşap eşyaları oyarak büyük zararlara yol açar.

2-3 yıl boyunca gelişmelerini sürdürür. Y eter­


li olgunluğa erişen larva, erişkin biçimini
aldığında kolayca dışarı çıkabilmek için yüze­
ye yakın bir yerde pupa evresine girer.
Saatböceği larvaları yeryüzünün birçok böl­
H. Chris Newion
gesinde özellikle nemli yerlerdeki eski yapıla­
14. yüzyılda Salisbury Katedrali'ne konan saat,
günümüzde hâlâ çalışmakta olan en eski saattir. rı, ahşap mobilyaları oyarak büyük zarar
verm ektedir.
manı son derece duyarlı biçimde ölçen kuvars
kristaller ve elektronik devreler o kadar kü­ SABAHATTİN ALİ (1907-1948), öykü ve
çük yapılabilmektedir ki, geleneksel bir saatin rom an yazarı olarak yapıtlarında toplum so­
hacmi kadarlık bir yere, başka pek çok işlevi runlarını tüm çıplaklığıyla yansıtan ve cumhu­
de yerine getirecek ek devreler yerleştirilebil- riyetin ilk yıllarında filizlenen Gerçekçilik
m ektedir. K ronom etre, takvim ve alarm gibi Akım ı’nın öncülerinden sayılan bir yazarı-
kolaylıkları bulunan saatlere artık herkeste mızdır. Ağaların, jandarm anın ve zaman za­
rastlanm aktadır. Radyosu, hesap makinesi, man yöneticilerin baskısı altında ezilen
birleştirilmiş sayısal ve örneksel göstergesi yoksul köylüleri, sıradan insanları, halktan
olan, hatta ayın evrelerini gösteren saatler de kopuk m em ur ve aydınları konu alır. Yapıtla­
yaygınlaşmıştır. rında insan sevgisi egemendir.
Sabahattin Ali, o dönem lerde Osmanlı
SAATBÖCEĞİ, adım saatinkine benzer ses­ Devleti sınırlarının içinde bulunan Gümülci-
ler çıkarmasından almıştır. Bazen yaklaşan ne’nin Eğridere köyünde doğdu. Babası yüz­
ölümün habercisi sayılan bu vurma sesleri başı Ali Selahattin Bey döneminin önde gelen
gerçekte böceğin çiftleşmeye çağrı sesidir. düşün ve sanat adam larından Prens Sabahed-
Saatböceği (X estobium refuvillosum) bulun­ din ile Tevfik Fikret’in yakın dostuydu. İlk
duğu yerdeki uygun yüzeylere başını vurarak öğrenimini, babasının görevi gereği sık sık yer
ses çıkarır. Bu böceği masanın üstüne koyaca­ değiştirmesi nedeniyle çeşitli kentlerde yaptı.
ğınız bir kutuya yerleştirdikten sonra kurşun­ I. Dünya Savaşı süresince bulunduğu Ç anak­
kalemle masaya birkaç kez vurursanız, kutu­ kale’de yaşadıkları kişiliğinde derin izler bı­
dan karşılığının gecikmeden geldiğini du­ rakmıştı. Aile daha sonra E drem it’e göç etti.
yarsınız. Em ekli olan babasının aylık alamaması nede­
SABAHATTİN ALİ 325

niyle aile zor günler yaşamaktaydı. İlkokulu


burada bitiren Sabahattin Ali, Balıkesir Öğ­
retm en O kulu’nda başladığı öğrenimini
1927’da İstanbul Ö ğretm en O kulu’nda bitir­
di. Bir yıl Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği
yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın
açtığı sınavı kazanarak 1928’de gittiği A lm an­
ya’da iki yıl eğitim gördü. Ülkeye döndükten
sonra Aydın ve Konya ortaokullarında A l­
manca öğretmenliği yaptı. B u sırada öyküleri
R esim li A y dergisinde yayımlanmaya başla­
mıştı.
Konya’da öğretmenliği sırasında bir dost
toplantısında okuduğu, A tatü rk ’ü yeren bir
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
şiirinin ihbar edilmesi üzerine 1932’de bir yıl
Sabahattin Ali öykü ve rom anlarında toplum sal
hapse mahkûm edildi. Konya ve Sinop ceza­ sorunları ele almıştır.
evlerinde yattı. Cezasının bitmesine daha
birkaç ay varken cumhuriyetin 10. yılı nede­ Meşale, Güneş, Servet-i Fünun dergilerin­
niyle 1933’te çıkarılan af yasasıyla serbest de yazmayı sürdürdü. Hece ölçüsüyle yazdı­
bırakıldı. Yeniden öğretm enlik yapmak için ğı ve halk şairlerinden etkilendiği bu şiirle­
bakanlığa başvurduğunda kendisinden yöne­ rini 1934’te Dağlar ve R üzgâr adlı kitapta
tim karşıtı görüşlerini değiştirmesi istendi. topladı.
Bunun üzerine 1934’te A tatürk’ü öven “Be­ Şiirleri ilgi görmesine karşın, Sabahattin
nim A şkım ” adlı şiirini yayımlayınca bir yıl Ali öykü ve rom an alanını seçti. Yazdıkları
sonra Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlü- arasında toplumsal konulu öyküler ağırlık
ğü’nde işe başladı. D aha sonra A nkara II. taşır. Değirmen (1935) adlı yapıtında topladı­
O rtaokulu’nda ve Devlet Konservatuvarı’nda ğı ilk öykülerinin büyük bölümü romantik
öğretm enlik yaptı. 1945’te, kendisine karşı öykülerdir. Öykülerde kişileri toplumsal so­
Milliyetçi-Turancı kesimden yöneltilen eleşti­ runların içinde yansıtmış, insana özgü durum ­
riler üzerine bakanlık em rine alındı. Bunun ları çarpıtm adan ve abartm adan gerçeğe uy­
üzerine görevden ayrılarak İstanbul’a gitti ve gun olarak vermiştir. Yazarın, kendine özgü
gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Yeni D ü n ya, kimliği ile belirginleşen öykücülüğünün
Aziz Nesin ile birlikte M arkopaşa, Merhum- 1936’da yayımlanan ikinci kitabı Kağnı ve bir
paşa ve A libaba dergilerini çıkardı. M arko- yıl sonra yayımladığı Ses ile başladığını söyle­
paşa"da yayımlanan bir yazısı nedeniyle üç ay yebiliriz. Bu kitaplarındaki öykülerin konula­
hapis yattı. D aha sonra bir kamyon satın rını Konya ve O rta Anadolu kentlerindeki
alarak 1948’de taşımacılığa başladı. Bu arada öğretm enlik günlerinin anıları ile hapishane­
Zincirli H ürriyet dergisinde yazmayı sürdürü­ de gözlemledikleri oluşturur. 1943’te yayımla­
yordu. Sürekli izlenmekten ve baskı altında dığı üçüncü kitabı Yeni Dünya" daki öykülerin
tutulm aktan duyduğu tedirginlik nedeniyle tümü gözlem ve yaşantılara dayanır. Öyküle­
Bulgaristan’a geçmek isterken kendisine kıla­ rinin kahram anları her gün rastladığımız,
vuzluk eden kişi tarafından öldürüldü. konuştuğumuz kişilerdir. Sabahattin Ali onla­
Sabahattin A li’nin gelişmesinde savaşlar ve rın durum larını öykülerken bizi toplum un
siyasal dalgalanm alar içinde geçirdiği çocuk­ yapısını düşünmeye, irdelemeye ve araştırm a­
luğunun, sanata ve düşünce dünyasına açık ya yöneltir. Ölüm ünden bir yıl önce yayımla­
olan babasının önemli bir yeri vardı. Duyarlı, dığı Sırça Köşk"teki (1947) öykülerinde çarpı­
atak ve coşkulu kişiliği özellikle ilk Öykü ve cı bir biçimde eleştirici Toplumsal Gerçekçilik
şiirlerinde kendini gösterir. Duygu yüklü ilk görülür. Kişilerin dış özelliklerini kesin çizgi­
şiir ve öyküleri 1926’da Balıkesir’de yayımla­ lerle verirken doğa betim lem elerinde özgün
nan dergilerde basıldı. D aha sonra Yedi benzetm eler yapar. Sabahattin A li’nin Kuyu-
326 SABUN VE SABUN YAPIMI

caklı Yusuf (1937), İçim izdeki Şeytan (1940) en iyilerinden biri sabundur. Sabun dışındaki
ve K ürk Mantolu M adonna (1943) adlı üç yapay temizlik m addelerine ise deterjan
romanı vardır. Bunlardan sonuncusu uzun denir.
öykü olarak kabul edilir. Bütün temizlik m addeleri suyu olduğu gibi
Sabahattin Ali Türk edebiyatında köyü ve yağları da kendilerine çekerek kirleri tem iz­
köylüyü belli bir bakış açısı altında inceleyen ler. Kir dediğimiz şey genellikle kir parçacık­
ilk yazardır. Ondan önce de Reşat Nuri larıyla yağların bir karışımıdır ve bu yağlı
G üntekin, Refik Halit Karay, Sadri Ertem karışım deriye, giysilere ve başka birçok
gibi, Anadolu insanını konu alan yazarlar m addenin yüzeyine sıkıca yapışır. Sabun suda
vardı. Am a bunların tüm ü yapıtlarının m er­ çözündüğü zaman oluşan zarımsı köpük kirin
kezine aydın kişiyi yerleştirmiş ve aydın-halk içine işleyerek yağın kir parçacıklarıyla bağını
karşıtlığını sergilemiştir. Sabahattin A li’nin gevşetir, kir parçacıklarının çevresini sararak
yapıtlarının merkezinde ise köy ve köylü onları bulundukları yüzeyden ayırır ve yıka­
vardır. O nlann toplumsal ve ekonomik du­ ma suyunun içinde asıltı durum unda kalm ala­
rumlarını, doğayla m ücadelelerini, devlete, rını sağlar.
aydınlara ye yöneticilere duyduklan güvensiz­ Sabunun ilk kez ne zaman kullanıldığını
likleri, ürünlerini satm akta çektikleri güçlük­ kesin olarak bilmiyoruz; ama yağ ve odun
leri anlatır. Sayıları çok olmamakla birlikte, külünden elde edilen bir tür ham sabunun
bazı öykülerinde işçileri de konu almıştır. binlerce yıl önce bilindiği ve denizci bir ulus
Kötü çalışma koşullarının, ücretlerin düşüklü­ olan Fenikeliler’in İÖ 6. yüzyılda bu sabunu
ğünün, işçi-işveren ilişkilerinin irdelendiği bu G alya’ya (bak. G a ly a ) getirdiği sanılm akta­
öyküler köy ve köylüyle ilişkili öyküler kadar dır. Bu ilkel sabunun yapım yöntemi G alya’
ayrıntılı değildir. dan A lm anya’ya, İspanya’ya ve İtalya’ya ya­
O rta sınıftan kişileri de öykülerine konu yılmıştır. Romalılar sabun yapımını yarım yüz­
alan yazar, aydınları da olumlu ve olumsuz yıl sonra Galyalı ve Germen kavimlerinden
yanlarıyla, tedirginlikleriyle ya da düzene öğrenm işlerdir. İS 800 dolaylarında A vrupa’
uyum sağlamanın verdiği rahatlık içindeki daki başlıca sabun yapım merkezleri Fransa’
yaşayışlarıyla anlatır. Yapıtlarında aydınlara da Marsilya (Marsilya banyo sabunu günü­
eleştirel bir yaklaşımı vardır. Bunlar köylü ve müzde de ünlüdür) ve İtalya’da Savona kent­
işçiyi hiçbir zaman anlamayan, A nadolu insa­ leriydi. İngiltere’de sabun yapımı 10. yüzyılda
nının karşısına yönetici olarak çıkan olumsuz başladı. 12. yüzyılda Bristol’de birçok sabun
kişilerdir. Yazar Türk aydınının halktan ko­ yapımevi vardı. Yapılan koyu renkli ham
pukluğunu, halkla ilişkilerindeki içtenlikten sabunun hiç de çekici bir görünüm ü yoktu,
yoksunluklannı alaycı bir dille eleştirir. Ay­ ama gene de lüks bir maddeydi. İnsanların
dınlarla birlikte yöneticilerin durumlarını da çok seyrek yıkandığı ortaçağda çamaşır yıka­
sergiler. Yöneticilerin halktan kopuk oluşları­ mak için kullanılan sabun evlerde yapılırdı.
nı, kendi çıkarlarını gözeterek zenginlerin Kalıp sabun kullanımı ancak 19. yüzyılda
yanında yer alışlarını anlatır. Sabahattin Ali günlük yaşama girebildi.
bu yaklaşımları belirli toplum sal koşulları gö­ Sabun, bitkisel ya da hayvansal, katı ya da
zeterek ortaya koyar. Böylece yazarın eleşti­ sıvı yağların bazı bazlarla kimyasal tepkimeye
rel tavrı dönemin yönetim biçimini hedef alır. girmesiyle oluşur. Sabunlaştırma denen bu
Gördüklerini ve duyduklarını yönetime ters süreç, katı ya da sıvı yağlar sodyum hidroksit
düşecek biçimde dile getirdiği için birçok so­ (sudkostik) ya da potasyum hidroksitle (po-
runla karşılaşmıştır. taskostik) kaynatılarak gerçekleştirilir.
Yazdıklarının halk tarafından okunmasını Eskiden evlerde yapılan ham sabunlar, baz
amaçlayan Sabahattin Ali öykü ve rom anla­ kaynağı olarak kullanılan odun küllerinin
rında yalın bir dil ve anlatım kullanmıştır. m utfaktaki artık yağlarla kaynatılmasıyla üre­
tilirdi. O caktan çıkan odun külleri büyük bir
SABUN VE SABUN YAPIMI. Temizlik fıçıda biriktirilir, fıçı dolduğu zaman üstten su
amacıyla kullanılan m addelerin en eskisi ve dökülürdü. Fıçının dibindeki küçük delikler­
SABUN VE SABUN YAPIMI 327

Katı ve sıvı yağların karışımından oluşan sabun Diş m acununun tüpten çıkmasına benzer biçimde
hamm addesi sodyum hidroksitle kaynatılır. makineden çıkan sabun çubuğü, biçim lendirilm ek
üzere kesilerek parçalara ayrılır.

Procter and Gamble


Biçim lendirilm iş sabun kalıpları bir taşıyıcı bantın A m balajlanm ış sabunlar taşıyıcı banttan alınıp
üzerinde giderek sabuna markanın basıldığı kutulara doldurulur.
makineden geçer.

den süzülen sıvı toplanarak yeniden fıçıya bun yapımında çok daha temiz ve verimli bir
konur, sabun yapmaya elverişli derişik bir yöntem in uygulanabilmesini sağladı. Bu iki
“küllü su” elde edilinceye kadar bu işlem buluştan ilki Nicolas Leblanc’ın 1790’da sofra
sürdürülürdü. Sonra bu su, yağla birlikte gün tuzundan sodyum hidroksit elde etm e yönte­
boyunca kaynatılıp karıştırılırdı. Kazandaki mini bulmasıydı. İkincisiyse M ichel-Eugene
artık su dışarı döküldükten sonra geriye cam ChevreuPün 1816’da bitkisel ve hayvansal
m acununa benzer yağlı bir kütle olarak sabun yağların yağ asitleri ve gliserinden oluştuğunu
kalırdı. ortaya çıkarmasıydı.
Fransız kimyacıların iki büyük buluşu sa­ Sabun hammaddesi olarak kullanılan yağ­
328 SADDAM HÜSEYİN

lar, donyağı ve başka hayvansal yağlar, palm i­ edilir. Tuvalet sabunu yapmak için, parfüm
ye yağı, hindistancevizi yağı, soyafasulyesi ve renk m addeleri eklenen sıcak sıvı sabun, su
yağı, zeytinyağı, pam uk yağı ve yenilemeyen soğutmalı m erdanelerden geçirilerek ince şe­
bazı başka yağlardır. ritler biçiminde kurutulur. Sonra dev bir sosis
makinesine benzeyen güçlü m akinelerde ba­
Sabun Yapımı sınç altında, istenen biçimde sabun çubukları
Sabunun parti parti üretildiği geleneksel üre­ oluşturulur. D aha sonra bunlar kesilerek sa­
tim yöntem i, katı ya da sıvı yağları büyük bun kalıpları yapılır. Bu biçimlendirme yönte­
kazanlarda sodyum hidroksit çözeltisiyle kay­ mi, kenarları çıkarılabilen bir kapta soğutula­
natm aya dayanır. Bir baz olan sodyum hid­ rak katılaştırılan sabunun daha sonra tellerle
roksit, yağları yağ asitleri ve gliserine ayırır, kesildiği geleneksel biçimlendirme yöntem i­
sonra da yağ asitleriyle birleşerek sabunu nin yerini büyük ölçüde almıştır. Sabun tozu,
oluşturur. Sabun oluştuktan sonra kazana sıcak sabunun özel olarak tasarlanmış kuleler­
derişik tuzlu su (salamura) eklenir; sabun de hava akımının içine püskürtülmesiyle elde
yüzerek kazanın üstüne çıkar; gliserin ve edilir.
başka katışkılar tuz çözeltisinde çözünerek
sabundan ayrılır. Am a sabun yapımında bu Deterjanlar
sürecin birçok kez yinelenmesi gerekir ve bu D eterjanlar 1940’lardan bu yana büyük ölçek­
günlerce sürer. D aha sonra tuz çözeltisinden lerde üretilm ektedir. Bu deterjanların ana
aynlan gliserin patlayıcı m adde, boya, vernik hamm addesi yenilebilir doğal yağlar değil,
ve başka birçok m addenin yapımında kulla­ petrol ürünleri ve köm ürden elde edilen yan
nılır. ürünlerdir. Sert ya da tuzlu sularda iyi köpü-
Günüm üzde uygulanan sabun yapım yön­ rebilen, dokum alardan ya da yemek kapların­
tem leri büyük ölçüde otom atik olarak denet­ dan kolayca yıkanıp giden ve sabunun yeter­
lenen kesintisiz süreçlere dayanır. Çok kar­ siz kaldığı durum larda kullanılabilen özel de­
maşık bir teknoloji kullanılarak üretim süresi terjanlar yapılmıştır.
birkaç saate indirilmiştir. En son geliştirilen Toz ya da sıvı birçok deterjan türü yapıl­
bir sabun yapım yöntem inde, sabunlaştırma mış, bunlar evlerde ve fabrikalarda sabunun
işleminden önce, yağlar hidrolizleme kabı yerini almıştır. D eterjanların kullanıldığı bir­
denen basınçlı bir kapta yağ asitlerine ve çok başka alan da vardır. D okum a, deri, kâğıt
gliserine ayrılır. Bir katalizörle karıştırılmış ve kozmetik sanayileri gibi çeşitli sanayi
sıcak yağlar hidrolizleme kabına alttan pom ­ dallarında temizleme maddesi olarak kullanı­
palanır. (Katalizörler bir kimyasal tepkimeyi lan birçok deterjan vardır. Günüm üzde yeni
kolaylaştıran, ama kendisi tepkimeye girme­ deterjan türleri de geliştirilmektedir (bak. D e ­
yen m addelerdir.) Hidrolizleme kabına üstten t e r ja n ).
de sıcak su pom palanır. Kaptaki sıcaklık
230°C, basınç 40 atm osferdir. Gliserinden SADDAM HÜSEYİN (doğumu 1937),
ayrılan yağ asitleri kabın üstüne çıkar ve 1979’dan bu yana Irak ’ın devlet başkamdir.
borularla kaptan alınır; oluşan gliserin ve su B ağdat’ın kuzeyinde, Dicle Irmağı kıyısındaki
da kabın dibinden çekilir. D aha sonra arıtılan Tikrit kasabasına bağlı bir köyde doğan Sad-
yağ asitleri belirli m iktarda bazla karıştırıla­ dam Hüseyin’in tam adı Saddam Hüseyin
rak sabun yapılır. et-Tikriti’dir.
1955’te 18 yaşındayken öğrenimini sürdür­
Sabunun Biçimlendirilmesi mek için başkent Bağdat’a giden Saddam
Sıcak sıvı sabun, parfüm ve renk m addeleri Hüseyin, Baas Partisi (A rap Sosyalist Baas
gibi katkı maddeleriyle karıştırılmak üzere bir Partisi) ile ilişki kurdu ve 1957’de parti üyesi
kaba pom palanır. D aha sonra, elde edilmek oldu. 1943’te kurulan ve birkaç A rap ülkesin­
istenen sabunun türüne göre son işlemlerden de kolu olan bu parti, bütün A raplar’ı sosya­
geçirilerek kalıp sabun, toz sabun, tuvalet list ilkelere dayalı tek bir toplum halinde
sabunu gibi değişik biçimlerde sabunlar elde örgütlemeyi amaçlamaktadır.
SADDAM HÜSEYİN 329

rildi. Böylece Devlet Başkanı General Ahmed


Haşan el-B ekr’den sonra ülkenin en güçlü
kişisi oluyordu. Bu dönem de ülke içinde
baskıcı bir politika izlenirken ekonomik alan­
da Baas Partisi’nin ilkelerine uygun önemli
değişiklikler yapıldı. Özellikle Saddam H üse­
yin’in ağırlığını koymasıyla, yabancıların elin­
de bulunan ülke petrolleri kamulaştırıldı,
petrol geliriyle yeni sanayi ve tarım yatırım la­
rına girişildi, sağlık ve eğitim hizmetleri yay­
gınlaştırıldı. A rap birliğini savunan Saddam
Hüseyin İsrail’e karşı ödünsüz bir politikanın
da önderliğini yaptı.
Saddam Hüseyin 1976’da Ahm ed Haşan
el-B ekr’in yetkilerinin bir bölümünü kullan­
maya başladı; 1979’da ise sağlık gerekçesiyle
başkanlığı bırakan el-B ekr’in yerine geçti.
Kısa sürede Irak ’ın tek önderi durum una
geldi ve A rap dünyasının önderliğini M ısır’ın
elinden almaya yönelik bir dış siyaset izledi.
Ülke içinde ise, nüfusun çoğunluğunu oluştu­
ran Şiiler’e, özerklik isteyen K ürtler’e ve
yönetimden hoşnut olmayan hareketlere karşı
A B C Ajansı
baskıcı bir siyaset sürdürüyordu.
Saddam Hüseyin 1979'dan beri Irak'ın devlet
başkamdir. 1979’da Ayetullah Humeyni önderliğinde
kurulan İran İslam Cumhuriyeti “İslam Dev-
rimi”ni yayma eğilimleri gösterince İran-Irak
1958’de general Abdülkerim Kasım önder­ ilişkileri gerginleşti. Saddam Hüseyin, İran ’ın
liğinde gerçekleştirilen bir askeri darbeyle elindeki Şattü’l-Arap bölgesinde hak iddia
krallık ortadan kaldırıldı ve Kral II. Faysal ederek 1980 Eylül’ünde İran’a savaş açtı.
öldürüldü. Baas Partisi’nin milliyetçi bir poli­ İran-Irak Savaşı ancak sekiz yıl sonra, 20
tika izleyen Abdülkerim Kasım’a karşı düzen­ Ağustos 1988’de imzalanan bir ateşkesle sona
lediği suikast ve darbe girişimi başarısız kaldı. erebildi.
Bu sırada yaralanan Saddam Hüseyin Suriye’ 1990’da Irak ile Kuveyt arasındaki, geçmişi
ye kaçtı. Irak’ta ölüm cezasına çarptırılınca 1920’lere uzanan toprak anlaşmazlığı yeniden
Mısır Devlet Başkanı Nâsır’ın çağrısı üzerine canlandı. İki ülke arasında yapılan görüşm e­
K ahire’ye gitti ve Kahire Üniversitesi’nde lerde Irak, İran ’la yaptığı savaş sırasında
hukuk öğrenimine başladı (1962). Kuveyt’ten aldığı borçların silinmesini ve
Baas Partisi 1963 Şubat’ında ordunun da Kuveyt’in Irak ’a ait olan toprakları geri ver­
desteğiyle Abdülkerim Kasım yönetimini de­ mesini istedi. Bu isteklerin reddedilmesi üze­
virdi ve mareşal Abdüsselam A rif başkanlı­ rine görüşm eler kesildi ve 2 Ağustos 1990
ğında yeni bir hüküm et kuruldu. Bunun günü Irak Kuveyt’i işgal etti.
üzerine Irak’a dönen Saddam Hüseyin, aynı İşgal sırasında Kuveytli yöneticiler Suudi
yıl tutuklandı ve iki yıl hapis yattı (1964-66). A rabistan’a kaçtı; Kuveyt’te de Irak yanlısı
1966’da hapisten kaçmayı başardı ve kısa bir geçici hüküm et kuruldu. Irak, askerlerini
sürede partinin önderlerinden biri oldu. geri çekeceğini söylediyse de çekmedi. Bu
1968 Tem m uz’unda Baas Partisi kansız bir arada A rap ülkeleriyle ABD öncülüğünde
darbeyle yönetimi ele geçirdi. D arbede bazı batılı ülkelerin Suudi A rabistan, Bas­
önemli rol oynayan Saddam Hüseyin Devrim ra Körfezi ve Um m an Denizi’nde askeri
Komuta Konseyi başkan yardımcılığına geti­ yığınak yapmasıyla olay uluslararası bir önem
330 SADİ

kazandı. A B D ’nin öncülüğüyle Birleşmiş Mil­ serpiştirilen kısa şiirlerle anlatım çeşitlendiril­
letler Güvenlik Konseyi Irak’a uluslararası miş, daha çekici hale getirilmiştir.
ekonomik ambargo koydu; Irak ’a her türlü Sadi’nin irili ufaklı 20’nin üstünde yapıtı
mal satışı yasaklandı. D aha sonra ise belirli vardır. Bunların bir bölümü A rapça’dır. Ama
yiyecek m addeleri ve ilaçlar ambargo kapsa­ hiçbiri Bostan ve Gülistan kadar tanınmam ış­
mından çıkarıldı. İşgalin yol açtığı “Körfez tır. Bu yapıtlar A rap ve Türk edebiyatını da
Krizi” 1990 Ekim ayının başlarında hâlâ derinden etkilemiş, benzeri birçok yapıt kale­
çözüme kavuşturulamamıştı. me alınmıştır. Ayrıca daha iyi anlaşılmaları
için çeşitli şerhler (açıklamalar) yazılmıştır.
SADİ (1213-1291). İran edebiyatının en bü­ Bostan ve Gülistan dan Osmanlı eğitim siste­
yük şairlerinden olan Şirazlı Sadi, Bağdat’ m inde, Farsça öğretimi için temel m etinler
taki ünlü Nizamiye M edresesi’nde öğrenim olarak da yaygın biçimde yararlanılmıştır.
gördü. Hocası Şihabeddin Sühreverdi’nin
(1145-1234) tasavvuf anlayışından etkilendi. SAFA, Peyami (1899-1961). Rom an, öykü,
Bir süre Suriye’de bulunduktan sonra Şiraz’a fıkra, makale, araştırm a türlerindeki ürünle­
dönerek bu bölgede egemenlik kurmuş olan riyle Cumhuriyet dönemi düşün ve sanat
Salgurlular (Fars Atabegleri) Emiri Ebubekir yaşamının etkili yazarlarından biri olan Peya­
bin Sad’ın (1226-60) koruması altına girdi. İki mi Safa, şair İsmail Safa’nın oğludur. İstan­
ünlü yapıtı Bostan ile G ülistan’ı bu dönemde bul’da doğdu. Dokuz yaşındayken sol elinin
yazdı. İran’ın Moğol istilasına uğraması üzeri­
Anadolu Yayıncılık Arşivi
ne 1263’te Şiraz’dan ayrılarak Irak, Suriye
Anadolu ve A zerbaycan’ı dolaştı. Bir süre
Mısır’da bulundu. Burada Franklar’a tutsak
düştü. Kurtulduktan sonra Şiraz’a döndü ve
ölümüne kadar içine kapanık bir yaşam
sürdü.
Sadi hem şiirde işlediği konular bakımın­
dan, hem de anlatım daki eşsiz ustalığıyla
büyük bir değer taşır. İslam edebiyatında
insanı işleyen, insanın evrendeki varlığını
tartışan, insanı tanımaya, anlamaya yönelik
ilk önemli atılım Sadi’nin şiirlerinde görülür.
Tasavvuf düşüncesinin en geniş biçimde yoru­
munun izlerini taşıyan bir anlayışla insanlara
olgunlaşmanın yollarını gösterir, yaşamanın
amacının olgun insana ulaşmak olduğunu
savunur.
Sadi şiirde gazel, mesnevi, kaside, rubai,
kıta gibi dönemin yaygın nazım biçimlerin­ Peyami Safa roman, öykü ve fıkralarıyla tanınmıştır.
den yararlanm akla birlikte, düzyazı ile şiiri
birlikte kullanarak anlatım da yeni ufuklar aç­
mıştır. ekleminde başlayan kemik hastalığı nedeniyle
Sadi’ye yaygın bir ün sağlayan ilk ünlü düzenli bir öğrenim göremedi. Geçimini sağ­
yapıtı Bostan mesnevi biçiminde yazılmıştır. lamak için küçük yaşta çalışmak zorunda
Tasavvuf anlayışını yansıtan bu yapıtta insanı kaldı; m em urluk ve öğretm enlik yaptı. Ö ğret­
insan yapan sevgi, alçakgönüllülük, ruhsal menliği sırasında bir yandan da edebiyatla
olgunluk, açık yüreklilik gibi erdemler övülür; ilgilendi, sanat dergilerinde öykü ve çeviriler
bunlann her şeyden üstün olduğunu gösteren yayımladı.
öyküler anlatılır. Ö bür ünlü yapıtı Gülistan I. Dünya Savaşı’nın sonunda ağabeyi İlha-
düzyazı olarak kaleme alınmıştır, ama araya mi Safa ile birlikte çıkardığı Yirminci A sır adlı
SAFEVİLER 331

akşam gazetesinde yazdığı magazin öyküleriy­ ve Horasan Serbedarileri arasında parçalan­


le adını duyurdu. Bazı yazılarında ve rom an­ mıştı. 14. yüzyıl sonundaki Tim ur istilası
larında “Server Bedii” takm a adını kullanan ülkeyi bütünüyle sarsmış, 15. yüzyıl boyunca
Peyami Safa, gazetelerde yazdığı başyazılar Batı İran önce Karakoyunlular’ın, sonra Ak-
ve köşe yazılarıyla geniş bir okur kitlesince koyunlular’ın, Doğu İran ise Tim urlular’m
tanındı. Kalem kavgalarıyla ve genellikle elinde kalmıştı.
doğu-batı karşıtlığını işlediği romanlarıyla Şah İsmail’in (1487-1524) babası Şeyh H ay­
yaygın bir ün kazandı. Kültür Haftası (1933- dar Batı İran’daki Akkoyunlu egemenliğine
37), Türk Düşüncesi (1953-60) dergilerini karşı savaşırken ölünce (1488), Safeviye tari­
yayımladı. katının ileri gelenleri İsmail’i G eylan’a götü­
Peyami Safa’nın romanları başarılı psikolo­ rerek orada yetiştirdiler. Safeviye tarikatına
ji çözümlemeleri, kurgusunun ustalığı, dilinin bağlı olanlar bir yandan da Azerbaycan, Batı
kıvraklığı ile dikkat çeker. Roman kişileri İran ve Doğu A nadolu’da yoğun bir propa­
genellikle vücudu ve ruhu hasta, karam sar ganda etkinliğine girişerek binlerce yandaş
kişilerdir. İlk romanları Mahşer (1924) ve topladılar ve bunlardan askeri birlikler oluş­
S özde K ızla r d a (1925) M ütareke dönemi turdular. 1501 ’de ortaya çıkan Şah İsmail,
İstanbul'unda batılılaşma özentisi içindeki ai­ A kkoyunlular’dan T ebriz’i alarak kendini
lelerin yaşayışını, ahlak çöküntüsünü anlatır. Azerbaycan şahı ilan etti. A kkoyunlular’ın
D okuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) doğru­ iyice zayıfladığını görerek ertesi yıl da İran
dan doğruya kendi yaşamından kaynaklanan şahı sanını aldı. 1502-10 arasında İran ’ın
bir yapıttır. Hastalığı ile ilgili iç ve dış büyük bölümünü denetimi altına alan Şah
gözlemlerinden hareketle yazdığı bu rom anda İsmail, Musul ve B ağdat’ı da ele geçirdi.
15 yaşındaki hasta bir gencin acılarını anlatır. 1510’da doğudaki Ö zbekler’i de kuzeye süre­
Fatih-Harbiye' de (1931) doğu-batı karşıtlığını rek sınırlarını daha güvenli kıldı.
roman kişilerinde somutlayarak ortaya koy­ Ö te yandan Safeviler’in A nadolu’da yıllar­
maya çalışır. Son rom anları M atm azel Norali- dan beri sürdürdükleri propaganda etkinliği
y a n ın Koltuğu (1949) ve Y alnızız (1951), Osmanlı D evleti’ni tedirgin ediyordu. 1512’de
varlığın anlamı, önseziler, kuruntular gibi padişah olan Yavuz Sultan Selim bu eylem le­
konuların işlendiği, gizemci yanı ağır basan re son verm ek ve doğu sınırını güvence altına
ürünlerdir. almak amacıyla 1514’te sefere çıktı. İki taraf
Peyami Safa başlangıçta Kemalizm tem e­ arasında Ç aldıran’da yapılan savaşta Şah İs­
linde bir ulusçuluğu savunurken, daha sonra mail ağır bir yenilgiye uğradı. Yavuz Sultan
toplumsal düzeni dinci, gelenekçi doğrultuda Selim Safeviler’in başkenti Tebriz’e kadar
geriye götürm ek isteyen çevrelerin yanında ilerledi (bak. ÇALDIRAN Sav aşi). Safeviler batı­
yer aldı. Toplumsal ve siyasal görüşlerini daki topraklarının bir bölüm ünü Osm anlılar’a
açıkladığı yapıtlarının arasında Türk İnkılabı­ bırakm ak zorunda kaldılar. Bu topraklar 200
na Bakışlar (1938), Büyük A vru pa A nketi yıldan fazla süren Osm anlı-İran savaşları bo­
(1938), Din-İnkılap-İrtica (1961) ve ölüm ün­ yunca sık sık el değiştirdi.
den sonra yayımlanan Doğu-Batı Sentezi Tebriz’in Osm anlılar’ın eline geçmesi üzeri­
(1963) sayılabilir. ne İsfahan’ı başkent edinen Şah İsmail bun­
dan sonra G ürcistan’a küçük çaplı seferler
SAFEVİLER (1501-1736) yaklaşık 400 yıldır düzenledi, doğudaki Ö zbekler’le savaştı. Bir
parçalanmış durum daki İran ’ı birleştirmiş ve yandan da devlet örgütlenmesini geliştirip
Şiilik’i resmi m ezhep yapmışlardır. Safevi adı, güçlendirmeye çalıştı. Şah İsm ail’in 1524’te
hanedanın kurucusu Şah İsmail’in atası Şeyh ölmesinden sonra başa geçen oğlu I. Tahmasp
Safiyeddin’den (1252-1334) gelir. Şeyh Safi- dönem inde de Safeviler, Osmanlılar ve Öz­
yeddin’in kurduğu Safeviye tarikatı özellikle bekler’le savaştılar. Kanuni Sultan Süleyman
Batı İran’da ve Azerbaycan’da yayılmıştı. 1535’te Bağdat’ı Safeviler’den aldı. Irak ’ın
İran 14. yüzyıl ortalarında İlhanlılar’ın da­ tüm ü ve A zerbaycan’ın bir bölümü daha
ğılmasından sonra Celayirliler, M uzafferiler Osm anlılar’ın eline geçti. Am a sınırdaki çatış­
332 SAFİR

m alar aralıklarla sürüp gitti. Tahm asp, kendi­ men aşireti olan A fşarlar’ın önderi Nadir,
sine başkaldıran kardeşi Elkas M irza’nın Os- Afganlılar’ı İran’dan çıkartmayı başardı.
manlı D evleti’ne sığınması üzerine Doğu A m a o da Safevi tahtını denetimi altında
A nadolu’ya girince Kanuni Sultan Süleyman tuttu. 1736’da da şahlığını ilan ederek Safevi
1548’de yeniden İran’a sefere çıktı. Tahmasp’ hanedanına son verdi.
m birliklerini yenerek Tebriz’e kadar ilerle­
di. Elkas Mirza da Osm anlılar’ın desteğiyle SAFİR, çoğunlukla mavi renkli değerli bir
Bağdat’tan harekete geçerek H em edan, Kâ- taştır. Safir adı, lapis lazuli ya da laciverttaşı
şan ve İsfahan’ı yağmaladı. Am a Osmanlı denen yarı değerli taşın Yunanca karşılığı
ordusunun geri dönm esinden sonra Tahm asp olan sözcükten gelir; çünkü Eski Yunanlılar,
yeniden Doğu A nadolu’ya saldırarak A hlat’a rengi nedeniyle bu iki taşı birbirine karıştır­
kadar ilerledi. Bu gelişme üzerine Kanuni mışlardır, oysa safir çok daha değerlidir.
Sultan Süleyman 1553’te üçüncü kez İran ’a Safirin Türkçe’deki öbür adı g ö k y a k u f tur.
sefere çıktı. Revan, Nahcivan ve K arabağ’ı G erçekten de safir, tıpkı yakut gibi, sert bir
ele geçirerek geri döndü. Osmanlılar karşısın­ m ineral olan korindonun bir biçimidir. Yakut
da birbiri ardınca uğradığı yenilgiler üzerine kırmızı, safir ise gök mavisi rengindedir.
Tahmasp barış önerisinde bulundu. 1555’te En değerli safirler çok ender bulunan Keş­
imzalanan Amasya Antlaşması ile Safeviler mir safirleridir. Keşmir safirleri peygamberçi­
Azerbaycan ve Irak’taki Osmanlı egemenliği­ çeğinin mavi rengindedir. Ö bür safirlerin
ni kabul ettiler. Tahmasp hükümdarlığının rengi ya çok daha koyu ya da daha soluk bir
sonuna kadar bu antlaşmayı bozmamakla mavidir. Ayrıca pem be, sarı, yeşil, turuncu,
birlikte Avrupa devletleriyle ilişki kurarak kahverengi, menekşe renkli, renksiz ve hatta
onları Osmanlı D evleti’ne karşı kışkırtmaya siyah türleri de vardır. Benekli ya da kat kat
çalıştı. renkli safirlere de rastlanır.
Tahm asp’ın ölmesinden (1576) sonra başa Yıldız safirler de değerli bir safir türüdür.
geçen hükümdarlar içinde en önemlisi I. Ab- Böyle adlandırılmasının nedeni, kubbe biçi­
bas’tır (1588-1629). Orduyu yeniden dü­ minde kesildiğinde taşın yüzeyinde birbiriyle
zenleyen I. A bbas 1603’ten başlayarak Os- kesişen ve böylece altı köşeli bir yıldızı
m anlılar’ın eline geçen toprakları geri aldığı andıran üç ışık çizgisinin belirmesidir. Yıldız
gibi Bağdat’ı da ele geçirdi. I. Abbas bilim, safirler saydam değildir ve renkleri gri ile
sanat, mimarlık, bayındırlık alanlarında par­ mavi arasında değişir. Duru mavi yıldız safir­
lak bir döneme öncülük etti. Özellikle baş­ ler en değerlileridir.
kent Isfahan bu gelişmelerin merkezi oldu. Safir dünyanın çeşitli yerlerinde kayaçların
I. Abbas’tan sonra Safevi egemenliği Afganis­ ve çakılların içinde bulunur. E n iyi safirler
tan içlerine kadar genişlediyse de yönetim Hindistan, Sri Lanka, Birmanya, Tayland,
eski gücünü yitirdi. Osm anlılar 1638’de Bağ­ Avustralya, A B D ’deki M ontana ve Kuzey
dat’ı geri alınca Osmanlı-İran sınırı yeniden Carolina’dan elde edilir.
gündeme geldi. 1639’da imzalanan Kasr-ı
Şirin Antlaşması ile sınır belirlendi. SAFRAN, çok eskiçağlardan beri çiçek tepe­
Safeviler dönem inde orduda ve yönetimde cikleri baharat ve gıda boyası olarak kullanı­
önemli bir güç olarak varlıklarını sürdüren lan soğanlı bir bitkidir. Çiğdemle yakın akra­
Türkm en aşiretleri hanedanın zayıflamasıyla ba olan bu bitkinin ( Crocus sativus) anayur­
daha etkili olmaya başladılar. 18. yüzyılın dunun Akdeniz ve İran olduğu sanılmaktadır.
başında bu kez de Afganlılar Safevi yöneti­ O rtalam a 20-25 santimetreye kadar boylana-
minde söz sahibi oldular. Afganistan valisi ve bilen safran bitkisi sonbaharda huni biçimli
K andehar Gılzaîleri’nin önderi M ahmud m or çiçekler açar. Çiçeklerin tam ortasında
1722’de İran’ın büyük bölümünü ele geçirdi. üç parçalı, kırmızımsı turuncu tepecikler (di-
Safevi tahtına da göstermelik bir hüküm dar şiorganın çiçektozu yakalayan bölümü) yer
çıkardı. Bu gelişmeler üzerine harekete ge­ alır. Kurutulup baharat olarak kullanılan bu
çen, Kuzey H orasan’da yerleşmiş bir T ürk­ organlar bileşimindeki koyu sarı renkli bir
SAFRANBOLU 333

boyarm addeden ötürü içine katıldığı yiyeceği dolu 20. yüzyıl başlarında bu konum unu
sarıya boyar. yitirmiştir. Bugün neredeyse tümüyle ortadan
Çiçekler açtıktan sonra tepecikler tek tek kalkmış olan safran üretimi yalnızca Safran­
elle toplanıp köm ür ateşinin üzerinde kurutu­ bolu’nun birkaç köyünde çok sınırlı ölçüde
lur. Yaklaşık 10 gram safran elde etm ek için olarak sürdürülm ektedir.
1.430 tepecik gereklidir. Bu yüzden de pahalı
ve değerli bir ürün olan safranın yerini günü­ SAFRANBOLU, Karadeniz Bölgesi’nin Batı
müzde başka gıda boyaları almıştır, ama hâlâ Karadeniz Bölüm ü’nde yer alır. Araç Çayı
vadisinin kuzey kesiminde kurulmuş olan
A -Z Collection Safranbolu, Zonguldak iline bağlı olan aynı
adlı ilçenin m erkezidir. Eski bir yerleşme
alanı olduğu bilinen ilçe toprakları, kuzeyde
Bartın Çayı’nın yukarı çığırından güneyde
Filyos Çayı vadisine kadar uzanır. Filyos
Çayı’na bu yörede Soğanlı Çayı denir.
Kesin olarak bilinmemekle birlikte adının,
eskiden bu yörede yaygın olarak yetiştirilen
safran bitkisinden kaynaklandığı sanılm akta­
dır. 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı D evleti’n-
den yurtdışına satılan safranın önemli bir
bölümü Safranbolu’da üretiliyordu. Katıldığı
yiyecekleri sarıya boyayan safran eczacılıkta
ve boyacılıkta da kullanılır. Türkiye’de de
zerde yapımında kullanılan safran dünyanın
en pahalı baharatıdır. Safran üretimi günü­
müzde Safranbolu’ya bağlı birkaç köyde sür­
dürülm ektedir.
Safran Akdeniz yöresinin yerlisi olan m or çiçekli, Eski kaynaklardan öğrenildiğine göre,
çokyıllık bir bitkidir. önemli bir ticaret merkezi olan Safranbolu
kentinin çevresindeki topraklar verimli tarım
Akdeniz ülkeleri ile İran ve Keşmir’de yaygın alanlarından oluşuyordu. Bağlar ile bahçele­
olarak kullanılır. En çok balık ve pirinç rin yaygın olduğu bu yörede dut üretiminin
yemeklerine, bazı Avrupa ülkelerinde ise geliştirilmesi için Osmanlı D evleti’nin özendi­
ekm ek ve pastacılık ürünlerine katılır. Ülke­ rici bazı çalışmalar yaptığı bilinir. Safranın
mizde ise safrandan “zerde” adı verilen pi­ yanı sıra çavuş üzümleriyle de ünlü olan
rinçli bir tatlı hazırlanır. Safranbolu yöresindeki çam orm anlarında ya­
Çok eskiçağlardan beri İran ve Keşm ir’de pılan odun ve kereste üretim inden büyük
tarımı yapılan safran yalnızca baharat olarak ölçüde gelir elde ediliyordu. Halkının bir
değil, çeşitli dönem lerde hastalıkları iyileştiri­ bölümü Rum lar’la Erm eniler’den oluşan ken­
ci ve koruyucu bir m adde olarak da değer tin çevresindeki canlı tarım ve ormancılık
görmüş, hatta renginden ötürü kutsal sayıl­ etkinliklerinden sağlanan kazançla, özellikle
mıştır. Ö rneğin, Budacı rahipler giysilerini 19. yüzyıl sonlarında Safranbolu’nun zengin­
safranla sarıya boyarlardı. Eski Yunan ve leştiği sanılmaktadır. Daha 18. yüzyılda döne­
R om a’da ise tiyatro, saray ve ham am lara hoş min koşullarına uygun biçimde kentleşmeye
koku vermek amacıyla yerlere safran serpi- başlayan Safranbolu, 19. yüzyılda daha da
lirdi. gelişti. Günüm üzde özgün mimari yapısıyla
Günüm üzde en çok safran üretilen yerlerin Safranbolu'yu turizm açısından çekici kılan
başında İspanya, Fransa, Sicilya, İtalya, İran 2-3 katlı evlerin çoğu yörenin ve kentin
ve Keşmir gelir. İlk safran tarımının yapıldığı zenginleştiği bu dönem den kalmadır.
önemli yerlerden biri olmasına karşılık, A na­ Safranbolu, “şehir” olarak adlandırılan
334 SAFRANBOLU

Nezih Başgelen
Özgün m im ari yapısıyla Safranbolu'yu
turizm açısından çekici kılan 2-3 katlı
evlerin çoğu 19. yüzyıldan kalmadır.

Erdal Yazıcı

kent merkezi, Kıranköy ve Bağlar olmak nekleri görülür. Duvar süslerinde batının
üzere üç bölümden oluşur. Küçük akarsu büyük ölçüde etkisi altında kalan İstanbul
vadileriyle parçalanmış engebeli bir arazide süslemeciliğinin izlerine fazlaca rastlanmaz.
kurulmuş olan kent merkeziyle Kıranköy’de O dalar tüm gereksinmeleri karşılayan bağım­
birbirinin görüş alanını kapatm ayacak biçim­ sız birimler biçiminde düzenlenmiştir. Oda
de yamaçlara yayılmış olan evler yüksek avlu duvarlarında raflar, ocak, yüklükler ve dolap­
duvarlarıyla çevrilidir. Kışın geçirildiği bu lar vardır. Sedirlerle çevrili olan bu odaların
evlerin avlu duvarları soğuk rüzgârları engel­ duvarlarındaki bazı dolaplar yıkanma yeri
ler. Bu mevsimde, tavanları daha alçak, olarak kullanılır. Zengin evlerindeki bazı
pencereleri az sayıda ve daha küçük olan orta odalarda havuz vardır. Korumaya alınmış
katlarda oturulur. Havalar ısındığında geçilen olan bu evlerin sokağa açılan bazı pencereleri
bol ve geniş pencereli, yüksek tavanlı üst cumbalı ve kafeslidir.
katlar daha serin olur. Yaz sıcakları başladı­ Safranbolu’da bu evlerin yanı sıra Candar-
ğında, Bağlar’da bulunan, sıcağın etkisini oğulları ve Osm anlılar’dan kalma başka tarih­
azaltacak biçimde tasarlanmış, açık sofalı ve sel yapılar da vardır. Eski Cami olarak
camsız pencereli evlere taşınılır. Bu evlerde adlandırılan Gazi Süleyman Paşa Camisi’nin
kışlık yiyeceklerin hazırlandığı ve pekmez 14. yüzyılda bir kiliseden çevrildiği sanılmak­
kaynatıldığı m ekânlar da vardır. Bağlık ve tadır. Candaroğulları dönem inde yapılmış
bahçelik bir alanda kurulmuş olan Bağlar’ olan öteki yapılar Gazi Süleyman M edresesi,
daki evlerin çevresi genellikle bahçeyle çev­ Taş M inare Camisi ile Eskihamam ve Taş­
riliyken, şehir ve K ıranköy’deki evlerin avlu­ köprü’dür. Başlıca Osmanlı yapıları ise
sunda geniş bahçelere rastlanmaz. Safranbo­ Köprülü, H idayetullah, Dağdelen, Kazdağlı,
lu’da kışın geçirildiği kesimde sokaklar olduk­ İzzet M ehmed Paşa camileri ile Cinci Ha-
ça dardır. Evlerin ahşap payandalarla destek­ nı’dır.
lenen çıkmalı üst katları bu dar sokaklara Buradaki tarihsel dokunun fazlaca bozul­
taşar. m adan günümüze ulaşabilmiş olmasının başlı­
Üstleri genellikle kiremitle örtülü olan avlu ca nedeni, 1950’lerden sonra yakınındaki Ka­
duvarlarında kullanılan yapı malzemesi ker­ rabük’ün bir sanayi merkezi olarak gelişmesi,
piç ya da taştır. Evler ise ahşap iskeletin kentleşme olgusunun Safranbolu’da yaygın-
araları tuğla, yassı küçük taş ya da kerpiçle laşmamasıdır. H er yıl birçok yerli ve yabancı
örülerek yapılmıştır. Bu yapı biçimine hımış turist ile araştırmacı tarafından ziyaret edilen
adı verilir. Evlerin iç bölümlerinde ahşap Safranbolu’da tarihsel dokuya zarar verm ek­
malzeme egemendir. Duvar ve tavanlarda ah­ sizin yapılmış olan bazı yeni konaklam a tesis­
şap işlemeciliğinin yöreye özgü zengin ör­ leri vardır.
Temel Britannica
Ek Bilgiler
toımT
POLONYA 14.1

PERU Peru’yu dış baskılarla karşı karşıya getirdi. Mu­


halefetin büyük ölçüde boykot ettiği Kasım
RESMİ ADI: Peru Cumhuriyeti. 1992’deki parlamento seçimlerinde Fujimori’yi
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet. destekleyen partiler yüzde 38 oranında oy aldı.
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.285.216 km2. Gerilla hareketine karşı girişilen sert sindirme
NÜFUS (1992): 22.454.000. kampanyası sırasında Eylül 1992’de ele geçiri­
BAŞKENT: Lima.
len Aydınlık Yol önderi Abimael Guzman yar­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Lima gılanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
(6.115.700), Arequipa (621.700), Callao (572.300),
Trujillo (532.000), Chiclayo (419.600), Piura
(315.800). POLONYA
1990’da işbaşına gelen Fujimori yönetiminin
RESMİ ADI: Polonya Cumhuriyeti.
ekonomide istikrarı ve liberalleşmeyi sağlama­ YÖNETİM BİÇİMİ: iki meclisli, çok partili cumhuriyet.
ya yönelik politikaları bazı başarılara karşın YÜZÖLÇÜMÜ: 312.683 km2.
ciddi sıkıntılar yarattı. Bu arada 1980’den beri NÜFUS (1992): 38.429.000.
ülkenin geniş bir kesiminde etkili olan Aydınlık BAŞKENT: Varşova.
Yol (Sendero Luminoso) adlı gerilla örgütünün BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Varşova
ve orduyla ilişkili sağcı ölüm mangalarının şid­ (1.654.500), Lödz (846.500), Krakövv (750.600).
det eylemleri tırmandı. 1991’de kıyı kesimlerini
etkileyen kolera salgınında 2 binden fazla insan Yeni hükümetin serbest piyasa ekonomisine
öldü. Gittikçe artan muhalefet karşısında Fuji­ geçiş yönünde attığı adımlar başlangıçta büyük
mori Nisan 1992’de parlamentoyu dağıttı. Bu sarsıntılar yarattı. Ama Batı dünyasının da yar­
“sivil” darbe ağır dış borç yükü altındaki dımıyla 1990’ın sonunda enflasyon kabul edile­
bilir bir orana indi ve tüketici fiyatları istikrara
Wesley Bocxe-Sipa
kavuştu, izlenen politikalar sonucunda ihracat
arttı, ithalat azaldı. Bütçe açığı kapandı. Bu
arada artan işsizlik devlet işletmelerinin özelleş­
tirilmesiyle daha da ağırlaştı. Reformların
yavaş ilerlemesinden yakman Lech Walesa,
Aralık 1990’da cumhurbaşkanlığına seçildikten
sonra, ülkenin hızla piyasa ekonomisine geçme­
sini savunan Jan Krzysztof Bielecki’yi başba­
kanlığa atadı. Demokrasi Birliği’ni kurarak mu­
halefete geçen eski başbakan Tadeusz Ma-
zowiecki ise 1991’de yapılacak seçimlere hazır­
lanmaya başladı.
Yeni dönemde Batı’yla bütünleşmeye yöne­
len Polonya 1990’da Almanya’yla sınır anlaş­
ması imzaladı. Ayrıca iki ülke arasında işbirliği­
ni geliştirmeye yönelik bir program uygula­
maya kondu. Öteki komşularıyla da bir dizi an­
laşma imzalayan Polonya, ortak üyelik için Av­
rupa Topluluklarıyla yürüttüğü görüşmeleri
Aralık 1991’de başarıyla sonuçlandırdı ve geçiş
dönemi için bir tür sınırlı korumacılık talebinde
bulundu.
Siyasal bölünmüşlüğün ve ekonomik sıkıntı­
ların sürdüğü ortamda Ekim 1991’de yapılan
genel seçimlerde katılım oranı ancak yüzde
43’ü buldu. Seçimlere giren 120 partiden
Başkan A lberto Fujim ori, 1990'daki seçim 29’unun parlamentoya temsilci göndermesiyle
kampanyası sırasında.
karmaşık bir siyasal tablo ortaya çıktı. Wale-
14.2 PORTEKİZ

sa’nın gönülsüzce başbakanlığa atadığı Jan Ols- leştirme çabalarına ve özelleştirme programına
zewski Aralık 1991’de bir merkez-sağ koalisyon ağırlık veren hükümet, bir yandan da grevlere
hükümeti kurdu. Haziran 1992’de istifaya zor­ karşı sıkı önlemlere başvurdu. Parlamento A ra­
lanmasından sonra hükümet kurma görevi Po­ lık 1992’de Avrupa birliğine ilişkin Maastricht
lonya’nın ilk kadın başbakanı olarak Hanna Antlaşması’m büyük bir çoğunlukla onayladı.
Suchocka’ya verildi. Dayanışma kökenli parti­
lerin bölünmeye devam etmesi, sosyal demok­ PORTO RİKO
rat bir kimlikle ortaya çıkan eski komünistleri
parlamentodaki en büyük muhalefet gücü du­ RESMİ ADI: P orto Riko U lu s la r T o p lu lu ğ u .

rumuna getirdi. 1992 sonlarında yayılan grevle­ Y Ö N E TİM BİÇİMİ: A B D 'ye b ağlı, iki m e c lis li özerk
bölge.
re karşın, Polonya ekonomisi umut verici olma­ Y Ü Z Ö LÇ Ü M Ü : 9.104 k m 2.
yı sürdürüyordu. NÜ FU S (1992): 3.581.000.
BAŞKENT: San Juan.
PORTEKİZ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): San Ju a n
(437.745), B ayam ön (220.262), Ponce (187.749), Ca-
RESMİ ADI: Portekiz C u m h u riy e ti. ro lin a (177.806), C aguas (133.447).

YÖ N E TİM BİÇİMİ: Tek m e clisli, çok p a rtili c u m h u riy e t.


Y Ü Z Ö LÇ Ü M Ü : 92.389 km 2.
Porto Riko’nun gelecekteki statüsünü belirle­
N Ü FU S (1992): 9.844.000. mek üzere bir halkoylamasma gitme hazırlıkları
BAŞKENT: Lizbon. 1989’da başladı. Amerika Birleşik Devletleri
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1988): Lizbon (ABD) Temsilciler Meclisi 1991 ’de yapılması
(830.500), Porto (350.000), A m a d o ra (95.518). öngörülen halkoylamasma ilişkin yasayı Ekim
1990’da kabul etti. Adada yaşayanlar bir eyalet
Demokrasiye dönüş sürecinin başlarında birbi­ olarak A BD’ye katılma, özerk bölge satatüsü-
rini izleyen kısa ömürlü hükümetler dönemi, nü koruma ya da bağımsızlık arasında seçim ya­
1983’te Portekiz Sosyalist Partisi (PSP) ve Sos­ pacaklardı. Ama ABD Senatosu yasanın yürür­
yal Demokrat Parti (SDP) arasında başlayan lüğe girmesini, kesin bir tarih belirlemeden,
yakınlaşmayla yerini istikrarlı bir ortama bırak­ Kasım 1992’deki ABD başkanlık seçimlerinden
tı. Bu koalisyonun bozulduğu 1985’te seçimleri sonraya erteledi. Bu arada Porto Riko valisi
kazanarak tek başına iktidar olan SDP, 1987’de Mart 1991’de İspanyolca’yı adanın tek resmi
sandalye sayısını artırarak güçlü bir konuma dili kabul eden yasayı onayladı. Porto Riko’da
kavuştu. SDP hükümetinin başbakanı Anibal 89 yıldan beri İspanyolca ve İngilizce resmi dil
Cavaço Sılva, 60 yıllık bir aradan sonra Şubat olarak kabul ediliyordu.
1986’da ilk sivil cumhurbaşkanı seçilen PSD li­
deri Mario Soares’le uyumlu bir çizgi izledi. RİZE
Haziran 1989’da SDP ve PSP’nin sağladığı ço­
ğunlukla anayasada yapılan değişiklikler eko­ Y Ü Z Ö LÇ Ü M Ü : 3.920 k m 2.
nomide liberalleşme yolunu açtı. N Ü FU SU (1990): 348.776.
Ekonomik sorunlara bağlı olarak bir ölçüde
yıpranan ve halk desteği zayıflayan SDP 1990
yazında yeniden toparlandı. Bu arada oy oranı­
nı artıran ve büyük kentlerde belediye başkan­
lıklarını kazanan PSP daha etkili bir duruma
geldi. Ocak 1991’de Soares ikinci kez cumhur­
başkanlığına seçilirken, Ekim 1991’deki genel
seçimler SDP’nin yeniden salt çoğunlukla ikti­
darda kalmasını sağladı.
Portekiz ekonomisinin A T’ye girişle birlikte
gösterdiği hızlı büyümeden sonra 1991’de baş­
layan yavaşlama eğilimi 1992’de de sürdü. Yatı­
rımlar ve ihracat tıkandı, tarım ve dokumacılık­
taki bunalım derinleşti. Ekonomiyi modern­
RUSYA 14.3

İL MERKEZİ: Rize. Birçok aydın ve genç ülkeden kaçarken, muha­


İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (109.569), lefetteki güçler bir cephe oluşturmaya çalıştı.
Ardeşen (39.761), Çamlıhemşin (10.566), Çayeli
(51.751), Derepazarı (10.381), Fındıklı (16.129), Gü- Bununla birlikte Başbakan Petre Roman’ın uy­
neysu (19.558), Hemşin (5.102), Ikizdere (15,295), guladığı hızlı ekonomik reform programı Batı
İyidere (11.445), Kalkandere (21.978), Pazar
(37.241). dünyasıyla ilişkilerin gelişmesini sağladı.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Rize Reformlara bağlı olarak tırmanan enflasyon
(52.031), Ardeşen (17.340). Eylül 1991’de özellikle işçiler arasında hoşnut­
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Verçenik Tepesi (3.709 suzluğun artmasına yol açtı. Bükreş üzerine yü­
metre). rüyen madencilerle güvenlik güçleri arasında
SICAKLIK: Rize kentinde en rüşük -7°C (19.3.1963), en kanlı çatışmalar çıktı. Bunun üzerine istifa eden
yüksek 38,2°C (21.5.1980), ortalama 14,1°C.
YAĞIŞ MİKTARI: Rize kentinde yıllık ortalama 2.346,3
Roman’ın yerine Theodor Stolojan adlı partisiz
mm. bir teknokrat getirildi. Stolojan, en büyük orta­
ğı UKC olan bir koalisyon hükümeti kurdu. Ül­
ROMANYA kenin görece istikrara kavuşmasıyla aşamalı
olarak yeni düzenlemelere gidildi ve yabancı
RESMİ ADI: Romanya. yatırımlar hızlandı. Mart 1992’de UKC’den ay­
YÖNETİM BİÇİMİ: iki meclisli cumhuriyet. rılan muhalif grup Demokratik Konvansiyon
YÜZÖLÇÜMÜ: 237.500 km2. adlı bir cephe oluşturdu. Eylüldeki parlamento
NÜFUS (1992): 23.332.000. seçimlerinden Demokratik Konvansiyon cep­
BAŞKENT: Bükreş.
hesi kazançlı çıktı. Ama bu durum Iliescu’nun
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1992): Bükreş
(2.064.474), Köstence (350.476), Yaş (342.994), Ti- ikinci kez cumhurbaşkanı seçilmesini engelle­
mişoara (Temeşvar) (334.278), Cluj-Napoca medi.
(328.008).
RUANDA
Cumhurbaşkanı Ion Iliescu ve Ulusal Kurtuluş
Cephesi (UKC) hükümeti artan ekonomik so­ RESMİ ADİ: Ruanda Cumhuriyeti.
runlar ve Macar azınlığın özerklik istekleri kar­ YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli geçici yönetim.
şısında çok geçmeden sertleşmeye yöneldi. Yö­ YÜZÖLÇÜMÜ: 25.271 km2.
netimde eski komünistlerin ağırlık kazanmasını NÜFUS (1992): 7.347.000.
protesto amacıyla Haziran 1990’da Bükreş’te BAŞKENT: Kigali.
başlayan eylemler özel trenlerle getirilen eli so­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Kigali
palı madencilerin estirdiği terörle bastırıldı. (232.733), Ruhengeri (29.578), Butare (28.645), Gi-
senyi (21.918).
Reuters/Beltmann News Photos

Büyük bir muhalefetle karşılaşmadan uzun yıl­


lar devlet başkanlığını elinde tutan Juvenal
Habyarimana. ekonomik sıkıntıların arttığı
1990’da Bahutu-Batusi çatışmasının yeniden
başlamasıyla güç duruma düştü. Uganda’dan
destek gören Batusi ayaklanması Habyarima-
na’yı Nisan 1991’de çok partili düzeni öngören
yeni bir anayasayı kabul etmeye zorladı. Nisan
1992’de muhalefet partilerinin de yer aldığı bir
geçiş hükümeti kuruldu. Batusi temsilcileriyle
yürütülen görüşmelerde ateşkese varılmasından
sonra daha geniş tabanlı bir hükümetin oluştu­
rulması kararlaştırıldı.

RUSYA

RESMİ ADI: Rusya Federasyonu.


Eylül 1991'de, Romanya'da m adenciler tırmanan YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili federal cum­
enflasyonu protesto için gösteriler düzenlediler. huriyet.
14.4 RUSYA

YÜZÖLÇÜMÜ: 17.075.400 km2. yan darbeyle birlikte Sovyet cumhuriyetlerini


NÜFUS (1992): 149.469.000. eski çatı altında bir arada tutma olanağı da or­
BAŞKENT: Moskova. tadan kalktı.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Moskova Darbeden sonra hızla bağımsızlığa yönelen
(8.801.500), St. Petersburg (Leningrad) (4.466.800),
Novosibirsk (1.446.300), Nijni Novgorod (Gorki) üç B altık cumhuriyeti eylülde resmen
(1.445.000), Yekaterinburg (1.375.400), Şamara SSCB’den ayrıldı. Bunu öteki cumhuriyetlerin
(1.257.300), Omsk (1.166.800), Çelyabinsk
(1.148.300), Rostov-na-Donu (1.127.600), Kazan egemenliklerini pekiştirme yönündeki adımları
(1.107.300), Perm (1.100.400), Ufa (1.097.000). izledi. Rusya’da ise birliğin içinde reformlara
öncülük etme ya da kendi başına hareket ede­
Son “büyük dünya imparatorluğu” olarak da rek öbür cumhuriyetleri kendisini izlemeye ça­
nitelendirilen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ğırma yönünde bir tartışma başladı. Kasıma ge­
Birliği (SSCB) 1991’de dağıldı. Bu gelişmenin lindiğinde çekişme Rusya’nın başı çekmesini
son halkası Ağustos 1991’de, Devlet Başkanı isteyenlerden yana sonuçlanmıştı.
Mihail Gorbaçov’u devirmeye yönelik darbeyle Üç Slav cumhuriyeti Rusya, Ukrayna ve
başladı. Halkı harekete geçirerek ve Batı dün­ Beyaz Rusya 8 Aralık’ta bir araya gelerek
yasının desteğini alarak darbenin boşa çıkarıl­ SSCB’nin varlığına son verme ve Bağımsız
masında önemli rol oynayan Rusya Devlet Baş­ Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurma kararını
kanı Boris Yeltsin, Gorbaçov’un görevine aldılar. Daha sonra 21 Aralık’ta SSCB’nin son
dönmesine karşın, Rusya’daki bütün işletme ve 12 cumhuriyetinden l l ’inin devlet başkanları
kuruluşların kendi hükümetinin denetimi altına Kazakistan’ın başkenti Alma A ta’da toplana­
alındığını ilan etti. rak yeni yapıyı biçimlendiren anlaşmaları imza­
Darbe girişimi Gorbaçov’un açtığı yeniden ladılar. Dışta kalan cumhuriyet, bir iç savaşın
yapılanma sürecinde reformcu güçler ile eski eşiğindeki Gürcistan’dı. Gorbaçov 25 Aralık’ta
yapıya bağlı kesimler arasında gelişen çatışma­ SSCB devlet başkanlığı görevinden istifasını
nın doruk noktasıydı. Sovyet cumhuriyetlerin­ açıkladı ve siyasetten çekildi.
deki ayrılma eğiliminin önüne geçmeye çalışan Aralık sonunda bütün Sovyet organları ile
Gorbaçov, yeni bir temelde birliği korumak kurumlarının varlığı sona erdi. Birleşmiş Millet-
üzere Mart 1991’de halkoylamasma gitmişti. ler’deki (BM) SSCB sandalyesi ve BM Güven­
Ama halkoylamasından merkezin gücünü azalt­ lik Konseyi daimi üyeliği Rusya’ya geçti. Eski
maya çalışan cumhuriyetlerin kazançlı çıkma­ Sovyet silahlı kuvvetleri de BDT komutasında
sıyla çözülmenin yolu açıldı. Başarısızlığa uğra­ kalmakla birlikte fiilen Rusya’nın denetimine

KUZEY BUZ DENİZİ

Berina

O ho tsk
D enizi

K R A Y N Â ~ ''~

(rom. ^ ' ~ s .___N o vosibirsk. İrkutsk


^ ' ^ .C m ü LDOVYA^ - # Volgoçfrad / ---N C^Vladivostok
i '
S v* JAPONYA
-------- -------G Ü R d s W ^ X A ra IG ö lü K A Z A K İS T A N Ja po n f\j
MOĞOLİSTAN ^J
'K. KORE
TÜRKİYE İ< T S ,£ = = » ' J D enizi
‘' Y
^ r^ p R M E N İS T A N \ ^ M
? N v*
X *
*■- ", KIRGIZİSTAN,
.Ö ZBE K İSTA N , - / ** j - - _ )
V ---
ty Z E R B A Y C A N ^ T Ü R K M E N İS T A N . - K - - ' ^
^ y r ' - Y — J X I V “ -v . • m" r j
X ' *-1 ' A # r' 1 T A C İK İS T A N

iran te ş tte
RUSYA 14.5

girdi. BDT içinde Beyaz Rusya, Kazakistan, öngörüyordu. Parlamentonun çoğunluğu “özel
Kırgısiztan ve Özbekistan’la sıkı bağlar kurma­ rejim” kararma karşı çıkarken, darbe söylenti­
ya yönelen Rusya, başını Ukrayna’nın çektiği leri dolaşmaya başladı. Başta Amerika Birleşik
öteki cumhuriyetlerle ilişkilerde ise bazı anlaş­ Devletleri (ABD) olmak üzere Batılı ülkeler
mazlıklara düştü. Bu arada Gürcistan’dan ayrıl­ Yeltsin’in reformlarına destek verdiklerini açık­
mak isteyen Güney Osetya ve Abhazya’nm ladılar. Yeltsin de reformları gerçekleştirebil­
Rus desteğini istemesi bir başka sorun yarattı. mek için Batılı devletlere acil mali yardım çağ­
Rusya’da eski çarlık dönemi sınırlarına dayalı rısında bulundu.
yayılmacı ve aşırı milliyetçi eğilimler güçlenme­ Yeltsin’in güçlü bir başkanlık sistemine
ye başladı. geçiş planını durdurmak ve onu iktidardan
Rusya Federasyonu’nun kuruluşuna ilişkin uzaklaştırmak isteyen parlamentodaki tutucu
antlaşma Mart 1992’de 20 özerk cumhuriyetten güçlerin girişimleriyle birlikte ülke yönetiminde
18’inin, Rusya’daki yönetim birimleri ile Mos­ bir karışıklık ortaya çıktı. Bu arada iki taraf da
kova ve St. Petersburg (Leningrad) kentlerinin halkın desteğini kazanma çabasına girdi. Parla­
katıldığı bir toplantıda imzalandı. Antlaşmaya mentoda yapılan görüşmelerde Yeltsin’i görev­
imza atmayan Çeçenler bağımsızlığı amaçlar­ den almayı sağlayacak çoğunluğun bulunama­
ken, Tatarlar Rusya Federasyonu’yla özel bir ması üzerine, kilitlenmeyi çözecek uzlaşma
anlaşma yapmak istiyorlardı.
R obert Koch-C orıtrast/SABA
Rusya Federasyonu yeni dönemde büyük
ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunlarla karşı
karşıya geldi. Piyasa ekonomisine geçişin sancı­
ları ağır bir biçimde kendini duyurmaya başla­
dı. Fiyatların serbest bırakılmasıyla enflasyon
hızla tırmanırken, para arzı ve bütçe açığı dene­
timden çıktı. Rublenin dolar karşısındaki değe­
ri büyük bir düşüş gösterdi. Batı dünyası kredi
ve yatırımları beklenen düzeye ulaşmadı. Özel­
leştirme programı küçük işletmelerle sınırlı
kaldı. Dış ticarette de önemli bir liberalleşme
gerçekleşemedi.
Ekonomideki sorunları ağırlaştıran bir
etken de siyasal yapıda ortaya çıkan istikrarsız­
lıktı. Kendi partisini kurmak yerine çeşitli parti
ve örgütlerin ittifakına dayanmaya çalışan Yelt-
sin, bir süre sonra parlamentoda tutucu güçle­
rin sert muhalefetiyle kaşrılaştı. Parlamento
Başkanı Ruslan Hasbulatov’un öncülük ettiği
muhalefetin baskısı ekonomik reform progra­
mını yavaşlattı. Öte yandan Yeltsin’i, hükümet­
te ödün niteliğinde değişiklikler yapmaya zorla­
dı.
Parlamentodaki tutucu güçler 1993 başların­
da Yeltsin’in yetkilerini kısma çabasına yönel­
di. Bu çatışma çok geçmeden gittikçe derinle­
şen bir bunalıma dönüştü. Yeltsin 21 M art’ta
bir kararname yayımlayarak “özel rejim” ilan
etti. Bazı siyasal çevrelerde bir “sivil darbe”
olarak nitelendirilen bu kararname, Yeltsin’in
geçici olarak ülke yönetimini bütünüyle eline
almasını ve 25 Nisan’da devlet başkanlığını sür­ Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin Ağustos
1991 'deki darbenin başarısızlığa uğratılmasından
dürme konusunda halkoylamasına gidilmesini sonra Rus bayrağını dalgalandırıyor.
14.6 SADDAM HÜSEYİN

formülleri aramaya başladı. 25 Nisan’daki halk- Müttefik ülkelerin koşullarına boyun eğmek
oylamasının parlamentonun belirlediği sorular­ zorunda kaldı. Daha sonra Irak içinde başlayan
la yapılması, ayrıca devlet başkanlığı ve parla­ayaklanmaları şiddetle bastırarak iktidarını ko­
mento için kasımda seçimlere gidilmesi yönün­ rumayı başardı. Ama Batılı ülkelerin müdaha­
de bir karar alındı. Ama siyasal yapıdaki lesi sonucunda Kuzey Irak’ta fiili bir Kürt yö­
belirsizlik tam olarak giderilemedi. Yeltsin netiminin ortaya çıkmasını önleyemedi. Bir
nisan başında Kanada’nın Vancouver kentinde süre ekonomik toparlanmaya ağırlık veren Irak
ABD Başkanı Bili Clinton’la bir araya geldi. yönetimi, 1992 sonlarında ateşkesle ilgili uygu­
Görüşmeler sonunda A B D ’nin Yeltsin’in çaba­ lamalara karşı çıkmaya başladı. ABD Başkanı
larını desteklediği ve Rusya’ya 1 milyar ABD George Bush’un sert karşılığıyla tırmanan çatış­
Doları yardımı sağlanacağı açıklandı. ma Ocak 1993’te Irak’a yeni bir hava bombar­
dımanı düzenlenmesine yol açtı. A BD’de yeni
SADDAM HÜSEYİN. Körfez Krizi’nde geri başkan olarak seçilen Bili Clinton’m göreve
adım atmaya yanaşmayan Saddam Hüseyin, başlamasından sonra, Saddam Hüseyin’in uz­
Irak ordusunun 17 Ocak 1991’de başlayan sa­ laşmaya açık bir tutuma girmesi sıcak çatışmayı
vaşta uğradığı ağır yenilgi üzerine 28 Şubat’ta sona erdirdi.

You might also like